philip pullman - karanlık cevher 1

259
Philip Pullman _ Karanlık Cevher Dizisi Cilt1 Altın Pusula Kuzey Işıkları 1 Tokay Sürahisi Lyra ve cini, hep aynı tarafta kalmaya ve mutfağın gö- rüş alanından uzak durmaya özen göstererek, kararmakta olan Salon'dan geçtiler. Salon boyunca uzanan üç büyük masa kurulmuştu bile, gümüşler ve camlar oradaki azıcık ışıkta parlıyordu, uzun sıralar da konuklara hazır olsun di- ye geri çekilmişti. Eski Başkanların portreleri, loş ışıkta, duvarlara asılıydı. Lyra kürsüye ulaştı ve geriye, açık mut- fak kapısına baktı. Kimseyi görmeyince de, yüksek masa- nın yanına çıktı. Buradaki servisler gümüş değil altındı, on dört kişilik oturma yeri de meşeden yapılma sıralardan değil, kadife minderli iskemlelerden oluşuyordu. Lyra, Başkan'm iskemlesinin yanında durup, en bü- yük bardağa tırnağıyla yavaşça bir fiske attı. Ses, Sa- lon'da rahatlıkla duyulacak şekilde çınladı. "Sen bu işi ciddiye almıyorsun," diye fısıldadı cini. "Edebini takın." Cinin adı Pantalaimon'du, şu sırada güve biçimindey- di. Salon'un karanlığında gözden kaçsın diye koyu kah- 9 PHILIP PULLMAN verengi bir güve. Lyra da ona fısıldayarak cevap verdi. "Mutfakta bura- yı duyamayacak kadar çok gürültü ediyorlar. Sofracıbaşı da ilk çana kadar içeri gelmez. Vıdı vıdı edip durma." Ama gene de avucunu çınlayan kristale bastırdı, Pan- talaimon da kanatlarını çırparak ileri doğru uçup, kürsü- nün öbür yanındaki İstirahat Odası'nm aralık kapısından içeri girdi. Bir an sonra yeniden göründü. "Burada kimse yok," diye fısıldadı. "Ama çabuk olma- mız gerek." Lyra, yüksek masanın arkasında çömelmiş halde hız- la ilerledi, İstirahat Odası'na girdi ve doğrulup çevresine baktı. Buradaki tek ışık şömineden geliyordu, o bakar- ken şöminedeki alev almış kütükler hafifçe yerine otura- rak bacaya doğru bir kıvılcım fıskiyesi gönderdi. Hayatı- nın büyük kısmı Kolej'de geçmişti, ama İstirahat Odası'm daha önce hiç görmemişti; buraya sadece Âlimlerle ko- nuklarının girmesine izin verilirdi, kadınlar da asla alın- mazdı. Kadın hizmetçiler bile burada temizlik yapmazdı. Bu sadece Kahyanın işiydi. Pantalaimon kızın omuzuna yerleşti. "Mutlu oldun mu? Gidebilir miyiz?" diye fısıldadı. "Salaklaşma! Etrafa bakmak istiyorum!" Büyük bir odaydı, üzerinde çeşitli sürahilerle bardak- ların durduğu, cilalı gülağacmdan oval bir masası, pipo ayaklığıyla gümüş bir ayaklı kültablası vardı. Yakındaki bir büfenin üstünde de, alttan ısıtmalı küçük bir kap ile 10 KUZEY IŞIKLARI bir haşhaş kelleleri sepeti duruyordu. "Kendilerine iyi bakıyorlar, değil mi, Pan?" dedi usulca. Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Upload: burak-soyhan

Post on 10-Mar-2016

326 views

Category:

Documents


9 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Philip Pullman _ Karanlık Cevher Dizisi Cilt1 Altın Pusula Kuzey Işıkları

1Tokay Sürahisi Lyra ve cini, hep aynı tarafta kalmaya ve mutfağın gö-rüş alanından uzak durmaya özen göstererek, kararmaktaolan Salon'dan geçtiler. Salon boyunca uzanan üç büyükmasa kurulmuştu bile, gümüşler ve camlar oradaki azıcıkışıkta parlıyordu, uzun sıralar da konuklara hazır olsun di-ye geri çekilmişti. Eski Başkanların portreleri, loş ışıkta,duvarlara asılıydı. Lyra kürsüye ulaştı ve geriye, açık mut-fak kapısına baktı. Kimseyi görmeyince de, yüksek masa-nın yanına çıktı. Buradaki servisler gümüş değil altındı, ondört kişilik oturma yeri de meşeden yapılma sıralardandeğil, kadife minderli iskemlelerden oluşuyordu. Lyra, Başkan'm iskemlesinin yanında durup, en bü-yük bardağa tırnağıyla yavaşça bir fiske attı. Ses, Sa-lon'da rahatlıkla duyulacak şekilde çınladı. "Sen bu işi ciddiye almıyorsun," diye fısıldadı cini."Edebini takın." Cinin adı Pantalaimon'du, şu sırada güve biçimindey-di. Salon'un karanlığında gözden kaçsın diye koyu kah-9

PHILIP PULLMANverengi bir güve. Lyra da ona fısıldayarak cevap verdi. "Mutfakta bura-yı duyamayacak kadar çok gürültü ediyorlar. Sofracıbaşıda ilk çana kadar içeri gelmez. Vıdı vıdı edip durma." Ama gene de avucunu çınlayan kristale bastırdı, Pan-talaimon da kanatlarını çırparak ileri doğru uçup, kürsü-nün öbür yanındaki İstirahat Odası'nm aralık kapısındaniçeri girdi. Bir an sonra yeniden göründü. "Burada kimse yok," diye fısıldadı. "Ama çabuk olma-mız gerek." Lyra, yüksek masanın arkasında çömelmiş halde hız-la ilerledi, İstirahat Odası'na girdi ve doğrulup çevresinebaktı. Buradaki tek ışık şömineden geliyordu, o bakar-ken şöminedeki alev almış kütükler hafifçe yerine otura-rak bacaya doğru bir kıvılcım fıskiyesi gönderdi. Hayatı-nın büyük kısmı Kolej'de geçmişti, ama İstirahat Odası'mdaha önce hiç görmemişti; buraya sadece Âlimlerle ko-nuklarının girmesine izin verilirdi, kadınlar da asla alın-mazdı. Kadın hizmetçiler bile burada temizlik yapmazdı.Bu sadece Kahyanın işiydi.Pantalaimon kızın omuzuna yerleşti."Mutlu oldun mu? Gidebilir miyiz?" diye fısıldadı."Salaklaşma! Etrafa bakmak istiyorum!" Büyük bir odaydı, üzerinde çeşitli sürahilerle bardak-ların durduğu, cilalı gülağacmdan oval bir masası, pipoayaklığıyla gümüş bir ayaklı kültablası vardı. Yakındakibir büfenin üstünde de, alttan ısıtmalı küçük bir kap ile10

KUZEY IŞIKLARIbir haşhaş kelleleri sepeti duruyordu."Kendilerine iyi bakıyorlar, değil mi, Pan?" dedi usulca.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Yeşil deri koltuklardan birine oturdu. Öyle derindi ki,kendini neredeyse uzanmış yatıyor buldu, ama yenidendoğruldu ve duvardaki portrelere bakmak için bacakla-rını altına çekti. Yine eski Âlimlerdi, herhalde: cüppeli,sakallı ve kasvetli, çerçevelerinden dışarı onaylamayanciddi bakışlar atıyorlardı. "Neler hakkında konuşuyorlar sence?" dedi Lyra, yada demeye koyuldu, çünkü daha sorusunu bitiremedenkapının dışından sesler duydu. "İskemlenin arkasına -çabuk!" diye fısıldadı Pantala-imon ve Lyra bir an sonra şimşek gibi koltuktan fırlamış,iskemlenin arkasında çömeliyordu. Doğrusu, arkasınasaklanmaya en uygun iskemle değildi: odanın tam orta-sındaki iskemleyi seçmişti ve eğer sahiden çıtı çıkmadandurmazsa... Kapı açıldı, odadaki ışık değişti: içeri girenlerden bi-ri, elindeki lambayı büfeye koydu. Lyra onun koyu yeşilpantolonlu ve parlak siyah ayakkabılı bacaklarını görü-yordu. Bir hizmetkardı bu. Sonra derinden gelen bir ses, "Lord Asriel gelmedi midaha?" dedi. Başkandı. Lyra soluğunu tutarken, hizmetkarın cini-nin (bir köpekti, tıpkı bütün hizmetkarların cinleri gibi)kısa ve hızlı adımlarla içeri girdiğini ve sessizce onunayaklarının dibinde oturduğunu gördü ve sonra her za-il

PHILIP PULLMANmanki o eski püskü ayakkabılarla, Başkan'm ayakları dagöründü. "Hayır, Sayın Başkan," dedi Kahya. "Aerodock'tan dahaber yok." "Geldiğinde acıkmış olur bence. Onu bekletmedenSalon'a al, olur mu?""Başüstüne, Sayın Başkan.""Onun için özel Tokay'dan da biraz koydun, değil mi?" "Evet, Sayın Başkan. Sizin buyurduğunuz gibi,1898'den. Lord Hazretleri, hatırladığım kadarıyla, onadüşkündür.""İyi. Şimdi beni yalnız bırak, lütfen.""Lambaya ihtiyacınız var mı, Sayın Başkan?" "Evet, onu da bırak. Yemek sırasında fitili düzeltmekiçin bir uğrarsın, değil mi?" Kahya hafifçe eğildi, gitmek üzere dönerken, cini deitaatkar bir şekilde kısa ve hızlı adımlarla arkasından yü-rüyordu. Lyra, pek de matah olmayan saklanma yerin-den, Başkan'm odanın köşesindeki büyük meşe bir gard-roba gitmesini, cübbesini bir askıdan almasını ve zah-metle giymesini izledi. Başkan, vaktiyle güçlü bir adam-mış, ama artık yetmişini aşkındı, hareketleri pek ve ağır-dı. Başkanın cini, kuzgun biçimindeydi ve o cüppesinigiyer giymez gardıroptan aşağı atladı, onun sağ omuzun-da, her zamanki yerine yerleşti. Lyra, Pantalaimon'un, çıtı çıkmasa da endişeyle tüyle-rinin nasıl kabardığını hissediyordu. Ona gelince, içini12

KUZEY IŞIKLARIhoş bir heyecan sarmıştı. Başkan'ın sözünü ettiği ziyaret-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

çi, hem hayran olduğu hem de çok korktuğu bir adam,amcası Lord Asriel'di. Yüksek politikaya, gizli keşiflere,uzaklardaki savaşlara bulaştığı söylenirdi, Lyra onun nezaman ortaya çıkacağını asla bilmezdi. Çok öfkeliydi:şimdi onu burada yakalasa Lyra şiddetle cezalandırılırdı,ama buna tahammül edebilirdi. Ancak, birazdan gördükleri her şeyi tümüyle değişti-recekti. Başkan cebinden katlanmış bir kağıt alıp masanın üs-tüne, şarabın yanma koydu. İçinde güzel, altın rengi birşarabın olduğu bir sürahinin ağzındaki tıpayı çıkardı, ka-ğıdın katlarını açtı, sürahiye ince bir şerit halinde beyazbir toz döktü, sonra da kağıdı buruşturup ateşe attı. Der-ken cebinden bir kalem çıkartıp, toz eriyene kadar şara-bı onunla karıştırdı, tıpayı yerine koydu. Cini yumuşak, kısa bir viyaklama koyuverdi. Başkanyavaş sesle cevapladı ve içeri girdiği kapıdan çıkmadanönce, kapakları şiş, bulutlu gözleriyle çevreyi süzdü.Lyra, "Gördün mü, Pan?" diye fısıldadı. "Elbette gördüm! Hadi, çabuk ol, yoksa Sofracıbaşıgelecek!" Ama daha o konuşurken, Salon'un uzak ucundan ge-len bir çan sesi duyuldu. "Bu Sofracıbaşı'nın çanı!" dedi Lyra. "Daha fazla vak-timiz olur sanıyordum."Pantalaimon, çabucak Salon kapısına doğru kanat13

PHILIP PULLMANçırptı, sonra da çabucak geri döndü. "Sofracıbaşı gelmiş bile," dedi. "Öteki kapıdan da çı-kamazsın..." Öteki kapı, Başkan'm geldiği ve gittiği kapı, Kütüpha-ne ile Âlimler'in ortak salonu arasındaki kalabalık kori-dora açılıyordu. Günün bu saatinde, yemek saati geldiğiiçin cüppelerini üstlerine geçiren ya da Salon'a geçme-den önce kağıtlarıyla evrak çantalarını bırakmak üzereaceleyle ortak salona gelmiş erkekler buraya akın eder-di. Lyra geldiği yoldan dönmeyi planlamış, Sofracıba-şı'nın çanı çalmadan önce birkaç dakikası daha olacağı-na güvenmişti. Ve Başkan'm o tozu şaraba boşalttığını görmeseydieğer, Sofracıbaşı'nm hiddetine uğrama riskini göze alabi-lir ya da kalabalık koridorda fark edilmeyeceğini umabi-lirdi. Ama şimdi kafası karışmıştı, bu yüzden de tereddütetti. Sonra kürsüden gelen ağır ayak sesleri durdu. Sofra-cıbaşı, Âlimler'in yemek sonrasındaki haşhaşı ile şarabı-nın hazır olup olmadığını kontrol etmek için İstirahatOdası'na geliyordu. Lyra ok gibi meşe gardroba atıldı,kapısını açıp içeri saklandı ve tam Sofracıbaşı içeri girer-ken kapıyı çekip kapattı. Pantalaimon'dan yana hiç kor-kusu yoktu: odaya koyu renkler hakimdi ve Pantalaimonher an bir iskemlenin altına sığınabilirdi. Sofracıbaşı'nm hırıltıyla soluk aldığını duydu ve kapı-nın tam olarak kapanmayan yerindeki dar aralıktan14

KUZEY IŞIKLARI

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

onun ayaklı kültablasımn yanındaki ayaklıkta bulunanpipoları düzelttiğini, sürahilerle kadehlere bir bakış attı-ğını gördü. Sonra her iki elinin ayasıyla, kulaklarının üs-tündeki saçı düzeltti ve cinine bir şey söyledi. Sofracıba-şı bir hizmetkar olduğu için cini de bir köpekti, dişi birköpek. Ama üst kademe hizmetkar olduğu için, köpeğide üst kademe köpekti. Aslında, kızıl renkte bir seter bi-çimine sahipti. Cin kuşkulu göründü ve sanki içeri izin-siz girmiş birinin varlığını sezmiş gibi etrafa bakındı, amagardroba gelmedi ki, bu Lyra'yı fevkalade rahatlattı. Lyra,onu iki kez dövmüş olan Sofracıbaşı'ndan korkuyordu. Derken minik bir fısıltı duydu; besbelli Pantalaimonda onun yanına sıkışmıştı. "Şimdi mecburen burada kalacağız işte. Beni niyedinlemezsin ki?" Lyra, Sofracıbaşı dışarı çıkana kadar ona cevap ver-medi. Adamın işi, yüksek masadaki servisi denetlemek-ti. Âlimler'in Salon'a geldiğini, mırıldanmalarını, ayakları-nı sürümelerini duyuyordu. "İyi ki de dinlememişim," diye fısıldadı. "Yoksa Baş-kan'ın şaraba zehir koymasını göremezdik. Pan, o sürahi,Kahya'ya sorduğu Tokay'dı. Lord Asriel'i öldürecekler!""Zehir olup olmadığını bilmiyorsun ki." "Hah, zehir elbette. Onu içine koymadan önce Kah-ya'yı odadan uzaklaştırdı, unuttun mu? Masum olsaydı,Kahya görmüş görmemiş fark etmezdi. Ve bir şeyler oldu-ğunu biliyorum -siyasi bir şeyler. Hizmetkarlar günlerdir15

PHILIP PULLMANbundan söz ediyor. Pan, bir cinayete engel olabiliriz!" Erkek cini "Hiç böyle saçmalık duymadım," dedi, tersters. "Bu daracık gardıropta dört saat nasıl hareketsiz du-racağını sanıyorsun sen? Ben gideyim de koridora bir ba-kayım. Yol açılınca sana haber veririm." Kanatlarını çırparak omuzundan havalandı, Lyraonun küçük gölgesini aydınlıktan sızan aralıkta gördü. "Boşuna, Pan, burada kalıyorum," dedi. "Burda bircüppe daha var, ya da öyle bir şey. Onu yere serip ra-hat ederim. Ne yapacaklarını görmem şart." Diz çökmüş duruyordu. Dikkatle doğruldu, gürültüetmemek için elleriyle elbise askılarını yokluyordu.Gardrobun sandığından daha büyük olduğunu keşfetti.Birkaç öğretmen cüppesiyle kukuletası vardı, bazısınınetrafı kürkle çevriliydi, çoğu ipekle astarlanmıştı. "Bunların hepsi Başkan'ın mı acaba?" diye fısıldadı."Başka yerlerden fahri unvanlar alınca, belki de ona süs-lü cüppeler veriyorlar, o da giyinip kuşanmak için cüp-peleri burada tutuyor... Pan, o şarapta zehir olmadığınımı düşünüyorsun sahiden?" "Hayır," dedi cini. "Ben de senin gibi, zehirdir diyo-rum. Ve bu bizi hiç ilgilendirmez diyorum. Ve diyorumki, bir ömür boyu yaptığın salak şeyler arasından en sa-lakçası bu işe burnunu sokman olur." "Aptallaşma;" dedi Lyra. "Burada oturup da elim-ko-lum bağlı, ona zehir vermelerine seyirci kalamam!""Gel, başka yere gidelim, öyleyse."16

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

KUZEY IŞIKLARI"Sen ödleğin birisin, Pan." "Elbette öyleyim. Sen ne yapacaksın peki, sorabilirmiyim? Dışarı fırlayıp titrek parmaklarındaki kadehi mikapacaksın? Aklından ne geçiyor?" Kız yavaşça, "aklımdan bir şey geçmiyor, sen de bu-nu pekala biliyorsun," diye çıkıştı sessizce. "Ama artıkBaşkan'ın ne yaptığını gördüğüme göre, başka seçene-ğim yok. Vicdan hakkında bir şeyler biliyor olman gere-kiyor, değil mi? Neler olacağını bilerek nasıl Kütüpha-ne'ye ya da başka bir yere gidip, hiçbir şey yapmadanotururum? İnan ki, öyle bir şey yapmaya niyetim yok." Cini bir süre sonra, "Başından beri bunu yapmak isti-yordun," dedi. "Burada saklanıp gözetlemek istiyordun.Nasıl oldu da daha önce fark etmedim bunu?" "Tamam, istiyordum. Gizli işler çevirdiklerini herkesbiliyor. Bir ayinleri falan var ve ben de ne olduğunu öğ-renmek istedim." "Senin üzerine vazife mi? Eğer küçük sırlarının keyfi-ni çıkarmak istiyorlarsa, sen kendini onlardan üstün his-set ve bırak istediklerini yapsınlar. Saklanıp casus gibigözetlemek, aptal çocuklara mahsustur." "Tam da böyle diyeceğini biliyordum zaten. Şimdi dırdır etmeyi kes." İkisi bir süre sessiz sessiz oturdular. Lyra gardrobunsert zemininden rahatsız olmuştu. Pantalaimon da kendi-ni beğenmiş bir şekilde geçici antenleriyle cüppelerdenbirini dövüyordu. Lyra kafasına bir sürü düşüncenin bir-17

PHILIP PULLMANden üşüştüğünü hissetti, en çok istediği şey de bunları çi-niyle paylaşmaktı. Ama o da gururluydu. Belki de sorun-larını, cininin yardımı olmaksızın çözmeye çalışmalıydı. Düşüncelerinin en baskını endişeydi, ama kendisiiçin endişelenmiyordu. Başını yeterince derde sokmuş,artık alışmıştı. Bu sefer Lord Asriel için ve bütün bunla-rın anlamı nedir diye endişeleniyordu. Lord Asriel Kole-ji sık sık ziyaret etmezdi, o sıralarda yüksek bir siyasi ge-rilim de yaşandığına göre, sadece birkaç eski dostuylayeyip içmeye, pipo tüttürmeye gelmiş olamazdı. HemLord Asriel'in, hem de Başkan'ın, Başbakan'm özel da-nışma organı Bakanlar Konseyi'nin üyesi olduklarını bi-liyordu. Belki de bununla ilgili bir şeydi. Ama BakanlarKonseyi'nin toplantıları sarayda yapılırdı, Jordan Kole-ji'nin İstirahat Odası'nda değil. Sonra Kolej hizmetkarlarının günlerdir fısıldaşıp dur-malarına yol açan rivayet de vardı. Tatarlar'm Muskovi'yiistila ettiği ve dalgalar halinde kuzeye, St. Petersburg'adoğru ilerledikleri, oradan Baltık Denizi'ne hakim olupsonunda Avrupa'nın batısının tümünün hakkından gele-cekleri söyleniyordu. Ve Lord Asriel de en Kuzey'de bu-lunmuştu: Onu en son gördüğünde, Laponya'ya bir ke-şif seferi için hazırlık yapıyordu..."Pan," diye fısıldadı."Efendim.""Sence savaş çıkacak mı?""Henüz değil. Önümüzdeki hafta falan savaş çıkacak18

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

KUZEY IŞIKLARIolsa, Lord Asriel burada akşam yemeği yiyor olmazdı.""Ben de öyle düşünmüştüm. Ya daha sonra?""Hişşt! Gelen var." Lyra doğrulup gözünü kapıdaki çatlağa denk getirdi.Kahyaydı, Başkan'ın ona buyurduğu gibi, lambanın fitili-ni düzeltmeye gelmişti. Ortak salon ve kütüphane anba-rik ışıkla aydınlatılırdı, ama Âlimler İstirahat Odası'ndadaha eski, daha yumuşak nafta lambaları tercih ediyorlar-dı. Başkan yaşadığı sürece de bunu değiştirmeyeceklerdi. Kahya fitili kesip düzeltti, ateşe bir kütük daha da at-tı ve sonra da ayaklı kültablasından kendine bir avuçyaprak almadan önce Salon kapısında durup dikkatle dı-şarıyı dinledi. Daha kapağı henüz yerine koymuştu ki, diğer kapı-nın sapı dönerek onu endişeyle yerinde sıçrattı. Lyra gül-memeye çalıştı. Kahya yaprağı telaşla cebine tıkıştırdı vegelene bakmak için döndü. "Lord Asriel!" dedi Kahya, Lyra'nın sırtından aşağı so-ğuk bir şaşkınlık ürpertisi aktı. Olduğu yerden onu gö-remiyordu, kıpırdayıp bakma isteğini bastırmaya çalıştı. "İyi akşamlar, Wren," dedi Lord Asriel. Lyra o haşinsesi hep bir zevk ve kaygı karışımıyla işitirdi. "Yemekiçin çok geç kaldım. Burada beklerim." Kahya tedirgin görünüyordu. Konuklar İstirahat Oda-sı'na sadece Başkan'ın davetiyle girerdi ve Lord Asriel debunu bilirdi; ama Kahya aynı zamanda Lord Asriel'in ce-bindeki çıkıntıya anlamlı anlamlı baktığını da görmüştü19

PHILIP PULLMANve itiraz etmemeye karar verdi."Başkan'a geldiğinizi bildireyim mi, lordum?" "Bunu yapmaman için bir neden yok. Bana biraz kah-ve getirebilirsin.""Başüstüne, lordum." Kahya eğilip selam verdi ve cini ardında, telaşla dışa-rı çıktı. Lyra'nm amcası ateşe doğru yürüdü, kollarını ba-şının tepesine kaldırıp gerinerek, bir aslan gibi esnedi.Üstünde seyahat kılığı vardı. Lyra, her görüşünde olduğugibi, Lord Asriel'in onu ne kadar korkuttuğunu hatırladı.Artık göze çarpmadan dışarı sızma ihtimali kalmamıştı:Yerinde kıpırdamadan, umutla oturması gerekiyordu. Lord Asriel'in, dişi bir kar leoparı olan cini, arkasındaduruyordu. "Projeksiyonları burada mı göstereceksin?" diye sorduyavaşça. "Evet. Konferans Salonu'na gitmekten daha az yayga-ra yaratır. Örnekleri de görmek isteyeceklerdir; birazdanKapıcı'yı çağırırım. Kötü bir dönemdeyiz, Stelmaria.""Dinlenmelisin." Adam koltuklardan birine yayıldı, Lyra artık onun yü-zünü göremiyordu. "Evet, evet. Ayrıca üstümü de değiştirmeliyim. Kimbilir, belki de buraya uygunsuz şekilde giyinmiş olarakgeldim diye beni bir düzine şişe cezasına çarptırmaları-na izin veren kadim bir görgü kuralı vardır. Üç gün uyu-malıyım. Dedim de aklıma geldi-"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

20

KUZEY IŞIKLARI Kapı vuruldu, Kahya üzerinde bir kahve ibriği ve birfincan olan gümüş bir tepsiyle içeri girdi. "Teşekkür ederim, Wren," dedi Lord Asriel. "Masanınüzerinde gördüğüm şey Tokay mı?" "Başkan özellikle sizin için sürahiye doldurulmasınıemretti, lordum," dedi Kahya. "98 rekoltesinden sadeceüç düzine şişe kaldı." "Güzel olan her şeyin sonu gelir. Tepsiyi buraya, be-nim yanıma bırak. Ha, bu arada Kapıcı'ya söyle de, Loj-man'da bıraktığım iki sandığı buraya göndersin, olur mu?""Buraya mı, lordum?" "Evet, buraya. Ve bir perde ile bir fanuslu projeksiyonfenerine de ihtiyacım olacak, gene burada, gene hemen." Kahya hayretle ağzını açmaktan kendini tam olarakalamasa da, dilinin ucuna gelen soruyu ya da itirazı bas-tırmayı başardı. "Wren, haddini aşıyorsun," dedi Lord Asriel. "Söyle-diklerimi sorgulama; dediğimi yap, yeter." "Başüstüne, lordum," dedi Kahya. "Eğer bağışlarsanız,lordum, belki de Mr. Cawson'a ne tasarladığınızı söyle-sem iyi olur, lordum, çünkü aksi takdirde biraz afallaya-bilir. Anlatabiliyorum, değil mi?""Evet. Ona söyle, öyleyse." Mr. Cawson, Sofracıbaşıydı. Onunla Kahya arasındaeski ve köklü bir rekabet vardı. Sofracıbaşı Kahyanın üs-tüydü, ama Kahyanın Âlimler'in gözüne girme fırsatı da-ha çoktu, bunları da sonuna kadar kullanırdı. Sofracıba-21

PHILIP PULLMANşı'na İstirahat Odası'nda neler olup bittiği hakkında ken-disinin daha çok şey bildiğini göstermeye yönelik bu fır-sat onu pek memnun ederdi. Eğilip selam verdi ve çıktı. Lyra, amcasının kendinebir fincan kahve koyup bir yudumda içmesini, sonra birtane daha koyup daha yavaş yudumlamasını izledi. He-yecanlanmıştı. Örnek sandıkları mı? Fanuslu projeksiyonfeneri mi? Âlimler'e gösterecek, bu kadar acil ve önemlineyi vardı ki? Sonra Lord Asriel yerinden kalktı ve ateşe arkasınıdöndü. Lyra onu tam olarak gördü ve tombul Kahyayla,kambur ve uyuşuk Âlimlerle arasındaki zıtlığa hayret et-ti. Lord Asriel güçlü omuzları, sert esmer bir yüzü vevahşi gülüşüyle parıldayıp ışıldıyor hissi veren gözleriolan, uzun boylu bir adamdı. Hakimiyeti altına girilecekya da mücadele edilecek bir yüzdü bu: himaye eden yada merhamet duyan bir yüz değildi, asla. Bütün hareket-leri büyük ve kusursuzca dengeliydi, yabani bir hayva-nın hareketleri gibi; ve böyle bir odada bulunduğunda,ona çok küçük gelen bir kafeste tutulan yabani bir hay-vana benzerdi. O anda ifadesi uzak ve dalgındı. Cini ona yaklaşıp ba-şını beline dayadı, Lord Asriel de anlamı çözülmez birbakışla aşağı, ona baktıktan sonra dönüp masaya yürü-dü. Lyra birden midesine bir yumruk yemiş gibi oldu,çünkü Lord Asriel Tokay sürahisinin tıpasını çıkarmış, bir

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kadehi dolduruyordu. 22

KUZEY IŞIKLARI"Hayır!" Peşten çığlığı, o engel olamadan ağzından fırladı.Lord Asriel duydu ve hemen döndü."Kim var orda?" Lyra kendini tutamadı. Gardıroptan paldır küldür çıka-rak, onun elindeki kadehi kapmak için hamle etti. Şarapuçtu, masanın kenarına ve halıya sıçradı, sonra da kadehdüşüp kırıldı. Amcası onun bileğini yakalayıp iyice büktü."Lyra! Sen ne halt ediyorsun burada?""Beni bırakırsanız söylerim!""Önce kolunu kırarım. Ne cüretle buraya gelirsin?""Az önce hayatınızı kurtardım!" Bir an hareketsiz kaldılar, kız acıyla iki büklüm ol-muştu, ama haykırmamak için yüzünü buruşturuyordu,adam ise fırtına bulutu gibi kaşlarını çatıp onun üstüneeğilmişti.Daha sakin bir şekilde, "Ne dedin sen?" diye sordu. Lyra sıkılmış dişleri arasından "O şarap zehirli," diyemırıldandı. "Başkan'm içine toz attığım gördüm." Lord Asriel onu bıraktı. Lyra yere çöktü, Pantalaimonendişeyle kanatlarını çırparak, omuzuna kondu. Amcasıkontrol altına alınmış bir gazapla tepeden kıza baktı veLyra onunla göz göze gelmeye cesaret edemedi. "Sadece odanın neye benzediğini görmek için gelmiş-tim," dedi. "Yapmamalıydım, biliyorum. Aslında kimseiçeri girmeden çıkacaktım, ama Başkan'm geldiğini du-yunca kapana kısıldım. Tek saklanılabilecek yer, gardı-23

PHILIP PULLMANroptu. Sonra onun şaraba toz koyduğunu gördüm. Gör-meseydim-"Kapı vuruldu. "Kapıcı olmalı," dedi Lord Asriel. "Gardroba dön. Çı-tın çıkarsa, seni keşke ölseydim diyecek hale getiririm." Lyra ok gibi gardroba döndü ve daha kapıyı henüzkapatmıştı ki, Lord Asriel, "Girin," diye seslendi.Dediği gibi, gelen Kapıcı'ydı."Buraya mı, Lordum?" Lyra, kapının girişinde şüphe içinde duran ihtiyaradamı ve gerisinde de büyük tahta bir kutunun köşesinigördü. "Evet, buraya, Shuter," dedi Lord Asriel. "İkisini deiçeri getir ve masanın yanma yere koy." Lyra biraz gevşedi, omuzundaki ve bileğindeki acıyışimdi hissediyordu. Eğer ağlayan türden bir kız olsaydı,onu ağlatmaya yetecek bir acıydı bu. Onun yerine, dişle-rini sıktı ve kolunu, gevşeyene kadar hafif hafif oynattı.Sonra bir cam şangırtısı ve dökülen sıvının şırıltısı geldi. "Lanet olsun sana, Shuter, seni dikkatsiz ihtiyar buda-la! Bak şu yaptığına!" Lyra görebiliyordu, yani azıcık. Amcası Tokay sürahi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sini masadan aşağı düşürmeyi başarmış ve Kapıcı yaptısüsü vermişti. İhtiyar adam kutuyu itinayla yere bıraktıve özür dilemeye koyuldu. "Gerçekten çok özür dilerim, lordum -demek zannet-tiğimden daha yakın duruyormuşum-"24

KUZEY IŞIKLARI "Bir şey al da şu pisliği temizle. Hadi, halı emmedençabuk ol!" Kapıcı telaşla dışarı çıktı. Lord Asriel gardroba yaklaş-tı ve alçak sesle konuştu. "Madem oradasın, bir işe yara bari. Başkan içeri ge-lince onu dikkatle gözle. Eğer bana onun hakkında il-ginç bir şey söylersen, başını zaten soktuğundan dahabüyük bir belaya sokmana engel olurum. Anlaşıldı mı?""Evet, Amca." "Orda en ufak bir ses çıkarırsan da sana yardım et-mem. Kendi başının çaresine bakarsın." Uzaklaştı, Kapıcı camlar için bir süpürge ve faraş, birsu tası ve bezle içeri girerken, gene sırtı ateşe dönük,durdu. "Bir kere daha söyleyeyim, lordum, cidden affınızı di-liyorum; bilmiyorum, nasıl oldu da-""Şu pisliği temizle, yeter." Kapıcı şarabı halıdan çıkarmak için bezle silerken,Kahya kapıyı tıklattı ve Lord Asriel'in Thorold adlı uşa-ğıyla geri döndü. İkisi, pirinç saplı, cilalı tahtadan ağır birsandık taşıyorlardı. Kapıcı'nın ne yaptığını görünce kala-kaldılar. "Evet, Tokay'dı," dedi Lord Asriel. "Ne kötü. O lambamı? Gardırobun yanına koyar mısın, Thorold? Ben deperdeyi diğer yana kurarım." Lyra kapıdaki çatlaktan perdeyi ve üzerine ne yansı-tılacaksa onu görebileceğini fark etti ve amcasının işleri25

PHILIP PULLMANbu amaçla mı böyle ayarladığını merak etti. Uşağın sertkumaşın rulosunu açarken ve çerçevesine yerleştirirkençıkardığı gürültüden yararlanıp fısıldadı."Gördün mü? Geldiğimize değermiş, değil mi?"Pantalaimon, küçük güve sesiyle ve ağırbaşlı bir havatakınarak, "Olabilir," dedi. "Olmayabilir de." Lord Asriel ateşin yanında durmuş kahvesinin sonyudumunu içiyor ve esrarlı bakışlarla etrafı süzüyorduki, Thorold projeksiyon lambasının sandığını açtı ve yağdeposunu kontrol etmeden önce adeselerin başlıklarınıçıkardı. "Hayli yağ var, lordum," dedi. "Çalıştırması için birteknisyen getirteyim mi?" "Hayır, kendim yaparım. Sağol, Thorold. Yemeği bi-tirdiler mi, Wren?" "Sanırım bitirmek üzereler, lordum," diye cevap verdiKahya. "Eğer Mr. Cawson'un dediğini anlayabildiysem,Başkan ile konukları sizin burada olduğunuzu duyduk-larına göre, oyalanma eğilimi göstermeyeceklerdir. Kah-ve tepsisini alayım mı?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Al ve git.""Başüstüne, lordum." Kahya hafifçe eğilip selam vererek, tepsiyi aldı ve çık-tı, Thorold da onunla gitti. Kapı kapanır kapanmaz LordAsriel odanın karşı tarafından doğruca gardıroba baktı veLyra, sanki fiziki bir biçimi varmış, sanki ok ya da mız-26

KUZEY İŞIKLARIrakmış gibi onun bakışının gücünü hissetti. Lord Asrielsonra başını çevirdi ve usulca çiniyle konuştu. Cin, sükunetle gelip onun yanma oturdu; uyanık, za-rif ve tehlikeliydi. Sarımsı kahverengi gözleriyle odayı in-celedi, sonra da onları tıpkı sahibinin siyah gözleri gibi,sapı dönen salon kapısına çevirdi. Lyra kapıyı göremi-yordu, ama adamların birincisi içeri girince hızla solukaldığını duydu. "Başkan," dedi Lord Asriel. "Evet, döndüm. Konukla-rınızı içeri alın, lütfen. Size gösterecek çok ilginç bir şe-yim var."27

2Kuzey Fikri "Lord Asriel," dedi Başkan ağır ağır ve ilerleyerekonun elini sıktı. Lyra saklandığı yerden onun gözlerinikolladı ve sahiden de bir an masaya, Tokay'ın olduğuyere kaydıklarını gördü. "Başkan," dedi Lord Asriel. "Yemeğinizi bölemeyecekkadar geç geldim, ben de kendimi buraya buyur ettim.Merhaba, Rektör Yardımcısı. Sizi sıhhat ve afiyette gör-düğüme sevindim. Lütfen bu kaba saba halimi bağışla-yın, henüz indim. Evet, Başkan, Tokay gitti. Sanırım şuanda üzerinde duruyorsunuz. Kapıcı masadan aşağı dü-şürdü, ama benim kabahatimdi. Merhaba, Vaiz. Son tezi-nizi büyük ilgiyle okudum." Vaiz'le birlikte uzaklaşarak Lyra'nın Başkan'ın yüzünütam olarak görebilmesini sağladı. Başkan duygularınıbelli etmiyordu, ama omuzundaki cin tüylerini karıştırı-yor ve tedirgin tedirgin, ayağını değiştirip duruyordu.Lord Asriel odaya hakim olmuştu bile ve Başkan'ın ken-di bölgesinde, Başkan'a kibar davranmaya dikkat etse28

KUZEY IŞIKLARIde, iktidarın kimde olduğu belliydi. Âlimler konuğa hoşgeldin diyerek odaya girdiler. Ki-mi masanın çevresine oturdu, kimi koltuklara yerleşti veçok geçmeden havayı bir konuşma uğultusu sardı. Lyratahta sandık, perde ve lambanın onları fena halde me-raklandırdığını görebiliyordu. Âlimler'i iyi tanırdı: Kütüp-haneci'yi, Rektör Yardımcısı'nı, Araştırmacı'yı ve diğerle-rini; onlar ömrü boyunca çevresinde olmuş, ders vermiş,sopa çekmiş, teselli etmiş, küçük armağanlar sunmuş,onu bahçedeki meyve ağaçlarının civarından kovalamışadamlardı; aile niyetine nesi varsa, onlardı. Eğer bir aile-nin nasıl bir şey olduğunu bilseydi, onda hakiki bir ai-leymiş hissi bile uyandırabilirlerdi; öte yandan, aileninne olduğunu bilseydi eğer, bu hissi Kolej hizmetkarları

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

için duyması daha akla yakındı. Alimler'in, onların arası-na tesadüfen bırakılmış yan yabani yarı uygar bir kızınhisleriyle ilgilenmekten daha önemli işleri vardı. Başkan küçük gümüş ısıtma kabının altındaki ispirtolambasını yaktı, biraz tereyağı ısıttı ve altı tane haşhaşkellesi kesip tereyağının içine attı. Bir ziyafetten sonrahep haşhaş ikram edilirdi: zihni berraklaştırıp dile kuv-vet vererek zengin bir sohbet sağlıyordu. Başkan'ın haş-haşları bizzat pişirmesi adettendi. Eriyen yağın cızırtısını ve konuşmaların mırıltısını din-leyen Lyra, biraz daha rahatlamak için kıpırdandı. Büyükbir dikkatle cüppelerden birini -boylu boyunca kürk-askısmdan adı ve gardırobun zeminine koydu.29

PHILIP PULLMAN "Kaşındıran, eski bir tane seçmeliydin," diye fısıldadıPantalaimon. "Fazla rahat edersen uyuyakalırsm." Kız, "Uyursam eğer, beni uyandırmak senin görevin,"diye cevap verdi. Oturup konuşmaları dinledi. Çok da sıkıcıydı hani;hemen hemen tümüyle politika, üstelik Londra politika-sı üzerine. Şöyle Tatarlar hakkında heyecanlı bir şeyyoktu. Kızaran haşhaş ve duman-yaprağı kokusu, gardı-rop kapılarından hoş bir şekilde içeri süzülüyordu, Lyrabirkaç kez başının düştüğünü fark etti. Ama sonunda bi-risinin masaya hafifçe vurduğunu duydu. Sesler kesildi,sonra da Başkan konuştu. "Beyler," dedi. "Lord Asriel'e hoşgeldiniz derken, he-pimiz adına konuştuğumdan eminim. Ziyaretleri ender-dir, ama her zaman son derece değerlidir ve anladığımkadarıyla bu akşam bize gösterecek özellikle ilginç birşeyi var. Hepimizin bildiği gibi, büyük bir siyasi gergin-lik döneminde yaşıyoruz; Lord Asriel'in yarın sabah Whi-te Hall'da olması gerekiyor, bir tren buradaki konuşma-mız biter bitmez onu Londra'ya götürmek için istim üze-rinde bekliyor. Vaktimizi akıllıca kullanmalıyız. O ko-nuşmasını bitirince, bazı sorular olacak sanırım. Lütfensorularınız kısa ve anlamlı olsun. Lord Asriel, başlamakister miydiniz?" "Teşekkür ederim, Başkan," dedi Lord Asriel. "Önce,size gösterecek slaytlarım var. Rektör Yardımcısı, sanırımen iyi buradan görürsünüz. Belki de Başkan gardırobun3ü

KUZEY IŞIKLARIyanındaki koltuğa oturmak ister." Lyra, amcasının becerikliliği karşısında şaştı kaldı. İhti-yar Rektör Yardımcısı neredeyse kördü, bu yüzden deona perdenin yakınında yer açmak düşünceli bir hareket-ti, ama bu aynı zamanda Başkan'ın Kütüphaneci'nin ya-nında, Lyra'nın çömelip oturduğu gardırobun neredeysebir metre yakınında oturması anlamına geliyordu. Başkankoltuğa yerleşirken, Lyra onun mırıldandığını duydu:"Şeytan! Şaraptan haberi vardı, eminim." Kütüphaneci de mırıldanarak cevap verdi. "Fon iste-yecek. Eğer oylama yapmaya mecbur bırakırsa?" "Böyle bir şey yaparsa, biz de bütün konuşma bece-rimizle tam tersini savunmalıyız."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lord Asriel onu kuvvetle pompalayınca, fanuslu fenertıslamaya başladı. Lyra, üzerinde parlak beyaz bir daire-nin parlamaya başladığı perdeyi görebilmek için birazkımıldadı. Lord Asriel, "Biri lambayı kapatabilir mi?" di-ye seslendi.Âlimler'den biri kalkıp kapattı, oda karardı.Lord Asriel konuşmaya başladı: "Bazılarınızın bildiği gibi on iki ay önce Laponya Kra-lı'na ilişkin bir diplomatik görev nedeniyle, Kuzey'e doğ-ru yola çıktım. Hiç değilse, öyleymiş gibi davrandım. As-lında amacım daha da kuzeye, dosdoğru buzlara gitmek,Grumman keşif seferine ne olduğunu öğrenmeye çalış-maktı. Grumman'm Berlin akademisine gönderdiği sonmesajlardan birinde, yalnızca Kuzey Ülkeleri'nde görü-31

PHILIP PULLMANlen belli bir doğal fenomenden söz ediliyordu. Hem bu-nu araştırmaya, hem de Grumman hakkında ne öğrene-bilirsem öğrenmeye kararlıydım. Ama size göstereceğimilk resmin, bunların ikisiyle de doğrudan bir ilgisi yok." Ve ilk slaytı çerçeveye koyup, adesenin arkasına kay-dırdı. Keskin siyah beyaz kontrastlı, daire şeklinde birfotogram perdede belirdi. Dolunayda gece çekilmiş, or-ta mesafede, çevresinde birikmiş ve damına yığılmış kar-ların içinde duvarları kapkara görünen ahşap bir kulübe-yi gösteriyordu. Kulübenin yanında, Lyra'nın gözüneYarnton yolundaki Anbarik Park'tan çıkmış gibi gelen birdizi felsefe aleti duruyordu: antenler, teller, porselen izo-latörler, hepsi ay ışığında parlıyordu ve kalın bir don ta-bakasıyla kaplanmışlardı. Önde, giysisinin derin kukule-tası içinde yüzü hayal meyal görünen kürklü bir adamduruyordu, eli selam verirmiş gibi kalkmıştı. Yanında da-ha küçük biri dikiliyordu. Ay ışığı her şeyi aynı solgunışıltıyla yıkıyordu. "O fotogram standart bir gümüş nitrat emülsiyonuylaçekildi," dedi Lord Asriel. "Şimdi başka bir tanesine bak-manızı istiyorum, aynı yerde sadece bir dakika sonra,özel olarak hazırlanmış yeni bir emülsiyonla çekildi." İlk slaytı çıkardı ve çerçeveye başka bir tane koydu.Bu daha karanlıktı; sanki ay ışığı süzülüp çıkarılmış gi-biydi. Ufuk da, kulübenin karanlık şekli ve karla kaplıdamı da hâlâ göze çarpıyordu, ama aletlerin karmaşıklı-ğı karanlıkta kaybolmuştu. Ne var ki, adam tamamen de-32

KUZEY IŞIKLARIğişmişti: ışıkla yıkanmıştı ve yukarı kalkmış elinden birparıldayan zerrecikler pınarı akıyor gibiydi."O ışık," dedi Vaiz, "yukarı mı çıkıyor, aşağı mı iniyor?""Aşağı iniyor," dedi Lord Asriel, "ama ışık değil. Toz." Söyleyişindeki bir şey, Lyra'nın tozu büyük harfle ha-yal etmesine yol açmıştı, sanki bu sıradan toz değilmişgibi. Âlimler'in tepkisi de duygularını doğruladı, çünkülord Asriel'in sözleri ani ve toplu bir sessizliğe, arkasın-dan da inanmazlık dolu iç çekişlere neden olmuştu."Ama nasıl-""Eminim ki-""Olamaz-"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Beyler!" diye yükseldi Vaiz'in sesi. "Bırakın da LordAsriel açıklasın." "Toz bu," diye tekrarladı Lord Asriel. "Plakada ışık gi-bi çıktı, çünkü Toz zerrecikleri bu emülsiyonu, fotonla-rın gümüş nitrat emülsiyonunu etkilemesi gibi etkiliyor.Keşif heyetim Kuzey'e kısmen de bunu denemek içingitmişti. Gördüğünüz gibi, adamın şekli mükemmelengörünür halde. Şimdi de onun solundaki şekle bakmanı-zı istiyorum."Daha küçük olan flu şekle işaret etti."Ben onu adamın cini sandım," dedi Araştırmacı. "Hayır. Cini o sırada yılan biçiminde boynuna dolan-mıştı. O hayal meyal gördüğünüz şekil, bir çocuğa ait." "Koparılmış bir çocuk mu-?" dedi biri ve lafını yarımbırakma şekli, bunun dile getirilmemesi gereken bir şey33

PHILIP PULLMANolduğunu bildiğini gösteriyordu.Keskin bir sessizlik oldu. Sonra Lord Asriel sükunetle, "Bütün bir çocuk," dedi."Ki, Toz'un doğasını düşünecek olursak, mesele tam dabu zaten, değil mi?" Birkaç saniye hiç kimse konuşmadı. Sonra Vaiz'in se-si geldi. "Ah," dedi, doya doya içtikten sonra bardağını bıra-kıp, tuttuğu nefesini salıveren susamış bir adam gibi. "VeToz dereleri..." "—gökten geliyor ve onu ışığa benzeyen bir şeyle yı-kıyor. Bu resme istediğiniz kadar yakından bakabilirsi-niz: Giderken bunu size bırakacağım. Bunu size, bu ye-ni emülsiyonun etkisini sergilemek için gösteriyorum.Şimdi de başka bir resim göstermek istiyorum." Slaytı değiştirdi. Bir sonraki resim de gece çekilmişti,ama bu sefer ay ışığı yoktu. Ön planda, ufkun önündesiluetleri soluk bir şekilde görünen küçük bir çadır gru-bu görünüyordu, yanlarında ise düzensiz bir yığın halin-de duran tahta kutularla bir kızak vardı. Ama resmin enilginç yanı, gökyüzündeydi. Işık dereleri ve peçeleri,yüzlerce mil yükseklikte görünmez kancalara ilmeklen-miş perdeler gibi havada asılı duruyor ya da hayal edil-mez bir rüzgarın akışıyla yana doğru savruluyorlardı."Bu da ne?" dedi Rektör Yardımcısı'nm sesi."Aurora'nm bir resmi.""Çok iyi bir fotogram," dedi Palmeria Profesörü. "Gör-34

KUZEY IŞIKLARIdüklerimin en iyilerinden." İhtiyar Müzik Sorumlusu'nun titrek sesi, "Cehaletimimazur görün," dedi, "ama Aurora'nın ne olduğunu bili-yordu ysam bile, unutmuşum. Kuzey Işıkları dedikleri şeybu mu?" "Evet. Birçok adı var. Elektrik yüklü zerrecikler ile yo-5un ve olağanüstü güçlü güneş ışınlarının fırtınalarından'oluşuyor - kendi kendilerine görünmüyorlar, ama at-mosferle etkileşince bu parlak ışımaya neden oluyorlar.Zaman olsaydı, size renkleri göstermek için bu slaytı bo-yatırdım: en çok soluk yeşille gül pembesi, o perde gibi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

şeyin alt kenarında da bir nebze kırmızı. Bu, sıradanemülsiyonla çekildi. Şimdi de özel emülsiyonla çekilmişbir resme bakmanızı istiyorum." Slaytı çıkardı. Lyra Başkan'ın usulca, "Eğer oylamayazorlarsa," dediğini duydu, "ikamet maddesine atıfta bu-lunmaya çalışabiliriz. Son elli iki haftanın otuzunda Ko-lej'de kalmadı." Kütüphaneci de mırıldanarak cevap verdi. "Vaiz şim-diden onun tarafında..." Lord Asriel, fanuslu fener çerçevesine yeni bir slaytkoydu. Bu da aynı sahneyi gösteriyordu. Daha önceki ikiresimde olduğu gibi, sıradan ışıkta görünür halde olanhatların büyük kısmı bunda daha solgundu, gökteki ışınperdelerinin de. Ancak Aurora'nın ortasında, karanlık peyzajın çokyükseğinde, Lyra somut bir şey görebiliyordu. Daha iyi35

PHILIP PULLMANgörmek için yüzünü çatlağa bastırdı, perdenin yakının-daki Âlimler'in de öne eğildiklerini görebiliyordu. Bakar-ken hayreti giderek arttı, çünkü gökyüzünde bir şehrinhiçbir şüpheye yer bırakmayan silueti vardı: kuleler,kubbeler, duvarlar... Binalar ve sokaklar, havada asılı! Azdaha hayretten nefesi kesilecekti.Cassington Âlimi, "Bu bir... şehre benziyor," dedi."Aynen öyle," dedi Lord Asriel. "Başka bir dünyada bir şehir, kuşkusuz, değil mi?" de-di Dekan, sesinde küçümsemeyle. Lord Asriel onu duymazdan geldi. Âlimler'in bir kıs-mı, sanki tek boynuzlu at görmeden onun varlığı hak-kında risaleler yazmışlar da önlerine yeni yakalanmışcanlı bir tek boynuzlu at örneği getirilmiş gibi, heyecan-la kıpırdandı. "Bu Barnard-Stokes meselesi mi?" diye sordu Palme-ria Profesörü. "O, değil mi?""Ben de bunu anlamak istiyorum," dedi Lord Asriel. Aydınlatılmış perdenin yanına doğru durdu. Lyraonun kara gözlerinin, Aurora'nm slaytına bakan Âlimler'iaraştınrcasma süzüşünü görebiliyordu, yanındaki cininingözlerinin yeşil parıltısını da. Bütün saygın başlar, önedoğru uzanmıştı, gözlükler parlıyordu; sadece Başkan ileKütüphaneci, kafa kafaya vermiş, koltuklarında arkayayaslanmışlardı. Vaiz, "Grumman keşif seferinin başına ne geldiğiniaraştırdığınızı söylüyordunuz, Lord Asriel," diyordu. "Dr.36

KUZEY IŞIKLARIGrumman da bu fenomeni mi araştırıyordu?" "Öyle olduğuna inanıyorum, bu konuda hayli bilgisiolduğuna da inanıyorum. Ama ne olduğunu bize söyle-yemeyecek, çünkü öldü.""Olamaz!" dedi Vaiz."Korkarım öyle, işte kanıtı da burada." Lord Asriel'in talimatıyla daha genç Âlimler'den iki üçtanesi odanın önündeki tahta sandığı taşırken İstirahatOdası'nda heyecan dolu bir kaygı dalgası gezindi. LordAsriel son slaytı çıkardı, ama fenerli fanusu yanar halde

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bıraktı ve daire şeklindeki ışığın oluşturduğu dramatikparıltıda sandığı açmak için eğildi. Lyra nemli tahtadançıkan çivilerin gıcırtısını duydu. Başkan bakmak için aya-ğa kalkmıştı, Lyra'nm önünü kapatıyordu. Amcası yeni-den konuştu. "Hatırlarsanız, Grumman'm keşif heyeti on sekiz ayönce ortadan kaybolmuştu. Alman Akademisi onu, man-yetik kutba varacak kadar kuzeye gidip birtakım semavigözlemler yapsın diye yollamıştı. İşte bu seyahatte, azönce gördüğümüz tuhaf fenomeni gözledi. Bundan kısasüre sonra da ortadan kayboldu. Kaza geçirdiği ve bun-ca zamandır cesedinin buz tabakasındaki bir yarıkta yat-tığı varsayıldı. Aslında, ortada kaza falan yok.""Ne var orada?" dedi Dekan. "Vakumlu bir kap mı?" Lord Asriel önce cevap vermedi. Lyra madeni klipsle-rin açılışını duydu, bir de bir kaba hızla dolan havanıntıslamasını, sonra bir sessizlik oldu. Ama sessizlik uzun37

PHILIP PULLMANsürmedi. Bir iki saniye sonra Lyra karmakarışık bir uğul-tunun patlak verdiğini duydu: dehşet çığlıkları, yükseksesle protestolar, öfke ve korkuyla yükselmiş sesler."Ama ne ki-""—insan denemez buna-""—ama bu-""—ne olmuş ona öyle?"Başkan'ın sesi hepsinin üstünde yükseldi."Lord Asriel, Tanrı adına, orada ne var?" "Bu, Stanislaus Grumman'ın başı," dedi Lord Asriel'insesi. Lyra, seslerin kargaşası arasında, birinin sıkıntı doluanlaşılmaz sesler çıkararak, sendeleye sendeleye kapıyagittiğini ve dışarı çıktığını duydu. Onların gördüğünü gö-rebilseydim keşke diye düşündü. Lorda Asriel, "Cesedini Svalbard açıklarındaki buzdamuhafaza edilmiş halde buldum," dedi. "Başını, katilleribu hale getirmişti. Karakteristik kafa derisi yüzme yönte-mini fark edeceksiniz. Bu size tanıdık geliyordur sanıyo-rum, Rektör Yardımcısı." İhtiyar adam, "Tatarlar'ın bunu yaptığını gördüm,"derken sesi titremiyordu. "Sibirya ve Tunguska yerlileriarasında rastlanan bir tekniktir. Tabii oradan Skraelingülkelerine yayıldı, ama anladığım kadarıyla şimdi YeniDanimarka'da yasaklanmış. Daha yakından bakabilir mi-yim, Lord Asriel?"Kısa bir sessizlikten sonra, yeniden konuştu.38

KUZEY IŞIKLARI "Gözlerim çok iyi görmüyor, buz da kirli, ama banaöyle geliyor ki, kafatasının tepesinde bir delik var. Hak-lı mıyım?""Haklısınız.""Kafa delme mi?""Kesinlikle." Bu doğrulama, bir heyecan mırıltısı yarattı. Lyra, Baş-kan önünden çekilince yeniden görebildi. İhtiyar RektörYardımcısı, fanuslu fenerin daire şeklindeki ışığında, ko-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ca bir buz blokunu gözlerinin yakınına getirmişti. Lyrada içindeki nesneyi görebildi: insan başı olduğu güçlük-le anlaşılan kanlı bir yumru. Pantalaimon, kederiyleLyra'yı etkileyerek çevresinde kanat çırptı."Şişşt," diye fısıldadı Lyra. "Dinle." Dekan kızgın bir sesle, "Dr. Grumman vaktiyle buKolej'in âlimiydi," dedi."Tatarlar'ın eline düşmek-""Ama o kadar kuzeyde, ha?""Herkesin sandığından daha da fazla ilerlemiş olmalılar!" "Svelbard yakınlarında buldum dediniz, öyle mi?" de-di Dekan."Öyle." "Yani, bu işte panserbj0rnenin parmağı olduğu sonu-cunu mu çıkarmamız gerekiyor?" Lyra o kelimeyi anlamadı, ama belli ki Âlimler anla-mıştı.Cassington Âlimi kararlı bir sesle, "İmkansız," dedi.39

PHILIP PULLMAN"Asla bu şekilde davranmaz onlar." "Öyleyse sen İofur Raknison'ı tanımıyorsun," dedi,kendi de kuzey bölgelerine birkaç keşif seferi yapmışolan Palmeria Profesörü. "İnsanların kafa derisini Tatarusulü yüzmeye başladığını duysam hiç şaşmam." Lyra yeniden, gözlerinde eğlendiğini göstereren müs-tehzi bir parıltıyla Âlimler'i gözleyen ve hiçbir şey söyle-meyen amcasına baktı."İofur Raknison da kim?" dedi biri. "Svalbard kralı," dedi Palmeria Profesörü. "Evet, doğ-ru, panjerbj0rne'den biri. Bir tür gaspçı; tahta entrikaylaçıktı, ya da ben öyle anladım; ama güçlüdür, budala de-ğildir, her ne kadar bazı gülünç özentileri olsa da -ithaledilmiş mermerden bir saray yaptırmak- üniversite dedi-ği bir şey kurmak gibi-" "Kimin için? Ayılar için mi?" diye sordu biri, herkesgüldü. Ama Palmerialı Profesör devam etti. "Her şeye rağ-men, size derim ki İofur Raknison bunu Grumman'a ya-pabilecek biridir. Öte yandan, gerekirse eğer, iltifat et-mek suretiyle hayli farklı davranması sağlanabilir." "Ve sen bunun yordamını biliyorsun, öyle mi, Trelaw-ney?" dedi Dekan alaycı alaycı. "Elbette biliyorum. Her şeyden çok ne istiyor, biliyormusunuz? Fahri unvandan da fazla? Bir cin istiyor! Onabir cin vermenin yolunu bulun, sizin için her şeyi yapar."Âlimler kahkahayla güldü.40

KUZEY IŞIKLARI Lyra bunları şaşkınlık içinde izliyordu: Palmeria Pro-fesörü'nün dediklerinin hiçbir anlamı yoktu. Ayrıca, ka-fa derisi yüzme, Kuzey Işıkları ve o esrarengiz Toz hak-kında daha fazla şeyler duymak için sabırsızlanıyordu.Ama hayal kırıklığına uğradı, çünkü Lord Asriel buluntu-larla resimlerini göstermeyi bitirmişti ve konuşma çokgeçmeden başka bir keşif seferi hazırlaması için ona pa-ra verip vermemeleri gerektiği şeklinde bir Kolej müna-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kaşasına dönüştü. Onlar lafı birbirlerinin ağzından alaraktartışırken, Lyra gözlerinin kapandığını hissetti. Çok geç-meden mışıl mışıl uyuyordu, Pantalaimon da en sevdiğiuyuma biçimi olan ermin biçimini almış, onun boynunadolanmıştı.Birisi omuzunu dürtünce yerinden sıçrayarak uyandı. "Sesini çıkarma," dedi amcası. Gardırop kapısı açıktı, oda ışık arkasından gelecek şekilde çömelmişti. "Hepsi git-ti, ama hâlâ etrafta birkaç hizmetkar var. Şimdi yatak oda-na git ve kimseye de bundan bahsetmemeye dikkat et." Kız uykulu uykulu, "Size para vermeye mi karar ver-diler?" diye sordu."Evet." "Toz nedir?" diye sordu Lyra, onca zaman sıkışık kal-dıktan sonra yerinde doğrulmaya çalışarak."Seninle ilgisi yok." " Var işte. Eğer benim gardıropta casusluk yapmamıistiyorsanız, ne hakkında casusluk yaptığımı da söyleme-41

PHILIP PULLMANlisiniz. Adamın başını görebilir miyim?" Pantalaimon'un beyaz ermin kürkü kabardı: Lyraonun boynunu gıdıkladığını hissetti. Lord Asriel kabacagüldü. "İğrençlik etme," dedi ve slaytlarıyla örnek kutusunupaketlemeye koyuldu. "Başkan'a dikkat ettin mi?""Evet. İlk olarak şaraba baktı." "İyi. Ama onu şimdilik baltaladım. Sana söyleneni yapve yatağına git.""Ama siz nereye gidiyorsunuz?" "Kuzey'e dönüyorum. On dakika içinde yola çıkaca-ğım.""Ben de gelebilir miyim?" Lord Asriel yaptığı işi bıraktı ve ona sanki ilk kez ba-kıyormuş gibi baktı. Cini de büyük sarı leopar gözleriniLyra'ya çevirmişti. Kız, ikisinin gözlerinin yoğun bakışıaltında kızardı. Ama o da kızgın kızgın, bu bakışları ia-de etti.Amcası sonunda, "Senin yerin burası," dedi. "Ama niye? Benim yerim niye burasıymış? Niye sizin-le birlikte Kuzey'e gelemiyorum? Kuzey Işıklarını, ayıla-rı, aysbergleri ve diğer şeyleri görmek istiyorum. Toz'unne olduğunu bilmek istiyorum. Bir de o havadaki şehir.Orası başka bir dünya mı?" "Geliniyorsun, çocuk. Bunu kafandan çıkar. Çok teh-likeli bir dönemdeyiz. Sana söyleneni yapıp yatağına git.İyi bir kız olursan, Eskimolar'ın üzerine oyma yaptığı bir42

KUZEY IŞIKLARImors dişi getiririm sana. Artık tartışma, yoksa kızacağım."Ve cini öyle derin ve vahşi bir gümbürtüyle homun-dandı ki, Lyra birden o dişlerin boğazına geçmesinin na-sıl bir şey olacağını fark etti. Dudaklarını sıktı, kaşlarını çatarak amcasına ters tersbaktı. Adam vakum şişesindeki havayı pompalayarak çı-kartıyordu, onun bakışını fark etmedi; varlığını şimdidenunutmuş gibiydi. Tek kelime etmeden, ama dudakları sıkı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lı ve gözleri kısılı, kız ve cini odadan çıkıp yatağa gittiler.

Başkan ve kütüphaneci eski dost ve müttefiktiler. Çe-tin bir olayın ardından birer bardak bartıvjin içip birbir-lerini teselli etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Buyüzden de, Lord Asriel'i uğurladıktan sonra, BaşkanEvi'ne gittiler ve perdeleri çekilmiş, ateşi tazelenmiş ça-lışma odasına yerleştiler; cinleri dizlerinde ya da omuz-larındaki aşina yerlerine oturmuş halde, az önce nelerolduğunu gözden geçirmeye hazırlandılar. Kütüphaneci, "Şarap meselesini bildiğine sahiden ina-nıyor musun?" diye sordu. "Elbette biliyordu. Nasıl olduğu konusunda hiçbir fik-rim yok, ama biliyordu ve o sürahiyi de o döktü. Tabiio döktü." "Kusuruma bakma ama Başkan, rahatladığımı bil.Elimde değil. Hiç hoşuma gitmemişti o fikir..""Onu zehirleme fikri mi?""Evet. Cinayet fikri."43

PHILIP PULLMAN "Bu fikir kimin hoşuna gider ki zaten, Charles? Mese-le bunu yapmanın yapmamaktan daha kötü olup olma-dığıydı. Neyse, bir tür ilahi takdir araya girdi ve olmadı.Ben sadece senin omuzlarına da böyle bir bilginin yükü-nü yıktığıma üzülüyorum." "Hayır, hayır," diye karşı çıktı Kütüphaneci. "Amakeşke bana daha fazlasını söyleseydin." Başkan bir an suskun kaldı, sonra, "Evet, belki de öy-le yapmalıydım," dedi. "Aletiyometre, Lord Asriel buaraştırmayı sürdürürse dehşet verici sonuçları olacağı ko-nusunda uyarıda bulunuyor. Her şey bir yana, çocuk daişin içine çekilecek ve ben onu mümkün olduğu süreceemniyette tutmak istiyorum." "Lord Asriel'in işinin Yüksek Disiplin Divanı'nm şuyeni girişimiyle bir ilintisi var mı? Hani, şu Adak Meclisidedikleri şeyle?" "Lord Asriel mi? Yok canım! Tersine. Aslında, AdakMeclisi de tam olarak Yüksek Divana bağlı sayılmaz. Ya-rı özel bir girişim. Başında Lord Asriel'i hiç sevmeyen bi-ri var. İkisinin arasında, Charles, ürperiyorum." Kütüphaneci buna susarak karşılık verdi. Papa JohnCalvin Papalık makamını Cenevre'ye taşıyıp Yüksek Di-siplin Divam'm kurdu kuralı, Kilise'nin hayatın her yanıüzerindeki gücü mutlak olmuştu. Calvin'in ölümündensonra Papalık'ın kendisi de ortadan kaldırılmıştı ve onunyerine hepsine birden Majisteryum denen bir mahkeme-ler, kolejler ve konseyler kördüğümü türemişti. Bu or-44

KUZEY IŞIKLARIsanlar her zaman birlik halinde de değillerdi; bazen ara-larında şiddetli bir rekabet gelişirdi. Bir önceki yüzyılınbüyük bölümünde bunların en güçlüsü Piskoposlar Ko-leji olmuştu, ama son yıllarda Yüksek Disiplin Divanı,bütün Kilise organlarının en faal ve en korkulanı olarak,onun yerini almıştı. Ama Majisteryum'un bir başka bölümünün koruması

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

altında bağımsız organların gelişmesi daima mümkündüve Kütüphaneci'nin sözünü ettiği Adak Meclisi de bun-lardan biriydi. Kütüphaneci kurul hakkında pek fazla birşey bilmese de duydukları hoşuna gitmemiş ve onu kor-kutmuştu, Başkan'm endişelerini tamamen anlıyordu. Bir dakika kadar sonra, "Palmeria Profesörü birininadını verdi," dedi. "Barnard-Stokes muydu? Nedir buBarnard-Stokes meselesi?" "Ah, o bizim alanımız değil, Charles. Anladığım kada-rıyla, Kutsal Kilise iki dünya olduğunu öğretiyor: gördü-ğümüz, duyduğumuz ve dokunduğumuz her şeyi içerendünya ve bir başka dünya, cennet ile cehennemin ruha-ni âlemi. Barnard ve Stokes bu dünya gibi, cennet ya dacehennem olmayan, maddi ve günahkar olan birçokbaşka dünyanın varlığını öneren iki -nasıl desem?- din-den dönmüş tanrıbilimciydi. Bu dünyalar oracıktalar, ya-kında, ama görünmüyorlar ve onlara ulaşılmıyor. KutsalKilise, doğal olarak bu nefret verici sapkınlığı onaylama-dı ve Barnard ile Stokes susturuldu."Ama, Majisteryum adına ne kadar üzücü olsa da,45

PHILIP PULLMANbaşka dünya kuramının sağlam matematiksel kanıtlarıvarmış gibi görünüyor. Ben onlarla hiç ilgilenmedim,ama Cassington Âlimi sağlam olduklarını söyledi." "Ve şimdi de Lord Asriel bu başka dünyalardan biri-nin resmini çekmiş," dedi Kütüphaneci. "Biz de ona gi-dip bu dünyayı arasın diye fon sağladık. Anlıyorum." "Öyle sayılır. Adak Meclisi ile güçlü hamilerine JordanKoleji sapkınlığın önde gelen bir destekçisiymiş gibi gö-rünecek. Ve Charles, benim de Yüksek Disiplin Divanıile Adak Meclisi arasında bir denge muhafaza etmem ge-rekiyor; bu arada, çocuk da büyüyor. Onu unutmuş ola-mazlar. Er geç bu işe bulaşacaktı. Ama şimdi, ben onukorumak istesem de, istemesem de dahil olacak." "Bunu nereden biliyorsun, Tanrı aşkına? Gene aleti-yometre mi?" "Evet. Lyra'nın da burada oynayacak bir rolü var, üs-telik belli başlı bir rol. Kaderin cilvesine bakın ki, hepsi-ni ne yaptığının farkına varmadan yapması gerekiyor.Ama ona yardım etmek mümkün ve eğer Tokay planımbaşarıya ulaşsaydı bir süre daha güvende olurdu. OnuKuzey yolculuğunu yapmaktan esirgemek isterdim. Herşeyden çok da ona bunu açıklamak isterdim..." "Dinlemez ki," dedi Kütüphaneci. "Ben onun huyunuçok iyi bilirim. Lyra'ya ciddi bir şey söylemeye kalk, beşdakika yarım kulakla dinler sonra kıpırdanmaya başlar.Bir dahaki sefere onu sınayınca da bir bakarsın, tümünüunutmuş."46

KUZEY IŞIKLARI "Ya ona Toz'dan söz edersem? Bunu da dinlemez midersin?" Kütüphaneci böyle bir ihtimalin ne kadar zayıf oldu-ğunu gösteren bir ses çıkardı. "Ne diye dinlesin ki?" dedi. "Uzaklardaki bir tanrıbi-lim bilmecesi sağlıklı ve düşüncesiz bir çocuğu neden il-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gilendirsin?" "Yaşaması gerekenler yüzünden. Bunların bir kısmınabüyük bir ihanet de dahil...""Kimmiş ona ihanet edecek olan?" "Hayır, hayır, en hüzün verici olan bu: ihanet edecekkişi o, ve bu korkunç bir tecrübe olacak. Bunu bilmeme-si gerekiyor, tabii, ama Toz meselesini bilmemesi içinhiçbir neden yok. Ve yanılıyor da olabilirsin, Charles;pekala ilgilenebilir, eğer ona basit bir şekilde açıklanır-sa. Ve bu ona daha sonraları yardımcı da olabilir. Enazından benim onun için daha az endişe duymama yar-dımı olur." "Yaşlıların görevi budur," dedi Kütüphaneci. "Gençlerhesabına endişe duymak. Gençlerin görevi de, yaşlılarınendişesine burun kıvırmaktır." Biraz daha oturdular, sonra ayrıldılar, çünkü saat geçolmuştu, ve onlar yaşlı ve endişeliydiler.47

3Lyra'nın Jordan'ı Jordan Koleji, Oxford'daki bütün kolejlerin en muhte-şemi ve en zenginiydi. Muhtemelen en büyüğüydü de,ama kimse emin değildi bundan. Üç tane asimetrik avluçevresinde gruplanmış olan binalar, çevresinde, OrtaÇağ başlarından on sekizinci yüzyıl ortalarına kadar herdönemden binalar vardı. Bu durum önceden planlanma-mıştı; kolej, parça parça büyümüş, geçmiş ve şimdi, hernoktada üst üste binmişti. Nihai sonuç ise, karmakarışıkve bakımsız bir ihtişamdı. Bölümlerden biri daima yıkıl-dı yıkılacak halde olurdu ve beş kuşaktır aynı aile, Pars-low'lar, Kolej tarafından duvarcı ve inşaat iskelecisi ola-rak tam gün istihdam edilirdi. Şimdiki Mr. Parslow zana-atını oğluna öğretiyordu; ikisi ve üç işçileri, Kütüpha-ne'nin köşesine, ya da Şapel'in çatısına kurdukları iske-leye hamarat termitler gibi tırmanır, parlak yeni taş blok-ları, ışıl ışıl kurşun ruloları ya da kereste kirişleri yukarıçekerlerdi.Kolej'in İngiltere'nin her yerinde çiftlikleriyle mülkle-48

KUZEY IŞIKLARIri vardı. Derlerdi ki, Jordan arazisinden hiç çıkmadanOxford'dan bir yönde Bristol'e, öbür yönde de Londra'yakadar yürüyebilirmişsiniz. Krallığın her yanında Jordan'akira ödeyen boya işlikleri ve tuğla ocakları, ormanları veatom aracı fabrikaları vardı ve her üç ayda bir Hesap Gü-nü, Muhasebeci ile memurları hepsini toplar, toplammiktarı Konsilyum'a bildirir ve Ziyafet için bir çift kuğu? ısmarlardı. Paranın bir kısmı yeniden yatırım yapmakiçin bir kenara konurdu -Konsilyum kısa süre önceManchester'de bir işhanı alınmasını onaylamıştı- geri ka-lanı da Âlimler'in mütevazi maaşlarını ve hizmetkarların(ve Parslowlar ile Kolej'e hizmet eden diğer on küsur za-naatkar ve esnafın) ücretlerini ödemekte, şarap mahze-nini iyice dolu tutmakta, Melrose Avlusu'nun bir tarafınıdoldurup sığınak gibi bir yerin birkaç kat altına uzananmuazzam Kütüphane için kitap ve anbarograf almakta;ve, ille de Şapel'i donatmak için en son felsefi cihazları

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sağlamakta kullanılırdı. Şapel'i çağdaş halde tutmak önemliydi, çünkü JordanKoleji'nin deneysel tanrıbilim merkezi olarak ne Avru-pa'da, ne de Yeni Fransa'da rakibi vardı. Lyra, hiç değil-se bu kadarını biliyordu. Kolej'in seçkinliğiyle iftihar edi-yordu ve kanalda ya da balçıkyataklarmda oynadığı çe-şitli sokak çocukları ve baldırıçıplaklara bu konuda bö-bürlenmeyi de severdi; ve başka yerlerden gelen konukâlimler ile seçkin profesörlere acıyan bir şekilde tepedenbakardı, çünkü ne de olsa Jordan'dan değildiler bu yüz-49

PHILIP PULLMANden de Jordan'm en mütevazı Öğretim Görevlisi'ndendaha az şey biliyorlardı, zavallıcıklar. İş deneysel tanrıbilimin ne olduğuna gelince, Lyra'nmda bu konuda sokak çocuklarından daha fazla bir fikriyoktu. Bunun sihirle, yıldızlarla, gezegenlerin hareketle-riyle, minicik madde zerrecikleriyle ilintili olduğu yolun-da bir kanı geliştirmişti, ama aslında o da bir tahmindisadece. Belki yıldızların da tıpkı insanlar gibi cinleri var-dır ve deneysel tanrıbilim onlarla konuşmakla ilgilidir.Lyra, Vaiz'in azametli bir şekilde konuştuğunu, yıldız-cinlerinin söylediklerini dinlediğini, sonra da başını an-layışlı anlayışlı evet anlamında öne eğdiğini ya da eseflehayır anlamında salladığını hayal ederdi. Ama ikisininarasında geçenleri hayalinde canlandıramazdı. Öyle aman aman ilgilendiği de yoktu zaten. Lyra bir-çok yönden bir barbardı. En çok sevdiği şey, can dostuolan mutfak uşağı Roger'la birlikte Kolej damlarına tır-manıp geçen Alimler'in başına erik çekirdekleri tükür-mek ya da bir özel dersin yapıldığı bir pencerenin dışın-da baykuş gibi ötmek; dar sokaklarda koşturmak, pazar-dan elma çalmak ya da savaşmaktı. O Kolej meseleleri-nin yüzeyinin altında akan gizli siyaset akıntılarının nasılfarkında değilse, Âlimler de, Oxford'da bir çocuğun ha-yatını teşkil eden ittifaklar ve düşmanlıklar, kan davalarıve antlaşmalar yahnisini göremezdi. Çocuklar oynuyor:Ne hoş! Bundan daha masum ve sevimli ne olabilir?Oysa aslında Lyra ile yaşıtları ölümcül bir savaşın için-50

KUZEY IŞIKLARIdelerdi. Aynı anda süren birçok savaş vardı. Önce birkolejin çocukları (genç hizmetkarlar, hizmetkarların ço-cukları ve Lyra), başka bir kolejinkilere savaş açardı.Lyra bir keresinde Gabriel Koleji'ndeki çocuklar tarafın-dan yakalanmıştı, ama Roger ile arkadaşları Hugh Lovatve Simon Parslovv onu kurtarmak için oraya baskın yap-mış, Koro Şefi'nin bahçesinden görünmeden ilerleyerek,kucak kucak, taş sertliğinde erik toplayıp onu kaçıranla-ra fırlatmışlardı. Yirmi dört kolej vardı ki bu sonsuz sayı-da ittifak ve ihanet permütasyonuna olanak tanıyordu.Ama şehir çocukları bir kolejliye saldırınca, bu düşman-lık bir kenara bırakılırdı: o zaman bütün kolejler birleşirve şehirlilerle savaşa girişilirdi. Bu rekabet yüzlerce yıl-lık bir rekabetti, pek köklü ve tatmin ediciydi. Ancak başka düşmanların tehdidi söz konusuysa, bubile unutulurdu. Düşmanlardan biri, daimiydi: Balçıkya-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

taklarında yaşayan ve hem kolejlilerin, hem de şehirlile-rin hor gördüğü tuğla yakıcıların çocukları. Önceki yılLyra ile bir kısım şehirli geçici bir ateşkes yaparak bal-çıkyataklarına saldırmış, tuğla yakıcıların çocuklarınaağır balçık topakları fırlatmış, yaptıkları çamurdan şato-yu devirmiş, daha sonra da onları yanıbaşında yaşadık-ları yapışkan maddenin içinde bir o yana bir bu yana öy-le çok yuvarlamışlardı ki sonunda galipler de, mağluplarda ciyak ciyak bağıran bir golem sürüsüne benzemişti. Diğer gedikli düşman mevsimlikti. Kanal teknelerindeyaşayan çingan aileleri, ilkbahar ve sonbahar panayırla-rı

PHILIP PULLMANrında gelir giderlerdi, tam dövüşmeliktiler. Özellikle şeh-rin Jericho denen kesimindeki demir atma yerlerine dü-zenli olarak dönen bir çingan ailesi vardı ki Lyra onlarlailk kez taş atmayı becerdiği günden beri kapışıyordu. Ox-ford'a son gelişlerinde, o ve Roger, Jordan ve St. MichaelKolejleri'nden başka mutfak uşaklarıyla birlikte onlarapusu kurmuş, bütün aile onları kovalamak için dışarı çı-kana kadar parlak renklere boyanmış dar teknelerine ça-mur atmıştı -o noktada da, Lyra'nın liderliğindeki yedekmanga tekneye baskın yapmış, ipini çözüp kıyıdan uzak-laştırmış, kanaldan süzülerek bütün su trafiğini engelle-mesine yol açmış, bu arada Lyra'nın baskıncıları da tek-neyi boydan boya tarayarak tıpayı aramıştı. Lyra bu tıpameselesine cidden inanıyordu. Birliğini temin etmişti,eğer tıpayı çekerlerse tekne anında batacaktı; ama onubulamamışlar, çinganlar onlara yetişince de tekneyi terketmek zorunda kalmışlardı. Jericho'nun daracık yolların-da sırılsıklam halde, zafer çığlıkları atarak kaçmışlardı. Lyra'nın dünyası, neşesi buydu işte. Esas olarak, yon-tulmamış, açgözlü küçük bir vahşiydi. Ama hayal meyal,bunun bütün dünyası olmadığını, bir kısmının da JordanKoleji'nin ihtişamına ve örflerine ait olduğunu sezerdihep. Hayatının bir yerlerinde, Lord Asriel'in temsil ettiğiyüksek politika dünyası ile bir bağlantının bulunduğunuda. Bu bilgiyle tek yaptığı ise, kendine havalar verip di-ğer sokak çocuklarına caka satmaktı. Daha fazla bilgiedinmek asla aklının ucundan geçmemişti.52

KUZEY IŞIKLARI Böylece, çocukluğunu yarı yabani bir kedi gibi geçir-mişti. Yaşadığı tek değişiklik, Lord Asriel'in Koleje yaptığıdüzensiz ziyaretle-di. Böyle zengin ve güçlü bir amca,kendine pay çıkarmak için birebirdi, ama övünmenin fa-turası da en çevik Âlim tarafından yakalanıp, yıkanmak vetemiz bir elbise giydirilmek üzere Kahya Hanım'a getiril-mekti; sonra da refakatçiler eşliğinde (ve pek çok tehdide?maruz kalarak) Lord AsriePle çay içmek için KıdemlilerOrtak Salonu'na götürülürdü. Bir kıdemli Âlim grubu dadavet edilirdi. Roger tarafından görülecek diye ödü kopar-dı. Bir keresinde, böyle zamanlardan birinde Roger onugörmüş, kurdelalı ve pembe fırfırlı görüntüsüne kahkaha-larla gülmüştü. Lyra ise ciyak ciyak bir sesle ona eşlikeden zavallı Âlim'i şoke eden bir dizi küfür savurmuş, son-ra da Kıdemliler Ortak Salonu'nda bir koltuğa asi asi seri-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

livermişti. Ancak Başkan ona sert bir sesle doğrulmasınısöyleyince doğrulmuş, o zaman da onlara öyle bir öfkey-le bakmıştı ki, Vaiz bile gülmekten kendini alamamıştı. O sıkıntılı, resmi ziyaretlerde olup bitenler hiç değiş-mezdi. Çaydan sonra Başkan ile davet edilmiş olan diğerbirkaç Âlim, Lyra ile amcasını yalnız bırakır, o daLyra'dan, önünde ayağa dikilerek son ziyaretinden buyana neler öğrendiğini anlatmasını isterdi. Kız geometri,Arapça, tarih ya da anabarolojiyi deşip ne çıkartırsa mı-rıl mırıl anlatırken, amcası bir ayak bileğini diğer dizininüstüne atmış halde arkasına yaslanır, kelimeleri tükenin-ceye kadar esrarlı bir şekilde onu izlerdi.53

PHILIP PULLMAN Geçen yıl, Kuzey seferine çıkmadan önce ona, "Pekiharıl harıl ders çalışmadığın zaman nasıl vakit geçiriyor-sun?" diye sormuştu. Lyra da, ağzının içinde, "Oynuyorum, " demişti. "Öy-le Kolej'in çevresinde falan. Sadece... oynuyorum, işte."O da, "Ellerini göster bana, çocuk," demişti. Lyra o muayene etsin diye ellerini uzatmış, Lord Asri-el de tırnaklarına bakmak için parmaklarını çevirmişti.Yanında cini, Sfenks gibi halıda yatıyor, bazen kuyruğu-nu savuruyor, gözlerini kırpmadan Lyra'ya bakıyordu. "Kirli," demişti Lord Asriel, onun ellerini iterek. "Bu-rada senin yıkanmanı sağlamıyorlar mı?" "Evet. Ama Vaiz'in tırnakları da hep kirli. Hatta be-nimkinden bile kirli.""O, okumuş bir adam. Senin mazeretin ne?""Ben yıkadıktan sonra kirlenmiş olmalı.""Nerede oynuyorsun da bu kadar kirleniyorsun?" Lyra ona kuşkuyla bakmıştı. Kimse açık açık söyle-memiş olsa bile, dama çıkmanın yasak olacağına dairbir his vardı içinde. Sonunda, "eski odalardan bazıların-da," demişti."Başka nerede?""Balçıkyataklarında, bazen.""Başka?""Jericho ile Port Meadow'da.""Hepsi bu mu?"54

KUZEY IŞIKLARI"Evet." "Sen yalancının birisin. Daha dün seni damda gör-düm." Lyra dudaklarını ısırmış ve bir şey dememişti. Amcasıalaycı alaycı onu süzmüştü. "Demek damda da oynuyorsun," diye devam etmişti."Kütüphane'ye gider misin hiç?" "Hayır, ama Kütüphanenin damında bir ekin kargasıbuldum.""Sahi mi? Onu yakaladın mı?" "Ayağını incitmişti. Ben onu öldürüp kızartacaktım,ama Roger iyileşmesine yardım etmeliyiz dedi. Biz deona yemek artıklarıyla biraz şarap verdik, iyileşti, uçupgitti.""Roger da kimmiş?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Arkadaşım. Mutfak uşağı.""Anlıyorum. Demek damın bir ucundan bir ucuna-" "Bir ucundan bir ucuna değil. Sheldon Binası'nın da-mına çıkamazsın, çünkü bir boşluğun üstünden, HacıKulesi'nden oraya sıçraman gerek. Oraya açılan bir ay-dınlık var ama, benim boyum ona erişecek kadar uzundeğil." "Demek, Sheldon Binası hariç, bütün damları dolaş-tın. Peki, ya yerin altı?""Yerin altı mı?" "Yerin üstünde Kolej'in ne kadar çok bölümü varsa,bir o kadarı da yeraltında var. Henüz bunu keşfetmemiş55

PHILIP PULLMANolmana şaşırdım doğrusu. Neyse, birazdan gidiyorum.Yeterince sağlıklı görünüyorsun. Al bakalım." Elini cebine sokup bir avuç bozuk para çıkardı, son-ra aralarından ona beş altın dolar verdi."Sana teşekkür etmesini öğretmediler mi?" diye sordu.Kız, "Teşekkür ederim," dedi, ağzının içinde."Başkan'ın sözünü dinliyor musun?""Ah, evet.""Âlimler'e saygı gösteriyor musun?""Evet." Lord Asriel'in cini usulca güldü. Çıkardığı ilk sesti,Lyra kıpkırmızı oldu."Git de oyna öyleyse," dedi Lord Asriel. Lyra rahatlayarak döndü ve kapıya doğru koştu, ney-se ki dönüp çabucak "Hoşçakalın" demeyi akıl etti. Lyra'nm hayatı, İstirahat Odası'na saklanmaya kararverip ilk kez Toz'un lafını duyduğu güne kadar böyle birhayattı işte. Ve elbette Kütüphaneci, Başkan'a onun ilgilenmeye-ceğini söylerken yanılıyordu. Artık ona Toz'dan söz ede-bilecek herkesi hevesle dinlerdi. Gelecek aylarda Tozhakkında daha pek çok şey duyacaktı, sonunda Tozhakkında dünyadaki herkesten daha fazla bilgiye sahipolacaktı. Ama bu arada, çevresinde o zengin Jordan ha-yatı sürüp gidiyordu. Ayrıca düşünecek başka bir şey de vardı. Birkaç haf-tadır sokaklarda bir söylenti alıp başını yürümüştü: kimi-56

KUZEY IŞIKLARIni güldüren, ötekilerin susmasına yol açan bir söylenti,çünkü bazı insanlar hayaletlerle dalga geçerken, diğerle-ri onlardan korkar. Kimse niye olduğunu hayal bile ede-mese de, çocuklar yok olmaya başlamıştı.Şöyle olacaktı. İsis Nehri'nin oluşturduğu, yavaş yavaş giden tuğlamavnaları, asfalt tekneleri ve mısır tankerleriyle ağzınakadar dolu büyük su yolu boyunca doğuya gidin, Hen-ley ile Maidenhead'i geçip Alman okyanusu gelgitininulaştığı Teddington'a gelin ve daha da aşağı inin: Mort-lake'e varın, büyük sihirbaz Dr. Dee'nin evini geçin;zevk bahçelerinin gündüzleri çeşmeler ve bayraklarla,geceleri de ağaç lambaları ve havaifişeklerle pırıl pırıluzandığı Faltkeshall'u da geçin; Kral'ın haftada bir dev-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

let konseyini topladığı White Hail Sarayı'nı da geçin;sonra engin ve çamurlu su dolu fıçılara sürekli kurşunserpintisi akıtan Kurşun Kulesi'ni de geçin; daha da aşa-ğı, artık geniş ve pis olan nehrin, büyük bir kavis çize-rek güneye savrulduğu yere gelin.Buraya Kireçevi denir ve yok olacak çocuk da burada. Adı, Tony Makarios. Annesi onun dokuz yaşında ol-duğunu düşünüyor, ancak içkinin çürüttüğü zayıf bir ha-fızası var; yani çocuk sekiz ya da on yaşında da olabilir.Soyadı bir Yunanlı soyadı ama yaşı gibi bu da annesinintahmini, çünkü Yunanlıdan çok Çinliye benziyor ve an-ne tarafından da İrlandalı, Skraeling ve Lascar kanı taşı-57

PHILIP PULLMANyor. Tony pek zeki sayılmasa da, bazen annesine bece-riksizce sarılıp yanaklarına yapışkan bir öpücük oturtma-sına yol açan hantal bir sevecenliğe sahip. Zavallı kadı-nın kafası, böyle bir şeyi kendisi başlatamayacak kadarkarışık; ne var ki, ne olduğunu anladığı vakit yeterincesıcak bir şekilde ona karşılık veriyor. O sırada Tony, Pasta Sokağı'ndaki pazarda takılıyor.Karnı aç. Akşam inmek üzere, evde de yemek yiyeme-yeceğini biliyor. Cebinde, beğendiği kıza bir mesaj gö-türdüğü için bir askerin ona verdiği bir şilin var, amaTony bedavaya onca şey alınabilirken, bu parayı yiyecekalarak ziyan etmeye niyetli değil. Bu yüzden de, bir serçe olan küçük cini omuzunda, sa-ğa sola bakınarak pazarda dolaşıyor; elden düşme elbisetezgahlarıyla niyet tezgahlan, meyve satıcıları ve kızarmışbalık satıcıları arasında; tam bir tezgah sahibi ile cini baş-ka yere bakarlarken kısa bir cıvıltı duyuluyor ve Tony'nineli aniden uzanıyor, bol gömleğinde bir elma ya da iki fın-dıkla ve en sonunda da sıcak bir börekle dönüyor. Tezgah sahibi durumu görüp bağırıyor, kedi cini deyerinden fırlıyor, ama Tony'nin serçesi havalanmış bile,kendisi de yolun yarısına varmış durumda. Lanetler vehakaretler ona eşlik ediyor, çok uzağa varamıyorlar. St.Catherine Mabedi'nin basamaklarında koşmayı kesiyor,oracığa oturup dumanı tüten, hırpalanmış ödülünü çı-kartıyor ve gömleğinde bir salça izi bırakıyor.Ve birisi onu gözlüyor. Tilki kürkünden kızıl-sarı58

KUZEY IŞIKLARIuzun bir palto giymiş olan bir hanım, siyah saçları kürkbordürlü kukuletasının gölgesinde narin bir parıltıyla sa-lınan güzel, genç bir hanım, Mabet'in girişinde, ondanbeş altı basamak yukarıda duruyor. Belki de bir ayin bi-tiyor, çünkü arkasındaki kapı girişinden ışık geliyor, içe-ride bir org çalmıyor ve hanımın elinde de mücevherlibir dua kitabı var. Tony'nin bunlardan haberi yok. Yüzünü bir tatminduygusuyla böreğe gömmüş, ayak parmaklan içe doğrukıvrılmış, çıplak ayaklarının tabanlarını birbirine yapıştır-mış, oturmuş ısırıyor ve yutuyor, cini ise bir fare biçimi-ni alıp bıyıklarına çeki düzen veriyor. Genç hanımın cini, tilki kürkünden mantonun yanın-dan ortaya çıkıyor. Maymun biçiminde, ama sıradan bir

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

maymun değil: tüyleri uzun, ipeksi, en koyu ve ışıltılısın-dan altın rengi. Kıvrak hareketlerle ağır ağır basamaklar-dan iniyor, çocuğa yaklaşıyor, bir basamak yukarısındaoturuyor. Fare bir şeyler sezip yeniden serçe oluyor, başını bi-razcık yana eğiyor ve taşta bir iki adım ileri sıçrıyor.Maymun serçeyi gözlüyor; serçe de maymunu. Maymun yavaşça uzanıyor. Küçük eli siyah, tırnakla-rı kusursuz boynuzumsu pençeler, hareketi yumuşak vedavet edici. Serçe karşı koyamıyor. Daha, biraz daha ile-ri sıçrıyor, sonra da, küçük bir kanat çırpışıyla, maymu-nun eline konuyor.Maymun onu havaya kaldırıyor ve ona yakından ba-59

PHILIP PULLMANkıyor, sonra da ayağa kalkıp hızla insanına dönerken,serçe biçimindeki cini de yanında götürüyor. Hanım, misgibi kokan başını eğip bir şeyler fısıldıyor.Ve bunun üzerine Tony de dönüyor. Elinde değil. Ağzı dolu dolu, yarı yarıya paniğe kapılmış, "Ratter!"diyor. Serçe cikliyor. Emniyette olmalı. Tony lokmasını yu-tup bakakalıyor."Merhaba," diyor güzel hanım. "Adın ne senin?""Tony.""Nerede oturuyorsun, Tony?""Clarice Walk.""O börek neli?""Etli.""Çikolatil sever misin?""Evvet!" "Şu işe bak ki, bende tek başıma içebileceğimden dahafazla çikolatil var. Gelip de içmeme yardım eder misin?" Çoktan kayıptır artık. Daha kafası ağır çalışan cinimaymunun eline zıpladığı anda kaybolmuştur. Güzelgenç hanımın ve altın maymunun peşinden Danimarkasokağından aşağı iner, Celladın Rıhtımı'ndan geçer veKral George'un Basamaklarının altındaki yüksek bir de-ponun yanındaki küçük yeşil kapıya gelir. Kadın kapıyavurur, kapı açılır, içeri girerler, kapı kapanır. Tony artıkasla dışarı çıkmayacaktır -hiç değilse bu kapıdan; ve an-nesini bir daha asla görmeyecektir. Annesi ise, zavallı ay-60

KUZEY IŞIKLARIvaş Şev> oğlunun kaçtığını sanacak, onu her hatırladığın-da bunun kendi kabahati olduğunu düşünerek acılı kal-bi parçalanacakmış gibi ağlayacaktır. Küçük Tony Makarios, altın maymunlu hanımın yaka-ladığı tek çocuk değildi. Deponun mahzeninde bir düzi-ne başka çocuk buldu; en büyükleri aşağı yukarı on ikiyaşında olan oğlanlar ve kızlar. Ancak, çoğunun geçmi-şi onunkine benzediği için, kaç yaşında olduklarındanda pek emin değildiler. Tony'nin elbetteki fark etmediği şey ise, hepsinin or-tak yanıydı. O ılık ve buharlı mahzendeki çocukların hiç-biri ergenlik yaşma erişmemişti. Kibar hanımefendi onu duvarın yanındaki bir sıraya

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

oturttu, suskun bir hizmetçi kadın ise, demir sobanın üs-tündeki kulplu tencereden bir kupa çikolatil verdi. Tony,böreğinin geri kalanını yeyip sıcak ve tatlı içeceğini içer-ken, çevresinin pek de farkına varmadı, ama zaten çev-re de onun pek farkında değildi. Bir tehdit oluşturama-yacak kadar küçüktü, kurban olarak fazla tatmin vadet-meyecek kadar da vurdumduymazdı.Aşikar soruyu soran, bir başka çocuk oldu."Hey, ham'fendi! Bizi niye buraya topladın?" Sert görünüşlü, üstdudağının tepesinde koyu renk çi-kolatil, cin niyetine de sıska kara bir sıçanı olan bir biça-reydi. Hanımefendi kapının yanında ayakta durmuş, gemikaptanı havasına sahip iriyan bir adamla konuşuyordu ve61

PHILIP PULLMANçocuğa cevap vermek için dönerken, tıslayan nafta ışıktaöyle meleksi göründü ki, bütün çocuklar sustu. "Yardımınızı istiyoruz," dedi. "Bize yardım etmenin si-zin için bir sakıncası yoktur, değil mi?" Kimse tek kelime edemedi. Hepsi gözlerini dikip bak-tılar, birden mahcup kesilmişlerdi. Hiç böyle bir hanımgörmemişlerdi; öyle hoş, tatlı ve sevecendi ki, talihlerineinanamadıkları duygusuna kapıldılar. O onlardan ne is-terse istesin, sırf biraz daha yanında kalabilmek içinmemnuniyetle yaparlardı. Onlara, bir seyahate çıkacaklarını söyledi. Karınlarıdoyacaktı, sıcak giysiler giyeceklerdi, ailelerine emniyet-te olduklarını bildiren mesajlar göndermek isteyenler degönderebilirdi. Kaptan Magnusson çok geçmeden onlarıgemisine alacaktı ve gelgit uygun olduğu zaman denizeaçılıp kuzeye doğru yola koyulacaklardı. Az sonra, ev niyetine nerede yaşıyorlarsa oraya mesajgöndermek isteyen birkaç çocuk güzel hanımın çevre-sinde oturuyor, o da onların söylediği birkaç satır lafı ya-zıp sayfanın altına beceriksizce bir X işareti çiziktirmele-rini sağlıyor, sonra da kağıdı katlayıp mis kokulu bir zar-fa koyuyor, ona söyledikleri adresi de zarfın üstüne ya-zıyordu. Tony annesine bir şeyler göndermek isterdi,ama okuyup okuyamayacağı konusunda gerçekçi bir fik-re sahipti. Hanımın tilki kürkü kaplı kolunu çekiştirerekannesine nereye gittiğini falan söylerse sevineceğini fısıl-dadı, o da dediklerini duyabilmek için o zarif başını kü-62

KUZEY IŞIKLARIcük vücuduna yaklaştırdı, sonra da oğlanın kafasını ok-şadı ve mesajını vermeyi vadetti. Sonra çocuklar vedalaşmak için kadının etrafında kü-melendiler. Altın maymun hepsinin cinlerini okşadı, on-lar da uğur getirsin diye ya da sanki hanımdan kuvvet yada umut ya da iyilik almak ister gibi, tilki kürke dokun-dular. O da onlara veda etti, iskeledeki bir buharlı tek-neye binmiş olan gözüpek kaptana emanet etti. Gökyü-zü şimdi karanlıktı, nehir ise yükselip alçalan ışıklardanoluşan bir kitle. Hanım, iskelede durdu ve artık yüzleri-ni göremeyene kadar onlara el salladı. Sonra, altın maymun göğsüne sokulmuş halde, dö-nüp içeri girdi ve geldiği yerden çıkıp gitmeden önce,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

küçük mektup tomarını fırına attı. Gecekondulardan çocukları kandırıp götürmek ko-laydı ama sonunda insanlar fark etti, polis de gönülsüzgönülsüz harekete geçmek zorunda kaldı. Bir süre dahabaşka cezbetme olayı meydana gelmedi. Ama bir söylen-ti doğmuştu, yavaş yavaş değişti, yayıldı ve önce Nor-wich'te, sonra Sheffield, en son da Manchester'da birkaççocuk yok olunca, başka yerlerdeki yok olma vakalarınıduymuş olan oralardaki insanlar, yeni kayıpları da hika-yeye ekleyip onu büsbütün güçlendirdiler. Ve böylece çocukları kaçıran esrarengiz bir efsuncugrubuna dair efsane büyüdü. Kimileri grubun lideriningüzel bir hanım olduğunu söylerken, bazıları da kırmızı63

PHILIP PULLMANgözlü uzun boylu bir adam diyordu. Üçüncü bir hikayede, kurbanları onu koyun gibi takip etsin diye gülüp şar-kı söyleyen bir genç üzerineydi. Bu kayıp çocukları nerelere götürdüklerine gelince,hiçbir hikaye diğerlerine uymuyordu. Kimileri Cehen-nem'e diyordu, yeraltına, Periler Ülkesi'ne. Kimilerinegöre, daha sonra sofraya konmak üzere semirtildikleribir çiftliğe. Başkaları ise çocukların saklanıp, köle olarakzengin Tatarlar'a satıldıklarını söylüyorlardı... Vesaire. Herkesin üzerinde anlaşma halinde olduğu tek sey-ise, bu görünmez çocuk hırsızlarının adıydı. Bir adları ol-malıydı, yoksa onlardan söz edilemezdi, oysa onlardankonuşmak -hele evinizde ya da Jordan Koleji'nde emni-yette ve rahat iseniz- pek lezzetli bir işti. Kimse nedenolduğunu bilmeden onların üzerine yapışan isim ise,Hamhumlar oldu. "Geç vakte kadar dışarıda kalma, yoksa Hamhum-lar'm eline düşersin!" "Northampton'daki kuzenim, küçük oğlunu Ham-humlar'm aldığı bir kadın tanıyormuş..." "Hamhumlar Stratford'a uğramışlar. Güneye geliyor-larmış diyorlar!"Ve kaçınılmaz olarak:"Hadi, çocuklar ve Hamhumlar oynayalım!" Yağmurlu bir öğle üzerinde ikisi tozlu tavanarasındayalnızken, Lyra, Jordan Koleji'nin Mutfak uşağı Roger'aişte böyle dedi. Roger zaten çoktan onun sadık kölesi ol-64

KUZEY IŞIKLARImuştu, dünyanın bir ucuna dek onun peşinden gelirdi."Nasıl oynanıyor?" "Sen saklan, ben seni bulayım, ortadan kesip açayım,tamam mı, Hamhumlar'ın yaptığı gibi." "Ne yaptıklarını bilmiyorsun. Belki de hiç öyle yapmı-yorlardır.""Onlardan korkuyorsun," dedi Lyra. "Belli oluyor.""Korkmuyorum işte. Onlara inanmıyorum ki." "Ben inanıyorum," dedi kız, kararlı bir şekilde. "Amaben de korkmuyorum? Tıpkı amcamın Jordan'a son geli-şinde yaptığını yaparım. Gördüm onu. İstirahat Oda-sındaydı, konuğun biri kibar davranmadı, amcam da onabir baktı, adam oracıkta yere kapaklandı. Ağzı köpürdü."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Hiç de bile," dedi Roger, kuşkuyla. "Mutfakta hiç deböyle bir şey demediler. Hem zaten İstirahat Odası'nagirmene izin yok ki." "Demezler tabii. Hizmetkarlara böyle şeyler söyle-mezler. Hem ben İstirahat Odası'na girdim, tamam mı?Üstelik amcam bunu hep yapıyor. Bir keresinde Tatarlaryakalanınca onlara da yapmış. Onu bağlamışlar, bağır-saklarını deşeceklermiş ama ilk adam elinde bıçakla ge-lince, amcam ona bir bakmış, adam pat diye düşüp öl-müş. Sonra bir tane daha gelmiş, ona da aynını yapmış,sonunda bir tanecik kalmış. Amcam demiş ki, bağlarımıçözersen seni öldürmem demiş, o da çözmüş, ama am-cam gene de öldürmüş, ders olsun diye."Roger bu hikayeye Hamhumlar kadar bile inanamadı,65

PHILIP PULLMANama ziyan edilmeyecek kadar iyi bir hikayeydi, onlar da,köpük niyetine şerbet sosu kullanarak sırayla bir LordAsriel, bir de giderek sayıları azalan Tatarlar oldular. Ancak, bu oyalanmadan öte bir şey değildi ve Lyrahâlâ Hamhum oynamaya niyetliydi. Roger'ı aşağı, şarapmahzenlerine gitmek için kandırdı, Kahya'nm yedekanahtarlarıyla içeri girdiler. Kolej'in Tokay ve Canary şa-raplarının, Burgundy'sinin ve brantwijn'inin, yıllarınörümcek ağları altında yattığı büyük mahzenlerden bir-likte sürünerek geçtiler. Çevrelerinde, on ağaç kadar ka-lın sütunların desteklediği kadim taş kemerler yükseli-yordu, ayaklarının altında çarpık kaldırım taşları vardı veher taraflarında raf raf, kat kat şişelerle fıçılar sıralanmış-tı. Büyüleyiciydi. Hamhumlar'ı yeniden unutan iki ço-cuk, titreyen parmaklarında bir mumla bodrumu baştanbaşa ayak parmaklarının ucunda gezip, her karanlık kö-şeye göz atarken, Lyra'nm kafasında tek bir soru giderekdaha da acil bir hal alıyordu; acaba şarabın tadı neyebenziyordu? Bunu cevaplamanın kolay bir yolu vardı. Lyra -Ro-ger'ın hararetle karşı çıkmasına rağmen- bulabildiği eneski, en büklüm büklüm, en yeşil şişeyi aldı ve elindemantarı çıkaracak bir şey olmadığı için, boynundan kır-dı. En uzaktaki köşeye sinerek, baş döndürücü koyu kır-mızı içkiyi yudumlarken, ne zaman sarhoş olacaklarınıve sarhoş olduklarını nasıl anlayacaklarını merak ettiler.Lyra şarabın tadından pek hoşlanmadı, ama bütün bu66

KUZEY IŞIKLARIsin ne kadar gösterişli ve karmaşık olduğunu kabul etti.En komiği, gittikçe daha da çok sersemliyora benzeyencinlerini gözlemekti; oldukları yerde yıkılıyorlar, anlam-sız anlamsız kıkırdıyorlar, biçim değiştirip kanatlı ürkü-tücü yaratıklar haline geliyorlar ve birbirlerinden dahaçirkin olmaya çalışıyorlardı. Sonunda, neredeyse aynı anda, çocuklar sarhoş olma-nın nasıl bir şey olduğunu keşfetti. "Bunu yapmayı seviyorlar mı sahiden?" dedi Rogerbol miktarda kustuktan sonra soluk soluğa. "Evet," dedi, aynı durumdaki Lyra. Sonra, inatçı inat-çı, "Ayrıca ben de seviyorum," diye ekledi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra bu olaydan, Hamhum oynamanın insanı ilginçyerlere götürdüğü dışında bir şey öğrenmedi. Amcasınınson konuşmalarında dediklerini hatırladı ve yeraltım keş-fe koyuldu, çünkü yer üstünde olan, bütünün sadece kü-çük bir parçasıydı. Kök sistemi dönümler boyunca uza-nan muazzam bir mantar gibi, Jordan (ki toprağın üstün-de, bir yanda St. Michael Koleji, bir yanda Gabriel Kole-ji, arkada da Üniversite Kütüphanesi ile yer için mücade-le ediyordu) Ortaçağ sıralarında yeraltına yayılmaya baş-lamıştı. Tüneller, bacalar, mahzenler, kilerler, merdiven-ler, Jordan'm ve birkaç yüz metreye kadar civarındakitoprağın içini öyle bir boşaltmıştı ki, yerin altında da ne-redeyse üstündeki kadar hava vardı. Jordan Koleji, birtür taş köpüğü üzerinde duruyordu.67

PHILIP PULLMAN Ve şimdi de Lyra burayı keşfetmenin tadına vardığıiçin her zamanki uğrak noktasını, Kolej damlarının oluş-turduğu kesintili Alpler'i terk ederek Roger'la birlikte buyeni altdünyaya balıklama dalmıştı. Hamhum oynamak-tan, onları avlamaya geçmişti. Sonuçta onların, toprağınaltında gözlerden uzak dolaştıklarından daha akla yakınne olabilirdi? Böylece bir gün Roger'la ikisi Küçük Mabet'in altındabulunan, ölülerin gömüldüğü mahzenin yolunu tuttular.Nice Başkan burada gömülüydü, her biri taş duvarlardakioyuklara konmuş kurşun bordürlü meşe tabutlarında yatı-yordu. Her bölümün üstündeki taş tablette adları yazılıydı:Simon Le Clerc, Başkan 1765-1789 CerebatonRequiscant inpace**(Huzur içinde yatan)"Bu da ne demek?" diye sordu Roger. "İlk kısmı adı, son kısmı da Romaca. Aradaki tarihler,ne zaman Başkanlık yaptığını gösteriyor. Öbürü de cini-nin adı olmalı." Sessiz mahzende ilerleyerek, birkaç yazıtın daha harf-lerinin izini sürdüler.Francis Lyall, Başkan 1748-1765 ZoharielReauiscant in paceİgnatius Cole, Başkan 1745-1748 MuscaReauiscant in paceHer tabutun üzerinde, farklı bir yaratığın resmini taşı-68

KUZEY IŞIKLARI n pirinçten bir plakanın bulunması, Lyra'nın ilgisiniçekti: biri bir basiliskti, biri güzel bir hanım, biri bir yı-lan biri bir maymun. Bunların ölen adamın cinlerininsuretleri olduğunu anladı. Çocuklar yetişkin olunca cin-leri de değişme gücünü yitiriyordu ve bir biçime bürü-nüp, onu hep muhafaza ediyorlardı."Bu tabutlann içinde iskeletler var!" diye fısıldadı Roger. "Yavaş yavaş çürüyen et," diye fısıldadı Lyra. "Ve gözdeliklerinde de solucanlarla kurtlar kıvır kıvır kıvrılıyor." "Orada hayaletler de vardır," dedi Roger, zevkle titre-yerek. İlk gömütün ardında iki yanında taş rafların sıralı ol-duğu bir geçit buldular. Her raf kare bölümlere ayrılmış-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tı ve her bölümde bir kafatası duruyordu. Roger'ın cini, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştı-rarak ona dayanıp titredi ve küçük, usul bir inleme ko-yuverdi."Hişşt," dedi Roger. Lyra Pantalaimon'u göremiyordu, ama onun güve bi-çiminde omuzuna konmuş olduğunu ve büyük bir ihti-malle onun da titrediğini biliyordu. Elini uzatıp en yakındaki kafatasmı yavaşça dinlenmeyerinden aldı. "Ne yapıyorsun?" dedi Roger. "Onlara dokunmak ol-maz." Kız ona hiç aldırmadan kafatasmı elinde evirip çevir-di. Birden kafatasının dibindeki delikten bir şey düştü69

PHILIP PULLMAN-parmaklarının arasından geçti ve zemine vurunca çınla-dı. Lyra şaşkınlıktan az daha elindeki kafatasını da düşü-rüyordu. "Bozuk para!" dedi Roger, yoklayarak. "Bir hazineolabilir!" Parayı kaldırıp mum ışığına tuttu, ikisi de gözleri fal-taşı gibi açılmış, baktılar. Bozuk para değildi, üzerindebir kedi biçiminde kabaca yapılmış bir kabartmanın bu-lunduğu küçük bir bronz diskti. "Tabuttakiler gibi," dedi Lyra. "Bu onun cini. Öyleolmalı." Roger tedirgin tedirgin, "Yerine koysan iyi olur," de-di, Lyra da kafatasını tersine çevirdi, diski yeniden ebe-di istirahat yerine bıraktı, sonra da kafatasını rafa koydu.Bütün diğer kafataslarında da sahibinin ölümde bile ya-kınında bulunan yaşam boyu arkadaşlarını gösteren cin-paralar olduğunu gördüler. "Sence bunlar sağken kimmiş?" diye sordu Lyra. "Her-halde âlimlerdir. Sadece Başkanlar'm tabutu var. Herhal-de yüzyıllar boyunca öyle çok Âlim vardı ki, hepsini gö-mecek yer bulamadılar, kafalarını kesip sakladılar. Eh,bu da en önemli parçaları zaten." Hamhum bulamadılar ama Küçük Mabet'in altındakiyeraltı mezarlığı Lyra ve Roger'ı günlerce meşgul etti.Lyra bir seferinde, kafataslarındaki paraları değiştirip on-lara yanlış cinler vererek ölü Alimler'den bazılarına oyunoynamaya kalktı. Pantalaimon bunun üzerine öyle rahat-70

KUZEY IŞIKLARISız oldu ki, yarasaya dönüştü ve tiz çığlıklar atıp kanat-larını Lyra'nın yüzüne çırparak bir aşağı bir yukarı uçupdurdu. Ne var ki, Lyra hiç aldırmadı: ziyan edilemeyecekkadar iyi bir şakaydı çünkü. Ama sonradan bedelini öde-di. On İkinci Merdiven'in tepesindeki dar odasında ya-tarken, bir gece-hartlağı tarafından ziyaret edildi ve yata-ğının yanında durmuş kemikli parmaklarıyla onu işareteden, kukuletalarını açarak başlarının olması gerekenyerdeki kanayan ense köklerini gösteren üç cüppeli şek-li görünce haykırarak uyandı. Ancak Pantalaimon bir as-lana dönüşüp onlara kükreyince geri çekildiler; kaskatıduvarın içine doğru çekildiler, önce sadece kolları kaldı,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sonra boynuzumsu sarı-gri elleri, en sonunda da seğirenparmakları, sonra da hiçbir şey. Lyra sabah ilk iş olaraktelaşla yeraltı mezarlığına koştu ve kafataslarına "Özürdilerim! Özür dilerim!" diye fısıldayarak cin-paraları doğ-ru yerlerine koydu. Yeraltı mezarlığı, şarap mahzenlerinden çok daha bü-yüktü, ama onun da bir sınırı vardı. Lyra ve Roger herköşesini araştırıp burada Hamhum bulamayacaklarındanemin olunca, dikkatlerini başka yere çevirdiler -ama on-dan önce Şefaatçi tarafından mahzendeki mezardan çı-karken yakalanıp Küçük Mabet'e çağrıldılar. Şefaatçi, Peder Heyst adında tombul, yaşlıca biradamdı. Bütün Kolej ayinlerini yönetmek, vaaz veripdua etmek, itirafları dinlemek onun işiydi. Lyra daha kü-çükken onun ruhsal huzuruyla ilgilenmiş ama kızın sin-71

PHILIP PULLMANsi kayıtsızlığı ve samimiyetten uzak pişmanlıkları yüzün-den kafası karışmıştı. Onun ruhsal açıdan ümit vaat et-mediği kararına varmıştı. Lyra ile Roger, Şefaatçi'nin seslendiğini duydukları za-man istemeye istemeye dönüp ayaklarını sürüyerek küfkokulu, loş Küçük Mabet'e girdiler. Azizlerin suretlerininönünde, yer yer mumların alevi titreşiyordu; birtakımonarımların yapıldığı org balkonundan hafif ve uzaktanuzaktan bir takırtı geliyordu; bir hizmetkar pirinç kürsü-yü parlatıyordu. Peder Heyst, cüppelerin saklandığı ye-rin kapısından onları el işaretiyle çağırdı. "Neredeydiniz?" dedi onlara. "Sizi iki üç kez burayagirerken gördüm. Ne işler çeviriyorsunuz?" Sesinin suçlar gibi bir tonu yoktu. Sahiden ilgilenmişgibiydi. Omuzuna tünemiş cini onlara doğru bir kerten-kele dili uzatıp çekiverdi. Lyra, "Aşağıdaki yeraltı mezarlığına bakmak istedik,"dedi."Ne için?""Tabut... tabutlar. Bütün tabutları görmek istedik.""Niye ama?" Kız omuzunu silkti. Sıkıştırıldığı zaman hep böyle ya-pardı. "Ya sen," dedi Şefaatçi, Roger'a dönerek. Roger'ın ci-ni, onu yatıştırmak için endişeyle terrier kuyruğunu sal-ladı. "Adın ne senin?""Roger, Peder."ıı

KUZEY IŞIKLARI"Hizmetkarsan eğer, nerede çalışıyorsun?""Mutfakta, Peder.""Şimdi orada olman gerekmiyor mu?""Evet, Peder.""Hadi öyleyse, marş marş." Roger arkasını dönüp koştu. Lyra ayağını zeminde biryandan bir yana sürüdü." "Sana gelince, Lyra," dedi Peder Heyst, "Küçük Ma-bet'te neler olduğuyla ilgilenmene memnunum. Çevren-de bunca tarih olduğu için talihli bir çocuksun.""Hımm," dedi Lyra.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ama arkadaş seçimin beni düşündürüyor. Yalnız birçocuk musun?""Hayır." "Öbür... öbür çocuklarla birlikte olmayı özlüyor mu-sun?""Hayır." "Mutfak uşağı Roger'ı kastetmiyorum. Senin gibi ço-cuklardan söz ediyorum. Soylu çocuklar. Öyle birkaç ar-kadaşın olsun ister misin?""Hayır.""Ama ya başka kızlar...""Hayır." "Anlıyorsun ya, hiçbirimiz senin olağan çocuklukzevkleri ve eğlencelerinden mahrum kalmanı istemeyiz.Bazen kendi kendime burada yaşlı Âlimlerle birlikte yal-nız bir hayatın olsa gerek diye düşünüyorum, Lyra. Öy-73

PHILIP PULLMANle mi hissediyorsun?""Hayır." Peder birbirine geçmiş parmaklarının üzerindenbaşparmaklarını bir araya getirdi, bu inatçı çocuğa sora-cak başka bir şey aklına gelmiyordu. Sonunda, "Eğer seni üzen bir şey olursa," dedi, "bili-yorsun ki gelip bana anlatabilirsin. Umarım bana daimagelebileceğinin farkmdasmdır.""Evet," dedi Lyra."Dualarını ediyor musun?""Evet."

"Aferin sana. Hadi, koş bakalım şimdi." Lyra, rahat bir nefes koyuverdiğini güç bela gizleye-rek dönüp gitti. Yeraltında Hamhumlar'ı bulamayınca da, yeniden ken-dini sokaklara attı. Orada kendini evinde hissediyordu. Sonra, tam onlara karşı ilgisini kaybetmişken, Ham-humlar Oxford'da ortaya çıktı. Lyra onların geldiğini ilk kez, tanıdığı bir çingan aile-sinin küçük oğlu kaybolunca duydu. At panayırı sıralarındaydı ve kanal, dar tekneler vegeniş kıçlı gemiler, tüccarlar ve seyyahlarla doluydu; Je-richo limanı boyunca uzanan rıhtımlar, ışıldayan koşum-larla pırıl pırıldı ve ortalığa nalların ve pazarlık edenleringürültüsü hakimdi. Lyra At Panayın'nı hep sevmişti. İyigöz kulak olunmamış bir ata gizlice binme şansının ya-74

KUZEY IŞIKLARInisıra, savaş çıkarmak için de sonsuz fırsatlar mevcuttu. Ve bu yıl muhteşem bir planı vardı. Bir yıl önce dartekneyi ele geçirmelerinin verdiği ilhamla, bu sefer kapıdışarı edilmeden önce gerçek bir seyahat gerçekleştirme-ye niyetliydi. O ve Kolej mutfağındaki kafadarları Abing-don'a kadar gidebilirlerse eğer, ortalığın altını üstüne ge-tirebilirlerdi... Ama bu yıl savaş olmayacaktı. Onun yerine başka birşey oldu. Lyra Port Meadow'daki tersanenin kıyısında,sabah güneşinin ışığında iki sokak çocuğuyla bir defalık

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Roger'sız (yağlı yerleri silmekle görevlendirilmişti), ya-nında Hugh Lovat ve Simon Parslow ile aylak aylak ge-zinip, çalıntı bir sigarayı elden ele geçirir ve dumanı fi-yakayla üflerken, tanıdığı bir sesin haykırdığını duydu."Peki, «e yaptın ona, seni kıçı kırık salak!" Heybetli bir sesti, bir kadının sesi, ama pirinç ve deri-den akciğerleri olan bir kadının. Lyra hemen gözleriyleonu aradı, çünkü bu Lyra'yı iki kere başını döndürecekşiddetle tokatlayan, ama üç kere de ona sıcak zencefilliçörek veren, ailesi teknelerinin ihtişamı ve görkemiyleünlü Ma Costa'nm sesiydi. Costa'lar çinganların prensle-riydi ve Lyra Ma Costa'ya içten bir hayranlık duyardı amabir süre daha ona karşı ihtiyatlı olmaya niyetliydi, çünkükaçırdığı tekne onların teknesiydi. Lyra'nm velet arkadaşlarından biri şamatayı duyuncaotomatikman yerden bir taş kaptı ama Lyra, "Koy onuyere," dedi. "Tepesi atmış. Omurganı incecik bir dal gibi75

PHILIP PULLMANkırıverir, karışmam." Aslında Ma Costa kızgından çok endişeli görünüyor-du. Konuştuğu adam, bir at taciri, omuzlarını silkiyor veellerini iki yana açıyordu. "Bilmem ki," diyordu, "Bir burdaydı, bir yok oldu.Görmedim ki nereye gittiğini...""Sana yardım ediyordu! O kör olası atlarını tutuyordu!" "Eh, öyleyse orda durmalıydı, değil mi ya? Tam işinorta yerinde kaçıp gitsin-" Lafını tamamlayamadı, çünkü Ma Costa kafasının yantarafına sıkı bir darbe indirdi ve ardından da onu öyle birküfür ve tokat bombardımanına tuttu ki adam feryadıbastı ve dönüp kaçtı. Yakındaki diğer at cambazları dal-ga geçtiler, ürkek bir tay korkuyla şaha kalktı. Lyra, olanları ağzı açık seyreden bir çingan çocuğa,"Neler oluyor?" diye sordu. "Niye kızmış?" "Oğlu," dedi çocuk. "Billy. Herhalde Hamhumlar aldıdiye düşünüyor. Almışlardır da, ha. Ben onu hiç görme-dim, ta-""Hamhumlar mı? Oxford'a mı geldiler yani?" Çingan çocuk dönüp, Ma Costa'yı seyreden arkadaş-larına seslendi. "Neler olduğunu bilmiyor! Hamhumlar'ın burada ol-duğunu bilmiyor!" Beş altı çocuk, yüzlerinde horgören ifadelerle onadöndü, bir kavganın başlama işaretini görür görmez ta-nıyan Lyra da sigarasını yere attı. Herkesin cini birden76

KUZEY IŞIKLARI

savaşkan bir hal aldı: her çocuğa dişler ya da pençelerva da diken diken olmuş kürkler eşlik ediyordu. Bu çin-gan cinlerinin kısıtlı hayal güçlerini küçük gören Panta-laimon ise, büyük bir tazı boyunda bir ejderha oldu. Ama daha onlar savaşa katılamadan Ma Costa'nın takendisi badi badi yürüyerek geldi, iki çinganı bir şaplak-ta kenara savurdu ve ödüllü müsabakaya çıkacak bir dö-vüşçü gibi Lyra'nm karşısına dikildi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Gördün mü onu?" diye sordu Lyra'ya. "Billy'yi gör-dün mü?" "Hayır," dedi Lyra. "Şimdi geldik. Aylar var ki Billy'yigörmedim." Ma Costa'nın bir şahin olan cini onun başının üstün-deki aydınlık havada dönenip duruyor, öfkeli sarı gözle-rini hiç kırpmaksızm bir orayı bir burayı süzüyordu. Lyrakorkmuştu. Kimse birkaç saatliğine bir çocuk kayboldudiye kaygılanmazdı, hele bir çingan çocuğu: herkesinbirbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu çingan tekne-dünyasın-da bütün çocuklar kıymetliydi, pek çok sevilirlerdi ve biranne eğer çocuğu kendi gözünün önünde değilse, onuiçgüdüsel olarak koruyacak başka birinin gözü önündeolduğunu bilirdi. Ama işte çinganların kraliçesi Ma Costa, bir çocukkayboldu diye dehşete kapılmıştı. Neler oluyordu? Ma Costa küçük çocuk grubunun üstünden yarı körhalde baktı, döndü ve çocuğu için feryat ederek rıhtım-daki kalabalığın arasından sendeleye sendeleye uzaklaş-77

PHILIP PULLMANti. Çocuklar hemen dönüp birbirlerine baktılar, onun ke-deri karşısında dövüşmeyi bir yana bırakmışlardı. Lyra'nm arkadaşlarından biri, Simon Parslow, "BuHamhumlar ne ki?" dedi. İlk çingan çocuk, "Bilirsin sen," dedi. "Memleketinher yerinde çocukları çalıp duruyorlar. Korsan onlar-" "Korsan değiller işte," diye düzeltti bir başka çingan."Onlar yamyom. Onun için adları Hamhum olmuş." Lyra'nm diğer arkadaşı, St. Michael'den mutfak uşağıHugh Lovat, " Yiyorlar mı çocukları?" dedi. "Kimse bilmiyor," diye cevap verdi ilk çingan. "Onla-rı alıp götürüyorlar, çocuklar da bir daha görünmüyor." "Bunu hepimiz biliyoruz," dedi Lyra. "Aylardır çocuk-lar ve Hamhum oynuyoruz, sizden önce başlamışızdır,her iddiasına varım. Ama yine her iddiasına varım ki,kimse onları görmemiştir.""Gördüler," dedi bir çocuk. "Kim gördü, öyleyse?" diye bastırdı Lyra. "Sen gördünmü? Sadece bir kişi olmadıklarını nereden biliyorsun?" Bir çingan kız, "Charlie onları Banbury'de görmüş,"dedi. "Başka bir adam küçük oğlunu bahçeden alırken,gelip çocuğun annesiyle konuşmuşlar." "Yaa," diye cikledi Charlie. Çingan bir oğlandı. "Benyaptıklarını gördüm!""Neye benziyorlardı?" diye sordu Lyra. "Şey... doğru dürüst görmedim ki aslında," dedi Char-lie. "Ama kamyonlarını gördüm," diye ekledi. "Beyaz bir78

KUZEY IŞIKLARIkamyonla geliyorlar. Küçük oğlanı kamyona koydular,hemencecik gittiler.""İyi ama, onlara niye Hamhum diyorlar?" diye sorduLyra. İlk çingan oğlan, "Onları yiyorlar da ondan," dedi."Northampton'da biri söyledi bize. Oraya da gitmişler,falan. Northampton'daki bu kız, -erkek kardeşini al-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mışlar-, dedi ki onu alan adamlar yiyeceğiz demiş. Her-kes bilir bunu. Hamhum yu tu veriyorlar." Yakında duran bir çingan kız avaz avaz ağlamayabaşladı."Billy'nin kuzeni," dedi Charlie.Lyra, "Billy'yi en son kim gördü?" diye sordu. Beş altı ses, "Ben," dedi. "Onu Johnny Fiorelli'nin ih-tiyar atını tutarken gördüm -onu elma şekercisinin ya-nında gördüm- onu vinçte sallanırken gördüm-" Lyra söylenenleri sıraya koyunca, Billy'nin en geç ikisaat önce görülmüş olduğunu anladı. "Yani," dedi, "Hamhumlar bu son iki saatte burayageldi demek..." Hepsi etraflarına baktı, sıcak güneş, kalabalık rıhtım,katran ve atlar ve duman-yaprağınm aşina kokularınarağmen titriyorlardı. Mesele hiçbirinin bu Hamhumlar'mneye benzediğini bilmeyişinden kaynaklanıyordu.Lyra'nm, artık kolejlisiyle, çinganıyla hepsi onun hükmüaltına girmiş olan dehşete düşmüş topluluğa belirttiği gi-bi, herkes Hamhum olabilirdi.79

PHILIP PULLMAN "Sıradan insanlara benzemek zorundalar, yoksa he-men görülürler," diye açıkladı. "Ancak geceleri gelseler,her şeye benzeyebilirlerdi. Ama gündüz geliyorlarsa, sı-radan görünmek zorundalar. Yani bu insanların herhan-gi birisi Hamhum olabilir..." "Değiller işte," dedi bir çingan, tereddütle. "Hepsinitanıyorum onların." "Peki, bunlar değil, ama başka herkes olabilir," dediLyra. "Hadi gidip onları arayalım! Ve beyaz kamyonlarını!" Bu da bir kaynaşmaya yol açtı. Başka arayıcılar daçok geçmeden ilklerine katıldı. Çok geçmeden otuz yada daha fazla çingan çocuğu rıhtımların bir ucundan birucuna koşturuyor, ahırlara girip çıkıyor, tersanedekivinçlerle maçunalara tırmanıyor, geniş çayırdaki çitinüzerinden atlıyor, yeşil su üstündeki açılır kapanır eskiköprüde on beş kişi birden sallanıyor ve Jericho'nun darsokaklarında, küçük tuğladan teraslı evlerle KemyacıAziz Barnabas'ın kare kuleli büyük mabedi arasında de-li gibi koşuyorlardı. Yarısı ne aradığını bilmiyordu, bunusadece bir şaka sanıyordu, ama Lyra'ya yakın olanlar darbir geçitte ilerleyen biri ya da Mabet'in loşluğu içindeyalnız biri gözlerine çarptı mı, gerçek bir korku ve kay-gı hissediyordu: bu bir Hamhum muydu yoksa? Oysa değildi elbette. Sonunda, en ufak bir başarıyaulaşamayınca ve Billy'nin gerçekten kayboluşunun göl-gesi hepsinin üstüne çökünce, işin eğlenceli yanı silinipgitti. Lyra ile diğer iki kolejli çocuk ikindi yemeği vakti80

KUZEY IŞIKLARIJericho'dan ayrılırken, çinganların, Costalar'm teknesinindemirlediği iskelede toplandığını gördüler. Kadınlarınbir kısmı yüksek sesle ağlıyordu, erkekler ise öfkeligruplar halinde duruyorlar, çileden çıkmış cinleri sinirlehavaya yükseliyor ya da gölgelere hırlıyordu. Lyra, ikisi Jordan'ın büyük lojmanının eşiğinden içeri

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

girerken, Simon Parslow'a, "Bahse girerim o Hamhumlarburaya gelmeye cesaret edemez," dedi. "Hayır," dedi Simon, tereddütle. "Ama Pazar'dan dabir çocuk kaybolduğunu biliyorum." "Kim?" dedi Lyra. Pazar çocuklarının çoğunu tanırdıama bunu duymamıştı. "Jessie Reynolds, eğercinin dışında. Dün kapanma sa-atinde orada değilmiş ve sadece babasının çayı için birparça balık almaya gitmiş. Hiç geri dönmemiş, kimse deonu görmemiş. Bütün pazarı, her yeri aramışlar." "Bunu hiç duymadım!" dedi Lyra, kızgın bir sesle. Te-baasının ona her şeyi derhal söylememesini onlar hesa-bına içler acısı bir kabahat sayardı. "Eh, daha dün oldu da ondan. Belki şimdiye kadargelmiştir." "Soracağım," dedi Lyra, ve Lojman'dan ayrılmak üze-re arkasmı döndü.Ama henüz kapıdan çıkmamıştı ki, Kapıcı ona seslendi. "Buraya bak, Lyra! Bu akşam tekrar dışarı çıkmaya-caksın. Başkan'm emri.""Niyeymiş?"81

PHILIP PULLMAN "Bilmiyorum, Başkan'ın emri. Diyor ki gelirsen, içeri-de kalacakmışsm." "Yakala beni öyleyse," dedi Lyra ve ihtiyar adam da-ha kapısından ayrılamadan ok gibi fırladı. Dar sokaktan koşup kamyonetlerin kapalı pazar içinmalları boşalttıkları çıkmaz sokağa gitti. Kapanma zama-nı olduğu için o anda az kamyonet vardı, ama bir öbekgenç, St. Michael Koleji'nin yüksek taş duvarının karşı-sındaki merkezi kapıda durmuş, sigara içiyor ve konuşu-yorlardı. Lyra içlerinden birini tanıyordu, duyduğu her-kesten daha uzağa tükürebildiği için hayran olduğu onaltı yaşında bir çocuk. Gitti, alçakgönüllü bir şekilde onufark etmesini bekledi."Evet? Derdin ne?" diye sordu çocuk sonunda."Jessie Reynolds kayıp mı oldu?""Evet. N'olmuş?""Bugün bir çingan çocuk da kayboldu da ondan." "Onlar hep kaybolur zaten, çinganlar. Her at panayı-rından sonra yok olurlar.""Atlar da," dedi arkadaşlarından biri. "Bu farklı ama," dedi Lyra. "Bu bir çocuk. Bugün bü-tün öğleden sonra onu aradık, öbür çocuklar da dedi kionu Hamhumlar almış.""Neler, neler?" "Hamhumlar," dedi Lyra. "Hamhumlar'ı duymadınızmı hiç?"Diğer çocuklar için de yeni bir haberdi bu, birkaç kaba82

KUZEY IŞIKLARIyorum dışında, onlara söylediklerini dikkatle dinlediler. "Hamhumlarmış," dedi Lyra'nm tanıdığı. Adı Dick'ti."Aptalca bir şey. Bu çinganlar yok mu, her tür aptalca fi-kir gelir akıllarına." Lyra, "İki hafta önce Banbury'de Hamhumlar varmış

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dediler," diye ısrar etti, "ve oradan beş çocuk alınmış.Herhalde şimdi de bizden çocuk almak için Oxford'ageldiler. Jessie'yi onlar almış olmalı." Diğer çocuklardan biri, "Cowley yolunda da bir ço-cuk kaybolmuş, tıpkı böyle," dedi. "Şimdi hatırladım.Teyzem duymuş, dün oradaydı çünkü bir kamyonettebalıkla kızarmış patates satar... Küçük bir erkek çocu-ğuymuş, evet, öyle ... Hamhumlar'ı bilmem ama. Gerçekdeğil bu Hamhumlar. Hikaye işte, o kadar." "Gerçekler!" dedi Lyra. "Çinganlar onları görmüş. Di-yorlar ki, yakaladıkları çocukları yiyorlarmış ve..." Cümlenin ortasında duruverdi, çünkü birden aklınabir şey gelmişti. İstirahat Odası'nda saklanarak geçirdiğio tuhaf akşamda Lord Asriel fenerli fanusla elinden ışıkdereleri akan bir adamın slaytını göstermişti; yanında da,etrafında daha az ışık olan küçük bir şekil vardı; Lord As-riel bu bir çocuk demişti; başka biri, koparılmış bir ço-

cuk mu diye sorunca, amcası hayır demişti, zaten mese-le buydu. Lyra, koparılmış kelimesinin ikiye ayrılmış an-lamına geldiğini hatırladı. Ve birden kalbi başka bir şeyle sarsıldı: Roger nere-deydi?83

PHILIP PULLMANOnu sabahtan beri görmemişti... Birden korktu. Pantalaimon, minyatür bir aslan olarakkollarına atlayıp homurdandı. Lyra kapının yanındakiçocuklarla vedalaşıp sessizce yeniden Turl Sokağı'nadoğru yürüdü ve sonra da son hızla Jordan Lojmanı'nınyolunu tuttu. Şimdi çita biçiminde olan cinden bir sani-ye önce, kapıdan içeri yuvarlanırcasma girdi. Kapıcı ukala ukala "Başkan'ı arayıp söylemek zorun-da kaldım," dedi. "Hiç hoşuna gitmedi. Para bile verse-ler senin yerinde olmak istemezdim, hem de hiç."Kız, "Roger nerde?" diye sordu. "Görmedim. Onun başı da dertte. Dur hele, Mr.Cawston onu bir yakalasın..." Lyra mutfağa koştu ve sıcak, gürültülü, buharlı koşuş-turmanın ortasına atıldı."Roger nerde?" diye haykırdı."Çekil surdan, Lyra! İşimiz var bizim!""Nerde ama? Geldi mi, gelmedi mi?"Kimse ilgilenmiyor gibiydi. "Ama nerde bu? Duymuş olmanız gereU." diye haykır-dı Lyra şefe, o da kıza bir tane şaplatıp, onu öfkeyle ba-şından attı. Hamur aşçısı Bernie, Lyra'yı sakinleştirmeye çalıştı,ama o yatışmak bilmiyordu. "Onu yakaladılar! O kahrolası Hamhumlar, biri onlarıyakalamalı, hem de öldürmeli! Nefret ediyorum onlar-dan! Roger'a aldırdığınız bile yok-"84

KUZEY IŞIKLARI"Lyra, Roger'a hepimiz aldırıyoruz-" "HİÇ de bile, yoksa hemen şimdi işinizi bırakıp onuaramaya çıkardınız! Nefret ediyorum sizden!"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Roger'm gelmemesinin bir sürü başka nedeni olabi-lir. Aklını başına topla biraz. Akşam yemeğini hazırlayıpservis yapmamız lazım, bir saatimiz bile yok. Başkan'ınLojman'da misafirleri var, orada yemek yiyecek. Yani Şefsoğumasın diye yemeklerin çabucak oraya götürülmesi-ni sağlamak zorunda. İşte, şu bu derken Lyra, hayat de-vam etmeli. Eminim Roger da çıkar gelir..." Lyra döndü ve koşarak mutfaktan çıktı, bu sırada biryığın gümüş sahan kapağını da devirdi, ama arkasındanyükselen öfke dolu kükremeyi duymazdan geldi. Merdi-venden hızla inip avluyu geçti, Şapel ile Palmer'in Kule-si arasından devam edip, Kolej'in en eski binalarının bu-lunduğu Yaxley Avlusu'na girdi. Pantalaimon önü sıra minyatür bir çita gibi merdiven-den en tepeye, Lyra'nın yatak odasının olduğu yere doğ-ru kıvrak hareketlerle tırmanıyordu. Lyra kapıyı çarparakaçtı, sallanan iskemlesini pencerenin önüne sürükledi,pencere kanadını ardına kadar açtı ve dışarı tırmandı.Pencerenin hemen altında bir ayak boyu genişliğindekurşun bordürlü taş bir oluk vardı, oraya inince döndüve kaba kiremitler üzerinde, çatının en tepesindeki çı-kıntıda durana kadar yukarı tırmandı. Orada ağzını açıphaykırdı. Çatıya çıkar çıkmaz daima bir kuşa dönüşenPantalaimon, fırdolayı uçuyor ve onunla birlikte ekin85

PHILIP PULLMANkargası çığlıkları atıyordu. Akşam göğü şeftali, kayısı, krem renklerine bürün-müştü: geniş, turuncu bir gökyüzünde küçük yumuşakdondurma bulutları. Oxford'un kuleleriyle sivri tepeleriçevrelerindeydi, aynı hizada ama daha yüksek değil;Château-Vert'in yeşil ağaçlıkları ile White Ham, iki taraf-ta, doğuda ve batıda yükseliyordu. Bir yerlerde ekin kar-gaları gaklıyor, çanlar çalıyordu ve Oxpen'lerden deLondra'ya giden akşam Kraliyet Postası zeplininin hava-landığını ilan eden bir gaz motorunun düzenli ritmi du-yuluyordu. Lyra zeplinin St. Michael Şapeli'nin kulesininötesinde yükselişini gözledi. Önce kol boyu tuttuğundaküçük parmağının ucu ne kadar büyükse o kadar bü-yüktü, ama sonra gittikçe küçüldü ve sonunda berrakgökyüzünde bir noktacık halini aldı. Dönüp aşağı, Âlimler'in kara cüppeli şekillerinin şim-diden yemekhaneye doğru birer ikişer telaşsız yürüdük-leri gölgeli avluya baktı. Cinleri yanlarında fiyakalı fiya-kalı yürüyor ya da kanat çırpıyordu, ya da sakin sakinonların omuzlarına tünemişlerdi. Salon'un ışıkları yan-maya başlamıştı. Bir hizmetkar masaların nafta lambala-rını yaka yaka ilerlerken renkli camdan pencereler birerbirer parıldıyordu. Sofracıbaşı'nın çanı çalmaya başlaya-rak, yemeğe yarım saat kaldığını ilan etti. Onun dünyası buydu. Ebediyen böyle kalmasını ister-di, ama bu dünya onun etrafında değişiyordu, çünkü dı-şarıda biri çocukları çalıyordu. Çenesini ellerine dayayıp86

KUZEY IŞIKLARIçatının tepesine oturdu."Onu kurtarmalıyız, Pantalaimon," dedi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Cini, ekin kargası sesiyle bacadan cevap verdi."Tehlikeli olur," dedi."Tabii! Biliyorum herhalde.""İstirahat Odası'nda ne dediklerini hatırla.""Neymiş?" "Arktik'te bir çocuk hakkında bir şey. Toz'u çekme-yen hani.""Bütün bir çocuk demişlerdi. Ne var bunda?" "Belki de Roger ile çinganlara ve diğer çocuklara ya-pacakları budur.""Ne?""Eh, bütün ne demek?" "Ne bileyim. Belki de onları ortadan kesiyorlar. Her-halde onları köle yapıyorlar. Bu daha çok işe yarar. Bel-ki de orada madenler vardır. Atom araçları için uranyummadenleri. Her iddiasına girerim ki böyledir. Ve eğermadenlere büyükleri götürürlerse ölürler, onun için ço-cukları kullanıyorlar, çünkü maliyetleri daha düşük. Onada bunu yaptılar işte.""Bana öyle geliyor ki-" Ama Pantalaimon'a ne geliyorsa beklemek zorunday-dı, çünkü aşağıdan biri haykırmaya başlamıştı."Lyra! Lyra! Derhal buraya gel!" Biri pencere pervazına vuruyordu. Lyra bu sesi de ta-nıyordu, sabırsızlığı da: Kahya hanım Mrs. Londsdale'di87

PHILIP PULLMANbu. Ondan saklanmanın da yolu yoktu. Lyra, asık bir suratla çatıdan aşağı, oluğun içine kay-dı, sonra da pencereden tırmanıp içeri girdi. Mrs. Lons-dale borulardan gelen ağır iniltiler ve pat pat sesleri eş-liğinde, küçük çentik çentik küvete su dolduruyordu. "Sana kaç kere oraya çıkmaman söylendi kim bilir...Şu haline bak! Eteğine bak bir -leş gibi! Derhal çıkar onuve yıkan, bu arada ben de sana doğru dürüst, yırtık ol-mayan bir şey arayacağım. Niye kendini temiz, derli top-lu tutamazsın, bilmem ki..." Lyra, niye yıkanıp giyineceğini bile sormayacak kadarsomurtkandı, hiçbir büyük de insana kendiliğinden birşeyin nedenini söylemezdi zaten. Elbiseyi başından çe-kip çıkardı, dar yatağın üzerine bıraktı. Şimdi bir kanar-ya olan Pantalaimon Mrs. Lonsdale'in kayıtsız bir av kö-peği olan cinine sıçraya sıçraya gittikçe daha fazla yak-laşır, onu nafile yere kızdırmaya uğraşırken, Lyra baştansavma bir şekilde yıkanmaya başladı. "Şu gardırobun haline bak! Haftalardır hiçbir şeyi as-mamışsın! Şundaki kırışıklıklara bak-" Şuna bak, buna bak... Lyra bakmak istemiyordu. İn-ce havluyla yüzünü ovalarken gözlerini yumdu. "Bu haliyle giyeceksin, mecburen. Ütüleyecek vakityok. Aklım sana emanet yarabbi, kızım, dizlerin -dizle-rinin haline bak..." "Hiçbir şeye bakmak istemiyorum," diye mırıldandıLyra.88

KUZEY IŞIKLARI jylrs. Lonsdale onun bacağına şaplağı bastı. "Yıka,"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dedi hiddetle. "O kirin hepsi çıkacak." "Niye?" dedi Lyra sonunda. "Ben normalde dizlerimihiç yıkamam. Kim bakar ki dizlerime? Hem niye yapıyo-rum bütün bunları? Sen de Roger'a Şeften fazla aldırmı-yorsun. Aldıran tek kişi-"Bir şaplak daha, bu sefer öteki bacağa. "Saçmalamayı kes. Ben de bir Parslow'um, tıpkı Ro-ger'ın babası gibi. O benim kardeş torunum. Bahse gire-rim ki haberin yoktu, çünkü bahse girerim ki hiç sorma-dın, Miss Lyra. Bahse girerim aklından bile geçmedi. Ba-na oğlana aldırmıyorum diye çıkışma. Tanrı biliyor ki sa-na bile aldırıyorum, üstelik bunun için bana pek bir se-bep vermiyorsun, teşekkür de etmiyorsun." Fanila bezi tutup Lyra'nın dizlerini öyle bir sertlikleovdu ki teni parlak pembe oldu, sızım sızım sızladı, amatemiz hale geldi. "Başkan ve konuklarıyla yemek yiyeceksin de ondan.Umarım terbiyeli davranırsın. Seninle konuşulmadan ko-nuşma, sessiz ve kibar ol, güzel güzel tebessüm et ve bi-ri sana bir şey sorunca sakın Nebüiiın deme." Lyra'nın sıska bedenine en iyi elbisesini geçiriverdi,çekiştirip düzeltti, bir çekmecedeki kargaşanın içindenbir parça kırmızı kurdele çıkardı, kaba bir fırçaylaLyra'nın saçını fırçaladı. "Bana daha önceden haber verselerdi, saçını doğrudürüst yıkardık. Neyse, idare eder. Fazla yakından bak-89

PHILIP PULLMANmadıkları sürece... İşte oldu. Şimdi dik dur bakayım. Oen iyi rugan ayakkabıların nerede?" Lyra beş dakika sonra, Başkan'ın Lojmanı'nm, YaxleyAvlusu'na açılan ve arkasında Kütüphane Bahçesi bulu-nan o heybetli ve birazcık kasvetli binanın kapısını vu-ruyordu. Kibarlığından şimdi bir ermin olmuş olan Pan-talaimon, bacağına sürtünüyordu. Kapıyı, Lyra'mn eskibir düşmanı olan, Başkan'ın uşağı Cousins açtı, ama iki-si de bunun bir ateşkes durumu olduğunu biliyorlardı."Mrs. Lonsdale gelmem geretiğini söyledi," dedi Lyra. "Evet," dedi Cousins, yana çekilerek. "Başkan kabulsalonunda." Önüne düşerek onu Kütüphane Bahçesi'ne bakanbüyük odaya götürdü. Güneşin son ışıkları, Kütüphaneile Palmer'in Kulesi arasındaki aralıktan içeri vuruyor,ağır tabloları ve Başkan'ın topladığı kasvetli gümüşleriaydınlatıyordu. Konukları da aydınlatıyordu. Lyra nedenSalon'da yemek yemediklerini anladı: konukların üçükadındı. "Ah, Lyra," dedi Başkan. "Gelebilmene çok sevindim.Cousins, bir alkolsüz içki bulur musun? Dame Hannah,Lyra ile tanıştığınızı sanmıyorum. Lord Asriel'in yeğeni,biliyorsunuz." Dame Hannah Relf, kadın kolejlerinden birinin başıy-dı, cini bir ipek maymun olan yaşlıca, saçlarına kır düş-müş bir hanımdı. Lyra elinden geldiği kadar kibar bir şe-kilde el sıkıştı ve sonra da tıpkı Dame Hannah gibi baş-90

KUZEY IŞIKLARI

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

jça Kolejlerde Âlim olan, ilgi çekicilikten hayli uzak diğerkonuklarla tanıştırıldı. Derken Başkan, son konuğa geldi. "Mrs. Coulter," dedi, "bu bizim Lyra'mız. Lyra, gel dejylrs. Coulter'a merhaba de.""Merhaba, Lyra," dedi Mrs. Coulter. Güzel ve gençti. İpek gibi parlak siyah saçları, yanak-larını çevreliyordu ve cini altın bir maymundu.91

4Aletiyometre "Umarım yemekte yanımda oturursun," dedi Mrs. Co-ulter, kanepede Lyra'ya yer açarak. "Bir Başkan Lojmanı-nın ihtişamına alışkın değilim ben. Hangi bıçakla çatalınkullanılacağını bana senin söylemen gerekecek." "Siz Kadın Âlim misiniz?" diye sordu Lyra. KadmÂlimler'e, Jordan'a yakışan bir küçümsemeyle bakardı:böyle insanlar vardı tabii, zavallıcıklar, ama elbise giydi-rilip bir oyunda oynatılan hayvanlardan daha ciddiye alı-namazlardı, asla. Öte yandan, Mrs. Coulter Lyra'nın gör-müş olduğu herhangi bir Âlim'e, hele ki diğer iki kadınkonuk olan yaşlıca, ciddi hanımlara hiç mi hiç benzemi-yordu. Lyra aslında bu soruyu hayır cevabı bekleyereksormuştu, çünkü Mrs. Coulter'da onu büyüleyen göz ka-maştırıcı bir hava vardı. Kız, gözlerini ondan ayırmaktazorluk çekiyordu. "Pek sayılmaz," dedi Mrs. Coulter. "Dame Hannah'nınkolejinin mensubuyum, ama işimin çoğu Oxford dışın-da... Bana kendinden söz et, Lyra. Hep Jordan Kole-92

KUZEY IŞIKLARIji'nde mi yaşadın?" Lyra beş dakika içinde ona yarı yabani hayatı hakkın-daki her şeyi anlatmıştı: çatı tepelerindeki gözde güzer-gahlar, Balçık yatağı muharebesi, Roger'la ikisinin birekin kargasını yakalayıp kızartmaları, çinganlarm bir darteknesini ele geçirip onunla Abingdon'a yelken açmayolundaki niyeti, vesaire. Hatta (etrafa bakıp sesini alçal-tarak) ona Roger ile birlikte mahzendeki kafataslarınayaptıkları numarayı da anlattı. "Ve bu hayaletler geldi, tamam mı, başsız halde yatakodama geldiler! Konuşmadılar, sadece gargara yapar gi-bi sesler çıkardılar, ama ne istediklerini anladım pekala.Ertesi gün aşağı indim, paralarını yerli yerine koydum.Yoksa beni öldürürlerdi herhalde!" "Demek ki tehlikeden korkmuyorsun, öyle mi?" dediMrs. Coulter hayranlıkla. O sırada yemekteydiler, veLyra'nın umduğu gibi, yanyana oturuyorlardı. Lyra öbüryanında oturan Kütüphaneci'yi yok saydı ve bütün ye-meği Mrs. Coulter ile konuşarak geçirdi. Hanımlar kahve için çekilince, Dame Hannah, "Söylebakalım, Lyra," dedi. "Seni okula gönderecekler mi?" Lyra boş boş baktı. "Nebili - bilmiyorum," dedi. Neolur ne olmaz diye, "Herhalde göndermezler," diye ek-ledi. Sonra da düşünceli bir edayla, "Onlara daha fazlazahmet vermek istemem," diye devam etti. "Ya da mas-raf ettirmek. Burada Jordan'da yaşamaya devam etsem,birazcık boş vakitleri olunca Âlimler tarafından eğitilsem

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

93

PHILIP PULLMANdaha iyi. Zaten burada olduklarına göre herhalde boş va-kitleri de olur." Bir başka kadın kolejinde Âlim olan diğer hanım,"Amcan Lord Asriel'in senin için bir planı yok mu?" diyesordu. "Evet," dedi Lyra. "Var sanırım. Okulla ilgili değilama. Bir daha gittiğinde beni de Kuzey'e götürecek." "Bana bundan söz ettiğini hatırlıyorum," dedi Mrs.Coulter. Lyra gözlerini kırpıştırdı. İki kadın Âlim yerlerinde ya-vaşça doğruldu, ama ya çok terbiyeli ya da uyuşuk olancinleri sadece birbirlerine bakıp kirpiklerini kırpıştırmak-la yetindi. Mrs. Coulter, "Onunla Kraliyet Arktik Enstitüsü'ndekarşılaştım," diye devam etti. "Aslında biraz da o karşı-laşma yüzünden buradayım.""Siz de kaşif misiniz?" diye sordu Lyra. "Bir anlamda. Defalarca Kuzey'e gittim. Geçen yıl üç ayboyunca Grönland'da Aurora gözlemlerinde bulundum." Buydu işte; o andan itibaren Lyra için başka hiçbirşey ve kimse var olamazdı. Gözlerini huşu içinde Mrs.Coulter'a dikti, onun Eskimo evi inşa etme, fokbalığı av-lama, Laponya cadılanyla görüşmeler yapma yolundakihikayelerini kendinden geçmiş halde, gıkı çıkmadan din-ledi. İki kadın Âlim'in anlatacak bunca heyecanlı hiçbirşeyi yoktu, onun için de erkekler gelene kadar sessizcebeklediler.94

KUZEY IŞIKLARI Daha sonra, konuklar gitmeye hazırlanırken Başkan,«Sen dur, Lyra," dedi. "Bir iki dakika seninle konuşmakistiyorum. Çalışma odama git, çocuğum, otur ve benibekle." Afallamış, yorulmuş, mest olmuş Lyra, onun sözünüdinledi. Uşak Cousins onu odaya götürdü ve konuklarınpaltolarını giymelerine yardımcı olduğu holden ne işler çe-virdiğini görebilmek için, manidar bir şekilde, kapıyı açıkbıraktı. Lyra Mrs. Coulter'a bakındı, ama onu görmedi.Derken Başkan çalışma odasına geldi ve kapıyı kapadı. Başkan kendini şöminenin yanındaki koltuğa bıraktı.Cini iki kanat çırpışta koltuğun arkasına uçup onun başı-nın yanında oturdu, yaşlı, kapakları şiş gözleri Lyra'nın üs-tündeydi. Başkan konuşurken lamba da yavaşça tıslıyordu. "Ee, Lyra. Mrs. Coulter'la konuşuyordun. Söylediklerihoşuna gitti mi?""Evet!""Muhteşem bir hanımdır.""Harika biri. Gördüğüm en harika insan." Başkan içini çekti. Siyah kostümü ve siyah kravatıylacinine, bir insan cinine ne kadar benzerse o kadar ben-ziyordu. Birden Lyra bir gün, hem de çok yakınlarda,onun da Büyük mabet'in mahzenindeki mezarlığa gö-müleceğini ve bir sanatçının onun tabutu için pirinç pla-kaya cininin suretini oyacağını, cinin de bu boşluğuonunla paylaşacağını düşündü...

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Başkan birkaç saniye sonra, "Seninle çok daha önce95

PHILIP PULLMANkonuşmalıydım Lyra" dedi. "Her halükarda, bunu yap-maya niyetliydim ama anlaşılan sandığımdan daha fazlazaman geçmiş. Burada Jordan'da emniyetteydin, canım.Bence mutlu da oldun. Bize itaat etmek sana kolay gel-medi ama seni çok seviyoruz, sen de asla kötü bir çocukolmadın. Tabiatında çokça iyilik ve tatlılık, çokça daazim var. Bunların hepsine ihtiyacın olacak. Dışarıdakikoca dünyada seni korumak istediğim şeyler oluyor -yani seni burada, Jordan'da tutarak demek istiyorum -ama bu artık mümkün değil."Lyra baktı, kaldı. Onu gönderecekler miydi? Başkan, "Vakti gelince okula gitmek zorunda olacağı-nı biliyordun," diye devam etti. "Sana burada bazı şeyleröğrettik ama iyi de öğretemedik, sistemli bir şekilde de.Bizim bilgimiz, farklı türde bir bilgidir. Senin, yaşlıadamların sana öğretemeyeceği şeyleri bilmeye ihtiyacınvar, hele bu yaştayken. Kendin de bunun farkında olma-lısın. Bir hizmetkar çocuğu da değilsin ki seni şehirdekibir ailenin yanına evlat edinilesin diye verelim. Bazı yön-lerden sana göz kulak olabilirlerdi belki, ama senin ihti-yaçların farklı. Demek istediğim Lyra, anlıyorsun herhal-de, hayatının Jordan Koleji'ne ait olan kısmının sona er-mekte olduğu." "Hayır," dedi Lyra, "hayır, Jordan'dan ayrılmak istemi-yorum. Burayı seviyorum. Sonsuza kadar burada kalmakistiyorum.""İnsan gençken her şeyin sonsuza dek sürdüğünü sa-96

KUZEY IŞIKLARInır. Maalesef sürmez ama. Lyra, çocukluktan çıkmana,enç bir kadın olmana pek bir şey kalmadı - en fazla,M yıl- Genç bir hanım olacaksın. Ve inan bana, o zamanjordan Koleji'nde yaşamanın hiç de kolay olmadığını gö-receksin.""Ama burası benim evim!""Evindi. Ama şimdi başka bir şeye ihtiyacın var.""Okula yok. Okula gitmeyeceğim." "Kadınlarla birlikte olmaya ihtiyacın var. Kadınlarınrehberliğine." Kadın kelimesi, Lyra'nm aklına sadece kadın Âlimler'igetiriyordu, elinde olmadan yüzünü ekşitti. Jordan'm ih-tişamından, alimliğin görkemi ve şöhretinden, Oxfordünkuzey ucunda bir kolejin tuğladan karanlık ve pis yatak-hanesinde, yemektekiler gibi lahana ve naftalin kokankılıksız kadın Âlimlerle birlikte olmak için sürgün edil-mek, ha! Başkan onun yüzündeki ifadeyi gördü, Pantala-imonün sansar gözlerinin kıpkırmızı parlamasını da."Peki, ya Mrs. Coulter?" dedi. Pantalaimon'un kürkü birden sert kahverengiden tüybeyazına döndü. Lyra'nm gözleri faltaşı gibi açıldı."Sahi mi?" "Lord Asriel'i tanıyor. Amcan, senin mutluluğunla çokilgili tabii ve Mrs. Coulter seni duyunca hemen yardım

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

teklif etti. Bu arada, Mr. Coulter diye biri yok, o bir dul.Kocası birkaç yıl önce bir kazada çok hazin şekilde öldü.9^

PHILIP PULLMANOnun için, sormadan önce bunu aklında tutsan iyi olur." Lyra evet anlamında hevesle salladı ve, "Ve sahidende... bana bakacak mı?" diye sordu."Bu hoşuna gider miydi?""Evet!" Yerinde durmakta güçlük çekiyordu. Başkan gülüm-sedi. Ö kadar ender gülümserdi ki, pratiğini kaybetmiş-ti. Ona bakan biri (Lyra fark edecek halde değildi), hü-zünle yüzünü buruşturduğunu söylerdi. "Eh, öyleyse bu konuda konuşmak için onu da içeriçağırsak iyi olur." Odadan çıktı. Bir dakika sonra Mrs. Coulter'la berabergeri döndüğünde Lyra ayağa fırlamıştı, oturamayacak ka-dar heyecanlıydı. Mrs. Coulter gülümsedi ve cini de, birküçük şeytan keyfiyle, keyifle beyaz dişlerini gösterdi. Mrs.Coulter koltuğa doğru ilerlediği sırada Lyra'nın yanındangeçerken, onun saçına da şöyle bir dokunuverdi. Lyra, içi-ne bir sıcaklık dalgası aktığını hissetti, yüzü kızardı. Başkan ona biraz brantwijn koyduktan sonra, Mrs.Coulter, "Ee, Lyra, demek bir asistanım olacak, öyle mi?"diye sordu.Lyra sadece "Evet," dedi. O anda her şeye evet derdi."Pek çok şeyde yardıma ihtiyacım var.""Çalışabilirim ben!""Seyahat etmemiz de gerekebilir.""Umurumda değil. Her yere giderim.""Ama tehlikeli olabilir. Kuzey'e gitmemiz gerekebilir."98

KUZEY IŞIKLARI Lyra'nın nutku tutuldu. Sonunda sesi geri geldi, "Ya-kında mı?" jylrs. Coulter güldü ve "Muhtemelen," dedi. "Ama bi-liyor musun, gerçekten çok sıkı çalışman gerekecek. Ma-ternatik, seyir ve gök coğrafyası öğrenmen gerekecek.""Bana siz mi öğreteceksiniz?" "Evet. Ve senin de bana notlar alarak ve kağıtlarımıdüzene koyarak, çeşitli temel hesaplar yaparak falan yar-dım etmen gerekecek. Ve bazı önemli kişileri ziyaretedeceğimiz için, sana güzel elbiseler de bulmamız gerek.Öğrenecek çok şey var, Lyra.""Umurumda değil. Hepsini öğrenmek istiyorum." "Öğreneceğinden eminim. Jordan Koleji'ne geri dön-düğünde, meşhur bir seyyah olacaksın. Şimdi, sabah çokerkenden gidiyoruz, şafak zepliniyle, onun için koşupdoğru yatağa girsen iyi edersin. Seni kahvaltıda görü-rüm. İyi geceler!" "İyi geceler," dedi Lyra, sonra bildiği birkaç görgü ku-ralını hatırlayarak, kapıda döndü ve "İyi geceler, Baş-kan," dedi.Başkan başını salladı. "İyi uykular.""Ve teşekkürler," diye Lyra ekledi, Mrs. Coulter'a. Sonunda uykuya daldı, ama Pantalaimon bir türlü ye-rinde duramıyordu. Sonunda gücenip kirpi olunca Lyra

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

onu azarladı. Birisi onu sarsıp uyandırdığında hava hâlâkaranlıktı.99

PHILIP PULLMAN"Lyra - şişşt - korkma - uyan, çocuğum." Mrs. Lonsdale'di. Elinde bir mum vardı, üzerine eğil-miş,- alçak sesle konuşuyor, boş eliyle de sıçramasın di-ye Lyra'yi tutuyordu. "Dinle. Başkan, kahvaltıda Mrs. Coulter'a katılmadanönce seni görmek istiyor. Hemen kalk ve bir koşu Loj-man'a git. Bahçeye gir, çalışma odasının penceresini tık-lat. Anladın mı?" Tamamen uyanan ve meraktan ölen Lyra başını evetanlamında salladı, çıplak ayaklarına Mrs. Lonsdale'inonun için koyduğu terlikleri geçirdi. "Elini yüzünü yıkamayı bırak -sonra yaparsın. Dos-doğru git, dosdoğru gel. Ben bavulunu toplamaya başla-rım, sana da giyecek bir şey hazırlarım. Hadi bakalım,çabuk ol." Karanlık avlu, hâlâ soğuk gece havasıyla doluydu. Te-pede son yıldızlar görülüyordu, ama doğudan gelen ışıkyavaş yavaş binanın üstündeki gökyüzüne yayılıyordu.Lyra Kütüphane Bahçesi'ne koştu ve muazzam sessizlikiçinde durup yukarı, Şapel'in taş kuleciklerine, SheldonBinası'nın inci yeşili kubbesine, Kütüphane'nin beyazaboyanmış fanusuna baktı. Artık bu manzaraları geride bı-rakacağına göre ne kadar özleyeceğini merak etti. Çalışma odasının penceresinde bir şey kıpırdadı, biran bir ışık görüldü. Lyra ne yapması gerektiğini hatırla-yarak cam kapıya vurdu. Kapı neredeyse anında açıldı."Aferin sana! Çabuk gel içeri. Çok vaktimiz yok," de-100

KUZEY IŞIKLARIdi Başkan ve o içeri girer girmez kapının perdesini yeni-cen çekti. Tam takım giyinmişti, üzerinde her zamankigibi siyahlar vardı."Gitmiyor muyum yoksa?" diye sordu Lyra. "Gidiyorsun; buna engel olamam," dedi Başkan, Lyrao anda bunun ne kadar tuhaf bir laf olduğunu fark et-medi. "Lyra, sana bir şey vereceğim, ama bunu kimseyegöstermeyeceğine söz vermelisin. Yemin eder misin?""Evet," dedi Lyra. Başkan çalışma masasına gitti, çekmecesinden siyahkadifeye sarılmış küçük bir paket aldı. Kumaşı çıkardığızaman Lyra büyük bir cep saatine ya da küçük bir masasaatine benzer bir şey gördü: pirinç ve kristalden kalınbir disk. Pusula ya da öyle bir şey olabilirdi."Bu ne?" diye sordu. "Bir aletiyometre. Sadece altı tane yapılmıştı, bu da on-lardan biri. Lyra, seni yeniden uyarıyorum: kimseye gös-terme. Mrs. Coulter da bilmezse daha iyi olur. Amcan-""İyi ama ne yapar bu?" "Hakikati söyler. Nasıl okunacağına gelince, bunukendi kendine öğrenmelisin. Git şimdi -hava aydınlanı-yor- kimse seni görmeden odana git, çabuk." Kadifeyi aletin üstüne katladı ve onun ellerine tutuş-turdu. Şaşılacak kadar ağırdı. Sonra Başkan ellerini başı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nın iki yanma götürüp bir an şefkatle öyle tutu. Lyra başını kaldırıp ona bakmaya çalışarak, "AsrielAmca hakkında ne diyecektiniz?" diye sordu.101

PHILIP PULLMAN "Amcan birkaç yıl önce bunu Jordan Koleji'ne hediyeetti. Belki de şimdi-" O sözünü bitiremeden, kapı yavaşça ama telaşla vu-ruldu. Lyra Başkan'm ellerinin istemsiz şekilde titrediği-ni hissetti. Adam yavaşça, "Çabuk ol, çocuğum," dedi. "Bu dün-yanın güçleri çok zorlu. Erkeklerle kadınlar senin tahay-yül edebileceğinden çok daha şiddetli dalgalarla sarsılı-yor ve bunlar hepimizi akıntıya sürüklüyor. Yolun açıkolsun, Lyra; Tanrı seni korusun, çocuğum, Tanrı seni ko-rusun. Doğru bildiğini yap."Lyra uslu uslu, "Teşekkür ederim, Başkan," dedi. Elindeki bohçayı göğsüne bastırarak, çalışma odasınıbahçe kapısından terk etti. Bir an geriye bakınca, Baş-kan'in cininin pencere pervazından onu gözlediğini gör-dü. Gökyüzü daha da aydınlanmıştı bile; havada hafif-ten, taze bir kıpırdanma vardı. Mrs. Lonsdale, hırpalanmış küçük bavulu pat diye ka-patarak, "O elindeki de ne?" diye sordu."Başkan verdi. Onu da bavula koyamaz mıyız?" "Geçmiş olsun. Bir daha açmam o bavulu. Her neyseonu paltonun cebine koymak zorundasın. Hadi bakalım,son hızla yemekhaneye, onları bekletme." Roger'ı ancak, uyanmış olan hizmetkarlarla Mrs. Lons-dale'e veda ettikten sonra hatırladı ve Mrs. Coulter'a rast-ladığından beri onu düşünmediği için kendini suçlu his-setti. Her şey ne kadar çabuk olup bitmişti! Ama şüphe-102

KUZEY IŞIKLARIs;z Mrs. Coulter onu aramasına yardım ederdi, ayrıcaRoger her nereye kaybolduysa onu oradan bulup çıka-rabilecek güçlü arkadaşları da olacaktı artık nasıl olsa.Eninde sonunda mutlaka ortaya çıkardı. Şimdi de Londra yolundaydı; üstelik bir zeplinde pen-cere kenarında oturuyordu. Pantalaimon'un ön ayaklarıdışarı baktığı cama yaslanmış, keskin küçük ermin pen-çeleri ise Lyra'nm uyluklarına gömülmüştü. Lyra'nınöbür yanında Mrs. Coulter oturmuş, bazı kağıtlara bakı-yordu, ama çok geçmeden onları kaldırıp konuşmayabaşladı. Hem de ne müthiş bir konuşma! Lyra sarhoş ol-muştu. Bu sefer Kuzey hakkında değil, Londra hakkın-da, restoranlarla balo salonları, Büyükelçilikler ya da Ba-kanlıklardaki suareler, White Hail ile Westminster ara-sındaki entrikalar. Onun anlattıkları neredeyse hava ge-misinin altında değişip duran manzaradan daha çok bü-yülemişti Lyra'yı. Mrs. Coulter'ın anlattıklarına bir büyü-müşlük kokusu, rahatsız edici ama aynı zamanda çekiciolan bir şey eşlik ediyordu sanki: bu, göz kamaştırıcılı-ğın kokuşuydu. Falkeshall Bahçeleri'ne inişleri, geniş kahverengi neh-ri tekneyle geçişleri, Rıhtım'daki üniformalı görevlinin(bir tür madalyalı kapıcı) Mrs. Coulter'ı selamlayıp, ifade-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

siz bir yüzle onu ölçüp biçen Lyra'ya göz kırptığı kosko-ca malikane misali blok ...Ve sonra, daire...Lyra sadece soluğunu tutabildi.103

PHILIP PULLMAN Kısa hayatında çok güzellik görmüştü, ama bunlarJordan Koleji güzelliği, Oxford güzelliğiydi -muhteşemve taştan ve erkeksi. Jordan Koleji'nde pek çok görkem-li şey vardı, ama hoş olan bir şey yoktu. Mrs. Coulter'ındairesinde ise her şey hoştu. Işık doluydu, çünkü genişpencereler güneye bakıyordu ve duvarlar altın rengindeve beyaz çizgileri olan zarif bir duvar kağıdıyla örtülmüş-tü. Yaldızlı çerçeveler içinde sevimli resimler, antikayabenzer bir cam, farbalalı abajurları olan anbarik lamba-lar taşıyan tuhaf aplikler; üstelik yastıklarda farbala var-dı, perde rayı üzerinde çiçekli perde eteklikleri, ayakla-rının altında ise yumuşak yeşil yaprak desenli bir halı.Lyra'nın masum gözüne, her yüzey hoş küçük porselenkutularla, porselenden kız çobanlar ve palyaçolarla kap-lıymış gibi göründü.Mrs. Coulter onun hayranlığı karşısında gülümsedi. "Evet, Lyra," dedi, "sana gösterecek öyle çok şey varki! Paltonu çıkar, seni banyoya götüreyim. Yıkanırsın,sonra da yemek yeyip alışverişe çıkarız..." Banyo başka bir harikaydı. Lyra musluklardan zah-metle akan suyun iyi ihtimalle ılık olduğu ve çoğu kezde pasla lekelendiği çentik çentik bir küvette, sert ve sa-rı bir sabunla yıkanmaya alışkındı. Ama burada su sıcak-tı, sabun gül pembesiydi, mis gibi kokuyordu, havlularkalındı ve bulut gibi yumuşaktı. Boyalı aynanın kenarın-da ise küçük pembe ışıklar vardı, öyle ki Lyra aynaya ba-kınca, kendi bildiği Lyra'ya pek de benzemeyen yumu-104

KUZEY IŞIKLARIsak biçimde aydınlatılmış birini gördü. Mrs. Coulter'ın cininin biçimini taklit eden Pantala-imon, küvetin kıyısına çömelmiş, ona bakıp yüzünü şe-kilden şekle sokuyordu. Lyra onu sabunlu suya itti vebirden paltosunun cebindeki aletiyometreyi hatırladı.Paltosunu öbür odadaki bir iskemlenin üstünde bırak-mıştı. Oysa Başkan'a onu Mrs. Coulter'dan saklayacağı-na söz vermişti... Evet ama bu gerçekten kafa karıştırıcıydı. Mrs. Coul-ter öyle müşfik ve bilgeydi ki, oysa Lyra Başkan'ın Asri-el Amca'yı zehirlemeye kalktığını gözleriyle görmüştü.Hangisine daha fazla itaat borçluydu ki? Kendini havluyla çabucak kuruladı ve telaşla oturmaodasına döndü, paltosu orada, elbette, el değmemiş hal-de duruyordu. "Hazır mısın?" dedi Mrs. Coulter. "Öğle yemeği içinKraliyet Arktik Enstitüsü'ne gideriz dedim. Ben ender ka-dın üyelerden biriyim, o zaman niye sahip olduğum ay-rıcalıkları kullanmayayım ki?" Yirmi dakika yürüdükten sonra taştan muhteşem bircephesi olan bir binaya gidip, masalarında kar gibi örtülerve pırıl pırıl gümüşler olan geniş bir yemek odasında otur-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dular ve buzağı karaciğeri ile domuz pastırması yediler. "Buzağıların karaciğeri iyidir," diye anlattı Mrs. Coul-ter ona, "fokbalığı karaciğeri de, ama eğer Arktik'te yiye-ceksiz kaldıysan, ayı karaciğeri yememelisin. İnsanı bir-kaç dakikada öldürecek bir zehirle doludur."105

PHILIP PULLMAN Yemeklerini yerken, Mrs. Coulter diğer masalardakibazı üyeleri ona gösterdi. "Kırmızı kravatlı yaşlıca beyefendiyi görüyor musun?O Albay Carborn. Kuzey Kutbu üzerinde balonla ilkuçan kişi. Pencerenin yanında şimdi ayağa kalkmış olanuzun boylu adam da Dr. Kırık Ok.""Bir Skraeling mi?" "Evet. Büyük Kuzey Okyanusu'ndaki okyanus akıntı-larının haritasını çıkartan adam..." Lyra onların hepsine, bu büyük adamlara, merak vehuşu içinde baktı. Alim'diler, ona şüphe yok, ama aynızamanda kaşiftiler. Dr. Kırık Ok ayı karaciğerlerini bilir-di, ama Lyra, Jordan Koleji Kütüphanecisinin bunu bile-ceğinden kuşkuluydu. Yemekten sonra Mrs. Coulter ona enstitü kütüphane-sindeki değerli Arktik yadigarlarından bazılarını gösterdi-büyük balina Grimssdur'u öldüren zıpkın; ıssız çadırın-da donarak ölmüş kaşif Lord Rukh'un elinde bulunmuşolan, üzerine meçhul bir dilde bir yazı kazınmış taş;Kaptan Hudson'un Van Tieren'in Toprağı'na yaptığımeşhur seyahatte kullandığı ateşleyici. Mrs. Coulter tektek her birinin hikayesini anlattı ve Lyra'nın göğsü, bubüyük, cesur, uzaktaki kahramanlara karşı duyduğu hay-ranlıkla kabardı. Ve sonra da alışverişe çıktılar. Bu olağanüstü gündeher şey Lyra için yeni bir tecrübe olmuştu, ama en başdöndürücüsü alışverişti. Güzel kıyafetlerle dolu, insanla-106

KUZEY IŞIKLARI onları denemenize izin verdiği, aynalarda kendinize. ^tığınız koca bir binaya girmek... Ve elbiseler de öy-le hoştu ki... Lyra'nm elbiseleri ona Mrs. Lonsdale'denaelirdi, çoğu kullanılmış ve çok yamanmıştı. Yeni bir şe-vi olduğu enderdi ve olduğunda da bu elbise görünüşüiçin değil, dayanıklılığı nedeniyle seçilirdi. Şimdiye kadarkendi için hiçbir şey seçmemişti. Ve şimdi Mrs. Coul-ter'ın şunu önermesini, bunu övmesini, hepsinin ve da-ha nicesinin parasını ödemesini görmek... İşleri bittiğinde Lyra yorgunluktan kıpkırmızıydı, göz-leri pırıl pırıl parlıyordu. Mrs. Coulter giysilerin çoğununpaketlenip gönderilmesini emretti, Lyra ile ikisi yürüye-rek daireye dönerlerken de yanma bir iki şey aldı. Sonra, mis kokulu köpüklerle dolu bir banyo. Mrs.Coulter, Lyra'nın saçını yıkamak için banyoya girdi, hemMrs. Lonsdale'in yaptığı gibi kafasını ovalayıp kazımadıda. Çok yumuşak davrandı. Pantalaimon büyük bir me-rakla bakıyordu, ta ki Mrs. Coulter ona bakana kadar. Ozaman kadının ne demek istediğini anladı ve arkasınıdöndü, altın maymunun yaptığı gibi, utanç içinde bakış-larını bu kadınlara özgü esrarlardan kaçırdı. Daha önce

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

hiç Lyra'ya bakmaması gerekmemişti. Banyodan sonra da süt ve şifalı otlardan sıcak bir içe-cek geldi; ve çiçekli yeni bir pazen gecelik ile fistolu birkenar baskısı, ayrıca yumuşak bir maviye boyanmış, ko-yun yününden terlikler; sonra da yatak.Öyle yumuşaktı ki bu yatak! Komodindeki anbarik107

PHILIP PULLMANışık öyle hafifti ki! Ve yatak odası da küçük dolaplar, birtuvalet masası, yeni elbiselerinin konacağı bir şifonyer,duvardan duvara bir halı ve yıldız, ay ve gezegen desen-

leriyle kaplanmış pek hoş perdelerle öyle sıcaktı ki! Lyra,uyuyamayacak kadar yorgun, herhangi bir şeyi sorgula-yamayacak kadar büyülenmiş halde, kıpırdamadan yattı. Mrs. Coulter ona alçak sesle iyi geceler dileyip çıkın-ca, Pantalaimon saçını çekti. Kız eliyle onu iteledi, amacini, "O şey nerde?" diye sordu. Lyra onun ne demek istediğini hemen anladı. Eski püs-kü paltosu gardıropta asılı duruyordu. Kız birkaç dakikasonra yatağa dönmüş, lambanın ışığında bağdaş kurupoturmuştu. O kara kadifeyi açıp Başkan'ın ona verdiği şe-ye bakarken Pantalaimon da yakından gözlüyordu.Lyra, "Ne demişti buna?" diye fısıldadı."Aletiyometre." Bunun ne demek olduğunu sormanın anlamı yoktu.Bütün ağırlığıyla elinde duruyordu, kristal cephesi ışıldı-yordu, pirinç gövdesi mükemmel şekilde yapılmıştı. Sa-ate ya da pusulaya çok benziyordu, çünkü kadranın üs-tündeki yerlere işaret eden kolları vardı, ama dakikalarınya da pusula noktalarının yerini birçok küçük resim al-mıştı; fildişi üzerine ince, narin bir samur fırçayla çizilmişgibi, hepsi olağanüstü hassasiyetle boyanmıştı. Lyra,hepsine bakmak için kadranı çevirdi. Bir çapa vardı; te-pesinde bir kafatası olan bir kum saati; bir bukalemun,bir boğa, bir kovan... Hepsi otuz altı taneydi ve Lyra on-108

KUZEY IŞIKLARI, rın ne anlama geldiğini tahmin bile edemiyordu. "Bu bir çark, bak," dedi Pantalaimon. "Bak bakalım,kurabiliyor musun." Gerçekten de üç tane kertikli küçük kurma mekaniz-ması vardı ve her birisi, kadran boyunca bir dizi düzgün,tatmin edici klik sesiyle hareket eden, üç kısa koldan bi-rini çeviriyordu. Onları resimlerden herhangi birine işa-ret edecek şekilde ayarlayabiliyordun ve bir kere yerle-rine tık diye oturdukları, resimlerin tam merkezini gös-terdikleri zaman, artık hareket etmiyorlardı. Dördüncü kol daha uzun ve daha narindi, öbür üçün-den daha mat bir metalden yapılmışa benziyordu. Lyraonun hareketini hiç mi hiç kontrol edemiyordu; kol, pu-sula iğnesi gibi, istediği yere savrulup gidiyordu, ancaksabitleşip kalmıyordu. "Metre, ölçüm demektir," dedi Pantalaimon. "Termo-metrede olduğu gibi. Vaiz bunu bize anlatmıştı." "Evet ama o kolay tarafı," diye fısıldadı Lyra. "Sencebu neye yarıyor?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

İkisi de bir tahminde bulunamadı. Lyra kolları şu yada bu sembole döndürerek (melek, miğfer, yunus; küre,lut, pusulalar, mum, şimşek, at) ve uzun kolun durmakbilmeyen başına buyruk savruluşunu izleyerek hayli va-kit geçirdi ve hiçbir şey anlamadıysa da, bunun karma-şıklığı ve ayrıntıları hem merakını uyandırdı, hem de çokho şuna gitti. Pantalaimon onun daha yakınına gelmekiçin fare kılığına büründü, minik ayaklarını kenarına da-109

PHILIP PULLMANyadı. İğnenin sallanışını izlerken düğme gibi gözleri me-rakla kara kara parlıyordu. Lyra, "Sence Başkan, Asriel Amca hakkında ne demekistedi?" diye sordu. "Belki de bunu saklamamız ve ona vermemiz gerek-tiğini söylemek istedi." "Ama Başkan onu zehirleyecekti! Belki de tam tersi-dir. Belki de, ona vermeyin diyecekti." "Hayır," dedi Pantalaimon, "kendisinden saklamamızgereken kişi o kadındır-"Kapı yavaşça vuruldu. Mrs. Coulter, "Lyra, senin yerinde olsam ışığı kapatı-rım," dedi. "Yorgunsun, yarın da çok işimiz var." Lyra aletiyometreyi çabucak battaniyelerin altına at-mıştı."Peki, Mrs. Coulter," dedi."Sana iyi geceler.""İyi geceler." Lyra dertop olup ışığı söndürdü. Uyumadan önce de,ne olur ne olmaz diye, aletiyometreyi yastığın altına tı-kıştırdı.ııo

5Kokteyl Parti Onu izleyen günlerde Lyra her yere Mrs. Coulter'labirlikte gitti, hani sanki kendisi de bir cinmiş gibi. Mrs.Coulter bir sürü insan tanıyordu ve her türden değişikyerde buluşuyorlardı. Sabahleyin Kraliyet Arktik Enstitü-sü'nde bir coğrafyacılar toplantısı olabilirdi, Lyra yandaoturup dinlerdi; ve sonra Mrs. Coulter şık bir restorandaöğle yemeği için bir politikacı ya da kilise mensubuylabuluşabilirdi, Lyra'yla çok ilgilenirler, ona özel yemeklerısmarlarlardı; o da kuşkonmazın nasıl yenileceğini ve şe-kerli ekmeğin tadının neye benzediğini öğrenirdi. Der-ken öğleden sonra biraz daha alışverişe çıkabilirlerdi,çünkü Mrs. Coulter keşif seferine hazırlanıyordu ve alı-nacak kürkler, muşambalar, su geçirmez çizmeler vardı,ayrıca uyku tulumları ile bıçaklar ve Lyra'nın kalbini şen-lendiren çizim aletleri. Ondan sonra çay içmeye gidebi-lir, Mrs. Coulter kadar güzel ya da başarılı olmasa daonun kadar iyi giyinmiş hanımlarla buluşabilirlerdi: ka-dın âlimlerden, çingan tekne annelerinden ya da kolej111

PHILIP PULLMANhizmetkarlarından bambaşka bir cinsiyet olabilecekmişkadar farklı kadınlar, tehlikeli güçleri ve şıklık, cazibe ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

zerafet gibi nitelikleri olan bir cinsiyet. Lyra bu durumlariçin pek hoş şeyler giyerdi, hanımlar onu pohpohlar vebu sanatçı ya da şu politikacı ya da o âşıklar hakkında-ki zarif, lezzetli konuşmalarına dahil ederlerdi. Ve akşam olunca Mrs. Coulter Lyra'yi tiyatroya götüre-bilirdi ve orada gene konuşulacak ve hayran bırakılacakbir sürü göz alıcı insan olurdu, çünkü Mrs Coulter Lond-ra'daki her önemli insanı tanıyormuş gibi görünüyordu. Bütün bu diğer etkinliklerin arasında Mrs Coulter onacoğrafya ile matematiğin temel bilgilerini öğretirdi.Lyra'nın bilgisinde büyük boşluklar vardı, büyük kısmıfareler tarafından yenmiş bir dünya haritası gibi, çünküJordan'da ona parça parça ve bağlantısız bir şekilde dersverirlerdi: bir Genç Âlim onu yakalayıp şu-şu konudaders vermek için görevlendirilir, dersler surat asmaklageçen bir hafta kadar devam ederdi, ta ki, Lyra, Âlim'iniçini ferahlatarak gelmeyi "unutana" kadar. Ya da birÂlim ona ne öğretmesi gerektiğini unutur ve uzun uzuno andaki araştırmasının, artık her neyse, konusu üzerineeğitirdi. Bilgisinin böyle yamalı bir halde olmasına şaş-mamak gerekirdi. Atomlar ve temel zerrecikleri, anbaro-manyetik şarjları ve dört temel gücü biliyordu, parça par-ça bir deneysel tanrıbilim bilgisi vardı ama güneş sistemihakkında hiçbir şey bilmiyordu. Hatta Mrs. Coulter bunufark edip de yeryüzü ile diğer beş gezegenin nasıl güne-112

KUZEY İŞIKLARI • çevresinde döndüklerini anlatınca, Lyra bu şakayakahkahayla güldü. Ancak, bazı şeyler bildiğini göstermeye de hevesliydi,5u yüzden de Mrs. Coulter ona elektronları anlatırken,bir uzman edasıyla, "Evet, negatif yüklü zerrelerdir," de-di "Biraz Toz gibi, ama Toz hiçbir şeyle yüklü değildir." O bunu söyler söylemez Mrs. Coulter'm cini ona bak-mak için kafasını tak diye çevirdi ve küçük bedenindekibütün altın tüyler havalandı, sanki yüklü olan oymuş gi-bi tüyleri diken diken oldu. Mrs. Coulter elini onun sır-tına koydu."Toz mu?" dedi."Evet. Bilirsiniz, uzaydan, o Toz.""Sen Toz hakkında ne biliyorsun, Lyra?" "Ah, uzaydan gelir, insanları aydınlatır, eğer bunu gö-recek özel türde bir kameran varsa. Ama çocukları değil.Çocukları etkilemez.""Sen bunu nereden öğrendin?" O sırada Lyra odada güçlü bir gerilim olduğunun far-kına varmıştı, çünkü Pantalaimon ermin kılığında kuca-ğına büzülmüştü ve şiddetle titriyordu. "Jordan'da biri," dedi Lyra, kaçamak bir cevapla. "Kimolduğunu unuttum. Sanırım Âlimler'den biriydi.""Derslerinden birinde miydi?" "Evet, olabilir. Ya da belki sadece geçerken duydum.Evet, sanırım öyleydi. Bu Âlim, sanırım Yeni Danimar-ka'dandı, Vaiz'le Toz hakkında konuşuyordu, ben de113

PHILIP PULLMANoradan geçiyordum, ilginç gelince de elimde olmadan

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

durup dinledim. Böyle oldu işte.""Anlıyorum," dedi Mrs. Coulter."Doğru mu, bana söylediği? Yanlış mı anlamışım?" "Eh, bilmiyorum. Eminim ki sen benden çok biliyor-sundur. Şimdi, elektronlara dönelim..." Daha sonra Pantalaimon, "Cininin bütün tüyleri dikil-mişti ya," dedi. "Ben o sırada arkasmdaydım, kadın onunkürkünü öyle sımsıkı tuttu ki parmaklarının eklemleribembeyaz oldu. Sen göremedin. Tüyleri yatışana kadarçok uzun zaman geçti. Senin üstüne atlayacak sandım." Hiç şüphe yok ki tuhaftı; ama ikisi de bundan ne çı-karacaklarını bilmiyorlardı. Bunlara ek olarak, son derece usulca ve incelikle ve-rildikleri için hiç ders duygusu uyandırmayan başka türdersler de vardı. İnsan saçını nasıl yıkar; hangi renginkendisine yakıştığına nasıl karar verir; hiç kırılmaya, gü-cenmeye yol açmayacak sevimlilikte nasıl hayır denir;nasıl ruj, pudra, koku sürülür? Elbette Mrs. CoulterLyra'ya bu son sanatları doğrudan doğruya öğretmedi,ama makyaj yaparken Lyra'nın onu gözlediğini biliyorduve kozmetikleri nereye koyduğunu görmesine dikkat et-ti, kendi başına araştırıp, onları kendi kendine deneme-si için zaman tanıdı. Zaman geçti, sonbahar kışa döndü. Lyra bazen JordanKoleji'ni düşünüyordu ama, şimdi yaşadığı hareketli ha-114

KUZEY IŞIKLARI atın yanında Kolej küçük ve sessiz kalıyordu. Arada birRoger'ı da düşünüp kendini huzursuz hissetse de, heppidilecek bir opera ya da giyilecek yeni bir elbise vardı,va da Kraliyet Arktik Enstitüsü'nün ziyaret edilmesi gere-kiyordu, böyle olunca da Roger'ı yeniden unutuyordu. Lyra'nın onun yanında kaldığı süre yaklaşık altı hafta-yı bulunca, Mrs. Coulter bir kokteyl parti düzenlemeye'karar verdi. Lyra, kutlanacak bir şey olduğu izleniminekapılmıştı, hem de Mrs. Coulter ne olduğunu asla söyle-mediği halde. Çiçek ısmarladı, ikram servisini yapanlarlakanepeleri, içkileri tartıştı ve kimi davet edeceklerine ka-rar vermek için Lyra ile bütün bir akşam geçirdi. "Başpiskopos mutlaka gelmeli. Onu dışarıda bıraka-mam, en nefret verici ihtiyar züppe olsa da. Lord Borealşelıirdeymiş, eğlencelidir. Ve Prenses Postnikova. SenceErik Andersson'u davet etmek doğru olur mu? Acabaonu kabul etmenin vakti geldi mi diye düşünüyorum..." Erik Anderson son zamanların gözde dansçısıydı.Lyra'nın "kabul etmek"in ne demek olduğu konusundaen ufak bir fikri yoktu, ama gene de görüşünü bildirmekhoşuna gidiyordu. Mrs. Coulter'ın önerdiği bütün isimle-ri itaatkarca, ama feci yazım yanlışları yaparak yazdı,Mrs. Coulter sonunda onlardan vazgeçince de hemenüstlerini çizdi.Lyra yatmaya gidince, Pantalaimon yastıktan fısıldadı: "Asla Kuzey'e gitmeyecek! Bizi sonsuza dek buradatutacak. Ne zaman kaçacağız?"115

PHILIP PULLMAN "Gidecek," diye fısıltıyla cevap verdi Lyra. "Sen ondan

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

hoşlanmıyorsun, hepsi bu. Eh, şansına küs. Ben hoşlanı-yorum. Hem bizi Kuzey'e götürmeyecek olsa neden se-yir falan öğretsin?" "Sen sabırsızlanmayasm diye. Senin gerçekte istediğinşey o kokteyl partide durup tatlı ve hoş görünmek değil.Ev hayvanına çeviriyor seni." Lyra sırtını dönüp gözlerini yumdu. Ama Pantala-imon'un dedikleri doğruydu. Bu kibar hayatta, ne kadarlüks olursa olsun, kendini hapsedilmiş ve daralmış his-sediyordu. Oxford'lu baldırıçıplak arkadaşlarıyla bir güngeçirmek, Balçıkyatakları'nda bir savaş ve kanalda biryarış uğruna her şeyi verirdi. Onun Mrs. Coulter'a karşıkibar davranmasını, ilgili olmasını sağlayan tek şey, Ku-zey'e gitme umuduyla kıvranmasıydı. Belki de Lord As-riel'le karşılaşırlardı. Belki de o ve Mrs. Coulter birbirle-rine âşık olur, evlenir ve Lyra'yı evlat edinirlerdi, sonrada Roger'ı Hamhumlar'dan kurtarmaya giderlerdi. Kokteyl partinin olacağı akşamüstü Mrs. CoulterLyra'yı moda olan bir kuaföre götürdü, orada sert koyusarı saçlarına yumuşaklık ve dalga verildi, tırnakları tör-pülenip ojelendi, hatta ona nasıl yapacağını göstermekiçin gözleriyle dudaklarına biraz makyaj bile yaptılar.Sonra Mrs. Coulter'm onun için sipariş ettiği yeni elbise-yi teslim almaya, yeni rugan ayakkabılar satın almayagittiler, sonra da daireye dönüp çiçekleri kontrol etme vegiyinme vakti geldi.116

KUZEY IŞIKLARI Lyra, hoş olduğunun farkında olmaktan dolayı ışıl ışıladayarak odasından çıktığında Mrs. Coulter, "Askılıçanta olmaz, canım," dedi. Lyra aletiyometre el altında olsun diye her yere kü-çük, omuzdan askılı beyaz deri bir çantayla gitmeyi âdetedinmişti. Mrs. Coulter, bir kısmı vazolara tıkış tıkış kon-muş gülleri gevşetirken, Lyra'nm hareket etmediğini gör-dü ve anlamlı bir şekilde kapıya baktı."Ah, lütfen, Mrs. Coulter, bu çantayı çok seviyorum!" "İçeride olmaz, Lyra. Kendi evinde askılı çanta taşı-mak komik görünür. Derhal çıkar onu ve gelip bu bar-dakları kontrol etmeme yardım et..." Lyra'nm inatla direnmesine yol açan onun ukala to-nundan çok, "kendi evinde" kelimeleri oldu. Pantala-imon yere uçtu ve anında bir sansar halini aldı, sırtınıonun küçük beyaz dizboyu çoraplarına dayayıp kabart-tı. Bundan cesaretlenen Lyra, "Ama dikkat çekmez," de-di. "Ve giydiklerimin içinde sevdiğim tek şey bu. Hemzaten uyuyor-" Cümlesini bitiremedi, çünkü Mrs. Coulter'ın cini altınrenkte bulanık bir tüy yığını halinde kanepeden fırladı,o daha yerinden kımıldayamadan Pantalaimon'u halıyayapıştırdı. Altın maymunun kavrayışından kurtulamayanPantalaimon sağa sola bükülür, bağırıp hırlarken Lyraönce hayretle, sonra da korku ve acıyla haykırdı. Birkaçsaniye içinde maymun onu alt etmişti: vahşi kara pençe-lerinden biri boğazmdaydı, arka ayaklarıyla da sansarın117

PHILIP PULLMAN

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bacaklarını tutuyordu, Pantalaimon'un kulaklarını diğerön ayağıyla tuttu ve sanki koparmak istiyormuş gibi çek-ti. Kızarak bile değil, ama görmesi korkutucu, hissetme-si daha da korkutucu olan soğuk, tuhaf bir kuvvetle.Lyra dehşet içinde hıçkırdı."Yapmayın! Lütfen! Canımızı acıtmayı bırakın!"Mrs. Coulter çiçeklerden başını kaldırıp baktı."Öyleyse sana dediğimi yap," dedi."Söz veriyorum!" Altın maymun, sanki birden usanmış gibi Pantala-imon'dan uzaklaştı. Pantalaimon hemen Lyra'ya koştu, oda cinini öpüp sakinleştirmek için yukarı, yüzünün hiza-sına kaldırdı."Hemen, Lyra," dedi Mrs. Coulter. Lyra birden arkasını döndü ve yatak odasına giripkapıyı çarptı, ama kapı daha henüz kapanmıştı ki, ye-niden açıldı. Mrs. Coulter orada, yarım metre kadaruzakta duruyordu. "Lyra eğer böyle kaba ve bayağı şekilde davranmayadevam edersen birbirimize cephe alırız ki, bunu ben ka-zanırım. Hemen o çantayı çıkar. O nahoş şekilde çattığınkaşlarına da hakim ol. Benim duyacağım ya da duymaya-cağım yerde bir daha asla kapı çarpma. Şimdi, ilk konuk-lar birkaç dakika içinde gelir, ve seni çok terbiyeli, tatlı,sevimli, masum, ilgili, her haliyle hoş biri olarak bulacak-lar. Bunu özellikle istiyorum, Lyra, beni anlıyor musun?""Evet, Mrs. Coulter."118

KUZEY IŞIKLARI"Öyleyse öp beni." Biraz eğilip ona yanağını uzattı. Lyra onu öpebilmek?Hn parmaklarının ucunda yükselmek zorunda kaldı.Nasıl kadife gibi olduğunu fark etti, bir de Mrs. Coul-ter'ın teninin hafif şaşırtıcı kokusunu: hoş kokulu, amabiraz metalik. Geriye çekildi, Mrs. Coulter'm arkasındansalona gitmeden önce, omuzdan askılı çantasını tuvaletmasasına koydu. Mrs. Coulter, sanki hiçbir şey olmamış gibi tatlı tatlı,"Çiçeklere ne dersin, canım?" diye sordu. "Sanırım gülseçince hata yapmak imkansız, ama hoş bir şey bile ki-mi zaman fazla kaçabilir... İkram servisi yeterince buzgetirmiş mi? Hadi, iyi bir kız ol da git sor. Ilık içki berbatbir şey..." Lyra Pantalaimonün tiksintisinin ve altın maymunaduyduğu nefretin her saniyesinin bilincinde olsa da, kay-gısızca davranıp sevimlilik etmeyi hayli kolay buldu.Derken kapı zili çaldı, çok geçmeden oda, modaya uy-gun giyinmiş hanımlar ve yakışıklı ya da seçkin erkek-lerle doldu. Lyra kanepe ikram ederek ya da tatlı tatlı gü-lümseyerek ve onunla konuştuklarında hoş cevaplar ve-rerek, aralarında dolaştı. Kendini evrensel bir ev hayva-nı gibi hissediyordu ve bu düşüncesini kendi kendine di-le getirdiği anda, Pantalaimon saka kuşu kanatlarını açıpyüksek sesle cıvıldadı. Lyra cininin haklı çıktığını ona kanıtlamaktan duydu-ğu neşeyi hissetti ve biraz daha kendi içine çekildi.119

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMAN Yaşlıca bir hanım, Lyra'yı katlanabilen bir gözlükle in-celeyerek, "Hangi okula gidiyorsun bakalım, canım?" di-ye sordu."Okula gitmiyorum," dedi Lyra ona. "Sahi mi? Annen seni eski okullardan birine gönderirsanmıştım. Çok iyi bir yere.." Lyra yaşlı hanımın hatasını anlayana kadar hayretiçinde kaldı. "Ah! O benim annem değil! Ben sadece burada onayardım ediyorum. Onun özel asistanıyım," dedi kendinepay çıkararak."Anlıyorum. Peki senin yakınların kirn?"Lyra gene bir an şaşırdı, sonra cevap verdi. "Kont ve kontestiler," dedi. "İkisi de Kuzey'deki birhava kazasında öldü.""Hangi kont?""Kont Belacqua. Lord Asriel'in kardeşiydi." Yaşlı hanımın kırmızı bir Macaw papağanı olan cini,sanki sinirden yapıyormuş gibi ağırlığını bir ayağındandiğerine verdi. Yaşlı hanım da merakla kaşlarını çatma-ya başlamıştı ki, Lyra tatlı tatlı gülümseyip onun yanın-dan uzaklaştı. Büyük kanepenin yakınındaki bir grup erkekle birgenç kadının yanından geçiyordu ki, Toz lafını duydu.Artık sosyeteyi, erkeklerle kadınların ne zaman flört etti-ğini anlamasına yetecek kadar görmüştü ve bu sürecibüyülenmiş gibi izliyordu, ama onu daha da fazla büyü-120

KUZEY IŞIKLARIleven Toz'dan söz edilmesi oldu. Geriye çekilip dinledi.A.danılar âlime benziyordu; genç kadının onlara sorusormasından, Lyra onun bir tür öğrenci olduğuna kararverdi. "Bir Muskovit tarafından keşfedildi -bunu zaten bili-yorsan bana sus de-" diyordu orta yaşlı bir adam, gençkadın ona hayranlıkla bakarken, "Rusakov diye bir'adam. Onun adını verip Rusakov zerrecikleri demişler.Hiçbir şekilde başka zerreciklerle etkileşmeyen temelzerrecikler -saptanması çok zordur, ama işin asıl olağa-nüstü yanı, insanların onları çekiyor görünmesi.""Sahi mi?" dedi genç kadın, gözlerini faltaşı gibi açarak. "Ve daha da olağanüstü olanı," diye devam etti adam,"bazı insanlar diğerlerinden fazla çekiyor. Yetişkinler çe-kiyor, ama çocuklar çekmiyor. En azından, ergenlik ça-ğma kadar pek çekmiyorlar. Aslında esas neden de-" se-sini alçaktı ve genç kadına daha da yaklaşarak elini sırpaylaşır havasıyla omuzuna koydu - "Adak Meclisi'ninkurulmasının esas nedeni de bu. Sevgili evsahibemiz sa-na bunu söyleyebilir.""Sahi mi? Onun Adak Meclisi ile bir ilgisi mi var?" "Canım, o Adak Meclisi'nin ta kendisi. Tümüyle onunprojesi-" Adam ona daha da fazlasını anlatacaktı ki, Lyra gözü-

ne çarptı. Lyra da gözlerini kırpmadan ona baktı. Adambelki biraz fazla içmişti, belki genç kadını etkilemeye he-vesliydi, çünkü, "Bu küçük hanım bu konuda her şeyi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

121

PHILIP PULLMANbiliyordur, eminim," dedi. "Sen Adak Meclisi'ne karşı gü-vencedesin, değil mi, canım?" "Ah, evet," dedi Lyra. "Ben buradaki herkese karşı gü-vencedeyim. Oturduğum yerde, Oxford'da her türlü teh-likeli şey vardı. Çinganlar vardı -çocukları alıp köle ola-rak Türkler'e satarlar. Sonra dolunayda Port Meadow'da,Godstow'daki eski rahibe manastırından bir kurtadam çı-kardı. Bir kere uluduğunu duydum. Sonra Hamhumlarvar..." "İşte ben de onu söylemek istiyordum," dedi adam."Adak Meclisi'ne böyle diyorlar, değil mi?" Lyra, Pantalaimon'un birden titrediğini hissetti, amacin çok terbiyeli davranıyordu. İki yetişkinin cini, bir ke-di ile bir kelebek, fark etmemiş göründü. "Hamhumlar mı?" dedi genç kadın. "Ne tuhaf isim!Neden onlara Hamhumlar diyorlar?" Lyra ona Oxfordlu çocukları korkutmak için uydurdu-ğu kan dondurucu hikayelerinden birini anlatmak üze-reydi ki, adam yeniden konuşmaya başladı. "İlk harflerinden, anladın mı şimdi? Hükmî Adak Mec-lisi. Çok eski bir fikir aslında. Ortaçağda annelerle baba-lar çocuklarını keşiş ya da rahibe olsun diye kiliseye ve-rirdi. Ve bu talihsiz veletlere adak denirdi. Adak işte,kurban, ya da sunulan bir şey. Toz işini ele aldıklarındada aynı fikre sarıldılar... Küçük dostumuzun belki de bil-diği gibi. Neden gidip Lord BoreaPa konuşmuyorsun?"diye ekledi, doğrudan Lyra'ya hitap ederek. "Eminim ki122

KUZEY IŞIKLARIjyjrs Coulter'ın himayesi altındaki kızla tanışmak ister...İste orada, saçlarına ak düşmüş, yılan cinli adam." Lyra'y1 başından atmak istiyordu ki, genç kadınla özelolarak biraz daha konuşabilsin. Lyra bunu hemen anla-mıştı- Ama belli ki genç kadın hâlâ Lyra ile ilgileniyordu,onunla konuşmak için adamın yanından kalktı."Dur bir dakika... Adın ne?""Lyra." "Benimki Adele Starminster. Gazeteciyim. Şöyle sakinsakin biraz konuşabilir miyiz?" İnsanların onunla konuşmak istemesini doğal bulanLyra, "Evet," demekle yetindi. Kadının kelebek cini havalandı, sağa sola uçuştu,sonra kanatlarını çırparak alçaldı ve ona bir şeyler fısıl-dadı. Bunun üzerine Adele Starminster, "Cumbaya gel,"dedi. Burası Lyra'nın çok sevdiği bir yerdi; nehre bakıyorduve gecenin bu saatinde güney kıyısındaki ışıklar, yüksel-miş kara sulardaki yansımalarının üstünde pırıl pırıl parlı-yorlardı. Bir römorkörün çektiği bir dizi mavna, nehirdenyukarı doğru gidiyordu. Adele Starminster oturdu ve yas-tıklı cumbada ona yer açmak için biraz öteye gitti. "Profesör Docker Mrs. Coulter'la bir bağlantın oldu-ğunu mu söyledi?""Evet." "Nedir? Kızı falan değilsin, değil mi? Öyle olsa bilir-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dim-"123

PHILIP PULLMANbiliyordur, eminim," dedi. "Sen Adak Meclisi'ne karşı gü-vencedesin, değil mi, canım?" "Ah, evet," dedi Lyra. "Ben buradaki herkese karşı gü-vencedeyim. Oturduğum yerde, Oxford'da her türlü teh-likeli şey vardı. Çinganlar vardı -çocukları alıp köle ola-rak Türkler'e satarlar. Sonra dolunayda Port Meadow'da,Godstow'daki eski rahibe manastırından bir kurtadam çı-kardı. Bir kere uluduğunu duydum. Sonra Hamhumlarvar..." "İşte ben de onu söylemek istiyordum," dedi adam."Adak Meclisi'ne böyle diyorlar, değil mi?" Lyra, Pantalaimon'un birden titrediğini hissetti, amacin çok terbiyeli davranıyordu. İki yetişkinin cini, bir ke-di ile bir kelebek, fark etmemiş göründü. "Hamhumlar mı?" dedi genç kadın. "Ne tuhaf isim!Neden onlara Hamhumlar diyorlar?" Lyra ona Oxfordlu çocukları korkutmak için uydurdu-ğu kan dondurucu hikayelerinden birini anlatmak üze-reydi ki, adam yeniden konuşmaya başladı. "İlk harflerinden, anladın mı şimdi? Hükmî Adak Mec-lisi. Çok eski bir fikir aslında. Ortaçağda annelerle baba-lar çocuklarını keşiş ya da rahibe olsun diye kiliseye ve-rirdi. Ve bu talihsiz veletlere adak denirdi. Adak işte,kurban, ya da sunulan bir şey. Toz işini ele aldıklarındada aynı fikre sarıldılar... Küçük dostumuzun belki de bil-diği gibi. Neden gidip Lord Boreal'a konuşmuyorsun?"diye ekledi, doğrudan Lyra'ya hitap ederek. "Eminim ki122

KUZEY IŞIKLARIjy[rS, Coulter'ın himayesi altındaki kızla tanışmak ister...jste orada, saçlarına ak düşmüş, yılan cinli adam." Lyra'yı başından atmak istiyordu ki, genç kadınla özelolarak biraz daha konuşabilsin. Lyra bunu hemen anla-mıştı. Ama belli ki genç kadın hâlâ Lyra ile ilgileniyordu,onunla konuşmak için adamın yanından kalktı."Dur bir dakika... Adın ne?""Lyra." "Benimki Adele Starminster. Gazeteciyim. Şöyle sakinsakin biraz konuşabilir miyiz?" İnsanların onunla konuşmak istemesini doğal bulanLyra, "Evet," demekle yetindi. Kadının kelebek cini havalandı, sağa sola uçuştu,sonra kanatlarını çırparak alçaldı ve ona bir şeyler fısıl-dadı. Bunun üzerine Adele Starminster, "Cumbaya gel,"dedi. Burası Lyra'nın çok sevdiği bir yerdi; nehre bakıyorduve gecenin bu saatinde güney kıyısındaki ışıklar, yüksel-miş kara sulardaki yansımalarının üstünde pırıl pırıl parlı-yorlardı. Bir römorkörün çektiği bir dizi mavna, nehirdenyukarı doğru gidiyordu. Adele Starminster oturdu ve yas-tıklı cumbada ona yer açmak için biraz öteye gitti. "Profesör Docker Mrs. Coulter'la bir bağlantın oldu-ğunu mu söyledi?""Evet."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Nedir? Kızı falan değilsin, değil mi? Öyle olsa bilir-dim-"123

PHILIP PULLMAN "Hayır!" dedi Lyra. "Elbette değilim. Ben onun kişiselasistanıyım." "Kişisel asistan mı? Bu iş için biraz genç değil misin?Ben seni onun akrabası falan sanmıştım. Nasıl biridir?" "Çok akıllıdır," dedi Lyra. Bu akşamdan önce olsa çokdaha fazlasını söylerdi, ama iş değişmişti. "Evet ama, kişisel olarak," diye ısrar etti Adele Star-minster. "Yani, dost canlısı mıdır, sabırsız mıdır, nedir?Burada onunla mı oturuyorsun? Özel hayatında nasıldır?""Çok iyidir," dedi Lyra kayıtsızca."Ne tür şeyler yapıyorsun? Ona nasıl yardım ediyorsun?""Hesap falan yapıyorum. Örneğin, seyir için.""Ah, anlıyorum... Peki, nerelisin? Adım ne demiştin?""Lyra. Oxford'dan geldim.""Mrs. Coulter neden seni seçti-" Birden durdu, çünkü Mrs. Coulter'in kendisi hemenyakında belirmişti. Adele Starminster'ın ona başını kaldı-

rıp bakışından ve cininin başının etrafında kanatlarını çır-parak endişeli şekilde dolaşmasından, Lyra genç kadınınaslında partide bulunmaması gerektiğini arılayabiliyordu. "Adını bilmiyorum," dedi Mrs. Coulter, sakin sakin,"Ama beş dakika içinde öğreneceğim ve bundan sonrada asla gazeteci olarak çalışmayacaksın. Şimdi çok ses-sizce ayağa kalk, mesele çıkarmadan çık git. Şunu da ek-lemeliyim ki seni buraya getiren de cezasını çekecek." Mrs. Coulter sanki bir tür anbarik güçle yüklü gibi gö-rünüyordu. Kokusu bile değişmişti: bedeninden sıcak bir124

KUZEY IŞIKLARIkoku, ısınmış metal gibi bir koku geliyordu. Lyra dahaönce de buna benzer bir şey hissetmişti, ama şimdi onubaşka birine yöneltilmiş olarak görüyordu ve zavallıAdele Starminster'in karşı çıkacak gücü yoktu. Cini gev-şek bir şekilde omuzuna düştü, bayılmadan önce gör-kemli kanatlarını bir iki kez çırpabildi ancak. Kadınınkendisi ise, ayakta zor duruyor gibiydi. Biraz tuhaf birşekilde kamburunu çıkarmış olarak, yüksek sesle konu-şan konukların arasından geçti, salonun kapısından çıkıpgitti. Bir eli omuzundaydı, baygınlık geçiren cinini düş-mesin diye tutuyordu."Ee?" dedi Mrs. Coulter Lyra'ya."Ona önemli hiçbir şey söylemedim," dedi Lyra."Ne soruyordu?""Ne yaptığımı, kim olduğumu, sadece böyle şeyler." Lyra bunu söylerken Mrs. Coulter'ın yalnız olduğunu,cininin yanında bulunmadığını fark etti. Nasıl olabilirdi kiböyle bir şey? Ama bir an sonra altın maymun yanında be-lirdi ve Mrs. Coulter elini uzatarak kolayca onu omuzunasavurdu. Birden tekrar rahat görünmeye başlamıştı. "Davetli olmadığı aşikar başka birine rastlarsan, ca-nım, gel de beni bul, olur mu?" Sıcak metalik koku yok oluyordu. Belki de Lyra onu

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

hayal etmişti. Mr Coulter'ın kokusunu yeniden duyuyor-du, ve gülleri, sigarillo dumanını, başka kadınların koku-larını. Mrs. Coulter Lyra'ya sanki "Seninle ben böyle şey-lerden anlarız, değil mi?" diyen bir tebessüm savurdu ve125

PHILIP PULLMANbaşka bazı konukları selamlamak için yanından ayrıldı.Pantalaimon Lyra'nın kulağına fısıldıyordu. "O buradayken, cini yatak odamızdan çıkıyordu. Ca-susluk yapıyordu. Aletiyometreyi biliyor!" Lyra bunun büyük bir ihtimalle doğru olduğunu his-setti, ama bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Pro-fesör, Hamhumlar hakkında ne demişti? Onu bulurumdiye etrafına baktı ama henüz görmüştü ki, üniformalıgörevli (o gece hizmetkar kılığmdaydı) ve başka biradam Profesörün omuzuna dokunup ona alçak sesle birşeyler söylediler ve bembeyaz olan adam onları izledi.Sadece birkaç saniye sürmüştü ve öyle usulca yapılmıştıki pek fark eden olmadı. Ama Lyra'yı hem endişelendir-di, hem de kendini savunmasız hissetmesine yol açtı. Partinin verildiği iki büyük odada, çevresindeki ko-nuşmaları yarım kulakla dinleyerek, denemesine izin ve-rilmeyen kokteyllerin tadıyla yarı yarıya ilgilenerek vegittikçe huysuz bir hal alarak dolaştı. Üniformalı görevliyanına gelip eğilerek onunla konuşana kadar da kimse-nin onu gözlediğinin farkına varmadı: "Miss Lyra, şöminenin yanındaki beyefendi sizinle ko-nuşmak istiyor. Tanımıyorsanız eğer söyleyeyim, LordBoreal'dır." Lyra odanın karşısına baktı. Güç sahibi biri gibi görü-nen, saçlarına kır düşmüş adam dosdoğru ona bakıyor-du. Bakışları karşılaşınca başını evet anlamında salladıve eliyle Lyra'yı çağırdı.126

KUZEY IŞIKLARI Lyra istemeye istemeye, ama şimdi biraz daha ilgi du-yarak, odayı geçip onun yanına gitti. "İyi akşamlar, çocuğum," dedi adam. Sesi yumuşak vebuyurgandı. Yılan cininin zırhlı başı ve zümrüt gözleri,yakındaki duvarda bulunan kesme camdan lambanın ışı-ğında parıldıyordu. "İyi akşamlar," dedi Lyra.<- "Eski dostum Jordan Başkanı nasıl?""Çok iyi, sağolun.""Sanırım hepsi seninle vedalaştığma üzülmüştür.""Evet, öyle." "Peki ya Mrs. Coulter seni çalıştırıyor mu? Neler öğre-tiyor sana?" Lyra kendini asi ve tedirgin hissettiği için bu tepedenbakan sorusuna doğru cevap vermediği gibi her zaman-ki hayallerine de başvurmadı. Onun yerine, "RusakovZerrecikleri'ni ve Adak Meclisi'ni öğreniyorum," dedi. Adamın dikkati derhal onun üzerinde odaklandı, tıp-kı bir anbarik fanusun ışınını odaklamanız gibi. Bütündikkatiyla ona aktı."Neler bildiğini bana söylesen nasıl olur?" dedi. "Kuzey'de deneyler yapıyorlar," dedi Lyra. Artık ken-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dini iyice pervasız hissediyordu. "Dr. Gramman gibi.""Devam et." "Toz'u görebildiğin türden özel bir fotogramları var,bir adamı gördüğünde sanki bütün ışık ona geliyormuşgibi, çocuğa hiç gelmiyor. Ya da, o kadar gelmiyor."127

PHILIP PULLMAN"Mrs. Coulter sana böyle bir resim mi gösterdi?" Lyra tereddüt etti, çünkü bu artık yalan değil başkabir şeydi, onun da bu konuda tecrübesi yoktu. "Hayır," dedi bir an sonra. "Jordan Koleji'nde bir tanegördüm.""Kim gösterdi onu sana?" "Aslında bana göstermiyordu," diye itiraf etti. "Ora-dan geçiyordum, gördüm. Ve arkadaşım Roger'ı da AdakMeclisi aldı. Ama-""Resmi sana kim gösterdi?""Asriel amcam.""Ne zaman?""En son Jordan Koleji'nde olduğum zaman." "Anlıyorum. Peki, başka neler öğreniyorsun? AdakMeclisi'nden söz ettiğini mi duydun?""Evet. Ama onu ondan duymadım, burda duydum."Ki bu da gerçeğin ta kendisi diye düşündü. Adam gözlerini kısmış ona bakıyordu. Lyra da tümmasumiyetiyle onun bakışlarına karşılık verdi. Sonundaadam başını salladı. "Demek Mrs. Coulter ona bu çalışmada yardım etme-ye hazır olduğuna karar verdi. Enteresan. Çalışmaya baş-ladın mı?" "Hayır," dedi Lyra. Ne diyordu bu adam? Pantalaimonakıllılık edip en ifadesiz şekline bürünmüş, güve olmuş-tu, onun duygularını ortaya vuramazdı; Lyra ise kendiyüzündeki masum ifadeyi koruyabileceğinden emindi.128

KUZEY İŞIKLARI"Sana çocuklara ne olduğunu söyledi mi, peki?" "Hayır, bunu söylemedi. Sadece Toz hakkında oldu-ğunu biliyorum, bir de onların bir tür kurban olduğunu." Bu da pek yalan sayılmaz diye düşündü. Mrs. Coul-ter'ın kendisi bana söyledi dememişti ki. "Kurban demek bunu fazla dramatik biçimde ifadeetmek olur. Yapılan şey, bizim olduğu kadar onların daiyiliği için. Ve elbette hepsi Mrs. Coulter'a kendi istekle-riyle geliyorlar. O da bunun için çok değerli zaten. Ka-tılmak istemeleri gerek ve hangi çocuk ona karşı koya-bilir ki? Eğer onları getirmek için seni de kullanacaksa,daha da iyi. Çok memnun oldum." Ona Mrs. Coulter'm gülümsediği gibi gülümsedi; san-ki bir sırrı paylaşıyorlarmış gibi. Lyra da ona kibar kibargülümsedi, adam başka biriyle konuşmak için arkasınıdöndü. O ve Pantalaimon birbirlerinin dehşetini hissedebili-yorlardı. Lyra kendi başına gidip onunla konuşmak isti-yordu; daireden ayrılmak istiyordu; Jordan Koleji'ne veOnikinci Merdiven'deki küçük basit yatakodasma geridönmek istiyordu; Lord Asriel'i bulmak istiyordu-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Sanki son dileğinin cevabıymış gibi, onun adındansöz edildiğini duydu ve masadaki tabaktan bir kanepealma bahanesiyle o civarda konuşan grubun yakınınagitti. Mor piskopos giysileri içindeki bir adam, ".. .Hayır,"diyordu, "Lord Asriel'in epeyce bir süre bizi rahatsız ede-ceğini sanmıyorum."129

PHILIP PULLMAN"Nerede hapis dedin?" "Svalbard kalesinde, bana öyle dediler. Muhafızlarıpanserbj0rneymiş, biliyorsunuz, zırhlı ayılar. Korkunçyaratıklar! Bin yaşına da gelse onların elinden kaçamaz.Mesele şu ki ben sahiden de yolun açık, hemen hemenaçık olduğunu-" "Son deneyler hep inandığım şeyi kanıtladı -Toz ger-çekten de karanlık ilkenin kendisinin bir yayılımı ve-""Kulağıma Zoroastra küfürleri mi çalınıyor?"" Vaktiyle küfür sayılan bir şey-""Ve eğer o karanlık ilkeyi tecrit edebilirsek-""Svalbard mı dediniz?""Zırhlı ayılar-""Adak Meclisi-""Çocuklar acı çekmiyor, eminim bundan-""Lord Asriel hapsedilmiş-" Lyra yeterince duymuştu. Döndü ve güve-Pantala-imon kadar sessizce hareket ederek yatak odasına girdi,kapıyı kapadı. Partinin gürültüsü birden kayboldu. "Ee?" diye fısıldadı ve cini hemen omuzunda bir sakakuşu oldu."Kaçacak mıyız?" diye fısıldadı o da. "Tabii. Şimdi bütün bu insanlar etraftayken yaparsakbir süre fark etmez.""Ama öteki eder." Pantalaimon Mrs. Coulter'ın cinini kastediyordu. Lyraonun kıvrak, altın bedenini düşününce korkudan mide-130

KUZEY IŞIKLARIsi bulandı. pantalaimon yiğitçe, "Bu sefer onunla dövüşeceğim,"dedi. "Ben değişebilirim, o değişemez. Öyle hızla deği-şeceğim ki beni tutamayacak. Bu sefer ben kazanaca-ğım, göreceksin." Lyra dalgın dalgın başını salladı. Ne giymeliydi acaba?Görünmeden nasıl çıkabilirdi? ? "Git de onları gözle," diye fısıldadı. "Yol açılınca, koş-mamız gerek. Güve ol," diye ekledi. "Unutma, kimseninbakmadığı anda..." Kapıyı araladı ve Pantalaimon dışarı çıktı, koridorda-ki sıcak pembe ışıkta kapkara duruyordu. Bu arada Lyra telaşla giysilerinin en sıcak tutanlarınıgiydi, daha o öğleden sonra ziyaret ettikleri şık mağaza-dan aldıkları kömür-ipek torbaların birine de biraz giysikoydu. Mrs. Coulter ona şeker verir gibi para vermişti veher ne kadar parasını müsrifçe harcamış olsa da hâlâ bir-kaç altın parası kalmıştı. Parmaklarının ucunda kapıyadoğru gitmeden önce, onları da koyu renkli kurtderisipaltosunun cebine koydu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

En son da aletiyometreyi kara kadife kumaşına sardı.Acaba o nefret verici maymun onu bulmuş muydu? Bul-muştu mutlaka; ona söylemiş olmalıydı; ah, keşke dahaiyi saklayabilseydi! Parmaklarının ucuna basarak kapıya gitti. Odası, ney-se ki, salonun en yakınındaki koridorun sonuna açılıyor-du ve konukların çoğu da daha ilerideki iki büyük oda-

131

PHILIP PULLMANdaydı. Yüksek sesle konuşmalar, kahkahalar, bir tuvale-tin sifonunun usulca çekilmesi, bardakların şıngırtısı du-yuluyordu; sonra kulağının dibinde minik bir güve sesiişitti:"Şimdi! Çabuk!" Lyra kapıdan süzülerek geçip hole çıktı, üç saniyesonra dairenin kapısını açmaktaydı. Bir an sonra da ka-pıdan geçmiş, yavaşça kapatmıştı ve gene bir saka kuşuolan Pantalaimon yanında, merdivene koşup kaçtı. 6Atılan Ağlar Hızla nehirden uzaklaştı, çünkü Rıhtım genişti ve iyiışıklandırılmıştı. Orası ile Lyra'nm bulacağından emin ol-duğu tek yer olan Kraliyet Arktik Enstitüsü arasındaarapsaçı gibi dar sokaklar vardı ve Lyra şimdi hızla o ka-ranlık labirente girdi. Keşke Londra'yı da Oxford'u tanıdığı kadar iyi tanı-saydı! O zaman hangi sokaklardan kaçınacağını bilirdi;nereden biraz yiyecek aşırabileceğini de; ya da, en iyisi,hangi kapılara vurup sığınabileceğini. O soğuk gecede,çevredeki bütün karanlık sokaklar hareketle, gizli bir ha-yatla doluydu ve o hiçbirisini bilmiyordu. Pantalaimon yabani bir kedi oldu, geceyi delen göz-lerle çevrelerindeki karanlığı taramaya başladı. Sık sıkdurup kabarıyor, Lyra da adım atacağı girişten vazgeçipdönüyordu. Gece seslerle doluydu: aniden patlayan sar-hoş kahkahaları, şarkıyla yükselen iki kulak tırmalayıcıses, bir bodrumdaki iyi yağlanmamış bir makinenin ta-kırtısı ve vınıltısı. Lyra dikkatle hepsinin içinden geçti,133

PHILIP PULLMANduyulan keskinleşmiş ve Pantalaimon'unkilerle birleş-mişti, gölgelerden ve dar sokaklardan şaşmıyordu. Arada bir tramvayların vınlayarak anbarik telleri altın-da kıvılcım saçtığı daha geniş, daha iyi aydınlatılmış birsokağın karşı tarafına geçmesi gerekiyordu. Londra so-kaklarında karşıdan karşıya geçmenin kuralları vardı,ama o bunlara aldırmıyordu bile, birisi bağırınca da ka-çıyordu. Yeniden özgür olmak iyi bir şeydi. Yanıbaşında yaba-ni kedi ayakları üzerinde sessizce yürüyen Pantala-imon'un da açıkhavada olmaktan onunla aynı ölçüde se-vinç duyduğunu biliyordu, bu hava dumanla ve kurum-la yüklü, gürültülü, puslu Londra havası olsa bile. Çokgeçmeden, Mrs. Coulter'm dairesinde duyduklarının an-lamı üzerinde düşünmeleri gerekecekti ama henüz değil.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ve sonunda da uyuyacak bir yer bulmaları gerekecekti. Pencereleri ıslak kaldırımın üzerinde pırıl pırıl parla-yan büyük bir marketin köşesine yakın bir kavşakta, birkahveci vardı: bir gölgelik gibi yukarı doğru kaldırılabi-len tahta bir kapağın altındaki tezgahıyla, tekerlekli kü-çük bir kulübe. İçeriden sarı bir ışık geliyordu, kahvekokusu dışarı süzülüyordu. Beyaz ceketli kahveci, tezga-hın üzerine eğilmiş, iki üç müşteriyle konuşuyordu. Baştan çıkarıcıydı. Lyra artık bir saattir yürüyordu, ha-va soğuk ve rutubetliydi. Serçe şekli almış Pantala-imon'la birlikte tezgaha gitti, sahibinin ilgisini çekmekiçin parmak ucunda yükseldi.134

KUZEY IŞIKLARI"Bir fincan kahve ve jambonlu bir sandviç lütfen," dedi. "Dışarıda olman için epey geç bir saat, canım," dedi

«ilindir şapkalı ve beyaz ipek fularlı bir beyefendi. "Evet," dedi Lyra, kalabalık kavşağı gözden geçirmekiçin ona sırtını dönerek. Yakınlardaki bir tiyatro o andaboşalmaktaydı, ışıklı fuayenin çevresinde birikmiş olankalabalık, taksi çağırıyor, paltolarını sırtlarına atıyorlardı.Öbür tarafta, Chthonic Demiryolları İstasyonu'nun girişivardı, orada da bir kalabalık basamakları inip çıkıyordu."Al bakalım, canım," dedi kahveci. "İki şilin." "İzin ver de bunu ben ödeyeyim," dedi silindir şapka-lı adam. Lyra, neden olmasın diye düşündü. Ondan hızlı koşa-bilirim ve daha sonra bütün parama ihtiyacım olabilir. Si-lindir şapkalı adam tezgaha bir bozuk para attı ve onagülümsedi. Cini, bir Madagaskar maymunuydu. Onun ya-kasına tutunmuş, faltaşı gibi gözlerle Lyra'ya bakıyordu. Lyra sandviçini ısırdı, gözlerini kalabalık sokaktanayırmadı. Nerede olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu,çünkü Londra'nın haritasını hiç görmemişti ve ne kadarbüyük olduğunu da, kırları bulmak için ne kadar yürü-mesi gerektiğini de bilmiyordu."Adın ne senin?" diye sordu adam."Alice." "Hoş bir isim. İzin ver de şundan kahvene koyayım...ısınasm diye..."Gümüş bir mataranın kapağını açıyordu.135

PHILIP PULLMAN"Onu sevmem," dedi Lyra. "Sadece kahve severim." "Bahse girerim daha önce hiç böyle konyak içmemiş-sindir." "İçtim. Her tarafa kustum. Tam bir şişeydi, ya da iştehemen hemen o kadar." "Nasıl istersen," dedi adam, şişeyi kendi fincanınadoğru eğerek. "Nereye gidiyorsun, böyle tek başına?"Babamla buluşacağım.""Baban kim, peki?""Bir katil.""Ne?" "Dedim ya, katil. Mesleği bu. Bu akşam da bir işi var.Yanımda ona temiz elbise getirdim, çünkü işini bitirince

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

genellikle baştan aşağı kana bulanmış olur.""Ah! Şaka ediyorsun.""Hiç de bile." Madagaskar maymunu yumuşak bir miyavlama sesiçıkardı ve adamın başının arkasından tırmandı, ona bak-mak için. Lyra kahvesini vurdumduymaz bir edayla içti,sandviçinin son lokmasını da yedi. "İyi geceler," dedi. "Babamın geldiğini gördüm. Birazöfkeli görünüyor." Silindir şapkalı adam etrafa bakındı, Lyra da tiyatro-dan çıkan kalabalığa doğru ilerledi. Chthonic Demiryo-lu'nu ne kadar merak etse de (Mrs. Coulter buranın as-lında kendi sınıflarından insanlar için yapılmadığını söy-lemişti), yeraltında tuzağa düşmekten korkuyordu; en136

KUZEY IŞIKLARIvisi gerekirse koşabileceği açıkhavada olmaktı. Yürüdü, yürüdü, sokaklar gitgide daha karanlık birhal aldı, boşaldı. Yağmur çiseliyordu ama, bulut olmasaj-,jle, şehrin gökyüzü yıldızları göstermeyecek kadar ışı-ğa bulanmıştı. Pantalaimon kuzeye gittiklerini sandığınısöyledi, ama kim bilebilirdi? Birbirinin eşi, sadece bir çöp tenekesinin sığacağı bü-yüklükte bahçeleri olan tuğla evlerin; yüksek bir duvarıntepesinde anbarik bir ışığın sönük sönük yandığı, birbekçinin mangal başında uyukladığı tel örgülü büyükçıplak fabrikaların; arada bir de, sadece dışındaki haç sa-yesinde bir depodan ayırt edilebilen loş küçük bir kilise-nin bulunduğu, sonu gelmez sokaklar. Bir seferinde bukiliselerden birinin kapısını açmaya hamle edecek oldu,ama karanlıkta, hemen oracıktaki banktan bir inilti yük-seldi. Sundurmanın uyuyan şekillerle dolu olduğunufark edip kaçtı. Kapalı ve kepenkleri inmiş dükkanların olduğu birsokakta yorgun argın yürürlerken, "Nerede uyuyacağız,Pan?" diye sordu."Bir yerlerde, bir kapı ağzında.""Görülmek istemiyoruz ama. Öyle ortadalar ki.""Aşağıda bir kanal var..." Sola giden bir yan yoldan aşağı bakıyordu. Gerçektende, hafifçe parıldayan koyu bir bölge, orada su olduğu-nu gösteriyordu ve bakmak için ihtiyatla gittiklerinde,ondan fazla mavnanın rıhtıma bağlı olduğu bir kanal li-137

PHILIP PULLMANmanı buldular. Teknelerin kimi suda yükselmiş, kimi dedarağacı gibi vinçlerin ağırlığı altında suya biraz dahafazla gömülmüştü. Bir ahşap kulübenin pencerelerindenbirinde solgun bir ışık vardı, madeni bacadan ince birduman tütüyordu; bunun dışındaki ışıklar ya depo duva-rının tepesinde ya da bir vincin köprüsünde olduğun-dan, zemin karanlık kalıyordu. Rıhtımda kömür-ruhu fı-çıları, istiflenmiş koca yuvarlak keresteler, kauçuk kaplıkablo ruloları yığılıydı. Lyra ayak parmaklarının ucunda kulübeye gidip pen-cereden içeri göz attı. İhtiyar bir adam dikkatli dikkatliresimli bir gazeteyi okuyor ve pipo içiyordu, spanyel ci-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ni masaya kıvrılıp uyumuştu. Lyra bakarken adam kalk-tı, demir sobanın üzerinden kararmış bir çaydanlık alıpgetirdi ve yeniden oturup gazetesine gömülmeden önceçatlak bir kupaya sıcak su koydu. "Bizi içeri alır mı diye sorsak mı, Pan?" diye fısıldadıLyra, ama Pan'ın dikkati başka yerdeydi: önce bir yarasaoldu, sonra bir baykuş, sonra gene yabani kedi; kız onunpaniğinden etkilenerek dört bir yana bakındı ve sonundaPan'la aynı anda onları gördü: iki adam iki yandan onadoğru koşuyordu, öndekinin elinde bir ağ vardı. Pantalaimon kulakları tırmalayan bir feryatla, bir le-opar olarak daha yakındaki adamın cinine, vahşi görü-nüşlü bir tilkiye doğru atıldı, onu geriye doğru yuvarladı,cin adamın bacaklarına dolandı. Adam küfredip yanakaçtı, Lyra da onun yanından fırlayarak iskelenin açık138

KUZEY IŞIKLARIalanlarına doğru koştu. Köşeye sıkışmaması gerekiyordu. Şimdi bir kartal olan Pantalaimon ona doğru dalışaseçerek bağırdı: "Sola! Sola!" Kız oraya doğru döndü, kömür ruhu fıçıları ile oluk-lu demirden bir hangarın kenarı arasında bir açıklık gö-rüp oraya ok gibi atıldı.Ama ah o ağlar yok mu! Havada bir ıslık sesi duydu, yanağının yanından birşey sürtünerek geçti ve fena halde canmı yaktı. Nefretverici gemici ipleri yüzüne, kollarına, ellerine dolanıp kı-pırdamasını engelledi ve Lyra yere yuvarlandı. Hırlıyor,debeleniyor, ağı yırtmaya çabalıyordu, ama boşuna.

"Pan! Pan!" Ama tilki-cin kedi-Pantalaimon'a pençe attı, Lyraonun acısını kendi etinde hissetti ve cini düşerken, hıç-kırırcasına bir çığlık attı. Adamlardan biri onun etrafına,kollarıyla bacaklarına, boğazına, vücuduna, başına, kor-donları hızla doluyor, ıslak toprakta onu defalarca sarıpsarmalıyordu. Çaresizdi, bir örümceğin ağına düşen si-nek gibi. Canı yanmış zavallı Pan ona doğru sürükleni-yordu, tilki-cin sırtını dişleriyle yakalamıştı, değişecekhali bile kalmamıştı; ve diğer adam, bir su birikintisindeyatıyordu, boynunda bir okla- Ağı bağlayan adam da bunu fark ederken, birden bü-tün dünya durdu. Pantalaimon doğrulup gözlerini kırpıştırdı, sonra hafifbir pat sesi duyuldu ve ağlı adam Lyra'nm tam karşısında139

PHILIP PULLMANtıkanıyor, boğuluyor gibi sesler çıkararak yere düştü. Lyradehşet içinde çığlığı bastı: adamdan kan akıyordu! Koşan ayak sesleri... Birisi adamı öteye doğru sürük-ledi ve üzerine eğildi; sonra başka eller Lyra'yı kaldırdı,bir bıçak hareketiyle ağ ipleri birer birer koptu. Lyra tü-kürererek onları koparırcasına üstünden sıyırdı, hemenPantalaimon'a sarılmaya koştu. Diz çökmüş dururken başını kaldırıp yeni gelenlerebaktı. Biri bir yay, diğerleriyse bıçak taşıyan üç esmeradam; o dönünce yaylı adam nefesini hızla içine çekti.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Lyra değil mi bu?" Aşina bir sesti, gene de adam öne adım atıp en yakın-daki ışık yüzüne ve omuzundaki atmacaya vurana kadarnereden tanıdığını çıkartamamıştı. Ama görünce tanıdı.Bir çingan! Gerçek bir Oxford çinganı! "Tony Costa," dedi adam. "Hatırladın mı? Jericho'dateknelerin kıyısında küçük kardeşim Billy ile oynardın,Hamhumlar onu almadan önce." "Air, Tanrım, Pan, güvendeyiz!" diye hıçkırdı Lyra,ama birden aklına bir şey geldi: o gün kaçırdığı tekneCosta'ların teknesiydi. Ya hatırlarsa?"Bizimle gelsen iyi olur," dedi Tony. "Yalnız mısın?""Evet. Kaçıyordum..." "Anlaşıldı, konuşma şimdi. Sessiz ol, yeter. jaxer, ocesetleri gölgeye çek. Kerim, çevreyi kolla." Lyra yabani kedi Pantalaimon'u bağrına basmış, titre-yerek ayağa kalktı. Cin bir şeye bakmak için dönmüştü,140

KUZEY IŞIKLARI nun bakışını izledi ve o da anlayıp birden meraka ka-nıldı: ölü adamların cinlerine ne olmuştu? Soluyorlardı,buydu cevabı; soluyor ve duman atomları gibi süzülüpgidiyorlardı, hem de insanlarına tutunmaya çalıştıklarıhalde. Pantalaimon gözlerini gizledi, Lyra da körü körü-ne Tony Costa'ya yetişmeye çalıştı."Burada ne yapıyorsunuz?" dedi. "Sus, kızım. Zaten yeterince dert var başımızda, dahafazlasını almayalım. Teknede konuşuruz." Öne düşüp onu küçük ahşap bir köprüden kanal li-manının göbeğine götürdü. Diğer iki adam sessizce ar-kalarından geliyordu. Tony döndü, rıhtımda yürüyüp ah-şap bir iskeleye çıktı, oradan da dar bir tekneye binipkabinin kapısını açtı."Gir içeri," dedi. "Çabuk ol." Lyra onun dediğini yaptı, aletiyometrenin orada oldu-ğundan emin olmak için eliyle çantasına vurdu (onu hiçelinden bırakmamıştı, ağların içindeyken bile). Uzun darkabinde, bir kancaya takılı fenerin ışığında, saçlarına akdüşmüş, elinde bir kağıtla bir masada oturan iriyarı güçlükuvvetli bir kadın gördü. Lyra, Billy'nin annesini tanıdı."Bu da nesi?" dedi kadın. "Bu Lyra olamaz, ha?" "Ta kendisi, Anne, yola çıkmamız gerek. Kanal lima-nında iki adam öldürdük. Hamhum sanmıştık ama gali-ba Türk tüccarlar. Lyra'yi yakalamışlardı. Neyse, boşverkonuşmayı- yola çıkınca konuşuruz.""Gel buraya, çocuk," dedi Costa Ana.141

PHILIP PULLMAN Lyra yarı mutlu, yarı tedirgin, onun sözünü dinledi,çünkü Costa Ana'nın sopa gibi elleri vardı, üstelik şimdiemin olmuştu: Roger ve diğer kolejli çocuklarla esir alıdıkları sahiden onların teknesiydi. Ama tekne-annesi el-lerini Lyra'nın yüzünün iki yanına koydu ve bir atmacaolan cini şefkatle Pantalaimon'un yabani kedi kafasınıyalamak için eğildi. Sonra Costa Ana koca kollarıylaLyra'yı sardı ve onu göğsüne bastırdı. "Burda n'apıyorsun bilmiyorum, ama bitkin görünü-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yorsun. Billy'nin yatağına yatarsın, hele sana sıcak birşey vereyim de iç. Şuraya otur bakayım, çocuğum." Anlaşılan korsanlığı bağışlanmış, en azından, unutul-muştu. Lyra, gazla çalışan motorun boğuk gümbürtüsütekneyi sarsarken, iyice ovalanmış bir çam masanın ge-risindeki yastıklı sıraya kaydı."Nereye gidiyoruz?" dedi. Costa Ana demir ocağa demir kulplu bir tencere ko-yuyordu ve ateşi harlandırmaya çalışıyordu. "Buradan uzaklara. Şimdi konuşmak yok. Sabaha ko-nuşuruz." Başka bir şey söylemedi, hazır olunca Lyra'ya bir fin-can süt verdi, tekne harekete geçince de güverteye çıkıparada bir erkeklerle fısıldaştı. Lyra sütü yudumladı, ka-ranlık rıhtımın yanından geçişini gözlemek için güneşli-ğin bir köşesini kaldırdı. Bir iki dakika sonra mışıl mışıluyuyordu.Dar bir yatakta, ta aşağılardan gelen rahatlatıcı maki-142

KUZEY IŞIKLARIne gümbürtüsüyle uyandı. Yerinde doğruldu, kafasınıvurdu, küfretti, etrafı yokladı ve daha dikkatli davrana-rak kalktı. Cılız gri bir ışık ona her biri boş ve güzelcedüzeltilmiş diğer üç ranzayı gösterdi; biri onunkinin al-tında, diğer ikisi ise minik kabinin diğer yanındaydı.Yandan aşağı bacaklarını sarkıtınca iç çamaşırlarıyla ol-duğunu gördü; elbisesi ile kurtderisi paltosu, alışveriştorbası ile birlikte ranzanın ayakucunda katlanmış duru-yorlardı. Aletiyometre hâlâ yerindeydi. Çabucak giyindi, uçtaki kapıdan geçince kendiniocaklı kabinde buldu, sıcacıktı. Ama orada da kimseyoktu. Pencerelerden iki tarafta da gri bir sis girdabı gör-dü, arada bir bina ya da ağaç olabilecek karanlık şekil-ler göze çarpıyordu. O güverteye çıkamadan dış kapı açıldı ve üzerine çiydamlalarının bin tane minik inci gibi konmuş olduğu es-ki bir tüvit paltoyla, Costa Ana içeri girdi. "İyi uyudun mu?" dedi, bir tavaya uzanarak. "Şimdiayak altından çekilip otur da, sana kahvaltı hazırlayayım.Öyle dikilip durma, yer yok.""Neredeyiz?" dedi Lyra. "Büyük Kavşak Kanalı'nda. Göze görünme, çocuk.Yukarı çıkmanı istemiyorum. Bela var." Tavaya iki domuz pastırması dilimi kesti, bir de yu-murta kırdı."Ne tür bela?""Başa çıkamayacağımız bir şey değil, sen ayak altın-143

PHILIP PULLMANda dolaşmazsan." Ve Lyra yiyene kadar da başka şey demedi. Tekne birnoktada yavaşladı, kenara bir şey çarptı, erkek seslerininöfkeyle yükseldiğini duydu; ama sonra birinin şakası on-ları güldürdü, sesler uzaklaştı ve tekne ilerledi. Derken Tony Costa kabine daldı. Annesi gibi onun daüzerinde inci gibi çiy damlaları vardı, yün şapkasını oca-ğın üzerinde sallayınca su damlaları sıçradı ve cızırdadı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ona ne anlatacağız, Ana?""Önce sor, sonra anlat." Tony teneke bir maşrapaya biraz kahve koyup otur-du. Güçlü, çok esmer yüzlü bir adamdı, Lyra şimdi onugün ışığında gördüğü için ifadesinde hüzünlü bir acıma-sızlık olduğunu fark etmişti. "Tamam," dedi. "Şimdi sen bize Londra'da ne yaptığı-nı söyle, Lyra. Biz seni Hamhumlar aldı sandık.""Bu hanımla yaşıyordum, tamam mı..." Lyra hikayesini beceriksizce toparladı ve sanki dağıt-maya hazır bir iskambil destesini karıştırıyormuş gibi sil-keleyip sıraya koydu. Onlara her şeyi anlattı, aletiyomet-re dışında. "Sonra dün gece bu kokteyl partide aslında ne yap-tıklarını öğrendim. Mrs. Coulter Hamhumlardan biriydi,daha çok çocuk yakalamakta ona yardım edeyim diyebeni kullanacaktı. Ve ne yapıyorlar biliyor..." Costa Ana kabinden çıkıp kaptan kabinine gitti. Tonykapı kapanana kadar bekledi, sonra sözünü kesti.144

KUZEY IŞIKLARI "Ne yaptıklarını biliyoruz. Hiç değilse, bir kısmını bi-liyoruz. Çocukların geri gelmediğini biliyoruz. ÇocuklarıKuzey'e, çok uzaklara götürüyorlar ve onların üzerindedeneyler yapıyorlar. Önce farklı hastalıklarla ilaçları de-niyorlar sanmıştık, ama bunu iki ya da üç yıl önce bir an-

da yapmaya başlamanın bir mantığı yok. Sonra Tatarlar'ıdüşündük, belki Sibirya'nın oralarda gizli bir anlaşma ya-pılmıştır dedik. Çünkü Tatarlar da kömür ruhu ve ateşmadenleri için diğer herkes gibi Kuzey'e göçmek istiyorve Hamhumlar'ın çıkmasından da önceden beri savaşsöylentileri var. Gogoklar'ın onlara çocuk vererek Tatarşeflerini satın aldıklarını düşündük, çünkü onları yiyor-lar, değil mi? Çocukları pişirip yiyorlar.""Hiç de bile!" dedi Lyra. "Yiyorlar. Anlatılacak daha bir sürü şey var. Nâlkâ-inen'leri duymuş muydun hiç?" Lyra, "Hayır," dedi. "Mrs. Coulter'dan bile duymadım.Neymiş onlar?" "Orada ormanlarda olan bir tür hayalet. Çocuk bo-yundalar, kafaları yok. Geceleri el yordamıyla dolaşıyor-lar ve eğer ormanda uyuyorsan seni yakalıyorlar, hayat-ta bırakmıyorlar. Nâlkâinen, bir Kuzey kelimesi. SonraRüzgaremiciler, onlar da tehlikeli. Havada süzülüyorlar.Bazen bir araya toplanmış Rüzgaremici öbeklerine rastlı-yorsun, ya da bir dikene takılıp yakalanmış oluyorlar. Sa-na değdikleri anda bütün gücün uçup gidiyor. Onları gö-remiyorsun, sadece havada titrek bir pırıltı şeklinde gö-145

PHILIP PULLMANzüküyorlar. Ve Soluksuzlar...""Onlar da kim?" "Yarı-öldürülmüş savaşçılar. Canlı olmak başka şey,ölü olmak başka, ama yarı ölü olmak ikisinden de beter.Bir türlü ölemiyorlar, yaşamak ise hepten uzak onlara.Dolaşıp duruyorlar öyle, sonsuza kadar. Onlara yapılmış

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

olanlar yüzünden adları da Soluksuzlar." "Ne yapılmış ki?" dedi Lyra, gözleri faltaşı gibi açılmışhalde. "Kuzey Tatarlar'ı kaburgalarını pat diye açıp akciğer-lerini çıkarıyor. Bu iş bir sanat. Onları öldürmeden yapı-yorlar ama, cinleri elleriyle pompalamazsa ciğerleri artıkçalışamıyor, sonuçta da soluk almakla soluksuz kalmakarasında bir yerdeler, hayatla ölüm arasında, yarı ölü, an-lıyorsun ya. Cinleri de gece-gündüz pompalayıp duru-yor, yoksa onlarla birlikte yok olacaklar. Bazen orman-da bütün bir Soluksuzlar müfrezesine rastlanırmış, öyleduydum. Sonra bir de panserbj0rnevax -duydun mu on-ları? Zırhlı ayı demek. Kocaman beyaz ayılar, ve-" "Evet! Duydum onları! Dün akşamki adamlardan biridedi ki amcam, Lord Asriel, zırhlı ayıların nöbet tuttuğubir kalede hapsedilmiş.""Öyle, ha? Peki ne yapıyormuş orada?" "Keşif. Ama adamın konuşmasından anladığım kada-rıyla amcamın Hamhumlarla aynı taraftan olduğunu san-mıyorum. Bence onun hapiste olmasına seviniyorlar.""Eh, eğer zırhlı ayılar başında nöbet tutuyorsa, dışarı146

KUZEY IŞIKLARIkamaz. Paralı asker gibiler, bunun ne olduğunu biliyorusun? Parayı verene kuvvetlerini satarlar. İnsanlar gibiPİleri var, çok eskilerde demir işleme hüneri edinmişler,en Ç°k ^a meteorik demir, ondan kocaman tabakalarlaplakalar yapıp kendi üstlerini kaplıyorlar. YüzyıllardırSkraeling'lere baskın yaparlar. Gaddar katillerdir, hiç acı-maları yoktur. Ama sözlerini tutarlar. Bir panserbj0rn'\apazarlık edersen eğer, bu pazarlığa güvenebilirsin."Lyra bu dehşet verici olayları korku içinde ölçüp biçti. Tony biraz sonra, "Annem Kuzey hakkında bir şeyduymak istemiyor," dedi, "Billy'nin başına gelmiş olabi-lecek şeyler yüzünden. Onu Kuzey'e götürdüklerini bili-yoruz, anlıyorsun ya?""Nerden biliyorsunuz?" "Hamhumlardan birini yakalayıp konuşturduk. Bu-nun için biliyoruz neler yaptıklarını, biraz da olsa. O düngeceki iki tanesi Hamhum değildi; fazla beceriksizdiler.Eğer Hamhum olsalardı onları canlı ele geçirirdik. Anlı-yorsun ya, Hamhumlar biz Çingan halkına herkesten be-ter bir darbe vurdu, ne yapacağımıza karar vermek içintoplanıyoruz. Dün gece de o yüzden kanal limanmday-dık, kumanya alıyorduk, çünkü Bataklık'ta büyük birtoplantı var, biz buna Kementleme deriz. Bana sorarsan,diğer çinganların bildiklerini duyunca, bilgimizi bir ara-ya getirince, bir kurtarma ekibi yollarız herhalde. Yani,ben John Faa olsam böyle yaparım."John Faa da kim?"147

PHILIP PULLMAN"Çinganların kralı." "Çocukları sahiden kurtaracak mısınız? Peki, ya Ro-ger'ı?""Roger da kim?" "Jordan Koleji mutfak uşağı. Tıpkı Billy gibi onu da

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

aldılar, ben Mrs. Coulter'la gelmeden bir gün önce. Bah-se girerim ki, beni alsalar o gelip kurtarırdı. Eğer sizBiUy'yi kurtaracaksanız, ben de gelip Roger'ı kurtarmakisterim." Ve Asriel Amca'yı diye düşündü, ama bir şey söyle-medi. 7JohnFaa Lyra şimdi kafasında bir görev edindiği için kendiniçok daha iyi hissediyordu. Mrs. Coulter'a yardım etmekde fena değildi, ama Pantalaimon haklıydı: aslında oradadoğru dürüst bir iş yapmıyordu, sadece cici bir ev hayva-nıydı. Çingan teknesinde ise gerçek iş vardı, Costa Anada dalga geçmesine hiç meydan vermiyordu. Lyra temiz-lik yapıyor, etrafı süpürüyor, patates soyuyor, çay demli-yordu, pervane milinin yataklarını yağlıyor, pervaneninüzerindeki yosun-kapanını temiz tutuyor, bulaşık yıkıyor,havuz kapaklarını açıyor, demirleme mahallerinde tekne-yi bağlıyordu ve birkaç gün içinde sanki çingan olarakdoğmuş gibi bu yeni hayatı tamamen benimsemişti. Fark etmediği şey ise Costalar'm, su kıyısı halkınınLyra'ya gösterebileceği olağandışı ilgi işaretlerine karşıher saniye tetikte olduklarıydı. Kendi daha önce fark et-memiş olsa bile o önemliydi ve Mrs. Coulter ile AdakMeclisi'nin onu her yerde arayacağı kesindi. Gerçektende Tony yoldaki pub'larda yapılan dedikodulardan poli-149

PHILIP PULLMANsin hiçbir açıklamada bulunmaksızın evlere, çiftliklereinşaat şantiyelerine ve fabrikalara baskınlar düzenlediği-ni öğrenmişti. Kayıp bir kızı aradıkları yolunda da bir mvayet vardı. Bu da başlı başına tuhaftı, kaybolup da hiçaranmayan onca çocuk düşünülecek olursa. Çinganlarıda, kara halkını da, gergin ve sinirli bir hal almıştı. Costalar'ın Lyra'ya duyduğu ilginin bir başka nedenidaha vardı, ama o bunu birkaç gün sonrasına kadar öğ-renemeyecekti. Böylece, bir havuz kapağı bekçisinin kulübesini ya dabir kanal limanını geçtikleri zaman, ya da avarelerin ta-kılma ihtimali olan yerlerde, onu güvertenin altında tut-tular. Bir seferinde polisin su yolundan gelen bütün tek-neleri aradığı ve her iki yönde trafiği durdurduğu bir ka-sabadan geçtiler. Ama Costa'lar bunun da üstesindengeldi. Ana'nın ranzasının altında gizli bir bölme vardı,polis iki saat süreyle tekneyi sonuç alamadan harmanederken, Lyra burada sıkışmış halde yattı. Daha sonra, "İyi ama neden cinleri beni bulmadı?" di-ye sordu, Ana da ona gizli bölmenin astarını gösterdi:cinler üzerinde uyutucu etkisi olan sedir ağacı tahtası.Gerçekten de Pantalaimon bütün bu süreyi Lyra'nın ba-şının yanında mutlu bir şekilde uyuyarak geçirmişti. Costa'larm teknesi ağır ağır, birçok yerde durup, bir-çok yerden saparak Bataklıklar'a; Doğu Anglia'da bulu-nan, muazzam göklere ve uçsuz bucaksız bataklara sa-hip o geniş ve haritası asla tam olarak çıkarılmamış ya-150

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

KUZEY IŞIKLARIı anıl araziye yaklaştı. En uzak ucu sığ denizin koyları veelgit haliçleriyle, denizin öbür tarafı ise Hollanda ileırt edilemez şekilde karışıyordu: Bataklıklar'in bazı bö-lümlerinin suyu oraya yerleşen Hollandalılar tarafındanboşaltılmış, üzerine setler yapılmıştı. Böylece Bataklık-lar'm dili Felemenk dilinin izleriyle doluydu. Ama suyuasla boşaltılmamış, bitki ekilmemiş ya da yerleşilmemiş,yılanbalıklarının yüzdüğü ve su kuşlarının üşüştüğü, te-kinsiz bataklık ateşlerinin yandığı, pusuya yatanların ih-tiyatsız seyyahları kandırıp bataklarda felaketlerine çek-tiği en vahşi merkezi bölgelere gelince, işte çingan halkıhep buralarda toplanmayı güvenli bulmuştu. Ve şimdi çingan tekneleri bin tane yılankavi kanaldanve koydan ve su yolundan, yüzlerce milkarelik bataklıkalandaki biraz olsun yüksek tek arazi parçası olanByanplats'a doğru gidiyordu. Orada, çevresinde kalıcıbir mesken öbeği olan, ahşaptan yapılma kadim bir top-lantı binası vardı; ayrıca rıhtımlar, iskeleler ve bir yılan-balığı pazarı da. Çinganlar, ailelerin toplanması anlamı-na gelen Byankementlemesi için çağrıda bulunulunca suyollarını öyle çok tekne doldururdu ki, güvertelerindeher yönde miller boyunca yürüyebilirdiniz; ya da, öylederlerdi. Çinganlar Bataklıklar'a hakimdi. Başka hiç kim-se buraya girmeye cesaret edemezdi ve çinganlar barışıkorur, adilane ticarette bulunurken, kara halkı ardı arka-sı kesilmeyen kaçakçılığa ve arada bir patlak veren kav-galara göz yumardı. Eğer bir çingan cesedi kıyının aşağı-151

PHILIP PULLMANlarında sahile sürüklenir ya da bir balık ağına takılırsa,eh - n'olmuş, olup olacağı bir çingan işte. Lyra Bataklıklar'da yaşayanların, büyük hayalet kö-pek Kara Shuck'ı, cadı yağı kabarcıklarından doğan ba-taklık ateşlerinin hikayelerini, büyülenmiş halde dinledive daha Bataklıklar'a varmadan kendine çingan gözüylebakmaya başladı. Kısa sürede Oxford sesine geri dön-müştü, şimdi de Bataklık-Felemenk kelimeleriyle eksik-siz bir çingan sesi geliştiriyordu. Costa Ana ona birkaçşeyi hatırlatmak durumunda kaldı. "Sen çingan değilsin, Lyra. Çalışırsan kendine çingansüsü verebilirsin, ama biz sadece çingan dilinden ibaretdeğiliz. Derinliklerimiz, kuvvetli akıntılarımız vardır. Biztepeden tırnağa su insanıyız, sense değilsin, sen ateş in-sanısın. En çok bataklık ateşine benziyorsun, çingan pla-nında yerin bu; senin ruhunda cadı yağı var. Aldatıcı, iş-te sen busun, çocuk."Lyra incinmişti."Ben kimseyi aldatmadım! Sorun hele..." Soracak kimse yoktu, tabii. Costa Ana güldü, ama şef-katle. "Sana iltifat ettiğimi görmüyor musun, seni kaz yavru-su?" dedi. Lyra da, anlamasa bile, sakinleşti. Byanplats'a vardıklarında akşam olmuştu ve güneşkanlı bir gökyüzünde batmak üzereydi. Alçak ada ve Za-al da aynı etraftaki kümelenmiş binalar gibi ışığın önün-de kara kara tümsekler oluşturmuşlardı. Durgun havada152

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

KUZEY IŞIKLARI• ecik dumanlar yükseliyordu ve her yandaki tekneler-den kızaran balıkların, yapraksomununun ve jenniverruhunun kokuları geliyordu. Tekneyi Zaal'a yakın bir yere, Tony'nin kuşaklardanberi aileleri tarafından kullanıldığını söylediği bir demirle-me yerine bağladılar. Derken Costa Ana, tavayı faaliyetegeçirdi, içinde iki tane tombul yılanbalığı tıslayıp yağlar?saçıyordu, patatestozu için çaydanlığı da ateşe koydu.Tony ile Kerim saçlarını yağladılar, en iyi deri ceketlerinigiyip mavi puantiye eşarplarını bağladılar, parmaklarınıgümüş yüzüklerle doldurdular ve komşu teknelerde eskidostlarla selamlaşmaya, en yakındaki barda bir-iki kadehiçmeye gittiler. Önemli haberlerle geri döndüler. "Tam vaktinde gelmişiz. Kementleme bu gece yapılı-yor. Ve kasabada diyorlar ki -buna ne dersiniz, baka-lım?- kayıp çocuk, bir çingan teknesindeymiş ve bu ge-ce Kementleme'de ortaya çıkacakmış!" Yüksek sesle güldü ve Lyra'nın saçını karıştırdı. Ba-taklıklara girdiklerinden beri gittikçe daha iyi huylu ol-muştu, dışarıda yüzünde görülen o vahşi kasvet, sankibir maskeydi. Ve Lyra, çabucak yemeğini yer, bulaşıkla-rı yıkar, saçını tarayıp aletiyometreyi kurtderisi paltosu-nun cebine koyar ve yokuş yukarı Zaal'a doğru yola ko-yulan bütün diğer ailelerle kıyıya atlarken, yüreğinde birheyecanın büyüdüğünü hissediyordu. Tony'nin şaka yaptığını sanmıştı. Çok geçmeden yap-madığını anladı, ya da kendisinin sandığı kadar çok çin-153

PHILIP PULLMANgana benzemediğini, çünkü birçok kişi gözünü dikinbaktı, çocuklar parmaklarıyla gösterdiler ve Zaal'ın bü-yük kapılarına geldiklerinde, her iki taraflarında, gözleri-ni dikip bakmak ve onlara yer açmak için geriye çekilenkalabalığın ortasında, tek başlarına yürüyorlardı. O zaman Lyra gerçekten tedirgin olmaya başladı.Costa Ana'ya sokulup onun yanında kaldı, Pantalaimonise büyüyebileceği kadar büyüyüp ona güvence vermekiçin panter biçimini aldı. Costa Ana, sanki dünyada hiç-bir şeyin onu durdurması ya da daha hızlı hareket ettir-mesi mümkün değilmiş gibi basamakları ağır ağır çıktı,

Tony ile Kerim de onun iki yanında prensler gibi gurur-la yürüdüler. Salon, izleyicilerin yüzleriyle bedenlerini yeterince ısı-tan, ama yüksek çatı kirişlerini karanlıkta bırakan naftalambalarıyla aydınlatılmıştı. İçeri giren insanlar yerdekendilerine yer bulabilmek için mücadele etmek zorun-da kaldı, sıralar zaten dolmuştu; ama aileler yer açmakiçin sıkıştı, çocuklar kucağa çıktı, cinler ise ya ayaklar al-tında kıvrıldı ya da kaba ahşap duvarlara tüneyip ayakaltından çekildiler. Zaal'ın önünde, sekiz tane oyma tahta sandalyeninyerleştirildiği bir platform vardı. Lyra ile Costa'lar salo-nun kenarında ayakta duracak yer bulurken platformunarka tarafındaki gölgeler arasından sekiz adam belirdi vesandalyelerin önünde durdular. Birbirlerini susturup en

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yakındaki banklara sıkışan dinleyicilerden bir heyecan154

KUZEY İŞIKLARIdalgasl yükseldi. Sonunda sessizlik oldu ve platformda-ki adamların yedi tanesi oturdu. Ayakta kalan adam, yetmiş küsur yaşında ama uzunboylu, boğa boyunlu ve güçlüydü. Çoğu çingan gibi, sa-de yelken bezinden bir ceketle ekose gömlek giyiyordu;kuvvetli ve otoriter havası dışında, onu diğerlerindenayıran bir şey yoktu. Lyra bu havayı tanıdı: Asriel Am-ca'da vardı, Jordan Başkanında da. Bu adamın cini, Baş-kan'ın kuzgununa çok benzeyen bir kargaydı. Tony, "Bu John Faa, batı çinganlarınm efendisi," diyefısıldadı.John Faa, kalın bir sesle ağır ağır konuşmaya başladı. "Çinganlar! Kementleme'ye hoşgeldiniz. Buraya dinle-meye geldik, karar vermeye geldik. Hepiniz niye oldu-ğunu biliyorsunuz. Burada bir çocuğunu kaybetmiş çokaile var. Kimileri iki tane kaybetti. Biri onları alıyor. El-bette kara halkı da çocuk kaybediyor. Kara halkıyla bukonuda bir kavgamız yok. "Şimdi, bir çocuk ve bir ödül hakkında konuşuluyor.İşte bütün dedikodulara son verecek olan hakikat. Çocu-ğun adı Lyra Belacqua ve kara halkı polisi tarafındanaranıyor. Onu teslim edene bin altın ödül vaat edilmiş.Bir kara halkı çocuğu, bizim himayemizde ve öyle kala-cak. Bin altının cazibesine kapılan biri varsa, kendinekarada ya da suda olmayan bir yer bulsa iyi eder. Onuteslim etmiyoruz."Lyra, saçlarının kökünden başlayan bir kızarmanın155

PHILIP PULLMANayak topuklarına kadar indiğini hissetti; Pantalaimon, sak-lanabilmek için kahverengi bir güve olmuştu. Çevrelerin-deki bütün gözler onlara doğru dönüyordu ve Lyra ancakbaşını kaldırıp güvence için Costa Ana'ya bakabildi.Ama John Faa gene konuşuyordu. "Ne kadar konuşursak konuşalım, hiçbir şeyi değişti-remeyiz. Bir şeyleri değiştirmeyi istiyorsak, harekete geç-meliyiz. İşte size bir gerçek daha: Hamhumlar, o çocukhırsızları, tutsaklarını Kuzey'deki, ta karanlık topraklar-daki bir kasabaya götürüyor. Onlara orada ne yapıyorlarbilmiyorum. Kimi diyor ki, öldürüyorlarmış, başkalarıbaşka şeyler söylüyor. Bilmiyoruz. "Bildiğimiz şey, bunu kara polisi ve ruhban sınıfınınyardımıyla yaptıkları. Karadaki her güç onlara yardımediyor. Bunu hatırlayın. Neler olduğunu biliyorlar veyardım edebilecekleri her an, yardım edeceklerdir. "Benim teklif ettiğim şey hiç kolay değil. Ve sizin ka-bul etmenize, katılımınıza ihtiyacım var. Ben diyorum kio çocukları kurtarıp buraya sağ olarak getirmek için Ku-zey'e bir savaşçı grubu yollayalım. Diyorum ki, altınımı-zı bu işe koyalım, hem de bir araya getirebildiğimiz hertür hüneri ve cesareti. Evet, Raymond van Gerrit?" Dinleyiciler arasındaki bir adam elini kaldırmıştı, JohnFaa o konuşsun diye yerine oturdu. "Kusura bakma, Lord Faa. Çingan çocukları gibi esir

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

alınmış kara halkı çocukları da var. Yani şimdi onları dakurtaralım mı diyorsunuz?"156

KUZEY IŞIKLARIJohn Faa cevap vermek için ayağa kalktı. "Raymond şimdi sen şunu mu diyorsun; küçük birkorkmuş çocuk grubuna varmak için her türlü tehlikeyleboğuşalım, sonra da oraya gidince bazılarınız eve gelebi-lir diğerlerinin burada kalması gerekiyor mu diyelim? Ha-yır, sen böyle bir şey yapmayacak kadar iyi bir adamsın.Eh, bana onayınızı veriyor musunuz, dostlarım?" Soru onları gafil avlamıştı, anlık bir tereddüt oldu;ama sonra yürekten gelen bir kükreme salonu doldurdu,eller havaya kaldırılıp alkışlandı, yumruklar sallandı, ses-ler yükseldi, heyecanlı bir yaygara koptu. Zaal'ın çatı ki-rişleri sarsıldı ve karanlıktaki tüneklerinde uyuyan kuşlarkorkuyla uyanıp kanatlarını çırptı, aşağı küçük toz sağa-nakları indi. John Faa gürültünün bir dakika sürmesine izin verdi,sonra elini yeniden kaldırarak sessizlik istedi. "Bunu örgütlemek biraz vakit alacak. Aile reislerininbir vergi koymasını ve toplamasını istiyorum. Üç günsonra gene burada buluşacağız. Şimdiyle o an arasındaben bahsini ettiğim çocukla ve Farder Coram'la konuşa-cağım, bir daha buluştuğumuzda size bir plan sunayımdiye. Hepinize iyi geceler." Onun müthiş, yalın karizması diğerlerini sakinleştir-meye yetmişti. Dinleyiciler koca kapılardan geçip, tekne-lerine ya da küçük yerleşimin kalabalık barlarına gitmekiçin serin akşama çıkmaya hazırlanırken, Lyra, CostaAna'ya sordu:157

PHILIP PULLMAN"Platformdaki öbür adamlar kim?""Altı ailenin başkanları, öteki adam da Farder Coram." Kimi kastettiğini anlamak kolaydı, çünkü Farder Co-ram oradaki en yaşlı adamdı. Bastonla yürüyordu veJohn Faa'nın arkasında oturduğu süre boyunca, sanki sıt-ma nöbetine tutulmuş gibi titreyip durmuştu. "Gel bakalım," dedi Tony. "En iyisi ben seni JohnFaa'ya götüreyim de saygılarını sun. Ona Lord Faa diyehitap edeceksin. Sana ne soracak bilmiyorum ama, doğ-ruyu söylemekten şaşayım deme." Pantalaimon şimdi serçe olmuştu ve Lyra kalabalığıniçinden platforma doğru Tony'yi izlerken, merakla omuzun-da oturuyordu, pençeleri kurtderisi paltoya gömülmüştü. Tony onu yukarı kaldırdı. Salondaki herkesin kendi-sine baktığını bilen ve birden bin altın ettiğinin bilincin-de olan Lyra kızardı ve tereddüt etti. Pantalaimon onungöğsüne atlayıp bir yabankedisi oldu, kollarında oturupetrafa bakarken hafifçe tısladı. Lyra itildiğini hissetti, John Faa'ya doğru ilerledi. Sertve iriyarıydı, yüzü ifadesizdi, erkekten çok bir kaya sü-tununa benziyordu, ama eğilip, sıksın diye elini uzattı.Lyra da elini uzatınca, eli onun elinin içinde neredeysekayboldu."Hoşgeldin, Lyra," dedi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra yakından onun sesinin toprağın kendisi gibigümbürdediğini fark etti. Pantalaimon olmasa ve JohnFaa'nın taş gibi ifadesi biraz sıcaklaşmasa tedirgin olur-158

KUZEY IŞIKLARIJ Adam ona büyük bir şefkatle muamele ediyordu."Teşekkür ederim, Lord Faa," dedi. "Şimdi müzakere odasına gel de konuşalım," dediTohn Faa. "Seni doğru dürüst besliyor mu Costa'lar?""Ah, evet. Yemekte yılanbalığı yedik.""Umarım doğru dürüst Bataklık yılanbalıklarıdır." Müzakere odası, kocaman şömineli, büfeleri gümüşve porselenle dolu, on iki iskemleyle çevrelenmiş ve yıl-lar içinde koyu bir renk almış ağır bir masası bulunan,rahat bir yerdi. Platformdaki diğer adamlar başka yerlere gitmişlerdi,ama titreyen ihtiyar adam hâlâ onlarlaydı. John Faa Lyra'ya "Sen benim sağımda otur bakayım,"dedi ve masanın başındaki iskemleye geçti. Lyra kendi-sini Farder Coram'm karşısında buldu. Kurukafa gibi yü-zünden ve mütemadiyen titremesinden biraz korkmuştu.Cini, sonbahar renginde, koskocaman, güzel bir kediydi;

kuyruğunu havaya dikmiş, masada dolaşıyordu. Pantala-imon'u zerafetle inceledi, burnunu şöyle bir burnuna do-kundurdu, sonra da Farder Coram'm kucağına yerleşipgözlerini yarı kapatarak usulca mırıldanmaya başladı. Lyra'mn daha önce fark etmediği bir kadın, üzerindebardaklar olan bir tepsiyle gölgelerin arasından çıktı,tepsiyi John Faa'nın önüne koydu, reverans yaptı ve git-ti- John Faa taş bir çanaktan küçük bardaklara kendisi veFarder Coram için jenniver, Lyra'ya da şarap koydu."Ee," dedi John Faa. "Demek kaçtın, Lyra?"159

PHILIP PULLMAN"Evet.""Kaçtığın hanım kimdi, peki?" "Adı Mrs. Coulter. Önce hoş olduğunu düşünmüştüm,ama onun Hamhumlar'dan biri olduğunu anladım. Biri-nin Hamhumlar'm ne olduğunu söylediğini duydum, on-lara Hükmî Adak Meclisi deniyormuş, o da başındaydı,hepsi onun fikriydi. Ve hepsi bir plan üzerinde çalışıyor-du, neydi bilmem, ama beni onlar için çocuk bulmayayardım ettireceklerdi, bir tek onu biliyorum. Oysa aslabilmiyorlardı ki...""Neyi asla bilmiyorlardı?" "İşte, alınmış bazı çocukları tanıdığımı asla bilmiyor-lardı. Jordan Koleji'nden Mutfak uşağı arkadaşım Rogerve Billy Costa, bir de Oxford'da Kapalı Pazar'dan aldık-ları bir kız. Ve bir şey daha... Amcam, tamam mı, LordAsriel. Onun Kuzey'e yaptığı yolculuklardan söz ettikle-rini duydum ve Hamhumlar'la bir ilgisi olduğunu san-mam. Çünkü gizlice Başkan ile Jordan Alimler'ini izliyor-dum, tamam mı, onlar dışında kimsenin gitmemesi gere-ken İstirahat Odası'nda saklandım ve onlara Kuzey'eyaptığı keşif seferinden, gördüğü Toz'dan söz ettiğiniduydum, bir de Stanislaus Grumman'ın başını geri getir-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

miş, Tatarlar'ın delik açtığı başını. Ve şimdi de Hamhum-lar onu bir yerlere kapamış. Başında zırhlı ayılar bekli-yormuş. Onu kurtarmak istiyorum." Orada otururken, sandalyenin yüksek oymalı arkalığı-nın önünde küçücük ama vahşi ve inatçı görünüyordu.160

KUZEY IŞIKLARIiki ihtiyar adam gülümsemekten kendilerini alamadılar,arna Farder Coram'ınki rüzgarlı bir mart gününde gölge-leri kovalayan güneş ışığı gibi yüzünden titreyip geçentereddütlü, dolgun, karmaşık bir ifadeyken, John Faa'nmtekessümü ağır, sıcak, sade ve müşfikti. "En iyisi sen bize amcanın o akşam neler dediğinisöyle," dedi John Faa. "Hiçbir şeyi atlayayım deme ama.Bize her şeyi anlat." Lyra da öyle yaptı, Costa'lar'a anlattığından daha ya-vaş, ama daha da dürüstçe. John Faa'dan korkuyordu,en çok da şefkatinden korkuyordu. Sözünü bitirdiğindeFarder Coram ilk kez konuştu. Sesi dolgun ve müzikal-di, cininin kürkündeki renkler kadar çok tonu vardı. "Şu Toz," dedi. "Ona hiç başka bir şey dediler mi,Lyra?" "Hayır. Sadece Toz. Mrs. Coulter bana ne olduğunusöyledi, temel zerrecikler, ama bütün dediği bu." "Ve çocuklara bir şey yaparak bu konuda daha fazlabilgi sahibi olabileceklerini düşünüyorlar, öyle mi?" "Evet. Ama nasıl, bilmiyorum. Sadece amcam... Sizesöylemeyi unuttuğum bir şey var. Onlara bazı fanuslu fe-ner slaytları gösterirken, bir tanesi daha vardı. Rorora-""Ne, ne?" dedi John Faa."Aurora," dedi Farder Coram. "Doğru, değil mi, Lyra?" "Evet, öyle. Ve Rorora'nm ışıklarında şehir gibi bir şeyvardı.Kuleler, kiliseler, kubbeler falan. Biraz Oxford gi-biydi, en azından ben öyle düşündüm. Ve Asriel Amca16ı

PHILIP PULLMANbununla daha fazla ilgiliydi sanırım, ama Başkanla öbürAlimler Toz'la daha çok ilgilendi; tıpkı Mrs. Coulter veLord Boreal ve ötekiler gibi.""Anlıyorum," dedi Farder Coram. "Bu çok ilgi çekici." "Bak şimdi, Lyra," dedi John Faa, "Bir şey anlatacağımsana. Bu Farder Coram bilge adamdır. Bir kahindir.Toz'la, Hamhumlar'la, Lord Asriel'le ve her şeyle ilgiliher şeyi izliyor ve seni de izliyor. Costa'lar ve aslına ba-karsan beş altı aile daha, ne zaman Oxford'a gitseler, dö-nüşte haber getiriyorlardı. Senin hakkında, çocuk. Bunubiliyor muydun?" Lyra başını salladı. Korkmaya başlamıştı. Gerçi Panta-laimon kimsenin duyamayacağı kadar derinden hırlıyor-du, ama Lyra bunu, onun kürkünün derinliklerindekiparmak uçlarıyla hissediyordu. "Ya, öyle," dedi, John Faa, "bütün yaptıklarının habe-ri burdaki Farder Coram'a gelir."Lyra kendini daha fazla tutamadı."Ona zarar vermedik! Doğru söylüyorum! Bir parça-cık çamur, hepsi bu! Zaten çok uzağa da gidemedik-""Sen neden söz ediyorsun, çocuk?" diye sordu John

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Faa.Farder Coram güldü. Gülünce titremesi durdu, yüzüde parladı, gençleşti. Ama Lyra gülmüyordu. Titreyen dudaklarla, "Hem tı-kacı bulsak bile asla çekmezdik, asla!" dedi. "Sadece birşakaydı. Onu batırmazdık, asla!"162

KUZEY IŞIKLARI O zaman John Faa da gülmeye başladı. Koca elini ma-ava öyle hızla vurdu ki bardaklar şıngırdadı, muazzamomuzlan sarsıldı, ve gözlerinin yaşını silmek zorunda kal-dı Lyra hiç böyle bir manzara görmemişti, hiç böyle bir^öğürme duymamıştı; sanki bir dağ gülüyor gibiydi. "Ah, evet," dedi, konuşabilecek hale gelince, "bunuda duyduk, küçük kız! Sanmıyorum ki Costa'lar ondansonra birileri onlara bunu hatırlatmadan herhangi bir ye-re gidebilmiş olsun. Teknede bir nöbetçi bıraksan iyiolur Tony, diyordu insanlar. Etrafta vahşi küçük kızlarvarmış! Hah, o hikaye bütün Bataklıklar'ı dolaştı, çocuk.Ama seni bunun için cezalandıracak değiliz. Hayır, hayır!İçini ferah tut." Farder Coram'a baktı, iki ihtiyar adam gene güldü, amadaha şefkatle. Ve Lyra kendini hoşnut, emniyette hissetti.Sonunda John Faa başını salladı ve yeniden ciddileşti. "Diyordum ki, Lyra, seni ta çocukluğundan beri bili-yoruz. Bebekliğinden beri. Sen de bizim ne bildiğimizibilmelisin. Sana nereden geldiğin konusunda Jordan Ko-leji'nde ne dediler bilmem, ama onlar da gerçeği tamolarak bilmiyorlar. Sana annenle babanın kim olduğunusöyleyen oldu mu hiç?"Lyra artık büsbütün afallamıştı. "Evet," dedi, "dediler ki ben -dediler ki onlar- dedilerki Lord Asriel beni oraya koymuş, çünkü annemle babambir havagemisi kazasında ölmüş. Bana böyle dediler.""Ya, öyle mi dediler? Eh, çocuk, şimdi ben sana bir hi-163

PHILIP PULLMANkaye anlatacağım, gerçek bir hikaye. Gerçek olduğunu bi-liyorum, çünkü bana bir çingan kadın söyledi ve onlarınhepsi John Faa ile Farder Coram'a gerçeği söyler. İşte se-nin hakkındaki gerçek bu, Lyra. Senin baban havagemisikazasında filan ölmedi, çünkü senin baban Lord Asriel."Lyra orada öylece kalakaldı. "Şöyle olmuş," diye devam etti John Faa. "Lord Asrielgenç bir adamken bütün Kuzey'de keşfe çıktı, büyük birservetle geri döndü. Maceraperest bir adam, çabuk kı-zan, tutkulu bir adam. "Annen de tutkuluydu. Ailesi onunki kadar asil değil-di, ama akıllı bir kadındı. Hatta bir Alim'di ve onu gören-ler çok güzel olduğunu söyler. O ve baban, karşılaşırkarşılaşmaz birbirlerine âşık oldu. "Ancak mesele şu ki, annen zaten evliydi. Bir politi-kacıyla evlenmişti. Kral'in ekibinin bir üyesi, ona en ya-kın olan danışmanlarından biri. Yükselen bir adam. "Annen çocuğu olacağını anlayınca, kocasına çocu-ğun ondan olmadığını söylemeye korktu. Ve bebek doğ-duğunda -ki bu sensin, kızım- senin görünüşünden ko-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

casına değil de gerçek babana benzediğin belliydi, buyüzden de annen en iyisinin seni saklamak olduğunudüşündü, herkese öldüğünü söyledi. "Böylece seni, babanın mülklerinin olduğu Oxfordshi-re'a götürdüler ve baksın diye çingan bir kadına teslim et-tiler. Ama birisi annenin kocasının kulağına neler olup bit-tiğini fırsıldadı, o da uçarcasına geldi, çingan kadının kal-164

KUZEY IŞIKLARI-. kulübeyi altüst etti; ne var ki kadın büyük eve kaçmış-koca da, canice bir tutkuyla onun ardından gitti. "Baban dışarıda avdaydı, ne var ki ona haber ulaştır-dılar o da atına atlayıp tam vaktinde geldi, annenin ko-rasını büyük merdivenin altında buldu. Bir dakika dahaseçse, çingan kadının seninle birlikte saklandığı dolabınkapağım zorla açacaktı, ama Lord Asriel ona meydanokudu ve oracıkta dövüştüler. Lord Asriel onu öldürdü. "Çingan kadın olanların hepsini duydu, gördü, Lyra,biz de buradan biliyoruz." "Sonunda büyük bir dava oldu. Baban gerçeği inkaredecek ya da saklayacak adam değildir, böylece de ha-kimlere bir sorun çıktı. Evet, öldürmüştü öldürmesine,kan dökmüştü, ama evini ve çocuğunu evine izinsiz gir-miş birine karşı savunuyordu. Öte yandan, kanun heradama karısının ırzına geçilmesinin intikamını alma hak-kı tanır, ölen adamın avukatları da onun tam da bunuyaptığını öne sürdüler." "Dava haftalarca devam etti, iki taraf karşılıklı ciltlerdolusu iddialar öne sürdü. Sonunda hakimler Lord Asri-el'i, bütün mülklerini ve toprağını alarak cezalandırdılar,onu yoksul bir adam haline getirdiler, oysa eskiden birkraldan daha zengindi. "Annene gelince, bununla da, seninle de bir ilişiği ol-sun istemedi. Sırtını döndü. Çingan sütnine bana çoğukez annen sana nasıl davranacak diye korktuğunu anlat-

tı, çünkü mağrur ve herkese tepeden bakan bir kadındı.165

PHILIP PULLMANAnnen böyle işte. "Sonra bir de sen vardın. Eğer işler başka türlü geliş-seydi, Lyra, çingan olarak büyütülmüş olabilirdin, çünküsütnine mahkemeye seni ona versinler diye yalvardı-ama biz çinganların kanun önünde pek itibarımız yoktu.Mahkeme senin bir Manastır'a konmana karar verdi,kondun da, Watlington'daki İtaat Hemşireleri manastırı-na. Hatırlamazsın sen. "Ama Lord Asriel buna tahammül edemezdi. Başke-şişlerden, keşişlerden, rahibelerden nefret ederdi, aklınındikine giden bir adam olduğu için de bir gün atma binipgeldiği gibi seni alıp götürdü. Kendi bakmak için değil,çinganlara vermek için de değil; seni Jordan Koleji'negötürdü ve cesaretleri varsa müdahale etsinler diye ka-nuna meydan okudu. "Eh, işte kanun da işi oluruna bıraktı. Lord Asriel ke-şiflerine döndü, sen de Jordan Koleji'nde büyüdün. Birtek şey söyledi baban, bir tek şart koştu, annenin seni

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

görmemesi. Eğer seni görmeye kalkışırsa ona engel olu-nacaktı ve babana haber verilecekti, çünkü mizacmdakibütün öfke şimdi ona yönelmişti. Başkan sadık bir şekil-de bunu yerine getirme sözü verdi; ve zaman geçip gitti. "Sonra da bu Toz endişesi ortaya çıktı. Bütün ülkede,bütün dünyada, bilge erkeklerle kadınlar da bu konudakaygılanmaya başladı. Biz çinganlar için hiç önemi yok-tu, onlar çocuklarımızı almaya başlayana kadar. O vakitilgilendik. Ve her yerde hayal edemeyeceğin bağlantıla-166

KUZEY IŞIKLARImlz vardır, Jordan Koleji de dahil. Sen bilmezsin, amaana göz kulak olan ve oraya gittin gideli bize haberulaştıran biri vardı. Çünkü seninle ilgileniyorduk ve sanabakıp süt veren o çingan kadın senin adına endişelen-meyi bir yana bırakmadı hiç." "Bana göz kulak olan kimdi?" diye sordu Lyra. Kendi-ni fena halde önemli ve tuhaf hissediyordu, yaptığı herşey onca uzak yerde ilgi konusu olmuştu. "Mutfak hizmetkarlarından biri. Bernie Johansen'di,pasta aşçısı. Yarı çingandır; bundan hiç haberin yoktueminim." Bernie nazik, yalnız yaşayan bir adamdı, cini kendi-siyle aynı cinsiyetten olan ender kişilerden biriydi. Rogeralınınca umutsuzluk içinde bağırdığı kişi de Bernie'ydi.Ve Bernie çinganlara her şeyi anlatıyordu! Hayretler için-de kaldı. "Her neyse, " diye devam etti John Faa, "senin JordanKoleji'nden uzaklaştığını duyduk; bunun nasıl Lord Asri-el'in hapiste olduğu, engel olamadığı bir zamanda oldu-ğunu da. Ve onun Başkan'a neyi asla yapmaması gerek-tiğini söyleyişini de hatırladık ve annenin evlendiği ada-mın, Lord Asriel'in öldürdüğü politikacının adının Ed-ward Coulter olduğunu da." "Mrs. Coulter mı?" dedi Lyra, sersemlemiş halde. "Obenim annem değil, değil mi?" "Annen. Ve eğer baban serbest olsaydı asla ona kaı^ıÇıkmaya cesaret edemezdi, sen de hiçbir şey bilmeden167

PHILIP PULLMANJordan'da olurdun. Ama Başkan'm seni göndererek neyapmaya çalıştığı benim için açıklanmaz bir muamma.Senin bakımından o sorumluydu. Tek tahminim şu: an-nenin onun üzerinde bir gücü vardı." Lyra birden, Başkan'm ayrıldığı sabahki tuhaf davra-nışını anladı. "Ama istemedi ki..." dedi, tam olarak hatırlamaya ça-lışarak. "Başkan... o sabah ilk iş gidip onu görmem ge-rekti, Mrs. Coulter'a da söylemeyecektim... Beni Mrs.Coulter'dan korumaya çalışır gibiydi..." Durdu, iki ada-ma dikkatle baktı ve sonra da onlara İstirahat Odası hak-kındaki bütün gerçeği anlatmaya karar verdi. "Anlıyorsu-nuz ya, başka bir şey daha vardı. İstirahat Odası'nda sak-landığım akşam, Başkan'm Lord Asriel'i zehirlemeye kal-kıştığını gördüm. Onu şaraba toz atarken gördüm, amca-ma söyledim, o da sürahiye çarpıp masadan düşürdü, şa-rabı döktü. Yani, hayatını kurtardım. Onu neden zehirle-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mek istediğini hiç anlamamıştım, çünkü Başkan her za-man iyi kalpli biriydi. Sonra ayrılacağı sabah erkendenbeni çalışma odasına çağırdı, hiç kimse bilmesin diyegizlice gitmek zorunda kaldım, ve dedi ki..." Lyra Baş-kan'm tam olarak ne dediğini hatırlamaya çalışarak bey-nini zorladı. Faydası yoktu; başını iki yana salladı. "An-layabildiğim tek şey, bana bir şey vermiş olduğu, bunuondan gizleyecektim, Mrs. Coulter'dan. Sanırım size söy-leyebilirim..."Kurtderisi paltosunun cebini yokladı ve kadife paketi168

KUZEY IŞIKLARIıkardı. Masanın üstüne koydu, John Faa'nm muazzamalt merakının ve Farder Coram'm parlak, alevlenen ze-kasının projektör gibi onun üzerine dikildiğini hissetti. Aletiyometreyi ortaya çıkardığında, ilk konuşan Far-der Coram oldu. "Onlardan birini gene göreceğim aklıma bile gelmez-di asla. Bu bir sembol okuyucu. Sana bunun hakkındahiçbir şey söyledi mi, çocuk?" "Hayır. Sadece nasıl okuyacağımı kendi kendimebulmam gerekiğini söyledi. Ve bunun bir aletiyometreolduğunu." "Ne demek o?" diye sordu John Faa, arkadaşına dö-nerek. "Grekçe bir kelime. Sanırım, hakikat anlamındakialetheid'dan geliyor. Bir hakikat-ölçer bu. Peki sen nasılkullanacağını çıkardın mı?" diye sordu Lyra'ya. "Hayır. Yani, üç kısa kolun farklı resimleri göstermesi-ni sağlayabiliyorum, ama uzun olanla hiçbir şey yapamı-yorum. Her tarafı dolaşıyor. Ama bazen, tamam mı, bazenhani şöyle dikkatimi iyice toplarsam, sadece düşünerekuzun ibreyi şu ya da bu yana hareket ettirebiliyorum." "Ne yapar bu, Farder Coram?" dedi John Faa. "Ve na-sıl okunur?" "Kenardaki bütün bu resimler," Farder Coram, aletiJohn Faa'nm pervasız bakışma doğru nazikçe tutarak,"sembol ve her biri bir dizi şeyi temsil ediyor. Diyelim,şuradaki çapa. İlk anlamı umut, çünkü umut seni çapa169

PHILIP PULLMANgibi tutar ki pes etmeyesin. İkinci anlamı, sebat. Üçüncüanlamı ise engelleme, ya da önleme. Dördüncü anlamıdeniz. Ve böyle uzayıp gidiyor, on, on iki anlama, belkisonu gelmez bir anlamlar dizisi var," diye açıkladı, "sorusorarken onlardan yararlanıyorsun. Üç sembole işaretederek aklına gelebilecek her soruyu sorabilirsin, çünküher birinin birçok katmanı var. Bir kere sorun belirlendimi, öteki ibre savrulup dönüyor ve sana cevabı verecekbaşka sembollere işaret ediyor." "İyi ama, soruyu sorduğun zaman hangi katmanı dü-şündüğünü nereden biliyor?" diye sordu John Faa. "Ha, kendi kendine bilmiyor. Sadece soruyu soran okatmanları aklında tutuyorsa işe yarar. Önce bütün an-lamları bileceksin -ki bin tane ya da daha fazla olmalı.Sonra alete kızmadan ya da cevap için zorlamadan on-ları aklında tutabileceksin ve ibre dolaşırken öylece göz-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

leyeceksin. Sonra bütün yelpazeyi dolaşınca, cevabın neolduğunu anlıyorsun. Nasıl çalıştığını biliyorum, çünkübir keresinde Uppsala'da bilge bir adamın yaptığını gör-düm; daha önce bir tek orada görmüştüm zaten. Bunla-rın ne kadar ender bulunduğunu biliyor musun?""Başkan bana altı tane yapıldığını söyledi," dedi Lyra."Kaç taneyse, çok az sayıda." "Peki bunu, Başkan'm sana dediği gibi, Mrs. Coul-ter'dan sakladın mı?" dedi John Faa. "Evet. Ama cini, tamam mı, odama girerdi. Aletiyo-metreyi bulduğundan eminim."170

KUZEY IŞIKLARI "Anlıyorum. Peki Lyra, hakikati tümüyle anlayabile-cek miyiz bilmem ama, yapabileceğim en iyi tahmin şöy-le: Başkan, Lord Asriel tarafından sana göz kulak olmakve seni annenden uzak tutmakla görevlendirilmişti. O dabunu yaptı, on yıl ya da daha fazla. Sonra Mrs. Coulter'ınKilise'deki dostları onun bu Adak Meclisi'ni kurmasınayardımcı oldular, ne amaçla bilmiyoruz, ve o da, kendin-ce Lord Asriel kadar güçlü biri oldu. Annenle baban, iki-si de dünya işlerinde güçlü, ikisi de hırslı ve Jordan Baş-kanı da ikisinin arasında seni dengede tutuyor.

"Şimdi, Başkan'm ilgilenecek yüz tane işi var. İlk ta-sası, koleji ve orada öğrenim. Bu yüzden de buna karşıbir tehdit görürse harekete geçmesi gerek. Ve Kilise,Lyra, son zamanlarda pek hükmeder oldu. Şu konseyibu konseyi derken, Tanrı korusun, Engizisyon Bürosuyeniden hayata geçirilecekmiş diyorlar. Ve Başkan dabütün bu güçler arasında ayağını denk atmaya çalışıyor.Jordan Koleji'ni Kilise'nin hışmına uğratmaması gerek,yoksa Kolej varlığını sürdüremez. "Bir başka tasası da sensin, çocuk. Bernie Johansen bukonuda hep açık olmuştur. Jordan Başkanı ve diğer Alim-ler, seni kendi çocukları gibi sevdi. Sen emniyette kalasındiye her şeyi yaparlardı ve sırf Lord Asriel'e bu sözü ver-dikleri için değil, aynı zamanda senin de iyiliğin için. Buyüzden de Başkan, Lord Asriel'e aksine söz verdiği haldeseni Mrs. Coulter'a teslim ettiyse, böyle görünmese de,onun yanında Jordan Koleji'nden daha emniyette olaca-171

PHILIP PULLMANğını düşündüğü içindir. Ve Lord Asriel'i zehirlemeyekalktığı zaman da Lord Asriel'in yaptığı şeylerin hepsinive belki hepimizi, belki de bütün dünyayı tehlikeye ata-cağını düşünmüş olmalı. Ben Başkan'a korkunç seçimler-de bulunması gereken biri gözüyle bakıyorum. Ne seçer-se seçsin, zararlı olacak, ama belki doğru olanı yaparsa,yanlış olanı seçmesinden daha az zarar gelecek. Tanrı be-ni bu tür bir seçim yapma mecburiyetinden korusun." "Ve senin gitmene izin vermek noktasına geldiğindede sembol-okuyucuyu vermiş, emniyette tutmanı tembihetmiş. Bilmiyorum, onunla ne yapmanı istiyordu. Senonu okuyamadığına göre, ne düşündüğü konusunda ak-lım karıştı." Lyra, hatırlamaya çalışarak, "Asriel Amca'nm aletiyo-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

metreyi yıllar önce Jordan Koleji'ne verdiğini söyledi,"dedi." Tam başka bir şey söyleyecekti ki, biri kapıya vur-du, o da durmak zorunda kaldı. Ben, belki dedim, bunuLord Asriel'den de uzak tutmamı istiyordu."Ya da tam tersi," dedi John Faa.Farder Coram, "Ne demek istiyorsun, John?" diye sordu. "Belki de, onu zehirlemeye kalkışmasının bir tür tela-fisi olarak Lyra'dan aleti Lord Asriel'e iade etmesini iste-sem diyordu. Lord Asriel'den gelen tehlikenin geçmiş ol-duğunu düşünüyordu belki. Ya da Lord Asriel'in bu alet-ten bir bilgelik dolu bir şey okuyup amacını gerçekleş-tirmekten vazgeçebileceğini. Eğer şimdi Lord Asriel ha-pisteyse, aletin onu serbest bırakmada faydası olabilir.172

KUZEY İŞIKLARIFh Lyra> en iyisi sen bu sembol okuyucuyu al, dikkat et.güvende tut. Eğer bugüne kadar tuttunsa, onu sana bı-rakmak beni kaygılandırmaz. Ama ona danışmamız ge-reken bir an olabilir, sanırım o zaman isteriz." Kadifeyi yeniden katlayıp örttü ve aletiyometreyi ma-sanın üstünden Lyra'ya doğru kaydırdı. Lyra bir sürü so-ru sormak istiyordu ama birden, katların ve kırışıklıkla-rın arasında küçük gözleri onca keskin ve müşfik bakanbu iriyarı adamdan utandı.Ama bir şeyi sorması gerekiyordu."Bana sütannelik eden çingan kadın kim?" "Kim olacak, Billy Costa'nm annesi, tabii. Sana söyle-medi, çünkü ben yasakladım, ama şimdi burada konuş-tuğumuzu biliyor, yani artık her şey gün gibi açıkta. "Şimdi en iyisi sen ona dön. Düşüneceğin çok şeyvar, çocuk. Üç gün geçince bir Kementleme daha yapa-cağız, yapılacak her şeyi tartışacağız. İyi bir kız ol. İyi ge-celer, Lyra." "İyi geceler, Lord Faa. İyi geceler, Farder Coram," de-di Lyra kibar kibar, bir eliyle aletiyometreyi göğsüne bas-tırıp ötekiyle de Pantalaimon'u kapıp kucağına alarak. Her iki yaşlı adam da ona şefkatle gülümsedi. Müza-kere odasının kapısının dışında Costa Ana bekliyordu vesanki Lyra doğdu doğalı hiçbir şey olmamış gibi tekne-anası onu koca kollarına aldı ve yatmaya götürmedenönce öptü.173

8Hayalkırıklığı Lyra kendi hikayesinin yeni haline alışmak zorunday-dı, bu da bir günde olacak iş değildi. Lord Asriel'in ba-bası olması haydi neyse de, Mrs. Coulter'ı annesi olarakgörmek hiç de o kadar kolay değildi. Bir iki ay önce ol-sa böyle bir şeye sevinirdi elbette, bunu da biliyordu vekafası karışıyordu. Ama o Lyra olduğu için bu konuda çok fazla surat as-madı, çünkü keşfedilecek Bataklık kasabası ve hayranbırakılacak pek çok çingan çocuğu vardı. Üç gün sonaermeden sırıkla kayık yüzdürme ustası olup çıkmıştı (hiçdeğilse, kendi gözünde) ve son derece adaletsiz bir şe-kilde esir alman heybetli babası hakkındaki hikayelerlebir sokak çocukları çetesini çevresine toplamıştı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Sonra bir akşam Türk Büyükelçisi akşam yemeği içinJordan'a konuk olmuştu. Sultan'm kendisinin ona veril-miş emri vardı, tamam mı, babamı öldürmek için, veelinde taşının içi boş, zehir dolu bir yüzük vardı. Şarapgetirilince, babamın bardağına uzanıyor gibi yaptı ve ze-174

KUZEY IŞIKLARIhiri İÇİne döktü. Öyle çabuk yapmıştı ki, ondan başka„ören olmadı, ama-""Ne tür bir zehir?" diye sordu zayıf yüzlü bir kız. "Özel bir Türk yılanının zehiri," diye uydurdu Lyra,"onu yakalamak için kaval çalarak deliğinden çıkarıyor-lar, sonra da ona bala batırılmış sünger atıyorlar, yılansüngeri ısırınca dişlerini kurtaramıyor. Onlar da onu ya-kalıyor, zehirini süzüyor. Neyse, babam Türk'ün yaptığı-nı gördü ve dedi ki, Beyler, Jordan Koleji ile İzmir Kole-ji arasındaki dostluk şerefine içmemizi teklif ediyorum.Çünkü Türk Büyükelçisi İzmir Koleji'ndendi. Ve dost ol-ma isteğimizi göstermek için dedi, bardaklarımızı değiş-tirip birbirimizin şarabını içeceğiz. "O zaman da Büyükelçi ne yapacağını bilemedi, çün-kü öldürücü bir hakarette bulunmadan içmeyi reddede-mezdi, ama içemezdi de, çünkü zehirli olduğunu biliyor-du. Rengi soldu, oracıkta, masada bayıldı. Ayıldığmdahepsi hâlâ orada oturmuş bekliyor ve ona bakıyordu. İş-te o zaman ya zehiri içmesi ya da yaptığını kabullenme-si gerekti.""Ne yaptı peki?" "İçti. Ölmesi tam beş dakika sürdü, o beş dakika bo-yunca eziyet çekti.""Sen gördün mü bunu?" "Hayır, çünkü kızlar Yüksek Masa'ya alınmaz. Amadaha sonra onu yatırıp uzattıklarında cesedini gördüm.Derisi buruşuk bir elma gibi kırışmıştı, gözleri kafasın-175

PHILIP PULLMANdan fırlayacak gibiydi. Hatta, yuvalarını içeri itmek zo-runda kalmışlar..."Ve böyle şeyler işte. Bu arada, Bataklık ülkesinin kıyılarında polis kapüarıçalıyor, tavanaraları ile müştemilatları arıyor, belgelerikontrol ediyor ve küçük sarışın bir kız gördüğünü iddiaeden herkesi sorguya çekiyordu. Oxford'da aramalar heryerdekinden sıkıydı. Jordan Koleji en tozlu sandık oda-sından en karanlık mahzenine kadar arandı, Gabriel ileSt. Michael kolejleri de -ta ki bütün kolejlerin başkanla-

rı kadim haklarını öne sürerek ortak bir protesto yayın-layana kadar. Lyra"nın arama hakkında tek mefhumuise, gökleri boydan boya geçen havagemilerinin gaz mo-torlarının bitmek tükenmek bilmez homurtusuydu. Gö-rünmüyorlardı, çünkü bulutlar çok alçaktı ve yasaya gö-re havagemilerinin Bataklık ülkesi üzerinde belli bir yük-seklikte kalmaları gerekiyordu, ama ne tür kurnazca ca-sus donanımları taşıdıklarını kim bilebilirdi ki? En iyisionları duyunca saklanmak ya da onu ele verebilecekparlak saçının üzerine muşambadan bir gemici şapkası

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

geçirmekti. Ve doğum hikayesiyle ilgili her ayrıntı için CostaAna'yı sorguya çekiyordu. Ayrıntıları dokuyarak, kendiuydurduğu hikayelerden daha da berrak ve keskin birzihinsel kumaş yaratıyor, her birini tekrar tekrar yaşıyor-du: kulübeden kaçışı, dolaba saklanışı, haşin meydanokumayı, kılıçların şakırtısını-176

KUZEY İŞIKLARI «Kılıçlar mı? Hey Tanrım, kızım, rüya mı görüyorsun?"dedi Costa Ana. "Mr. Coulter'ın tabancası vardı, Lord As-

iel bir vuruşta elinden düşürdü ve tek darbede onu ye-re indirdi. Sonra iki el ateş edildi. Nasıl hatırlamıyorsun,hayret; hatırlamalısın, küçük de olsan. İlk ateş EdwardCoulter'dandı, silahına erişmiş ve ateş etmişti; ikincisi desilahı ikinci kez onun elinden alıp ona çeviren Lord As-.riel'den. Onu tam iki kaşının ortasından vurdu, beyniniortalığa saçtı. Sonra da diyor ki, olabildiğince sakin, 'Çı-kın Mrs. Costa, bebeği de getirin,' çünkü sen öyle biruluyordun ki, sen de, o cin de; seni aldı, kucağında hop-lattı, omuzlarına oturttu; ölü adam ayaklarının altında ya-tarken keyifle ileri geri yürüdü, şarap istedi ve bana ye-ri silmemi buyurdu." Hikaye dördüncü kez tekrarlanıp bittiğinde Lyra ha-tırladığından kesinlikle emindi ve hatta Mr. Coulter'ınpaltosunun rengi, dolapta asılı pelerinlerle kürkler hak-kında birtakım ayrıntılar sundu. Costa Ana güldü. Ve Lyra, ne zaman yalnız kalsa aletiyometreyi çıkarıpelinde sevdiğinin resmini tutan bir âşık gibi üstüne eğili-yordu. Demek her imgenin birkaç anlamı vardı, öyle mi?Niye onları çözmesindi? O Lord Asriel'in kızı değil miydi? Farder Coram'm dediğini hatırlayarak aklını rastgeleseçilmiş üç sembol üzerinde odaklamaya çalıştı ve kolla-rı onlara işaret edecek şekilde tıkırdatıp döndürdü. Ale-tiyometreyi avuçlarında şöyle tutup ona belli bir tembeltavırla bakarsa, uzun ibrenin daha amaçlı bir şekilde ha-177

PHILIP PULLMANreket ettiğini keşfetti. Kadranda başıboş gezineceğinedüzgün bir şekilde bir resimden diğerine gidiyordu. Ba-zen üç tanesinde duruyordu, bazen iki, bazen de beş yada daha fazla ve Lyra hiçbir şey anlamasa bile, daha ön-ce hissettiği hiçbir şeye benzemeyen, derin, huzur dolubir zevk alıyordu bundan. Pantalaimon kadranın üzerinebazen kedi, bazen fare olarak çömeliyor, ibrenin peşisı-ra başını çevirip duruyordu. Bir iki keresinde de ikisi,sanki güneş ışığı bulutların arasından parlayıp uzaktakikoca tepelerin muhteşem siluetini aydınlatmış gibi, biranlam ışıltısını paylaşmışlardı -ta ötelerde, hiç kuşkula-nılmayan bir şeyi. Ve Lyra bu gibi anlarda, ömrünce Ku-zey kelimesini her işittiğinde hissettiği derin heyecanıhissetmişti. Böylece üç gün geçti, çoğu tekneyle Zaal arasında gi-dildi, gelindi. Sonra da ikinci Kementleme akşamı geldi.Salon, her ne kadar mümkün görünmese de, eskisindende kalabalıktı. Lyra ve Costa'lar oraya önde oturacak ka-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dar erken gittiler ve titreşen ışıklar salonun ağzına kadardolduğunu gösterince, John Faa ile Farder Coram plat-forma gelip masanın arkasına oturdu. John Faa'mn susundiye işaret etmesi gerekmedi. Kocaman ellerini masayayapıştırıp aşağıdaki insanlara bakınca gürültü kesiliverdi. "Eh," dedi, "söylediğimi yaptınız. Üstelik, umduğum-dan fazlasını. Şimdi altı ailenin reislerini gelip altınlarınıvermeleri ve vaatlerini bildirmeleri için buraya çağıraca-ğım. Nicholas Rokeby, önce sen."178

KUZEY IŞIKLARI trivarı, siyah sakallı bir adam platforma çıktı ve masa-nın üstüne ağır bir deri kese koydu."Altınımız bu," dedi. "Ve otuz üç kişi veriyoruz." "Teşekkürler, Nicholas," dedi John Faa. Farder Coramnot alıyordu. John Faa ikinciyi ve daha sonrakini çağırır-ken ilk adam platformun arkasında ayakta durdu; her bi-ri gelince masaya bir torba bırakıp, toplayabilecekleri'adamların sayısını ilan ettiler. Costa'lar, Stefanski ailesi-nin bir parçasıydı ve elbette Tony de ilk gönüllülerdenbiriydi. Lyra onun atmaca cininin, Stefanski'lerin parasıve yirmi üç adam vaadi John Faa'nın önüne konurken,ağırlığını önce bir ayağına sonra diğerine verdiğini vekanatlarını açtığını fark etti. Altı aile reisinin hepsi gelince Farder Coram notlar al-dığı kağıdı, dinleyicilere hitap etmek için yeniden ayağakalkan John Faa'ya gösterdi. "Dostlarım, yüz yetmiş adam toplamışız. Size gururla te-şekkür ediyorum. Altına gelince, ağırlığından anladığımkadarıyla hepiniz sandıklarınızı dibine kadar kurcalamışsı-nız, bunun için de en candan teşekkürlerimi sunarım. "Bundan sonra yapacağımız şey şu: Bir gemi kiralaya-cak, Kuzey'e gideceğiz ve o çocukları bulup serbest bı-rakacağız. Anladığımız kadarıyla, dövüşmemiz gerekebi-lir. Bu ilk sefer de olmayacak, son sefer de, ama dahaönce hiç çocukları kaçıran insanlarla dövüşmedik ve ola-ğanüstü kurnaz olmamız gerekecek. Ne var ki, çocukla-rımızı almadan geri gelmeyeceğiz. Evet, Dirk Vries?179

PHILIP PULLMAN Bir adam ayağa kalkarak, "Lord Faa," dedi, "çocukla-rı niçin esir aldıklarını biliyor musunuz?" "Bir tanrıbilim meselesi olduğunu duyduk. Bir deneyyapıyorlar, ama ne tür bir deney olduğunu bilmiyoruz.Size doğruyu söylemek gerekirse onların zarar görüpgörmediklerini de bilmiyoruz. Ama ne olursa olsun, isteriyi ister kötü, gece uzanıp küçük çocukları ailelerininbağrından koparmaya hakları yok. Evet, Raymond vanGerrit?" îlk toplantıda konuşan adam ayağa kalkıp dedi ki: "Oçocuk, Lord Faa, aranıyor dediğiniz, şu anda ön sıradaoturan... Duydum ki Bataklıklar'm kıyısında oturan her-kesin evi onun yüzünden altüst edilmiş. Parlamento'datam da bugün bu çocuk yüzünden çok eskiden kazanıl-mış ayrıcalıklarımızın feshedilmesinin önerildiğini duy-dum. Evet, dostlarım," dedi, dehşet dolu fısıltıların yarat-tığı uğultunun arasından duyurabilmek için sesini yük-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

selterek, "Bataklıklar'a şerbetçe girip çıkma hakkımızıkaldıran bir kanunu kabul edecekler. Şimdi, Lord Faa,bilmek istediğimiz şu: uğruna böyle bir darboğaza gire-bileceğimiz bu çocuk kimdir? Duyduğuma göre, çingançocuğu değilmiş. Nasıl oluyor da bir kara çocuğu bizibunca tehlikeye atabiliyor?" Lyra başını kaldırıp John Faa'nm muazzam bedeninebaktı. Kalbi öyle bir çarpıyordu ki, onun cevabının ilkkelimelerini zorlukla duydu."Şimdi açık açık söyle, Raymond, utangaçlık etme,"180

KUZEY IŞIKLARIHivordu. "Bu çocuğu kaçtığı kişilere vermemizi istiyor-sun, öyle mi?" Adam inatla, kaşları çatık, ayakta durmayı sürdürdü,ama bir şey demedi. "Pekala, belki verirdin, belki vermezdin," diye devametti John Faa. "Ama eğer herhangi bir adamın ya da ka-dının iyilik etmesi için bir sebep gerekiyorsa, şunu dü-şünsün bir: O küçük kız, başka birinin değil, Lord Asri-el'in kızı. Unutmuş olanlara hatırlatayım, Sam Broek-man'm canını kurtarmak için Türk'e rica eden, Lord As-riel'di. Kendi mülkünün kanallarında çingan teknelerineserbest geçiş izni veren, Lord Asriel'di. Parlamento'da SuYolu Yasa Tasarısı'nı yenilgiye uğratarak bize büyük vekalıcı bir çıkar sağlayan da Lord Asriel'di. Ve '53 su bas-kınında gece gündüz boğuşup iki kez paldır küldür su-ya atlayarak genç Ruud ile Nellie Koopman'ı çıkaran daLord Asriel'di. Bunu unuttun mu? Yazıklar olsun sana,yazıklar olsun. "Ve şimdi aynı Lord Asriel yabanıl toprakların enuzak, en soğuk, en karanlık bölgelerinde esir, Svalbardkalesinde. Başında ne tür yaratıkların beklediğini sizesöylememe gerek var mı? Ve bu küçük kız bizim koru-mamızda, ve Raymond van Gerrit, bir nebze huzur vesükunet için onu yetkililere teslim edecek. Doğru mu,Raymond? Ayağa kalk da cevap ver, adam." Ama Ray-mond van Gerrit oturduğu yere çökmüştü ve hiçbir şeyonu ayağa kaldıramazdı. Büyük salonda alçak perdeden181

PHILIP PULLMANbir ayıplama ıslığı dolaştı ve Lyra hem muhtemelen duy.duğu utancı hissetti, hem de cesur babasıyla duyducmgururla derinden derine ışıldadı. John Faa başını çevirip platformdaki diğer adamlarabaktı. "Nicholas Rokeby, seni yeni bir tekne bulmakla veyola çıktığımızda kaptanlık etmekle görevlendiriyorum.Adam Stefanski, silahlarla cephanelerden sorumlu olma-nı ve savaşta komutanlık etmeni istiyorum. Roger vanPoppel, sen yemekten soğuk havaya özgü giysilere ka-dar bütün diğer levazımatla ilgileneceksin. Simon Hart-mann, sen veznedarsın ve altınımızın uygun bölüştürül-mesinden hepimize karşı sorumlusun. Benjamin de Ruy-ter, senin casusluk işini üstlenmeni istiyorum. Bilmemizgereken çok şey var ve sana bu görevi de veriyorum;Farder Coram'a rapor vereceksin. Michael Canzona, sen

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ilk dört liderin çalışmalarını koordine etmekten sorumlu-sun ve bana rapor vereceksin ve ölürsem eğer, bendensonraki kişi olarak, komutayı devralacaksın. "Şimdi ben kendi planlarımı geleneğe göre yaptım,eğer aynı fikirde olmayan bir erkek ya da kadın varsa,serbestçe konuşabilirler."Az sonra bir kadın ayağa kalktı. "Lord Faa, çocukları bulduktan sonra onlara baksınlardiye bu sefere hiç kadm almıyor musunuz?" "Hayır, Nell. Zaten çok kısıtlı yerimiz var. Kurtardığı-mız herhangi bir çocuk, bizim yanımızda şimdi oldukla-182

KUZEY IŞIKLARIyerden daha iyi durumda olur." "Ama ya onları kurtarmak için mutlaka nöbetçi ya dahernşire ya da başka bir şey kılığına girecek kadınlar ge-rektiğini fark ederseniz?" "Bak, bunu düşünmemiştim," diye itiraf etti John Faa."Müzakere odasına çekildiğimiz zaman bunun üzerindede dikkatle düşüneceğiz, sana söz veriyorum."Kadın oturdu, bir adam ayağa kalktı. "Lord Faa, Lord Asriel esaret altmda dediğinizi duy-dum. Planınızın bir parçası da onu kurtarmak mı? Çünküöyleyse eğer, ve söylediğinizi sandığım gibi onu o ayılarbekliyorsa, bunun için yüz yetmiş adamdan fazlasına ihti-yaç olur. Ve Lord Asriel ne kadar iyi dostumuz olsa da,bilmiyorum bu kadar ileri gitmemize gerek var mı?" "Adriaan Braks, haksız değilsin. Benim aklımdan ge-çen de, gözlerimizi ve kulaklarımızı açık tutmak ve hazırKuzey'deyken ne tür bilgiler edineceğimizi görmek. Bel-ki ona yardımımız dokunabilir, belki dokunmaz, amasağladığınız adamları ve altını belirttiğimiz amacın dışın-da, yani çocukları bulmak ve eve getirmek dışında birşey için kullanmayacağımdan emin olabilirsiniz."Başka bir kadın ayağa kalktı. "Lord Faa, o Hamhum milletinin çocuklarımıza neleryaptığını bilmiyoruz. Korkutucu şeylere ilişkin rivayetlerve hikayeler duyuyoruz. Başsız çocuklar duyuyoruz, yada ortadan ikiye kesilip yeniden dikilen çocuklar, ya dalafı edilmeyecek kadar korkunç şeyler. Kimseye üzüntü183

PHILIP PULLMANveriyorsam gerçekten özür dilerim, ama hepimiz böyleşeyler duyduk ve ben de bu konuyu konuşmak istiyo-rum. Şimdi, böyle korkunç türden bir şeylerle karşılaşır-sanız eğer, Lord Faa, umarım güçlü bir intikam alırsınızUmarım insaf ve şefkat düşünceleri elinize köstek olunvurmanızı, hem de sert bir şekilde vurmanızı ve cehen-nemi kötülüğün canevine kuvvetli bir darbe indirmeniziengellemez. Çocuğunu Hamhumlar'a kaptırmış her anneadına konuştuğuma eminim."O otururken, salonda yüksek bir onaylama mırıltısıdolaştı. Zaal'da herkes başını evet anlamında sallıyordu.John Faa susmalarını bekledi, sonra dedi ki:"Hiçbir şey elimize köstek olmayacak, Margaret, sağ-duyu dışında. Eğer elimi Kuzey'de geri tutarsam, Gü-ney'de daha hızlı vurmak içindir. Bir gün erken vurmak,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yüz mil öteye vurmak kadar kötüdür. Söylediğinin arka-sında mutlaka sıcak bir tutku var. Ama eğer o tutkuyaboyun eğerseniz, dostlar, sizi hep yapmayın diye uyardı-ğım şeyi yapmış olursunuz: kendi duygularınızın tatmi-nini, yapmanız gereken işin önüne koyarsınız. Buradagörevimiz önce kurtarmak, sonra ceza vermektir, incin-miş duyguların tatmini değil. Duygularımızın önemi yok.Eğer çocukları kurtarırsak ama Hamhumlar'ı cezalandıra-mazsak, yine de başlıca görevimizi yerine getirmiş olu-ruz. Ama eğer öncelikle Hamhumlar'ı cezalandırmayı he-defler ve bu şekilde çocukları kurtarma şansını kaybe-dersek, başarısızlığa uğradık demektir.184

KUZEY IŞIKLARI «Ama şundan emin ol, Margaret. Cezalandırma vaktielince, kalplerini solduracak, korkuyla dolduracak birHarbe vuracağız. Bir vuruşta onların gücünü sıfıra indire-Lgğiz. Onları mahvolmuş, tükenmiş, kırılmış ve param-parça, bin parçaya bölünmüş ve dört rüzgara dağılmışhalde bırakacağız. John Faa'nın kalbi vakti gelince darbejndiremeyecek kadar yumuşaksa diye hiç kaygılanmasen. Ve vakti de sağduyu altında gelecek. Tutku altındadeğil- "Başka konuşmak isteyen var mı? İstiyorsanız konu-şun." Ama kimse konuşmadı ve bunun üzerine de John Faabitiş çanına uzandı, kuvvetle, uzun uzun çaldı. Onu ha-vada tutup öyle bir salladı ki, çan sesi salonu doldurupkirişleri çınlattı. John Faa ve diğer adamlar müzakere odasına gitmekiçin platformdan ayrıldı. Lyra biraz hayalkırıklığına uğra-mıştı. Onu da odada istemiyorlar mıydı? Ama Tony güldü. "Yapacak planları var," dedi. "Sen üstüne düşeni ye-rine getirdin, Lyra. Şimdi sıra John Faa ile konseyde." "Ama daha hiçbir şey yapmadım ki!" diye karşı çıktıLyra, Salon'un dışma çıkan ve kaldırım taşlı yoldan iske-leye doğru inen diğerlerini gönülsüzce izlerken. "Tekyaptığım Mrs. Coulter'dan kaçmaktı! Bu sadece başlan-gıç. Kuzey'e gitmek istiyorum!" "Bak sana ne diyeceğim," dedi Tony, "geri gelirkensana bir mors dişi getiririm, oldu mu?"185

PHILIP PULLMAN Lyra suratını astı. Pantalaimon'a gelince, Tony'nin cini-ne maymun suratları yaparak oyalanıyordu; cin sarımsıkahverengi gözlerini küçümsemeyle yumdu. Lyra avareavare iskeleye gitti, yeni arkadaşlarıyla takıldı. Sicimlerebağlı fenerleri siyah suyun üzerine doğru sarkıtıp, ağırağır yüzeye çıkan koca gözlü balıklan çekmeye çalıştılar,sonra da sivri sopalarla hamle edip onları ıskaladılar. Ama Lyra'nm aklı fikri John Faa ile müzakere odasın-daydı ve çok geçmeden oradan sıvışarak gene taşlı yol-dan geçip Zaal'e gitti. Müzakere odası penceresinde ışıkvardı. İçeri bakmak için çok yüksekti, içeriden gelen tokseslerin gürültüsünü duyabiliyordu. O da kapıya yürüdü ve kararlı bir şekilde beş kez çal-dı. Sesler durdu, bir sandalye zeminde sürtünerek çekildi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ve kapı açıldı, rutubetli basamağa sıcak nafta ışığı boşaldı."Evet?" dedi kapıyı açan adam. Lyra onun gerisinde, üstünde kağıtlar ve kalemler,bardaklar ile bir jenniver kabı olan, altın keselerinin ter-tipli bir şekilde istiflendiği masada oturan diğer adamla-rı görebiliyordu. "Kuzey'e gelmek istiyorum," dedi Lyra, hepsinin du-yabileceği şekilde. "Gelip çocukları kurtarmanıza yar-dımcı olmak istiyorum. Mrs. Coulter'dan kaçtığım zamanyapmak istediğim de buydu. Ve daha ondan önce deHamhumlar'm aldığı, Jordan'da Mutfak uşağı arkadaşımRoger'ı kurtarmaya niyetlenmiştim. Gelip yardım etmekistiyorum. Seyirden anlarım, Aurora'dan anbaromanyetik186

KUZEY IŞIKLARIokumalar yapabilirim, bir ayının nerelerini yiyebileceği-nizi biliyorum, her tür faydalı şeyi biliyorum. Oraya git-tikten sonra bana ihtiyacınız olduğunu ama beni geridebıraktığınızı görürseniz, çok üzülürsünüz. Hem o kadı-nın dediği gibi, kadınlara da ihtiyacınız olabilir, onlarında bir rolü olabilir -eh, çocuklara da ihtiyacınız olabilir.Bilemezsiniz. Onun için beni almanız gerek, Lord Faa,konuşmanızı böldüğüm için beni bağışlayın." Artık odanın içindeydi, bütün adamlarla cinleri, kimieğlenerek, kimi sinirle ona bakıyordu, ama onun gözle-ri sadece John Faa'yi görüyordu. Pantalaimon kızın kol-larının arasında oturmuştu, yabani kedi gözleri yeşil ye-şil parlıyordu. John Faa, "Lyra," dedi, "seni böyle bir tehlikeye atma-mız söz konusu bile değil, onun için kendini kandırma,çocuğum. Burada kalıp Costa Ana'ya yardım et, güven-cede ol. Yapman gereken bu işte." "Ama aletiyometreyi nasıl okuyacağımı da öğreniyo-rum. Gün geçtikçe daha açık bir hal alıyor! Buna mutla-ka ihtiyacınız olur -mutlaka!"Adam başını iki yana salladı. "Hayır," dedi. "Kuzey'e gitmeyi ne kadar çok istediği-ni biliyorum, ama inanıyorum ki Mrs. Coulter bile senigötürmeyecekti. Kuzey'i görmek istiyorsan bütün bu so-runlar bitene kadar beklemen gerek. Şimdi git bakalım." Pantalaimon usulca tısladı, ama John Faa'nın cini ada-mın iskemlesinin arkasından havalanıp kara kanatlarıyla187

PHILIP PULLMANonlara doğru uçtu: tehdit edici bir şekilde değil, görgvjkurallarını hatırlatırcasına. Karga başının üstünden ka-yarcasma uçup hızla yine John Faa'nm yanma giderkenLyra arkasını döndü. Kapı arkalarından kararlı bir tıkır-tıyla kapandı. "Gideceğiz işte," dedi Pantalaimon'a "Bizi durdurma-ya çalışsınlar bakalım. Gideceğiz^"188

9Casuslar Ondan sonraki birkaç gün boyunca Lyra on tanedenfazla plan yaptı ve sabırsızca hepsinden vazgeçti, çünkü

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sonuçta hepsi de gelip tekneye kaçak olarak binmeyedayanıyordu. İyi ama dar bir tekneye kaçak olarak biner-seniz, neresine saklanırsınız? Gerçek yolculukta elbettedoğru düzgün bir gemileri olacaktı ve normal boyda birgemide her cinsten saklanacak yer olmasını bekleyecekkadar hikaye dinlemişti. Cankurtaran kayıkları, ambar,sintine, her neyse; ama önce gemiye ulaşması gerekiyor-du ve Bataklıklar'dan ayrılmak da çingan usulü seyahatetmek anlamına geliyordu. Ve kıyıya kendi başına gitse bile, yanlış gemiye kaçakolarak binebilirdi. Bir cankurtaran kayığına saklanıp daYüksek Brezilya yolunda uyanmak hoş olurdu doğrusu. Bu arada, çevresinde sefer heyetini bir araya getirme-ye yönelik gerginlik dolu çalışmalar gece gündüz sürü-yordu. Adam Stefanski'ye takılıp, savaş gücü için gönül-lüleri seçerken onu gözlüyordu. Roger van Poppel'ı yan-189

PHILIP PULLMANlarma almaları gereken malzeme konusundaki önerile-riyle canından bezdiriyordu: kar gözlüklerini akıl etmişmiydi? Arktik haritaları almak için en iyi yerin neresi ol-duğunu biliyor muydu? En çok yardımcı olmak istediği kişi ise, casus Benja-min de Ruyter'di. Ama adam ikinci Kementleme'densonra sabahın erken saatlerinde ortadan kaybolmuştu vetabii ki kimse de nereye gittiğini ya da ne zaman döne-ceğini söyleyemiyordu. Böylece Lyra, başkasını bulama-yınca Farder Coram'ın peşine takıldı. "En iyisi size yardımcı olmam diye düşünüyorum,Farder Coram," dedi, "çünkü az daha onlardan biri ola-caktım, o yüzden de ben herhalde Hamhumlar hakkın-da herkesten fazla şey biliyorum. Belki de Mr de Ruy-ter'in mesajlarını anlamaya yardımcı olayım diye bana ih-tiyacınız olacak." Farder Coram, vahşi, umutsuz küçük kıza merhametetti ve onu yanından uzaklaştırmadı. Tersine, onunla ko-nuştu ve Oxford ile Mrs. Coulter'a ilişkin anılarını dinle-di, aletiyometreyi okuyuşunu izledi. Bir gün Lyra, "İçinde bütün o semboller olan kitapnerede?" diye sordu."Heidelberg'de," dedi adam."Bir tanecik mi var?""Başkaları da olabilir ama benim gördüğüm kitap o." "Bahse girerim ki Oxford'daki Bodley Kütüphane-si'nde de bir tane vardır," dedi Lyra.190

KUZEY IŞIKLARI Gözlerini Farder Coram'm cininden ayırmakta güçlükçekiyordu, gördüğü en güzel cindi. Pantalaimon kedi ol-duğu zaman zayıf, dağınık ve ters olurdu, ama Sopho-nax, adı buydu çünkü, altın gözlü ve tarife sığmayacakkadar zarifti, gerçek bir kedinin iki katı büyüklüğündey-di, çok tüylüydü. Gün ışığı ona vurduğunda, Lyra'nınadını söyleyemeyeceği kadar çok sayıda sarımsı kızıl-kahverengi-yaprak-ela-mısır-altın-sonbahar-maun renktonu ışıldardı üstünde. O kürke dokunmayı çok istiyor-du, yanaklarını ona sürmek istiyordu, ama tabii ki bunu

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"asla yapmadı; çünkü başka bir insanın cinine dokunmakgörgü kurallarını akla gelebilecek en kaba şekilde ihlaletmekti. Cinler birbirine dokunabilirdi tabii, ya da kavgaedebilirdi. Ama insan-cin teması yasağı öyle derinlere gi-diyordu ki, savaşta bile hiçbir savaşçı bir düşmanın cini-ne dokunmazdı. Kesinlikle yasaktı bu. Lyra bunun ken-disine söylendiğini hatırlayamıyordu; sadece biliyordu,içgüdüsel olarak, tıpkı mide bulantısının kötü, rahatlığıniyi olduğunu bildiği gibi. Bu yüzden de Sophonax'mkürküne hayran bile olsa, hatta dokununca nasıl bir hisvereceği üzerine tahminler bile yürütse, ona dokunmakiçin en ufak girişimde bulunmadı, asla da bulunmazdı. Sophonax ne kadar besili, sağlıklı ve güzelse, FarderCoram da o kadar harap ve zayıftı. Farder Coram hastay-dı belki ya da onu felce uğratan bir darbe yemişti, amasonuçta iki bastona dayanmadan yürüyemiyordu ve ha-zan yaprağı gibi sürekli titriyordu. Buna karşılık zekası191

PHILIP PULLMANkeskin, berrak ve güçlüydü ve Lyra çok geçmeden onubilgisi ve kendisini sağlam yönlendirişi için sevmeyebaşladı. Güneşli bir sabah onun teknesinde, aletiyometreyebakarken, "Bu kum saati ne anlama geliyor, Farder Co-ram?" diye sordu. "Hep oraya dönüyor." "Eğer yakından bakarsan hep bir ipucu vardır. Tepe-sindeki o küçük antika şey ne?"Lyra gözlerini kıstı ve iyice baktı."Kurukafa bu!""Yani ne demek oluyor sence?""Ölüm... Ölüm mü bu?" "Doğru. Demek ki kum saatinin anlamlar yelpazesin-de ölüm de var. Aslında, ilk anlamdan, yani zamandansonra, ikincisi ölümdür." "Neyi fark ettim, biliyor musunuz, Farder Coram? İb-re ikinci turda orada duruyor! İlk turda şöyle bir seğiri-yor, ikincide duruyor. Yani ikinci anlam mı demek olu-yor şimdi?""Herhalde. Ona ne soruyorsun, Lyra?" "Düşünüyorum..." Durdu, farkına varmadan sahidenbir soru sorduğunu anlayıp şaşırmıştı. "Sadece üç resmibir araya koyuyorum çünkü.. Mr de Ruyter'i düşünüyor-dum, anlıyorsunuz ya... Ve yılanı ve potayı ve kovanıbir araya getirdim, casusluk işlerinin nasıl gittiğini sor-mak için ve-""Niye o üç sembol?"192

KUZEY IŞIKLARI "Çünkü yılanın kurnaz olduğunu düşündüm, bir ca-susun olması gerektiği gibi; pota bilgi olabilirdi, bir türdamıttığınız şey; kovan da hamaratlıktı, çünkü arılar ha-marattır hep. İşte hamaratlık ve kurnazlıktan bilgi geli-yor, görüyorsunuz ya, bu da casusun işidir. Ben de on-lara işaret ettim ve soruyu aklımda düşündüm, iğneölümde durdu... Sizce sahiden çalışıyor mudur, Farder• Coram?" "Pek güzel çalışıyor, Lyra. Bizim bilmediğimiz şey,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

doğru okuyup okumadığımız. Bu ince bir sanattır. Merakediyorum-" Daha cümlesini bitiremeden kapı telaşla vuruldu vebir çingan delikanlı içeri girdi. "Özür dilerim, Farder Coram, ama Jacom Huismansaz önce geri döndü ve kötü yaralanmış." "Benjamin de Ruyter'le birlikteydi," dedi Farder Co-ram. "Ne olmuş?" "Konuşmuyor," dedi delikanlı. "Gelseniz iyi olur Far-der Coram, çünkü fazla dayanmaz, içten kanıyor." Farder Coram ve Lyra telaş ve hayretle birbirlerinebaktılar, ama sadece bir saniye için, bir an sonra ise Far-der Coram bastonlarının üzerinden seke seke elindengeldiği kadar hızla yürüyor, cini de önüsıra gidiyordu.Lyra da, sabırsızlıktan kıpır kıpır, onlarla gitti. Delikanlı önlerine düşüp onları şekerpancarı iskelesi-ne bağlı bir tekneye götürdü, kırmızı pazen önlüklü birkadın geçsinler diye kapıyı açtı. Onun Lyra'ya şüpheli193

PHILIP PULLMANşüpheli baktığını gören Farder Coram "Kızın Jacob'un di-yeceklerini duyması önemli, hanım," dedi. Bunun üzerine kadın onları içeri aldı ve geriye çekildi.Sincap cini, tahta saatin üstüne sessizce tünemişti. Bir ran-zada, parça işi örtünün altında beyaz yüzü terle nemlen-miş ve gözleri donuk donuk bakan bir adam yatıyordu. Kadın titrek bir sesle, "Doktoru çağırdım, Farder Co-ram," dedi. "Lütfen onu heyecanlandırmayın. Acı içinde,eziyet çekiyor. Birkaç dakika önce Peter Hawker'in tek-nesiyle geldi.""Peter nerde şimdi?""Tekneyi bağlıyor. Sizi çağırmam gerektiğini o söyledi.""Pekala. Şimdi, Jacob beni duyuyor musun?" Jacob, karşı ranzada, yarım metre uzakta oturan Far-der Coram'ı görmek için gözlerini devirdi."Merhaba, Farder Coram," diye mırıldandı. Lyra onun cinine baktı. Bir dağ gelinciğiydi ve onunbaşının yanında hiç kıpırdamadan yatıyordu; kıvnlmıştıama uyumuyordu, çünkü gözleri açıktı ve tıpkı onunkigibi donuktu."Ne oldu?" diye sordu Farder Coram. "Benjamin öldü," diye cevap geldi. "O öldü, Gerardda yakalandı." Sesi kısık, soluğu zayıftı. Konuşmayı kesince cini acı•çekerek doğruldu ve onun yanağını yaladı. Jacob bun-dan kuvvet alarak devam etti."Tanrıbilim Bakanlığı'na gizlice giriyorduk, çünkü194

KUZEY IŞIKLARIBenjamin yakaladığımız Hamhumlar'dan birinden mer-kez üssünün orada olduğunu öğrenmişti, bütün emirleroradan geliyordu..."Gene durdu."Hamhum mu yakaladınız?" diye sordu Farder Coram. Jacob evet anlamında başını salladı ve cinine baktı. Cin-lerin kendi insanları dışındaki insanlarla konuşmalarınaçok az rastlanırdı, ama bu sefer dişi dağgelinciği konuştu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Clerkenvvell'de üç Hamhum yakaladık, onlara kiminiçin çalıştıklarını, emirlerin nereden geldiğini falan söy-lettik. Çocukların nereye götürüldüğünü bilmediklerinisöylediler, Kuzey'e, Laponya'ya olduğu dışında..." Cin durmak ve devam etmeden önce kısa bir solukalmak zorunda kaldı, küçük göğsü pırpır ediyordu. "İşte o Hamhumlar bize Tanrıbilim Bakanlığı ve LordBoreal'den böyle söz etti. Benjamin, kendisi ile GerardHook'un Bakanlık'a gizlice girmesi, Frans Broekman ileTom Mendham'm da gidip Lord Boreal hakkında bilgitoplaması gerektiğini söyledi.""Topladılar mı?" "Bilmiyoruz. Geri gelmediler. Farder Coram, sankiyaptığımız her şeyi henüz biz yapmadan biliyor gibiydi-ler. Frans ile Tom da Lord Boreal'a yaklaşınca canlı can-lı yutulmuş olabilir." Jacob'un gittikçe daha kesik kesik şekilde nefes aldı-ğını ve acıyla gözlerini kapattığını gören Farder Coram,"Benjamin'e geri dön," dedi.195

PHILIP PULLMAN Jacob'un cini endişe ve sevgiyle hafifçe miyavladi; ka-dın, ellerini ağzına götürerek, ileri bir-iki adım attı. Amakonuşmadı, cin de dermansızca devam etti: "Benjamin ve Gerard ve biz White Hall'da Bakanlrk'agittik ve küçük bir yan kapı bulduk. Ciddi bir şekilde ko-runmuyordu ve onlar kilidi açıp içeri girerken, biz nöbettutmak için dışarıda kaldık. Daha onlar içeri gireli bir da-kika geçmemişti ki bir korku çığlığı duyduk, Benjamin'incini uçarak dışarı çıktı, bize yardım etmemiz için işaret et-ti ve gene uçarak içeri girdi. Bıçağımızı alıp peşinden koş-tuk; ama içerisi karanlıktı ve korkutucu hareketleriyle ka-fa karıştıran yabani biçimlerle ve seslerle doluydu. Şöylebir volta attık, ama yukarıda bir koşuşturma vardı, korkudolu bir çığlık geldi, sonra da Benjamin ve cini üst tarafı-mızdaki yüksek bir merdivenden aşağı düştü. Cini onuhavada tutmak için mücadele ediyor, çırpınıyordu amanafile, taş döşemeye çakıldılar ve bir anda ikisi de öldü. "Ve Gerard'ı hiç görmedik, ama yukarıdan onun se-siyle bir uluma geldi, biz de hareket edemeyecek kadarkorkmuştuk, olduğumuz yere çakılmıştık. Sonra da omu-zumuza bir ok geldi, derinlere kadar yardı geçti..." Cinin sesi gittikçe cılızlaşıyordu, yaralı adamdan birinilti geldi. Farder Coram öne eğilerek yavaşça yatak ör-tüsünü geriye çekti. Adamın omuzundan, pıhtılaşmış birkan yığını içinde bir okun tüylü ucu çıkıyordu. Okunkendisi ile başı zavallı adamın göğsüne öyle bir gömül-müştü ki, dışarıda sadece on beş santim kadar bir kısmı196

KUZEY IŞIKLARIkalmıştı- Lyra kendini bayılacak gibi hissetti. Dışarıdan, iskelenin üstünden sesler ve ayakların tı-kırtısı duyuldu. Farder Coram yerinde doğrularak, "İşte doktor geldi,Jacob," dedi. "Şimdi seni bırakıp gidiyoruz. Kendini da-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ha iyi hissettiğin zaman daha uzun konuşuruz." Çıkarken kadının omuzunu sıktı. Lyra iskelede onunyanından ayrılmadı, çünkü bir kalabalık toplanmıştı bile,fısıldıyor ve parmaklarıyla işaret ediyorlardı. Farder Co-ram, Peter Hawker'ın derhal John Faa'ya gitmesi için ta-limat verdikten sonra dedi ki: "Lyra, Jacob'un yaşayıp yaşamayacağını öğrendiktensonra seninle o aletiyometre hakkında bir kere daha ko-nuşmamız gerek," dedi. "Şimdi git de kendine başka yer-de bir iş bul, çocuk, seni çağırtırız." Lyra tek başına uzaklaştı, sazlık bir kıyıya gidip oturdu,suya çamur atmaya başladı. Bildiği bir şey vardı: Aletiyo-metreyi okuyabilmekten hoşnut değildi, bundan gurur daduymuyordu -korkuyordu. O ibreleri savurup durduranhangi güçse, zeki bir varlıkmış gibi şeyler biliyordu. "Sanırım bir ruh," dedi Lyra ve bir an küçük şeyi ba-taklığın ortasına fırlatma fikrinin cazibesine kapılır gibioldu. "Orada bir ruh olsa görürüm," dedi Pantalaimon."Godstow'daki o ihtiyar hayalet gibi. Sen görmediğinhalde onu görmüştüm."Lyra sitemle, "Ruhlar tek bir çeşit değil ki," dedi.197

PHILIP PULLMAN"Hepsini göremezsin. Hem başları olmayan o ihtiyar ölüAlimler'e ne diyeceksin? Onları gördüm, unutma.""O sadece bir gece-hartlağıydı." "Değildi işte. Basbayağı ruhtular, sen de biliyorsun.Ama o kör olası ibreyi ne tür bir ruh hareket ettiriyorsa,öyle bir ruh değil."Pantalaimon inatla, "Ruh olmayabilir," dedi."Neymiş öyleyse?""Şey olabilir... temel zerrecikler."Lyra dudak büktü. Cin, "Olabilir!" diye ısrar etti. "Gabriel'de elde ettikle-ri o fotodeğirmeni hatırlıyorsun, değil mi? Öyle işte" Gabriel Koleji'nde Şapel'in yüksek mihrabında sakla-nan ve aletiyometrenin sarıldığı gibi siyah kadife bir be-ze sarılmış (bu, Lyra'nm ancak şimdi aklına gelmişti),çok kutsal bir nesne vardı. Oradaki bir ayin için JordanKütüphanecisi ile birlikte gittiğinde görmüştü. Tanrı'yayakarışın doruk noktasında Şefaatçi kumaşı kaldırıp loşışıkta içinde görülmeyecek kadar uzak bir şey olan bircam kubbeyi ortaya çıkarmıştı. Ancak yukarıdaki birpanjura bağlı olan bir sicimi çektiğinde, günışığı serbestkalmış ve tam kubbenin üstüne vurmuştu. Sonra içinde-ki şey görülebilir bir hal almıştı; bir tarafında dört karayelken, diğerinde ise dört beyaz yelken olan ve ışık vu-runca dönmeye başlayan rüzgargülü gibi küçük bir şey.Bir ahlak dersini gösteriyordu bu, demişti Şefaatçi, vebunu açıklamaya koyulmuştu. Lyra beş dakika sonra ah-198

KUZEY IŞIKLARIlak dersini unutmuştu, ama tozlu ışık huzmesinde dönenküçük pervane kanatları unutmamıştı. Ne anlama geli-yorlarsa gelsinler, pek hoştular ve Jordan'a geri dönüşteyürürlerken Kütüphaneci, hepsi fotonların gücüyle yapı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lıyor demişti. O zaman, Pantalaimon haklıydı belki de. Eğer temelzerrecikler bir fotodeğirmeni itip çevirebiliyorlarsa, biribreyi haydi haydi çevirirlerdi herhalde; ama bu durumonu gene de rahatsız ediyordu."Lyra! Lyra!"Tony Costa'ydı bu, iskeleden ona el sallıyordu. "Buraya gel," diye seslendi. "Gidip Zaal'da JohnFaa'yı görmen gerek. Koş, kızım, çok acele." Lyra, John Faa ile Farder Coram ve diğer liderleri,canları sıkılmış halde buldu.John Faa dedi ki: "Lyra, çocuğum, Farder Coram bana o aleti nasıl oku-duğunu anlattı. Ve üzülerek söylüyorum ki zavallı Jacobaz önce öldü. Sanırım sonuçta, buna hiç meylim olmadı-ğı halde, seni de yanımıza almak zorundayız. Bu konudakafam rahat değil, ama başka bir seçenek de görmüyo-rum. Jacob geleneklere uygun şekilde gömülür gömül-mez, yola çıkıyoruz. Şunu iyi anla, Lyra: sen de geliyor-sun, ama bu sevinecek ya da bayram edecek bir şey de-ğil. Önümüzde hepimiz için dertler ve tehlikeler uzanıyor. "Seni Farder Coram'ın kanadı altına yerleştiriyorum.Onun başına dert açma ya da onu tehlikeye atma, yok-199

PHILIP PULLMANsa gazabımı bütün gücüyle hissedersin. Şimdi fırla veCosta Ana'ya anlat, kendini de yola çıkmaya hazır tut." Sonraki iki hafta Lyra'nın ömründe en meşgul geçeniki haftası oldu. Meşgul ama çabuk değil, çünkü beklemeanları oluyordu, rutubetli yengeçli dolaplarda saklanmak,pencerenin yanından kasvetli yağmurla yıkanmış sonba-har peyzajını izlemek, yeniden saklanmak, motorun gazbuharlarının yakınında uyumak ve berbat bir baş ağrısıy-la uyanmak. Hepsinden de beteri, kıyıda koşmak, güver-teye tırmanmak, havuz kapaklarında halatı çekmek ya dahavuzdan doğru fırlatılan palamarı yakalamak için açıkha-vaya çıkmasına bir tek kez bile izin verilmemesi. Çünkü elbette saklanması gerekiyordu. Tony Costaona su kıyısındaki meyhanelerde dolaşan dedikodularıaktarmıştı: küçük, sarı saçlı bir kız için bütün krallıktabüyük bir av sürdürülüyordu, bulana büyük ödül vaatedilmişti, onu saklayanlara da ağır ceza gelecekti. Tuhafrivayetler de vardı: insanlar onun Hamhumlar'dan kaç-mış tek çocuk olduğunu, korkunç sırlara sahip olduğu-nu söylüyorlardı. Başka bir rivayete göre ise, insan çocu-ğu falan değil, büyük bir yıkıma sebep olmak için ce-hennemi güçler tarafından bu dünyaya çocuk ve cin kı-lığında gönderilmiş bir çift ruhtu; gene başka bir rivaye-te göre ise, çocuk değil, yetişkindi, sihirle küçültülmüş-tü, Tatarlar'm paralı adamıydı, temiz İngiliz halkını göz-leyip casusluk etmek ve bir Tatar istilasının yolunu aç-200

KUZEY IŞIKLARImak üzere gönderilmişti. Lyra bu hikayeleri ilk duyduğunda neşelendi, amasonraları morali bozuldu. Ondan nefret eden ve korkanonca insan! Ayrıca bu kutu gibi, daracık kabinden çık-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mak için içi gidiyordu. Şimdiden Kuzey'de, alev alev Au-rora'nın altındaki engin karlarda olmak istiyordu. Bazende Jordan Koleji'nde olmayı, Roger'la çatılarda sürünür-ken Sofracıbaşı'nın Çanı'nın çalıp yemeğe yarım saat kal-dığını haber verişini özlüyordu, Mutfak'm takırtılarını vecızırtılarını, bağırışlarını özlüyordu... Sonra da tutkuyla,hiçbir şeyin değişmemiş olmasını, hiçbir şeyin asla değiş-memesini, sonsuza kadar Jordan Koleji'nin Lyra'sı olma-yı istiyordu. Can sıkıntısını ve sinirini dindiren tek şey ise, aletiyo-metreydi. Her gün aleti okuyordu, bazen Farder Coramile birlikte, bazen de kendi başına. Sembol anlamlarınınkendilerini berraklaştırdıkları o sakin hale gittikçe dahakolaylıkla geçebildiğini gördü. Güneşin dokunduğu okoca dağ dizileri imgeler halini aldılar. Bunun nasıl bir duygu olduğunu Farder Coram'aaçıklamaya çalıştı. "Sanki biriyle konuşur gibi, ama onların ne dediğinipek duyamıyorsunuz ve kendinizi biraz aptal gibi hisse-diyorsunuz, çünkü sizden daha akıllılar, ama kızdıklarımızdıkları yok... Ve öyle çok şey biliyorlar ki, FarderCoram! Her şeyi biliyor gibiler hemen hemen! Mrs. Co-ulter akıllıydı, pek çok şey bilirdi, ama bu başka tür bir201

PHILIP PULLMANbilme... Anlama gibi, herhalde..."Adam ona belirli sorular sorar, o da cevapları arardı. "Mrs. Coulter şu anda ne yapıyor?" derdi, Lyra'nın el-leri hemen hareket edince de, "Söyle bakalım, ne yapı-yorsun öyle," diye eklerdi. "Şey, Meryem Ana Mrs. Coulter ve kolu oraya götür-düğüm zaman annem diye düşünüyorum; karınca dameşgul oluyor- o kolay, bu üst anlam çünkü. Kum saati-nin anlamlan arasında da zaman var ve ortadayken şim-di oluyor, aklımı onun üzerinde topluyorum..""Bu anlamların nerede olduğunu nerden biliyorsun?" "Görüyorum sanki. Ya da, hissediyorum, gece merdi-venden iner gibi, ayağını aşağı koyarsın, bir basamak da-ha vardır. Ben de aklımı aşağı koyuyorum ve bir anlamdaha var, onu hissediyorum, bir anlamda. Sonra hepsinibir araya getiriyorum. Bir püf noktası var, gözleriniziodaklar gibi.""Yap öyleyse, bakalım ne diyor." Lyra yaptı. Uzun kol hemen savrulmaya başladı, dur-du, sonra yine düzenli şekilde bir savrulup bir durmayadevam etti. Bu öyle bir zerafet ve güç duygusuydu ki,onu paylaşan Lyra kendini uçmayı öğrenen küçük birkuş gibi hissetti. Masanın karşısından bakan Farder Co-ram ibrenin durduğu yerleri not aldı ve küçük kızın sa-çını yüzünden kaldırıp altdudağını hafifçe ısırışına baktı:Lyra'nın gözleri önce ibreyi izliyordu, yolu belli oluncaise kadranda başka yerlere baktı. Ama tesadüfen değil.202

KUZEY IŞIKLARIFarder Coram satranç oyuncusuydu ve satranç oyuncu-larının iş başındayken bir oyuna nasıl baktığını bilirdi.Usta bir oyuncu tahtada güç ve etki hatları görür gibi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

olurdu ve önemli hatlara bakar, zayıf olanlarını gözönü-ne almazdı. Lyra'nın gözleri de aynı şekilde, kendisiningördüğü ama Farder Coram'm görmediği benzer birmanyetik alana göre hareket ediyordu.- İbre yıldırımda, bebekte, yılanda, filde ve Lyra'nın isimveremediği bir yaratıkta durdu: kocaman gözlü, kuyruğuüzerinde durduğu ince dala sarılmış bir tür kertenkele.Lyra bakarken ibre aynı seriyi defalarca tekrarladı. "O kertenkele ne anlama geliyor?" diye sordu, FarderCoram, onun konsantrasyonunu bozarak. "Anlamı yok... Ne dediğini anlıyorum, ama yanlışokuyor olmalıyım. Yıldırım sanırım öfke, çocuk da... be-nim, sanırım... O kertenkeleye benzeyen şeye de tambir anlam veriyordum, ama siz konuştunuz, Farder Co-ram, ben de kaybettim. Görüyorsunuz ya, şimdi orayaburaya süzülüyor." "Evet, görüyorum. Özür dilerim, Lyra. Yorgun musun?Durmak ister misin?" "Hayır, istemiyorum," dedi ama yanakları kızarmıştı,gözleri de çakmak çakmaktı. Huysuzlukla dolu aşırı birheyecanın bütün belirtilerini gösteriyordu, bu havasızkabinde uzun süre kapalı kalması ise durumu daha daağırlaştırmıştı.Farder Coram pencereden dışarı baktı. Hava neredey-203

PHILIP PULLMANse kararmıştı, kıyıya varmadan önceki son karaiçi sular-dan geçiyorlardı. Geniş bir halicin pis kahverengi sularıkasvetli bir gökyüzünün altında, uzaklardaki kömür-ru-hu depo grubuna kadar uzanıyordu; paslı ve örümcekağı gibi boru donanımlarıyla çevrili depoların yanında,kalın bir duman sütununun gönülsüzce bulutlara eriş-mek için yükseldiği bir rafineri vardı. "Neredeyiz?" diye sordu Lyra. "Birazcık dışarı çıkabi-lir miyim, Farder Coram?" "Burası Colby suları. Cole nehrinin halici. Kasabaya gel-diğimizde Dumanpazarının yanına bağlanacağız ve rıhtım-lara yürüyerek gideceğiz. Bir iki saatte orada oluruz..." Ama hava kararıyordu ve koyun uçsuz bucaksız ıssız-lığında kendi teknelerinden ve rafineriye doğru zahmet-le ilerleyen uzaktaki bir kömür-mavnasından başka ha-reket eden bir şey yoktu. Lyra'nın yüzü ise öyle kızar-mıştı, öyle yorgundu ve öyle uzun süreyle içeride kal-mıştı ki, Farder Coram söze şöyle devam etti. "Eh, sanırım birkaç dakika açık havaya çıksan bir za-rarı olmaz. Temiz hava diyemeyeceğim. Denizden esme-diği zaman temiz olmaz, ama yukarıda oturur, biz birazdaha yaklaşana kadar etrafa bakarsın." Lyra sıçradı, Pantalaimon ise hemen martı oldu, dışa-rıda kanatlarını açmaya sabırsızlanıyordu. Dışarısı soğuk-tu ve Lyra, sıkı giyinmiş olmasına rağmen, çok geçme-den titremeye başladı. Pantalaimon'a gelince, o gürültü-lü bir keyif gaklamasıyla havaya yükseldi ve bir tekne-204

KUZEY IŞIKLARInin önünde, bir kıçın arkasında fır döndü, sekti, ok gibifırladı. Lyra da onunla birlikte kabına sığamaz oldu, o

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

uçarken duygularını paylaşıyordu ve zihniyle onu ihtiyardümencinin karabatak cinini yarışmaya kışkırtsın diyezorluyordu. Ama cin Pantalaimon'a aldırmadı bile, ada-mın yakınma, dümenin yekesine uykulu uykulu yerleşti. Bu acı kahverengi suda hayat yoktu, yalnızca moto-run düzenli pat patları ve pruvanın altındaki suyun hafifşıpırtısı engin sessizliği bozuyordu. Siyah bulutlar alçal-mış, yağmur vermeden öylece duruyorlardı; altlarındakihava dumanla kirlenmişti. Tek hayat ve keyif belirtisi,Pantalaimon'un görkemli zerafetindeydi. Açılmış kanatlarının griliğin içinde bembeyaz durdu-ğu bir dalışın ardından yukarılara süzüldüğü sırada, si-yah bir şey hızla ona doğru atıldı ve vurdu. Pantalaimonkanatlarını şaşkınlık ve acıyla çırparak yana düştü. Hemşaşkınlığı, hem de acıyı hisseden Lyra haykırdı. Sonrabaşka bir küçük siyah şey, ilkine katıldı; kuş gibi değil,uçan böcekler gibi hareket ediyorlardı, ağır ve doğru-dan; ve monoton bir ses çıkarıyorlardı. Pantalaimon eğilip bükülerek uzaklaşmaya, tekneye

ve Lyra'nın çaresiz kollarına erişmeye çalışırken, karaşeyler ona çarpmaya, monoton bir şekilde vızıldamayadevam ediyorlardı, öldürmeye kararlıydılar. Lyra Panta-laimon'un korkusu ve kendi korkusuyla yarı çılgına dön-müştü, derken bir şey yanından geçip yukarı fırladı.Dümencinin karabatak ciniydi bu, hantal ve ağır gö-205

PHILIP PULLMANrünmesine rağmen, güçlü ve hızlı bir uçuşu vardı. Başıhızla bir o yana hareket etti, bir bu yana -kara kanatla-rın bir çırpınışı, bir beyaz titreyiş- sonra da tam Pantala-imon Lyra'nm ileri uzattığı eline konarken, küçük karabir şey kabinin katranlı damına, Lyra'nm ayaklarının al-tına düştü. Daha Lyra onu teselli edemeden Pantalaimon yabanikedi biçimine girmiş, yaratığın üstüne atlamıştı. Onu da-mın kenarından, kaçmak için süratle süründüğü yerdengeriletmeye çalışıyordu. İğneyle dolu pençelerinden bi-riyle onu yerine sabitledi ve ikincisini arayan karabata-ğın kanat vuruşlarının gitgide daha yüksek daireler çiz-diği, kararmakta olan gökyüzüne baktı. Sonra karabatak süratle geriye süzüldü, boğuk bir ses-le dümenciye bir şeyler söyledi. Adam, "Gitmiş," dedi."Sakın ötekini kaçırmayın. A1-" içtiği teneke maşrapanıniçindeki tortuyu savurdu ve maşrapayı Lyra'ya attı. Kız onu hemen yaratığın üstüne kapattı. Yaratık hâlâ,küçük bir makine gibi, vızıldayıp hırlıyordu. Farder Coram onun arkasından, "Sıkı tut, kıpırdatma,"diye seslendi, az sonra maşrapanın altına bir mukavvaparçası kaydırmak için eğiliyordu."Nedir bu, Farder Coram?" dedi Lyra titreyerek."Aşağı inip bir bakalım. Dikkatli taşı, Lyra. Sıkı sıkı tut." Lyra geçerken dümencinin cinine baktı, ona teşekküretmek niyetindeydi, ama ihtiyar gözleri yumuluydu.Onun yerine dümenciye teşekkür etti.206

KUZEY IŞIKLARI

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Adamın tek söylediği, "Aşağıda kalmalıydın," oldu. Lyra maşrapayı kabine götürdü, Farder Coram bir bi-ra bardağı bulmuştu. Teneke maşrapayı onun üstündebaşaşağı tuttu ve sonra da aralarındaki mukavvayı çekipaldı, böylece yaratık bardağın içine düştü. Küçük öfkelişeyi rahatça görebilmeleri için bardağı havaya kaldırdı. Lyra'nın başparmağı boyundaydı ve siyah değil koyu.yeşildi. Kanat kılıfları, uçmaya hazırlanan bir hanımböce-ğininki gibi dimdikti ve içerideki kanatlar öylesine öf-keyle çırpmıyordu ki bulanık görünüyorlardı. Altı tırnak-lı bacağı, dümdüz camda debelenip duruyordu."Nedir bu?" diye sordu Lyra. Hâlâ yabankedisi olan Pantalaimon, on beş santimkadar ötede masaya çömelmiş, yeşil gözleriyle camıniçinde dönüp duran yaratığı izliyordu. "Eğer kırıp açacak olursan," dedi Farder Coram, "için-de canlı bir şey bulamazsın. En azından, ne hayvan, neböcek. Daha önce bu şeylerden bir tane görmüştüm vebu kadar kuzeyde bir daha göreceğim aklıma bile gel-mezdi. Afrik işi. İçinde çalışan bir kurgu mekanizmasıvar, onun yayına da kalbine büyü yapılmış bir kötü ruhtutturulmuş.""İyi ama kim gönderdi bunu?" "Sembolleri okumana bile gerek yok, Lyra; sen de bu-nu benim kadar rahatça tahmin edebilirsin.""Mrs. Coulter mı?""Elbette. O sadece Kuzey'de keşiflerde bulunmamış;207

PHILIP PULLMANgüney yabanında da pek çok garip şey vardır. Bunlar-dan birini en son Fas'ta görmüştüm. Ölümcül tehlikesivardır; ruh içindeyken asla durmaz ve ruhu serbest bı-raktığın zaman öyle feci öfkelidir ki eline ilk geçirdiğişeyi öldürür.""İyi ama neyin peşindeydi?" "Casusluk yapıyordu. Yukarı çıkmana izin verdiğimiçin lanet olası bir budalayım. Ayrıca, araya girmeden se-ni sembolleri rahat rahat düşünmeye bırakmalıydım." "Şimdi anlıyorum!" dedi Lyra, birden heyecanlanmış-tı. "Hava anlamına geliyor, o kertenkele şeyi. Onu gör-düm, ama niye olduğunu anlayamadım ve çıkarmaya ça-lışınca da kaybettim." "Ah," dedi Farder Coram, "öyleyse ben de anlıyorum.Kertenkele değil de ondan, bir bukalemun. Hava yerine ge-çer, çünkü ne yerler ne içerler, sadece havayla yaşarlar.""Peki ya fil-""Afrika," dedi adam ve sonra, "Hah işte!" Birbirlerine baktılar. Aletiyometrenin gücünün heraçığa vuruluşunda, daha fazla hayrete kapılıyorlardı. "Bize hep bunları anlatıyordu," dedi Lyra. "Dinleme-liydik. Ama şimdi bunu ne yapacağız, Farder Coram? Nebileyim, öldürebilir miyiz?" "Bir şey yapabilir miyiz, bilmem. Onu sadece bir ku-tuda sıkı sıkı kapalı tutup, asla dışarı çıkarmamamız ge-rekecek. Beni kaygılandıran öteki, kaçan. Dosdoğru Mrs.Coulter'a gidiyordur şimdi, seni gördüğünü haber vere-208

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

KUZEY IŞIKLARIektir. Allah beni kahretsin, Lyra, budalanın biriyim." Dolabın içinde bir süre arandı ve çapı sekiz santimkadar olan bir duman-yaprağı tenekesi buldu. Vida sak-lamak için kullanılıyordu. Farder Coram vidaları çıkardı,içini bir bezle sildi, sonra da hâlâ ağzı mukavvayla kapa-jı olan bardağı onun üstünde başaşağı çevirdi.

Yaratığın bacaklarından birinin kurtulup şaşırtıcı birkuvvetle tenekeyi ittiği zor bir anın ardından onu hap-settiler, kapağını da sıkıca kapadılar. "Gemiye varır varmaz, garantiye almak için kenarına" lehim yaparım," dedi Farder Coram."Ama kurgu mekanizması kurulmayınca durmaz mı?" "Sıradan kurgu mekanizması durur, evet. Ama dedi-ğim gibi bu ucuna tutturulmuş ruh tarafından kurulu du-ruyor. Ne kadar çırpınırsa o kadar gergin şekilde kuru-luyor, gücü de fazlalaşıyor. Şimdi bu ufaklığı ayak altın-dan çekelim..." Sürekli vızıldamasını ve monoton sesini boğmak içintenekeyi pazen bir kumaşa sardı ve ranzasının altına tıktı. Artık hava kararmıştı, Colby'nin ışıkları yakınlaşırkenLyra pencereden seyretti. Ağır hava yoğunlaşıp pusa dö-nüşüyordu ve daha sonra Dumanpazarmın yanında rıh-tıma bağlanırlarken artık her şey flulaşmış görünüyordu.Karanlık, inci gibi gümüş-gri peçeler halinde depolarlavinçleri, tahta pazar tezgahlarını ve balıkların rayihalımeşe-tahtası dumanında gece gündüz asılı kalıp tütsüle-dikleri, pazara adını veren granit, çok bacalı binayı kap-209

PHILIP PULLMANlayan bir perdeye dönüştü. Bacalar zaten yapışkan olanhavaya kendi yoğunluklarını da katıyorlardı ve sankiparke taşlarının kendilerinden tütsülenmiş ringa, uskum-ru ile mezgitin ağır ama hoş kokusu yayılıyor gibiydi. Muşambadan bir giysiye bürünmüş, onu ele veren sa-çını büyük bir kukuleta ile örtmüş olan Lyra, Farder Co-ram ile dümencinin arasında yürüyordu. Üç cin de tetik-teydi, ilerideki köşelerin etrafını kolaçan ediyor, geriyikolluyor, en ufak ayak sesine kulak kabartıyorlardı. Ama görünürdeki tek şekil, onlarınkiydi. Colby sakin-lerinin hepsi içerideydi, herhalde harıl harıl yanan soba-ların yanında jenniver yudumluyorlardı. Rıhtıma varanakadar kimseyi görmediler, ilk gördükleri kişi de kapıdanöbet tutan Tony Costa oldu. "Tanrı'ya şükür geldiniz," dedi alçak sesle. Onları içe-ri aldı. "Az önce Jack Verhoeven'in vurulduğunu öğren-dik, gemisi de batırılmış, kimse de sizin nerede olduğu-nuzu bilmiyordu. John Faa gemiye bindi bile, gitmekiçin sabırsızlanıyor." Gemi Lyra'ya muzzam göründü: ortasında bir kaptan-köşkü ve baca, yüksek bir baş kasarası ve branda kaplıbir ambar kapağının üzerinde kocaman bir güverte vin-ci; kamara pencereleri ve köprüde parlayan sarı ışık, di-rekte beyaz ışık; ve güvertede telaşla ne olduğunu anla-yamadığı işler yapan üç dört adam. Farder Coram'm önüsıra iskele tahtasından hızla iler-ledi ve heyecanla etrafına baktı. Pantalaimon maymun

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

210

KUZEY IŞIKLARI ıup hemen vince tırmandı, ama Lyra onu gerisingeriaşağı çağırdı; Farder Coram içeri girmelerini, ya da gemi-lerde dendiği gibi, aşağı inmelerini istiyordu. Merdivenden, yani kamara iskelesinden indiler, JohnFaa'nın gemiden sorumlu çingan Nicholas Rokeby ile al-çak sesle konuştuğu küçük bir salona geldiler. John Faahiçbir şeyi aceleyle yapmazdı. Lyra onun kendisini se-lâmlamasını bekliyordu ama o, yeni gelenlere dönme-den önce, gelgit ve kılavuzluk konusunda söylediklerinibitirdi. "İyi akşamlar, dostlar," dedi. "Zavallı Jack Verhoevenöldü, belki duymuşsunuzdur. Yanındaki adamlar da esiralındı." "Bizim de kötü haberlerimiz var," dedi Farder Coramve uçan ruhlarla karşılaşmalarını anlattı.John Faa büyük başını salladıysa da onları paylamadı."Nerde şimdi o yaratık?" diye sordu. Farder Coram yaprak tenekeyi çıkarıp masaya koydu.İçinden öyle bir öfkeli vızıldama geliyordu ki, tenekeninkendisi tahtanın üzerinde ağır ağır hareket ediyordu. "Bu kurgu mekanizmah şeytanları duydum, ama hiçgörmemiştim," dedi John Faa. "Hayatta ehlileştiremezsin,geri döndüremezsin, o kadarını biliyorum. Kurşun ağır-lık koyup okyanusa atmanın da yararı yok, çünkü birgün paslanır, şeytan da dışarı çıkar ve nerede olursa ol-sun dosdoğru çocuğa gider. Hayır, onu tutacağız ve gö-zümüzü dört açacağız."211

PHILIP PULLMAN Lyra gemideki tek dişi olduğu için (John Faa uzunuzun düşündükten sonra kadınları almamaya karar ver-mişti), kendine ait bir kabini vardı. Büyük bir kabin de-ğil, tabii; hatta bir ranzasıyla bir lombozu olan (kamarapenceresinin doğru adı buydu) bir dolaptan biraz bü-yüktü. Lyra birkaç parça eşyasını ranzanın altındaki çek-meceye koydu ve İngiltere'nin gözden kayboluşunu iz-lemek için küpeşteye yaslanmak üzere heyecanla yuka-rı koştu, ama İngiltere'nin büyük kısmı, daha o orayavarmadan, siste kaybolmuştu bile. Ama aşağıda suyun hızla akışı, havadaki hareket, ge-minin karanlıkta cesurca parlayan ışıkları, motorun güm-bürtüsü, tuz, balık ve kömür ruhunun kokusu da yete-rince heyecanlıydı. Çok geçmeden, gemi Alman Okya-nusu'nun koca dalgalarında sallanmaya başlayınca buhislere yeni bir his daha katıldı. Birisi onu bir lokma ye-mek yesin diye aşağı çağırdığında, Lyra sandığı kadar açolmadığını anladı; derken, yatmanın iyi bir fikir olacağı-na karar verdi, Pantalaimon'un hatırı için, çünkü zavallıyaratık kendini feci şekilde rahatsız hissediyordu.Lyra'nm Kuzey yolculuğu işte böyle başladı.212

Bölüm İkiBolvangar

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

10Konsül ve Ayı John Faa ve diğer liderler, Laponya'nm en büyük lima-nı Trollesund'a gitmeye karar vermişlerdi. Cadıların kasa-bada bir konsüllüğü vardı ve John Faa onların yardımı, hiçdeğilse dostane tarafsızlığı olmaksızın, esir çocukları kur-tarmanın imkansız olacağını biliyordu. Ertesi gün bu fikrini Lyra ve Farder Coram'a açıkladı-ğında, Lyra'nın deniz tutmasından duyduğu rahatsızlık ar-tık biraz yatışmıştı. Güneş pırıl pırıl parlıyordu, yeşil dal-galar pruvaya vuruyor, kavisler çizerek giderlerken bera-berlerinde beyaz köpük dereleri de taşıyorlardı. Dışarıdagüvertede, meltem eserken ve bütün deniz ışıkla ve hare-ketle cıvıl cıvılken, Lyra pek az rahatsızlık hissetti. ArtıkPantalaimon önce martı, sonra da bir fırtına kuşu olmanmve dalgaların tepesini yalayıp geçmenin zevkini keşfetmişolduğu için, Lyra, kara insanlarına has bir mutsuzluğa dal-mayacak kadar onun neşesine kendini kaptırmıştı. John Faa, Farder Coram ve diğerlerinden iki üç tanesi,güneş tam üstlerine vurmuş halde geminin kıçına otur-215

PHILIP PULLMANmuş, şimdi ne yapacaklarını konuşuyorlardı. "Şimdi, Farder Coram bu Laponya cadılarını tanıyor"dedi John Faa. "Ve yanılmıyorsam eğer ortada bir minnetborcu da varmış." "Doğru, John," dedi Farder Coram. "Kırk yıl geride kal-dı, ama bir cadı için kırk yılın lafı bile olmaz. Kimileri bu-nun birkaç katı yaşar." Savaşan birliklerden sorumlu olan Adam Stefanski, "Buminnet borcuna ne yol açtı, Farder Coram?" diye sordu. "Bir cadının hayatını kurtardım," dedi Farder Coram."Havadan düştü, daha önce gördüğüm hiçbir şeye benze-meyen koca kırmızı bir kuş tarafından kovalanıyordu. Ba-taklığa yaralı olarak düştü, ben de onu bulmaya çıktım.Neredeyse boğuluyordu ki tekneye aldım, kuşu da vur-dum. Ne yazık ki bir bataklığın içine düştü, çünkü bala-ban kuşu kadar büyüktü ve alev kırmızısıydı." "Ah," diye mırıldandı öbür adamlar, Farder Coram'ınhikayesi onları büyülemişti. "Şimdi, onu tekneye aldığımda," diye devam etti Far-der Coram, "görüp göreceğim en ağır şoku geçirdim, çün-kü o genç kadının cini yoktu." Sanki, "Başı yoktu" demiş gibiydi. Düşüncesi bile tik-sindiriciydi. Adamlar ürperdiler, cinlerinin tüyleri dikildi,silkelendiler, ya da sert sert gakladılar, adamlar onları ya-tıştırdı. Pantalaimon Lyra'nm kollarının arasına sokuldu,kalpleri birlikte çarptı."Hiç değilse," dedi Farder Coram, "öyle görünüyordu.216

KUZEY IŞIKLARIHavadan düştüğü için onun cadı olduğundan epey şüp-helendim. Tıpatıp bir genç kadına benziyordu, kimindenzayii, çoğundan hoştu, ama o cini görmemek beni afallat-tı, sarsıldım."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Yani yok muymuş cinleri, bu cadıların?" diye sorduöbür adam, Michael Canzona. "Cinleri görünmez herhalde," dedi Adam Stefanski. "ocin hep oradadır da, Farder Coram onu görmemiştir." "Hayır, yanılıyorsun, Adam," dedi Farder Coram. "Hiçde orada değildi. Cadıların kendilerini cinlerinden, bizimayırdığımızdan çok daha fazla ayırma gücü var. Eğer ge-rekiyorsa, cinlerini rüzgar ve bulutlarla çok uzağa ya daaşağı, okyanusa gönderebilirler. Ve bulduğum bu cadı birsaatten fazla dinlenmemişti ki cini uçarak geri geldi, onunkorkusunu ve yaralandığını hissetmiş elbette. Ve inanıyo-rum ki, bunu asla kabul etmese de, vurduğum o kocamankırmızı kuş başka bir cadının onu kovalayan ciniydi. Tan-rım! Bunun düşüncesi titretti beni. Hayatta ateş etmezdim,denizdeki ya da karadaki her tür önlemi alırdım, ama ol-muştu bir kere. Neyse, hayatını kurtardığıma kuşku yoktuve bunun için bana bir hatıra verdi, yardım gerekirse herzaman onu çağırmamı söyledi. Ve bir keresinde de, Skra-elingler beni zehirli okla vurunca bana yardım yolladı.Başka bağlantılarımız da oldu... Onu o zamandan berigörmedim, ama hatırlar.""Trollesund'da mı oturuyor, bu cadı?""Hayır, hayır. Ormanlarla tundrada yaşarlar, bir liman-217

PHILIP PULLMANda erkeklerle kadınların arasında değil. Onların işleri ya-banıllıkla. Ama burada bir konsülleri var, ben de ona ha-ber yollarım, hiç şüpheniz olmasın." Lyra cadılar hakkında daha fazlasını öğrenmeye he-vesliydi, ne var ki adamlar yakıt ve levazım konusunutartışmaya başlamışlardı ve çok geçmeden, geminin gerikalanını görmek için sabırsızlık duymaya başladı. Güver-te boyunca pruvaya doğru giderek dolaştı, çok geçme-den, kahvaltıda yediği elmadan sakladığı çekirdekleriatarak bir Usta Gemici'nin dikkatini çekti. İri yarı ve sa-kin bir adamdı, o kıza küfrettikten, Lyra da karşılık ver-dikten sonra çok iyi arkadaş oldular. Adı Jerry'ydi. Lyraonun rehberliğinde yapacak bir şeyi olmanın insanı de-niz tutmasından koruduğunu, hatta güverteyi silmek gi-bi bir işin bile, gemici usulü yapılırsa eğer, tatmin ediciolabileceğini öğrendi. Bu fikir çok ilgisini çekmişti, dahasonra ranzasındaki battaniyeleri gemici usulü katladı veeşyalarını dolaba denizci usulü koydu ve bu işi yapışşekline "tertipli" yerine "istifli" dedi. Lyra iki gün sonra kendisine uygun hayatın bu oldu-ğuna karar verdi. Makine dairesinden kaptan köşküne ka-dar geminin her yanına hakimdi, bütün mürettebata daadlarıyla hitap ediyordu. Kaptan Rokeby, buharlı düdü-ğün sapını çekerek bir Hollanda firkateynine sinyal gön-dermesine izin vermişti; aşçı, erikli muhallebi karıştırırkenister istemez onun yardımından yararlanıyordu; çanaklık-tan ufukları teftiş etmek için pruva direğine tırmanmasını218

KUZEY IŞIKLARIengelleyen tek şey de John Faa'nın sert bir uyarısı oldu. Bütün bu süre boyunca hep kuzeye gidiyorlardı, havagünden güne daha da soğuyordu. Geminin ambarları

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

araştırılıp, onun için biçilecek muşambalar arandı, Jerryona dikiş dikmesini öğretti. Bu sanata Jordan'da burun kı-vırmış, Mrs. Lonsdale'in ona öğretmesinden kaçınmıştıama burada gönüllü olarak öğrendi. İkisi, aletiyometre- için, beline takacağı su geçirmez bir torba yaptılar; ne olurne olmaz, denize düşersem diye, dedi Lyra. Onu güvenlibir şekilde yerine oturtunca, iğne gibi batan su serpintile-ri pruvanın üzerinde patlayıp güverte boyunca köpürerekakarken, muşambalarının içinde ve kafasında gemici şap-kasıyla küpeşteye sıkı sıkı tutundu. Zaman zaman denizgene onu tutuyordu, özellikle rüzgar şiddetlenirse ve ge-mi, gri-yeşil dalgaların doruklarında suya batıp çıkarsa. Ozaman, bir fırtına kuşu biçiminde dalgaları yalayıp geçe-rek Lyra'nın aklını deniz tutmasından uzaklaştırmak Pan-talaimon'un işiydi, çünkü Lyra onun rüzgar ve suyun dar-besinden duyduğu sınırsız neşeyi hissediyordu ve midebulantısını unutuyordu. Pantalaimon zaman zaman balıkolmaya bile kalkışıyordu ve bir seferinde bir yunus sürü-süne katılmış, onları epey şaşırtmış ve memnun etmişti.Lyra baş kasarasında titreyerek durmuş, gösterişli, güçlü,sevgili Pantalaimon'u beş altı başka hızlı gri şekille birlik-te sudan yukarı sıçrarken sevinçle gülmüştü. Zevkliydi,ama Lyra için sadece zevk değildi, çünkü içinde acı vekorku da vardı. Ya yunus olmayı onunla birlikte karada219

PHILIP PULLMANolmaktan daha çok severse? O zaman ne yapardı Lyra? Arkadaşı Usta Gemici oracıktaydı, küçük kızın cinininyunuslarla birlikte dalgaları sıyırarak sıçramasını gözlemekiçin ön taraftaki ambar ağzının üzerindeki brandayı ayar-larken durakladı. Bir martı olan cini, başını bocurgatın ka-nadının altına sokmuştu. Adam, Lyra'nın neler hissettiğinibiliyordu. "İlk kez denize çıkışımı hatırlıyorum, Belisaria'm henüzbelli bir şekli benimsememişti, o kadar gençtim yani, yu-nus olmak hoşuna gidiyordu. O şekli benimseyecek diyekorkuyordum. İlk gemimde, cini yunus şeklini benimse-diği ve asla sudan ayrılamadığı için asla karaya çıkmayanyaşlı bir gemici vardı. Harikulade bir gemiciydi; görüp gö-receğin en iyi seyir ustasıydı; balıkçılıkla servet sahibi ola-bilirdi; ama böyle mutlu olmuyordu. Ölüp de denize gö-mülene kadar asla tam olarak mutlu olmadı." "Cinlerin neden belli bir şekli benimsemeleri gereki-yor?" dedi Lyra. "Pantalaimon'un ebediyen değişebilmesi-ni isterim. O da istiyor." "Ah, her zaman belli bir şekli benimsemişlerdir, daimada benimseyecekler. Bu da büyümenin bir parçası. Onundeğişmesinden sıkıldığın bir zaman gelecek, onun bellibir biçimi benimsemesini isteyeceksin.""İstemeyeceğim işte, asla!" "İstersin, istersin. Sen de bütün diğer kızlar gibi büyü-mek istersin. Hem zaten belli biçime sahip olmanın iyi ta-rafları da var."220

KUZEY IŞIKLARI«Neymiş?" "Nasıl biri olduğunu bilmek. Bizim ihtiyar Belisaria'yı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

al. O bir martı, yani bu demektir ki ben de bir tür martı-yım. Asil ve muhteşem değilim, güzel de değilim ama da-yanıklı ihtiyar bir şeyim, ve her yerde hayatta kalabilirim,daima biraz yiyecek ve arkadaş bulabilirim. Bunu da bil-meye değer. Ve cinin belli bir şekil benimseyince, nasıl bi-ri olduğunu anlarsın." "Ama ya cinin senin hoşuna gitmeyen bir şekli be-nimserse?" "Eh, o zaman da tatmin olmayan birisindir, ha? Cin ola-rak bir aslan isteyen ama sonunda bir kanişleri olan pekçok insan var. Ve oldukları şeyden tatmin olana kadar, bukonuda huysuzlanacaklar. Duygu israfı, bana sorarsan."Ama Lyra'ya hiç de büyüyecekmiş gibi gelmiyordu. Bir sabah havada farklı bir koku vardı, gemi de, yükse-lip alçalacağına, ani bir şekilde bir yandan bir yana salına-rak, bir garip hareket ediyordu. Lyra uyandıktan bir daki-ka sonra güverteye çıkmış, açgözlü bir şekilde karaya ba-kıyordu: onca sudan sonra öyle garip bir manzaraydı ki,çünkü sadece birkaç gündür denizde olsalar da Lyra san-ki aylardır okyanustalarmış gibi hissediyordu kendini. Ge-milim tam önünde, yamaçları yeşil, doruğu karlarla kaplıbir dag yükseliyordu, küçük bir kasaba ile bir liman da al-tında uzanıyordu: dik çatılı ahşap evler, bir mabet kulesi,limanda vinçler ve havada dönüp bağıran martı bulutları.221

PHILIP PULLMANKoku, balık kokuşuydu, ama onunla karışık olarak kankokuları da geliyordu: çam reçinesi, toprak ve bir tür hayvan kokusu, misk gibi bir koku, bir de soğuk, anlaşılmazyabani bir şey: kar olabilirdi. Bu, Kuzey'in kokuşuydu. Foklar geminin çevresinde sıçrayıp oynuyor, tek şapırti sesi çıkarmaksızın gene suya gömülmeden önce, soytarı suratlarını suyun üstünde gösteriyorlardı. Beyaz başldalgaların üstünden serpintiler saçan rüzgar, feci şekildsoğuktu, Lyra'nın kurt derisindeki her çatlağı arayıp buluyordu, çok geçmeden elleri acımaya başladı, yüzü uyuş-tu. Ermin biçimine bürünmüş Pantalaimon onun boynunuısıttı ama hava, fokları gözlemek için de olsa, yapacak biriş olmadan dışarıda uzun süre kalınmayacak kadar soğuk-tu. Lyra da aşağı inip yulaf unundan oluşan kahvaltısınıyedi, salondaki lombozdan dışarı baktı. Limanda su sakindi, muazzam dalgakıranın yanındangeçerlerken, Lyra hareketsizlikten kendini sallanırmış gibihissetmeye başladı. O ve Pantalaimon, gemi ağır ağır nh-tıma doğru ilerlerken hevesli hevesli seyrettiler. Bir saatsonra makinelerin sesi azalarak fonda sakin bir gümbürtü-ye dönüştü, sesler bağırarak emir verdi ya da soru sordu,halatlar atıldı, iskeleler indirildi, ambar kapakları açıldı. "Hadi, Lyra," dedi Farder Coram. "Her şeyini topladmmı?" Lyra uyanıp da karayı gördüğü anda nesi varsa topla-mıştı. Sadece kamaraya koştu, alışveriş torbasını aldı, ha-zırdı işte.222

KUZEY IŞIKLARI Kıyıda onun ve Farder Coram'ın yaptıkları ilk iş, Cadı-Konsülü'nün evini ziyaret etmek oldu. Onu bulmak fazla

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sürmedi; küçük kasaba limanın çevresine yığılmıştı, ma-betle Vali'nin evinden başka büyükçe bir bina yoktu. Ca-dı-Konsülü denizi gören yerde, yeşile boyalı ahşap bir ev-de oturuyordu, kapıyı çaldıklarında çınlama sessiz sokak-ta yankılandı..- Bir hizmetkar onları küçük bir salona aldı ve kahve ge-tirdi. Derken Konsül'ün kendisi onları buyur etmek içingeldi. Kırmızı yüzlü ve ciddi siyah takımlı, adı Martin Lan-selius olan bir adamdı. Cini, küçük bir yılandı, onun göz-leriyle aynı yoğunluk ve parlaklıkta yeşil gözleri vardı, za-ten Cadı-Konsülü'nün cadıya benzer tek yanı da bu göz-lerdi; ama doğrusu, Lyra da bir cadının neye benzemesi-ni beklediğinden emin değildi. "Size nasıl yardımcı olabilirim, Farder Coram?" diyesordu. "İki şekilde, Dr. Lanselius. Önce, yıllar önce, DoğuAnglia'nın Fen ülkesinde karşılaştığım bir cadı hanımla te-mas kurmak istiyorum. Adı, Serafina Pekkala."Dr. Lanselius gümüş bir kalemle not aldı."Onunla karşılaşalı ne kadar oldu?" dedi."Kırk yıl olmalı. Ama hatırlayacaktır sanırım.""Benden yardım istediğiniz ikinci konu neydi?" "Çocuklarını kaybetmiş birkaç çingan aileyi temsil edi-yorum. Bir örgütün bu çocukları, hem bizimkileri, hembaşkalarmınkileri esir aldığına ve onları bilinmeyen bir223

PHILIP PULLMANamaçla Kuzey'e getirdiğine inanmak için nedenlerimizvar. Siz ya da halkınız böyle bir şeyler olup bittiğinden ha-berdar mısınız, bunu bilmek isterdim."Dr. Lanselius kahvesini kibar kibar yudumladı. "Böyle bir faaliyetten haberdar olmuş olmamız imkan-sız değil," dedi. "Anlıyorsunuz ya, halkımla Kuzeyliler ara-sındaki ilişkiler son derece samimidir. Benim bu ilişkileribozmayı mazur göstermem zor olur." Farder Coram, sanki çok iyi anlamış gibi başını evetanlamında salladı. "Elbette," dedi. "Ve benim de size bu bilgiyi başka şe-kilde alabilir miyim diye sormam gerekli olmaz. Onun içinönce cadı hanımı sordum." Şimdi de Dr. Lanselius sanki o anlamış gibi, başını sal-ladı. Lyra bu oyunu hayret ve saygıyla izliyordu. Yüzeyinaltında pek çok şey olmaktaydı ve Cadı-Konsülü'nün birkarara varmakta olduğunu gördü. "Pekala," dedi. "Tabii, bu doğru ve adınızın bizce meç-hul olmadığını göreceksiniz, Farder Coram. Serafina Pek-kala, Enara Gölü bölgesinde bir cadı-klanmın kraliçesidir.Diğer sorunuza gelince, bu bilginin size benim kanalım-dan gelmediği konusunda anlaşma halindeyiz tabii.""Mutlaka." "Eh, Kuzey İlerleme Keşif Şirketi denen bir örgütün bukasabada bir şubesi var. Kendilerine maden arıyormuş sü-sü veriyorlar ama, aslında bu örgüt, Londra'daki HükmîAdak Meclisi tarafından kontrol ediliyor. Bu örgütün ço-224

KUZEY IŞIKLAR]cuk ithal ettiğini bilme durumundayım. Kasabada genelde

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bilinmez; Norroveç hükümeti de resmen bunu bilmiyor.Çocuklar uzun süreyle kalmıyorlar. İçerilerde uzak bir ye-re götürülüyorlar.""Neresi olduğunu biliyor musunuz, Dr. Lanselius?""Hayır. Bilsem size söylerdim." "Ya onlara orada ne olduğunu biliyor musunuz?".- Dr. Lanselius ilk kez Lyra'ya baktı. O da, duygularınıbelli etmeksizin, adamın bakışını iade etti. Küçük yeşil yı-lan-cin Konsül'ün yakasından başını kaldırdı ve dilini oy-natarak, kulağına bir şeyler fısıldadı. Konsül, "Bu konuya ilişkin olarak, Maystadt süreci söz-lerini duydum," dedi. "Sanırım ki, gerçek adını kullanmak-tan kaçınmak için böyle diyorlar. Tefrik sözcüğünü deduydum ama neye işaret ettiğini bilmiyorum." "Ve şu anda kasabada çocuk var mı?" diye sordu Far-der Coram. Kucağında tetikte oturan cininin kürkünü okşuyordu.Lyra, cinin mırıldanmayı bıraktığını fark etti. "Hayır, sanmıyorum," dedi Dr. Lanselius. "Bir hafta ön-ce on iki kişi kadar bir grup gelmişti, evvelki gün buradanayrıldılar." "Ah! O kadar yakın, ha? Öyleyse bu bizi biraz umutlan-dırıyor. Nasıl seyahat ediyorlardı, Dr. Lanselius?""Kızakla.""Nereye gittikleri hakkında bir fikriniz var mı peki?""Çok az. Bizi ilgilendiren bir konu değildi."225

PHILIP PULLMAN "Öyle olmalı. Şimdi, bütün sorularıma adil bir şekil-de cevap verdiniz, efendim, ama bir sorum daha varEğer benim yerimde siz olsaydınız, Cadılar Konsülü'nene sorardınız?"Dr. Lanselius ilk kez gülümsedi. "Bir zırhlı ayının hizmetini nerede edinebileceğimi so-rardım," dedi. Lyra yerinde doğruldu, elindeki Pantalaimon'un kalbi-nin de hızla çarptığını hissetti. Farder Coram, hayretle, "Zırhlı ayıların Adak Mecli-si'nin hizmetinde olduğunu sanıyordum," dedi. "Yani, Ku-zey İlerleme Şirketi, ya da kendilerine her ne diyorlarsa." "Öyle olmayan hiç değilse bir tanesi var. Onu Langlo-kur Sokağı'nın ucundaki kızak deposunda bulursunuz. Şusıralar orada hayatını kazanıyor ama öfkesi öyle burnun-da ve köpekleri öyle korkutuyor ki, bu işi pek uzun sür-meyebilir.""Bir kaçak mı yani?" "Öyle görünüyor. Adı İorek Byrnison. Bana, ben olsamne sorardım dediniz, ben de cevabını verdim. Şimdi bensizin yerinizde olsam şöyle yapardım: Buradan çok dahauzakta olsa bile bir zırhlı ayıyı işe alma şansına dört ellesarılırdım." Lyra kıpırdamadan oturmakta zorluk çekiyordu. AncakFarder Coram böyle toplantıların görgü kurallarını bilirdive tabaktan bir tane daha baharatlı ballı kek aldı. O keki-ni yerken, Dr. Lanselius Lyra'ya döndü.226

KUZEY IŞIKLARI

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Duyduğum kadarıyla elinde bir aletiyometre varmış,"dedi, onu çok şaşırtarak. Nasıl bilebilirdi ki? "Evet," dedi Lyra ve sonra da Pantalaimon'un dişleme-siyle kendine gelerek ekledi: "Bakmak ister miydiniz?""Çok isterdim." Lyra hiç de zarif olmayan bir şekilde muşamba kesesi-ni karıştırdı ve kadife paketi ona uzattı. Adam paketi açtı,aletiyometreyi büyük bir özenle havaya kaldırdı, ender birelyazmasma bakan bir Alim'in yüzündeki ifadeyle, onunkadranına baktı. "Ne kadar nefis!" dedi. "Bir örnek daha görmüştüm,ama bu kadar ince işlenmiş değildi. Okuma kitapları davar mı sende?" "Hayır," diye başladı Lyra, ama o daha fazlasını söyle-yemeden Farder Coram konuşmaya başlamıştı. "Hayır, ne yazık ki Lyra aletiyometreye sahip olsa da,okumanın hiç çaresi yok. Hindular'm geleceği okumadakullandıkları mürekkep havuzları gibi bir esrar. Ve benimbildiğim okuma kitaplarının en yakında olanı da Heidel-berg'deki St. Johann Manastırı'nda." Lyra onun bunu niye söylediğini anlıyordu: Lanseli-us'un Lyra'nın gücünü anlamasını istemiyordu. Ama Far-der Coram'ın göremediği bir şeyi de görüyordu, Dr. Lan-selius'un cininin huzursuzluğunu... Ve numara yapmanınfaydası olmayacağını hemen anladı.

"Aslında okuyabiliyorum" dedi, biraz Dr. Lanselius'a,biraz da Farder Coram'a söylermiş gibi. Cevap veren,227

PHILIP PULLMANKonsül oldu."Çok akıllıca," dedi. "Bunu nereden ele geçirdin?" "Oxford'daki Jordan Koleji'nin Başkanı verdi. Dr. Lan-selius, onları kimin yaptığını biliyor musunuz?" "Prag şehrinden çıktıkları söylenir," dedi Konsül. '%Üaletiyometreyi icat eden Alim, besbelli astroloji fikirlerinegöre, gezegenlerin etkilerini ölçmenin bir yolunu keşfet-meye çalışıyordu. Bir pusula nasıl Kuzey fikrine cevap ve-riyorsa, Mars ya da Venüs fikrine cevap verecek bir dona-nım yapmayı amaçlıyordu. Bunu başaramadı, ama icat et-tiği mekanizma bir şeye cevap veriyormuş besbelli, kim-se ne olduğunu bilmese de.""Sembolleri nereden bulmuşlar?" "Ah, on yedinci yüzyılda olmuş bunlar. Sembollerleamblemler her yerdeymiş. Binalar ve resimler, kitap gibiokunmak üzere tasarlanırmış. Her şey bir başka şey ifadeediyormuş; elinizde doğru sözlük olsa, Tabiat'ın kendisiniokuyabilirmişsiniz. Filozofların, esrarengiz bir kaynaktangelen bilgiyi yorumlamak için kendi dönemlerinin sembo-lizminden yararlanmalarının pek şaşacak bir yanı yok.Ama, biliyorsunuz, iki yüz yıl kadardır ciddi biçimde ya-rarlanamamıştı bunlardan."Aleti Lyra'ya geri verip ekledi. "Bir soru sorabilir miyim? Sembol kitabı olmadan nasılokuyorsun bunu?" "Sadece zihnimi boş bırakıyorum, sonra sanki eğilipsuya bakıyormuşum gibi oluyor. Bırakacaksınız ki gözle-228

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

KUZEY IŞIKLARI iniz doğru düzeyi bulsun, çünkü odaklanmış olan yalnız-ca o. İşte böyle bir şey.""Acaba diyorum, nasıl yaptığını görmeyi rica edebilirmiyim?" Lyra, evet demek isteyerek ama onay bekleyerek Far-der Coram'a baktı. İhtiyar adam, başını evet anlamındasalladı.? "Ne sorayım?" dedi Lyra."Tatarlar'ın Kamçatka konusunda ne gibi niyetleri var?" Bu zor değildi. Lyra kolları, Asya, yani Tatarlar anla-mına gelen deveye çevirdi; altın madenlerinin bulundu-ğu Kamçatka için boynuza çevirdi; ve etkinlik anlamınagelen, bu yüzden de amaç ve niyet demek olan karınca-ya. Sonra hiç kıpırdamadan oturdu, zihnini üç anlam dü-zeyini odaklandırmaya bıraktı, cevap gelsin diye kendi-ni gevşetti. Cevap da neredeyse o anda geldi zaten.Uzun ibre yunusta, miğferde, bebekte ve çapada titredi,onlar ve pota arasında, Lyra'mn gözlerinin tereddüt et-meden izlediği, ama iki erkeğe anlaşılmaz gelen karma-şık bir şekilde dans etti. Hareketlerini birkaç kez tamamlayınca, Lyra başını kal-dırdı. Sanki bir transtan çıkıyormuş gibi bir iki kez gözle-rini kırpıştırdı. "Oraya saldırıyormuş gibi yapacaklar, ama aslında sal-dırmayacaklar, çünkü çok uzak, kuvvetlerini çok yaymışolurlar," dedi. "Bunu nasıl okuduğunu bana söyler misin?""Yunusun en derindeki anlamlarından biri oynamak,229

PHILIP PULLMANoyunbaz olmak gibi sanki," diye açıkladı Lyra. "On beşin-ci anlam olduğunu biliyorum, çünkü on beş kere durduve sadece o düzeyde berraklaştı, başkasında değil. Miğferde savaş demek, ikisi bir arada olunca savaş çıkacak gibiyapmak ama ciddi olmamak anlamına geliyor. Bebek iseşey demek -zor demek- saldırmaları çok zor olacak, kiniye olduğunu da çapa söylüyor. Bir çapanın halatı gibigerilmiş olacakları için. Hepsini öylece görüyorum, anlı-yorsunuz ya."Dr. Lanselius başını salladı."Harika," dedi. "Müteşekkirim. Bunu unutmayacağım." Sonra tuhaf bir şekilde Farder Coram'a, ardındanLyra'ya baktı. "Bir gösteri daha rica edebilir miyim?" dedi. "Bu pecereden bakarsan, duvarında kırk ya da daha fazla buluçamı asılı bir kulübe göreceksin. Serafine Pekkala bunlrın sadece bir tanesini kullandı, diğerlerini kullanmadHangisi olduğunu söyleyebilir misin?" "Tabii!" dedi, hep gösteriş yapmaya hazır olan Lyra,aletiyometreyi kaptığı gibi dışarı fırladı. Cadılar uçmaktaonu kullandıkları için bulutçammı görmeyi çok istiyordu,daha önce hiç görmemişti. İki adam pencerenin kenarında durup Lyra'nın karlarıtekmeleye tekmeleye, yanında bir tavşan şeklinde zıpla-yıp duran Pantalaimon'la birlikte ilerlemesini, ahşap kulü-be önünde durmasını, aletiyometre'yi kullanmaya başla-masını izlediler. Kız, birkaç saniye sonra uzanıp çok sayı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

230

KUZEY IŞIKLARIdaki bulutçamı dalından birini aldı ve havaya kaldırdı.Dr. Lanselius başını evet anlamında salladı. Meraklanmış ve uçmaya çok hevesli olan Lyra, dalı ba-şının üstünde tutarak zıpladı, cadı olmaya çalışarak kardakoşturdu. Konsül, Farder Coram'a döndü ve "Bu çocuğunkim olduğunun farkında mısınız?" diye sordu. "Lord Asriel'in kızı," dedi Farder Coram. "Annesi de,Adak Meclisi'nden Mrs. Coulter.""Peki, ya onun dışında?" İhtiyar çingan, başını hayır anlamında sallamak zo-runda kaldı. "Hayır," dedi. "Daha fazlasını bilmiyorum.Ama tuhaf, masum bir yaratık ve hiç zarar görsün iste-mem, dünya bir yana o bir yana. Bu aleti nasıl olup daokuduğunu tahmin bile edemiyorum, ama anlattığı za-man ona inanıyorum. Niçin, Dr. Lanselius? Onun hakkın-da ne biliyorsunuz?" "Cadılar yüzlerce yıldır bu çocuktan söz ediyor," dediKonsül. "Dünyalar arasındaki peçenin son derece ince ol-duğu yere yakın yaşadıkları için, zaman zaman bir dünya-dan diğerine geçen varlıkların sesinde ölümsüz fısıltılarduyarlar. Ve böyle bir çocuktan söz etmişlerdir hep, an-cak başka bir yerde gerçekleştirilebilecek büyük bir kade-ri var -bu dünyada değil, çok daha ötelerde. Bu çocuk ol-mazsa eğer, hepimiz öleceğiz. Cadılar böyle diyor. Amabu kaderi yerine getirmek için yaptığını tam bir cehaletiçinde yapmalı, çünkü biz ancak onun cehaleti sayesindekurtulabiliriz. Bunu anlıyor musunuz, Farder Coram?"231

PHILIP PULLMAN"Hayır," dedi Farder Coram. "Anladığımı söyleyemem." "Hata yapmakta serbest olması gerektiği anlamınageliyor. Yapmayacağını umut etmeliyiz, ama ona yolgösteremeyiz. Ölmeden önce bu çocuğu gördüğümememnunum." "Ama onun o çocuk olduğunu nasıl fark ettiniz? Ve birdünyadan diğerine geçen varlıklar derken ne kastediyor-sunuz? Sizi bir türlü anlayamıyorum, Dr. Lanselius, dürüstbir adam olduğunuz yargısına varmış olsam da..." Ne var ki daha Konsül cevap vermeden kapı açıldı,Lyra elinde küçük bir çam dalı, muzaffer bir tavırla içerigirdi. "İşte bu!" dedi. "Hepsini denedim ve bu, eminim. Amabenim için uçmuyor." Konsül, "Eh, Lyra, bu harika," dedi. "Böyle bir aletin ol-duğu için şanslısın, sana hayırlı gelmesini dilerim. Ben desana yanında olsun diye bir şey vermek istiyorum..." Da-lı aldı, onun için küçük ince bir parçasını kırdı."Bununla mı uçtu?" dedi Lyra, huşu içinde. "Evet, bununla. Sana hepsini veremem, çünkü onunlatemas kurmak için ilıtiyacım var, ama bu da yeter. Onagöz kulak ol.""Evet, olacağım," dedi Lyra. "Teşekkür ederim." Dalı da aletiyometrenin yanına, çantasının içine soktu.Farder Coram, sanki şans getirmesini istermiş gibi çam da-lına dokundu, yüzünde Lyra'nm daha önce hiç görmedi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ği bir ifade vardı: adeta bir özlem. Konsül onları kapıya232

KUZEY IŞIKLARIkadar geçirdi, kapıda Farder Coram'ın elini sıktı. Lyra'nın-kini de sıktı. "Umarım başarıya ulaşırsınız," dedi, ve iliklere işleyensoğukta kapı eşiğinde durup onların küçük sokakta uzak-laşmalarını izledi. "Tatar sorusunun cevabını ben söylemeden de biliyor-du," dedi Lyra, Farder Coram'a. "Aletiyometre bana söyle-di, ama ben söylemedim, hiç. Potaydı." "Sanırım seni deniyordu, çocuğum. Ama kibarlık ede-rek doğru davrandın, çünkü zaten bilip bilmediğindenemin olamazdık. Ayı hakkındaki de yararlı bir tüyoydu.Yoksa nasıl duyardık, bilmiyorum." Depoyu buldular; gri kayalarla buzlu çamur havuzlanarasında ince yabani otların yetiştiği çorak ve çalılık biralandaki iki beton binadan oluşuyordu. Bürodaki somurt-kan bir adam onlara ayının işinin altıda bittiğini ama o sa-at gelince ellerini çabuk tutmaları gerektiğini, çünkü ayı-nın çoğu kez dosdoğru Einarsson'un Barı'nın gerisindekibahçeye gittiğini, orada ona içki verdiklerini söyledi. Sonra Farder Coram Lyra'yı kasabadaki en iyi giysidükkanına götürdü, ona uygun soğuk hava kıyafetleri al-dılar. Ren geyiği derisinden yapılmış bir parka aldılar,çünkü ren geyiğinin tüylerinin içi boştur, çok iyi yalıtır;kukuleta ise kurt kürkünden astarlıydı, çünkü bu da solu-duğun zaman oluşan buzun tutunmasına izin vermez. Rengeyiği yavrusu derisinden iç çamaşırı ve çizme astarı aldı-lar, bir de büyük kürk eldivenlerin içine giymek için ipek233

PHILIP PULLMANeldivenler. Çizmeler ve büyük eldivenler, ren geyiklerininön bacaklarının derisindendi, çünkü bu deri çok serttirÇizmeler de sakallı fok derisiyle tabanlanmıştı, bu da morsderisi kadar serttir, ama daha hafiftir. En sonunda da, onutamamen saran, yarı şeffaf fok bağırsağından yapılmış, sugeçirmez bir pelerin aldılar. Bütün bunlarla, boynunda ipek bir kaşkol, kulaklarınınüstünde yün bir şapka ve öne çekilmiş büyük kukuletay-la, rahatsızlık verecek kadar ısınmıştı. Ne var ki, bundançok daha soğuk bölgelere gidiyorlardı. John Faa, geminin boşaltılmasını denetliyordu, Cadı-Konsülü'nün söylediklerini merakla dinledi, ayı hakkındaduydukları daha da fazla ilgisini çekti. "Hemen bu akşam ona gidiyoruz," dedi. "Daha önceböyle bir yaratıkla konuşmuş muydun, Farder Coram?" "Evet, konuştum. Bir tanesiyle dövüştüm de, ama Tan-rı'ya şükür, kendi başıma değil. Onunla pazarlık etmeyehazır olmalıyız, John. Çok şey isteyecektir, hiç kuşkumyok, somurtkan ve idaresi zor olacaktır; ama onu mutlakarazı etmeliyiz.""Evet, mutlaka. Peki, ya senin cadı?" "Epeyce uzaktaymış, şimdi klan kraliçesi olmuş," dediFarder Coram. "Ona bir mesaj yollamak mümkün olur di-ye ummuştum ama, cevap beklemek çok vakit alır." "Ee, ne yapalım. Şimdi sana benim ne bulduğumu an-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

latayım, dostum."Çünkü John Faa, onlara bir şeyler söylemek için sabır-234

KUZEY IŞIKLARIsızlıktan yerinde duramıyordu. Rıhtımda bir maden arayı-cısıyla, Teksas ülkesinden Lee Scoresby adında bir YeniDanimarkalıyla karşılaşmıştı ve bu adamın, hiç akla gelirmi, bir balonu vardı. Katılmayı umduğu keşif seferi dahaAmsterdam'dan ayrılmadan fon yokluğundan iptal edil-miş, kendisi de burada mahsur kalmıştı. John Faa, koca ellerini ovuşturarak, "Bir aeronotun.yardımıyla neler yapabilirdik, düşünsene Farder Coram!"dedi. "Bize katılması için onu razı ettim. Bana kalırsa bu-rada şansımız yaver gidiyor." "Bir de nereye gittiğimizi bilsek daha şanslı olurduk,"dedi Farder Coram, ama John Faa'nın yeniden sefere çık-maktan doğan keyfini hiçbir şey bozamazdı. Karanlık çöktükten sonra, bütün levazım ile donanımemniyet içinde boşaltılmış rıhtımda dururken, Farder Co-ram ile Lyra rıhtımda yürüdüler ve Einarsson'un Barı'nıaradılar. Kolayca da buldular: Kapısının üstünde kırmızıbir neon tabelanın düzensiz bir şekilde yanıp söndüğü vedonmuş buğu kaplı camlarından yüksek seslerin geldiğikaba bir beton barakaydı. Yanındaki girintili çıkıntılı daracık sokağın ucunda ar-ka bahçeye giden saç metal bir kapı vardı, bahçede dedonmuş çamurdan bir zemin üzerinde güçbela av !~' du-ran, yanındaki binaya yaslanmış bir baraka vardı. Barın ar-ka penceresinden gelen solgun ışık, arka ayakları üzerin-de duran ve her iki eliyle tuttuğu bir budu kemiren mu-235

PHILIP PULLMANazzam, soluk bir şekli gösteriyordu. Lyra hayal meyalkanla lekelenmiş bir ağız ve yüz, küçük kötücül kara göz-ler ve muazzam miktarda, keçe gibi, sarımsı bir kürk gör-dü. Eti kemirirken korkunç homurtular, çatır çutur çiğne-me sesleri ve emme sesleri çıkarıyordu. Farder Coram, kapının yanında durup seslendi: "İorekByrnison!" Ayı yemeyi bıraktı. Anlayabildikleri kadarıyla dosdoğ-ru onlara bakıyordu, ama yüzünden herhangi bir ifadeokumak imkansızdı. Farder Coram gene, "İorek Byrnison," dedi. "Sizinlekonuşabilir miyim?" Lyra'nm kalbi hızlı hızlı çarpıyordu, çünkü ayının du-ruşundaki bir şey ona soğuğa, tehlikeye, vahşi ama aynızamanda zekanın kontrolü altındaki bir güce yakın oldu-ğu hissini veriyordu. İnsan zekası değil, insani bir şey de-ğil, çünkü elbette ayıların cini olmazdı. Tuttuğu budu ke-miren bu garip, cüsseli varlık, hayal edebileceği hiçbir şe-ye benzemiyordu. Bu yalnız yaratığa karşı derin bir hay-ranlık ve merhamet duydu. Ayı, ren geyiği bacağını tozların içine atıp dört ayağı-nın üzerinde hızla kapıya geldi. Sonra, sanki onlara ne ka-dar güçlü olduğunu göstermek, kapının engel olarak nekadar yararsız olacağını hatırlatmak istermiş gibi, iki aya-ğının üzerinde heybetle doğruldu, boyu üç metre ya da

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

daha fazlasına ulaştı ve o yükseklikten onlarla konuştu."Ee? Siz de kimsiniz?"236

KUZEY IŞIKLARI Sesi öyle derinden geliyordu ki, toprağı sarsıyordu san-jçj. Vücudundan yükselen ekşi koku, neredeyse dayanıl-mayacak kadar güçlüydü. "Ben Farder Coram'ım, Doğu Anglia'nın çingan halkın-danım. Ve bu küçük kız da Lyra Belacqua.""Ne istiyorsunuz?" "Size iş teklif etmek istiyoruz, İorek Byrnison.",. "Benim işim var." Ayı yeniden dört ayağının üstünedüştü. Sesinde, ister alay, ister öfke olsun, herhangi bir ifadeyakalamak çok zordu, öylesine derin ve boğuktu ki. "Kızak deposunda ne yapıyorsunuz?" diye sordu Far-der Coram. "Bozulan makineleri ve demir nesneleri tamir ediyo-rum. Ağır şeyleri kaldırıyorum.""Bu bir panserbj0rn için ne biçim bir iş?""Paralı iş." Ayının arkasında barın kapısı biraz açıldı ve bir adambüyük bir toprak kavanozu yere koyduktan sonra başınıkaldırıp onlara baktı."Onlar da kim?" dedi. "Yabancılar," dedi ayı. Barcı sanki bir şeyler daha söy-leyecekmiş gibi görünüyordu, ama ayı birden ona doğrusendeledi, adam da korkuyla kapıyı kapattı. Ayı kavano-zun sapına bir pençesini geçirdi, kavanozu ağzına götür-dü. Lyra, dışarı sıçrayan taze içkinin keskin kokusunu ala-237

PHILIP PULLMANbiliyordu. Ayı birkaç kez yutkunduktan sonra kavanozuyere koydu ve sanki Farder Coram ve Lyra'ya hiç aldırrnı-yormuş gibi yeniden budunu kemirmeye döndü. Ne varki sonra gene konuştu."Ne tür bir iş öneriyorsunuz?" "Büyük ihtimalle, dövüşmek," dedi Farder Coram. "Ba-zı çocukları esir tuttukları bir yere varana kadar Kuzey'egidiyoruz. Bulduğumuz zaman onları serbest bırakmakiçin dövüşmek zorunda kalacağız; sonra da onları geri ge-tireceğiz.""Ne ödeyeceksiniz?" "Size ne teklif edeceğimi bilmiyorum, İorek Byrnison.Eğer altın arzu ederseniz, altınımız var.""Yaramaz.""Size kızak deposunda ne ödüyorlar?""Et ve içki karşılığı, boğaz tokluğuna." Ayı suskun kaldı; sonra lime lime kemiği yere bıraktı vekavanozu yeniden ağzına götürdü, güçlü içkiyi su gibi içti. "Sorduğum için beni bağışlayın, İorek Byrnison ama,"dedi Farder Coram, "buzların üstünde fok ve mors avlaya-rak özgür, mağrur bir hayat yaşayabilir ya da savaşa gidipbüyük ödüller kazanabilirsiniz. Sizi Trollesund'a ve Ei-narsson'un Barına bağlayan nedir?" Lyra tüylerinin ürperdiğini hissetti. Neredeyse hakaretsayılabilecek böylesi soruların büyük yaratığı mantık dışı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

na çıkacak kadar kızdıracağını sanırdı, Farder Coram'mbunu sormakla gösterdiği cesarete hayret etti. İorek Byrni-238

KUZEY IŞIKLARI on kavanozunu yere koydu ve ihtiyar adamın yüzünebakmak için kapıya yaklaştı. Farder Coram kılını bile kı-pırdatmadı. "Kimleri aradığınızı biliyorum, çocuk kesicileri," dediayı. "Yanlarında yeni çocuklarla Kuzey'e gitmek için ön-ceki gün kasabadan ayrıldılar. Kimse size onlar hakkındabir şey söylemez. Görmemiş gibi yaparlar, çünkü çocukkesiciler para ve iş getiriyor. Ben çocuk kesicileri sev-mem, onun için de size nazik nazik cevap veriyorum. Bu-rada kalıp içki içiyorum, çünkü buradaki adamlar zırhımı' aldı ve zırhım olmadıkça fok avlayabilsem de savaşa gide-mem; ben zırhlı bir ayıyım; savaş, benim içinde yüzdü-ğüm denizdir, soluduğum havadır. Bu kasabanın erkekle-ri bana içki sunup uyuyana kadar içmeme izin verdiler,sonra da zırhımı benden aldılar. Nerede muhafaza ettikle-rini bilsem, geri alabilmek için kasabayı paramparça ede-rim. Eğer size hizmet etmemi istiyorsanız, fiyatı budur: zır-hımı geri alın. Bunu yapın ve size seferberliğinizde hizmetedeyim, ben ölene ya da siz zafere ulaşana kadar. Bede-lim, zırhım. Onu geri istiyorum, o olursa bir daha asla iç-kiye ihtiyacım olmaz."239

11Zırh Gemiye döndükleri zaman, Farder Coram, John Faave diğer önderler salonda konferans halinde uzun bir sü-re geçirdiler, Lyra da aletiyometreye danışmak için kabi-nine gitti. Beş dakika içinde ayının zırhının tamı tamınanerede olduğunu ve onu geri almanın niçiri zor olduğu-nu öğrenmişti. Acaba salona gidip John Faa ile diğerlerine söylesemmi diye düşündü, ama sonra eğer bilmek isteseler ona so-rarlardı diye karar verdi. Belki de şimdiden biliyorlardı. Ranzada yatıp o vahşi güçlü ayıyı, sert içkisini kayıt-sızca içişini ve pis barakasmdaki yalnızlığını düşündü.İnsan olmak ne kadar farklıydı, cinin hep orada olurdu,istediğin zaman onunla konuşabilirdin! Sakin gemininsessizliğinde, metaller ve kütüklerin devamlı çıtırtısı yada motorların homurtusu veyahut da suların gemininyanısıra hızla akması olmaksızın, Lyra yavaş yavaş uy-kuya daldı. Pantalaimon da yastığında onunla birlikteuyuyordu.240

KUZEY IŞIKLARI Rüyasında hapisteki muhteşem babasını görürken bir-den, hiçbir neden olmaksızın uyandı. Saatin kaç olduğukonusunda en küçük bir fikri yoktu. Kabinde ay ışığı ol-duğunu sandığı hafif bir ışık vardı ve bu ışık ona, yenisoğuk hava kürklerinin sepsert bir halde kabinin köşe-sinde yattığını gösterdi. Onları görür görmez, yenidenüstüne giyip deneme isteğine kapıldı. Onları giyince de güverteye çıkması şart oldu, bir da-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kika sonra kamara iskelesinin tepesindeki kapıyı açıp dı-şarı çıkmıştı. Gökte garip bir şeyler olduğunu hemen fark etti. Te-dirgin bir dalgalanmayla hareket eden ve titreyen bulut-lar sandı önce, ama Pantalaimon fısıldadı:"Aurora!" Lyra öyle bir hayret içinde kaldı ki, düşmemek içinküpeşteye tutunması gerekti. Manzara kuzey göğünüdoldurmuştu; heybeti inanılır gibi değildi. Sanki Cen-net'in kendisinden inmiş gibi, havada narin ışıktan olu-şan büyük perdeler asılı, titreşiyorlardı. Soluk yeşil vegül pembesi, kumaşların en incesi kadar şeffaf, alt uçla-rında Cehennem'in ateşleri gibi derin ve alevli kırmızılarolan bu perdeler, en yetkin dansçıya bile nasip olmaya-cak büyük bir zerafetle sallanıyor ve titrek titrek parıldı-yorlardı. Lyra'ya sanki onları duyabiliyormuş gibi de gel-di: uzaklardan gelen büyük, ıslık gibi bir hışırtı. Kısa sü-reli bu zerafet içinde, ayının yakınandayken hissettiği gi-bi derinlerden bir şey hissetti. Etkilenmişti: öylesine gü-241

PHILIP PULLMANzeldi ki, neredeyse kutsaldı. Yaşların gözlerine iğne iğnebattığını hissetti, gözyaşları ışığı daha da parçalayaraprizma gibi gökkuşaklarına dönüştürdü. Belki de, diydüşündü sakin sakin, aletiyometrenin ibresini hareket ettiren neyse, Aurora'nm ışıldamasına neden olan da odurHatta, Toz'un kendisi olabilir. Bunu düşündüğünün farkına varmadan düşündü ve çok geçmeden unuttu, anca'çok daha sonraları hatırladı. O gözlerini dikmiş bakarken, yarı saydam rengin perdelerinin ve derelerinin arkasında sanki bir şehir imgesoluştu kendi kendine: kuleler ve kubbeler, bal rengi tapmaklar ve sıra sütunlar, geniş bulvarlar ve güneşli parklar. Buna bakmak Lyra'da bir yükseklik korkusu duygusu uyandırdı, sanki yukarı değil de aşağı bakıyormuş gibi, hiçbir şeyin aşamayacağı kadar geniş bir uçurumukarşısına bakıyormuş gibi. Koca bir evren ötedeydi bsanki. Ama orada bir şey de hareket ediyordu, Lyra gölerini bu hareket üzerinde odaklamaya çalışırken, bayılgibi olduğunu, başının döndüğünü hissetti, çünkü harket eden bu küçük şey, Aurora'nın ya da gerisindeki di-ğer evrenin bir parçası değildi. Kasabanın çatıları üstün-deki gökteydi. Onu net bir şekilde görebildiğinde iyiceuyanmıştı ve sema-şehir gitmişti.Uçan şey yaklaştı, açılmış kanatları ile geminin çevre-Me daireler çizdi. Sonra kayarcasma alçaldı, güçlü ka-Nylerinin çevik hareketleriyle konup, Lyra'dan bir-Nje ötede, tahta güvertede durdu. Aurora'nm ışı-242

KUZEY IŞIKLARIsmda kız onun büyük bir kuş olduğunu gördü, başı safbeyaz bir parıltıyla taçlanmış güzel gri bir kaz. Ne var ki,kuş değil, cindi - her ne kadar görünürde Lyra'nın ken-disinden başka kimse olmasa da. Bu fikir kıza bunaltıcıbir korku verdi.Kuş konuştu: "Farder Coram nerede?" Ve Lyra birden bunun kim olması gerektiğini anladı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Farder Coram'ın cadı dostu, klan kraliçesi Serafina Pek-kala'nın ciniydi.Kekeleyerek cevap verdi:"Ben... o... gidip getireyim..." Dönüp kamara iskelesinden, Farder Coram'ın kabini-ne koştu, kapıyı açıp karanlığa seslendi: "Farder Coram! Cadının cini geldi! Güvertede bekli-yor! Buraya tek başına uçmuş - gökte gelişini gördüm " İhtiyar adam, "Ona söyle, kıç güvertede beklesin, ço-cuğum," dedi. Erkek kaz, azametle geminin kıçına gitti, orada etrafabakındı. Hem zarif hem de yabaniydi. Kendini bir haya-leti misafir ediyormuş gibi hisseden Lyra için sihirli birdehşet kaynağıydı aynı zamanda. Derken, soğuk hava giysilerine bürünmüş Farder Co-ram, arkasında John Faa ile geldi. Her iki ihtiyar adam dasaygıyla eğildiler, cinleri de misafire saygılarını sundu. "Hoşgeldin," dedi Farder Coram. "Ve seni tekrar gör-düğüm için mutlu ve gururluyum, Kaisa. İçeri gelmek is-ter miydin, yoksa burada dışarıda kalmayı mı tercih243

PHILIP PULLMANedersin?""Üstünüzdekiler sizi bir süreliğine sıcak tutar mı?" Cadılar ve cinleri soğuk nedir bilmezdi ama diğer in-sanların bunu hissettiğinin farkındaydılar. Farder Coram, hepsinin iyice sarılıp sarmalandığı ko-nusunda onu temin etti ve "Serafina Pekkala nasıl?" diyesordu. "Sana selamlarını gönderiyor, Farder Coram, iyi vekuvvetli. Bu iki insan kim?" Farder Coram ikisini de takdim etti. Kaz-cin, Lyra'yadikkatle baktı. "Bu çocuğun bahsini duydum," dedi. "Cadılar arasın-da ondan söz ediliyor. Savaşmaya mı geldiniz?" "Savaş değil, Kaisa. Bizden alınan çocukları serbestbırakacağız. Umarım cadılar da bize yardım eder." "Hepsi değil. Bazı klanlar Toz avcılarıyla birlikte çalı-şıyor.""Adak Meclsi'ne siz böyle mi diyorsunuz?" "Bu Kurul ne kuruludur bilmem. Ama onlar Toz avcı-sı. On yıl önce felsefe aletleriyle bölgelerimize geldiler.Topraklarımızda istasyonlar kurmalarına izin verelim di-ye para verdiler ve bize nezaketle muamele ettiler.""Bu Toz dediğin nedir?" "Gökten geliyor. Kimileri zaten hep oradaydı diyor,kimine göre de yeni yeni düşüyormuş. Kesin olan şu: in-sanlar onun farkına varınca, büyük bir korkuya kapılı-yorlar ve ne olduğunu keşfetmek konusunda engel tanı-244

KUZEY IŞIKLARImıyorlar. Ne var ki, cadıları hiç ilgilendirmiyor.""Nerdeler şimdi, bu Toz avcıları?" "Buranın dört gün kuzeydoğusunda, Bolvangar de-nen bir yerde. Klanımız onlarla bir anlaşma yaptı ve si-ze karşı eskiden gelen minnet borcumuzdan dolayı, Far-der Coram, bu Toz avcılarını nasıl bulacağınızı gösterme-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ye geldim." Farder Coram gülümsedi, John Faa tatminduygusu içinde koca ellerini birbirine vurdu. "Nezaketinize teşekkürler, efendim," dedi kaza. "Amabize şunu söyleyin: Bu Toz avcıları hakkında başka bir"şey biliyor musunuz? Bolvangar denen bu yerde ne ya-pıyorlar?" "Metal ve betondan binalar ile bazı yeraltı odaları in-şa ettiler. Kömür-ruhu yakıyorlar, büyük masraflara giripkendileri getiriyorlar. Ne yaptıklarını bilmiyoruz ama oyerde ve çevresinde, miller boyunca bir nefret ve korkuhavası hakim. Cadılar, diğer insanların görmediği şeylerigörebilir. Hayvanlar da buradan uzak duruyor. Bir tekkuş uçmuyor; tarla fareleriyle tilkiler de kaçıp gitmiş.Bolvangar adı da buradan geliyor işte: şer tarlaları. On-lar böyle demiyor. İstasyon diyorlar. Ama başka herkesiçin burası Bolvangar.""Nasıl savunuluyor, peki?" "Tüfekli Kuzey Tatarları'ndan oluşan bir bölükleri var.İyi askerdirler, ancak idmansızlar, çünkü burası inşa edil-di edileli kimse yerleşime saldırmadı. Sonra, binalar top-luluğunun çevresinde tel bir çit var, anbarik güçle dolu.245

PHILIP PULLMANBilmediğimiz başka savunma araçları da olabilir, diy»rum ya, bizi ilgilendirmiyor." Lyra'nm bir soru sormak için içi gidiyordu, kaz cin debunu anladı ve izin verircesine ona baktı. "Cadılar niye benim hakkımda konuşuyor?" diye sor-du Lyra. "Baban ve onun başka dünyalara ilişkin bilgisi yüzün-den," diye cevap verdi cin. Bu üçünü de şaşırttı. Lyra hafif bir şaşkınlık içinde ba-kışını iade eden Farder Coram'a, sonra da yüzünden te-dirginlik okunan John Faa'ya baktı. "Başka dünyalar mı?" dedi, John Faa. "Kusura bakma-yın ama ne dünyasıymış bunlar? Yıldızları mı kastediyor-sunuz?""Yok canım.""Belki de ruhlar dünyası?" dedi Farder Coram."O da değil.""Işıklardaki şehir mi?" dedi Lyra. "O, değil mi?" Kaz heybetli başını ona doğru çevirdi. Kara gözleri safgök mavişiydi, ince bir hatla çevriliydi, bakışları yoğundu. "Evet," dedi. "Cadılar binlerce yıldır başka dünyalar-dan haberdardır. Bazen Kuzey Işıkları'nda onları görebi-lirsiniz. Bu evrenin bir parçası değillerdir, asla; en uzak-taki yıldızlar bile bu evrenin parçasıdır ama ışıklar bizebambaşka bir evren gösterir. Daha uzakta değil, bu ev-renle iç içe geçmiş bir evren. Burada, bu güvertede, bir-birlerinden habersiz milyonlarca başka evren vardır..."246

KUZEY IŞIKLARIKanatlarını kaldırıp kocaman açtı, sonra tekrar topladı. "İşte," dedi, "az önce on milyon başka dünyaya değ-dim, ruhları bile duymadı. Bir kalp atışı kadar yakınızama Kuzey Işıkları dışında, bu diğer dünyalara asla do-kunamaz, onları göremez ya da duyamayız."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Niye Kuzey Işıkları'nda?" diye sordu Farder Coram. "Çünkü Aurora'daki enerji yüklü zerreciklerin budünyayı inceltme özelliği var, böylece biz de kısacık birsüre için ötesini görüyoruz. Cadılar bunu hep bilirdi,ama pek ender sözünü ederiz." "Babam inanıyor," dedi Lyra. "Biliyorum, çünkü onubu konuda konuşurken, Aurora'nın resimlerini gösterir-ken duydum.""Bunun Toz'la bir ilgisi var mı?" dedi John Faa. "Kim bilir?" diye cevap verdi kaz cin. "Size ancakToz-avcılarının da sanki ölümcül bir zehirmiş gibi on-dan korktuklarını söyleyebilirim. Lord Asriel'i onun içinhapsettiler.""İyi ama niye?" dedi Lyra. "Onun Toz'u bu dünya ile Aurora'nın ötesindeki dün-ya arasında bir köprü yapacak şekilde kullanmaya niyet-li olduğunu düşünüyorlar."Lyra başının döndüğünü hissetti. Farder Coram'ın, "Niyetli mi, peki?" diye sorduğunuduydu. "Evet," dedi kaz cin. "Yapabileceğine inanmıyorlar,Çünkü her şeyden önce başka dünyalara inandığı için247

PHILIP PULLMANBilmediğimiz başka savunma araçları da olabilir, diyo-rum ya, bizi ilgilendirmiyor." Lyra'nm bir soru sormak için içi gidiyordu, kaz cin debunu anladı ve izin verircesine ona baktı. "Cadılar niye benim hakkımda konuşuyor?" diye sor-du Lyra. "Baban ve onun başka dünyalara ilişkin bilgisi yüzün-den," diye cevap verdi cin. Bu üçünü de şaşırttı. Lyra hafif bir şaşkınlık içinde ba-kışını iade eden Farder Coram'a, sonra da yüzünden te-dirginlik okunan John Faa'ya baktı. "Başka dünyalar mı?" dedi, John Faa. "Kusura bakma-yın ama ne dünyasıymış bunlar? Yıldızları mı kastediyor-sunuz?""Yok canım."

"Belki de ruhlar dünyası?" dedi Farder Coram."O da değil.""Işıklardaki şehir mi?" dedi Lyra. "O, değil mi?" Kaz heybetli başını ona doğru çevirdi. Kara gözleri safgök mavişiydi, ince bir hatla çevriliydi, bakışları yoğundu. "Evet," dedi. "Cadılar binlerce yıldır başka dünyalar-dan haberdardır. Bazen Kuzey Işıkları'nda onları görebi-lirsiniz. Bu evrenin bir parçası değillerdir, asla; en uzak-taki yıldızlar bile bu evrenin parçasıdır ama ışıklar bizebambaşka bir evren gösterir. Daha uzakta değil, bu ev-renle iç içe geçmiş bir evren. Burada, bu güvertede, bir-birlerinden habersiz milyonlarca başka evren vardır..."246

KUZEY IŞIKLARIKanatlarını kaldırıp kocaman açtı, sonra tekrar topladı. "İşte," dedi, "az önce on milyon başka dünyaya değ-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dim, ruhları bile duymadı. Bir kalp atışı kadar yakınızama Kuzey Işıkları dışında, bu diğer dünyalara asla do-kunamaz, onları göremez ya da duyamayız.""Niye Kuzey Işıkları'nda?" diye sordu Farder Coram. "Çünkü Aurora'daki enerji yüklü zerreciklerin budünyayı inceltme özelliği var, böylece biz de kısacık birsüre için ötesini görüyoruz. Cadılar bunu hep bilirdi,ama pek ender sözünü ederiz." "Babam inanıyor," dedi Lyra. "Biliyorum, çünkü onubu konuda konuşurken, Aurora'nın resimlerini gösterir-ken duydum.""Bunun Tozla bir ilgisi var mı?" dedi John Faa. "Kim bilir?" diye cevap verdi kaz cin. "Size ancakToz-avcılarınm da sanki ölümcül bir zehirmiş gibi on-dan korktuklarını söyleyebilirim. Lord Asriel'i onun içinhapsettiler.""İyi ama niye?" dedi Lyra. "Onun Toz'u bu dünya ile Aurora'nın ötesindeki dün-ya arasında bir köprü yapacak şekilde kullanmaya niyet-li olduğunu düşünüyorlar."Lyra başının döndüğünü hissetti. Farder Coram'ın, "Niyetli mi, peki?" diye sorduğunuduydu. "Evet," dedi kaz cin. "Yapabileceğine inanmıyorlar,çünkü her şeyden önce başka dünyalara inandığı için247

PHILIP PULLMANdeli olduğunu düşünüyorlar. Ama sahiden öyle: niyetibu. Ve öylesine güçlü biri ki, kendi planlarını bozarsa di-ye korkuyorlar ve bu yüzden de onu yakalayıp Svalbardkalesinde, işleri karıştırmayacağı bir yerde hapsetsinlerdiye zırhlı ayılarla anlaşma yaptılar. Kimine göre, pazar-lığın bir parçası olarak yeni ayı kralın tahtına erişmesinede yardımcı olmuşlar." Lyra, "Cadılar onun bu köprüyü yapmasını istiyormu?" diye sordu. "Ondan yanalar mı, ona karşılar mı?" "Bu cevabı çok karmaşık olan bir soru. Öncelikle, ca-dılar birleşmiş durumda değil. Aramızda fikir ayrılıklarıvar. İkinci olarak da, Lord Asriel'in köprüsünün, şu andabazı cadılar ile kimisi ruhlar dünyasında olan çeşitli baş-ka güçler arasında sürdürülmekte olan bir savaşa etkisiolacak. Köprüyü ele geçirmek, tabii eğer köprü diye birşey varsa, onu elinde tutana muazzam bir avantaj sağla-yacak. Üçüncüsü de Serafina Pekkala'nm klanının -be-nim klanımın- henüz hiçbir ittifaka dahil olmaması; amaşu ya da bu taraftan yana tavır koymamız için üzerimiz-de büyük baskı var. Görüyorsun ya, bunlar yüksek poli-tika sorunları, cevaplandırılmaları da kolay değil.""Peki, ya ayılar?" dedi Lyra. "Onlar kimin tarafında?" "Onlara kim para veriyorsa, onun. Bu sorunlara hiç il-gi duymazlar; cinleri yoktur; insani sorunlara karşı kayıt-sızdırlar. En azından, ayılar şimdiye kadar böyleydi, amayeni krallarının eski usûlleri değiştirmeye niyetli olduğu-nu duyduk... Her neyse, Toz avcıları, Lord Asriel'i hap-248

KUZEY IŞIKLARIsetmeleri için onlara para verdi, onlar da sağ kalan son

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ayının bedenindeki son kan damlası akana kadar onu S-valbard'da tutacaklar." "Ama bütün ayılar değil!" dedi Lyra. "Hiç de bile Sval-bard'da olmayan bir ayı var. Toplum dışı bir ayı ve bi-zimle gelecek." Erkek kaz Lyra'ya, insanın içine nüfuz eden bakışla-rından birini attı. Lyra bu sefer onun soğuk şaşkınlığınıhissedebiliyordu. Farder Coram rahatsız rahatsız kımıldadı ve dedi ki,"Aslına bakarsan, Lyra, geleceğini pek sanmıyorum. Söz-leşmeli bir işçi olarak cezasını çekiyormuş diye duydum;sandığımız gibi serbest değil, hüküm giymiş. Hakları ia-de edilene kadar, zırhı ister olsun ister olmasın, gelmeözgürlüğü olmayacak. Onu da asla geri alamayacak." "Ama onu kandırdıklarını söyledi! Sarhoş edip almış-lar zırhını!" "Biz daha farklı bir hikaye duyduk," dedi John Faa."Tehlikeli bir serseriymiş, öyle duyduk." "Ama eğer-" Lyra öfkelenmişti; hırsından zorlukla ko-nuşuyordu - "eğer aletiyometre bir şey söylerse doğruolduğunu bilirim. Ben de sordum, gerçeği söylüyor de-di, onu sahiden kandırmışlar, yalan söyleyen onlar, ayıdeğil. Ben ona inanıyorum, Lord Faa! Farder Coram -sizde onu gördünüz, ona inandınız, değil mi?" "İnandığımı sandım, çocuğum. Ben olup bitenlerdensenin kadar emin değilim."249

PHILIP PULLMAN "İyi ama neden korkuyorlar ki? Zırhını giyer giymezdolaşıp herkesi öldürmeye mi başlayacak sanıyorlar? şuanda da onlarcasını öldürebilir!" "Öldürmüş zaten," dedi John Faa. "Eh, onlarca olma-sa da, kimilerini. Zırhını ilk kez aldıklarında onu aramakiçin ortalığı birbirine katmış. Karakolla bankayı yıkıp kı-rıp açmış, bilmiyorum artık başka neresini ve en azındaniki adam ölmüş. Onu vurup öldürmemelerinin tek nede-ni metaller konusundaki harikulade yeteneği; ondan işçiolarak yararlanmak istemişler." "Köle olarak!" dedi Lyra öfkeyle. "Böyle bir haklarıyoktu!" "Öyle bile olsa, işlediği cinayetler için onu vurabilir-lerdi, ama vurmamışlar. Ve hasarları, kan bedelini öde-yene kadar kasaba çıkarına çalışmaya mahkum etmişleronu." "John," dedi Farder Coram. "Sen ne dersin bilmiyo-rum, ama ben ona zırhını asla geri vermeyeceklerine ina-nıyorum. Onu ne kadar uzun süreyle ellerinde tutarlar-sa, zırh eline geçtiğinde de o kadar kızgın olur." "Ama zırhını biz geri alırsak, bizimle gelir ve bir da-ha asla onları rahatsız etmez," dedi Lyra. "Söz veriyorum,Lord Faa.""Nasıl yapacağız bunu?""Zırhın nerede olduğunu biliyorum!" Bir sessizlik oldu, üçü de cadının cininin ve onun gö-zünü dikip Lyra'ya bakışının farkına vardılar. Üçü birden250

KUZEY IŞIKLARI

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ona döndü, o ana kadar bedeni olmadan buraya gelmişpu tuhaf yaratıktan gözlerini tevazu ile uzak tutarak aza-mi kibarlık göstermiş olan cinleri de. "Cadıların seninle ilgilenmesinin bir başka nedeni-nin," dedi kaz, "aletiyometre olduğunu duyunca şaşır-mazsın herhalde, Lyra," dedi. "Konsülümüz bu sabahona yaptığın ziyaretten söz etti. Sanırım sana ayıdan sözeden Dr. Lanselius'tu, değil mi?" "Evet, oydu," dedi John Faa. "Lyra ve Farder Coramkendileri gidip onunla konuştular. Herhalde Lyra'nm de-diği doğrudur, ama şimdi kalkıp da bu insanların yasala-rına karşı gelirsek, elimize tek geçen onlarla kapışmakolur, oysa bizim, ayı olsun olmasın, bu Bolvangar'a doğ-ru yola çıkmamız gerek." "Ah, ama sen onu görmedin, John," dedi Farder Co-ram. "Ve ben Lyra'ya inanıyorum. Belki onun namına va-atte bulunabiliriz. İşin seyrini tamamen değiştirebilir." "Siz ne dersiniz, efendim?" diye sordu John Faa, cadı-nın cinine. "Ayılarla pek işimiz olmamıştır. Bizim arzularımız on-lara ne denli yabancıysa, onlarınki de bize o kadar ya-bancı gelir. Bu ayı, eğer toplum dışı bir ayıysa, diğerle-rinden daha güvenilmez olabilir. Kararı siz vermelisiniz." "Vereceğiz," dedi John Faa kararlılıkla. "Ama şimdi,

efendim, buradan Bolvangar'a nasıl gideceğimizi söylermisiniz?"Kaz cin açıklamaya koyuldu. Vadilerden ve tepeler-251

PHILIP PULLMANden, ağaç hattından ve tundradan, yıldızları nişan almak-tan söz etti. Lyra bir süre dinledi, sonra Pantalaimonboynuna dolanmış olarak güverte iskemlesinde arkasınayaslandı ve kaz cinin oraya taşıdığı muhteşem imgeyidüşündü, iki dünya arasında bir köprü... Bu, umut etti-ği her şeyden çok daha müthişti! Ve ancak o harika ba-bası tasavvur edebilirdi bunu. Çocukları kurtarır kurtar-maz ayıyla Svalbard'a gidecek ve Lord Asriel'e aletiyo-metreyi götürecek, serbest kalmasına yardımcı olmasıiçin kullanacaktı. Sonra da birlikte köprüyü yapacaklarve karşıya ilk geçen... Gecenin bir vaktinde John Faa Lyra'yı ranzasına gö-türmüş olmalı, çünkü orada uyandı. Soluk güneş gökyü-zünde çıkabileceği yüksekliğe çıkmıştı, ufkun bir el yu-karısına, demek ki neredeyse öğlen olmuştu. Kısa süresonra, biraz daha kuzeye gittiklerinde hiç güneş olmaya-caktı artık. Çabucak giyindi, güverteye koştu, ama pek bir şey ol-madığını gördü. Bütün levazım boşaltılmıştı, kızaklar vekızağa koşulacak köpekler kiralanmıştı, yola çıkmayıbekliyorlardı; her şey hazırdı, hiçbir şey hareket etmiyor-du. Çinganların çoğu, suya bakan duman dolu bir kafe-de, bazı kadim anbarik ışıkların vızıltısı ve çıtırtısı altın-da uzun tahta masalara oturmuş, baharatlı kekler yeyipkuvvetli tatlı kahve içiyorlardı. "Lord Faa nerede?" diye sordu Lyra, Tony Costa ile ar-kadaşlarının yanma oturarak. "Ya Farder Coram? Ayının252

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

KUZEY IŞIKLARIzırhını alıyorlar mı?" "Sisselmanla konuşuyorlar. Valilerine böyle diyorlar-mlş. Sen bu ayıyı gördün, ha, Lyra?" "Evet!" dedi ve onlara ayı hakkındaki her şeyi anlattı.O konuşurken biri bir iskemle çekerek masadaki grubakatıldı."Demek ihtiyar İorek'le konuştun, öyle mi?" dedi. Lyra yeni gelene hayretle baktı. Uzun boylu zayıf biradamdı, kalın siyah bir bıyığı, kısık mavi gözleri ve yü-zünde daimi bir, mesafeli ve alaycı keyif ifadesi vardı.Lyra hemen onun hakkında güçlü hisler duydu, ama on-dan hoşlanıp hoşlanmadığından emin değildi. Cini,onun kadar ince ve dayanıklı görünen bakımsız bir ya-bani tavşandı.Adam elini uzattı, Lyra da ihtiyatla sıktı bu eli."Lee Scoresby," dedi adam. "Aeronot!" diye bağırdı Lyra. "Balonunuz nerde?Onunla havalanabilir miyim?" "Şu anda paketlenmiş durumda, küçük hanım. Senmeşhur Lyra olmalısın. İorek Byrnison'la iyi anlaşabildi-niz mi?""Onu tanıyor musunuz?" "Tunguska seferberliğinde yanyana çarpışmıştık. HeyTanrım, İorek'i yıllardır tanırım. Ayılar, ne olursa olsun,zor yaratıklardır, ama İorek başlı başına bir sorundur, sa-kın yanılmayasın. Hey, siz beylerin içinde kumar çevir-mek isteyen var mı acaba?"253

PHILIP PULLMAN Elinde yoktan var olurcasına bir deste iskambil belir-di. Şaklatarak karıştırdı. İskambil kağıtlarını bir eliyle keser ve dağıtırken, di-ğer eliyle de göğüs cebinden bir puro çıkaran Lee Sco-resby, "Sizlerin iskambildeki gücünü duyduğum için,"diyordu, "belki de basit bir Teksaslı seyyaha, iskambilkağıdı savaş alanında sizin beceriniz ve cüretinize karşıçıkma şansı vermeye bir itirazınız olmaz diye düşündüm.Ne dersiniz, beyler?" Çinganlar iskambildeki yetenekleriyle gurur duyardı,adamların çoğu ilgilenmiş görünüyordu, iskemleleriniçektiler. Onlar Lee Scoresby ile ne oynayacakları ve ne-sine oynayacakları konusunda anlaşmaya varırken, ada-mın cini de Pantalaimon'a kulaklarını salladı. Onun nedemek istediğini anlayan Pantalaimon da, bir sincap ola-rak zıp diye sıçrayıp onun yanma çıktı. Cin tabii ki Lyra duysun diye de konuşuyordu ve Lyrada onun sessizce söylediklerini duydu. "Dosdoğru ayıyagidip ona doğrusunu söyle. Neler olup bittiğini fark et-tikleri anda, zırhını başka yere götürürler." Lyra ayağa kalktı, baharatlı kekini de yanına aldı,kimse fark etmedi. Lee Scoresby iskambil kağıtlarını da-ğıtmaya başlamıştı bile, her şüpheli gözün bakışı daonun ellerine dikilmişti. Sonu gelmez bir ikindi vakti solan mat ışıkta, kızakdeposunun yolunu buldu. Yapmak zorunda olduğunubildiği bir şeydi, ama kendini huzursuz hissediyordu;

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

254

KUZEY IŞIKLARIkorkuyordu da. En büyük beton barakalardan birinin dışında koca ayıçalışıyordu, Lyra onu izlemek için açık kapının yanındadurdu. İorek Byrnison, kaza geçirmiş gaz motorlu birtraktörü demonte ediyordu; motorin metal örtüsü bükül-müştü, eğrilmişti ve bir çark da yukarı doğru kıvrılmışt'..Ayı, sanki mukavvaymış gibi metali kaldırdı, büyük elle-rinde bir oraya bir buraya çevirirken sanki şu ya da buniteliğini kontrol eder gibiydi. Sonra da arka pençelerin-den birini bir köşesine koydu, bütün tabakayı, göçüklerdüzelecek ve biçimi eski haline dönecek şekilde büktü.Metali duvara yaslayarak, traktörün muazzam ağırlığınıtek pençesiyle kaldırdı, bozuk çarkı incelemek için eğil-meden önce yan tarafının üstüne oturttu. Bunu yaparken de, Lyra gözüne çarptı. Kız soğuk birkorku yıldırımının kendisine çarptığını hissetti, ayı öylekoskocoman ve öyle yabancıydı ki. Ondan kırk yardauzaktaki zincirli parmaklığın arasından bakıyordu, onunbu mesafeyi nasıl bir iki sıçrayışta aşıp teli örümcek ağıy-mış gibi bir yana savuracağını düşündü, az daha dönüpkaçıyordu. Ama Pantalaimon dedi ki: "Dur! Bırak da bengidip onunla konuşayım." Pantalaimon denizkırlangıcı şeklindeydi, daha kız ce-vap veremeden parmaklığın üzerinden uçmuş, berisin-deki buzlu toprağa inmişti. Biraz ileride açık bir kapı var-dı, yani Lyra onu izleyebilirdi ama, gönülsüzce geridekaldı. Pantalaimon ona baktı, sonra da bir porsuk oldu.255

PHILIP PULLMAN Lyra onun ne yaptığını biliyordu. Cinler, insanların-dan birkaç yardadan fazla uzaklaşamaz ve eğer Lyra par-maklığın yanında durmaya devam eder, Pantalaimon dabir kuş olarak kalırsa, ayının yakınına gidemezdi. Onuniçin de çekecekti. Lyra kendini kızgın ve berbat hissediyordu. Cininporsuk pençeleri toprağı kazıyordu, ileri yürüdü. Cinini-zin aranızdaki bağlantıyı çekmesi öyle tuhaf, ızdırap ve-rici bir histir ki; kısmen göğsün derinliklerine yerleşmişfiziksel bir ağrı, kısmen de yoğun bir hüzün ve sevgi. VeLyra, Pantalaimon'un da aynı şeyleri hissettiğini biliyor-du. Herkes büyürken denerdi bunu: ne kadar uzağa çe-kebileceklerini görmek için ve yoğun bir rahatlamaylageri dönerek.Cin, biraz daha çekti."Yapma, Pan!" Ama durmadı. Ayı hareket etmeksizin izliyordu.Lyra'nın kalbindeki ağrı gittikçe daha dayanılmaz bir halalmaya başladı ve boğazında bir özlem hıçkırığı yükseldi."Pan-" Sonra kapıdan geçti, buzlu çamurların üzerinden onadoğru koşuyordu, Pan da yabani bir kediye dönüşüp ku-cağına atladı. Derken her ikisi de küçük titrek mutsuzluksesleriyle birbirlerine sımsıkı sarıldılar."Sandım ki gerçekten de-""Hayır-"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ne kadar acıdığına inanamadım-"256

KUZEY IŞIKLARI Sonra kız öfkeyle gözyaşlarını sildi ve hızla burnunuçekti- Pantalaimon kollarının arasına yerleşti, Lyra ayrıl-malarından ve o hüzünle yeniden yüz yüze gelmekten-se, ölmeyi tercih ettiğini anladı. Yoksa üzüntü ve dehşet-ten çıldırırdı. Ölürse, gene birlikte olacaklardı, tıpkı Jor-dan'da mahzendeki Alimler gibi. Sonra kızla cin, başlarını kaldırıp yalnız ayıya baktılar.Onun cini yoktu. Yalnızdı, her zaman yalnız. Lyra içininona karşı öyle bir merhamet ve şefkatle kıpırdadığınıhissetti ki, az daha elini uzatıp taraz taraz kürküne do-kunacaktı ve onu engelleyen sadece, o soğuk vahşi göz-lere duyduğu bir nezaket oldu."İorek Byrnison," dedi."Evet?" "Lord Faa ve Farder Coram zırhını almaya denemeküzere gittiler." Ayı kıpırdamadı, konuşmadı da. Pek şansları olmadı-ğını düşündüğü belliydi. "Ama ben nerede olduğunu biliyorum," dedi Lyra,"ve sana söylersem, belki kendin alabilirsin, bilmiyo-rum.""Nerede olduğunu nasıl biliyorsun?" "Bir sembol okuyucum var. Sanırım sana söylememgerekiyor, İorek Byrnison, ilk önce onlar seni kandırıpzırhı elinden aldıklarına göre. Bence bu doğru değil.Yapmamalıydılar. Lord Faa gidip Sisselman'la tartışacak,ama belki de o ne derse desin, zırhı almana izin verme-257

PHILIP PULLMANyecekler. Eğer sana söylersem, bizimle gelip çocuklarıBolvangar'dan kurtarmamıza yardım eder misin?""Evet." "Ben..." Burnunu başkasının işine sokmak istemiyor-du, ama merak etmekten de kendini alamıyordu. "Niçinburadaki metalden bir zırh daha yapmıyorsun, İorekByrnison?" diye sordu. "Metelik etmez de ondan. Bak," dedi, ve tek pençe-siyle motor kapağını kaldırdı, diğer elinin pençesini uza-tıp, konserve açar gibi cart diye yırttı. "Benim zırhım,gök-demirinden yapılmış, benim için yapılmış. Bir ayınınzırhı onun ruhudur, tıpkı senin cininin seni ruhun olma-sı gibi. Onu alıp," -dedi, Pantalaimon'a işaret ederek -"yerine içi talaş dolu bir bebek koymuşsun gibi. Fark buişte. Şimdi, zırhım nerede?" "Dinle ama, bana intikam almayacağına söz vermeli-sin. Almaları hata ama, ne yapalım, buna katlanacaksın." "Peki. Sonradan intikam almak yok. Ama ben alırkenkarşı koymak da yok. Çarpışırlarsa ölürler." "Rahibin evinin bodrumunda gizli," dedi Lyra. "Rahipiçinde bir ruh olduğunu sanıyor ve onu dışarı çıkarma-nın bir yolunu bulmaya çalışıyor. Ama yeri orası." Ayı arka ayaklarının üstünde uzun boyuyla dikildi vebatıya baktı, böylece güneşin son ışıkları yüzüne kararanhavada kremimsi parlak bir sarı-beyaz renk vurdu. Lyra

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kocaman yaratığın gücünün, ısı dalgaları gibi yayıldığınıhissediyordu.258

KUZEY IŞIKLARI "Gün batana kadar çalışmam gerek," dedi. "Buradakipatrona bu sabah söz verdim. Ona hâlâ birkaç dakikalıkiş borcum var." "Benim olduğum yerde güneş battı," dedi kız, çünküonun bakışıyla güneş, güneybatıdaki kayalık burunungerisinde gözden kaybolmuştu.Ayı, dört ayağının üzerine indi. "Doğru," dedi, artık onun yüzü de kızınki gibi gölge-deydi."Adın ne, çocuk?""Lyra Belacqua.""Öyleyse, sana borçluyum, Lyra Belacqua." Sonra döndü ve sendeleyerek uzaklaştı, donmuş ye-rin üzerinde öylesine hızla gidiyordu ki, Lyra koşsa bileona yetişemiyordu. Gene de koştu, Pantalaimon da ayı-nın nereye gittiğini gözlemek ve ne yönde takip edece-ğini ona söylemek için martı olup havaya uçtu. İorek Byrnison depodan dışarı fırladı, dar sokak bo-yunca gitti ve sonra da kasabanın anacaddesine döndü.Kıpırtısız havada bir bayrağın asılı durduğu ve bir nöbet-çinin sert adımlar atarak bir aşağı bir yukarı dolaştığı Sis-selman konağının avlusunu aştı, tepeden inip Cadı-Kon-sülü'nün oturduğu sokağın ucundan geçti. Nöbetçi buvakte kadar neler olup bittiğini fark etmişti ve aklını ba-şına toplamaya çalışıyordu, ama İorek Byrnison limanyakınlarında bir köşeyi dönüyordu bile.İnsanlar bakmak için durdu ya da dörtnala koşan ayı-259

PHILIP PULLMANnm yolundan sıvıştı. Nöbetçi havaya iki el ateş etti, tepeaşağı ayının ardından koştu, ta ki buzlu yamaçta kayıpen yakındaki parmaklığa tutunarak dengesini yenidenbulana dek. Lyra çok geride kalmamıştı. Sisselman'mevinin yanından geçerken, birilerinin neler olup bittiğinigörmek için avluya çıktığını göz ucuyla fark etti, arala-rında Farder Coram'ı görür gibi oldu. Ama o sırada yan-larından geçmiş, nöbetçinin daha şimdiden ayının peşin-den gitmek için döndüğü köşeye doğru atılmıştı bile. Rahibin evi, diğer evlerin çoğundan eskiydi, pahalıtuğlalardan yapılmıştı. Artık kıymık kıymık olmuş ön ka-pıya üç basamak merdiven çıkıyordu, evin içinden deçığlıklar ve parçalanan, koparılan tahta sesleri geliyordu.Nöbetçi, tüfeği hazırda, dışarıda tereddüt etti; ama ge-çenler toplanıp, sokağın karşısındaki pencerelerden in-sanlar bakmaya başlayınca, bir şeyler yapması gerektiği-ni anladı, koşarak içeri girmeden önce havaya bir el ateşetti. Bir an sonra bütün ev sallandı sanki. Üç pencerenincamları kırıldı, çatıdan bir kiremit kaydı ve dehşete ka-pılmış bir hizmetçi kadın, arkasında gıdaklayan tavukşeklindeki cini ile pürtelaş dışarı fırladı. Evin içinden bir silah sesi daha geldi, sonra da güçlübir kükreme hizmetçinin avaz avaz bağırmasına yol açtı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Sanki bir topla fırlatılmış gibi, rahibin kendisi hızla dışarısavruldu, pelikan cini ise tüyleri ve incinmiş gururu deli-ce çırpınarak onu izledi. Lyra haykırarak emirler verildi-260

KUZEY IŞIKLARIğini duydu, dönünce köşeden aceleyle gelen, kimi taban-calı kimi tüfekli bir silahlı polis müfrezesi gördü. John Faaile iri Yarı> telaşlı Sisselman da hemen.arkalarmdaydı. Bir kopma, parçalanma sesi hepsinin dönüp eve bak-masına yol açtı. Besbelli bir bodruma açılan zemin dü-zeyinde bir pencere, bir cam şangırtısı ve kopartılan tah-ta gıcırtısıyla parçalarcasına açılıyordu. İorek Byrni-son'un ardından eve giren nöbetçi koşarak dışarı çıktı vetüfeği omuzunda, bodrum penceresinin karşısına geçti.Sonra pencere tamamen parçalanıp açıldı ve İorek- Byrnison, zırhlı ayı, dışarı tırmandı. Zırhı yokken muazzamdı. Zırhıyla ise dehşet vericiydi.Paslı kırmızı bir zırhtı, kabaca perçinlenmişti: birbiri üze-rine binerken sürtünen ve gıcırdayan büyük, renksiz, de-likli metal tabakaları ve plakaları. Miğferi ayının ağızlığıgibi sivri uçluydu, gözleri için yarıklar vardı ve çenesininaşağı kısmını, yırtıp ısırabilsin diye çıplak bıralcıyordu. Nöbetçi birkaç el ateş etti, polisler de silahlarıyla ni-şan aldılar, ama İorek Byrnison kurşunları yağmur dam-lasıymış gibi silkelemekle yetindi, sonra da daha nöbet-çi kaçamadan bir metal gıcırtısı ve şıkırtısı arasında ileriatılıp onu yere yapıştırdı. Bir kızak köpeği olan cini ayı-nın boğazına atladı, ama İorek Byrnison ona bir sinek-ten fazla dikkat etmedi ve koca pençesiyle nöbetçiyikendine çekerek eğildi, başını çenesinin içine aldı. Lyraaz sonra olacakları tamı tamına görebiliyordu: ayı, ada-mın kafatasım yumurta gibi çatlatacak, bunu kanlı bir261

PHILIP PULLMANkavga, başka ölümler ve daha fazla gecikme izleyecekti-ayılı ya da ayışız, asla özgür kalamayacaklardı. Düşünmeye bile fırsat bulamadan ileri atılıp elini ayı-nın zırhmdaki tek savunmasız noktaya, miğfer ile omuz-larının arasındaki büyük plaka arasında başını eğince or-taya çıkan aralığa koydu. Burada, metalin paslı kenarla-rı arasından sarı-beyaz kürkü hayal meyal görebiliyordu.Parmaklarını bastırdı ve Pantalaimon da anında aynınoktaya uçtu, bir yabani kedi oldu, onu savunmak içinçömeldi. Ancak İorek Byrnison kıpırdamıyordu, tüfekliadamlar da ateş etmedi. "İorek!" dedi Lyra, güçlü bir fısıltıyla. "Dinle! Bana birborcun var, tamam mı? Eh, şimdi ödeyebilirsin. Dediği-mi yap. Bu insanlarla çarpışma. Sadece dön ve benimlebirlikte uzaklaş. Seni istiyoruz, İorek, burada kalamaz-sın. Benimle limana gel, geriye bakma bile. Farder Co-ram ve Lord Faa, konuşma işini onlar yapar, hem de be-cerirler. Bırak şu adamı ve benimle gel..." Ayı yavaş yavaş çenesini gevşetti. Nöbetçi bayılırken,kanayan, ıslak ve kül gibi soluk başı yere düştü ve ayıLyra ile birlikte uzaklaşırken, cini de onu sakinleştiripuysallaştırmaya koyuldu. Başka hiç kimse kımıldamadı. Ayının, kedi cinli kü-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

çük kızın komutu üzerine kurbanına arkasını dönmesiniizlediler, sonra da İorek Byrnison Lyra'nın yanında ağıradımlarla onların ortasından geçer ve limana yönelirken,yol açmak için kenara çekildiler.262

KUZEY IŞIKLARI Lyra'nm aklı fikri ayıdaydı, arkasındaki karışıklığı, ayıgidince güven içinde ortaya çıkan korku ve öfkeyi gör-medi. Onunla yürüdü, Pantalaimon da, sanki yolu aç-mak istermiş gibi onların önünden koşturdu. Limana vardıklarında, İorek Byrnison başını eğdi vebir pençesiyle miğferi çözerek, donmuş toprak üzerineşakırtıyla düşmeye bıraktı. Çinganlar kahveden çıktı, birşeyler olup bittiğini hissetmişlerdi çünkü ve İorekByrnison zırhının geri kalanını silkelenerek çıkarıp rıh-tımda bir yığın halinde bırakırken, geminin güvertesin-deki anbarik ışıkların parıltısında, onu gözlediler. İorekByrnison, kimseye tek kelime etmeden suya yöneldi,tek kabarcık çıkarmadan kayıp içine girdi ve gözdenkayboldu. Kasaba halkı ile polis limana doğru gelirken yukarısokaklardan kopan kızgın sesleri duyan Tony Costa,"Neler oluyor?" diye sordu.Lyra ona elinden geldiğince açık şekilde anlattı. "İyi ama şimdi nereye gitti?" diye sordu Tony. "Zırhı-nı öylece yere bırakmadı, değil mi? Buraya gelir gelmez,geri alırlar!" Lyra da zırhı alacaklarından korkuyordu, çünkü ilkpolisler köşeyi dönmüştü, diğerleri de takip ediyordu,ardmdan da Sisselman ile rahip ve yirmi -otuz seyirci ileonlara yetişmeye çalışan Farder Coram geliyordu. Ama rıhtımdaki grubu görünce durdular, çünkü baş-ka biri ortaya çıkmıştı. Bir ayağını diğer bacağının üstü-263

PHILIP PULLMANne koymuş Zırhın üstünde oturan uzun kollu bacaklı LeeScoresby'di bu ve elinde de Lyra'nın görüp göreceği enuzun tabanca vardı, üstelik kayıtsız bir şekilde Sissel-man'ın şişkin karnına yönelikti. Sohbet edercesine, "Anlaşılan, dostumun zırhına gözkulak olmamışsınız," dedi. "Şu pasa bir baksanıza! İçin-de güve de varsa hiç şaşmam. Şimdi siz olduğunuz yer-de, öyle kıpırdamadan rahat rahat durun birazcık, ayı birparça yağla geri dönene kadar kimse yerinden kıpırda-masın. Ya da eve gidip gazete okursunuz. Size kalmış." "İşte orada!" dedi Tony, rıhtımın diğer ucundaki birrampayı gösterdi, İorek Byrnison, yanısıra kara bir şeysürükleyerek sudan çıkıyordu. Rıhtıma çıkınca silkelen-di, kürkü yeniden kalın kalın, dimdik ayağa kalkıncayakadar koca su tabakalarını her yöne savurdu. Sonra ka-ra nesneyi bir kez daha dişlerinin arasına almak için eğil-di, zırhının olduğu yere sürükledi. Ölü bir foktu bu. "İorek," dedi aeronot, tabancasıyla gene Sisselman'ınkarnını nişanlamaktan şaşmayarak, tembelce ayağa kalk-tı. "N'aber?" Ayı başını kaldırdı, kısaca homurdandı, sonra da tekpençesiyle foku parçalayıp açtı. Lyra, o deriyi açıp yağ

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

şeritleri kopartır, sonra da bunları zırhının her yerine,özellikle de plakaların birbiri üzerine geçtiği yerlereözenle sürerken, büyülenmiş gibi izledi. Ayı çalışırken Lee Scoresby'ye, "Bu insanlarla birliktemisin?" diye sordu.264

KUZEY IŞIKLARI "Tabii. Sanırım ikimiz de ücret karşılığı çalışıyoruz,İorek.""Balonun nerede?" diye sordu Lyra Teksaslı'ya. "İki kızağa katlanıp kondu," dedi Lee. "İşte patron ge-liyor." John Faa ve Farder Coram, yanlarında Sisselman vedört silahlı polisle, rıhtım aşağı yürüdüler. Sisselman, tiz, sert bir sesle, "Ayı!" dedi. "Şimdilik buinsanlarla birlikte gitmene izin var. Ama, bak sana söy-leyeyim, eğer kasaba sınırları içinde bir kere daha görü-nürsen, sana insafsızca davranılacak." İorek Byrnison zerre kadar aldırmadan fok yağını zır-hının her yerine sürmeye devam etti. Bu işe gösterdiğiözen ve dikkat, Lyra'ya kendisinin Pantalaimon'a duydu-ğu bağlılığı hatırlattı. Tıpkı ayının dediği gibi: zırh, onunruhuydu. Sisselman ve polisler çekildi, kasaba halkı dayavaş yavaş dönüp uzaklaştı, ama birkaç tanesi seyret-mek için kaldı. John Faa ellerini ağzına götürdü ve "Çinganlar!" diyeseslendi. Hepsi hareket etmeye hazırdı. Gemiyi boşalttıklarındanberi yola koyulmak için içleri gidiyordu; kızaklar yüklen-mişti, kızak köpeklerinin koşum kayışları takılmıştı. John Faa, "Yola çıkma vakti, dostlarım," dedi. "Hepi-miz toplandık, yol da önümüzde açık. Bay Scoresby, herşeyi yüklediniz mi?""Gitmeye hazırım, Lord Faa."265

PHILIP PULLMAN"Ya sen, İorek Byrnison?""Zırhımı giyince," dedi ayı. Zırhı yağlamayı bitirmişti. Fok etini ziyan etmek iste-mediği için leşi dişleri arasına aldı ve zırhını giymedenönce Lee Scoresby'nin daha büyük kızağının arkasına fır-lattı. Zırhına ne kadar nazik davrandığını görmek şaşırtı-cıydı: metal tabakaları bazı yerlerde hemen hemen birparmak kalınlıktaydı, ama onları sanki ipek giysilermiş gi-bi çevirip yerlerine oturtuyordu. Bir dakikadan az zama-nını aldı, hem de bu sefer sert pas gıcırtıları duyulmadı. Böylece, yarım saatten az bir süre içinde, keşif seferikuzeye doğru yola koyuldu. Milyonlarca yıldızın ve pırılpırıl bir ayın olduğu göğün altında, kızaklar kasabanınkıyısında temiz kara varana kadar tekerlek izleriyle taş-ların üzerinde sarsıla sarsıla, takırdayarak gittiler. Sonraçıkardıkları ses hafif bir kar ezilmesi ve tahta gıcırtısınadönüştü ve köpekler daha hevesle adım atmaya koyul-du, hareketleri hızlandı, düzgünleşti. Farder Coram'm kızağının arkasında, sadece gözleridışarıda kalacak şekilde sıkıca sarılıp sarmalanmış Lyra,Pantalaimon'a fısıldadı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"İorek'i görebiliyor musun?" Kızın kurt kürkü kukuletasına sarılan ermin biçimin-deki cin, geriye bakarak, "Lee Scoresby'nin kızağının ya-nısıra koşuyor," dedi. Önlerinde, kuzeye giden dağların üzerinde, KuzeyIşıklarının solgun kavisleri ve ilmekleri ışıldamaya ve tit-266

KUZEY IŞIKLARIreşmeye başladı. Lyra onları yarı kapalı gözler arasındangördü, Aurora'nm altında süratle kuzeye gittiği için ku-sursuz bir mayhoş mutluluk heyecanı duydu. Pantala-imon onun uykulu haliyle mücadele etti, ama uyku fenahalde bastırmıştı. O da, fare biçiminde kızın kukuletası-nın içine kıvrıldı. Uyandıklarında ona söylerdi ve herhal-de bir ağaç sansarıydı ya da bir rüya, belki bir tür zarar-sız yerel ruh; ama bir şey, birbirlerine sokulmuş çamağaçlarında hafifçe daldan dala salınarak onları izliyorduve ona sinir bozucu şekilde, bir maymunu hatırlatıyordu.267

12Kayıp Oğlan Saatlerce yolculuk yaptılar, sonra bir şeyler yemekiçin durdular. Erkekler ateş yakar ve su elde etmek içinkarı eritir, İorek Byrnison da, Lee Scoresby'nin yakının-da onun fok eti kızartmasını seyrederken, John FaaLyra'ya dedi ki:"Lyra, o aleti okuyacak kadar görebiliyor musun?" Ay çoktan batmıştı. Aurora'nın ışığı mehtaptan parlak-tı, ama titrekti. Ne var ki Lyra'nm gözleri keskindi, kürk-lerinin altını karıştırarak siyah kadife torbayı dışarı çekti. "Evet görüyorum," dedi. "Ama zaten artık sembollerinçoğunun nerede olduğunu da biliyorum. Ona ne sora-yım, Lord Faa?" "Burasını, Bolvangar'ı nasıl savundukları hakkında birşeyler daha bilmek istiyorum." Kız, düşünmeye bile gerek duymadan parmaklarınınkendi kendine hareket ederek miğferi, grifon ve beşiğiişaret ettiğini fark etti ve aklının, üç boyutlu karmaşık birşema gibi doğru anlamlara oturduğunu hissetti. İbre bir-268

KUZEY IŞIKLAR]den dönmeye başladı, geri geldi, döndü ve kovanınamesajını dans ederek sunan bir arı misali, daha da ilerieitti. Lyra onu sakin bir şekilde gözledi, başlangıçta, bil-memek ama bir anlamın gelmekte olduğunu bilmektenhoşnuttu, derken anlam açık bir hal almaya başladı. Ke-sinlik kazanana kadar, bıraktı dans etsin. "Tıpkı cadının cininin dediği gibi, Lord Faa. İstasyonu'koruyan bir grup Tatar var, çevresini de telle kuşatmış-lar. Aslında saldırıya uğramayı beklemiyorlar, sembolokuyucu öyle diyor. Ama Lord Faa...""Nedir, çocuğum?" "Bana başka bir şey diyor. Bitişik vadide, gölün kıyı-sında, halkını bir hayaletin rahatsız ettiği bir göl var." John Faa sabırsızlıkla kafasını salladı ve "Bunun şim-di önemi yok," dedi. "Bu ormanlarda her türden ruh var-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dır. Bana Tatarlar hakkında başka bir şeyler söyle. Mese-la, kaç taneler? Neyle silahlanmışlar?"Lyra uslu uslu aletiyometreye sordu ve cevabı bildirdi: "Tüfekli altmış adam var, iki tane de daha büyük si-lahları var, top gibi. Alev fırlatıcıları da var. Ve... bütüncinleri kurt, öyle diyor." Bu sözler, daha önce de savaşa katılmış daha büyükçinganlar arasında heyecan yarattı."Sibirsk alaylarının kurt cinleri vardır," dedi biri. John Faa, "Daha vahşisiyle karşılaşmadım," dedi."Kaplan gibi savaşmamız gerekecek. Ayrıca ayıya danı-şın; kurnaz savaşçının teki o."269

PHILIP PULLMAN Lyra sabırsızlanmıştı, dedi ki: "Ama Lord Faa, bu ha-yalet -sanırım çocuklardan birinin hayaleti!" "Eh, öyle bile olsa, -Lyra, bu konuda kimse bir şey ya-pabilir mi, bilmem. Tüfekli altmış Sibirsk ve alev fırlatı-cılar... Mr. Scoresby, bir dakika böyle gelir miydiniz?"Aeronot kızağa gelirken, Lyra sıvıştı ve ayıyla konuştu."İorek, daha önce buralara gelmiş miydin?""Bir kere," dedi ayı, o derin pes sesle."Yakınlarda bir köy var, ha?" "Sırtın berisinde," dedi, seyrek ağaçların arasındanyukarı doğru bakarak."Uzak mı?""Sana göre mi, bana göre mi?""Bana göre," dedi Lyra."Çok uzak. Bana göre, hiç de uzak değil.""Senin oraya gitmen ne kadar sürer, peki?""Ay bir daha doğana kadar üç kere oraya gider gelirim." "Çünkü İorek, dinle: Bana bir şeyler söyleyen busembol okuyucum var, biliyorsun, ve bana o köyde yap-mam gereken önemli bir şey olduğunu söyledi ve LordFaa beni bırakmıyor. Hemen işe koyulmak istiyor, bende biliyorum bunun önemli olduğunu. Ama gidip de neolduğunu öğrenmezsem, belki de Hamhumlar'm aslındane yaptığını öğrenemeyebiliriz." Ayı hiçbir şey demedi. İnsan gibi oturmuştu, koca-man pençelerini kucağında üstüste koymuştu, karanlıkgözleri, uzun ağızlığının üstünden onun gözlerine bakı-270

KUZEY IŞIKLARIyordu. Kızın bir şey istediğini biliyordu. Pantalaimon konuştu: "Bizi oraya götürüp, sonra dakızaklara yetişebilir misin?" "Yapabilirim. Ama Lord Faa'ya, başkasına değil, sade-ce ona itaat edeceğim konusunda söz verdim.""Ya ben ondan izin alırsam?" diye sordu Lyra."O zaman olur."Lyra dönüp karlarda geriye koştu. "Lord Faa! Eğer İorek Bymison beni sırtın ötesindekiköye götürürse ne olduğunu öğrenebiliriz, daha ileridede kızaklara yetişiriz. Yolu biliyor," diye ısrar etti. "Ve as-lında sormazdım ama, tıpkı daha önceki gibi, Farder Co-ram, hatırlıyor musunuz, hani o bukalemunla? O zamanne olduğunu anlamamıştım, ama doğruydu, hemen ar-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dından da doğru olduğunu öğrendik. Gene aynı his variçimde. Tam olarak ne dediğini anlamıyorum, sadeceönemli olduğunu biliyorum. Ve İorek Byrnison da yolubiliyor, oraya ay bir daha doğana kadar üç kere gidip ge-leceğini söylüyor, ve başka hiçbir yerde de onun yanın-da olduğumdan daha emniyette olamam, değil mi? AmaLord Faa'dan izin almazsa gitmiyor." Bir sessizlik oldu. Farder Coram içini çekti. John Faakaşlarını çatmıştı ve kürk kukuletasının içindeki ağzı dasıkı sıkı büzülmüştü.Ne var ki, daha o konuşamadan, aeronot araya girdi: "Lord Faa, eğer küçük kızı İorek Byrnison götürürse,bizimle ne kadar emniyetteyse onunla da o kadar emni-271

PHILIP PULLMANyette olur. Bütün ayılar doğrucudur, ama İorek'i yıllardırtanırım ve göklerin altında hiçbir şey ona sözünü bozdu-ramaz. Onu kıza göz kulak olmakla görevlendirirsenizbunu yapar, merak etmeyin. Sürate gelince, saatlerce yo-rulmaksızın koşabilir." "İyi ama neden adamlardan birkaçı gitmesin?" diyesordu John Faa. "Çünkü yürümeleri gerekir," diye meseleye parmakbastı Lyra, "çünkü o sırttan bir kızak geçiremezsiniz. İo-rek Byrnison o tür arazide her insandan hızlı gider, bende hafifceciğim, onun için hızı kesilmez. Ve söz veriyo-rum, Lord Faa, söz veriyorum ki gerektiğinden fazla kal-mayacağım, hakkımızda hiçbir şey söylemeyeceğim, hiç-bir tehlikeye de atılmayacağım." "Bunu yapman gerektiğinden emin misin? O sembolokuyucu seninle kafa bulmuyor ya?" "Hiç yapmaz, Lord Faa, yapabileceğini de sanmıyo-rum."John Faa, çenesini sıvazladı. "Eh, eğer işler yolunda giderse, olup bitenler hakkın-da biraz daha bilgi sahibi oluruz. İorek Byrnison," diyeseslendi, "bu çocuğun dediğini yapmaya istekli misin?" "Ben senin dediğini yaparım, Lord Faa. Bana çocuğuoraya götür de, götüreyim." "Pekala. Onu istediği yere götürüp dediğini yapacak-sın. Lyra, şimdi de sana emir veriyorum, anlıyor musun?""Evet, Lord Faa."272

KUZEY IŞIKLARI "Gidip her neyse onu ara ve bulur bulmaz da dönüpcuraya gel. İorek Byrnison, biz o sırada yolda olacağız,0nun için bize yetişmen gerek." Ayı koca başını tasdikanlamında salladı. "Köyde asker var mı?" diye sordu Lyra'ya. "Zırhıma ih-tiyacım olacak mı? Onsuz daha çabuk gideriz." "Hayır," dedi Lyra. "Bundan eminim, İorek. Teşekkür?ederim Lord Faa, ne tembih ettiyseniz onu yapacağım,soz. Tony Costa ona gevelesin diye bir şerit kurutulmuş foketi verdi ve Lyra, kukuletasının içine bir fare olarak girenPantalaimon'la, koca ayının sırtına tırmandı, eldivenleriylekürküne yapıştı, dar kaslı sırtını da dizlerinin arasına sıkış-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tırdı. İorek'in kürkü harikulade bir şekilde kalındı, hisset-tiği muazzam güç de huşu vericiydi. Döndü ve sanki kı-zın hiç ağırlığı yokmuş gibi, sırta doğru, alçak ağaçlarıniçine tempolu, uzun fuleli bir koşu tutturdu. Onun hareket edişine alışması biraz vakit aldı, sonrada çılgınca bir coşku hissetti. Bir aymm sırtına binmişti!Ve Aurora tepelerinde altın kemerler ile ilmikler halindesalınıyordu ve çevrelerinde acı Arktik soğuğu ile Ku-zey'in muazzam sessizliği vardı. İorek Byrnison'm pençeleri, karda ileri doğru yol alır-ken neredeyse hiç ses çıkarmıyordu. Ağaçlar burada in-ce ve güdüktü, çünkü tundranın kıyısmdaydılar, amayollarında kabadikenler ve ayağa takılan çalılıklar vardı.Ayı onları, sanki örümcek ağıymışlar gibi koparıp geçi-273

PHILIP PULLMANyordu. Kara kaya çıkıntıları arasından alçak sırta tırmandüarve çok geçmeden arkalarındaki grubun görme alanındançıktılar. Lyra ayıyla konuşmak istiyordu ve insan olsaydıeğer onunla çoktan samimi olmuştu; ama İorek öyle ga-rip ve yabaniydi, öyle soğuktu ki, Lyra hayatında nerdeyse ilk defa utangaç davranıyordu. Onun için de o kca bacaklarını savurarak yorulmaksızın koşarken, harketine uyum sağlayarak oturmuş, hiçbir şey söylemiyor-du. Belki de bunu tercih eder, diye düşündü; zırhlı birayının gözünde kendisi, bebekliğini henüz geride bırak-mış, küçük geveze bir ayı yavrusu olmalıydı. Daha önce kendi hakkında durup düşünmemişti pekve bu deneyimi ilginç ama rahatsız edici buldu; aslında,tıpkı bir ayıya biner gibi. İorek Byrnison hızlı hızlı ilerli-yor, vücudunun aynı yanındaki iki bacağını da aynı an-da hareket ettiriyor ve sağlam, güçlü bir ritmle bir o ya-na bir bu yana salmıyordu. Lyra öylece oturamayacağmıanladı; aktif davranması gerekiyordu. Bir saat veya biraz daha fazladır yoldaydılar ve Lyrakaskatı kesilmiş, berelenmişti, ama derinden derine mut-luydu ki, İorek Byrnison yavaşladı ve durdu."Yukarı bak," dedi. Lyra gözlerini yukarı kaldırdı ve bileğinin içiyle onla-rı silmek zoruda kaldı, çünkü öyle üşümüştü ki gözyaş-ları onları bulandırıyordu. Net bir şekilde görebildiği za-man, gökyüzünün görünümü soluğunu hızla içine çek-274

KUZEY IŞIKLARImeşine yol açtı. Aurora hafiflemiş, solgun titreyen birtsıltıya dönüşmüştü, ama yıldızlar elmas kadar parlaktıve elmasların serpiştirildiği büyük karanlık kubbede,yüzlerce minik siyah şekil doğudan ve güneyden gele-rek kuzeye doğru uçuyordu."Kuş mu onlar?" diye sordu kız. "Cadı," diye cevap verdi ayı.

. "Cadı mı? Ne yapıyorlar, peki?" "Savaşa uçuyorlardır, belki. Şimdiye kadar hiç tek birseferde bunca çok cadı görmemiştim.""Hiç cadı tanır mısın, İorek?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Kimilerine hizmet ettim. Kimisiyle de savaştım. BuLord Faa'yı korkutacak bir manzara. Eğer düşmanlarınızayardım etmek için uçuyorlarsa, hepiniz korkmalısınız.""Lord Faa korkmaz. Sen de korkmuyorsun, değil mi?" "Henüz değil. Korktuğum zaman, korkuya hakim olu-rum. Ama Lord Faa'ya cadıları haber versek iyi olur, çün-kü adamlar onları görmemiş olabilir." Daha ağır hareket etmeye başladı ve Lyra da, gözlerigene soğuk yaşlarıyla yanana kadar gökyüzüne bakma-yı sürdürdü. Kuzeye uçan sayısız cadının ardının arkası-nın kesilmediğini gördü.Sonunda İorek Byrnison durdu ve dedi ki: "İşte köy bu." Yarık, yalçın bir yamaçtan aşağı, olabildiğince düz ge-niş bir kar alanının yanındaki bir ahşap binalar yığınınadoğru bakıyorlardı. Lyra, buzlu parçanın donmuş bir gölolduğunu düşündü. Ahşap bir iskele, haklı olduğunu275

PHILIP PULLMANgösterdi. O yere olsa olsa beş dakika mesafedeydiler."Ne yapmak istiyorsun?" diye sordu ayı. Lyra onun sırtından kaydı ve ayakta zorlukla durabil-diğini keşfetti. Yüzü soğuktan kazık kesilmişti, bacaklarıtitriyordu, "âma ayının kürküne tutundu ve kendini dahakuvvetli hissedene kadar ayaklarını yere vurdu. "Aşağıda, o köyde bir çocuk ya da bir hayalet ya dabir şey var," dedi. "Ya da yakınında, tam olarak bilmiyo-rum. Gidip onu bulmak ve Lord Faa ile diğerlerine gerigötürmek istiyorum, eğer yapabilirsem. Bir hayalet san-mıştım, ama sembol okuyucu, belki de anlamadığım birşeyden bahsediyordun" "Eğer dışarıdaysa," dedi ayı, "umarım bir barınağıvardır." "Ölü olduğunu sanmıyorum..." dedi Lyra, ne var ki,hiç de emin değildi. Aletiyometre tekinsiz, doğal olma-yan bir şeye işaret etmişti ve bu korkutucuydu. Amakimdi o? Lord Asriel'in kızı. Ya komutası altında kim var-dı? Heybetli bir ayı. Korktuğunu nasıl belli edebilirdi ki?"Hadi, gidip bakalım," dedi. Yeniden onun sırtına tırmandı, ayı da yarık yamaçtanaşağı indi, artık düzenli adımlarla yürüyor, koşturmuyor-du. Köyün köpekleri onların geldiğini ya kokularındananladılar ya da hissettiler ve ürkütücü bir şekilde uluma-ya koyuldular. Köyün etrafı çevrili bölmelerindeki rengeyikleri de tedirgin tedirgin dolaştı, boynuzları kuru so-palar gibi birbirine çarpıyordu. Sakin havada, her hare-276

KUZEY IŞIKLARIket çok uzaktan duyuluyordu. İlk evlere yaklaştıklarında Lyra loşluğu dikkatle süze-rek sağa sola göz attı, çünkü Aurora soluklaşıyordu veayın yükselmesine de daha çok vardı. Orda burda, kar-la kaplı bir damın altında bir ışık titreşiyordu, Lyra cam-ların arkasında solgun yüzler gördüğünü sandı ve koca-man beyaz bir ayıya binmiş bir çocuk görünce ne kadarşaşacaklarını düşündü. Küçük köyün ortasında, iskelenin yanında bir açıklık

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

vardı, iskeleye çekilmiş tekneler karın altında tümsekler" oluşturmuştu. Köpeklerin gürültüsü sağır ediciydi ve tamLyra artık herkes uyanmıştır herhalde diye düşünürkenbir kapı açıldı ve elinde tüfekle bir adam dışarı çıktı. Kurtcini, kapının yanında istiflenmiş odunların üstüne sıçra-dı, karları savurdu. Lyra hemen aşağı atlayıp onunla İorek Byrnison ara-sında durdu, ayıya zırhına gerek yok dediğinin bilincin-deydi. Adam, onun anlamadığı kelimelerle konuştu. İorekByrnison aynı dilden cevap verdi ve adam korkuyla ha-fifçe inledi. İorek Lyra'ya, "Bizim şeytan olduğumuzu sanıyor,"dedi. "Ne diyeyim?" "Ona şeytan olmadığımızı, ama bazı dostlarımızınşeytan olduğunu söyle. Ve birini arıyoruz... Sadece birçocuk. Tuhaf bir çocuk. Ona bunu söyle."Ayı bunu söyler söylemez adam sağ tarafı, biraz ilerU277

PHILIP PULLMANdeki bir yeri işaret etti ve çabucak konuştu. İorek Byrnison, "Çocuğu almaya mı geldik diye soru-yor," dedi. "Ondan korkuyorlar. Uzaklaştırmaya çalışmış-lar, ama geri dönüp duruyormuş." "Ona çocuğu yanımızda alıp götüreceğimizi söyle, amaböyle davranmış olmaları hiç hoş değil. Neredeymiş?" Adam korkulu el hareketleriyle açıkladı. Lyra yanlış-lıkla tüfeğini ateşler diye korkuyordu, ama lafı biter bit-mez telaşla eve girdi ve kapıyı kapattı. Lyra her pence-rede yüzler görebiliyordu."Çocuk nerede?" dedi. "Balık deposunda," dedi ayı ona ve iskeleye doğrugitmek için döndü. Lyra arkasından gitti. Fena halde tedirgindi. Ayı darbir ahşap barakaya doğru gidiyordu, sağı solu koklamakiçin kafasını kaldırmıştı. Kapıya varınca durdu ve "İçeri-de," dedi. Lyra'nın kalbi öyle hızla çarpıyordu ki, zorlukla nefesalıyordu. Kapıya vurmak için elini kaldırdı, sonra bunungülünç olduğunu hissedip seslenmek için derin bir nefesaldı, ama ne diyeceğini bilmediğinin farkına vardı. Ah,öyle de karanlıktı ki şimdi! Keşke yanında bir fener ge-tirmiş olsaydı... Ama seçme şansı yoktu, hem de ayının korktuğunugörmesini istemiyordu. O, korkusunu kontrol altına al-maktan söz etmişti: Lyra'nın da şimdi böyle yapması gere-kiyordu. Kilidi yerinde tutan ren geyiği derisi kayışı kal-278

KUZEY IŞIKLARIdırdı ve kapıyı kapalı tutan donu kırmak için şiddetle çek-ti Kapı, çat diye açıldı. Ardına kadar açmadan kapının eşi-ğinde yığın oluşturmuş karı tekmeyle yana savurması ge-rekti, Pantalaimon'un da hiç faydası yoktu, ermin biçimin-de öne arkaya koşturup duruyordu; beyaz toprakta, kü-çük, ürkmüş sesler çıkaran beyaz bir gölge gibi. "Pan, Tanrı aşkına!" dedi Lyra. "Yarasa ol. Git de be-nim için bir bak..."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama bakmıyordu, konuşmuyordu da. Lyra onu hiçböyle görmemişti. Bir sefer hariç, o ve Roger, Jordan'ınmahzeninde cin-paraları yanlış kafataslarına koydukla-rında. Pantalaimon Lyra'dan bile daha çok korkmuştu.İorek Byrnison'a gelince, yakında karın üzerine uzanmış,sessizce izliyordu. "Çık dışarı," dedi Lyra, cesaret edebildiği kadar yük-sek bir sesle. "Çık dışarı!" Çıt çıkmadı. Lyra kapıyı biraz daha açtı, Pantalaimonkollarına sıçradı. Kedi biçiminde onu itiyor, itiyor ve "Gitburdan!" diyordu. "Burada kalma! Ah, Lyra, şimdi git!Geri dön!" Onu yerinde tutmaya çalışan kız, İorek Byrnison'mayağa kalktığını fark etti, dönünce köy yolundan, elindebir fenerle hızla gelen bir şekil gördü. Adam konuşacakkadar yakına gelince, fenerini yükseltip ona yüzünü gös-terdi: geniş, çizgili yüzü olan, gözleri bin kırışık içindeneredeyse kaybolmuş ihtiyar bir adam. Cini, bir Arktiktilkisiydi.279

PHILIP PULLMANAdam konuştu ve İorek Byrnison dedi ki: "Bu türden tek çocuk bu değil diyor. Ormanda baş-kalarını da görmüş. Bazen çabucak oluyorlarmış, bazenölmüyorlarmış. Bu dayanıklı, diye düşünüyor. Ama ölsehakkında daha hayırlı olurmuş." "Fenerini bana ödünç verir mi diye sorsana," dediLyra. Ayı konuştu, adam başını evet anlamında şiddetle sal-layarak ona feneri hemen verdi. Adamın feneri ona ge-tirmek için geldiğinin farkındaydı, teşekkür etti. Adamyeniden başını evet anlamında salladı ve geriye çekildi;ondan, kulübeden ve ayıdan uzağa. Lyra birden, ya çocuk Roger'sa diye düşündü. Ve tümgücüyle o olmasın diye dua etti. Pantalaimon yenidenermin olmuştu, küçük pençeleri kızın anorağına iyicegömülmüş halde, ona yapışıp kalmıştı. Kız feneri yükseğe kaldırdı, barakanın içine bir adımattı ve Adak Meclisi'nin ne yaptığını gördü, çocuklarınne tür bir fedakarlıkta bulunduğunu da. Küçük oğlan, hepsi tahta gibi sertleşmiş sıra sıra te-mizlenmiş balığın asılı olduğu tahta kurutma askısına so-kulmuştu. Lyra nasıl Pantalaimon'a iki eliyle, sıkı sıkı kal-bine bastırarak sarıldıysa, o da bir parça balığa sıkı sıkısarılmıştı. Ama varı yoğu buydu, bir parça ölü balık; çün-kü cini yoktu. Hamhumlar cinini kesmişti. Tefrik dedik-leri buydu, o da koparılmış bir çocuktu.280

13Eskrim İlk güdüsü, dönüp kaçmak ya da kusmak oldu. Cin-siz bir insan, yüzsüz bir insan gibiydi, ya da kaburgalarıaçılmış, kalbi çekilip çıkarılmış biri gibi: uyanık duyulardünyasına değil, gece-hartlaklarımn dünyasına ait, do-ğallıktan uzak, tekinsiz bir şey. Bu yüzden Lyra Pantalaimon'a sıkı sıkı sarıldı ve başıdöndü, ağzına safra geldi, gece onca soğuk olduğu hal-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

de hastalıklı bir ter, etini daha da soğuk bir şeyle nem-lendirdi."Ratter," dedi oğlan. "Ratter'ım sende mi?" Lyra'nın onun ne kastettiği konusunda hiçbir fikriyoktu. "Hayır," dedi, sesi de kendisi kadar zayıf ve ürkmüş-tü. Sonra, "Adın ne?" diye sordu."Tony Makarios," dedi oğlan. "Ratter nerede?" "Bilmiyorum..." diye başladı Lyra, mide bulantısınıbastırmak için güçlükle yutkundu. "Hamhumlar..." Amalafını bitiremedi. Barakadan çıkıp tek başına karda otur-281

PHILIP PULLMANması gerekti, ama tek başına değildi tabii, asla tek başı-na değildi, çünkü Pantalaimon daima oradaydı. Ah, buküçük oğlanın Ratter'mdan ayrıldığı gibi ondan kesilmişolmak! Dünyadaki en kötü şey! Hıçkırmaya başladığınıfark etti, Pantalaimon da ağlamaklı sesler çıkarıyordu,ikisi de yarım-oğlan için tutkulu bir merhamet ve üzün-tü duyuyordu.Sonra Lyra yeniden ayağa kalktı. "Gel," dedi titreyen bir sesle. "Tony, dışarı gel. Seniemniyette olacağın bir yere götüreceğim." Balık deposunda bir hareket sezildi, oğlan, hâlâ kurubalığa sıkı sıkı yapışmış halde kapıda göründü. Yeterin-ce sıcak giysiler vardı sırtında, içi iyice, kaim kaim dol-durulmuş kömür-ipeğinden bir anorak ile kürklü çizme-ler, ama hepsinin elden düşme bir hali vardı, üzerinetam oturmuyoîlardı. Dışarıda, Aurora'nm soluk izleri ilekarla kaplı topraktan gelen daha aydınlık ışığın altındailk başta, fener ışığında, balık askıları arasında çömelir-ken göründüğünden de daha perişan ve acınacak bir ha-li vardı. Feneri getirmiş olan köylü, birkaç yarda geriye çekil-mişti, onlara seslendi. İorek Byrnison çevirdi: "Balığın parasmı ödemen ge-rektiğini söylüyor." Lyra'nm içinden ayıya onu öldürmesini söylemek gel-di, ama onun yerine, "Çocuğu onlardan alıp götürüyo-ruz," dedi. "Buna karşılık bir balıktan vazgeçebilirler."282

KUZEY IŞIKLARI Ayı konuştu. Adam mırıldandı, ama tartışmadı. Lyraonun fenerini kara koydu, ayının yanına götürmek içinyarım-oğlanın elini tuttu. Oğlan çaresizce geldi, buncayakınlarında duran kocaman beyaz hayvana şaşırmamış,ondan korkmamıştı. Lyra İorek'in sırtına oturmasına yar-dım edince tek söylediği şu oldu:"Ratter'ımm nerede olduğunu bilmiyorum." "Evet, biz de bilmiyoruz, Tony," dedi Lyra. "Amabiz... Hamhumlar'ı cezalandıracağız. Bunu yapacağız,söz veriyorum. İorek, ben de otursam olur mu?""Zırhım çocuklardan çok daha ağırdır," dedi ayı. Böylece Lyra da onun sırtına, Tony'nin arkasına tır-mandı, onun uzun sert kürke tutunmasını sağladı. Pan-talaimon da kukuletasının içinde, sıcak ve yakında vemerhamet dolu, oturuyordu. Lyra Pantalaimon'un için-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

den uzanıp küçük yarım-oğlanı kucaklamak, yalamak veyatıştırmak, kendi cininin yapacağı gibi onu ısıtmak gel-diğini biliyordu, ama en büyük tabu bunu engelliyordu,elbette. Köyden geçip sırttan yukarı çıktılar, köylülerin yüzle-ri dehşetle açılmıştı, o korkunç biçimde sakatlanmış ya-ratığın küçük bir kız ve koca bir beyaz ayı tarafından gö-türülmesini görmekten doğan korkulu bir tür rahatlık davardı ama. Lyra'nm kalbinde tiksinme ile acıma çarpışıyordu, so-nunda acıma kazandı. Sıskacık şekle kollarını sardı veonu güvende tuttu. Ana gruba dönüş yolculuğu daha so-283

PHILIP PULLMANğuk, daha zor ve daha karanlıktı, ama gene de daha ça-buk geçti sanki. İorek Byrnison yorulmak nedir bilmi-yordu, Lyra'nm binişi de otomatik hale gelmişti, onuniçin düşme tehlikesi hiç yoktu artık. Kollarının arasında-ki soğuk beden de öyle hafifti ki, bu yüzden bir yandanidaresi kolaydı, ama aynı zamanda da kıpırtısızdı; ayı ha-reket ederken kaskatı duruyordu, bu yüzden de bir an-lamda idaresi zordu.Sonunda yarım-oğlan konuştu."Ne dedin?" diye sordu Lyra."Nerede olduğumu bilir mi?" "Evet, bilir, o seni bulur, biz de onu bulacağız. Şimdisıkı tutun, Tony. Çok kalmadı..." Ayı ileriye hamle etti. Çinganlara yetişene kadar Lyrane kadar yorulduğunu hiç anlamamıştı. Kızaklar köpek-leri dinlendirmek için durmuştu ve aniden hepsi birdenetrafta bitiverdi: Farder Coram, Lord Faa, Lee Scoresby,hepsi yardım için ileri atılmış, Lyra'nm yanındaki diğerşekli görünce de sessizce geri çekilmişlerdi. Lyra öylesi-ne kaskatı olmuştu ki kollarını onun vücudundan çöze-medi bile, sonra John Faa'nın kendisi yavaşça kollarınıçözdü ve onu havaya kaldırdı. "Hey Tanrım, bu nedir?" diye sordu. "Lyra, çocuğum,ne buldun sen?" "Adı Tony," diye mırıldandı Lyra, donmuş dudakları-nın arasından. "Ve cinini kesmişler. İşte Hamhumlar'ınyaptığı bu."284

KUZEY IŞIKLARI Adamlar korkuyla geri çekildi; ama ayı konuştu veLyra, yorgun bir hayretle, onları payladığını duydu. "Yazıklar olsun size! Bu çocuğun ne yaptığını düşü-nün bir! Sizin daha fazla cesaretiniz olmayabilir, ama hiçdeğilse, bunu belli etmekten utanmalısınız." "Haklısın, İorek Byrnison," dedi John Faa ve emir ver-mek için döndü. "O ateşi canlandırın, çocuğa biraz çor-ba ısıtın. İki çocuğa da. Farder Coram, barınağınız koru-naklı mı?""Öyle, John. Lyra'yı getirin, onu ısıtalım..." "Küçük oğlanı da," dedi başka biri. "Yemek yiyip ısı-nabilir, şey bile olsa..." Lyra John Faa'ya cadılardan söz etmeye çalışıyordu,ama hepsi çok meşguldü, o da çok yorgundu. Fener ışı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğı, tahta dumanı, telaşla oraya buraya giden gölgelerledolu birkaç kafa karıştırıcı dakikanın ardından, Pantala-imon'un ermin dişlerinin kulağını yavaşça ısırdığını his-setti, uyanınca ayının yüzünü kendi yüzünden birkaçsantim uzakta buldu. "Cadılar," diye fısıldadı Pantalaimon. "İorek'i çağır-dım." "Ah, evet," diye mırıldandı Lyra. "İorek, beni orayagötürüp getirdiğin için teşekkür ederim. Lord Faa'ya ca-dıları söylemeyi hatırlamayabilirim, onun için benim ye-rime sen söylesen daha iyi." Ayının kabul ettiğini duydu ve bu sefer doğru dürüstuyudu.285

PHILIP PULLMAN Uyandığında, gün ışığına benzeyebildiği kadar benze-yen bir saatti. Gökyüzü güneydoğuda solgundu, hava gribir sisle kaplıydı, sisin arasından çinganlar iri cüsseli ha-yaletler gibi hareket ediyor, kızakları yüklüyor, köpekle-ri koşumlara bağlıyorlardı. Bütün bunları, içinde, bir kürk yığını altında yattığıFarder Coram'm kızağının sığınağından gördü. Pantala-imon ondan önce uyanmış, iyice kendine gelmişti, göz-de erminine dönmeden önce Arktik tilkisi biçimi almayaçalışıyordu. İorek Byrnison, yakınlarda karda uyuyordu, başı bü-yük pençelerinin üstündeydi. Ama Farder Coram uyan-mış, faaliyete geçmişti ve Pantalimon'un kalktığını görürgörmez, topallayarak Lyra'yı doğru dürüst uyandırmayageldi. Lyra onun geldiğini gördü ve konuşmak için doğru-lup oturdu. "Farder Coram, anlayamadığım şeyin ne olduğunu bi-liyorum! Aletiyometre kuş ve değil deyip duruyordu,bundan bir mana çıkmıyordu, çünkü cin yok demek is-tiyordu, ben de bunun nasıl olabileceğini anlamıyor-dum... Ne oldu?" "Lyra, yaptıklarından sonra sana bunu söylemeye çeki-niyorum, ama o küçük oğlan bir saat önce öldü. Huzurbulamadı, bir yerde kalamadı; cinini sorup duruyordu, ne-redeymiş, birazdan gelir miymiş, falan; ve o çıplak bayat286

KUZEY IŞIKLAR]balık parçasını öyle bir tutuyordu ki, sanki... Alı, anlata-mam, çocuğum. Ama sonunda gözlerini yumdu ve hare-ketsiz kaldı ve işte ilk defa o zaman huzur içinde görün-dü, çünkü cini doğal olarak gitmiş başka herhangi bir ölü-ye benzedi. Ona bir mezar kazmaya çalışıyorlar, ama top-rak demir gibi sert. John Faa da bir ateş yakmalarını bu-yurdu, onu yakacaklar ki leş yeyiciler parçalamasın. "Çocuğum, cesurca bir şey yaptın, iyi bir şey yaptın,seninle iftihar ediyorum. Artık o insanların ne müthiş kö-tülükler yapabileceklerini bildiğimiz için görevimizi da-ha da açıkça görüyoruz. Sen dinlenip yemek yemelisin,çünkü dün gece kendini toparlayamadan uyuyakaldınve bu ısılarda da zayıf düşmemek için yemen gerekir..." Onun üzerine titriyor, kürklerini yerine tıkıştırıyor, kı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

zağın gövdesi üstündeki gerilim ipini sıkıştırıyordu, ko-şumların düğümünü çözmek için ellerinden geçiriyordu. "Farder Coram, küçük oğlan nerde şimdi? Onu yaktı-lar mı?""Hayır, Lyra, orada yatıyor.!"Gidip onu görmek istiyorum." Adam bunu ondan esirgeyemedi, çünkü ölü bir be-denden daha kötüsünü görmüştü, bu ise onu sakinleşti-rebilirdi. Pantalaimon beyaz bir yabani tavşan olarak ya-nında usul usul koşarken, kimi adamların çalı çırpı yığ-dıkları yere, kızakların hattı boyunca zar zor yürüdü. Çocuğun bedeni, patikanın yanıbaşmdaki ekose birbattaniyenin altında yatıyordu. Lyra diz çöktü, eldivenli287

PHILIP PULLMANelleriyle battaniyeyi kaldırdı. Bir adam onu durdurmaküzereydi, ama diğerleri başlarını hayır anlamında salladı Lyra o zavallı, harap yüze bakarken, Pantalaimon ya-kma sokuldu. Lyra elini eldiveninden çıkarıp onun göz-lerine dokundu. Mermer gibi soğuktular ve Farder Co-ram haklıydı; zavallı küçük Tony Makarios, cini ölüncegitmiş olan başka herhangi bir insandan farklı değildi.Of, Pantalaimon'u ondan alacak olsalar! Onu kucağınaalıverdi, sanki dosdoğru kalbinin içine sokmak istermişgibi sarıldı. Küçük Tony'nin sahip olduğu tek şey, acına-cak bir balık parçasıydı...Neredeydi peki?Lyra battaniyeyi açtı. Gitmişti. Bir saniyede ayağa dikilmişti, gözleri yakındaki adalara öfke saçıyordu."Balığı nerede?" Durdular, şaşkındılar, ne demek istediğini pek anla-mamışlardı; ama cinlerinden bazıları biliyordu, birbirleri-ne baktılar. Adamlarından biri ne yapacağını bilemedensırıtmaya başladı. "Sakın gülmeye kalkayım deme! Ona gülersen ciğer-lerini sökerim senin! Tutunabileceği tek şey oydu, bayatkuru bir balık, sevip şefkat gösterecek bir cin yerineelinde bu vardı topu topu! Kim aldı onu ondan? Nereyegitti?" Pantalaimon, tıpkı Lord Asriel'in cini gibi hırlayan birkar leoparı olmuştu, ama Lyra bunu görmedi; tek göre-288

KUZEY IŞIKLAR]bildiği doğru ve yanlıştı. "Sakin ol, Lyra," dedi adamlardan biri. "Sakin ol, ço-cuğum." "Kim aldı diyorum?" diye yeniden parladı Lyra ve çin-gan onun tutkulu öfkesi karşısında bir adım geri çekildi. Bir başka adam, özür dilercesine, "Bilmiyordum," de-di. "Sadece yediği bir şey sandım. Elinden aldım, çünküdaha saygın olur diye düşündüm. Hepsi bu, Lyra.""Nerde öyleyse?" Adam tedirgin tedirgin, "Ona ihtiyacı yok sandım, kö-peklerime verdim," dedi. "Bağışla." "Benim bağışlamama ihtiyacın yok, onunkine var,"dedi Lyra ve dönüp yeniden çömledi, elini ölü çocuğun

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

buz gibi yanağına koydu. Sonra aklına bir fikir geldi, kürkünün içinde arandı.Anorağını açarken soğuk hava çarptı, ama birkaç saniye-de istediğini bulmuştu. Çantasından altın bir para çıkarıpkendini gene sıkı sıkı sardı. Balığı alan adama, "Bıçağını ödünç almak istiyorum,"dedi ve adam verince de Pantalaimon'a "Adı neydi?" di-ye sordu.Pantalaimon anladı tabii. "Ratter." Lyra parayı eldivenli sol elinde sıkı sıkı tuttu ve bıça-ğı kalem gibi kullanarak kayıp cinin adını altına derincekazıdı. Ölü oğlana, "Umarım, seni bir Jordan Âlim'i gibi do-natırsam, işe yarar," diye fısıldadı ve altını ağzına kaydır-289

PHILIP PULLMANmak için dişlerini zorla araladı. Güç işti ama becerdi, çe-nesini yeniden kapatmayı da becerdi. Sonra adama bıçağını geri verdi ve sabah alacakaranlığında Farder Coram'a gitmek için döndü. Adam ona ateşten yeni alınmış bir kupa çorba verdiLyra iştahla yudumladı. "Cadılar hakkında ne yapacağız, Farder Coram?" diysordu. "Merak ediyorum, acaba sizin cadınız da aralarında mı?" "Benim cadım mı? Ben olsam o kadar ileri gitmezdimLyra. Herhangi bir yere gidiyor olabilirler. Cadıların hayatında rolü olan her tür mesele var: bize görünmeyeşeyler; tutuldukları esrarengiz hastalıklar ki biz olsakomuz silker geçeriz; anlayışımızın gerisinde kalan savaşnedenleri; tundrada biten minicik bitkilerin çiçeklenme-sine ilişkin neşeler ve hüzünler... Ama keşke onlarıuçarken görebilseydim, Lyra. Keşke böyle bir manzaragörebilseydim. Şimdi o çorbanın hepsini iç. Daha istermisin? Pişen bir parça tandır ekmeği de var. Ye, çocu-ğum, çünkü çok geçmeden yola çıkacağız." Yiyecek Lyra'yı canlandırdı ve yavaş yavaş ruhundakisoğuk erimeye başladı. Ötekilerle birlikte cenaze için ha-zırlanan odun yığınının üstüne yerleştirilmiş küçük yarım-çocuğa bakmaya gitti, John Faa dua okurken başını eğdive gözlerini yumdu. Sonra erkekler kömür-ruhu serpti,kibrit çaktı, hepsi bir dakika geçmeden alev almıştı.Oğlanın güvenli bir şekilde yandığından emin olduk-290

KUZEY IŞIKLARItan sonra, yeniden yola çıktılar. Berbat bir seyahatti. Karerkenden yağmaya başlamıştı, çok geçmeden dünya, ile-rideki köpeklerin kurşuni gölgelerine, kızağın sallanma-ğı ve gıcırdamasına, ısıran soğuğa, büyük kar taneleriningökten biraz daha karanlık ve topraktan biraz daha ay-dınlık halde girdap gibi dönen denizine indirgendi. Köpekler, kuyrukları havada, nefesleriyle buhar solu-yarak koşmaya devam ettiler. Onlar kuzeye, daha da ku-zeye koşarken, sönük öğle vakti geldi, geçti, alacakaran-lık yeniden dünyanın çevresine sarıldı. Tepelerdeki bir" yarıkta yemek yemek ve bir şeyler içmek, dinlenmek veyönlerini saptamak için durdular. John Faa, Lee Scoresby

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ile balondan en iyi nasıl faydalanacakları konusunda ko-nuşurken, Lyra casus-sineği düşündü ve Farder Coram'aonu içine kıstırdığı duman-yaprağına ne olduğunu sordu. "Onu iyice ittirdim," dedi Farder Coram. "O büyükalet torbasının ta dibinde, ama görecek bir şey yok; ge-mideyken onu lehimlettirip kapattım, söylemiştim ya.Doğrusunu istersen, onunla ne yaparız, bilmiyorum. Bel-ki de bir ateş madenine atarız, böylece mesele hallolur.Ama senin kaygılanman gerekmiyor, Lyra. O bende ol-dukça, emniyettesin." Kız ilk fırsat bulduğunda kolunu alet torbasının buztutmuş çadır bezinin içine daldırdı ve küçük tenekeyi çı-kardı. Daha dokunmadan önce, vızıldamasını hissedebi-liyordu.Farder Coram öteki liderlerle konuşurken Lyra tene-291

PHILIP PULLMANkeyi İorek Byrnison'a götürdü ve fikrini açıkladı. Bu fkkir aklına, ayının motor kapağının metalini öyle kolaylık-la ikiye biçmesini hatırladığında gelmişti. İorek Byrnison dinledi, sonra da bir bisküvi tenekesi-nin kapağını çıkarıp onu ustaca küçük yassı bir silindirşeklinde katladı. Lyra, onun ellerinin becerisini görüncehayretler içinde kaldı: çoğu ayının aksine, o ve hısımla-rının, şeyleri işlerken onları kıpırdatmadan tutmalarınısağlayacak şekilde ayrık bir başparmak pençeleri vardı.Bir de, tanrı vergisi güç ve metal esnekliği ki bunun birsonucu olarak metali bir-iki kere eline alıp kaldırması, şuya da bu yana bükmesi yetiyordu; sonra da katlamakiçin çentmek üzere üstünden pençesini daire halinde ge-çiriyordu. Şimdi de bunu yapıyordu, kenarları içe, dahada içe katlıyordu; ta ki yükseltilmiş bir kenar halinde du-rana ve sonra da buna uyacak bir kapak yapana kadar.Lyra'nın isteğiyle iki tane yaptı: biri, özgün duman-yap-rağı tenekenin boyunda, diğeri de tenekenin kendisinive sesi boğmak için tıkıştırılmış tüyler ve yosun parça-cıklarını alacak kadar. Kapatıldığında, aletiyometre ileaynı boyda ve biçimde olmuştu.

Bu bitince, Lyra, donup tahta kadar sertleşmiş bir rengeyiği butunu kemiren İorek Byrnison'un yanında oturdu. "İorek," dedi, "cini olmamak zor değil mi? Kendiniyalnız hissetmiyor musun?" "Yalnız mı?" dedi ayı. "Bilmiyorum. Bana bunun so-ğuk olduğunu söylüyorlar. Ben soğuğun ne olduğunu292

KUZEY IŞIKLARIbilmiyorum, çünkü donmam. Aynı şekilde, yalnızlığın dane olduğunu bilmiyorum. Ayılar tek başlarına yaşamaküzere yaratılmıştır." "Peki ya Svalbard ayıları? Binlercesi var, değil mi?Böyle duydum." Ayı bir şey demedi, ama bir kütüğü ortasından ikiyebölermiş gibi bir ses çıkartarak kemikli eti parçaladı., "Kusura bakma, İorek," dedi Lyra. "Umarım seni kırma-dım. Sadece meraklıyım, o kadar. Biliyorsun, babam yü-zünden Svalbard ayıları konusunda daha da meraklıyım."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Baban kim?" "Lord Asriel. Onu Svalbard'da esir tutuyorlar, meselebu. Sanırım Hamhumlar ona ihanet etti, babamı hapistetutsunlar diye ayılara para verdiler.""Bilmem. Ben Svalbard ayısı değilim.""Ama ben sanıyordum ki..." "Hayır. Bir Svalbard ayışıydım, ama artık değilim. Ce-za olarak uzaklaştırıldım, çünkü başka bir ayıyı öldür-düm. Böylece rütbemi, servetimi ve zırhımı aldılar, insandünyasının kıyısında yaşayayım, iş buldukça dövüşeyimya da kaba işlerde çalışayım ve hatıralarımı alkolde bo-ğayım diye beni gönderdiler.""Öteki ayıyı niye öldürdün?" "Öfke. Ayılar arasında birbirimize olan öfkemizi baş-ka yana yöneltme yöntemleri vardır, ama kontrolü eldenkaçırmıştım. Böylece onu öldürdüm ve hakkım olan ce-zayı gördüm."293

PHILIP PULLMAN "Demek zengindin, yüksek rütbeliydin," dedi Lyraşaşkınlıkla. "Tıpkı babam gibi, İorek! Ben doğduktansonra onun başına da aynı şey gelmiş. O da birini öldür-müş, bütün servetini elinden almışlar. Bunlar, Sval-bard'da hapsolmasından çok önceki şeyler ama. Sval-bard hakkında hiçbir şey bilmiyorum, tek bildiğim Ku-zey'de, en uzakta olduğu... Tamamı buzla mı örtülü?Donmuş denizden oraya gidebilir misin?" "Bu kıyıdan değil. Güneyinde deniz bazen donmuş-tur, bazen değildir. Tekneye ihtiyacın olur.""Ya da belki bir balon." "Ya da belki bir balon, evet, ama o zaman da doğrurüzgara ihtiyacın olur." Ren geyiği budunu kemirdi ve Lyra gece göğündekibütün o cadıları hatırlarken aklından çılgınca bir fikirgeçti; gene de, bu konuda hiçbir şey söylemedi. Onunyerine, İorek Byrnison'a Svalbard hakkında sorular sor-du ve ayı ona ağır ağır sürüklenen buzullardan, parlakdişli morsların yüz hayvan ya da daha fazlasından olu-şan gruplar halinde yattığı kayalar ve yüzer buz kitlele-rinden, foklarla dolup taşan denizlerden, uzun beyazdişlerini buz gibi suya gürültüyle çarpan deniz gergedan-larından; büyük, ürkütücü kayalarla ve yamaçlarla kaplıkıyıdan, iğrenç yamaç-hartlaklarmın tüneyip üstüne çul-landığı yüzlerce metre yükseklikte kayalıklardan; ayı de-mircilerin, kocaman demir tabakalarını çekiçleyip per-çinleyerek zırha dönüştürdüğü kömür ocakları ve ateş294

KUZEY IŞIKLARImadenlerinden söz ederken merakla dinledi. "Eğer zırhını aldılarsa, İorek, bu zırhı nereden bul-dun?" "Nova Zembla'da gök-metalinden kendim yaptım.Onu yapana kadar eksiktim." "Demek ayılar kendi ruhlarını yapabiliyor..." dediLyra. Dünyada öğrenecek çok şey vardı. "Svalbard kralıkim?" diye devam etti. "Ayıların bir Kralı var mı?""Adı İofur Raknison."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Bu isim Lyra'ya bir şeyler hatırlatır gibi oldu. Dahaönce duymuştu, ama nerede? Bir ayı sesinden de değil,bir çinganm sesinden de. Bundan söz eden bir Alim'insesiydi, kesin, ukala ve tembel bir şekilde kendini be-ğenmiş bir ses, tam bir Jordan Koleji sesi. Kafasında ye-niden denedi. Ah, çok iyi bildiği bir sesti bu! Sonra hatırladı: İstirahat Odası. Alimler, Lord Asriel'idinliyorlardı. İofur Raknison hakkında bir şeyler söyle-yen, Palmeria Profesörü'ydü. Lyra'nın bilmediği panser-borne kelimesini kullanmıştı, zaten Lyra İofur Rakni-son'un ayı olduğunu da bilmiyordu; ne demişti ama?Svalbard kralı kendini beğenmiş, iltifatla etkilenebilir. Birşey daha vardı, ah bir hatırlasa, ama o günden bu yanaöyle çok şey olmuştu ki... "Eğer baban Svalbard ayılarının elinde tutsaksa," dediİorek Byrnison, "kaçamaz. Tekne yapacak tahta yokturorda. Öte yandan, soyluysa eğer, iyi muamele görür. Ya-295

PHILIP PULLMAN "Demek zengindin, yüksek rütbeliydin," dedi Lyraşaşkınlıkla. "Tıpkı babam gibi, İorek! Ben doğduktansonra onun başına da aynı şey gelmiş. O da birini öldür-müş, bütün servetini elinden almışlar. Bunlar, Sval-bard'da hapsolmasından çok önceki şeyler ama. Sval-bard hakkında hiçbir şey bilmiyorum, tek bildiğim Ku-zey'de, en uzakta olduğu... Tamamı buzla mı örtülü?Donmuş denizden oraya gidebilir misin?" "Bu kıyıdan değil. Güneyinde deniz bazen donmuş-tur, bazen değildir. Tekneye ihtiyacın olur.""Ya da belki bir balon." "Ya da belki bir balon, evet, ama o zaman da doğrurüzgara ihtiyacın olur." Ren geyiği budunu kemirdi ve Lyra gece göğündekibütün o cadıları hatırlarken aklından çılgınca bir fikirgeçti; gene de, bu konuda hiçbir şey söylemedi. Onunyerine, İorek Byrnison'a Svalbard hakkında sorular sor-du ve ayı ona ağır ağır sürüklenen buzullardan, parlakdişli morsların yüz hayvan ya da daha fazlasından olu-şan gruplar halinde yattığı kayalar ve yüzer buz kitlele-rinden, foklarla dolup taşan denizlerden, uzun beyazdişlerini buz gibi suya gürültüyle çarpan deniz gergedan-larından; büyük, ürkütücü kayalarla ve yamaçlarla kaplıkıyıdan, iğrenç yamaç-hartlaklarınm tüneyip üstüne çul-landığı yüzlerce metre yükseklikte kayalıklardan; ayı de-mircilerin, kocaman demir tabakalarını çekiçleyip per-çinleyerek zırha dönüştürdüğü kömür ocakları ve ateş294

KUZEY IŞIKLARImadenlerinden söz ederken merakla dinledi. "Eğer zırhını aldılarsa, İorek, bu zırhı nereden bul-dun?" "Nova Zembla'da gök-metalinden kendim yaptım.Onu yapana kadar eksiktim." "Demek ayılar kendi ruhlarını yapabiliyor..." dediLyra. Dünyada öğrenecek çok şey vardı. "Svalbard kralıkim?" diye devam etti. "Ayıların bir Kralı var mı?""Adı İofur Raknison."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Bu isim Lyra'ya bir şeyler hatırlatır gibi oldu. Dahaönce duymuştu, ama nerede? Bir ayı sesinden de değil,bir çinganın sesinden de. Bundan söz eden bir Alim'insesiydi, kesin, ukala ve tembel bir şekilde kendini be-ğenmiş bir ses, tam bir Jordan Koleji sesi. Kafasında ye-niden denedi. Ah, çok iyi bildiği bir sesti bu! Sonra hatırladı: İstirahat Odası. Alimler, Lord Asriel'idinliyorlardı. İofur Raknison hakkında bir şeyler söyle-yen, Palmeria Profesörü'ydü. Lyra'nın bilmediği panser-borne kelimesini kullanmıştı, zaten Lyra İofur Rakni-son'un ayı olduğunu da bilmiyordu; ne demişti ama?Svalbard kralı kendini beğenmiş, iltifatla etkilenebilir. Birşey daha vardı, ah bir hatırlasa, ama o günden bu yanaöyle çok şey olmuştu ki... "Eğer baban Svalbard ayılarının elinde tutsaksa," dediİorek Byrnison, "kaçamaz. Tekne yapacak tahta yokturorda. Öte yandan, soyluysa eğer, iyi muamele görür. Ya-295

PHILIP PULLMANsayacağı bir ev, ona hizmet edecek bir hizmetkar, yiye_cek ve yakıt verirler.""Ayıları yenmek mümkün müdür, torek?""Hayır.""Peki, ya aldatılabilirler mi, belki?" İorek eti gevelemeyi bıraktı ve dosdoğru ona baktı.Sonra dedi ki; "Zırhlı ayıları asla yenemezsin. Zırhımıgördün; şimdi de silahlanma bak." Eti yere bıraktı, avuçları yukarı bakacak şekilde, ogörsün diye pençelerini ileri uzattı. Her kara pençe, birparmak ya da daha fazla kalınlıkta boynuzumsu deriylekaplıydı, tırnaklarının her biri en azından Lyra'nın eli ka-dar uzun, bir bıçak kadar keskindi. İorek Byrnison,Lyra'nın hayretle ellerini onunkilerin üzerinden geçirme-sine izin verdi. "Bir darbe, bir fokun kafatasını ezer," dedi. "Ya da biradamın sırtını kırar, ya da kolunu bacağını koparır. Isıra-bilirim de. Trollesund'da beni durdurmuş olmasaydın, oadamın kafasını yumurta gibi ezerdim. Kuvvet kısmıböyle; şimdi gelelim aldatmacaya. Bir ayıyı aldatamazsın.Kanıt mı istiyorsun? Bir sopa al ve eskrim yap benimle." Denemeye hevesli Lyra, karla yüklü bir çalıdan bir so-pa kopardı, yanlardaki bütün sürgünleri temizledi vemeçmiş gibi onu bir o yana bir bu yana ıslık çaldıracakbiçimde savurdu. İorek Byrnison arka bacaklarının üstü-ne oturmuş, ön pençeleri kucağında, bekliyordu. Lyrahazır olunca yüzünü ona döndü ama ayının öyle huzur296

KUZEY IŞIKLARIiçince bir hali vardı ki, sopayı ona batırmak istemedi.Onun için de, bir sağa bir sola şaşırtmaca vererek hava-da savurdu, ona vurmaya hiç mi hiç niyeti yoktu. Ayı kı-pırdamadı. Lyra bunu birkaç kez yaptı, ayı biraz olsunkıpırdamadı. Lyra sonunda doğrudan ona hamle etmeye karar ver-di, sadece sopayı karnına değdirecekti. İorek Byrnison'unpençesi bir anda ileri atıldı ve sopayı yana doğru itti. Şaşıran Lyra gene denedi, aynı sonucu aldı. İorek

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Byrnision ondan çok daha çabuk ve çok daha emin ha-reket ediyordu. Bu sefer sahiden ona vurmaya çalıştı, so-payı bir eskrimcinin kılıcıymış gibi savurdu ama sopa birkez bile ayının gövdesine değmedi. Sanki kızın neye ni-yetlendiğini henüz kızın kendisi bile bilmeden önce bi-liyor gibiydi ve Lyra başına hamle edince, koca pençehiçbir zarar görmeden sopayı kenara itti, kız numara ya-pınca da yerinden hiç kımıldamadı. Lyra öfkelendi, itti, saldırdı, hamle etti, batırmayakalktı ve bir kez bile o pençeleri aşamadı. Tam bertarafedecek anda, tam da bloke etmesi gereken noktada, hertarafa hareket ediyorlardı. Sonunda korktu ve durdu. Kürklerinin içinde terlemiş-ti, soluğu kesilmişti, bitkin düşmüştü ve ayı hâlâ kayıtsız-dı. Eğer öldürücü bir ucu olan gerçek bir kılıç olsaydıLyra'nın elinde, gene de ayı pek zarar görmüş olmazdı. "Bahse girerim ki, kurşunları yakalıyorsundur," dedive sopayı fırlatıp attı. "Bunu nasıl yapıyorsun?"297

PHILIP PULLMAN "İnsan olmayarak," dedi ayı. "İşte bu yüzden bir avı-yı asla aldatamazsın. Aldatmacayı, numaraları, kollarlabacakları gördüğümüz gibi net görürüz biz. İnsanlarınunuttuğu bir şekilde görürüz. Ama bunu biliyorsun; sem-bol okuyucuyu anlıyorsun." "Aynı şey değil ama, öyle değil mi?" dedi kız. Şimdiayının yanında, onun öfkesini gördüğü zamankinden da-ha huzursuz olmuştu. "Aynı şey," dedi İorek Byrnison. "Anladığım kadarıy-la, yetişkinler onu okuyamıyor. Ben insan savaşçılar içinneysem, sen de sembol okuyucusu olan yetişkinler içinaynı şeysin." "Herhalde," dedi Lyra, kafası karışmış ve gönülsüz. "Ya-ni büyüyünce bunun nasıl yapıldığını unutacak mıyım?" "Kim bilir? Ben hiç sembol okuyucu görmedim, onuokuyan birini de. Belki de sen başkalarından farklısındır." Yeniden dört ayak üstünde durdu ve etini kemirmeyedevam etti. Lyra kürklerini açmıştı ama şimdi soğuk yeni-den çarpıyordu, iyice örtünmek zorunda kaldı. Sonuç ola-rak, rahatsız edici bir olaydı. Aletiyometreye hemen ora-cıkta danışmak istiyordu ama hava çok soğuktu, üstelikde, gitme vakti geldiği için onu çağırıyorlardı. İorek Byrni-son'ın yaptığı teneke kutuları aldı, boş olanını gerisin ge-ri Farder Coram'ın alet torbasına koydu, içinde casus si-nek olanı da, aletiyometre ile, belindeki keseye yerleştir-di. Yeniden yola çıktıklarından halinden memnundu.Liderler, bir sonraki mola yerine vardıklarında hava-298

KUZEY IŞIKLARIdan etrafı kolaçan etsin diye balonunu şişirmek konu-sunda Lee Scoresby ile anlaşmışlardı. Lyra elbette onun-la birlikte uçmaya hevesliydi ve elbette izin alamadı;ama onunla balonun yanma birlikte gitti ve sorularıylabaşının etini yedi."Mr. Scoresby, Svalbard'a nasıl uçardınız?" "Gaz motorlu bir hava gemisi gerekir, zeplin gibi birşey, ya da iyi bir güney rüzgarı. Ama hayatta kalkışmaz-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dım ha. Sen hiç gittin mi oraya? Olabilecek en kasvetli,en çorak, en düşmanca, kuş uçmaz kervan geçmez yer." "Merak ediyordum da, eğer İorek Byrnison geri dön-mek isterse..." "Öldürülür. İorek, sürgünde. Oraya adım atar atmazonu paramparça ederler.""Balonunuzu nasıl şişiriyorsunuz, Mr. Scoresby?" "İki şekilde. Demir dolgulara sülfürik asit dökerekhidrojen yapabilirim. Verdiği gazı yakalarsın, balonu buşekilde yavaş yavaş doldurursun. Bir başka yöntem ise,bir ateş madeni yakınında bir yer-gazı deliği bulmak. Bu-ralarda toprağın altında çok gaz vardır, ayrıca kaya-yağıda vardır. Gerekirse, kaya-yağından gaz yapabilirim, kö-mürden de; gaz yapmak zor değildir. Ama en çabukyöntem, toprak-gazı kullanmaktır. İyi bir hava deliği, ba-lonu bir saatte doldurur.""Kaç kişi taşıyabilirsiniz?""Altı kişi, gerekiyorsa eğer.""İorek Byrnison'ı zırhıyla taşıyabilir misiniz?"299

PHILIP PULLMAN "Taşımışlığım vardır. Bir seferinde, mahsur kaldığı veonu açlıktan öldürdükleri sırada Tatarlar'dan kurtarmış-tım -Tunguska seferberliğindeydi. Oraya uçtum, onu dı-şarı çıkardım. Kulağa kolaymış gibi geliyor ama, kahret-sin, o arkadaşın ağırlığını hesaplayarak tahmin etmemgerekti. Sonra da onun yaptığı buz-kale altında yer-gazıbulacağıma güvenmek zorunda kaldım. Ama havadanoranın nasıl bir arazi olduğunu görüyordum, kazmanınemniyetli olacağını düşündüm. Anladın mı, inmek içinbalondan gaz boşaltmam gerek ve yeniden gaz almadanda bir daha havalanamam. Her neyse, başardık, zırhlarfalan." "Mr. Scoresby, Tatarlar'ın insanların başında delikleraçtığını biliyor musunuz?" "Tabii, canım. Binlerce yıldır yaparlar. Tunguska sa-vaşında beş Tatar'ı canlı ele geçirmiştim, üç tanesinin ka-fatasında delik vardı. Bir tanesinin iki delik vardı.""Bunu birbirlerine mi yapıyorlar yani?" "Evet. Önce kafatasmdan çember şeklinde bir deriyikesip aralarlar ki bir kapak kaldırıp kemiği ortaya çıkar-sınlar. Sonra kafatasmdan yine çember şeklinde küçükbir kemik çıkartırlar, ama beyne nüfuz etmemek için çokdikkatle, sonra da kafatasmı tekrar yerine dikerler.""Ben bunu düşmanlarına yapıyorlar sanıyordum!" "Hayır, ilgisi yok. Büyük bir ayrıcalıktır. Tanrılar on-larla konuşabilsin diye yaparlar.""Stanislaus Grumman adlı bir kaşifin adını duydun300

KUZEY IŞIKLARImu hiç?" "Grumman? Tabii. İki yıl önce Yenisey Nehri'nin üs-tünden uçarken onun ekibinden biriyle karşılaştım. Ora-lardaki Tatar kabilelerinin arasında yaşayacaktı. Aslında,sanırım o da kafatasındaki o deliği yaptırmıştı. Bir kabultöreninin bir parçasıdır, ama bana bunu anlatan adam,hakkında pek fazla şey bilmiyordu."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ee... Fahri bir Tatar gibi bir şeyse onu öldürmezlermiydi?""Öldürmek mi? Ölmüş mü yani?" "Evet. Başını gördüm," dedi Lyra gururla. "Babambulmuş. Oxford'daki Jordan Koleji'nde Alimlere gösterir-ken gördüm. Kafatası derisini yüzmüşler, falan.""Kim yüzmüş?" "Eh, Tatarlar herhalde, Alimler öyle düşündü... Amabelki de değildir." "O kafa, Grumman'ın kafası olmayabilir," dedi LeeScoresby. "Baban Alimleri yanıltmış olabilir." "Olabilir, doğru," dedi Lyra düşünceli düşünceli. "On-lardan para istiyordu.""Kafayı görünce ona parayı verdiler mi, peki?""Evet." "İyi numara. İnsanlar böyle bir şey görünce şok geçi-rir; yakından bakmaktan hoşlanmazlar.""Hele de Alimler," dedi Lyra. "Eh, sen benden iyi bilirsin. Ama o sahiden Grum-man'ın kafasıysa eğer, bahse girerim ki kafa derisini yü-301

PHILIP PULLMANzen Tatarlar değildir. Onlar düşmanlarının kafa derisin'yüzer, kendi adamlarının değil ve Grumman da sonra-dan olma bir Tatar'dı." Lyra, yollarına devam ederlerken bunu iyice kafasın-da tarttı. Çevresinde hızla akan, anlam dolu, geniş akın-tılar vardı: Hamhumlar ve zalimlikleri, Toz'dan korkma-ları, Aurora'daki şehir, Svalbard'daki babası, annesi... oneredeydi? Aletiyometre, kuzeye uçan cadılar. Ve zaval-lı küçük Tony Makarios; ve saatli casus-sinek; ve İorekByrnison'un tekinsiz eskrimi... Uyuyakaldı. Geçen her saatle birlikte Bolvangar'a git-tikçe daha yaklaşıyorlardı.302

14Bolvangar Işıkları Çinganların Mrs. Coulter hakkında hiçbir şey duyma-mış, onu görmemiş olmaları Farder Coram ve John Faa'yı,Lyra'ya belli ettiklerinden daha fazla kaygılandırıyordu.Ama Lyra'nın da kaygılandığını bilmiyorlardı. Lyra Mrs.Coulter'dan korkuyordu ve sık sık onu düşünüyordu.Lord Asriel şimdi "baba"sı olduğu halde, Mrs. Coulter as-la "anne" değildi. Bunun nedeni de, Mrs. Coulter'ın ciniy-di, Pantalaimon'un içini güçlü bir nefretle dolduran veLyra'nın sırlarına, özellikle aletiyometreye ilişkin sırrınaburnunu soktuğunu hissettiği altın maymun. Ve mutlaka kovalıyorlardı onu; aksini düşünmek ap-talcaydı. Başka hiçbir şey olmasa da, casus-sinek bunukanıtlamıştı. Ama düşman vurduğunda, bu düşman Mrs. Coulter ol-madı. Çinganlar durup köpeklerini dinlendirmeyi, iki kı-zağı tamir etmeyi ve Bolvangar hücumu için bütün silah-larını kontrol edip toparlamayı planlamışlardı. John Faa,Lee Scoresby'nin küçük balonunu (iki tane varmış meğer)303

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMANdolduracak toprak gazı bulabileceğini ve yükselerek araziyi gözden geçirebileceğini umuyordu. Ancak aeronorhava durumuna bir gemici gözüyle baktı ve sis çökecekdedi. Gerçekten de, onlar durur durmaz kalın bir sis çök-tü. Lee Scoresby, havadan hiçbir şey görmeyeceğini bili-yordu. O da, hepsi titizce düzenlenmiş olsa bile, donanı-mını kontrol ederek kendini avuttu. Sonra, hiçbir uyarı ol-maksızın, karanlıktan bir ok yaylım ateşi fışkırdı. Üç çingan anında düştü ve öylesine sessizce öldülerki kimse bir şey duymadı. En yakındaki adamlar bile ne-ler olduğunu ancak onlar köpek koşumlarının üstünehantalca yığılınca ya da beklenmedik bir şekilde hare-ketsiz kalınca anlayabildi. O zaman da zaten iş işten geç-mişti, çünkü başka oklar da onlara doğru uçuyordu. Ok-lar tahtalara ya da donmuş yelken bezine çarpıp savru-lurken, hat boyunca yukarıdan-aşağıdan gelen hızlı, dü-zensiz çarpma seslerinin ne olduğunu anlayamayan kimiadamlar başlarını kaldırıp baktı. Aklını başına ilk toplayan, hattın merkezinden haykı-rarak emirler yağdıran John Faa oldu. Soğuk eller ve kas-katı kesilmiş kollarla bacaklar, daha da fazla ok, yağmurgibi, uçlarına ölüm bulaşmış yağmur çubukları gibi dü-şerken, itaat etmek için harekete geçti. Lyra açıklıktaydı, oklar başının üstünden geçiyordu.Pantalaimon seslerini ondan önce duydu, leopar oldu veonu yere devirdi ki, daha küçük bir hedef oluştursun.Lyra gözlerindeki karı ovuşturdu, neler olduğunu gör-304

KUZEY IŞIKLARImeye çalışmak için yerde yuvarlandı, çünkü yarı karan-lık hava kargaşayla ve gürültüyle kaynıyordu. İorekgyrnison, tam tekmil giyinmiş olarak heybetli bir kükre-meyle kızakların üzerinden atlayıp sise doğru sıçrarkenonun zırhının şıngırtısı ve gıcırtısını duydu. Ayı onları ha-rap ederken, bu sesleri çığlıklar, hırlamalar, ezilme çatır-tıları ve kopma sesleri, ağır darbeler, dehşet feryatları veayı gazabının kükremeleri izledi. Ama onlar kimdi? Lyra henüz düşmanları görmemiş-ti. Çinganlar akın akın kızakları savunmaya koşuyorlar-dı ama bu (Lyra'nm bile görebildiği gibi), onları daha daiyi hedefler haline getiriyordu; parmaklı-parmaksız eldi-venlerle tüfekleri ateşlemek hiç kolay değildi; bitmez tü-kenmez oklara karşı yalnızca dört ya da beş kez ateşedildiğini duymuştu. Ve her an, gittikçe daha çok adamdüşüyordu. Alı, John Faa! diye düşündü, büyük bir kederle. Bu-nu tahmin edemedin, ben de sana yardımcı olamadım. Ama bunu düşünmek için bir saniyeden fazla vaktiolmadı, Pantalaimon'dan güçlü bir hırlama sesi geldi vebir şey -başka bir cin- onun üzerine hızla atılıp yere de-virdi, Lyra'nm ise bütün nefesini kesti; sonra eller Lyra'yıyakaladı, havaya kaldırdı, çığlığını pis kokan eldivenler-le boğdular, havada onu bir başkasının kollarına fırlattı-lar, sonra da yeniden yüzüstü kara bastırdılar; başı dön-dü, soluğu kesildi, canı acıdı, hepsi birden. Kolları,omuzları çatırdayana dek arkaya doğru getirilerek taşm-305

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMANdi, birisi bileklerini bir araya getirdi, sonra da çığlıklarınboğmak için başına bir kukuleta geçirildi; bağırıyorduçünkü, hem de vargücüyle:"İorek! İorek Byrnison! İmdat!" Ama duyabiliyor muydu acaba? Lyra bilemedi; bir öy-le bir böyle savrulmuş, kızak gibi sallanıp sarsılmayabaşlayan sert bir yüzeyde ezilmişti. Ona gelen seslervahşi ve karmaşıktı. İorek Byrnison'un kükreyişini duy-muş olabilirdi, ama çok uzaktaydı. Sonra Lyra, kollarıbükülmüş, ağzı kapanıp nefesi kesilmiş, kızgınlık ve kor-kuyla hıçkırarak sert yere fırlatıldı. Çevresinde yabancıbir takım sesler konuştu."Pan!" diye soludu. "Buradayım, şşşt, nefes almana yardım edeceğim. Kı-pırdama..." Fare pençeleri, kızın ağzı daha serbest kalana kadarkukuletasını çekiştirdi, Lyra donmuş havayı yuttu."Kim onlar?" diye fısıldadı."Tatar'a benziyorlar. Sanırım John Faa'yı vurdular.""Olamaz-" "Düştüğünü gördüm. Ama bu tür saldırıya karşı hazırolması gerekirdi. Bunu biliyoruz." "Ama ona yardım etmeliydik! Aletiyometreye bakıyorolmalıydık!""Sus. Baygınmış gibi davran." Bir kırbaç sakladı, koşan köpeklerin uluması duyul-du. Lyra, kızağın sarsılma ve sıçrayış şeklinden ne hızla306

KUZEY IŞIKLARIgittiklerini anlayabiliyordu ve çarpışma seslerini duymakiçin gayret harcasa da yalnızca sesleri mesafeden dolayıboğulmuş, hafiften bir atışlar salvosu çıkartabildi, bir degıcırtı, koşuşturma, karda yumuşak ayak sesleri; duyulantek şey buydu."Bizi Hamhumlar'a götürecekler," diye fısıldadı. Koparılmış kelimesi geldi aklına. Lyra'nın vücudunu-dehşet verici bir korku doldurdu, Pantalaimon ona dahada sokuldu."Dövüşürüm," dedi."Ben de. Onları öldürürüm.""Öğrenince İorek de öldürür. Onları ezip öldürür.""Bolvangar'a ne uzaklıktayız?" Pantalaimon bilmiyordu ama, bir günlük kızak yolcu-luğundan az olduğunu düşündüler. Ondan sonra öyleuzun süre gittiler ki vücudu kramp yüzünden ızdırapiçinde kaldı, süratleri biraz kesildi ve birisi kaba bir ha-reketle kukuletayı çekti. Başını kaldırıp bakınca, bir kurt kukuletası altında, tit-reşen fener ışığıyla aydınlanmış geniş bir Asyalı yüz gör-dü. Kara gözlerinde bir tatmin parıltısı vardı, özellikle dePantalaimon beyaz ermin dişlerini tıslayarak ona göster-mek için Lyra'nın anorağından çıktığı zaman, adamın bü-yük, ağır bir kutup porsuğu olan cini de ona hırladı, amaPantalaimon kılını kıpırdatmadı. Adam Lyra'yı kaldırıp oturur hale getirdi ve kızağınkenarına dayadı. Elleri halen arkasında bağlı olduğu için

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

307

PHILIP PULLMANLyra yana düşüp duruyordu, adam da onun elleri yerineayaklarını bağladı ve ellerini serbest bıraktı. Yağan karda ve kalın siste, bu adamın ne kadar güç-lü olduğunu gördü; kızak sürücüsünün de kızakta ne ka-dar dengeli olduğunu. Bu ülkede çinganların olmadıg!bir şekilde kendilerini evlerinde hissediyorlardı. Adam konuştu ama tabii Lyra hiçbir şey anlamadı.Adam farklı bir dil denedi, aynı sonuç. Sonunda İngiliz-ce'yi denedi."Sen ad?" Pantalaimon uyarırcasına tüylerini kabarttı ve Lyra he-men onun ne kastettiğini anladı. Demek bu adamlar kimolduğunu bilmiyorlardı! Onu Mrs. Coulter'la bağlantısıyüzünden kaçırmamışlardi; belki de Hamhumlar'ın ada-mı filan değillerdi."Lizzie Brooks," dedi. "Lissie Broogs," diye tekrarladı adam. "Seni iyi yeregötürmek. Eyi ensanlar.""Siz kimsiniz?""Samoyed halkı. Avcı.""Beni nereye götürüyorsunuz?""Eyi yer. Eyi insanlar. Panserbj0rn mu var sizde?""Korunmak için.""Yok fayda! Ha, ha, ayı yok fayda! Gene almak seni!" Yüksek sesle güldü. Lyra kendini kontrol etti ve birşey söylemedi.Adam sonra, "Kim o ensanlar?" diye sordu, parmağıy-308

KUZEY IŞIKLARIla geldikleri yolu göstererek."Tüccar.""Tüccar... Ne tüccar?""Kürk, alkol," dedi kız. "Dumanyaprağı.""Duman yapağı satar, kürk alır?""Evet." Arkadaşına bir şey söyledi, o da kısa bir cevap verdi.Bu arada kızak hızla ilerliyordu, Lyra nereye gittiklerinidaha rahatça görebilmek için yerinde doğruldu. Ama kardaha şiddetle yağıyordu, gök karanlıktı ve gittikçe dışarıbakamayacak kadar üşüdü, yattı. O ve Pantalaimon bir-birlerinin düşüncelerini sezebiliyorlardı, sakin olmayaçalıştılar ama, John Faa'nm öldüğü düşüncesi... Ya Far-der Coram'a ne olmuştu? İorek diğer Samoyed'leri öldü •rebilecek miydi? Acaba onun yerini bulmayı başaracak-lar mıydı hiç?İlk kez, kendine biraz acımaya başladı. Uzun süre sonra adam Lyra'nm omuzunu sarstı veçiğnesin diye ona kurutulmuş bir şerit ren geyiği eti ver-di. Et ekşimişti, sertti ama Lyra acıkmıştı, üstelik de bes-leyiciydi. Onu çiğnedikten sonra kendini daha iyi hisset-ti. Elini yavaş yavaş kürklerin içine kaydırdı, aletiyomet-

renin hâlâ orada olduğundan emin olana kadar, sonra dacasus-sinek tenekesini usulca çekti, kürk çizmesinin içi-ne kaydırdı. Pantalaimon fare olarak içeri süzüldü, tene-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

keyi gidebildiğince itip ren geyiği derisinden tozluklarındibine sıkıştırdı.309

PHILIP PULLMAN Bu da olunca, Lyra gözlerini yumdu. Korku onu b'rkin düşürmüştü, çok geçmeden huzursuz bir uykuvdaldı. Kızağın hareketi değişince uyandı. Birden daha düz-gün bir hal almıştı, gözlerini açınca üstten geçen ve gözkamaştıran ışıklar gördü; öyle parlaktılar ki, tekrar dışarıbir göz atmadan önce kukuletasını başına daha da fazlaçekmek zorunda kaldı. Tam anlamıyla kaskatı kesilmiş-ti, üşümüştü, gene de kızağın, her biri göz kamaştırıcı biranbarik ışık taşıyan bir dizi yüksek direk arasından sü-ratle geçtiğini görebilecek kadar doğrulmayı başardı. Ne-rede olduklarını çıkarmaya çalışırken, ışıklı caddenin so-nundaki açık metal bir kapıdan geçtiler, boş bir Pazaryeri ya da bir maç, bir spor arenasına benzer geniş açıkbir yere girdiler. Tamamen düz, düzgün ve beyazdı, yak-laşık yüz yarda boyundaydı. Kenarında yüksek metal birparmaklık vardı. Kızak, bu arenanın diğer ucunda durdu. Üzerinde ka-lın bir kar tabakası olan alçak bir binanın ya da bir dizialçak binanın dışındaydılar. Söylemesi zordu ama, bina-ları birbirine tünellerin, karın altında tümsekler oluşturantünellerin bağladığı izlenimine kapıldı. Bir kenardakisağlam metal direğin aşina bir görünüşü vardı, Lyra bu-nun kendisine neyi hatırlatttığını söyleyemese de. Daha fazlasının farkına varamadan kızaktaki adamayak bileklerinin çevresindeki kordonu kesti ve, sürücüdursunlar diye köpeklere bağırırken, onu kabaca tuttu.310

KUZEY IŞIKLARIBirkaç yarda ötedeki binada bir kapı açıldı, tepede an-barik bir ışık yandı, projektör gibi dönerek onları aradı. Lyra'y1 esır alan adam onu bırakmadan bir andaç gi-bi öne iteledi ve bir şey söyledi. İçi doldurulmuş kömür-ipek anoraklı kişi aynı dilde cevap verdi ve Lyra onunyüz hatlarını gördü: Samoyed de değildi, Tatar da. Birjordan Alimi olabilirdi. Lyra'ya baktı, özellikle de Panta-laimon'a. Samoyed yeniden konuştu, Bolvangarlı adam Lyra'ya,"İngilizce konuşuyor musun?" dedi."Evet.""Cinin hep bu biçimi mi alır?" Olursa bu kadar beklenmedik bir soru olur! Lyra, ağ-zı açık kalakaldı. Ama Pantalaimon buna kendi meşre-bince bir şahin olarak, sonra da adamın büyük bir mar-mot olan cininin üstüne atılarak cevap verdi; cin, hızlıkanatlarıyla daireler çizerken süratli bir hareketle Panta-laimon'a vurdu ve tükürdü. Pantalaimon Lyra'nın omuzuna dönerken adam "An-lıyorum," dedi, tatmin olmuş bir ifadeyle. Samoyedler beklenti içindeydi, Bolvangarlı adam ba-şını salladı ve cebine ulaşmak için parmaksız bir eldive-ni çıkardı. Ağzı büzülmüş bir torba çıkartarak, avcınıneline bir düzine ağır madeni para saydı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

İki adam parayı kontrol ettiler, yarı yarıya bölüştülersonra da itinayla yerleştirdiler. Geriye tek bakış atmadan311

PHILIP PULLMANkızağa bindiler, sürücü kırbacı şaklatttı, köpeklere havkırdı; geniş beyaz arena boyunca, ışıklı caddenin içinehızla dalıp, gerideki karanlığın içinde kaybolana kadarhız alarak gittiler.Adam yeniden kapıyı açıyordu. "İçeri gel, çabuk," dedi. "Sıcak ve rahattır. Dışarıdasoğukta durma. Adın ne senin?" Sesi ingiliz sesiydi, Lyra'nın fark ettiği bir şivesi yok-tu. Mrs. Coulter'ın evinde rastladığı kişiler gibi konuşu-yordu: akıllı, tahsilli ve önemli."Lizzie Brooks," dedi."İçeri gel, Lizzie. Burada sana bakarız, merak etme." Kız dışarıda çok daha uzun süre kaldığı halde adamondan çok daha fazla üşümüştü, bir an önce içeri girmekiçin sabırsızlanıyordu. Yavaş, kıt akıllı ve isteksiz biri gi-bi davranmaya karar verdi, binaya giren yüksek eşiğinüzerinden geçerken ayaklarını sürükledi. İki kapı vardı, fazla sıcak hava dışarı kaçmasın diyearalarında geniş bir boşluk bulunuyordu. İç kapıdan geç-tikten sonra Lyra kendini dayanılmaz gibi gelen bir sı-cakta bunalır buldu, kürklerini açmak, kukuletasını arka-ya itmek zorunda kaldı. Bir metrekare kadar bir yerdeydiler, sağda ve soldakoridorlar uzanıyordu, Lyra'nın önünde hastanelerde gö-rülen cinsten bir resepsiyon masası vardı. Her şey pırılpırıl aydınlatılmıştı, parlak beyaz yüzeylerin ve paslan-maz çeliğin ışıltısı vardı. Havada yemek kokusu asılıydı,312

KUZEY IŞIKLARI sina yemekler, pastırma ve kahve; altında da hafiftenkalıcı bir hastane-ilaç kokusu hissediliyordu. Her tarafta-ki duvarlardan, neredeyse duyulmayacak kadar az birvınlama yükseliyordu, ya alışacağınız, ya da sizi çıldırta-cak türden bir ses. Şimdi saka kuşu olan Pantalaimon kulağına fısıldadı."Aptalca, anlayışsız biri gibi davran. Gerçekten yavaş an-iayan, aptal bir şey ol." Yetişkinler tepeden aşağı ona bakıyordu: onu içerigetirmiş olan adam, beyaz önlük giyen bir başka adamve hemşire üniformalı bir kadın."İngiliz," diyordu ilk adam. "Besbelli, tüccarlar.""Her zamanki avcılar mı? Her zamanki hikaye mi?" "Anladığım kadarıyla, aynı kabile. Clara Hemşire, kü-çük... şeyi alıp onunla ilgilenir misiniz?" "Elbette, Doktor. Benimle gel, canım," dedi hemşireve Lyra uysal uysal onu izledi. Sağ tarafında kapılar, sol tarafından içinden bıçak veçatal şıngırtıları ile sesler ve başka yemek kokuları gelenbir kantinin bulunduğu kısa bir koridorda ilerlediler.Lyra, hemşire Mrs. Coulter'ın yaşında olsa gerek diye tah-min etti. Çevikti, boş bakışları, aklı başında bir havası var-dı; bir yarayı dikmeyi ve sargıları değiştirmeyi becerirdi,ama asla hikaye anlatamazdı. Cini (ve Lyra farkına varın-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ca tuhaf bir kanı donma anı yaşadı) pıtır pıtır giden kü-çük beyaz bir köpekti (bir an sonra da, bunun niye kanı-nı dondurduğu konusunda en ufak bir fikri yoktu).313

PHILIP PULLMAN"Adın ne, canım?" dedi hemşire, ağır bir kapıyı açarak"Lizzie.""Sadece Lizzie mi?""Lizzie Brooks.""Kaç yaşındasın, peki?""On bir." Lyra'ya yaşma göre ufak tefek olduğu söylenmişti, ar-tık her ne demekse. Kendisini önemli bulma duygusunuhiç etkilememişti gerçi, ama şimdi Lizzie'yi utangaç, te-dirgin ve önemsiz yapmak için bu olgudan yararlanabi-leceğini düşündü. Odaya inerken birazcık büzüldü. Yarı yarıya, nereden geldiği ve nasıl geldiği yolundasorular bekliyordu ve bunlara cevaplar hazırlıyordu, amahemşirede olmayan yalnızca hayal gücü değildi, meraktanyana da nasibini almamıştı. Clara Hemşire'nm gösterdiğiilgisizliğe bakılırsa, Bolvangar Londra'nın varoşlarındaolabilirdi, çocuklar da buraya sürekli geliyorlardı. Derlitoplu, küstah küçük cini, aynen onun kadar çevik ve boşbakışlı haliyle, hemşirenin hemen ardısrra yürüdü. Girdikleri odada bir sedir, bir masa ve iki iskemle ilebir dosya dolabı, içinde ilaçlar ve sargılar olan cam birdolap ve bir lavabo vardı. Hemşire, içeri girer girmezLyra'nın en üstteki paltosunu çıkardı ve parlak zeminebıraktı. "Geri kalanını da çıkar, canım," dedi. "İyi ve sağlıklımısın, donmuş yerin var mı, nezle olmuş musun diye ça-bucak şöyle bir bakacağız, sonra da güzel, temiz giysiler314

KUZEY IŞIKLARIbulacağız. Seni duşa da sokuvereceğiz," diye ekledi,çünkü Lyra günlerdir ne üstünü değiştirmiş, ne de yıkan-mıştı. Onu saran sıcaklık içinde bu durum gitgide dahabelirgin bir hal alıyordu. Pantalaimon protesto edercesine çırpındı, ama Lyrakaşlarını çatarak onu susturdu. Giysileri, kızı gücendiriputandırarak birer birer çıkarken, Pantalaimon sedire yer-leşti. Ama Lyra utangaçlığını saklayacak, kafası az çalışan,uysal bir kız gibi davranacak kadar serinkanlılığa sahipti. "Para kemerini de, Lizzie," dedi hemşire, ve kuvvetliparmaklarıyla kemeri kendi açtı. Lyra'nın öbür giysileri-nin oluşturduğu yığının üstüne atmak için gitti ama, ale-tiyometrenin kenarı eline gelince durdu."Bu da ne?" dedi, muşambanın düğmelerini açtı."Oyuncak işte," dedi Lyra. "Benim." "Evet, onu senden almayacağız, canım," dedi ClaraHemşire, kara kadifenin katlarını açarak. "Çok hoş, değilmi, pusula gibi. Hadi bakalım, doğru duşa," diye devametti, aletiyometreyi yere koyup köşedeki bir kömür-ipe-ği perdeyi geri çekerek. Pantalaimon perde rayına tünemişken, Lyra istemeyeistemeye sıcak suyun altına girip sabunlandı. Her ikisi de

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Pantalaimon'un çok hareketli olmaması gerektiğinin far-kındaydılar, çünkü aklı kıt insanların cinlerinin de aklıkıt olur. Lyra yıkanıp kurulanınca hemşire onun ateşiniölçtü; gözlerine, kulaklarına ve boğazına baktı ve sonrada boyunu ölçtü, klipsli tahta üstündeki bir kağıda not315

PHILIP PULLMANalmadan önce onu teraziye çıkardı. Sonra Lyra'ya pijamaile sabahlık verdi. İkisi de temizdi, kaliteliydi, Tony Ma~karios'un anorağı gibi ama gene onun gibi, ikisinde debir elden düşme hali vardı. Lyra kendini çok huzursuzhissetti."Bunlar benim değil," dedi. "Hayır, canım. Senin giysilerinin iyice yıkanmaya ihti-yacı var.""Benimkileri alacak mıyım yani, ha?""Sanırım. Evet, tabii.""Burası neresi?" "Adı, Deneysel İstasyon." Bu cevap değildi, Lyra da as-lında farkındaydı ve daha fazla bilgi isterdi ama, LizzieBrooks'un böyle bir şey yapacağını sanmıyordu; onun içinde giydirilmeye aptal aptal razı oldu ve tek laf etmedi. Giyinince inatçı bir edayla, "Oyuncağımı istiyorum,"dedi. "Al, canım," dedi hemşire. "Ama cici, yünlü bir ayı is-temez miydin? Ya da güzel bir bebek?" Pelüş oyuncakların ölü gibi yattığı bir çekmece açtı.Lyra kendini zorlayarak doğruldu, birkaç saniye inceli-yormuş gibi yaptı, sonra da koca koca boş bakışlı gözle-ri olan bez bir bebek seçti. Daha önce hiç bebeği olma-mıştı ama ne yapılacağını biliyordu, onu dalgın dalgıngöğsüne bastırdı. "Peki, ya para kemerim?" dedi. "Oyuncağımı orda tut-mak istiyorum."316

KUZEY IŞIKLARI "Al öyleyse, canım," dedi, pembe kağıttan bir formdolduran Clara Hemşire. Lyra ona aşina olmayan pijamayı yukarı çekip mu-şamba keseyi beline bağladı. "Ya paltomla çizmelerim?" diye sordu. "Eldivenlerimfalan?" Hemşire otomatikman, "Onları senin için temizleti-riz," dedi. Sonra bir telefon çaldı, hemşire telefona cevap verir-ken Lyra çabucak eğilip diğer tenekeyi, içinde casus-si-neğin bulunduğu tenekeyi aldı ve onu da keseye, aleti-yometrenin yanına koydu. "Gel bakalım, Lizzie," dedi hemşire, ahizeyi masayakoyarak. "Gidelim de sana yiyecek bir şeyler bulalım.Açsındır herhalde." Lyra, Clara Hemşire'nin ardına düşüp, üstü ekmek kı-rıntılarıyla ve dikkatsizce konan içeceklerin bıraktığı yapış-kan halkalarla dolu bir düzine yuvarlak masanın bulundu-ğu kantine gitti. Kirli tabaklar ile çatal-bıçak, çelik bir te-kerlekli araba üstüne istif edilmişti. Pencere yoktu, ışık veboşluk izlenimi vermek için bir duvar, pınl pırıl mavi gök-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lü, beyaz kumlu ve hindistan cevizi palmiyeli tropik birkumsalı gösteren kocaman bir fotogramla kaplanmıştı. Onu getiren adam, bir servis penceresinden bir tepsialıyordu."Ye hadi," dedi.Açlıktan ölmeye gerek yoktu, Lyra da haşlama et ve317

PHILIP PULLMANpatates püresini iştahla yedi. Arkasından da bir kasekonserve şeftali ile dondurma vardı. O yerken, adamlahemşire başka bir masada alçak sesle konuştular ve ye-meğini bitirince de hemşire ona bir bardak ılık süt geti-rip tepsiyi aldı. Adam gelip karşısına oturdu. Marmot cini, hemşireninköpeği gibi boş bakışlı ve meraksız değildi; kibar kibaradamın omuzuna oturmuş, gözlüyor ve dinliyordu."Şimdi, Lizzie," dedi. "Yeterince yedin mi?""Evet, teşekkürler." "Bana nereden geldiğini söylemeni istiyorum. Yapa-bilir misin bunu?""Londra'dan," dedi Lyra."Bu kadar kuzeyde ne işin vardı?" "Babamla," diye mırıldandı Lyra. Gözlerini yere dik-miş, marmotun bakışından kaçmıyordu ve sanki ağladıağlayacakmış gibi görünmeye çalışıyordu. "Babanla mı? Anlıyorum. O dünyanın bu kısmında neyapıyor, peki?" "Ticaret. Bir Dolu Yeni Danimarka dumanyaprağıylageldik, kürk alıyorduk.""Baban tek başına mıydı?" "Yoo. Amcalarım vardı, falan, bir de başka adamlar,"dedi kız belirsizce, Samoyed avcının ona ne anlattığınıbilmiyordu. "Baban seni böyle bir yolculukta neden yanında ge-tirdi, Lizzie?"318

KUZEY IŞIKLARI "Çünkü iki yıl önce erkek kardeşimi getirdi, sonra daseni getiririm dedi, ama getirmedi. Ben de ona söyledim,söyledim, sonunda getirdi.""Kaç yaşındasın?""On bir." "İyi, iyi. Eh, Lizzie, şanslı bir küçük kızsın. Seni bulano avcılar, gelebileceğin en güzel yere getirdiler." "Beni bulmadılar," dedi kuşkuyla. "Dövüş çıktı. Birsürüydüler, okları vardı..." "Alı, hiç sanmam. Sanırım sen babanın ekibindenuzaklaştm, kayboldun. O avcılar seni tek başına gezerkenbulup dosdoğru buraya getirdi. İşte böyle oldu, Lizzie." "Bir dövüş gördüm," dedi. "Ok atıyorlardı ve o... Ba-bamı istiyorum," dedi daha yüksek sesle, kendini ağla-mak üzereymiş gibi hissetti."Eh, o gelene kadar burada emniyettesin," dedi doktor."Ama onların ok attığını gördüm!" "Öyle sanmışsın. Hava çok soğuksa böyle şeyler olur,Lizzie. Uyuyakalırsın, kötü rüyalar görürsün, neyin doğruolup neyin olmadığını hatırlamazsın. Dövüş falan yoktu,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

üzülme. Baban sağ salim, artık seni arıyordur, çok geçme-den de buraya gelir, çünkü burası yüzlerce mil mesafede-ki tek yer ve biliyor musun, seni sağsalim bulmak onuniçin ne sürpriz olacak! Şimdi Clara Hemşire seni, tıpkı se-nin gibi yabanıl arazide kaybolmuş başka küçük kızlarlaoğlanlarla tanışacağın yatakhaneye götürecek. Hadi, yürübakalım. Sabah bir küçük görüşme daha yaparız."319

PHILIP PULLMAN Lyra, bebeğini sıkı sıkı tutarak ayağa kalktı, hemşirönlerine düşmek için kapıyı açarken Pantalaimon daonun omuzuna zıpladı. Başka koridorlardan geçtiler, Lyra bu sefer gerçektenyorgundu. Öyle uykusu gelmişti ki durmadan esniyorayaklarını ona verdikleri yünlü terlikler içinde tutmaktagüçlük çekiyordu. Pantalaimon halsizdi, fareye dönüş-mesi gerekmişti, onun sabahlığının cebine yerleşmişti.Lyra bir sıra yatağı, çocukların yüzlerini ve bir yastığı gö-rür gibi oldu. Uyudu. Biri onu sarsıyordu. İlk yaptığı şey belini yoklamakoldu, her iki teneke de hâlâ oradaydı, hâlâ emniyettey-di. O yüzden de gözlerini açmaya çalıştı ama, ah, öylezordu ki; bu kadar uykusu geldiğini hatırlamıyordu hiç."Uyan! Uyan!" Birden fazla ses fısıldıyordu. Sanki koca bir kayayı ya-maç yukarı itiyormuş gibi muazzam bir gayretle, Lyrakendini uyanmaya zorladı. Kapının üstündeki çok düşük güçte bir anbarik am-pulden gelen solgun ışıkta, üç kızın çevresinde toplan-mış olduğunu gördü. Görmesi kolay olmadı, çünkü göz-leri yavaş yavaş odaklandı, ama kızlar onun yaşında gö-rünüyor ve İngilizce konuşuyordu."Uyandı.""Ona uyku ilacı verdiler. Mutlaka...""Adın ne?"320

KUZEY IŞIKLARI"Lizzie," diye mırıldandı Lyra. «Bir sürü yeni çocuk geliyor mu?" diye sordu kızlar-dan biri."Bilmem. Sadece ben varım.""Seni nerden getirdiler öyleyse?" Lyra doğrulup oturmaya çalıştı. Uyku hapı içtiğini ha-tırlamıyordu, ama içeceğinde bir şeyler olabilirdi pekala.? Kafası ona kaz tüyüyle doluymuş gibi geliyordu, gözle-rinin arkasında da hafif bir sancı vardı."Neresi burası?""Issız bir yer. Bize söylemiyorlar.""Genelde bir seferde birden fazla çocuk getirirler..." "Ne yapıyorlar?" diye sormayı başardı Lyra. Pantala-imon da onunla birlikte kıpırdanarak uyanırken, uyuştu-rulmuş aklını topladı. "Bilmiyoruz," dedi esas konuşan kız. Uzun boylu, kı-zıl saçlı bir kızdı; çabuk, kıpır kıpır hareketleri ve kuv-vetli bir Londra şivesi vardı. "Bizi ölçüyorlar işte, sonrabu testleri yapıyorlar ve şu-" "Toz'u ölçüyorlar," dedi başka bir kız; dost canlısı,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tombul ve koyu renk saçlıydı.''Bilmiyorsun işte," dedi ilk kız. "Ölçüyorlar," dedi, tavşan cinini kucaklamış, uysalgörünüşlü bir çocuk olan üçüncüsü. "Onları konuşurkenduydum." "Sonra bizi birer birer götürüyorlar, bütün bildiğimizde bu. Kimse geri gelmiyor," dedi kızıl saçlı.321

PHILIP PULLMAN "Bu oğlan, var, tamam mı," dedi tombul kız. "Ona ba-karsan-""Ona söyleme!" dedi kızıl saçlı. "Daha değil.""Burada oğlanlar da mı var?" diye sordu Lyra."Evet. Bir sürü çocuğuz. Sanırım otuz, falan.""Daha çok," dedi tombul kız. "Kırka yakın." "Ama bizi götürüp duruyorlar," dedi kızıl saçlı. "Önceburaya bir sürü çocuk getirerek başlıyorlar, o zaman sa-yımız çok oluyor ve sonra birer birer kayboluyorlar." "Onlar Hamhum," dedi tombul kız. "Bilirsin Ham-humlar'ı. Yakalanana kadar hepimizin onlardan ödü pat-lıyordu." Lyra gittikçe daha da fazla ayılıyordu. Diğer kızlarıncinleri, tavşan hariç, yakınlarındaydı, kapıda dinliyorlar-dı ve herkes fısıldayarak konuşuyordu. Lyra adlarını sor-du. Kızıl saçlı kızın adı, Annie'ydi, esmer ve tombul olanBella, zayıf olanı da Martha. Oğlanların adlarını bilmiyor-lardı, çünkü iki cins çoğu zaman birbirinden ayrı tutulu-yordu. Onlara kötü muamele etmiyorlardı. "Burası iyi," dedi Bella, "pek iş yok, sadece bize testyapıyorlar, egzersiz yaptırıyorlar, sonra da bizi ölçüyor-lar, ateşimizi ölçüyorlar, falan. Aslında sıkıcı.""Mrs. Coulter'm geldiği zamanlar hariç," dedi Annie. Lyra az daha feryat ediyordu ki, kendine engel oldu,ama Pantalaimon kanatlarını öyle hızla çırptı ki, diğerkızlar farkına vardı."Huzursuz," dedi Lyra, onu sakinleştirerek. "Bize uy-322

KUZEY IŞIKLARIku Üacl vermİŞ olmalılar, dediğiniz gibi, çünkü çok uy-kuluyuz. Mrs. Coulter da kim?" "Bizi tuzağa düşüren kişi, hiç değilse, çoğumuzu," de-di Martha. "Ondan söz ediyorlar, diğer çocuklar. O ge-lince demektir ki çocukların bir kısmı kaybolacak." "Çocukları gözlemeyi seviyor, bizi götürdüklerinde,bize yaptıklarını seyretmeyi seviyor. Bu Simon denen ço-cuk, diyor ki bizi öldürüyorlarmış, Mrs. Coulter da göz-lüyormuş.""Bizi öldürüyorlar mı?" dedi Lyra, titreyerek."Öyle olmalı. Çünkü kimse geri gelmiyor." "Boyuna cinlerle de uğraşıyorlar," dedi Bella. "Tartı-yorlar, ölçüyorlar, falan..."" Cinine dokunuyorlar mı yani?" "Hayır! Yok canım! Terazileri koyuyorlar, cininin üs-tüne çıkıp değişmesi gerekiyor, notlar alıp resim çekiyor-lar. Sonra seni bu kabine koyup Toz'u ölçüyorlar, boyu-na, Toz'u ölçüp duruyorlar.""Ne tozu?" dedi Lyra.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bilmiyoruz," dedi Annie. "Uzaydan bir şey. Gerçektoz değil. Eğer Toz'un yoksa, iyi. Ama sonunda herkesinToz'u oluyor." "Simon ne derken duydum, biliyor musunuz?" dediBella. "Dedi ki Tatarlar, Toz içeri girsin diye kafatasların-da delik açıyorlarmış." "Ne demezsin, o da çok bilir ya," dedi Annie, küçüm-seyerek. "Sanırım geldiğinde Mrs. Coulter'a soracağım."323

PHILIP PULLMAN"Cesaret edemezsin!" dedi Martha hayranlıkla."Ederim işte.""Ne zaman geliyor?" diye sordu Lyra."Yarın değil öbür gün," dedi Annie. Lyra'nın omuriliğinden aşağı soğuk bir dehşet sağana-ğı akıp gitti, Pantalaimon da ona iyice sokuldu. Roger1!bulmak, burası hakkında ne öğrenebilirse öğrenmek ve-ya kaçmak ya da kurtarılmak için bir günü vardı; eğerbütün çinganlar öldürülmüşse, bu buzlu yabanıl toprak-larda çocukların sağ kalmasına kim yardımcı olacaktı? Diğer kızlar konuşmaya devam etti, ama Lyra ve Pan-talaimon yatağa iyice yerleşip ısınmaya çalıştılar, Lyra'nınküçük yatağının çevresinde yüzlerce mil mesafede kor-kudan başka bir şey olmadığını biliyorlardı.324

15Cin Kafesleri Lyra kara kara düşünen bir çocuk değildi; iyimser vepratikti, üstelik de hayal gücü zayıftı. Hayal gücü kuvvet-li olan hiç kimse bunca yol gelip arkadaşı Roger'ı kurtar-mayı ciddi ciddi düşünmezdi; ya da düşünse bile, haya-li geniş bir çocuk hemen bunun neden imkansız oldu-ğunu ortaya koyan birkaç neden bulurdu. Usta bir yalan-cı olmak, güçlü bir muhayyileye sahip olduğunuz anla-mına gelmez. Çoğu sıkı yalancının hiç hayal gücü yok-tur, yalanlarına öylesine gözleri fal taşı gibi açtıran birinanılırlık veren de budur zaten. Şimdi Adak Meclisi'nin elinde olduğuna göre, Lyraçinganların başına neler geldiğini düşünerek dehşete ka-pılıp kafasını takmadı. İyi savaşçıydılar ve PantalaimonJohn Faa'nm vurulduğunu söylemiş olsa da, yanılmışolabilirdi; ya da, yanılmadıysa eğer, John Faa ciddi şekil-de yaralanmamış olabilirdi. Samoyedler'in eline düşmesitalihsizlikti, ama çinganlar çok geçmeden onu kurtarma-ya gelecekti ve eğer onlar bunu başaramazsa, İorek325

PHILIP PULLMANByrnison'un Lyra'yı dışarı çıkarmasını hiçbir şey engelle-yemezdi. Sonra da Lee Scoresby'nin balonuyla Sval-bard'a uçacak ve Lord Asriel'i kurtaracaklardı.Onun zihninde, her şey böylesine kolaydı işte. Bu yüzden de ertesi sabah yatakhanede uyandığındamerak içindeydi, gün neler getirecekse onlarla başa çık-maya hazırdı. Ve Roger'ı görmeye hevesliydi -özelliklede, o kendisini görmeden önce. Fazla beklemesi gerekmedi. Farklı yatakhanelerdeki

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

çocuklar onlara bakan hemşireler tarafından yedi buçuk-ta uyandırılıyordu. Yıkanıyor, giyiniyor ve diğerleriylebirlikte kahvaltı etmek için kantine gidiyorlardı.Ve Roger oradaydı. Kapının hemen yanında bir masada beş tane erkekçocukla birlikte oturuyordu. Servis kuyruğu hemen on-ların yanından geçiyordu ve Lyra da yere bir mendil dü-şürmüş gibi yapıp onu almak için çömelmeyi, onun is-kemlesinin yanında eğilmeyi başardı ki, Pantalaimon Ro-ger'm cini Salcilia ile konuşabilirsin. Salcilia dişi bir ispinozdu, öyle bir kanat çırptı ki Pan-talaimon kedi olup onun üstüne atlamak, fısıldamak içinonu yere yapıştırmak zorunda kaldı. Çocukların cinleriarasında böyle kısa süreli dövüşlere, itişip kakışmalarasık sık rastlanıyordu ve şans eseri, kimse de pek aldır-madı, ama Roger'm hemen rengi soldu. Lyra hayatındabu kadar beyaz birini görmemişti. Başını kaldırıp, kızınona attığı boş mağrur bakışa baktı; umut, heyecan ve ne-326

KUZEY İŞIKLARIşeyle dolup taşarken, renk yeniden yanaklarına akın et-ti. Roger'ın çığlığını bastırıp Jordan'daki oyun arkadaşınıselamlamak için yerinden sıçramasını önleyebilen tek ki-şi Salcilia'yı iyice sarsan Pantalaimon oldu. Ama Roger Lyra'nın başını nasıl küçümsercesine öteyana çevirdiğini gördü ve o da itaatkar bir şekilde onunyaptığını yaptı; tıpkı yüzlerce Oxford muharebesi ve sefer-berliğinde yaptığı gibi. Kimsenin bilmemesi gerekiyordutabii, çünkü ikisi de hayati tehlike içindeydiler. Lyra, yeniarkadaşlarına bakıp gözlerini devirdi, onlar da mısır gev-reği ve kızarmış ekmek tepsilerini aldılar, birlikte oturdu-lar ve başkaları hakkında dedikodu yapabilmek için hep-sini dışarıda bırakan bir çete oluşturdular hemen. Onlara yapacak çok iş vermeden büyük bir grup ço-cuğu uzun süreyle tek bir yerde tutamazsınız, Bolvangarda jimnastik ve "sanat" gibi programlı etkinlikleriyle okulgibi yürütülüyordu. Oğlanlarla kızlar, teneffüsler ve ye-mek vakitleri hariç, birbirinden ayrı tutuluyordu. Bu yüz-den de Lyra, Roger'le konuşma şansını ancak sabahın ile-ri saatlerinde, hemşirelerden birinin yönetimi altındaki birbuçuk saatlik dikiş dersinden sonra buldu. Ne var ki, do-ğal görünmesi gerekiyordu, zorluk buradaydı. Bütün ço-cuklar aşağı yukarı aynı yaştaydı, üstelik de oğlanlarınoğlanlarla, kızların kızlarla konuştuğu, karşı cinsi alenenyok saymayı mesele haline getirdikleri yaştaydılar. Aradığı şansı gene kantinde, çocuklar bir şey içip bis-küvi yemeye geldiklerinde buldu. O ve Roger ayrı ayrı327

PHILIP PULLMANgruplarda sessizce dururken, sinek haline gelen Pantalaimon'u, masalarının yanındaki duvarın üstünde Salcilia üekonuşsun diye yolladı. Cininizin dikkati başka yerdeykenkonuşmak zordur. Lyra da diğer kızlarla birlikte sütünüyudumlarken somurtkan ve asiymiş gibi davrandı. Düşün-celerinin yarısı, cinler arasındaki minik vızıltıdaydı ve as-lında dinlemiyordu, ama bir noktada parlak sarı saçlı birkızın söylediği bir isim yerinde doğrulmasına neden oldu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Tony Makariosün adıydı bu. Lyra'nın dikkati pat diyeo tarafa giderken, Pantalaimon, Roger'ın çiniyle fısıltı ha-lindeki konuşmasını yavaşlatmak zorunda kaldı ve ikiçocuk da kızın söylediklerini dinledi. "Hayır, nereye götürdüklerini biliyorum," dedi kız,hepsinin başı birbirine yaklaşmışken. "Cini değişmediğiiçin yaptılar. Göründüğünden büyük olduğunu düşün-düler, ya da öyle bir şey, çünkü çok küçük bir çocuk de-ğildi aslında. Ama aslında cini de sık sık değişmezdi,çünkü Tony'nin kendisi pek bir şey düşünmezdi. Ben ci-ninin değiştiğini gördüm. Adı Ratter'dı...""Niye cinlerle bu kadar ilgileniyorlar?" diye sordu Lyra."Kimsenin bildiği yok," dedi sarışın kız. "Ben biliyorum," dedi onlara kulak veren bir oğlan."Cinini öldürüyorlar ve sen de ölecek misin diye seyre-diyorlar." "Peki niye bu işi ardı ardına bunca farklı çocukla yapı-yorlar ki?" dedi biri. "Bir kere yapmaları yetmeli, değil mi?""Ne yaptıklarını biliyorum," dedi ilk kız.328

KUZEY IŞIKLARI Hepsinin dikkati onun üstünde toplanmıştı şimdi. Amagörevlilerin ne hakkında konuştuklarını bilmelerini isteme-diklerinden, tutkulu bir merakla dinlerken tuhaf, yarı ka-yıtsız, aldırmaz bir tavır takınmak zorunda kalmışlardı."Nasıl?" dedi biri. "Çünkü onu almaya geldiklerinde onun yanındaydım.Çarşaf odasındaydık," dedi kız. Kıpkırmızı olmuştu. Onunla dalga geçip kızdırmalarınıbeklediyse eğer, bunların hiçbiri olmadı. Bütün çocuklaruysal bir hal almışlardı, kimse gülümsemiyordu bile. Kız devam etti. "Sesimizi çıkarmıyorduk, sonra hem-şire girdi içeri, yumuşak sesli olanı. Ve diyor ki, Gel ha-di, Tony, orada olciuğunu biliyorum, gel buraya, canınıacıtmayacağız... Ve Tony diyor ki, ne olacak? Ve kadındiyor ki, sadece seni uyutacağız, ve küçük bir operasyonyapacağız, sonra sağ-salim uyanacaksın. Ama Tony onainanmadı. Dedi ki-" "Delikler!" dedi biri. "Tatarlar gibi kafada delik açıyor-lar! Bahse girerim!" "Kes sesini! Hemşire başka ne dedi?" diye atıldı biri.Artık ondan fazla çocuğun başı kızın masasının etrafınatoplanmıştı, cinleri de onlar gibi her şeyi duymak istiyor-du, gözleri faltaşı gibi açılmıştı, gergindiler. Sarışın kız devam etti. "Tony, Ratter'a ne yapacakları-nı öğrenmek istedi, tamam mı. Ve hemşire diyor ki, eh,o da uyuyacak, sen uyur uyumaz. Ve Tony diyor ki, onuöldüreceksin, değil mi? Kimsin, biliyorum. Böyle olduğu-329

PHILIP PULLMANnu hepimiz biliyoruz. Ve hemşire diyor ki, hayır, elbetröyle değil. Sadece küçük bir operasyon. Sadece küçükbir kesik. Canın bile acımayacak, ama ne olur ne olmazdiye sizi uyutuyoruz." Şimdi bütün odaya bir sessizlik çökmüştü. Onları de-netleyen hemşire az önce gitmişti, mutfağa açılan servis

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

penceresi de kapalıydı, oradan da kimse duymazdı onları. "Nasıl kesikmiş bu?" dedi bir oğlan, sesi alçak ve ür-kek. "Nasıl bir kesik olacağını söyledi mi?" "Seni daha da büyütecek bir kesik dedi, hepsi bu.Herkesin bu operasyondan geçmesi gerek dedi. Büyük-lerin cinleri onun için bizimkiler gibi değişmiyormuş.Onları hep aynı biçimde tutmak için kesmeleri gereki-yormuş, böyle buyurmuşsun.""Ama-""Yani bunun anlamı-""Ne, bütün büyükleri böyle kesmişler mi?""Peki ama ya-" Birden, sanki onlar kesilmiş gibi bütün sesler sustu vebütün gözler kapıya döndü. Clara Hemşire, boş bakışlı,yumuşak tavırlı ve sıradan bir iş yapıyormuş gibi, oradaduruyordu. Yanında da Lyra'nm daha önce hiç görmedi-ği beyaz gömlekli bir adam vardı."Bridget McGinn," dedi adam. Sarışın kız, titreyerek ayağa kalktı. Sincap-cini, onungöğsüne yapıştı."Buyrun, efendim," dedi kız. Sesi zar zor duyuluyordu.330

KUZEY IŞIKLARI "İçkini bitir ve Clara Hemşire ile gel," dedi adam."Geri kalanınız, sınıflarınıza koşun bakalım." Çocuklar söz dinleyerek sessizlik içinde çıkmadanönce kupalarını paslanmaz çelikten tekerlekli arabaya is-tif ettiler. Lyra dışında kimse Bridget McGinn'e bakmadı,o da sarışın kızın yüzünün korkudan kızardığını gördü. O sabahın geri kalanı egzersizle geçti. İstasyonda kü-çük bir jimnastik salonu vardı, çünkü uzun Kutup gece-si boyunca dışarıda egzersiz yapmak zordu. Her grupçocuk, bir hemşirenin denetimi altında sırayla oradaoyunlar oynadı. Takımlar oluşturup topları etrafa atıyor-

lardı ve hayatında hiç böyle oynamamış olan Lyra öncene yapacağını bilemedi. Ama çevik ve atletikti, doğuştanliderdi, çok geçmeden bundan hoşlandığını fark etti. Ço-cukların bağırışı, cinlerin çığlıkları ve ıslıkları, küçük jim-nastik salonunu doldurdu ve çok geçmeden korkulu dü-şünceleri uzaklaştırdı. Tabii zaten egzersizin amacı tamda buydu. Öğle yemeği vaktinde, diğer çocuklar kantinde yeni-den kuyruğa girerken, Lyra Pantalaimon'un bir tanımacıvıltısı çıkardığını fark etti ve geri dönünce Billy Cos-ta'nın tam arkasında durduğunu fark etti. "Roger burada olduğunu söyledi," diye mırıldandıBilly. "Ağabeyin geliyor ve John Faa ile bütün bir çingançergisi," dedi kız. "Seni eve götürecekler."Oğlan az daha sevinçten bağırıyordu, ama bunu bir331

PHILIP PULLMANöksürük halinde yumuşattı. "Bana Lizzie demelisin," dedi Lyra, "asla Lyra deme

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ve bana bildiğin her şeyi anlatmalısın, hemen şimdi." Yanyana oturdular, Roger da yakınlarmdaydı. Çocuk-ların masalar ile, donuk yemekleri servis eden donuk in-sanların durduğu servis penceresi arasında gidip gelir-ken daha fazla zaman harcadıkları, ve kantinin kalabalıkolduğu öğle yemeğinde bunu yapmak daha kolaydı. Bı-çaklarla çatalların ve tabakların şangırtısının perdesi al-tında, Billy ve Roger ona bildikleri ne varsa anlattılar.Billy bir hemşireden operasyondan geçen çocukların ço-ğu kez daha güneydeki yurtlara götürüldüğünü duymuş-tu, ki bu da Tony Makarios'un neden yabanda dolaştığı-nı açıklayabilirdi. Ama Roger'm ona söyleyecek daha dailginç bir şeyi vardı."Bir saklanma yeri buldum," dedi."Ne? Nerede?" "O resmi görüyor musun?" Tropik kumsalın büyük fo-togramını kastediyordu. "En üst sağ köşesine bakınca ta-van kaplamasını görüyor musun?"

Tavan, metal şeritlerden çerçevelerin içine oturtulmuşdikdörtgen şeklinde büyük kaplamalardan oluşuyorduve kaplamanın, resmin üst kısmındaki köşesi birazcıkkalkmıştı. "Onu gördüm," dedi Roger, "ve ötekiler de onun gibiolabilir diye düşündüm, onları kaldırdım, hepsi gevşek-ti. Pat diye kalkıyorlar. Bu çocukla ben, onu almaların-332

KUZEY IŞIKLARIdan önce, bir gece yatakhanemizde denedik. Orada birboşluk var ve sürüne sürüne içeri girebiliyorsun.""Tavanda sürünerek ne kadar ileri gidebiliyorsun?""Bilmem. Biz azıcık bir şey gittik. Vakti gelince orayasaklanabiliriz diye düşündük, ama herhalde bulurlardıbizi." Lyra buraya bir saklanma yeri değil, bir otoyol gözüy-le bakıyordu. Buraya geldiğinden beri duyduğu en iyişeydi. Ama onlar başka bir şey konuşamadan bir doktorkaşıkla masaya vurdu ve konuşmaya başladı. "Dinleyin çocuklar," dedi. "İyi dinleyin. Arada biryangın tatbikatı yapmamız gerekiyor. Hepimizin doğrudürüst giyinip paniğe kapılmadan dışarı çıkmamız çokönemli. Bunun için de bu öğleden sonra denemek içinbir yangın tatbikatı yapacağız. Zil çalınca, ne yapıyorsa-nız bırakıp, en yakınınızdaki büyüğün size söyledikleri-ni yerine getirmeniz gerek. Sizi nereye götürdükleriniunutmayın. Gerçek bir yangın olursa gideceğiniz yerorası işte."Eh, diye düşündü Lyra, bu da bir fikir. Öğleden sonranın ilk bölümünde Lyra ile dört kızaToz testi yapıldı. Doktorlar ne yaptıklarını söylemedi,ama tahmin etmek işten bile değildi. Birer birer, bir la-boratuvara götürüldüler ve tabii bu da onları çok korkut-tu; ne kadar zalimce bir şey olur, diye düşündü Lyra,eğer onlara tek bir darbe bile indiremeden buracıktaölür giderse! Ama operasyonu hemen yapmayacak gibi333

PHILIP PULLMAN

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

görünüyorlardı. "Bazı ölçümler yapmak istiyoruz," diye açıkladı doktor. Bu insanları birbirinden ayırt etmek zordu; bütün er-kekler beyaz önlükleri, altlıklı kağıtları ve kalemleriylebirbirinin aynı görünüyordu, kadınlar da birbirine benzi-yordu. Üniformaları ile boş bakışları, tuhaf, sakin tavırla-rı onların kardeş gibi görünmesine yol açıyordu."Beni dün ölçtüler," dedi Lyra. "Ah, ama bugün farklı ölçümler yapıyoruz. Lütfenmetal plakanın üstünde dur -şey, önce ayakkabılarını çı-kar. Cinini de kucağına al, istersen. İleri bak, işte böyle,küçük yeşil ışığa gözlerini dikip bak. Aferin sana..." Bir şey parladı. Doktor onu öbür tarafa döndürdü, son-ra da sola ve sağa. Her seferinde bir şey tık etti ve parla-dı. "Güzel. Şimdi bu makineye gel ve elini tüpe sok. Sanazarar gelmeyecek, söz. Parmaklarını düz tut. Tamam.""Neyi ölçüyorsunuz?" dedi Lyra. "Tozu mu?""Sana Toz'dan kim söz etti?" "Kızlardan biri, adını bilmiyorum. Dedi ki, her yanı-mız Toz'muş. Ben tozlu değilim, yani, değilim herhalde.Daha dün duş aldım." "Ah, ama bu başka tür bir toz. Normal gözle görül-mez. Özel bir toz. Şimdi yumruğunu sık -tamam, öyle.İyi. Şimdi orayı yoklarsan bir tür sap bulacaksın- buldunmu? Onu tut, aferin sana. Şimdi diğer elini buraya koya-bilirsin -bu pirinç kürenin üstüne koy. Tamam. İyi. Şim-di hafif bir karıncalanma hissedeceksin, merak edecek334

KUZEY IŞIKLARIbir şey y°k, sadece hafif bir anbarik akım..." pantalaimon, en gergin ve ihtiyatlı yabani kedi biçimiy-le şimşekler çakan gözleriyle ve kuşkuyla cihazın etrafın-da sinsi sinsi dolaşıyor, Lyra'ya sürtünmek için boyuna ge-ri dönüyordu. Lyra o sırada ona henüz operasyon yapmayacakların-dan emin olmuş durumdaydı, Lizzie Brooks kişiliğinegirmesinin güvenli olduğundan da. Bu nedenle, bir sorusorma riskine girdi."Niye insanların cinlerini kesiyorsunuz?""Ne? Kim sana bundan söz etti?" "Bir kız, adını bilmiyorum. Dedi ki, insanların cinleri-ni kesiyormuşsunuz.""Saçma..."Ama telaşlanmıştı. Lyra devam etti: "Çünkü insanları teker teker alıyorsunuz ve hiç gerigelmiyorlar. Bazıları da siz onları öldürüyorsunuz diyedüşünüyor, başkaları farklı şeyler söylüyor ve bu kız dabana kesiyormuşsunuz dedi-" "Hiç ilgisi yok. Çocukları çıkarmamızın sebebi, başkabir yere gitme vakitlerinin gelmesi. Büyüyorlar. Korka-rım arkadaşın kendi kendini telaşa veriyor. Öyle bir şeysöz konusu değil! Düşünme bile. Arkadaşın kim?""Daha dün geldim. Kimsenin adını bilmiyorum.""Neye benziyordu?" "Unuttum. Galiba kestane rengi saçlıydı... açık kesta-ne, belki... bilmem."335

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMAN Doktor hemşirenin yanına gidip onunla usulca ko-nuştu. İkisi birbirine danışırken, Lyra cinlerini gözlediBu hemşireninki, Clara Hemşire'nin köpeği kadar derlitoplu ve meraksız, güzel bir kuştu, doktorunki ise büyükağır bir güve. İkisi de kıpırdamıyordu. Uyanıktılar, çün-kü kuşun gözleri parlaktı, güvenin antenleri de tembeltembel sallanıyordu ama hayat dolu değildiler, oysa öy-le olmalarını beklerdi. Belki de yeterince endişeli ya dameraklı değillerdi. Sonunda doktor geri geldi, muayeneyi sürdürdüler;onu ve Pantalaimon'u ayrı ayrı tarttılar, özel bir ekranınardından Lyra'ya baktılar, kalp atışlarını ölçtüler, onu tıs-layan ve temiz hava gibi bir koku veren küçük bir körükağzının altına koydular. Testlerden birinin orta yerinde bir zil yüksek sesleçalmaya başladı ve çalmayı sürdürdü. "Yangın alarmı," dedi doktor, içini çekerek. "Pekala,Lizzie, Betty Hemşire'yi izle." "Ama bütün dışarı giysileri yatakhane binasında, Dok-tor. Dışarıya böyle çıkamaz. Önce oraya mı gitsek, nedersiniz?" Doktor, deneyleri yarıda kaldığı için kızmıştı, öfkeyleparmaklarını şıkırdattı. "Sanırım bu uygulamanın ortaya çıkaracağı şeylerdenbiri de bu," dedi. "Ne sıkıntı." "Dün ben geldiğimde," dedi Lyra yardımsever bir eday-la, "Clara Hemşire diğer giysilerimi bana baktığı ilk odada336

KUZEY IŞIKLARIbir dolaba koymuştu. Yan odada. Onları giyebilirim.""İyi fikir!" dedi hemşire. "Çabuk ol, öyleyse." Lyra içten içe gülerek hızla hemşirenin arkasındangitti, esas kürklerini, tozluklarını ve çizmelerini aldı,hemşire kömür-ipeklerini giyerken çabucak onları üstü-ne geçirdi. Sonra telaşla dışarı çıktılar. Ana binalar grubununönündeki geniş arenada yüz ya da daha fazla insan, bü-yükler ve çocuklar, dönüp duruyordu: kimi heyecanla,kimi sinirli sinirli, çoğu da sadece şaşkınlıkla. "Gördün mü?" diyordu bir büyük. "Böyle şeyleri yap-maya değer, çünkü gerçek bir yangıncia nasıl bir kaosiçine gireceğimizi böylece anlıyoruz." Birisi bir düdük çalıyor ve kollarını sallıyordu, amakimsenin pek aldırdığı yoktu. Lyra Roger'ı gördü ve eliy-le yanına çağırdı. Roger, Bili Costa'nın kolunu çekti, çokgeçmeden üçü, bir koşan çocuklar anaforu içinde biraraya gelmişlerdi. "Etrafa bir göz atarsak kimse fark etmez," dedi Lyra."Herkesi saymaları yıllar alır, birinin peşine düştük, kay-bolduk diyebiliriz." Büyüklerin çoğu öbür yana bakana kadar beklediler,sonra da Lyra eline biraz kar aldı, onu yuvarlayarak gev-şek, toz gibi bir kartopu yaptı ve rasgele kalabalığın içi-ne fırlattı. Bir anda bütün çocuklar aynı şeyi yapıyorduve hava uçan karlarla dolmuştu. Kahkaha çığlıkları,kontrol kurmaya çalışan büyüklerin bağırışlarını tama-337

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMANmen örtmüştü; bunun üzerine üç çocuk köşeyi dönügözden kayboldu. Kar öyle kalındı ki çabuk hareket edemiyorlardı, arrıaönemi yok gibiydi; kimse onları izlemiyordu. Lyra ve di-ğer çocuklar tünellerden birinin kavisli çatısına tırmandı-lar, kendilerini, hepsi kara gökyüzü altında beyazla sarı-lıp sarmalanmış ve arenanın çevresindeki ışıkların yansı-masıyla aydınlanmış, düzenli çıkıntılar ve girintilerdenoluşan tuhaf bir ay diyarında buldular.

"Ne arıyoruz?" dedi Billy. "Ne bileyim? Öyle bakıyoruz," dedi Lyra, önlerine dü-şüp diğerlerinden biraz ayrı duran, köşesinde düşükgüçte anbarik ışığı olan bodur, kare bir binaya gitti. Arkadan gelen şamata aynı şekilde gürültülüydü, amadaha uzaktaydı. Besbelli çocuklar özgürlüklerinin tadınısonuna kadar çıkarıyordu ve Lyra bunu mümkün oldu-ğunca sürdüreceklerini umut ediyordu. Kare binanın ke-narını döndü, pencere aradı. Zaten yerden olsa olsa ikimetre mesafedeydi ve diğer binaların aksine, onu istasyo-nun geri kalanına bağlayacak çatılı bir tüneli yoktu. Pencere de yoktu, ama bir kapı vardı. Üstünde kırmı-zı harflerle, GİRMEK KESİNLİKLE YASAKTIR yazılıydı. Lyra denemek için elini uzattı, ama daha sapı çevire-meden Roger dedi ki:"Bak! Bir kuş! Ya da-" Ya da'sı, bir kuşku nidasıydı çünkü kara gökyüzün-den aşağı süzülen yaratık kuş falan değildi: Lyra'nın da-338

KUZEY IŞIKLARIj^a önce rastladığı biriydi."Cadının cini!" Kaz kocaman kanatlarını çırptı, yere konarken karla-rl havalandırdı. "Selam, Lyra," dedi erkek kaz. "Seni buraya kadar iz-ledim, sen beni görmesen de. Dışarıya çıkmanı bekliyor-dum. Neler oluyor?"Lyra ona çabucak anlattı. "Çinganlar nerede?" dedi. "John Faa iyi mi? Samoyed-ler'le dövüşüp geri püskürttüler mi?" "Çoğu iyi. John Faa yaralı, ama ağır değil. Seni alanadamlar, sık sık seyyah gruplarının başına bela olan av-cılar ve baskıncılardı. Tek başlarına, büyük bir gruptandaha süratle yolculuk yapabiliyorlar. Çinganlar hâlâ birgün uzaklıkta." İki oğlan kaz cine ve Lyra'nm samimi tavrına korkuy-la bakıyorlardı, çünkü tabii ki daha önce yanında insanıolmayan bir cini hiç görmemişlerdi ve cadılar hakkındapek az şey biliyorlardı. Lyra onlara, "Dinleyin," dedi, "en iyisi siz gidip nöbettutun, tamam mı? Billy, sen şöyle git, Roger, az önce gel-diğimiz yönü kolla. Vaktimiz yok." Onun dediğini yapmak için koşarak uzaklaştılar, Lyrada kapıya döndü."Niye oraya girmeye çalışıyorsun?" dedi kaz cin.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Burada yaptıkları şeyler yüzünden. Kesiyorlar -sesi-ni alçalttı- insanların cinlerini kesiyorlar. Çocukların. Ve339

PHILIP PULLMANbana kalırsa belki de burada yapıyorlar. En azından burada bir şeyler var ve ben de bakacaktım. Ama kilitli " "Ben açabilirim," dedi kaz, kanatlarını bir-iki kez çar-parak kapıya kar savurdu; o bunu yaparken, Lyra kilittebir şeyin döndüğünü duydu."İçeri girerken dikkatli ol," dedi cin. Lyra kapıyı kara karşı çekerek açtı ve kayarak içerigirdi. Kaz cin de onunla birlikte geldi. Pantalaimon he-yecanlanmıştı, korkmuştu, ancak cadının cininin korku-sunu görmesini istemiyordu, onun için de Lyra'nın göğ-süne uçmuş, kürklerinin içine sığınmıştı. Gözleri ışığa alışır alışmaz, Lyra onun niye korktuğu-nu anladı. Duvarlardaki raflarda, bir dizi cam kafeste, ayrılmış ço-cukların cinleri duruyordu: kedilerin ya da kuşların, sıçan-ların ya da başka yaratıkların hayalet gibi şekilleri; hepsişaşırmıştı, korkmuştu ve duman kadar solgundular. Cadının cini öfkeyle bağırdı, Lyra Pantalaimon'u bağ-rına bastı ve "Sakın bakma! Sakın bakma!" dedi. Kaz cin, hiddetle sarsılarak, "Bu cinlerin çocukları ne-rede?" diye sordu. Lyra korku içinde küçük Tony Makarios'la karşılaş-masını açıkladı, omuzunun üzerinden öne doğru yığılıpsoluk yüzlerini cama bastıran kafese konmuş zavallı cin-lere baktı. Hafif acı ve ızdırap çığlıkları duyabiliyordu.Düşük güçlü bir anbarik ampulden gelen solgun ışıkta,her kafesin önündeki kartta bir isim olduğunu da görü-340

KUZEY IŞIKLARIvordu ve, evet, üzerinde Tony Makarios yazan boş birkafes de vardı. Ayrıca, üstlerinde isimler olan başka dört-beş b°Ş kafes daha. "Bu zavallıcıkları serbest bırakmak istiyorum," dedi,şiddetle. "Camı kırıp onları dışarı çıkaracağım-" Bunu yapacak bir şey bulmak için etrafına bakındı,ama yer bomboştu. Kaz cin, "Bekle," dedi. O bir cadı ciniydi, Lyra'dan çok daha büyüktü, kuv-vetliydi. Onu dinlemek zorundaydı. "Bu insanların, birisinin burayı kilitlemeyi ve kafeslerikapatmayı unuttuğunu düşünmelerini sağlamamız gerek,"diye açıkladı. "Eğer karda cam kırıkları ile ayak izleri gö-rürlerse, yeni kişiliğine daha ne kadar inanırlar sence? Oy-sa çinganlar gelene kadar inanmaları lazım. Şimdi, ne di-yorsam tamı tamına onu yap: bir avuç dolusu kar al veben sana söyleyince, sırayla her kafese bir parça üfle." Lyra, dışarı koştu. Roger ve Billy hâlâ nöbetteydi, are-nadan hâlâ çığlıkların ve kahkahaların sesi geliyordu,çünkü olsa olsa bir dakika olmuştu. İnce tozumsu kardan koca iki avuç dolusu aldı, son-ra da dönüp kaz cinin ona söylediğini yaptı. Her kafesebiraz kar üflerken kaz boğazında bir tıkırtı çıkardı, kafe-sin önündeki kilit açıldı. Hepsinin kilidini açtıktan sonra, ilkinin ön tarafını

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kaldırdı, bir serçenin solgun şekli çırpınarak dışarı çıktı,ama daha uçamadan yere yığıldı. Kaz şefkatle eğilip ga-gasıyla onu dürttü, doğrulttu ve serçe, sendeleyen, kafa-341

PHILIP PULLMANsı karışmış bir fare oldu. Pantalaimon onu rahatlatmakiçin aşağı atladı. Lyra hızla çalıştı, birkaç dakika içinde bütün cinlerserbest kalmıştı. Kimileri konuşmaya çalışıyordu, ayakla-rının dibine yığıldılar, hatta tozluklarını yolmaya kalkış-tılar, ama tabu onları engelledi. Lyra bunu neden yaptık-larını anlayabiliyordu, zavallıcıklar; insanlarının vücutla-rının ağır güvenilir sıcaklığına hasrettiler; tıpkı Pantala-imon'un yapacağı gibi, bir kalp atışının yanında olmayıözlüyorlardı. "Şimdi, çabuk," dedi kaz. "Lyra, geri dönüp diğer ço-cukların arasına karışmalısın. Cesur ol, çocuğum. Çin-ganlar ellerinden geldiğince hızla geliyor. Bu zavallı cin-lerin insanlarını bulmalarına yardım etmeliyim..." Erkekkaz yaklaşarak alçak sesle, "ama artık asla onlarla bir bü-tün olmayacaklar. Sonsuza dek koparıldılar. Bu duydu-ğum en kötücül şey... Ayak izlerini bırak; ben onlarınüstünü örterim. Acele et..." "Ah, lütfen! Gitmeden önce! Cadılar... Uçuyorlar, değilmi? Geçen gece onları uçarken gördüm, rüya değildi.""Evet, çocuğum. Neden?""Bir balonu çekebilirler mi?""Hiç şüphesiz, ama-""Serafina Pekkala gelecek mi?" "Cadı milletlerinin politikalarını açıklayacak vakityok. Burada işin içine muazzam güçler karışmış durum-da ve Serafina Pekkala da mutlaka kendi klanının çıkar-342

KUZEY IŞIKLARIıarını korumalı. Ama belki de burada olanlar başka biryerde olanların bir parçasıdır. Lyra, içeride sana ihtiyaçvar. Koş, koş!" Koştu ve solgun cinler binadan dışarı sürüklenirken,gözleri faltaşı gibi açılmış bakan Roger, kalın kar içindepaytak paytak ona doğru yürüdü."Onlar -Jordan'daki mahzen gibi- onlar cin!" "Evet, sus. Ama Billy'ye söyleme. Şimdilik kimseyesöyleme. Arka tarafa gel." Arkalarında erkek kaz kanatlarını kuvvetle çarpıyor,ayak izleri üzerine kar savuruyordu; kayıp cinler ise, küçükkasvetli kaygı ve hasret çığlıkları atarak onun yanında biraraya yığılıyor ya da sürüklenip gidiyorlardı. Ayak izleri ör-tülünce, kaz solgun cinleri bir araya toplamak için döndü.Konuştu ve büyük bir güçlükle de olsa, birer birer değişti-ler, ta ki hepsi kuş olana kadar; tüyü yeni çıkmış kuş yav-ruları gibi, karda cadının cininin peşinden gittiler; kanatçırptılar, düştüler, koştular ve sonunda büyük zahmetle ha-valandılar. Düzensiz bir hatta yükseldiler, kopkoyu kapka-ra gökyüzünün önünde soluk görünüyorlardı, tayf gibiydi-ler. Aralarından bazıları halsiz ve düzensiz olsa da, kimilerikararını kaybedip aşağı doğru çırpınsa da, yavaş yavaş hızkazandılar. Çünkü büyük kurşuni kaz hemen geri döndü,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

onları dürtükleyip yeniden yola çıkardı, kopkoyu karanlık-ta gözden kaybolana kadar sürü başı gibi şefkatle güttü.Roger Lyra'nın kolunu çekiştiriyordu."Çabuk," dedi, "neredeyse hazırlar."343

PHILIP PULLMAN Sendleyerek, onlara ana binanın bir köşesinden işareteden Billy'nin yanına gittiler. Çocuklar yorulmuştu artıkya da büyükler yeniden bir miktar otorite kurmuştuçünkü insanlar ana kapı hizasında, hayli itişip kakışarak,birbirinin üstüne çıkarak düzensiz bir kuyruk oluşturu-yordu. Lyra ile diğer ikisi, köşeden kayarcasma çıkıp on-lara karıştı, ama bundan önce Lyra dedi ki: "Çocuklara haber salın -kaçmaya hazır olsunlar. Sokakgiysilerinin nerede olduğunu bilmeliler, biz işareti verirvermez giysileri alıp koşmaya hazır olmalılar. Ve bunu daölümcül bir sır olarak saklamaklar, anlaşıldı mı?" Billy evet anlamına başını salladı, Roger ise "İşaretne?" diye sordu."Yangın alarmı," dedi Lyra. "Vakti gelince çalacağım." Sayılmak için beklediler. Adak Meclisi'nden birilerininbir okulla ilgisi olmuş olsaydı, bu işi çok daha iyi ayar-lardı: çünkü ortada belli bir grup yoktu, her çocuğun tekbir liste üzerinde işaretlenmesi gerekiyordu ve elbette al-fabe sırasına göre sıralanmamışlardi; ayrıca, büyüklerinhiçbiri kontrolü elde tutmaya alışkın değildi. Bu yüzden,artık kimse sağa-sola koşturmadığı halde, hayli kargaşaçıktı. Lyra gözledi ve fark etti. Bu işte pek de iyi değillerdi.Birçok yönden laçkaydılar, bu insanlar; yangın tatbikatıkonusunda homurdamyorlardı, dışarıya özgü giysilerinnerede tutulması gerektiğini bilmiyorlardı, çocuklarıdoğru dürüst hizaya sokup sırada tutamıyorlardi; ve on-344

KUZEY IŞIKLARIların laçkalığı Lyra'nın işine yarayabilirdi. Ancak, işleri hemen hemen bitmişti ki, dikkat dağıtanbir olay daha oldu ve Lyra'nın açısından, bu olup olabi-lecek en berbat şeydi. Herkes gibi o da gürültüyü duydu. Başları dönüp,gaz motoru sakin gecede açıkça duyulur şekilde zonk-layan zeplini görmek için karanlık gökyüzünü tarama-ya koyuldular. Tek şans, gürültünün, kurşuni kazın uçtuğunun aksiyönden gelmesiydi. Ama bu da tek teselliydi. Çok geç-meden göründü ve kalabalığı bir heyecan mırıltısı sardı.Tombul narin gümüşi şekli ışıklı caddenin üstünden kay-dı, kendi ışıkları da burnundan aşağı parıldadı, Kabin,gövdenin altında sarktı. Pilot hızı kesti, karmaşık bir iş olan yüksekliği ayarla-ma işine girişti. Lyra, sağlam direğin neye yaradığını farketti: bir bağlama direğiydi, tabii. Büyükler, çocukları içe-ri sokar, herkes geriye bakıp parmaklarıyla gösterirken,yerdeki ekip direğin basamaklarından tırmandı kablolarıbağlamaya hazırlandı. Motorlar kükrüyordu, kar toprak-tan döne döne yükseliyordu ve yolcuların yüzleri kabincamlarından görünüyordu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra baktı, hiçbir yanlışlık söz konusu değildi. Panta-laimon ona yapıştı, bir yaban kedisi oldu, nefretle tısla-dı; çünkü Mrs. Coulter'ın güzel, siyah saçlı başı meraklaaşağıya bakarken, altın cini kucağında oturuyordu.345

16Gümüş Giyotin Lyra hemen kutup porsuğu kukuletasını başına siperetti ve diğer çocuklarla birlikte çift kapıdan hızla içeri gir-di. Yüz yüze geldiklerinde neler söyleyeceği konusundaendişelenmek için daha sonra vakti olacaktı; önce, üste-sinden gelinecek başka bir sorunu vardı: kürklerini nere-ye saklamalıydı ki izin gerekmeden onları alabilsin? Neyse ki içeride büyük bir düzensizlik hakimdi, bü-yükler, zeplinden gelen yabancılara yol açmak için çocuk-ları acele ettirmeye çalışıyorlardı, bu yüzden de kimse dik-katle bakmıyordu. Lyra anorak, tozluk ve çizmeleri çıkarı-verdi, kalabalık koridorlardan yatakhanesine gitmedenönce onları küçültebildiğince küçük bir çıkın yaptı. Çabucak bir dolabı köşeye çekti, üstüne çıktı, tavanı it-ti. Tam da Roger'm söylediği gibi pano kalktı, arkasında-ki boşluğa çizmeleriyle tozluklarını fırlattı. Sonradan aklı-na gelince, aletiyometreyi de kesesinden çıkardı ve ano-rağını içeri tıkıştırmadan önce, onun en içteki cebine sak-ladı.346

KUZEY IŞIKLARI Aşağı atladı, dolabı yerine çekti ve Pantalaimon'a, "Obizi görene kadar aptalmış gibi davranmalıyız," dedi,"sonra da kaçırıldık deriz. Ve çinganlar, hele İorek Byrni-son hakkında tek kelime yok." Çünkü Lyra, daha önce anlamadıysa bile şimdi tabi-atındaki bütün korkuların bir pusula iğnesinin Kutba çe-kilmesi gibi Mrs. Coulter'a doğru çekildiğinin farkına var-mıştı. Gördüğü her şeyle, hatta tefrikin korkunç zalimli-ğiyle de başa çıkabilirdi; yeterince güçlüydü; ama o tatlıyüzün, yumuşak sesin düşüncesi, o altın muzip maymu-nun görünüşü onu altüst etmek, rengini soldurmak ve mi-desini bulandırmak için birebirdi. Ama çinganlar geliyordu. Bunu düşün. İorek Byrni-son'u düşün. Ve sakın kendini ele verme, dedi ve yenidengeriye, pek çok gürültünün yükseldiği kantine doğru sü-rüklendi. Çocuklar, sıcak içecekler almak için kuyruk olmuşlar-dı, kimilerinin sırtında hâlâ kömür-ipek anorakları vardı.Konuları, zeplin ve yokuşuydu." Oydu işte -maymun-ciniyle-""Seni de o mu yakaladı?" "Annemle babama yazacağını söyledi, bahse girerim kiasla..." "Bize çocukların öldüğünden söz etmedi, hiç etmedi.Bu konuda hiçbir şey söylemedi." "Maymun, en beteri o -Karossa'mı bir yakaladı, az da-ha öldürüyordu- öyle zayıf hissettim ki..."347

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMAN Onlar da Lyra kadar korkmuştu. Lyra, Annie ile diğerlerini buldu ve oturdular."Bakın," dedi, "sır tutabilir misiniz?""Tutarız!"Üç surat da, beklentiyle ışıl ışıl, ona döndü. Lyra usulca, "Bir kaçış planı var," dedi. "Bizi almayagelen insanlar var, tamam mı, ve bir günde burada ola-caklar. Belki daha önce. Bütün yapacağımız, işaret verilirverilmez hazır olmak, soğuk hava giysilerimizi hemen al-mak ve dışarı koşmak. Buralarda beklemek yok. Koşacak-sınız, o kadar. Ama anoraklarınızı, çizmelerinizi ve eşya-larınızı almazsanız, soğuktan ölürsünüz.""Ne işareti?" diye sordu Annie. "Yangın alarmı, bu öğleden sonraki gibi. Her şey ayar-landı. Bütün çocuklar bilecek, büyüklerin hiçbiri bilmeye-cek. Hele o, hiç." Kızların gözleri umut ve heyecanla ışıl-dıyordu. Mesaj bütün kantine iletilmekteydi. Lyra atmos-ferin değiştiğini fark etmişti. Dışarıda çocuklar daha önceenerjik ve oyun oynamaya hevesliydi; ama sonra, Mrs.Coulter'ı gördüklerinde, bastırılmış isterik bir korkuyla do-lumuşlardı. Ama şimdi konuşkanlıklarında bir kontrol, biramaç vardı. Lyra, umudun etkisine şaştı kaldı. Açık kapıdan dışarıyı kolladı ama dikkatle, başını eğ-meye hazır halde, çünkü büyüklerin sesleri geliyordu.Sonra Mrs. Coulter'ın kendisi kısa bir an göründü ve içe-ri, ellerinde sıcak içecekleri ve kekleri bulunan sıcak veiyi beslenmiş, mutlu çocuklara bakıp tebessüm etti. Bütün348

KUZEY IŞIKLARIkantinde neredeyse aynı anda bir titreme dolaştı, çocuk-ların her biri hareketsiz ve suskun, ona bakakaldılar. Mrs. Coulter gülümsedi ve tek kelime etmeden geçtieitti. Yavaş yavaş, konuşmalar gene başladı.Lyra, "Konuşmak için nereye gidiyorlar?" diye sordu. "Herhalde konferans salonuna," dedi Annie. "Bizi debir keresinde oraya götürmüşlerdi." Kendisini ve cininikastediyordu. "Yaklaşık yirmi büyük vardı, bir tanesi birkonferans veriyordu, ben de orada durup bana dedikleri-ni yapmak zorunda kaldım: Kyrillion'umun benden nekadar uzağa gideceğini görmek gibi, sonra da beni ipno-tize edip başka şeyler yaptı... Bir sürü iskemlesi, masala-rı ve küçük bir platformu olan büyük bir oda. Öndeki ofi-sin arkasında. Hey, bahse girerim ki onlar yangın tatbika-tının iyi geçtiğini iddia edecektir. Bahse girerim ki, tıpkıbizim gibi ondan ödleri kopuyor..." Günün geri kalan kısmında Lyra diğer kızların yakının-da durdu; gözledi, az şey söyledi, göze çarpmadı. Egzer-siz vardı, sonra dikiş, sonra yemek, sonra dinlenme oda-sında oyun vakti: dama gibi oyunların, birkaç yırtık pırtıkkitabın ve bir pinpon masasının olduğu büyük bakımsızbir odaydı dinlenme odası. Lyra ile diğerleri bir noktadabelli edilmemeye çalışılan bir tür acil durumun söz konu-su olduğunu anladılar, çünkü büyükler telaşla oraya bu-raya gidiyor ya da endişeli gruplar halinde durup aceley-le konuşuyorlardı. Lyra cinlerin kaçtığını keşfettiklerinitahmin etti ve nasıl olduğunu merak etti.349

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMAN Ama Mrs. Coulter'ı görmedi ki bu da içini rahatlattYatma vakti geldiğinde, diğer kızları sırrına ortak etmesigerektiğini biliyordu. "Dinleyin," dedi, "uyuduk mu diye bakmaya geldikleriolur mu hiç?" "Sadece bir kez bakarlar," dedi Bella. "Bir fener gezdi-riverirler, sahiden bakmazlar." "İyi. Çünkü gidip etrafa bir göz atacağım. Tavandan biryol var, bir çocuk bana göstermişti..." Açıkladı ve daha o bitirmeden Annie "Ben de seninlegeleceğim!" dedi. "Hayır, gelmesen daha iyi, çünkü burada tek bir kişieksik olduğunda çok daha kolay. Hepiniz uykuya daldı-ğınızı, nereye gittiğimi bilmediğinizi söyleyebilirsiniz.""Ama ben seninle gelirsem-""Yakalanma ihtimali artar," dedi Lyra. Cinleri birbirlerine bakıyordu, Pantalaimon yabani ke-di olarak, Annie'nin Kyrillionü da tilki olarak. Titriyorlar-dı. Pantalaimon en alçak, yumuşak tıslamasını çıkardı, diş-lerini gösterdi ve Kyrillion yana dönüp kayıtsız bir şekil-de tüylerini düzeltmeye koyuldu."Peki öyleyse," dedi Annie, boyun eğmiş halde. Çocukların arasındaki kavgaların bu şekilde cinleri ta-rafından sonuca kavuşturulması, bir tanesinin ötekinin ha-kimiyetini kabul etmesi sık rastlanan bir şeydi. İnsanlar busonucu gücenmeksizin kabul ederdi ve Lyra genelde deAnnie'nin onun dediğini yapacağını biliyordu zaten.350

KUZEY IŞIKLARI Lyra'nın yatağını şişirmek ve o sanki hâlâ ordaymış gi-bi gösterebilmek için giysi vermeye hepsi katkıda bulun-du, bu konuda hiçbir şey söylememeye de yemin ettiler.Sonra Lyra, kimsenin gelmediğinden emin olmak için ka-pıda durup dinledi, dolabın üstüne zıpladı, panoyu itti vekendini yukarı çekti. "Bir şey söylemeyin, ha," diye fısıldadı, ona bakan yu-karı dönük üç yüze.Sonra panoyu usulca yerine bıraktı ve etrafına baktı. Kirişler ve payandaların oluşturduğu bir iskeletin des-" teklediği dar metal bir olukta çömelmişti. Tavan panolarıyarı saydamdı, böyle olunca da aşağıdan biraz ışık geliyor-du ve solgun ışıltıda Lyra bu dar boşluğun (yüksekliği ol-sun olsun yarım metre kadardı) çevresinde her yöndeuzandığını görebiliyordu. Metal kanallar ve borularla do-luydu, burada kaybolmak kolaydı, ama metalden şaşmayıppanolara ağırlık vermekten kaçındığı ve gürültü yapmadığısürece, istasyonun bir ucundan diğerine gidebilirdi. "Tıpkı Jordan'da olduğu gibi, Pan," diye fısıldadı, "ha-ni İstirahat Odası'na baktığımızda." "Eğer onu yapmasaydın, bunların hiçbiri olmayacaktı,"diye fısıldadı Pan."Öyleyse düzeltmek de bana düşer, değil mi?" Nerede bulunduğunu saptadı, konferans odasının tah-minen nerede olacağını çıkardı, sonra da yola koyuldu.Hiç de kolay bir yolculuk değildi. Elleriyle dizleri üzerin-de hareket etmesi gerekiyordu, çünkü boşluk çömelinme-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

351

PHILIP PULLMANyecek kadar alçaktı. Ve sık sık da büyük kare bir kanalınaltına sıkışması ya da kendini ısıtma borularının üstüneçekmesi gerekiyordu. İçinde emeklediği metal oluklar an-layabildiği kadarıyla iç duvarların tepesi boyunca uzanı-yordu ve Lyra onların içinde kaldığı sürece, altında rahat-latıcı bir sağlamlık hissediyordu, Ama çok dardılar, keskinkenarları vardı, öyle keskindiler ki yumruklarıyla dizi dekesiliyordu; çok geçmeden her yeri acımaya başlamıştı,her yanına kramp girmişti, toz içinde kalmıştı. Ama aşağı yukarı nerede olduğunu biliyordu, yatakha-nenin üstüne tıkıştırılmış, ona yolunu gösterecek kürkleri-nin oluşturduğu karanlık yığını da görebiliyordu. Hangiodanın boş olduğunu da anlıyordu, çünkü panolar karan-lık oluyordu. Zaman zaman aşağıdan sesler duyunca du-rup dinliyordu, ne var ki bunlar sadece mutfaktaki aşçılarya da Lyra'nın Jordan alışkanlığıyla ortak salon olarak dü-şündüğü yerdeki hemşirelerdi. İlginç bir şey söylemiyor-lardı, o da yoluna devam etti. Sonunda onun hesaplarına göre konferans salonu ol-ması gereken yere vardı; ve elbette ki burası boru olma-yan bir yerdi, klima ve ısıtma kanalları bir uçtan aşağı ini-yordu ve geniş bir dikdörtgen alandaki bütün panolar eşitşekilde ışıklandırılmıştı. Kulağını panoya dayayınca, yetiş-kin erkek seslerinin mırıltısını duydu ve doğru yeri buldu-ğunu anladı. Dikkatle dinledi, sonra da konuşanlara olabildiğinceyaklaşmcaya kadar yavaş yavaş ilerledi. Metal kanalda352

KUZEY IŞIKLARIboylu boyunca uzandı, duyabildiği kadar iyi duymak içinbaşını yana eğdi. Arada bir çatal bıçakların şıngırtısı ya da içki koyulur-ken camın cama değmesi duyuluyordu, demek ki konu-şurken bir yandan da yemek yiyorlardı. Mrs. Coulter'ınkidahil dört ses var, diye düşündü. Diğer üçü, erkek sesiy-di. Anlaşılan, kaçan cinleri tartışıyorlardı. Mrs. Coulter'ın yumuşak müzikal sesi, "Peki, o bölü-mün denetiminden kim sorumlu?" diye sordu. Adamlardan biri, "McKay diye bir araştırma öğrencisi,"dedi. "Ancak, böyle bir şeyin olmasını önleyen otomatikmekanizmalar var-""İşlemediler ama," dedi kadın. "Saygılarımı sunarım ama, işlediler, Mrs. Coulter.McKay bizi, bugün saat 11'de binayı terk ederken bütünkafesleri kilitlediği konusunda temin ediyor. Dış kapı el-bette hiçbir durumda açık olmazdı, çünkü normalde yap-tığı gibi iç kapıdan girip çıkmış. Düzenleyiciye kilitlerikontrol eden bir şifrenin girilmesi gerekiyor, bunu yaptı-ğına ilişkin bir kayıt da var. Bu yapılmazsa, alarm çalar.""Ama alarm çalmadı." "Çaldı. Ne yazık ki, herkes dışarıda, yangın tatbikatınakatılırken çalmış.""Peki, ya içeri girdiğinizde-" "Ne yazık ki her iki alarm da aynı devrede; bu, düzel-tilmesi gereken bir tasarım hatası. Bu ise, tatbikattan son-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ra yangın alarmı kapatıldığında, laboratuvar alarmının da353

PHILIP PULLMANkapatıldığı anlamına geliyor. Öyle bile olsa gene de anla-şılabilirdi, rutinin her bozuluşunun ardından yapılacakolan normal kontrollar nedeniyle. Ne var ki, Mrs. Coultero sırada beklenmedik bir şekilde siz geldiniz ve hatırlar-sanız eğer, laboratuvar personelinin hemen odanızda top-lanmasını özellikle istediniz. Bunun bir sonucu olarak, da-ha sonrasına kadar kimse laboratuvara dönmedi." "Anlıyorum," dedi Mrs. Coulter soğuk soğuk. "Bu du-rumda, cinlerin yangın tatbikatı sırasında serbest bırakıl-mış olması gerek. Bu da şüpheli listesini, istasyondaki heryetişkini içerecek kadar genişletiyor. Bunu göz önüne al-dınız mı?" "Siz bunun bir çocuk tarafından yapılmış olabileceğinigöz önüne aldınız mı?" diye sordu başka biri.Mrs. Coulter suskun kaldı, ikinci adam devam etti: "Her yetişkinin yerine getirecek bir görevi vardı ve hergörev onların dikkatlerini tümüyle vermelerini gerektiri-yordu, her görev de yerine getirildi. Buradaki personel-den hiçbirinin kapıyı açabilmiş olma ihtimali yok. Hem dehiç. Demek ki ya biri sırf bunu yapma niyetiyle dışarıdangeldi ya da çocuklardan biri buranın yolunu buldu, kapı-yı ve kafesleri açtı ve ana binanın önüne döndü." "Peki, araştırmak için ne yapıyorsunuz?" dedi Mrs. Co-ulter. "Hayır, bir daha düşündüm de, söylemeyin daha iyi.Lütfen anlayın, Dr. Cooper, kötülük olsun diye eleştirmi-yorum. Olağanüstü bir özen göstermemiz gerekiyor. İkialarmın da aynı devrede olmasma göz yummak berbat bir354

KUZEY IŞIKLARIhataymış- Bu derhal düzeltilmeli. Muhafızların başındakiTatar subay belki de soruşturmanıza yardımcı olabilir, de-ğil mi? Bundan sadece bir ihtimal olarak söz ediyorum. Sı-rası gelmişken, Tatarlar yangın tatbikatı sırasında neredey-di? Herhalde bunu göz önüne almışsınızdır, değil mi?" "Aldık," dedi adam canından bezmiş şekilde. "Muhafız-lar tamamen devriye göreviyle meşguldü, son adama ka-dar. Titiz kayıtlar tutarlar." "Eminim elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuzdur,"dedi Mrs. Coulter. "Eh, durum bu. Çok yazık. Ama artıkbu konuyu kapatalım. Bana yeni ayırıcıdan söz edin." Lyra korku dolu bir heyecan hissetti. Bu ancak tek biranlama gelebilirdi. Konu değiştiği için rahatlayan doktor, "Ah," dedi, "iştebu gerçek bir ilerleme. İlk modelde, hastanın şoktan ölmeriskinin tam olarak üstesinden gelememiştik hiç, ama şim-di bu konuda muazzam bir ilerleme gerçekleştirdik." Henüz ağzını açmamış olan bir adam, "Skraelingler bu-nu elle daha iyi yapıyorlardı," dedi."Yüzyılların tecrübesi," dedi bir başka adam. Esas konuşmacı, "ama bir süre sadece yırtmak, tek se-çenekti," dedi, "yetişkin operatörler için ne kadar ızdırap-lı olsa da. Hatırlarsanız hayli çok sayıda personeli stresebağlı anksiyite yüzünden işten çıkarmak zorunda kalmış-tık. Ama ilk büyük atılım, Maystad anbarik bisturisi ile bir-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

likte narkoz kullanımıydı. Ameliyat şokundan ölümü yüz-de beşin altına düşürmeyi başarmıştık."355

PHILIP PULLMAN"Ya yeni alet?" diye sordu Mrs. Coulter. Lyra titriyordu. Nabzı kulaklarında hızlı hızlı çarpıyor-du, Pantalaimon ermin bedenini onun yanına bastırmış fı-sıldıyordu. "Şişşt, Lyra, yapmayacaklar -yapmalarına izinvermeyeceğiz-" "Evet, bizzat Lord Asriel tuhaf bir keşifte bulunarak bi-ze yeni metodun anahtarını verdi. Bir manganez ve titan-yum alaşımının bedeni cinden izole etme özelliği taşıdığı-nı keşfetti. Bu arada, Lord Asriel'e neler oluyor?" "Duymadınız belki," dedi Mrs. Coulter. "Lord Asriel er-

telenmiş bir ölüm cezasına çarptırıldı. Svalbard'daki sür-gününün koşullarından biri de, felsefi çalışmalarından tü-müyle vazgeçmesi. Ne yazık ki, kitap ve malzeme elde et-meyi başarmış ve kabul edilmiş doktrinlere karşı çıkanaraştırmalarını, resmen onun yaşamasını tehlikeli hale ge-tirecek noktaya vardırmış. Ne olursa olsun, Vatikan Kon-seyi idam hükmü konusunu tartışmaya başlamış görünü-yor, muhtemelen de uygulanacak. Gelelim sizin yeni ale-tinize, Doktor. Nasıl çalışıyor?" "Aa -evet- idam hükmü dediniz, öyle mi? Aman Ya-rabbi... Üzgünüm. Yeni alet. Tefrik, hasta bilinçli hal-deyken yapılırsa neler olduğunu araştırıyoruz ve elbettebu da Maystadt süreci olmaksızın yapılamaz. Bir tür gi-yotin geliştirdik denebilir sanıyorum. Bıçak manganez vetitanyum alaşımından, çocuk alaşım ağdan -küçük birkabinye benzeyen- bir kompartmana konuyor, cin debununla bağlantılı benzer bir kompartmana. Elbette, he-356

KUZEY IŞIKLARInüz bağlantı varken zincir kopmaz. Sonra bıçak araları-na inerek, zinciri bir anda ayırıyor. Bundan sonra ayrıvarlıklar halini alıyorlar." "Görmek isterdim," dedi Mrs. Coulter. "Umarım, kısazamanda. Ama şimdi yorgunum. Yatmaya gideceğim, sa-nırım. Yarın bütün çocukları görmek istiyorum. Kapıyı ki-min açtığmı buluruz." Sonra iskemlelerin çekilmesi sesleri, kibar sözler, kapa-nan bir kapının sesi geldi. Derken Lyra ötekilerin yenidenyerlerine oturduklarını, daha usulca konuşmayı sürdür-düklerini duydu."Lord Asriel neler karıştırıyor?" "Sanırım Tözün doğası hakkında bambaşka bir fikrivar. Mesele bu. Kabul görmüş doktrinlere son derece ay-kırı, anlıyorsunuz ya, Yüksek Disiplin Divanı da, resmiyorumdan başkasına izin veremez. Üstelik de, deney yap-mak istiyor-""Deney yapmak mı? Tozla mı?""Şişşt! Öyle bağırma...""Olumsuz bir rapor mu verecek dersiniz?""Hayır, hayır. Bence onu çok iyi idare ettin."" Tavrı kaygılandırıyor beni...""Felsefi değil mi demek istiyorsun?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Aynen. Kişisel bir ilgi. Bu tanımı kullanmak istemiyo-rum, ama neredeyse tüyler ürpertici.""Bu biraz fazla kaçtı.""Ama ilk deneyleri hatırlamıyor musun, hani onların357

PHILIP PULLMANayrılmasını görmeye o kadar hevesliydi-" Lyra kendini tutamadı: ağzından küçük bir çığlık çıkıve aynı anda gerildi, titredi, ayağı bir direğe çarptı."O da ne?""Tavanda-""Çabuk ol!" Hızla çekilen iskemlelerin sesi, koşuşan ayaklar, ze-minde çekilen bir masa. Lyra sürünerek uzaklaşmaya ça-lıştı, ama çok az yer vardı ve o daha birkaç metre hareketedemeden yanındaki tavan panosu birden yukarı itilipaçıldı, bir adamın şaşkın yüzüne bakıyordu. Bıyığındakiher kılı görecek kadar yakındaydı. Adam da onun kadarşaşırmıştı, ama daha fazla hareket özgürlüğü olduğu için,elini boşluğa atıp kolunu yakalamayı başarmıştı."Bir çocuk!""Sakın bırakma-" Lyra dişlerini onun büyük çilli eline geçirdi. Adam ba-ğırdı ama kız kan çıkardığı zaman bile onu bırakmadı.Pantalaimon hırlıyor ve tükürüyordu, ancak boşuna.Adam ondan çok daha güçlüydü. Lyra'nın umutsuzca di-reğe yapışmış öbür eli gevşeyene kadar çekti de çekti. Kızsonunda odanın içine düşüyordu neredeyse. Gene de gıkı çıkmadı. Bacaklarını yukarıdaki metalinkeskin kenarına geçirdi; büyük bir öfke içinde tırmalaya-rak, ısırarak, yumruk atarak, tükürerek tepeüstü mücade-le etti. Adamlar acıyla ya da aşırı gayretle soluk soluğakalmış, homurdanıyorlar, ama gene de durmadan çeki-358

KUZEY IŞIKLARIyorlardı.Ve birden gücü kesiliverdi. Sanki yabancı bir el içine, başka hiçbir elin bulunmahakkı olmayan bir yere uzanmış, derinlerdeki kıymetli birşeyi burkmuştu. Kendini bayılacak gibi hissetti, başı döndü, midesi bu-landı, iğrendi, şokla gevşedi.Adamlardan biri Pantalaimon'u tutuyordu. Lyra'nm cinini insan elleriyle tutmuştu ve zavallı Pan,dehşet ve iğrenme duygularıyla neredeyse aklını kaçırmış,tir tir titriyordu. Yabankedisi biçiminde kürkü bir an zayıf-lıkla matlaşıyor, hemen sonra anbarik tehlike kıvılcımlarısaçıyordu... Lyra iki elini onu uzatırken, kendini Lyra'yadoğru büktü...Hareketsiz kaldılar. Esir alınmışlardı. O elleri hissediyordu... Buna izin yoktu... Dokunma-ması gerekirdi... Yanlıştı..."Tek başına mıydı?"Bir adam tavan boşluğuna bakıyordu."Öyle görünüyor...""Kim?""Yeni çocuk."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Hani Samoyed avcıların...""Evet.""O değildir, değil mi... cinleri...""Olabilir de. Ama tek başına yapamaz, değil mi?""Söylesek mi-"359

PHILIP PULLMAN"Bu da üstüne tüy dikmez mi sizce?""Bence öyle. Hiç duymasın daha iyi.""Ama bu konuda ne yapacağız?""Öbür çocukların yanına gidemez.""İmkansız!"" Yapabileceğimiz tek bir şey var, bence.""Şimdi mi?""Mecburuz. Sabaha bırakamayız. İzlemek istiyor." "Kendimiz yapabiliriz. Başkasını karıştırmaya gerekyok." Başlarıymış gibi görünen adam, Lyra'yı da, Pantala-imon'u da tutmayan adam, başparmağının tırnağıyla diş-lerine vurdu. Gözleri yerinde durmuyordu hiç; Bir oraya,bir buraya bakıyor, kayıyor, seğiriyorlardı. Sonunda başı-nı evet anlamına salladı. "Şimdi. Şimdi yapın," dedi. "Yoksa konuşur. Şok, hiçdeğilse buna engel olur. Kim olduğunu, ne gördüğünü,ne duyduğunu hatırlamaz... Haydi." Lyra konuşamıyordu. Güçlükle nefes alıyordu. İstas-yon boyunca, beyaz boş koridorlardan, anbarik güç mı-rıltısı gelen odalardan, çocukların yanlarındaki yastıktayatan ve rüyalarını paylaşan cinleriyle birlikte uyuduğuyatakhanelerin önünden onu taşımalarına izin vermekzorunda kaldı; ve yolun her saniyesinde Pantalaimon'ugözledi, cin de ona uzandı, gözleri bir an bile birbirin-den ayrılmadı.Sonra büyük bir çark vasıtasıyla açılan bir kapı; bir ha-360

KUZEY IŞIKLARIva fısıltısı; ve göz kamaştırıcı beyaz fayanslar ile paslan-maz çelikle pırıl pırıl aydınlanmış bir oda. Duyduğu kor-ku, neredeyse fiziksel bir korkuydu; onu ve Pantala-imon'u soluk gümüş ağdan yapılma, üzerinde büyük so-luk gümüş bir bıçağın onları ebediyen ayırmak üzere den-gede asılı durduğu büyük bir kafese doğru çekiştirirler-ken, gerçekten fiziksel bir korkuya dönüştü. Sonunda sesi geri geldi ve haykırdı. Ses, parlak yüzey-lerde gürültüyle yankılandı, ama ağır kapı tıslayarak ka-panmıştı bile; burada sonsuza kadar haykırıp durabilirdi,dışarı tek bir ses sızmazdı. Ama Pantalaimon, buna cevap olarak o nefret verici el-lerden kıvrılıp bükülerek kurtulmuştu -bir aslan oluyordu,bir kartal; yırtıcı pençelerle onları paralıyordu, koca kanat-ları çılgınca çarpıyordu, sonra kurt olmuştu, ayı, sansar- at-lıyor, hırlıyor, biçiyor, fark edilemeyecek hızda bir dizi dö-nüşüm geçiriyordu; ve bu arada hep sıçrıyor, uçuyor, birnoktadan bir noktaya hızla kaçıyordu; onların beceriksizelleri onu yakalayamıyor, bomboş havaya hamle ediyordu. Ama onların da cinleri vardı, tabii. İkiye karşı üç de-ğil, ikiye karşı altı. Bir porsuk, bir baykuş ve bir babun,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Pantalaimon'u yere yapıştırmaya aynı derecede niyetliy-di ve Lyra onlara bağırıyordu, "Neden? Siz neden bunayardımcı oluyorsunuz? Bize yardım edin! Onlara yardımetmemeniz gerek!"Ve her zamankinden de büyük bir hiddetle tekme attı,361

PHILIP PULLMANısırdı, ta ki onu tutan adam nefessiz kalıp bir an elden bı-rakana kadar -o anda serbest kaldı. Pantalaimon bir şj^,şek kıvılcımı gibi ona doğru zıpladı, Lyra onu ateşli göğ-süne bastırdı, Pantalaimon da yabani kedi pençelerinionun etine batırdı, ama her bir pençenin acısı Lyra içinkıymetliydi. "Asla! Asla! Asla!" diye bağırdı ve ikisi de ölene kadarPantalaimon'u savunmak için sırtını duvara verdi. Ama gene üstüne geldiler, üç iriyarı zalim adam, o isesadece bir çocuktu, şoka kapılmış, dehşete düşmüş bir ço-cuk; Pantalaimon'u ondan aldılar, kızı ağlı kafesin bir ta-rafına attılar ve hâlâ mücadele eden cini öbür tarafa gö-türdüler. Aralarında ağdan bir engel vardı, ama Pantala-imon halen onun bir parçasıydı, halen birbirlerine bağlıy-dılar. Bir saniye ya da daha fazla süreyle, halen onun ken-di sevgili ruhuydu. Adamların solumasının üstünde, kendi hıçkırıklarınınüstünde, cininin tiz çılgın ulumasının üstünde, Lyra birvınlama duydu ve adamlardan birinin (burnu kanayarak)bir dizi şalteri açtığını gördü. Diğer ikisi başlarını kaldırıpbaktılar, kızın gözleri de onlarınkini izledi. Büyük solukgümüş bıçak yavaş yavaş yükseliyordu, ışığın parıltısı üs-tüne vuruyordu. Eksiksiz hayatının son anı, şimdiye ka-darki en kötü anı olacaktı."Burada neler oluyor?"İnce, müzikal bir ses: onun sesi. Her şey durdu."Ne yapıyorsunuz? Ya bu çocuk kim-"362

KUZEY IŞIKLARI Çocuk kelimesini tamamlamadı aslında, çünkü o andaLyra'y1 tanıdı. Lyra gözyaşlarının bulandırdığı gözleriyleonun sendelediğini, bir sıraya tutunduğunu gördü; o ka-dar güzel ve sakin olan yüzü bir anda çökmüş, dehşet do-lu bir hal almıştı."Lyra-" diye fısıldadı. Altın maymun şimşek gibi onun yanından fırladı veLyra yere düşerken, Pantalaimon'u ağ kafesin altından çe-kip aldı. Pantalaimon maymunun yardımsever pençelerin-den kendini çekip kurtardı, sendeleyerek Lyra'nın kolları-na doğru gitti. "Asla, asla," diye fısıldadı kız onun kürküne, cin de çar-pan kalbini onunkine bastırdı. Bir gemi kazasının ıssız bir kıyıda titreşen kazazedele-ri gibi, birbirlerine sarılmış halde öylece durdular. Mrs.Coulter'ın adamlarla konuştuğunu hayal meyal duydu,ama ses tonunu bile yorumlayamadı. Sonra o nefret veri-ci odadan çıkıyorlardı, Mrs. Coulter bir koridor boyuncaonu yarı taşıyor, yarı yürümesine yardımcı oluyordu; son-ra da bir kapı, bir yatakodası, havada mis bir koku, yumu-şak ışıklar...

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Mrs. Coulter onu şefkatle yatağa yatırdı. Lyra'nın koluPantalaimon'a öyle sıkıca sarılmıştı ki, bunun gücüyle tit-riyordu. Yumuşak bir el, başını okşadı. "Canım, canım yavrum," dedi o tatlı ses. "Nasıl oldu dageldin buraya?"363

17Cadılar Lyra kontrolsüz bir şekilde inledi ve titredi, sanki kal-bini neredeyse donduracak kadar soğuk bir sudan çekipçıkarılmış gibi. Pantalaimon öylece onun giysilerininiçinde, çıplak tenine yaslanmış yatıyor, severek onu ken-dine getirmeye çalışıyordu. Ama her an bir içki ya da öy-le bir şey hazırlamakta olan Mrs. Coulter'ın ve hepsindenönemlisi, sadece Pantalaimon'un gördüğü sırada sert kü-çük parmaklarını Lyra'nm vücudunda çabucak dolaştır-mış olan altm maymunun farkındaydı. Maymun belini deyoklamış ve içindekilerle muşamba keseyi hissetmişti. "Kalk otur da bunu iç, canım," dedi Mrs. Coulter. Yu-muşak kolu, Lyra'nm sırtına sarılıp onu kaldırdı. Lyra kendini kastı, ama Pantalaimon'un ona şöyle dü-şünmesiyle hemen gevşedi: Ancak numara yaptığımızsürece emniyetteyiz. Gözlerini açtı, ıslak olduklarını farketti ve hem şaşırıp hem utanarak, ağladı, ağladı. Mrs. Coulter halden anlar sesler çıkardı, içkiyi may-munun ellerine verip, Lyra'nm gözlerini mis kokulu bir364

KUZEY IŞIKLARImendille kuruladı. "Ağla ağlayabildiğin kadar, yavrucuğum," dedi o yu-muşacık sesle. Lyra durabildiği anda durmaya karar ver-di. Gözyaşlarını tutmaya çalıştı, dudaklarını birbirinebastırdı, hâlâ göğsünü sarsan hıçkırıkları yuttu. Pantalaimon da aynı oyunu oynadı: kandır onları,kandır onları. Fare oldu ve maymunun pençelerindekiiçeceği koklamak için Lyra'nın elinden uzaklaştı. Zarar-sızdı: kaynamış sarı papatya suyu, hepsi o kadar. TekrarLyra'nın omuzuna tırmandı ve fısıldadı: "İç." Lyra doğruldu, sıcak fincanı iki eliyle tuttu, bir yu-dumladı, bir soğuşun diye üfledi. Gözlerini yerde tuttu.Şimdiye kadar yaptığından çok daha büyük bir gayretlenumara yapması gerekiyordu. "Lyra, bir tanem," diye mırıldandı Mrs. Coulter, onunsaçını okşayarak. "Seni sonsuza dek kaybettik sanmıştım!Ne oldu? Kayıp mı oldun? Biri seni daireden mi aldı?""Evet," diye fısıldadı Lyra."Kimdi, canım?""Bir adamla bir kadın.""Partideki konuklar mı?" "Sanırım. Sizin aşağıda bir şeye ihtiyacınız olduğunusöylediler, ben de almaya indim, beni yakaladılar ve ara-bayla bir yere götürdüler. Ama onlar durunca çabucakdışarı koştum, kaçıp saklandım ve bir daha asla beni ya-kalayamadılar. Ama nerede olduğumu bilmiyordum..."Yeni bir hıçkırıkla kısa bir süre sarsıldı, ne var ki şim-365

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMANdiki hıçkırık öncekiler kadar şiddetli değildi, ayrıca onahikayesinin bir sonucu süsü verebilirdi. "Ve dönüş yolunu bulmak için oralarda dolaştım amabu Hamhumlar beni yakaladı... başka çocuklarla birlik-te bir kamyonete koyup bir yere götürdüler, büyük birbinaya, nerdedir bilmem." Geçen her saniyeyle birlikte, ağzından çıkan her cüm-leyle, biraz daha güçlendiğini hissediyordu. Ve şimdi deaşina ama zor bir şey, sonuçları önceden hemen hemenhiç bilinmeyecek bir şey yaptığı, yani yalan söylediği için,bir tür ustalık hissetti, aletiyometrenin ona verdiği türdenbir karmaşıklık ve kontrol duygusu. Açık biçimde imkan-sız olan bir şey söylememeye dikkat etmeliydi; bazen be-lirsiz konuşmalı, bazı yerde de inanılır ayrıntılar uydur-malıydı; kısacası, sanatçı olmak gerekiyordu."Seni bu binada ne kadar tuttular?" dedi Mrs. Coulter. Lyra'nın kanallarda yolculuğu ve çinganlarla geçirdiğisüre haftaları bulmuştu: o süreyi hesaba katması gereki-yordu. Hamhumlar'la Trollesund'a bir yolculuk icat etti,sonra kasabaya ilişkin gözlemlerinden doğan ayrıntılarlabezeli bir kaçış hikayesi, Einarsson'un barında bütün işle-ri yapan hizmetçi olarak geçmiş bir süre, daha içerilerdebir çiftçi ailesi için çalışarak yaşanan günler ve nihayet Sa-moyed'ler tarafından yakalanıp Bolvangar'a getirilmek."Ve onlar az daha -az daha kesiyorlardı-""Sus, canım, sus. Neler olup bittiğini öğreneceğim.""Ama bunu niye yapacaklardı ki? Ben hiçbir yanlış yap-366

KUZEY IŞIKLARImadım! Bütün çocuklar orada neler oluyor diye korkuyor,kimse bilmiyor. Ama korkunç. Her şeyden kötü... Nedenbunu yapıyorlar, Mrs. Coulter? Neden böyle zalimler?" "Sakin ol, sakin ol... Emniyettesin, canım. Sana artıkbunu asla yapmayacaklar. Artık burada olduğunu biliyo-rum, emniyettesin ve bir daha asla tehlikede olmayacak-sın. Kimse sana zarar vermeyecek, Lyra bir tanem; kim-se canını yakmayacak...""Ama öteki çocuklara yapıyorlar! Niye?""Ah, hayatım-""Toz, değil mi?""Sana bunu söylediler mi? Doktorlar mı söyledi?" "Çocuklar biliyor. Bütün çocuklar bundan söz ediyor,ama kimse bilmiyor. Ve az daha bana yapıyorlardı -ba-na söylemelisiniz! Sır olarak saklamaya hakkınız yok, ar-tık yok!" "Lyra... Lyra, Lyra. Bir tanem, bunlar büyük, zor fikir-ler, Toz vesaire. Çocukların kaygılanacağı bir şey değil.Ama doktorlar bunu çocuklara kendi iyilikleri için yapı-yor, sevgilim. Toz kötü bir şey, yanlış bir şey, fena vetehlikeli bir şey. Büyükler ve cinlerine toz öyle derindenbulaşmıştır ki, onlar için çok geçtir artık. Yardım edile-mez. .. Ama çocuklarda süratli bir operasyon, onların bu-na karşı güvende olmalarını sağlar. Toz bir daha onlaraasla yapışmaz. Güvenlik içinde olurlar artık, mutlu ve-" Lyra küçük Tony Makarios'u düşündü. Birden öneeğilip öğürdü. Mrs. Coulter geriye çekilip onu bıraktı.367

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMAN"İyi misin, canım? Banyoya git-"Lyra iyice bir yutkundu, gözlerini ovuşturdu. "Bize bunu yapmanız gerekmez," dedi. "Bırakın gide-lim. Bahse girerim ki Lord Asriel, neler olduğunu bilsey-di, kimsenin bunu yapmasına izin vermezdi. Eğer ondaToz varsa, sizde Toz varsa, Jordan Başkam'nda ve başkabütün büyüklerde varsa, zararsız olmalı. Burdan çıktığım

zaman dünyadaki bütün çocuklara durumu anlatacağım.Hem, o kadar iyiyse neden bana yapmalarına engel oldu-nuz? Bıraksaydınız, yapsaydılar. Memnun olmalıydınız." Mrs. Coulter başını sallıyor, mahzun, bilgece bir te-bessümle gülümsüyordu. "Bir tanem," dedi, "iyi olan şeylerin bir kısmı bazenbirazcık canımızı yakar ve elbette sen üzülürsen, başka-larının da üzülmesi doğal... Ama bu cininin senden alın-dığı anlamına gelmiyor. Hâlâ orada! Hey yarabbi, bura-daki büyüklerin çoğu da aynı operasyondan geçti. Hem-şireler yeterince mutlu görünüyor, değil mi?" Lyra gözlerini kırpıştırdı. Birden onların tuhaf boş ba-kışlı meraksızlığını, pıtır pıtır giden küçük cinlerinin ne-den uykuda yürüyormuş gibi göründüğünü anlamıştı. Bir şey söyleme, diye düşündü kendi kendine ve ağ-zını sıkıca kapadı. "Bir tanem, kimse bir çocuk üzerinde önce deneme-den bir operasyon yapmayı hayal bile etmez. Ve kimsebin yıl geçse bir çocuğun cinini bütün bütün çekip al-maz! Küçücük bir kesik, hepsi bu, sonra da her şey hu-

368

KUZEY IŞIKLARIzurlu oluyor. Sonsuza kadar! Anlıyorsun ya, cinin senküçükken harika bir arkadaş ve yoldaş ama ergenlik de-diğimiz çağda, ki kısa süre sonra sen de o yaşta olacak-sın, bir tanem, cinler her türlü belalı düşünce ve duygu-ya yol açıyor ve işte Toz'a kapıyı açan da bu. Ondan ön-ce çabucak küçük bir operasyon yapılırsa, başın tama-men beladan kurtuluyor. Ve cinin de seninle kalıyor, sa-dece... artık bağlı değil. Tıpkı... tıpkı harika bir ev hay-vanı gibi diyelim istersen. Dünyanın en iyi ev hayvanı!Bunu istemez miydin?" Ah, kötü kalpli yalancı, ah, ne utanmazca palavralaratıyordu böyle! Ve Lyra bunların yalan olduğunu bilme-se bile (Tony Makarios; kafeslere tıkılmış o cinler), genede onun söylediklerinden şiddetli bir tutkuyla nefretederdi. Sevgili ruhu, kalbinin cesur yoldaşı kesilip de pı-tır pıtır yürüyen bir ev hayvanı düzeyine indirilecek, öy-le mi? Lyra nefretle parladı parlayacak gibiydi, Pantala-imon da onun kollarında bütün biçimlerinin en çirkini,en berbadı olan sansara dönüşmüş halde, hırladı. Ama bir şey demediler. Lyra, Pantalaimon'a sık sıkısarıldı, Mrs. Coulter onun saçını okşadı. "Papatyanı iç bitir," dedi usulca. "Senin için şuracıktabir yatak yaptırırız. Geri dönüp öteki kızlarla yatakhane-yi paylaşmana gerek yok, tam ben küçük asistanımı ye-niden bulmuşken. Gözde asistanımı! Dünyanın en iyi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

asistanı. Biliyor musun, Londra'yı altüst edip seni aradık,bir tanem. Polise ülkenin her kentinde seni arattık. Ah,369

PHILIP PULLMAN"İyi misin, canım? Banyoya git-"Lyra iyice bir yutkundu, gözlerini ovuşturdu. "Bize bunu yapmanız gerekmez," dedi. "Bırakın gide-lim. Bahse girerim ki Lord Asriel, neler olduğunu bilsey-di, kimsenin bunu yapmasına izin vermezdi. Eğer ondaToz varsa, sizde Toz varsa, Jordan Başkanı'nda ve başkabütün büyüklerde varsa, zararsız olmalı. Burdan çıktığımzaman dünyadaki bütün çocuklara durumu anlatacağım.Hem, o kadar iyiyse neden bana yapmalarına engel oldu-nuz? Bıraksaydınız, yapsaydılar. Memnun olmalıydınız." Mrs. Coulter başını sallıyor, mahzun, bilgece bir te-bessümle gülümsüyordu. "Bir tanem," dedi, "iyi olan şeylerin bir kısmı bazenbirazcık canımızı yakar ve elbette sen üzülürsen, başka-larının da üzülmesi doğal... Ama bu cininin senden alın-dığı anlamına gelmiyor. Hâlâ orada! Hey yarabbi, bura-daki büyüklerin çoğu da aynı operasyondan geçti. Hem-şireler yeterince mutlu görünüyor, değil mi?" Lyra gözlerini kırpıştırdı. Birden onların tuhaf boş ba-kışlı meraksızlığını, pıtır pıtır giden küçük cinlerinin ne-den uykuda yürüyormuş gibi göründüğünü anlamıştı. Bir şey söyleme, diye düşündü kendi kendine ve ağ-zını sıkıca kapadı. "Bir tanem, kimse bir çocuk üzerinde önce deneme-den bir operasyon yapmayı hayal bile etmez. Ve kimsebin yıl geçse bir çocuğun cinini bütün bütün çekip al-maz! Küçücük bir kesik, hepsi bu, sonra da her şey hu-368

KUZEY IŞIKLARIzurlu oluyor. Sonsuza kadar! Anlıyorsun ya, cinin senküçükken harika bir arkadaş ve yoldaş ama ergenlik de-diğimiz çağda, ki kısa süre sonra sen de o yaşta olacak-sın, bir tanem, cinler her türlü belalı düşünce ve duygu-ya yol açıyor ve işte Toz'a kapıyı açan da bu. Ondan ön-ce çabucak küçük bir operasyon yapılırsa, başın tama-men beladan kurtuluyor. Ve cinin de seninle kalıyor, sa-dece... artık bağlı değil. Tıpkı... tıpkı harika bir ev hay-vanı gibi diyelim istersen. Dünyanın en iyi ev hayvanı!Bunu istemez miydin?" Ah, kötü kalpli yalancı, ah, ne utanmazca palavralaratıyordu böyle! Ve Lyra bunların yalan olduğunu bilme-se bile (Tony Makarios; kafeslere tıkılmış o cinler), genede onun söylediklerinden şiddetli bir tutkuyla nefretederdi. Sevgili ruhu, kalbinin cesur yoldaşı kesilip de pı-tır pıtır yürüyen bir ev hayvanı düzeyine indirilecek, öy-le mi? Lyra nefretle parladı parlayacak gibiydi, Pantala-imon da onun kollarında bütün biçimlerinin en çirkini,en berbadı olan sansara dönüşmüş halde, hırladı. Ama bir şey demediler. Lyra, Pantalaimon'a sık sıkısarıldı, Mrs. Coulter onun saçını okşadı. "Papatyanı iç bitir," dedi usulca. "Senin için şuracıktabir yatak yaptırırız. Geri dönüp öteki kızlarla yatakhane-yi paylaşmana gerek yok, tam ben küçük asistanımı ye-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

niden bulmuşken. Gözde asistanımı! Dünyanın en iyiasistanı. Biliyor musun, Londra'yı altüst edip seni aradık,bir tanem. Polise ülkenin her kentinde seni arattık. Ah,369

PHILIP PULLMANseni öyle özledim ki! Yeniden bulduğum için ne kadamutlu olduğumu anlatamam..." Bu sırada altın maymun huzursuz huzursuz geziniyorbazen masaya tüneyip kuyruğunu sallıyor, hemen sonraMrs. Coulter'a yapışıp kulağına yavaşça bir şeyler fısıldı-yor, hemen ardından da kuyruğu dimdik, bir aşağı biryukarı dolaşıyordu. Mrs. Coulter'm sabırsızlığını açığavuruyordu, elbette, ve sonunda o da kendini daha fazlatutamadı. "Lyra, canım," dedi, "sanırım sen oradan ayrılmadanönce Jordan Başkanı sana bir şey verdi. Doğru, değil mi?Sana bir aletiyometre verdi. Ama mesele şu: onun değil-di ki versin. Ona emanet edilmişti. Üstünde taşınmaya-cak kadar değerlidir, sahiden -biliyor musun, dünyadaonlardan sadece iki ya da üç tane kaldı! Sanırım Başkanonu sana, Lord Asriel'in eline geçer umuduyla verdi. Ba-na söylememeni tembih etti, değil mi?"

Lyra ağzını büktü. "Evet, anlıyorum. Eh, aldırma şekerim, çünkü banasöylemedin zaten, değil mi? Sözünü bozmadın. Ama din-le, canım, ona gerçekten iyi göz kulak olunması gerekir.Korkarım öyle ender ve narin ki, onu daha fazla riskeatamayız." "Peki niye Lord Asriel'e verilmesin?" dedi Lyra, kıpır-damadan. "Yaptığı şey yüzünden. Sürgüne gönderildi, biliyor-sun, çünkü aklında tehlikeli ve kötücül bir şey var. Pla-370

KUZEY IŞIKLARInını tamamlamak için ona aletiyometre gerek ama, inanbana canım, insanın yapacağı en son şey ona aletiyomet-reyi vermek olmalı. Jordan Başkanı maalesef yanılmıştıAma şimdi artık bildiğine göre, bana vermen aslında da-ha iyi °lur> değil mi? Seni onu taşıma derdinden ve onagöz kulak olma kaygısından kurtarır - hem üstelik nasılbir bulmacaydı kim bilir, böyle aptal eski bir şeyin neyeyarayacağını merak etmek..." Lyra kendi kendine, nasıl, ama nasıl olup da bu kadı-nı öylesine cazip ve akıllı bulduğunu merak etti. "Onun için de eğer şimdi yanmdaysa, canım, ona gözkulak olayım diye bana versen daha iyi olur. Belindekikemerde, değil mi? Evet, akıllıca bir iş yapmışsın, öylegözden uzakta tutarak..." Elleri Lyra'nın etekliğindeydi, az sonra sert muşamba-yı çözüyordu. Lyra gerildi. Altın maymun yatağın ayakucunda çömelmiş, küçük siyah elleri ağzında, beklentiy-le titriyordu. Mrs. Coulter, kemeri Lyra'nm belinden çek-ti ve kesenin düğmelerini açtı. Hızlı hızlı soluyordu. Si-yah kadife kumaşı çıkarıp katlarını açtı, İorek Byrni-son'ın yaptığı teneke kutuyu buldu. Pantalaimon yeniden kedi olmuş, atlamaya hazır bek-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

liyordu. Lyra bacaklarını büküp Mrs. Coulter'dan uzak-laştı ve vakti gelince o da koşabilsin diye onları aşağı,yere uzattı. "Bu da ne?" diye sordu Mrs. Coulter, eğleniyormuş gi-bi. "Ne komik eski bir teneke! Emniyette olsun diye mi371

PHILIP PULLMANburaya koydun, canım? Bunca yosun... Özenli davranmışsın, değil mi? İlkinin içinde bir teneke daha! Hem delehimlenmiş! Bunu kim yaptı, canım?"

Dikkatini tenekeyi açmak üzerinde öyle bir toplamış-tı ki, cevabını beklemedi. El çantasında, bir sürü farklıaksesuarı olan bir çakı vardı, bir bıçak ağzını çekip ka-pağın altına soktu.Birden odayı kızgın bir vızıldama doldurdu. Lyra ve Pantalaimon yerlerinden kıpırdamadılar. Hay-ret eden, meraklanan Mrs. Coulter, kapağı çekti ve altınmaymun bakmak için yaklaşıp eğildi. Sonra şaşkınlık verici bir anda casus-sineğin siyah su-reti tenekeden fırlayıp çıktı ve büyük bir hızla maymu-nun yüzüne çarptı. Maymun haykırdı, kendini geriye attı. Elbette Mrs.Coulter'ın da canı yanıyordu; o da maymunla birlikte acıve korkuyla bağırdı ve küçük kurgu mekanizmalı şeytanonun üzerine tırmandı, göğsünden boğazına, yüzünedoğru. Lyra bir an bile tereddüt etmedi. Pantalaimon kapıyasıçradı, Lyra da hemen onun ardına takıldı, kapıyı kopa-rırcasına açıp hayatında koşmadığı kadar hızla koştu. "Yangın alarmı!" diye bağırdı Pantalaimon, onun önüsıra uçarken. Lyra bir sonraki köşede bir düğme gördü, çaresizyumruğuyla camı kırdı. Yatakhanelere doğru koşmayadevam etti, başka bir alarmı kırdı, sonra bir başkasını da-372

KUZEY IŞIKLARIjıa. İnsanlar koridora çıkmaya, sağa-sola bakınıp yangınıaramaya başladı. O sırada mutfağa yaklaşmıştı ve Pantalaimon aklınahemen bir düşünce getirdi, Lyra hızla içeri girdi. Bir ansonra bütün gaz musluklarını açmış, en yakın ocağa birkibrit tutmuştu. Sonra bir raftan bir un çuvalı sürükledi,onu bir masanın kenarına savurdu ki patlasın ve havayıbeyazla doldursun, çünkü bir alevin yakınında una böy-le bir şey yapılırsa patlayacağını duymuştu. Sonra dışarı fırladı ve son hızla kendi yatakhanesinekoştu. Artık koridorlar doluydu: çocuklar, heyecandankızarmış, oraya buraya koşuyorlardı, kaçmak kelimesikulaktan kulağa dolaşıyordu. En büyük olanlar giysilerinsaklandığı depolara gidiyor, daha küçükleri de yanları sı-ra sürüklüyorlardı. Yetişkinler her şeyi kontrol etmeyeçalışıyor ve hiçbirisi neler olup bittiğini bilmiyordu. Heryerde bağıran, ittiren, ağlayan, itişen insanlar vardı. Bütün bu süre zarfında Lyra ve Pantalaimon ok gibiyatakhaneye yönelmişler, hızla oraya doğru gidiyorlardıve tam oraya yaklaşmışlardı ki arkalarında bütün binayı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sarsan tok bir patlama meydana geldi. Diğer kızlar kaçmıştı: oda boştu. Lyra dolabını bir kö-şeye çekti, üstüne çıktı, kürkleri tavandan çıkardı, eliylealetiyometreyi arandı. Hâlâ oradaydı. Kürkleri çabucakgiydi, kukuletasını öne çekti. Kapıdaki serçe biçiminde-ki Pantalaimon seslendi:"Şimdi!"373

PHILIP PULLMAN Dışarı koştu. Şans eseri şimdiden soğuk hava için uvgun giysiler bulmuş olan birkaç çocuk koridor boyuncana girişe doğru koşuyorlardı, onlara katıldı, ter içindeydikalbi çarpıyordu. Ya kaçacağını, ya öleceğini biliyordu. Yol kapalıydı. Mutfaktaki yangın hızla büyümüştü veartık un mu gaz mı, bir şey çatının bir kısmını aşağı in-dirmişti. İnsanlar yakıcı soğuğa çıkmak için bükülmüşpayandalar ve kirişlere tırmanıyorlardı. Kuvvetli bir gazkokusu vardı. Sonra birincisinden daha yakında ve dahagürültülü olan ikinci patlama geldi. Darbe, birçok insanıyere yıkarken, korku ve acı çığlıkları havayı doldurdu. Lyra zorlukla doğruldu ve Pantalaimon'un, diğer cinçığlıkları ve kanat çırpışları arasında, "Buradan! Bura-dan!" diye seslenmesiyle, kendini molozların üstüne çek-ti. Soluduğu hava donmuştu, çocuklar dışarıda giyilecekgiysilerini bulmuş olsalar bari diye ümit etti; doğrusu, is-tasyondan kaçıp da soğuktan ölmek hiç de hoş olmazdı. Şimdi sahiden de bir yangın vardı. Gece göğü altın-daki çatıya çıktığında, binanın yanındaki büyük bir deli-ğin kenarlarını yalayan alevleri gördü. Ana girişte çocuk-lar ve yetişkinlerden oluşan bir kalabalık vardı, ama ar-tık yetişkinler daha endişeliydi, çocuklar da daha fazlakorkmuştu: çok, çok daha korkmuş. "Roger! Roger!" diye seslendi Lyra ve bir baykuşunkeskin gözlerine sahip olan Pantalaimon, öterek onugördüğünü söyledi.Bir an sonra, birbirlerini bulmuşlardı.374

KUZEY IŞIKLARI "Hepsine benimle gelmelerini söyle!" diye bağırdıLyra onun kulağına."Gelmezler -hepsi paniğe kapılmış-" "Onlara kaybolan çocuklara neler yaptıklarını söyle!Koca bir bıçakla cinlerini kesiyorlar! Bu akşamüstü nelergördüğünü söyle onlara -serbest bıraktığımız bütün ocinleri! Onlara eğer kaçmazlarsa, başlarına aynı şeyin ge-leceğini söyle!" Roger dehşet içinde, ağzı açık kalakaldı, ama dahasonra aklını başına topladı ve en yakındaki tereddütlüçocuklar grubuna koştu. Lyra da aynı şeyi yaptı ve me-saj gruptan gruba geçerken bazı çocuklar feryat ederekcinlerine korkuyla sıkı sıkıya sarıldı. "Benimle gelin!" diye haykırdı Lyra. "Yardım geliyor!Açık araziye çıkmamız gerek! Koşun hadi!" Çocuklar onu duydu ve çizmeleri sepsert olmuş kardapat pat sesler ve gıcırtılar çıkararak Lyra'yı izlediler, kapalıbölmeden ışıkların oluşturduğu yola doğru ilerlediler. Gerilerinde yetişkinler bağırıyordu, binanın bir başka

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kısmı çökerken, bir gümbürtü ve tangırtı duyuldu. Kıvıl-cımlar havaya saçıldı ve alevler, yırtılan kumaşmkinebenzer bir sesle yükseldi; ama bunun içinden de başkabir ses duyuldu, korkutacak kadar yakından gelen, vah-şi bir ses. Lyra bunu daha önce hiç duymamıştı, ama he-men ne olduğunu anladı: Tatar muhafızların kurt-cinleri-nin ulumasıydı bu. Kendini tepeden tırnağa bitkin hisset-ti, pek çok çocuk korkuyla geri döndü, sendeleyerek375

PHILIP PULLMANdurdular, çünkü ileride ilk Tatar muhafız, süratli ama vrulmak bilmez bir koşuyla, tüfeği hazır, yanıbaşında kuvvetle koşan cininin kurşuni siluetiyle, gelmişti. Sonra bir başkası geldi ve bir başkası. Hepsi yastrkhzırh giymişlerdi ve gözleri yoktu -en azından miğferleri-nin kar yarıklarının gerisinde göz namına bir şey görün-müyordu. Görülebilecek gözler, tüfek namlularının yu-varlak siyah uçlarıyla, kurt cinlerin çenelerinden akansalyanın üstünde parıldayan sarı gözlerinden ibaretti. Lyra durakladı. Bu kurtların ne kadar korkutucu oldu-ğunu hayal bile etmemişti. Ve de Bolvangar'daki insan-ların büyük tabuyu ne kadar rahatlıkla bozduklarını bil-diği için, şimdi bu salyalar damlayan dişlerin düşüncesionu ürkütüyordu... Tatarlar, yanlarında kendileri kadar disiplinli ve id-manlı cinleriyle birlikte koşup, ışıklı caddeye giden girişboyunca tek sıra durdular. Bir dakika sonra ikinci bir sı-ra olacaktı, çünkü daha da fazlası geliyordu, ve onlarınarkasında daha da vardı. Lyra umutsuzlukla düşündü:çocuklar askerlerle dövüşemez. Oxford Çamuryatakla-rı'nda, tuğla yakıcıların çocuklarına çamur parçaları attık-ları savaşlar gibi değildi bu. Ya da öyleydi belki! Üzerine üzerine gelen bir tuğlayakıcı oğlanın geniş yüzüne nasıl bir avuç dolusu balçıkattığını hatırladı. Gözlerini ovuşturup temizlemek içindurmuştu, sonra da şehirli çocuklar üstüne atlamıştı.376

KUZEY IŞIKLARI Lyra o zaman çamurda duruyordu. Şimdi karda duru-yordu. Tıpkı o öğleden sonra yaptığı gibi, ama şimdi ölümü-ne kararlı, bir tutam kar avuçladı ve en yakındaki aske-re fırlattı. "Gözlerine isabet ettirin!" diye bağırdı ve bir tane da-ha attı. Diğer çocuklar da ona katıldı, sonra birinin cinininaklına kartopunun yanında bir kırlangıç olarak uçmak veonu doğrudan doğruya hedefin göz yarıklarına doğrudürtmek geldi -derken hepsi buna katıldı. Birkaç dakikaiçinde Tatarlar tükürerek ve küfrederek, sıkışmış karıgözlerinin önündeki dar yarıktan elleriyle süpürmeye ça-lışarak, sendeleye sendeleye dolaşıyorlardı. "Hadi!" diye bağırdı Lyra ve kendini ışıklı caddeye çı-kan kapıya doğru attı. Çocukların hepsi, onun arkasından atıldılar; kurtlarınısırdı ısıracak çenelerinden uzak kaçmaya çalışarak cad-deden aşağı, ötedeki onları çağıran açık arazinin karan-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lığına doğru koşabildiklerince hızlı koştular. Arkalarından sert bir çığlık yükseldi, bir subay bağıra-rak emir veriyordu. Onlarca tüfek emniyeti aynı andaaçıldı, sonra bir başka çığlık duyuldu ve gergin bir ses-sizlik çöktü; sadece kaçan çocukların yere vuran ayakla-rı ve soluk soluğa nefes alışları duyuluyordu. Nişan alıyorlardı. İsabet ettirmemeleri söz konusu de-ğildi.377

PHILIP PULLMAN Ama daha ateş edemeden Tatarlar'dan birinden nefe-si kesilmiş gibi bir ses geldi, bir başkasından ise bir şaş-kınlık feryadı yükseldi. Lyra durup dönünce, karda, sırtında gri tüylü bir ok-la yatan bir adam gördü. Kıvranıyor, kasılıyor, kan tükü-rüyordu; diğer askerler de oku kim attı diye sağa solabakmıyordu. Ancak görünürde okçu yoktu. Sonra bir ok dosdoğru gökyüzünden uçarak geldi, vebaşka bir adamı başının arkasından vurdu. Adam anındadüştü. Subay'm haykırışıyla, herkes karanlık gökyüzünebaktı."Cadılar!" dedi Pantalaimon. Gerçekten de onlardı: çok yükseklerde, üzerine binipuçtukları bulut-çamı dallarının iğnelerinden hava geçer-ken çıkan tıslama ve hışırtılar eşliğinde süzülüp gelen,düzensiz, zarif siyah şekiller. Lyra bakarken, biri anidenaşağı yöneldi, bir ok attı: bir adam daha düştü. Sonra bütün Tatarlar tüfeklerini havaya kaldırıp ka-ranlığa alev saçtılar, hiçliğe, gölgelere, bulutlara ateş et-tiler ve gittikçe üzerlerine daha fazla ok yağdı. Ama komutayı elinde bulunduran subay çocuklarınneredeyse uzaklaşmış olduklarını görünce bir mangayaarkalarından gitmelerini emretti. Çocukların bazıları çığ-lık attı. Ve sonra da daha fazlası çığlık attı, artık ilerlemi-yor, şaşkınlık içinde geri dönüyorlardı, ışıklı caddeningerisindeki karanlıktan üstlerine atlayan canavarca şekilonları dehşete düşürmüştü.378

KUZEY IŞIKLARI "İorek Bymison!" diye bağırdı Lyra, göğsü sevinçtenneredeyse çatlayarak. Saldırı halindeki zırhlı ayı, ona ivme veren kendi ağır-lığı dışındaki herhangi bir ağırlığın bilincinde değil gibiy-di. Neredeyse flu halde, Lyra'nm yanından hızla geçti,Tatarlar'a cepheden bindirdi ve askerleri, cinleri, tüfekle-ri dört bir yana savurdu. Sonra durdu, çevik bir atletikgüçle şimşek gibi döndü ve ona en yakın olan muhafız-lara, iki yana birer tane olmak üzere iki müthiş darbevurdu. Bir kurt cin şimşek gibi üzerine atladı: İorek dişi kur-du havada biçti, içinden parlak bir ateş fışkıran kurt kar-lara düştü ve tıslayıp uluduktan sonra yok oldu. İnsanıda aynı anda öldü. Bu çifte saldırı karşısında Tatar subay tereddüt etme-di. Bağırarak verilmiş bir dizi emrin ardından adamlarikiye bölündü: biri cadıları uzak tutmak, daha çok sayı-da askerden oluşan bölüm de ayıyı alt etmek üzere. As-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kerler muhteşem bir cesarete sahipti. Dörtlü gruplar ha-linde tek dizlerinin üstüne çöktüler ve sanki atış poligo-nundaymış gibi tüfeklerini ateşlediler, İorek'in heybetlicüssesi onlara doğru atılırken yerlerinden bir santim bi-le kıpırdamadılar. Bir an sonra ölmüşlerdi. İorek yeniden saldırdı, bir yana döndü, biçti, hırladı,ezdi; bu sırada kurşunlar eşekarısı ya da sinekmişcesineetrafında uçuşuyordu, ona hiç mi hiç zararları olmuyor-du. Lyra çocukları ilerlemeye, ışıkların ötesindeki karan-379

PHILIP PULLMANlığa gitmeye teşvik etti. Uzaklaşmalıydılar, çünkü Tatar-lar ne kadar tehlikeli olursa olsun, Bolvangar'daki yetiş-kinler daha da tehlikeliydi. Bu yüzden de çocukları harekete geçirmek için ses-lendi, çağırdı, itekledi. Arkalarındaki ışıklar kara uzungölgeler düşürmeye başladığında Lyra kalbinin kutupgecesinin koyu karanlığına ve temiz soğuğuna doğrusevgiyle uzandığını; tıpkı şimdi kendi süratinden zevkduyan bir yabani tavşan olmuş Pantalaimon'un yaptığıgibi onu sevmek için ileri doğru atıldığını hissetti."Nereye gidiyoruz?" dedi biri."Burada kardan başka bir şey yok!" "Bir kurtarma ekibi geliyor," dedi Lyra onlara. "Elli yada daha fazla çingan var. Bahse girerim, sizlerin de ak-rabalarınız vardır. Bir çocuk kaybeden bütün çingan ai-leler birini gönderdi.""Ben çingan değilim," dedi bir oğlan."Fark etmez. Gene de seni alıp götürürler.""Nereye?" dedi biri, ters ters. "Eve," dedi Lyra. "Buraya bunun için geldim, sizi kur-tarmaya, çinganlan da sizi eve götürsünier diye burayagetirdim. Biraz daha gidersek buluruz onları. Ayı onlarınyanındaydı, çok uzakta olamazlar." "O ayıyı gördün mü?" diyordu bir oğlan. "O cini orta-dan biçtiğinde -adam da biri kalbini çıkarmış gibi he-mencecik oluverdi!""Cinlerin öldürülebildiğini bilmiyordum," dedi bir380

KUZEY IŞIKLARIbaşkası. Şimdi hepsi konuşuyordu; heyecan ve rahatlama, her-kesin dilini çözmüştü. Konuşmalarının da bir sakıncasıyoktu, yeter ki ilerlemeyi sürdürsünler. "Doğru mu," diye sordu bir kız, "orada o söylenenle-ri sahiden yapıyorlar mı?" "Evet," dedi Lyra. "Birini cini olmadan göreceğim ak-lımdan bile geçmezdi. Ama buraya gelirken bu cinsizküçük oğlanı tek başına bulduk. Boyuna cinini istiyordu,nerede diyordu, beni bulacak mı? Adı Tony Makarios'tu." "Onu tanıyorum!" dedi biri, diğerleri de ona katıldı."Evet, onu alıp götürdüler, bir hafta oldu..." "Eh işte, cinini kesip almışlar," dedi Lyra, onları nasıletkileyeceğini bilerek. "Onu bulmamızdan az sonra öl-dü. Kesip aldıkları bütün cinleri, orada, gerideki bir ka-re binada kafeslerde saklamışlar." "Doğru," dedi Roger. "Lyra da yangın alarmı sırasında

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

onları dışarı saldı." Billy Costa, "Evet, gördüm onları!" dedi. "Önce ne ol-duklarını anlamadım ama, o kazla birlikte uçtuklarınıgördüm." "Ama niye yapıyorlar ki bunu?" diye sordu bir oğlan."Niye insanların cinlerini kesip alıyorlar? İşkence bu! Ni-ye yapıyorlar?""Toz," diye önerdi biri, kendinden emin olmaksızın. Ama oğlan küçümseyerek güldü. "Tozmuş!" dedi. "Yoköyle şey! Bunu uydurdular! Ben buna inanmıyorum."381

PHILIP PULLMAN"Hey," dedi biri, "zepline neler oluyor, bakın!" Hepsi geriye baktı. Göz kamaştırıcı ışıkların ötesindekavganın hâlâ sürdüğü yerde, havagemisinin uzun göv-desi artık bağlama direğinde serbestçe süzülmüyordu-bağlı olmayan ucu aşağı sarkmıştı, arkasında da bir küreyükseliyordu- "Lee Scoresby'nin balonu!" diye bağırdı Lyra ve eldi-venli ellerini sevinçle çırptı. Diğer çocuklar şaşıp kalmışlardı. Lyra onları ileri doğ-ru güderken, aeronotun nasıl olup da balonunu bu ka-dar uzağa getirdiğini merak ediyordu. Ne yaptığı orta-daydı, iyi de bir fikirdi, balonunu onların gazıyla doldur-mak, onların gazını alıp kaçarak arkalarından gelmeleri-ni önlemek. "Hadi, kımıldayın, yoksa donarsınız," dedi Lyra, çün-kü çocukların bazıları soğukta titriyor, inliyordu ve cin-leri de ince tiz seslerle ağlıyordu. Pantalaimon bunu sinir bozucu buldu ve bir kutupporsuğu olarak bir kızın, omuzuna uzanmış hafiften ha-fiften mızıldayan sincap cinini tersledi. "Paltosunun içine gir! Kendini büyüt, onu da ısıt!" di-ye hırladı ve kızın korkan cini, hemen kömür-ipeğindenanorağın içine süzüldü. Ancak mesele, kömür ipeğinin normal kürk kadar sı-cak olmayışıydı, içi boş kömür-ipek elyaflarla ne kadar

doldurulmuş olursa olsun. Çocukların bazıları öyle katkat giyinmişti ki yürüyen mantarlara benziyorlardı, ama382

KUZEY IŞIKLARIgiysileri soğuktan çok uzaktaki fabrikalar ve laboratuvar-larda yapılmıştı, soğukla gerçek anlamda başa çıkamı-yorlardı. Lyra'nın kürkü lime lime görünüyor ve pis ko-kuyordu ama, sıcağı içeride tutuyordu. "Çinganları hemen bulmazsak, dayanamayacaklar,"diye fısıldadı Pantalaimon'a. Cini de ona, "Öyleyse onları hareket halinde tut," de-di. "Yere uzanırlarsa bittiler demektir. Farder Coram'ınne dediğini biliyorsun..." Farder Coram Lyra'ya Kuzey'e yaptığı seyahatlere iliş-kin pek çok hikaye anlatmıştı; Mrs. Coulter da -tabii,onunkiler doğruysa. Ama ikisi de bir nokta hakkındaaçık konuşmuşlardı, hep ilerlemeye devam etmen gere-kiyordu."Ne kadar gitmemiz gerek?" dedi küçük oğlan.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Bir kız, "Bizi ölelim diye burada yürütüyor," dedi."Orada olacağıma burada olurum, daha iyi," dedi biri. "Ben olmam! İstasyon sıcak. Yiyecek var, sıcak içe-cekler var, her şey var.""Ama yangın da var!" "Burada ne yapacağız biz? Bahse girerim açlıktan öle-ceğiz..." Lyra'nın zihni, cadılar gibi süratli ve dokunulmaz bi-çimde uçan karanlık sorularla doluydu ve bir yerlerde,erişebildiği yerin az ötesinde, hiç anlamadığı bir görkemve heyecan vardı.Ama bu onun kuvvetini artırdı ve kızlardan birini bir383

PHILIP PULLMANkar yığınının içinden çekip kaldırdı, ayak sürüyen bir o&lanı itti ve hepsine seslendi: "Yürümeye devam ediniAyının izinden gidin! O çinganlarla geldi, ayakizleri debizi çinganlarm olduğu yere götürecek. Yürüyün, yeter!" Büyük büyük kar taneleri düşmeye başlamıştı. Çokgeçmeden İorek Byrnison'un izlerini tamamen örtecek-lerdi. Şimdi Bolvangar ışıklarını göremedikleri, ateşin pa-rıltısı da solgun bir ışıltı halini aldığı için, tek ışık karlakaplı yerin hafif parlaklığından geliyordu. Kara bulutlargökyüzünü örtmüştü, ay da yoktu, Kuzey Işıkları da; an-cak çocuklar dikkatle baktıkları zaman İorek Byrni-son'un karda açtığı derin izleri seçebiliyorlardı. Lyra ge-rektiği zaman teşvik etti, zorbaca davrandı, vurdu, yarıyarıya taşıdı, küfretti, itti, sürükledi, şefkatle kaldırdı vePantalaimon (her çocuğun cininin durumuna bakarak)ona her seferinde neyin gerekli olduğunu söyledi. Onları oraya götüreceğim, deyip duruyordu kendi ken-dine. Onları almaya geldim ve lanet olsun, götüreceğim. Roger da onun yaptıklarını yapıyordu, Billy Costa ise,gözleri çoğundan keskin olduğu için, önden gidiyordu.Çok geçmeden kar öylesine yoğunlaşmıştı ki, kaybolma-mak için birbirlerine tutunmak zorunda kaldılar ve Lyra,belki diye düşündü, birbirimizin yanında yatıp öyleceısınsak... Karda çukurlar kazsak... Bir şeyler duyuyordu. Bir yerlerde bir motorun hırıltı-

sı vardı; bir zeplinin ağır gümbürtüsü gibi değil de, bireşekarısmın vızıltısı gibisinden, daha tiz bir şey. Bir du-384

KUZEY IŞIKLARIyuluyor, bir kayboluyordu. Ve ulumalar... Köpekler mi? Kızak köpekleri? O dauzaktan geliyordu, emin olmak zordu, milyonlarca kartanesiyle üstü örtülmüş, hafifçe üfüren rüzgar esintileriy-le bir oraya bir buraya savruluyordu. Çinganlarm kızakköpekleri olabilirdi ya da tundranın yabani ruhları, hattakayıp çocukları için ağlayan o özgür bırakılmış cinler.... Bir şeyler görüyordu... Karda ışık yoktu, değil mi? On-lar da hayal olmalıydı... Ya da belki bir daire çizmişlerdive sendeleye sendeleye gene Bolvangar'a gidiyorlardı. Ama bunlar küçük sarı fener ışınlarıydı, anbarik ışık-ların beyaz parıltısı değil. Ve hareket ediyorlardı, uluma-lar daha da yakından geliyordu. Uyuyakalıp kalmadığını

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

doğru dürüst anlayamadan, Lyra tanıdıklar arasında bul-du kendini, kürklü erkekler onu havaya kaldırıyordu:John Faa'nın güçlü kolu onu tuttuğu gibi yerden uzak-laştırmıştı ve Farder Coram sevinçle gülüyordu; tipidegörebildiği her yerde çinganlar çocukları kızaklara koyu-yor, kürklerle örtüyor, onlara çiğnemeleri için fok eti ve-riyordu. Ve Tony Costa oradaydı, Billy'ye sarılıyor, son-ra yavaşça yumrukluyor, ardından gene sarılıyor ve key-finden onu sarsıyordu. Ve Roger... "Roger bizimle geliyor," dedi Farder Coram'a. "İlkbaşta almak için geldiğim oydu. Sonunda Jordan'a gide-ceğiz. O gürültü de neyin nesi-" Gene o hırıldamaydı, o motor, normalinden on binkat büyük, çıldırmış bir casus-sinek gibi.385

PHILIP PULLMAN Aniden bir darbe onu yere serdi ve Pantalaimon onusavunamadı, çünkü altın maymun-Mrs. Coulter- Altın maymun Pantalaimon'la güreşiyor, onu ısırıyortırmalıyordu. Pantalaimon ise o kadar çok şekil değiştiri-yordu ki, onu görmek zordu; o da dövüşüyordu: soku-yor, yırtıyor, parçalıyordu. Kürkler içindeki yüzü çok yo-ğun duygularla parlayan Mrs. Coulter ise, Lyra'yı motor-lu bir kızağın arka tarafına sürüklüyordu. Lyra da cini gi-bi var gücüyle mücadele ediyordu. Kar öyle şiddetle ya-ğıyordu ki, kendi küçük tipileri içinde tecrit olmuş gibiy-diler, kızağın anbarik ışıkları da sadece birkaç parmakötedeki anafor gibi dönen büyük kar tanelerini gösteri-yordu. "İmdat!" diye haykırdı Lyra, gözleri kör eden kardaoracıkta olan ve hiçbir şey görmeyen çinganlara. "Yar-dım edin! Farder Coram! Lord Faa! Ah, Tanrım, yardımedin!" Mrs. Coulter tiz bir feryatla, Kuzey Tatarları'nm dilin-de bir buyruk verdi. Kar dönerek açıldı ve oradaydılar;kurt cinleri yanlarında hırlayan, tüfekli bir manga. Ko-mutanları Mrs. Coulter'm mücadele ettiğini görünceLyra'yı, sanki oyuncak bebekmiş gibi tek eliyle yakala-yıp kızağa attı, Lyra da orada afallamış, sersemlemiş hal-de kalakaldı. Çinganlar neler olup bittiğini anlayınca bir tüfek pat-ladı, sonra bir diğeri. Ama göremediğiniz hedeflere ateş386

KUZEY IŞIKLARIetmek, hele kendi tarafınızdan olanları da göremiyorsa-nlZ, tehlikelidir. Şimdi kızağın çevresinde sıkışık bir grupoluşturmuş olan Tatarlar, gönüllerine göre kara ateş et-mekte serbestti, çinganlar ise Lyra'yı vurma korkusuylakarşılık veremiyordu. Ah, ne büyük hayalkırıklığı duyuyordu! Hem de neyorgunluk! Hâlâ sersemlemiş halde, başı çınlayarak kendini yu-karı çekti ve Pantalaimon'un hâlâ çaresizce maymunladövüşmeyi sürdürdüğünü gördü; kutup porsuğu dişlerialtın bir kola sıkı sıkıya geçmişti, artık değişmiyordu amaamansızca tutunuyordu. Ya o kimdi?

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Roger değildi, değil mi? Evet, Roger'dı, yumrukları ve ayaklarıyla Mrs. Coul-ter'a vuruyor, başını onun başına çarpıyordu, ama bir si-neği savuşturan biri gibi ona kuvvetle vuran bir Tatar ta-rafından yere çalındı. Şimdi her şey bir görüntü oyunuhalini almıştı: beyaz, siyah, hızla gözlerinin önünden ge-çen yeşil kanatlar, dağınık gölgeler, uçuşan ışıklar- Büyük bir girdap yerden yığınla kar kaldırıp kenara fır-lattı ve İorek Byrnison, metale çarpan metalin çıkardığıtangırtılar ve gacırtılarla, boş kalan alana atladı. Bir an son-ra o koca çeneler sağı solu ısırmış, bir pençe zırhlı bir göğ-sü açmıştı; beyaz dişler, kara demir, kırmızı ıslak kürk- Derken bir şey onu kuvvetle yukarı kaldırdı, Lyra Ro-ger'ı da yakalamış, onu Mrs. Coulter'm ellerinden çekipalmıştı ve sıkıca tutuyordu. Çocukların ikisinin de cinle-387

PHILIP PULLMANri, etraflarını daha büyük bir hareketlilik sararken hayretle çırpman tiz sesli birer kuştu şimdi. Lyra yanında, ha-vada bir cadı gördü: yükseklerdeki o zarif düzensiz karagölgelerden biriydi, ancak şimdi dokunulacak kadar ya-kındı. Ve cadının çıplak ellerinde bir yay vardı, çıplaksoluk kollarını (bu dondurucu havada!) kullanarak yayıçekti, sonra da sadece bir metre ötedeki zırhlı ve karan-lık bir Tatar kukuletasının göz yarığına bir ok atıverdi- Ve hızla giden ok içeri girdi, yarısı da arkadan çıktı,adamın kurt cini daha toprağa erişemeden, sıçramasınınortasında yok oldu. Yukarı! Lyra ve Roger havalara sürüklendiler ve ken-dilerini giderek zayıflayan parmaklarla bir bulut çamı da-lma tutunurken buldular; dalın üzerinde genç bir cadıdengeli bir zerafetle, yay gibi gergin oturuyordu. Sonracadı sola eğildi, orada giderek yaklaşan koca bir karaltıbelirdi ve yer göründü. Lee Scoresby'nin balonunun sepetinin yanında karadevrilircesine indiler. "Atla içeri," diye seslendi Teksaslı, "ve tabii, arkadaşı-nı da getir. O ayıyı gördün mü?" Lyra üç cadının, gaz torbasının havaya yükselme eği-limini demirleyen, bir kayanın etrafına dolanmış bir ha-latı tuttuklarını gördü. "Gir içeri!" diye haykırdı Roger'a ve sepetin deri kap-lı kenarının üstünden tırmanıp, içerideki karlı yığına düş-tü. Bir an sonra Roger da tepesine düşmüştü, ardından388

KUZEY IŞIKLARIkükreme ile hırlama arasında güçlü bir ses yeri göğüsarstı. "Hadi, İorek! Binsene, azizim!" diye haykırdı Lee Scoresby ve ayı, hasırların ve eğilen tahtaların çıkardığı kor-ku uyandırıcı gıcırtının arasında, yandan içeri girdi. O anda aeronot kolunu indirerek işaret verdi, cadılarda halatı bıraktı. Balon hemen yükseldi ve Lyra'nın inanmakta zorlukçektiği bir hızla yukarı, karla yoğunlaşmış havaya süzül-dü. Bir an sonra yer sisler içinde kaybolmuştu ve gittik-çe daha büyük bir hızla yükseldiler, Lyra hiçbir roketin

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

toprağı bunca çabuk terk edebileceğini sanmazdı. Sepe-tin zemininde, ivmenin basıncıyla, Roger'a sarılmış ola-rak yattı. Lee Scoresby alkış tutuyor, gülüyor, vahşi Teksas se-vinç çığlıkları atıyordu; İorek Byrnison sakin sakin zırhı-nı çözüyor, bütün bağlantılara ustalıkla tırnağını takıphepsini açıyor, sonra da ayrı ayrı parçalan bir yığın ha-linde topluyordu. Dışarıda bir yerlerde, bulut çamı iğne-leriyle cadı giysilerine çarpıp içlerinden geçen havanınçıkardığı hışırtılar, cadıların onlara bu yükseklikte de re-fakat ettiğini gösteriyordu. Yavaş yavaş Lyra'nın nefesi, dengesi ve kalp atışlarınormale döndü. Doğrulup etrafa baktı. Sepet sandığından çok daha büyüktü. Kenarlara fel-sefe aletleri dizilmişti, ayrıca kürk yığınları, şişelenmişhava ve içinden geçtikleri yoğun siste seçilmeyecek ka-389

PHILIP PULLMANdar küçük ya da kafa karıştırıcı olan bir sürü şey vardı"Bu bir bulut mu?" diye sordu. "Elbette. Arkadaşın buzdan bir sarkıta dönmeden onukürke sar. Burası soğuk ama, daha da soğuk olacak.""Bizi nasıl buldunuz?" "Cadılar. Seninle konuşmak isteyen bir cadı hanımvar. Buluttan kurtulunca yönümüzü tayin ederiz, sonrada oturup sohbet edebiliriz.""İorek," dedi Lyra, "geldiğin için sağol." Ayı homurdandı, kürkündeki kanı yalamak için yer-leşti. Onun ağırlığı yüzünden sepet bir yana yatıyorduama önemi yoktu. Roger ihtiyatlı görünse de İorekByrnison onu ancak bir kar tanesi kadar fark etmiş gö-rünüyordu. Lyra sepetin ayaktayken ancak çenesinin al-tına gelen kenarına yapışarak ve anafor gibi dönen bu-luta faltaşı gibi açılmış gözlerle bakarak kendini oyaladı. Balon sadece birkaç saniye sonra bulutun içinden ta-mamen çıkmıştı, gene hızla yükselerek semalara doğrusüzüldü.Ne manzara ama! Balon tam üstlerinde şişip muazzam bir eğri oluştur-muştu. Yukarıda ve ileride Aurora parıldıyordu, şimdiyekadar gördüğünden çok daha parlak ve görkemliydi.Her yerdeydi, ya da hemen hemen her yerde, onlar daadeta onun bir parçasıydılar. Büyük parlak şeritler çırpanmelek kanatları gibi titreyip açılıyordu; ışıklı görkemçağlayanları, görünmez kayalıklardan aşağı, anafor gibi390

KUZEY IŞIKLARIdönen havuzlara dökülüyor ya da koskocaman şelalelergibi asılı duruyorlardı. Lyra bunlar karşısında soluğunu tuttu ve sonra da aşa-ğı bakınca neredeyse aynı derecede harikulade bir man-zaraya tanık oldu. Gözün görebildiğince, her yönde ufka kadar, beyazlık-tan oluşan bir deniz aralıksız uzanıyordu. Orada buradayumuşak zirveler ya da buhardan ibaret yarlar açılıyorduama büyük kısmı katı bir buz kitlesini andırıyordu. Ve bunun içinden birli, ikili ya da daha büyük grup-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

larda küçük siyah gölgeler yükseliyordu; onca zerafetesahip o düzensiz şekiller, bulut çamından dallarına bin-miş cadılar. Hiçbir çaba harcamadan, hızla yukarı, balona doğruuçuyor, yön tayin etmek için bir şu yana bir bu yana ya-tıyorlardı. Ve içlerinden biri, Lyra'yı Mrs. Coulter'dankurtaran okçu, dosdoğru sepetin yanında uçtu, Lyra daonu ilk kez açıkça gördü. Gençti -Mrs. Coulter'dan daha genç; ve sarışın, par-lak yeşil gözlü; bütün cadılar gibi siyah ipek şeritler var-dı sırtında, ama kürkü, kukuletası ya da eldiveni yoktu.Soğuğu hiç hissetmiyor gibiydi. Alnında kırmızı küçükçiçeklerden basit bir zincir vardı. Bulut çamı dalına, san-ki atmış gibi biniyordu, Lyra'nın şaşkınlık dolu bakışın-dan bir metre kadar ötede onun dizginlerini çekti sanki."Lyra?""Evet! Siz de Serafina Pekkala mısınız?"391

PHILIP PULLMAN"Benim." Lyra Farder Coram'ın onu niye sevdiğini, bu sevgininniye onun kalbini kırdığını anlayabiliyordu, bunların iki-sini de daha az önce bilmiyor olsa bile. Farder Coramyaşlanıyordu; güçsüz düşmüş ihtiyar bir adamdı; o isekuşaklarca genç olacaktı. "Sembol okuyucu sende mi?" dedi Cadı. Sesi Auro-ra'nm tiz yabani şarkısını öyle andırıyordu ki, Lyra onuntatlı sesini dinlemekten az daha ne demek istediğini an-lamayacaktı."Evet. Cebimde, emniyette." Büyük kanat çırpışları birinin daha geldiğini haberverdi, çok geçmeden de yeni gelen, Serafina Pekkala'nmyanısıra kayarcasına uçuyordu: cadının kurşuni renktekierkek kaz ciniydi bu. Kısaca konuştu, sonra yönünü de-ğiştirerek, yükselmeye devam eden balonun etrafındageniş bir daire çizdi. "Çinganlar Bolvangar'ı harap etmiş," dedi SerafinaPekkala. "Yirmi iki muhafızı ve personelden dokuz kişi-yi öldürmüşler, halen ayakta duran binaların her bölü-münü ateşe vermişler. Tamamen yok edeceklermiş.""Ya Mrs. Coulter?""Ondan iz yok.""Peki ya çocuklar? Çocukların hepsi emniyette mi?""Her biri. Hepsi emniyette." Yabani bir çığlık attı ve diğer cadılar daireler çizerekbalona doğru uçtular.392

KUZEY IŞIKLARI"Mr. Scoresby," dedi. "Halat, lütfen." "Hanımefendi, minnettarım. Hâlâ yükseliyoruz. Sanı-rım bir müddet daha yukarı çıkmayı sürdürürüz. Bizi ku-zeye çekmek için sizden kaç kişi gerekir?"Cadı sadece, "Güçlüyüz," dedi. Lee Scoresby, gaz torbasının üstünden uzanan ve se-petin asılı olduğu halatları bir araya toplayan deri kaplıdemir halkaya sağlam bir halatı geçiriyordu. Sıkıca tuttu-runca, halatın serbest ucunu dışarı fırlattı, birden altı ca-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dı ona doğru hızla geldi, yakaladı ve bulut çamı dallarınıKuzey Yıldızı'na doğru yönelterek çekmeye başladılar. Balon o yönde hareket etmeye başlayınca, Pantala-imon bir deniz kırlangıcı olarak sepetin kenarına tüne-meye geldi. Roger'm cini de bakmaya çıktı, ama hemengerisin geri içeri süründü, çünkü Roger mışıl mışıl uyu-yordu. Tıpkı İorek Byrnison gibi. Sadece Lee Scoresbyuyanıktı, sakin sakin ince bir puroyu çiğniyor ve aletle-rini gözlüyordu. "Ee, Lyra," dedi Serafina Pekkala. "Lord Asriel'e niyegittiğini biliyor musun?" Lyra şaşırmıştı. "Ona aletiyometreyi götürmek için, ta-bii!" dedi. Bu soru üzerinde daha önce hiç düşünmemişti; bes-belliydi. Sonra onu harekete geçiren ilk nedeni hatırladı,o kadar geride kalmıştı ki neredeyse unutmuştu. "Ya da... Kaçmasına yardımcı olmak için. Evet, bu iş-te. Oradan çıkmasına yardım edeceğiz."393

PHILIP PULLMAN Ama bunu söylediği anda kulağına saçma göründüSvalbard'dan kaçmak ha? İmkansız!"Hiç değilse, denemek için," diye yiğitçe ekledi. "Niye?" "Sanırım sana anlatmam gereken şeyler var," dedi Se-rafina Pekkala. "Toz hakkında mı?" Lyra'nm öğrenmek istediği ilk şeybuydu. "Evet, o ve başka şeyler hakkında. Ama şimdi yorgun-sun ve uzun bir uçuş olacak. Sen uyanınca konuşuruz." Lyra esnedi. Çene çatlatan, akciğer patlatan bir esne-meydi, hemen hemen bir dakika sürdü, ya da ona öylegeldi ve Lyra ne kadar mücadele ederse etsin, uykunungelişini önleyemiyordu. Serafina Pekkala sepetin kenarıüzerinden bir elini uzatarak onun gözlerine dokundu veLyra zemine çöktü, Pantalaimon kanat çırpıp yanına gel-di, değişip ermin oldu, kızın boynundaki uyuma yerinesokuldu. Cadı, kuzeye, Svalbard'a doğru giderlerken dalını se-petin yanında sabit bir hıza oturttu.394

Bölüm ÜçSvalbard

18Sis ve Buz Lee Scoresby, Lyra'nın üzerine birtakım kürkler yer-leştirdi. Kız Roger'a iyice sokuldu, balon Kutba doğru gi-derken birlikte uyudular. Aeronot zaman zaman aletleri-ni kontrol ediyor, alev alan hidrojen bunca yakın oldu-ğu için asla yakmayacağı puroyu çiğniyor ve kendi kürk-lerine daha da fazla gömülüyordu. Birkaç dakika sonra, "Bu küçük kız hayli önemli, öy-le mi?" diye sordu. "Kendisinin bileceğinden çok daha fazla," dedi Sera-fina Pekkala.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Yani bu, fazlaca silahlı kovalamaca olacağı anlamınamı geliyor? Anlıyorsunuz ya, hayatını kazanması gerekenpratik bir adam olarak konuşuyorum. Önceden bir tazmi-nat üzerinde anlaşmaksızın vurulmayı ya da delik deşikedilmeyi göze alamam. Bu seferin düzeyini düşürmeyeçalışmıyorum, bana inanın, hanımefendi. Ancak John Faaile çinganlan bana zamanımı ve becerimi, bir de balonunnormal aşınmasını karşılayacak kadar bir ücret ödediler,397

PHILIP PULLMANhepsi bu. Savaş sigortasını içermiyor. Ve bakın size söyle-yeyim, hanımefendi, İorek Byrnison'u Svalbard'a indirdi-ğimiz an, bu eylem bir savaş nedeni sayılacak."Bir parça dumanyaprağını kasıtlı olarak aşağı tükürdü "Yani, kargaşa ve karışıklık cinsinden neler bekleye-bileceğimizi bilmek isterim," diye bitirdi. "Çarpışmalar olabilir," dedi Serafina Pekkala. "Amasiz daha önce de çarpıştınız." "Tabii, ücretim ödendiğinde. Ama gerçek şu ki benbunu basit bir nakliye mukavelesi sandım, ona göre üc-ret istedim. Ve şimdi de, aşağıdaki o küçük çatışmanınardından merak ediyorum, acaba nakil sorumluluğumnereye kadar uzanıyor diye. Acaba diyorum, hayatımı vedonanımımı, örneğin ayılar arasındaki bir savaş için ris-ke atmam mı gerekecek? Ya da bu küçük çocuğun Sval-bard'da, Bolvangar'dakiler kadar ateşli düşmanları varmı? Bütün bunları da sadece muhabbet olsun diye söy-lüyorum." "Mr. Scoresby," dedi cadı. "Keşke sorunuza cevap ve-rebilseydim. Sadece şunu söyleyebilirim ki biz hepimiz,insanlar, cadılar, ayılar zaten savaş halindeyiz, hepimizbunu bilmesek de. Svalbard'da tehlikeyle karşılaşsanızda, zarar görmeksizin uçup gitseniz de siz bir ersiniz, si-lah altında, bir asker." "Eh, bu bana biraz düşüncesizce görünüyor. Bana öy-le geliyor ki bir adamın silahlanıp silahlanmama konu-sunda bir seçme şansı olmalı."398

KUZEY IŞIKLARI "Bu konuda da, doğup doğmayacağımız konusunda-kinden fazla bir seçme şansımız yok." "Ah, ama ben seçme şansını severim," dedi Scoresby."Yapacağım işleri, gideceğim yerleri, yiyeceğim yemek-leri, oturup birlikte sohbet edeceğim dostları seçmeyi se-verim. Siz de ayda yılda bir seçme şansım olsaydı demezmisiniz?" Serafina Pekkala düşündü ve sonra dedi ki. "Belki deseçme şansıyla aynı şeyi kastetmiyoruz, Mr Scoresby. Ca-dılar hiçbir şeye sahip değildir, bu yüzden de mal mu-hafaza etmekle ya da kâr etmekle ilgilenmeyiz; bir şeyleöbür şey arasında seçim yapmaya gelince, birkaç yüz yılyaşayınca her fırsatın yeniden karşınıza çıkacağını bilir-siniz. Farklı ihtiyaçlarımız var. Sizin balonunuzu tamir et-meniz, iyi durumda tutmanız şart ve bu da hem zamangerektiriyor, hem başınıza iş açıyor, bunu anlayabiliyo-rum; ama bizim uçmamız için gereken tek şey, bir bulutçamından bir dal koparmaktır; hangisi olsa olur, geriye

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

de bir sürü dal kalır. Üşümeyiz, onun için de sıcak giy-silere ihtiyacımız yok. Yardımlaşma dışında değiş-tokuşvasıtamız yoktur. Bir cadının bir şeye ihtiyacı olursa, baş-ka bir cadı bunu ona verir. Eğer katılınacak bir savaş var-sa, maliyeti savaşmanın doğru olup olmadığına karar ve-rirken dikkate alacağımız bir etken olarak görmeyiz. Şe-ref duygumuz da yoktur, örneğin ayılarda olduğu gibi.Bir ayıya hakaret etmek, ölümcül bir iştir. Bizim için399

PHILIP PULLMANise... anlaşılamaz. Bir cadıya nasıl hakaret edersiniz? Et-seniz ne fark eder?" "Bakın, bu noktada aynı fikirdeyiz. Sopayla taşla sal-dıranın kırarım kemiklerini, ama hakaret kavgaya değ-mez. Ama hanımefendi, içinde bulunduğum çıkmazı an-lıyorsunuz umarım. Ben basit bir aeronotum ve ömrümühuzur içinde sona erdirmek isterim. Küçük bir çiftlik ala-yım, birkaç baş sığır, birkaç at... Öyle şaşaalı şeyler de-ğil, fark etmişsinizdir. Saraylar ya da köleler ya da öbeköbek altın istemiyorum. Sadece adaçayları üzerinde ak-şam rüzgarı, bir sigar, bir bardak da burbon. Şimdi me-sele şu ki, bu pahalıya patlıyor. Ben de para karşılığıuçuyorum, her iş bittiğinde Wells Fargo Bank'a biraz al-tın yolluyorum ve yeterince altınım olduğunda, hanıme-fendi, bu balonu satacağım, Port Galveston'a giden birbuharlı gemide kendime yer ayırtacağım ve bir daha as-la toprağı terk etmeyeceğim." "Aramızda bir fark daha var, Mr Scoresby. Bir cadı na-sıl solumaktan vazgeçmezse, uçmaktan da vazgeçmez.Uçmak, tam anlamıyla kendimiz olmak demektir." "Bunu anlıyorum, hanımefendi ve size imreniyorum;ama ben sizin tatmin olma kaynaklarınıza sahip değilim.Uçmak benim için bir iş, ben de sadece bir teknisyenim.Bir gaz motorunda sübaplan ayarlıyor ya da anbarikdevreler de çekiyor olabilirdim. Ama bunu ben seçtim,anlıyorsunuz ya? Kendi özgür seçimimdi. Bunun için debana hakkında hiçbir şey söylenmemiş bu savaş fikrini400

KUZEY IŞIKLARIbiraz tedirgin edici buluyorum." "İorek Byrnison'm kralıyla kavgası da bunun bir par-çası," dedi cadı. "Onda bir rol oynamak bu çocuğun ka-derinde yazılı." "Kaderden sanki," dedi adam, "sabitmiş gibi söz edi-yorsunuz. Bunu da, hakkında hiçbir şey bilmeden dahiledildiğim bir savaştan daha fazla sevdiğimden emin deği-lim. Pardon ama benim özgür iradem nerede? Hem bu ço-cuk bana, şimdiye kadar rastladığım herkesten daha fazlaözgür iradeye sahipmiş gibi görünüyor. Bana onun sade-ce değiştiremeyeceği bir güzergah üzerinde gitmek içinkurulmuş bir tür oyuncak mı olduğunu söylüyorsunuz?" "Hepimiz kadere tabiyiz, ama hepimiz sanki değilmi-şiz gibi hareket etmeliyiz," dedi cadı, "yoksa umutsuz-luktan ölürüz. Bu çocuğa ilişkin olarak tuhaf bir kehanetvar: kaderin sonunu getirmek, onun kaderinde yazılı.Ancak bunu, ne yaptığını bilmeden yapmalı, sanki bunu

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yapmak kaderi değilmiş de tabiatıymış gibi. Ne yapmasıgerektiği söylenirse bu her şeyin sonu olur; ölüm bütündünyalara yayılır; umutsuzluğun zaferi olur bu, sonsuzadek. Evrenler kör ve düşünceden, duygudan, hayattanyoksun, birbirine bağlanmış makinelerden ibaret halegelir..." Eğilip, uyuyan yüzünde (kukuletasının altından gö-ründüğü kadarıyla) inatçı küçük bir kaş çatışı olanLyra'ya baktılar."Sanırım bir parçası bunu biliyor," dedi aeronot. "En401

PHILIP PULLMANazından, buna hazırmış gibi görünüyor. Peki ya küçükoğlan? Onu gerideki o ifritlerden kurtarmak için oncayolu geldiğini biliyorsunuz, değil mi? Oyun arkadaşıy-mışlar, Oxford'da mı ne? Bunu biliyor muydunuz?" "Evet, biliyordum. Lyra muazzam değerde bir şey ta-şıyor ve göründüğü kadarıyla kader tanrıçaları bunu ba-basına götürsün diye onu haberci olarak kullanıyor. Buyüzden de arkadaşını bulmak için bunca yolu geldi, amaoğlanın Kuzey'e, onu izlesin de babasına bir şey getirsindiye kader tanrıçaları tarafından getirildiğini bilmiyordu.""Demek siz durumu böyle okuyorsunuz, ha?"Serafina Pekkala ilk kez kendinden emin görünmedi. "Öyle görünüyor... Ama karanlığı okuyanlayız, Mr.Scoresby. Hatalı olmam gayet mümkün.""Peki sizi bu işe karıştıran nedir, sorabilir miyim?" "Bolvangar'da her ne yapıyor idiyseler bunun yanlışolduğunu bütün kalbimizle hissediyorduk. Lyra onlarındüşmanı; bu yüzden de biz onun dostlarıyız. Bundan da-ha açık göremiyoruz. Ama bir de klanımın çingan halkıile, Farder Coram'm hayatımı kurtarışına kadar uzanandostluğu var. Bunu onların arzusu üzerine yapıyoruz. Veonların da Lord Asriel'e minnet borçları var." "Anlıyorum. Demek ki balonu Svalbard'a çinganlarınhatırı için çekiyorsunuz. Peki bu dostluk, bizi geriye çek-meye kadar uzanacak mı? Yoksa kibar bir rüzgar bekle-mek ve bu arada da ayıların keyfine tabi olmak zorundamı kalacağım? Bir kez daha, hanımefendi, dostça bir sor-402

KUZEY IŞIKLARIou ruhuyla soruyorum sadece." "Eğer Trollesund'a dönmenize yardımcı olabilirsekjvlr. Scoresby, bunu yaparız. Ama Svalbard'da karşımızane çıkacağını bilmiyoruz. Ayıların yeni kralı pek çok de-ğişiklik yaptı; eski usullere rağbet yok artık; zor bir inişolabilir. Ve Lyra'nın yolu nasıl bulup babasına gideceği-ni bilmiyorum. İorek Byrnison'm aklında neler olduğunuda bilmiyorum, kaderinin kızın kaderiyle karışmış oldu-ğunu biliyorum sadece." "Ben de bilmiyorum, hanımefendi. Sanırım bir tür ko-ruyucu olarak kendini küçük kıza bağladı. Kız onun zır-hını geri almasına yardımcı oldu, anlıyorsunuz. Ayılarınne hissettiğini kim bilebilir? Ama bir ayının bir insanısevdiği olmuşsa eğer, İorek onu seviyor. Svalbard'a ini-şe gelince, hiçbir zaman kolay olmamıştı zaten. Ama

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

eğer sizin doğru yönde çekeceğinize güvenirsem, kafamdaha rahat olur; ve eğer buna karşılık sizin için yapabi-leceğim bir şey varsa, söyleyin yeter. Ancak, sırf bileyimdiye hani, acaba bana bu görünmez savaşta kimin yanın-da olduğumu söyler miydiniz?""İkimiz de Lyra'nın yanındayız.""Ah, buna şüphe yok." Uçmaya devam ettiler. Aşağıdaki bulutlar yüzündenne kadar hızlı gittiklerini söylemek mümkün değildi.Normalde bir balon rüzgara göre sabit kalır elbette, ha-vanın hızı neyse onunla süzülür; ama şimdi, cadılarınçektiği balon havayla birlikte değil, onun içinde hareket403

PHILIP PULLMANediyordu. Üstelik bu harekete karşı direniyordu da, çün-kü koca gaz torbası bir zeplinin aerodinamik kayganlıg!-na sahip değildi. Sonuç olarak sepet oraya buraya savru-luyor, normal bir uçuşta olduğundan çok daha fazla sal-lanıp sarsılıyordu. Lee Scoresby kendi rahatından çok aletlerini düşünü-yordu, bu yüzden de ana payandalara güvenli bir şekil-de bağlı olduklarından emin olmak için biraz zaman har-cadı. Yükseklikölçere göre, yaklaşık üç bin metre yük-seklikteydiler. Isı, eksi yirmi dereceydi. Bundan soğuğu-nu görmüştü, ama o kadar da fazlasını değil ve şimdi da-ha da soğuk olmasını istemiyordu; onun için de acil du-rumda açık hava çadırı olarak kullandığı yelken bezin-den tabakayı yuvarlayıp açtı ve rüzgarı kesmek için onuuyuyan çocukların önüne gerdi. Sonra da eski silah ar-kadaşı İorek Byrnison'la sırt sırta verdi ve uyudu. Lyra uyandığında, ay gökte yükselmişti, göz önünde-ki her şey gümüş kaplıydı; aşağıdaki bulutların inişli çı-kışlı yüzeyinden, balonun çarmık ve halatlarmdaki donmızrakları ve sarkıtlarına varana kadar. Roger uyuyordu, Lee Scoresby ve ayı da. Ancak cadıkraliçe sepetin yanında sakin sakin uçuyordu."Svalbard'a ne kadar uzaklıktayız?" diye sordu Lyra. "Eğer herhangi bir rüzgarla karşılaşmazsak, on iki sa-at kadar sonra Svalbard'da oluruz.""Nereye ineceğiz?"404

KUZEY IŞIKLARI "Havaya bağlı. Ama kayalardan kaçınmaya çalışaca-ğız. Orada, hareket eden her şeyi avlayan yaratıklar ya-şıyor. Yapabilirsek eğer, sizi içeriye konduracağız, İofurRaknison'ın sarayından uzağa." "Lord Asriel'i bulduğum zaman ne olacak? Oxford'ageri dönmek isteyecek mi, ne yapacak? Ona babam ol-duğunu söylesem mi, onu da bilmiyorum. Hâlâ amcam-mış gibi davranmak isteyebilir. Onu hemen hemen hiçtanımıyorum." "Orford'a dönmek istemeyecek, Lyra. Anlaşılan baş-ka bir dünyada yapılacak bir şey var, Lord Asriel de odünya ile bu dünya arasındaki uçuruma köprü kurabile-cek tek kişi. Ancak, ona yardımcı olacak bir şeye ihtiya-cı var." "Aletiyometre!" dedi Lyra. "Jordan Başkanı onu bani.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

verdi, Lord Asriel hakkında bir şey söylemek istedi diyedüşünmüştüm, ama hiç fırsat bulamadı. Onu gerçektenzehirlemek istemediğini biliyordum. Aleti okuyup köp-rüyü nasıl yapacağını görecek mi? Bahse girerim ki, onayardım edebilirim. Artık hemen hemen herkes kadar iyiokuyorum." "Bilmiyorum," dedi Serafina Pekkala. "Nasıl yapacağı-nı, görevinin ne olacağını söyleyemeyiz. Bizimle konu-şan güçler var, onların üstünde de güçler var; ve en te-pedekilerden bile gizli tutulan sırlar da var." "Aletiyometre bana söyler! Onu şimdi okuyabili-rim..."405

PHILIP PULLMAN Ama çok soğuktu; onu elinde tutmayı asla beceremezdi. Sarılıp sarmalandı ve rüzgarın dondurucu soğu-ğuna karşı kukuletayı iyice çekti, sadece dışarı bakacakbir yarık bıraktı. Uzun halat balonun süspansiyon halka-sından ilerilere ve biraz aşağıya doğru uzanıyor, bulutçamı dallarına oturmuş altı yedi cadı tarafından çekiliyor-du. Yıldızlar elmas kadar parlak, soğuk ve sert, parıldı-yorlardı."Niye üşümüyorsunuz, Serafina Pekkala?" "Üşüyoruz ama aldırmıyoruz, çünkü bize zarar gel-mez. Soğuğa karşı sarınacak olsak başka şeyleri hisset-meyiz, örneğin yıldızların parlak çınlamasını ya da Auro-ra'nın müziğini veya, en iyisi olan, cildimizde mehtabınipeksi hissini. Bunlar için üşümeye değer.""Ben de onları hissedebilir miyim?" "Hayır. Kürklerini çıkarırsan ölürsün. Sıkı sıkı sarılıkal." "Cadılar ne kadar yaşar, Serafina Pekkala? Farder Co-ram, yüzlerce yıl diyor. Ama siz hiç de yaşlı görünmü-yorsunuz." "Üç yüz yaşındayım ya da daha fazla. En yaşlı cadıannemiz yaklaşık bin yaşında. Bir gün, Yambe-Akka onualmaya gelecek. Bir gün benim için de gelecek. Ölülerintanrıçasıdır o. Gülümseyerek, şefkatle yanına gelince,ölüm vaktinin çattığını anlarsın.""Erkek cadı var mı? Yoksa yalnızca kadın mı?""Bize hizmet eden erkekler var, Trollesund'daki kon-406

KUZEY IŞIKLARIsül gibi. Ve kendimize âşık ya da koca olarak aldığımızerkekler var. Öyle gençsin ki Lyra, bunu anlayamayacakkadar genç, ama sana gene de anlatacağım, sonra anlar-sın: erkekler gözlerimizin önünden kelebekler gibi, kısabir mevsimin yaratıkları gibi geçer. Onları severiz; cesur,mağrur, güzel ve akıllıdırlar; ve neredeyse anında ölür-ler. Öyle erken ölürler ki, kalplerimiz sürekli olarak acıy-la harap olur. Çocuklarını taşırız, kızsalar cadı olurlar,değilseler insan; ve sonra göz kırpacak kadar bir süredegiderler, düşerler, öldürülürler, kaybolurlar. Oğullarımızda. Küçük bir oğlan büyürken, kendini ölümsüz sanır.Annesi, onun öyle olmadığını bilir. Her seferinde dahaızdıraplı olur, ta ki sonunda kalbin kırılana kadar. BelkiYambe-Akka bunun için gelir seni almaya. Tundradan

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

da yaşlıdır. Belki de onun gözünde cadıların hayatları,erkeklerinkinin bizim gözümüzde olduğu kadar kısadır.""Farder Coram'ı sevdiniz mi?""Evet. Biliyor mu bunu?""Bilmiyorum, ama sizi sevdiğini biliyorum." "Beni kurtardığında gençti, kuvvetliydi, gurur ve gü-zellikle doluydu. Ona hemen âşık oldum. Doğamı değiş-tirirdim, yıldız çınlamasıyla Aurora'nın müziğinden vaz-geçerdim; bir daha asla uçmazdım -hepsini bir anda, hiçdüşünmeden bırakırdım, sırf onun için bir çingan tekne-eşi ve aşçı olayım, yatağını paylaşayım, çocuklarını do-ğurayım diye. Ama ne olduğunu değiştiremezsin, sadecene yaptığını değiştirirsin. Ben cadıyım. O insan. Ona bir407

PHILIP PULLMANçocuk doğuracak kadar bir süre yanında kaldım...""Hiç söylemedi! Bir kız mıydı? Bir cadı?""Hayır. Oğlandı, kırk yıl önceki büyük salgında öldüDoğu'dan gelen hastalıktan. Zavallı yavrucak; bir su sine-ği gibi hayata gelmesiyle gitmesi bir oldu. Ve kalbimdenparçalar kopardı, hep olduğu gibi. Coram'ın ise kalbinikırdı. Ve sonra da kendi halkıma dönme çağrısı geldi,Yambe-Akka annemi almıştı ve ben klanın kraliçesi ol-muştum. Ben de yapmam gerekeni yapıp, onu bıraktım.""Farder Coram'ı bir daha hiç görmediniz mi?""Hiç. Yaptıklarını duydum; Skraelingler'in onu zehirlibir okla yaraladığını duydum, iyileşmesine yardımcı ol-sun diye ona şifalı otlar ve büyüler yolladım, ama onugörecek kadar güçlü değildim. Daha sonra nasıl güçsüzkaldığı ve bilgeliğinin nasıl geliştiği, ne kadar çok çalışıpokuduğu çalındı kulağıma; ondan ve onun iyiliğinden degurur duydum. Ama uzakta kaldım, çünkü bunlar kla-nım için tehlikeli günlerdi, cadı savaşları tehdidi vardı,üstelik de beni unutup insan bir eş bulur sandım..." "Asla yapmazdı," dedi Lyra yiğitçe. "Gidip onu gör-melisiniz. Sizi hâlâ seviyor, sevdiğini biliyorum." "Ama kendi yaşından utanacak, ben de böyle bir duy-guya kapılmasına neden olmak istemem." "Belki de utanır. Ama ona hiç değilse bir mesaj yolla-maksınız. Ben böyle düşünüyorum." Serafina Pekkala uzun süre hiçbir şey demedi. Panta-laimon bir deniz kırlangıcı oldu, belki de küstahça dav-408

KUZEY IŞIKLARIranmış olduklarını itiraf etmek için bir saniyeliğine onundalma gitti. Sonra Lyra dedi ki, "İnsanların niye cinleri olur, Sera-fina Pekkala?" "Herkes bunu sorar, kimse de cevabını bilmez. İnsan-lar var olduğundan beri, cinleri olmuştur. Bizi hayvanlar-dan farklı kılan budur." "Evet! Elbette onlardan farklıyız... Örneğin ayılardan.Tuhaflar, değil mi, ayılar? İnsan gibiler sanıyorsun, son-ra öyle garip ya da vahşi bir şey yapıyorlar ki, onları as-la anlayamayacağım diye düşünüyorsun... Ama İorekbana ne dedi, biliyor musunuz, bir insan için cini neysezırhının da onun için aynı şey olduğunu söyledi. Ruhuy-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

muş, öyle dedi. Ama işte orada da farklıyız, çünkü o zır-hı kendisi yapmış. Onu sürgüne yolladıkları zaman ilkzırhını almışlar, biraz gök-demir bulup yeni bir zırh yap-mış, yeni bir ruh yapar gibi. Biz cinlerimizi yapamıyoruz.Sonra Trollesund'daki insanlar, ona içki içirip sarhoş et-mişler, zırhı çalmışlar, ben de nerede olduğunu buldumve İorek de geri aldı... Ama merak ettiğim şu: niye Sval-bard'a geliyor? Onunla dövüşecekler. Onu öldürebilir-ler... İorek'i seviyorum. Öyle çok seviyorum ki keşkegelmeseydi diyorum.""Sana kim olduğunu söyledi mi?" "Sadece adını. Onu bize söyleyen de Trollesund'dakiKonsül'dü zaten.""Soylu biri o. Bir prens. Aslında, eğer büyük bir suç409

PHILIP PULLMANişlememiş olsaydı, şimdi ayıların kralı olacaktı." "Bana krallarının adının İofur Raknison olduğunusöyledi." "İofur Raknison, İorek Byrnison sürülünce kral oldu.İofur da bir prens, elbette, yoksa başa geçmesine izin ve-rilmezdi; ancak insan gibi bir zekası var; ittifaklar ve ant-laşmalar yapıyor; ayıların yaşadığı gibi buzdan kalelerdedeğil, yeni inşa edilmiş bir sarayda yaşıyor; insan ulusla-rıyla büyükelçi değiş-tokuşu yapmaktan ve insan mü-hendislerin yardımıyla ateş madenlerini geliştirmektensöz ediyor... Becerikli ve çok kurnaz. Kimileri onun sür-gün edildiği eylemde bulunması için İorek'i tahrik ettiği-ni söylüyor; diğerleri de diyor ki, bunu yapmadıysa bileböyle düşünsünler diye onları teşvik ediyor, çünkü buda onun hilekarlık ve kurnazlık şöhretini artırıyor." "Ne yaptı İorek? Bakın, İorek'i sevmemin bir nedenide babamın da onun yaptığını yapması ve cezalandırıl-ması. Bana birbirlerine benziyorlar gibi geliyor. İorek ba-na bir başka ayıyı öldürdüğünü söyledi, ama nasıl oldu-ğundan hiç söz etmedi." "Kavganın nedeni, bir dişi ayıydı. İorek'in öldürdüğüerkek ayı, İorek'in daha kuvvetli olduğu açıkça anlaşıldı-ğında her zamanki boyun eğme belirtilerini göstermedi.Bütün o gururlarına rağmen ayılar bir başka ayıdaki üs-tün gücü fark edip ona boyun eğmemezlik etmezler hiç,ama bu ayı nedense eğmedi. Bazıları İofur Raknison'ınonun beynini yıkadığını ya da ona yemesi için kafa ka-410

KUZEY IŞIKLARIrıştırıcı şifalı otlar verdiğini söylüyor. Her ne halse, gençayı ısrar etti, İorek Byrnison da öfkesinin onu ele geçir-mesine izin verdi. Yargıya varılması zor bir dava değildi;öldürmemesi, yaralaması gerekiyordu." "Demek bunlar olmasa kral olacaktı," dedi Lyra. "BenJordan'daki Palmeria Profesörü'nden İofur Raknisonhakkında bir şeyler duydum, çünkü bu Profesör Kuzey'egelmiş ve onunla karşılaşmış. Dedi ki... keşke ne oldu-ğunu hatırlasam... Sanırım tahta aldatmaca yoluyla ulaş-tığını falan söyledi... Ama biliyor musunuz, İorek bir ke-resinde bana ayıların aldatılamayacağım söylemişti vebana onu aldatamayacağımı göstermişti. Oysa duydukla-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rıma göre, ikisi de aldatılmış gibi, o da, diğer ayı da. Bel-ki ayıları yalnızca ayılar aldatabiliyordur, belki insanlaraldatamıyordur. Ancak... Trollesund'daki insanlar, onualdattılar, değil mi?" "Ayılar insan gibi davrandıklarında aldatılabiliyordurbelki," dedi Serafina Pekkala. "Ayılar ayı gibi davranın-ca, belki de aldatılamıyorlardır. Normal şartlar altındahiçbir ayı içki içmez. İorek Byrnison sürgünün utancınıunutmak için içti ve Trollesund halkı da onu ancak busayede aldatabildi." "Ah, evet," dedi Lyra, başını sallayarak. Bu fikir onutatmin etmişti. İorek'e neredeyse sınırsız bir hayranlığıvardı ve onun asaletinin doğrulanmasına sevinmişti."Çok akıllıcaydı," dedi. "Siz bana söylemeseniz, bilemez-dim. Bence belki de Mrs. Coulter'dan daha akıllısınız."411

PHILIP PULLMAN Uçmayı sürdürdüler. Lyra cebinde bulduğu fok etin-den biraz yedi. "Serafina Pekkala," dedi biraz sonra, "Toz nedir? Çün-kü bana kalırsa bütün bu dertler Toz'dan çıkıyor, amakimse bana ne olduğunu söylemedi." "Bilmiyorum," dedi Serafina Pekkala. Cadılar hiç Tozkonusunda kaygılanmamıştır. Sana bütün söyleyebilece-ğim nerede rahip varsa, orada Toz korkusu olduğu. Mrs.Coulter rahip değil, tabii, ama Majisteryum'un güçlü birajanı ve Toz'a duyduğu ilgi nedeniyle Adak Meclisi'nikuran, Kilise'yi Bolvangar için para ödemeye ikna eden

o. Bu konudaki duygularını anlayamıyoruz. Ama anla-madığımız pek çok şey var. Tatarlar'm kafataslarında de-lik açtığını görüyoruz ve sadece bunun garipliğine şaşıpkalıyoruz. Bu yüzden de toz garip olabilir, biz de ona şa-şıp kalırız, ama Toz'u inceleyeceğiz diye dertlenip ken-dimizi parçalamayız. Bunu Kilise'ye bırak." "Kilise mi?" dedi Lyra. Eskilerden bir şey aklına gel-mişti: Bataklık'ta Pantalaimon'la aletiyometrenin iğnesinineyin hareket ettirdiği konusunda konuştuklarını hatırla-dı, Gabriel Koleji'nde, yüksek mihraptaki fotodeğirmenidüşünmüşlerdi ve temel zerreciklerin küçük kanatlarınasıl itip oynattığını. Oradaki Şefaatçi, temel zerreciklerile din arasında bir bağlantı bulunduğundan emindi."Belki de," dedi Lyra, başını sallayarak. "Ne de olsa Kili-se'yle ilgili pek çok şeyi sır olarak saklıyorlar. Ama Kili-se'ye ait şeylerin çoğu eski, oysa Toz, benim bildiğim412

KUZEY IŞIKLARIkadarıyla eski değil. Acaba diyorum, Lord Asriel banasöyler mi..."Esnedi. "Uzansam iyi u.uı, dedi Serafina Pekkala'ya, "yoksabüyük ihtimalle donarım. Topraktayken de üşüyordum,ama hiç bu kadar üşümemiştim. Daha da üşürsem ölü-rüm sanıyorum.""Öyleyse uzan ve kürklerine sıkıca sarın." "Evet, öyle yapacağım. Hem öleceksem ne zaman ol-sa aşağıda ölmek yerine burada, yukarıda ölmeyi tercih

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ederim. Bizi o bıçak gibi şeyin altına koyduklarında, ta-mam, işte bitti diye düşünmüştüm... İkimiz de öyle dü-şündük. Ah, çok acımasızcaydı. Ama şimdi uzanacağız.Oraya gittiğimizde bizi kaldırın," dedi ve kürk yığınınınüstüne yattı. Soğuğun keskinliği kendini sakar hissetme-sine yol açıyor, her yanını ağrıtıyordu; uyuyan Roger'amümkün olduğu kadar sokuldu. Ve böylece dört yolcu, buzla kaplı balonda, Sval-bard'm kayalarıyla buzullarına, ateş madenleri ile buz-dan kalelerine doğru yollarına devam ettiler. Serafina Pekkala aeronota seslendi, o da hemen uyan-dı. Soğuktan sersemlemişti, ama sepetin hareketinden birşeylerin yolunda gitmediğini fark etmişti. Kuvvetli rüzgar-lar gaz torbasını döverken sepet çılgınca sallanıyordu, ha-latı çeken cadılar da onu zorlukla tutuyorlardı. Bıraksalar,balon hemen rotasından çıkacaktı ve pusulaya bakıncaanladığı kadarıyla da, saatte yaklaşık yüz millik bir hızla413

PHILIP PULLMANNova Zembla'ya doğru sürüklenecekti. Lyra onun, "Neredeyiz?" diye seslendiğini duyduKendisi de yarı uykuda yarı uyanıktı, hareket yüzündentedirgindi ve öyle üşümüştü ki vücudunun her parçasıuyuşmuştu. Cadının cevabını duyamadı, ama yarı kapalı kukule-tasından, bir anbarik fenerin ışığında, Lee Scoresby'ninbir payandaya tutunarak gaz torbasına giden bir halatıçektiğini gördü. Adam, sanki öteki tarafta bir engel var-mış gibi hızla çekti, halatı asma halkasındaki bir çenge-le dolamadan önce de başını kaldırıp içinde güç belailerledikleri karanlığa baktı. "Biraz gaz boşaltıyorum," diye bağırdı Serafina Pekka-la'ya. "Aşağı ineceğiz. Çok yüksekteyiz." Cadı da ona cevaben bağırarak bir şeyler söyledi,ama Lyra bunu duyamadı. Roger da uyanıyordu; sepetinçatırtısı, sallantı ile sarsılma hesaba katılmasa da, en de-rin uykudaki kişiyi bile uyandırmaya yeterliydi. Roger'mcini ile Pantalaimon, marmoset olarak birbirlerine sıkı sı-kı sarılmışlardı, Lyra dikkatini, kıpırdamadan yatmak vekorkuyla zıplamamak üzerinde topladı. "Yok bir şey," dedi Roger, ondan çok daha neşeli birhalde. "Aşağı iner inmez ateş yakarım, ısınırız. Cebim-de birkaç kibrit var. Onları Bolvangar'daki mutfaktanaşırdım." Balon gerçekten de alçalıyordu, çünkü bir saniyesonra yoğun, dondurucu bir bulutun içine girdiler. Bulu-414

KUZEY IŞIKLARItun parçalan ve tutamlan sepetin içinde uçuştu, sonraher şey bir anda gözden silindi. Lyra'nın görüp göreceğien yoğun sis gibiydi. Bir iki dakika sonra Serafma Pek-kala'nın yeniden bağırdığı duyuldu, aeronot da halatıçengelden çözüp yol verdi. Halat ellerinin arasında ha-vaya doğru sıçradı, ve Lyra, gıcırtı ve darbelere, rüzgarınçarmıklarla halatlarda ulumasına rağmen, yukarılarda biryerde güçlü bir gümbürtü işitti ya da hissetti.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lee Scoresby onun faltaşı gibi açılmış gözlerini gördü. "Gaz sübabı!" diye haykırdı. "Gazı içerde tutmak içinbir yayla çalışır. Aşağı çektiğim zaman, üstünden birazgaz kaçar, yükselme meylimizi kaybederiz, aşağı ineriz.""Yaklaştık mı-" Lafını bitiremedi, çünkü korkunç bir şey oldu. Yarı in-san boyunda, derimsi kanatlı ve kanca tırnaklı bir yara-tık, sepetin kenarından Lee Scoresby'ye doğru sürünü-yordu. Yassı bir kafası, patlak gözleri ve geniş bir kurba-ğa ağzı vardı; bu ağızdan leş gibi, berbat bir koku yük-seliyordu. İorek Byrnison uzanıp onu bir şamarda uzak-laştırana kadar Lyra'nın haykırmaya bile vakti olmadı.Yaratık sepetten düştü ve bir çığlıkla gözden kayboldu."Yamaç-hartlağı," dedi İorek kısaca. Bir an sonra Serafina Pekkala göründü, sepetin kena-rına yapışıp hızlı hızlı konuştu. "Yamaç-hartlakları saldırıyor. Balonu yere indirece-ğiz, sonra da kendimizi korumak zorundayız. Onlar-"Ama Lyra onun söylediklerinin geri kalanını duymadı415

PHILIP PULLMANçünkü kopma, yırtılma sesine benzer bir ses duyuldu veher şey yan tarafa doğru eğildi. Sonra müthiş bir darbeüç insanı balonun, İorek Byrnison'un zırhının yığılmışolduğu yanma savurdu. İorek onları tutmak için kocapençesini uzattı, çünkü sepet şiddetle sallanıyordu. Sera-fina Pekkala gözden kaybolmuştu. Ses dehşet vericiydi;bütün seslerin üstünde de yamaç-hartlaklarmın feryatlarıduyuluyordu ve Lyra onları hızla geçerken gördü, piskokularını duydu. Sonra bir daha sallandılar. Öyle aniydi ki, yeniden ye-re yapıştılar ve sepet ürkütücü bir hızla aşağı inmeyebaşladı, bir yandan da topaç gibi dönüyordu. Sanki ba-londan koparılıp ayrılmışlardı ve tamamen kontrolsüzhalde düşüyorlardı. Sonra bir dizi silkinme ve çarpmahissedildi, sepet sanki bir o kaya duvarına, bir ötekinevuruyormuş gibi bir yandan bir yana hızla fırlatıldı. Lyra'nın son gördüğü şey Lee Scoresby'nin uzun nam-lulu tabancasını bir yamaç-hartlağmın yüzünün ortasınadoğrultup ateş etmesiydi; sonra gözlerini sıkı sıkı yumduve büyük bir korkuyla İorek Byrnison'un kürküne sarıl-dı. Ulumalar, feryatlar, rüzgarın tokatları ve ıslığı, sepetinişkence gören bir hayvan gibi çatırdaması; bunların hep-si vahşi havayı korkunç gürültülerle dolduruyordu. Sonra en büyük sarsıntı geldi ve kendini tümüyle dı-şarı atılmış buldu. Tutunmaya gücü yetmemişti, neresi-nin yukarısı olduğunu bile anlayamayacağı bir şekildedüğümlenmiş halde yere inerken, ciğerlerindeki bütün416

KUZEY IŞIKLARIhava boşalmıştı. Sıkıca çekilmiş kukuleta içinde yüzü ba-rutla, kuru ve soğuk, kristallerle doluydu- Kardı bu; bir kar yığınına inmişti. Öylesine hırpalan-mıştı ki, düşünmekte güçlük çekiyordu. Birkaç saniyesessiz soluksuz yattı, sonra bitkin halde ağzındaki karla-rı tükürdü ve kukuletanın içinde soluk almak için azıcık

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

boşluk oluşana dek halsizce üfledi. Özel olarak hiçbir yanı acımıyor gibiydi; sadece ken-dini tamamen soluksuz kalmış hissediyordu. İhtiyatla el-lerini, ayaklarını, kollarını, bacaklarını oynatmayı ve ba-şını kaldırmayı denedi. Çok az görebiliyordu, çünkü kukuletası hâlâ karla do-luydu. Onları süpürüp dışarıyı gözlemesi büyük bir gay-ret gerektiriyor gibiydi, ellerinin her birinin ağırlığı birtondu sanki. Sürüklenen sisin tayf gibi dolandığı gri birdünya gördü, açık griler, kurşuniler ve siyahlar. Çok yukarılarda yamaç-hartlaklarının sesleri ve ileridebir yerlerde dalgaların kayalara çarpışı dışında bir sesduyamıyordu. "İorek!" diye bağırdı. Sesi güçsüz ve titrekti, yenidendenedi ama cevap veren olmadı. "Roger!" diye seslendi,sonuç aynı. Dünyada tek başına kalmış olabilirdi, ama elbette de-ğildi ve Pantalaimon anorağından dışarı süzülerek fareşeklinde ona arkadaşlık etti. "Aletiyometreyi kontrol ettim," dedi, "iyi durumda.Hiçbir şey kırılmamış."417

PHILIP PULLMAN "Kaybolduk, Pan!" dedi Lyra. "O yamaç-hartlaklarrngördün mü? Ya Mr Scoresby'nin onlara ateş etmesiniEğer buraya inerlerse Tanrı yardımcımız olsun..." "En iyisi sepeti bulmaya çalışmak," dedi Pantalaimon"Belki buluruz." "Seslenmesek daha iyi," dedi Lyra. "Gerçi ben az önceseslendim ama belki de seslenmesem daha iyi olacak, bi-zi duyarlarsa diye. Keşke nerede olduğumuzu bilseydim." "Bilsek hoşumuza gitmeyebilirdi," diye dikkatini çek-ti cini. "Bir uçurumun dibinde olabiliriz, yukarı çıkış yo-lu olmayabilir ve tepedeki yamaç-hartlakları da sis açılın-ca bizi görebilir." Lyra birkaç dakika dinlendikten sonra, elleriyle etrafıyokladı ve buzla kaplı iki kaya arasındaki aralığa indiğinigördü. Dondurucu sis her yanı kaplıyordu; bir yanda, se-se bakılırsa elli metre kadar öteden, dalgaların çarpışı du-yuluyordu, tepelerden doğru da yamaç-hartlaklarınm fer-yatları halen geliyordu, ama biraz hafiflemiş gibiydiler. Ka-ranlıkta iki ya da üç metreden ötesini görmüyordu, Panta-laimon'un baykuş gözlerinin bile faydası olmuyordu. Canı yana yana, pürüzlü kayalarda kayıp yuvarlana-rak dalgalardan uzağa, kumsalın biraz yukarısına doğrugitti. Orada da kayalar ve kardan başka bir şey bulama-dı, balona ya da içindekilere dair bir işaret yoktu."Hepsi birden yok olmuş olamaz," diye fısıldadı. Pantalaimon kedi biçiminde biraz daha ileri gitti vepatlayıp açılmış, dağılan kumları şimdiden kaskatı don-418

KUZEY IŞIKLARImaya başlamış dört ağır kum torbasına rastladı. "Safra," dedi Lyra. "Yeniden havalanmak için onlarıaşağı atmış olmalı..." Boğazmdaki yumruyu ya da göğsündeki korkuyu yada ikisini birden bastırmak için yeniden kuvvetle yut-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kundu. "Ah, Tanrım, korkuyorum," dedi. "Umarım emniyette-dirler."O zaman Pantalaimon onun kollarına geldi ve fare bi-çiminde, içerisinde olunca görünmediği kukuletaya gir-di. Lyra bir ses duydu, bir şey kayaya sürtünuyormuş gi-bi. Ne olduğunu görmek için dönüp baktı."İorek!" Ancak kelimeyi daha bitirmeden yuttu, çünkü gelenhiç de İorek Byrnison değildi. Yabancı bir ayıydı, üzerin-de çiyin donup buzlandığı cilalı bir zırh giymişti, miğfe-rinde bir tüy vardı. İki metre kadar uzakta, kıpırdamadan durdu, Lyra işi-nin sahiden bittiğini düşündü. Ayı ağzını açıp kükredi. Kayalardan gelen yankı, göl-de ve ta tepelerde daha da fazla feryada yol açtı. Sisiniçinden bir başka ayı çıktı, sonra bir tane daha. Lyra kı-pırdamadan durdu, küçük insan yumruklarını sıktı.Ayılar hareket etmiyorlardı. Sonra içlerinden biri,"Adın ne?" dedi."Lyra.""Nereden geliyorsun?"419

PHILIP PULLMAN"Gökten.""Balonla mı gelmiştin?""Evet.""Bizimle gel. Tutsaksın. Yürü bakalım, hadi. Çabuk." Lyra yorgun ve korkmuş halde ayıyı izleyip sert vekaygan kayalarda sendeleye sendeleye yürürken, bu iş-ten konuşarak nasıl kurtulabileceğini merak ediyordu.420

19Esaret Ayılar Lyra'yı, sisin sahildekinden daha da yoğun ol-duğu yardaki koyaktan yukarı çıkardılar. Yamaç-hartlak-larınm çığlıkları ve dalgaların çarpışı onlar tırmandıkçagiderek uzaklaştı, az sonra kalan tek ses, martıların ke-silmek bilmez feryadıydı. Kayalar ve kar yığınlarına ses-sizce tırmandılar ve Lyra onları çevreleyen griliğe faltaşıgibi açılmış gözlerle baksa ve dostlarının sesini duymakiçin kulaklarını dört açsa da, Svalbard'daki tek insan ola-bilirdi. İorek de ölmüştü belki.

Ayı çavuş, düz araziye çıkana kadar ona bir şey söy-lemedi. Sonra durdular. Lyra, dalgaların sesinden kayala-rın tepesine ulaştıklarını tahmin etti ve kenardan aşağıdüşerse diye kaçmaya cesaret edemedi. "Yukarı bak," dedi ayı, bir esinti ağır sis perdesini ke-nara iterken. Zaten çok az gün ışığı vardı ama Lyra baktı ve muaz-zam bir taş bina önünde durduğunu gördü. En az JordanKoleji'nin en yüksek kısmı yüksekliğindeydi ama çok421

PHILIP PULLMANdaha heybetliydi, her yanına savaş resimleri uyulmuştu-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ayıları muzaffer, Skraelingler'iyse teslim olurken gösteri-yorlardı, Tatarlar'ı zincire vurulmuş ve ateş madenlerin-de köle olarak çalışırken gösteriyorlardı, ayıların kralı İo-fur Raknison'a dünyanın dört bucağından armağanlargetiren uçan zeplinler gösteriyorlardı. Ayı çavuş ona oymaların bunları temsil ettiğini söyledien azından. Bu konuda mecburen o ne diyorsa öyle ka-bul edecekti, çünkü cephedeki derinden oyulmuş her birçıkıntıya, her bir fırlak noktaya sümsük kuşları ile yabanimartılar yerleşmişti; tepede hiç durmadan gaklıyor, haykı-rıyor ve dönüp duruyorlardı, pislikleri de binanın her par-çasını kirli beyaz kalın bir tabaka halinde örtmüştü. Ancak ayılar bu pisliğin farkında değil gibi görünü-yorlardı; gene kuşların lekeleriyle kirlenmiş buzlu zeminüzerinde muazzam bir kemerden geçip içeri girdiler. Biravlu vardı, yüksek basamaklar, girişler ve her noktadazırhlı ayılar gelenlere kimlik soruyordu, onlara bir paro-la veriliyordu. Zırhları cilalanmıştı, pırıl pırıl parlıyordu,hepsi miğferlerine tüyler takmıştı. Lyra gördüğü her ayı-yı İorek Byrnison'la karşılaştırmaktan kendini alamıyor-du ve sonuç hep İorek'in lehineydi: daha güçlü, dahazarifti, zırhı ise gerçek bir zırhtı: pas rengi, kan lekeli,çarpışmalarla içine göçmüş, şimdi etrafında gördükleri-nin çoğu gibi şık, sırlanmış, süs niteliğinde bir zırh değil. Daha da içeri girince ısı arttı. Artan bir şey daha var-dı. İofur'un sarayının kokusu iğrençti: kokmuş fok yağı,422

KUZEY IŞIKLARIfışkı, kan, her tür artık. Lyra biraz serinlemek için kuku-letasını geriye itti, ama burnunu buruşturmaktan kendinialamadı. Ayıların insanların yüzündeki ifadeleri okuya-madığını umdu. Her birkaç metrede bir, balık yağı lam-balarını tutan demir destekler vardı ve. onların titrek göl-gelerinde Lyra'nm nereye bastığını görmesi de her za-man kolay olmuyordu. Sonunda demirden ağır bir kapının dışında durdular.Muhafız bir ayı kocaman bir sürgüyü çekti ve çavuş bir-den ön ayağını Lyra'ya savurarak, onu tepesi üstü kapı-dan içeri fırlattı. Lyra daha toparlanıp kalkamadan kapı-nın arkadan sürgülendiğini duydu. Son derece karanlıktı ama Pantalaimon ateşböceği ol-du ve çevrelerine minik bir ışıltı saçtı. Duvarlardan rutu-bet damlayan ve mobilya namına sadece bir taş sıranınbulunduğu dar bir hücredeydiler. En uzak köşede, yatakolduğunu düşündüğü bir paçavra yığını vardı, bütün gö-rebildiği de buydu. Lyra, omuzunda Pantalaimon'la oturdu ve giysilerininiçinde aletiyometreyi aradı. "Ordan oraya hayli savruldu, Pan," diye fısıldadı."Umarım hâlâ çalışıyordur." Pantalaimon onun bileğine uçtu, Lyra kafasını topar-larken orada ışıldayarak oturdu. Lyra, bir parçasıyla, bu-rada müthiş bir tehlike altında otururken bir yandan daaletiyometreyi okumak için gerekli olan sükuneti yaka-layabilmesini dikkate değer buluyordu; ama bu artık öy-423

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMANdaha heybetliydi, her yanına savaş resimleri oyulmuştu-ayıları muzaffer, Skraelingler'iyse teslim olurken gösteri-yorlardı, Tatarlar'ı zincire vurulmuş ve ateş madenlerin-de köle olarak çalışırken gösteriyorlardı, ayıların kralı İo-fur Raknison'a dünyanın dört bucağından armağanlargetiren uçan zeplinler gösteriyorlardı. Ayı çavuş ona oymaların bunları temsil ettiğini söyledien azından. Bu konuda mecburen o ne diyorsa öyle ka-bul edecekti, çünkü cephedeki derinden oyulmuş her birçıkıntıya, her bir fırlak noktaya sümsük kuşları ile yabanimartılar yerleşmişti; tepede hiç durmadan gaklıyor, haykı-rıyor ve dönüp duruyorlardı, pislikleri de binanın her par-çasını kirli beyaz kalın bir tabaka halinde örtmüştü. Ancak ayılar bu pisliğin farkında değil gibi görünü-yorlardı; gene kuşların lekeleriyle kirlenmiş buzlu zeminüzerinde muazzam bir kemerden geçip içeri girdiler. Biravlu vardı, yüksek basamaklar, girişler ve her noktadazırhlı ayılar gelenlere kimlik soruyordu, onlara bir paro-la veriliyordu. Zırhları cilalanmıştı, pırıl pırıl parlıyordu,hepsi miğferlerine tüyler takmıştı. Lyra gördüğü her ayı-yı İorek Byrnison'la karşılaştırmaktan kendini alamıyor-du ve sonuç hep İorek'in lehineydi: daha güçlü, dahazarifti, zırhı ise gerçek bir zırhtı: pas rengi, kan lekeli,çarpışmalarla içine göçmüş, şimdi etrafında gördükleri-nin çoğu gibi şık, sırlanmış, süs niteliğinde bir zırh değil. Daha da içeri girince ısı arttı. Artan bir şey daha var-dı. İofur'un sarayının kokusu iğrençti: kokmuş fok yağı,422

KUZEY IŞIKLARIfışkı, kan, her tür artık. Lyra biraz serinlemek için kuku-letasını geriye itti, ama burnunu buruşturmaktan kendinialamadı. Ayıların insanların yüzündeki ifadeleri okuya-madığını umdu. Her birkaç metrede bir, balık yağı lam-balarını tutan demir destekler vardı ve. onların titrek göl-gelerinde Lyra'nm nereye bastığını görmesi de her za-man kolay olmuyordu. Sonunda demirden ağır bir kapının dışında durdular.Muhafız bir ayı kocaman bir sürgüyü çekti ve çavuş bir-den ön ayağını Lyra'ya savurarak, onu tepesi üstü kapı-dan içeri fırlattı. Lyra daha toparlanıp kalkamadan kapı-nın arkadan sürgülendiğini duydu. Son derece karanlıktı ama Pantalaimon ateşböceği ol-du ve çevrelerine minik bir ışıltı saçtı. Duvarlardan rutu-bet damlayan ve mobilya namına sadece bir taş sıranınbulunduğu dar bir hücredeydiler. En uzak köşede, yatakolduğunu düşündüğü bir paçavra yığını vardı, bütün gö-rebildiği de buydu. Lyra, omuzunda Pantalaimon'la oturdu ve giysilerininiçinde aletiyometreyi aradı. "Ordan oraya hayli savruldu, Pan," diye fısıldadı."Umarım hâlâ çalışıyordur." Pantalaimon onun bileğine uçtu, Lyra kafasını topar-larken orada ışıldayarak oturdu. Lyra, bir parçasıyla, bu-rada müthiş bir tehlike altında otururken bir yandan daaletiyometreyi okumak için gerekli olan sükuneti yaka-layabilmesini dikkate değer buluyordu; ama bu artık öy-423

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

PHILIP PULLMANleşine bir parçası olmuştu ki, en karmaşık sorular bilekaslarının kollarıyla bacaklarını oynatmasmdaki gibi birdoğallıkla, onları oluşturan simgelere dönüşüveriyordu-neredeyse onları düşünmesine bile gerek yoktu.Kolları çevirdi ve soruyu düşündü: "İorek nerede?" Cevap hemen geldi. "Bir günlük yolda, kazadan sonrabalonla oraya sürüklenmiş ama son hızla buraya geliyor.""Ya Roger?""İorek'le birlikte.""İorek ne yapacak?" "Her türlü zorluğa rağmen saraya dalıp seni kurtarma-ya niyetli." Aletiyometreyi kaldırdı, şimdi öncekinden daha fazlaendişelenmişti. "Bırakmazlar onu, değil mi?" diye sordu. "Sayıları çokfazla. Keşke cadı olsaydım, Pan, o zaman sen ona gider-din, mesaj götürürdün falan, doğru dürüst bir plan ya-pardık..."Derken hayatında korkmadığı kadar korktu. Bir erkek sesi karanlıkta birkaç metre öteden konuş-tu ve "Sen de kimsin?" dedi. Lyra korkuyla bağırarak zıpladı. Pantalaimon hemenyarasa oldu, Lyra duvara doğru gerilerken çığlıklar ata-rak onun başının etrafında uçtu. "Ha? Ha?" dedi adam yeniden. "Kim o? Konuş! Ko-nuş!"Lyra, sesi titreyerek, "Gene ateşböceği ol, Pan," dedi.424

KUZEY IŞIKLARI"Ama fazla yaklaşma." Titreşen küçük ışık noktası havada dans etti ve konu-şan adamın başı üstünde çırpındı. Paçavra yığını değil-miş meğer: duvara zincirlenmiş, gözleri Pantalaimon'unışığında parıldayan, taraz taraz saçları omuzlarına inenkır sakallı bir adamdı bu. Yorgun görünüşlü bir yılanolan cini kucağında yatıyor, Pantalaimon yakına uçuncaara sıra dilini çıkarıveriyordu."Adınız ne?" dedi Lyra. "Jotham Santelia," diye cevap verdi adam. "Glouces-ter Üniversitesi'nde Kozmoloji Kraliyet Profesörü'yüm.Sen kimsin?""Lyra Belacqua. Sizi neye içeri attılar?""Garez ve kıskançlıktan... Nereden geliyorsun? Ha?""Jordan Koleji'nden," dedi Lyra."Ne? Oxford mu?""Evet.""O Trelawney denen alçak hâlâ orada mı? Ha?""Palmeria Profesörü mü? Evet," dedi kız. "Öyle mi, Tanrı adına! Ha? Onu çok daha önceden is-tifaya zorlamış olmalılardı. Numaracı eser hırsızı! Züppe!"Lyra tarafsız bir ses çıkardı. "Gamma ışın fotonları hakkındaki tezini yayımladımı?" diye sordu Profesör, yüzünü birden Lyra'nınkineyaklaştırarak.Lyra geriye çekildi."Bilmiyorum," dedi, sonra sırf alışkanlıktan uydura-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

425

PHILIP PULLMANrak, "Hayır," diye devam etti. "Şimdi hatırladım. Hâlâkontrol etmesi gereken rakamlar olduğunu söylemişti.Ve... Toz hakkında da yazacağını söylemişti. Böyle işte." "Rezil! Hırsız! Edepsiz! Serseri!" diye haykırdı ihtiyaradam ve öyle hızla sarsıldı ki Lyra kriz geçirecek diyekorktu. Profesör yumruklarını demirlere vururken, ciniuyuşuk uyuşuk kucağından kaydı. Profesörün ağzındantükürük damlacıkları uçtu. "Evet," dedi Lyra. "Ben de hep onun hırsız olduğunudüşünmüştüm. Ve serseri, falan." Saplantılarında başrol oynayan adamın ta kendisinitanıyan pejmürde bir küçük kızın hücresinde ortaya çık-ması akla yakın olmasa da, Kraliyet Profesörü bunu farketmedi. Sahiden deliydi, şaşmamak gerek, zavallı ihtiyaradam; ama gene de onda Lyra'nın işine yarayabilecekbilgi kırıntıları olabilirdi. İhtiyatla yakınına oturdu, onun kendisine dokunaca-ğı kadar yakına değil, ama Pantalaimon'un minik ışığınınona açıkça göstereceği kadar yakına. "Profesör Trelawney'nin övündüğü bir şey de," dedi,"ayıların kralını ne kadar yakından tanıdığıydı-" "Övünmek mi? Ha? Ha? Tabii ki övünüyor! O züppe-den başka bir şey değil! Ve korsan! Kendi adını taşıyantek bir özgün araştırma kırıntısı yok! Her şey ondan iyiadamlardan aşırılmış!" "Evet, bu doğru," dedi Lyra, samimiyetle. "Ve kendi-ne ait bir şey yaptığı zaman da, yanlış yapıyor."426

KUZEY IŞIKLARI "Evet! Evet! Kesinlikle! Yetenek yok, hayal gücü yok,tepeden tırnağa bir sahtekar!" "Yani, örneğin," dedi Lyra, "her şeyden önce, bahsegirerim ki siz ayılar hakkında onun bildiğinden çok da-ha fazla şey biliyorsunuzdur." "Ayılar," dedi yaşlı adam, "Ha! Onlar hakkında bir risa-le yazabilirim! Beni de onun için kapattılar zaten, malum.""Niyeymiş?" "Onlar hakkında çok fazla şey biliyorum ve beni öl-dürmeye cesaret edemiyorlar. Cüret edemiyorlar, ne ka-dar isteseler de. Biliiyorum, anlıyorsun ya. Dostlarım var.Evet! Güçlü dostlar." "Evet," dedi Lyra. "Ve bahse girerim ki harika bir öğ-retmen olurdunuz," diye devam etti. "İnsanda sizdeki ka-dar bilgi ve deneyim olunca." Çılgınlığının derinliklerinde bile biraz sağduyu halenmevcuttu ve kıza keskin bir bakış attı, hani neredeysealay ettiğinden kuşkulanıyormuş gibi. Ama Lyra ömrüboyunca şüpheci ve huysuz alimlerle uğraşmıştı, ona öy-le katıksız bir hayranlıkla geri baktı ki, adam yatıştı. "Öğretmen," dedi, "öğretmen... Evet, ders verebilirdim.Bana doğru öğrenciyi ver, zihninde bir ateş yakayım!" Lyra cesaret verircesine, "Çünkü bilginizin öylece yokolup gitmemesi gerekir," dedi. "Başkalarına geçirilmesigerekir ki, insanlar sizi hatırlasın."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Evet," dedi, başını sallayıp ciddi ciddi onaylayarak."Çok zekisin, çocuğum. Adın ne?"427

PHILIP PULLMAN "Lyra," diye bir kez daha söyledi ona. "Bana ayılarhakkında bir şeyler öğretebilir misiniz?""Ayılar..." dedi tereddütle. "Aslında kozmoloji, Toz falan öğrenmek isterdimama bunun için yeterince akıllı değilim. Bunun için sa-hiden akıllı öğrencilere ihtiyacınız var. Ama ayılar hak-kında bir şeyler öğrenebilirim. Siz de bana pekala öğre-tebilirsiniz. Ve belki de bununla alıştırma yapar, sonra dayavaş yavaş Toz'a geliriz, belki."Adam yeniden evet anlamında başını salladı. "Evet," dedi, "evet, sanırım haklısın. Mikrokozmos ilemakrokozmos arasında bir alışveriş vardır! Yıldızlar can-lıdır, çocuğum. Bunu biliyor muydun? Oradaki her şeycanlıdır ve oralarda büyük amaçlar vardır! Evren niyet-lerle doludur, yani. Her şey bir amaçla meydana gelir.Senin amacın, bana bunu hatırlatmak. İyi, iyi -umutsuz-luk içindeyken unutmuşum. İyi! Mükemmel, çocuğum!""Ee, kralı gördünüz mü? İofur Raknison'u?" "Evet. Ah, evet. Buraya onun daveti üzerine geldim,malum. Bir üniversite kurmaya niyetliydi. Beni RektörYardımcısı yapacaktı. Bu da Kraliyet Arktik Derneği'netam bir darbe olacaktı, ne dersin, ha? Ha? Ve o Trelaw-ney denen rezile! Hah!""Ne oldu?" "Benim kadar değerli olmayan adamların ihanetineuğradım. Aralarında Trelawney de vardı elbette. O daburadaydı, yani. Svalbard'da. Niteliklerim hakkında ya-428

KUZEY IŞIKLARIlanlar attı, iftira etti. İftira! Karalama! Barnard-Stokes ku-ramının nihai kanıtını kim keşfetti, ha? Ha? Evet, Santeliakeşfetti. Trelawney buna dayanamadı. Göz göre göre ya-lan söyledi. İofur Raknison beni buraya attırdı. Bir gündışarı çıkacağım, göreceksin. Rektör Yardımcısı olaca-ğım, ah evet. Hele Trelawney o zaman gelsin de merha-met dilesin! Hele Kraliyet Arktik Derneği'nin Yayım Ko-mitesi o zaman katkılarımı geri çevirsin bakalım! Hah!Hepsini teşhir edeceğim!" "Bence İorek Byrnison buraya döndüğünde size ina-nır," dedi Lyra. "İorek Byrnison mu? Onu beklemenin faydası yok. Oasla geri gelmez.""Şu anda yolda." "Öyleyse onu öldürürler. O ayı değil çünkü. Toplum-dan kovulmuş biri. Benim gibi. itibardan düşmüş biri.Ayıların hiçbir ayrıcalığından yararlanamaz." "Ama diyelim ki İorek Byrnison geri geldi," dedi Lyra."Diyelim ki dövüşmek için İofur Raknison'a meydanokudu." "Ah, buna izin vermezler," dedi Profesör kararlı birşekilde. "İofur asla İorek Byrnison'a onunla dövüşmehakkını tanıyarak kendini alçaltmaz. Hakkı yok ki onun.İorek şimdi fokmuş ya da morsmuş muamelesi görür, ayı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

muamelesi değil. Ya da daha beteri: Tatar ya da Skra-eling muamelesi. Onunla ayıymış gibi şerefli bir şekildedövüşmezler; daha yaklaşamadan onu ateş fırlatıcılarla429

PHILIP PULLMANöldürürler. Umut yok. Af yok." "Ah," dedi Lyra, göğsünde ağır bir umutsuzlukla. "Pe-ki, ya ayıların öteki tutsakları? Onları nerede tuttuklarımbiliyor musunuz?""Öteki tutsaklar mı?""Şey gibi... Lord Asriel gibi." Birden Profesör'ün tavrı tamamen değişti. Sindi, ürke-rek duvara doğru çekildi ve başını uyarırcasına salladı."Hişşt! Sus! Seni duyacaklar!" diye fısıldadı."Neden Lord Asriel'den söz etmemeliyiz?" "Yasak! Çok tehlikeli! İofur Raknison onun sözününedilmesine izin vermez!" "Neden?" diye sordu Lyra, daha yakma gelip, o ürk-mesin diye kendi de fısıldayarak. ihtiyar adam fısıltıyla cevap verdi. "Lord Asriel'i tutsakolarak tutmak Adak Meclisi'nin İofur'a verdiği özel birgörev. Mrs. Coulter İofur'u görmek için bizzat burayageldi ve Lord Asriel'i ayak altından çeksin diye ona çeşitçeşit ödül teklif etti. Anlıyorsun ya, biliyorum, çünkü osıralar ben İofur'un himayesi altındaydım. Mrs. Coulter'latanıştım! Evet. Onunla uzun bir konuşma yaptık. İofurkara sevdaya tutuldu. Onun hakkında konuşmaktankendini alamıyordu. Onun için her şeyi yapardı. Eğer oLord Asriel'in yüz mil uzakta tutulmasını istiyorsa, tutu-lacaktı. Mrs. Coulter için her şey yapılacaktı, her şey.Başşehrine onun adını verecekti, bunu biliyor muydun?""Yani kimsenin gidip Lord Asriel'i görmesine izin ver-430

KUZEY IŞIKLARImez mi?" "Hayır! Asla! Ama Lord Asriel'den de korkuyor, biliyormusun? İofur zor bir oyun oynuyor. Ne var ki akıllı. İki-sinin de istediklerini yaptı. Mrs. Coulter'ı memnun etmekiçin Lord Asriel'i tecrit edilmiş olarak tuttu; ve Lord Asri-el'e de istediği her tür donanımı verdi ki, onu da mem-nun edebilsin. Sürmez ama bu denge. İstikrarsız. Her ikitarafı memnun etmek. Ha? Bu durumun dalga fonksiyo-nu çok geçmeden çökecek. Sağlam kaynaklara dayana-rak söylüyorum." "Sahi mi?" dedi Lyra, ama aklı başka yerdeydi, çılgın-ca onun az önce söylediklerini düşünüyordu. "Evet. Cinimin dili olasılığın tadını alabiliyor çünkü.""Evet. Benimkinin dili de. Bizi ne zaman besliyorlar,Profesör?""Beslemek mi?" "Arada bir yiyecek veriyor olmalılar, yoksa açlıktanölürüz. Hem yerde kemikler var. Herhalde fok kemikle-ri, değil mi?""Fok... Bilmiyorum. Olabilir." Lyra ayağa kalktı ve önünü yoklayarak kapıyı buldu.Doğal olarak kapının kulbu yoktu, anahtar deliği de; veüstü ile altı öylesine sıkıca oturmuştu ki hiç ışık görün-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

müyordu. Kulağını kapıya dayadı, ama hiçbir şey duya-madı. Arkasında ihtiyar adam kendi kendine mırıldanıpduruyordu. Yorgun yorgun yana dönüp öbür türlü yatar-ken zincirinin takırdadığmı duydu,' çok geçmeden de431

PHILIP PULLMANhorlamaya başladı. Gene önünü yoklayarak sıraya geri döndü. Işık ver-mekten bitkin düşen Pantalaimon yarasa olmuştu, onagöre hava hoştu, tabii; Lyra oturmuş tırnağını yerken oyavaşça cikleyerek etrafta kanat çırptı. Birden, hiç beklemiyorken, onca zaman önce İstira-hat Odası'nda Palmeria Profesörü'nün söylediğini duy-duğu şeyi hatırladı. İorek Byrnison, İofur'un adından ilkkez bahsettiğinden beri, bir şey onu rahatsız ediyordu,şimdi geri gelmişti: İofur Raknison, demişti Profesör Tre-lawney, her şeyden çok bir cin ister. Ne dediğini anlamamıştı, tabii; çünkü İngilizce söyle-yeceğine panserbj0rn&den söz etmişti, bu yüzden deLyra onun ayılardan söz ettiğini anlamamıştı, İofur Rak-nison'ın bir insan olmadığını hiç bilmiyordu. Ve bir insa-nın da zaten cini olurdu, o yüzden dedikleri bir anlamifade etmemişti. Ama şimdi apaçıktı. Ayı kral hakkında duyduğu herşey yerli yerine oturuyordu: heybetli İofur Raknison herşeyden çok, kendine ait bir cinle, insan olmayı istiyordu. Ve bunu düşünürken aklına bir plan geldi: İofur Rak-nison'a normalde asla yapmayacağı bir şeyi yaptırmanınbir yolu; İorek Byrnison'a hakkı olan tahtı geri vermeninbir yolu; ve nihayet, Lord Asriel'i kapattıkları yere gidipona aletiyometreyi götürmenin bir yolu. Fikir öylece boşlukta asılı kalmış, sabun köpüğü gibinarin narin ışıldıyordu adeta ve Lyra, ya patlarsa diye432

KUZEY IŞIKLARIona doğrudan doğruya bakmaya bile cüret edemiyorduAma fikirlerin nasıl olduğunu iyi bilirdi ve başka bir ye-re bakıp başka şey bir düşünerek, bıraktı ışıldasın. Sürgüler takırdayıp kapı açıldığında uyudu uyuyacak-tı. İçeri ışık süzüldü, Pantalaimon çabucak cebine sakla-nırken, Lyra anında ayağa kalktı. Ayı muhafız, fok budunu kaldırıp içeri atmak için ba-şını eğince, yanında bitip dedi ki: "Beni İofur Raknison'a götür. Götürmezsen eğer, ba-şın derde girer. Çok acil." Ayı ağzındaki eti düşürdü ve başını kaldırdı. Ayılarınyüzlerindeki ifadeyi okumak kolay değildir ama, kızgıngörünüyordu. Lyra hemen, "İorek Byrnison hakkında," dedi. "Onunhakkında bir şey biliyorum, kralın da bilmesi gerekiyor.""Bana ne olduğunu söyle, mesajı ona ileteyim," dedi ayı. "Bu doğru olmaz, kral öğrenmeden başka birinin öğ-renmesi olmaz," dedi Lyra. "Kusura bakma, kabalık et-mek istemem ama anlıyorsun ya, bir şeyi önce kralın öğ-

renmesi bir kuraldır." Belki de kalın kafalıydı. Her neyse, durakladı, sonra

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

da "Pekala. Benimle gel," diyerek, eti hücreye attı. Önüne düşüp onu açık havaya çıkardı, Lyra bunuminnetle karşıladı. Sis kalkmıştı, yüksek duvarlı avlununüstünde yıldızlar parıldıyordu. Muhafız bir başka ayıyadanıştı, o ayı da Lyra ile konuşmaya geldi."Canın isteyince İofur Raknison'u göremezsin," dedi.433

PHILIP PULLMAN"O seni görmek isteyene kadar beklemen gerek." "Amabu acil, ona söylemem gereken şey," dedi Lyra. "İorekByrnison hakkında. Eminim ki Majesteleri bunu duymakisteyecek, ancak gene de başka birine söyleyemem, an-lamıyor musun? Kibarca olmaz. Kibar davranmadığımızıöğrenirse çok ama çok kızar." Dedikleri ya ikna edici gelmiş ya da ayının duraklama-sına yol açacak kadar şaşırtmıştı onu. Lyra olup bitenlerhakkındaki yorumunun doğru olduğundan emindi: İofurRaknison öyle yeni usuller başlatmıştı ki, ayıların hiçbirihenüz nasıl davranması gerektiğinden emin değildi, o daİofur'a ulaşmak için bu belirsizlikten yararlanabilirdi. Böylece ayı bir üstündeki ayıya danışmak için çekildive çok geçmeden Lyra yeniden Saray'a buyur edilmişti,ama bu sefer sarayın hükümet bölümüne. Burası da da-ha temiz değildi, hatta havayı solumak hücredekindende zordu, çünkü bütün o pis doğal kokuların üstüne ağırtiksindirici bir parfüm tabakası çökmüştü. Onu önce ko-ridorda beklettiler, sonra bir bekleme odasında, sonra dabüyük bir kapının önünde. Bu arada ayılar görüştü, tar-tıştı, öne arkaya gidip geldi. Lyra'nın da gülünç dekoras-yona bakacak vakti oldu: duvarlar, bir kısmı şimdidensoyulmakta olan ya da rutubetten ufalanmış yaldızlı sıvasüslemelerden yana zengindi. Cafcaflı halılar da ayak iz-lerinden leş gibiydi. Nihayet büyük kapı iç taraftan açıldı. Yarım düzineavizenin saçtığı ışık, koyu kırmızı bir halı ve gene hava-434

KUZEY IŞIKLARIdaki o ağır parfüm kokusu; ve hepsi ona bakan bir dü-zine ya da daha fazla ayının yüzleri. Ayıların hiçbiri zırh-lı değildi ve hepsi bir tür süs takmıştı: altın bir kolye,mor tüylerden süslü bir başlık, koyu kırmızı bir atkı. Tu-haf ama odaya kuşlar da yerleşmişti; deniz kırlangıçlarıve yabani martlar, sıva kornişe tünemişti ve birbirlerininavizelerdeki yuvalarından düşmüş olan balık parçalarınıkapmak için dalışa geçiyorlardı. Ve odanın karşı tarafındaki platformda muazzam birtaht yükseliyordu. Kuvvetli ve dayanıklı olsun diye granit-ten yapılmıştı ama İofur'un sarayındaki pek çok başka şeygibi, bir dağ yamacındaki gelin tellerini andıran fazlacasüslü zincirler ve yaldızdan çelenklerle bezenmişti. Tahtta Lyra'nın o ana kadar gördüğü en büyük ayıoturuyordu. İofur Raknison, İorek'ten bile uzun ve cüs-seliydi ve yüzü çok daha hareketli ve ifadeliydi, İorek'in-kinde asla görmediği bir tür insanlık vardı bu yüzde. İo-fur ona baktığı zaman sanki gözlerinden dışarı bir insanbakıyor gibiydi, Mrs. Coulter'm evinde gördüğü türdenbir insan, iktidara alışkın kurnaz bir politikacı. Boynuna

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ağır altın bir zincir takmıştı, zincirden cicili bicili bir mü-cevher sarkıyordu ve pençelerinin -en azından on beşersantim uzunlukta- her biri altın varaklarla kaplıydı. Kar-şısındakinde muazzam bir kuvvet, enerji ve maharetduygusu uyandırıyordu; gülünç derecede fazla olan süs-leri taşıyabilecek kadar iriydi; onun üstünde aptalca de-ğil barbarca ve muhteşem görünüyorlardı.435

PHILIP PULLMAN Lyra cesaretini kaybetti. Birden fikri, kelimelerle anla-tılamayacak kadar zayıf görünmüştü gözüne. Ama biraz daha yaklaştı, çünkü yaklaşması gerekiyorduve birden İofur'un dizinde bir şey tuttuğunu fark etti, tıpkıbir insanın bir kediyi oturtacağı gibi -ya da bir cini. Büyük, içi doldurulmuş bir bebekti, boş bakışlı salakbir insan yüzüne sahip bir manken. Mrs. Coulter'ın giyi-neceği gibi giyinmişti, kabaca ona benziyordu da. Ayıkral, kendine cini varmış süsü veriyordu. Lyra o zamanemniyette olduğunu anladı. Tahta yaklaştı ve derin bir reverans yaptı, Pantala-imon cebinde sessizliğini ve hareketsizliğini koruyordu. "Sizi selamlarız, büyük Kral," dedi usulca. "Ya da benselamlarım demek istiyorum, o değil." "Kim değil?" dedi. Sesi kızın tahmin edeceğinden da-ha inceydi, ama ifade taşıyan tonlar ve inceliklerle do-luydu. Konuştuğu zaman, orada öbeklenmiş sinekleridefetmek için pençesini ağzının önünde sallıyordu. "İorek Byrnison, Majesteleri," dedi Lyra. "Size söyle-yecek çok önemli ve gizli bir şeyim var ve sanırım bunusadece siz duymalısınız, gerçekten.""İorek Byrnison hakkında bir şey mi?" Lyra, kuşların pislediği döşemede nereye bastığınadikkat ederek ve yüzünün önünde vızıldayan sineklerieliyle savuşturarak, ona yaklaştı. "Cinler hakkında bir şey," dedi, ancak onun duyabi-leceği şekilde. Ayının yüzünün ifadesi değişti. Lyra bu436

KUZEY IŞIKLARIifadenin ne dediğini okuyamıyordu ama fevkalade ilgi-lendiği konusunda hiç kuşku yoktu. Birden, onun yanadoğru kaçmasına sebep olarak tahttan öne doğru hantalhantal yürüdü ve diğer ayılara kükreyerek bir emir ver-di. Hepsi başlarını eğdi, arka arka kapıya doğru gittiler.Onun kükremesi üzerine telaşla havalanan kuşlar, yeni-den yuvalarına yerleşmeden önce acı acı bağırıp uçaraketrafta dolandılar. Taht odasında sadece İofur Raknison ile Lyra kalınca,kral hevesle ona döndü. "Ee?" dedi. "Bana kim olduğunu söyle. Nedir bu cinmeselesi?""Ben bir cinim, Majesteleri," dedi Lyra.Ayı olduğu yerde kalakaldı."Kimin cini?" diye sordu.Lyra, "İorek Byrnison'ın," diye cevap verdi. Ömründe söylediği en tehlikeli şeydi bu. Onu oracık-ta öldürmemesine sadece şaşkınlığının neden olduğunuhayli açıkça görebiliyordu. Derhal devam etti:

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Lütfen Majesteleri, siz bana bir zarar vermeden öncebırakın da anlatayım. Buraya, gördüğünüz gibi, kendimiriske atarak geldim ve sizi incitecek hiçbir şeyim yok.Aslında size yardımcı olmak istiyorum. İorek Byrnison,cini olan ilk ayı oldu, oysa bu siz olmalıydınız. Onun ci-ni olacağıma sizin cininiz olmayı tercih ederdim ben,onun için geldim.""Nasıl?" diye sordu ayı, soluk soluğa. "Bir ayının nasıl437

PHILIP PULLMANcini olur?7 Henniye o? Ve nasıl oluyor da sen ondan bukadar uz$aktasa?Sinekller, nıtik kelimeler gibi ağzından çıktılar. "Bu kt'olay. Ondan uzaklaşabiliyorum, çünkü cadı cinigibiyim. fOnlaıı insanlarından nasıl yüzlerce mil uzakla-şabildiğirıi bilırorsunuz, değil mi? Öyle işte. Beni nasıledindiğirfte gebce, Bolvangar'da oldu. Bolvangar'ı duy-muşsunuzdur J.te. Coulter size oradan söz etmiştir belkiama herbıaldemda yaptıkları her şeyi söylememiştir.""Kesme... "Mi. "Evet, kesıc. bir kısmı bu, tefrik. Ama başka bir sürüşey de yaıpıyoıiar. suni cinler yaratmak gibi. Ve hayvanlarüzerinde densler sürdürüyorlar. İorek Byrnison bunuduyunca, acabona bir cin yapabilirler mi diye kendinidenek olarak «ındu ve yaptılar. O cin, bendim. AdımLyra. İnsanları cinleri olduğu zaman nasıl hayvan biçi-minde olluyorlıtsa, bir ayının cini olunca o da insan olu-yor. Ve b»en otın ciniyim. Kafasının içini görebilirim, tamolarak nee yaps»ını ve nerede olduğunu bilebilirim ve-""Şimdi nerde?""Svaltoard'dı Olanca hızıyla buraya doğru geliyor." "Niye?' Ne »yor? Çıldırmış olmalı! Onu paramparçaederiz!" "Beni istiyo Beni geri almaya geliyor. Ama ben onuncini olm£>k istemiyorum, İofur Raknison, sizin cininiz ol-mak istiyorum Çünkü bir ayının bir cinle ne kadar güç-lü olduğiunu görünce, Bolvangar'daki insanlar artık bu438

KUZEY IŞIKLARIdeneyi asla tekrarlamamaya karar verdi. İorek Byrnisoncin sahibi olmuş tek ayı olacaktı. Ve ben ona yardımedince de size karşı bütün ayılara önderlik edebilirdi.Svalbard'a bunun için geldi." Ayı kral öfkesini kükreyerek ifade etti. Öyle bir gürül-tüyle kükredi ki avizelerin kristali şıngırdadı, koca oda-daki her kuş çığlığı bastı ve Lyra'nın kulakları çınladı.Ama Lyra buna hazırdı. "İşte bunun için en çok sizi seviyorum," dedi İofurRaknison'a, "akıllı olduğunuz kadar tutkulu ve kuvvetliolduğunuz için. Ve onu bırakıp sizi gelmem, anlatmamşarttı, çünkü ayılara onun hükmetmesini istemiyorum.Siz olmalısınız. Ve beni ondan alıp kendi cininiz yapma-nın bir yolu var, ama ben size söylemesem ne olduğu-nu bilmezdiniz ve onun gibi toplum dışına atılmış ayılar-la dövüşürken normalde ne yapılırsa onu yapardınız; ya-ni, onunla doğru dürüst dövüşmez, ateş fırlatıcılarîa fa-lan onu öldürtürdünüz. Oysa bunu yaparsanız ben ışık

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gibi sönerim, onunla birlikte can veririm.""Ama sen -nasıl olur-" "Sizin cininiz olabilirim," dedi Lyra, "ne var ki, ancakİorek Byrnison'u teke tek savaşta yenilgiye uğratırsanız.O zaman kuvveti size akacak ve benim zihnim de sizin-kine akacak ve tek bir kişi gibi olabileceğiz, birbirimizindüşüncelerini düşüneceğiz; o zaman size casusluk ede-yim diye beni millerce uzağa gönderebilir, ya da buradadizinizin dibinde tutabilirsiniz, siz nasıl isterseniz. Size439

PHILIP PULLMANcini olur? Hem niye o? Ve nasıl oluyor da sen ondan bukadar uzaktasın?"Sinekler, minik kelimeler gibi ağzından çıktılar. "Bu kolay. Ondan uzaklaşabiliyorum, çünkü cadı cinigibiyim. Onların insanlarından nasıl yüzlerce mil uzakla-şabildiğini biliyorsunuz, değil mi? Öyle işte. Beni nasıledindiğine gelince, Bolvangar'da oldu. Bolvangar'ı duy-muşsunuzdur, Mrs. Coulter size oradan söz etmiştir belkiama herhalde orada yaptıkları her şeyi söylememiştir.""Kesme..." dedi. "Evet, kesme, bir kısmı bu, tefrik. Ama başka bir sürüşey de yapıyorlar, suni cinler yaratmak gibi. Ve hayvanlarüzerinde deneyler sürdürüyorlar. İorek Byrnison bunuduyunca, acaba ona bir cin yapabilirler mi diye kendinidenek olarak sundu ve yaptılar. O cin, bendim. AdımLyra. İnsanların cinleri olduğu zaman nasıl hayvan biçi-minde oluyorlarsa, bir ayının cini olunca o da insan olu-yor. Ve ben onun ciniyim. Kafasının içini görebilirim, tamolarak ne yaptığını ve nerede olduğunu bilebilirim ve-""Şimdi nerede?""Svalbard'da. Olanca hızıyla buraya doğru geliyor." "Niye? Ne istiyor? Çıldırmış olmalı! Onu paramparçaederiz!" "Beni istiyor. Beni geri almaya geliyor. Ama ben onuncini olmak istemiyorum, İofur Raknison, sizin cininiz ol-mak istiyorum. Çünkü bir ayının bir cinle ne kadar güç-lü olduğunu görünce, Bolvangar'daki insanlar artık bu438

KUZEY IŞIKLARIdeneyi asla tekrarlamamaya karar verdi. İorek Byrnisoncin sahibi olmuş tek ayı olacaktı. Ve ben ona yardımedince de size karşı bütün ayılara önderlik edebilirdi.Svalbard'a bunun için geldi." Ayı kral öfkesini kükreyerek ifade etti. Öyle bir gürül-tüyle kükredi ki avizelerin kristali şmgırdadı, koca oda-daki her kuş çığlığı bastı ve Lyra'nın kulakları çınladı.Ama Lyra buna hazırdı. "İşte bunun için en çok sizi seviyorum," dedi İofurRaknison'a, "akıllı olduğunuz kadar tutkulu ve kuvvetliolduğunuz için. Ve onu bırakıp sizi gelmem, anlatmamşarttı, çünkü ayılara onun hükmetmesini istemiyorum.Siz olmalısınız. Ve beni ondan alıp kendi cininiz yapma-nın bir yolu var, ama ben size söylemesem ne olduğu-nu bilmezdiniz ve onun gibi toplum dışına atılmış ayılar-la dövüşürken normalde ne yapılırsa onu yapardınız; ya-ni, onunla doğru dürüst dövüşmez, ateş fırlatıcılarla fa-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lan onu öldürtürdünüz. Oysa bunu yaparsanız ben ışıkgibi sönerim, onunla birlikte can veririm.""Ama sen -nasıl olur-" "Sizin cininiz olabilirim," dedi Lyra, "ne var ki, ancakİorek Byrnison'u teke tek savaşta yenilgiye uğratırsanız.O zaman kuvveti size akacak ve benim zihnim de sizin-kine akacak ve tek bir kişi gibi olabileceğiz, birbirimizindüşüncelerini düşüneceğiz; o zaman size casusluk ede-yim diye beni millerce uzağa gönderebilir, ya da buradadizinizin dibinde tutabilirsiniz, siz nasıl isterseniz. Size439

PHILIP PULLMANBolvangar'ı ele geçirmek için ayılara önderlik etmekteyardım edebilirim, isterseniz, ve onları gözde ayılarınıziçin daha fazla cinler yaratmaya zorlayabilirsiniz, ya dacini olan tek ayı olarak kalmak istiyorsanız eğer, Bolvan-gar'ı sonsuza kadar yok edebiliriz. Her şeyi yapabiliriz,İofur Raknison, siz ve ben birlikte!" Bu arada Pantalaimon'u titreyen eliyle cebinde tutu-yordu, o da o zamana dek edindiği en küçük fare biçi-miyle olabildiğince hareketsiz duruyordu. İofur Raknison, taşkın bir heyecan havasıyla aşağı yu-karı yürüyordu. "Teke tek savaş mı?" diyordu. "Ben mi? İorek Byrni-son'la dövüşmem gerekiyor, öyle mi? İmkansız! O top-lum dışına atılmış biri! Nasıl olabilir? Onunla nasıl dövü-şebilirim? Tek yolu bu mu?" "Tek yolu bu," dedi Lyra, öyle olmasaydı keşke diyedüşünerek, çünkü geçen her dakikayla birlikte İofurRaknison ona daha büyük ve daha vahşi görünüyordu.İorek'i gönülden severdi ve ona çok güvendiği haldedev ayıların içinde bile dev olan bu ayıyı yeneceğine birtürlü gerçekten inanamıyordu. Ama tek umutları da buy-du. Uzaktan ateş fırlatıcılarla vurulmakta ise hiç umutyoktu.Birden İofur Raknison döndü."Kanıtla!" dedi. "Cin olduğunu kanıtla!" "Tamam," dedi Lyra. "Bunu yapabilirim, kolay. Sizinbildiğiniz ve başka kimsenin bilmediği her şeyi öğrene-440

KUZEY IŞIKLARIbilirim, bunu ancak bir cin öğrenebilir." "Öyleyse bana ilk öldürdüğüm yaratığın ne olduğunusöyle." "Bunu yapmak için tek başıma bir odaya gitmem ge-rek," dedi Lyra. "Cininiz olduğum zaman nasıl yaptığımıgörebilirsiniz, ama o zamana kadar özel olması gerekir." "Bunun arkasında bir bekleme odası var. Oraya gir,cevabı öğrendiğin zaman da dışarı çık." Lyra kapıyı açtı, kendini tek bir meşaleyle aydınlatıl-mış, içinde kararmış gümüş süsler olan maun bir dolapdışında boş olan bir odada buldu. Aletiyometreyi çıkar-dı ve sordu: "İorek nerede şimdi?" "Dört saat mesafede,gittikçe daha hızla geliyor.""Ona ne yaptığımı nasıl söyleyebilirim?""Ona güvenmen gerek." Kız, endişeyle, onun ne kadar yorulmuş olacağını dü-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

şündü. Ama sonra, aletiyometrenin az önce ona söyledi-ği şeyi yapmadığını fark etti: İorek'e güvenmiyordu. Bu düşünceyi bir yana bıraktı ve İofur Raknison'uncevabını istediği soruyu sordu. Öldürdüğü ilk yaratıkkimdi?Cevabı geldi: İofur'un öz babası. Başka sorular sordu ve İofur'un genç bir ayı olarak,ilk av seferinde buzda tek başına olduğunu ve yalnız birayıya rastladığını öğrendi. Münakaşa etmiş ve dövüş-441

PHILIP PULLMANmüşlerdi, İofur onu öldürmüştü. Bu kendi başına bir suçteşkil ederdi zaten, ama durum basit bir cinayetten dekötüydü. Çünkü İofur daha sonra o ayının öz babası ol-duğunu öğrenmişti. Ayılar anneleri tarafından yetiştirilir,babalarını ender olarak görürlerdi. Doğal olarak yaptığışeyi sakladı; bunu İofur'dan başkası bilmiyordu, bir detabii ki şimdi Lyra'dan. Lyra aletiyometreyi kaldırdı ve İofur'a bunu nasıl söy-leyeceğini merak etti. "İltifat et ona!" diye fısıldadı Pantalaimon. "Bütün is-tediği bu." Bunun üzerine Lyra kapıyı açtı, İofur Raknison'u göz-lerinde bir zafer, sinsilik, endişe ve açgözlülük ifadesiy-le onu beklerken buldu. "Afifinizi diliyorum, İofur Raknison!" dedi kız. "Sizinbu kadar kuvvetli ve büyük olduğunuzu bilmiyordum!""Bu da neyin nesi? Soruma cevap ver!" "Öldürdüğünüz ilk yaratık, öz babanızdı. Bence sizyeni bir tanrısınız, İofur Raknison. Öyle olmalısınız. An-cak bir tanrıda bunu yapacak kuvvet olur.""Biliyorsun! Görebiliyorsun!""Evet, çünkü ben sahiden bir cinim, dediğim gibi." "Bana bir şey daha söyle. Lady Coulter buradaykenbana ne vadetti?" Lyra bir kez daha boş odaya gidip aletiyometreye da-nıştı, cevapla geri döndü.442

KUZEY IŞIKLARI "Sizin Hıristiyan olarak vaftiz edilmeniz için Cenev-re'deki Majisteryum'un onayını alacağını vadetti hem deo sıralar cininiz olmadığı halde. Eh, korkarım bunu yap-madı, İofur Raknison, ve doğrusunu isterseniz, cininizyoksa eğer asla onaylayacaklarını da sanmıyorum. Sanırımo da bunu biliyordu, ve size gerçeği söylemiyordu. Amaolsun, ben cininiz olursam eğer, isterseniz vaftiz edilebi-lirsiniz, çünkü o zaman kimse buna karşı çıkamaz. Bunutalep ederseniz, geri çevirmek ellerinden gelmez." "Evet... Doğru. Söylediği buydu. Doğru, her kelime-si. Demek beni aldattı, öyle mi? Ben ona güvendim, o isebeni aldattı, ha?" "Evet, öyle. Ama artık onun önemi yok. Affedersiniz,İofur Raknison, umarım size söylememe kızmazsınızama İorek Byrnison buradan sadece dört saat uzakta vebelki de nöbetçi ayılarınıza ona normalde olduğu gibisaldırmamalarını tembih etseniz iyi olur. Eğer benim içinonunla dövüşecekseniz, saraya gelmesine izin verilmeli."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Evet..." "Ve belki de, geldiği zaman ben hâlâ ona aitmişim gi-bi yapmalıyım ve kayboldum falan demeliyim. Doğrusu-nu anlamaz. Numara yaparım. Diğer ayılara benim İo-rek'in cini olduğumu ve onu yenince size ait olduğumusöyleyecek misiniz?""Bilmiyorum.... Ne demeliyim?" "Bence henüz lafını etmeseniz daha iyi olur. Bir kezbirlikte olduğumuzda, siz ve ben, neyin en iyisi olduğu-443

PHILIP PULLMANnu düşünür, o zaman karar veririz. Şimdi yapmanız ge-reken, öteki ayılara İorek toplum dışı bir ayı olduğu hal-de doğru dürüst bir ayı gibi sizinle dövüşmesine nedenizin verdiğinizi açıklamak. Anlamayacaklar çünkü, buyüzden buna bir neden bulmalıyız. Yani, nasılsa onlarane derseniz yaparlar, ama eğer bunun nedenini anlarlar-sa, size daha da fazla hayran kalırlar.""Evet. Ne demeliyiz onlara?" "Deyin ki... Onlara, krallığınızı tam anlamıyla güven-li hale getirmek için İorek Byrnison'ı dövüşmek üzereburaya sizin çağırdığınızı ve kazananın sonsuza kadarayıları yöneteceğini söyleyin. Anlıyorsunuz ya, eğer ge-lişini onun değil de sizin fikrinizmiş gibi gösterirseniz,gerçekten etkilenirler. Sizin onu çok uzaklardan burayaçağırabildiğinizi düşünürler. Her şeyi yapabileceğinizidüşünürler.""Evet..." Büyük ayı çaresizdi. Lyra onun üzerindeki gücününeredeyse sarhoş edici buldu ve eğer Pantalaimon hep-sinin içinde bulundukları tehlikeyi hatırlatmak için elinisertçe ısırmamış olsaydı, ölçüyü kaçırabilirdi. Ama kendine geldi ve ayılar, İofur'un heyecanlı tali-matlarıyla İorek Byrnison için savaş alanını hazırlarkengözlemek için tevazu içinde geriye çekildi. Ve İorek,Lyra keşke ona söyleyebilsem diye düşünürken hiçbirşey bilmeden, canı pahasına bir dövüşe doğru giderekartan bir hızla yaklaşıyordu.444

20Ölümüne Dövüş Ayılar arasında dövüşlere sık sık rastlanırdı, bu dövüş-ler epey ayinle de çevriliydi. Ancak, bir ayının diğerini öl-dürmesi çok enderdi, olduğunda da genellikle kazaylaolurdu ya da, İorek Byrnison'un durumunda olduğu gibi,bir ayının diğerinden gelen sinyalleri yanlış anlamasınınbir sonucu olarak. İofur'un babasını öldürmesi gibi düpe-düz cinayet olaylarına ise daha da ender rastlanırdı. Ancak zaman zaman öyle koşullar oluşurdu ki, bir an-laşmazlığı sona erdirmenin tek yolu, ölümüne dövüşmekolurdu. Ve bunun için eksiksiz bir tören düzenlenirdi. İofur, İorek Byrnison'ın yolda olduğunu ve bir çarpış-ma olacağını ilan ettiği zaman çarpışma alanı süpürüldü,düzlendi ve İofur'un zırhını kontrol etmek için ateş ma-denlerinden zırhçılar geldi. Her perçin incelendi, herbağlantı denendi, levhalar en ince kumla cilalandı. Pen-çelerine de aynı derecede itina edildi. Altın varak silinip

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

temizlendi ve on beş santimlik her bir kanca tek tek, öl-dürücü bir sivriliğe sahip olana dek bilenip törpülendi.445

PHILIP PULLMANLyra midesinin dibinde gittikçe artan bir bulantı ile izli-yordu bunları, çünkü İorek Byrnison aynı itinayı görme-yecekti; istirahatsiz, yiyeceksiz neredeyse yirmi dört sa-attir buzda yürüyordu; balon çarptığında yaralanmış ola-bilirdi. Ve o, İorek'in haberi olmaksızın onu bu çarpış-maya sokmuştu. Bir ara, İofur Raknison pençelerininkeskinliğini yeni öldürülmüş bir morsta deneyip derisinikağıt gibi biçtikten, ezici darbelerinin gücünü de morsunkafatasında denedikten sonra (iki vuruşta yumurta gibiçatlamıştı), Lyra, İofur'a bir mazeret uydurmuş ve kor-kuyla ağlamak üzere tek başına uzaklaşmıştı. Normalde onu neşelendirebilen Pantalaimon'un bilesöyleyecek umut verici pek az şeyi vardı. Lyra'nın tekyapabileceği, aletiyometreye danışmaktı: bir saat uzak-lıkta, dedi ona, ve yine, ona güvenmesi gerektiğini söy-ledi; ayrıca (bunu okumak daha zordu) Lyra aletin aynısoruyu iki kez sorduğu için kendisine serzenişte bulun-duğunu bile düşündü. Bu vakte kadar ayılar arasında haber duyulmuştu veçarpışma alanının her noktası kalabalıktı. Yüksek rütbe-li ayılar en iyi yerlere sahipti, aralarında elbette İolür'uneşlerinin de bulunduğu dişi ayılar için ise, etrafı çevriliözel bir yer vardı. Lyra dişi ayıları fena halde merak edi-yordu, çünkü onlar hakkında çok az şey biliyordu amaşimdi dolaşıp soru sorma vakti değildi. Onun yerine İo-fur Raknison'm yakınında kaldı ve çevresindeki saraylı-ların, dışarıdaki sıradan ayılardan üst rütbede oldukları-446

KUZEY IŞIKLARInı beyan edişlerini gözledi; görüldüğü kadarıyla hepsi-nin taktığı çeşitli tüylerin, nişanların, andaçların anlamı-nı tahmin etmeye çalıştı. En yüksek rütbede olanların birkısmı, belki de onun başlattığı modayı taklit etmek sure-tiyle gözüne girmeye çalışarak, İofur'un bez bebek cinigibi küçük mankenler taşıdıklarını gördü. İofur'un ken-dininkini bıraktığını görüp de kendi bebeklerini ne ya-pacaklarını bilemediklerini fark ederek, alaycı bir keyifduydu. Atsa mıydılar? Şimdi onun gözünden düşmüşlermiydi? Nasıl davranmalıydılar? Artık anlamaya başlıyordu ki İofur'un sarayındakibaskın ruh hali buydu. Ne olduklarından emin değiller-di. Saf ve emin ve mutlak olan İorek Byrnison'a benze-miyorlardı; birbirlerini ve İofur'u gözlerken, üzerlerindesürekli bir belirsizlik perdesi asılıydı. Ve aşikar bir merakla onu da gözlüyorlardı. Lyra, İo-fur'a makul derecede yakın durdu ve hiçbir şey demedi,ne zaman bir ayı ona baksa gözlerini indirdi. O vakte kadar sis kalkmıştı, hava berraktı; ve şansabakın ki, öğlene doğru karanlığın kısa süreyle kalktığıan, Lyra'nın İorek'in oraya varacağını sandığı anla çakış-mıştı. Çarpışma alanının kenarındaki küçük, yoğun şekil-de sıkışmış kar yükseltisinde titreyerek dururken, başınıkaldırıp havadaki hafif ışığa doğru baktı ve bütün kalbiy-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

le, onu alıp götürmek için inen düzensiz zarif siyah şe-killeri görmeyi istedi; ya da o geniş bulvarlarında güneşışığında güvence içinde yürüyeceği Aurora'nın saklı şeh-447

PHILIP PULLMANrini görmeyi; ya da Ma Costa'nın geniş kollarını görme-yi, onun varlığında sizi saran dostça ten ve yemek koku-larını koklamayı... Kendini ağarken buldu, gözyaşları neredeyse oluşuroluşmaz donuyor, onları acı içinde süpürmesi gerekiyor-du. Öyle korkuyordu ki. Hiç ağlamayan ayılar ona nelerolduğunu anlayamadılar; bir insan süreci, anlamsız. Veelbette Pantalaimon da normalde yapacağı gibi, onu te-selli edemiyordu; ama Lyra elini cebinde, onun küçük sı-cak fare biçimini sıkıca kavramış olarak tuttu, Pantala-imon da onun parmaklarına burnunu sürttü. Yanıbaşm-da demirciler İofur Raknison'un zırhında son ayarlama-ları yapıyorlardı. Ayı, büyük metal bir kule gibi arkaayakları üzerinde doğruldu, cilalanmış çelikle pırıl pırıl-dı, düzgün levhaların içine altın teller kakılmıştı. Deringöz yarıkları ve parıldayan gümüş-gri bir kaplaması olanmiğferi, başının üst kısmını sarıyordu; vücudunun alt kıs-mı, yerine iyice yerine oturmuş, zincirden örülme zırhbir gömlekle korunmuştu. Lyra bunu gördüğü zaman İo-rek Byrnison'a ihanet ettiğini fark etti, çünkü İorek'inböyle bir şeyi yoktu. Zırhı sadece sırtını ve yanlarını ko-ruyordu. Öylesine gösterişli ve güçlü görünen İofur Rak-nison'a baktı, içinde tuhaf bir rahatsızlık hissetti, suçlakorkunun birleşmesi gibi. "Affedersiniz, Majesteleri," dedi, "daha önce size nedediğimi hatırlıyorsanız eğer..."Titreyen sesi havada ince ve zayıf geliyordu kulağa.448

KUZEY IŞIKLARIÜç ayının mükemmel pençeleriyle biçsin diye önündetuttukları hedefin üzerindeki dikkati dağılan İofur Rakni-son, heybetli başını çevirdi. "Evet? Evet?" "Hatırlarsanız, demiştim ki önce gidip İorek Byrni-son'la konuşsam ve numara yapsam-" Ama o daha cümlesini bitiremeden, nöbetçi kulesin-deki ayılardan bir kükreme sesi geldi. Diğerlerinin hep-si bunun ne anlama geldiğini biliyorlardı, müthiş bir he-yecanla karşıladılar. Nöbetçiler, İorek'i görmüştü. "Lütfen, efendim," dedi Lyra telaşla. "Onu kandıraca-ğım, görürsünüz.""Evet. Evet. Git şimdi. Git de onu cesaretlendir*." İofur Raknison, öfke ve heyecandan zorlukla konuşu-yordu. Lyra onun yanından ayrıldı ve çıplak, temiz çarpışmaalanından geçerken karda küçük ayak izlerini bıraktı.Öbür taraftaki ayılar o geçsin diye ikiye ayrıldı. Büyükgövdeleri hantal hantal iki yana ayrılırken, ufuk görün-dü, soluk ışıkta karanlıktı. İorek Byrnison neredeydi?Lyra hiçbir şey göremiyordu; ama nöbetçi kulesi yüksek-ti ve ondan halen saklı olan şeyleri görebilirlerdi. Tekyapabileceği, karda ilerlemekti. O İorek'i görmeden ayı onu gördü. Bir zıplayış ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ağır bir metal şıkırtısı duyuldu ve bir kar püskürtüsüyleİorek Byrnison yanında ayakta durdu. "Ah, İorek! Korkunç bir şey yaptım! Canım, İofur Rak-nison'la dövüşmek zorundasın ve hazır değilsin -yor-449

PHILIP PULLMANgunsun, karnın aç, zırhın da-""Ne korkunç şeyi?" "Ona senin geldiğini söyledim, çünkü sembol okuyu-cuda okumuştum; o insana benzesin, bir cini olsun diyeumutsuzca çırpmıyor, sahiden umutsuzca. Ben de senincininim diye onu kandırdım, seni terk edip onun cini ola-cağımı, ama bunun için seninle dövüşmesi gerektiğinisöyledim. Çünkü böyle olmasaydı, İorek, canım, dövüş-mene asla izin vermeyeceklerdi, daha yakına gelmedenseni yakacaklardı-""İofur Raknison'u aldattın mı?" "Evet. Toplum dışı biri gibi seni hemencecik öldür-mektense seninle dövüşmeyi kabul ettirdim, kazananda ayıların kralı olacak. Bunu yapmak zorunda kaldım,çünkü-" "Belacqua mı? Hayır. Sen Lyra Gümüşdil'sin," dedi İo-rek. "Bütün istediğim onunla dövüşmek. Gel bakalım,küçük cin." Lyra, hırpalanmış zırhı içinde, zayıf ve vahşi İorekByrnison'a baktı ve kalbi gururdan patlayacakmış duy-gusuna kapıldı. İofur'un muazzam sarayına doğru birlikte yürüdüler,düz ve açık çarpışma alanı saray duvarlarının dibindeuzanıyordu. Ayılar kale burcundaki mazgallı siperlerdetıkış tıkıştı; her pencereyi beyaz yüzler dolduruyordu;ağır cüsseleri, gözlerle burunlardan oluşan siyah nokta-larla işaretlenmiş, pusumsu beyazdan yoğun bir duvar450

KUZEY IŞIKLARIgibi duruyordu ileride. En yakındakiler yana çekile ek

İorek Byrnison ve cininin yürüyüp geçmesi için iki sıraaçtılar. Her ayının gözleri onlara dikilmişti. İorek, çarpışma alanında İofur Raknison'ın karşısındadurdu. Kral üzerine basılmış karların oluşturduğu yük-seltiden indi ve iki ayı, aralarında birkaç metre mesafey-le yüzyüze geldiler. Lyra İorek'e o kadar yakındı ki onun içinde, muaz-zam anbarik güçleri üreten büyük bir dinamo gibi birzangırdama hissetti. Miğferinin yanından boynuna do-kundu ve "İyi dövüş, canım İorek," dedi. "Gerçek kralsensin, o değil. O hiçbir şey değil."Sonra geriye çekildi. "Ayılar!" diye kükredi İorek Byrnison. Sesi saray du-varlarında yankılandı ve kuşların ürkerek yuvalarını terketmelerine yol açtı. İorek devam etti: "Bu çarpışmanınşartları şunlar. Eğer İofur Raknison beni öldürürse, o za-man ebediyen kral olacak, her tür meydan okumaya, ih-tilafa karşı güvencede olacak. Eğer ben İofur Raknison'uöldürürsem, ben sizin kralınız olacağım. Size vereceğimilk emir ise o sarayı, o parfümlü, süslü maskaralığı yık-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mak, altınla mermeri denize savurmak olacak. Ayı meta-li, demirdir. Altın değildir. İofur Raknison Svalbard'ı kir-letti. Ben temizlemeye geldim. İofur Raknison, sanameydan okuyorum."Derken İofur bir iki adım ileri fırladı, kendine zor ha-451

PHILIP PULLMANkim oluyor gibiydi. "Ayılar!" diye kükreyerek verdi cevabını. "İorek Bymi-son benim davetim üzerine geri geldi. Onu buraya bençektim. Bu çarpışmanın şartlarını belirlemek bana düşerve bu şartlar da şöyle: "Eğer İorek Byrnison'u öldürürsemeti paramparça edilip yamaç-hartlaklarına dağıtılacak. Ba-şı benim sarayımın tepesinde sergilenecek. Anısı siline-cek. Adını ağza almak idamlık bir suç olacak..." Devam etti, sonra iki ayı da yeniden konuştu. Bir for-müldü bu, kuralları sadakatle yerine getirilen bir tören.Lyra, birbirinden tamamen farklı iki ayıya baktı: İofurçok gösterişli ve güçlü, kuvveti ve sağlığıyla muazzam,harika bir şekilde zırhlanmış, mağrur ve kral gibi; İorekise daha küçük (oysa onun küçük görüneceği hiç aklınagelmemişti daha önce), donanımı daha zayıf, zırhı paslıve çentikli. Ama onun zırhı, ruhuydu. Kendisi yapmıştı,üstüne tam olarak oturuyordu. Onunla bir olmuştu. İo-fur ise zırhıyla yetinmiyordu; bir ruh daha istiyordu. İo-rek sakinken, o tedirgindi. Ve Lyra, bütün diğer ayıların da bu karşılaştırmayıyaptığını biliyordu. Ancak İorek ve İofur sadece iki ayıolmanın ötesindeydiler. Burada, ayı olmanın birbirainekarşıt iki türü söz konusuydu: iki gelecek, iki kader. İofur onları bir yönde götürmeye başlamıştı, oysa İorekbaşka bir yönde götürecekti; aynı anda bir gelecek ebe-diyen kapanırken, öteki açılacaktı.Törensel çarpışmaları ikinci aşamasına doğru gider-452

KUZEY IŞIKLARIİçen, iki ayı karda sabırsızca gezinmeye, yavaşça ilerle-meye» başlarını sallamaya koyuldular. Seyirciler yerlerin-den bir milim bile kıpırdamıyordu: ama bütün gözler on-ları izliyordu. Sonunda savaşçılar hareketsiz ve sessiz kaldı, çarpış-ma alanının iki yanında yüz yüze durmuş, birbirlerini sü-züyorlardı. Sonra iki ayı da aynı anda, kükreyerek ve yerden kar-ları havalandırarak, harekete geçti. İki koca kaya kütlesigibiydiler; yanyana iki doruk üzerinde dengelenmiş vebir depremle yerlerinden kurtulmuş, hız alarak dağ ya-macından aşağı yuvarlanan, buzul yarıklarının üzerindenatlayan, ağaçlara çarpıp onları kıymık haline getiren, herikisini de toza ve uçuşan taş parçalarına dönüştürecekkadar şiddetle çarpışan iki koca kaya kütlesi gibi -iki ayıtıpkı böyle bir araya geldi. Birleştiklerindeki çarpışma sa-kin havada tınladı ve saray duvarından yankılandı. Amakayanın olacağı gibi yok olmadılar. İkisi de yana düştüve ilk kalkan İorek oldu. Çevik bir sıçrayışla kıvrılıp, zır-hı çarpışmada hasar görmüş, başını kolaylıkla kaldırama-yan İofur'a sıkıca sarıldı. İorek hemen onun boynunda-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ki savunmasız boşluğa hamle etti. Beyaz kürkü tırmıkla-dı, sonra pençelerini İofur'un miğferinin kenarından içe-ri sokup onu ileri doğru büktü. Tehlikeyi sezen İofur hırladı ve tıpkı İorek'in Lyraonu su kıyısında gördüğünde havalara su saçarak silke-lendiği silkelendi. Ve İorek püskürtülerek düştü, İofur453

PHILIP PULLMANkim oluyor gibiydi. "Ayılar!" diye kükreyerek verdi cevabını. "İorek Byrni-son benim davetim üzerine geri geldi. Onu buraya bençektim. Bu çarpışmanın şartlarını belirlemek bana düşerve bu şartlar da şöyle: "Eğer İorek Byrnison'u öldürürsem,eti paramparça edilip yamaç-hartlaklarına dağıtılacak. Ba-şı benim sarayımın tepesinde sergilenecek. Anısı siline-cek. Adını ağza almak idamlık bir suç olacak..." Devam etti, sonra iki ayı da yeniden konuştu. Bir for-müldü bu, kuralları sadakatle yerine getirilen bir tören.Lyra, birbirinden tamamen farklı iki ayıya baktı: İofurçok gösterişli ve güçlü, kuvveti ve sağlığıyla muazzam,harika bir şekilde zırhlanmış, mağrur ve kral gibi; İorekise daha küçük (oysa onun küçük görüneceği hiç aklınagelmemişti daha önce), donanımı daha zayıf, zırhı paslıve çentikli. Ama onun zırhı, ruhuydu. Kendisi yapmıştı,üstüne tam olarak oturuyordu. Onunla bir olmuştu. İo-fur ise zırhıyla yetinmiyordu; bir ruh daha istiyordu. İo-rek sakinken, o tedirgindi. Ve Lyra, bütün diğer ayıların da bu karşılaştırmayıyaptığını biliyordu. Ancak İorek ve İofur sadece iki ayıolmanın ötesindeydiler. Burada, ayı olmanın birbirinekarşıt iki türü söz konusuydu: iki gelecek, iki kader. İo-fur onları bir yönde götürmeye başlamıştı, oysa İorekbaşka bir yönde götürecekti; aynı anda bir gelecek ebe-diyen kapanırken, öteki açılacaktı.Törensel çarpışmaları ikinci aşamasına doğru gider-452

KUZEY IŞIKLARIken, iki ayı karda sabırsızca gezinmeye, yavaşça ilerle-meye, başlarını sallamaya koyuldular. Seyirciler yerlerin-den bir milim bile kıpırdamıyordu: ama bütün gözler on-ları izliyordu. Sonunda savaşçılar hareketsiz ve sessiz kaldı, çarpış-ma alanının iki yanında yüz yüze durmuş, birbirlerini sü-züyorlardı. Sonra iki ayı da aynı anda, kükreyerek ve yerden kar-ları havalandırarak, harekete geçti. İki koca kaya kütlesigibiydiler; yanyana iki doruk üzerinde dengelenmiş vebir depremle yerlerinden kurtulmuş, hız alarak dağ ya-macından aşağı yuvarlanan, buzul yarıklarının üzerindenatlayan, ağaçlara çarpıp onları kıymık haline getiren, herikisini de toza ve uçuşan taş parçalarına dönüştürecekkadar şiddetle çarpışan iki koca kaya kütlesi gibi -iki ayıtıpkı böyle bir araya geldi. Birleştiklerindeki çarpışma sa-kin havada tınladı ve saray duvarından yankılandı. Amakayanın olacağı gibi yok olmadılar. İkisi de yana düştüve ilk kalkan İorek oldu. Çevik bir sıçrayışla kıvrılıp, zır-hı çarpışmada hasar görmüş, başını kolaylıkla kaldırama-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yan İofur'a sıkıca sarıldı. İorek hemen onun boynunda-ki savunmasız boşluğa hamle etti. Beyaz kürkü tırmıkla-dı, sonra pençelerini İofur'un miğferinin kenarından içe-ri sokup onu ileri doğru büktü. Tehlikeyi sezen İofur hırladı ve tıpkı İorek'in Lyraonu su kıyısında gördüğünde havalara su saçarak silke-lendiği silkelendi. Ve İorek püskürtülerek düştü, İofur453

PHILIP PULLMANbükülen metallerin kulak tırmalayan gıcırtısı içinde hey-betle ayağa kalkarak, arka levhalarının çeliğini salt kuv-vetiyle düzletti. Sonra da bir çığ gibi, kendini hâlâ ayağakalkmaya çalışan İorek'in üstüne attı. Lyra, bu ezici düşüşün gücüyle kendi soluğunun dakesildiğini hissetti. Altında yerin kendisi sallanmıştı, ke-sin. İorek bundan nasıl sağ çıkardı? Kendini büküp yer-de bir dayanak noktası bulmaya çalışıyordu, ama ayak-ları havadaydı ve İofur da dişlerini, İorek'in boğazınınyakınlarında bir yere geçirmişti. Sıcak kan damlaları ha-vada uçuşuyordu; biri Lyra'nm kürküne kondu, Lyra eli-ni ona bir sevgi simgesiymiş gibi bastırdı. Sonra İorek'in arka pençeleri İofur'un zincirden örül-müş zırh gömleğinin halkalarına gömüldü ve aşağı doğ-ru yırttı. Bütün ön kısım yerinden çıktı ve İofur hasarabir göz atmak için yana doğru sendelerken, İorek de de-belenerek yeniden ayağa kalktı. İki ayı bir an, nefeslerini düzene sokmaya çalışarakbirbirlerinden uzakta durdular. Şimdi o zincirden örül-müş zırh gömlek, İofur'a sekte vuruyordu, çünkü korun-ma olmaktan çıkıp birden bir engele dönüşmüştü; hâlâaşağıdan bağlıydı ve arka ayaklarının peşinde sürünü-yordu. Ancak, İorek daha kötü durumdaydı. Boynunda-ki bir yara şakır şakır kanıyordu, kendisi de güçlükle so-luk alıyordu. Ama daha kral kendini ona dolanmış zincir zırhtankurtaramadan İofur'un üstüne atladı ve onu tepe takla454

KUZEY .IŞIKLARIyere düşürdü, ardından da İofur'un boynuna, miğferinucu eğilince açıkta kalmış olan çıplak bölgeye saldırdı.İofur onu fırlatıp attı, sonra da iki ayı yeniden birbirinehücum etti; ayaklarının altından her yöne doğru püskü-ren kar, zaman zaman kimin avantajlı durumda olduğu-nu görmeyi zor hale getiriyordu. Lyra, nefes almaya bile pek cesaret edemeyerek sey-rediyordu ve ellerini kavuşturmuş öyle sıkıyordu ki, ca-nı acıyordu. İofur'un İorek'in karnındaki bir yarayı par-çaladığını gördüğünü sandı, ancak bu doğru olamazdı,çünkü bir dakika sonra, bir başka şiddetli kar patlamasıiçinde iki ayı da boksör gibi ayağa kalkmıştı. İorek güç-lü pençeleriyle İofur'un yüzünü paralıyor, İofur da onaaynı derecede vahşice vurarak karşılık veriyordu. Lyra bu darbelerin gücü karşısında titredi. Bir dev birbalyozu sallıyordu ve o balyozun üzerinde beş iri çelikçivi vardı sanki... Demir demire vurup tangırdadı, diş dişe çarptı, güç-lükle alınan soluklar kükredi, ayaklar iyice sıkıştırılmış

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

zeminde gökgürültüleri kopardı. Çevrelerindeki karlarala bulanmış, metrelerce mesafede üzerine basılmış yer-ler kıpkırmızı bir çamur halini almıştı. İofur'un zırhı artık acınacak durumdaydı, levhalarkopmuş ve çarpılmıştı, altın kakma ya kopup çıkmış yada kaim bir kan tabakasına bulanmıştı, miğferi ise bütünbütün gitmişti. İorek'inki, bütün çirkinliğine rağmen da-ha iyi durumdaydı: göçmüş ama zarara uğramamıştı, ayı455

PHILIP PULLMANkralın koca balyoz darbelerine çok daha iyi dayanıyorduve o vahşi on beş santimlik pençeleri savuşturuyordu. Buna karşın İofur, İorek'ten daha iri ve kuvvetliydi,İorek ise yorgundu, karnı açtı ve daha çok kan kaybet-mişti. Karnından, her iki kolundan ve boynundan yara-lıydı, oysa İofur'un sadece alt çenesi kanıyordu. Lyrasevgili arkadaşına yardım etmeyi çok istiyordu, ama neyapabilirdi ki? Ve işler şimdi İorek için kötü gidiyordu. Topallıyordu;sol ön pençesini yere her koyduğunda, ağırlığını güçlük-le taşıdığını görebiliyorlardı. Vurmak için o pençeyi hiçkullanmıyordu, üstelik sağıyla vurduğu darbeler de artıkdaha zayıftı; henüz birkaç dakika önce vurduğu o müt-hiş ezici tokatlarla karşılaştırıldığında, neredeyse küçükfiskelere benziyorlardı. Lyra gözyaşlarına boğulmuştu. Canı, cesur arkadaşı,korkusuz savunucusu ölecekti ve Lyra bakışlarını kaçıra-rak ona ihanet etmeyecekti, çünkü Lyra'ya bakarsa onunparıldayan gözlerini, o gözlerdeki sevgi ve inancı görme-liydi; ödlekçe saklanmış bir yüzü, ya da korkuyla çevril-miş bir omuzu değil. O yüzden baktı, ne var ki gözyaşları aslında nelerolup bittiğini görmesini engelledi, gerçi belki de zatengöremeyecekti. En azından İofur'un görmediği kesindi. Çünkü İorek, sadece ayağını basıp sıçrayacağı temiz,kuru, güvenilir bir yer ve sağlam bir kaya bulmak içingeriliyordu, hiçbir işe yaramayan sol kol da aslında zin-456

KUZEY IŞIKLARIde ve kuvvetliydi. Bir ayıyı aldatamazsın, arrıa Lyra'nınona gösterdiği gibi, İofur ayı olmak istemiyordu, insanolmak istiyordu; İorek de onu aldatıyordu. Sonunda istediğini buldu: donmuş toprağa iyice gö-mülmüş, sağlam bir kaya. Gerileyerek ayaklarını onayasladı, bacaklarını gerdi ve doğru anı seçti. Bu an, İofur arka ayakları üstünde yükselip zaferiniböğürerek bildirdiğinde ve başını alay edercesine İo-rek'in görünürde zayıf olan sol yanma doğru çevirdiğin-de geldi. İşte İorek o zaman harekete geçti. Okyanusta bin milboyunca kuvvetini biriktiren ve derin sularda yüzeydeçok az kıpırtı yapan, ama sığ sulara gelince göklere va-racak şekilde yükselen, kıyıda yaşayanların ödünü ko-pardıktan sonra da karşı konulmaz bir güçle karaya çar-pan bir dalga gibi -İorek Byrnison İofur'a karşı böyleyükseldi, kuru kayada ayağını bastığı sağlam yerden yu-karı doğru müthiş bir hızla fırladı, vahşi bir sol elle İofur

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Raknison'un korunmasız çenesini parçaladı. Dehşet veri-ci bir darbeydi. İofur'un çenesinin alt tarafını koparıp at-tı, çene parçası metrelerce uzaktaki kara kan damlalarısaçarak havada uçtu. İofur'un kırmızı dili dışarı fırladı, açık boğazına sark-tı. Ayı kral birden sesini kaybetmişti, ısıramıyordu, çare-sizdi, İorek'in de daha fazlasına ihtiyacı yoktu. Atıldı vedişleri İofur'un gırtlağını buldu, o yana bu yana salladı,koca gövdeyi yerden kaldırdı ve sanki İofur sadece su457

PHILIP PULLMANkıyısındaki bir fokmuş gibi yere çarptı. Sonra yukarı doğru yırttı ve İofur Raknison'm canıonun dişleriyle bedenini terk etti. Yerine getirilecek bir adet daha vardı. İorek, ölü kra-lın korunmasız göğsünü yardı, tepeüstü edilmiş bir ge-minin kalaslarını andıran dar beyaz ve kırmızı kaburga-ları ortaya çıkarmak için kürkü geriye doğru soydu. İo-rek, göğüs kafesinin içine uzandı, İofur'un kırmızı ve bu-har tüten kalbini çıkardı ve oracıkta, İofur'un tebaasınınönünde onu yedi. Sonra bir alkış koptu, bir hengame, İofur'un fatihinebağlılıklarını sunmak için ileri fırlayan ayıların gürültüsü.İorek Byrnison'ın sesi yaygaranın üstüne yükseldi."Ayılar! Kralınız kim?" Ve bu haykırış, denizin yuvarlaklaştırmış olduğu bü-tün çakılların okyanusu döven bir fırtınadaki kükremesigibi geriye geldi:"İorek Byrnison!" Ayılar ne yapmaları gerektiğini biliyorlardı. Son nişa-na, atkıya ve taca varıncaya kadar hepsi hemen fırlatıpatıldı, küçümsemeyle ayaklar altında çiğnendi ve bir an-da unutuldu. Onlar artık İorek'in ayılarıydı; yalnızcaazap veren bir aşağılık kompleksinin bilincinde olan ya-rı-insanlar değildiler, ayıydılar. Akın akın saraya gidereken üstteki kulelerden koca mermer bloklarını savurmayabaşladılar, mazgal siperli surları sarsarak taşlarını gevşe-tip, onları yüzlerce metre aşağıdaki rıhtıma düşüp parça-458

KUZEY IŞIKLARIlansın diye yardan aşağı savurdular. İorek onlarla hiç ilgilenmeden, yaralarını tedavi et-mek için zırhını çıkardı, ama o daha başlayamadan Lyrayanına varmış, ayağını donmuş kırmızı kara vuruyor veayılara bağırarak sarayı paramparça etmekten vazgeçme-lerini, çünkü içeride tutsaklar olduğunu söylüyordu. On-lar duymadı, ama İorek duydu ve o kükreyince de he-men durdular."İnsan tutsaklar mı?" dedi İorek. "Evet -İofur Raknison onları zindanlara atmış- önceonlar dışarı çıkıp bir yere sığınmak, yoksa onlar da dü-şen kayalarla ölür-" İorek çabucak emirler verdi ve bazı ayılar tutsaklarıserbest bırakmak için telaşla saraya girdi. Lyra, İorek'edöndü. "Bırak, yardım edeyim sana -çok kötü yaralanmadı-ğından emin olmak istiyorum, gerçekten, İorek canım-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ah, keşke sargı bezi falan olsaydı! Karnındaki berbat birkesik-" Bir ayı, ağzındaki iyice buz tutmuş sert yeşil bir şeyiyere, İorek'in ayaklarının dibine bıraktı. "Kanyosunu," dedi İorek. "Onu benim için yaralarabastır, Lyra. Eti üzerine kapa, sonra da donana kadar üs-tüne biraz kar tut." Çok hevesli oldukları halde, başka ayıların onu teda-vi etmesine izin vermedi. Üstelik, Lyra'nm elleri bu işe459

PHILIP PULLMANyatkındı ve yardımcı olmak için içi gidiyordu; böyleceküçük insan koca ayı kralın üstüne eğildi, kan yosunla-rını tıktı ve kanaması durana kadar yaralı eti dondurdu.İşi bittiğinde, eldivenleri İorek'in kanıyla sırılsıklam ol-muştu, ama yaralardan akan kan durmuştu. Ve o zamana kadar tutsaklar -titreyen, gözlerini kır-pıştıran, bir araya büzülmüş bir düzine kadar adam- dı-şarı çıkmışlardı. Lyra, profesörle konuşmanın anlamı ol-madığına karar verdi, çünkü zavallı adam deliydi. Aslın-da diğer adamların kim olduklarını öğrenmek isterdi,ama yapılacak çok daha acil işler vardı. Üstelik hızlı hız-lı emirler vererek ayıları bir koşu oraya buraya yollayanİorek'in dikkatini dağıtmak da istemiyordu, ama Roger'ı,Lee Scoresby'yi ve cadıları merak ediyordu, karnı açtı veyorgundu... O anda yapılacak en iyi şeyin mümkün mer-tebe ayak altından çekilmek olduğuna karar verdi. Buyüzden de, kutup porsuğu olarak onu ısıtan Pantala-imon'la birlikte, çarpışma alanının sessiz bir köşesine kıv-rıldı, bir ayının yapacağı gibi üstüne kar yığdı ve uyudu. Bir şey ayağını dürttü ve yabancı bir ayı sesi, "LyraGümüşdil," dedi, "kral sizi istiyor." Uyandığında neredeyse soğuktan ölmek üzereydi,donup kapandıkları için gözlerini açamadı; ama Pantala-imon kipriklerindeki buzu eritmek için onları yaladı, çokgeçmeden mehtapta onunla konuşan genç ayıyı görebi-liyordu.460

KUZEY IŞIKLARIAyağa kalkmaya çalıştı, ama iki kez düştü. Ayı, "Sırtıma binin," dedi, ve geniş sırtını sunmak içinçömeldi; ve Lyra'nm yarı tutunur, yarı düşer halde sırtın-da kalmayı becerdiği ayı, onu birçok başka ayının top-

lanmış olduğu dik bir çukura götürdü. Ve onların arasında, ona doğru koşan, cini de Panta-laimon'u selamlamak için sıçrayan küçük bir şekil vardı."Roger!" dedi Lyra. "İorek Byrnison seni almaya gelirken beni orada, kar-da bekletti -balondan düştük, Lyra! Sen düştükten sonramillerce sürüklendik, sonra Mr. Scoresby biraz daha gazbıraktı, bir dağa çarptık, öyle bir yamaçtan düştük kiböylesini hiç görmemişsindir! Ve Mr. Scoresby'nin şimdinerede olduğunu bilmiyorum, cadıların da. Sadece ben-le İorek Byrnison varız. Seni aramak için bunca yoludosdoğru geri döndü. Ve bana dövüşünü anlattılar..." Lyra etrafa baktı. İnsan tutsaklar, yaşlıca bir ayının yö-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

netimi altında, dalgaların karaya attığı tahtalardan ve ça-dır bezi parçalarından bir sığınak inşa ediyorlardı. Yapa-cak işleri olmasından hoşnut kalmışa benziyorlardı. Birtanesi ateş yakmak için bir çakmaktaşı çakıyordu.Lyra'yı uyandırmış olan genç ayı, "Yiyecek var," dedi. Taze bir fok karda yatıyordu. Ayı onu bir pençede iki-ye ayırdı ve Lyra'ya böbrekleri nerede bulacağını göster-di. Lyra birini çiğ çiğ yedi: sıcaktı, yumuşaktı ve hayaledilmeyecek kadar lezzetliydi.461

PHILIP PULLMAN Ayı "Yağından da yeyin," dedi ve onun için bir parçakopardı. Fındık tadı katılmış krema gibi geliyordu ağza.Roger tereddüt etse de aynısını yaptı. İştahla yediler, bir-kaç dakika içinde Lyra'nm uykusu iyice açılmıştı, ısınma-ya başlıyordu.Ağzını silerek etrafa baktı, ama İorek görünürde yoktu. "İorek Byrnison, danışmanlarıyla konuşuyor," dedigenç ayı. "Yemeğiniz bitince sizi görmek istiyor. Beni ta-kip edin." Önlerine düşüp bir yükseltiden geçerek onları karda,ayıların buz bloklardan bir duvar inşa etmeye başladık-ları noktaya götürdü. İorek daha yaşlı bir grup ayının or-tasında oturuyordu, Lyra'yı karşılamak için ayağa kalktı. "Lyra Gümüşdil," dedi. "Gel de dinle, bana neler an-latıyorlar." Onun varlığını öteki ayılara açıklamadı, ya da belkionun hakkında çoktan bilgi edinmişlerdi; ama ona yeraçtılar ve kraliçeymiş gibi muazzam bir nezaket göster-diler. Lyra, kutup göğünde zerafetle titreşen Aurora'nınaltında arkadaşı İorek Byrnison'un yanında oturup ayıla-rın konuşmasına katılmaktan müthiş gurur duydu. İofur Raknison'ın üzerlerindeki hakimiyeti bir büyü gi-biymiş meğer. Bir kısmı bunu, İorek'in haberi olmadığıhalde o sürülmeden önce İofur'u ziyaret edip ona çeşitliarmağanlar veren Mrs. Coulter'ın etkisine bağlıyordu."Ona bir ilaç verdi," dedi bir ayı, "o da ilacı gizlice462

KUZEY IŞIKLARIHjalmur Hjalmurson'a içirdi ve kendini kaybetmesineyol açtı." Lyra'nın anladığı kadarıyla Hjalmur Hjalmurson, İo-rek'in öldürdüğü, ölümü onun sürgün edilmesine nedenolan ayıydı. Demek ki Mrs. Coulter bu işin arkasındaydı!Dahası da vardı. "Yapmayı planladığı bazı şeyleri önleyen insan yasa-ları var, ama insan yasaları Svalbard'da geçerli değildir.Burada da Bolvangar'daki gibi ama daha beter bir başkaistasyon kurmak istiyordu ve İofur bunu yapmasına izinverecekti, üstelik ayıların bütün geleneklerine aykırı ol-masına rağmen; insanlar burayı ziyaret etmiştir, buradahapse atılmıştır, ama asla burada yaşayıp çalışmamışlar-dır. Yavaş yavaş İofur Raknison üzerindeki gücünü artı-racaktı, o da bizim üzerimizde, ta ki biz kadının istediğigibi sağa sola koşturduğu yaratıkları olana, tek görevi-miz onun yaratacağı melaneti korumak olana kadar..." Konuşan, ihtiyar bir ayıydı. Adı S0ren Eisarson'du ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

İofur Raknison döneminde eziyet çekmiş bir danışmandı. "Şimdi ne yapıyor, Lyra?" diye sordu İorek Byrnison."İofur'un öldüğünü duyunca planları ne olacak?" Lyra aletiyometreyi çıkardı. Görecek pek ışık yoktu,İorek Byrnison bir meşale getirilmesini emretti. Beklerlerken Lyra, "Mr. Scoresby'ye ne oldu?" diyesordu. "Ya cadılara?" "Cadılara başka bir cadı klanı saldırdı. Diğerleri çocukkesicilerle ittifak halinde miydi, bilmiyorum, ama büyük463

PHILIP PULLMANbir kalabalık halinde göklerimizde devriye geziyorlardıve fırtınada saldırdılar. Serafina Pekkala'ya ne olduğunugörmedim. Lee Scoresby'ye gelince, ben oğlanla birliktedüştükten sonra balon yeniden havalandı ve onu da gö-türdü. Ama sembol okuyucun sana kaderlerinin ne oldu-ğunu söyler." Bir ayı, üzerinde bir mangal kömürü kazanının usulusul yandığı bir kızağı çekip getirdi ve tam ortasına reçine-li bir dal attı. Dal derhal alev aldı ve onun ışığında Lyra ale-tiyometrenin kollarını çevirerek Lee Scoresby'yi sordu. Hâlâ havada olduğu, rüzgarlarla Nova Zembla'ya sü-rüklendiği, yamaç-hartlaklarından zarar görmediği veöteki cadı klanını savuşturduğu anlaşıldı. Lyra İorek'e söyledi, o da tatmin olmuş şekilde başı-nı salladı. "Havadaysa eğer, emniyette olacaktır," dedi. "Peki, yaMrs. Coulter?" Cevap karmaşıktı, iğne Lyra'nın uzun süre kafasını ka-rıştıran bir şekilde simgeden simgeye savruldu. Ayılar me-rak etmişti, ama İorek Byrnison'a duydukları, onun daLyra'ya duyduğu saygı onlara gem vurdu. Lyra da onlarıaklından çıkarıp gene aletiyometrenin transına gömüldü. Şablonu çözdükten sonra ortaya çıkan simge dizisikorkutucuydu. "Diyor ki o... Bu tarafa uçtuğumuzu duy-muş ve makineli tüfeklerle -yani, öyle sanıyorum- silah-lanmış bir ulaşım zeplini bulmuş, şu anda Svalbard'auçuyorlarmış. Henüz İofur Raknison'ın yenildiğini bilmi-464

KUZEY IŞIKLARIyor, tabii, ama çok geçmeden öğrenecek çünkü... Ahevet, çünkü bazı cadılar ona söyleyecek, onlar da ya-maç-hartlaklarından öğrenecekler. Sanırım çevremizdekihava casuslarla dolu, İorek. Gelip numara yapacaktı...İofur Raknison'a yardım ediyor gibi yapacaktı, ama aslın-da deniz yoluyla gelen bir Tatar alayı ile iktidarı ondanalacaktı. Bir iki gün içinde burada olacaklar.,. "Elinden geldiğince çabuk bir şekilde Lord Asriel'inhapis tutulduğu yere gidecek, onu öldürtmeye niyetleni-yor. Çünkü... Şimdi net bir şekilde geliyor: daha öncehiç anlamadığım bir şey, İorek! Lord Asriel'i bunun içinöldürmek istiyor: çünkü onun ne yapacağını biliyor,bundan korkuyor ve kendisi yapıp ondan önce kontro-lü ele geçirmek istiyor... Gökteki şehir olmalı, o olmalı!Önce o oraya gitmeye çalışıyor! Şimdi de bana başka birşey söylüyor..." Aletin üzerine eğilerek, iğne bir oraya bir buraya savru-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lurken var gücüyle yoğunlaştı. İğne neredeyse izleneme-yecek kadar hızlı hareket ediyordu; omuzunun üstündenbakan Roger, iğnenin durduğunu bile göremiyordu. Sade-ce Lyra'nın kolları çeviren parmakları ile ona cevap vereniğne arasında, tıpkı Aurora gibi şaşırtıcı bir şekilde lisanabenzemeyen, hızlı alevlenen bir diyalogun farkına vardı. "Evet," dedi sonunda, aleti kucağına koyup, derinkonsantrasyonundan gözlerini kırpıştırıp içini çekerekuyanırken. "Evet, ne dediğini anladım. Gene benim pe-şimde. Bende olan bir şeyi istiyor, çünkü Lord Asriel de465

PHILIP PULLMANonu istiyor. Bu şey için... bu deney için ona ihtiyaçlarıvar, artık her neyse..." Derin bir nefes almak için durdu. Bir şey onu rahat-sız ediyordu ve ne olduğunu bilmiyordu. Onca önemliolan bu şeyin aletiyometrenin kendisi olduğunu biliyor-du, çünkü sonuçta Mrs. Coulter onu sahiden istemişti,başka ne olabilirdi ki? Ama gene de değildi, çünkü ale-tiyometre kendisinden daha başka bir şekilde söz edi-yordu, bu şekilde değil. Mutsuz mutsuz, "Aletiyometre sanırım," dedi. "Hepdüşündüğüm gibi. Mrs. Coulter eline geçirmeden onuLord Asriel'e götürmeliyim. Eğer Mrs. Coulter'm eline ge-çerse, hepimiz ölürüz." Bunu söylerken kendini öyle yorgun, kemiklerine ka-dar bitkin ve hüzünlü hissetti ki, ölmek bir kurtuluş olur-du. Ama İorek'in oluşturduğu örnek, bunu kabul etmesiniönledi. Aletiyometreyi ortadan kaldırdı, doğrulup oturdu."Ne kadar uzakta?" dedi İorek. "Birkaç saat. Sanırım aletiyometreyi Lord Asriel'eelimden geldiğince çabuk götürmem gerek.""Ben de seninle geleceğim," dedi İorek. Lyra tartışmadı. İorek emirler verir ve kuzeye seyahat-lerinin son bölümünde onlara refakat edecek silahlı birmüfreze organize ederken, Lyra kıpırdamadan oturupenerjisini topladı. O son okumada içinden bir şeyleringittiğini hissediyordu. Gözlerini kapayıp uyudu, az son-ra onu uyandırdılar ve yola koyuldular.466

21Lord Asriel'in Konukseverliği Lyra kuvvetli genç bir ayıya biniyordu, Roger de birbaşkasına, İorek ise yorulmak nedir bilmeden önde ko-şuyordu ve bir ateş fırlatıcı ile silahlanmış bir müfrezeonu izleyerek arkalarını koruyordu. Yol uzun ve çetindi. Svalbard'm iç tarafları dağlıktı,koyaklar ve dik yamaçlı vadilerle derinden yarılmış dar-madağın zirveleri ve keskin sırtları vardı, soğuk da bıçakgibiydi. Lyra Bolvangar'a giderken bindiği kaymak gibigiden çingan kızaklarını hatırladı; o ilerleyiş şimdi ne ka-dar çabuk ve rahat gibi görünüyordu! Burada hava dahaönce görmediği kadar derinlere işleyen bir soğukluktay-dı, ya da belki bindiği ayı İorek kadar hafif ayaklı değil-di; ya da belki Lyra bütün ruhuyla yorulmuştu. Nedenine olursa olsun, umutsuzca çetin bir yolculuktu. Nereye gittikleri konusunda ya da ne kadar uzak ol-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

duğu hakkında pek az fikri vardı. Bütün bildiği ihtiyarayı Soren Eisarson'un ateş fırlatıcıyı hazırlarken ona söy-lediklerinden ibaretti. Ayı, Lord Asriel'in tutsaklık koşul-467

PHILIP PULLMANlan hakkında onunla yapılan görüşmelere katılmıştı veçok iyi hatırlıyordu. Önce, demişti, Svalbard ayıları Lord Asriel'e kasvetliadalarına sürgün edilmiş diğer politikacılar, krallar ya dabaş belalarından hiç farklı olmayan biri gözüyle bakmış-tı. Tutsaklar önemli kişilerdi, aksi takdirde kendi halkla-rı tarafından hemen öldürülürlerdi; günün birinde, siya-si talihleri değişirse ve kendi ülkelerini yönetmek içingeri dönerlerse, ayılar açısından değerli olabilirlerdi. Buyüzden de onlara zalimce ya da saygısızca davranma-mak ayıların işine yarayabilirdi. Lord Asriel bu nedenle Svalbard'da yüzlerce başkasürgünün bulduğundan daha iyi ya da daha kötü olma-yan koşullarla karşılaştı. Ancak birtakım şeyler Asriel'ingardiyanlarını, ona daha önceki tutsaklara davrandıkla-rından daha büyük bir ihtiyatla davranmaya itmişti. Toz'laherhangi bir ilintisi olan her şeyin etrafını çepeçevre ku-şatan bir esrar ve ruhani tehlike havası vardı; onu orayagetirenlerde açıkça gözlenen bir panik vardı; bir de, Mrs.Coulter'm İofur Raknison'la özel haberleşmeleri. Üstelik, ayılar Lord Asriel'in azametli ve hükmedici ta-biatı gibisiyle daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Şiddetleve belagatle tartışarak, İofur Raknison üzerinde bile hü-küm kurdu ve ayı kralı, oturacağı yeri kendisinin seçme-sine izin vermesi konusunda ikna etti. Ona ilk tahsis edilen ev fazlaca alçak bir yerdeydi, de-di. Onun yüksek bir noktaya, ateş madenleri ile demir-468

KUZEY IŞIKLARIhanelerin dumanı ve karmaşasından yüksekte bir yereihtiyacı vardı. Ayılara istediği evin bir tasarımını verdi venerede olması gerektiğini söyledi; onlara rüşvet olarakaltın verdi, İofur Raknison'a iltifat etti, zorbalık etti, veayılar şaşkın bir isteklilikle çalışmaya başladılar. Çokgeçmeden kuzeye bakan bir burunda bir ev yükselmişti;ayıların çıkardığı ve taşıdığı koca kömür bloklarının yan-dığı şömineleri, gerçek camdan büyük pencereleri olangeniş ve sağlam bir yer. Kral gibi davranan bir tutsak gi-bi orada oturdu. Sonra da bir laboratuvarın malzemelerini toplamayagirişti. İşine tamamen gömülmüş halde kitaplar, aletler, kim-yasal maddeler, her tür cihaz ve donanım istetti. Ve hernasılsa, şu ya da bu kaynaktan, hepsi de geldi; kimileriaçıkça geldi, kimileri de görme hakkı olduğu konusun-da ısrar ettiği ziyaretçiler tarafından kaçak olarak getiril-di. Kara, deniz ve hava yoluyla, Lord Asriel malzemele-rini bir araya getirdi ve hapse atılmasından sonra altı ayiçinde istediği her türlü alete sahip oldu. Ve düşünerek, planlar ile hesaplar yaparak, AdakMeclisi'ni onca dehşete düşürmüş olan görevi tamamla-mak için ihtiyacı olan tek şeyi bekleyerek çalıştı. Bu şey

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

her dakika daha da yaklaşmaktaydı. Babasının hapsedildiği yer Lyra'nm gözüne ilk kez İo-rek Byrnison, ciddi şekilde üşüyen ve kaskatı hale gelençocuklar hareket etsin, rahatlasın diye bir sırtın kenarın-469

PHILIP PULLMANda durduğunda çarptı."Yukarı bak," dedi. Bir patikanın binbir zahmetle temizlenip açıldığı ge-niş ve yarık, aşağı yuvarlanmış kayalar ve buzlarla dolubir yamaç, sırtını gökyüzüne vermiş yalçın kayalık bir te-peye çıkıyordu. Aurora yoktu, ama yıldızlar pırıl pırılparlıyordu. Yalçın kayalık, siyah ve çorak yükseliyordu,ancak zirvesinde ışığın savurganca dört bir yana saçıldı-ğı büyük bir bina vardı: balina yağı lambalarının isli ka-rarsız ışıltısı, ya da anbarik ışıldakların sert beyazı değil,naftanm sıcak kaymak gibi parıltısıydı bu. Işığın geldiği pencereler, Lord Asriel'in muazzam gü-cünü de gösteriyordu. Cam pahalıydı, büyük tabakalarhalinde cam ise bu vahşi enlemlerde ısı açısından müs-riflikten başka bir şey değildi. Bu yüzden de onları bu-rada görmek, İofur Raknison'm zevksiz sarayından çokdaha büyük bir servet ve nüfuzun kanıtıydı. Ayılarına son kez bindiler, İorek yamaçtan yukarı,eve giden yolda önderlik etti. Karların derinliklerinde ya-tan, alçak bir duvarla çevrili bir avlu vardı ve İorek ka-pıyı itip açarken binanın bir yerlerinde bir zil çaldığınıduydular. Lyra ayıdan indi. Güç bela ayakta durabiliyordu. Ro-ger'ın da inmesine yardım etti ve çocuklar, birbirlerinedestek olarak, uyluklarına kadar gelen karda kapıya çı-kan merdivene doğru sendeleye sendeleye yürüdüler.Ah, o evin içi ne kadar sıcak olacaktı! Ah, o huzur do-470

KUZEY IŞIKLARIlu istirahat! Zilin düğmesine doğru uzandı, ama o daha erişeme-den kapı açıldı. Sıcak havayı içerde tutmak için, küçük,loş bir antre vardı ve lambanın altında Lyra'nın tanıdığıbiri duruyordu: Lord Asriel'in uşağı Thorold ile pinşer ci-ni Anfang.Lyra bitkin halde kukuletasını geri itti. "Kim..." diye başladı Thorold, sonra kim olduğunugördü ve devam etti. "Lyra olamaz, değil mi? Küçük Lyra?Hayal mi görüyorum?"Arkasına uzanıp iç kapıyı açtı. Taş bir şöminede kömür ateşinin alev alev yandığı birsalon; halılar, deri iskemleler, cilalı tahtalara ışıltısı vur-muş sıcak nafta ışığı... Lyra Jordan Koleji'nden ayrıldı-ğından beri böyle bir şey görmemişti, manzara karşısın-da boğazına boğucu bir yumru saplandı.Lord Asriel'in kar leoparı cini hırladı. Lyra'nın babası orada duruyordu, güçlü kara gözlüyüzü önce vahşi, muzaffer ve hevesliydi; sonra yüzününrengi soldu; kızını tanıyınca gözleri faltaşı gibi açıldı."Hayır! Hayır!" Sendeleyerek geriledi, şömine rafını sıkıca kavradı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra hareket edemedi. "Çık dışarı!" diye haykırdı Lord Asriel. "Geri dön, çıkdışarı, çık! Ben seni çağırmadım!" Kız konuşamadı. Ağzını iki üç kere açtı ve sonundagüç bela konuştu:471

PHILIP PULLMAN"Hayır, hayır, ben geldim çünkü-" Adam dehşete düşmüş görünüyordu; başını sallayıpduruyordu, sanki onu uzaklaştırmak istermiş gibi ellerinihavaya kaldırmıştı; kız onun üzüntüsüne inanamıyordu. Ona güvence vermek için bir adım daha attı ve Rogerda, endişe içinde gelip onun yanında durdu. Cinleri sı-caklığa doğru kanat çırptılar ve bir an sonra Lord Asrielelini alnından geçirdi, biraz kendine geldi. Başını eğmiş,iki çocuğa doğru bakarken, yanaklarına renk gelmeyebaşladı."Lyra," dedi. "Bu sahiden Lyra, değil mi?" "Evet, Asriel Amca," dedi kız, gerçek ilişkilerine girmevaktinin henüz gelmediğini düşünerek. "Size Jordan Baş-kam'ndan aletiyometreyi getirmeye geldim.""Evet, elbette öyle yaptın," dedi adam. "Bu da kim?" "Roger Parslow. Jordan Koleji'nin Mutfak uşağı.Ama-""Buraya nasıl geldiniz?" "Ben de tam söyleyecektim, dışarıda İorek Byrnisonvar, bizi buraya o getirdi. Benimle ta Trollesund'dan bu-raya geldi ve Iofur'u aldattık-""İorek Byrnison da kim?""Zırhlı bir ayı. Bizi buraya getirdi." "Thorold," diye seslendi Lord Asriel, "bu çocuklara sı-cak bir banyo yaptır, yemek de hazırla. Uykuya ihtiyaç-ları olacak. Giysileri leş gibi; onlara giyecek bir şeylerbul. Şimdi yap, ben şu ayıyla konuşurken."472

KUZEY IŞIKLARI Lyra başının döndüğünü hissetti. Belki sıcaktandı,belki de rahatlama duygusundan. Hizmetkarın reveransyaparak salondan çıkmasını, Lord Asriel'in antreye gide-rek kapıyı arkasından kapatmasını gözledi, sonra da enyakındaki iskemleye çöktü kaldı. Thorold onunla konuşunca aradan sadece bir an geç-miş gibi geldi. "Beni takip edin, küçük hanım," diyordu, kız toparla-nıp kalkarak Roger'le birlikte yumuşak havluların ısıtıl-mış bir askıda asılı durduğu, nafta ışığında su dolu birküvetten buharların tüttüğü sıcak bir banyoya gitti. "Önce sen gir," dedi Lyra. "Ben dışarıda otururum,konuşuruz." Böylece Roger, sıcak karşısında ürküp geri kaçarak,hızlı hızlı soluyarak küvete girdi ve yıkandı. Sık sık bir-likte çıplak yıkanmış, İsis'te ya da Chenvell'de diğer ço-cuklarla birlikte gülüp oynamışlardı, ama bu farklıydı. Roger, açık kapıdan, "Amcandan korkuyorum," dedi."Yani, baban demek istiyorum." "Ona amcam demeye devam etsen iyi olur. Ben deondan korkuyorum, bazen."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"İlk içeri girdiğimizde beni hiç görmedi. Sadece senigördü. Ve dehşete kapılmıştı, beni görene kadar. Sonrabirdenbire sakinleşti." "Şok geçirmişti hepsi bu," dedi Lyra. "Kim olsa geçi-rir, beklemedikleri birini görünce. Beni en son, İstirahatOdası'ndan sonra görmüştü. Şok geçirir, elbette."473

PHILIP PULLMAN "Hayır," dedi Roger. "Bundan öte bir şey. Bana kurtgibi bakıyordu, ya da öyle bir şey işte.""Hayal ediyorsun." "Hiç de bile. Ondan Mrs. Coulter'dan korktuğumdanfazla korkuyorum, gerçek de bu."Suları şıpırdattı. Lyra aletiyometreyi çıkardı."Sembol okuyucusuna sormamı ister misin?" dedi. "Bilmem ki. Bilmememin daha iyi olacağı şeyler var.Bana Hamhumlar Oxford'a geldikten sonra duyduğumher şey, ama her şey fenaymış gibi geliyor. Beş dakika-dan fazla süren iyi bir şey hiç olmadı. Şimdi görebildi-ğim gibi, bu banyo iyi ve beş metre kadar ötede güzelsıcak bir havlu var. Ve kurulandıktan sonra belki yiyecekgüzel bir şey düşünürüm, ama daha ötesini hayır. Ye-mek yedikten sonra da belki rahat bir yatakta bir uyku-yu iple çekerim. Ama ondan sonrasını bilmiyorum Lyra.Korkunç şeyler gördük, değil mi? Ve daha fazlası da ge-liyordur herhalde. Onun için gelecekte ne olduğunu bil-mesem daha iyi diye düşünüyorum. Ben şimdiyle idareedeceğim." "Evet," dedi Lyra yorgun yorgun. "Benim de böylehissettiğim anlar var." Onun için de, aletiyometreyi biraz daha ellerinde tut-sa da, bunu sadece rahatlamak için yaptı; çarkları çevir-medi, iğnenin sallanması da gözünden kaçtı. Pantala-imon sessizlik içinde izledi.İkisi de yıkanıp biraz peynirle ekmek yedikten, şarap J474 KUZEY IŞIKLARIve sıcak su içtikten sonra hizmetkar Thorold, "Oğlan ya-tağa gidecek," dedi. "Ben ona yolu gösteririm. Lord haz-retleri ona Kütüphane'de katılır mısınız diye soruyor,Miss Lyra." Lyra, Lord Asriel'i geniş pencerelerin aşağıdaki don-muş denize tepeden baktığı bir odada buldu. Geniş birşömine tablasının altında kömür ateşi ile kısılmış bir naf-ta lambası vardı, yani odanın içindekiler ile dışarıdakikasvetli yıldız ışığıyla aydınlanmış panorama arasındakiyansımaları bozacak pek bir şey yoktu. Ateşin bir yanın-daki koca bir koltuğa uzanmış olan Lord Asriel eliylegelmesini ve ona dönük diğer iskemleye oturmasını işa-ret etti. "Arkadaşın İorek Byrnison dışarıda istirahat ediyor,"dedi. "Soğuğu tercih ediyor.""İofur Raknison'la dövüşmesini anlattı mı?" "Ayrıntılı anlatmadı. Ama anladığım kadarıyla, şimdiSvalbard'ın kralı oymuş. Doğru mu bu?""Tabii doğru. İorek asla yalan söylemez."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Kendini senin koruyucun tayin etmişe benziyor." "Hayır. John Faa ona bana göz kulak olmasını söyle-di, bunun için yapıyor. John Faa'nm emirlerine uyuyor.""John Faa'nın bu işle ne ilgisi var?" "Eğer bana bir şey söylersen, ben de söylerim," de-di Lyra. "Babamsın, değil mi?""Evet. Ne olmuş?""Bana daha önce söylemeliydin, o olmuş. İnsanlardan475

PHILIP PULLMANböyle şeyleri saklamamalısın, çünkü öğrendikleri zamankendilerini aptal gibi hissediyorlar, bu da zalimce birşey. Kızın olduğumu bilsem ne fark edecekti ki? Yıllarönce söyleyebilirdin. Bana söyler ve sır olarak saklama-mı isterdin ve yapardım, ne kadar küçük olursam ola-yım, benden istesen yapardım bunu. Sır olarak saklama-mı istesen bundan öyle gurur duyardım ki hiçbir şey bu-nu ağzımdan alamazdı. Ama asla yapmadın. Bıraktınbaşka insanlar bilsin, ama bana asla söylemedin.""Kim söyledi sana?""John Faa.""Anneni de söyledi mi?""Evet." "Öyleyse bana söyleyecek pek bir şey kalmamış. Küs-tah bir çocuk tarafından sorguya çekilmek ve suçlanmakistediğimi sanmıyorum. Senin buraya gelirken neler gör-düğünü ve yaptığını duymak istiyorum." "Sana kahrolası aletiyometreyi getirdim, değil mi?" di-ye patladı Lyra. Gözyaşlarına boğulmasına az bir şey kal-mıştı. "Jordan'dan bu yana gözümü üstünden ayırma-dım, onu sakladım, değer verdim, başımıza ne gelirsegelsin, ve onu kullanmayı öğrendim, vazgeçip güvence-de olabileceğim halde bütün bu kahrolası yol boyuncataşıdım ve teşekkür ederim bile demedin, ya da benigördüğüne sevindiğini en ufak bir işaretle belli etmedin.Niye yaptım, bilmiyorum. Ama yaptım, yola devam et-tim, İofur Raknison'm kokmuş sarayında, çevremde bü-476

KUZEY IŞIKLARItün o ayılar varken bile devam ettim, hem tek başıma vesenin hatırın için buraya gelebileyim diye onu aldattımki İorek'le dövüşsün... Ve sen beni görünce, bayılıyor-dun az daha, sanki ben senin bir daha asla görmek iste-mediğin korkunç bir şeymişim gibi. Sen insan değilsin,Lord Asriel. Benim babam da değilsin. Babam banaböyle muamele etmezdi. Babaların kızlarını sevmeleribeklenir, değil mi? Sen beni sevmiyorsun, ben de senisevmiyorum, bu da bir gerçek. Farder Coram'ı seviyo-rum, İorek Byrnison'u seviyorum: Zırhlı bir ayıyı babam-dan çok seviyorum. Ve bahse girerim ki İorek Byrnisonda beni senin sevdiğinden fazla seviyordun" "Sen kendin bana onun yalnızca John Faa'nm talima-tını takip ettiğini söyledin. Eğer böyle duygusal davrana-caksan, seninle konuşarak vakit kaybedecek değilim." "Al öyleyse kahrolası aletiyometreni, ben İorek'le ge-ri dönüyorum.""Nereye?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Saraya. Sen geldiklerinde Mrs. Coulter ve Adak Mec-lisi ile savaşabilirsin. O zaman o yenilirse, ben de ölü-rüm, umurumda değil. Eğer kazanırsa Lee Scoresby'yiçağırtırız ve onun balonuyla giderim ve-""Lee Scoresby de kim?" "Bir aeronot. Bizi buraya getirdi, sonra da kaza geçir-dik. İşte buyrun, aletiyometre burada. İyi çalışır durumda." Lord Asriel aleti alma yolunda en ufak bir hareketyapmadı, Lyra da onu şöminenin çevresindeki pirinç pa-477

PHILIP PULLMANravananın üstüne koydu. "Ve sanırım sana Mrs. Coulter'ın Svalbard'a gelmeküzere yola çıktığını söylemem gerek, İofur Raknison'ınbaşına neler geldiğini duyar duymaz buraya doğru yolaçıkacaktır. Bir zeplinde, bir sürü askerle birlikte ve Ma-jisteryum'un emriyle birlikte hepimizi öldürecekler."Adam sükunetle, "Bize asla ulaşamazlar," dedi. Öylesine sessiz ve rahattı ki, kızın vahşiliği biraz du-ruldu..Kararsızca, "Emin olamazsın," dedi."Olabilirim,""Yoksa sende de mi bir aletiyometre var?" "Bunun için aletiyometreye ihtiyacım yok. Şimdi bu-raya yaptığın yolculuğu dinlemek istiyorum, Lyra. Başın-dan başla. Bana her şeyi anlat." O da öyle yaptı. İstirahat Odası'nda saklanmasıylabaşladı, sonra Hamhumlar'm Roger'ı alışına, Mrs. Coul-ter'la birlikte olduğu günlere geçti, olup biten her şeyianlattı. Uzun bir hikayeydi, Lyra bitirdiğinde, "Bilmek istedi-ğim bir şey var," dedi, "ve sanırım bunu bilmeye hakkımvar, aslında kim olduğumu bilmeye hakkım olduğu gibi.Ve onu bana söylemediğine göre, telafi etmek için bunusöylemek zorundasın. Toz nedir? Ve niye herkes ondanbu kadar çok korkuyor?" Lord Asriel söylemek üzere olduğu şeyi kızın anlayıpanlamayacağını kestirmeye çahşırcasına ona baktı. Lyra478

KUZEY IŞIKLARIadamın ona daha önce hiç ciddi ciddi bakmamış oldu-ğunu düşündü: şimdiye kadar şirinlik yapan bir çocuğuhoş gören bir yetişkin gibi davranmıştı hep. Ama şimdionun hazır olduğunu düşünüyor gibiydi."Toz, aletiyometreyi çalıştıran şeydir," dedi. "Ah... Böyle olabileceğini düşünmüştüm! Peki başka?Onu nasıl keşfettiler?" "Kilise bir anlamda onun hep farkındaydı. Yüzyıllar-dır Toz hakkında vaazlar veriyorlar, ama o adla söz et-miyorlar. "Ama birkaç yıl önce Boris Mikhailovitch Rusakov ad-lı bir Muskovit, yeni bir temel zerrecik türü keşfetti.Elektronları, fotonları, nötrinoları ve geri kalanını duy-muşsundur, değil mi? Bunlara temel zerrecikler denir,çünkü onları daha küçük parçalara bölemezsin: içlerin-de kendilerinden başka bir şey yoktur. Eh, bu yeni türzerrecik de temel zerrecikti, tamam ama alışıldık bir şe-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kilde tepki vermediği için ölçmesi zordu. Rusakov'un an-lamakta en çok zorlandığı şey, yeni zerreciğin neden in-sanların bulunduğu yerlere yığıldığıydı, sanki biz onuçekiyormuşuz gibi. Özellikle de yetişkinler. Çocuklar daama, cinleri sabit bir biçim alana kadar aynı derecededeğil. Ergenlik yılları sırasında Toz'u daha kuvvetle çek-meye başlıyorlar, tıpkı yetişkinlere olduğu gibi onlarınüstüne de yerleşiyor. "Şimdi bu türden bütün keşifler, Kilise doktrinleriyleilgili oldukları için, Cenevre'deki Majisteryum vasıtasıyla479

PHILIP PULLMANduyurulmaları gerekir. Ve Rusakov'un bu keşfi öylesineolmadık ve garip bir şeydi ki, Yüksek Disiplin DivanıMüfettişi, Rusakov'un ruhunun şeytani güçler tarafındanele geçirildiğinden şüphelendi. Laboratuvarda bir şeytançıkarma işlemi gerçekleştirdi, Rusakov'u Engizisyon ku-rallarına göre sorguya çekti, ama sonunda onun yalansöylemediği ya da onları aldatmadığı gerçeğini kabul et-mek zorunda kaldılar: Toz sahiden vardı. "Bu da onları, Toz'un ne olduğuna karar verme soru-nuyla karşı karşıya bıraktı. Kilise'nin yapısını göz önünealırsak, seçebilecekleri tek bir şey vardı. Majisteryum,Toz'un ilk günahın fiziksel kanıtı olduğuna karar verdi.İlk günahın ne olduğunu biliyor musun?" Lyra dudağını büktü. Jordan'a geri dönmüş, kendisi-ne yarı yarıya öğretilen bir şey konusunda sınava çekilirgibiydi. "Sayılır," dedi. "Hayır, bilmiyorsun. Çalışma masasının yanındaki ra-fa gidip bana İncil'i getir." Lyra onun dediğini yaptı ve koca kara kitabı babası-na uzattı."Adem ile Havva'nın hikayesini hatırlıyorsundur?" "Tabii," dedi Lyra. "Kadının meyveyi yememesi gere-kiyordu, yılan onu kandırdı, o da yedi.""Ya sonra ne oldu?"Şey... Atıldılar. Tanrı onları bahçeden attı." "Tanrı onlara meyveyi yememelerini, yoksa ölecekle-rini söylemişti. Unutma, bahçede çıplaktılar, çocuklar gi-480

KUZEY IŞIKLARIbiydiler, cinleri hangi biçimi isterlerse ona bürünebiliyor-du. Ama işte bunlar oldu."Tekvin'in Üçüncü Bölümü'nü açtı ve okudu:"Ve kadın yılana dedi ki, bahçenin ağaçlarının mey-vesinden yiyebiliriz: "Fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvesi hak-kında Tanrı demişti ki, bunu yemeyeceksiniz, dokunma-yacaksınız da, yoksa ölürsünüz."Ve yılan kadına dedi ki, ölmeyeceksin elbette:"Çünkü Tanrı biliyor ki onu yediğiniz gün gözlerinizaçılacak ve cinleriniz gerçek biçimlerini alacak ve siz detanrılar gibi olacaksınız, iyiyi kötüyü bileceksiniz. "Ve kadın ağacın iyi yiyecek verdiğini ve göze hoşgel-diğini görünce, insanın cininin gerçek biçimini ortayaçıkarması istenecek bir ağaç olduğunu görünce, onunmeyvesini aldı ve yedi, ve kocasına da onunla yesin diye

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

verdi; ve o da yedi. "Ve ikisinin de gözleri açıldı ve cinlerinin gerçek biçi-mini gördüler ve onlarla konuştular. "Ama erkekle kadın kendi cinlerini bilince, büyük birdeğişiklik geçirdiklerini de bildiler, çünkü o ana kadartopraktaki ve havadaki yaratıklarla bir gibi görünüyor-lardı ve aralarında bir fark yoktu: "Ve farkı gördüler ve iyi ile kötüyü bildiler; ve utandılarve çıplaklıklarını örtmek için incir yaprakları diktiler... "Kitabı kapattı.481

PHILIP PULLMAN "Ve günah dünyaya böyle geldi," dedi, "günah veutanç ve ölüm. Onların cinleri sabitleştiği anda geldi." "Ama..." Lyra istediği kelimeleri bulmaya çabaladı:"ama doğru değil, değil mi? Kimya ya da mühendislik gi-bi doğru değil, o tür bir doğru değil. Aslında Adem'leHavva yoktur. Cassington Alim'i bana bunun bir tür ma-sal olduğunu söyledi." "Cassington Kürsüsü geleneksel olarak bir serbest dü-şünüre verilir; Alimler'in inancını sınamak onun işlevidir.Tabii ki böyle diyecek. Ama Adem ile Havva'yı hayali birsayı gibi, eksi birin kare kökü gibi düşün: var olduğunailişkin somut bir kanıt göremezsin asla, ama eğer onudenklemlerine koyarsan, onsuz hayal bile edilemeyecekher türlü şeyi hesaplayabilirsin. "Her neyse, Kilise'nin binlerce yıldır öğrettiği şey bu-dur. Ve Rusakov Toz'u keşfedince, masumiyet tecrübeyedönüşürken, gerçekten de bir şeyler olduğuna dair fizik-sel bir kanıt bulunmuştu hiç değilse. "Tesadüfi şekilde, İncil de bize Toz adını veriyor.Bunlara ilk başta Rusakov Zerrecikleri denmişti ama çokgeçmeden birisi, Tekvin'in Üçüncü Bölümü'nün sonları-na doğru, Tanrı'nm meyveyi yediği için Adem'i lanetle-diği tuhaf bir bölümü hatırlattı."Yeniden İncil'i açıp Lyra'ya gösterdi. O da okudu: "Yüzünün terinde ekmek yiyeceksin, toprağa geri dö-nene kadar; çünkü oradan alındın; çünkü tozsun ve to-za geri döneceksin... "482

KUZEY IŞIKLARI Lord Asriel dedi ki: "Kilise alimlerinin aklı, bu bölü-mün çevirisi konusunda hep karışmıştır. Kimileri buranınaslında "toza geri döneceksin," değil, "toza tabi olacak-sın," olduğunu söyler, başkaları da burada "toprak" ve"toz" üzerinde bir kelime oyunu olduğunu ve aslındaTanrı'nın kendi tabiatının kısmen günahkar olduğunukabul ettiği anlamına geldiğini söylerler. Kimse hemfikirolamıyor. Olamaz da zaten, çünkü metin değiştirilmiştir.Ama ziyan edilmeyecek kadar iyi bir kelimeydi, bu yüz-den de zerreciklere Toz dendi.""Peki, ya Hamhumlar?" diye sordu Lyra. "Hükmî Adak Meclisi... Annenin çetesi. Kendi güçüssünü kurma şansını fark etmesi akıllıca, ama o zatenakıllı bir kadındır, eminim fark ettin. Farklı farklı kuru-luşların serpilmesine izin vermek Majisteryum'un işinegeliyor. Onları birbirlerine düşürüyorlar; biri başarıya

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ulaşırsa başından beri onu desteklemiş gibi davranıyor-lar ve eğer başarısızlığa uğrarsa, asla doğru dürüst ruh-satı olmamış dönek bir grupmuş gibi yapabiliyorlar. "Annen iktidar konusunda hep açgözlüydü. Önce onunormal şekilde, evlilikle elde etmeye çalıştı, ama bu yürü-medi, duymuşsundur sanırım. Bu yüzden de Kilise'yedönmesi gerekti. Elbetteki bir erkeğin seçebileceği yoldangidemedi -rahiplik falan - alışılmışın dışında bir şey olma-sı gerekiyordu. Kendi düzenini, kendi nüfuz kanallarınıkurması, onlar vasıtasıyla çalışması gerekiyordu. Toz ko-nusunda uzmanlık, iyi bir hamleydi. Herkes ondan korku-483

PHILIP PULLMANyordu; kimse ne yapacağını bilmiyordu; ve o bir soruştur-ma yönetmeyi teklif edince Majisteıyum öyle rahatladı kionu parayla ve her tür kaynakla desteklediler." "Ama kesiyorlardı-" Lyra dili varıp da söyleyemiyordu,kelimeler boğazına tıkanmıştı. "Ne yaptıklarını biliyorsun!Kilise neden böyle bir şey yapmalarına izin verdi?" "Emsali vardı. Daha önce de böyle bir şey olmuştu.Hadım etmenin ne demek olduğunu biliyor musun? Er-kek özellikleri geliştirenlesin diye bir erkek çocuğun cin-sel organlarını almak demektir. Bir castrato tiz sopranosesini ömür boyu muhafaza eder, Kilise buna bunun içinizin verir: Kilise müziğinde öyle yararlı ki. Kimi castratibüyük şarkıcılar, harikulade sanatçılar haline gelmiştir.Çoğu da şişman şımarık yarı erkekler haline. Bazılarıameliyatın etkisiyle öldü. Ama gördüğün gibi, Kilise kü-çük bir kesik fikrinden çekinmiyor. Emsali vardı. Ve bueski yöntemlerden, anestezi maddesi ya da steril sargıbezi ya da doğru dürüst tıbbi bakım olmadığı zamanlar-dakinden çok daha hijyenik olacaktı. Ona kıyasla yumu-şak olacaktı.""Değil ama!" dedi Lyra şiddetle. "Değil!" "Hayır. Elbette değil. Onun için Kuzey'in uzaklığında,karanlıkta ve bilinmezlik içinde gizlemeleri gerekiyor.Ve Kilise onun için annen gibi birinin bunun başında ol-masından memnun kalıyor. Böylesine cazip, iyi ilişkileriolan, böylesine tatlı ve makul birinden kim şüphelenebi-lir? Ama bilinmez ve gayrıresmi türde bir operasyon ol-484

KUZEY IŞIKLARIduğu için, o aynı zamanda Majisteryum'un gerekirse in-kar edebileceği biriydi.""İyi ama, o kesmeyi yapma fikri ilk kimden çıktı?" "Ondan. Ergenlik sırasında meydana gelen iki şeyinbirbiriyle bağıntılı olabileceğini tahmin etti: insanın ci-nindeki değişiklik ve Toz'un yerleşmeye başlaması ger-çeği. Belki de cinler bedenden ayrılırsa, Toz'a asla tabiolmazdık -ilk günaha. Mesele, insanı öldürmeden cin ilebedeni ayırmanın mümkün olup olmadığıydı. Ama opek çok yere seyahat etmiş, her türlü şey görmüştür. Af-rika'ya seyahat etti, örneğin. Afrikalıların zombi denenbir köleyi meydana getirme yöntemleri var. Kendi irade-si yoktur; kaçmadan ya da yakınmadan gece gündüz ça-lışır. Cesede benzer...""Cini olmayan bir insan!"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Aynen öyle. Böylece onları ayırmanın mümkün ol-duğunu öğrendi." "Ve... Tony Costa da bana Kuzey ormanlarındakikorkunç tayflardan söz etmişti. Sanırım onlar da benzertürde bir şey olabilir." "Doğru. Her neyse, Hükmî Adak Meclisi bu gibi fikir-lerden ve Kilise'nin ilk günah saplantısından doğdu." Lord Asriel'in cininin kulakları seğirdi, o da elini ciningüzel başına koydu. "Kesmeyi gerçekleştirdikleri zaman olan bir şey dahavardı," diye devam etti. "Ve bunu görmediler. Bedenlecini bağlayan enerjinin muazzam bir gücü vardır. Kesme485

PHILIP PULLMANgerçekleştirilince, bütün o enerji bir saniyenin bir bölü-münde çarçur olur gider. Fark etmediler, çünkü onu şok,ya da tiksinme ya da ahlaki tepki sanarak yanıldılar vekendilerini, buna karşı duygusuz olmak üzere eğittiler.Böylece de neler yapabileceğini gözden kaçırdılar veonu kontrol altına almayı asla düşünmediler..." Lyra yerinde duramıyordu. Ayağa kalkıp pencereyeyürüdü, görmeyen gözlerle geniş kasvetli karanlığı süz-dü. Fazlasıyla zalimdiler. İlk günah hakkında bilgi edin-mek ne kadar önemli olursa olsun, onların Tony Maka-rios'a ve bütün diğerlerine yaptıklarını yapmak fazlasıy-la zalimceydi. Hiçbir şey mazur göstermezdi bunu... "Peki sen ne yapıyordun?" dedi. "Sen de herhangi birkesme yaptın mı?" "Ben hayli farklı bir şeyle ilgileniyorum. BilmiyorumAdak Meclisi o kadar ileri gidiyor mu? Ben Toz'un ken-disinin kaynağına gitmek istiyorum.""Kaynağı mı? Nereden geliyor, peki?""Aurora'da görebildiğimiz diğer evrenden." Lyra yeniden döndü. Babası koltuğunda tembel tem-bel ve güçlü görünümüyle uzanıyordu, gözleri cinininki-ler kadar vahşiydi. Onu sevmiyordu, ona güvenemiyor-du ama ona hayran olmaktan kendini alamıyordu, bu ıs-sız çorak ülkede topladığı savurgan lükse ve hırsının gü-cüne de."O diğer evren nedir?" diye sordu."Sayısız, milyarlarca parallel dünyadan biri. Cadılar486

KUZEY IŞIKLARIyüzyıllardır bunlar hakkında bilgi sahibi, ama onlarınvarlığını matematiksel olarak kanıtlayan ilk tanrıbilimci-ler, elli yıl kadar önce afaroz edilmişti. Ancak, doğru; in-kar etmenin yolu yok. "Ama kimse gün gelip de bir evrenden ötekine geç-menin mümkün olabileceğini düşünmedi. Böyle bir şeytemel yasaları ihlal eder diye düşündük. Eh, yanılmışız;• oradaki dünyayı görmeyi öğrendik. Eğer ışık geçebiliyor-sa, biz de geçebiliriz. Ve onu görmeyi öğrenmek zorun-daydık, Lyra, senin aletiyometreyi kullanmayı öğrenmengibi. "Şimdi o dünya ve tüm diğer evrenler, ihtimalin birsonucu olarak ortaya çıktı. Bir bozuk parayla yazı-turaatma örneğini düşün: yazı gelebilir, ya da tura ve yere

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

düşmeden ne geleceğini bilmeyiz. Eğer tura gelirse, ya-zı gelme ihtimali çökmüş demektir. İki ihtimalin eşit ol-duğu o ana kadar. "Ama başka bir dünyada, yazı gelir. Ve bu olunca, ikidünya birbirinden ayrılır. Yazı tura atma örneğini dahaaçık hale getirmek için kullanıyorum. Aslında bu ihtimalçökmeleri temel zerrecikler düzeyinde meydana gelir,fakat tıpatıp aynı şekilde olurlar: bir an için birçok şeymuhtemeldir, bir sonraki anda sadece bir tanesi olur vegeri kalanı var olmaz. Ancak bunların gerçekleştiği baş-ka dünyalar ortaya çıkar."Ve ben Aurora'nın gerisindeki o dünyaya gidiyo-487

PHILIP PULLMANrum," dedi, "çünkü bu evrendeki bütün Toz'un oradangeldiğini düşünüyorum. İstirahat Odası'nda alimlere gös-terdiğim o slaytları gördün. Toz'un bu dünyaya Auro-ra'dan döküldüğünü gördün. Şehri kendi gözlerinle gör-dün. Eğer ışık evrenler arasındaki engeli geçebiliyorsa,eğer Toz geçilebiliyorsa, eğer o şehri görebiliyorsak, ozaman bir köprü inşa eder ve geçeriz. Fevkalade birenerji patlaması gerektiriyor. Ama ben bunu yapabilirim.Oralarda bir şeyde bu dünyadaki bütün Toz'un, bütünölümün, günahın, sefaletin, yok ediciliğin kökeni var. İn-sanlar hiçbir şeyi yok etmeyi arzulamaksızın göremiyor-lar, Lyra. O, ilk günah. Ve ben onu yok edeceğim. Ölümölecek.""Seni onun için mi buraya koydular?""Evet. Dehşete kapıldılar. Üstelik haklılar." Ayağa kalktı, cini de, gururlu, güzel ve ölümcüldü.Lyra yerinden kıpırdamadı. Babasından korkuyordu veona derinden hayrandı, zırdeli olduğunu da düşünüyor-du; ama o kimdi ki yargılasın? "Git yat," dedi Lord Asriel. "Thorold sana nerede uyu-yacağını gösterir."Gitmek üzere döndü."Aletiyometreyi bıraktın," dedi kız. "Ah, evet; aslında şimdi ona ihtiyacım yok. Zaten ki-taplar olmadan işime de yaramaz. Biliyor musun, benceJordan Başkanı onu sana veriyordu. Sana açıkça onu ba-na getirmeni söyledi mi?"488

KUZEY IŞIKLARI "Şey, evet!" dedi Lyra. Ama sonra yeniden düşündüve Başkan'ın ondan böyle bir şey yapmasını asla isteme-diğini fark etti; o hep böyle olduğunu düşünmüştü, yok-sa neden ona versin ki?"Hayır," dedi. "Bilmiyorum. Ben sandım ki-""Eh, ben istemiyorum. Senindir, Lyra.""Ama-""İyi geceler, çocuğum." Bunu duyunca dili tutulmuş, zihnine üşüşmüş bir düzi-ne acil soruyu dile getiremeyecek kadar şaşırmış olan Lyra,ateşin yanında oturup onun odadan çıkmasını gözledi. 22

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

İhanet Uyandığında bir yabancıyı kolunu sarsarken buldu vesonra, Pantalaimon zıplayarak uyanır ve hırlarken, Tho-rold'u tanıdı. Bir nafta lamba tutuyordu ve eli titriyordu. "Küçük hanım -küçük hanım- kalkın çabuk. Ne ya-pacağımı bilmiyorum. Hiçbir talimat bırakmadı. Sanırımdelirdi, küçük hanım.""Ne? Neler oluyor?" "Lord Asriel, küçük hanım. Siz yatmaya gittiniz gidelineredeyse hezeyan içindeydi. Onu bu kadar çıldırmışgörmemiştim hiç. Bir kızağa birçok alet ve batarya yük-ledi, köpeklerin koşumlarını taktı ve gitti. Ama oğlanı al-dı, küçük hanım!""Roger mı? Roger'ı mı aldı?" "Bana onu uyandırıp giydirmemi söyledi, ben de du-rup tartışmadım -asla yapmamışımdır- oğlan sizi sorupdurdu, küçük hanım -ama Lord Asriel yalnızca onu isti-yordu- kapıya ilk gelişinizi hatırlıyorsunuz, değil mi, kü-çük hanım? Sizi gördü, gözlerine inanamadı ve gitmeni-490

KUZEY IŞIKLARIzi istedi hani?" Lyra'nın başı yorgunluk ve korkuyla öyle fırıl fırıl dö-nüyordu ki, düşünmekte zorluk çekti ve ancak "Evet?Evet?" diyebildi. "Deneyini sonuca erdirmek için bir çocuğa ihtiyacıvardı da ondan, küçük hanım! Ve Lord Asriel'in istediği-ni oldurmak gibi bir özelliği vardır, bir şeyi çağırır ve-" Şimdi Lyra'nın kafası bir gürlemeyle doluydu, sankikendi bilincinde birtakım bilgilerin oluşmasını önlemekistiyormuş gibi. Yataktan kalkmış, giysilerine uzanıyordu ki birden yı-kıldı ve vahşi bir umutsuzluk çığlığıyla sarmalandı. Buumutsuzluk çığlığı onun ağzından çıkmıştı, ama ondandaha büyüktü; sanki umutsuzluk onun ağzından değilde, o umutsuzluğun ağzından çıkmış gibiydi. ÇünküLord Asriel'in sözlerini hatırlamıştı: bedenle cini bağla-yan enerjinin muazzam bir gücü vardır, ve dünyalararasındaki uçuruma köprü kurmak için fevkalade birenerji patlaması gerekliydi...Ne yaptığının farkına varmıştı. Bunca yol boyunca, onun ne istediğini biliyorum sa-narak Lord Asriel'e bir şey getirmek için mücadele etmiş-ti; ve onun istediği hiç de aletiyometre değildi. İstediği,bir çocuktu.Lyra ona Roger'ı getirmişti. İşte bunun için Lyra'yı görünce "Ben seni çağırma-dım!" diye bağırmıştı; bir çocuk çağırmıştı ve kader tan-491

PHILIP PULLMANricaları ona kendi kızını getirmişti. Ya da öyle sanmıştı,Lyra kenara çekilip de ona Roger'ı gösterene kadar. Ah, ne müthiş acı! Roger'ı kurtardığını sanmıştı, oysaaslında başından sonuna kadar, büyük bir gayretle onaihanet etmek için çalışmıştı... Lyra, bir duygu humması içinde titredi ve hıçkırdı. Budoğru olamazdı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Thorold onu teselli etmeye çalıştı, ama onun aşırı ke-derinin neden kaynaklandığını anlamıyordu, omuzunatedirgin tedirgin vurmakla yetindi. "İorek-" diye hıçkırdı kız, hizmetkarı bir kenara ite-rek. "İorek Byrnison nerede? Ayı? Hâlâ dışarıda mı?"İhtiyar adam çaresizce omuzunu silkti. "Bana yardım et!" dedi Lyra, halsizlikten ve korkudantir tir titreyerek. "Giyinmeme yardım et. Gitmem gerek.Şimdi Çabuk ol!" Adam lambayı yere koydu ve kızın ona dediğini yap-tı. O otoriter haliyle emir verdiğinde, yüzü yaşlarla yı-kanmış olsa da, dudakları titrese de, babasına çok ben-ziyordu. Pantalaimon kuyruğunu kamçı gibi sallayarakbir aşağı bir yukarı yürür, kürkü neredeyse kıvılcımlar çı-karırken, Thorold elini çabuk tutarak Lyra'ya sert, pis ko-kan kürklerini getirdi ve giymesine yardım etti. Bütündüğmeler iliklendikten, kulakları koruyan parçalar takıl-dıktan sonra kız kapıya gitti ve soğuğun kılıç gibi boğa-zına saplandığını, yanaklarmdaki gözyaşlarını bir andadondurduğunu fark etti.492

KUZEY IŞIKLARI "İorek!" diye seslendi. "İorek Byrnison! Gel, çünkü sa-na ihtiyacım var!" Karda bir sarsılma, bir metal tangırtısı duyuldu ve ayıorada belirdi. Lyra seslenmeden önce, düşen karın altın-da sakin sakin uyuyordu. Thorold'un pencerede tuttuğulambadan gelen ışıkta, Lyra onun yüzsüz uzun başını,karanlık göz deliklerini, kırmızı-siyah metal altında be-yaz kürkünün ışıltısını gördü ve ona sarılmak, onun de-mir miğferinde, uçları buz tutmuş kürkünde teselli ara-mak istedi."Ee?" dedi ayı. "Lord Asriel'i yakalamamız gerek. Roger'ı aldı ve şeyyapacak -düşünmeye korkuyorum- ah, İorek, sana yal-varırım, çabuk ol, canım!""Gel öyleyse," dedi ve Lyra onun sırtına atladı. Ne yana gidileceğini sormaya gerek yoktu: kızağın iz-leri avludan dosdoğru dışarı, ovaya doğru gidiyordu veİorek onları takip etmek için ileri sıçradı. Hareketi artıkiyice Lyra'nın varlığının bir parçası haline gelmiş, denge-li oturmak tamamen otomatikleşmişti. İorek kayalık ara-zideki kalın kar örtüsünün üzerinde her zamankindendaha hızlı koşuyor, zırh levhaları düzenle sallanan birritmle Lyra'nın altında oradan oraya oynuyordu. Arkalarında diğer ayılar rahat bir tempoda koşuyor,ateş fırlatıcıyı da beraberlerinde taşıyorlardı. Yol açıktı,çünkü ay yükselmişti ve karla kaplı dünyaya gönderdiğiışık, balonda olduğu kadar parlaktı: parlak gümüş ve ko-493

PHILIP PULLMANyu siyahtan oluşan bir dünya. Lord Asriel'in kızağının iz-leri dosdoğru uzaktaki yalçın tepeler silsilesine, aletiyo-metrenin kadife kumaşı kadar kara bir gökyüzüne doğ-ru yükselen bu tuhaf, dik, sivri uçlu şekillere doğru uza-nıyordu. Kızağın kendisinden eser yoktu -ya da, en yük-sek zirvenin yanında tüy gibi bir hareket mi vardı acaba?

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra gözlerini iyice açıp büyük bir dikkatle ileriyi taradıve Pantalaimon uçabildiği kadar yükseğe uçarak bir bay-kuşun açık görüşüyle baktı. "Evet," dedi, bir an sonra onun bileğine konarak,"Lord Asriel, köpeklerini delice kamçılıyor, arkada da birçocuk var..." Lyra, İorek Byrnison'm temposunu değiştirdiğini his-setti. Bir şey dikkatini çekmişti. Yavaşlıyordu ve başınıkaldırmış, sağa-sola bakmıyordu."Ne oldu?" diye sordu Lyra. İorek bir şey demedi. O dikkatle dinliyordu, ama Lyrabir şey duyamadı. Sonra kulağına bir ses geldi: esraren-giz, çok uzaklardan gelen bir hışırtı ve çıtırtı. Daha öncede duyduğu bir sesti: Aurora'nm sesi. Ansızın pasparlakbir peçe belirmiş, kuzey göğünde titrekçe ışıldayarak ası-lı duruyordu. Bütün o göze görünmeyen milyarlarca vetrilyonlarca yüklü zerrecikler ve belki de, diye düşündü,Toz zerrecikleri, atmosferin üst katmanlarından ışık sa-çan bir parlaklık çıkarmıştı. Sanki Aurora aşağıda gerçek-leşen dramı biliyormuş ve onu en muhteşem efektleriy-le ışıklandırmak istiyormuş gibi, Lyra'nm o ana kadar494

KUZEY IŞIKLARIgördüklerinden daha parlak ve olağanüstü bir gösteriolacaktı. Ama ayıların hiçbiri yukarı bakmıyordu: dikkatleritopraktaydı. Demek ki İorek'in dikkatini çeken Auroradeğildi. Şimdi hiç kıpırdamadan duruyordu, onun duyu-larının serbestçe dolaşması gerektiğini bilen Lyra da ayı-nın sırtından kayarak indi. Bir şey onu rahatsız ediyordu. Lyra etrafına baktı, Lord Asriel'in evine giden uçsuzbucaksız açık ovadan geriye, daha önce geçtikleri dağla-ra doğru. Bir şey göremedi. Aurora daha da yoğunlaştı.İlk peçeler titredi ve hızla bir yana savruldu, yukarıdaçentikli perdeler katlanıp açılıyor, her dakika boyları veparlaklıkları artıyordu: kemerler ve ilmekler ufuktan uf-ka anafor gibi dönerek gidiyor ve aydınlık yaylarıyla do-ruğun ta kendisine değiyorlardı. Muazzam, dokunulmazgüçlerin çıkardığı ıslıklı ve hışırtılı o müthiş şarkıyı herzamankinden de net duyabiliyordu. "Cadılar!" diye bir feryat geldi ayı sesiyle ve Lyra ne-şe ve rahatlama duygusuyla döndü. Ama ağır bir burun ona vurup ileri düşürdü ve içiniçekecek kadar bile nefesi kalmamış bir halde, kesik ke-sik soluyarak titredi, çünkü az önce durduğu yerde yeşiltüylü bir okun arka tarafı görünüyordu. Okun başı vekendisi kara gömülüydü. İmkansız/Diye düşündü halsiz halsiz, ama doğruydu,çünkü bir başka ok, tepesinde ayakta duran İorek'in zır-hına çarpıp uzaklaştı. Bunlar Serafina Pekkala'nın cadıla-495

PHILIP PULLMANrı değildi, başka bir klandandılar. Bir düzine kadarı ya dadaha fazlası yukarıda daireler çiziyor, arada alçalıp ateşettikten sonra yeniden yükseliyordu ve Lyra bildiği herkelimeyle küfür ediyordu. İorek Byrnison çabucacık emirler verdi. Ayıların cadı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

larla savaşma konusunda pratikleri olduğu açıktı, çünküderhal bir savunma düzenine geçtiler ve cadılar da aynıkolaylıkla saldırı düzenine. Ancak yakın menzilden isa-betli atış yapabiliyorlardı ve okları ziyan etmemek içinhızla aşağı iniyor, dalışlarının en alt noktasında atış yapı-yor ve derhal yukarı dönüyorlardı. Ama en alt noktayaeriştiklerinde, elleri ok ve yayla meşgul oluyordu, hücu-ma açık durumdaydılar, ayılar da tarayan pençelerle on-ları aşağı çekmek için yukarı doğru fırlıyorlardı. Birindenfazlası düştü, hemen hesapları görüldü. Lyra bir kayanın yanında iyice çömelerek cadı dalışı-nı izledi. Birkaç tanesi ona da nişan aldı, ama oklar ıska-ladı; ve sonra Lyra, başını kaldırıp göğe bakınca, uçancadıların büyük kısmının geri çark ettiğini gördü. Bundan rahatladıysa da, rahatlaması sadece bir ansürdü. Çünkü uçtukları yönden, başka pek çok cadınınonlara katılmak için geldiğini gördü; ve orada havadaonlarla birlikte bir grup parıldayan ışık da vardı; Sval-bard ovasının uçsuz bucaksızlığmda, Aurora'nın aydınlı-ğı altında, korktuğu bir sesi duydu. Bir gaz motorununsert zonklamasıydı bu. İçinde Mrs. Coulter ile askerleri-nin olduğu zeplin onlara yetişiyordu.496

KUZEY IŞIKLARI İorek homurdanarak bir emir verdi ve ayılar derhalbir başka düzene geçti. Lyra, gökten gelen kızıl renkli tit-rek ışıkta onların ateş fırlatıcıyı çabucak indirmelerinigözledi. Uçan cadıların öncü kolu da bunu görmüştü vehızla aşağı inip onların üstüne ok yağdırmaya koyuldu-lar, ama ayılar çoğunlukla zırhlarına güvenip, cihazı kur-mak için hızlı hızlı çalıştılar: Bir açıyla yukarı uzananuzun bir kol, bir metre çapında bir çanak ya da kap, birde duman ve buhar içinde büyük bir demir depo. O gözlerken, parlak bir alev fışkırdı ve bir ayı ekibialışkın oldukları bir şekilde faaliyete geçti. İki tanesi ateşfırlatıcınm uzun kolunu çekti, bir başkası kaseye kürek-ler dolusu ateş boşalttı ve emir üzerine onu serbest bıra-kıp, alev alev yanan kükürdü karanlık göğün yükseklik-lerine savurdular. Cadılar tepelerine öyle bir üşüşmüştü ki, üç tanesi da-ha ilk atışta alevler içinde düştü, ama çok geçmedenesas hedefin zeplin olduğu anlaşıldı. Pilot ya daha öncehiç ateş fırlatıcı görmemişti ya da onun gücünü küçüm-süyordu, çünkü yukarı tırmanmaksızm, biraz olsun sağa-sola dönmeksizin, dosdoğru ayıların üstüne doğru uçtu. Sonra zeplinde de güçlü bir silah bulunduğu belli ol-du: gondolün burnuna monte edilmiş bir makineli tüfek.Lyra ayılardan birkaçının zırhından kıvılcımlar uçuştuğu-nu gördü; kurşunların takırtısı duyulmadan önce, bir ara-ya sıkışarak zırhlarını siper ettiklerini gördü. Korkuylahaykırdı.497

PHILIP PULLMAN "Güvendeler," dide İorek Byrnison. "Küçük kurşun-larla zırhı delemezsin." Ateş fırlatıcı gene çalıştı: bu seferalev alev yanan bir kükürt kitlesi doğrudan gondolü ni-şan aldı ve patlayıp her yanda alevli parçacıklardan olu-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

şan şelaleler bıraktı. Zeplin sola doğru yattı, geniş bir ka-vis çizdi ve kükreyerek uzaklaştı; sonra bir kez daha ci-hazın yanında hızlı hızlı çalışan ayı grubuna yöneldi.Yaklaşırken, ateş fırlatıcmın kolu gacırtıyla aşağı doğruindi; makineli tüfek öksürüp tükürdü ve iki ayı düştü; İo-rek Byrnison'dan boğuk bir homurtu çıktı. Hava taşıtıneredeyse tepelerine gelince, bir ayı haykırarak emirverdi ve yaylı kol yeniden yukarı fırladı. Bu sefer kükürt, zeplinin gaz torbasının muhafazası-na doğru savruldu. Aracın sert iskeleti, içinde hidrojeninbulunduğu yağlanmış ipekten bir kılıfı yerinde tutuyor-du ve bu kılıf, küçük çizilmelere karşı koyacak kadar da-yanıklı olmakla birlikte, elli okkalık alev alev bir kayaona fazla geldi. İpek boydan boya yırtıldı, kükürt ve hid-rojen, bir alev felaketinde birbirleriyle buluşmak üzeresıçradılar. İpek bir anda şeffaf hale geldi; turuncu ve kırmızı vesarıdan oluşan bir cehennem fonunun önünde, zeplininbütün iskeleti görünür bir hal aldı ve neredeyse gönül-süzce yere doğru süzülüp inmeden önce de imkansızgörünecek kadar uzun süreyle havada asılı kaldı. Karınve ateşin önünde kara kara duran küçük şekiller sende-leyerek ve koşarak içinden çıktı, cadılar onları alevler-498

KUZEY IŞIKLARIden uzağa sürüklemek için aşağı uçtu. Zeplin yere çarp-tıktan sonra bir dakika içinde bükülmüş metalden karabir duman örtüsü ve çırpman birkaç ateş kırıntısındanibaret bir kitle olmuştu. Ama zeplindeki askerler ve diğerleri (Lyra şimdi Mrs.Coulter'ı seçemeyecek kadar uzakta olmakla birlikte,onun orada olduğunu biliyordu) hiç vakit kaybetmedi-ler. Cadıların yardımıyla makineli tüfeği çeke çeke dışa-rı çıkarıp kurdular ve yerde ciddi şekilde savaşmaya baş-ladılar."Yola devam," dedi İorek. "Uzun süre dayanırlar." Kükredi, bir grup ayı ana gruptan ayrılarak Tatarlar'ınsağ cenahına saldırdı. Lyra İorek'in orada, onların arasın-da olma arzusunu seziyordu ama bütün bu süre zarfın-da sinirleri de haykırıyordu: Yola devam! Yola devam!Ve zihni, Roger ile Lord Asriel'in görüntüleriyle doluydu;İorek Byrnison da bunu biliyordu, dönüp dağdan yuka-rı, kavgadan uzağa giderek, Tatarlar'ı alıkoyma işini ayı-larına bıraktı. Tırmanmaya devam ettiler. Lyra gözlerini dört açarakileriye baktı ama Pantalaimon'un baykuş gözleri bile tır-mandıkları dağın yamacında herhangi bir hareket göre-miyordu. Ancak, Lord Asriel'in kızak izleri belirgindi veİorek, uzun ve rahat adımlarla koşarken havalara kar sa-çarak, onları süratle takip ediyordu. Geride her ne olupbitiyorsa, artık adı üstünde, gerideydi. Lyra onu bırak-mıştı. Dünyadan bütün bütün aynlıyormuş duygusuna499

PHILIP PULLMAN "Güvendeler," dide İorek Byrnison. "Küçük kurşun-larla zırhı delemezsin." Ateş fırlatıcı gene çalıştı: bu seferalev alev yanan bir kükürt kitlesi doğrudan gondolü ni-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

şan aldı ve patlayıp her yanda alevli parçacıklardan olu-şan şelaleler bıraktı. Zeplin sola doğru yattı, geniş bir ka-vis çizdi ve kükreyerek uzaklaştı; sonra bir kez daha ci-hazın yanında hızlı hızlı çalışan ayı grubuna yöneldi.Yaklaşırken, ateş fırlatıcının kolu gacırtıyla aşağı doğruindi; makineli tüfek öksürüp tükürdü ve iki ayı düştü; İo-rek Bymison'dan boğuk bir homurtu çıktı. Hava taşıtıneredeyse tepelerine gelince, bir ayı haykırarak emirverdi ve yaylı kol yeniden yukarı fırladı. Bu sefer kükürt, zeplinin gaz torbasının muhafazası-na doğru savruldu. Aracın sert iskeleti, içinde hidrojeninbulunduğu yağlanmış ipekten bir kılıfı yerinde tutuyor-du ve bu kılıf, küçük çizilmelere karşı koyacak kadar da-yanıklı olmakla birlikte, elli okkalık alev alev bir kayaona fazla geldi. İpek boydan boya yırtıldı, kükürt ve hid-rojen, bir alev felaketinde birbirleriyle buluşmak üzeresıçradılar. İpek bir anda şeffaf hale geldi; turuncu ve kırmızı vesarıdan oluşan bir cehennem fonunun önünde, zeplininbütün iskeleti görünür bir hal aldı ve neredeyse gönül-süzce yere doğru süzülüp inmeden önce de imkansızgörünecek kadar uzun süreyle havada asılı kaldı. Karınve ateşin önünde kara kara duran küçük şekiller sende-leyerek ve koşarak içinden çıktı, cadılar onları alevler-498

KUZEY IŞIKLARIden uzağa sürüklemek için aşağı uçtu. Zeplin yere çarp-tıktan sonra bir dakika içinde bükülmüş metalden, karabir duman örtüsü ve çırpman birkaç ateş kırıntısındanibaret bir kitle olmuştu. Ama zeplindeki askerler ve diğerleri (Lyra şimdi Mrs.Coulter'ı seçemeyecek kadar uzakta olmakla birlikte,onun orada olduğunu biliyordu) hiç vakit kaybetmedi-ler. Cadıların yardımıyla makineli tüfeği çeke çeke dışa-rı çıkarıp kurdular ve yerde ciddi şekilde savaşmaya baş-ladılar."Yola devam," dedi İorek. "Uzun süre dayanırlar." Kükredi, bir grup ayı ana gruptan ayrılarak Tatarlar'ınsağ cenahına saldırdı. Lyra İorek'in orada, onların arasın-da olma arzusunu seziyordu ama bütün bu süre zarfın-da sinirleri de haykırıyordu: Yola devam! Yola devam!Ve zihni, Roger ile Lord Asriel'in görüntüleriyle doluydu;İorek Byrnison da bunu biliyordu, dönüp dağdan yuka-rı, kavgadan uzağa giderek, Tatarlar'ı alıkoyma işini ayı-larına bıraktı. Tırmanmaya devam ettiler. Lyra gözlerini dört açarakileriye baktı ama Pantalaimon'un baykuş gözleri bile tır-mandıkları dağın yamacında herhangi bir hareket göre-miyordu. Ancak, Lord Asriel'in kızak izleri belirgindi veİorek, uzun ve rahat adımlarla koşarken havalara kar sa-çarak, onları süratle takip ediyordu. Geride her ne olupbitiyorsa, artık adı üstünde, gerideydi. Lyra onu bırak-mıştı. Dünyadan bütün bütün ayrılıyormuş duygusuna499

PHILIP PULLMANkapılmıştı; öyle uzak ve kararlıydı, öyle yükseğe tırmanı-yorlardı, onları yıkayan ışık öyle garip ve tekinsizdi ki.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"İorek," dedi, "Lee Scoresby'yi bulacak mısın?""Ölü ya da diri, onu bulacağım.""Ve eğer Serafina Pekkala'yı görürsen...""Ona ne yaptığını anlatırım.""Teşekkür ederim, İorek," dedi kız. Artık bir süre konuşmadılar. Lyra uykunun ve uyan-manın ötesinde bir tür transa girdiğini hissediyordu: ayı-lar tarafından yıldızlardaki bir şehre taşındığı rüyasınıgördüğü, bilinçli bir rüya görme hali neredeyse. Bu konuda tam İorek Byrnison'a bir şey söyleyecektiki, ayı yavaşladı ve durdu. "İzler devam ediyor," dedi İorek Byrnison. "Ama benedemem." Lyra aşağı atladı, bakmak için onun yanında durdu.İorek, bir uçurumun kenarında duruyordu. Bunun buz-da büyük bir yarık mı, yoksa kayada bir çatlak mı oldu-ğunu söylemek zordu, aslında pek bir şey de fark etmi-yordu; önemli olan, dipsiz bir karanlığa uzanmasıydı. Ve Lord Asriel'in kızağının izleri en uca kadar geli-yor... sertleşmiş kardan oluşan bir köprüde devam edi-yordu. Belli ki bu köprü kızağın ağırlığının gerilimini hisset-mişti, çünkü üzerinde uçurumun öbür ucuna yakın, eni-ne bir çatlak uzanıyordu ve çatlağın yakın tarafındaki yü-zey bir ayak kadar çökmüştü. Bir çocuğun yükünü taşı-500

KUZEY IŞIKLARIyabilirdi: zırhlı bir ayının yükü altında kesinlikle ayaktakalmazdı.Lyra, İorek Byrnison'a döndü. "Karşıya geçmem gerek," dedi. "Bütün yaptıkların içinteşekkür ederim. Ona ulaştığımda neler olacak, bilmiyo-rum. Hepimiz ölebiliriz, ona ulaşsam da, ulaşmasam da.Ama eğer geri gelirsem, sana doğru dürüst teşekkür et-mek için gelip seni göreceğim, Kral İorek Byrnison." Elini başını koydu. İorek bıraktı eli orada dursun,usulca başını salladı."Güle güle, Lyra Gümüşdil," dedi. Lyra, kalbi sevgi içinde acıyla çarparak döndü ve aya-ğını köprüye koydu. Kar, altında çatırdadı, Pantalaimonkarşı taraftaki kara konup onu ileri gitmek üzere cesaret-lendirmek için yükseldi ve köprünün üstünden uçtu.Lyra adım adım ilerledi ve attığı her adımla birlikte, şim-di yaptığı gibi yavaş yavaş gidip mümkün olabildiğincehafifçe basmak yerine hızla koşup öbür tarafa atlamakdaha mı iyi olurdu diye merak etti. Yarı yola geldiğindekardan bir başka çatırtı yükseldi: ayaklarının yakınındanbir parça kopup dipsiz boşluğun derinliklerine yuvarlan-dı ve köprünün çatlağın yakın tarafındaki kısmı birkaçsantim daha çöktü. Hiç kıpırdamadan durdu. Pantalaimon, aşağı atlayıpona uzanmaya hazır, leopar biçimiyle diğer yanda çö-melmişti.Köprü dayandı. Lyra bir adım attı, bir adım daha, der-501

PHILIP PULLMANken ayaklarının altında bir şeyin çökmekte olduğunu

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

hissetti ve var gücüyle karşı tarafa doğru sıçradı. Köprü,ardında yumuşak bir vtj sesi bırakarak boylu boyuncayarığa düşerken, Lyra karınüstü karlara indi. Pantalaimon'un pençeleri kürklerine girmiş, sıkı sıkı-ya tutuyordu. Bir dakika sonra gözlerini açtı ve sürünerek kenardanuzaklaştı. Geri dönüş yoktu. Ayağa kalkarak onu gözle-yen ayıya elini kaldırdı. İorek Byrnison, ona karşılık ver-mek için arka ayakları üzerine kalktı, sonra da Mrs. Co-ulter ve zeplindeki askerlerle savaşan tebaasına yardımetmek üzere dönüp dağdan aşağı hızla koştu.Lyra tek başına kalmıştı.502

23Yıldızlara Köprü İorek Byrnison gözden kaybolunca Lyra üzerine dahada bir halsizlik çöktüğünü hissetti, körlemesine dönüp elyordamıyla Pantalaimon'u aradı. "Ah, Pan, canım, devamedemeyeceğim! Öyle korkuyorum ki -ve öyle yorgunumki- bütün bu yol, ödüm kopuyor! Keşke benim yerimebaşka biri olsaydı diyorum, gerçekten!" Kedi biçimindeki cini, sıcak ve rahatlatıcı bir şekildeburnuyla onun boynunu dürttü. "Ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum işte," diye hıç-kırdı Lyra. "Bizim için çok fazla, Pan, yapamayız..." Gözleri kapalı ona tutundu, öne arkaya sallandı, çıp-lak kar üzerinde, hıçkırıkları tükenene kadar ağladı. "Ve hatta -hatta Mrs. Coulter Roger'a daha önce ye-tişse bile onu kurtaramayız, çünkü onu gerisin geri Bol-vangar'a götürürler, ya da daha beterini yaparlar, beni deintikam almak için öldürürler... Niye çocuklara bunlarıyapıyorlar Pan, niye! Çocuklardan bu kadar nefret miediyorlar ki onları böyle parçalamak istiyorlar? Bunu ni-503

PHILIP PULLMANken ayaklarının altında bir şeyin çökmekte olduğunuhissetti ve var gücüyle karşı tarafa doğru sıçradı. Köprü,ardında yumuşak bir vtj sesi bırakarak boylu boyuncayarığa düşerken, Lyra karınüstü karlara indi. Pantalaimonün pençeleri kürklerine girmiş, sıkı sıkı-ya tutuyordu. Bir dakika sonra gözlerini açtı ve sürünerek kenardanuzaklaştı. Geri dönüş yoktu. Ayağa kalkarak onu gözle-yen ayıya elini kaldırdı. İorek Byrnison, ona karşılık ver-mek için arka ayakları üzerine kalktı, sonra da Mrs. Co-ulter ve zeplindeki askerlerle savaşan tebaasına yardımetmek üzere dönüp dağdan aşağı hızla koştu.Lyra tek başına kalmıştı.502

23Yıldızlara Köprü İorek Byrnison gözden kaybolunca Lyra üzerine dahada bir halsizlik çöktüğünü hissetti, körlemesine dönüp elyordamıyla Pantalaimon'u aradı. "Ah, Pan, canım, devamedemeyeceğim! Öyle korkuyorum ki -ve öyle yorgunum

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ki- bütün bu yol, ödüm kopuyor! Keşke benim yerimebaşka biri olsaydı diyorum, gerçekten!" Kedi biçimindeki cini, sıcak ve rahatlatıcı bir şekildeburnuyla onun boynunu dürttü. "Ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum işte," diye hıç-kırdı Lyra. "Bizim için çok fazla, Pan, yapamayız..." Gözleri kapalı ona tutundu, öne arkaya sallandı, çıp-lak kar üzerinde, hıçkırıkları tükenene kadar ağladı. "Ve hatta -hatta Mrs. Coulter Roger'a daha önce ye-tişse bile onu kurtaramayız, çünkü onu gerisin geri Bol-vangar'a götürürler, ya da daha beterini yaparlar, beni deintikam almak için öldürürler... Niye çocuklara bunlarıyapıyorlar Pan, niye! Çocuklardan bu kadar nefret miediyorlar ki onları böyle parçalamak istiyorlar? Bunu ni-503

PHILIP PULLMANye yapıyorlar? Ama Pantalaimon'un buna verecek cevabı yoktu; tekyapabildiği ona sıkıca sarılmak oldu. Korku fırtınası azarazar dindikçe Lyra yeniden kendi benliğine döndü. OLyra'ydı, elbette üşümüş ve korkmuştu, ama kendisiydi. "Keşke..." diye başladı, sonra durdu. Keşke demeklekazanılacak bir şey yoktu. Son bir derin, titrek nefes al-dı, artık devam etmeye hazırdı. O saatte ay batmıştı ve güneye doğru gökyüzü, üze-rinde kadifeye konmuş elmaslar gibi duran milyarlarcayıldızın varlığına rağmen, kapkaranlıktı. Ne var ki par-laklıkta Aurora onlara yüz kez baskın çıkıyordu. Lyraonun bu kadar göz alıcı ve dramatik olduğunu hiç gör-memişti; her seğirme ve titreyişiyle, gökyüzünde yeniışık harikaları dans ediyordu. Ve ışığın durmadan deği-şen tülbentinin ardında, o diğer dünya, o güneşin aydın-lattığı şehir, açık ve belirgindi. Giderek daha yükseğe tırmandıkça, aşağıdaki kasvet-li topraklar giderek daha da ilerilere uzanıyordu. Kuzey-de donmuş deniz vardı, iki buz tabakasının birbirinebastırması yüzünden orada burada sırtlar halinde sıkış-mış, ama onun dışında düz, beyaz ve engindi; Lyra'nmhayal edemeyeceği şekilde kasvetli, durgun, cansız verenksiz bu deniz, Kutup'a ve ötesine uzanıyordu. Doğu-da ve batıda gene dağlar vardı, sertçe yukarı doğru atı-lan, yarları tıka basa karla dolu ve rüzgar tarafından kı-504

KUZEY IŞIKLARIlıç kadar keskin kenarlar oluşturacak şekilde bilenmişbüyük yalçın zirveler. Güneyde geldikleri yol vardı; Lyrasevgili dostu İorek Byrnison ile askerlerini görebilir mi-yim diye büyük bir özlemle geriye baktı ama geniş ova-da hiçbir şey hareket etmiyordu. Zeplinin yanmış enka-zını ya da savaşçıların cesetlerinin çevresindeki kıpkırmı-zı lekeli karları bile görebildiğinden emin değildi. Pantalaimon baykuş biçiminde yükseklere uçtu veonun bileğine kondu. "Zirvenin hemen arkasmdalar," dedi. "Lord Asriel bü-tün aletlerini çıkarmış, Roger da kaçamaz-" Ve o bunu söylerken Aurora ömrünün sonuna gelmişanbarik bir ampul gibi titreşti ve loşlaştı, sonra da tama-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

men söndü. Ancak Lyra bu kararmada Toz'un varlığınıhissetti çünkü hava, henüz doğmamış düşüncelerin şe-killeri misali karanlık niyetlerle dolu gibiydi.Her şeyi kaplayan karanlıkta bir haykırış duydu:"Lyra! Lyra!" "Geliyorum!" diye haykırarak cevap verdi ona ve tö-kezleye tökezleye yukarı doğru yürüdü; güçlükle tırma-nıyor, boylu boyunca yere yapışıyor, canını dişine takı-yordu, kuvvetinin sonuna gelmişti; ama her şeye rağmenhayalet parıltısıyla parıldayan karda gittikçe ilerliyordu."Lyra! Lyra!" "Geldim sayılır," diye soludu Lyra. "Geldim sayılır,Roger."505

PHILIP PULLMAN Pantalaimon heyecanı içinde süratle şekil değiştiriyor-du: aslan, ermin, kartal, yaban kedisi, yabani tavşan, se-mender, baykuş, leopar, şimdiye kadar bürünmüş oldu-ğu her biçim, Toz'da biçimlerden oluşan bir çiçek dür-bünü -"Lyral"O sırada zirveye ulaştı ve neler olduğunu gördü. Yıldız ışığında elli metre ötede Lord Asriel, tersine çev-rili kızağına giden iki teli büküyordu; kızağın üzerinde iseşimdiden buz tutmaya başlamış bir dizi batarya, kavanoz-lar ve alet parçaları vardı. Kaim kürkler giymişti, bir naftalambanın alevi yüzünü aydınlatıyordu. Benekli güzel pos-tu güçle parıldayan, kuyruğu karda tembel tembel hare-ket eden cini, Sfenks gibi yanında çömelmişti.Ağzında Roger'm cinini tutuyordu. Küçük yaratık mücadele ediyor, çırpmıyor, savaşıyor;bir an kuş, sonra köpek, derken kedi, fare, gene kuş olu-yor ve her an Roger'a sesleniyordu; birkaç metre ötedeolan Roger ise debeleniyor, onu kalbinden tutan zincirrden kurtulmaya çalışan ve acıdan, soğuktan haykıranRoger da cinine sesleniyor, Lyra'ya sesleniyordu. LordAsriel'e koştu ve kolunu sertçe çekti, Lord Asriel onu ya-na savurdu. Roger ağlayarak, rica ederek, yalvararak,hıçkırarak gene denedi ve Lord Asriel hiç aldırmadı, onuvurup yere yapıştırmak dışında. Bir yarın kenarındaydılar. Gerilerinde sadece muaz-zam, aydınlatılmaz bir karanlık vardı. Donmuş denizin506

KUZEY IŞIKLARIüç yüz metre ya da daha fazla yükseğindeydiler. Lyra bütün bunları salt yıldız ışığında görmüştü; amasonra, Lorda Asriel tellerini bağlayınca, Aurora birdenpasparlak bir şekilde geri döndü. İki terminal arasındaoynayan kör edici akımın uzun parmağı gibiydi, ancakbin mil yükseklikte ve on bin mil uzunluktaydı: alçalı-yor, süzülüyor, dalgalanıyor, ışık saçıyordu, bir ihtişamseliydi.Lord Asriel onu kontrol ediyordu... Ya da ondan aşağı akım çekiyordu; çünkü kızaktakikoskoca bir makaradan gelen bir tel vardı, dosdoğru yu-karı, göğe uzanan bir tel. Karanlıktan bir kuzgun fırladı,Lyra onun bir cadı cini olduğunu anladı. Lord Asriel'e bir

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

cadı yardımcı oluyordu, teli yükseklere o uçurmuştu.Ve Aurora gene ışıl ışıl yanıyordu.Lord Asriel hemen hemen hazırdı. Roger'a dönüp yanına çağırdı ve Roger çaresizce gel-di; başını sallıyor, yalvarıyor, ağlıyor ama çaresizce onadoğru gidiyordu. "Hayır! Koş!" diye bağırdı Lyra ve kendini bayır aşağıona doğru bıraktı. Pantalaimon kar leoparının üzerine atladı, Roger'm ci-nini güçlükle çenesinden kurtardı. Kar leoparı bir andaonun arkasından atlayıp öbür cini serbest bıraktı ve ikigenç cin, pat-pat-pat değişerek, dönüp büyük beneklihayvanla çarpıştılar.507

PHILIP PULLMAN Dişi leopar sipsivri pençeleriyle onları sağlı-sollu pa-raladı, hırıltılı kükremesi Lyra'nın çığlıklarını bile bastır-dı. İki çocuk da onunla savaşıyordu; ya da bulanık ha-vadaki şekillerle, Toz derelerinden aşağı kalın ve kalaba-lık halde gelen o karanlık niyetlerle - Ve Aurora yukarıda salınıyordu, dalgalar halinde sü-regelen titreşmesi bazen bu binayı, bazen şu gölü, bazeno palmiye ağacı sırasını seçiyordu, öyle yakındı ki budünyadan ötekine adım atabileceğinizi sanırdınız.Lyra sıçradı ve Roger'm elini yakaladı. Hızla çekti ve Lord Asriel'den kurtularak el ele koştu-lar, ama Roger feryat etti ve kıvrandı, çünkü leopar ge-ne cinini yakalamıştı; ve Lyra kalbi sarsan o acıyı biliyor-du ve durmaya çalıştı—Ama duramadılar. JYar ayaklarının altından kayıyordu. Bütün bir kar tabakası, önlenemez şekilde aşağı kayı-yordu-Donmuş deniz, üç yüz metre aşağıda-"LYRA!"Kalp vuruşları-Sıkıca tutunmuş eller- Roger'm bedeni, birden tamamen onunkine yaslan-mış halde; yukarıda ise, en büyük mucize. Oğlan tamamen hareketsiz kalmıştı; semaların yıldızkakılmış, derin kemeri, sanki bir mızrakla delinmiş gibibirden delindi.508

KUZEY IŞIKLARI Bir ışık fıskiyesi, büyük bir yayla fırlatılmış bir ok gi-bi serbest bırakılmış saf bir enerji fıskiyesi, Lord Asriel'inteli Roger'ın cinine bağlamış olduğu noktadan yukarıdoğru fışkırdı. Aurora'yı oluşturan ışık ve renk tabakala-rı parçalanarak ayrıldı; büyük bir yarma, ezme, çiğneme,yırtma sesi evrenin bir ucundan diğerine ulaştı; gökyü-zünde kuru toprak vardı-Güneş ışığı! Altın bir maymunun kürkü üzerinde parıldayan güneşışığı... Çünkü kar tabakasının düşüşü durmuştu; belki de gö-rünmeyen bir çıkıntı onun düşüşünü kesmişti; ve Lyra,zirvenin çiğnenmiş karlarında altın maymunun leoparın

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yanma sıçradığını görebiliyordu; baktı, iki cinin tüyleridikilmişti, ihtiyatlı ve güçlü görünüyorlardı. Maymununkuyruğu dimdikti, kar leoparınmki güçlü bir şekilde biryandan bir yana sallanıyordu. Sonra maymun, denemeniteliğinde bir pençesini uzattı, leopar zarif bir bedenselkabulle başını eğdi, birbirlerine dokundular- Ve Lyra bakışlarını onlardan çekip yukarı bakınca,bizzat Mrs. Coulter'ın orada durduğunu gördü, Lord As-riel ona sarılmıştı. Işık, etraflarında yoğun bir anbarikakımın kıvılcımları ve ışınları gibi oynuyordu. ÇaresizLyra, neler olduğunu sadece hayal edebiliyordu; Mrs.Coulter bir şekilde o uçurumdan geçmiş ve onu burayaizlemiş olmalıydı...Kendi annesiyle babası, birlikte!509

PHILIP PULLMAN Ve öylesine tutkuyla birbirlerine sarılıyorlardı: düşle-nemez bir şey. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Roger'ın bedeni kolların-da hareketsiz yatıyordu, hareketsiz, sessiz, huzur içinde.Annesiyle babasının konuştuğunu duydu:Annesi dedi ki, "Asla izin vermezler-" Babası dedi ki, "İzin vermek mi? Biz çocukmuşuz gi-bi izin verilmeyi aştık artık. Ben herkesin geçebilmesinimümkün kıldım, dilerlerse." "Yasaklayacaklar! Mühürleyip kapatacaklar, deneyenherkesi aforoz edecekler!" J "Çok sayıda insan yapmak isteyecek. Onlara engel ol-mayı başaramayacaklar. Bu Kilise'nin sonu anlamına ge-liyor, Marisa, Majisteryum'un sonu, onca yüzyıllık karan-lığın sonu! Oradaki ışığa bak: o başka bir dünyanın gü-neşi! Sıcaklığını cildinde hisset, şimdi!""Onlar herkesten kuvvetli, Asriel! Bilmiyorsun-" "Bilmiyor muyum? Ben mi? Kilise'nin ne kadar kuv-vetli olduğunu dünyada kimse benden iyi bilmez! Amabuna yetecek kuvveti yok. Toz her şeyi değiştirecek na-sılsa. Artık durdurulması mümkün değil." "İstediğin bu muydu? Bizi günahla ve karanlıkla boğ-mak, öldürmek?" "Kaçmak istedim, Marisa! Ve başardım. Bak, kıyıdadalgalanan palmiyelere bak! O rüzgarı hissedebiliyormusun? Başka bir dünyadan gelen rüzgar! Saçında hisset,yüzünde hisset..."510

KUZEY IŞIKLARI Lord Asriel, Mrs. Coulter'ın kukuletasını geriye itti, ba-şını göğe çevirdi, ellerini saçlarından geçirdi. Lyra, tekbir kasını oynatmaya cesaret edemeyerek, soluğu kesil-miş halde gözledi. Kadın, sanki başı dönüyormuş gibi Lord Asriel'e tu-tundu ve keder içinde, başını salladı. "Hayır -hayır- geliyorlar, Asriel -nereye gittiğimi bili-yorlar-""Öyleyse benimle gel, uzağa, bu dünyanın dışına!""Cüret edemem-" "Sen? Cüret mi edemezsin? Çocuğun gelirdi. Çocuğunher şeye cüret eder ve annesini utandırır."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Öyleyse al onu, güle güle git. Benden çok senin za-ten, Asriel." "Olmaz. Sen onu yanma aldın; onu kalıba dökmeyeçalıştın. O zaman onu istiyordun." "Çok kabaydı, çok inatçı. Bu işi çok geçe bırakmı-şım... İyi ama şimdi nerede? Buraya kadar ayak izlerinitakip ettim..." "Onu istiyor musun hâlâ? İki kere yanında tutmayaçalıştın, ikisinde de kaçtı. Ben onun yerinde olsam, sanaüçüncü bir şans tanımaktansa koşup kaçar ve koşmayadevam ederdim." Hâlâ onun başını tutan elleri birden kasıldı ve tutku-lu bir öpücükle onu kendine çekti. Lyra bunun aşktançok zalimliğe benzediğini düşünüp onların cinlerinebaktı ve tuhaf bir manzarayla karşılaştı: kar leoparı ger-511

PHILIP PULLMANgindi, pençeleri altın maymunun etine öylece dokunarakçömelmişti, maymun ise karın üstünde gevşemişti, mut-luydu, baygındı. Mrs. Coulter bu öpücükten şiddetle geri çekti kendi-ni ve dedi ki, "Hayır, Asriel -benim yerim bu dünyada,onda-" J "Gel benimle!" dedi adam, zorluyordu, güçlüydü."Gel ve benimle çalış!""Biz birlikte çalışamayız, ikimiz." "Çalışamaz mıyız? Seninle ben evreni parçalarına ayı-rıp yeniden bir araya getirebiliriz, Marisa! Toz'un kayna-ğını bulup onu ebediyen boğabiliriz! Ve bu büyük işinbir parçası olmak istersin: bu konuda yalan söyleme ba-na. Başka her şey hakkında yalan söyle, Adak Meclisihakkında yalan söyle, âşıkların hakkında yalan söyle-evet, Boreai'i biliyorum ve umurumda bile değil- kilisehakkında yalan söyle, hatta çocuk hakkında yalan söyleistersen, ama bana aslında ne istediğin konusunda yalansöyleme..." Ve ağızları, daha da güçlü bir hırsla yeniden birleş-mişti. Cinleri ateşli bir şekilde oynuyordu; kar leoparı sırtüstü yuvarlandı, maymun pençeleriyle onun boynununyumuşak kürkünü taradı ve dişi leopar derinlerden ge-len bir zevk gümbürtüsüyle homurdandı. "Gelmezsem, beni mahvetmeye çalışacaksın," dediMrs. Coulter, geriye çekilerek."Seni niye mahvetmek isteyeyim ki," dedi adam, gü-512

KUZEY IŞIKLAR]lerek, öteki dünyanın ışığı başının etrafında parlıyordu."Benimle gelirsen, benimle çalışırsan, yaşıyor musun ölümüsün aldırırım. Burada kalırsan ilgimi hemen kaybe-dersin. Sakın seni bir saniye bile düşüneceğimi sanarakkendine iltifat etme. Şimdi ya kal ve şeytanlıklarını budünyada sürdür ya da benimle gel." Mrs. Coulter tereddüt etti; gözleri kapalıydı, sanki ba-yılacakmış gibi sallanıyordu; ama dengesini korudu veiçinde sonsuz bir güzel hüzün okunan gözlerini yenidenaçtı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Hayır," dedi, "hayır." Cinleri yeniden ayrılmıştı. Lord Asriel eğildi ve kuv-vetli parmaklarını kar leoparının kürküne doladı. Sonraarkasını döndü ve tek kelime etmeden yukarı doğru gi-derek uzaklaştı. Altın maymun küçük üzüntü sesleri çı-kararak Mrs. Coulter'm kollarına atladı, uzaklaşan kar le-oparına doğru uzandı ve Mrs. Coulter'ın yüzü gözyaşın-dan bir maske halini aldı. Lyra parıldadıklarını görüyor-du; hakikiydiler. Sonra annesi döndü, sessiz hıçkırıklarla sarsılıyordu,dağdan indi ve Lyra'nm görüş alanından çıktı. Lyra onu soğuk soğuk gözledi, sonra da yukarı, göğebaktı.Böyle bir harikalar kemeri görmemişti hiç. Orada öyle boş ve sessiz asılı duran şehir yeni yapıl-mış gibi görünüyordu, işgal edilmeyi bekler gibiydi; yada uykuda, uyandırılmayı bekler gibi. O dünyanın güne-513

PHILIP PULLMANşi bu dünyaya ışık saçıyordu, Lyra'nın ellerini altına çe-viriyor, Roger'm kurt derisi kukuletasmdaki buzu eriti-yor, onun solgun yanaklarını şeffaf hale getiriyor, açık,görmeyen gözlerini parlatıyordu. Kendini mutsuzlukla paramparça hissediyordu. Ve öf-keyle, de; babasını öldürebilirdi: eğer onun kalbini çekipçıkarabilse, oracıkta, o anda çekip çıkarırdı, Roger'a yap-tıkları için. Ve ona: onu aldatmak -buna nasıl cüret eder-

di? Hâlâ Roger'm bedenini tutuyordu. Pantalaimon onabir şey söylüyordu, ama Lyra'nm zilini alev alevdi, ciniyabani kedi pençelerini, dediklerini duysun diye onunelinin arkasına bastırana kadar da duymadı. Gözlerinikırpıştırdı."Ne? Ne?""Toz!" dedi Pantalaimon."Ne diyorsun sen?" "Toz. Tozu'un kaynağını bulup yok edecek, değilmi?""Öyle dedi." "Ve Adak Meclisi ve Kilise ve Bolvangar ve Mrs. Co-ulter ile hepsi, onlar da Toz'u yok etmek istiyor, değilmi?" "Evet... Ya da insanları etkilemesini durdurmak... Ni-ye?" "Çünkü eğer onların hepsi Toz'un kötü olduğunu dü-şünüyorsa, iyi olmalı."514

KUZEY IŞIKLARI Lyra bir şey söylemedi. Göğsünde küçük bir heyecanhıçkırığı sıçradı.Pantalaimon devam etti: "Hepsinin Toz'dan söz ettiğini duyduk ve ondan çokkorkuyorlar; ve biliyor musun, yaptıklarının kötü ve fenave yanlış bir şey olduğunu görebildiğimiz halde onlarainandık... Toz'un kötü olması gerektiğini düşündük, çün-kü onlar büyüktü ve öyle diyorlardı. Ama ya değilse? Ya-"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra, soluğu kesilerek, "Evet!" dedi. "Ya aslında iyiy-se..." Ona baktı ve Pantalaimon'un yeşil yabani kedi gözle-rinin kendisinin duyduğu heyecanla parıldadığını gördü.Sanki altında bütün dünya dönüyormuş gibi başı döndü. Eğer Toz iyi bir şeyse... aranması ve buyur edilmesive değer verilmesi gerekiyorsa..."Biz de arayabiliriz, Pan!" dedi.Cinin duymak istediği de buydu."O erişmeden biz erişebiliriz," diye devam etti, "ve..." Görevin ciddiyeti onları susturdu. Lyra alev alev ya-nan gökyüzüne baktı. Kendisi ile cininin, evrenin ihtişa-mı ve büyüklüğüne kıyasla ne kadar küçük olduklarınınfarkındaydı; ve tepelerindeki derin esrara kıyasla ne ka-dar az şey bildiklerinin de. "Yapabiliriz," diye ısrar etti Pantalaimon. "Buraya ka-dar geldik, değil mi? Yapabiliriz." "Ama yanlış anladık, Pan. Roger konusunu tamamenyanlış anladık. Ona yardım ediyoruz sandık..." Boğazına515

PHILIP PULLMANbir yumru tıkanmış gibi yutkundu ve Roger'm hareketsizyüzünü beceriksizce öptü, defalarca. "Yanlış anladık." "Bir dahaki sefere her şeyi gözden geçirir ve aklımızagelebilecek her soruyu sorarız o zaman. Bir dahaki sefe-re daha iyisini yaparız." "Üstelik yalnız oluruz. İorek Byrnison arkamızdan ge-

lip bize yardım edemez. Farder Coram da, Serafina Pek-kala da, Lee Scoresby de, hiç kimse." "Öyleyse sadece biz. Fark etmez. Nasılsa yalnız deği-liz; şey gibi..." Lyra onun Tony Makarios gibi değiliz demek istediği-ni biliyordu; Bolvangar'daki o zavallı kayıp cinler gibideğiliz; biz hâlâ tek bir varlığız; ikimiz, biriz. "Ve aletiyometre de var," dedi Lyra. "Evet. Sanırımyapmamız gerekir, Pan. Yukarı gideceğiz ve Tözü ara-yacağız, bulduğumuz zaman da ne yapmak gerektiğinianlarız."

Roger'm bedeni hareketsiz halde kollarında yatıyor-du. Onu usulca yere bıraktı."Ve yaparız," dedi. Arkasını döndü. Gerilerinde acı ve ölüm ve korkuuzanıyordu; önlerinde ise kuşku ve tehlike ve pek derinular vardı. Ama yalnız değillerdi.Meçe Lyra ile cini doğdukları dünyaya sırtlarınıgüneşe baktılar ve gökyüzüne yürüdüler.X 516

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)