Örtülü ödeneği olan günah çikaramaz
DESCRIPTION
Değerli Kardeşim Zor günlerden geçtik; ama köprüyü henüz geçmedik. Belli ki bu coğrafyada yaşayacağımız ve göreceğimiz çok şey var. Bunların bir kısmı elimizde olmayan nedenlerle önümüze kondu; ancak en vahimi körü körüne belaya saplanmamız olmuştur. Bizimki aydın (ya da öyle olduğunu sanan) uyarısı. Uyarıyı anlama da belirli bir bilgi birikimi istediği için çok fazla umutlandığımı söyleyemem. Belki örtülü ödenek nereye kullanılıyor diye merak etmiş de olabilirsiniz. 2015.04.04TRANSCRIPT
1
ÖRTÜLÜ ÖDENEĞİ OLAN GÜNAH ÇIKARAMAZ
Prof. Dr. Ali Demirsoy
Başbakanın bizim ülke koşullarında gözardı edilemeyecek büyüklükte
örtülü ödenek bütçesi vardır (yeni yılda cumhurbaşkanının da
olacakmış!!!). Bu ödeneğin gelebilecek tehlikeleri önceden öğrenme ve
hükümet aracılığıyla önlemleri alma gibi bir kullanım alanı vardır. Hiçbir
hükümet bu nedenle biz aldatıldık, farkına varmadık, yanıldık gibi kahve
ağzıyla günah çıkaramaz. O zaman halka örtülü ödeneği ne için
alıyorsun diye sorma hakkı doğar?
Türkiye’de çeşitli yerlere sızmaya çalışan bir örgütün 1970’lerden bu
yana olduğu resmen biliniyordu. Defalarca yazıldı ve çizildi. Her zaman
da bu girişim ve yapılanma sağ kesimin ve hükümetlerin övgüsüne ve
korumasına mazhar olmuştu. Ne istediler ise verdik diyen o zamanki
başbakanımız, meydanlarda, bu örgütlenmenin başını ve merkezini
ülkemize taşımak için özlemlerini defalarca belirtti; neredeyse yalvardı.
Faaliyetlerine ve gösterilerine hükümet üyeleri olarak topyekûn katılındı.
Başbakan yardımcıları bu teşkilatın gövde gösterilerinde özlemlerini
belirtirken salya sümük ağladı. Aslında teşkilat 1970 yılında ne amaç için
yola çıkmış ise günümüzde de aynı kararlılık ve amaçla yoluna devam
ediyor. Hedeflerinde bir sapma yok. Bu kardeşliği bozan hükümet oldu.
Arada bizim anlayamadığımız karanlık bir zaman dilimi var (hükümete
göre uyutulduğu dönem). 17-25 Aralık hareketi hükümeti uyarmış; güya
uykudan uyanmışlar. Taraflardan biri hükümetin can damarına, daha
doğrusu her türle pisliğe bulaştığı basından anlaşılan hükümet üyelerinin
evlatlarına değince, feryat figan arşa çıktı. Pandoranın kutusu açıldı,
pisliklerin her türlüsü saçıldı. Şimdi soruyoruz: Örtülü ödeneği ne için
kullandınız? Gözünüzün önündeki on binlerce polisi, binlerce savcı ve
2
yargıcı, çok sayıda iş adamını ve bürokratı göremediniz ise siz neyi
gördünüz? Görüp de sustunuz ise bu ihanete ortaksınız demektir.
Göremediniz ise bir hükümet olacak nitelikten yoksunsunuz demektir.
Hâlbuki binlerce akademisyen, gazeteci, yargı mensubu, bu
yapılanmanın ve kardeşliğin dünya ölçeğinde bir proje olduğunu, ilk
olarak orduyu ve daha sonra çeşitli kuruluşları ve sonunda ülkeyi
çökertmeye yönelik olduğunu binlerce defa yazdı ve söyledi. ÖSYM
sorularının (daha doğrusu KPSS sorularının) birilerine sızdırılması ortaya
çıkınca ilk olarak o güne kadar en güvenilir kurum olan ÖSYM’nin
başkanını sıkıştırıp istifa ettirdiler; yakalanan birkaç eli kelepçeli zanlı
emniyete götürülürken bağırarak bizi tutuklayacağınıza cemaat evlerini
ve okullarını arayın diye bağırdı ve o günkü Milli Eğitim Bakanı
televizyonlara çıkarak, bunun büyük bir iftira olduğunu, adı geçen
cemaatin bu ülkenin yüz akı olduğunu ve üstüne basa basa “ben adım
kadar bu cemaatten eminim” diyerek olayı kapattırdı. Ta ki 17-25 Aralık
olayı patlak verinceye kadar. Bugün binin üzerinde (bilinen o kadar,
gerisini bilmiyoruz) insanın bu sızıntıdan yararlandığı bizzat hükümet
yetkilileri tarafından açıklandı. Kazan kazana demiş ki altın kara; öbürü
de senin altın benden kara. Basına göre yakın bir dönemde KPSS
sınavına girmeden (yasayı pas geçerek) üst düzey makamlarda
bulunanların yakınlarının 1600 kadarı (bilinen) yüksek ücretlerle bir
yerlere atanmış. Devenin boynu meselesi…
Onlarca eğitilmiş, dünyadan haberi olan insan, yargının tarafsız
olmadığını, tutuklamaların usulsüz olduğunu, kanıtların düzmece
olduğunu, bu usulsüzlükleri yüzlerce defa mahkeme huzurunda
kanıtlamalarına ve söylemelerine karşın, seslerini duyuramadılar; ne
hikmetse, oğullarının kapıları yolsuzluk, irtikâp, rüşvet gibi suçlamalarla
çalınıncaya kadar sağır gibi davrandılar. Hükümetin en yetkili kişisi ben
bu davanın savcısıyım diyerek bu projeye en büyük desteği verdi. Karşı
3
çıkanları darbe yanlısı, demokrasi düşmanı ilan ettiler. Bu projenin
piyonlarına özel koruma yasaları çıkardılar. Yaptıkları işlerden
(melanetlerden) sorumsuz olmaları için yasal güvenceler getirdiler.
Kim ne derse desin ordu büyük darbe aldı. Başkasını bilemem; ama
benim orduyla sarsılmaz diye bildiğim gönül bağım koptu. Bilinçli
vatandaşlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar; geleceklerinden kuşku
duymaya başladılar. Eğitilmemiş halkın öfkesi de sevgisi de saman alevi
gibidir. Çünkü olayları yeterince hızlı ve derinliğine anlayamaz.
Dolayısıyla kökten bir karar vererek yapanların yanına kar bırakmamak
için başkaldıramaz; gerekli tepkiyi gösteremez; önüne konulanla yetinir.
Gelecekte yaşanabilecek olumsuzlukların bugünkü adımlarda yattığını
kavrayamaz. Ancak yaşayınca öğrenir…
Örneğin bir başbakan yardımcısı beni takip ediyorlar, öldürecekler
gibi bir imayla meydana fırlayınca bazı subaylar tutuklandı (bu subayların
tamamen farklı bir iş peşinde oldukları anlaşılsa da dikkate alınmadı) ve
ordunun namusu, gizli kasası, en mahrem yeri olarak bilinen kozmik
odaya girilme talimatı verildi. Ordu bu gelişmeler karşısında demokrasi
sosuna batırılmış zokayı yedi, topuk selamı vermekle yetindi ve kapıları
sonuna kadar açtı.
Kozmik oda için kısa bir açıklama yapmakta yarar vardır. İkinci Dünya
Savaşında Hitler, Musul-Kerkük petrollerine ulaşmak için Türkiye’yi işgale
niyetleniyor. Kurmaylarını çağırıp toplantı üzerine toplantı yaptıktan
sonra kurmayları: Biz Türkiye’yi 17 günde işgal eder Musul ve Kerkük’e
gireriz; ancak bu toprakları denetim altında tutabilmemiz için birkaç
orduyu sürekli orada tutmak zorunda kalırız. Çünkü Türklerin yeraltı
örgütlenmesinin mükemmelliği ve arazi yapısı bizi bu ülkede perişan
eder. Bunun üzerine işgalden vaz geçiliyor (bir emekli Alman
generalinden dinlemiştim).
4
Bu coğrafyanın dünyanın en karışık, tehlikelere en açık, birçok
ülkenin gizli ve açık örgütlerinin cirit attığı bir coğrafya olduğu bilinmekte
ve en baş aktörün (hedefin) de Türkiye ve İran olduğu kabul edilmektedir.
Düzenli orduları dize getiren, bir merkezden komut almayı zorunlu kılan
birçok anlaşma ve işbirliği protokolü ile en baştan sıkı sıkıya NATO gibi
uluslararası örgütlenmelere bağlıyız. Bu örgütlerin ordu dâhil birçok
adımımızı zapturapt altına aldığı herkesin malumudur (bu nedenle
teröristleri izlerken birilerinden izin almadan çoğunluk başımızı sınırdan
çıkaramadık).
Bizim gibi bir ülkenin en son ve en çok güveneceği güç, yeraltı
örgütlenmesi, sivil savunma örgütlenmesidir; bir anlamda özel harp
dairesi denebilir. Bu projelerin hazırlanması uzun yıllar alır ve son derece
gizli tutulur. Düzenli ordu şu ya da bu şekilde çökertilmiş ise, daha önce
hazırlanmış silah stoklarının yerleri, bunu kullanacak insanlar, böyle bir
durumda oluşacak teşkilat şemasında görev ve yetki dağılımı, lojistik
destekler, ülkenin topoğrafik ve coğrafik yapı ve olanaklarının kullanımı
(mağaralar, dehlizler, deniz mağaraları, yer altı boşlukları, denizaltılarının
sığınacağı boşluk ya da sığınaklar ve benzeri yapılar) bir plana bağlanır
ve gizli tutulur. Nerede? Kozmik odada. Öyle mi? Uydurma bazı
senaryolarla bu hükümet kozmik odaya birilerini 28 gün boyunca soktu,
önemli belgelerin kopyalarını aldırdı (alınan belgelerin toplam kapasitesi
1,5 terabaytmış; yani yaklaşık 100.000 kitabın bilgisine denk). Sonuç: Bu
hard diskin kopyası kayıp, bulunamıyor. Ne hikmetse Yunanistan bu
kozmik oda olayından sonra alelacele savunma ve saldırma planlarını
değiştirdi. Bir ülkenin savunma planlarını birilerine vermek hukuk dilinde
ne anlama geliyorsa bu suç işlenmiştir.
Zarar bununla da kalmadı. Deniz ve hava kuvvetleri komutanları bu
uydurma belgelerle tutuklandı; üçer beşer yıl boyunca idam talebi ya da
5
ağır ceza talepleri ile yargılandı. Sonunda Balyoz Soytarılığından hepsi
berat etti ve millet bir derin oh çekti. Ancak acele etmeyin! Birçok değerli
komutanın içeri tıkıldığını gören Atatürkçü birçok subay (özellikle
havacılar) ordudan istifa ederek ve bu sırada yargılananlar da eğer
tutuksuz iseler, çok büyük atılım gösteren sivil havacılığımızda önemli
ücretlerle pilot oldular. Deniz kuvvetlerindekiler kaptan oldular. Ordunun
nitelikli subayları böylece kazındı. Şu anda disiplin nasıldır bilemiyoruz.
Ancak Süleyman Şah operasyonunun 4 saat içinde yapılması planlanıp;
ancak 14 saate bitirilebilmesi, yol kazaları olması ve son zamanlarda
sürekli düşen uçaklar, bir rastlantı değilse, başımızın belada olduğunu
gösteriyor.
Bütün dileğimiz bu coğrafyada geniş kapsamlı bir savaşa girmemek
ya da bir savaşa müdahil olmamak olmalıdır. Artık gücümüzden eskisi
kadar emin olamadığımız gibi; yaptığımız anlaşmaların koruyucu
şemsiyesinden ve yıllarca dost olarak tanıtılan ülkelerin desteğinden de
emin değiliz.
Ancak tehlikenin büyüğü dışta değil içte. Cumhuriyeti kuranlara, dini
devlet politikasından ayırmaya çalışanlara, gerçekte kökü ya da inanışı
ne olursa olsun, evrensel açıdan doğru ya da yanlış, bu coğrafyada
yaşayanları bir bayrak ve bir ülkü altında toplamaya çalışanlara, bu
coğrafyadaki insanları kulluktan çıkarıp vatandaş yapmaya çalışanlara
akşam sabah küfür edilmesine kayıtsız kalınması hatta teşvik edilmesi
dıştaki hainlerden daha çoğunun yanı başımızda olduğunu
göstermektedir. Her an sırtından bıçaklanmaya aday bir ülke olduk.
Aslında bıçaklanmaya aday değil, bizzat bıçaklanan bir ülkeyiz. Birçok
kurumu çökerten, birçok vatanseveri hücrelerde çürüten, yargısıyla,
basınıyla, üniversitesiyle, aydınıyla, cahiliyle soysuzlaştıran insanların bir
dönemi uzun süre kol kola yaşadığına tanık olduk. Örtülü ödenek
6
sahipleri, nasıl oluyor da dünyanın birçok ülkesinde insanları bile adım
adım izleten bir ödeneğin başında oturuyor da on küsur yıl boyunca “şu
anda paralel damgası ile nitelendirilen” on binlerce polisi, yargıcı, savcıyı,
bürokratı fark edemiyor. Buna inanmak için alnımızda keriz yazılı
olmalı…
Hükümet, daha doğrusu başbakan, 01.04.2015 tarihinde bir savcının
teröristlerce öldürülmesiyle yapılan cenaze törenine bazı gazeteleri
“teröre çanak tutuyor” suçlaması ile “akreditasyon” diyerek tören alanına
aldırmadı. Aslında giremeyen basın organları muhalif basındı. Bir kısmı
katliam sırasında çekilmiş, insanları ürküten bazı fotoğraf karelerini
yayına sokmuşlardı. Hükümet bu fotoğraflar nedeniyle, ülkeyi korumak
için basına akreditasyon uygulamayı uygun bulduğunu açıklıyor. Ancak
13 yıl boyunca meydanlarda geçmiş yönetimleri ve özellikle orduyu ağır
bir dille suçlayarak: Bu adamlar basına bile tarafgirlik yapmıştır; bazı
gazeteleri basın toplantılarına çağırmamışlar, ayrımcılık yapmışlardır;
bunlar basın düşmanıdır diyerek oy toplamıştı. İşin garabetine bakın: Bir
zamanlar ordunun çağırmadığı gazeteler, daha sonra sahte delillere
aracılık yaparak, bir kısmına göre üreterek orduyu ve birçok kuruluşu
çökertti. Sonunda paralel yapı olarak hükümetin karşısına dikildi (!).
Demek ki sürekli suçladığımız ordu bir zamanlar bu insanların ve basının
ne olduğunu görmüş ve önlemini almış.
Afrika’daki küçük bir ülkenin tüm geliri kadar örtülü ödeneği olan
hükümet sen bu ödeneği ne için kullanırsın?
Değerli Kardeşim
Zor günlerden geçtik; ama köprüyü henüz geçmedik. Belli ki bu
coğrafyada yaşayacağımız ve göreceğimiz çok şey var. Bunların bir
kısmı elimizde olmayan nedenlerle önümüze kondu; ancak en vahimi
7
körü körüne belaya saplanmamız olmuştur. Bizimki aydın (ya da öyle
olduğunu sanan) uyarısı. Uyarıyı anlama da belirli bir bilgi birikimi istediği
için çok fazla umutlandığımı söyleyemem.
Belki örtülü ödenek nereye kullanılıyor diye merak etmiş de
olabilirsiniz. 2015.04.04