mÜfessİrİn donanimi ve tefsİrde temel İlkeler · müfessirin donanımı ve tefsirde temel...

181
İÇİNDEKİLER • Müfessirin Donanımı • Müfessirin Bilmesi Gereken İlimler •Müfessirin Uyması Gereken Ahlaki İlkeler •Müfessirin Uyması Gereken İlmî İlkeler •Tefsir'de Uyulması Gereken Temel Prensipler HEDEFLER • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Tefsir eyleminin sorumluluk ve donanım gerektiren bir olgu olduğunu bilecek, • Müfessir olabilmek için çeşitli ilimlerle donanması gerektiğini kavrayabilecek, • Müfessirde dinî, ilmî, ahlaki/etik birtakım şartların bulunması gerektiğini anlayacak, • Müfessirin, sahih inançlı, güzel ahlaklı ve salih amelli bir kişi olmasının gerekliliğini belleyecek, • Müfessirin, tefsir eyleminde Kur’ân, sünnet, sahabe kavli ve ictihad şeklindeki hiyerarşiye uymasının önemini görecek, • Müfessirin tefsir eyleminde temel hedefinin "mesajı muhataplara en güzel şekilde ulaştırmak" olduğunu bilecek, •Tefsir eyleminin sahihliği için belli bir yöntem ve prensiplerin varlığını keşfedebilecek, • Kur’ân'ı anlamaya çalışırken iyi bir müfessirin ve tefsirin nasıl olması gerektiğini seçebileceksiniz. MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER TEFSİR Prof. Dr. Sadık KILIÇ ÜNİTE 1

Upload: others

Post on 23-Jan-2020

17 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

İÇİN

DEK

İLER

• Müfessirin Donanımı

• Müfessirin Bilmesi Gereken İlimler

• Müfessirin Uyması Gereken Ahlaki İlkeler

• Müfessirin Uyması Gereken İlmî İlkeler

• Tefsir'de Uyulması Gereken Temel Prensipler

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Tefsir eyleminin sorumluluk ve donanım gerektiren bir olgu olduğunu bilecek,

• Müfessir olabilmek için çeşitli ilimlerle donanması gerektiğini kavrayabilecek,

• Müfessirde dinî, ilmî, ahlaki/etik birtakım şartların bulunması gerektiğini anlayacak,

• Müfessirin, sahih inançlı, güzel ahlaklı ve salih amelli bir kişi olmasının gerekliliğini belleyecek,

• Müfessirin, tefsir eyleminde Kur’ân, sünnet, sahabe kavli ve ictihad şeklindeki hiyerarşiye uymasının önemini görecek,

• Müfessirin tefsir eyleminde temel hedefinin "mesajı muhataplara en güzel şekilde ulaştırmak" olduğunu bilecek,

• Tefsir eyleminin sahihliği için belli bir yöntem ve prensiplerin varlığını keşfedebilecek,

• Kur’ân'ı anlamaya çalışırken iyi bir müfessirin ve tefsirin nasıl olması gerektiğini seçebileceksiniz.

ÜNİTE

1

MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER

TEFSİR

Prof. Dr. Sadık KILIÇ

ÜNİTE

1

Page 2: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Tefsir, konusu Allah

kelâmı olması

sebebiyle

sorumluluk ve vebal

gerektiren bir

eylemdir.

GİRİŞ

Allah katından rahmet, hidayet kılavuzu, müjdeleyici olarak gönderilmiş

bulunan Kur’ân, insanlara ulaştırılmış olan bir belgedir, emirler, talepler ve

açıklamalar bütünüdür.

Her mesaj gibi, onun da bir amacı vardır. Bu amaç, beşeriyete Kur’ân vasıtasıyla

konuşan Allah tarafından şöyle ortaya konulmuştur: “en doğru olana iletmek”, “her

şeyi beyan edip ortaya koymak”, “müjde olmak”, “şifa olmak”, “ihtilafları çözüme

kavuşturmak”… O hâlde Kur’ân, hayatın mana ve gayesi onsuz anlaşılamayacak ve

gerçekleşemeyecek olan bir İlahi Düsturdur.

Baki ve ebedî bir mucize oluşunun göstergesi olarak kapsamlı, geniş manaları

çağrıştırıcı, esnek ve başka anlamlara delalet ya da işaret eden veciz ve câmi

lafızlarla yüklü Kur’ân mesajının yerine ulaşabilmesi ve gayesinin gerçekleşebilmesi

için, tefsirinin yapılması da kaçınılmaz olacaktı. Bu zaruret sebebiyle de Hz.

Muhammed, resûl ve mübelliğ nitelikleri yanında, yine, onun müfessiri,

yorumlayıcısı, hatta uygulayıcısı anlamında mübeyyin olarak da tavsif edilmektedir.

Peygamber’e özgü bir misyon olan Kur’ân tefsiri, onunla son bulmamıştır.

Hayatın zorlamaları ve yeni ihtiyaçlar karşısında, sonraki nesil de Kur’ân’ın, beşerî

gelişme ve değişimlerle paralel gitmesi gerekliliğine bir işaret olmak üzere, tefsir

faaliyetlerinden geri durmamışlar, hatta buna teşvik de etmişlerdir. Mesela

Abdullah İbn Mesud, “Her kim, öncekilerin ve sonrakilerin ilmini elde etmeyi isterse,

Kur’ân’ı ‘harmanlasın’, yani ‘onu adamakıllı düşünüp tedebbür etsin” demektedir.

Çünkü Kur’ân, Hz. Peygamber’in anlatımıyla, her vadide ve mevsimde devşirilmeyi

bekleyen, tazeliğini asla yitirmeyen taptaze bir turfanda -ğaddan tariyyâ- gibidir.

Hz. Peygamber’in bizzat kendisi de sahabesinden bunu beklemiş, hatta O (s.a.s.),

Abdullah İbn Abbas için, “Ey Allah’ım, O’nu dinde derin anlayışlı kıl ve ona ‘te’vil’i,

yani ‘lafzın kendisine râci’ olacağı manayı bulup çıkarma kabiliyetini) öğret!”

duasında bulunmuştur.

Kur’ân’ı anlamaya dair özgün bir anlayışa mazhar kılınma da Allah katında bir

seçkinlik göstergesi olarak zikredilmiştir. Kendisine, “Sizin yanınızda, Allah’ın

Kitabında mevcut olmayan bir vahiy parçası var mı?” diye sorulduğu zaman Hz. Ali,

“Hayır! Daneyi çatlatan ve canlıyı yaratan Allah’a and olsun ki, ben böyle bir şey

bilmiyorum. Bende, *içinde, ferâizle ilgili bir hükmün yazılı olduğu+ şu sayfadan ve

Allah’ın, Kur’ân hakkında bir kimseye verdiği anlama ve kavrama yetisinden başka

herhangi bir şey yoktur” şeklinde cevap vermiştir. O hâlde tefsir faaliyeti, atalet ve

durağanlıktan uzak olması gereken kesintisiz bir süreçtir. Günümüze intikal etmiş

olan tefsir külliyatına baktığımız zaman da bunu anlarız. Bu anlamda denilebilir ki,

her bir tefsir çalışması, Kur’ân’ın bitmeyen aydınlıklarını, göz alıcılıklarını ve hep

taze olan sırlarını bulup ortaya koymaya çalışmıştır. Bu gayretler bundan sonra da

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 3: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Bir müfessirin, Arap dili

ve belagati; ulûmu’l-

kuran ve tefsir başta

olmak üzere kıraat,

usul, fıkıh, kelâm gibi

İslam bilimlerine vakıf

olması elzemdir.

muhakkak devam edecek, Kur’ân semasının yıldızları, yıldızlar ötesi gök adaları

hissedilip, ışığı insanlara yansıtılmaya çalışılacaktır.

MÜFESSİRİN DONANIMI: BİLMESİ VE UYMASI GEREKENLER

O hâlde, konusu Kur’ân, hedefi bütün insanlık, amacı ise hem dünya hem de

ahirete yönelik ilahi emirleri, direktifleri açıklamak; nihai olarak insanların dünya ve

uhrevi saadetlerini temin etmek olan bir dinî ve ilmî faaliyetin, yani Tefsir

etkinliğinin yürütülebilmesi için, buna teşebbüs eden kişide, birtakım şartların

bulunması zorunludur.

Bir müfessirde veya tefsir yapmak isteyen bir kimsede, âlimlerimiz hangi

ilimlerle mücehhez olmasını şart koşmuşlardır?

Diğer yandan, gerekli şartları haiz olan bir kimse, tefsir çalışmasında hangi ilmî

ve ahlaki ilkelere (âdâb-ı müfessir) riayet etmelidir?

Mevcut birikim karşısında, bugün ve geleceğe doğru uzanan süreç içinde, en

isabetli tefsir hangi nitelikleri taşımalıdır?

Biz, gelecek satırlarda bu sorulara cevap vermeye; böylece bir yol haritası

belirlemeye çalışacağız.

Bir Müfessirin Bilmesi Gereken Başlıca İlimler

Tefsir usulü kaynaklarına baktığımız zaman, bir müfessirde bulunması gereken

ilimler başlığı altında pek çok bilim dalının zikredildiğini görmekteyiz. Bu ilimlerden

bir kısmı, araç ve alet mevkiinde iken, diğerleri de tefsir yapan zatın benimsemesi

gereken yol, yöntem, edep; haiz olması gereken Ahlaki, fikrî, meziyetlerle

ilgilidirler. Hiç şüphe yok ki, ‘araç olmaksızın amaca ulaşılamayacağı’ gibi, ‘usul

olmaksızın da vusul gerçekleşemez.’ Bu sebeple ulema, az sonra sayacağımız bilim

dallarında âlim ve donanımlı olmayan kimselerin tefsire yeltenmemesi gerektiğini

sıkça hatırlatmışlardır. Ama az sonra zikredilecek bilimlerde mahareti bulunmayan

ve birikimi olmayan, hatta deruni bir sezgi ve anlayış gücünden de yoksun olan bir

kimse tefsir yapmaya yönelirse ne olur? Böyle birisi, hiç şüphe yok ki, şu Nebevî

ikaz ve tehdidin hedefi hâline gelir: “Her kim, Kur’ân hakkında, *gerekli donanıma

sahip olmaksızın+ salt kendi görüşüyle konuşursa, o kişi, ateşteki yerine

hazırlansın!..”

Bir müfessir için olmazsa olmaz ya da asgari şartlar olarak

isimlendirebileceğimiz bu ilimleri zikretmeye geçmeden önce, bu ilimler hakkında

İbnu Ebi’d-Dünya’nın şu tespitini belirtelim ki, ‘sahili olmayan bir umman olarak

nitelen tefsir bağına destursuz girilmesin!’: “Kur’ân ilimleri ve Kur’ân’dan istinbat

edilen şeyler, sahili olmayan bir deryadır! Müfessir için bir alet mesabesinde olan

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 4: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Müfessirin temel

donanımı yanında,

döneminin sosyal,

pozitif ve kültürel

düzeyine de vakıf

olması önemlidir.

bu ilimlere gelince, kişi, bu ilimleri elde etmeden müfessir olamaz! Ama kim de bu

ilimleri elde etmeksizin tefsir yaparsa o Hz. Peygamber tarafından hoş görülmemiş

olan re’y yöntemiyle tefsir yapmış olur! Gerekli ilim ve donanıma sahip olarak tefsir

yaptığındaysa, kınanmış olan yöntemle tefsir yapmış olmaz!..”

Pek çok eserde nerdeyse aynı tertiple zikredilen, Tabersî’nin Zemahşerî’den

naklettiğine göre de, ‘en mükemmel ve kusursuz bir şekilde’ (alâ vechi’l-itkân ve’l-

kemâl) bilinmesi zaruri olan bu ilimleri şöyle sıralamak mümkündür:

Arap Dili İlimleri

Lügat: Dil Birikimi

Bu ilimlerden biri, Arap dilidir. Çünkü tekil lafızların açıklanması ve delaletleri;

vaz’ı, yani ilk anlamları, bu ilim sayesinde bilinebilir… Nitekim Mücâhid, “Allah’a ve

Ahiret gününe iman eden bir kimsenin, eğer Arapların lehçelerini (ç. lügât)

bilmiyorsa, Allah’ın Kitabı hakkında konuşması helal olmaz!” derken, İmam-ı

Malik’in de, şöyle dediği aktarılmaktadır: “Bana, Arapların dilini *Arapçayı+

bilmediği hâlde, Allah’ın Kitabını tefsir eden [tefsire yeltenen] bir adam

getirildiğinde, onu ben bu sebeple azarladım *ve onu bundan men ettim!..+.

Burada söz konusu olan, sadece Arapça’yı çok iyi bilmek değil, aynı zamanda

Arap dilinin iktiza ettiği hususlara da riayet edebilmektir. Bilmen’in ifadeleriyle

söylemek gerekirse, “Müfessir olan kimse, kelimelerin meşhur ve çok kullanılan

manalarıyla, nadir, kullanılmayan ve garip olan manalarını birbirinden

ayırabilmelidir. Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir lafzını, hemen anlaşılan ve açık

(zâhir) olan manasına göre yorumlamayıp da Arap dilinden pek azının delalet

edeceği manaya yorumlamak uygun değildir. Bu olası mananın kullanımına

Arapların şiirlerinde rastlanılsa bile…” Şu hâlde, Arapça’yı çok iyi bilmenin yanı

sıra, aynı zamanda bu dilin kendi mantık ve anlam dünyasına; mana-lafız ilişkisinin

oluşumundaki inceliklere de dikkat etmek; subjektif gerekçelere dayanarak, dilin

dünyasının ve mana muhitinin dışına çıkmamak, yani ona tahakkümde

bulunmamak, müfessirde bulunması gereken şartlardan biridir.

Sarf İlmi

İkincisi, Sarf (çekim) ilmidir. Sarf ilmi, Arap dilindeki kelimelerin (isim ve fiil)

yapısını, çekimlerini, sigalarını ve kalıplarını konu edinir. Bir kelime, girdiği her bir

yeni kalıpta, sözlük anlamına kalıp anlamını katmaktadır. Dolayısıyla Kur’ân

kelimelerinin sigalarının bilinmesi, doğru anlam için önem arz etmektedir. Bu

yüzden bu ilim, müfessirin bilmesi gereken bir ilimdir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 5: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Her bir temel İslam

bilimi, Kur’ân’ın ilgili

âyetleri için malzeme

ve perspektif sunan bir

depo gibidir.

Nahiv İlmi

Üçüncüsü, nahiv (gramer) ilmidir. Bu, terkip ve cümle düzeyinde Arap

kelâmının ögelerinin prensiplerini inceleyen ilimdir. Ögelerle ilgili farklı vecihlerin

bulunması, irap konumundaki değişimler, mana değişimine sebep olmaktadır.

Çünkü her bir irap durumu, ilgili kelimeye bir de öge anlamı katmaktadır. Bu

yüzden de Kur’ân’ın anlaşılmasında nahiv ilmi, son derece önemlidir.

İştikak İlmi

Dördüncüsü, iştikâk (kökenbilim/etimoloji) ilmidir. Bu ilim, bir kelimenin hangi

kök veya köklerden türediğini ortaya koyan ilimdir. Bu ilim, müfessir için gereklidir;

çünkü mesela bir ismin farklı iki kökten türemiş olma ihtimali olduğunda, anlam da

köklerin değişmesiyle değişebilecektir. Örnek vermek gerekirse, mesela mesîh

kelimesinde olduğu gibi; bu kelime ‘siyahat: gezmek dolaşmak’ kökünden

gelebileceği gibi, yine ‘mesh: Eliyle sıvazlamak, mesh etmek; mish: Kıldan yapılma

rahip elbisesi’ köklerinden de gelmiş olabilir. Dolayısıyla da köke göre anlam

yüklenecektir. Bu bağlamda, ‘küçük iştikâk’ (iştikâk-ı sagîr) ve ‘büyük iştikâk’

(iştikâk-ı kebîr) konuları, son derece önem arz etmektedir.

Belagat İlimleri: Me’ânî, Beyân ve Bedî

Müfessir için önem arz eden ilimlerden biri de, me’ani, Beyân ve bedî şeklinde

üç alt bilim dalına sahip olan Belagat ilmidir. Bu üç ilimden ilm-i me’ânî vasıtasıyla;

mana ifade etmeleri cihetiyle, sözün terkiplerinin hususiyetleri bilinir ki, kısaca

“Arapça bir ifadenin, kendisi sayesinde, hâle mutabık ve muvafık olacağı hâlleri

öğreten ilim” şeklinde tarif edilebilir. Yani sözün inşasını konu edinir. Beyân ilmiyle,

lafızların açık ya da kapalı oluşuna göre manalarının da değişebilmesi bakımından

terkiplerin hususiyetleri bilinmektedir. Yani sözün ortama göre beyanını konu

edinir. Bedî’ ilmi ise, sözün nasıl güzelleştirileceğinin vasıta ve yollarını gösterir.

Yani sözün tezyinini konu edinir.

Suyûtî’nin de vurguladığı gibi, bu üç ilim, Belagat İlmini teşkil etmekte olup

müfessirin mutlaka sahip olması gereken esas ve şartların en önemlilerindendir.

Tefsir ilminin önemini, ‘Her ilim sahibinin tefsire girişmesinin ve onda görüş

belirtmesinin uygun ve yerinde olmayacağı’ şeklinde ortaya koyan Zemahşerî’nin,

bilhassa İlmü’l-Me’ânî ve İlmü’l-Beyân’ın merkezî değeri konusunda Câhız’ın

‘Nazmu’l-Kur’ân’ adlı eserine atfen, dile getirdiği şu görüşler son derece calibi

dikkat olup büyük bir önem arz etmektedir. Buna göre, şöyle demektedir Câhız:

“Fetva ve ahkâm ilminde akranlarını geçmiş olsa da, fakîh; kelâm ilminde dünya

insanlarına galip gelmiş olsa da, mütekellim (kelâmcı); İbnü’l-Karriyye’den daha

fazla hıfzetmiş olsa da, kıssa ve rivayet hafızı; Hasan el-Basrî’den daha mükemmel

vaaz etse de, vâiz; Sîbeveyh’ten daha mükemmel bir nahiv alimi olsa da, nahivci ve

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
Page 6: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

güçlü çeneleriyle bütün lügatleri yutmuş olsa da, lügat alimi, evet bunlardan hiçbir

kimse, Kur’ân’a özel iki ilim olan İlmü’l-Me’ânî ve İlmi’l-Beyân’da derinleşip büyük

bir maharet elde etmiş bir kişi olmadıkça, bu ilim yollarına giremez, o hakikatlerin

denizine dalıp herhangi bir şey elde edemez!..”

Bu demektir ki, Me’ânî ve Beyân ilimleri, sırf tefsir ilmi için değil, aynı şekilde

başlıca dinî ilim sahaları için de olmazsa olmaz bir konumda bulunmaktadır.

Kıraat İlmi

Kur’ân lafızları, çoğunluk itibarla tek tip olarak Kureyş lehçesi üzerine

okunmaktadır. Ancak bazı lafızların birden fazla okuma biçimleri (kıraat farklılıkları)

bulunmaktadır. Bu tür okumaları konu edinen bilimin adı, kıraat ilmidir. Kıraat ilmi,

bir taraftan fonetik düzeyde tüm Kur’ân lafızlarının nasıl telaffuz edileceğini

öğretirken, öte yandan kıraat farklılıklarının sahihini zayıf ve mevzu olanlarından

ayırıp tespit etmekte; sahih olanlarının belli kurallar dâhilinde tercih edilmesini

öngörmektedir. Bu yüzden müfessirin gerek doğru telaffuz gerekse farklı okumalar

hakkında bilgi sahibi olabilmesi için bu ilme ihtiyacı vardır.

Usûlüddin: Kelâm İlmi

Kur’ân’da birçok alanlarla ilgili âyetler var olduğu gibi, inanç ve itikadla ilgili

âyetler de bulunmaktadır. Allah, nübüvvet, kitaplar, melekler, ahiret günü, gaybi

âlem gibi itikatla ilişkili alanlarla ilgilen ilim dalı, Usuluddin veya Kelâm ilmi olarak

isimlendirilmektedir. Bu âyetlerle ilişkili yorum biçimlerini, doğru ve meşru

inançları tespit edebilmek için müfessir, Kelâm ilmine de gereksinim duyacaktır.

Fıkıh ve Fıkıh Usûlü

Kur’ân’da ibadet, hukuk ve ahlakın birçok alanıyla ilgili ahkâm âyetleri

mevcuttur. Bu bağlamda namaz, oruç, hac ve zekât gibi birçok ibadet; evlilik,

boşanma, ticaret, devletler, idare ve ceza gibi birçok hukuk alanı kapsam

dâhilindedir. Ahkâm âyetlerinin pratiği ile Fıkıh; metodolojisiyle ise Usulu Fıkıh

alanı ilgilenmektedir. Özellikle Usul, âyetlerdeki hükümlerin delaletlerini ve

onlardan hüküm çıkarma yöntemlerini içeren bir ilim olması hasebiyle, fıkıh da

pratik ahkâm açısından müfessir için son derece önemlidir.

Kur’ân İlimleri (Ulûmu’l-Kur’ân)

Sebeb-i Nüzûl ve Kıssa

Kur’ân, 23 senelik bir zaman diliminde inmiştir. İnişi iki türlüdür; bir olaya veya

soruya binaen âyetler; bir de doğrudan inen âyetler. Âyetlerin kendilerine binaen

indiği olaylara sebeb-i nüzûl; bunlarla ilgilenen ilme de esbâb-ı nüzûl denmektedir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 7: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Sayıları onları aşan her

bir Kur’ân ilmi, Kur’ân

tefsirinin bir yönünün

metodik prensiplerini

verir.

Sebeb-i nüzûl, kendisine binaen inen âyetin anlaşılmasında önemlidir. Bir âyetin ne

zaman, nerede, hangi şartlar altında, kim veya ne hakkında indiğini bilmek,

âyetteki kapalığın giderilmesi, mücmelliğin ve mübhemliğin kaldırılması; hasr ve

tahsis olup olmadığının keşfedilmesi, ilahi hikmetin aralanması gibi hususlarda

yardımcı olur. Bu yüzden sebeb-i nüzûl, müfessir için önemlidir.

Kur’ân’daki tarihsel kişileri ve olayları ele alan unsurlara kıssa denmektedir.

Kur’ân’daki kıssalar, mesajları belli bir zaman dilimindeki bir örneklemin içerisine

yerleştirerek sunarlar. Bu yüzden de kahraman, zaman, mekân ve tarihsel ayrıntılar

yerine mesaj, ders ve ibretler ön plana çıkarılır. Ve yekûn olarak da Kur’ân

âyetlerinin büyük bir bölümünü teşkil etmektedir. Kur’ân kıssalarını ele alan ilme,

kasasu’l-Kur’ân ismi verilmektedir. Kur’ân kıssalarını ve bunlarla ilgili sahih

rivayetleri bilmek, müfessir için önemli unsurlardan biri olarak değerlendirilir.

Nâsih ve Mensûh

Nesh, sözlükte silmek, hükmünü kaldırmak, hükümsüz kılmak anlamına

gelmektedir. Kur’ân âyetleri bağlamında yeni gelen bir âyetin önceki bir âyetin

hükmünü ortadan kaldırmasına verilen isimdir. Hükmü kaldırana nâsih, hükmü

kaldırılana da mensûh denmektedir. Nesh olgusu, Kur’ân (Bakara, 2/106; Ra’d,

13/39; Nahl, 16/101) ve sünnetle sabit bir olaydır. Neshin nasıllığı, sayısı, çeşitleri

konusunda ihtilaf mevcut olmakla birlikte, nesh olayının; hangi âyetin hangisiyle

neshedildiğinin bilinmesi müfessir için son derece önemli konulardan birisidir.

Ğarîbü’l-Kur’ân

Ğarîb, Kur’ândaki az kullanılması, farklı lehçe ve dillerden alınması sebebiyle

manası kapalı kalan, anlaşılmayan lafız demektir. Bununla ilgilenen Kur’ân ilmi,

Ğarîbu’l-Kur’ân’dır. Kur’ân’da mevcut olan bu kelime türlerinin kapalı anlamlarını

açmak için müfessirin ğarîbü’l-Kur’ân bilgisine ihtiyacı vardır.

Mücmelü’l-Kur’ân

Mücmel, ana hatlarıyla sunulması ve detaya girilmemesi hasebiyle kapalı kalan

ve sözün sahibi tarafından bir açıklama yapılmadıkça manası anlaşılmayan lafız

demektir. Bu alanla ilgilenen Kur’ân ilmi ise, Mücmelü’l-Kur’ân’dır. Müfessirin bu

tür lafızları tanıması; kapalılığını giderme yollarını bilmesi önemlidir.

Mübhematü’l-Kur’ân

Mübhem, Kur’ân’da isimleri doğrudan zikredilmeyip ism-i mevsul, zamir, künye,

lakap, sıfat gibi unsurlarla kapalı olarak ifade edilen lafız demektir. Bu tür

kelimelerle ilgilenen Kur’ân ilmi, Mübhemâtü’l-Kur’ân’dır. Müfessir, bu tür

kelimeleri tefsir etmek için bu alanın bilgisine muhtaçtır.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 8: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Mevhibe ilmi, Allah’ın

müfessir kuluna

bağışladığı özel bir ilim

ve irfan alanıdır.

Âyetler veya Sûreler Arasındaki Münâsebet (Tenâsüb)

Kur’ân, insan yapıtları gibi, giriş-gelişme-sonuç şeklindeki bir kurguyla

oluşturulmuş bir kitap değildir. Onun kendine ait bir dili ve üslubu vardır. Bu üslup

içerisinde Kur’ân tertibinde âyetlerin önü ve sonu ile, pasaj bütünlüğü ile, sûreler

kendi içinde ve önceki-sonraki sûrelerle ciddi bir uyum ve ilişki içerisindedir. Buna

Tenâsüb ilmi denmektedir. Müfessirin bu ilmi ve inceliklerini bilmesi gerekir.

Vücûh ve Nezâir

Kur’ân’da bazı lafızlar, çok anlamlıdır. Kelimenin çok anlama sahip olması,

vücûh olarak isimlendirilmektedir. Nezâir ise birçok anlama gelen bir kelimenin bu

anlamlardan her birinin Kur’ânda geçtiği yerlerdir. Çok anlamlı bir lafzın geçtiği

bağlamda hangi anlamıyla kullanıldığını bilmek, Kur’ân’ın doğru anlamlandırılması

için son derece önemlidir. Bu yüzden müfessir, bu ilmi bilmek mecburiyetindedir.

Muhkem-Müteşâbih

Muhkem, tek anlama sahip olan veya anlamı açıkça anlaşılan Kur’ân kelimesi;

müteşâbih ise anlamı kapalı olan; birçok anlama geldiğinden dolayı anlaşılması güç

olan lafız demektir. Her ikisinin de kapsamını bilmek müfessir için önemlidir.

Mevhibe İlmi (Vehbî İlim)

Bu ilim, Allah Teâlâ’nın, İslam’ın temel kaynaklarından öğrendiğiyle amel eden

kimselere ihsan ettiği ‘seçkin’ ve ‘ruhi manevi karakterli’ bir ilimdir… Özellikle Hz.

Peygamber’in, “Bildiğiyle amel eden kimseyi Allah, bilmediği şeylerin ilmine varis

kılar…” sözü de buna işaret etmektedir. Bu ilmin nasıl elde edilebileceğine ışık

tutmak üzere de şöyle denilmiştir: “Kalbinde sapkınlık, kibir, nefsî arzular, dünya

sevgisi bulunan veya günâhta ısrar eden yahut imanı tahkik derecesine ulaşmamış

ya da zayıf olan veyahut ilim sahibi olmayan birisinin sözüne dayanan ya da kendi

[ferdî, dayanaksız+ düşüncesine yönelen kimse için vahyin manalarını anlama

hedefi gerçekleşmez ve bu vahyin sırları ona tecelli etmez. Çünkü, bütün bu hâller,

her biri diğerinden güçlü perdeler ve engeller mesabesindedir!..” Mevhibe ilminin

mahiyetine dair Sâbûnî de, İmam-ı Şâfiî’nin şöyle dediğini aktarmaktadır: “Vekî’a,

hafızamın yetersizliğinden şikayette bulundum da o bana, günâhları terk etmeyi

gösterdi!. Ve haber verdi ki bana, ilim bir nurdur ve Allah’ın nuru da isyankâra

hediye olunmaz!..”

Bir müfessirin çok iyi bilmesi gerektiğine inanılan ilimler ile bunların sıralaması

ise; bu sıralamayı yapan âlimin bakış açısıyla, bu tasnifin yapıldığı çağla, etkin ve

hâkim olan ilim muhitiyle, ilim anlayışıyla, ayrıca diğer bilgi ve bilim alanlarına bakış

açısıyla çok yakından alakalıdır.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 9: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Önce sahih bir inanç ve

halis niyet… Sonra güzel

ahlak ve ilmiyle amil

olmak… Müfessirin

ahlaki olmazsa

olmazlarıdır.

Bir

eys

el E

tkin

lik • Müfessirin donanımının bu kadar

yoğun olması neden önemlidir? Üzerinde düşününüz.

Müfessirin Uyması Gereken Ahlaki ve İlmî İlkeler

Birinci sırada zikredilen ilimler ne kadar önemli ve gerekli ise, şimdi zikredilecek

olan Ahlaki/etik ve ilmî ilkeler de o denli önemlidir. Zira, tefsir etkinliğinde

bulunabilmek için gerekli olan bilimleri öğrenip ikmal etmek harici ve araçsal

şartları oluştururken, ahlaki/etik ve ilmî ilkelerse manevi ve özsel/öze dair esasları

teşkil etmektedir… Bu açıdan biz, iki başlık altında ele alacağımız ilkelere, ‘Bir

müfessirin riayet etmesi gereken ilmî, ahlaki, manevi âdâb’ adını koyabiliriz.

Ahlaki/Etik İlkeler

Müfessir’in tefsir yaparken dikkat etmesi gereken birçok ahlaki ilke mevcuttur.

Şimdi önemlilerini sıralayalım.

a) Her şeyden önce tefsir yapacak kimsenin sahih bir inanca sahip olması

gerekir; çünkü inanç, onu benimsemiş olan kimse üzerinde kaçınılmaz olarak

büyük bir etkiye sahiptir. Sahih bir inanç taşımayan kişiyi, bu fasit inancı,

metinleri tahrife; rivayetlerin, bilgilerin aktarımında da dürüst

davranmamaya sevk edebilir. Bu durumda olan bir kimse tefsir konusunda

bir eser telif ettiği zaman, kendi subjektif düşünce ve inanışına aykırı düşen

âyetleri, yanlış bir şekilde tevil eder ve onları kendi temelsiz

anlayışı/mezhebi doğrultusunda yorumlayabilir.

b) Tefsir etkinliğinde bulunacak olan kimsenin kendisini, kişisel fikri, itikadi ve

dünyevi arzulardan ve tutkulardan tecrit etmesi elzemdir! Çünkü arzu ve

tutkular, insanları kendi anlayış ve mezheplerine yan çıkmaya, her durumda

onları desteklemeye sevk eder.

c) İyi niyetli ve sahih amaçlı olmak gerekir; çünkü ‘ameller, niyetlere göre

anlam kazanır’.

d) Tefsir yapacak olan kimse, aynı şekilde, güzel ahlaklı da olmalıdır. Çünkü

müfessir, bir eğitimci ve terbiyeci konumundadır… Eğitim hakkında verilen

bilgiler ve anlatılan ilkeler ancak, bilgilendirme ve eğitim etkinliğini yürüten

kimse, aynı zamanda ahlak ve erdem konusunda kendisine uyulan bir model

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 10: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Tefsir eyleminde

vazgeçilmez hiyerarşi:

Kur’ân,

Sünnet,

Sahabe Kavli

İçtihad ve İstinbat

Tartışma forumu

Tart

ışm

a

• Müfessirin, donanımıyla ilgili olarak modern dönemde sosyal ve fen bilimlerini bilmesi gerekir mi? Gerekçeleriyle forumda tartışabilirsiniz.

(nümûne-i imtisal) konumuna yükseldiğinde ruhlar ve düşünceler üzerinde

müessir olabilir.

e) Müfessir konumundaki kişinin, yazdıklarıyla yaptıkları bir uyum içinde; tutarlı

olmalıdır. Çünkü söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutan kimselerin sunduğu

bilgi, yüksek bilgi düzeylerine ve titiz araştırmalara sahip olan kimselerin

sunduğu bilgiden daha çok kabul görür, olumlu ve derin etkiler meydana

getirir.

f) Müfessir, daima doğruyu araştırmalı, aktarımlarında titiz, güvenilir ve

dikkatli olmalıdır. Aktardığı şeyleri iyice araştırdıktan sonra ancak konuşmalı

veya yazmalıdır ki, böylece yanlış nakillerden ve hatalardan emin olabilsin.

g) Müfessir, mütevazı ve yumuşak huylu (hilm) olmalıdır. Çünkü ilimde sertlik,

âlimin ilminden yararlanılmasını engeller; hatta aşılmaz bir engel teşkil eder.

İlmî İlkeler

Her şeyden önce şunu bilmek gerekir ki, Allah’ın kelâmındaki mananın nihayeti

yoktur; aynen bu kelâmı tekellüm eden, konuşan *Allah+’ın nihayetinin olmayışı

gibi. Bu nedenle, onu anlama ve kavrama eyleminin nihayetine ulaşmayı hiçbir

beşer de ummamalıdır… Bu hakikate karşın, ilim, tefekkür ve takvâ gibi

istidatlardan yoksun bir kimse ise, Kur’ân’ın deruni ve manevi lezzetinden hiçbir

şey kavrayamaz (fehm), başkalarına da hiçbir şey kavratamaz (ifhâm)!.

Kur’ân kelimelerinin zâhir manalarını kavramaksızın, bu lafızların arkasında

birtakım gizli manalar ve sırlar peşine düşmek doğru değildir… Bu sebeple,

Kur’ân’ın sırlarını anladığını iddia edip, ama zâhir tefsiri iyi yapamayan bir kimse

tıpkı, kapıyı geçmeden evin ortasına vardığını iddia eden kimseye benzer! Çünkü

lafzın zâhiriyle ilgili tefsir, manayı anlamak için gerekli olan dili öğrenmek gibi

zorunludur.

Şimdi tefsir yaparken gerekli olan ilmî ilkelerin önemlilerini sıralayalım:

a) Gerekli donanıma sahip olan ve Kur’ân’ı tefsir etmeye yönelen bir kimsenin,

tefsirde şöyle bir sıra takip etmesi gereklidir:

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 11: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Müfessir temel gayesi,

Kur’ân mesajını

muhataplara iletmek

olmalıdır.

b) Tefsire, Kur’ân’ı Kur’ân ile yani bir âyeti başka bir âyet ile tefsir ederek

başlamalıdır. Zira Kur’ân’daki mücmel (kapalı ve genel) bir ifade, bir başka yerde

açıklanabilmekte (tafsil); bir yerde özetlenmiş olan (ihtisar) bir husus, bir başka

yerde beyan edilip genişçe (tebyîn) ele alınabilmektedir.

c) Âyetin tefsiri hususundaki açıklamayı eğer Kur’ân’da bulamazsa, o zaman,

tefsiri, sünnette aramalıdır; çünkü sünnet, Kur’ân’ı şerh etmekte, onu

açıklamaktadır. Büyük âlim İmam-ı Şafiî, “Hz. Peygamber’in verdiği her hüküm,

onun Kur’ân’dan anlamış olduğu mana ve mefhumdandır.” derken, işte Kur’ân

ile sünnet arasındaki bu tefsir ve tebyîn ilişkisine işaret etmiştir. Nitekim pek

çok âyette de sünnetin Kur’ân’ı tefsir ettiği ifade edilmiştir. Mesela Nahl 16/44.

âyetinde, “ كر إليك وأنزلنا ل ما للناس لتبين الذ رون ولعلهم إليهم نز يتفك : Sana da ey Resûlüm

bu zikri (sünnet) indirdik ki, kendilerine indirilmiş olanı insanlara açıklayasın

diye! Umulur ki düşünüp anlarlar” buyrulmaktadır. Hz. Peygamber’in bizzat

kendisi de Kur’ân ile sünnet arasındaki bu beyan ve izah ilişkisine işaretle, “İyi

bilin ki, bana, Kur’ân ve onunla birlikte misli (sünnet) verildi” buyurmuştur.

d) Müfessir, âyetin tefsirini sünnette de bulamazsa, o zaman sahabenin

görüşlerine (sahabe kavli) yönelmelidir. Çünkü sahabe, özellikle de sebeb-i

nüzûl gibi konularda- âyetin nüzûlü esnasında meydana gelmiş olan hadiseleri

müşahede etmeleri; kâmil bir anlayış, sahih bir ilim ve sâlih amel sahibi olmaları

gibi ayrıcalıkları sebebiyle, âyetin tefsirini doğal olarak çok iyi bilmektedirler. Bu

nedenledir ki âlimler, Kur’ân vahyine ve onun indirilişine tanıklık yapmış olan

sahabe tefsirinin ‘merfû’, yani bizzat Hz. Peygamber’den duyulmuş söz

hükmünde olduğunu söylemişlerdir.

e) Müfessir, kalbinin ve aklının doğru olduğuna inanacağı, böylece de ilmî ve dinî

bir huzura kavuşacağı tefsiri bu üç kaynakta da bulamazsa, tabiûnun görüşlerine

başvurmalıdır. Şunu bilmeliyiz ki, pek çok âlim ve ilimde öncü olan (imam)

kimse, böylesi durumlarda Mücâhid, Sa’îd b. Cübeyr, İkrime, Atâ, Hasan el-Basrî,

Katâde; Dahhâk… gibi tâbiûn âlimlerinin görüşlerine müracaat etmişler, onların

açıklamalarından istifade cihetine gitmişlerdir.

f) Bunlardan sonra müfessir, ihtiyaç duyulması hâlinde, âyetlerin delalet ettiği

muhtevayı göz önünde bulundurarak, içtihat ve istinbât yoluyla da tefsir

yapabilmelidir. Bu şekilde tefsir yapabilmek içinse büyük bir zekâya, geniş bir

tefekkür kabiliyetine, yüksek düzeyde ilmî bir kuşatıcılığa ulaşmış olmak gerekir.

Çünkü Kur’ân’ın, “ وه ولو سول إلى رد منهم يستنبطونه الذين لعلمه منهم المر أولي وإلى الر : …

Halbuki onlar bu haberi Peygamber’e ve içlerinden yetki sahibi olanlara arz

etselerdi, işin iç yüzünü araştırıp ortaya çıkaranlar, onun mahiyetini, haberin

neye delalet ettiğini elbette bilirlerdi!..” (Nisa, 4/83) pasajı, içtihat ve istinbât

yoluyla tefsir yapmanın yolunun açık olduğunu göstermektedir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 12: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Önce rivayet, sonra

dirayet…

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Ahlaki ilkeler, müfessirde bulunmazsa ne tür sorunlar ve tehlikeler ortaya çıkar? Üzerinde düşününüz.

g) Müfessirler kıssalara, kâinatın yaratılışına; madenler, bitkiler, göksel cisimler,

yeryüzünün oluşumuna vb. dair kevnî âyetlerin tefsiri sırasında, sadece gözlem,

duyu ve deney alanıyla sınırlı olan ilimlerin ve fenlerin görüşlerini ileri sürerken,

bunlardan yararlanırlarken son derece ihtiyatlı olmalıdırlar. Bilimsel teoriler,

kesinleşmiş ve nihai kanunlar olarak görülmemeli, bu sebeple Kur’ân’ın aşkın,

üstün/açık uçlu ifade ve açıklamalarıyla bunlar arasında zoraki ve iğreti birtakım

paralellikler kurma cihetine gidilmemelidir.

h) Aynı şekilde müfessirler, Kur’ân’ın bir ‘hidayet rehberi’ olduğu bağlamı içinde

yalnızca hakikati araştırmalı, gereksiz detaydan uzak durmalıdırlar. Özellikle ilim

değeri olmayan, kaynağı meçhul ve güven telkin etmeyen kıssalardan,

hikâyelerden, efsane (mitoloji) türü şeylerden; yine, muhatabın kavrayış ve

anlama derecesinin çok ötesinde bulunan garip, uçuk, kesin olmayan

anlatılardan da daima sakınmalıdırlar. Mecbur kalındığında ise, sadece doğruyu

araştırıp ortaya koymak amacına dönük olarak zaruret miktarınca

yararlanılmalı, gereksiz açıklamalara (haşviyyat) kesinlikle iltifat edilmemelidir.

i) Âyetin zâhir manasının (zâhir, nass) şahsi kanaatine aykırı olması durumunda

müfessir, herhangi bir dinî zaruret olmamasına rağmen, âyeti zorlayarak

(tahakküm) kendi anlayışı doğrultusunda yorumlama yoluna tevessül

etmemelidir. Nitekim “Kur’ân âyetlerini, kendi görüş ve mezhebine gidebilmek

için binek ve basamaklar hâline getirmek (merâqi’l-Kur’âni küfrun) veya bu gaye

için, “Kur’ân üzerinde tartışma açmak (mirâ’un fi’l-Kur’âni küfrun) küfürdür.”

şeklindeki gelenek de bizi bu yanlışa karşı uyarmaktadır.

j) Kur’ân lafızlarının mana ve delaleti irab şekline göre değişkenlik arz edeceğinden, müfessir, bir âyetin irabını, en belirgin ve en fazla tercih edilen ihtimale göre yapmalıdır.

Kur’ân tefsiri esnasında kendisinden yararlanılacak kaynaklar ve onların müellifleri de son derece önemli bir konudur. Suyûtî bu konuda şu hususları dile getirmektedir: “Polemikçi, münakaşacı, söylediği görüşü hakkında çok tutucu olan; hak ve gerçek ortaya çıktığında bile ona dönmeyen; kendi temelsiz şahsi görüşünü sünnete önceleyen; gelişigüzel ya da iyice araştırmaksızın görüş belirtip eser telif eden veya cüretkâr, Allah hakkında yeterince düşünmeksizin hemen konuşan ve aldırışsız/hak ve hakikat kaygısından uzak olan kimselerin eserlerine bakılması uygun değildir!…”

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 13: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Kur’ân’ın zâhiri, önce;

batını sonradır. Batın

zâhire göre

anlamlandırılmalıdır.

Tefsir’de Uyulması Gereken Temel Prensipler

Kur’ân tefsirinin her şeyden önce, yüksek mertebeden bir tefekkür ve telif

çalışması olduğu asla unutulmamalıdır. Çünkü Kur’ân, Allah’ın sonsuz kelimelerinin,

son vahiy çağında ifadesini bulmuş olduğu bir tecelligâhıdır. Bunun bir neticesi

olarak, Allah’ın Kelâm sıfatının özü ve mahiyetine benzer bir şekilde Kur’ân, her

arayışa, her seslenişe cevap vermeye; her tür susuzluğa derman olmaya; zihnî,

toplumsal ve tarihsel her duruma bir teklif sunmaya hazırdır.

Kur’ân’daki bu kuşatıcı metin ve anlam özelliğine işaret eden Zerkeşî de şöyle

bir betimlemede bulunur: “Allah’ın Kitabının *mana+ denizi derindir, anlaşılması

dakik ve güç/çaba gerektiren bir iştir; onu anlamaya ancak, ilim dallarında deniz

derya gibi derinleşmiş; hem dış hem de iç âleminde Allah ile olan münasebetinde

daima takvayı gözetmiş ve şüpheli noktalarda hep O’nu tazim edip yüceltmiş olan

kimse muvaffak olabilir. Onun latif, ince manalarını ve derin hakikatlerini de ancak,

hakikatin tanığı olarak ona kulak verip dinleyen kimse anlayabilir…”

Bu demektir ki Kur’ân lafızları, kaynağındaki sonsuzluk ile misyonundaki ebedîlik

uçları arasında, dıştan içe doğru mana katmanlarından teşekkül eder; ya da o,

bulunulan noktaya ve bakış açılarına göre değişen pek çok anlam potansiyeline

sahip olmakla nitelenebilir. Kur’ân tefsirine yönelmek isteyen kimse de, böylesine

yüksek dalgalar, ulaşılamayan zirveler, nihayetine vasıl olunamayan derinliklerle

yüz yüze olduğunun bilincinde olmak zorundadır!

Bu mana mertebelerine ise, dörtlü bir tasnifte şöyle işaret edilmiştir:

a) Kur’ânî bir lafzın ‘ibâre’si vardır,

b) İşâret’i vardır,

c) Letâif: latîfeler’i vardır,

d) Hakâik’i: hakikatleri vardır.

Lafzın ‘ibâre’ boyutu ‘avâm’ için olup kulağa hitap eder, yani işitseldir. ‘İşâret’

boyutu ‘havâs’ için olup akla hitap eder, yani akli ve düşünseldir; Letâif: latîfeler

boyutu ise Allah’a yakın kullar (mukarrabûn) için olup keşif ve entelektüel

temaşalarla elde edilir; ‘hakâik’ ise nebiler için olup, bunlara da salt inkıyat ve itâat

ile nail olunur.

Bu tasnife göre müfessir, anlamaya ve kendisinden hükümler elde etmeye

çalışacağı Kur’ân lafızlarının dıştan içe doğru anlam katmanlarından oluştuğunu; bu

katmanlara nüfuz edebilmenin de müfessirin üzerinde bulunduğu varoluşsal, zihni,

ilmî, ahlaki donanım ile doğru orantılı olduğunu, mutlaka hatırda tutmalıdır.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
Page 14: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Tefsirde “Arap dilinin

imkânları” temel olmalı;

bütünlüğe dikkat

edilmelidir.

Tam da bu noktada, Kur’ân’a dair idrak ve kavrayışımızın içerik ve gücünü

etkileyebilecek, hatta belirleyebilecek şu dört manevi duruş tarzından/Kur’ân’ı

dinleme mertebesinden söz edilebilir:

a) Kur’ân’ı, herhangi bir kimseden dinliyormuş gibi dinlemek

b) Kur’ân’ı, Hz. Peygamber’den dinliyormuş gibi dinlemek

c) Kur’ân’ı Cebrâîl’den dinliyormuşçasına dinlemek

d) Kur’ân hitabını doğrudan Hak Teâlâ’dan dinliyormuş gibi dinlemek

Şu hâlde, her müfessirin tefsiri de, kendisini Kur’ân karşısında konumlandıracağı

bu manevi, zihnî ve Aşkın kaynağı idrak mertebesine; burada yoğunlaşan bilinç ve

sezgi kalitesine göre gerçekleşecektir.

Öyleyse, anlamadan çok okumak mı, yahut ta anlayarak, ama az okumak mı?!

Bu hususta kadim ulemanın belirlemiş olduğu ilke çok anlamlıdır ve ümit

bahşedicidir. Şöyle demişlerdir: “Az okuyup iyice, yani özümseyerek anlamak

(tefehhüm), tam anlamaksızın çok okumaktan üstündür!.”. Gazali de özellikle

‘tedebbür’ ve ‘tefehhüm’ terimleri üzerinden, anlama ve yorumlama çabasına

özgün bir projeksiyonda bulunmuştur. Demektedir ki o: “Kur’ân’ı okumada

‘tedebbür’, âyete, tekrar tekrar bakmak, ona ilmî ve deruni bir şekilde atf-ı nazarda

bulunmaktır… Ama ‘tefehhüm’e gelince bu, kişinin, ancak muvaffak kılınmış

kimselere açılan sırların gizli anlamları kendisine tecelli etmesi için, her âyetin, ona

layık manasını iyice araştırması, onu en güzel bir şekilde tetkik etmesidir.”

Kur’ân, bir elmas ustasının keskin konsantrasyonunu ve mahir ellerini bekleyen,

işlenmeye hazır saf bir karbon misali, işte önümüzde!..

“Kur’ân, pek çok vecihleri bulunan ve çok manayı kapsayan (zû vucûh), boyun

eğmiş (zelûl) bir kitaptır. O hâlde onu, mana ve delaletlerin en güzel olanına

hamlediniz” nebevi sözü de mecaz yoluyla, Kur’ân’ın ebedîyen işlenilecek bir elmas

taşı gibi olduğuna göndermede bulunur.

Şimdi de, günümüzde kabule şayan bir tefsir etkinliği sırasında gözetilmesi

gereken esasları zikredelim:

1. Her şeyden önce, yeni durumlar ile âyetler arasında münasebetler kurarken,

şu kaideye mutlaka riayet edilmelidir:

“Lafzın, Arapça olarak mutabık ve münasip olduğu anlam çerçevesinin dışına

çıkmamak, kesin bir delil ya da bir ‘karîne-i mânia’ olmaksızın açık (zâhir) ve

baskın/üstün (râcih) manadan uzaklaşmamak, metni zorlama yöntemine iltifat

etmemek ve nihayet asli anlam alanının dışına çıkmamak.”

2. Kur’ân lafızlarının nispî anlamları gözden uzak tutulmamalı

demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 15: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Müfessir, tefsir

yaparken son derece

sorumlu ve titiz

davranmalıdır. Çünkü

nihayetinde Allah adına

konuşacaktır.

Kur’ân lafızlarının yüksek ufuklu ve açık uçlu olması gerekliliğini, onun, mana

katmanlarıyla yüklü (el-mesânî) olduğuna işaret eden şu nebevi söz de gösterir:

“İnzal buyrulmuş Kur’ân’ın her âyetinin bir ‘zahr’ı ve bir ‘batn’ı; her bir harfinin de,

bir ‘hadd’i ve bir de ‘matla’ı vardır.” Hakkında değişik açıklamalar yapılabilecek

olan bu ifade, her şeyden önce, Kur’ân nazmına yerleştirilmiş ve ona hâkim kılınmış

olan çok yönlülüğü, ondaki nâmütenahi yorum zenginliğini anlatmaktadır. Çünkü

bir anlayışa göre, âyetin ‘zahr’ı ile murat edilen ‘onun tilâveti’, ‘batn’ı ile murat

edilen ise ‘onun te’vili’ iken, öte yandan uygulamaya konu olan bir hüküm yönü

(hadd) ve bir de kullar üzerindeki hüküm ve teşriî uygulamaların ruhi ve manevi

altyapısını oluşturacak bir ‘matla’ı, yani ruhlara doğacak ve burada müessir olacak

ahlaki bir katmanı ve boyutu bulunur.

Öyleyse, Kur’ân’ı yorumlamak isteyen kimse, muhatabın konumunu olduğu gibi,

ilahi lafzın bu engin mana potansiyelini de göz önünde bulundurmalı, onu kısır ve

yetersiz anlayışlara mahkûm etmemek için bütün bu cihetleri gözden geçirmelidir.

3. Kur’ân kelimelerinin kapsayıcılığı

Kur’ân kelimeleri, ilahi bir seçimle tespit ve tanzim olunmuş; hem vahiy anına

yönelik bir söz, hem de bütün zamanlara yönelik bir mesajın dili olarak, ayırt edici

bir özgünlüğe sahiptir. Kısaca, Kur’ân kelimeleri kesintisiz bir şekilde, ‘Kur’ân

vahyinin başlangıç anı’na (İn illo tempora) işaret ediyorken, eş zamanlı bir şekilde

de sonraki bütün zaman dilimlerini, tarih kesitlerini ihata eden bir açılıma

(spektrum) sahiptir.

Bunu bizzat Kur’ân ifadesiyle temellendirmek gerekirse, meselâ, “ هذا إلي وأوحي

بلغ ومن به لنذركم القرءان : Bu Kur’ân bana, sizi ve kendilerine ulaştığı herkesi kendisiyle

uyarmam için vahyolundu” (En’am, 6/19) âyetinde somut bir ifadesini bulan

evrenselliğin bir tecellisi olarak, lafızlarında mestur ve meknuz bir şekilde yer alan

bereket ya da “Tenezzülât-ı Kur’âniyye”, kendi özel ve genel koşulları içindeki her

ferdi, her kuşağı ve her toplumu ilgi alanına dâhil etmektedir. Kur’ân ruhunun

zevkine ulaşan kimse de onun geçmiş zaman boyutuna dönük olan nüzûl keyfiyeti

yanında, işte kıyamete kadar baki olan bu “Tenezzül ediş: Yeniden ve tekrar tekrar

beşer idrakine, yorum ve tatbik dünyasına inmek” zindeliğini yakalayacak, böylece

de hep taze kalan Kur’ân’ın manası müfessirlerin kalplerine yeniden yeniden

tenezzül edip duracaktır.

4. Kur’ân bir bütünlük içinde tefsir edilmeli

Zekâ ve his yetenekleriyle donanmış ‘bütüncül bir bilinç’e çağrı olan Kur’ân’ı

tefsir etkinliğinde, her şeyden önce, Müteâl ahlaki ve itikadi amaçlara bağlı olarak

oluşmuş olan iç bütünlük daima göz önünde bulundurulmalı; bunun bir gereği

olarak, Kur’ân’ın müfessiri, İbn Mes’ûd’un, “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini elde

etmek isteyen, Kur’ân’ı harmanlamalı/onu âdeta bir tarla gibi sürmelidir!..”

sözünde betimlediği üzere, Kur’ân’ın mikro ve makro tüm noktalarına muttali

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 16: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Müfessir, Kur’ân’ın

mesajını

hayatileştirmeyi

amaçlamalı; gereksiz

şeylerden uzak

durmalıdır.

olunmaya çalışılmalıdır. Çünkü kusursuz bir çözüme ancak, bakışlarımızda,

birbirlerinden ayrı imiş gibi duran tek tek lafzî unsurlar temelinde değil, fakat

hâkim bütünlük içinde teşekkül eden ‘iç ilişki ve gereklilikler’ gözetilerek

ulaşılabilir!

Kur’ân’ı yorumlamada riayet edilmesi gereken iç bütünlük, bize, ilahî niyetlerin

ve amaçların sezilmesi yolunda her sözcükten ve her terkipte,n her hususta

yararlanma yolunu açar. Mesela Tebbet Sûresi, veciz bir kıssa havası içinde,

nerdeyse bir şahsın etrafında dönerken, ilk bakışta hukuki bir muhteva taşımıyor

izlenimi vermektedir. Ama ne var ki, geniş perspektiften bakıldığındaysa, bu kısa

sûrede, Kur’ân’ın insan anlayışı ile ‘metâ’ya, ‘dünyaya’ bakış açısı bağlamında,

nerdeyse evrensel birtakım değerlere imada bulunulduğunu sezeriz:

O hâlde, Kur’ân’a yaklaşımda dar ve sınırlı bir perspektif değil, daima genişleyen

ve açılım hâlinde olan bir derinlik hâkim olmalıdır. Bu yaklaşım biçimine göre ne

sadece ahlakı, itikadı konu alan âyetler, ne de sadece ahkâmı konu alan âyetler

mevcuttur. Tam aksine sadece, ferdî ve içtimaî varoluşun her alanında bizi irşad

edip aydınlatacak olan Kur’ân pasajları mevcuttur.

5. Tefsirde kaynak yelpazesi geniş ve çeşitli olmalı

Kur’ân’ın ihtiva ettiği hakikatlerin idrak edilebilmesi, beşeriyete sunduğu

hidayetin, tüm insanlara ulaştırılabilmesi için, geçmiş satırlarda sayılan alet ilimleri

ile etik ve ilmî kurallarına ilave olarak, tefsir etkinliği sırasında müracaat olunacak

ilmî disiplinlerin ve kaynakların yelpazesi de geniş tutulmalıdır.

Her şeyden önce, dünden bu güne, insanlığın ihtiyaç ve beklentileri değişmiş ve

farklılaşmıştır. Farklı durumlara cevap verme, çözümler önerme makamındaki

Kur’ân’ın tefsiri yapılırken de, aynı şekilde, Kur’ân maksatlarının gerçekleşmesi için,

başka ilimlerden yararlanılması kaçınılmazdır. Bir hakikatler ve çözümler okyanusu

durumundaki Kur’ân’ın mana ve maksatlarını da ancak, her biri farklı ilim dallarında

ihtisas ve rüsûh sahibi olan, diğer yandan da bütün tavırlarına takva ruhu nüfuz

etmiş bulunan kimseler kavrayıp, bunları layıkıyla insanlığa sunabilir. Zaten Kur’ân

hakkındaki anlayışımız da Kur’ân’la başka disiplinler arasında kurulmuş olan

tefekkür köprüleri sayesinde genişlemiştir. Âlimlerimizin dillerinden

düşürmedikleri, “Kur’ân’ın hayranlık uyandıran hüküm ve hikmetleri tükenmez”;

“O, daima taze kalan bir turfanda gibidir.” ifadeleri de ancak bu yolla tefsire

getirilecek olan dinamizm sayesinde mana ve yorumların genişlemesiyle, bir

gerçeklik kazanabilecektir.

6. Fakat, alan dışı kaynaklardan ölçülü bir şekilde yararlanılmalı

Evet, disiplinler arası bir yöntemle diğer ilim dallarından, mevcut eserlerden

mutlaka yararlanılmalı, ama şu temel kaideye riayet ederek: Alan dışı bilim

dallarından istifade edilirken ölçülü davranılmalı; ilahi ve özlü hakikatler içeren İlahi

kelâm karşısında, betimleyici ve cüzi olan diğer ilimlerin ulaştıkları neticelerin

Page 17: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Dirayet tefsiri ama

nefsani ve mezhebi

değil, Kur’ân lafzına ve

ruhuna uygun bir

dirayet!

mutlak gerçeği temsil etmedikleri, bu sebeple her an değişebilecekleri hatırda

tutulmalı; böylece de bütün zamanları ve tarihsel boyutları kapsayan İlahi Kelâmın

delalet alanları, zamanla çürütülmesi muhtemel teori ve görüşlerle asla

sınırlanmamalıdır!

Kur’ân ile beşerî gelişmeler arasında bir bağ kurulmaya çalışılırken; özellikle,

onun bir hidayet rehberi ve îman kitabı olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Kendilerinden yararlanılacak pek çok kaynağın kesişme ve buluşma noktasında,

Kur’ân’ın ana gayesi olan iman, inkıyat, ahlak, amel ve ebedî saadet teması, daima

değişmez ekseni oluşturmalıdır.

7. Müfessir, tefsir birikimi karşısında seçmeci bir tavır takınmalı

İlim, devam etmekte olan bir süreç olup, geçmişi, anı ve geleceği vardır. Bu

bakımdan onu bir bütünlük içinde ele almak lazım. Konusu, Allah’ın kelâmı olan

Kur’ân ve onun lafızlarından murat edilen manayı bulup ortaya çıkarmak olduğu

için “Eşrefu’l-ulûm: İlimlerin en şereflisi’ diye nitelenen tefsir ilmi de böyle bir

bütünlüğe sahiptir.

Günümüzde tefsir ilmi ve müfessir için çok muazzam bir birikim, malzeme ve

kaynak mevzubahistir. İnsana ve hayata dönük bir tefsir çalışması da gerek yöntem

gerekse veri olarak teşekkül etmiş olan bu birikimden kesinlikle yararlanmalıdır.

Onu görmezlikten gelerek bu sahayı yeniden keşfetme iddiası ise, bu ilmin

misyonu, ciddiyeti ve sorumluluğuyla asla bağdaşmaz.

Böyle bir yaklaşım biçimi ise, Kur’ân pasajlarını bütünüyle hâlâ yüzyıllar önce

yaşamış ulemanın gördüğü biçimde ele almak; bir bakıma, yüzyıllar sonrasını

yüzyıllar öncesinin gözüyle; bir mütefekkirin sözcükleriyle belirtirsek, “Ölü

Gözler”le yorumlamaktan çok farklı olmalıdır. Zira tefsirin salt bir rivayet, nakilcilik

olmayıp, yorumlama; Kur’ân’ın lafız ve manaları üzerinde, geçerli yöntemlerle kafa

yorma, görüşler ve öneriler üretme, “tedebbür”, “ta’akkul” ve “tezekkür”de

bulunma çabalarını kapsadığı gerçeğinden hareketle, kendi çağımızın ihtiyaç ve

meselelerini, önceki ulemanın ibare, terkip ve görüşlerini aynen tekrarlayarak

değil, ama onların sorun çözücü, dinamik ve açılımcı yöntemlerinden de ilham

alarak karşılama yoluna gidilmelidir!

Bir başka ifadeyle, ulemaya duyulması gereken ilmî saygı olması gereken

sınırların ötesine taşmamalı, özellikle de kutsamayla karışık bir bağlanış, bir itaat

hissiyle, müfessirin yolunu kesen bir engele dönüşmemelidir.

İbn Aşûr, re’y ile tefsiri hoş görmeyenlerin zikrettiği ve Ebû Bekir’e nispet edilen,

“Eğer ben Kur’ân hakkında, kendi görüşüm ve re’yimle bir şey söylersem, sonra

hangi arz/yeryüzü beni üzerinde taşır, hangi sema beni gölgelendirir?!..” şeklindeki

görüşü naklettikten sonra, bu vesileyle kendi kanaatini beyan ettiği satırlarda şöyle

demektedir: “Ben, (…) bu konuda olumlu düşünüyorum. Zira, tefsirler genişlemiş,

Kur’ân’ın manalarından elde edilen fenler dallanıp budaklanmış ve çeşitlenmiş ise,

Page 18: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

bunlar, Allah’ın Kitabını anlamaya dair, ilim sahiplerine verilmiş olan o manevi

rızıktan başka bir şeyle olmamıştır!. Alimlerimizin, “Hiç kuşku yok ki, Kur’ân’ın

harikulâdelikleri asla bitmez!”. Veya “Hiç kuşku yok ki Kur’ân’ın, enteresan ve

harikulâde manaları ne bütünüyle elde edilebilir, ne de bunlar sayılıp dökülebilir!..“

şeklindeki sözleri de ancak tefsir faaliyetinin genişlemesi, manaların çoğalması

suretiyle tahakkuk edebilir; şayet bu olmazsa, Kur’ân tefsiri, mahdut sayıdaki

sayfalarla sınırlı kalırdı…”

Netice itibarıyla, Allah’ın kitabının manalarını yorumlayıp insanlara ulaştırmak

isteyen kimse, kendisini ancak ve ancak Kur’ân’ın evrensel gayesi ve ruhuyla sınırlı

hissetmelidir. Sonra, Allah’ın kitabını yorumlarken daima önceki ulema ve

müfessirlerin görüşlerine mutabık kalmak, onlara hiç muhalif düşmemek endişesini

taşıyan bir müfessir de bağımlı bir ruh ve kafayla, yeni zuhur etmiş olan

problemlere asla yeni çözüm ve cevaplar öneremez. O, olsa olsa, geçmişi şu anda

da yaşama endişesi duyan birisi konumunda kalır!

8. Tefsir, Kur’ân’ı hayata yansıtmak, hayatı da Kur’ân perspektifinden yaşamak

arzusuyla, gelişmeci bir ruhla kaleme alınmalı.

Kur’ân, tarihin aktif öznesi olmak üzere inzal buyrulmuştur. Bu büyük amaca

bağlı olarak, tefsire de bu ruhu, böyle bir ruhun çağrısını ve onun coşkusunu hâkim

kılmak gerekir. Başka düşüncelere açık olma; kendini sürekli yenileniş ritmi ve

heyecanında tutma gayreti de, bu yöntemin kıvamını ve dinamizmini meydana

getirecektir. Böylece, donuk ve dogmatik olmayan, daima olgunlaşmaya açık,

‘kesintisiz teceddüt’ potansiyelini içinde barındıran bir tefsir…

Ürkek bir biçimde kendi içine kapanmak, öteki görüş ve düşüncelerle

yüzleşmekten kaçınmak ise, kendine güvensizliğin bir göstergesi sayılmalıdır. Böyle

bir refleksin kaçınılmaz neticesi de kendi birikim ve mirasının eleştirel bir

incelemesini yapmak zorunda kalmamak adına, dışarıdan öğrenilecek hiçbir şeyin

olmadığına inanmak, giderek de kendi içinde kemikleşme ve donuklaşma olacaktır

ki, bu ise bir organizmanın kendi kendisini yok etmesi demek olan “intihar”dan

başka bir şey değildir. Kur’ân dünyası bunu asla benimsememektedir. Çünkü

Kur’ân, “tarihin akışına giren, ona müdahale eden, onu değiştiren ve sonuç

itibarıyla insanı, süreklilik arz eden bir inanç ve ahlak çizgisinde tutmak isteyen bir

din” anlayışına ve yaşamına çağırmaktadır.

Bu demektir ki, vahiy kaynaklı ilahi yasanın en uygun tatbikatı, bizzat insanî

varoluş ve deneyim tarafından açıklanıp ortaya konulanıdır. Yine bizzat

âlimlerimizin, “Dinin (şerî’a) külli yasaları, bütün zamanlar ve mekânlar için

elverişlidir” sözleriyle kastettikleri de işte bu olsa gerektir! Yani, dinin külli yasaları;

kapsamlı, genel, mutlak ve bizzat insanî varoluşun doğasına dayanan bir nesnellik

içermekte iken, diğer taraftan da muhtelif zaman ve mekân kesitlerinde, değişen

durumlar sebebiyle, hususileşme yeteneğine sahiptirler. Öyleyse müfessir, ne bir

Page 19: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Müfessir olmadan

Kur’ân hakkında

konuşmak, cehennemle

yaren olma cüretinden

başka bir şey değildir.

şerhçi, ne de hamasi nutuklar atan bir hatip değil; tam aksine o, insanların

durumlarını iyileştirmek için bir dava sahibi olan; Müslümanların problemlerini ve

bunların çözüm yollarını dinî metinlerde gören ve ortaya koyan bir ıslahatçı olarak

değerlendirilmelidir.

9. Günümüzde tefsir, dirayet ve tefekkür ağırlıklı olmalı, akıl gücünden

olabildiğince yararlanmalı.

Günümüzde insanlar, sorularına, makul ve ikna edici cevaplar; sorunlarına da

doğru ve rahatlatıcı çözümler beklemektedirler. Geleneksel tefsir birikimiyle

verilen cevaplar, bu nedenle çoğu kez yetersiz kalabilmektedir. Böyle bir durumda,

tefsir tarihinde “re’y tefsiri, dirayet tefsiri” olarak yerini almış bulunan usulü

benimsemek, gerek Kur’ân, gerekse sahih hadis verilerini anlaşılır bir üslup ve dil ile

yorumlamak; bunlardan elde edilecek manaların ışığında, ilmî iç disiplini

bozmadan, yeni yorumlar ve görüşler sunmak gerekecektir. İlim, kavrayış, takva,

tedebbür ve tefehhüm hasletlerini haiz bir kimsenin Kur’ân’ın özüne

ulaşabilmesinin yolu da ancak budur!.

Burada önemli olan, yanlışlarda ısrar etmemek, kesin ilmî bir kanaat

mertebesine yükselmemiş olan ‘şahsi’ görüşleri, herkesi bağlayıcı bir kanun veya

dokunulmaz bir dogma olarak algılama saplantısına düşmemektir. Nitekim Hz.

Ömer de, kendisine atfedilen şu sözde, böyle bir yaklaşımın ilmî olmadığını

vurgulamaktadır: “Yasa (sünnet), Allah ve Resulünün yasa olarak belirlediği şeydir.

Sizler, yanlış görüşleri ümmet için bir yasa hâline dönüştürmeyin!”

Kaldı ki, “Allah’ın kitabındaki bir âyet hakkında eğer kendi şahsi görüşümle ya

da hakikatini bilmediğim bir şeyle konuşursam, beni hangi yer barındırır, hangi

sema gölgesi altına alır?” diyen ve bu konuda bir örnek teşkil eden Hz. Ebu Bekir

bile, daha sonra kendisine bir mesele arz olunduğunda, o meseleye dair Kur’ân’da

bir nass, sünnette de bir haber bulamayınca kendi re’yiyle içtihada bulunmak

zorunda kalmış, sonra da “Bu, benim kendi görüşümdür; eğer doğru ise,

Allah’tandır; şayet yanlış ise, o da bendendir. (Böyle olması hâlinde) Allahtan

bağışlanmamı dilerim” açıklamasını yaparak, tefsir yöntemi için son derece açılımcı

bir örnek sunmuştur.

O hâlde, “Kim Kur’ân hakkında bilmeden konuşursa, o, ateşten oturağına

hazırlansın!” ve “Kim Kur’ân’ı kendi görüşüyle (re’y) tefsir ederse, gerçeğe ulaşmış

olsa bile, hata etmiştir” şeklinde rivayet edilen haberleri mutlak olarak anlamayıp,

sınırlamak (takyid) gerekecektir.

Her şeyden önce şu yadsınamaz bir gerçektir: Kur’ân-ı Kerim tefekkür ve

istinbatta bulunmaya teşvik etmiş, buna giden yolları açmış ve bunu yapanları

medh ederek “Bunu onlardan istinbat edenler bilecekti…” (Nisa, 4/83)

buyurmuştur. Buna karşılık Kur’ân’ı tedebbür etmemeleri ve onun üzerinde

tefekkürde bulunmaktan geri durmaları sebebiyle de, diğer bazı kimseleri kınamış

Page 20: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Kur’ân mu’ciz bir kelam;

müfessir ise aciz

varlıktır.

ve “ أقفالها قلوب على أم القرءان يتدبرون أفل : Kur’ân’ı hâlâ düşünmüyorlar mı ya da kalpleri

üzerine onlara özgü kilitler mi vuruldu?” (Muhammed, 47/24) buyurmuştur.

Beyhakî de “Kim Kur’ân hakkında bilmeden konuşursa, o, ateşten oturağına

hazırlansın!” şeklindeki haberi, “Allah en iyisini bilir ya, Hz. Peygamber bununla, bir

delile dayanmayan zannı murat etmiştir; kendisini bir delilin desteklediği re’ye

gelince, bu görüşü dile getirmek ve açıklamak caizdir” şeklinde değerlendirerek,

‘re’y ve dirayet tefsirinde, ‘delil ve dayanak’ faktörüne dikkat çekmiştir.

“Kim Kur’ân’ı kendi re’yiyle tefsir ederse, gerçeğe ulaşmış olsa bile, hata

etmiştir!” şeklindeki ikinci haberi ise, “(…) Hiç kuşku yok ki Hz. Peygamber, bu

kimsenin yol ve yöntem olarak hata ettiğini; zira, uyması gereken usulün, Kur’ân

lafızlarının tefsirinde dil âlimlerine; nâsih ve mensûhun bilgisi ile, sebeb-i nüzûl ve

beyan edilmesine ihtiyaç duyulan diğer hususlarda da Kur’ân’ın inişine tanık olmuş

sahabenin haberlerine başvurmak olduğunu kastetmiştir” şeklinde yorumlayarak,

böylece tefsirde sahabe unsuru ile ehl-i vukûfa ve ilim erbabına müracaatın

gerekliliği olgusunu öne çıkarmıştır.

Meşhur müfessir Alûsî de, Hz. Peygamber’in, “Kur’ân, muhtemel pek çok anlam

yönleri bulunan ‘zelûl: boyun eğen’ bir kitaptır. O hâlde onu, mana yönlerinin en

güzel olanına yorumlayınız” hadisi ile İbn Abbâs için yaptığı, “Allahım, onu, ‘Din’

hususunda derin anlayışlı (fakîh) kıl ve ona ‘te’vîl’i öğret” duasını zikrettikten ve de

Hz. Ali’nin, kendisine, “Sizin yanınızda, Allah’ın Kitabında mevcut olmayan

*herhangi+ bir vahiy parçası var mı?” diye sorulduğu vakit verdiği, “Hayır! Daneyi

çatlatan, canlıyı yaratan Allah’a and olsun ki, ben böyle bir şey bilmiyorum. Bende,

*içinde, ferâizle ilgili bir hükmün yazılı olduğu+ şu sayfadan ve Allah’ın, Kur’ân

hakkında bir kimseye lütfettiği anlama ve kavrama yetisinden (fehm) başka

herhangi bir şey yoktur.” şeklindeki cevabına atıfta bulunduktan sonra, tefsirde

mutlaka nakil ve iktibasta bulunmanın zorunlu olduğu şeklindeki iddia karşısındaki

hayret ve şaşkınlığını, şu öğretici ifadeleriyle dile getirmektedir:

“İtimat edilmesi uygun olan şey şudur: Lisan (Arapça) ilminde engin bilgi sahibi

(mütebahhir) olan, bu ilimden irfânın zevkine yükselip terakki eden, dinî ilimlerin

bahçelerinde son derece geniş ve kapsayıcı bir kaynağa sahih olup bu ilimlerin

havuzlarında da en saf ve katıksız menbaı elde etmiş bulunan bir kimse, Kur’ân’ın

bir mu’cize olduğunu (i’câz), taklit yoluyla değil, derin bir duyarlılık, ruhi ve akli bir

coşku (el-vicdân) ile idrak eder! Bu durum ona, tefsir ilminin zirvesine çıkmasına,

hatta o zirvenin ta sırtına yükselmesine imkân verir!..”

Görüldüğü üzere, olmazsa olmaz şartları haiz olmak, herhangi bir görüş ve

anlayışın baskın tesirinde kalmamak; ilmî bir titizlik ve dürüstlük sergilemek ve

nihayet, halis bir niyet taşımak suretiyle re’y tefsirini benimsemek, Kur’ân hakkında

anlayışımızın zenginleşmesinin ve onun insanlara daha çok yaklaştırılmasının

vazgeçilmez yoludur.

Page 21: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Günümüzde yazılan tefsirlerden örnekler seçerek, yukarıda verilen prensipler ışığında inceleyiniz. Prensiplere uygun bir tefsir çalışmasını tespite çalışınız.

Bu üniteyi bitirirken, sözümüzü Ebu’d-Derdâ’nın, bir postulat kıvamındaki şu

açıklamasıyla bitirelim: “Kişi/ Müslüman, Kur’ân için pek çok anlam vecihleri/

yönleri görüp araştırmadıkça, derin bir anlayışa (fıkh) sahip olamaz!..”

Page 22: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

Öze

t • Tefsir, konusu Allah'ın kelâmı olduğu için sorumluluk

gerektiren bir uğraştır. Bu yüzden müfessirin, Arap dili ve Belagatı ile ilgili ilimler, tefsir ve Kur’ân ilimleri başta olmak üzere temel İslam bilimlerine (hadis, kıraat, fıkıh, usul, kelâm vb), vehbi ilme ve sosyal ve fen bilimlerine vakıf olması gerekir.

• Müfessir, "sahih imana sahip olmak, kişisel fikir ve arzularından soyutlamak, iyi niyetli ve doğru amaçlı olmak, güzel ahlaklı olmak, sözü ve özüyle, ilmi ve ameliyle bir ve tutarlı olmak, doğruyu hedeflemek, titiz, güvenilir ve mütevazı olmak" gibi ahlaki ilkelere sahip olmalıdır.

• Müfessirin uyması gereken ilmî ilkeler ise şunlardır: Tefsir ederken, Kur’ân, Sünnet, sahabe kavli ve içtihad şeklindeki sıralamaya özen göstermelidir. Kevni âyetleri yorumlarken, ihtiyatlı olmalıdır. Mesajı ön plana çıkarmalı, gereksiz detaydan, güvenilir olmayın, kaynağı meçhul kıssa, efsane, israiliyattan uzak durmalıdır. Kur’ân'daki hakikati ortaya çıkarmalı, kendi görüş ve mezhebine göre yorumlamamalıdır. İhtilaflı konularda üzerinde icma edilen ve tercih edilen görüşü benimsemelidir. Yararlandığı kaynak ve müfessirlere özen göstermelidir.

• İlmî ve ahlaki gereklilikleri en üst düzeyde yerine getirdikten sonra, rivayet edilen malzeme ve görüşleri ihmal etmeden, onları kimi zaman bir değerlendirmeye tabi tutan; böylece, bugün için pratik değeri olmayan bilgi yığınını ayıklayan; tefekkür ve tedebbür ağırlıklı; Kur’ân’ın genel gayesini her vesileyle vurgulayıcı bir fikir ve motivasyon yüklü; insanları ruh, fikir ve duygu köklerinden sarsıcı; îmanın bilgisel boyutu yanından çok “şuuri-estetik” boyutunu da depretip heyecan ve amel yolunu açan; ifadesi berrak ve Kur’ân mesajını iletmekten başka bir kaygının ağırlığını taşımayan; terminolojisiyle okuyucu arasında yakınlık kurmayı başarmış; Kur’ân’ın bedi’, Beyân ve me’ânî cihetlerine taalluk eden nükteleri ise anlatımın sadeliğine yedirmiş; her başlangıç ve bitişte hep insana uzanan; geniş bir kaynak temelinde, gerektiğinde muhtelif dillerde yazılmış eserlerden de bilgi ve yorumlar taşıyan bir tefsir, gaye olmalıdır.

Page 23: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

Ödev gönderimi

Etkileşimli Alıştırmalar

Öd

ev • Gerek müfessirin bilimsel donanımının,

gerekse dinî ve ahlaki ilkelerin seçeceğiniz çağdaş Türkçe bir tefsir üzerinde ne kadar mevcut olduğunu 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.

Alış

tırm

alar

• Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebilirsiniz.

Page 24: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

Değerlendirme

sorularını etkileşimli

olarak

cevaplandırabilirsiniz

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Aşağıdaki kelimelerden hangisi, Hz. Muhammed’in Kur’ân’ı tefsir vazifesine işaret eder?

a) Mübeyyin b) Abid c) İmâm d) Kârî e) Münzir

2. ‘Tefsîr’ kelimesi, aşağıdaki şıklardan hangisini karşılamaktadır?

a) Konuşmak b) Yorumlamak ve açıklamak c) Kitap/sifr yazmak d) Sefere çıkmak e) Okumak

3. “Tefsir ilmi”, konusu bakımından aşağıdaki şıklardan hangisiyle ilgilidir?

a) İlmi eserler b) Sanat eserleri c) Antropolojik bulguları d) Kur’ân metni e) Kültürel olaylar

4. Kur’ân’ın ilk müfessiri, aşağıdakilerden hangisidir?

a) Hz. Hatice b) Hz. Ebu Bekir c) Zeyd b. Sabit d) Hz. Muhammed (s.a.s.) e) Hz. Ali

5. “Kur’ân, her dem devşirilmeyi bekleyen, tazeliğini asla yitirmeyen taptaze bir turfanda gibidir.” sözü, aşağıdakilerden hangi manayı anlatır?

a) Kur’ân tefsiri bitmiştir. b) Kur’ân’da taze meyvelerden söz edilmektedir. c) Kur’ân her an tazedir ve tefsiri hep devam edecektir. d) Turfanda sebzeler çok lezizdir. e) Kur’ân’ı ancak Peygamber tefsir edebilir.

6) Aşağıdaki şıklardan hangisi bir müfessirde bulunması gerekmeyen bir bilimdir?

a) Arap Dili ve Edebiyatı b) Usûlüddin c) İlm-i iştikâk d) Astroloji/Falcılık e) Astronomi

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 25: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

7) “Bildiğiyle amel eden kimseyi Allah, bilmediği şeylerin ilmine varis kılar.” sözü, bir müfessirde bulunması gereken hangi ilme işaret eder?

a) Bedî, Beyân ve me’ânî b) Kırâat c) Mevhibe ilmi d) Sarf ve nahiv e) İlm-i İştikak

8) “Arapça bir ifadenin, kendisi sayesinde, hâlin gereğine mutabık ve muvafık olacağı hâlleri öğreten ilim”, aşağıdakilerden hangisidir?

a) İlmü’l-Me’ânî b) Usûlü’l-Fıkh c) İlmü’l-Kıyâfe d) Şiir e) Kelâm

9) “İyi bilin ki, bana Kur’ân ve onunla birlikte misli/benzeri verildi” hadisi, aşağıdakilerden hangi manaya delalet eder?

a) Kur’ân, sünneti beyan ve tefsir eder. b) Kur’ân’da meseller vardır. c) Misâllerle konuşmak sünnettir. d) İlmü’t-Ta’bîr e) Kur’ân için sahabe önemlidir.

10) Bir tefsir yapılırken, aşağıdaki şıklardan hangisine göre bir sıra izlenmek zorundadır:

a) İçtihâd, Kur’ân’a müracaat, Sünnete müracaat, Sahabe kavline müracaat b) Kur’ân’a müracaat, Sünnete müracaat, Sahabe kavline müracaat, İçtihâd c) Sünnete müracaat, Sahabe kavline müracaat, İçtihad, Kur’ân’a müracaat d) Sahabe kavline müracaat, Kur’ân’a müracaat, Sünnete müracaat, İçtihâd e) İçtihad, Sünnete müracaat, Kur’ân’a müracaat, Sahabe kavline müracaat

CEVAPLAR:

1- a, 2- b, 3- d, 4- d, 5- c, 6- d, 7- c, 8- a, 9- a, 10- b

demir
Vurgu
Page 26: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

1. Adevî, eş-Şeyh Muhammed Haseneyn. (ts.). Medhalu İlmi Usûli’l-Fıkh. Matba’atu’s-Sa’âde. ys.

2. Akdemir, Hikmet. (1999). Belağat Terimleri Ansiklopedisi. Nil Yayınları. 3. ‘Akk, Halid Abdurrahman. (1414/1994). Usûlü’t-Tefsîr ve Kavâ’iduh. Dâru’n-

Nefâis. Dımeşk. 4. Arkoun, Muhammed. (1978). L’Etrange et Le Merveilleux dans L’İslam

Médieval. ys. 5. Aydın, Mehmet S. (tsz.) “Değişim Sürecinde İslam”. İslâmî Araştırmalar. cilt:

6. sayı: 4. Ankara. 6. Bilmen, Ömer Nasuhi. (1974). Büyük Tefsir Tarihi. İstanbul: Bilmen Yayınevi. 7. Garaudy, Roger. (1990). İslam ve İnsanlığın Geleceği. çev. Cemal Aydın.

İstanbul: Pınar Yayınları. 8. Gazzâlî, Ebû Hâmid. (1387/1968). Mısır: İhyâu ‘Ulûmi’d-Dîn. Müessesetu’l-

Halebî. 9. Hacımüftüoğlu, Nasrullah. (2001). İ’câz ve Belagat Deyimleri. Erzurum:

EKEV. 10. Hanefi, Hasan. (1983). “Hel Ledeynâ Nazariyyetun fi’t-Tefsîr”. Kadâyâ

Muâsıra-I. 11. Hindî, Alâuddîn. (1399/1979). Kenzu’l-‘Ummâl. Beyrut: Müessesetu’r-Risâle. 12. İbn Aşûr, Tahir. (ts.). Tefsiru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr. Tunus: Dâru’t-Tunûsiyye

li’n-Neşr. 13. İbn Ebu’l-‘Izz, (1413/1992). Şerhu Akîdeti’t-Tahâviyye. thk. Abdullah ibn

Abdilmuhsin et-Türkî-Şu’ayb Arnavut. 5. Bsk. Beyrût: Müessesetu’r-Risale. 14. İbn Hanbel, Ahmed. (ts.). Müsned. Türkiye: el-Mektebetu’l-İslâmî. Türkiye

(Dâru Sâdır. Beyrût. ts.’den ofset). 15. Kattân, Mennâ’. ( 1973). Mebâhis fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân. Beyrut: Menşûrâtu’l-

Asri’l-Hadis. 16. Kılıç, Sadık. (1995). İslâm’da Sembolik Dil. İstanbul: İnsan Yayınları.

17. Sabûnî, Ali. (ts.). et-Tibyân fî Ulûmi’l-Kur’ân. İstanbul: Dersaâdet Kitabevi.

18. Salih, Subhî. (1997). Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân. Beyrut: Dâru’l-‘Ilmi li’l-Melâyîn.

19. Suyûtî, Celalüddin. (1370/1951). el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân. Mısır. 20. Suyûtî, Celalüddin. (1408/1988) et-Tahbîr fî ‘Ilmi’t-Tefsîr. Beyrut: Dâru’l-

Kutubi’l-‘Ilmiyye. 21. Tabersî, İbnu’l-Hüseyn. (1406/1986). Mecme’u’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân.

Beyrut: Dâru’l-Marife. 22. Zemahşerî, Mahmud b. ‘Ömer. (ts.). el-Keşşâf ‘an Hakâıku’t-Tenzîl. Beyrut:

Dâru’l-Ma’rife. 23. Zerkeşî, Bedrüddin. (ts.). el-Burhan fî Ulûmi’l-Kur’ân. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife.

Page 27: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27

Page 28: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

İÇİN

DEK

İLER

• Tarihsel Süreçte Tercüme ve Önemi

• Tercüme Kavramı ve Çeşitleri

• Tercüme Kavramı

• Tercüme Çeşitleri

• Meâl Kavramı

• Tercüme Sanatının İlkeleri

• Tefsir-Tercüme Farkı

• Kur’ân Tercümelerinin Gerekliliği

• Kur’ân’ın Başka Dillere Çevrilmesi Süreci

• Kur’ân’ın Türkçe Tercümeleri

• Meâl Örnekleri

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Tercüme ile ilgili temel kavramları tanıyabilecek,

• Kur’ân meâlinin önem, gerek ve amacını kavrayabilecek,

• Meâl-Tefsir ilişkisini ayırtedebilecek,

• Meâl tarihi hakkında bilgi sahibi olabilecek,

• Meâl yapmanın sorumluluğunu bilecek,

• Tercüme teknikleri ve problemlerini anlayabilecek,

• Bazı meşhur meâlleri tanıyabilecek,

• Meâlleri karşılaştırmalı okuyabileceksiniz.

ÜNİTE

1

TERCÜME TEKNİKLERİ VE

KUR’ÂN MEÂLLERİ

TEFSİR

Prof. Dr. Ali AKPINAR

ÜNİTE

2

Page 29: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Dillerin farklı

olması, Allah’ın bir

âyetidir.

GİRİŞ

Tercüme, farklı dilleri konuşan insanlığın birbirini anlamasında ve birbiriyle

tanışmasında çok önemli bir araçtır. Konuşma, duygu ve düşünce, bilgi ve

birikimleriyle kendi içine sığmayan insanın taşması ise; tercüme de bu taşkınlığın

başka dilleri konuşan insanlığa ulaştırılmasıdır. Bu yüzden yetersizliği, eksikliği

konusunda ne kadar eleştirilirse eleştirilsin tercüme, insanlık tarihinde çok önemli

bir yeri olan zorlu bir sanatın adıdır.

Allah Kelamı Kur’ân’ın indiriliş gayesi, onun gereklerinin yerine getirilmesidir. Bu

ise onun doğru bir şekilde okunması ve anlaşılması ile mümkün olacaktır. Farklı

dilleri konuşan bütün insanlığın Kur’ân’ın kendi dili olan Arapça’yı öğrenmesi

imkânsız olacağından, onun insanlığın diline aktarılması kaçınılmaz olacaktır.

İnsanlara ait olan metinlerin bile farklı dillere aktarılmasında pek çok sorun ile

karşılaşılır. Allah Kelamı olan Kur’ân’ın, hangisi olursa olsun kul diline

aktarılmasında ise bu sorunlar daha karmaşık bir hâl alır. Ancak bu, onun başka

dillere çevrilmemesini gerektirmez. Zira Arapça olarak indirilen Kur’ân, tüm

insanlığa gelmiş bir mesajdır. Tüm insanlığın Kur’ân dilini öğrenmesi mümkün

olamayacağına göre Kur’ân’ın insanların diline aktarılması kaçınılmaz olacaktır.

Önemli olan husus, bu aktarma işinin sorumluluk gerektiren bir iş olduğunu bilmek

ve bunun gereğini yerine getirmede gayret sarf etmektir. İşte tam bu noktada

genel olarak tercüme tekniklerini, özel olarak da Kur’ân’ın tercüme tekniklerini

bilmenin önemi ortaya çıkmaktadır.

TARİHSEL SÜREÇTE TERCÜME VE ÖNEMİ

Kur’ân insanların farklı dilleri konuşmalarının Yüce Allah’ın âyetlerinden

olduğuna dikkat çekerek şöyle der:

اته ومن واجا أنفسكم من لكم خلق أن آ كنوا أز ها لتس نكم وجعل إل ة ب مة مود ات ذلك ف إن ورح م ل لقو رون تفك

“O'nun âyetlerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve

renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler

vardır.” (Rûm, 30/22) Bir tek nefisten yaratılmış olmalarına rağmen insanların farklı

fizik ve dillere sahip olması, bir taraftan Yüce Allah’ın erişilmez gücünü ortaya

koyarken, diğer taraftan bu farklılıklar insanların birbirleriyle daha kolay anlaşıp

kaynaşmalarını sağlamıştır. Nitekim onların farklı boy ve kabileler hâlinde

yaratılmasının temel amacı da karşılıklı tanışmadır (teâruf). (Hucurat, 49/13)

ها اأ ا الناس ناكم إن رمكم إن لتعارفوا وقبائل شعوبا وجعل ناكم وأنثى ذكر من خلق د أك عن قاكم للا للا إن أت خبر علم

demir
Vurgu
Page 30: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Kur’ân farklı dilleri

konuşan tüm insanlığa

gelmiştir.

Yine ilahî mesajın anlaşılabilmesi için her topluma kendi dilini konuşan

peygamberler gönderildiğini açıklayan Kur’ân’da, doğru ve anlaşılır apaçık dilin

(lisan sıdk) önemine dikkat çekilmiştir. Her kavim kendi diliyle anlaşabildiğine ve

her kavme kendi kavminin dilini konuşan bir peygamber gönderildiğine göre her dil

önemlidir. Kutsal kitaplar da gönderildikleri kavimlerin dilinde gelmiştir. Her

peygamber/her davetçi, davet dilini en güzel şekilde konuşmakla yükümlü

tutulmuştur. Davetten netice alabilmek için bu, son derece önemlidir.

Bütün bunlardan, evrensel ilahî bir kitap olan Kur’ân’ın mesajının tüm insanlara

ulaştırılmasında dilin ve özellikle apaçık/ anlaşılır bir dilin önemi ortaya

çıkmaktadır. Bu, Kur’ân’ın orijinal dili Arapça’nın önemini gölgede bırakmadan, onu

öğrenemeyen insanlara ilahî mesajı ulaştırmada en önemli araç olan hedef dillerin

önemini ve o dillerin mesajı anlaşılır kılma noktasında açık ve anlaşılır olmasının

gereğini de ortaya koymaktadır. Bu ise Kur’ân’ın kaynak dilden, hedef dile aktarma

operasyonu olan tercümenin önemi demektir.

Farklı dilleri konuşan insanların birbirleriyle tanışıp anlaşmasında, her alanda

birbirlerine yardımcı olmalarında, sahip oldukları değerleri birbirlerine

aktarmalarında tercüme büyük bir işlev görmüş ve görmeye de devam etmektedir.

Tercüme, ilim irfan alışverişinde çok önemli bir yeri olan bir sanattır. Tercüme

yoluyla bilgi, insanlığın ortak değeri olmuş ve evrensel bir kimlik kazanmıştır.

Tercüme/çeviri, fikir ve sözleri aktarma olayıdır. Tercüme, düşünsel, kültürel ve

bilimsel bir operasyondur. Fikir, söz ve konuşmalar ise, duygu ve düşünceleri dış

dünyaya yansıtan ifadelerdir. Bunları bütünüyle yansıtmak zor olduğu gibi, başka

bir dile aktarmak çok daha zordur. Bu yüzden, duygularıma bir türlü tercüman

olamıyorum, itirafını duyarız sık sık. Nitekim şair, bu gerçeği şöyle ifade eder:

Ağlarım ağlatamam; hissederim, söyleyemem/Dili yok kalbimin, ondan ne kadar

bîzarım! Onun için tercüme olayı, çok yönlü bir sanattır. Tercümenin asıl metindeki

tüm duygu ve düşünceleri tam olarak yansıtamadığını belirtmek için de şöyle

denmiştir: "Tercüme, tersine dönmüş halıya benzer. Bütün motifleri üzerinde

olduğu hâlde, hiçbir güzelliği algılanmaz."

Hiçbir tercüme, orijinal metnin yüzde yüz aynı değildir, gayrı da değildir. Her

tercüme, orijinal metnin anlaşılması için sarf edilen bir çabadır ve değerlidir. Çeviri

tahriftir sözü hiçbir tercümenin orijinal metnin aynısı olamayacağını keskin bir dille

anlatmak için söylenmiş olsa gerekir. Yoksa insanlık kültür tarihinde tercümenin de

önemli bir yeri vardır.

Bu giriş bilgilerinden sonra şimdi tercüme ile ilgili kavramları tanıyalım:

demir
Vurgu
Page 31: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Kur’ân çevirisi,

asla Kur’ân

değildir.

Tercüme, asla metnin

yerini tutamaz”

TERCÜME KAVRAMI VE ÇEŞİTLERİ

Tercüme (الترجمة)

Terceme sözcüğü, Arap dilinde Rubaî (dörtlü) formdaki terceme fiilinin mastarı

olup (ترجمة -ترجم -ترجم) çoğulu terâcimdir. Dilimizde daha çok tercüme şeklinde

kullanılmıştır. Sözlükte tercüme, çevrilen metnin asıl manasını açıklamaksızın, bir

sözün bir dilden başka bir dile aktarılması demektir. Bir sözün başka bir dilde

açıklama ve yorumunun yapılmasına da tercüme denmiştir.

Terceme kökünde ‘fessera (tefsir etmek), beyyene (açıklamak) ve evdaha (izah

etmek)’ anlamları da vardır. Dolayısıyla tercüme Kur’ân’ı anlama çabası olan

‘Tefsîr’in içerisinde değerlendirilmelidir.

Tercüme yapan kimseye mütercim yahut tercüman denmektedir. Ancak bu

kelimelerden ilki daha çok yazılı tercüme yapanı, ikincisi ise sözlü tercüme yapanı

karşılamaktadır. Tercüme, İngilizce translation, Türkçe çeviri kelimeleriyle

karşılanmaktadır. Yeni Türkçe’de çevirmen dilmaç, çevirmenlik ise dilmaçlık

kelimeleriyle karşılanmaya çalışılmış; fakat bu kelimeler, yaygınlık kazanmamıştır.

Dilimizde özgeçmiş/biyografi kavramının karşılığı olarak hâl tercemesi kavramı

kullanıldığı gibi, biyografi kitapları için tercüme-i ahvâl-i rical (Arapça, tercümetü

ahvâli’r-ricâl) ifadeleri kullanılmaktadır. Yine duygu ve düşünceleri anlatmak için

kullanılan “tercüman olmak” şeklinde bir deyimimiz vardır.

Bazı hadis mecmualarında olduğu gibi kitaplardaki bölüm başlıklarına da

tercüme denmektedir. Buharî’deki bab isimleri gibi.

Aynı dilde olsa bile, bir kimsenin sözlerinin daha açık ve anlaşılır bir şekilde

aktarılmasına da tercüme denmiştir.

Bir sözün söylendiği dilde tefsir etme anlamında büyük sahâbî müfessir İbn

Abbas için tercümânü’l-Kur’ân ifadesi kullanılmıştır.

Yine bazı kitaplar, çeviri ile ilgileri olmadıkları hâlde tercüme kelimesiyle

adlandırılmışlardır. Bosnavî Hüsnü b. Salih’in Tercüme-i Adâbi’l-Vüzerâ’sı gibi. Yine

Arapça’da biyografik romanlar için et-tercümetü’l-kasasiyye ifadesi kullanılmıştır.

Tercüme Çeşitleri

Tercüme genel olarak ikiye ayrılır:

a) Harfî tercüme,

b) Tefsirî tercüme.

Şimdi her ikisini de açalım:

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 32: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Kur’ân’ın harfî tercüme

ile çevirisi, imkânsızdır;

bu yüzden de caiz

değildir.

Tefsîrî tercüme, bir

anlamda tefsîrdir.

Harfî Tercüme (et-Tercümetü’l-Harfiyye)

Sözün lafız ve dizinlerine bağlı kalarak bir dilden bir başka dile aktarılmasıdır. Bu

tercüme çeşidi, sadece soyut anlamlar, kısa ve sembolik bilgiler veren sözcükler,

kısa cümleler için söz konusu olabilir. Turistik yerlerde, müze ve park gişelerinde,

büyük fuar ve hava alanları gibi yabancıların daha çok girip çıktıkları çevrelerde,

aradıklarını kolayca bulabilmeleri ya da yapılması gerekeni kolayca yapabilmeleri

için kart ve tabelalar üzerine yazılan birtakım uyarı ve açıklamalar için yapılan

tercümeler bu türdendir. Bu tercüme çeşidine motamot /tamıtamına tercüme de

denmiştir.

Kur’ân’ın harfî tercüme ile tercüme edilemeyeceğinde ilim adamları görüş birliği

içerisindedirler. Şöyle ki, harfî tercümede çeviri ya misli misline, ya da misli dışında

yapılabilir. Misli misline tercüme, Kur’ân’ın cümle dizinlerini, üslubunu, edebî sanat

ve hükümlerini tüm özellik ve güzellikleriyle aynen aktarmaktır. Bu ise Kur’ân için

mümkün değildir. Çünkü Kur’ân, lafız ve manasıyla beşerin bir benzerini asla

getiremeyeceği özelliğe sahip mu’ciz bir kitaptır. Yapılacak harfî bir tercüme ile

Kur’ân’ın tüm bu özellik ve güzellikleri yok olup gidecektir. Zira böyle bir çeviri ile

elde edilecek metinde ne insanı aciz bırakacak bir üslup olacak; ne de onun iniş

esprisindeki hidâyet rehberi olma ve cümlelerinden pek çok hükümler çıkarma

özelliği bulunacaktır.

Mislinin dışında, mütercimin yetkinliği ve hedef dilin kapasitesi oranında metnin

hedef dile aktarılması şeklinde yapılacak bir harfî tercüme ise Kur’ân’ın dışındaki

metinler için söz konusu olsa bile, Kur’ân için söz konusu olamaz. Çünkü böyle bir

çeviri de Kur’ân’ın nazım, mana ve hürmetini yok etme söz konusudur. Kaldı ki

böyle bir işlemi yapmak için bir zorunluluk da yoktur. Bu iki şekilde yapılacak

çevirilerin, Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılmasına katkı sağlamayacağı da

ortadadır.

Nitekim meşhur tefsirinin girişinde Elmalılı bu konuda şunları söyler: “Allah’ı

bilmeyen dünyaya sarılır. Dünyayı bilmeyen hülyaya sarılır, hülyaya sarılan

hakikata darılır. Yiğidi görmeyen ismine bayılır. Dilberi görmeyen, resmine bayılır.

Önünü görmeyen, sonunda ayılır.. Kur’ân’ı anlamayan da tercümesine dolanır…

Bazılarını duyuyoruz ki, Kur’ân’ın tercümesi demekle iktifa etmiyor da “Türkçe

Kur’ân” demeye kadar gidiyor. Türkçe Kur’ân’mı var behey şaşkın? Kur’ân

Arapçadır..” Aynı bağlamda Mehmet Âkif de “Ya Rab, bu nasıl Kitab-ı âlî? İdrake

sığışmıyor meâli.” diyerek konuya dikkat çeker.

Eserlerini İngilizce ve Hinduca yazan Hintli şair R. Tagor’a Mısır seyahati

sırasında Hinduca eserlerini de İngilizce’ye tercüme etmesi istendiğinde şöyle

cevap vermiştir: “Hinduca yazdığım eserler, kendi fikirlerimi ihtiva etmiş olsalar

bile, onları İngilizce’ye tercüme etmekte acizim. Zira bu tercümede İngiliz dili,

Hinduca için elverişli değildir.” Bir yazarın kendi eserini, yine eser verecek seviyede

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 33: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

“Tefsîrî tercümenin bir

adı da meâlen

tercümedir.”

bildiği başka bir dile aktarma konusundaki bu tespiti, tercümenin zorluğunu ortaya

koyduğu gibi, Allah kelamının başka dillere çevrilmesinin sanıldığı kadar kolay

olmadığını anlamamıza katkı sağlayacak niteliktedir.

Tefsîrî Tercüme (et-Tercümetü’l-Hurra)

Sözün, orijinal metindeki aslî manalarını gözeterek birtakım tasarruflarla bir

dilden, bir başka dile aktarılmasıdır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere tefsîrî tercüme,

Kur’ân’ın başka dildeki bir çeşit özlü tefsîridir. Tefsîrî tercüme, Kur’ân’ın aynısı

değil, onun başka dildeki yorumudur.

Bu tercüme çeşidi için şu isimler de kullanılır: Mefhumî Tercüme/ Manevî

Tercüme/ Meâlen Tercüme/ Kültürel Tercüme/ Kavramsal Tercüme. Görüldüğü

üzere bu isimlerde de tefsîrî tercümenin, metne çok fazla bağlı kalınmadan bir çeşit

anlam aktarımı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla harfî tercümede metne sıkı

sıkıya bağlı kalınmaya çalışıldığından hedef dilin güzellikleri çeviriye

yansıtılmamaktadır. Tefsîri tercümede ise durum böyle değildir. Olabildiğince

hedef dildeki güzellikler çeviriye yansıtılmaktadır.

Tefsîrî tercümede hedef, söz konusu olan anlatımın amaçladığı espriyi/ mesajı

öteki dile eksiksiz, artıksız ve her bakımdan uygun bir biçimde yansıtmaktır.

Mütercimin anladığını, hissettiğini, tattığını anlatma, hissettirme ve tattırma

çabasıdır. Tefsîri tercümenin bu hedefine bakılarak onda sözcük seçimi, anlatım

yöntemi için herhangi bir ölçünün söz konusu olmadığı zannedilebilir ki durum hiç

de öyle değildir. Harfî tercümede olduğu gibi, bunda da sözcüklerin, deyim ve

terimlerin seçimi, cümle kuruluşu ve anlatım yöntemi son derece önemlidir. Hatta

tefsîrî tercüme, harfî tercümeyi de kapsayacak bir niceliğe sahiptir. Sadece bu

uygulamada mütercim için sürekli bir tutuculuk söz konusu değildir. Tefsirî

tercüme, Kur’ân’ın aynısı değil, onun başka dildeki bir çeşit yorumudur.

Tercüme işi bir sanat olduğu kadar bir sevgi, bilgi, birikim, sabır, fedakârlık ve

tecrübe işidir de. Her şeyden önce tercümenin, mütercimin üzerinde bir emanet

olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden tercüme işi yapılırken sadece eldeki parçanın

görünüşüne aldanmamak, satır aralarını ve metnin arka planını okuyarak parçanın

düşünce sistemine sızmaya çalışmak oldukça önemlidir. Mütercim tercüme

yaparken gerektiğinde farklı sözlüklere bakmaktan, tespit ettiği bu karşılıklardan

hangisinin metnin yazarının maksadını yansıtmaya daha uygun olduğunu

araştırmaktan kaçınmamalıdır. Bu anlamda tercüme bir feragattir. Asıl metin,

mütercimi sürekli kontrol altında tutar, onu kendi hâline bırakmaz. Bu nedenle

“Tercüme yapmak, telif yapmaktan daha zordur.” sözü boşuna söylenmemiştir.

Tercüme yapılırken öteden beri izlenen bir metot vardır. Bu denkleştirme

metodudur. Buna göre her cümle ayrı ayrı tercüme edilir. Ancak önce, cümlenin

her sözcüğü değilse de belli bölümleri ayrı ayrı tercüme edilir- ki buna kırık

demir
Vurgu
Page 34: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Arapça, Kur’ân’ın

orijinal dilidir.

“Tercümânü’l-Kur’ân,

İbn Abbas’ın

unvanıdır.”

tercüme denir- sonra bu bölümler çeviri işleminin yapılacağı dil kurallarına ve

cümle kurma tekniğine uygun bir biçimde sıralanarak tamamlanır. Örnek verecek

olursak: Arapça “Ekele’l veledü el-hubze emsi” cümlesi, sırasıyla “yedi- çocuk-

ekmeği- dün” şeklinde kırık bir tercümeden sonra “Çocuk, dün ekmek yedi”

şeklinde çevrilir.

Kur’ân’ın harfî tercüme ile tercüme edilemeyeceğinin ve tercümenin Kur’ân’ın

yerini tutmayacağının sebeplerini şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Kur’ân’ın nazım ve mana bakımından sahip olduğu eşsizlik harfî tercüme ile

ifade edilemez.

2. Kur’ân’ın anlam zenginliği demek olan kıraat farklılıkları tercüme ile

yansıtılamaz.

3. Kur’ân nazmı ve manasıyla birlikte Kur’ân’dır, onu okumak da ibadet

sayılmıştır. Tercüme ise mana itibarıyla Kur’ân’a yaklaşsa bile, nazım itibarıyla

Kur’ân değildir.

4. Arap diline özgü bazı anlatım tarzları, edat ve harfler vardır ki, bunları başka

dillerde ifade etmek her zaman mümkün olmayabilir.

5. Kur’ân, kendisinin Arapça bir kelam olduğunu özellikle vurguluyor:

ات تلك الر اب آي بين الكت ا الم اه إن لن ا ق رآنا أ نز بي ر م ع لك عقل ون ل ع ت

“Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir. Anlayasınız diye biz onu

Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” (Yusuf 12/1-2) Tercüme Arapça’nın dışında bir

dilde olacağı için Kur’ân’ın bu niteliği ortadan kalkmış oluyor.

6. Harfî tercüme, Kur’ân’ın tüm güzelliklerini yansıtamayacağı için, Kur’ân

hakkında yanlış anlamalara sebep olabilir.

7. İlim adamları Kur’ân cümlelerinin manen rivâyet edilemeyeceğini, onun

ancak mütevatir kıraatlarla rivâyet edilebileceğini belirtmişlerdir. Tercüme de bir

çeşit manen rivâyet olacağı için Kur’ân değildir.

8. Öteden beri Müslümanlar Kur’ân’ı orijinal diliyle okumuş, ezberlemiş ve

ondan anlamaya çalışmışlardır. Dolayısıyla en ideali Kur’ân’ı orijinal dilinden

anlamaya çalışmaktır.

9. Kur’ân’ın dili, değişik ırk ve coğrafyalardaki Müslümanlar arasında ortak bir

dil birliğini simgelemektedir. Tercümenin böyle bir misyonu yoktur.

10. Kur’ân orijinal hâliyle tek ve değişmez bir şekilde elimizdedir. Tercümeler ise

farklı ve değişken olabilmektedir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 35: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Kurân’ın Türkçe

çevirilerine, tam olarak

Kur’ân’ın manasını

yansıtamadığı için,

meâl denmiştir.

Meâl, bir sözün

manasının başka bir

dile, yaklaşık olarak

yansıtılmasıdır.

11. Kur’ân, Kelamullah’tır, tercüme ise onun manasının kullar tarafından ifade

edilmesidir. Biri ilâhî, diğerî beşerîdir. Elbette beşerî olan bir metin, ilahî olan bir

metnin yerini tutamaz.

Meâl (مآل)

Kur’ân gibi, beşer dilinin İlâhî kalıba dökülmüş şekli olan bir metnin, kendi dili

dışındaki herhangi bir dile aktarılmasında karşılaşılabilen problemlerden dolayı,

lafız ve manasıyla Allah kelamı olan, hem lafzı hem manası muciz olan Kur’ân’ın

çevirilerine Türkçe Kur’ân ve Kur’ân Tercümesi denmekten kaçınılmış ve Kur’ân

Meâli demek âdet olmuştur. Te’vîl kavramı gibi sözlükte bir şeyin özü, özeti ve

akıbeti anlamına gelen ‘evl’ kökünden türemiş (mimli mastar yahut ism-i mekân)

olan meâl kavramı, ‘Bir sözün manasını her yönüyle değil de biraz noksanıyla ifade

etmek’ demektir.

Tercüme yahut meâl, Kur’ân’ın tam karşılığı olmasa bile, tüm insanlığa inmiş

evrensel mesaj Kur’ân’ın Arap dilini bilmeyenler tarafından kısmen de olsa

anlaşılabilmesi için ihtiyaç duyulmuş bir faaliyettir. Kur’ân dilini bilmeyen insanlara,

genel olarak Kur’ân hakkında, onun muhtevası ve hükümleri hakkında bilgi

verebilmek için tercüme kaçınılmaz olmuştur.

Tercüme Sanatının İlkeleri

Tefsîrî tercüme de bir çeşit tefsirdir. Tefsîr yapılırken gözetilmesi gereken

şartları yerine getirmek kaydıyla Kur’ân’ın tefsîrî tercüme ile tercümesi caizdir.

Ancak genel olarak çeviride, özel olarak Kur’ân çevirilerinde mütercimlerin uyması

gereken bir kısım şartlar vardır. Bu şartları şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Tercüme, tefsîr ölçülerine göre yapılmalıdır. Sahih hadislere, Arap gramer

kaidelerine, temel din kurallarına uygun olmalıdır. Kur’ân âyetlerini yorumlayan

müfessir gibi, mütercim de yalın olarak aklına ve kendi görüşüne dayanarak çeviri

yapmaktan sakınmalıdır.

2. Her âyet için bir nüzûl sebebi olmayabilir. Ancak her âyetin indiği bir nüzûl

ortamı vardır. Mütercim, çeviri yaparken âyetin nüzûl ortamını/tarihsel arka

planını, yani âyetin nasıl bir ortamda, nasıl bir topluma, hangi problemi teşhis ve

tedavi için indiğini bilmelidir.

3. Mütercim ön yargılardan uzak olarak çevirisini yapmalı, önceden kabul ettiği

ve Kur’ân’ın ruhuyla bağdaşmayan fikirlerini Kur’ân âyetleriyle desteklemeye

kalkmamalıdır.

4. Mütercim kaynak dili de hedef dili de iyi bilmelidir.

5. Kur’ân’ın orijinal metni çalışmanın başına konulmalı, yeri geldikçe

tefsirlerden yararlanarak çeviri yapılmalıdır. Bu, Kur’ân’ın kendi dilini bilenlere

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 36: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Tefsîr, aynı dilde

olabileceği gibi, ayrı

dillerle de olabilir.

mukayese imkânı sağlayacağı gibi, tek başına çevirinin Kur’ân olmadığını da

gösterecektir. En önemlisi de Kur’ân’ı ikinci, üçüncü dilden değil, bizzat kendi

özgün dili Arapça’dan çevirmelidir.

6. Tercüme anlaşılır ve akıcı bir dile sahip olmalıdır.

7. Bir âyete verilen anlam, Kur’ân’ın genel ruhuna ters düşmemelidir.

Tercümede Kur’ân bütünlüğü ve bağlam gözetilmelidir.

8. Âyette yer alan deyimsel anlatımlar, karşı dildeki en uygun ve en yakın

deyimlerle ifade edilmelidir.

9. Temel kavramlar tercümede aynen muhafaza edilmeli, gerekirse bunların

karşılıkları dipnotlarda verilmelidir.

10. Parantez içerisindeki açıklamalar çok uzun ve sıkıcı düzeyde olmamalı, ama

gerektiğinde parantez içi açıklamalardan çekinilmemelidir. Birbiriyle ters

düşebileceğinden, meâl okuyucusunun zihninin bulandırmamak için taksimli

açıklamalar tercüme metni içerisinde değil, gerekliyse dipnotlarda verilmelidir.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için birkaç örnek üzerinde durmak yararlı

olacaktır:

Örnek 1: عل ول دك تج لولة ها ول عنقك إلى مغ سط ط كل تب عد ال بس سورا ملوما فتق مح

İsrâ sûresi’nin bu âyeti (17/29), harfî tercüme ile “Elini boynuna bağlanmış

kılma, onu büsbütün de açma. Yoksa kınanmış ve pişman bir hâlde oturakalırsın!”

Bu çeviri Kur’ân’ın maksadını tam olarak yansıtmamakta ve okuyucuyu yanlış

anlamalara da sevk edebilmektedir. Zira âyetin hedefi, muhatabını cimrilik ve

savurganlıktan sakındırmaktır. Böyle bir çeviride ilk etapta bu anlaşılamamaktadır.

Oysa aynı cümle tefsirî tercüme ile şöyle çevrilerek muhtemel eksik ve yanlış

anlamaların önüne geçilebilir:

“Elini, boynuna bağlı imiş gibi sıkıp cimri (eli sıkı) olma, büsbütün açarak da

savurgan olma. Yoksa (cimriliğinden dolayı) kınanırsın, (savurganlık sonucu eli boş

kalmak yüzünden de) pişman olursun.”

Örnek 2: حق ول ر ئ ال مك له إل الس بأه

Fâtır sûresi’nin bu âyeti(35/43), harfî tercüme ile şöyle çevrilebilir: “Kötü tuzak,

ancak sahibinin başına geçer” şeklinde çevrilebilir. Ancak daha çarpıcı bir ifade ile

deyimsel tercümeden yararlanılarak şöyle çevirmek daha anlamlı olur:

“Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer.” Dikkat edilirse metinde kuyu, kazmak

ve düşmek kelimeleri geçmemektedir. Buna rağmen böyle bir tercüme âyetin daha

doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır.

demir
Vurgu
Page 37: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

“Kur’ân’ın Arapça

olması, onun Arap

olmayanlarca

anlaşılmasının önünde

bir engel değildir.”

Her Kur’ân tercümesi,

kendinden önceki

tercüme/tercümelerin

yetersiz görülmesinden

kaynaklanır.

Bir

eys

el E

tkin

lik • Evinizdeki bir meâlden bir sûreyi metinle

mukayeseli bir şekilde okuyup değerlendiriniz.

Tefsîr-Tercüme Farkı

Yukarıda tefsîrî tercüme, bir çeşit tefsirdir, dedik. Burada tercüme ile tefsîr

arasındaki farkları belirtmemiz, tercümenin tamamıyla tefsîr olmadığını ortaya

koyacaktır. Tercüme, tefsîrden şu açılardan ayrılır:

Tefsîr, bir ibarenin, bir eserin mahiyetini başka tabirlerle izah eder, manasını

mümkün mertebe anlatır, kelimelerin analizini yapar, gerekli yerlerin ayrıntılı

açıklamalarını sunar. Dolayısıyla tefsîr, tefsîr edilen metinden ayrıdır, onun

güzel bir şekilde anlaşılmasına hizmet eder. Tercüme ise, lafzın öteki dildeki

en yakın karşılığıdır.

Tefsîr, aynı dilde olabileceği gibi, ayrı dillerle de olabilir. Arapçadan Arapçaya

yahut Arapçadan Türkçeye olabilir. Tercüme ise bir dilden, bir başka dile

yapılır.

Tercüme, tefsîrden daha kısa ve özlüdür. Tercümede sözcük analizi yapılmaz,

cümle yapıları ve bunların manaya yansıması hakkında bilgiler verilmez;

tefsîrde ise bunlar ayrıntılı bir şekilde yapılır.

Kur’ân Tercümelerinin Gerekliliği

Kur’ân, insan içindir ve öncelikle insana gelmiştir. O, belli bir dönem ve

coğrafyadaki insanlara değil, tüm insanlığa gelmiştir. Dolayısıyla O evrenseldir. Her

dönemdeki bütün insanların Kur’ân’ın dilini öğrenip anlamaları mümkün

olmayacağına göre Kur’ân tercüme ve tefsiri onun iniş gaye ve esprisinin gereğidir.

Zira Yüce Yaratıcı, Kur’ân’ı okunsun, anlaşılsın ve gereği yerine getirilsin diye

göndermiştir. Ve Kur’ân anlaşılması için kolaylaştırılmış, apaçık bir kitaptır. Onun

mesajının değişik coğrafya ve zamanlarda yaşayan, değişik dilleri konuşan insanlara

ulaşmasında çeviri, önemli bir araç olup çeviri çalışmaları, Kur’ân’ın anlaşılmak

üzere kolaylaştırılması kapsamında değerlendirilmelidir.

Kur’ân gibi, beşer dilinin İlâhî kalıba dökülmüş şekli olan bir metnin, kendi dili

dışındaki herhangi bir dile aktarılmasında karşılaşılabilen problemler, Kur’ân’ın

demir
Vurgu
Page 38: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

İlk Kur’ân tercümesi H.

127 tarihine kadar

inmektedir.

kendisinden kaynaklanan problemler değil; aslında herhangi bir metnin herhangi

bir dile aktarılmasında karşılaşılan problemlerdir, ama bu Kur’ân tercümelerinde

daha fazla hissedilmektedir. Zira Kur’ân tercümeye sığmayacak kadar engin ve

zengin bir dil, üslup, mana ve muhtevaya sahiptir.

Aktarılan dilin Arapça gibi, çok kapsamlı bir dil olması, yine aktarılan metnin

Kur’ân gibi bir metin olması tercümede karşılaşılabilen problemleri artırmaktadır.

Bu durum Kur’ân’ın anlaşılmaz bir kitap oluşundan değildir şüphesiz. Zira Kur’ân

anlaşılmak için indirilmiş ve bunun için oldukça kolaylaştırılmış bir kitaptır.

Kur’ân’ın Arapça bir kitap olması da onun Arap olmayanlarca da anlaşılması içindir.

Yani Kur’ân’ın Arapça olması da onun Arap olmayanlarca anlaşılmasının önünde bir

engel değil ve belki Arapçanın İlâhî mesajı kaldırabilecek karakteristik özellikleri

sebebiyle anlaşılmasına bir katkıdır. Yani Kur’ân Arapça dışında bir dilde indirilmiş

olsaydı, belki de tüm özellik ve güzellikleriyle İlâhî mesajı taşıyamayacak ve

anlaşılması daha çetin olacaktı; ya da benzer problemler o zaman da olacaktı.

Çünkü anlaşılmada meramı ifade edebilme son derece önemlidir. Zira meramınızı

rahatlıkla ifade edemediğiniz bir konuşma, zor anlaşılan bir konuşmadır.

Hemen her dilde aynı anlamda kullanılan birden fazla kelimeler olabileceği gibi,

bir tek kelime birden fazla anlamlara da gelebilmektedir. Örneğin Türkçemizdeki

‘çile’ kelimesi, meşakkat, iplik çilesi, yay kirişi, bülbülün çilemesi, yağmurun

çilemesi, çileden çıkmak (aşırı hiddetlenmek) gibi pek çok anlamlara

gelebilmektedir.

İşte tüm bu ve benzeri sebeplerden dolayı yapılan Kur’ân çevirilerine Türkçe

Kur’ân ve Tercüme denmekten kaçınılmış ve meâl demek âdet olmuştur. Te’vîl

kavramı gibi sözlükte bir şeyin özü, özeti ve akıbeti anlamına gelen ‘evl’ kökünden

türemiş olan meâl kavramı, ‘bir sözün manasını her yönüyle değil de biraz

noksanıyla ifade etmek’ demektir.

Her Kur’ân tercümesi, kendinden önceki tercüme/tercümelerin yetersizliğinden

kaynaklanır, ama yapılan yeni tercümenin ne kadar mükemmel olduğu

tartışmalıdır. Buna rağmen önceki ve sonraki her tercüme önemlidir, değerlidir.

Her çeviri, yapıldığı zaman ve ortamın özellikleri ile müterciminin dilsel ve bilimsel

donanımını büyük ölçüde yansıtır.

Zerkânî, Reşid Rıza gibi bazı ilim adamları, Kur’ân’ı tercüme edenlerin dinî

bilgiler yanında sosyal ve fen bilimlerinde derin bilgiden yoksun olmaları sebebiyle

yapılan tercümelerin eksik ve hatalarla dolu oluşu, Kur’ân’dan önceki kutsal

kitapların tercüme yoluyla tahrife uğramış olması, tercüme ile Kur’ân’ın mucizevî

yönünün kaybolacağı, Müslümanların birlik ve beraberliğini sağlayan din dilinden

kopma gibi gerekçeler ileri sürerek Kur’ân’ın tercüme edilmesini gereksiz

görmüşler ve buna karşı çıkmışlardır.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 39: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Tartışma Forumu

Türk dilinde yüz elli

civarında Kur’ân

tercümesi

bulunmaktadır.

Tart

ışm

a • Rahman sûresi’ni Elmalılı’nın orijinal meâli ile sadeleştirilmiş meâlinden mukayeseli bir şekilde okuyup tartışınız.

Kur’ân’ın tüm insanlığa gelmiş evrensel bir mesaj olması, inançsızlık için

mazeretlerin ortadan kalkabilmesi için bu mesajın herkese kendi anlayabileceği dil

ile ulaşmasının gerekli olması, Hz. Peygamberin ashabını hakikatleri tüm herkese

ulaştırma görevi vermesi, ashabından yetenekli olanlara Arapça dışında bazı dilleri

öğrenmelerini istemesi, Kur’ân’ın muhtevasını merak eden herkesin onun dilini

öğrenmesinin mümkün olamayacağı gibi gerekçelerle pek çok ilim adamı Kur’ân’ın

tercüme edilmesinin gerekli olduğunu söylemişlerdir. Zaten “Tercüme caiz

değildir.” demek çare olmamıştır. Zira pek çok müsteşrik tarafından Kur’ân, farklı

dillere aktarılmış ve Kur’ân hakkında pek çok yanlış anlamalara sebep olmuşlardır.

Bu yüzden ehil Müslümanların bu işe koyulup güvenilir tercümeler yapmaları bir

vecibedir. Bu nedenle, Kur’ân çevirileri beraberinde birtakım sakıncalar getirmişse

de onların sağlayacağı faydalar çok daha fazla olacaktır.

Kur’ân’ın Başka Dillere Çevrilme Süreci

Kaynaklarımızdaki bilgilere göre Kur’ân’ın başka dillere çevrilişi ilk dönemden

itibaren başlamıştır. Baştan sona çeviriler söz konusu olmasa bile- ki zaten âyet

âyet/sûre sûre inen Kur’ân sonradan tek Mushaf hâlinde kitaplaştırılmıştır- ilk

dönemden itibaren Arap olmayan ve Arapçayı bilmeyen insanlar, Kur’ân âyetleriyle

tanışmışlar ve ondan haberdar olmuşlardır.

İlk dönem Müslümanlarının değişik vesilelerle gerçekleştirdikleri yolculuk ve

göçler (Habeşistan vb.) ve bu esnalarda karşılaşılan insanlara Kur’ân âyetlerinin

ulaştırılması, Hz. Peygamber’in içerisini âyetlerle süslediği davet mektupları ve

İranlılardan gelen istek üzere Selman Farisî’nin yaptığı Farsça Fatiha sûresi

tercümesi bu çerçevede değerlendirilebilir.

Kur’ân’ın tercüme edilip edilemeyeceği meselesi ilk dönemden itibaren

tartışılmaya devam etmiş bir mesele olmakla birlikte bugüne kadar pek çok dile

Kur’ân’ın binlerce tercümesi yapılmıştır.

Hamidullah’ın tespitlerine göre ilk Kur’ân tercümesi H. 127 tarihine kadar

inmektedir. Eldeki bilgilere göre Kur’ân-ı Kerim’in en eski tercümesi,

Maveraünnehir ulemâsı tarafından, Samanoğlu Mansûr b. Nûh adına hicrî 345 (915

m.) yılında hazırlanmış olan Farsça tercümedir. Yine ona göre 140 kadar farklı dile

Kur’ân bütünüyle çevrilmiştir. Urdu dilinde 300’den fazla, Türkçe ve Farsça

demir
Vurgu
Page 40: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Elimizde mevcut en

eski Kur’ân tercümesi

Şirazlı Hacı Devletşah

oğlu Mehmet

tarafından Hicrî

734/Miladî 1333

tarihinde Oğuz

Türkçesiyle yapılan

tercümedir.

“Türkçe'de basılan ilk

Kur'ân tercümesi

Ayıntablı Mehmed

Efendinin Tefsîr-i

Tibyân tercümesidir.”

dillerinin her birinde yüzden fazla, İngiliz dilinde 146, Alman dilinde 55,

Fransızca’da 58, Latince’de 53, Rusça’da 11 Kur’ân çevirisi yapılmıştır. Bu sayılar

her geçen gün artmaktadır. Kur’ân, 1141-1143 yılları arasında Robert de Ratines

tarafından Latince’ye çevrilmiştir.

Aynı dilde birden çok Kur’ân çevirisinin yapılma nedeni, her biri bir Kur’ân

anlama ve anlatma çabası ürünü olan bu çalışmalarda görülen eksiklik, yetersizlik

ve yanlışlar olabilir. Yeni yapılan çalışma, kendinden önce yapılan çalışmalardan

daha mükemmel ve daha güzel olma iddialarıyla ortaya çıkmıştır. Çevrilen dillerin

geçirdiği değişim süreçleri de bir başka neden olarak gözükmektedir.

Kur’ân’ın Türkçe Tercümeleri

Türklerin Hicrî 85 (m. 703) yılından itibaren İslam ile tanışmasından yola çıkarak

onların bu tarihten itibaren Kur’ân’la tanışmaya başladıklarını söyleyebiliriz.

Araştırmacılar, Türk dilinde yapılan Kur’ân tercümelerinin, hicri IV-V, miladi X-XI.

asırlarda yapıldığını söylemektedirler. Yapılan Kur’ân tercümeleri kelime kelime

yapılmış satır altı tercümeler ve cümle hâlinde normal tercümeler olmak üzere iki

grupta toplanabilir. Elimizde mevcut en eski Kur’ân tercümesi Şirazlı Hacı Devletşah

oğlu Mehmet tarafından Hicrî 734/Miladî 1333 tarihinde Oğuz Türkçesiyle yapılan

tercümedir. Bu tercümenin Hicrî dördüncü asırda yapılmış olabileceği de

söylenmiştir.

Büyük çoğunluğu öz Türkçe ile yapılmış bu ilk tercümelerde örneğin Allah: Tanrı,

Çalap, Nebi/Rasül: yalvaç, Âyet: Belgü, Kitap: Bitik, Evvel: İlkin, Fakir: Cigay, Gadap:

Kakımak, Kâdir: Ogan, Yevmü’d-dîn: Yanut günü, Cehennem: Tamuğ, Cennet:

Uçmak, Taam: Yeygü, Şahit: Tanık, karye: kent, kalb: gönül, nefis: öpöz, büyücü:

cadu, ibnü sebil: yol eri, mağfiret: suç geçirmek, cünah: yazuk, zelzele: debrenme

olarak dilimize çevrilmiştir. Bu tercümeleri inceleyen Erdoğan, Kur’ân’ın dilimizde

yaşayan kelimelerle yapılan tercümelerinin Türk dili açısından çok önemli birer

kaynak olduğuna dikkat çekmekte ve bu tercümelerin mükerrelerin dışında 2500

kelimeyi ihtiva ettiğini ve bunların içerisinde yabancı kelimenin onu geçmediğini

belirtmekte, dilimizin o dönemlerde ne kadar zengin olduğunu söylemektedir.

Zaten tekrarları ile birlikte Kur’ân’da yetmiş küsür bin kelime yer almaktadır.

Türklerin Kur’ân’ı anlamasına katkı sağlamak için yapılan Kur’ân kelimeleri

sözlüklerinde üç bine yakın kelime söz konusu edilmiştir ki bunların da önemli bir

kısmı dilimizde kullanılmaktadır. Dolayısı ile okunan Kur’ân metnini yüzeysel olarak

anlamak, sanıldığı kadar zor bir şey değildir.

Osmanlı Türklerince yapılan tercümelerin daha çok İstanbul dışında ve

Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yapılmış olduğu dikkatimizi çeker. Süheyl Ünver

bu çeşit 60 kadar tercüme tespit etmiştir. Arap dilinin yaygın olarak okutulduğu

İstanbul’da ise tercümeye gerek duyulmamıştır.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 41: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

M. Akif’in tamamladığı

meâli, vaisiyeti üzerine

ölümünden yıllar sonra

1961’de imha edilmiştir.

Osmanlı’nın son dönemlerinde İstanbul’da başlayan Kur’ân tercüme faaliyetleri,

Cumhuriyet Dönemi’nde hız kazanmıştır. Şöyle ki Türkçe'de basılan ilk Kur'ân

tercümesi Ayıntablı Mehmed Efendi’nin 1257/1841 de Bulak matbaasında Arap

harfleriyle basılan Tefsîr-i Tibyân tercümesidir.

Cumhuriyet döneminde yapılan ilk Kur'ân tercümeleri cümlesinden olarak Şeyh

Muhsin-i Fâni mahlaslı Hüseyin Kazım Kadri'nin Nuru'l-Beyân'ı (1924); Hr istiyan

Araplardan Zeki Megamiz'in tercümesi (1926); 1907’de bir komisyon tarafından

tetkik edilen ve Süleyman Tevfîk tarafından hulasa edilen Tafsîlu'l-Beyân; Cemil

Said'in Fransızca'dan yaptığı tercüme (tarihsiz) sayılabilir. Bunların hepsi Arap

harfleriyle basılmışlardı.

Latin harfleriyle ilk basılan tercüme ise, 1927’de Arap harfleriyle basılan, İzmirli

İsmail Hakkı'nın Meâni'l-Kur'ân adlı eseridir. Bundan sonra 1934’te basılan Ömer

Rıza'nın Tanrı Buyruğu adlı çalışması ile Elmalılı Hamdi'nin 1935-1938 yılları

arasında basılan Hak Dini Kur'ân Dili adlı tefsirindeki meâli gelmektedir. Bunlardan

özellikle İzmirli, Ömer Rıza ve Elmalı'nın çalışmaları, ilk oluşları, metne sadık

kalışları ve dili iyi kullanmaları bakımından takdire şayan olup sonraki çalışmalara

kaynak olmuşlardır.

Bilindiği üzere 1925 tarihinde Cumhuriyet Meclisi, Kur’ân’ın tefsiri görevini

Elmalılı M. Hamdi’ye, meâl görevini Mehmet Âkif’e, Tecrid-i Sarîh tercüme ve şerhi

işini de Babanzâde Ahmed Naim’e vermişti. Mehmet Âkif, dostlarının ısrarı üzere

kabul ettiği bu görev üzere şiir yazmayı bırakarak Kur’ân Meâli üzerinde çalışmaya

başlamıştı. 1926’da Mısır’da yazmaya başladığı meâlin müsveddesini 1929’da

bitirmiş, bundan sonra da meâlinin üzerinde çalışmasını sürdürmüştür. 1936

yılında ziyaret için Türkiye’ye gelirken, meâlini arkadaşı İhsan Efendi’ye dönünce

kendisinden alıp son okumasını yapmak üzere bırakmıştı. İhsan Efendi’ye,

kendisine bir şey olursa meâlini yakmasını da tembih etmişti. Âkif’in bu ziyareti

esnasında İstanbul’da vefat etmesi üzerine İhsan Efendi, meâli yakmaya

kıyamamış, Âkifîn nüshası ile ondan istinsah ettiği kendi nüshasını vefat edinceye

kadar saklamıştı. Onun 1961’de vefatının ardından her iki nüsha da yakılarak imha

edilmiştir.

Bu görevi almadan önce de Kur’ân âyetleri hakkında yazılar ve şiirler yazan

Mehmet Âkif’in yaptığı 500 kadar âyetin meâli toplanarak yayınlanmıştır. Bu

örnekler ve Âkif’in geleceğin büyük muharriri, benden güzel yazıyor, o feyyâz

kalemi daha pek çok eşsiz eserler vücuda getirir diye övdüğü damadı Ömer Rıza

Doğrul’un Âkif’in vefatından iki yıl önce 1934’te neşrettiği Tanrı Buyruğu adlı meâli

Âkif’in meâli hakkında fikirler verebilir diye düşünmekteyiz. Sanılanın aksine M.

Âkif, âyetleri şiir şeklinde tercüme etmemiş ve Elmalı’nın şairliğini konuşturup şiir

gibi tercüme etsene teklifine şiire Kur’ân’ı kurban veremem diyerek karşı çıkmış ve

meâli üzerinde çalıştığı yıllarda şiir yazmamıştır.

demir
Vurgu
Page 42: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Seksenli yıllardan sonra

yapılan Türkçe Kur’ân

meâllerinde gözle

görülür bir artış

olmuştur.

Son olarak şu hususa dikkat çekmeliyiz: İlk tercümeler, ilk olmaları, âyetlerin

karşılığının ilk olarak inşa edilmesiyle sonraki tercmelere örnek olmuş, eksiklerin

tamamlanması, yanlışların düzeltilmesine vesile olarak daha kâmil tercümelerin

çıkmasına zemin hazırlamışlardır. Ancak her şey bitmiş değildir. Dilin

geçirdiği/geçireceği evreler, her mütercimin kendi bakış açısı, hedeflediği kitleleri

ve benzeri sebeplerle tercüme süreci devam edecektir/etmelidir.

Cumhuriyet döneminde pek çok kişi ve heyet tarafından, çeşitli yayınevlerince

yüz elliye yakın (mükerrer baskılarıyla birlikte) Kur’ân meâli hazırlanıp basılmıştır.

Bu meâllerden bir kaçının (Medine Balcı ve Sıdkı Gülle gibi), ilk Kur’ân

tercümelerine benzer şekilde satıraltı meâller olduğunu, bir kısmının (Adnan

Sütmen, Rıza Çiloğlu, Bedri Noyan, Örmeci, Heyet ve Nusret Çam gibi) manzum

meâl, bir kaçının (Ali Bulaç, M. Zeki Duman, M. İslamoğlu gibi) da hem Mushaf sûre

tertibi üzere, hem de sûrelerin nüzûl sırasına göre tertibiyle ayrı ayrı yayınlandığını

görmekteyiz.

Yapılan çalışmaların bir kaçında (İbrahim Hilmi, Süleyman Tevfik, Osman

Nebioğlu gibi) Türkçe Kur’ân ifadesinin kullanıldığına, genelde tüm çalışmaların

isimlerinde meâl kavramının yer aldığına tanık olmaktayız.

Yapılan bu çalışmalardan Ömer Rıza, Çantay, Esed, İslamoğlu çalışmaları gibi

dipnot açıklamalı/tefsirli olanları vardır. Parantezli ve parantezsiz olanları da

mevcuttur. Her bir âyeti ayrı olarak tercüme edenler olduğu gibi, Kur'ân'a

sonradan konulan âyet numaralarından ziyade, anlam bütünlüğünü esas alarak

yerine göre birkaç âyeti birlikte tercüme edenler de vardır. Ayrıca Mustafa

Öztürk’ün Meâli gibi yorum merkezli serbest mealler de yapılmıştır. Meâllerin

büyük bir kısmı, Kur'ân metniyle birlikte basılmıştır.

Diğer diller gibi Türk Dili de zaman ve kuşaklara göre değişmeye, gelişmeye

devam ettiği için, yeni nesillerin Kur’ân anlama ihtiyacına katkı sağlamak, hata ve

eksikten uzak en kâmil meâlleri ortaya koymak üzere Kur’ân meâlleri de

yenilenmeye devam edecektir. Bu itibarla yapılan her yeni tefsîr ve her yeni meâl

çalışması, bir Kur’ân anlama çabasının ürünü olarak görülmelidir.

TABLO

Yıllar Yapılan Meâl Sayısı

1920-1930 9

1930-1940 2

1940-1950 0

1950-1960 9

1960-1970 12

1970-1980 7

1980-1990 22

demir
Vurgu
Page 43: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

0 5 10 15 20 25 30

1920-1930

1930-1940

1940-1950

1950-1960

1960-1970

1970-1980

1980-1990

1990-2000

2000-2010

Sütun1

Sütun1

Şair M. Âkif’in

hazırladığı meâl

manzum değildir.

1990-2000 20

2000-2010 27

Cumhuriyet döneminde yapılan meâllerin yıllara göre dağılım grafiği

1920 yılından günümüze kadarki süreçte her on yılda yapılan meâl sayısını

girdiğimizde şöyle bir tablo çıkmaktadır: 1920-30 yılları arasında 9 kadar meâl

yapılırken, 1930-50 yılları arasında yalnızca 2 meâlin yapıldığını görmekteyiz.

Sonraki on yıllık dilimlerde yine toplam meâl sayısı 10 ve üzerindedir. Özellikle

Kur’ân’ın anlaşılması ve meâl okumanın gereğine vurguların yapıldığı seksenli

yıllarda her on yıla düşen meâl sayısının artarak 20 civarında olduğu görülmektedir.

Meâl Örnekleri

Fatiha Sûresi/ Mehmet Âkif (v:1936):

د ال حم من ﴾١﴿ ال عالمن رب لل ح الرحم م مالك ﴾۲﴿ الر و ن ﴾۳﴿ الد

1-3. Hamd, Allah’ın, O âlemleri nizamlayan, çok esirgeyen, koruyan, ceza gününün sahibi.

اك بد إ اك نع تعن وإ Allahım! Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız .4 ﴾۴﴿ نس senden yardım dileriz.

دنا راط اه تقم الص !Allahım! Bizi doğru yola hidâyet eyle .5 ﴾۵﴿ ال مس

ت الذن صراط عم هم أن ر عل غضوب هم ال مغ ن ول عل ال ﴾۶﴿ الض

6. O kendisine ihsan ettiğin müminlerin yoluna;

Hışmolunanların değil, sapkınların da değil!

İhlâs Sûresi/ İsmail Hakkı İzmirli (v: 1946)

هو قل ,De ki: O, Allah birdir .1 ﴾١﴿ أحد للا

مد للا .Ululuk O’nda nihâyet bulmuştur .2 ﴾۲﴿ الص

demir
Vurgu
Page 44: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Her meâl, bir Kur’ân’ı

anlama çabasıdır.

لد لم .Doğmamış, doğurmamıştır .3 ﴾۳﴿ ولد ولم

كن ولم .O’nun hiçbir eşi de yoktur .4 ﴾۴﴿ أحد كفوا له

Felak Sûresi/ Ömer Rıza Doğrul (v: 1952)

;De ki: Sığınırım ben, tan yerini ağartan Tanrıya 1 ﴾١﴿ ال فلق برب أعوذ قل

,Yarattığı şeylerin şerrinden .2 ﴾۲﴾﴿۴﴿ خلق ما شر من

,Ve ortalığı basan karanlığın şerrinden .3 ﴾۳﴿ وقب إذا غاسق شر ومن

فاثات شر ومن ,Ve düğümlere üfleyen nefeslerin şerrinden .4 ﴾۴﴿ ال عقد ف الن

.Ve hased eden hasedcilerin şerrinden .5 ﴾۵﴿ حسد إذا حاسد شر ومن

Nâs Sûresi/ Hasan Basri Çantay. (v: 1956)

,De ki: Sığınırım insanların Rabbine 1 ﴾١﴿ الناس برب أعوذ قل

,İnsanların (yegane) malikine .2 ﴾۲﴿ الناس ملك

,İnsanların ma’buduna .3 ﴾۳﴿ الناس إله

واس شر من ,O sinsi şeytanın şerrinden .4 ﴾۴﴿ ال خناس ال وس

وس الذي Ki o, insanların göğüslerine daima vesvese .5 ﴾۵﴿ الناس صدور ف وس verendir.

ة من gerek cinden, gerek insandan (O şeytan) .6 ﴾۶﴿ والناس ال جن(olsun).

Kâfirûn Sûresi/ Besim Atalay(v:1965)

ها قل اأ !Diyesin ki: Kâfirler .1 ﴾١﴿ ال كافرون

بد ل بدون ما أع .Tapmam sizin taptığınıza .2 ﴾۲﴿ تع

تم ول بد ما عابدون أن .Sizler de tapmazsınız o benim taptığıma .3 ﴾۳﴿ أع

م ما عابد أنا ول .Ne ben sizinkine taparım .4 ﴾۴﴿ عبدت

تم ول بد ما عابدون أن !Ne de siz benimkine .5 ﴾۵﴿ أع

دنكم لكم !Sizin dininiz size, benim dinimde bana .6 ﴾۶﴿ دن ول

Fatiha Sûresi/Behçet Kemal Çağlar (v: 1969)

د ال حم ;Hamd evrenler sahibi Yüce Allah içindir .1 ﴾١﴿ ال عالمن رب لل

من ح حم الر ;Allah ki acıyandır, koruyandır, sevendir .2 ﴾۲﴿ الر

م مالك و ن …Günü gelince; ancak, O’dur hesap soracak .3 ﴾۳﴿ الد

اك بد إ اك نع تعن وإ ;Tek sana tapan, Senden medet umanlarız biz .4 ﴾۴﴿ نس

دنا راط اه تقم الص (.Çeviri’de bu âyetin tercümesi yoktur) .5 ﴾۵﴿ ال مس

demir
Vurgu
Page 45: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Bir

eyse

l Etk

inlik

• Birkaç Türkçe meâlden bir sûreyi mukayeseli bir şekilde okuyarak tercüme teknikleri açısından tahlil etmeye çalışınız.

ت الذن صراط عم هم أن ر عل غضوب هم ال مغ ن ول عل ال ﴾۶﴿ الض

6. Sapıtmışlar yoluna düşmekten koru bizi, Doğru yoldan ayırma bizi, aman Rabbimiz!

Tebbet Sûresi/ Abdülbaki Gölpınarlı (v: 1982)

دا تبت .Elleri kuruyasıca Abû Leheb ve kurudu da .1 ﴾١﴿ وتب لهب أب

نى ما ه أغ .Malı da bir fayda vermedi ona, kazandığı da .2 ﴾۲﴿ كسب وما ماله عن

لى ص ;Alev alev yanan bir ateşe atılacaktır o da .3 ﴾۳﴿ لهب ذات نارا س

رأته الة وام ;Ve odun hammalı karısı da .4 ﴾۴﴿ ال حطب حم

ل جدها ف Güzelim boynunda da hurma lifinden örülmüş .5 ﴾۵﴿ مسد من حب bir ip.

İhlas Sûresi/ Nusret Çam

هو قل .De ki: Allah bir’dir ve tek’tir .1 ﴾١﴿ أحد للا

مد للا .Allah sameddir, sonsuz bir varlıktır .2 ﴾۲﴿ الص

لد لم .Doğurması yok, doğurulması yoktur O’nun .3 ﴾۳﴿ ولد ولم

كن ولم .Ve eşi menendi yoktur O’nun .4 ﴾۴﴿ أحد كفوا له

Page 46: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Öze

t • Yüce Allah'ın bir âyeti olarak farklı dilleri konuşan insanlığa, evrensel

ilahi mesaj Kur’ân'ın ulaştırılmasında tercüme sanatının önemli bir yeri vardır. Mesajın sağlıklı bir şekilde muhataplara ulaştırılabilmesi için bu sanatın icrasında takip edilmesi gereken birtakım kurallar vardır. Mütercimlerin bu kurallara uyması, tercüme emanetinin yüklediği bir sorumluluktur.

• Herhangi bir metnin bir dilden başka bir dile, bütün özellik ve güzellikleriyle tam olarak aktarılması mümkün olmazken, Kur’ân gibi lafzı ve manası mu'ciz olan ilahi bir metnin, başka bir dile aktarılmasında elbette birtakım problemlerle karşılaşılacaktır. Önemli olan bu problemleri en aza indirerek en mükemmel tercümelerin elde edilmesidir. Bu amaca yönelik olarak ilk dönemden itibaren Kur’ân dünya dillerine tercüme edilmiş ve edilmeye de devam edecektir. Bu itibarla tercüme, Kur’ân'ın Arap dili dışındaki dilleri konuşan insanlarca anlaşılmasına hizmet eden önemli bir tefsir kurumudur.

• Her Kur’ân tercümesi, bir Kur’ân anlama çabası ürünü olup önemlidir. Her tercümenin, yazıldığı dönemde ve sonraki dönemlerde hitap ettiği bir okuyucu kitlesi vardır. Ancak hiçbir tercüme, tam ve kâmil değildir.

• Kur’ân dili Arapçadır. Son derece zengin ve donanımlı bir dil olan Arapça, Kur’ân ile daha donanımlı bir hâle gelmiştir. Kur’ân’ın, motomot tercüme ile başka bir dile aktarılması imkânsız denebilecek kadar güçtür. Yapılacak böyle bir tercümede çok fazla eksiklik ve hata olacaktır. Bu yüzden Kur’ân’ın tefsirî tercüme ile çevirisinin yapılması tercih edilmiştir.

• Tercüme teknikleri açısından şu hususlar önemlidir: Mütercim, kaynak ve hedef dilleri çok iyi bilmeli; ön yargılardan uzak; şahsi görüşlerinden arınmış bir şekilde yapmalıdır. Tercüme, dil kaidelerine ve Kur’ân’ın ruhuna uygun bir şekilde yapılmalıdır. Nüzul ortamı, âyetin siyak-sibakı; Kur’ân bütünlüğü dikkate alınmalıdır. Tercümede, orijinal metin bulunmalı; tercüme bizzat Kur’ân’ın Arapçasından; tefsiri tercüme ile; anlaşılır ve akıcı bir üslupla yapılmalıdır. Deyimsel ibareler, mecazi kullanımlar, karşı dilden iyi seçilmelidir. Temel kavramlar tercüme edilmemelidir. Gerekirse dipnot ve parantezli açıklamalarla okuyucu bilgilendirilmelidir.

• Türkçede yapılan yüz elli civarındaki meâl mecmuası, meâl dünyamız için bir zenginliktir. Bu zenginlikten faydalanarak Kur’ân’ın anlaşılması yolunda bir ilerleme kaydedilebilir. Ancak meâllerin, Kur’ân’ın manası ve muhtevası hakkında fikir veren çalışmalar olduğu, onlardan dinî hükümler çıkarmanın yanlış olduğu göz ardı edilmemelidir.

• Elimizdeki muhtelif meâller mukayeseli bir biçimde okunarak âyetlerin en doğru ve en isabetli karşılıkları bulunabilir.

Page 47: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Ödev gönderimi

Alış

tırm

alar

• Öğrendiklerinizi etkileşimli

alıştırmalarla pekiştirebilirsiniz.

Öd

ev

• Seçeceğiniz iki meâlden Amme cüzündeki iki sûreyi mukayeseli bir biçimde okuyarak, mütercimlerin kaynak dili ne kadar anlayıp hedef dili ne kadar isabetli kullandıklarını tartışınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.

Etkileşimli Alıştırmalar

Değerlendirme

sorularını etkileşimli

olarak

cevaplandırabilirsiniz

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Kur’ân’ın pek çok dile çevrilişi neyi gösterir?

a) Kur’ân’ın bütün insanlığa gelmiş evrensel kitap oluşunu b) Orijinal dilini bütün insanların öğrenmesinin mümkün olamayacağını c) Farklı dilleri konuşan insanlara Kur’ân mesajının ulaşmasına katkı

sağlayacağını d) İnsanların kendi dilleriyle de Kur’ân’ı anlayabileceklerini e) Hepsi

2. Çevirinin Kur’ân’ın tam olarak yerini tutmadığını belirtmek için hangi kavram kullanılmıştır?

a) Te’vîl

demir
Vurgu
Page 48: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

b) Tefsîr c) Meâl d) Tercüme e) Çeviri

3. Kur’ân’ın aynı dilde birden fazla çevirisinin yapılması neyi ifade eder?

a) Yapılan her meâlde bir kısım eksiklik ve yanlışların olduğunu b) Dildeki değişim ve gelişimlere göre meâllerin yenilenmesinin gereğini c) Lafzı ve manasıyla eşsiz olan Kur’ân’ın meâllere sığmayışını d) Yapılan meâllerin tüm kesimleri hitap etmede yetersiz kalışını e) Hepsi

4. Dilimizdeki Kur’ân meâllerindeki en önemli problem hangisidir?

a) Anlaşılır olmaması b) Akıcı olmaması c) Parantez ve taksimli olması d) Kur’ân’ı bütünüyle yansıtmaması e) Dipnotlu olması

5. Aşağıdakilerden hangisi deyimsel tercümenin olumlu yönlerindendir?

a) Akıcı ve çarpıcı bir anlatım sağlaması b) Metinden kopması c) Kaynak dildeki deyimin hedef dilde tam karşılığının bulunamayışı d) Kur’ân’ın deyimler kitabı olmaması e) Metnin anlamını tam olarak yansıtmaması

6. Mehmet Âkif’in meâli ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi doğrudur?

a) M. Âkif, meâlini bitirememiştir. b) M. Âkif, meâlini manzûm olarak tamamlamıştır. c) M. Âkif, meâlini kendisi yakmıştır. d) M. Âkif’in meâli, günün birinde ortaya çıkacaktır. e) M. Âkif’in hazırladığı meâl, vefatından yıllarca sonra vasiyeti üzerine yakılmıştır.

7. Aşağıdakilerden hangisi baştan sona Kur’ân’ın manzûm meâlini yazan mütercimdir?

a) Mehmet Âkif b) Nusret Çam c) Behçet Kemal Çağlar d) Ömer Rıza Doğrul e) Suat Yıldırım

8. Aşağıdakilerden hangisi satıraltı meâl hazırlayanlardandır?

a) Medine Balcı b) Mustafa İslamoğlu c) Mehmet Çakır d) İzmirli İsmail Hakkı e) Besim Atalay

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 49: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

9. Manzûm meâller ile ilgili aşağıdaki cümlelerden hangisi söylenemez?

a) Kur’ân şiir kitabı değildir, manzûm tercüme edilemez. b) Manzûm meâller, şiirimsi bir üsluba sahip olan Kur’ân’ın farklı kesimlerce

okunmasına katkı sağlar. c) Şiiri değil de Kur’ân metnini merkeze almak kaydıyla manzûm meâl

yapılabilir. d) Manzûm meâl, ne şiir ne de tam nesir olan Kur’ân’ın kendine özgü yapısı

hakkında fikir verebilir. e) Manzum meâlde önemli olan, Kur’ân’ı şiire kurban etmemektir.

10. İlk meâllerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi sağlıklı bir değerlendirmedir?

a) İlk meâller, hata ve eksikliklerle doludur. b) İlk meâllerin dili, günümüz insanı için anlaşılmazdır. c) İlk meâllerin, günümüz için bir anlamı kalmamıştır. d) İlk meâller, sonraki meâllere örneklik ve kaynaklık yapmıştır. e) İlk meâller, çok daha doğrudur.

CEVAPLAR:

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

1. Akdemir, Salih. (1989). Cumhuriyet Dönemi Kur'ân Tercümeleri. Ankara.

2. Akpınar, Ali. (2010). Kur’ân Tercüme Teknikleri. Konya.

3. Aydar, Hidâyet. (1996). Kur'ân-ı Kerim'in Tercümesi Meselesi. İstanbul.

4. Aydar, Hidâyet. (1999) .‘Türklerde Kur’ân Çalışmaları’. İ. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi. I. 159-235. İstanbul.

5. Aydın, Ferit. (tsz). Tercüme Sanatının Gerçekleri. ys.

1-e, 2-c, 3-e, 4-d, 5-a, 6-e, 7-b, 8-a, 9-a, 10-d

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 50: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Tercüme Teknikleri ve Kur’ân Meâlleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

6. Bilmen, Ömer Nasuhi. (1974). Büyük Tefsîr Tarihi ve Tabakâtü'l-Müfessirîn. İstanbul.

7. Cerrahoğlu, İsmail. (1988). Tefsîr Tarihi. Ankara.

8. Cündioğlu, Dücane. (2004). Bir Kur’ân Şairi/Mehmed Akif Ersoy ve Kur’ân Meâli. İstanbul.

9. Demirci, Muhsin. (2003). Tefsir Tarihi. İstanbul.

10. Demirci, Muhsin. (2005). Kur’ân Tarihi. İstanbul.

11. Elmalılı, Hamdi Yazır. (tsz) Hak Dini Kur’ân Dili. Eser Yayınevi. İstanbul.

12. Erdoğan, Abdülkadir. “Kur’ân Tercümelerinin Dil Bakımından Değerleri”. Vakıflar Dergisi. s. 1.

13. Gürbüz, Faruk. (2004). Tercüme Problemleri ve Meâller. İstanbul.

14. Hamidullah, Muhammed-Yaşaroğlu, Macit. (1991). Kur’ân Tarihi/K. Kerim’in Türkçe Tercüme ve Tefsirleri Bibliyografyası. Ankara.

15. Heyet, (2003). Kur’ân Meâlleri Sempozyumu (2 cilt) İzmir.

16. İnan, Abdulkadir. (1961). Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Tercümeleri Üzerine Bir İnceleme. Türk Tarih Kurumu Basımı. Ankara.

17. Keskioğlu, Osman. (1989). Nüzûlünden İtibaren Kur’ân-ı Kerim Bilgileri. Ankara.

18. Muhammed. Kur’ân-ı Kerim Tarihi (1991) Ankara.

19. Okiç, M. Tayyib. (1967). ‘Hadiste Tercüman’. A.Ü.İlahiyat Fakültesi Dergisi. XIV. Ankara.

20. Uzun, Taceddin. (1995). Tercüme Sanatı ve Arapça’dan Türkçe’ye Nasıl Tercüme Yapılır? Konya.

21. Zehebî, Muhammed Hüseyin. (1989). et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn. Kahire.

Page 51: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

İÇİN

DEK

İLER

• Kur’ân’da Allah

• Evrende Allah

• İnsan Hayatında Allah

• İnsan-Yaratıcı İlişkisinde Allah

• İnsan-İnsan ve İnsan-Toplum İlişkisinde Allah

• İnsan-Evren İlişkisinde Allah

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Allah’ın Kur’ân’daki yerini kavrayabilecek,

• Allah’ın insan hayatında olması gereken yerini anlayabilecek,

• Allah’ın varlığın en temel ve merkezî konusu olduğunu kavrayabilecek,

• Allah ile diğer varlıklar arasındaki bağlantıyı değerlendirebileceksiniz.

ÜNİTE

1

KUR’ÂN’DA ALLAH TASAVVURU

TEFSİR

Prof. Dr. Şehmus DEMİR

ÜNİTE

3

Page 52: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Kur’ân, tamamıyla

Allah’ı merkeze alan

ilahi bir kitaptır.

GİRİŞ

Kur’ân-ı Kerim'in içerdiği tüm konuları sistematik bir şekilde belirli bir

konuya yönlendirdiğini, o konuyu merkeze aldığını, ifade edilen bütün

konuların da onunla anlam ve değer kazandığını belirtmek gerekir ki,

sözünü ettiğimiz bu odak konu, Allah ve Allah’ın birliğidir.

Temelde Kur’ân-ı Kerim'in yerine getirdiği görev, insanlara müşahhas

ödevlerini öğretmektir. Ancak Kur’ân-ı Kerim inananlardan emirlerine

itaatlerini istemeden önce, onlara tek olan Allah'a iman akdini hatırlatır.

Kur’ân-ı Kerim, göz önüne alınması gerekenin Allah olduğunu; i nsanı

hareket etmeye yönlendirenin de yine O olması gerektiğini; O'nun çizdiği

çerçevenin dışında kalan davranışların anlamsız ve değersiz olduğunu

vurgulamaktadır. Bu anlamda İslam dininin ve onun temel kaynağı

durumundaki Kur’ân’ın ruhu, tartışmasız tevh iddir.

KUR’ÂN’DA ALLAH

Kur’ân’ın tamamına hâkim olan ve ona asıl rengini veren temel yapı,

Allah düşüncesidir. Kur’ân’a göre bir olan Allah, en üstün varlıktır ve

kendisine denk olabilecek hiçbir şey yoktur.

Kur’ân’ın dünyası, bütünüyle Allah merkezlidir. Allah, Kur’ân’ın dilinde

ve düşünce sisteminde kelimelerin ve işlenen konuların merkezinde yer

alan en temel kavramdır. Bu nedenle, Kur’ân'ın düşünce sistemi,

merkezinde Allah olan bir sistemdir. Önem bakımından ondan üstün

olabilecek bir kelime, kavram veya konudan söz edilemez. Allah düşüncesi,

Kur’ân sisteminde yukarıdan aşağıya her şeye hâkimdir ve konuların işleniş

biçimine, kelime ve kavramların anlam alanına etkisini sürekli hissettirir.

Kur’ân’da bulunan bütün kelime ve konular, Allah düşüncesinin sürekli

etkisindedirler. Yalnız inançla, din ve imanla ilgili olanlar değil, bütün

ahlaki konu ve kavramlar, evlenme – boşanma, miras, ticaret, ticareti

ilgilendiren borç, faiz, ölçü ve tartı gibi dünya hayat ıyla ilgili görülebilecek

olan tüm konular, bunun yanında, toplumların varlık sahnesine çıkması,

“O doğunun ve batının Rabbidir; O’ndan başka Tanrı yoktur. Öyleyse sadece O’nun himayesine sığın.”( Müzzemmil, 73/9)

“O’ndan başka ilah yoktur. Dirilten ve öldüren O’dur. Sizin de Rabbiniz, atalarınızın da Rabbidir.” (Duhan, 44/8).

demir
Vurgu
Page 53: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Kur’ân, insanı ahlaki

anlamda yüceltmeyi

hedef edinir.

“Siz, Allah’ın nimetlerini ve kudretinin eserlerini düşününüz, zatını düşünmeyiniz. Çünkü ona gücünüz yetmez.”

yükseliş ve çöküşü, kozmik varlıkların hareketleri gibi olaylar, Allah’a

atfedilmektedir. Başka bir ifadeyle, anlatılan olayların tümü, dinî alana

çekilerek ve dinî alanla ilişkilendirilerek aktarılmaktadır.

Allah ifadesi, Kur’ân-ı Kerim’de 2696 defa geçmektedir. Bu rakam

sadece Allah ifadesi için geçerlidir, buna Allah’ın diğer isim ve sıfatları

dâhil değildir. Allah’ın isim ve sıfatları da eklendiğinde bu say ının hayli

artacağı açıktır.

Kur’ân’ın öğretisinde Allah konusunun işleniş biçimi bütünüyle

uygulamaya yöneliktir. Kur’ân, insanı davranışları itibarıyla doğru

(müstakîm) çizgilerde tutmayı, ahlaki anlamda da yüceltmeyi hedef edinir.

Allah, insan ve evrenin varlığını devam ettiren, insana da hidâyet verendir.

İnsanın sınırlı aklıyla gaybı bütünüyle kavrama imkânı yoktur. Gaybı

Allah’tan başka kimse bilemez (Mâide, 5/116; En'âm, 6/59; Yûnus, 10/20; Hûd,

11/123; Neml, 27/65; Cin, 72/26). Kur’ân’ın görevi, düşünmek isteyen

kimselere Allah’ın varlığını anlaşılır bir duruma getirmek ve böylece

Allah’ın varlığını akıl dışı veya anlamsız bir inanç olmaktan çıkararak temel

bir gerçeklik hâline getirmektir. Allah, yaratılmışların ilminin ihata

edemeyeceği, duyularının kavrayamayacağı vacip ve zaruri varlıktır. Onun

mahiyeti, tarif, sınırlama, nicelik ve nitelik gibi yollarla bilinmez.

Dolayısıyla, hiçbir şeyin aracılığıyla tanımlanamayan, hiçbir şeyle

karşılaştırılamayan, uzayın ve zamanın koordinatlarından hareketle eşya

gibi yerleştirilemez olan Allah, insan dilinde harfi harfine sözle

anlatılamaz.

Kur’ân-ı Kerim’de, beşerî vasıtalar kullanılarak beşer üstü anlatılmaya

çalışılmaktadır. Allah ile ilgili Kur’ân’da anlatılan ifadeler, insan dilinde var

olan, kullanılan ifadelerdir. Bazen Allah’a atfedilen ifadeler, insan için de

kullanılmaktadır. Bu tür ifadelerin Allah’a atfedildiği anlamlarıyla insana

atfedildiklerindeki anlamları aynı anlamda kullanılmadığı gibi, birbiriyle

bütünüyle ilgisiz iki ayrı anlamda da kullanılmamaktadır. O hâlde, Allah’la

insan arasındaki münasebetin bir ifadesi olan vahyin, insanın yaşadığı

evrenin diliyle kesişmesi kaçınılmazdır.

İnsanlar Allah’ın varlığını, varlığına has özelliklerini, cisim, cevher

olmadığını bilirler. Bütünüyle gayb kapsamına giren mahiyeti ile ilgili

konuların bilinebilme ihtimali ise yoktur. Allah Rasulü’nün (s.a.);

demir
Vurgu
Page 54: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

En büyük mucize,

evrende herşeyin ahenkli

bir biçimde işlemesidir.

Bir

eys

el E

tkin

lik • Efendimizin "Allah'ın zatı hakkında

düşünmeyin; nimetleri ve sıfatları hakkında düşününüz." hadisinden ne anlamalıyız? Üzerinde tefekkür ediniz.

ifadesi de, insanın Allah’ın zatı veya mahiyeti ile ilgili tartışmalardan uzak

durması gerektiğini, zira bunun insanın sınırlılığını aşan bir durum

olduğunu öğretir. Bunun yanında, Allah düşüncesinin insanın pratik

hayatına yansımalarının önemini vurgular.

Özetle, Kur’ân’ın merkezî konusu Allah’tır; bütün kelime, kavram ve

konular Allah merkezli bir ifade örgüsü içerisinde sunulur. Allah’ın

mahiyeti konusu ise gayba ait, teorik düzeydeki bir alan olduğundan ve

insanın eylemleriyle birebir ilgisi bulunmadığından, Kur’ân Allah’ın

mahiyeti ile ilgili teorik düzeydeki tartışmalardan uzak durur.

EVRENDE ALLAH

Kur’ân’da evrenin yaratılışı ile ilgili çok az bilgi verilirken, tabiat ve tabii

olaylara ise çok yer verilmekte, sık sık evrene ait parçalara

değinilmektedir. Kur’ân’ın tabiata yer verdiği âyetlerinde, her zaman bir

bütünlük içerisinde tabiat Allah’a isnat edilmektedir. Yüce Allah insanla

konuşmak istediğinde âyetler gönderir. Bu âyetler (işaretler) iki türlüdür:

Kur’ân, Allah’ın sözlü hitabı (tedvinî/kavlî âyet) iken, evren de Allah’ın

sözsüz hitabıdır (tekvini/kevnî âyet). Bu ikisi, yani sözlü ve sözsüz vahiy,

birbirini tamamlayan, biri diğerine işaret eden unsurlardır.

Evrendeki düzen, sebep-sonuç ilişkisinden ibaret maddi bir düzenden

çok daha fazla bir anlam taşımaktadır. Küçücük bir çakıl taşından, tahta

kurdunun bağırsaklarındaki mikroptan, dev ağaçlara, balinalara ve fillere;

dağlardan, denizlerden güneşe, aya, gezegenlere, yıldızlara varıncaya dek

bütün varlıkların hayat alanına çıkması, hayatiyetini sürdürmesi ve

ölümüyle, Allah’ın belirlemiş olduğu bir amacı yerine getirir. Başka bir

ifadeyle tabiat, içerisindeki varlıkların belirli bir amacı yerine getirdiği bir

amaçlar alanıdır. Bu alanda canlı veya cansız, en küçüğünden en büyüğüne

kadar bütün varlıklar birbirine bağımlıdır. Tabiatın bir parçası olan ve canlı

demir
Vurgu
Page 55: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

“Biz her şeyi bir kader (ölçü) ile yarattık.” (Kamer, 52/49).

Herşeyi ile Allah’ı işaret

eden kâinat boş yere

yaratılmamıştır.

“Yaratıp düzene koyan O'dur. Takdir edip hidayeti gösteren O'dur.” (A’lâ, 87/2-3)

olan bitki ve hayvanlar, beslenme şekillerinde ve beslenme dışındaki

hareketlerinde aynı şekilde birbirine bağımlıdır. Varlıkların her birinin

diğerini beslemesi, onun da bir üçüncü tarafından beslenmesi, varlıklar

arasında bir amaç bağının varlığını gösterir. Yerde, havada, suda ve

uzaydaki cisimlerde elementler birbirlerine etki veya tepki olarak

bağımlıdır. Tabiattaki düzen, bu şekilde varlıklar arasındaki mükemmel

ahenkten dolayı kesintiye uğramadan devam eder.

Burada problemli olan hususlardan biri, tarihî süreç içerisinde

insanların mükemmel bir düzen içerisindeki kâinatı bir işaret veya mucize

olarak görmeyip, Allah’ın mucizelerini bulmak için tabii sürecin kesintiye

uğradığı durumları aramaları veya önemsemeleridir. Oysaki aslında

kâinatta bu kadar varlığın bulunması, dünyanın insanları üzerinde taşıması,

yörüngesinden herhangi bir sapma kaydetmeyerek uzay boşluğuna

düşmemesi, her şeyin bir ahenk içerisinde bulunması mucizenin ta kendisi

ve en büyüğüdür.

Varlığı ve işleyişi itibarıyla düzenli ve mükemmel bir yapıya sahip olan

tabiat, Allah’ın en büyük mucizesidir. Allah’tan başka hiçbir varlık böyle

düzenli, istikrarlı ve mükemmel bir yapıyı meydana getiremez. Kâinatta her

şey kendine uygun bir düzen içerisinde işlemektedir. Aşağıdaki âyetlerde

kâinattaki düzenlilik ve ölçü açık bir şekilde dile getirilmektedir.

Kur’ân, tabiat olaylarında bir ölçüsüzlüğün, düzensizliğin

bulunamayacağını ısrarla vurgulayarak, insandan bakışını evrendeki tabiat

olaylarına çevirmesini ve düşünmesini ister:

Bu âyet, evrende bir düzensizliğin bulunamayacağını ifade etmekle

birlikte, insanın da evren üzerinde sürekli düşünmesini, araştırma

yapmasını istemektedir.

“Birbiriyle uyum ve ahenk içinde yedi kat göğü yaratan O'dur. O Rahman'ın yaratışında/yarattıklarında herhangi bir uyuşmazlık göremezsin. Bir kez bak! Bir çatlaklık, bir uyuşmazlık görebilecek misin? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.” (Mülk, 67/3-4).

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 56: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Kur’ân Allah’ın sözlü;

evren ise sözsüz

hitabıdır.

Kâinattaki muhtevası tasvir edilemeyecek derecede karmaşık, zor fakat

en ince ayrıntısına kadar mükemmel bir düzeni, gücü sonsuz olan ve belirli

bir gayeyi gözeten bir varlıktan başkasının yaratabilmesi mümkün değildir.

İnsan bilgisi, makro ve mikro planda, basit gözlemden başlayarak bütün

varlıkların derinliklerine indikçe bir düzenin bulunduğunu tespit eder.

Konu üzerinde bu kadar yoğunlaşılmasının nedeni de Kur’ân -ı Kerim’in

birçok âyetinde evrendeki düzen ve gayelilik üzerinde durulmasıdır.

Mükemmel bir tertip ve plan ile yaratılan kâinatın amaçsız olduğunu ifade

etmek mümkün değildir. İçerdiği bütün varlıklarla Allah’ı işaret eden (âyet)

ve O’nu gösteren kâinat, boş yere, ya da iş olsun diye yaratılmamıştır . Zira

Allah, hiçbir şeyi belirli bir gaye olmaksızın veya eğlence için yaratmaz.

Evrenin amaçsız yaratılması Yüce Allah’ın ilmi, kudreti ve rahmeti ile

bağdaşmaz. Ayrıca, bir amaçsızlığın olması hâlinde, hidâyetten, sapıklıktan

ve bir hesaba çekilme durumundan söz etmek de yersiz ve anlamsız

olacaktır:

Kur’ân’da tabiatın yaratılışı ile vahyin gelmesi arasında bir paralellik

kurulmaktadır ve Kur’ân ile tabiat birçok yerde bir arada zikredilmektedir.

Mekkeliler Peygamberden, kendi iddiasını desteklemek amacıyla mucizeler

göstermesini istemişlerdi. Kur’ân bu isteğe çeşitli şekillerde cevap

vermiştir. Bütün tabiat olayları, gökte, yerde, denizde, karada bulunan

varlıklar bir işaret olarak gösterilmiştir. Bu şekilde, tabiatı yaratanın Allah

olduğu üzerinde durularak, Kur’ân âyetlerinin de aynı şekilde Allah

tarafından vahiy yoluyla gönderildiğine dikkat çekilmektedir. Tabiatı

Allah’tan başkası yaratmamış olduğuna göre, Kur’ân’ı da O'ndan başkası

gönderemez. İşte bu nedenledir ki, Kur’ân’ı inkâr edenlerden, Kur’ân’ın

tümünün (Tûr, 52/35), on sûresinin (Hûd, 11/13) veya bir sûresinin (Bakara,

2/23; Yûnus, 10/38) benzerini getirmeleri istenmekte, onlara meydan

“Biz göğü, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, kendi katımızdan edinirdik.” (Enbiya, 21/16-17)

“Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır.” (Sad, 38/27);

“Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allâh'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: "Rabbim iz (derler), bunu boş yere yaratmadın." (Al-i İmran, 3/191).

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 57: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Tabiat, Allah’ın en

büyük mucizelerinden

biridir; kuşkusuz

görebilene…

okunmakta ve bu şekilde müşrikler muarazaya davet edilmektedir. Ancak

yine Kur’ân, diğer insanlardan yardım alıp bir araya gelerek çalışsalar bile

bunu başarabilmelerinin mümkün olamayacağını ısrarla vurgulamaktadır

(Bk. Bakara, 2/23; Yûnus, 10/38; Hûd, 11/13; İsrâ, 17/88; Tûr, 52/33-34). Hem

Kur’ân’ın hem de tabiatın Kur’ân’da âyet diye isimlendirilmesi, ikisi

arasındaki paralelliği gösteren önemli bir husustur.

Kur’ân-ı Kerim’de evrendeki varlık ve olaylardan bazıları örnek

verilerek, bunların âyet (Allah’ın varlığının işareti, delili) olduğu üzerinde

birçok yerde durulur. Bunlardan bir tanesi, Rum, 20-24 âyetleridir:

Evrendeki varlıkların tümü birer âyettir (Yûnus, 10/5-6; Zariyat, 51/20),

başka bir ifadeyle, vahiydir. İnsanın doğada gördüğü, hissettiği her şey

sözsüz vahiydir, insanı yaratıcıya ulaştıran işaretler, semboller bütünüdür.

Yüce Allah, âyetleri kavrayabilecek olanlara her an âyet üzerine âyet

göstermektedir. Yağmurun yağması (Bakara, 2/164; En’âm, 6/99; Nahl, 16/10-

11,65; Tâhâ, 20/53-54; Rûm, 30-24; Yâsîn, 36/33; Fussilet, 41/39; Câsiye, 45/5; el-

Hadîd, 57/17), rüzgârın oluşumu, bununla yağmurun müjdelenmesi,

gemilerin hareket ettirilmesi (Bakara, 2/164; Câsiye, 45/5; Rûm, 30/46),

göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin belirli bir düzen ile yaratılışı

(Bakara, 2/164; Âl-i İmrân, 3/190; er-Ra’d, 13/2; Sebe’, 34/9; Nahl, 16/3; Ankebût,

28/44; Rûm, 30/22; Şûrâ, 42/29), gece ve gündüzün, güneş ve ayın, yıldızların

insanın hizmetine sunulması (Nahl, 16-12), gece ve gündüzün değişmesi

(Bakara, 2/164; Âl-i İmrân, 3/190; En’âm, 6/96; Yûnus, 10/6,67; Ra’d, 13/3; İsrâ,

17/12; Neml, 27/86; Rûm, 30/23; Yâsîn, 36/37; Fussilet, 41/37; Câsiye, 45/3-5), bir

nevi ölüm ve yeniden dirilişe benzemesi yönüyle uyku ve peşinden uyanış

(Zümer, 39/42), insanın topraktan, nutfeden ve bir tek nefisten yaratılışı ve

bizzat kendi varlığı (En’âm, 6/98; Nahl, 16/4; Rûm, 30/20; Câsiye, 45/4; Zâriyât,

“Onun âyetlerinden biri de sizi, topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra siz bir insan türü oldunuz, her tarafa yayılıyorsunuz. Onun âyetlerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette âyetler vardır. Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun âyetlerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır. Gece ve gündüz uyumanız, onun lütfundan nasip aramanız da O'nun âyetlerindendir. Bunda, işitebilen bir toplum için elbette ibretler vardır. Yine O'nun âyetlerindendir ki O size, korku ve ümit olmak üzere şimşeği gösteriyor; gökten bir su indiriyor da ölümünden sonra toprağı onunla canlandırıyor. Bunda, aklını işleten bir topluluk için elbette mucizeler vardır.” (Rum, 30/20-24)

demir
Vurgu
Page 58: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Allah’ın dışındaki tüm

mahlûkatın görünen

anlamının ötesinde

derin bir anlamı vardır;

anlayabilene…

51/21), özetle, gökte ve yerde yaratılmış olan her şey (Yûnus, 10/6, 101;

Nahl, 16/13; Câsiye, 45/3-4; Zâriyât, 51/20) birer âyettir. Dolayısıyla bu gibi

hadiseler, basit birer tabiat olayı olarak değerlendirilmemelidir. Bu olaylar,

Allah’ın evreni yaratmış ve idare ediyor olmasının işaretleridir. Yola dikilen

işaret levhalarının, yaya veya sürücünün gözlerini kendilerine değil,

gideceği yöne yönlendirmesi gibi, evrendeki varlıklar veya tabiat olayları

da dikkatleri kendi üzerlerine değil, kendilerinin ötesinde olan bir

istikamete yöneltmeye çalışır. Bu bakış açısıyla, değer yüklü olan dünya

veya daha geniş anlamda evren ve içerdiği her bir varlık, bir işarete, bir

sembole, Kur’ân’ın ifadesiyle âyete dönüşür. Bu derin anlayışa göre

herhangi bir tabiat olayı, tabiat olayı olmanın ötesinde bir anlam ifade

eder. Bu semboller veya âyetler, Allah’ın yaratıcılığını, eşsiz sanatını ve

sınırsız kudretini tasvir ederek insanı inanmaya, şükretmeye davet eder.

Bu amaçla Kur’ân-ı Kerim’de tabiatın azameti ve insana olan faydaları

kadar, tabiat olaylarında görülen düzenlilik ve kararlılık da aynı şekilde

vurgulanır.

Tabiattaki her varlık, her nesne daha derin bir anlam ifade eder ve

kendisinden öteye göndermede bulunur. Dolayısıyla anlamsızlığa yer

yoktur. Oysaki modern döneme bakıldığında, hayatın her alanını kuşatan

ve kendini şiddetle hissettiren bir anlamsızlık sorununun var olduğunu

müşahede etmek mümkündür. Zira hayata ve varlığa anlam veren dinin

hayatın zemininden çekilmesi, hayatın boşlukta kalmasına ve

anlamsızlaşmasına neden olur.

Evrenin ve evrende cereyan eden olayların İlahi alana götüren araçlar,

semboller olarak görülmesini engelleyen en önemli faktörlerden biri, söz

konusu tabiat olaylarının sıradanlaşması, dolayısıyla da Kur’ân’ın ifadesiyle

insanın onları görmezlikten gelmesidir (bk. Yûsuf, 12/105).

İnsanlar Allah’ı görmezden gelir, unutur veya ona isyan ederler. Zira

onlar, tabiatı ve tabiatta meydana gelen olayları kendi kendine yeterli

görmeyi tercih ederek, tabiatla ilgili sorulabilecek soruların tümünü

tabiatın kendi içerisinde cevaplamaya çalışırlar. Dolayısıyla, evrenin ve

içerisindeki varlıkların bir işaret olduğunu anlamazlar. Bu yaklaşımdaki

birçok tabiatçıya göre kâinat, kendisinden öteye işaret eden bir alan değil,

nihai hakikatin bizzat kendisidir. Kur’ân-ı Kerim’de bu bakış açısına sahip

kimselerle ilgili olarak şu ifadeye yer verilmektedir:

“Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Yaşarız, ölürüz. Bizi öldüren, sadece zamanın geçmesidir. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar .” (Câsiye, 45/24).

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 59: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

İnsan, kâinatta var

olanlardan hareketle

Allah’a ulaşma

yeteneğine sahiptir.

Ancak hemen şunu ifade etmek gerekir ki, karanlıkta yaşamaya alışmış

canlıların güneşi görememesi güneşin varlığını izafileştirmiyorsa, tabiat

olaylarının daha öte bir alana işaret ettiği gerçeğini bazı insanların

görememesi de bu gerçekliği göreceli hâle getirmez.

Allah’ın varlığının, birliğinin, yaratıcılığının ve genel anlamda sıfatlarının

birer göstergesi olan tabiatın okunup anlaşılması ve bu yolla Allah’a

ulaşılması hususunda insanın yeterli bir donanımla yaratıldığını Kur’ân -ı

Kerim şu ifadelerle dile getirir:

Anlaşılacağı üzere, âyette fıtrat ile din arasında önemli bir bağlantı

kurulmakta ve dine yönelmenin insanın kendi yaratılışına, fıtratına

yönelmesi anlamına geleceği belirtilmektedir. Zira dinin içerdiği ahlaki

ilkeler, insanın fıtratına da yerleştirilmiştir. Başka bir ifadeyle, kâinatı ve

kâinatın en önemli parçası olan insanı yaratan Allah olmakla birlikte, dini

gönderen de odur. Kaynağın aynı olması nedeniyle, ikisine de yerleştirilen

temel ilkeler arasında bir paralellik bulunmaktadır. O hâlde insan fıtratı,

dinin temel öğretilerini doğasında barındıran ve eserden yola çıkaran

Yaratıcısına, Allah’a ulaşma yeteneğine sahip olan bir yapıda yaratılmıştır.

Kur’ân-ı Kerim, kendi yaratılış şifrelerini çözmeye çalışmayan,

dolayısıyla da kendisine ve kâinata bakma yeteneğini kaybeden ve

inanmamakta ısrar edenlere evrendeki âyetlerin etki etmeyeceğini ifade

eder.

O hâlde, evrendeki işaretlerin işaret ettiği yeri görebilmek için, fıtratın

bozulmamış olması, başka bir ifadeyle doğruyu bulmaya açık bir kalbin

bulunması ve imana karşı inkârı bütün benliğiyle benimsemiş ön yargılı bir

bakış açısının olmaması gerekmektedir.

Kâinattaki işaretlere / âyetlere, kabul veya red şeklinde iki türlü cevap

verilebilir. İnsan bu âyetlere ya doğru bir bakış açısıyla bakıp, işaret

“O hâlde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar .” (Rum, 30/30).

“De ki: ‘Göklerde ve yerde ne var? Bir bakıverin.’ Ama âyetler ve uyarmalar inanmayacak bir topluluğa yarar sağlamaz.” (Yûnus, 10/101)

“Onlar her âyeti görseler de yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler” (A’râf, 7/146).

demir
Vurgu
Page 60: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Tartışma forumu

Tart

ışm

a

• Kur’ân'da evrenle alakalı bilgiler bize neyi anlatmaktadır? Sebep-sonuç ilişkisinden hareketle maddi bir düzeni mi ifade etmekte yoksa bundan daha öte bir anlam taşımakta mıdır? Konuyu gerekçeleri ile forumda tartışabilirsiniz.

Allah’sız bir dünyadan

söz etmek, körlüktür.

oluşlarını ve işaret ettikleri şeyi yani Allah’ı kabul ederek (tasdik) imana

ulaşır veya kâinatı hiçbir şeye işaret etmeyen, arkasında hiçbir gerçek

taşımayan, hayalden ibaret bir veri olarak kabul edip işaret edici özelliğini

yalanlar (tekzib) ve küfre batar.

Ebu’l-Atahiye adlı şairin; “Allah’ın her şeyde onun birliğini tanıtıcı

delilleri vardır” ifadesi, bunu özetler niteliktedir.

Muhammed İkbal de bu konuya değinerek, kutsal olmayan bir alanın söz

konusu olmadığını şu ifadeleriyle dile getirir: “Kutsal olmayan diye bir

dünya yoktur. Bütün bu madde genişliği, ruhun kendini anlayabilmesi için

bir alan teşkil etmektedir. Her yer kutsal, pak ve saftır.”

Özetle, Kur’ân’ın evrene ait parçalardan söz ederken olayların nasıllığı

boyutu ile hemen hiç ilgilenmeyip, özellikle nedeni üzerinde durur. Bu da,

evrenle ilgili verilen bilgilerin, insanın yaratılmışlara bakarak yaratıcının

yaratıcılığını kavraması (Bk. Bakara, 2/259; A’râf, 7/185; Yûnus, 10/101; Yûsuf,

12/109; Ankebût, 24/20; Kâf, 50/6; Abese, 80/24; Târık, 86/5; Ğâşiye, 88/17) için

bir araçtan öte mana taşımadığı anlamına gelir. Bu çerçevede amaç,

insanların öğüt ve ibret almaları olarak belirginleşmektedir.

Anlaşılacağı üzere evrendeki düzen ve mükemmellik, ayrıca Kur’ân’ın

evrene ait parçalara sürekli göndermede bulunması, evrenin merkezinde

Allah’ın olduğunu, en küçük zerreden en büyük cisme dek bütün varlıkların

ona işaret ettiğini göstermektedir.

İNSAN HAYATINDA ALLAH

İnsan hayatının merkezine Allah'ın yerleştirilmesi, Tevhid düşüncesinin

hayattaki tüm eylemlerde gözetilmesinin sağlanması, Kur’ân -ı Kerim'in en

temel hedefidir.

demir
Vurgu
Page 61: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Tevhid düşüncesi,

Kur’ân’ın en temel

hedefidir.

Eğer Kur’ân'ın ve evrenin merkezinde Allah var ise, o hâlde bu

durumdan insan açısından nasıl bir sonuç çıkarılması gerekir. Daha önce de

ifade edildiği üzere, evrenin merkezinde Allah vardır ve Kur’ân'ın da

merkezî konusu Allah'tır. O hâlde, insanda da hedef, Allah'ı hayatında

merkeze alması; insan – insan, insan – toplum ve insan evren ilişkisinde

Allah'ın merkezîliğini göstermesidir.

İnsan – Yaratıcı İlişkisinde Allah

İnsan – Allah ilişkisinin sağlam bir zemine inşa edilmesi, büyük önem arz

etmektedir. İnsan, diğer yaratıklardan veya canlı organizmadan daha öte

ve daha fazla anlam taşıyan bir varlıktır. Kendini ve etrafındaki alemi bilen,

idrak eden, duyan, düşünen, şuursuz varlıklardan ibaret bir alem

tarafından kuşatılmış şuurlu bir varlıktır. Sürekli değişen ve gelişen, her

saat başka şey düşünen, duyan ve isteyen varlıktır.

İnsan, evren içerisindeki bütün yaratılmışlar arasında merkezî bir yere

ve öneme sahiptir, bütün varlıkların odak noktasını teşkil eder. Buna göre

fani insan, yaratılmışların en onurlusu, en kıymetlisidir (eşref-i mahlukat)

(Bk. İsrâ, 17/70).

Kur’ân'da bütün yaratıklar arasında en büyük önem, insana verilmiştir.

İnsanın mahiyeti, sorumluluk ve görevleri Kur’ân'ın temel konuları

arasındadır. Varlıklar arasında en büyük önemi taşıyan kutup Allah ise,

diğeri insandır. Allah’ın insana özgü olarak verdiği çeşitli niteliklerden

dolayı insan, meleklerden üstündür.

Yeryüzüne sahiplik edebilecek yetilerle donatılmış olan insan, varlıklar

karşısındaki konumu ve ayrıcalıklarının farkında olarak davranışlarını

belirlemek durumundadır. İnsan, hayatının merkezine Allah'ı almalıdır.

Allah inancı, inanan insanın zihninde sadece bir itikad ve inanç olmaktan

çıkıp kalbine doğru bir imana dönüştüğü oranda, bireyin yaşamının bütün

boyutlarına nüfuz eder. Allah’ın soyut bir düzeyde en yüksek iyi, mutlak

iyi, hayr-ı mahz olduğu inancı, pratik düzlemde pek fazla bir anlam i fade

etmeyebilir. Önemli olan husus, insanın günlük hayatı içerisinde Allah'ı

nasıl tasavvur ettiği veya Allah'ın insan hayatının ne kadarını işgal ettiğidir.

Allah'ı hatırlamak, hayatın anlam ve gayesini ifade etmekle birlikte,

hayatın tüm parçalarının ve insan faaliyetlerinin tümünün uygun bir

şekilde bir araya geldiği şahsiyetin de sağlamlaşmasını beraberinde getirir.

Allah'ın unutulması veya dışlanması ise, insan hayatının anlamını

yitirmesini, Tevhidden uzak, parçalanarak dağılmış ve ayrıntılarda

boğulmuş bir şahsiyetin oluşumunu beraberinde getirir. Yüce Allah;

demir
Vurgu
Page 62: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Allah olmadan insan bir

hiçtir.

diyerek, biçimciliğe karşı insanları uyarmakta ve eylemle ifade edilmiş

inanca çağırmaktadır. Burada İslam kelimesi ve içeriği büyük önem arz

etmektedir. Etimolojik açıdan İslam kelimesi; güven içinde, sağlam,

yekpare olmak; birine bir şeyi teslim etmek gibi anlamlara gelir.

Kur’ân'daki kullanımı itibarıyla ise, kendini bütünlüğüyle, yani hem kişilik

hem de beden itibarıyla Allah'a teslim etme, varlığını tümüyle Allah'a

bağlama anlamındadır. Başka bir ifadeyle, bireyin bilerek ve içtenlikle

kendisini Allah'ın iradesine teslim etmesidir. Bakara, 2/112'de "Yüzünü

Allah'a teslim etmek" olarak ifade edilen İslam, bütün benliğiyle ve

içtenliğiyle kişinin Allah'a dayanarak kendisini O'nun iradesine teslim

etmesidir.

İslam veya esleme fiili, eskiden başlayıp devam eden bir şeyi değil, bir

başlangıcı, yeni bir durumun başlangıcını, yeni bir hayatın doğuşunu ifade

eder. Dolayısıyla, atılmış bir adımdan sonraki davranışı belirtir. İşte

müslim, yani Allah'a teslim olan; bu konuda kararlılıkla bir başlangıç ve

sıçrayış yapan, hayatında yepyeni bir çığır açan kişidir. Bu yönüyle

Müslüman, sayılabilecek birçok unsurla birlikte, bencilliğinden, kendi

gücüne veya Allah'ın dışındaki çeşitli unsurlara güvenmekten vazgeçip,

sadece Allah'a dayanan ve O'nun huzurunda durandır. Bu aynı zamanda

insanın bütünlüğünü, kendini Allah'a teslim ederek kazanıp koruyabileceği

ve geliştirebileceği anlamına da gelmektedir.

Bütün düşünce ve amellere önem kazandırarak onları anlamlı yapan,

hayata bütünlük, birlik ve değer kazandıran sadece Allah'tır. İşte bu

doğrunun, bütünlüğün bozulması şirktir:

Allah'ın kendisine ortak koşma dışındaki bütün günahları affedebileceği

sözü, tevhidin Allah'ın en büyük ve en önemli emri olduğunu

göstermektedir.

Kur’ân-ı Kerim'in birçok yerinde insana ve insan aklına direk t hitab

edilerek, 'görmez misiniz?', 'düşünmez misiniz?' ifadeleriyle imana davet

yapılır. Bu ifadeler, Allah'ın varlığını ispat eden delilleri mantık yolu ile

"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir."

(Bakara, 2/177)

"De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın…" (En'âm, 6/151)

"Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar." (Nisa, 4/48)

demir
Vurgu
Page 63: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Allah’a imanın, teslim

olmanın amacı, Allah

merkezli toplumsal ve

bireysel dönüşümdür.

sistematik bir şekilde kurup Allah'a bu şekilde ulaşmanın gerekliliğini ifade

etmemektedir. Aksine, basit bir gözlemin bile Allah'ı bulmaya yeterli

olacağını göstermektedir. Zira böyle bir gözlem ve tefekkür, bu yönde

idraki geliştirme, akla perde olabilecek sis bulutlarının, gaflet bulutlarının

dağıtılmasına ve hakikatle uyumlu bir ilişki kurulmasına katkı sağlayacaktır.

Ve bu bilinçle şekillenen bir insan, Allah'ı hayatının merkezine alarak,

O'ndan başka kimseden korkmaz (Mâide, 5/54), O'nun yardımından başka

hiçbir şeyi kaybetmekten korkmayacak bir şahsiyete ulaşır. Allah'tan

başkasına dayanılıp güvenilecek kişi veya yerlerin 'örümcek ağı' (Ankebût,

29/41) kadar zayıf ve dayanıksız olduğunu bilir. Yine, Allah'ın samed (İhlas,

112/2) olduğunu bilir. 'Samed', sel felaketinden korunmak için bir sığınak

görevi gören, çatlak ve delikleri olmayan, sağlam, sert bir kayaya

benzetilebilir. Bu çerçevede, böyle bir kayaya dayanmak, ona sığınmak

yerine örümcek ağını tercih etmenin ne kadar akıl dışı bir davranış

olduğunu düşünmek gerekir. Zira yapılan ameller böyle sağlam bir kayanın

üzerine bina edilmemiş ve hatta tersine örümcek ağına dayandırılmışsa, bu

tür amellerin, sahibi ne kadar yüksek ve değerli görürse görsün, anlamı ve

ağırlığı yoktur. Sağlam yere, Allah'a dayanmayan, Allah'ı gözeterek

yapılmayan ameller, 'etrafa saçılmış toz zerreleri’nden (Furkân, 25/23)

farksızdır.

İnsan-İnsan ve İnsan-Toplum İlişkisinde Allah

Bütün eylemlerin tavan anahtarı, tevhid (bütünlük) ilkesidir. Allah'ın ve

dünyanın birliği ekseninde kurulmuş yaşama biçimi, dünyada tevhidi

meydana getirir. Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberin (s.a) sözlerindeki İlahi

çağrının işaretlerini çözmek için çaba sarfeden ve İlahi çağrıya kayıtsız

itaat üzerine kurulmuş bir yaşam biçimi. Burada şeriatın, Kur’âni mesajın

bütünü tarafından ortaya konmuş sonsuz ve mutlak değerlerden doğan bir

yaşama biçimi olduğunu unutmamak gerekir. Şeriatın, el kesme ve benzeri

hadlerin tatbiki gibi konulara indirgenerek sınırlandırılması oldukça yanlış

olacaktır. Ayrıca hadlerin de bizzat amaç olmayıp, toplumun maslahatını

tehdit eden subjektif, bireysel yıkıcı eğilimleri engellemenin bir aracı

olduğunu da unutmamak gerekir.

Bir antlaşma veya sözleşmede karşı tarafı aldatmak, diğer insanlarla

ilişkilerde hile yapmak, yalan söylemek mümkündür. Ancak insan Allah'ı

her şeyin merkezine aldığında ve hayata bu bakış açısıyla baktığında

aldatıcı olması, yalan söylemesi mümkün olmaz. Zira Allah'ın "her şeyi

işiten ve bilen" (Bakara, 2/127, 137, 181 …) olduğunu bir an bile olsa aklından

demir
Vurgu
Page 64: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Gerçek Müslüman,

hayatının her alanını

Allah’la birlikte

kurandır.

çıkarmaz. O hâlde Allah'ın birliğini tasdik etmek, bir durum saptamasından

öte insan davranışlarını içerisine alan bir yapıda olmalıdır. Eğer tevhid

Allah'ın birliğini ifade ediyor ve insan bunu kabul ediyorsa, bu, temelde bir

bağlanmayı, bireysel ve toplumsal alanda davranışları O'nun çizdiği sınırlar

dâhilinde düzenlemeyi ifade eder.

İslam hukukunun toplumsal içeriği, başka bir ifadeyle muamelatla ilgili

kısmı, bireysel muhtevasından, ibadetlerden ve ferdî ahlaktan daha

fazladır. Dolayısıyla İslam hukukunun büyük bir kısmı sosyal düzenle

ilgilidir. Ayrıca, namaz, oruç, hac ve benzeri bireysel gibi görünen çeşitli

unsurların toplumsal boyutunun da etkin bir şekilde var olduğunu ve

bunun göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtmek gerekir. Bu durum, dinin

toplumsal boyuta ne kadar önem verdiğini veya Allah inancının toplumsal

davranışlarda güçlü yansımalarının bulunması gerektiğini göstermektedir.

Aslında Allah'a imanın, O'na teslim olmanın (İslam) ve takvanın amacı da

bireysel ve toplumsal yaşamlarında Allah'ı merkeze alan müslim bir toplum

oluşması için toplumun dönüştürülmesidir (Bk. Bakara, 2/128; Al-i İmran,

3/102). Takva, yapılan davranışların doğuracağı olumsuz sonuçlardan

korunmak amacıyla insanın tüm davranışlarında Yaratıcısını hesaba

katması, O'nun gösterdiği yoldan yürümesidir.

Hz. Peygamber, yeryüzünde iyilik ve adaletin temin ed ilmesi amacıyla

bir toplum kurmayı hedef edinmişti. Zira Allah'ın dışlandığı, tevhid'siz bir

dünya kaos anlamına geliyordu. Bu nedenledir ki, Allah'ın iradesine uyarak

toplumu ve dünyayı yeniden şekillendirmek için insanın belirli bir

sorumluluğu ve eylem yapma görevi bulunmaktadır. Dolayısıyla, insan

görevini iyi yapmalı, kendisine yüklenen görevi Allah'a havale edip

fiiliyatta bir şey yapmama tembellik, acziyet ve kolaycılığına kaçmamalıdır.

Allah'ın insana tevdi ettiği görevi yerine getirmek amacıyla ins anın elinden

gelen tüm imkânları seferber etmeyerek yine Allah'a havale etmesinin bir

anlam ifade etmeyeceğini bilmek gerekmektedir.

"Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu

değiştirmez" (Ra'd, 13/11; Enfâl, 8/53). İnsan ne yaparsa kendisi için yapar,

yaptıklarından da sorumlu olur (Bakara, 2/286; Yûnus, 10/108; İsrâ, 17/15,36;

Neml, 27/92; Ankebût, 29/6; Fâtır, 35/18; Zümer, 39/41; Fussilet, 41/46; Câsiye,

45/15).

İnsan – Evren İlişkisinde Allah

İnsan-Allah ilişkisinin temel yansıma alanlarından biri de insan-evren

ilişkisidir. Doğru bir Allah inancı, başka bir ifadeyle, hayatın her alanına

demir
Vurgu
Page 65: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

İnsan, tabiatın efendisi

değildir. Allah’ın

mülkünü belli

sorumluluklar

çerçevesinde

korumakla mükelleftir.

nüfuz ettiğine ve yine hayatın tüm alanlarının O'nun çizdiği sınırlar

dâhilinde düzenlenmesi gerektiğine inanılan bir Allah inancı, insa nın

evrene ve çevreye karşı belirli sorumluluklar dâhilinde davranmasını

sağlar. Evrendeki varlıklar, mahiyetlerine yerleştirilmiş kanunlar

çerçevesinde hareket eder. Başka bir ifadeyle, evrendeki tüm varlıklar

Allah'ın emrine doğrudan doğruya uyar. Bu nedenledir ki, Kur’ân-ı Kerim

evrenin müslim olduğunu (Âl-i İmran, 3/83), yani Allah'ın iradesine boyun

eğdiğini, teslim olduğunu ifade eder. Bu evrensel kanunun tek istisnası,

insandır. Zira insan, Allah'ın emirlerine uyup uymama konusunda kendisine

bir seçim kabiliyeti verilmiştir. İnsan dışındaki tüm varlıklar yapmaları

gerekeni otomatik olarak yerine getirdiği hâlde, insan, mahiyetinin

gereğini kendi iradesiyle yerine getirir veya getirmez. Dolayısıyla insanla

tabiat arasındaki temel fark, insanın davranış larını hür iradesiyle yerine

getirmesidir. Ancak insanın bu hürriyeti ile birlikte, evrene karşı bir tutum

içerisinde olması gerektiği belirtilmiştir.

Evrende var olan en küçük parça bile Allah’ın insana sunduğu bir âyet,

belge olduğuna göre, insan evrene ve içindekilere gerekli değer ve önemi

vermelidir. Zira tabiat; Allah’ın eseri, tasarımı ve iradesinin gerçekleşmesi

olduğu için değer yüklüdür. Ayrıca, evrende var olan her şeyin Allah’ı

tesbih ettiği, O’na boyun eğdiği de unutulmamalıdır:

Varlıkların ibadeti olan bu tesbih, aynı zamanda var olmalarının da

temelini oluşturmaktadır. İnanan insan, kendisi dışındaki tüm varlıkların

Allah’ı tesbih ettiğini, O’nu andığını düşünerek, kendisi de bu halkaya

katılır. Tabiatın bütünüyle Allah’ı andığını müşahede ederek, onun her bir

parçasına değer verir. Evrendeki her şeyin Yaratıcısını tesbih etmesi, onun

değerliliğini ve insanın ona karşı sorumluluğunu hatırlatır.

Yeri gelmişken, Aziz Mahmud Hüdayi’ye dayandırılan bir olaydan söz

etmek yerinde olacaktır. Aziz Mahmud Hüdayi ve arkadaşları, bir gün

Bursa’da kırlara çıkarlar. Dönüşte bütün dervişler Üftade’ye sunmak üzere

birer demet çiçek toplarlar. Aziz Mahmut Hüdayi ise şeyhinin huzuruna

sapı kırılmış, soluk, buruşuk bir çiçekle çıkar. Üftade; “Arkadaşlarınız

demet demet çiçek getirdiler, siz bize bir tek çiçeği mi layık gördünüz? diye

sorunca Aziz Mahmud Hüdayi şu cevabı verir: “Efendimize ne takdim etsek

“Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır.” (İsra, 17/44).

demir
Vurgu
Page 66: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Tevhid, Allah’ın dışında

etkin bir gücün

olmadığına inanmaktır.

azdır; fakat hangi bir çiçeği koparmak için el uzattımsa tesbihini işiterek

elimi çektim. Ancak sapının kırılmasından dolayı bu çiçeği tesbihinden

kalmış gördüm”. Bu, insana tabiatın her bir parçasına -Allah’ın yaratmış

olması ve O’nu göstermesi nedeniyle-saygı gösterilmesi gerektiğini

gösteren doğru bir evren telakkisinin ürünü olan bir tavırdır.

İnsan – tabiat ilişkisine Kur’âni perspektiften bakıldığında, bunun bir

tüketim ilişkisi olmadığı anlaşılacaktır. Kur’ân, tabiatın insan için

yaratıldığını, bütün mevcudatın insanın kullanımına ve faydasına verildiğini

ifade eder:

Anlaşılacağı üzere gökler, dağlar, nehirler, okyanuslar, güneş, ay,

yıldızlar ve benzeri evrendeki varlıkların tümü insanın yararlanması için

yaratılmıştır. İslam, insanların fıtratlarına uygun şekilde davranmalarını,

yiyip içmelerini, mesken edinmelerini, hayatın bütün güzelliklerinden

yararlanmalarını, bilimsel anlamda mesafe kaydedip ilerlemelerini, tabiatı

kullanmalarını, rahat etmelerini ister. Ancak bunların; dürüstçe, hile

yapmadan, sömürmeden, kendine, başka insanlara, çevreye ve genel

anlamda tabiata zulmetmeden, insanın ve tabiatın yaratılış kodlarına,

fıtrata uygun şekilde yapılmasını öğretir.

İnsana tabiatta tasarruf hakkı verilmiş olmakla birlikte, insandan da

Allah’a, insana ve tabiata karşı sorumluluklarını yerine getirmesi istenir.

Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken husus, tabiatın mülkiyetinin

insana değil, Allah’a ait olduğudur (Bk. Âl-i İmran, 3/26; En’âm, 6/12,165; A’râf,

7/10,128; Mu’minûn, 23/84-89; Lokmân, 31/26; Sebe’, 34/1; Şûrâ, 42/4; Zuhruf,

43/85; Câsiye, 45/27). İnsan tabiatın efendisi değildir. İnsan Allah’ın

mülkünü iyi bir kiracı gibi dikkatle ve belirli sorumluluklar çerçevesinde

korumakla yükümlüdür. Dolayısıyla doğaya zarar verme, onu istismar

etme, kötü kullanma, talan etme, dengesini bozma gibi bir yetkiye sahip

değildir. Yine, tabii kaynakları sömürürcesine tüketme hakkına sahip

değildir. O hâlde insan, tabiatın Allah’ın insana bir emaneti olduğu bilincini

sürekli zihninde canlı tutmalıdır. İnsan bu emaneti, öldüğünde kendisi nden

sonrakilerin de iyi bir şekilde istifade edebilmesi için aldığı zamankinden

“Allah’ın göklerde ve yerde bulunan her şeyi size boyun eğdirdiğini ve

size görülen ve görülmeyen nimetlerini bol bol verdiğini görmediniz

mi?” (Lokman, 31/20).

“Yeryüzünde olan her şeyi sizin için yaratan O’dur.” (Bakara, 2/29);

demir
Vurgu
Page 67: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Tabiat insanın emrine

tüketsin, yoketsin,

mahvetsin diye

verilmemiştir.

Allah, arayan için çok

uzakta değildir; ama

arama derdi olan için.

daha iyi bir konumda gerçek sahibine teslim etmelidir. Bu çerçevede

israftan ve gösterişli tüketimden uzak durmalıdır (En’âm, 6/141; İsrâ, 17/27).

İnsan ve tabiat arasındaki ilişki hiçbir şekilde efendi – köle ilişkisine

dönüşmemelidir. Bu ilişki, ancak kendisine emanet edilen bir emanetçi –

emanet edilen ilişkisi olabilir.

Yukarıda da ifade edildiği üzere Kur’ân-ı Kerim evrene ve evrene ait

parçalara birçok yerde göndermede bulunur. Ancak burada can alıcı nokta,

Kur’ân’ın bu tür konulara neden ve nasıl yer verdiği sorularıyla gündeme

gelmektedir. Kur’ân; yerden, gökten, sudan, bitkilerden, hayvanlardan ,

insanın kendisinden ve benzeri konulardan söz ederken, sürekli insanı

evrene ait bu parçalar üzerinde düşünmeye teşvik etmektedir. Kur’ân -ı

Kerim’in insandan, gece – gündüz işleyip duran büyük kâinat sistemini

akıllıca bir gözleme tabi tutmasını istemekte ve yaratılmışlar üzerindeki bu

yoğun düşünme çabası sonucu da Yaratıcıya ulaşmasını hedeflemektedir.

Zira insanın Yaratıcıya ulaşması, ona bağlılığı da beraberinde getirecektir.

Bu da, imanın başlangıç noktasıdır.

Evrene ait parçalardan söz eden ve bunlar üzerinde sürekli düşünmeyi

talep eden Kur’ân, evrenin işleyiş kanunlarına karşı oldukça ilgisiz kalır.

Kur’ân’ın bu türden bir yol seçmesinin nedeni, insanın yapısıyla da

doğrudan ilgilidir. Zira insan, kendisine verilen akli donanım sayesinde

eşyayı algılama gücüne sahip kılınmıştır. Bu nedenle evrenin işleyişi,

eşyanın fiziki yapısı gibi konularda, potansiyel yeterliliğinden dolayı vahye

ihtiyacının olmadığını söylemek mümkündür. Ancak büyük oranda

metafizik alana giren inanç boyutunu insanın sınırlı aklıyla mükemmel bir

şekilde algılaması mümkün olmadığından, bu alana nüfuz edip

algılayabilmesi için bir mesaja ihtiyacı bulunmaktadır. İşte tam burada,

Kur’ân mesajının niteliği, başka bir ifadeyle hitap ettiği alan

belirginleşmektedir. O, evrene ait parçaları Allah’ın birliği gerçeğine

ulaşmada bir araç olarak kullanır. Dolayısıyla eşyadan söz ederken,

hakkında bilgi vermenin ötesine geçer ve konuyu Allah’ın birliği ile

ilişkilendirerek, amacı bu şekilde belirler. İnsanın da bu nedensellikten

hareketle davranışlarını yaratıcının kendisinden beklediği yönde tanzim

etmesini hedefler.

Evreni ve evrenin içerisindeki canlı – cansız varlıkları gözleme tabi

tutması ve tefekkürü neticesinde insan, müşahede ettiği evrenin hayretler

içerisinde bırakan olağanüstü sistemi karşısında, belirli çıkarsamalarda

bulunup belirli neticelere varacaktır. Dolayısıyla insan Yaratıcısını bulacak,

onun yüceliğinin ve eşsiz kudretinin tecellisini varlıklar üzerinde görerek

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 68: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Bir

eys

el E

tkin

lik • Kur'an'da Hz. İbrahim'in (as) Rabbini

aramasıyla ilgili ayetleri araştırıp bulunuz. Üzerinde düşününüz.

sadece ona yönelecektir. O hâlde sadece Ona yönelme, Onu birleme yani

tevhid, tabiat üzerinde Allah’ın dışında herhangi bir etkin gücün

bulunmadığına inanılmasıdır.

Page 69: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Öze

t

• Bu ünitenin amacı, kelami-felsefi tartışmalara girmeden, Kur’ân'ın temel konusu olan 'Allah' üzerinde durmaktır. Bu çerçevede öncelikle Kur’ân'a hâkim olan temel konunun Allah olduğu, Kur’ân'daki bütün konuların Allah'la bağlantı kurularak anlatıldığı üzerinde durulmaktadır. Devamla, evrenin de merkezinde Allah'ın olduğuna, evrendeki bütün varlıkların Allah'ı gösteren birer gösterge / işaret levhası konumunda bulunduğuna, dolayısıyla evrendeki varlıklara böyle bir yaklaşımla bakılması gerektiğine yer verilmektedir. Sonrasında, insanın Allah'la ilişkisinin nasıl olması gerektiği konusuna girilerek, inanan insanın, hayatının bütün alanlarını İlahi merkezle bağlantılı, Allah'ı gözeterek düzenlemesi gerektiği üzerinde durulmaktadır.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 70: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Alış

tırm

alar

• Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebilirsiniz.

Etkileşimli Alıştırmalar

Öd

ev

• İnsan hayatında Allah tasavvurunun bireysel ve toplumsal yansımalarını araştırarak 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.

Ödev gönderimi

Page 71: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Değerlendirme

sorularını etkileşimli

olarak

cevaplandırabilirsiniz

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Kur’ân’ı Kerim’de tüm konuların dayandığı temel konu nedir?

a) Allah

b) Peygamberlik

c) Âhiret

d) İbadet

e) İnsan ve davranışları

2. Tabiat için aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

a) Sözsüz vahiy

b) Sözlü vahiy

c) Âyet

d) İşaret

e) Delil

3. Aşağıdakilerden hangisi “âyet” sözcüğünün anlamlarından biri değildir?

a) Kur’ân’daki bir kelime, cümle veya cümleler

b) İşaret

c) Delil

d) Mucize

e) Kıssa

4. Kur’ân tabiat olaylarından bahsederken aşağıdakilerden hangisine yer vermez?

a) Tabiat olaylarının nasıllığı

b) Tabiat olaylarının nedeni

c) Tabiat olaylarına nasıl bakılması gerektiği

d) Tabiat olaylarının Allah’a götüren işaretler oluşu

e) Tabiat olaylarının ibret vesilesi oluşu

5. Kur’ân’ı Kerim’de kâinata sıkça yer verilmesinin temel sebebi aşağıdakilerden hangisidir?

a) Kâinatla ilgili bilimsel bilgi sunmak

b) Kâinattan hareketle insanın Allah’a ulaşmasını sağlamak

c) Fen bilimlerini teşvik etmek

d) Fen bilimlerinin gelişimine katkı sağlamak

e) Kâinatla ilgili çeşitli yanlış bilgileri düzeltmek

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 72: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

6. Kur’ân’ın ve kâinatın merkezinde Allah var ise, insandan Allah ile ilgili

temelde talep edilen nedir?

a) Hayatının tüm alanlarına Allah’ı yerleştirmek

b) Allah’ın isim ve sıfatlarını iyi bilmek

c) Allah’ın insanı yarattığını iyi kavramak

d) Allah’ın kâinatı yarattığını iyi kavramak

e) Allah’ın vahyi gönderme sebebini bilmek

7. Allah inancının insan evren münasebetindeki temel yansıması nasıl olmalıdır?

a) Evrenin iyi tanınması

b) Evrenin bilimsel bir bakış açısıyla incelenmesi

c) Evrenin nimet olması yönüyle tüketilmesi

d) Tüketimden uzak durulması

e) Evrene sorumlu bir şekilde yaklaşılması

8. ‘Allah’ kelimesi Kur’ân’da kaç yerde geçmektedir?

a) 896

b) 1666

c) 3213

d) 2696

e) 2111

9. Allah ile ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

a) Kur’ân’da Allah ile ilgili verilen bilgiler uygulamaya yöneliktir.

b) Kur’ân’da Allah için kullanılan çoğu ifadeler, insanda da var olan

özelliklerdir.

c) Kur’ân’da Allah için kullanılan ifadelerin insanla ilgisi yoktur, Allah aşkındır.

d) Kur’ân’da bütün konular Allah merkezli olarak anlatılmaktadır.

e) Kur’ân, Allah’ın insan zihninde sürekli canlı tutulmasını hedefler.

10. ‘Sözsüz vahiy’ ifadesinin karşılığı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Kur’ân-ı Kerim

b) Âyet

c) Sûre

d) Kâinat

e) İbadet

CEVAPLAR:

1.a, 2.b, 3.e, 4.a, 5.b, 6.a, 7.e, 8.d, 9.c, 10.d

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 73: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

1. Abduh, Muhammed-Rıza Reşîd. (1960). Tefsîru’l- Menâr. Mektebetu’l-Kâhire. Mısır.

2. Abdulbaki, Muhammed Fuâd. (1987). el-Mu’cemu’l-Mufehres li-Elfâzi'l-Kur'âni'l-Kerîm ('Allah' mad.). Davet Yay. İstanbul.

3. Aster, Ernst Von. (1949/3). “İnsan ve Dünya”. çev. H. Vehbi Eralp. Felsefe Arkivi. İstanbul.

4. Basalla, George. (1996). Teknolojinin Evrimi. çev. Cem Soydemir. Tübitak Yay. Ankara.

5. Berger, Peter L. (1993). Dinin Sosyal Gerçekliği. çev. Ali Coşkun. İnsan Yay. İstanbul.

6. Beydavi. Abdullah b. Ömer. (ts.). Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl. Dersaâdet Kitabevi. İstanbul.

7. Beyhaki, Ebubekir Ahmed b. Huseyn. (1994). Sunenu'l-Beyhakî. Mektebetu Dâri'l-Bâz. thk. Muhammed Abdulkadir. Mekke.

8. Buhârî, Muhammed b. İsmail. (ts.). Sahîhu'l-Buhârî. el-Mektebetu'l-İslamiyye. İstanbul.

9. Bulaç, Ali. (1994). İslam Düşüncesinde Din – Felsefe / Vahiy-Akıl İlişkisi. Beyan Yay. İstanbul.

10. Cabiri, Muhammed Abid. (2001). Çağdaş İslam Düşüncesinde Yeniden Yapılanma. çev. Ali İhsan Pala-Mehmet Şirin Çıkar. Kitabiyat. Ankara.

11. Cevad Ali. (1993). el-Mufassal fî Târîhi'l-'Arab Kable'l-İslâm. Câmi'atu Bağdâd. Bağdat.

12. Collingwood, R.G. (2000). Tarih Felsefesi Üzerine Denemeler. Ayışığı Kitapları Yay. İstanbul.

13. Çağatay, Neşet. (1971). İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı . AÜİF. Yay. Ankara.

14. Demirci, Muhsin (2003). Kur’ân’ın Temel Konuları . İFAV Yay. İstanbul.

15. Draz, M. Abdullah. (1993). Kur’ân Ahlakı. çev. Emrullah Yüksel – Ünver Günay. İz Yay. İstanbul.

16. Faruki, İsmail R. (2006). Tevhid. çev. Dilaver Yardım – Latif Boyacı. İnsan Yay. İstanbul.

17. Fazlur Rahman. (1999). Ana Konularıyla Kur’ân. çev. Alparslan Açıkgenç. Ankara Okulu Yay. Ankara.

18. Işıcık, Yusuf. (1996). “Kur’ân’ın Öngördüğü Muvahhit İnsan Tipi” . II. Kur’ân Sempozyumu. Fecr Yay. Ankara.

19. İbn Âşûr, Muhammed Tâhir. (1997). et-Tahrîr ve’t-Tenvîr. Dâru Sahnûn li'n-Neşr. Tunus.

20. İbn Hanbel, Ahmed b. Muhammed. (ts.). Musned. Dâru Sâdır. Beyrut.

Page 74: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

21. İbn Kelbî. (1968). Kitâbu'l-Asnâm. thk. Ahmet Zeki Paşa (Arapça metin ve Türkçe çevirisi birlikte). çev. Beyza Düşüngen. AÜİF. Yay. Ankara.

22. İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail. (1984). Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm. thk. Muhammed İbrahim el-Benna- Muhammed Ahmed 'Âşûr-Abdul’azîz Ğanîm. Kahraman Yay. İstanbul.

23. İbn Manzûr, Muhammed b. Mukrim. (ts.). Lisânu'l-'Arab. Dâru Sâdır. Beyrut.

24. İkbal, Muhammed. (ts.). “İslamda Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu” . çev. N. Ahmet Asrar. Birleşik Yay. İstanbul.

25. İsfehânî, Râğıb. (1992). Mufredâtu Elfâzi'l-Kur'ân. thk. Safvân Adnân Dâvûdî. Dâru'ş-Şâmiyye. Beyrut.

26. İzutsu, Toshihiko. (ts.). Kur’ân'da Allah ve İnsan . çev. Süleyman Ateş. Yeni Ufuklar Neşriyat. İstanbul.

27. Kutub, Seyyid. (1987). et-Tasvîru’l-Fennî fi’l-Kur’âni'l-Kerîm. Dâru’ş-Şurûk. Beyrut.

28. Muslim, Ebu Huseyn b. Haccâc (1972). Sahîhu Muslim. nşr. Muhammed Fuâd Abdulbaki. Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî. Beyrut.

29. Nasr, Seyyid Hüseyin. (1984). İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı . İnsan Yay. İstanbul.

30. Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdullah Ahmed b. Mahmûd. (1993). Tefsîru’n-Nesefî. Dâru’l-Eda. İstanbul.

31. Özsoy, Ömer. (1994). Sünnetullah. Fecr Yay. Ankara.

32. Pak, Zekeriya. (2005). Allah-İnsan İletişimi. İlahiyat Yay. Ankara.

33. Râzî, Fahruddîn. (1938). Mefâtihu'l-Ğayb. Matbaatu’l-Behiyye. Mısır.

34. Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebûbekir. (ts.). el-Câmiu’s-Sağîr fî Ehâdîsi’l-Beşîri’n-Nezîr. Mısır.

35. Şarkâvî, İffet Muhammed. (1979). el-Fikru’d-Dinî fî Muvâceheti’l-'Asr. Dâru’l-'Avde. Beyrut.

36. Tabâtabâî, Muhammed Huseyn. (1996). el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur’ân. Muessesetu’n-Neşri’l-İslâmî. Kum.

37. Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân 'an Te’vîli Âyi'l-Kur’ân. (1992). Dâru'l-Kutubi'l-İlmiyye, Beyrut.

38. Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ. (1937). Sunen. nşr. Ahmed Muhammed Şâkir. Kahire.

39. Yıldırım, Suat. (1987). Kur’ân'da Uluhiyyet . Kayıhan Yay. İstanbul.

40. Zemahşeri, Muhammed b. Ömer. (1992). el-Keşşâf 'an Hakâiki Ğavâmidi’t-Tenzîl. Neşru’l-Belâğa. Kum.

41. Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed b. Abdillah. (1972). el-Burhân fî 'Ulûmi'l-Kur'ân. thk. Muhammed Ebu'l-Fadl İbrahim. el-Mektebetu'l-'Asriyye. Beyrut.

Page 75: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Allah Tasavvuru

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

Page 76: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

İÇ

İND

EKİL

ER

• Âhiret Günüyle İlgili Kavramlar

• Kur’ân'da Âhiretin Yeri ve Önemi

• Âhiret Hayatının Temelleri

• Âhiret İnancının Aklî Yönleri

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Âhiret Günüyle ilgili kavramları kavrayabilecek,

• Kur’ân'da âhiretin yeri ve önemini öğrenebilecek,

• Âhiret hayatının temel özelliklerini bilecek,

• Âhiret konusunun naklî ve aklî yönlerini keşfedebileceksiniz.

ÜNİTE

1

KUR’ÂN’DA ÂHİRET İNANCI

TEFSİR Prof. Dr. Veysel GÜLLÜCE

ÜNİTE

4

Page 77: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Tarih boyunca bütün

akıl sahiplerinin

cevabını aradığı “Ben

kimim, niçin yaratıldım,

nereden geldim ve

nereye gidiyorum?”

sorularına gerçek

manada cevabını

sadece Kur’ân

vermiştir.

GİRİŞ

Dünya hayatının fani, ölümün her canlı için kaçınılmaz bir gerçek, buna karşılık

insan fıtratının ebedî yaşama arzusuyla dolu oluşu, onu devamlı olarak hayat-ölüm

ve ölüm ötesi üzerinde düşünmeye, çareler aramaya ve ben kimim, niçin

yaratıldım, nereden geldim, nereye gidiyorum? sorularına cevap aramaya

sevketmiştir... Böylece, bu kısa hayatı anlamlandırmaya ve ölüm ötesine dair çeşitli

anlayışlar, değerlendirmeler ve inançlar ortaya çıkmıştır. Bu sorulara gerçek ve

tatminkâr cevabı ise, bu hayatı, insanı ve bütün alemleri yaratan Yüce Allah vermiş,

gönderdiği elçiler ve kitaplar vasıtasıyla insanlara niçin yaratıldıklarını, bu dünya

hayatının manasının ve gayesinin ne olduğunu, öldükten sonra insanın durumunun

ne olacağını bildirmiştir.

Buna göre insan Allah'ı tanımak, O'na ibadet etmek için yaratılmıştır (Zâriyât,

51/56). Bu kısa hayat bir imtihan yeri olup (Mülk, 67/2) buradan ebedî bir aleme,

âhiret âlemine gidilecektir. İnsana düşen görev, burada, ebedî hayatta mesut

olabilmek için çalışmak, ibadet ve taatlarla kendisine verilmiş istitaat ve

kabiliyetlerini, iyi duygu ve latifelerini inkişâf ettirerek cennete layık bir hâle

gelmektir.

En küçüğünden en büyüğüne kadar hemen her toplumda ölüm ötesi hayata dair

çeşitli inançlara rastlanmaktadır. Bazı toplumlarda Kur’ân-ı Kerim'in haber verdiği

manada bir âhiret inancı bulunmasa da ölüm ötesi hayata olan inanç tamamen

kaybolmamış, mecrâsını değiştirerek reenkarnasyon veya başka sûretlerde kendini

göstermiştir. Yani, insanlık öyle veya böyle, bir ölüm ötesi hayata inanmış,

peygamberlerin tebliğ ettiği hakîki âhiret inancını zaman zaman unutsa da ebedî

yaşama arzusunu başka yollarla tatmin etme yolunu tutmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm'in davet ettiği üzere, hakiki manada imân edenler ve âhirete

inananlar ise, sayıca azdır. Bu gerçek Kur’ân-ı Kerim'de, birçok âyetle ifade

olunmuştur: ت ولو الناس ثر أك وما ن حرص ن م إ ب م "Sen ne kadar hırs göstersen de

insanların çoğu imân edecek değillerdir" (Yûsuf, 12/103) âyeti insanların ekserisinin

imândan mahrûm olduklarını, imân etmeyeceklerini ifade ederken, را وإ ن ن كث الناس م

م ب ل قاء ه ون رب لكاف ر "İnsanlardan pek çoğu Rablerine mülâkî olmayı inkâr ediyorlar."

(Rûm, 30/8) âyeti de âhirete imân edenlerin azlığına dikkat çekmektedir. ل إ ن إ ل ك

ب ل كذ س قاب فحق الر ع "Hepsi de peygamberleri yalanladılar, böylece azap gerçekleşti."

(Sâd, 38/14) gibi çeşitli âyetlerde peygamberlerin yalanlandığı ifade edilmiştir. Bu

tür âyetlere dikkat edildiğinde; peygamberlerin yalanlandığı, alay edildiği, hafife

alındığı meselelerin başında öldükten sonra yeniden dirilme ve kıyametin geldiği

görülür. Yine, م ا ن وح وقو ب وا لم ل كذ س م الر ناه رق أغ "Nûh'un kavmi de peygamberleri

yalanlayınca onları suya batırdık." (Furkân, 25/37), ت إ ن لة ترك م م ن ون ل قو م م ب الل إ وه

demir
Vurgu
Page 78: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Gerçek hayat, âhiret

hayatıdır.

م ب اآلخ رة ون ه Ben (Yusuf a.s.) Allah'a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir" كاف ر

kavmin dinini terkettim." (Yûsuf, 37), بت ود كذ عة وعاد ثم ب ال قار "Ad ve Semûd kavimleri

kıyameti yalanladılar" (Hâkka, 69/4) gibi âyetler, Nûh (a.s) kavmi, Yusuf (a.s) kavmi,

Ad, Semûd gibi kavimlerin, başka âyetlerde belirtilen az sayıdaki inananlar

müstesna, topyekün âhireti inkâr ettiklerini göstermektedir.

Böylece bu inanç, peygamberlerin tebliğiyle az sayıdaki inananlarca kabûl

görmüşse de daha sonraları iyice zayıflayarak, bir başka peygamberle tekrar te'yid

edileceği zamanı beklemiştir.

ÂHİRET GÜNÜYLE İLGİLİ KAVRAMLAR

Teehhür (geri kalma, sonraya kalma) kelimesinden türemiş olan olan âhiret,

kendisinden önce bir ilk'in olduğuna delâlet eder ki, o da dünyadır. Dünya hayatı

âhiretten önce geldiği için, ona nispetle âhiret bu ismi almıştır. Yani, dünya ve

âhiret birbirlerine izafe ile bu isimlerle adlandırılmıştır. Karı-koca, baba-oğul, sağ-

sol kavramları nasıl birbirlerine izafe ile bu isimleri almışlarsa, dünya ve âhiret

kavramları için de durum böyledir. Dolayısıyla dünya denince âhiret, âhiret denince

dünya akla gelir. Kur’ân'ın bu tabirleri kullanmasında bu çağrışım devamlı olarak

göz önünde tutulmuştur.

Kur'ân-ı Kerim'de âhiret günü çok kere, el-yevm (bu gün), el-âhire (âhiret) ve bu

ikisiyle beraber, yani, el-yevmu'l-âhir (son gün) tabirleriyle ifade edilir. el-Yevmu'l-

âhir tabiri umumi bir isim olup bu tabirle çeşitli uhrevî durumlar kastolunur.

Kıyametin kopması, bu âlemin fenâ bulması, ölülerin tekrar diriltilmesi, haşr, neşr,

hesap, amel sayfalarının dağıtılması, mizan, sırat, şefaat, cennet ve cehennem

hayatı bu mefhumun şumûlü içindedir.

ار وإ ن خ رة الد اآل وان له ال ح "Âhiret yurdu var ya, işte gerçekte canlı olan odur."

(Ankebût, 29/64) âyetinde, âhiret için el-hayevân (canlı, çok canlı) tabirinin

kullanılması, âhiret âleminin zevalsiz, kesintisiz, ölümsüz, ebedî bir hayat

olmasındandır. Bu ifadeye göre sanki âhiret yurdu bizzat hayatın tâ kendisidir. Bu

mana, âyette, hayy (canlı) tabiri yerine, daha fazla bir manaya, çokluğa delâlet

eden el-hayevân tabirinin kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Cenab-ı Hak, bu

ifadeyle asıl muteber olan hayatın âhiret hayatı olduğuna dikkat çekmiştir. Razî bu

tabirin izahında şöyle demektedir:

نوا للذين } :تعالى قال كما والنمو الزادة فها اآلخرة كانت لما ى أ حس ة ٱلحسن اد زي وكانت* 26: ونس+{ و وم } :تعالى قال كما الحق التام اإلدراك محل ه ائر تبل ى ي ر ف المستعمل السم علها أطلق *9:الطارق+{ ٱلس

.المدرك النام

demir
Vurgu
Page 79: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Âhiret hayatına dair

isimlendirmeler, o

günün önemini,

büyüklüğünü bildirdiği

gibi, o günde meydana

gelecek büyük

hâdiselere de işaret

etmektedir.

"Güzel ameller işleyenlere güzel bir karşılık ve ziyadesi vardır." (Yûnûs, 10/26)

âyetinde Yüce Allah’ın bildirdiği üzere, âhirette ziyade ve artma olunca "o günde

gizliler ortaya dökülür" âyetinde belirttiği üzere de âhiret, tam ve hakiki bir idrak

mahalli olunca, âhirete büyüyüp gelişen müdrik varlıkların ismi yani, el-hayevân

ismi verilmiştir. Bu yüzdendir ki, âhiretin taşı toprağı canlıdır söz anlar ve dinler

denilmiştir.

Bunun yanında o günde vuku bulan hadiselere delâlet eden bazı isim, fiil ve

cümleler yevm (gün) kelimesine izafe edilerek, âhiret gününü ifade eden pek çok

isim türetilmiştir. Yevm tabirine bir isim izafe etmekle teşekkül eden isimleri ve

isimlendirilme sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:

Yevmu'l-ba's ( البعث وم ), İnsanlar o günde yeni bir bedenî hayatla diriltildiği için,

Yevmu'l-hurûc ( الخروج وم ), İnsanlar kabirlerinden kalkıp öteki âleme çıktıkları

için,

Yevmu'l-kıyame ( القامة وم ), İnsanlar Allah'a hesap vermek üzere kıyam ettikleri

için,

Yevmu'd-dîn ( الدن مو ), Amellere göre karşılık görüleceği için,

Yevmu'l-fasl ve yevmu'l-feth ( الفتح ووم الفصل وم ), İnsanlar arasında adaletle

hüküm verilerek gruplara ayrılacakları için,

Yevmu't-teğâbun ( التغابن وم ), O günde mazlum zalime, cennetlikler

cehennemliklere üstün geldiği veya o gün insanlara gizli kaldığı için,

Yevmu'l-haşr ve yevmu'l-cem ( الجمع ووم الحشر وم ), Mahlûkat o günde mevkıfta

toplanacağı için,

Yevmu'l-hîsâb ( الحساب وم ), İnsanlar amellere göre hesaba çekildikleri için,

Yevmu'l-hasre ( الحسرة وم ), Kâfir ve isyankârlar o gün, yaptıklarına pişman

oldukları için,

Yevmu'l-hulûd ( الخلود وم ), Oradaki hayat ebedî olduğu için,

Yevmu'l-âzife ( اآلزفة وم ), An be ân o güne yaklaşıldığı için,

Yevmu't-telâk ( الطالق وم ), Buluşma ve karşılaşma günü olduğu için,

Yevmu'l-vakti'l-ma'lûm ( المعلوم الوقت وم ), Allah katında belli olan vaktin günü

olduğu için,

Yevmu'l-vaîd ( الوعد وم ), Kendisiyle korkutulan, va'dedilmiş gün olduğu için.

Ayrıca, yevm kelimesine bir sıfat eklenerek yapılmış isimlendirmeler vardır.

Bunları da şöyle sıralayabiliriz: Yevmun asîr ( عسر وم / çetin gün), yevmun elîm ( وم

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 80: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Kıyamet manasında

kullanılan tabirler harf

ve vezinleri itibarıyla

lafız-mana ahengi

içinde öyle

seçilmişlerdir ki, âdeta

o günün dehşet ve

azametini kulaklara

taşırlar.

) acı gün), yevmun azîm, yevmun kebîr / ألم كبر/ عظم وم / büyük gün), yevmun

ma'lûm ( معلوم وم / bilinen gün), yevmun mecmûun lehu'n-nâs ( الناس له مجموع وم /

insanların bir araya toplandığı gün), yevmun meşhûd ( مشهود وم / herkesin şâhid

olduğu, gördüğü gün), yevmun muhît ( محط وم / kuşatan gün), yevmun sakîl ( ثقل وم

/ ağır gün).

Bir de âhiret hayatının maddî yönlerine, mekânı haiz olduğuna delâlet eden ed-

dâr tabirinin zarf-ı mekân yapılarak zikrolunduğu isimler vardır. Meselâ, dâru'l-

âhire ( اآلخرة دار / âhiret yurdu), dâru'l-karâr ( القرار دار / devamlı kalınacak, karar

kılınacak yer, vatan), dâru'l-huld ( الخلد دار / sonsuzluk diyarı) böyledir.

Âhiret Günüyle İlgili Diğer Tabirler

Âhiret günüyle ilgili yukarıda sıraladığımız ifadelerin yanında, Kur’ân-ı Kerîm‘de

âhiret hayatının ilk merhaleleri olan kıyamet ve dirilişle ilgili olarak da pek çok tabir

kullanılmıştır. Bu tabirleri şöyle sıralayabiliriz:

a. Kıyamet'in kopması, kâinatın tahribiyle alakalı tabirler: Kâinattaki nizamın

bozularak bu dünya hayatının son bulmasını ifade için kullanılan kıyamet tabiri,

Kur'ân-ı Kerim'de değişik şekilde ifade edilmiştir. Bunlardan en sık rastlananı es-

sâ‘a (الساعة/saat) tabiridir. Bu kelime lügatte az bir vakti ifade etmek için kullanılır.

Akılları hayret ve dehşete düşüren kıyamet gününde olup-bitenleri saat gibi dar bir

zamana sıkıştırmak Kur'ân'ın i'câzına has, güzel bir ifadedir.

Kıyamet'in kopmasını ifade eden el-Hâkka (الحاقة) tabiri ise, vukuu muhakkak,

gelmesi kesin ve şüphesiz olan şey demektir.

el-Kâria (القارعة) tabiriyle isimlendirilmesi ise, insanları korku ve dehşete

düşürdüğü, o günde semanın yarılıp parçalandığı, arz ve dağların savrulup

dağıtıldığı, yıldızların ışığının sönüp etrafa saçıldığı içindir.

el-Azife (الآلزفة), es-Sâhha (الصاخة), el-Ğâşiye (الغاشة), et-Tâmme (الطامة) de

kıyamet için kullanılmış tabirlerdendir. Azife, yakın manasına gelir. Kıyamet günü,

dünyanın ömrüne nispetle yakın olduğu için bu isim verilmiştir. Sâhha, korku ve

dehşet vermesinden dolayı kulak verilen, dinlenilen şey demektir. Ğâşiye de

kıyamet korkusunun insanları bürüdüğünden veya cehennem ateşinin kâfirleri

kapladığından dolayıdır. Tâmme ise örtme manasındadır.

Dikkat edilirse bu tabirlerin hepsinde kulakları tırmalayan, gürültülü, insanın

kulağında zonklayan şiddetli bir ses vardır. Bu durum Kur'ân'ın mucizevî

özelliklerinden olan lafız-mana uyumundan kaynaklanmaktadır. Bu kelimeler hem

harf, hem vezinleri itibarıyla öyle seçilmişlerdir ki, âdeta kıyametin dehşet ve

korkusunu kulaklara taşırlar.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 81: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Kur’ân’da dirilişle

alakalı ifadelerin her

biri, insanların yeniden

diriliş ve mahşer

yerinde toplanmalarıyla

alakalı farklı evrelere

işaret etmektedir.

b. Ölülerin diriltilerek kabirlerinden çıkarılmaları ve mahşer yerine sevk edilip

toplanmalarıyla alakalı tabirler: Kur'ân'ı Kerim'de insanların diriltilmeleri ba's, ihya,

i‘âde, teba'sür, haşr, neşr, neş'e-i uhra gibi çeşitli tabirlerle ifade edilmiştir.

Ba's lügatte bir şeyi mahallinden depretmek, hareket ettirip ayırmak manasına

gelir. Kıyamet gününe yevmu'l-ba's denmesi de o günde insanlar kabirlerinden

kaldırılarak hesap yerine götürüldükleri içindir.

ا إذ ت القبور و بعثر (İnfitâr, 82/4) âyetinde geçen ba'sere ise, dağıtmak, çevirmek, alt

üst etmek manalarındadır. Bu kelimenin, ba's ve isâre'den mürekkep olduğu da

söylenmiştir.

Ba's ile nuşûr arasında ise şöyle bir fark vardır: Ba'su'l-halk, insanları

kabirlerinden mevkıf yerine götürmek için çıkarmak manasındadır, نا م ن بعثنا من قد ر م

"... bizi kabrimizden kim kaldırdı?" (Yâ-sîn, 36/52) âyetinde olduğu gibi. Nuşûr ise,

ba's edilenlerin ve amellerinin zuhûru, gösterilmesidir. Neşertu ismek (ismini izhâr

ettim, yaydım) ve neşertu fazilete fulân (fulanın faziletini izhâr ettim, anlattım)

ifadelerinde bu mana vardır. Yeniden diriltilenlerin mahşer yerine sevkolunmalarını

ifade eden tabirlerden neşr aslında bir şeyi yayıp, her tarafından uzatmak

manasındadır. Zıddı tayy‘dır (dürmek). Kur'ân-ı Kerîm'de, ba's ve ihyâ mânasında

kullanıldığı gibi, dağılma ve yayılma manalarında da kullanılmıştır.

İhyâ da Kur'ân'da, öldükten sonra tekrar diriltmeyi ifadede çokça kullanılan

tabirlerdendir. İlk yaratmada canlılara ruh nefhedilmesi manasında kullanıldığı gibi,

ölüleri diriltme manasında da kullanılmıştır. نت م واتا وك م أم اك فؤح "Siz ölü varlıklar

hâlinde iken, size hayat verdik" (Bakara, 2/28) âyetindeki ihyâ, ilk yaratmada

canlıya ruh üflenmesi, س ر ذل ك أل أن على ب قاد تى ح ال مو "...Bunları yapan ölüleri

diriltmeye de kâdir değil midir?!" (Kıyame, 75/40) âyetinde ise, ölülerin tekrar

diriltilmesi manasındadır. Bunlardan başka, ihyâ tabiri Kur'ân'da hidayet, ibkâ

(hayatta bırakmak), yeryüzünü bitkilerle canlandırmak manalarında da

kullanılmıştır. İâde ise, döndürmek manasındadır. Meâd, dönüş yeri, merci, âhiret

demektir.

Neş'e-i uhrâ, Kur’ân'da neş'e-i ûlâ'ya (ilk yaratılış) mukabil olarak kullanılmıştır.

Böylece dirilişin imkân dâhilinde olduğuna dâir bir delil olarak takdim edilmiştir.

Zira, bir şeyi ilkten yaratan tekrar yaratmaya da kadirdir.

Haşr, cem etmek, toplamak manasındadır. Aslında, bir topluluğu bulundukları

yerden harp ve benzeri bir maksattan dolayı çıkarmak demektir. Sadece topluluk

için kullanılır.

Cem ile haşr arasındaki farka gelince, haşr sevkederek cem etmek

manasındadır. Yevmu'l-haşr da bu manayı ifade etmektedir. Çünkü mahlukât o

günde toplanır ve hesap yerine sevkolunur.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 82: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Âhiret, Kur’ân’ın asıl

maksatlarından, temel

konularından biridir.

Tartışma forumu Tart

ışm

a • Kur'ân'da âhiret konusuna niçin genişçe yer verilmiştir? Konuyu gerekçeleri ile forumda tartışabilirsiniz.

KUR’ÂN’DA ÂHİRETİN YERİ VE ÖNEMİ

Kur'ân-ı Kerim'in, bütün dünya dinlerinin ilahî veya gayr-ı ilahî kitaplarından

farklı olan yönlerinin başında, âhiretle alakalı meselelere geniş yer vermesi gelir.

Kur'ân-ı Kerim‘de âhiretin yeri ve önemini gösteren durumları şöyle sıralayabiliriz:

a. Âhiret konusu Kur'ân'ın asıl maksatlarından biridir: Âhiret konusu bütün

müfessirlerin ittifakıyle, Kur’ân'ın asıl maksatlarından birisi olarak kabul edilmiştir.

Kur’ân-Kerim'in asıl maksatları, esas mevzuları hakkında değişik tasnifler

bulunsa da pek çok tasnifte, aynı zamanda Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in Mekke

dönemindeki tebliğinin de temelini teşkil eden şu dört maksat vardır: Tevhid,

nübüvvet, âhiret ve ibadet. Bu konu, Kur'ân'ın hemen her sûresinde ele alınıp,

icmalî veya tafsilî olarak işlenmiştir. Nitekim, Şehate'nin Ehdâfu Külli Sûretin ve

makâsıduhâ (Kur’ân-ı Kerim'deki Bütün Sûrelerin Hedef ve Maksatları) adlı eserine

bakıldığında, bu durum açıkça görülecektir. Bu eserde Kur'ân'ın her sûresinde, o

surenin âyetlerine sirayet etmiş ve o sûrenin mebadî (prensipler), ahkâm, tevcihât

ve üslubuna hâkim olan bir rûh'un varlığından bahsediliyor ki, bu rûh, Kur'ân'ın aslî

maksatlarından olan tevhid, nübüvvet, haşir (âhiret) ve ibadettir. Bu maksatları

bütün sûrelerde sarih veya işarî bir tarzda bulmak zor değildir.

b. Âhiretle alakalı âyetler sayıca çoktur: Kur'ân-ı Kerim'de âhiretle, dolaylı olarak

ilgisi olan âyetler bir tarafa, doğrudan alakası olan âyetlerin sayısı bin dokuz yüz

civarında olup Kur’ân'ın üçte biri dolayındadır.

c. Âhiret hayatının çeşitli safhalarına geniş bir şekilde yer verilmiştir: Kur'ân-ı

Kerim'de âhiret mevzusu bütün teferruatıyla anlatılmıştır. İnsanın ölüm

hengâmında melekler tarafından rûhunun kabzedilmesi, kıyamet alametleri,

kıyametin vukuu esnasında kainat çapında meydana gelen dehşetli hadiseler, sûra

üfürülmesi, insanların yeniden diriltilerek kabirlerinden çıkarılmaları, mahşer

yerine sevkolunmaları, hesaba çekilmeleri, bu esnadaki karşılıklı konuşmalar, amel

defterlerinin dağıtılması, insanların gruplara ayrılarak cennet ve cehenneme

sevkolunmaları, cennet nimetleri ve cehennem azapları, cennet ve

cehennemdekilere melekler tarafından yapılan hitaplar, cennetliklerle

demir
Vurgu
Page 83: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Kur’ân’ın yaklaşık üçte

biri âhiretle alakalı

konulara dairdir.

cehennemlikler arasında cereyan eden karşılıklı konuşmalar, cennet ve cehennem

hayatının ebedî oluşları gibi meseleler, Kur’ân'da geniş bir şekilde anlatılan âhiretle

alakalı meselelerdendir.

d. Bazı sûreler kıyamet günü manasına gelen tabirlerle veya o günde vuku bulan

hadiselerle isimlendirilmiştir: Kıyame, Hakka, Karia, Ğaşiye, İnfitar, İnşikak, Tekvîr

gibi.

e. Pek çok âyette Allah'a imânla âhirete imân birlikte zikredilmiştir: Meselâ, ن ولك

م ب الل آمن من ال ب ر و اآلخ ر وال "Fakat birr, Allah'a ve âhiret gününe… imân etmektir."

(Bakara, 2/177) نت م إ ن ن ون ك م م ب الل ت إ و اآلخ ر وال "Eğer, Allah'a ve âhiret gününe imân

ediyorsanız..." (Nisâ, 4/59; Nûr, 24/2) gibi pek çok âyette Allah'a ve âhiret gününe

imân birlikte zikrolunmuştur. Bu durum âhirete imânın Allah'a imândan hemen

sonra geldiğini gösterdiği gibi, âhirete imân olmadan Allah'a imân'ın da fayda

vermeyeceğini ve gerçek bir imân olmayacağını göstermektedir.

f. Cenab-ı Hakk, öldükten sonra dirilme ve va'd ettiği uhrevî şeyler hakkında

yemin etmiştir: Cenab-ı Hakk'ın âhiretle alakalı yeminleri üç çeşittir:

1. Çeşitli varlıklarla âhiretle alakalı meselelere yemin etmesidir. Şu âyetlerde

olduğu gibi:

ور تاب ) 1( والط ور وك

ط س نش ور رق ف ) 2( م ت ) 3( م م ور وال ب ق ف ) 4( ال مع وع والسف ر ) 5( ال مر وال بح

ور ج داف ع م ن له ما) 7( لواق ع ربك عذاب إ ن) 6( ال مس

“Tûr'a, yayılmış ince deri üzerine satır satır yazılmış Kitab'a, Beyt-i Ma'mûr'a,

yükseltilmiş tavana, dolu denize yemin olsun ki, Rabbinin azabı mutlaka vuku

bulacaktır. O'na engel olacak hiç bir şey yoktur.“ (Tûr, 52/1- 7 ).

2. Cenab-ı Hakk'ın âhiretin vukuuna dâir bizzat kendi adına yemin etmesidir. Şu

âyette durum böyledir: ماء فورب الس ض ر ه وال ل لحق إ ن ث م ما م ك ق ون أن تنط "Sema ve arzın

Rabbine yemin olsun ki, o sizin konuşmanız gibi gerçektir." (Zâriyât, 51/23). Bu

âyette Yüce Allah, haber verdiği şeylerin muhakkak vuku bulacağını, insanoğlunun

konuşmasının ve varlığının katiyyetine benzetmiştir.

3. Bazen de Cenab-ı Hak, bizzat kıyamet'in kendisine yemin etmiştir. Meselâ,

م و و ود ال ع ال مو "Va'dolunan güne yemin olsun ki..." (Burûc, 85/2) âyeti böyledir. Bu

hususta bir diğer misâl ise, م ل م أ ق س و امة ب ال ق (Kıyame, 75/1) âyetidir. Burada mana,

"kıyamet kesin olacak bir şeydir, yemine bile hacet yoktur" şeklindedir. Bu güne

yemin ise, vukuunu tekid, şanını yüceltmek ve nazarları o güne çevirmek içindir.

Şu üç âyette ise, peygamber Efendimiz âhiret hakkında yemin etmekle

emrolunmuştur: تنب ئ ونك س و أحق و ه ورب إ ي ق ل ه لحق إ ن "Sana o gerçek midir? diye

soruyorlar. De ki, Rabbime yemin olsun ki, evet! O gerçektir..." (Yunus, 10/53), وقال

ن وا الذ نا ل كفر اعة تؤ ت م ورب بلى ق ل الس ك ن ب عال م لتؤ ت غ ال "İnkârcılar, kıyamet bize gelmeyecek

demir
Vurgu
Page 84: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Kur’ân, dünyaya tekrar

dönüş olmayacağını

kesin bir dille ifade

etmektedir.

dediler. De ki hayır! Gaybı bilen Rabbimin hakkı için o mutlaka size gelecektir"

(Sebe, 34/3), ن زعم وا الذ عث وا لن أن كفر عث ن ورب بلى ق ل ب لت ب "İnkârcılar asla

diriltilmeyeceklerini iddiâ ettiler. Deki, hayır! Rabbime yemîn olsun ki muhakkak

diriltileceksiniz.." (Teğabun, 64/7)

KUR’ÂN’DA ÂHİRET HAYATININ TEMEL ÖZELLİKLERİ

Kur’ân’da âhiret hayatıyla ilgili bir kısım özellikler ortaya konmaktadır.

Maddeler hâlinde sunmaya çalışalım.

Dünyaya tekrar dönüş yoktur

Kur'ân-ı Kerim'de, insanın yeniden diriltilişinin kıyamet günü olacağı, iâde

tabirinden insanların kıyamet gününde tekrar diriltilmelerinin kast olunduğu, bu

diriltmenin bir defâya mahsus olduğu ve ölümden sonra tekrar dünyaya dönüşün

asla mümkün olmayacağı açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu hususta pek çok âyet

vardır. İşte bunlardan birisi:

م جاء إ ذا حتى ت أحده ون رب قال ال مو ج ع مل لعل) 99( ار ما صال حا أع ت ف ها كال ترك و كل مة إ ن قائ ل ها ه م وم ن زخ ورائ ه م إ لى بر و عث ون )100( ب

"Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki, Rabbim! Beni geri gönder.

Tâ ki, boşa geçirdiğim dünya hayatında iyi ameller işleyeyim. Hayır! O, söylediği boş

bir laftan ibarettir. Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir

berzah vardır." (Mü'minûn, 23/99-100).

Bu âyet dünyaya yeniden gelmenin olmayacağını açık ve kesin bir şekilde ifade

ediyor. Nitekim Muhammed İkbâl, "Kur'ân-ı Mubîn'de iyice açıklanmış ve hiçbir fikir

kargaşasına yer vermeyecek mahiyette olan üç noktaya dikkat etmemiz gerekir"

dedikten sonra ikinci noktada: "Kur'ân-ı Kerîm'e göre bu dünyaya yeniden gelmek

imkânsızdır. Bu husus şu âyette gayet sarîh bir şekilde açıklanmıştır: ..." diyerek,

yukardaki âyeti zikretmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm dünyaya yeniden dönüş isteğinin boş bir laf olduğunu ifade

ederken tekid sadedinde ها و كل مة إ ن قائ ل ها ه "o, söylediği boş bir laftan ibarettir."

buyurmuştur.

م وم ن زخ ورائ ه م إ لى بر و عث ون ب ifadesi de onların diriltilecekleri güne kadar berzah

âleminde bekleyeceklerini, yani dünya hayatıyla âhiret hayatı arasında bir hayatta

olacaklarını, dünyaya dönemeyeceklerini belirtmektedir.

Dünyaya tekrar dönüşün olmayacağını ifade eden diğer âyetlerden bir kısmı

şunlardır:

demir
Vurgu
Page 85: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Çok sayıda âyet,

öldükten sonraki

dirilişin hem

manevi/ruhani hem de

maddî/cismanî

olacağını

bildirmektedir.

ق ف وا إ ذ ترى ولو ار على و ا فقال وا الن تنا ب ول ن رد ل ات ن كذ نا ب آ ن ونك ون رب ن م ن م إ ا له م بدا بل ) 27( ال م مف ون كان وا ن خ ل م وا ولو قب د وا ر ه ن ه وا ل ما لعاد ه م عن ب ون وإ ن )82( لكاذ

"Onların, ateşin karşısında durdurulup, âh! Keşke dünyaya geri gönderilsek de

bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak! dediklerini bir

görsen! Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine

göründü. Onlar dünyaya geri gönderilseler bile, yine nehyolundukları şeyleri

mutlaka tekrar yaparlardı. Onlar kesinlikle yalancıdırlar." (En'âm, 6/27-28),

ن هل ون ر له إ ل ظ و م تؤ و ؤ ت ل ه و

ق ول تؤ ن وه الذ ل م ن نس ل جاءت قد قب س نا ر ن لنا فهل ب ال حق رب م وا ش فعاء فع ش مل ن رد أو لنا ف ر فنع ا الذ ي غ ن مل ك وا قد نع ر ه م وضل أنف سه م خس ا عن ون كان وا م تر ف )53(

"...Acaba şimdi bizim için şefaatçiler var mı ki, bize şefaat etsinler, ya da

dünyaya geri gönderilsek de yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapsak.

Onlar kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kaybolup gitti." (A'raf,

7/53)

نا نا رب ج ر ها أخ ن نا فإ ن م د ا ع وا قال) 107( ظال م ون فإ ن سإ ها اخ ون ول ف )108( ت كلم

"Rabbimiz bizi cehennemden çıkar, eğer bir daha dönersek o zaman gerçekten

zalimlerdeniz. Allah buyurdu ki, susun! Konuşmayın!.." (Mü'minûn, 23/107-108).

En'âm, 28. âyetteki, وا ولو د وا ر ه ن ه وا ل ما لعاد عن "Eğer dünyaya geri döndürülselerdi

nehyolundukları şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı." ifadesi konumuz açısından çok

önemlidir. Çünkü bu ifadeyle, farazâ o insanlar dünyaya tekrar gelseler de yine aynı

şeyleri yapıp Allah'ın yasak ettiği şeyleri işleyecekleri bildirilerek, insanların bu

dünyaya neden bir kere daha gönderilmediklerinin hikmeti beyân edilmiştir.

Diriliş Cismanîdir

Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan âhiret hayatının temel özelliklerinden birisi de âhiret

hayatının sadece ruhânî bir hayat olmayıp maddî/cismanî yönünün de olduğu

gerçeğidir. Kur’ân-ı Kerîm’de dirilişle insanların yeni bir bedenle kabirlerinden

çıkarılıp haşrolunmaları kastedilir. Zaten inkârcıların asıl itiraz ettikleri konu,

dirilişin bu yönüdür. Yani çürüyüp toprak hâline gelmiş bedenlerin yeniden inşâ

edilip diriltilmeleridir. Bu yüzden cismanî dirilişin aklen mümkün olduğuna, Yüce

Allah’ın insanları başlangıçta yarattığı gibi, kıyamet gününde tekrar dirilteceğine

dair pek çok delil sıralanmıştır. Cismanî dirilişin aklen mümkün olduğuna dâir

zikredilen bütün bu âyetler haşrin, öldükten sonra tekrar dirilmenin cismanî

olduğunun, hiç bir şüpheye yer bırakmayacak derecede apaçık delilidirler. Burada

misal olarak, bazı âyetlere değineceğiz.

Hz. İbrahîm, Hz. Uzeyr, Ashab-ı Kehf kıssaları ve dirilişle alakalı diğer kıssalar,

dirilişin cismanî olduğunun kesin delilleridir. Keza, öldükten sonra tekrar dirilmeyi

inkâr edenlerin, نا أئ ذا قال وا ت ا م ن ظاما ت رابا وك ا وع وث ون أئ ن ع لمب "Biz ölüp toprak ve kemik

demir
Vurgu
Page 86: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Cennet hayatı her

yönüyle mükemmel

olduğu gibi, cismanî

nimetler açısından da

öyledir.

Cennet hayatı gibi,

cehennem hayatının da

sonsuz ve kesintisiz

olduğuna dair çeşitli

âyetler vardır.

hâline gelince mi!? Tekrar mı diriltileceğiz!?" (Mü'minûn, 23/82; Sâffât, 37/16;

Vâkıa, 56/47)

ا أئ ذا ن ظاما ك ة إ ذا ت ل ك قال وا) 11( نخ رة ع رة كر )12( خاس

"Biz tekrar ilk hâlimize mi döndürülecek mişiz?! Çürümüş kemikler hâline

geldikten sonra mı?! Dediler ki, bu o zaman zararlı bir dönüştür!" (Nâziât, 79/10-

12) gibi sözlerle şiddetli inkârları, dirilişin cismanî olduğunun beyan edilmesinden

dolayıdır. Aksi hâlde onlar bu şekilde şiddetli inkârda bulunmazlardı. Çünkü hemen

hemen bütün toplumlarda görüldüğü gibi, onlar da öldükten sonra rûhun bakî

kaldığına dâir, bâtıl ve hurafe de olsa, birtakım inançlara sahip idiler. Dolayısıyla

ruhların haşrini bu derece şiddetle inkâr etmeleri söz konusu değildir. Onlar

bedenlerin yeniden diriltilmesini inkâr ediyorlardı. Nitekim, من ظام ح و ال ع م ه رم

"Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?!" (Yâ-sîn, 36/78) diye meydan okuyan

inkârcı, eline çürümüş kemikleri alarak, o kemiklerin nasıl tekrar diriltilip hayat

kazanacaklarını, böyle bir şeyin olamayacağını söylemesi üzerine, daha sonraki

âyetlerle cevap verilmesi, bu inkârın cismanî diriliş hakkında olduğunun açık

delilidir. Zaten, Kur'ân'da İslâm filozoflarının ele alışlarının aksine, insandan bir

bütün olarak bahsedilmiş, beden rûh ayırımı yapılmamış, bedensiz rûhlardan

bahsedilmemiştir.

Yine Kur'ân'da tafsilatlı bir şekilde anlatılan cennet ve cehennem hayatı,

cennetteki yiyecek ve içecekler, ağaçlar ve ırmaklar, saraylar, cennet hurileri,

cehennem azabı, cehennemin yakacağı, kaynar sular; bu hayatın cismanî

olduğunun açık delilleridir. İşte bir kaç âyet:

لئ ك ب ون أ و قر م جنات ف ) 11( ال م ع ن ث لة ) 12( الن ن م ل ل ) 13( الو ن وقل ن م ر على) 14( اآلخ ر ر س ونة ض و ن) 15( م ئ ك ت ها م ن عل تقاب ل ط وف ) 16( م م ه ل دان عل خلد ون و واب ) 17( م ق ب ؤك س وأبار

من وكؤ

ن ع ون ل) 18( م ع ها صد ف ون ول عن هة ) 19( نز ا وفاك م و م ر تخ م ) 20( ن ر ولح ا ط م ته ون م ش )21 (ور ن وح ثال ) 22( ع ل إ كؤم ن ون اللإ مل ون كان وا ب ما جزاء) 23( ال مك ع ون ل) 24( مع س ها وا ف ما ول لغ تؤ ث

ال إ ل) 25( حاب ) 26( سالما سالما ق ن وأص م حاب ما ال ن أص م ر ف ) 27( ال د ود س ض خ ح ) 28( م وطل

ود نض ل ) 29( م ود وظ د م ك وب وماء) 30( م س هة ) 31( م رة وفاك وعة ل) 32( كث ن وعة ول مق ط ش ) 33( مم وف ر ف وعة ر ا) 34( م ن إ ن ن) 35( إ نشاء أنشؤ ناه كارا فجعل ناه با) 36( أب ر رابا ع حاب ) 37( أت ص ن ل م ال

"Önde olanlar önde olanlar, İşte onlar mukarrebûndur. Naîm cennetlerinde...

Çoğu öncekilerden, az bir kısmı da sonrakilerdendir. Cevherlerle işlenmiş tahtlar

üzerinde, karşılıklı oturup yaslanırlar. Etraflarında ebedîleştirilmiş çocuklar dolaşıp

dururlar. Maîn'den doldurulmuş testiler, ibrikler ve kâselerle. Ondan dolayı ne

başları ağırır, ne de akılları gider. Ve beğendikleri meyveler... İştahlarının çektiği

kuş etleri. İri gözlü hûrîler. Saklı inciler misâli... Yaptıklarına bir mükâfat olarak.

Orada ne boş laf ne de günah söz işitirler. Sadece selâm! selâm! denilir. Ve ashab-ı

yemîn, ne mutlu ashâb-ı yemîn'e! Onlar dalbastı kirazlar, sıra sıra dizili muzlar,

uzun gölgeler, bolca dökülen sular, kesintisiz, yasaksız çokça meyveler içindedirler.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 87: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Kur’ân’da âhiret

hayatına dair bilgiler,

hem naklîdir; hem de

aklîdir.

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Kur'ân ayetleri çerçevesinde, Kur'ân'da anlatılan âhiret hayatının temel özellikleri hakkında düşününüz.

Bir de yüksek döşekler... Biz o kadınları eşsiz bir şekilde yarattık ve onları bâkireler

kıldık. Kocalarına düşkün, hep aynı yaşta... Ashâb-ı yemîn için." (Vakıa, 56/10-38)

Kur'ân-ı Kerîm'de cismanî haşr bu derece açık olarak bildirildiği içindir ki, Kur'ân-

ı Kerîmle cismanî haşri inkârın bir kalpte birlikte bulunamayacağı söylenmiştir.

Aslında dünyâ, âhiretin bir fihristesi hükmündedir. Dünya hayatında insanlara

tattırılan cismanî lezzetler birer numûnedir. Asıllarına teşvîk etmek içindir.

Buradaki tattırma, cennetlerde ebedî âleme lâyık nimetler hazırlandığına delâlet

etmektedir. Bu dünya hayatında cismanî bir hayat yaşayıp, cismanî nimetlerden

istifade ettiği hâlde, bunların daha mükemmel bir şekilde âhirette bulunacağını

kabul etmeyip inkâr eden bir insanın ne derece tututarsızlık içinde olacağı

âşikârdır.

Âhiret Hayati Ebedîdir

Kur'ân-ı Kerimde pek çok âyette cennet ve cehennemden bahsedilirken ن خال د

ها أبدا ف "Orada ebedî (sonsuz) olarak kalacaklardır." (Nisâ, 4/57; Maide, 5/119;

Ahzâb, 33/65; Cin, 72/23 ...) ifadesiyle cennet ve cehennem hayatının sonsuz

olduğu ifade edilmiş; yine, ه ع تجر كاد ول ه غ ه س ؤ ت ت و ل م ن ال مو و وما مكان ك ت ه İrinli" ب م

suyu içmeye çalışır fakat boğazından geçiremez. Ona her taraftan ölüm gelir, fakat

o ölmez." (İbrahîm, 14/17), ن وا والذ م نار له م كفر م ق ضى ل جهن ه م وت وا عل ه م خفف ول ف ن عن م

,İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler" عذاب ها

cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez." (Fâtır, 35/36), وق ون ل ذ ها ف

ت تة إ ل ال مو م ال ولى ال مو جح م عذاب ووقاه ال "(Cennetlikler) ilk tattıkları ölüm dışında orada

artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur." (Duhân,

44/56) gibi âyetlerde de cennet ve cehennemde ölüm olmadığı, hem cennetliklerin

hem de cehennemliklerin bulundukları mekânlarda ölümsüz olarak kalacakları

ifade edilmiştir. Bu husus itiraza yer bırakmayacak bir şekilde açık ve kesindir.

KUR’ÂN’DA ÂHİRET İNANCININ AKLÎ YÖNLERİ

Kur'ân-ı Kerîm'de âhiretle alakalı mevzular sadece naklî olarak ele alınmamış,

öldükten sonra yeniden dirilişin aklen mümkün olduğu ve vukuunu gerektiren

demir
Vurgu
Page 88: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Gören gözler için, bahar

mevsiminde

yeryüzünde haşrin

sayısız örnekleri vardır.

sebep ve deliller üzerinde de durulmuştur. Pek çok âyette âhireti ve öldükten

sonra dirilmeyi inkâr edenlerin şüphe ve iddiâlarına cevaplar verilmiş, kıyamet

günü gerçekleşecek olan yeniden dirilişin Allah için çok kolay olduğu, çeşitli

şekillerde izah edilerek, bu konu akla yaklaştırılmıştır. Sunulan delilleri maddeler

hâlinde sıralayalım.

İlk Yaratan Yeniden Diriltmeye de Kadirdir

Kurân-ı Kerîm'de öldükten sonra yeniden diriliş meselesinin aklen mümkün

olduğu ispat edilirken ve bu husustaki şüphe ve itirazlara cevap verilirken, sık sık,

bir şeyi bir kere yaratanın tekrar yaratmaya (ihyâ) da kadir olduğu ifade edilmiş,

nazarlar insanların ilk yaratılışına çevrilerek, ilk yaratılışın düşünülmesi istenmiştir.

Bir âyette şöyle buyruluyor: ق ول ت ما أئ ذا اإل نسان و فل م رج سو ا أ خ ر أول ح ك ذ ا اإل نسان أن

ناه ل م ن خلق ك ولم قب ئا ش "İnsan der ki, ben öldükten sonra diriltilip kabrimden dışarı mı

çıkarılacak mışım!? İnsan daha önce hiç bir şey değilken kendisini yarattığımızı

hatırlamıyor mu?" (Meryem, 19/70)

Bu âyette öldükten sonra dirilmeyi aklına sığdıramayan insana karşı, insanın

daha önceleri varlık âleminde hiç yokken, isminden bahsedilen bir şey değilken

varedilmesine, ortaya çıkarılmasına dikkat çekilmiş, insanı bir kere yaratanın tekrar

yaratmaya da kadir olduğu ifade edilmiştir.

Yâ-sîn suresinde de bu konuda şöyle buyrulur:

ر أولم ا اإل نسان ناه أن فة م ن خلق و فإ ذا نط م ه ن خص ب مثال لنا وضرب) 77( م من قال خل قه ونس ح ظام ال ع م وه ها ق ل ) 78( رم ل أنشؤها الذ ي ح ة أو و مر ل وه م خل ق ب ك )79( عل

"İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmüyor mu ki apaçık düşman

kesiliyor!? Bir de kendi yaratılışını unutup bize bir misâl getirdi. Dedi ki, bu çürümüş

kemikleri kim diriltecek?! De ki, onları ilk defâ yaratan diriltecek. O her türlü

yaratmayı bilendir. " (Yâ-sîn, 36/77-79).

Bu âyetlerin sebeb-i nüzulü hakkında şu hâdise anlatılır:

منهم قرش كفار من جماعة أن المغرة بن والولد وائل بن والعاص جهل وأبو الجمح خلف بن أب لهم فقال ذلك، ف تكلموا والعزى والالت: قال ثم الموات، بعث هللا إن محمد، قول ما إلى ترون أل: أب

قد ما بعد هذا ح هللا أترى محمد، ا: قول وهو بده فته فجعل بالا عظما وأخذ. ولخصمنه إله لصرن " جهنم ويدخلك ويبعثك نعم" :وسلم عله هللا صلى قال. رم

"İçlerinde Ubeyy b. Halef, Ebû Cehil, As b. Vâil, Velîd b. Muğîre'nin de bulunduğu

Kureyş kâfirlerinden bir grup kendi aralarında, öldükten sonra dirilme hakkında ileri

geri konuşurlarken Ubeyy arkadaşlarına der ki: "Muhammed'in şu dediğine bakın!

Allah ölüleri tekrar diriltecekmiş!? Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki, O'nun yanına

varıp tartışacağım!" Ubeyy çürümüş bir kemik alır, (peygamberimizin yanına varır.)

Elindeki kemiği ufalayarak şöyle der: "Yâ Muhammed! Bu kemik çürüyüp

demir
Vurgu
Page 89: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Ölümün kardeşi olan

uyku, âhiretin varlığı

için bir kanıttır.

dağıldıktan sonra Allah bunu nasıl diriltecek!? Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v)

şöyle der: Evet, seni diriltecek ve Cehenneme sokacak! (Daha sonra bu âyetler nazil

olur)."

İnsanın Yaratılış Evreleri

Kur'ân-ı Kerim'de, öldükten sonra tekrar dirilişi akıllara yakınlaştırmak,

inkârcıları susturmak için sık sık insanın yaratılış evrelerine, neden yaratıldığına

bakması istenir. Çünkü insanın yaratılışı Allah'ın sonsuz kudretini açık bir şekilde

akıllara gösteren ve devamlı olarak tekrarlanan eşsiz bir mucizedir. Böyle bir

mucizeye şahid olan, hakkıyla düşünüp teemmül eden insanın öldükten sonra

diriliş hakkında hiçbir şüphesi kalmaz. Burada örnek olarak Hacc sûresi, 5-7.

âyetleri sunalım:

ا ها م إ ن اس الن أ نت ب ف ك ن ر ث م ا ال بع ناك م فإ ن ن ث م ت راب من خلق فة م ن ث م نط م علقة م غة م ن ث خلقة مض م

ر خلقة وغ ن م م لن ب حام ف ون ق ر لك سمى أجل إ لى نشاء ما الر م م م ث ك ج ر ف ال ن خ وا ث م ط ل غ م ل تب ك نك م أش د من وم نك م توفى ذل إ لى رد من وم ر أر م ال ال ع لم ل ك ع د م ن م بع

ل ئا ع ض وترى ش دة الر ها أنزل نا فإ ذا هام ال ماء علت تز ن وأنبتت وربت اه ل م ج ك ج زو ب ؤن ذل ك) 5( به و هللا ه ال حق ه وأن تى ح ه ال مو ل على وأن ء ك ر ش قد

اعة وأن) 6( ة الس ب ل آت ها ر وأن ف عث هللا ب )7( ال ق ب ور ف من

“Ey insanlar eğer öldükten sonra tekrar dirilme hakkında bir şüphe içinde iseniz,

düşününüz, biz sizi topraktan sonra nutfeden, sonra alakadan (rahim cidarına

yapışan nesne), sonra muhallak ve muhallak olmayan (belirli ve belirsiz) bir

mudğadan (bir çiğnemlik et parçası) yarattık ki, size beyân edelim. Ve dilediğimizi

belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde tutarız, sonra sizi bir bebek olarak çıkarırız.

Sonra da yetişkinlik çağına... Sizden kimisi vefât eder, kimisi de bir şeyler bilir

vaziyetten sonra hiç bir şey bilmez bir hâle gelmek üzere erzel-i ömre çevrilir. Yer

yüzünü kupkuru, sönük bir hâlde görürsün, fakat ona yağmur yağdırdığımızda,

kıpırdanır, kabarır ve her çiftten iç açıcı bitkiler verir. Çünkü Allah Hakk'tır, O ölüleri

diriltir ve O her şeye kadîrdir. Hiç şüphesiz kıyamet de gelecektir ve Allah kabirlerde

olanları diriltir." (Hac, 22/5-7).

Bu âyetlerde zikri geçen insanın yaratılış evrelerinden her biri, başlı başına bir

mucize olup Yüce Yaratıcının sonsuz kudretini gösterdikleri gibi, insanları tekrar

diriltmeye kadir olduğunun da delilleridir.

Yeryüzünün Bitkilerle Canlandırılması

Kur'ân-ı Kerim'de öldükten sonra tekrar dirilmeyi akla yakınlaştırmak için

sunulan misâllerden biri de ölü hâldeki arzın bahar mevsiminde tekrar canlanması,

kuru ağaçların yaprak, çiçek ve meyvelerle süslenmeleridir. Bir nevi diriliş olan bu

işleri yapan Zât'a ölüleri diriltmek ağır gelmez. Bu konudaki âyetlerden birinde

şöyle buyrulur: ر مت آثار إ لى فانظ ف هللا رح ك ض ح ر د ال ت ها بع ذل ك إ ن مو ح تى لم و ال مو على وه

demir
Vurgu
Page 90: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Uyutup uyandıran,

ölümden sonra

diriltmeye de elbette

kadirdir.

ل ء ك ر ش قد "Allah'ın rahmet eserlerine bak! Ölümünden sonra yeryüzünü nasıl

diriltiyor. İşte O ölüleri de diriltecektir. O her şeye kâdirdir" (Rûm, 30/50).

İlkbahar, insanın bebeklik ve çocukluk, yaz, gençlik ve olgunluk, sonbahar,

ihtiyarlık, kış ise, ölüm ve kabir hayatına benzemektedir. Kış mevsimini yeni bir

bahar beklediği gibi, ölümü de yeni bir diriliş beklemektedir.

İnsanın devamlı olarak her yıl müşahede ettiği bahar mevsimindeki yaprak,

çiçek, meyve gibi rahmet eserleriyle, haşr ve neşrin pek çok numuneleri

sergilenmektedir.

Göklerin ve Yerin Yaratılması

Yeniden dirilişin Allah için ne derece kolay olduğunu göstermede delil olarak

sunulan âyetlerden bir kısmı da gökleri ve yeri yaratanın ölüleri tekrar diriltmekten

âciz kalmayacağını ifade etmektedir. Çeşitli âyetlerde bu duruma işaret edilmiştir.

Bu âyetlerden birinde şöyle buyruluyor: ا أولم رو أن يال هللا ماوات خلق ذ ض الس ر ولم وال ع

ن ر ب خل ق ه أن على ب قاد تى ح ه بلى ال مو ء ك ل على إ ن ر ش قد "Gökleri ve yeri yaratan, bunları

yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini

düşünmezler mi? Evet, O her şeye kadîrdir"(Ahkâf, 46/33). Şüphesiz, daha azametli

ve büyük bir şeye kâdir olan daha küçük olana da kâdirdir.

Uyku ve Uyanış

Kur'ân-ı Kerîm'de, şu iki âyettte uyku ve uyanış, ölüm ve dirilişe benzetilmiştir:

و توفاك م الذ ي وه ل لم ب الل ع ت م ما و هار جرح م ث م ب الن عث ك ب ه ق ضى ف سمى أجل ل ه ث م م م إ ل ك ج ع ئ ك م ث م مر ب ما نب

نت م مل ك ونتع "O'dur ki, geceleyin rûhlarınızı alır, gündüzleyin de ne yaptığınızı bilir.

Sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüz sizi diriltir. Sonra dönüşünüz

O'nadır. Sonra size yaptıklarınızı haber verecektir." (En'âm, 6/60), توفى هللا نف س ح ن ال

ت ها ها ف تم ت لم والت مو ك منام س م ها قضى الت ف ت عل ل ال مو س ر رى و ذل ك ف إ ن م سمى أجل إ لى ال خ

ات م آل قو ون ل ر تفك "Allah ölenin rûhunu ölüm vaktinde, ölmeyeninkini ise uykusunda

alır. Sonra hakkında ölüm hükmettiğini tutar, diğerini muayyen bir vakte kadar

gönderir. Bunda tefekkür edenler için âyetler vardır." (Zümer, 39/42).

Bu âyetlerde hem uykuyla ölüm, uyanmakla diriliş arasında bir benzerlik ifade

edilmiş, hem de Allah'ın kudretine nazaran ikisinin de benzer şeyler olduğundan

hareketle, öldükten sonra dirilişin imkâniyetine delil getirilmiştir. Bu benzerlikten

dolayıdır ki, hadis-i şeriflerde, الموت اخو النوم "uyku ölümün kardeşidir." denmiştir.

Geçmiş Milletlerde Yaşanan Diriliş Hâdiseleri

Kur'ân-ı Kerim'de öldükten sonra dirilişin mümkün olduğunu vurgulayan

örneklerden bir diğeri de geçmiş devirlerde çoğunluğu peygamber ve onların

kavimleri hakkında yaşanmış yeniden diriliş mucizeleri ve hâdiseleridir.

demir
Vurgu
Page 91: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Geçmiş devirlerde

yaşanmış diriliş

hadiseleri, kıyamet

gününde gerçekleşecek

olan büyük dirilişin

örnekleridirler.

Diriliş hâdiselerinden beşi Bakara sûresinde zikrolunmuştur. Şimdi sırasıyla önce

bu kıssaları, ardından, diğer sûrelerdeki örnekleri zikredelim:

a. İsrail Oğulları'ndan Bir Topluluğun Diriltilmesi :

ا ق ل ت م وإ ذ ن لن م وسى م إ نرى حتى لك ن رة هللا م جه ك قة فؤخذت اع م الص ون وأنت ر م ث م) 55( تنظ ناك د من بعث بع

م ت ك م مو ون لعلك ك ر )56( تش

"Hani siz, Yâ Mûsâ Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız

demiştiniz de sizi, bakıp dururken, yıldırım yakalamıştı. Sonra şükredersiniz diye

ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik." (Bakara, 2/55-56).

b. İneğin Bir Parçasının Vurulmasıyla Maktûlun Diriltilmesi :

ارأ ت م نف سا قتل ت م وإ ذ ها فاد ج وهللا ف ر ا م خ م م نت ت م ون ك ب وه فق ل نا) 72( تك ر ها اض ض كذل ك ب بع تى هللا ح ال مو

م ك ر ات ه و م آ ق ل ون لعلك )73( تع

"Hani siz bir kimse öldürmüş de onun hakkında birbirinizi mudafaa etmiştiniz.

Halbuki Allah gizlediğinizi ortaya çıkarıcıdır. Bunun üzerine, onun (ineğin) bir

parçasıyla vurun dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir ve aklınızı kullanırsınız diye

âyetlerini gösterir." (Bakara, 2/72-73).

c. Beldelerini Bırakıp Kaçanların Kıssası :

ن إ لى تر ألم وا الذ م م ن خرج ه ار م د ت حذر أ ل وف وه م م وت وا هللا له م فقال ال مو م ث اه إ ن أح ل لذ و هللا فض ن الناس على ثر ولـك ون ل الناس أك ك ر ش )243(

"Ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkan binlerce insanın hâline bak!

Bunun üzerine Allah onlara ölün dedi, sonra diriltti. Allah insanlara karşı çok

lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmiyorlar." (Bakara, 2/243).

d. Yüz Yıl Ölü Olarak Bekletildikten Sonra Diriltilen Kimse :

ة على مر كالذ ي أو قر ة وه ها على خاو وش ر أنى قال ع ـ ه ح د هللا هـذ ت ها بع ئة هللا فؤماته مو م عام م ث ت كم قال بعثه ت قال لب ث ما لب ث و ض أو م بع و ت بل قال ئة لب ث ر عام م ك إ لى فانظ ه لم وشراب ك طعام تسن ر وانظ ك إ لى علك ح مار ة ول نج ر للناس آ ظام إ لى وانظ ف الع ها ك ز وها ث م ن نش س ما نك ا لح ن فلم لم قال له تب أن أع هللاء ك ل على ر ش )259( قد

"Ya da o kimsenin durumuna bak ki, duvarları bacaları üzerine çökmüş bir şehre

uğradı da Allah bunu, ölümünden sonra nereden diriltecek! dedi. Bunun üzerine

Allah o kimseyi yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti. Ne kadar kaldın dedi. O da bir veya

bir kaç gün dedi. Allah: Bilâkis yüz yıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak,

bozulmamışlar! Eşeğine bak! Seni insanlara bir âyet (öldükten sonra tekrar

dirilmeye delil) kılalım diye böyle yaptık. Kemiklere bak, onları nasıl kaldırıp

düzenliyor, sonra da et giydiriyoruz! Diriltme işi ona açıkça görülünce dedi ki: Artık

bildim ki, Allah her şeye kadîrdir." (Bakara, 2/259).

e. Hz. İbrahim'in Kıssası:

demir
Vurgu
Page 92: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Ashab-ı Kehf kıssası,

âhiretin hak olduğunu

haykırır!

م قال وإ ذ راه ن رب إ ب ف أر ك ـ تى ت ح م ن أولم قال ال مو مئ ن ولـك ن بلى قال ت إ ط ذ قال قل ب ل بعة فخ ن أر م

ر ن الط ه ر ك فص م إ ل عل ث ه ن جبل ك ل على اج ن ءا م ز ه ن ث م ج ع ؤ ت نك اد ا لم سع أن واع ز هللا م عز )260( حك

"İbrahim de Rabbine demişti ki: Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster.

Rabbi de O'na: İnanmadın mı? dedi. O da: Evet, fakat, kalbim mutmain olsun diye

dedi. Allah buyurdu ki, o hâlde kuşlardan dört tane al, yanında alıkoy, sonra her bir

dağın başına bir parça koy. Sonra onları çağır, koşarak sana gelirler. Bil ki, Allah her

şeye kadîrdir." (Bakara, 2/260).

f. Ashab-ı Kehf'in Kıssası:

ت أم ب حاب أن حس م ال كه ف أص ق ن كان وا والر ات نا م ة أوى إ ذ ) 9( عجبا آ نا فقال وا ال كه ف إ لى ال ف ت م ن آت نا ربنك مة لد ئ رح ن لنا وه نا م ر نا) 10( رشدا أم م على فضرب ف ف آذان ه ن ال كه ن م ث م) 11( عددا س ناه لم بعث أي ل نع

ن ب صى ال ح ز ن ) 12( أمدا لب ث وا ل ما أح ك نق ص نح م عل ه م ب ال حق نبؤه ة إ ن م آمن وا ف ت ه م ب رب ناه د ) 13( ه دى وز نا م على وربط نا فقال وا قام وا إ ذ ق ل وب ه ماوات رب رب الس ض و لن والر ع د ن ن ون ه م ) 14( شططا إ ذا ق ل نا لقد إ لها د لء نا هإ م وا قو خذ ون ه م ن ات ل آل هة د ؤ ت ون لو م ه ل طان عل ن ب س لم فمن ب ن أظ م با هللا على اف ترى م وإ ذ ) 15( كذ

م تزل ت م وه ون وما اع ب د ع إ ل وا هللا ف إ لى فؤ و نش ر ال كه م ح من ربك م لك ئ متهر ه ن لك م و ك م م ر فقا أم ر ) 16( مس وترى زاور طلعت إ ذا الشم م عن ت ف ه ن ذات كه م ه م غربت وإ ذا ال ض ق ر مال ذات ت م الش وة ف وه ه فج ن ذل ك م

ن ات م د من هللا آ ه تد فه و هللا ه ل ل ومن ال م ا له تج د فلن ض دا ول ش ر سب ه م ) 17( م قاظا وتح م أ ق ود وه ون قلب ه م ر ن ذات م مال وذات ال ط وكل ب ه م الش ه باس راع د ذ ت لو ب ال وص لع م اط ه ت عل ه م لول ن ت ف رارا م ل ئ ه م ولم ن با م ع ر

م وكذل ك) 18( ناه تساءل وا بعث نه م ل ه م قائ ل قال ب ن م كم م ت نا قال وا لب ث ما لب ث و ض أو م بع و م قال وا ك لم رب م ب ما أع ت لب ث عث وا ق ك أحدك م فاب ه م ب ور نة إ لى هذ ر ال مد نظ ها فل كى أ م طعاما أز ؤ ت ك ق فل ز ه ب ر ن ف م تلط رن ول ول ع م ش أحدا ب ك

ه م ) 19( وا إ ن إ ن هر ظ م ك م عل م وك ج ر م أو وك د م ف ع لت ه وا ولن م ل ح نا وكذل ك) 20( أبدا إ ذا ت ف ثر م أع ه عللم وا ع د أن ل اعة وأن حق هللا وع ب ل الس ها ر ون إ ذ ف تنازع نه م م ب ره ن وا فقال وا أم م اب ه انا عل ه م ب ن ب لم ر م أع ب ه

ن قال م على غلب وا الذ ه ر م لنتخ ذن أم ه ج دا عل س )21( م

"Yoksa sen Ashâb-ı Kehf ve Rakîm'in bizim âyetlerimizden aciplerinden olduğunu

mu zannettin? Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da Rabbimiz bize tarafından

rahmet ver ve bize durumumuz hakkında bir kurtuluş yolu hazırla demişlerdi.

Bunun üzerine biz de onları mağarada çok senelerce uyuttuk. Sonra da iki tâifeden

hangisinin, onların kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları

dirilttik. Biz sana onların başından geçenleri doğru bir şekilde anlatıyoruz... Böylece

insanları onların hâline muttali kıldık ki, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve kıyamet

hakkında şüphe olmadığını bilsinler. Hani onlar aralarında meselelerini

tartışıyorlardı..." (Kehf, 18/9-21)

g. Hz. Adem ve Hz. İsâ'nın Yaratılışları:

Hz Adem'in topraktan, Hz.İsâ'nın ise, babasız olarak anne karnında yaratılması

bunları yapan Allah'ın ölüleri tekrar diriltmeye de kâdir olduğunun en güzel

misâllerindendir. Nitekim bir âyette şöyle buyruluyor: ن وجعل نا مم اب ه ر ة وأ م ما آ ناه وآو

وة إ لى ن قرار ذات رب ومع "Meryem'in oğlunu ve annesini de bir âyet yaptık." (Mü'minûn,

23/50). Bu âyette Cenab-ı Hak, İsâ (a.s) ve annesini insanlar için bir âyet, yani

dilediğini yapmaya kâdir olduğuna dâir kat'î bir hüccet kıldığını haber veriyor. Bir

başka âyet-i kerîmede ise şöyle buyruluyor: سى مثل إ ن ند ع ث م ت راب م ن خلقه آدم كمثل هللا ع

demir
Vurgu
Page 93: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

“İnsan başıboş

bırakılacağını mı

zannediyor!?”

(Mü'minûn, 115)

ك ون ك ن له قال ف "Allah'a göre İsâ'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. O'nu topraktan

yarattı, sonra ol dedi, o da oluverdi." (Al-i İmrân, 3/59).

h. Hz. İsâ'nın Ölüleri Diriltme Mu'cizesi:

Hz. İsa'nın, Allah'ın izniyle ölüleri diriltmesi, iki şekilde tezâhür etmiştir:

Birincisi, ل ق أن ن لك م أخ ن مئة الط ر كه

ه فؤنف خ الط ك ون ف را ف ن طهللا ب إ ذ "... Size çamurdan bir

kuş sûreti yapar, ona üflerim, derhal Allah'ın izniyle kuş olur." (Al-i İmrân, 3/49)

âyetinde belirtildiği gibi, çamura kuş şekli verip sonra üfürmesiyle Allah'ın izniyle

kuş olup uçmasıdır. İkincisi ise, ح تى وأ ن ال مو

هللا ب إ ذ "yine, Allah'ın izniyle ölüleri

diriltirim." (Al-i İmrân, 3/49) âyetiyle belirtildiği gibi, daha önceleri ölmüş olan

kimseleri Allah'ın izniyle diriltmesidir. Her iki durum da öldükten sonra dirilişe

delildir. Çünkü, bunları Hz. İsâ'nın eliyle veya duâsıyla yapan Allah'ın, ölüleri

diriltebileceği de muhakkaktır.

İnsan Boş Yere Yaratılmamıştır. Sonsuz Bir Âlem Onu Beklemektedir.

Kâinâta göz attığımızda, galaksi gibi en büyük âlemlerden, atom gibi en küçük

sistemlere kadar her şeyin, büyük bir hikmet ve maslahata göre cereyan ettiğini

görüyoruz. Hiç bir şey abes olarak, boş yere ve faydasız yaratılmamıştır.

Yeryüzündeki canlı, cansız, bitki, hayvan her varlığın pek çok vazife ve faydaları

vardır. Basit gördüğümüz, önemsemediğimiz varlıklar dahi, pek çok fayda ve

hikmete binaen yaratılmışlardır. Nitekim günümüzde pek çok dallara ayrılmış olan

ve her biri sürekli bir şekilde bu kâinâtı ve yeryüzündeki canlı ve cansız varlıkları

inceleyen, araştıran pek çok ilim, hilkatte hiç bir kusur olmadığını itiraf etmekte,

her şeyin yerli yerinde ve en mükemmel bir tarzda yaratıldığını ve çalışmakta

olduğunu söylemekte, âdeta kendi lisanlarıyla, ع ن قن الذ ي هللا ص ء ك ل أت ش “her şeyi

mükemmel yapan Allah'ın san'atı...” (Neml, 27/88), سن ء ك ل أح خلقه ش “yarattığı her

şeyi güzel yaptı” (Secde, 32/7) âyetlerini terennüm etmektedirler.

Nitekim, ت م ب ما أفحس م أن ناك م عبثا خلق ك نا وأن ون ل إ ل جع ت ر "sizi boş yere yarattığımızı ve bize

döndürülmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz!?"(Mü'minûn, 23/115), سب ح أن اإل نسان أ

رك دى ت س "insan başıboş bırakılacağını mı zannediyor!?" (Kıyame, 75/36) âyetleri bu

gerçeği en güzel şekilde ifade etmekte ve Cenab-ı Hakk'ın, insanı başıboş, emir ve

nehiyden uzak tutmayacağını, diriltilmemek üzere kabirde terketmeyeceğini haber

vermektedir.

Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk'ın hikmeti nazara verilerek âhiretin vuku

bulacağı, gerekliliği ispat edildiği gibi, çok defa bu hikmetin peşinden adaletine de

vurgu yapılarak; mü'minlerle kâfirlerin, iyilerle kötülerin... bir sayılmayacağı,

mutlaka aralarının ayrılarak, bir kısmının mükâfat, diğer kısmının ise cezâya marûz

kalacağı ifade edilmekte, böylece Allah'ın adaletinin böyle bir ayırımı gerekli kıldığı

bildirilmektedir.

demir
Vurgu
Page 94: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

İnsan bu dünyaya sığan

bir varlık değildir. Onun

istidat, kabiliyet ve

latifeleri, ebedî bir

âlemi istemektedir.

İnsanın Fıtratı Âhiret’in Varlığına Delâlet Etmektedir.

İnsan, bu kâinatta Cenab-ı Hakk'ın ahsen-i takvîm üzere yarattığı (Tîn, 95/4),

maddî ve manevî azâ ve cihazlarını düzenleyip dengelediği (İnfitâr, 82/7), ihtiyaç

duyduğu her şeyi kendisine bahşettiği (İbrahîm, 14/34), yeryüzünde bir halîfe

olarak tayin ettiği (Bakara, 2/30), mükerrem (İsrâ, 17/70) bir varlıktır. Öyle ki,

yeryüzündeki canlı-cansız her varlık, insana koşmakta, insan olmak için

yarışmaktadır. İşte böylesine mükemmel yaratılan, pek çok istidat ve kabiliyetlerle

donatılan insan bu kısacık dünya hayatı için yaratılmış olamaz. İnsandaki sayısız

istidât ve kabiliyetlerin bu dünya hayatı için verildiği düşünülemez. Çünkü burada

onların çoğuna ihtiyaç yoktur. Hatta pek çok istidât ve kabiliyet, hissiyât ve

latîfeler, yaratıldıkları gayeye yöneltilmedikleri takdirde, çok defa insanın dünyasını

karartmakta, başına belâ olmaktadırlar. Meselâ, insanın geçmiş lezzetlerini

düşünmesi, geleceğinden endişe etmesi, dünyaya karşı aşırı hırs ve bağlılığı, buna

mukabil tatmin olmaması, onun dünyasını karartmakta, hayatının tadını

kaçırmaktadır. Demek ki, bu duygular ve latîfeler insana dünya hayatı için

verilmemiştir. Bilâkis ebedî bir hayatı kazanmak için verilmiştir. Çünkü asıl endişe-i

istikbâl (geleceği düşünüp tasalanmak), kabrin ötesi için gereklidir. Asıl hırs, âhiret

azığı kazanmak içindir. Asıl muhabbet de âhiret ve devamlı dostlar için verilmiştir...

Bu duygu ve latîfelerin asıl mecrâları bunlardır. Aksi hâlde fayda değil, zarar

getirirler. Nitekim, وا ا ب ال حاة ورض ن وا الد مؤن ب ها واط "Dünya hayatına razı oldular ve

onunla mutmain oldular..." (Yûnus, 10/7) âyeti de hakikatte insanoğlunun bu

dünya hayatıyla itminân duymayarak başka bir âlemin arayışı ve özlemi içinde

olması gerektiğine işâret ediyor ve dünya hayatıyla mutmain olanları kınıyor.

İnsanın bütün istidât, kabiliyet ve latîfeleri âhiret hayatına delâlet ettiği gibi,

onun latîfeleri içinde bir tanesi vardır ki, ebedî hayatı ister, ondan başka bir şeyle

mutmain olmaz. Latîfe-i rabbaniyye veya garize-i mukaddese olarak ifade edilen bu

latife, insanoğlundaki bekâ sevgisinin kaynağıdır. İnsan yiyeceğe ihtiyaç duyup

karşılığında yiyecekleri bulduğu, susadığında karşılığında su bulduğu, susuzluk

suyun varlığına şehâdet ettiği gibi; bekâ arzusu, ebedî yaşama isteği de ebedî

hayatın varlığına şehâdet etmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm'de insandaki ebedî yaşama arzusuna işâret eden pek çok âyet-i

kerîme vardır. İlk insan olan Hz. Adem'in bu arzuya sahip olduğu ifade edilerek, bu

arzunun bütün insanların ortak yönü olduğuna şöyle işâret edilmiştir: وس ه فوس إ ل

طان ا قال الش لك هل آدم ل د شجرة على أد ل ك ال خ لى ل وم ب "Şeytan ona vesvese verdi, dedi ki, ey

Adem! sana ebediyet ağacını ve bitip tükenmeyen mülkü göstereyim mi?" (Tâ-hâ,

20/120). Bu âyetle aynı zamanda Hz. Adem'in rûhundaki ebedî yaşama arzusunun

ne derece kuvvetli olduğuna dikkat çekilmiştir. Öyle ki, şeytan onu bu arzusunun

yerine getirileceği vadiyle kandırmıştır.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 95: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Bütün peygamberler

âhireti haber vermiş,

bütün ilahî kitaplar

âhiret âleminden

bahsetmiştir.

ت إ ن ق ل ونت الذ ي ال مو ه ف ر ن ه م ك م فإ ن الق م "De ki, kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm,

mutlaka size erişecektir..." (Cum'a, 62/8) âyetinde de insanın ölümden korkup

kaçtığı, ebedî bir hayatı arzuladığı, belîğ bir üslûbla ifade edilmektedir. Hatta, نما أ

م تك ون وا كك ر ت د نت م ولو ال مو وج ف ك دة ب ر ش م "nerede olursanız ölüm size ulaşır, sağlam

burçlarda olsanız bile!" (Nisâ, 4/78) âyeti, insanların ölümden kurtulmak için çok

uzak diyarlara gideceklerine, hatta ellerinden gelse başka gezegenlere gidip,

ölümsüzlüğü tâ oralarda arayacaklarına işâret ediyor.

Yine insanın fıtratına dikkat edildiğinde, onun bu dünyaya öğrenmek ve

tekemmül etmek için geldiği görülecektir. Çünkü insan, hayvanların aksine,

dünyaya aciz ve zayıf bir surette, hiç bir şey bilmez bir durumda geliyor (Nahl,

16/78). Bir yaşında ancak yürümeye başlıyor, on beş yaşında ancak zarar ve

menfaatini farkedebiliyor. Hatta ömrünün sonuna kadar öğrenmeye ihtiyaç

duyuyor. Hayvanlar ise, dünyaya geldiğinde, âdetâ başka bir âlemde tekemmül

etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir. Kısa bir zamanda çevresiyle olan

münasebetlerini, hayatını sürdürmesi için lazım olan şeyleri öğrenir, meleke sahibi

olur. Artık hayatı boyunca bir şey öğrenme ve tekemmül etme ihtiyacı duymaz.

Kutub, daha önce de zikrettiğimiz "Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilme

hakkında bir şüphe içinde iseniz..." (Hac, 22/5) âyetinin tefsîrinde şu güzel izahta

bulunuyor: اإلرادة أن إلى لتشر النور رى أن بعد الطفل بها مر الجنن، بها مر الت الطوار هذه وإن

ف كماله بلغ ل اإلنسان أن إذ. الكمال دار ف الممكن كماله بلغ حث إلى باإلنسان ستدفع الطوار لهذه المدبرة

.اإلنسان تمام فها تم أخرى دار من بد فال, شئا علم بعد من علم ل لك- تراجع ثم قف فهو الرض، حاة

"Anne karnında iken cenînin, dünyaya geldikten sonra bebeğin uğradığı bu

tavırlar (merhaleler) işâret ediyor ki, bu tavırları tedbîr eden irâde, insanı mümkün

olan kemâline ulaşacağı dâru'l-kemâl olan âhiret âlemine de gönderecektir. Çünkü

insan bu dünya hayatında kemâlini tamamlayamıyor. Belli bir merhaleden sonra

duraklıyor, sonra geri dönüyor: "Bilir durumundan sonra hiç bir şey bilmesin diye..."

o hâlde insanın kemalâtının tamamlanacağı başka bir âlem olmalıdır..."

Bütün Peygamberler ve İlahî Kitaplar Âhiretin Varlığını Bildirmiştir.

Hz. Adem'den son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)'e kadar bütün

peygamberler, dünyanın muhtelif bölgelerinde, farklı zamanlarda, birbirlerinden

habersiz olarak, fakat âdeta ittifak etmiş gibi hepsi de insanları, Allah'a imân'dan

sonra, âhiret'e cennet ve cehenneme imân etmeye davet etmişlerdir. Dinler Tarihi

bu gerçeğin şâhidi olduğu gibi Kur'ân-ı Kerim de bütün peygamberlerin bu daveti

yaptığını çeşitli âyetlerle ifade etmiştir. ن وإ ن ة م ها خال إ ل أ م ر ف نذ "Her ümmete

mutlaka bir nezîr (cehennem azabıyla uyaran) gönderilmiştir" (Fâtır, 35/24) âyeti

bütün milletlere peygamber gönderildiğini ifade ederken, nezîr (cehennem

azabıyla uyaran) tabiri de her peygamberin âhireti haber verdiğine, Allah'ın

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 96: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Aklî ve naklî deliller

âhiretin hak ve gerçek

olduğunu gösteriyor.

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Öldükten sonra dirilişin aklen mümkün ve gerekli olduğu hakkında düşününüz.

emirlerini yerine getirmedikleri takdirde başka bir âlemde cezâ göreceklerini haber

verdiklerine delâlet etmektedir.

Bilindiği gibi, peygamberlerin en önemli vasıfları doğruluktur (sıdk). Onlar

yalandan şiddetle kaçınmış ve başkalarını kaçındırmış emîn kimselerdir. Dolayısıyla

bütün söyledikleri hak olan, beşeriyetin en dürüst, en ahlaklı, en güvenilir insanları

olan peygamberlerin, "âhiret vardır, cennet ve cehennem haktır" şeklindeki

sözlerine inanmamak, şüphe etmek mümkün değildir.

Peygamberlerin sonuncusu olan Peygamber Efendimiz‘in (s.a.v) istikbâle dâir

verdiği haberler bir bir gerçekleşmiş, hatta o devirdeki kâfirler dahi onun haber

verdiği şeyin mutlaka vuku bulacağına inandıkları için, aleyhlerine haber verdiği

hususlarda tedbîri elden bırakmamışlardır. O hâlde, onun âhirete dâir verdiği

haberler de mutlaka vuku bulacaktır. Nitekim, Adiyy b. Hatim şöyle demiştir: "Allah

Rasûlu (s.a.v) dünyaya ait bazı hâdiseleri daha vuku bulmadan önce haber vermişti.

Bir de ayrıca âhirete ait haberler verdi. Dünyaya ait verdiği haberler aynen çıktı.

Bununla anlıyorum ki, âhirete ait verdiği haberler de aynen çıkacaktır."

Bütün ilahî kitaplar, Allah'ın varlığı ve birliği meselesinden sonra en çok âhiret'in

varlığı, cennet ve cehennem hayatı üzerinde durmuşlardır. Kur'ân-ı Kerîm'in pek

çok vecîhlerle mu'cize olduğu, Allah kelamı olduğu ispat olunduğuna göre O'nun,

aşağıdaki âyetlerde olduğu gibi, yeminlerle tekid ederek kat'î olarak haber verdiği

âhiret, kıyamet, cennet ve cehennem hiç şüphesiz haktır ve vuku bulacaktır.

ات ار وا والذ ق را فال حام الت ) 1( ذر ات ) 2( و را فال جار مات ) 3( س قس را فال م ما) 4( أم ون إ ن ق ت وعد لصاد

ن وإ ن) 5( )6( لواق ع الد

ور تاب ) 1( والط ور وك

ط س نش ور رق ف ) 2( م ت ) 3( م م ور وال ب ق ف ) 4( ال مع وع والسف ر ) 5( ال مر وال بح

ور ج )7( لواق ع ربك عذاب إ ن) 6( ال مس

"Tozdurup savuranlara, yük yüklenenlere, kolayca süzülenlere, işi taksîm

edenlere yemin olsun ki, size va'dedilen kesinlikle doğrudur ve mücâzât mutlaka

vuku bulacaktır." (Zariyât, 51/1-6), "Tur'a, yayılmış ince deri üzerine satır satır

yazılmış Kitab'a Beyt-i Ma'mûr'a, yükseltilmiş tavana, dolu denize andolsun ki,

rabbinizin azabı mutlaka vuku bulacaktır." (Tûr, 52/1-7)

demir
Vurgu
Page 97: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

Öze

t

•Yüce Allah'ın, bir hidayet rehberi olarak gönderdiği Kur'ân-ı Kerîm'de çok çeşitli ve farklı konulara yer verilmiştir. Ancak, Kur'ân-ı Kerîm'in devamlı olarak üzerinde durduğu, asıl maksat olarak belirlediği birtakım konular vardır ki, bunların başında tevhîd, âhiret, nübüvvet ve ibadet gelir. Kur'ân-ı Kerîm'de her fırsatta bu konular ele alınmış, etraflı bir şekilde önemle üzerinde durulmuştur. Diğer konular ise, bu asıl maksatlara yardım etme gayesiyle dolaylı olarak zikrolunmuştur.

•Kur’ân’ın asıl maksatlarından ikincisi olan âhiret inancı, Kur'ân-ı Kerîm'de çok geniş ve farklı yönleriyle ele alınmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de bir taraftan, âhiret hayatının naklî yönüne yer verilerek, uhrevî âlemlerin ebedî manzaraları tasvîr edilip, gözler önünde canlandırılırken, bir taraftan da âhiret hayatıyla, öldükten sonra dirilmeyle alakalı, şüphe ve inkârlara cevap verilerek, öldükten sonra tekrar dirilmenin aklen mümkün olduğu, âhiretin vuku bulmasının gerekli olduğu, çeşitli delillerle güçlendirilmiş, böylece mesele aynı zamanda aklî çerçevede ele alınmıştır. Cismanî dirilişin aklen mümkün olduğu izah edilirken, insanı ve insandan büyük varlıkları, gökleri ve yeri yaratanın onu tekrar diriltmeye de kâdir olduğu, insanın yaratılış evrelerinin, uyku ve uyanışın, kupkuru yer yüzünün bahar mevsiminde bitkilerle canlandırılışının bu yaratılışın birer numune ve örneği olduğu delil sadedinde sunulmuş, ayrıca geçmişte yaşanmış bazı diriliş hadiseleri örnek olarak sunulmuştur. Bu dirilişin gerçekleşmesinin lüzumu ve âhiret hayatının gerekliliği, yani vukuuna dair deliller sunulurken de başka delillerle beraber daha çok Allah'ın isimleri üzerinde durulmuş, Allah'ın rahmet, hikmet, adalet gibi sıfatlarının yeni bir âlemin inşâsını gerekli kıldığı belirtilmiştir.

•Kur'ân'da anlatılan öldükten sonra diriliş ve âhiret hayatı sadece ruhanî olmayıp, aynı zamanda cismanîdir. Yeniden dirilişle, cennet nimetleri ve cehennem azabıyla alakalı pek çok ayet açık bir şekilde bu gerçeği anlatmaktadır. Ancak bu cismanîlik, o âleme münasip olup bu dünya hayatından farklı özellikler taşımaktadır. Yine Kur'ân'a göre âhiret hayatı sonsuzdur, ölümsüzdür. Bu durum hem cennet hem de cehennem için geçerlidir. Dünyaya tekrar dönüş yoktur. Kur'ân-ı Kerîm bu durumu açık bir şekilde bildirmektedir. İnsanlar fıtratlarından kaynaklanan köklü bir arzu ile, ebedî bir hayatı, susuz bir kimsenin suyu araması gibi, her zaman aramışlarsa da vahyin ışığından uzaklaşıldıkça, bu arzularını tatmin edecek başka yollara sapmışlar, böylece ölüm sonrası hayatla alakalı tenâsüh, reenkarnasyon gibi değişik batıl inançlar doğmuştur.

•İnsanlık, her hususta olduğu gibi, ölümden sonraki durumlarının ne olacağının cevabını da en güzel şekliyle ancak Kur'ân'da bulabilir ve bu husustaki şüphelerinden de Kur'ân'ın sunduğu delillerle kurtulabilir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 98: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

Etkileşimli Alıştırmalar

Öd

ev • Âhiret inancının hak olduğuna dair

aklî kanıtlar bulmaya çalışarak bunları 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.

Ödev gönderimi

Alış

tırm

alar

• Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebilirsiniz.

Page 99: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

Değerlendirme

sorularını etkileşimli

olarak

cevaplandırabilirsiniz

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Aşağıdakilerden hangisi Kur’ân’ın asıl maksatlarından biri değildir?

a) Tevhîd b) Âhiret c) Nübüvvet d) İbadet e) Tarihî bilgiler

2. Aşağıdakilerden hangisi kıyametin kopmasıyla alakalı tabirlerden değildir?

a) el-Azife b) el-Kâria c) eş-Şâmme d) el-Ğâşiye e) es-Sâhha

3. Aşağıdakilerden hangisi Kur’ân’da anlatılan âhiret hayatının temel özelliklerinden biri değildir?

a) Dünyaya tekrar dönüşün olmaması b) Dirilişin cismanî olması c) Tenasühün olmaması d) Cennetin ebedî, cehennemin geçici olması e) Cennet ve cehennemin ebedî olması

ق ول .4 ت ما أئ ذا اإل نسان و ف م رج لسو ا أ خ ر أول ح ك ذ ا اإل نسان ناه أن ل م ن خلق ك ولم قب ئا ش âyetiyle ifade edilen gerçek aşağıdakilerden hangisidir?

a) Gökleri ve yeri yaratan, insanı tekrar yaratabilir. b) İnsan başıboş yaratılmamıştır. c) İnsan Allah’a dönecektir. d) İnsanı bir kere yaratan tekrar yaratmaya da kadirdir. e) Âhiret hayatı ebedidir.

ت م .5 ب ما أفحس م أن ناك م عبثا خلق ك نا وأن ون ل إ ل جع ?âyetinin meâli aşağıdakilerden hangisidir ت ر

a) Sizi bir kere yaratan tekrar yaratabilir. b) Siz hiç ölmeyeceğinizi mi zannettiniz!? c) Sizi elbette tekrar dirilteceğiz? d) İnsanoğlu boş yere yaratıldığını mı zannediyor? e) Sizi boş yere yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz!?

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
reenkarnasyon
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 100: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

6. "İnsan başı boş bırakılacağını mı zannediyor!?" meâli hangi âyet için uygundur?

a) للمكذبن ومئذ ول b) ن وإ ن ة م ها خال إ ل أ م ر ف نذ c) ت إ ن ق ل ون الذ ي ال مو ه تف ر ن م فإ نه م ك الق م d) سب ح رك أن اإل نسان أ س دى ت e) ت م ب ما أفحس م أن ناك م عبثا خلق ك نا وأن ون ل إ ل جع ت ر

7. Nezîr kelimesinin manası hakkında aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

a) Cehennem azabıyla uyaran b) Cehennemlik c) Cennetlik d) Cennet ile müjdeleyen e) Benzer

8. Âhiret için Yevmu'l-hulûd tabirinin kullanılma sebebi nedir?

a) Allah'ın kâfirlere olan vaîdi tahakkuk edeceği için b) Kâfir ve isyankârlar o gün, yaptıklarına pişman oldukları için c) Oradaki hayat ebedî olduğu için d) An be an o güne yaklaşıldığı için e) Buluşma ve karşılaşma günü olduğu için

9. Kur’ân’da âhiretle doğrudan alakalı olan âyetlerin miktarı için aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

a) Kur’ân’ın yaklaşık 1/2’si b) Kur’ân’ın yaklaşık 1/3’ü c) Kur’ân’ın yaklaşık 1/4’ü d) Kur’ân’ın yaklaşık 1/5’i e) Kur’ân’ın yaklaşık 1/6’sı

10. Haşr kelimesinin manası için aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

a) Dağıtmak b) Hesaba çekmek c) Toplamak d) Atmak e) Koşmak

CEVAPLAR:

1-e, 2- c, 3-d, 4-d, 5-e, 6-d, 7-a, 8-c, 9-b, 10-c

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 101: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

1. Abduh, Muhammed. (tsz.). Cüz'ü Amme. Kahire.

2. Abdulkadir, Muhammed Ahmed. (1986). Akidetu'l-Ba's ve'l-Âhire fi'l-Fikri'l-İslamî. İskenderiyye.

3. Cemel, İbrahim Muhammed. (1985). el-Hayatu Ba'de'l-Mevt. Daru'l-Kitabi'l-Arabi.

4. Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır. (tsz). Hak Dini Kur’ân Dili. İstanbul.

5. Endelüsî, Ebu Hayyan Muhammed. (1983). Tefsiru Bahri'l-Muhit. 2.bsk. ys.

6. Favî, Abdulfettah. (tsz). Akidetu'l-Meâd Beyne'd-Din ve'l-Felsefe. Kuveyt.

7. Fethî, İsmaîl. (1328). Hayat-ı Ebediyye ve Felsefe-i Ervâh. İstanbul.

8. Gazalî, Muhammed. (1989). el-Mehaviru'l-Hamse li'l-Kur’âni'l-Kerim. Kahire.

9. Güllüce, Veysel. (2001). Kur’ân-ı Kerim’de Âhiret İnancının Temelleri. EKEV. Erzurum.

10. Güngör, Mevlüt. (1995). Kur'ân Penceresinden İman Amel Hayat Âhiret ve Kâinât'a Bakış. İstanbul.

11. İbn Aşûr, Muhammed et-Tahir. (tsz). Tefsiru't-Tahrir ve't-Tenvir. Daru't-Tunusiyye.

12. İbn Kayyım el-Cevziyye, Ebu Abdillah Muhammed. (1991). er-Ruh. Beyrut.

13. İbn Kesîr, Ebu'l-Fidâ İsmail. (1992). Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm. Beyrut.

14. İkbal, Muhammed. (1984). İslâm'da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu. İstanbul.

15. İzutsu, Toshihiko. (tsz). Kur’ân'da Allah ve İnsan. çev. Süleyman Ateş. İstanbul.

16. Kılıç, Sadık. (1991). Fıtratın Dirilişi. İstanbul.

17. Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed. (1988). el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân. Beyrut.

18. Kutub, Seyyid. (1980). Fi Zılali'l-Kur’ân. 9. bsk. ys.

19. Muğniyye, Muhammed Cevad. (tsz). Felsefetu'l-Mebde' ve'l-Mead. Daru'l-Cevad.

20. Muhâsibî, Ebu Abdillah el-Hâris b. Esed. (1986). el-Ba's ve'n-Nuşûr. Beyrut.

21. Mustafa Sabri. (1996). İlahi Adalet. Sad. Ömer H. Özalp. İstanbul.

Page 102: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Âhiret İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27

22. Müyesser, M. Seyyid Ahmed. (1988). er-Ruh fi Dırasati'l-Mütekellimin ve'l-Felasife. 2.bsk. Kahire.

23. Razî, Fahruddin Muhammed b. Ömer. (1990). et-Tefsîru'l-Kebîr (Mefâtîhu'l-Gayb). Beyrut.

24. Şehate, Abdullah Mahmud. (1980). Ehdafu Külli Suretin ve Mekasiduha. 2. bsk. el-Hey'etu'l Mısriyye.

25. Ulutürk, Veli. (1985). Kur’ân-ı Kerim Allah'ı Nasıl Tanıtıyor ? İzmir.

26. Ulutürk, Veli. (1989). "Dirilişin Kur'ân'da Delil ve Örnekleri". M. E. B. Din Öğretimi Dergisi.

Page 103: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

İÇİN

DEK

İLER

• Nübüvvetle İlgili Kavramlar

• Peygamberliğin Mahiyeti ve Gerekliliği

• Peygamberlerin İnsanlığa Katkısı

• Peygamberlere İman ve Önemi

• Peygamberlerin Ortak Çağrısı

• Nebi ve Resul Arasındaki Fark

• Peygamberlerin İsimleri ve Sayısı

• Peygamberlerin Temel Özellikleri

• Nübüvvet ve Mucize İlişkisi

• Peygamberliğin Son Bulması

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Konuyla ilgili kavramları tanımlayabilecek, • Peygambere imanın önemini kavrayabilecek, • Nübüvvetin gerekliliğini ve peygamberlerin

görevlerini keşfedebilecek, • Peygamberlerin temel niteliklerini ayırt

edebilecek, • Peygamberlerin sayısı ve Kur’ân’da adı geçen

peygamberler hakkında bilgi sahibi olabilecek, • Nübüvvet ve mucize ilişkisini mukayese

edebilecek, • Peygamberlerin insanlığa katkılarını görebilecek, • Peygamberlerin ümmetlerine niçin ve nasıl şahitlik

edeceklerini öğrenebilecek, • Peygamberliğin sonu ve son peygamber hakkında

bilgileneceksiniz.

ÜNİTE

5

KUR’ÂN’DA NÜBÜVVET (PEYGAMBERLİK) İNANCI

TEFSİR

Doç. Dr. Musa BİLGİZ

Page 104: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

GİRİŞ

Allah, rahmetinin eseri olarak daha başlangıçta biz insanları sağlam fıtrat üzere

yaratmış, birçok duyu organı ve duygularla donatmıştır. İnsanın mutlak doğruya

ulaşabilmesi için özgürlük, akletme, düşünme, iyi ile kötüyü ayırma yeteneği, irade,

konuşma, bilgi elde etme ve üretme gibi yetenekler de vermiştir. Bununla da

yetinmemiş insanın öz benliğinde ve dış dünyasında ayetler, alametler koymuş,

peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bütün bunlar, Allah’ın varlığını ve birliğini

bilmek, rahmet ve rızasına uymak, hak yola girmek, öfke ve azabına sebep olan

hâllerden kaçınmak içindir. Bu itibarla nübüvvet, Allah ile insan arasındaki iletişimi

sağlayan dinin temel esaslarından biridir.

Peygamberlerin asıl görevleri, insanları iki cihan saadet ve mutluluğuna ulaştır-

mak, gerekli olan kılavuzluğu üstlenmek, dinî konularda insanları aydınlatmak ve

yol göstermektir. Görevlerinin esası, yol göstericilik olmakla birlikte, dinî olmayan

konularda her şeyi bilmeleri beklenemez. Peygamberler, Allah’tan aldıkları vahyi

insanlara tebliğ eden, sözlü ve uygulamalı olarak açıklayan şahsiyetlerdir.

Başardıkları zor işler sebebiyle tarihin kaydettiği en büyük inkılâpçılar ve

kahramanlar, peygamberlerdir. Onları tanımak, gerçek hayat hikâyelerini bilmek

mü’minler için oldukça önem arz etmektedir. Zamanımızdan binlerce yıl önce

yaşamış peygamberler ve mücadeleleri hakkında bize en doğru bilgiyi kutsal

kitabımız Kur'ân-ı Kerîm vermektedir.

Allah, iman edip iyi davrananları müjdeleyen, inkâra saplanarak kötü

davrananları uyaran nebiler ve resuller göndermiştir. Onlarla birlikte, ihtilâfa

düştükleri konularda hüküm vermek için, gerçekleri içeren ve doğruya ileten

kitaplar indirmiştir. Zaman ve mekân değişikliğine rağmen kullandıkları üslûp

aynıdır. Hepsi insanlarda bulunmayan bir ilim kaynağından besleniyor ve

bahsediyor. Hepsine mecnun unvanı takılıyor, her türlü zulüm ve baskıya hedef

oluyorlar. Karşı çıkan herkes, davalarından vazgeçmelerini istiyor; ama

peygamberlerin hepsi de sözlerinde duruyor. Dünyanın hiçbir gücü, onların

imanını, sadakat ve cesaretlerini sarsamıyor. Bu kadar büyük azim ve kararlılığa

sahip olan bu kişilerin, bir başka yönleri de yalancı, hırsız, hain, ahlaksız, zalim veya

haram yiyici gibi özelliklerinin olmamasıdır. En büyük düşman ve en alçak

muhalifleri bile bunların bu yüce meziyetlerini kabul ediyorlar.

Peygamberlerin ahlakı tertemizdir, haysiyetleri büyüktür, alçak gönüllü,

namuslu ve dürüsttürler. Karakterleri bakımından hemcinslerinden üstündürler.

Delilikleri de sabit değildir. Tam tersine, iyi ahlak, nefis terbiyesi ve dünya işlerinin

ıslahı için getirdikleri talimat ve kuralların eşine rastlamak şöyle dursun, birçok âlim

ve akıllı insan, bunların örneklik ve önderliklerinden istifade etmiştir. Peygamberler

Page 105: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Nübüvvet, Allah ile

insan arasındaki

iletişimi sağlayan dinin

temel esaslarından

biridir.

yaşadıkları devirlerde kendi görevlerini tam olarak yerine getirdiler. Ne var ki,

insanlardan çok küçük gruplar peygamberlerin davetlerini kabul ediyor, büyük bir

çoğunluk ise bu çağrıyı kabul etmeye yanaşmıyordu. Bu daveti kabul edenler bile

bir süre Müslüman bir ümmet olarak yaşadıktan sonra, hatalara düştüler. Bazıları

ilahî hidayeti tamamıyla unutup yanlış yollara meylettiler. Bazıları ise Allah'ın

buyruklarını tahrif edip kendi arzu ve özlemlerine göre değiştirdi ve o tarzda

yaşamaya başladılar.

NÜBÜVVET/ PEYGAMBERLİK

Nübüvvetle İlgili Kavramlar

Peygamber, farsça bir kelime olup; sözlükte, "haberci" demektir. Arapçadaki

"nebî" ve "resul" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılır. Bir terim olarak

peygamber; Allah Teâlâ'dan vahiy alan ve bu vahyin içeriğini insanlara bildiren

kişidir. Peygamberler, Allah’tan aldığı emir ve yasakları insanlara bildirerek onların

hem dünyada ve hem de ahirette mutluluğa ulaşmalarını sağlamaya çaba gösteren

değerli şahsiyetlerdir. "Biz onlardan her birine âlemlerin üstünde yüksek meziyetler

verdik" (En'âm, 6/86) ayeti, peygamberlerin yüceliğini ifade etmektedir.

Kur’ân-ı Kerim, insanları ve cinleri dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırmak için

Allah'ın gönderdiği elçiler hakkında nebi ve resul terimlerini kullanmaktadır. Nebi

kelimesinin, en-nebe’ veya nübüvvet’ten türediği konusunda iki görüş vardır. en-

Nebe’, kendisiyle ilim elde edilen, faydalı ve çok önemli haber demektir. Bu anlama

göre nebi, çok önemli ve faydalı ilimleri, haberleri gönderildikleri varlık âlemlerine

getiren ve bildiren şahsiyetlerdir. Nebe’, sıradan bir haber değildir. Bir haberin

nebe’ olabilmesi için, ilim ifade etmesi, önemli olması ve yararlı olması gerekir.

Nübüvvet kelimesi ise sözlük anlamı itibarıyla, yücelik, yükseklik demektir. Buna

göre nebiler, yücelik, yükseklik ve şeref sahibi kişiler anlamına gelmektedir. Nebi

kelimesinin nübüvvet yani yücelik ve yükseklik anlamıyla ilgili olarak da “Allah

meleklerden de insanlardan da elçiler seçer” (Hac, 22/75) denilmiştir. Bu itibarla

resullerin seçilmiş, yüksek ve değerli şahsiyetler oldukları ifade edilmiştir (Ayrıca

bk. Âl-i İmran, 3/33, A’raf, 7/144; Sad, 38/47; Neml, 27/59). Nübüvvet kurumuna

ve nebilerin görev ve sorumluluklarına baktığımızda nebi kelimesi, bu her iki anlamı

da ihtiva etmektedir. Şöyle ki nebi olan Hz. Muhammed’in getirdiği kitap hakkında

Kur’ân, “ ظم هو قل أع ب نه أ نتم* ن معرضون ع ” “De ki: Bu Kur’ân çok önemli, ilim ifade eden

ve faydalı bir mesajdır. Yine de siz ondan yüz çeviriyorsunuz” (Sad, 38/67-68)

demektedir.

Resul kelimesi ise elçi anlamındadır. Bu nedenle iki kelimenin sözlük anlamları

birbirine çok yakındır. Ancak resul kelimesi, Kur’ân'da melek hakkında da

Page 106: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Peygamberler, vahyi

insanlara tebliğ eden,

sözlü ve uygulamalı

olarak açıklayan

şahsiyetlerdir.

kullanılmaktadır. Peygamberler ayrıca beşîr ve nezir yani müjdeleyen ve uyaran

kelimeleriyle de nitelenmişlerdir. Beşir, iman edip iyi davrananları müjdeleyen,

nezir ise inkâra saplanarak kötü davrananları uyaran demektir. Peygamberler

sadece bu iki konuda değil, ayrıca insanların ihtilâfa düştükleri konularda da hüküm

verir, onlara şüphesiz doğruları da söz ve davranışlarıyla bildirirler.

Türkçe'de nübüvvet kavramından daha çok Farsça'dan dilimize geçmiş bulunan

peygamber kelimesi kullanılmaktadır. Risâlet kavramı da nübüvvetle eşanlamlıdır.

Peygamberlik müessesesi, Allah ile insanlar arasında dünya ve âhiretle ilgili

ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılan elçilik görevidir.

Nebi ve Resul Arasındaki Fark

Müslüman âlimlerin bir kısmı, bu iki kavram arasında hiçbir farkın

bulunmadığını söylemektedir. Diğer bir kısım âlimler ise terim olarak nebi ile resul

arasında fark olduğunu iddia ederler. Onlara göre, yeni bir şeriat ve yeni bir kitap

getiren peygambere resul, yeni bir şeriat ve yeni bir kitap getirmeyip kendinden

önceki peygamberin şeriatını tebliğ eden peygambere de nebi denilir. Bu anlayışı

benimseyenlere göre her resul, nebidir; ama her nebi, resul değildir.

Kur'ân-ı Kerîm'e baktığımızda, nebi ile resul arasında İslâm âlimlerinden

bazısının iddia ettiği şekilde bir farkın olmadığını görmekteyiz. Aslında her ikisi de

birbirinin yakın anlamlısıdır. Çünkü Kur’ân’da, peygamberimiz hakkında bazı

ayetlerde nebi (Enfal, 8/64; Tahrim, 66/1; Tevbe, 9/73, 113, 118; Ahzab, 33/1, 6,

13, 28;..) bazı ayetlerde resul (Bakara, 2/214, 285, Al-i İmran, 3/32, 144, Maide,

5/67;...) bazılarında ise hem nebi, hem de resul ifadeleri birlikte kullanılmıştır.

Ayrıca kendisine yeni bir şeriat verildiği Kur’ân’da ifade edilmeyen Hz. İsmail

hakkında da hem resul, hem de nebi ifadeleri kullanılmaktadır: “Ve bu Kitap’ta

İsmail’i de an. Doğrusu, o her zaman sözünde duran biriydi; bir resul bir nebi idi”

(Meryem, 19/54). Aslında Allah'tan önemli haber (vahiy) aldıkları için

peygamberlere, "nebi"; aldıkları haberleri gönderildikleri insanlara bildirdikleri için

de "resul" denir. Nebî ve resul kelimeleri, Allah ile insan arasında elçilik görevi

yapan kişilerle ilgili olarak bu iki anlamı, ilişkiyi ifade etmektedir. Kur’ân’da Hz.

Muhammed ve Hz. İsmail dışında hem resul, hem de nebî olarak anılan daha birçok

peygamber mevcuttur. Örneğin, Hz. Mûsâ (Meryem, 19/51), Hz. Hârûn (Taha,

20/47). Bu iki peygamber birlikte “resul” olarak anıldıkları gibi ayrıca ikisine de

kitap verildiğinden bahsedilmektedir (Saffat, 37/117). Hz. İsâ’ya da kitap verildiği

hâlde nebi olarak anılmaktadır (Meryem, 19/30). “Bir vakit, Biz nebilerden, kuvvetli

bir söz almıştık. Senden, Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem’in oğlu

Îsa’dan. Evet onlardan pek sağlam söz almıştık…” (Ahzab, 33/7) ayetinde

kendilerine kitap ve sahife verilmiş olan nebilerden bahsedilmektedir. Bu konudaki

Page 107: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Tarihin kaydettiği en

büyük inkılâpçılar ve

kahramanlar

peygamberlerdir.

en çarpıcı âyetlerden biri de nebîlere de kitaplar indirildiğini hiçbir şüpheye

meydan vermeyecek derecede açıkça bildiren şu ayettir: “Bütün insanlar bir tek

ümmet idi. Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve

uyarıcı olarak nebiler gönderdi. Onlarla birlikte, insanlar arasında hükmetmek için,

kitap ve hikmeti de gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında

hükmetsinler…” (Bakara, 2/213). Bu ayet, bazı kelam ve tefsir kitaplarında iddia

edildiği gibi nebilere kitap verilmemiş olduğuna dair görüşün tutarlı olmadığını

bildirmektedir.

Peygamberliğin Mahiyeti ve Gerekliliği

Allah, insanın dünyada ihtiyaç duyduğu her şeyi yaratmış ve onun hizmetine

sunmuştur. Dünyada çalışmak ve iş görmek için gereken bütün kabiliyet ve güç

insana verilmiştir. Doğuştan itibaren insana doğru yol gösterilmiş olsaydı veya

başka bir deyimle, zorla dürüst bir kişi yapılmış olsaydı, yaratılan her şey anlamını

kaybedecekti. Ayrıca özgürlüğünü iyi kullanmasıyla bir insanın varabileceği en

yüksek ve faziletli mevkiye varmak da mümkün olamayacaktı. Bundan dolayıdır ki

Allah (cc.), insanın hidayeti için mecburi ve cebrî yolu değil, peygamberlerin

telkiniyle seçilen yolu uygun görmüştür. Böylece bir yandan insanın hürriyetine

zarar gelmeden, onun sınavdan geçirebilmesi imkânı doğdu, öte yandan da nasıl

yaşaması ve inanması gerektiğini kendisine sunan ve yaşayan bir örnek olarak

peygamberler gönderilmiş oldu.

Peygamberlerin, hayatları boyunca söylediklerinin aksine hareket ettiği vaki

olmamıştır. Söz ve hareketlerinde şahsî menfaatleri değil, ilahi rızayı ve başka

insanların yararı ve rahatı için bin bir güçlük çekmişlerdir. Peygamberler, kendi

iyiliği için başkalarına zarar vermez, bütün hayatları, doğruluk, dürüstlük, iyi niyet,

fazilet, namus ve yüksek seviyeli insanlığın bir örneğidir. Cenabı Hak, peygamberlik

vereceği şahısları, özel bir şekilde seçmiş ve terbiye etmiştir. “Allah meleklerden de

insanlardan da elçiler seçer…” (Hac, 22/75).

ف للا ة من صط الئك من رسال الم األنباء وبن بنه توسطون رسال المالئكة من ختار للا أي* الناس و إرشادا ، وحه من علهم نزله ما وبلغونهم ، رضه ما إلى عباده دعون رسال الناس من وصطفى ، بالوحى

.وآخرتهم دناهم فى سعادتهم فها الت لألحكام وتشرعا لهم

“Üstelik onlar Bizim yanımızda seçkin ve hayırlı zatlardı” (Sad, 38/47).

Peygamberlerin böyle özel bir terbiyeyle yetiştirilmeleri, onların da ümmetlerini

güzel bir şekilde terbiye etmelerini sağlamak içindir. Peygamberler, insanlık

tarihinde silinmez izler bırakmış ve başarılarıyla, insanlığa yüzyıllarca rehberlik

etmiş şahsiyetlerdir.

Page 108: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Peygamber, Allah’ın

terbiye ettiği ve seçtiği

kişilerdir.

Allah, peygamberlere hayatın amacını ve ahlaki değerlerin bilgisini verdi. Ve

onlara diğer insanlara ilâhî vahyi ulaştırma ve doğru yolu gösterme görevini

yükledi. Peygamberler, insanlık âlemine yaratılmanın amacını, hayatın anlamını,

insanın ne olduğunu ve niçin yaratıldığını, ona her türlü güç ve imkânı kimin ve

niçin sağladığını, hayatın asıl gayeleri ve bunların nasıl elde edilebileceğini öğreten

şahsiyetlerdir. Bu hususlar, insanın en önemli ihtiyacıdır; insan bunları bilmeden

dünya ve ahiret hayatında başarılı olamaz.

Allah, bu insanlara din ve ahlak ilminin en değerlisini vermiş ve daha sonra aynı

bilgileri başkalarına aktarabilmeleri için kendilerini peygamberlik makamına

getirmiştir. İşte bu insanlara biz resûl veya nebi deriz. Peygamberler, yaşadıkları

toplumlar içinde hususi kabiliyet ve yaratılış nitelikleri dışında, dürüst, erdemli ve

anlamlı yaşantılarıyla temayüz etmişlerdir. Onların fıtrat ve karakterleri çok güzel

ve tertemizdir. Bu nedenle tüm davranışları, doğruluk, dürüstlük ve asalet temeli

üzeredir. Onlar, hayatlarının her safhasında daima fazilet ve doğruluğu telkin eder

ve başkalarına tavsiye ettiği şeyleri de bizzat yaparlar. Başkalarının iyiliği için sıkıntı

çeker ve kendi şahsi menfaatleri için başkalarına sıkıntı çektirmezler.

Peygamberlik olmadan, insanlar, hak ve batıl inançlarla bunların kanıtlarını,

hakikatle hurafenin ayırt edilmesini, ebedî mutluluğa götüren iyi işleri, bunları

yapma yöntemlerini, cehenneme sürükleyen kötü işlerle bunlardan sakınma

yollarını öğrenemez. Yalnızca bazı filozofların çok genel anlamda ulaşabilecekleri

bilgileri, bütün insanların elde etmesi de imkânsızdır. Bütün bunlar dinî bilgiler

açısından nübüvveti gerekli kılan hususlardır. Kutsal kitaplar, insanlara farklı diller,

faydalı besinler, gemi yapımı, demirin yumuşatılıp işlenmesi, hayvancılık, ziraat,

akıl yürütme, hukuk, ticaret gibi dünyevî konulara dair bilgiler de vermektedir.

Küçük bir grup teşkil eden Brahmanlar, Budistler, hiçbir dine ve Allah’a

inanmayanlar (ateistler) ve Tanrıya inanan ama hiçbir dine inanmayanlar (deistler)

dışında insanların büyük çoğunluğu tarihte peygamberlerin yaşadığını ve ilâhî

elçilik görevi yaptıklarını kabul eder. Günümüz antropoloji araştırmalarına konu

olan Nûh tufanı ve gemisi, Hz. İbrahim'in inşa ettiği Kâbe, Kudüs'teki kutsal

mekânlar, Hz. Muhammed'in kabri, Uhud Şehitliği gibi tarihi yapılar nübüvvet

müessesesinin göstergeleridir. Ayrıca nübüvvetin insanlık kültüründeki izleri, giyim

kuşamdan ibadetlere, diğer davranış biçimlerine ve şahıs isimlerine kadar pek çok

alanda yaygın bir şekilde mevcuttur.

Peygamberlerin İnsanlığa Katkısı

Allah, rahmetinin eseri olarak daha başlangıçta biz insanları sağlam fıtrat üzere

yaratmış, birçok duyu organı ve duygularla donatmıştır. İnsanın mutlak doğruya

Page 109: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Peygamberler, insanlık

tarihinde silinmez izler

bırakmışlardır.

ulaşabilmesi için insana özgürlük, düşünme, iyi ile kötüyü ayırma yeteneği, irade,

konuşma, bilgi elde etme ve üretme gibi yetenekler de vermiştir. Bununla da

yetinmemiş insanın öz benliğinde ve dış dünyasında ayetler, alametler koymuş,

peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bütün bunlar, Allah’ın varlığını ve birliğini

bilmek, rahmet ve rızasına uymak, hak yola girmek, öfke ve azabına sebep olan

hâllerden kaçınmak, ruhen ve ahlaken olgun insan olmak için gereklidir. İslam

inancına göre bütün varlıklar, Allah'ın kuludur ve zorunlu olarak O'nun kanun ve

emirleri altındadır. Bu, Kur’ân'ın "Tevhid" görüşüdür. Bu ilke ve anlayışı iyice

bilmeden İslam anlaşılamaz.

İnsanın, kendisine bahşedilen yetenekler sayesinde, çevresi ve diğer yaratıklar

hakkında bazı bilgiler edinmesi bir ihtimal olarak mevcuttur. Ancak bu durum,

oldukça sınırlı ve kendi gücü oranındadır. İnsanın gücünü aşan konularda veya gücü

dâhilinde olup da aile ve dış çevrenin olumsuz etkisiyle gerçeğe ulaşamayacağı

hususlar da söz konusudur. Böylesi zamanlarda, insanın elinden tutulması ve

yolunun aydınlatılması gerekir. İnsanın bu yönünü en iyi bilen yüce Allah,

hikmetinin, lütuf ve merhametinin bir sonucu olarak insanlara peygamberler

göndermiştir.

Peygamberlerin varlığından haberi olmayan bazı küçük topluluklar ile onlara

inanmayıp gerçekleri tahrif eden milletler, sapıtmış ve insanlığa yakışmayan

durumlara düşmüşlerdir. Bu toplumlar, insan, ağaç, taş, deniz, güneş, gökyüzü,

yeryüzü ve hayvan gibi varlıklara tapınıp durmuşlardır. İşte toplumları bu gibi insan

onurunu yok eden davranışlardan kurtarmak, onlara dünya ve ahirete yönelik

sorumluluklarını öğretmek için peygamberler gönderilmiştir. İnsanlığın hem dünya,

hem de ahiret mutluluğuna ermesini sağlamak için peygamberlere ihtiyaç vardır.

İnsanlık âlemi, öteden beri peygamberlere muhtaç olmuştur. Doğrusu, sağduyulu

hiçbir insan veya düşünür, peygamberlere olan ihtiyacı inkâr edemez.

İnsanların, Allah’ın varlığını ve birliğini akletme yetenekleriyle anlayabilmeleri

bir ihtimal olarak düşünülebilir. Fakat Allah’a ait olan sıfat ve nitelikleri, nasıl ibâdet

edileceğini, âhiret işlerini, dünya ve âhiretteki sorumluluğu, mükâfat ve cezânın ne

şekilde ve hangi boyutta olacağını gerçek anlamda ve bütün yönleriyle bilemezler.

İnsanların, en kısa ve en kesin bir yoldan dünyâ ve âhiret saadetine kavuşması, fikrî

ve ahlaki yüksekliğe ulaşması, ancak ilâhî eğitim ve öğretimle mümkün olabilir.

Peygamberler, en iyi ve en sağlam bir şekilde insanlara Allah'ı tanıtmış, inançla ilgili

hükümleri, ibâdetin mana ve muhtevasını öğretmişlerdir. Peygamberler, ahlaki

faziletleri, medenî hükümleri, içtimaî münasebetleri, faydalı ve zararlı şeyleri

bildirmişlerdir. Böylece, maddî ve manevî sahada insanlar için tam bir kılavuz

olmuşlardır. Peygamberlerin örnek ve rehber olarak gönderilmeleri, ahirette

Page 110: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Peygamberler, sadece

dinî kuralları değil,

evrensel ahlaki ve

insani değerleri de

insanlık âlemine

kazandırmışlardır.

insanların "bilmiyorduk, bize peygamber gönderilmedi" diye Allah'a karşı mazeret

ileri sürmelerini de geçersiz kılacaktır (Nisâ, 4/165).

Allah, insanları kendi yol göstericiliğinden yani peygamberlerin rehberliğinden

mahrum bırakacak olsaydı, inanç ve davranış alanlarında doğruya ulaşmak

imkânsız hâle gelirdi. İnsana her ne kadar ihtiyaç duyduğu bilgileri üretebileceği

duyular ve akıl yürütme gücü verilmişse de her iki kaynak da sınırlıdır. Akıl

yürütme, geçmişi ve geleceği kuşatabilen mutlak ve mükemmel bir kaynak değildir

ve insanın mutluluğu için gerekli olan bilgileri tek başına üretemez. Kaldı ki akıl,

ürettiği bilgilerin benimsenmesini sağlayacak manevî bir yaptırım gücüne de sahip

değildir. Öte yandan akıl yürütme gücüne rağmen insan, dünyevî arzularına aşırı

bağımlılık sebebiyle yanlış hükümler verebilir, korkularının ve hırslarının etkisiyle

aklî ve ruhî hastalıklara mâruz kalabilir. Ayrıca akıl yürütme bakımından her insan

aynı seviyede değildir. Nitekim pek çok konuda değişik görüşler ileri sürülmektedir.

Bütün bu nedenlerden dolayı, insanı hataya düşmekten koruyacak mükemmel bir

kaynağa ihtiyaç vardır ki bu da ilâhî bilgi kaynağından başkası olamaz. İnsan,

yaratılıştan sahip kılındığı donanım sayesinde, akıl yürüterek veya tabii bir yönelişle

Allah'ın varlığına fikren ulaşsa bile O'nun sıfatları, kulun yükümlülükleri ve ibadet

tarzı, Allah-evren, Allah-insan, insan-insan ilişkileri ve insanın dünyada

yaptıklarından hesaba çekileceği âhiret günü gibi konularda kesin bilgi sahibi

olamaz.

Dünya tarihindeki başarıların birçoğunun temelinde genellikle peygamberlerin

ve tebliğ ettikleri dinlerin büyük bir payı vardır. Hz. Âdem’den bu yana insanlığın

ortaya koyduğu mimari eserler, toplumsal kurumlar, bilimsel ve felsefi düşünceler,

ahlakî ve insanî esaslar olmak üzere medeniyet dediğimiz niteliklerin tümü,

peygamberlik müessesesinin eseridir. Peygamberler sanat, ticaret, ziraat ve çeşitli

meslekleri insanlara öğretmek suretiyle medeniyete, kültüre ve toplumsal

gelişmeye katkıda bulunmuşlardır. Onlar, ümmetlerini yalnız ahirete yönelik işlerde

değil, dünyayla ilgili konularda da mutlu kılmaya çaba göstermişlerdir.

Peygamberlerin getirdikleri din, insanların sadece belirli bazı alanlar veya inançla

ilgili birtakım ilkelerden ibaret değildir. Din, hayatı şekillendiren ve yeni değerlerle

donatan topyekûn bir hayat tarzıdır. Fakat insanlar, zaman içerisinde veya dünyevi

çıkarlarının kaybolacağı endişesiyle peygamberlere itaat etmekten yüz

çevirmişlerdir. Bunun sonucunda oluşturdukları bazı inanç ve pratikleri, bazen

peygambere izafe ederek, bazen de kişisel istekleriyle dinsel inançlar hâline

dönüştürmüşlerdir.

Peygamberler, sadece dinî kuralları değil, evrensel ahlaki ve insani değerleri de

insanlık âlemine kazandırmışlardır. Onlar, Allah’ın kelâmını sadece bildirmek,

yaymak, buyruklarını duyurmak ve açıklamakla değil, aynı zamanda bunların nasıl

Page 111: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Peygamberlere imanın,

bütün peygamberleri

kapsaması gerekir.

Tartışma forumu Tart

ışm

a

• Peygamberlerin insanlık âlemi için gerekliliğini forumda tartışabilirsiniz.

tatbik edildiğini ve başkalarına nasıl örnek olabileceklerini göstermek için de

faaliyette bulunmuşlardır. Onlar, ilahi emirlerin uygulanması konusunda toplumu

denetleme, onlara rehberlik etme ve insan hayatındaki yanlışlıkları belirtmekle de

sorumludurlar.

Peygamberlere İman ve Önemi

Her şeye görüntü, şekil, kuvvet ve kabiliyet Cenab-ı Hak tarafından verilmiştir.

Dünyada hiçbir şey gösterilemez ki Rabbimiz ona şekil ve güç vermenin yanı sıra

yaratılış amacını da öğretmiş olmasın. İnsanlara rehberlik ve önderlik yapılmasının

en uygun şekli, gayet tabii ki şuurlu bir insanın onlara yol göstermesi, hem de

bunun akıl ve mantıklarına aykırı olmayacak şekilde yapılmasıdır. Bütün Kâinat'ın

yaratıcısı, sahibi ve hâkimi olan Cenab-ı Hak, insanı yarattı. Ona bilme, düşünme ve

anlama gücü, iyi ile kötüyü ayırma yeteneği, seçme ve iradesini kullanma kabiliyeti

verdi. Tasarruf yetkileri bağışladı. Kısacası, ona özgürlük verdi ve yeryüzünün

halifesi olarak seçti. İnsan için en doğru yol, Allah’ı tek ilâh ve hâkim olarak kabul

etmek, buyruklarına göre dünyadaki işlerini yapmak ve orada geçireceği ömrü, bir

imtihan süresi olarak görmektir. İnsanın amacı ve hedefi, bu imtihanı kazanmak

olmalıdır. Aksine yapacağı her hareket yanlış olacaktır. İnsan, hak veya batıl

yollardan birini seçmekte özgürdür. Hak yolu seçerse, dünya ve ahirette huzur ve

mutluluk bulacaktır. Şayet batıl yolu seçerse, dünyada da âhirette de ebedî

huzursuzluk ve mutsuzluğa düşecektir.

Allah, yeryüzüne ilk olarak gönderdiği insanları yani Adem ve Havva’yı, cehalet

karanlığı içerisinde göndermedi. Aksine onların nasıl yaşamaları gerektiği

konusunda bilgiyle gönderdi (Bakara, 2/31). Onların hayat tarzları, Allah'a itaat yani

İslâmiyet’ti. Onlar, evlâtlarına da "müslim", yani Allah'a itaatkâr olma emrini

vermişlerdi. Ne var ki, daha sonraki yüzyıllarda insanlar, bu doğru hayat tarzından

ayrılarak çeşitli yanlışlıklara düştüler. Gaflet içinde yollarını şaşırmakla kalmadılar,

bunu tahrif de ettiler. Allah'ın yanı sıra yerde ve göklerdeki pek çok insanî ve

insanüstü, hayali ve maddi güçleri birer ilâh yaptılar. Allah'ın kendilerine bahşettiği

dine, hakikat ilmine çeşitli batıl itikat ve nazariyeler karıştırarak kendi arzularına

Page 112: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Peygamberlerin, tebliğ

ettikleri inanç ve ahlaki

ilkeler temelde aynıdır.

göre kural ve kanunlar icat ettiler. Sonuçta Allah'ın yarattığı dünyada, zulüm ve

baskıdan geçilmez oldu.

Her önemli işte bir uzmana ihtiyaç duyulması, danışılması, onun tavsiyelerine

göre hareket edilmesi dikkate değer bir husustur. Allah hakkında bilgi, O’nun

rızasına uygun hayat tarzını bilme ve yaşama konusunda en önemli ve güvenilir

bilgi kaynağı, hiç şüphesiz peygamberlerdir. Bundan dolayı peygamberlere iman,

itaat ve onları izlemek her insan için mutlak surette lüzumludur. Peygamberin

talimatlarını bir tarafa bırakıp, kendi kendine yol bulmaya çalışan kimse, doğru

yoldan sapar ve kesinlikle yanlış yola girer. Çünkü doğru yol, peygamberler

tarafından belirtilmiştir; ondan başka doğru yol yoktur ve olamaz. Bu yolu

görmezlikten gelen ve başka yollar arayan kişi, kendi vehimlerine aldanmaktadır.

Bu kişi kendi inatçılığı, gururu, peşin yargısı ve sapıklığının kurbanı olmaktadır. Bu

yolu kabul etmeme, yanlış gurur, körü körüne taassup, atalarının yoluna inatla

bağlılık veya nefsin aşağılık arzularının köleliği yüzündendir. Diğer yandan, bir kişi

samimi ve haksever ise yanlış duygu ve inançların esiri ve tesiri altında değilse,

gerçeğe giden yol ona açılır ve onun peygamberlere inanmayı reddetmesi için

hiçbir sebep yoktur. O kişi, peygamberlerin öğretisinde kendi ruhunun yankısını

bulur ve onları keşfetmekle kendi benliğini keşfeder.

Peygamberlere inanmak, iman esaslarındandır. Tevhid inancının temellerinden

biridir. Kur’ân, Allah'ı sevenlerin, peygamberlere uymaları gerektiğini birçok

ayetinde emreder. Çünkü elçiye itaat, Allah'a itaattir:

“ غفر للا حببكم ف اتبعون للا تحبون كنتم إن قل كم ل كم و للا ذنوب فور و الرسول للا أ طعوا قل* رحم غ و

لوا فإن و افرن حب ل للا ف إن ت الك ” (Âl-i İmrân, 3/31-32; ayrıca bk. Furkan, 42/27-28; Nisa,

4/69; Nûr, 24/54). Peygamberlere imanın bütün peygamberleri kapsaması gerekir.

Peygamberlerden bir tanesine bile inanmamak kişiyi dinin dışına çıkarır. Buna göre,

iman yönüyle hiçbir peygamberi diğerinden ayırt etmemek gerekir ق ل ن نف ر د ب من أ ح

سله Allah’ın elçileri arasında ayırım yapıp bir kısmını kabul bir .(Bakara, 2/136, 285) ر

kısmını inkâr, şüphesiz küfür olarak nitelenmiş ve böyleleri için çok şiddetli azabın

olduğu bildirilmiştir:

“ كفرون الذن إن رسله بالل ردون و قوا أ ن و ن ف ر قولون رسلهو للا ب نؤمن و كفر بب عض ن و بب عض

ردون تخذوا أ ن و ن لك ب بال ذ ئك * س افرون هم أولـ الك قا ا ح دن أ عت افرن و ابا للك ذ هنا ع الذن * م نوا و بالل آم

رسله ل م و قوا و ن ف ر د ب نهم أ ح ئك م وف أولـ هم ؤتهم س ان أجور ك فورا للا و رحما غ ” (Nisa, 4/150-152).

Peygamberler, insanların Allah önünde eşitliğini savunmuş ve bunun mücadelesini

vermişlerdir. Peygamberlere karşı çıkanlar, çıkarlarının zedeleneceğini düşünen,

bilgilerine güvenip şımaran, servetleriyle gururlanan, onlara itaat etmeye tenezzül

etmeyen genellikle zengin ve mevki sahipleri olmuştur. Üst sınıf olduklarını

düşünenler, toplumdaki imtiyazlı durumlarının sarsılmasını istemeyenler, onlara

sürekli engel olmaya çalışmışlardır. Her peygamber, zorba, zayıfları ezen,

Page 113: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Vahiy, insanların hem

âhirette ve hem de

dünya hayatında mutlu

olmasını sağlayacak

kanunlar bütünüdür.

çıkarlarına düşkün, gelenekleri körü körüne taklit eden, kibirli ve bağnazların

direnişiyle karşılaşmıştır (Hûd, 11//27-34). Peygamberlere ilk uyanlar ise genellikle

gençler ve insanlık dışı muamelelere maruz kalan ezilenler olmuştur. Çünkü

gençler, yenilikleri kabule ve açık düşünceye daha yatkındırlar. Fakat bir ömür boyu

belirli bir inanca, geleneğe bağlananlar, bu inançlarını kolayca terk edemezler.

Peygamberler, fakirleri, köleleri korumuş, onlarla birlikte oturup yemek

yemişlerdir. Onların kovulmasını ve yanlarından çıkarılmasını isteyen kibirli, zalim

ve şımarık zenginlere "Ben, inananları kovamam!" (Hûd, 11/29) diyerek

reddetmişlerdir.

Bazı toplumlar, kendilerine gönderilen peygamberleri inkâr edip onlara karşı

geldiler. Hatta bununla da kalmayıp onları öldürdüler (Bakara, 2/87; Al-İ İmran,

3/21, 112, 181, 183; Nisa, 4/155). Kur’ân’da, bilgilerine güvenip, servetleriyle

gururlanan, peygamberlere uymaya tenezzül etmeyip inkâr edenlerin, sonunda

nasıl cezalandırılıp mahvedildikleri anlatılmaktadır (Al-i İmran, 3/137; En’am, 6/11,

42-45; A’raf, 7/94-96, 101; Yunus, 10/13, 47 vd.)

Peygamberlerin Ortak Çağrısı

Kur’ân, peygamberlik olayını evrensel bir olgu olarak görmektedir. Bunun için,

Kur’ân'da ismi belirtilmiş veya belirtilmemiş olsun (Nisa, 4/164), dünyanın her

tarafına, bir başka ifadeyle her millete Allah'ın elçileri gönderilmiştir (Nahl, 16/36;

Fâtır, 35/24; Mü'min, 40/78). Peygamberler önce kendi kavimlerine

gönderilmekte; fakat ilettikleri tebliğ yalnız o yöreye ait değil, evrensel bir özelliğe

sahiptir. Onun için bütün insanlar, inanmak ve söylediklerini takip etmek

zorundadır.

Peygamberler, gönderildikleri toplumlara, onların konuştukları dille hitap etmiş

ve o dilde mesajlar getirmişlerdir (İbrâhîm, 14/4).

ا م ا و لن ان إل رسول من أ رس ن ق ومه بلس ب ل هم ل

Peygamberlerin, tebliğ ettikleri inanç ve ahlaki ilkeler temelde aynıdır. Bu birlik,

onların aynı kaynaktan yani Allah tarafından görevlendirildiklerini göstermektedir.

Vahiy, insanların hem âhirette ve hem de dünya hayatında mutlu olmasını

sağlayacak kanunlar bütünüdür. Peygamberlerin tamamı, Allah'a kulluk etmeye

yani Tevhid'e çağırmışlardır:

ل ق د ا و ثن ع نبوا للا اعبدوا أ ن رسول أمة كل ف ب اجت الطاغوت و

"Andolsun ki, biz. 'Allah'a kulluk edin ve (tağut’tan) azdırıcı varlıklardan sakının'

diye (emretmeleri için) her millete bir peygamber gönderdik." (Nahl, 16/36). Bütün

Page 114: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Peygamber, nezirdir;

cehennemle korkutur.

Beşirdir; cennetle

müjdeler.

peygamberlerin tebliğ ettikleri itikadî ve ahlakî prensipler aynı olmakla birlikte,

ibadet hükümleri ile helal-haram konusunda birtakım değişik hükümler getirdikleri

de olmuştur. Fakat şurası bir gerçektir ki bütün din ve peygamberlerin ortak ve

temel hedefleri vardır. Bu ortak ve temel hedefler, insan ve toplumun mal, can,

nesil, akıl ve dinî esas ve değerlerini muhafaza etmektir. Bütün peygamberler, bu

toplumsal faydalar için gayret göstermişlerdir. Bu esaslar, peygamberlerin

getirdikleri bütün dinlerde kutsaldır. (Şura, 42/13)

Peygamberler, mükemmel şahsiyetleri ile ilahî tebliği sarsılmadan ve

korkusuzca ilan ederek, insanları kötü ahlaki vasıflardan çıkarma mücadelesini

sürdürmüşlerdir. Onlar, kendilerine vahyedilen gerçekler ışığında Allah'ı ve O’nun

yolunu, şeytanı ve ona yardımcı olan güçleri bütün açıklığıyla gözler önüne

sermişlerdir. Fakat insanların çoğu, onlara karşı gelmiş, alay etmiş ve öldürmekle

tehdit etmişlerdir. Sonuçta bir kısım sıkıntılarla karşılaşmış olsalar da her toplumda

peygamberler ve tabi olanları, kurtuluşa ve zafere ulaşmıştır. Zulüm ve ahlaksızlıkta

çok ileri giden inkârcılar, ya çeşitli bela ve musibetlere uğratılmış veya bazı tabiî

afetlerle helak edilmişlerdir.

Allah, bütün peygamberleri, insanlık âlemini cehaletin ve küfrün karanlığından

vahyin (ilmin) aydınlığına çıkarmakla görevlendirmiştir. Peygamberler, görevlerini

tam manası ile etkili bir şekilde yerine getirebilmek için, “ilim”le ve ilahî kurallar

bütünü ile donatılmışlardır. Bu ilahî kurallar bütününe din denilir. Dinin temel

hedefi, Allah'ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak (takva), insanlar

arasında iyilik ve adalet duygusunu meydana getirmek ve geliştirmektir. Çünkü

insanlar, ancak bu şekilde hayatın ulvî ve şerefli gayelerine ulaşabilirler.

Allah'ın insanlara rehberlik için peygamberler göndermesinin esas gayesi,

yeryüzünde bir adalet düzeni tesis etmektir. Böylece, insanlar zulüm ve saldırı

olmaksızın barış içinde yaşayabilirler. Peygamberlerin bu fonksiyonu, Kur’ân’da şu

ifadelerle dile getirilir: “ ا ل ق د لن ا أ رس ات رسل ن ن ا بالب لن أ نز هم و ع اب م ان الكت المز قوم و بالقسط الناس ل ”

"Şu kesindir ki, Biz resullerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti

gerçekleştirmeleri için, resullerle beraber kitap ve adalet terazisi indirdik...." (Hadid,

57/25).

وأنزلنا أي* والمزان الكتاب معهم وأنزلنا البنات والمعجزات ، القواطع بالحجج ، رسلنا بعثنا لقد وللا بعضهم وفسر ، الناس بن به حكم الذي القانون وأنزلنا ، البشرة سعادة فها الت ، السماوة الكتب معهم

بالحق الناس لقوم أي* بالقسط الناس لقوم+وتعامل به وزن ما هو: زد ابن وقال ،) العدل( بأنه المزان معامالتهم فى والعدل

Bütün peygamberlere şu üç şeyin verildiği görülmektedir:

1) Beyyinat: Yani, onların Allah'ın gerçek peygamberleri olduğuna dair açık

işaretler, mucizeler. Hakkın ve bâtılın ne olduğu âyet ve delillerle ispat edilmiş,

Page 115: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Peygamberlerin esas

gayesi, yeryüzünde bir

adalet düzeni tesis

etmektir.

ayrıca inanç, ahlak ve beşerî münasebetler konusunda doğru ve yanlış yolun

özellikleri, açıkça ve şüpheye mahal bırakmadan izah edilmiştir.

2) Kitap: İnsanoğluna muhtaç olduğu hidayetin yolunu bulabilmesi için

verilmiştir.

3) Mizan: Tartı yapıldığında hak ve bâtıl arasındaki farkı gösteren, düşünce,

ahlak ve muamelât konusunda ifrat, tefrit ve itidal noktalarını ortaya koyan ilahi

ölçü.

Bu üç şeyin peygamberler ile birlikte dünyaya gönderilmesinin sebebi, onların

ferdî ve toplumsal hayata adalet ve itidali hâkim kılmaları içindir. Böylelikle onlar,

bir yanda Allah'ın kulları üzerindeki haklarını, insanın kendi üzerindeki haklarını ve

sosyal ilişkilerde insanların birbirleriyle münasebetlerindeki haklarını ortaya koyup,

bunları hakkıyla uygularlar. Onlar bu prensiplere dayanarak, toplumda zulmü

kökten kaldıracak şekilde sosyal hayatı düzenlerler.

Peygamberler, kutsal kitaplar ve bunların takipçisi olan Hak yolunun yolcuları,

aynı ihtiyaca cevap vermiş, aynı vazifeyi yerine getirmişlerdir. Bu sebepten

dolayıdır ki, onlara Kur’ân-ı Kerim'de müzekkir (hatırlatanlar) ve yaptıkları işlere

zikr (hatırlatma), tezkere (hatıra), ve tezkir (hatırlatma) denilmiştir.

Peygamberlerin İsimleri ve Sayısı

Kur’ân-ı Kerim'de her millete mutlaka kendi içlerinden seçilmiş bir peygamber

gönderildiği açıkça beyan edilmiştir: “ اك إنا لن ق أ رس شرا بالح ذرا ب ن إن و ن و ا خال إل أمة م فه

ذر Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir“ ”ن

topluluk yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun” (Fâtır, 35/24. Ayrıca

bk. Yunus, 10/47; İsrâ, 17/15).

İlk peygamber, Hz. Âdem; son peygamber ise Muhammed (s.a.s)'dir. Bu ikisi

arasında sayısını ancak Allah'ın bildiği kadar peygamberler, gelip geçmiştir. Kur’ân-ı

Kerim'de peygamberlerin sayısı ve tümünün ismi bildirilmemiştir; yalnız yirmi beş

peygamberin adı zikredilir. Kur’ân'da adları geçen peygamberler şunlardır: Âdem,

İdrîs, Nûh, Hûd, Salih, İbrahim, Lût, İsmail, İshak, Ya'küb, Yûsuf, Şuayb, Eyyûb,

Zülkifl, Mûsâ, Hârûn, Dâvûd, Süleyman, İlyâs, Elyesa', Yûnus, Zekeriyyâ, Yahya, İsâ

ve Muhammed'den ibaret yirmi beş peygambere inanmak farzdır. Kur’ân'da adı

zikredilen Üzeyir, Lokman ve Zülkarneyn'in peygamber mi yoksa velî mi oldukları

ihtilaflıdır.

İslam inancında Hz. Adem'le başlayıp Hz. Muhammed'le son bulan

peygamberlerin sayısı hakkında kesin bilgi yoktur. 124.000 peygamberin

gönderildiği hakkındaki Ahmed b. Hanbel’in Müsned adlı eserinde yer alan rivayet,

Page 116: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Peygamberlerin

gerçek sayısını yalnız

Allah bilir.

bu konuda kesin delil olarak kabul edilmemiştir. Bu rivayetin isnad açısından çok

zayıf olduğu kaydedilmiştir. Bu gibi rivayetler, âhad yani mütevatir olmayan yolla

geldiğinden bu hususta kesin delil olarak kabul edilemez. Nitekim Kur’ân-ı Kerim'de

şöyle denilmektedir: “ رسال اهم ق د و صن ك ق ص ل رسال ق بل من ع قصصهم لم و ك ن ل ع ”

"Peygamberlerin bir kısmını bundan önce sana haber verdik, bir kısmını ise haber

vermedik" (Nisa, 4/164). Bu ayette, Allah, elçilerin hepsini değil, sadece bir kısmını

Hz. Muhammed'e bildirdiğini söylemektedir. Dolayısıyla peygamberlerin sayısını

kesin olarak bildiren hadis, bu ayete açıkça aykırılık arz etmektedir. Kanaatimizce

doğru olan da budur. Peygamberlerin gerçek sayısını yalnız Allah bilir.

Peygamberlerin Temel Özellikleri

Peygamberlerin kişilik ve karakterleri tertemiz olup öz geçmişlerinde yalan,

iftira, ikiyüzlülük, sahtekârlık ve dolandırıcılık konusunda en ufak bir belirti yoktur.

Bu nedenle, hayatlarının her safhasında dürüst ve doğru olanların yalnızca bu

konuda sözbirliği etmişçesine yalan söylemelerine imkân ve ihtimal yoktur.

Savundukları davanın kendilerine kişisel çıkar sağladığı da söylenemez. Tam

tersine, davaları uğruna son derece güç durumlara düştükleri, bedensel ve ruhsal

eziyetler çektikleri, tutuklandıkları, dövüldükleri, işkence gördükleri, sürgün

edildikleri ve çeşitli eziyetlerle öldürüldükleri görülmüştür. Dolayısıyla, şahsi

menfaat suçu kendilerine yüklenemez. Aksine bin bir güçlük ve engeller karşısında

davalarına tamamıyla sadık kalmaları, samimiyet ve iyi niyetlerinin birer kanıtıdır.

Onlar davalarına öylesine bağlıydılar ki bunun için canlarını bile severek feda

ettiler. Söz konusu insanların deli veya aklî dengelerinin bozuk olduğu da iddia

edilemez. Hayatın bütün meselelerinde hepsinin son derece akıllı, anlayışlı ve zeki

olduğu olaylarla sabit olmuştur. Muhalifleri bile zaman zaman akıl ve zekâlarına

hayran kalmışlardır. Bu öyle bir davadır ki, bunun için hayat boyunca mücadele

etmişler, var olan imkânlarının tümünü seferber etmişlerdir. Bu insanların

söylediklerinde akla aykırı bir şey de yoktur.

"Ve doğru yolu gösterme işi Allah'a aittir, hâlbuki kötü yollar da vardır." (Nahl,

16/9). Bu ayette tevhid, rahmet ve ulûhiyyet hakkında deliller ileri sürülürken

peygamberliğe de kısaca değinilmiştir. Şöyle ki; dünyada insanlar için düşünme ve

hareket etme konusunda çeşitli yollar vardır ve bunların fiilen izlenmesi

mümkündür. Belli ki bütün bunlar hak yol değildir. Gerçek sadece tektir ve sahih

bir hayat tarzı, doğru bir hayat nazariyesine dayanır. Bu doğru nazariyeyi, başka bir

deyimle, doğru yolu bilmek insanın en büyük zarureti ve ihtiyacıdır. Hatta temel

ihtiyacıdır. Bu öyle bir ihtiyaçtır ki, insan buna bizatihi insan olduğu için ihtiyaç

duyar. Bu ihtiyaç karşılanmadığı takdirde ise insanın bütün ömrünün boşa gittiği

söylenebilir. "Şayet Allah isteseydi, hepinizi hidayete erdirirdi." (Nahl, 16/ 9)

Page 117: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Peygamberlerin kişilik

ve karakterleri

tertemizdir.

Nübüvvet, vahiy esasına dayanır. Allah’ın vahyine muhatap olmak, kişisel

gayretlerle elde edilen bir makam değil, tamamen ilahi bir lütuftur (Cum'a, 62/4).

Allah’ın bu seçiminde mal, mülk, saltanat, şöhret ve makamın hiçbir etkisi yoktur

(Zuhruf, 43/31-32). Çok çalışmak ve ilâhî emirlere uymak suretiyle peygamber

seçilmek de mümkün değildir. Kur’ân, erkeklerden başkasının elçi olarak

görevlendirilmediğini de bildirir (Nahl, 16/43-44; Enbiyâ, 21/7).

Cenabı Hak, kendisine peygamberlik vereceği şahısları, yüksek ahlaki niteliklerle

donatmıştır. Peygamberler, insan olmalarına rağmen üstün meziyetlere sahiptirler.

Bu üstünlük, insanüstü bir nitelik değil, mükemmel insan olma konusundaki

üstünlüktür. Peygamberler, diğer insanlar gibi yer, içer, çarşılarda dolaşır (Furkan,

25/20), evlenir (Ra'd, 13/38), hastalanır, acı duyar, zevklenir ve ölürler. Evren

üzerinde herhangi bir tasarrufları yoktur, Allah'ın iradesine etki edemez ve gaybı

bilmezler. Onların gayb bilgileri, Allah'ın onlara bildirdiği miktardan ibarettir (Araf,

7/188).

İslâm akaidinde Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed,

peygamberlerin büyükleri olarak kabul edilir. Kur’ân, bu peygamberleri “ulu’l-azm”

yani “azimet sahibi” ifadesiyle vasıflandırmaktadır. Ulu'l-azm peygamberler,

aldıkları ağır görev ve yüklendikleri sorumluluk karşısında herhangi bir yılgınlık

göstermeden dinî insanlara tebliğ görevini yerine getiren, bütün zorluklara göğüs

germede azim ve sebat gösteren peygamberler demektir.

İslâm inancına göre bütün peygamberler, peygamber olmak açısından eşittirler.

Ancak peygamberler arasında derece farkının bulunduğu da bildirilmiştir. Bu

konuda Kur’ân'da şöyle buyrulur:

سل تلك ا الر هم ف ضلن عض ل ى ب ع نهم ب عض لم من م ف ع للا ك ر هم و عض ات ب ج ر ا د ن آت ى و م ابن عس ر ات م ن الب اه دن أ القدس بروح و

"İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan

bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derecelerle yükseltmiştir..." (Bakara, 2/253).

Bütün peygamberlerde ortak olan sıfatları şu beş maddede toplamak

mümkündür: Emânet, sıdk, fetânet, ismet, tebliğ.

1-Emanet: Gerçek anlamda insanların güvenini kazanmış ve Allah’ın bildirdiği

esasları tam olarak aktaran anlamına gelmektedir. Bütün peygamberler son derece

emin, güvenilen, dürüst ve seçkin şahsiyetlerdir. Onlardan herhangi bir hiyânet asla

meydana gelmez. Kur’ân-ı Kerim'de, peygamberlerin emânet sıfatlarından söz

eden ayetler vardır (A'raf, 7/68; Şuarâ, 26/125, 143, 162, 178; Âl-i İmrân, 3/161).

2- Sıdk: Peygamberlerin, ilâhî hükümleri, emir ve yasakları insanlara tebliğde ve

verdikleri haberlerde doğru sözlü olmalarıdır. Peygamberlerin yalan söylemeleri

Page 118: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Peygamberlerin ortak ve

ayrılmaz özellikleri:

1-Emanet (güvenilir olma)

2-Sıdk (doğru sözlülük)

3-Fetanet (üstün akıl)

4-İsmet (günahsızlık)

5- Tebliğ (vahyi bildirme)

asla caiz değildir. Hiçbir peygambere kavmi tarafından; "Sen daha önce yalancı

biriydin." denilememiştir. Çünkü peygamberlerin sözleriyle davranışları arasında

hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir uyumun olması gerekir.

3-Fetanet: Peygamberlerin üstün bir akletme yeteneğine, zekâya, kuvvetli bir

hâfıza ve yüksek bir ikna gücüne sahip olmalarıdır. Onlar hakkında akletme ve

hâfıza zayıflığı, delilik ve gaflet gibi noksan sıfatlar asla caiz değildir. Peygamberler,

herkes tarafından takip edilebilecek üstün vasıflı, yüksek ahlaklı, kâmil ve örnek

insanlardır. Onlar, her hususta çok güzel birer örnek oldukları için, Allah sevgisi ve

imanı aşılayarak onların hayatlarında esaslı değişiklikler yaparlar.

4-İsmet: Peygamberlerin vahyin tebliği, beyanı (açıklanması) ve tatbiki

konusunda hataya düşmekten korunmuş olmaları demektir. Bir başka ifadeyle

peygamberlerin gizli ve aşikâr her türlü günah ve peygamberlik şerefiyle

bağdaşmayacak davranışlardan uzak bulunmalarıdır. Zira peygamberler, insanlık

için uyulması istenen en mükemmel örnek ve önder şahsiyetlerdir.

Peygamberlerden büyük hata sadır olmaz; bir tür ayak sürçmesi olarak

nitelenebilecek “zelle” denilen bazı fiiller söz konusu olabilir. Bu durumlar ise

hemen ya kendisi veya bizzat Cenab-ı Hakk tarafından tashih edilir ve edilmiştir

de... (bk. Bakara, 2/35-37; Hûd, 11/45-47; Yûsuf, 12/23-24; Kasas, 28/15; Abese,

80/1-10). Peygamberler, Allah'tan gelen vahyi insanlara aktarma konusunda ma-

sumdurlar. Şeytân onlara inemez ve vahye hiçbir müdahalede bulunamaz (Şu'arâ,

26/210-212). İsmet'in peygamberlerde bulunması gereken bir sıfat olduğunda, tüm

İslâm bilginleri görüş birliği içindedir. Ancak niteliği ve kapsamı üzerinde görüş

ayrılıkları mevcuttur. Her konuda orta yolu gözeten İslâm, peygamberlerin temel

nitelikleri ve özellikle de ismet sıfatı konusunda da onları Hristiyanlık'taki gibi ilâh

mertebesine çıkarmamış, Allah'ın elçisi ve kulu kabul etmiştir (Mâide, 5/72-73,75;

Tevbe, 9/30; A'râf, 7/188). İslam inancında Peygambere veya sâlih kişilere akraba

olmak, kurtuluş için yeterli değildir. (Hûd, 11/43, 46, 81)

5-Tebliğ: Peygamberlerin “emin” yani güvenilir ve “sadık” olmaları, kendilerine

bildirilen ilahi gerçekleri, bir şey ekleyip çıkarmadan, bildirmeleri anlamına

gelmektedir. Peygamberlerin tebliğ sıfatının kapsamında, “beyan/tebyin” ve tatbik

de bulunmaktadır. Bu sebeple din, sadece bildirilen vahiyden ibaret değil, bu

vahyin açıklama ve hayattaki uygulamasını da ihtiva etmektedir. Peygamberler,

ilahi tebliğleri insanlığa ulaştırmak için ellerinden gelen gayreti göstermekle

yükümlü tutulmuşlardır. Hz. Muhammed, "kalbinde hiçbir şey gizlemeden" (A'raf,

7/2) ve "taviz vermeden, açıkça ilan etmekle emredilmiştir." (Hicr, 15/94)

Kitab-ı Mukaddes'te bazı peygamberlerle ilgili olarak verilen bilgiler, hem

gerçeklere, hem de İslâm'ın peygamberlik inancına hiçbir şekilde uymamaktadır.

Sıradan insanlar tarafından bile işlenmesi hoş karşılanmayacak olan bu yasak

Page 119: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Peygamberler arasında

derece farkı vardır.

Bir

eys

el E

tkin

lik • Peygamberlerin davet metodu ve

uslubu hakkında düşününüz.

fiilleri, peygamberlerin yaptığını iddia etmek, bu yüce şahsiyetlere karşı hem

haksızlık hem de saygısızlıktır.

Peygamberlerin Ümmetlerine Şahitliği

Yüce Allah, ilahi daveti tebliğ konusunda peygamberlerden, o daveti kabul edip

etmeme açısından da toplumlardan hesap soracağını bildirmektedir (A'raf, 7/6).

Ayrıca peygamberler, ümmetlerinin doğru veya yanlış davranışlarına şahitlik

edeceklerdir: “(Her ümmetten bir şâhid çıkarırız: "Delilinizi getirin!" deriz. İşte o

zaman gerçeğin Allah'a âit olduğunu kesin olarak bilirler ve uydurdukları şeyler

kendilerinden kaybolup gider“ (Kasas, 28/75; bk. Nisa, 4/41; Nahl, 16/84, 89).

Peygamberlerin, aleyhlerinde şâhitlik yapacağı insanlar, onlara inanan ve izlerinde

giden kimseler değil, onlara inanmayan yahut inanmış göründüğü hâlde tutum ve

davranışlarıyla onların izinde gitmeyenlerdir. Suçlular, artık o mahkemede asla

suçlarını gizleyemeyeceklerdir: "O gün ağızlarını mühürleriz; elleri bize söyler,

ayakları onların yaptıklarına şahitlik eder" (Yâsîn, 36/65).

Nübüvvet ve Mucize İlişkisi

Peygamberler, peygamberliği ispat eden ve insanların benzerini getirmekten

âciz kaldıkları olaylarla desteklenir. Bu olağanüstü olaylar, İslam kültüründe

"mucize" olarak isimlendirilir. Kur’ân-ı Kerim'de bu gibi olaylara "ayet"

denilmektedir. Ayet; apaçık alamet, kesin delil, belge, mu'cize, yakîn ve katiyet

ifade eden şey, hâl, keyfiyet ve emare demektir. Terim olarak ise Allah’ın varlığını,

birliğini ve insanlara apaçık gerçekleri bildiren delil, belge demektir. Her bir

peygambere Allah tarafından verilen olağanüstü olaylar, sınırlı sayıdadır. Çünkü

olağanüstü olayların fazlalığı, muhatapların dengesini bozar. Hayatta olağanüstü

olaylar zaman zaman görülebilirse de hayat, olağanüstü olaylardan ziyade olağan

olaylar alanıdır. Mümin, tabiatı ve tabiat kanunlarını yaratanın Allah olduğunu bilir

ve inanır. Bu kanunları yaratan Allah olduğuna göre, onları istediği zaman ve

mekânda farklı bir şekilde kullanma kudretine de elbette sahiptir.

Cenab-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim’de peygamberlere verilen bazı mucizeleri

zikretmektedir. Peygamberlerin bu mucizelerine rağmen muhataplarının çoğu,

Page 120: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Peygambere veya sâlih

kişilere akraba olmak,

kurtuluş için yeterli

değildir.

onlara karşı çıkmış ve getirdikleri mucize ve vahiyleri, "eskilerin masalları,

uydurulmuş beşer sözleri, açık bir sihir" diye nitelendirmişlerdir (Enam, 6/25; lsrâ,

17/101; Mü'minûn, 33/24; Furkân, 25/5-6; Yâsîn, 36/13-15). Bu mucizelerin bir

kısmı, inanmak isteyenleri etkilemeye, bir kısmı da inkâr edenleri helak etmeye

yönelik olmuştur. Bu bağlamda Hz. Nuh'a tufan ve tufandan gemi ile kurtulma

(Hûd, 11/36-48), Hz. Yakub’un (a.s.) oğlu Yusuf’un (a.s.) gömleğini yüzüne sürmesi

sonucu gözlerinin açılması (Yusuf, 12/92-96), Hz. Süleyman'ın kuşlarla konuşması,

karıncanın sözünü anlaması (Neml, 27/18-28), Hz. İsa'nın, Allah'ın izniyle çamurdan

kuş yapıp ona üflediği zaman canlı bir kuş olup uçması, ölüleri diriltmesi, anadan

doğma körü ve alaca hastalığına tutulmuş kimseleri iyileştirmesi (Mâide, 5/110).

Hz. Salih'e kayadan çıkarılan deve (Hûd, 11/61-68}, Hz. İbrahim'i ateşin yakmaması

(Enbiyâ, 21/51-71), Hz. Musa'nın elindeki asanın yılan hâline gelmesi (A'râf, 7/103-

107), Hz. Musa’nın asasının, Firavun'un huzurundaki sihirbazların sihir sonucu

hareket eden ip ve sopalarını yutuvermesi (Tâhâ, 20/17-21, 65-70), asasını denize

vurunca denizin yarılıp İsrailoğulları'nın bu yoldan geçmesi, Firavun ve ordusunun

geçeceği sırada denizin tekrar kapanıp onları boğması (Şu'arâ, 26/61-66), Hz. İsâ'ya

gökten indirilen sofra, ölüleri diriltme, evde yenilen ve yenilmeyip saklanan şeyleri

haber verme (Âl-i Imrân, 3/45-49), Hz. Muhammed'e Kur’ân, isra ve mirac (İsrâ,

17/1), Bizanslılar'ın İranlılar'ı yeneceklerini savaştan önce bildirme (Rûm, 30/2-4),

gökyüzündeki ayın ikiye yarılması (Buhârî, Menâkıb, 27; Müslim, Münâfikûn, 8),

İsrâ, Hz. Peygamberin Miraç olayını yaşaması, taşın konuşması (Müslim, Fedâil, 2),

hurma kütüğünün inlemesi (Buhârî, Menâkıb, 25) gibi mucizeler verilmiştir. Son

peygamber için en büyük mucize, akla hitap eden ve bilgiye dayanan Kur’ân

olmuştur (Bakara, 2/23-24; Ankebût, 29/47-51, Ahzâb, 33/39-40).

Gerçek şu ki; başta Hz. Muhammed (s.a.v) olmak üzere, bütün peygamberler,

hayatları boyunca herkese güven ve emniyet vermişlerdir. Onların güçlü ve dürüst

şahsiyetleri, sağlam karakter, güzel ahlak, adalet ve merhametleri, doğruluk ve

güvenilir olmaları, cesâret ve istikametleri, parlak zekâ ve dirayetleri, elde ettikleri

eşsiz başarılar, sabır ve tahammülleri, haksızlık karşısındaki duruşları, sahip

oldukları belagat ve fesahatları, gösterdikleri hissî mucizelerden daha tesirli

olmuştur. Bu tavır ve nitelikler, onların Allah'ın Rasûlü olduğuna hem kendi

zamanlarında ve hem de kendilerinden sonra kesinlikle delâlet etmektedir.

Peygamberliğin Son Bulması

Kur’ân-ı Kerim, Müslümanlara, yalnız İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)'e

değil, bütün peygamberlere de inanmayı emretmektedir. İslâm dini, bu özelliğiyle

(bk. Bakara, 2/177, 285; Nisâ, 4/ 136), hiçbir dinin erişemediği derecede evrensel

bir insanlık dinî olma vasfını kazanmaktadır. Bütün dünya milletlerine hitap etmek,

Page 121: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Peygamberler,

ümmetlerinin doğru

veya yanlış

davranışlarına şahitlik

edeceklerdir.

insanları kardeşliğe, barış, huzur ve mutluluğa davet etmek demektir. Kur’ân’ın

bildirdiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.v), bütün insanlık âlemine ve bütün

milletlere hitab etmek üzere gönderilen peygamberdir.

“ ا م اك و لن ة إل أ رس حم ال من ر للع ” “Biz seni bütün varlık âlemleri için sırf bir rahmet

vesilesi olman için gönderdik!” (Enbiyâ, 21/107).

“ ا م اك و لن افة إل أ رس شرا للناس ك ذرا ب ن ل كن و ر و عل مون ل الناس أ كث ”“Biz seni ancak bütün

insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler”

(Sebe; 34/28).

“ ا قل ا ه سول انى الناس ا ر كم للا معا ال ات ملك ل ه الذى ج ال رض السمو مت ح هو ال اله ل و و

ف امنواسوله بالل ر ى النبى و ؤمن الذى الم

اته بالل لم ك اتبعوه و لكم و دون ل ع هت ت ” “De ki: "Ey insanlar, ben

sizin hepinize, göklerin ve yerin sâhibi olan, kendisinden başka tanrı bulunmayan,

yaşatan, öldüren Allâh'ın Elçisiyim. Gelin Allah'a ve O'nun ümmi peygamberi olan

Elçisine inanın -ki o (peygamber) de Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır- O'na

uyun ki doğru yolu bulasınız!" (A'raf, 7/158).

O'ndan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir. “ ا ان م مد ك ا مح د ا ب الكم من ا ح رج

لـكن سول و ر م للا ات خ ن و ان النب ك و

یء بكل للا لما ش ع ” “Muhammed içinizden hiçbir erkeğin

babası değildir, lâkin Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her

şeyi hakkıyla bilir” (Ahzâb, 33/40). O’nun peygamberliği kıyamete kadar devam

edecektir. Bu kurallar, İslâm’ın ve en son mukaddes kitap Kur’ân'ın bildirdiği

gerçeklerdir (Sebe; 34/28; A'raf, 7/158). Onun getirdiği İslam dini, bütün insanlığın

dinidir, yaratılış gayesine en uygun olan bir dindir. O’nun getirdiği kitap (Kur’ân)

hiçbir değişikliğe uğramaksızın kıyamete kadar Allah tarafından korunmuş olacaktır

(Hicr, 15/9). Bu sebeple onun getirdiği hükümlerin tamamı, kıyamete kadar

kalıcıdır. Diğer peygamberlere verilen sahîfeler bugün mevcut değildir. Tevrat, İncil

ve Zebur'un da orijinal nüshaları yoktur; eldeki nüshalar ise tahrif edilmiştir.

Önceki peygamberlerin peygamberliği belli bir topluma yönelikken, onun

peygamberliği bütün insanlık âlemini ve bütün zamanları kuşatıcıdır. Yani onun

peygamberliği, kıyamete kadar sürecektir. O son peygamber olunca, onun getirdiği

dinin de en son ve en mükemmel din olması tabiidir. İslâmiyet, kıyamete kadar en

son ve en mükemmel din olarak devam edecektir. Bir âyette şöyle buyrulur: “ وم ال

لت كم ل كم أ كم مت دن أ تم كم و ل ت ع ضت نعم ر دنا اإلسال م ل كم و ” "Bugün size dininizi kemale

erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı

beğendim... " (Mâide, 5/3).

Peygamberimizin nübüvveti ve tebliğ ettiği Kur’ân, daha önceki bütün kitapları

içerik olarak ihtiva ettiği gibi, onların unutulan veya yozlaştırılan muhtevasını da

hatırlatan bir zikir olarak kıyamete kadar geçerliliğini sürdürecektir. Kur'ân'ın ihtiva

ettiği inanç esasları, sosyal ve hukukî prensipler, her devirdeki insanların temel

Page 122: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Peygamberimiz,

nübüvvet kurumun son

halkasıdır; mührüdür. B

ire

yse

l Etk

inlik

• Peygamberimizle "nübüvvetin sona ermesi" ne anlama gelmektedir? Hakkında düşününüz.

ihtiyaçlarını karşılayacak ve onları mutlu kılacak niteliktedir. Çünkü Kur'ân, aslına

uygun olarak korunabilmiş yegâne ilâhî kitaptır. Getirdiği din, en son ve en

mükemmel dindir (Mâide, 5/3). Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamberlerin

sonuncusu olduğu inancına "hatm-i nübüvve" adı verilir. Bunun anlamı şudur: Artık

Hz. Peygamberden sonra ilahi vahiy de ilahi kitap da peygamber de

gönderilmeyecektir. Yani Hz. Muhammed”in şahsiyeti ve O’nun getirdiği Kur’ân,

bütün dünyanın ıslahı için yeterli iki kaynak hükmündedirler. Dolayısıyla bunlara

tabi olan İslam ümmeti de bütün insanlığın huzur ve refahı için mücadele edecek

ve örnek olabilecek bir ümmet niteliğindedir. Peygamberimizin getirdiği din, diğer

ilahi dinleri yürürlükten kaldırmıştır. Getirdiği din ve örnek şahsiyetiyle son

peygamber olarak Hz. Muhammed, bütün peygamberleri kıyamete kadar temsil

edecektir.

Page 123: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Öze

t •Kur’ân, peygamberlik olayını evrensel bir olgu olarak görmektedir. Bunun için Kur’ân'da, her millete Allah'ın elçilerinin gönderildiği bildirilmiştir. Peygamberlik, vahiy esasına dayanır. Allah’ın vahyine muhatap olmak, kişisel gayretlerle elde edilen bir makam değil, tamamen ilahi bir lütuftur. Cenabı Hak, kendisine peygamberlik vereceği şahısları, yüksek ahlaki niteliklerle donatmıştır. Peygamberlik, Allah ile insanlar arasında dünya ve âhiretle ilgili ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılan elçilik görevidir. Toplumları ve insan onurunu yok eden davranışlardan kurtarmak, onlara dünya ve ahirete yönelik sorumluluklarını öğretme ve mutluluğa ermelerini sağlamak için peygamberlere ihtiyaç vardır. Peygamberler, insanlara ahlaki faziletleri, medenî hükümleri, içtimaî münasebetleri, faydalı ve zararlı hususları bildirmişlerdir. Böylece, maddî ve manevî sahada insanlar için tam bir önder olmuşlardır. Peygamberler, sadece ibadet kurallarını değil, evrensel ahlaki ve insani değerleri de insanlık âlemine kazandırmışlardır. Peygamberlerin ve mesajlarının etkisi, zaman ve mekân sınırlarını aşmış, dini, ahlaki, sosyal, ekonomik, politik, kültürel ve eğitim gibi hayatın bütün yönlerine nüfuz etmiştir.

•Peygamberlere imanın bütün peygamberleri kapsaması gerekir. Allah’ın elçileri arasında ayırım yapıp, bir kısmını kabul bir kısmını inkâr, şüphesiz küfür olarak nitelenmiş ve böyleleri için çok şiddetli azabın olduğu bildirilmiştir. İslam inancında Hz. Adem'le başlayıp Hz. Muhammed'le son bulan peygamberlerin sayısı hakkında kesin bilgi yoktur. Bütün peygamberlerde doğruluk, güvenirlilik, akıllı ve zeki olma, günah işlememe ve aldıkları emirleri değiştirmeden insanlara aktarma nitelikleri vardır. Kur’ân’da yirmi beş peygamberin ismi geçmektedir. Bunların dışında üç kişi daha vardır ki bunların peygamber olup olmadıkları kesin değildir. Her peygambere peygamberliklerini ispat etmek, insanların onlara iman etmelerini sağlamak, inanmak isteyenlerin hidayete ulaşmalarını kolaylaştırmak, inananların kalplerini takviye etmek amacıyla hissi yani bizzat müşahede olunabilen ve akılla algılanabilen mucizeler verilmiştir.

•Dinimiz İslam’a göre, bütün insanlığın ihtiyacını karşılayabilecek yeterlilikte en mükemmel ve en son kitap Kur’ân’dır. Hz. Muhammed ise en son ve en mükemmel örnek ve önder bir şahsiyettir. Kur’ân’dan sonra bir kitap gelmeyeceği gibi, peygamberimizden sonra da başka bir peygamber gönderilmeyecektir. Bu konuda ayet ve hadisler, hiçbir şüpheye meydan vermeyecek nitelikte çok açık ve kesindir.

Page 124: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

Etkileşimli Alıştırmalar

Ödev gönderimi

Alış

tırm

alar

• Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebilirsiniz.

Öd

ev

• Peygamberlerin insanlık âlemine kazandırdıkları hususları, ayetler ışığında yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.

Page 125: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

Değerlendirme

sorularını etkileşimli

olarak

cevaplandırabilirsiniz

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Aşağıdakilerden hangisi “nebe” kelimesinin anlamını tam olarak kapsar?

a) Nebe’, kıyamet demektir.

b) Nebe’ harhangi bir haber demektir. c) Nebe’ çok önemli, ilim ifade eden ve faydalı olan haber demektir. d) Nebe’, Kur’ân anlamına gelmektedir. e) Nebe’, Kur’ân kıssaları için kullanılan bir kelimedir.

2. Nebi ile ilgili tanımlardan hangisi doğrudur?

a) Nebi, kendisine yeni bir kitap ve yeni bir din verilmeyen peygamberdir. b) Nebi, önceki peygamberin getirdiği dinî insanlara bildirmekle yükümlü kişidir. c) Nebi, hiçbir sorumluluğu olmayan ve kendisi de peygamber olduğunu

bilmeyen kişi demektir. d) Nebi, hiçbir sorumluluğu olmayan ancak kendisinin peygamber olduğunu

bilen kişi demektir. e) Nebi ve resul yakın anlamlı kelimelerdir. Nebi, Allah’tan haber almayı; resul

ise aldığı haberi insanlara bildirmekle görevli olmayı anlatır.

3. Peygamberlerin sayısı hakkında aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

a) Peygamberlerin sayısı hakkında kesin bilgi yoktur, ancak Allah bilir. b) Peygamberlerin sayısı yirmi beştir. c) Peygamberlerin sayısı, yirmi sekizdir. d) Peygamberlerin sayısı, yüz yirmi dört bindir. e) Peygamberlerin sayısı, ikiyüz yirmi dört bindir.

4. Nübüvvet ve mucize ilişkisi hakkında aşağıdakilerden hangisi doğru değildir?

a) Mucize, nübüvvetin gereklerinden biridir. b) Her peygambere mucize verilmiştir. c) Diğer peygamberlere hem hissi, hem de akli mucizeler verilmiştir. d) Hz. Muhammed’e hem hissi, hem de akli mucize verilmiştir. e) Hz. Muhammed’e sadece akli mucize verilmiştir ki o da Kur’ân’dır.

5. Peygamberlikle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Peygamberliğin son bulmasına hatm-ı nübüvvet denir. b) Peygamberlik çalışmakla kazanılabilen bir derece değildir. c) Peygamberimiz, hatemu’l-enbiyadır. d) Peygamberler mal mülk değil, ilim miras bırakırlar. e) Peygamberlik, onu isteyen kişilere verilir.

6. Peygamberlikle ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

a) Peygamberlik, Allah ile insanlar arasında dünya ile ilgili ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılan elçilik görevidir.

b) Peygamberlik, Allah ile insanlar arasında dünya ve âhiretle ilgili ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılan elçilik görevidir.

c) Peygamberlik, Allah ile insanlar arasında âhiretle ilgili ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılan elçilik görevidir.

Page 126: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

d) Peygamberlik, Peygamber ile insanlar arasında yapılan elçilik görevidir. e) Peygamberlik, Peygamber ile insanlar arasında dünya ve âhiretle ilgili

ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılan elçilik görevidir.

7. “Hatemu’n-Nebiyyin” ifadesiyle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

a) “Hatemu’n-Nebiyyin” ifadesi, sadece hadislerde geçmektedir. b) “Hatemu’n-Nebiyyin” ifadesi, akaid kabilinden eserlerde geçmektedir. c) “Hatemu’n-Nebiyyin” ifadesi, İslami eserlerde geçmemekte ancak alimlerin

genel kabulü olarak geleneğimize yerleşmiştir. d) “Hatemu’n-Nebiyyin” ifadesi, Kur’ân’da geçmektedir. e) Hiçbiri

8. Kur’ân’da, “ulu’l-azm” yani “azimet sahibi” ifadesiyle vasıflandırılan

peygamberler kimlerdir?

a) Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed b) Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed c) Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. Süleyman, Hz. İsa ve Hz. Muhammed d) Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed e) Hz. Nuh, Hz. Yakup, Hz. Yunus, Hz. Eyyub ve Hz. Muhammed

9. Hz. İsmail ve Hz. Harun’la ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

a) Kur’ân’da her ikisi de nebi olarak geçmektedir. b) Hz. İsmail’in peygamber olup olmadığı belli değildir. c) Kur’ân’da her ikisi de hem resul ve hem de nebi olarak geçmektedir. d) Hz. Harun’un peygamber olup olmadığı belli değildir. e) Hiçbiri

10. Peygamberlikle ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi doğru

değildir?

a) Bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri itikadî ve ahlakî prensipler aynı olmakla birlikte, ibadet hükümleri ile helal-haram konusunda birtakım değişik hükümler getirdikleri de olmuştur.

b) Bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri itikadî ve ahlakî prensipler aynı değildir.

c) Bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri itikadî prensipler aynıdır. d) Bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri ahlakî prensipler aynıdır. e) Peygamberlerin, ibadet hükümleri ile helal-haram konusunda birtakım

değişik hükümler getirdikleri de olmuştur.

CEVAPLAR:

1-c, 2-e, 3-a, 4-e, 5-e, 6-b, 7-d, 8-d, 9- c, 10- b

Page 127: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Nübüvvet / Peygamberlik İnancı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

1. Kur’ân-ı Kerim.

2. Afifi, A. (1420). el-Hikmetu min İrsali’r-Rusul, Riyad: Daru’s-Semiî.

3. Akseki, A. H. (1973). İslam Dini, Ankara: DİB. Yay.

4. Aşker, Ö. S. (1403), er-Rusul ve’r-Risalat, Kuveyt: Mektebetu’l-Felah.

5. Aydın, A. A. (1990). İslâm’da İman ve Esasları, İst: Çağrı Yay.

6. Bilmen, Ö. N. (1972). Muvazzah İlmi Kelam, İstanbul: Bilmen Yay.

7. Butî, M. S. R. (1997). Kübra el-Yakiniyyat el-Kevniyye, Dımaşk: Daru’l-Fikr.

8. Cürcani, S. Ş. (1985). et-Ta’rifat, Beyrut: Mektebetu Lübnan.

9. Demirci, M. (2008). Kur’ân’ın Temel Konuları, İst: İFAV Yay.

10. Durmuş, Z. (2008). “İslam Düşüncesinde Resul-Nebi Ayrımı”, Diyanet İlmi

Dergi, Ankara: cilt: 44, s. 3, ss. 49-72.

11. Elmalılı, M. H. Y. (1971). Hak dinî Kur’ân Dili, İst: Eser Kitabevi.

12. Fazlurrahman, (1996). Ana Konularıyla Kur’ân, Ankara: Ankara Okulu Yay.

13. Görgün, T. (2006). “Nübüvvet: İnsanlığa Rahmet”, İslama Giriş Ana Konulara

Yeni Yaklaşımlar, Ankara: DİB. Yay.

14. http://yusufsevkiyavuz.com, “İslam’da Peygamberlik İnancı (Nübüvvet)” 9

Haziran 2011.

15. İbn Ebi’l-İz, (tsz). Şerhu Akideti’t-Tahaviyye, Mektebetu’r- Riyad

16. İbn Kesir, (1985). Tefsirul Kur’ân’il-Azim, İst: Daru Kahraman.

17. İbn Teymiyye, (1420). Kitabu’n-Nübuvvat, Riyad: Mektebetu Edvau’s-Selef.

18. İsfehani, R. (1997). Müfredatu Elfazi’l-Kur’ân, Şam: Daru’l-Kalem.

19. Köksal, M. A. (2005). Peygamberler Tarihi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.

20. Mevdudî, (1983). Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber, İst:

Pınar Yay.

21. Şimşek, M. S. (1999). Kur’ân’ın Ana Konuları, İst: Beyan Yayınları.

22. Taftazanî, S. (1408). Şerhu’l-Akaidi’n-Nesefiyye, tah: Ahmet Hicazî es-Saka,

Kahire: Mektebetu’l-Kulliyyat el-Ezheriyye.

Page 128: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• İbadet ve muâmelât kavramlarını genel olarak tanımlayabilecek,

• Her iki kavramın gerekliliğini ve önemini kavrayabilecek,

• Her iki kavramın Kur’ân ve Sünnet boyutunu bilecek,

• Her iki kavramın sonuçlarını belleyebileceksiniz.

İÇİN

DEK

İLER

• İBADET

• Sözlük ve Terim Anlamı • İbadet-Tevhit İlişkisi • Allah’tan Başkasına İbadet: Şirk • İbadet Fıtrî Bir İhtiyaçtır • Fazilet Bakımından İbadetin Dereceleri • İbadetin Sonuçları

• MUÂMELÂT • Sözlük ve Terim Anlamı • Aileyi Tanzim Eden Hükümler • Velayet, Miras Hukuku/Ferâiz ve

Vasiyet • Mali ve Cezâî Hükümler • İdare Edenle İdare Edilenler Arasındaki

İlişki • Adalet, Şura, İslah ve Müslümanların

Maslahatı, Yardımlaşma, Himaye • Müslümanların Gayr-i Müslimlerle

İlişkileri

ÜNİTE

6

KUR’ÂN’DA İBADET VE MUÂMELÂT

TEFSİR

Prof. Dr. Ali EROĞLU Yrd. Doç. Dr. Yusuf ÇELİK

Page 129: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

İbadet, kulun Allah ile

ile kurduğu özel bir

ilişkidir.

GİRİŞ

Allah Kur’ân’da, insanları ve cinleri kendisine kulluk vazifesini yerine getirmeleri

için yarattığını bildirmektedir. Allah yaratmasaydı, insanoğlu varlık sahasına

çıkamazdı. İnsan kulluğunun bilincinde olduğu sürece, mertebelerin en yücesine

layık olur.

Evrendeki bütün varlıklar, tabiat kanunları dediğimiz Allah'ın koyduğu yasalara

uymak zorundadırlar. Her canlının doğup büyümesi ve zamanı geldiğinde ölmesi bu

kanunlar çerçevesinde gerçekleşmektedir. Kâinat belli bir düzen içinde

yürümektedir. Yer, gök, canlı, cansız yaratılmış ne varsa Allah'ın koyduğu kanunlara

uymaya devam etmektedir. Sünnetullah gereği evrendeki bütün yaratılmışlar,

Allah’ın koyduğu kanunlar çerçevesinde yaşamaları bakımından zorunlu olarak

kuldurlar. Az önce bahsettiğimiz zorunlu kulluktan ayrı olarak bir de tercih ve

irademizi bu yönde kullanmak suretiyle kul olmanın icaplarını yerine getirmek

vardır. Burada insan, isterse iradesini kullanarak Allah’a kul olur, ebedî saadete

kavuşur. İsterse, Allah’ın dışındaki varlıklara kul olur, ebedî felakete uğrar. İmtihan

gereği Allah insanı belli bir yöne zorlamamıştır. Rehberler ve kitaplar göndermiş,

tercihi insanın cüzî iradesine bırakmıştır.

Bilindiği üzere dinimiz, birtakım kuru nazariyelerden ibaret değildir. Kulun Allah

ile kendisiyle ve başkalarıyla olan münasebetleri, somut temeller üzerine bina

edilmiştir. Düşüncede kalan, pratikte gösterilmeyen bir gerçek layık olduğu değeri

bulamaz. İnsan, inandığı gerçeği dili ile söylemeli ve hayata geçirmelidir. Çünkü

hayata geçirilmeyen bir inanç, zaafa uğrama, belki de zamanla yok olma

tehlikesiyle karşı karşıyadır. İşte bu zaruret sebebiyle dinimiz nazarî bilgileri

öğretmekle yetinmeyerek, amelî hükümleri de öğretmiş ve bu hükümlere

uyulmasını emretmiştir. Bir Müslüman iman ettikten sonra, imanının gereklerini

yerine getirmekle de sorumlu tutulmuştur. Kalbe yerleşmesi gereken bu iman,

ibadetler yoluyla hayata da yansımalıdır. Dinimizde ibadet, Allah ile kul arasında

kurulan bir ilişki, hatta kulun önemli bir vazifesidir. İbadet, dinin teorik bildirisinde

açıklanan iman konularının pratik alanda uygulanması ve gerçekleşmesidir. Dinî

tecrübeden kaynağını alan her eylem, dinin pratik anlatımı olarak görülmelidir.

KUR’ÂN’DA İBADET

Kur’ân’ın hassasiyetle üzerinde durduğu konulardan biri de ibadettir. İnsanların

günlük hayatlarında önemli bir yer tutmaktadır. Bütün dinlerde, icra şekilleri farklı

olmakla beraber ibadet vardır. Allah ile kul arasında kurulan ilişkide imandan

sonra, ibadet aşaması gelmektedir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 130: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

İbadet, Allah’a boyun

eğmek, ilah olarak sadece

O’nu tanımaktır.

Abd, kul; mabud

ise efendidir. Kul,

efendiye kayıtsız

ve şartsız itaat

eder.

Allah’a imandan sonra geldiğini söylediğimiz ibadetin kapsamı geniştir. Çünkü

Allah ile kulları arasındaki ilişki açısından ibadet, dar manada belli davranışları,

geniş manada ise hayatın bütününü içine almaktadır.

Allah’a ibadet ederken bazı hususlara dikkat etmek, yapılan ibadeti kuruluktan

kurtarır. İbadetin dış şartlarına özen göstermek gerektiği gibi, iç şartlarına da özen

göstermek gerekmektedir. Allah ile ilişki kurmak demek olan ibadetin başında, her

türlü olumsuzluklardan O’na sığınmak ve güzel bir niyet taşımak önemlidir.

Bu girişten sonra ibadet kelimesinin sözlük ve terim anlamlarına geçmek

kanaatimizce yerinde olacaktır.

İbadet Kelimesinin Sözlük Anlamı

İbadet(عبادة) kelimesi, a-b-d (عبد) kökünden türemiş bir mastardır. Bu kökün

ubûdet (عبودة) ve ubûdiyet (عبودية) şeklinde iki mastarı daha bulunmaktadır. Bu

kelime şu anlamlara gelmektedir: “Tapmak, kulluk etmek, itaat etmek, boyun

eğmek, alçakgönüllülük etmek, kul edinmek, köle edinmek, birine bağlanıp ondan

ayrılmamak.” Bu sözlük anlamlarından anlaşılmaktadır ki, kelimesinin ifade عبد

etmek istediği esas mana, kişinin güç ve iktidar sahibi birine karşı boyun eğmesi,

itaat etmesi, kendi hürriyet ve bağımsızlığından feragat etmesi, ona karşı her türlü

mukavemet ve isyanı terk etmesidir. İşte kulluk ve itaat etmenin gerçek manası

budur.

Bu kelime, Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle insanın gerçekleştirdiği

davranışlar için kullanılır. Sözü edilen kelime dinî ritüelleri ifade etmek üzere

kullanılmakla beraber, daha genel nitelikte sayılacak düşünüş ve sözleri de içine

alır.

Dinî ritüeller için ibadet kelimesi, insan hayatını Allah’a saygı ve itaat bilinciyle

sürdürmesi şeklindeki hassasiyet için ise ubûdet kelimesi kullanılır. Buna göre

ibadette belirli davranış şekilleri akla gelirken ubûdette, ahlâkî-manevî öz ön plana

çıkmaktadır. Bu özden yoksun kalan davranışlar, ibadetin derinliğine zarar verirler.

Çünkü ibadetin esasını “hudu’, tâat ve tezellül” gibi özler oluştururlar. Tezellül

kelimesi sözlükte; “zillete katlanmak, aşağılanmak, alçalmak, hor ve hakir olmak,

kendini alçak tutmak” gibi manalara gelir. Hudu kelimesi; “eğilip tevâzu etmek,

alçaklık etmek” gibi anlamlara gelir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 131: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Bütün dinlerde ibadet

vardır.

İbadet, Allah’ın rızasını

kazanmak niyetiyle yapılır.

İbadet Kelimesinin Terim Anlamı

İbadet, güzel niyete bağlı bulunan ve yapılmasında sevap olan herhangi bir

ameldir. Allah’a tazim maksadıyla yapılır. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi. İslam

Ansiklopedisi’nde bu kelime için şu tanım yer almaktadır: “Kulun Allah’a karşı sevgi,

saygı ve bağlılığını gösteren duygu, düşünce ve davranış biçimleri için kullanılan

terim.”

İbadet, mahiyeti idrak edilemeyen, sonsuz gücü kâinatta hissedilen, mülkünde

dilediği gibi tasarruf etme özgürlüğüne sahip olan Allah’a karşı gösterilen tazimin,

itaatin ve tevazuun en yükseğidir. Allah’tan başka hiç kimse buna layık değildir.

Yaratılmışların hiçbiri Allah’a ortak koşulamaz. Kulluğa layık yegâne zat olan Allah’a

ortak koşmak affı olmayan büyük günahlardandır. İbadetlerde kalp tamamen

Allah’a dönük olmalıdır. İbadet ederken, tazime aykırı düşen hareketlerden uzak

durmamız bu yüzdendir. Şerif Cürcanî (816/1413), ibadetin Allah’ı yüceltmek

amacıyla mükelleflerin arzularının hilafına yaptıkları fiil olduğunu söylemiştir.

İnsanın arzularının hilafına bir iş yapması kolay değildir. Allah’a karşı sorumluluk

bilinci taşımayanlar, nefislerinin isteklerinden başka hiçbir şey düşünmezler. Yalnız

kendi menfaatlerine önem verirler. Arzularını ilah edinip, bencil istek ve zevklerine

taparlar.

İbadetin en yüksek mertebesi, Allah’a huşu ve samimiyet içerisinde boyun

eğmektir. Burada mutlak acziyet ile mutlak kudret buluşmaktadır. Aczini bilmeyen

kibirliler, korku taşımayan gafil iyimserler ve ümit beslemeyen kötümserler bu

şereften mahrum kalırlar.

İbadet bütün dinlerde vardır. Her peygamber, inananlara ibadeti emretmiştir.

Fakat ibadet şekilleri ve vakitlerinde değişiklikler olabilir. Yüce Yaratıcıya ihlâs ile

tazim edip boyun bükmenin gerekliliğini akıl ve vicdanımızla da bulabiliriz. Çünkü

insanoğlu kendisinden iyilik gördüğü kimselere karşı minnettarlık duygusu besler.

İnsan çeşitli vesilelerle içindeki bu duyguyu açığa vurmak ister, bundan zevk duyar.

Bu durum, insanların fıtratında vardır.

Dünyaya geldikleri andan itibaren insanlar, Allah’ın bahşettiği sonsuz nimetlere

kavuşmaktadırlar. Alıp vermekte olduğumuz nefes, soluduğumuz hava, yediğimiz

ekmek, içtiğimiz su saymakla bitiremeyeceğimiz bu nimetlerin cüzî bir kısmını

oluştururlar. Bu nimetlerin en büyüğü, insanın Yaratıcısına karşı sorumlu olarak

yaratılmasıdır diyebiliriz. Bir kul olarak bize düşen görev, hiçbir zaman nankörce bir

tutum içine girmeyip şükranda bulunmaktır.

Allah, bize hiçbir mükâfat sözü vermemiş olsaydı bile, vermiş olduğu

nimetlerden dolayı O’na karşı kulluk görevimizi yerine getirmemiz, sevgi ve saygı

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 132: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Gerçek ibadet, kulluk

bilinciyle sadece O’nun

için yapılandır.

Önce tevhid; sonra

ibadet…

ile bağlanmamız gerekirdi. Vicdanlarımız bunu emreder. Vicdanlarına başvuranlar,

Allah’a ibadet etmenin lüzumunu anlamakta güçlük çekmezler.

Râzî’ye (ö. 606/1209) göre ibadet, başkasını tazim maksadıyla yapılan bir fiildir.

Kulun Allah’a ibadet etmesi gerekmektedir. İnsanoğlunu yokluktan varlığa, çıkaran

Allah’tır. İnsan her hâlinde Allah’ın yardımına muhtaçtır. Bundan dolayı, Allah’a

ibadetle meşgul olması gerekmektedir. Allah’a ibadet ederken, azamet ve büyüklük

edasından uzaklaşıp, tam bir tezellül ve tevazu hâline bürünmelidir. İbadet bize,

sevinç ve ferahlık vermelidir. Allah’tan başka kulluk yapmaya layık hiçbir varlık

yoktur. Çünkü Allah’a hiçbir şey ortak olamaz.

Fazilet Bakımından İbadetin Dereceleri

Râzî, ibadetin fazilet bakımından üç derecesinin bulunduğunu söylemektedir.

Birinci Derece: Mükâfat elde etmek veya cezadan kurtulmak maksadıyla Allah'a

ibadet etmek. Bu maksatla yapılan ibadetin derecesi çok düşüktür. Çünkü istenen,

sadece mükâfat elde etmek, cezadan kurtulmaktır. Amaç, vasıta hâline

getirilmiştir. Değerler yer değiştirdiğinden ötürü, bu fiil değersiz kalmıştır.

İkinci Derece: Allah'a kullukta bulunarak, O'nun emirlerini yerine getirip

yasaklarından kaçınarak şeref kazanmak maksadıyla ibadet etmektir. Bu, birinci

dereceden üstündür. Maksat Allah’ın dışında bir şey olduğundan bu da tam

değildir.

Üçüncü Derece: İnsanın Allah'ın ilâh, kendisinin de O'nun kulu olduğu bilinciyle

ibadet etmesidir. Ulûhiyet büyüklüğü, ubûdiyet ise, tezellülü gerekli kılar. Bu

bilinçle yapılan ibadet, en üstün dereceye çıkmıştır. Nitekim namaza niyet ederken,

sevap kazanmak, cezadan kurtulmak için değil, “Allah rızası için” diyerek niyet

etmekteyiz.

İbadet ve Tevhid İlişkisi

Kur’ân'da en çok kullanılan kavramlardan birisi olan ibadet kavramı, isim, fiil ve

mastar formunda azımsanmayacak bir sayıda geçmektedir. Âyetlerde, Allah'a

ibadet emredilmiş, şirke düşerek başka varlıklara ibadet etmek kesin bir dille

yasaklanmıştır.

Dinimizde Allah’a imandan sonra tevhid inancından ayrılmamak esastır. Bundan

ötürü, birçok âyette insanlara sadece Allah’a ibadet etmeleri emredilmiştir. Çünkü

İslam inancında şirk koşmak, affı olmayan büyük günahlardandır. Tek bir Allah’a

imanın ve ibadetin olmadığı yerlerde, İslamın geri kalan gerçekleri temelsiz, şüpheli

konuma düşer. Bu yüzden âyetlerde sözü edilen kavramın, temelde Allah’a ortak

demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 133: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

İbadet özdür, tevhid

ise özün özüdür.

koşmak (şirk) karşısında konumlandırıldığını açık bir şekilde görürüz. Birtakım

faydasız, zararsız putlara tapınmayı bırakıp sadece Allah’a ibadet etmek, tevhidin

olmazsa olmaz şartı olarak sunulmuştur. Bir âyette, “De ki: “Ben Allah’a kulluk

etmek ve O’na ortak koşmamakla emrolundum.” denilmiştir. Burada Allah’a kulluk

etmekten maksadın tevhidi kabul edip, O’na şirk koşmamak olduğu gayet açıktır.

Bir başka âyette “Allah’a ortak koşanlar dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de

atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık” denilerek müşriklerin dilinden bu

kelimenin tevhid anlamına geldiği belirtilmiştir. Hz. İbrahim’in, babasına

“İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?” dediği

sözlerden de bu kelimenin tevhid anlamında kullanıldığını görmekteyiz. Örnekleri

artırmamız mümkündür. Ancak, sözümüzü ispatlama açısından bu kadarını yeterli

buluyoruz. O hâlde, ibadet etmek derken aklımıza ilk planda, üzerimize farz

kılınmış olan namaz, oruç, zekât gibi davranışlar gelmemelidir. Kur’ân’da ibadetin,

amelî yönünden önce imanla ilgili yönü olan tevhid manası da gelmelidir. İnsanlar

önce iman etmekle sorumlu tutulmuşlardır. Dolayısıyla amelî sorumluluk daha

sonra gelmektedir. Müslüman olabilmek için “Allah’tan başka ilah olmadığı”nı,

O’ndan başkasına kulluk etmemek gerektiğini kabul etmek lazımdır. Bütün

peygamberler tevhidi anlatmış, kavimlerine karşı bunun mücadelesini vermişlerdir.

Demek ki, bedenen veya malen yaptığımız ibadetlerden önce, bu kelime Allah’ı

birlemek manasını taşımaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bedenen veya

başka şekillerde yerine getirdiğimiz ibadetleri de tek bir Allah rızası için yapmamız

gerekmektedir. Aksi takdirde, yapılan ameller geçerli olmamaktadır. Çünkü kulluk,

Allah’ın hakkıdır. Hiçbir şey, O’na ortak edilmeye layık değildir.

Kur'ân'da Allah'a ibadet kavramı, tek ilâh olarak O'na inanmak, buyruklarına ve

yasaklarına boyun eğmek, koyduğu hükümleri (namaz, hac, zekât, oruç vb.) yerine

getirmek, O’nun koyduğu helal ve haramları benimsemek, O’na karşı

büyüklenmemek, zahirde ve batında O’nun hükmüne razı olmak, kısacası hakiki

ilah olarak O’nu benimsemek gibi anlamları ihtiva eder.

İslam’da iman esaslarından sonra ikinci sırada, belirli davranış biçimlerini ihtiva

eden ibadetler gelmektedir. İbadetler, Yaratıcı ile irtibat hâlinde olmayı sağlarlar.

Allah’ın emri olması hasebiyle büyük öneme sahiptirler. Belirli davranış biçimindeki

ibadetler sembolik nitelik taşımaktadırlar. İbadetlerin şekilsel yönleri, önem

bakımından özlerinden sonra gelmektedir. Ancak, hiç kimse önemli olan özdür

diyerek, kendi aklına göre ibadet şekilleri ortaya koyamaz. Çünkü Kur’ân’da geçen

namaz, oruç, hac gibi mükellefiyetleri ayrıntılı bir biçimde peygamber bize

öğretmiştir.

Temel ibadetler, Kur’ân’da sıkça zikredilmektedir. Bunların yerine getirilmesi

müminlere emredilmektedir. Bu emirlerde, o ibadetlerin eda şekillerine

demir
Vurgu
Page 134: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

İslam’da Allah’tan

başka bir şeye ibadetin

adı, şirktir.

Dinde kendisine

haram ve çirkin

bulaşmayan her

eylem ve söz,

ibadettir.

rastlanmaz. İnsanları kötülüklerden, azgınlıklardan korumasına benzer faydaları ve

amaçları üzerinde durulur. Bu, Kur’ân’ın üslubudur. Kur’ân bir şey anlatırken, o

şeyin ayrıntılarından ziyade, maksatları ve faydaları yahut zararları üzerinde durur.

Teferruatını, oradan alınacak dersleri, insanların zihinlerine havale eder.

Peygamber, Medine döneminde ibadetlerin yerine getiriliş şekillerini uygulamalı

olarak ashabına göstermiştir. Rivayetler yoluyla, biz de onlardan öğrendik.

İbadetlerin getireceği bazı mahrumiyetlere ve külfetlere katlanmalıyız. Bunların

sağlayacağı dünyevî, uhrevî faydalar göz önüne alındığında tahammül kolaylaşır.

Kur’ân’da, Allah’ın hiç kimseyi gücünün yetmeyeceği şeylerle mükellef tutmayacağı

belirtilmiştir. Hastalık veya seferîlik gibi hâllerde, bedenî veya malî yönden

herhangi bir ibadeti yerine getirememe gibi bir durum sözkonusu olduğunda, bazı

kolaylıklar devreye girmektedir. Zaten İslam’da zorlaştırmak değil, kolaylaştırmak

esastır.

İnsanın yapacağı ibadetin gayesini ve anlamını kavrayacak bilince ulaşması, bu

konuda özgür iradesinin olması önemlidir. Çünkü Allah, ergenlik çağına ulaşmamış,

aklî fonksiyonları yerinde olmayan kimseleri mükellef tutmamaktadır. Buluğ çağına

erişmemiş çocukların, ileride zorluk yaşamamaları, disiplin kazanmaları yönünden

ibadete alıştırılmaları eğitim biliminin kabul ettiği ilkelerle uyum hâlindedir. Ayrıca,

Müslümanlığı kabul etmemiş kişilerin ibadetleri yerine getirme yükümlülükleri

bulunmamaktadır. Daha önce de söylediğimiz gibi, öncelikli olan imandır. İbadet

yükümlülüğü, imandan sonra başlar. İbadetler gösterişten uzak olmalı, Allah rızası

gözetilerek yapılmalıdır.

Yapılan ibadetlerde devamlılık önemlidir. İnsanın mükellefiyeti yani Allah’a karşı

sorumluluğu ölünceye kadar sürer. İslam itidal üzere kurulduğundan, ibadetler

konusunda da aşırılığa kaçacak hareketleri tavsiye etmez. Aşırı ölçülerde ibadette

bulunup, bir müddet sonra bıkkınlığa düşmektense, güç yetecek kadar ibadet yapıp

ömür boyu devam etmek daha iyidir.

İbadetlerin yardımlaşmayı sağlama, fertler arasında kaynaşma meydana

getirme türünden dünyaya yönelik olumlu sonuçları bulunduğu gibi, ahirete

yönelik olumlu sonuçları da vardır. Kişi, yükümlülüğünü yerine getirmiş olur. Allah

katında bir mükâfat elde eder. Ancak bu mükâfatın büyüklüğü, kişinin niyetine ve

içtenliğine bağlıdır.

Kişi, dünyayı bir tarafa bırakarak, Allah’ın huzurunda olduğu bilincine ulaşırsa,

amaca uygun ibadet etmiş olur. Zira gaflet hâlinde yapılan ibadet, amacına

ulaşamaz.

Her peygamber kavmini tek bir Allah'a ibadet etmeye davet etmiş, kendileri de

O'na ibadet etmişlerdir. Kur'ân'da, “ey insanlar” ve “ey müminler” hitâbıyla Allah’a

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 135: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Nefsinin isteklerini

ilah edineni

gördün mü?

(Âyet)

ibadet emredilmiş ve ibadetin ihlâsla yapılması istenmiştir. Allah'a ibadetten

bahseden âyetlerdeki ibadet kavramı, genel olarak tevhîd, itaat, duâ, Allah'ı

bilmek, boyun eğmek, iman etmek ve sâlih amel işlemek anlamlarını ifade ederler.

Allah’tan başkasına İbadet: Şirk

Kur’ân’ın inmeye başladığı dönemde yaşayan Araplar arasında puta tapıcılığın

yaygın olması nedeniyle, birçok âyette Allah’tan başkasına ibadet etmenin

yanlışlığından bahsedilmektedir. Allah gönderdiği kitap ve peygamberler yoluyla,

kendisinden başkalarına kullukta bulunmamaları konusunda insanları uyarmıştır.

Bu konuda onları zorlamamış, tercih hakkını onlara bırakmıştır. Böylece yaratılanlar

arasında sadece insanlar ve cinler Allah’tan başkasına tapmışlardır. Diğer yaratıklar

zorunlu olarak tek Allah’a ibadet etmeye devam etmektedirler.

Allah’a ortak koşanların ortak koştukları şeylere baktığımızda, acziyet ifade

eden bazı ortak özelliklerin onlarda bulunduğunu görürüz; Gerçek varlıkları yoktur,

canlıların sahip olduğu bazı özelliklerden bile mahrumdurlar, yaratıcıya ait

fiillerden acizdirler (yaratamazlar, diriltemezler, rızık veremezler, duaya icabet

edemezler, hüküm yetkileri yoktur, hidayet edemezler, gaybı bilemezler), felaket

sırasında kaybolurlar, kendilerine tapanları savunamazlar, şefaat edemezler, delile

dayanmazlar, putlar kendilerine tapanları reddederler.

Puta tapanların, taptıkları putların kendilerini dahi korumaktan aciz olduklarını

kabul etmelerini göstermesi bakımından Enbiyâ sûresinde Hz. İbrahim ile kavmi

arasında geçen konuşma ilginçtir. Adı geçen sûrenin 65. âyetinde müşriklerin

“Andolsun bunların konuşmayacağını sen de bilirsin.” demesi üzerine Hz. İbrahim

onlara “ Öyle ise siz, (hâlâ) Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda, hiçbir zarar

veremeyecek şeylere mi tapacaksınız?” cevabını vermiştir. Bu cevap karşısında Hz.

İbrahim’i yakmaya teşebbüsten başka bir şey yapmak ellerinden gelmemiştir.

Müşriklerin Tanrı diyerek taptıkları putlar, bir nevi sembol ve vasıta değeri

taşımaktadırlar. Müşriklere göre putların imal edildikleri madde önemli değildir.

Putların aslında sembol değeri taşıdığını bazı âyetlerden de öğrenmemiz

mümkündür. Mesela, “Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere

inanıyordu.” (Sebe’, 34/41), “Eğer Rahman dileseydi biz onlara (meleklere) kulluk

etmezdik.” (Zuhruf, 43/20), “Hâlbuki (aslında) azgın bir şeytana tapmaktadırlar.”

(Nisâ, 4/117) âyetlerinden puta tapanların, o putların maddesinde başka varlıklara

taptıklarını anlamaktayız.

İnsanlar zihnen kavrayamadıkları Allah ile aralarına birtakım vasıtalar

koymuşlardır. Yardım veya şefaat beklentisiyle, korku veya dünyevî bir menfaat

sebebiyle putlara tapmışlar, zamanla bu sapma giderek daha da artmıştır.

Müşrikler, Allah’ın putları kendisine vasıta kıldığını, onlara tapınmanın Allah

demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 136: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

En büyük put,

nefistir.

İbadetin engelleri:

Tefekkürsüzlük,

bilgisizlik,

heveslere tapınma

kibir.

tarafından meşru kılındığını iddia ediyorlardı. Hâlbuki Kur’ân, putların tanrılığını

kesin bir dille reddetmektedir.

Kur’ân, tevhid dini olan İslam’ı getirdiği için şirkle çetin mücadeleler yapmıştır.

Puta tapıcılığı ortadan kaldırmayı temel gaye edinmiştir. Bu gaye uğrunda

müşrikler karşısında her türlü delili ileri sürmüştür. Burada bir hususu

hatırlatmakta fayda var; Kur’ân, İslama aykırı diğer inanışlarla mücadele etmemiş

midir? şeklinde bir soru akla gelebilir. Bu soruya, Kur’ân’ın İslam dışı her türlü

düşünceyle mücadele ettiği cevabını verebiliriz. Mâide, 17 ve 72. âyetlerde

“Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir oldu.”, 73.

âyette “Andolsun, “Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler kâfir oldu. Hâlbuki bir tek

ilahtan başka hiçbir ilah yoktur.” buyrularak teslisle mücadele edilmiştir. Ayrıca Kâf

24–25. âyetlerde, “Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen,

haddi aşan şüpheci her kâfiri!” buyrularak küfür ve şüphe yerilmiştir.

Kur’ân, tanrı olarak kabul edilen putların acizliklerini deliller ileri sürerek

belirtmiştir. Bir âyette, “Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile

hükmedemezler.” Başka bir âyette, “Ey İnsanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi

kulak verin. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi

bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa bunu ondan

kurtaramazlar. İsteyen de aciz, istenen de.” buyrularak putların zayıflık ve acizlikleri

gözler önüne serilmiştir. Putlara tapınarak onlardan medet uman müşriklerin ne

büyük şaşkınlık ve gaflet içinde oldukları bu âyetlerden ortaya çıkarılabilir.

Putlardan bir şey beklemenin yanlışlığı apaçık bir gerçek olarak ortada

dururken, insanlar hangi sebeplerin peşine takılarak bu çıkmaz yola

sürüklenmişlerdir. Kur’ân’a baktığımızda, bu sapmanın sebeplerinin değişik

yerlerde zikredildiğini görürüz. Bu sebepler başlıca dört grup hâlinde tespit

edilmiştir: 1- Müşriklerle ilgili sebepler 2- Çevresel etkenler 3- Müşriklerin Resul ve

müminlerle ilgili ileri sürdüğü bahaneler 4- Müşriklerin putlarda var olduğunu

düşündüğü özellikler.

Müşriklerle ilgili sebepler; düşünmemeleri (peşin hüküm sahibi olmaları,

akıllarını kullanmamaları), bilgisizlikleri, şüphecilik ve heveslerinin peşinden

gitmeleri ve kibirli olmalarından kaynaklanmaktadır.

Şirkin çevresel etkenleri arasında; ataları taklit, baskı, refah, şeytanın aldatması

gibi sebepleri sayabiliriz. Müşrikler, atalarını körü körüne taklit ettikleri için şirkten

kurtulamamışlardır. Sıkıştıkları yerde atalarından o şekilde gördükleri tarzında bir

bahane ileri sürmüşlerdir. Körü körüne taklit, Kur’ân’ın en çok eleştirdiği

tutumlardandır. Kur’ân’da “Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde, “Hayır,

biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki, ama ataları bir şey

demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
Page 137: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Gerçek anlamda bir kul muyuz? İbadetlerimizi hakkıyla yapıyor muyuz? Üzerinde düşününüz.

Kulluğun önünde

iki amansız

düşman vardır:

Şeytan ve nefis

anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna

uyacaklar)” denilerek müşriklerin bu tavırları kınanmıştır.

Otoriteyi temsil eden kişilerden gelen baskılar ve tehditler de şirkin devam

etmesinde etkili olmuştur. Şeytanın saptırması, vesvese vermesi ve yaptıkları işleri

onlara güzel göstermesi de şirkin devamını sağlamıştır. Nitekim Kur’ân’da Âd ve

Semûd kavimlerinin helak edilmesinden bahsedildikten sonra “Şeytan onlara

işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur.” denilerek bu kavimlerin ne

suretle helake sürüklendiği ortaya konulmuştur. Müşrik olmalarının sebebini

Allah’a izafe etmeleri de şirkte devam etmelerine neden olmuştur. Bunu “Eğer

Rahman dileseydi biz onlara kulluk etmezdik” dediler. Bu konuda hiçbir bilgileri

yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.” âyetinden anlamamız mümkündür.

Müşrikler, şirk koşmalarına bir diğer sebep olarak peygamberlerde bulunan

sıfatları ileri sürerler. Onlara göre, bu sıfatların bir peygamberde olmaması gerekir.

Peygamberin kendileri gibi beşer olmasını zaaf olarak görmüşlerdir. Nitekim bu

husus “ İnsanlara hidayet (Kur’ân) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak,

“Allah bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi?” demeleri engel olmuştur.”

âyetinde dile getirilmiştir. Müşriklerin bu yadırgamalarına Kur’ân cevap vermiştir;

“De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine), yerleşip dolaşan melekler olsaydı,

elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”

Peygamberlerin makam, güç ve servet sahibi insanlar arasından seçilmeyişi

hususunu da şirklerine bahane olarak ileri sürmüşlerdir. Nitekim “Dediler ki: “Bu ne

biçim peygamber ki yemek yer, çarşıda pazarda dolaşır. Ona bir melek indirilseydi

de bu onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya!”, “ Yahut kendisine bir hazine verilseydi

veya ürününden yiyeceği bir bahçesi olsaydı ya!”. Ayrıca “ Bu Kur’ân iki şehrin

birinden bir büyük adama indirilseydi ya!” dediler” âyetlerinde bu husus açık olarak

anlatılmıştır.

Müşrikler, putlarda var olduğunu düşündükleri şefaat etme, zarar

vermelerinden korkma gibi özelliklerden dolayı da şirke düşmüşlerdir. Nitekim

“Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve

“İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a

göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak

koştukları şeylerden uzaktır, yücedir” âyetinden bunu anlayabiliriz.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 138: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

İnsan, hayatı boyunca

nefsi ile vicdanı

arasında harb eder.

İbadet ve kulluk,

insanın mayasına

içirilmiştir.

İbadet Fıtrî Bir İhtiyaçtır

Bilindiği üzere, insan hayatında lezzetler ve elemler vardır. İnsan lezzetten ne

kadar hoşlanırsa, elemden de o kadar acı duyar. Elemin sebepleri karşısında

öfkelenir veya korkar, lezzetin sebepleri karşısında ise, ümitlenir veya hırslanır.

İnsanı hareket ettiren veya durduran da bu korku ile ümidin sürekli mücadelesi ve

birinin diğerinin yerine geçmesidir. Ümit kırılınca, ruhu ümitsizlik ve karamsarlık

duyguları kaplar, insan hiçbir faaliyet gösteremez hâle gelir. Korku kalmayınca da

taşkınlıklar başlar, hiçbir işin sonu düşünülmez, insanlığa yararlı işler yapılmaz.

Ümidin içinde bir korku, korkunun içinde bir ümit olması sebebiyle insanlar gayret

gösterirler.

İnsanoğlu aciz olarak yaratılmıştır. İbadet etmek, Allah’ın kulları üzerinde bir

haktır. Aklı başında olanlar, ümit ile korku dairesinden dışarı çıkmazlar. İnsan her

an korku ile ümit arasındadır. Ümidin sebepleri sınırsız olduğu gibi, korkunun

sebeplerinin de sınırı yoktur. İnsan ruhu, ümitler ve korkular karşısında daima

müteessir olur. Ümitlerle korkuların karşı karşıya yer alarak bir noktada

buluştuklarını görür. Artık, hakikati kavramaya başlamıştır. İnsan ruhunun

tamamen müteessir olduğu, bütün korku ve ümitlerin toplandığı noktaya karşı

duyduğu ilgi, kulluk ve ibadet düşüncesinin başlangıç noktasını oluşturur. İnsanın

mutluluğu, mutsuzluğu, mahrumiyeti bu ilginin ciddiyetiyle doğru orantılıdır. İnsan

korku ve ümit duygularını neye bağlarsa, mabudu odur.

Bazı insanlar korku ve ümidin ilk kaynağı olan Yüce Zata yükselemez, belirli ve

sınırlı bir ümidin zorlaması veya bir korkunun kahrı altında ezilir. O varlığa o şekilde

bağlanır ki, sahip olduğu veya elde etmek istediği lezzetten vazgeçmeye, elemi

yüklenmeye imkân yok gibi düşünür. Bu ümidin kaynağını öyle sevmiş veya o

korkuyu doğuran şeyden öyle yılmıştır ki, bunlar ona bütün sevgilerin gayesi veya

bütün korkuların sonu gibi görünür. Böyle kendisi gibi sınırlı ve eksik bir varlığa

bağlanması, onun önünde öyle zilletlere götürür ki, bütün idrak o zillete boğulur, o

andan ilerisini görecek akıldan eser kalmaz.

İnsanda yaratıcı-yaratılan / ilah-kul ilişkisini unutturarak bütün musibetleri

hazırlayan şirkin çıkış noktası da işte burasıdır. Kendilerini ibadet düşüncesiyle

ilgilisiz sananlar, bunu da kendileri için ileri bir fikir seviyesi olarak görenler,

farkında olmadan her an bir mabut değiştirirler. Bu şekilde bütün hayatları mutlak

bir şüphe içinde geçer. Fanilere gönül bağlayanlar, hüsranda kalmaya

mahkûmdurlar. Bu yüzden kulluk ve ibadete layık yegâne varlık Allah’tır. O’na

ibadet edenler, gelip geçici ümit ve korkulara kendilerini tamamen kaptırmazlar.

İslam’a göre lezzet ve elem, ümit ve korku doğuran amillerin hepsi mutlak bir

başlangıca dayanır ki, bu her şeyin sahibi olan Allah’tır. Bu sebeple ibadet ve

tezellül yalnız O’nadır. Kul ibadet ederken, mabuduna tam bir edeb, hudû ve tazim

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 139: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Bir

eyse

l Etk

inlik

• Dinimizde ibadet kavramının kapsamının özel ibadetlerden, nafile ibadetlere, hatta hayatın içerisinde haram karışmayan her türlü söz ve eyleme kadar geniş olması hakkında düşününüz.

Şuurlu ibadet,

ahlakı güzelleştirir.

ile boyun eğmelidir. Bu esnada tazimle bağdaşmayacak her türlü hareketten

sakınmalıdır. Hakkıyla ibadet, mutlak acziyet ile tam kudretin buluşmasıdır. Aczini

hissetmeyen kibirliler, hiçbir korku yokmuş gibi görünen gafiller, hiçbir ümit

beslemeyenler bu şereften mahrumdurlar.

İbadet isteği ve ihtiyacı fıtrîdir. İbadet duygusu insanın tabiatında var olan bir

kabiliyettir. İnsanlar her devirde, kendilerinden üstün ve bütün âleme hâkim bir

yaratıcı kudrete iman etmiş ve tazimde bulunmuşlardır. Çünkü yaratıcıya sevgi ve

saygı, korku ve ümit, yalvarma ve ibadet duyguları yaratılıştan gelmektedir. İbadet,

kalbe ve imana kuvvet verir. İman, ibadetlerle güçlendirilmezse, zamanla zayıflar,

yavaş yavaş kalpten silinip yok olur.

Şuurlu olarak yapılan ibadetler, ahlakımızı güzelleştirir. İbadetlerimiz

ahlakımızın yükselmesine, ruhumuzun temizlenmesine hizmet etmiyorsa,

şuursuzca yapılmışlardır. Bunlar, kuru bir hareket olmaktan ileri gidememişlerdir.

İbadet, insanları madde âleminde boğulup kalmaktan kurtarır. İnsanın

düşüncelerini bu âlemin ötesindeki âleme çevirir.

KUR’ÂN’DA MUÂMELÂT

Hz. Muhammed (s.a.v.), toplumu düzenleyen bir kanuna, aile düzeni

bulunmayan bir millete peygamber olarak gönderilmişti. Söz konusu bu topluma

hâkim olan düzen ataları taklit ve cahiliye geleneklerinden ibaretti. Yüce

peygamber ise fertler, aile ve devletlerarası ilişkileri düzenleyen bir hukuk sistemi

getirmişti. Bu hukuk, evlat ve baba arasındaki ilişkilerden başlayıp herkesin

diğerlerine karşı olan bütün haklarına varıncaya kadar tümünü düzenlemeyi

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 140: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Muâmelât,

insanlararası her

türlü ilişki

biçiminin ahlaki ve

hukuki ahkâmıdır.

Ahlak temeldir;

hukuk ahlakı temin

etmek için vardır.

hedeflemiştir. Hz. Peygamber’in Kur’ân ile tebliğ ettiği hukukun değerini anlamak

için onu, eski çağın en meşhur hukuki belgeleri olan Roma kanunlarıyla

karşılaştırmak gerekir. Ümmi olan bir zatın Allah katından getirdiği ve kendisinin

gerçek peygamber olduğunu gösteren Kur’ân’ın büyüklüğü işte böyle bir

karşılaştırma sonucunda ortaya çıkar. Böyle bir karşılaştırma ise kanun yapma

alanında bizi bir kısım gerçeklere ulaştırır ki bunlar, Roma hukukunda da ve sonraki

yüzyıllarda bilinmemekteydi. Ancak son yıllarda daha yeni ortaya çıkmıştır. Mesela

Kur’ân, ırk, cins siyah-beyaz, zengin-fakir arasındaki farkı ortadan kaldırmıştır.

Takvadan başka hiçbir milletin başka bir millete üstünlüğünü kabul etmemiştir.

Mesela, Kur’ân’a göre insanlar eşittir. Üstünlük ancak takva iledir. Roma hukukuna

göre ise Romalılar üstün ve imtiyazlıdır. Suç işleyen Romalının cezası diğerlerinden

azdır. Kur’ân’da, Roma hukukunun aksine, kölelerin cezası, hür insanların cezasının

yarısı kadardır. Kur’ân’da bu hususa dair verilecek pek çok örnek bulunmaktadır.

Bütün buları anlatmak imkânı yoktur.

Kur’ân-ı Kerim ve sünnette yer alan hükümleri genel olarak üç başlık altında

toplamak mümkündür. Bunlar, inanç, ibadet ve müamelatla ilgili hükümlerdir.

Daha önce inanç ve ibadet konuları anlatılmıştı. Şimdi sırada inanç ve ibadetle ilgili

hükümlerin dışında kalan ahkâmın açıklanması vardır ki bunlara muâmelât

denmektedir.

Sözlük anlamı

Muâmelât, köken itibarıyla Arapça bir kelime olup Türkçe’de davranış biçimi,

tutum, yol, yöntem, alışveriş, ticaret, işlem vs. anlamlarına gelen muâmele

sözcüğünün çoğuludur.

Terim anlamı

Istılah olarak da muamelât, insanların birbiriyle veya ferdin toplumla yahut da

toplumların birbiriyle olan hukuki, idari, mâli, iktisadî ve beşerî münasebetlerini

düzenleyen hükümleri ifade eden hukuki bir kavramdır. Muâmelât bir başka

ifadeyle İbadetin dışında kalan hukuki tasarruflar, akitler, suç, ceza ve benzeri

hükümlerdir. Yani ferdin fertle, ferdin toplumla veya toplumların birbiriyle olan

ilişkilerini düzenleyen kurallardır.

Bu hükümlerin bir kısmı, evlenme, boşanma, nafaka, velâyet, iddet, miras,

nesep gibi aile hukuku; bir kısmı alışveriş, kiralama, trampa, rehin ortaklık,

borçlanma ve taahütte bulunma gibi bireyler arasındaki ilişkileri düzenlemeyi ve

hak sahibi olan herkesi korumayı amaç edinen Medeni hukuku; öte yandan ferdin

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 141: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Erkek ve dişi,

müstakil iki

varlıktır; ama

birbirini tamamlar.

İslam’a göre

tanzim edilmiş bir

aile, toplumun

temelidir.

işleyeceği suçlar ve bunlarla ilgili cezâî hükümleri; mal, can, ırz, nesep ve aklı

korumayı amaç edinen ilkeleri; hırsızlık, yol kesme, içki kullanma gibi suçlar için

âyet ve hadisle belirlenen cezalarla ilgili İslâm toplumun yararı ve kamu düzeninin

sağlanması için konulan hükümleri içeren ceza hukuku; davaların görülmesi,

şahitlik, yemin gibi insanlar arasında adaleti gerçekleştirmek için gerekli icraatı

düzenlemeyi amaç edinen ceza hukuku; devletler arası ilişkileri düzenleyen

devletler arası hukuku; gelir ve giderin hesaplanması ile ilgili mali ve benzeri

hükümleri içeren mali hukuku düzenleyen kuralları içermektedir.

Aileyi Tanzim Eden Hükümler

Kur’ân aileye ilişkin olan hükümleri, diğer bütün konulara ait olan hükümlerden

daha detaylı bir şekilde açıklamıştır. Buna göre Kur’ân, evlenme hükümlerini ve

nikâhı caiz olmayan kadınları geniş bir şekilde açıklamıştır; boşanma hükümlerini,

iddet ve hükümlerini oldukça mufassal olarak beyan etmiştir. Keza, mirastaki pay

oranlarını açık açık bildirmiştir. Sünnet de Kur’ân’ın aileyi tanzim eden hükümlerini

tamamlamıştır. Öyle ki bunlardan Kitab ve ya Sünnet’e dayanmayan bir hüküm

bulmak imkânsız gibidir. Âyetleri incelediğimiz zaman, Kur’ân’da aile hukuku kadar

geniş bir şekilde açıklanmış başka hükümler bulamayız.

Kur’ân’ın aile hukukuna bu derecede önem verişi, toplumun çekirdeğini teşkil

eden ailenin sağlam temellere oturtulmasını ve bu kurumun en iyi bir şekilde ıslah

edilmesini sağlamak olmalıdır. Konuyla ilgili olarak ilk gelen âyetlerde ailenin temel

unsuru ana-babanın, karı-kocanın manevi şahsiyetlerine verilen öneme dikkat

çekilmekte ve bunun üzerinde hassasiyetle durulmaktadır. İşte o âyetlerden

bazılarının mealleri şöyledir:

“Biz insana, ana-babasını tavsiye ettik. Anası onu zorluk çekerek (karnında)

taşımıştı. (Gebeliğinden doğuruncaya kadar, günden güne güçsüzleşmiş ve

ağırlaşmıştır).Onun(memeden) kesilmesi de iki yıl içinde olmuştur. (Onun için biz

insana:) Bana ve ana-bana şükret; dönüş banadır.” (diye öğüt verdik). Eğer onlar

seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi, bana ortak koşmak için zorlarlarsa, onlara

itaat etme, (fakat) onlarla iyi geçin ve bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonra

dönüşünüz banadır. (O zaman ben) size yaptıklarınızı haber vereceğim.” (Lokman,

31/14-15). Lokman sûresi Mekke döneminin ortalarında inmiştir “Biz insan ana-

babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu (ne)zahmetle taşıdı ve zahmetle

doğurdu. (Ana karnında) taşınmasıyla sütten kesilmesi otuz ay sürdü…” (Ahkaf,

46/15) Ahkaf sûresi de Mekke’de inmiştir. Ancak 15. âyet, Medine’de inmiştir.

“(…) (Hanımlarınız), onlar sizin için elbisedir, siz de onların elbisesiniz..” (Bakara,

2/197). Bu âyet, Medine’de, bir ve ikinci hicrî yılda inmiştir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 142: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Nikah, toplumda

nesepleri tespit

eden dini bir

akittir.

Evlenmeyle ilgili bazı âyetlerin mealleri de şöyledir: “Allah’a ortak koşan

kadınlarla, onlar inanıncaya kadar, evlenmeyin. (Allah’a ortak koşan kadın)

hoşunuza bile gitse, inanan bir cariye, ortak koşan bir kadından iyidir. Ortak koşan

erkekler de inanıncaya kadar, onlarla (kadın ve kızlarınızı) evlendirmeyin. (Allah’a

ortak koşan hür bir erkek) hoşunuza gitse bile, inanan bir köle, ortak koşan bir

adamdan iyidir. (Zira) onlar ateşe çağırıyorlar, Allah ise izniyle cennete (girmeğe)

ve mağfirete çağırıyor. İnsanlara âyetlerini (böyle) açıklıyor ki öğüt alsınlar.”

(Bakara, 2/221)

“Şayet öksüz kadınlarla evlendiğiniz takdirde (on)lar hakkında adaleti yerine

getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer,

dörder alın. O (kadı)nlar arasında da adalet yapamayacağınızdan korkarsanız, bir

tane ile yetinin yahut sahip olduğunuz cariyelerle yetinin. Adaletten ayrılmamanız

için en uygun olan budur.” (Nisa, 4/3), “Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında

(tam bir) adalet yapamazsınız. Öyleyse, (birine) büsbütün meyledip ötekini (kocasız)

askıda kalmış gibi bırakmayın. Eğer nefsinizi düzeltir ve haksızlıktan sakınırsanız,

Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.” (Nisa, 4/129)

Mehir ilgili âyetler: “Nikâh ettiğiniz kadınların mehirlerini gönül hoşnutluğu ile

verin; eğer ondan bir kısmını gönül hoşnutluğu ile kendileri size bağışlarsa, onu da

afiyetle yiyin.” (Nisa; 4/4) “Verdiğiniz o mehiri eşinizden nasıl alırsınız ki birbirinizle

birleşip katıldınız (içli dışlı oldunuz) ve onlar sizden kuvvetli bir teminat, nikah

sözleşmesi aldılar.” (Nisa, 4/21)

Nikah düşemeyen kadınlar: “Bir de babalarınızın nikahlandığı kadınlarla

evlenmeyin. Cahiliye devrinde geçmiş olanlar affedilmiş geçmiştir. Çünkü bu

fuhuştur, (Allah’ın) hışmıdır ve iğrenç bir yoldur.” (Nisa, 4/22), “Size (şunlarla)

evlenmek de haram kılındı: Analarınız (ananızın anası ve babanızın anası; ne kadar

yukarı çıkarsa), kızlarınız (kızlarınızın kızı, oğullarınızın kızı; ne kadar aşağıya inilirse

inilsin), kız kardeşleriniz (ana-baba bir, baba bir, ana bir kardeşler dâhil), halalarınız

(bütün baba ve dede kız kardeşleri dâhil), erkek ve kız kardeşlerinizin kızları

(kardeşlerin torunları; ne kadar inilirse inilsin), süt analarınız(süt büyük anneleri

dâhil), süt kız kardeşleriniz (nesep itibarıyla haram olanlar, süt cihetinden de haram

olur), karılarınızın anaları (zifaf olsun olmasın), kendileriyle zifafa girdiğiniz

karılarınızdan olma himayenizdeki üvey kızlarınız. Eğer onlarla henüz zifafa

girmemişseniz kızlarını almaktan ötürü üzerinizde bir günah yoktur. Öz oğullarınızın

karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız da haramdır. Ancak cahiliye devrinde

geçen affedilmiş geçmiştir. Şüphesiz ki Allah, Cahiliye devrinde olan kötü işleri

bağışlayıcı, çok merhamet edendir.” (Nisa, 4/23), “(Bir de harp esirleri olarak) sahip

olduğunuz cariyeler müstesna, diğer bütün evli kadınlarla da evlenmeniz size

haram kılındı.(…)” (Nisa, 4/24), “Sizden her kim, mümin kadınlarla evlenecek

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
Page 143: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Erkeğin, kadın;

kadının da erkek

üzerinde hem

sorumlulukları hem

de hakları vardır.

zenginliğe kudreti olmazsa, ona da ellerinizin altındaki inanan cariyelerden

efendilerinin rızası ile nikâhlamak var. Allah sizin imanınızı en iyi bilendir. Hepiniz

birbirinizdensiniz (hepiniz Âdem soyundansınız. İnsan olma bakımından aranızda bir

fark yoktur. (…)” (Nisa, 4/25).

Kur’ân Cahiliye döneminde evlatlık ile ilgili mevcut hükmü şu şekilde

değiştiriyor: “Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de kendisine ihsanda

bulunduğun, (azat edip evlatlık edindiğin) kimseye (Zeyd’e): “Eşin (Zeyneb)i

nikâhında tut, Allah’tan kork” diyordun; fakat Allah’ın açığa vuracağı şeyi içinde

gizliyordun, insanlardan çekiniyordun; oysa asıl çekinmene layık olan Allah’tı. Zeyd

o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki (bundan böyle) evlatlıkları,

kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda

müminlere bir güçlük olmasın…” (Ahzab, 33/37)

Aile hukuku ile ilgili Kur’ân’da mevcut pek çok hüküm vardır; Ehl-i kitabdan olan

kadınlarla evlenme müsaadesi: “Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı.

Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de

onlara helâldir. Ve müminlerden iffetli hür kadınlar ve sizden önce kendilerine kitap

verilenlerden namuslu hür kadınlar, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın, namuslu

bir şekilde mehirlerini ödediğiniz takdirde, size helâldir. Her kim imanı inkâr ederse,

ameli boşa gitmiş olur ve o, ahirette zarara uğrayanlardandır.” (Maide,5/5)

âyetiyle bildirilmiştir. Evliliğin sona ermesi ve boşanma hadisesi ilgili hükümler en

gelişmiş şekliyle Kur’ân’da yer almıştır. Cahiliye toplumunda, ailenin ana

unsurlarından biri olan kadın gerçekten çok kötü sömürülmekte, o bir eşya gibi

muamele görmekte ve ona hemen hemen hiçbir hak tanınmamaktaydı. Bu sömürü

yollarından biri de boşanma biçimiydi. Çok evliliğin de yoğun olduğu bu toplumda

bu sömürünün boyutlarını tespit etmek mümkün değildir. İslam, eski tip aileyi bu

noktadan alarak yeni bir aile tipi oluşturmuştur. Yeni toplumda öngörülen aile tipi

oluşturmaya çalışılırken, gerekli tedbirler alınmış, önce eski aile tipiyle ilgili

gelenekler, peyderpey inen âyetlerle teker teker kaldırılmış, bu arada yeni aile

tipine geçişi sağlayıcı nitelikte, yavaş yavaş gelişen yapıcı ve yumuşak hükümler

gelmeye devam etmiştir. Sonunda, boşanma kurumunu kaldırmadan boşanmayı

engelleyici sosyo-ekonomik ve hukukî tedbirler alınmıştır (Bk: Nisa, 4/35, 128-129).

Yeni toplum yapısı Medine’de oluştuğu için aile hukukuyla ilgili hükümlerin hemen

hemen hepsi Medine’de inmiştir. Ailede kadın ve erkeğin hukukî statüsünü

belirleyen ve boşanmanın tehirini sağlayıcı hükümler, boşanmış kadınların tekrar

evlenebilmeleri için gerekli olan hukukî süreleri ve benzeri aile hukukuyla ilgili daha

pekçok hüküm Kur’ân’da yer almıştır.

demir
Vurgu
Page 144: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Miras, Kur’an ve

Sünnette ayrıntılı

bir şekilde ortaya

konmuş hukuki bir

kurumdur.

Yetim,

müslümanların

koruyup kollamak

zorunda olduğu

Allah’ın bir

emanetidir.

Velayet

İslam’da velayetle ilgili hükümlerin çoğu yetim haklarının korunmasını tavsiye

veya emreden âyetlere dayanmaktadır. Bu konuda o kadar çok âyet var ki, bunlara

bakarak, İslam ilk gününden beri yetimin ve yoksulun velisi olmuştur, denilebilir.

“Yetimin malına yaklaşmayın; ancak erginlik çağına erişinceye kadar en güzel bir

tarzda (onun malını kullanıp geliştirebilirsiniz). (…)” “Yetimin malına, buluğ çağına

varıncaya kadar, malını en güzel bir şekilde koruyup çoğaltmak hizmetinden başka

bir surette yaklaşmayın. (…)”

Miras Hukuku/Ferâiz ve Vasiyet

İslam öncesi Arap toplumunda kolektif sorumluluk ilkesi hâkim olduğu için

kişisel ekonomik bağımsızlık önem arz eden bir konu değildi. Kadınlar, çocuklar,

köleler, toplumun büyük bir kesimi, ekonomik özgürlükten yoksun, meta

hükmünde idi, hukuki ve ekonomik şahsiyetleri hemen hemen hiç yoktu. Sadece,

eli silah tutan, ganimet elde edebilecek güçteki erkekler arasında, nesebe dayalı,

bir miras hakkı vardı. Miras, daha çok vasiyet şeklinde; “muahat” (kardeşlik

antlaşması) veya “hılf” denilen dayanışma antlaşması, evlat edinme gibi yollarla da

intikal ederdi.

İslam yeni toplumu oluştururken, hukukta, kişisel sorumluluğu ilke olarak

benimsemiş ve kişiliğin gelişmesi için de ekonomik bağımsızlığa önem vermiştir.

İslam miras hukukunun en belirgin özelliklerinden birisi, eski toplumda var olan bir

ilkeyi, yani nesebi esas alarak ona, özde, yeni bir anlam getirmiş olmasıdır. İslam’da

akrabalık, gerek nesep, gerekse sıhriyet yönünden, miras hukukunun temel ilkesi

olarak benimsenmiş; ayrıca, kişisel ekonomik bağımsızlığı gerçekleştirici nitelikte

belirli ölçüler de konulmuştur. Bir anlamda bunu, eski kolektif sorumluluk ve

mülkiyet anlayışının kişiselleştirilmesi olarak nitelemek mümkündür. Aile

hukukunda görüldüğü gibi, yeni toplum yapısına geçişte, tepeden inme emirlerden

çok, mevcut toplumsal realiteden tercihler yapılarak, toplumsal gelişim

doğrultusunda, olaylara dayalı makul gerekçeler çerçevesi içinde, toplum yapısını

yıkıcı ani sarsılmalara yer vermeden, yumuşak ve genel hükümlerle yavaş yavaş

sağlanmıştır.

Hukukun diğer alanlarında olduğu gibi, Mekke’de mirasla ilgili olarak inen

âyetler, inanca dayalı genel ilkeler ve ahlâkî öğütler mahiyetindedir. Konuyla ilgili

Medine’de inen âyetlerin gelişiminin tamamlanması da oldukça uzun sürmüştür.

Bu konuda bazı âyet mealleri şöyledir:

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 145: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Miras, vasiyet ve

borçların

ödenmesinden

sonra gelir.

“Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi

teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde

seviyorsunuz.” (Fecr, 89/17-20).

“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya,

yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.

Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu

değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir. Her kim, vasiyet

edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların)

aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan hem de

esirgeyendir.” (Bakara, 2/180-182)

“Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-

babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından,

gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır. (Mirastan payı olmayan) yakınlar,

yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da

rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin. Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar

bıraktıkları takdirde (hâlleri ne olur) diye korkacak olanlar (yetimlere haksızlık

etmekten) korkup titresinler; Allah'tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.” (Nisa,

4/7-9)

“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras

vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte

ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-

babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-

babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa,

anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan

sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha

yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır).

Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra

eşlerinizin, eğer çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa

bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa sizin de yapacağınız vasiyetten

ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz

varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anababası

ve çocukları bulunmadığı hâlde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir

erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler

üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse

zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah'tan size vasiyettir. Allah her şeyi

hakkıyle bilendir, halîmdir.” (Nisa, 4/11-12)

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 146: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Aldatan bizden

değildir.

(hadis)

Ticaret, helaldir;

faiz ise haramdır.

Mali Hükümler

Mali muamelelerin adil ve mübah olan esaslarını Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da

açıklamıştır. Kur’ân-ı Kerim, mali muamelelerdeki ibahatin iki esasını bir âyette

belirtmiştir. Bu esaslardan birincisi halkın mallarını haksız yere yemenin yasaklanışı,

ikincisi de karşılıklı rızalaşmadır. Bu hususta Allah Teâla şöyle buyurur: “Ey iman

edenler, mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rızalaşmaya dayanan

ticaretle yeyin; haram ile kendinizi mahvetmeyin.” (Nisa, 4/29) Bu âyetteki “

karşılıklı rızalaşmaya dayanan ticaretle yeyin” ifadesi alım-satım taamülünde kâr ve

zararın muhtemel ve mübah olduğuna işarettir. Herhangi bir zarar ihtimali

olmadan elde edilen kazanç ticaret değildir. Böyle ticaretten elde edilen kârın adı

faizdir. Faiz ise haramdır. Çünkü Kur’ân, bu konuda çok sert bir üslûp kullanarak

faiz yiyenlerin durumunu açıklamıştır:

“Faiz (ribâ) yiyenler, kıyamet günü ancak şeytan çarpmış kimseler gibi kalkarlar.

Bu, onların, zaten faiz alım-satım gibidir demelerindendir. Oysa Allah, alım-satım

helal, faizi de haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelip de faizciliğe son

verirse, geçmiş olanlar kendisine kalır; onun işi Allah’a aittir. Kim de faizciliğe tekrar

dönerse, işte onlar cehennem ehlidir ve orada ebedî kalıcıdırlar. Allah, faizi eksiltir,

sadakaları artırır. Allah, her kâfir ve günahkârı sevmez. İman edip yararlı işler

işleyen, namaz kılan ve zekât verenlerin Rab’leri katında ecirleri vardır. Onlara

korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Ey iman edenler, Allah’tan korkun, iman

etmişseniz faizden arta kalan şeyden vazgeçin. Böyle yapmazsanız bilin ki bu,

Allah’a ve Peygamber’e karşı bir savaştır. Eğer tevbe ederseniz sermayeniz sizindir.

Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz. Borçlu darlık içinde

ise genişleyinceye dek beklenmelidir. Bilmiş olsanız (bu durumda borcu)

bağışlamanız sizin için daha iyidir” (Bakara, 2/275-280). Ayrıca Kur’ân, haksız yere

halkın malını yemek anlamına gelen rüşveti de şöyle yasaklamıştır: “İnsanların

mallarından bir kısmını, bile bile günah işleyerek, ele geçirmek için mallarınızı iş

başındakilere vermek suretiyle aranızda haksızlıkla yemeyin.” (Bakara, 2/188) Buna

göre, meşru yoldan malın artmasına sebep olan bütün tasarruflar mübah

kılınmıştır. Bu da karşılıklı rızaya dayanan ticaretin serbest oluşunu gösterir. Bu

bakımdan Kur’ân-ı Kerim, önemli akidleri tanzim için iki şey istemektedir:

Birincisi şahit bulundurmaktır ki; bu konunun Kur’ân’da: “Alış veriş yaptığınızda

şahit tutun, kâtip/yazan da şahit de zarara uğratılmasın.” (Bakara, 2/282) şeklinde

yer aldığı görülmektedir.

İkincisi borçları ve vadeli satış bedellerini yazmak: Böylece ileride ortaya çıkması

muhtemel olan anlaşmazlıklar önlenmiş olacaktır. Bir de alışveriş yapanlar yolcu ise

rehin almaları emredilmiştir. Bu suretle de herhangi bir hakkın zayi olmasına karşı

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 147: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Cezalar, suça denk

olmalıdır; ne eksik

ne fazla.

tedbir alınmış olmaktadır. Bütün bunlar, müdâyene/borçlanma âyetinde

açıklanmıştır (Bakara, 2/282). Zahiri mezhebi, aynı âyeti mesned alarak, her

alışverişte şahit tutulmasının, her türlü borç ve va’deli satış bedelleri için senet

yazılmasının vacib olduğu görüşündedir. Alım-satımlarda şahit bulundurma,

akidlere tam olarak bağlı kalınmasını sağlamak içindir. Zira akidlere bağlı

kalınmasını bildiren emirler, ancak bu suretle gerçekleştirilmiş olur.

Kur’ân’da mali ilişkileri düzenleyen nass’lar, külli ve genel mahiyettedir. Mali

muamelelerin çoğunu Sünnet açıklamıştır. Fakat bunlar da ibadetlere nispetle fazla

olan ibahettir. Bu husus, şu âyetlerde açıkça ifade edilmektedir “Yeryüzünde

olanların hepsini sizin için yaratan O’dur.” (Bakara, 2/29); “Ey iman edenler,

Allah’ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın…” (Mâide, 5/87)

Cezâî Hükümler

Kur’ân, suç ve cezalarla ilgili hükümleri, suçlulara verilecek cezanın genel esasını

açıklamıştır. O da suç ve ceza arasındaki eşitliğe dayanan kısas’tır. Öldürmede,

azayı yok etmede ve yarlamada kısas emredilmiştir. Böylece ceza, suç cinsinden

tayin edilmiş ve eşitlik sağlanmıştır. İşte bu nedenle Kısas meşru kılınmıştır. Kısas,

iki kısımdır. Biri suç için aynı cinsten cezanın uygulanması demek olan kısas, diğeri

de diyet adı verilen manevi kısastır.

Fertlere karşı işlenilen suçların cezası kısastır. Kamu hukukuna karşı veya Allah

haklarına (hukukullah’a) karşı işlenilen suçlar için verilecek ağır cezalar, Kur’ân’da

belirtilmiş ve hafif cezalar hâkimlerin takdirine bırakılmıştır. Bu da İslam hukuk

düşüncesinin ulaşmış olduğu yüksek noktayı gösteren bir sonuçtur. Allah hakları’na

karşı işlenen suçların cezasına “hadd” adı verilmektedir. Kur’ân, zinanın, hırsızlığın,

yol kesmenin ve zina iftirası/kazf yapmanın haddini/cezasını açıklamıştır. Kur’ân-ı

Kerim tayin ettiği cezalarda önemli dört hususun göz önünde bulundurulmasını

esas almıştır:

1- Canı, aklı, dini, malı ve nesli korumak: Bunun içindir ki Kur’ân, kısas’ta hayat

olduğunu söyler: “Ey akıl sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır.” (Bakara, 2/179)

2- Mağdur’un (öldürülen kişinin velisinin) kinini dindirmek: Çünkü mağdur

yaralıdır. Onun yarasını iyileştirecek, kinini dindirecek bir tedbir almak gerekir. Bu

sebepledir ki Kur’ân, maktulün velisine bir hak ve yetki tanındığını çok açık ve net

bir şekilde ortaya koymaktadır: “Haksız olarak öldürülenin velisine bir yetki

tanımışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin (katilin yerine, katilin akrabasını

veya katille beraber bir başkasını öldürmesin) zira kendisine yardım edilmiştir”

(İsra, 17/33). İşte bu, sosyal bir problemin çözümünde uygulanan çok önemli bir

yöntemdir. Hâlbuki modern ceza hukuku bu konuya daha yeni yönelmiş ve önemli

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 148: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Tart

ışm

a

• Suç ve ceza ilişkisi nasıl olmalıdır? Gerekçeleri ile forumda tartışabilirsiniz.

Adalet, İslam’ın

temelidir.

Suçun ferdiliği

esastır. Kimse

kimsenin suçunu

üstlenemez.

Tartışma forumu

olduğunu vurgulamıştır. Çünkü mağdurun kinini dikkate almamak, cinayetin art

arda sürüp gitmesine, maktulün velisinin mukabil bir cinayet işleyerek kinini

dindirmeye çalışmasına veya öldürülenin velisinin bu işe başvurması durumunda,

kan gütme veya verilen cezayı az bulma yüzünden öç almasına neden olabilir.

3- Mağdur veya ailesine bir bedel vermek: Herhangi bir sebepten kısas tam

olarak yerine getirilemediği zaman buna başvurulur.

4- Cezayı şahsiyete tabi kılmak: Yani, büyük şahsın cezası ağır, küçük şahsın

cezası hafif olmak. Buna göre, Kur’ân köleye, hür insana verilen cezanın yarısı

kadar bir ceza tayin edileceğine işaret etmiş ve bu hususu şöyle açıklamıştır: “Onlar

(cariyeler) evlendikten sonra bir fuhuşta bulunurlarsa, onlara hür (ve evlenmiş)

kadınlara verilen cezanın yarısı verilir.” (Nisa, 4/25)

İdare Edenle İdare Edilenler Arasındaki İlişki

Kur’ân, idare edenle idare edilenler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir kısım

kurallar koymuştur ki bunları beş esasta toplamak mümkündür:

Adalet

Pek çok âyet-i kerimede geçen adalet kavramı hakkında Kur’ân’ın bazı

açıklamaları şöyledir: “Şüphesiz ki Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve

insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa,

4/58) Şu âyet-i kerime de bu esasın önemini belirten âyetlerden biridir: “Allah,

şüphesiz ki adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya yardım etmeyi emreder; taşkın

kötülüklerden, meşru olmayan şeylerden, zulüm ve zorbalıktan nehyeder.” (Nahl,

16/90)

Kur’ân adaleti, idare edenle idare edilenin, devlet başkanı ile vatandaşın ve

nihayet bütün halkın birbirine karşı adaletli davranması prensibine dayanır. Bu da

Kur’ân hükümlerini uygulama bakımından tam bir eşitlik sistemini gösterir.

Dolayısıyla zengin ve asılzâde cezadan muaf tutulmadığı gibi, hâkim ve idareci de

suç işlediği zaman, vatandaşlar gibi aynı cezaya çarptırılır. İdareciler de aynen

halkın sahip olduğu hak ve vecibelere sahiptirler; halkın üstünde herhangi bir

hakka sahip olmadıkları gibi, kutsal kişi olarak da kabul edilmezler.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 149: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

Düstur: Takvada

yarışmak; günah

ve haksızlıkta

engel olmak…

İdarecilik, caka

satma yeri değil,

çetin ve ağır bir

sorumluluktur.

Her şeyden önce Kur’ân herkesin yaşama imkânlarına sahip olması demek olan

sosyal adaletin gerçekleşmesini ister. Buna göre güçlüler, zayıfları koruyacak,

zenginler yoksulları yedirip içirecek, kollayıp gözetecektir. Kur’ân’a baktığımızda bu

hususları açıklayan pek çok âyet-i kerime görmek mümkündür.

Kur’ân adaletine göre, her insan, kendi güç ve gayretini sarfetme fırsatını

bulacaktır; çalışmayan, tembelliğin cezasını çekecektir; çünkü gökten ne altın yağar

ne de gümüş. Çünkü kişinin eline kendi öz emeğinden başkası geçmez. Buna göre

adalet, iş ve kazanç bakımından mutlak bir eşitliği gerektirir. Çalışan herkes,

emeğinin karşılığını eksiksiz olarak elde edecektir; “kim zerre kadar iyilik yapmışsa

onu görür, kim zerre kadar kötülük yapmışsa o da onu görür.” (Zilzâl, 99/7, 8)

Şûrâ

Kur’ân-ı Kerim istişare yapmayı emreder: “Onların işleri aralarında şura

(danışma) iledir?” (Şûra, 42/38). Diğer bir âyet-i kerimede de: “İş hakkında onlarla

müşavere et. Bir kere karar verdin mi, artık Allah’a dayan…” (Âl-i İmrân, 3/159)

buyurulmaktadır.

Kur’ân şura ve adaletin vasıtalarını açıklamamış, bunları insanların takdirine

bırakmıştır. Ta ki onlar, gayelerine ulaşmak için en iyi vasıtalara başvursunlar; zira

bu vasıtalar, toplumlara, insanların durumlarına ve çağlara göre değişir.

İslah ve Müslümanların Maslahatı

İdare edenle idare edilenler arasındaki ilişki, bu esaslara dayanacaktır. Kur’ân-ı

Kerim, iyi idareci ile bozuk idarecinin niteliklerini anlatmıştır. Mesela, kötü idareci

hakkında; “İnsanlardan öylesi vardır ki, onun dünya hayatı hakkındaki sözü senin

hoşuna gider; kalbindekine (sözünün özüne uygun olduğuna) Allah’ı şahit tutar.

Oysa düşmanların en yamanıdır. İşbaşına geçince de yeryüzünde bozgunculuk

yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona;

‘Allah’tan kork!’ denilince, gururu kendisini günaha sürükler. Artık ona cehennem

yetişir; o ne kötü yerdir o.” (Bakara, 2/205, 206) buyurulmuştur.

Yardımlaşma

İdare edenle idare edilen ve bütün mü’minler birbirleriyle yardımlaşacaktır.

Çünkü Kur’ân’da, “birbirinizle iyilik ve takva’da yardımlaşın; günah işlemede ve

haksızlıkta yardımlaşmayın…” (Mâide, 5/2) buyurulur. Bu arada Kur’ân, mü’minler

arasında sulh, sukün, sevgi ve kardeşliği emreder ve “inanıyorsanız Allah’tan

korkun, aranızı (münasebetlerinizi) düzeltin, Allah ve Peygamberine itaat edin.”

(Enfal, 8/1) buyurur. Peygamber (s.a) de bu konuyu teyit mahiyetinde şöyle dua

etmiştir: “Allah’ım! Ümmetimin başına geçen ve onlara kolaylıkla muamele eden

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 150: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

Gayr-ı müslimlerle

ilişkiler, adalet ve

hukuk düzleminde

gerçekleştirilir.

kimseye sen de kolaylık göster. Ümmetimin başına geçip onlara meşakkatle

muamele eden kimseye de meşakkat göster!” (Muslim, İmâre, 19; Ahmed b.

Hanbel, Musned, IV, 60). Başka bir hadis-i şerifinde; “merhamet, ancak zalim (şaki)

kimsenin kalbinden sökülüp alınır.” (Tirmîzî, Birr,16; II,301) buyurmuştur.

Himaye

Toplumun, mal, can, din ve namusu her türlü kötülükten korunması

gerekmektedir. İslam’a göre bu da İslam’ın suçlar için koyduğu haddleri/cezaları

uygulamak, zalimden mazlumun hakkını almak ve Kur’ân’ın tayin ettiği diğer

cezaları tatbikle gerçekleşir.

Müslümanların Gayr-i Müslimlerle İlişkileri:

Kur’ân, bütün insanları, cins, ırk ve milliyetlerine bakmaksızın, saygıya layık

görür ve bu konuda şöyle buyurur: “And olsun ki biz Âdemoğullarını şerefli kıldık,

onlara karada ve denizde taşıyacak vasıtalar ve güzel güzel rızıklar verdik, onları

yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.” (İsra, 17/70) Keza, Kur’ân, insanları

fıtratları icabı hak ve vazifelerde eşit kılmış ve şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar,

doğrusu biz, sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık, birbirinizi tanıyasınız (veya

iyiliklerde yarışasınız) diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Çünkü Allah katında

en şerefliniz, takva bakımından en üstününüzdür.” (Hucûrat, 49/13). Bu yüksek

ruhla Kur’ân; dini, ırkı ve rengi ne olursa olsun, insan haklarına hürmet etmeyi

emretmiş ve bunu temel bir ilke olarak kabul etmiştir.

Kur’ân-ı Kerim, gayr-i Müslimleri üçe ayırır:

a) Zimmî ve muahedler (antlaşmalılar),

b) Müste’minler,

c) Muharipler.

Kur’ân, zimmiler’e, aynen Müslümanlara yapılan muamele gibi muamele

yapılmasını emreder ve şöyle buyurur: “Ahidleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini yerine

getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. Şüphesiz

Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Nahl, 16/80)

Müste’minler, İslam memleketlerinde müsaade ile oturan yabancı tüccar ve

benzeri kimselerdir. Bunlar zimmi ve muahedler gibi İslam idaresi altına girmiş

değildir. Bunlarla belli bir süre için antlaşma yapılmış olup sözlerinde durdukları

müddetçe kanları ve malları haramdır, korunur.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 151: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

Gayr-ı müslimlerle

dünyevi ilişkiler

kurulabilir; ama

asla dost olunmaz.

Zimmi, muahed ve müste’minlerin dışında kalan kimselere, fakihler,

“harbi=muharib” adını verirler. Kur’ân, bunlar için de uyulması gerekli bir kısım

haklar tanımıştır. Bu hakları beş madde hâlinde özetleyebiliriz:

1-Savaş zamanı da sulh zamanı da insan şahsiyetine saygı gösterilecektir.

Kur’ân-ı Kerim, savaşta düşman tarafından olan kimselerin kulak ve burun gibi

uzuvların kesmeyi yasaklamıştır. Hz. Peygamber de “Kulak ve burun keserek

intikam almaktan sakının.” (Buharî, Mezâlim, 30, Megâzî, 36) buyurmuştur.

Kur’ân’da esirlere ikram etmek, onları doyurmak bir meziyet olarak kabul edilmiş

ve şöyle buyurulmuştur: “Onlar, Allah sevgisiyle yoksulu, yetimi ve esiri

doyururlar.” (İnsan, 76/8)

2-İnsan olma bakımından bütün beşeriyet birbirinin kardeşidir. Kur’ân, bu

hususu açıkça belirtir ve şöyle buyurur: “İnsanlar bir tek ümmetti. Allah,

peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi. İnsanların ayrılığa düşecekleri

şeylerde aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte doğru olan Kitab’ı indirdi.

Kitap verilenler kendilerine belgeler (âyetler) geldikten sonra, aralarındaki ihtiras

yüzünden, onda ayrılığa düştüler. İnananları, Allah, kendi izniyle hakkında ihtilafa

düştükleri gerçeğe eriştirdi. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara,2/213)

Bu insan kardeşliği esasına göre, savaşta sadece bilfiil savaş edenler veya savaş

için plan hazırlayanlar öldürülür; bütün halk kılıçtan geçirilmez. Savaş yalnız fasid

idarecilerin baskısını defetmek için meşru kılınmıştır. Bu itibarla Yüce Allah:

“Allah’ın, insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı, yeryüzü fesada giderdi…”

(Bakara, 2/251) buyurmuştur. Yalnız savunma ve zulme karşı koyma amacıyla

savaşa izin verilmiş ve şöyle buyurulmuştur:

“Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselere (mukabil savaş açmak

için) izin verilmiştir. Allah, onlara yardım etmeye elbette muktedirdir. Onlar, sadece

‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah’ın,

insanları birbirleriyle defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde

Allah’ın adı çok çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki Allah, Kendisine

yardım edenlere yardım edecektir. Gerçekten Allah güçlüdür, uludur.” (Hacc, 22/39,

40)

Bu insan kardeşliği sebebiyle Kur’ân, gayrimüslimlere iyilik etmeye mani olmaz

ve şöyle buyurur: “Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan

çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adaletli davranmanızı yasak

kılmaz. Gerçekten Allah, adil olanları sever. Allah, ancak sizinle din uğrunda

savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanızda yardımcı olanları dost

edinmenizi nehyeder. Kim, onları dost edinirse işte onlar zalimlerdir” (Mumtehine,

60/8, 9)

demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 152: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

Gayr-ı müslim,

insan olması

hasebiyle insan

muamelesi

görmelidir.

3-Kur’ân, gayrimüslimlere karşı, savaş hâlinde bile olsalar adaletli davranmayı

emreder; çünkü adalet herkesin tabii hakkı olup bunda dost da düşman da eşittir.

Bu konuda Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurur: “Ey iman edenler, Allah için adaletli

şahidler olun; bir millete olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun ki,

bu, takvaya daha yakındır. Allah’tan sakının; doğrusu, Allah işlediklerinizi

bilmektedir” (Mâide, 5/8)

4-Savaş alanında gayrimüslimlere misliyle muamele etmek gerekmektedir. Aşırı

gitmek, şerefsizlik etmek caiz değildir. Şu âyetler, bu esasları açıklamaktadır: “Size

saldıranlara siz de aynı şekilde saldırın. Allah’tan sakının ve Allah’ın müttakilerle

beraber olduğunu bilin” (Bakara, 2/194), “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de

savaşın; aşırı gitmeyin; doğrusu, Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara, 2/190)

Görüyoruz ki Müslümanlar, savaşta iki şeye bağlı kalmakla emr olunmuşlardır:

a) Düşmana karşı misilleme yaparak tecavüzü defetmek,

b) Takva ve faziletten ayrılmamak.

Düşman ırz ve namusa karşı kötülükte bulunsa bile, Müslümanlar şerefli

hareket edeceklerdir; çünkü şerefsizlik ve edepsizlik takvaya aykırıdır.

5-Düşman ahdini bozmadıkça ve döneklik ettiğine dair bir emare bulunmadıkça

ahde vefa gösterilecektir. Düşmanın ahdini bozduğuna dair bir işaret bulunursa,

Müslümanlar da ahidlerini bozacaklardır. Bu hususta Kur’ân şöyle buyurur: “Eğer

bir kavmin (antlaşmaya) hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı ahdini

boz; doğrusu Allah, hainleri sevmez.” (Enfal,8/58)

Hiyanet belirtileri veya şüphesi ortaya çıkmazsa ahde vefa göstermek gerekir;

sebepsiz yere ahdi bozmak doğru olmaz. Bu itibarla Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurur:

“Ahidleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak

pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı bilir. Bir

ümmetin diğerlerinden daha çok olmasından ötürü, aranızdaki yeminleri bozarak,

ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra bozan kadın gibi olmayın. Allah, onunla sizi

imtihan eder. Yemin olsun ki, ayrılığa düştüğünüz şeyleri O, kıyamet günü sizlere

açıklar. Allah, dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Lakin O, istediğini saptırır,

istediğini de doğru yola iletir. İşlediklerinizden mutlaka sorulacaksınız. Birbirinizi

aldatmak için yemin etmeyin ki, bu yüzden sağlamca yere basmakta olan ayağınız

sürçebilir. Allah yolundan alıkoyduğunuz için kötü bir azap tadarsınız ve sizin için

büyük bir azap vardır. Allah’ın ahdini hiçbir pahaya değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah

katında olan, sizin için daha iyidir” (Nahl, 16/91-95)

İşte bu yüce hükümler, Kur’ân’ın nurundan süzülüp gelen bir kısım huzmeler

olup insanın yaratılışına tamamen uygundur. Bu hükümleri Allah Teala Kur’ân’da

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 153: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Muâmelat konusunda "adalet" kavramının köşetaşı olması neden önemlidir; üzerinde düşününüz.

Toplumsal

düzende eşitlik

ilkesi esastır.

beşerin fıtratı olarak vasıflandırır ve şöyle buyurur: “Yüzünü, tam olarak Allah’ın

fıtratı olan dine çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında

değişme yoktur. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmez.” (Rum,30/30).

Sonuç olarak İslam’ın bu en belirgin ıslahatçı karakteri kişisel ve toplumsal

düzen anlayışında daha açık bir biçimde görülmektedir. Örneğin, kişisel mutlulukta

“denge” ilkesini benimsemiştir; insanın fiziki yönü ile psişik yönü arasında

kurulması zorunlu, daha çok spiritul niteliği ağır basan bir denge.

Toplumsal düzen alanında ise “eşitlik” ilkesi asıldır; sosyal realitenin ve kişisel

yeteneklerin zaman zaman dayattığı bazı geçici durumlar dışında İslâm hukukunun

ana ilkesi eşitliktir.

“İslâm’ın toplum ve hukuk anlayışına bu ilkeler açısından bakıldığı zaman

denilebilir ki, İslâm orijinal bir hukuk sistemi getirme amacı gütmemiş, ancak kişisel

ve toplumsal realiteye en uygun (fıtri) olanı benimsemiştir. Bu nedenle, hukuki

âyetleri toplumsal realitenin üstünde, tepeden inme bir takım emirler ve yasaklar

mecmuası olarak görüp, sadece metne dayalı hukuki yorumlar yapmak, nassı,

gayesi doğrultusunda anlamayı güçleştirecektir. Sosyal hayatla iç içe gelişen hukuki

hükümler, toplumsal realiteden ayrı düşünülürse, realite üstü soyut kavramlara

dönüşürler. İnanç, ahlak, ibadet dışında sadece hukuki hayatla ilgili âyetlerin sayısı

150-200 kadardır. Bunların da elli kadarı, ilke ve genel hükümler niteliğinde

âyetlerdir. Altı yüz kadar hadis, bu belli sayıdaki hukuki âyetlerin daha iyi

anlaşılmasını kolaylaştırıcı nitelikte hadislerdir. Âyetlerin şümulü dışında teşri

kaynağı olan hadisler çok az sayıdadır. Bu durumda, metin üzerinde yapılan hukuki

yorumlar sadece dil ve mantık kurallarına hasredilirse hukukun şümul alanı

kısıtlanır ve donar. Bu ve diğer birçok nedenlerle, hukuki yorum metodunun, daha

geniş kapsamlı yeni yaklaşım metotlarıyla desteklenmesi zorunludur.

demir
Vurgu
Page 154: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27

Öze

t • İbadet; tapmak, kulluk etmek, itaat etmek, boyun eğmek, alçakgönüllülük etmek, kul edinmek, köle edinmek, birine bağlanıp ondan ayrılmamak gibi anlamlara gelir. Terim olarak, “Kulun Allah’a karşı sevgi, saygı ve bağlılığını gösteren duygu, düşünce ve davranış biçimleri anlamındadır.

•Dinimiz birtakım kuru nazariyelerden ibaret değildir. Kulun Allah ile kendisiyle ve başkalarıyla olan münasebetleri, somut temeller üzerine bina edilmiştir. İbadet, güzel niyete bağlı bulunan ve yapılmasında sevap olan herhangi bir ameldir. İbadet, mahiyeti idrak edilemeyen, sonsuz gücü kâinatta hissedilen, mülkünde dilediği gibi tasarruf etme özgürlüğüne sahip olan Allah’a karşı gösterilen tazimin, itaatin ve tevazuun en yükseğidir. İbadetlerin yardımlaşmayı sağlama, fertler arasında kaynaşma meydana getirme türünden dünyaya yönelik olumlu sonuçları bulunduğu gibi, ahirete yönelik olumlu sonuçları da vardır. Kişi, yükümlülüğünü yerine getirmiş olur. Allah katında bir mükâfat elde eder. Ancak bu mükâfatın büyüklüğü, kişinin niyetine ve içtenliğine bağlıdır. Her peygamber kavmini tek bir Allah'a ibadet etmeye davet etmiş, kendileri de O'na ibadet etmişlerdir. Kur'ân'da, “ey insanlar” ve “ey müminler” hitâbıyla Allah’a ibadet emredilmiş ve ibadetin ihlâsla yapılması istenmiştir. Allah'a ibadetten bahseden âyetlerdeki ibadet kavramı, genel olarak tevhîd, itaat, duâ, Allah'ı bilmek, boyun eğmek, iman etmek ve sâlih amel işlemek anlamlarını ifade ederler.

•Muamelat, köken itibarıyla Arapça bir kelime olup Türkçe’de davranış biçimi, tutum, yol, yöntem, alışveriş, ticaret, işlem vs. anlamlarına gelen muâmele sözcüğünün çoğuludur. Istılah olarak da muamelât, insanların birbiriyle veya ferdin toplumla yahut da toplumların birbiriyle olan hukuki, idari, mâli, iktisadî ve beşeri münasebetlerini düzenleyen hükümleri ifade eden hukuki bir kavramdır. Muamelat bir başka ifadeyle ibadetin dışında kalan hukuki tasarruflar, akitler, suç, ceza ve benzeri hükümlerdir. Yani ferdin fertle, ferdin toplumla veya toplumların birbiriyle olan ilişkilerini düzenleyen kurallardır.

•Bu hükümlerin bir kısmı, evlenme, boşanma, nafaka, velâyet, iddet, miras, nesep gibi aile hukuku; bir kısmı alışveriş, kiralama, trampa, rehin ortaklık, borçlanma ve taahütte bulunma gibi bireyler arasındaki ilişkileri düzenlemeyi ve hak sahibi olan herkesi korumayı amaç edinen Medeni hukuku; öte yandan ferdin işleyeceği suçlar ve bunlarla ilgili cezâî hükümleri; mal, can, ırz, nesep ve aklı korumayı amaç edinen ilkeleri; hırsızlık, yol kesme, içki kullanma gibi suçlar için âyet ve hadisle belirlenen cezalarla ilgili İslam toplumunun yararı ve kamu düzeninin sağlanması için konulan hükümleri içeren ceza hukuku; davaların görülmesi, şahitlik, yemin gibi insanlar arasında adaleti gerçekleştirmek için gerekli icraatı düzenlemeyi amaç edinen ceza hukuku; devletler arası ilişkileri düzenleyen devletler arası hukuku; gelir ve giderin hesaplanması ile ilgili mali ve benzeri hükümleri içeren mali hukuku düzenleyen kuralları içermektedir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 155: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28

Alış

tırm

alar

• Öğrendiklerinizi etkileşimli

alıştırmalarla pekiştirebilirsiniz.

Etkileşimli Alıştırmalar

Öd

ev • Muamelat kapsamına giren ilişkiler

gereğine göre yapılırsa bir ibadet olur mu? Konuyu araştırarak 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.

Ödev gönderimi

demir
Vurgu
Page 156: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29

Değerlendirme

sorularını etkileşimli

olarak

cevaplandırabilirsiniz

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Kur’ân’da en geniş bir şekilde yer alan muâmelât konusu aşağıdakilerden hangisidir?

a) Ekonomi hukuku b) Ceza Hukuku c) Miras Hukuku d) Aile Hukuku d) Uluslararası Hukuk

2. Kur’ân-ı Kerim’in, önemli akitler düzenlenirken, taraflardan istediği iki önemli husustan biri aşağıdakilerden hangisidir?

a) Satan-satın alanı korunmak b) Şahit bulundurmak c) Mağdurun yanında yer almak d) Adaletli davranmak e) Dürüst olmak

3. Kur’ân’da hâkimlerin takdirine bırakılan ceza aşağıdakilerden hangisidir?

a) Kısas b) Hadd c) Diyet d) Bedel e) Ta’zîr

4. İslam’a göre yasaklanan ve savaşta kulak, burun vs gibi uzuvların kesilmesini ifade eden kavram aşağıdakilerden hangisidir?

a) Kısas b) Müsle c) Te’dip d) İz’ac e) Tazip

5. İslam hukukunda Allah’a karşı işlenilen suçların cezasına ne ad verilir?

a) Diyet b) Kısas c) Hadd d) Tazir d) Bedel

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 157: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30

6. Aşağıdakilerden hangisi ibadet kelimesinin sözlük anlamlarından değildir?

a) Kulluk etmek b) Boyun eğmek c) Tapmak d) Kul edinmek e) Namaz kılmak

7. Râzî, fazilet bakımından ibadetin kaç derecesinin bulunduğunu söyler?

a) Beş b) Altı c) Üç d) Dört e) İki

8. Hz. Peygamber hangi dönemde ibadetlerin yerine getiriliş şekillerini uygulamalı olarak ashabına göstermiştir?

a) Mekke b) Hicretten Önce c) Medine d) Veda haccında e) Taif

9. “Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.” âyetinden aşağıdakilerden hangisi anlaşılmaktadır?

a) Putlara ibadet edilmemesi b) Putların acizlikleri c) Şirk koşmanın kötülüğü d) Allah’a ibadet edilmesi e) Allah’ın birliği

10. Aşağıdakilerden hangisi şirkin çevresel etkenleri arasında değildir?

a) Ataları taklit b) Baskı c) Refah d) Şeytanın aldatması e) Kendi istekleri

CEVAPLAR:

1-d, 2- b, 3-e, 4-b, 5-c, 6-e, 7-c, 8-c, 9-b, 10-e

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 158: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da İbadet ve Muâmelât

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 31

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

1. Abduh, Muhammed- Reşîd Rıza. (1990). Tefsîru’l-Menâr. ys.

2. Abdulhamid, Muhsin. (1993). İslam ve Toplumsal Kalkınma. Ter. Mehmet

Çakır. İstanbul.

3. Aksu, Zahid. (2005). İslamın Doğuşunda Toplumsal Realite. Ankara.

4. Asım Efendi, (1305). Kamus Tercümesi. İstanbul.

5. Beğavî, Hüseyin İbn Mes’ûd. (1987). Me’âlimu’t-Tenzîl. thk. Hâlid

Abdurrahman el-Akk-Mervân Suvâr. Beyrut.

6. Beydâvî, Nasıruddîn. (tsz). Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl. İstanbul.

7. Demirci, Muhsin, (2008). Kur’ân’ın Ana Konuları. İstanbul.

8. Dihlevi, Şah Veliyyullah. (2003). İslam Düşünce Rehberi. Ter. M. Erdoğan.

İstanbul.

9. Güngör, Mevlüt. (1989). Cessâs ve Ahkâmu’l-Kur’ân’ı. Ankara.

10. Güngör, Mevlüt. (1996). Kur’ân Tefsirinde Fıkhî Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhî

Tefsir. İstanbul.

11. Isfahanî, Rağıb. (1992). Müfredat. Tah. S. A. Davudî. Beyrut.

12. İbn Manzûr, (1978). Lisânu'1-Arab. Beyrut.

13. Olgun, Tâhirü’l Mevlevî. (1963). Müslümanlıkta İbadet Tarihi. İstanbul.

14. Şâtıbî, Ebû İshâk İbrahim İbn Mûsa. (1970). el-Muvâfakât. Kahire.

15. Taberî, Muhammed b. Cerîr. (1968). Câmi’u’l-Beyân ‘an Tefsîri Âyi’l-Kur’ân.

Mısır.

16. Zebîdî, (1966). Tâcu’l-Arûs. Beyrut.

Page 159: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

İÇİN

DEK

İLER

• Adaletin Tanımı ve İlgili Kavramlar

• Adaletin Üstünlüğü ve Evrenselliği

• Yönetimde Adalet

• Yargıda Adalet

• Şahitlikte Adalet

• Ticari Hayatta Adalet

• Aile Fertleri Arasında Adalet

• Doğruluğun tanımı ve İlgili Kavramlar

• Doğruluğun Kur’ân’daki Yeri

• Doğruluk Mertebeleri

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Adaletin tanımını kavrayacak,

• Adaletin üstünlüğü ve evrensel bir değer olduğunun bilincine varacak,

• Adaletin fert ve toplum hayatı için ne denli gerekli olduğunu belleyecek,

• Adaletin her alanda geçerli olduğunu; hangi prensip ve şartlarda gerçekleştiğini bilecek,

• Adaletin prensiplerini teorik olarak bilecek ve hayata geçirebilecek,

• Doğruluğun tanımını kavrayacak,

• Doğrulukla ilgili kavramları bilecek,

• Doğruluğun Kur’ân’daki değerini anlayacak,

• Doğruluğun mertebelerini belleyeceksiniz.

ÜNİTE

7

KUR’ÂN’DA ADALET VE DOĞRULUK

TEFSİR

Doç. Dr. Musa BİLGİZ

Doç. Dr. Hüseyin GÜLLÜCE

Page 160: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Adalet,

haksızlıklardan

uzaklaşarak orta yolu

tutmaktır.

GİRİŞ

İslam’ın üzerinde önemle ve ısrarla durduğu prensiplerden biri de hiç şüphesiz

ki adalettir. Adaletin temelinde Allah’ın ve varlıkların haklarına riayet etme

düşüncesi vardır. İslam, hayatın her alanında, davranışlarda, hüküm ve karar

vermede, insanların haklarını ödemede, sevmede ve ilgi göstermede, yönetim

işlerinde ve eğitimde dosdoğru hareket edilmesini, hakkıyla iş yapılmasını ve

herkesin hakkının tam olarak verilmesini ister. İslam, renk, kültür, eğitim düzeyi,

ırk, akrabalık, bölge ve toplumsal statü farklılıklarından dolayı insanlara farklı

davranılmasını, kesinlikle yasaklamış ve bu tür bir uygulamayı hem Allah’ın, hem de

insanların haklarına saygısızlık olarak değerlendirmiştir.

Doğruluk ise; doğru olma hâli, dürüstlük, sıdk, sadâkat, istikamet, hak, birr,

hidayet anlamına gelen itikadî ve ahlaki bir kavramdır. Allah’ın emrine ve

kanunlarına uygun bir yol izlemek ve insanların haklarına riayet etmek demektir.

İman eden ve inancını hayata geçiren doğru insan, Hz. Peygamber’in en güzel

ahlakını örnek alır. Kur’ân-ı Kerim, doğruluğa dair birçok âyet içerir. Doğruluk

anlamında, hak, istikamet, birr, hidayet vb. kelimeler de kullanılmasına rağmen

doğruluk, daha çok sıdk kelimesiyle karşılanır.

ADALET

Sözlük ve Terim Anlamı

Kur’ân-ı Kerim’de adaleti ifade etmek için kullanılan en önemli ve temel kavram

hiç şüphesiz ki “adalet”tir. Bunun dışında onunla yakın anlamlı olarak kıst ve vasat

kelimeleri de kullanılmaktadır.

Adalet, orta yol, istikamet, eş, benzer, kıymet, fidye, bir şeyin karşılığı, düzenli

ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan

uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında

kullanılan çok önemli bir Kur’ânî kavramdır. Adaletin zıttı, zulüm, haksızlık ve

insafsızlıktır. Adalet, insaflı ve hakkaniyetli olma anlamın yanında kelime-i tevhid

yani Allah’ın varlığına ve birliğine şahitlik etmek anlamında da kullanılmaktadır:

(Nahl, 16/90). Adalet, Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde genellikle, düzen, denge,

denklik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük,

tarafsızlık gibi anlamlarda kullanılmıştır.

Adl kelimesi, “adale an” veya “ye’dilun” şeklindeki kullanımlarında ise, haktan

ve İslam’dan yüz çevirmek manasına gelmektedir: “Hamdolsun o Allah'a ki, gökleri

ve yeri yarattı, karanlıkları ve aydınlığı var etti. Yine de inkârcılar, Rablerine eşler

demir
Vurgu
Page 161: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Kıst, adaletle birlikte

insaflı ve merhametli

davranmaktır.

tutuyorlar” (En’am, 6/1) âyetinde “rablerine eşler tutuyorlar” diye anlam verilen

kelime, orijinal metinde “bi rabbihim ye’dilun” şeklinde geçmektedir. Binaenaleyh

âyetteki bu ifade, Allah’a şirk koşmak ve haktan yüz çevirmek anlamındadır.

Adalet, dinî ıstılahta ise dince mahzurlu sayılan hususlardan kaçınmaktır. “Adalet,

borcunu vermek, alacağını istemektir; görevini yerine getirmek ve hakkını almaktır.

İhsan ise borcundan daha fazlasını vermek, alacağından daha azına razı olmaktır.”

Adaletle çok yakın anlamlı olarak Kur’ân’da kullanılan bir diğer kelime, “kıst” tır.

Kıst, adaletten nasiplenmiş olmak, adaletle birlikte insaflı ve merhametlice

davranmak demektir.

ه شهدهه للا و ال اله ل ان هولهوا والملئكةه هه و ال اله ل بالقسط قائما العلم وا الحكمه العززه هه

“Allah’tan başka tanrı bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır. Bütün melekler,

hak ve adaletten ayrılmayan insaflı ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm

(mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah’tan başka tanrı olmadığına

şahittirler” (Al-i İmran, 3/18).

نههم فاحكهم حكمت وان ان بالقسط بقسطن هحب للا المه

“…Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adalet ve insafla hüküm ver. Çünkü

Allâh, adalet ve merhamet kurallarını gözeterek hüküm verenleri sever” (Maide,

5/42).

Konumuzla ilgili bir diğer kelime ise “vasat”tır. Vasat, bir şeyin her iki tarafının

da denk ve aynı seviyede olması, orta ve adalet manasına gelmektedir.

م وكذلك ة جعلناكه كهون الناس على شههداء لتكهونهوا وسطا اهم وله و سه م الر كه شهدا عل

“Ey müminler! İşte böylece sizi, vasat bir ümmet yaptık ki, tüm insanlığa karşı

hakîkate şâhitlik eden güzel örnekler ve âdil şâhitler olasınız ve bu Elçi de size karşı

güzel bir örnek ve şâhit olsun…” (Bakara, 2/143) âyetinde yer alan vasat kelimesi,

adaletli anlamında değerlendirilmiştir. Kur’ân’da bu üç kavramdan en çok

kullanılanı adalet kavramıdır.

لتشهدوا عدول خارا أمة جعلناكم, الدن ف الصحح الطرق إلى -المسلمون أها- هدناكم وكما علكم شهدا كذلك اآلخرة ف الرسول وكون, ربهم رسالت بلغتهم رسلهم أن اآلخرة ف األمم على عنها صرفناك ثم, علها كنت الت" المقدس بت" قبلة -الرسول أها- جعلنا وما. ربه رسالة بلغكم أنه تبعك من لنمز والعقاب الثواب به تعلق علما األزل؛ ف علمناه ما لظهر إل", مكة" بـ الكعبة إلى

. ونفاقه لشكه دنه عن مرتدا فنقلب اإلمان ضعف هو ومن, توجهت حث معك وستقبل وطعك لثقلة الكعبة استقبال إلى المقدس بت استقبال من صالته ف المسلم تحول ه الت الحال هذه وإن واتباعكم به إمانكم لضع للا كان وما والتقوى باإلمان علهم ومن هداهم الذن على إل شاقة

.رحم لرءوف بالناس وتعالى سبحانه إنه. السابقة القبلة إلى صالتكم وبطل, لرسوله

demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
Page 162: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Allah, adaleti, ihsanı,

muhtaç oldukları

şeyleri yakınlara

vermeyi emreder.

Adaletin Üstünlüğü ve Evrenselliği

Toplumsal düzenin ayakta durması, İslam'ın emrettiği adalet sayesinde

gerçekleşebilir. Çünkü adalet, mülkün temelidir. Yani devletin, milletin ve bunların

sahip olduğu bütün değerlerin ayakta kalabilmesi, otoritenin sağlanabilmesi ancak

adalet sayesinde mümkündür. Adaletin olmadığı yerde zulüm hâkim olur. Allah ve

onun koyduğu bütün hükümler, zulmün her çeşidinden uzaktır. Allah'ın emirlerinin

uygulandığı bir ortamda hiçbir kimseye zerre kadar zulüm yapılmaz (Nisa, 4/40).

Kur’ân'a göre bütün ilahî öğretiler, insanlar arası ilişkilerde adaleti tesis etmeye

yöneliktir. Adil olmayan bir ilişki ve tutum, Allah'ın rızasına ve İslam'a uygun

değildir. Adalet, ferdî ve içtimaî yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik

ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlaki bir erdemdir. Kur’ân’ın üzerinde önemle

ve ısrarla durduğu prensiplerden biri de hiç şüphesiz ki adalettir. Adaletin

temelinde varlıklara şefkat ve merhametle yaklaşma düşüncesi vardır. İslam

nazarında bütün insanlar, Cenab-ı Hakk’ın yaratıklarıdır. Hiç kimse kendisinin

şeklini, rengini, ırkını, cinsiyetini, ailesini, doğum yeri ve tarihini belirleyebilecek

güce sahip değildir. Bu yüzden İslam, bunların hiçbirini ayırım ve adaletsizlik sebebi

olarak görmez. İslam nazarında, insanlar arasında asıl ve menşe yönüyle bir fark

olmadığı gibi, sınıf ayırımı da yoktur. Yani köylü – şehirli, zengin – fakir, soylu –

soysuz gibi nitelikler, hiçbir surette adaletsizlik veya kınama nedeni değildir.

İslam nazarında hak, hiçbir ferdin veya zümrenin keyfi arzularına göre

şekillenemez. Zira bir toplumda adaletin tatbik edilmemesi, haksızlıkların

artmasına, sonunda da o toplumun yıkılıp gitmesine sebep olur. Cemiyet hayatının

sağlıklı bir şekilde işlemesi, ancak adalet prensiplerinin uygulanmasıyla

mümkündür. İslam'da adalet, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi

ve mevkî farklılıklarından dolayı insanlara farklı davranmamak demektir. İslam bu

anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü

şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere

uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmayan, zengin-fakir ayırımı

gözetmeyen, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almayan bir adalet anlayışı

getirmiştir. Bunun için İslam, toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini

sağlayan prensipler koymuş, toplumun güvenliğini garanti altına alan bir düzen

kurmuştur.

Kur’ân’a göre bütün insanlar tek nefisten yaratılmıştır. Buna göre insan olarak

yaratılış yönünden ve Allah katındaki durumları açısından herkes eşittir. Hiç kimse

kalıtsal bir üstünlük iddiasıyla ortaya çıkamaz. Buna ilaveten farklılıklara saygı

duyulması gerektiği de söz konusudur. İnsanlığın tümünü Allah’ın huzurunda bir

demir
Vurgu
Page 163: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Haksızlıklar karşısında

duyarsız kalmak,

umumi bir felakete yol

açar.

tarağın dişleri gibi eşit sayan Yüce dinimiz İslam, gerçek üstünlüğün iman ve

takvada olduğunu bildirir (Hucurat, 49/13).

Peygamberimiz ünlü Veda Hutbesi’nde insanlık âlemine şöyle sesleniyor: “Ey

İnsanlar! Rabbiniz birdir, atalarınız tekdir. Hepiniz Âdem’den türemiş

bulunuyorsunuz. Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en faziletli, en

makbul olanınız, O’ndan korkup çekineninizdir. Arab’ın Arap olmayan üzerinde her

hangi bir üstünlüğü yoktur. Varsa bu, takva yönündedir”. Hz Ali, Mısır valisi Malik

bin Eşter’e gönderdiği mektupta; “İnsanlar, ya din kardeşin ya da insanlıkta bir

eşindir” diyor. Bu ifade, herkese adaletle davranılması ve bu konuda mutlaka

haksızlıklardan kaçınılması gerektiğini açıkça bildirmektedir.

“Allah, adaleti, ihsanı, muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder.

Terbiyesizlik türünden çirkinlikleri, hak ve hukuka aykırı, onur kırıcı, saldırganca

tutum ve davranışları yasaklıyor! Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir” (Nahl,

16/90).

, به اإلشراك وعدم بتوحده حقه ف واإلنصاف بالعدل القرآن هذا ف عباده أمر وتعالى سبحانه للا إن

, المشروع الوجه على فرائضه وأداء بعبادته حقه ف باإلحسان وأمر, حقه حق ذي كل بإعطاء عباده حق وف

هم صلتهم به ما القرابة ذوي بإعطاء وأمر, واألفعال األقوال ف الخلق وإلى أو قول قبهح ما كل عن ونهى, وبر

األمر بهذا- وللا, علهم والتعدي الناس ظلم وعن, والمعاص الكفر من رضاه ول الشرع نكره وعما عمال

عظكم -النه وهذا ركم .بها وتنتفعوا للا أوامر تتذكروا لك; العواقب وذك

Abdullah İbn Mes'ûd: Kapsamlı anlamından ötürü, "Eğer bundan başka âyet

olmasaydı dahi bu âyet, Kur'ân'ın, her şeyi açıklayıcı ve âlemlere hidayet ve rahmet

olmasına yeterdi!" demiştir. Tabiin’den Katade, bu âyetin ifade ettiği gerçeklerin

büyüklüğü ve evrenselliğiyle ilgili olarak şu beyanda bulunur: “ Cahiliye dönemi

insanlarının kendi aralarında güzel gördüğü hiçbir husus yoktur ki Allah o hükmü

Kur’ân’da emretmiş olmasın, yine kendi aralarında birbirlerini ayıpladıkları hiçbir

hüküm yoktur ki Allah onu Kur’ân’da nehyetmiş olmasın”.

Peygamberimiz, bir arkadaşından bir miktar hurma ödünç alır. Ödeme zamanı

gelince de o an ödeme imkânı olmadığı için, Medineli bir Müslümana kendi adına

borcunu ödemesini söyler. Fakat Medineli’nin verdiği hurmaların kalitesi daha

düşüktür bu nedenle alacaklı kabul etmez, Medineli kızar: “Allah’ın Elçisinin verdiği

hurmaları mı reddediyorsun?" der. Alacaklı, boynunu bükerek; "Eğer Allah'ın Elçisi

de adaletli davranmazsa, kimden adalet bekleyeceğiz?" diye sorar. Bu durumdan

Hz. Muhammed (s.a.s)'in bilgisi yoktur. Haberdar edilince hüzünlenir, gözleri dolu

dolu: "Adam haklı!." der. Emir verir, hurmalar değiştirilir.

Mescit'te hutbe okurken, yeni Müslüman olmuş birisi, ayağa kalkar, kan davası

gütmektedir. Hz. Muhammed (s.a.s)'in sözünü keserek; "Ey Allah'ın Elçisi!" der ve

Mescid'te oturan bir grubu işaret ederek, "Bunların ataları bizim aileden birini

öldürmüşlerdi. Biz de karşılık olarak onlardan birinin öldürülmesini talep ediyoruz."

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
Page 164: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Adaletli olmak, takvaya

en uygun davranıştır.

İslam’daki adalet

anlayışı, herhangi bir

din, ırk veya toplumla

sınırlı değildir.

Hz. Muhammed (s.a.s) sakin ama kararlı, cevap verir: “Babanın intikamı oğlu

üzerinden alınamaz.”.

Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir.

Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman

kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin, Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir

Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah da o kimsenin kıyamet günündeki

sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah

Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim, 46; Müslim, Birr,

45 ). Peygamberimiz (s.a.s), toplum içinde yaşayanları bir gemide seyahat edenlere

benzetmiştir. Geminin alt katında olanların, su ihtiyacını karşılamak için gemide

delik açmaya çalışması ve üst katta olanların da bu işe göz yumması hâlinde hep

birlikte batacakları örneğini vermiştir (Buharî, Şerike, 6). Bu hadis, haksızlıklar

karşısında duyarsız kalmanın bütün toplum fertleri için umumi bir felakete yol

açacağının göstergesidir.

Bir mü’min diğer mü’min kardeşine her hâlükârda yardımcı olması

gerekmektedir. Peygamberimiz, “zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardımcı

ol” diye buyurduğu esnada birisi: "Ya Rasulullah! Şu mazlum olan kişiye yardım

edebiliriz. Fakat o zalime nasıl yardım ederiz?" diye sorar: Bunun üzerine

Peygamberimiz: “Onu insanlara zulmetmekten alıkoyarsanız, bu ona yapılmış bir

yardımdır!” (Buhari, Mezalim 4, İkrah, 7) buyurdu.

Hakkaniyet ve adaletin en güzel ölçüsünü dile getiren Hz. Peygamber, bütün

davranışlarımızda uygulamamız gereken çok önemli ve temel bir kuralı bizlere

bildirmektedir. Bu kural şudur: “Hiçbir kimse, kendisi için istediği hayır ve güzel

şeyleri, diğer kardeşleri için de arzulamadıkça iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman, 7;

Müslim, İman, 71-72; Tirmizi, Kıyame, 59). Bu kurala göre, insanlara yönelik

ilişkilerimizin hepsinde, kendimizi karşıdaki insanın yerine koyma veya onu

kendimiz gibi görme söz konusudur. Bu kural, normal seviyedeki Müslümanlık

ölçüsüdür. Bunun üstündeki seviye ise, “isar” yani kardeşini kendisine tercih etme

seviyesidir. Bu ilke, iyi bir insan ve Müslüman olmanın en üst derecelerinden

biridir.

Adalet, sosyal barış ve toplumsal huzurun temeli olduğu için, Allah'ın çok önem

verdiği esaslardan biridir. Bu yüzden Allah, insanlardan, hakkın mutlaka gözetilerek

yerine getirilmesini, verilen hükmün lehte de olsa aleyhte de olsa kabul edilmesini

istiyor ve aksine davrananları zalimler olarak niteliyor: “Aralarında hükmetmesi için

Allah’ın ve Resulünün hükmüne dâvet edildiklerinde, bir de bakarsın onlardan bir

kısmı yüz çeviriyor! Ama hüküm kendilerinden yana gözükünce, tam bir itaat içinde

koşa koşa gelirler. Sahi, kalplerinde bir inkâr hastalığı mı var bunların? Yoksa

imanda şüpheye mi düştüler yahut Allah’ın ve Resulünün kendilerine zulüm ve

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
İSAR : kardeşini kendine tercih etme
Page 165: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Bir kavmin efendisi

(yöneticisi), onların

hizmetkârıdır.

(hadis)

haksızlık yapacağından mı endişe ediyorlar? Doğrusu, asıl zalimler hem de kendi

kendilerine haksızlık edenler, onların ta kendileridir!” (Nur, 24/48-51).

İnsanın Allah nezdinde en üstün değer ölçüsü olan takva (Hucurât, 49/13)

erdemine nail olabilmesi için âdil olması gerekir (Mâide, 5/8). Çünkü adaletli olmak

takvaya en uygun bir davranıştır. İşte bu nedenle Allah, hem âdil olanları ve hem

de adaletle birlikte insaf ve merhamet sahiplerini sevdiğini belirtiyor (Hucurat,

49/9; Mümtehine, 60/8). Adalet çok üstün ve vazgeçilemez bir nitelik olduğu için,

Allah, âhirette hiçbir haksızlığa meydan vermeden kullarını yargılayacağını ve her

hak sahibine hakkını vereceğini beyan ediyor (Yunus, 10/54; Enbiya, 21/47)

Dolayısıyla hakkın ve adaletin ikamesi, biz Müslümanlar için Allah tarafından

belirlenmiş en önemli hayat prensibidir. Adaleti gerçekleştirmenin karşılığı da

dünya ve âhiret saadetidir.

Adaletin Alanları

Din, sosyal hayatın bütün alanlarını kapsayan ve şekillendiren bir müessesedir.

Adalet ise dinin en temel ve kapsamlı ilkelerinden biridir. Bu nedenle adalet,

hayatın hemen hemen bütün alanlarında uygulanması gereken bir ilkedir. Adaletin

kapsam alanlarını kısaca ve genel hatlarıyla ifade etmeye çalışacağız.

Yönetimde Adalet

Adaletin hakkıyla uygulanması gereken en kapsamlı alan, yönetim ve yargıdır.

İslam nazarında yöneticilik, insanın sorumlu kılındığı önemli emanetlerden biridir.

Hangi seviyede olursa olsun yöneticilik, insanın yüklendiği ağır bir sorumluluktur.

Kur’ân, insanların hangi makam ve konumda olursa olsun, yaptıkları bütün iyi ve

kötü işlerden hesaba çekileceğini bildirmektedir (Zilzal, 99/7-8). Peygamber

Efendimiz (s.a.s.) de, toplum fertlerinin tümünün üstlendikleri görev, kişi, kurum ve

mallara karşı sorumluluklarının bulunduğunu ve bunlardan hesaba çekileceklerini

bildirmektedir. Devlet başkanından aile reisine, amirden memura, evin hanımından

çocuklarına hatta evdeki hizmetçiye kadar her seviyedeki kişi, idare ettiklerinden

ve görevlerinden sorumludur (Buharî, Cuma, 11). Yönetimde adalet, idareciler için

en büyük ve en önemli görevdir. Kur'ân-ı Kerîm, "Allah size, emanetleri ehline

vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda

hükmetmenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt verir!" (Nisa, 4/58).

وأمركم, فها تفرطوا فال, أصحابها إلى علها اؤتمنتم الت, األمانات مختلف بأداء أمركم تعالى للا إن

سمعا كان تعالى للا إن. إله وهدكم به للا عظكم ما ونعم, بنهم قضتم إذا, والقسط بالعدل الناس بن بالقضاء

لعا, ألقوالكم .بها بصرا, أعمالكم سائر على مهط

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 166: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Kur'ân ile hükmeden

adaletle hükmetmiş

olur.

Bu âyet, hem toplumsal ilişkilerimizde, hem de yönetimle ilgili ilişkilerimizde

adalete ve hakka uygun olarak davranmamızı emretmektedir. Adaletle muamele

ve adaletli yönetim, Müslüman halk, yöneticiler ve âlimler için bir vazife olmakla

birlikte aynı zamanda bir ibadettir. Halk, yöneticilerinin meşru uygulamalarına karşı

adaletle itaat etmelidir. Yöneticiler, halkın mal, can, din, namus ve akıl

emniyetlerini koruyacak bütün tedbirleri almalıdırlar. Alimler ise, halkı dünya ve

ahiret için yararlı olabilecek amel ve itikadi esaslara sevketmekle yükümlüdürler.

Hz. Ömer döneminde Mısır valisi Amr b. As'ın oğlu yarışmayı kaybettiğinden

dolayı Mısır'lı bir adamı döverken ataları ile övünerek şöyle demişti: "Al sana bir

soylu tokadı. Asil kimselerin oğlundan'. Hz. Ömer, olaydan haberdar olunca hemen

aynı cezanın ona da uygulanmasını istemiş ve şunu demişti: "Annelerinden hür

olarak doğan insanları ne zaman köle edindiniz?".

İslam’daki adalet anlayışı, herhangi bir din, ırk veya toplumla sınırlandırılmayıp

bütün insanları kuşatıcıdır. Çünkü toplum huzuru, hiçbir ayırım yapmadan, bütün

insanlığı içine alan bir adalet anlayışıyla mümkündür. Bunun için Allah, Hz.

Peygambere gayrimüslimler hakkında bile adaletle hükmetmesini emretmektedir

(Nisa, 4/42). Hz. Peygamber; “Hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde,

adaletli davranan idarecinin, Allah’ın arşının gölgesinde ferahlanacağını”

bildirmektedir (Buhari, Ezan, 36, Zekât, 16; Müslim, Zekât, 91). Bir başka

hadislerinde ise; “Cennete girecek kişilerin en önünde, kudret ve iktidar sahibi olup

da adaletle muamele eden kişilerin geleceğini” (Müslim, Cemaat, 63)

müjdeleyerek, adaletten ayrılmamaya teşvikte bulunmuştur.

Yargıda Adalet

Hak ve adaletin tesis edileceği yerlerden biri de mahkemelerdir. İslam, yargıda

da adalet ilkesinin herhangi bir makam, mevki farkı gözetmeksizin sağlanmasını

ister. Bu yüzden Müslümanlar nazarında âdil mahkemeler, Allah'ın Hak ve Adl

isimlerinin tecelli ettiği yerler olarak sayılmıştır. Adaletle hüküm vermeyi temin

edecek yegâne kaynak ise, Allah'ın Kitabı’dır. "Aralarında, Allah'ın sana indirdiği

ahkâm ile hükmet! Asla onların keyiflerine uyma! Allah'ın indirdiği hükümlerin bir

kısmından seni caydırmalarından sakın!" (Maide, 5/49). “Biz sana, hakikati ortaya

koyan bu ilahi kelamı, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettiğine göre hüküm

vermen için indirdik. O hâlde, (kim olursa olsun) haksız durumda olan kimselerin

destekleyicisi ve savunucusu olma!” (Nisa, 4/105). Peygamberimiz (s.a.s.) âyette

geçen "Allah'ın sana bildirdiği şekilde hükmet!" kısmını, adaletle irtibatlandırarak

"Kur'ân ile hükmeden adaletle hükmetmiş olur" şeklinde tefsir etmiştir.

Adaletin gözetilmesi, yalnızca Müslümanlar arasında görülen davalarda değil,

Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki davalarda da esastır. Bir kimse

demir
Vurgu
Page 167: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Allah için ve adaletle

şahitlik et.

gayrimüslim diye mahkemede hakkı gasp edilemez. Karşısındaki Müslüman,

makamı, mevkisi, sosyal statüsü ne olursa olsun, farklı muamele göremez, adaletin

gereği ne ise o yapılmalıdır.

Sosyal İlişkilerde ve Şahitlikte Adalet

Şahitlik, hak ve adaletin tesisinde önemli hususlardan biridir. Kişinin, müşahede

ettiği bir hususta herhangi bir sebeple şahitlikten kaçması ya da gerçeği gizlemesi,

değiştirmesi, tahrif etmesi, olanın aksine beyanda bulunması veya olmamış bir şeyi

olmuş gibi göstermesi, telafisi mümkün olmayan maddi ve manevi hak kayıplarına

sebep olabilir. Böylesi bir davranış, büyük bir vebaldir. Allah'ın emri olarak yerine

getirilmesi istenen adalet olgusu, heva ve heveslerden, sevgi, nefret, kin gibi

duygulardan ve her türlü menfaatten, ayrıcalık ve imtiyazdan uzak, yalmzca hakkı

gözeten bir anlayıştır.

Kur'ân, birilerine karşı taşıdığımız kötü hisler sebebiyle, insanların hakkını zayi

etmemizi ve adaletsiz davranmamızı yasaklar: "Ey iman edenler, Allah için şahitlik

eden kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten

saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun, Allah

yaptıklarınızdan haberdardır." (Mâide, 5/8).

امن كونوا وسلم عله للا صلى محمد ورسوله باهلل آمنوا الذن أها ا شههداء, للا وجه ابتغاء, بالحق قو العدل فذلك, سواء درجة على واألحباب األعداء بن اعدلوا, تعدلوا أل على قوم بهغضه حملنكم ول, بالعدل .به وسجازكم, تعملون بما خبر للا إن. تجوروا أن واحذروا, للا لخشة أقرب

Allah (c.c.), kin ve öfke gibi duygularımızın adaletsizliğe sebep olabileceğini

belirterek hassas olmamızı emrediyor. Bu sebeple Müslüman, sevmediği kişiden

dolayı hem ona, hem de onun yakınlarına düşmanlık veya haksızlık edemez,

münasebetini o nefret üzerine kuramaz. Yoksa adaletsiz davranmış olur. Hatta can

düşmanlarımıza bile haksızlık etme veya adaletsiz davranma hakkına sahip değiliz.

Dolayısıyla bir topluluğa karşı duyduğumuz kin, bizi adaletten saptırmamalı.

Bir başka âyette ise, konu biraz daha somutlaştırılarak her türlü duygusal,

maddi veya manevi bağlar sebebiyle taraf olabileceğimiz hususlar, gözler önüne

serilerek hakkaniyetli ve duyarlı olmamız istenir: “Ey inananlar! Adaleti tam yerine

getirerek Allah için şahitlik edenler olun, kendinizin, ana – babanızın ve

yakınlarınızın aleyhinde bile olsa, (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de

olsalar (adaletten ayrılmayın). Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi

söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün

yaptıklarınızdan haberdardır” (Nisa, 4/135).

قوا الذن أها ا ولو, تعالى للا لوجه للشهادة مؤدن, بالعدل قائمن كونوا, بشرعه وعملوا ورسوله للا صدا عله المشهود شأن كان مهما, أقاربكم على أو, وأمهاتكم آبائكم على أو, أنفسكم على كانت للا فإن; فقرا أو غن

demir
Vurgu
Page 168: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Aldatan bizden

değildir.

(Hadis)

تحرفوا وإن, العدل ترك على والتعصب الهوى حملنكم فال, صالحهما فه بما وأعلم, منكم بهما أولى تعالى علما كان تعالى للا فإن, بكتمانها أو أدائها بترك عنها تعرضوا أو, حققتها غر على بها فتأتوا بألسنتكم الشهادة .بها وسجازكم, أعمالكم بدقائق

“Bu âyette, iki mana vardır: Birisi başkasının sizde bir hakkı varsa, kendiniz ikrar

ve itiraf ediniz; ananız, babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa doğru hükümden,

adil şahitlikten kaçınmayınız demektir. Diğeri de üçüncü şahıs aleyhine şahitlik,

kendinizin ve yakınlarınızın bir zararıyla sonuçlanacak da olsa yine dosdoğru

şahitlik ediniz demektir. Aleyhine ve lehine şahitlik ettiğiniz kimseler zengin olsa da

böyle yapınız, fakir olsa da; ne zengine dalkavukluk etmek, ne de fakiri gözetmek

için şahitlikten kaçınmayınız, doğruluktan ayrılmayınız. Bu özellikleri ön plana

çıkararak insanlar arası sosyal münasebetleri düzenleyen Kur’ân’ın bu

uygulamalarını, İslam dışındaki hiçbir din, felsefe ve düşünce sisteminde bulmak

mümkün değildir.

Ticarette Adalet

Kur'ân-ı Kerîm'de adaletin gerçekleştirilmesine yönelik en çok uyarı ve ikazın

yapıldığı yerlerden biri de ticari hayattır. Zira ticaret, toplumsal ilişki alanlarının en

başta gelenidir. İslam devletinde uygulanan ekonomik prensiplere göre mülk

Allah'ındır. Müminlerin kardeş ilan edildiği, yığılan kişisel servetlerde dul, yetim ve

fakirlerin hak sahibi oldukları belirtilir. Bu yaklaşım, İslam'da ticari faaliyetlerin de

ancak gerçek bir adaletle ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Ticaret, mal ve mülk, insanların helâl-haram inancını en çok yitirdiği yerlerden

biridir. Eğer kişi, ilahi emirleri dikkate almazsa, doymak bilmeyen hırs ve azgınlaşan

menfaat duyguları, onu haksız kazanç elde etmeye sevk eder. Haksız kazanç ise,

ancak başkalarına zulmetme sonucu elde edilir. Allah insanın zaaflarını bildiği için,

dünyevi makam ve menfaatlere tabi olmama konusunda da onu uyarıyor. Ticari

hayatın ölçüsü, adalet ilkesi olduğu için, İslam ticaretin gereği olan ölçü ve tartıda

adaletli davranmayı emrediyor: "Ey kavmim ölçüyü tartıyı adaletle tam yapın,

insanlara haklarını eksik vermeyin."; (Hud, 11/85); "Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam

tutun ve doğru terazi ile tartın." (İsra, 17/35). "Tartıyı adaletle yapın, eksik ölçüp

tartmayın." (Rahman, 55/9); "Vay hâline eksik ölçüp tartanların! Onlar ki satın

alırken haklarını tam olarak alırlar. Fakat kendileri başkalarına satarken, ölçüp

tartarken eksik yapar, hile karıştırırlar. Sahi onlar, o en mühim günde, yani bütün

insanların Rabbülâlemîn'in divanında duracakları günde, diriltilip toplanacaklarını

düşünmezler mi?" (Mutaffifîn, 83/1-6). Bu âyetler, ekonomik hayata ilişkin adalet

kurallarını emretmektedir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 169: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Hepiniz çobansınız.

Elinizin

altındakinlerden

sorumlusunuz.

(hadis)

Ailede Adalet

İnsan hayatının en önemli ve vazgeçilemez alanlarından birisi de aile hayatıdır.

Aile, toplumun çekirdeğidir. Toplum hayatının sağlıklı bir şekilde yürümesi, en

başta aile bağlarının sağlamlığına, aile bağlarının sağlamlığı da, fertleri arasındaki

ilişkinin sağlıklı olmasına bağlıdır. Bu da ancak onlar arasında doğru, merhametli ve

adaletli davranmakla mümkün olabilir. Bir insanın eşinin, çocuklarının, anne ve

babasının geçimini temin etmesi, onlara ilgi göstermesi, insaf ve hakkaniyet

ölçüleri içinde muamelede bulunması, her türlü meşru ihtiyaçlarını gidermesi,

İslam'ın insana yüklediği en önemli görevlerdendir. Bu görevleri yerine getirmek,

adaleti gerçekleştirmek demektir. İnsan, bu görevlerini yapmadığı zaman büyük bir

zulüm ve adaletsizlik sergilemiş olur.

Adaletin tesis edilmesi gereken alanlardan birisi de çocuklarla ve diğer aile

fertleriyle olan ilişkilerimizdir. Aile fertlerinin ihtiyaçlarını gidermek, onları terbiye

etmek gibi vazifeler de adaletin bir gereğidir. Sahabeden Osman b. Maz'un'un (r.a.)

hanımı, bir gün Hz. Aişe (r.a.) Vâlidemiz'e uğradı. Kadın genellikle güzel giyinir,

ellerine kına yakardı. Hz. Aişe Vâlidemiz, onun her zamanki hâlini görmeyince

sebebini sordu. O da kocasının dünyayı ve kadınları arzulamadığını söyleyerek

ilgisizliğinden şikayet etti. Aişe Vâlidemiz, bu durumu Efendimiz'e (s.a.s.) bildirdi.

Nebi (s.a.s.), Osman b. Maz'un'u yanına çağırdı ve "Ey Osman! Benim Sünnet'imden

yüz mü çevirdin?" diye sordu. Osman: "Hayır, ya Resûlallah! Benim tek isteğim

senin yolundur." dedi. Efendimiz buyurdu ki: "O hâlde dikkat et, ben hem uyurum,

hem namaz kılarım, bazen oruç tutarım, bazen tutmam. Hanımlarımla da beraber

olurum. Allah'a karşı takva sahibi ol ey Osman! Bilesin ki ailenin senin üzerinde

hakkı var, misafirinin üzerinde hakkı var, vücudunun senin üzerinde hakkı var. Oruç

tut, ama bazen tutma; namaz kıl, uykunu da al!" (Ebu Dâvud, Salât 317). Efendimiz

burada aile içi ilişkilerde çeşitli hakların yerine getirilmesine dikkat çekmektedir. Bu

hakları icra etmek ise, ancak adaletli davranmakla yani herkese hakkı ne ise onu

vermekle mümkündür.

Aile içinde anne-babaların da hakları vardır. Özellikle yaşlandıklarında

ihtiyaçlarının giderilmesi, saygı gösterilmesi, ziyaret edilmesi onların çocukları

üzerindeki haklarıdır. Bu hakları yerine getirmek, onlara karşı adaletli davranma,

ihmal ve kusurlarda bulunma ise zulüm olarak değerlendirilir. Kur'ân, ölüm ve

boşanma gibi sebeplerle bir kimsenin kendi çocukları dışında bakmakla yükümlü

olduğu yetim akraba çocuklarının malları konusunda da adaletli davranılmasını

emretmiştir (Nisa, 4/127).

تعالى للا قل, وأحكامهن النساء قضاا من فهمهه علهم أشكل ما لهم تبن أن -النب أها- منك الناس طلبن من لهن تعالى للا فرض ما تعطونهن ل الالت النساء تامى ف الكتاب ف علكم تلى وما, أمورهن لكم بن, نكاحهن عن ترغبون أو نكاحهن وتحبون, الحقوق من ذلك وغر والمراث المهر الضعفاء أمر لكم للا وب

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 170: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Bir

eys

el E

tkin

lik • Dinimizde adalete neden bu denli önem

verildiği hakkında düşününüz.

Sıdk, doğruluk ve

dürüstlüktür;

peygamber ahlakıdır.

تعالى للا فإن خر من تفعلوا وما. حقوقهم ف علهم الجور وترك بالعدل للتامى القام ووجوب, الصغار من .غره من ول منه شء عله خفى ل, علما به كان

Ayrıca evlerdeki köle ve hizmetçilere adaletli davranmak da İslam'ın ehemmiyet

verdiği bir husustur. Bu çerçevede Peygamber Efendimiz (s.a.s.) köle ve

hizmetçilere yediğimizden yedirmeyi, giydiğimizden giydirmeyi, onlara güç

yetiremeyecekleri yükler yüklememeyi ve onları dövmemeyi emretmiştir (Buharî,

Rıkk, 15).

DOĞRULUK / SIDK

Sözlük ve Terim Anlamı

Kur’ân-ı Kerim’de türevleriyle birlikte 155 kez geçen sıdk (s-d-k) kelimesi,

morfolojik olarak sülasi mücerred fiillerin birinci babının mastarıdır. Bu fiil kökünün

“sıdk”tan başka “sadk”, “masdûka” ve “tasdâk” şeklinde başka mastarları da vardır.

Kizb (k-z-b) yalan söyleme kelimesinin zıddı olanı sıdk, sözünde durmak, vadini

yerine getirmek, samimi ve doğru olmak, doğru söylemek, dürüst olmak gibi

manalara gelmektedir.

Kizbin zıddı olan sıdk, temelde sözlü durumlarda doğru olmayı ifade eder. Nisâ

sûresinin 87. âyetinde من أصدقه ومن ”?Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır“ حدثا للا

denilmekle bu duruma dikkat çekilmiştir. Ahmed b. Fâris bu kelimenin, aslında,

sözlü veya fiili olarak kuvvet manasını ifade ettiğini, yalan manasına gelen kizb’in

de zayıflık manasına geldiğini belirterek şöyle demektedir: “Nasıl yalan asılsız ve

zayıf ise, sıdk da kuvvetli ve güçlüdür. Mesela Araplar “şey’ün sadkun” ve “rumhun

sadkun” derler ki “kuvvetli şey” ve “sağlam mızrak” manalarına gelir. Kadınlara

verilen mihir manasına gelen “sadak” ifadesi de lüzumlu ve kuvvetli bir hak

oluşundandır. Nisâ süresi 4. âyette; ساء وآتهوا قاتهن الن Kadınlarınıza mihirlerini“ لةنح صده

cömertçe veriniz” buyrulması, mihrin kadınların kesin ve kuvvetli hakları

olduğundandır.” Türkçede de “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” ve “Doğrular

her zaman güçlüdür.” atasözleri de bu manayla alakadardır.

demir
Vurgu
Page 171: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Benim ümmetim günah

işleyebilir; ama asla

yalan söylemez.

(hadis)

Yalanın ciddisi de şakası

da yalandır.

(hadis)

Sıdk, Kur’ân-ı Kerim’de, lügat manasında kullanılmıştır. Yani geçmişte veya

gelecekte sözünde ve özünde doğru olmak, verdiği sözü yerine getirmek, dürüst ve

samimi olmak manalarını ifade etmektedir.

Kur’ân’da Sıdk/Doğruluk

Sıdk, sözün öze, yani kalbe mutabakatı ve verilen haberde doğruluğu ifade eder.

Bu nedenledir ki münafıkların “Muhammed Allah’ın Resulüdür” sözleri yalan

sayılmıştır. Çünkü her ne kadar bu söz doğru olsa da sözleri özlerine mutabık

olmadığından yalan sayılmaktadır. Bu husus Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade

edilmektedir: نافقهون جاءك إذا وله إنك نشهده قالهوا المه لرسه ه للا علمه وللا ولههه إنك ه لرسه شهده وللا نافقن إن المه

O münafıklar sana geldikleri vakit dediler ki şahadet ederiz ki hakikaten sen“ لكاذبهون

Allah’ın resulüsün, Allah da biliyor ki hakikaten sen O’nun resulüsün. Bununla

beraber Allah şahadet ediyor ki münafıklar kesinlikle yalancıdırlar.” (Münafikun,

63/1).

Sıddîk ise, çok doğru olan, kendisinden asla yalan sadır olmayan, sözünde ve

özünde daima doğru olan kimseye denir. Kur’ân-ı Kerim’de İbrahim a.s için ف واذكهر

هه إبراهم الكتاب قا كان إن ا صد Kitapta İbrahim’i de an, kesinlikle o hem nebi hem de“ نب

sıddîk idi.” (Meryem, 19/41). Buyrularak onun hem nebi hem de sıddîk biri olduğu

belirtilmiştir.

Allah Taalâ inananların, doğruların yanında yer almalarını ve onlardan

olmalarını emretmektedir. Tevbe sûresinin 119. âyetinde bu durum şöyle

belirtilmektedir: ا ها قهوا آمنهوا الذن أ ات ادقن مع وكهونهوا للا Ey iman edenler Allah’tan“ الص

korkun ve sadıklarla beraber olun.”

قوا الذن أها ا , وتتركون تفعلون ما كل ف نواهه واجتنبوا للا أوامر امتثلوا بشرعه، وعملوا ورسوله للا صد .شؤونهم من شأن كل وف, وعهودهم أمانهم ف الصادقن مع وكونوا

Nisâ sûresi 69. âyette de sadıkların, kendilerine nimet verilenlerden olduğu

belirtilmiştir. Bu husus ise âyette şöyle geçmektedir: هطع ومن ول للا سه هولئك والر الذن مع فأ

ه أنعم هم للا ن من عل ب قن الن د هداء والص الحن والش نوح والص Kim Allah’a ve“ رفقا أهولئك سه

peygamberine itaat ederse bu gibi kimseler, Allah’ın kendilerine nimet verdiği

peygamberlerle, sadıklarla, şehitlerle ve iyilerle birliktedirler. Onlarsa ne güzel

arkadaştırlar.” Bu âyette ayrıca sadıkların, peygamberlerden sonra en üstün

mertebede olduklarına işaret edilmektedir.

م الذن فأولئك وسلم عله للا صلى محمد رسوله وهدي تعالى للا ألوامر ستجب ومن , وقدرهم شأنهم عظه به جاءت بما تصدقهم كمهل الذن والصدقن األنباء من بالجنة علهم تعالى للا أنعم من صحبة ف فكانوا

ن, المؤمنن وصالح للا سبل ف والشهداء وعمال وقول اعتقادا الرسل، .الجنة ف رفقاء هؤلء وحسه

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 172: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

İmanın temeli

doğruluk, nifakın temeli

de yalancılıktır.

Doğruluk, insanın hem

kendisi hem öteki

varlıklarla tutarlı

olmasını temin eder.

Bakara 177. âyette س م تهول وا أن البر ل وهكه جه آمن من البر ولكن والمغرب المشرق قبل وه وم باهلل وال

ن والكتاب والمالئكة اآلخر ب به على المال وآتى والن تامى القهربى ذوي حه بل وابن والمساكن وال ائلن الس والس

قاب وف الة وأقام الر كاة وآتى الص وا إذا بعهدهم والمهوفهون الز ابرن عاهده اء البأساء ف والص ر وحن والض

هولئك صدقهوا الذن أهولئك البأس مه وأ قهون هه ت İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına“ المه

çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe,

meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara,

yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan

harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir.

Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar bu vasıfları

taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır.” buyrularak sıdkın zahirî ve batınî, yani

açık ve gizli olan bütün amelleri kapsadığı, İslam ve iman makamı olduğu

belirtilmek istenmiştir.

للا أمر عن كن لم إن والمغرب المشرق جهة إلى الصالة ف التوجه ف -تعالى -للا عند الخر لس البعث بوم وآمن, له شرك ل وحده معبودا به وصدق باهلل آمن من إمان هو الخر كل الخر وإنما, وشرعهعا المال وأعطى, تفرق غر من النبن وبجمع, كافة المنزلة وبالكتب, جمعا وبالمالئكة, والجزاء مع- تطو

أرهقهم الذن والمساكن, البلوغ سن دون وهم آباؤهم مات الذن المحتاجن والتامى, القربى ذوي -حبه شدةدوا الذن المحتاجن والمسافرن, الفقر , حاجتهم لشدة السؤال إلى اضطروا الذن والسائلن, ومالهم أهلهم عن بعه صبر ومن, بالعهود وفون والذن, المفروضة الزكاة وأدى, الصالة وأقام, واألسرى الرقق تحرر ف وأنفق هم وأولئك, إمانهم ف صدقوا الذن هم الصفات بهذه المتصفون أولئك. القتال شدة وف, ومرضه فقره حال ف

.معاصه فتجنبوا للا عقاب اتقوا الذن

İmanın temelinin doğruluk olduğu gibi nifakın temeli de yalancılıktır. Bu

yüzdendir ki iman ile yalan asla bir arada bulunamazlar. Yüce Rabbimiz kendisinin

de sadık olduğunu bildirmiş, Al-i İmrân 95. âyette: ه صدق قهل وا للا بعه وما حنفا همإبرا ملة فات

شركن من كان De ki Allah sadıktır…” buyurarak bu yüce vasıfla kendisinin de“ المه

muttasıf olduğunu belirtmiştir. Bu nedenledir ki biz muminler, Kur’ân âyetlerini her

okuduktan sonra “sadakallahu’l-azim” diyerek Allah’ın sadık ve doğru olduğunu

ikrar ederiz.

Yüce Allah aynı şekilde resulüne her işinde doğruluğu esas almasını emretmiş ve

şöyle buyurmuştur: دخل أدخلن رب وقهل Ve deki, ey Rabbim“ صدق مهخرج وأخرجن صدق مه

beni gireceğim yere doğrulukla girdir ve çıkacağım yerden doğrulukla çıkar ve

tarafından bana hakkıyla yardım edici bir delil ver.” (İsrâ, 17/80).

Doğruluk insana kalp huzuru verir, yalan ise kişiyi huzursuz yapar ve strese

sokar. Tirmizi’de bu konuyla ilgili bir hadiste şöyle geçmektedir: “Sıdk, yani

doğruluk kalp huzurudur. Kizb, yani yalancılık ise kişinin içini kemirir.” Sahiheyn’de

geçen başka bir hadisi şerifte ise doğruluğun değeri şöyle belirtilmektedir:

“Doğruluk, iyiliğe götürür, iyilikse cennete götürür. Kişi doğruluğa devam ederse

indallahta sıddîk olarak yazılır. Kişi yalana devam ederse indallahta yalancı olarak

yazılır.” Yani bu şekilde kesinleşir.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 173: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Tartışma forumu

Sıdk, özde, sözde ve

eylemde doğru

olmaktır.

Tart

ışm

a • Adalet ve doğruluk kavramlarının birbiriyle ilişkisini forumda tartışabilirsiniz.

Arifler doğruluğu şöyle tarif etmişlerdir: Doğruluk Allah’a, amellerde vefakâr

olmaktır; özü sözü bir olmaktır; olduğu gibi görünmek veya göründüğü gibi

olmaktır; zor durumlarda hakkı söyleyebilmektir.

Doğrulukla ilgili selef-i salihinin şu sözleri de kayda değerdir: Kendine ve

başkalarına karşı dürüst olmayan doğruluğun kokusunu dahi alamaz.

Doğru olan ölümden ve sırlarının ortaya çıkmasından korkmaz. Nitekim Bakara

94. âyette: مه كانت إن قهل اره لكه عند اآلخرةه الد ون من خالصة للا ا الناس ده وه نتهم إن الموت فتمن نصادق كه

“…Eğer doğrular iseniz ölümü temenni ediniz” şeklinde buyrularak doğruların

ölümden ve ölümün sonrasından korkmayan kişiler oldukları belirtilmek

istenmiştir. Doğruluğun aslı, yalanla kurtuluşun mümkün olduğu yerlerde, doğru

davranmaktır. Doğruluk zarar, yalan fayda verecek olsa da doğruluktan ayrılmamak

gerekir.

عون الذن للهود -الرسول أها- قل وأنهم, الناس دون من للا أولاء أنهم لزعمهم; بهم خاصة الجنة أن دوا كذلك األمر كان إن: وأحباؤه أبناؤه ف صادقن كنتم إن, بالموت غركم من أو منكم الكاذبن على فادعه

.هذه دعواكم

Sıdkın Mertebeleri

Doğruluk üç kademedir. Birincisi niyetin doğruluğudur. Bu doğruluğun ilk

kademesidir. İkincisi hayatı Allah’a adamaktır. Bu kısım amelen doğruluk

makamıdır.

Üçüncüsü doğruluğu doğru bilmektir. Yani doğruluğu bilmeden doğru

olunamayacağına göre önce doğru olanı bilmek ve ona göre hareket etmektir. Bu

da Hakkın razı olacağı şeyleri bilmek ve onları yapmak anlamına gelmektedir.

Sadakaya sadaka denmesi de, sadaka vermenin doğru bir şey olduğunun bilinerek

yerine getirilmesinden dolayıdır.

İmamı Gazali, sıdkın altı manası, dolayısıyla altı mertebesinin bulunduğunu

belirterek şu kısımlara ayırmıştır: Sözde doğruluk, niyet ve iradede doğruluk,

azimde doğruluk, vefada doğruluk, amelde doğruluk ve dinin bütün emir ve

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
GAZALİ'ye göre doğruluğun 6 mertebesi
Page 174: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Sadıklarla beraber

olunuz!.

(Ayet)

yasaklarında doğruluk. Gazali, kim sıdkın bütün bu kısımlarını yerine getirecek

olursa sıddîk olur diyerek bu kısımları şöyle izah eder:

1- Sıdkın birinci derecesi, dilin doğru olmasıdır. Bu mertebedeki kişi konuştuğu

ve haber verdiği her şeyi mutlaka doğru söyler ve verdiği her sözü yerine getirir.

Sözünden asla dönmez. Sıdkın bu derecesi her Müslüman için gereklidir. Ve sıdkın

çeşitlerinin en meşhuru da budur. Bu sıdkın zıddı ise, kizb, yani yalan söylemek ve

verdiği sözde durmamaktır. Bu ise dinen yasak olan bir durumdur. Dinimizde

yalanın caiz olabileceği üç yer bulunmaktadır. Bunlar, iki Müslümanın arasını

düzeltmek için, iki eşi olanın eşlerinin gönlünü hoşnut etmek için ve savaşta icap

ettiğinde söylenilebilecek sözlerdir.

2- Niyet ve iradedeki sıdk. Sıdkın bu mertebesindeki sadık, yaptığı her işi Allah

için yapar, içi-dışı birdir. Sadece sözünün doğru olması yetmez, niyetinin de halis

olması gerekir. Bu durumda ilgili bir hadiste Yüce Allah’ın ahirette alimlere,

“Bildiklerinle ne amel ettin?” sorusuna alimlerin “Şöyle şöyle amel ettim.” demeleri

üzerine Yüce Allah’ın “Yalan söylüyorsun, sen o amelleri ve işleri sana alim desinler

diye yaptın.”, diyeceğinin haber verilmesi, sıdkın bu derecesiyle ilgilidir. Daha önce

geçen âyette münafıkların Peygamberimizin risaletini kalben inanmadıkları hâlde

sözde tasdikleri de sıdkın bu mertebesiyle ilgili bir durumdur. Öyle ise sıdkın bu

ikinci mertebesinde sözün niyete uyması da şart olmaktadır. Ve niyetin sırf Allah

için olması gerekmektedir.

3- Azim ve kararlılıkta sıdk. Sıdkın bu derecesinde ise, kavlen ve kalben sadık

olmanın yanı sıra, azmin ve kararlılığın da bu samimiyete uygun olması gerekir.

Mesela bir insan kalbinden ve samimi bir şekilde “Eğer Allah beni zengin yaparsa

malımın tümünü veya yarısını Allah yolunda harcayacağım.” Dese, fakat bu

niyetinde kesin bir azim ve kararlılık olmasa, sıdkın bu derecesine göre sadık

sayılamaz. Bu derecede de sadık olabilmesi için sözünün bütün bir azim ve

kararlılıkla yerine getirmeyi kastetmesi gerekmektedir. Mesela Hz. Ömer’in “Hz.

Ebubekir’in içinde bulunduğu bir cemaate lider olmaktansa, boynumun vurulmasını

tercih ederim.” demesi bu niyetindeki azim ve kararlılığın derecesini göstermesi

bakımından bu derecedeki sıdka bir örnek oluşturmaktadır.

4- Azminin gereğini yerine getirmede sadık olmak. Üçüncü derecede geçen

bütün bir azim ve kararlılıkla, kalbinden samimi bir şekilde vaat ettiği şeyi tahakkuk

ettirmek imkânı elde ettiği hâlde, daha sonra bazı sudan sebep ve amillerden

dolayı önceki niyetini, azmini yerine getirmese, bu dereceye göre sadık olamaz. Bu

dördüncü derecedeki sadık kişiye örnek bir insan, Enes r.a.’ın amcası Enes b.

Nadr’dır. Bu sahabi Resulüllah ile beraber Bedir savaşına katılamamıştı. Bu durum

onun kalbini çok üzmüş ve Resulüllahın bu ilk cihadında hazır bulunamadığından

dolayı çok hayıflanmıştı. Sonradan şöyle vaat etti: Eğer Resulüllahla beraber bir

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 175: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Sıdk, her yer ve

zamanda, her daim…

ve bütün azalarla…

cihadı Allah bana nasip ederse ne yapacağımı kesinlikle Allah görecektir. Bu sahabi

bir sene sonra Uhud Savaşına katılma imkânını bulmuş ve cihada gidiyordu. Saad b.

Muaz onu görünce: Ey Eba Amr nereye gidiyorsun diye sormuş o da, cennetin

kokusuna, ben Uhud tarafından esen cennetin kokusunu almaktayım demiş, yiğitçe

savaşmış ve öldürülerek şehit edilmişti. Öldüğünde cesedinde seksen küsur mızrak,

kılıç ve ok yarası bulundu. Kız kardeşi Binti Nadr, kardeşimi ancak elbisesinden

tanıyabildim demişti. Bu sahabinin Bedir savaşına katılamama üzüntüsünü

gidermek için verdiği sözü, bu denli kararlılık azim ve iştiyakla yerine getirmesinden

dolayı Ahzab sûresinin 23. âyeti nazil olmuştu. Bu âyette Yüce Allah, ؤمنن من رجال المه

وا ما صدقهوا عاهده ه للا نتظره من ومنههم نحبهه قضى من فمنههم عل لهوا وما تبدال بد “Müminlerden Allah’a

verdikleri söze sadık kalan nice erler vardır. Kimi canını verdi kimi de beklemektedir.

Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.” buyurarak bu mertebedeki sadıkları anlatmıştır.

من فمنهم: البأس وحن والضراء البأساء على وصبروا, تعالى للا مع بعهودهم أوفوا رجال المؤمنن من أو النصر: الحسنن إحدى نتظر من ومنهم, والوفاء الصدق على مات أو للا، سبل ف فاستشهد بنذره، وفى

روا وما, الشهادة لوه ول نقضوه ول, للا عهد غ ر كما, بد .المنافقون غ

Bu derecede sadık olamayanlardan ise Tevbe sûresinin 75-78. âyetlerinde

bahsetmektedir. Bu âyetlerin meali ise şöyledir: عاهد من ومنههم فضله من آتانا لئن للا

قن د الحن من ولنكهونن لنص ا)٥٧( الص م فلم م وتولوا به بخلهوا فضله من آتاهه ون وهه ف نفاقا فأعقبههم)٥٧( مهعرضه

وم إلى قهلهوبهم لقونهه أخلفهوا بما وهه ما للا كذبهون كانهوا وبما وعده علمهوا ألم)٥٥( أن علمه للا م هه م سر وأن ونجواهه

هوب عالمه للا )٥٧( الغه “Yine onlardan kimi de Allah’a: “Eğer bize lutfundan ihsan ederse

muhakkak zekâtını veririz ve muhakkak Salihlerden oluruz.” diye söz vermiştir.

Fakat Allah, lutfundan onlara zenginlik verilince, onda cimrilik edip Allah’ın

emrinden yüz çevirerek sözlerinden döndüler. Nihayet Allah’a verdikleri sözden

döndüklerinden ve yalan söylediklerinden Allah, kendisiyle karşılaşacakları güne

kadar onların kalbine nifak soktu. Münafıklar, Allah’ın onların sırrını da fısıltılarını

da bildiğini, gaipleri çok iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı?”

Sıdkın bu mertebesiyle ilgili Ebu Saîd el-Harrâs şöyle demiştir: “Rüyamda gökten

iki meleğin indiğini gördüm. Bana “Sıdk nedir?” diye sordular. Ben de: “Sözünde

durmaktır.” dedim. Bana “Doğrusun.” dediler ve göğe çıktılar.”

5- Amel ve davranışlardaki sıdk: Sıdkın bu derecesi, kişinin içiyle dışının aynı

olmasını gerektirmektedir. Bunun zıddı riyadır. Eğer kişi zahiren salih görünüyorsa

içi de aynı olmalıdır. Başka bir ifade ile dışı içine uymalıdır, içi dışını tasdik

etmelidir. Resulüllah Efendimiz bu konuyla ilgili olarak “Ey Allahım, içimi dışımdan

daha hayırlı eyle ve dışımı salih eyle” buyurmuştur. Yezid b. Hars ise “Kulun içi dışı

aynı ise ve birbirine uyuyorsa bu normal bir hâldir. Eğer içi dışından daha iyi ise bu

fazilettir. Fakat dışı içinden üstün ise bu da kendini ve başkalarını aldatmaktır.”

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 176: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Bir

eys

el E

tkin

lik • "Benim ümmetim günah işleyebilir; ama

asla yalan söylemez." mealindeki hadis bize ne anlatmaktadır? Üzerinde düşününüz.

Müslüman, dilinden

ve elinden emin

olunan kimsedir.

(Hadis)

diyerek sıdkın bu beşinci derecesini anlatmaya çalışmıştır. Ebu Yakup en-Nehrecûnî

ise sıdkın bu mertebesini şöyle tarif etmektedir: “Sıdk için dışa tam muvafakatıdır”.

6- Sıdkın en üstünü ve en efdali olan altıncı ve sonuncu derecesi ise bütün dinî

davranışlarda sadık olmaktır. Allah’tan korkmakta, Allah’tan ummada, Allah’a

saygıda, zühd ve rızada, Allah’a tevekkül ve Allah’ı sevmede vb. bütün dinî

durumlarda sadık ve doğru olmaktır. Bu derece Hücurât sûresinin 15. âyetinde

şöyle buyurmaktadır: ما ؤمنهون إن آمنهوا الذن المه وله باهلل رتابهوا لم ثهم ورسه وا وأنفهسهم بأموالهم وجاهده

سبل ف مه أهولئك للا ادقهون هه Müminler ancak Allah’a ve resulüne iman eden ve ondan“ الص

sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır.

İşte sadıklar ancak onlardır.”

قوا الذن المؤمنون إنما أموالهم نفائس وبذلوا, إمانهم ف رتابوا لم ثم, بشرعه وعملوا وبرسوله باهلل صد .إمانهم ف الصادقون هم أولئك, ورضوانه وطاعته للا سبل ف الجهاد ف وأرواحهم

Sıdkın bu derecesini izah etmek için şu misali verebiliriz. Kulun, Allah’tan

korkması dinî bir vecibedir. Fakat bu Allah korkusu kişide nasıl sadık bir şekilde

olmalıdır? Mesela bir insan bir eşkıyadan, bir düşmandan veya çok ciddi bir

tehlikeden rengi sarararak, azaları titreyerek, kalbi hızla çarparak korkar, icabında

yemeden-içmeden kesilir, aklı karışır, eli ayağı dolaşır, hiçbir şeyden zevk alamaz ve

bütün rahatı kaçar, bütün bir korku ve ümitsizliğe düşerse, aynı şekilde Allah’tan ve

Allah’ın onu cehenneme atmasından da daha fazla korkması gerekir ki Allah’tan

korkma hususunda sadık olabilsin. Nitekim bu konuda Resulüllah efendimiz

“Cehennemden korkan, cenneti isteyen kişi, nasıl uyuyabilir!” diyerek dinî

durumlarda gerçek sıdkın nasıl olabileceğini bildirmek istemiştir. Cibril hadisindeki

ihsan makamı olan “Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi kulluk et, sen O’nu görmesen

de O seni görüyor” makamı ile örtüşen sıdkın bu derecesi, gerçekten elde edilmesi

çok zor bir makamdır ve insanlar bu gibi durumlarda birçok derecelere ayrılır.

Ayrıca bir insan bazı hususlarda daha sadık olabilirken bazı durumlarda daha az

samimi ve sadık olabilirler. Böylece sıdk ve samimiyetin derecesinin burada da

görüldüğü gibi pek çok kısımlara ayrılabileceği ortaya çıkmaktadır.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 177: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Öze

t •Adalet, ilahi ve sosyal ilişkilerimizi belirleme konusunda İslam'ın en önemli ilkelerinden birisidir. İslam, insanın iki cihanda saadetini temin etmeyi gaye edindiğinden dolayı, hak ve adalet meselesine çok büyük önem vermiştir. Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de hak ve adaletin her alanda gerçekleştirilmesi için çokça uyarı ve teşviklerde bulunmuştur. Çünkü Allah âdildir, adalet ve merhametle davrananları sever. Bu çerçevede hangi seviyede olursa olsun bir yöneticinin yönettiği müessesede, bir hâkimin baktığı davada, bir şahidin şahitlik yaptığı konuda, bir aile reisinin aile içi münasebetlerde, bir tüccarın ticari hayatta ve bir mü'minin insanlarla ilişkilerinde hakkı gözetmesini, adaleti ikame etmesini emretmiştir. Bunun da ötesinde Allah (cc), mü'minlerin adalet hassasiyetine sahip, adalet timsali kimseler olmasını emretmektedir. Çünkü yargı, idare ve beşerî münasebetlerde adaletin gerçekleştirilmesi, insanlığın ve İslam'ın temel ve en önemli hedeflerinden biridir. İnsanlar arası ilişkilerin tümünde, kendimizi karşıdaki insanın yerine koyma veya onu kendimiz gibi görme, temel bir Müslümanlık ölçüsüdür. İnsanlar arası sosyal münasebetleri hakkaniyet ve merhamet esasına göre düzenleyen Kur’ân’ın bu uygulamalarını, İslam dışındaki hiçbir din, felsefe ve düşünce sisteminde bulmak mümkün değildir.

•Doğruluk, Kur’ân’ın temel kavramlarından biridir. Kur’ân ve hadislerde doğruluk konusuna oldukça yer verilmiş, mü’minler her hâlükârda doğru olmaya ve doğrularla birlikte hareket etmeye teşvik edilmişlerdir. Doğruluk, Allah’a gereği gibi inanmanın ve ona karşı saygılı olmanın ölçüsüdür. İmanın temeli, doğruluk; nifakın temeli de yalancılıktır. Sıdkın en üstünü ve en efdali, bütün söz ve davranışlarda sadık olmaktır. Allah’tan korkmakta, Allah’tan ummada, Allah’a saygıda, zühd ve rızada, Allah’a tevekkül ve Allah’ı sevmede vb. bütün durumlarda sadık ve doğru olmaktır.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 178: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Alış

tırm

alar

• Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebilirsiniz.

Etkileşimli Alıştırmalar

Öd

ev

• Adalet ve doğruluk kavramlarının "iman" ile ilişkisini araştırarak 200 kelimeyi aşmayacak şekilde bir yazı hazırlayınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.

Ödev gönderimi

Page 179: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Değerlendirme

sorularını etkileşimli

olarak

cevaplandırabilirsiniz

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Adaleti ifade etmek için Kur’ân’ın en çok kullandığı kavram aşağıdakilerden hangisidir?

a) Hak kavramı b) Vasat Kavramı c) Adalet Kavramı d) Kıst kelimesi e) İhsan Kavramı

2. Adl kelimesi, “adale an” veya “ye’dilun” şeklinde kullanıldığında hangi anlama gelmektedir?

a) Her şeyin ve herkesin hakkını vermek, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutmak, insaf ve merhamet sahibi olmak

b) Allah’ın tevhid ilkesini benimsemek c) Orta yolu tutmak d) İhsanda bulunmak e) Haktan ve İslam’dan yüz çevirmek, şirk koşmak

3. Adaletle birlikte insaflı ve merhametlice davranmak hangi kavramın anlamıdır?

a) Ma’ruf b) İhsan c) el-Birr d) Kıst e) Adalet

4. "Annelerinden hür olarak doğan insanları ne zaman köle edindiniz?" sözü kime aittir?

a) Allah’a b) Hz. Ömer’e c) Peygamberimize d) İbn Abbas’a e) İbn Mesud’a

5. Kur’ân’ın adalet ilkesi dikkate alındığında aşağıdaki uygulamalardan hangisi yanlıştır?

a) Anne ve babamız hakkında da adaletli davranmalıyız. b) Çocuklarımız arasında adaletli davranmalıyız. c) Gayrimüslimlere hakkında adaletli olmamız gerekmez. d) Zengin ve fakir arasında ayrım yapılmamalıdır. e) Mevki ve makam sahiplerine imtiyaz gösterilemez.

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Yapışkan Not
demir
Yapışkan Not
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 180: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

6. Aşağıdakilerden hangisi “sıdk” teriminin ifade ettiği manalardan biri değildir?

a) Doğruyu söylemek b) Sözün öze uyması c) Her doğruyu her yerde söylememek d) Verdiği sözde durmak e) Dürüst ve samimi olmak

7. Aşağıdakilerden hangisi “sıdk” kelimesinin diğer mastarlarından biri değildir?

a) Sadk b) Tasdak c) Masdûka d) Sıdk e) Sıddîk

8. İmamı Gazali sıdkı kaç mertebeye ayırır?

a) Üç b) Dört c) Beş d) Altı e) Yedi

9. Sıdkın zıddı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Salah b) Felah c) Günah d) Yalan e) İsyan

10. Aşağıdakilerden hangisi sıdk kelimesinin manalarından değildir?

a) Mihir b) İbadet c) Sadaka d) Doğru sözlü olmak e) Samimiyet

CEVAPLAR:

1-c, 2-e, 3-d, 4-b, 5-c, 6-c, 7-e, 8-d, 9-d, 10-b

demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
demir
Vurgu
Page 181: MÜFESSİRİN DONANIMI VE TEFSİRDE TEMEL İLKELER · Müfessirin Donanımı ve Tefsirde Temel İlkeler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 güçlü çeneleriyle bütün

Kur’ân’da Adalet ve Doğruluk

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

1. Kur’ân-ı Kerim.

2. Afzalur Rahman. (2004). Siret Ansiklopedisi. İnkılab Yay. İstanbul.

3. Çağrıcı, Mustafa. (1988). “Adalet”. İslam Ansiklopedisi. İstanbul.

4. Beydavî, (1418). Envâru't-Tenzîl. Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi. Beyrut.

5. Elmalılı, Hamdi Yazır. (1971). Hak Dinî Kur'ân Dili. Eser Kitabevi. İstanbul.

6. Semerkandî, Ebu’l-Leys. (1413). Bahru’l-Ulûm. Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye. Beyrut.

7. Fîrûzâbâdî, Mecdüddin Muhammed b. Yakûb. (ts.) Besâiru Zevi’t-Temyîz fî

Letâifi’l-Kitabi’l-Azîz. Tah. Muhammed Ali en-Neccâr.

8. Hamidullah, Muhammed. (1990). İslam Peygamberi. (çev. Salih Tuğ). İstanbul.

9. İbn Fâris, Ebu’l-Huseyn Ahmed. (ts.). Mu’cemu Mekâyisi’l-Luga. Tah.

Abdusselâm Muhammed Hârûn.

10. İbn Manzûr, Cemâluddîn Muhammed b. Mükrim. Lisânu’l-Arab.

11. İmam-ı Gazalî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed. İhyâu Ulûmi’d-Dîn

12. Kandehlevî, Yusuf. (1971). Hayatü’s-Sahabe. trc. Ahmet M. Büyükçınar ve

Arkadaşları. Kalem Yay. İstanbul.

13. Karaman, Hayrettin ve ark. (2006). Kur’ân Yolu. Diyanet İşleri Başkanlığı.

Yayınları. Ankara.

14. Kastallanî, Ahmed b. Muhammed. (1991). el-Mevâhibu'l-Ledüniyye. Beyrut.

1991

15. Kılıç, Recep. (1998). Hz. Peygamber'in Hayatından Davranış Modelleri. Diyanet

İşleri Başkanlığı Yayınları. Ankara.

16. Mert, Muhit. (2009). “İslam'da Adalet İlkesi”. Yeni Ümit Dergisi. Sayı: 84. Nisan

- Mayıs – Haziran. İstanbul.

17. Mevdudî, Ebu’l-Ala. (1985). Tefhimu’l-Kur’ân. İnsan Yay. İstanbul.

18. Muhammed Hüseyin Ebu’l-Futûh. Kâimetun Mu’cemiyetun bi-Elfâzi’l-Kur’âni’l-

Kerîm ve Derecâtu Tekrârihâ.

19. Polater, Kadir (2008). Kur’ân Açısından Zulüm ve Adalet. Doğu Yay. Erzincan.

20. Rağıb el-İsfehânî, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân. tahkîk: Safvân Adnân Dâvûdî

21. Şiblî, Mevlana (1978). Asrı Saadet. çev. Ö. Rıza Doğrul. Eser Neşriyat. İstanbul.

22. …….., (1986). Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi. İstanbul.