meditrio 4 / 3-6 ekim 2019, kktcmeditrio2019.org/uploads/kongre-kitabi.pdfmeditrio 4 / 3-6 ekim...
TRANSCRIPT
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
DESTEKLEYEN KURUMLAR
KONGRE BAŞKANLARI
Prof. Dr. Bülent TUTLUOĞLU Akademik Solunum
Derneği
Prof. Dr. Murat TOPRAK Türk Kulak Burun Boğaz ve Baş
Boyun Cerrahisi Vakfı
Prof. Dr. Haluk ÇOKUĞRAŞ Çocuk Alerji ve Astım Akademisi
Derneği
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
3 Ekim Perşembe
14:00 -16:00 PANEL 1: Öksüren Hastaya Yaklaşım Oturum Başkanları: Asım Kaytaz, Sevda Şener
14.00 -14:30 Çocuklarda Kronik Öksürüğe Yaklaşım
Maleyka Kerimova
14:30 - 15:00 Üst Solunum Yolu Öksürük Sendromu
Asım Kaytaz
15:00 - 15:30 GÖR ve Eozinofilik Özofajit - Sindirim Sisteminin Astımı mı?
Ömer Faruk Beşer
15:30 - 16:00 Öksürük Varyant Astım, Atopik Öksürük, Eozinofilik Bronşit
Sevda Şener
16:00 - 16:30 ARA
16:30 - 18:00 PANEL 2: Çevresel Etkenler ve Solunum Yolu Hastalıkları Oturum Başkanları: Nihat Sapan, Bülent Tutluoğlu
16:30 - 17:00 Hava Kirliliği ve Çocuklarda Solunum Yolu Hastalıkları
Nihat Sapan
17:00 - 17:30 Küresel İklim Değişikliği ve Solunum Yolu Hastalıkları
Mahir İğde
17:30 - 18:00 Biomass Maruziyeti ve Solunum Yolu Hastalıkları
Mesut Bayraktaroğlu
18:00 - 19:30 PANEL 3: Solunum Yolu Enfeksiyonları Oturum Başkanları: İbrahim Sayın, Ahmet Başustaoğlu
18:00 - 18:30 Üst Solunum Yolu Enfeksiyonları
İbrahim Sayın
18:30 - 19:00 Alt Solunum Yolu Enfeksiyonları
Günay Aydın
19:00 - 19:30
Solunum Yolu Enfeksiyonlarının Tedavisinde Bakteriyofaj Uygulamaları ve Akılcı Antibiyotik Kullanımı
Ahmet Başustaoğlu
19:30 - 20:00 Açılış Töreni
4 Ekim Cuma
08:00 – 09:00 Sözel Bildiriler 1 (S-001,S-002,S-003,S-004,S-005,S-006) Oturum Başkanları: Nerin Bahçeciler, Arzu Didem Yalçın
09:00 - 11:15 PANEL 4: Alerjik Hastalıklarda Güncel Tedavi Oturum Başkanları: Bahaüddin Çolakoğlu, Nerin Bahçeciler
09:00 - 09:45
Alerji Tanısında Son Gelişmeler
Bahaüddin Çolakoğlu
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
09:45 - 10:30
Alerji Tedavisinde Biyolojik Ajanlar
Arzu Didem Yalçın
10:30 - 11:15 Spesifik İmmunoterapi
Nerin Bahçeciler
11:15 - 11:45 ARA
11:45 – 13:45 PANEL 5: KOAH Tanı ve Tedavisinde Son Gelişmeler Oturum Başkanları: Günay Aydın, Serdar Erturan
11:45 - 12:15 KOAH Tanı ve Tedavisinde Son Gelişmeler
Pınar Yıldız
12:15 - 12:45 KOAH' da Beslenme
Mesut Bayraktaroğlu
12:45 - 13:15 KOAH' da Komorbidite
Bülent Tutluoğlu
13:15 - 13:45 KOAH ve Uyku
Çağlar Çuhadaroğlu
13:45 - 14:30 YEMEK ARASI
14:30 -16:30 PANEL 6: Obstruktif Uyku Apnesi Oturum Başkanları: Murat Toprak, Çağlar Çuhadaroğlu
14:30 -15:00 Tanım Sınıflama
Teyfik Turgut
15:00 - 15:30 PSG ve PAP Tedavisi
Çağlar Çuhadaroğlu
15:30 - 16:00 OSAS' lı Hastaya KBB Yaklaşımı
Alp Demireller
16:00 - 16:30 OSAS Cerrahisi
Mustafa Gerek
16:30 - 17:00 ARA
17:00 - 19:00 PANEL 7: Çocuklarda Astım ve Rinit Oturum Başkanları: Haluk Çokuğraş, Nermin Güler
17:00 - 17:30 Çocuklarda Astım Rinit İlişkisi
Esra Özek Yücel
17:30 - 18:00 Çocuklarda Ağır Astıma Yaklaşım
Haluk Çokuğraş
18:00 - 18:30 Hışıltılı Çocukda Ne Zaman Astım Düşünelim?
Nermin Güler
18:30 - 19:00 Çocuklarda Rinosinüzit Medikal ve Cerrahi Tedavisi
Fikret İleri
19:00 - 19:30 KONFERANS 1: Vokal Kord Muayenesi ve Vokal Kordun Benign Lezyonları Oturum Başkanı: Fikret İleri
Ferhan Öz
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
5 Ekim Cumartesi
08:00 - 09:10 Sözel Bildiriler 2 (S-007,S-008,S-009,S-010,S-011,-S-012,S-013) Oturum Başkanları: Kurtuluş Aksu, İbrahim Sayın
09:10 - 11:10 PANEL 8: Astım Tanı ve Tedavisinde Son Gelişmeler Oturum Başkanları: Bülent Tutluoğlu, Pınar Yıldız
09:10 - 09:40 Astım Epidemiyolojisi Risk Faktörleri ve Tanı
Ahmet Akkaya
09:40 -10:10 Astımda Tedavisinde GINA 2019 Kılavuzu
Füsun Yıldız
10:10 - 10:40 Kontrolü Güç ve Ağır Astım
Semra Demir
10:40 - 11:10 Olgularla Ağır Astım Tedavisi
Kurtuluş Aksu
11:10 - 11:30 ARA POSTER TARTIŞMALARI Oturum Başkanları: İbrahim Çukurova, Semra Demir
11:30 – 13:00 PANEL 9: Vokal Kord Hastalıkları ve Öksürük Oturum Başkanları: Fatih Öktem, Arif Ulubil
11:30 - 12:00 Vokal Kord Disfonsiyonu
İbrahim Sayın
12:00 - 12:30 Vokal Kordun Malign Hastalıkları
Arif Ulubil
12:30 - 13:00 Physchogenic Cough
Alexander Kotilov
13:00 - 13:30
KONFERANS 2: Sigara ve Solunum Yolu Hastalıkları Oturum Başkanı: Ahmet Ilgazlı
Teyfik Turgut
13:30 - 14:30 YEMEK ARASI
14:30 -16:30 PANEL 10: Solunum Yolu Acilleri Oturum Başkanları: Kamil Kaynak, Mehmet Akif Özgül
14:30 -15:00 Üst Solunum Yolu Acilleri
Fatih Öktem
15:00 - 15:30 Yabancı Cisim Aspirasyonu
Kamil Kaynak
15:30 - 16:00 Hemoptizi
Mehmet Akif Özgül
16:00 - 16:30 Rinosinüzit Komplikasyonları
İbrahim Çukurova
16:30 - 17:00 ARA
17:00 - 19:00 PANEL 11: Üst ve Alt Solunum Yollarının Endoskopik ve Radyolojik İncelenmesi Oturum Başkanları: İrfan Devranoğlu, Teyfik Turgut
17:00 - 17:30 Üst Solunum Yollarının Endoskopik İncelenmesi
Murat Toprak
17:30 - 18:00 Endoskopik Yabancı Cisim Çıkarılması
İrfan Devranoğlu
18:00 - 18:30 Bronkoskopide Anatomi ve Temel Patolojiler
Serdar Erturan
18:30 - 19:00 Solunum Sisteminin Radyolojik Değerlendirmesi
Ahmet Ilgazlı
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
Sözel Bildiriler
S-001 Patolojik Tanı Alan Perikardiyal Effüzyon Olgularımızın Adenozin Deaminaz
Düzeyleri
Hande İkitimur
S-002 Obstruktif Uyku Apne Tanılı Hastalarda Komorbidite
Ayfer Utku Savaş
S-003 Konjenital Kistik Adenomatoid Malformasyon Olgu Sunumu
Özlem Özpenpe
S-004 Septoplasti Ameliyatı Sonrası Silikon Splint ve Transseptal Dikiş
Karşılaştırması
Serkan Çayır
S-005 Çocukluk Çağı Mental Motor Retardasyonuna Neden Olan DLG3 Geninin
Hemizigot Varyant Mutasyonu
Hüseyin Avni Solgun
S-006 Peritonsiller Apse Tanı ve Tedavisinin Literatür Eşliğinde Değerlendirilmesi
Havva Duru İpek
S-007 Jüvenil Nazofarengeal Anjiofibrom Deneyim ve Sonuçlarımız
Engin Başer
S-008 Allerji Polikliniğine Başvuran Yaşlı Alerjik Rinit ve Nonallerjik Rinitli
Hastaların Değerlendirilmesi
Emel Atayık
S-009 Çocuklarda Uyku Apne Semptomları Nedeniyle Yapılan
Adenotonsillektominin Yaşam Kalitesi Üzerine Kısa ve Uzun Dönem Etkileri
Erdal Sakallı
S-010 Pediatrik Yaş Grubunda Akut Otitis Media Komplikasyonları
Safiye Giran
S-011 Pediatrik Preseptal ve Periorbital Selülitli Olguların Bilgisayarlı Tomografide
Sinonasal Anatomik Bulgularının İncelenmesi
Selin Üstün Bezgin
S-012 İnsidansı Artan Servikal Lenfadenitler-TBC
Ziya Şencan
S-013 Sabit Üst Hava Yolu Obstrüksiyonu: Wegener Granülomatozisi
Kurtuluş Aksu
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
SÖZEL BİLDİRİLER
S - 001
Patolojik Tanı Alan Perikardiyal Effüzyon Olgularımızın Adenozin Deaminaz Düzeyleri
Ayfer Utku Savaş1, Hande İkitimur2, Murat Akkuş3, Barış İkitimur4
1 İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul
2Biruni Universitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
3 İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, İstanbul
4İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: Perikardiyal effüzyonların etyolojisini belirlemek oldukça zor olup literatürde sıklıkla spesifik nedenlere bağlı perikardiyal effüzyonlar ile ilgili çalışmalar mevcuttur. Adenozin deaminaz (ADA) seviyesi başta tüberküloz olmak üzere neoplastik hastalıklar ve akut viral enfeksiyonlar gibi lenfositik nedenli perikardiyal effüzyonlarda artmış olarak bulunmuştur. Çalışmamızda ileri derecede perikardiyal effüzyonu olan olgularda perikard sıvısında ADA seviyesinin tespit edilmesi ve effüzyon nedenlerinin patolojik olarak incelenmesi amaçlanmıştır.
Metod: Çalışmamıza farklı etyolojik nedenli ileri derecede perikardiyal effüzyonu olan 49 (13 kadın, 36 erkek) olgu dahil edilmiştir. Olguların ortalama yaşı 55 yıldır. Her olgunun perikardiyal effüzyonu ekokardiyografi ile tespit edilmiştir. Olguların tümünün perikardiyal sıvıda ADA (U/L) seviyesi ölçülmüş ve ADA aktivitesi sınır değeri 40 U/L olarak alınmıştır. Her olguya perikardiyosentez yapılmış ve perikardiyal pencere işlemi uygulanmıştır. Cerrahi müdahale, genel anestezi altında supin pozisyonda yatan hastaya sol anterior minitorakotomi ile beşinci interkostal aralıktan girilerek perikard değerlendirildikten sonra perikardiyal pencere açılmış ve alınan sıvıdan ADA ölçümü, doku örneklerinden de patolojik inceleme yapılmıştır.
Sonuçlar: Çalışmaya alınan olguların perikardiyal effüzyonları incelendiğinde tümü eksüdatif karekterdeydi. Olguların 43 (%87,75) tanesine plevral effüzyon eşlik etmekteydi. Perikardiyal sıvısı olup polikliniğimize refere edilen olguların başvuru nedenleri incelendiğinde; 21 olguda bilinen malignite (15 akciğer kanseri, 2 meme kanseri, 1 mezotelyoma, 1 karsinoid, 1 renal hücreli kanser, 1 AML), 9 olguda iskemik kalp hastalığı öyküsü, 4 olguda hipotiroidi tanısı mevcut olup kalan 15 olgu ise klinik tanı almamış nefes darlığı yakınması ile başvurduğu tespit edildi.
Olguların serum ADA aktivitesi 27,43 23,45 U/L olarak sınır değerinin altında hesaplanmıştır. Tüm olgulara uygulanan perikardial pencere sonucunda 18 olguda akciğer ca metastazı, 1 olguda meme ca metastazı, 18 olguda non-spesifik inflamasyon, 8 olguda kronik inflamasyon ve 4 olguda granülamatoz inflamasyon tespit edilmiştir.
Tartışma: Perikardiyal pencere ile patolojik olarak tanısı konulmuş olgularımızın %53,06’sında non-spesifik akut ya da kronik inflamasyon tespit edilmiş olup ikinci sıklıkla akciğer kanseri metastazı (%36,73) yer almaktadır. Çalışmamızda literatürdeki çalışmalar ile kıyaslandığında daha az olguda granülamatöz enfeksiyon (%8,16) tespit edilmiştir. Perikardiyal sıvıda ADA seviyesi, biyopsi örneklerinde granülamatöz infeksiyon tespit edilen olgularda artmış bulunmuştur. Olgularımızın patolojik tanılarının büyük oranda non-spesifik inflamasyon ve malignite olması nedeni ile ADA seviyesinin anlamlı derecede yüksek bulunmadığını düşünmekteyiz.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 002
Obstruktif Uyku Apne Tanılı Hastalarda Komorbidite
1.Ayfer Utkusavaş - 2.Hande İkitimur
1.Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp Ve Damar Cerrahisi
Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul
2.Biruni Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Obstruktif Uyku Apnenin (OUA) hipertansiyon, koroner arter hastalıkları, KOAH, başta DM
olmak üzere çeşitli endokrinolojik hastalıklar ve inme ile ilişkisi birçok çalışmada araştırılmıştır.
Komorbidite, indeks bir hastalıkla direkt ilişkili olmayan ilave sağlık sorunları olarak tanımlanmaktadır.
OUA hastalarında tedavi seçiminde komorbid hastalıklar önem taşımaktadır. Çalışmamızda, 2015-2016
yıllarında merkezimizde polisomnografi yapılarak OUA tanısı almış hastalarda komorbiditeyi
değerlendirdik.
Yöntem: Merkezimizde polisomnografi yapılarak OUA tanısı almış hastaların demografik özellikleri ve
daha önce tanı alarak kronik tedavi aldıkları hastalıkları kaydedilmiştir.
Bulgular: 104’ü kadın (%25,5) toplam 408 hasta çalışmaya dahil edildi. Ortalama yaş 51,93 (32-81
aralığında), Vücut Kitle İndeksi: 32,83 kg/m2, Apne Hipopne İndeksi: 42,26 /saat idi. Hastaların 197’si
(%48,2) sigara içmiyorken sigara kullananların ortalama sigara kullanımı 21,49 paket/yıl (5 ile 80
paket/yıl aralığına) olarak saptandı. Hastaların 90’ında (%22,1) Diabetes mellitus (DM), 213’ünde
(%52,2) hipertansiyon (HT), 73’ünde (%17,8) koroner arter hastalığı, 34’ünde (%8.3) hipotiroidi,
32’sinde (%7,8) kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH), 11’sinde (%2.7) kardiyak aritmi, 7’sinde
(%1,71) kronik böbrek yetmezliği (KBY) ve 6’sında (%1,5) serebrovasküler olay (CVA) bulunmaktaydı.
78 hastada (%19,1) yalnız bir komorbid hastalık varken 74’ünde (%18,3) iki (en fazla birliktelik 36
hastada (%8,8) HT ve DM), 24’ünde (%5,9) üç veya daha fazla komorbid hastalık olduğu saptanmıştır.
Sonuç: OUA hasta grubunda komorbidite sık olarak karşılaşılabilecek bir durum olup hasta yönetimini
etkileyen bir sorun olduğu için mutlaka sorgulanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Komorbidite, OUA, tedavi
İletişim [email protected]
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 003
Konjenital Kistik Adenomatoid Malformasyon Olgu Sunumu
İSTANBUL EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
Süleymaniye Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Ek Binası Çocuk Kliniği
Özlem Özpenpe, Eda Silistre Sünnetçi
Giriş: Dört- sekizinci gebelik haftasında bronşiyoalveoler matürasyonun duraklayıp, mezenkimal
hücreleri aşırı proliferasyonu sonucu terminal bronşiyollerin aşırı prolifere olarak
nonfonksiyone multpl kistik hamartamatöz akciğer dokusundan oluşan lezyonlardır. Tüm
konjenital akciğer malformasyonlarının %25 ini oluşturur ve insidansı 1/25000 dir. Çoğu vakada
yenidoğan döneminde solunum sıkıntısı kliniğine neden olsa da bir kısım vaka iki yaş altında
tekrarlayıcı akciğer infeksiyonu geçirme nedeninin araştırılması sırasında saptanır. Prenatal tanı
genelde konulur ve postnatal çekilen akciğer grafisi ilk tanı koydurucu tetkiktir. Baryum grafi ve
bilgisayarlı tomografi ayırıcı tanı ve kesin tanı için gereklidir.
Olgu: Antenatal sağ akciğerde multipl kist saptanan 2800 gr ağırlığındaki 36W+4d olarak C/S ile
doğan bebeğin fizik muayenesinde saptanan solunum sıkıntısı nedeni ile yenidoğan yoğun
bakım ünitesine alınarak oksijen desteği başlatıldı. Akciğer grafisinde sağ akciğerde tüm loblarda
yaygın multipl hava kistleri saptandı. Klinik takibinde çekilen bilgisayarlı tomografi ile konjenital
kistik adenomatoid malformasyon tanısı kesinleşti. Solunum desteği devam eden hasta kistlerin
lokalizasyon genişliği de göz önünde bulundurularak komplikasyon gelişmeden çocuk göğüs
cerrahisine nakledildi.
Tartışma: Antenatal 16-22. Haftalarda yapılan USG nin önemi bu olguda anlaşılmaktadır.
Postnatal bakım koşulları ve takibi ile ilgili ön hazırlık yapılmasına yardımcı olduğu gibi hidrops,
pulmoner hipoplazi, mediastende sola kaymanın olduğu konjenital kistik adenomatoid
malformasyon vakalarında prenatal tedavi gerekliliğini de belirler. Postnatal çekilen akciğer
grafisi en sık kullanılan tanı tetkikidir.Baryum grafi ve bilgisayarlı tomografi ayırıcı tanı ve kesin
tanı için gereklidir. Genelde tek lobda sınırlı iken bizim vakamız tüm loblara yayılmış kistler
barındırdığından daha hızlı cerrahi girişim gerektirmektedir.
Sonuç: Antenatal gebelik takibinin olması fetüsün bir çok konjenital anomalisini erken tanı ve
tedavi yaklaşım planının belirlenmesinde çok önemlidir. Doğumda normal olsa dahi postnatal
on gün içinde solunum sıkıntısı problemi gelişen tüm yenidoğanlarda doğumsal akciğer
patolojileri akla getirilmelidir.
Anahtar Kelime: Yenidoğan, prenatal tanı, doğumsal akciğer patolojileri.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 004
Septoplasti Ameliyatı Sonrası Silikon Splint ve Transseptal Dikiş Karşılaştırması
Serkan ÇAYIR, MD, Otorhinolaryngologist, Aksaray University Faculty of Medicine, Department
of Ear Nose and Throat and Head and Neck Surgery / Turkey, +905054358634,
[email protected], Fax : :+903822129109.
Serkan KAYABAŞI, MD, Otorhinolaryngologist, Aksaray University Faculty of Medicine,
Department of Nose and Throat and Head and Neck Surgery / Turkey, +905058869594,
[email protected], Fax : +903822129109.
ÖZET
Amaç:
Bu çalışmada septoplasti sonrası havayolu bulunan silikon nazal splint ve transseptal sütür tekniğinin hasta konforu üzerine etkilerini ve oluşabilecek komplikasyonlar açısından sonuçlar literatür eşliğinde karşılaştırıldı.
Gereç ve Yöntemler:
Bu çalışmada, Ocak 2015 – Haziran 2019 tarihleri arasında, kliniğimizde septum deviasyonu tanısıyla septoplasti operasyonu geçiren 356 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. İnternal nazal splint kullanılan 192 hasta Grup I, transseptal sütür atılan 164 hasta Grup II olarak sınıflandırıldı. Gruplar arasında ameliyat sonrası vizüel analog skalası (VAS) kullanılarak ağrı düzeyleri ve ayrıca kanama, hematom, sineşi, septal perforasyon ve ameliyat sonrası iyileşme süresi verileri karşılaştırıldı.
Bulgular:
Hastalarımızın yaş ortalaması Grup I de 43.4 yıl (16 – 73 yıl) ve Grup II de 44.7 yıl (17-71 yıl) olarak saptandı (p>0.05). Gruplar arasında kanama, hematom, sineşi ve septal perforasyon açısından istatiksel anlamlı bir fark saptanmazken (p>0.05), ağrı düzeyleri açısından Grup I de Grup II ye göre anlamlı yüksek olarak saptandı (p<0.05). İyileşme süresi bakımından bir anlamlı bir fark saptanmazken (p>0.05), Grup II de hastaların pansuman ihtiyacı biraz daha fazla bulundu.
Sonuç:
Her iki tekniğinde kendine ait avantajları olmasına rağmen, transseptal sütür tekniği, internal nazal splinte göre daha yüksek hasta konforu sağlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: septoplasti, nazal splint, transseptal sütür
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 005
Çocukluk Çağı Mental Motor Retardasyonuna Neden Olan DLG3 Geninin Hemizigot Varyant
Mutasyonu
Yazarlar: Huseyin Avni Solgun1, Alper Ozkılıc2
SOLGUN H.A., Dr.Öğr.Gör, Altınbas Universitesi Pediatri ABD/Istanbul/
Tel:05058990572/email:[email protected]
OZKILIC Alper, Dr.Öğr.Gör, Biruni Universitesi Pediarik Genetik ABD/Istanbul/
Tel:05424366178/[email protected]
Giriş
Amaç: Eskiden zihinsel gerilik (MR) olarak adlandırılan entelektüel engellilik (ID), pre, peri ve postnatal
gelişimin değişmez aşamalarına etki eden heterojen çevresel ve genetik nedenlere sahiptir. Mevcut
araştırmalar, idiyopatik MR olarak kabul edilen durumun, genetik tabanını netleştirmek için yapılmıştır.
Her ne kadar birçok kodlama varyantı çocukluk çağında MR'da belirtilmiş olsa da, patojenik kodlayıcı
olmayan düzenleyici varyantların tanımlanması bugüne kadar sadece birkaç durumda sağlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Bu Çalışmada; İnsanlarda 60 MB'lık sızmalar (CCDS, RefSeq ve gencode
veritabanlarını kapsayan bölgelerin% 99'unu hedef alan) "Agilent Sure Select İnsan Tüm Ekson V6" kiti
kullanılarak zenginleştirildi. Zenginleştirilmiş kütüphane, Illumina yeni nesil sıralama platformunda
ortalama 100X kapsama alanı ile dizildi.
Bulgular: C.2267 pozisyonunda guanin pozisyonunun adenin olduğu tespit edilen Disc-large homolog 3
(DLG3) gen mutasyonlu iki olgu sunuldu. Her iki durumda da MR'ın familyal transmisyon paternlerini
tanımlamak için anne ve babanın DLG3 gen mutasyonu açısından taranması negatif olarak bulundu. Bu
veriler şu anda bilinen patojenik DLG3 varyantlarının izole olduğu tahminiyle tutarlıdır.
Tartışma:DLG3 geni, doğrudan glutamat reseptörü sinyal ve iletimi ile doğrudan bağlı, zihinsel
gelişim,beyin ve bilişsel gelişi ile plastisite oluşumunda ve X'e bağlı MR ile ilişkili olduğu bilinen plastisite
düzenlemesinde merkezi bir mekanizma olarak artan bir şekilde tanınan ilk zihinsel düzenleme genidir.
Çalışmamızdaki ikinci olguda daha önce atipik otizm tanısı konulmuştur. Otisim spektrum hastalıkları
(ASD) ve XLMR arasındaki ilişki hala belirsizdir. Bu çalışmada litaratürde nadir olan; ancak daha önce
atipik otizm tanısı almış olan bu bireydeki MR nedeni olarak görünen DLG3 silme işlemini genetik olarak
tanımladık.
Sonuç: Tüm Exom Sekans Analizi sonucunda, DLG3 geninde hemisigot olarak tespit edilen mutasyonun,
iki hastanın da erkek olması nedeniyle hastalığa neden olduğu düşünülmektedir. ASD ve XLMR
ilişkisinin tanımlanması açıcından DLG3 mutasyonu mutlaka bu hasta gruplarında değerlendirilmelidir.
Gelecekte yapılacak yeni çalışmalar bu tezi güçlendirerek, XLMR ve ASD genetik etiyolojisini
aydınlatacaktır.
Anahtar Kelimeler: X'e bağlı Mental Retardasyon (XLMR), Austism spektrum hastalığı (ASD),
Genetik, DLG3 gen mutasyonu
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 006
Peritonsiller Apse Tanı ve Tedavisinin Literatür Eşliğinde Değerlendirilmesi
Havva Duru İpek1
1.İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Kliniği, İstanbul, Türkiye
Giriş: Pertonsiller apse akut tonsillitin bir komplikasyonu olup yetişkinlerdeki baş-boyun bölgesinin en sık derin enfeksiyonudur . Biz çalışmamızda pertonsiller apse tanı ve tedavisini yaptığımız 47 hastanın sonuçlarını literatürün ışığında tartışmayı amaçladık.
Material ve Metod: Nisan 2017 - Haziran 2019 tarihleri arasında hastanemizin KBB kliniğinde peritonsiller apse tanısı alan 47 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. İğne aspirasyonu uygulandıktan sonra pü gelen hastalara insizyonla drenaj yapılırken, pü gelmeyen hastalara 3 noktadan aspirasyon yapılarak işleme son verildi. İnsizyon yapılmayan hastalara postoperatif 1. Günde aspirasyon tekrarlandı. Hastaların tümüne ilk 3 gün intravenöz, sonrasında oral antibiyotik verilerek tedavi on güne tamamlandı.
Bulgular: 47 hastanın 21’u kadın( %44,6), 26’sı erkekti(% 55,4). Yaş ortalaması 25.9 olarak saptandı. 6 hastada daha önce peritonsiller apse öyküsü mevcut idi(%12) Aspirasyon sonrasında pü gelen hasta sayısı 39 olup bu hastaların hepsine insizyon yapıldı. Pü gelmeyen 8 hastaya üç farklı noktadan aspirasyon tamamlandıktan sonra insizyon yapılmadı ve postoperatif 1. Günde aspirasyon tekrarlandı, pü gelen 1 hasta oldu ona da insizyon yapıldı. Tüm hastalara ilk 3 gün iv klindamisin 3. Günden sonra oral penisilin verildi. 10 günlük tedavi sonrası düzelmeyen hastamız olmadı. Hastaların hiçbirine sıcak tonsillektomi yapılmadı. Ameliyat olmayı kabul eden 3 hastaya tonsillektomi yapıldı.
Tartışma: Peritonsiller apsede genel tedavi yaklaşımı insizyon ve drenaj.1 olmasına rağmen literatürde bildirilen karotis patolojileri nedeniyle yalnızca iğne aspirasyonu ve antibiyotik tedavisini öneren seriler bildirilmiştiR.2 Biz tüm hastalarımızda önce aspirasyon yaptık, pü gelen hastalarımızın apsesini insizyon ile drene ettik. Penisilin önceleri peritonsiller apse tedavisi için ilk seçilecek ilaç iken günümüzde Penisilin yerine klindamicin, yada ikinci veya üçüncü jenerasyon sefalosporin kullanımı önerilmektedir.3,4 Biz de çalışmamızda ilk üç gün klindamisin sonrasında penisilin tedavisi ile devam ettik.
Sonuç: Peritonsiller apse olgularında apsenin iyi drene olabilmesi için insizyon yapılması, apse tablosunun tam oluşmadığı vakalarda sadece aspirasyon yapılması fakat birgün sonra aspirasyonun tekrarlanarak apse oluşumunun kontrol edilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Literatür: 1. Sennaroğlu L, Ayas K. Peritonsiller, parafaringeal ve retrofaringeal apseler. Katkı Pediatri Dergisi: 6:538-543,1993. 2. Wolf M, Even-Chen I, Kronenberg J. Peritonsillar abscess: repeated needle aspiration versus incision and drainage. Ann Otol Rhinol Laryngol 103:554,1994.
3. Gidley PW, Ghorayeb BY, Stiernberg CM. Contemporary management of deep neck space infections. Otolaryngol Head Neck Surg 116(1):16-22,1997.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
4. Maharaj D, Rajah V, Hemsley S. Management of peritonsillar abscess. J Laryngol Otol 105:743-5,1991
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 007
Jüvenil Nazofarengeal Anjiofibrom Deneyim ve Sonuçlarımız
Engin Başer, İbrahim Çukurova
SBÜ Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, KBB Kliniği
Giriş: Juvenil nazofarengeal anjiofibrom, adolesan erkeklerde görülen, nadir bir tümördür. En sık kabul gören ve uygulanan tedavi yöntemi, tümörün cerrahi eksizyonudur. Bu çalışmayı sunmamızdaki amaç; Juvenil nazofaringeal anjiyofibrom (JNA) nedeniyle cerrahi uyguladığımız hastalarda, postoperatif süreç ve sonuçlarımızı literatür eşliğinde paylaşmaktır.
Materyal ve metod: 2007-2015 yılları arasında, JRA nedeniyle kliniğimizde opere olan 4 hastamızın dosya kayıtları, takip notları ve görüntüleri geriye dönük olarak olarak incelenmiştir.
Bulgular: Kliniğimizde yaptığımız retrospektif tarama sonucu, opere ettiğimiz 4 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalarımızın hepsi erkek hasta olup, yaşları 14 ile 20 yaş aralığında değişmektedir. Tüm hastalar endoskopik transnazal yaklaşım ile opere edilmiştir. Minimum takip süremiz 3 yıl olup, 1 olgumuzda nüks meydana gelmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Juvenil nazofarengeal anjiofibrom oldukça vasküler bir tümör olup, tüm baş ve boyun tümörlerinin %0.05 ile %1’ini oluşturan, histopatolojik olarak benign ancak klinik olarak agresif seyreden bir tümördür. Bu tümör spesifik olarak; palatin kemiğin bifurkasyonu, vomerin horizontal alası ve pterigoid çıkıntının kökü tarafından oluşturulan sfenopalatin foramenin superior kenarından köken alır. JNA tedavisinde endoskopik yaklaşım güvenle uygulanabilecek bir yöntemdir. Preoperatif embolizasyon uygulanması, peroperatif kanama miktarını azaltmakta ve ameliyat süresini kısaltmaktadır.
Anahtar kelimeler: Juvenil nazofarengeal anjiofibrom, endoskopik cerrahi, nazofarinks
Kaynaklar:
1. Şahin, B., Çomoğlu, Ş., Sönmez, S., Polat, B. & Değer, K. A juvenile nasopharyngeal angiofibroma: our 10-year experience in a tertiary centre. Kulak Burun Bogaz Ihtis. Derg. 26, 135–142 (2016).
2. Lu, F. K. Ğ., Durgut, O., En, E. Ş. & Af, Ö. Endoskopik Juvenil Nazofarengeal Anjiofibrom Cerrahisi - Uluda ğ KBB Sonuçlar ı. 37, 7–11 (2011). 3. Khoueir, N., Nicolas, N., Rohayem, Z., Haddad, A. & Abou Hamad, W. Exclusive
endoscopic resection of juvenile nasopharyngeal angiofibroma: a systematic review of the
literature. Otolaryngol. Head. Neck Surg. 150, 350–8 (2014).
4. Yazıcı, Z. M., Çelik, M., Yegin, Y., Olgun, B. & Kayhan, F. T. Juvenil nazofarengeal anjiofibrom yönetimi; iki olgu sunumu. SiSli Etfal Hastan. Tip Bul. / Med. Bull. Sisli Hosp. 159–62 (2016). doi:10.5350/semb.20150730083332 Yazarlar:
1- Op. Dr. Engin Başer 2- Prof. Dr. İbrahim Çukurova SBÜ Tepecik EAH SBÜ Tepecik EAH
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
[email protected] [email protected] 0532 579 45 38 0532 282 11 33
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 008
Allerji Polikliniğine Başvuran Yaşlı Alerjik Rinit ve Nonallerjik Rinitli Hastaların Değerlendirilmesi
Emel Atayık
T.C. Sağlık Bakanlığı,Sağlık Bilimleri Üniversitesi,Konya Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Erişkin Allerji ve İmmünoloji Kliniği,Meram Konya
Giriş: Yaşlı popülasyonu giderek artmaktadır. Hapşırma, burun akıntısı, tıkanıklık, burun ve göz kaşıntıları, post nazal akıntılar yaşlı erişkinlerin yaklaşık %32’sini etkilemektedir. Yaşlanma ile birlikte altta yatan bazı faktörler ( immün duyarlılığın değişmesi, burun içi ve mukozasındaki değişiklikler gibi) yaşlı erişkinlerde rinit patogenezine katkıda bulunabilir. Yine yaşlılığa bağlı eşlik eden komorbid hastalıklar, kognitif ve bilişsel değişikler, polifarmasi ve ilaç yan etkileri gibi nedenler tedaviyi etkilemektedir. Erişkin allerji polikliniğine rinit ve göz şikayetleri başvuran yaşlı erişkinlerde semptomları, tanı, alerjik duyarlanmaları, radyolojileri ve aldıkları tedavilerin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem ve bulgular: 2015 Mayıs-2019 Mart aylarında erişkin allerji polikliniğine başvuran hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların semptomları, atopik duyarlanmaları, paranazal sinüs BT’leri, serum eozinofil, Total IgE değerleri ve aldıkları tedaviler kaydedildi. Hastaların deri prik testi ve spesifik IgE değerlerine göre Allerjik rinit (AR) ve Nonallerjik rinit (NAR) olarak iki gruba ayrıldı. Gruplar karşılaştırılarak bu parametrelere göre bir fark olup olmadığı değerlendirildi. Bulgular : Çalışmaya 109 hasta dahil edildi. Ortalama yaş 70,4 yıl (65-87) olup, %60.3’ü kadındı. Klinik, fizik muayene, Deri prik testi ve spesifik IgE tetkikleri beraber değerlendirildiğinde %31,2(34) hasta AR %68,8 (75) NAR tanısı konuldu. AR’li grupta en sık duyarlılık polen (%44,1), sırasıyla mite-hamam böceği (%32,4)ve küf (%8,8) alerjenleri idi. Her iki grubun yaş ortalaması 69 yaş saptanırken, iki grup arasında cinsiyet, sigara, nazal poliposiz, aspirin duyarlılığı, serum eozinofil sayı ve yüzdeleri arasında bir fark saptanmadı. Total IgE AR grubunda ortalama 136 kU/L(72,6-448,5), NAR grubunda ortalama 56 kU/L(18-230,5) saptandı ve aradaki fark anlamlı yüksekti(p>0.05).Klinik öykü ve PNSBT bulgularına göre NAR grubunda kronik sinüzit AR grubuna göre anlamlı yüksek saptandı(p>0.05). Semptomlar gruplar arasında değerlendirildiğinde hapşırma, burun kaşıntısı ve göz bulguları AR grubunda NAR grubuna göre anlamlı yüksek iken NAR grubunda AR grubuna göre anosmi bulgusu anlamlı yüksekti(p>0.05). Rinit şiddeti değerlendirildiğinde AR grubunda en sık orta ağır intermitant rinit iken (%35,3), NAR grubunda ise hafif persitant rinit (%58,7) olarak değerlendirildi. Aldıkları tedavi açısından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
Sonuç: Rinit her yaş grubunda olduğu gibi geriatrik hastaları da etkilemektedir. Yaşlı popülasyonu arttıkça rinitin sıklığı da artacaktır. Geriatrik hastalarda, kronik rinitin sub tiplerinin doğru teşhisi ve uygun tedaviler ile genel yaşam kaliteleri arttırılabilir.
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 009
Çocuklarda Uyku Apne Semptomları Nedeniyle Yapılan Adenotonsillektominin Yaşam Kalitesi
Üzerine Kısa ve Uzun Dönem Etkileri
Erdal Sakallı, Doktor Öğretim Üyesi
İstanbul Aydın Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB hastalıkları, İstanbul
Mail: [email protected]
Tel:5334417710
Giriş: Adenotonsiller hipertrofi nedeniyle uyku apne semptomları olan çocuklarda uygulanan
tonsillektomi+adenoidektomi sonrası yaşam kalitesindeki kısa ve uzun dönemdeki değişimin
değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: 2015-2018 yılları arasında grade 3 ve grade 4 adenotonsiller hipertrofisi olup
uyku apne semptomları tariflenen 48 hasta (29 erkek-19 kız) ile çalışma tamamlandı. Hastaların
yaşları 2-14 arasında değişmekte olup ortalama yaş 7.1±3.2 yıldı. Hastaların tümüne uyku apne
semptomları nedeni ile tonsillektomi+adenoidektomi operasyonu uygulandı. Uyku apne
semptomlarının şiddetinin değerlendirilmesi OSA-18 yaşam kalitesi formu ile yapıldı. Hastaların
aileleri tarafından ameliyat öncesi, ameliyattan 1 ve 6 ay sonra doldurulan OSA-18 yaşam kalite
anket skorlarının karşılaştırılması yapıldı.
Bulgular: Hastaların ameliyat öncesi OSA-18 toplam skor ortalaması 78.3±18.0 iken bu oran
ameliyat sonrası 1. ayda anlamlı şekilde düşmüş olup toplam skor ortalaması 42.2±22.1 olarak
saptandı (p<0.001). Yine aynı şekilde ameliyat sonrası 6. aydaki yapılan anketlerdeki OSA-18
toplam skor ortalaması 45.4±20.3 olarak saptanmış olup ameliyat öncesine göre anlamlı bir
düşüş olduğu saptandı (p<0.001). OSA-18 yaşam kalite formundaki 5 ana başlıktaki ( uyku
bozukluğu skoru, fiziksel semptom skoru, duygusal stres skoru, gün içi faaliyet skoru, ebebeyn
kaygısı skoru) ayrı ayrı ortalamalar hesaplandığında ameliyat sonrası 1.ay ve 6. aydaki değerler
ameliyat öncesi skor ortalamalarına göre anlamlı olarak düşük bulundu (p<0.001). Ameliyat
sonrası 1. ve 6. ay arasındaki anketlerdeki OSA-18 toplam skoru, uyku bozukluğu skoru , fiziksel
semptom skoru, duygusal stres skoru, gün içi faaliyet skoru ve ebebeyn kaygısı skoru arasında
anlamlı bir fark saptanmadı.
Sonuç: Tonsillektomi ve adenoidektomi ameliyatları çocuklardaki uyku apne semptomlarının
şiddetini düzeltmektedir. Ameliyat sonrası uzun dönemde bu semptomların şiddetinde tekrar
bir artış izlenmemektedir.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 010
Pediatrik Yaş Grubunda Akut Otitis Media Komplikasyonları
Safiye Giran Örtekin1, Havva Duru İpek1
1-Uzm. Dr. Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Araştırma hastanesi, Kulak Burun Boğaz Bölümü,
İstanbul
Giriş: Orta kulak enfeksiyonlarının, orta kulak mukozası ve temporal kemik havalı boşlukları
dışına çıkması ‘komplikasyon’ olarak isimlendirilmektedir. Antibiyotiklerin otitis medianın
tedavisinde kullanılmaya başlanması ile özellikle akut otitis mediaya (AOM) bağlı
komplikasyonlar belirgin şekilde azalmakla beraber, kronik süpüratif otitis mediaya (KSOM)
bağlı komplikasyonlar hâlen görülmektedir.
Genel olarak otitis media, patojenin virulansına, konak direncine, hastalığın evresine ve ek
hastalıkların olup olmadığına bağlı olarak bazı komplikasyonlarla karşımıza çıkabilir.
Komplikasyonlar, erişkinlerde genellikle kronik otitis mediaya ikincil görülmekle birlikte,
pediyatrik olgularda daha sıklıkla akut otitis mediaya ikincil olarak gelişir. Bunun nedeni
pediyatrik olgularda dehisansların daha sık görülmesidir. Komplikasyonlar, intrakraniyal
komplikasyonlar ve ekstrakraniyal komplikasyonlar olmak üzere iki başlık altında
toplanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, 2015-2019 yılları arasında kulak burun boğaz polikliniğinde
veya çocuk acil polikliniğinde görülüp tarafımıza konsülte edilen, komplikasyonlu akut otitis
media tanısı alan ve kliniğimizde takip ve tedavi edilmiş pediatrik hastalar retrospektif olarak
incelendi. Çalışmada hastaların demografik özellikleri, başvuru nedenleri, uygulanan tedavi
yaklaşımları ve yapılan cerrahi girişimler değerlendirildi. Çalışmaya 7 kız, 8 erkek olmak üzere
toplam 17 hasta dahil edildi. Yaş ortalaması 4,6 (0-11yıl) idi. En sık başvuru şikayeti kulak
çevresinde şişlik ve yüz felci idi. Hastalara çocuk enfeksiyon uzmanına danışılarak ampirik
antibiyotik tedavisi başlandı ve gerekli olan cerrahi girişimler uygulandı.
Sonuç: Kulak burun boğaz, çocuk enfeksiyon hastalıkları ve beyin cerrahisi tarafından erken tanı,
agresif antibiyotik tedavisi ile kombine cerrahi yöntem, akut otitis media komplikasyonlarına
bağlı mortalite ve morbiditenin azaltılmasında kilit rol oynamaktadır.
Safiye Giran Örtekin 05052295379, [email protected]
Havva Duru İpek 05054845773, [email protected]
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 011
Pediatrik Preseptal Ve Periorbital Selülitli Olguların Bilgisayarlı Tomografide Sinonasal Anatomik Bulgularının İncelenmesi
Selin ÜSTÜN BEZGİN1, Havva Duru İPEK1
1. İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Bölümü
Amaç: Preseptal ve periorbital selülit pediatrik olgularda sıklıkla rinosinüzite bağlı gelişen ve belirgin morbiditeye neden olabilecek komplikasyonlardır [1,2]. Bu komplikasyonlar bazı rinosinüzitli olgularda gelişirken bazılarında meydana gelmemektedir. Bu durum olgularda komplikasyona yatkınlık yaratacak sinonasal anatomik farklılıkların varlığını düşündürmektedir. Bu çalışmanın da amacı pediatrik preseptal ve periorbital selülit tanısı alan olguların bilgisayarlı tomografi görüntülerinde sinonasal anatomilerinin incelenmesidir.
Metod: Çalışmamızda hastanemizde Kulak Burun Boğaz tarafından değerlendirilen, 2014-2019 tarihlerinde, 18 yaş altı hastalarda akut rinosinüzite bağlı gelişen preseptal ve periorbital selülit tanılı olguların bilgisayarlı tomografi görüntüleri incelenmiştir. Diş müdahalesi, travma gibi rinosinüzit dışında etkenlerle gelişen olgular çalışma dışında tutulmuştur. Hastaların yaş, cinsiyet, mevcut komplikasyonun tarafı, septal deviasyon ve konka bülloza varlığı incelenmiştir.
Bulgular: Çalışmamızda 1-14 yaş arası toplam 19 çocuk yer almaktadır. Ortalama yaş 5.7±3.9 olarak bulunmuştur. Çocukların 10’u (52.6%) erkek, 9’u (47.4%) kadındır. Olguların 12 ‘si (63.1%) preseptal selülit, 7’si (36.9%) periorbital selülit tanısı almıştır. Komplikasyon 8 (42.1%) olguda sol tarafta, 11 (57.9%) olguda sağ tarafta gözlenmiştir. Septal deviasyon varlığına bakıldığında, 1 (5.3%) olguda komplikasyon gelişen tarafla aynı tarafta, 3 (15.8%) olguda komplikasyon gelişen tarafla farklı tarafta septal deviasyon tespit edilmiştir. Olguların sadece 1’inde (5.3%) komplikasyonla aynı tarafta orta konkada konka bülloza varlığı görülmüştür.
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda akut rinosinüzite bağlı gelişen preseptal ve periorbital selülit gelişen hastalarda septal deviasyon ve konka bülloza varlığı son derece az görülmüştür. Pediatrik orbital komplikasyonlu hastalarda sinonasal anatominin değerlendirildiği bir başka çalışmada da orbital komplikasyonlar ile konka bülloza ve septal deviasyon arasında istatiksel olarak anlamlı korelasyon bulunamamıştır [3]. Periorbital selülitli hastaların değerlendirildiği geniş bir seride ise vakaların bir kısmında septal deviasyon (47%) ve pnömotize orta konka (13%) saptanmıştır. Her iki anatomik durumda olguların cerrahiye gidişi ile ilişkili saptanmamıştır [2].
Kaynaklar
1. Sobol SE, Marchand J, Tewfik TL, Manoukian JJ, Schloss MD. Orbital complications of sinusitis in children. J Otolaryngol 2002;31:131-136.
2. Radiographic Findings and Clinical Correlates in Pediatric Periorbital Infections. Int J Otorhinolaryngol. 2015; January 2(1): doi:10.13188/2380-0569.1000004.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
3. Pediatric orbital cellulitis and the relationship to underlying sinonasal anatomy on computed tomography. The Journal of Laryngology & Otology 2017; 131:714–718.
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 012
İnsidansı Artan Servikal Lenfadenitler-TBC
Dr.Öğr.Üyesi Ziya ŞENCAN- Doç.Dr. Ela CÖMERT-Doç.Dr Gökçe ŞİMŞEK
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Kliniği, Kırıkkale, Türkiye
Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde son 1 yılda tüberküloz (Tbc) lenfadenit tanısı konulan pediatrik ve erişkin 3 vakanın yaşları, cinsiyeti, temas öyküsü, sosyoekonomik durumu, başvuru şikayetleri, lenfadenitin yerleşim yeri, görüntüleme yöntemleri ve biyopsi sonuçları değerlendirildi.
Hastalar ve Yöntemler: Son 1 yıl içerisinde kliniğimize boyunda kitle ile başvuran ve boyun kitlelerinin etiyolojisinin saptanması amacı ile cerrahi girişim yapılan 40 hastadan 3 tanesine patoloji sonucuyla TBC lenfadenit tanısı konuldu. Bütün hastaların kulak burun boğaz muayeneleri rutin olarak yapıldı. Hemogram, biyokimya ve serolojik testleri yapıldı. 14 yaşında olan pediatrik hasta ülkemize göç eden bir sığınmacıydı, boyunda tedaviye dirençli lenfadenit ile pediatri bölümünden konsülte edildi. 47 yaşındaki erişkin hasta dış merkezde 1 aydan uzun süre non-spesifik lenfadenit düşünülerek antibiyoterapi almış, tedaviye cevapsız kalması nedeniyle yönlendirilmişti. Diğer erişkin hasta da ülkemize göç eden bir sığınmacıydı ve tüm vücudunda ve boyunda yaygın apse nedeniyle konsülte edilmişti. Hastalara ön-arka akciğer grafileri, göğüs hastalıkları ve pediatri konsültasyonu yapıldı. Görüntüleme yöntemleri ile İİAB yapılarak değerlendirildi. 2 hastaya ilaveten boyun kitlelerinden eksizyonel biyopsi yapıldı. Materyaller doku biyopsisi şeklinde patolojiye aynı zamanda da doku ve aspirat kültürü şeklinde mikrobiyoloji laboratuarına gönderildi .
Bulgular: 3 hastanın 2 sinde şüpheli Tbc ile temas öyküsü vardı. Temas öyküsü olan 2 hasta yabancı uyrukluydu. Hastaların boyun ultrasonografisi ve bilgisayarlı tomografisinde apse-kistik kitle saptandı. Hastaların birinde Tbc lenfadenitle aktif akciğer Tbc birlikteliği saptandı.
Sonuç: Tanımlanamayan ve tedavi edilemeyen lenfadenitlerde Tbc’den şüphe etmek tanıda en önemli adımdır. Özellikle son yıllardaki yoğun göç dalgası, aşı ve takibi olmayan hastalar, sosyoekonomik durumu kötü olan, daha önce Tbc temas ve öyküsü olan, sigara kullanan, immün sistemi baskılanmış olan hastalarda ve özellikle boyun kitlesinden akıntı tanımlayanlarda, tedaviye cevap vermeyen lenfadenitlerde, her yaş grubu için Tbc lenfadeniti ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
SÖZEL BİLDİRİLER
S – 013
Sabit Üst Hava Yolu Obstrüksiyonu: Wegener Granülomatozisi
Kurtuluş Aksu
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji ve Alerji Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara,
Türkiye
Giriş - Amaç: Sabit üst hava yolu obstrüksiyonu akım volüm halkasındaki inspiryum ve ekspiryum halkalarındaki karakteristik plato ile tanınır. Sabit üst hava yolu obstrüksiyonu sıklıkla astımı taklit eden semptomlara yol açar ve yanlış astım tanısı konulmasına neden olur. Olgu: Yirmi dört yaşında kadın hasta alerji polikliniğine nefes darlığı, öksürük, hapşırık, burun akması, burun tıkanıklığı, gözlerde sulanma ve kaşınma şikayetleri ile başvurdu. Hastanın dispneik olduğu görülmekteydi ve ayrıca stridoru mevcuttu. Oskültasyon ile stridorun akciğer alanlarına yayılmasına ait sesler duyulmakta idi, ral ve ronküsü yoktu. Her iki bacakta noktasal yara izleri mevcut olduğu görülmekteydi.
Ek olarak hasta Göğüs Hastalıkları Kliniği’nde akciğerde kitle nedeniyle takip edilmiş, pulmoner girişimsel işlemler yapılmış ancak kesin bir tanı konulamamıştı. Bacaktaki lezyonlardan ise biyopsi alınmamıştı. Olguda p-ANCA çalışılmış ve pozitif bulunmuştu. Çekilmiş olan paranazal sinüs tomografisinde belirgin bir patoloji izlenmemişti.
Kliniğimizde yapılan cilt prick testinde polen duyarlılığı saptandı. Yapılan spirometrik incelemede FEV1: %54, FVC: %88, FEV1/FVC: %53 idi ve akım volüm eğrisi sabit üst hava yolu obstrüksiyonunu yansıtmaktaydı (Figür 1A). Akciğer grafisinde sağ orta zonda kitle imajı izlenmekteydi.
Hastanın özgeçmişinde subglottik stenoz gelişimine yol açabilecek entübasyon öyküsü yoktu. Daha önceden astım tanısı konulmuş olup astım tedavisi kullanmaktaydı. Hastanın başvuru şikayetleri ve alerji testleri neticesinde mevsimsel alerjik rinit tedavisi düzenlendi. Spirometrinin sabit üst hava yolu obstrüksiyonu ile uyumlu olması nedeni ile de altta yatabilecek patolojiler açısından kulak burun boğaz ve romatoloji kliniklerine yönlendirildi. Takiplerinde hasta başvurduğu Romatoloji Kliniği’nde Wegener granülomatozu tanısı aldığını, buna yönelik prednisolon ve azatiyoprin tedavisi başlanıldığını bildirdi. Ayrıca Kulak Burun Boğaz Kliniği’nde subglottik stenoz tanısıyla lazer ile mekanik dilatasyon işleminin yapıldığını ve işlem sonrası nefes darlığı şikayetinin belirgin düzeldiğini bildirdi. Hastaya bu aşamada tekrarlanan spirometride spirometrik eğrinin normale döndüğü izlendi (Figür 1B).
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
Tartışma: Subglottik stenoz vokal kordların hemen altında subglottik alanda tam ya da kısmi darlık olarak tanımlanır. Çoğu vakada sebep akkiz olup entubasyon öyküsü ile ilişkidir. Bununla birlikte sunulan olguda olduğu gibi otoimmün hastalıklar ve özellikle de Wegener Granulomatozisi bu duruma neden olabilir. Bu nedenle spirometrik eğrilerde izlenen normal dışı görünümler klinikte önemsenmeli ve altta yatabilecek organik patolojiler açısından olgulara ileri araştırmalar yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Sabit üst hava yolu obstrüksiyonu, spirometri, wegener granulomatozu
Figür 1. Olgunun tedavi öncesi (A) ve tedavi sonrası (B) spirometrik değerlendirmesi
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
Poster Bildiriler
P-001 Bir Masif Pulmoner Emboli Olgusunda Başarısız Trombolitik Tedavi Sonrası
İkinci Trombolitik Ajan Uygulanması
Muzaffer Onur Turan
P-002 Endobronşiyal Biyopsi ile Tanı Alan Karsinoid Tümör Olgusu
Pakize Ayşe Turan
P-003 Çocukta Sağ Pulmoner Aplazi
Maleyka Kerimova
P-004 Çocukluk Çağı Viral Enfeksiyonları En Sık Astım Atağını Tetikleyen
Faktörlerdir
Maleyka Kerimova
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
POSTER BİLDİRİ
P – 001
Bir Masif Pulmoner Emboli Olgusunda Başarısız Trombolitik Tedavi Sonrası
İkinci Trombolitik Ajan Uygulanması
(Başvuru “poster” olarak yapılmaktadır, bilgilerinize sunarım)
Muzaffer Onur Turan
(e-mail:[email protected], iletişim numarası:05055252843)
İzmir katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
Bölümü, İzmir
Olgu Sunumu: 54 yaşında erkek hasta, 1 aydır olan nefes darlığının artması nedeniyle acil servise
başvurdu. Hipoksemisi olan, normotansif seyreden hastada tanısal değerlendirme amaçlı
çekilen toraks BT’de bilateral ana pulmoner arterlerde damar lümenini tamamına yakın
dolduran tromboz ile uyumlu görünüm gözlendi. Kardiyoloji tarafından acil servis şartlarında
yapılan yatak başı EKO’da ana pulmoner arterler ve sağ yapılar oldukça dilate ve ana pulmoner
arter üzerinde 43x12 mm çapında trombüs ile uyumlu hiperekojenite görüldü. Hastadaki genel
durum bozukluğu da göz önüne alınarak, submasif pulmoner emboli (PE) tanısıyla rekombinan
doku plazminojen aktivatörü ile trombolitik tedavi uygulandı. Servise yatırılarak izleme alınan,
varfarin tedavisi başlanan hastada antikoagülan tedavinin ilk haftasının sonunda derin
hipoksemi ve tansiyon düşüklüğü gelişti. Yapılan yeni EKO’da ana pulmoner arter üzerinde
34x19 mm trombüs izlenmeye devam edilmiş ve interventriküler septumda “D-shape”
görünümü gözlenmiştir. Kalp damar cerrahisine danışılan hastaya teknik nedenlerden dolayı
embolektomi planlanamadı. Son kliniğiyle birlikte masif PE olarak değerlendirilen hastaya 2. kez
trombolitik ajan uygulandı. Her iki trombolitik uygulamasında da herhangi bir kanama
komplikasyonu gerçekleşmemiştir. Takiplerinde hastanın genel durumu hızlı bir şekilde
düzelmiş olup kontrol EKO’sunda ana pulmoner arterlerde trombüs izlenmemiş, sağ pulmoner
arterde dolum defekti gözlenmiştir. Heparinize edilen hastada tedavide varfarine geçilerek
devam edilmiştir. İzlemde kontrol toraks BT’de ana pulmoner arterlerde dolum defekti
gözlenmeyen hasta INR değeri 2-3 arasında stabil seyrettiğinde tedavi dozu düzenlenerek
taburcu edilmiştir.
Tartışma: Başarısız olmuş trombolitik tedavi sonrasında ikinci kez trombolitik tedavi uygulaması
ile ilgili net bir görüş birliği bulunmamaktadır. Mortalitesi yüksek seyredebilen, şok tablosu
gelişmiş masif pulmoner emboli olgularında, cerrahi embolektominin gerçekleştirilemediği
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
durumlarda tekrarlanan trombolitik tedavi uygulaması, olası riskler göz önünde
bulundurulduğunda hasta açısından fayda sağlayabilecek bir tedavi yaklaşımı olarak
değerlendirilmiştir.
POSTER BİLDİRİ
P -002
Endobronşiyal Biyopsi ile Tanı Alan Karsinoid Tümör Olgusu
(Başvuru “poster” olarak yapılmaktadır, bilgilerinize sunarım)
Pakize Ayşe Turan*,Muzaffer Onur Turan**
(e-mail:[email protected], iletişim numarası:05055252843
*Menemen Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İzmir
**İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
Bölümü, İzmir
Olgu Sunumu: 3 aydır devam eden öksürük ve nefes darlığı yakınması ile hastaneye başvuran 77
yaşında kadın hastada çekilen PA-akciğer grafisinde sağ suprahiler bölgede şüpheli radyoopasite
tespit edildi. 40 paket.yıl sigara öyküsü bulunan hastanın çekilen toraks BT’sinde sağ ana bronş
içerisinde, endobronşial uzanım gösteren yaklaşık 6 cm uzunluğunda ve 1.5 cm kalınlıkta solid
bir lezyon gözlendi. Hastaya yapılan bronkoskopide sağ ana bronşu tamamen tıkayan polipoid
lezyon mevcuttu; buradan bronş biopsisi ve transbronşial ince iğne aspirasyonu (TBİİA)
uygulandı. Malignite ön tanısıyla çekilen PET-BT’de sağ ana bronş içerisindeki polipoid
görünümlü lezyonda orta düzeyde artmış patolojik metabolik aktivite tutulumu (SUVmax:4.4)
izlendi. TBİİA sonucunda sitomorfolojik bulguların ön planda nöroendokrin bir neoplazmı
desteklemekteydi. Bronş biyopsisi tümöral dokuda mitoz ve nekroz mevcut olmayıp, Ki67
proliferasyon indeksi %5' in altında olan, düşük dereceli nöroendokrin tümör ile uyumlu
bulundu. Hasta, tipik karsinoid tümör tanısıyla endobronşiyal rezeksiyon açısından
değerlendirilmesi amaçlı dış merkeze yönlendirildi.
Tartışma: Pulmoner karsinoid tümörler havayollarında bulunan nöroendokrin hücrelerden
kaynaklanan nadir görülen tümörler arasında yer almakta olup, tüm akciğer tümörlerinin %1-
2‘sini oluşturur. Düşük malignite potansiyeline sahip, yavaş büyüyen, lokal gelişme gösteren,
nadiren lenf nodu ve uzak organ metastazı yapan bir tümör tipidir. Kronikleşen pulmoner
semptomları olan, PET-BT incelemesinde metabolik aktivitede ciddi artış olmayan,
endobronşiyal tutulum yapan lezyonlarda ayırıcı tanıda karsinoid tümör olasılığı akıllarda
bulundurulmalıdır.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
POSTER BİLDİRİ
P – 003
Çocukta Sağ Pulmoner Aplazi Olgu Sunumu
Maleyka Karimova
Azerbaycan Tıp Üniversitesi, Pediatri Fakültesi, 2. Çocuk Hastalıkları Anabilim
Dalı, Bakü, Azerbaycan.
Giriş: Pulmoner aplazi (agenezi) nadir görülen konjenital bir anomalidir. Anatomik olarak ana bronşun mevcut olması fakat pulmoner parankim ve damarların olmaması ile karakterizedir.
Olgu: 3 yaşında erkek çocuk 2 aydır giderek artan nefes darlığı şikayeti ile poliklinğimize başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde sol akciğerde solunum sesleri veziküler idi, sağ akciğerde solunum sesleri azalmış idi, ral ve ronkusu yoktu. Diğer sistem muayeneleri doğal ve hastanın alınan özgeçmiş ve soygeçmiş bilgilerinde özellik yoktu. Hastaya çekilen PAAG’de sağ akciğerde volum kaybı olduğu düşünüldü. Etiyoloji için bilgisayarlı toraks tomografisi çekildi. Sağ ana bronş rudimenter olarak izlenmiş olup, sağ akciğer parankim ve sağ akciğere ait damar yapıların olmadığı dikkati çekti. Buna bağlı olarak kalp sağ hemitoraks ile lokalize olmakla beraber sol akciğerin sağ hemitoraksın tamamına yakınını doldurduğu izlendi. Radyolojik olarak sağ pulmoner aplazi tanısı konan hastaya eşlik edebilecek kardiyak anomaliler açısından yapılan ekokardiyografi (EKO) tetkikinde anormallik saptanmadı. Hastaya radyolojik olarak sağ pulmoner agenezi tanısı konularak konservatif tedavi altında olup takip edilmektedir.
Sonuç: Tek taraflı pulmoner agenezi seyrek görülen ve daha çok yenidoğan döneminde rastlantısal tanı alan bir konjenital anomalidir. Tedavi ise gerekli olgularda oksijen desteği, pulmoner rehabilitasyon, pulmoner enfeksiyon kontrolü şeklindedir. Oksijenizasyonu bozulmamış olan hastamıza mevcut bronkodilatör tedavi ile konservatif yaklaşılarak ayaktan takibe alınmıştır. Anahtar Kelimeler: akciğer, aplazi, agenezi, konjenital
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
POSTER BİLDİRİ
P – 004
Çocukluk Çağı Viral Enfeksiyonları En Sık Astım Atağını Tetikleyen Faktörlerdir
Maleyka Karimova
Azerbaycan Tıp Üniversitesi, Pediatri Fakültesi, 2. Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, Bakü,
Azerbaycan.
Giriş: Astım, değişik uyarlara karşı artmış hava yolu duyarlılığı ve geri dönüşümlü hava yolu obstruksiyonu ile karakterize, çocukluk çağının en sık görülen kronik inflamatuvar hastalığıdır.Yeterli tedavi almayan veya herhangi bir tetikleyici etkene maruz kalan hastalarda, akut astım atağı gelişebilmektedir.Ataklar astımın mortalite ve morbiditesini belirleyen en önemli faktördür. Atağa neden olan risk faktörlerinin ve atağın klinik özellklerinin belirlenmesi hastaların bu konuda bilinçlendirilmesini sağlayarak erken dönemde gerekli önemlerin alınmasını sağlayacaktır. Amaç : Polikliniğimizde takib edilen ve astım atağı ile acil servise başvuran 42 astımlı çocuğun, akut astım atağı için risk faktörleri ve klinik özelliklerini belirlemek çalışmamızın amaçı olmuştur. Yöntem : Atağın şiddeti GINA rehberine göre sınıflandırıldı ve bu rehbere göre atak tedavisi verildi. Atak ile başvuran hastaların şikayetleri, fizik müayine bulguları, atak öncesi tedaviye uyumları, atağı tetikleyen risk faktörleri sorgulandı ve anket formuna kaydedildi. Bulgular : Hastaların 25 i erkek ( %59,5) 17 si kız (%40,4) iken, yaş ortalaması 7,8 ±1,9 yıl idi. En sık görülen semptom öksürük olup (%100) tüm hastalarda mevcuttu, bunu hışıltı %71, 4, nefes darlığı % 57, 1 izlemekteydi. Hastaların atak şiddetleri değerlendirildiğinde 22 (% 52) hasta hafif atağı, 18 i (% 42,8) orta ve 2 si (% 4, 76) ise ağır astım atağı olarak sınıflandırıldı. Ataklar 26 hastada (% 61, 9) sadece oksijen ve inhale β2 agonist ile kontrol altına alınırken, 16 hastada (% 38) parenreral steroid tedavisi verilmesi gerekti.Atağa neden olan risk faktörleri değerlendirildiğinde ise atağın en sık nedeninin viral enfeksiyonlar ( % 85,7) olduğu tespit edildi. Sonuç : Astım atağı sık görülen ve ayrıntılı değerlendirilmesi gereken acil bir klinik tablodur. Çocukluk çağı viral enfeksiyonları ise en sık astım atağını tetikleyen faktörlerdir. Anahtar Kelimeler: Astım, çocukluk çağı viral enfeksiyonları
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
Konuşma Özetleri
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
KONUŞMA ÖZETLERİ
3 Ekim Perşembe
17:30 - 18:00
Biomass Maruziyeti ve Solunum Yolu Hastalıkları Dr. Mesut Bayraktaroğlu
Bir enerji kaynağı olan biomass yaşayan ya da yakın zamanda yaşamış canlılardan elde edilen fosilleşmemiş tüm biyolojik malzemenin genel adıdır. En sık kullanılan biomass yakıtlar işlenmemiş odun, odun kömürü, tezek ve tahıl atıklarıdır. Ülkemizde kırsal alanda sık kullanılmakta olan tandır daha çok, ekmek pişirme amacıyla yapılmış, ufak kuyu şeklinde, bacasız bir sistemdir. İçi saman, ot ve tezek ile ısıtıldıktan sonra duvarlarına ekmek hamuru yapıştırılır. Evsel Hava Kirliliğine (Biomas Maruziyeti -HAP) uzun süreli maruz kalma, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerdeki kadınlar ve çocuklar arasındaki önemli halk sağlığı sorunu olarak endişe vericidir. Dünyada yaklaşık 3 milyar kişi evlerinde ısınma-pişirme amaçlı basit soba ve açık ocaklarda tandır-biomass yakıtlar kullanmaktadırlar. En çok biomass tüketimi Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkelerinde görülmekte olup biomass kullanımı dünyada yılda 2-2.5 milyon ölüme neden olmaktadır. Ölümlerin yarısı 5 yaşından küçük çocuklarda akut solunum sistemi enfeksiyonlarına bağlı olarak görülmektedir. Kadınlarda ise ölümler sıklıkla akciğer kanseri ve KOAH’a bağlı olmaktadır. Biomass maruziyeti global hastalık yükünün, önlenebilir risk faktörleri içinde 10. Sırada olup düşük sosyoekonomik düzeyle ilişkilidir. Biomass maruziyetine bağlı olarak çocuklarda düşük doğum ağırlığı, tekrarlayan alt ve üst solunum yolu enfeksiyonları, gelişme geriliği ve kronik bronşit sık görülmekteyken yetişkinlerde ( özellikle kadınlarda) solunum yolu enfeksiyonları, KOAH, astım, bronşiolitis obliterans, pulmoner hipertansiyon, tüberküloz ve kanser normal popülasyondan daha sık görülmektedir. Özellikle ülkemizde kırsal kesimde yaşayanlarda biomass maruziyeti söz konusudur ve biomass maruziyetinin KOAH ile ilişkisi gösterilmiş olup yaklaşık 2,5 kat fazla görülmektedir. Kırsal bölgelerde yaşayan kadınlarda KOAH vakalarının yarıdan fazlasının tek nedeni biomassdır. Biomass maruziyetini azaltmak için alınabilecek önlemleri ekonomik ve kültürel gelişimin sağlanması, eğitim, evlerde havalandırmanın iyileştirilmesi, odaların dağılımında değişim, ev içinde ayrı mutfak kullanımı, sobaların değişimi- baca kullanımı, yakıtların değişimi ve mümkünse elektrik ya da doğal gaz kullanılması şeklinde özetleyebiliriz.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
KONUŞMA ÖZETLERİ
4 Ekim Cuma
09:45 – 10:30
Advanced Monoclonal Antibodies for Asthma
Arzu Didem Yalcin; Department of Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology, Antalya Education and Research Hospital, Antalya, 07070, Turkey.
Correspondence Reprints: Arzu Didem Yalcin, M.D., Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology,
Antalya Education and Research Hospital, Antalya, 07070, Turkey. Email: [email protected]
Biological Agents in Asthma therapy: An Overview Asthma is an important chronic disease affecting a lot of people worldwide (1). Treatment options for asthma like biological agents are being developed more frequently nowadays. Despite a lot of treatment options, some patients still remain symptomatic. As more and more practitioners choose treatment with biologic agents as a convenient way of therapy, biologic agents and other valuable methods must be discovered in order to cope with a growing number of treatment agents. This special issue emphasizes on new generation monoclonal human (ized) antibodies in asthmatics (2-4). The pathophysiological mechanisms underlying asthma, which is a heterogeneous disease, are characterized by interactive responses among various cell types and the hematopoietic cells of the adaptive and innate immune systems. Frequently is conventional therapy like inhaled steroids and beta-agonists sufficient for asthma symptoms. However, a little minority of the asthmatics is not controlled with conventional therapy. Therefore are new treatment options essential for severe asthmatic patients (5). Anti-IL-5 Molecules: Interleukins derived from T-helper-2 (Th2) cells and innate lymphoid cells play an important role in the pathogenesis of asthma. Monoclonal antibodies targeting these cytokines as treatment for severe asthma are expected to be beneficial (6). Eosinophilic inflammation is an important event in the pathogenesis of asthma. IL-5 is a key cytokine that arranges eosinophil production, survival, maturation and recruitment of eosinophils to the inflammation (7). Mepolizumab, reslizumab, and benralizumab are new developed monoclonal antibodies that target the cytokine IL-5. Mepolizumab and reslizumab have been approved by the US Food and Drug Administration (FDA) for the treatment of patients with severe asthma with an
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
eosinophilic phenotype (8,9). Mepolizumab and reslizumab binds directly to IL-5 ligand. These molecules effectively decreased circulating and sputum eosinophil counts, but they failed to improve airway mucosal eosinophilia, acute exacerbation rates, lung function and symptom scores in several studies. These disappointing results may be affected from inappropriate selection of the patients. In order to overcome the probable mechanistic limitations of early anti-IL-5 agents, an anti-IL5R monoclonal antibody was developed and called as benralizumab. Benralizumab, previously known as MEDI-563, is a humanized recombinant IgG1-k isotype monoclonal antibody. It was constructed from the mouse anti-human IL-5Rα mAbs generated by mice immunized with recombinant human IL- 5Rα (10). Clinical studies revealed that anti-interleukin 5 monoclonal therapies for asthma could be safe for slightly improving FEV1 (or FEV1% of predicted value), quality of life, and reducing exacerbations risk and blood and sputum eosinophils. However these drugs have no significant effect on PEF, and SABA rescue use. These may be a result of patient selection. Further trials are required to clarify the optimal antibody for different patients (7). Anti-IL-4/IL-13 Molecules: Another investigated cytokine important in the inflammatory pathways in the pathogenesis of asthma is anti-IL-4. IL-4 is a pleiotropic cytokine secreted mainly by activated T cells. Mast cells, basophils, and eosinophils can also secret IL-4 (10,11). IL-4 is important in inducing IgE isotype switching, T cell polarization into Th2 cells, and generation of IL-4, IL-5, and IL-13 by Th2 cells. IL-4Rα is expressed on CD4+ and CD8+ T cells, B cells, macrophages, lung epithelial cells, airway goblet cells, and smooth muscle cells (11). There is a functional homogeniety between IL-4 and IL-13. IL-4 can activate a heterodimeric receptor complex consisting of the IL-4 receptor α-subunit (IL-4Rα) and a γC subunit. IL-13 can activate the IL-4Rα and the IL-13 receptor α1-subunit (IL-13Rα1) (5). Both IL-4 and IL-13 can bind to heterodimeric combination of the α-subunit of the IL-13 receptor and the α-subunit of the IL-4 receptor. And this leads to signaling of both IL-4 and IL-13. Therefore will blocking IL-4R α with an antibody of this receptor chain expected to block the effects of both IL-4 and IL-13 (6). Pascolizumab and VAK694 are anti-IL-4 neutralizing monoclonal antibodies. Also IL-4 receptor antagonist drugs like dupilumab, pitrakinra and AMG-317 have been discovered. Even a recombinant IL-4Rα that captures soluble IL-4 and prevents their binding to IL-4 receptors, has been developed. It is called altrakincept. However, further research on this drug was discontinued by its manufacturer, since the phase 3 clinical trial failed to confirm its earlier promising results. Since there is a high redundancy of IL-4 and IL-13 signaling, blocking of both IL-4 and IL-13 has been expected to be more efficient (11). Dupilumab is a drug that inhibits signaling from IL-4 and IL-13 concomitantly. It is a molecule that binds to the alpha subunit of the IL-4 receptor. Phase II trials for dupilumab showed that asthma exacerbations were decreased in patients using this drug (12,13). Dupilumab also improved lung function. It reduced the inhaled corticosteroid dose in the patient group. There was also an associated reduction in fractional exhaled nitric oxide with reduced serum concentrations of Th2-associated inflammatory markers such as CCL17 (TARC), CCL26 (eotaxin-3), and IgE (6). These results are promising and further clinical trials will us show us the long-term efficacy of dupilumab (11). Another similar drug that targets IL-4 is pitrakinra. It is a recombinant human IL-4 variant that competitively inhibits IL-4Ra to interfere with the actions of both IL-4 and IL-13. Studies on this competitive antagonist called pitrakinra revealed that it leads to significant reduction in asthma exacerbations and improves asthma symptoms in patients with eosinophilia (14). Pitrakinra also
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
attenuated the late-phase asthmatic response to allergen challenge in patients with mild atopic asthma (6). The other drug called AMG317 was evaluated in another phase II trial in approximately 300 patients with moderate to severe asthma. Weekly injections over 12 weeks were well tolerated but did not have significant effects on the Asthma Control Questionnaire score (ACQ score; the primary outcome) (14). Interleukin 13 shares 30% homology with interleukin 4. IL-13 is secreted by Th2 cells, ILC2s, mast cells, basophils, and eosinophils. IL-13 has the potential to increase goblet-cell differentiation, and activation of fibroblasts. IL-13 production can induce an increase in bronchial hyperresponsiveness, and switching of B-cell antibody production towards IgE (6). IL-13 is similar to IL-4 and uses the same signaling pathways. The high-affinity receptor of IL-13 is a heterodimer of IL-4Rα/IL-13Rα1. IL-13Rα1 is present on eosinophils, B cells, monocytes, macrophages, smooth muscle cells, lung epithelial cells, airway goblet cells, and endothelial cells. Biologicals that target IL-13 are anti-IL-13 mAbs: anrukinzumab,dectrekumab, GSK679586, IMA-026, lebrikizumab, RPC-4046, and tralokinumab (11). Patients with severe asthma often have elevated levels in sputum despite therapy with high dose inhaled or oral corticosteroids. Lebrikizumab is one of the many humanized monoclonal antibodies that have been developed to specifically bind to IL-13 and inhibit its function (14). In a randomized, double-blind, placebo-controlled study were 219 asthma patients observed and evaluated whether the drug lebrikizumab could alter the course of asthma. Lebrikizumab treatment was associated with improved lung function. Patients with high pretreatment levels of serum periostin had greater improvement in lung function with lebrikizumab. This therapy needs futher evaluation before being utilized in clinics (15). Another monoclonal antibody called tralokinumab, an investigational human IL-13-neutralising immunoglobulin G4 monoclonal antibody, has been evaluated in adults with moderate to severe uncontrolled asthma despite controller therapies. Patients were randomly assigned to receive tralokinumab or placebo subcutaneously every 2 weeks for 13 weeks. Although it had an acceptable safety and tolerability, it did not reduce asthma exacerbations (16). Antithymic stromal lymphopoietin: Thymic stromal lymphopoietin (TSLP) is an epithelial cell derived cytokine that may trigger allergic inflammation and, thus, play a role in allergic asthma (17). It is an epithelial-derived cytokine and makes its effect through its receptor, TSLP-R, which is a heterodimeric receptor that consists of the IL-7 receptor alpha chain (IL-7Rα) and the TSLP receptor alpha chain 1 (TSLPRα). In hematopoietic cells, TSLP-R is mainly expressed in DCs, monocytes, B cells, T cells, NK cells, invariant natural killer T (iNKT) cells, eosinophils, basophils, and mast cells (11). A human anti TSLP monoclonal immunoglobulin G2 lambda (AMG 157) that binds human TSLP and prevents receptor interaction was assessed in a trial. Randomly assigned 31 patients with mild allergic asthma received AMG 157 (700 mg) or placebo intravenously, once a month for three doses. The primary outcome, the maximum percentage decrease in the FEV during the late asthmatic response was 45.9 percent less in the AMG 157 group than the placebo group on day 84. AMG 157 reduced allergen induced bronchoconstriction and airway inflammation. No serious adverse effects were reported. Further studies on this drug are planned to clarify its use in clinical practice (17). Anti-IL-9 Monoclonal Antibody: IL-9 is a Th2 cytokine and a T cell and mast cell growth factor. Anti-IL-9 antibody-treatment has been shown to protect from allergen-induced airway remodeling, with a concomitant reduction in mature mast cell numbers and activation. It can also decrease expression of the profibrotic mediators transforming growth factor (TGF)-b1, vascular endothelial growth factor (EGF), and
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
fibroblast growth factor-2 (FGF-2) in the lung. The function of IL-9 in allergy has been investigated for its pleiotropic activities on cell types associated with allergic diseases including Th2 lymphocytes, mast cells, B cells, eosinophils, and airway epithelial cells. An anti-IL-9 monoclonal antibody (MEDI-528) has been studied in a clinical trial on 327 asthmatic subjects. Patients were randomized to receive placebo or one of three doses of MEDI-528 (dosage 30, 100, or 300 mg s.c. twice weekly for 4 weeks) in addition to their usual asthma medications. The addition of MEDI-528 to existing asthma controller medications did not improve ACQ-6 scores, asthma exacerbation rates, or FEV1 values. Further clinical trials are needed to explore this drug for altering the course of asthma. Thus, the potential clinical benefit of targeting IL-9 or its receptor in the treatment of asthma remains to be shown in further studies (5). Anti-IL-2 antibody: Allergen exposure can stimulate IL-2 and its receptor expression (IL -2R) a chain (sCD25) in airways of patients with severe asthma. Daclizumab is a humanized monoclonal antibody that binds specifically to the a subunit (CD25) of the high-affinity IL-2R, and inhibits IL-2 binding and its biological activity. Daclizumab can inhibit various T cell functions, including T cell proliferation and cytokine production. It has been investigated in a randomized controlled study. The drug has the potential to improve pulmonary function and asthma control in patients moderate to severe chronic asthma (18). The risk of immunosuppression in clinical practice needs to be clarified. Anti-GATA3-spesific DNAzyme: Approximately half of the asthmatic patients exhibit a Th2 type in response to allergen exposure. This Th2 endotype is characterized by a predominant activation of Th2 cells that produce cytokines such as interleukins 4, 5, and 13. The expression and production of all these Th2 cytokines have been shown to be controlled by the zinc finger transcription factor GATA3, which is essential for Th2-cell differentiation and activation. It is considered to be the master transcription factor of the Th2 pathway of immune activation. Therefore could be interventions to disrupt this immune network, a synthetic DNA molecule (DNAzyme),that binds to GATA3 messenger RNA and cleaves it, a solution. This synthetic molecule called SB010 could significantly attenuate both late and early asthmatic responses after allergen provocation in patients with allergic asthma. Biomarker analysis after this drug showed an attenuation of Th2-regulated inflammatory responses (19). Anti-IL-17 antibody: Although half of the asthma patients exhibit a Th2 type endotype, some remaining patients exhibit a Th17 driven endotype. This subpopulation is characterized with a Th17 driven inflammation. Th17 cells can contribute to airway hyperresponsiveness by recruiting both eosinophils and neutrophils. Therefore has ben IL-17 receptor blocking suggested to beneficial in asthma treatment (20). Biologicals targeting IL-17 include an anti-IL-17A mAb: secukinumab and an anti-IL-17 receptor mAb: brodalumab. Although the inhibition of IL-17 receptor A had no effect on subjects with asthma as a whole, a subgroup analysis showed an effect with uncertain significance. Further studies are needed to determine the role of secukinumab in asthma (11). Brodalumab (AMG 827) is a human, anti–IL-17RA immunoglobulin G2 (IgG2) monoclonal antibody that binds with high affinity to human IL-17RA, blocking the biologic activity of IL- 17A, -17F, -17A/F heterodimer, and -17E (IL-25). Brodalumab can block IL-25 activity and IL-17A and IL-17F. In a randomized controlled study were 302 patients taking this
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
drug evaluated and at the end of the study there was no evidence for an effect of brodalumab in these patients. Further studies may clarify the potential of this drug (20). Anti TNF antibodies: In addition, human(ized) monoclonal antibodies (HMA) evaluated for the treatment of severe persistent asthma (SPA), but not approved after Phase II trial are as follows; Infliximab (Recombinant human–murine chimeric anti-TNFα monoclonal antibody Infliximab), etanercept (Soluble TNFα receptor fusion protein), and golimumab (Fully human TNFα-blocking antibody) (5). The expression of TNF alfa is increased in asthma in association with airway neutrophilia. Berry and colleagues have demonstrated that the TNF-α axis is upregulated in patients with refractory asthma, as evidenced by the increased expression of membrane-bound TNF-α, TNF receptor 1, and TNF-α– converting enzyme by peripheral-blood monocytes (21). Treatment with golimumab did not demonstrate a favorable risk-benefit profile in patients with severe persistent asthma (22). A study with etanercept showed a small decrease in asthma exacerbations was observed in a randomized placebo controlled study (23). In a case-series report was it told that in severe, uncontrolled, steroid-dependent asthma infliximab could reduce exacerbations and hospitalizations (24). In some severe refractory asthma endotypes anti-TNFα therapy may have a role. However, it should be kept in mind that these agents have some safety concerns and should used carefully only in some severe refractory asthma endotypes (5). Anti IgE molecules: The first developed biologic agent is the anti-immunoglobulin E monoclonal antibody called omalizumab. Currently it is an approved treatment option for asthma (5). The other human(ized) promising monoclonal antibody drug developed, but not approved yet is ligeluzimab. Ligeluzimab binds with very high affinity to the Cε3 domain of IgE. Ligeluzumab may provide longer supression of IgE. Trials with this biologic agent are ongoing (5). REFERENCES: 1. Beasley R, Semprini A, Mitchell EA. Risk factors for asthma: is prevention possible? Lancet 2016;386; 1075-1085. 2. Yalcin AD, Celik B, Gumuslu S. D-dimer levels decreased in severe allergic asthma and chronic urticaria patients with the omalizumab treatment. Expert Opin Biol Ther. 2014 Mar; 14(3):283-6. doi: 10.1517/14712598.2014.875525. 3. Yalcin AD. Advances in anti-IgE therapy. Biomed Res Int. 2015;2015:317465. doi: 10.1155/2015/317465. 4. Yalcin AD, Cilli A, Bisgin A, Strauss LG, Herth F. Omalizumab is effective in treating severe asthma in patients with severe cardiovascular complications and its effects on sCD200, d-dimer, CXCL8, 25-hydroxyvitamin D and IL-1β levels. Expert Opin Biol Ther. 2013 Sep;13(9):1335-41. doi: 10.1517/14712598.2013.819338. 5. Mitchell PD, El-Gammal AI, O'Byrne PM. Emerging monoclonal antibodies as targeted innovative therapeutic approaches to asthma. Clinical Pharmacology and Therapeutics. 2016 Jan;99(1):38-48. doi: 10.1002/cpt.284. 6. Chung KF. Targeting the interleukin pathway in the treatment of asthma. Lancet 2015; 386: 1086–96. 7. Wang F-P, Liu T, Lan Z, Li S-Y, Mao H. Efficacy and Safety of Anti-Interleukin-5 Therapy in Patients with Asthma: A Systematic Review and Meta-Analysis. PLoS ONE 2016; 11(11): e0166833. doi:10.1371/journal. pone.0166833. 8. Ortega HG, LiuIan MC, Pavord ID, et al. Mepolizumab treatment in patients with severe eosinophilic asthma. N Engl J Med 2014; 371: 1198–207.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
9. Castro M, Zangrilli J, Wechsler ME et al. Reslizumab for inadequately controlled asthma with elevated blood eosinophil counts: results from two multicenter, parallel, double-blind, randomised, placebo-controlled, phase 3 trials. Lancet Respir Med 2015; 3: 355–66. 10. Khorasanizadeh M, Eskian M, Assa’d AH, Camargo CA, Rezaei N. Efficacy and Safety of Benralizumab, a Monoclonal Antibody against IL-5 Rα, in Uncontrolled Eosinophilic Asthma. International Reviews of Immunology 2016; 1-19. Doi: 10.3109/08830185.2015.1128901. 11. Tan H-T T, Sugita K, Akdis CA. Novel Biologicals for the Treatment of Allergic Diseases and Asthma. Curr Allergy Asthma Rep (2016) 16: 70. 12. Wenzel S, Ford L, Pearlman D, et al. Dupilumab in persistent asthma with elevated eosinophil levels. N Engl J Med 2013; 368:2455. 13. Wenzel S, Castro M, Corren J, et al. Dupilumab efficacy and safety in adults with uncontrolled persistent asthma despite use of medium-to-high-dose inhaled corticosteroids plus a long-acting β2 agonist: a randomised double-blind placebo-controlled pivotal phase 2b dose-ranging trial. Lancet 2016; 388:31. 14. Hambly N, Nair P. Monoclonal antibodies for the treatment of refractory asthma. Curr Opin Pulm Med 2014, 20:87 – 94. 15. Corren J, Lemanske RF, Hanania NA, Korenblat PE, Parsey MV, Arron JR, et al. Lebrikizumab treatment in adults with asthma. N Engl J Med. 2011;365(12):1088–98. doi :10.1056/NEJMoa1106469. 16. Piper E, Brightling C, Niven R,Oh C, Faggioni R, Poon K, et al. A phase II placebo-controlled study of tralokinumab in moderate to severe asthma. Eur Respir J. 2013;41(2):330–8. doi:10.1183/09031936.00223411. 17. Gauvreau GM, O’Byrne PM, Boulet LP, Wang Y, Cockcroft D, Bigler J, et al. Effects of an anti-TSLP antibody on allergen induced asthmatic responses. N Engl J Med. 2014;370(22):2102–10. doi:10.1056/NEJMoa1402895. 18. Busse WW, Israel E, Nelson HS, et al. Daclizumab improves asthma control in patients with moderate to severe persistent asthma: a randomized, controlled trial. Am J Respir Crit Care Med 2008; 178: 1002. 19. Krug N, Hohlfeld JM, Kirsten AM, et al. Allergen induced asthmatic responses modified by a GATA3specific DNAzyme. New Engl J Med 2015; 372:1987. 20. Busse WW, Holgate S, Kerwin E, Chon Y, Feng J, Lin J, et al. Randomized, double-blind, placebo-controlled study of brodalumab, a human anti-IL-17 receptor monoclonal antibody, in moderate to severe asthma. Am J Respir Crit Care Med. 2013;188(11):1294–302. doi:10.1164/rccm.201212-2318OC. 21. Berry MA, Hargadon B, Shelley M, et al. Evidence of a role of tumor necrosis factor alpha in refractory asthma. N Engl J Med 2006; 354:697. 22. Wenzel SE, Barnes PJ, Bleecker ER, et al. A randomized, double blind, placebo controlled study of tumor necrosis factor alpha blockade in severe persistent asthma. Am J Respir Crit Care Med 2009; 179:549. 23. Morjaria JB, Chauhan AJ, Babu KS, Polosa R, Davies DE, Holgate ST. The role of a soluble TNFalpha receptor fusion protein (etanercept) in corticosteroid refractory asthma: a double blind, randomised, placebo controlled trial. Thorax. 2008 Jul;63(7):584-91. doi: 10.1136/thx.2007.086314. 24. Taille C, Poulet C, Marchand-Adam S, Borie R, Dombret MC, Crestani B, Aubier M. Monoclonal Anti-TNF-α Antibodies for Severe Steroid-Dependent Asthma: A Case Series. Open Respir Med J. 2013;7:21-5. doi: 10.2174/1874306401307010021.
Meditrio 4 / 3-6 Ekim 2019, KKTC
KONUŞMA ÖZETLERİ
4 Ekim Cuma
12:15 - 12:45
Koah’da Beslenme Dr. Mesut Bayraktaroğlu
Ağır KOAH’lı hastaların %25-40’ında malnutrisyon durumu görülmektedir. FEV1 <%50 olan olguların çoğunda klinik olarak anlamlı (3 ay içinde %5 veya 6 ay içinde %10) kilo kaybı bulunmuştur. KOAH hastalarında yemeğe erişimin, iştahın, emilim ve enerji transportunun azalması enerji alımının azalmasına; bazal metabolik hızın, kronik hastalığa bağlı termik etkilerin artışı ise enerji harcamasının artmasına neden olarak malnutrisyona neden olabilmektedir. Kilo kaybı veya düşük yağsız vücut kitlesi kronik solunum yetersizliği olan hastalarda özellikle KOAH’da kötü prognozla bağımsız olarak ilgilidir. Kaşeksi ve FEV1 <%50 varlığında KOAH’lı hastaların ortalama yaşam süresi 2-4 yıldır. Nütrisyonel tedavide ana hedef hesaplanan besin ihtiyacının karşılanması ve kilo kaybının önlenmesidir. Enteral nütrisyon artan enerji ihtiyacını karşılayarak pulmoner egzersiz programının bir parçası olarak veya anabolik steroid veya growth faktörler gibi diğer tedaviler sırasında protein desteği sağlayarak rol oynar. KOAH’lılarda beslenme önerileri yemekten en az 1 saat önce hava yollarının temizlenmesi, günün diğer saatlerinde yemek yerken daha fazla yorgunluk oluyorsa sabahları daha fazla yemek yemek, daha yavaş ve küçük lokmalarla yemek, besinlerin iyice çiğnenmesi, kolay çiğnenen besinlerin tercih edilmesi, gaz yapıcı besinlerden kaçınılması, 3 büyük öğün yerine 5-6 küçük öğün yenmesi, yemek yerken içeçek tüketilmemesi,içeceklerin yemek sonrasına bırakılması şeklinde olabilir. Stabil KOAH hastalar için özel bir diyet yoktur. İstemsiz kilo kaybı olan hastalarda,enerji ve proteinden zengin diyetler ve besin takviyesi önerilir. KOAH hastalarının farklı yeme problemlerinin sık olabileceği bilinmeli ve bu nedenle bireye özgü beslenme planı göz önünde bulundurulmalıdır.