malzeme Üretİm ve karakterİzasyon laboratuvari ii · 2018-04-24 · kalıp - sıvı metal...
TRANSCRIPT
T.C
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ
MALZEME BİLİMİ VE MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ
MALZEME ÜRETİM ve KARAKTERİZASYON
LABORATUVARI II
DENEY FÖYLERİ / 2017-2018
Bahar Yarıyılı
(4-6 No’lu Deneyler)
KAYSERİ – 2018
DENEY NO: 4
METAL KALIBA DÖKÜM ve KARAKTERİZASYON
Deney Sorumlusu
Arş. Gör. Lemiye Atabek SAVAŞ
1. Deneyin Adı: Metal Kalıba Döküm ve Karakterizasyon
2. Amacı: Döküm yolu ile şekillendirilmenin öğrenilmesi.
3. Teorik Bilgi: Döküm işleminde, katı bir malzeme uygun bir sıcaklığa ısıtılarak
ergitilir ve istenen kimyasal bilesimi elde etmek için çeşitli işlemlere tabi tutulur. Genellikle
metal olan ergimiş bu malzeme daha sonra bir boşluğa dökülür. Dökülen metal bu boşluğun
seklini alarak katılaşır. Bu boşluk imal edilmek istenen parçanın sekline ve kaba ölçüsüne
sahip bir boşluk olabilir. Kalıp denilen bu boşluğu, ergitilebilen herhangi bir metalle doldurup
içinde katılaşmasını sağlayarak basit veya karmaşık şekiller imal edilebilir. Böylece arzu
edilen çalışma şartlarına uygun, en iyi özellik ve görünümle her türlü parçalar elde edilebilir.
Döküm işlemiyle parçaların iç ve dış şekillerini aynı anda elde etmek mümkündür. Diğer
imalat yöntemleriyle yapılması çok zor ve pahalı olan çok büyük ve karmaşık parçalar uygun
döküm teknikleri kullanılarak ekonomik şekilde üretilebilir.
Metal malzemeler arasında en çok dökümü yapılanlar; demir, çelik, alüminyum, pirinç,
bronz, magnezyum ve bazı çinko alaşımlarıdır. Döküm parametrelerinin uygun bir şekilde
kontrolü ile tamamen üniform özellikte parçalar elde edilebilir. Yukarıda sayılan
malzemelerden demir, düşük büzülmesi, iyi akıcılığı, mukavemeti, rijitliği ve kolay kontrolü
nedeniyle döküm için en uygun malzemedir.
Şekil 1. Metal kalıba döküm.
Dövme gibi diğer şekillendirme işlemleri ile mukayese edildiğinde, dökümün en büyük
dezavantajı düşük süneklik ve mukavemetinin yanında dökülen malzemede boşluklar
bulunma ihtimalidir. Dökümle imal edilen parçalar çok çeşitlilik arz eder. Bir fermuar dişi
gibi boyutları birkaç milimetre ve birkaç gram ağırlıktaki parçalardan 10 metre veya daha
fazla boyutlu ve 300 ton ağırlığa kadar çok büyük gemi pervanesi gibi parçalar rahatlıkla
dökülebilir. Karmaşık şekilli, içi bos veya boşluklu kesite sahip parçalar, düzensiz egri yüzeye
sahip parçalar (ince sac metalden yapılanlar hariç), çok büyük ve islenmesi zor olan metalden
yapılacak parçaların belli avantajlar ve belli kolaylıklarla dökülmesi işlemin önemli
avantajlarındandır. Bu belli avantajlar nedeniyle döküm, imalat yöntemlerinin en
önemlilerinden biridir. Dökümün Amerika Birleşik Devletlerinde 4500 şirket bazında en
büyük altıncı endüstri olduğu bilinmektedir.
Bugün mevcut döküm yöntemlerinin biri veya birkaçı vasıtasıyla hemen hemen her şeyi
dökmek mümkündür. Makina gövde ve iskeletleri, yapı ve makina elemanları, motor blokları,
krank milleri, pistonlar ve diğer bazı otomotiv elemanları, boru ve vanalar, demiryolu
elemanları, heykel ve süs eşyası gibi cisimler dökümle üretilebilen parçalara tipik örnekler
teşkil ederler.
Dökümde Göz Önünde Bulundurulması Gereken Faktörler
Döküm yönteminin başarısı ve kaliteli parça üretmek için belli temel konuların iyi anlaşılması
ve kontrolü gereklidir. Bunların en önemlisi metallerin katılaşma mekanizmasıdır. Diğer
önemli asamalar ise kalıp hazırlama, ergitme ve dökme, temizleme ve kalite kontrolüdür.
Diğer imalat proseslerinde olduğu gibi dizayncı, döküm yöntemini iyi anlar ve dizayn edeceği
parçaya en uygun yöntemi seçerse en iyi neticeyi elde ederek ekonomi sağlayabilir. Bütün
döküm yöntemlerinde altı temel faktör mevcuttur. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
1 -Metal katılaşırken büzülmesine müsaade edecek, arzu edilen sekil ve boyuta sahip bir kalıp
boşluğu yapılmalıdır. Bitirilmiş parçada bulunması gereken her hangi bir detay kalıpta mevcut
olmalıdır. Yani kalıp iyi şekillendirilebilme özelliğine ve ergimiş metalden önemli derecede
etkilenmeyecek şekilde refrakter özelliğe sahip olmalıdır. Ya her bir döküm için yeni bir kalıp
hazırlanır veya “sürekli kalıp” olarak isimlendirilen ve çok sayıda döküm için kullanılmaya
dayanıklı olan bir malzemeden kalıp yapılır. Hassas ve ekonomik parçalar üretebilmek için
metal veya grafitten yapılan sürekli kalıplarla tek kullanımlı kalıpları yapmak için önemli
gayret sarf etmek gerekmektedir.
2 -Dökülecek metali ergitmek için sadece uygun sıcaklık değil aynı zamanda kaliteli ve düşük
maliyetli ergitme sağlayacak uygun bir vasıta mevcut olmalıdır.
3 -Ergimiş metal, kalıptaki sıcak metalin reaksiyonu ile meydana gelen veya dökümden önce
kalıpta bulunan bütün hava veya gazları dışarı atacak ve kalıbı tamamen dolduracak şekilde
kalıba gönderilmelidir. Kaliteli bir döktüm hava boşlukları gibi hatalardan uzak ve tok
olmalıdır.
4 -Metal katılaştıktan sonra soğuma ile meydana gelen büzülmeye kalıbın aşırı şekilde karsı
koymaması için düzenlemeler yapılmalıdır. Aksi takdirde parçada çatlamalar meydana
gelebilir. Ayrıca parçanın dizaynı sırasında katılaşma şartları ve kendini çekme (büzülme),
çatlak, iç boşluk veya süreksizlik oluşma şartları dikkate alınmalıdır.
5 -Döküm parça kalıptan kolayca çıkarılabilmelidir. Her dökümden sonra bozulan kum
kalıplarda bu konuda ciddi bir zorluk yoktur. Fakat sürekli kalıpların kullanıldığı belli
proseslerde kalıptan çıkarma önemli problemlerdendir.
6 -Boşluğa, sıcak metali dökme nedeniyle parça kalıptan çıkarıldıktan sonra yüzeye yapışmış
veya metal tarafından kalıptan koparılmış gereksiz malzemeleri temizlemek için yüzey
temizleme işlemine ihtiyaç duyulabilir. Döküm endüstrisindeki gelişmelerin çoğu ekonomi ve
bu altı konu üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Metallerin Katılaşması
Sıvı metal bir kalıba boşaltıldığı ve soğumasına müsaade edildiğinde karmaşık birçok olaylar
meydana gelir. Katılaşmayı etkileyen önemli faktörler; metalin çeşidi (saf veya alaşımlı
olması),termal özellikleri (özgül ısı ve ısıl iletkenliği), sıvı metalin yüzey alanı ve hacmi
arasındaki geometrik ilişki, kalıbın şekli ve malzemesi olarak sıralanabilir.
1. Saf Metaller: Saf metaller net bir şekilde ergime veya katılaşma sıcaklıklarına
sahip olduklarından katılaşma sabit bir sıcaklıkta meydana gelir (Şekil 2). Sıvı metalin
sıcaklığı katılaşma noktasına düştüğü zaman gizli ısısı nedeniyle sabit kalır. Bu çevrimin
sonunda katılaşma tamamlanır ve katılaşan metal soğumaya başlar.
Şekil 2. Saf metallerin soğuma eğrisi.
Kalıp - sıvı metal arayüzeyindeki tipik bir sıcaklık dağılımı Şekil 3’de gösterilmiştir. Isı, sıvı
metalden çevreye kalıp duvarını kat ederek geçer. Çevre-kalıp ve kalıp-metal
arayüzeylerindeki sıcaklık bir başka ara tabaka ve temas süreksizliği nedeniyle düşer.
Eğrinin şekli kalıp malzemesinin termal özelliklerine bağlıdır. Saf bir dökme metalin tane
yapısı Şekil 4 (a)’da görülmektedir. Kalıp duvarlarında soğuma nedeniyle ince ve eş eksenli
tanelerden bir film meydana gelir. Soğuma devam ettiği için sütun şeklinde taneler oluşur
(dentritler). Bu taneler kalıp cidarından başlayarak kütle merkezine doğru yönlenmiş
olduklarından kolon şeklindedirler. Böylece gelişen tercihli yönlenmeleri ile farklı
doğrultularda yönelmiş taneler birbirini bloke ederler (Şek.5). Meydana gelen tanelerin
büyüklük ve dağılımı, yön ve ısı geçiş hızına bağlıdır. Isı geçişinin tane büyüklüğü üzerinde
kuvvetli bir etkiye sahip olduğu ve ısı geçişinin azalması ile katılaşan malzemenin tane
boyutunun büyüdüğü deneylerle tespit edilmiştir.
Şekil 3. Dökülen metallerin Katılaşması sırasında kalıp cidarı
ve sıvı metal ara yüzeyinde sıcaklık dağılımı.
Şekil 4 - Kalıba dökülmüş metallerin değişik içyapı şekilleri (şematik)
a)Saf metaller, b) Katı çözelti alaşımlar (katı çözelti,bir veya daha fazla kimyasal element
ihtiva eden tek bir homojen kristal fazıdır), c) Katılaşan kütlede sıcaklık farklılıkların olması nedeniyle
veya tanelerin homojenizasyonunu sağlamak için bir katalizör kullanarak elde edilen yapı
Şekil 5. Soğuk kalıp yüzeyinde tercihli yapının gelişmesi.
2. Alaşımlar: Saf metallerin aksine alaşımlar bir sıcaklık aralığında katılaşır (Şekil 6).
Sıcaklık, likidüs (ergime) hattının altına düştüğü zaman katılaşma başlar ve solidüs
(katılaşma) hattına ulaştığında tamamlanır. Bu sıcaklık aralığında alaşımlar mantarlaşma veya
pasta durumundadır. Alaşımın bileşimi ve durumu Şekil 7’da Bakır-Nikel alaşımı için verilen
bir faz diyagramı ile gösterilmiştir. Burada bir katı çözelti olarak katılaşmış alaşım (Cu), ana
metal (Ni) içinde tamamen çözünmüş ve her tane aynı bileşime sahiptir.
Şekil 6. Bir alaşımın kalıp cidarında (soğuk yüzeyde ) katılaşması ve katılaşan metalde
soğuma eğrisi.
Şekil 3 (b) eş eksenli taneli bir bölge ile tipik bir katı çözeltili alaşımının döküm yapısını
göstermektedir. Bir katalizör ilavesi ile bu bölge baştanbaşa genişletilebilir (Şekil 3 c). Bu
uyarma (katalizör etkisi) kalıp duvarından merkeze doğru gelişen alışılagelmiş tane oluşumu
yerine tanelerin düzensiz çekirdeklenmesine sebep olur.
Şekil 7. Çok yavaş soğutma ile elde edilen Nikel - Bakır alaşım sistemi için faz diyagramı. Katı çözelti bakır ve
nikel ihtiva eden tek bir homojen kristal fazdır. Dikkat edilirse saf nikel ve saf bakırdan her biri bir
katılaşma sıcaklığına sahiptir.
Düzensiz çekirdeklenme oluşturmanın başka bir metodu da kalıp içindeki sıcaklık farkını
elimine etmek veya azaltmaktır. Şekil 8(a)’da görüldüğü gibi dentritler üç boyutlu dal ve
kollar şeklinde oluştuğundan birbirini kilitlerler.
Şekil 8. (a) Dökme demirin katılaşma modeli. Parçalar 178 mm’lik karedir. Dikkat edilirse dentritlerin 11’ inci
dakikada birbirine ulaştıkları görülür. Fakat döküm hala tamamen mantar şeklindedir. Bu parçanın
tamamen katılaşması için iki saat gereklidir.
(b) Karbonlu çeliklerin kum ve metal kalıplarda katılaşması.
Alaşım çok yavaş soğutulduğu zaman her bir dentrit üniform bir şekilde gelişirken, hızlı
soğutma ile merkezdekilerden farklı yüzey bileşimine sahip fitilli dentritler oluşur (Şekil 7).
Elde edilebilen dentritik yapıların değişimi Şekil 8 (b)’de gösterilmiştir. Burada zaman,
soğutma hızı ve alaşım cinsinin etkisi gözlenebilir. Kum kalıba dökülmüş ve farklı karbon
ihtiva eden çeliklerden en düşük karbonlu çelik markalı bir yüzey oluşumu ile katılaşırken
(kısa katılaşma süresi) yüksek karbonlu olanı katılaşma sırasında geniş mantarlaşma bölgeleri
gösterir (uzun katılaşma süresi).
Katılaşma Zamanı
Bir yumurtanın haşlanması katılaşmanın zamanla gelişimi hakkında güzel bir örnek teşkil
eder. Sıcak veya kaynayan bir su içine bırakılan çiğ bir yumurta belli bir zaman sonra (mesela
1 dakika) alınır ve kırılarak bakılırsa, yumurtanın ortasındaki sarı kısmın henüz sıvı olduğu
ancak beyaz kısmın kısmen katılaştığı görülebilir. (rafadan diye isimlendirilir). Eğer
yumurtayı iki dakika sonra alsaydık sıvı kısmının bir öncekine göre daha azaldığını ve
katılaşan beyaz tabakanın arttığını görürdük. Yumurtanın tamamen pişmesi yani katılaşması
için belli bir süreye ihtiyaç olduğu (mesela 3-4 dakika) bilinen bir gerçektir. Bu zamanın
belirlenmesinde en etken faktör suyun sıcaklığı ve yumurtanın hacmidir. Eğer ılık bir suda
(30-40oC) gibi yumurtanın tamamen pişmesi beklenirse, kaynayan sudakine göre daha uzun
zamanın gerekli olduğu anlaşılır. Buda gösterir ki su ne kadar sıcaksa yumurta o kadar erken
pişer. Metallerin katılaşması da yukarıdaki olaya benzerdir. Ancak burada sıvı bir metali
katılaştırmak için yumurtadaki gibi ısıtmak değil, soğutmak gerekir. Belli bir hacim ve
şekildeki sıvı metalin tamamen katılaşması için yine belli bir süreye ihtiyaç vardır.
Yumurtanın pişmesindeki gibi katılaşma cidarlardan başlar ve merkeze doğru ilerler.
Tamamen katılaşma için gerekli süre ise, metalin içinde bulunduğu hacmin yüzey alanı ile
direk ilgilidir. Bu alan ne kadar büyük ise, katılaşma süresi de o oranda azalır. Aynen
yumurtanın pişmesindeki gibi ortamın sıcaklığı da metalin katılaşmasına etki eden önemli
faktörlerden biridir.
Katılaşmanın ilk safhasında kalıp cidarlarında ince bir kabuk veya tabaka oluşur. Bu
tabakanın kalınlığı zamanla sıvı metalin merkezine doğru artar. Düz kalıp cidarlarında, katı
tabakanın kalınlığındaki bu artış zamanın kareköküyle orantılıdır. Hacim arttıkça soğuma hızı
düşer. Tamamen katılaşma için geçen süre genel bir formülle şöyle ifade edilebilir.
Katılaşma zamanı = C ( Hacim / Yüzey alanı ) 2 ( 1 )
Burada C, kalıp malzemesi ve sıcaklığa bağlı bir sabittir. Bu sabit Chvorinov sabiti olarak
bilinir ve değişik geometriler için iyi netice verdiği tespit edilmiştir (N. Chvorinov’a atfen,
1938). Bu temel eşitliğin açıklanması ile bir küpün aynı hacimli bir küreden daha hızlı
katılaştığı görülebilir. Kalıp geometrisi ve zamanın katılaşmaya etkisi Şekil 9’da
gösterilmiştir. Burada mevcut sıvı metal katılaşmış bölgeden uzaktadır. Dikkat edilirse
katılaşmış tabaka dış bölgelere göre (B ile gösterilmiştir) iç kısımlarda daha incedir (A).
Bunun sebebi iç kısımlarda soğuma hızının dış kısımlara nazaran daha yavaş olmasıdır.
Şekil 9. Çelik dökümde katılaşmış tabaka. Arta kalan ergimiş metal belirtilen sürelerde boşaltılır. A’daki
katılaşmış tabaka dış köşedekinden (B) daha incedir. İçi boş süs ve dekoratif parçalar da benzer
prosesle dökülür (boşaltma döküm ) ve yukarıdaki şekilde gösterilen katılaşma modeline sahiptir.
Örnek problem 1
Aynı hacimli fakat farklı geometrik şekle sahip üç ayrı parça göz önüne alalım. Bunlar küp,
küre ve yüksekliği çapına eşit bir silindir olsun. Hangi parça en hızlı ve hangisi en yavaş
katılaşır?
Çözüm:
(1) nolu eşitliğe göre hacimler eşit olduğundan;
Katılaşma zamanı = 1 / (yüzey alanı) 2 = 1 / S 2
Hacim birim kabul edilerek yüzey alanları aşağıdaki şekilde hesaplanır.
Küre: V = (4/3) π r3, buradan r = ((3/4) π)1 / 3
A= 4 πr2=4 π ( 3/4 π)2 / 3 =4.84
Küp: V=a3, buradan a=1
A= 6 a = 6
Silindir: V= π r2 h = 2 πr 3, buradan r= ( 1 / 2π) 1 / 3
A=2 π r2 + 2 π r h = 6 π r2=5.54
Böylece katılaşma zamanı, t:
t küre = 0.043 C
t küp = 0.028 C
t Silindir= 0.033 C olur.
Buradan küp şekilli parçanın en hızlı, kürenin ise en yavaş katılaştığı anlaşılır.
Katılaşmayı yönlendirme
Dökülen parçanın hatasız elde edilmesine yardımcı olmak üzere, katılaşma sırasında bazı
kısımların birbirine göre katılaşma önceliği iyi belirlenmelidir. Bu ise yönlü katılaşma ile
sağlanır. Yönlü katılaşmayı Şekil 10 üzerinde açıklayalım.
Şekil 10. Yönlü katılaşmada öncelik bölgeleri
Şekilde görüldüğü gibi, parçanın boşluksuz katılaşması için besleyici tarafından beslenmesi,
yani geçiş kısmında besleme için bir sıvı hattı daima bulunması gerekir. Buna göre ilk olarak
parçanın tamamen katılaşması ve sonrasında sırası ile geçiş kısmı ile besleyicinin katılaşması
gerekmektedir. Her bir kısmın katılaşma zamanlarını dizersek
Zb > Zg >Zp sırası sağlanmalıdır.
Bu dizilimin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini anlamak üzere katılaşma modülü
hesaplanmalıdır. Mesela, Şekil 11’da görülen örneklerden yola çıkarak katılaşma modülü
µ= V/s şeklinde hesaplanır.
Burada V: hacim, s: ısı kaçan yüzey alanı ve µ: katılaşma modülüdür. Aynı hacim ve ağırlığa
sahip bu iki parçadan hangisinin önce soğuyacağı tamamen yüzey alanları ile ilgilidir ve en
büyük ısı kaçan yüzey alanına sahip olan plakanın daha önce soğuyacağı kolayca bulunabilir.
Şekil 11. Aynı hacim ve ağırlığa sahip küre ve plaka şeklindeki parçaların katılaşma modüllerinin
karşılaştırılması.
Buradan da anlaşılacağı üzere ısı kaçan yüzey alanı bakımından daha geniş yüzeye sahip
bulunan plaka aynı hacim ve ağırlıklı küreye göre çok daha hızlı soğuyacaktır.
Şekil 12. Alt ve üst yüzeyden başlayarak katılaşan cidar kalınlığı.
Yukarıdaki plakanın alt ve üst yüzeyinden aynı miktarda soğuduğu varsayılırsa, zamanın bir
fonksiyonu olarak katılaşan cidar kalınlığı (x) her iki yüzeyden başlayarak artacak ve belli bir
süre sonra plaka kalınlığı, yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi e’ye eşit olacaktır (Şekil 12). Bu
halde plaka tamamen katılaşmış durumdadır. O halde plakalar için katılaşma modülü e / 2
şeklinde yani plaka kalınlığının yarısı alınır.
350
350 Plaka Küre
Ø135
V= 1.3 dm3
S= 5.75 dm2
Z= 15 dak.
V= 1.3 dm3
S= 26 dm2
Z= 0.6 dak.
Katılaşma kalınlığı (x)’i zamanın bir fonksiyonu şeklinde yazarsak, plakalar için katılaşma
kalınlığı:
x= k (Z)1/2 şeklinde olur.
Burada k, kalıp ve dökülen malzeme cinsiyle sıcaklığa bağlı bir sabittir. Bu katsayı kuma
dökülen çelik malzemeler için 0.686 alınır.
Yukarıdaki bağıntıdan Z = (x/k)2 (1/k)2.(e/2)2 şeklinde yazılır. 1/k = c ve e/2 = Mp
denirse Z=c.(e/2)2 ve plakanın tamamen katılaşması için geçen zaman:
Z=c.Mp şeklinde yazılır.
Besleyici ve parça arasındaki geçiş bölgesi gibi iki tarafı dökülen çevrilmiş yani soğumanın
parça ve besleyici sınırlı olduğu ara yüzeyler için katılaşma modülü değişik şekilde
hesaplanır.
Şekil 13. Ara bölgenin katılaşma modülü hesabı.
Şekil 13’de görülen ara bölgenin katılaşma modülü hesaplanırsa
V = a.b .1
S = 2(a+b) x 1
M =)ba.(
b.a
2 elde edilir. Buradan da görüldüğü gibi ara yüzeyde katılaşma modülü
M=sikesitçevre
kesitalan ı şeklindedir.
a
b
1 cm
Şekil 14. Geçiş kısmının katılaşma modülü hesabı
Şekil 14’deki plaka için geçiş kısmının (taralı kesit) modülü hesaplayalım. Ancak bilinmesi
gereken başka bir hususu burada öncelikle söylemek gerekir.
Parça, geçiş ve besleyici modülleri arasında da Mp < Mg < Mb şeklinde bir katılaşma önceliği
vardır. Buna göre pratikte Mp:Mg:Mb ; 1:1.1:1.2 şeklinde alınır.
Bu hatırlatmadan sonra yukarıdaki plakanın katılaşma modülü:
Mp=5/2=2.5 cm’dir. Pratik değerlere göre Mg ise 2.5x1.1 = 2.75 cm olmalıdır. Mg’nin 2.75
cm olabilmesi için şekildeki kesit kenar uzunluklarının çok çok büyümesi gerekeceği Mg =
kesit alanı/kesit çevresi bağıntısı kullanıldığında görülür.
Bu ise geçiş kısmının temas yüzeyinin oldukça kalın olmasını gerektirir. Oysa besleyicinin
parçadan kesilmesi gerekir ve bu durum büyük işçilik ve malzeme israfına sebep olur. Maliyet
artacağından bu gibi durumlarda geçiş kısmının kesitini küçük tutabilmek için geçiş kısmı, ısı
iletimi düşük malzemeden, Şekil 15’te görüldüğü gibi ayırma maçaları kullanılarak izole
edilir ve parçadan daha geç soğuması sağlanır. Böylece kesme kolaylığı da sağlanmış
olacaktır.
Şekil 15. Ayırma maçası
x
Besleyici
Parça
50
Bazen bu çözüm yeterli olmayabilir. Böyle durumlarda ayırma maçası kullanma yanında,
parçanın herhangi bir yolla erken soğuması teşvik edilmelidir (Örnek: İç ve dış soğutucular
kullanarak).
Döküm Prosesleri
Mühendislikte ve özellikle makina yapımında kullanılan malzemelerin döküm prosesiyle
şekillendirilmesi için çeşitli yöntemler kullanılır. Yöntem seçimi parçanın kaliteli ve en
ekonomik şekilde imalini sağlayacak şekilde yapılmalıdır. Burada parçanın şekli ve boyutu
önemli bir faktördür. Dizayn sırasında döküm yöntemi bilinmeli ve o yöntemin özellikleri
mutlaka dikkate alınmalıdır. Dökümde önemli bir husus parçanın son şekil ve ölçüsünde veya
ona yakın şekilde imal edilebilmesidir. Çok değişik şekilli parçalar birçok farklı metal veya
alaşımdan dökülebilir.
Döküm yöntemini çeşitli kriterlere göre sınıflandırmak mümkün olmakla birlikte şu ana
başlıklar altında toplamak uygun olacaktır.
A - Metalin kalıba gönderiliş tarzına göre
1 - Sıvı metalin yer çekimi etkisiyle döküldüğü yöntemler
2- Basınçlı döküm yöntemleri
B - Döküm kalıbının durumuna göre
1 - Bozulan kalıplara döküm
2 - Sabit kalıplara döküm
C - Sürekli döküm yöntemi
D - Özel döküm yöntemleri
Bozulabilen kalıplar çeşitli bağlayıcılarla birlikte kum gibi malzemelerden yapılır. Parça,
kalıp bozularak çıkarılır. Yaş kum kalıplar, kabuk kalıp, silikatla (cam suyu) bağlanmış ve
karbon dioksitle sertleştirilmiş kalıplar, alçı ve seramik kalıplar bu kalıplar arasında
sayılabilir.
Ayrıca kalıplama için model kullanılıp kullanılmamasına göre de sınıflama yapmak
mümkündür. Fakat burada yaygın döküm yöntemleri yukarıda sayılan grupların birkaçına
birden dahil olabildikleri için uygulamada anıldıkları şekilde sıralanacaklardır.
1- Sürekli döküm
2- Kum kalıba döküm
3- Kabuk kalıba döküm
4- Sürekli kalıba döküm
5- Metal kalıba döküm
6- Savurma döküm
7- Alçı kalıba döküm
8- Hassas (Investment) döküm
9- Özel döküm yöntemleri
Burada sayılan döküm yöntemlerinden kuma döküm, dökülen parça tonajı bakımından en
büyük orana sahiptir. Fakat son yıllarda sürekli kalıp, kabuk kalıp ve hassas döküm
yöntemlerinin kullanımı hızla artmaktadır.
4. Deneyin Yapılışı: Deneyde (%88.01-%11.99) bilesime sahip Al-Si alaşımı
kullanılacak olup metal kalıba döküm işlemi gerçekleştirilecektir.
Al-Si denge diyagramına (Sekil 16) göre bu alasım ötektik bilesime sahiptir ve ergime
sıcaklığı yaklaşık 620 °C civarındadır. Ergitilecek alasım pota içerisine yerleştirilir ve fırında
bu sıcaklığa ısıtılarak ergitilir. Alüminyum alaşımlarında gaz gidermede kullanılan çeşitli
yöntemler mevcuttur. Dökümhane uygulamalarında en çok kullanılan yöntem hekzakloretan
(C2Cl6) tabletlerinin kullanımıdır. Bu tabletler ergimiş alüminyum içerisinde çözünerek AlCl3
gazını oluşturur. AlCl3 gaz taneciklerinin ergimiş alüminyum içerisinde yükselirken
alüminyum içerisindeki hidrojen gazını toplar ve bunları metal yüzeyinde serbest hale geçirir.
Şekil 16. Al-Si denge diyagramı
Döküm İşlemi: Dökülmek istenen parçanın bir plaka üzerine yerleştirilmiş modeli alt ve üst
derece arasına yerleştirilerek derecelerin arasında vidalar sıkılır ve modelin sabitlenmesi
sağlanır. Besleyici, yolluk ve çıkıcılar model üzerine yerleştirildikten sonra üst derece kum ile
doldurularak sıkıştırılır. Dereceler ters çevrilerek alt derecede benzer şekilde kum ile
doldurularak sıkıştırılır. Daha sonra besleyiciler kum kalıp içerisinden çıkarılır, derecelerin
vidaları sökülerek model plakasından ayrılır ve dökümün yapılacağı kalıp boşluğu elde
edilmiş olur. Döküm işlemine geçmeden önce kalıp boşluğu içerisine kömür tozu serpilir. Bu
kömür tozu döküm sırasında yanarak kum ve ergimiş metal arasında bir film tabakası
oluşturur. Bu tabaka kalıp kumunun metal üzerine yapışmasını önleyecektir. Bu işlemlerden
sonra dereceler tekrar kapatılarak kalıp döküme hazır hale getirilir. Diğer taraftan pota
içerisinde ergitilen alasım fırından çıkarılarak üzerine bir miktar gaz giderici konulur ve sıvı
metal bir grafit çubuk ile karıştırılır. Oluşan cüruf bir kasık ile metal yüzeyinden toplanarak
döküm işlemine geçilir.
Deneyin sonunda hatasız bir döküm elde etmek için su noktalara dikkat edilmelidir:
a) Alt ve üst dereceler iyice sıkılarak döküm sırasında mala yüzeyinden metal sızmasına izin
verilmemelidir,
b) Döküm işlemi bir kerede ve kesintisiz olarak tamamlanmalıdır. Aksi halde önce dökülen
kısım daha önce katılaşacağından döküm parçada katmer denilen hataya sebep olacaktır.
c) Potaya gaz giderici ilavesi yapıldıktan sonra iyi bir karıştırma sağlanmalıdır. Ergimiş metal
içerisindeki gaz tamamıyla giderilmediği takdirde dökümde gözenekler ve boşluklar
oluşacaktır.
Döküm işlemi tamamlandıktan sonra kalıp soğumaya bırakılır. Kalıbın soğuması
tamamlandıktan sonra döküm parça kalıptan çıkarılarak yolluk ve besleyici uzantıları kesilir.
Yüzeye gereken hassasiyet taslama ile verildikten sonra parça kullanıma hazır hale getirilir.
DENEY NO: 5
DALDIRMALI KAPLAMA, SPIN KAPLAMA YÖNTEMLERİYLE İNCE
FİLM ÜRETİMİ ve ELİPSOMETRE İLE KARAKTERİZASYONU
Deney Sorumlusu
Arş. Gör. Nuri Burak KİREMİTLER
Döndürme ile kaplama yöntemi (Spin coating)
Sert bir tabaka veya az eğimli taban üzerine ince film üretmek için kullanılan bir işlemdir. Bu
işlem için kullanılan taban daha küçük bir boyuta indirilir. Döndürme işlemi ile film kaplama
4 safhaya ayrılabilir. Bu safhalar: kaplama, döndürme, döndürmeyi sonlandırma ve
buharlaştırma safhalarından oluşur.
Kaplama safhasında, yüzey üzerine bir miktar sıvı dökülür. İkinci safha olan döndürmede ise,
sıvı merkezcil kuvvet nedeni ile radyal bir şekilde taşıyıcı yüzeyin dışına doğru akar.
Döndürme sonunda, fazla olan sıvı taşıyıcı yüzeyinden taşarak yüzeyi terk eder. Film
kalınlığının azalması ile yüzeyden taşan sıvının miktarı azalır. Bu olayın nedeni filmin
incelmesi ile akışkanlığa karşı olan direncin büyümesi olarak açıklanabilir. Aynı zamanda
uçucu olmayan madde konsantrasyonundaki artış, akışkanlığa karşı direncin artmasına sebep
olur. Buharlaşma safhası filmlerin incelmesindeki son ve en önemli safhadır.
Şekil 2. Döndürme Kaplama Tekniğinin Şematik Gösterimi
Biriktirme aşamasında, dönecek yüzeye sabitenmiş olan taşıyıcı üzerine sol damlatılır.
Başlangıçta durmakta olan taşıyıcı döndürülür. Taşıyıcı, mümkün olan en kısa sürede istenilen
dönme hızına ulaşmalıdır. Çünkü dönme hızının sabit olması, film kalınlığının düzgün
olmasını etkileyecektir. Dönme sırasına, taşıyıcı üzerine damlatılmış sol merkezkaç
kuvvetinin etkisi ile taşıyıcının tüm yüzeyine yayılır. Eğer sol fazla miktarda damlatılmışsa,
fazlalık sol taşıyıcı üzerinden savrulur. Dönme esnasında, filmin kalınlığı azalır. Dönme
sonunda, filmin kalınlığı taşıyıcının her yüzeyinde aynı olur. Döndürme kaplama metodunun
avantajı, durdurma aşamasında sıvı filmin kalınlığının düzgün olması ve sonuna kadar bu
eğilimde kalmasıdır. Bu dışa doğru olan merkezcil kuvvet ile, içe doğru olan viskozitenin
neden olduğu sürtünme kuvvetinin birbirini dengelemesinden olmaktadır. Ardından
buharlaşma aşaması gelir.
Çözeltinin dağıtılmasında dinamik ve statik olarak iki yaygın yöntem vardır. Statik dağıtım,
çözelti damlasını altlığın merkezine veya merkezine yakın bölgeye damlatılmasıdır. Altlığın
boyutlarına ve çözelti viskozitesine bağlı olarak gerekli çözelti miktarı 1-10 mikron arasında
değişir. Yüksek viskozitelerde veya büyük altlıklarda yüksek dönme hızlarında altlığın
yüzeyini tamamen kaplaması için daha fazla çözelti damlatılması gerekir. Dinamik dağıtım
ise altlık düşük hızlarda dönerken çözeltinin damlatılmasıdır. Bu proseste yaklaşık 500
dev/dak dönüş hızları kullanılır. Bu hızlar sıvının tüm altlık boyunca dağılmasını ve daha az
çözelti kullanılmasını sağlar. Altlık veya çözelti zayıf ıslatma özelliğine sahip olduğunda bir
avantaj sağlar ve filmde boşluk oluşmasını engeller. Sonra yapılacak işlem istenilen kalınlıkla
film üretmek için yüksek hızda çözeltiyi altlık üzerine dağıtmaktır. Bu adım için yine
çözeltinin niteliklerine bağlı olarak tipik dönme hızı 1500–6000 dev/dak arasındadır. Bu adım
on saniye ile birkaç dakika arasında sürebilir. Döndürme hız kombinasyonu ve zaman bu
adımda film kalınlığını tanımlamak için seçilecek niteliklerdir. Genel olarak, yüksek dönme
hızı ve uzun döndürme daha ince film oluşmasını sağlar. Başka bir adım olan yüksek hızda
kurutma işlemi sonra uygulanır ve bu adımda fazla bir incelme olmaz. Bu kalın filmler için
avantajlı olabilir. Uzun kurutma süresi, kullanmadan önce filmin fiziksel istikrarını artırmak
için gereklidir. Kurutma adımında sorun olmasa bile kullanma esnasında döndürme kabından
çıkarırken maddeyi bir tarafa dökme gibi sorunlar olabilir.
Döndürme kaplama metodunun avantajları;
Taşıyıcının boyutu ne olursa olsun, kaplama için diğer metodlara göre daha az sıvı
kullanılır.
Hızlı bir metod olup, zamandan tasarruf sağlar.
Çok-katlı uygulamalar için idealdir.
Ticari donanımlarının bütün türleri mevcuttur.
Döndürme kaplama metodunun dezavantajları;
Yalnızca dairesel taşıyıcılar için uygun bir metoddur.
Temiz tutulması ve büyük taşıyıcıların homojen kaplanması zordur.
Yalnızca Newtoniyen sıvılar için uygundur.
Uygulamaları
Entegre devrelerde
Optik aynalarda
Manyetik disklerde veri depolamak
için
Güneş pillerinde
Dedektörlerde
Sensörlerde
Nano boyuttaki cihazlarda
(kuantum noktalar, karbon
nanotüpler)
DVD ve CD Rom yapımında
Mikro devre yapımında silikon
devre yapısını foto direnç ile
kaplamada
Mikrodevrelerde polimer gibi
yalıtkan tabaka kaplamada
Düzlem ekran kaplamalarda
Gaz sensörlerinde
LED imalatında
Yarı metal dielektrik
uygulamalarda
Organik LED diyotlarda
Daldırma ile kaplama yöntemi (Dip coating)
Bu metot genelde saydam tabakalar üretmek için kullanılır. Daldırarak kaplama metodu,
hazırlanan çözelti içine kullanılan altlık malzemesinin belirli bir hızla daldırılıp ve yine aynı
hızla geri çekilmesi esasına dayanır. Daldırma ile kaplama metodu beş aşamada gerçekleşir.
Bu safhalar: daldırma, yukarı çekme, kaplama, süzülme ve buharlaşma şeklindedir. Bu işlem
sonucunda film oluşturulur.
Daldırma aşamasında taban sabit bir hızla solün içine daldırılır, yukarı çekme aşamasında ise,
daldırıldığı hızla beklenmeden yukarı çekilir. Üçüncü safha olan kaplamada ise, taşıyıcının sol
ile temasa giren kısımları kaplanmış olur. Bu aşamada yer çekimi kuvveti, sol ile taban
arasındaki taşıyıcı kuvveti ile yüzey gerilim kuvvetleri etkilidir. Daldırma sonunda, fazla olan
sol damlacıkları taban kenarlarından süzülerek yüzeyi terk ederken süzülme işlemi ile yüzeyi
terk edemeyen sol damlacıkları buharlaşarak uçar. Tüm bu aşamaların ardından taban
üzerinde kalan sol tavlama işlemi sonucunda film haline dönüşmektedir.
Daldırarak kaplamanın bir avantajı, her şekilde ve boyutta tabanların kaplanmasının mümkün
olmasıdır. Bu işlem ile düzgün ve kontrol edilebilen bir kalınlık elde edilebilir. Bunun sonucu
olarak da film kalınlığı, yüzey boyunca homojen bir özellik göstermesidir.
Filmin kalınlığı aşağı ve yukarı hareket eden tabakaları ayıran ana akıntının şiddetine bağlıdır.
Film oluşumu yönlerinden başlıca kuvvetler şöyle sıralanabilir; yukarı hareket eden
taşıyıcının sıvı ile oluşturduğu sürtünme kuvveti, yerçekimi kuvveti, taşıyıcıya tutunmaya
çalışan solun yüzey gerilimi, kaplama alanına ulaşan solün eylemsizlik momenti ve ayırıcı ya
da birleştirici basınç. Kaplama kalınlığı aşağıdaki denklemle verilmiştir.
Bu denklemde;
t: kaplama kalınlığı η: sıvının viskozitesi v: alt tabakanın hızı g: yerçekimi kuvveti
c: oran sabiti ρ: yoğunluk
Şekil 3. Daldırma ile kaplama yönteminin şematik gösterimi
Avantajları
Ön ve arka yüzün aynı anda kaplanmasına imkan tanır.
Neredeyse her türden materyalin kaplanmasını sağlar.
Madde boşa harcanmaz.
Dezavantajları
Tüm parçalar sıvı altında kalabilir olmalıdır. Aksi halde maskeleme gerekebilir.
ELİPSOMETRE İLE KALINLIK ÖLÇÜMÜ
Elipsometre Nedir
Dairesel kutuplanmış ışığın elde edilmesiyle başlayan teknolojik gelişmeler, ışık kırılması ile
ilgili 19, yy’da Fresnel tarafından geliştirilen formüllerle ilerleyerek elipsometrenin hayata
geçirilmesinde rol almıştır. Bu gelişmelerin sonucu olarak, 1960lı yıllarda, yüzey
fizikokimyasının özelliklerinin bilinmesiyle silikon teknolojisinin gelişmesi sağlanmış, daha
küçük elektronik sistemlerin oluşturulması için yol açılmıştır.
Elipsometre, ışığın bir malzemeden geçmesi veya yansıması sırasında kutuplanmasında
oluşan değişikliği ölçer. Kutuplanmadaki değişim genlik oranı Ψ ve faz değişimi Δ ile ifade
edilir. Eklde edilen veriler her bir malzemenin optik özelliklerine ve ölçülen filmin kalınlığına
bağlıdır. Bu syede elipsometre film kalınlığı tayininde ve malzemelerin optik sabitlerinin
belirlenmesinde kullanılabilmektedir. Ayrıca elipsometre malzemelerin bileşiminin,
kristalleşme seviyesinin, düzgünsüzlüğünün ve katkılama oranının belirlenmesinde de
kullanılabilir.
Işık ve Kutupluluk
Işık uzayda yol alan bir elektromanyetik dalga olarak tanımlanabilir. Yani uzayda salınan
manyeti ve elektrik alanların birleşimi olarak düşünülebilir. Ancak elipsometre için sadece
elektrik alanının salınımının incelenmesi yeterlidir. Bir elektromanyetik dalganın elektrik
alannı yönü daima ilerleme yönüne dik yöndedir. Bu sayede z yönünde ilerleyen bir
elektromanyetik dalga x ve y bileşenleri cinsinden tanımlanabilir.
Elektrik alanınn x ve y bileşenleri ve fazı tamamane rastgele olan ışığa kutuplanmış ışık denir.
Kutplanmış ışığı doğrusal, dairesel ve eliptik kutuplanmış ışık olarak üç ana grupta
inceleyebiliriz. Elektrik alanının x ve y bileşenleri aynı fazda olan ışık doğrusal kutuplanmış
ışıktır kutuplanmamış ışık doğrusal kutuplayıcı yardımıyla, belirli bir doğrultuda kuruplanmış
ışığın soğrulmasıyla doğrusal kutuplanmış ışığa dönüştürülür:
Kutuplanma Çeşitleri : Doğrusal Kutuplanmış Işık
Eğer elektrik alanı ve elektrik alanı bileşeni manyetik alan x ve y yönünde aynı
büyüklükte ve fazlar birbirine simetrikse bu tür ışık doğrusal kutuplanmış ışıktır.
Dairesel Kutuplanmış Işık
Eğer elektrik alan ve elektrik alanı bileşeni manyetik alan x ve y yönünde aynı
büyüklükte ve aralarında 90 derece faz farkı varsa bu tür ışık dairesel kutuplanmış
ışıktır.
Eliptik Kutuplanmış Işık
Elektrik alanının x ve
y bileşenlerinin ve faz
farkının büyüklüğü
rastgele bir değere
sahip olan ışık eliptik
kutuplanmış ışıktır.
Işığın Maddeyle Etkileşimi
Kutuplanmanın Analizi
Elipsometre Nasıl Çalışır
Işık kaynağından gelen kutuplanmamış ışıki kutuplayıcı yardımıyla doğrusal kutuplanmış ışık
demetine dönüştürülür. Oluşan ışık demetinin elektrik alanı iki düzlemdeki s ve p vektör
bileşenlerine ayrılabilir. P düzlemi gelen geçen ışın demetlerini içerir, s düzlemi ise bu
düzleme diktir. Doğrusal kutuplanmış ışık kompansatör ile dairesel kutuplu ışığa çevrilir.
Örnek yüzeyinden yansıyan ışık demetinin elektrik alanı aynı şekilde p-düzlemi ile s-düzlemi
bileşenlerine ayrılır. Yansıyan ışık tipik olarak eliptik kutuplanmıştır. Bu nedenle ölçüm
düzeneğimizin adı elipsometredir. Kutuplanmış yansıyan ışık kutupluluk durumu için analiz
edilir. Kutuplandaki ölçülen değişim malzemenin özelliklerini ortaya çıkarmakta kullanılır.
Deney Aşaması
Elipsometre deneyimiz laboratuvarımızda bulunan Gaertner LSE elipsometresi ile
yapılacaktır.
Öncelikle cihazın kendisi ve elemanları tanıtılacak ve anlatılacak anlatılacak, ölçüm
almak için tabla ayarları gösterilecektir
Daha sonra referans silisyum waferından referans kalınlık ölçümü alınacaktır
Daha sonra silisyum wafer üzerinde daha önceden oluşmuş polimer monolayer bir
katmanın kalınlık miktarı ölçülecektir.
DENEY NO: 6
POLiMER SENTEZİ
Deney Sorumlusu
Arş. Gör. Sami PEKDEMİR
Deneyin Amacı: Polipirol sentezi yapılarak polimer sentezi mekanizmları üzerinde
tartışılması ve polimer sentezi hankkında genel bir bakış açısının elde edilmesi
1. İletken Polimerlerin Tarihsel Gelişimi
İletken polimerler son zamanlarda büyük oranda elektrokimyanın çalışma alanını
oluşturmaktadırlar. İletken polimerlerin kimyasal, biyosensor teknolojisi, enerji korunumu, ve
depolamasının ilaç ve enzim faaliyetlerinde bir yeri vardır. İlk olarak elektrokimyasal
polimerizasyon metodu 1900 yılında Szarvasy tarafından yapıldı. Fakat Szarvasy çalışmasıyla
ilgili bir çalışma yapılamadı. Rambold‘un metilmetakrilatın elektrokimyasal
polimerizasyonunu 1947’de doktora tezinde ele almasına kadar elektrokimyasal
polimerizasyon hakkında önemli bir çalışma yapılamadı. Bu zamandan sonra 1950-70
arasında bu alanda birçok çalışma yapıldı. İletken polimerlerin ön plana çıktığı ilk önemli
çalışma 1970’lerde Chiang tarafından yapıldı. Chiang poliasetilenin iletkenliğini yükseltgen
dopantlarla arttırmayı başardı.
Önemli bir çalışma ise polipirol (PPy) üzerinde yapıldı. Pirolün ilk elektrokimyasal
polimerizasyonu Bocchi tarafından 1968 yılında gerçekleştirildi. Bocchi “siyah pirolü” adlı
maddeyi 8 S/cm elektrik iletkenliğinde elde etti. 1979 yılında havanın neminden etkilenmeyen
iletkenliği 100 S/cm olan free standing filmler hazırlandı. Günümüzde PPy filmleri oda
koşullarında 1000 S/cm iletkenliğine sahip olarak hazırlanabilmektedir. Polimerlerin mekanik
özelliklerinin geliştirilmesinin bir diğer yoluda kopolimerizasyondur. Stanke
polimetilmetakrilat üzerine pirolün graftını yayınladı. Metilmetakrilat ve 2-(N-pirol)
etilmetakrilat komonomerlerini pirol üzerine FeCl3 yükseltgenini kullanarak graft
kopolimerini sentezlemeyi başardılar. MacDiarmid, Heerger ve Shirakawa iletken polimerler
konusunda önemli çalışmalarıyla 2000 yılında Nobel ödülü almışlardır.
İletken polimerler metaller ve yalıtkanlar arası bir iletkenliğe sahip polimerlerdir. Metaller ve
yarı iletkenlerde doğal olarak var olmayan bazı malzeme özellikleri iletken polimerlerle
kazanıldığı için iletken polimerler genellikle sentetik metal veya organik 8 metal olarak da
isimlendirilmektedir. Polimerler, ilk kullanımlarından bu yana elektriksel yalıtkanlığı iyi
maddeler olarak bilinirler ve bu özelliklerinden dolayı elektriksel yalıtkanlığın arandığı
kabloların kılıflanması gibi alanlarda önemli kullanım yerleri bulmuşlardır. Kolay işlenmeleri,
esneklikleri, estetik görüntüleri, hafiflikleri ve kimyasal açıdan inert olmaları diğer üstün
özellikleridir. İletken polimerleri, diğer polimerlerden ayıran temel özellik, sırayla değişen tek
ve çift bağlardan oluşan konjuge zincir yapısına sahip olmaları ve yapılarındaki uzun konjuge
çift bağlı zincirler nedeniyle iletkenlik özelliğine sahiptirler. Dolayısıyla sadece konjüge
olmuş polimerler elektriği iletebilir. Bu polimerler çok önceleri değişik metotlarla
sentezlenmişler fakat iletkenliklerinin farkına varılamadığı için önemsenmemiştir. İlk kez,
poliasetilen üzerine yapılan çalışmalarla, bir polimerin kendisinin doğrudan elektriği
elektronlar üzerinden iletebileceği anlaşılmıştır. Shirakawa sentezlediği poliasetilenin
iletkenliğini katkılama (doplama) yoluyla büyük ölçüde arttırarak iletken polimerlerin dikkat
çekmesinde önemli bir araştırma olmuştur (İto and Shirakawa 1974, Shirakawa et al. 1977).
Çizelge 2.1’de bazı iletken polimer zincirlerinin kimyasal yapıları gösterilmiştir.
2. Polimerlerin Sentezi
2.1. Serbest Radikal Polimerleşmesi
Zincir polimerleşmesinin radikaller üzerinden yürüyen türüdür. Serbest radikal
polimerleşmesi üç aşamadan oluşur.
Başlangıçta monomer molekülleri çeşitli yöntemler kullanılarak radikal haline dönüştürülür.
Radikal oluşumu, ısı, fotokimyasal, radyasyon veya çeşitli başlatıcılar tarafından sağlanır. Bu
amaçla ortamda radikal oluşturmak için en yaygın yöntem ortama dışarıdan bir başlatıcı
eklemektir. Başlatıcı, radikal oluşturarak vinil grubundaki çift bağa atak yaparak
polimerizasyon işlemini başlatmış olur. Başlatıcı olarak çeşitli peroksitler, diazo bileşikleri ve
redoks çiftleri kullanılır.
Peroksit başlatıcılardan en yaygın kullanılanı benzil peroksittir. Bu başlatıcı ısı ile kolaylıkla
parçalanarak serbest radikal oluşturmaktadır. Aşağıdaki şekilde benzil peroksit ısı etkisi ile
parçalanarak iki tane serbest radikale dönüşmektedir.
Daha sonra başlama aşamasında oluşan radikaller monomer molekülündeki çift bağa atak
yaparak polimerizasyonu başlatırlar. Şekilde başlatıcıdan oluşan radikaller etilen
molekülündeki çift bağdan birini kırıp yeni bir radikal oluştururken böylece polimerizasyon
reaksiyonunu da başlatmış olmaktadır.
Oluşan yeni radikaller ortamda bulunan monomerler ile reaksiyona girerek polimer zincirinin
büyümesine neden olurlar.
Polimerizasyon ilerledikçe polimer zinciri büyür ve molekül ağırlığı artar. Polimerizasyonun
bu aşamasında artık ortamda monomer sayısı azalmıştır. Bu nedenle ortamdaki radikaller
sönümlenmeye başlar.
Ortamdaki radikaller çeşitli yollar ile (dallanma yeni çift bağ oluşturma veya bir başka radikal
ile reaksiyona girerek) sönümlenir ve polimerizasyon işlemi tamamlanır.
2.2. İyonik Polimerizasyon
Zincir polimerizasyonu serbest radikaller üzerinden olduğu kadar iyonlar ve koordinasyon
kompleks yapıcı ajanlar üzerinden de yürüyebilir. Bir vinil monomerinin hangi mekanizma
üzerinden polimerleştirileceği, sübstüye gruba bağlıdır. Örneğin halojenlenmiş viniller
(vinilklorür, vb. gibi) ve vinil esterler yalnızca radikallerle polimerleştirilirler. Eğer, vinil
monomerine elektron verici gruplar takılmışsa yalnızca katyonik polimerizasyon söz
konusudur.
İyonik polimerizasyon genellikle katalizörlerin ayrı bir fazda bulunduğu heterojen sistemleri
içerir. Reaksiyon hızı radikal polimerizasyonuna göre çok hızlıdır. Bazı durumlarda reaksiyon
hızını kontrol etmek için polimerizasyon işlemi çok düşük sıcaklıklarda gerçekleştirilir.
2.3. Kondenzasyon Polimerizasyonu
Kondenzasyon polimerleri benzer veya farklı yapıdaki poli-fonksiyonel monomerlerin,
genellikle küçük bir molekül çıkararak reaksiyona girmesiyle elde edilir. Burada en önemli
koşul monomerlerin poli-fonksiyonel oluşudur. OH, COOH, NH2, gibi fonksiyonel
gruplardan en az iki tane taşıyan monomerler esterleşme, amidleşme, vb. gibi reaksiyonlarla,
küçük moleküller çıkararak, kondenzasyon polimerlerini oluşturular. Poliüretanların elde
edildiği üretan oluşumu ve naylon 6' nın elde edildiği kaprolaktam halka açılması gibi, küçük
molekül çıkısı olmadan doğrudan monomerlerin katılması seklinde yürüyen polimerizasyon
reaksiyonları da genellikle bu grup içinde değerlendirilir.
3.1. Polimerizasyon İşlemleri
3.1. Yığın Polimerizasyonu
Bu tür polimerizasyonda monomer, içine uygun bir baslatıçı ilave edildikten sonra, belli
sıcaklık ve basınçta doğrudan polimerleştirilir. Bu prosesin en önemli özelliği oldukça saf
polimerlerin üretilebilmesidir. Proseste, polimerizasyon sonucu oluşan ürün, üretim sonrası
ayırma, saflaştırma, vb. gibi prosesleri gerektirmez, doğrudan satışa sunulabilir. Ayrıca, diğer
proseslere göre daha ucuz makina ve teçhizat gerektirdiğinden, basit ve ekonomik bir proses
olarak değerlendirilir.
Bu prosesin en önemli dezavantajı ortaya çıkan ısının ortamdan kolay kolay
uzaklaştırılamayışı, dolayısıyla sıcaklık kontrolünün güç olmasıdır. Bu hususa özellikle
radikal polimerizasyonunda dikkat edilmelidir. Bu tür polimerizasyonlar şiddetli
ekzotermiktir ve yüksek molekül ağırlıklı polimer moleküllerinin hemen oluşması ortam
viskozitesinin hızla artmasına neden olur. Sıcaklık kontrolü son derece zorlaşır. Yerel sıcaklık
artışları, polimerin bozunmasma ve monomerin kaynaması sonucu gaz oluşumuna, hatta
şiddetli patlamalara neden olabilir.
3.2. Süspansiyon Polimerizasyonu
Bu polimerizasyon tekniği endüstiride büyük miktarlarda polimer üretiminde yaygın olarak
kullanılmaktadır. Bu polimerizasyonu sonucu polimerizasyon şartlarına bağlı olarak 50 - 1000
mikrometre çapında, gözenekli veya gözeneksiz partiküller elde edilir. Süspansiyon
polimerizasyonunda iki faz vardır.
Monomer fazı
Dağıtma fazı
Bir polimer süspansiyon polimerizasyonu için kullanılacaksa dikkat edilmesi gereken ilk
özellik monomerin dağıtma fazındaki çözünürlüğüdür. Monomerin, dağıtma fazındaki
çözünürlüğünün çok düşük olması gerekir. Bu amaçla hidrofilik monomerler için yağ ve
petrol eteri gibi hidrofobik sıvılar kullanılır. Hidrofobik monomerler için de su, dağıtma fazı
olarak kullanılır. Monomer damlacıkları yapısında çözünmüş olarak başlatıcıyıda içerirler. Isı
vb. etkiler ile polimerizasyon reaksiyonunun başlatılır. Reaksiyon sonucunda her monomer
damlası bir polimer partiküle dönüşür.
Süspansiyon polimerizasyonunda karşılaşıbilecek en büyük sorun partiküllerin birbirlerine
yapışarak birikmesidir. Bunu eklemek için dağıtma fazına partikülleri stabil olarak ortamda
tutabilecek stabilizör maddeler eklenir. Partikül çapı kullanılan stabilizatöre ve ortamın
karıştırılma hızına bağlı olarak değişir.
3.3. Emülsiyon Polimerizasyonu
Emülsiyon polimerizasyonunda birbiri ile karışmayan iki faz söz konusudur. Monomer fazı
dağıtma fazı içinde emüsyon halinde dağıtılmıştır. Süspansiyon polimerizasyonundan farklı
olarak burada başlatıcı dağıtma fazında çözünmüştür. Çeşitli emülsiyon yapıcı maddeler
kullanılarak monomer fazı dağıtma fazı içinde emülsiyon halde stabil olarak tutulur.
Bunlardan en yaygın kullanılan sodyumdodesilsülfattır. Bu polimerizasyon tekniği ile 1
mikrometre civarında tek düze küresel partiküller elde edilir.
3.4. Dispersiyon Polimerizasyonu
Bu polimerizasyon tekniği ile 1 - 10 mikrometre arasında tekdüze küresel polimer partiküller
elde edilir. Dispersiyon polimerizasyonunun özelliği monomer fazı, dağıtma fazında
çözünmektedir ama polimerizasyon işleme sonunda oluşan polimer dağıtma fazında
çözünmemektedir.
4. POLİPİROL
Pirol, kaynama noktası 131o C olan bir sıvıdır; kendine özgü ve hoş olmayan bir kokusu
vardır; havada kararır; suda az, organik çözücülerde çok çözünür. Pirol, ilk kez, kemiklerin
havasız ortamda ısıtılarak damıtılmasıyla oluşan kırmızı renkli katrandan yalıtılmıştır. Taş
kömürü katranında ve kemik, boynuz vb. gibi hayvansal artıkların 59 destilasyonundan elde
edilen katranlarda bulunur. Pirolün kemik yağındaki varlığı buharlarının, mineral asitleri ile
ıslatılmış çam yongalarını kırmızıya boyaması ile saptanır.
Pirolün kimyasal yükseltgenmesi sonucu özellikleri tanımlanmamış polimerik bir madde olan
“pirol siyahı” oluşumu uzun süreden beri bilinmektedir. Bu polimer iletken değildir ve bol
miktarda oksijen içermektedir. Polipirolün elektrokimyasal sentezi ilk olarak 1968’de
gerçekleştirilmiştir. Elektrokimyasal sentez esnasında oluşan polipirol, elektrot yüzeyinde
çözünmeyen bir çökelti verir; diğer polimerlerden farklı olarak çökelmeyle polimerin molekül
kütlesi sınırlanmaz. Polipirolün morfolojisi çözücüye, elektrolitin doğasına, elektrolit
konsantrasyonuna ve akım yoğunluğuna bağlıdır. Polipirol filmindeki elektronik ve iyonik
yük taşıma özellikleri de bunlar tarafından belirlenir. Genelde, uygun bir polipirol filminin
yoğunluğu 1,48 g/cm3 tür. Sentezlenen polipirol, pirolden daha düşük bir potansiyelde
yükseltgenebilmektedir. Pirolün N-, 2- ve 3- yerlerine proton bağlanabilir; her üçünde de
pozitif yük “N” üzerinde bulunur; bunlardan NH2 + türü (1H-türü), 2H- ve 3H- türlerinden
daha fazladır (Şekil 2.31).
Pirolün indirgenme ürünleri, pirolin (dihidropirol) ve pirolidin (tetrahidropirol)’dir (Şekil
2.33). Bunların her ikisi de halkalı birer sekonder amindir; kararlıdırlar, polimerleşmezler,
pirol reaksiyonlarını vermezler; bazik çözücü olarak veya kimyasal sentezlerde kullanılırlar.
İletken polimerler üstün elektriksel, optik ve kimyasal yapılarından dolayı sensör
kullanımında, şarj olabilen pil yapımında, iyon seçici elektrotlarda, elektronik aletlerde,
fotokimyasal hücrelerde, iletken lif yapımında ve korozyon önleyici olarak sıklıkla
kullanılmaktadır. Bir çeşit iletken polimer olan polipirol yüksek iletkenlik özelliğinin yanı sıra
oksijen ve havaya karşı üstün çevresel kararlılığa sahiptir. Bu özelliklerinden dolayı polipirol
sensörler, ışık yayan diyotlar, organik alan etkili transistörler, elektromanyetik parazit
koruyucu, pil, kapasitör gibi elektronik uygulamalar için önde gelen bir materyaldir.
Son yıllarda, iletken polimerler çok büyük ilgi çekmektedirler. İletken polimerlerle ilgili en
önemli araştırma alanı iletken polimerlerin uygulanabilir hale getirilmesidir.
Bu yaklaşımla çalışmalar 2 ana gruba ayrılmıştır:
1) Çözülebilir türevlerinin sentezlenmesi
2) Diğer polimerlerle kompozit hazırlama İletken polimerler, elektriksel özelliklerinden
dolayı çok dikkat çekmektedirler.
Tüm iletken polimerler içinde, PPy ticari uygulamalarda en çok kullanılandır. PPy,
biyosensörlerde, gaz sensörlerinde, tellerde, antistatik kaplamalarda, katı elektrolit
kondansatörlerde elektrokromik pencerelerde ve vitrinlerde, ambalajlamada, polimer
bataryalarda, elektronik cihazlarda ve fonksiyonel membranlarda potansiyel kullanıma
sahiptir (Liu et al. 2004).
1937 yılında Pratsi, pirolü kimyasal olarak yükseltgeyerek siyah renkli bir bileşik elde
etmiştir. Yapısını aydınlatamadığı bu bileşiğe pirol siyahı adını vermiştir. 1968 yılında
Dall’olio sülfürik asit ortamında ilk defa elektrokimyasal yolla, pirolü yükseltgeyerek 8 S/cm
iletkenliğe sahip polipirol (PPy) elde etmiştir. 1979 yılında Diaz ve arkadaşları
tetraetilamonyumtetrafloroborat destek elektrolit içerisinde %1'lik sulu asetonitril çözeltisinde
pirolü yükseltgeyerek iletkenliği 10-100 S/cm arasında değişen iletken PPy filmi elde
etmişlerdir. Bu çalışmadan sonra pirolün polimerleşme koşullarının optimizasyonu için birçok
çalışma yapılmıştır. Elektrolit anyonları, elektrolit çözücüleri, çözeltinin pH’sı,
polimerizasyon sıcaklığı, potansiyel-akım miktarları gibi birçok parametrenin optimizasyonu
için hala çalışmalar devam etmektedir. 66 Çeşitli heterosiklik bileşikler arasında pirol sulu
ortamda, 3-9 gibi geniş bir pH aralığında polimerleşen tek maddedir. Yükseltgenme
potansiyeli nispeten düşüktür. Başka bir özelliği de yükseltgenmiş halde oldukça dayanıklıdır.
Bu da başka bir malzeme üzerinde daha kolay birikmesini sağlar (Asan 2002).
PPy, iyi çevresel kararlılık, kolay sentezlenmesi ve diğer iletken polimerlerden daha yüksek
iletkenliğe sahip olması, kolay sentezlenmesi ve zehirleyici etkilerinin az olmasından dolayı
ticari uygulamalarda umut vaat eden bir polimerdir. Elektrokimyasal ya da kimyasal
polimerizasyonla elde edilen PPy’nin erimez ve eritilemez olduğu bilinir. Bunun nedeni,
sadece güçlü molekül içi etkileşimler ya da PPy zincirinde mümkün olan çapraz bağlar
değildir aynı zamanda çözücü molekülleriyle PPy’nin zayıf etkileşimidir. Bu yüzden,
uygulama alanları kısıtlanmaktadır. Bu problemin üstesinden gelebilmek için kapsamlı
çalışmalar sürdürülmektedir (Li et al. 1996).
Kimyasal polimerizasyon ile yapılan son çalışmalarda farklı dopantlar ve organik çözücüler
kullanılarak çözünebilen PPy elde edilmiştir. Örneğin, dodesilbenzen sülfonikasit (DBSA) ya
da naftalin sülfonik asit (NSA) gibi birçok dopant PPy zincirlerinin birbirleriyle etkileşimini
azaltmıştır, çeşitli organik çözücülerde, çözülebilen PPy oluşmasını sağlamıştır (Han et al.
2001).
5. Polipirolün İletkenlik Mekanizması
PPy’nin kimyasal polimerizasyon ile sentezinde ilk adım radikal katyon oluşturmak için
yapılan yükseltgenmedir. Bunu izleyen bağlanma reaksiyonları sırasında H+ ayrılması da
gerçekleşir. Oluşan oligomerik yapıdaki aromatik sistemden yeniden elektron ayrılarak aktif
hale gelen yapı ile polimer zincirleri oluşur (Khan and Alam 2003). Reaksiyon şöyle
gösterilebilir:
Kloroformda, PPy/poli(2,6-dimetil-1,4-fenil oksit) (PPy/PPO) ya da PPy/sülfanatpoli(2,6-
dimetil-1,4-fenil oksit) (PPy/SPPO) kompozitleri FeCl3 ile kimyasal oksidatif
polimerizasyonla elde edildi. PPy/SPPO kompozitinin iletkenliği, PPy/PPO kompozitinin
iletkenliğiyle karşılaştırıldığında 1 derece daha fazla olduğu görüldü. İletkenliğin yükselmesi
her faz arasındaki karışabilme etkilerine bağlı olabilir. 70 PPy/SPPO kompozitinin iletkenliği
%25 PPy içeriğiyle 2,14 S/cm’e yükselmiştir (Lee et al. 2003).
POLİPİROL SENTEZİ
1 M HCl 10 mL (0,245 mL HCl ve 9,755 mL su)
100 µL Pirol
0,32 g (NH4)2S2O8 (Amonyum peroksidisülfat)
0,32 g (NH4)2S2O8 (Amonyum peroksidisülfat) tartılıp soğutulmuş suda hazırlanmış 1 M HCl
10 mL de iyice çözündükten sonra 100 µL Pirol eklenip karışmaya başlatılır. Renk
kahverenginden siyaha döndüğünde ürünümüz elde edilmiş olur. Ardından 6 dakika 9000
RPM de santifirüj edildikten sonra 1 kez ethanolde yıkanıp 80 Co’de 7 saat kurutulmaya
bırakılır.