kara cümle

9

Upload: tudem

Post on 06-Apr-2016

249 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Kara Cümle
Page 2: Kara Cümle

7

Eylül güneşi, hüzünlü bir türküyle Plaka Meydanı’nın Arnavut kaldırımlarında aynalanıyordu:

Ah, Saloniki!Varda’nın ağzındaki inci!Bekle beni geleceğim.Ekmek, un, yün, tütün,Başımı döndüren afyon...Afyon değil; senin, saçları rüzgâr,Gözleri deniz, kolları ak,Kalçaları kıvrak kızların.Bu gece Kadırga Kemeri altındaBekle beni, geleceğim.Dağlardan at sürüp yel gibiGeçerek sana geleceğim.Kız kardeşin İstanbul’dan Hacıbekir lokumu,Manastır’dan gülsuyu, Bursa’dan ipek!..Kadırga’da bekle beni sevgilim,Sana kendimi getireceğim!

Limandan gelen serin rüzgâr evlerin tahta panjurlarına, mermer duvarlarına sürtünerek küçük meyhanelerin, kahvehanelerin tahta

Page 3: Kara Cümle

8

masalarına ulaşıyor, tokurdayan nargilelerin tömbeki kokusunu dağıtıyordu. Talat Bey bir cıgara daha yaktı. Usançla Yasef’e baktı. Yasef, gözleri yarı kapalı, türküsünü söylemeyi sürdürüyordu.

– Yeter bre Yasef! Kes artık be, her gün her gün çekilmez ki!..Yasef gözlerini açtı, türküyü kesti. Dizindeki lavtayı1 kaldırdı,

içeri girdi. Az sonra omzundaki beyaz peşkirin ucuna ellerini ku-rulayarak geldi.

– Kusura bakmayasın beyim, isterim seni eyleyeyim. Ama ma-dem istemezsin şataraban, acemaşiran; süyleyesin nedir emrin?

– İstemez! Sen bir ‘tek’ getir bana. Meze de istemez. Bir de töm-beki ateşle bakalım.

– Emrin olur beyim.– Afyonlama, kemiklerini kırarım haa!– Aman beyim...– Haydi, bak hâlâ duruyor! Yasef içeri koştu. Posta Telgraf Müdürü, arkasına yaslandı. Se-

lanik çuhasından, çivit mavisi ceketi altında setre pantolon, beyaz hasse2 gömlek, baş açık... Köşeli çenesinde belli belirsiz bir çukur, derinden bakan ela gözler; uzunca kesilmiş düz, seyrek, kumral saçlar... Kısa, küt parmaklı elleri telaşlı. Bakışları sık sık sokağın öteki ucuna kayıyor, köstekli saatini çıkarıp bakmaya cesaret ede-miyor. Akşam ağır ağır çökmekte. İkinci rakıyı da tüketti.

“Demek bir aksilik oldu. Bugün bu iş olamayacak besbelli. Kal-kıp gitmeli mi?” Dayanamadı, saatini çıkarıp baktı. “Yok canım, daha vakit var. Beklemeli.” İşte masalar birer ikişer doluyordu. Karşıdaki pastaneye üç dört genç kadın gelip oturdular. Danteller, tüyler içinde şapkaları, atkılı düz pabuçları, ajurlu3 çorapları... Ne-şeli kahkahalarını herkese duyuruyorlardı. Likör, kahve...

1 Uddan küçük, mızrapla çalınan bir çalgı

2 Pamuklu kumaş, patiska

3 Delikli, gözenekli örülmüş

Page 4: Kara Cümle

9

Canı sıkıldı. Sırtını dönüp de mi otursa? Vazgeçti. Gençten sa-rışın olanı, enikonu göz süzüyordu. Hasır şapkasının ardında tek örük sarı saçlar, üst dudağı kıvrık, ağzı aralık. “Tüh Allah kahretsin ulan, tövbe tövbe... Allah vere de bizimkinin sancısı bu gece tut-masa. Vakit tamamdır, diyor ama bilinmez. Canım, ne demek bi-linmez? Artık fennen bilinmeyen mi kaldı? Eskidendi o hurafeler, büyüler, tütsüler... Geride kaldı, geride. Cehli1 ortadan kaldıracak olan ilimdir, fendir.” Gözü gene hasır şapkaya kaydı. “Yani şu taze de insanı... Ne derler hani, dinden imandan...”

– Yasef! Yasef! Ben seni şimdi...Sözünü bitiremedi. Kararmaya başlayan sokağın altında tanıdık

gölge belirmişti. Saçlarının diplerinde soğuk bir ter, yüreğinde te-laşlı vuruşlar. Uzun boylu, pos bıyıklı, iri yarı adam ona hiç bak-madan geçti gitti. Talat Bey telaşlandı. Görmemiş olabilir miydi? Ceket cebine yerleştirdiği mecmuayı eline aldı, dış kapağını iyi-ce kaldırdı, okuyormuş gibi beklemeye durdu. Nabzı kulaklarının diplerinde atıyordu.

– Pardon mirim, ateş reca...Talat Bey çakmağı nasıl çıkardı, adam gözlerinde sevinçli bir

karşılaşmayla ona nasıl baktı, sonra mecmuayı katlayıp iç cebine sokuşu... Bunların hiçbir kıymeti harbisi yoktu şimdi. İşte arka arkaya iki faytonda, dar bir bağ yolunda gidiyorlardı. Sonra öndeki araba birden yolcusunu indirdi. Boş fayton yanlarından koşumlarını şakırdatarak geçti gitti. Ne yapması gerekiyordu? O da inse miydi? Arabacı gecenin karanlığında Rumca bir türkü tutturmuştu, atlar rahvan gidiyordu. Evet evet, inmesi isabetli olacaktı. Neden bunu konuşmamışlardı?

– Arabacı, arabacı!– Buyur Paşam.– Tamam, beni burada indir.1 Cehalet, bilgisizlik

Page 5: Kara Cümle

10

– Burda inmek istersin?.. Yol tenhadır, ışıklar uzakta.– Tamam tamam, indir sen beni.Köpek havlamaları, eylül rüzgârının hışırdattığı kavak ağaçlarıy-

la çevrili tozlu bağ yolu... Zifiri karanlıkta bir başına kalakalmıştı. Sıkıntıyla bir sigara yaktı. Yakmasıyla yabancı bir elin sigarayı ka-pıp yere atması bir oldu.

– Aman müdür beyciğim...Bu ses içini ısıttı, güvenle doldurdu.– Ah Rahmi Bey biraderim, bir an sizi kaybettiğimi sandım.– Ehemmiyeti yok efendim, gidelim. Vakittir. Rahmi Bey daha sonraları, İzmir Valiliği yaptığı yıllarda bu sözü

ile ünlenecekti: “Vakittir.”Talat Bey rehberinin peşi sıra yürüdü. Rehberinin, gözlerini

ne zaman bağladığını hatırlamıyor. Eve girince, bir odada gözleri açıldığında yalnızdılar. Ona bakıp gülümsemek istedi. Ama tanı-dığı Rahmi Bey sanki bu adam değildi. Ceketini boğazına kadar iliklemiş, gözlerini yere dikmiş, bekliyordu. Kutsal bir tören havası vardı. Soğuk, heyecanlı bir sesle konuştu:

– Bakınız Talat Bey, arkadaşlar benim rehberliğimde sizi müs-bet olarak oyladılar. Cemiyete1 girmek konusunda hâlâ ısrarlı mı-sınız? Bunu size son kez soruyoruz. Bu kararınızın bütün yetki ve sorumluluklarını, hayatınızda tevlit2 edeceği bütün tesirleri düşü-nerek cevap veriniz.

Talat Bey birkaç saniye sustu. Heyecanı son haddini bulmuş-tu. Sesi bir türlü boğazından yükselip çıkmıyordu. Bunu, tereddüt etmiş olduğuna yoracaklarını düşündü. Heyecandan titreyen bir sesle, kararlılıkla konuştu:

– Bu şerefli sanı bana bahşediniz aziz kardeşim.Rahmi Bey gözlerini yeniden siyah parlak bir bezle bağladı,

1 Dernek, topluluk, toplum (Burada İttihat ve Terakki)

2 Doğurma, meydana getirmek

Page 6: Kara Cümle

11

koluna girdi. Başka bir odaya geçtiler. Talat Bey odada birkaç kişinin daha olduğunu hissetti. Tok sesli biri uzunca bir söy-lev verdi. “Milletin gasbolunan1 hukuku ve vatanın duçar-ı zaaf2

olması”nın nedenlerini anlattı. Sonra yeniden cemiyete girme ni-yeti soruldu.

Rahmi Bey,– Teyit olunmuştur efendim, dedi.Talat Bey’i, oturttukları iskemleden kaldırdılar. Gözleri açıldı. İlk

gördüğü şey, masanın üzerindeki tabanca oldu. Sonra hançeri, kutsal kitabı gördü. Karşısında omuzlarından ayak uçlarına kadar kırmızı bir pelerinle örtünmüş; yüzleri, gözlerini açıkta bırakan siyah maske-lerle kapatılmış üç kişi vardı. Heyecandan elleri titriyor, boğazı kuru-yordu. Sağ elini kutsal kitabın üzerine, sol elini tabancaya koydular. Hançer iki elin arasında duruyordu. Tok sesli olan söze başladı:

“Cemiyetin esrarını ve mensubinin bit-tesadüf öğrendiklerinden hiçbirinin ismini en şedit işkencelere duçar olsan da faş etmeye-ceğine ve Devlet-i Osmaniye’nin Kanun-i Esasi ahkâmı dairesin-de hakk-ı hâkimiyeti ekber evlada intikal etmek üzre, Ali Osman uhdesinde kalması ve umum-i efradı Osmaniye’nin bil’a tefrik-i cins ve mezhep nail-i saadet ve hürriyet olması için ila nihayet ve’l ömr çalışacağına ve duçar-ı felaket olan efrad-ı cemiyete ve ailele-rine muavenet eyleyeceğine ve cemiyetin mukarreratını tamamiyle ifa edeceğine ve şayet ihanetin tebeyyün ederse ceza-yı idama razı olduğuna dair din, vicdan ve namusuna... Canabıhakkın ismi aza-metine...” 3

1 Zorla alma, ortadan kaldırma

2 Zayıf düşmek

3 İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne giriş yemini:

“Cemiyetin gizli bilgilerini ve tesadüfen de olsa öğrendiğin hiçbir üyesinin adını en şiddetli işkencelere maruz kalsan bile açıklamaya-

cağına, Osmanlı Devleti’nin Kanun-i Esasi hükümleri çerçevesinde, egemenlik hakkının büyük evlâda geçmesi ve Yüce Osmanlı bünye-

sinde kalması, Osmanlı’nın tüm fertlerinin mezhep ve cins farkı gözetmeksizin hürriyet ve mutluluğa kavuşması için ömrünün sonuna kadar

çalışacağına, felâkete uğrayan cemiyet üyelerine ve ailelerine yardım edeceğine, cemiyetin kararlarını tamamıyla yerine getireceğine, eğer

ihanetin ortaya çıkarsa idam cezasına razı olduğuna dair din, vicdan ve namusun üzerine Allah’ın büyük adına”

Page 7: Kara Cümle

12

Kısa bir suskunluk oldu. Talat Bey şakaklarından boşalan ter-ler ve gerilmiş yüzünde çakmaklanmış gözleriyle, top gibi patlayan son sözünü söyledi:

– Yemin ederim!Yemin heyeti, Rahmi Bey’i tek tek kucaklayarak kendisini kut-

ladılar. Cemiyete girdiği, ihanette bulunursa bizzarur1 öldürülece-ği, cemiyet numarasını, cemiyet emirlerini rehberi vasıtasıyla öğre-neceği bildirildi. Yeniden gözleri bağlandı.

Bu kutsal rüyanın etkisiyle bindiği arabadan indirildiğinde Pla-ka Meydanı’nda bir başınaydı. Lacivert gökte sarı lira gibi bir ay vardı. Bir süre öylece kaldı. Neden sonra ayın kızardığını, denizin üzerinde yaldızdan bir iz bırakarak batmakta olduğunu gördü. O zaman annesini, akşama sabaha doğuracak olan gebe karısını hatır-ladı. Telaşla, doğumun olup bitmiş olmasını düşünerek korkuyla, bu kez bambaşka bir heyecanla eve doğru koşmaya başladı.

Kentin yamacında cumbalı, kafesli, bağdadi yapılardan oluşan beyaz badanalı Türk evlerinde tek tük ışıklar yanıyordu. Cümle kapısının üzerindeki ağır döküm tokmağı vurdu. Bekledi. Sofranın beyaz perdeli pencerelerinde solgun bir ışık gezindi. Sonra tanıdık bir ses, kayınvalidesi Fatma Hanım’ın titrek, kısık sesi duyuldu:

– Kimdir o?– Benim valide.Işık çekildi. Az sonra kapı açıldı. Gecenin serinliğinde fesleğen,

şebboy kokuları çalındı burnuna. Avluyu geçti. Üst katta biri alçak sesle ilahi okuyordu. Kötü şeyler geçti kalbinden. Sadife, komşu-nun küçük kızı, ceketini aldı. Yüzüne dikkatle bakıyordu. O anda olağanüstü bir şey olduğunu anladı. Kızı kollarından tuttu.

– Kötü bir şey yok ya, diye sordu.– Ne münasebet efendim, sizi merak ettiler de, yalnızca bu.

1 Zorunlu olarak

Page 8: Kara Cümle

13

Küçük kızın başını okşadı, merdivene yöneldi. Fatma Hanım beyaz örtüsüyle, elinde gaz lambası, sahanlıkta bekliyordu. Biraz mahcup,

– Hayırlı akşamlar valide, dedi Talat Bey.Kadının yüzü aydınlandı birden. Örtüyü başından sıyırdı. Göz-

lerinin içi gülüyordu.– Gözümüz aydın efendi oğlum, dedi.O sırada işittiği bebek ağlaması her şeyi anlatıyordu. Sevinçle

yatak odasına koştu. Sadife’nin annesi yatağın yanı başında, ayak-taydı. Karısı solgun yüzünde gülücüklerle,

– Ah Talat Bey ah, diyordu.Biraz sitem, biraz sevinç, dermansızlık vardı sesinde.Bebeği kucağına verdiler. Eğreti bir armağan gibi tuttu. İçin-

den, “Yarabbi, ne saadet, ne saadet!” diyordu. Sonra birden deh-şetle sordu:

– Gözleri! Gözlerinde ne var?Fatma Hanım korkusunu giderdi:– Ne olacak a oğlum? Doktor Pangalos Efendi ilaç koydu. Kork-

ma, geçer.Bebeğe yeniden dikkatlice baktı. Bebekse var gücüyle ağlıyordu.

Kundağı karısına uzattı. Fatma Hanım,– Az bekleyiniz oğlum, dedi. Ezan şimdi okunacak. Sabah eza-

nıyla adını koyunuz.Nasıl olduysa o anda Muallim Naci’nin bir dizesi düşüverdi ak-

lına: “Tahsil-i uluma cahit olmuş...” 1 Gerisini bir türlü hatırlaya-mıyordu.

– Ezanı beklemek gerekmez valide, dedi. Yorgunsunuz. Uygun bulunursa Cahit olsun. Çalışsın, çabalasın bilim için, fen için, be-şeriyet için.

1 “Bilim öğrenmek için gayretle çalışan olmuş”

Page 9: Kara Cümle

14

Ertesi gün Kuran’ın arkasına o güzel el yazısıyla Arap harflerini özenle dizdi:

“1910 Selanik. Oğlum Cahit doğdu. Tanrı ikimizi de muzaffer etsin.”

Kendisi için neden zafer dilediğini bir tek o biliyordu. Öğleye doğru sevinç içinde uyandı. Yüksek ideallere adanmış

yüce bir ruhun heyecanı, oğlunun doğumu ile yaşamında açılan pencereden bütün varlığını mutlulukla sarıyordu. Esenlik içinde sokağa çıktı. Postane binasına yöneldi. Her zamanki gibi gazeteyi aynı çocuktan aldı. Ağır ağır yürüyerek haberlere göz gezdiriyordu. Balkanlar’daki kaynaşma, İç Makedonya’daki IMRO adlı ihtilal örgütünün son eylemleri, Arnavutluk İsyanı, çetelerle ilgili haber-ler her zamanki önemini koruyordu. İç sayfada küçük bir haber dikkatini çekti:

“Fransız ordusunun Picardie’de yapacağı manevralara Mahmut Şevket Paşa’nın kurmaylarıyla birlikte şehrimizde bulunan Yüzbaşı Mustafa Kemal’in de Türk heyetini temsilen iştirak edeceği öğre-nilmiştir. Kendileri bugün yola çıkmış bulunmaktadırlar.”

Bu haberi kayınvalidesi Fatma Hanım’a göstermeliydi, kızı-nı askere vermediği için bir kez daha mutlu olsun diye. Mustafa Kemal’i düşündü. “Keşke gitmeden önce görüşebilseydik. Bu kez de kısmet değilmiş. Yola çıkmadan önce haberimiz olsaydı keşke. Gene de valideye söylemeli, Zübeyde Hanım’a gitsinler. İyi günde kötü günde, her zaman bizi arayıp sormuştur.”

Gazeteyi katladı, cebine koydu. Adımlarını hızlandırarak yürüdü.