istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

182
PROJEM İSTANBUL ARA Ş TIRMA PROJES İ İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ VE MUVAKKİTLERİ Proje Yüklenicisi: DOÇ. DR. SALİM AYDÜZ Üniversitesi: FATİH ÜNİVERSİTESİ Fakültesi: FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ © 2007-İstanbul. Bu araştırma projesi “Projem İstanbul” kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlatılmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve araştırmacının yazılı izni olmadan çoğaltılamaz ve kopyalanamaz.

Upload: vuonghuong

Post on 04-Feb-2017

292 views

Category:

Documents


11 download

TRANSCRIPT

Page 1: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

PROJEM İSTANBUL

ARAŞTIRMA PROJESİ

İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ VE

MUVAKKİTLERİ Proje Yüklenicisi: DOÇ. DR. SALİM AYDÜZ Üniversitesi: FATİH ÜNİVERSİTESİ Fakültesi: FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ

© 2007-İstanbul. Bu araştırma projesi “Projem İstanbul” kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlatılmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve araştırmacının yazılı izni olmadan çoğaltılamaz ve kopyalanamaz.

Page 2: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

2

FATİH ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ

FELSEFE BÖLÜMÜ

İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ VE MUVAKKİTLERİ

(İstanbul’daki Muvakkithane binalarının tespiti ve tarihi fonksiyonlarına uygun bir şekilde değerlendirilmesi)

SALİM AYDÜZ

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ

STRATEJİ GELİŞTİRME DAİRE BAŞKANLIĞI

STRATEJİK PLANLAMA MÜDÜRLÜĞÜ

PROJEM İSTANBUL

İSTANBUL 2009

Page 3: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

3

ÖNSÖZ 6 1. GİRİŞ 8 1.1. Osmanlı Öncesi Toplumlarda Müneccimlik 8 1.2 İslam’da Vakit Tayini Konusu 11 2. MUVAKKİTLİK KURUMUNUN BAŞLAMASI 16 2. 1. MEMLUKLAR’DA MUVAKKİTLİK 17 2. 2. ENDÜLÜS’TE MUVAKKİTLİK 18 2.3. ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI VE RASATHANELERİN KURULMASI 20 2.4. İSTANBUL RASATHANESİ VE TAKİYÜDDİN RASID 32 3. OSMANLILARDA MÜNECCİMBAŞILIK KURUMU 41 3.1. MÜNECCİMBAŞI LİSTELERİ 46 3.2. MÜNECCİMBAŞININ MAİYETİ 48

3.2.1.Müneccim-i Sâni 48 3.2.2.Müneccimbaşı Kâtipleri veya Saray Müneccimleri (Müneccimân-ı Hâssa) 50

3.3.MÜNECCİMBAŞILARIN YETİŞMELERİ 51 3.4.TAYİNLERİ 52

3.5.MÜNECCİMBAŞILARIN MAAŞ VE GELİRLERİ 55 3.6. MÜNECCİMBAŞILARIN MEVÂCİBLERİ 60

3.6.1. Zayiçe Takdiminden Aldığı Atıyye 61 3.7. Elkab, Kıyafet ve Nişanları 62

3.7.1. Kıyafetleri 63 3.7.2. Nişanları 63

3.8. MÜNECCİMBAŞILARIN GÖREVLERİ 64 3.8.1. Rakam Takvimi 66 3.8.2. İmsakiye Hazırlamak 67 3.8.3. Zayiçe Hazırlamak 67

4. Müneccim ve Muvakkit Yetiştirmek Üzere açılmış bir astronomi okulu: MEKTEB-İ FENN-İ NÜCÛM 68 4.1. MEKTEBİN AÇILIŞI 69 4.2. MEKTEBİN KURULUŞ GAYESİ 69 4.3.MEKTEBİN YERİ 70 4.4. MEKTEPTEKİ EĞİTİM 71 4.5.MEKTEBİN TALEBELERİ 71 4.6.MEKTEBİN AYLIK TAHSİSATI 73 4.7.MEKTEBİN KAPATILMASI 74 5. MUVAKKİTHANE VE MUVAKKİTLİK 75 5. 1.MUVAKKİTLİK 75

5.3.MUVAKKİTİN VAZİFELERİ 81 5.4. MUVAKKİTHANELERDE BULUNAN ARAÇLAR 82 5.5.MUVAKKİTLER NE İŞ YAPARDI? 85

6. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ 86 6.1.İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİNİN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ 88 6.2.MEVCUT İSTANBUL MUVAKKİTHANLERİ 92

6.2.1. AHMEDİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 92 6.2.2. ATİK ALİ PAŞA MUVAKKİTHANESİ 92 6.2.3. ATİK VALİDE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 93

Page 4: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

4

6.2.4. AYASOFYA MUVAKKİTHANESİ 95 6.2.5. BALA SÜLEYMAN AĞA MESCİDİ MUVAKKİTHANESİ 96 6.2.6. BEYKOZ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 97 6.2.7. BEYLERBEYİ CAMİİ 98 6.2.8. CAFERAĞA CAMİİ 99 6.2.9. DOLMABAHÇE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 100 6.2.10. EMİRGAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 101 6.2.11. EYÜP SULTAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 102 6.2.12. GALATA MEVLEVİHANESİ MUVAKKİTHANESİ 103 6.2.13. HUMBARAHANE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 104 6.2.14. İSKELE (KADIKÖY) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 104 6.2.15. KANDİLLİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 105 6.2.16. KANLICA (İSKENDER PAŞA) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 105 6.2.17. KASIMPAŞA CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 106 6.2.18. KOCAMUSTAFAPAŞA (SÜMBÜL EFENDİ) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 107 6.2.19. LALELİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 108 6.2.20. MAHMUDİYE (SULTAN II. MAHMUD) MUVAKKİTHANESİ 108 6.2.21. MURADİYE (SULTAN V. MURAD) MUVAKKİTHANESİ 109 6.2.22. NİŞANCI MEHMED PAŞA CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 109 6.2.23. NUSRETİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 110 6.2.24. OSMANAĞA MUVAKKİTHANESİ 111 6.2.25. RAMAZAN EFENDİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 111 6.2.26. SELİMİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 112 6.2.27. SUADİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 113 6.2.28. SULTANAHMED CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 113 6.2.29. ŞEHZADE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 114 6.2.30. TEŞVİKİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 115 6.2.31. TEVFİKİYE (ARNAVUTKÖY) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 115 6.2.32. YENİ CAMİ MUVAKKİTHANESİ 116 6.2.33. YENİ VALİDE SULTAN CAMİİ 118 6.2.34. YENİKAPI MEVLEVİHANESİ MUVAKKİTHANESİ 119

6.3. MEVCUT OLMAYAN BAZI MUVAKKİTHANELER 120 6.3.1. ALTUNİZADE CAMİİ 120 6.3.2. AYAZMA CAMİİ 121 6.3.3. AZAPKAPI MUVAKKİTHANESİ 123 6.3.4. FATİH CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 123 6.3.5. BAYEZİD CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 124 6.3.6. ÇİNİLİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 125 6.3.7. KURBAN NASUH CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 125 6.3.8. MİHRİMAH SULTAN CAMİİ 125 6.3.9. PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 127 6.3.10. YAVUZ SULTAN SELİM CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 128

7. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ MUVAKKİTLERİ 128

Page 5: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

5

7.1. AHMED (ö. 1809’tan sonra). 128 7.2. AHMED BOSNAVİ (1721'de sağ). 129 7.3. AHMED EFENDİ, HAFIZ (ö. 1865’te sağ). 129 7.4. AHMED EFLÂKÎ DEDE (Tekirdağ, 1808-İstanbul, 1876). 130 7.5. AHMED NAKŞİ EFENDİ (XVII. yy.). 131 7.6. AHMED ZİYA AKBULUT (İstanbul, 15 Haziran 1869-İstanbul 17 Nisan 1938). 131

Eserleri 133 7.7. ALİ b. AHMED MUVAKKİT (Edirne, ? – 1755'ten sonra). 134 7.8. ALİ NAZİF EFENDİ (?, ?-?, 1791'de sağ). 135 7.9. ALİ MUYTABÎ (1750'de sağ) 136 7.10. DERVİŞ TALİB EFENDİ (1645’te sağ). 136 7.11. EMÎN MUHAMMED B. EL-HÂCC İSMAİL EL-MUVAKKİT (1679’da sağ) 136 7.12. HASAN ÇELEBİ (KÜFRÎ) (İstanbul, ?-İstanbul Eylül 1660). 137 7.13. HÜSEYİN HİLMİ EFENDİ (Karlova Şubat 1859 – İstanbul 29 Eylül 1924). 138 7.14. HÜSEYİN HULUSİ EFENDİ, HACI (Ağustos 1859’dan sonra) 140 7.15. İBRAHİM EDHEM EFENDİ (? – İstanbul 9 Ağustos 1865). 140 7.16. İBRAHİM ZÜHDİ EFENDİ (XIX. Yüzyıl sonu). 141 7.18. MEHMED b. AHMED (Müneccimek) (İstanbul, ? – Mart 1668). 143 7.19. MEHMED ÇELEBİ (İstanbul, ? – Temmuz 1631). 144 7.20. MEHMED KONEVÎ (? – 1523-24 civarı). 145 7.21. MEHMED SADIK EFENDİ, Cihangirli (İstanbul, 19 Haziran 1742 – 1 Kasım 1812). 146 7.22. MUSTAFA b. ALİ MUVAKKİT (? – İstanbul 2 Mart 1571). 148 7.23. OSMAN EFENDİ, KASIMPAŞALI (1102/1691'de sağ) 151 7.24. YUSUF B. ÖMER (es-Sa'âtî) (?, ?-İstanbul, 1560(ö. 1570’te sağ) 151 8. MUVAKKİTHANELERİN VE MUVAKKİTLERİN SON DÖNEMDEKİ DURUMU 152 9. NETİCE VE TEKLİFLER 153 10. SEÇİLMİŞ BİBLİYOGRAFYA 156 11. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ RESİM ve PLANLARI 160

Page 6: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

6

ÖNSÖZ

İstanbul asırlar boyunca pek çok farklı topluluklar için din, sanat, bilim ve kültür

merkezi olmuştur. Pek çok farklı dine ve medeniyete başkentlik yapan bu tarihi şehrin

1453 yılında Osmanlıların eline geçmesiyle tarihte yeni bir sayfa açılmıştır. Bu tarihten

önce muhtelif vesilelerle Müslümanlarla tanışan İstanbul’un tam bir İslam şehri haline

gelmesi fetihten sonra olmuş ve şehre karşı hususi bir sevgisi bulunan Fatih Sultan

Mehmed’in şahsi gayretleriyle kısa sürede bir ilim, kültür ve sanat merkezine

dönüşmüştür. Böylece Bağdat, Şam, Kahire, Semerkant ve Halep gibi meşhur İslam

şehirleri halkasına İstanbul da ilave olmuş ve bu özellik günümüze kadar devam

edegelmiştir. Asırlar boyu süren ihmal sonucu eski tarihi şöhretini büyük ölçüde

kaybetmiş olan İstanbul’a canlılık getirmek üzere fetihten sonra alınan bir dizi tedbirler

kısa sürede sonuç vermiş ve şehir ilim ve kültür merkezi haline gelerek canlılık

kazanmıştır. Bir yandan eski binalar tamir edilmiş diğer yandan da yeni yerleşim yerleri

ve binalar inşa edilmiştir. Bunlar arasında en dikkat çekici olan hiç şüphesiz Fatih

Külliyesi ve onun içinde yer alan Sahn-ı Saman Medreseleridir. Gerek mimari açıdan

gerekse ilmi açıdan Osmanlı tarihinin en önemli projelerinden birisi olan bu külliyenin

içinde tespitlerimize göre İstanbul’un ilk muvakkithanesi de yer almaktaydı. Bugün

hayatta olmayan bu muvakkithaneyi daha sonraki yıllarda inşa edilen diğerleri takip

etmiştir. Daha önceki İslam medeniyetlerinde de bulunan muvakkithane kurumu

Osmanlı şehirlerinde benzer bir vazife ifa etmenin yanı sıra bazen bir eğitim merkezi

olarak da vazife yapmıştır. Müneccimbaşılık kurumu ile yakın ilişkiler içinde olduğu

tespit edilen muvakkitlik çalışmaları, 1924 yılında müneccimbaşılığın ilga edilmesine

rağmen 1953 yılına kadar faaliyetlerini devam ettirmiştir.

Bu çalışmada İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bir projesi olarak İstanbul’da

tarih boyunca kurulmuş olan muvakkithaneler ve bazı muvakkitler incelendi.

Page 7: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

7

Muvakkithane kurumu ile yakın ilişkiler içinde olan başta müneccimbaşılık olmak üzere

İstanbul Rasathanesi ve Mekteb-i Fenn-i Nücum gibi kurumlar hakkında da bilgi

verildi. İstanbul muvakkithaneleri ise binası hala mevcut olanlar ve olmayanlar olmak

üzere iki ayrı başlık altında incelendi. Bu kurumlarda vazife yapan İstanbul

muvakkitleri ve çalışmaları hakkında da kısa bilgiler verildi.

Bu çalışma İstanbul Büyükşehir Belediyesi Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı,

Stratejik Planlama Müdürlüğü tarafından desteklenip ve yönetilmiştir. İstanbul’umuzun

Tarihi ve Kültürel Mirasının Korunması hedefine yönelik bir proje çerçevesinde ele

alınan bu eserin İstanbul’un tarihinde mühim bir yeri bulunan muvakkithane

kurumunun bir müze olarak kurulmasına ve yaşatılmasına vesile olması en büyük

hedefimizdir.

Bu çalışmanın ortaya çıkmasında yardımlarını gördüğüm tüm meslektaşlarıma ve

kurumlara teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Özellikle muvakkithanelerin resimlerini ve

planlarını temin eden ve Sayın Zeliha Kumbasar’a müteşekkirim. Son olarak, başta

Büyükşehir Belediye başkanı Sayın Kadir Topbaş olmak üzere bu projeye destek veren

tüm İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tüm yetkili birimlerine ve Fatih Üniversitesi

Proje Yönetim Merkezi görevlilerine şükranlarımı arz ederim.

Doç. Dr. Salim Aydüz

Fatih Üniversitesi

Mart 2009

Page 8: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

8

1. GİRİŞ

Bu çalışmada, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden, devletin sona

ermesine kadar geçen dönem içerisindi kurulmuş olan muvakkithane müesseseleri ile

buralarda görev yapmış muvakkitler konusu ele alınacaktır. Pek çok alanda kendisinden

önce kurulmuş olan İslam devletlerinin karakteristik özelliklerini sürdüren Osmanlılar,

astronomi sahasında da aynı yolu izlemişlerdir. Daha önce yapılan çalışmaları

değerlendirip, kendi ihtiyaçlarına göre değerlendiren Osmanlı bilim adamları ihtiyaçlara

göre pek çok yeni çalışmalar da ortaya koymuşlardır. Astronomi ve astroloji alanlarında

bir yandan kurumlaşmaya giderken diğer yandan da bireysel çalışmaları devam

ettirmişlerdir. Saray içerisinde teşkil edilen müneccimbaşılık, ihtiyaç hâsıl olduğunda

muvakkitlik ve rasathane gibi kurumları da idare etmiş ve bir bakıma astronomi

sahasında ülke çapında yapılan çalışmaların da merkezi haline gelmiştir.

On beşinci asrın sonlarında kurulduğunu tahmin ettiğimiz müneccimbaşılık, esas

olarak on altıncı asrın ortalarına doğru teşkilâtlı bir müessese haline gelmiştir. Bu

müessesenin teşkilinde devletin takvim, devlet adamlarının zayiçe ihtiyacının

karşılanması, müneccim ve muvakkitlerin idaresi gibi önemli ihtiyaçlar rol oynamıştır.

Osmanlılardan önceki Türk-İslâm devletlerinde de her sene takvim hazırlayan ve

astrolojik çalışmalarda bulunan müneccimler bulunurdu. Ancak bunların görev ve

sorumlulukları Osmanlı müneccimbaşılarından farklıydı. Muvakkitlik kurumuna

geçmeden önce, Osmanlılardan önceki dönemlerde İslam devletlerindeki astronomi

çalışmalarına ve dolayısıyla da muvakkitlik çalışmalarına değineceğiz. Daha sonra da

müneccimbaşılık kurumu ile bu kuruma bağlı olan astronomi kurumları hakkında bilgi

vereceğiz.

1.1. Osmanlı Öncesi Toplumlarda Müneccimlik

Diğer pek çok medeniyette olduğu gibi İslâm toplumlarında da, özellikle idareciler

arasında geleceği öğrenme merakı, hayat, ölüm, hayır-şer gibi hususları, hanedanlıkların

Page 9: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

9

sürelerini ve düşmanlarının her türlü hallerini öğrenme arzusuyla astrolojik çalışmalar

yapacak olan müneccimlere itibar edilmiş ve saraylarda istihdam edilmiştir. İbn

Haldun’a göre bu gibi şeyleri, önceden öğrenme hevesi, insanın tabiatında vardır. Oysa

akıl sahibi insanlar müneccimlerin geleceğe ait hiç bir şeyi bilmediğini veya

söylediklerinin çoğunun gayr-i muteber olduğunu söylerler1. XVIII. yüzyılın sonunda

İstanbul’da bulunan Abbe Toderini (1728–1799) de, müneccimlerin bütün yanlış

kehanetlerinin ortasında, bazılarının tesadüfî olarak doğru çıkmalarına insanların çok

önem verdiklerini, buna mukabil aksi netice vermiş birçok kehanetleri ise hiç

hatırlamadıklarını nakletmektedir2.

İslâm bilim literatüründe, ilm-i ahkâm-ı nücûm, sınaat-i ahkâm-ı nücûm veya

kısaca ilm-i nücûm, ahkâm-ı nücûm, ilm-i hey’et, ilm-i eflak diye adlandırılan astroloji

ve astronomi, esas itibariyle XIX. yüzyıla kadar tek bir ilim olarak kabul edilmiş ve bu

deyimler astronomi ve astrolojiyi yahut da bu ilimlerin her ikisini birden tanımlamak

için kullanmıştır. İslam medeniyetinde müneccim kelimesiyle hem astrolog hem de

astronomlar ifade edilmekteydi3. Bu anlayış Osmanlılarda da aynıydı. Kâtip Çelebi (ö.

1659), Keşfü’z-zünûn adlı eserinde ilm-i nücûmun üç sahasından bahsetmiştir. Bu

sahaların ilk ikisinin tamamen astronominin konusu olmasının yanında, üçüncüsü

astrolojinin konusuna girmekte ve tamamı ilm-i nücûm yani olarak kabul edilmektedir4.

Osmanlıdan önceki Türk ve İslâm devletlerinde, hükümdarlar çeşitli yerlerde

kurdurdukları rasathaneler ile Müslüman astronomi âlimlerine gözlem yapma imkânı

sağlamışlardır. Ayrıca matematik, astronomi ve astroloji alanında eserler yazılmasını

teşvik etmişlerdir. İslâm rasathanelerinin kuruluş maksatları, hükümdarların astrolojiye

olan düşkünlüklerinden ziyade, bir ilim olarak kabul ettikleri ilm-i nücûm ve hey’et

üzerine çalışmalar yapmaktı. Günlük ve geleceği ait işlerinin düzenlenmesinde

yıldızların dakik birer rehber olduğu inancının da rasathanelerin açılmasında önemli bir

1 İbn Haldun, Mukaddime (Tercüme: Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 396, 781–783. 2 M. L’. Abbè Toderini, de la Litterature Des Turcs, Traduit de l’Italien en Français par Tournant,

Paris 1789, I, 171. 3 Mouredgea d’Ohsson, Tableau général de l’Empire Ottoman, Paris 1824, VII, 11; Carlo A. Nallino,

“Astroloji”, İslam Ansiklopedisi (İA), I, 682; a. mlf. “Astronomi”, İA, I, 686; Seyyed Hossein Nasr, Islamic Science an Illustrated Study, New Edition, London 1976, s. 95; Tevfîk Fehd, “İlm-i Ahkâm-ı Nücûm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (DİA), XXII, s. 124-126; a. mlf., “İlm-i Felek”, DİA, XXII, s. 126-129.

4 Kâtip Çelebi, Keşfü'z-zünûn (Nşr, Ş. Yaltkaya), İstanbul 1943, II, 1930–1931.

Page 10: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

10

katkısı bulunmaktaydı5. Her ne kadar İslâm rasathanelerindeki dakik rasatlar ve

matematik çalışmaları astroloji çalışmalarında iyi neticeler elde etmek için

kullanılıyorsa da, rasathanelerin temelinde ilmî zihniyetin ve tecessüsün varlığı da inkâr

edilemez. İslâm bilim literatüründe astroloji ve astronominin tek bir ilim olarak kabul

edilmesi sebebiyle astrolojiye ait konular ve astrolojinin birçok problemi için yapılan

hesaplar astronomi kitaplarında yer almıştır6. Diğer taraftan astrologların daima muhtaç

oldukları astronomik hesap cetvelleri sadece astronomi eserlerinde bulunmaktaydı7.

Rasathanelerde yapılan ve asırlarca Batı ve Doğu’da kullanılan zîcler ve astronomi

eserleri bunun en güzel delilleridir. Esas hedefi dakik rasatlarla yeni ve güvenilir zîcler

hazırlamak olan İslâm rasathanelerinde, yeni yapılan rasatlar ile dakikliğini kaybeden

eski astronomik cetveller ıslah edilerek, daha mükemmelleri hazırlanmıştır8. Osmanlı

öncesi dönemde özellikle Meraga ve Semarkand rasathanelerinde hazırlanan ziçler

Osmanlı müneccimleri tarafından da uzun süre kullanılmıştır. Ancak bu ziçlerin

ihtiyaçlara cevap vermekte yetersiz kalması üzerine Takiyüddin Rasıd tarafından

İstanbul’da yeni bir ziç hazırlanmak üzere büyük bir rasathane kurulmuştur. Ancak bu

rasathanenin kısa süren ömrü dolayısıyla istenen ziçler hazırlanamamıştır. Uluğ Bey ve

arkadaşları tarafından hazırlanmış olun Zic-i Uluğ Bey, 1800 yılına kadar İslam

dünyasında temel ziç olarak kullanılmıştır. Bu tarihlerden sonra ise Avrupa

rasathanelerinde hazırlanan ve her sene yenilenen ziçler kullanılmaya devam edilmiştir.

Son yıllarda ise mekanik saatlerin devreye girmesi ve yaygınlaşmasıyla vakit tayini

meselesi büyük ölçüde saatler vasıtasıyla halledilmiştir. Cumhuriyetin ilanı ile

müneccimbaşılık kurumu ilga edilmiş ve yerine Başmuvakkitlik adı altında yeni bir

kurum kurulmuştur. Ancak bu kurum da 1953 yılında TRT radyosu saat anonslarının

başlamasıyla fonksiyonunu tamamen kaybetmiş ve ilga edilmiştir.

İslam medeniyetinin en yaygın astronomi kurumu olarak kabul edebileceğimiz

muvakkithane binalarının ilga edilmesi ile bu kurum tamamen tarihe karışmıştır. Ancak

tespit edebildiğimiz kadarıyla, bütün modern imkânların yanı sıra Fas gibi bazı

ülkelerde bu kurum halen yaşatılmaktadır.

5 A. Sayılı, “Rasathane”, İA, IX, 628. 6 Nallino, “Astroloji”, s. 685. 7 Nallino, “Astroloji”, s. 682. 8 A. Sayılı, “Rasathane”, İA, IX, 628.

Page 11: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

11

Tarih boyunca başta büyük şehirler olmak üzere, belli başlı yerleşim

merkezlerinde daha ziyade cami müştemilatı içerisinde yer alan muvakkithane binaları,

İslam bilim ve mimarlık tarihinin son derece zengin örneklerini teşkil etmişlerdir.

Medrese ve daruşşifa gibi kurumlardan sonra belki de en yaygın kurum olan

muvakkithanelere yeteri kadar değer verilmediği gibi üzerine pek fazla araştırma da

yapılmamıştır. Konuyla ilgili ilk ve en geniş çalışmayı yapmış olan A. Süheyl Ünver

Bey, bu kurumları bilim tarihimizin en kıymetli ve üzerinde en çok durulması lazım

gelen ilim yuvaları olarak niteler.9 Gerçekten de bazı muvakkithaneler, muvakkidinin

ilmî muktesabıt ve imkânları dâhilinde dönemin küçük bir rasathanesi veya tabir-i

diğerle basit bir astronomik gözlem merkezi gibi çalışmış, başta astronomi olmak üzere

yakın konularda ve matematikte dersler verilmiş bir nevi bir eğitim kurumu olarak da

fonksiyon icra etmiştir. Bu çalışmaların ve faaliyetlerin neticesi olarak bu kurumlarda

çok sayıda eser telif edilmiş ve öğrenciler yetiştirilmiştir.

İstanbul muvakkithaneleri konusuna girmeden önce İslam dünyasında vakit tayini

konusunun önemi ve mahiyeti hakkında kısaca bilgi vermek konunun daha iyi

anlaşılmasına imkân sağlaması açısından faydalı olacaktır.

1.2 İslam’da Vakit Tayini Konusu

İslam dini vakit tanzimi konusuna çok büyük önem vermiş ve günü, ayları ve

yılları ibadet vakitlerine göre tanzim etmiştir. Gerek Kuran-ı Kerim’de gerekse Hadis-i

Şeriflerde vaktin en iyi şekilde değerlendirilmesi için pek çok tavsiye ve ikaz

bulunmaktadır. Bu ikaz ve tavsiyeler doğrultusunda Müslümanlar hayatlarını tanzim

etmişler ve bu tanzim işinde hiç şüphesiz astronominin yardımını görmüşlerdir. Tabi

bunda islamî bir kavram olarak vaktin, ibadet için özel zamanın girmesi olarak

tanımlanmasının önemi büyüktür. Nitekim, ibadetlerin yapılabilmesi için vaktin girmesi

farz olup, vakit girmedikçe ibadet için gerekli olan farz da yerine gelmemektedir. Başta

namaz olmak üzere oruç, hac ve zekat gibi dinin diğer temel konularında da vakit

9 A. Süheyl Ünver, " İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine",

International Symposium on the Observatories in Islam, İstanbul 1980, s. 45-51; a. mlf., "Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları V, 1971-1972, Ankara 1975, s. 217-272. Ünver’in bu çalışmalarından başka zikredilmesi gereken diğer çalışmalar Server Dayıoğlu ve Zeliha Kumbasar tarafından yapılmıştır. Bkz. S. Dayıoğlu, “İstanbul Muvakkithaneleri”, İstanbul Dergisi, 13, s. 33-39. Server Dayıoğlu’nun İstanbul muvakkithaneleri ile ilgili bir kitabı ise yayınlanmak üzere hazırlanmaktadır. Zeliha Kumbasar,

Page 12: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

12

meselesi olmazsa olmaz bir şart olarak vaz olunmuştur. Ramazan ayının başlaması için

ayın görülmesi gerektiği gibi, oruçların başlayıp bitmesi de güneşin doğuş ve batışının

takip edilmesi gerekmektedir. Şu halde hem güneş hem de ayın günlük, aylık ve yıllık

hareketleri ibadetler için büyük önem taşımaktadır. Bu sebeple ay ve güneş gözlemleri

İslam astronomi çalışmalarının merkezinde yer almıştır. Keza hac ibadetinin

yapılabilmesi için Zilhicce ayının girmesi gerekmekte ve Arefe günü ihramlı olarak

Arafat’ta vakfede hazır olunması gerekmektedir. Zekat ibadetinde de bir Müslümanın

zekat verebilmesi için akıllı, ergin olma ve temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala

sahip bulunma yanında bir kameri yılın da vakit olarak geçmesi gerekir.

Ancak, İslam’da vakit en çok namaz ibadeti açısından önemlidir denebilir. Zira bir

Müslüman her gün beş vakit namaz kılmalıdır ve bu ibadetin en temel şartlarından biri

vaktinde eda edilmesidir. Kur’an-ı Kerim’deki “Namaz, Müminlere vakitli olarak farz

kılınmıştır”10 ayeti gibi birçok ayet ve hadiste namazda “vakit” mevzuu önemli bir kriter

olarak işlenmiştir. Vaktinden önce kılınan namazlar eda edilmiş sayılmamakla birlikte

vaktinden sonra kılınan namazlar da ancak kaza edilebilir.

Kur’an-ı Kerim’de namaz vakitleri ana hatlarıyla belirlenirken hadislerde bu konu

daha fazla detaylandırılmıştır.11 Buna göre farz olan yani eda edilmesi zorunlu olan

namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere beş vakittir. Bunlardan başka

yine belli vakitlere mahsus vacip, sünnet ve nafile namazlar da vardır.

Günlük beş farz namazın vakitleri hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse;

Sabah namazı vakti: Sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek

yayılan aydınlık olan fecr-i sadıkla başlayıp güneşin doğuşuna kadar sürer.

Öğle namazı vakti: Güneşin en yüksek noktaya ermesinden her şeyin gölgesinin

bir misli yani kendi kadar uzamasına kadar devam eder.

İkindi namazı vakti: Her şeyin gölgesinin bir misli olduğu öğle namazı vaktinin

bitişiyle başlar, her şeyin gölgesinin iki misli olduğu zamana, güneşin sarardığı ana

kadar sürer.

Osmanlı Dönemi İstanbul Muvakkithaneleri, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008.

10 Nisa Süresi, 103. 11 Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, İstanbul: Aksa Yayınları, 1997, II, 179-238.

Page 13: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

13

Akşam namazı vakti: Güneş yuvarlağının tam olarak ufukta batmasıyla başlar ve

şafak kızıllığının kaybolması anına kadar devam eder.

Yatsı namazı vakti: Akşam namazının vaktinin dolmasıyla başlar ve bazı

rivayetlere göre sabah namazına kadar, bazı rivayetlere göre de gece yarısına kadar

devam eder.

İslam’da namaz vakitlerinde belli zaman aralıkları söz konusudur ve bir vaktin

başlangıcı ve bitişi astronomik verilerle belirlenmiş olması gerekmekte, özellikle

güneşin gökyüzündeki konumu ve o konumuna ilişkin saat açısı belirleyici etken

olmaktadır. Özellikle de sabah ve akşamın başlangıç saatlerinin belirlenmesi

zorunluluğu vardır. Bunların tespiti için gün doğumundan (tulu’) önce doğu ufkunda

gün ağarmasının (fecr-i sadık, fecr) başladığı ve gün batımından (gurub) sonra batı

ufkundaki kızıllığın (şafak-ı ahmer) kaybolduğu zaman güneş ışınlarının ufuk

düzlemiyle yaptığı açıların kaç derece olduğunun önceden bilinmesi gerekmektedir.

Bütün bunlar da astronomik gözlemler sonucu hazırlanmış tablolarla bulunmaktadır.

Namaz vakti her bölge için farklıdır ve yılın belli zamanlarına göre çeşitlilik

göstermektedir. Bundan dolayı vakit tayini problemi, sürekli tekrar eden ve farklı

bölgelerde farklı sonuçlara dayanan hesaplamalarla çözülebilmektedir. Özellikle

cemaatle toplu bir şekilde kılınan namazlar, namaz vaktinin titizlikle belirlenmesi

yönünde eğilime neden olmuşlardır.

Tarih boyunca İslam’ın yayıldığı her farklı şehir farklı bir enlem, farklı bir boylam

anlamına gelmekte böylelikle vakit tayini ve kıble yönü için ayrı bir gözlem ve

hesaplama gerektirmekteydi. Bu durum uzun, devamlı ve yoğun çalışmaları gerektiren

bir ihtiyaçlar listesi sunuyordu. İslam dünyası bu problemi hafife almamış, konuyla

ilgili bilgi ve tecrübeler arttıkça önceki devirlerde de varolan ancak sadece saatin kaç

olduğunu bilmek için yapılan güneş saati gibi aletler daha hassas ve detaylı olacak

şekilde geliştirilmiştir. İlerleyen yüzyıllarda bu işler muvakkit denilen özel astronomlara

emanet edilmiş ve bir dönem sonra (hemen hemen) her büyük camiye bu uzmanlara ait

bir muvakkithane ilave edilmiştir.

Mikat, kelime anlamı olarak bir iş için tayin edilen zaman anlamına gelmektedir.

Güneş ve yıldızlardan astronomik zaman tayinin yapıldığı ve günlük beş namazın

Page 14: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

14

vakitlerinin hesaplandığı bilime ilm-i mikat denmektedir. Genel olarak ilm-i mikat

zamanı, günleri, geceleri ve bu zaman dilimlerinin nasıl gerçekleştiklerini tanımlar.

İslamiyetin ilk yıllarında namaz vakitleri, her insanın kolayca uygulayabileceği

seviyede pratik, geleneksel yöntemlerle yaklaşık olarak tayin edilebiliyordu. Erken

dönem İslami metinlerde namazı tam vaktinde kılma ve doğru bir şekilde kıbleye

yönelme sorumluluğundan bahsedilirken geleneksel astronomi yöntemleri çoğunlukta

olmak üzere gün içindeki gölgeleri ve burçları kullanarak zaman hesaplaması için basit

şemalar; kıble yönünü bulmak için güneş, yıldızlar ve rüzgarın kullanıldığı bazı

yöntemler de anlatılmaktadır. Dolayısıyla ilk dönem İslami gölge şemalarının

çoğunluğu öncelikle gölge boylarıyla belirlenen öğle ve ikindi namaz vakitleri için

kullanılıyordu.

Genel İslam astronomi tarihine baktığımızda, İslam dünyasında geleneksel

yöntemlerle başlayan mikat çalışmalarının, bilim adamlarının bu konu üzerine

çalışmalarını yoğunlaştırmasıyla bilimsel astronominin metodlarına doğru yöneldiğini

ve bu alanda büyük gelişmeler sağlandığı görülmektedir.

İslam astronomi tarihinde ilk defa Halife Mansur döneminde (754-775)

Muhammed b. İbrahim bin Habib El-Fezzari, Ez-Zic’ala sini’l-Arab adlı çalışmasında

İslami günlerin kameri takvime göre hesaplanması için kullanılacak cetvellerin

düzenlenmesiyle ilgili temel bilgi ve yöntemlerin ana hatlarını vermiştir. 8. yüzyılda

belirlenen bu esaslara bazı küçük değişiklikler eklenerek günümüze kadar uyulmuştur.

Ancak takip edilebildiği kadarıyla vakit tayini için on dokuzuncu yüzyıl’a kadar

devam edecek olan takvim ya da tablo hazırlama çalışmalarının ancak 9. yüzyılda tam

anlamıyla başladığı söylenebilir. Nitekim bu yüzyıl içinde ilk defa her boylam derecesi

veya yılın her günü için namaz vakitleri ve kıble tayini tabloları hazırlanmıştır. Zaman

tayini konusunda bilinen ilk tablolardan biri çalışmalarını Bağdat’ta sürdüren ünlü İslam

bilgini Ebu Abdullah Muhammed bin Musa el-Harezmi’ye12 (780-850) aittir.

12 GJ. Toomer, "Al-Khwarasmi, Abu Ja'far Muhammad ibn Mûsâ", Dictionary of Scientific Biography,

VII, 358, 1973; C. A. Nallino, "Al-Khwârazmî e il suo Rifacimento della Geografia di Tolomeo", Raccolta di Scritti Editi e imediti, V, 463-465 (458, 532), Rome 1944.

Page 15: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

15

Özellikle mikat konusundaki eserleriyle dikkat çeken, Fatımiler devrinde Mısır’da

doğan İbn Yunus (ö. 1009) da döneminin en önemli astronomudur13. Namaz vakitlerinin

doğru bir şekilde tayini amacıyla birçok çalışma yapmıştır. İbn Yunus’un matematik

temellere oturtulmuş olan cetvelleri, güneşin yıl boyunca aldığı konumlarla ilgili 1000

kayıt içerecek kadar geniş kapsamlıdır ve bu cetveller o kadar mükemmeldir ki

Kahire’de 19 yüzyıl’a kadar kullanılmışlardır. David A. King’e göre erken 11. yüzyıl

astronomlarından İbn Yunus kendinden sonraki Kahire ve Şam’daki muvakkitlerin

çalışmalarını şekillendirecek bir zaman tayini geleneğini başlatmış; ilk defa derli toplu

bir şekilde vakitleri gösteren tablolar hazırlamıştır. İbn Yunus’un etkisi daha sonraki

yıllarda mikat konusunda önceliği ele alacak olan Suriye’de de çok görülmüştür.14

Bütün bunlardan sonra İslam’da astronomik zaman tayini ve astronomik aletlerle

ilgili ana çalışma on üçüncü asırda Hasan bin Ali el-Merrakuşi tarafından yazılan

“A’dan Z’ye Astronomik Zaman Tayini” adlı eser olarak kabul edilir.15 Genel olarak

eklektik (derlenmiş) bir eser olmakla beraber uzman bir astronomi çalışmasıdır. İlginçtir

ki Merrakuşi daha sonraki astronomiyle ilgili kaynaklarda mikati yada bu tür bir sıfatla

değil de şeyh imam olarak tanıtılmaktadır.

Erken on dördüncü yüzyılda Suriyeli Mizzi ve İbn Şatır Mısır’a giderek astronomi

eğitimi alıp Şam’a dönmüşler ve her ikisi de Emeviyye Camii’nin muvakkitleri olarak

görev yapmışlardır. Bu dönemle birlikte Şam, zaman tayini konusunda bir ekol haline

gelecektir ve Halili ve İbn Şatır ile on dördüncü yüzyılın ortalarında ilm-i mikat zirve

noktasına ulaşacaktır.

Şam ekolü, gerek astronomik aletlerle ilgili, gerek tablo hazırlamayla ilgili etkin

bir başarıya sahip olmuştur. Şam’da bu konuyla ilgili oldukça başarılı çalışmalar

yapılmış, İstanbul gibi henüz fethedilmemiş yerler için dahi tablolar hazırlanmıştır.

13 David A. King, “Ibn Yūnus: Abū al-�asan Alī ibn Abd al-Ra�mān ibn A�mad ibn Yūnus al-

�adafī”, Biographical Encyclopaedia of Astronomers, Ed. T. Hockey, New York: Springer, 2007, I, 573-574.

14 D. A. King, “Astronomical Timekeeping in Fourteenth Century Syria”, Proceedings of the First International Symposium for The History of Arabic Science, April 5-12, 1976, Arap Bilim Tarihi Enstitüsü, Halep.

15 François Charett, “Marrākushī: Sharaf al-Dīn Abū Alī al-�asan ibn Alī ibn Umar al-Marrākushī”, Biographical Encyclopaedia of Astronomers, Ed. T. Hockey, New York: Springer, 2007, II, 739-740.

Page 16: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

16

Emeviyye Camii’nin muvakkitlerinden Halili’nin yaptığı tablolar Kahire ve İstanbul’da

da birkaç yüzyıl Şam da ise on dokuzuncu yüzyıl’a kadar kullanılmıştır.

On dördüncü yüzyılda İbnül Ekfani döneminden bir başka isim Necmeddin el-

Mısrî 250.000den fazla girdiye sahip, bütün enlemler için güneş ve yıldızlardan zaman

tayini yapabilen bir astronomik cetvel külliyatını hazırlamıştır. On beşinci yüzyılla

birlikte mikatla ilgili çalışmalar daha çok Kahire’deki Ezher Camii’nde yoğunlaşmıştır.

Ezher Camii’nin on dördüncü yüzyılın ikinci yarısındaki muvakkidi Sibt el-

Maridini’nin önemli çalışmaları olmuştur. on sekizinci yüzyıl’dan bu yana Ezher’de

onun çeşitli eserleri üzerine şerh telif edilmiştir.

on altıncı yüzyıl boyunca da Mısır’da muvakkitler tarafından çok sayıda çalışma

yapılmıştır. Bu çalışmalar 19. yüzyıla kadar devam etse de on beşinci yüzyıldan sonra

sonucu etkileyen yenilikler çıkmamıştır. Aynı şekilde Şam Emeviyye Camii de

Suriye’deki mikat çalışmalarının merkezi olmaya devam etmiş ancak on dördüncü

yüzyıl ekolüne üstünlük sağlayacak yeni bir alet yada tablo ortaya çıkmamıştır.

Müslümanların zaman belirlemek için tablo yapımları on dördüncü ve on beşinci

yüzyıllardan sonra bütün Osmanlı Devleti coğrafyasında devam etmiştir. Osmanlılar

hatırı sayılır bir gayretle mikatı geliştirmişlerdir. Osmanlı astronomları mevcut tabloları

günbatımını hergün saat 12:00’da gösterecek şekilde dönüştürmüşler ve ayrıca

astronomik tabloları olmayan bölgelere yeni tablolar yapmışlardır.

2. MUVAKKİTLİK KURUMUNUN BAŞLAMASI

Günde beş defa eda edilen namazın güneşin günlük konumuna göre belirlenmesi

sebebiyle, farz kılındığı (miladi 620) yıldan itibaren ilk Müslümanların basit bir

astronomi bilgisini kullandıkları anlaşılmaktadır. Ancak zamanla yeni bölgelerin

fethedilmesi ve yeni toplulukların İslam’a girmesiyle namaz vakitlerinin belirlenmesi ile

kıble tayini konuları önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Nitekim ikinci Halife Hz. Ömer

eyalet valilerini tayin ederken namaz vakitlerini tayin etmede ve kıbleyi bulmada lazım

olacak olan astronomi ilmine (ilm-i nücûm) vakıf olmalarını istemiştir.16 Bu durum, ilm-

i mikat konusunun tarihinin ne kadar eski olduğunu göstermesi açısından hayli

mühimdir. Eldeki sınırlı sayıdaki kaynaklardan anlaşılıyor ki muvakkitliğin

16 M. Yusuf. Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlık, İstanbul 1984, IV/1540.

Page 17: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

17

kurumsallaşmasına kadar vakit tayini işini müezzinler veya imamlar yerine

getirmekteydi. Yedinci asırdan sonra genel olarak İslam dünyasında ortaya çıkan yeni

gelişmeler özellikle dokuzuncu asrın başlarından itibaren rasathanelerin kurulması ve

astronomi biliminde gelişmelerin olması, ilm-i mikat konusunda da önemli adımların

atılmasını netice vermiştir. Abbasiler dönemi Bağdat’ında başlayan ilm-i mikat

tablolarının hazırlanması Fatimîler dönemi Kahire’sinde biraz daha gelişmiş, Halilî,

Mizzî ve İbn Şatır’ın Şam’daki Emeviyye Camii’ndeki muvakkitliği döneminde zirveye

ulaşmıştır. On dördüncü yüzyılda Kahire ve Şam’da yapılan çalışmalar ilm-i mikat

konusunda önemli ilerlemeleri getirmiştir. Hazırlanan tablolarla İslam dünyasının pek

çok şehir için namaz vakitlerini belirleme kolay hale gelmiş ve muvakkitlerin olmadığı

yerlerde müezzinler bu tablolar vasıtasıyla namaz vakitlerini belirlemişlerdir. İslam

dünyasında muvakkitliğin ortaya çıkışı ve kurumsallaşması ile ilgili gelişmeleri ele

almak için bu konuda ortaya çıkan gelişmeleri ayrı ayrı ele almak konunun daha iyi

anlaşılması açısından daha isabetli olacaktır.

2.1. MEMLUKLAR’DA MUVAKKİTLİK

Muvakkitlik konusunda ilk ve en geniş çalışmaları yapmış olan David King’in

tespitlerine göre muvakkitlerle ilgili en eski kayıtlar Kahire’de ortaya çıkmaktadır.

Nitekim 1300’lü yıllarda muhtesipler için İbn Ukuvva tarafından telif edilmiş olan bir

risalede, muhtesiplerin vakit tayini bilgisi konusunda müezzinleri imtihan etmesi

gerektiğine işaret edilmektedir.17 Ayrıca onların ilm-i mikat ile ilgili konulara vakıf

olmalarını ve astronomi aletlerini kullanmayı bilmelerini tembih etmektedir.

Muvakkitliğin ortaya çıkması muhtemelen müezzinlerin bu konularda bilgi sahibi

olmalarında zorlanmaları olabilir. Zira muvakkitliğin ortaya çıkmasından önce pek çok

müezzin aynı zamanda muvakkitlik görevini de yürütmekteydi.18 David King’in

çalışmalarına göre Arapça literatürde muvakkit kelimesi ilk defa on üçüncü yüzyıl sonu

ile on dördüncü yüzyıl başlarında geçmektedir. Buna göre Fustat’da bulunan Amr

Mescidi’nde görev yapmakta olan iki muvakkitten bahsedilir.19 Mısır’dan sonra Filistin

ve Suriye’de de muvakkit teriminin kullanıldığı görülür. Muvakkit kelimesinin ortaya

17 D. A. King, “On the Role of Muezzin and Muwaqqit in Medieval Islamic Society”, Tradition,

Transmission, Transformation, Der. F. J. Ragep, Sally P., E. J. Brill, New York 1996. 18 D. A. King, “The Astronomy of the Mamluks”, Isis, 74 (1983), s. 531-555.

Page 18: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

18

çıkması ile muvakkithanelerin de aynı yüzyıllarda yine Mısır’da ortaya çıktığı

konusunda kanaat birliği bulunmaktadır.20

2.2. ENDÜLÜS’TE MUVAKKİTLİK

Muvakkitlik kurumunun bulunduğu bir diğer İslam ülkesi ise Endülüs’tür. Burada

on üçüncü yüzyılın başlarından itibaren muvakkit unvanlı kimselere rastlanılması

muvakkitlığın David King’in tespitlerinin aksine Mısır’dan daha önce bu ülkede ortaya

çıktığına işaret etmektedir. Ayrıca burada muvakkitlığın kurum olarak varlığına dair

erken döneme ait deliller de bulunmaktadır. Nitekim aslen Murviedro’lu olan Ebu

Abdullah Muhammed ibn Ali ibn ez-Zübeyr ibn Ahmed el-Kudâ’î el-Murbitarî (1149-

1230) hem muvakkit hem de kadı idi. Önce Murviedro şehrinde çalışan el-Murbitarî

daha sonra Valenciya’ya gitmiş ve burada bu görevlerindeyken vefat etmiştir. Aynı

zamanda aritmetikçi olan el-Murbitarî’nin fıkıh konusunda da bilgi sahibi olduğu

bilinmektedir.21 Yine on dördüncü yüzyılda İbn Hatib’in bahsettiği baba-oğul iki

astronomdan Ahmed’in Granada Camii astronomu ve resmi muvakkidi olduğu, oğlunun

da Kurtuba’nın emînü’l-evkât olarak görev yaptığı bilinmektedir.22

Muvakkitlik kurumunun ilk esas teşkilatlanmasının Endülüs’te olduğuna dair

önemli bir delil bulunmaktadır. Granada Camii’nde “reîsü’l-muvakkitîn” unvanıyla

muvakkitlik yapan İbn Başo (ö. 1316) aynı zamanda iyi bir astronom olarak ilm-i mikat

konusunda önemli eserler vermiştir. İbn Başo’nun “reîsü’l-muvakkitîn” unvanıyla

Granada Camii’nde görev yapması, en azından Granada’da muvakkitliğin kurumsal bir

yapıda olduğunu ve muvakkitliğin Kahire’ye göre burada daha önce yapılandığı

izlenimini vermektedir. Ancak buradaki yapılanmanın cami içerisinde mi yoksa şehir

çapında mı olduğu hususunda bilgi bulunmamaktadır.

19 D. A. King, “Memluk Astronomy and the Institution of the Muwaqqit”, The Mamluks in Egyptian

Politics Society, Der. T. Philipp and U. Haarmann, Londra: Cambridge University Press, 1998. 20 Memlukler’de muvakkitlik ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Sonja Brentjes, “Shams al-Dîn al-

Sakhâwî on Muwaqqits, Mu’adhdhins, and the Teachers of Various Astronomical Disciplines in Mamluk Cities in the fifteenth Century”, A Shared Legacy Islamic Science East and West, (Ed. E. Calvo ve diğerleri), Barcelona: Publicacions I Edicions De La Universitat de Barcelona, 2008, s. 129-150: G. Saliba, A History of Arabic Astronomy, New York University Press, Newyork and London 1994; F. Charette, Mathematical Instrumentation in Fourteenth-century Egypt and Syria, Brill, New York 2003.

21 B. A. Rosenfeld-E. İhsanoğlu, Mathematicians, Astronomers and Other Scholars of Islamic Civilisation and their works (7th-19th c.) (Istanbul: IRCICA, 2003), No 565

22 King, “On the Role of Muezzin and Muwaqqit in Medieval Islamic Society”.

Page 19: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

19

Endülüs’te yaşamış olan en önemli muvakkit İbn Başo’dur (ö. 1316). İslam

astronomi tarihinde ve özellikle muvakkitlik tarihinde önemli bir yeri olduğu görülen ve

tam ismi Ebu Ali Hasan el-Hüseyin ibn Ebi Cafer Ahmed ibn Yusuf olan İbn Başo aynı

zamanda Granada’da hesap işleri uzmanı, iyi bir astronomi gözlemcisi, mucid ve pek

çok eserin müellifidir. Eserlerinden üç tanesi günümüze ulaşmış olup isimleri şu

şekildedir: Risâle fi’l-evkât, Risâletü’s-sâfihâ el-câmi’a li-câmi’ el-urûd ve Risâletü’s-

sâihâ el-müceyyebe zâtü’l-evtâr23.

Osmanlı öncesi dönemde Endülüs, Memluk ve Suriye’de ilm-i mikat ve

muvakkitlik üzerine ortaya çıkan gelişmeler, Osmanlı dönemi muvakkitliğini etkilemesi

açısından son derece mühimdir. Buralarda şekillenen muvakkitlik kurumu, Osmanlı

devletinde nihai şeklini almış ancak bu kurumlardan önemli ölçüde etkilenmiştir.

Muvakkit için bir çalışma ortamı olan muvakkithanenin ortaya çıkması, hiç şüphesiz

onlara geniş ve verimli bir çalışma ortamı sağlamaktaydı. Bunun tabii bir sonucu olarak

muvakkitler başta ilm-i mikat olmak üzere astronomi ve astronomi aletlerinin yanı sıra

matematik ve yakın konularda pek çok eser telif etme imkanı bulmuşlardır.24

Osmanlılardaki ilm-i mikat çalışmaları ve muvakkitlik önemli ölçüde Suriye ve

Mısır civarında yapılan çalışmaların etkisi altındadır. Bunun yanı sıra daha önce de

23 Bu eserle ilgili olarak Emilia Calvo’nun yapmış olduğu bir çalışma için bkz. “Mîqât in Ibn Bâso’s

al-Risâla fi’l-Safîha al-Mujayyaba Dhât al-Awtâr (Treatise on the Plate of Sines)”, A Shared Legacy Islamic Science East and West, (Ed. E. Calvo ve diğerleri), Barcelona: Publicacions I Edicions De La Universitat de Barcelona, 2008, s. 151-174. ayrıca bk. B. A. Rosenfeld-E. İhsanoğlu, a.g.e., no. 654; Emilia Calvo, “Les échos de l’oeuvre d’Ibn Bāso en Afrique du Nord”, Le Patrimoine Andalous dans la Culture Arabe et Espagnole, Tunis 1991, s. 65–79; a. mlf., “Ibn Bāso’s Universal Plate and Its Influence in European Astronomy”, Scientiarum historia 1992,18: 61–70; a. mlf., “La ciencia en la Granada nazarí (Ciencias exactas y tecnología)”, El legado científico andalusí, edited by Juan G. Vernet and Julio Samsó, s. 117–126, Madrid 1992; a. mlf., Abū ‘Alī al-Husayn Ibn Bāso (m. 716/1316): Risālat al-safīha aljāmi’a li-jamī al-‘urūd, Edición crítica, traducción y studio, Madrid 1993; a. mlf., “On the Construction of Ibn Bāso’s Universal Astrolabe (14th C.) According to a Moroccan Astronomer of the 18th Century”, Journal for the History of Arabic Science 1994,10: 53–67; a. mlf., “Ibn Bāso’s Astrolabe in the Maghrib and East”, From Baghdad to Barcelona: Studies in the Islamic Exact Sciences in Honour of Prof. Juan Vernet, edited by Joseph Casulleras and Julio Samsó, 1996, vol. 2, s. 755–767, Barcelona: Instituto “Millás Vallicrosa” de Historia de la Ciencia árabe; a. mlf., “A Study of the Use of Ibn Bāso’s Universal Astrolabe Plate”, Archives internationales d’histoire des sciences, 2000, 50: 264–295; a. mlf., “Transformation of Coordinates in Ibn Bāso’s al-Risāla fī ‘l-safīha al-mujayyaba dhāt al-awtār”, Journal for the History of Arabic Science, 2001, 12: 3–21: a. mlf., “Ibn Bāşo: Abū Alī al-Husayn ibn Abī Ja’far Ahmad ibn Yūsuf ibn Bāşo”, Biographical Encyclopaedia of Astronomers, Ed. T. Hockey, I, 552-553, New York 2007; B. A. Rosenfeld-E. İhsanoğlu, no. 654.

24 H. F. Cohen, The Scientific Revolution: A Historiographical Inquiry, Chicago: University of Chicago Press, 1994; King, “On the Role of Muezzin and Muwaqqit in Medieval Islamic Society”.

Page 20: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

20

ifade edildiği üzere Semerkand Rasathanesi’nde hazırlanan zic de uzun yıllar temel eser

olarak kullanılmış ve bu ekol Osmanlı astronomi çalışmaları üzerinde etkin bir rol

oynamıştır. Esas olarak Bursa’da doğan ve daha sonra Uluğ Bey'in Semerkand

Rasadhânesi'ndeki çalışmalara katılan Kadı-zâde, orada müdür olmuş ve uzun süre

buradaki astronomik çalışmaları yönetmiştir. Onu takip eden müdür, Alî-i Kuşçu’ydu.

Ali Kuşçu, Uluğ Bey'in ölümü üzerine, Semerkant’tan ayrılıp İstanbul'a gelmiş ve Fatih

Sultan Mehmed'in hizmetine girmiştir. Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelmesiyle astronomi

çalışmaları büyük bir canlılık kazanmıştır. Nitekim kısa bir zaman içerinde Çağminî,

Nasîruddîn et-Tûsî ve Uluğ Bey'in eserleri ve bunlara yapılan şerhler üzerine kurulan

esaslı bir Osmanlı geleneği sürdü. Bu asıl teorik ve planeter astronomi geleneğinin yanı

sıra, Mısır ve Suriye'den alınan astronomik vakit tayini ile ilgili bir başka gelenek daha

vardı. Astronominin bu dalında, Osmanlı etkinliğini değerlendirmek için, on dördüncü

yüzyılda Şam'da kaydedilen ve orijinal İslâm etkinliğinin bir doruk noktasını teşkil den

seviyeye bakmak gerekmektedir. Suriye ekolünün iki büyük temsilcisi olan el-Halîlî ve

İbnü'ş-Şâtır'ın çalışmaların on beşinci yüzyılda İstanbul'da bilindiğine dair kayıtlar

bulunmaktadır.25

Osmanlı dünyasında yapılan astronomi çalışmalarını ve özellikle muvakkitliği

daha iyi kavramak ve değerlendirmek için ilm-i mikat çalışmaları ve her türlü

astronomik faaliyetle doğrudan ilgisi ve ilişkisi olan İslam dünyasındaki rasathane

kurumunu da incelemek gerekir.

2.3. ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI VE RASATHANELERİN

KURULMASI

İslam tarihinde astronomi ile ilgili çalışmalar çor erken dönemlere kadar geri

gitmektedir. Ancak kurumsal olarak astronomi çalışmalarının dokuzuncu yüzyılın

başlarında kurulan rasathanelerle başladığını söyleyebiliriz. Rasathane kelimesi Arapça

gözlemek anlamındaki rasad kelimesinden gelen ve astronomik gözlem yapılan yer

manasına kullanılan bir kelime olup beytü’r-rasad veya marsad isimleriyle de anılırdı.

Bir İslam medeniyeti kurumu olarak rasathane, ilk defa düzenli gözlem yapmak ve

matematik çalışmaları yürütmek üzere açılan, içinde pek çoğu Müslüman astronomlar

tarafından icat edilmiş çeşitli ebatlarda yapılmış gözlem araçları bulunan, çok sayıdaki

25 Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997, I, 245-247.

Page 21: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

21

matematikçi ve astronomun ortak ve sürekli çalıştığı bir kurumdur. Bu tarife uyan tam

donanımlı ilk Rasathanelerin öncesinde, daha önceki bazı medeniyetlerde olduğu gibi

İslam dünyasında da kişisel gözlem evlerinin varlığı ve bunların özel rasathanelerden,

bahsedilen tam rasathanelere geçişte mühim bir rol oynadığı kabul edilmektedir. Özel

gözlem evlerinin ilk olarak ne zaman başladığını tespit etmek hayli güçtür. İslam

medeniyetinde ilk dönemlerden son dönemlere kadar her devirde bu tür özel

gözlemevlerinin bulunduğu bilinmektedir. Ebü’l-Hasan ibn Yunus (ö. 1009) en eski

gözlemlerin, Vezir Yahyâ b. Halid b. Bermek (ö. 190/805) zamanında Ahmed b.

Muhammed en-Nihâvendî (174/790) tarafından Cündişâpur’da yapıldığını ve gözlem

sonuçlarını Zîc-i Müştemil’de (nüshası yoktur) kullandığını belirtir.

İslam dünyasında ilk resmî Rasathanelerin kurulması, Batlamyus’un ve Hint-İran

astronomi çalışmalarının tercüme edilmeye başlandığı 8. yüzyıla kadar geri gitmektedir.

Sistemli ve sürekli gözlemlerin yapıldığı astronomi Rasathanelerinin açılması ise Halife

Me’mun (198–218/813–33) dönemine rastlamakta olup bu teşebbüsün ardında onun

astronomiye duyduğu merak veya Hint-İran ve Yunan astronomları tarafından ortaya

konulan farklı gözlem sonuçlarının Müslüman astronomların yapacağı gözlemlerle

düzeltilmesi gayesi bulunmaktaydı. Bir meridyen derecesinin Me’mun’un isteğiyle

Suriye çöllerinde (Palmira ve Rakka kasabaları arasında) ve Irak’ta (Bağdat ve Kufe

arasında ve Sincar ovasında) yapılan gözlemler sonucunda dikkatli bir şekilde ölçülmesi

ikinci hipotezin doğruluğunu destekler mahiyettedir. Onun döneminde açılan

rasathaneler, özel gözlem faaliyetlerinin sistemli bir şekilde kurulmuş kurumlara geçişi

de temsil eder. Devlet rasathanelerinin kuruluşunun temelinde hükümdarların müsbet

bir ilim olarak kabul ettikleri astrolojiye olan ilgilerine, günlük ve geleceğe dair işlerle

ilgili alınacak tedbirlerin belirlenmesinde yıldızların güvenilir birer rehber olduğu

inancının da önemli bir etkisi vardır. Nitekim devlet desteğiyle kurulan ilk

rasathanelerin gözlem sürelerinin belirlenmesi esnasında hükümdar ile kurucu müdür

arasında kararlaştırılan süre, ideal bir gözlem aralığından çok kısa süreli sonuç almayı

hedefleyen bir süreçtir. Bu durum, rasathanelerin kısa süreli olmalarına sebep olmuş ve

dakik astronomik sonuçlar almayı hedefleyen astronomların çalışmalarını da haliyle

olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Ancak ilmî araştırma hedefinin de rasathanelerin

kurulmalarında önemli amillerden biri olduğunu büsbütün göz ardı etmemek gerekir.

İslam rasathaneleri ilmî bir gözlem merkezi olup her türlü astrolojik ve astronomik

Page 22: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

22

hesap dakik gözlemlere ve matematiksel hesaplara dayandırılmaktaydı. Nitekim İslam

rasathanelerinin temel kuruluş gayesi dakik gözlemlere dayalı yeni ziclerin

düzenlenmesidir.26

Devlet idarecileri tarafından veya onlarla ilişkili olarak kurulan belli başlı on kadar

Rasathane vardır: Halife Me’mun tarafından kurulan Bağdat’taki Şemmasiye ve

Şam’daki Kâsiyûn rasathaneleri; Büveyhî hükümdarı Şerefüddevle (982-989) adına

Bağdat’ta kurulan rasathane; Alâuddevle adına 1025 yılı civarında İbn Sînâ tarafından

kurulan Hemedan Rasathanesi; Sultan Melikşah’ın 1075 yılında İsfahan’da kurduğu

rasathane; Fatımî vezirleri El-Afzal ve Me’mun el-Batâihî tarafından 1120-1125

yıllarında kurulan Kahire Rasathanesi; Hülâgu’nun 1259’da Meraga’da kurduğu Meraga

Rasathanesi; 1300 yılı civarında Gazan Han’ın Tebriz’de kurduğu Tebriz Rasathanesi;

1420’de Uluğ Bey’in kurduğu Semerkand Rasathanesi ve son olarak 1575’te

İstanbul’da kurulan rasathane. Bunların yanı sıra bazı şahıslar tarafından da rasathaneler

açılmış ve gözlemler yapılmıştır.27

Halife Me’mun tarafından ve devlet bütçesinin imkânlarıyla yaptırılan Bağdat’taki

Şemmasiye ile Şam’daki Kasiyun, tespit edilen en eski devlet rasathaneleridir. Bunların

aynı anda mı yoksa peş peşe mi faaliyette bulunduğu konusunda tartışmalar bulunmakla

birlikte günümüze kadar ulaşan bazı gözlem sonuçlarının tarihlerine bakıldığında bu iki

rasathanenin bir süre eş zamanlı faaliyetle bulunduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır.

Ancak Kasiyun Rasathanesi’nin açılmasıyla Şemmasiye’deki faaliyetler azaltılmış ve

çalışanlar yeni rasathaneye nakledilmiştir.28

26 Fatin Gökmen, Eski Türklerde Hey’et ve Takvim, İstanbul 1937; G. Sarton, Introduction to The

History of Science, New York 1975; A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim (yay. haz. A. Kazancıgil-S. Tekeli), İstanbul 1982; Sayyid Sulaiman Nadvi, “Muslim Observatories”, Islamic Culture, 20 (1946), 267-281; E. S. Kennedy, A Survey of Islamic Astronomical Tables. Transactions of the American Philosophical Society, New Series. Volume 46, Part 2, 1956; a. mlf., “A Letter of Jamshid al-Kashî to His Father”, Orientalia, 1960, XXIX, 191-213; a. mlf., The Planetary Equatorium of Jamshid Ghiyath al-Din al-Kashi, Priceton 1960; a. mlf., “A treatise on astronomical observational instruments”, Journal of Near Eastern Studies, 1961, XX, 98-108.

27 Hugo J. Seemannn, “Die Instrumente der Sternwarter zu Maragha”, Sitzungsberichte der physikalishmedizinischen Sozietät zu Erlangen, 60 (1928), 15-128; M. Fuad Köprülü”, XIII. Asırda Meraga Rasathanesi Hakkında Bâzı Notlar”, Belleten, XV, sayı 23-24, 1942, s. 207-226; a. mlf., “Uluğ Bey”, İA, XIII, s. 29.

28 Aydın Sayılı, “Kasiyûn rasadhanesi hakkında bazı bilgiler”, V. Türk Tarih Kongresi : kongreye sunulan tebliğler [Türk Tarih Kongresi (V : 1956 : Ankara)], Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1960, s. 252-257; a.mlf., “A Letter of Al Kâshî on Ulugh Bey’s Scientific Circle in Samarqand”, Actes du IXe Congres International d’Histoire des Sciences, Barcelona 1960, s. 586-591; a.

Page 23: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

23

Şemmasiye Rasathanesi Halife Me’mun tarafından Bağdat’ta açılan Beytü’l-

Hikme ile koordineli bir şekilde faaliyet göstermiştir. Rasathanedeki gözlem araçları

hakkında yeterli bilgi bulunmamasına rağmen, Hayhâ b. Ebî Mansur’a (ö. 830 civarı)

atfedilen bir zicin giriş kısmında, “daire” isimli bir gözlem aracının kullanılması ve

sabit yıldızlar ile bazı bölgelerin gözlenmiş olması, burada son derece büyük çaplı

gözlem araçlarının bulunduğunu göstermektedir. Yahyâ b. Ebî Mansur başkanlığında ve

828–829 tarihleri arasında yapılan iki gündönümü gözlemlerine Sened b. Ali, el-Abbas

b. Said el-Cevherî de katılmıştır.

Kâsiyun Rasathanesi, Şam’daki Kâsiyun dağındaki Dayr Murrân manastırında

830-1 yılında kurulmuştur. Bîrûnî burada 5 metre yüksekliğinde bir güneş saati ile iç

yarıçapı da 5 metre olarak ölçülen bir mermer duvar kadranının olduğunu haber

vermektedir. Rasathanede 831-832 yılında bir güneş yılı boyunca gözlemlerde

bulunulmuştur. Halid b. Abdülmelik el-Merveruzzî ve Sened b. Ali ve el-Abbas b. Said

e-Cevherî buradaki gözlemlere de katılmışlardır. Ali ibn İsa el-Usturlâbî de rasathane

için gözlem araçları yapmıştır.

Astronomik faaliyetler konusunda kişisel ilgisi bulunan Halife Me’mun

çalışmaları yakından takip etmiş, detaylı ve sistematik bir tarzda yapılmasını istemiştir.

Her iki rasathane de gözlem için yapılmış özel binalara sahip olmamakla birlikte kendi

özel alet yapımcılarına ve gözlemcilerine sahipti. Ancak her iki rasathanenin de aynı

gözlem programı altında kurulmuş olup bir birinden bağımsız ve uzak kurumlar

değildir. Kasiyun Rasathanesi Şemmasiye’de elde edilen tecrübelere dayanılarak, orada

başlanmış olan işleri tamamlamak üzere kurulmuştur. Buralarda daha çok güneş ve ay

ile ilgili gözlemler yapılmasının yanı sıra gezegenlere ve sabit yıldızlara dair de bazı

araştırmalar yapılmış ve bazı yıldızların bulundukları konumlar tespit edilmiştir. Bu

rasathanelerde yapılan gözlemlerin neticeleri Yahya b. Ebû Mansur tarafından

hazırlanan ve Zîc-i Şemmâsiye olarak da bilinen Zic-i Mümtehân’da kaydedilmiştir. Bu

ziclerden anlaşıldığı kadarıyla Batlamyus’un yaptığı güneş gözlemleri daha dakik bir

şekilde kaydedilmiş ve gözlem konusunda onun ortaya koyduğu sistemlerden daha

isabetli sonuçlar alabilen yeni bir gözlem metodu geliştirilmiştir. Burada ekliptik

eğiminin farklı şekilde hesaplamaları ve tropikal senenin uzunluğu gibi konuların

mlf., Uluğ Bey ve Semerkand’taki ilim faaliyeti hakkında Giyâseddin Kâşî’nin mektûbu, Ankara 1960.

Page 24: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

24

incelenmesi de ele alındı. Ancak ayın, yıldızların ve gezegenlerin gözlenmesi pek fazla

müspet netice vermemiştir.

Hint astronomisi yanında Grek astronomisini de iyi bilen ve 829–864 yılları

arasında Bağdat’ta astronomi gözlemleri yapan Habeş el-Hâsib’in (ö. 864’ten sonra)

özellikle Şam’daki gözlemlere katılıp katılmadığı konusu ciddi olarak tartışmalıdır.

Katıldığına dair ortaya sunulan deliller son derece yetersiz olmanın yanı sıra kendisinin

telif ettiği Zîc’te de gözlemlere atıf bulunmakla birlikte gözlemlere katıldığından

bahsetmez. Ancak gözlemleri yakından takip ettiği, varılan sonuçları kendi gözlem

sonuçlarıyla karşılaştırdığı ez-Zîcü’l-mümtehân’ından anlaşılmaktadır.

İlk rasathanelerden sonra fizikî gözlem araçları zamanla gelişmeye başladı.

Müslüman astronomlar gözlemlerinde dakik sonuçlar almayı hedeflediler ve bunun

yolunu astronomi araçlarının boyutlarını büyütmede buldular. Büyük ebatlı gözlem

araçlarının çok dikkatli bir şekilde bu işi iyi bilen kişiler tarafından yerleştirilmesi

gerektiği gibi ayrıca bunları kullanacak kişilerin de son derece kabiliyetli ve yetişmiş

elemanlar olması gerekiyordu. Yerleştirilmesinde aranan hassasiyet aynı şekilde bunları

kullanacak kişilerde de aranmaktaydı. Bunları kullanacak olan kimselerin sadece

astronomi değil yapılan gözlemlerin matematik model tarzına indirgenebilmesi için aynı

zamanda matematik konusunda da geniş bir bilgiye sahip olması gerekiyordu. Genel

olarak yapılan çalışmaların temel amacı daha önce yapılmış olan ziclerin geliştirilmesi

veya hatalarının düzeltilmesi gayesini gütmekteydi.29

Bazı kaynaklar Me’mun’un (833) ölümü üzerine rasathanedeki gözlemlerin

kesildiğini ileri sürerken, bazı deliller faaliyetlerin onun ölümünden sonra da Şam’da

(Halid 834 yılında) ve Bağdat’ta (Halid, Ali b. İsa el-Harrâni ve Sened b. Ali, 230-

1/843-4 yılında) sürdürüldüğünü işaret etmektedir. Halife Me’mun’un döneminden on

altıncı yüzyılın sonuna kadar İslam dünyasında on adet büyük rasathane inşa edilmiş

olup bunlardan sadece iki tanesi eş zamanlı faaliyet göstermiştir. On üçüncü yüzyılın

sonları ve on dördüncü yüzyılın başlarında açılan Meraga ve Tebriz rasathaneleri de

aynı zamanda faaliyet göstermişlerdir. Ancak istisnai ve farklı yapıları sebebiyle bu

rasathaneleri baştaki iki rasathane gibi karşılaştırılamaz.

29 Aydın Sayılı, The Observatory in Islam and its Place in the General History of the Observatory, 2nd

Edition, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988.

Page 25: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

25

Bir kısmı resmî rasathanelerde de çalışan ancak kendi özel hanelerinde de gözlem

yapan şahıslar sebebiyle özel rasathaneleri resmî rasathanelerden ayırt etmek hayli

güçtür. Her ne kadar özel de olsa rasathanelerin pek çoğu geniş çaplı ve pahalı

astronomi aletleriyle çalıştığı için çoğu zaman devlet veya varlıklı kişiler tarafından

destekleniyordu. Halife Me’mun tarafından açılan devlet rasathanelerinde başlayan

gözlem faaliyetlerinin onun ölümüyle kesilmesi üzerine gözlemler daha düşük bir

seviyede olmak üzere özel rasathanelerde devam ettirilmiştir. Nitekim Benu Musa

kardeşler olarak bilinen Muhammed ve Ahmed b. Musa b. Şakir, 840–869 yılları

arasında güneşi ve sabit yıldızları, temel olarak Bağdat’ta, ayrıca Semarra ve Nişabur’da

kurdukları özel gözlemevlerinde gözlemlemişlerdir. Onların desteğiyle Sabit b. Kurra

da (ö. 901) keza kendi evinde özel gözlemler yapmış ve daha önce yapılan gözlem

sonuçlarını kullanmıştır. Ebû Hanife el-Dinâverî’nin de 850 yılı civarında bir müddet

Dinaver’deki evinde gözlemler yaptığı bilinmektedir. 853–866 tarihleri arasında

kavuşumlara ve güneş-ay tutulmalarına dair gözlemler yapan el-Mâhânî’nin rasathanesi

ile 887-918 yılları arasında sistematik gözlem faaliyetleri gerçekleştiren el-Battânî’nin

(ö. 929) Rakka’daki rasathanesi de büyük masraflarla vücuda getirilmesine rağmen özel

rasathaneler olarak kabul edilmektedir. Benû Amacur ailesinin 885–933 tarihleri

arasındaki güneş, ay ve gezegenlere dair Bağdat’ta yaptığı gözlemler de keza onların

hususî rasathanelerinde gerçekleşmiştir.

Büveyhî hükümdarlarının astronomiye olan ilgisi ve desteği, onuncu asırda

astronomi çalışmalarını önemli ölçüde canlandırmıştır. Nitekim Rey şehri valisi

Ruknüddevle’nin veziri Ebu’l-Fazl İbnü’l-Âmid’in verdiği destek ile yapılan geniş bir

gözlem aletiyle Ebü’l-Fazl el-Herevî, Ebû Cafer el-Hâzin ve diğer astronomlar 950

yılında, tutulma sathı meylini ölçmüşlerdir. Aynı vezir, İsfahan’da başka bir Büveyhî

hükümdarı olan Adududdevle’nin (ö. 983) çevresinde bulunan bir kısım astronomlarla

birlikte Abdurrahman es-Sufi’yi (ö. 986) de desteklemiş ve Şiraz’da bazı gözlemler

yapmalarına imkân tanımıştır. Es-Sufi’nin ve İbnü’l-A’lam’ın Adududdevle için yapmış

olduğu meşhur zicinde kaydettiği yıldızlar ve bazı gezegenlere ait gözlemler

Batlamyus’un yıldızlar katalogunun sistemli bir şekilde yeniden düzenlenmiş halidir.

Bu çalışma Ebu Sehl el-Kûhî’ye yedi gezegeni rasat etme görevi veren Şerefüddevle

(982-989) ile daha da ileriye götürüldü ve geniş ölçülü astronomi gözlem araçlarının

kullanıldığı Bağdat’taki sarayın bahçesine son derece büyük bir devlet rasathanesinin

Page 26: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

26

kurulmasıyla sonuçlandı. 988 yılında yapılmış olan bu rasat çalışmalarında Ebü’l-Vefa

el-Buzcânî ve Ahmed b. Muhammed el-Sagani gibi astronomlar da yer almış olmalıdır.

Sadece gözlem maksadıyla inşa edilmiş olan bu rasathaneye bazıları son derece büyük

çaplı gözlem aletleri konuldu. Ne var ki Büyük bir hızla başlayan gözlemler

Şerefüddevle’nin ölmesiyle kısa sürede tamamen durdu. Rasathanenin, kendine has bir

binası olması, gözlemci, teknisyen gibi personelin yanı sıra Ebu’s-Sehl el-Kûhî gibi bir

müdürünün olması ve gözlem programında bütün gezegenlerin hareketlerinin

kaydedilmiş bulunması gibi özellikleri itibariyle Me’mun tarafından kurulan

rasathanelere karşı rüçhâniyeti bulunmaktaydı. Bu arada Fahruddevle’nin (977-97)

desteğiyle Rey’de el-Hocendî (ö. 1000) tarafından südüsü’l-fahrî adı verilen büyük bir

sekstant yardımıyla tutulma düzlemi eğimini 994 yılında hesaplamıştır. Büveyhi

hükümdar ailelerinin kendi aralarında yapmış oldukları rekabet özellikle astronomik

gözlem faaliyetlerinin artmasına sebep olmuştur. Keza 1023–4 yılı civarında Keykavud

Alauddevle Muhammed’in (ö. 1041–2) desteğiyle Hemedan’da gezegenlerle ilgili

gözlemler yapan ve ölçüde dakikliği temin etmek için mikrometreye benzer bir alet

kullanan İbn Sina (980–1037) ve Gazneli Mahmud’un (ö. 1030) desteği altında belirli

gözlemler yapan ve astronomi çalışmalarının temel kaynaklarından birini telif eden el-

Bîrûnî (1050) bunlara dair dikkat çeken örneklerdir.

Gözlem faaliyetleri 10. yüzyıldan itibaren batıya doğru kaymaya başlamıştır.

Nitekim 977 (veya 990) yıllarında gözlemlere başlayan İbn Yûnus’un (ö. 1009) 1007

yılına kadar Kahire’de çok sayıda gözlemler yaptığı bilinmektedir. Fatimi Halifeleri el-

Aziz ve el-Hakim Biemrillah’ın (996-1021) desteğiyle kurduğu küçük çaplı gözlem

araçlarından oluşan rasathanesinin hususî mi yoksa devlet rasathanesi mi olduğu tam

olarak belli değildir. El-Mukattam dağında bulunan rasathanenin Daru’l-Hikmenin bir

parçası olarak faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Kahire’de yaklaşık bir asır sonra

Fatımî vezirleri El-Afzal Şehinşah ve Me’mun el-Batâihî’nin desteğiyle 1120–1125

yıllarında yine el-Mukattam dağında çok büyük bir rasathane kurulmuş ve güneşe dair

gözlemler yapılmıştır. Resmî bir devlet kurumu nizamına yakın bir tarzda inşa edilen

müessese, Batâihî’nin vefatıyla kapanmıştır.

Mağrib ve Endülüs’te rasathane faaliyetleri pek fazla bulunmamaktadır. Fas’ta

bulunan Burcü’l-kevâkib’in aya dair gözlem yapmak gayesiyle on ikinci yüzyılda inşa

edildiği ve uzun yıllar kullanıldığı bilinmektedir. Endülüs’te de matematikçi ve

Page 27: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

27

astronom Mesleme el-Mecrîtî’nin (ö. 1007 civarı) astronomi üzerine faaliyetlerde

bulunduğu ve bir astronomi okulu açtığı bilinmektedir. Keza Ebû İshak İbrahim ibn

Yahya ez-Zerkâlî (1028-1087) ve arkadaşları tarafından güneş, ay ve sabit yıldızlar

üzerine 25 seneden fazla önce Toledo’da sonra Tordoba’da yapılan gözlemler ve alınan

dakik sonuçlar dikkat çeker. Bu rasatların Sa’id el-Endelüsî’nin (1029-1070) yaptığı

veya himaye ettiği gözlemlerin bir devamı mahiyetinde olduğu ve bir bütün teşkil ettiği

görülmektedir. Meşhur astronom Cabir bin Eflah’ın (on ikinci yüz yıl) da 1184-1196

yılları arasında Sevile şehrinde gözlem maksadıyla inşa edilen ve Seville Kulesi olarak

da bilinen bir minareyi kullanarak gözlemler yaptığı bilinmektedir.

Ebu’l-Kasım el-Usturlâbî’nin 1130 yılı civarında Bağdat’taki Selçuklu sarayında

yaptığı gözlemlerden küçük çaplı bir rasathaneye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Halife

Me’mun’un kurduğu rasathanelerde de gözlem yapan Habeş el-Hâsib’in Bağdat’ta otuz

beş yıl süreyle kendi özel rasathanesinde gözlemler yaptığı bilinmektedir. İbn Bâcca’nın

da evinin damında özel gözlemler yapmasından bir rasathaneye sahip olduğu anlaşıldığı

gibi ve İbn Şâtır’ın da Şam’da oldukça mühim bir hususi rasathaneye sahip olduğu

görülmektedir.

Tam olarak tespit edilememekle birlikte en eski tam teşekküllü rasathane Melikşah

(1072-92) tarafından 1074 yıllarında İsfahan’da kurulan, Ömer Hayyam’ın (1048-1131)

diğer astronomlarla birlikte İran güneş takviminden etkilenerek hazırladıkları bir zici

tamamladıkları rasathanedir. Bu rasathane Melikşah’ın vefatına kadar on sekiz sene

faaliyetlerine devam etti ve ondan sonra oğlu Sencer b. Melikşah’ın desteğiyle Merv’de

Hazini’nin (509 ve 530/1115–35 tarihleri arasında) gezegenlere dair gözlemleriyle

devam etti. Melikşah rasathanesiyle birlikte tam bir gözlem programı için en az otuz

seneye (Satürn’ün tam bir dolanımı) ihtiyaç olduğu fikri ilk defa görülmektedir. Bu

rasathane ile birlikte bütün gezegenler gözlem programına dâhil edilmiş ve buna bağlı

olarak planlanan gözlem süresi ve çalışma programı uzatılmıştır. Nasiruddin Tûsî

(1201–74), Moğol Sultanı Hülâgu ile Meraga’da bir rasathane inşa etmek düşüncesiyle

yürütülen görüşmeler esnasında bu en az süreyi tamamlamak üzere çağrılmıştı; ancak

Hülâgu’nun bunu kabul etmemesi üzerine, Tûsî (Jupiter’in bir dolanım süresi olan) on

iki senede aynı işi tamamlama konusunda anlaşmaya varmıştır. Semerkand Rasathanesi

Page 28: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

28

müdürü Gıyseddin Cemşid el-Kâşi (ö. 833/1429) de bu çalışmayı tamamlamak

maksadıyla Uluğ Bey ile en az süre olarak on –on beş yıl olarak anlaşmıştır.30

İslam medeniyetinin ilk büyük ve teşkilatlı rasathanesi olarak Meraga, Tebriz’in

güneyindeki bir tepe üzerine Hülâgu (ö. 1265) tarafından 1259 yılında inşa edilmiştir.

Rasathane, Hülâgu’nun ikametine tahsis edilmiş bir bina, cami ve çok zengin

kütüphanesiyle (400000 kitap) birlikte pek çok binaya sahip olmaktaydı. Binaların ve

gözlem aletlerinin yapımı ile işin organizasyonu Müeyyedüddin el-Urdî tarafından

gerçekleştirilmiştir. İçinde büyük çaplı gözlem aletleri bulunan rasathane, daha

öncekilerden farklı olarak ilk defa vakıflar tarafından finanse edilmekteydi. Hülâgu’nun

astrolojik gayeler için inşa ettirdiği rasathanenin müdürlüğünü Nâsiruddin Tûsî

yürütmüş ve onun yönetiminde Müeyyediddin el-Magribî (ö. 1281-91 arasında) ve

Kutbuddin Şirazî (1236-1311) gibi çok sayıda meşhur matematikçi ve astronom

çalışmıştır. Rasathanenin kurulmasından önce, Batlamyus sisteminde önemli

değişikliklerin yapılması işinde isimleri geçen bu çağın en önemli astronomları

Müeyyedüddin el-Urdî (ö. 1266) ile birlikte rasathanede gözlemlere katıldılar.

Yeni ve dakik gözlemler yapılarak iyi bir zic hazırlamak için kurulan

rasathanedeki gözlem ve hesap faaliyetleri on iki sene devam etti ve 1271 yılında Zîc-i

İlhânî adı verilen eser hazırlandı. Bundan sonra gözlemler bir süre daha sürmesine

rağmen çalışma hızı biraz yavaşlamıştır. İçinde çalışan personelin şöhreti ile birlikte

buradaki gözlem aletlerinin büyüklüğü ve hassaslığı ile yapılan gözlemlerin dakikliği

Meraga Rasathanesini İslam medeniyetinde ortaya konulan rasathaneler arasında en

önemli gelişmelerin yapıldığı rasathane konumuna getirmektedir. Burası aynı zamanda

bazı mühim özelliklere da sahip idi. Birincisi vakıf gelirleriyle desteklenen ilk rasathane

olmasıdır ki bu durum onu sadece uzun süreli çalışabilecek bir “kurum” durumuna

getirme imkânı sağlamanın yanı sıra aynı zamanda İslam kültürü içinde halk tarafından

da giderek artan bir şekilde kabul edilebilir bir konuma getirmiştir. Ayrıca gözlem

faaliyetlerinin yanı sıra matematik çalışmalarının da sürdürülebilmesi gayesiyle vakıf

gelirlerinin bir miktarının rasathanelere tahsisi de kayda değer bir gelişme olarak

30 G. Saliba, “The astronomical tradition of Maragha: A Historical Survey and prospects for future

research (13th Century Azerbaijan)”, Arabic Sciences and Philosophy, Cambridge, 1:1, 1991, s. 67-100; Gregg de Young, “Observatories in the Islamic World”, Encyclopaedia of the History of Science, Technology, and Medicine in Non-Western Cultures (ed. Helaine Selin), Dordrecht:

Page 29: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

29

değerlendirilmektedir. Vakıf gelirlerinin tahsis edilmesinde gözlem faaliyetlerinin yanı

sıra matematiğe dair eğitim faaliyetlerinin varlığı mühim bir rol oynamıştır.

Tusînin ölümüyle (ö. 1274) Zîc-i İlhânî zaten tamamlanmış, Meraga’da işin temel

neticeleri olan bazı temel astronomik tablolar da bitirilmişti. Eski gözlemlerin ardından

(1274-1304 civarında) yapılan yeni gözlemlerle Zic-i İlhânî üzerinde bazı düzeltmeler

yapıldı. Öbür yandan öyle anlaşılıyor ki 1316 yılı civarına kadar burada bazı gözlem

faaliyetleri sürdürülmüş ve 1339 yılında tamamen sona ermiştir. Böylece Meraga,

dikkate değer bir uzunlukta (55 veya 60 sene) faaliyette bulunan ve Tûsî’nin zîciyle

birlikte Muhyiddin el-Magribî’nin de çalışmasını netice veren bir rasathane olmuştur.

Meraga Rasathanesinin çalışmalarının sürdüğü bir zamanda Gazan Han (1295-

1304) tarafından Tebriz yakınlarındaki Şam şehrinde ikinci bir rasathane inşa edilmiş ve

15 veya 16 sene ayakta kalarak (1300-1317 civarı) pek çok rasathane için bir model

olmuştur. Vakıf gelirleriyle desteklenen bu rasathanede ayrıca astronomi eğitimi de

verilmiştir.

Semerkand Rasathanesi 1420 yılında Semerkand’ta, bugün hala ortada duran geniş

meridyen ekseni gibi son derece büyük astronomi gözlem araçlarıyla birlikte şehrin

yakınındaki bir tepenin üzerine Horasan valisi ve aynı zamanda matematik ve astronomi

bilgisiyle tanınan Uluğ Bey tarafından kurulmuştur. Rasathanede idari kadronun yanı

sıra matematikçiler, gözlemci astronomlar, alet yapıcılar ve teknisyenler bulunmaktaydı.

Gıyaseddin Cemşid el-Kâşî (ö. 1429 civarı), Kadızâde Rûmî (ö. 1436-46 arası) ve Ali b.

Muhammed el-Kuşçu (ö. 1474) gibi seçkin astronomlar burada gözlemler yaptılar.

Burada çok sayıda gözlem aleti bulunmaktaydı ki bunlar arasında en çok bilineni iyi bir

ustalıkla rasathane içine yerleştirilmiş olan muazzam büyüklükteki meridyen yayıdır.

Rasathanedeki gözlemler Uluğ Bey’in 1449 yılında öldürülmesine kadar onun destek ve

katılımıyla devam etmiştir. Oğlu ve veliahdı Abdüllatif döneminde de rasathanedeki

gözlemler devam etti ve bina kurucusunun ölümünden elli sene sonraya kadar ayakta

kaldı. Burada otuz sene sistematik gözlemler yapılmış ve Arapça, Farsça ve Türkçe

Kluwer Academic Publishing, 1997, s. 792-3; Doris Behrens-Abouseif, “al-Mukattam”, EI2, VII, 509; J. Samso, “Marsad”, EI2, VI, 599-602.

Page 30: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

30

olarak yazılan ve Zic-i Gürgâni veya Zic-i Uluğ Bey adı verilen çalışma ortaya

konulmuştur. Bu çalışma Avrupa’da ve İslam dünyasında uzun süre etkili olmuştur.31

Semerkand Rasathanesinin faaliyetlerinin sona ermesinden yaklaşık bir asır sonra

İstanbul’da İslam medeniyetinin son büyük rasathanesi inşa edilmiştir. Sultan III.

Murad’ın (1574-95) desteğiyle Takiyüddin Râsıd (1525-85) tarafından açılan bu

rasathane hakkında aşağıda geniş olarak bilgi verilecektir.

Büyük çaplı son büyük İslam rasathanesi, kendisini zamanındaki astronomi

bilgilerini güncellemeye ve astronomi sahasında Sanskritçe, Farsça ve Arapça yazılmış

ziclerle birlikte Avrupa’da basılmış eserleri toplamaya adamış olan Hindistan’lı

Mihrace II. Jai Singh (1686-1743) tarafından kurulmuştur. Jai Singh, Uluğ Bey ve İbn-i

Şâtır’ın (1306-75) ortaya koyduğu ziclerin sonuçlarından memnun olmayarak Delhi,

Jaipur, Benares, Ujjain ve Mathura şehirlerinde Muhammed Şah adına, pek çoğu bugün

halen durmakta olan Meraga ve Semerkand Rasathanelerindeki gibi geniş çaplı metal ve

taş gözlem aletlerine sahip beş rasathane inşa etti. Jai Singh ayrıca Zic-i Uluğ Bey

tarzında ve Farsça olarak hazırlanan astronomi cetvellerinin hazırlanmasına destek verdi

ve bunlara Zîc-i Cedîd-i Muhammed Şâhî ismini vererek 1728 yılında Moğol

İmparatoru Muhammed Şah’a sundu. Modern astronomi anlayışında bir başlangıç

noktası olarak kabul edilen Paris Rasathanesinin kurulmasından yaklaşık bir asır sonra

faaliyetlerine başlamış olan bu rasathaneler, esas olarak İslami rasathane geleneğini

örnek almışlar ancak onların gösterdiği hiçbir etkiyi gösterememişlerdir.32

Özel rasathanelerden devlet rasathanelerine geçişte belirtilmesi gereken en mühim

husus, hükümdarların astrolojiye olan ilgileridir. Nitekim devlet desteğiyle kurulan ilk

rasathanelerin gözlem sürelerinin belirlenmesi esnasında hükümdar ile kurucu müdür

arasında kararlaştırılan süre ideal bir gözlem aralığından çok kısa süreli sonuç almayı

hedefleyen bir süreyi hedeflemekteydi. Bu durum, dakik astronomik sonuçlar almayı

hedefleyen astronomların çalışmalarına haliyle olumsuz bir şekilde tesir etmekteydi.

31 L. Sedillot, Prolegomenes des tables astronomiques d'Oloug Beg, Paris 1847, 1853; Salim Aydüz,

Uluğ Bey Zici’nin Osmanlı Astronomi Çalışmalarındaki Yeri ve Önemi”, Bilig, Bahar 2003, sayı 25, s. 139-172.

32 G. R. Kaye, The Astronomical Observatories of Jai Singh. Calcutta: Archaeological Survey of India, 1918.

Page 31: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

31

Müslüman astronomi âlimleri başta Yunan, Hint ve Mezopotamya olmak üzere

eski medeniyetlere ait astronomi çalışmalarının neticelerini toplayarak geçmişe ait

bilgileri elde ettiler ve daha sonra kendi çalışmalarına başladılar. Kıble yönünün

bulunması ve belli saatlerde ibadet yapma zorunluluğu gibi sebeplerin yanı sıra

astrolojik taleplerin tetikleyici etkisiyle daha fazla bilgi elde etme yoluna giderek dakik

neticeler almak üzere çalışmalara başladılar. Daha dakik sonuçlara ulaşmanın yegane

yolunun donanımlı rasathaneler vasıtasıyla olacağını gören astronomlar daha önceki

medeniyetlerde görülmeyen tarzda rasathaneler inşa ettiler. Bir kısmı özel, bir kısmı

devlet veya vakıf destekli olan bu rasathaneler vasıtasıyla yapılan astronomik gözlemler

ve matematiksel faaliyetlerle her iki bilim dalında da büyük gelişmeler ve yeni icatlara

vesile oldu. Sekizinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla kadar İslam dünyasında astronomi ve

matematik adına yapılan çalışmalar, hiç şüphesiz modern astronomi ve matematiğin alt

yapısını hazırlamış olup, modern rasathane anlayışının da ana fikrini ve çalışma tarzını

belirlemiştir.

İslam rasathanelerindeki gözlem faaliyetleri muntazam ve sürekli olup, astronomi

çalışmaları ve gözlemler bu kurumların esas faaliyetini teşkil etmekteydi. Sabit ve

coğrafi bir mevkii bulunan rasathanelerin çok iyi tasarlanmış bir organizasyonu, ilmî ve

idari işlerini yürüten bir memur kadrosu ve müdürü, dakik gözlemler yapmak üzere özel

olarak aletleri, hususi kütüphanesi ile güçlü ve kesintisiz mali desteği bulunurdu. Bir

kısmı akademik bir hüviyet taşımakta olup yer yer yüksek seviyeli astronomi ve

matematik eğitimi faaliyetlerine de sahne olmuştur. İslam dünyasında devlet desteğiyle

açılan rasathaneler ile modern Avrupa rasathaneleri arasında binalar, aletlerin yerleşim

tarzı ve çalışma sistemi arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Nitekim Meraga,

Semerkand ve İstanbul rasathanelerinin Avrupa rasathaneleri arasında tarihi bir bağın

bulunduğu açık bir şekilde görülmektedir. Şu halde İslam rasathanelerinin, modern

astronomi ve rasathane tarihinde çok mühim bir yeri bulunmaktadır. Rasathane tabiri ve

anlayışı gerçek manasıyla ilk defa İslam dünyasında ortaya çıktığı gibi, olgunlaşma

dönemini de bu medeniyetin sınırları içerisinde tamamlamış ve bu gelişmiş haliyle

Page 32: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

32

İslam dünyasından Avrupa’ya intikal etmiş ve modern Avrupa rasathanelerinin

doğuşuna zemin hazırlamıştır.33

2.4. İSTANBUL RASATHANESİ VE TAKİYÜDDİN RASID

Osmanlı Devleti’nde astronomik maksatla kurulan ilk rasathane Takiyüddin Râsıd

tarafından İstanbul’da açılmış ancak çok kısa bir süre sonra yıkılmıştır. Bundan sonra

İstanbul’daki ilk rasathane ise 1868 yılında açılan Rasathane-i Âmire-i Alâimü’l-cev

adını taşımakta olup daha ziyade bir meteoroloji merkezi mahiyetinde idi. İlk müdürü

Fransız M. Coumbary olup Tünel caddesindeydi34. Coumbary’nin arkasından

rasathaneye müdür olan Salih Zeki Bey’in müsteşar olmasından sonra Kâtip Bedi

rasathaneyi Maçka’ya, Topçu Mektebi’nin karşısındaki bahçe içinde bulunan

Coumbary’nin ve telgrafhaneden Emile Lecoin’in sismografi istasyonlarının yanına

taşımıştır. 31 Mart vak’asında buranın tahribi üzerine sağlam kalan aletler Kabataş

Lisesi’ne nakledilmiştir. Daha sonra Darüşşafaka kongresinde Salih Zeki rasathane

direktörlüğünü Fatin (Gökmen) Bey’e vermiş, o da İcadiye Tepesi’nde rasathanenin

kurulmasını temin etmiştir. Osmanlı Devletinde astronomik manadaki kurulan ilk

rasathane bu olmuştur35.

Takiyüddin Râsıd ve İstanbul Rasadhânesi

Şam'da 1526 yılında doğmuş bir Türk astronomu olan Takiyüddin Râsıd, İslâm

astronomisinin yavaşlamaya başladığı bu dönemde doğmuş ve Suriye, Mısır gibi Arap

diyarlarında önemli hocalardan ders görmüştür36. Tahsilini tamamladıktan sonra bir süre

müderrislik ve kadılık yapmış ve bu arada astronomi çalışmalarında ve rasat

faaliyetlerinde bulunmuştur37. Mısır’da iken Ali Kuşçu'nun, Giyaseddin Cemşid'in ve

Kadızâde el-Rûmî'nin kitapları üzerinde çalışmıştır38. Bu arada, (Kahire yakınlarındaki)

33 Salim Aydüz, “Uluğ Bey Zici’nin Osmanlı Astronomi Çalışmalarındaki Yeri ve Önemi”, Bilig,

Bahar 2003, sayı 25, s. 139-172; a. mlf., “Osmanlı astronomi müesseseleri”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, cilt 2, sayı 4, İstanbul 2004, s. 411-453; a. mlf., “Takiyüddin Râsıd", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, c. I, s. 603-605.

34 N. Gökdoğan, “Türk Astronomi Tarihine Bir Bakış”, Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 469, s. 473. 35 Salim Aydüz, “Kandilli Rasathanesi”, DİA, XXIV, s. 301-303. 36 R. Şeşen, "Meşhur Osmanlı Astronomu Takiyüddin El-Rasıd'ın Soyu Üzerine", Erdem, IV/10,

Ocak 1988, s. 165-171. 37 Ataî, s. 286. 38 Takiyüddin Rasıd, Reyhanetü'r-ruh, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 51.

Page 33: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

33

Tenis’te39 kadı iken kırk arşın (25 metre) derinliğinde bir rasat kuyusu kazdırarak bazı

yıldızları gündüz gözlemeye çalışmıştır40. Ancak pek fayda görmediği için bundan

vazgeçen41 Takiyüddin, Mısır ve Filistin gibi kadılık yaptığı yerlerde de çalışmalarına

devam ederek, matematik ve astronomiye dair çeşitli eserler yazmıştır42. (meselâ, 1567-

8 yıllarında Nablus Kadısı iken Reyhânetü'r-Ruh adlı eserini te'lif etmiştir43).

Takiyüddin Râsıd, 1570 yılında İstanbul'a gelmiş ve Hoca Sadettin Efendi ve

Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa ile dostluk kurmuştur. Bir müddet sonra da,

Müneccimbaşı Mustafa b. Âli el-Muvakkit'ın vefat etmesi üzerine Hoca Sadettin

Efendi’nin vasıtasıyla 1571’de yerine müneccimbaşı olmuştur44. Takiyüddin,

İstanbul'daki ilk rasatlarına Galata Kulesi’nde başlamıştır45. Bu arada yeni tahta geçen

III. Murad’a Hoca Sadettin Efendi tarafından takdim edilmiş ve iltifata mazhar

olmuştur. Takiyüddin, Hoca Sadettin Efendi’ye, bütün İslâm memleketleri

muvakkitlerinın kullandığı Uluğ Bey Zîci’nin gerçek rasatlarla uyuşmadığını ve

takvimcilerin yeni rasatlara ihtiyacı olduğunu bu yüzden zicteki hataların doğru rasatlar

ile düzeltilmesi gereğinden bahsederek onun vasıtasıyla Padişah’a İstanbul’da bir

rasadhane açılması konusunda bir layiha sunmuştur46. Takiyüddin'in teklifini kabul eden

III. Murad, tüm masrafları devletten karşılanmak üzere, rasadhanenin kurulmasına

Takiyüddin'i memur etmiştir. Ayrıca Takiyüddin'e aylık 3000, yıllık ta 6000 düka altın

maaş ile, rasadhane masrafı için 10.000 altın tahsis etmiştir. Hatta Sultan III. Murad

Takiyüddin’e verdiği berâtta böyle bir işin atalarından hiç kimseye nasip olmadığını ve

bunu yapma şerefinin ilk defa kendisine nasip olduğundan dolayı iftihar ettiğini de

söylemiştir47. Ayrıca Takiyüddin’e Konya Ereğli kasabasının geliri olan yetmiş bin

39 Tenis: Mısır’da bir köy, Ali Cevad, Tarih ve Coğrafya Lügatı, İstanbul 1313, s. 321. 40 S. Tekeli, “Takiyüddin”, Türk Ansiklopedisi, XXX, 357. 41 S. Tekeli, “Meçhul Bir Yazarın İstanbul Rasathanesinin Aletlerinin Tasvirini veren Alât-ı Rasadiye

li-Zîc-i Şehinşahiye Adlı Makalesi”, Araştırma, Ankara 1963, I, s. 78. 42 Şeşen, “Takiyüddin’in soyu, s. 165. 43 Reyhanetü'r-ruh, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 51. 44 Salih Zeki, Asâr-ı Bâkıye, s. 201. 45 Sicill-i Osmanî, II, s. 52. 46 Salih Zeki, Asâr-ı Bâkıye, s. 201. 47 J. H. Mordtmann, “Das Observatorium des Taqi ed-din zu Pera”, Der Islam, XII, s. 93.

Page 34: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

34

akçalık zeâmet verilmiştir48. Böylece Takiyüddin'e, Mısır'da iken ilaveler yapmaya

başladığı Uluğ Bey Zici’nin eksik kalan kısımlarını tamamlama fırsatı doğmuştur.

Sultan III. Murad, Müneccimbaşı Takiyüddin Râsıd’ı Dâru’r-rasadü’l-cedid49 adı

verilen rasadhaneye müdür olarak tayin ettikten sonra rasadhane inşasına 983/1575

yılında başlanmıştır50. Bu arada çalışmalarına devam eden Takiyüddin 1574 yılında

Galata Kulesi'nden bazı aletlerle gözlemlere başlamıştır51. 1577 yılından itibaren de

kısmen tamamlanmış olan yeni rasadhaneden gözlemlerine devam eden52 Takiyüddin

Râsıd ayrıca yeni yaptığı aletler ve toplanılan kitaplarla rasadhanenin güçlendirilmesine

çalışır. Hatta bazı hassas rasat aletlerinin imâlî için Mısır’dan ağaç getirtilmiştir53.

Takiyüddin yanına aldığı birçok astronomla, klasik İslâm rasadhanelerindeki aletleri de

yaptırtarak çalışmalarına başlar54. Rasadhânenin önce ana binası tamamlanmış ancak bu

bina kış aylarında yeterli olmadığından dolayı ek binalar yapılmıştır55. Bundan da

rasadhanenin peyderpey yapıldığı anlaşılmaktadır. Biri büyük diğeri küçük, iki

binadan56 müteşekkil olan rasadhaneye, çeşitli gözlem aletleri getirilmiş ve bir de

kütüphâne kurulmuştur57. Padişah, kütüphane oluşturulması için ülkede bulunan ilm-i

48 Takiyüddin’e rasathane yapması için verilen beratta “Takiyüddin ibn Ma'ruf zîde tevfikuhunun ilm-i

nücûmda mahareti olup rasad hizmetinde olmak üzere kendüye verilmek bâbında inâyet recâ eylemeğin ol hüküm alınıp mahlûlu noksanı tekmil olunmak üzere tevcih edesin deyü Karaman beylerbeyisine hükm-ü Şerif verildikden sonra tezkiresini bâb-ı saâdeten ihrâc olunmak ferman olunmağın zeâmet müteveffa Mehmed tahvilinden bizilikten? yirmidörtbin akça noksanıyle ber vech-i tekmil yetmiş bin akça üzere tevcih olunup südde-i saadetimden layık görüp verdim” denilmektedir. Mordtmann, s. 94.

49 S. Ünver, İstanbul Rasathanesi, Ankara 1985, s. 52. 50 BOA, Mühimme Defteri, 26 safer 983 (6 Haziran 1575) tarihli, nr. 40, s. 60'ta ki Topçular-Başı

Sinan Ağa'ya yazılan hükümde rasathanenin ihtiyacı olan odaları yapması emredilmektedir. Buna göre bu tarihlerde rasathanenin ana inşaatı bitmiş fakat yan inşaatı henüz bitmemiştir. A. Sayılı, "Alauddin Mansur'un İstanbul Rasathanesi Hakkındaki Şiirleri", Belleten, XX/79, 1956, s. 414, 466. Ataî ve Salih Zeki rasathane inşasına 987 yılında başlandığını yazmaktadırlar.Ataî, s. 286; Salih Zeki, s. 201.

51 Şeşen, “Takiyüddin’in soyu, s. 166. 52 A. Sayılı, "Alauddin Mansur'un, s. 414, 466. 53 BOA, Mühimme Defteri, nr. 40, s. 169. 54 A. Sayılı, “Rasadhane”, İA, IX, 628, 631. 55 BOA, Mühimme Defteri, nr 40, s 60. 56 A. Sayılı, "Alauddin Mansur'un, s. 425. 57 Rasathanede Rasat kuyusu (Çah-ı rasat) açılıp açılmadığı meselesi henüz açıklığa kavuşmamıştır.

Zira Takiyüddin'in böyle bir kuyu açtırdığı şüphelidir. O. Nuri Ergin rasat kuyusu meselesinin tamamen hurafe olduğunu söylemektedir. Bazı kaynaklarda kazıldığı söylense de bazılarınca bu kabul edilmemektedir. Fakat kazılmadığı düşüncesi daha kuvvetli delillere dayanmaktadır. Zira Takiyüddin’in çalışmaları ve rasathanesi hakkında yazılmış olan Alât-ı Rasadiye adlı eserde Takiyüddin’in Mısır’da iken böyle bir kuyu açtığı ancak fayda görmediği için vazgeçtiği belirtilmektedir. Bu durumda onun İstanbul’da da bu faydasız kuyu ile uğraşması düşünülemez.

Page 35: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

35

nücûm, hendese ve hey'et ile ilgili kitapların rasadhanede toplanmasını emretti. Buna

dair İstanbul Kadısı’na yazılmış bir hükümde, vefat eden Lütfullah Müneccim’in58

kitaplarının bulunup rasadhaneye getirilmesi emredilmiştir59.

Kaynakların hemen hepsi rasadhanenin Tophane sırtlarında bir yerde olduğunda

müttefiktirler. Ancak tam yeri hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Hatta Tarih-i

'Atâ’da -Galata Kulesi’nin adı zikredilmeden- rasadhanenin eski bir Bizans binası

olduğu ve Takiyüddin’in bunu tamir ettirerek rasadhane yaptırdığı yazılmaktadır60. O

dönemde Avusturya elçilik papası olan Stefan Gerlach ise rasadhanenin yeri hakkında,

(Kasım 1577) “Sultan Marud Han-ı Sâlis Kahire’den bir müneccim celb etti. Bu

müneccim Galata haricinde Gritti‘nin konağı bulunduğu mahalde bir rasadhane inşa etti.

Bu kule bir kaç kulaç zeminden aşağıda olup genişliği dahi bir kaç kulaç idi”61

demektedir.

Takiyüddin Râsıd’ın rasadhane yapılmadan önce Galata Kulesi’nden rasatlara

başlaması bazı kimselerin rasadhane binası ile bu kuleyi aynı zan etmelerine sebep

olmuştur. Bunların başında belki de Hadikatü’l-cevâmi’ ve Mecmua-i Tevarih yazarı

Hüseyin Ayvansarayî’nin (ö. 1786) eserlerinde rasadhane hakkında yazdığı yazılar

gelmektedir62. Ayvansarayî Galata Kulesi’nin rasadhane olarak inşa edildiğini ve Hoca

Sadettin Efendi’nin “istihrac-ı rasad olunan devlet az zamanda münkariz olagelmiştir”

diye padişaha şikâyet etmesi ile 987 zilhiccesinde yarısına kadar yıktırıldığını ve sadece

kulenin kaldığını yazmaktadır63. Bir başka rivayete göre Tophane’de olduğunu da

Ünver, İstanbul Rasathanesi, s. 43-47; O. N. Ergin, Maârif, I-II, s. 251; Tekeli, “Meçhul Bir Yazarın, Araştırma, I, s. 78.

58 Lütfullah Müneccim, müneccimbaşıların takvim takdiminden dolayı aldıkları ücret konusunda da bahsettiğimiz, 934 ve 940 senelerinde saraya takdim ettiği takvimden dolayı ikibin akça alan kişi olmalıdır. Lütfullah müneccim muhtemelen hayatta iken saray münecimleri arasındaydı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 131, tarih, 10 Şaban 940; Rûznamçe, nr. 1864, s. 23, tarih, 1 Rebîülevvel 934.

59 BOA, 12 Safer 986 (20 Nisan 1578), Mühimme Defteri, nr. 34, s. 125, hüküm nr. 272. 60 Tayyarzâde Ahmed Atâ, Tarih-i Atâ, İstanbul 1292-93, I, s. 81-82. 61 S. Gerlach’tan nakleden, Celal Es’ad (Arseven), Eski Galata ve Binaları, İstanbul 1329, s. 16, 90-

95. 62 Ayvansarayî, Hadika, II/57; a. mlf., Mecmuâ-i Tevârih, Hz. F. Ç. Derin-V. Çabuk, İst. 1985., s.

310. 63 Ayvansarayî, Hadika, II/57; a. mlf., Mecmuâ-i Tevârih, s. 310.

Page 36: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

36

zikretmektedir. Ancak rasadhanenin yıkılmasına sebep olarak büyük bir hata ile Hoca

Sadettin Efendi’yi göstermektedir64.

Mordmann ise rasadhanenin Beyoğlu’nda Gritti’nin Ayas Paşa sırtlarındaki

konağı bahçesinde olduğunu ve bir kule olmayıp bir kuyudan ibaret olduğunu

yazmaktadır65.

2.4.1. Rasadhânedeki İlmî Faaliyet ve Personel

Mısır'da ve diğer bazı yerlerde başladığı rasatlarına burada devam etme imkânı

bulan Takiyüddin ilk olarak Uluğ Bey Zîci'nin tashih edilmesi çalışmalarına başlamıştır.

Bu arada diğer bazı gök hadiseleri de rasat edilmeye çalışılmıştır. Tophane sırtlarında,

Frenk Sarayı66 civarında olduğu bilinen rasadhanenin inşası 1577 yılında kısmen

tamamlanmış ve hemen sürekli çalışmalara başlanmıştır67.

Rasadhanenin Takiyüddin ile birlikte çalışan on altı kişilik kadrosu

bulunmaktaydı68. İlmî bir müessese için oldukça kalabalık sayılabilecek bu personelin

sekizi râsıd, dördü kâtip ve diğer dördü de yardımcı olarak vazife yapmaktaydı. Zira

bazı büyük aletleri dört veya beş kişi ancak kullanabilmekteydi69.

2.4.2. Rasadhanenin Akıbeti

Takiyüddin'in şahsi gayretleri ile meydana getirilen Osmanlıların bu ilk

rasadhanesi, devrin Şeyhülislamı Kadızâde Ahmed Şemseddin Efendi tarafından yazılan

bir fetva ile yıktırıldı. Şeyhülislam fetvada, rasat işlerinin olduğu her memlekette

uğursuzluk olduğunu ve böyle faaliyetlerin devletlerin zararına olacağını ifade

etmiştir70. Sultan III. Murad bunun üzerine 22 Ocak 1580 Perşembe71 gecesi Padişah

64 Schveiger de rasathane’nin yıkılmasına sebeb olarak Hoca Sadettin Efendi’yi göstermektedir., Cela

Es’ad, Eski Galata, s. 95. 65 Menage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”, s. 84. 66 Ünver, İstanbul Rasathanesi, s. 58-60; M. Dizer, Takiyüddin, Ankara 1990, s. 44-49. 67 İ. Miroğlu, “İstanbul Rasathanesine, s. 77. 68 A. Mansur, Şehinşahnâme, İÜK, nr. FY 1404, v. 57a. 69 A. Sayılı, “Alauddin Mansur'un.., s. 424-425. 70 "İhrâc-ı rasad meş'um ve perde-i esrâr-ı felekiyyeye küstahâne ittılâa cür'et vehâmet-i âkibeti

meczumdur. Hiç bir mülkte mübâşeret olunmadı ki, mamur iken harab ve bünyan-ı devleti zelzele-nâk-ı inkılâb olmaya". Salih Zeki, Kâmus, V, 342; a. mlf., Asâr-ı Bâkiye, s. 200.

71 Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi ise rasathanenin Safer 988’de yıkıldığını yazmaktadır. Karaçelebizâde Abdülaziz, Ravzatü’l-Ebrâr, Kahire 1248, s. 462.

Page 37: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

37

Kaptân-ı Deryâ Kılıç Ali Paşa'ya verdiği ferman ile rasadhaneyi yıktırmıştır72. Esasen

Şeyhülislam’ın rasadhaneyi yıktırması Takiyüddin’e olan şahsi düşmanlığından ziyade

hamisi Hoca Sadettin Efendi ile aralarındaki husumetten ileri gelmiştir73. Aynı zamanda

Hoca Sadettin Efendi Padişahın yanındaki itibarlı yerini kaybedecek ve gözden

düşecekti74.

2.4.3. Takiyüddin’in Çalışmaları ve İstanbul Rasadhânesi’ndeki Aletler

Takiyüddin'in en büyük eseri rasadhanesidir. O, İstanbul rasadhanesindeki

gözlemlerinde yeni uygulamalar ve astronomi problemlerine değişik çözümler

getirmiştir. Meselâ, Güneş parametreleri hesabında yeni bir yöntem uygulamıştır. Sabit

yıldızların boylamlarının tespitinde ilk defa Ay yerine Venüs gezegenini aracı olarak

kullanmıştır. Herîdatü’d-dürer ve Cerîdetü’l-fiker75 adlı küçük zîcinde ondalık kesirleri

kullanarak onları trigonometriye ve astronomiye tatbik etmiştir. Giyaseddin al-Kâşi'nin

başaramadığı bu konuda önemli bir başarı sağlamıştır. Delos problemine ait üç çözüm

yolu üzerinde durmuştur76. Sin 1° üzerinde çalışmıştır77. Dakika ve saniyeyi gösteren

mekanik saatler üzerinde çalışarak dakika taksimatından bahsetmiş ve astronomi

çalışmalarında saati kullanmıştır78. Ekliptik ve ekvator arasındaki 23˚27’lik açıyı 1

dakika 40 saniye farkla 23˚28’40” bularak ilk defa gerçeğe en yakın doğru dereceyi

hesaplamıştır79.

72 Ataî, s. 286; Sicill-i Osmanî, II, s. 52; Salih Zeki, Asâr-ı Bâkiye, s. 201; Miroğlu,“İstanbul

Rasathanesine, s. 77; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III-II, s. 518. 73 O. N. Ergin, Maârif, I-II, s. 255. 74 Tekeli, “Takiyüddin”, TA, s. 360; Mehmed Murad rasathanenin yıkılması sebebleri ve neticesi

üzerine şu yorumu yapmaktadır. “Rasadhane Sadettin Efendi ile Padişahın arzusu tensibleri semeresi idi. Aleyhinde sarayda çevrilen entrikaya hedef dahi Sadettin Efendi idi. Çünki bazı ağalar ile kalfalar, belki daha büyük harem erkânı Sadettin Hoca’nın Padişah üzerinde icrâ ettiği nüfûzu çekemiyorlardı. Lakin Sadettin Hoca’nın aleyhinde çevrilen bu dolap dahi akibet Sokullu’nun aleyhine döndü. Sokullu’nun aleyhine dönen fatura esasında önce Takiyüddin’e dönmüştür. Tarih-i Ebu'l-Faruk, III, s. 46-47.

75 Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 183, 184; Süleymaniye Ktp., Es’ad efendi, nr. 1976/2. 76 S. Tekeli, “Takiyüddin’in Delos Problemi ile ilgili Çalışmaları”, Araştırma, Ankara 1968, VI, s. 1-

9. 77 S. Tekeli, “Takiyüddin’de Kiriş 2˚ ve Sin 1˚ nin Hesabı”, Araştırma, Ankara 1965, III, s. 123-127. 78 S. Tekeli, "Takiyüddin", TA, XXIX/360-361. 79 O. N. Ergin, Maârif, s. 251; S. Karaali, Astronomi, s. 8.

Page 38: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

38

985 Ramazan'ının (11 Eylül 1577) ilk gecesinden itibaren İstanbul semalarında

kırk gün gözlenebilen kuyruklu yıldızı, Takiyüddin gündüzleri ve geceleri uyumadan

rasadhaneden takip etmiş ve gözlem neticelerini Sultan III. Murad'a sunmuştur80.

İstanbul Rasadhanesi’nde bulunan tüm gözlem ve ölçüm aletleri, yazarı belli

olmayan ancak Takiyüddin’in takrirleri ile kaleme alındığı tahmin edilen Rasadât-ı

Takiyüddin, Âlât-ı Rasâdiye li Zîc-i Şehinşâhiye veya Sidretü'l-Münteha'l-efkâr fî

melekût el-felekü’d-devvâr adlarıyla bilinen eserde toplanmıştır81. Bu esere göre

rasadhanede dokuz adet astronomik gözlem aleti bulunmakta idi. Eserde, aletlerin

resimlerle birlikte, ayrıca nasıl kullanıldıklarına dair tarifler de yer almaktadır.

Bu aletler eserdeki sıraya göre şunlardır.

Zatü'l-Halâk (Armillae Zodiak veya Armillary Sphere): Gök varlıklarının

ekliptikel yerlerinin tespiti için kullanılan altı halkalı bir alettir. Rasat aletleri içinde en

büyüklerinden birisidir. Halkaların her birinin çapları dört metreden fazladır ve hepsi

ufuk adı verilen bir kaide üzerine yerleştirilmiştir.

Kadran (libne) (Mural quadrant): Ekliptiğin eğimi ve yıldızların

deklinasyonlarının ölçülmesi için kullanılan, altı metre çapında pirinç iki kadrandan

oluşan bir alettir.

Zâtü’s-semt ve'l-irtifâ (Azimut yarım halkası) (ekinoktitial armil, Azimuthal

semicircle): Adından da anlaşılabileceği gibi yıldızların azimut ve yüksekliklerinin

ölçülmesini sağlayan alettir.

80 Takiyüddin bu yıldızın görülmesini ilm-i nücuma göre yorumlayarak III. Murad'a bildirmiştir.

Genellikle İran ile yapılacak harbte devletin başarısına yorumlanan kuyruklu yıldız için devrin ulemâsı, çeşitli manzum şiirler yazarak tarih düşürmüşlerdir. Gelibolu'lu Mustafa Âli, Künhü'l-ahbâr, İÜK, TY, 5959, v. 508a-508b; Selanikî, Târih (İpşirli), I, s. 115; Ünver, İstanbul Rasathanesi, s. 54, 74-80; Şehinşahnâme yazarı Mansur'a göre Takiyüddin, bu yıldızdan, Acem ülkesi denilen İran'ın fethi müjdesine dair güzel bir ahkâm çıkardığı için padişah tarafından lütuf ve ihsan görmüştür. A. Sayılı, “Alauddin Mansur'un.., s. 468.

81 Rasathanedeki çalışmalar ve aletler hakkında başka bilgiler, rasathanenin yıkılmasından iki sene sonra, A. Mansur adında biri tarafından yazılmış olan Şehinşahname adlı bir şemailnâmede de bulunmaktadır. Bu şiir, A. Sayılı tarafından yukarıda belirttiğimiz makalesinde incelenmiştir. Eserin asıl nüshası İÜK, nr. 1404’tedir; Bu eseri yardımcılarına hazırlattığı da söylenmektedir. Eserin resimli ve en güzel nüshası TSMK, Hazine nr. 452'de bulunmaktadır. Diğer nüshalar; İÜK, TY. 1993; Paris, Bibliothegue National, TY, E. Blochet, Cat. des Mss., Turcs-F, II, s. 172, nr. 1126; Mustafa Fazıl Riyaza, nr. 40/2; Kütahya, Vahid Paşa, nr. 14; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 208/1, nr. 173; Nuruosmaniye, nr. 2930; TSMK, Hazine, nr. 465/1; Süleymaniye Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2308/2.

Page 39: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

39

Zâtü'ş-şu’beteyn (triquetrum): Ayın paralaksınının rasatına ve zenit

yüksekliğinin bulunmasına yarayan bir alettir.

Rub’u' Mıstar (rub bu deffe): Yıldızların ufuktan olan yükseklikleri ve zenit

ölçülür. Tahta cetvellerden yapılmış bir çeyrek dairedir.

Zâtü's-sükbeteyn (Dipotra): Gökcisimlerinin görülen büyüklüklerini tespite

yarayan iki delikli uzun bir cetveldir.

Zâtü'l-evtar: Takiyüddin’in kendi icadı olduğu söylenen alet ile ilkbahar ve

sonbahar ekinoksları tespit edilir.

el-Müşebbehetü bi'l-menâtık (Sextant): Takiyüddin’in icad ettiği bir diğer

alettir. Bu alet ile iki yıldız arasındaki açısal uzaklık ölçüldüğü gibi diğer bir yıldızın

açısal uzaklığı da ölçülebilir.

Bengâm-i rasadî: Takiyüddin’in en önemli icadlarından birisi de astronomi

gözlemlerinde kullanılacak kadar dakik bir saattir. Bu saat gök cisimlerinin meridyen

geçişlerini tespit etmek için kullanılmaktaydı82.

Bu aletlerin yanında, Alauddin Mansur’un rasadhane hakkındaki şiirlerini ihtiva

eden Şehinşahnâme'deki resme göre rasadhanede Takiyüddin’in yanında göze çarpan

mücessem bir yer küresi o dönem Osmanlı haritacılığı açısından önem arz etmektedir83.

Şehinşahname'ye göre İstanbul rasadhanesindeki çalışmalarında Uluğ Bey Zîci’ne ait

tashih işini tamamlamıştır84. Ataî ise, Takiyüddin Râsıd’ın çalışmalarının bitmediğini,

ancak tamama yakın olduğunu belirtmektedir85. Gerçekten onun rasatları bitmiş olsa idi,

Osmanlı astronomları onun zicini kullanırlardı. Takiyüddin, rasadhanede yaptığı

gözlemlerinde Güneş ile ilgili cetvelleri tamamlayabilmiş ise de Ay ile ilgili cetvellerini

tamamlayamamıştır86.

82 Takiyüddin’in rasathanesindeki aletler hakkında geniş bilgi için bk. Ünver, İstanbul Rasathanesi, s.

13-31, 91; S. Tekeli, “İstanbul Rasathanesinin Araçları”, Araştırma, Ankara 1979, XI, s. 29-44; S. Tekeli, “Takiyüddin’in Sidret ül-müntehasında Aletler Bahsi”, Belleten, Ankara 1961, XXX/98, s 213-227; S. Tekeli, “Meçhul Bir Yazarın, s. 74-85; Dizer, Takiyüddin, , s. 53-64.

83 A. Sayılı, "III. Murad'ın İstanbul Rasathanesi’ndeki Mücessem Yer Küresi ve Avrupa İle Kültürel Temaslar", Belleten XXV, Ankara 1961, s. 397-398.

84 A. Sayılı, “Alauddin Mansur'un, s. 468. 85 Ataî, s. 286. 86 Dizer, Takiyüddin, s. 116.

Page 40: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

40

2.4.4. Takiyüddin Râsıd ve Tycho Brahe Rasadhânelerinin Karşılaştırılması

Takiyüddin'in rasadhanesi, aynı yıllarda Danimarka kralı II. Frederic (1559-

1885)'in desteği ile Hven Adası’nda inşa edilen (1576), Batı’nın o dönemde en önemli

astronomu sayılan Tycho Brahe’nin (1546-1601) Uranienborg Rasadhanesi ile

karşılaştırılabilecek durumda idi. Birbirlerine yakın dönemlerde gözlemlerine başlayan

bu iki astronomun aynı kaynaklardan (özellikle Almagest) istifade etmeleri sebebiyle

aletleri birbirine çok benzemekteydi. Brahe rasatlarını, Astronomiae Instauratae

Mechanicae adlı eserinde yayınlamıştır. Bu eserinde rasadhanesinde kullandığı aletleri

de tanıtmıştır. Her iki astronom da ilk defa olarak saati astronomi gözlemlerinde

kullanmışlardır. Takiyüddin'in kullandığı saatin Brahe'ninkine nazaran daha dakik

olması itibariyle Takiyüddin'in yaptığı gözlemler daha net idi.87 Her iki rasıdın

Almagest’te geçen aletlerin her birini yapmış olmalarına rağmen aletlerin sayısı

itibariyle Brahe'nin rasadhanesi daha üstündü88. Brahe de rasadhanesini döneminin en

mükemmel astronomi aletleriyle donatmış ve yaptığı son derece dakik gözlemlerle

Kepler’in elips yörüngelerini tespit etmesi için gerekli hesapları yapmıştır. Güneş

sistemi ile ilgili bir teorisi olamayan Brahe’nin en büyük katkısı da gözlemlerinden elde

ettiği verileridir. Ancak Brahe’nin ömrü, kendi verilerini kullanmağa yetmemiş, bunları

Kepler değerlendirmiş ve Kepler Kanunlarını yazmıştır89. Dolayısıyla Kepler’in bütün

teorileri, tabloları ve tespitlerinin esası Brahe’nin rasatlarına istinad etmektedir. Ayrıca

87 Aydın Sayılı, “Üçüncü Murad’ın İstanbul rasadhanesindeki mücessem yer küresi ve Avrupa ile

kültürel temaslar”, Belleten, 1961, XXV, s. 397-445; “The Observation Well”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Dergisi II (1953), 149-156; a. mlf., “The Importance Of The Turkish-Islamic World In The History Of The Observatory”, the International symposium on the Observatories in Islam 19–23 September 1977 (ed. M. Dizer), Istanbul 1980, s. 21–32; a. mlf., “Rasadhâne”, İA, IX, 627-632; Sevim Tekeli, “16. yüzyılda Osmanlıların Astronomiye Yapmış Oldukları Katkılar”, Prof. Dr. Sevim Tekeli’ye Armağan Makaleleri ve Bildirileri, Ankara ts., s. 576-583; a. mlf., “Takiyüddin’in âlât-ı rasadiye li zîc-i şehinşâhiyesi”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, III/1-2, İstanbul 1960, s. 1-30; a. mlf., Takiyüddin’in Sidrat al-muntahâ’sında aletler bahsi”, Belleten, 1961, XXV, 213-238; a. mlf., “16. yüzyılda Osmanlıların Astronomiye Yapmış Oldukları Katkılar”, Prof. Dr. Sevim Tekeli’ye Armağan Makaleleri ve Bildirileri, Ankara ts., s. 576-583; “İstanbul Rasathanesinin Araçları”, Araştırma, XI (1979), Ankara, 29-44.

88 Tekeli, “Takiyüddin”, Türk Ansiklopedisi, s. 359. 89 S. Karaali, Astronomi, s. 91.

Page 41: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

41

Brahe'nin rasatları uzun süre devam etmiş ve gözlemlerinin neticelerini alarak 777

yıldızın yerini tespit etmiştir. Takiyüddin ise yedi sene civarında gözlem yapabilmiştir90.

3. OSMANLILARDA MÜNECCİMBAŞILIK KURUMU

Osmanlı Devleti’nde, kuruluşundan yıkılışına kadar, yapısı itibariyle ciddi bir

değişikliğe uğramayan müesseselerden birisi de müneccimbaşılıktır. Az sayıdaki

personeli, takvim, zayiçe imsakiye hazırlamak gibi belirli ve sınırlı işleri olması

itibariyle müessesede büyük bir değişiklik ihtiyacı doğmamıştır.

Osmanlı Devleti’nde müessese olarak müneccimbaşılığın ortaya çıkış tarihi kesin

olarak belli değildir. Kuruluş dönemine ait kaynaklarda böyle bir müesseseden

bahsedilmemektedir. Ayrıca, Osmanlılardan önceki Türk ve İslâm devletlerinde de

böyle bir müessesenin varlığı kesin olarak tespit edilememiştir. Mehmed İzzet Bey,

Osmanlı’ya müneccimliğin resmi olarak İran’dan intikal ettiğini iddia etmekle birlikte

bu konuda herhangi bir kaynak vermemektedir91. Diğer yandan Abbe Toderini de, Türk

bilim adamlarının iyi derecede Arapça ve Farsça bildiklerini, İranlıların astronomi ve

astroloji eserlerinden çok istifade ettiklerini belirtir92. Müneccimbaşılık müessesinin

kurulmuş olduğu tahmin edilen on beşinci yüzyılın son çeyreğinde İstanbul’da çok

sayıda İran asıllı müneccimin varlığı söz konusu kurumun kuruluşunda İran etkisi

olduğu iddiasını destekler görünmektedir.

İlm-i nücûm ve ilm-i hey’ete dair pek çok ilmî bilginin Osmanlılara intikalinde,

Uluğ Bey’in Semerkand’ta kurduğu rasathanenin ve burada yetişen bilim adamlarının

büyük bir etkisinin olduğu bilinmektedir. Rasathanede çalışan Bursalı Kadızâde

Rumî’nin93 talebelerinden Şirvanlı meşhur âlim Fethullah Şirvanî (ö. 1453),

Kastamonu’ya gelmiş ve orada yerleşerek astronomi ve geometri dersleri okutmuştur.

Aynı rasathanede çalışan bir diğer âlim olan Ali Kuşçu (ö. 1474) da Fatih Sultan

Mehmed’in davetiyle İstanbul’a gelmiş, çeşitli medreselerde matematik ve astronomi

90 Dizer, Takiyüddin, s. 116-117. 91 Mehmed İzzet, “İhtiyârât”, Mahfel Mecmuası, sayı. 25–26, sene. 1340/1921, s. 9. 92 M. L’. Abbè Toderini, de la Litterature des Turcs, Traduit de l’Italien en Français par Tournant,

Paris 1789, I, 141. 93 İhsan Fazlıoğlu, “Kadızâde-i Rumî”, DİA, XXIV, 98–100.

Page 42: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

42

dersleri okutmuş ve bu konularda Risâle fi’l-Hisâb (Muhammediyye) ve Risâle fi’l-

Hey’e (Fethiyye) adlarında iki mühim eser telif etmiştir94.

Osmanlı Devleti’nde müneccimlerin yaptığı takvimlere ilk olarak Sultan II. Murad

(1421–1451) döneminde rastlanılmaktadır. Bu takvimler saray almanağı türünde olup

hazırlayanları hakkında bilgi bulunmamaktadır. Fatih Sultan Mehmed’in (1451–1481)

İstanbul muhasarası esnasında son hücumu yapmadan önce bazı müneccimlere danıştığı

hem Dukas’ın Bizans Tarihi adlı eserinde ve hem de Tacizâde Cafer Çelebi’nin

Mahrûse-i İstanbul Fetihnâmesi adlı eserinde kaydedilmektedir95. Tursun Bey de

Rumeli Hisarı’nın temelinin atılmasında müneccimlerden uğurlu saat alındığını

belirtir96. Ayrıca Tarih-i Atâ’da Fatih Sultan Mehmed (1451–1481) döneminin

anlatıldığı bölümün sonunda, “Vâlid-i vâcid-i kesîrü’l-mehâmid Beyazıt Hânı Fatih

Hazretleri asr-ı âlisinden kalan ve zamân-ı şâhânelerine yetişen ulemâ-yı izâm

hazerâtıyla meşâyıh-ı kirâm beyânındadır” başlığı altında “Fatih hazretlerinin

müneccimbaşısı Fatih Acem (veya Fatih-i Acem) Mehmed Efendi” şeklinde bir cümle

bulunmaktadır. Ancak, burada başka bir açıklama bulunmadığı gibi, bu döneme ait

diğer kaynaklarda da bu zat hakkında başka bir bilgiye rastlanmaz.

Sultan II. Beyazıt (1481–1512) devrindeki ilmî faaliyetlerin arasında astronomiye

önem verilmesi sebebiyle, bu dönemde İstanbul’a gelen müneccimlerin sayısında ve

İstanbul’daki müneccimlerin astronomi ve astroloji eserleriyle takvim çalışmalarında

önemli bir artış ve gelişme gözlenmektedir97. Hatta bu dönemde yapılan takvimlerin

cetvel tarz ve stilleri devletin son dönemlerine kadar korunmuştur. Bu dönemde

müneccimlerin sayısının artması ve muhtemelen devletin ihtiyacının da göz önüne

alınmasıyla devlet teşkilâtı içine de müneccimler alınmıştır. Topkapı Sarayı Müzesi

94 Ali Kuşçu, Mir’atü’l-Âlem (Evrenin Aynası): Ali Kuşçu’nun Fethiyye Adlı Eserinin Çevirisi (çev.

Seyyid Ali Paşa; haz. Yavuz Unat), Ankara 2001; Salih Zeki, Âsâr-ı Bâkiye, İstanbul. 1326, I, 133–139; A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1982, s. 20; Cengiz Aydın, “Ali Kuşçu”, DİA, II, 408-410; İhsan Fazlıoğlu, “Ali Kuşçu’nun el-Muhammediyye fî el-hisâb’ının ‘Çift Yanlış’ ile ‘Tahlîl’ Hesâbı Bölümü”, Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, 4 (Ekim 2003), s. 135-155; a. mlf., “Ali Kuşçu”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, (YYOA), I, 216-218.

95 Dukas, Bizans Tarihi (Terc. VL. Mırmıroğlu), İstanbul 1956, s. 169; Tacizâde Tuğrayî Cafer Çelebi, Mahrûse-i İstanbul Fetihnâmesi, İstanbul 1331, s. 10

96 Tursun Bey, Tarih-i Ebü’l-Feth (haz. M. Tulum), İstanbul 1977, s. 44. 97 Bu müneccimlerin en meşhurları Hatâyî, Ceylânî, Mehmed b. Kâtip Sinan, Abdurrahman, Mehmed

b. Yusuf, Konyalı Muslihiddin Mustafa b. Vefa, Hitabî al-Huseynî, Salman, Abdülkerim b.

Page 43: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

43

Arşivi’nde bulunan ve 944–951/1537–1544 tarihleri arasında yazıldığı tahmin edilen

“Cemaât-ı müşâhere-horân” kadrosunu ihtiva eden bir defterin98 cemaât-ı müneccimân

başlığı altındaki kısmında o sırada sarayda vazife yapan üç müneccimin adı ve aldığı

günlük ulûfeler belirtilmiştir. Buradaki liste şu şekildedir:

“Cemaat-ı müneccimân:

1. Seydî İbrahim bin Seyyid, müneccim, fî yevm 15 akçe (Seyyid Müneccim

oğludur, Sultan Beyazıt zamanından berü ulûfeye mutasarrıftır).

2. İshak, müneccim, fî yevm 14 akçe (Sultan Beyazıt zamanından berü ulûfeye

mutasarrıfdır).

3. Sinan, müneccim, fî yevm 10 akçe (Saatçı Ömer oğludur).99”

Listede birinci sırada yer alan ve ilk müneccimbaşı olarak görülen Seydî İbrahim

ve İshak müneccim hakkında “Sultan Beyazıt zamanından beri ulûfeye mutasarrıftır”

denilmesine göre resmî bir makam olarak müneccimbaşılık Sultan II. Beyazıt

döneminde Seydî İbrahim b. Seyyid ile başlamıştır. Listede, ikinci sırada bulunan İshak

Efendi ise bu esnada ikinci müneccimdir. İshak Efendi, daha sonra müneccimbaşı

olmuştur. Diğer yandan, daha sonra müneccimbaşı olan Yusuf b. Ömer, 916/1510–11

senesinde yaptığı Sahâif-i Takvîm adlı takviminde “Yusuf es-Saatî el-Muvakkit fî

Camii’l-Cedîd es-Sultan Mehmed Han” şeklinde imza atmıştır100. Buna göre bu

tarihlerde henüz saraya intisap etmemiştir. Daha sonra hazırladığı Risâle-i İhtilâcât adlı

930/1524 yılına ait takvimde “Yusuf b. Ömer es-Sâatî el-Müneccim fî bâbi’s-Sultan”

şekliyle imzasını atmıştır101. Buna göre bu tarihlerde saraya intisap etmiş ve saray

müneccimleri arasına girmiştir.

Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi nr. 268/2’de Makamî Süleyman b. Mustafa

tarafından yazılan Cedâvil-i hareket-i ta’dilü’ş-şems adlı eserin sonunda Takiyüddin

Mevlana Sinan, Hamza b. Abdülkerim’dir. F. E. Karatay, TSMK. Türkçe Yazmalar Katalogu, İstanbul 1961, s. 535-536; a. mlf., TSMK. Farsça Yazmalar Katalogu, İstanbul 1961, s. 94-101.

98 Ö. Lütfi Barkan, “H. 933–934 Tarihli Bütçe Cetveli ve Ekleri (İlave: V)”, İktisat Fakültesi Mecmuası, XV, nr. 1–4, İstanbul 1955, s. 314–329.

99 Barkan, a. g. m., s. 323. 100 Yusuf b. Ömer es-Saatî, Sahaif-i Takvim, TSMK, nr. A. 1960, s. 28a. 101 Yusuf b. Ömer es-Saatî, Risâle-i İhtilac Yusuf Saatî, TSMK, nr. E. Hazine 1710, s. 31b; Yusuf b.

Ömer es-Saatî, Takvîm-i sâl 967, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 546, s. 14b.

Page 44: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

44

Râsıd’a102 kadar olan müneccimbaşıların bir listesi verilmektedir. Listeye göre ilk

müneccimbaşı Abdurrahman olup Sultan II. Beyazıt devrinde göreve gelmiştir.

Abdurrahman’ın 916 (1510–11) yılında hazırladığı Takvîmü’t-tâm103 adlı bir takvimi

bulunmaktadır. Ancak burada kendisinin müneccimbaşı olduğunu dair hiçbir işaret

görülmez.

İlk müneccimbaşıların biyografileri hakkında kaynaklarda çok az bilgi

bulunmaktadır. on altıncı yüzyıl müneccimbaşılarından biri olan Mustafa b. Ali el-

Muvakkit, uzun zaman Yavuz Selim Camii muvakkitliğinde bulunmuş ve daha sonra

müneccimbaşı olmuştur. Bundan dolayı kendisine el-Muvakkit diye lakap takılmıştır104.

Kaynakların, Mustafa b Ali’den sık bahsetmelerinin ilk sebebi coğrafya, astronomi ve

matematik alanında pek çoğu Türkçe olan otuza yakın eser vermiş olmasındandır. Diğer

sebebi ise vefatıyla yerine Takiyüddin Râsıd’ın tayin edilmesidir105. Takiyüddin Râsıd

İstanbul’da kurduğu rasathanesiyle tanınan ve Osmanlı müneccimbaşıları arasında en

meşhur olanıdır.

Osmanlı kaynaklarında, on altıncı asrın yarısından sonra ve özellikle

Müneccimbaşı Hüseyin Efendi’den (1630–1650) sonra gelen müneccimbaşılar

hakkındaki bilgiler öncekilere nazaran daha fazladır. Müneccimbaşı Hüseyin Efendi ise

zayiçeleriyle meşhur olan müneccimbaşılardan birisidir. Hüseyin Efendi’nin, sarayda

nüfuzunun artmasıyla görevi olmadığı halde devlet işlerine karışması ve neticesinde

idam edilmesi, diğer müneccimbaşılara da tesir etmiş ve bundan sonra

müneccimbaşıların hiç birisi Hüseyin Efendi gibi devlet işlerine müdahale etmemiştir.

Dikkati çeken bir diğer nokta da, Hüseyin Efendi’den sonra gelen müneccimbaşıların

ekserisinin birbiriyle akrabalık veya talebelik bağı bulunmasıdır.

On yedinci asrın yarısından itibaren müneccimbaşılık müessesesi belirli bir düzen

almıştır. Müneccimbaşı olacak kişi, önce müneccim daha sonra müneccim-i sâni

102 Salim Aydüz, “Takiyüddin Râsıd", YYOA, İstanbul 1999, I, 603–605. 103 Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1978/2. 104 Ö. Rıza Kehhale, Mu'cemü’l-mü’ellifîn, Beyrut, ts, XII, 283; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-

'ârifîn esmâ'ü’l-mü’elifîn ve âşârü’l-musannifîn, İstanbul 1951–55, II, 435; Nev’îzâde Ataullah Ataî b. Yahya, Hadâiku’l-hakâik fî tekmileti’ş-Şekâik (Nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, s. 286; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, İstanbul 1308–1316, IV, 377; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1342, III, 300, Adıvar, İlim, s. 93.

Page 45: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

45

olmakta ve en son olarak da müneccimbaşılığa yükselmekteydi. Müneccimbaşı Osman

Kâmil Efendi’ye (1880–1896) kadar kesintisiz bilgi sahibi olduğumuz müessesenin,

Osman Kâmil’den sonra başına kimin geldiği ise belli değildir. Osman Kâmil Efendi

1896 yılında vefat etmiş ve yaklaşık iki sene yerine müneccimbaşı tayin edilmemiştir.

Bu süre içerisinde müneccim-i sâni müneccimbaşının vazifesini idare etmiş olmalıdır.

Kaynaklarda Osman Kâmil Efendi’den sonra müneccimbaşı olarak bildirilen kişi olan

Mustafa Asım Bey ise 1898 yılında müneccimbaşı olmuştur.

Müneccimbaşılar, müneccimbaşılık dışında, başta müderrislik ve kadılık olmak

üzere diğer vazifelerde de bulunmuşlardır. Ayrıca muvakkit (Mustafa b. Ali,

Müneccimek...), hassa tabibi (Bakkalzâde Mehmed Efendi), hekimbaşı (Arabzâde

Mehmed, Ahmed Efendi b. Hüseyin), musâhib-i padişahî (Derviş Ahmed Dede), tarikat

şeyhi (Derviş Ahmed Dede), hattat (Fethiyeli Halil Efendi), vakanüvis (Musazâde

Mehmed)106 gibi vazifelerde bulunan müneccimbaşılar da vardı. Evliya Çelebi IV.

Murad dönemindeki resmigeçitte müneccimbaşıların kazaskerler ile at başı gittiğini

ifade ederek bulundukları yüksek mevkie dikkat çekmektedir107.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar önemli bir değişiklik göstermeden

devam eden müneccimbaşılık yüzyılın ikinci yarısında Ahmed Tahir Efendi’nin (ö.

1880) imtihanla müneccim-i sâni olmasıyla küçük bir değişikliğe uğramıştır108. Bu

zamana kadar müneccimbaşılar ve müneccim-i sâniler tayin ile göreve gelmekteydi. Bu

uygulamanın ne zaman başladığı ve ne zamana kadar devam ettiği belli olmadığı gibi

umumi bir uygulama olup olmadığı hakkında da bilgi yoktur. Diğer bir değişiklik ise

müneccim-i sâni makamının ilga edilmesidir. Sultan II. Abdülhamid (1876–1909)

zamanında ilga edildiğini tahmin ettiğimiz bu makam Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi

Efendi (ö. 1924) zamanında bulunmamaktadır. Başka bir değişiklik ise müneccimbaşıya

bağlı olan ve daha önce sayıları beşi bulan kâtiplerin sayısının bire indirilmesidir. Bu

105 Yavuz Unat, “Mustafa İbn Ali el-Muvakkit ve İ‘lâm el-‘İbâd fî A‘lâm el-Bilâd (Şehirler Âleminde

Mesafelerin Bildirimi) Adlı Risâlesi”, Electronic Journal of Oriental Studies, VII (2004), No. 10, Utrecht University, Utrecht, s. 1–48.

106 İsmail, Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 344; Kehhale, Mu'cem, X, 214; Cevdet, Târih, II, 175.; Sicill-i Osmanî, IV, 523.

107 Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1314, I, 526. 108 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Sicill-i Ahvâl, IV, 12; Salim Aydüz, “Abbas Vesim Efendi”,

YYOA, İstanbul 1999, I, 3–4.

Page 46: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

46

değişiklik ile müessesede sadece müneccimbaşı ve bir de kâtip kalmıştır109. Bu asırda

yapılan son değişiklik ise hekimbaşılığa bağlı olan müneccimbaşılığın Dâire-i Meşîhât-ı

İslâmiye’ye bağlanmasıdır. Ancak bu değişikliğin de ne zaman yapıldığı belli

değildir110.

On beşinci asrın sonlarından itibaren devan eden müneccimbaşılık, son

müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin 1924 senesinde vefatıyla yerine müneccimbaşı

tayin edilmeyerek ilga edilmiştir. Bu müessesenin yerine baş muvakkitlik adı altında

yeni bir müessese ihdas edilmiş ve başına da Muvakkit Ahmed Ziya Akbulut

getirilmiştir111.

3.1. MÜNECCİMBAŞI LİSTELERİ

Müneccimbaşılık üzerine Osmanlı kaynakları arasında monografik bir eser

olmadığı gibi müesseseler tarihi hakkında yazılan eserlerde de bu konu hakkında

yazılmış ayrı bölümlere rastlayamamaktayız112. Astronomiyle ilgilenen bazı Osmanlı

araştırmacı ve astronomları müneccimbaşıların listesini yapmışlardır. Ancak bu listeler

eksiktir. Bilinen ilk müneccimbaşı listesi, ilk dönem müneccimbaşıları hakkında önemli

bir takım bilgileri ihtiva etmesine rağmen oldukça kısa ve eksiktir. Bu liste başlangıçtan

Müneccimbaşı Takiyüddin’e kadar olan müneccimbaşıları ihtiva etmekte ve beş kişinin

adını vermektedir. Liste, Müneccim Makâmi Süleyman b. Mustafa b. Kemalî’ye (ö.

1795) ait Cedâvil-i Hareket-i Ta'dilü’ş-Şems adlı eserde metindeki yazıdan ayrı olarak

kurşun kalemle yazılmıştır. Liste şu şekildedir. “Sultan Beyazıt-i Veli zamanında

Müneccimbaşı Abdurrahman Efendi tarafından Sultan Ahmed b. Beyazıt’in hilafet

hesabı görülmüştür. İshak Efendi sene 947 ve Yusuf es-Saatî sene 959. Sultan

Süleyman zamanında ve Sultan Selim-i sâni zamanında sene 979’da Müneccimbaşı

Mustafa Çelebi fevtiyle Takiyüddin Râsıd Müneccimbaşı olmuştur. Bu dahi sene 979-

109 Sâlnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye, İstanbul 1334, s. 142; Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı

Uleması, İstanbul 1980, I, XVII-XXV. 110 Sâlnâme, s. 142; M. İpşirli, "Bâb-ı Meşîhat", DİA, IV, 363; Albayrak, Son Devir, I, XVII-XXV. 111 S. Ünver, “İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine”,

International Symposium On the Observatories in Islam, İstanbul 1980, s. 49. 112 Osmanlı astronomi tarihine dair derli toplu olarak telif edilmiş tek eser Süleyman Sûdî Efendi (ö.

1895) tarafından telif edilmiştir. Eserde Osmanlı coğrafyasının dışında yaşamış olan astronomların hayatları ve eserleri yanı sıra muhtelif zamanlarda kurulmuş olan Rasathaneler hakkında da bilgiler bulunmaktadır. Süleyman Sûdî Efendi, Tabakât-ı Müneccimîn (haz. Salim Aydüz), İstanbul: Fatih Üniversitesi Yayınları, 2005; Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi (haz. E. İhsanoğlu ve diğerleri), I-II, İstanbul: IRCICA, 1997.

Page 47: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

47

987’de Tophane’de rasada ibtida, badehu sene 993 vefat etmiştir113”. Listede birinci

sırada geçen Abdurrahman, ilk müneccimbaşı olarak yazılı ise de bu konuda diğer

kaynaklarda herhangi teyit edici bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca eldeki mevcut belgelere

göre, aynı senelerde müneccimbaşı olarak Seydî İbrahim b. Seyyid bulunmaktadır.

Ayrıca bu listede adı geçen Abdurrahman’a ait olduğunu tahmin ettiğimiz Takvimü't-

tâm adlı Hicrî 916 yılına ait bir takvimde “Müneccim Abdurrahman” imzasını

görmekteyiz. Bu iki şahıs muhtemelen aynı kişi olmalıdır. Bu tarihten sonra da

müneccimbaşı olduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır114. Listede

müneccimbaşı Seydî İbrahim b. Seyyid bulunmamaktadır. Müneccimbaşılar hakkında

ilk liste olması açısından büyük önemi bulunmaktadır.

Elimizde bulunan diğer üç liste ise çok az farklılıkla birbirinin aynıdır. İkinci liste,

Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi’nde müellifi belli olmayan Zaiçe Mecmuası adlı 323

numaralı eserdedir115. Bu listenin başlığı şu şekildedir. “Devlet-i Aliyye’de zafer

bulduğumuz reîsülmüneccimîn olanlar tahrir olundu”. Muhtemelen bu listeden istinsah

edilmiş üçüncü liste de yine Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi’nde 545 numaralı eserin

içinde bulunmaktadır116. Buradaki listenin başlığı şu şekildedir. “Devlet-i Aliyye’de

zafer bulduğumuz reîsülmüneccimîn olanların defter-i icmalleri ketb ve tahrîr olundu”.

Kandilli Rasathanesi’nde bulunan Ahmed Ziya Akbulut’un Not Defteri içindeki liste ise

dördüncü ve en son yapılmış olan listedir117. A. Ziya Akbulut listesi için “Osmanlı

Devleti’nde îfâ-yı vazîfe eden müneccimbaşılar” şeklinde bir başlık kullanmıştır. Her üç

listede de, müneccimbaşılığa intisap tarihi bulunmamakla birlikte ilk müneccimbaşı

Mehmed Çelebi, son müneccimbaşı olarak da Ahmed Tahir Efendi bulunmaktadır. Her

üç listede de Ahmed Tahir Efendi’nin vefatı ve cenazesi hakkında kısa bir bilgi

bulunmakta ve dua edilmektedir. Nr. 323 ve 545’teki listelerin Ahmet Tahir Efendi ile

sona ermesine bakılırsa bu listeler onun vefatından hemen sonra yazılmıştır.

Muhtemelen Ahmed Ziya Bey, bu iki listeden birisini aynen kendi eserine nakletmiş ve

son Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi dâhil olmak üzere bütün müneccimbaşıları

113 Makâmî Süleyman b. Mustafa b. Kemalî, Cedâvil-i Hareket-i Ta' dilü’ş-şems, Kandilli

Rasathanesi Ktp., nr. 268/2, v. 8b. 114 Abdurrahman, Takvîmü’t-tâm, Süleymaniye Ktp., Es’ad Ef. nr. 1978/2, v. 33a. 115 Zâyiçe Mecmuası, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, v. 3a-b. 116 Kıran ve Zâyiçe Mecmuası, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 545, son yaprak. 117 A. Ziya Akbulut, Not Defteri, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 121, v. 2.

Page 48: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

48

ilave etmiştir. İlk iki listede 24 müneccimbaşı bulunurken A. Ziya Bey’in listesinde 30

müneccimbaşı bulunmaktadır. Bizim yapmış olduğumuz çalışmada ise tespit edilebilen

müneccimbaşı sayısı 37’dir.

3.2. MÜNECCİMBAŞININ MAİYETİ

Müneccimbaşının maiyetinde müneccim-i sâninin yanı sıra dört veya beş kişiden

müteşekkil şakird veya müneccim adı verilen yardımcıları bulunmaktaydı. Bu kişiler

başta takvim ve zayiçe hazırlanması ve çoğaltılması olmak üzere çeşitli işlerinde

müneccimbaşıya yardım ederlerdi.

3.2.1.Müneccim-i Sâni

Müneccim-i sâniler de müneccimbaşılar gibi ilmiye sınıfından, ilm-i nücûm ile

ilm-i hey’et bilen kişiler arasından seçilirlerdi. Müneccim-i sânilerin ekserisi,

müneccimbaşının görevden ayrılmasından sonra yerine müneccimbaşı olurken, bazıları

çeşitli sebeplerde terfi edemeden vefat etmişlerdir. İlk defa müneccim-i sânilik

görevinde kimin bulunduğu tam olarak belli değilse de daha önce verdiğimiz

müneccimbaşı Seydî İbrahim ile İshak Çelebi’nin aldıkları ulûfeleri gösteren cetvelde,

Seydî İbrahim’in günde on beş akçe İshak Çelebi’nin ise on dört akçe aldığı

bilinmektedir118. Bu listede Seydî İbrahim için müneccimbaşı denilmediği gibi İshak

Çelebi için de müneccim-i sâni denilmemektedir. Sadece sarayda görevli müneccim

oldukları belirtilmiştir. Ancak bu listede ikinci sıradaki müneccim olan İshak

Müneccim’in Hadîkatü’l-cevâmi ve Sicill-i Osmanî’deki bilgilere göre daha sonra

müneccimbaşı olduğunu bilmekteyiz119. Buna göre Seydî İbrahim’im müneccimbaşılığı

esnasında İshak müneccim müneccim-i sânilik mevkiinde bulunmaktaydı.

Osmanlı tarihi kaynaklarında müneccim-i sâni tabirine ilk defa Mevlevîzâde

Mustafa Efendi’nin müneccim-i sâni olmasıyla rastlamaktayız. Buna göre Fındıklılı

İsmet Efendi, Müneccim-i sâni Mustafa Efendi’nin 23 Aralık 1711 tarihinde

müneccimbaşılığa terfi ettiğini yazmaktadır. Ancak kendisinden önceki müneccim-i

118 Ö. Lütfi Barkan, “H. 933–934 Tarihli Bütçe Cetveli, s. 323. 119 Hüseyin Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmi', İstanbul 1281, I, 206; Sicill-i Osmanî, I, 324; Tahsin

Öz, İstanbul Camileri, İstanbul 1987, I, 107; Fatih Camileri ve Diğer Eserler, İstanbul, 1991, s. 82.

Page 49: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

49

sâni hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir120. Mustafa Efendi’nin

müneccimbaşılığa terfi etmesiyle, yerine Mustafa Zeki Efendi müneccim-i sâni

olmuştur121. Bu tarihlerden itibaren belgelerde ve kaynaklarda müneccim-i sânilerden

düzenli olarak bahs olunmaktadır122.

Müneccim-i sâniler de müneccimbaşılar gibi müneccimler veya muvakkitler

arasından seçilirdi. Müneccimbaşı Musazâde Mehmed Ubeydullah Efendi vefat

ettiğinde, yerine kimin tayin edileceği hususunda Sultan I. Abdülhamid’e ait bir hatt-ı

hümâyûn bulunmaktadır. Padişah, hatt-ı hümâyûnda, Müneccim-i sâni Sâdık Efendi’nin

ilm-i nücûmda fenni nicedir diye sormuş ve hemen peşinden de Mısır’dan mazul

Medine-i Münevvere Mollası Tatarcıkzâde’nin ilm-i nücûm şeyhi olduğunu ve

hangisinin layık ise onun tayin edilmesinin uygun olacağını ifade etmiştir123. Ancak

Tatarcıkzâde taşrada olduğundan dolayı Müneccimbaşı Abdullah Efendi’nin oğlu olan

müneccim-i sâni Mehmed Sâdık Efendi göreve tayin edilmiştir124. Müneccim-i sâni

Ahmed Tahir Efendi müneccimbaşı olduğunda Şehzade Camii muvakkidi Hafız Ahmed

Efendi de onun yerine geçmiştir125. Müneccim-i sâni Saîd Mehmed Efendi aynı

zamanda müderris idi126. Mehmed Sâdık Efendi 1782 senesinde müneccim-i sânilik

görevinden müneccimbaşılığa terfi edince, yerine geçen Yakub Efendi saray

müneccimlerinden birisiydi127. Müneccim-i sâniliğe tayin olan kişilerde, adet üzere

müneccimbaşılar gibi Bâb-ı Âli'de hil’at giymekteydi128. Bazı müneccim-i sâniler

müneccimbaşının uzun süre vazifede kalması ya da başka birisinin vazifeye tayini gibi

çeşitli sebeplerden dolayı müneccimbaşı olamamışlardır.

120 Fındıklılı İsmet, Tekmiletü'ş-Şekâik fî hakk-ı ehli’l-hakâik (Nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989,

V, 69. 121 M. Zeki, Mücerrebât, s. 7a, 30b, 51a; Sicill-i Osmanî, IV, 419. 122 Elimizde bulunan müneccimbaşı listelerinde ise müneccim-i sâni olarak bahsedilen kişi Fethiyeli

Halil Efendi’dir. Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, s. 3a; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 545, son sayfa; A. Ziya Akbulut, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 121.

123 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 3567. 124 Sicill-i Osmanî, III, 193; Cevdet, Târih, II, 183. 125 A. Lütfi Efendi, Vak'anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi (Yay. Haz, M. Aktepe), Ankara 1988, X,

147; Takvimi Vekayi, Sene 25 rebiyülevvel 1282, Defa 812, sayfa. 1 sütun 1. 126 Sicill-i Osmanî, III, 28. 127 Cevdet, Tarih, II, 183; Sicill-i Osmanî, IV, 650. 128 Takvîm-i Vekayi, Defa. 44, Sene. 13 Cemaziyelâhır 1248, sayfa. 1, sütun. 2; Sicill-i Osmanî, III,

23.

Page 50: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

50

3.2.2.Müneccimbaşı Kâtipleri veya Saray Müneccimleri (Müneccimân-ı

Hâssa)

Müneccimbaşı ve müneccim-i sâninin sarayda yer almasından sonra onların

yaptıkları takvimleri çoğaltmak ve diğer işlerinde onlara yardım etmek için müneccim

kâtipleri de saraya alınmıştır. Müneccimbaşı kâtipleri ilm-i nücûma vakıf olan kişiler

arasından gelmekte, takvim ve zayiçe hazırlamak gibi işlerde müneccimbaşıya yardım

etmektedir. Müneccimbaşı kâtipleri kabiliyet ve çalışmalarına göre müneccimbaşılığa

kadar yükselebilirlerdi. Sarayda çok düzgün ve okunaklı bir yazıyla yazılan siyah, mavi,

yeşil, kırmızı mürekkep ve altın yaldızlarla bezenen takvimlerin hazırlanıp çoğaltılması

için çok sayıda kâtibe ihtiyaç bulunmaktaydı. Müneccimbaşıya bağlı kâtiplerin sayısı

tam olarak belli olmayıp sayısı asırlara göre değişiklik göstermiştir. Müneccimbaşılığın

teşekkül ettiği on beşinci asrın sonunda müneccimbaşının altı kâtibi vardı. Ancak bu

sayının on altıncı asrın ilk yarısında dört olduğu görülmektedir. Müneccimbaşı Seydî

İbrahim ve İshak müneccim’in yanında adı zikredilen Sinan Müneccim,

müneccimbaşının şakirdlerinden veya kâtiplerinden birisidir129. Topkapı Sarayı’nda

görevli bir kısım saray mensubunun sayı ve aylıklarının gösterildiği bir defterde Tafsîl-i

Mevâcib-i Müşâhere-Horân-ı Dergâh-ı Âli başlığı altında, Cemaât-ı Müneccimîn’in altı

nefer olduğu belirtilmiştir. Defter muhtemelen 900/1495 senesini takip eden senelerde

tertip olunmuştur130. Bu altı kişiye muhtemelen müneccimbaşı ve müneccim-i sâni de

dâhildir. Zira 920/1510 senesine ait Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi E. 5475 numaralı bir

vesikada, Defter-i Cemaât-i Mülâzimân-ı Dergâh-ı Âli vâcib sene 920 mevcut

olanlardır başlığı altında yer alan Cemaât-ı müşâhere-horân kısmında Cemaât-i

müneccimân alt başlığındaki bölümde ise müneccimlerin sayısının 4 kişi olduğu

belirtilmiştir131. Eylül 1624 tarihli bir mevâcib defterinde cemaât-i şakirdân-ı

müneccimân-ı hâssa başlığı altında dört müneccim zikredilmektedir. Bu şakirtlerin üçü

4, birisi de 2 akçe yevmiye almaktadır132. Bu sayı müneccimbaşı ve müneccim-i sâni

haricindeki müneccimlerin sayısı olmalıdır. Zira Ayn Ali Efendi’nin Risâle-i Vazîfe-

Horân ve Merâtib-i Bendegân-ı Âl-i Osman adlı eserinde Şakirdân-ı müneccimânın beş

kişi olduğunu belirtmesi daha önce dört olan müneccim sayısı on yedinci asırda beş

129 Ö. L. Barkan, “H. 933–934 tarihli bütçe cetveli, s. 314-329. 130 Barkan, a. g. m., s. 309. 131 Barkan, a. g. m., s. 313.

Page 51: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

51

kişiye çıkarıldığını göstermektedir. Yine bu eserde günlük ulûfelerinin 24 akçe olduğu

belirtilmiştir133. Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukuât adlı eserinde de müneccimlerin

sayısının beş, günlük ulûfelerinin de 24 akçe olduğunu belirtmektedir134. Mustafa Nuri

Paşa on dokuzuncu asrın son yarısında yazdığı bu eserinde muhtemelen Ayn Ali

Efendi’nin risalesinden faydalanmıştır. Müneccimbaşılığın meşîhate bağlanmasıyla

müneccim-i sânilik ilga edilmiş ve kâtiplerin sayısı da bire indirilmiştir; XIX. asrın

sonunda, Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin İbrahim Edhem adında sadece bir

kâtibi bulunmaktaydı135.

Kâtipler, müneccimbaşının yaptığı takvimlerin hazırlanmasına yardım etmelerinin

yanı sıra başta İstanbul olmak üzere devletin bazı yerlerindeki devlet ricaline dağıtması

işini de yaparlardı136. Ordu seferde olduğu zaman müneccimbaşı, bir kâtibiyle ordu

komutanına da takvim gönderirdi137. Ayrıca son dönemlerde kâtiplerin de

müneccimbaşıdan ayrı olarak takvim hazırlayıp neşrettikleri bilinmektedir138.

3.3.MÜNECCİMBAŞILARIN YETİŞMELERİ

Müneccimbaşılar sarayın “bîrun erkânı” arasında yer almaktaydılar. ayrıca

makamlarına göre teşrifatta yerleri bulunmayıp, sadece ilmî rütbe ve payelerine göre

teşrifatta yer alırlardı139. Padişah hocası, müneccimbaşı ve hekimbaşı ulema sınıfından

olmasına rağmen saray teşkilâtında ve idarî işlerde fazla söz sahibi değillerdi140. Ancak

bazen çeşitli yollarla nüfuz sahibi olarak idarî işlere karışan kişiler de bulunmuştur.

Müneccimbaşıların klâsik medrese eğitiminden geçmeleri gerekmekteydi. Ancak

bu eğitimin yanında her bir müneccimbaşı, ilm-i nücûm, ilm-i ahkâm-ı nücûm ve

takvim yapma gibi bazı meslekî dersleri de kendi gayretleriyle hususi hocalardan

öğrenirlerdi.

132 BOA, Maliyeden Müdevver nr. 5586, s. 107, tarih, 3 Z 1033. 133 Ayn Ali Efendi, Risale-i Vazife-Horan ve Merâtib-i Bendegân-ı Âl-i Osman, İstanbul 1280, s. 94;

İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara, 1988, s. 372. 134 Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukuât, İstanbul 1327, I, 139. 135 Sâlnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye, İstanbul 1334, s. 134; Albayrak, Son Devir, I, XXV. 136 Mustafa Zeki, Mücerrebat-ı Zeki, v. 7a, 51a. 137 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 7943. 138 Seyfettin Özege, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu, I-V, İstanbul 1971, IV, 1710. 139 Tarih-i 'Ata, İstanbul ts., I, 290; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1988, I, 523. 140 Davut Dursun, Din Bürokrasisi, Yapısı, Konumu ve Gelişimi, İstanbul 1992, s. 165.

Page 52: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

52

Müneccimbaşıların yetişmelerinde muvakkithanelerin önemli bir yeri

bulunmaktaydı. Zira rasathanelerden başka fiili olarak astronomi faaliyeti yapılabilen

tek müessese buralarıdır. Özellikle Fatih, Yavuz Selim ve Şehzade Camilerindeki

muvakkithaneler İstanbul’un en meşhur ve önemli mekânlarıydı. Bir kısım

müneccimbaşıların buralarda görev yaptığı ve daha sonra müneccimbaşı olduğu

bilinmektedir. Bu camilerde görev yapan müneccimbaşılar ve muvakkithaneleri

şunlardır. Fatih Camii muvakkithanesi: Yusuf b. Ömer es-Saatî (ö. 1570’te sağ)141, Küfrî

Hasan Çelebi (ö. 1660)142 ve Müneccimek Mehmed Efendi (ö. 1667)143, Sultan Selim

Camii Muvakkithanesi: Mustafa b. Ali el-Muvakkit (ö. 1571)144 ve Hüseyin Hilmi

Efendi (ö. 1924)145, Şehzade Camii Muvakkithanesi: Mehmed Çelebi146 ve Müneccim-i

sâni Hafız Ahmed Efendi (ö. 1865’te sağ)147, (Hasköy'deki Humbaraciyan ve

Lağımcıyan Kışlası içindeki) Valide Sultan Camii Muvakkithanesi: Cihangirli Mehmed

Sâdık Efendi (ö. 1812)148.

Osmanlı bürokrasisinde belli bir düzene göre gerçekleşen tayin ve azil işlemlerinin

müneccimbaşılar için de geçerli olduğu muhakkak olup tayin ve azil işlemleri

hekimbaşının inhasıyla olurdu. Ayrıca her ikisi de saray görevlisi olduklarından dolayı

Silahtar Ağa’ya bağlı idiler149.

3.4.TAYİNLERİ

Müneccimbaşı olabilmek için gerekli şartlar birçok astronomi ve astrolojiyle ilgili

eserde belirtilmiştir. Osmanlılardan önceki İslam devletlerinde yaşamış müneccimlerin

devlet idaresinde yer alması için aranan vasıflar, Osmanlı müneccimleri için de geçerli

olduğundan, bunları tespit için Abbasiler döneminde müneccimlerde aranılan vasıflara

141 Yusuf b. Ömer es-Saatî, Sahâif-i Takvim, TSMK, nr. A. 1960, s. 28a. 142 BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1497/46, s. 23; BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1519/68, s. 74–

77; Kâtip Çelebi, Fezleke, II, 367; Naîmâ, Târih, V, 29. 143 Müneccimek Mehmed Efendi, el-Makalât-ı Sâlise fî Resm-i Alât-ı Zilliye, Kandilli Rasathanesi

Ktp., nr. 40, s 32a. 144 Sicill-i Osmanî, IV, 377. 145 Ünver, "İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine",

International Symposium s. 50; S. Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler, Atatürk Konferansları, V, 1971-2'den ayrı basım. Ankara 1975, s. 250.

146 Naîmâ, Târih, III, 74; Ataî, 764; Sicill-i Osmanî, IV, 154. 147 A. Lütfi, Târih, X, 147; Takvîm-i Vekayi, Sene 25 rebiyülevvel 1282, Defa 812, s. 1 sü. 1. 148 Mehmed Sâdık, İhtisâru’l-cedveli’l-kebîr li-Sâlih el-Mimarî, Süleymaniye Ktp., Hüsrev Paşa, nr.

232, s. 26b.

Page 53: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

53

bakmak gerekir. Müneccimlerin okuması gereken kitapların başında Batlamyus’un (ö.

M.S. 2. asır) Almagest adlı eseri gelmektedir150. Bîruni (ö. 1048) et-Tefhim fî sınâati’t-

tencîm adlı eserinde müneccimin dört ilimde (hendese, hesap, hey’et ve ahkâm) bilgi

sahibi olmasının şart olduğunu belirtmektedir. Müneccimin, “hendese alanında Sabit b.

Kurra’nın Öklides’ten yaptığı tercümeyi, matematik konusunda ise hesap usullerini

öğrenebilmek için Aritmetikî adlı eseri okuması gereklidir” der. Müneccimlerin ayrıca

ilm-i nücûmun yan konularını Ebû Mansur el-Bağdadî’nin (ö. 1037) Tekmile’sinden

veya Sicezî’nin Sâd Bâb adlı eserinden okuması gerektiğini belirtir.

Kâtip Çelebi Keşfü’z-zünûn’da, müneccim olmanın dört mertebesi olduğundan

bahsetmektedir. Birincisi, takvim hesabını yapmak ve usturlab aletinin nasıl

kullanıldığını bilmek; ikincisi, nücûm ilmine giriş, yıldızların ve burçların tabiatlarını ve

mizaçlarını bilmek; üçüncüsü, yıldızların hareketlerini hesap etmeyi, zîc yapmayı ve

takvim yapmayı bilmek; dördüncüsü, hey’eti, yıldızların hareketlerine dair hendesi

delilleri, doğru olarak bilmektir. Bu son mertebeye gelen bir kimse, artık müneccim

olmuştur. Ancak sonunda zamanındaki müneccimlerin çoğunun tencim ilminde, ilk iki

bölümde kaldıklarını, pek azının da üçüncü merhaleye ulaştığını ifade eder151.

Sultan II. Murad (1421–1451) dönemi müelliflerinden İlyasoğlu Mercimek

Ahmed, Kabusnâme’sinde müneccimliği mesleğe sayılan ilim olarak sınıflandırdıktan

sonra, bir müneccimin önce matematik bilmesi lazım geldiğini söylemektedir. Ayrıca

bu ilmî öğrenen kişinin takvim ve ahkâm çıkarması gereğinden de bahseder. Bununla

birlikte, kendisi takvim çıkaramaz ise güvenilir birisinin takviminden faydalanmasını da

tavsiye eder152.

Osmanlı Devleti’nde müneccimbaşı olabilmek için ilmiye mensubu olmak şarttı153.

Şair Bâli tarafından yazılıp Sultan II. Murad’a takdim edilen Muradnâme adlı eserin

ilm-i nücûm bölümünde “Bâb-ı sî vü yekum ender ilm-i nücûm ve tevabi'-i ân” başlığı

altında müneccim olabilmek için gerekli şartlar yazılmıştır. Burada da diğer eserlerde

149 Ali Seydî Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, Tercüman 1001 Temel Eser, nr. 17, s. 122–123. 150 H. İbrahim, Târih, 4/6, s. 221–223. 151 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn, II, 1931. Osmanlı Devleti medreselerindeki astronomi konusunda

verilen derslerle ilgili daha fazla bilgi için bk. İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, cilt I-II. 152 Mercimek Ahmed, Kabusnâme (Terc. A. Özkırımlı), Tercüman 1001 Temel Eser, nr. 36,II, 25–27,

65-70. 153 Nallino, “Astroloji”, I, 684.

Page 54: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

54

olduğu gibi müneccimlerin riyazet ilmi, takvim, zayiçe cetvelleri gibi astroloji ve

astronomi ilimleri konusunda bilgi sahibi olmaları gerektiği söylenmektedir.

Müneccimbaşının maiyetindeki saray müneccimleri de ilmiye sınıfından, ilm-i

nücûm ve ilm-i hey’et konusunda yetişmiş kimselerden seçilmekteydi. Bundan dolayı

müneccimbaşılar da Osmanlı Devleti’nde ilmiye sınıfının tabi olduğu hüküm ve

uygulamalara tabiydiler.

Hayli mühim bir mevki olan müneccimbaşılığa tayin edilecek kişilerin ehliyetli

olmalarına özen gösterilir ve tayin edilecek kişilerde bazı hususi şartlar aranırdı. Bu

şartlar, özellikle arşiv belgelerinde ve vekayinâmelerde genellikle “fenninde mâhir

emsâli nâdir” şeklinde özetlenmiştir154.

Müneccimbaşılığın herhangi bir sebeple boşalması durumunda yerine müneccim-i

sâni bakardı. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Mevlevizâde Mustafa Efendi’den itibaren

yaklaşık on dört müneccim-i sâni daha sonra müneccimbaşı olmuştur. Bu bakımdan

müneccimbaşılık makamının boşalması durumunda yerine geçmesi beklenilen kişi

genellikle müneccim-i sâni olmaktadır155.

Daha önce de belirtildiği üzere müneccimbaşılık makamının azil veya vefat gibi

herhangi bir sebepten dolayı boşalması durumunda yerine genellikle müneccim-i sâni

olan kişi getirilirdi. Bu makama yeni tayin edilecek kişi ilk olarak hekimbaşı tarafından

şeyhülislama arz edilir, şeyhülislam efendi de işaretini ihtiva eden bir arz ile durumu

sadrazama bildirirdi. Sadrazam, hekimbaşının arzının bulunduğu kâğıdın sağ üst

tarafına ruznamçe kalemine hitaben, sâbıkî kaydını istediğini belirtir bir yazı yazar.

Buradan gerekli bilgiler geldikten sonra sadrazam tayini düşünülen kişi hakkında

padişaha bir telhis ile kısa bilgi verir ve onun onayını ister. Gerekli onay sağlandıktan

sonra sadrazam hekimbaşının arzının üzerine tayinin yapıldığına dair buyrultusunu

çeker, böylece tayin işlemi son bulurdu. Daha sonra ise bu tayin ruûs defterine

kaydolunur ve tayinin yapıldığı yazılırdı156.

154 BOA, Cevdet-Saray, nr. 6711. 155 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 1367. 156 BOA, A. RSK, nr. 1497/46, s. 23; 1519/68, s. 74, 77; 1553/102, s. 3; 1571/120, s. 32; Cevdet-

Saray, nr. 6711; Osmanlı Devleti’nde gazetelerin neşredilmeye başlamasından itibaren müneccimbaşıların tayin ve değişiklikleri gazetelerde de ilan edilmeye başlanmıştır, Meselâ, Sadullah Efendi’nin müneccim-i sâni olmasını bildiren haber için bkz. Takvîm-i Vekayi, Defa.

Page 55: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

55

Müneccimbaşı Ahmed Tahir Efendi’nin Şer’iyye Sicilleri Arşivi’ndeki

kayıtlarında müneccim-i sâni olması için imtihan edildiğini yazmaktadır. Bu da böyle

bir uygulamanın ilk defa o sıralarda başladığını göstermektedir. Daha önce

rastlamadığımız imtihanla müneccim-i sâni tayini muhtemelen taliplerin çokluğu

dolayısıyla çok kısa bir dönem uygulanmış olmalıdır157.

Son müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi de biyografisinde “komisyon kararı” ile

müneccimbaşılığa tayin edildiğini yazmakta ise de bu komisyonun ne olduğu,

kimlerden oluştuğu ve isimlerinin ne olduğu hususlarında herhangi bir bilgi

vermemektedir158. Ancak müneccimbaşılığın, Dâire-i Meşîhât-ı İslâmiye’ye bağlanması

sebebiyle bu komisyonun da meşihata bağlı bir komisyon olması gerekmektedir159.

Hekimbaşılar, kendilerine bağlı olan bu makama tayin edilecek kişilerin

belirlenmesinde önemli rol oynamaktaydılar. Bu yönü itibarıyla hekimbaşıların

müneccimbaşı tayininde rolü büyüktü. Meselâ, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi,

Mekteb-i Tıbbiye’nin başarılı hocası olan Osman Sâib Efendi’yi kendi yerine

hekimbaşılıkta rakip gördüğünden, önünü kesmek için, onu önce müneccim-i sâni daha

sonra da müneccimbaşı yapmıştır. Böylece hem ondan kurtulmuş, hem de kendi yerini

sağlamlaştırmıştır. Yine Mustafa Behçet Efendi, Osman Sâib Efendi’yi müneccim-i sâni

tayin ettirirken Müneccimbaşı Sadullah Efendi’nin müneccim-i sâni olmayı bekleyen

oğlu Ahmed Muhsin Efendi’ye de mani olmuştur160."

3.5.MÜNECCİMBAŞILARIN MAAŞ VE GELİRLERİ

Müneccimbaşıların yaptığı işlerden ve ilmiye mensubu olmasından dolayı

askeriye, kalemiye ve seyfiye sınıfı memurları gibi muhtelif gelirleri bulunmaktaydı.

Fakat saraydaki iç-ağaları, iç-oğlanlarıyla bazı önemli şahsiyetlerin, padişahın evladı ve

akranı ile hekimbaşı, cerrahbaşı ile müneccimbaşı ve maiyetinin ulûfeleri, üç ayda bir

ödenen diğer askeri sınıflardan farklı olarak, her ay ödenirdi161.

44, Sene. 13 Cemaziyelahir 1248, sayfa. 1, sütûn. 2; Müneccimbaşı Arif Efendi’nin tayinini bildiren haber için bkz. İkdam, 7 Şevval 1321, nr. 3420, sh. 1, sü. 1.

157 BOA, Sicill-i Ahvâl, IV, 12. 158 İstanbul Müftülüğü, Şer’iyye Sicilleri Arşivi, Dosya nr 309. 159 Salnâme, İstanbul 1334, s. 142; Albayrak, Son Devir, I, XVII - XXV. 160 BOA, İrade-Dahiliye, nr. 1426; Cevdet, Târih, X, 212; A. Lütfi Efendi, Tarih, IX, 120. 161 Ö. Lütfü Barkan, “H. 974-975 (1567-1568) Mali Yılına Ait Bir Osmanlı Bütçesi”, İktisat Fakültesi

Mecmuası, c. XIX, nr. 1-4, İst., 1960, s.288; Ancak Süheyl Ünver Bey’in notları arasında üç

Page 56: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

56

Osmanlı Devleti’nde ilmiye sınıfından olan kesimin maaşları devirlere ve

rütbelere göre değişiklik göstermektedir. Fakat farklı bir vazifede bulunan

müneccimbaşıların gelirleri de farklılık arz etmekteydi.

Müneccimbaşıların asıl vazifesi olan takvim hazırlama ve her sene nevruzda (21–

22 Mart), başta padişah ve sadrazam olmak üzere bazı devlet adamlarına dağıtma işi

mutat olarak yapılmaktaydı162. Takvim takdiminden dolayı müneccimbaşıya,

nevrûziye163 adı altında çeşitli hediyeler ve bir miktar atıyye ödenirken diğer devlet

adamları da kendisine verdiği takvimden dolayı bir atıyye vermekteydiler164.

Müneccimbaşı ve müneccimler takvimlerini nevruzdan nevruza takdim ettiklerinden

dolayı aldıkları atıyyeye de nevrûziye denilmekteydi. Müneccimbaşının hesabını yaptığı

yeni takvim müneccim-i sâni ve müneccimbaşının kâtipleri/şagirtleri tarafından temize

çekilir ve gerekli yerlere dağıtılırdı. Takvimin kırtasiye masrafları da hazine-i âmireden

karşılanmaktaydı165. Müneccimbaşının hazırladığı takvimi saraya takdim etmesi için bir

merasim düzenlenirdi. Nevrûziye ve takvim takdimi denilen bu merasimde hekimbaşı,

cerrahbaşı ve kehhalbaşı da müneccimbaşıyla birlikte sadrazamın huzuruna girerdi.

Burada hekimbaşı, cerrahbaşı ve kehhalbaşı nevrûziyesini, müneccimbaşı da takvimini

takdim ederdi. Bu esnada her birine kahve, gülsuyu ve buhur ikram edilir daha sonra

hil'atları giydirilir ve atıyyeleri verilirdi166. Müneccimbaşılık müessesesinin

kurulmasından önce de var olan takvim hazırlama işi muhtemelen saray dışındaki

müneccimler tarafından ya da saraydaki tek müneccim tarafından yapılmaktaydı167.

Sinan b. Ömer 934 yılı takviminin takdiminden dolayı 1500 akçe atıyye almıştır168.

Aynı sene takvim takdim eden Süleyman adlı bir zatın şakirdi olan Muslihiddin’e ve

Necmeddin adlı bir müneccime ise verdikleri takvimlerden dolayı 1000’er akçe atıyye

aylık ödenen ulufeyi gösteren bir not bulunmaktadır. Süheyl Bey bu notu nereden aldığını belirtmemiş olduğu için kaydın esasını bulamadık. Süheyl Bey’in kaydettiği not şu şekildedir. “’an Cemaat-i etibbâ-i hâssa Mevlânâ Hasan Efendi ser müneccimân-ı hâssa 40 akçe vâcib masar (muharrem Safer Rebiyülevvel) sene 1066, 2540 (akçe?), Süleymaniye Ktp., S. Ünver, Dosya nr. 174.

162 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 192, 2541, 5316. 163 Uzunçarşılı, Saray, s. 366, 371. 164 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 2541;M. Zeki, Mücerrebat, s. 51a. 165 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 2541. 166 BOA, Teşrifat Defteri, nr. 676 Mükerrer 2, Sayfa 16 (1236/1821), 52 (1237/1822), 80

(1238/1823), 119 (1239/1824), 146 (1240/1825). 167 V. L. Ménage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”, Tarih Enstitüsü Dergisi, 1978/9, s. 231.

Page 57: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

57

ödenmiştir169. Yine bu sene Lütfullah Müneccim’e takvim takdiminden dolayı

diğerlerinden fazla olarak 2000 akçe ödenmiştir170. Sinan Çelebi, 940/1533 yılında

saraya verdiği Takvim karşılığı olarak 2000 akçe almıştır171. Sinan Çelebi bu senelerde

henüz müneccimbaşı değildir. Muhtemelen saray müneccimlerinden birisidir. Zira aynı

sene saraya takvim veren ve daha önce 2000 akçe alan Lütfullah Müneccim ile daha

önce 1500 akçe alan Necmeddin Müneccim de aynı sene takvim takdiminden dolayı

2000’er akçe almışlardır172. Müneccimbaşıların asırlara göre takvim takdimlerinden

dolayı aldıkları atıyyeleri incelediğimizde şu şekilde olduğunu görürüz.

1159/1746–1186/1772 yılları arasında yirmi altı sene müneccimbaşılık yapan

Fethiyeli Halil Efendi’nin hazırlayıp takdim ettiği takvimlerin her birinin nevrûziye

bahası olan altı bin akçenin ödenmesine dair belgelerden on üç tanesi elimizde

mevcuttur. Hicrî takvim itibariyle 1162, 1163, 1164, 1165, 1166, 1167, 1168, 1169,

1173, 1174, 1176, 1177, 1180 yıllarına ait olan bu belgelere göre Müneccimbaşı Halil

Efendi her sene ödenmekte olan nevrûziye atıyyesi olan altı bin akçenin kendisine de

ödenmesini istemiş ve gerekli muameleler yapıldıktan sonra istediği miktar

ödenmiştir173. Fethiyeli Halil Efendi’nin sadrazam huzurundaki bazı senelere ait takvim

ve imsakiye takdim merasimlerini Tarih-i Cülûs-ı Sultan Mustafa-yı Sâlis adlı eserden

takip edebilmekteyiz. Bu esere göre Receb 1172/Şubat 1758 tarihinde nevrûziye ve

takvim takdim eden müneccimbaşı, hekimbaşı, cerrahbaşı ve kellahbaşıya gereken hil’at

ve atıyyeler verilmiştir174. Ayrıca, “Receb 1173/Şubat 1759 yılına ait takvim ve

nevrûziye vürûdu” başlıklı bölümde takvim takdim eden müneccimbaşıya 500 kuruş,

168 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1864, s. 23. 169 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1864, s. 23, 24. 170 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1864, s. 23. 171 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 126, tarih. 2 Şaban 940, pazartesi. 172 BOA, Kamil Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 131, tarih. 10 Şaban 940, salı; K. Kepeci, Rûznamçe,

nr. 1863, s. 137, tarih. 17 Şaban 940. 173 Müneccimbaşı Halil Efendi’nin müneccimbaşılık yaptığı yıllara ait olan nevrûziye ücreti talebini

ihtiva eden arzları ve cevabi muamelelerini ihtiva eden Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki belgeler ve tarihleri. 1162 senesi nevrûziyesi, D. TŞF, nr. 2/62; 1163 senesi, D. TŞF, nr. 273; 1164 senesi, Cevdet-Saray, nr. 59; 1165 senesi, D. TŞF, nr. 3/21; 1166 senesi, Cevdet-Maarif, nr. 5621; 1167 senesi, D. TŞF, nr. 3/70. (Bu belgenin sureti için bkz. Ekler, Vesika 17); 1168 senesi, D. TŞF, nr. 3/94; 1169 senesi, Cevdet-Maarif, nr. 6325; 1173 senesi, D. TŞF, nr. 6/31; 1174 senesi, Cevdet-Saray, nr. 644; 1176 senesi, D. TŞF, nr. 7/9; 1177 senesi, D. TŞF, nr. 7/51; 1180 senesi, D. TŞF, nr. 9/39. Belgelerin üzerinde bulunan sabikî kayıtlarında bu ücretin bir sene önce de aynı şekilde ödendiği yazılmaktadır.

174 Akif Mehmed Efendi, Tarih-i Cülûs-ı Sultan Mustafa-yı Sâlis, Süleymaniye Ktp., Es’ad Ef. nr. 2108, s. 115a.

Page 58: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

58

hademesine ise 10 kuruş atıyye verilip hil’at giydirildiği yazılmıştır. Bu sırada

nevrûziye takdim eden hekimbaşıya (Mehmed Refi Efendi) ise 500 altın ve bir samur

kürk, hademesine 100 kuruş, kehhalbaşıya (Müstakimzâde Efendi) “hil’at yerine sabıkî

üzere i'taf-ı seniyye-i âsafeneden bol yenlü sofa kaplı bir sevb kakum kürk” giydirilip

500 kuruş, hademesine 15 kuruş, cerrahbaşıya ise bir adet hil’at ve 500 kuruş,

hademesine de 50 kuruş atıyye verilmiştir175.

Teşrifat defterlerinde yer alan bazı yıllara ait takvim takdim etme merasimlerinin

verdiği bilgilere göre XIX. asırda, müneccimbaşıya verilen takvim atıyyesi şu

şekildedir. 1236/1820 yılında takvim takdim eden Müneccimbaşı Mehmed Râkım

Efendi’ye önce 1000 kuruşluk kürk bahası uygun görülmüşse de daha sonra kadrine

layık görülmediğinden dolayı 1250 kuruşa çıkartılmıştır. Ayrıca kendisine 500 kuruş,

hademesine de 50 kuruş atıyye verilmiştir.

1831 yılında nevrûziye atıyyesi üç yüz on altı buçuk kuruş olarak ödenmiştir176.

Ancak bunun ne kadar sene ödendiği belli değildir. Zira 1839 senesinde Müneccimbaşı

Hüseyin Hüsnü Efendi her sene nevruzda takdim ettikleri takvimlerden dolayı verilen

3000 kuruşluk atıyye-i seniyyenin az olduğunu ve bu miktarın 7500 kuruşa çıkartılması

gerektiğini arz etmiştir. Buna göre on sekizinci asrın başlarından itibaren nevrûziye

bahası 3000 kuruş olarak ödenmekteydi. 1255/1839 yılından itibaren Müneccimbaşı

Hüseyin Hüsnü Efendi’nin ricasıyla nevrûziye atıyyesi üç bin kuruştan yedi bin beş yüz

kuruşa çıkartılmıştır177. Müneccimbaşı Ahmed Tahir Efendi zamanında da takvim

atıyyesi için 7500 kuruş, kırtasiye masrafı olarak da 500 kuruş ödenmeye devam

edilmiştir. Bu uygulama muhtemelen devletin son zamanlarına kadar devam etmiştir178.

Osmanlı Devleti’nde takvim neşretme hakkı sadece müneccimbaşıya aitti.

Takvimlerin matbaada basılıp dağıtılmaya başlamasından sonra müneccimbaşıların

takvim geliri senede elli-altmış bin kuruşu bulmuştur179. Hatta Müneccimbaşı Ahmed

Tahir Efendi 1296/1878 yılında kendisinden başka kişilerin de takvim neşredip

sattıklarından dolayı maaşsız kaldığından yakınarak istifa etmiş ancak istifası kabul

175 a. g. e., s. 204b - 205a. 176 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 4748, tarih, 6 Şevval 1247. 177 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 2541. 178 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 192. 179 BOA, Sicill-i Ahvâl, IV, 12.

Page 59: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

59

edilmemiştir180. Bu arada izinsiz olarak basılan takvimler de devlet tarafından

toplatılmaktaydı181. Bu tarihe kadar müneccimbaşılar İstanbul için hazırlanan takvimleri

4 kuruştan, diğer bölgeleri de ihtiva eden ilaveli takvimleri 5 kuruştan, meşin kaplı

takvimlerin tanesini de 7 kuruştan satmaktaydılar182. Ancak daha sonra müneccimbaşı

dışındaki kişilere de takvim basmaları için izin verilmesi neticesinde müneccimbaşıların

bu geliri oldukça azalmıştır183.

Müneccimbaşılar her sene rakam takvimi yanı sıra ayrıca yeni sene hakkındaki

yorumlarını ihtiva eden Ahkâm Takvimi de yapmaktaydılar184. Ahkâm takviminin

takdiminden de bir miktar atıyye aldıkları tahmin edilmektedir Ancak bu takvim için

aldıkları atıyye miktarını belirten herhangi bir belge bulunmamaktadır185.

Müneccimbaşının görevleri arasında her yıl Ramazan imsakiyesini hazırlama işi

de bulunmaktadır. Müneccimbaşı, hazırladığı Ramazan imsakiyesini her yıl Şaban

ayının son on günü içersinde önce Padişah'a ve sadrazama, daha sonra da ileri gelen

devlet adamlarına takdim ederdi186. İmsakiye takdiminin ilk olarak ne zaman başladığı

belli değilse de en az takvim takdimi kadar eski olması gerekir. Teşrifat defterlerinde ilk

rastladığımız imsakiye takdimi merasimleri Müneccimbaşı Fethiyeli Halil Efendi’nin

1757 ve 1759 senelerine aittir. Halil Efendi’ye imsakiye takdiminden dolayı 100 kuruş

atıyye ile birer çuka ve kumaş verilmiştir187. Diğer bir imsakiye takdimi de

Müneccimbaşı Râkım Efendi’ye aittir. Müneccimbaşı Râkım Efendi her sene olduğu

gibi 1236 Şaban (Nisan 1821), 1237 Şaban (Nisan 1822), 1240 Şaban (Mart 1825)

ayında da Bâb-ı Âli'ye gelerek teşrifatçı vasıtasıyla sadrazamın huzuruna çıkarılmış ve o

senelerin Ramazan ayına ait imsakiyelerini takdim etmiştir. Bu esnada kendisine, adet

olduğu üzere kahve, çubuk, buhur ve gülsuyu ikram edilmiş ayrıca imsakiyesini

180 BOA, Sicill-i Ahvâl, IV, 12. 181 Takvîm-i Vekâyi, 27 Zilhicce 1286, defa 1205, s. 2, sütun. 3. 182 Takvîm-i Vekâyi, 21 Şubat 1282, defa 835, s. 3, sütun 3; Takvîm-i Vekâyi, 13 Şubat 1283, defa 873,

s. 4, sütun 3; Takvîm-i Vekâyi, 5 Mart 1283, defa 875, s. 4, sütun 3; Takvîm-i Vekâyi,10 Zilkade 1285, defa 1057, s 4, sütun 3; Takvîm-i Vekâyi, 29 Zilhicce 1290, defa 1640, s. 4, sütun 1.

183 Özege, IV, 1697-1718. 184 TSMA, E. 11197. 185 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 6348. 186 Uzunçarşılı, Saray, s. 372. 187 Akif, Târih, s. 62a, 212a.

Page 60: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

60

takdiminden dolayı da kendisine 100 kuruş, hademesine de 10 kuruş atıyye

verilmiştir188.

3.6. MÜNECCİMBAŞILARIN MEVÂCİBLERİ

Müneccimbaşı ve personelinin ulûfeleri, üç ayda bir ödenen diğer askeri

sınıflardan farklı olarak, her ay ödenmekteydi189. Fakat bazen, iki ayda bir veya bir ay

içinde üç defada da ödenebilmekteydi190. Müneccimbaşıların ilk dönemlerde aldığı

mevacib miktarı hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi

Arşivi’nde bulunan ve 900/1494–5 seneleri civarında yazılmış olan bir defterde Tafsîl-i

Mevâcib-i Müşahere-horan-ı Dergâh-ı Âli başlığı altında zikredilen cemaat-i

müneccimîn’in altı nefer oldukları ve ayda 6068, senede 72816 akçe ulûfe aldıkları

yazılmıştır. Defterde müneccimbaşı ile diğerlerinin aldığı ücret detaylı olarak ifade

edilmediğinden aylık ücretlerinin ne kadar olduğu tespit edilememektedir191. Zira 1514

senesine ait diğer bir belgede Defter-i Cemaat-i mülaziman-ı Dergah-ı Âli başlığı

altında zikredilen cemaat-i müneccimîn’in dört nefer olduğu kaydedilmektedir. Burada

muhtemelen, müneccimbaşı ve müneccim-i sâni listeye dahil edilmemiştir. Ayrıca, bu

listede ulûfeler hususunda herhangi bir bilgi de bulunmamaktadır192.

Ruznamçe defterlerinde cemaât-i müneccimândan bir nefer’in aylığının 885 akçe

olduğu yazılıdır. Bu atıyye her ay ödendiği gibi bazen iki ayda bir 1770 akçe olarak da

ödenmiştir193. Bu atıyyenin bazen üçe bölünerek 295’er akçe olarak ödendiği de

görülmektedir. Meselâ adı verilmeyen bir müneccimin 940/1533 Şevval atıyyesi 295

akçe olarak üç defada ödenmiştir. Bu şekilde aylık 885 akçeye tamamlanmaktadır194.

188 BOA, K. Kepeci, Teşrifat Defteri, nr. 676 Mükerrer 2, Sayfa 25, Tarih 15 Şaban 1236/1821,

Râkım Efendi'nin diğer senelere ait imsakiye takdimleri, sayfa, 54 (1237/1822), s. 148 (1240/1825).

189 Ö. L. Barkan, “H. 974-975 Bütçesi, s.288. 190 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 2, 22, 193. tarih, Zilhicce 939, tarih, Muharrem-Safer

940, 26 Şevval 940. 191 Barkan, “H. 974-975 Bütçesi, s. 309. 192 Barkan, a. g. m., s. 313. 193 “an-cemaât-i müneccimân 1 nefer 885”, Zilhicce 939 ayı maaşı. BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr.

1863, s. 2, tarih, Zilhicce 939; “an-cemaât-i müneccimân 1 nefer 1770 Muharrem Safer 940” maaşı (iki ay birlikte ödenmiştir). BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 22, tarih, Muharrem-Safer 940.

194 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 193, tarih, 26 Şevval 940.

Page 61: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

61

Müneccimbaşılık ulûfesinin on yedinci asırdan itibaren arttırılarak günlük 40 akçe

olduğunu görmekteyiz195. Müneccimbaşılığa bir kişi tayin edildiğinde en az kırk akçeli

müderris olması gerekli olduğundan, bu vazifeye başladığında da yevmiye kırk akçe

almaktaydı196. Elimizdeki arşiv belgelerine göre 40 akçe yevmiye ile müneccimbaşılığa

tayin edilen en son kişi Musazâde’dir197. Ondan sonra müneccimbaşıların kaç akçe ile

tayin edildiğine dair belge bulunmamaktadır.

3.6.1. Zayiçe Takdiminden Aldığı Atıyye

Müneccimbaşıların yaptıkları zayiçelerden dolayı, takvim ve imsakiye

yaptıklarında aldıkları atıyye gibi belli bir ihsan aldıkları hususunda her hangi bir bilgi

bulunmamaktadır. Muhtemelen yapılan zayiçeler mutat bir vazife olduğu için, ayrıca

atıyye ödenmesi zayiçeyi yaptıran kişinin durumuna bağlıydı. Ancak müneccimbaşılar

zayiçelerinin isabetine ve doğruluğuna göre de ihsan nevinden bir atıyye almaktaydı.

Özellikle Müneccimbaşı Hüseyin Çelebi zayiçeleriyle meşhur olmuş ve zayiçelerinin

isabetiyle ciddi bir servet biriktirmiştir198. Müneccimbaşı Derviş Ahmed Dede Efendi

de, Sultan IV. Mehmed huzurunda ilm-i nücûm bilgisi yönünden imtihan edilmiştir.

İmtihanı, yaptığı zayiçe ile kazanan Ahmed Dede’ye Padişah bazı ihsanlarda bulunmuş,

Ahmed Dede’nin zayiçesini yazdığı kâğıdın arkasına bakmış ve kâğıdın arkasında yazılı

bulunan Ahmed Dede’nin borçlarını görünce onları da ödemiştir199.

Bir mesele için Mustafa Zeki Efendi'den bir vakt-i muhtâr isteyen Sadrazam

İbrahim Paşa, kendisi hazine odasında olduğundan Zeki Efendi’nin de oraya gelmesini

ve zayiçesini sunmasını istemiştir. Zayiçe takdiminden sonra, Sadrazam, Zeki Efendi’ye

hazine odasında bulunan birçok ziynet eşyası ve pahalı hazine malzemesi vermiştir.

Paşa o kadar çok eşya vermiş ki bunları iki üç iç ağası güçlükle dışarıya

195 BOA, A. RSK, nr. 1519/68, s. 77. 196 Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 51; BOA, A. RSK. Ruûs Defteri, nr. 1497/46, s. 23; BOA, A. RSK.

Ruûs Defteri, nr. 1497/46, s. 23; BOA, A. RSK. Ruûs Defteri, nr. 1519/68, s. 74-77; BOA, A.RSK. Ruûs Defteri, nr. 1571/120, s. 32; BOA, Cevdet-Saray, nr. 6711; Şeyhî, s. 282, 288, 318, 332, 531, 589; Sicill-i Osmanî, I, 236, II. 204; Fındıklılı İsmet, Tekmile, s. 68; M. Zeki, Mücerrebât, s. 35b; İsmail, Hediyye, II, 446; Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattatîn, İstanbul 1928, s. 196.

197 BOA, Cevdet-Saray, nr. 6711. 198 Uzunçarşılı, Saray, s. 372. 199 Raşid Mehmed Efendi, Tarih, (1701-1134/1660-1722), İstanbul 1281-1282, I, 144; Sâlim

Tezkiresi, s. 106.

Page 62: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

62

taşıyabilmiştir200. Müneccimbaşılara zayiçe takdiminden dolayı mutlaka bir şey

verilmekteydi. Verilen atıyye veren makama ve müneccimbaşının yaptığı zayiçenin

önemine göre değişmekteydi. Meselâ Müneccimbaşı Hüseyin Efendi’ye top dökülmesi

münasebetiyle yaptığı zayiçeden dolayı bir adet hil’at-i a'lâ sevb verilmiştir201.

Cülûs münasebetiyle müneccimbaşıların da paye ve rütbeleri terfi ettirilmekteydi.

Sultan Abdülmecid’in (1839-1861), Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi’nin Selanik

kadılığı payesini cülûs sebebiyle bilâd-ı erbaa mevleviyetlerinden202 Edirne payesine

terfi ettirmesiyle ilgili bir belgede203, cülûsta müneccimbaşıların rütbesinin

yükseltilmesinin kaide olduğu hususu şu şekilde açıklanmaktadır: “..ve cülûs-ı hümayûn

u meymenet-makrûn vuku'unda müneccimbaşı bulunanların terfi'-i rütbesiyle tatyîbi

kâide-i mer'iyyeden bulunduğuna binaen...204”

3.7. Elkab, Kıyafet ve Nişanları

Sultan III. Murad döneminde yazılmış ve Mordmann tarafından neşredilmiş olan

Takiyüddin Râsıd’a ait bir zeâmet berâtında bir elkab bulunmaktadır. Burada geçen

elkab muhtemelen diğer müneccimbaşılar için de -belki biraz değişik olarak-

kullanılmış olmalıdır. Bu elkab şu şekildedir.

“Kıdvetü'l-emced usve-i ashâbu'l-hey'e ve'n-nâcim, zübde-i erbâb-ı hikme ve't-

takvim ‘ârif-i ahkâm-ı menâzil ü şems ü kamer, vâkıf-ı mevâkıf-i dekâik-i hakaik-i

burûc-i isnâ ‘aşer kâşif-i mükâşif-i sa'd u nahs Râsıd-ı mürâsıd subh u ems el-muhtas bi-

'inâyeti'l-melikü'r-raûf Takiyüddin ibn-i Ma'ruf zîde tevfikuhu...205” Burada

Takiyüddin’in adından önce müneccimbaşı unvanı yer almamaktadır. Ancak daha önce

de belirttiğimiz gibi elkab şahısların vasıflarını ifade etmekteydi. Buna göre bu elkabta

Takiyüddin’in ilm-i nücûmdaki mahareti övülmüştür. Takiyüddin’in adından sonra da

dua cümlesi olarak ilmiye sınıfı için kullanılan zîdet fezâiluhû cümlesi yerine aynı

mahiyette olan zîde tevfikuhu cümlesi tercih edilmiştir206. Ayrıca Dîvân-ı Hümâyûn

200 M. Zeki, Mücerrebât, v. 42b, 43a. 201 BOA, Kamil Kepeci, Teşrifat Defteri, nr. 668’den naklen, Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları,

Ankara 1988, II, 90. 202 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 101, tarih. 19 Receb 1255. 203 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 109, tarih. 20 Receb 1255. 204 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 101. 205 J. H. Mordtmann, "Das Observatorium des Taqi ed-din zu Pera", Der İslam, XIII/94. 206 Özcan, “Teşkilat Kanunnamesi, s. 50.

Page 63: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

63

tarafından Mısır Beylerbeyi’ne, Takiyüddin ile ilgili yazılan bir hükümde Takiyüddin

Râsıd’ın isminden sonra “zîde mecduhu” şeklinde bir dua cümlesi yazılmıştır207.

3.7.1. Kıyafetleri

Müneccimbaşıların şeyhülislam ve kazasker gibi kendine has bir elbisesi olduğu

hususunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Esas itibariyle ilmiye

sınıfına ait kıyafetleri giyerlerse de, merasim ve arza çıkarken hususi bir elbise

giymeleri usulü bulunmaktaydı. Evliya Çelebi IV. Murad döneminde yapılan meşhur

geçit merasiminde müneccimler cemaatinin geçişini anlatırken, müneccimbaşının “örf

izâfetiyle ve sincefli abasiyle” geçtiğini yazmaktadır208. Buradan anlaşıldığına göre

müneccimbaşıların örf adı verilen başlığı ve sincefli aba adlı hususi bir kıyafeti

bulunmaktaydı.

3.7.2. Nişanları

İlk defa Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi’ye verilen ve müneccimbaşılara

mahsus olan müneccimbaşılık nişanı muhtemelen II. Mahmud döneminde ihdas

edilmiştir. Bu nişan, Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi’nin uhdesindeyken evinden

çalınmış ve bunun üzerine yerine geçen Sadullah Efendi için ayrıca bir nişan imal

edilmiştir209. Buradan anlaşıldığına göre müneccimbaşılara tahsis edilen belli bir rütbeye

mahsus nişan bulunmakta ve bu nişan, müneccimbaşıdan müneccimbaşıya intikal

etmekteydi. Müneccimbaşılara verilen bu özel nişanın kaçıncı rütbe nişanı olduğu

hususunda belgelerde bilgi bulunmamaktadır.

Bu nişan yanında çeşitli vesilelerle müneccimbaşılara diğer Osmanlı Devlet

nişanları da verilmiştir. XIX. asrın başlarında uygulanmaya başlayan rütbeye uygun

nişan verme geleneğine göre ilk olarak Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi, Mekke-i

Mükerreme payesi aldığında Haremeyn payesini de ihraz etmiş olduğundan dolayı

rütbesine uygun nişan verilmiştir210. Müneccimbaşı Osman Sâib Efendi’ye nişan

207 BOA, MD., nr. 40, s. 169. 208 Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1314, I, 526. 209 BOA, İrade-Dâhiliye, nr 1367. 210 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 724.

Page 64: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

64

verilmesi için yazılmış olan bir irâdede Osman Efendi’nin emsaline göre nişanı

olmadığından dolayı rütbesine uygun bir nişan verilmesi irade buyrulmuştur211.

3.8. MÜNECCİMBAŞILARIN GÖREVLERİ

Müneccimbaşıların en önemli vazifesi her sene nevruzda (21 Mart)212 takvim

çıkarmaktır213. Bu takvim iki bölümden oluşmaktaydı. Birincisi Rakam Takvimi denilen

senenin ay ve günlerini gösteren takvimdir. Diğeri ise yeni girilen senede meydana

gelecek işler hakkında müneccimbaşının yaptığı tahmini yorumlar ile yapılması uygun

olan veya olmayan işlerin yazıldığı Ahkâm214 Takvimi’dir. Rakam takviminin bazı

sütunlarında ahkâm takvimindeki bilgilere benzer bilgiler bulunmasına rağmen

müneccimbaşılar yeni sene hakkında daha teferruatlı bilgi vermek için ayrıca ahkâm

takvimini hazırlardı215. Osmanlı bilim literatüründe her iki takvim bir arada ifade

edilmek istendiği zaman ilk takvime rakam takvimi, ikincisine de ahkâm takvimi

denilirdi. Müneccimbaşılar yaptıkları takvimleri, başta sultan ve sadrazam olmak üzere

bütün devlet ricaline verirlerdi. Bunun yanında yakınlarına ve taşradaki bazı kişilere de

gönderdikleri olurdu216. Tespit edilebildiği kadarıyla düzenli olarak bir saray müneccimi

tarafından takvim hazırlanması geleneği ilk defa Osmanlılarda olmuştur. Ancak takvim

hazırlama işinin ne zaman başladığı tam olarak belli değildir. Şimdiye kadar yapılan

çalışmalarda, Osmanlıların kuruluş döneminin sonlarına ait sadece dört takvim tespit

edilebilmiştir.

İlk takvim, 848/1444 tarihlidir. Bu takvim L. Ménage ve Osman Turan tarafından

saray almanağı/yıllığı olarak değerlendirilmektedir. İkincisi, 850/1446 tarihli Takvim217.

211 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 10451, tarih, 4 Safer 1265. 212 İ. H. Konyalı, "Nevruz ve Nevruziyye", Yeni Asya Gazetesi, 31 Mayıs 1972, 1 Haziran 1972;

Hayri Başbuğ, “Nevruz”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 34, Şubat 1985, s. 74–79. 213 Uzunçarşılı, Saray, s. 371. 214 Ahkâm: Yıldızlardan ve gök cisimlerinin durumlarından mâna çıkarmak manasındadır. Gelecekten

haber vermek ve olmuş hadiseler üzerine yorum yapmak da bu kabil işlerdendir. Ş. Sami, Kâmûs-ı Türkî, İstanbul 1989, s. 555; Yeni sene hakkında müneccimbaşının yaptığı ahkâma dair bir vesika. TSMA, nr. E. 11197.

215 M. Zeki, Mücerrebât, s. 7a, 51a. 216 BOA, Cevdet-Maârif, nr. 5316, tarih, 1086. 217 Birinci Takvimin nüshası: Paris, Bibl. Natiole Manuscripts Turcs, nr. 180, İkinci Takvimin

nüshası, Oxford, Bodleian Hunt. Donat. 16.

Page 65: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

65

Osman Turan’a göre her iki takvim de aynı müellif tarafından hazırlanmıştır. Üçüncüsü,

856/1452 tarihli Takvim’dir218. Dördüncüsü ise 858/1454 tarihli Takvim’dir219.

Müellifleri tespit edilemeyen bu takvimlerin başlarında kısa fakat önemli bir takım

tarihî bilgiler bulunmaktadır. Bu kısımlar, tarihçilerin dikkatini çekmiş ve bazı tarih

kitaplarında bulunmayan önemli olaylar buralardaki bilgilerle aydınlatılmıştır220.

Takvimlerde geçen eski hanedan ve devletlere ait bilgilerin hiç bir değeri olmamasına

karşı Osmanlı, Karamanlı ve diğer beyliklere ait kayıtlar ise muhtasar fakat oldukça

mühimdir. Bu önem, Osman Turan’a göre Osmanlı tarihinin ilk kronolojisini teşkil

etmesi ve Beylikler Türkiye’sine ait kaynakların yetersizliği sebebiyledir221.

Osmanlıların kuruluş yıllarında takvim hazırlama işini, müneccimbaşılardan önce

saray dışındaki bazı müneccimlerin yaptığını ve saraya takdim ettiğini tahmin

etmekteyiz. Zira Fatih Sultan Mehmed döneminde yaşamış ve II. Beyazıt döneminde de

takvim hazırlamış bazı müneccimlerin saraya takvim takdim ettiğini görmekteyiz. Bu

müneccimlerden Hatayî Ceylanî aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in tali' zayiçesini

yapmıştır222. Bundan başka birçok müneccim tali' zayiçesi, ahkâm takvimi ve rakam

takvimi hazırlamış ve saraya takdim etmişlerdir223. Müneccimbaşıların yanında

müneccim-i sâni ve diğer müneccimlerin de saraya takvim takdim ettikleri

görülmektedir224. Müneccimbaşı, bir takvimini hususi bir risale halinde muhtelif renkli

kalemlerle cetveller halinde hazırlar ve bu nüshayı padişaha takdim ederlerdi225.

Takvimler daha sonra kâtipler tarafından çoğaltılarak ileri gelen devlet adamlarına ve

yakınlarına ücret karşılığı dağıtılırdı226. On dokuzuncu. asrın başlarından itibaren

218 Nüshası, TSMK, B. K. 309; Eserin baş tarafındaki Tarihî metin N. Atsız tarafından

neşrolunmuştur. N. Atsız. “Fatih Sultan Mehmed’e Sunulmuş Tarihî Bir Takvim”, İstanbul Enstitüsü Dergisi III, İstanbul 1957, s. 17–23; Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar I, Ankara 1987, s. 23, 23n106.

219 Nüshası. Nuruosmaniye Ktp. nr. 3080. 220 V. L. Ménage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”,. s. 230-231; O. Turan, Tarihî Takvimler, s. 1;

N. Atsız, Tarihi Bir Takvim, s. 17-23; İnalcık, Fatih Devri, s. 23. 221 O. Turan,Tarihî Takvimler, s. 6. 222 Hatayî Ceylanî, Tâli'-i velâdet-i Sultan Mehmed b. Murâd Hân, TSMK, nr. Y. 5513; Takvim ve

Ahkâmü’n-nücûm, TSMK, nr. B. 311, 895/1489 yılına mahsus müellifi belirsiz bir takvim. 223 bkz. F. Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Farsça Yazmalar Katalogu İstanbul 1961, s.

86-102; a. mlf. TSMK, Türkçe Yazmalar Katalogu, İstanbul 1961, I, 531-566. 224 Meselâ, Müneccim-i sâni Mehmed Râkım Efendi 1797-98 senesine ait Ahkâm Risalesi’ni saraya

takdim etmiştir. TSMK, H. 499. 225 Toderini, de la Litterature, I, 149. 226 M. Zeki, Mücerrebât, s. 51a.

Page 66: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

66

matbaanın yaygınlaşmasıyla müneccimbaşının saray haricinde dağıttığı takvimler,

matbaada basılarak halka ve isteyen kişilere ücret karşılığı satılmıştır227.

3.8.1. Rakam Takvimi

On iki ay, mevsimler, ihtiyârât228, ahkâm ve bazı önemli günleri belirten çeşitli

cetvellerden oluşup ve birçok rakamı ihtiva ettiğinden, ahkâm takvimiyle karışmaması

için rakam takvimi diye isimlendirilmiştir. Müneccimbaşıların hazırladığı bu takvimler

1800 senesine kadar Uluğ Bey Zîci’ne göre hesap edilmekteydi. Takvimler küçük bir

risale şeklinde hazırlanır ve içinde belli bölümleri ihtiva ederdi. Ancak bu bölümler,

zamanla değişikliğe uğramıştır. Takvimlerin almanak mahiyetindeki ilk bölümlerinde

Hz. Âdem döneminden takvimin yazıldığı yıla kadar olan önemli hadiseler tarih

verilerek anlatılırdı. Ancak Hz. Âdem’den itibaren verilen rakam ve tarihler farklı

takvim esaslarına dayalı olup, esası dünyanın ömrü ile ilgili İsrailiyât türünden

hurafelere istinat etmektedir229. Diğer sayfalarında içinde bulunulan yıl hakkında ahkâm,

ay ve güneş tutulmaları, rüya tabirine ait yorumlar ve benzeri konular ihtiva eden

astronomi ve astroloji bölümleri bulunmaktadır230. Takvimlerin hemen hepsinde, içinde

bulunulan yılda devleti ilgilendiren bazı olaylar ihtiyârât adı altında yazılırdı.

Müneccimbaşı, nevruzda takvim takdimi esnasında nevrûziye denilen bir ücret alır,

ayrıca çeşitli hediyeler de kendisine verilirdi231.

3.8.1. Takvimlerin Muhtevası

Konunun başında saydığımız Osmanlılara ait ilk takvimlerin muhtevası aynı

olmamakla birlikte birbirinin benzeridir232. Genel olarak üç bölümden oluşan

takvimlerde, on iki ay, mevsimler, ihtiyârât, ahkâm ve senenin bazı önemli günleri

227 Takvîm-i Vekâyi, 21 Şubat 1282, defa 835, s. 3, sü. 3; Takvîm-i Vekâyi, 13 Şubat 1283, defa 873, s.

4, sü. 3; Takvîm-i Vekâyi, 5 Mart 1283, defa 875, s. 4, sü. 3; Takvîm-i Vekâyi,10 Zilkade 1285, defa 1057, s 4, sü. 3; Takvîm-i Vekâyi, 29 Zilhicce 1290, defa 1640, s. 4, sü. 1.

228 N. Tûsi, Si-Fasl, s. 73; O. Ergin, Türkiye Maârif Tarihi, İstanbul 1977, I-2/188; Ş. Sami, Kâmûs-ı Türkî, s. 80.

229 S. Uludağ’ın Mukaddime tercümesindeki dipnotu, İbn Haldun, Mukaddime (terc. S. Uludağ), I, 807.

230 V. L. Ménage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”, s. 230–231. 231 BOA, Cevdet-Maârif, nr. 5621; BOA, Cevdet-Maârif, 6325; BOA, Cevdet-Saray, 1164, nr. 59;

BOA, Cevdet-Saray, nr. 644; BOA, Cevdet-Maârif, nr. 192, 24 N 1281; M. Akif, Târih, s. 115a, 204b; Toderini, de la Litterature, I, 149; D'Ohsson, Tableau Général, s. 13.

232 L. Ménage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”, s. 231.

Page 67: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

67

mutlaka yer alırdı233. İlk bölümde, tarihi bilgiler ve astrolojik konular bulunmaktadır.

Nevruz-ı Sultanî denilen ve 21 Mart günü başlayan ikinci kısım ise bir seneyi içine alan

13 sayfalık asıl takvim bölümüdür. Bu bölüm Celâli takvimi biçiminde tanzim

edilmiştir. Her sayfada 29–30 günlük satır bulunmaktadır. Son sayfa ise 5–6 ekleme

güne ayrılmıştır. Bu kısımda iki takvim sütunu bulunur. Birinci sütun el-Arabî başlığını

taşır ve Hicrî takvimi ihtiva eder, ikinci sütun ise er-Rumî başlığını taşır ve Rumî

takvimi ihtiva eder. Bu kısımda ayrıca el-ihtiyârât, ed-delâlât veya el-mevâsim, el-

vekāiyât ve el-burûc adı verilmiş sütunlar da bulunmaktadır. Üçüncü ve son kısımda ise

ay ve güneş tutulmalarıyla ilgili bilgiler bulunmaktadır.

3.8.2. İmsakiye Hazırlamak

Müneccimbaşıların bir diğer vazifesi de Ramazan imsakiyesi hazırlamaktır.

Hazırlanan imsakiyeler takvimlerde olduğu gibi kâtipler tarafından istinsah edilerek

Şaban ayının son on günü içerisinde, önce padişah ve sadrazama, daha sonra da devlet

adamlarına sunulurdu234.

3.8.3. Zayiçe Hazırlamak

Zayiçe hazırlama faaliyeti tamamen astrolojik bir çalışma olmakla birlikte

astronomiyle iç içe olup, temel bilgilerini oradan almaktadır235. Astroloji, dünyada

meydana gelen hadiselerin, muhtelif gök cisimlerinin değişik zamanlarda bulunduğu

durumların etkisi altında olduğuna ve gök cisimlerinin hareketleriyle olaylar arasında

sıkı bir bağ olduğu inancına dayanan bir uğraştır. Özellikle küçük âlem (âlem-i suğra)

sıfatıyla bütün büyük âlem (âlem-i kübra) ile ilişkili bulunan insan gökteki cisimlerin

etkisi altındadır. M. Ö. 2500 yıllarında Sümerlilerde gelişen astroloji, daha sonra Mısır,

Hindistan ve Çin’e de girmiştir. Yıldızlara bakarak geleceğe ait olayların açıklandığı en

eski tablet Asurbanibal’in kütüphanesinde bulunmuştur236. Astrolojinin sistemleştirilmiş

bir sanat olarak ortaya çıkması, Batlamyus dönemi Mısır'ına rastlamaktadır. Fakat onun

kozmolojik sembolizmi insanlık tarihiyle yaşıt olup her çağdaki çeşitli medeniyetlerin

vazgeçilmez unsuru olarak tarihî yerini korur237. Bütün bunlarla birlikte astroloji bu gün

233 Taşköprizâde, Mevzuatü’l-Ulûm (Terc. K. Mehmed), I, 412. 234 BOA, Cevdet-Maârif, nr. 1763; Uzunçarşılı, Saray, s. 372. 235 J. Ruska, “Zayirce”, İA, XIII, s. 476–477. 236 N. Tûsi, Si Fasl, s. 7–8. 237 Nasr, Islamic Science, s. 126–127.

Page 68: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

68

tam olarak bir doktrin kabul edilmemektedir. Zira astrologların veya müneccimlerin

kaynakları ortak olmasına rağmen aynı olay için yaptıkları yorumlar farklı farklıdır.

Müneccimbaşılar takvim hazırlamanın yanında, padişah ve devlet adamlarının

isteği doğrultusunda onların çeşitli işleri için uğurlu saat tespit ederlerdi. Zira padişahlar

ve devlet adamları uğurlu saate göre hareket etmeyi devlet teşrifatı içinde vazgeçilmez

bir gelenek veya kanun olarak görmüşler ve bunu hemen her devirde ve önemli

hadisede uygulamaya çalışmışlardır. Uğurlu saat gibi astrolojik şeylere itibar etmeyen

padişahlar dahi bu işin adet ve kaide olmasından dolayı uygulamaktan

vazgeçememişlerdir. Osmanlılarda, uğurlu saate göre iş yapıldığına dair ilk kayıt Fatih

devrine aittir. Mahrûse-i İstanbul Fetihnâmesi yazarı Tâcizâde Cafer Çelebi, Fatih

Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinde müneccimlerin belirlediği uğurlu saatte büyük

hücumu başlattığını yazmaktadır238.

4. MEKTEB-İ FENN-İ NÜCÛM

Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi ve müneccim-i sâni Sadullah Efendi'nin

gayretleriyle kurulan bu mektep, Tanzimat'ın ilanından önce açılan mekteplerdendir239.

Mekteb-i Fenn-i Nücûm, Mekteb-i Müneccimîn ve Mekteb-i Fünûn-ı Nücûm gibi

adlarla bilinen bu mektep, Osmanlı Devleti’nde astronomi eğitimi için açılan ilk ve tek

okul olmasından dolayı büyük öneme sahiptir. Ancak çok kısa bir ömrü olması

sebebiyle eğitim tarihçilerimizin ilgisinden mahrum kalmıştır. Bu yüzden mektep

hakkında Osman Ergin Bey'in Türkiye Maarif Tarihi adlı eserinin dışında, vakanüvis

tarihlerinde ve diğer maarif tarihlerinde herhangi bir bilgiye rastlayamamaktayız.

Osman Ergin Bey'in Maarif Tarihi'nde verdiği bilgiler Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde

bulunan iki tahsisat belgesine dayandığından sınırlı bilgiler ihtiva etmektedir240.

238 Tacizâde, Mahrûse-i İstanbul Fetihnamesi, s. 10 239 Meşhur Laland Zîci'ni tercüme eden Hüseyin Hüsnü Efendi'nin bu okulun açılışında, Fransızca

bilmesi ve bazı Fransızca eserlerden dolayısıyla Fransız İlimler Akademisi ya da Fransız Astronomi Cemiyeti'nden esinlenmiş olması muhtemeldir. Ancak bunun açık bir şekilde ifade edilebilmesi için her iki kuruluşun iyice incelenmesi ve araştırılarak karşılaştırılması gerekmektedir. Özellikle son dönem Osmanlı aydınlarının üye oldukları Fransız Astronomi Cemiyeti, Osmanlı aydınları tarafından iyi bilinmekteydi.

240 O. N. Ergin, Maârif, I-II, 190; N. Gökdoğan, a. g. m., s. 469-475.

Page 69: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

69

4.1. MEKTEBİN AÇILIŞI

Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un ne zaman açıldığı tam olarak tespit edilememektedir.

Konu ile ilgili (25 Recep 1256) 22 Eylül 1840 tarihli ilk vesikada okulun "müceddeden

inşa edildiğinden" bahsedilmekte ve kısa süre içerisinde ileride konu edineceğimiz bir

takım faaliyetlerin yapıldığına işaret edilmektedir241. Belgede verilen bilgilere göre

mektebin bir sene kadar önce açılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, Mektebin

tesisinde 3 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen Tanzimat fermanının herhangi bir etkisinin

olup olmadığı tam olarak anlaşılamamaktadır. Bununla birlikte, Mekteb-i Fenn-i

Nücûm; Osmanlı Devleti'nde, on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren,

mühendishâneleri de göz önünde bulunduracak olursak, on sekizinci yüzyılın

sonlarından itibaren açılmaya başlayan Tıbbıye gibi Avrupa tarzı mekteplerden

sayılabilir. Zira, daha önce de bahsedildiği gibi Mektebin ilk müdürü ve kurucusu olan

Hüseyin Hüsnü Efendi'nin kişiliği, Mektebin tesisinde, Fransa Astronomi Cemiyeti'nin

veyahut benzer bir kurumun etkisi altında bulunulduğunu göstermektedir.

4.2. MEKTEBİN KURULUŞ GAYESİ

Vesikalardan anlaşıldığı kadarıyla, Mekteb-i Fenn-i Nücûm'a klâsik medrese

mezunu kimseler arasından seçilen ve astronomi öğrenmeye talip olan öğrenciler

alınmaktaydı. Mektepteki eğitimin süresi tam olarak belli değildir. Talebeler Mekteb-i

Fenn-i Nücûm'da takvim yapmayı, Ramazan ayında imsakiye hazırlamayı ve aynı

zamanda vakit tayiniyle ilgili astronomi ilimlerini öğrenirlerdi. Nitekim Sadullah Efendi

bir belgede "...zabt-ı sinîn-i şuhûr ve ahbâr-ı evkât-ı salât için tahsîl olunmakta olan

Fenn-i Nücûmun mebdei ve esası olan rakam-ı takvimi istihracı.." şeklinde bir cümle ile

kuruluş maksadını ifade etmektedir. Astronomi dersleri yanında ilm-i mîkat adı verilen

ve muvakkitler tarafından namaz vakitlerinin tayini için kullanılan derslerin verilmesi,

mektebin hem devlet işlerinde kullanılacak takvimleri yapmak üzere müneccimleri

yetiştirme, hem de camilerin ve şehirlerin muvakkit ihtiyacını karşılamak maksadıyla

açılmış olduğunu göstermektedir242.

241 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 25 B 1256, nr. 1015. 242 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 13 RA 1258, nr. 2826.

Page 70: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

70

4.3.MEKTEBİN YERİ

Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un müstakil bir binasının olup olmadığı hususu tam

olarak tespit edilememektedir. Özellikle ilk yıllarında dersler müneccimbaşının

konağında veyahut ders veren her hocanın kendi evinde yapılmaktaydı. Sadullah Efendi,

Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi'nin vefatından sonra, Sadaret'e yazdığı bir arz ile

Sultan II. Mahmud'un kendisine hediye ettiği sahilhânenin, varislerinden satın alınarak

Mekteb-i Fenn-i Nücûm talebelerine ders yeri olarak tahsis edilmesini aynı zamanda

kendisi için bir ev olarak verilmesini istemiştir243. Bu arada arîzasında, kirada

oturduğundan ve hayli borç içinde bulunduğundan bahseden Sadullah Efendi, Mekteb-i

Fenn-i Nücûm talebelerinin derslik bulmakta sıkıntı çektiklerinden de bahsetmiştir.

Bunun üzerine yazılan cevapta, sahilhânenin Sultan II. Mahmud tarafından Hüseyin

Hüsnü Efendi'ye ihsân-ı şahâne olarak tahsis edildiği ve tahsis kayıtlarında buranın

Tencimhâne olmasına dair bir kaydın bulunmadığı belirtilmiştir. Belgede, Sadullah

Efendi'nin sahilhâneyi almaktan maksadının mektep talebelerinin eğitimini orada icra

etmek olduğu ve Mekteb-i Fenn-i Nücûm talebelerinin derslik ihtiyacının giderilmesi

için Mekteb-i Tıbbıye-i Adliye binasından bir odanın tahsis edilebileceği, bunun için

Hekimbaşıyla görüşmesi gerektiği belirtilmiştir244. Talebelere derslik bulma ihtiyacı

yanında kendisine de ev bulma sıkıntısında olduğu anlaşılan Sadullah Efendi, bu

talebini birkaç kez daha tekrarlamış ise de kendisine müsbet cevap verilmemiştir245.

Ayrıca sahilhânenin 200000 kuruşa satın alındığı ve bunun yarısının Evkaf, diğer

yarısının da Maliye hazinesinden karşılandığı belirtilerek tekrar satın almanın çok fazla

masraf olacağı, tabiatıyla bunun da mümkün olamayacağı ifade edilmiştir. Mekteb-i

Fenn-i Nücûm'un Tıbbıye binasında eğitime devam edip etmediği belirtilmemiştir.

Ayrıca Rıza Tahsin Bey'in Mir'at-ı Mekteb-i Tıbbıye adlı eserinde de konu ile ilgili

maalesef herhangi bir bilgi bulunmamaktadır246.

243 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 13 RA 1258, nr. 2826. 244 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 13 RA 1258, nr. 2826. 245 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 13 RA 1258, nr. 2826. 246 Rıza Tahsin, Mir'at-ı Mekteb-i Tıbbiye, İstanbul 1328.

Page 71: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

71

4.4. MEKTEPTEKİ EĞİTİM

Daha önce belirttiğimiz gibi Mekteb-i Fenn-i Nücûm'da takvim yapımı ve vakit

tayiniyle ilgili astronomi konularında eğitim verilmektedir. Dönemin diğer okulları gibi

burada da beş gün ders, Salı ve Cuma günleri tatil yapılmaktadır. Müneccimbaşı ve

müneccim-i sâniden başka kimlerin ders verdiği vesikalarda belirtilmemekle beraber247

Mekteb-i Fenn-i Nücûm’da başka hocaların da ders verdiği tahmin edilmektedir.

Mektepteki talebeler öncelikle takvimlerin nasıl yapıldığını öğrenmekteydiler. Nitekim

Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi, mektep ile ilgili ilk belgede öğrencilerin takvim

yapma işini kısa sürede öğrendiklerini ve bu süre içerisinde her birinin bir takvim

hazırladığını belirtmektedir. Takvim yapımı yanında okulda gösterilen en mühim ders,

"ilm-i mîkat" adı verilen ve muvakkitlerin asli vazifesi olan namaz vakitlerinin tayinidir.

Bu derslerin talimi esnasında okutulan kitaplar hususunda herhangi bir bilgi

verilmemektedir. Ayrıca ne tür astronomi aletlerinden yararlanıldığı da

bilinmemektedir. Mektepte namaz vakitlerinin hesaplanmasının öğretilmesi ve

muvakkithanelerde görev yapacak kimselerin yetiştirilmesi de hedefleniyordu248.

4.5.MEKTEBİN TALEBELERİ

Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un pek fazla sayıda talebesi yoktur. İlk yılında gelen

talebelerin sayısı dörttür. Vesikalarda ismi zikredilen ve kendilerine "şakird" denilen

birinci sınıf talebeleri şunlardır. Ahmed Eşref Efendi, Ahmed Muhsin Efendi, Hasan

Efendi ve Mehmed Efendi.

Ahmed Eşref Efendi, mektebin mümeyyiz-i evvelidir (sınıf kâtibi ya da hocaların

yardımcısı). Daha sonra müneccimbaşı olan Tarsusîzâde Osman Kâmil Efendi'ye (öl.

1896) ilm-i hey'et, nücûm ve ilm-i mîkat dersleri vermiştir. Medrese mezunu olduğu

anlaşılan Eşref Efendi'ye yaptığı takvimlerden dolayı İstanbul müderrisliği ruûsu

verilmiştir249.

247 Müneccimbaşılar ayrıca isteyenlere özel astronomi dersleri de verirlerdi. Müneccimbaşı Mehmed

Râkım Efendi'nin takvim yapmayı öğrettiği Seyyid Sadullah Müderriszâde b. Abdülkerim b. Şeyh Mustafa el-Ankaravî'nin (öl. 1272/1856) hazırladığı takvimlerin bazıları için bkz. Kandilli Rasathanesi Ktp. nr. 334 ve Millet Kütüphanesi, Ali Emiri, Ryz. nr. 231.

248 O. N. Ergin, Mâarif, I-II, 190. 249 İstanbul Müftülüğü Şeriyye Sicilleri Arşivi (İMŞSA), Dosya nr. 1155.

Page 72: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

72

Ahmed Muhsin Efendi ise, Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un müdürü Müneccimbaşı

Seyyid Sadullah Efendi'nin oğludur. Daha önce de bahsedildiği üzere babasının

müneccimbaşı olması üzerine, yerine müneccim-i sâni olmak istediyse de, Hekimbaşı

Mustafa Behçet Efendi'nin Osman Saib'i tayin etmesiyle isteğine kavuşamadı250. Bunun

üzerine Mekteb-i Fenn-i Nücûm'a talebe oldu251. Babasının vefatından sonra Osman

Saib Efendi müneccimbaşı, Ahmed Muhsin Efendi de müneccim-i sâni olmuştur (2

Ocak 1849). Ahmed Muhsin Efendi, mektebin ilk yılında yaptığı takvimlerden dolayı

İstanbul müderrisliği ruûsu ile taltif edilmiştir.

Mektebin üçüncü talebesi Hasan Efendi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Eşref ve

Muhsin Efendi'ler ile birlikte yaptığı takvimden dolayı kendisine 500 kuruş atıyye

verilmiştir. Ayrıca mektebe devam etmeyen Mehmed Efendi'nin maaşı kendisine

eklenmiştir252.

Mektebin son talebesi olan Mehmed Efendi ise, mektebe bir müddet devam etmiş

ancak daha sonra derslere gelmeyerek eğitimini yarım bırakmıştır. Diğer talebeler gibi

takvim yapmayan Mehmed Efendi'nin maaşı kesilmiş ve derslere karşı lakayt

davranmasından dolayı mektepten çıkartılmış, 200 kuruşluk aylığı da Hasan Efendi'nin

maaşına zam olarak ilave edilmiştir.

Mektep talebeleri, hazırladıkları takvimleri aynı zamanda mektebin müdürü olan

Müneccimbaşı vasıtasıyla Padişah'a sunarak çeşitli hediye ve in'amlar almaktaydılar.

Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi, "müddet-i kalîle zarfında dört kıta rakam

takvimini hesâb ve istihrac eyledikleri", ayrıca "fenn-i merkûmu ta'allüm ve istifadede

sa'y ve gayret etmede olduklarını, az vakitte tahsîlatları derece-i kemâle vâsıl olmakta

olduğunu ve bu makûlelerin bir gûna mukâfât-ı seniyyeye mazhâriyetle mesrûriyetleri

bir kat daha şevk ve hâhişlerini mûcib olacağını" ifade ederek Sultan Abdülmecid'ten

takvim yapan kimseleri ödüllendirmesini istemiştir. Bu arada Müneccimbaşı Hüseyin

250 Ahmet Muhsin Efendi ile Osman Sâib Efendi'nin müneccim-i sâniliğe atanması mevzubahis

olduğunda özellikle Hekimbaşı Mustafa Behcet Efendi'nin "Sâib Efendi'nin malûmat-ı tıbbıyeden ziyade fenn-i nücûma mahareti ve Muhsin Efendi'ye vücuhla rüçhaniyeti olduğundan hizmet-i mezkûrenin Sâib Efendi'ye ihalesi..." yönündeki tavsiyesi üzerine hareket edilerek Sâib Efendi Tıbbıye muallimliğinden alınarak bu makama getirilmiştir. 22 Zilkâde 1256 tarihli İrade-Dâhiliye, nr. 1426

251 BOA, İrade-Dâhiliye, 7 S 1265, nr. 10288; Sicill-i Osmanî, IV, 100; BOA, İrâde-Dâhiliye, nr. 1015; nr. 1265, nr. 1426; SO, IV, 100; Cevdet, Târih, X, 212; A. Lütfi Efendi, Tarih, IX, 120; Aydüz, Müneccimbaşılık, s. 218-219..

Page 73: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

73

Hüsnü Efendi kendisinin de bir gûna maaşı olmadığından ve Müneccim-i sâni Sadullah

Efendi'nin de borçlu olduğundan dolayı ümit içinde olduklarını ilave etmiştir. Mektep

talebelerine yukarıda bahsettiğimiz şekilde ihsan-ı hümâyûn sâdır olurken,

müneccimbaşıya yakın bir zamanda evine hırsız girdiği için 15000 kuruş verildiğinden

dolayı bu sefer verilmeyeceği, Sadullah Efendi'ye de 4000 kuruş in'am verilmesi

kararlaştırılmıştır.

Mektebin ilk yılında dört olan talebe sayısı, 1842 yılında altı kişiye kadar

çıkmıştır. Bu sene Müneccimbaşı Sadullah Efendi'nin gayretleriyle takvim hazırlayan

mektep şakirtlerinin takvimleri yine padişaha sunulmuştur. Konu ile ilgili belgede, daha

önce olduğu gibi, Sadullah Efendi 50000 kuruş borcu olduğunu ve ayrıca kirada

oturduğunu belirterek, selefi Hüseyin Hüsnü Efendi'nin sahilhânesinin kendisine

verilmesini, ayrıca borcunun ödenmesinde yardımcı olunmasını tekrar istemiştir. Ancak

sadaretten verilen cevapta sahilhânenin verilemeyeceği, borcunun da ödenmesinin

mümkün olmadığı belirtilmiş, takvimler için ödenecek ihsanlar ise zikredilmemiştir.

4.6.MEKTEBİN AYLIK TAHSİSATI

Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un aylık 5500 kuruş tahsisatı bulunmaktaydı. Maliye

hazinesinden her ay düzenli olarak ödenen bu maaşın bir kısmı müneccimbaşıya, diğer

kısmı da mektebin talebelerine aitti. Maaşın her ay ödenmekte olduğuna dair elimizde

iki belge bulunmaktadır. Bunlardan birincisi 1257 yılı Zilkade ayına253, diğeri de 1259

yılının Şubat ayına aittir254. Her iki belgede de maaşın daha önceki aylarda düzenli

olarak ödendiğine dair sabıkî kaydı bulunmaktadır. Cevdet tasnifi Maarif belgeleri

arasında bulunan vesikaların her ikisinin başında, Müneccimbaşı Seyyid Sadullah

Efendi'nin mührünü taşıyan şu ibareler yer alır "Bâ irâde-i şâhâne Mekteb-i Fenn-i

Nücûm’a ve müneccimbaşı dâîlerine Mâliye hazîne-i celîlesinden mâh be mâh i’ta

buyrulan beş bin beş yüz kuruşun iş bu bin iki yüz elli dokuz senesi Şubatına mahsûben

bâ hazîne-i merkûme cânibinden i’tası bâbında emr ü fermân hazret-i men lehü’l-

252 BOA, İrade-Dâhiliye, sene 1258, nr. 2826; BOA, İrade-Dâhiliye, sene 1256, nr. 1015. 253 Mekteb-i Fünûn-u Nücûm talebelerine ve müneccimbaşılara her ay maliyeden muhasses 5.500

kuruşun verilmesine dair müneccimbaşının takriri, BOA., M. Cevdet, Maârif, tarih 28 Zilkade 1257, nr. 2391; BOA, M. Cevdet, Maârif, tarih 9 Safer 1259, nr. 6665.

254 İMŞSA, Dosya nr. 1155.

Page 74: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

74

emrindir". Mekteb-i Fenn-i Nücûm talebelerinin her biri ayda 200 kuruş almaktaydı255.

Bunun yanında müneccimbaşı, müneccim-i sâni ve talebeler derslerde yaptıkları

takvimleri zaman zaman padişaha sunmuşlar ve karşılığında bazı isteklerde

bulunmuşlardır. Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi bir takvim takdimi esnasında

verdiği takrirde, bu talebelerin fenn-i nücûm öğrenmede gayretli ve istekli olduklarını,

az zamanda mühim mesafe kat ettiklerini belirterek padişahın bu takvimler karşılığında

vereceği ihsan ile talebelerin aşk ve şevklerinin daha da artacağını belirtmeyi ihmal

etmemiştir256. Talebelerin bu istekleri yerine getirilerek yaptıkları takvimlerden dolayı

mükâfatlandırılmışlardır. Bu takdimler esnasında mektebin talebeleri yanında hocalarına

da ihsanlarda bulunulmuştur. Mektebin ilk açıldığı senelere ait takvim takdiminde

Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi, Müneccim-i sâni Sadullah Efendi ile mektebin

ilk talebelerinden Hasan Efendi'ye birer miktar atıyye, Eşref ve Muhsin Efendi'ye de

İstanbul Müderrisliği ruûsu talebinde bulunmuştur. Neticede Sadullah Efendi'ye

gösterdiği gayretten dolayı 4000 kuruş, Hasan Efendi'ye yaptığı takvimden dolayı 500

kuruş atıyye verilmiş, Eşref ve Muhsin Efendi'ler de İstanbul ruûsuna nail olmuşlardır.

4.7.MEKTEBİN KAPATILMASI

Elimizde bulunan sınırlı sayıdaki vesikadan hareketle mektebin kesin açılış

tarihini tespit edemediğimiz gibi kapanış tarihini de belirleyememekteyiz. Yaklaşık altı

yedi sene kadar eğitime devam eden Mekteb-i Fenn-i Nücûm ile ilgili arşivlerde

bulunan son belge 11 Mart 1843 tarihlidir. Bu belge, mektebin aylık tahsisatıyla ilgili

olup eğitimin devam etmekte olduğunu göstermektedir. Ancak 1880 yılında

Müneccimbaşı olan Tarsusizâde Osman Kâmil Bey'in kendi yazdığı hal tercümesinde

bulunan bir kayıtta, mektebin 1845 yılından önce mülga olduğu belirtilmektedir. Daha

önce de ifade edildiği gibi mektep talebelerinden Ahmed Eşref Efendi, Osman Kâmil

Bey'e astronomi dersleri vermiştir. Osman Kâmil Bey, bu hususu belirtirken, «mülga

Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un mümeyyiz-i evveli Eşref Efendi» diye ifade etmiştir257.

255 Aynı yıllarda Mekteb-i Tıbbiye talebelerine aylık 25 kuruş verilmesine bakılırsa Nücûm

Mektebi'nin talebelerine verilen bu maaş oldukça yüksek bir maaştır. Mir'at-ı Mekteb-i Tıbbiye, s. 23.

256 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 25 B 1256, nr. 1015. 257 İMŞSA, Dosya nr. 1155.

Page 75: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

75

Elimizdeki belgelerde mektebin kapanma sebepleri hakkında bilgi yoktur. Ancak

mektebe çok fazla rağbetin olmaması, müstakil bir binasının bulunmayışı, ya da

Müneccimbaşı Sadullah Efendi'nin sürekli istekleri muhtemelen mektebin

kapanmasında etkili olmuştur.

5. MUVAKKİTHANE VE MUVAKKİTLİK

5. 1.MUVAKKİTLİK

Muvakkit lügatte vakit tayin eden, ıstılahta ise namaz vakitlerinin belirlenmesinde

kullanılan saatleri düzenleyen, bunların ayarlarına ve tamirlerine bakan kişi manasına

gelmektedir258. Muvakkithane ise muvakkitlerin çalıştıkları binaya verilen isimdir.

Osmanlı-Türk medeniyetinde, imaret adı verilen kamu binalarından olan

muvakkithaneler, -bugün pek çok tarihi caminin külliyesinde de görülebileceği gibi-

genellikle Cami ve mescitlerin girişinde veya bahçesinde bir-iki oda halinde camiye

bağlı olarak külliyelerin bir parçası olarak yer alırlar259. Buralarda yapılan en önemli

faaliyet namaz vakitlerinin çeşitli aletler vasıtasıyla tesbit edilmesidir. Namazın, İslâm

dinine göre sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere günde beş defa yapılan

sürekli ve güncel bir ibadet olması, vakitlerinin güneşe göre ve hassas olarak tam

zamanında belirlenmesi ihtiyacı260, bu kurumu Emeviler döneminde müesseseleşmeye

götürmüştür. Muvakkitlerin birinci işi olan namaz vakitlerini tayin etme meselesinden

dolayı muvakkitlere saatçi veya muvakkit-ı salât gibi isimler de verilmektedir261.

Müezzinler ezan vakitlerini muvakkitlerden öğrenir ve halk özellikle son asırlarda

saatlerini muvakkithanelerdeki saatlerden ayarlarlardı. Hususan son dönem muvakkitleri

saatçi olduklarından saat tamiri işi ile de ilgilenirlerdi262.

Osmanlılar İstanbul'un fethine kadar bazı yerleşim merkezlerinde muvakkithaneler

inşa etmişlerse de bugün bunların yerleri ve muvakkitleri hakkında bilgi

bulunmamaktadır. İstanbul’un fethinden sonra başkent olan İstanbul’da Fatih Sultan

258 Pakalın. M. Zeki, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971, II/587. 259 A. Sayılı, The Observatory In Islam, Ankara 1988, s. 348; İ. Parmaksızoğlu, "Muvakkit", Türk

Ansiklopedisi, XXV/6. 260 Kur’an-ı Kerim, Nisa Suresi, Ayet 101. 261 BOA, Hatt-ı Hümayun, No. 15462; Müneccimbaşılığın Sultan Mehmed Saatçisi Hsan’a verilmesi

hakkında ruûs, BOA, A. RSK, 1519- 68, 18 Şaban 1060, s. 74. 262 C. E. Arseven, Türk Sanat Tarihi, İstanbul, I/235.

Page 76: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

76

Mehmed tarafından başlatılan imar faaliyeti içinde 1470 tarihinde inşa edilen Fatih

Camii'nin avlusunda yapılan Fatih Camii Muvakkithanesi İstanbul'da kurulan ilk

muvakkithane olup muvakkidi on akça yevmiye almaktaydı263. Bundan sonra Beyazıt

Camii, daha sonra da Yavuz Sultan Selim tarafından inşa ettirilen camiin bahçesinde

bulunan Sultan Selim Camii Muvakkithanesi İstanbul’un ilk büyük muvakkithaneleri

olarak asırlar boyu varlıklarını sürdürmüşler ve fonksiyonlarını icra etmişlerdir.

Buralarda birçok muvakkit ve müneccim yetişmiş ve halktan pek çok kimseye basit

veya muvakkidin seviyesine göre ciddi matematik, astronomi, astroloji ve takvim

yapma gibi dersler verilmiştir264.

Evliya Çelebi, Beyazıt Camii muvakkithanesinin (on beşinci asır sonu) inşa

edildiği tarihten itibaren “İslâm âleminde ve Avrupalı gemiciler arasında en muteber

muvakkithane” olduğunu ifade etmektedir. Bunun sebebinin ise, muvakkithane

saatlerinin doğruluğu ve dakikliği sayesinde olduğunu belirtir. Ayrıca buradaki

muvakkidin -muhtemelen bu dakikliğinden dolayı-maaşının da diğerlerine göre daha

fazla olduğunu yazmakta ancak ne kadar olduğunu belirtmemektedir265. Beyazıt

Camii'nin ilk muvakkidi Muhyiddin Arab isminde bir kimsedir. Muhyiddin-i Arab 20

Ocak 1508 tarihinde astronomi sahasında telif ettiği bir risaleyi padişaha takdim etmiş

ve karşılığında caize olarak 3000 akça almıştır. 9 Mart 1511 tarihinde de belirtilmeyen

bir sebepten dolayı padişahın 2000 akça ve çuha ile murabbadan mamul bir elbise in'am

ve ihsanına mazhar oldu266. Beyazıt Camii muvakkithanesinin bu önemli mevkii son

dönemlere kadar devam etmiştir. Nitekim 1847 yılında buraya yapılacak bir muvakkit

tayininde Beyazıt Camii muvakkithanesi için “Cami-i şerif-i mezkur selâtin-i izam

behçet-makam hazerâtının olup memer mahalde bulunarak Ramazan-ı Şerifte ve eyyamı

meşahirede mesrur ve ubûr edenler saatlerin orada ayar eyledikleri cihetle muvakkidin

263 A. Süheyl Ünver, "Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları V,

1971-1972, Ankara 1975, s. 221; S. Ünver, Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, İstanbul 1946, s. 61.

264 Salim Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları I, İstanbul 1996, s. 159-207.

265 Ünver, Osmanlı Türkleri, s. 229; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul 1314, s. 144-5. 266 Rıfkı Melül Meric, "Beyazıt Camii Mimarı, II. Sultan Beyazıt Devri Mimarları ile bazı binaları,

Beyazıd Camii ile Alâkalı Hususlar, Sanatkârlar ve Eserleri", Yıllık Araştırmalar Dergisi, 2 (1957), Ankara 1958, s. 20.

Page 77: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

77

ziyade ehliyetli bulunması icab-ı halden görünmüş olduğundan” denilmektedir267. Yine

bu tayine ait belgeden bu dönemde Beyazıt Camii muvakkidine diğerlerinden farklı

olarak günde 25 akça maaş ve iki çift fodula ekmek verildiği görülmektedir268. Aynı

dönemlerde Tophane semtindeki Cihangir Camii muvakkidinin ise sadece üç akçe

aldığı269 göz önüne alınırsa Beyazıt Camii muvakkithanesinin önemi daha da iyi

anlaşılabilir. Devrinde ve daha sonraları çok önemli bir yere sahip olan diğer bir

muvakkithane de Şehzade Camii Muvakkithanesidir. Bu muvakkithanelerden özellikle

Yavuz Sultan Selim Camii (1522) muvakkithanesi ile Şehzade Camii

muvakkithanelerinden birçok ünlü muvakkit ve müneccimbaşı yetişmiştir. Sultan Selim

Camii’nin ilk muvakkitlerinden Mustafa b. Ali el-Muvakkit (ö. 1571) burada uzun

müddet vazife yapmıştır. İlk müneccimbaşılardan olan Mustafa b. Ali’den dört asır

sonra gelen ve aynı zamanda son müneccimbaşı olan Hüseyin Hilmi Efendi (ö. 1924) de

Sultan Selim camiinde muvakkitlik yapmış ve o da Mustafa b. Ali gibi “Sultan Selim

Camii Muvakkiti” diye meşhur olmuştur.

Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Süleymaniye Camii ve külliyesinin

1555 tarihli vakfiyesinde muvakkithane ve muvakkit ayrı bir bölümde ele alınarak

şartları ve maaşı belirlenmiştir. İstanbul'da inşa edilen ilk muvakkithanelerden birisi

olması itibariyle burası da diğer muvakkithaneler gibi önemli bir muvakkithaneydi.

Muvakkithanelerin Süleymaniye Camii Muvakkithanesinde olduğu gibi vakfiyelerdeki

yeri genelde aynı ifadeler ile belirlenmekteydi. Süleymaniye Camii’nin vakfiyesinde

muvakkitler hakkındaki bölüm şu şekildedir. "Ve bir kimesne dahi amel-i sa'ât ve

mevâkît-i salât mekadîr-i şeb u rûz ve nüzûl u urûc-i seyyârât-ı seb ve menâzil-i bürûc

ve dekâyik-i dürûc-u mesîr-i âfitâb ve izdiyâd-ı intikâs-ı mâhtâb ve sâyir ilm-i nücûma

müteâllık külliyât-ı cüz’iyyât-ı maârife vâkıf ve ârif ve tavîlü’l-bâ ve kesîrü'l-ittilâ bir

kimesne muvakkit olup evkât-ı ezanı müezzinlere tayin edip tenbih eyleye ve eyyâm-ı

cumuât u â'yâdda huffâz ve müezzinler ile bile mahfile hazır ola ve vazife-i yevmiyesi on

akça ola270". Buna göre muvakkit ilm-i nücûma yani astronomiye vakıf olacak, ezan

267 Beyazıt Camii Muvakkithane'sine muvakkit tayinine dair 5 Zilkade 1263 tarihli irade, BOA, İrade,

Dahiliye, No. 38050. 268 BOA, İrade, Dahiliye, No. 38050. 269 Cihangir Camii Muvakkithane'sine muvakkit tayinine dair 1261 tarihli bir arz, BOA, Cevdet,

Belediye, No. 2045. 270 Süleymaniye Vakfiyesi, Haz. K. E. Kürkçüoğlu, Ankara 1962, s. 34.

Page 78: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

78

vakitlerini müezzinlere bildirecek, cuma ve bayram namazlarında hafızlar ve

müezzinlerle birlikte mahfilde hâzır bulunacak ve günde 10 akça alacaktır271.

Edirne’deki II. Beyazıt külliyesinin vakfiyesinde ise, muvakkit-ı mâhın günde 7 akçe

alacağını ve namaz vakitlerini “berâhîn-i bâhireyle” bilen âlim bir muvakkit olup

müezzinlere tembih edeceği belirtilmiştir272. Osmanlı Devleti’nin son

muvakkithanelerinden birisi de Nusretiye Camii muvakkithanesidir. Bina tamamen

barok üslubu ile yapılmış son dönem mimarisinin özelliklerini taşıyan en güzel

yapılardan birisidir273.

İstanbul’da camilerdeki muvakkitlerin yanında sarayda da bir takım muvakkitler

vardı ki bunlar da saray saatlerinin tamiri, bakımı ve padişahın ve saray personelinin

namaz vakitlerinin bildirilmesi gibi işlere bakarlardı274. Topkapı Sarayında halen iki

adet güneş saati ve birçok mekanik saat bulunmakta ve sergilenmektedir. Bu saatlerin

bazıları saray muvakkitleri tarafından imal edilmişlerdir275.

5.2.KİMLER MUVAKKİT OLABİLİR?

Süleymaniye Camii’nin 1555 tarihli vakfiyesinde muvakkithanede görev yapacak

muvakkidin özellikleri, şartları, maaşı ve görevleri şu ifadelerle belirtilmiştir: ..“ilm-i

mîkat” adı verilen vakit, yani saat ilmini bilmesi, namaz vakitleri, gece ve gündüz, yedi

gezegenin doğuş ve batış saatleri, burçların menzilleri, Güneş’in doğuş, öğlen ve batış

zamanlarındaki dereceleri ve dakikaları, mehtabın artış ve azalış süreçleri ve ilm-i

nücûm ile ilgili tüm diğer konularda bilgi sahibi olması…”.276 Muvakkitin ayrıca ezan

vakitlerini müezzinlere bildirmesi lazım geldiği ifade edilerek, cuma ve bayram

namazlarında da müezzinlerle birlikte caminin mahfilinde hazır bulunması gerektiği

belirtilmiş ve maaşının günde 10 akça olduğu ifade edilmiştir.277 Beyazıt Camii gibi

271 Meselâ, Sultan Ahmed Camii Muvakkithane'sinin 1613 tarihli vakfiyesinde burada muvakkit

olacak kimse hakkında "Evkât-ı ezana âlim ve saat-ı mîkata câzim bir muvakkit" gibi bir ifade ile muvakkitta aranılan şartlar belirtilmiştir, Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Türkler, s. 234.

272 M. T. Gökbilgin, XV.-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı, Vakıflar-Mülkler-Mukataalar, İstanbul 1952, Vakfiyeler kısmı, s. 5.

273 Parmaksızoğlu, s. 6. 274 Şapolyo, s. 10. 275 Wolfgang Meyer, İstanbul’daki Güneş Saatleri, İstanbul 1985, s. 65-71, 79-81. 276 Süleymaniye Vakfiyesi, haz. K. E. Kürkçüoğlu, Ankara, 1962, s. 34. 277 A. Süheyl Ünver, "Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları V,

1971-1972, Ankara, 1975, s. 234.

Page 79: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

79

farklı özelliklere sahip bazı muvakkithaneler, muvakkit olacak kişilerden duruma göre

bazı değişik şartlar da isteyebilmekteydi.278

Daha önce de ifade edildiği üzere her türlü astronomi faaliyeti ve ilgili kurumlar,

“müneccimbaşı” adı verilen saray görevlisi tarafından idare edilirdi. Dolayısıyla

muvakkithanelerin ve muvakkitlerinin idaresi de onlara ait279 olup gerektiğinde yeni

tayin edilecek kişilerin imtihanını da müneccimbaşı yapardı.280 Muvakkitlik, vakıfların

imamet, hitabet, müezzinlik gibi “cihât-ı ilmiyye” adı verilen kısmından idi. Bu sebeple

muvakkitler cihet maaşı alırlar ve cihet olarak tayin edilirlerdi281. Muvakkitlik görevi

genellikle babadan oğula intikal ederdi. Ancak baba çocuksuz olarak ve yerine birisini

tayin etmeden vefat ederse, yerine müneccimbaşı huzurunda yapılan imtihanla yeni biri

tayin edilirdi.282 Bu işi iyi yapabilecek kimselerden tayin edilen muvakkitlerde aranan

şartlar, hemen her muvakkithanenin bağlı bulunduğu külliyenin vakfiyesinde

belirtilmiştir.

Muvakkithanelerde çalışacak muvakkitlerde aranılan umumi vasıflar şunlardır.

1. İlm-i Mîkat konusunda bilgi sahibi olacaktır. Yani ibadetlerin zamanlarını iyi

bilecek.

2. İrtifa alma fennini tam bilecektir. Namaz vaktinin tayinine yarayan güneşin

yüksekliğini ve konumunu irtifa alma aletleri (Rubu' daire veya usturlab gb.) ile tayin

etmede yeterli bilgisi bulunacaktır.

3. Muvakkithaneye ait saatleri gerektiğinde tashih edecek ve doğruluğunu kontrol

edecektir.

4. Ezan vakitlerini müezzinlere bildirecektir.

278 Bkz. BOA, İrade, Dahiliye, No. 38050. 279 Sayılı, Observatory, s. 315; N. Gökdoğan, "Türk Astronomi Tarihine Bir Bakış", Tanzimat I,

İstanbul, 1940, s. 469. 280 BOA, Cevdet-Maarif, no. 2692. 281 BOA, A. RSK, no. 1509, s. 60; Mehmet İpşirli, “Cihet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam

Ansiklopedisi, c. VII, s. 546-548. 282 Müneccimbaşı huzurunda yapılan muvakkit imtihanının neticesinde kazanan Mahmud Aziz

Efendi'nin Cihangir Camii muvakkitliğine tayinine dair Seyyid Mehmed Hasib imzalı bir arz, BOA, sene 1845, Cevdet Belediye tasnifi no: 2045; Beyazıt Camii muvakkitliğine imtihanla muvakkit tayin edilmesiyle ilgili Müneccimbaşı Menmed Sadık imzalı arz, BOA, Cevdet maarif tasnifi no: 2692.

Page 80: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

80

5. Bu hizmetine mukabil her ay belirli bir ücret alacaktır283

Beyazıt Camii gibi farklı özelliklere sahip bazı muvakkithaneler muvakkit olacak

kişilerden duruma göre değişik bazı şartlar da isteyebilmekteydi284.

Müneccimbaşı huzurunda yapılan imtihanı kazanan ve gerekli şartlara haiz olan

muvakkitler ruûs kayıtlarına geçer ve gidecekleri yere tayinleri yapılırdı285. Bazı

muvakkitlerin bulundukları yerde örfi müddet olan bir yıl kaldıkları ve bu bir yılın

sonunda başka yere tayin oldukları da görülmüştür. Ancak bu uygulamaya dair sadece

bir kayıt bilinmektedir. Bu kayıttaki ifadeler örfi sene miktarınca vazifede kaldığını

göstermektedir.

Muvakkitlerin tayini kazasker tarafından yapılabildiği gibi cihat-ı ilmiyyeden

olduklarından dolayı Reisilküttab ruûs kalemi tarafından da yapılabilmektedir. Osmanlı

Devletinde herhangi bir muvakkithaneye muvakkit tayini yapıldığında on dokuzuncu

asrın sonlarına kadar takip edilen resmi prosedür şu şekildeydi.

Önce boşalan muvakkitlik makamı için müneccimbaşı huzurunda adaylar imtihan

edilir ve imtihanı kazanarak muvakkit olmaya aday gösterilen kişi tayin edilmek üzere

divan-ı hümayun ruûs kalemine kaydolunur. İmtihanı kazanan kişi imtihanı kazandığını

ve hangi muvakkithanenin nasıl bir halde iken boşaldığını ve kendi durumunu bildiren,

sadrazama hitaben yazdığı bir dilekçe ile divana müracaat eder. Divan bu

muvakkithanenin önceki ve son durumunu bildiren kayıtları evkaf muhasebesinden

ister. Evkaf muhasebesi kalemince sabıkî kaydı denilen ve muvakkithanenin son

durumu hakkında gerekli bilgileri ihtiva eden siyakat ile bir yazı yazılır. Evkaf

muhasebesi tarafından verilen bilgilerden sonra müracaat eden şahsın imtihanı

kazandığına dair imtihanı yapan müneccimbaşıdan i'lam istenir. Müneccimbaşının

i'lamı vermesiyle müracaat eden şahsın bütün kayıtları bir araya toplanmış olduğundan

ve gereken netice alındığından telhisi istenir. Neticede telhisi yazılır ve ne kadar maaş

ve hangi şartlar ile tayin edildiğini bildiren bir telhisi ile beratının verilmesi emr olunur

283 S. Ünver, Osmanlı Türkleri, s. 254-255; Ünver, İstanbul Muvakkithaneleri, s. 45. 284 Beyazıt Camii merkezi bir yerde olmasından ayrıca halk saatlerini burada ayar ettiğinden dolayı

burasının muvakkidinın daha ehliyetli olması istenmiştir, BOA, İrade, Dahiliye, No. 38050. 285 Meselâ, Üsküdar Hüdai Mahmud Efendi Asitanesi’ne Şeyh Şehabettin Efendi’nin istidası ile

Muvakkit-ı salât tayini temenni edildiğine dair yapılan muvakkit tayini için telhis üzerine III. Selim’in emrini havi 1215 tarihli bir Hatt-ı Hümayun, BOA, Hatt-ı Hümayun, No. 15462.

Page 81: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

81

ve üzerine sahh çekilerek beratı kendisine verilir. Böylece muvakkidin meşru olarak

tayini yapılmış ve görevine başlaması için izin verilmiş olur286.

5.3. MUVAKKİDİN VAZİFELERİ

Muvakkitler asıl vazifeleri olan namaz vaktini belirtme işini mekanik saatlerin

yaygınlaşmasından önce çeşitli saatlerle yaparlardı287. Bunların başında İslâm’ın ilk

devirlerinden beri kullanılagelen ve asıl mahiyeti ile İslam’dan önceki devrelerde

(Roma288 ve Mısır289 astronom ve astrologlarınca da) kullanılmış olan güneş saatleri

gelmekteydi. Bunun yanında yine daha önceki devirlerde kullanılmış olan su saati, kum

saati ve (yere veya duvara saplanan basit bir gnomon (çubuk) vasıtasıyla elde edilen bir

çeşit saat gibi) bazı ilkel saatler kullanılmıştır290. XVIII. ve XIX. asırlarda

yaygınlaşmaya başlayan mekanik saatler muvakkitlerin işini az da olsa kolaylaşmıştır.

Bu saatlerin muvakkithanelere gelmesi ile muvakkitlerin görevleri zamanla bu saatlerin

ayarını kontrol ve saatleri tamir etmeye dönüşmüştür. Hatta bazı muvakkitlerin saat

imal ettikleri dahi olmuştur291.

Muvakkitler isteyenlere astronomi, astroloji ve takvim gibi konularda teorik ve

pratik olarak dersler verirlerdi292. Bu dersler arasında mekanik ve güneş saati gibi basit

astronomi ve vakit tayini ile ilgili aletlerin yapımı da öğretilirdi293. Bazı

muvakkithaneler muvakkidinin bilgisine ve imkanına göre dönemin küçük birer

rasathanesi veya basit astronomik gözleme merkezi gibi çalışmakta ve bunun

neticesinde ciddi sayılabilecek neticeler elde edilmekteydi. Astronomi bilgisi geniş ve

286 Cihangir Camii Muvakkithane'sine muvakkit tayinine dair 1261 tarihli bir arz, BOA, Cevdet,

Belediye, No. 2045. 287 Bazı camilerin muvakkitliğini müezzinleri yapmakta idi, Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde

Türkler, s. 244, 246. 288 Meyer, 15-32. 289 Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Ankara, 1982, s.

106-113. 290 İslam’dan önce yapılmış olan saatler namaz vakitlerini belirleme maksadı ile yapılmadığından

İslam astronomları güneş saatlerini namaz vakitlerine ve bulundukları yerin konumuna göre tekrar ayarladılar.

291 Muvakkit Ahmed Dede’nin şakirdinin saat takdiminden dolayı atıyye-i seniyye itasına dair 30 Şevval 1282 tarihli irade, BOA, İrade-i Dahiliyye, No. 38050.

292 Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Türkler, s. 228. 293 Sultan Abdülmecid'in validesinin türbesinin muvakkidi olan Ahmed Dede'nin şakirdinin yaptığı

bir saatten dolayı kendisine 15000 kuruş atıyye-i seniyye verildiğine dair 1 Zilkade 1282 tarihli irade: BOA, İrade, Dahiliye. No. 38050.

Page 82: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

82

bu konularda ders veren muvakkitlerin etrafında oluşan kimseler ile muvakkidin

talebeleri arasında astronomi konuları tartışılır ve rubu tahtası, usturlab gibi bazı

aletlerle basit gözlemler yapılırdı294. Astronomiyi iyi bilen bazı muvakkitlerin namaz

vakitlerinin tesbiti yanında astronomi konularında eser verdikleri, astronomi aletleri

imal ettikleri ve senelik takvimler hazırladıkları bilinmektedir295.

Geniş astronomi bilgisine haiz ve Ziç’leri kullanmasını bilen bazı muvakkitler

zaman zaman takvim neşretmişlerdir. Ayrıca birçok muvakkit Ramazan gelmeden önce

imsakiye hazırlar ve bunu muvakkithanelerin duvarına asardı296. Muvakkitler bunların

yanında gerektiğinde ellerindeki aletler ve Ziç’lerin yardımı ile kıble tayini işini de

yaparlardı.

5.4. MUVAKKİTHANELERDE BULUNAN ARAÇLAR

İslam tarihinde müezzin ve muvakkitler muhtelif aletler kullanarak zaman tayini

görevini devam ettirmişlerdir. Daha önceki dönemlerde olduğu gibi Osmanlı

Devleti’nde de muvakkitler muhtelif aletlerle zaman tayini işini yapmışlardır. Bu iş için

yaygın olarak güneş saati, rub’u tahtası, usturlab, kum saati su saati gibi aletler

kullanılmıştır. Güneş saatleri bugün İstanbul’da pek çok caminin bahçesinde veya

duvarında görülebilmektedir. Ancak diğer birçok astronomik alet ve saatlerin pek çoğu

zayi olmuş, çok az bir kısmı da korunmak üzere İstanbul Vakıflar Bölge

Müdürlüğü’nün depolarına kaldırılmıştır. Özellikle alınıp götürülmesi pek kolay

olmayan büyük ebatlı duvar saaatlerinin bir kısmına bugün bağlı olduğu camilerin

içlerinde, genellikle mihrap yanlarında rastlanmaktadır. Bazı muvakkithanelerde büyük

saatlerin konulduğu mermer kaideler içeride bir zamanlar bulunan aletlere dair kalan tek

izdir. Bu mermer kaideler saatlerin ayarlarının dış ve iç sarsıntılarla bozulmaması için

yapılmıştır. Yeni Camii, Galata Mevlevihanesi, Ayasofya Muvakkithanelerinde bu

mermer kaideler hala mevcuttur. Muvakkithanelerde ayrıca son yüzyıllarla beraber

muvakkitlerin daha çok mekanik saat ayarı ve tamiri ile ilgilenmesinden dolayı saatleri

tamir için bir takım aletler ve edevat bulunmakta ve bunlar genellikle muvakkite ait

olmaktaydı.

294 Parmaksızoğlu, XXV/6. 295 Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Türkler, s. 237, 240-241. 296 Şapolyo, s 11.

Page 83: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

83

5.4.1.Güneş Saati

“Basita” ve “mikat” da denilen güneş saatleri, özel olarak hazırlanmış gronom

adında bir milin gölgesinin, Güneş’in görünen hareketlerine uygun olarak yine özel

hazırlanmış mermer, taş veya madeni bir zemin (kadran) üzerindeki hareketlerine göre

vaktin tayinine yarayan aletlerdir. İslami güneş saatleri şekillerine göre yatay, dikey ve

silindirik olmak üzere üçe ayrılmaktadır.

Muvakkitliğin ortaya çıktığı on üçüncü yüzyıldan itibaren de İslam dünyası

genelinde muvakkitlerin adı güneş saati yapımında araştırmacıların karşısına

çıkmaktadır. İstanbul’da da kitabesine göre “muvakkit” ünvanlı kişiler tarafından

yapıldığı anlaşılan bilinebildiği kadarıyla üç adet güneş saati bulunmaktadır. İstanbul

surları üzerinde Bizans dönemine ait bir güneş saati bulunmaktadır. Yedikule’de

bulunan Mermer Kule’nin güney duvarındaki bu saat Meyer’e göre İstanbul’daki tek

Bizans saatidir. Bundan başka Osmanlı dönemine ait İstanbul genelinde 53 adet güneş

saati tespit edilmiştir.

5.4.2.Rub’u Tahtası

Astronomik amaçlarla yapılan gözlemlerde kullanılan duvar kadranının (libne)

taşınabilir şekli olan rub'u tahtası, özellikle muvakkitlerin çok kullandıkları

aletlerdendir. Çeyrek daire şeklindeki bu alet temel olarak yıldızların ufuksal açıklık ve

yükseklik olarak koordinatlarını saptamaya yarar. Rub'u tahtası üzerindeki "zamaniyye

yayları" ile gündüz zamanlarını bulmak mümkündür. Yine bu alet yardımıyla

trigonometrik fonksiyonlar da belirlenebilmektedir.

5.4.3.Usturlab

Latincesi astrolabiumdur ve yıldız yakalayan anlamına gelmektedir. İznikli

Hipparkos’un (MÖ II. yüzyıl) döneminden beri bilinen usturlab, en önemli astronomi

aletidir. Müslüman astronomlar, küresel bir üçgene ait grafik-mekanik çözümleri

kullanarak gözlenen yıldızın saat açısının tayini gibi bazı astronomi problemlerinin

çözümünde usturlabı kullanmışlardır.

Usturlabın ortasında yerleri matematiksel olarak hesaplanmış gösterge çizgilerinin

bulunduğu bir disk vardır ve bu disk bir taşıyıcı çerçeve içinde dönmektedir. Bu

Page 84: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

84

çerçevenin içinde, ucundaki noktaların yıldızları temsil ettiği ince pirinç parçalarından

meydana gelmiş bir çember bulunmaktadır. İçteki diski döndürerek gök cisimlerinin

doğuş ve batış zamanlarını bulmak ve diğer astronomi olaylarının ne zaman meydana

geleceğini belirlemek mümkündür. Bu bakımdan usturlab grafik özelliğe sahip bir

hesaplayıcı olarak tanımlanmaktadır. Aletin diğer yüzünde ıskalalar ve bir de nişangah

vardır ki bu nişangah yardımıyla gök cisimlerinin yükseklikleri belirlenebilmekte ve

alet yatay şekilde tutularak cismin azimutu* ölçülebilmektedir. Gökcisimlerinin

konumunu ölçmede yükseklik ve azimutu kullanan bu yöntem İslam astronomisine has

bir sistemdir.

Usturlabın başlıca küresel, yüzeysel ve çizgisel olmak üzere birçok çeşidi vardır.

En çok kullanılanı yüzeysel olup üstünde asılacak bir yeri ve kenarında daire bölümleri

bulunan dairesel bir levha ile yıldızları gözlemeye yarayan bir diyopteri vardır.

Sekizinci yüzyılda ilk defa astroloplala karşılaşmalarından çok geçmeden,

Müslümanlar bu alete teorik ve yapısal anlamda çok ciddi katkıda bulunmuşlardır.

dokuzuncu yüzyılda sabit ve oynar göstergeli sinüs kadranı ve saat kadranı geliştiren

Müslüman astronomların on üçüncü yüzyıldan önce zaman tayini için bir dizi küresel

kadran geliştirdikleri bilinmektedir. Çapı 1,4 metre olan bakır bir usturlabın 10.

yüzyılda İbn Yunus tarafından kullanıldığını kaydedilen bilgiler arasındadır.

Usturlap, astronomide gökcisimlerinin yükseklikleri ve zaman hesaplarında

oldukça yaygın olarak kullanılmış bir araçtır. Ancak on sekizinci yüzyıldan sonra

Avrupa'da kullanılmamış ve Osmanlılarda ise, aynı yıllarda yapımı usturlaba göre daha

kolay olan rub'u tahtası tercih edilmiştir.

5.4.4.Kıblenüma

Kıblenüma, Arapça “kıble” kelimesi ile Farsça “gösteren” demek olan “nüma”

kelimesinin birleşmesinden oluşur. Üzerinde basit bir pusulanın, bir ibrenin ve şehir

isimlerinin bulunduğu kıblenüma, Kabe'nin yönünü yani kıbleyi doğru olarak

belirleyebilmek için kullanılırdı. Tahtadan ve genellikle pirinçten ve gümüşten imal

edilmiştir; yuvarlak bir kutu içinde pusula ve Güneş saatinin bir arada bulunmasından

* Kuzeye göre ölçülen ufuk çizgisi üzerindeki konumu. Başka dillerde de kullanılan bu tabirin kökeni

Arapçadır.

Page 85: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

85

oluşur. Osmanlılarda çok uzun süreden beri tanınan bu alet, İslam ülkelerinde

muhtemelen on birinci yüzyıldan itibaren zaman ve yön belirlemede kullanılmıştır.

Avrupa'da mekanik saatler ortaya çıkmadan önce, cepte taşınan güneş saatleri mevcuttu.

Ancak bu saatlere pusula ilavesi 1500'lü yıllarda yapılmıştır. Cepte taşınabilecek kadar

küçük kıblenümaların yanı sıra, muvakkithanelerde ve gemilerde kullanılmak üzere

daha büyük boyutlarda kıblenümalar da yapılmıştır. Bu alet, Osmanlılarda on

dokuzuncu yüzyıl sonlarında mekanik aletlerin ortaya çıkışına kadar kullanılmıştır.

5.4.5.Kum saati

İlkçağlardan beri kullanıldığı sanılan kum saatlleri Ortaçağ'da -1300lerde- ise

yaygın olarak kullanılmışlardır. Bir cam bölmedeki kum, dar bir delikten belirli bir

zaman diliminde yavaş yavaş alt bölmeye akması ve altta toplanan kumdan zaman

belirlenmesiyle çalışan bu saatlerin Osmanlılarda ne zaman kullanılmaya başlandığını

bilmiyoruz, ancak denizciliğin yükseliş dönemi olan on altıncı yüzyıldan itibaren yaygın

olarak benimsendikleri bilinmektedir. Osmanlılarda kum saatlerinin hem astronomide

hem de namaz vakitlerinin tayininde kullanılmıştır.

5.5.MUVAKKİTLER NE İŞ YAPARDI?

Asıl görevleri namaz vakitlerini camilerin müezzinlerine bildirmek olan

muvakkitler, mekanik saatlerin yaygınlaşmasına kadar bu görevlerini güneş saati, kum

saati, su saati veya astronomik birtakım hesaplar vasıtasıyla yaparlardı. On sekizinci ve

on dokuzuncu asırlarda yaygınlaşmaya başlayan mekanik saatler, muvakkitlerin işini az

da olsa kolaylaşmıştır. Bu saatlerin muvakkithanelere girmesiyle muvakkitlerin görevi

zamanla bu saatleri tamir ve ayarlarını kontrol etmeye dönüşmüştür. Hatta bazı

muvakkitlerin saat imal ettikleri dahi bilinmektedir.297 Muvakkitlerin bu tür işlerle

uğraşmalarının bir sebebi de, zamanla yetersiz kalan maaşlarına katkıda bulunmaktı.

Bunların yanı sıra muvakkitler isteyenlere astronomi, astroloji ve takvim gibi

konularda teorik ve pratik dersler verirlerdi.298 Bu dersler arasında, mekanik saat ve

297 Muvakkit Ahmed Dede’nin şakirdinin saat takdiminden dolayı atıyye-i seniyye itasına dair 30

Şevval 1282 tarihli irade, BOA, İrade-i Dahiliyye, No. 38050. 298 A. Süheyl Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler, s. 228.

Page 86: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

86

güneş saati gibi basit astronomi ve vakit tayini ile ilgili aletlerin yapımı da öğretilirdi.299

Bazı muvakkithaneler, muvakkidinin bilgisine ve imkânına göre dönemin küçük birer

rasathanesi veya basit bir astronomik gözlem merkezi gibi çalışmakta ve bunun

neticesinde ciddi eserler telif edilmekteydi. Astronomi bilgisi geniş ve bu konularda

ders veren muvakkitlerin etrafında buluşan kimselerle muvakkidin talebeleri arasında

astronomi konuları tartışılır ve rubu tahtası, usturlab gibi bazı astronomi aletleriyle basit

gözlemler yapılırdı.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, geniş astronomi bilgisine sahip olan ve

astronomik ziçleri kullanmasını bilen bazı muvakkitler zaman zaman takvim de

neşretmişlerdir. Takvim neşretme işinin müneccimbaşıların tekelinde olmasından

dolayı, muvakkitlerin takvim neşretmesi sebebiyle zaman zaman bazı problemler

yaşanmaktaydı. Muvakkitler bunların yanında gerektiğinde ellerindeki aletler ve ziçlerin

yardımı ile kıble tayini işini de yaparlardı.

6. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ

İstanbul’da fetihten sonra başlayan imar döneminde cami ve mescit inşaatları

önemli bir yer tutar. Adet olduğundan, hemen her büyük caminin yanına bir de

muvakkithane yapılmaktaydı. Bir kısmının bugüne ulaşamaması sebebiyle tam olarak

bilemediğimiz İstanbul muvakkithanelerinin sayısının 100’e yakın olduğunu tahmin

etmekteyiz.

Muvakkithane binaları, içinde bulundukları külliyenin mimarisine uygun olarak

son derece estetik ve ahenkli bir mimari ile inşa edilirdi. Bu küçük odacıkların iç

teşrifatı ise çok daha güzeldi. İçeriye girildiğinde göze ilk çarpanlar, rubu tahtası,

usturlap veya benzeri astronomi aletleri ve duvarlara asılmış, zaman ve takvim ile ilgili

güzel hüsnü hat levhalarıdır. Bunlar arasında bugün dahi dilden dile dolaşan

Saatin çaldığı evkât değildir her gâh,

Müddet-i ömr geçüp gittiğine eyler âh

mısraı, çok meşhur bir muvakkithane levhasıdır. Bu ve buna benzer pek çok

tabloyu bulmak mümkündü bu odalarda. Tabii astronomi ve matematik gibi alanlarda,

299 Sultan Abdülmecid'in validesinin türbesinin muvakkidi olan Ahmed Dede'nin şakirdinin yaptığı

bir saatten dolayı kendisine 15000 kuruş atıyye-i seniyye verildiğine dair 1 Zilkade 1282 tarihli irade: BOA, İrade, Dahiliye. No. 38050.

Page 87: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

87

son derece güzel ciltlenmiş el yazması eserlerden oluşan bir kütüphanenin bulunduğunu

da ifade etmeden geçmemek lazım.

Zikredilen bu muvakkithanelerin bazılarında çalışmış olan ve daha sonra

müneccim-i sânîlik veya müneccimbaşılık mevkiine kadar yükselmiş kişiler vardır. Bu

kişilerin ve çalıştıkları muvakkithanelerin isimleri şöyledir: Yusuf b. Ömer es-Saati (ö.

1570’te sağ), Küfrî Hasan Çelebi (ö. 1660) ve Müneccimek Mehmed Efendi (ö. 1667):

Fatih Camii Muvakkithanesi; Mustafa b. Ali el-Muvakkit (ö. 1571) ve Hüseyin Hilmi

Efendi (ö. 1924): Sultan Selim Camii Muvakkithanesi; Mehmed Çelebi ve Müneccim-i

Sâni Hafız Ahmed Efendi (ö. 1865’te sağ): Şehzade Camii Muvakkithanesi; Cihangirli

Mehmed Sadık Efendi (ö. 1812): Valide Sultan Camii Muvakkithanesi (Hasköy).

İstanbul’un bazı semtlerindeki camilerin müştemilatları içinde bugün hâlâ ayakta

kalabilmiş az sayıda muvakkithane vardır. Yılların ve insanların bütün tahribatına karşın

halen ayakta kalmayı başarabilen bu tarihi mekânların önemli bir kısmının, asıl

işlevlerinin çok dışında kullanıldığı ya da metruk bir halde kaderlerine terk edildiği

görülür. Bunların çok az bir kısmı yakın zamanlarda restore edildiğinden, önceki

senelere göre görünümleri daha iyi durumdadır. On yıl öncesine kadar ne olduğu

bilinmeyen bu binaların bir kısmının üzerinde en azından “muvakkithane” olduklarını

ifade eden birer tabelanın bulunması, içlerinin temizlenmesi elbette ki güzel

gelişmelerdir.

Kuruluşu İslam medeniyetinin ilk asırlarına kadar geri giden muvakkithane, içinde

zamanın belirlenmesi işi için muvakkit adı verilen kimselerin çalıştıkları küçük odalar

için kullanılmış bir tabirdir. “Vakti belirleyen kişi” anlamına gelen muvakkit kelimesi,

namaz vakitlerini birtakım aletler vasıtasıyla tespit eden kişi için kullanılmaktadır.

Muvakkithaneler, genellikle cami ve mescitlerin bahçesinde, bir iki oda halinde yer

alırlardı.300 Camilerin yanı sıra bazı türbe, dergâh ve tekkelerin de muvakkithaneleri

olmaktaydı. Temel görevleri namaz vakitlerini tespit etmek ve ilgililere bildirmek olan

muvakkitler, İslam’ın bu işe gösterdiği hassasiyetten dolayı Emeviler döneminden

300 A. Sayılı, The Observatory in Islam, Ankara, 1988, s. 348; İ. Parmaksızoğlu, "Muvakkit", Türk

Ansiklopedisi, c. XXV/6.

Page 88: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

88

itibaren çalışmalarını belli bir müessese altında sürdürmüşlerdir.301 Çeşitli seviyede

astronomi çalışmalarına da katılan muvakkitler, zamanla mekanik saatleri kullanmaya

başlamışlardır. Geçim sıkıntısı sebebiyle saat tamirciliği gibi işler de yapan

muvakkitlere “saatçi” veya “muvakkit-ı salât” gibi isimler de verilmiştir.302

Camilerdekinin yanı sıra Topkapı Sarayı’nda da muvakkitler vardı. Bunlar bir yandan

saray saatlerinin bakım ve onarımıyla ilgilenirken, öbür yandan da sarayda bulunan

mescitlerin müezzinlerine vakitleri bildirirdi. Sayısını tam olarak bilemediğimiz bu

kişilerin bazıları saat yapımıyla da ilgilenirlerdi.303

Muvakkithaneler bir yandan kurulma gayelerine uygun olarak çalışırken, öbür

yandan içinde astronomi, matematik vb. derslerin verildiği birer okul gibi faaliyet

göstermişlerdir. İstanbul’un çeşitli muvakkithanelerinde görev yapan bazı müneccimler

ve muvakkitler, astronomi alanında kıymetli eserler ortaya koymuşlardır.304 Bir nevi

eğitim merkezi durumunda olan muvakkithanelerde muvakkitler, gerek ilim

adamlarından gerekse halktan pek çok kimseye matematik, astronomi, astroloji ve

takvim yapımı gibi konularda ders vermişlerdir.305

6.1.İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİNİN

KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ

Osmanlı mimarlık tarihinde kendilerine mahsus bir yapı tipine sahip olan

muvakkithaneler, genellikle camilerin külliyeleri içinde bir-iki oda halinde bulunmakla

beraber camilerin yanı sıra bazı türbe, dergâh ve tekkelerin de muvakkithaneleri

olmaktaydı.

301 Bu müessesenin ayrı bir kurum haline gelmesi, Emevi devleti zamanında Şam’daki Büyük Emevi

Camii Muvakkithanesi ile olmuştur. Sayılı, Observatory, s. 245; E. Behnan Şapolyo, “Muvakkithaneler”, Önasya, Ankara, 1969, c. IV, s. 10-11.

302 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Hatt-ı Hümayun, No. 15462; Müneccimbaşılığın Sultan Mehmed Saatçisi Hasan’a verilmesi hakkında ruûs, BOA, A. RSK, 1519-68, 18 Şaban 1060, s. 74.

303 Wolfgang Meyer, İstanbul’daki Güneş Saatleri, İstanbul, 1985, s. 65-71, 79-81; C. E. Arseven, Türk Sanat Tarihi, İstanbul, c. I, 235.

304 Beyazıt Camii'nin ilk muvakkidi Muhyiddin Arab, 1508’de telif ettiği bir risaleyi padişaha takdim etmiş ve karşılığında 3000 akça caize almıştır (R. M. Meric, "Beyazıt Camii Mimarı, II. Sultan Beyazıt Devri Mimarları ile Bazı Binaları, Beyazıd Camii ile Alâkalı Hususlar, Sanatkârlar ve Eserleri", Yıllık Araştırmalar Dergisi, 2 (1957), Ankara 1958, s. 20.

305 Salim Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları I, İstanbul, 1996, s. 159-207.

Page 89: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

89

Mekân organizasyonu açısından bakıldığında Osmanlı Devleti’nde, özellikle

İstanbul’da muvakkithaneler, genellikle cami avlularının girişinde ya da bahçe içinde,

sokağa bakan bir yada iki cepheye sahip olacak şekilde yerleştirilmiştir.

Muvakkithanelerin iç mekânı da zaman tayini işlevine göre tefriş edilmiştir.

İçlerinde rubu tahtası, usturlap veya benzeri astronomi aletleri bulundurmaktaydı. İç

mekâna dair önemli bir unsur da astronomi ve matematik gibi alanlarda, son derece

güzel ciltlenmiş el yazması eserlerden oluşan kitaplık kısmıydı. Muvakkithanelerin

duvarlarında asılı zaman ve takvimle ilgili güzel hat levhalar, mekâna mistik bir hava

katıyordu. Bu levhalarda kozmoloji, zaman, saat ve yaşamla ilgili kimi zaman öğretici

beyitler yazılıydı. 18 ve 19. yüzyıllardan itibaren yaygınlaşan mekanik saatlerle

insanlar, ezan sesi ile namaz vaktini öğrenmek yerine üzerlerinde taşıdıkları ezani saate

göre ayar yapmak için her gün bir defa muvakkithanenin saatine bakmayı adet

edinmişti.

Muvakkithanelerin Ramazan ayında gerek hilalin görünmesi konusu gerek de

günlük iftar ve imsak vakitleirnin tespitinden dolayı daha fazla öneme sahip olduğunu

tahmin etmek zor değildir. Kaynaklara göre birçok muvakkit Ramazan gelmeden önce

imsakiye hazırlar ve bunu muvakkithanenin duvarına asardı. Sultan III. Mustafa

zamanında iftar ve imsak vakitlerinde Rumeli Hisarı’nda kızının yaptırdığı

muvakkithane önünde birer defa top attırma adet olmuştu.

Ayrıca muvakkithanelerin yukarıdaki bölümlerde bahsedildiği gibi muvakkitlerin

çalışmalarıyla astronomi biliminin gelişiminde olduğu kadar, astronomi eğitiminde de

katkıları olduğundan bahsedilmektedir. Zaman zaman adeta bir eğitim yeri gibi olduğu

söylenen muvakkithanelerde gerek bilim adamlarından gerekse halktan isteklilere

matematik, astronomi, astroloji ve takvim yapımı gibi konularda dersler verildiği

muvakkkitler ve onların etrafında oluşan talebeleri arasında astronomi konuları

tartışıldığı ve rub’u tahtası, usturlap gibi bazı astronomi aletleriyle basit gözlemler

yapıldığı bilinmektedir. Muvakkithanelerin toplum içindeki yerini anlatacak olan bu

durum aynı zamanda bilimin Osmanlı toplumundaki konumuna da ışık tutacağından

araştırılması gereken bir önemli noktadır.

Osmanlıların İstanbul’un fethine kadar herhangi bir yerleşim merkezinde

muvakkithane inşa ettiğine dair elimizde ne yapı hakkında ne de muvakkidi hakkında

Page 90: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

90

pek fazla bilgi yoktur. Tespit edilebildiği kadarıyla, İstanbul’daki ilk muvakkithane

1470’te yapılan Fatih Camii Külliyesi içinde yer almıştır ve bu yapı İstanbul’da olduğu

kadar eldeki kaynaklara göre aynı zamanda Osmanlı döneminde de inşa edilen ilk

muvakkithanedir. III. Selim döneminde yenilendiği bilinen muvakkithanenin, Fatih

Camii avlusunda sıbyan mektebine yakın bir yerde, Çörekçi ve Boyacı kapılarının

arasında olduğu on dokuzuncu yüzyıla ait bir su yolu haritasında da görülmektedir.

Fatih’in bilimsel faaliyetler için özel olarak getirttiği ünlü bilimadamı Ali Kuşçu’nun

burada mikat işleriyle uğraştığı dolayısıyla ilk muvakkitlerinden olduğu söylenmektedir.

Vakfiyeye göre buradaki muvakkit 10 akçe ücret almaktadır. Ayrıca vakfiyede

muvakkidin muvakkithane üzerindeki odada yatıp kalkacağı ve külliye içindeki

imaretten yemek alacağının yazılı olduğu bilgisi de önemlidir.

Daha sonraları İstanbul’da yapılan cami külliyelerinin pek çoğunda muvakkithane

inşa edilmiştir. Kent sınırları içinde fetihten bu zamana kadar kaç adet muvakkithane

inşa edildiğinin kesin sayısını vermek zor olsa da eldeki verilere göre toplamda 71 adet

muvakkithaneden bahsedilmektedir. Ancak bu binaların 34 kadarının günümüze ulaştığı

yapılan alan çalışmasından anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşamamışlar arasında özellikle

Beyazıt ve Yavuz Selim Camii muvakkithaneleri oldukça etkin mikat çalışmalarının

olduğu, devrinin rağbet gören muvakkithaneleri olarak ünlenmişlerdir.

Öte yandan İstanbul dışındaki Osmanlı Muvakkithaneleri de oldukça fazladır.

Yurt dışında Belgrad kalesi, Beyrut, Selanik, Uzuncaabad (Hasköy), Tırnava, Bağdat,

Şam, Taif, Girit, Hanya; yurt içinde Bursa, Gelibolu, Kütahya, Trabzon, İznik, İzmir,

Aydın, Tire, Konya, Çorum, Erzurum, Balıkesir, Manisa, Edirne, Çanakkale, Afyon,

Amasya gibi birçok yerlerde Osmanlı döneminde muvakkithaneler yapılmıştır. Ancak

İstanbul’da mevcut ve mevcut olmayan tespit edilebildiği kadarıyla toplam 71

civarındaki muvakkithane varlığı dikkatleri çekmektedir.

MEVCUT İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ LİSTESİ

1. Ahmediye Camii 2. Atik Ali Paşa Camii 3. Atik Valide Camii 4. Ayasofya 5. Bala Süleyman Ağa Camii 6. Beykoz Camii 7. Beylerbeyi Camii 8. Caferağa Camii

Page 91: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

91

9. Dolmabahçe Camii 10. Emirgan Camii 11. Eyüp Sultan Camii 12. Galata Mevlevihanesi 13. Humbarahane Camii 14. İskele Camii 15. Kandilli muvakkithanesi 16. Kanlıca (İskender Paşa) Camii 17. Kasımpaşa Camii 18. Kocamustafapaşa (Sünbül Efendi) Camii 19. Laleli Camii 20. Mahmudiye (Sultan II. Mahmud Türbesi) Muvakkithanesi 21. Muradiye (Sirkeci Sultan V. Murad Sebili) 22. Nişancı Mehmed Paşa Camii 23. Nusretiye Camii 24. Osmanağa Camii 25. Ramazan Efendi Camii 26. Selimiye Camii 27. Suadiye Camii 28. Sultanahmed Camii 29. Şehzade Camii 30. Teşvikiye Camii 31. Tevkifiye Camii 32. Yeni Valide Camii 33. Yenicami 34. Yenikapı Mevlevihanesi MEVCUT OLMAYANLAR LİSTESİ 1. Altunizade Camii 2. Anadoluhisarı Camii 3. Arap Camii 4. Ayazma Camii 5. Azapkapı Sokullu Camii 6. Bayrampaşa (Haseki) Tekyesi 7. Beşiktaş Sinan Paşa Camii 8. Beyazıd Camii 9. Cerrahpaşa Camii 10. Cihangir Camii 11. Çakırağa Camii 12. Çavuşzade Camii 13. Çinili Camii 14. Fatih Camii 15. Firuzağa Camii 16. Hekimoğlu Ali Paşa Camii 17. Hubyar Camii 18. Kara Mustafa Paşa Camii 19. Katip Camii 20. Kılıç Ali Paşa

Page 92: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

92

21. Kuruçeşme Camii 22. Küçükefendi (Feyziye) Camii 23. Merkez Efendi Tekyesi 24. Mihrimah Sultan Camii 25. Molla Çelebi Camii 26. Nuruosmaniye Camii 27. Nüzhetiye Camii 28. Rumelihisarı Camii 29. Sultan Selim Camii 30. Süleymaniye Camii 31. Şepsefa Hatun Camii 32. Tabya-i Tayyibe 33. Valide Camii 34. Yahya Efendi Dergahı 35. Yavuz Selim Camii 36. Yenicami 37. Yeraltı Kilise-Camii

6.2.MEVCUT İSTANBUL MUVAKKİTHANLERİ

6.2.1. AHMEDİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

1722 (1134) yılında Eminzade Hacı Ahmet Ağa tarafından yaptırılan cami, eski

Ahmediye, şimdiki Gündoğumu Caddesi üzerindedir. Cami, medrese, kütüphane, sebil,

iki çeşme ve bir de muvakkithaneden oluşan külliye, eğimli bir arazide oldukça başarılı

bir düzende yerleştirilmiştir. Mabedin caddeye bakan cephesine eklenmiş olan,

minarenin alt tarafına ve çeşmenin soluna düşen ters beşik çatılı küçük bölümün

muvakkithane olduğu kaynaklarda da ifade edilmektedir.306

Muvakkithane yoldan geçenlerin kolayca içeriyi görebilecekleri şekilde yapılmış

iki büyük penceresi olan dikdörtgen planlı bir odadır. Günümüzde atıl durumda olsa da

içinin fayansla döşendiği, lavabo eklendiği göz önüne alınarak yakın yıllarda farklı

amaçla kullanıldığı anlaşılmaktadır. Camide ve burada herhangi astronomi aletine

rastlanmamıştır307. Camide güneş saati de bulunmamaktadır. (Bk. Figure 1).

6.2.2. ATİK ALİ PAŞA MUVAKKİTHANESİ

306 Mehmed Raif, Mir'at-ı İstanbul; yay. haz. Hatice Aynur-Günay Kut. İstanbul: Çelik Gülersoy

Vakfı, 1996, 149; Ünver, Muvakkithaneler, 234; M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001, 66–67.

307 İ. Aydın Yüksel, “Ahmediye Külliyesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi I, İstanbul 1994, 136.

Page 93: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

93

Atik Ali Paşa Camii Çemberlitaş'ta Çemberlitaş tramvay durağının Çemberlitaşı

tarafındaki camidir. Sedefçiler Camii de denilir. Banisi Gazi Hadım Ali Paşa'dır.

1496'da yapılmıştır. Bursa üslubuyla klasik üslup karışımı caminin 12.50 kutrundaki

kubbesi iki fil ayağına yaslanan kemerler üzerindedir, iki yanında iki küçük kubbesi ve

bir minaresi vardır. İmareti ortadan kalkmış, medresesi cami karşısındadır. Avlu

kapısından caddeye çıkınca yanda bir çeşmesi bulunur. Son cemaat yerine üç avlu

kapısından girilir, şadırvanı yoktur, abdestlik ve tuvalet bölümü sonradan yapılmıştır.308

Muvakkithanesi ise külliyenin Yeniçeriler Caddesi üzerindeki girişinin solunda sıbyan

mektebinin yanında bulunmaktadır. Muvakkithane Sultan II. Abdülhamid döneminde

1897 yılında inşa edilmiştir. Külliyenin elemanları 1509 tarihli vakfiyesine göre cami,

medrese, imaret, hankah ve kervansaraydır. Hankahın (tekke) üzerinde muvakkithane

kitabesi bulunan bu küçük yapı ya da günümüzde mevcut olmayan imaret içinde bir

bölüm olduğu yönünde görüşler bulunur. Yapıya dair tespit edilip yorum yapılabilecek

mimari unsurlar oldukça az sayıdadır. Kare planlı yapıda demir şebekeli pencerelerin

boyutları muvakkithanelerin tipik bir özelliğini yansıtmaktadır. Ancak burada

pencereler yola değil de avlu içine bakmaktadır ki bunun başka örnekleri de vardır.

1897 tarihli kitabesinde şunlar yazılıdır. “Ehl-i imâne ki farz olmada beş vakit namaz, Mutlaka vaktini bilmek de gerek insane, Biz de bir hayr olarak saye-i sultanide Çalışıp işte getirdik bu yeri meydane Dedi tarihine bir cevher-i yekta Kâmi “Revnak-ârâ bu mahal içre muvakkithane-1315”.

Yapı günümüzde hayli kötü bir durumdadır. İki katlı olduğu anlaşılan

muvakkithanenin üzerine bir kat daha çıkılarak konut haline getirilmiş ve cami

görevlilerine tahsis edilmiştir. Muvakkithane kısmı da banyo ve WC olarak

kullanılmaktadır. Bu büyük tahribat sırasında kitabenin sıvanan cephe üzerinde yeniden

yerleştirilmiş olması ancak bir tesellidir.309 (Bk. Figure 2).

6.2.3. ATİK VALİDE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Üsküdar'ın yüksek bir tepesi üzerine Sultan II. Selim'in eşi Nurbânu Valide Sultan

(1525–1587) tarafından 1570–1583 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılmış olan

308 Eminönü Camileri, s. 20-24. 309 Zeliha Kumbasar, Osmanlı Dönemi İstanbul Muvakkithaneleri, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik

Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008, s. 153-156.

Page 94: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

94

cami tam bir külliye halindedir. Nurbanu Sultan Valide-i Atik Camii olarak da bilinir.

Caminin mihrab tarafındaki avlusunun giriş kapısının solunda güzel bir muvakkithanesi

vardır.

Cami avlusunun kıble yönündeki kapının solunda, avlunun güneydoğu köşesinde

bulunan muvakkithane iki odadan ibarettir. Günümüzde toplantı salonu ve kütüphane

gibi farklı maksatlarla kullanılmaktadır. Sokağa iki pencereyle açılan köşedeki bu oda,

aletlerin ve saatlerin bulunduğu esas muvakkithane kısmıdır. Burada mermer kaideler

üzerinde üç adet saat olduğu ve bu saatlerin daha sonra camiye kaldırıldığı

bilinmektedir.310 Muvakkithanedeki diğer oda ise muvakkide tahsis edilmiş olmalıdır.

Külliyenin güneydoğu köşesinde bulunan yapı, kesme taştan inşa edilmiştir ve

üstü kiremitle örtülüdür. Onarımdan geçen ve neredeyse dış cephesi hariç bütün orijinal

mimari özelliklerini kaybeden külliyede muvakkithanenin konumlanış biçimi, çevreden

geçenlerin büyük pencereler sayesinde içerideki saatleri görebilmelerine imkân

sağlayacak şekildedir. Yapının özgün kapısı yeni eklenen bölüm içerisinde kalmıştır.

Muvakkithane iki pencere ile avluya, birer pencere ile de köşelerinde yer aldığı

sokaklara bakmaktadır. Hayli sade bir tarzda inşa edilen binanın güneydoğu köşesindeki

başlıklı ve kaideli bir sütun, süsleme elemanı olarak kullanılmıştır. Mimari özellikleri

bakımından muvakkithanenin sonradan (muhtemelen on dokuzuncu yüzyılda) külliyeye

ilave edildiği anlaşılmaktadır.311

Muvakkithanenin izine Nurbanu Valide Sultan’ın 1582 tarihinde tesis ettiği

vakfiyede de rastlamak mümkündür. Vakfiyeye göre, namaz vakitlerini hesaplayıp,

müezzine bildirmek üzere buraya bir muvakkit tayin edileceği ve kendisine günde 7

dirhem ödeneceği yazılıdır.312

Camide, batı tarafındaki dış avlu duvarının yola bakan kısmında çizilmiş olan

üçgen türden bir de güneş saati bulunmaktadır. Ancak saatten bugüne çok az bir şey

kalmıştır. Yakın zamanda yapılan bir restorasyonda saatin çizildiği taşlar değiştirildiği

için çizgilerin büyük bir kısmı tamamen kaybolmuş ve geriye sadece “asr” çizgisini

belirleyen yazının baş tarafı ile birkaç çizgi kalmıştır. (Bk. Figure 3).

310 A. Süheyl Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler, Ankara: Türk Tarih Kurumu

Basımevi, 1975, 236. 311 Kumbasar, a.g.t., s. 60-62.

Page 95: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

95

6.2.4. AYASOFYA MUVAKKİTHANESİ

Ayasofya Muvakkithanesi, Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından İtalyan

asıllı meşhur Mimar Fossati (1822-1891) ve kardeşlerine 1849 yılında yaptırılmıştır.313

Muvakkithane, Ayasofya Müzesi’nin girişinin sağında, Sultanahmed Meydanı’na bakan

tarafında bulunmaktadır.314

Sultan I. Mahmud 1739 yılında binaya bitişik olan ve içinde otuz bin kitap

bulunan kütüphaneyi, 1740 yılında on sekizinci yüzyıl Türk Mimarisinin en güzel bir

örneği olan şadırvanı ve 1742 yılında da muvakkithane ve sıbyan mektebini yaptırdı”315

Bu muvakkithane muhtemelen zamanla harab olmuş ve yerine yenisi yapılmıştır.

Muvakkithane ile ilgili Semavi Eyice’nin değerlendirmeleri şu şekildedir:

“Günümüzde görülen müstakil yapı Sultan Abdülmecid zamanında, Ayasofya'nın

Fossati kardeşler tarafından 1846-1849 yıllarındaki büyük tamiri bittikten birkaç yıl

sonra inşa edilmiştir. Bu hususta 27 Safer 1270 (29 Kasım 1853) tarihli bir belge316

Ayasofya-yı Kebîr Camii'nin Şekerci Kapısı bitişiğindeki muvakkithanenin müteahhit

Mısırlı Yani Kalfa nezâretinde yapıldığını ve inşa için harcanan parayı bildirmektedir.

Süheyl Ünver bir yazısında, kaynağını belirtmeksizin, Sultan Abdülmecid'in Ayasofya

Muvakkithanesi'nde iftar yaptığını kaydeder. Fossati'lerin, şimdi Güney İsviçre'nin

Bellinzona şehri arşivinde muhafaza edilen evrakı arasında, bu muvakkithanenin "Vakit

Odası" kaydı ile projeleri bulunmaktadır. Fakat bu projeler bugün mevcut bina ile

karşılaştırıldığında arada farklılıklar olduğu dikkati çeker. Cadde cephesinde pencere

kemerleri arasındaki madalyonlar, kemer başlangıcı hizasındaki silme, saçak kenarında

sıralanan tomurcuklar, kubbe kasnağındaki saat ile yuvarlak pencereler ve nihayet

kubbenin tepesindeki çıkıntı binada mevcut değildir. Böylece muvakkithanenin

Fossati'nin çizimine göre daha sade ve gösterişsiz bir biçimde inşa edildiği

anlaşılmaktadır. Ayasofya Muvakkithanesi, meydandan şadırvan avlusuna geçit veren

yan kapının hemen iç tarafında olup cephesi yaya kaldırımı üstündedir. Kare planlı olan

312 www.sadibayram.com 313 Kumbasar, a.g.t., s. 122. 314 Kumbasar, a.g.t., s. 122-125; S. Dayıoğlu, “İstanbul Muvakkithaneleri”, İstanbul Dergisi, 13, s.

33-39. 315 Eminönü Camileri, haz. M. Doğru, Y. Kanar, S. Mollaibrahimoğlu, M. A. Arslan ve K. Kızgın,

Istanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, Eminönü Şubesi, 1987, s. 27. 316 BOA, Meclis-i Vâlâ, nr. 13152.

Page 96: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

96

bu kâgir yapının cami tarafında bir kapısı vardır. Diğer üç cephede ise demir

parmaklıklı üçer pencere içeriyi aydınlatır. Ortada bir daire halinde sekiz sütun sıralanır.

Bunların üstünde, sekizgen biçimli kasnağında dört pencere bulunan bir kubbe yükselir.

Kubbe ve etrafındaki dehlizin çatısı kurşun kaplıdır. Tam ortada, profilli bir mermer

ayaküstünde, son yıllarda kırılmış olan yekpare kalın mermerden yuvarlak bir masa

bulunmaktaydı. Ayasofya Camii müzeye dönüştürüldüğünde muvakkithanenin içindeki

yazı levhaları ile bazıları çok değerli olan saatler de dağıtılmıştır. Muvakkithane

müzenin bürosu haline getirildiği sırada içine mimari ifadeyi bozan bazı bölümler

yapılmıştır. Ayasofya Muvakkithanesi, bu çeşit yapıların içinde en gösterişli olanlardan

biridir.”317

Muvakkithanede görev yapmış olan sadece iki muvakkidin ismi bilinmektedir.

Bunlardan 1489-1491 tarihli muhasebe defterinde ismi geçen Muvakkit Alâeddin’in

günlük 13 akça aldığı işaret edilmektedir.318 Bu kayıt Ayasofya’da çok eski tarihlerden

beri muvakkit olduğuna işaret etmektedir. Ancak muvakkithane olup olmadığı

hususunda bilgi bulunmaz. Diğer muvakkit ise Hacı Yusuf Efendi’dir.319

Ayasofya’da yapanı belli olmayan ve on altıncı yüzyıla tarihlenen bir güneş saati

bulunmaktadır.320 Muvakkithane içinde de çok kıymetli mekanik saatler yer almaktaydı.

Ancak bugün bunlar yerinde değildir. Süheyl Ünver bunlardan Londra yapımı iki

tanesinin 1975 yılında Ayasofya Müzesi’ne konulduğunu ifade eder.321 Ahmet

Akgündüz de I. Mahmud Kütüphanesi’nde bulunan saatlerin buraya ait olduğunu

belirtir.322 (Bk. Figure 4-7).

6.2.5. BALA SÜLEYMAN AĞA MESCİDİ MUVAKKİTHANESİ

317 Semavi Eyice, “Ayasofya Muvakkithanesi”, DİA, IV, 206-212, İstanbul 1991. Ayrıca bk. A.

Süheyl Ünver, "Osmanlı Türkleri İlmi Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları, 1971-1972, Ankara 1975, V, 236; Azade Akar. "Ayasofya'da Bulunan Türk Eserleri ve Süslemelerine Dair Bir Araştırma", Vakıflar Dergisi, IX (197.1), s. 286-287; Semavi Eyice, "Ayasofya Horologion'u ve Muvakkithanesi", Ayasofya Müzesi Yıllığı, IX (1983) s. 15-24.

318 A. Akgündüz, S. Öztürk, Y. Baş, Kiliseden Müzeye Ayasofya Camii, İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı, 2006.

319 Kumbasar, a.g.t., s. 122-125. 320 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri. 321 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 236. 322 Akgündüz, a.g.e.

Page 97: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

97

Silivrikapı’da Bala Süleyman Ağa Mescidi’nde sebil, çeşme ve muvakkithaneden

meydana gelen üçlü bina topluluğunda bulunmaktadır. Caminin bânisi Topçubaşı Bâlâ

Süleyman Ağa’dır (ö. 1460'tan sonra). Süleyman Ağa’nın hayatı hakkında bilgi yoktur.

İstanbul muhasarasına katılan topçu birliklerinden birisine kumanda ettiği bilinmektedir.

Muhtemelen daha sonra topçubaşı olmuştur. Süleyman Ağa Silivrikapı semtinde kendi

adına yaptırdığı bu mescid dört duvarlı ve ahşap çatılıdır. Bunun yanına bir de tekke

yaptırmıştır. Kabri mescidinin yanı başında bulunan türbededir. Mescidin yanındaki

muvakkithane ise Sultan Abdülmecid’in hanımlarından Perestû Hatun tarafından 1891

yılında inşa ettirilmiştir.323

Solda sebil, ortada abidevî bir çeşme ve sağda muvakkithaneden oluşan üçlü yapı

topluluğu hayli dekoratif bir tarzda inşa edilmiştir. Bütün yapıyı boydan boya bir kitabe

dolaşır. Cephe düzeni ve dış görünüm olarak sebil ve muvakkithaneyi bir birinden ayırd

etmek adeta mümkün değildir. Dikdörtgen planlı yapılarda ön cephe üçlü olarak dışarı

taşırılmıştır. Üç pencere açıklığı, yuvarlak kemer hissi veren mermer yekpare lentoların

dört adet sütun tarafından taşınmasıyla sağlanmıştır. Kemre taştan inşa edilen yapıda

cephe tamamen mermer, pencereler demir şebekelidir. Üçlü yapının çatısı geniş saçaklı

kırma çatıyla örülmüştür.324

Kitabesinin bir beyti şu şekildedir:

“..Sebil ile muvakkithane zeyn etmiş cenâheynin

Bu himmet eylemez mi, zül-cenâheyn olduğun imâ..”325 (Bk. Figure 8).

6.2.6. BEYKOZ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Muvakkithane, Beykoz’da İskele Meydanından Beykoz Camii’ne girişte sağda,

caminin kuzeyinde bulunmaktadır. Banisi III. Selim dönemi devlet adamlarından

Hüseyin Ağa’dır. Külliye 1809 yılında inşa edilmiş muvakkithane ise 1857 yılında ilave

olarak binaya katılmıştır. Caminin avlusu içinde yer alan bina altı kenarlı mustakil bir

yapıdır. Tek bir odadan ibaret olan yapının kare olan plan şeması meydana bakan kuzey

323 Hadika I, 58; SO, IV, 781; E. H. Ayverdi, Fatih Devri Mimarisi, İst., 1953, s. 12-14; M.

Hattatoğlu, "İstanbul Silivrikapı'da Topçubaşı Balâ Süleyman Ağa Mimari Manzûmesi", VD, IV (1958), s. 183-191; Fatih Mehmed II Vakfiyeleri, Ank., 1938, s. 318.

324 Kumbasar, a.g.t., s. 149-151. 325 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 237.

Page 98: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

98

yönünde üç adet kenarla dışarı taşırılmış ve böylece altı kenar elde edilmiştir. Bu üçlü

cephede üç adet büyük boyutta yuvarlak kemerli demir şebekeli pencereler vardır.

Yapıya giriş cami girişine bakan yöndeki kapıdandır. Yapının üzerindeki kubbe kurşun

ile kaplanmıştır. Giriş kapısının üzerindeki kitabede “Eser-i el-Hâc Hüseyin Ağa”

ibaresi ve 1274 (1857) tarihi okunmaktadır.

Uzun bir süre bir partinin toplantı odası, daha sonra Beykoz muhtarlığı olarak

kullanılan yapı günümüzde Beykoz Müftülüğü Dini Danışma Bürosu olarak

kullanılmaktadır. Çok yakın tarihte tamir gören ve yenilenen muvakkithane oldukça

bakımlı ve iyi bir haldedir.326 (Bk. Figure 9-10).

6.2.7. BEYLERBEYİ CAMİİ

Sultan I. Abdülhamid (1774–1789) tarafından 1778 yılında inşa ettirilen camiye

1810–1 yılında Sultan II. Mahmud tarafından bazı ilaveler yapılmıştır. Bunlardan birisi

de muvakkithanedir. Yapının dört cepheli çeşmesi ve muvakkithanesi de bu dönemde

eklenmiştir. 327

Çeşme için deniz kıyısı tercih edilirken muvakkithane külliyenin güney-batısına

gelecek şekilde içeriye doğru yerleştirilmiştir. İki katlı yapı farklı mimari biçimiyle

dikkat çeker. Yarım daire ve dikdörtgen şemanın birleşimi olan planda alt kat

muvakkithane üst kat da sıbyan mektebi olarak hizmet vermiştir.328 Geniş ve dikdörtgen

pencereleriyle dışa açılan yarım daire saatlerin bulunduğu, dikdörtgen kısım ise

muvakkidin çalışma ofisi olarak kullandığı alan olmalıdır. Zemin kat ile birinci kat

arasında dolaşan silmenin altında muvakkithanenin yapıldığı tarihi ihtiva eden bir kitabe

yer almaktadır:

Kevakible müzeyyen etti İzzet burcu tarihin

Muvakkitle hem resmi sipihr oldu zemin üzre.329

Barok tarzındaki külliyeye yaklaşık otuz sene sonra ilave edilen iki katlı yapının

zemin katı muvakkithane üst katı ise sıbyan mektebi olarak tasarlanmıştır. Binanın U

326 Kumbasar, a.g.t., s. 141-144. 327 Selçuk Batur, “Beylerbeyi Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, II, 203. 328 Server Dayıoğlu, “İstanbul’un Muvakktihaneleri”, İstanbul, 13 (1995), 37. 329 Keçecizâde İzzet Molla’nın tertiplediği bu tarih kitabesi astronomiye ait terimlerle hazırlanmıştır.

Ünver, Muvakkithaneler, 238.

Page 99: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

99

şeklindeki planı, yarım daire ve dikdörtgen şemanın birleşimidir. Benzerine pek

rastlanmayan bu plan tipinde dışarıya altı adet pencereyle açılan dairesel oda saatlerin

bulunduğu, dikdörtgen şemaya sahip kısım ise muvakkite ait çalışma yeri olarak

kullanıldığı bölümdür. Binanın cephesi mermer kaplamadır. Pencereler iki kat boyunca

sık aralıklarla yerleştirilmiştir. Geniş ve dikdörtgen pencerelerin aralarında yarım

payeler bulunmaktadır. Zemin kat ile birinci kat arasında yine mermer bir silme dolaşır.

Silmenin altındaki bütün bir yapıyı boyunca devam eder hat yazısı da cephe süslemesi

olarak göze çarpmaktadır. Yapının çatı saçakları hayli geniştir ve barok tarzı kalem

işlemelerle tezyin edilmiştir. Muvakkithanenin Sultan I. Abdülhamid’in ruhu için oğlu

tarafından yaptırılmış olması bilgisi dikkat çeker.330

Camide ayrıca bir de güneş saati bulunmaktadır. Caminin kıble duvarının taşlarına

kazınan dikey türdeki güneş saati fazla teferruatlı olmayıp üçgen şeklindeki saatler

grubundandır. Güneş saati, halen üzerinde bulunmayan mil deliğinin hemen yanındaki

içbükey kış gündönümü ve sağ taraftaki daha uzun ve derin kavisli dışbükey yaz

gündönümü eğrisi arasındaki paralel çizgilerden meydana gelmektedir. Ayrıca, saat

başlarını ve on beşer dakikalık zaman dilimlerini gösteren bu çizgileri, ortada çapraz

olarak kesen bahar ve güz dönümlerine ait düz bir çizgi daha vardır. Milin biraz solunda

aşağı doğru dik olarak inen öğle çizgisi ile onun sağında yere paralel olarak uzanan ufuk

hattını en sağda çapraz olarak birleştiren düz bir çizgi vardır. On beşer dakikalık zaman

dilimlerini gösteren çizgiler yaz-gündönümü eğrisine kadar ulaştığı halde 5–12

saatlerini gösteren saat çizgilerinin bu çapraz çizgiye kadar ulaştığı görülmektedir.

İkindi vaktini gösteren “asr” çizgisi bu saatte de bulunur. Yaz-gündönümü çizgisi

üzerinde saat 8.40’da başlayıp kış-gündönümü çizgisi üzerinde saat 9.45 noktasında

sona eren ve ‘asr’ yazısı ile takdim edilen eğri, ikindi vaktini gösterir. Saatin üzerinde

herhangi bir kitabe bulunmaz.331 (Bk. Figure 11).

6.2.8. CAFERAĞA CAMİİ

Caferağa Camii, Kadıköy'de Moda Caddesi’nin başındaki duvarları kâgir, çatısı

ahşap, minaresi çimento sıvalı bir camiidir. Darüssaade Ağa’sı Cafer Ağa tarafından

yaptırılmıştır. 1900 yılında Vakıflar tarafından yenilenmiştir. Cafer Ağa’nın mezarı

330 Kumbasar, a.g.t., s. 76-79. 331 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 96–97.

Page 100: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

100

camiinin haziresindedir. Cami’nin iskele tarafındaki girişinde kâgir duvarlı odalardan

birinin muvakkithane olduğunu Süheyl Ünver ifade eder. Bina Kadıköy müftülüğü

tarafından kullanılmaktadır.332

6.2.9. DOLMABAHÇE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Dolmabahçe Camii, Bezmiâlem Valide Sultan’ın emriyle yapımına başlanmış,

onun 1853 yılında vefatı üzerine oğlu Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından

tamamlanmıştır. Bezmiâlem Valide Sultan Camii, Dolmabahçe Sarayı'nın Saat Kulesi

yönündeki avlu kapısının tam karşısına düştüğü İçin yapıldığı günden beri Dolmabahçe

Camii adıyla anılmış ve literatüre de bu şekilde geçmiştir. Dolmabahçe Camii, Nikogos

Balyan tarafından inşa edilmiştir. Deniz kenarında bir avlu ortasında yapılmış olan

camide ana hacim kubbe ile örtülmüş bir mekândan ibarettir. Dolmabahçe Meydanı'nın

açılması sırasında avlu çevre duvarı ile cümle kapıları ve bazı birimleri ortadan kalkan

caminin, önündeki Hünkâr Kasrı İle birlikte sergilediği bugünkü durum orijinal

görünümünü yansıtmamaktadır. Caminin ampir üslûptaki sekizgen planlı ve kubbeli

muvakkithanesi ise 1956 yılındaki meydan düzenleme çalışmaları esnasında cadde

üzerinden kaldırılarak deniz tarafındaki halen bulunduğu yere nakledilmiştir.333

Emsalleri arasında en fazla süslemeli ve adeta dekoratif bir öğe gibi tasarlanmış

hayli güzel bir yapı olan muvakkithane sekizgen planlıdır. Yuvarlak kemerli büyük

boyuttaki pencereler giriş hariç her cephede birer tane olmak üzere toplam yedi adettir.

Yuvarlak kemerle giriş kapısının üzerinde de aynı süsleme programıyla devam

etmektedir. Pencere üzerlerindeki yoğun natüralist bezemeli kısımdan sonra yaklaşık 25

cm dışarı taşan bir silme ile bütün yapıyı çevreler. Muvakkithanenin üzeri kubbeyle

örtülüdür. Kubbenin aleminde Sultan Abdülmecid döneminde çok sık kullanılan sekiz

köşeli yıldız ve hilal dikkat çeker.334

Meydan çalışmalarının yapıldığı 1956 yılında, deniz kenarına taşınırken

muvakkithanenin mimari özelliklerini korunmuştur. Günümüzde sahil kenarını süsleyen

332 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 239. 333 Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1965, II, 20; M. Orhan Bayrak. Türkiye Tarihî Yerler

Kılavuzu, İstanbul 1979, s. 284-285; Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İstanbul 1981, s. 62-64; Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, s. 447-449; R. Ekrem Koçu. "Nusretiye ve Dolmabahçe Camileri", Hayat Tarih Mecmuası, sy. 7, İstanbul 1966, s. 43-48; Erdem Yücel. "Dolmabahçe Camii", İstanbul Ansiklopedisi, IX, 4671-4674.

Page 101: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

101

yapı, güzel iç dekorasyonuyla da cami görevlileri tarafından kullanılmaktadır. Bina

yakın zamanlara kadar deniz kuvvetleri bünyesinde boğaz geçişlerini kontrol amaçlı

olarak kullanılmıştır. (Bk. Figure 12-13).

6.2.10. EMİRGAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Emirgan Camii: Boğaziçi’nde Emirgan semtindedir. Sultan Birinci Abdülhamid

Han tarafından 1782’de yaptırılmıştır. Caminin yanında Hünkar Dairesi bulunmaktadır.

Köşesindeki muvakkithane, Sultan Abdülmecid Han tarafından 1844 yılında

yaptırılmıştır.

Camiden yaklaşık yetmiş sene sonra inşa edilen muvakkithane ampir üsluptadır.

Kesme taştan yamuk planlı yapıya cami tarafındaki cepheden düz lentolu bir kapı ile

girilmektedir. İki adet yola bakan demir şebekeli büyük penceresi vardır. Cephenin üst

kısımları kademeli silmeler ve kornişle hareketlendirilmiştir. Caddeye çapraz bakan

cephenin üzerinde daha önceden bir saatin bulunduğu bugün boş bulunan yuvadan

anlaşılmaktadır.

Muvakkithanenin üzerinde enfes bir kitabe bulunmaktadır. Ortasında banisi Sultan

Abdülmecid’in tuğrası bulunan kitabede şu satırlar yazılıdır.

“Demâdem mihr-i şevket-i hazret-i Abdülmecid Hân’ın Nümâyân irtifa-ı nûr-ı şânı evc-i âlâda Felekler olalı âlât-ı çerh-i saat âleme Eder ilan zama-ı tûl-i adlin mülk-i dünyada Muaddeldir nehâr-i ahdini hurşid-i ikbâli Olup çün subh-i rûşen nur-i hükmü cümle ülkâda Bu mevkide muvakkithane tarhın edicek ferman Olundu es’ad-ı saatte himmet va’z-ı bünyâda Cihana tâ ola saat dakika saniye bari Ede her anını merhun fevz-i yümn ü es’ada Münebbihtir ez’an nazma ziver cevherin tarih Yapıldı bu muvakkithane-i zîbâ nezd-i deryâda -1260”.

1847 tarihli bir belgeye göre burada Muvakkitlik yapan Aziz Efendi’nin aylığı

altmış kuruştur.335 Yine Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin oğlu Mustafa Selim

de burada muvakkitlik yapmıştır.

334 Kumbasar, a.g.t., s. 136. 335 BOA, İrade-Dahiliye, nr. 8268.

Page 102: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

102

Günümüzde muvakkithane ile cami arasında, bir yol bir de çınaraltı çay bahçesi

bulunmaktadır. Muvakkithane de bu çay bahçesine ait çay ocağı olarak

kullanılmaktadır. Daha önceleri de Emirgan Spor Kulübü binası olarak kullanılmıştır.

Yapının tarihi değerlerine dikkat edilmeden kullanılıyor olması kaygı vericidir. (Bk.

Figure 14).

6.2.11. EYÜP SULTAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Eyüp Sultan Camii, Fatih Sultan Mehmed Han’ın emriyle 1453-1459 yılları

arasında Eshab-ı kiramdan Ebû Eyyûb el-Ensari’nin kabr-i şerifinin yanında

yaptırılmıştır. Külliye, cami, türbe, medrese, imaret ve çifte hamamdan meydana

gelmektedir. Cami dikdörtgen planda, mihrabı çıkıntılıdır. Merkez kubbe altı sütun ve

iki filayağına müstenit kemerlere yaslanır, etrafında yarım kubbe, ortasında Eyüp Sultan

türbesi, sandukasının ayakucunda bir pınar, avlu ortasında asırlık bir çınar

bulunmaktadır. Bina yapıldıktan sonra çeşitli defalar tamir görmüştür.

Muvakkithane ise cami avlusuna kıble tarafından girişte solda bulunmaktadır.

Bina Sultan III. Selim (1789-1807) tarafından 1800 yılında inşa edilmiştir.

Muvakkithane binası üçgene yakın plan şemasına sahip küçük bir odadan ibarettir.

Eyüp Meydanı’na bakan cephesi üçlü olarak dışarı taşırılmıştır. Bu üçlü cephede yaygın

olduğu üzere üç adet demir şebekeli pencere vardır. Başka penceresi bulunmayan

muvakkithanenin giriş kapısı avludandır. kesme taştan yapılmış olan bu odanın avlu

tarafındaki bütün cephe mermer kaplıdır. Meydana bakan tarafta ise pencere kısımları

mermer kaplıdır. Pencerelerin üst kısımlarındaki mermer kaplı kemerlerden sonra

kesme taş devam eden cephe, saçaksız üzeri küçük bir kubbeyle örtülü eğik çatıyla son

bulur. İç mekânda büyük ihtimalle saatlerin ayarlarının bozulmadan durabilmeleri için

düz zemin temin etmek maksadıyla açılan 30-40 cm genişliğindeki niş dikkat çeker. 336

Muvakkithanede bulunan kitabeyi ve içinde tarih düşürülmüş olan beyti

Enderunlu Vasıf yazmıştır. Kitabede şunlar yazılıdır.

“Yaptı zibara muvakkit odasın Sultan Selim”.

Avluya açılan muvakkithane kapısı üzerinde de “selâmün hiye hattâ matla’ il-fecr”

ayeti bulunur.

336 Kumbasar, a.g.t., s. 70.

Page 103: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

103

Burada uzun süre muvakkitlik yapan Ressam Ahmed Ziya Akbulut zamanında

muvakkithane hayli meşhur olmuştur. Bina halen diyanet işleri tarafından kitap satış

bürosu olarak kullanılmaktadır. (Bk. Figure 15).

6.2.12. GALATA MEVLEVİHANESİ MUVAKKİTHANESİ

Galata Mevlevihanesi Beyoğlu'nda Tünel tarafında Galip Dede Caddesi'nin

başında bulunmaktadır. Esas ismi Kulekapı Mevlevihanesi olan Galata Mevlevihanesi,

İstanbul’un fethinden sonra 1491 yılında Osmanlı’nın yeni başkentinde kurulan ikinci

mevlevi tekkesidir. Theophile Gautier, Enmondo de Amicis gibi meşhur Batılı İstanbul

gezginlerinin “Beyoğlu Mevlevihanesi”, “Kulekapı Mevlevihanesi” olarak sözünü ettiği

mevlevihanenin bulunduğu yerde daha önce Bizans’ın St. Theodore Manastırı vardı.

Ağaçlarla kaplı bu ıssız yeri, Sultan II. Beyazıt bostancıbaşılık ve beylerbeylik yapan

İskender Paşa'ya verir, o da burada bir av çiftliği kurar. Mevlâna'nın torunlarından

Semaî Mehmet Dede, paşadan arazisinin bir bölümünü Mevlevi dergâhı yapmak üzere

ister. İskender Paşa da bu dileği kabul eder ve 1491'de Galata Mevlevihanesi'nin

yapımına başlanır. Galata Mevlevihanesi, kuruluşundan kısa bir süre sonra halveti

zaviyesine dönüşür; on yedinci yüzyıl başlarında Kasımpaşa Mevlevihanesi'nin

kurucusu Sırrı Abdi Dede'nin çabalarıyla yeniden mevlevihane haline getirilir.

Mevlevihane 27 Aralık 1975 tarihinde halkın ziyaretine açılmıştır. Divan Edebiyatı

Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Mevlevihane’nin muvakkithanesi Galip Dede Caddesi üzerinde, Mevlevihane’ye

girişin sağında bulunmakta olup 1818 yılında inşa edilmiştir. Binanın banisi II. Mahmud

devrinde devlet kâhyası olarak şöhret bulan Kethüda Halet Said Efendi’dir (ö. 1823).

Beyoğlu semtinin rağbet görmeye başladığı bir dönemde inşa edilen bu

muvakkithane, yol kenarında konumlanarak, gelip-geçenlerin içeriyi görebileceği büyük

pencereleriyle bir asırdan fazla faaliyette bulunmuştur. İki katlı olarak inşa edilen

yapının üst katı kütüphane, alt kat sebil ve muvakkithane olarak kullanılmıştır. Mermer

kaplı cephede pencereler demir şebekelidir ve hem saatlerin görünmesini hem de şerbet

ve su dağıtımını sağlayacak genişliktedir. Muvakkithanenin içindeki mermer tabla

büyük ihtimalle dönemin hassas mekanik saatlerinin ayarlarının bozulmaması için

gerekli olan düz ve sert zemini sağlayabilmek için düşünülmüştür. Bir ara polis

Page 104: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

104

karakolu olarak hizmet veren bina halen hediyelik eşya satan bir dükkân olarak

faaliyette bulunmaktadır.337 (Bk. Figure 16).

6.2.13. HUMBARAHANE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Humbarahane Camii, Beyoğlu ilçesine bağlı Hasköy'ün Halıcıoğlu semtinde

bulunan kışlanın içerisinde yer almaktadır. Kışla, III. Selim tarafından 1206 (1792)

yılında, avlusunun ortasında yer alan cami ise annesi ve III. Mustafa'nın başkadını

Mihrişah Valide Sultan tarafından 1208'de (1794) inşa ettirilmiştir. Caminin doğusunda

eski kışlanın kalıntısı bazı birimler, güneyinde ise bir çeşme ve ihata duvarları yer alır;

kuzeybatı köşesinde de yapıya bitişik bir muvakkithane mevcuttur.

Caminin kuzeybatı köşesinde minare kürsüsünün kuzey tarafına bitişik olarak

yapılan altıgen planlı muvakkithane küçük ve tek katlıdır. Üzeri kurşun kaplı piramidal

bir çatı İle örtülen yapının dört cephesinde üçgen kemerli pencerelere yer verilmiş, giriş

de doğu köşesine açılmıştır. Pencerelerin bu şekli muvakkithanenin Abdülaziz veya II.

Abdülhamid döneminde eklendiğini ya da en azından yenilendiğini gösterir. Yapının

ikinci katı birinci kata nazaran dışa daha çıkıntılı olup kirpi saçaklı bir kırma çatıya

sahiptir. İkinci kat pencereleri birinci katla aynı seviyededir. Yapının üzerin halen

kurşun kaplı kırma çatı ile örtülüdür. Bina bakımsız olup kullanılmamaktadır. Eski bir

fotoğraftan binanın vaktiyle çift katlı olduğu anlaşılmaktadır.338 (Bk. Figure 17-18).

6.2.14. İSKELE (KADIKÖY) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Cami Kadıköy İskelesi yakınındadır. 1761 yılında III. Mustafa’nın yaptırdığı

camiyi, 1859 yılında Abdülmecit onartmıştır. 1975 yılında bir onarım daha geçirmiştir.

Taştan, tek kubbeli bir yapıdır. Kapısında tuğralı, 1859 tarihli tamirat kitabesi vardır.

Muvakkithane caminin avlu girişinde solda, meydana bakan tarafında bulunmaktadır.

Muhtemelen yapı ile birlikte 1761 yılında yapılmıştır. Süheyl Ünver muvakkithaneyi

tarif ederken girişteki kargir duvarlı odalardan biri diye belirtir. Buna göre muhtemelen

girişin solunda bulunan günümüzde cami görevlilerinin kullandığı oda muvakkithane

olmalıdır. Kareye yakın dikdörtgen planlı odanın avlu tarafında iki, meydan ve Yasa

337 Kumbasar, a.g.t., s. 90-93; Ş. B. Tanrıkorur, Türkiye Mevlevihanelerinin Mimari Özellikleri,

Konya Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Anabilim Dalı, neşredilmemiş Doktora tezi. 200.

338 Süleyman Faruk Göncüoğlu, “Humbarahane Kışlası ve Camii”, DİA, Temmuz 1998, XVIII, 353-355; a.mlf., Tarihte Hasköy, Istanbul: Sinpaş Kültür Yayınları, 2005.

Page 105: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

105

Caddesine bakan üç adet demir şebekeli penceresi bulunmaktadır. Üzerinde farklı

amaçlı kullanılan bir kat daha bulunan muvakkithaneye giriş avluya bakan kapıdandır.

1921 tarihli bir arşiv kaydında Kadıköy Nüfus İdaresi’nin geçici bir süre buradaki

muvakkithaneyi istihdam ettiğini ifade eder.339 (Bk. Figure 19).

6.2.15. KANDİLLİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Sultan I. Mahmud tarafından 1751 (1165) yılında yaptırılan Kandilli Cami

1916’da Birinci Dünya Savaşı sırasında çıkan yangında ağır hasar görmüştür. Cami gibi

ahşap yapıdaki muvakkithane de bu arada yanmıştır.340 Kaynaklarda Caminin boğaz

yoluna bakan köşesinin iskele tarafında olduğu341 belirtilen muvakkithaneden

günümüzde hiç bir iz kalmamıştır. Cami, 1931’de Vakıflar tarafından yeniden inşa

edilmiştir.342 Muvakkithane içindeki saatlerden biri halen caminin içinde ve çalışır

vaziyettedir. Camide güneş saati bulunmamaktadır.

1927’de kurulan Başmuvakkitlik müessesesinin başına geçen ve ilk başmuvakkit

olan Ahmed Ziya Akbulut’un (1869–1938) bu civarda oturup caminin tekrar inşası ile

ilgilendiği ve yakınlarından birinin burada muvakkit olarak görev yaptığı Ahmed

Süheyl Ünver tarafından belirtilmektedir.343 (Bk. Figure 20).

6.2.16. KANLICA (İSKENDER PAŞA) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Kanlıca Camii olarak da bilinen İskender Paşa Camii, Kanlıca İskelesi’nin

önündeki küçük meydanda bulunmakta olup Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim

dönemlerinin devlet adamlarından, “Magosa Fatihi” olarak tanınan Gazi İskender Paşa

(ö. 1570) tarafından yaptırılmıştır. İskender Paşa’nın 967/ 1559 tarihli vakfiyesi ile

belirtilen bu mescidi, Mimar Sinan’ın tezkirelerinde “Kanlıca’da merhum İskender

Paşa” ve “Camii İskender Paşa der Kanlıca” şeklinde kayıtlıdır. Yapıların tasarımı

Mimar Sinan’a aittir. Zaman içinde çeşitli tamiratlar geçiren külliye 19. yy’ da birtakım

ek binalarla donatılmıştır. Tanzimat dönemi ileri gelenlerinden M. Sadık Rıfat Paşa (ö.

1857) 1849-50 yılında türbeye bitişik bir muvakkithane inşa ettirmiş, aşağı yukarı aynı

339 BOA, DH.MB.HPS, Dosya no. 83, gömlek no 102; Kumbasar, a.g.t., s. 44-47. 340 M. Celalettin Atasoy, Kandilli’de Tarih, İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, 1982, s.

28. 341 Atasoy, a.g.e., 28. 342 Tahsin Öz, İstanbul Camiler II, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1987, s. 35.

Page 106: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

106

yıllarda caminin doğu yönüne, zemin katı kahvehane olarak kullanılan fevkani bir

mektep yaptırılmıştır.344

Muvakkithane, camiden dört yüz yıl sonra inşa edilmesine ve ampir üslubunu

yansıtmasına rağmen, mütevazı boyutları ve sade cepheleri ve köşesine iliştirilmiş

olduğu türbe ile yapışık bir halde ahenk içindedir. Sekizgen planlı yapının kâgir

duvarları sıva ile kaplanmış, üzeri basık sekizgen prizma biçiminde bir ahşap çatı ile

örtülmüştür. Dikdörtgen açıklıklı kapısı ile Boğaz tarafına (batıya) açılan üç adet

yuvarlak kemerli penceresi mermer sövelerle kuşatılmıştır.

Kapının üzerindeki kitabe levhasına ta’lik hatla “Eser- i Rıfat Paşa 1266” (1849-

50) ibaresi yazılmıştır. Günümüzde kitaplık olarak kullanılan muvakkithanenin bu yeni

fonksiyonu da Osmanlıca kitabenin altına yerleştirilmiş olan Latin harfli küçük bir

kitabe ile belirtilmiştir. Demir parmaklıklarla donatılmış olan pencerelerin kemerleri,

üzengi hizasında yer alan silmelerle birbirine bağlanmış, kemerlerin kilit taşları çıkıntılı

olarak tasarlanmıştır.

Birinci dünya savaşı sırasında ekmek deposu olarak kullanılan bina halen camiye

ait bir depo olarak kullanılmaktadır.345 (Bk. Figure 21-22).

6.2.17. KASIMPAŞA CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Kasımpaşa Güzelce Cami (Büyük Cami) Kanuni zamanında Güzelce Kasım Paşa

tarafından yaptırılan camii 3.Ahmed devrinde yandığından 1737 yılında Hekimoğlu Ali

Paşa'nın kardeşi Feyzullah Efendi tarafından yeniden inşa ettirilmiştir muvakkithane

caminin mihrap tarafının arkasında bulunmaktadır. Muvakkithanenin tam olarak ne

zaman yapıldığı belli değil ise de on dokuzuncu yüzyıl sonlarına veya yirminci yüzyıl

başlarına tarihlenebilir.

343 Salim Aydüz, "Akbulut, Ahmed Ziya", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi,

İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 176-177; Ünver, Muvakkithaneler, 243. 344 Baha Tanman, “İskender Paşa Külliyesi”, D. B. İstanbul Ansiklopedisi, c. IV, İstanbul, 2003, s.

207; İ. Aydın Yüksel, “İskender Paşa’ nın eserleri”, Osmanlı Mimarisinde Kanuni Devri, c. 6, s.İstanbul, 2004, s. 261; Ahmet Nezih Galitekin, Osmanlı Kaynaklarına Göre İstanbul Cami, Tekke, Medrese, Mekteb, Türbe, Hamam, Kütüphane, Matbaa, Mahalle ve Selatin İmaretler, İstanbul, 2003, s. 161; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, c. II, Ankara, 1997, s. 35; Mehmet Ali Yeşilbaş, Bir Beykozlu’ nun Anıları, İstanbul, 2005, s. 16; Serhat Teksari, İstanbul Türbeleri, İstanbul, 2005, s. 103.

345 A. C. Vada, Boğaziçi Konuşuyor ve Kanlıca Tarihçesi, İstanbul: Kitabevi, 2004.

Page 107: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

107

Diğer emsallerine göre daha büyük boyutta bir oda olan muvakkithane tek katlı bir

yapıdır. Avluya bakan üç adet, yola bakan dört adet ve kapı yanında da bir adet olmak

üzere toplam sekiz adet büyük boyutta penceresi vardır. Demir şebekeli pencerelerin

üzeri sivri kemerlidir. Kırma çatı örtüsü saçaklarda dışarıya doğru 50 cm kadar

taşmaktadır. Yapının girişinde muvakkithane odasına girmeden önce bir hol

bulunmaktadır. Böylelikle muvakkithaneye iki kapıdan geçilerek ulaşılmaktadır. Bu

küçük hol ayrıca küçük bir odaya da açılmaktadır. Bina halen küçük bir kütüphane ve

cami görevlilerince çalışma ofisi olarak kullanılmaktadır.346 (Bk. Figure 23).

6.2.18. KOCAMUSTAFAPAŞA (SÜMBÜL EFENDİ) CAMİİ

MUVAKKİTHANESİ

Koca Mustafa Paşa Camii (Ayios Andreas en te Krisei Manastırı ya da kısaca

Andreas Manastırı) İstanbul'un Kocamustafapaşa semtinde Doğu Roma döneminden

kalma dinî bir yapıdır. İstanbul'un fethine kadar manastır ve kilise olarak faaliyet

gösteren bina 1486'da camiye dönüştürülmüştür. Üç avlu kapısı, iki giriş kapısı vardır.

Kocamustafa kapısından girişte sağ ve solda hazire ve sağda metruk ahşap ev

bulunmaktadır. Sağda Safiye Sultan türbesi, avluda Sümbülîye tarikatının kurucu şeyhi

Yusuf Sümbül Sinanüddin Efendi'nin (1451-1529) türbesi vardır. Sümbül Efendi türbesi

ile şadırvan arasında korumaya alınmış 500 yıllık selvi ve yanında beyaz mermer

sütundan tarihi çeşme bulunur. Muvakkithane cami avlusuna Şekerci Kapısı denen

girişten girince sağda bulunmaktadır.347 Ancak ne zaman yapıldığı belli değildir. 1847

yılında camiye yapılan ilaveler sırasında yapılmış olması muhtemeldir. Muvakkithaneye

avlu girişinin sağındaki kapıdan sonra içerdeki esas kapıdan girilir. İki adet avlu girişine

bakan iki adet arka bahçeye baklava dilimli geniş şebekeli pencereleri vardır.

Pencerelerin üzeri tuğladan yassı kemerlidir. Yanının örgü sistemi külliyenin kiliseden

yapıldığı 1486 yıllarını çağrıştırmaktadır. Ancak muvakkithanenin 1847 yılında yapıla

yeni ilaveler sırasında inşa edildiğini ileri süren araştırmacılar da vardır. Buna delil

olarak penceredeki şebekeler gösterilebilir. Yapı günümüzde camiye ait depo ve

346 Kumbasar, a.g.t., s. 161-164. 347 http://www.sumbulefendicami.com/

Page 108: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

108

muhtelif alet ü edevatın konulduğu bir tesisat odası olarak kullanılmaktadır.348 (Bk.

Figure 24).

6.2.19. LALELİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Laleli Camii 1760-1763 yılları arasında padişah III. Mustafa tarafından bir külliye

olarak inşa ettirilmiş ve bulunduğu semte adını vermiş olan bir camidir. Caminin

mimarı Mehmed Tahir Ağa'dır. Cami adını o zamanlar yakınında bulunan Laleli Baba

türbesinden almıştır.349

Muvakkithane caminin dış avlusunun batısında Sultan III. Mustafa ve III. Selim’in

türbesi ile imaretin ortasında yer almaktadır. Muvakkithanenin yapım tarihine dair

elimizde bilgi yoktur. Ancak külliyenin bir parçası olarak aynı tarihlerde inşa edilmiş

olması kuvvetle muhtemeldir. (Bk. Figure 25-26).

6.2.20. MAHMUDİYE (SULTAN II. MAHMUD) MUVAKKİTHANESİ

28 Haziran 1839'da vefat eden II. Mahmud, Divanyolu üzerinde XIX. yüzyıla ait

mezar külliyesine defnedilmiştir. Türbenin yanı sıra külliyede Sebil ve muvakkithane de

yer alır. Muvakkithane sebilin sol tarafındaki odalardan birisidir. Sultan Abdülmecid

tarafından inşa ettirilmiştir. Külliye ile birlikte Ekim 1840 yılında tamamlanmıştır.

Muvakkithane daire planlı sebilin iki yanında ikiz odalardan biri olarak tasarlanmıştır.

Divanyolu’a bakan cephe mermer kaplamadır. Sebil odaklı inşa edilen bu yapı

topluluğu ampir üslubun en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir. Dikdörtgen

planlı yapıda kısa kenarlarda ikişer adet, türbe tarafına bakan uzun kenarda ise dört adet

büyük pencere bulunmaktadır. Sebilin aksine yuvarlak kemerli pencereler, demir

şebekelerindeki güneş ve yıldız motifleri ile dikkatleri çekmektedir. İç mekânda

saatlerin konulması için kullanılan mermer kaideler halen durmakta olup saatlerin

nerede olduğu belli değildir. Bina Türk Ocağı Vakfı tarafından seminer odası olarak

kullanılmaktadır. Binanın ilk muvakkidi Mevlevî Eflâkî Dede’dir.350 Oğlu Hüseyin Hâkî

348 Kumbasar, a.g.t., s. 114-117; W. Müler-Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası, çev. Ü. Sayın,

İstanbul; Yapı Kredi yayınları, 2001. 349 Eminönü Camileri, s. 125-127. 350 Muvakkit Ahmed Dede’nin şakirdinin saat takdiminden dolayı atıyye-i seniyye itasına dair 30

Şevval 1282 tarihli irade, BOA, İrade-i Dahiliyye, No. 38050.

Page 109: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

109

ile birlikte her parçası kendi elinden çıkmış saatler yapmakla meşhurdur. Daha sonra

meşhur saat ustalarından Mehmed Usta’da burada görev yapmıştır.351 (Bk. Figure 27).

6.2.21. MURADİYE (SULTAN V. MURAD) MUVAKKİTHANESİ

Sirkeci Hocapaşa Mahallesi’nde Hüdavendigâr Caddesi ile Muradiye Caddesi’nin

kesiştiği köşedeki Muradiye Sebili’nin yanında bulunmaktadır. Sultan V. Murad

tarafından sebil ile birlikte 1876 yılında inşa edilmiştir. Çokgen planlı bir köşe sebil on

altıncı yüzyılda ilk yapıldığında klasik üslupta olduğu daha sonra 1876 yılında ampir ve

neo-klasik eklektik sivri kemerlerle yeniden inşa edilmiştir. Sebille birlikte tasarlanan

muvakkithaneye sebil tarafındaki kapıdan girilir. Kare planlı bu küçük odada yapında

iki adet yola bakan büyük pencere bulunmaktadır. Sebil gibi mermer malzemeden

yapılan muvakkithanenin pencereleri ve kapısı yuvarlak kemerlidir. Kemerlerin

birleştiği yerden başlayan plastırlar cephene hareket kazandırmaktadır. Yapı Vakıflar

İdaresi’nce kiraya verilmiş olup işyeri olarak kullanılmaktadır.352 (Bk. Figure 28).

6.2.22. NİŞANCI MEHMED PAŞA CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Nişancı Mehmed Paşa Camii, Kumkapı Kadırga'da Türkeli Caddesi üzerinde

bulunan ve Fatih Sultan Mehmed’in son sadrazamı Karamanî Mehmed Paşanın nişancı

iken yaptırdığı küçük camidir. 1475-76 yıllarında yapılmıştır. Zamanla tamamen yıkılan

cami daha sonra yeniden yapılmıştır.353 Sekizgen yapı planına sahip olan muvakkithane

caminin avlu girişinin sağında bulunur. Küçük tek bir odadan ibaret olan

muvakkithanenin iç mekânında muhtemelen saatlerin konulması için düşünülmüş bir niş

bulunmaktadır. İç mekândaki dolapların daha sonradan yapıldığı düşünülebilir. Yapının

dört adet geniş, dört adet kısa olan karşılıklı kenarlarından geniş olanların ikisinde

baklava dilimli demir şebekeleri olan pencereler bulunmaktadır. Bu pencerelerden biri

yola biri de avlu girişine bakmaktadır. Muvakkithaneye giriş ise avluya çapraz bakan

kısa kenardaki demir kapıdan sağlanmaktadır. Perviticht haritalarında muvakkithanenin

avluya bakan sağır duvarının bitişiğinde dikdörtgen bir yapı dikkat çekmektedir. Burası

muvakkide ait bir çalışma yeri ya da caminin diğer müştemilatından olabilir. Süheyl

351 H. Burcu Özgüven, “Mahmud II Türbesi, Sebili, Çeşmesi ve Hazîresi”, DİA, XXVII; Kumbasar,

a.g.t., s. 106-109. 352 Ş. Tali, İstanbul Suriçi Sebilleri, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ensititüsü, Sanat Tarihi

Anabilim dalı, neşredilmemiş yüksek lisans tezi, 2005; Kumbasar, a.g.t., s. 145-148. 353 Eminönü Camileri, s. 151-153.

Page 110: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

110

Ünver Bey, 1922 yılında muvakkithane içinde İngiliz yapımı bir saatin varlığından

bahseder. Yapı halen camiye ait eşyaların muhafaza edildiği bir depo olarak

kullanılmakta olup hayli harap bir haldedir.354 (Bk. Figure 29).

6.2.23. NUSRETİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

“Muvakkithane-i münîf” ismiyle de tanınan ve tamamen barok üslûbu ile Kirkor

Amira Balyan (1764-1831) tarafından 1823-1826 yıllarında inşa edilen bu

muvakkithane, tarih boyunca uğradığı çeşitli tahribatlara rağmen hiç şüphesiz

İstanbul’un ayakta kalan en güzel muvakkithanelerinden birisidir. 1956 yılında yol

çalışması sebebiyle yolun karşı yanında kalan muvakkithane, sebil ile birlikte sökülerek

caminin avlusuna Hünkar Kasrı’nın yanına taşınmıştır. Bu binalardan sebil cami

görevlileri için oturma mekânına dönüştürülürken diğeri kaderine terk edilmiştir. Son

yıllarda cami büyük bir tadilattan geçirilmiş ancak ne yazık ki muvakkithane bundan

yararlanamamıştır.

Nusretiye Camii, barok üsluptan ampir üsluba geçişin bir simgesi olarak görülür.

Muvakkithane, sebil ve hünkâr kasrı camiden bir sene kadar sonra eklenmiştir. Hayli

güzel mimari süslemeye sahip olan muvakkithane daireye yakın plan şemasına sahiptir.

Yapıya giriş bitkisel motifli demir şebekelerin pencereler payelerle bir birinden

ayrılmıştır. Pencerelerin üstündeki bezeme kuşağının her cephe biriminde ortada kıvrık

yapraklı bir rozet ve iki yanında perde motifleri yer almaktadır ki bunlar cami girişinde

de kullanılmışlardır. Cami avlusuna bakan cephe sağırdır; pencereler cadde yönüne

bakmaktadır. Dışarı doğru kavislenen her cephe biriminin kesiştiği noktalarda payeler

kullanılmıştır. Yapıya oldukça hareketlilik kazandıran dalgalanmalar çatı saçağının

altındaki boydan boya cepheyi dolaşan kitabede de devam ettirilmiştir. Muvakkithane,

dalgalı saçakları 30-40 cm dışa taşan, kurşun kaplı kubbe ile örtülüdür.355 (Bk. Figure

30).

Meşhur Hattat Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan

Muvakkithanenin kitabenin son kısmında şunlar yazılıdır.

“Lâyıkıyla padişeh şartınca zillullahtır Gün be gün müzdâd ide Allah zıll-i re’fetin

354 Kumbasar, a.g.t., s. 130-133. 355 Kumbasar, a.g.t., s. 94-97.

Page 111: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

111

İki tarih-i mücevher arz eder her gün felek Bilse İzzet sana ol mihr-i cihânın himmetin Dâver-i devrân yaptırdı muvakkithaneyi Mülkü ihya etmenin ol şah buldu saatin”. El-Fakîr Yesârizâde Mustafa İzzet gufrâhümâ”.

6.2.24. OSMANAĞA MUVAKKİTHANESİ

Kadıköy Osmanağa Camii, Kadı Mehmet Efendi Mescidi harap olunca yerine 1.

Sultan Ahmet’in Babüssaade Ağası Osman Ağa tarafından 1612 yılında yaptırılmıştır.

Zamanla bu camii de harap olunca, 1811 yılında 2. Sultan Mahmut tarafından

yenilenmiş, fakat 1878’de Kadıköy’de vukua gelen yangın sonunda bu da yanmış, aynı

yılda bugünkü camii inşa edilmiştir. Muvakkithane caminin avlu girişinin sağında

bulunmaktadır. Pek çok defa tamir geçiren cami en son 1963 yılında elden geçmiş ve bu

esnada avlu girişinin solunda bulunan muvakkithane, girişin sağına alınmıştır. Süheyl

Ünver eski muvakkithanenin ahşap olduğundan ve buranın ortadan kaldırılıp sağdaki

kargir binanın yeniden yapıldığını belirtir. Yapı örgü sistemi ve parmaklıklı demir

şebekeli pencereleri gibi mimari özellikleriyle 1600’lü yıllarda yapılmış olabileceği

izlenimini vermektedir. Muvakkithanenin yola bakan iki adet, avlu ve avlu girişine

bakan birer adet olmak üzere toplam dört adet penceresi bulunmaktadır. Pencere

boyutları diğer muvakkithanelere kıyasla biraz küçüktür.

Kitabesinin son mısraında bulunan yazı şu şekildedir. “söz olmaz bu

muvakkithane-i tarp-ı vâlâya”. Caminin iç avlusunun batı duvarında bir adet dörtgen,

bir adet üçgen ve bir adet de ikindi saati olmak üzere toplam üç adet güneş saati

bulunmaktadır. Dörtgen güneş saatine kazınmış ifadelere göre bu saat 1669 yılında

Rıdvan adında biri tarafından yapılmıştır.356 Cami içinde de iki adet mekanik güneş saati

bulunur. Halen cami görevlileri tarafından dinlenme ve çalışma mekânı olarak

kullanılan yapı genel olarak bakımsız durumdadır. Girişe eklenen yeni mimari öğeler

yapının bütünlüğünü ve görünümünü bozmaktadır.357 (Bk. Figure 31).

6.2.25. RAMAZAN EFENDİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

356 Bu zat muhtemelen Eminönü Yenicami’de de bir güneş saati bulunan Rıdvan Efendi El-Felekî’dir

(ö. 1710). Salim Aydüz, "Rıdwan al-Falaki", in Biographical Encyclopaedia of Astronomers, ed. Thomas Hockey, New York: Springer, 2007, II, 970-971; a.mlf., “Rıdvan El-Felekî”, DİA, XXXV, İstanbul 2008, s. 48-49.

357 Kumbasar, a.g.t., s. 157-160.

Page 112: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

112

Ramazan Efendi Camii Kocamustafapaşa semtindedir. 1585’te Mimar Sinan

tarafından yapılan cami, tek minareli, kırma çatılıdır. Hüsrev Çelebi Camii,

Bezirgânbaşı Camii adıyla da bilinir. Ramazan Efendi denmesinin sebebi buradaki

tekke şeyhinin adının Ramazan Efendi oluşundandır.

Caminin avlu girişi iki kapıdan, aynı caddedendir. Avluda geniş bir bahçe ve etrafı

duvarla çevrilmiş yaşlı ağaçlar, solda imam odası, sağda şadırvandan ayrı bir abdestlik

ve arka tarafta mezarlık bulunmaktadır. Avluya girişte sağda, çeşmenin yanında

muvakkithane yer alır. Kare ufak bir odadan ibaret olan muvakkithanenin biri yola

diğeri ise avluya bakan iki penceresi vardır. Yola bakan pencere biraz daha korunmuş

olduğundan yuvarlak kemerli olduğu görülmektedir. Avluya bakan pencere ise tamamen

yeni yapım izlenimini vermektedir. Muvakkithaneye giriş bu avlu penceresinin

yanındaki kapıdan sağlanmaktadır. Avlu cihetinden bakıldığında gerek cephe

kaplamaları, gerek kapı ve pencereleri, gerekse de çatı örtüsüyle yapı oldukça niteliksiz

durmaktadır. Yapı günümüzde cami görevlileri tarafından dinlenme ve çalışma yeri

olarak kullanılmaktadır. Genel olarak hayli bakımsız olduğu ve birçok eklemelerle tarihi

değerine saygı gösterilmediği anlaşılmaktadır.358 (Bk. Figure 32).

6.2.26. SELİMİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Külliye, Sultan III. Selim tarafından cami, hamam, okul, muvakkithane, çeşme ve

sebille birlikte, kapı kitabesine göre 1805 (1219) yılında yaptırılmıştır.359 Muvakkithane

avlu kapısının iki yanında yer alan odalardan sağ köşesinde bulunmaktadır. Dikdörtgen

planlı, tonozlu bir odanın avluya bakan bir köşesi yumuşatılarak yuvarlak kemerli bir

pencere açılmıştır. İki yanında ise düz lentolu birer pencere daha bulunur.

Muvakkithanenin külliye dışına bakan yönü sağırdır; pencerelerin tümü sokağa değil,

avlunun içine bakmaktadır. Muvakkithanenin kesme taştan yuvarlak kemerli kapısı

pencerelere göre hayli orantısızdır. Kapının bulunduğu yer hariç, yapı pencere hizasına

kesme taş olup diğer yerleri mermer kaplıdır. Pencere aralarında cepheye hareketsizlik

kazandıran yarım payeler bulunmaktadır. Muvakkithane işlevini yitirdikten sonra

358 http://ramazanefendicamii.com; Kumbasar, a.g.t., s. 56-59. 359 Selçuk Batur, “Selimiye Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, VI, 512.

Page 113: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

113

gasilhane yapılmış ve daha sonra Selimiye Kışlasına ait bir depo olarak kullanılmaya

başlanmıştır.360

Yirminci başlarında artık yavaş yavaş işlevini yitiren birçok muvakkithane gibi

burası da başka amaçlarla kullanılmıştır. Önceleri gasilhane olan bu yer, günümüzde

Selimiye kışlasına ait ufak bir depo olarak kullanılmaktadır. Camide güneş saati

bulunmamaktadır. (Bk. Figure 33).

6.2.27. SUADİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Maliye Nazırı Reşat Paşa, genç yaşta ölen karısı Suat hanımın anısına 1907

yılında bu camiyi yaptırmış, camiinin inşaatından sonra bu civara Suadiye denmeye

başlanmıştır. Muvakkithane caminin avlu girişinin solunda bulunmaktadır. Suadiye

Camii avlusunun dört bir yanında küçük, kubbeli yapılar vardır. Bu yapılar

muvakkithane, çeşme, abdeshane ve hela olarak inşa edilmiştir. Bu sekizgen planlı, aynı

ölçülerdeki yapılarda kullanım amacını belirleyen başlıca unsurlardan biri pencere

düzenidir. Muvakkithanenin pencereleri tipik bir özellik olarak büyük boyutta ve çok

sayıdadır. Hayli itinalı bir işçilik gösteren muvakkithaneni yedi adet yuvarlak kemerli

penceresi vardır. Sekizinci açıklık avluya bakan kapı girişi olup, o da yuvarlak

kemerlidir. Tam yola bakan köşedeki cephenin penceresinde kemerli bölümdeki demir

şebekelerde bir saatin konulabileceği şekilde yuvarlak bir boşluk bırakılmıştır.

Pencerelerin iki yanındaki yivli payeler iyoniğe yakın kompozit başlıklarla son bulur.

Her cephede üç konsola dayanan korniş kısmı neo-klasik üsluptadır. Yapı kurşun kaplı

kubbe ile örtülüdür. Tespit edilebildiği kadarıyla en yeni tarihli muvakkithane binası

olan bu yapı camiye ait bir depo olarak kullanılmaktadır.361 (Bk. Figure 34-35).

6.2.28. SULTANAHMED CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Muvakkithane Sultan I. Ahmed’in türbesinin önünde, Sultanahmed Meydanı’na

bakan köşede bulunmaktadır. 1616 yılında tamamlanan külliyeye daha sonra eklenen

muvakkithane 1828 yılı ramazan ayında açılmıştır.

Sultanahmed külliyesi cami, hünkar kasrı, imam odaları, türbe, medrese,

darulkurra, sıbyan mektebi, daruşşifa, imaret, arasta, hamam ve günümüze sadece üç

360 Kumbasar, a.g.t., s. 76-79. 361 Kumbasar, a.g.t., s. 165-168.

Page 114: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

114

tanesi ulaşabilen dört adet sebilden meydana gelmektedir. Topkapı Sarayı Arşivi’nde

bulunan bir belge sebillerden birisinin muvakkithaneye tahvil edilmesine işaret

etmektedir. Muvakkithanenin Sultanahmed Meydanı’na bakan yönündeki kaldırımda

eski sebile ait mermer kemerli pencere lentonları yerleştirilmiştir. Melling’in yaptığı bir

gravürde de muvakkithane yerinde bulunan söz konusu sebil görülmektedir.

Dış cephesi mermer kaplamalı olan muvakkithane binasına Sultan Ahmed

türbesinin girişinin sağındaki kapıdan girilir. Yola bakan cephelerinde üçer adet büyük

boyutta ve demir şebekeli pencereleri bulunan muvakkithane erken ampir üslubundadır.

Pencereler arasında bulunan plastırlar ve saçak kısmındaki kademeli taştan oluşan silme

cepheye hareket kazandırmaktadır. Külliyeye ait 1613 tarihli vakfiye kaydında

muvakkit için “evkât-ı ezana âlim ve saat-i mikatta câzim bir muvakkit” ifadeleri yer

almaktadır.

Sultanahmed Camii’nde üç adet güneş saati bulunmaktadır. Şamlı Hüseyin

tarafından hangi tarihte yapıldığı bilinmeyen dairevi türden bir güneş saati caminin iç

avlusunda kıble yönünün tam tersindeki sütunlar üzerindeki kemerlerden ikisinin

ortasında bulunur. Bunun yanı sıra yine avluda iki adet üçgen türden güneş saati

bulunur. Yapımcıları belli değildir. Muvakkithaneye ait üç saat halen vakıflara ait

depolarda muhafaza edilmektedir. Muvakkithane günümüzde Müzeler Müdürlüğüne ait

bir birim olarak hizmet görmektedir.362 (Bk. Figure 36).

6.2.29. ŞEHZADE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Şehzade Camii (Şehzade Mehmet Camii ya da Şehzadebaşı Camii olarak da

bilinir), Şehzadebaşı semtinde Mimar Sinan 1543-1548 yılları arasında tarafından

yapılmış olan cami, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Saruhan valisi iken 1543'de 22

yaşında ölen oğlu Şehzade Mehmet adına yaptırılmıştır. 18,42 metrelik kubbesi 4 büyük

yarım kubbeye yaslanır. Şadırvan avlusu 12 sütunda 16 kubbelidir. İkişer şerefeli çift

minaresi vardır. İmaret ve medrese, tabhane, türbeler cami bahçesinde ve arka

sokaktadır. Muvakkithanesi ise cadde üzerinden Muvakkithane Kapısı’ndan külliye

avlusuna girince sağda bulunmaktadır. Binanın külliye ile aynı zamanda inşa edilip

edilmediği belli değildir. Buranın ilk muvakkitlerinden Mehmed Çelebi es-Saatî (ö.

362 Kumbasar, a.g.t., s. 98-101.

Page 115: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

115

1631) uzun süre burada çalışmış ve daha sonra müneccimbaşı olmuştur.363 Buna gore

muvakkithanenin hayli eski bir tarihi olduğu anlaşılmaktadır.

Muvakkithane avlu girişinde konumlandırılmış kare planlı bir yapıdır. Eminönü

Yenicami gibi pencere kısmı yuvarlak bir şekilde dışarı taşırılmıştır. Küçük bir odadan

ibaret olan muvakkithane, yola ve avluya bakan pencereleriyle haylbi aydınlık bir iç

mekâna sahiptir. Halen kiremit kaplı olan çatının saçakları avlu tarafında yaklaşık 40

cm. dışarı taşırılmıştır. Yapıya yeni mimari ekler ve yenilemeler yapılmış, böylece

özellikle avlu yönündeki cephesinde özgün görünümünü kaybetmiştir. Muvakkithane

halen cami görevlilerinde dinlenme yeri olarak kullanılmaktadır.364

Saatlerinin dakikliği ile meşhur olan muvakkithanenin saatleri cami içindedir. A.

Süheyl Ünver Bey, bu saatlerden Derviş Yahya yapımı olanının hayli değerli olduğunu

ifade eder. (Bk. Figure 37-38).

6.2.30. TEŞVİKİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Teşvikiye Camii Teşvikiye semtinde olup 1854 yılında Abdülmecit tarafından

yaptırılmış olan camidir. 1794-1795 yıllarında III. Selim tarafından inşa ettirilmiş olan

mescidin yerine yapılmıştır. Muvakkithanesi ile muvakkidin kullanımına tahsis edilen

meşrutası da ikinci inşa döneminde ilave edilmiştir. Muvakkithane cami avlusunun

güneybatı köşesinde, Teşvikiye Caddesi üzerindedir. On dokuzuncu yüzyıl özellikleri

gösteren yapının köşeye gelen pencereli cephesi dışarıya doğru taşırılmıştır. Yuvarlak

kemerli pencerelerdeki demir şebekeler hayli sade bir üsluptadır. Saçakla pencereler

arasında bir silme bütün yapı boyunca dolaşmaktadır. Muvakkithaneye girişteki

dikdörtgen planlı koridor yuvarlak kemerli iki kapı ile hem cami avlusuna hem de

caddeye açılmaktadır. Yapı kurşunla kaplı kubbe ile örtülüdür. Muvakkithane binası

halen işyeri olarak kullanılmaktadır.365 (Bk. Figure 39).

6.2.31. TEVFİKİYE (ARNAVUTKÖY) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Arnavutköy sahilindeki Tevfikiye Camii’nin doğusunda deniz tarafında

bulunmaktadır. Sultan II. Mahmud tarafından 1832 yılında inşa ettirilmiştir.

363 Salim Aydüz, "Mehmed Çelebi", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul

1999, II, 119. 364 Kumbasar, a.g.t., s. 52-55. 365 Kumbasar, a.g.t., s. 138-140.

Page 116: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

116

Cami avlusuna deniz tarafındaki yoldan çıkmak için yapılan merdivenlerin altında

bulunan muvakkithane yapısı kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Kesme taştan yapılmış

olan muvakkithanenin cephesi mermer kaplıdır. Deniz tarafına bakan üç cephede üç

adet mermer yarım paye ile ikiye bölünmüş ve iki adet büyük boyutta demir şebekeli

pencere yerleştirilmiştir. Pencerelerin üzerine iki ayrı mermer tabakaya yazılmış olan

kitabe bulunmaktadır. Pencere söveleri ile mermer kitabe tabakaları arasında kademeli

silme dolaşmaktadır.

Muvakkithaneye ait bir kitabe vardır. Kitabenin son mısraı muvakkithanenin

yapıldığı yıl için tarih düşürülmüştür.

“Ziya-bahş-ı siper-i din ü devlet-i Hân-ı Mahmud’un Şua-ı mihr-i lutfiyle müzeyyen her mahal oldu Hususa bu kenar-ı yevmde ol sultan-ı devranın Pesendide muvakkithanesi gayet güzel oldu İde hak irtifa-i şanın ömr ü şevketin efzun Nice müşkil umur ahd-i hümayununda hall oldu Mücevher saate benzetti Rıfat söyledi tarih “Yapıldı bu muvakkithane-i nev bî-bedel oldu” 1248 (1832).

Muvakkithane binası kullanılmamakta olup boş tutulmaktadır. Etrafına yapılan

dükkânlar yapının görünümüne ve mimari yapısının algılanmasına halel vermektedir.

Yapının doğu ve batı cephelerindeki pencerelerinin bir kısmı dükkânların iç mekânına

dekor olarak kullanılmaktadır.366 (Bk. Figure 40).

6.2.32. YENİ CAMİ MUVAKKİTHANESİ

Eminönü’ndeki Yeni Camii, Türk sanat tarihinde önemli bir yer işgal eder ve

bizim klasik stildeki mimari sanat eserlerimizin en son örneğidir. Caminin inşaatı 1597

yılında başlamış ve 1663 yılında tamamlanabilmiştir. Külliye’nin 27 Receb 1073/6

Nisan 1663 tarihinde hazırlanan Vakfiye’sine göre burada “saatçi” adı altında bir

muvakkit bulunmakta ve yevmiye on beş akça almaktadır. Vakfiyede saatçi ile ilgili

kısım şu şekildedir. “.. ve racül-i emîn ve sâlih ve mütedeyyin derecât ve dekâyıkı

evkâta vukûfu zâhir ve evkât-ı salavâta müterassıt ve nâzır kimesne saatci olup her vakti

teşhis ve ta’yinde dakika fevt etmeyip müezzinlere tenbih eyleye, takdim ve te’hir ve

tehâvün ve taksirden ihtiraz eyleye ve ücreti yevmiyesi on beş akça ola..”367 Görüldüğü

366 Kumbasar, a.g.t., s. 102-105. 367 İstanbul Yeni Cami ve Hünkâr Kasrı, İstanbul: Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1944, s. 79.

Page 117: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

117

üzere Vakfiye’de muvakkithaneden bahsedilmemektedir. Nitekim Yeni Cami Külliyesi,

cami, hünkâr kasrı, Darül-Kurra (yüksek hafız okulu), Sıbyan Mektebi (ilkokul), Mısır

Çarşısı ve sebilden meydana gelmekte olup sonraları bu külliyeye muvakkithane, yeni

bir türbe ile dükkânlar ilave olunmuştur.368 Kitabede yer alan bilgilere göre daha önce

sebil olan bina Sultan II. Mahmud zamanında 1813 yılında, muvakkithaneye

çevrilmiştir.369 Lucienne Thys-Şenocak muvakkithane’nin bulunduğu yerin daha önce

sebil olduğunu belirtir.370

Muvakkithane caminin kıble tarafındaki bahçe duvarlarının kesiştiği köşeye

yerleştirilmiştir. Buraya batı yönündeki kemerli kapıdan girilir. Cami bahçesine de

kapısı bulunan ilk giriş holünden sonra muvakkithanenin ana mekânına giriş için tekrar

bir mekân ile karşılaşılır. Muvakkithanede ana mekân çokgen planlıdır. Giriş holünden

sonra gelen mekândaki tek pencere dövme demir kafes olmakla beraber ana mekândaki

pencereler ampir üslupta ve daha büyüktür. Bu üç adet pencereyle muvakkithane yola

doğru dış bükey yuvarlak şeklinde taşmaktadır. Ana mekândan tekrar dövme demir

kafesli küçük bir mekâna giriş vardır. Böylelikle muvakkithane üçlü bir düzenlemeye

sahip olmuştur. Muvakkithane pencerelerinin mermer söveleri, tunç dövme şebekelerin

motifleri, yaklaşık bir metre kadar dışarı taşan çatı saçakları ve basık formlu kubbesiyle

külliyeye sonradan eklendiğini ilk bakışta anlatmaktadır. Caminin avlu duvarının

açıklıkları muvakkithane mekânına dahil olup pencere olarak kullanılmıştır.

Muvakkithane binası 1956 yılında geriye çektirilmiştir. Bu esnada hiç şaşmamasıyla

meşhur ezanî ve alafranga saatlerin yeri kapatılmış ve saatler kaldırılmıştır. Süheyl

Ünver’e göre yaklaşık bir yüzyıl önce burada cami hizmetlilerinden biri ailesiyle

oturmaktaydı.371

368 Fatih Koşak, “Türk Sanatı ve Mimarisi Açısından “Yeni Cami Külliyesi”,

http://www.turkbirlik.gen.tr/lang-kz/Makale/95-fatih-kosak/302-tuerk-sanat-ve-mimarisi-acsndanyeni-cami-kuelliyesi.html.

369 Kumbasar, Osmanlı Dönemi İstanbul Muvakkithaneleri, s. 86. 370 Lucienne Thys-Şenocak, “The Yeni Valide Mosque Complex of Eminönü, Istanbul (1597-1665):

Gender and Vision in Ottoman Architecture”, in Woman, Patronage, and Self-Perpresantation in Islamic Societies, ed. By. D. Fairchild Ruggles, Albany: State University of New York Press, 2000, (pp. 69-90), s. 80; a. mlf., Ottoman Woman Builders, The Architectural Patronoge of Hadice Turhan Sultan (Woman and gender in the early modern world), Hampshire: Ashgate, 2007, s. 253-254.

371 Kumbasar, a.g.t., s. 86-89.

Page 118: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

118

Kitabesinin son mısraında “söz olmaz bu muvakkithane-i tarp-ı vâlâyâ”

yazmaktadır. Cami iç avlusunun batı duvarında bir adet dörtgen, bir adet üçgen ve bir

adet de ikindi saati bulunmaktadır. Dörtgen güneş saatini Mısırlı meşhur astronomi

âlimi Rıdvan Efendi El-Felekî (ö. 1710) yapmıştır.372 Cami içinde ayrıca iki adet

mekanik duvar saati bulunmaktadır. (Bk. Figure 41).

6.2.33. YENİ VALİDE SULTAN CAMİİ

Üsküdar’daki bu külliye 1708–1710 yılları arasında Valide Emetullah Rabia

Gülnuş Sultan (1647–1715) adına, Sultan III. Ahmed tarafından Mimar Bekir’e

yaptırılmıştır373. Külliye bir cami, hünkâr mahfili, türbe, sebil, muvakkithane, sıbyan

mektebi, dükkânlar, imaret ve çeşmeden oluşmaktadır. Muvakkithane caminin

doğusunda kalan çeşme, sebil, türbeden sonra sıranın devamı olarak gelir. Mimari

üslubu açısından külliyeden daha geç bir döneme tarihlenir.374

Muvakkithane, konum olarak külliyenin Hakimiyet-i Milliye Caddesine bakan

doğu tarafındadır. Çeşme ve sebilden sonra gelen Gülnuş Emetullah Valide Sultan’ın

(1642-1715) açık türbesi ile hazirenin arasında kalan küçük bir oda olarak tasarlanmış

bu yapı mimari özellikleri bakımından bağlı bulunduğu yapı topluluğundan farklıdır.

Pencerelerin biçimlenişi, demir şebekeler gibi özellikler, yapının külliye ile aynı tarihte

inşa edilip edilmediği konusunda tereddütlere sebep olmaktadır. Muvakkithane’nin

1711 tarihli bir muvakkidinin bulunması, binanın bu tarihlerde yapılmış olabileceği

ihtimalini ortaya koymaktadır.375 Tek odadan ibaret ve girişi avludan olan kesme taştan

yığma yapı, esasen dikdörtgen planlıdır. Yola bakan cephesi tipik bir muvakkithane

özelliği diyebileceğimiz şekilde çok köşeli olup, üç adet büyük dikdörtgen pencereye

372 Salim Aydüz, "Rıdwan al-Falaki", in Biographical Encyclopaedia of Astronomers, ed. Thomas

Hockey, New York: Springer, 2007, II, 970-971; a.mlf., “Rıdvan El-Felekî”, DİA, XXXV, İstanbul 2008, s. 48-49.

373 Aynı zamanda Üsküdar Kadısı olan Müneccimbaşı Mehmed Efendi’nin, teşrifat kurallarının dışına çıkılarak, cami temeline ilk harcı koyan kişi olması ilginç bir ayrıntıdır. Fındıklı Mehmet Ağa’nın Nusretname adlı eserinden : “…bu münâsebetle Şa’banın 23. Çarşamba günü (7 Kasım 1708) padişahın emri üzerine vezirler, şeyhler, ulema ve ileri gelenler toplu olarak inşaat sahasına gelmişler, Sultan Beyazıt şeyhi Yenibahçeli Ahmed Efendi’nin duasından sonra, Üsküdar Kadısı Müneccimbaşı Mehmed Efendi temele ilk harcını koymuştu. Halbuki bu törende Valide Sultan Padişahı vekil tayin etmiş olduğuna göre temele harcı koymak hem töre hem de uğur bakımından ona düşerdi.” M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001, 387.

374 Nadide Seçkin, “Yeni Valide Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, VII, 470.

375 Kumbasar, a.g.t., s. 66.

Page 119: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

119

sahip üç yüzden oluşmaktadır. Dikdörtgenin caddeye bakan kenarı üçlü cephe halinde

dışarı taşırılmıştır. Yuvarlak kemerli, demir şebekeli bu üç büyük pencere ile iç mekânın

dışarıyla olan ilişkisi güçlendirilmiştir. Küçük kâgir yapının ahşap çatısı kiremit

örtülüdür. Mermer söveli, kemerli kapısı üzerine iki satır halinde bir ayet-i kerime

yazılmıştır. Üsküdar’daki birçok caminin ezan vakitlerini buradan öğrendiği

söylenmektedir. Aşağıda bahsedeceğimiz Paşalimanı Camii’ndeki güneş saatini, burada

muvakkitlik yapan Ali’nin yaptığı kitabesinden anlaşılmaktadır.376

Muvakkithane günümüzde Üsküdar Abdülhalil Paşa Türbesi ile Mevcut Türbeleri

Onarma Yaşatma Tanıtma Derneği’nin merkezi ofisi olarak kullanılmaktadır.

Burada ayrıca bir de güneş saati bulunmaktadır. Camiin güney-batı duvarında,

kapının hemen sağında bulunan saat, üçgen türden güneş saatlerinden olup derin seçkin

çizgiler halinde doğrudan doğruya duvar taşlarına çizilmiştir. Üzerindeki mili düşmüş

olan cihaz, iki dik çizgiyi birleştiren içbükey-dışbükey kavislerden meydana

gelmektedir. Burçları işaret eden bu hatların ortasında ise bahar ve güz dönümlerini

gösteren düz bir hat bulunur. Bunları çapraz olarak ikindi vaktini gösteren ‘asr’ çizgisi

kesmektedir. Üzerinde kitabe bulunmayan bu güneş saatinde saat çizgileri de yer almaz.

Buna göre çizimin sadece güneşin hangi burçta olduğu ve ikindi vaktini göstermesi

maksadıyla yapıldığı anlaşılmaktadır.377 (Bk. Figure 42-43).

6.2.34. YENİKAPI MEVLEVİHANESİ MUVAKKİTHANESİ

Yenikapı Mevlevihanesi, Mevlevî tarikatının İstanbul'da Galata

Mevlevihanesi'nden sonra faaliyete geçirdiği ikinci dergâhtır. Merkez Efendi Mahallesi

sınırları içinde yer alan Mevlevîhane, tarikatın "Âsitâne" olarak kabul ettiği büyük

ölçekli külliyelerinin başında gelir. İstanbul'un beş önemli Mevlevihanesi’nden biri olan

Yenikapı Mevlevihanesi Osmanlı tekke mimarisinin karakteristik özelliklerini taşıyan

güzel bir örnektir.

Muvakkithane Zeytinburnu Merkez Efendi Caddesi’ndeki Yenikapı

Mevlevihanesi’nin girişinde sağda bulunmaktadır. Muvakkithanenin banisi Sultan

Abdülmecid dönemi maliye nazırlarından Abdurrahman Nafiz Paşa’dır. 1848 yılında

inşa edilmiştir.

376 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 99–100.

Page 120: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

120

1597 yılında inşa edilen Mevlevihane’nin giriş kapısının sağ ve solunda daha

sonradan inşa edilen kubbeli iki oda bulunmaktadır. Bunlardan sağ taraftaki sebil, sol

taraftaki ise muvakkithane olarak kullanılmaktadır. Ampir üsluptaki muvakkithanenin

Kumkapı Nişancı Mehmed Paşa Muvakkithanesi gibi birkaç örnekte daha görüldüğü

üzere dörder eş kenarlı sekizgen planı şeması vardır. Biri yola, diğeri avlu girişine, bir

diğeri de hazireye bakan üç adet demir şebekeli pencereye sahip muvakkithanenin girişi

avluya çapraz bakan kısa kenardaki demir kapıdandır. Tek bir odadan ibaret olan

yapının iç mekânında muhtemelen saatlerin koyulması için yapılmış nişler

bulunmaktadır. Yapının üzerindeki kubbe kurşun kaplıdır. Aksaray Pertevniyal Valide

Sultan Camii muvakkithanesinde de görev yapmış olan Nuri Efendi ile Hımhım İsmail

Dede’ler burada görev yapmışlardır. Bina halen Mevlevihane’nin bekçi odası olarak

kullanılmaktadır. 378 (Bk. Figure 44-45).

Muvakkithanenin üzerinde son mısraında yapılış tarihini belirten bir beyit bulunan

bir kitabe bulunmaktadır. Kitabede şunlar yazılıdır.

“Dergâh-ı Mevlana’da aşk ile Muvakkithaneyi Ben bende-i Hazret-i Han kıldı hulûs ile binâ Leyl ü nehâr devvâr olup gerdûn-ı semâ ettikçe tâ Bâ-hürmet-i Molla bu hidmet ola makbul-i Hüdâ Tarihini mucemle hod bânisi Nâfiz söyledi Vakti bilen cân eyleye hem-vâre hayr ile dua -1265”.379

6.3. MEVCUT OLMAYAN BAZI MUVAKKİTHANELER

6.3.1. ALTUNİZADE CAMİİ

İsmail Zühdü Paşa’nın (1805–1889) 1865 yılında yaptırdığı caminin

müştemilatına dâhil olan muvakkithane günümüze ulaşmamıştır. Fahreddin Kerim

Gökay Caddesi üzerinde bulunan ve caminin son cemaat yeri ile avlu ihata duvarı

arasında kalan üçgen alanda olduğu bilinen yapı380 daha muvakkithaneler kapanmadan,

377 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 86. 378 Kumbasar, a.g.t., s. 118-121. 379 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 232. 380 Hakan Arlı, “Altunizade Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, I, 232.

Page 121: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

121

İsmail Zühdü Paşa’nın ölümünden sonra bakımsız kalmış ve harap olmuştur381.

Muvakkithaneye ait saatler camide bulunmaktadır.

6.3.2. AYAZMA CAMİİ

Cami, 1760–1761 yıllarında Sultan III. Mustafa tarafından annesi Mihrişah Emine

Sultan (ö. 1732) ile kardeşi Şehzade Süleyman adlarına Mimarbaşı Mehmed Tahir

Ağa’ya yaptırılmıştır.

Hadikatü’l-Cevâmi’ adlı eserdeki “Caminin diğer padişah camileri gibi levazımatı

mükemmeldir. Müstakil muvakkithanesi dahi vardır…” ifadesinden burada hususi bir

mekân olarak bir muvakkithane bulunduğunu anlamaktayız. Ancak diğer bazı bölümleri

gibi muvakkithane de günümüze ulaşamamıştır.382 Günümüzde mevcut olmayan bu

yapının yeri konusunda kaynaklarda caminin batı tarafında iki oda alabilecek

büyüklükteki bir sahadan bahsedilmektedir. 383 A. Süheyl Ünver’in tarifine göre

muvakkithanede önce ufak bir avluya girilir. Çok güzel ve berrak alınlıkla çıkık üç

pencereli bir odadan başka arkada muvakkide ait bir ufak oda daha vardır.384 Bu

durumda muvakkithanenin iki odalı olduğu anlaşılmaktadır.

Ayazma Camii’nde muvakkit olarak görev yapan Yahya Muhyiddin Efendi’nin

tarikat sikkeli mezar taşı Mehmed Nasuhi Hazretleri haziresinde bulunmaktadır. Mezar

taşında şu ibare vardır: “Hüve’l-Bâkî, merhûm ve mağfûr, el-muhtâc ilâ rahmet-i

Rabbihi’l-Gafûr. Ayazma’da Muvakkit Şeyh Yahya Muhyiddin Efendi. Sene; 1208, 18

Cemaziyelevvel.” (18 Ocak 1794) 385

Bundan başka Ayazma haziresinde medfun olan Mehmed Seyyid (Said386) (ö.

1181) de Ayazma Camii muvakkithanesinde görev yapan muvakkitlerdendir387

381 Ünver, Muvakkithaneler, 235. 382 Semavi Eyice, “Ayazma Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi I, İstanbul, 1994, s. 471. 383 Ünver, Muvakkithaneler, 236. 384 Ünver, aynı yer, 236. 385 İsmail Hakkı Avcı, “Mehmed Nasuhi Hazretleri Haziresi ve Mezar Taşları”, www.sanatalemi.net 386 M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001, 87. 387 İ. Hakkı Konyalı, Abideleri ve kitabeleri ile Üsküdar tarihi, İstanbul: Türkiye Yeşilay Cemiyeti,

1976, 103.

Page 122: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

122

Ayrıca Teşrifatçı Akif Mehmed Efendi’nin kaleme aldığı Tarih-i Cülus-ı Sultan

Mustafa adlı eserde Ayazma Camii ile ilgili kayıtlarda muvakkidin maaşının on kuruş

olduğu ifade edilir.388

Mihrimah Sultan Camii’nde olduğu gibi burada da Camiin kıble duvarında, biri

mermer levha üzerine, diğeri doğrudan doğruya duvar taşlarına işlenmiş olan iki ayrı

güneş saati bulunmaktadır.

Mihrap duvarında, arkasına yerleştirilen tuğla dolgularla hafifçe batıya bakan

birinci güneş saati, hem üçgen, hem de dörtgen türü bünyesinde toplamaktadır. Yatık

dikdörtgen şeklindeki kadranın sol üst köşesine yerleştirilen iki milden biri üçgen,

diğeri dörtgen saate kumanda etmekteydi. Bu kadranı dik olarak boydan boya kat eden

“öğle çizgisi”nin üst ucunda izi bulunan, fakat şimdi mevcut olmayan uzun milin

gölgesi, kadranın alt ve sağ kenarı boyunca devam eden çizgilere kadar uzanmaktaydı.

Üst çizginin meydana getirdiği iki şeritten içteki, üçer çizgiyle on beşer dakikalık dört

dilime ayrılmıştır. Dıştaki şeridi kesen her bir çizgi ise öğleden sonraki saatleri

göstermektedir. Bunların aralarında 15, 30.. gibi derecelerin ebced hesabıyla harf

cinsinden karşılığı yazılmıştır.389

Aynı kadranın üzerinde bulunan üçgen saat, burç çizgilerinin varlığı sebebiyle

mürekkep saatler grubuna girmektedir. Burçları gösteren altısı kavisli, biri düz yedi

çizginin uçlarına burçların Arapça isimleri yazılmıştır. Cihazın üzerinde ayrıca “asr-ı

evvel” ve “asr-ı sânî” çizgileri bulunmaktadır.

Saat yaz aylarında öğleden sonraki 4.30–12.00, kış günlerinde ise 7.30–12.00

saatleri arasındaki zamanı göstermektedir. Fakat Mihrimah’takinden farklı olarak bunda

mile dik olarak uzanan ikinci sisteme ait çizgiler mevcut değildir. Kadranın üst

kısmında ve üçgenle dörtgen saatin arasında kalan kısımda üzeri boyandığı için

okunamayan bir kitabe bulunmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı bu saati 1177/1763

yılında Yahya isimli birisinin yaptığını belirtir ki bu da Üsküdar Yeni Valide Camii

muvakkidi Yahya Muhyiddin Efendi olmalıdır.390

388 Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, 86. 389 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 91. 390 İ. Hakkı Konyalı, Abideleri ve kitabeleri ile Üsküdar tarihi, İstanbul: Türkiye Yeşilay Cemiyeti,

1976, I,103.

Page 123: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

123

İkinci güneş saati ise minare kaidesinin güney-batı yüzünde bulunmaktadır. Bugün

bu saatin mili bulunmadığı gibi, oldukça bozuk bir satıh üzerine çizilen çizgilerin de

ancak bir kısmı fark edilebilmektedir. Bununla birlikte mevcut çizgilerden onun tam

şekli hakkında fikir sahibi olabilmekteyiz. Kabaca çizilmiş olan bu cihaz yaz ve kış

gündönümü eğrileri arasındaki bahar gündönümü çizgisiyle mile dik olarak uzanan düz

çizgilerden meydana gelmektedir. Bu çizgilerin her biri on beşer dakikalık zaman

dilimlerini göstermektedir.391

6.3.3. AZAPKAPI MUVAKKİTHANESİ

Unkapanı köprüsünün Galata ayağının dibinde, Azapkapı semtinde yer alan

Azapkapı Camii olarak da bilinin Sokollu Mehmet Paşa Camii’ndedir. Mimar Sinan

tarafından 1578'de Sokollu Mehmet Paşa adına yapılmıştır. Süheyl Ünver buranın

ahşaptan bir muvakkithanesinin bulunduğunu ve son muvakkidinin Hasan Efendi

olduğundan ayrıca saatlerinin hassas ayarından bahseder.392

6.3.4. FATİH CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Tesbit edilebildiği kadarıyla, İstanbul’un ilk muvakkithanesi Fatih Camii Külliyesi

içinde yer almıştır (1470). Buranın günde 10 akça gibi iyi bir ücret alan bir muvakkidi

bulunmaktaydı.393 Ancak bu muvakkithane binası günümüze ulaşamamıştır. İstanbul’un,

zamanında meşhur olan ve binaları günümüze ulaşan iki meşhur muvakkithanesi ise,

Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim Camii avlularında bulunmaktadır.

Bugün mevcut olmayan muvakkithane Camiinin batı tarafında idi. Ali Kuşçu’nun

yaptığı güneş saati ise sağ minarenin kaidesindedir. Ahşap bir bina olan muvakkithane

1917 ‘de yanmış ancak yeniden yapılmamıştır. Saatler ve levhalar caminin içine

nakledilmiştir.394

391 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 91. 392 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 237. 393 A. Süheyl Ünver, Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, İstanbul, 1946, s. 61. 394 Süleyman Zeki Bağlan, “Fatih Külliyesi ve Önemi”, Kültür, 11 (Yaz 2008), s. 114-117.

Page 124: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

124

6.3.5. BAYEZİD CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

İstanbul’un inşasında büyük bir merkez teşkil eden ve Fatih Külliyesi’nden sonra

ikinci büyük külliye olan II. Beyazıt külliyesi içindeki Beyazıt Camii, kendi adıyla

anılan meşhur meydanda bulunmaktadır. Caminin yapımına 1500 yılında başlanmış ve

1505 yılında bitirilmiştir. Muvakkithane camiye ait tabhânenin önünde ve minare

kaidesi yanında avlu duvarı arasındaki odada bulunmaktaydı. Burası İstanbul’un en

meşhur muvakkithanelerinden birisi olup muvakkitleri diğerlerine göre daha fazla ücret

almaktaydı395. Evliya Çelebi, buranın, inşa edildiği tarihten itibaren saatlerinin

doğruluğu ve dakikliği sebebiyle “İslâm âleminde ve Avrupalı gemiciler arasında en

muteber muvakkithane” olduğunu, bundan dolayı da muvakkidinin maaşının diğerlerine

göre fazla olduğunu ifade eder.396 Vakfiyesinde belirtildiğine göre muvakkidine günde

on akça yüz kuruş ve ev kirası ödenmekteydi. Bu maaş 1856-7 yılında iki yüz kuruşa

çıkartılmıştır. Bu muvakkithanenin önemi Osmanlı devletinin son zamanlarına kadar

devam etmiştir. Nitekim 1847 yılında buraya yapılacak bir muvakkit tayininde

muvakkithane için “....Cami-i şerif-i mezkur selâtin-i izam behçet-makam hazerâtının

olup memer mahalde bulunarak Ramazan-ı Şerifte ve eyyamı meşâhirede mesrur ve

395 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 237.

Page 125: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

125

ubûr edenler saatlerin orada ayar eyledikleri cihetle muvakkidin ziyade ehliyetli

bulunması icab-ı halden görünmüş olduğundan....” denilerek bu önem vurgulanmıştır.397

Buranın son muvakkitlerinden Arif Efendi aynı zamanda takvim yapmada da

maharet sahibi idi. Muvakkithanede bulunan saatler, binanın harap olmasından sonra

camiye alınmıştır. Ünver, burada görev yapan muvakkidin Sultan Beyazıt imaretinin

saatçisi diye anıldığını belirtir.398

6.3.6. ÇİNİLİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Sultan İbrahim’in (1640–1648) saltanatının ilk yıllarında Kasım Ağa’nın

mimarbaşılığı zamanında inşa edilen külliyenin banisi Kösem Valide Sultan’dır (1590–

1651). Cami, Çinili mevkiinde, Allame Caddesi ile Çinçin Hamam Sokağı'nın birleştiği

yerde bulunmaktadır. Süheyl Ünver, Camiye ait bir muvakkithanenin varlığından

bahsetmektedir. Ancak muvakkithane günümüze ulaşmamıştır.399 Cami içinde

muhtemelen muvakkithaneden kalma bir adet saat bulunmaktadır. Camide güneş saati

yoktur.

6.3.7. KURBAN NASUH CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Atik Valide Camii’nin inşası esnasında (1570–1583) Mimar Sinan’ın yardımcı

mimarı olan Kurban Nasuh Baba, Karacaahmet Civarında kendi adıyla anılan bir dergâh

ve mescit yaptırmıştır. Dergâhın yanına okul ve ayrıca bir de muvakkithane yapılmış

ancak daha sonra yıkılmıştır. 19. yüzyılda Rufai Şeyhlerinden Mehmed Nuri Efendi

külliyeyi yeniden yaptırmıştır. Kendisinin 1853 (1270) tarihli vakfiyesine göre

muvakkithane de dergâh ve mescit gibi bu yıllarda tekrar yapılmıştır.400 Ancak

günümüze muvakkithaneden hiçbir iz kalmamıştır. Camide güneş saati de

bulunmamaktadır.

6.3.8. MİHRİMAH SULTAN CAMİİ

396 Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul, 1314, s. 144-5. 397 Beyazıt Camii Muvakkithane'sine muvakkit tayinine dair 5 Zilkade 1263 tarihli irade, BOA, İrade,

Dahiliye, No. 38050. 398 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 238. 399 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 240. 400M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001,

247.

Page 126: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

126

Mihrimah Sultan tarafından 1547 (954) yılında Mimar Sinan’a yaptırılan bu

külliyede cami, medrese, imaret, hamam, mektep, kervansaray, türbe ve bir de

muvakkithane bulunmaktadır.401 Yapının Ahmet Süheyl Ünver’e ait, 24 Mayıs 1955’te

yapılmış bir resminde402 muvakkithane son cemaat yerinin karşısında konumlanmış

ahşap bir yapı olarak gözüküyor. Ancak söz konusu ahşap yapı günümüze ulaşmamıştır.

Camide, biri kuzey duvarının dış yüzünde, doğu köşesine yakın bir yerde mermer

bir levha halinde, diğeri mihrabın tam arkasındaki duvar taşlarına işlenmiş olarak iki

tane güneş saati vardır.

Bunlardan birincisi üçgen şekilli güneş saatleri sınıfına girmektedir. Özentisiz

çizgiler halinde doğrudan duvar taşlarına üçgen tarzda kazınmış olan bu güneş saati,

içbükey ve dışbükey çizgilerle bunları çapraz olarak kesen bir ikindi kavsi ve üç tane

düz saat çizgisinden meydana gelmektedir. Üzerinde dakika çizgileri bulunmadığı gibi,

öğle ile akşam arasındaki vakitleri gösteren çizgiler de tam değildir. Ayrıca kitabesi de

yoktur.

İkinci saat ise İstanbul'un en güzel dikey güneş saati olup üçgen güneş saatlerinin

en güzel ve en başarılı örneklerinden birisidir. Mermer bir levhaya çizilmiş ve duvara

yedi adet demir köşebentle tutturulmuştur. Saatin üzerinde biri altta diğeri üstte iki adet

kitabe bulunmaktadır. Saatin sağ alt köşesinde bulunan kitabede “Resmehû Derviş

Yahya Muhyiddin el-Muvakkit bi-Câmi-i Cedîd-i Hümâyûn sene 1183” yazısı yer

almaktadır. Buna göre bu güneş saatinin hesaplarını 1183 (1770) senesinde Yeni Cami

Muvakkiti Derviş Yahya Muhyiddin yapmıştır.403 Kadranın üst tarafında güneş saatini

mermer üzerine kazıyan kişiyi belirten "Eser-i Saitzâde Muhammed Ârif El-me’mur bi-

Hizmeti’l-Evkât" başlığı yer almaktadır. (W. Meyer, bu saatin Beylerbeyi Camii

muvakkithanesinden nakledildiğini ileri sürmektedir. Ancak 1778 yılında inşa edilen

Beylerbeyi Camii bu saatin yapımından sonra inşa edildiğine göre, Meyer’in verdiği bu

bilgilerin ihtiyatla karşılanması gerektiği anlaşılır.) Saatin üzerindeki mevcut yatay

401 M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001,

261. 402 A. Süheyl Ünver’in İstanbul’u, haz. İsmail Kara ...[ve öte.]. İstanbul: İBB Kültür İşleri Daire

Başkanlığı Yayınları, 1996, 181. 403 Yahya Muhyiddin Efendi (ö. 18 Cemaziyülevvel 1208/18 Ocak 1794) Ayazma Camii’nde

muvakkit olup orada da bir adet güneş saati yapmıştır. Mehmed Nasuhi Hazretleri haziresinde medfundur.

Page 127: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

127

çubuk 1970’te yenilenmiş ancak kutup eksenine paralel ikinci çubuk, yeri belli olmakla

birlikte takılmamıştır.404

Öğle namazı ile akşam arasındaki zamanı ölçmekte kullanılan ve 4 ile 12

arasındaki rakamları ihtiva eden bu saat, yere paralel tam ve on beşer dakikalık

çizgilerle bunları çaprazlamasına kesen üçer adet içbükey ve dışbükey, biri düz, yedi

adet burç çizgisinden meydana gelir. Ayrıca, en üstteki ufuk çizgisinin (saat 12)

başlama noktasında bulunan milden radyal olarak dağılan yedi adet burç çizgisi vardır.

Zeval çizgisinin dışında ve günbatımı çizgisinin üstünde yer alan bu burç isimleri

aşağıda Seretan ile başlayarak yukarı doğru Esed, Sümbüle, Mizan, Akrep, Kavs

şeklinde devam ettikten sonra sağa doğru ve gün batımı çizgisinin üstünde Cedi, Delv,

Hut, Hamel ve Sevr ile devam ederek Cevza ile sona erer. Milin alt kısmında saat

8.30’dan başlayıp mile doğru hafif bir kavis yapan ‘asr’ çizgisi bulunur.405

Bu burçların alttan ikinci ile üçüncü arasında “hatt-ı zevâl” (öğle çizgisi”, milin

soluna ise kartuşlar içinde “el-mâzî ani’z-zevâl” (öğleden sonraki saat) ve “el-bâkî ile’z-

zevâl” (öğleye kaç saat kaldığı) yazıları bulunur. “El-bâkî ” ile başlayan yazının

üstündeki 1 rakamı, öğlen namazı vaktine bir saatin kaldığını gösterir. “El-mâzî..” ile

başlayan ifadenin üstünde 1’den başlayıp üstteki burçların arasında 8’e kadar devam

eden rakamlar, öğle vaktinin üzerinden kaç saat geçtiğini işaret etmektedir. Böylece

üstteki sistemde öğle vakti “12” olarak kabul edildiği halde, alttaki rakam dizisinde

güneşin batışı, yeni günün başlama saati “12” olarak alınmıştır.

En uzun gün olan 21 Haziran’da saat 8.30’da başlayan “asr çizgisi” hafif bir

kavisle mile doğru devam eder. Bu sebeple 21 Haziran’da ikindi saat 6.30’da olduğu

halde, günlerin eşit uzunlukta olduğu Başak ve Boğa burçlarının başlama tarihleri olan

21 Ağustos ve 21 Nisan günlerinde saat 9.30’da, en kısa gün olan 21 Aralık tarihindeyse

9.45’te olmaktadır.406

6.3.9. PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

Sultan II. Mahmut'un eşi ve Sultan Abdülaziz'in annesi olan Pertevniyal Valide

Sultan tarafından yaptırılmış olan Pertevniyal Valide Sultan Camii Aksarayda’dır. Cami

404 Atilla Bir, “Zamanı Belirlemeye Yarayan Aletler”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doruğu, 16.

Yüzyıl Teknolojisi, Ed. Kâzım Çeçen, İstanbul: İski yayınları, 1999, s. 231–272. 405 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 64–65.

Page 128: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

128

1869-1871 yılları arasında inşa edildi. Muvakkithane de aynı sene inşa edilmiş olup

Caminin karşısındaydı. 1956-59 arasındaki Aksaray Meydanı düzenlenmesi esnasında

muvakkithane kaldırılmış, sebil gibi camiye ait bazı unsurların yeri değiştirilmiştir. Sun

muvakkidi Seyfettin Peke idi.407

6.3.10. YAVUZ SULTAN SELİM CAMİİ MUVAKKİTHANESİ

İstanbul’un meşhur olan bir diğer muvakkithanesi, Yavuz Sultan Selim Camii

(1522) avlusunda bulunmaktaydı. Buradan pek çok namlı muvakkit ve müneccim

yetişmiştir. Daha önce de ifade edildiği üzere Sultan Selim Camii’nin ilk

muvakkitlerinden olan ve aynı zamanda müneccimbaşılık görevinde de bulunan

Mustafa b. Ali el-Muvakkit, burada uzun müddet vazife yapmıştır. Ondan dört asır

sonra gelen ve aynı zamanda son müneccimbaşı olan Hüseyin Hilmi Efendi (ö. 1924) de

burada muvakkitlik yapmış ve her ikisi de “Sultan Selim Camii muvakkidi” diye

meşhur olmuştur.

7. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ MUVAKKİTLERİ

7.1. AHMED (ö. 1809’tan sonra).

Nuruosmaniye Camii Muvakkithanesi’nde muvakkitlik yapan Ahmed Efendi

hakkında yapmış olduğu bir kıblenüma aletinden başka bilgi bulunmamaktadır.

Kıblenüma 1808-9 tarihli olup üzerinde Muvakkit-i Osmaniye ifadesi yer almaktadır.

Kıblenüma halen Khalili koleksiyonunda bulunmaktadır. 408

406 Nusret Çam, gös. yer. 407 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 252; http://www.transbalkan.net/g12.htm 408 Nasser D. Khalili, Visions of Splendour in Islamic Art and Culture, London: Worth Press, 2008, s.

121.

Page 129: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

129

7.2. AHMED BOSNAVİ (1721'de sağ).

Tam adı Ahmed b. Yusuf el-Bosnavî'dir. Doğumu ve hayatı hakkında bilgi yoktur.

On sekizinci yüzyılın başlarında yaşadığı bilinir. İbadet vakitlerinin belirlenmesine

yarayan, aynı zamanda güneşin ve yıldızlarının yerinin belirlenmesinde yararlanılan bir

irtifa aleti olan, bu arada astronomi problemlerini çözümlemek için nadiren kullanılan

ve daire-i meyyal adıyla bilinen basite âletinin izahını ve kullanma üsulünü anlatan

önemli bir eser kaleme aldı.409

Eseri. Tavzîhu a'mel dâirati'l-meyyâl (T). İbadet vakitlerinin tayininde kullanılan

ve bir irtifa aleti olan, astronomi problemlerini çözümlemek için eskiden nadiren

kullanılan ve daire-i meyyal adıyla tanınan basite aletinin izahını ve kullanılma usulünü

anlatır. Bir mukaddime, on yedi bab ve bir hâtime üzere tertib etti. Eserin pek çok

nüshasının olması muvakkitler arasında kullanılan bir eser olduğunu gösterir.410

7.3. AHMED EFENDİ, HAFIZ (ö. 1865’te sağ).

409 Kandilli Rasathanesi Yazma Eserler Kataloğu, s. 8–10; OALT, I, s. 389. 410 Nüshaları: Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 22, nr. 24, nr. 26/1, 18 v.; Süleymaniye Ktp. Yazma

Bağışlar, nr. 731, nr. 2062/1

Page 130: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

130

Hafız Ahmed Efendi. Şehzade Camii’nde muvakkit iken Ahmed Tahir Efendi’nin

müneccimbaşı olması üzerine yerine 1282/1865 yılında müneccim-i sâni oldu. Hayatı

ve vefatı hakkında bilgi bulunmamaktadır411.

7.4. AHMED EFLÂKÎ DEDE (Tekirdağ, 1808-İstanbul, 1876).

Saatçı, muvakkit. Babası Halvetî tarikatı şeyhlerinden Kırımlızâde Ali Efendi'dir.

Çocukluğunu Tekirdağ'da geçirdi, tahsilini orada tamamladı ve İstanbul'a geldi (1826).

Yenikapı Mevlevihânesi'ne girdi ve çile çıkarıp dede oldu. Bu esnada saat yapımını ve

saatçılığı öğrendi. Bu konuda daha ilerlemek için Paris'e gitti; Bireke saat fabrikasında

çalıştı. Burada minayı öğrendi ve mihver altına yakut yapılmasını Fransız saat ustalarına

öğretti. Dönüşünde Sultan II. Mahmud'un muvakkidi ve saatçısı oldu.412 Saatçılığını

geliştirerek on adet saat yaptı. Bunlardan birisi halen Topkapı Sarayı Müzesi'nde

sergilenir. Bu saatlerden ikisi masa saati olup altlarında rehâvileri vardı. Avrupa

saatlerine benzemez. Ancak bu saatlerini beğenmeyerek yeni tarz saat yaptı. Bu saatin

üzerine 'Muvakkit-i Cennetmekân Sultan Mahmud Hân Ahmed Eflâkî el-Mevlevî'

imzasını attı. Halen Dolmabahçe Sarayı bahçesinde bulunan saat kulesinin minyatürü

şeklinde olan bu saatin dört bir tarafında dört saat, bir küre ve ortasında bir saat ve daha

altında saniyesi bulunur. Küredeki makineleri kuvvetli çelik zembereklere bağlı olan bu

saatin nadide dişlileri ve güzel bir de yakutu vardı. Saatin raksı çok özel bir tarzda

ayarlanmış olup Mevlevî zikirlerine benzetilmiştir. "Eflâkî Dede, Âsitane", yazılı

minası, dişli ve makine kısımları, zarif ve kuvvetli cıva yaldızıyla altınlaştırılmış dış

görüntüsü Ahmed Eflâki Dede'nin özgünlüğünü ve orijinal dizaynını yansıtmaktadır.

Güzelliğiyle dikkat çeken bu saat Paris'teki Osmanlı sergisinde teşhir edildi (1870).

Sultan Abülmecid devrinde saatçiliğe devam etti; yeni saat ve saat parçaları almak,

saatçilik konusundaki yeni gelişmeleri takip etmek üzere bir ara Sultan'ın emriyle

İngiltere'ye gitti. Ahmed Eflâki'nin bir diğer önemli eseri halen Dolmabahçe Sarayı

salonunda bulunan gayet büyük kule şeklindeki saatidir. Aynı zamanda muvakkit olan

Ahmed Eflâki Dede, Sadrazam Fuad Paşa'nın konağına giderek zaman zaman saat ayarı

yaptı. Kendisini takdir eden Fuat Paşa, hakkında

"Parmağıyla dönderir saatı Elâki Dede

411 A. Lütfi, Târih, X, 147; Takvim-i Vekâyi, Sene 25 Rebîülevvel 1282, Defa 812, sahife. 1 sütûn 1.

Page 131: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

131

Dindirir hem bindirir mikatı Eflâki Dede"

mısralarını söyledi. 68 yaşında iken Cağaloğlu'nda bulunan İshakağa Çeşmesi

yakınındaki evinde vefat etti.

Saatçilik tarihinde çok önemli bir yeri bulunan Ahmed Eflâki Dede'nin yaptığı

saatler diğer saatçilere örnek oldu. Oğlu Hüseyin Hâki de kendisi gibi bir saat ustasıdır.

Birçok saat yapan ve saat ustaları yetiştiren Ahmed Eflâki'nin Mehmed Şükrü ismindeki

talebesinin yaptığı saatlerin üzerinde hocasının ismi bulunmaktadır.413

7.5. AHMED NAKŞİ EFENDİ (XVII. yy.).

XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış, Süleymaniye Camii’nin ilk

muvakkitlerinden Ahmed Nakşi Efendi aynı zamanda yaşadığı dönemin önde gelen

büyük âlimlerinden birisiydi414. Minyatür sanatındaki üstünlüğü dolayısıyla meşhur

olmuş ve eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. Bununla birlikte iyi bir muvakkit olarak

da tanınmaktadır.

7.6. AHMED ZİYA AKBULUT (İstanbul, 15 Haziran 1869-İstanbul 17 Nisan

1938).

Matematikçi, astronom, hattat ve ressam. Babası Hacı Kamil Efendizâde Mustafa

Rıza'dır (Çiki Rıza). İstanbul’un Fatih Semtinde Kıztaşı mahallesinde doğdu. Tahsilini

Sofular Mahalle Mektebi (1875), Saraçhane İbtidai Mektebi (1879), Fatih Askeri

Rüştiyesi (1881), Mustafa Reşid Paşa Askeri Rüştiyesi, Kuleli Askeri Lisesi ve Harbiye

Mektebi'nde tamamladı; piyade mülâzım-ı sânisi oldu (1889). Edirne'deki 2. ordu

komutanlığına tayin edildi (20 Haziran 1889); Edirne Mülkiye İdadisinde riyaziye

hocalığı yaptı. İstanbul’a döndükten sonra Erkân-ı Harb Resimhânesinde askeri haritalar

üzerinde çalıştı (1887-1894). Kocamustafapaşa Askeri Lisesi ve Daruşşafaka

Lise'lerinde Fransızca ve matematik dersleri verdi (Ağustos 1891). Ayrıca Gülhane

Askeri Lisesi'nde Fransızca hocalığı yaptı. Kuleli Askeri lisesine resim hocası olarak

tayin edildi (Ekim 1892). Hoca Ali Rıza’nın öğrencisi oldu, Osman Nuri Paşa’nın

yardımcığını yaparak resim bilgi ve tekniğini ilerletti. Aynı yerde kozmografya,

412 Muvakkit Ahmed Dede’nin şakirdinin saat takdiminden dolayı atıyye-i seniyye itasına dair 30

Şevval 1282 tarihli irade, BOA, İrade-i Dahiliyye, No. 38050. 413 Reşat Ekrem Koçu, "Ahmed Eflaki Dede", Türk Ansiklopedisi, I, s. 362-363; Sanat, Topkapı

Sarayı Müzesi, s. 121.

Page 132: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

132

mekanik ve matematik; Harbiye Mektebi'nde de yüksek matematik dersleri verdi

(1897). Bir yandan Sanayi-i Nefise Mektebi’ne devam etti. Tophane Resimhânesi ve

Matbaa-i Askerîye’de müdürlük yaptı (1898-1914). Bir ara Osmanlı Ressamlar

Cemiyeti’nin idare heyeti başkanlığına getirildi (1913). Sanayi-i Nefise Mektebi’ne

riyaziye (matematik) ve fenn-i menâzır (perspektif) hocası olarak tayini çıktı (1914).

Binbaşı iken askeri görevinden ayrıldı (1919). Sanayi-i Nefise Mektebi’nde müdür

muavini oldu. Çeşitli camilerde ve özellikle Eyüp Sultan Camii’nde muvakkitlik yaptı.

Kandilli Rasathanesi ve Evkaf-ı İslâmiye Müzesi’nde (Türk ve İslam Eserleri Müzesi)

müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. Eski Silahlar Komisyon Başkanlığında ve

Harita Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi'nin vefatıyla

müneccimbaşılık müessesesinin lağvedilmesi üzerine (1924) başmuvakkitlik makamı

kuruldu ve Ahmet Ziya burada başmuvakkit oldu (1927). Fransa Astronomi azalığına

seçildi ve İstanbul Belediyesi İnkılâp Müzesi’ni kurdu (1934). Vefat ettiğinde buranın

müdürü idi. Kabri Topkapı Kozlu mezarlığındadır.

Muvakkitliği yanında daha çok ressamlık yönüyle tanındı. Sanat çalışmaları

yanında astronomi, matematik, özellikle menâzır olarak isimlendirilen perspektif

konusunda uzmanlaştı. Bu sebeple kendisine "Menâzırcı Ziyâ" denildi. Perspektif

bilgisini yansıtan mimari ağırlıklı tabiat resimleri meşhur oldu. Klâsik Türk resminin

büyük kıymetlerinden bir peyzaj ustası olmanın yanında matematik ve astronomide de

kendisini yetiştirdi.

Resimlerinde Şeker Ahmed Paşa, Seyyid Bey ve Zekâî Paşa okulunu takip

etmekle beraber onlardan ayrı olarak renkten daha ziyade çizgi üzerinde durdu.

Natüralist bir ressam olan Ahmed Ziya resimlerinde konu edindiği mimari elemanları,

perspektif kurallar ve akademik ilkeler doğrultusunda düzenledi. Geçici ışık-gölge

oyunlarına kapılmadan doğrudan doğruya eşyanın ana renk ve formunu korudu.

Zevksizliğe düşmeden en ince detayları yansıtması eserlerine ayrı bir değer kazandırdı.

Osman Hamdi, Muallim Şevket ve Süleyman Seyyid gibi akademik, ayrıntılara önem

veren ressamların çizgisini takip eden resimleri renklendirilmiş fotoğraf etkisi

uyandırmakta ve Hoca Ali Rıza’nın paletiyle karşılaştırıldığında daha donuk bir etki

bırakmaktadır. Çizgi ve renk mübalağası bulunmayan eserlerinde görüş ve seziş kuvveti

414 Esin Atıl, Süleymanname, Washington 1986, s. 51.

Page 133: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

133

açıkça göze çarpar. İstanbul’daki tarihi yapıları konu ettiği büyük ebatlı resimlerinde

figürlere pek yer vermedi. Bir kısmını fotoğraflardan gerçekleştirdiği tahmin edilen

‘Sultan Ahmed Camii”, “Süleymaniye”, “Büyükada’dan Hayırsız Adanın Görünüşü”,

“Hayırsızada”, “Beyazıt İmaret Binası”, “Beyazıt Sahaflarbaşı”, “Tenekeci Yahudi”,

“Arnavutlar”, “Kandilli’den Bebeğe Bakış” ve “Üsküdar Mihrimah Sultan Camii” gibi

önemli eserleri yerli ve yabancı kolleksiyonlar yanında İstanbul Resim ve Heykel

Müzesi’nde bulunmaktadır. Ayrıca bir çok güneş saati yaptı. Bunlardan son olarak

yaptığı alafranga ve alaturka iki güneş saati, İstanbul Beyazıt semtinde eski İnkılâp

Müzesi avlusunda bulunmaktaydı. Yarım asırlık öğretmenlik hayatında pek çok ressam

ve talebe yetiştirdi. Öğrencileri arasında İsmet İnönü, General Salih Omurtak ve Refik

Saydam gibi kimseler bulunmaktadır.415

Eserleri

1899-1936 yılları arasında Takvim-i Ziya adındaki takvimlerini her sene düzenli

olarak neşretti. İki yıllık bir emeğinin sonucu olan Ameli Menâzır (1896) ile daha sonra

yayınladığı Usûl-i Ameliye-i Fenn-i Menâzır (1922) gibi eserleri Türkiye’de türünün ilk

örnekleri oldu ve uzun yıllar Harbiye Mektebi ile Sanayi-i Nefise Mektebi’nde ders

kitabı olarak okutuldu. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin yayınladığı dergide sanat ile

ilgili makaleler yazdı. Takvim, astronomi, matematik ve menâzır üzerine büyüklü

küçüklü yirmi adet kitabının olduğu bilinmektedir. Tek nüsha halindeki Tarih-i Mimari-

i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi adlı eseri oğlunun elindedir. Ressamlığı

yanında ayrıca hattatlığı, ciltçiliği, marangozluğu ve demirciliği de vardır.

1. Kozmoğrafya, Mekteb-i İdadi-i Şahâne Şakirdanına Tedris Olunmak Üzere (T)

İstanbul 1314, 1321.

2. Muhtasar İlm-i Hey'et (T) İstanbul 1316, 1325.

415 OM, III, s. 256; Osman Ergin, Türk Şehirlerinde imaret Sistemi, İstanbul 1939, s. 26; Reşat Ekrem

Koçu, “Akbulut (Ahmed Ziya)”, İstanbul Ansiklopedisi, I, s. 510-511; Ahmet Özel, “Akbulut, Ahmet Ziya”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, I, s. 155-156. “Akbulut, Ahmet Ziya”, Türk Ansiklopedisi, I, s. 314; Nüzhet İslimyeli, Türk Plâstik Sanatçıları Ansiklopedisi, Ankara 1967, I, s. 16-7; Nurullah Berk, La Peinture Turque, Ankara 1950, s. 17; S. Pertev Boyar, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devirlerinde Türk Ressamları, Hayatlrı ve Eserleri, Ankara 1948, s. 92-94; Nurullah Berk-Ahmed Turanî, Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, İstanbul 1981, s. 62; Aydüz, Müneccimbaşılık, s. 248-249; Hamit Er, "Ahmed Ziya Akbulut ve Tarih-i Mimari-i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi ", Edirne: Serhattaki Payıtaht (haz. E. N. İşli-M. S. Koz), İstanbul 1998, s. 353-362.

Page 134: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

134

3. Tarih-i Mimari-i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi (T).

Bu eserlerinin yanısıra Ali Sulhi'yle birlikte tertip ettikleri 1 ilâ 10000 Âdâd-ı

Tabiiyenin Beş aşar Mertebesine Kadar Yürütülmüş Cep Logaritması (T) (İstanbul

1908), Hendese-i Resmiyye (T) (İstanbul 1921), Garaib-i Hesabiyye Yahud Klavi Şifr

Tercüme (T) (İstanbul 1928), Klavi Şifr (T) (İstanbul 1928), Rub'u Dâ'irenin Esâs ve

Usûl-i Tersîmi (T) (İstanbul 1921), Rub'u Dâ'irenin Sûret-i İsti'mâli (T) (İstanbul 1921),

Ameli Menâzır (T) (İstanbul 1310, 1312, 1314), Usûl-iAmeliye-i Fenn-i Menâzır (T)

(İstanbul 1339, 1341) gibi matbu eserleri vardır. Ayrıca Osmanlı astronomi tarihine dair

önemli konuların yer aldığı, astronomi ve nücum konularındaki kişisel hatıralarını ihtiva

eden bir de Not Defteri (T) bulunmaktadır (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 121). Sürgülü

Hesap Cedveli ve Hendese-i Tersimi adlı tab tarihi ve nüshası tesbit edilemeyen iki eseri

daha vardır.

Ahmet Ziya'nın takvimleri ise şunlardır. a. Takvim-i Ziya: 20 Zikâde 1317-30

Zilkâde 1318 arası, İstanbul 1899; b. Takvim-i Ziya: 13 Cemâziyelevvel 1341-30

Cemâziyelevvel 1342, İstanbul 1922; c. Takvim-i Ziya: 1 Cemâziyelahır 1342-Receb

1342, İstanbul 1341; d. Takvim-i Ziya: 24 Receb 1342-4 Şaban 1343, İstanbul 1923; e.

Takvim-i Ziya: 5 Cemaziyelahır 1343-15 Cemaziyelahır 1344, İstanbul 1924; f. Takvim-

i Ziya: 16 Şaban 1344-25 Cemaziyelahır 1345, İstanbul 1925; g. Takvim-i Ziya: 19

Receb 1347-1 Şaban 1348, İstanbul 1928; h. Takvim-i Ziya (T). Resmî 1938-Hicrî-

Kamerî 1356/1357 senesinde İstanbul'a mahsus şer'i vakitleri, ahval-i cevviyye, eyyâm-ı

mübâreke ve resmiyeyi hâvi takvim (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 571/11).

7.7. ALİ b. AHMED MUVAKKİT (Edirne, ? – 1755'ten sonra).

Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. Hayatının ilk bölümü Edirne'de geçti.

Uzun yıllar muvakkitlik yapan bir aileden gelmektedir. II. Murad'ın Edirne’de yaptırdığı

Edirne Üç Şerefeli Cami'de dedesi elli, babası ise kırk iki sene muvakkitlik görevinde

bulundu. Babasının vefatıyla yerine geçti ve on sekiz sene burada muvakkitlik yaptı.

Selimiye Camii'ne muvakkit oldu. Bir müddet burada çalıştıktan sonra İstanbul'a geldi.

Burada Ahmed Atfî ile Hacı Mustafa efendilerden ders okudu. Fatih Camii

muvakkitliğine getirildi (1723). Muhtemelen ölünceye kadar bu görevde kaldı.416

416 OM, III, s. 287; OALT, I, s. 439. Salim Aydüz, "Ali b. Ahmed Muvakkit", Yaşamları ve

Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 195-196.

Page 135: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

135

Ali Efendi’nin günümüze kadar ulaşmış olan bir adet Daire-i Muaddil aleti

bulunmaktadır.417 1748 yılında yapılan aletin üzerinde Fatih Camii Muvakkidi Ali

imzası bulunmaktadır. Türkçe olarak kaleme aldığı Müntehab A'mali'l-mu'addel isimli

eseri muhtemelen bu aletin yapımı ile ilgilidir.

Eseri. Müntehâbü a'mâli'l-muaddil (T). İrtifa almaktan ve namaz vakitlerinin

tayini gibi meselelerden bahseder. Bir mukaddime ve yirmi beş baptan oluşur. 1755

yılında telif edilmiştir. (Arkeoloji Müzesi Ktp., no. 1089/1, 26 vr).

7.8. ALİ NAZİF EFENDİ (?, ?-?, 1791'de sağ).

Muvakkit. Doğumu ve hayatının ilk devirleri hakkında bilgi yoktur. Sultan III.

Selim devri sadrazamlarından Melek Mehmed Paşa'nın Kandiye muhafızlığı esnasında

kâtibi oldu ve bu arada hususi kütüphanesinden yararlandı. Rub'u mukantara ve Rub'i

müceyyeb aletlerinin çizilmesiyle takvimler hakkında yazdığı eseri önemlidir.418

417 Nasser D. Khalili, Visions of Splendour in Islamic Art and Culture, London: Worth Press, 2008, s.

121. 418 OM, III, s. 287; OALT, II, s. 543–544.

Page 136: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

136

Eseri. Nuhbeti'l-mevâkît (T).419 Yirmi sekiz bâb ve bir kaç fasıl olmak üzere tertip

edildi. Eserde astronomi aletlerinin yapılması ve kullanılmasıyla ilgili bilgiler yanında

astroloji konuları da yer alır.

7.9. ALİ MUYTABÎ (1750'de sağ)

Muvakkit. Tam adı Ali el-Rabıt el-Muytâbî'dir. Doğumu ve hayatı hakkında bilgi

yoktur. Yalnız, XVIII. asrın ortalarında İstanbul'da yaşayan muvakkitlerden olduğu

bilinir. Tekviri'l-emsâr fi'l-evkâti ve'l-a'sâr420 (T) isminde, bir çeşit astronom aleti olan

rub'u müselles'ten bahseden önemli bir eser telif etti (1750). Bu kıymetli çalışmadan

sadece eksik bir nüshası günümüze ulaşabilmiştir.421

7.10. DERVİŞ TALİB EFENDİ (1645’te sağ).

Sultan Selim Muvakkithanesi muvakkitlerindan olan Derviş Talib Efendi

hakkında biyografik eserlerde geniş bilgilere rastlıyamadık. Ancak Topkapı Sarayı’nda

bulunan h. 1027/1618 tarihli bir ruznamçede yer alan hassa tabibleri arasında “Mevlana

Derviş Talib Efendi tabib ve müneccim” olarak zikredilen kişi bu olmalıdır. Buna göre

Talib Efendi aynı zamanda tabib idi. Mehmed Süreyya Bey kendisinin Sultanzâde

Mehmed Paşaya mensubiyetinden dolayı müneccimbaşı olduğunu belirtmektedir422.

Ancak Talib Efendi’nin ne zaman müneccimbaşı olduğu belirli değildir. Zira aynı

zamanda müneccimbaşılık makamında Hüseyin Efendi (ö. 1060) görülmektedir. Talib

Efendi ise 1055/1645 yılı civarında vefat etmiştir.

Derviş Talib Efendi’nin sadece Şeyh Vefa’nın Ruznâmesi üzerine yazdığı Şerh-i

Ruznâme-i Cedid (T)423 adlı şerhi zamanımıza kadar ulaşmıştır.

7.11. EMÎN MUHAMMED B. EL-HÂCC İSMAİL EL-MUVAKKİT (1679’da

sağ)

İbn Sellûm diye tanınan Sâlih b. Nasrullâh el-Halebî'nin (ö. 1081/1670)

1075/1655'te Sultan IV. Mehmed'e takdim ettiği Gâyetü'l-Beyân fî Tedbîri Bedeni'l-

419 Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 289, muhtemelen müellif hattı. 420 Kahire, Dârü'l-kütüb, Mikat-Türkî, nr. 25, 34 v. 421 David A. King, Fihrist Mahtutati'l-ilmiyyeti’l-mahfuza bi-Dari’l-Kutub, I-II, Kahire 1981, I, s.

207; Fihrisu'l-mahtutatu'l-Türkiyye, I, s. 302; OALT, I, s. 434-435. 422 Sicill-i Osmânî, II/331; Süheyl Ünver, “Türk Tıb Tarihi Hakkında Muallim Cevdet’in

Bibliyoğrafyası”, Muallim Cevdet, Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, İstanbul 1937, s. 26. 423 Nüshaları: Milli Ktp. No. 2053/3; Manisa, no. 6590/4.

Page 137: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

137

insân (A) isimli eserin Türkçe çevirisini 1090 /1679 yılında istinsah eden Emîn

Muhammed Efendi hakkında bilgi bulunmamaktadır.424

7.12. HASAN ÇELEBİ (KÜFRÎ) (İstanbul, ?-İstanbul Eylül 1660).

İstanbul'da doğan Hasan Çelebi ilm-i nücûm tahsili yaparak müneccimbaşılığa

kadar yükselmiştir425. Aynı zamanda şâir olan Hasan Çelebi Bahaî mahlâsı ile yazdığı

şiirlerini hezliyat olarak bilinen Divan'ında toplamış ve aynı zamanda devrinin şairleri

arasında şuâra tezkirelerine girmiştir. Ancak Hasan Çelebi, Bahaî mahlasının yanında

daha çok Küfri lakabıyla meşhur olmuştur. Mehmed Süreyya Bey’e göre lakabı daha

önceleri “Fikrî” iken, -yazdığı hezliyata dair eserleri ve hafif meşrepliği sebebiyle-

değiştirilerek “Küfrî” haline getirilmiştir426. Zira Hasan Çelebi'nin yazdığı şiirlerin aşırı

derecede ahlak dışı ve hezliyâttan olması, onun Küfrî lakabıyla anılmasının tabii

olduğunu göstermektedir427.

Nücûm ilminde mahareti bilinen Hasan Çelebi, selefi Müneccimbaşı Hüseyin

Efendi'nin müneccimbaşılığı esnasında yanında müneccim olarak bulunmuş (1055/1645

yılındaki Girit Seferinin hareket anının zayiçesini birlikte hazırlamışlardır) ve onun

azledilmesi üzerine Şeyhülislam Bahaî Efendi'nin isteği ile Fatih Camii’nde muvakkit

iken, bu vazifesi üzerinde kalmak şartıyla kırk akça ile 18 Şaban 1060/8 Ağustos 1650

tarihinde müneccimbaşı olmuştur428.

On sene civarında müneccimbaşılık yapan Hasan Çelebi Arapça “el-maraz

(1071)” (hastalık) kelimesinin ebced hesabı ile karşılığı olan429 Safer 1071/Eylül 1660

424 Selim Ağa, nr. 874/1, yap. 1a-111a; Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, s. 333. 425 Zeyl-i Ravzatü’l-Ebrâr, v. 162a. 426 Sicill-i Osmanî, II, s. 28. 427 Seyyid İsmail Beliğ, Nuhbetü'l-Â sar li-Zeyl-i Zübde-i al-Aş‘ar, İstanbul Üniversitesi Ktp., Ty.

1182, v. 7b; Seyyid Mehmed Rıza, Rıza Tezkiresi, İÜK Ty. 2563, v. 10a; Safayî Mustafa, Safayî Tezkiresi, İstanbul Üniversitesi Ktp., Ty. 1353, v. 15a; Güfti, Teşrifatü'ş-Şuârâ, İÜK Ty. 1533, v. 10a; Şeyhî, I, s. 660; Müstakîmzâde, Mecelletü'n-nisâb, s. 151; Sicill-i Osmanî, II, s. 28; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, v. 3b.

428 BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1497/46, s. 23; BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1519/68, s. 74-77; Kâtip Çelebi, Fezleke, II, s. 367; Naîmâ, Târih, V, 29; Rıza Tezkiresi, v. 10a; Safayî Tezkiresi, v. 15a; Şeyhî, I, s. 660; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, s. 148; Sicill-i Osmanî, II, s. 28; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, v. 3b; İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Katalogu, İstanbul 1967, II, s. 269; Hasan Çelebi tarafından hazırlanan 1061 senesi takviminin teslimi ve karşlığında 1000 akça nevruziye almasına dair teşrifat defteri kaydı. Uzunçarşılı, Saray, s. 372.

429 Müstakimzâde, Mecelletü'n-nisâb, s. 151.

Page 138: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

138

tarihinde vefat etmiştir. Yerine Müneccimek Mehmed Çelebi müneccimbaşı olmuştur430.

Evliya Çelebi Küfri Hasan Efendi hakkında “fenn-i eflakte tekmil-i fünûn etmiş”

demektedir431. Hasan Çelebi Şam, Edirne, İstanbul, Üsküdar, Anadolu ve iki defa da

Rumeli mansıblarını elde etmiştir. Hasan Çelebi, Zeyl-i Karaçelebizâde’nin yazdığına

göre sigara, afyon gibi zararlı şeyleri içmenin yanında zamanla namaz ve orucu terk

etmiş, devrin din büyüklerine dil uzatmış ve ahreti inkar ederek dinden çıkmıştır432.

Hasan Çelebi yazdığı hicivleri ve hezliyata dair şiirlerini Divan'ında toplamıştır433.

Şiirlerinin bazılarını Türkçe bazılarını da Farsça yazan Hasan Çelebi'nin bu eserleri yüz

kızarmadan okunamayacak kadar çok ağır bir hezliyatı hâvidir. Divanı beş kaside, yedi

müseddes, üç muhammes, bir müstezad, altmış yedi gazel, iki mesnevi, on üç beyit, üç

tarih, iki rubaî’den oluşmaktadır. Hasan Çelebi’nin 1061, 1062, 1063, 1064 ve 1065

senelerine ait beş adet Takvim’i günümüze ulaşmıştır434.

7.13. HÜSEYİN HİLMİ EFENDİ (Karlova Şubat 1859 – İstanbul 29 Eylül

1924).

Asıl ismi Hüseyin, mahlası Hilmi'dir. Karlovalı ve Sultan Selim Muvakkiti olarak

tanınır. Filibe sancağına bağlı Karlova'nın Kulfeller köyü hocası olan babası Hacı

Ahmed Efendi’den ilk tahsilini yaptı. İstanbul'a giderek ağabeyinin Çarşamba'daki

evine yerleşti (1873). Mehmed Ağa Medresesi'nde Yedi Emirler türbedarı Hacı Kadrî

Efendi yanında Kuran-ı Kerim'i ezberledi. Bu arada Karlovalı Ahmed Hulusî Efendi'nin

Fatih Camii'ndeki feraiz derslerini takip ederek icazetini aldı (1881). Yine Fatih

Camii'nde Dersiâm Merzifonlu Hacı Hafız Mustafa Efendi'den Arapça (1893), Kıbrıslı

Şeyh Hafız Mehmed Zeki Efendi'den Hadis-i şerif icazetnamesi aldı. Rüus

imtihanlarında birinci olduğundan (1896) meşihat dairesince Fatih Camii dersiâmlığına

tayin edildi (1896). Kısa bir süre sonra müderris oldu (1897). Müneccimbaşı Mustafa

Asım Efendi'den nücum dersleri aldı (1883); Sultan Selim Camii'ne muvakkit oldu.

Maarif nezaretinden takvim neşretmek üzere nücum ruhsatnamesi alarak (1893)

430 Safayî Tezkiresi, v. 15a; Nuhbetü'l-Â sar, v. 7b; Şeyhî, I, s. 661, 672; Müstakimzâde, Mecelletü'n-

nisâb, s. 151; Sicill-i Osmanî, II, s. 28; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, v. 3b; İstanbul Kütüphaneleri Türçe Yazma Divanlar Katalogu, s. 269.

431 Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, s. 148. 432 Zeyl-i Ravzatü’l-Ebrâr, v. 162b. 433 Eserin Nüshası, Bahai Küfri, Hezliyat, İstanbul Üniversitesi Ktp., Ty. 3005; Millet Kütüphanesi,

Ali Emiri, Manzum Eserler, nr. 768.

Page 139: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

139

Takvim-i Mikat adıyla 1 Ramazan 1311-29 Ramazan 1312 hicri senesine ait ilk

takvimini neşretti. Bazı taşra şehirleriyle Yemen, Mekke, Medine ve 22,5 ve 46 derece

enlemleri arasında kalan bazı önemli şehirlerin namaz vakitlerini gösteren Mirat'ü-

Evkât adıyla ayrı bir takvim daha hazırladı. Hocası Mustafa Asım Efendi'nin

müneccimbaşı olması (1898) üzerine takvim neşrine ara verdi. Dersiâm olduğu Fatih

Camii'nde talebe yetiştirme ve icazetname verme izni aldı (1909), aynı yıl komisyon

kararıyla müneccimbaşılığa getirildi. Müneccimbaşılığın lağvedilmesine kadar bu

makamda kaldı (1924).

Birinci Dünya Savaşı'nda düşman kuvvetlerinin Çanakkale'yi zorladıkları sırada

V. Mehmed Reşad'a düşmanın Çanakkale'yi geçemeyeceğine ve üç gün sonra

gideceğine dair Rasathane-i Amire müdürü Fatin Bey ile birlikte yaptıkları zayiçenin

sonucunu bildirerek, savaşın nücuma göre tahmini seyri hakkında bilgi verdi.

İptida-i dâhil Medresesi heyet dersi müderrisliğine (1919), ayrıca Darulhilafe

medreselerinde astronomi dersleri hocalığına tayin edildi. İptida-i hariç İstanbul

müderrisliği (1901), hareket-i hariç (1905), mahreç (1915), Bilad-ı hamse (1916),

üçüncü rütbeden Mecidiye nişanı (1916) ve Haremeyn-i Muhteremeyn (1920) paye ve

rütbelerini aldı. Medreselerin lağvedilmesiyle açıkta kalan Hüseyin Efendi son

zamanlarını geçirdiği Aksaray'da Horhor Mahallesi civarındaki Baba Hasan İlmi

Mahallesi’nde vefat etti. Eski ve modern astronomi ilmini iyi bilen Hüseyin Efendi pek

çok talebeye umumi veya hususi astronomi, fizik, matematik, geometri, takvim, saat

konularında dersler verdi. Yetiştirdiği talebeler arasında M. Fatin Gökmen, başmuvakkit

ve ressam Ahmed Ziya Akbulut ve Süleyman Hilmi Tunahan gibi zatlar

bulunmaktadır.435

Eserleri: 1. Yetmiş dört senelik mîzânü’t-tevârîh (İst., 1328). 2. Miratü evkât. 3.

Takvîm-i sâl (T). 1301/1883-4 yılına ait takvim (TSMK, Y, no. 146). 4. Takvîm-i sâl-i

434 Nüshası, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 165/9-10. 435 İstanbul Müftülüğü Şeriye Sicilleri Arşivi, dosya no. 309; Takvim-i Vekayi, 16 Şevval 1334, no

2616, s. 1; A. Z. Akbulut, Özel Not Defteri, Kandilli Rasathanesi Ktp.,, no. 121, s. 133a; S. Ünver, " İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine", International Symposium, s. 50; ay, “Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler”, Atatürk Konferansları,V, 1971-2, Ank., 1975, s. 250; Albayrak, II, 123, 124; OM, III, 256; İlmiye Salnamesi, 67; O. N. Ergin, Türk Maarif Tarihi, I-II, İstanbul 1972, s. 191; "Hüseyin Hilmi", TA, XVII, 501; Pakalın, II, 587; OALT, II, 712-714; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, s. 246-250.

Page 140: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

140

1328 (T). 1328/1910 yılına mahsus olmak üzere yazılmış, zayiçe-i tali-i sali havi takvim

(TSMK, Y, no. 617). 5. Zaiçe-i sâl (T). 1333/1914-15 yılına mahsus ahkâmı havidir

(TSMK, Y. no. 144). 6. Takvîm-i sâl (T). 1333/1914-15 yılına mahsus takvimdir

(TSMK, Y. no. 145).

Hüseyin Efendi’nin yukarıda bahsedilen eserlerinin yanı sıra çok sayıda matbu

takvimleri vardır.436

7.14. HÜSEYİN HULUSİ EFENDİ, HACI (Ağustos 1859’dan sonra)

Hüseyin Hulusi Efendi hem müderris ve hem de muvakkittir. Sultan II. Mahmut

tarafından inşa edilen Tophane’deki Nusretiye Camii’nde muvakkit olup 1246-1260

(1830-1844) seneleri arasında Padişah Abdülmecid’in Huzur Derslerinde muhatap

olarak bulunmuştur. 15 Muharrem 1260 (5 Şubat 1844) senesinde Galata Mollası, 1264

senesi Zilhicce ayında Bursa Mollası olmuş ve ardından Mekke-i Mükerreme ve 1270

senesi Zilkadesinde (Temmuz 1854) İstanbul Payeleri almıştır. 1275 senesi

Ramazan’ında (Nisan 1859) İstanbul Kadısı olmuş, 1276 senesi Safer ayında (Ağustos

1859) da Anadolu payesini alarak bir müddet sonra vefat etmiştir. Mehmed Süreyya

Bey’e göre ilim sahibi vakarlı bir zat olarak yaşamıştır437.

7.15. İBRAHİM EDHEM EFENDİ (? – İstanbul 9 Ağustos 1865).

Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. İstanbullu olduğu anlaşılmaktadır. Tam

adı Şeyh Hacı İbrahim Edhem Efendi'dir. Beşiktaş ulema cemiyetinin önde gelen

simalarından Kethüdazade Arif Efendi'den nücûm ve heyet dersleri aldı; aynı zamanda

bu cemiyetin üyesi oldu. Uzun müddet muvakkitlik yaptı; müneccim-i sani oldu.

Müneccimbaşı Osman Saib Efendi'nin ölümü üzerine müneccimbaşılığa tayin edildi

(1864). İki sene bu görevde kaldı. Kabri Karacaahmet Mezarlığı’ndadır. Nakşibendi

tarikatına ve diğer bazı tarikatlara mensup olup şeyhliğe kadar yükselmiştir.438

436 Salim Aydüz, "Hüseyin Hilmi Efendi", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul

1999, I, 582-583. 437 Ebül'Ulâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, s. II-III/325; Sicill-i Osmânî, II/227. 438 Kethüdazade Arif Efendi, Menâkıb-ı Kethüdazâde, İstanbul 1305, s. 41; İ. H. Uzunçarşılı, "Nizam-

ı Cedid Ricalinden Valide Sultan Kethüdası Meşhur Yusuf Ağa ve Kethüdazâde Arif Efendi", Belleten, XX/79 (1986), 513; Ş. Mardin, The Genesis of Young Ottoman Political Thought, Princeton, 1962, s. 231; Lutfi, X, 115; A. Z. Akbulut, Özel Not Defteri, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 121, vr 133a; Behçetî İsmail Hakkı, Merâkıd-ı Mûtebere-i Üsküdar, Hacı Selim Ağa

Page 141: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

141

Eserleri: 1. Cedvelü düstûri neyyireyn li-tûli Kostantıniyye muvâfık sene 1234

Hicri (T). Lalande Zici’nden istifade ile yazdığı eseridir (Kandilli Rasathanesi Ktp., no.

574, 25 vr). 2. Heyet ilmine dâir Bir Mecmûa (T,A,F) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no.

280, 44 vr). 3. Ahkâm-ı sâl (T). Müneccim-i sani iken hazırlamış olduğu ahkâm-ı sâldir

(TSMK, A, no. 3635, no. 3636). 4. 1257 Hicret yılı takvîmi (Nücumi) (T) (Kandilli

Rasathanesi Ktp., no. 529, 14 vr).

7.16. İBRAHİM ZÜHDİ EFENDİ (XIX. Yüzyıl sonu).

Muhtemelen son müneccim-i sâni olan İbrahim Zühdi Efendi, Ahmed Tahir

Efendi’nin vefatıyla müneccimbaşı olan Osman Kâmil Efendi yerine Şehzade

Camii’nde muvakkit iken müneccim-i sâni olmuştur. Ancak bu konuda kesin bir bilgi

bulunmamaktadır439. İbrahim Zühdi Efendi II. Abdülhamid döneminde yaşamıştır. Onun

Tali-i Sâl adlı tarihsiz bir eserinden müneccim-i sâni olduğu bilinmektedir440.

7.17. İSMAİL EFENDİ (Halifezâde Çinarî) (?, ?-İstanbul 1790).

Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. İstanbul’da Kocamustafa Paşa

yakınındaki Sancaktar Hayrettin (Çınar) mahallesinde ikâmet ettiği için Çinarî diye

tanınır. Babası Şumnu Kışlası piyâde mukâbelesi kîsedârı Mustafa Efendi’dir. Babası

gibi aynı kalemde şâkird oldu; başhalifeliğe kadar yükseldi. Ordu ile seferlere katıldı.

Genç yaşında astronomi tahsil etti. Bu sahadaki başarısından dolayı Şehzâde (Sultan

III.) Mustafa’nın dikkatini çekti ve 1767 yılında Seyyid Mehmed Said Efendi’den

boşalan Lâleli Câmii muvakkitliğine tayin edildi. 1789 yılına kadar uzun bir süre bu

görevini sürdürdü. Astronomi sahasında telif ve tercüme ondan fazla eser kaleme aldı.

Tercümelerinden ikisi astronomik hesaplarda ve takvim yapımında müracaat edilen

kitaplardan olan ziçlerdir. İkisi Laleli Câmii’nin batı yönündeki kâidesi üzerine, biri de

bir taş üzerine olmak üzere üç tane de güneş saati yaptı. İyi derecede Fransızca

bilmekteydi. Asırlardır kullanılan Uluğ Bey Zici’nin terk edilmesine vesile olan

Fransızca bir zici tercüme ederek, astronomi çalışmalarında yeni bir devir başlattı.441

Ktp., Hüdai Efendi, no. 1193, vr 38; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, 224, 225; OALT, II, 618, 619.

439 A. Ziya Akbulut, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 121. 440 İÜK, TY. 4174, 8a. 441 Salih Zeki, Kamûs-ı Riyâziyyât, I, s. 315-330; OM, III, s. 259-260; SO, I, s. 371-372; Uzunçarşılı,

Osmanlı Tarihi, IV/II, s. 537; OALT, s. 530-536; Adıvar, s. 199-201; Aydüz, Müneccimbaşılık, s. 80; Meltem Akbas, “Ismail Efendi ibn Mu��afā”, Biographical Encyclopaedia of

Page 142: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

142

Eserleri

1. Tercüme-i Zîc-i Hakîm Clairaut (T). Fransız astronom Clariaut’un (ö. 1765)

Théorie de la Lune adlı zicinin tercümesidir (1767-8). (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr.

190, 30 v.). 2. Tuhfe-i Behîc-i Rasîni Tercüme-i Zîc-i Kassîni (T). Fransız astronom J.

Cassini’nin (ö. 1756) Tables Astronomiques adlı zicinin 14 matlab üzerine genişletilmiş

bir tercümesi olup Sultan III. Mustafa’ya ithaf etti (1772-3). Eserin başına logaritma

cedvellerini koyması ve kullanılış tarzını göstermesi, bu konuda Türkçe’ye yapılan ilk

tercüme olması açısından çok mühimdir (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 200, 199 v.).

Tercüme, Süleyman Makamî (ö. 1795) adlı bir dîvân kâtibi tarafından İstanbul enlemine

ve hicrî senelere göre Zîc-i Cedîd Hülâsa-i Garrâ adı verilerek yeniden düzenlenmiştir

(1790). Tercüme 1900 yılından itibaren Sultan III. Selim’in emriyle resmî takvim

hesaplarının yapılmasında kullanılmaya başlandı. Zicin tercümesinin daha iyi

anlaşılması ve kolay kullanılması için, Müneccimbaşı Durakpaşazâde Mîr İbrahim

Teshîl-i Zîc-i Cassini (T) adıyla açıklamalı bir eser yazdı (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr.

237, 39 v.). 3. Risâle fi’l-amel bi’r-rub’i’l-müceyyeb (T) Şumnu Kışlası Piyâde

Mukabelesinde başhalife iken, ricâl-i devletten şıkk-ı evvel defterdarı Ali Râik

Efendi’nin teşvikiyle telif etti (1789) (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 162, 44 v.). 4.

Mahlûlât (T). Basita risâlesidir. Rubu tahtasıyla irtifa almaya mahsus ve İstanbul enlemi

için hesaplanmış cedvellerdir (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 23, 11 v.). Halifezâde

İsmail Efendi’nin yukarıda zikredilen eserleri yanı sıra diğer eserleri şunlardır: Cedvel-i

tesviyetü’l-büyût (T) (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 460, 8 v.); Hisâb-ı Rub’ı

zamâniyye-i muvâfika (T) (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 33, 12 v.); Kitâb fî ilmi’n-

nücûm ve hisâbihâ (T) (Bağdat, Evkâf, nr. 12171, 170 v.); Mukantarât Cevdelleri (A, T)

(Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 480, 8 v.); Rûznâme (T) (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr.

32/3, 8 v.); Takvîm ve Ahkâm-ı sâl-i 1175 (T) (TSMK, Hazine nr. 515, 93 v.). Ayrıca

Cedvel-i ma’rifeti tahvîl-i sâl ve tevârih-i meşhûre, sene 1182-1183 (T) ve Cedvel-i

Astronomers, ed. Thomas Hockey, New York: Springer, 2007, II, 625; Çam, Nusret, Osmanlı'da Güneş Saatleri, Ankara 1990; Ekmeleddin İhsanoğlu, “Introduction of Western Science to the Otoman World: A Case Study of Modern Astronomy (1660–1860)”, Transfer of Modern Science and Technology to the Muslim World, ed. E. İhsanoğlu, s. 67–120, Istanbul: IRCICA, 1992; E. İhsanoğlu ve diğerleri, Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi (OMLT), I, 250–251, Istanbul: IRCICA 1999; İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, I, 252, İstanbul 1997; Mübahat Kütükoğlu, “Osmanlı Maliyesi”, Osmanlı Devleti Tarihi, ed. E. İhsanoğlu, II, 516. İstanbul 1999; Wolfgang Meyer, İstanbul'daki Güneş Saatleri, İstanbul 1985, 50–51, 56–57; Kemal

Page 143: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

143

ma’rifeti tahvîl-i sâl ve tevârih-i meşhûre, sene 1197 (T) adlı iki eserin de ona ait

olduğu ileri sürülür.

7.18. MEHMED b. AHMED (Müneccimek) (İstanbul, ? – Mart 1668).

Tam adı Ebu Abdullah Mehmet b. Ahmet b. Mehmet b. Hasan b. Hüseyin

Reisülmüneccimîn olup Müneccimek lakabıyla meşhur olmuştur. Aslen İstanbullu olup

ilk tahsilini burada tamamladı. Nücum ve heyet dersleri aldı. Fatih Camii

Muvakkithanesi'nde muvakkit oldu. Müneccimbaşı Hüseyin Efendi'nin idaresinde Girit

seferinin hareket zayiçesini Müneccim Hasan Küfrî ve Sadreddinzade efendilerle

hazırladı (1645). Müneccimbaşı Küfrî Hasan Çelebi'nin vefatıyla yerine tayin edildi

(1660). Belgrad payesi (1666) ile Kemer-Edremit kazası arpalığını aldı. Yedi sene

müneccimbaşılık yaptıktan sonra vefat etti. Kabri, hayattayken Emirbuhari

Mahallesi’nde inşa ettirdiği ahşap mektebin bahçesindedir.442

Matematik ve astronomi ilimlerinde zamanında meşhur olan Müneccimek için

Evliya Çelebi “fenn-i eflâkta tekmîl-i fünûn etmiş” olduğunu ifade eder. Yukarıda

bahsedilen mektebinden başka Sarı Nasuh Mecidi (Değirmen Mescidi) adında bir

mescidi tamir ettirmiş ve vakfiyesini hazırlamıştır. Şekibî mahlasıyla şiirler yazan

Müneccimek devrinin meşhur şairleri arasında yer aldı. Divanı bilinmemekte birlikte

bazı meşhur şiirleri şuara tezkirelerinde yer alır.

Tezkireci Köse İbrahim Efendi'nin tercüme ettiği Secence'l-eflâk fî gâyeti'l-idrâk

adlı zic tercümesini tahkik ederek takdir etti. Ayrıca astronomiye dair mühim eserler

kaleme aldı.

Eserleri:

1. Mecmua-i ahkâm-ı tali-i sâl (T). Hicri 1072 yılı takvimi (Kandilli Rasathanesi

Ktp., no. 165/4, 10 vr). 2. Takvîm-i nücûm hesabı (A, F). Hicri 1075 yılı takvimi

(Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 109, 19 vr). 3. 1076 Hicret yılı takvîmi (T). Hicri 1076

Özdemir, Osmanlıdan Günümüze Saatler, İstanbul 1993, 54–55; Takvim-i Vekayi, no. 46, 6 Receb 1248 (29 November 1832), s. 3.

442 Müneccimek, el-Makâlât-ı sâlise fî resmi âlâtı zilliye, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 40, vr 32a; Güftî, Tezkire-i şuarâ-i manzûm, İÜ Ktp., TY, no. 9619, vr 52a; Evliya Çelebi, II, 148; Şeyhî, I, 636, 661, 672; Silahdar Tarihi, I, 354; Süleyman Saadeddin Müstakimzade, Mecelletü'n-nisâb, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, no. 628, s. 277; SO, IV, 177; Hadika, 107; D. A. King, Islamic Astronomical Instruments, Londra, 1987, III, s. 59; Ö. L. Barkan, E. H. Ayverdi, İstanbul

Page 144: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

144

yılı takvimi olup Sultan IV. Mehmed'e sunulmuştur (Kandilli Rasathanesi Ktp., no.

165/6, 11 vr). 4. el-Makaletü's-sâlise fî resmi alâtı zıllıye (A). Astronomi aletlerinin

tanıtıldığı bir eserdir. Bir mukaddime ve 10 baptan meydana gelir. Nüshaları bölümler

halindedir (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 40/1, 32 vr). 5. Tavzîhü’l-alât fi’l-besâit ve’l-

kâinât (A) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 40/2, 1 vr).

7.19. MEHMED ÇELEBİ (İstanbul, ? – Temmuz 1631).

Tam adı Mehmed Çelebi b. Ali el-Rumî olup İstanbullu kuloğlanlarındandı.

Gençliğinde ilimden uzak bir hayat geçirdi; nücum ve matematik tahsiline yöneldi. Bir

ara tahsil için taşraya gitti. Arapça, Farsça yanında bazı Avrupa dillerini öğrendi.

Tahsilini tamamladıktan sonra Şehzade Camii muvakkidi oldu; müneccimbaşı tayin

edildi (1616’dan önce). Müderris oldu. On beş sene kadar müneccimbaşılık yaptı.

Müderrisken vefat etti.

Müneccimbaşı iken yaptığı takvimler beğenilmiş ve özellikle astronomi ve

astroloji ilimlerinde çok meşhur olmuştur. I. Ahmed'in vefatını, 1026 yılı takviminde

Arapça kuvvet kelimesinin noktalarından birisini kırmızı kalem ile yazıp, fevt şeklinde

okunmasını sağlayarak haber verdi. II. Osman'ın vefatını da tarihçi Peçuylu İbrahim

Efendi'ye önceden söyledi. Padişahların vefatlarını önceden tahmin etmesi şöhretini ve

itibarını artırdı.

Eserleri:

1. Usûl-i ahkâm-ı sâl-i âlem (T). Astronomi ve astrolojiye dair Arapça, Farsça ve

Avrupa dillerinde yazılmış birçok kitaptan derleyerek telif ettiği eser Usûlü ahkâm fi’n-

nücûm, Risale-i ahkâmı nücûm, Risale fî ahkâmı nücûm gibi isimlerle de anılır.

Yıldızların durumuna bakarak hüküm ve zayirçe çıkarma konuları yanında astronomi ve

astrolojinin bazı temel esaslarını ihtiva eden eser birçok muvakkit ve müneccim

tarafından kullanılmıştır. Kütüphanelerde çok sayıda nüshası bulunur443. 2. İhtiyârât

Vakıfları Tahrir Defteri 923/1546 Tarihli, İstanbul 1970, s. 219; T. Öz. İstanbul Camileri, Ank., 1987, I, s. 47; Ayverdi, III, 495; İA, VIII, 4350; T. Gökbilgin, "Müneccimbaşı", İA, VIII, 801.

443 Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 272, 66 vr.

Page 145: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

145

risalesi (T). Astrolojik tahminleri ihtiva eder444. 3. Câmiü'l-ahkâm (T). Ahkâm-ı nücum

ve tali-i sâl konularına dairdir445.

Mehmed Çelebi'nin zikredilen eserlerinden başka el-Mevâlid fî ilmi’l-mîkat;

İstihrâc-ı takvîm; Ahkâm-ı tâi-i mevlûd ve Ahkâm-ı nücûm gibi nüshası tespit

edilemeyen eserleri vardır.446

7.20. MEHMED KONEVÎ (? – 1523-24 civarı).

Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. Tam adı Mehmed b. Kâtip Sinan el-

Konevî’dir. Aslen Konyalı’dır. Babası saray kâtiplerinden olup İstanbul Beyazıt semti

civarında halen mevcut bulunan bir mescit inşa ettirmiştir. Küçük yaşta ilim tahsiline

başladı. II. Beyazıt ile görüştü ve Müzîhü’l-evkât adlı eserini takdim etti. Yavuz Sultan

Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’a bazı eserlerini ithaf etti. Edirne Yeni Cami’de ve

İstanbul’da uzun süre muvakkitlik yaptı. Astronomi sahasında telif ve tercüme pek çok

eser verdi. Halilî’nin zaman tablolarını ilavelerle tercüme etti ve orijinal katkılarda

bulundu.447

Astronomi sahasında telif eserler yanında tercüme çalışmasında da bulunması

önemlidir. On biri telif, ikisi Türkçe tercüme olmak üzere on üç eseri bulunan

Konevî’nin telif eserlerinin yedisi Arapça, dördü Türkçedir.

Eserleri:

444 TSMK, Hazine, no. 484/5, 13 vr. 445 TSMK, Hazine, no. 458, 38 vr. 446 BOA, A. RSK, Rüus Defteri, no. 1497/46, s. 23; Naima, III, 74, 75; Peçevi, 381, 382; Ataî, 764;

Kâtip Çelebi, Fezleke, II, 11, 75, 137; M. Emin Muhibbi, Hülâsatü'l-eser, Beyrut, ty, IV, s. 301; SO, IV, 154; OM, III, 301; Kehhale, IX, 159; İsmail Paşa, II, 276; OALT, I, 275, 276; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, s. 168-171.

447 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zünûn, I, 317; II, 1904, 2042; Salih Zeki, Kâmûs-ı Riyâziyyât, İstanbul 1924, s. 317, 1904; Bağdatlı, İsmail Paşa, II, 225; OM, III, 301; Brockelmann, GAL, II, 233, GAL², II, 327; H. Suter, Die Mathematiker und Astronomen der Araber und Ihre Werke, New York, 1972, s. 187; D. A. King, Islamic Mathematical Astronomy, Londra, 1986, s. 247, 248; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 631, 633; OALT, 84-90; İzgi, a.g.e., I, 441, 442; İhsan Fazlıoğlu, “Qunawī: Mu�ammad ibn al-Kātib Sīnān al-Qunawī”, Biographical Encyclopaedia of Astronomers, ed. Thomas Hockey, New York: Springer, 2007, II, 945-6; David A. King, “Astronomical Timekeeping in Ottoman Turkey.” Islamic Mathematical Astronomy, XII. London: Variorum Reprints, 1986, s. 247–248; a.mlf., Astronomy in the Service of Islam. Aldershot: Variorum 1993; a. mlf., “On the Role of the Muezzin and the Muwaqqit in Medieval Islamic Society.” Tradition, Transmission, Transformation: Proceedings of Two Conferences on Pre-modern Science Held at the University of Oklahoma, ed. F. Jamil Ragep -Sally P. Ragep, Steven Livesey, s. 285–346. Leiden: E. J. Brill.

Page 146: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

146

1. Kitâbü’l-aslu’l-muaddil (T). Rub-ı dairenin işlemlerini yapmak üzere kendisi

tarafından icat edilen sümunü’d-devr adını verdiği bir usulden bahseder. Bu usulü

kendisinden önce hiçbir âlimin kullanmadığını belirtir. Daha sonra padişahın emriyle bu

konuda bir eser telif ettiğini de ifade eder. Eserin telif sebebini açıklarken eski âlimlerin

rub-ı müceyyeb vasıtasıyla fazluddair çıkarmak için kullandığı usullerin çok güç ve

uzun olduğunu, en aşağı üç merhaleden oluşan bir işlemi kolaylaştırmak için bir usul

bulduğunu ve kitabını da bunun için yazdığını ifade eder (Arkeoloji Müzesi Ktp., no.

1255/4, 18 vr). 2. Fazlu’d-dâir (T). Yavuz Sultan Selim’e sundu (Arkeoloji Müzesi

Ktp., no. 1255/5, 5 vr). 3. Hediyyetü’l-ihvân (T). Bir mukaddime ve 30 bap üzere tertip

ettiği bu eserinde, rub-ı mukantara adlı astronomi aletinin özelliklerinden ve

kullanılmasından bahseder (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 163/1, 22 vr). 4. Hediyyetü’l-

mülûk (T). Rub-ı dairenin mukantarat tarafından bahseden bir eser olup II. Beyazıt’e

sundu. 20 baptan meydana gelir (İÜ Ktp., no. 1824/6, 27 vr). 5. Müzîhü’l-evkât fî

marifeti’l-mukantarât (A). Kozmoğrafyadan bahseden ve 25 baptan meydana gelen bu

eseri II. Beyazıt’e sundu (Süleymaniye Ktp., Kadızade Mehmed, no. 336, 27 vr). 6.

Mîzânü’l-kevâkib (A). Arapça ve Türkçe birer mukaddimesi bulunan bu eseri Kanunî’ye

sundu (TSMK, III. Ahmed, no. 3515, 276 vr). 7. Risâle fî marifeti vazi rubi’d-dâireti’l-

mevzûa aleyhi’l-mukantarât (A). Rub-ı dairenin mukantarat tarafı ile ilgili bir eserdir. 8.

Risâle fî marifeti vazi rubı dâireti’l-mevzûa aleyhi’l-mukantara (A). Rub-ı mukantarata

dair olup 20 baptan meydana gelir (TSMK, III. Ahmed, no. 3485, 56 vr). 9. Tebyînü’l-

evkât (A). II. Beyazıt’e ithaf etti (TSMK, III. Ahmed, no. 3501, 45 vr). 10. Terceme-i

Cedvel-i âfâkî (Terceme-i risâle fi’l-evkâti’r-hamse ve cedâvili’r-rasâd) (T). Şemsüddin

Muhammed b. Muhammed el-Halilî’nin ilm-i mikat cetvellerinin ilavelerle genişletilmiş

bir tercümesidir (TSMK, Hazine, no. 1760/6, 14 vr). 11. Terceme-i Risâletü’l-ceyb (T)

(Süleymaniye Ktp., Ayasofya, no. 2594, 37 vr). 12. Tuhfetü’l-fukarâ (A). Rub-ı dairenin

mukantarat tarafının kullanılması hakkında olup 25 bap üzere tertip edilmiştir

(Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, no. 3731/2, 4 vr). 13. Ecnâhu’n-necâh (A). II.

Beyazıt’e ithaf etti (Evkâtü’l-amma, Bağdat, no. 12294, 14 vr).

7.21. MEHMED SADIK EFENDİ, Cihangirli (İstanbul, 19 Haziran 1742 – 1

Kasım 1812).

Müneccimbaşı Abdullah Efendi'nin oğludur. Cihangir’de doğduğu için Cihangirli

ismiyle anılır. Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. Klasik eğitimini tamamladıktan

Page 147: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

147

sonra nücum ve mikat dersleri aldığı anlaşılmaktadır. Bir süre Hasköy'deki

Humbaracıyan ve Lağımcıyan Kışlası içinde bulunan Valide Sultan Camii'nde

muvakkitlik yaptı. Hekimbaşı Suphizade Abdülaziz Efendi'nin hekimbaşı olması

üzerine, etibba-ı hassa iken üzerinde bulunan on altı akçanın beş akçası kendisine

verildi. Babasının vefatı üzerine müneccim-i sani oldu (1780); Müneccimbaşı

Musazade'nin vefatıyla, I. Abdülhamid'in isteğiyle yerine müneccimbaşı tayin edildi

(1782). Yedi sene sonra azledildi (1789); Numan Efendi'nin üç buçuk ay sonra azledilip

sürgün edilmesi üzerine tekrar müneccimbaşılığa getirildi (1790). Bursa payesini aldı.

Yaklaşık otuz sene kadar süren müneccimbaşılığı vefatıyla son buldu. Kabri

Karacaahmet Mezarlığı’nda, Karacaahmet Türbesi’nin arkasında, Nuh Kuyusu Caddesi

üzerindedir. Müneccimbaşılığı esnasında hazırladığı takvimler yanında astronomi

sahasında pek çok eser telif etti.448

Eserleri:

1. İhtisâru’l-cedveli’l-kebîr li-Sâlih el-Mimârî (Efendi) (Diğer adı Alafranga

saatlerin irtifa cedveli) (T) (Süleymaniye Ktp., Hüsrev Paşa, no. 232, 26 vr). 2. İhtilaf

mâ beyne'l-ufki'l-hakîkî ve'l-mer'î (A). (Bağdat Evkaf-ı Amme, no. 12248, 53 vr). 3.

Tehsilü’l-kevâkibi's-sebati's-seyyâre (A) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 250, 100 vr). 4.

Zâyiçe-i sâl ve takvîm, 1221 Hicrî senesi (TSMK, no. K. 1069). 5. Zâyiçeler. Sadık

Efendi’nin birçok yerde değişik mevzular üzerine yaptığı zayiçeleri bulunmaktadır

(BOA, Hatt-ı Hümayun, no. 1753, no. 1753A; İbnülemin, Hatt-ı Hümayun, no. 561 ve

562; TSMK, Hazine no. 512'de padişahın bazı işleri için hazırlanmış 12 adet zayiçesi

bulunur). 6. Tâli-i vilâdet-i Cihangirli Muhammed Sâdık Efendi (Kandilli Rasathanesi

Ktp., no. 324/2, 20 vr). 7. Cedâvil-ü mîkatiyye li-arzı mâ (T). İstanbul enlemine göre

hazırlanmış namaz vakitlerini gösterir cedveller (Darü’l-kütüb, Talat, Felek-Türki, no.

29). 8. Tâli-i velâdet-i Sultân Mahmûd-ı Sânî (T). (İÜ Ktp., TY, no. 4900,15 vr, no.

6644, 13 vr).

448 BOA, Cevdet-Sıhhiye, no. 1389; Cevdet-Maarif no. 3567, no. 4943, no. 7943; Ali Emiri, I.

Abdülhamid, no. 1180; Takvim-i sâl 1203-1204, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. T 111, vr 7b, 10b; Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 323, vr 3b; Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 268/6, vr 8b; Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 268/7; İsmail Hakkı Behçetî, Merâkıd-ı mutebere-i Üsküdar, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdai Efendi, no. 1193, vr 38; Cevdet, Târih, II, 183; XII, 140; Lutfî, I, 190; SO, II, 366; III, 193; IV, 571; Seyyid Osman Sûrurî, Dîvân, Bulak, 1255, s. 277; İ. Yakıt, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul 1992, s. 210; King, I, 527; OALT, II, 561, 562; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, s. 207-209.

Page 148: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

148

7.22. MUSTAFA b. ALİ MUVAKKİT (? – İstanbul 2 Mart 1571).

Tam adı Mustafa b. Ali el-Muvakkit el-Kostantinî el-Hanefî er-Rumî'dir. Hayatı

hakkında pek fazla bilgi yoktur. İstanbul'da yetişen meşhur muvakkitlerden birisi olup

muhtemelen Mirim Çelebi'nin öğrencisidir. Gençliğinde nücum dersleri aldıktan sonra

Yavuz Sultan Selim Camii muvakkithanesinde muvakkit oldu. Uzun süre burada

muvakkitlik yaptı. Bu sebeple Sultan Selim Muvakkiti ya da Selimî lakaplarıyla anıldı.

Bunların yanı sıra Muslihiddin ya da Koca Saatçı gibi lakaplarla da anıldığı bilinir. Pek

çoğu Türkçe olarak telif ettiği eserlerinin pek çoğunu buradaki görevi esnasında telif

etti. Muhtemelen Müneccimbaşı Yusuf b. Ömer yerine müneccimbaşı tayin edildi

(1560'tan sonra). On sene kadar bu görevde bulundu. Vefatından sonra yerine

Takiyüddin-i Rasıd müneccimbaşı oldu.

Astronomi ve coğrafya konusunda pek çok risale ve kitabı bulunur. Özellikle

astronomi aletlerinin yapımı ve kullanılması konularında yazdığı eserler çok mühimdir.

Bunun ötesinde “rub-ı afaki” denilen, astronomi gözlemlerinde kullanılan yeni bir alet

icat etti. Eserlerinin çoğunu Türkçe, bir kısmını da Arapça olarak telif etti. . Kendisine

aidiyeti kesin olan 24 eserin üçü Arapça, geri kalanı Türkçedir. Kendisine aidiyeti

muhtemel olan altı eserin dili yine Türkçedir. Türkçe eser telifine önem vererek bilim

dili olması için gayret gösterdi. Yazdığı eserlerin bir kısmı medreselerde ders kitabı

olarak okutuldu. Bazı risalelerinin 19. yy ortalarına kadar istinsah edilmesi, içindeki

bilgilerin uzun zaman aşılamadığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Eserlerinde

muvakkitlerin ellerinde bulunan temel astronomi aletlerinin kullanılmasını ve

yapılmasını kolay ve anlaşılır bir dille izah etti. Öte yandan astronomi ve astrolojide

karşılaşılan temel meselelere kolay ve pratik çözümler getirdi. Bu sebeple eserleri

hemen hemen her kesimin kullanabildiği el kitabı haline geldi ve geniş bir coğrafyada

yayıldı. Astronomi aletleri ile ilgili eserleri müneccimler ve muvakkitler arasında büyük

rağbet gördü ve çok sayıda istinsah edildi.449

449 Mustafa b. Ali, Teshil-i Mikati's-Selimî, TSM Ktp., Hazine no. 474, vr 1b; Ataî, 286; Kâtip Çelebi,

Keşfü’z-zünûn, I, 407, 519; A. Toderini, De la Litterature des Turcs, traduit de l'Italien en Français par Tournant, Paris, 1789, I, s. 145, 146, 153; İsmail Paşa, II, 435; OM, III, 300, 301; SO, IV, 377; Kehhale, XII, 283; İ. H. Akyol, "Tanzimat Devrinde Bizde Coğrafya", Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 518; C. Türkay, Osmanlı Türklerinde Coğrafya, İstanbul 1959, s. 19; A. S. Ünver, “İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine”, International Symposium 19-23 September 1977, (yay. M. Dizer), İstanbul 1980, s. 50; M. T. Gökbilgin, "İbrahim Paşa", İA, V, 908-915; Adıvar, 92, 93; King, II, 1153; A. Kazancıgil,

Page 149: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

149

Eserleri:

1. Ferah-fezâ (T). Rub-ı afaki denilen ve kendisi tarafından icat edilen bir aletin

kullanılmasını anlatan bu eser Kanunî’nin sadrazamı Maktul İbrahim Paşa'ya ithaf

edilmiştir. Bir mukaddime, 21 baptan meydana gelmektedir (Süleymaniye Ktp.,

Veliyüddin Efendi, no. 2282/3, 9 vr). 2. Hallü dâireti mu'addili’n-nehâr (T). Bir

mukaddime, dokuz bap ve bir hatimeden meydana gelen bu eseri Sadrazam Ayas

Paşa'ya ithaf etti (27 Aralık 1531) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 1, 20 vr). 3. İ‘lâmü'l-

‘ibâd fî a‘lâmi'l-bilâd (T). Çin'den Fas'a kadar olan 100 meşhur şehrin İstanbul'a kuş

uçumu uzaklıkları ile bu şehirlerin enlem ve boylamı, kıblesinin inhirafı, en uzun ve

kısa günü gibi astronomi ve coğrafi konulardan bahseden eseri Kanunî’ye takdim etti

(1525). Eserin pek çok nüshası vardır (Nuruosmaniye, no. 2991, 44 vr). 4. Kifâyetü’l-

kanu' fi'l-ameli bi'r-rubi'ş-şimâli'l-maktû (A). Sibtü'l-Mardinî'nin İzharü's-sirri'l-

müveddâ adlı eserinin muhtasarı olup bir mukaddime ve 15 baptan meydana gelir.

Eserin 117 nüshası günümüze ulaşmıştır (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 357/1, 7 vr). 5.

Kifâyetü'l-vakt li-marifeti'd-dâir ve fazlihi ve's-semt (T). Rub-ı daire adlı irtifa alma

aletinin mukantarat tarafının özelliklerinden ve kullanılmasından bahseder. Astronomi

sahasında en çok kullanılan eserler arasında 112 nüsha ile ikinci sırada yer alır. Eser bir

mukaddime, 12 baptan meydana gelir. 1529’da telif edilen eser Risâle-i mukantarât ya

da Risâle fi'l-mukantarât isimleriyle de bilinir (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 132/4, 9

vr). 6. Risâle fi'l-amel bi'r-rub'i'l-müceyyeb (A). Rub-i müceyyeb denilen aletin

kullanılışı ve özellikleri hakkında olan bu eser bir mukaddime ve 20 bap üzerine tertip

edilmiştir (Arkeoloji Müzesi Ktp., no. 881/4, 3 vr). 7. Risâle-i ceyb-i müceyyeb-i âfâkî

(T). Müceyyeb-i afaki ismiyle tanınan astronomi aletinin kullanılmasından bahseden

eser bir mukaddime ve 25 bap üzere olup 1529’da telif edilmiştir (Kandilli Rasathanesi

Ktp., no. 132/1, 20 vr). 8. Risâletü'l-meserrât fî ilmi'l-mîkât (T). Rub-ı mukantarat

denilen astronomi aletinin kullanılması hakkında olup bir mukaddime ve 20 bap üzere

müretteptir (Süleymaniye Ktp., Hüsrev Paşa, no. 236/7, 33 vr). 9. Risâle fî marifeti's-

sâât (A). Saatler hakkında bir risaledir (Arkeoloji Müzesi, no. 881/5, 1 vr). 10. Risâle-i

"Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji", Osmanlı Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c. VII, s. 143; E. İhsanoğlu, “Ottoman Science in the Classical Period and Early Contacs with European Science and Technology”, Transfer of Modern Science and Technology to the Muslim World, İstanbul 1992, s. 23; İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, I, 433, 440, 441, 446, 450; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, s. 152-155.

Page 150: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

150

usturlâb-ı Selîmî (T). Usturlabın çeşitleri ve kullanılmaları hakkında olup Uluğ Bey Zîci

esas alınmak suretiyle bir mukaddime ve 45 bap üzere düzenlenmiş ve telif edilmiştir

(1544) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 7/2, 47 vr). 11. Risâle fi'l-amel bi-zâti'l-kürsî

(Risâle fi'l-âlâti'l-müsemmâ bi-zâti'l-kürsî) (T). Bir mukaddime ve 30 baptan meydana

gelen bu eser zâti'l-kürsi denilen astronomi aletinin kullanılmasından bahseder. 1549’da

telif edilmiştir (Süleymaniye Ktp., Veliyüddin Efendi, no. 2282, 13 vr). Eser Hasan adlı

birisi tarafından, öğrencilerin isteği üzerine, ibarelerinin uzunluğundan ve manasındaki

kapalılıktan dolayı, Araplar için, Türkçeyi iyi bilen birinin yardımıyla Arapçaya

tercüme edilmiştir (Süleymaniye Ktp., Laleli, no. 2716/1). 12. Risâle fî ilm-i felek (T)

(Talat, Mecami, Türki, no. 168, 9 vr). 13. Risâle fî marifeti's-sâa bad ahzi'l-irtifâ (T)

(Talat, Mecami, Türki, no. 10, 34 vr). 14. Risale-i rub-ı müceyyeb (T). 25 bap üzere

yazılı olan eser gökcisimlerinin yüksekliğinin ölçülmesi konularından bahseder (Darü'l-

kütüb, Mikat, Türki, no. 6, 14 vr). 15. Teshîlü'l-mîkât (T). Astronomi sahasında en çok

yaygınlık kazanan eserlerden birisidir. Rub-ı müceyyeb denilen astronomi aletinin

özelliklerinden ve kullanılışından, nehirlerin genişliğinden ve kuyuların derinliğinin

ölçülmesi gibi konulardan bahseder. Eserin beş redaksiyonu olup birincisi 1529’da telif

edilmiştir. Teshilü'l-mîkât (TSMK, Hazine, no. 474, 26 vr) ve Tertib-i Teshîlü'l-mîkât

isimli nüshalar bir mukaddime ve 25 baptan meydana gelir (Serez Ktp, no. 1921, 38 vr).

Teshîlü'l-mîkât ve tayînü'l-evkât adını taşıyan nüshaları ise bir mukaddime ve 20 baptan

meydana gelir (İÜ Ktp., TY, no. 3432/4, 20 vr). İkinci redaksiyon ayrıca, Risâle-i rub-ı

müceyyeb, Vefiyâtü'l-evkât ve Mirât-ı kâinât isimleriyle de bilinir. 16. Risâle-i rub-ı

müceyyeb (T). Bir mukaddime ve 22 bap üzere düzenlenmiştir (Muğla Ktp., Hoca

Mustafa no. 505/8, 121 vr). 17. Vefiyâtü'l-evkât (T). Bir mukaddime ve 22 bap üzere

tertip edilmiş olup Teshîlü'l-mîkât ve ta'yînü'l-evkât diğer bir redaksiyonudur (Kandilli

Rasathanesi Ktp., no. 410/2, 7 vr). 18. Mirât-ı kâinât (T). Bir mukaddime ve 22 bap

üzere tertip edilmiştir (Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, no. 1858/3, 27 vr). 19. Risâle fî

istihrâcı rü'yeti'l-hilâl (T) (British Museum, Add., no. 7892, s. 65-72). 20. Tuhfetü'z-

zamân ve harîdetü'l-evân (Tuhfetü'l-mecâlis) (T). Astronomi, coğrafya ve kozmoloji

konularını inceleyen mufassal bir eserdir. 1525’te tamamlanmıştır. Eser ilk olarak

gezegenlerin ve yıldızların özelliklerinden, daha sonra da dağlar, denizler, nehirler ve su

kaynaklarından, yedi iklim ve bunların meşhur şehirlerinden bahseder. Eserin telifinde,

Çağminî'nin el-Mülahhas fi'l-heye'si, Bursalı Kadızade'nin bu esere şerhi, Kemaleddin

Page 151: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

151

el-Demirî'nin Hayâtü'l-hayavân'ı ve el-Kazvinî'nin Acâibü'l-mahlûkât’ı gibi klasik

eserlerden faydalandı. Derleme mahiyetinde olan bu eserin en önemli yönü

matematiksel coğrafyaya ilk adımın atılmış olmasıdır (Arkeoloji Ktp., no. 1087, 112

vr). 21. Risâle-i mukantarât (T). 1528 tarihinde telif edilmiş olup mukantarat denilen

astronomi aletlerinin kullanılmasından bahseder (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 9/1, 23

vr). 22. Tesyirü’l-kevâkibi's-semâiyye li-Sa‘di'd-devleti'ş-şerîfeti's-Süleymaniye (T). H

966-1001 seneleri arasındaki Arabi aylar ile Rumi ayların ilk günleri, şemsi ve kameri

senelerden ve burçlardan bahseden bir eserdir (Süleymaniye Ktp., Carullah, no. 1455/7,

12 vr).

Yukarıda zikredilen eserlerin yanı sıra Mustafa b. Ali'ye ait olduğu tahmin edilen

eserler şunlardır: Risâle-i rub-ı müceyyeb (Ankara İl Halk Ktp., no. 23/4, 14 vr); Risâle-

i mukantarât (Ankara İl Halk Ktp., no. 23/3, 12 vr); Risâle-i amel-i usturlab (T) 32

fasıldan meydana gelir (Mikail Bayram, no. 1/2, 23 vr); Risale fî rubı'l-mukantarât (T)

(İÜ Ktp., TY, no. 9846, 15 vr); Risâle-i ceyb-i rubi'd-dâire (T) ve Risâle fi'l-'ameli bi'r-

rub'ı'l-müceyyeb (T). Astronomiye dair bir kitabın, rub-ı müceyyeble yapılan astronomi

işlemlerinden bahseden ikinci makalesidir. 25 bap olan makaleden sadece ilk altı babı

mevcuttur (Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, no. 2605, 4 vr).

7.23. OSMAN EFENDİ, KASIMPAŞALI (1102/1691'de sağ)

Fâtih Câmii’nde muvakkitlik yapmış olan Osman Efendi hakkında bilgi

bulunmamaktadır. Astronomi ile ilgili olarak telif ettiği Tenkîhu Hisâbi'n-Nücûm fî

Ma‘rifeti'd-Derec ve'd-Daka’ik ve'r-Rusûm450 isimli eseri sebebiyle bilgi sahibi

olduğumuz Osman Efendi’nin başka eserlerinin olup olmadığı da bilinmemektedir.

7.24. YUSUF B. ÖMER (es-Sa'âtî) (?, ?-İstanbul, 1560(ö. 1570’te sağ)

Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. Saatçı Ömeroğlu diye tanınır. İlm-i

nücûm tahsil etti. Fatih Sultan Mehmed Câmii muvakkithanesinde muvakkitlik yaptı

(1510'dan önce). Sultan II. Beyazıt devrinde saray müneccimleri arasına girdi (1522'den

önce). Müneccimbaşı İshak Sa'dî Çelebi'nin vefatıyla yerine müneccimbaşı oldu (1540).

Devrinin en büyük müneccimlerinden birisi olduğu kaynaklarda zikredilir. Vefatından

450 Tek nüshası Nuruosmaniye, nr. 2947/1, yap. 1b-26a'da olup istinsahı XI. yüzyılda yapılmıştır.

Page 152: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

152

sonra yerine Mustafa b. Ali el-Muvakkit müneccimbaşı tayin edildi. Sinan Çelebi b.

Ömer es-Sâatî adında kendisi gibi müneccim bir kardeşi bulunmaktadır.451

Eserleri

Yusuf b. Ömer’in üç adet takvimi ve iki adet astronomi ile ilgili eseri

bulunmaktadır. Bu eserler şunlardır.

1. Sahâif-i Takvîm (F). Hicrî 916 yılına ait bir takvim olup Fâtih Sultan Mehmed

Câmii'nde muvakkit iken telif etmiş ve Sultan II. Beyazıt'e takdim etmiştir (TSMK, nr.

A. 1960, 28 v.). 2. Risale-i İhtilâcât (F). Hicrî 930 yılına ait bir takvim olup Yavuz

Sultan Selim'e takdim etmiştir (TSMK, nr. Emanet Hazinesi 1710, 31 v.). 3. Takvîm-i

Sâl-i 967 (T). Hicrî 967 yılına ait bir takvimdir (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 546, 14

v.). 4. Câmiu’l-mîkat (A). Yirmi dokuz bâbtan meydana gelen bir astronomi eseridir

(Süleymaniye Ktp., Carullah, nr. 1500/3, 6). 5. Mîkat el-âfâkî (A) (Arif Hikmet,

Mecâmi, nr. 491/2, 49 v.).

8. MUVAKKİTHANELERİN VE MUVAKKİTLERİN SON DÖNEMDEKİ

DURUMU

Osmanlı devletinin son dönemlerinde, mekanik saatlerin yaygınlaşması ve

özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde saat kulelerinin yapılmaya başlanması ile

muvakkitliğe olan ilgide düşüş olmuştur. Ancak yine de halkın muvakkithanelere olan

ilgisinde azalma olmamıştır. Muvakkithane duvarlarına asılan saatlerden saat ayarı ve

namaz vakitleri takip edilmiştir. Mesela Eminönü Yeni Cami Muvakkithanesi’nin

duvarında, birisi alaturka diğeri alafranga saati gösteren iki yuvarlak saat bulunmaktaydı

ki gelip geçen halk saatlerini buradan ayar edermiş.

Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi'nin 1924 yılında vefatıyla müneccimbaşılık

müessesesi lağvedilince, yerine aynı sene “başmuvakkitlik” adı altında yeni bir

müessese kurularak, Ahmet Ziya (Akbulut, ö. 1938) başmuvakkit unvanıyla bu göreve

451 BOA, KK, nr. 1864, s. 23, nr. 1863, s. 126, 131, 137; Yusuf b. Ömer es-Saati, Sahâif-i Takvim,

TSMK, nr. A. 1960, v. 28a; a. mlf., Risale-i İhtilacât Yusuf es-Saatî, TSMK, nr. Emanet Hazinesi 1710, v. 31b; a. mlf., Takvim-i sâl 967, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 546, v. 14b; Makâmi Süleyman, b. Mustafa b. Kemalî, Cedâvil-i Hareket-i Ta'dilü’ş-Şems, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 268/2, v. 7b; Meşâ’iru’ş-şu'arâ (nşr, G. M. Meredith-Owens), London 1971, v. 242b; Ö. Lütfi Barkan, “H. 933-934 Tarihli Bütçe Cetveli ve Ekleri (İlave: V)”, İktisat Fakültesi Mecmuası, XV, 1-4, İstanbul 1955, s. 314-329; OALT, I, s. 137-138; Aydüz, Müneccimbaşılık, s. 150-152.

Page 153: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

153

getirilmiştir. Başmuvakkit tarafından idare olunan müessese, 20 Eylül 1952 tarihinde

kapatılıncaya kadar fonksiyonlarını yerine getirmiştir.452

Osmanlı devletinden günümüze değin yapılan muvakkithanelerin binaları istimlâk

ve ilgisizlik yüzünden ya tamamen yıkılmış yahut camilere ait birer lojman veya depo

olarak kullanılmış ya da yıkılmaya terk edilmiştir. Muvakkithaneler, kapatıldıktan sonra

büyük bir yağmaya kurban gitmiştir. Bazılarının binası halen ayakta olmasına rağmen,

içindeki, astronomiye ait önemli aletler ve saatlerin çok az bir kısmı bazı merkezlere

toplanabilmiştir. Her birinde çok kıymetli mekanik saatler, usturlap ve rubu’ tahtası gibi

astronomi aletleri ve çok kıymetli yazma eserler bulunan o büyük mirastan geriye

neredeyse hiçbir eser kalmamıştır. Çoğu muvakkithanede eski büyük saatlerin

konulması için yapılmış mermer kaidelerden ve camilerin duvarlarındaki güneş

saatlerinden başka iz kalmamıştır. Mesela Semavi Eyice Bey’in ifadesiyle,

“Ayasofya’nın ibadete açık olduğu dönemlerde muvakkithanede kullanılan sekiz saat ile

caminin mihrabının sağında ve solunda birer London marka saat bulunuyordu. Ayaklı

ve 19. yüzyıla ait bu saatler mekânın müzeye çevrilmesinden sonra kayıplara

karışmıştır.” Beş asırdan uzun süre devletin her tarafında bulunan bu binalardan en

azından birinin müze olarak tefriş edilmesi, bu binaların gerçek halini geleceğe taşıması

açısından oldukça önemli bir iş olarak ilgilenecek kimseleri beklemektedir.

9. NETİCE VE TEKLİFLER

Faaliyet olarak İslam’ın daha ilk dönemlerinden itibaren var olan muvakkitliğin

bir kurum olarak ortaya çıkması on üçüncü yüzyılda gerçekleşmiştir. Aynı yüzyılda

Endülüs Cordoba’da geniş bir kurumsallaşmaya giden muvakkitlik kurumunun idaresi

için başmuvakkitlik makamı ihdas edilmiştir. Buradaki yapılaşmanın başta Osmanlılar

olmak üzere diğer İslam devletlerine ne derece tesir ettiği konusunda elimizde herhangi

bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak yüzyılın sonunda kurulan Osmanlı Devleti’ndeki

muvakkithanelerin İstanbul’un fethinden sonra görülmeye başlaması bu ilişki ve etki

konusunda fikir vermektedir. Başta Şam ve Halep olmak üzere Kahire ve diğer merkezi

İslam şehirlerindeki muvakkithane kurumlarının Osmanlı kurumlarına etkisinin olduğu

tahmin edilebilir. Nitekim yeni kurulan bir İslam devleti olması hasebiyle ortaya çıkan

ilim adamı ihtiyacının önemli bir kısmı daha önce bahsi geçen eski İslam devletlerinin

452 A. Süheyl Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler, s. 225.

Page 154: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

154

kültür ve ilim merkezlerinden temin edilmiş, hatta devletin kurulmasından sonra da

buralardaki ilim merkezleriyle sıkı bir irtibat devam ettirilmiştir. Bu açıdan buralardaki

gelişmelerin Osmanlı ilim hayatına önemli ölçüde etksinin olduğunu söyleyebiliriz.

İstanbul ve diğer Osmanlı şehirlerinde çalışmalar yapan ilim adamlarının eğitimlerini

söz konusu şehirlerde tamamladığını ve daha sonra Osmanlı topraklarına geldiğini

bilinmektedir. İslam Medeniyetinin bir parçası olarak, bu tür bir etkileşimin Osmanlı

ilim hayatında ortaya çıkması son derece tabiidir.

İstanbul’un fethinden sonra başlayan muvakkithane açma faaliyetleri,

muvakkithanelerin tamamen kapatıldığı 1953 yılına kadar kesintisiz ve artarak devam

etmiştir. Başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde muvakkithane açılmış veya en

azından bir muvakkidin görev yapması temin edilmiştir. İstanbul muvakkithanelerini

esas aldığımız bu çalışmada tarih boyunca İstanbul’da açılmış muvakkithane sayısının

71 adet olduğunu ve bunlardan sadece 34 adedinin binasının günümüze ulaştığını

görmekteyiz. Her muvakkithanede bir muvakkidin görev yaptığını ve görevini

kendinden sonra oğluna veya yakınına bıraktığını görmekteyiz. Bir tür cihet görevi olan

bu görev camilerin veya bulunduğu kurumun vakfiyelerinde tespit edilen şartlar altında

sürdürülmüş ve bir meslek olarak algılanmıştır. Ancak muvakkithanesi bulunmayan

camilerin veya kurumların muvakkit çalıştırıp çalıştırmadığı konusu tam olarak

aydınlatılamamaktadır. Bu durumun ortaya çıkması durumunda muvakkithane sayısının

belirlediğimizden daha fazla olma ihtimalini ortaya çıkartacağında şüphe yoktur. Pek

çoğu camilerin müştemilatı içinde yer alan muvakkithanelerin önemli bir kısmının

külliyeye sonradan ilave edilmiş olduğu gözlemlenmektedir.

Yerinde incelenen yapılarda İstanbul’daki muvakkithanelerin genellikle cami

avlusu girişlerinde sağ yada sol tarafta bir yada iki oda halinde konumlandırıldıkları

görülmektedir. Genellikle külliyenin mimari tarzına uygun, çoğu zaman sade bir şekilde

tasarlanan bu küçük yapıların özellikle 19. yüzyılda barok, rokoko ve ampir

üslubundaki örnekleri fazlalaşmıştır. İncelenen 31 adet muvakkithanenin tümü kargir

örneklerdir. 1995 yılında yayınlanan bir makalede varlığından söz edilen Karaköy

Yeraltı Camii girişinde sağda konumlanmış muvakkithane ahşap örneklerdendir, ancak

günümüze ulaşamamıştır. Yine Süheyl Ünver Bey’in yaptığı çizimde de görüldüğü

üzere Üsküdar Mihrimah Sultan Camii Muvakkithanesi de ahşap olarak inşa edilmiştir.

Yapıların özellikle önemli külliyelere mensup olanlarından 9 adedinde örtü sistemi

Page 155: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

155

olarak kubbe tercih edildiği görülmektedir. Yola bakan büyük boyutta ve çok sayıda

pencerelerin aydınlattığı bu küçük mekânlar kareye yakın dikdörtgen (15 adet) yada

dikdörtgen (2 adet) plan şemlarının yanında yola doğru üçlü cephe halinde açılan

beşgen (7 adet), sekizgen (5 adet), yarım daire (1 adet) ve tam daireye yakın (1 adet)

plan şemalarına sahiptirler.

İnceleme kapsamında ele aldığımız mevcut İstanbul muvakkithanlerinin içinde

tespit edebildiğimiz kadarıyla 25 tanesi 19. yüzyıla aittir. Gerçekten de 19. yüzyılda

İstanbul’un birçok yerinde, genellikle büyük camilerin müştemilatına birer tane

muvakkithane ilave etmek ve çeşitli yerlerden bulunan saatleri içerisine yerleştirmek

adet olmuş, Süheyl Ünver’in deyimiyle adeta “vakıf modası” haline gelmiştir.

Bu durum Üsküdar Mihrimah Sultan Muvakkithanesi’nde de görüldüğü gibi ahşap

yapıların çok uzun süre dayanamaması ve ancak son dönemlerde yapılanların taş olması

ve uzun yıllar ayakta kalabilmesi gibi bir yorumla açıklanabileceği gibi kimi

araştırmacılar tarafından muvakkithanelerin mekanik saatlerin yaygınlaşmasıyla

işlevlerinin bir yandan kolaylaşması bir yandan da saat tamiri ve ayarı gibi hizmet

alanlarının genişlemesi olarak da açıklanmaktadır.

Eldeki verilere göre en çok muvakkithane Sultan II. Mahmud (6 adet) ve Sultan

Abdülmecid (10 adet) döneminde inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecid’in, Fossati’ye

yaptırdığı ve maddi nedenlerle birkaç yıl sürencemede kalan Ayasofya

Muvakkithanesi’nin inşaatı bittiğinde Ramazan iftarını burada açması manidardır.

Kanaatimizce geleneksel bir ihtiyaçtan doğan bu kurumlar, Osmanlı Modernleşme

sürecinde bir modernleşme simgesi olarak görülmüş ve devlet tarafından hem halkın

hizmetine sunulmuş ve hem de abidevi bir unsur olarak kullanılmış ve özellikle

Osmanlı coğrafyasının modernleşme sahnesi olan başkent İstanbul’un hemen hemen her

muhitine birer adet yaptırılmıştır. Özellikle, artık mekanik saatlerin yaygınlaşmaya

başladığı 19. yüzyılda muvakkithane sayılarındaki bu hızlı artış, yapıların işlevden

ziyade kentsel mekânın merkezi olan camilere eklenen kimi zaman abidevî seviyede

mimari örneklerden inşa edilen muvakkithaneler dikkatleri çekmektedir. Bunlara en

çarpıcı örnek Ayasofya Muvakkithanesi’nin uygulanmamış projesidir. Günümüzde daha

sade bir hali inşa edilmiş olsa da projedeki özellikle sekizgen küçük kubbenin yola

bakan köşesindeki büyük ve dekoratif saat, abidevî bir görünüm vermektedir. Bundan

Page 156: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

156

başka Emirgan, Kasımpaşa, Suadiye gibi bir çok geç tarihli muvakkithanelerde yapının

üzerinde saat koyma yuvaları bulunmaktadır. Sultan Abdülmecid’den sonra tahta

geçecek olan Sultan II. Abdülhamid’in Osmanlı coğrafyasının hemen her kentine

abidevî bir saat kulesi diktirmesi de Sultan II. Mahmudla başlayan ve Sultan

Abdülmecid ile devam eden muvakkithane inşa etme anlayışının Osmanlı

Modernleşmesinde sürekliliğin bir devamı olduğunu göstermektedir.

Osmanlı astronomi kurumlarının arasında muvakkithaneler, genel Osmanlı

coğrafyasına yaygınlıkla birlikte toplumla entegresyon açısından da önemlidir.

Astronomi tarihi açısından da önemli olan bir diğer tespit İstanbul’daki 24 adet camide

çeşitli sayı ve şekillerdeki güneş saatleri bulunması ve bu camilerin 16 tanesinde

günümüzde olan yada olmayan muvakkithane yapıları bulunmasıdır. Bu durum

muvakkitlerin en çok kullandıkları aletler arasında gelen güneş saatlerinin geldiğinin bir

ispatıdır. Bu saatlerin çoğu camilerin kıble yada batı duvarlarında bulunan dikey güneş

saatleridir. Güneş saati tespit edemediğimiz muvakkithanelerin çoğunluğunun mekanik

saatlerin yaygınlaştığı 19. yüzyılda inşa edilmiş olması da önemlidir.

Muvakkithanelerin TRT saat anonslarının başlaması gibi nedenlerle işlevlerini

kaybetmesi ve tamamen kapatılmasıyla birçoğu ya tamamen ortadan kalkmış, bir kısmı

ise başka amaçlı kullanılmış ya da kapısına kilit vurularak terk edilmiştir. Büyük kısmı

cami görevlileri tarafından muhtelif maksatlarla kullanılan bu yapılar, inceleme

yaptığımız birkaç örnekte karşılaştığımız üzere bizzat kullanıcıları tarafından “vakit

geçirilen yer” adıyla bilinmektedir. Yapıların içerisi de daha çok vakit geçirmeye,

dinlenmeye yönelik tefrişatla donatılmıştır. Yapıların önemli bir kısmı ise depo olarak

kullanılmaktadır. Bu kullanım amacına maruz kalmış muvakkithaneler genelde

bakımsız ve kötü durumdadır. Diğer bir kısmı ise Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından

kiraya verilerek çeşitli alanlarda ticari amaçla kullanılmaktadır. Bu muvakkithanelerde

ise yer yer yapıya müdahaleler söz konusu olmuş, denetimlerin daha da sıklaştırılması

gerekliliği dikkatleri çekmiştir.

10. SEÇİLMİŞ BİBLİYOGRAFYA

A. Süheyl Ünver, " İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine", International Symposium on the Observatories in Islam, İstanbul 1980, s. 45-51; a. mlf., "Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları V, 1971-1972, Ankara 1975, s. 217-272; a. mlf., “Türk Tıb Tarihi Hakkında Muallim Cevdet’in Bibliyoğrafyası”, Muallim Cevdet, Hayatı, Eserleri ve

Page 157: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

157

Kütüphanesi, İstanbul 1937, s. 26; a. mlf., Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, İstanbul 1946;

Abbe Toderini, De la Litterature des Turcs, traduit de l'Italien en Français par Tournant, Paris, 1789, I, s. 145, 146, 153.

Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1982. Ahmet Özel, “Akbulut, Ahmet Ziya”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, I,

155-156. Ahmet Ziya Akbulut, Özel Not Defteri, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. 121, s.

133a. Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp,

Ankara, 1982; a. mlf., The Observatory In Islam, Ankara 1988. Aykut Kazancıgil, "Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji", Osmanlı Ansiklopedisi,

İstanbul 1993, c. VII, s. 143. B. A. Rosenfeld, -E. Ihsanoglu, Mathematicians, Astronomers and Other Scholars

of Islamic Civilisation and their works (7th-19th c.), Istanbul: IRCICA, 2003. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), A. RSK, Ruûs Defteri, Nr. 1497/46, s. 23. BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1509, s. 60. BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, Nr. 1519/68, s. 74-77. BOA, Ali Emiri, I. Abdülhamid, Nr. 1180. BOA, Cevdet-Belediye, Nr. 2045. BOA, Cevdet-Maarif Nr. 3567. BOA, Cevdet-Maarif nr. 4943. BOA, Cevdet-Maarif, Nr. 3693. BOA, Cevdet-Maarif, Nr. 7943. BOA, Cevdet-Sıhhiye, Nr. 1389. BOA, Hatt-ı Hümayun, Nr. 15462. BOA, İrade-Dahiliye, nr. 38050. C. E. Arseven, Türk Sanat Tarihi, İstanbul. Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997. David A. King, "Astronomical timekeeping (ilm al-miqat) in medieval Islam",

Actes XXIX EIO 1975, Etudes Arabes et Islamiques II. langue et litterature II. s. 86-90; a. mlf., "Astronomical Timekeeping in Fourteenth Century Syria”, Proceedings of the first international symposium for the history of Arabic Science April 5-12, 1976, Institute for the History of Arabic Science, 1978, s. 75-84; a. mlf., "Mamluk astronomy and the institution of the muwaqqit", The Mamluks in Egyptian politics and society (ed. T. Philipp, U. Haarmann), Cambridge 1998, s. 153-162; a. mlf., "On the role of the Muezzin and the muwaqqit in medieval Islamic society", Tradition, transmission transformation: Proceedings of two Conferences on pre-modern science held at the University of Oklahoma (ed. F. J. Ragep, S. P. Ragep, S. Livesey), Leiden 1996, s. 285-346; a. mlf., “Astronomy and Islamic society: Qibla, gnomonics and timekeeping”, Encyclopedia of the History of Arabic Science, Volume I (ed. R. Rashid), Routledge, London and New York 1996, s. 128-184; a. mlf., “Mîkât”, Encyclopaedia of Islam, Second Edition.

E. Behnan Şapolyo, “Muvakkithaneler”, Önasya, Ankara 1969, IV/43, s. 10-11. E.Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, İstanbul 1973, III/358. Ebül'Ulâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, s. II-III/325. Esin Atıl, Süleymannâme, Washington 1986. Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul 1314.

Page 158: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

158

Ferhat Seta, "Muvekkithane i sahatkule", Glasnik, II/5, 1989, Sarajevo, s. 535-541.

Gunkut Akın, "Mahmut II Turbesi ve Sebili", Istanbul Ansiklopedisi, Istanbul 1994, III, 459.

Güftî Edirnevî, Tezkire-i şuarâ-i manzum, İstanbul Üniversitesi Ktp., Nr. TY, Nr. 9619, v. 52a.

Günsel Renda, “Amasya II. Beyazıt Külliyesindeki Muvakkithane”, Sanat Tarihi Yıllığı, İstanbul, 6 (1974-1975), s. 181-206.

Hamit Er, "Ahmed Ziya Akbulut ve Tarih-i Mimari-i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi", Edirne: Serhattaki Payitaht (haz. E. N. İşli-M. S. Koz), İstanbul 1998, s. 353-362.

İ. H. Akyol, "Tanzimat Devrinde Bizde Coğrafya", Tanzimat I, İst., 1940, s. 518. İ. Parmaksızoğlu, "Muvakkit", Türk Ansiklopedisi, XXV/6. İ. Yakıt, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İst., 1992, s.

210. İsmail Hakkı Behçetî, Merâkıd-ı Mutebere-i Üsküdar, Hacı Selim Ağa Ktp.,

Hüdai Efendi, Nr. 1193, vr 38. İstanbul Müftülüğü Şeriye Sicilleri Arşivi, dosya Nr. 309. J. H., Mordtmann, , “Das Observatorium des Taqi ed-din zu Pera”, Der Islam, 13

(1923), 82-96. Jazminko Mulaomerovic, " Mavekkithane, muvekiti i mjeerenje vremena", Anali

Gazi Husrev-Begove Biblioteke, XV-XVI, 1990, Sarajevo, s. 267-281. Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zünûn, I, 407, 519; a. mlf., Fezleke, İstanbul 1287, II/366-8. L. Göker, Fen Bilimleri Tarihi, Ankara 1984, s. 179. Lütfi Efendi, Vak'anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi (Yay. Haz, M. Aktepe),

Ankara 1988, XI/23-24. M. T. Gökbilgin, XV.-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı, Vakıflar-Mülkler-

Mukataalar, İstanbul 1952. M. Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971, II/587. Mehmed Sâdık, İhtisâru’l-Cedvelü’l-kebir li-Sâlihu’l-mîmârî, Süleymaniye Ktp.,

Hüsrev Paşa, nr. 232, s. 26b. Mehmet İpşirli, “Cihet”, DİA, VII/546-548. Meric, R. M., "Beyazıt Camii Mimarı, II. Sultan Beyazıt Devri Mimarları ile bazı

binaları, Beyazıd Camii ile Alâkalı Hususlar, Sanatkârlar ve Eserleri", Yıllık Araştırmalar Dergisi, 2 (1957), Ankara 1958, 20.

Muhammad ibn al-Hajj Isma’il al-Darendevî, Risâla fî Ma’rifat al-âlât li Avqat al-Salât, Kandilli Rasathanesi Library, 2/2, 2/3.

Müneccimek, el-Makalat-ı Sâlise fî Resm-i Alât-ı Zılliye, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 40, s 32a.

N. Gökdoğan, "Türk Astronomi Tarihine Bir Bakış", Tanzimat I, 100. Yıldönümü Münasebetiyle, İstanbul 1940, 469.

Naîmâ Mustafa Efendi, Ravzatü’l-Hüseyn fî hulasâti ahbâri’l-hâfikeyn, İstanbul 1280, V, 30.

Nusret Çam, , Osman Güneş Saatleri, Ankara: Kültür Bakanliği, 1990. Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, I-II, İst., 1972, s. 191; a. mlf., Türk

Şehirlerinde imaret Sistemi, İstanbul 1939, s. 26.

Page 159: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

159

Ö. Lütfi Barkan, “Ayasofya Camii ve Eyüb Türbesinin 1489-1491 Yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları”, İFM, 1-4, s. 349; a. mlf., “Fatih Cami ve İmareti Tesislerinin 1489-1490 Yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları”, İFM, XXII, s. 1-4, s. 312.

Peçevi İbrahim Efendi, Tarih-i Peçevi (yay., Fahri Ç. Derin-V.Çabuk), İstanbul 1980, s. 381-2.

Reşat Ekrem Koçu, “Akbulut (Ahmed Ziya)”, İstanbul Ansiklopedisi, I, s. 510-511.

Rıfkı Melül Meric, "Beyazıt Camii Mimarı, II. Sultan Beyazıt Devri Mimarları ile bazı binaları, Beyazıd Camii ile Alâkalı Hususlar, Sanatkârlar ve Eserleri", Yıllık Araştırmalar Dergisi, 2 (1957), Ankara 1958, s. 20.

S. H., Nasr, Islamic Science an Illustrated Study, Cambridge: Islamic Texts Society, 1987.

Salim Ayduz, "Mustafa b. Ali Muvakkit", (YYOA) (YYOA), Istanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 289-290; a.mlf., “Cihangirli Mehmed Sadık Efendi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 181; a.mlf., “Hüseyin Hilmi Efendi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 582-583; “İstanbul’da Zamanın Nabzını Tutan Mekanlar” İstanbul, 51 (Eylül 2004), s. 92-98; “Küfrî Hasan Çelebi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 535; “Müneccimek Mehmed Efendi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 121; a.mlf., “Müneccim-i Sani Hafız Ahmed Efendi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 117-118; a.mlf., “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık Müessesesi”, TTK Belleten, LXX (257), Ankara 2003, 167-264; a.mlf., “Small Observatories in the Ottoman Empire: Time-keeping houses (Muwaqqitkhanas)”, Osmanlı (Ed. Guler Eren and others), Ankara 1999, volume VIII, s. 664-675; a.mlf., “Takiyüddin Râsıd", (YYOA), Istanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 603-605; a.mlf., “Yusuf bin Ömer es-Saatî”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 682; a.mlf., “Mehmed Çelebi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 119.

Server Dayıoğlu, , “Istanbul’un Muvakkithaneleri”, 13 (Istanbul, 1995), s. 33–39. Seyyid Osman Sürûrî, Dîvân, Bulak, 1255. Silahdar Fındıklılı Mehmet Ağa, Tarihi İstanbul 1928, I, s. 354. Süleymaniye Vakfiyesi, Haz. K. E. Kürkçüoğlu, Ankara 1962. Süleymaniye Vakfiyesi, Published by K. E. Kürkçüoğlu, Ankara 1962. Takvim-i sâl 1203-1204, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. T 111, vr 7b, 10b. Takvim-i Vekayi, 16 Şevval 1334, no 2616, s. 1. Takvimi Vekayi, Sene 25 rebiülevvel 1282, Defa 812, sahife. 1 sütûn 1. W. Harnter, “Asturlab”, Encyclopedia of Islam, second edition, Brill, I, 723-727. Wolfgang Meyer, , İstanbul’daki Güneş Saatleri, İstanbul 1985. Yavuz Unat, “Mustafa bin Ali el-Muvakkît ve İ‘lâm el-‘İbâd fî A‘lâm el-Bilâd

(Şehirler Aleminde Mesafelerin Bildirimi) Adlı Risâlesi”, EJOS (Electronic Journal of Oriental Studies), VII (2004), Nr. 10, Utrecht University, Utrecht, s. 8.

Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. 268/6, vr 8b. Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. 323, vr 3b. Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. 403, v. 2a. Yusuf b. Ömer es-Saati, Sahâif-i Takvim, TSMK, nr. A. 1960. Zeliha Kumbasar, Osmanlı Dönemi İstanbul Muvakkithaneleri, Yüksek Lisans

Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008.

Page 160: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

160

11. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ RESİM ve PLANLARI

Figure 1 Ahmediye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 2 Atik Ali Paşa Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 161: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

161

Figure 3 Atik Valide Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 4 Ayasofya Camii Muvakkitahanesi

Page 162: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

162

Figure 5 Ayasofya Camii Muvakkithanesi plan krokisi (S. Ünver)

Figure 6 Ayasofya Muvakkithanesi'nin orijinal planı

Page 163: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

163

Figure 7 Ayasofya Muvakkithanesi'nin planı ve iç görüşü.

Figure 8 Topçubaşı Bala Süleyman Ağa Camii Muvakkitahnesi (Z. Kumbasar).

Page 164: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

164

Figure 9 Beykoz Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 10 Beykoz Camii Muvakkithanesi plan krokisi (Z. Kumbasar).

Page 165: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

165

Figure 11 Beylerbeyi Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 12 Dolmabahçe Camii Muvakkithanesi

Page 166: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

166

Figure 13 Dolmabahçe Camii Muvakkithanesi plan krokisi (Z. Kumbasar).

Figure 14 Emirgan Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 167: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

167

Figure 15 Eyüp Sultan Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 16 Galata Mevlevihanesi Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 168: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

168

Figure 17 Humabarahane Camii Muvakkithanesi

Figure 18 Humabarahane Camii Muvakkithanesi plan krokisi

Page 169: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

169

Figure 19 Kadıköy İskele Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 20 Kandilli Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 170: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

170

Figure 21 Kanlıca Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 22 Kanlıca Camii Muvakkithanesi pla krokisi (Z. Kumbasar).

Page 171: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

171

Figure 23 Güzelce Kasımpaşa Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar)

Figure 24 Kocamustafapaşa (Sünbül Efendi) Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 172: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

172

Figure 25 Laleli Camii Muvakkithanesi

Figure 26 Halifezade İsmail Efendi tarafından Laleli Camii minaresine yapılan güneş saatleri.

Page 173: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

173

Figure 27 Mahmudiye (Sultan II. Mahmud Türbesi) Muvakkithanesi

Figure 28 Muradiye (Sirkeci Sultan V. Murad Sebili) Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 174: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

174

Figure 29 Nişancı Mehmed Paşa Camii Muvakkithanesi. (Z. Kumbasar).

Figure 30 Nusretiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 175: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

175

Figure 31 Kadıköy Osmanağa Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 32 Ramazan Efendi Camiii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 176: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

176

Figure 33 Selimiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 34 Suadiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 177: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

177

Figure 35 Suadiye Camii Muvakkithanesi kroki planı (Z. Kumbasar).

Figure 36 Sultanahmed Camii Muvakkithanesi

Page 178: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

178

Figure 37 Şehzade Camii Muvakkithanesi avludan görünüşü

Figure 38 Şehzade Camii Muvakkithanesi plan krokisi

Page 179: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

179

Figure 39 Teşvikiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Figure 40 Tevkifiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 180: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

180

Figure 41 Yenicami Muvakkithanesi

Figure 42 Yeni Valide Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 181: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

181

Figure 43 Yeni Valide Camii Muvakkithanesi plan krokisi (Z. Kumbasar).

Figure 44 Yenikapı Mevlevihanesi Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).

Page 182: istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri

182

Figure 45 Yenikapı Mevlevihanesi Muvakkithanesi plan krokisi (Z. Kumbasar).