istanbul muvakkithaneleri ve muvakkitleri
TRANSCRIPT
PROJEM İSTANBUL
ARAŞTIRMA PROJESİ
İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ VE
MUVAKKİTLERİ Proje Yüklenicisi: DOÇ. DR. SALİM AYDÜZ Üniversitesi: FATİH ÜNİVERSİTESİ Fakültesi: FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ
© 2007-İstanbul. Bu araştırma projesi “Projem İstanbul” kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlatılmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve araştırmacının yazılı izni olmadan çoğaltılamaz ve kopyalanamaz.
2
FATİH ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ
FELSEFE BÖLÜMÜ
İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ VE MUVAKKİTLERİ
(İstanbul’daki Muvakkithane binalarının tespiti ve tarihi fonksiyonlarına uygun bir şekilde değerlendirilmesi)
SALİM AYDÜZ
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
STRATEJİ GELİŞTİRME DAİRE BAŞKANLIĞI
STRATEJİK PLANLAMA MÜDÜRLÜĞÜ
PROJEM İSTANBUL
İSTANBUL 2009
3
ÖNSÖZ 6 1. GİRİŞ 8 1.1. Osmanlı Öncesi Toplumlarda Müneccimlik 8 1.2 İslam’da Vakit Tayini Konusu 11 2. MUVAKKİTLİK KURUMUNUN BAŞLAMASI 16 2. 1. MEMLUKLAR’DA MUVAKKİTLİK 17 2. 2. ENDÜLÜS’TE MUVAKKİTLİK 18 2.3. ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI VE RASATHANELERİN KURULMASI 20 2.4. İSTANBUL RASATHANESİ VE TAKİYÜDDİN RASID 32 3. OSMANLILARDA MÜNECCİMBAŞILIK KURUMU 41 3.1. MÜNECCİMBAŞI LİSTELERİ 46 3.2. MÜNECCİMBAŞININ MAİYETİ 48
3.2.1.Müneccim-i Sâni 48 3.2.2.Müneccimbaşı Kâtipleri veya Saray Müneccimleri (Müneccimân-ı Hâssa) 50
3.3.MÜNECCİMBAŞILARIN YETİŞMELERİ 51 3.4.TAYİNLERİ 52
3.5.MÜNECCİMBAŞILARIN MAAŞ VE GELİRLERİ 55 3.6. MÜNECCİMBAŞILARIN MEVÂCİBLERİ 60
3.6.1. Zayiçe Takdiminden Aldığı Atıyye 61 3.7. Elkab, Kıyafet ve Nişanları 62
3.7.1. Kıyafetleri 63 3.7.2. Nişanları 63
3.8. MÜNECCİMBAŞILARIN GÖREVLERİ 64 3.8.1. Rakam Takvimi 66 3.8.2. İmsakiye Hazırlamak 67 3.8.3. Zayiçe Hazırlamak 67
4. Müneccim ve Muvakkit Yetiştirmek Üzere açılmış bir astronomi okulu: MEKTEB-İ FENN-İ NÜCÛM 68 4.1. MEKTEBİN AÇILIŞI 69 4.2. MEKTEBİN KURULUŞ GAYESİ 69 4.3.MEKTEBİN YERİ 70 4.4. MEKTEPTEKİ EĞİTİM 71 4.5.MEKTEBİN TALEBELERİ 71 4.6.MEKTEBİN AYLIK TAHSİSATI 73 4.7.MEKTEBİN KAPATILMASI 74 5. MUVAKKİTHANE VE MUVAKKİTLİK 75 5. 1.MUVAKKİTLİK 75
5.3.MUVAKKİTİN VAZİFELERİ 81 5.4. MUVAKKİTHANELERDE BULUNAN ARAÇLAR 82 5.5.MUVAKKİTLER NE İŞ YAPARDI? 85
6. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ 86 6.1.İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİNİN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ 88 6.2.MEVCUT İSTANBUL MUVAKKİTHANLERİ 92
6.2.1. AHMEDİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 92 6.2.2. ATİK ALİ PAŞA MUVAKKİTHANESİ 92 6.2.3. ATİK VALİDE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 93
4
6.2.4. AYASOFYA MUVAKKİTHANESİ 95 6.2.5. BALA SÜLEYMAN AĞA MESCİDİ MUVAKKİTHANESİ 96 6.2.6. BEYKOZ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 97 6.2.7. BEYLERBEYİ CAMİİ 98 6.2.8. CAFERAĞA CAMİİ 99 6.2.9. DOLMABAHÇE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 100 6.2.10. EMİRGAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 101 6.2.11. EYÜP SULTAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 102 6.2.12. GALATA MEVLEVİHANESİ MUVAKKİTHANESİ 103 6.2.13. HUMBARAHANE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 104 6.2.14. İSKELE (KADIKÖY) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 104 6.2.15. KANDİLLİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 105 6.2.16. KANLICA (İSKENDER PAŞA) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 105 6.2.17. KASIMPAŞA CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 106 6.2.18. KOCAMUSTAFAPAŞA (SÜMBÜL EFENDİ) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 107 6.2.19. LALELİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 108 6.2.20. MAHMUDİYE (SULTAN II. MAHMUD) MUVAKKİTHANESİ 108 6.2.21. MURADİYE (SULTAN V. MURAD) MUVAKKİTHANESİ 109 6.2.22. NİŞANCI MEHMED PAŞA CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 109 6.2.23. NUSRETİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 110 6.2.24. OSMANAĞA MUVAKKİTHANESİ 111 6.2.25. RAMAZAN EFENDİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 111 6.2.26. SELİMİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 112 6.2.27. SUADİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 113 6.2.28. SULTANAHMED CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 113 6.2.29. ŞEHZADE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 114 6.2.30. TEŞVİKİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 115 6.2.31. TEVFİKİYE (ARNAVUTKÖY) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 115 6.2.32. YENİ CAMİ MUVAKKİTHANESİ 116 6.2.33. YENİ VALİDE SULTAN CAMİİ 118 6.2.34. YENİKAPI MEVLEVİHANESİ MUVAKKİTHANESİ 119
6.3. MEVCUT OLMAYAN BAZI MUVAKKİTHANELER 120 6.3.1. ALTUNİZADE CAMİİ 120 6.3.2. AYAZMA CAMİİ 121 6.3.3. AZAPKAPI MUVAKKİTHANESİ 123 6.3.4. FATİH CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 123 6.3.5. BAYEZİD CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 124 6.3.6. ÇİNİLİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 125 6.3.7. KURBAN NASUH CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 125 6.3.8. MİHRİMAH SULTAN CAMİİ 125 6.3.9. PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 127 6.3.10. YAVUZ SULTAN SELİM CAMİİ MUVAKKİTHANESİ 128
7. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ MUVAKKİTLERİ 128
5
7.1. AHMED (ö. 1809’tan sonra). 128 7.2. AHMED BOSNAVİ (1721'de sağ). 129 7.3. AHMED EFENDİ, HAFIZ (ö. 1865’te sağ). 129 7.4. AHMED EFLÂKÎ DEDE (Tekirdağ, 1808-İstanbul, 1876). 130 7.5. AHMED NAKŞİ EFENDİ (XVII. yy.). 131 7.6. AHMED ZİYA AKBULUT (İstanbul, 15 Haziran 1869-İstanbul 17 Nisan 1938). 131
Eserleri 133 7.7. ALİ b. AHMED MUVAKKİT (Edirne, ? – 1755'ten sonra). 134 7.8. ALİ NAZİF EFENDİ (?, ?-?, 1791'de sağ). 135 7.9. ALİ MUYTABÎ (1750'de sağ) 136 7.10. DERVİŞ TALİB EFENDİ (1645’te sağ). 136 7.11. EMÎN MUHAMMED B. EL-HÂCC İSMAİL EL-MUVAKKİT (1679’da sağ) 136 7.12. HASAN ÇELEBİ (KÜFRÎ) (İstanbul, ?-İstanbul Eylül 1660). 137 7.13. HÜSEYİN HİLMİ EFENDİ (Karlova Şubat 1859 – İstanbul 29 Eylül 1924). 138 7.14. HÜSEYİN HULUSİ EFENDİ, HACI (Ağustos 1859’dan sonra) 140 7.15. İBRAHİM EDHEM EFENDİ (? – İstanbul 9 Ağustos 1865). 140 7.16. İBRAHİM ZÜHDİ EFENDİ (XIX. Yüzyıl sonu). 141 7.18. MEHMED b. AHMED (Müneccimek) (İstanbul, ? – Mart 1668). 143 7.19. MEHMED ÇELEBİ (İstanbul, ? – Temmuz 1631). 144 7.20. MEHMED KONEVÎ (? – 1523-24 civarı). 145 7.21. MEHMED SADIK EFENDİ, Cihangirli (İstanbul, 19 Haziran 1742 – 1 Kasım 1812). 146 7.22. MUSTAFA b. ALİ MUVAKKİT (? – İstanbul 2 Mart 1571). 148 7.23. OSMAN EFENDİ, KASIMPAŞALI (1102/1691'de sağ) 151 7.24. YUSUF B. ÖMER (es-Sa'âtî) (?, ?-İstanbul, 1560(ö. 1570’te sağ) 151 8. MUVAKKİTHANELERİN VE MUVAKKİTLERİN SON DÖNEMDEKİ DURUMU 152 9. NETİCE VE TEKLİFLER 153 10. SEÇİLMİŞ BİBLİYOGRAFYA 156 11. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ RESİM ve PLANLARI 160
6
ÖNSÖZ
İstanbul asırlar boyunca pek çok farklı topluluklar için din, sanat, bilim ve kültür
merkezi olmuştur. Pek çok farklı dine ve medeniyete başkentlik yapan bu tarihi şehrin
1453 yılında Osmanlıların eline geçmesiyle tarihte yeni bir sayfa açılmıştır. Bu tarihten
önce muhtelif vesilelerle Müslümanlarla tanışan İstanbul’un tam bir İslam şehri haline
gelmesi fetihten sonra olmuş ve şehre karşı hususi bir sevgisi bulunan Fatih Sultan
Mehmed’in şahsi gayretleriyle kısa sürede bir ilim, kültür ve sanat merkezine
dönüşmüştür. Böylece Bağdat, Şam, Kahire, Semerkant ve Halep gibi meşhur İslam
şehirleri halkasına İstanbul da ilave olmuş ve bu özellik günümüze kadar devam
edegelmiştir. Asırlar boyu süren ihmal sonucu eski tarihi şöhretini büyük ölçüde
kaybetmiş olan İstanbul’a canlılık getirmek üzere fetihten sonra alınan bir dizi tedbirler
kısa sürede sonuç vermiş ve şehir ilim ve kültür merkezi haline gelerek canlılık
kazanmıştır. Bir yandan eski binalar tamir edilmiş diğer yandan da yeni yerleşim yerleri
ve binalar inşa edilmiştir. Bunlar arasında en dikkat çekici olan hiç şüphesiz Fatih
Külliyesi ve onun içinde yer alan Sahn-ı Saman Medreseleridir. Gerek mimari açıdan
gerekse ilmi açıdan Osmanlı tarihinin en önemli projelerinden birisi olan bu külliyenin
içinde tespitlerimize göre İstanbul’un ilk muvakkithanesi de yer almaktaydı. Bugün
hayatta olmayan bu muvakkithaneyi daha sonraki yıllarda inşa edilen diğerleri takip
etmiştir. Daha önceki İslam medeniyetlerinde de bulunan muvakkithane kurumu
Osmanlı şehirlerinde benzer bir vazife ifa etmenin yanı sıra bazen bir eğitim merkezi
olarak da vazife yapmıştır. Müneccimbaşılık kurumu ile yakın ilişkiler içinde olduğu
tespit edilen muvakkitlik çalışmaları, 1924 yılında müneccimbaşılığın ilga edilmesine
rağmen 1953 yılına kadar faaliyetlerini devam ettirmiştir.
Bu çalışmada İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bir projesi olarak İstanbul’da
tarih boyunca kurulmuş olan muvakkithaneler ve bazı muvakkitler incelendi.
7
Muvakkithane kurumu ile yakın ilişkiler içinde olan başta müneccimbaşılık olmak üzere
İstanbul Rasathanesi ve Mekteb-i Fenn-i Nücum gibi kurumlar hakkında da bilgi
verildi. İstanbul muvakkithaneleri ise binası hala mevcut olanlar ve olmayanlar olmak
üzere iki ayrı başlık altında incelendi. Bu kurumlarda vazife yapan İstanbul
muvakkitleri ve çalışmaları hakkında da kısa bilgiler verildi.
Bu çalışma İstanbul Büyükşehir Belediyesi Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı,
Stratejik Planlama Müdürlüğü tarafından desteklenip ve yönetilmiştir. İstanbul’umuzun
Tarihi ve Kültürel Mirasının Korunması hedefine yönelik bir proje çerçevesinde ele
alınan bu eserin İstanbul’un tarihinde mühim bir yeri bulunan muvakkithane
kurumunun bir müze olarak kurulmasına ve yaşatılmasına vesile olması en büyük
hedefimizdir.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında yardımlarını gördüğüm tüm meslektaşlarıma ve
kurumlara teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Özellikle muvakkithanelerin resimlerini ve
planlarını temin eden ve Sayın Zeliha Kumbasar’a müteşekkirim. Son olarak, başta
Büyükşehir Belediye başkanı Sayın Kadir Topbaş olmak üzere bu projeye destek veren
tüm İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tüm yetkili birimlerine ve Fatih Üniversitesi
Proje Yönetim Merkezi görevlilerine şükranlarımı arz ederim.
Doç. Dr. Salim Aydüz
Fatih Üniversitesi
Mart 2009
8
1. GİRİŞ
Bu çalışmada, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden, devletin sona
ermesine kadar geçen dönem içerisindi kurulmuş olan muvakkithane müesseseleri ile
buralarda görev yapmış muvakkitler konusu ele alınacaktır. Pek çok alanda kendisinden
önce kurulmuş olan İslam devletlerinin karakteristik özelliklerini sürdüren Osmanlılar,
astronomi sahasında da aynı yolu izlemişlerdir. Daha önce yapılan çalışmaları
değerlendirip, kendi ihtiyaçlarına göre değerlendiren Osmanlı bilim adamları ihtiyaçlara
göre pek çok yeni çalışmalar da ortaya koymuşlardır. Astronomi ve astroloji alanlarında
bir yandan kurumlaşmaya giderken diğer yandan da bireysel çalışmaları devam
ettirmişlerdir. Saray içerisinde teşkil edilen müneccimbaşılık, ihtiyaç hâsıl olduğunda
muvakkitlik ve rasathane gibi kurumları da idare etmiş ve bir bakıma astronomi
sahasında ülke çapında yapılan çalışmaların da merkezi haline gelmiştir.
On beşinci asrın sonlarında kurulduğunu tahmin ettiğimiz müneccimbaşılık, esas
olarak on altıncı asrın ortalarına doğru teşkilâtlı bir müessese haline gelmiştir. Bu
müessesenin teşkilinde devletin takvim, devlet adamlarının zayiçe ihtiyacının
karşılanması, müneccim ve muvakkitlerin idaresi gibi önemli ihtiyaçlar rol oynamıştır.
Osmanlılardan önceki Türk-İslâm devletlerinde de her sene takvim hazırlayan ve
astrolojik çalışmalarda bulunan müneccimler bulunurdu. Ancak bunların görev ve
sorumlulukları Osmanlı müneccimbaşılarından farklıydı. Muvakkitlik kurumuna
geçmeden önce, Osmanlılardan önceki dönemlerde İslam devletlerindeki astronomi
çalışmalarına ve dolayısıyla da muvakkitlik çalışmalarına değineceğiz. Daha sonra da
müneccimbaşılık kurumu ile bu kuruma bağlı olan astronomi kurumları hakkında bilgi
vereceğiz.
1.1. Osmanlı Öncesi Toplumlarda Müneccimlik
Diğer pek çok medeniyette olduğu gibi İslâm toplumlarında da, özellikle idareciler
arasında geleceği öğrenme merakı, hayat, ölüm, hayır-şer gibi hususları, hanedanlıkların
9
sürelerini ve düşmanlarının her türlü hallerini öğrenme arzusuyla astrolojik çalışmalar
yapacak olan müneccimlere itibar edilmiş ve saraylarda istihdam edilmiştir. İbn
Haldun’a göre bu gibi şeyleri, önceden öğrenme hevesi, insanın tabiatında vardır. Oysa
akıl sahibi insanlar müneccimlerin geleceğe ait hiç bir şeyi bilmediğini veya
söylediklerinin çoğunun gayr-i muteber olduğunu söylerler1. XVIII. yüzyılın sonunda
İstanbul’da bulunan Abbe Toderini (1728–1799) de, müneccimlerin bütün yanlış
kehanetlerinin ortasında, bazılarının tesadüfî olarak doğru çıkmalarına insanların çok
önem verdiklerini, buna mukabil aksi netice vermiş birçok kehanetleri ise hiç
hatırlamadıklarını nakletmektedir2.
İslâm bilim literatüründe, ilm-i ahkâm-ı nücûm, sınaat-i ahkâm-ı nücûm veya
kısaca ilm-i nücûm, ahkâm-ı nücûm, ilm-i hey’et, ilm-i eflak diye adlandırılan astroloji
ve astronomi, esas itibariyle XIX. yüzyıla kadar tek bir ilim olarak kabul edilmiş ve bu
deyimler astronomi ve astrolojiyi yahut da bu ilimlerin her ikisini birden tanımlamak
için kullanmıştır. İslam medeniyetinde müneccim kelimesiyle hem astrolog hem de
astronomlar ifade edilmekteydi3. Bu anlayış Osmanlılarda da aynıydı. Kâtip Çelebi (ö.
1659), Keşfü’z-zünûn adlı eserinde ilm-i nücûmun üç sahasından bahsetmiştir. Bu
sahaların ilk ikisinin tamamen astronominin konusu olmasının yanında, üçüncüsü
astrolojinin konusuna girmekte ve tamamı ilm-i nücûm yani olarak kabul edilmektedir4.
Osmanlıdan önceki Türk ve İslâm devletlerinde, hükümdarlar çeşitli yerlerde
kurdurdukları rasathaneler ile Müslüman astronomi âlimlerine gözlem yapma imkânı
sağlamışlardır. Ayrıca matematik, astronomi ve astroloji alanında eserler yazılmasını
teşvik etmişlerdir. İslâm rasathanelerinin kuruluş maksatları, hükümdarların astrolojiye
olan düşkünlüklerinden ziyade, bir ilim olarak kabul ettikleri ilm-i nücûm ve hey’et
üzerine çalışmalar yapmaktı. Günlük ve geleceği ait işlerinin düzenlenmesinde
yıldızların dakik birer rehber olduğu inancının da rasathanelerin açılmasında önemli bir
1 İbn Haldun, Mukaddime (Tercüme: Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 396, 781–783. 2 M. L’. Abbè Toderini, de la Litterature Des Turcs, Traduit de l’Italien en Français par Tournant,
Paris 1789, I, 171. 3 Mouredgea d’Ohsson, Tableau général de l’Empire Ottoman, Paris 1824, VII, 11; Carlo A. Nallino,
“Astroloji”, İslam Ansiklopedisi (İA), I, 682; a. mlf. “Astronomi”, İA, I, 686; Seyyed Hossein Nasr, Islamic Science an Illustrated Study, New Edition, London 1976, s. 95; Tevfîk Fehd, “İlm-i Ahkâm-ı Nücûm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (DİA), XXII, s. 124-126; a. mlf., “İlm-i Felek”, DİA, XXII, s. 126-129.
4 Kâtip Çelebi, Keşfü'z-zünûn (Nşr, Ş. Yaltkaya), İstanbul 1943, II, 1930–1931.
10
katkısı bulunmaktaydı5. Her ne kadar İslâm rasathanelerindeki dakik rasatlar ve
matematik çalışmaları astroloji çalışmalarında iyi neticeler elde etmek için
kullanılıyorsa da, rasathanelerin temelinde ilmî zihniyetin ve tecessüsün varlığı da inkâr
edilemez. İslâm bilim literatüründe astroloji ve astronominin tek bir ilim olarak kabul
edilmesi sebebiyle astrolojiye ait konular ve astrolojinin birçok problemi için yapılan
hesaplar astronomi kitaplarında yer almıştır6. Diğer taraftan astrologların daima muhtaç
oldukları astronomik hesap cetvelleri sadece astronomi eserlerinde bulunmaktaydı7.
Rasathanelerde yapılan ve asırlarca Batı ve Doğu’da kullanılan zîcler ve astronomi
eserleri bunun en güzel delilleridir. Esas hedefi dakik rasatlarla yeni ve güvenilir zîcler
hazırlamak olan İslâm rasathanelerinde, yeni yapılan rasatlar ile dakikliğini kaybeden
eski astronomik cetveller ıslah edilerek, daha mükemmelleri hazırlanmıştır8. Osmanlı
öncesi dönemde özellikle Meraga ve Semarkand rasathanelerinde hazırlanan ziçler
Osmanlı müneccimleri tarafından da uzun süre kullanılmıştır. Ancak bu ziçlerin
ihtiyaçlara cevap vermekte yetersiz kalması üzerine Takiyüddin Rasıd tarafından
İstanbul’da yeni bir ziç hazırlanmak üzere büyük bir rasathane kurulmuştur. Ancak bu
rasathanenin kısa süren ömrü dolayısıyla istenen ziçler hazırlanamamıştır. Uluğ Bey ve
arkadaşları tarafından hazırlanmış olun Zic-i Uluğ Bey, 1800 yılına kadar İslam
dünyasında temel ziç olarak kullanılmıştır. Bu tarihlerden sonra ise Avrupa
rasathanelerinde hazırlanan ve her sene yenilenen ziçler kullanılmaya devam edilmiştir.
Son yıllarda ise mekanik saatlerin devreye girmesi ve yaygınlaşmasıyla vakit tayini
meselesi büyük ölçüde saatler vasıtasıyla halledilmiştir. Cumhuriyetin ilanı ile
müneccimbaşılık kurumu ilga edilmiş ve yerine Başmuvakkitlik adı altında yeni bir
kurum kurulmuştur. Ancak bu kurum da 1953 yılında TRT radyosu saat anonslarının
başlamasıyla fonksiyonunu tamamen kaybetmiş ve ilga edilmiştir.
İslam medeniyetinin en yaygın astronomi kurumu olarak kabul edebileceğimiz
muvakkithane binalarının ilga edilmesi ile bu kurum tamamen tarihe karışmıştır. Ancak
tespit edebildiğimiz kadarıyla, bütün modern imkânların yanı sıra Fas gibi bazı
ülkelerde bu kurum halen yaşatılmaktadır.
5 A. Sayılı, “Rasathane”, İA, IX, 628. 6 Nallino, “Astroloji”, s. 685. 7 Nallino, “Astroloji”, s. 682. 8 A. Sayılı, “Rasathane”, İA, IX, 628.
11
Tarih boyunca başta büyük şehirler olmak üzere, belli başlı yerleşim
merkezlerinde daha ziyade cami müştemilatı içerisinde yer alan muvakkithane binaları,
İslam bilim ve mimarlık tarihinin son derece zengin örneklerini teşkil etmişlerdir.
Medrese ve daruşşifa gibi kurumlardan sonra belki de en yaygın kurum olan
muvakkithanelere yeteri kadar değer verilmediği gibi üzerine pek fazla araştırma da
yapılmamıştır. Konuyla ilgili ilk ve en geniş çalışmayı yapmış olan A. Süheyl Ünver
Bey, bu kurumları bilim tarihimizin en kıymetli ve üzerinde en çok durulması lazım
gelen ilim yuvaları olarak niteler.9 Gerçekten de bazı muvakkithaneler, muvakkidinin
ilmî muktesabıt ve imkânları dâhilinde dönemin küçük bir rasathanesi veya tabir-i
diğerle basit bir astronomik gözlem merkezi gibi çalışmış, başta astronomi olmak üzere
yakın konularda ve matematikte dersler verilmiş bir nevi bir eğitim kurumu olarak da
fonksiyon icra etmiştir. Bu çalışmaların ve faaliyetlerin neticesi olarak bu kurumlarda
çok sayıda eser telif edilmiş ve öğrenciler yetiştirilmiştir.
İstanbul muvakkithaneleri konusuna girmeden önce İslam dünyasında vakit tayini
konusunun önemi ve mahiyeti hakkında kısaca bilgi vermek konunun daha iyi
anlaşılmasına imkân sağlaması açısından faydalı olacaktır.
1.2 İslam’da Vakit Tayini Konusu
İslam dini vakit tanzimi konusuna çok büyük önem vermiş ve günü, ayları ve
yılları ibadet vakitlerine göre tanzim etmiştir. Gerek Kuran-ı Kerim’de gerekse Hadis-i
Şeriflerde vaktin en iyi şekilde değerlendirilmesi için pek çok tavsiye ve ikaz
bulunmaktadır. Bu ikaz ve tavsiyeler doğrultusunda Müslümanlar hayatlarını tanzim
etmişler ve bu tanzim işinde hiç şüphesiz astronominin yardımını görmüşlerdir. Tabi
bunda islamî bir kavram olarak vaktin, ibadet için özel zamanın girmesi olarak
tanımlanmasının önemi büyüktür. Nitekim, ibadetlerin yapılabilmesi için vaktin girmesi
farz olup, vakit girmedikçe ibadet için gerekli olan farz da yerine gelmemektedir. Başta
namaz olmak üzere oruç, hac ve zekat gibi dinin diğer temel konularında da vakit
9 A. Süheyl Ünver, " İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine",
International Symposium on the Observatories in Islam, İstanbul 1980, s. 45-51; a. mlf., "Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları V, 1971-1972, Ankara 1975, s. 217-272. Ünver’in bu çalışmalarından başka zikredilmesi gereken diğer çalışmalar Server Dayıoğlu ve Zeliha Kumbasar tarafından yapılmıştır. Bkz. S. Dayıoğlu, “İstanbul Muvakkithaneleri”, İstanbul Dergisi, 13, s. 33-39. Server Dayıoğlu’nun İstanbul muvakkithaneleri ile ilgili bir kitabı ise yayınlanmak üzere hazırlanmaktadır. Zeliha Kumbasar,
12
meselesi olmazsa olmaz bir şart olarak vaz olunmuştur. Ramazan ayının başlaması için
ayın görülmesi gerektiği gibi, oruçların başlayıp bitmesi de güneşin doğuş ve batışının
takip edilmesi gerekmektedir. Şu halde hem güneş hem de ayın günlük, aylık ve yıllık
hareketleri ibadetler için büyük önem taşımaktadır. Bu sebeple ay ve güneş gözlemleri
İslam astronomi çalışmalarının merkezinde yer almıştır. Keza hac ibadetinin
yapılabilmesi için Zilhicce ayının girmesi gerekmekte ve Arefe günü ihramlı olarak
Arafat’ta vakfede hazır olunması gerekmektedir. Zekat ibadetinde de bir Müslümanın
zekat verebilmesi için akıllı, ergin olma ve temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala
sahip bulunma yanında bir kameri yılın da vakit olarak geçmesi gerekir.
Ancak, İslam’da vakit en çok namaz ibadeti açısından önemlidir denebilir. Zira bir
Müslüman her gün beş vakit namaz kılmalıdır ve bu ibadetin en temel şartlarından biri
vaktinde eda edilmesidir. Kur’an-ı Kerim’deki “Namaz, Müminlere vakitli olarak farz
kılınmıştır”10 ayeti gibi birçok ayet ve hadiste namazda “vakit” mevzuu önemli bir kriter
olarak işlenmiştir. Vaktinden önce kılınan namazlar eda edilmiş sayılmamakla birlikte
vaktinden sonra kılınan namazlar da ancak kaza edilebilir.
Kur’an-ı Kerim’de namaz vakitleri ana hatlarıyla belirlenirken hadislerde bu konu
daha fazla detaylandırılmıştır.11 Buna göre farz olan yani eda edilmesi zorunlu olan
namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere beş vakittir. Bunlardan başka
yine belli vakitlere mahsus vacip, sünnet ve nafile namazlar da vardır.
Günlük beş farz namazın vakitleri hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse;
Sabah namazı vakti: Sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek
yayılan aydınlık olan fecr-i sadıkla başlayıp güneşin doğuşuna kadar sürer.
Öğle namazı vakti: Güneşin en yüksek noktaya ermesinden her şeyin gölgesinin
bir misli yani kendi kadar uzamasına kadar devam eder.
İkindi namazı vakti: Her şeyin gölgesinin bir misli olduğu öğle namazı vaktinin
bitişiyle başlar, her şeyin gölgesinin iki misli olduğu zamana, güneşin sarardığı ana
kadar sürer.
Osmanlı Dönemi İstanbul Muvakkithaneleri, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008.
10 Nisa Süresi, 103. 11 Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, İstanbul: Aksa Yayınları, 1997, II, 179-238.
13
Akşam namazı vakti: Güneş yuvarlağının tam olarak ufukta batmasıyla başlar ve
şafak kızıllığının kaybolması anına kadar devam eder.
Yatsı namazı vakti: Akşam namazının vaktinin dolmasıyla başlar ve bazı
rivayetlere göre sabah namazına kadar, bazı rivayetlere göre de gece yarısına kadar
devam eder.
İslam’da namaz vakitlerinde belli zaman aralıkları söz konusudur ve bir vaktin
başlangıcı ve bitişi astronomik verilerle belirlenmiş olması gerekmekte, özellikle
güneşin gökyüzündeki konumu ve o konumuna ilişkin saat açısı belirleyici etken
olmaktadır. Özellikle de sabah ve akşamın başlangıç saatlerinin belirlenmesi
zorunluluğu vardır. Bunların tespiti için gün doğumundan (tulu’) önce doğu ufkunda
gün ağarmasının (fecr-i sadık, fecr) başladığı ve gün batımından (gurub) sonra batı
ufkundaki kızıllığın (şafak-ı ahmer) kaybolduğu zaman güneş ışınlarının ufuk
düzlemiyle yaptığı açıların kaç derece olduğunun önceden bilinmesi gerekmektedir.
Bütün bunlar da astronomik gözlemler sonucu hazırlanmış tablolarla bulunmaktadır.
Namaz vakti her bölge için farklıdır ve yılın belli zamanlarına göre çeşitlilik
göstermektedir. Bundan dolayı vakit tayini problemi, sürekli tekrar eden ve farklı
bölgelerde farklı sonuçlara dayanan hesaplamalarla çözülebilmektedir. Özellikle
cemaatle toplu bir şekilde kılınan namazlar, namaz vaktinin titizlikle belirlenmesi
yönünde eğilime neden olmuşlardır.
Tarih boyunca İslam’ın yayıldığı her farklı şehir farklı bir enlem, farklı bir boylam
anlamına gelmekte böylelikle vakit tayini ve kıble yönü için ayrı bir gözlem ve
hesaplama gerektirmekteydi. Bu durum uzun, devamlı ve yoğun çalışmaları gerektiren
bir ihtiyaçlar listesi sunuyordu. İslam dünyası bu problemi hafife almamış, konuyla
ilgili bilgi ve tecrübeler arttıkça önceki devirlerde de varolan ancak sadece saatin kaç
olduğunu bilmek için yapılan güneş saati gibi aletler daha hassas ve detaylı olacak
şekilde geliştirilmiştir. İlerleyen yüzyıllarda bu işler muvakkit denilen özel astronomlara
emanet edilmiş ve bir dönem sonra (hemen hemen) her büyük camiye bu uzmanlara ait
bir muvakkithane ilave edilmiştir.
Mikat, kelime anlamı olarak bir iş için tayin edilen zaman anlamına gelmektedir.
Güneş ve yıldızlardan astronomik zaman tayinin yapıldığı ve günlük beş namazın
14
vakitlerinin hesaplandığı bilime ilm-i mikat denmektedir. Genel olarak ilm-i mikat
zamanı, günleri, geceleri ve bu zaman dilimlerinin nasıl gerçekleştiklerini tanımlar.
İslamiyetin ilk yıllarında namaz vakitleri, her insanın kolayca uygulayabileceği
seviyede pratik, geleneksel yöntemlerle yaklaşık olarak tayin edilebiliyordu. Erken
dönem İslami metinlerde namazı tam vaktinde kılma ve doğru bir şekilde kıbleye
yönelme sorumluluğundan bahsedilirken geleneksel astronomi yöntemleri çoğunlukta
olmak üzere gün içindeki gölgeleri ve burçları kullanarak zaman hesaplaması için basit
şemalar; kıble yönünü bulmak için güneş, yıldızlar ve rüzgarın kullanıldığı bazı
yöntemler de anlatılmaktadır. Dolayısıyla ilk dönem İslami gölge şemalarının
çoğunluğu öncelikle gölge boylarıyla belirlenen öğle ve ikindi namaz vakitleri için
kullanılıyordu.
Genel İslam astronomi tarihine baktığımızda, İslam dünyasında geleneksel
yöntemlerle başlayan mikat çalışmalarının, bilim adamlarının bu konu üzerine
çalışmalarını yoğunlaştırmasıyla bilimsel astronominin metodlarına doğru yöneldiğini
ve bu alanda büyük gelişmeler sağlandığı görülmektedir.
İslam astronomi tarihinde ilk defa Halife Mansur döneminde (754-775)
Muhammed b. İbrahim bin Habib El-Fezzari, Ez-Zic’ala sini’l-Arab adlı çalışmasında
İslami günlerin kameri takvime göre hesaplanması için kullanılacak cetvellerin
düzenlenmesiyle ilgili temel bilgi ve yöntemlerin ana hatlarını vermiştir. 8. yüzyılda
belirlenen bu esaslara bazı küçük değişiklikler eklenerek günümüze kadar uyulmuştur.
Ancak takip edilebildiği kadarıyla vakit tayini için on dokuzuncu yüzyıl’a kadar
devam edecek olan takvim ya da tablo hazırlama çalışmalarının ancak 9. yüzyılda tam
anlamıyla başladığı söylenebilir. Nitekim bu yüzyıl içinde ilk defa her boylam derecesi
veya yılın her günü için namaz vakitleri ve kıble tayini tabloları hazırlanmıştır. Zaman
tayini konusunda bilinen ilk tablolardan biri çalışmalarını Bağdat’ta sürdüren ünlü İslam
bilgini Ebu Abdullah Muhammed bin Musa el-Harezmi’ye12 (780-850) aittir.
12 GJ. Toomer, "Al-Khwarasmi, Abu Ja'far Muhammad ibn Mûsâ", Dictionary of Scientific Biography,
VII, 358, 1973; C. A. Nallino, "Al-Khwârazmî e il suo Rifacimento della Geografia di Tolomeo", Raccolta di Scritti Editi e imediti, V, 463-465 (458, 532), Rome 1944.
15
Özellikle mikat konusundaki eserleriyle dikkat çeken, Fatımiler devrinde Mısır’da
doğan İbn Yunus (ö. 1009) da döneminin en önemli astronomudur13. Namaz vakitlerinin
doğru bir şekilde tayini amacıyla birçok çalışma yapmıştır. İbn Yunus’un matematik
temellere oturtulmuş olan cetvelleri, güneşin yıl boyunca aldığı konumlarla ilgili 1000
kayıt içerecek kadar geniş kapsamlıdır ve bu cetveller o kadar mükemmeldir ki
Kahire’de 19 yüzyıl’a kadar kullanılmışlardır. David A. King’e göre erken 11. yüzyıl
astronomlarından İbn Yunus kendinden sonraki Kahire ve Şam’daki muvakkitlerin
çalışmalarını şekillendirecek bir zaman tayini geleneğini başlatmış; ilk defa derli toplu
bir şekilde vakitleri gösteren tablolar hazırlamıştır. İbn Yunus’un etkisi daha sonraki
yıllarda mikat konusunda önceliği ele alacak olan Suriye’de de çok görülmüştür.14
Bütün bunlardan sonra İslam’da astronomik zaman tayini ve astronomik aletlerle
ilgili ana çalışma on üçüncü asırda Hasan bin Ali el-Merrakuşi tarafından yazılan
“A’dan Z’ye Astronomik Zaman Tayini” adlı eser olarak kabul edilir.15 Genel olarak
eklektik (derlenmiş) bir eser olmakla beraber uzman bir astronomi çalışmasıdır. İlginçtir
ki Merrakuşi daha sonraki astronomiyle ilgili kaynaklarda mikati yada bu tür bir sıfatla
değil de şeyh imam olarak tanıtılmaktadır.
Erken on dördüncü yüzyılda Suriyeli Mizzi ve İbn Şatır Mısır’a giderek astronomi
eğitimi alıp Şam’a dönmüşler ve her ikisi de Emeviyye Camii’nin muvakkitleri olarak
görev yapmışlardır. Bu dönemle birlikte Şam, zaman tayini konusunda bir ekol haline
gelecektir ve Halili ve İbn Şatır ile on dördüncü yüzyılın ortalarında ilm-i mikat zirve
noktasına ulaşacaktır.
Şam ekolü, gerek astronomik aletlerle ilgili, gerek tablo hazırlamayla ilgili etkin
bir başarıya sahip olmuştur. Şam’da bu konuyla ilgili oldukça başarılı çalışmalar
yapılmış, İstanbul gibi henüz fethedilmemiş yerler için dahi tablolar hazırlanmıştır.
13 David A. King, “Ibn Yūnus: Abū al-�asan Alī ibn Abd al-Ra�mān ibn A�mad ibn Yūnus al-
�adafī”, Biographical Encyclopaedia of Astronomers, Ed. T. Hockey, New York: Springer, 2007, I, 573-574.
14 D. A. King, “Astronomical Timekeeping in Fourteenth Century Syria”, Proceedings of the First International Symposium for The History of Arabic Science, April 5-12, 1976, Arap Bilim Tarihi Enstitüsü, Halep.
15 François Charett, “Marrākushī: Sharaf al-Dīn Abū Alī al-�asan ibn Alī ibn Umar al-Marrākushī”, Biographical Encyclopaedia of Astronomers, Ed. T. Hockey, New York: Springer, 2007, II, 739-740.
16
Emeviyye Camii’nin muvakkitlerinden Halili’nin yaptığı tablolar Kahire ve İstanbul’da
da birkaç yüzyıl Şam da ise on dokuzuncu yüzyıl’a kadar kullanılmıştır.
On dördüncü yüzyılda İbnül Ekfani döneminden bir başka isim Necmeddin el-
Mısrî 250.000den fazla girdiye sahip, bütün enlemler için güneş ve yıldızlardan zaman
tayini yapabilen bir astronomik cetvel külliyatını hazırlamıştır. On beşinci yüzyılla
birlikte mikatla ilgili çalışmalar daha çok Kahire’deki Ezher Camii’nde yoğunlaşmıştır.
Ezher Camii’nin on dördüncü yüzyılın ikinci yarısındaki muvakkidi Sibt el-
Maridini’nin önemli çalışmaları olmuştur. on sekizinci yüzyıl’dan bu yana Ezher’de
onun çeşitli eserleri üzerine şerh telif edilmiştir.
on altıncı yüzyıl boyunca da Mısır’da muvakkitler tarafından çok sayıda çalışma
yapılmıştır. Bu çalışmalar 19. yüzyıla kadar devam etse de on beşinci yüzyıldan sonra
sonucu etkileyen yenilikler çıkmamıştır. Aynı şekilde Şam Emeviyye Camii de
Suriye’deki mikat çalışmalarının merkezi olmaya devam etmiş ancak on dördüncü
yüzyıl ekolüne üstünlük sağlayacak yeni bir alet yada tablo ortaya çıkmamıştır.
Müslümanların zaman belirlemek için tablo yapımları on dördüncü ve on beşinci
yüzyıllardan sonra bütün Osmanlı Devleti coğrafyasında devam etmiştir. Osmanlılar
hatırı sayılır bir gayretle mikatı geliştirmişlerdir. Osmanlı astronomları mevcut tabloları
günbatımını hergün saat 12:00’da gösterecek şekilde dönüştürmüşler ve ayrıca
astronomik tabloları olmayan bölgelere yeni tablolar yapmışlardır.
2. MUVAKKİTLİK KURUMUNUN BAŞLAMASI
Günde beş defa eda edilen namazın güneşin günlük konumuna göre belirlenmesi
sebebiyle, farz kılındığı (miladi 620) yıldan itibaren ilk Müslümanların basit bir
astronomi bilgisini kullandıkları anlaşılmaktadır. Ancak zamanla yeni bölgelerin
fethedilmesi ve yeni toplulukların İslam’a girmesiyle namaz vakitlerinin belirlenmesi ile
kıble tayini konuları önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Nitekim ikinci Halife Hz. Ömer
eyalet valilerini tayin ederken namaz vakitlerini tayin etmede ve kıbleyi bulmada lazım
olacak olan astronomi ilmine (ilm-i nücûm) vakıf olmalarını istemiştir.16 Bu durum, ilm-
i mikat konusunun tarihinin ne kadar eski olduğunu göstermesi açısından hayli
mühimdir. Eldeki sınırlı sayıdaki kaynaklardan anlaşılıyor ki muvakkitliğin
16 M. Yusuf. Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlık, İstanbul 1984, IV/1540.
17
kurumsallaşmasına kadar vakit tayini işini müezzinler veya imamlar yerine
getirmekteydi. Yedinci asırdan sonra genel olarak İslam dünyasında ortaya çıkan yeni
gelişmeler özellikle dokuzuncu asrın başlarından itibaren rasathanelerin kurulması ve
astronomi biliminde gelişmelerin olması, ilm-i mikat konusunda da önemli adımların
atılmasını netice vermiştir. Abbasiler dönemi Bağdat’ında başlayan ilm-i mikat
tablolarının hazırlanması Fatimîler dönemi Kahire’sinde biraz daha gelişmiş, Halilî,
Mizzî ve İbn Şatır’ın Şam’daki Emeviyye Camii’ndeki muvakkitliği döneminde zirveye
ulaşmıştır. On dördüncü yüzyılda Kahire ve Şam’da yapılan çalışmalar ilm-i mikat
konusunda önemli ilerlemeleri getirmiştir. Hazırlanan tablolarla İslam dünyasının pek
çok şehir için namaz vakitlerini belirleme kolay hale gelmiş ve muvakkitlerin olmadığı
yerlerde müezzinler bu tablolar vasıtasıyla namaz vakitlerini belirlemişlerdir. İslam
dünyasında muvakkitliğin ortaya çıkışı ve kurumsallaşması ile ilgili gelişmeleri ele
almak için bu konuda ortaya çıkan gelişmeleri ayrı ayrı ele almak konunun daha iyi
anlaşılması açısından daha isabetli olacaktır.
2.1. MEMLUKLAR’DA MUVAKKİTLİK
Muvakkitlik konusunda ilk ve en geniş çalışmaları yapmış olan David King’in
tespitlerine göre muvakkitlerle ilgili en eski kayıtlar Kahire’de ortaya çıkmaktadır.
Nitekim 1300’lü yıllarda muhtesipler için İbn Ukuvva tarafından telif edilmiş olan bir
risalede, muhtesiplerin vakit tayini bilgisi konusunda müezzinleri imtihan etmesi
gerektiğine işaret edilmektedir.17 Ayrıca onların ilm-i mikat ile ilgili konulara vakıf
olmalarını ve astronomi aletlerini kullanmayı bilmelerini tembih etmektedir.
Muvakkitliğin ortaya çıkması muhtemelen müezzinlerin bu konularda bilgi sahibi
olmalarında zorlanmaları olabilir. Zira muvakkitliğin ortaya çıkmasından önce pek çok
müezzin aynı zamanda muvakkitlik görevini de yürütmekteydi.18 David King’in
çalışmalarına göre Arapça literatürde muvakkit kelimesi ilk defa on üçüncü yüzyıl sonu
ile on dördüncü yüzyıl başlarında geçmektedir. Buna göre Fustat’da bulunan Amr
Mescidi’nde görev yapmakta olan iki muvakkitten bahsedilir.19 Mısır’dan sonra Filistin
ve Suriye’de de muvakkit teriminin kullanıldığı görülür. Muvakkit kelimesinin ortaya
17 D. A. King, “On the Role of Muezzin and Muwaqqit in Medieval Islamic Society”, Tradition,
Transmission, Transformation, Der. F. J. Ragep, Sally P., E. J. Brill, New York 1996. 18 D. A. King, “The Astronomy of the Mamluks”, Isis, 74 (1983), s. 531-555.
18
çıkması ile muvakkithanelerin de aynı yüzyıllarda yine Mısır’da ortaya çıktığı
konusunda kanaat birliği bulunmaktadır.20
2.2. ENDÜLÜS’TE MUVAKKİTLİK
Muvakkitlik kurumunun bulunduğu bir diğer İslam ülkesi ise Endülüs’tür. Burada
on üçüncü yüzyılın başlarından itibaren muvakkit unvanlı kimselere rastlanılması
muvakkitlığın David King’in tespitlerinin aksine Mısır’dan daha önce bu ülkede ortaya
çıktığına işaret etmektedir. Ayrıca burada muvakkitlığın kurum olarak varlığına dair
erken döneme ait deliller de bulunmaktadır. Nitekim aslen Murviedro’lu olan Ebu
Abdullah Muhammed ibn Ali ibn ez-Zübeyr ibn Ahmed el-Kudâ’î el-Murbitarî (1149-
1230) hem muvakkit hem de kadı idi. Önce Murviedro şehrinde çalışan el-Murbitarî
daha sonra Valenciya’ya gitmiş ve burada bu görevlerindeyken vefat etmiştir. Aynı
zamanda aritmetikçi olan el-Murbitarî’nin fıkıh konusunda da bilgi sahibi olduğu
bilinmektedir.21 Yine on dördüncü yüzyılda İbn Hatib’in bahsettiği baba-oğul iki
astronomdan Ahmed’in Granada Camii astronomu ve resmi muvakkidi olduğu, oğlunun
da Kurtuba’nın emînü’l-evkât olarak görev yaptığı bilinmektedir.22
Muvakkitlik kurumunun ilk esas teşkilatlanmasının Endülüs’te olduğuna dair
önemli bir delil bulunmaktadır. Granada Camii’nde “reîsü’l-muvakkitîn” unvanıyla
muvakkitlik yapan İbn Başo (ö. 1316) aynı zamanda iyi bir astronom olarak ilm-i mikat
konusunda önemli eserler vermiştir. İbn Başo’nun “reîsü’l-muvakkitîn” unvanıyla
Granada Camii’nde görev yapması, en azından Granada’da muvakkitliğin kurumsal bir
yapıda olduğunu ve muvakkitliğin Kahire’ye göre burada daha önce yapılandığı
izlenimini vermektedir. Ancak buradaki yapılanmanın cami içerisinde mi yoksa şehir
çapında mı olduğu hususunda bilgi bulunmamaktadır.
19 D. A. King, “Memluk Astronomy and the Institution of the Muwaqqit”, The Mamluks in Egyptian
Politics Society, Der. T. Philipp and U. Haarmann, Londra: Cambridge University Press, 1998. 20 Memlukler’de muvakkitlik ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Sonja Brentjes, “Shams al-Dîn al-
Sakhâwî on Muwaqqits, Mu’adhdhins, and the Teachers of Various Astronomical Disciplines in Mamluk Cities in the fifteenth Century”, A Shared Legacy Islamic Science East and West, (Ed. E. Calvo ve diğerleri), Barcelona: Publicacions I Edicions De La Universitat de Barcelona, 2008, s. 129-150: G. Saliba, A History of Arabic Astronomy, New York University Press, Newyork and London 1994; F. Charette, Mathematical Instrumentation in Fourteenth-century Egypt and Syria, Brill, New York 2003.
21 B. A. Rosenfeld-E. İhsanoğlu, Mathematicians, Astronomers and Other Scholars of Islamic Civilisation and their works (7th-19th c.) (Istanbul: IRCICA, 2003), No 565
22 King, “On the Role of Muezzin and Muwaqqit in Medieval Islamic Society”.
19
Endülüs’te yaşamış olan en önemli muvakkit İbn Başo’dur (ö. 1316). İslam
astronomi tarihinde ve özellikle muvakkitlik tarihinde önemli bir yeri olduğu görülen ve
tam ismi Ebu Ali Hasan el-Hüseyin ibn Ebi Cafer Ahmed ibn Yusuf olan İbn Başo aynı
zamanda Granada’da hesap işleri uzmanı, iyi bir astronomi gözlemcisi, mucid ve pek
çok eserin müellifidir. Eserlerinden üç tanesi günümüze ulaşmış olup isimleri şu
şekildedir: Risâle fi’l-evkât, Risâletü’s-sâfihâ el-câmi’a li-câmi’ el-urûd ve Risâletü’s-
sâihâ el-müceyyebe zâtü’l-evtâr23.
Osmanlı öncesi dönemde Endülüs, Memluk ve Suriye’de ilm-i mikat ve
muvakkitlik üzerine ortaya çıkan gelişmeler, Osmanlı dönemi muvakkitliğini etkilemesi
açısından son derece mühimdir. Buralarda şekillenen muvakkitlik kurumu, Osmanlı
devletinde nihai şeklini almış ancak bu kurumlardan önemli ölçüde etkilenmiştir.
Muvakkit için bir çalışma ortamı olan muvakkithanenin ortaya çıkması, hiç şüphesiz
onlara geniş ve verimli bir çalışma ortamı sağlamaktaydı. Bunun tabii bir sonucu olarak
muvakkitler başta ilm-i mikat olmak üzere astronomi ve astronomi aletlerinin yanı sıra
matematik ve yakın konularda pek çok eser telif etme imkanı bulmuşlardır.24
Osmanlılardaki ilm-i mikat çalışmaları ve muvakkitlik önemli ölçüde Suriye ve
Mısır civarında yapılan çalışmaların etkisi altındadır. Bunun yanı sıra daha önce de
23 Bu eserle ilgili olarak Emilia Calvo’nun yapmış olduğu bir çalışma için bkz. “Mîqât in Ibn Bâso’s
al-Risâla fi’l-Safîha al-Mujayyaba Dhât al-Awtâr (Treatise on the Plate of Sines)”, A Shared Legacy Islamic Science East and West, (Ed. E. Calvo ve diğerleri), Barcelona: Publicacions I Edicions De La Universitat de Barcelona, 2008, s. 151-174. ayrıca bk. B. A. Rosenfeld-E. İhsanoğlu, a.g.e., no. 654; Emilia Calvo, “Les échos de l’oeuvre d’Ibn Bāso en Afrique du Nord”, Le Patrimoine Andalous dans la Culture Arabe et Espagnole, Tunis 1991, s. 65–79; a. mlf., “Ibn Bāso’s Universal Plate and Its Influence in European Astronomy”, Scientiarum historia 1992,18: 61–70; a. mlf., “La ciencia en la Granada nazarí (Ciencias exactas y tecnología)”, El legado científico andalusí, edited by Juan G. Vernet and Julio Samsó, s. 117–126, Madrid 1992; a. mlf., Abū ‘Alī al-Husayn Ibn Bāso (m. 716/1316): Risālat al-safīha aljāmi’a li-jamī al-‘urūd, Edición crítica, traducción y studio, Madrid 1993; a. mlf., “On the Construction of Ibn Bāso’s Universal Astrolabe (14th C.) According to a Moroccan Astronomer of the 18th Century”, Journal for the History of Arabic Science 1994,10: 53–67; a. mlf., “Ibn Bāso’s Astrolabe in the Maghrib and East”, From Baghdad to Barcelona: Studies in the Islamic Exact Sciences in Honour of Prof. Juan Vernet, edited by Joseph Casulleras and Julio Samsó, 1996, vol. 2, s. 755–767, Barcelona: Instituto “Millás Vallicrosa” de Historia de la Ciencia árabe; a. mlf., “A Study of the Use of Ibn Bāso’s Universal Astrolabe Plate”, Archives internationales d’histoire des sciences, 2000, 50: 264–295; a. mlf., “Transformation of Coordinates in Ibn Bāso’s al-Risāla fī ‘l-safīha al-mujayyaba dhāt al-awtār”, Journal for the History of Arabic Science, 2001, 12: 3–21: a. mlf., “Ibn Bāşo: Abū Alī al-Husayn ibn Abī Ja’far Ahmad ibn Yūsuf ibn Bāşo”, Biographical Encyclopaedia of Astronomers, Ed. T. Hockey, I, 552-553, New York 2007; B. A. Rosenfeld-E. İhsanoğlu, no. 654.
24 H. F. Cohen, The Scientific Revolution: A Historiographical Inquiry, Chicago: University of Chicago Press, 1994; King, “On the Role of Muezzin and Muwaqqit in Medieval Islamic Society”.
20
ifade edildiği üzere Semerkand Rasathanesi’nde hazırlanan zic de uzun yıllar temel eser
olarak kullanılmış ve bu ekol Osmanlı astronomi çalışmaları üzerinde etkin bir rol
oynamıştır. Esas olarak Bursa’da doğan ve daha sonra Uluğ Bey'in Semerkand
Rasadhânesi'ndeki çalışmalara katılan Kadı-zâde, orada müdür olmuş ve uzun süre
buradaki astronomik çalışmaları yönetmiştir. Onu takip eden müdür, Alî-i Kuşçu’ydu.
Ali Kuşçu, Uluğ Bey'in ölümü üzerine, Semerkant’tan ayrılıp İstanbul'a gelmiş ve Fatih
Sultan Mehmed'in hizmetine girmiştir. Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelmesiyle astronomi
çalışmaları büyük bir canlılık kazanmıştır. Nitekim kısa bir zaman içerinde Çağminî,
Nasîruddîn et-Tûsî ve Uluğ Bey'in eserleri ve bunlara yapılan şerhler üzerine kurulan
esaslı bir Osmanlı geleneği sürdü. Bu asıl teorik ve planeter astronomi geleneğinin yanı
sıra, Mısır ve Suriye'den alınan astronomik vakit tayini ile ilgili bir başka gelenek daha
vardı. Astronominin bu dalında, Osmanlı etkinliğini değerlendirmek için, on dördüncü
yüzyılda Şam'da kaydedilen ve orijinal İslâm etkinliğinin bir doruk noktasını teşkil den
seviyeye bakmak gerekmektedir. Suriye ekolünün iki büyük temsilcisi olan el-Halîlî ve
İbnü'ş-Şâtır'ın çalışmaların on beşinci yüzyılda İstanbul'da bilindiğine dair kayıtlar
bulunmaktadır.25
Osmanlı dünyasında yapılan astronomi çalışmalarını ve özellikle muvakkitliği
daha iyi kavramak ve değerlendirmek için ilm-i mikat çalışmaları ve her türlü
astronomik faaliyetle doğrudan ilgisi ve ilişkisi olan İslam dünyasındaki rasathane
kurumunu da incelemek gerekir.
2.3. ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI VE RASATHANELERİN
KURULMASI
İslam tarihinde astronomi ile ilgili çalışmalar çor erken dönemlere kadar geri
gitmektedir. Ancak kurumsal olarak astronomi çalışmalarının dokuzuncu yüzyılın
başlarında kurulan rasathanelerle başladığını söyleyebiliriz. Rasathane kelimesi Arapça
gözlemek anlamındaki rasad kelimesinden gelen ve astronomik gözlem yapılan yer
manasına kullanılan bir kelime olup beytü’r-rasad veya marsad isimleriyle de anılırdı.
Bir İslam medeniyeti kurumu olarak rasathane, ilk defa düzenli gözlem yapmak ve
matematik çalışmaları yürütmek üzere açılan, içinde pek çoğu Müslüman astronomlar
tarafından icat edilmiş çeşitli ebatlarda yapılmış gözlem araçları bulunan, çok sayıdaki
25 Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997, I, 245-247.
21
matematikçi ve astronomun ortak ve sürekli çalıştığı bir kurumdur. Bu tarife uyan tam
donanımlı ilk Rasathanelerin öncesinde, daha önceki bazı medeniyetlerde olduğu gibi
İslam dünyasında da kişisel gözlem evlerinin varlığı ve bunların özel rasathanelerden,
bahsedilen tam rasathanelere geçişte mühim bir rol oynadığı kabul edilmektedir. Özel
gözlem evlerinin ilk olarak ne zaman başladığını tespit etmek hayli güçtür. İslam
medeniyetinde ilk dönemlerden son dönemlere kadar her devirde bu tür özel
gözlemevlerinin bulunduğu bilinmektedir. Ebü’l-Hasan ibn Yunus (ö. 1009) en eski
gözlemlerin, Vezir Yahyâ b. Halid b. Bermek (ö. 190/805) zamanında Ahmed b.
Muhammed en-Nihâvendî (174/790) tarafından Cündişâpur’da yapıldığını ve gözlem
sonuçlarını Zîc-i Müştemil’de (nüshası yoktur) kullandığını belirtir.
İslam dünyasında ilk resmî Rasathanelerin kurulması, Batlamyus’un ve Hint-İran
astronomi çalışmalarının tercüme edilmeye başlandığı 8. yüzyıla kadar geri gitmektedir.
Sistemli ve sürekli gözlemlerin yapıldığı astronomi Rasathanelerinin açılması ise Halife
Me’mun (198–218/813–33) dönemine rastlamakta olup bu teşebbüsün ardında onun
astronomiye duyduğu merak veya Hint-İran ve Yunan astronomları tarafından ortaya
konulan farklı gözlem sonuçlarının Müslüman astronomların yapacağı gözlemlerle
düzeltilmesi gayesi bulunmaktaydı. Bir meridyen derecesinin Me’mun’un isteğiyle
Suriye çöllerinde (Palmira ve Rakka kasabaları arasında) ve Irak’ta (Bağdat ve Kufe
arasında ve Sincar ovasında) yapılan gözlemler sonucunda dikkatli bir şekilde ölçülmesi
ikinci hipotezin doğruluğunu destekler mahiyettedir. Onun döneminde açılan
rasathaneler, özel gözlem faaliyetlerinin sistemli bir şekilde kurulmuş kurumlara geçişi
de temsil eder. Devlet rasathanelerinin kuruluşunun temelinde hükümdarların müsbet
bir ilim olarak kabul ettikleri astrolojiye olan ilgilerine, günlük ve geleceğe dair işlerle
ilgili alınacak tedbirlerin belirlenmesinde yıldızların güvenilir birer rehber olduğu
inancının da önemli bir etkisi vardır. Nitekim devlet desteğiyle kurulan ilk
rasathanelerin gözlem sürelerinin belirlenmesi esnasında hükümdar ile kurucu müdür
arasında kararlaştırılan süre, ideal bir gözlem aralığından çok kısa süreli sonuç almayı
hedefleyen bir süreçtir. Bu durum, rasathanelerin kısa süreli olmalarına sebep olmuş ve
dakik astronomik sonuçlar almayı hedefleyen astronomların çalışmalarını da haliyle
olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Ancak ilmî araştırma hedefinin de rasathanelerin
kurulmalarında önemli amillerden biri olduğunu büsbütün göz ardı etmemek gerekir.
İslam rasathaneleri ilmî bir gözlem merkezi olup her türlü astrolojik ve astronomik
22
hesap dakik gözlemlere ve matematiksel hesaplara dayandırılmaktaydı. Nitekim İslam
rasathanelerinin temel kuruluş gayesi dakik gözlemlere dayalı yeni ziclerin
düzenlenmesidir.26
Devlet idarecileri tarafından veya onlarla ilişkili olarak kurulan belli başlı on kadar
Rasathane vardır: Halife Me’mun tarafından kurulan Bağdat’taki Şemmasiye ve
Şam’daki Kâsiyûn rasathaneleri; Büveyhî hükümdarı Şerefüddevle (982-989) adına
Bağdat’ta kurulan rasathane; Alâuddevle adına 1025 yılı civarında İbn Sînâ tarafından
kurulan Hemedan Rasathanesi; Sultan Melikşah’ın 1075 yılında İsfahan’da kurduğu
rasathane; Fatımî vezirleri El-Afzal ve Me’mun el-Batâihî tarafından 1120-1125
yıllarında kurulan Kahire Rasathanesi; Hülâgu’nun 1259’da Meraga’da kurduğu Meraga
Rasathanesi; 1300 yılı civarında Gazan Han’ın Tebriz’de kurduğu Tebriz Rasathanesi;
1420’de Uluğ Bey’in kurduğu Semerkand Rasathanesi ve son olarak 1575’te
İstanbul’da kurulan rasathane. Bunların yanı sıra bazı şahıslar tarafından da rasathaneler
açılmış ve gözlemler yapılmıştır.27
Halife Me’mun tarafından ve devlet bütçesinin imkânlarıyla yaptırılan Bağdat’taki
Şemmasiye ile Şam’daki Kasiyun, tespit edilen en eski devlet rasathaneleridir. Bunların
aynı anda mı yoksa peş peşe mi faaliyette bulunduğu konusunda tartışmalar bulunmakla
birlikte günümüze kadar ulaşan bazı gözlem sonuçlarının tarihlerine bakıldığında bu iki
rasathanenin bir süre eş zamanlı faaliyetle bulunduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Ancak Kasiyun Rasathanesi’nin açılmasıyla Şemmasiye’deki faaliyetler azaltılmış ve
çalışanlar yeni rasathaneye nakledilmiştir.28
26 Fatin Gökmen, Eski Türklerde Hey’et ve Takvim, İstanbul 1937; G. Sarton, Introduction to The
History of Science, New York 1975; A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim (yay. haz. A. Kazancıgil-S. Tekeli), İstanbul 1982; Sayyid Sulaiman Nadvi, “Muslim Observatories”, Islamic Culture, 20 (1946), 267-281; E. S. Kennedy, A Survey of Islamic Astronomical Tables. Transactions of the American Philosophical Society, New Series. Volume 46, Part 2, 1956; a. mlf., “A Letter of Jamshid al-Kashî to His Father”, Orientalia, 1960, XXIX, 191-213; a. mlf., The Planetary Equatorium of Jamshid Ghiyath al-Din al-Kashi, Priceton 1960; a. mlf., “A treatise on astronomical observational instruments”, Journal of Near Eastern Studies, 1961, XX, 98-108.
27 Hugo J. Seemannn, “Die Instrumente der Sternwarter zu Maragha”, Sitzungsberichte der physikalishmedizinischen Sozietät zu Erlangen, 60 (1928), 15-128; M. Fuad Köprülü”, XIII. Asırda Meraga Rasathanesi Hakkında Bâzı Notlar”, Belleten, XV, sayı 23-24, 1942, s. 207-226; a. mlf., “Uluğ Bey”, İA, XIII, s. 29.
28 Aydın Sayılı, “Kasiyûn rasadhanesi hakkında bazı bilgiler”, V. Türk Tarih Kongresi : kongreye sunulan tebliğler [Türk Tarih Kongresi (V : 1956 : Ankara)], Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1960, s. 252-257; a.mlf., “A Letter of Al Kâshî on Ulugh Bey’s Scientific Circle in Samarqand”, Actes du IXe Congres International d’Histoire des Sciences, Barcelona 1960, s. 586-591; a.
23
Şemmasiye Rasathanesi Halife Me’mun tarafından Bağdat’ta açılan Beytü’l-
Hikme ile koordineli bir şekilde faaliyet göstermiştir. Rasathanedeki gözlem araçları
hakkında yeterli bilgi bulunmamasına rağmen, Hayhâ b. Ebî Mansur’a (ö. 830 civarı)
atfedilen bir zicin giriş kısmında, “daire” isimli bir gözlem aracının kullanılması ve
sabit yıldızlar ile bazı bölgelerin gözlenmiş olması, burada son derece büyük çaplı
gözlem araçlarının bulunduğunu göstermektedir. Yahyâ b. Ebî Mansur başkanlığında ve
828–829 tarihleri arasında yapılan iki gündönümü gözlemlerine Sened b. Ali, el-Abbas
b. Said el-Cevherî de katılmıştır.
Kâsiyun Rasathanesi, Şam’daki Kâsiyun dağındaki Dayr Murrân manastırında
830-1 yılında kurulmuştur. Bîrûnî burada 5 metre yüksekliğinde bir güneş saati ile iç
yarıçapı da 5 metre olarak ölçülen bir mermer duvar kadranının olduğunu haber
vermektedir. Rasathanede 831-832 yılında bir güneş yılı boyunca gözlemlerde
bulunulmuştur. Halid b. Abdülmelik el-Merveruzzî ve Sened b. Ali ve el-Abbas b. Said
e-Cevherî buradaki gözlemlere de katılmışlardır. Ali ibn İsa el-Usturlâbî de rasathane
için gözlem araçları yapmıştır.
Astronomik faaliyetler konusunda kişisel ilgisi bulunan Halife Me’mun
çalışmaları yakından takip etmiş, detaylı ve sistematik bir tarzda yapılmasını istemiştir.
Her iki rasathane de gözlem için yapılmış özel binalara sahip olmamakla birlikte kendi
özel alet yapımcılarına ve gözlemcilerine sahipti. Ancak her iki rasathanenin de aynı
gözlem programı altında kurulmuş olup bir birinden bağımsız ve uzak kurumlar
değildir. Kasiyun Rasathanesi Şemmasiye’de elde edilen tecrübelere dayanılarak, orada
başlanmış olan işleri tamamlamak üzere kurulmuştur. Buralarda daha çok güneş ve ay
ile ilgili gözlemler yapılmasının yanı sıra gezegenlere ve sabit yıldızlara dair de bazı
araştırmalar yapılmış ve bazı yıldızların bulundukları konumlar tespit edilmiştir. Bu
rasathanelerde yapılan gözlemlerin neticeleri Yahya b. Ebû Mansur tarafından
hazırlanan ve Zîc-i Şemmâsiye olarak da bilinen Zic-i Mümtehân’da kaydedilmiştir. Bu
ziclerden anlaşıldığı kadarıyla Batlamyus’un yaptığı güneş gözlemleri daha dakik bir
şekilde kaydedilmiş ve gözlem konusunda onun ortaya koyduğu sistemlerden daha
isabetli sonuçlar alabilen yeni bir gözlem metodu geliştirilmiştir. Burada ekliptik
eğiminin farklı şekilde hesaplamaları ve tropikal senenin uzunluğu gibi konuların
mlf., Uluğ Bey ve Semerkand’taki ilim faaliyeti hakkında Giyâseddin Kâşî’nin mektûbu, Ankara 1960.
24
incelenmesi de ele alındı. Ancak ayın, yıldızların ve gezegenlerin gözlenmesi pek fazla
müspet netice vermemiştir.
Hint astronomisi yanında Grek astronomisini de iyi bilen ve 829–864 yılları
arasında Bağdat’ta astronomi gözlemleri yapan Habeş el-Hâsib’in (ö. 864’ten sonra)
özellikle Şam’daki gözlemlere katılıp katılmadığı konusu ciddi olarak tartışmalıdır.
Katıldığına dair ortaya sunulan deliller son derece yetersiz olmanın yanı sıra kendisinin
telif ettiği Zîc’te de gözlemlere atıf bulunmakla birlikte gözlemlere katıldığından
bahsetmez. Ancak gözlemleri yakından takip ettiği, varılan sonuçları kendi gözlem
sonuçlarıyla karşılaştırdığı ez-Zîcü’l-mümtehân’ından anlaşılmaktadır.
İlk rasathanelerden sonra fizikî gözlem araçları zamanla gelişmeye başladı.
Müslüman astronomlar gözlemlerinde dakik sonuçlar almayı hedeflediler ve bunun
yolunu astronomi araçlarının boyutlarını büyütmede buldular. Büyük ebatlı gözlem
araçlarının çok dikkatli bir şekilde bu işi iyi bilen kişiler tarafından yerleştirilmesi
gerektiği gibi ayrıca bunları kullanacak kişilerin de son derece kabiliyetli ve yetişmiş
elemanlar olması gerekiyordu. Yerleştirilmesinde aranan hassasiyet aynı şekilde bunları
kullanacak kişilerde de aranmaktaydı. Bunları kullanacak olan kimselerin sadece
astronomi değil yapılan gözlemlerin matematik model tarzına indirgenebilmesi için aynı
zamanda matematik konusunda da geniş bir bilgiye sahip olması gerekiyordu. Genel
olarak yapılan çalışmaların temel amacı daha önce yapılmış olan ziclerin geliştirilmesi
veya hatalarının düzeltilmesi gayesini gütmekteydi.29
Bazı kaynaklar Me’mun’un (833) ölümü üzerine rasathanedeki gözlemlerin
kesildiğini ileri sürerken, bazı deliller faaliyetlerin onun ölümünden sonra da Şam’da
(Halid 834 yılında) ve Bağdat’ta (Halid, Ali b. İsa el-Harrâni ve Sened b. Ali, 230-
1/843-4 yılında) sürdürüldüğünü işaret etmektedir. Halife Me’mun’un döneminden on
altıncı yüzyılın sonuna kadar İslam dünyasında on adet büyük rasathane inşa edilmiş
olup bunlardan sadece iki tanesi eş zamanlı faaliyet göstermiştir. On üçüncü yüzyılın
sonları ve on dördüncü yüzyılın başlarında açılan Meraga ve Tebriz rasathaneleri de
aynı zamanda faaliyet göstermişlerdir. Ancak istisnai ve farklı yapıları sebebiyle bu
rasathaneleri baştaki iki rasathane gibi karşılaştırılamaz.
29 Aydın Sayılı, The Observatory in Islam and its Place in the General History of the Observatory, 2nd
Edition, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988.
25
Bir kısmı resmî rasathanelerde de çalışan ancak kendi özel hanelerinde de gözlem
yapan şahıslar sebebiyle özel rasathaneleri resmî rasathanelerden ayırt etmek hayli
güçtür. Her ne kadar özel de olsa rasathanelerin pek çoğu geniş çaplı ve pahalı
astronomi aletleriyle çalıştığı için çoğu zaman devlet veya varlıklı kişiler tarafından
destekleniyordu. Halife Me’mun tarafından açılan devlet rasathanelerinde başlayan
gözlem faaliyetlerinin onun ölümüyle kesilmesi üzerine gözlemler daha düşük bir
seviyede olmak üzere özel rasathanelerde devam ettirilmiştir. Nitekim Benu Musa
kardeşler olarak bilinen Muhammed ve Ahmed b. Musa b. Şakir, 840–869 yılları
arasında güneşi ve sabit yıldızları, temel olarak Bağdat’ta, ayrıca Semarra ve Nişabur’da
kurdukları özel gözlemevlerinde gözlemlemişlerdir. Onların desteğiyle Sabit b. Kurra
da (ö. 901) keza kendi evinde özel gözlemler yapmış ve daha önce yapılan gözlem
sonuçlarını kullanmıştır. Ebû Hanife el-Dinâverî’nin de 850 yılı civarında bir müddet
Dinaver’deki evinde gözlemler yaptığı bilinmektedir. 853–866 tarihleri arasında
kavuşumlara ve güneş-ay tutulmalarına dair gözlemler yapan el-Mâhânî’nin rasathanesi
ile 887-918 yılları arasında sistematik gözlem faaliyetleri gerçekleştiren el-Battânî’nin
(ö. 929) Rakka’daki rasathanesi de büyük masraflarla vücuda getirilmesine rağmen özel
rasathaneler olarak kabul edilmektedir. Benû Amacur ailesinin 885–933 tarihleri
arasındaki güneş, ay ve gezegenlere dair Bağdat’ta yaptığı gözlemler de keza onların
hususî rasathanelerinde gerçekleşmiştir.
Büveyhî hükümdarlarının astronomiye olan ilgisi ve desteği, onuncu asırda
astronomi çalışmalarını önemli ölçüde canlandırmıştır. Nitekim Rey şehri valisi
Ruknüddevle’nin veziri Ebu’l-Fazl İbnü’l-Âmid’in verdiği destek ile yapılan geniş bir
gözlem aletiyle Ebü’l-Fazl el-Herevî, Ebû Cafer el-Hâzin ve diğer astronomlar 950
yılında, tutulma sathı meylini ölçmüşlerdir. Aynı vezir, İsfahan’da başka bir Büveyhî
hükümdarı olan Adududdevle’nin (ö. 983) çevresinde bulunan bir kısım astronomlarla
birlikte Abdurrahman es-Sufi’yi (ö. 986) de desteklemiş ve Şiraz’da bazı gözlemler
yapmalarına imkân tanımıştır. Es-Sufi’nin ve İbnü’l-A’lam’ın Adududdevle için yapmış
olduğu meşhur zicinde kaydettiği yıldızlar ve bazı gezegenlere ait gözlemler
Batlamyus’un yıldızlar katalogunun sistemli bir şekilde yeniden düzenlenmiş halidir.
Bu çalışma Ebu Sehl el-Kûhî’ye yedi gezegeni rasat etme görevi veren Şerefüddevle
(982-989) ile daha da ileriye götürüldü ve geniş ölçülü astronomi gözlem araçlarının
kullanıldığı Bağdat’taki sarayın bahçesine son derece büyük bir devlet rasathanesinin
26
kurulmasıyla sonuçlandı. 988 yılında yapılmış olan bu rasat çalışmalarında Ebü’l-Vefa
el-Buzcânî ve Ahmed b. Muhammed el-Sagani gibi astronomlar da yer almış olmalıdır.
Sadece gözlem maksadıyla inşa edilmiş olan bu rasathaneye bazıları son derece büyük
çaplı gözlem aletleri konuldu. Ne var ki Büyük bir hızla başlayan gözlemler
Şerefüddevle’nin ölmesiyle kısa sürede tamamen durdu. Rasathanenin, kendine has bir
binası olması, gözlemci, teknisyen gibi personelin yanı sıra Ebu’s-Sehl el-Kûhî gibi bir
müdürünün olması ve gözlem programında bütün gezegenlerin hareketlerinin
kaydedilmiş bulunması gibi özellikleri itibariyle Me’mun tarafından kurulan
rasathanelere karşı rüçhâniyeti bulunmaktaydı. Bu arada Fahruddevle’nin (977-97)
desteğiyle Rey’de el-Hocendî (ö. 1000) tarafından südüsü’l-fahrî adı verilen büyük bir
sekstant yardımıyla tutulma düzlemi eğimini 994 yılında hesaplamıştır. Büveyhi
hükümdar ailelerinin kendi aralarında yapmış oldukları rekabet özellikle astronomik
gözlem faaliyetlerinin artmasına sebep olmuştur. Keza 1023–4 yılı civarında Keykavud
Alauddevle Muhammed’in (ö. 1041–2) desteğiyle Hemedan’da gezegenlerle ilgili
gözlemler yapan ve ölçüde dakikliği temin etmek için mikrometreye benzer bir alet
kullanan İbn Sina (980–1037) ve Gazneli Mahmud’un (ö. 1030) desteği altında belirli
gözlemler yapan ve astronomi çalışmalarının temel kaynaklarından birini telif eden el-
Bîrûnî (1050) bunlara dair dikkat çeken örneklerdir.
Gözlem faaliyetleri 10. yüzyıldan itibaren batıya doğru kaymaya başlamıştır.
Nitekim 977 (veya 990) yıllarında gözlemlere başlayan İbn Yûnus’un (ö. 1009) 1007
yılına kadar Kahire’de çok sayıda gözlemler yaptığı bilinmektedir. Fatimi Halifeleri el-
Aziz ve el-Hakim Biemrillah’ın (996-1021) desteğiyle kurduğu küçük çaplı gözlem
araçlarından oluşan rasathanesinin hususî mi yoksa devlet rasathanesi mi olduğu tam
olarak belli değildir. El-Mukattam dağında bulunan rasathanenin Daru’l-Hikmenin bir
parçası olarak faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Kahire’de yaklaşık bir asır sonra
Fatımî vezirleri El-Afzal Şehinşah ve Me’mun el-Batâihî’nin desteğiyle 1120–1125
yıllarında yine el-Mukattam dağında çok büyük bir rasathane kurulmuş ve güneşe dair
gözlemler yapılmıştır. Resmî bir devlet kurumu nizamına yakın bir tarzda inşa edilen
müessese, Batâihî’nin vefatıyla kapanmıştır.
Mağrib ve Endülüs’te rasathane faaliyetleri pek fazla bulunmamaktadır. Fas’ta
bulunan Burcü’l-kevâkib’in aya dair gözlem yapmak gayesiyle on ikinci yüzyılda inşa
edildiği ve uzun yıllar kullanıldığı bilinmektedir. Endülüs’te de matematikçi ve
27
astronom Mesleme el-Mecrîtî’nin (ö. 1007 civarı) astronomi üzerine faaliyetlerde
bulunduğu ve bir astronomi okulu açtığı bilinmektedir. Keza Ebû İshak İbrahim ibn
Yahya ez-Zerkâlî (1028-1087) ve arkadaşları tarafından güneş, ay ve sabit yıldızlar
üzerine 25 seneden fazla önce Toledo’da sonra Tordoba’da yapılan gözlemler ve alınan
dakik sonuçlar dikkat çeker. Bu rasatların Sa’id el-Endelüsî’nin (1029-1070) yaptığı
veya himaye ettiği gözlemlerin bir devamı mahiyetinde olduğu ve bir bütün teşkil ettiği
görülmektedir. Meşhur astronom Cabir bin Eflah’ın (on ikinci yüz yıl) da 1184-1196
yılları arasında Sevile şehrinde gözlem maksadıyla inşa edilen ve Seville Kulesi olarak
da bilinen bir minareyi kullanarak gözlemler yaptığı bilinmektedir.
Ebu’l-Kasım el-Usturlâbî’nin 1130 yılı civarında Bağdat’taki Selçuklu sarayında
yaptığı gözlemlerden küçük çaplı bir rasathaneye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Halife
Me’mun’un kurduğu rasathanelerde de gözlem yapan Habeş el-Hâsib’in Bağdat’ta otuz
beş yıl süreyle kendi özel rasathanesinde gözlemler yaptığı bilinmektedir. İbn Bâcca’nın
da evinin damında özel gözlemler yapmasından bir rasathaneye sahip olduğu anlaşıldığı
gibi ve İbn Şâtır’ın da Şam’da oldukça mühim bir hususi rasathaneye sahip olduğu
görülmektedir.
Tam olarak tespit edilememekle birlikte en eski tam teşekküllü rasathane Melikşah
(1072-92) tarafından 1074 yıllarında İsfahan’da kurulan, Ömer Hayyam’ın (1048-1131)
diğer astronomlarla birlikte İran güneş takviminden etkilenerek hazırladıkları bir zici
tamamladıkları rasathanedir. Bu rasathane Melikşah’ın vefatına kadar on sekiz sene
faaliyetlerine devam etti ve ondan sonra oğlu Sencer b. Melikşah’ın desteğiyle Merv’de
Hazini’nin (509 ve 530/1115–35 tarihleri arasında) gezegenlere dair gözlemleriyle
devam etti. Melikşah rasathanesiyle birlikte tam bir gözlem programı için en az otuz
seneye (Satürn’ün tam bir dolanımı) ihtiyaç olduğu fikri ilk defa görülmektedir. Bu
rasathane ile birlikte bütün gezegenler gözlem programına dâhil edilmiş ve buna bağlı
olarak planlanan gözlem süresi ve çalışma programı uzatılmıştır. Nasiruddin Tûsî
(1201–74), Moğol Sultanı Hülâgu ile Meraga’da bir rasathane inşa etmek düşüncesiyle
yürütülen görüşmeler esnasında bu en az süreyi tamamlamak üzere çağrılmıştı; ancak
Hülâgu’nun bunu kabul etmemesi üzerine, Tûsî (Jupiter’in bir dolanım süresi olan) on
iki senede aynı işi tamamlama konusunda anlaşmaya varmıştır. Semerkand Rasathanesi
28
müdürü Gıyseddin Cemşid el-Kâşi (ö. 833/1429) de bu çalışmayı tamamlamak
maksadıyla Uluğ Bey ile en az süre olarak on –on beş yıl olarak anlaşmıştır.30
İslam medeniyetinin ilk büyük ve teşkilatlı rasathanesi olarak Meraga, Tebriz’in
güneyindeki bir tepe üzerine Hülâgu (ö. 1265) tarafından 1259 yılında inşa edilmiştir.
Rasathane, Hülâgu’nun ikametine tahsis edilmiş bir bina, cami ve çok zengin
kütüphanesiyle (400000 kitap) birlikte pek çok binaya sahip olmaktaydı. Binaların ve
gözlem aletlerinin yapımı ile işin organizasyonu Müeyyedüddin el-Urdî tarafından
gerçekleştirilmiştir. İçinde büyük çaplı gözlem aletleri bulunan rasathane, daha
öncekilerden farklı olarak ilk defa vakıflar tarafından finanse edilmekteydi. Hülâgu’nun
astrolojik gayeler için inşa ettirdiği rasathanenin müdürlüğünü Nâsiruddin Tûsî
yürütmüş ve onun yönetiminde Müeyyediddin el-Magribî (ö. 1281-91 arasında) ve
Kutbuddin Şirazî (1236-1311) gibi çok sayıda meşhur matematikçi ve astronom
çalışmıştır. Rasathanenin kurulmasından önce, Batlamyus sisteminde önemli
değişikliklerin yapılması işinde isimleri geçen bu çağın en önemli astronomları
Müeyyedüddin el-Urdî (ö. 1266) ile birlikte rasathanede gözlemlere katıldılar.
Yeni ve dakik gözlemler yapılarak iyi bir zic hazırlamak için kurulan
rasathanedeki gözlem ve hesap faaliyetleri on iki sene devam etti ve 1271 yılında Zîc-i
İlhânî adı verilen eser hazırlandı. Bundan sonra gözlemler bir süre daha sürmesine
rağmen çalışma hızı biraz yavaşlamıştır. İçinde çalışan personelin şöhreti ile birlikte
buradaki gözlem aletlerinin büyüklüğü ve hassaslığı ile yapılan gözlemlerin dakikliği
Meraga Rasathanesini İslam medeniyetinde ortaya konulan rasathaneler arasında en
önemli gelişmelerin yapıldığı rasathane konumuna getirmektedir. Burası aynı zamanda
bazı mühim özelliklere da sahip idi. Birincisi vakıf gelirleriyle desteklenen ilk rasathane
olmasıdır ki bu durum onu sadece uzun süreli çalışabilecek bir “kurum” durumuna
getirme imkânı sağlamanın yanı sıra aynı zamanda İslam kültürü içinde halk tarafından
da giderek artan bir şekilde kabul edilebilir bir konuma getirmiştir. Ayrıca gözlem
faaliyetlerinin yanı sıra matematik çalışmalarının da sürdürülebilmesi gayesiyle vakıf
gelirlerinin bir miktarının rasathanelere tahsisi de kayda değer bir gelişme olarak
30 G. Saliba, “The astronomical tradition of Maragha: A Historical Survey and prospects for future
research (13th Century Azerbaijan)”, Arabic Sciences and Philosophy, Cambridge, 1:1, 1991, s. 67-100; Gregg de Young, “Observatories in the Islamic World”, Encyclopaedia of the History of Science, Technology, and Medicine in Non-Western Cultures (ed. Helaine Selin), Dordrecht:
29
değerlendirilmektedir. Vakıf gelirlerinin tahsis edilmesinde gözlem faaliyetlerinin yanı
sıra matematiğe dair eğitim faaliyetlerinin varlığı mühim bir rol oynamıştır.
Tusînin ölümüyle (ö. 1274) Zîc-i İlhânî zaten tamamlanmış, Meraga’da işin temel
neticeleri olan bazı temel astronomik tablolar da bitirilmişti. Eski gözlemlerin ardından
(1274-1304 civarında) yapılan yeni gözlemlerle Zic-i İlhânî üzerinde bazı düzeltmeler
yapıldı. Öbür yandan öyle anlaşılıyor ki 1316 yılı civarına kadar burada bazı gözlem
faaliyetleri sürdürülmüş ve 1339 yılında tamamen sona ermiştir. Böylece Meraga,
dikkate değer bir uzunlukta (55 veya 60 sene) faaliyette bulunan ve Tûsî’nin zîciyle
birlikte Muhyiddin el-Magribî’nin de çalışmasını netice veren bir rasathane olmuştur.
Meraga Rasathanesinin çalışmalarının sürdüğü bir zamanda Gazan Han (1295-
1304) tarafından Tebriz yakınlarındaki Şam şehrinde ikinci bir rasathane inşa edilmiş ve
15 veya 16 sene ayakta kalarak (1300-1317 civarı) pek çok rasathane için bir model
olmuştur. Vakıf gelirleriyle desteklenen bu rasathanede ayrıca astronomi eğitimi de
verilmiştir.
Semerkand Rasathanesi 1420 yılında Semerkand’ta, bugün hala ortada duran geniş
meridyen ekseni gibi son derece büyük astronomi gözlem araçlarıyla birlikte şehrin
yakınındaki bir tepenin üzerine Horasan valisi ve aynı zamanda matematik ve astronomi
bilgisiyle tanınan Uluğ Bey tarafından kurulmuştur. Rasathanede idari kadronun yanı
sıra matematikçiler, gözlemci astronomlar, alet yapıcılar ve teknisyenler bulunmaktaydı.
Gıyaseddin Cemşid el-Kâşî (ö. 1429 civarı), Kadızâde Rûmî (ö. 1436-46 arası) ve Ali b.
Muhammed el-Kuşçu (ö. 1474) gibi seçkin astronomlar burada gözlemler yaptılar.
Burada çok sayıda gözlem aleti bulunmaktaydı ki bunlar arasında en çok bilineni iyi bir
ustalıkla rasathane içine yerleştirilmiş olan muazzam büyüklükteki meridyen yayıdır.
Rasathanedeki gözlemler Uluğ Bey’in 1449 yılında öldürülmesine kadar onun destek ve
katılımıyla devam etmiştir. Oğlu ve veliahdı Abdüllatif döneminde de rasathanedeki
gözlemler devam etti ve bina kurucusunun ölümünden elli sene sonraya kadar ayakta
kaldı. Burada otuz sene sistematik gözlemler yapılmış ve Arapça, Farsça ve Türkçe
Kluwer Academic Publishing, 1997, s. 792-3; Doris Behrens-Abouseif, “al-Mukattam”, EI2, VII, 509; J. Samso, “Marsad”, EI2, VI, 599-602.
30
olarak yazılan ve Zic-i Gürgâni veya Zic-i Uluğ Bey adı verilen çalışma ortaya
konulmuştur. Bu çalışma Avrupa’da ve İslam dünyasında uzun süre etkili olmuştur.31
Semerkand Rasathanesinin faaliyetlerinin sona ermesinden yaklaşık bir asır sonra
İstanbul’da İslam medeniyetinin son büyük rasathanesi inşa edilmiştir. Sultan III.
Murad’ın (1574-95) desteğiyle Takiyüddin Râsıd (1525-85) tarafından açılan bu
rasathane hakkında aşağıda geniş olarak bilgi verilecektir.
Büyük çaplı son büyük İslam rasathanesi, kendisini zamanındaki astronomi
bilgilerini güncellemeye ve astronomi sahasında Sanskritçe, Farsça ve Arapça yazılmış
ziclerle birlikte Avrupa’da basılmış eserleri toplamaya adamış olan Hindistan’lı
Mihrace II. Jai Singh (1686-1743) tarafından kurulmuştur. Jai Singh, Uluğ Bey ve İbn-i
Şâtır’ın (1306-75) ortaya koyduğu ziclerin sonuçlarından memnun olmayarak Delhi,
Jaipur, Benares, Ujjain ve Mathura şehirlerinde Muhammed Şah adına, pek çoğu bugün
halen durmakta olan Meraga ve Semerkand Rasathanelerindeki gibi geniş çaplı metal ve
taş gözlem aletlerine sahip beş rasathane inşa etti. Jai Singh ayrıca Zic-i Uluğ Bey
tarzında ve Farsça olarak hazırlanan astronomi cetvellerinin hazırlanmasına destek verdi
ve bunlara Zîc-i Cedîd-i Muhammed Şâhî ismini vererek 1728 yılında Moğol
İmparatoru Muhammed Şah’a sundu. Modern astronomi anlayışında bir başlangıç
noktası olarak kabul edilen Paris Rasathanesinin kurulmasından yaklaşık bir asır sonra
faaliyetlerine başlamış olan bu rasathaneler, esas olarak İslami rasathane geleneğini
örnek almışlar ancak onların gösterdiği hiçbir etkiyi gösterememişlerdir.32
Özel rasathanelerden devlet rasathanelerine geçişte belirtilmesi gereken en mühim
husus, hükümdarların astrolojiye olan ilgileridir. Nitekim devlet desteğiyle kurulan ilk
rasathanelerin gözlem sürelerinin belirlenmesi esnasında hükümdar ile kurucu müdür
arasında kararlaştırılan süre ideal bir gözlem aralığından çok kısa süreli sonuç almayı
hedefleyen bir süreyi hedeflemekteydi. Bu durum, dakik astronomik sonuçlar almayı
hedefleyen astronomların çalışmalarına haliyle olumsuz bir şekilde tesir etmekteydi.
31 L. Sedillot, Prolegomenes des tables astronomiques d'Oloug Beg, Paris 1847, 1853; Salim Aydüz,
Uluğ Bey Zici’nin Osmanlı Astronomi Çalışmalarındaki Yeri ve Önemi”, Bilig, Bahar 2003, sayı 25, s. 139-172.
32 G. R. Kaye, The Astronomical Observatories of Jai Singh. Calcutta: Archaeological Survey of India, 1918.
31
Müslüman astronomi âlimleri başta Yunan, Hint ve Mezopotamya olmak üzere
eski medeniyetlere ait astronomi çalışmalarının neticelerini toplayarak geçmişe ait
bilgileri elde ettiler ve daha sonra kendi çalışmalarına başladılar. Kıble yönünün
bulunması ve belli saatlerde ibadet yapma zorunluluğu gibi sebeplerin yanı sıra
astrolojik taleplerin tetikleyici etkisiyle daha fazla bilgi elde etme yoluna giderek dakik
neticeler almak üzere çalışmalara başladılar. Daha dakik sonuçlara ulaşmanın yegane
yolunun donanımlı rasathaneler vasıtasıyla olacağını gören astronomlar daha önceki
medeniyetlerde görülmeyen tarzda rasathaneler inşa ettiler. Bir kısmı özel, bir kısmı
devlet veya vakıf destekli olan bu rasathaneler vasıtasıyla yapılan astronomik gözlemler
ve matematiksel faaliyetlerle her iki bilim dalında da büyük gelişmeler ve yeni icatlara
vesile oldu. Sekizinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla kadar İslam dünyasında astronomi ve
matematik adına yapılan çalışmalar, hiç şüphesiz modern astronomi ve matematiğin alt
yapısını hazırlamış olup, modern rasathane anlayışının da ana fikrini ve çalışma tarzını
belirlemiştir.
İslam rasathanelerindeki gözlem faaliyetleri muntazam ve sürekli olup, astronomi
çalışmaları ve gözlemler bu kurumların esas faaliyetini teşkil etmekteydi. Sabit ve
coğrafi bir mevkii bulunan rasathanelerin çok iyi tasarlanmış bir organizasyonu, ilmî ve
idari işlerini yürüten bir memur kadrosu ve müdürü, dakik gözlemler yapmak üzere özel
olarak aletleri, hususi kütüphanesi ile güçlü ve kesintisiz mali desteği bulunurdu. Bir
kısmı akademik bir hüviyet taşımakta olup yer yer yüksek seviyeli astronomi ve
matematik eğitimi faaliyetlerine de sahne olmuştur. İslam dünyasında devlet desteğiyle
açılan rasathaneler ile modern Avrupa rasathaneleri arasında binalar, aletlerin yerleşim
tarzı ve çalışma sistemi arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Nitekim Meraga,
Semerkand ve İstanbul rasathanelerinin Avrupa rasathaneleri arasında tarihi bir bağın
bulunduğu açık bir şekilde görülmektedir. Şu halde İslam rasathanelerinin, modern
astronomi ve rasathane tarihinde çok mühim bir yeri bulunmaktadır. Rasathane tabiri ve
anlayışı gerçek manasıyla ilk defa İslam dünyasında ortaya çıktığı gibi, olgunlaşma
dönemini de bu medeniyetin sınırları içerisinde tamamlamış ve bu gelişmiş haliyle
32
İslam dünyasından Avrupa’ya intikal etmiş ve modern Avrupa rasathanelerinin
doğuşuna zemin hazırlamıştır.33
2.4. İSTANBUL RASATHANESİ VE TAKİYÜDDİN RASID
Osmanlı Devleti’nde astronomik maksatla kurulan ilk rasathane Takiyüddin Râsıd
tarafından İstanbul’da açılmış ancak çok kısa bir süre sonra yıkılmıştır. Bundan sonra
İstanbul’daki ilk rasathane ise 1868 yılında açılan Rasathane-i Âmire-i Alâimü’l-cev
adını taşımakta olup daha ziyade bir meteoroloji merkezi mahiyetinde idi. İlk müdürü
Fransız M. Coumbary olup Tünel caddesindeydi34. Coumbary’nin arkasından
rasathaneye müdür olan Salih Zeki Bey’in müsteşar olmasından sonra Kâtip Bedi
rasathaneyi Maçka’ya, Topçu Mektebi’nin karşısındaki bahçe içinde bulunan
Coumbary’nin ve telgrafhaneden Emile Lecoin’in sismografi istasyonlarının yanına
taşımıştır. 31 Mart vak’asında buranın tahribi üzerine sağlam kalan aletler Kabataş
Lisesi’ne nakledilmiştir. Daha sonra Darüşşafaka kongresinde Salih Zeki rasathane
direktörlüğünü Fatin (Gökmen) Bey’e vermiş, o da İcadiye Tepesi’nde rasathanenin
kurulmasını temin etmiştir. Osmanlı Devletinde astronomik manadaki kurulan ilk
rasathane bu olmuştur35.
Takiyüddin Râsıd ve İstanbul Rasadhânesi
Şam'da 1526 yılında doğmuş bir Türk astronomu olan Takiyüddin Râsıd, İslâm
astronomisinin yavaşlamaya başladığı bu dönemde doğmuş ve Suriye, Mısır gibi Arap
diyarlarında önemli hocalardan ders görmüştür36. Tahsilini tamamladıktan sonra bir süre
müderrislik ve kadılık yapmış ve bu arada astronomi çalışmalarında ve rasat
faaliyetlerinde bulunmuştur37. Mısır’da iken Ali Kuşçu'nun, Giyaseddin Cemşid'in ve
Kadızâde el-Rûmî'nin kitapları üzerinde çalışmıştır38. Bu arada, (Kahire yakınlarındaki)
33 Salim Aydüz, “Uluğ Bey Zici’nin Osmanlı Astronomi Çalışmalarındaki Yeri ve Önemi”, Bilig,
Bahar 2003, sayı 25, s. 139-172; a. mlf., “Osmanlı astronomi müesseseleri”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, cilt 2, sayı 4, İstanbul 2004, s. 411-453; a. mlf., “Takiyüddin Râsıd", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, c. I, s. 603-605.
34 N. Gökdoğan, “Türk Astronomi Tarihine Bir Bakış”, Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 469, s. 473. 35 Salim Aydüz, “Kandilli Rasathanesi”, DİA, XXIV, s. 301-303. 36 R. Şeşen, "Meşhur Osmanlı Astronomu Takiyüddin El-Rasıd'ın Soyu Üzerine", Erdem, IV/10,
Ocak 1988, s. 165-171. 37 Ataî, s. 286. 38 Takiyüddin Rasıd, Reyhanetü'r-ruh, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 51.
33
Tenis’te39 kadı iken kırk arşın (25 metre) derinliğinde bir rasat kuyusu kazdırarak bazı
yıldızları gündüz gözlemeye çalışmıştır40. Ancak pek fayda görmediği için bundan
vazgeçen41 Takiyüddin, Mısır ve Filistin gibi kadılık yaptığı yerlerde de çalışmalarına
devam ederek, matematik ve astronomiye dair çeşitli eserler yazmıştır42. (meselâ, 1567-
8 yıllarında Nablus Kadısı iken Reyhânetü'r-Ruh adlı eserini te'lif etmiştir43).
Takiyüddin Râsıd, 1570 yılında İstanbul'a gelmiş ve Hoca Sadettin Efendi ve
Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa ile dostluk kurmuştur. Bir müddet sonra da,
Müneccimbaşı Mustafa b. Âli el-Muvakkit'ın vefat etmesi üzerine Hoca Sadettin
Efendi’nin vasıtasıyla 1571’de yerine müneccimbaşı olmuştur44. Takiyüddin,
İstanbul'daki ilk rasatlarına Galata Kulesi’nde başlamıştır45. Bu arada yeni tahta geçen
III. Murad’a Hoca Sadettin Efendi tarafından takdim edilmiş ve iltifata mazhar
olmuştur. Takiyüddin, Hoca Sadettin Efendi’ye, bütün İslâm memleketleri
muvakkitlerinın kullandığı Uluğ Bey Zîci’nin gerçek rasatlarla uyuşmadığını ve
takvimcilerin yeni rasatlara ihtiyacı olduğunu bu yüzden zicteki hataların doğru rasatlar
ile düzeltilmesi gereğinden bahsederek onun vasıtasıyla Padişah’a İstanbul’da bir
rasadhane açılması konusunda bir layiha sunmuştur46. Takiyüddin'in teklifini kabul eden
III. Murad, tüm masrafları devletten karşılanmak üzere, rasadhanenin kurulmasına
Takiyüddin'i memur etmiştir. Ayrıca Takiyüddin'e aylık 3000, yıllık ta 6000 düka altın
maaş ile, rasadhane masrafı için 10.000 altın tahsis etmiştir. Hatta Sultan III. Murad
Takiyüddin’e verdiği berâtta böyle bir işin atalarından hiç kimseye nasip olmadığını ve
bunu yapma şerefinin ilk defa kendisine nasip olduğundan dolayı iftihar ettiğini de
söylemiştir47. Ayrıca Takiyüddin’e Konya Ereğli kasabasının geliri olan yetmiş bin
39 Tenis: Mısır’da bir köy, Ali Cevad, Tarih ve Coğrafya Lügatı, İstanbul 1313, s. 321. 40 S. Tekeli, “Takiyüddin”, Türk Ansiklopedisi, XXX, 357. 41 S. Tekeli, “Meçhul Bir Yazarın İstanbul Rasathanesinin Aletlerinin Tasvirini veren Alât-ı Rasadiye
li-Zîc-i Şehinşahiye Adlı Makalesi”, Araştırma, Ankara 1963, I, s. 78. 42 Şeşen, “Takiyüddin’in soyu, s. 165. 43 Reyhanetü'r-ruh, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 51. 44 Salih Zeki, Asâr-ı Bâkıye, s. 201. 45 Sicill-i Osmanî, II, s. 52. 46 Salih Zeki, Asâr-ı Bâkıye, s. 201. 47 J. H. Mordtmann, “Das Observatorium des Taqi ed-din zu Pera”, Der Islam, XII, s. 93.
34
akçalık zeâmet verilmiştir48. Böylece Takiyüddin'e, Mısır'da iken ilaveler yapmaya
başladığı Uluğ Bey Zici’nin eksik kalan kısımlarını tamamlama fırsatı doğmuştur.
Sultan III. Murad, Müneccimbaşı Takiyüddin Râsıd’ı Dâru’r-rasadü’l-cedid49 adı
verilen rasadhaneye müdür olarak tayin ettikten sonra rasadhane inşasına 983/1575
yılında başlanmıştır50. Bu arada çalışmalarına devam eden Takiyüddin 1574 yılında
Galata Kulesi'nden bazı aletlerle gözlemlere başlamıştır51. 1577 yılından itibaren de
kısmen tamamlanmış olan yeni rasadhaneden gözlemlerine devam eden52 Takiyüddin
Râsıd ayrıca yeni yaptığı aletler ve toplanılan kitaplarla rasadhanenin güçlendirilmesine
çalışır. Hatta bazı hassas rasat aletlerinin imâlî için Mısır’dan ağaç getirtilmiştir53.
Takiyüddin yanına aldığı birçok astronomla, klasik İslâm rasadhanelerindeki aletleri de
yaptırtarak çalışmalarına başlar54. Rasadhânenin önce ana binası tamamlanmış ancak bu
bina kış aylarında yeterli olmadığından dolayı ek binalar yapılmıştır55. Bundan da
rasadhanenin peyderpey yapıldığı anlaşılmaktadır. Biri büyük diğeri küçük, iki
binadan56 müteşekkil olan rasadhaneye, çeşitli gözlem aletleri getirilmiş ve bir de
kütüphâne kurulmuştur57. Padişah, kütüphane oluşturulması için ülkede bulunan ilm-i
48 Takiyüddin’e rasathane yapması için verilen beratta “Takiyüddin ibn Ma'ruf zîde tevfikuhunun ilm-i
nücûmda mahareti olup rasad hizmetinde olmak üzere kendüye verilmek bâbında inâyet recâ eylemeğin ol hüküm alınıp mahlûlu noksanı tekmil olunmak üzere tevcih edesin deyü Karaman beylerbeyisine hükm-ü Şerif verildikden sonra tezkiresini bâb-ı saâdeten ihrâc olunmak ferman olunmağın zeâmet müteveffa Mehmed tahvilinden bizilikten? yirmidörtbin akça noksanıyle ber vech-i tekmil yetmiş bin akça üzere tevcih olunup südde-i saadetimden layık görüp verdim” denilmektedir. Mordtmann, s. 94.
49 S. Ünver, İstanbul Rasathanesi, Ankara 1985, s. 52. 50 BOA, Mühimme Defteri, 26 safer 983 (6 Haziran 1575) tarihli, nr. 40, s. 60'ta ki Topçular-Başı
Sinan Ağa'ya yazılan hükümde rasathanenin ihtiyacı olan odaları yapması emredilmektedir. Buna göre bu tarihlerde rasathanenin ana inşaatı bitmiş fakat yan inşaatı henüz bitmemiştir. A. Sayılı, "Alauddin Mansur'un İstanbul Rasathanesi Hakkındaki Şiirleri", Belleten, XX/79, 1956, s. 414, 466. Ataî ve Salih Zeki rasathane inşasına 987 yılında başlandığını yazmaktadırlar.Ataî, s. 286; Salih Zeki, s. 201.
51 Şeşen, “Takiyüddin’in soyu, s. 166. 52 A. Sayılı, "Alauddin Mansur'un, s. 414, 466. 53 BOA, Mühimme Defteri, nr. 40, s. 169. 54 A. Sayılı, “Rasadhane”, İA, IX, 628, 631. 55 BOA, Mühimme Defteri, nr 40, s 60. 56 A. Sayılı, "Alauddin Mansur'un, s. 425. 57 Rasathanede Rasat kuyusu (Çah-ı rasat) açılıp açılmadığı meselesi henüz açıklığa kavuşmamıştır.
Zira Takiyüddin'in böyle bir kuyu açtırdığı şüphelidir. O. Nuri Ergin rasat kuyusu meselesinin tamamen hurafe olduğunu söylemektedir. Bazı kaynaklarda kazıldığı söylense de bazılarınca bu kabul edilmemektedir. Fakat kazılmadığı düşüncesi daha kuvvetli delillere dayanmaktadır. Zira Takiyüddin’in çalışmaları ve rasathanesi hakkında yazılmış olan Alât-ı Rasadiye adlı eserde Takiyüddin’in Mısır’da iken böyle bir kuyu açtığı ancak fayda görmediği için vazgeçtiği belirtilmektedir. Bu durumda onun İstanbul’da da bu faydasız kuyu ile uğraşması düşünülemez.
35
nücûm, hendese ve hey'et ile ilgili kitapların rasadhanede toplanmasını emretti. Buna
dair İstanbul Kadısı’na yazılmış bir hükümde, vefat eden Lütfullah Müneccim’in58
kitaplarının bulunup rasadhaneye getirilmesi emredilmiştir59.
Kaynakların hemen hepsi rasadhanenin Tophane sırtlarında bir yerde olduğunda
müttefiktirler. Ancak tam yeri hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Hatta Tarih-i
'Atâ’da -Galata Kulesi’nin adı zikredilmeden- rasadhanenin eski bir Bizans binası
olduğu ve Takiyüddin’in bunu tamir ettirerek rasadhane yaptırdığı yazılmaktadır60. O
dönemde Avusturya elçilik papası olan Stefan Gerlach ise rasadhanenin yeri hakkında,
(Kasım 1577) “Sultan Marud Han-ı Sâlis Kahire’den bir müneccim celb etti. Bu
müneccim Galata haricinde Gritti‘nin konağı bulunduğu mahalde bir rasadhane inşa etti.
Bu kule bir kaç kulaç zeminden aşağıda olup genişliği dahi bir kaç kulaç idi”61
demektedir.
Takiyüddin Râsıd’ın rasadhane yapılmadan önce Galata Kulesi’nden rasatlara
başlaması bazı kimselerin rasadhane binası ile bu kuleyi aynı zan etmelerine sebep
olmuştur. Bunların başında belki de Hadikatü’l-cevâmi’ ve Mecmua-i Tevarih yazarı
Hüseyin Ayvansarayî’nin (ö. 1786) eserlerinde rasadhane hakkında yazdığı yazılar
gelmektedir62. Ayvansarayî Galata Kulesi’nin rasadhane olarak inşa edildiğini ve Hoca
Sadettin Efendi’nin “istihrac-ı rasad olunan devlet az zamanda münkariz olagelmiştir”
diye padişaha şikâyet etmesi ile 987 zilhiccesinde yarısına kadar yıktırıldığını ve sadece
kulenin kaldığını yazmaktadır63. Bir başka rivayete göre Tophane’de olduğunu da
Ünver, İstanbul Rasathanesi, s. 43-47; O. N. Ergin, Maârif, I-II, s. 251; Tekeli, “Meçhul Bir Yazarın, Araştırma, I, s. 78.
58 Lütfullah Müneccim, müneccimbaşıların takvim takdiminden dolayı aldıkları ücret konusunda da bahsettiğimiz, 934 ve 940 senelerinde saraya takdim ettiği takvimden dolayı ikibin akça alan kişi olmalıdır. Lütfullah müneccim muhtemelen hayatta iken saray münecimleri arasındaydı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 131, tarih, 10 Şaban 940; Rûznamçe, nr. 1864, s. 23, tarih, 1 Rebîülevvel 934.
59 BOA, 12 Safer 986 (20 Nisan 1578), Mühimme Defteri, nr. 34, s. 125, hüküm nr. 272. 60 Tayyarzâde Ahmed Atâ, Tarih-i Atâ, İstanbul 1292-93, I, s. 81-82. 61 S. Gerlach’tan nakleden, Celal Es’ad (Arseven), Eski Galata ve Binaları, İstanbul 1329, s. 16, 90-
95. 62 Ayvansarayî, Hadika, II/57; a. mlf., Mecmuâ-i Tevârih, Hz. F. Ç. Derin-V. Çabuk, İst. 1985., s.
310. 63 Ayvansarayî, Hadika, II/57; a. mlf., Mecmuâ-i Tevârih, s. 310.
36
zikretmektedir. Ancak rasadhanenin yıkılmasına sebep olarak büyük bir hata ile Hoca
Sadettin Efendi’yi göstermektedir64.
Mordmann ise rasadhanenin Beyoğlu’nda Gritti’nin Ayas Paşa sırtlarındaki
konağı bahçesinde olduğunu ve bir kule olmayıp bir kuyudan ibaret olduğunu
yazmaktadır65.
2.4.1. Rasadhânedeki İlmî Faaliyet ve Personel
Mısır'da ve diğer bazı yerlerde başladığı rasatlarına burada devam etme imkânı
bulan Takiyüddin ilk olarak Uluğ Bey Zîci'nin tashih edilmesi çalışmalarına başlamıştır.
Bu arada diğer bazı gök hadiseleri de rasat edilmeye çalışılmıştır. Tophane sırtlarında,
Frenk Sarayı66 civarında olduğu bilinen rasadhanenin inşası 1577 yılında kısmen
tamamlanmış ve hemen sürekli çalışmalara başlanmıştır67.
Rasadhanenin Takiyüddin ile birlikte çalışan on altı kişilik kadrosu
bulunmaktaydı68. İlmî bir müessese için oldukça kalabalık sayılabilecek bu personelin
sekizi râsıd, dördü kâtip ve diğer dördü de yardımcı olarak vazife yapmaktaydı. Zira
bazı büyük aletleri dört veya beş kişi ancak kullanabilmekteydi69.
2.4.2. Rasadhanenin Akıbeti
Takiyüddin'in şahsi gayretleri ile meydana getirilen Osmanlıların bu ilk
rasadhanesi, devrin Şeyhülislamı Kadızâde Ahmed Şemseddin Efendi tarafından yazılan
bir fetva ile yıktırıldı. Şeyhülislam fetvada, rasat işlerinin olduğu her memlekette
uğursuzluk olduğunu ve böyle faaliyetlerin devletlerin zararına olacağını ifade
etmiştir70. Sultan III. Murad bunun üzerine 22 Ocak 1580 Perşembe71 gecesi Padişah
64 Schveiger de rasathane’nin yıkılmasına sebeb olarak Hoca Sadettin Efendi’yi göstermektedir., Cela
Es’ad, Eski Galata, s. 95. 65 Menage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”, s. 84. 66 Ünver, İstanbul Rasathanesi, s. 58-60; M. Dizer, Takiyüddin, Ankara 1990, s. 44-49. 67 İ. Miroğlu, “İstanbul Rasathanesine, s. 77. 68 A. Mansur, Şehinşahnâme, İÜK, nr. FY 1404, v. 57a. 69 A. Sayılı, “Alauddin Mansur'un.., s. 424-425. 70 "İhrâc-ı rasad meş'um ve perde-i esrâr-ı felekiyyeye küstahâne ittılâa cür'et vehâmet-i âkibeti
meczumdur. Hiç bir mülkte mübâşeret olunmadı ki, mamur iken harab ve bünyan-ı devleti zelzele-nâk-ı inkılâb olmaya". Salih Zeki, Kâmus, V, 342; a. mlf., Asâr-ı Bâkiye, s. 200.
71 Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi ise rasathanenin Safer 988’de yıkıldığını yazmaktadır. Karaçelebizâde Abdülaziz, Ravzatü’l-Ebrâr, Kahire 1248, s. 462.
37
Kaptân-ı Deryâ Kılıç Ali Paşa'ya verdiği ferman ile rasadhaneyi yıktırmıştır72. Esasen
Şeyhülislam’ın rasadhaneyi yıktırması Takiyüddin’e olan şahsi düşmanlığından ziyade
hamisi Hoca Sadettin Efendi ile aralarındaki husumetten ileri gelmiştir73. Aynı zamanda
Hoca Sadettin Efendi Padişahın yanındaki itibarlı yerini kaybedecek ve gözden
düşecekti74.
2.4.3. Takiyüddin’in Çalışmaları ve İstanbul Rasadhânesi’ndeki Aletler
Takiyüddin'in en büyük eseri rasadhanesidir. O, İstanbul rasadhanesindeki
gözlemlerinde yeni uygulamalar ve astronomi problemlerine değişik çözümler
getirmiştir. Meselâ, Güneş parametreleri hesabında yeni bir yöntem uygulamıştır. Sabit
yıldızların boylamlarının tespitinde ilk defa Ay yerine Venüs gezegenini aracı olarak
kullanmıştır. Herîdatü’d-dürer ve Cerîdetü’l-fiker75 adlı küçük zîcinde ondalık kesirleri
kullanarak onları trigonometriye ve astronomiye tatbik etmiştir. Giyaseddin al-Kâşi'nin
başaramadığı bu konuda önemli bir başarı sağlamıştır. Delos problemine ait üç çözüm
yolu üzerinde durmuştur76. Sin 1° üzerinde çalışmıştır77. Dakika ve saniyeyi gösteren
mekanik saatler üzerinde çalışarak dakika taksimatından bahsetmiş ve astronomi
çalışmalarında saati kullanmıştır78. Ekliptik ve ekvator arasındaki 23˚27’lik açıyı 1
dakika 40 saniye farkla 23˚28’40” bularak ilk defa gerçeğe en yakın doğru dereceyi
hesaplamıştır79.
72 Ataî, s. 286; Sicill-i Osmanî, II, s. 52; Salih Zeki, Asâr-ı Bâkiye, s. 201; Miroğlu,“İstanbul
Rasathanesine, s. 77; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III-II, s. 518. 73 O. N. Ergin, Maârif, I-II, s. 255. 74 Tekeli, “Takiyüddin”, TA, s. 360; Mehmed Murad rasathanenin yıkılması sebebleri ve neticesi
üzerine şu yorumu yapmaktadır. “Rasadhane Sadettin Efendi ile Padişahın arzusu tensibleri semeresi idi. Aleyhinde sarayda çevrilen entrikaya hedef dahi Sadettin Efendi idi. Çünki bazı ağalar ile kalfalar, belki daha büyük harem erkânı Sadettin Hoca’nın Padişah üzerinde icrâ ettiği nüfûzu çekemiyorlardı. Lakin Sadettin Hoca’nın aleyhinde çevrilen bu dolap dahi akibet Sokullu’nun aleyhine döndü. Sokullu’nun aleyhine dönen fatura esasında önce Takiyüddin’e dönmüştür. Tarih-i Ebu'l-Faruk, III, s. 46-47.
75 Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 183, 184; Süleymaniye Ktp., Es’ad efendi, nr. 1976/2. 76 S. Tekeli, “Takiyüddin’in Delos Problemi ile ilgili Çalışmaları”, Araştırma, Ankara 1968, VI, s. 1-
9. 77 S. Tekeli, “Takiyüddin’de Kiriş 2˚ ve Sin 1˚ nin Hesabı”, Araştırma, Ankara 1965, III, s. 123-127. 78 S. Tekeli, "Takiyüddin", TA, XXIX/360-361. 79 O. N. Ergin, Maârif, s. 251; S. Karaali, Astronomi, s. 8.
38
985 Ramazan'ının (11 Eylül 1577) ilk gecesinden itibaren İstanbul semalarında
kırk gün gözlenebilen kuyruklu yıldızı, Takiyüddin gündüzleri ve geceleri uyumadan
rasadhaneden takip etmiş ve gözlem neticelerini Sultan III. Murad'a sunmuştur80.
İstanbul Rasadhanesi’nde bulunan tüm gözlem ve ölçüm aletleri, yazarı belli
olmayan ancak Takiyüddin’in takrirleri ile kaleme alındığı tahmin edilen Rasadât-ı
Takiyüddin, Âlât-ı Rasâdiye li Zîc-i Şehinşâhiye veya Sidretü'l-Münteha'l-efkâr fî
melekût el-felekü’d-devvâr adlarıyla bilinen eserde toplanmıştır81. Bu esere göre
rasadhanede dokuz adet astronomik gözlem aleti bulunmakta idi. Eserde, aletlerin
resimlerle birlikte, ayrıca nasıl kullanıldıklarına dair tarifler de yer almaktadır.
Bu aletler eserdeki sıraya göre şunlardır.
Zatü'l-Halâk (Armillae Zodiak veya Armillary Sphere): Gök varlıklarının
ekliptikel yerlerinin tespiti için kullanılan altı halkalı bir alettir. Rasat aletleri içinde en
büyüklerinden birisidir. Halkaların her birinin çapları dört metreden fazladır ve hepsi
ufuk adı verilen bir kaide üzerine yerleştirilmiştir.
Kadran (libne) (Mural quadrant): Ekliptiğin eğimi ve yıldızların
deklinasyonlarının ölçülmesi için kullanılan, altı metre çapında pirinç iki kadrandan
oluşan bir alettir.
Zâtü’s-semt ve'l-irtifâ (Azimut yarım halkası) (ekinoktitial armil, Azimuthal
semicircle): Adından da anlaşılabileceği gibi yıldızların azimut ve yüksekliklerinin
ölçülmesini sağlayan alettir.
80 Takiyüddin bu yıldızın görülmesini ilm-i nücuma göre yorumlayarak III. Murad'a bildirmiştir.
Genellikle İran ile yapılacak harbte devletin başarısına yorumlanan kuyruklu yıldız için devrin ulemâsı, çeşitli manzum şiirler yazarak tarih düşürmüşlerdir. Gelibolu'lu Mustafa Âli, Künhü'l-ahbâr, İÜK, TY, 5959, v. 508a-508b; Selanikî, Târih (İpşirli), I, s. 115; Ünver, İstanbul Rasathanesi, s. 54, 74-80; Şehinşahnâme yazarı Mansur'a göre Takiyüddin, bu yıldızdan, Acem ülkesi denilen İran'ın fethi müjdesine dair güzel bir ahkâm çıkardığı için padişah tarafından lütuf ve ihsan görmüştür. A. Sayılı, “Alauddin Mansur'un.., s. 468.
81 Rasathanedeki çalışmalar ve aletler hakkında başka bilgiler, rasathanenin yıkılmasından iki sene sonra, A. Mansur adında biri tarafından yazılmış olan Şehinşahname adlı bir şemailnâmede de bulunmaktadır. Bu şiir, A. Sayılı tarafından yukarıda belirttiğimiz makalesinde incelenmiştir. Eserin asıl nüshası İÜK, nr. 1404’tedir; Bu eseri yardımcılarına hazırlattığı da söylenmektedir. Eserin resimli ve en güzel nüshası TSMK, Hazine nr. 452'de bulunmaktadır. Diğer nüshalar; İÜK, TY. 1993; Paris, Bibliothegue National, TY, E. Blochet, Cat. des Mss., Turcs-F, II, s. 172, nr. 1126; Mustafa Fazıl Riyaza, nr. 40/2; Kütahya, Vahid Paşa, nr. 14; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 208/1, nr. 173; Nuruosmaniye, nr. 2930; TSMK, Hazine, nr. 465/1; Süleymaniye Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2308/2.
39
Zâtü'ş-şu’beteyn (triquetrum): Ayın paralaksınının rasatına ve zenit
yüksekliğinin bulunmasına yarayan bir alettir.
Rub’u' Mıstar (rub bu deffe): Yıldızların ufuktan olan yükseklikleri ve zenit
ölçülür. Tahta cetvellerden yapılmış bir çeyrek dairedir.
Zâtü's-sükbeteyn (Dipotra): Gökcisimlerinin görülen büyüklüklerini tespite
yarayan iki delikli uzun bir cetveldir.
Zâtü'l-evtar: Takiyüddin’in kendi icadı olduğu söylenen alet ile ilkbahar ve
sonbahar ekinoksları tespit edilir.
el-Müşebbehetü bi'l-menâtık (Sextant): Takiyüddin’in icad ettiği bir diğer
alettir. Bu alet ile iki yıldız arasındaki açısal uzaklık ölçüldüğü gibi diğer bir yıldızın
açısal uzaklığı da ölçülebilir.
Bengâm-i rasadî: Takiyüddin’in en önemli icadlarından birisi de astronomi
gözlemlerinde kullanılacak kadar dakik bir saattir. Bu saat gök cisimlerinin meridyen
geçişlerini tespit etmek için kullanılmaktaydı82.
Bu aletlerin yanında, Alauddin Mansur’un rasadhane hakkındaki şiirlerini ihtiva
eden Şehinşahnâme'deki resme göre rasadhanede Takiyüddin’in yanında göze çarpan
mücessem bir yer küresi o dönem Osmanlı haritacılığı açısından önem arz etmektedir83.
Şehinşahname'ye göre İstanbul rasadhanesindeki çalışmalarında Uluğ Bey Zîci’ne ait
tashih işini tamamlamıştır84. Ataî ise, Takiyüddin Râsıd’ın çalışmalarının bitmediğini,
ancak tamama yakın olduğunu belirtmektedir85. Gerçekten onun rasatları bitmiş olsa idi,
Osmanlı astronomları onun zicini kullanırlardı. Takiyüddin, rasadhanede yaptığı
gözlemlerinde Güneş ile ilgili cetvelleri tamamlayabilmiş ise de Ay ile ilgili cetvellerini
tamamlayamamıştır86.
82 Takiyüddin’in rasathanesindeki aletler hakkında geniş bilgi için bk. Ünver, İstanbul Rasathanesi, s.
13-31, 91; S. Tekeli, “İstanbul Rasathanesinin Araçları”, Araştırma, Ankara 1979, XI, s. 29-44; S. Tekeli, “Takiyüddin’in Sidret ül-müntehasında Aletler Bahsi”, Belleten, Ankara 1961, XXX/98, s 213-227; S. Tekeli, “Meçhul Bir Yazarın, s. 74-85; Dizer, Takiyüddin, , s. 53-64.
83 A. Sayılı, "III. Murad'ın İstanbul Rasathanesi’ndeki Mücessem Yer Küresi ve Avrupa İle Kültürel Temaslar", Belleten XXV, Ankara 1961, s. 397-398.
84 A. Sayılı, “Alauddin Mansur'un, s. 468. 85 Ataî, s. 286. 86 Dizer, Takiyüddin, s. 116.
40
2.4.4. Takiyüddin Râsıd ve Tycho Brahe Rasadhânelerinin Karşılaştırılması
Takiyüddin'in rasadhanesi, aynı yıllarda Danimarka kralı II. Frederic (1559-
1885)'in desteği ile Hven Adası’nda inşa edilen (1576), Batı’nın o dönemde en önemli
astronomu sayılan Tycho Brahe’nin (1546-1601) Uranienborg Rasadhanesi ile
karşılaştırılabilecek durumda idi. Birbirlerine yakın dönemlerde gözlemlerine başlayan
bu iki astronomun aynı kaynaklardan (özellikle Almagest) istifade etmeleri sebebiyle
aletleri birbirine çok benzemekteydi. Brahe rasatlarını, Astronomiae Instauratae
Mechanicae adlı eserinde yayınlamıştır. Bu eserinde rasadhanesinde kullandığı aletleri
de tanıtmıştır. Her iki astronom da ilk defa olarak saati astronomi gözlemlerinde
kullanmışlardır. Takiyüddin'in kullandığı saatin Brahe'ninkine nazaran daha dakik
olması itibariyle Takiyüddin'in yaptığı gözlemler daha net idi.87 Her iki rasıdın
Almagest’te geçen aletlerin her birini yapmış olmalarına rağmen aletlerin sayısı
itibariyle Brahe'nin rasadhanesi daha üstündü88. Brahe de rasadhanesini döneminin en
mükemmel astronomi aletleriyle donatmış ve yaptığı son derece dakik gözlemlerle
Kepler’in elips yörüngelerini tespit etmesi için gerekli hesapları yapmıştır. Güneş
sistemi ile ilgili bir teorisi olamayan Brahe’nin en büyük katkısı da gözlemlerinden elde
ettiği verileridir. Ancak Brahe’nin ömrü, kendi verilerini kullanmağa yetmemiş, bunları
Kepler değerlendirmiş ve Kepler Kanunlarını yazmıştır89. Dolayısıyla Kepler’in bütün
teorileri, tabloları ve tespitlerinin esası Brahe’nin rasatlarına istinad etmektedir. Ayrıca
87 Aydın Sayılı, “Üçüncü Murad’ın İstanbul rasadhanesindeki mücessem yer küresi ve Avrupa ile
kültürel temaslar”, Belleten, 1961, XXV, s. 397-445; “The Observation Well”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Dergisi II (1953), 149-156; a. mlf., “The Importance Of The Turkish-Islamic World In The History Of The Observatory”, the International symposium on the Observatories in Islam 19–23 September 1977 (ed. M. Dizer), Istanbul 1980, s. 21–32; a. mlf., “Rasadhâne”, İA, IX, 627-632; Sevim Tekeli, “16. yüzyılda Osmanlıların Astronomiye Yapmış Oldukları Katkılar”, Prof. Dr. Sevim Tekeli’ye Armağan Makaleleri ve Bildirileri, Ankara ts., s. 576-583; a. mlf., “Takiyüddin’in âlât-ı rasadiye li zîc-i şehinşâhiyesi”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, III/1-2, İstanbul 1960, s. 1-30; a. mlf., Takiyüddin’in Sidrat al-muntahâ’sında aletler bahsi”, Belleten, 1961, XXV, 213-238; a. mlf., “16. yüzyılda Osmanlıların Astronomiye Yapmış Oldukları Katkılar”, Prof. Dr. Sevim Tekeli’ye Armağan Makaleleri ve Bildirileri, Ankara ts., s. 576-583; “İstanbul Rasathanesinin Araçları”, Araştırma, XI (1979), Ankara, 29-44.
88 Tekeli, “Takiyüddin”, Türk Ansiklopedisi, s. 359. 89 S. Karaali, Astronomi, s. 91.
41
Brahe'nin rasatları uzun süre devam etmiş ve gözlemlerinin neticelerini alarak 777
yıldızın yerini tespit etmiştir. Takiyüddin ise yedi sene civarında gözlem yapabilmiştir90.
3. OSMANLILARDA MÜNECCİMBAŞILIK KURUMU
Osmanlı Devleti’nde, kuruluşundan yıkılışına kadar, yapısı itibariyle ciddi bir
değişikliğe uğramayan müesseselerden birisi de müneccimbaşılıktır. Az sayıdaki
personeli, takvim, zayiçe imsakiye hazırlamak gibi belirli ve sınırlı işleri olması
itibariyle müessesede büyük bir değişiklik ihtiyacı doğmamıştır.
Osmanlı Devleti’nde müessese olarak müneccimbaşılığın ortaya çıkış tarihi kesin
olarak belli değildir. Kuruluş dönemine ait kaynaklarda böyle bir müesseseden
bahsedilmemektedir. Ayrıca, Osmanlılardan önceki Türk ve İslâm devletlerinde de
böyle bir müessesenin varlığı kesin olarak tespit edilememiştir. Mehmed İzzet Bey,
Osmanlı’ya müneccimliğin resmi olarak İran’dan intikal ettiğini iddia etmekle birlikte
bu konuda herhangi bir kaynak vermemektedir91. Diğer yandan Abbe Toderini de, Türk
bilim adamlarının iyi derecede Arapça ve Farsça bildiklerini, İranlıların astronomi ve
astroloji eserlerinden çok istifade ettiklerini belirtir92. Müneccimbaşılık müessesinin
kurulmuş olduğu tahmin edilen on beşinci yüzyılın son çeyreğinde İstanbul’da çok
sayıda İran asıllı müneccimin varlığı söz konusu kurumun kuruluşunda İran etkisi
olduğu iddiasını destekler görünmektedir.
İlm-i nücûm ve ilm-i hey’ete dair pek çok ilmî bilginin Osmanlılara intikalinde,
Uluğ Bey’in Semerkand’ta kurduğu rasathanenin ve burada yetişen bilim adamlarının
büyük bir etkisinin olduğu bilinmektedir. Rasathanede çalışan Bursalı Kadızâde
Rumî’nin93 talebelerinden Şirvanlı meşhur âlim Fethullah Şirvanî (ö. 1453),
Kastamonu’ya gelmiş ve orada yerleşerek astronomi ve geometri dersleri okutmuştur.
Aynı rasathanede çalışan bir diğer âlim olan Ali Kuşçu (ö. 1474) da Fatih Sultan
Mehmed’in davetiyle İstanbul’a gelmiş, çeşitli medreselerde matematik ve astronomi
90 Dizer, Takiyüddin, s. 116-117. 91 Mehmed İzzet, “İhtiyârât”, Mahfel Mecmuası, sayı. 25–26, sene. 1340/1921, s. 9. 92 M. L’. Abbè Toderini, de la Litterature des Turcs, Traduit de l’Italien en Français par Tournant,
Paris 1789, I, 141. 93 İhsan Fazlıoğlu, “Kadızâde-i Rumî”, DİA, XXIV, 98–100.
42
dersleri okutmuş ve bu konularda Risâle fi’l-Hisâb (Muhammediyye) ve Risâle fi’l-
Hey’e (Fethiyye) adlarında iki mühim eser telif etmiştir94.
Osmanlı Devleti’nde müneccimlerin yaptığı takvimlere ilk olarak Sultan II. Murad
(1421–1451) döneminde rastlanılmaktadır. Bu takvimler saray almanağı türünde olup
hazırlayanları hakkında bilgi bulunmamaktadır. Fatih Sultan Mehmed’in (1451–1481)
İstanbul muhasarası esnasında son hücumu yapmadan önce bazı müneccimlere danıştığı
hem Dukas’ın Bizans Tarihi adlı eserinde ve hem de Tacizâde Cafer Çelebi’nin
Mahrûse-i İstanbul Fetihnâmesi adlı eserinde kaydedilmektedir95. Tursun Bey de
Rumeli Hisarı’nın temelinin atılmasında müneccimlerden uğurlu saat alındığını
belirtir96. Ayrıca Tarih-i Atâ’da Fatih Sultan Mehmed (1451–1481) döneminin
anlatıldığı bölümün sonunda, “Vâlid-i vâcid-i kesîrü’l-mehâmid Beyazıt Hânı Fatih
Hazretleri asr-ı âlisinden kalan ve zamân-ı şâhânelerine yetişen ulemâ-yı izâm
hazerâtıyla meşâyıh-ı kirâm beyânındadır” başlığı altında “Fatih hazretlerinin
müneccimbaşısı Fatih Acem (veya Fatih-i Acem) Mehmed Efendi” şeklinde bir cümle
bulunmaktadır. Ancak, burada başka bir açıklama bulunmadığı gibi, bu döneme ait
diğer kaynaklarda da bu zat hakkında başka bir bilgiye rastlanmaz.
Sultan II. Beyazıt (1481–1512) devrindeki ilmî faaliyetlerin arasında astronomiye
önem verilmesi sebebiyle, bu dönemde İstanbul’a gelen müneccimlerin sayısında ve
İstanbul’daki müneccimlerin astronomi ve astroloji eserleriyle takvim çalışmalarında
önemli bir artış ve gelişme gözlenmektedir97. Hatta bu dönemde yapılan takvimlerin
cetvel tarz ve stilleri devletin son dönemlerine kadar korunmuştur. Bu dönemde
müneccimlerin sayısının artması ve muhtemelen devletin ihtiyacının da göz önüne
alınmasıyla devlet teşkilâtı içine de müneccimler alınmıştır. Topkapı Sarayı Müzesi
94 Ali Kuşçu, Mir’atü’l-Âlem (Evrenin Aynası): Ali Kuşçu’nun Fethiyye Adlı Eserinin Çevirisi (çev.
Seyyid Ali Paşa; haz. Yavuz Unat), Ankara 2001; Salih Zeki, Âsâr-ı Bâkiye, İstanbul. 1326, I, 133–139; A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1982, s. 20; Cengiz Aydın, “Ali Kuşçu”, DİA, II, 408-410; İhsan Fazlıoğlu, “Ali Kuşçu’nun el-Muhammediyye fî el-hisâb’ının ‘Çift Yanlış’ ile ‘Tahlîl’ Hesâbı Bölümü”, Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, 4 (Ekim 2003), s. 135-155; a. mlf., “Ali Kuşçu”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, (YYOA), I, 216-218.
95 Dukas, Bizans Tarihi (Terc. VL. Mırmıroğlu), İstanbul 1956, s. 169; Tacizâde Tuğrayî Cafer Çelebi, Mahrûse-i İstanbul Fetihnâmesi, İstanbul 1331, s. 10
96 Tursun Bey, Tarih-i Ebü’l-Feth (haz. M. Tulum), İstanbul 1977, s. 44. 97 Bu müneccimlerin en meşhurları Hatâyî, Ceylânî, Mehmed b. Kâtip Sinan, Abdurrahman, Mehmed
b. Yusuf, Konyalı Muslihiddin Mustafa b. Vefa, Hitabî al-Huseynî, Salman, Abdülkerim b.
43
Arşivi’nde bulunan ve 944–951/1537–1544 tarihleri arasında yazıldığı tahmin edilen
“Cemaât-ı müşâhere-horân” kadrosunu ihtiva eden bir defterin98 cemaât-ı müneccimân
başlığı altındaki kısmında o sırada sarayda vazife yapan üç müneccimin adı ve aldığı
günlük ulûfeler belirtilmiştir. Buradaki liste şu şekildedir:
“Cemaat-ı müneccimân:
1. Seydî İbrahim bin Seyyid, müneccim, fî yevm 15 akçe (Seyyid Müneccim
oğludur, Sultan Beyazıt zamanından berü ulûfeye mutasarrıftır).
2. İshak, müneccim, fî yevm 14 akçe (Sultan Beyazıt zamanından berü ulûfeye
mutasarrıfdır).
3. Sinan, müneccim, fî yevm 10 akçe (Saatçı Ömer oğludur).99”
Listede birinci sırada yer alan ve ilk müneccimbaşı olarak görülen Seydî İbrahim
ve İshak müneccim hakkında “Sultan Beyazıt zamanından beri ulûfeye mutasarrıftır”
denilmesine göre resmî bir makam olarak müneccimbaşılık Sultan II. Beyazıt
döneminde Seydî İbrahim b. Seyyid ile başlamıştır. Listede, ikinci sırada bulunan İshak
Efendi ise bu esnada ikinci müneccimdir. İshak Efendi, daha sonra müneccimbaşı
olmuştur. Diğer yandan, daha sonra müneccimbaşı olan Yusuf b. Ömer, 916/1510–11
senesinde yaptığı Sahâif-i Takvîm adlı takviminde “Yusuf es-Saatî el-Muvakkit fî
Camii’l-Cedîd es-Sultan Mehmed Han” şeklinde imza atmıştır100. Buna göre bu
tarihlerde henüz saraya intisap etmemiştir. Daha sonra hazırladığı Risâle-i İhtilâcât adlı
930/1524 yılına ait takvimde “Yusuf b. Ömer es-Sâatî el-Müneccim fî bâbi’s-Sultan”
şekliyle imzasını atmıştır101. Buna göre bu tarihlerde saraya intisap etmiş ve saray
müneccimleri arasına girmiştir.
Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi nr. 268/2’de Makamî Süleyman b. Mustafa
tarafından yazılan Cedâvil-i hareket-i ta’dilü’ş-şems adlı eserin sonunda Takiyüddin
Mevlana Sinan, Hamza b. Abdülkerim’dir. F. E. Karatay, TSMK. Türkçe Yazmalar Katalogu, İstanbul 1961, s. 535-536; a. mlf., TSMK. Farsça Yazmalar Katalogu, İstanbul 1961, s. 94-101.
98 Ö. Lütfi Barkan, “H. 933–934 Tarihli Bütçe Cetveli ve Ekleri (İlave: V)”, İktisat Fakültesi Mecmuası, XV, nr. 1–4, İstanbul 1955, s. 314–329.
99 Barkan, a. g. m., s. 323. 100 Yusuf b. Ömer es-Saatî, Sahaif-i Takvim, TSMK, nr. A. 1960, s. 28a. 101 Yusuf b. Ömer es-Saatî, Risâle-i İhtilac Yusuf Saatî, TSMK, nr. E. Hazine 1710, s. 31b; Yusuf b.
Ömer es-Saatî, Takvîm-i sâl 967, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 546, s. 14b.
44
Râsıd’a102 kadar olan müneccimbaşıların bir listesi verilmektedir. Listeye göre ilk
müneccimbaşı Abdurrahman olup Sultan II. Beyazıt devrinde göreve gelmiştir.
Abdurrahman’ın 916 (1510–11) yılında hazırladığı Takvîmü’t-tâm103 adlı bir takvimi
bulunmaktadır. Ancak burada kendisinin müneccimbaşı olduğunu dair hiçbir işaret
görülmez.
İlk müneccimbaşıların biyografileri hakkında kaynaklarda çok az bilgi
bulunmaktadır. on altıncı yüzyıl müneccimbaşılarından biri olan Mustafa b. Ali el-
Muvakkit, uzun zaman Yavuz Selim Camii muvakkitliğinde bulunmuş ve daha sonra
müneccimbaşı olmuştur. Bundan dolayı kendisine el-Muvakkit diye lakap takılmıştır104.
Kaynakların, Mustafa b Ali’den sık bahsetmelerinin ilk sebebi coğrafya, astronomi ve
matematik alanında pek çoğu Türkçe olan otuza yakın eser vermiş olmasındandır. Diğer
sebebi ise vefatıyla yerine Takiyüddin Râsıd’ın tayin edilmesidir105. Takiyüddin Râsıd
İstanbul’da kurduğu rasathanesiyle tanınan ve Osmanlı müneccimbaşıları arasında en
meşhur olanıdır.
Osmanlı kaynaklarında, on altıncı asrın yarısından sonra ve özellikle
Müneccimbaşı Hüseyin Efendi’den (1630–1650) sonra gelen müneccimbaşılar
hakkındaki bilgiler öncekilere nazaran daha fazladır. Müneccimbaşı Hüseyin Efendi ise
zayiçeleriyle meşhur olan müneccimbaşılardan birisidir. Hüseyin Efendi’nin, sarayda
nüfuzunun artmasıyla görevi olmadığı halde devlet işlerine karışması ve neticesinde
idam edilmesi, diğer müneccimbaşılara da tesir etmiş ve bundan sonra
müneccimbaşıların hiç birisi Hüseyin Efendi gibi devlet işlerine müdahale etmemiştir.
Dikkati çeken bir diğer nokta da, Hüseyin Efendi’den sonra gelen müneccimbaşıların
ekserisinin birbiriyle akrabalık veya talebelik bağı bulunmasıdır.
On yedinci asrın yarısından itibaren müneccimbaşılık müessesesi belirli bir düzen
almıştır. Müneccimbaşı olacak kişi, önce müneccim daha sonra müneccim-i sâni
102 Salim Aydüz, “Takiyüddin Râsıd", YYOA, İstanbul 1999, I, 603–605. 103 Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1978/2. 104 Ö. Rıza Kehhale, Mu'cemü’l-mü’ellifîn, Beyrut, ts, XII, 283; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-
'ârifîn esmâ'ü’l-mü’elifîn ve âşârü’l-musannifîn, İstanbul 1951–55, II, 435; Nev’îzâde Ataullah Ataî b. Yahya, Hadâiku’l-hakâik fî tekmileti’ş-Şekâik (Nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, s. 286; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, İstanbul 1308–1316, IV, 377; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1342, III, 300, Adıvar, İlim, s. 93.
45
olmakta ve en son olarak da müneccimbaşılığa yükselmekteydi. Müneccimbaşı Osman
Kâmil Efendi’ye (1880–1896) kadar kesintisiz bilgi sahibi olduğumuz müessesenin,
Osman Kâmil’den sonra başına kimin geldiği ise belli değildir. Osman Kâmil Efendi
1896 yılında vefat etmiş ve yaklaşık iki sene yerine müneccimbaşı tayin edilmemiştir.
Bu süre içerisinde müneccim-i sâni müneccimbaşının vazifesini idare etmiş olmalıdır.
Kaynaklarda Osman Kâmil Efendi’den sonra müneccimbaşı olarak bildirilen kişi olan
Mustafa Asım Bey ise 1898 yılında müneccimbaşı olmuştur.
Müneccimbaşılar, müneccimbaşılık dışında, başta müderrislik ve kadılık olmak
üzere diğer vazifelerde de bulunmuşlardır. Ayrıca muvakkit (Mustafa b. Ali,
Müneccimek...), hassa tabibi (Bakkalzâde Mehmed Efendi), hekimbaşı (Arabzâde
Mehmed, Ahmed Efendi b. Hüseyin), musâhib-i padişahî (Derviş Ahmed Dede), tarikat
şeyhi (Derviş Ahmed Dede), hattat (Fethiyeli Halil Efendi), vakanüvis (Musazâde
Mehmed)106 gibi vazifelerde bulunan müneccimbaşılar da vardı. Evliya Çelebi IV.
Murad dönemindeki resmigeçitte müneccimbaşıların kazaskerler ile at başı gittiğini
ifade ederek bulundukları yüksek mevkie dikkat çekmektedir107.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar önemli bir değişiklik göstermeden
devam eden müneccimbaşılık yüzyılın ikinci yarısında Ahmed Tahir Efendi’nin (ö.
1880) imtihanla müneccim-i sâni olmasıyla küçük bir değişikliğe uğramıştır108. Bu
zamana kadar müneccimbaşılar ve müneccim-i sâniler tayin ile göreve gelmekteydi. Bu
uygulamanın ne zaman başladığı ve ne zamana kadar devam ettiği belli olmadığı gibi
umumi bir uygulama olup olmadığı hakkında da bilgi yoktur. Diğer bir değişiklik ise
müneccim-i sâni makamının ilga edilmesidir. Sultan II. Abdülhamid (1876–1909)
zamanında ilga edildiğini tahmin ettiğimiz bu makam Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi
Efendi (ö. 1924) zamanında bulunmamaktadır. Başka bir değişiklik ise müneccimbaşıya
bağlı olan ve daha önce sayıları beşi bulan kâtiplerin sayısının bire indirilmesidir. Bu
105 Yavuz Unat, “Mustafa İbn Ali el-Muvakkit ve İ‘lâm el-‘İbâd fî A‘lâm el-Bilâd (Şehirler Âleminde
Mesafelerin Bildirimi) Adlı Risâlesi”, Electronic Journal of Oriental Studies, VII (2004), No. 10, Utrecht University, Utrecht, s. 1–48.
106 İsmail, Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 344; Kehhale, Mu'cem, X, 214; Cevdet, Târih, II, 175.; Sicill-i Osmanî, IV, 523.
107 Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1314, I, 526. 108 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Sicill-i Ahvâl, IV, 12; Salim Aydüz, “Abbas Vesim Efendi”,
YYOA, İstanbul 1999, I, 3–4.
46
değişiklik ile müessesede sadece müneccimbaşı ve bir de kâtip kalmıştır109. Bu asırda
yapılan son değişiklik ise hekimbaşılığa bağlı olan müneccimbaşılığın Dâire-i Meşîhât-ı
İslâmiye’ye bağlanmasıdır. Ancak bu değişikliğin de ne zaman yapıldığı belli
değildir110.
On beşinci asrın sonlarından itibaren devan eden müneccimbaşılık, son
müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin 1924 senesinde vefatıyla yerine müneccimbaşı
tayin edilmeyerek ilga edilmiştir. Bu müessesenin yerine baş muvakkitlik adı altında
yeni bir müessese ihdas edilmiş ve başına da Muvakkit Ahmed Ziya Akbulut
getirilmiştir111.
3.1. MÜNECCİMBAŞI LİSTELERİ
Müneccimbaşılık üzerine Osmanlı kaynakları arasında monografik bir eser
olmadığı gibi müesseseler tarihi hakkında yazılan eserlerde de bu konu hakkında
yazılmış ayrı bölümlere rastlayamamaktayız112. Astronomiyle ilgilenen bazı Osmanlı
araştırmacı ve astronomları müneccimbaşıların listesini yapmışlardır. Ancak bu listeler
eksiktir. Bilinen ilk müneccimbaşı listesi, ilk dönem müneccimbaşıları hakkında önemli
bir takım bilgileri ihtiva etmesine rağmen oldukça kısa ve eksiktir. Bu liste başlangıçtan
Müneccimbaşı Takiyüddin’e kadar olan müneccimbaşıları ihtiva etmekte ve beş kişinin
adını vermektedir. Liste, Müneccim Makâmi Süleyman b. Mustafa b. Kemalî’ye (ö.
1795) ait Cedâvil-i Hareket-i Ta'dilü’ş-Şems adlı eserde metindeki yazıdan ayrı olarak
kurşun kalemle yazılmıştır. Liste şu şekildedir. “Sultan Beyazıt-i Veli zamanında
Müneccimbaşı Abdurrahman Efendi tarafından Sultan Ahmed b. Beyazıt’in hilafet
hesabı görülmüştür. İshak Efendi sene 947 ve Yusuf es-Saatî sene 959. Sultan
Süleyman zamanında ve Sultan Selim-i sâni zamanında sene 979’da Müneccimbaşı
Mustafa Çelebi fevtiyle Takiyüddin Râsıd Müneccimbaşı olmuştur. Bu dahi sene 979-
109 Sâlnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye, İstanbul 1334, s. 142; Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı
Uleması, İstanbul 1980, I, XVII-XXV. 110 Sâlnâme, s. 142; M. İpşirli, "Bâb-ı Meşîhat", DİA, IV, 363; Albayrak, Son Devir, I, XVII-XXV. 111 S. Ünver, “İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine”,
International Symposium On the Observatories in Islam, İstanbul 1980, s. 49. 112 Osmanlı astronomi tarihine dair derli toplu olarak telif edilmiş tek eser Süleyman Sûdî Efendi (ö.
1895) tarafından telif edilmiştir. Eserde Osmanlı coğrafyasının dışında yaşamış olan astronomların hayatları ve eserleri yanı sıra muhtelif zamanlarda kurulmuş olan Rasathaneler hakkında da bilgiler bulunmaktadır. Süleyman Sûdî Efendi, Tabakât-ı Müneccimîn (haz. Salim Aydüz), İstanbul: Fatih Üniversitesi Yayınları, 2005; Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi (haz. E. İhsanoğlu ve diğerleri), I-II, İstanbul: IRCICA, 1997.
47
987’de Tophane’de rasada ibtida, badehu sene 993 vefat etmiştir113”. Listede birinci
sırada geçen Abdurrahman, ilk müneccimbaşı olarak yazılı ise de bu konuda diğer
kaynaklarda herhangi teyit edici bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca eldeki mevcut belgelere
göre, aynı senelerde müneccimbaşı olarak Seydî İbrahim b. Seyyid bulunmaktadır.
Ayrıca bu listede adı geçen Abdurrahman’a ait olduğunu tahmin ettiğimiz Takvimü't-
tâm adlı Hicrî 916 yılına ait bir takvimde “Müneccim Abdurrahman” imzasını
görmekteyiz. Bu iki şahıs muhtemelen aynı kişi olmalıdır. Bu tarihten sonra da
müneccimbaşı olduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır114. Listede
müneccimbaşı Seydî İbrahim b. Seyyid bulunmamaktadır. Müneccimbaşılar hakkında
ilk liste olması açısından büyük önemi bulunmaktadır.
Elimizde bulunan diğer üç liste ise çok az farklılıkla birbirinin aynıdır. İkinci liste,
Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi’nde müellifi belli olmayan Zaiçe Mecmuası adlı 323
numaralı eserdedir115. Bu listenin başlığı şu şekildedir. “Devlet-i Aliyye’de zafer
bulduğumuz reîsülmüneccimîn olanlar tahrir olundu”. Muhtemelen bu listeden istinsah
edilmiş üçüncü liste de yine Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi’nde 545 numaralı eserin
içinde bulunmaktadır116. Buradaki listenin başlığı şu şekildedir. “Devlet-i Aliyye’de
zafer bulduğumuz reîsülmüneccimîn olanların defter-i icmalleri ketb ve tahrîr olundu”.
Kandilli Rasathanesi’nde bulunan Ahmed Ziya Akbulut’un Not Defteri içindeki liste ise
dördüncü ve en son yapılmış olan listedir117. A. Ziya Akbulut listesi için “Osmanlı
Devleti’nde îfâ-yı vazîfe eden müneccimbaşılar” şeklinde bir başlık kullanmıştır. Her üç
listede de, müneccimbaşılığa intisap tarihi bulunmamakla birlikte ilk müneccimbaşı
Mehmed Çelebi, son müneccimbaşı olarak da Ahmed Tahir Efendi bulunmaktadır. Her
üç listede de Ahmed Tahir Efendi’nin vefatı ve cenazesi hakkında kısa bir bilgi
bulunmakta ve dua edilmektedir. Nr. 323 ve 545’teki listelerin Ahmet Tahir Efendi ile
sona ermesine bakılırsa bu listeler onun vefatından hemen sonra yazılmıştır.
Muhtemelen Ahmed Ziya Bey, bu iki listeden birisini aynen kendi eserine nakletmiş ve
son Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi dâhil olmak üzere bütün müneccimbaşıları
113 Makâmî Süleyman b. Mustafa b. Kemalî, Cedâvil-i Hareket-i Ta' dilü’ş-şems, Kandilli
Rasathanesi Ktp., nr. 268/2, v. 8b. 114 Abdurrahman, Takvîmü’t-tâm, Süleymaniye Ktp., Es’ad Ef. nr. 1978/2, v. 33a. 115 Zâyiçe Mecmuası, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, v. 3a-b. 116 Kıran ve Zâyiçe Mecmuası, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 545, son yaprak. 117 A. Ziya Akbulut, Not Defteri, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 121, v. 2.
48
ilave etmiştir. İlk iki listede 24 müneccimbaşı bulunurken A. Ziya Bey’in listesinde 30
müneccimbaşı bulunmaktadır. Bizim yapmış olduğumuz çalışmada ise tespit edilebilen
müneccimbaşı sayısı 37’dir.
3.2. MÜNECCİMBAŞININ MAİYETİ
Müneccimbaşının maiyetinde müneccim-i sâninin yanı sıra dört veya beş kişiden
müteşekkil şakird veya müneccim adı verilen yardımcıları bulunmaktaydı. Bu kişiler
başta takvim ve zayiçe hazırlanması ve çoğaltılması olmak üzere çeşitli işlerinde
müneccimbaşıya yardım ederlerdi.
3.2.1.Müneccim-i Sâni
Müneccim-i sâniler de müneccimbaşılar gibi ilmiye sınıfından, ilm-i nücûm ile
ilm-i hey’et bilen kişiler arasından seçilirlerdi. Müneccim-i sânilerin ekserisi,
müneccimbaşının görevden ayrılmasından sonra yerine müneccimbaşı olurken, bazıları
çeşitli sebeplerde terfi edemeden vefat etmişlerdir. İlk defa müneccim-i sânilik
görevinde kimin bulunduğu tam olarak belli değilse de daha önce verdiğimiz
müneccimbaşı Seydî İbrahim ile İshak Çelebi’nin aldıkları ulûfeleri gösteren cetvelde,
Seydî İbrahim’in günde on beş akçe İshak Çelebi’nin ise on dört akçe aldığı
bilinmektedir118. Bu listede Seydî İbrahim için müneccimbaşı denilmediği gibi İshak
Çelebi için de müneccim-i sâni denilmemektedir. Sadece sarayda görevli müneccim
oldukları belirtilmiştir. Ancak bu listede ikinci sıradaki müneccim olan İshak
Müneccim’in Hadîkatü’l-cevâmi ve Sicill-i Osmanî’deki bilgilere göre daha sonra
müneccimbaşı olduğunu bilmekteyiz119. Buna göre Seydî İbrahim’im müneccimbaşılığı
esnasında İshak müneccim müneccim-i sânilik mevkiinde bulunmaktaydı.
Osmanlı tarihi kaynaklarında müneccim-i sâni tabirine ilk defa Mevlevîzâde
Mustafa Efendi’nin müneccim-i sâni olmasıyla rastlamaktayız. Buna göre Fındıklılı
İsmet Efendi, Müneccim-i sâni Mustafa Efendi’nin 23 Aralık 1711 tarihinde
müneccimbaşılığa terfi ettiğini yazmaktadır. Ancak kendisinden önceki müneccim-i
118 Ö. Lütfi Barkan, “H. 933–934 Tarihli Bütçe Cetveli, s. 323. 119 Hüseyin Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmi', İstanbul 1281, I, 206; Sicill-i Osmanî, I, 324; Tahsin
Öz, İstanbul Camileri, İstanbul 1987, I, 107; Fatih Camileri ve Diğer Eserler, İstanbul, 1991, s. 82.
49
sâni hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir120. Mustafa Efendi’nin
müneccimbaşılığa terfi etmesiyle, yerine Mustafa Zeki Efendi müneccim-i sâni
olmuştur121. Bu tarihlerden itibaren belgelerde ve kaynaklarda müneccim-i sânilerden
düzenli olarak bahs olunmaktadır122.
Müneccim-i sâniler de müneccimbaşılar gibi müneccimler veya muvakkitler
arasından seçilirdi. Müneccimbaşı Musazâde Mehmed Ubeydullah Efendi vefat
ettiğinde, yerine kimin tayin edileceği hususunda Sultan I. Abdülhamid’e ait bir hatt-ı
hümâyûn bulunmaktadır. Padişah, hatt-ı hümâyûnda, Müneccim-i sâni Sâdık Efendi’nin
ilm-i nücûmda fenni nicedir diye sormuş ve hemen peşinden de Mısır’dan mazul
Medine-i Münevvere Mollası Tatarcıkzâde’nin ilm-i nücûm şeyhi olduğunu ve
hangisinin layık ise onun tayin edilmesinin uygun olacağını ifade etmiştir123. Ancak
Tatarcıkzâde taşrada olduğundan dolayı Müneccimbaşı Abdullah Efendi’nin oğlu olan
müneccim-i sâni Mehmed Sâdık Efendi göreve tayin edilmiştir124. Müneccim-i sâni
Ahmed Tahir Efendi müneccimbaşı olduğunda Şehzade Camii muvakkidi Hafız Ahmed
Efendi de onun yerine geçmiştir125. Müneccim-i sâni Saîd Mehmed Efendi aynı
zamanda müderris idi126. Mehmed Sâdık Efendi 1782 senesinde müneccim-i sânilik
görevinden müneccimbaşılığa terfi edince, yerine geçen Yakub Efendi saray
müneccimlerinden birisiydi127. Müneccim-i sâniliğe tayin olan kişilerde, adet üzere
müneccimbaşılar gibi Bâb-ı Âli'de hil’at giymekteydi128. Bazı müneccim-i sâniler
müneccimbaşının uzun süre vazifede kalması ya da başka birisinin vazifeye tayini gibi
çeşitli sebeplerden dolayı müneccimbaşı olamamışlardır.
120 Fındıklılı İsmet, Tekmiletü'ş-Şekâik fî hakk-ı ehli’l-hakâik (Nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989,
V, 69. 121 M. Zeki, Mücerrebât, s. 7a, 30b, 51a; Sicill-i Osmanî, IV, 419. 122 Elimizde bulunan müneccimbaşı listelerinde ise müneccim-i sâni olarak bahsedilen kişi Fethiyeli
Halil Efendi’dir. Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, s. 3a; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 545, son sayfa; A. Ziya Akbulut, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 121.
123 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 3567. 124 Sicill-i Osmanî, III, 193; Cevdet, Târih, II, 183. 125 A. Lütfi Efendi, Vak'anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi (Yay. Haz, M. Aktepe), Ankara 1988, X,
147; Takvimi Vekayi, Sene 25 rebiyülevvel 1282, Defa 812, sayfa. 1 sütun 1. 126 Sicill-i Osmanî, III, 28. 127 Cevdet, Tarih, II, 183; Sicill-i Osmanî, IV, 650. 128 Takvîm-i Vekayi, Defa. 44, Sene. 13 Cemaziyelâhır 1248, sayfa. 1, sütun. 2; Sicill-i Osmanî, III,
23.
50
3.2.2.Müneccimbaşı Kâtipleri veya Saray Müneccimleri (Müneccimân-ı
Hâssa)
Müneccimbaşı ve müneccim-i sâninin sarayda yer almasından sonra onların
yaptıkları takvimleri çoğaltmak ve diğer işlerinde onlara yardım etmek için müneccim
kâtipleri de saraya alınmıştır. Müneccimbaşı kâtipleri ilm-i nücûma vakıf olan kişiler
arasından gelmekte, takvim ve zayiçe hazırlamak gibi işlerde müneccimbaşıya yardım
etmektedir. Müneccimbaşı kâtipleri kabiliyet ve çalışmalarına göre müneccimbaşılığa
kadar yükselebilirlerdi. Sarayda çok düzgün ve okunaklı bir yazıyla yazılan siyah, mavi,
yeşil, kırmızı mürekkep ve altın yaldızlarla bezenen takvimlerin hazırlanıp çoğaltılması
için çok sayıda kâtibe ihtiyaç bulunmaktaydı. Müneccimbaşıya bağlı kâtiplerin sayısı
tam olarak belli olmayıp sayısı asırlara göre değişiklik göstermiştir. Müneccimbaşılığın
teşekkül ettiği on beşinci asrın sonunda müneccimbaşının altı kâtibi vardı. Ancak bu
sayının on altıncı asrın ilk yarısında dört olduğu görülmektedir. Müneccimbaşı Seydî
İbrahim ve İshak müneccim’in yanında adı zikredilen Sinan Müneccim,
müneccimbaşının şakirdlerinden veya kâtiplerinden birisidir129. Topkapı Sarayı’nda
görevli bir kısım saray mensubunun sayı ve aylıklarının gösterildiği bir defterde Tafsîl-i
Mevâcib-i Müşâhere-Horân-ı Dergâh-ı Âli başlığı altında, Cemaât-ı Müneccimîn’in altı
nefer olduğu belirtilmiştir. Defter muhtemelen 900/1495 senesini takip eden senelerde
tertip olunmuştur130. Bu altı kişiye muhtemelen müneccimbaşı ve müneccim-i sâni de
dâhildir. Zira 920/1510 senesine ait Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi E. 5475 numaralı bir
vesikada, Defter-i Cemaât-i Mülâzimân-ı Dergâh-ı Âli vâcib sene 920 mevcut
olanlardır başlığı altında yer alan Cemaât-ı müşâhere-horân kısmında Cemaât-i
müneccimân alt başlığındaki bölümde ise müneccimlerin sayısının 4 kişi olduğu
belirtilmiştir131. Eylül 1624 tarihli bir mevâcib defterinde cemaât-i şakirdân-ı
müneccimân-ı hâssa başlığı altında dört müneccim zikredilmektedir. Bu şakirtlerin üçü
4, birisi de 2 akçe yevmiye almaktadır132. Bu sayı müneccimbaşı ve müneccim-i sâni
haricindeki müneccimlerin sayısı olmalıdır. Zira Ayn Ali Efendi’nin Risâle-i Vazîfe-
Horân ve Merâtib-i Bendegân-ı Âl-i Osman adlı eserinde Şakirdân-ı müneccimânın beş
kişi olduğunu belirtmesi daha önce dört olan müneccim sayısı on yedinci asırda beş
129 Ö. L. Barkan, “H. 933–934 tarihli bütçe cetveli, s. 314-329. 130 Barkan, a. g. m., s. 309. 131 Barkan, a. g. m., s. 313.
51
kişiye çıkarıldığını göstermektedir. Yine bu eserde günlük ulûfelerinin 24 akçe olduğu
belirtilmiştir133. Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukuât adlı eserinde de müneccimlerin
sayısının beş, günlük ulûfelerinin de 24 akçe olduğunu belirtmektedir134. Mustafa Nuri
Paşa on dokuzuncu asrın son yarısında yazdığı bu eserinde muhtemelen Ayn Ali
Efendi’nin risalesinden faydalanmıştır. Müneccimbaşılığın meşîhate bağlanmasıyla
müneccim-i sânilik ilga edilmiş ve kâtiplerin sayısı da bire indirilmiştir; XIX. asrın
sonunda, Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin İbrahim Edhem adında sadece bir
kâtibi bulunmaktaydı135.
Kâtipler, müneccimbaşının yaptığı takvimlerin hazırlanmasına yardım etmelerinin
yanı sıra başta İstanbul olmak üzere devletin bazı yerlerindeki devlet ricaline dağıtması
işini de yaparlardı136. Ordu seferde olduğu zaman müneccimbaşı, bir kâtibiyle ordu
komutanına da takvim gönderirdi137. Ayrıca son dönemlerde kâtiplerin de
müneccimbaşıdan ayrı olarak takvim hazırlayıp neşrettikleri bilinmektedir138.
3.3.MÜNECCİMBAŞILARIN YETİŞMELERİ
Müneccimbaşılar sarayın “bîrun erkânı” arasında yer almaktaydılar. ayrıca
makamlarına göre teşrifatta yerleri bulunmayıp, sadece ilmî rütbe ve payelerine göre
teşrifatta yer alırlardı139. Padişah hocası, müneccimbaşı ve hekimbaşı ulema sınıfından
olmasına rağmen saray teşkilâtında ve idarî işlerde fazla söz sahibi değillerdi140. Ancak
bazen çeşitli yollarla nüfuz sahibi olarak idarî işlere karışan kişiler de bulunmuştur.
Müneccimbaşıların klâsik medrese eğitiminden geçmeleri gerekmekteydi. Ancak
bu eğitimin yanında her bir müneccimbaşı, ilm-i nücûm, ilm-i ahkâm-ı nücûm ve
takvim yapma gibi bazı meslekî dersleri de kendi gayretleriyle hususi hocalardan
öğrenirlerdi.
132 BOA, Maliyeden Müdevver nr. 5586, s. 107, tarih, 3 Z 1033. 133 Ayn Ali Efendi, Risale-i Vazife-Horan ve Merâtib-i Bendegân-ı Âl-i Osman, İstanbul 1280, s. 94;
İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara, 1988, s. 372. 134 Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukuât, İstanbul 1327, I, 139. 135 Sâlnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye, İstanbul 1334, s. 134; Albayrak, Son Devir, I, XXV. 136 Mustafa Zeki, Mücerrebat-ı Zeki, v. 7a, 51a. 137 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 7943. 138 Seyfettin Özege, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu, I-V, İstanbul 1971, IV, 1710. 139 Tarih-i 'Ata, İstanbul ts., I, 290; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1988, I, 523. 140 Davut Dursun, Din Bürokrasisi, Yapısı, Konumu ve Gelişimi, İstanbul 1992, s. 165.
52
Müneccimbaşıların yetişmelerinde muvakkithanelerin önemli bir yeri
bulunmaktaydı. Zira rasathanelerden başka fiili olarak astronomi faaliyeti yapılabilen
tek müessese buralarıdır. Özellikle Fatih, Yavuz Selim ve Şehzade Camilerindeki
muvakkithaneler İstanbul’un en meşhur ve önemli mekânlarıydı. Bir kısım
müneccimbaşıların buralarda görev yaptığı ve daha sonra müneccimbaşı olduğu
bilinmektedir. Bu camilerde görev yapan müneccimbaşılar ve muvakkithaneleri
şunlardır. Fatih Camii muvakkithanesi: Yusuf b. Ömer es-Saatî (ö. 1570’te sağ)141, Küfrî
Hasan Çelebi (ö. 1660)142 ve Müneccimek Mehmed Efendi (ö. 1667)143, Sultan Selim
Camii Muvakkithanesi: Mustafa b. Ali el-Muvakkit (ö. 1571)144 ve Hüseyin Hilmi
Efendi (ö. 1924)145, Şehzade Camii Muvakkithanesi: Mehmed Çelebi146 ve Müneccim-i
sâni Hafız Ahmed Efendi (ö. 1865’te sağ)147, (Hasköy'deki Humbaraciyan ve
Lağımcıyan Kışlası içindeki) Valide Sultan Camii Muvakkithanesi: Cihangirli Mehmed
Sâdık Efendi (ö. 1812)148.
Osmanlı bürokrasisinde belli bir düzene göre gerçekleşen tayin ve azil işlemlerinin
müneccimbaşılar için de geçerli olduğu muhakkak olup tayin ve azil işlemleri
hekimbaşının inhasıyla olurdu. Ayrıca her ikisi de saray görevlisi olduklarından dolayı
Silahtar Ağa’ya bağlı idiler149.
3.4.TAYİNLERİ
Müneccimbaşı olabilmek için gerekli şartlar birçok astronomi ve astrolojiyle ilgili
eserde belirtilmiştir. Osmanlılardan önceki İslam devletlerinde yaşamış müneccimlerin
devlet idaresinde yer alması için aranan vasıflar, Osmanlı müneccimleri için de geçerli
olduğundan, bunları tespit için Abbasiler döneminde müneccimlerde aranılan vasıflara
141 Yusuf b. Ömer es-Saatî, Sahâif-i Takvim, TSMK, nr. A. 1960, s. 28a. 142 BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1497/46, s. 23; BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1519/68, s. 74–
77; Kâtip Çelebi, Fezleke, II, 367; Naîmâ, Târih, V, 29. 143 Müneccimek Mehmed Efendi, el-Makalât-ı Sâlise fî Resm-i Alât-ı Zilliye, Kandilli Rasathanesi
Ktp., nr. 40, s 32a. 144 Sicill-i Osmanî, IV, 377. 145 Ünver, "İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine",
International Symposium s. 50; S. Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler, Atatürk Konferansları, V, 1971-2'den ayrı basım. Ankara 1975, s. 250.
146 Naîmâ, Târih, III, 74; Ataî, 764; Sicill-i Osmanî, IV, 154. 147 A. Lütfi, Târih, X, 147; Takvîm-i Vekayi, Sene 25 rebiyülevvel 1282, Defa 812, s. 1 sü. 1. 148 Mehmed Sâdık, İhtisâru’l-cedveli’l-kebîr li-Sâlih el-Mimarî, Süleymaniye Ktp., Hüsrev Paşa, nr.
232, s. 26b.
53
bakmak gerekir. Müneccimlerin okuması gereken kitapların başında Batlamyus’un (ö.
M.S. 2. asır) Almagest adlı eseri gelmektedir150. Bîruni (ö. 1048) et-Tefhim fî sınâati’t-
tencîm adlı eserinde müneccimin dört ilimde (hendese, hesap, hey’et ve ahkâm) bilgi
sahibi olmasının şart olduğunu belirtmektedir. Müneccimin, “hendese alanında Sabit b.
Kurra’nın Öklides’ten yaptığı tercümeyi, matematik konusunda ise hesap usullerini
öğrenebilmek için Aritmetikî adlı eseri okuması gereklidir” der. Müneccimlerin ayrıca
ilm-i nücûmun yan konularını Ebû Mansur el-Bağdadî’nin (ö. 1037) Tekmile’sinden
veya Sicezî’nin Sâd Bâb adlı eserinden okuması gerektiğini belirtir.
Kâtip Çelebi Keşfü’z-zünûn’da, müneccim olmanın dört mertebesi olduğundan
bahsetmektedir. Birincisi, takvim hesabını yapmak ve usturlab aletinin nasıl
kullanıldığını bilmek; ikincisi, nücûm ilmine giriş, yıldızların ve burçların tabiatlarını ve
mizaçlarını bilmek; üçüncüsü, yıldızların hareketlerini hesap etmeyi, zîc yapmayı ve
takvim yapmayı bilmek; dördüncüsü, hey’eti, yıldızların hareketlerine dair hendesi
delilleri, doğru olarak bilmektir. Bu son mertebeye gelen bir kimse, artık müneccim
olmuştur. Ancak sonunda zamanındaki müneccimlerin çoğunun tencim ilminde, ilk iki
bölümde kaldıklarını, pek azının da üçüncü merhaleye ulaştığını ifade eder151.
Sultan II. Murad (1421–1451) dönemi müelliflerinden İlyasoğlu Mercimek
Ahmed, Kabusnâme’sinde müneccimliği mesleğe sayılan ilim olarak sınıflandırdıktan
sonra, bir müneccimin önce matematik bilmesi lazım geldiğini söylemektedir. Ayrıca
bu ilmî öğrenen kişinin takvim ve ahkâm çıkarması gereğinden de bahseder. Bununla
birlikte, kendisi takvim çıkaramaz ise güvenilir birisinin takviminden faydalanmasını da
tavsiye eder152.
Osmanlı Devleti’nde müneccimbaşı olabilmek için ilmiye mensubu olmak şarttı153.
Şair Bâli tarafından yazılıp Sultan II. Murad’a takdim edilen Muradnâme adlı eserin
ilm-i nücûm bölümünde “Bâb-ı sî vü yekum ender ilm-i nücûm ve tevabi'-i ân” başlığı
altında müneccim olabilmek için gerekli şartlar yazılmıştır. Burada da diğer eserlerde
149 Ali Seydî Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, Tercüman 1001 Temel Eser, nr. 17, s. 122–123. 150 H. İbrahim, Târih, 4/6, s. 221–223. 151 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn, II, 1931. Osmanlı Devleti medreselerindeki astronomi konusunda
verilen derslerle ilgili daha fazla bilgi için bk. İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, cilt I-II. 152 Mercimek Ahmed, Kabusnâme (Terc. A. Özkırımlı), Tercüman 1001 Temel Eser, nr. 36,II, 25–27,
65-70. 153 Nallino, “Astroloji”, I, 684.
54
olduğu gibi müneccimlerin riyazet ilmi, takvim, zayiçe cetvelleri gibi astroloji ve
astronomi ilimleri konusunda bilgi sahibi olmaları gerektiği söylenmektedir.
Müneccimbaşının maiyetindeki saray müneccimleri de ilmiye sınıfından, ilm-i
nücûm ve ilm-i hey’et konusunda yetişmiş kimselerden seçilmekteydi. Bundan dolayı
müneccimbaşılar da Osmanlı Devleti’nde ilmiye sınıfının tabi olduğu hüküm ve
uygulamalara tabiydiler.
Hayli mühim bir mevki olan müneccimbaşılığa tayin edilecek kişilerin ehliyetli
olmalarına özen gösterilir ve tayin edilecek kişilerde bazı hususi şartlar aranırdı. Bu
şartlar, özellikle arşiv belgelerinde ve vekayinâmelerde genellikle “fenninde mâhir
emsâli nâdir” şeklinde özetlenmiştir154.
Müneccimbaşılığın herhangi bir sebeple boşalması durumunda yerine müneccim-i
sâni bakardı. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Mevlevizâde Mustafa Efendi’den itibaren
yaklaşık on dört müneccim-i sâni daha sonra müneccimbaşı olmuştur. Bu bakımdan
müneccimbaşılık makamının boşalması durumunda yerine geçmesi beklenilen kişi
genellikle müneccim-i sâni olmaktadır155.
Daha önce de belirtildiği üzere müneccimbaşılık makamının azil veya vefat gibi
herhangi bir sebepten dolayı boşalması durumunda yerine genellikle müneccim-i sâni
olan kişi getirilirdi. Bu makama yeni tayin edilecek kişi ilk olarak hekimbaşı tarafından
şeyhülislama arz edilir, şeyhülislam efendi de işaretini ihtiva eden bir arz ile durumu
sadrazama bildirirdi. Sadrazam, hekimbaşının arzının bulunduğu kâğıdın sağ üst
tarafına ruznamçe kalemine hitaben, sâbıkî kaydını istediğini belirtir bir yazı yazar.
Buradan gerekli bilgiler geldikten sonra sadrazam tayini düşünülen kişi hakkında
padişaha bir telhis ile kısa bilgi verir ve onun onayını ister. Gerekli onay sağlandıktan
sonra sadrazam hekimbaşının arzının üzerine tayinin yapıldığına dair buyrultusunu
çeker, böylece tayin işlemi son bulurdu. Daha sonra ise bu tayin ruûs defterine
kaydolunur ve tayinin yapıldığı yazılırdı156.
154 BOA, Cevdet-Saray, nr. 6711. 155 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 1367. 156 BOA, A. RSK, nr. 1497/46, s. 23; 1519/68, s. 74, 77; 1553/102, s. 3; 1571/120, s. 32; Cevdet-
Saray, nr. 6711; Osmanlı Devleti’nde gazetelerin neşredilmeye başlamasından itibaren müneccimbaşıların tayin ve değişiklikleri gazetelerde de ilan edilmeye başlanmıştır, Meselâ, Sadullah Efendi’nin müneccim-i sâni olmasını bildiren haber için bkz. Takvîm-i Vekayi, Defa.
55
Müneccimbaşı Ahmed Tahir Efendi’nin Şer’iyye Sicilleri Arşivi’ndeki
kayıtlarında müneccim-i sâni olması için imtihan edildiğini yazmaktadır. Bu da böyle
bir uygulamanın ilk defa o sıralarda başladığını göstermektedir. Daha önce
rastlamadığımız imtihanla müneccim-i sâni tayini muhtemelen taliplerin çokluğu
dolayısıyla çok kısa bir dönem uygulanmış olmalıdır157.
Son müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi de biyografisinde “komisyon kararı” ile
müneccimbaşılığa tayin edildiğini yazmakta ise de bu komisyonun ne olduğu,
kimlerden oluştuğu ve isimlerinin ne olduğu hususlarında herhangi bir bilgi
vermemektedir158. Ancak müneccimbaşılığın, Dâire-i Meşîhât-ı İslâmiye’ye bağlanması
sebebiyle bu komisyonun da meşihata bağlı bir komisyon olması gerekmektedir159.
Hekimbaşılar, kendilerine bağlı olan bu makama tayin edilecek kişilerin
belirlenmesinde önemli rol oynamaktaydılar. Bu yönü itibarıyla hekimbaşıların
müneccimbaşı tayininde rolü büyüktü. Meselâ, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi,
Mekteb-i Tıbbiye’nin başarılı hocası olan Osman Sâib Efendi’yi kendi yerine
hekimbaşılıkta rakip gördüğünden, önünü kesmek için, onu önce müneccim-i sâni daha
sonra da müneccimbaşı yapmıştır. Böylece hem ondan kurtulmuş, hem de kendi yerini
sağlamlaştırmıştır. Yine Mustafa Behçet Efendi, Osman Sâib Efendi’yi müneccim-i sâni
tayin ettirirken Müneccimbaşı Sadullah Efendi’nin müneccim-i sâni olmayı bekleyen
oğlu Ahmed Muhsin Efendi’ye de mani olmuştur160."
3.5.MÜNECCİMBAŞILARIN MAAŞ VE GELİRLERİ
Müneccimbaşıların yaptığı işlerden ve ilmiye mensubu olmasından dolayı
askeriye, kalemiye ve seyfiye sınıfı memurları gibi muhtelif gelirleri bulunmaktaydı.
Fakat saraydaki iç-ağaları, iç-oğlanlarıyla bazı önemli şahsiyetlerin, padişahın evladı ve
akranı ile hekimbaşı, cerrahbaşı ile müneccimbaşı ve maiyetinin ulûfeleri, üç ayda bir
ödenen diğer askeri sınıflardan farklı olarak, her ay ödenirdi161.
44, Sene. 13 Cemaziyelahir 1248, sayfa. 1, sütûn. 2; Müneccimbaşı Arif Efendi’nin tayinini bildiren haber için bkz. İkdam, 7 Şevval 1321, nr. 3420, sh. 1, sü. 1.
157 BOA, Sicill-i Ahvâl, IV, 12. 158 İstanbul Müftülüğü, Şer’iyye Sicilleri Arşivi, Dosya nr 309. 159 Salnâme, İstanbul 1334, s. 142; Albayrak, Son Devir, I, XVII - XXV. 160 BOA, İrade-Dahiliye, nr. 1426; Cevdet, Târih, X, 212; A. Lütfi Efendi, Tarih, IX, 120. 161 Ö. Lütfü Barkan, “H. 974-975 (1567-1568) Mali Yılına Ait Bir Osmanlı Bütçesi”, İktisat Fakültesi
Mecmuası, c. XIX, nr. 1-4, İst., 1960, s.288; Ancak Süheyl Ünver Bey’in notları arasında üç
56
Osmanlı Devleti’nde ilmiye sınıfından olan kesimin maaşları devirlere ve
rütbelere göre değişiklik göstermektedir. Fakat farklı bir vazifede bulunan
müneccimbaşıların gelirleri de farklılık arz etmekteydi.
Müneccimbaşıların asıl vazifesi olan takvim hazırlama ve her sene nevruzda (21–
22 Mart), başta padişah ve sadrazam olmak üzere bazı devlet adamlarına dağıtma işi
mutat olarak yapılmaktaydı162. Takvim takdiminden dolayı müneccimbaşıya,
nevrûziye163 adı altında çeşitli hediyeler ve bir miktar atıyye ödenirken diğer devlet
adamları da kendisine verdiği takvimden dolayı bir atıyye vermekteydiler164.
Müneccimbaşı ve müneccimler takvimlerini nevruzdan nevruza takdim ettiklerinden
dolayı aldıkları atıyyeye de nevrûziye denilmekteydi. Müneccimbaşının hesabını yaptığı
yeni takvim müneccim-i sâni ve müneccimbaşının kâtipleri/şagirtleri tarafından temize
çekilir ve gerekli yerlere dağıtılırdı. Takvimin kırtasiye masrafları da hazine-i âmireden
karşılanmaktaydı165. Müneccimbaşının hazırladığı takvimi saraya takdim etmesi için bir
merasim düzenlenirdi. Nevrûziye ve takvim takdimi denilen bu merasimde hekimbaşı,
cerrahbaşı ve kehhalbaşı da müneccimbaşıyla birlikte sadrazamın huzuruna girerdi.
Burada hekimbaşı, cerrahbaşı ve kehhalbaşı nevrûziyesini, müneccimbaşı da takvimini
takdim ederdi. Bu esnada her birine kahve, gülsuyu ve buhur ikram edilir daha sonra
hil'atları giydirilir ve atıyyeleri verilirdi166. Müneccimbaşılık müessesesinin
kurulmasından önce de var olan takvim hazırlama işi muhtemelen saray dışındaki
müneccimler tarafından ya da saraydaki tek müneccim tarafından yapılmaktaydı167.
Sinan b. Ömer 934 yılı takviminin takdiminden dolayı 1500 akçe atıyye almıştır168.
Aynı sene takvim takdim eden Süleyman adlı bir zatın şakirdi olan Muslihiddin’e ve
Necmeddin adlı bir müneccime ise verdikleri takvimlerden dolayı 1000’er akçe atıyye
aylık ödenen ulufeyi gösteren bir not bulunmaktadır. Süheyl Bey bu notu nereden aldığını belirtmemiş olduğu için kaydın esasını bulamadık. Süheyl Bey’in kaydettiği not şu şekildedir. “’an Cemaat-i etibbâ-i hâssa Mevlânâ Hasan Efendi ser müneccimân-ı hâssa 40 akçe vâcib masar (muharrem Safer Rebiyülevvel) sene 1066, 2540 (akçe?), Süleymaniye Ktp., S. Ünver, Dosya nr. 174.
162 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 192, 2541, 5316. 163 Uzunçarşılı, Saray, s. 366, 371. 164 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 2541;M. Zeki, Mücerrebat, s. 51a. 165 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 2541. 166 BOA, Teşrifat Defteri, nr. 676 Mükerrer 2, Sayfa 16 (1236/1821), 52 (1237/1822), 80
(1238/1823), 119 (1239/1824), 146 (1240/1825). 167 V. L. Ménage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”, Tarih Enstitüsü Dergisi, 1978/9, s. 231.
57
ödenmiştir169. Yine bu sene Lütfullah Müneccim’e takvim takdiminden dolayı
diğerlerinden fazla olarak 2000 akçe ödenmiştir170. Sinan Çelebi, 940/1533 yılında
saraya verdiği Takvim karşılığı olarak 2000 akçe almıştır171. Sinan Çelebi bu senelerde
henüz müneccimbaşı değildir. Muhtemelen saray müneccimlerinden birisidir. Zira aynı
sene saraya takvim veren ve daha önce 2000 akçe alan Lütfullah Müneccim ile daha
önce 1500 akçe alan Necmeddin Müneccim de aynı sene takvim takdiminden dolayı
2000’er akçe almışlardır172. Müneccimbaşıların asırlara göre takvim takdimlerinden
dolayı aldıkları atıyyeleri incelediğimizde şu şekilde olduğunu görürüz.
1159/1746–1186/1772 yılları arasında yirmi altı sene müneccimbaşılık yapan
Fethiyeli Halil Efendi’nin hazırlayıp takdim ettiği takvimlerin her birinin nevrûziye
bahası olan altı bin akçenin ödenmesine dair belgelerden on üç tanesi elimizde
mevcuttur. Hicrî takvim itibariyle 1162, 1163, 1164, 1165, 1166, 1167, 1168, 1169,
1173, 1174, 1176, 1177, 1180 yıllarına ait olan bu belgelere göre Müneccimbaşı Halil
Efendi her sene ödenmekte olan nevrûziye atıyyesi olan altı bin akçenin kendisine de
ödenmesini istemiş ve gerekli muameleler yapıldıktan sonra istediği miktar
ödenmiştir173. Fethiyeli Halil Efendi’nin sadrazam huzurundaki bazı senelere ait takvim
ve imsakiye takdim merasimlerini Tarih-i Cülûs-ı Sultan Mustafa-yı Sâlis adlı eserden
takip edebilmekteyiz. Bu esere göre Receb 1172/Şubat 1758 tarihinde nevrûziye ve
takvim takdim eden müneccimbaşı, hekimbaşı, cerrahbaşı ve kellahbaşıya gereken hil’at
ve atıyyeler verilmiştir174. Ayrıca, “Receb 1173/Şubat 1759 yılına ait takvim ve
nevrûziye vürûdu” başlıklı bölümde takvim takdim eden müneccimbaşıya 500 kuruş,
168 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1864, s. 23. 169 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1864, s. 23, 24. 170 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1864, s. 23. 171 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 126, tarih. 2 Şaban 940, pazartesi. 172 BOA, Kamil Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 131, tarih. 10 Şaban 940, salı; K. Kepeci, Rûznamçe,
nr. 1863, s. 137, tarih. 17 Şaban 940. 173 Müneccimbaşı Halil Efendi’nin müneccimbaşılık yaptığı yıllara ait olan nevrûziye ücreti talebini
ihtiva eden arzları ve cevabi muamelelerini ihtiva eden Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki belgeler ve tarihleri. 1162 senesi nevrûziyesi, D. TŞF, nr. 2/62; 1163 senesi, D. TŞF, nr. 273; 1164 senesi, Cevdet-Saray, nr. 59; 1165 senesi, D. TŞF, nr. 3/21; 1166 senesi, Cevdet-Maarif, nr. 5621; 1167 senesi, D. TŞF, nr. 3/70. (Bu belgenin sureti için bkz. Ekler, Vesika 17); 1168 senesi, D. TŞF, nr. 3/94; 1169 senesi, Cevdet-Maarif, nr. 6325; 1173 senesi, D. TŞF, nr. 6/31; 1174 senesi, Cevdet-Saray, nr. 644; 1176 senesi, D. TŞF, nr. 7/9; 1177 senesi, D. TŞF, nr. 7/51; 1180 senesi, D. TŞF, nr. 9/39. Belgelerin üzerinde bulunan sabikî kayıtlarında bu ücretin bir sene önce de aynı şekilde ödendiği yazılmaktadır.
174 Akif Mehmed Efendi, Tarih-i Cülûs-ı Sultan Mustafa-yı Sâlis, Süleymaniye Ktp., Es’ad Ef. nr. 2108, s. 115a.
58
hademesine ise 10 kuruş atıyye verilip hil’at giydirildiği yazılmıştır. Bu sırada
nevrûziye takdim eden hekimbaşıya (Mehmed Refi Efendi) ise 500 altın ve bir samur
kürk, hademesine 100 kuruş, kehhalbaşıya (Müstakimzâde Efendi) “hil’at yerine sabıkî
üzere i'taf-ı seniyye-i âsafeneden bol yenlü sofa kaplı bir sevb kakum kürk” giydirilip
500 kuruş, hademesine 15 kuruş, cerrahbaşıya ise bir adet hil’at ve 500 kuruş,
hademesine de 50 kuruş atıyye verilmiştir175.
Teşrifat defterlerinde yer alan bazı yıllara ait takvim takdim etme merasimlerinin
verdiği bilgilere göre XIX. asırda, müneccimbaşıya verilen takvim atıyyesi şu
şekildedir. 1236/1820 yılında takvim takdim eden Müneccimbaşı Mehmed Râkım
Efendi’ye önce 1000 kuruşluk kürk bahası uygun görülmüşse de daha sonra kadrine
layık görülmediğinden dolayı 1250 kuruşa çıkartılmıştır. Ayrıca kendisine 500 kuruş,
hademesine de 50 kuruş atıyye verilmiştir.
1831 yılında nevrûziye atıyyesi üç yüz on altı buçuk kuruş olarak ödenmiştir176.
Ancak bunun ne kadar sene ödendiği belli değildir. Zira 1839 senesinde Müneccimbaşı
Hüseyin Hüsnü Efendi her sene nevruzda takdim ettikleri takvimlerden dolayı verilen
3000 kuruşluk atıyye-i seniyyenin az olduğunu ve bu miktarın 7500 kuruşa çıkartılması
gerektiğini arz etmiştir. Buna göre on sekizinci asrın başlarından itibaren nevrûziye
bahası 3000 kuruş olarak ödenmekteydi. 1255/1839 yılından itibaren Müneccimbaşı
Hüseyin Hüsnü Efendi’nin ricasıyla nevrûziye atıyyesi üç bin kuruştan yedi bin beş yüz
kuruşa çıkartılmıştır177. Müneccimbaşı Ahmed Tahir Efendi zamanında da takvim
atıyyesi için 7500 kuruş, kırtasiye masrafı olarak da 500 kuruş ödenmeye devam
edilmiştir. Bu uygulama muhtemelen devletin son zamanlarına kadar devam etmiştir178.
Osmanlı Devleti’nde takvim neşretme hakkı sadece müneccimbaşıya aitti.
Takvimlerin matbaada basılıp dağıtılmaya başlamasından sonra müneccimbaşıların
takvim geliri senede elli-altmış bin kuruşu bulmuştur179. Hatta Müneccimbaşı Ahmed
Tahir Efendi 1296/1878 yılında kendisinden başka kişilerin de takvim neşredip
sattıklarından dolayı maaşsız kaldığından yakınarak istifa etmiş ancak istifası kabul
175 a. g. e., s. 204b - 205a. 176 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 4748, tarih, 6 Şevval 1247. 177 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 2541. 178 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 192. 179 BOA, Sicill-i Ahvâl, IV, 12.
59
edilmemiştir180. Bu arada izinsiz olarak basılan takvimler de devlet tarafından
toplatılmaktaydı181. Bu tarihe kadar müneccimbaşılar İstanbul için hazırlanan takvimleri
4 kuruştan, diğer bölgeleri de ihtiva eden ilaveli takvimleri 5 kuruştan, meşin kaplı
takvimlerin tanesini de 7 kuruştan satmaktaydılar182. Ancak daha sonra müneccimbaşı
dışındaki kişilere de takvim basmaları için izin verilmesi neticesinde müneccimbaşıların
bu geliri oldukça azalmıştır183.
Müneccimbaşılar her sene rakam takvimi yanı sıra ayrıca yeni sene hakkındaki
yorumlarını ihtiva eden Ahkâm Takvimi de yapmaktaydılar184. Ahkâm takviminin
takdiminden de bir miktar atıyye aldıkları tahmin edilmektedir Ancak bu takvim için
aldıkları atıyye miktarını belirten herhangi bir belge bulunmamaktadır185.
Müneccimbaşının görevleri arasında her yıl Ramazan imsakiyesini hazırlama işi
de bulunmaktadır. Müneccimbaşı, hazırladığı Ramazan imsakiyesini her yıl Şaban
ayının son on günü içersinde önce Padişah'a ve sadrazama, daha sonra da ileri gelen
devlet adamlarına takdim ederdi186. İmsakiye takdiminin ilk olarak ne zaman başladığı
belli değilse de en az takvim takdimi kadar eski olması gerekir. Teşrifat defterlerinde ilk
rastladığımız imsakiye takdimi merasimleri Müneccimbaşı Fethiyeli Halil Efendi’nin
1757 ve 1759 senelerine aittir. Halil Efendi’ye imsakiye takdiminden dolayı 100 kuruş
atıyye ile birer çuka ve kumaş verilmiştir187. Diğer bir imsakiye takdimi de
Müneccimbaşı Râkım Efendi’ye aittir. Müneccimbaşı Râkım Efendi her sene olduğu
gibi 1236 Şaban (Nisan 1821), 1237 Şaban (Nisan 1822), 1240 Şaban (Mart 1825)
ayında da Bâb-ı Âli'ye gelerek teşrifatçı vasıtasıyla sadrazamın huzuruna çıkarılmış ve o
senelerin Ramazan ayına ait imsakiyelerini takdim etmiştir. Bu esnada kendisine, adet
olduğu üzere kahve, çubuk, buhur ve gülsuyu ikram edilmiş ayrıca imsakiyesini
180 BOA, Sicill-i Ahvâl, IV, 12. 181 Takvîm-i Vekâyi, 27 Zilhicce 1286, defa 1205, s. 2, sütun. 3. 182 Takvîm-i Vekâyi, 21 Şubat 1282, defa 835, s. 3, sütun 3; Takvîm-i Vekâyi, 13 Şubat 1283, defa 873,
s. 4, sütun 3; Takvîm-i Vekâyi, 5 Mart 1283, defa 875, s. 4, sütun 3; Takvîm-i Vekâyi,10 Zilkade 1285, defa 1057, s 4, sütun 3; Takvîm-i Vekâyi, 29 Zilhicce 1290, defa 1640, s. 4, sütun 1.
183 Özege, IV, 1697-1718. 184 TSMA, E. 11197. 185 BOA, Cevdet-Maarif, nr. 6348. 186 Uzunçarşılı, Saray, s. 372. 187 Akif, Târih, s. 62a, 212a.
60
takdiminden dolayı da kendisine 100 kuruş, hademesine de 10 kuruş atıyye
verilmiştir188.
3.6. MÜNECCİMBAŞILARIN MEVÂCİBLERİ
Müneccimbaşı ve personelinin ulûfeleri, üç ayda bir ödenen diğer askeri
sınıflardan farklı olarak, her ay ödenmekteydi189. Fakat bazen, iki ayda bir veya bir ay
içinde üç defada da ödenebilmekteydi190. Müneccimbaşıların ilk dönemlerde aldığı
mevacib miktarı hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi
Arşivi’nde bulunan ve 900/1494–5 seneleri civarında yazılmış olan bir defterde Tafsîl-i
Mevâcib-i Müşahere-horan-ı Dergâh-ı Âli başlığı altında zikredilen cemaat-i
müneccimîn’in altı nefer oldukları ve ayda 6068, senede 72816 akçe ulûfe aldıkları
yazılmıştır. Defterde müneccimbaşı ile diğerlerinin aldığı ücret detaylı olarak ifade
edilmediğinden aylık ücretlerinin ne kadar olduğu tespit edilememektedir191. Zira 1514
senesine ait diğer bir belgede Defter-i Cemaat-i mülaziman-ı Dergah-ı Âli başlığı
altında zikredilen cemaat-i müneccimîn’in dört nefer olduğu kaydedilmektedir. Burada
muhtemelen, müneccimbaşı ve müneccim-i sâni listeye dahil edilmemiştir. Ayrıca, bu
listede ulûfeler hususunda herhangi bir bilgi de bulunmamaktadır192.
Ruznamçe defterlerinde cemaât-i müneccimândan bir nefer’in aylığının 885 akçe
olduğu yazılıdır. Bu atıyye her ay ödendiği gibi bazen iki ayda bir 1770 akçe olarak da
ödenmiştir193. Bu atıyyenin bazen üçe bölünerek 295’er akçe olarak ödendiği de
görülmektedir. Meselâ adı verilmeyen bir müneccimin 940/1533 Şevval atıyyesi 295
akçe olarak üç defada ödenmiştir. Bu şekilde aylık 885 akçeye tamamlanmaktadır194.
188 BOA, K. Kepeci, Teşrifat Defteri, nr. 676 Mükerrer 2, Sayfa 25, Tarih 15 Şaban 1236/1821,
Râkım Efendi'nin diğer senelere ait imsakiye takdimleri, sayfa, 54 (1237/1822), s. 148 (1240/1825).
189 Ö. L. Barkan, “H. 974-975 Bütçesi, s.288. 190 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 2, 22, 193. tarih, Zilhicce 939, tarih, Muharrem-Safer
940, 26 Şevval 940. 191 Barkan, “H. 974-975 Bütçesi, s. 309. 192 Barkan, a. g. m., s. 313. 193 “an-cemaât-i müneccimân 1 nefer 885”, Zilhicce 939 ayı maaşı. BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr.
1863, s. 2, tarih, Zilhicce 939; “an-cemaât-i müneccimân 1 nefer 1770 Muharrem Safer 940” maaşı (iki ay birlikte ödenmiştir). BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 22, tarih, Muharrem-Safer 940.
194 BOA, K. Kepeci, Rûznamçe, nr. 1863, s. 193, tarih, 26 Şevval 940.
61
Müneccimbaşılık ulûfesinin on yedinci asırdan itibaren arttırılarak günlük 40 akçe
olduğunu görmekteyiz195. Müneccimbaşılığa bir kişi tayin edildiğinde en az kırk akçeli
müderris olması gerekli olduğundan, bu vazifeye başladığında da yevmiye kırk akçe
almaktaydı196. Elimizdeki arşiv belgelerine göre 40 akçe yevmiye ile müneccimbaşılığa
tayin edilen en son kişi Musazâde’dir197. Ondan sonra müneccimbaşıların kaç akçe ile
tayin edildiğine dair belge bulunmamaktadır.
3.6.1. Zayiçe Takdiminden Aldığı Atıyye
Müneccimbaşıların yaptıkları zayiçelerden dolayı, takvim ve imsakiye
yaptıklarında aldıkları atıyye gibi belli bir ihsan aldıkları hususunda her hangi bir bilgi
bulunmamaktadır. Muhtemelen yapılan zayiçeler mutat bir vazife olduğu için, ayrıca
atıyye ödenmesi zayiçeyi yaptıran kişinin durumuna bağlıydı. Ancak müneccimbaşılar
zayiçelerinin isabetine ve doğruluğuna göre de ihsan nevinden bir atıyye almaktaydı.
Özellikle Müneccimbaşı Hüseyin Çelebi zayiçeleriyle meşhur olmuş ve zayiçelerinin
isabetiyle ciddi bir servet biriktirmiştir198. Müneccimbaşı Derviş Ahmed Dede Efendi
de, Sultan IV. Mehmed huzurunda ilm-i nücûm bilgisi yönünden imtihan edilmiştir.
İmtihanı, yaptığı zayiçe ile kazanan Ahmed Dede’ye Padişah bazı ihsanlarda bulunmuş,
Ahmed Dede’nin zayiçesini yazdığı kâğıdın arkasına bakmış ve kâğıdın arkasında yazılı
bulunan Ahmed Dede’nin borçlarını görünce onları da ödemiştir199.
Bir mesele için Mustafa Zeki Efendi'den bir vakt-i muhtâr isteyen Sadrazam
İbrahim Paşa, kendisi hazine odasında olduğundan Zeki Efendi’nin de oraya gelmesini
ve zayiçesini sunmasını istemiştir. Zayiçe takdiminden sonra, Sadrazam, Zeki Efendi’ye
hazine odasında bulunan birçok ziynet eşyası ve pahalı hazine malzemesi vermiştir.
Paşa o kadar çok eşya vermiş ki bunları iki üç iç ağası güçlükle dışarıya
195 BOA, A. RSK, nr. 1519/68, s. 77. 196 Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 51; BOA, A. RSK. Ruûs Defteri, nr. 1497/46, s. 23; BOA, A. RSK.
Ruûs Defteri, nr. 1497/46, s. 23; BOA, A. RSK. Ruûs Defteri, nr. 1519/68, s. 74-77; BOA, A.RSK. Ruûs Defteri, nr. 1571/120, s. 32; BOA, Cevdet-Saray, nr. 6711; Şeyhî, s. 282, 288, 318, 332, 531, 589; Sicill-i Osmanî, I, 236, II. 204; Fındıklılı İsmet, Tekmile, s. 68; M. Zeki, Mücerrebât, s. 35b; İsmail, Hediyye, II, 446; Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattatîn, İstanbul 1928, s. 196.
197 BOA, Cevdet-Saray, nr. 6711. 198 Uzunçarşılı, Saray, s. 372. 199 Raşid Mehmed Efendi, Tarih, (1701-1134/1660-1722), İstanbul 1281-1282, I, 144; Sâlim
Tezkiresi, s. 106.
62
taşıyabilmiştir200. Müneccimbaşılara zayiçe takdiminden dolayı mutlaka bir şey
verilmekteydi. Verilen atıyye veren makama ve müneccimbaşının yaptığı zayiçenin
önemine göre değişmekteydi. Meselâ Müneccimbaşı Hüseyin Efendi’ye top dökülmesi
münasebetiyle yaptığı zayiçeden dolayı bir adet hil’at-i a'lâ sevb verilmiştir201.
Cülûs münasebetiyle müneccimbaşıların da paye ve rütbeleri terfi ettirilmekteydi.
Sultan Abdülmecid’in (1839-1861), Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi’nin Selanik
kadılığı payesini cülûs sebebiyle bilâd-ı erbaa mevleviyetlerinden202 Edirne payesine
terfi ettirmesiyle ilgili bir belgede203, cülûsta müneccimbaşıların rütbesinin
yükseltilmesinin kaide olduğu hususu şu şekilde açıklanmaktadır: “..ve cülûs-ı hümayûn
u meymenet-makrûn vuku'unda müneccimbaşı bulunanların terfi'-i rütbesiyle tatyîbi
kâide-i mer'iyyeden bulunduğuna binaen...204”
3.7. Elkab, Kıyafet ve Nişanları
Sultan III. Murad döneminde yazılmış ve Mordmann tarafından neşredilmiş olan
Takiyüddin Râsıd’a ait bir zeâmet berâtında bir elkab bulunmaktadır. Burada geçen
elkab muhtemelen diğer müneccimbaşılar için de -belki biraz değişik olarak-
kullanılmış olmalıdır. Bu elkab şu şekildedir.
“Kıdvetü'l-emced usve-i ashâbu'l-hey'e ve'n-nâcim, zübde-i erbâb-ı hikme ve't-
takvim ‘ârif-i ahkâm-ı menâzil ü şems ü kamer, vâkıf-ı mevâkıf-i dekâik-i hakaik-i
burûc-i isnâ ‘aşer kâşif-i mükâşif-i sa'd u nahs Râsıd-ı mürâsıd subh u ems el-muhtas bi-
'inâyeti'l-melikü'r-raûf Takiyüddin ibn-i Ma'ruf zîde tevfikuhu...205” Burada
Takiyüddin’in adından önce müneccimbaşı unvanı yer almamaktadır. Ancak daha önce
de belirttiğimiz gibi elkab şahısların vasıflarını ifade etmekteydi. Buna göre bu elkabta
Takiyüddin’in ilm-i nücûmdaki mahareti övülmüştür. Takiyüddin’in adından sonra da
dua cümlesi olarak ilmiye sınıfı için kullanılan zîdet fezâiluhû cümlesi yerine aynı
mahiyette olan zîde tevfikuhu cümlesi tercih edilmiştir206. Ayrıca Dîvân-ı Hümâyûn
200 M. Zeki, Mücerrebât, v. 42b, 43a. 201 BOA, Kamil Kepeci, Teşrifat Defteri, nr. 668’den naklen, Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları,
Ankara 1988, II, 90. 202 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 101, tarih. 19 Receb 1255. 203 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 109, tarih. 20 Receb 1255. 204 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 101. 205 J. H. Mordtmann, "Das Observatorium des Taqi ed-din zu Pera", Der İslam, XIII/94. 206 Özcan, “Teşkilat Kanunnamesi, s. 50.
63
tarafından Mısır Beylerbeyi’ne, Takiyüddin ile ilgili yazılan bir hükümde Takiyüddin
Râsıd’ın isminden sonra “zîde mecduhu” şeklinde bir dua cümlesi yazılmıştır207.
3.7.1. Kıyafetleri
Müneccimbaşıların şeyhülislam ve kazasker gibi kendine has bir elbisesi olduğu
hususunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Esas itibariyle ilmiye
sınıfına ait kıyafetleri giyerlerse de, merasim ve arza çıkarken hususi bir elbise
giymeleri usulü bulunmaktaydı. Evliya Çelebi IV. Murad döneminde yapılan meşhur
geçit merasiminde müneccimler cemaatinin geçişini anlatırken, müneccimbaşının “örf
izâfetiyle ve sincefli abasiyle” geçtiğini yazmaktadır208. Buradan anlaşıldığına göre
müneccimbaşıların örf adı verilen başlığı ve sincefli aba adlı hususi bir kıyafeti
bulunmaktaydı.
3.7.2. Nişanları
İlk defa Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi’ye verilen ve müneccimbaşılara
mahsus olan müneccimbaşılık nişanı muhtemelen II. Mahmud döneminde ihdas
edilmiştir. Bu nişan, Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi’nin uhdesindeyken evinden
çalınmış ve bunun üzerine yerine geçen Sadullah Efendi için ayrıca bir nişan imal
edilmiştir209. Buradan anlaşıldığına göre müneccimbaşılara tahsis edilen belli bir rütbeye
mahsus nişan bulunmakta ve bu nişan, müneccimbaşıdan müneccimbaşıya intikal
etmekteydi. Müneccimbaşılara verilen bu özel nişanın kaçıncı rütbe nişanı olduğu
hususunda belgelerde bilgi bulunmamaktadır.
Bu nişan yanında çeşitli vesilelerle müneccimbaşılara diğer Osmanlı Devlet
nişanları da verilmiştir. XIX. asrın başlarında uygulanmaya başlayan rütbeye uygun
nişan verme geleneğine göre ilk olarak Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi, Mekke-i
Mükerreme payesi aldığında Haremeyn payesini de ihraz etmiş olduğundan dolayı
rütbesine uygun nişan verilmiştir210. Müneccimbaşı Osman Sâib Efendi’ye nişan
207 BOA, MD., nr. 40, s. 169. 208 Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1314, I, 526. 209 BOA, İrade-Dâhiliye, nr 1367. 210 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 724.
64
verilmesi için yazılmış olan bir irâdede Osman Efendi’nin emsaline göre nişanı
olmadığından dolayı rütbesine uygun bir nişan verilmesi irade buyrulmuştur211.
3.8. MÜNECCİMBAŞILARIN GÖREVLERİ
Müneccimbaşıların en önemli vazifesi her sene nevruzda (21 Mart)212 takvim
çıkarmaktır213. Bu takvim iki bölümden oluşmaktaydı. Birincisi Rakam Takvimi denilen
senenin ay ve günlerini gösteren takvimdir. Diğeri ise yeni girilen senede meydana
gelecek işler hakkında müneccimbaşının yaptığı tahmini yorumlar ile yapılması uygun
olan veya olmayan işlerin yazıldığı Ahkâm214 Takvimi’dir. Rakam takviminin bazı
sütunlarında ahkâm takvimindeki bilgilere benzer bilgiler bulunmasına rağmen
müneccimbaşılar yeni sene hakkında daha teferruatlı bilgi vermek için ayrıca ahkâm
takvimini hazırlardı215. Osmanlı bilim literatüründe her iki takvim bir arada ifade
edilmek istendiği zaman ilk takvime rakam takvimi, ikincisine de ahkâm takvimi
denilirdi. Müneccimbaşılar yaptıkları takvimleri, başta sultan ve sadrazam olmak üzere
bütün devlet ricaline verirlerdi. Bunun yanında yakınlarına ve taşradaki bazı kişilere de
gönderdikleri olurdu216. Tespit edilebildiği kadarıyla düzenli olarak bir saray müneccimi
tarafından takvim hazırlanması geleneği ilk defa Osmanlılarda olmuştur. Ancak takvim
hazırlama işinin ne zaman başladığı tam olarak belli değildir. Şimdiye kadar yapılan
çalışmalarda, Osmanlıların kuruluş döneminin sonlarına ait sadece dört takvim tespit
edilebilmiştir.
İlk takvim, 848/1444 tarihlidir. Bu takvim L. Ménage ve Osman Turan tarafından
saray almanağı/yıllığı olarak değerlendirilmektedir. İkincisi, 850/1446 tarihli Takvim217.
211 BOA, İrade-Dâhiliye, nr. 10451, tarih, 4 Safer 1265. 212 İ. H. Konyalı, "Nevruz ve Nevruziyye", Yeni Asya Gazetesi, 31 Mayıs 1972, 1 Haziran 1972;
Hayri Başbuğ, “Nevruz”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 34, Şubat 1985, s. 74–79. 213 Uzunçarşılı, Saray, s. 371. 214 Ahkâm: Yıldızlardan ve gök cisimlerinin durumlarından mâna çıkarmak manasındadır. Gelecekten
haber vermek ve olmuş hadiseler üzerine yorum yapmak da bu kabil işlerdendir. Ş. Sami, Kâmûs-ı Türkî, İstanbul 1989, s. 555; Yeni sene hakkında müneccimbaşının yaptığı ahkâma dair bir vesika. TSMA, nr. E. 11197.
215 M. Zeki, Mücerrebât, s. 7a, 51a. 216 BOA, Cevdet-Maârif, nr. 5316, tarih, 1086. 217 Birinci Takvimin nüshası: Paris, Bibl. Natiole Manuscripts Turcs, nr. 180, İkinci Takvimin
nüshası, Oxford, Bodleian Hunt. Donat. 16.
65
Osman Turan’a göre her iki takvim de aynı müellif tarafından hazırlanmıştır. Üçüncüsü,
856/1452 tarihli Takvim’dir218. Dördüncüsü ise 858/1454 tarihli Takvim’dir219.
Müellifleri tespit edilemeyen bu takvimlerin başlarında kısa fakat önemli bir takım
tarihî bilgiler bulunmaktadır. Bu kısımlar, tarihçilerin dikkatini çekmiş ve bazı tarih
kitaplarında bulunmayan önemli olaylar buralardaki bilgilerle aydınlatılmıştır220.
Takvimlerde geçen eski hanedan ve devletlere ait bilgilerin hiç bir değeri olmamasına
karşı Osmanlı, Karamanlı ve diğer beyliklere ait kayıtlar ise muhtasar fakat oldukça
mühimdir. Bu önem, Osman Turan’a göre Osmanlı tarihinin ilk kronolojisini teşkil
etmesi ve Beylikler Türkiye’sine ait kaynakların yetersizliği sebebiyledir221.
Osmanlıların kuruluş yıllarında takvim hazırlama işini, müneccimbaşılardan önce
saray dışındaki bazı müneccimlerin yaptığını ve saraya takdim ettiğini tahmin
etmekteyiz. Zira Fatih Sultan Mehmed döneminde yaşamış ve II. Beyazıt döneminde de
takvim hazırlamış bazı müneccimlerin saraya takvim takdim ettiğini görmekteyiz. Bu
müneccimlerden Hatayî Ceylanî aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in tali' zayiçesini
yapmıştır222. Bundan başka birçok müneccim tali' zayiçesi, ahkâm takvimi ve rakam
takvimi hazırlamış ve saraya takdim etmişlerdir223. Müneccimbaşıların yanında
müneccim-i sâni ve diğer müneccimlerin de saraya takvim takdim ettikleri
görülmektedir224. Müneccimbaşı, bir takvimini hususi bir risale halinde muhtelif renkli
kalemlerle cetveller halinde hazırlar ve bu nüshayı padişaha takdim ederlerdi225.
Takvimler daha sonra kâtipler tarafından çoğaltılarak ileri gelen devlet adamlarına ve
yakınlarına ücret karşılığı dağıtılırdı226. On dokuzuncu. asrın başlarından itibaren
218 Nüshası, TSMK, B. K. 309; Eserin baş tarafındaki Tarihî metin N. Atsız tarafından
neşrolunmuştur. N. Atsız. “Fatih Sultan Mehmed’e Sunulmuş Tarihî Bir Takvim”, İstanbul Enstitüsü Dergisi III, İstanbul 1957, s. 17–23; Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar I, Ankara 1987, s. 23, 23n106.
219 Nüshası. Nuruosmaniye Ktp. nr. 3080. 220 V. L. Ménage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”,. s. 230-231; O. Turan, Tarihî Takvimler, s. 1;
N. Atsız, Tarihi Bir Takvim, s. 17-23; İnalcık, Fatih Devri, s. 23. 221 O. Turan,Tarihî Takvimler, s. 6. 222 Hatayî Ceylanî, Tâli'-i velâdet-i Sultan Mehmed b. Murâd Hân, TSMK, nr. Y. 5513; Takvim ve
Ahkâmü’n-nücûm, TSMK, nr. B. 311, 895/1489 yılına mahsus müellifi belirsiz bir takvim. 223 bkz. F. Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Farsça Yazmalar Katalogu İstanbul 1961, s.
86-102; a. mlf. TSMK, Türkçe Yazmalar Katalogu, İstanbul 1961, I, 531-566. 224 Meselâ, Müneccim-i sâni Mehmed Râkım Efendi 1797-98 senesine ait Ahkâm Risalesi’ni saraya
takdim etmiştir. TSMK, H. 499. 225 Toderini, de la Litterature, I, 149. 226 M. Zeki, Mücerrebât, s. 51a.
66
matbaanın yaygınlaşmasıyla müneccimbaşının saray haricinde dağıttığı takvimler,
matbaada basılarak halka ve isteyen kişilere ücret karşılığı satılmıştır227.
3.8.1. Rakam Takvimi
On iki ay, mevsimler, ihtiyârât228, ahkâm ve bazı önemli günleri belirten çeşitli
cetvellerden oluşup ve birçok rakamı ihtiva ettiğinden, ahkâm takvimiyle karışmaması
için rakam takvimi diye isimlendirilmiştir. Müneccimbaşıların hazırladığı bu takvimler
1800 senesine kadar Uluğ Bey Zîci’ne göre hesap edilmekteydi. Takvimler küçük bir
risale şeklinde hazırlanır ve içinde belli bölümleri ihtiva ederdi. Ancak bu bölümler,
zamanla değişikliğe uğramıştır. Takvimlerin almanak mahiyetindeki ilk bölümlerinde
Hz. Âdem döneminden takvimin yazıldığı yıla kadar olan önemli hadiseler tarih
verilerek anlatılırdı. Ancak Hz. Âdem’den itibaren verilen rakam ve tarihler farklı
takvim esaslarına dayalı olup, esası dünyanın ömrü ile ilgili İsrailiyât türünden
hurafelere istinat etmektedir229. Diğer sayfalarında içinde bulunulan yıl hakkında ahkâm,
ay ve güneş tutulmaları, rüya tabirine ait yorumlar ve benzeri konular ihtiva eden
astronomi ve astroloji bölümleri bulunmaktadır230. Takvimlerin hemen hepsinde, içinde
bulunulan yılda devleti ilgilendiren bazı olaylar ihtiyârât adı altında yazılırdı.
Müneccimbaşı, nevruzda takvim takdimi esnasında nevrûziye denilen bir ücret alır,
ayrıca çeşitli hediyeler de kendisine verilirdi231.
3.8.1. Takvimlerin Muhtevası
Konunun başında saydığımız Osmanlılara ait ilk takvimlerin muhtevası aynı
olmamakla birlikte birbirinin benzeridir232. Genel olarak üç bölümden oluşan
takvimlerde, on iki ay, mevsimler, ihtiyârât, ahkâm ve senenin bazı önemli günleri
227 Takvîm-i Vekâyi, 21 Şubat 1282, defa 835, s. 3, sü. 3; Takvîm-i Vekâyi, 13 Şubat 1283, defa 873, s.
4, sü. 3; Takvîm-i Vekâyi, 5 Mart 1283, defa 875, s. 4, sü. 3; Takvîm-i Vekâyi,10 Zilkade 1285, defa 1057, s 4, sü. 3; Takvîm-i Vekâyi, 29 Zilhicce 1290, defa 1640, s. 4, sü. 1.
228 N. Tûsi, Si-Fasl, s. 73; O. Ergin, Türkiye Maârif Tarihi, İstanbul 1977, I-2/188; Ş. Sami, Kâmûs-ı Türkî, s. 80.
229 S. Uludağ’ın Mukaddime tercümesindeki dipnotu, İbn Haldun, Mukaddime (terc. S. Uludağ), I, 807.
230 V. L. Ménage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”, s. 230–231. 231 BOA, Cevdet-Maârif, nr. 5621; BOA, Cevdet-Maârif, 6325; BOA, Cevdet-Saray, 1164, nr. 59;
BOA, Cevdet-Saray, nr. 644; BOA, Cevdet-Maârif, nr. 192, 24 N 1281; M. Akif, Târih, s. 115a, 204b; Toderini, de la Litterature, I, 149; D'Ohsson, Tableau Général, s. 13.
232 L. Ménage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”, s. 231.
67
mutlaka yer alırdı233. İlk bölümde, tarihi bilgiler ve astrolojik konular bulunmaktadır.
Nevruz-ı Sultanî denilen ve 21 Mart günü başlayan ikinci kısım ise bir seneyi içine alan
13 sayfalık asıl takvim bölümüdür. Bu bölüm Celâli takvimi biçiminde tanzim
edilmiştir. Her sayfada 29–30 günlük satır bulunmaktadır. Son sayfa ise 5–6 ekleme
güne ayrılmıştır. Bu kısımda iki takvim sütunu bulunur. Birinci sütun el-Arabî başlığını
taşır ve Hicrî takvimi ihtiva eder, ikinci sütun ise er-Rumî başlığını taşır ve Rumî
takvimi ihtiva eder. Bu kısımda ayrıca el-ihtiyârât, ed-delâlât veya el-mevâsim, el-
vekāiyât ve el-burûc adı verilmiş sütunlar da bulunmaktadır. Üçüncü ve son kısımda ise
ay ve güneş tutulmalarıyla ilgili bilgiler bulunmaktadır.
3.8.2. İmsakiye Hazırlamak
Müneccimbaşıların bir diğer vazifesi de Ramazan imsakiyesi hazırlamaktır.
Hazırlanan imsakiyeler takvimlerde olduğu gibi kâtipler tarafından istinsah edilerek
Şaban ayının son on günü içerisinde, önce padişah ve sadrazama, daha sonra da devlet
adamlarına sunulurdu234.
3.8.3. Zayiçe Hazırlamak
Zayiçe hazırlama faaliyeti tamamen astrolojik bir çalışma olmakla birlikte
astronomiyle iç içe olup, temel bilgilerini oradan almaktadır235. Astroloji, dünyada
meydana gelen hadiselerin, muhtelif gök cisimlerinin değişik zamanlarda bulunduğu
durumların etkisi altında olduğuna ve gök cisimlerinin hareketleriyle olaylar arasında
sıkı bir bağ olduğu inancına dayanan bir uğraştır. Özellikle küçük âlem (âlem-i suğra)
sıfatıyla bütün büyük âlem (âlem-i kübra) ile ilişkili bulunan insan gökteki cisimlerin
etkisi altındadır. M. Ö. 2500 yıllarında Sümerlilerde gelişen astroloji, daha sonra Mısır,
Hindistan ve Çin’e de girmiştir. Yıldızlara bakarak geleceğe ait olayların açıklandığı en
eski tablet Asurbanibal’in kütüphanesinde bulunmuştur236. Astrolojinin sistemleştirilmiş
bir sanat olarak ortaya çıkması, Batlamyus dönemi Mısır'ına rastlamaktadır. Fakat onun
kozmolojik sembolizmi insanlık tarihiyle yaşıt olup her çağdaki çeşitli medeniyetlerin
vazgeçilmez unsuru olarak tarihî yerini korur237. Bütün bunlarla birlikte astroloji bu gün
233 Taşköprizâde, Mevzuatü’l-Ulûm (Terc. K. Mehmed), I, 412. 234 BOA, Cevdet-Maârif, nr. 1763; Uzunçarşılı, Saray, s. 372. 235 J. Ruska, “Zayirce”, İA, XIII, s. 476–477. 236 N. Tûsi, Si Fasl, s. 7–8. 237 Nasr, Islamic Science, s. 126–127.
68
tam olarak bir doktrin kabul edilmemektedir. Zira astrologların veya müneccimlerin
kaynakları ortak olmasına rağmen aynı olay için yaptıkları yorumlar farklı farklıdır.
Müneccimbaşılar takvim hazırlamanın yanında, padişah ve devlet adamlarının
isteği doğrultusunda onların çeşitli işleri için uğurlu saat tespit ederlerdi. Zira padişahlar
ve devlet adamları uğurlu saate göre hareket etmeyi devlet teşrifatı içinde vazgeçilmez
bir gelenek veya kanun olarak görmüşler ve bunu hemen her devirde ve önemli
hadisede uygulamaya çalışmışlardır. Uğurlu saat gibi astrolojik şeylere itibar etmeyen
padişahlar dahi bu işin adet ve kaide olmasından dolayı uygulamaktan
vazgeçememişlerdir. Osmanlılarda, uğurlu saate göre iş yapıldığına dair ilk kayıt Fatih
devrine aittir. Mahrûse-i İstanbul Fetihnâmesi yazarı Tâcizâde Cafer Çelebi, Fatih
Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinde müneccimlerin belirlediği uğurlu saatte büyük
hücumu başlattığını yazmaktadır238.
4. MEKTEB-İ FENN-İ NÜCÛM
Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi ve müneccim-i sâni Sadullah Efendi'nin
gayretleriyle kurulan bu mektep, Tanzimat'ın ilanından önce açılan mekteplerdendir239.
Mekteb-i Fenn-i Nücûm, Mekteb-i Müneccimîn ve Mekteb-i Fünûn-ı Nücûm gibi
adlarla bilinen bu mektep, Osmanlı Devleti’nde astronomi eğitimi için açılan ilk ve tek
okul olmasından dolayı büyük öneme sahiptir. Ancak çok kısa bir ömrü olması
sebebiyle eğitim tarihçilerimizin ilgisinden mahrum kalmıştır. Bu yüzden mektep
hakkında Osman Ergin Bey'in Türkiye Maarif Tarihi adlı eserinin dışında, vakanüvis
tarihlerinde ve diğer maarif tarihlerinde herhangi bir bilgiye rastlayamamaktayız.
Osman Ergin Bey'in Maarif Tarihi'nde verdiği bilgiler Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde
bulunan iki tahsisat belgesine dayandığından sınırlı bilgiler ihtiva etmektedir240.
238 Tacizâde, Mahrûse-i İstanbul Fetihnamesi, s. 10 239 Meşhur Laland Zîci'ni tercüme eden Hüseyin Hüsnü Efendi'nin bu okulun açılışında, Fransızca
bilmesi ve bazı Fransızca eserlerden dolayısıyla Fransız İlimler Akademisi ya da Fransız Astronomi Cemiyeti'nden esinlenmiş olması muhtemeldir. Ancak bunun açık bir şekilde ifade edilebilmesi için her iki kuruluşun iyice incelenmesi ve araştırılarak karşılaştırılması gerekmektedir. Özellikle son dönem Osmanlı aydınlarının üye oldukları Fransız Astronomi Cemiyeti, Osmanlı aydınları tarafından iyi bilinmekteydi.
240 O. N. Ergin, Maârif, I-II, 190; N. Gökdoğan, a. g. m., s. 469-475.
69
4.1. MEKTEBİN AÇILIŞI
Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un ne zaman açıldığı tam olarak tespit edilememektedir.
Konu ile ilgili (25 Recep 1256) 22 Eylül 1840 tarihli ilk vesikada okulun "müceddeden
inşa edildiğinden" bahsedilmekte ve kısa süre içerisinde ileride konu edineceğimiz bir
takım faaliyetlerin yapıldığına işaret edilmektedir241. Belgede verilen bilgilere göre
mektebin bir sene kadar önce açılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, Mektebin
tesisinde 3 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen Tanzimat fermanının herhangi bir etkisinin
olup olmadığı tam olarak anlaşılamamaktadır. Bununla birlikte, Mekteb-i Fenn-i
Nücûm; Osmanlı Devleti'nde, on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren,
mühendishâneleri de göz önünde bulunduracak olursak, on sekizinci yüzyılın
sonlarından itibaren açılmaya başlayan Tıbbıye gibi Avrupa tarzı mekteplerden
sayılabilir. Zira, daha önce de bahsedildiği gibi Mektebin ilk müdürü ve kurucusu olan
Hüseyin Hüsnü Efendi'nin kişiliği, Mektebin tesisinde, Fransa Astronomi Cemiyeti'nin
veyahut benzer bir kurumun etkisi altında bulunulduğunu göstermektedir.
4.2. MEKTEBİN KURULUŞ GAYESİ
Vesikalardan anlaşıldığı kadarıyla, Mekteb-i Fenn-i Nücûm'a klâsik medrese
mezunu kimseler arasından seçilen ve astronomi öğrenmeye talip olan öğrenciler
alınmaktaydı. Mektepteki eğitimin süresi tam olarak belli değildir. Talebeler Mekteb-i
Fenn-i Nücûm'da takvim yapmayı, Ramazan ayında imsakiye hazırlamayı ve aynı
zamanda vakit tayiniyle ilgili astronomi ilimlerini öğrenirlerdi. Nitekim Sadullah Efendi
bir belgede "...zabt-ı sinîn-i şuhûr ve ahbâr-ı evkât-ı salât için tahsîl olunmakta olan
Fenn-i Nücûmun mebdei ve esası olan rakam-ı takvimi istihracı.." şeklinde bir cümle ile
kuruluş maksadını ifade etmektedir. Astronomi dersleri yanında ilm-i mîkat adı verilen
ve muvakkitler tarafından namaz vakitlerinin tayini için kullanılan derslerin verilmesi,
mektebin hem devlet işlerinde kullanılacak takvimleri yapmak üzere müneccimleri
yetiştirme, hem de camilerin ve şehirlerin muvakkit ihtiyacını karşılamak maksadıyla
açılmış olduğunu göstermektedir242.
241 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 25 B 1256, nr. 1015. 242 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 13 RA 1258, nr. 2826.
70
4.3.MEKTEBİN YERİ
Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un müstakil bir binasının olup olmadığı hususu tam
olarak tespit edilememektedir. Özellikle ilk yıllarında dersler müneccimbaşının
konağında veyahut ders veren her hocanın kendi evinde yapılmaktaydı. Sadullah Efendi,
Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi'nin vefatından sonra, Sadaret'e yazdığı bir arz ile
Sultan II. Mahmud'un kendisine hediye ettiği sahilhânenin, varislerinden satın alınarak
Mekteb-i Fenn-i Nücûm talebelerine ders yeri olarak tahsis edilmesini aynı zamanda
kendisi için bir ev olarak verilmesini istemiştir243. Bu arada arîzasında, kirada
oturduğundan ve hayli borç içinde bulunduğundan bahseden Sadullah Efendi, Mekteb-i
Fenn-i Nücûm talebelerinin derslik bulmakta sıkıntı çektiklerinden de bahsetmiştir.
Bunun üzerine yazılan cevapta, sahilhânenin Sultan II. Mahmud tarafından Hüseyin
Hüsnü Efendi'ye ihsân-ı şahâne olarak tahsis edildiği ve tahsis kayıtlarında buranın
Tencimhâne olmasına dair bir kaydın bulunmadığı belirtilmiştir. Belgede, Sadullah
Efendi'nin sahilhâneyi almaktan maksadının mektep talebelerinin eğitimini orada icra
etmek olduğu ve Mekteb-i Fenn-i Nücûm talebelerinin derslik ihtiyacının giderilmesi
için Mekteb-i Tıbbıye-i Adliye binasından bir odanın tahsis edilebileceği, bunun için
Hekimbaşıyla görüşmesi gerektiği belirtilmiştir244. Talebelere derslik bulma ihtiyacı
yanında kendisine de ev bulma sıkıntısında olduğu anlaşılan Sadullah Efendi, bu
talebini birkaç kez daha tekrarlamış ise de kendisine müsbet cevap verilmemiştir245.
Ayrıca sahilhânenin 200000 kuruşa satın alındığı ve bunun yarısının Evkaf, diğer
yarısının da Maliye hazinesinden karşılandığı belirtilerek tekrar satın almanın çok fazla
masraf olacağı, tabiatıyla bunun da mümkün olamayacağı ifade edilmiştir. Mekteb-i
Fenn-i Nücûm'un Tıbbıye binasında eğitime devam edip etmediği belirtilmemiştir.
Ayrıca Rıza Tahsin Bey'in Mir'at-ı Mekteb-i Tıbbıye adlı eserinde de konu ile ilgili
maalesef herhangi bir bilgi bulunmamaktadır246.
243 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 13 RA 1258, nr. 2826. 244 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 13 RA 1258, nr. 2826. 245 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 13 RA 1258, nr. 2826. 246 Rıza Tahsin, Mir'at-ı Mekteb-i Tıbbiye, İstanbul 1328.
71
4.4. MEKTEPTEKİ EĞİTİM
Daha önce belirttiğimiz gibi Mekteb-i Fenn-i Nücûm'da takvim yapımı ve vakit
tayiniyle ilgili astronomi konularında eğitim verilmektedir. Dönemin diğer okulları gibi
burada da beş gün ders, Salı ve Cuma günleri tatil yapılmaktadır. Müneccimbaşı ve
müneccim-i sâniden başka kimlerin ders verdiği vesikalarda belirtilmemekle beraber247
Mekteb-i Fenn-i Nücûm’da başka hocaların da ders verdiği tahmin edilmektedir.
Mektepteki talebeler öncelikle takvimlerin nasıl yapıldığını öğrenmekteydiler. Nitekim
Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi, mektep ile ilgili ilk belgede öğrencilerin takvim
yapma işini kısa sürede öğrendiklerini ve bu süre içerisinde her birinin bir takvim
hazırladığını belirtmektedir. Takvim yapımı yanında okulda gösterilen en mühim ders,
"ilm-i mîkat" adı verilen ve muvakkitlerin asli vazifesi olan namaz vakitlerinin tayinidir.
Bu derslerin talimi esnasında okutulan kitaplar hususunda herhangi bir bilgi
verilmemektedir. Ayrıca ne tür astronomi aletlerinden yararlanıldığı da
bilinmemektedir. Mektepte namaz vakitlerinin hesaplanmasının öğretilmesi ve
muvakkithanelerde görev yapacak kimselerin yetiştirilmesi de hedefleniyordu248.
4.5.MEKTEBİN TALEBELERİ
Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un pek fazla sayıda talebesi yoktur. İlk yılında gelen
talebelerin sayısı dörttür. Vesikalarda ismi zikredilen ve kendilerine "şakird" denilen
birinci sınıf talebeleri şunlardır. Ahmed Eşref Efendi, Ahmed Muhsin Efendi, Hasan
Efendi ve Mehmed Efendi.
Ahmed Eşref Efendi, mektebin mümeyyiz-i evvelidir (sınıf kâtibi ya da hocaların
yardımcısı). Daha sonra müneccimbaşı olan Tarsusîzâde Osman Kâmil Efendi'ye (öl.
1896) ilm-i hey'et, nücûm ve ilm-i mîkat dersleri vermiştir. Medrese mezunu olduğu
anlaşılan Eşref Efendi'ye yaptığı takvimlerden dolayı İstanbul müderrisliği ruûsu
verilmiştir249.
247 Müneccimbaşılar ayrıca isteyenlere özel astronomi dersleri de verirlerdi. Müneccimbaşı Mehmed
Râkım Efendi'nin takvim yapmayı öğrettiği Seyyid Sadullah Müderriszâde b. Abdülkerim b. Şeyh Mustafa el-Ankaravî'nin (öl. 1272/1856) hazırladığı takvimlerin bazıları için bkz. Kandilli Rasathanesi Ktp. nr. 334 ve Millet Kütüphanesi, Ali Emiri, Ryz. nr. 231.
248 O. N. Ergin, Mâarif, I-II, 190. 249 İstanbul Müftülüğü Şeriyye Sicilleri Arşivi (İMŞSA), Dosya nr. 1155.
72
Ahmed Muhsin Efendi ise, Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un müdürü Müneccimbaşı
Seyyid Sadullah Efendi'nin oğludur. Daha önce de bahsedildiği üzere babasının
müneccimbaşı olması üzerine, yerine müneccim-i sâni olmak istediyse de, Hekimbaşı
Mustafa Behçet Efendi'nin Osman Saib'i tayin etmesiyle isteğine kavuşamadı250. Bunun
üzerine Mekteb-i Fenn-i Nücûm'a talebe oldu251. Babasının vefatından sonra Osman
Saib Efendi müneccimbaşı, Ahmed Muhsin Efendi de müneccim-i sâni olmuştur (2
Ocak 1849). Ahmed Muhsin Efendi, mektebin ilk yılında yaptığı takvimlerden dolayı
İstanbul müderrisliği ruûsu ile taltif edilmiştir.
Mektebin üçüncü talebesi Hasan Efendi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Eşref ve
Muhsin Efendi'ler ile birlikte yaptığı takvimden dolayı kendisine 500 kuruş atıyye
verilmiştir. Ayrıca mektebe devam etmeyen Mehmed Efendi'nin maaşı kendisine
eklenmiştir252.
Mektebin son talebesi olan Mehmed Efendi ise, mektebe bir müddet devam etmiş
ancak daha sonra derslere gelmeyerek eğitimini yarım bırakmıştır. Diğer talebeler gibi
takvim yapmayan Mehmed Efendi'nin maaşı kesilmiş ve derslere karşı lakayt
davranmasından dolayı mektepten çıkartılmış, 200 kuruşluk aylığı da Hasan Efendi'nin
maaşına zam olarak ilave edilmiştir.
Mektep talebeleri, hazırladıkları takvimleri aynı zamanda mektebin müdürü olan
Müneccimbaşı vasıtasıyla Padişah'a sunarak çeşitli hediye ve in'amlar almaktaydılar.
Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi, "müddet-i kalîle zarfında dört kıta rakam
takvimini hesâb ve istihrac eyledikleri", ayrıca "fenn-i merkûmu ta'allüm ve istifadede
sa'y ve gayret etmede olduklarını, az vakitte tahsîlatları derece-i kemâle vâsıl olmakta
olduğunu ve bu makûlelerin bir gûna mukâfât-ı seniyyeye mazhâriyetle mesrûriyetleri
bir kat daha şevk ve hâhişlerini mûcib olacağını" ifade ederek Sultan Abdülmecid'ten
takvim yapan kimseleri ödüllendirmesini istemiştir. Bu arada Müneccimbaşı Hüseyin
250 Ahmet Muhsin Efendi ile Osman Sâib Efendi'nin müneccim-i sâniliğe atanması mevzubahis
olduğunda özellikle Hekimbaşı Mustafa Behcet Efendi'nin "Sâib Efendi'nin malûmat-ı tıbbıyeden ziyade fenn-i nücûma mahareti ve Muhsin Efendi'ye vücuhla rüçhaniyeti olduğundan hizmet-i mezkûrenin Sâib Efendi'ye ihalesi..." yönündeki tavsiyesi üzerine hareket edilerek Sâib Efendi Tıbbıye muallimliğinden alınarak bu makama getirilmiştir. 22 Zilkâde 1256 tarihli İrade-Dâhiliye, nr. 1426
251 BOA, İrade-Dâhiliye, 7 S 1265, nr. 10288; Sicill-i Osmanî, IV, 100; BOA, İrâde-Dâhiliye, nr. 1015; nr. 1265, nr. 1426; SO, IV, 100; Cevdet, Târih, X, 212; A. Lütfi Efendi, Tarih, IX, 120; Aydüz, Müneccimbaşılık, s. 218-219..
73
Hüsnü Efendi kendisinin de bir gûna maaşı olmadığından ve Müneccim-i sâni Sadullah
Efendi'nin de borçlu olduğundan dolayı ümit içinde olduklarını ilave etmiştir. Mektep
talebelerine yukarıda bahsettiğimiz şekilde ihsan-ı hümâyûn sâdır olurken,
müneccimbaşıya yakın bir zamanda evine hırsız girdiği için 15000 kuruş verildiğinden
dolayı bu sefer verilmeyeceği, Sadullah Efendi'ye de 4000 kuruş in'am verilmesi
kararlaştırılmıştır.
Mektebin ilk yılında dört olan talebe sayısı, 1842 yılında altı kişiye kadar
çıkmıştır. Bu sene Müneccimbaşı Sadullah Efendi'nin gayretleriyle takvim hazırlayan
mektep şakirtlerinin takvimleri yine padişaha sunulmuştur. Konu ile ilgili belgede, daha
önce olduğu gibi, Sadullah Efendi 50000 kuruş borcu olduğunu ve ayrıca kirada
oturduğunu belirterek, selefi Hüseyin Hüsnü Efendi'nin sahilhânesinin kendisine
verilmesini, ayrıca borcunun ödenmesinde yardımcı olunmasını tekrar istemiştir. Ancak
sadaretten verilen cevapta sahilhânenin verilemeyeceği, borcunun da ödenmesinin
mümkün olmadığı belirtilmiş, takvimler için ödenecek ihsanlar ise zikredilmemiştir.
4.6.MEKTEBİN AYLIK TAHSİSATI
Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un aylık 5500 kuruş tahsisatı bulunmaktaydı. Maliye
hazinesinden her ay düzenli olarak ödenen bu maaşın bir kısmı müneccimbaşıya, diğer
kısmı da mektebin talebelerine aitti. Maaşın her ay ödenmekte olduğuna dair elimizde
iki belge bulunmaktadır. Bunlardan birincisi 1257 yılı Zilkade ayına253, diğeri de 1259
yılının Şubat ayına aittir254. Her iki belgede de maaşın daha önceki aylarda düzenli
olarak ödendiğine dair sabıkî kaydı bulunmaktadır. Cevdet tasnifi Maarif belgeleri
arasında bulunan vesikaların her ikisinin başında, Müneccimbaşı Seyyid Sadullah
Efendi'nin mührünü taşıyan şu ibareler yer alır "Bâ irâde-i şâhâne Mekteb-i Fenn-i
Nücûm’a ve müneccimbaşı dâîlerine Mâliye hazîne-i celîlesinden mâh be mâh i’ta
buyrulan beş bin beş yüz kuruşun iş bu bin iki yüz elli dokuz senesi Şubatına mahsûben
bâ hazîne-i merkûme cânibinden i’tası bâbında emr ü fermân hazret-i men lehü’l-
252 BOA, İrade-Dâhiliye, sene 1258, nr. 2826; BOA, İrade-Dâhiliye, sene 1256, nr. 1015. 253 Mekteb-i Fünûn-u Nücûm talebelerine ve müneccimbaşılara her ay maliyeden muhasses 5.500
kuruşun verilmesine dair müneccimbaşının takriri, BOA., M. Cevdet, Maârif, tarih 28 Zilkade 1257, nr. 2391; BOA, M. Cevdet, Maârif, tarih 9 Safer 1259, nr. 6665.
254 İMŞSA, Dosya nr. 1155.
74
emrindir". Mekteb-i Fenn-i Nücûm talebelerinin her biri ayda 200 kuruş almaktaydı255.
Bunun yanında müneccimbaşı, müneccim-i sâni ve talebeler derslerde yaptıkları
takvimleri zaman zaman padişaha sunmuşlar ve karşılığında bazı isteklerde
bulunmuşlardır. Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi bir takvim takdimi esnasında
verdiği takrirde, bu talebelerin fenn-i nücûm öğrenmede gayretli ve istekli olduklarını,
az zamanda mühim mesafe kat ettiklerini belirterek padişahın bu takvimler karşılığında
vereceği ihsan ile talebelerin aşk ve şevklerinin daha da artacağını belirtmeyi ihmal
etmemiştir256. Talebelerin bu istekleri yerine getirilerek yaptıkları takvimlerden dolayı
mükâfatlandırılmışlardır. Bu takdimler esnasında mektebin talebeleri yanında hocalarına
da ihsanlarda bulunulmuştur. Mektebin ilk açıldığı senelere ait takvim takdiminde
Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü Efendi, Müneccim-i sâni Sadullah Efendi ile mektebin
ilk talebelerinden Hasan Efendi'ye birer miktar atıyye, Eşref ve Muhsin Efendi'ye de
İstanbul Müderrisliği ruûsu talebinde bulunmuştur. Neticede Sadullah Efendi'ye
gösterdiği gayretten dolayı 4000 kuruş, Hasan Efendi'ye yaptığı takvimden dolayı 500
kuruş atıyye verilmiş, Eşref ve Muhsin Efendi'ler de İstanbul ruûsuna nail olmuşlardır.
4.7.MEKTEBİN KAPATILMASI
Elimizde bulunan sınırlı sayıdaki vesikadan hareketle mektebin kesin açılış
tarihini tespit edemediğimiz gibi kapanış tarihini de belirleyememekteyiz. Yaklaşık altı
yedi sene kadar eğitime devam eden Mekteb-i Fenn-i Nücûm ile ilgili arşivlerde
bulunan son belge 11 Mart 1843 tarihlidir. Bu belge, mektebin aylık tahsisatıyla ilgili
olup eğitimin devam etmekte olduğunu göstermektedir. Ancak 1880 yılında
Müneccimbaşı olan Tarsusizâde Osman Kâmil Bey'in kendi yazdığı hal tercümesinde
bulunan bir kayıtta, mektebin 1845 yılından önce mülga olduğu belirtilmektedir. Daha
önce de ifade edildiği gibi mektep talebelerinden Ahmed Eşref Efendi, Osman Kâmil
Bey'e astronomi dersleri vermiştir. Osman Kâmil Bey, bu hususu belirtirken, «mülga
Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un mümeyyiz-i evveli Eşref Efendi» diye ifade etmiştir257.
255 Aynı yıllarda Mekteb-i Tıbbiye talebelerine aylık 25 kuruş verilmesine bakılırsa Nücûm
Mektebi'nin talebelerine verilen bu maaş oldukça yüksek bir maaştır. Mir'at-ı Mekteb-i Tıbbiye, s. 23.
256 BOA, İrade-Dâhiliye, tarih 25 B 1256, nr. 1015. 257 İMŞSA, Dosya nr. 1155.
75
Elimizdeki belgelerde mektebin kapanma sebepleri hakkında bilgi yoktur. Ancak
mektebe çok fazla rağbetin olmaması, müstakil bir binasının bulunmayışı, ya da
Müneccimbaşı Sadullah Efendi'nin sürekli istekleri muhtemelen mektebin
kapanmasında etkili olmuştur.
5. MUVAKKİTHANE VE MUVAKKİTLİK
5. 1.MUVAKKİTLİK
Muvakkit lügatte vakit tayin eden, ıstılahta ise namaz vakitlerinin belirlenmesinde
kullanılan saatleri düzenleyen, bunların ayarlarına ve tamirlerine bakan kişi manasına
gelmektedir258. Muvakkithane ise muvakkitlerin çalıştıkları binaya verilen isimdir.
Osmanlı-Türk medeniyetinde, imaret adı verilen kamu binalarından olan
muvakkithaneler, -bugün pek çok tarihi caminin külliyesinde de görülebileceği gibi-
genellikle Cami ve mescitlerin girişinde veya bahçesinde bir-iki oda halinde camiye
bağlı olarak külliyelerin bir parçası olarak yer alırlar259. Buralarda yapılan en önemli
faaliyet namaz vakitlerinin çeşitli aletler vasıtasıyla tesbit edilmesidir. Namazın, İslâm
dinine göre sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere günde beş defa yapılan
sürekli ve güncel bir ibadet olması, vakitlerinin güneşe göre ve hassas olarak tam
zamanında belirlenmesi ihtiyacı260, bu kurumu Emeviler döneminde müesseseleşmeye
götürmüştür. Muvakkitlerin birinci işi olan namaz vakitlerini tayin etme meselesinden
dolayı muvakkitlere saatçi veya muvakkit-ı salât gibi isimler de verilmektedir261.
Müezzinler ezan vakitlerini muvakkitlerden öğrenir ve halk özellikle son asırlarda
saatlerini muvakkithanelerdeki saatlerden ayarlarlardı. Hususan son dönem muvakkitleri
saatçi olduklarından saat tamiri işi ile de ilgilenirlerdi262.
Osmanlılar İstanbul'un fethine kadar bazı yerleşim merkezlerinde muvakkithaneler
inşa etmişlerse de bugün bunların yerleri ve muvakkitleri hakkında bilgi
bulunmamaktadır. İstanbul’un fethinden sonra başkent olan İstanbul’da Fatih Sultan
258 Pakalın. M. Zeki, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971, II/587. 259 A. Sayılı, The Observatory In Islam, Ankara 1988, s. 348; İ. Parmaksızoğlu, "Muvakkit", Türk
Ansiklopedisi, XXV/6. 260 Kur’an-ı Kerim, Nisa Suresi, Ayet 101. 261 BOA, Hatt-ı Hümayun, No. 15462; Müneccimbaşılığın Sultan Mehmed Saatçisi Hsan’a verilmesi
hakkında ruûs, BOA, A. RSK, 1519- 68, 18 Şaban 1060, s. 74. 262 C. E. Arseven, Türk Sanat Tarihi, İstanbul, I/235.
76
Mehmed tarafından başlatılan imar faaliyeti içinde 1470 tarihinde inşa edilen Fatih
Camii'nin avlusunda yapılan Fatih Camii Muvakkithanesi İstanbul'da kurulan ilk
muvakkithane olup muvakkidi on akça yevmiye almaktaydı263. Bundan sonra Beyazıt
Camii, daha sonra da Yavuz Sultan Selim tarafından inşa ettirilen camiin bahçesinde
bulunan Sultan Selim Camii Muvakkithanesi İstanbul’un ilk büyük muvakkithaneleri
olarak asırlar boyu varlıklarını sürdürmüşler ve fonksiyonlarını icra etmişlerdir.
Buralarda birçok muvakkit ve müneccim yetişmiş ve halktan pek çok kimseye basit
veya muvakkidin seviyesine göre ciddi matematik, astronomi, astroloji ve takvim
yapma gibi dersler verilmiştir264.
Evliya Çelebi, Beyazıt Camii muvakkithanesinin (on beşinci asır sonu) inşa
edildiği tarihten itibaren “İslâm âleminde ve Avrupalı gemiciler arasında en muteber
muvakkithane” olduğunu ifade etmektedir. Bunun sebebinin ise, muvakkithane
saatlerinin doğruluğu ve dakikliği sayesinde olduğunu belirtir. Ayrıca buradaki
muvakkidin -muhtemelen bu dakikliğinden dolayı-maaşının da diğerlerine göre daha
fazla olduğunu yazmakta ancak ne kadar olduğunu belirtmemektedir265. Beyazıt
Camii'nin ilk muvakkidi Muhyiddin Arab isminde bir kimsedir. Muhyiddin-i Arab 20
Ocak 1508 tarihinde astronomi sahasında telif ettiği bir risaleyi padişaha takdim etmiş
ve karşılığında caize olarak 3000 akça almıştır. 9 Mart 1511 tarihinde de belirtilmeyen
bir sebepten dolayı padişahın 2000 akça ve çuha ile murabbadan mamul bir elbise in'am
ve ihsanına mazhar oldu266. Beyazıt Camii muvakkithanesinin bu önemli mevkii son
dönemlere kadar devam etmiştir. Nitekim 1847 yılında buraya yapılacak bir muvakkit
tayininde Beyazıt Camii muvakkithanesi için “Cami-i şerif-i mezkur selâtin-i izam
behçet-makam hazerâtının olup memer mahalde bulunarak Ramazan-ı Şerifte ve eyyamı
meşahirede mesrur ve ubûr edenler saatlerin orada ayar eyledikleri cihetle muvakkidin
263 A. Süheyl Ünver, "Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları V,
1971-1972, Ankara 1975, s. 221; S. Ünver, Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, İstanbul 1946, s. 61.
264 Salim Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları I, İstanbul 1996, s. 159-207.
265 Ünver, Osmanlı Türkleri, s. 229; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul 1314, s. 144-5. 266 Rıfkı Melül Meric, "Beyazıt Camii Mimarı, II. Sultan Beyazıt Devri Mimarları ile bazı binaları,
Beyazıd Camii ile Alâkalı Hususlar, Sanatkârlar ve Eserleri", Yıllık Araştırmalar Dergisi, 2 (1957), Ankara 1958, s. 20.
77
ziyade ehliyetli bulunması icab-ı halden görünmüş olduğundan” denilmektedir267. Yine
bu tayine ait belgeden bu dönemde Beyazıt Camii muvakkidine diğerlerinden farklı
olarak günde 25 akça maaş ve iki çift fodula ekmek verildiği görülmektedir268. Aynı
dönemlerde Tophane semtindeki Cihangir Camii muvakkidinin ise sadece üç akçe
aldığı269 göz önüne alınırsa Beyazıt Camii muvakkithanesinin önemi daha da iyi
anlaşılabilir. Devrinde ve daha sonraları çok önemli bir yere sahip olan diğer bir
muvakkithane de Şehzade Camii Muvakkithanesidir. Bu muvakkithanelerden özellikle
Yavuz Sultan Selim Camii (1522) muvakkithanesi ile Şehzade Camii
muvakkithanelerinden birçok ünlü muvakkit ve müneccimbaşı yetişmiştir. Sultan Selim
Camii’nin ilk muvakkitlerinden Mustafa b. Ali el-Muvakkit (ö. 1571) burada uzun
müddet vazife yapmıştır. İlk müneccimbaşılardan olan Mustafa b. Ali’den dört asır
sonra gelen ve aynı zamanda son müneccimbaşı olan Hüseyin Hilmi Efendi (ö. 1924) de
Sultan Selim camiinde muvakkitlik yapmış ve o da Mustafa b. Ali gibi “Sultan Selim
Camii Muvakkiti” diye meşhur olmuştur.
Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Süleymaniye Camii ve külliyesinin
1555 tarihli vakfiyesinde muvakkithane ve muvakkit ayrı bir bölümde ele alınarak
şartları ve maaşı belirlenmiştir. İstanbul'da inşa edilen ilk muvakkithanelerden birisi
olması itibariyle burası da diğer muvakkithaneler gibi önemli bir muvakkithaneydi.
Muvakkithanelerin Süleymaniye Camii Muvakkithanesinde olduğu gibi vakfiyelerdeki
yeri genelde aynı ifadeler ile belirlenmekteydi. Süleymaniye Camii’nin vakfiyesinde
muvakkitler hakkındaki bölüm şu şekildedir. "Ve bir kimesne dahi amel-i sa'ât ve
mevâkît-i salât mekadîr-i şeb u rûz ve nüzûl u urûc-i seyyârât-ı seb ve menâzil-i bürûc
ve dekâyik-i dürûc-u mesîr-i âfitâb ve izdiyâd-ı intikâs-ı mâhtâb ve sâyir ilm-i nücûma
müteâllık külliyât-ı cüz’iyyât-ı maârife vâkıf ve ârif ve tavîlü’l-bâ ve kesîrü'l-ittilâ bir
kimesne muvakkit olup evkât-ı ezanı müezzinlere tayin edip tenbih eyleye ve eyyâm-ı
cumuât u â'yâdda huffâz ve müezzinler ile bile mahfile hazır ola ve vazife-i yevmiyesi on
akça ola270". Buna göre muvakkit ilm-i nücûma yani astronomiye vakıf olacak, ezan
267 Beyazıt Camii Muvakkithane'sine muvakkit tayinine dair 5 Zilkade 1263 tarihli irade, BOA, İrade,
Dahiliye, No. 38050. 268 BOA, İrade, Dahiliye, No. 38050. 269 Cihangir Camii Muvakkithane'sine muvakkit tayinine dair 1261 tarihli bir arz, BOA, Cevdet,
Belediye, No. 2045. 270 Süleymaniye Vakfiyesi, Haz. K. E. Kürkçüoğlu, Ankara 1962, s. 34.
78
vakitlerini müezzinlere bildirecek, cuma ve bayram namazlarında hafızlar ve
müezzinlerle birlikte mahfilde hâzır bulunacak ve günde 10 akça alacaktır271.
Edirne’deki II. Beyazıt külliyesinin vakfiyesinde ise, muvakkit-ı mâhın günde 7 akçe
alacağını ve namaz vakitlerini “berâhîn-i bâhireyle” bilen âlim bir muvakkit olup
müezzinlere tembih edeceği belirtilmiştir272. Osmanlı Devleti’nin son
muvakkithanelerinden birisi de Nusretiye Camii muvakkithanesidir. Bina tamamen
barok üslubu ile yapılmış son dönem mimarisinin özelliklerini taşıyan en güzel
yapılardan birisidir273.
İstanbul’da camilerdeki muvakkitlerin yanında sarayda da bir takım muvakkitler
vardı ki bunlar da saray saatlerinin tamiri, bakımı ve padişahın ve saray personelinin
namaz vakitlerinin bildirilmesi gibi işlere bakarlardı274. Topkapı Sarayında halen iki
adet güneş saati ve birçok mekanik saat bulunmakta ve sergilenmektedir. Bu saatlerin
bazıları saray muvakkitleri tarafından imal edilmişlerdir275.
5.2.KİMLER MUVAKKİT OLABİLİR?
Süleymaniye Camii’nin 1555 tarihli vakfiyesinde muvakkithanede görev yapacak
muvakkidin özellikleri, şartları, maaşı ve görevleri şu ifadelerle belirtilmiştir: ..“ilm-i
mîkat” adı verilen vakit, yani saat ilmini bilmesi, namaz vakitleri, gece ve gündüz, yedi
gezegenin doğuş ve batış saatleri, burçların menzilleri, Güneş’in doğuş, öğlen ve batış
zamanlarındaki dereceleri ve dakikaları, mehtabın artış ve azalış süreçleri ve ilm-i
nücûm ile ilgili tüm diğer konularda bilgi sahibi olması…”.276 Muvakkitin ayrıca ezan
vakitlerini müezzinlere bildirmesi lazım geldiği ifade edilerek, cuma ve bayram
namazlarında da müezzinlerle birlikte caminin mahfilinde hazır bulunması gerektiği
belirtilmiş ve maaşının günde 10 akça olduğu ifade edilmiştir.277 Beyazıt Camii gibi
271 Meselâ, Sultan Ahmed Camii Muvakkithane'sinin 1613 tarihli vakfiyesinde burada muvakkit
olacak kimse hakkında "Evkât-ı ezana âlim ve saat-ı mîkata câzim bir muvakkit" gibi bir ifade ile muvakkitta aranılan şartlar belirtilmiştir, Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Türkler, s. 234.
272 M. T. Gökbilgin, XV.-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı, Vakıflar-Mülkler-Mukataalar, İstanbul 1952, Vakfiyeler kısmı, s. 5.
273 Parmaksızoğlu, s. 6. 274 Şapolyo, s. 10. 275 Wolfgang Meyer, İstanbul’daki Güneş Saatleri, İstanbul 1985, s. 65-71, 79-81. 276 Süleymaniye Vakfiyesi, haz. K. E. Kürkçüoğlu, Ankara, 1962, s. 34. 277 A. Süheyl Ünver, "Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları V,
1971-1972, Ankara, 1975, s. 234.
79
farklı özelliklere sahip bazı muvakkithaneler, muvakkit olacak kişilerden duruma göre
bazı değişik şartlar da isteyebilmekteydi.278
Daha önce de ifade edildiği üzere her türlü astronomi faaliyeti ve ilgili kurumlar,
“müneccimbaşı” adı verilen saray görevlisi tarafından idare edilirdi. Dolayısıyla
muvakkithanelerin ve muvakkitlerinin idaresi de onlara ait279 olup gerektiğinde yeni
tayin edilecek kişilerin imtihanını da müneccimbaşı yapardı.280 Muvakkitlik, vakıfların
imamet, hitabet, müezzinlik gibi “cihât-ı ilmiyye” adı verilen kısmından idi. Bu sebeple
muvakkitler cihet maaşı alırlar ve cihet olarak tayin edilirlerdi281. Muvakkitlik görevi
genellikle babadan oğula intikal ederdi. Ancak baba çocuksuz olarak ve yerine birisini
tayin etmeden vefat ederse, yerine müneccimbaşı huzurunda yapılan imtihanla yeni biri
tayin edilirdi.282 Bu işi iyi yapabilecek kimselerden tayin edilen muvakkitlerde aranan
şartlar, hemen her muvakkithanenin bağlı bulunduğu külliyenin vakfiyesinde
belirtilmiştir.
Muvakkithanelerde çalışacak muvakkitlerde aranılan umumi vasıflar şunlardır.
1. İlm-i Mîkat konusunda bilgi sahibi olacaktır. Yani ibadetlerin zamanlarını iyi
bilecek.
2. İrtifa alma fennini tam bilecektir. Namaz vaktinin tayinine yarayan güneşin
yüksekliğini ve konumunu irtifa alma aletleri (Rubu' daire veya usturlab gb.) ile tayin
etmede yeterli bilgisi bulunacaktır.
3. Muvakkithaneye ait saatleri gerektiğinde tashih edecek ve doğruluğunu kontrol
edecektir.
4. Ezan vakitlerini müezzinlere bildirecektir.
278 Bkz. BOA, İrade, Dahiliye, No. 38050. 279 Sayılı, Observatory, s. 315; N. Gökdoğan, "Türk Astronomi Tarihine Bir Bakış", Tanzimat I,
İstanbul, 1940, s. 469. 280 BOA, Cevdet-Maarif, no. 2692. 281 BOA, A. RSK, no. 1509, s. 60; Mehmet İpşirli, “Cihet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, c. VII, s. 546-548. 282 Müneccimbaşı huzurunda yapılan muvakkit imtihanının neticesinde kazanan Mahmud Aziz
Efendi'nin Cihangir Camii muvakkitliğine tayinine dair Seyyid Mehmed Hasib imzalı bir arz, BOA, sene 1845, Cevdet Belediye tasnifi no: 2045; Beyazıt Camii muvakkitliğine imtihanla muvakkit tayin edilmesiyle ilgili Müneccimbaşı Menmed Sadık imzalı arz, BOA, Cevdet maarif tasnifi no: 2692.
80
5. Bu hizmetine mukabil her ay belirli bir ücret alacaktır283
Beyazıt Camii gibi farklı özelliklere sahip bazı muvakkithaneler muvakkit olacak
kişilerden duruma göre değişik bazı şartlar da isteyebilmekteydi284.
Müneccimbaşı huzurunda yapılan imtihanı kazanan ve gerekli şartlara haiz olan
muvakkitler ruûs kayıtlarına geçer ve gidecekleri yere tayinleri yapılırdı285. Bazı
muvakkitlerin bulundukları yerde örfi müddet olan bir yıl kaldıkları ve bu bir yılın
sonunda başka yere tayin oldukları da görülmüştür. Ancak bu uygulamaya dair sadece
bir kayıt bilinmektedir. Bu kayıttaki ifadeler örfi sene miktarınca vazifede kaldığını
göstermektedir.
Muvakkitlerin tayini kazasker tarafından yapılabildiği gibi cihat-ı ilmiyyeden
olduklarından dolayı Reisilküttab ruûs kalemi tarafından da yapılabilmektedir. Osmanlı
Devletinde herhangi bir muvakkithaneye muvakkit tayini yapıldığında on dokuzuncu
asrın sonlarına kadar takip edilen resmi prosedür şu şekildeydi.
Önce boşalan muvakkitlik makamı için müneccimbaşı huzurunda adaylar imtihan
edilir ve imtihanı kazanarak muvakkit olmaya aday gösterilen kişi tayin edilmek üzere
divan-ı hümayun ruûs kalemine kaydolunur. İmtihanı kazanan kişi imtihanı kazandığını
ve hangi muvakkithanenin nasıl bir halde iken boşaldığını ve kendi durumunu bildiren,
sadrazama hitaben yazdığı bir dilekçe ile divana müracaat eder. Divan bu
muvakkithanenin önceki ve son durumunu bildiren kayıtları evkaf muhasebesinden
ister. Evkaf muhasebesi kalemince sabıkî kaydı denilen ve muvakkithanenin son
durumu hakkında gerekli bilgileri ihtiva eden siyakat ile bir yazı yazılır. Evkaf
muhasebesi tarafından verilen bilgilerden sonra müracaat eden şahsın imtihanı
kazandığına dair imtihanı yapan müneccimbaşıdan i'lam istenir. Müneccimbaşının
i'lamı vermesiyle müracaat eden şahsın bütün kayıtları bir araya toplanmış olduğundan
ve gereken netice alındığından telhisi istenir. Neticede telhisi yazılır ve ne kadar maaş
ve hangi şartlar ile tayin edildiğini bildiren bir telhisi ile beratının verilmesi emr olunur
283 S. Ünver, Osmanlı Türkleri, s. 254-255; Ünver, İstanbul Muvakkithaneleri, s. 45. 284 Beyazıt Camii merkezi bir yerde olmasından ayrıca halk saatlerini burada ayar ettiğinden dolayı
burasının muvakkidinın daha ehliyetli olması istenmiştir, BOA, İrade, Dahiliye, No. 38050. 285 Meselâ, Üsküdar Hüdai Mahmud Efendi Asitanesi’ne Şeyh Şehabettin Efendi’nin istidası ile
Muvakkit-ı salât tayini temenni edildiğine dair yapılan muvakkit tayini için telhis üzerine III. Selim’in emrini havi 1215 tarihli bir Hatt-ı Hümayun, BOA, Hatt-ı Hümayun, No. 15462.
81
ve üzerine sahh çekilerek beratı kendisine verilir. Böylece muvakkidin meşru olarak
tayini yapılmış ve görevine başlaması için izin verilmiş olur286.
5.3. MUVAKKİDİN VAZİFELERİ
Muvakkitler asıl vazifeleri olan namaz vaktini belirtme işini mekanik saatlerin
yaygınlaşmasından önce çeşitli saatlerle yaparlardı287. Bunların başında İslâm’ın ilk
devirlerinden beri kullanılagelen ve asıl mahiyeti ile İslam’dan önceki devrelerde
(Roma288 ve Mısır289 astronom ve astrologlarınca da) kullanılmış olan güneş saatleri
gelmekteydi. Bunun yanında yine daha önceki devirlerde kullanılmış olan su saati, kum
saati ve (yere veya duvara saplanan basit bir gnomon (çubuk) vasıtasıyla elde edilen bir
çeşit saat gibi) bazı ilkel saatler kullanılmıştır290. XVIII. ve XIX. asırlarda
yaygınlaşmaya başlayan mekanik saatler muvakkitlerin işini az da olsa kolaylaşmıştır.
Bu saatlerin muvakkithanelere gelmesi ile muvakkitlerin görevleri zamanla bu saatlerin
ayarını kontrol ve saatleri tamir etmeye dönüşmüştür. Hatta bazı muvakkitlerin saat
imal ettikleri dahi olmuştur291.
Muvakkitler isteyenlere astronomi, astroloji ve takvim gibi konularda teorik ve
pratik olarak dersler verirlerdi292. Bu dersler arasında mekanik ve güneş saati gibi basit
astronomi ve vakit tayini ile ilgili aletlerin yapımı da öğretilirdi293. Bazı
muvakkithaneler muvakkidinin bilgisine ve imkanına göre dönemin küçük birer
rasathanesi veya basit astronomik gözleme merkezi gibi çalışmakta ve bunun
neticesinde ciddi sayılabilecek neticeler elde edilmekteydi. Astronomi bilgisi geniş ve
286 Cihangir Camii Muvakkithane'sine muvakkit tayinine dair 1261 tarihli bir arz, BOA, Cevdet,
Belediye, No. 2045. 287 Bazı camilerin muvakkitliğini müezzinleri yapmakta idi, Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde
Türkler, s. 244, 246. 288 Meyer, 15-32. 289 Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Ankara, 1982, s.
106-113. 290 İslam’dan önce yapılmış olan saatler namaz vakitlerini belirleme maksadı ile yapılmadığından
İslam astronomları güneş saatlerini namaz vakitlerine ve bulundukları yerin konumuna göre tekrar ayarladılar.
291 Muvakkit Ahmed Dede’nin şakirdinin saat takdiminden dolayı atıyye-i seniyye itasına dair 30 Şevval 1282 tarihli irade, BOA, İrade-i Dahiliyye, No. 38050.
292 Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Türkler, s. 228. 293 Sultan Abdülmecid'in validesinin türbesinin muvakkidi olan Ahmed Dede'nin şakirdinin yaptığı
bir saatten dolayı kendisine 15000 kuruş atıyye-i seniyye verildiğine dair 1 Zilkade 1282 tarihli irade: BOA, İrade, Dahiliye. No. 38050.
82
bu konularda ders veren muvakkitlerin etrafında oluşan kimseler ile muvakkidin
talebeleri arasında astronomi konuları tartışılır ve rubu tahtası, usturlab gibi bazı
aletlerle basit gözlemler yapılırdı294. Astronomiyi iyi bilen bazı muvakkitlerin namaz
vakitlerinin tesbiti yanında astronomi konularında eser verdikleri, astronomi aletleri
imal ettikleri ve senelik takvimler hazırladıkları bilinmektedir295.
Geniş astronomi bilgisine haiz ve Ziç’leri kullanmasını bilen bazı muvakkitler
zaman zaman takvim neşretmişlerdir. Ayrıca birçok muvakkit Ramazan gelmeden önce
imsakiye hazırlar ve bunu muvakkithanelerin duvarına asardı296. Muvakkitler bunların
yanında gerektiğinde ellerindeki aletler ve Ziç’lerin yardımı ile kıble tayini işini de
yaparlardı.
5.4. MUVAKKİTHANELERDE BULUNAN ARAÇLAR
İslam tarihinde müezzin ve muvakkitler muhtelif aletler kullanarak zaman tayini
görevini devam ettirmişlerdir. Daha önceki dönemlerde olduğu gibi Osmanlı
Devleti’nde de muvakkitler muhtelif aletlerle zaman tayini işini yapmışlardır. Bu iş için
yaygın olarak güneş saati, rub’u tahtası, usturlab, kum saati su saati gibi aletler
kullanılmıştır. Güneş saatleri bugün İstanbul’da pek çok caminin bahçesinde veya
duvarında görülebilmektedir. Ancak diğer birçok astronomik alet ve saatlerin pek çoğu
zayi olmuş, çok az bir kısmı da korunmak üzere İstanbul Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’nün depolarına kaldırılmıştır. Özellikle alınıp götürülmesi pek kolay
olmayan büyük ebatlı duvar saaatlerinin bir kısmına bugün bağlı olduğu camilerin
içlerinde, genellikle mihrap yanlarında rastlanmaktadır. Bazı muvakkithanelerde büyük
saatlerin konulduğu mermer kaideler içeride bir zamanlar bulunan aletlere dair kalan tek
izdir. Bu mermer kaideler saatlerin ayarlarının dış ve iç sarsıntılarla bozulmaması için
yapılmıştır. Yeni Camii, Galata Mevlevihanesi, Ayasofya Muvakkithanelerinde bu
mermer kaideler hala mevcuttur. Muvakkithanelerde ayrıca son yüzyıllarla beraber
muvakkitlerin daha çok mekanik saat ayarı ve tamiri ile ilgilenmesinden dolayı saatleri
tamir için bir takım aletler ve edevat bulunmakta ve bunlar genellikle muvakkite ait
olmaktaydı.
294 Parmaksızoğlu, XXV/6. 295 Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Türkler, s. 237, 240-241. 296 Şapolyo, s 11.
83
5.4.1.Güneş Saati
“Basita” ve “mikat” da denilen güneş saatleri, özel olarak hazırlanmış gronom
adında bir milin gölgesinin, Güneş’in görünen hareketlerine uygun olarak yine özel
hazırlanmış mermer, taş veya madeni bir zemin (kadran) üzerindeki hareketlerine göre
vaktin tayinine yarayan aletlerdir. İslami güneş saatleri şekillerine göre yatay, dikey ve
silindirik olmak üzere üçe ayrılmaktadır.
Muvakkitliğin ortaya çıktığı on üçüncü yüzyıldan itibaren de İslam dünyası
genelinde muvakkitlerin adı güneş saati yapımında araştırmacıların karşısına
çıkmaktadır. İstanbul’da da kitabesine göre “muvakkit” ünvanlı kişiler tarafından
yapıldığı anlaşılan bilinebildiği kadarıyla üç adet güneş saati bulunmaktadır. İstanbul
surları üzerinde Bizans dönemine ait bir güneş saati bulunmaktadır. Yedikule’de
bulunan Mermer Kule’nin güney duvarındaki bu saat Meyer’e göre İstanbul’daki tek
Bizans saatidir. Bundan başka Osmanlı dönemine ait İstanbul genelinde 53 adet güneş
saati tespit edilmiştir.
5.4.2.Rub’u Tahtası
Astronomik amaçlarla yapılan gözlemlerde kullanılan duvar kadranının (libne)
taşınabilir şekli olan rub'u tahtası, özellikle muvakkitlerin çok kullandıkları
aletlerdendir. Çeyrek daire şeklindeki bu alet temel olarak yıldızların ufuksal açıklık ve
yükseklik olarak koordinatlarını saptamaya yarar. Rub'u tahtası üzerindeki "zamaniyye
yayları" ile gündüz zamanlarını bulmak mümkündür. Yine bu alet yardımıyla
trigonometrik fonksiyonlar da belirlenebilmektedir.
5.4.3.Usturlab
Latincesi astrolabiumdur ve yıldız yakalayan anlamına gelmektedir. İznikli
Hipparkos’un (MÖ II. yüzyıl) döneminden beri bilinen usturlab, en önemli astronomi
aletidir. Müslüman astronomlar, küresel bir üçgene ait grafik-mekanik çözümleri
kullanarak gözlenen yıldızın saat açısının tayini gibi bazı astronomi problemlerinin
çözümünde usturlabı kullanmışlardır.
Usturlabın ortasında yerleri matematiksel olarak hesaplanmış gösterge çizgilerinin
bulunduğu bir disk vardır ve bu disk bir taşıyıcı çerçeve içinde dönmektedir. Bu
84
çerçevenin içinde, ucundaki noktaların yıldızları temsil ettiği ince pirinç parçalarından
meydana gelmiş bir çember bulunmaktadır. İçteki diski döndürerek gök cisimlerinin
doğuş ve batış zamanlarını bulmak ve diğer astronomi olaylarının ne zaman meydana
geleceğini belirlemek mümkündür. Bu bakımdan usturlab grafik özelliğe sahip bir
hesaplayıcı olarak tanımlanmaktadır. Aletin diğer yüzünde ıskalalar ve bir de nişangah
vardır ki bu nişangah yardımıyla gök cisimlerinin yükseklikleri belirlenebilmekte ve
alet yatay şekilde tutularak cismin azimutu* ölçülebilmektedir. Gökcisimlerinin
konumunu ölçmede yükseklik ve azimutu kullanan bu yöntem İslam astronomisine has
bir sistemdir.
Usturlabın başlıca küresel, yüzeysel ve çizgisel olmak üzere birçok çeşidi vardır.
En çok kullanılanı yüzeysel olup üstünde asılacak bir yeri ve kenarında daire bölümleri
bulunan dairesel bir levha ile yıldızları gözlemeye yarayan bir diyopteri vardır.
Sekizinci yüzyılda ilk defa astroloplala karşılaşmalarından çok geçmeden,
Müslümanlar bu alete teorik ve yapısal anlamda çok ciddi katkıda bulunmuşlardır.
dokuzuncu yüzyılda sabit ve oynar göstergeli sinüs kadranı ve saat kadranı geliştiren
Müslüman astronomların on üçüncü yüzyıldan önce zaman tayini için bir dizi küresel
kadran geliştirdikleri bilinmektedir. Çapı 1,4 metre olan bakır bir usturlabın 10.
yüzyılda İbn Yunus tarafından kullanıldığını kaydedilen bilgiler arasındadır.
Usturlap, astronomide gökcisimlerinin yükseklikleri ve zaman hesaplarında
oldukça yaygın olarak kullanılmış bir araçtır. Ancak on sekizinci yüzyıldan sonra
Avrupa'da kullanılmamış ve Osmanlılarda ise, aynı yıllarda yapımı usturlaba göre daha
kolay olan rub'u tahtası tercih edilmiştir.
5.4.4.Kıblenüma
Kıblenüma, Arapça “kıble” kelimesi ile Farsça “gösteren” demek olan “nüma”
kelimesinin birleşmesinden oluşur. Üzerinde basit bir pusulanın, bir ibrenin ve şehir
isimlerinin bulunduğu kıblenüma, Kabe'nin yönünü yani kıbleyi doğru olarak
belirleyebilmek için kullanılırdı. Tahtadan ve genellikle pirinçten ve gümüşten imal
edilmiştir; yuvarlak bir kutu içinde pusula ve Güneş saatinin bir arada bulunmasından
* Kuzeye göre ölçülen ufuk çizgisi üzerindeki konumu. Başka dillerde de kullanılan bu tabirin kökeni
Arapçadır.
85
oluşur. Osmanlılarda çok uzun süreden beri tanınan bu alet, İslam ülkelerinde
muhtemelen on birinci yüzyıldan itibaren zaman ve yön belirlemede kullanılmıştır.
Avrupa'da mekanik saatler ortaya çıkmadan önce, cepte taşınan güneş saatleri mevcuttu.
Ancak bu saatlere pusula ilavesi 1500'lü yıllarda yapılmıştır. Cepte taşınabilecek kadar
küçük kıblenümaların yanı sıra, muvakkithanelerde ve gemilerde kullanılmak üzere
daha büyük boyutlarda kıblenümalar da yapılmıştır. Bu alet, Osmanlılarda on
dokuzuncu yüzyıl sonlarında mekanik aletlerin ortaya çıkışına kadar kullanılmıştır.
5.4.5.Kum saati
İlkçağlardan beri kullanıldığı sanılan kum saatlleri Ortaçağ'da -1300lerde- ise
yaygın olarak kullanılmışlardır. Bir cam bölmedeki kum, dar bir delikten belirli bir
zaman diliminde yavaş yavaş alt bölmeye akması ve altta toplanan kumdan zaman
belirlenmesiyle çalışan bu saatlerin Osmanlılarda ne zaman kullanılmaya başlandığını
bilmiyoruz, ancak denizciliğin yükseliş dönemi olan on altıncı yüzyıldan itibaren yaygın
olarak benimsendikleri bilinmektedir. Osmanlılarda kum saatlerinin hem astronomide
hem de namaz vakitlerinin tayininde kullanılmıştır.
5.5.MUVAKKİTLER NE İŞ YAPARDI?
Asıl görevleri namaz vakitlerini camilerin müezzinlerine bildirmek olan
muvakkitler, mekanik saatlerin yaygınlaşmasına kadar bu görevlerini güneş saati, kum
saati, su saati veya astronomik birtakım hesaplar vasıtasıyla yaparlardı. On sekizinci ve
on dokuzuncu asırlarda yaygınlaşmaya başlayan mekanik saatler, muvakkitlerin işini az
da olsa kolaylaşmıştır. Bu saatlerin muvakkithanelere girmesiyle muvakkitlerin görevi
zamanla bu saatleri tamir ve ayarlarını kontrol etmeye dönüşmüştür. Hatta bazı
muvakkitlerin saat imal ettikleri dahi bilinmektedir.297 Muvakkitlerin bu tür işlerle
uğraşmalarının bir sebebi de, zamanla yetersiz kalan maaşlarına katkıda bulunmaktı.
Bunların yanı sıra muvakkitler isteyenlere astronomi, astroloji ve takvim gibi
konularda teorik ve pratik dersler verirlerdi.298 Bu dersler arasında, mekanik saat ve
297 Muvakkit Ahmed Dede’nin şakirdinin saat takdiminden dolayı atıyye-i seniyye itasına dair 30
Şevval 1282 tarihli irade, BOA, İrade-i Dahiliyye, No. 38050. 298 A. Süheyl Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler, s. 228.
86
güneş saati gibi basit astronomi ve vakit tayini ile ilgili aletlerin yapımı da öğretilirdi.299
Bazı muvakkithaneler, muvakkidinin bilgisine ve imkânına göre dönemin küçük birer
rasathanesi veya basit bir astronomik gözlem merkezi gibi çalışmakta ve bunun
neticesinde ciddi eserler telif edilmekteydi. Astronomi bilgisi geniş ve bu konularda
ders veren muvakkitlerin etrafında buluşan kimselerle muvakkidin talebeleri arasında
astronomi konuları tartışılır ve rubu tahtası, usturlab gibi bazı astronomi aletleriyle basit
gözlemler yapılırdı.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, geniş astronomi bilgisine sahip olan ve
astronomik ziçleri kullanmasını bilen bazı muvakkitler zaman zaman takvim de
neşretmişlerdir. Takvim neşretme işinin müneccimbaşıların tekelinde olmasından
dolayı, muvakkitlerin takvim neşretmesi sebebiyle zaman zaman bazı problemler
yaşanmaktaydı. Muvakkitler bunların yanında gerektiğinde ellerindeki aletler ve ziçlerin
yardımı ile kıble tayini işini de yaparlardı.
6. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ
İstanbul’da fetihten sonra başlayan imar döneminde cami ve mescit inşaatları
önemli bir yer tutar. Adet olduğundan, hemen her büyük caminin yanına bir de
muvakkithane yapılmaktaydı. Bir kısmının bugüne ulaşamaması sebebiyle tam olarak
bilemediğimiz İstanbul muvakkithanelerinin sayısının 100’e yakın olduğunu tahmin
etmekteyiz.
Muvakkithane binaları, içinde bulundukları külliyenin mimarisine uygun olarak
son derece estetik ve ahenkli bir mimari ile inşa edilirdi. Bu küçük odacıkların iç
teşrifatı ise çok daha güzeldi. İçeriye girildiğinde göze ilk çarpanlar, rubu tahtası,
usturlap veya benzeri astronomi aletleri ve duvarlara asılmış, zaman ve takvim ile ilgili
güzel hüsnü hat levhalarıdır. Bunlar arasında bugün dahi dilden dile dolaşan
Saatin çaldığı evkât değildir her gâh,
Müddet-i ömr geçüp gittiğine eyler âh
mısraı, çok meşhur bir muvakkithane levhasıdır. Bu ve buna benzer pek çok
tabloyu bulmak mümkündü bu odalarda. Tabii astronomi ve matematik gibi alanlarda,
299 Sultan Abdülmecid'in validesinin türbesinin muvakkidi olan Ahmed Dede'nin şakirdinin yaptığı
bir saatten dolayı kendisine 15000 kuruş atıyye-i seniyye verildiğine dair 1 Zilkade 1282 tarihli irade: BOA, İrade, Dahiliye. No. 38050.
87
son derece güzel ciltlenmiş el yazması eserlerden oluşan bir kütüphanenin bulunduğunu
da ifade etmeden geçmemek lazım.
Zikredilen bu muvakkithanelerin bazılarında çalışmış olan ve daha sonra
müneccim-i sânîlik veya müneccimbaşılık mevkiine kadar yükselmiş kişiler vardır. Bu
kişilerin ve çalıştıkları muvakkithanelerin isimleri şöyledir: Yusuf b. Ömer es-Saati (ö.
1570’te sağ), Küfrî Hasan Çelebi (ö. 1660) ve Müneccimek Mehmed Efendi (ö. 1667):
Fatih Camii Muvakkithanesi; Mustafa b. Ali el-Muvakkit (ö. 1571) ve Hüseyin Hilmi
Efendi (ö. 1924): Sultan Selim Camii Muvakkithanesi; Mehmed Çelebi ve Müneccim-i
Sâni Hafız Ahmed Efendi (ö. 1865’te sağ): Şehzade Camii Muvakkithanesi; Cihangirli
Mehmed Sadık Efendi (ö. 1812): Valide Sultan Camii Muvakkithanesi (Hasköy).
İstanbul’un bazı semtlerindeki camilerin müştemilatları içinde bugün hâlâ ayakta
kalabilmiş az sayıda muvakkithane vardır. Yılların ve insanların bütün tahribatına karşın
halen ayakta kalmayı başarabilen bu tarihi mekânların önemli bir kısmının, asıl
işlevlerinin çok dışında kullanıldığı ya da metruk bir halde kaderlerine terk edildiği
görülür. Bunların çok az bir kısmı yakın zamanlarda restore edildiğinden, önceki
senelere göre görünümleri daha iyi durumdadır. On yıl öncesine kadar ne olduğu
bilinmeyen bu binaların bir kısmının üzerinde en azından “muvakkithane” olduklarını
ifade eden birer tabelanın bulunması, içlerinin temizlenmesi elbette ki güzel
gelişmelerdir.
Kuruluşu İslam medeniyetinin ilk asırlarına kadar geri giden muvakkithane, içinde
zamanın belirlenmesi işi için muvakkit adı verilen kimselerin çalıştıkları küçük odalar
için kullanılmış bir tabirdir. “Vakti belirleyen kişi” anlamına gelen muvakkit kelimesi,
namaz vakitlerini birtakım aletler vasıtasıyla tespit eden kişi için kullanılmaktadır.
Muvakkithaneler, genellikle cami ve mescitlerin bahçesinde, bir iki oda halinde yer
alırlardı.300 Camilerin yanı sıra bazı türbe, dergâh ve tekkelerin de muvakkithaneleri
olmaktaydı. Temel görevleri namaz vakitlerini tespit etmek ve ilgililere bildirmek olan
muvakkitler, İslam’ın bu işe gösterdiği hassasiyetten dolayı Emeviler döneminden
300 A. Sayılı, The Observatory in Islam, Ankara, 1988, s. 348; İ. Parmaksızoğlu, "Muvakkit", Türk
Ansiklopedisi, c. XXV/6.
88
itibaren çalışmalarını belli bir müessese altında sürdürmüşlerdir.301 Çeşitli seviyede
astronomi çalışmalarına da katılan muvakkitler, zamanla mekanik saatleri kullanmaya
başlamışlardır. Geçim sıkıntısı sebebiyle saat tamirciliği gibi işler de yapan
muvakkitlere “saatçi” veya “muvakkit-ı salât” gibi isimler de verilmiştir.302
Camilerdekinin yanı sıra Topkapı Sarayı’nda da muvakkitler vardı. Bunlar bir yandan
saray saatlerinin bakım ve onarımıyla ilgilenirken, öbür yandan da sarayda bulunan
mescitlerin müezzinlerine vakitleri bildirirdi. Sayısını tam olarak bilemediğimiz bu
kişilerin bazıları saat yapımıyla da ilgilenirlerdi.303
Muvakkithaneler bir yandan kurulma gayelerine uygun olarak çalışırken, öbür
yandan içinde astronomi, matematik vb. derslerin verildiği birer okul gibi faaliyet
göstermişlerdir. İstanbul’un çeşitli muvakkithanelerinde görev yapan bazı müneccimler
ve muvakkitler, astronomi alanında kıymetli eserler ortaya koymuşlardır.304 Bir nevi
eğitim merkezi durumunda olan muvakkithanelerde muvakkitler, gerek ilim
adamlarından gerekse halktan pek çok kimseye matematik, astronomi, astroloji ve
takvim yapımı gibi konularda ders vermişlerdir.305
6.1.İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİNİN
KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ
Osmanlı mimarlık tarihinde kendilerine mahsus bir yapı tipine sahip olan
muvakkithaneler, genellikle camilerin külliyeleri içinde bir-iki oda halinde bulunmakla
beraber camilerin yanı sıra bazı türbe, dergâh ve tekkelerin de muvakkithaneleri
olmaktaydı.
301 Bu müessesenin ayrı bir kurum haline gelmesi, Emevi devleti zamanında Şam’daki Büyük Emevi
Camii Muvakkithanesi ile olmuştur. Sayılı, Observatory, s. 245; E. Behnan Şapolyo, “Muvakkithaneler”, Önasya, Ankara, 1969, c. IV, s. 10-11.
302 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Hatt-ı Hümayun, No. 15462; Müneccimbaşılığın Sultan Mehmed Saatçisi Hasan’a verilmesi hakkında ruûs, BOA, A. RSK, 1519-68, 18 Şaban 1060, s. 74.
303 Wolfgang Meyer, İstanbul’daki Güneş Saatleri, İstanbul, 1985, s. 65-71, 79-81; C. E. Arseven, Türk Sanat Tarihi, İstanbul, c. I, 235.
304 Beyazıt Camii'nin ilk muvakkidi Muhyiddin Arab, 1508’de telif ettiği bir risaleyi padişaha takdim etmiş ve karşılığında 3000 akça caize almıştır (R. M. Meric, "Beyazıt Camii Mimarı, II. Sultan Beyazıt Devri Mimarları ile Bazı Binaları, Beyazıd Camii ile Alâkalı Hususlar, Sanatkârlar ve Eserleri", Yıllık Araştırmalar Dergisi, 2 (1957), Ankara 1958, s. 20.
305 Salim Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları I, İstanbul, 1996, s. 159-207.
89
Mekân organizasyonu açısından bakıldığında Osmanlı Devleti’nde, özellikle
İstanbul’da muvakkithaneler, genellikle cami avlularının girişinde ya da bahçe içinde,
sokağa bakan bir yada iki cepheye sahip olacak şekilde yerleştirilmiştir.
Muvakkithanelerin iç mekânı da zaman tayini işlevine göre tefriş edilmiştir.
İçlerinde rubu tahtası, usturlap veya benzeri astronomi aletleri bulundurmaktaydı. İç
mekâna dair önemli bir unsur da astronomi ve matematik gibi alanlarda, son derece
güzel ciltlenmiş el yazması eserlerden oluşan kitaplık kısmıydı. Muvakkithanelerin
duvarlarında asılı zaman ve takvimle ilgili güzel hat levhalar, mekâna mistik bir hava
katıyordu. Bu levhalarda kozmoloji, zaman, saat ve yaşamla ilgili kimi zaman öğretici
beyitler yazılıydı. 18 ve 19. yüzyıllardan itibaren yaygınlaşan mekanik saatlerle
insanlar, ezan sesi ile namaz vaktini öğrenmek yerine üzerlerinde taşıdıkları ezani saate
göre ayar yapmak için her gün bir defa muvakkithanenin saatine bakmayı adet
edinmişti.
Muvakkithanelerin Ramazan ayında gerek hilalin görünmesi konusu gerek de
günlük iftar ve imsak vakitleirnin tespitinden dolayı daha fazla öneme sahip olduğunu
tahmin etmek zor değildir. Kaynaklara göre birçok muvakkit Ramazan gelmeden önce
imsakiye hazırlar ve bunu muvakkithanenin duvarına asardı. Sultan III. Mustafa
zamanında iftar ve imsak vakitlerinde Rumeli Hisarı’nda kızının yaptırdığı
muvakkithane önünde birer defa top attırma adet olmuştu.
Ayrıca muvakkithanelerin yukarıdaki bölümlerde bahsedildiği gibi muvakkitlerin
çalışmalarıyla astronomi biliminin gelişiminde olduğu kadar, astronomi eğitiminde de
katkıları olduğundan bahsedilmektedir. Zaman zaman adeta bir eğitim yeri gibi olduğu
söylenen muvakkithanelerde gerek bilim adamlarından gerekse halktan isteklilere
matematik, astronomi, astroloji ve takvim yapımı gibi konularda dersler verildiği
muvakkkitler ve onların etrafında oluşan talebeleri arasında astronomi konuları
tartışıldığı ve rub’u tahtası, usturlap gibi bazı astronomi aletleriyle basit gözlemler
yapıldığı bilinmektedir. Muvakkithanelerin toplum içindeki yerini anlatacak olan bu
durum aynı zamanda bilimin Osmanlı toplumundaki konumuna da ışık tutacağından
araştırılması gereken bir önemli noktadır.
Osmanlıların İstanbul’un fethine kadar herhangi bir yerleşim merkezinde
muvakkithane inşa ettiğine dair elimizde ne yapı hakkında ne de muvakkidi hakkında
90
pek fazla bilgi yoktur. Tespit edilebildiği kadarıyla, İstanbul’daki ilk muvakkithane
1470’te yapılan Fatih Camii Külliyesi içinde yer almıştır ve bu yapı İstanbul’da olduğu
kadar eldeki kaynaklara göre aynı zamanda Osmanlı döneminde de inşa edilen ilk
muvakkithanedir. III. Selim döneminde yenilendiği bilinen muvakkithanenin, Fatih
Camii avlusunda sıbyan mektebine yakın bir yerde, Çörekçi ve Boyacı kapılarının
arasında olduğu on dokuzuncu yüzyıla ait bir su yolu haritasında da görülmektedir.
Fatih’in bilimsel faaliyetler için özel olarak getirttiği ünlü bilimadamı Ali Kuşçu’nun
burada mikat işleriyle uğraştığı dolayısıyla ilk muvakkitlerinden olduğu söylenmektedir.
Vakfiyeye göre buradaki muvakkit 10 akçe ücret almaktadır. Ayrıca vakfiyede
muvakkidin muvakkithane üzerindeki odada yatıp kalkacağı ve külliye içindeki
imaretten yemek alacağının yazılı olduğu bilgisi de önemlidir.
Daha sonraları İstanbul’da yapılan cami külliyelerinin pek çoğunda muvakkithane
inşa edilmiştir. Kent sınırları içinde fetihten bu zamana kadar kaç adet muvakkithane
inşa edildiğinin kesin sayısını vermek zor olsa da eldeki verilere göre toplamda 71 adet
muvakkithaneden bahsedilmektedir. Ancak bu binaların 34 kadarının günümüze ulaştığı
yapılan alan çalışmasından anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşamamışlar arasında özellikle
Beyazıt ve Yavuz Selim Camii muvakkithaneleri oldukça etkin mikat çalışmalarının
olduğu, devrinin rağbet gören muvakkithaneleri olarak ünlenmişlerdir.
Öte yandan İstanbul dışındaki Osmanlı Muvakkithaneleri de oldukça fazladır.
Yurt dışında Belgrad kalesi, Beyrut, Selanik, Uzuncaabad (Hasköy), Tırnava, Bağdat,
Şam, Taif, Girit, Hanya; yurt içinde Bursa, Gelibolu, Kütahya, Trabzon, İznik, İzmir,
Aydın, Tire, Konya, Çorum, Erzurum, Balıkesir, Manisa, Edirne, Çanakkale, Afyon,
Amasya gibi birçok yerlerde Osmanlı döneminde muvakkithaneler yapılmıştır. Ancak
İstanbul’da mevcut ve mevcut olmayan tespit edilebildiği kadarıyla toplam 71
civarındaki muvakkithane varlığı dikkatleri çekmektedir.
MEVCUT İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ LİSTESİ
1. Ahmediye Camii 2. Atik Ali Paşa Camii 3. Atik Valide Camii 4. Ayasofya 5. Bala Süleyman Ağa Camii 6. Beykoz Camii 7. Beylerbeyi Camii 8. Caferağa Camii
91
9. Dolmabahçe Camii 10. Emirgan Camii 11. Eyüp Sultan Camii 12. Galata Mevlevihanesi 13. Humbarahane Camii 14. İskele Camii 15. Kandilli muvakkithanesi 16. Kanlıca (İskender Paşa) Camii 17. Kasımpaşa Camii 18. Kocamustafapaşa (Sünbül Efendi) Camii 19. Laleli Camii 20. Mahmudiye (Sultan II. Mahmud Türbesi) Muvakkithanesi 21. Muradiye (Sirkeci Sultan V. Murad Sebili) 22. Nişancı Mehmed Paşa Camii 23. Nusretiye Camii 24. Osmanağa Camii 25. Ramazan Efendi Camii 26. Selimiye Camii 27. Suadiye Camii 28. Sultanahmed Camii 29. Şehzade Camii 30. Teşvikiye Camii 31. Tevkifiye Camii 32. Yeni Valide Camii 33. Yenicami 34. Yenikapı Mevlevihanesi MEVCUT OLMAYANLAR LİSTESİ 1. Altunizade Camii 2. Anadoluhisarı Camii 3. Arap Camii 4. Ayazma Camii 5. Azapkapı Sokullu Camii 6. Bayrampaşa (Haseki) Tekyesi 7. Beşiktaş Sinan Paşa Camii 8. Beyazıd Camii 9. Cerrahpaşa Camii 10. Cihangir Camii 11. Çakırağa Camii 12. Çavuşzade Camii 13. Çinili Camii 14. Fatih Camii 15. Firuzağa Camii 16. Hekimoğlu Ali Paşa Camii 17. Hubyar Camii 18. Kara Mustafa Paşa Camii 19. Katip Camii 20. Kılıç Ali Paşa
92
21. Kuruçeşme Camii 22. Küçükefendi (Feyziye) Camii 23. Merkez Efendi Tekyesi 24. Mihrimah Sultan Camii 25. Molla Çelebi Camii 26. Nuruosmaniye Camii 27. Nüzhetiye Camii 28. Rumelihisarı Camii 29. Sultan Selim Camii 30. Süleymaniye Camii 31. Şepsefa Hatun Camii 32. Tabya-i Tayyibe 33. Valide Camii 34. Yahya Efendi Dergahı 35. Yavuz Selim Camii 36. Yenicami 37. Yeraltı Kilise-Camii
6.2.MEVCUT İSTANBUL MUVAKKİTHANLERİ
6.2.1. AHMEDİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
1722 (1134) yılında Eminzade Hacı Ahmet Ağa tarafından yaptırılan cami, eski
Ahmediye, şimdiki Gündoğumu Caddesi üzerindedir. Cami, medrese, kütüphane, sebil,
iki çeşme ve bir de muvakkithaneden oluşan külliye, eğimli bir arazide oldukça başarılı
bir düzende yerleştirilmiştir. Mabedin caddeye bakan cephesine eklenmiş olan,
minarenin alt tarafına ve çeşmenin soluna düşen ters beşik çatılı küçük bölümün
muvakkithane olduğu kaynaklarda da ifade edilmektedir.306
Muvakkithane yoldan geçenlerin kolayca içeriyi görebilecekleri şekilde yapılmış
iki büyük penceresi olan dikdörtgen planlı bir odadır. Günümüzde atıl durumda olsa da
içinin fayansla döşendiği, lavabo eklendiği göz önüne alınarak yakın yıllarda farklı
amaçla kullanıldığı anlaşılmaktadır. Camide ve burada herhangi astronomi aletine
rastlanmamıştır307. Camide güneş saati de bulunmamaktadır. (Bk. Figure 1).
6.2.2. ATİK ALİ PAŞA MUVAKKİTHANESİ
306 Mehmed Raif, Mir'at-ı İstanbul; yay. haz. Hatice Aynur-Günay Kut. İstanbul: Çelik Gülersoy
Vakfı, 1996, 149; Ünver, Muvakkithaneler, 234; M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001, 66–67.
307 İ. Aydın Yüksel, “Ahmediye Külliyesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi I, İstanbul 1994, 136.
93
Atik Ali Paşa Camii Çemberlitaş'ta Çemberlitaş tramvay durağının Çemberlitaşı
tarafındaki camidir. Sedefçiler Camii de denilir. Banisi Gazi Hadım Ali Paşa'dır.
1496'da yapılmıştır. Bursa üslubuyla klasik üslup karışımı caminin 12.50 kutrundaki
kubbesi iki fil ayağına yaslanan kemerler üzerindedir, iki yanında iki küçük kubbesi ve
bir minaresi vardır. İmareti ortadan kalkmış, medresesi cami karşısındadır. Avlu
kapısından caddeye çıkınca yanda bir çeşmesi bulunur. Son cemaat yerine üç avlu
kapısından girilir, şadırvanı yoktur, abdestlik ve tuvalet bölümü sonradan yapılmıştır.308
Muvakkithanesi ise külliyenin Yeniçeriler Caddesi üzerindeki girişinin solunda sıbyan
mektebinin yanında bulunmaktadır. Muvakkithane Sultan II. Abdülhamid döneminde
1897 yılında inşa edilmiştir. Külliyenin elemanları 1509 tarihli vakfiyesine göre cami,
medrese, imaret, hankah ve kervansaraydır. Hankahın (tekke) üzerinde muvakkithane
kitabesi bulunan bu küçük yapı ya da günümüzde mevcut olmayan imaret içinde bir
bölüm olduğu yönünde görüşler bulunur. Yapıya dair tespit edilip yorum yapılabilecek
mimari unsurlar oldukça az sayıdadır. Kare planlı yapıda demir şebekeli pencerelerin
boyutları muvakkithanelerin tipik bir özelliğini yansıtmaktadır. Ancak burada
pencereler yola değil de avlu içine bakmaktadır ki bunun başka örnekleri de vardır.
1897 tarihli kitabesinde şunlar yazılıdır. “Ehl-i imâne ki farz olmada beş vakit namaz, Mutlaka vaktini bilmek de gerek insane, Biz de bir hayr olarak saye-i sultanide Çalışıp işte getirdik bu yeri meydane Dedi tarihine bir cevher-i yekta Kâmi “Revnak-ârâ bu mahal içre muvakkithane-1315”.
Yapı günümüzde hayli kötü bir durumdadır. İki katlı olduğu anlaşılan
muvakkithanenin üzerine bir kat daha çıkılarak konut haline getirilmiş ve cami
görevlilerine tahsis edilmiştir. Muvakkithane kısmı da banyo ve WC olarak
kullanılmaktadır. Bu büyük tahribat sırasında kitabenin sıvanan cephe üzerinde yeniden
yerleştirilmiş olması ancak bir tesellidir.309 (Bk. Figure 2).
6.2.3. ATİK VALİDE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Üsküdar'ın yüksek bir tepesi üzerine Sultan II. Selim'in eşi Nurbânu Valide Sultan
(1525–1587) tarafından 1570–1583 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılmış olan
308 Eminönü Camileri, s. 20-24. 309 Zeliha Kumbasar, Osmanlı Dönemi İstanbul Muvakkithaneleri, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008, s. 153-156.
94
cami tam bir külliye halindedir. Nurbanu Sultan Valide-i Atik Camii olarak da bilinir.
Caminin mihrab tarafındaki avlusunun giriş kapısının solunda güzel bir muvakkithanesi
vardır.
Cami avlusunun kıble yönündeki kapının solunda, avlunun güneydoğu köşesinde
bulunan muvakkithane iki odadan ibarettir. Günümüzde toplantı salonu ve kütüphane
gibi farklı maksatlarla kullanılmaktadır. Sokağa iki pencereyle açılan köşedeki bu oda,
aletlerin ve saatlerin bulunduğu esas muvakkithane kısmıdır. Burada mermer kaideler
üzerinde üç adet saat olduğu ve bu saatlerin daha sonra camiye kaldırıldığı
bilinmektedir.310 Muvakkithanedeki diğer oda ise muvakkide tahsis edilmiş olmalıdır.
Külliyenin güneydoğu köşesinde bulunan yapı, kesme taştan inşa edilmiştir ve
üstü kiremitle örtülüdür. Onarımdan geçen ve neredeyse dış cephesi hariç bütün orijinal
mimari özelliklerini kaybeden külliyede muvakkithanenin konumlanış biçimi, çevreden
geçenlerin büyük pencereler sayesinde içerideki saatleri görebilmelerine imkân
sağlayacak şekildedir. Yapının özgün kapısı yeni eklenen bölüm içerisinde kalmıştır.
Muvakkithane iki pencere ile avluya, birer pencere ile de köşelerinde yer aldığı
sokaklara bakmaktadır. Hayli sade bir tarzda inşa edilen binanın güneydoğu köşesindeki
başlıklı ve kaideli bir sütun, süsleme elemanı olarak kullanılmıştır. Mimari özellikleri
bakımından muvakkithanenin sonradan (muhtemelen on dokuzuncu yüzyılda) külliyeye
ilave edildiği anlaşılmaktadır.311
Muvakkithanenin izine Nurbanu Valide Sultan’ın 1582 tarihinde tesis ettiği
vakfiyede de rastlamak mümkündür. Vakfiyeye göre, namaz vakitlerini hesaplayıp,
müezzine bildirmek üzere buraya bir muvakkit tayin edileceği ve kendisine günde 7
dirhem ödeneceği yazılıdır.312
Camide, batı tarafındaki dış avlu duvarının yola bakan kısmında çizilmiş olan
üçgen türden bir de güneş saati bulunmaktadır. Ancak saatten bugüne çok az bir şey
kalmıştır. Yakın zamanda yapılan bir restorasyonda saatin çizildiği taşlar değiştirildiği
için çizgilerin büyük bir kısmı tamamen kaybolmuş ve geriye sadece “asr” çizgisini
belirleyen yazının baş tarafı ile birkaç çizgi kalmıştır. (Bk. Figure 3).
310 A. Süheyl Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1975, 236. 311 Kumbasar, a.g.t., s. 60-62.
95
6.2.4. AYASOFYA MUVAKKİTHANESİ
Ayasofya Muvakkithanesi, Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından İtalyan
asıllı meşhur Mimar Fossati (1822-1891) ve kardeşlerine 1849 yılında yaptırılmıştır.313
Muvakkithane, Ayasofya Müzesi’nin girişinin sağında, Sultanahmed Meydanı’na bakan
tarafında bulunmaktadır.314
Sultan I. Mahmud 1739 yılında binaya bitişik olan ve içinde otuz bin kitap
bulunan kütüphaneyi, 1740 yılında on sekizinci yüzyıl Türk Mimarisinin en güzel bir
örneği olan şadırvanı ve 1742 yılında da muvakkithane ve sıbyan mektebini yaptırdı”315
Bu muvakkithane muhtemelen zamanla harab olmuş ve yerine yenisi yapılmıştır.
Muvakkithane ile ilgili Semavi Eyice’nin değerlendirmeleri şu şekildedir:
“Günümüzde görülen müstakil yapı Sultan Abdülmecid zamanında, Ayasofya'nın
Fossati kardeşler tarafından 1846-1849 yıllarındaki büyük tamiri bittikten birkaç yıl
sonra inşa edilmiştir. Bu hususta 27 Safer 1270 (29 Kasım 1853) tarihli bir belge316
Ayasofya-yı Kebîr Camii'nin Şekerci Kapısı bitişiğindeki muvakkithanenin müteahhit
Mısırlı Yani Kalfa nezâretinde yapıldığını ve inşa için harcanan parayı bildirmektedir.
Süheyl Ünver bir yazısında, kaynağını belirtmeksizin, Sultan Abdülmecid'in Ayasofya
Muvakkithanesi'nde iftar yaptığını kaydeder. Fossati'lerin, şimdi Güney İsviçre'nin
Bellinzona şehri arşivinde muhafaza edilen evrakı arasında, bu muvakkithanenin "Vakit
Odası" kaydı ile projeleri bulunmaktadır. Fakat bu projeler bugün mevcut bina ile
karşılaştırıldığında arada farklılıklar olduğu dikkati çeker. Cadde cephesinde pencere
kemerleri arasındaki madalyonlar, kemer başlangıcı hizasındaki silme, saçak kenarında
sıralanan tomurcuklar, kubbe kasnağındaki saat ile yuvarlak pencereler ve nihayet
kubbenin tepesindeki çıkıntı binada mevcut değildir. Böylece muvakkithanenin
Fossati'nin çizimine göre daha sade ve gösterişsiz bir biçimde inşa edildiği
anlaşılmaktadır. Ayasofya Muvakkithanesi, meydandan şadırvan avlusuna geçit veren
yan kapının hemen iç tarafında olup cephesi yaya kaldırımı üstündedir. Kare planlı olan
312 www.sadibayram.com 313 Kumbasar, a.g.t., s. 122. 314 Kumbasar, a.g.t., s. 122-125; S. Dayıoğlu, “İstanbul Muvakkithaneleri”, İstanbul Dergisi, 13, s.
33-39. 315 Eminönü Camileri, haz. M. Doğru, Y. Kanar, S. Mollaibrahimoğlu, M. A. Arslan ve K. Kızgın,
Istanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, Eminönü Şubesi, 1987, s. 27. 316 BOA, Meclis-i Vâlâ, nr. 13152.
96
bu kâgir yapının cami tarafında bir kapısı vardır. Diğer üç cephede ise demir
parmaklıklı üçer pencere içeriyi aydınlatır. Ortada bir daire halinde sekiz sütun sıralanır.
Bunların üstünde, sekizgen biçimli kasnağında dört pencere bulunan bir kubbe yükselir.
Kubbe ve etrafındaki dehlizin çatısı kurşun kaplıdır. Tam ortada, profilli bir mermer
ayaküstünde, son yıllarda kırılmış olan yekpare kalın mermerden yuvarlak bir masa
bulunmaktaydı. Ayasofya Camii müzeye dönüştürüldüğünde muvakkithanenin içindeki
yazı levhaları ile bazıları çok değerli olan saatler de dağıtılmıştır. Muvakkithane
müzenin bürosu haline getirildiği sırada içine mimari ifadeyi bozan bazı bölümler
yapılmıştır. Ayasofya Muvakkithanesi, bu çeşit yapıların içinde en gösterişli olanlardan
biridir.”317
Muvakkithanede görev yapmış olan sadece iki muvakkidin ismi bilinmektedir.
Bunlardan 1489-1491 tarihli muhasebe defterinde ismi geçen Muvakkit Alâeddin’in
günlük 13 akça aldığı işaret edilmektedir.318 Bu kayıt Ayasofya’da çok eski tarihlerden
beri muvakkit olduğuna işaret etmektedir. Ancak muvakkithane olup olmadığı
hususunda bilgi bulunmaz. Diğer muvakkit ise Hacı Yusuf Efendi’dir.319
Ayasofya’da yapanı belli olmayan ve on altıncı yüzyıla tarihlenen bir güneş saati
bulunmaktadır.320 Muvakkithane içinde de çok kıymetli mekanik saatler yer almaktaydı.
Ancak bugün bunlar yerinde değildir. Süheyl Ünver bunlardan Londra yapımı iki
tanesinin 1975 yılında Ayasofya Müzesi’ne konulduğunu ifade eder.321 Ahmet
Akgündüz de I. Mahmud Kütüphanesi’nde bulunan saatlerin buraya ait olduğunu
belirtir.322 (Bk. Figure 4-7).
6.2.5. BALA SÜLEYMAN AĞA MESCİDİ MUVAKKİTHANESİ
317 Semavi Eyice, “Ayasofya Muvakkithanesi”, DİA, IV, 206-212, İstanbul 1991. Ayrıca bk. A.
Süheyl Ünver, "Osmanlı Türkleri İlmi Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları, 1971-1972, Ankara 1975, V, 236; Azade Akar. "Ayasofya'da Bulunan Türk Eserleri ve Süslemelerine Dair Bir Araştırma", Vakıflar Dergisi, IX (197.1), s. 286-287; Semavi Eyice, "Ayasofya Horologion'u ve Muvakkithanesi", Ayasofya Müzesi Yıllığı, IX (1983) s. 15-24.
318 A. Akgündüz, S. Öztürk, Y. Baş, Kiliseden Müzeye Ayasofya Camii, İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı, 2006.
319 Kumbasar, a.g.t., s. 122-125. 320 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri. 321 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 236. 322 Akgündüz, a.g.e.
97
Silivrikapı’da Bala Süleyman Ağa Mescidi’nde sebil, çeşme ve muvakkithaneden
meydana gelen üçlü bina topluluğunda bulunmaktadır. Caminin bânisi Topçubaşı Bâlâ
Süleyman Ağa’dır (ö. 1460'tan sonra). Süleyman Ağa’nın hayatı hakkında bilgi yoktur.
İstanbul muhasarasına katılan topçu birliklerinden birisine kumanda ettiği bilinmektedir.
Muhtemelen daha sonra topçubaşı olmuştur. Süleyman Ağa Silivrikapı semtinde kendi
adına yaptırdığı bu mescid dört duvarlı ve ahşap çatılıdır. Bunun yanına bir de tekke
yaptırmıştır. Kabri mescidinin yanı başında bulunan türbededir. Mescidin yanındaki
muvakkithane ise Sultan Abdülmecid’in hanımlarından Perestû Hatun tarafından 1891
yılında inşa ettirilmiştir.323
Solda sebil, ortada abidevî bir çeşme ve sağda muvakkithaneden oluşan üçlü yapı
topluluğu hayli dekoratif bir tarzda inşa edilmiştir. Bütün yapıyı boydan boya bir kitabe
dolaşır. Cephe düzeni ve dış görünüm olarak sebil ve muvakkithaneyi bir birinden ayırd
etmek adeta mümkün değildir. Dikdörtgen planlı yapılarda ön cephe üçlü olarak dışarı
taşırılmıştır. Üç pencere açıklığı, yuvarlak kemer hissi veren mermer yekpare lentoların
dört adet sütun tarafından taşınmasıyla sağlanmıştır. Kemre taştan inşa edilen yapıda
cephe tamamen mermer, pencereler demir şebekelidir. Üçlü yapının çatısı geniş saçaklı
kırma çatıyla örülmüştür.324
Kitabesinin bir beyti şu şekildedir:
“..Sebil ile muvakkithane zeyn etmiş cenâheynin
Bu himmet eylemez mi, zül-cenâheyn olduğun imâ..”325 (Bk. Figure 8).
6.2.6. BEYKOZ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Muvakkithane, Beykoz’da İskele Meydanından Beykoz Camii’ne girişte sağda,
caminin kuzeyinde bulunmaktadır. Banisi III. Selim dönemi devlet adamlarından
Hüseyin Ağa’dır. Külliye 1809 yılında inşa edilmiş muvakkithane ise 1857 yılında ilave
olarak binaya katılmıştır. Caminin avlusu içinde yer alan bina altı kenarlı mustakil bir
yapıdır. Tek bir odadan ibaret olan yapının kare olan plan şeması meydana bakan kuzey
323 Hadika I, 58; SO, IV, 781; E. H. Ayverdi, Fatih Devri Mimarisi, İst., 1953, s. 12-14; M.
Hattatoğlu, "İstanbul Silivrikapı'da Topçubaşı Balâ Süleyman Ağa Mimari Manzûmesi", VD, IV (1958), s. 183-191; Fatih Mehmed II Vakfiyeleri, Ank., 1938, s. 318.
324 Kumbasar, a.g.t., s. 149-151. 325 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 237.
98
yönünde üç adet kenarla dışarı taşırılmış ve böylece altı kenar elde edilmiştir. Bu üçlü
cephede üç adet büyük boyutta yuvarlak kemerli demir şebekeli pencereler vardır.
Yapıya giriş cami girişine bakan yöndeki kapıdandır. Yapının üzerindeki kubbe kurşun
ile kaplanmıştır. Giriş kapısının üzerindeki kitabede “Eser-i el-Hâc Hüseyin Ağa”
ibaresi ve 1274 (1857) tarihi okunmaktadır.
Uzun bir süre bir partinin toplantı odası, daha sonra Beykoz muhtarlığı olarak
kullanılan yapı günümüzde Beykoz Müftülüğü Dini Danışma Bürosu olarak
kullanılmaktadır. Çok yakın tarihte tamir gören ve yenilenen muvakkithane oldukça
bakımlı ve iyi bir haldedir.326 (Bk. Figure 9-10).
6.2.7. BEYLERBEYİ CAMİİ
Sultan I. Abdülhamid (1774–1789) tarafından 1778 yılında inşa ettirilen camiye
1810–1 yılında Sultan II. Mahmud tarafından bazı ilaveler yapılmıştır. Bunlardan birisi
de muvakkithanedir. Yapının dört cepheli çeşmesi ve muvakkithanesi de bu dönemde
eklenmiştir. 327
Çeşme için deniz kıyısı tercih edilirken muvakkithane külliyenin güney-batısına
gelecek şekilde içeriye doğru yerleştirilmiştir. İki katlı yapı farklı mimari biçimiyle
dikkat çeker. Yarım daire ve dikdörtgen şemanın birleşimi olan planda alt kat
muvakkithane üst kat da sıbyan mektebi olarak hizmet vermiştir.328 Geniş ve dikdörtgen
pencereleriyle dışa açılan yarım daire saatlerin bulunduğu, dikdörtgen kısım ise
muvakkidin çalışma ofisi olarak kullandığı alan olmalıdır. Zemin kat ile birinci kat
arasında dolaşan silmenin altında muvakkithanenin yapıldığı tarihi ihtiva eden bir kitabe
yer almaktadır:
Kevakible müzeyyen etti İzzet burcu tarihin
Muvakkitle hem resmi sipihr oldu zemin üzre.329
Barok tarzındaki külliyeye yaklaşık otuz sene sonra ilave edilen iki katlı yapının
zemin katı muvakkithane üst katı ise sıbyan mektebi olarak tasarlanmıştır. Binanın U
326 Kumbasar, a.g.t., s. 141-144. 327 Selçuk Batur, “Beylerbeyi Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, II, 203. 328 Server Dayıoğlu, “İstanbul’un Muvakktihaneleri”, İstanbul, 13 (1995), 37. 329 Keçecizâde İzzet Molla’nın tertiplediği bu tarih kitabesi astronomiye ait terimlerle hazırlanmıştır.
Ünver, Muvakkithaneler, 238.
99
şeklindeki planı, yarım daire ve dikdörtgen şemanın birleşimidir. Benzerine pek
rastlanmayan bu plan tipinde dışarıya altı adet pencereyle açılan dairesel oda saatlerin
bulunduğu, dikdörtgen şemaya sahip kısım ise muvakkite ait çalışma yeri olarak
kullanıldığı bölümdür. Binanın cephesi mermer kaplamadır. Pencereler iki kat boyunca
sık aralıklarla yerleştirilmiştir. Geniş ve dikdörtgen pencerelerin aralarında yarım
payeler bulunmaktadır. Zemin kat ile birinci kat arasında yine mermer bir silme dolaşır.
Silmenin altındaki bütün bir yapıyı boyunca devam eder hat yazısı da cephe süslemesi
olarak göze çarpmaktadır. Yapının çatı saçakları hayli geniştir ve barok tarzı kalem
işlemelerle tezyin edilmiştir. Muvakkithanenin Sultan I. Abdülhamid’in ruhu için oğlu
tarafından yaptırılmış olması bilgisi dikkat çeker.330
Camide ayrıca bir de güneş saati bulunmaktadır. Caminin kıble duvarının taşlarına
kazınan dikey türdeki güneş saati fazla teferruatlı olmayıp üçgen şeklindeki saatler
grubundandır. Güneş saati, halen üzerinde bulunmayan mil deliğinin hemen yanındaki
içbükey kış gündönümü ve sağ taraftaki daha uzun ve derin kavisli dışbükey yaz
gündönümü eğrisi arasındaki paralel çizgilerden meydana gelmektedir. Ayrıca, saat
başlarını ve on beşer dakikalık zaman dilimlerini gösteren bu çizgileri, ortada çapraz
olarak kesen bahar ve güz dönümlerine ait düz bir çizgi daha vardır. Milin biraz solunda
aşağı doğru dik olarak inen öğle çizgisi ile onun sağında yere paralel olarak uzanan ufuk
hattını en sağda çapraz olarak birleştiren düz bir çizgi vardır. On beşer dakikalık zaman
dilimlerini gösteren çizgiler yaz-gündönümü eğrisine kadar ulaştığı halde 5–12
saatlerini gösteren saat çizgilerinin bu çapraz çizgiye kadar ulaştığı görülmektedir.
İkindi vaktini gösteren “asr” çizgisi bu saatte de bulunur. Yaz-gündönümü çizgisi
üzerinde saat 8.40’da başlayıp kış-gündönümü çizgisi üzerinde saat 9.45 noktasında
sona eren ve ‘asr’ yazısı ile takdim edilen eğri, ikindi vaktini gösterir. Saatin üzerinde
herhangi bir kitabe bulunmaz.331 (Bk. Figure 11).
6.2.8. CAFERAĞA CAMİİ
Caferağa Camii, Kadıköy'de Moda Caddesi’nin başındaki duvarları kâgir, çatısı
ahşap, minaresi çimento sıvalı bir camiidir. Darüssaade Ağa’sı Cafer Ağa tarafından
yaptırılmıştır. 1900 yılında Vakıflar tarafından yenilenmiştir. Cafer Ağa’nın mezarı
330 Kumbasar, a.g.t., s. 76-79. 331 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 96–97.
100
camiinin haziresindedir. Cami’nin iskele tarafındaki girişinde kâgir duvarlı odalardan
birinin muvakkithane olduğunu Süheyl Ünver ifade eder. Bina Kadıköy müftülüğü
tarafından kullanılmaktadır.332
6.2.9. DOLMABAHÇE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Dolmabahçe Camii, Bezmiâlem Valide Sultan’ın emriyle yapımına başlanmış,
onun 1853 yılında vefatı üzerine oğlu Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından
tamamlanmıştır. Bezmiâlem Valide Sultan Camii, Dolmabahçe Sarayı'nın Saat Kulesi
yönündeki avlu kapısının tam karşısına düştüğü İçin yapıldığı günden beri Dolmabahçe
Camii adıyla anılmış ve literatüre de bu şekilde geçmiştir. Dolmabahçe Camii, Nikogos
Balyan tarafından inşa edilmiştir. Deniz kenarında bir avlu ortasında yapılmış olan
camide ana hacim kubbe ile örtülmüş bir mekândan ibarettir. Dolmabahçe Meydanı'nın
açılması sırasında avlu çevre duvarı ile cümle kapıları ve bazı birimleri ortadan kalkan
caminin, önündeki Hünkâr Kasrı İle birlikte sergilediği bugünkü durum orijinal
görünümünü yansıtmamaktadır. Caminin ampir üslûptaki sekizgen planlı ve kubbeli
muvakkithanesi ise 1956 yılındaki meydan düzenleme çalışmaları esnasında cadde
üzerinden kaldırılarak deniz tarafındaki halen bulunduğu yere nakledilmiştir.333
Emsalleri arasında en fazla süslemeli ve adeta dekoratif bir öğe gibi tasarlanmış
hayli güzel bir yapı olan muvakkithane sekizgen planlıdır. Yuvarlak kemerli büyük
boyuttaki pencereler giriş hariç her cephede birer tane olmak üzere toplam yedi adettir.
Yuvarlak kemerle giriş kapısının üzerinde de aynı süsleme programıyla devam
etmektedir. Pencere üzerlerindeki yoğun natüralist bezemeli kısımdan sonra yaklaşık 25
cm dışarı taşan bir silme ile bütün yapıyı çevreler. Muvakkithanenin üzeri kubbeyle
örtülüdür. Kubbenin aleminde Sultan Abdülmecid döneminde çok sık kullanılan sekiz
köşeli yıldız ve hilal dikkat çeker.334
Meydan çalışmalarının yapıldığı 1956 yılında, deniz kenarına taşınırken
muvakkithanenin mimari özelliklerini korunmuştur. Günümüzde sahil kenarını süsleyen
332 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 239. 333 Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1965, II, 20; M. Orhan Bayrak. Türkiye Tarihî Yerler
Kılavuzu, İstanbul 1979, s. 284-285; Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İstanbul 1981, s. 62-64; Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, s. 447-449; R. Ekrem Koçu. "Nusretiye ve Dolmabahçe Camileri", Hayat Tarih Mecmuası, sy. 7, İstanbul 1966, s. 43-48; Erdem Yücel. "Dolmabahçe Camii", İstanbul Ansiklopedisi, IX, 4671-4674.
101
yapı, güzel iç dekorasyonuyla da cami görevlileri tarafından kullanılmaktadır. Bina
yakın zamanlara kadar deniz kuvvetleri bünyesinde boğaz geçişlerini kontrol amaçlı
olarak kullanılmıştır. (Bk. Figure 12-13).
6.2.10. EMİRGAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Emirgan Camii: Boğaziçi’nde Emirgan semtindedir. Sultan Birinci Abdülhamid
Han tarafından 1782’de yaptırılmıştır. Caminin yanında Hünkar Dairesi bulunmaktadır.
Köşesindeki muvakkithane, Sultan Abdülmecid Han tarafından 1844 yılında
yaptırılmıştır.
Camiden yaklaşık yetmiş sene sonra inşa edilen muvakkithane ampir üsluptadır.
Kesme taştan yamuk planlı yapıya cami tarafındaki cepheden düz lentolu bir kapı ile
girilmektedir. İki adet yola bakan demir şebekeli büyük penceresi vardır. Cephenin üst
kısımları kademeli silmeler ve kornişle hareketlendirilmiştir. Caddeye çapraz bakan
cephenin üzerinde daha önceden bir saatin bulunduğu bugün boş bulunan yuvadan
anlaşılmaktadır.
Muvakkithanenin üzerinde enfes bir kitabe bulunmaktadır. Ortasında banisi Sultan
Abdülmecid’in tuğrası bulunan kitabede şu satırlar yazılıdır.
“Demâdem mihr-i şevket-i hazret-i Abdülmecid Hân’ın Nümâyân irtifa-ı nûr-ı şânı evc-i âlâda Felekler olalı âlât-ı çerh-i saat âleme Eder ilan zama-ı tûl-i adlin mülk-i dünyada Muaddeldir nehâr-i ahdini hurşid-i ikbâli Olup çün subh-i rûşen nur-i hükmü cümle ülkâda Bu mevkide muvakkithane tarhın edicek ferman Olundu es’ad-ı saatte himmet va’z-ı bünyâda Cihana tâ ola saat dakika saniye bari Ede her anını merhun fevz-i yümn ü es’ada Münebbihtir ez’an nazma ziver cevherin tarih Yapıldı bu muvakkithane-i zîbâ nezd-i deryâda -1260”.
1847 tarihli bir belgeye göre burada Muvakkitlik yapan Aziz Efendi’nin aylığı
altmış kuruştur.335 Yine Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin oğlu Mustafa Selim
de burada muvakkitlik yapmıştır.
334 Kumbasar, a.g.t., s. 136. 335 BOA, İrade-Dahiliye, nr. 8268.
102
Günümüzde muvakkithane ile cami arasında, bir yol bir de çınaraltı çay bahçesi
bulunmaktadır. Muvakkithane de bu çay bahçesine ait çay ocağı olarak
kullanılmaktadır. Daha önceleri de Emirgan Spor Kulübü binası olarak kullanılmıştır.
Yapının tarihi değerlerine dikkat edilmeden kullanılıyor olması kaygı vericidir. (Bk.
Figure 14).
6.2.11. EYÜP SULTAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Eyüp Sultan Camii, Fatih Sultan Mehmed Han’ın emriyle 1453-1459 yılları
arasında Eshab-ı kiramdan Ebû Eyyûb el-Ensari’nin kabr-i şerifinin yanında
yaptırılmıştır. Külliye, cami, türbe, medrese, imaret ve çifte hamamdan meydana
gelmektedir. Cami dikdörtgen planda, mihrabı çıkıntılıdır. Merkez kubbe altı sütun ve
iki filayağına müstenit kemerlere yaslanır, etrafında yarım kubbe, ortasında Eyüp Sultan
türbesi, sandukasının ayakucunda bir pınar, avlu ortasında asırlık bir çınar
bulunmaktadır. Bina yapıldıktan sonra çeşitli defalar tamir görmüştür.
Muvakkithane ise cami avlusuna kıble tarafından girişte solda bulunmaktadır.
Bina Sultan III. Selim (1789-1807) tarafından 1800 yılında inşa edilmiştir.
Muvakkithane binası üçgene yakın plan şemasına sahip küçük bir odadan ibarettir.
Eyüp Meydanı’na bakan cephesi üçlü olarak dışarı taşırılmıştır. Bu üçlü cephede yaygın
olduğu üzere üç adet demir şebekeli pencere vardır. Başka penceresi bulunmayan
muvakkithanenin giriş kapısı avludandır. kesme taştan yapılmış olan bu odanın avlu
tarafındaki bütün cephe mermer kaplıdır. Meydana bakan tarafta ise pencere kısımları
mermer kaplıdır. Pencerelerin üst kısımlarındaki mermer kaplı kemerlerden sonra
kesme taş devam eden cephe, saçaksız üzeri küçük bir kubbeyle örtülü eğik çatıyla son
bulur. İç mekânda büyük ihtimalle saatlerin ayarlarının bozulmadan durabilmeleri için
düz zemin temin etmek maksadıyla açılan 30-40 cm genişliğindeki niş dikkat çeker. 336
Muvakkithanede bulunan kitabeyi ve içinde tarih düşürülmüş olan beyti
Enderunlu Vasıf yazmıştır. Kitabede şunlar yazılıdır.
“Yaptı zibara muvakkit odasın Sultan Selim”.
Avluya açılan muvakkithane kapısı üzerinde de “selâmün hiye hattâ matla’ il-fecr”
ayeti bulunur.
336 Kumbasar, a.g.t., s. 70.
103
Burada uzun süre muvakkitlik yapan Ressam Ahmed Ziya Akbulut zamanında
muvakkithane hayli meşhur olmuştur. Bina halen diyanet işleri tarafından kitap satış
bürosu olarak kullanılmaktadır. (Bk. Figure 15).
6.2.12. GALATA MEVLEVİHANESİ MUVAKKİTHANESİ
Galata Mevlevihanesi Beyoğlu'nda Tünel tarafında Galip Dede Caddesi'nin
başında bulunmaktadır. Esas ismi Kulekapı Mevlevihanesi olan Galata Mevlevihanesi,
İstanbul’un fethinden sonra 1491 yılında Osmanlı’nın yeni başkentinde kurulan ikinci
mevlevi tekkesidir. Theophile Gautier, Enmondo de Amicis gibi meşhur Batılı İstanbul
gezginlerinin “Beyoğlu Mevlevihanesi”, “Kulekapı Mevlevihanesi” olarak sözünü ettiği
mevlevihanenin bulunduğu yerde daha önce Bizans’ın St. Theodore Manastırı vardı.
Ağaçlarla kaplı bu ıssız yeri, Sultan II. Beyazıt bostancıbaşılık ve beylerbeylik yapan
İskender Paşa'ya verir, o da burada bir av çiftliği kurar. Mevlâna'nın torunlarından
Semaî Mehmet Dede, paşadan arazisinin bir bölümünü Mevlevi dergâhı yapmak üzere
ister. İskender Paşa da bu dileği kabul eder ve 1491'de Galata Mevlevihanesi'nin
yapımına başlanır. Galata Mevlevihanesi, kuruluşundan kısa bir süre sonra halveti
zaviyesine dönüşür; on yedinci yüzyıl başlarında Kasımpaşa Mevlevihanesi'nin
kurucusu Sırrı Abdi Dede'nin çabalarıyla yeniden mevlevihane haline getirilir.
Mevlevihane 27 Aralık 1975 tarihinde halkın ziyaretine açılmıştır. Divan Edebiyatı
Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Mevlevihane’nin muvakkithanesi Galip Dede Caddesi üzerinde, Mevlevihane’ye
girişin sağında bulunmakta olup 1818 yılında inşa edilmiştir. Binanın banisi II. Mahmud
devrinde devlet kâhyası olarak şöhret bulan Kethüda Halet Said Efendi’dir (ö. 1823).
Beyoğlu semtinin rağbet görmeye başladığı bir dönemde inşa edilen bu
muvakkithane, yol kenarında konumlanarak, gelip-geçenlerin içeriyi görebileceği büyük
pencereleriyle bir asırdan fazla faaliyette bulunmuştur. İki katlı olarak inşa edilen
yapının üst katı kütüphane, alt kat sebil ve muvakkithane olarak kullanılmıştır. Mermer
kaplı cephede pencereler demir şebekelidir ve hem saatlerin görünmesini hem de şerbet
ve su dağıtımını sağlayacak genişliktedir. Muvakkithanenin içindeki mermer tabla
büyük ihtimalle dönemin hassas mekanik saatlerinin ayarlarının bozulmaması için
gerekli olan düz ve sert zemini sağlayabilmek için düşünülmüştür. Bir ara polis
104
karakolu olarak hizmet veren bina halen hediyelik eşya satan bir dükkân olarak
faaliyette bulunmaktadır.337 (Bk. Figure 16).
6.2.13. HUMBARAHANE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Humbarahane Camii, Beyoğlu ilçesine bağlı Hasköy'ün Halıcıoğlu semtinde
bulunan kışlanın içerisinde yer almaktadır. Kışla, III. Selim tarafından 1206 (1792)
yılında, avlusunun ortasında yer alan cami ise annesi ve III. Mustafa'nın başkadını
Mihrişah Valide Sultan tarafından 1208'de (1794) inşa ettirilmiştir. Caminin doğusunda
eski kışlanın kalıntısı bazı birimler, güneyinde ise bir çeşme ve ihata duvarları yer alır;
kuzeybatı köşesinde de yapıya bitişik bir muvakkithane mevcuttur.
Caminin kuzeybatı köşesinde minare kürsüsünün kuzey tarafına bitişik olarak
yapılan altıgen planlı muvakkithane küçük ve tek katlıdır. Üzeri kurşun kaplı piramidal
bir çatı İle örtülen yapının dört cephesinde üçgen kemerli pencerelere yer verilmiş, giriş
de doğu köşesine açılmıştır. Pencerelerin bu şekli muvakkithanenin Abdülaziz veya II.
Abdülhamid döneminde eklendiğini ya da en azından yenilendiğini gösterir. Yapının
ikinci katı birinci kata nazaran dışa daha çıkıntılı olup kirpi saçaklı bir kırma çatıya
sahiptir. İkinci kat pencereleri birinci katla aynı seviyededir. Yapının üzerin halen
kurşun kaplı kırma çatı ile örtülüdür. Bina bakımsız olup kullanılmamaktadır. Eski bir
fotoğraftan binanın vaktiyle çift katlı olduğu anlaşılmaktadır.338 (Bk. Figure 17-18).
6.2.14. İSKELE (KADIKÖY) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Cami Kadıköy İskelesi yakınındadır. 1761 yılında III. Mustafa’nın yaptırdığı
camiyi, 1859 yılında Abdülmecit onartmıştır. 1975 yılında bir onarım daha geçirmiştir.
Taştan, tek kubbeli bir yapıdır. Kapısında tuğralı, 1859 tarihli tamirat kitabesi vardır.
Muvakkithane caminin avlu girişinde solda, meydana bakan tarafında bulunmaktadır.
Muhtemelen yapı ile birlikte 1761 yılında yapılmıştır. Süheyl Ünver muvakkithaneyi
tarif ederken girişteki kargir duvarlı odalardan biri diye belirtir. Buna göre muhtemelen
girişin solunda bulunan günümüzde cami görevlilerinin kullandığı oda muvakkithane
olmalıdır. Kareye yakın dikdörtgen planlı odanın avlu tarafında iki, meydan ve Yasa
337 Kumbasar, a.g.t., s. 90-93; Ş. B. Tanrıkorur, Türkiye Mevlevihanelerinin Mimari Özellikleri,
Konya Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Anabilim Dalı, neşredilmemiş Doktora tezi. 200.
338 Süleyman Faruk Göncüoğlu, “Humbarahane Kışlası ve Camii”, DİA, Temmuz 1998, XVIII, 353-355; a.mlf., Tarihte Hasköy, Istanbul: Sinpaş Kültür Yayınları, 2005.
105
Caddesine bakan üç adet demir şebekeli penceresi bulunmaktadır. Üzerinde farklı
amaçlı kullanılan bir kat daha bulunan muvakkithaneye giriş avluya bakan kapıdandır.
1921 tarihli bir arşiv kaydında Kadıköy Nüfus İdaresi’nin geçici bir süre buradaki
muvakkithaneyi istihdam ettiğini ifade eder.339 (Bk. Figure 19).
6.2.15. KANDİLLİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Sultan I. Mahmud tarafından 1751 (1165) yılında yaptırılan Kandilli Cami
1916’da Birinci Dünya Savaşı sırasında çıkan yangında ağır hasar görmüştür. Cami gibi
ahşap yapıdaki muvakkithane de bu arada yanmıştır.340 Kaynaklarda Caminin boğaz
yoluna bakan köşesinin iskele tarafında olduğu341 belirtilen muvakkithaneden
günümüzde hiç bir iz kalmamıştır. Cami, 1931’de Vakıflar tarafından yeniden inşa
edilmiştir.342 Muvakkithane içindeki saatlerden biri halen caminin içinde ve çalışır
vaziyettedir. Camide güneş saati bulunmamaktadır.
1927’de kurulan Başmuvakkitlik müessesesinin başına geçen ve ilk başmuvakkit
olan Ahmed Ziya Akbulut’un (1869–1938) bu civarda oturup caminin tekrar inşası ile
ilgilendiği ve yakınlarından birinin burada muvakkit olarak görev yaptığı Ahmed
Süheyl Ünver tarafından belirtilmektedir.343 (Bk. Figure 20).
6.2.16. KANLICA (İSKENDER PAŞA) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Kanlıca Camii olarak da bilinen İskender Paşa Camii, Kanlıca İskelesi’nin
önündeki küçük meydanda bulunmakta olup Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim
dönemlerinin devlet adamlarından, “Magosa Fatihi” olarak tanınan Gazi İskender Paşa
(ö. 1570) tarafından yaptırılmıştır. İskender Paşa’nın 967/ 1559 tarihli vakfiyesi ile
belirtilen bu mescidi, Mimar Sinan’ın tezkirelerinde “Kanlıca’da merhum İskender
Paşa” ve “Camii İskender Paşa der Kanlıca” şeklinde kayıtlıdır. Yapıların tasarımı
Mimar Sinan’a aittir. Zaman içinde çeşitli tamiratlar geçiren külliye 19. yy’ da birtakım
ek binalarla donatılmıştır. Tanzimat dönemi ileri gelenlerinden M. Sadık Rıfat Paşa (ö.
1857) 1849-50 yılında türbeye bitişik bir muvakkithane inşa ettirmiş, aşağı yukarı aynı
339 BOA, DH.MB.HPS, Dosya no. 83, gömlek no 102; Kumbasar, a.g.t., s. 44-47. 340 M. Celalettin Atasoy, Kandilli’de Tarih, İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, 1982, s.
28. 341 Atasoy, a.g.e., 28. 342 Tahsin Öz, İstanbul Camiler II, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1987, s. 35.
106
yıllarda caminin doğu yönüne, zemin katı kahvehane olarak kullanılan fevkani bir
mektep yaptırılmıştır.344
Muvakkithane, camiden dört yüz yıl sonra inşa edilmesine ve ampir üslubunu
yansıtmasına rağmen, mütevazı boyutları ve sade cepheleri ve köşesine iliştirilmiş
olduğu türbe ile yapışık bir halde ahenk içindedir. Sekizgen planlı yapının kâgir
duvarları sıva ile kaplanmış, üzeri basık sekizgen prizma biçiminde bir ahşap çatı ile
örtülmüştür. Dikdörtgen açıklıklı kapısı ile Boğaz tarafına (batıya) açılan üç adet
yuvarlak kemerli penceresi mermer sövelerle kuşatılmıştır.
Kapının üzerindeki kitabe levhasına ta’lik hatla “Eser- i Rıfat Paşa 1266” (1849-
50) ibaresi yazılmıştır. Günümüzde kitaplık olarak kullanılan muvakkithanenin bu yeni
fonksiyonu da Osmanlıca kitabenin altına yerleştirilmiş olan Latin harfli küçük bir
kitabe ile belirtilmiştir. Demir parmaklıklarla donatılmış olan pencerelerin kemerleri,
üzengi hizasında yer alan silmelerle birbirine bağlanmış, kemerlerin kilit taşları çıkıntılı
olarak tasarlanmıştır.
Birinci dünya savaşı sırasında ekmek deposu olarak kullanılan bina halen camiye
ait bir depo olarak kullanılmaktadır.345 (Bk. Figure 21-22).
6.2.17. KASIMPAŞA CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Kasımpaşa Güzelce Cami (Büyük Cami) Kanuni zamanında Güzelce Kasım Paşa
tarafından yaptırılan camii 3.Ahmed devrinde yandığından 1737 yılında Hekimoğlu Ali
Paşa'nın kardeşi Feyzullah Efendi tarafından yeniden inşa ettirilmiştir muvakkithane
caminin mihrap tarafının arkasında bulunmaktadır. Muvakkithanenin tam olarak ne
zaman yapıldığı belli değil ise de on dokuzuncu yüzyıl sonlarına veya yirminci yüzyıl
başlarına tarihlenebilir.
343 Salim Aydüz, "Akbulut, Ahmed Ziya", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi,
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 176-177; Ünver, Muvakkithaneler, 243. 344 Baha Tanman, “İskender Paşa Külliyesi”, D. B. İstanbul Ansiklopedisi, c. IV, İstanbul, 2003, s.
207; İ. Aydın Yüksel, “İskender Paşa’ nın eserleri”, Osmanlı Mimarisinde Kanuni Devri, c. 6, s.İstanbul, 2004, s. 261; Ahmet Nezih Galitekin, Osmanlı Kaynaklarına Göre İstanbul Cami, Tekke, Medrese, Mekteb, Türbe, Hamam, Kütüphane, Matbaa, Mahalle ve Selatin İmaretler, İstanbul, 2003, s. 161; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, c. II, Ankara, 1997, s. 35; Mehmet Ali Yeşilbaş, Bir Beykozlu’ nun Anıları, İstanbul, 2005, s. 16; Serhat Teksari, İstanbul Türbeleri, İstanbul, 2005, s. 103.
345 A. C. Vada, Boğaziçi Konuşuyor ve Kanlıca Tarihçesi, İstanbul: Kitabevi, 2004.
107
Diğer emsallerine göre daha büyük boyutta bir oda olan muvakkithane tek katlı bir
yapıdır. Avluya bakan üç adet, yola bakan dört adet ve kapı yanında da bir adet olmak
üzere toplam sekiz adet büyük boyutta penceresi vardır. Demir şebekeli pencerelerin
üzeri sivri kemerlidir. Kırma çatı örtüsü saçaklarda dışarıya doğru 50 cm kadar
taşmaktadır. Yapının girişinde muvakkithane odasına girmeden önce bir hol
bulunmaktadır. Böylelikle muvakkithaneye iki kapıdan geçilerek ulaşılmaktadır. Bu
küçük hol ayrıca küçük bir odaya da açılmaktadır. Bina halen küçük bir kütüphane ve
cami görevlilerince çalışma ofisi olarak kullanılmaktadır.346 (Bk. Figure 23).
6.2.18. KOCAMUSTAFAPAŞA (SÜMBÜL EFENDİ) CAMİİ
MUVAKKİTHANESİ
Koca Mustafa Paşa Camii (Ayios Andreas en te Krisei Manastırı ya da kısaca
Andreas Manastırı) İstanbul'un Kocamustafapaşa semtinde Doğu Roma döneminden
kalma dinî bir yapıdır. İstanbul'un fethine kadar manastır ve kilise olarak faaliyet
gösteren bina 1486'da camiye dönüştürülmüştür. Üç avlu kapısı, iki giriş kapısı vardır.
Kocamustafa kapısından girişte sağ ve solda hazire ve sağda metruk ahşap ev
bulunmaktadır. Sağda Safiye Sultan türbesi, avluda Sümbülîye tarikatının kurucu şeyhi
Yusuf Sümbül Sinanüddin Efendi'nin (1451-1529) türbesi vardır. Sümbül Efendi türbesi
ile şadırvan arasında korumaya alınmış 500 yıllık selvi ve yanında beyaz mermer
sütundan tarihi çeşme bulunur. Muvakkithane cami avlusuna Şekerci Kapısı denen
girişten girince sağda bulunmaktadır.347 Ancak ne zaman yapıldığı belli değildir. 1847
yılında camiye yapılan ilaveler sırasında yapılmış olması muhtemeldir. Muvakkithaneye
avlu girişinin sağındaki kapıdan sonra içerdeki esas kapıdan girilir. İki adet avlu girişine
bakan iki adet arka bahçeye baklava dilimli geniş şebekeli pencereleri vardır.
Pencerelerin üzeri tuğladan yassı kemerlidir. Yanının örgü sistemi külliyenin kiliseden
yapıldığı 1486 yıllarını çağrıştırmaktadır. Ancak muvakkithanenin 1847 yılında yapıla
yeni ilaveler sırasında inşa edildiğini ileri süren araştırmacılar da vardır. Buna delil
olarak penceredeki şebekeler gösterilebilir. Yapı günümüzde camiye ait depo ve
346 Kumbasar, a.g.t., s. 161-164. 347 http://www.sumbulefendicami.com/
108
muhtelif alet ü edevatın konulduğu bir tesisat odası olarak kullanılmaktadır.348 (Bk.
Figure 24).
6.2.19. LALELİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Laleli Camii 1760-1763 yılları arasında padişah III. Mustafa tarafından bir külliye
olarak inşa ettirilmiş ve bulunduğu semte adını vermiş olan bir camidir. Caminin
mimarı Mehmed Tahir Ağa'dır. Cami adını o zamanlar yakınında bulunan Laleli Baba
türbesinden almıştır.349
Muvakkithane caminin dış avlusunun batısında Sultan III. Mustafa ve III. Selim’in
türbesi ile imaretin ortasında yer almaktadır. Muvakkithanenin yapım tarihine dair
elimizde bilgi yoktur. Ancak külliyenin bir parçası olarak aynı tarihlerde inşa edilmiş
olması kuvvetle muhtemeldir. (Bk. Figure 25-26).
6.2.20. MAHMUDİYE (SULTAN II. MAHMUD) MUVAKKİTHANESİ
28 Haziran 1839'da vefat eden II. Mahmud, Divanyolu üzerinde XIX. yüzyıla ait
mezar külliyesine defnedilmiştir. Türbenin yanı sıra külliyede Sebil ve muvakkithane de
yer alır. Muvakkithane sebilin sol tarafındaki odalardan birisidir. Sultan Abdülmecid
tarafından inşa ettirilmiştir. Külliye ile birlikte Ekim 1840 yılında tamamlanmıştır.
Muvakkithane daire planlı sebilin iki yanında ikiz odalardan biri olarak tasarlanmıştır.
Divanyolu’a bakan cephe mermer kaplamadır. Sebil odaklı inşa edilen bu yapı
topluluğu ampir üslubun en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir. Dikdörtgen
planlı yapıda kısa kenarlarda ikişer adet, türbe tarafına bakan uzun kenarda ise dört adet
büyük pencere bulunmaktadır. Sebilin aksine yuvarlak kemerli pencereler, demir
şebekelerindeki güneş ve yıldız motifleri ile dikkatleri çekmektedir. İç mekânda
saatlerin konulması için kullanılan mermer kaideler halen durmakta olup saatlerin
nerede olduğu belli değildir. Bina Türk Ocağı Vakfı tarafından seminer odası olarak
kullanılmaktadır. Binanın ilk muvakkidi Mevlevî Eflâkî Dede’dir.350 Oğlu Hüseyin Hâkî
348 Kumbasar, a.g.t., s. 114-117; W. Müler-Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası, çev. Ü. Sayın,
İstanbul; Yapı Kredi yayınları, 2001. 349 Eminönü Camileri, s. 125-127. 350 Muvakkit Ahmed Dede’nin şakirdinin saat takdiminden dolayı atıyye-i seniyye itasına dair 30
Şevval 1282 tarihli irade, BOA, İrade-i Dahiliyye, No. 38050.
109
ile birlikte her parçası kendi elinden çıkmış saatler yapmakla meşhurdur. Daha sonra
meşhur saat ustalarından Mehmed Usta’da burada görev yapmıştır.351 (Bk. Figure 27).
6.2.21. MURADİYE (SULTAN V. MURAD) MUVAKKİTHANESİ
Sirkeci Hocapaşa Mahallesi’nde Hüdavendigâr Caddesi ile Muradiye Caddesi’nin
kesiştiği köşedeki Muradiye Sebili’nin yanında bulunmaktadır. Sultan V. Murad
tarafından sebil ile birlikte 1876 yılında inşa edilmiştir. Çokgen planlı bir köşe sebil on
altıncı yüzyılda ilk yapıldığında klasik üslupta olduğu daha sonra 1876 yılında ampir ve
neo-klasik eklektik sivri kemerlerle yeniden inşa edilmiştir. Sebille birlikte tasarlanan
muvakkithaneye sebil tarafındaki kapıdan girilir. Kare planlı bu küçük odada yapında
iki adet yola bakan büyük pencere bulunmaktadır. Sebil gibi mermer malzemeden
yapılan muvakkithanenin pencereleri ve kapısı yuvarlak kemerlidir. Kemerlerin
birleştiği yerden başlayan plastırlar cephene hareket kazandırmaktadır. Yapı Vakıflar
İdaresi’nce kiraya verilmiş olup işyeri olarak kullanılmaktadır.352 (Bk. Figure 28).
6.2.22. NİŞANCI MEHMED PAŞA CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Nişancı Mehmed Paşa Camii, Kumkapı Kadırga'da Türkeli Caddesi üzerinde
bulunan ve Fatih Sultan Mehmed’in son sadrazamı Karamanî Mehmed Paşanın nişancı
iken yaptırdığı küçük camidir. 1475-76 yıllarında yapılmıştır. Zamanla tamamen yıkılan
cami daha sonra yeniden yapılmıştır.353 Sekizgen yapı planına sahip olan muvakkithane
caminin avlu girişinin sağında bulunur. Küçük tek bir odadan ibaret olan
muvakkithanenin iç mekânında muhtemelen saatlerin konulması için düşünülmüş bir niş
bulunmaktadır. İç mekândaki dolapların daha sonradan yapıldığı düşünülebilir. Yapının
dört adet geniş, dört adet kısa olan karşılıklı kenarlarından geniş olanların ikisinde
baklava dilimli demir şebekeleri olan pencereler bulunmaktadır. Bu pencerelerden biri
yola biri de avlu girişine bakmaktadır. Muvakkithaneye giriş ise avluya çapraz bakan
kısa kenardaki demir kapıdan sağlanmaktadır. Perviticht haritalarında muvakkithanenin
avluya bakan sağır duvarının bitişiğinde dikdörtgen bir yapı dikkat çekmektedir. Burası
muvakkide ait bir çalışma yeri ya da caminin diğer müştemilatından olabilir. Süheyl
351 H. Burcu Özgüven, “Mahmud II Türbesi, Sebili, Çeşmesi ve Hazîresi”, DİA, XXVII; Kumbasar,
a.g.t., s. 106-109. 352 Ş. Tali, İstanbul Suriçi Sebilleri, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ensititüsü, Sanat Tarihi
Anabilim dalı, neşredilmemiş yüksek lisans tezi, 2005; Kumbasar, a.g.t., s. 145-148. 353 Eminönü Camileri, s. 151-153.
110
Ünver Bey, 1922 yılında muvakkithane içinde İngiliz yapımı bir saatin varlığından
bahseder. Yapı halen camiye ait eşyaların muhafaza edildiği bir depo olarak
kullanılmakta olup hayli harap bir haldedir.354 (Bk. Figure 29).
6.2.23. NUSRETİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
“Muvakkithane-i münîf” ismiyle de tanınan ve tamamen barok üslûbu ile Kirkor
Amira Balyan (1764-1831) tarafından 1823-1826 yıllarında inşa edilen bu
muvakkithane, tarih boyunca uğradığı çeşitli tahribatlara rağmen hiç şüphesiz
İstanbul’un ayakta kalan en güzel muvakkithanelerinden birisidir. 1956 yılında yol
çalışması sebebiyle yolun karşı yanında kalan muvakkithane, sebil ile birlikte sökülerek
caminin avlusuna Hünkar Kasrı’nın yanına taşınmıştır. Bu binalardan sebil cami
görevlileri için oturma mekânına dönüştürülürken diğeri kaderine terk edilmiştir. Son
yıllarda cami büyük bir tadilattan geçirilmiş ancak ne yazık ki muvakkithane bundan
yararlanamamıştır.
Nusretiye Camii, barok üsluptan ampir üsluba geçişin bir simgesi olarak görülür.
Muvakkithane, sebil ve hünkâr kasrı camiden bir sene kadar sonra eklenmiştir. Hayli
güzel mimari süslemeye sahip olan muvakkithane daireye yakın plan şemasına sahiptir.
Yapıya giriş bitkisel motifli demir şebekelerin pencereler payelerle bir birinden
ayrılmıştır. Pencerelerin üstündeki bezeme kuşağının her cephe biriminde ortada kıvrık
yapraklı bir rozet ve iki yanında perde motifleri yer almaktadır ki bunlar cami girişinde
de kullanılmışlardır. Cami avlusuna bakan cephe sağırdır; pencereler cadde yönüne
bakmaktadır. Dışarı doğru kavislenen her cephe biriminin kesiştiği noktalarda payeler
kullanılmıştır. Yapıya oldukça hareketlilik kazandıran dalgalanmalar çatı saçağının
altındaki boydan boya cepheyi dolaşan kitabede de devam ettirilmiştir. Muvakkithane,
dalgalı saçakları 30-40 cm dışa taşan, kurşun kaplı kubbe ile örtülüdür.355 (Bk. Figure
30).
Meşhur Hattat Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan
Muvakkithanenin kitabenin son kısmında şunlar yazılıdır.
“Lâyıkıyla padişeh şartınca zillullahtır Gün be gün müzdâd ide Allah zıll-i re’fetin
354 Kumbasar, a.g.t., s. 130-133. 355 Kumbasar, a.g.t., s. 94-97.
111
İki tarih-i mücevher arz eder her gün felek Bilse İzzet sana ol mihr-i cihânın himmetin Dâver-i devrân yaptırdı muvakkithaneyi Mülkü ihya etmenin ol şah buldu saatin”. El-Fakîr Yesârizâde Mustafa İzzet gufrâhümâ”.
6.2.24. OSMANAĞA MUVAKKİTHANESİ
Kadıköy Osmanağa Camii, Kadı Mehmet Efendi Mescidi harap olunca yerine 1.
Sultan Ahmet’in Babüssaade Ağası Osman Ağa tarafından 1612 yılında yaptırılmıştır.
Zamanla bu camii de harap olunca, 1811 yılında 2. Sultan Mahmut tarafından
yenilenmiş, fakat 1878’de Kadıköy’de vukua gelen yangın sonunda bu da yanmış, aynı
yılda bugünkü camii inşa edilmiştir. Muvakkithane caminin avlu girişinin sağında
bulunmaktadır. Pek çok defa tamir geçiren cami en son 1963 yılında elden geçmiş ve bu
esnada avlu girişinin solunda bulunan muvakkithane, girişin sağına alınmıştır. Süheyl
Ünver eski muvakkithanenin ahşap olduğundan ve buranın ortadan kaldırılıp sağdaki
kargir binanın yeniden yapıldığını belirtir. Yapı örgü sistemi ve parmaklıklı demir
şebekeli pencereleri gibi mimari özellikleriyle 1600’lü yıllarda yapılmış olabileceği
izlenimini vermektedir. Muvakkithanenin yola bakan iki adet, avlu ve avlu girişine
bakan birer adet olmak üzere toplam dört adet penceresi bulunmaktadır. Pencere
boyutları diğer muvakkithanelere kıyasla biraz küçüktür.
Kitabesinin son mısraında bulunan yazı şu şekildedir. “söz olmaz bu
muvakkithane-i tarp-ı vâlâya”. Caminin iç avlusunun batı duvarında bir adet dörtgen,
bir adet üçgen ve bir adet de ikindi saati olmak üzere toplam üç adet güneş saati
bulunmaktadır. Dörtgen güneş saatine kazınmış ifadelere göre bu saat 1669 yılında
Rıdvan adında biri tarafından yapılmıştır.356 Cami içinde de iki adet mekanik güneş saati
bulunur. Halen cami görevlileri tarafından dinlenme ve çalışma mekânı olarak
kullanılan yapı genel olarak bakımsız durumdadır. Girişe eklenen yeni mimari öğeler
yapının bütünlüğünü ve görünümünü bozmaktadır.357 (Bk. Figure 31).
6.2.25. RAMAZAN EFENDİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
356 Bu zat muhtemelen Eminönü Yenicami’de de bir güneş saati bulunan Rıdvan Efendi El-Felekî’dir
(ö. 1710). Salim Aydüz, "Rıdwan al-Falaki", in Biographical Encyclopaedia of Astronomers, ed. Thomas Hockey, New York: Springer, 2007, II, 970-971; a.mlf., “Rıdvan El-Felekî”, DİA, XXXV, İstanbul 2008, s. 48-49.
357 Kumbasar, a.g.t., s. 157-160.
112
Ramazan Efendi Camii Kocamustafapaşa semtindedir. 1585’te Mimar Sinan
tarafından yapılan cami, tek minareli, kırma çatılıdır. Hüsrev Çelebi Camii,
Bezirgânbaşı Camii adıyla da bilinir. Ramazan Efendi denmesinin sebebi buradaki
tekke şeyhinin adının Ramazan Efendi oluşundandır.
Caminin avlu girişi iki kapıdan, aynı caddedendir. Avluda geniş bir bahçe ve etrafı
duvarla çevrilmiş yaşlı ağaçlar, solda imam odası, sağda şadırvandan ayrı bir abdestlik
ve arka tarafta mezarlık bulunmaktadır. Avluya girişte sağda, çeşmenin yanında
muvakkithane yer alır. Kare ufak bir odadan ibaret olan muvakkithanenin biri yola
diğeri ise avluya bakan iki penceresi vardır. Yola bakan pencere biraz daha korunmuş
olduğundan yuvarlak kemerli olduğu görülmektedir. Avluya bakan pencere ise tamamen
yeni yapım izlenimini vermektedir. Muvakkithaneye giriş bu avlu penceresinin
yanındaki kapıdan sağlanmaktadır. Avlu cihetinden bakıldığında gerek cephe
kaplamaları, gerek kapı ve pencereleri, gerekse de çatı örtüsüyle yapı oldukça niteliksiz
durmaktadır. Yapı günümüzde cami görevlileri tarafından dinlenme ve çalışma yeri
olarak kullanılmaktadır. Genel olarak hayli bakımsız olduğu ve birçok eklemelerle tarihi
değerine saygı gösterilmediği anlaşılmaktadır.358 (Bk. Figure 32).
6.2.26. SELİMİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Külliye, Sultan III. Selim tarafından cami, hamam, okul, muvakkithane, çeşme ve
sebille birlikte, kapı kitabesine göre 1805 (1219) yılında yaptırılmıştır.359 Muvakkithane
avlu kapısının iki yanında yer alan odalardan sağ köşesinde bulunmaktadır. Dikdörtgen
planlı, tonozlu bir odanın avluya bakan bir köşesi yumuşatılarak yuvarlak kemerli bir
pencere açılmıştır. İki yanında ise düz lentolu birer pencere daha bulunur.
Muvakkithanenin külliye dışına bakan yönü sağırdır; pencerelerin tümü sokağa değil,
avlunun içine bakmaktadır. Muvakkithanenin kesme taştan yuvarlak kemerli kapısı
pencerelere göre hayli orantısızdır. Kapının bulunduğu yer hariç, yapı pencere hizasına
kesme taş olup diğer yerleri mermer kaplıdır. Pencere aralarında cepheye hareketsizlik
kazandıran yarım payeler bulunmaktadır. Muvakkithane işlevini yitirdikten sonra
358 http://ramazanefendicamii.com; Kumbasar, a.g.t., s. 56-59. 359 Selçuk Batur, “Selimiye Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, VI, 512.
113
gasilhane yapılmış ve daha sonra Selimiye Kışlasına ait bir depo olarak kullanılmaya
başlanmıştır.360
Yirminci başlarında artık yavaş yavaş işlevini yitiren birçok muvakkithane gibi
burası da başka amaçlarla kullanılmıştır. Önceleri gasilhane olan bu yer, günümüzde
Selimiye kışlasına ait ufak bir depo olarak kullanılmaktadır. Camide güneş saati
bulunmamaktadır. (Bk. Figure 33).
6.2.27. SUADİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Maliye Nazırı Reşat Paşa, genç yaşta ölen karısı Suat hanımın anısına 1907
yılında bu camiyi yaptırmış, camiinin inşaatından sonra bu civara Suadiye denmeye
başlanmıştır. Muvakkithane caminin avlu girişinin solunda bulunmaktadır. Suadiye
Camii avlusunun dört bir yanında küçük, kubbeli yapılar vardır. Bu yapılar
muvakkithane, çeşme, abdeshane ve hela olarak inşa edilmiştir. Bu sekizgen planlı, aynı
ölçülerdeki yapılarda kullanım amacını belirleyen başlıca unsurlardan biri pencere
düzenidir. Muvakkithanenin pencereleri tipik bir özellik olarak büyük boyutta ve çok
sayıdadır. Hayli itinalı bir işçilik gösteren muvakkithaneni yedi adet yuvarlak kemerli
penceresi vardır. Sekizinci açıklık avluya bakan kapı girişi olup, o da yuvarlak
kemerlidir. Tam yola bakan köşedeki cephenin penceresinde kemerli bölümdeki demir
şebekelerde bir saatin konulabileceği şekilde yuvarlak bir boşluk bırakılmıştır.
Pencerelerin iki yanındaki yivli payeler iyoniğe yakın kompozit başlıklarla son bulur.
Her cephede üç konsola dayanan korniş kısmı neo-klasik üsluptadır. Yapı kurşun kaplı
kubbe ile örtülüdür. Tespit edilebildiği kadarıyla en yeni tarihli muvakkithane binası
olan bu yapı camiye ait bir depo olarak kullanılmaktadır.361 (Bk. Figure 34-35).
6.2.28. SULTANAHMED CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Muvakkithane Sultan I. Ahmed’in türbesinin önünde, Sultanahmed Meydanı’na
bakan köşede bulunmaktadır. 1616 yılında tamamlanan külliyeye daha sonra eklenen
muvakkithane 1828 yılı ramazan ayında açılmıştır.
Sultanahmed külliyesi cami, hünkar kasrı, imam odaları, türbe, medrese,
darulkurra, sıbyan mektebi, daruşşifa, imaret, arasta, hamam ve günümüze sadece üç
360 Kumbasar, a.g.t., s. 76-79. 361 Kumbasar, a.g.t., s. 165-168.
114
tanesi ulaşabilen dört adet sebilden meydana gelmektedir. Topkapı Sarayı Arşivi’nde
bulunan bir belge sebillerden birisinin muvakkithaneye tahvil edilmesine işaret
etmektedir. Muvakkithanenin Sultanahmed Meydanı’na bakan yönündeki kaldırımda
eski sebile ait mermer kemerli pencere lentonları yerleştirilmiştir. Melling’in yaptığı bir
gravürde de muvakkithane yerinde bulunan söz konusu sebil görülmektedir.
Dış cephesi mermer kaplamalı olan muvakkithane binasına Sultan Ahmed
türbesinin girişinin sağındaki kapıdan girilir. Yola bakan cephelerinde üçer adet büyük
boyutta ve demir şebekeli pencereleri bulunan muvakkithane erken ampir üslubundadır.
Pencereler arasında bulunan plastırlar ve saçak kısmındaki kademeli taştan oluşan silme
cepheye hareket kazandırmaktadır. Külliyeye ait 1613 tarihli vakfiye kaydında
muvakkit için “evkât-ı ezana âlim ve saat-i mikatta câzim bir muvakkit” ifadeleri yer
almaktadır.
Sultanahmed Camii’nde üç adet güneş saati bulunmaktadır. Şamlı Hüseyin
tarafından hangi tarihte yapıldığı bilinmeyen dairevi türden bir güneş saati caminin iç
avlusunda kıble yönünün tam tersindeki sütunlar üzerindeki kemerlerden ikisinin
ortasında bulunur. Bunun yanı sıra yine avluda iki adet üçgen türden güneş saati
bulunur. Yapımcıları belli değildir. Muvakkithaneye ait üç saat halen vakıflara ait
depolarda muhafaza edilmektedir. Muvakkithane günümüzde Müzeler Müdürlüğüne ait
bir birim olarak hizmet görmektedir.362 (Bk. Figure 36).
6.2.29. ŞEHZADE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Şehzade Camii (Şehzade Mehmet Camii ya da Şehzadebaşı Camii olarak da
bilinir), Şehzadebaşı semtinde Mimar Sinan 1543-1548 yılları arasında tarafından
yapılmış olan cami, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Saruhan valisi iken 1543'de 22
yaşında ölen oğlu Şehzade Mehmet adına yaptırılmıştır. 18,42 metrelik kubbesi 4 büyük
yarım kubbeye yaslanır. Şadırvan avlusu 12 sütunda 16 kubbelidir. İkişer şerefeli çift
minaresi vardır. İmaret ve medrese, tabhane, türbeler cami bahçesinde ve arka
sokaktadır. Muvakkithanesi ise cadde üzerinden Muvakkithane Kapısı’ndan külliye
avlusuna girince sağda bulunmaktadır. Binanın külliye ile aynı zamanda inşa edilip
edilmediği belli değildir. Buranın ilk muvakkitlerinden Mehmed Çelebi es-Saatî (ö.
362 Kumbasar, a.g.t., s. 98-101.
115
1631) uzun süre burada çalışmış ve daha sonra müneccimbaşı olmuştur.363 Buna gore
muvakkithanenin hayli eski bir tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
Muvakkithane avlu girişinde konumlandırılmış kare planlı bir yapıdır. Eminönü
Yenicami gibi pencere kısmı yuvarlak bir şekilde dışarı taşırılmıştır. Küçük bir odadan
ibaret olan muvakkithane, yola ve avluya bakan pencereleriyle haylbi aydınlık bir iç
mekâna sahiptir. Halen kiremit kaplı olan çatının saçakları avlu tarafında yaklaşık 40
cm. dışarı taşırılmıştır. Yapıya yeni mimari ekler ve yenilemeler yapılmış, böylece
özellikle avlu yönündeki cephesinde özgün görünümünü kaybetmiştir. Muvakkithane
halen cami görevlilerinde dinlenme yeri olarak kullanılmaktadır.364
Saatlerinin dakikliği ile meşhur olan muvakkithanenin saatleri cami içindedir. A.
Süheyl Ünver Bey, bu saatlerden Derviş Yahya yapımı olanının hayli değerli olduğunu
ifade eder. (Bk. Figure 37-38).
6.2.30. TEŞVİKİYE CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Teşvikiye Camii Teşvikiye semtinde olup 1854 yılında Abdülmecit tarafından
yaptırılmış olan camidir. 1794-1795 yıllarında III. Selim tarafından inşa ettirilmiş olan
mescidin yerine yapılmıştır. Muvakkithanesi ile muvakkidin kullanımına tahsis edilen
meşrutası da ikinci inşa döneminde ilave edilmiştir. Muvakkithane cami avlusunun
güneybatı köşesinde, Teşvikiye Caddesi üzerindedir. On dokuzuncu yüzyıl özellikleri
gösteren yapının köşeye gelen pencereli cephesi dışarıya doğru taşırılmıştır. Yuvarlak
kemerli pencerelerdeki demir şebekeler hayli sade bir üsluptadır. Saçakla pencereler
arasında bir silme bütün yapı boyunca dolaşmaktadır. Muvakkithaneye girişteki
dikdörtgen planlı koridor yuvarlak kemerli iki kapı ile hem cami avlusuna hem de
caddeye açılmaktadır. Yapı kurşunla kaplı kubbe ile örtülüdür. Muvakkithane binası
halen işyeri olarak kullanılmaktadır.365 (Bk. Figure 39).
6.2.31. TEVFİKİYE (ARNAVUTKÖY) CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Arnavutköy sahilindeki Tevfikiye Camii’nin doğusunda deniz tarafında
bulunmaktadır. Sultan II. Mahmud tarafından 1832 yılında inşa ettirilmiştir.
363 Salim Aydüz, "Mehmed Çelebi", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul
1999, II, 119. 364 Kumbasar, a.g.t., s. 52-55. 365 Kumbasar, a.g.t., s. 138-140.
116
Cami avlusuna deniz tarafındaki yoldan çıkmak için yapılan merdivenlerin altında
bulunan muvakkithane yapısı kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Kesme taştan yapılmış
olan muvakkithanenin cephesi mermer kaplıdır. Deniz tarafına bakan üç cephede üç
adet mermer yarım paye ile ikiye bölünmüş ve iki adet büyük boyutta demir şebekeli
pencere yerleştirilmiştir. Pencerelerin üzerine iki ayrı mermer tabakaya yazılmış olan
kitabe bulunmaktadır. Pencere söveleri ile mermer kitabe tabakaları arasında kademeli
silme dolaşmaktadır.
Muvakkithaneye ait bir kitabe vardır. Kitabenin son mısraı muvakkithanenin
yapıldığı yıl için tarih düşürülmüştür.
“Ziya-bahş-ı siper-i din ü devlet-i Hân-ı Mahmud’un Şua-ı mihr-i lutfiyle müzeyyen her mahal oldu Hususa bu kenar-ı yevmde ol sultan-ı devranın Pesendide muvakkithanesi gayet güzel oldu İde hak irtifa-i şanın ömr ü şevketin efzun Nice müşkil umur ahd-i hümayununda hall oldu Mücevher saate benzetti Rıfat söyledi tarih “Yapıldı bu muvakkithane-i nev bî-bedel oldu” 1248 (1832).
Muvakkithane binası kullanılmamakta olup boş tutulmaktadır. Etrafına yapılan
dükkânlar yapının görünümüne ve mimari yapısının algılanmasına halel vermektedir.
Yapının doğu ve batı cephelerindeki pencerelerinin bir kısmı dükkânların iç mekânına
dekor olarak kullanılmaktadır.366 (Bk. Figure 40).
6.2.32. YENİ CAMİ MUVAKKİTHANESİ
Eminönü’ndeki Yeni Camii, Türk sanat tarihinde önemli bir yer işgal eder ve
bizim klasik stildeki mimari sanat eserlerimizin en son örneğidir. Caminin inşaatı 1597
yılında başlamış ve 1663 yılında tamamlanabilmiştir. Külliye’nin 27 Receb 1073/6
Nisan 1663 tarihinde hazırlanan Vakfiye’sine göre burada “saatçi” adı altında bir
muvakkit bulunmakta ve yevmiye on beş akça almaktadır. Vakfiyede saatçi ile ilgili
kısım şu şekildedir. “.. ve racül-i emîn ve sâlih ve mütedeyyin derecât ve dekâyıkı
evkâta vukûfu zâhir ve evkât-ı salavâta müterassıt ve nâzır kimesne saatci olup her vakti
teşhis ve ta’yinde dakika fevt etmeyip müezzinlere tenbih eyleye, takdim ve te’hir ve
tehâvün ve taksirden ihtiraz eyleye ve ücreti yevmiyesi on beş akça ola..”367 Görüldüğü
366 Kumbasar, a.g.t., s. 102-105. 367 İstanbul Yeni Cami ve Hünkâr Kasrı, İstanbul: Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1944, s. 79.
117
üzere Vakfiye’de muvakkithaneden bahsedilmemektedir. Nitekim Yeni Cami Külliyesi,
cami, hünkâr kasrı, Darül-Kurra (yüksek hafız okulu), Sıbyan Mektebi (ilkokul), Mısır
Çarşısı ve sebilden meydana gelmekte olup sonraları bu külliyeye muvakkithane, yeni
bir türbe ile dükkânlar ilave olunmuştur.368 Kitabede yer alan bilgilere göre daha önce
sebil olan bina Sultan II. Mahmud zamanında 1813 yılında, muvakkithaneye
çevrilmiştir.369 Lucienne Thys-Şenocak muvakkithane’nin bulunduğu yerin daha önce
sebil olduğunu belirtir.370
Muvakkithane caminin kıble tarafındaki bahçe duvarlarının kesiştiği köşeye
yerleştirilmiştir. Buraya batı yönündeki kemerli kapıdan girilir. Cami bahçesine de
kapısı bulunan ilk giriş holünden sonra muvakkithanenin ana mekânına giriş için tekrar
bir mekân ile karşılaşılır. Muvakkithanede ana mekân çokgen planlıdır. Giriş holünden
sonra gelen mekândaki tek pencere dövme demir kafes olmakla beraber ana mekândaki
pencereler ampir üslupta ve daha büyüktür. Bu üç adet pencereyle muvakkithane yola
doğru dış bükey yuvarlak şeklinde taşmaktadır. Ana mekândan tekrar dövme demir
kafesli küçük bir mekâna giriş vardır. Böylelikle muvakkithane üçlü bir düzenlemeye
sahip olmuştur. Muvakkithane pencerelerinin mermer söveleri, tunç dövme şebekelerin
motifleri, yaklaşık bir metre kadar dışarı taşan çatı saçakları ve basık formlu kubbesiyle
külliyeye sonradan eklendiğini ilk bakışta anlatmaktadır. Caminin avlu duvarının
açıklıkları muvakkithane mekânına dahil olup pencere olarak kullanılmıştır.
Muvakkithane binası 1956 yılında geriye çektirilmiştir. Bu esnada hiç şaşmamasıyla
meşhur ezanî ve alafranga saatlerin yeri kapatılmış ve saatler kaldırılmıştır. Süheyl
Ünver’e göre yaklaşık bir yüzyıl önce burada cami hizmetlilerinden biri ailesiyle
oturmaktaydı.371
368 Fatih Koşak, “Türk Sanatı ve Mimarisi Açısından “Yeni Cami Külliyesi”,
http://www.turkbirlik.gen.tr/lang-kz/Makale/95-fatih-kosak/302-tuerk-sanat-ve-mimarisi-acsndanyeni-cami-kuelliyesi.html.
369 Kumbasar, Osmanlı Dönemi İstanbul Muvakkithaneleri, s. 86. 370 Lucienne Thys-Şenocak, “The Yeni Valide Mosque Complex of Eminönü, Istanbul (1597-1665):
Gender and Vision in Ottoman Architecture”, in Woman, Patronage, and Self-Perpresantation in Islamic Societies, ed. By. D. Fairchild Ruggles, Albany: State University of New York Press, 2000, (pp. 69-90), s. 80; a. mlf., Ottoman Woman Builders, The Architectural Patronoge of Hadice Turhan Sultan (Woman and gender in the early modern world), Hampshire: Ashgate, 2007, s. 253-254.
371 Kumbasar, a.g.t., s. 86-89.
118
Kitabesinin son mısraında “söz olmaz bu muvakkithane-i tarp-ı vâlâyâ”
yazmaktadır. Cami iç avlusunun batı duvarında bir adet dörtgen, bir adet üçgen ve bir
adet de ikindi saati bulunmaktadır. Dörtgen güneş saatini Mısırlı meşhur astronomi
âlimi Rıdvan Efendi El-Felekî (ö. 1710) yapmıştır.372 Cami içinde ayrıca iki adet
mekanik duvar saati bulunmaktadır. (Bk. Figure 41).
6.2.33. YENİ VALİDE SULTAN CAMİİ
Üsküdar’daki bu külliye 1708–1710 yılları arasında Valide Emetullah Rabia
Gülnuş Sultan (1647–1715) adına, Sultan III. Ahmed tarafından Mimar Bekir’e
yaptırılmıştır373. Külliye bir cami, hünkâr mahfili, türbe, sebil, muvakkithane, sıbyan
mektebi, dükkânlar, imaret ve çeşmeden oluşmaktadır. Muvakkithane caminin
doğusunda kalan çeşme, sebil, türbeden sonra sıranın devamı olarak gelir. Mimari
üslubu açısından külliyeden daha geç bir döneme tarihlenir.374
Muvakkithane, konum olarak külliyenin Hakimiyet-i Milliye Caddesine bakan
doğu tarafındadır. Çeşme ve sebilden sonra gelen Gülnuş Emetullah Valide Sultan’ın
(1642-1715) açık türbesi ile hazirenin arasında kalan küçük bir oda olarak tasarlanmış
bu yapı mimari özellikleri bakımından bağlı bulunduğu yapı topluluğundan farklıdır.
Pencerelerin biçimlenişi, demir şebekeler gibi özellikler, yapının külliye ile aynı tarihte
inşa edilip edilmediği konusunda tereddütlere sebep olmaktadır. Muvakkithane’nin
1711 tarihli bir muvakkidinin bulunması, binanın bu tarihlerde yapılmış olabileceği
ihtimalini ortaya koymaktadır.375 Tek odadan ibaret ve girişi avludan olan kesme taştan
yığma yapı, esasen dikdörtgen planlıdır. Yola bakan cephesi tipik bir muvakkithane
özelliği diyebileceğimiz şekilde çok köşeli olup, üç adet büyük dikdörtgen pencereye
372 Salim Aydüz, "Rıdwan al-Falaki", in Biographical Encyclopaedia of Astronomers, ed. Thomas
Hockey, New York: Springer, 2007, II, 970-971; a.mlf., “Rıdvan El-Felekî”, DİA, XXXV, İstanbul 2008, s. 48-49.
373 Aynı zamanda Üsküdar Kadısı olan Müneccimbaşı Mehmed Efendi’nin, teşrifat kurallarının dışına çıkılarak, cami temeline ilk harcı koyan kişi olması ilginç bir ayrıntıdır. Fındıklı Mehmet Ağa’nın Nusretname adlı eserinden : “…bu münâsebetle Şa’banın 23. Çarşamba günü (7 Kasım 1708) padişahın emri üzerine vezirler, şeyhler, ulema ve ileri gelenler toplu olarak inşaat sahasına gelmişler, Sultan Beyazıt şeyhi Yenibahçeli Ahmed Efendi’nin duasından sonra, Üsküdar Kadısı Müneccimbaşı Mehmed Efendi temele ilk harcını koymuştu. Halbuki bu törende Valide Sultan Padişahı vekil tayin etmiş olduğuna göre temele harcı koymak hem töre hem de uğur bakımından ona düşerdi.” M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001, 387.
374 Nadide Seçkin, “Yeni Valide Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, VII, 470.
375 Kumbasar, a.g.t., s. 66.
119
sahip üç yüzden oluşmaktadır. Dikdörtgenin caddeye bakan kenarı üçlü cephe halinde
dışarı taşırılmıştır. Yuvarlak kemerli, demir şebekeli bu üç büyük pencere ile iç mekânın
dışarıyla olan ilişkisi güçlendirilmiştir. Küçük kâgir yapının ahşap çatısı kiremit
örtülüdür. Mermer söveli, kemerli kapısı üzerine iki satır halinde bir ayet-i kerime
yazılmıştır. Üsküdar’daki birçok caminin ezan vakitlerini buradan öğrendiği
söylenmektedir. Aşağıda bahsedeceğimiz Paşalimanı Camii’ndeki güneş saatini, burada
muvakkitlik yapan Ali’nin yaptığı kitabesinden anlaşılmaktadır.376
Muvakkithane günümüzde Üsküdar Abdülhalil Paşa Türbesi ile Mevcut Türbeleri
Onarma Yaşatma Tanıtma Derneği’nin merkezi ofisi olarak kullanılmaktadır.
Burada ayrıca bir de güneş saati bulunmaktadır. Camiin güney-batı duvarında,
kapının hemen sağında bulunan saat, üçgen türden güneş saatlerinden olup derin seçkin
çizgiler halinde doğrudan doğruya duvar taşlarına çizilmiştir. Üzerindeki mili düşmüş
olan cihaz, iki dik çizgiyi birleştiren içbükey-dışbükey kavislerden meydana
gelmektedir. Burçları işaret eden bu hatların ortasında ise bahar ve güz dönümlerini
gösteren düz bir hat bulunur. Bunları çapraz olarak ikindi vaktini gösteren ‘asr’ çizgisi
kesmektedir. Üzerinde kitabe bulunmayan bu güneş saatinde saat çizgileri de yer almaz.
Buna göre çizimin sadece güneşin hangi burçta olduğu ve ikindi vaktini göstermesi
maksadıyla yapıldığı anlaşılmaktadır.377 (Bk. Figure 42-43).
6.2.34. YENİKAPI MEVLEVİHANESİ MUVAKKİTHANESİ
Yenikapı Mevlevihanesi, Mevlevî tarikatının İstanbul'da Galata
Mevlevihanesi'nden sonra faaliyete geçirdiği ikinci dergâhtır. Merkez Efendi Mahallesi
sınırları içinde yer alan Mevlevîhane, tarikatın "Âsitâne" olarak kabul ettiği büyük
ölçekli külliyelerinin başında gelir. İstanbul'un beş önemli Mevlevihanesi’nden biri olan
Yenikapı Mevlevihanesi Osmanlı tekke mimarisinin karakteristik özelliklerini taşıyan
güzel bir örnektir.
Muvakkithane Zeytinburnu Merkez Efendi Caddesi’ndeki Yenikapı
Mevlevihanesi’nin girişinde sağda bulunmaktadır. Muvakkithanenin banisi Sultan
Abdülmecid dönemi maliye nazırlarından Abdurrahman Nafiz Paşa’dır. 1848 yılında
inşa edilmiştir.
376 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 99–100.
120
1597 yılında inşa edilen Mevlevihane’nin giriş kapısının sağ ve solunda daha
sonradan inşa edilen kubbeli iki oda bulunmaktadır. Bunlardan sağ taraftaki sebil, sol
taraftaki ise muvakkithane olarak kullanılmaktadır. Ampir üsluptaki muvakkithanenin
Kumkapı Nişancı Mehmed Paşa Muvakkithanesi gibi birkaç örnekte daha görüldüğü
üzere dörder eş kenarlı sekizgen planı şeması vardır. Biri yola, diğeri avlu girişine, bir
diğeri de hazireye bakan üç adet demir şebekeli pencereye sahip muvakkithanenin girişi
avluya çapraz bakan kısa kenardaki demir kapıdandır. Tek bir odadan ibaret olan
yapının iç mekânında muhtemelen saatlerin koyulması için yapılmış nişler
bulunmaktadır. Yapının üzerindeki kubbe kurşun kaplıdır. Aksaray Pertevniyal Valide
Sultan Camii muvakkithanesinde de görev yapmış olan Nuri Efendi ile Hımhım İsmail
Dede’ler burada görev yapmışlardır. Bina halen Mevlevihane’nin bekçi odası olarak
kullanılmaktadır. 378 (Bk. Figure 44-45).
Muvakkithanenin üzerinde son mısraında yapılış tarihini belirten bir beyit bulunan
bir kitabe bulunmaktadır. Kitabede şunlar yazılıdır.
“Dergâh-ı Mevlana’da aşk ile Muvakkithaneyi Ben bende-i Hazret-i Han kıldı hulûs ile binâ Leyl ü nehâr devvâr olup gerdûn-ı semâ ettikçe tâ Bâ-hürmet-i Molla bu hidmet ola makbul-i Hüdâ Tarihini mucemle hod bânisi Nâfiz söyledi Vakti bilen cân eyleye hem-vâre hayr ile dua -1265”.379
6.3. MEVCUT OLMAYAN BAZI MUVAKKİTHANELER
6.3.1. ALTUNİZADE CAMİİ
İsmail Zühdü Paşa’nın (1805–1889) 1865 yılında yaptırdığı caminin
müştemilatına dâhil olan muvakkithane günümüze ulaşmamıştır. Fahreddin Kerim
Gökay Caddesi üzerinde bulunan ve caminin son cemaat yeri ile avlu ihata duvarı
arasında kalan üçgen alanda olduğu bilinen yapı380 daha muvakkithaneler kapanmadan,
377 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 86. 378 Kumbasar, a.g.t., s. 118-121. 379 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 232. 380 Hakan Arlı, “Altunizade Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, I, 232.
121
İsmail Zühdü Paşa’nın ölümünden sonra bakımsız kalmış ve harap olmuştur381.
Muvakkithaneye ait saatler camide bulunmaktadır.
6.3.2. AYAZMA CAMİİ
Cami, 1760–1761 yıllarında Sultan III. Mustafa tarafından annesi Mihrişah Emine
Sultan (ö. 1732) ile kardeşi Şehzade Süleyman adlarına Mimarbaşı Mehmed Tahir
Ağa’ya yaptırılmıştır.
Hadikatü’l-Cevâmi’ adlı eserdeki “Caminin diğer padişah camileri gibi levazımatı
mükemmeldir. Müstakil muvakkithanesi dahi vardır…” ifadesinden burada hususi bir
mekân olarak bir muvakkithane bulunduğunu anlamaktayız. Ancak diğer bazı bölümleri
gibi muvakkithane de günümüze ulaşamamıştır.382 Günümüzde mevcut olmayan bu
yapının yeri konusunda kaynaklarda caminin batı tarafında iki oda alabilecek
büyüklükteki bir sahadan bahsedilmektedir. 383 A. Süheyl Ünver’in tarifine göre
muvakkithanede önce ufak bir avluya girilir. Çok güzel ve berrak alınlıkla çıkık üç
pencereli bir odadan başka arkada muvakkide ait bir ufak oda daha vardır.384 Bu
durumda muvakkithanenin iki odalı olduğu anlaşılmaktadır.
Ayazma Camii’nde muvakkit olarak görev yapan Yahya Muhyiddin Efendi’nin
tarikat sikkeli mezar taşı Mehmed Nasuhi Hazretleri haziresinde bulunmaktadır. Mezar
taşında şu ibare vardır: “Hüve’l-Bâkî, merhûm ve mağfûr, el-muhtâc ilâ rahmet-i
Rabbihi’l-Gafûr. Ayazma’da Muvakkit Şeyh Yahya Muhyiddin Efendi. Sene; 1208, 18
Cemaziyelevvel.” (18 Ocak 1794) 385
Bundan başka Ayazma haziresinde medfun olan Mehmed Seyyid (Said386) (ö.
1181) de Ayazma Camii muvakkithanesinde görev yapan muvakkitlerdendir387
381 Ünver, Muvakkithaneler, 235. 382 Semavi Eyice, “Ayazma Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi I, İstanbul, 1994, s. 471. 383 Ünver, Muvakkithaneler, 236. 384 Ünver, aynı yer, 236. 385 İsmail Hakkı Avcı, “Mehmed Nasuhi Hazretleri Haziresi ve Mezar Taşları”, www.sanatalemi.net 386 M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001, 87. 387 İ. Hakkı Konyalı, Abideleri ve kitabeleri ile Üsküdar tarihi, İstanbul: Türkiye Yeşilay Cemiyeti,
1976, 103.
122
Ayrıca Teşrifatçı Akif Mehmed Efendi’nin kaleme aldığı Tarih-i Cülus-ı Sultan
Mustafa adlı eserde Ayazma Camii ile ilgili kayıtlarda muvakkidin maaşının on kuruş
olduğu ifade edilir.388
Mihrimah Sultan Camii’nde olduğu gibi burada da Camiin kıble duvarında, biri
mermer levha üzerine, diğeri doğrudan doğruya duvar taşlarına işlenmiş olan iki ayrı
güneş saati bulunmaktadır.
Mihrap duvarında, arkasına yerleştirilen tuğla dolgularla hafifçe batıya bakan
birinci güneş saati, hem üçgen, hem de dörtgen türü bünyesinde toplamaktadır. Yatık
dikdörtgen şeklindeki kadranın sol üst köşesine yerleştirilen iki milden biri üçgen,
diğeri dörtgen saate kumanda etmekteydi. Bu kadranı dik olarak boydan boya kat eden
“öğle çizgisi”nin üst ucunda izi bulunan, fakat şimdi mevcut olmayan uzun milin
gölgesi, kadranın alt ve sağ kenarı boyunca devam eden çizgilere kadar uzanmaktaydı.
Üst çizginin meydana getirdiği iki şeritten içteki, üçer çizgiyle on beşer dakikalık dört
dilime ayrılmıştır. Dıştaki şeridi kesen her bir çizgi ise öğleden sonraki saatleri
göstermektedir. Bunların aralarında 15, 30.. gibi derecelerin ebced hesabıyla harf
cinsinden karşılığı yazılmıştır.389
Aynı kadranın üzerinde bulunan üçgen saat, burç çizgilerinin varlığı sebebiyle
mürekkep saatler grubuna girmektedir. Burçları gösteren altısı kavisli, biri düz yedi
çizginin uçlarına burçların Arapça isimleri yazılmıştır. Cihazın üzerinde ayrıca “asr-ı
evvel” ve “asr-ı sânî” çizgileri bulunmaktadır.
Saat yaz aylarında öğleden sonraki 4.30–12.00, kış günlerinde ise 7.30–12.00
saatleri arasındaki zamanı göstermektedir. Fakat Mihrimah’takinden farklı olarak bunda
mile dik olarak uzanan ikinci sisteme ait çizgiler mevcut değildir. Kadranın üst
kısmında ve üçgenle dörtgen saatin arasında kalan kısımda üzeri boyandığı için
okunamayan bir kitabe bulunmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı bu saati 1177/1763
yılında Yahya isimli birisinin yaptığını belirtir ki bu da Üsküdar Yeni Valide Camii
muvakkidi Yahya Muhyiddin Efendi olmalıdır.390
388 Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, 86. 389 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 91. 390 İ. Hakkı Konyalı, Abideleri ve kitabeleri ile Üsküdar tarihi, İstanbul: Türkiye Yeşilay Cemiyeti,
1976, I,103.
123
İkinci güneş saati ise minare kaidesinin güney-batı yüzünde bulunmaktadır. Bugün
bu saatin mili bulunmadığı gibi, oldukça bozuk bir satıh üzerine çizilen çizgilerin de
ancak bir kısmı fark edilebilmektedir. Bununla birlikte mevcut çizgilerden onun tam
şekli hakkında fikir sahibi olabilmekteyiz. Kabaca çizilmiş olan bu cihaz yaz ve kış
gündönümü eğrileri arasındaki bahar gündönümü çizgisiyle mile dik olarak uzanan düz
çizgilerden meydana gelmektedir. Bu çizgilerin her biri on beşer dakikalık zaman
dilimlerini göstermektedir.391
6.3.3. AZAPKAPI MUVAKKİTHANESİ
Unkapanı köprüsünün Galata ayağının dibinde, Azapkapı semtinde yer alan
Azapkapı Camii olarak da bilinin Sokollu Mehmet Paşa Camii’ndedir. Mimar Sinan
tarafından 1578'de Sokollu Mehmet Paşa adına yapılmıştır. Süheyl Ünver buranın
ahşaptan bir muvakkithanesinin bulunduğunu ve son muvakkidinin Hasan Efendi
olduğundan ayrıca saatlerinin hassas ayarından bahseder.392
6.3.4. FATİH CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Tesbit edilebildiği kadarıyla, İstanbul’un ilk muvakkithanesi Fatih Camii Külliyesi
içinde yer almıştır (1470). Buranın günde 10 akça gibi iyi bir ücret alan bir muvakkidi
bulunmaktaydı.393 Ancak bu muvakkithane binası günümüze ulaşamamıştır. İstanbul’un,
zamanında meşhur olan ve binaları günümüze ulaşan iki meşhur muvakkithanesi ise,
Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim Camii avlularında bulunmaktadır.
Bugün mevcut olmayan muvakkithane Camiinin batı tarafında idi. Ali Kuşçu’nun
yaptığı güneş saati ise sağ minarenin kaidesindedir. Ahşap bir bina olan muvakkithane
1917 ‘de yanmış ancak yeniden yapılmamıştır. Saatler ve levhalar caminin içine
nakledilmiştir.394
391 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 91. 392 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 237. 393 A. Süheyl Ünver, Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, İstanbul, 1946, s. 61. 394 Süleyman Zeki Bağlan, “Fatih Külliyesi ve Önemi”, Kültür, 11 (Yaz 2008), s. 114-117.
124
6.3.5. BAYEZİD CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
İstanbul’un inşasında büyük bir merkez teşkil eden ve Fatih Külliyesi’nden sonra
ikinci büyük külliye olan II. Beyazıt külliyesi içindeki Beyazıt Camii, kendi adıyla
anılan meşhur meydanda bulunmaktadır. Caminin yapımına 1500 yılında başlanmış ve
1505 yılında bitirilmiştir. Muvakkithane camiye ait tabhânenin önünde ve minare
kaidesi yanında avlu duvarı arasındaki odada bulunmaktaydı. Burası İstanbul’un en
meşhur muvakkithanelerinden birisi olup muvakkitleri diğerlerine göre daha fazla ücret
almaktaydı395. Evliya Çelebi, buranın, inşa edildiği tarihten itibaren saatlerinin
doğruluğu ve dakikliği sebebiyle “İslâm âleminde ve Avrupalı gemiciler arasında en
muteber muvakkithane” olduğunu, bundan dolayı da muvakkidinin maaşının diğerlerine
göre fazla olduğunu ifade eder.396 Vakfiyesinde belirtildiğine göre muvakkidine günde
on akça yüz kuruş ve ev kirası ödenmekteydi. Bu maaş 1856-7 yılında iki yüz kuruşa
çıkartılmıştır. Bu muvakkithanenin önemi Osmanlı devletinin son zamanlarına kadar
devam etmiştir. Nitekim 1847 yılında buraya yapılacak bir muvakkit tayininde
muvakkithane için “....Cami-i şerif-i mezkur selâtin-i izam behçet-makam hazerâtının
olup memer mahalde bulunarak Ramazan-ı Şerifte ve eyyamı meşâhirede mesrur ve
395 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 237.
125
ubûr edenler saatlerin orada ayar eyledikleri cihetle muvakkidin ziyade ehliyetli
bulunması icab-ı halden görünmüş olduğundan....” denilerek bu önem vurgulanmıştır.397
Buranın son muvakkitlerinden Arif Efendi aynı zamanda takvim yapmada da
maharet sahibi idi. Muvakkithanede bulunan saatler, binanın harap olmasından sonra
camiye alınmıştır. Ünver, burada görev yapan muvakkidin Sultan Beyazıt imaretinin
saatçisi diye anıldığını belirtir.398
6.3.6. ÇİNİLİ CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Sultan İbrahim’in (1640–1648) saltanatının ilk yıllarında Kasım Ağa’nın
mimarbaşılığı zamanında inşa edilen külliyenin banisi Kösem Valide Sultan’dır (1590–
1651). Cami, Çinili mevkiinde, Allame Caddesi ile Çinçin Hamam Sokağı'nın birleştiği
yerde bulunmaktadır. Süheyl Ünver, Camiye ait bir muvakkithanenin varlığından
bahsetmektedir. Ancak muvakkithane günümüze ulaşmamıştır.399 Cami içinde
muhtemelen muvakkithaneden kalma bir adet saat bulunmaktadır. Camide güneş saati
yoktur.
6.3.7. KURBAN NASUH CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Atik Valide Camii’nin inşası esnasında (1570–1583) Mimar Sinan’ın yardımcı
mimarı olan Kurban Nasuh Baba, Karacaahmet Civarında kendi adıyla anılan bir dergâh
ve mescit yaptırmıştır. Dergâhın yanına okul ve ayrıca bir de muvakkithane yapılmış
ancak daha sonra yıkılmıştır. 19. yüzyılda Rufai Şeyhlerinden Mehmed Nuri Efendi
külliyeyi yeniden yaptırmıştır. Kendisinin 1853 (1270) tarihli vakfiyesine göre
muvakkithane de dergâh ve mescit gibi bu yıllarda tekrar yapılmıştır.400 Ancak
günümüze muvakkithaneden hiçbir iz kalmamıştır. Camide güneş saati de
bulunmamaktadır.
6.3.8. MİHRİMAH SULTAN CAMİİ
396 Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul, 1314, s. 144-5. 397 Beyazıt Camii Muvakkithane'sine muvakkit tayinine dair 5 Zilkade 1263 tarihli irade, BOA, İrade,
Dahiliye, No. 38050. 398 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 238. 399 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 240. 400M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001,
247.
126
Mihrimah Sultan tarafından 1547 (954) yılında Mimar Sinan’a yaptırılan bu
külliyede cami, medrese, imaret, hamam, mektep, kervansaray, türbe ve bir de
muvakkithane bulunmaktadır.401 Yapının Ahmet Süheyl Ünver’e ait, 24 Mayıs 1955’te
yapılmış bir resminde402 muvakkithane son cemaat yerinin karşısında konumlanmış
ahşap bir yapı olarak gözüküyor. Ancak söz konusu ahşap yapı günümüze ulaşmamıştır.
Camide, biri kuzey duvarının dış yüzünde, doğu köşesine yakın bir yerde mermer
bir levha halinde, diğeri mihrabın tam arkasındaki duvar taşlarına işlenmiş olarak iki
tane güneş saati vardır.
Bunlardan birincisi üçgen şekilli güneş saatleri sınıfına girmektedir. Özentisiz
çizgiler halinde doğrudan duvar taşlarına üçgen tarzda kazınmış olan bu güneş saati,
içbükey ve dışbükey çizgilerle bunları çapraz olarak kesen bir ikindi kavsi ve üç tane
düz saat çizgisinden meydana gelmektedir. Üzerinde dakika çizgileri bulunmadığı gibi,
öğle ile akşam arasındaki vakitleri gösteren çizgiler de tam değildir. Ayrıca kitabesi de
yoktur.
İkinci saat ise İstanbul'un en güzel dikey güneş saati olup üçgen güneş saatlerinin
en güzel ve en başarılı örneklerinden birisidir. Mermer bir levhaya çizilmiş ve duvara
yedi adet demir köşebentle tutturulmuştur. Saatin üzerinde biri altta diğeri üstte iki adet
kitabe bulunmaktadır. Saatin sağ alt köşesinde bulunan kitabede “Resmehû Derviş
Yahya Muhyiddin el-Muvakkit bi-Câmi-i Cedîd-i Hümâyûn sene 1183” yazısı yer
almaktadır. Buna göre bu güneş saatinin hesaplarını 1183 (1770) senesinde Yeni Cami
Muvakkiti Derviş Yahya Muhyiddin yapmıştır.403 Kadranın üst tarafında güneş saatini
mermer üzerine kazıyan kişiyi belirten "Eser-i Saitzâde Muhammed Ârif El-me’mur bi-
Hizmeti’l-Evkât" başlığı yer almaktadır. (W. Meyer, bu saatin Beylerbeyi Camii
muvakkithanesinden nakledildiğini ileri sürmektedir. Ancak 1778 yılında inşa edilen
Beylerbeyi Camii bu saatin yapımından sonra inşa edildiğine göre, Meyer’in verdiği bu
bilgilerin ihtiyatla karşılanması gerektiği anlaşılır.) Saatin üzerindeki mevcut yatay
401 M. Nermi Haksan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I, İstanbul: Üsküdar Belediyesi yayınları, 2001,
261. 402 A. Süheyl Ünver’in İstanbul’u, haz. İsmail Kara ...[ve öte.]. İstanbul: İBB Kültür İşleri Daire
Başkanlığı Yayınları, 1996, 181. 403 Yahya Muhyiddin Efendi (ö. 18 Cemaziyülevvel 1208/18 Ocak 1794) Ayazma Camii’nde
muvakkit olup orada da bir adet güneş saati yapmıştır. Mehmed Nasuhi Hazretleri haziresinde medfundur.
127
çubuk 1970’te yenilenmiş ancak kutup eksenine paralel ikinci çubuk, yeri belli olmakla
birlikte takılmamıştır.404
Öğle namazı ile akşam arasındaki zamanı ölçmekte kullanılan ve 4 ile 12
arasındaki rakamları ihtiva eden bu saat, yere paralel tam ve on beşer dakikalık
çizgilerle bunları çaprazlamasına kesen üçer adet içbükey ve dışbükey, biri düz, yedi
adet burç çizgisinden meydana gelir. Ayrıca, en üstteki ufuk çizgisinin (saat 12)
başlama noktasında bulunan milden radyal olarak dağılan yedi adet burç çizgisi vardır.
Zeval çizgisinin dışında ve günbatımı çizgisinin üstünde yer alan bu burç isimleri
aşağıda Seretan ile başlayarak yukarı doğru Esed, Sümbüle, Mizan, Akrep, Kavs
şeklinde devam ettikten sonra sağa doğru ve gün batımı çizgisinin üstünde Cedi, Delv,
Hut, Hamel ve Sevr ile devam ederek Cevza ile sona erer. Milin alt kısmında saat
8.30’dan başlayıp mile doğru hafif bir kavis yapan ‘asr’ çizgisi bulunur.405
Bu burçların alttan ikinci ile üçüncü arasında “hatt-ı zevâl” (öğle çizgisi”, milin
soluna ise kartuşlar içinde “el-mâzî ani’z-zevâl” (öğleden sonraki saat) ve “el-bâkî ile’z-
zevâl” (öğleye kaç saat kaldığı) yazıları bulunur. “El-bâkî ” ile başlayan yazının
üstündeki 1 rakamı, öğlen namazı vaktine bir saatin kaldığını gösterir. “El-mâzî..” ile
başlayan ifadenin üstünde 1’den başlayıp üstteki burçların arasında 8’e kadar devam
eden rakamlar, öğle vaktinin üzerinden kaç saat geçtiğini işaret etmektedir. Böylece
üstteki sistemde öğle vakti “12” olarak kabul edildiği halde, alttaki rakam dizisinde
güneşin batışı, yeni günün başlama saati “12” olarak alınmıştır.
En uzun gün olan 21 Haziran’da saat 8.30’da başlayan “asr çizgisi” hafif bir
kavisle mile doğru devam eder. Bu sebeple 21 Haziran’da ikindi saat 6.30’da olduğu
halde, günlerin eşit uzunlukta olduğu Başak ve Boğa burçlarının başlama tarihleri olan
21 Ağustos ve 21 Nisan günlerinde saat 9.30’da, en kısa gün olan 21 Aralık tarihindeyse
9.45’te olmaktadır.406
6.3.9. PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
Sultan II. Mahmut'un eşi ve Sultan Abdülaziz'in annesi olan Pertevniyal Valide
Sultan tarafından yaptırılmış olan Pertevniyal Valide Sultan Camii Aksarayda’dır. Cami
404 Atilla Bir, “Zamanı Belirlemeye Yarayan Aletler”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doruğu, 16.
Yüzyıl Teknolojisi, Ed. Kâzım Çeçen, İstanbul: İski yayınları, 1999, s. 231–272. 405 Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, s. 64–65.
128
1869-1871 yılları arasında inşa edildi. Muvakkithane de aynı sene inşa edilmiş olup
Caminin karşısındaydı. 1956-59 arasındaki Aksaray Meydanı düzenlenmesi esnasında
muvakkithane kaldırılmış, sebil gibi camiye ait bazı unsurların yeri değiştirilmiştir. Sun
muvakkidi Seyfettin Peke idi.407
6.3.10. YAVUZ SULTAN SELİM CAMİİ MUVAKKİTHANESİ
İstanbul’un meşhur olan bir diğer muvakkithanesi, Yavuz Sultan Selim Camii
(1522) avlusunda bulunmaktaydı. Buradan pek çok namlı muvakkit ve müneccim
yetişmiştir. Daha önce de ifade edildiği üzere Sultan Selim Camii’nin ilk
muvakkitlerinden olan ve aynı zamanda müneccimbaşılık görevinde de bulunan
Mustafa b. Ali el-Muvakkit, burada uzun müddet vazife yapmıştır. Ondan dört asır
sonra gelen ve aynı zamanda son müneccimbaşı olan Hüseyin Hilmi Efendi (ö. 1924) de
burada muvakkitlik yapmış ve her ikisi de “Sultan Selim Camii muvakkidi” diye
meşhur olmuştur.
7. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ MUVAKKİTLERİ
7.1. AHMED (ö. 1809’tan sonra).
Nuruosmaniye Camii Muvakkithanesi’nde muvakkitlik yapan Ahmed Efendi
hakkında yapmış olduğu bir kıblenüma aletinden başka bilgi bulunmamaktadır.
Kıblenüma 1808-9 tarihli olup üzerinde Muvakkit-i Osmaniye ifadesi yer almaktadır.
Kıblenüma halen Khalili koleksiyonunda bulunmaktadır. 408
406 Nusret Çam, gös. yer. 407 Ünver, “Osmanlı Türklerinde Muvakkithaneler”, s. 252; http://www.transbalkan.net/g12.htm 408 Nasser D. Khalili, Visions of Splendour in Islamic Art and Culture, London: Worth Press, 2008, s.
121.
129
7.2. AHMED BOSNAVİ (1721'de sağ).
Tam adı Ahmed b. Yusuf el-Bosnavî'dir. Doğumu ve hayatı hakkında bilgi yoktur.
On sekizinci yüzyılın başlarında yaşadığı bilinir. İbadet vakitlerinin belirlenmesine
yarayan, aynı zamanda güneşin ve yıldızlarının yerinin belirlenmesinde yararlanılan bir
irtifa aleti olan, bu arada astronomi problemlerini çözümlemek için nadiren kullanılan
ve daire-i meyyal adıyla bilinen basite âletinin izahını ve kullanma üsulünü anlatan
önemli bir eser kaleme aldı.409
Eseri. Tavzîhu a'mel dâirati'l-meyyâl (T). İbadet vakitlerinin tayininde kullanılan
ve bir irtifa aleti olan, astronomi problemlerini çözümlemek için eskiden nadiren
kullanılan ve daire-i meyyal adıyla tanınan basite aletinin izahını ve kullanılma usulünü
anlatır. Bir mukaddime, on yedi bab ve bir hâtime üzere tertib etti. Eserin pek çok
nüshasının olması muvakkitler arasında kullanılan bir eser olduğunu gösterir.410
7.3. AHMED EFENDİ, HAFIZ (ö. 1865’te sağ).
409 Kandilli Rasathanesi Yazma Eserler Kataloğu, s. 8–10; OALT, I, s. 389. 410 Nüshaları: Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 22, nr. 24, nr. 26/1, 18 v.; Süleymaniye Ktp. Yazma
Bağışlar, nr. 731, nr. 2062/1
130
Hafız Ahmed Efendi. Şehzade Camii’nde muvakkit iken Ahmed Tahir Efendi’nin
müneccimbaşı olması üzerine yerine 1282/1865 yılında müneccim-i sâni oldu. Hayatı
ve vefatı hakkında bilgi bulunmamaktadır411.
7.4. AHMED EFLÂKÎ DEDE (Tekirdağ, 1808-İstanbul, 1876).
Saatçı, muvakkit. Babası Halvetî tarikatı şeyhlerinden Kırımlızâde Ali Efendi'dir.
Çocukluğunu Tekirdağ'da geçirdi, tahsilini orada tamamladı ve İstanbul'a geldi (1826).
Yenikapı Mevlevihânesi'ne girdi ve çile çıkarıp dede oldu. Bu esnada saat yapımını ve
saatçılığı öğrendi. Bu konuda daha ilerlemek için Paris'e gitti; Bireke saat fabrikasında
çalıştı. Burada minayı öğrendi ve mihver altına yakut yapılmasını Fransız saat ustalarına
öğretti. Dönüşünde Sultan II. Mahmud'un muvakkidi ve saatçısı oldu.412 Saatçılığını
geliştirerek on adet saat yaptı. Bunlardan birisi halen Topkapı Sarayı Müzesi'nde
sergilenir. Bu saatlerden ikisi masa saati olup altlarında rehâvileri vardı. Avrupa
saatlerine benzemez. Ancak bu saatlerini beğenmeyerek yeni tarz saat yaptı. Bu saatin
üzerine 'Muvakkit-i Cennetmekân Sultan Mahmud Hân Ahmed Eflâkî el-Mevlevî'
imzasını attı. Halen Dolmabahçe Sarayı bahçesinde bulunan saat kulesinin minyatürü
şeklinde olan bu saatin dört bir tarafında dört saat, bir küre ve ortasında bir saat ve daha
altında saniyesi bulunur. Küredeki makineleri kuvvetli çelik zembereklere bağlı olan bu
saatin nadide dişlileri ve güzel bir de yakutu vardı. Saatin raksı çok özel bir tarzda
ayarlanmış olup Mevlevî zikirlerine benzetilmiştir. "Eflâkî Dede, Âsitane", yazılı
minası, dişli ve makine kısımları, zarif ve kuvvetli cıva yaldızıyla altınlaştırılmış dış
görüntüsü Ahmed Eflâki Dede'nin özgünlüğünü ve orijinal dizaynını yansıtmaktadır.
Güzelliğiyle dikkat çeken bu saat Paris'teki Osmanlı sergisinde teşhir edildi (1870).
Sultan Abülmecid devrinde saatçiliğe devam etti; yeni saat ve saat parçaları almak,
saatçilik konusundaki yeni gelişmeleri takip etmek üzere bir ara Sultan'ın emriyle
İngiltere'ye gitti. Ahmed Eflâki'nin bir diğer önemli eseri halen Dolmabahçe Sarayı
salonunda bulunan gayet büyük kule şeklindeki saatidir. Aynı zamanda muvakkit olan
Ahmed Eflâki Dede, Sadrazam Fuad Paşa'nın konağına giderek zaman zaman saat ayarı
yaptı. Kendisini takdir eden Fuat Paşa, hakkında
"Parmağıyla dönderir saatı Elâki Dede
411 A. Lütfi, Târih, X, 147; Takvim-i Vekâyi, Sene 25 Rebîülevvel 1282, Defa 812, sahife. 1 sütûn 1.
131
Dindirir hem bindirir mikatı Eflâki Dede"
mısralarını söyledi. 68 yaşında iken Cağaloğlu'nda bulunan İshakağa Çeşmesi
yakınındaki evinde vefat etti.
Saatçilik tarihinde çok önemli bir yeri bulunan Ahmed Eflâki Dede'nin yaptığı
saatler diğer saatçilere örnek oldu. Oğlu Hüseyin Hâki de kendisi gibi bir saat ustasıdır.
Birçok saat yapan ve saat ustaları yetiştiren Ahmed Eflâki'nin Mehmed Şükrü ismindeki
talebesinin yaptığı saatlerin üzerinde hocasının ismi bulunmaktadır.413
7.5. AHMED NAKŞİ EFENDİ (XVII. yy.).
XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış, Süleymaniye Camii’nin ilk
muvakkitlerinden Ahmed Nakşi Efendi aynı zamanda yaşadığı dönemin önde gelen
büyük âlimlerinden birisiydi414. Minyatür sanatındaki üstünlüğü dolayısıyla meşhur
olmuş ve eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. Bununla birlikte iyi bir muvakkit olarak
da tanınmaktadır.
7.6. AHMED ZİYA AKBULUT (İstanbul, 15 Haziran 1869-İstanbul 17 Nisan
1938).
Matematikçi, astronom, hattat ve ressam. Babası Hacı Kamil Efendizâde Mustafa
Rıza'dır (Çiki Rıza). İstanbul’un Fatih Semtinde Kıztaşı mahallesinde doğdu. Tahsilini
Sofular Mahalle Mektebi (1875), Saraçhane İbtidai Mektebi (1879), Fatih Askeri
Rüştiyesi (1881), Mustafa Reşid Paşa Askeri Rüştiyesi, Kuleli Askeri Lisesi ve Harbiye
Mektebi'nde tamamladı; piyade mülâzım-ı sânisi oldu (1889). Edirne'deki 2. ordu
komutanlığına tayin edildi (20 Haziran 1889); Edirne Mülkiye İdadisinde riyaziye
hocalığı yaptı. İstanbul’a döndükten sonra Erkân-ı Harb Resimhânesinde askeri haritalar
üzerinde çalıştı (1887-1894). Kocamustafapaşa Askeri Lisesi ve Daruşşafaka
Lise'lerinde Fransızca ve matematik dersleri verdi (Ağustos 1891). Ayrıca Gülhane
Askeri Lisesi'nde Fransızca hocalığı yaptı. Kuleli Askeri lisesine resim hocası olarak
tayin edildi (Ekim 1892). Hoca Ali Rıza’nın öğrencisi oldu, Osman Nuri Paşa’nın
yardımcığını yaparak resim bilgi ve tekniğini ilerletti. Aynı yerde kozmografya,
412 Muvakkit Ahmed Dede’nin şakirdinin saat takdiminden dolayı atıyye-i seniyye itasına dair 30
Şevval 1282 tarihli irade, BOA, İrade-i Dahiliyye, No. 38050. 413 Reşat Ekrem Koçu, "Ahmed Eflaki Dede", Türk Ansiklopedisi, I, s. 362-363; Sanat, Topkapı
Sarayı Müzesi, s. 121.
132
mekanik ve matematik; Harbiye Mektebi'nde de yüksek matematik dersleri verdi
(1897). Bir yandan Sanayi-i Nefise Mektebi’ne devam etti. Tophane Resimhânesi ve
Matbaa-i Askerîye’de müdürlük yaptı (1898-1914). Bir ara Osmanlı Ressamlar
Cemiyeti’nin idare heyeti başkanlığına getirildi (1913). Sanayi-i Nefise Mektebi’ne
riyaziye (matematik) ve fenn-i menâzır (perspektif) hocası olarak tayini çıktı (1914).
Binbaşı iken askeri görevinden ayrıldı (1919). Sanayi-i Nefise Mektebi’nde müdür
muavini oldu. Çeşitli camilerde ve özellikle Eyüp Sultan Camii’nde muvakkitlik yaptı.
Kandilli Rasathanesi ve Evkaf-ı İslâmiye Müzesi’nde (Türk ve İslam Eserleri Müzesi)
müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. Eski Silahlar Komisyon Başkanlığında ve
Harita Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi'nin vefatıyla
müneccimbaşılık müessesesinin lağvedilmesi üzerine (1924) başmuvakkitlik makamı
kuruldu ve Ahmet Ziya burada başmuvakkit oldu (1927). Fransa Astronomi azalığına
seçildi ve İstanbul Belediyesi İnkılâp Müzesi’ni kurdu (1934). Vefat ettiğinde buranın
müdürü idi. Kabri Topkapı Kozlu mezarlığındadır.
Muvakkitliği yanında daha çok ressamlık yönüyle tanındı. Sanat çalışmaları
yanında astronomi, matematik, özellikle menâzır olarak isimlendirilen perspektif
konusunda uzmanlaştı. Bu sebeple kendisine "Menâzırcı Ziyâ" denildi. Perspektif
bilgisini yansıtan mimari ağırlıklı tabiat resimleri meşhur oldu. Klâsik Türk resminin
büyük kıymetlerinden bir peyzaj ustası olmanın yanında matematik ve astronomide de
kendisini yetiştirdi.
Resimlerinde Şeker Ahmed Paşa, Seyyid Bey ve Zekâî Paşa okulunu takip
etmekle beraber onlardan ayrı olarak renkten daha ziyade çizgi üzerinde durdu.
Natüralist bir ressam olan Ahmed Ziya resimlerinde konu edindiği mimari elemanları,
perspektif kurallar ve akademik ilkeler doğrultusunda düzenledi. Geçici ışık-gölge
oyunlarına kapılmadan doğrudan doğruya eşyanın ana renk ve formunu korudu.
Zevksizliğe düşmeden en ince detayları yansıtması eserlerine ayrı bir değer kazandırdı.
Osman Hamdi, Muallim Şevket ve Süleyman Seyyid gibi akademik, ayrıntılara önem
veren ressamların çizgisini takip eden resimleri renklendirilmiş fotoğraf etkisi
uyandırmakta ve Hoca Ali Rıza’nın paletiyle karşılaştırıldığında daha donuk bir etki
bırakmaktadır. Çizgi ve renk mübalağası bulunmayan eserlerinde görüş ve seziş kuvveti
414 Esin Atıl, Süleymanname, Washington 1986, s. 51.
133
açıkça göze çarpar. İstanbul’daki tarihi yapıları konu ettiği büyük ebatlı resimlerinde
figürlere pek yer vermedi. Bir kısmını fotoğraflardan gerçekleştirdiği tahmin edilen
‘Sultan Ahmed Camii”, “Süleymaniye”, “Büyükada’dan Hayırsız Adanın Görünüşü”,
“Hayırsızada”, “Beyazıt İmaret Binası”, “Beyazıt Sahaflarbaşı”, “Tenekeci Yahudi”,
“Arnavutlar”, “Kandilli’den Bebeğe Bakış” ve “Üsküdar Mihrimah Sultan Camii” gibi
önemli eserleri yerli ve yabancı kolleksiyonlar yanında İstanbul Resim ve Heykel
Müzesi’nde bulunmaktadır. Ayrıca bir çok güneş saati yaptı. Bunlardan son olarak
yaptığı alafranga ve alaturka iki güneş saati, İstanbul Beyazıt semtinde eski İnkılâp
Müzesi avlusunda bulunmaktaydı. Yarım asırlık öğretmenlik hayatında pek çok ressam
ve talebe yetiştirdi. Öğrencileri arasında İsmet İnönü, General Salih Omurtak ve Refik
Saydam gibi kimseler bulunmaktadır.415
Eserleri
1899-1936 yılları arasında Takvim-i Ziya adındaki takvimlerini her sene düzenli
olarak neşretti. İki yıllık bir emeğinin sonucu olan Ameli Menâzır (1896) ile daha sonra
yayınladığı Usûl-i Ameliye-i Fenn-i Menâzır (1922) gibi eserleri Türkiye’de türünün ilk
örnekleri oldu ve uzun yıllar Harbiye Mektebi ile Sanayi-i Nefise Mektebi’nde ders
kitabı olarak okutuldu. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin yayınladığı dergide sanat ile
ilgili makaleler yazdı. Takvim, astronomi, matematik ve menâzır üzerine büyüklü
küçüklü yirmi adet kitabının olduğu bilinmektedir. Tek nüsha halindeki Tarih-i Mimari-
i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi adlı eseri oğlunun elindedir. Ressamlığı
yanında ayrıca hattatlığı, ciltçiliği, marangozluğu ve demirciliği de vardır.
1. Kozmoğrafya, Mekteb-i İdadi-i Şahâne Şakirdanına Tedris Olunmak Üzere (T)
İstanbul 1314, 1321.
2. Muhtasar İlm-i Hey'et (T) İstanbul 1316, 1325.
415 OM, III, s. 256; Osman Ergin, Türk Şehirlerinde imaret Sistemi, İstanbul 1939, s. 26; Reşat Ekrem
Koçu, “Akbulut (Ahmed Ziya)”, İstanbul Ansiklopedisi, I, s. 510-511; Ahmet Özel, “Akbulut, Ahmet Ziya”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, I, s. 155-156. “Akbulut, Ahmet Ziya”, Türk Ansiklopedisi, I, s. 314; Nüzhet İslimyeli, Türk Plâstik Sanatçıları Ansiklopedisi, Ankara 1967, I, s. 16-7; Nurullah Berk, La Peinture Turque, Ankara 1950, s. 17; S. Pertev Boyar, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devirlerinde Türk Ressamları, Hayatlrı ve Eserleri, Ankara 1948, s. 92-94; Nurullah Berk-Ahmed Turanî, Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, İstanbul 1981, s. 62; Aydüz, Müneccimbaşılık, s. 248-249; Hamit Er, "Ahmed Ziya Akbulut ve Tarih-i Mimari-i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi ", Edirne: Serhattaki Payıtaht (haz. E. N. İşli-M. S. Koz), İstanbul 1998, s. 353-362.
134
3. Tarih-i Mimari-i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi (T).
Bu eserlerinin yanısıra Ali Sulhi'yle birlikte tertip ettikleri 1 ilâ 10000 Âdâd-ı
Tabiiyenin Beş aşar Mertebesine Kadar Yürütülmüş Cep Logaritması (T) (İstanbul
1908), Hendese-i Resmiyye (T) (İstanbul 1921), Garaib-i Hesabiyye Yahud Klavi Şifr
Tercüme (T) (İstanbul 1928), Klavi Şifr (T) (İstanbul 1928), Rub'u Dâ'irenin Esâs ve
Usûl-i Tersîmi (T) (İstanbul 1921), Rub'u Dâ'irenin Sûret-i İsti'mâli (T) (İstanbul 1921),
Ameli Menâzır (T) (İstanbul 1310, 1312, 1314), Usûl-iAmeliye-i Fenn-i Menâzır (T)
(İstanbul 1339, 1341) gibi matbu eserleri vardır. Ayrıca Osmanlı astronomi tarihine dair
önemli konuların yer aldığı, astronomi ve nücum konularındaki kişisel hatıralarını ihtiva
eden bir de Not Defteri (T) bulunmaktadır (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 121). Sürgülü
Hesap Cedveli ve Hendese-i Tersimi adlı tab tarihi ve nüshası tesbit edilemeyen iki eseri
daha vardır.
Ahmet Ziya'nın takvimleri ise şunlardır. a. Takvim-i Ziya: 20 Zikâde 1317-30
Zilkâde 1318 arası, İstanbul 1899; b. Takvim-i Ziya: 13 Cemâziyelevvel 1341-30
Cemâziyelevvel 1342, İstanbul 1922; c. Takvim-i Ziya: 1 Cemâziyelahır 1342-Receb
1342, İstanbul 1341; d. Takvim-i Ziya: 24 Receb 1342-4 Şaban 1343, İstanbul 1923; e.
Takvim-i Ziya: 5 Cemaziyelahır 1343-15 Cemaziyelahır 1344, İstanbul 1924; f. Takvim-
i Ziya: 16 Şaban 1344-25 Cemaziyelahır 1345, İstanbul 1925; g. Takvim-i Ziya: 19
Receb 1347-1 Şaban 1348, İstanbul 1928; h. Takvim-i Ziya (T). Resmî 1938-Hicrî-
Kamerî 1356/1357 senesinde İstanbul'a mahsus şer'i vakitleri, ahval-i cevviyye, eyyâm-ı
mübâreke ve resmiyeyi hâvi takvim (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 571/11).
7.7. ALİ b. AHMED MUVAKKİT (Edirne, ? – 1755'ten sonra).
Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. Hayatının ilk bölümü Edirne'de geçti.
Uzun yıllar muvakkitlik yapan bir aileden gelmektedir. II. Murad'ın Edirne’de yaptırdığı
Edirne Üç Şerefeli Cami'de dedesi elli, babası ise kırk iki sene muvakkitlik görevinde
bulundu. Babasının vefatıyla yerine geçti ve on sekiz sene burada muvakkitlik yaptı.
Selimiye Camii'ne muvakkit oldu. Bir müddet burada çalıştıktan sonra İstanbul'a geldi.
Burada Ahmed Atfî ile Hacı Mustafa efendilerden ders okudu. Fatih Camii
muvakkitliğine getirildi (1723). Muhtemelen ölünceye kadar bu görevde kaldı.416
416 OM, III, s. 287; OALT, I, s. 439. Salim Aydüz, "Ali b. Ahmed Muvakkit", Yaşamları ve
Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 195-196.
135
Ali Efendi’nin günümüze kadar ulaşmış olan bir adet Daire-i Muaddil aleti
bulunmaktadır.417 1748 yılında yapılan aletin üzerinde Fatih Camii Muvakkidi Ali
imzası bulunmaktadır. Türkçe olarak kaleme aldığı Müntehab A'mali'l-mu'addel isimli
eseri muhtemelen bu aletin yapımı ile ilgilidir.
Eseri. Müntehâbü a'mâli'l-muaddil (T). İrtifa almaktan ve namaz vakitlerinin
tayini gibi meselelerden bahseder. Bir mukaddime ve yirmi beş baptan oluşur. 1755
yılında telif edilmiştir. (Arkeoloji Müzesi Ktp., no. 1089/1, 26 vr).
7.8. ALİ NAZİF EFENDİ (?, ?-?, 1791'de sağ).
Muvakkit. Doğumu ve hayatının ilk devirleri hakkında bilgi yoktur. Sultan III.
Selim devri sadrazamlarından Melek Mehmed Paşa'nın Kandiye muhafızlığı esnasında
kâtibi oldu ve bu arada hususi kütüphanesinden yararlandı. Rub'u mukantara ve Rub'i
müceyyeb aletlerinin çizilmesiyle takvimler hakkında yazdığı eseri önemlidir.418
417 Nasser D. Khalili, Visions of Splendour in Islamic Art and Culture, London: Worth Press, 2008, s.
121. 418 OM, III, s. 287; OALT, II, s. 543–544.
136
Eseri. Nuhbeti'l-mevâkît (T).419 Yirmi sekiz bâb ve bir kaç fasıl olmak üzere tertip
edildi. Eserde astronomi aletlerinin yapılması ve kullanılmasıyla ilgili bilgiler yanında
astroloji konuları da yer alır.
7.9. ALİ MUYTABÎ (1750'de sağ)
Muvakkit. Tam adı Ali el-Rabıt el-Muytâbî'dir. Doğumu ve hayatı hakkında bilgi
yoktur. Yalnız, XVIII. asrın ortalarında İstanbul'da yaşayan muvakkitlerden olduğu
bilinir. Tekviri'l-emsâr fi'l-evkâti ve'l-a'sâr420 (T) isminde, bir çeşit astronom aleti olan
rub'u müselles'ten bahseden önemli bir eser telif etti (1750). Bu kıymetli çalışmadan
sadece eksik bir nüshası günümüze ulaşabilmiştir.421
7.10. DERVİŞ TALİB EFENDİ (1645’te sağ).
Sultan Selim Muvakkithanesi muvakkitlerindan olan Derviş Talib Efendi
hakkında biyografik eserlerde geniş bilgilere rastlıyamadık. Ancak Topkapı Sarayı’nda
bulunan h. 1027/1618 tarihli bir ruznamçede yer alan hassa tabibleri arasında “Mevlana
Derviş Talib Efendi tabib ve müneccim” olarak zikredilen kişi bu olmalıdır. Buna göre
Talib Efendi aynı zamanda tabib idi. Mehmed Süreyya Bey kendisinin Sultanzâde
Mehmed Paşaya mensubiyetinden dolayı müneccimbaşı olduğunu belirtmektedir422.
Ancak Talib Efendi’nin ne zaman müneccimbaşı olduğu belirli değildir. Zira aynı
zamanda müneccimbaşılık makamında Hüseyin Efendi (ö. 1060) görülmektedir. Talib
Efendi ise 1055/1645 yılı civarında vefat etmiştir.
Derviş Talib Efendi’nin sadece Şeyh Vefa’nın Ruznâmesi üzerine yazdığı Şerh-i
Ruznâme-i Cedid (T)423 adlı şerhi zamanımıza kadar ulaşmıştır.
7.11. EMÎN MUHAMMED B. EL-HÂCC İSMAİL EL-MUVAKKİT (1679’da
sağ)
İbn Sellûm diye tanınan Sâlih b. Nasrullâh el-Halebî'nin (ö. 1081/1670)
1075/1655'te Sultan IV. Mehmed'e takdim ettiği Gâyetü'l-Beyân fî Tedbîri Bedeni'l-
419 Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 289, muhtemelen müellif hattı. 420 Kahire, Dârü'l-kütüb, Mikat-Türkî, nr. 25, 34 v. 421 David A. King, Fihrist Mahtutati'l-ilmiyyeti’l-mahfuza bi-Dari’l-Kutub, I-II, Kahire 1981, I, s.
207; Fihrisu'l-mahtutatu'l-Türkiyye, I, s. 302; OALT, I, s. 434-435. 422 Sicill-i Osmânî, II/331; Süheyl Ünver, “Türk Tıb Tarihi Hakkında Muallim Cevdet’in
Bibliyoğrafyası”, Muallim Cevdet, Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, İstanbul 1937, s. 26. 423 Nüshaları: Milli Ktp. No. 2053/3; Manisa, no. 6590/4.
137
insân (A) isimli eserin Türkçe çevirisini 1090 /1679 yılında istinsah eden Emîn
Muhammed Efendi hakkında bilgi bulunmamaktadır.424
7.12. HASAN ÇELEBİ (KÜFRÎ) (İstanbul, ?-İstanbul Eylül 1660).
İstanbul'da doğan Hasan Çelebi ilm-i nücûm tahsili yaparak müneccimbaşılığa
kadar yükselmiştir425. Aynı zamanda şâir olan Hasan Çelebi Bahaî mahlâsı ile yazdığı
şiirlerini hezliyat olarak bilinen Divan'ında toplamış ve aynı zamanda devrinin şairleri
arasında şuâra tezkirelerine girmiştir. Ancak Hasan Çelebi, Bahaî mahlasının yanında
daha çok Küfri lakabıyla meşhur olmuştur. Mehmed Süreyya Bey’e göre lakabı daha
önceleri “Fikrî” iken, -yazdığı hezliyata dair eserleri ve hafif meşrepliği sebebiyle-
değiştirilerek “Küfrî” haline getirilmiştir426. Zira Hasan Çelebi'nin yazdığı şiirlerin aşırı
derecede ahlak dışı ve hezliyâttan olması, onun Küfrî lakabıyla anılmasının tabii
olduğunu göstermektedir427.
Nücûm ilminde mahareti bilinen Hasan Çelebi, selefi Müneccimbaşı Hüseyin
Efendi'nin müneccimbaşılığı esnasında yanında müneccim olarak bulunmuş (1055/1645
yılındaki Girit Seferinin hareket anının zayiçesini birlikte hazırlamışlardır) ve onun
azledilmesi üzerine Şeyhülislam Bahaî Efendi'nin isteği ile Fatih Camii’nde muvakkit
iken, bu vazifesi üzerinde kalmak şartıyla kırk akça ile 18 Şaban 1060/8 Ağustos 1650
tarihinde müneccimbaşı olmuştur428.
On sene civarında müneccimbaşılık yapan Hasan Çelebi Arapça “el-maraz
(1071)” (hastalık) kelimesinin ebced hesabı ile karşılığı olan429 Safer 1071/Eylül 1660
424 Selim Ağa, nr. 874/1, yap. 1a-111a; Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, s. 333. 425 Zeyl-i Ravzatü’l-Ebrâr, v. 162a. 426 Sicill-i Osmanî, II, s. 28. 427 Seyyid İsmail Beliğ, Nuhbetü'l-Â sar li-Zeyl-i Zübde-i al-Aş‘ar, İstanbul Üniversitesi Ktp., Ty.
1182, v. 7b; Seyyid Mehmed Rıza, Rıza Tezkiresi, İÜK Ty. 2563, v. 10a; Safayî Mustafa, Safayî Tezkiresi, İstanbul Üniversitesi Ktp., Ty. 1353, v. 15a; Güfti, Teşrifatü'ş-Şuârâ, İÜK Ty. 1533, v. 10a; Şeyhî, I, s. 660; Müstakîmzâde, Mecelletü'n-nisâb, s. 151; Sicill-i Osmanî, II, s. 28; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, v. 3b.
428 BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1497/46, s. 23; BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1519/68, s. 74-77; Kâtip Çelebi, Fezleke, II, s. 367; Naîmâ, Târih, V, 29; Rıza Tezkiresi, v. 10a; Safayî Tezkiresi, v. 15a; Şeyhî, I, s. 660; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, s. 148; Sicill-i Osmanî, II, s. 28; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, v. 3b; İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Katalogu, İstanbul 1967, II, s. 269; Hasan Çelebi tarafından hazırlanan 1061 senesi takviminin teslimi ve karşlığında 1000 akça nevruziye almasına dair teşrifat defteri kaydı. Uzunçarşılı, Saray, s. 372.
429 Müstakimzâde, Mecelletü'n-nisâb, s. 151.
138
tarihinde vefat etmiştir. Yerine Müneccimek Mehmed Çelebi müneccimbaşı olmuştur430.
Evliya Çelebi Küfri Hasan Efendi hakkında “fenn-i eflakte tekmil-i fünûn etmiş”
demektedir431. Hasan Çelebi Şam, Edirne, İstanbul, Üsküdar, Anadolu ve iki defa da
Rumeli mansıblarını elde etmiştir. Hasan Çelebi, Zeyl-i Karaçelebizâde’nin yazdığına
göre sigara, afyon gibi zararlı şeyleri içmenin yanında zamanla namaz ve orucu terk
etmiş, devrin din büyüklerine dil uzatmış ve ahreti inkar ederek dinden çıkmıştır432.
Hasan Çelebi yazdığı hicivleri ve hezliyata dair şiirlerini Divan'ında toplamıştır433.
Şiirlerinin bazılarını Türkçe bazılarını da Farsça yazan Hasan Çelebi'nin bu eserleri yüz
kızarmadan okunamayacak kadar çok ağır bir hezliyatı hâvidir. Divanı beş kaside, yedi
müseddes, üç muhammes, bir müstezad, altmış yedi gazel, iki mesnevi, on üç beyit, üç
tarih, iki rubaî’den oluşmaktadır. Hasan Çelebi’nin 1061, 1062, 1063, 1064 ve 1065
senelerine ait beş adet Takvim’i günümüze ulaşmıştır434.
7.13. HÜSEYİN HİLMİ EFENDİ (Karlova Şubat 1859 – İstanbul 29 Eylül
1924).
Asıl ismi Hüseyin, mahlası Hilmi'dir. Karlovalı ve Sultan Selim Muvakkiti olarak
tanınır. Filibe sancağına bağlı Karlova'nın Kulfeller köyü hocası olan babası Hacı
Ahmed Efendi’den ilk tahsilini yaptı. İstanbul'a giderek ağabeyinin Çarşamba'daki
evine yerleşti (1873). Mehmed Ağa Medresesi'nde Yedi Emirler türbedarı Hacı Kadrî
Efendi yanında Kuran-ı Kerim'i ezberledi. Bu arada Karlovalı Ahmed Hulusî Efendi'nin
Fatih Camii'ndeki feraiz derslerini takip ederek icazetini aldı (1881). Yine Fatih
Camii'nde Dersiâm Merzifonlu Hacı Hafız Mustafa Efendi'den Arapça (1893), Kıbrıslı
Şeyh Hafız Mehmed Zeki Efendi'den Hadis-i şerif icazetnamesi aldı. Rüus
imtihanlarında birinci olduğundan (1896) meşihat dairesince Fatih Camii dersiâmlığına
tayin edildi (1896). Kısa bir süre sonra müderris oldu (1897). Müneccimbaşı Mustafa
Asım Efendi'den nücum dersleri aldı (1883); Sultan Selim Camii'ne muvakkit oldu.
Maarif nezaretinden takvim neşretmek üzere nücum ruhsatnamesi alarak (1893)
430 Safayî Tezkiresi, v. 15a; Nuhbetü'l-Â sar, v. 7b; Şeyhî, I, s. 661, 672; Müstakimzâde, Mecelletü'n-
nisâb, s. 151; Sicill-i Osmanî, II, s. 28; Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 323, v. 3b; İstanbul Kütüphaneleri Türçe Yazma Divanlar Katalogu, s. 269.
431 Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, s. 148. 432 Zeyl-i Ravzatü’l-Ebrâr, v. 162b. 433 Eserin Nüshası, Bahai Küfri, Hezliyat, İstanbul Üniversitesi Ktp., Ty. 3005; Millet Kütüphanesi,
Ali Emiri, Manzum Eserler, nr. 768.
139
Takvim-i Mikat adıyla 1 Ramazan 1311-29 Ramazan 1312 hicri senesine ait ilk
takvimini neşretti. Bazı taşra şehirleriyle Yemen, Mekke, Medine ve 22,5 ve 46 derece
enlemleri arasında kalan bazı önemli şehirlerin namaz vakitlerini gösteren Mirat'ü-
Evkât adıyla ayrı bir takvim daha hazırladı. Hocası Mustafa Asım Efendi'nin
müneccimbaşı olması (1898) üzerine takvim neşrine ara verdi. Dersiâm olduğu Fatih
Camii'nde talebe yetiştirme ve icazetname verme izni aldı (1909), aynı yıl komisyon
kararıyla müneccimbaşılığa getirildi. Müneccimbaşılığın lağvedilmesine kadar bu
makamda kaldı (1924).
Birinci Dünya Savaşı'nda düşman kuvvetlerinin Çanakkale'yi zorladıkları sırada
V. Mehmed Reşad'a düşmanın Çanakkale'yi geçemeyeceğine ve üç gün sonra
gideceğine dair Rasathane-i Amire müdürü Fatin Bey ile birlikte yaptıkları zayiçenin
sonucunu bildirerek, savaşın nücuma göre tahmini seyri hakkında bilgi verdi.
İptida-i dâhil Medresesi heyet dersi müderrisliğine (1919), ayrıca Darulhilafe
medreselerinde astronomi dersleri hocalığına tayin edildi. İptida-i hariç İstanbul
müderrisliği (1901), hareket-i hariç (1905), mahreç (1915), Bilad-ı hamse (1916),
üçüncü rütbeden Mecidiye nişanı (1916) ve Haremeyn-i Muhteremeyn (1920) paye ve
rütbelerini aldı. Medreselerin lağvedilmesiyle açıkta kalan Hüseyin Efendi son
zamanlarını geçirdiği Aksaray'da Horhor Mahallesi civarındaki Baba Hasan İlmi
Mahallesi’nde vefat etti. Eski ve modern astronomi ilmini iyi bilen Hüseyin Efendi pek
çok talebeye umumi veya hususi astronomi, fizik, matematik, geometri, takvim, saat
konularında dersler verdi. Yetiştirdiği talebeler arasında M. Fatin Gökmen, başmuvakkit
ve ressam Ahmed Ziya Akbulut ve Süleyman Hilmi Tunahan gibi zatlar
bulunmaktadır.435
Eserleri: 1. Yetmiş dört senelik mîzânü’t-tevârîh (İst., 1328). 2. Miratü evkât. 3.
Takvîm-i sâl (T). 1301/1883-4 yılına ait takvim (TSMK, Y, no. 146). 4. Takvîm-i sâl-i
434 Nüshası, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 165/9-10. 435 İstanbul Müftülüğü Şeriye Sicilleri Arşivi, dosya no. 309; Takvim-i Vekayi, 16 Şevval 1334, no
2616, s. 1; A. Z. Akbulut, Özel Not Defteri, Kandilli Rasathanesi Ktp.,, no. 121, s. 133a; S. Ünver, " İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine", International Symposium, s. 50; ay, “Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler”, Atatürk Konferansları,V, 1971-2, Ank., 1975, s. 250; Albayrak, II, 123, 124; OM, III, 256; İlmiye Salnamesi, 67; O. N. Ergin, Türk Maarif Tarihi, I-II, İstanbul 1972, s. 191; "Hüseyin Hilmi", TA, XVII, 501; Pakalın, II, 587; OALT, II, 712-714; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, s. 246-250.
140
1328 (T). 1328/1910 yılına mahsus olmak üzere yazılmış, zayiçe-i tali-i sali havi takvim
(TSMK, Y, no. 617). 5. Zaiçe-i sâl (T). 1333/1914-15 yılına mahsus ahkâmı havidir
(TSMK, Y. no. 144). 6. Takvîm-i sâl (T). 1333/1914-15 yılına mahsus takvimdir
(TSMK, Y. no. 145).
Hüseyin Efendi’nin yukarıda bahsedilen eserlerinin yanı sıra çok sayıda matbu
takvimleri vardır.436
7.14. HÜSEYİN HULUSİ EFENDİ, HACI (Ağustos 1859’dan sonra)
Hüseyin Hulusi Efendi hem müderris ve hem de muvakkittir. Sultan II. Mahmut
tarafından inşa edilen Tophane’deki Nusretiye Camii’nde muvakkit olup 1246-1260
(1830-1844) seneleri arasında Padişah Abdülmecid’in Huzur Derslerinde muhatap
olarak bulunmuştur. 15 Muharrem 1260 (5 Şubat 1844) senesinde Galata Mollası, 1264
senesi Zilhicce ayında Bursa Mollası olmuş ve ardından Mekke-i Mükerreme ve 1270
senesi Zilkadesinde (Temmuz 1854) İstanbul Payeleri almıştır. 1275 senesi
Ramazan’ında (Nisan 1859) İstanbul Kadısı olmuş, 1276 senesi Safer ayında (Ağustos
1859) da Anadolu payesini alarak bir müddet sonra vefat etmiştir. Mehmed Süreyya
Bey’e göre ilim sahibi vakarlı bir zat olarak yaşamıştır437.
7.15. İBRAHİM EDHEM EFENDİ (? – İstanbul 9 Ağustos 1865).
Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. İstanbullu olduğu anlaşılmaktadır. Tam
adı Şeyh Hacı İbrahim Edhem Efendi'dir. Beşiktaş ulema cemiyetinin önde gelen
simalarından Kethüdazade Arif Efendi'den nücûm ve heyet dersleri aldı; aynı zamanda
bu cemiyetin üyesi oldu. Uzun müddet muvakkitlik yaptı; müneccim-i sani oldu.
Müneccimbaşı Osman Saib Efendi'nin ölümü üzerine müneccimbaşılığa tayin edildi
(1864). İki sene bu görevde kaldı. Kabri Karacaahmet Mezarlığı’ndadır. Nakşibendi
tarikatına ve diğer bazı tarikatlara mensup olup şeyhliğe kadar yükselmiştir.438
436 Salim Aydüz, "Hüseyin Hilmi Efendi", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul
1999, I, 582-583. 437 Ebül'Ulâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, s. II-III/325; Sicill-i Osmânî, II/227. 438 Kethüdazade Arif Efendi, Menâkıb-ı Kethüdazâde, İstanbul 1305, s. 41; İ. H. Uzunçarşılı, "Nizam-
ı Cedid Ricalinden Valide Sultan Kethüdası Meşhur Yusuf Ağa ve Kethüdazâde Arif Efendi", Belleten, XX/79 (1986), 513; Ş. Mardin, The Genesis of Young Ottoman Political Thought, Princeton, 1962, s. 231; Lutfi, X, 115; A. Z. Akbulut, Özel Not Defteri, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 121, vr 133a; Behçetî İsmail Hakkı, Merâkıd-ı Mûtebere-i Üsküdar, Hacı Selim Ağa
141
Eserleri: 1. Cedvelü düstûri neyyireyn li-tûli Kostantıniyye muvâfık sene 1234
Hicri (T). Lalande Zici’nden istifade ile yazdığı eseridir (Kandilli Rasathanesi Ktp., no.
574, 25 vr). 2. Heyet ilmine dâir Bir Mecmûa (T,A,F) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no.
280, 44 vr). 3. Ahkâm-ı sâl (T). Müneccim-i sani iken hazırlamış olduğu ahkâm-ı sâldir
(TSMK, A, no. 3635, no. 3636). 4. 1257 Hicret yılı takvîmi (Nücumi) (T) (Kandilli
Rasathanesi Ktp., no. 529, 14 vr).
7.16. İBRAHİM ZÜHDİ EFENDİ (XIX. Yüzyıl sonu).
Muhtemelen son müneccim-i sâni olan İbrahim Zühdi Efendi, Ahmed Tahir
Efendi’nin vefatıyla müneccimbaşı olan Osman Kâmil Efendi yerine Şehzade
Camii’nde muvakkit iken müneccim-i sâni olmuştur. Ancak bu konuda kesin bir bilgi
bulunmamaktadır439. İbrahim Zühdi Efendi II. Abdülhamid döneminde yaşamıştır. Onun
Tali-i Sâl adlı tarihsiz bir eserinden müneccim-i sâni olduğu bilinmektedir440.
7.17. İSMAİL EFENDİ (Halifezâde Çinarî) (?, ?-İstanbul 1790).
Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. İstanbul’da Kocamustafa Paşa
yakınındaki Sancaktar Hayrettin (Çınar) mahallesinde ikâmet ettiği için Çinarî diye
tanınır. Babası Şumnu Kışlası piyâde mukâbelesi kîsedârı Mustafa Efendi’dir. Babası
gibi aynı kalemde şâkird oldu; başhalifeliğe kadar yükseldi. Ordu ile seferlere katıldı.
Genç yaşında astronomi tahsil etti. Bu sahadaki başarısından dolayı Şehzâde (Sultan
III.) Mustafa’nın dikkatini çekti ve 1767 yılında Seyyid Mehmed Said Efendi’den
boşalan Lâleli Câmii muvakkitliğine tayin edildi. 1789 yılına kadar uzun bir süre bu
görevini sürdürdü. Astronomi sahasında telif ve tercüme ondan fazla eser kaleme aldı.
Tercümelerinden ikisi astronomik hesaplarda ve takvim yapımında müracaat edilen
kitaplardan olan ziçlerdir. İkisi Laleli Câmii’nin batı yönündeki kâidesi üzerine, biri de
bir taş üzerine olmak üzere üç tane de güneş saati yaptı. İyi derecede Fransızca
bilmekteydi. Asırlardır kullanılan Uluğ Bey Zici’nin terk edilmesine vesile olan
Fransızca bir zici tercüme ederek, astronomi çalışmalarında yeni bir devir başlattı.441
Ktp., Hüdai Efendi, no. 1193, vr 38; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, 224, 225; OALT, II, 618, 619.
439 A. Ziya Akbulut, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 121. 440 İÜK, TY. 4174, 8a. 441 Salih Zeki, Kamûs-ı Riyâziyyât, I, s. 315-330; OM, III, s. 259-260; SO, I, s. 371-372; Uzunçarşılı,
Osmanlı Tarihi, IV/II, s. 537; OALT, s. 530-536; Adıvar, s. 199-201; Aydüz, Müneccimbaşılık, s. 80; Meltem Akbas, “Ismail Efendi ibn Mu��afā”, Biographical Encyclopaedia of
142
Eserleri
1. Tercüme-i Zîc-i Hakîm Clairaut (T). Fransız astronom Clariaut’un (ö. 1765)
Théorie de la Lune adlı zicinin tercümesidir (1767-8). (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr.
190, 30 v.). 2. Tuhfe-i Behîc-i Rasîni Tercüme-i Zîc-i Kassîni (T). Fransız astronom J.
Cassini’nin (ö. 1756) Tables Astronomiques adlı zicinin 14 matlab üzerine genişletilmiş
bir tercümesi olup Sultan III. Mustafa’ya ithaf etti (1772-3). Eserin başına logaritma
cedvellerini koyması ve kullanılış tarzını göstermesi, bu konuda Türkçe’ye yapılan ilk
tercüme olması açısından çok mühimdir (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 200, 199 v.).
Tercüme, Süleyman Makamî (ö. 1795) adlı bir dîvân kâtibi tarafından İstanbul enlemine
ve hicrî senelere göre Zîc-i Cedîd Hülâsa-i Garrâ adı verilerek yeniden düzenlenmiştir
(1790). Tercüme 1900 yılından itibaren Sultan III. Selim’in emriyle resmî takvim
hesaplarının yapılmasında kullanılmaya başlandı. Zicin tercümesinin daha iyi
anlaşılması ve kolay kullanılması için, Müneccimbaşı Durakpaşazâde Mîr İbrahim
Teshîl-i Zîc-i Cassini (T) adıyla açıklamalı bir eser yazdı (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr.
237, 39 v.). 3. Risâle fi’l-amel bi’r-rub’i’l-müceyyeb (T) Şumnu Kışlası Piyâde
Mukabelesinde başhalife iken, ricâl-i devletten şıkk-ı evvel defterdarı Ali Râik
Efendi’nin teşvikiyle telif etti (1789) (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 162, 44 v.). 4.
Mahlûlât (T). Basita risâlesidir. Rubu tahtasıyla irtifa almaya mahsus ve İstanbul enlemi
için hesaplanmış cedvellerdir (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 23, 11 v.). Halifezâde
İsmail Efendi’nin yukarıda zikredilen eserleri yanı sıra diğer eserleri şunlardır: Cedvel-i
tesviyetü’l-büyût (T) (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 460, 8 v.); Hisâb-ı Rub’ı
zamâniyye-i muvâfika (T) (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 33, 12 v.); Kitâb fî ilmi’n-
nücûm ve hisâbihâ (T) (Bağdat, Evkâf, nr. 12171, 170 v.); Mukantarât Cevdelleri (A, T)
(Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 480, 8 v.); Rûznâme (T) (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr.
32/3, 8 v.); Takvîm ve Ahkâm-ı sâl-i 1175 (T) (TSMK, Hazine nr. 515, 93 v.). Ayrıca
Cedvel-i ma’rifeti tahvîl-i sâl ve tevârih-i meşhûre, sene 1182-1183 (T) ve Cedvel-i
Astronomers, ed. Thomas Hockey, New York: Springer, 2007, II, 625; Çam, Nusret, Osmanlı'da Güneş Saatleri, Ankara 1990; Ekmeleddin İhsanoğlu, “Introduction of Western Science to the Otoman World: A Case Study of Modern Astronomy (1660–1860)”, Transfer of Modern Science and Technology to the Muslim World, ed. E. İhsanoğlu, s. 67–120, Istanbul: IRCICA, 1992; E. İhsanoğlu ve diğerleri, Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi (OMLT), I, 250–251, Istanbul: IRCICA 1999; İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, I, 252, İstanbul 1997; Mübahat Kütükoğlu, “Osmanlı Maliyesi”, Osmanlı Devleti Tarihi, ed. E. İhsanoğlu, II, 516. İstanbul 1999; Wolfgang Meyer, İstanbul'daki Güneş Saatleri, İstanbul 1985, 50–51, 56–57; Kemal
143
ma’rifeti tahvîl-i sâl ve tevârih-i meşhûre, sene 1197 (T) adlı iki eserin de ona ait
olduğu ileri sürülür.
7.18. MEHMED b. AHMED (Müneccimek) (İstanbul, ? – Mart 1668).
Tam adı Ebu Abdullah Mehmet b. Ahmet b. Mehmet b. Hasan b. Hüseyin
Reisülmüneccimîn olup Müneccimek lakabıyla meşhur olmuştur. Aslen İstanbullu olup
ilk tahsilini burada tamamladı. Nücum ve heyet dersleri aldı. Fatih Camii
Muvakkithanesi'nde muvakkit oldu. Müneccimbaşı Hüseyin Efendi'nin idaresinde Girit
seferinin hareket zayiçesini Müneccim Hasan Küfrî ve Sadreddinzade efendilerle
hazırladı (1645). Müneccimbaşı Küfrî Hasan Çelebi'nin vefatıyla yerine tayin edildi
(1660). Belgrad payesi (1666) ile Kemer-Edremit kazası arpalığını aldı. Yedi sene
müneccimbaşılık yaptıktan sonra vefat etti. Kabri, hayattayken Emirbuhari
Mahallesi’nde inşa ettirdiği ahşap mektebin bahçesindedir.442
Matematik ve astronomi ilimlerinde zamanında meşhur olan Müneccimek için
Evliya Çelebi “fenn-i eflâkta tekmîl-i fünûn etmiş” olduğunu ifade eder. Yukarıda
bahsedilen mektebinden başka Sarı Nasuh Mecidi (Değirmen Mescidi) adında bir
mescidi tamir ettirmiş ve vakfiyesini hazırlamıştır. Şekibî mahlasıyla şiirler yazan
Müneccimek devrinin meşhur şairleri arasında yer aldı. Divanı bilinmemekte birlikte
bazı meşhur şiirleri şuara tezkirelerinde yer alır.
Tezkireci Köse İbrahim Efendi'nin tercüme ettiği Secence'l-eflâk fî gâyeti'l-idrâk
adlı zic tercümesini tahkik ederek takdir etti. Ayrıca astronomiye dair mühim eserler
kaleme aldı.
Eserleri:
1. Mecmua-i ahkâm-ı tali-i sâl (T). Hicri 1072 yılı takvimi (Kandilli Rasathanesi
Ktp., no. 165/4, 10 vr). 2. Takvîm-i nücûm hesabı (A, F). Hicri 1075 yılı takvimi
(Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 109, 19 vr). 3. 1076 Hicret yılı takvîmi (T). Hicri 1076
Özdemir, Osmanlıdan Günümüze Saatler, İstanbul 1993, 54–55; Takvim-i Vekayi, no. 46, 6 Receb 1248 (29 November 1832), s. 3.
442 Müneccimek, el-Makâlât-ı sâlise fî resmi âlâtı zilliye, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 40, vr 32a; Güftî, Tezkire-i şuarâ-i manzûm, İÜ Ktp., TY, no. 9619, vr 52a; Evliya Çelebi, II, 148; Şeyhî, I, 636, 661, 672; Silahdar Tarihi, I, 354; Süleyman Saadeddin Müstakimzade, Mecelletü'n-nisâb, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, no. 628, s. 277; SO, IV, 177; Hadika, 107; D. A. King, Islamic Astronomical Instruments, Londra, 1987, III, s. 59; Ö. L. Barkan, E. H. Ayverdi, İstanbul
144
yılı takvimi olup Sultan IV. Mehmed'e sunulmuştur (Kandilli Rasathanesi Ktp., no.
165/6, 11 vr). 4. el-Makaletü's-sâlise fî resmi alâtı zıllıye (A). Astronomi aletlerinin
tanıtıldığı bir eserdir. Bir mukaddime ve 10 baptan meydana gelir. Nüshaları bölümler
halindedir (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 40/1, 32 vr). 5. Tavzîhü’l-alât fi’l-besâit ve’l-
kâinât (A) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 40/2, 1 vr).
7.19. MEHMED ÇELEBİ (İstanbul, ? – Temmuz 1631).
Tam adı Mehmed Çelebi b. Ali el-Rumî olup İstanbullu kuloğlanlarındandı.
Gençliğinde ilimden uzak bir hayat geçirdi; nücum ve matematik tahsiline yöneldi. Bir
ara tahsil için taşraya gitti. Arapça, Farsça yanında bazı Avrupa dillerini öğrendi.
Tahsilini tamamladıktan sonra Şehzade Camii muvakkidi oldu; müneccimbaşı tayin
edildi (1616’dan önce). Müderris oldu. On beş sene kadar müneccimbaşılık yaptı.
Müderrisken vefat etti.
Müneccimbaşı iken yaptığı takvimler beğenilmiş ve özellikle astronomi ve
astroloji ilimlerinde çok meşhur olmuştur. I. Ahmed'in vefatını, 1026 yılı takviminde
Arapça kuvvet kelimesinin noktalarından birisini kırmızı kalem ile yazıp, fevt şeklinde
okunmasını sağlayarak haber verdi. II. Osman'ın vefatını da tarihçi Peçuylu İbrahim
Efendi'ye önceden söyledi. Padişahların vefatlarını önceden tahmin etmesi şöhretini ve
itibarını artırdı.
Eserleri:
1. Usûl-i ahkâm-ı sâl-i âlem (T). Astronomi ve astrolojiye dair Arapça, Farsça ve
Avrupa dillerinde yazılmış birçok kitaptan derleyerek telif ettiği eser Usûlü ahkâm fi’n-
nücûm, Risale-i ahkâmı nücûm, Risale fî ahkâmı nücûm gibi isimlerle de anılır.
Yıldızların durumuna bakarak hüküm ve zayirçe çıkarma konuları yanında astronomi ve
astrolojinin bazı temel esaslarını ihtiva eden eser birçok muvakkit ve müneccim
tarafından kullanılmıştır. Kütüphanelerde çok sayıda nüshası bulunur443. 2. İhtiyârât
Vakıfları Tahrir Defteri 923/1546 Tarihli, İstanbul 1970, s. 219; T. Öz. İstanbul Camileri, Ank., 1987, I, s. 47; Ayverdi, III, 495; İA, VIII, 4350; T. Gökbilgin, "Müneccimbaşı", İA, VIII, 801.
443 Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 272, 66 vr.
145
risalesi (T). Astrolojik tahminleri ihtiva eder444. 3. Câmiü'l-ahkâm (T). Ahkâm-ı nücum
ve tali-i sâl konularına dairdir445.
Mehmed Çelebi'nin zikredilen eserlerinden başka el-Mevâlid fî ilmi’l-mîkat;
İstihrâc-ı takvîm; Ahkâm-ı tâi-i mevlûd ve Ahkâm-ı nücûm gibi nüshası tespit
edilemeyen eserleri vardır.446
7.20. MEHMED KONEVÎ (? – 1523-24 civarı).
Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. Tam adı Mehmed b. Kâtip Sinan el-
Konevî’dir. Aslen Konyalı’dır. Babası saray kâtiplerinden olup İstanbul Beyazıt semti
civarında halen mevcut bulunan bir mescit inşa ettirmiştir. Küçük yaşta ilim tahsiline
başladı. II. Beyazıt ile görüştü ve Müzîhü’l-evkât adlı eserini takdim etti. Yavuz Sultan
Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’a bazı eserlerini ithaf etti. Edirne Yeni Cami’de ve
İstanbul’da uzun süre muvakkitlik yaptı. Astronomi sahasında telif ve tercüme pek çok
eser verdi. Halilî’nin zaman tablolarını ilavelerle tercüme etti ve orijinal katkılarda
bulundu.447
Astronomi sahasında telif eserler yanında tercüme çalışmasında da bulunması
önemlidir. On biri telif, ikisi Türkçe tercüme olmak üzere on üç eseri bulunan
Konevî’nin telif eserlerinin yedisi Arapça, dördü Türkçedir.
Eserleri:
444 TSMK, Hazine, no. 484/5, 13 vr. 445 TSMK, Hazine, no. 458, 38 vr. 446 BOA, A. RSK, Rüus Defteri, no. 1497/46, s. 23; Naima, III, 74, 75; Peçevi, 381, 382; Ataî, 764;
Kâtip Çelebi, Fezleke, II, 11, 75, 137; M. Emin Muhibbi, Hülâsatü'l-eser, Beyrut, ty, IV, s. 301; SO, IV, 154; OM, III, 301; Kehhale, IX, 159; İsmail Paşa, II, 276; OALT, I, 275, 276; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, s. 168-171.
447 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zünûn, I, 317; II, 1904, 2042; Salih Zeki, Kâmûs-ı Riyâziyyât, İstanbul 1924, s. 317, 1904; Bağdatlı, İsmail Paşa, II, 225; OM, III, 301; Brockelmann, GAL, II, 233, GAL², II, 327; H. Suter, Die Mathematiker und Astronomen der Araber und Ihre Werke, New York, 1972, s. 187; D. A. King, Islamic Mathematical Astronomy, Londra, 1986, s. 247, 248; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 631, 633; OALT, 84-90; İzgi, a.g.e., I, 441, 442; İhsan Fazlıoğlu, “Qunawī: Mu�ammad ibn al-Kātib Sīnān al-Qunawī”, Biographical Encyclopaedia of Astronomers, ed. Thomas Hockey, New York: Springer, 2007, II, 945-6; David A. King, “Astronomical Timekeeping in Ottoman Turkey.” Islamic Mathematical Astronomy, XII. London: Variorum Reprints, 1986, s. 247–248; a.mlf., Astronomy in the Service of Islam. Aldershot: Variorum 1993; a. mlf., “On the Role of the Muezzin and the Muwaqqit in Medieval Islamic Society.” Tradition, Transmission, Transformation: Proceedings of Two Conferences on Pre-modern Science Held at the University of Oklahoma, ed. F. Jamil Ragep -Sally P. Ragep, Steven Livesey, s. 285–346. Leiden: E. J. Brill.
146
1. Kitâbü’l-aslu’l-muaddil (T). Rub-ı dairenin işlemlerini yapmak üzere kendisi
tarafından icat edilen sümunü’d-devr adını verdiği bir usulden bahseder. Bu usulü
kendisinden önce hiçbir âlimin kullanmadığını belirtir. Daha sonra padişahın emriyle bu
konuda bir eser telif ettiğini de ifade eder. Eserin telif sebebini açıklarken eski âlimlerin
rub-ı müceyyeb vasıtasıyla fazluddair çıkarmak için kullandığı usullerin çok güç ve
uzun olduğunu, en aşağı üç merhaleden oluşan bir işlemi kolaylaştırmak için bir usul
bulduğunu ve kitabını da bunun için yazdığını ifade eder (Arkeoloji Müzesi Ktp., no.
1255/4, 18 vr). 2. Fazlu’d-dâir (T). Yavuz Sultan Selim’e sundu (Arkeoloji Müzesi
Ktp., no. 1255/5, 5 vr). 3. Hediyyetü’l-ihvân (T). Bir mukaddime ve 30 bap üzere tertip
ettiği bu eserinde, rub-ı mukantara adlı astronomi aletinin özelliklerinden ve
kullanılmasından bahseder (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 163/1, 22 vr). 4. Hediyyetü’l-
mülûk (T). Rub-ı dairenin mukantarat tarafından bahseden bir eser olup II. Beyazıt’e
sundu. 20 baptan meydana gelir (İÜ Ktp., no. 1824/6, 27 vr). 5. Müzîhü’l-evkât fî
marifeti’l-mukantarât (A). Kozmoğrafyadan bahseden ve 25 baptan meydana gelen bu
eseri II. Beyazıt’e sundu (Süleymaniye Ktp., Kadızade Mehmed, no. 336, 27 vr). 6.
Mîzânü’l-kevâkib (A). Arapça ve Türkçe birer mukaddimesi bulunan bu eseri Kanunî’ye
sundu (TSMK, III. Ahmed, no. 3515, 276 vr). 7. Risâle fî marifeti vazi rubi’d-dâireti’l-
mevzûa aleyhi’l-mukantarât (A). Rub-ı dairenin mukantarat tarafı ile ilgili bir eserdir. 8.
Risâle fî marifeti vazi rubı dâireti’l-mevzûa aleyhi’l-mukantara (A). Rub-ı mukantarata
dair olup 20 baptan meydana gelir (TSMK, III. Ahmed, no. 3485, 56 vr). 9. Tebyînü’l-
evkât (A). II. Beyazıt’e ithaf etti (TSMK, III. Ahmed, no. 3501, 45 vr). 10. Terceme-i
Cedvel-i âfâkî (Terceme-i risâle fi’l-evkâti’r-hamse ve cedâvili’r-rasâd) (T). Şemsüddin
Muhammed b. Muhammed el-Halilî’nin ilm-i mikat cetvellerinin ilavelerle genişletilmiş
bir tercümesidir (TSMK, Hazine, no. 1760/6, 14 vr). 11. Terceme-i Risâletü’l-ceyb (T)
(Süleymaniye Ktp., Ayasofya, no. 2594, 37 vr). 12. Tuhfetü’l-fukarâ (A). Rub-ı dairenin
mukantarat tarafının kullanılması hakkında olup 25 bap üzere tertip edilmiştir
(Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, no. 3731/2, 4 vr). 13. Ecnâhu’n-necâh (A). II.
Beyazıt’e ithaf etti (Evkâtü’l-amma, Bağdat, no. 12294, 14 vr).
7.21. MEHMED SADIK EFENDİ, Cihangirli (İstanbul, 19 Haziran 1742 – 1
Kasım 1812).
Müneccimbaşı Abdullah Efendi'nin oğludur. Cihangir’de doğduğu için Cihangirli
ismiyle anılır. Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. Klasik eğitimini tamamladıktan
147
sonra nücum ve mikat dersleri aldığı anlaşılmaktadır. Bir süre Hasköy'deki
Humbaracıyan ve Lağımcıyan Kışlası içinde bulunan Valide Sultan Camii'nde
muvakkitlik yaptı. Hekimbaşı Suphizade Abdülaziz Efendi'nin hekimbaşı olması
üzerine, etibba-ı hassa iken üzerinde bulunan on altı akçanın beş akçası kendisine
verildi. Babasının vefatı üzerine müneccim-i sani oldu (1780); Müneccimbaşı
Musazade'nin vefatıyla, I. Abdülhamid'in isteğiyle yerine müneccimbaşı tayin edildi
(1782). Yedi sene sonra azledildi (1789); Numan Efendi'nin üç buçuk ay sonra azledilip
sürgün edilmesi üzerine tekrar müneccimbaşılığa getirildi (1790). Bursa payesini aldı.
Yaklaşık otuz sene kadar süren müneccimbaşılığı vefatıyla son buldu. Kabri
Karacaahmet Mezarlığı’nda, Karacaahmet Türbesi’nin arkasında, Nuh Kuyusu Caddesi
üzerindedir. Müneccimbaşılığı esnasında hazırladığı takvimler yanında astronomi
sahasında pek çok eser telif etti.448
Eserleri:
1. İhtisâru’l-cedveli’l-kebîr li-Sâlih el-Mimârî (Efendi) (Diğer adı Alafranga
saatlerin irtifa cedveli) (T) (Süleymaniye Ktp., Hüsrev Paşa, no. 232, 26 vr). 2. İhtilaf
mâ beyne'l-ufki'l-hakîkî ve'l-mer'î (A). (Bağdat Evkaf-ı Amme, no. 12248, 53 vr). 3.
Tehsilü’l-kevâkibi's-sebati's-seyyâre (A) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 250, 100 vr). 4.
Zâyiçe-i sâl ve takvîm, 1221 Hicrî senesi (TSMK, no. K. 1069). 5. Zâyiçeler. Sadık
Efendi’nin birçok yerde değişik mevzular üzerine yaptığı zayiçeleri bulunmaktadır
(BOA, Hatt-ı Hümayun, no. 1753, no. 1753A; İbnülemin, Hatt-ı Hümayun, no. 561 ve
562; TSMK, Hazine no. 512'de padişahın bazı işleri için hazırlanmış 12 adet zayiçesi
bulunur). 6. Tâli-i vilâdet-i Cihangirli Muhammed Sâdık Efendi (Kandilli Rasathanesi
Ktp., no. 324/2, 20 vr). 7. Cedâvil-ü mîkatiyye li-arzı mâ (T). İstanbul enlemine göre
hazırlanmış namaz vakitlerini gösterir cedveller (Darü’l-kütüb, Talat, Felek-Türki, no.
29). 8. Tâli-i velâdet-i Sultân Mahmûd-ı Sânî (T). (İÜ Ktp., TY, no. 4900,15 vr, no.
6644, 13 vr).
448 BOA, Cevdet-Sıhhiye, no. 1389; Cevdet-Maarif no. 3567, no. 4943, no. 7943; Ali Emiri, I.
Abdülhamid, no. 1180; Takvim-i sâl 1203-1204, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. T 111, vr 7b, 10b; Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 323, vr 3b; Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 268/6, vr 8b; Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 268/7; İsmail Hakkı Behçetî, Merâkıd-ı mutebere-i Üsküdar, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdai Efendi, no. 1193, vr 38; Cevdet, Târih, II, 183; XII, 140; Lutfî, I, 190; SO, II, 366; III, 193; IV, 571; Seyyid Osman Sûrurî, Dîvân, Bulak, 1255, s. 277; İ. Yakıt, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul 1992, s. 210; King, I, 527; OALT, II, 561, 562; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, s. 207-209.
148
7.22. MUSTAFA b. ALİ MUVAKKİT (? – İstanbul 2 Mart 1571).
Tam adı Mustafa b. Ali el-Muvakkit el-Kostantinî el-Hanefî er-Rumî'dir. Hayatı
hakkında pek fazla bilgi yoktur. İstanbul'da yetişen meşhur muvakkitlerden birisi olup
muhtemelen Mirim Çelebi'nin öğrencisidir. Gençliğinde nücum dersleri aldıktan sonra
Yavuz Sultan Selim Camii muvakkithanesinde muvakkit oldu. Uzun süre burada
muvakkitlik yaptı. Bu sebeple Sultan Selim Muvakkiti ya da Selimî lakaplarıyla anıldı.
Bunların yanı sıra Muslihiddin ya da Koca Saatçı gibi lakaplarla da anıldığı bilinir. Pek
çoğu Türkçe olarak telif ettiği eserlerinin pek çoğunu buradaki görevi esnasında telif
etti. Muhtemelen Müneccimbaşı Yusuf b. Ömer yerine müneccimbaşı tayin edildi
(1560'tan sonra). On sene kadar bu görevde bulundu. Vefatından sonra yerine
Takiyüddin-i Rasıd müneccimbaşı oldu.
Astronomi ve coğrafya konusunda pek çok risale ve kitabı bulunur. Özellikle
astronomi aletlerinin yapımı ve kullanılması konularında yazdığı eserler çok mühimdir.
Bunun ötesinde “rub-ı afaki” denilen, astronomi gözlemlerinde kullanılan yeni bir alet
icat etti. Eserlerinin çoğunu Türkçe, bir kısmını da Arapça olarak telif etti. . Kendisine
aidiyeti kesin olan 24 eserin üçü Arapça, geri kalanı Türkçedir. Kendisine aidiyeti
muhtemel olan altı eserin dili yine Türkçedir. Türkçe eser telifine önem vererek bilim
dili olması için gayret gösterdi. Yazdığı eserlerin bir kısmı medreselerde ders kitabı
olarak okutuldu. Bazı risalelerinin 19. yy ortalarına kadar istinsah edilmesi, içindeki
bilgilerin uzun zaman aşılamadığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Eserlerinde
muvakkitlerin ellerinde bulunan temel astronomi aletlerinin kullanılmasını ve
yapılmasını kolay ve anlaşılır bir dille izah etti. Öte yandan astronomi ve astrolojide
karşılaşılan temel meselelere kolay ve pratik çözümler getirdi. Bu sebeple eserleri
hemen hemen her kesimin kullanabildiği el kitabı haline geldi ve geniş bir coğrafyada
yayıldı. Astronomi aletleri ile ilgili eserleri müneccimler ve muvakkitler arasında büyük
rağbet gördü ve çok sayıda istinsah edildi.449
449 Mustafa b. Ali, Teshil-i Mikati's-Selimî, TSM Ktp., Hazine no. 474, vr 1b; Ataî, 286; Kâtip Çelebi,
Keşfü’z-zünûn, I, 407, 519; A. Toderini, De la Litterature des Turcs, traduit de l'Italien en Français par Tournant, Paris, 1789, I, s. 145, 146, 153; İsmail Paşa, II, 435; OM, III, 300, 301; SO, IV, 377; Kehhale, XII, 283; İ. H. Akyol, "Tanzimat Devrinde Bizde Coğrafya", Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 518; C. Türkay, Osmanlı Türklerinde Coğrafya, İstanbul 1959, s. 19; A. S. Ünver, “İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine”, International Symposium 19-23 September 1977, (yay. M. Dizer), İstanbul 1980, s. 50; M. T. Gökbilgin, "İbrahim Paşa", İA, V, 908-915; Adıvar, 92, 93; King, II, 1153; A. Kazancıgil,
149
Eserleri:
1. Ferah-fezâ (T). Rub-ı afaki denilen ve kendisi tarafından icat edilen bir aletin
kullanılmasını anlatan bu eser Kanunî’nin sadrazamı Maktul İbrahim Paşa'ya ithaf
edilmiştir. Bir mukaddime, 21 baptan meydana gelmektedir (Süleymaniye Ktp.,
Veliyüddin Efendi, no. 2282/3, 9 vr). 2. Hallü dâireti mu'addili’n-nehâr (T). Bir
mukaddime, dokuz bap ve bir hatimeden meydana gelen bu eseri Sadrazam Ayas
Paşa'ya ithaf etti (27 Aralık 1531) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 1, 20 vr). 3. İ‘lâmü'l-
‘ibâd fî a‘lâmi'l-bilâd (T). Çin'den Fas'a kadar olan 100 meşhur şehrin İstanbul'a kuş
uçumu uzaklıkları ile bu şehirlerin enlem ve boylamı, kıblesinin inhirafı, en uzun ve
kısa günü gibi astronomi ve coğrafi konulardan bahseden eseri Kanunî’ye takdim etti
(1525). Eserin pek çok nüshası vardır (Nuruosmaniye, no. 2991, 44 vr). 4. Kifâyetü’l-
kanu' fi'l-ameli bi'r-rubi'ş-şimâli'l-maktû (A). Sibtü'l-Mardinî'nin İzharü's-sirri'l-
müveddâ adlı eserinin muhtasarı olup bir mukaddime ve 15 baptan meydana gelir.
Eserin 117 nüshası günümüze ulaşmıştır (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 357/1, 7 vr). 5.
Kifâyetü'l-vakt li-marifeti'd-dâir ve fazlihi ve's-semt (T). Rub-ı daire adlı irtifa alma
aletinin mukantarat tarafının özelliklerinden ve kullanılmasından bahseder. Astronomi
sahasında en çok kullanılan eserler arasında 112 nüsha ile ikinci sırada yer alır. Eser bir
mukaddime, 12 baptan meydana gelir. 1529’da telif edilen eser Risâle-i mukantarât ya
da Risâle fi'l-mukantarât isimleriyle de bilinir (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 132/4, 9
vr). 6. Risâle fi'l-amel bi'r-rub'i'l-müceyyeb (A). Rub-i müceyyeb denilen aletin
kullanılışı ve özellikleri hakkında olan bu eser bir mukaddime ve 20 bap üzerine tertip
edilmiştir (Arkeoloji Müzesi Ktp., no. 881/4, 3 vr). 7. Risâle-i ceyb-i müceyyeb-i âfâkî
(T). Müceyyeb-i afaki ismiyle tanınan astronomi aletinin kullanılmasından bahseden
eser bir mukaddime ve 25 bap üzere olup 1529’da telif edilmiştir (Kandilli Rasathanesi
Ktp., no. 132/1, 20 vr). 8. Risâletü'l-meserrât fî ilmi'l-mîkât (T). Rub-ı mukantarat
denilen astronomi aletinin kullanılması hakkında olup bir mukaddime ve 20 bap üzere
müretteptir (Süleymaniye Ktp., Hüsrev Paşa, no. 236/7, 33 vr). 9. Risâle fî marifeti's-
sâât (A). Saatler hakkında bir risaledir (Arkeoloji Müzesi, no. 881/5, 1 vr). 10. Risâle-i
"Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji", Osmanlı Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c. VII, s. 143; E. İhsanoğlu, “Ottoman Science in the Classical Period and Early Contacs with European Science and Technology”, Transfer of Modern Science and Technology to the Muslim World, İstanbul 1992, s. 23; İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, I, 433, 440, 441, 446, 450; S. Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar”, İÜ Edebiyat Fak., yüksek lisans, 1993, s. 152-155.
150
usturlâb-ı Selîmî (T). Usturlabın çeşitleri ve kullanılmaları hakkında olup Uluğ Bey Zîci
esas alınmak suretiyle bir mukaddime ve 45 bap üzere düzenlenmiş ve telif edilmiştir
(1544) (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 7/2, 47 vr). 11. Risâle fi'l-amel bi-zâti'l-kürsî
(Risâle fi'l-âlâti'l-müsemmâ bi-zâti'l-kürsî) (T). Bir mukaddime ve 30 baptan meydana
gelen bu eser zâti'l-kürsi denilen astronomi aletinin kullanılmasından bahseder. 1549’da
telif edilmiştir (Süleymaniye Ktp., Veliyüddin Efendi, no. 2282, 13 vr). Eser Hasan adlı
birisi tarafından, öğrencilerin isteği üzerine, ibarelerinin uzunluğundan ve manasındaki
kapalılıktan dolayı, Araplar için, Türkçeyi iyi bilen birinin yardımıyla Arapçaya
tercüme edilmiştir (Süleymaniye Ktp., Laleli, no. 2716/1). 12. Risâle fî ilm-i felek (T)
(Talat, Mecami, Türki, no. 168, 9 vr). 13. Risâle fî marifeti's-sâa bad ahzi'l-irtifâ (T)
(Talat, Mecami, Türki, no. 10, 34 vr). 14. Risale-i rub-ı müceyyeb (T). 25 bap üzere
yazılı olan eser gökcisimlerinin yüksekliğinin ölçülmesi konularından bahseder (Darü'l-
kütüb, Mikat, Türki, no. 6, 14 vr). 15. Teshîlü'l-mîkât (T). Astronomi sahasında en çok
yaygınlık kazanan eserlerden birisidir. Rub-ı müceyyeb denilen astronomi aletinin
özelliklerinden ve kullanılışından, nehirlerin genişliğinden ve kuyuların derinliğinin
ölçülmesi gibi konulardan bahseder. Eserin beş redaksiyonu olup birincisi 1529’da telif
edilmiştir. Teshilü'l-mîkât (TSMK, Hazine, no. 474, 26 vr) ve Tertib-i Teshîlü'l-mîkât
isimli nüshalar bir mukaddime ve 25 baptan meydana gelir (Serez Ktp, no. 1921, 38 vr).
Teshîlü'l-mîkât ve tayînü'l-evkât adını taşıyan nüshaları ise bir mukaddime ve 20 baptan
meydana gelir (İÜ Ktp., TY, no. 3432/4, 20 vr). İkinci redaksiyon ayrıca, Risâle-i rub-ı
müceyyeb, Vefiyâtü'l-evkât ve Mirât-ı kâinât isimleriyle de bilinir. 16. Risâle-i rub-ı
müceyyeb (T). Bir mukaddime ve 22 bap üzere düzenlenmiştir (Muğla Ktp., Hoca
Mustafa no. 505/8, 121 vr). 17. Vefiyâtü'l-evkât (T). Bir mukaddime ve 22 bap üzere
tertip edilmiş olup Teshîlü'l-mîkât ve ta'yînü'l-evkât diğer bir redaksiyonudur (Kandilli
Rasathanesi Ktp., no. 410/2, 7 vr). 18. Mirât-ı kâinât (T). Bir mukaddime ve 22 bap
üzere tertip edilmiştir (Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, no. 1858/3, 27 vr). 19. Risâle fî
istihrâcı rü'yeti'l-hilâl (T) (British Museum, Add., no. 7892, s. 65-72). 20. Tuhfetü'z-
zamân ve harîdetü'l-evân (Tuhfetü'l-mecâlis) (T). Astronomi, coğrafya ve kozmoloji
konularını inceleyen mufassal bir eserdir. 1525’te tamamlanmıştır. Eser ilk olarak
gezegenlerin ve yıldızların özelliklerinden, daha sonra da dağlar, denizler, nehirler ve su
kaynaklarından, yedi iklim ve bunların meşhur şehirlerinden bahseder. Eserin telifinde,
Çağminî'nin el-Mülahhas fi'l-heye'si, Bursalı Kadızade'nin bu esere şerhi, Kemaleddin
151
el-Demirî'nin Hayâtü'l-hayavân'ı ve el-Kazvinî'nin Acâibü'l-mahlûkât’ı gibi klasik
eserlerden faydalandı. Derleme mahiyetinde olan bu eserin en önemli yönü
matematiksel coğrafyaya ilk adımın atılmış olmasıdır (Arkeoloji Ktp., no. 1087, 112
vr). 21. Risâle-i mukantarât (T). 1528 tarihinde telif edilmiş olup mukantarat denilen
astronomi aletlerinin kullanılmasından bahseder (Kandilli Rasathanesi Ktp., no. 9/1, 23
vr). 22. Tesyirü’l-kevâkibi's-semâiyye li-Sa‘di'd-devleti'ş-şerîfeti's-Süleymaniye (T). H
966-1001 seneleri arasındaki Arabi aylar ile Rumi ayların ilk günleri, şemsi ve kameri
senelerden ve burçlardan bahseden bir eserdir (Süleymaniye Ktp., Carullah, no. 1455/7,
12 vr).
Yukarıda zikredilen eserlerin yanı sıra Mustafa b. Ali'ye ait olduğu tahmin edilen
eserler şunlardır: Risâle-i rub-ı müceyyeb (Ankara İl Halk Ktp., no. 23/4, 14 vr); Risâle-
i mukantarât (Ankara İl Halk Ktp., no. 23/3, 12 vr); Risâle-i amel-i usturlab (T) 32
fasıldan meydana gelir (Mikail Bayram, no. 1/2, 23 vr); Risale fî rubı'l-mukantarât (T)
(İÜ Ktp., TY, no. 9846, 15 vr); Risâle-i ceyb-i rubi'd-dâire (T) ve Risâle fi'l-'ameli bi'r-
rub'ı'l-müceyyeb (T). Astronomiye dair bir kitabın, rub-ı müceyyeble yapılan astronomi
işlemlerinden bahseden ikinci makalesidir. 25 bap olan makaleden sadece ilk altı babı
mevcuttur (Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, no. 2605, 4 vr).
7.23. OSMAN EFENDİ, KASIMPAŞALI (1102/1691'de sağ)
Fâtih Câmii’nde muvakkitlik yapmış olan Osman Efendi hakkında bilgi
bulunmamaktadır. Astronomi ile ilgili olarak telif ettiği Tenkîhu Hisâbi'n-Nücûm fî
Ma‘rifeti'd-Derec ve'd-Daka’ik ve'r-Rusûm450 isimli eseri sebebiyle bilgi sahibi
olduğumuz Osman Efendi’nin başka eserlerinin olup olmadığı da bilinmemektedir.
7.24. YUSUF B. ÖMER (es-Sa'âtî) (?, ?-İstanbul, 1560(ö. 1570’te sağ)
Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. Saatçı Ömeroğlu diye tanınır. İlm-i
nücûm tahsil etti. Fatih Sultan Mehmed Câmii muvakkithanesinde muvakkitlik yaptı
(1510'dan önce). Sultan II. Beyazıt devrinde saray müneccimleri arasına girdi (1522'den
önce). Müneccimbaşı İshak Sa'dî Çelebi'nin vefatıyla yerine müneccimbaşı oldu (1540).
Devrinin en büyük müneccimlerinden birisi olduğu kaynaklarda zikredilir. Vefatından
450 Tek nüshası Nuruosmaniye, nr. 2947/1, yap. 1b-26a'da olup istinsahı XI. yüzyılda yapılmıştır.
152
sonra yerine Mustafa b. Ali el-Muvakkit müneccimbaşı tayin edildi. Sinan Çelebi b.
Ömer es-Sâatî adında kendisi gibi müneccim bir kardeşi bulunmaktadır.451
Eserleri
Yusuf b. Ömer’in üç adet takvimi ve iki adet astronomi ile ilgili eseri
bulunmaktadır. Bu eserler şunlardır.
1. Sahâif-i Takvîm (F). Hicrî 916 yılına ait bir takvim olup Fâtih Sultan Mehmed
Câmii'nde muvakkit iken telif etmiş ve Sultan II. Beyazıt'e takdim etmiştir (TSMK, nr.
A. 1960, 28 v.). 2. Risale-i İhtilâcât (F). Hicrî 930 yılına ait bir takvim olup Yavuz
Sultan Selim'e takdim etmiştir (TSMK, nr. Emanet Hazinesi 1710, 31 v.). 3. Takvîm-i
Sâl-i 967 (T). Hicrî 967 yılına ait bir takvimdir (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 546, 14
v.). 4. Câmiu’l-mîkat (A). Yirmi dokuz bâbtan meydana gelen bir astronomi eseridir
(Süleymaniye Ktp., Carullah, nr. 1500/3, 6). 5. Mîkat el-âfâkî (A) (Arif Hikmet,
Mecâmi, nr. 491/2, 49 v.).
8. MUVAKKİTHANELERİN VE MUVAKKİTLERİN SON DÖNEMDEKİ
DURUMU
Osmanlı devletinin son dönemlerinde, mekanik saatlerin yaygınlaşması ve
özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde saat kulelerinin yapılmaya başlanması ile
muvakkitliğe olan ilgide düşüş olmuştur. Ancak yine de halkın muvakkithanelere olan
ilgisinde azalma olmamıştır. Muvakkithane duvarlarına asılan saatlerden saat ayarı ve
namaz vakitleri takip edilmiştir. Mesela Eminönü Yeni Cami Muvakkithanesi’nin
duvarında, birisi alaturka diğeri alafranga saati gösteren iki yuvarlak saat bulunmaktaydı
ki gelip geçen halk saatlerini buradan ayar edermiş.
Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi'nin 1924 yılında vefatıyla müneccimbaşılık
müessesesi lağvedilince, yerine aynı sene “başmuvakkitlik” adı altında yeni bir
müessese kurularak, Ahmet Ziya (Akbulut, ö. 1938) başmuvakkit unvanıyla bu göreve
451 BOA, KK, nr. 1864, s. 23, nr. 1863, s. 126, 131, 137; Yusuf b. Ömer es-Saati, Sahâif-i Takvim,
TSMK, nr. A. 1960, v. 28a; a. mlf., Risale-i İhtilacât Yusuf es-Saatî, TSMK, nr. Emanet Hazinesi 1710, v. 31b; a. mlf., Takvim-i sâl 967, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 546, v. 14b; Makâmi Süleyman, b. Mustafa b. Kemalî, Cedâvil-i Hareket-i Ta'dilü’ş-Şems, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 268/2, v. 7b; Meşâ’iru’ş-şu'arâ (nşr, G. M. Meredith-Owens), London 1971, v. 242b; Ö. Lütfi Barkan, “H. 933-934 Tarihli Bütçe Cetveli ve Ekleri (İlave: V)”, İktisat Fakültesi Mecmuası, XV, 1-4, İstanbul 1955, s. 314-329; OALT, I, s. 137-138; Aydüz, Müneccimbaşılık, s. 150-152.
153
getirilmiştir. Başmuvakkit tarafından idare olunan müessese, 20 Eylül 1952 tarihinde
kapatılıncaya kadar fonksiyonlarını yerine getirmiştir.452
Osmanlı devletinden günümüze değin yapılan muvakkithanelerin binaları istimlâk
ve ilgisizlik yüzünden ya tamamen yıkılmış yahut camilere ait birer lojman veya depo
olarak kullanılmış ya da yıkılmaya terk edilmiştir. Muvakkithaneler, kapatıldıktan sonra
büyük bir yağmaya kurban gitmiştir. Bazılarının binası halen ayakta olmasına rağmen,
içindeki, astronomiye ait önemli aletler ve saatlerin çok az bir kısmı bazı merkezlere
toplanabilmiştir. Her birinde çok kıymetli mekanik saatler, usturlap ve rubu’ tahtası gibi
astronomi aletleri ve çok kıymetli yazma eserler bulunan o büyük mirastan geriye
neredeyse hiçbir eser kalmamıştır. Çoğu muvakkithanede eski büyük saatlerin
konulması için yapılmış mermer kaidelerden ve camilerin duvarlarındaki güneş
saatlerinden başka iz kalmamıştır. Mesela Semavi Eyice Bey’in ifadesiyle,
“Ayasofya’nın ibadete açık olduğu dönemlerde muvakkithanede kullanılan sekiz saat ile
caminin mihrabının sağında ve solunda birer London marka saat bulunuyordu. Ayaklı
ve 19. yüzyıla ait bu saatler mekânın müzeye çevrilmesinden sonra kayıplara
karışmıştır.” Beş asırdan uzun süre devletin her tarafında bulunan bu binalardan en
azından birinin müze olarak tefriş edilmesi, bu binaların gerçek halini geleceğe taşıması
açısından oldukça önemli bir iş olarak ilgilenecek kimseleri beklemektedir.
9. NETİCE VE TEKLİFLER
Faaliyet olarak İslam’ın daha ilk dönemlerinden itibaren var olan muvakkitliğin
bir kurum olarak ortaya çıkması on üçüncü yüzyılda gerçekleşmiştir. Aynı yüzyılda
Endülüs Cordoba’da geniş bir kurumsallaşmaya giden muvakkitlik kurumunun idaresi
için başmuvakkitlik makamı ihdas edilmiştir. Buradaki yapılaşmanın başta Osmanlılar
olmak üzere diğer İslam devletlerine ne derece tesir ettiği konusunda elimizde herhangi
bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak yüzyılın sonunda kurulan Osmanlı Devleti’ndeki
muvakkithanelerin İstanbul’un fethinden sonra görülmeye başlaması bu ilişki ve etki
konusunda fikir vermektedir. Başta Şam ve Halep olmak üzere Kahire ve diğer merkezi
İslam şehirlerindeki muvakkithane kurumlarının Osmanlı kurumlarına etkisinin olduğu
tahmin edilebilir. Nitekim yeni kurulan bir İslam devleti olması hasebiyle ortaya çıkan
ilim adamı ihtiyacının önemli bir kısmı daha önce bahsi geçen eski İslam devletlerinin
452 A. Süheyl Ünver, Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler, s. 225.
154
kültür ve ilim merkezlerinden temin edilmiş, hatta devletin kurulmasından sonra da
buralardaki ilim merkezleriyle sıkı bir irtibat devam ettirilmiştir. Bu açıdan buralardaki
gelişmelerin Osmanlı ilim hayatına önemli ölçüde etksinin olduğunu söyleyebiliriz.
İstanbul ve diğer Osmanlı şehirlerinde çalışmalar yapan ilim adamlarının eğitimlerini
söz konusu şehirlerde tamamladığını ve daha sonra Osmanlı topraklarına geldiğini
bilinmektedir. İslam Medeniyetinin bir parçası olarak, bu tür bir etkileşimin Osmanlı
ilim hayatında ortaya çıkması son derece tabiidir.
İstanbul’un fethinden sonra başlayan muvakkithane açma faaliyetleri,
muvakkithanelerin tamamen kapatıldığı 1953 yılına kadar kesintisiz ve artarak devam
etmiştir. Başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde muvakkithane açılmış veya en
azından bir muvakkidin görev yapması temin edilmiştir. İstanbul muvakkithanelerini
esas aldığımız bu çalışmada tarih boyunca İstanbul’da açılmış muvakkithane sayısının
71 adet olduğunu ve bunlardan sadece 34 adedinin binasının günümüze ulaştığını
görmekteyiz. Her muvakkithanede bir muvakkidin görev yaptığını ve görevini
kendinden sonra oğluna veya yakınına bıraktığını görmekteyiz. Bir tür cihet görevi olan
bu görev camilerin veya bulunduğu kurumun vakfiyelerinde tespit edilen şartlar altında
sürdürülmüş ve bir meslek olarak algılanmıştır. Ancak muvakkithanesi bulunmayan
camilerin veya kurumların muvakkit çalıştırıp çalıştırmadığı konusu tam olarak
aydınlatılamamaktadır. Bu durumun ortaya çıkması durumunda muvakkithane sayısının
belirlediğimizden daha fazla olma ihtimalini ortaya çıkartacağında şüphe yoktur. Pek
çoğu camilerin müştemilatı içinde yer alan muvakkithanelerin önemli bir kısmının
külliyeye sonradan ilave edilmiş olduğu gözlemlenmektedir.
Yerinde incelenen yapılarda İstanbul’daki muvakkithanelerin genellikle cami
avlusu girişlerinde sağ yada sol tarafta bir yada iki oda halinde konumlandırıldıkları
görülmektedir. Genellikle külliyenin mimari tarzına uygun, çoğu zaman sade bir şekilde
tasarlanan bu küçük yapıların özellikle 19. yüzyılda barok, rokoko ve ampir
üslubundaki örnekleri fazlalaşmıştır. İncelenen 31 adet muvakkithanenin tümü kargir
örneklerdir. 1995 yılında yayınlanan bir makalede varlığından söz edilen Karaköy
Yeraltı Camii girişinde sağda konumlanmış muvakkithane ahşap örneklerdendir, ancak
günümüze ulaşamamıştır. Yine Süheyl Ünver Bey’in yaptığı çizimde de görüldüğü
üzere Üsküdar Mihrimah Sultan Camii Muvakkithanesi de ahşap olarak inşa edilmiştir.
Yapıların özellikle önemli külliyelere mensup olanlarından 9 adedinde örtü sistemi
155
olarak kubbe tercih edildiği görülmektedir. Yola bakan büyük boyutta ve çok sayıda
pencerelerin aydınlattığı bu küçük mekânlar kareye yakın dikdörtgen (15 adet) yada
dikdörtgen (2 adet) plan şemlarının yanında yola doğru üçlü cephe halinde açılan
beşgen (7 adet), sekizgen (5 adet), yarım daire (1 adet) ve tam daireye yakın (1 adet)
plan şemalarına sahiptirler.
İnceleme kapsamında ele aldığımız mevcut İstanbul muvakkithanlerinin içinde
tespit edebildiğimiz kadarıyla 25 tanesi 19. yüzyıla aittir. Gerçekten de 19. yüzyılda
İstanbul’un birçok yerinde, genellikle büyük camilerin müştemilatına birer tane
muvakkithane ilave etmek ve çeşitli yerlerden bulunan saatleri içerisine yerleştirmek
adet olmuş, Süheyl Ünver’in deyimiyle adeta “vakıf modası” haline gelmiştir.
Bu durum Üsküdar Mihrimah Sultan Muvakkithanesi’nde de görüldüğü gibi ahşap
yapıların çok uzun süre dayanamaması ve ancak son dönemlerde yapılanların taş olması
ve uzun yıllar ayakta kalabilmesi gibi bir yorumla açıklanabileceği gibi kimi
araştırmacılar tarafından muvakkithanelerin mekanik saatlerin yaygınlaşmasıyla
işlevlerinin bir yandan kolaylaşması bir yandan da saat tamiri ve ayarı gibi hizmet
alanlarının genişlemesi olarak da açıklanmaktadır.
Eldeki verilere göre en çok muvakkithane Sultan II. Mahmud (6 adet) ve Sultan
Abdülmecid (10 adet) döneminde inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecid’in, Fossati’ye
yaptırdığı ve maddi nedenlerle birkaç yıl sürencemede kalan Ayasofya
Muvakkithanesi’nin inşaatı bittiğinde Ramazan iftarını burada açması manidardır.
Kanaatimizce geleneksel bir ihtiyaçtan doğan bu kurumlar, Osmanlı Modernleşme
sürecinde bir modernleşme simgesi olarak görülmüş ve devlet tarafından hem halkın
hizmetine sunulmuş ve hem de abidevi bir unsur olarak kullanılmış ve özellikle
Osmanlı coğrafyasının modernleşme sahnesi olan başkent İstanbul’un hemen hemen her
muhitine birer adet yaptırılmıştır. Özellikle, artık mekanik saatlerin yaygınlaşmaya
başladığı 19. yüzyılda muvakkithane sayılarındaki bu hızlı artış, yapıların işlevden
ziyade kentsel mekânın merkezi olan camilere eklenen kimi zaman abidevî seviyede
mimari örneklerden inşa edilen muvakkithaneler dikkatleri çekmektedir. Bunlara en
çarpıcı örnek Ayasofya Muvakkithanesi’nin uygulanmamış projesidir. Günümüzde daha
sade bir hali inşa edilmiş olsa da projedeki özellikle sekizgen küçük kubbenin yola
bakan köşesindeki büyük ve dekoratif saat, abidevî bir görünüm vermektedir. Bundan
156
başka Emirgan, Kasımpaşa, Suadiye gibi bir çok geç tarihli muvakkithanelerde yapının
üzerinde saat koyma yuvaları bulunmaktadır. Sultan Abdülmecid’den sonra tahta
geçecek olan Sultan II. Abdülhamid’in Osmanlı coğrafyasının hemen her kentine
abidevî bir saat kulesi diktirmesi de Sultan II. Mahmudla başlayan ve Sultan
Abdülmecid ile devam eden muvakkithane inşa etme anlayışının Osmanlı
Modernleşmesinde sürekliliğin bir devamı olduğunu göstermektedir.
Osmanlı astronomi kurumlarının arasında muvakkithaneler, genel Osmanlı
coğrafyasına yaygınlıkla birlikte toplumla entegresyon açısından da önemlidir.
Astronomi tarihi açısından da önemli olan bir diğer tespit İstanbul’daki 24 adet camide
çeşitli sayı ve şekillerdeki güneş saatleri bulunması ve bu camilerin 16 tanesinde
günümüzde olan yada olmayan muvakkithane yapıları bulunmasıdır. Bu durum
muvakkitlerin en çok kullandıkları aletler arasında gelen güneş saatlerinin geldiğinin bir
ispatıdır. Bu saatlerin çoğu camilerin kıble yada batı duvarlarında bulunan dikey güneş
saatleridir. Güneş saati tespit edemediğimiz muvakkithanelerin çoğunluğunun mekanik
saatlerin yaygınlaştığı 19. yüzyılda inşa edilmiş olması da önemlidir.
Muvakkithanelerin TRT saat anonslarının başlaması gibi nedenlerle işlevlerini
kaybetmesi ve tamamen kapatılmasıyla birçoğu ya tamamen ortadan kalkmış, bir kısmı
ise başka amaçlı kullanılmış ya da kapısına kilit vurularak terk edilmiştir. Büyük kısmı
cami görevlileri tarafından muhtelif maksatlarla kullanılan bu yapılar, inceleme
yaptığımız birkaç örnekte karşılaştığımız üzere bizzat kullanıcıları tarafından “vakit
geçirilen yer” adıyla bilinmektedir. Yapıların içerisi de daha çok vakit geçirmeye,
dinlenmeye yönelik tefrişatla donatılmıştır. Yapıların önemli bir kısmı ise depo olarak
kullanılmaktadır. Bu kullanım amacına maruz kalmış muvakkithaneler genelde
bakımsız ve kötü durumdadır. Diğer bir kısmı ise Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından
kiraya verilerek çeşitli alanlarda ticari amaçla kullanılmaktadır. Bu muvakkithanelerde
ise yer yer yapıya müdahaleler söz konusu olmuş, denetimlerin daha da sıklaştırılması
gerekliliği dikkatleri çekmiştir.
10. SEÇİLMİŞ BİBLİYOGRAFYA
A. Süheyl Ünver, " İstanbul Muvakkithaneleri Vazifelerinin İlmi ve Kültürel Değerleri Üzerine", International Symposium on the Observatories in Islam, İstanbul 1980, s. 45-51; a. mlf., "Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk Konferansları V, 1971-1972, Ankara 1975, s. 217-272; a. mlf., “Türk Tıb Tarihi Hakkında Muallim Cevdet’in Bibliyoğrafyası”, Muallim Cevdet, Hayatı, Eserleri ve
157
Kütüphanesi, İstanbul 1937, s. 26; a. mlf., Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, İstanbul 1946;
Abbe Toderini, De la Litterature des Turcs, traduit de l'Italien en Français par Tournant, Paris, 1789, I, s. 145, 146, 153.
Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1982. Ahmet Özel, “Akbulut, Ahmet Ziya”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, I,
155-156. Ahmet Ziya Akbulut, Özel Not Defteri, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. 121, s.
133a. Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp,
Ankara, 1982; a. mlf., The Observatory In Islam, Ankara 1988. Aykut Kazancıgil, "Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji", Osmanlı Ansiklopedisi,
İstanbul 1993, c. VII, s. 143. B. A. Rosenfeld, -E. Ihsanoglu, Mathematicians, Astronomers and Other Scholars
of Islamic Civilisation and their works (7th-19th c.), Istanbul: IRCICA, 2003. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), A. RSK, Ruûs Defteri, Nr. 1497/46, s. 23. BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, nr. 1509, s. 60. BOA, A. RSK, Ruûs Defteri, Nr. 1519/68, s. 74-77. BOA, Ali Emiri, I. Abdülhamid, Nr. 1180. BOA, Cevdet-Belediye, Nr. 2045. BOA, Cevdet-Maarif Nr. 3567. BOA, Cevdet-Maarif nr. 4943. BOA, Cevdet-Maarif, Nr. 3693. BOA, Cevdet-Maarif, Nr. 7943. BOA, Cevdet-Sıhhiye, Nr. 1389. BOA, Hatt-ı Hümayun, Nr. 15462. BOA, İrade-Dahiliye, nr. 38050. C. E. Arseven, Türk Sanat Tarihi, İstanbul. Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997. David A. King, "Astronomical timekeeping (ilm al-miqat) in medieval Islam",
Actes XXIX EIO 1975, Etudes Arabes et Islamiques II. langue et litterature II. s. 86-90; a. mlf., "Astronomical Timekeeping in Fourteenth Century Syria”, Proceedings of the first international symposium for the history of Arabic Science April 5-12, 1976, Institute for the History of Arabic Science, 1978, s. 75-84; a. mlf., "Mamluk astronomy and the institution of the muwaqqit", The Mamluks in Egyptian politics and society (ed. T. Philipp, U. Haarmann), Cambridge 1998, s. 153-162; a. mlf., "On the role of the Muezzin and the muwaqqit in medieval Islamic society", Tradition, transmission transformation: Proceedings of two Conferences on pre-modern science held at the University of Oklahoma (ed. F. J. Ragep, S. P. Ragep, S. Livesey), Leiden 1996, s. 285-346; a. mlf., “Astronomy and Islamic society: Qibla, gnomonics and timekeeping”, Encyclopedia of the History of Arabic Science, Volume I (ed. R. Rashid), Routledge, London and New York 1996, s. 128-184; a. mlf., “Mîkât”, Encyclopaedia of Islam, Second Edition.
E. Behnan Şapolyo, “Muvakkithaneler”, Önasya, Ankara 1969, IV/43, s. 10-11. E.Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, İstanbul 1973, III/358. Ebül'Ulâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, s. II-III/325. Esin Atıl, Süleymannâme, Washington 1986. Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul 1314.
158
Ferhat Seta, "Muvekkithane i sahatkule", Glasnik, II/5, 1989, Sarajevo, s. 535-541.
Gunkut Akın, "Mahmut II Turbesi ve Sebili", Istanbul Ansiklopedisi, Istanbul 1994, III, 459.
Güftî Edirnevî, Tezkire-i şuarâ-i manzum, İstanbul Üniversitesi Ktp., Nr. TY, Nr. 9619, v. 52a.
Günsel Renda, “Amasya II. Beyazıt Külliyesindeki Muvakkithane”, Sanat Tarihi Yıllığı, İstanbul, 6 (1974-1975), s. 181-206.
Hamit Er, "Ahmed Ziya Akbulut ve Tarih-i Mimari-i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi", Edirne: Serhattaki Payitaht (haz. E. N. İşli-M. S. Koz), İstanbul 1998, s. 353-362.
İ. H. Akyol, "Tanzimat Devrinde Bizde Coğrafya", Tanzimat I, İst., 1940, s. 518. İ. Parmaksızoğlu, "Muvakkit", Türk Ansiklopedisi, XXV/6. İ. Yakıt, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İst., 1992, s.
210. İsmail Hakkı Behçetî, Merâkıd-ı Mutebere-i Üsküdar, Hacı Selim Ağa Ktp.,
Hüdai Efendi, Nr. 1193, vr 38. İstanbul Müftülüğü Şeriye Sicilleri Arşivi, dosya Nr. 309. J. H., Mordtmann, , “Das Observatorium des Taqi ed-din zu Pera”, Der Islam, 13
(1923), 82-96. Jazminko Mulaomerovic, " Mavekkithane, muvekiti i mjeerenje vremena", Anali
Gazi Husrev-Begove Biblioteke, XV-XVI, 1990, Sarajevo, s. 267-281. Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zünûn, I, 407, 519; a. mlf., Fezleke, İstanbul 1287, II/366-8. L. Göker, Fen Bilimleri Tarihi, Ankara 1984, s. 179. Lütfi Efendi, Vak'anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi (Yay. Haz, M. Aktepe),
Ankara 1988, XI/23-24. M. T. Gökbilgin, XV.-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı, Vakıflar-Mülkler-
Mukataalar, İstanbul 1952. M. Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971, II/587. Mehmed Sâdık, İhtisâru’l-Cedvelü’l-kebir li-Sâlihu’l-mîmârî, Süleymaniye Ktp.,
Hüsrev Paşa, nr. 232, s. 26b. Mehmet İpşirli, “Cihet”, DİA, VII/546-548. Meric, R. M., "Beyazıt Camii Mimarı, II. Sultan Beyazıt Devri Mimarları ile bazı
binaları, Beyazıd Camii ile Alâkalı Hususlar, Sanatkârlar ve Eserleri", Yıllık Araştırmalar Dergisi, 2 (1957), Ankara 1958, 20.
Muhammad ibn al-Hajj Isma’il al-Darendevî, Risâla fî Ma’rifat al-âlât li Avqat al-Salât, Kandilli Rasathanesi Library, 2/2, 2/3.
Müneccimek, el-Makalat-ı Sâlise fî Resm-i Alât-ı Zılliye, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 40, s 32a.
N. Gökdoğan, "Türk Astronomi Tarihine Bir Bakış", Tanzimat I, 100. Yıldönümü Münasebetiyle, İstanbul 1940, 469.
Naîmâ Mustafa Efendi, Ravzatü’l-Hüseyn fî hulasâti ahbâri’l-hâfikeyn, İstanbul 1280, V, 30.
Nusret Çam, , Osman Güneş Saatleri, Ankara: Kültür Bakanliği, 1990. Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, I-II, İst., 1972, s. 191; a. mlf., Türk
Şehirlerinde imaret Sistemi, İstanbul 1939, s. 26.
159
Ö. Lütfi Barkan, “Ayasofya Camii ve Eyüb Türbesinin 1489-1491 Yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları”, İFM, 1-4, s. 349; a. mlf., “Fatih Cami ve İmareti Tesislerinin 1489-1490 Yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları”, İFM, XXII, s. 1-4, s. 312.
Peçevi İbrahim Efendi, Tarih-i Peçevi (yay., Fahri Ç. Derin-V.Çabuk), İstanbul 1980, s. 381-2.
Reşat Ekrem Koçu, “Akbulut (Ahmed Ziya)”, İstanbul Ansiklopedisi, I, s. 510-511.
Rıfkı Melül Meric, "Beyazıt Camii Mimarı, II. Sultan Beyazıt Devri Mimarları ile bazı binaları, Beyazıd Camii ile Alâkalı Hususlar, Sanatkârlar ve Eserleri", Yıllık Araştırmalar Dergisi, 2 (1957), Ankara 1958, s. 20.
S. H., Nasr, Islamic Science an Illustrated Study, Cambridge: Islamic Texts Society, 1987.
Salim Ayduz, "Mustafa b. Ali Muvakkit", (YYOA) (YYOA), Istanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 289-290; a.mlf., “Cihangirli Mehmed Sadık Efendi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 181; a.mlf., “Hüseyin Hilmi Efendi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 582-583; “İstanbul’da Zamanın Nabzını Tutan Mekanlar” İstanbul, 51 (Eylül 2004), s. 92-98; “Küfrî Hasan Çelebi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 535; “Müneccimek Mehmed Efendi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 121; a.mlf., “Müneccim-i Sani Hafız Ahmed Efendi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 117-118; a.mlf., “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık Müessesesi”, TTK Belleten, LXX (257), Ankara 2003, 167-264; a.mlf., “Small Observatories in the Ottoman Empire: Time-keeping houses (Muwaqqitkhanas)”, Osmanlı (Ed. Guler Eren and others), Ankara 1999, volume VIII, s. 664-675; a.mlf., “Takiyüddin Râsıd", (YYOA), Istanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, I, 603-605; a.mlf., “Yusuf bin Ömer es-Saatî”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 682; a.mlf., “Mehmed Çelebi”, (YYOA), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, II, 119.
Server Dayıoğlu, , “Istanbul’un Muvakkithaneleri”, 13 (Istanbul, 1995), s. 33–39. Seyyid Osman Sürûrî, Dîvân, Bulak, 1255. Silahdar Fındıklılı Mehmet Ağa, Tarihi İstanbul 1928, I, s. 354. Süleymaniye Vakfiyesi, Haz. K. E. Kürkçüoğlu, Ankara 1962. Süleymaniye Vakfiyesi, Published by K. E. Kürkçüoğlu, Ankara 1962. Takvim-i sâl 1203-1204, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. T 111, vr 7b, 10b. Takvim-i Vekayi, 16 Şevval 1334, no 2616, s. 1. Takvimi Vekayi, Sene 25 rebiülevvel 1282, Defa 812, sahife. 1 sütûn 1. W. Harnter, “Asturlab”, Encyclopedia of Islam, second edition, Brill, I, 723-727. Wolfgang Meyer, , İstanbul’daki Güneş Saatleri, İstanbul 1985. Yavuz Unat, “Mustafa bin Ali el-Muvakkît ve İ‘lâm el-‘İbâd fî A‘lâm el-Bilâd
(Şehirler Aleminde Mesafelerin Bildirimi) Adlı Risâlesi”, EJOS (Electronic Journal of Oriental Studies), VII (2004), Nr. 10, Utrecht University, Utrecht, s. 8.
Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. 268/6, vr 8b. Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. 323, vr 3b. Yazma, Kandilli Rasathanesi Ktp., Nr. 403, v. 2a. Yusuf b. Ömer es-Saati, Sahâif-i Takvim, TSMK, nr. A. 1960. Zeliha Kumbasar, Osmanlı Dönemi İstanbul Muvakkithaneleri, Yüksek Lisans
Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008.
160
11. İSTANBUL MUVAKKİTHANELERİ RESİM ve PLANLARI
Figure 1 Ahmediye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 2 Atik Ali Paşa Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
161
Figure 3 Atik Valide Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 4 Ayasofya Camii Muvakkitahanesi
162
Figure 5 Ayasofya Camii Muvakkithanesi plan krokisi (S. Ünver)
Figure 6 Ayasofya Muvakkithanesi'nin orijinal planı
163
Figure 7 Ayasofya Muvakkithanesi'nin planı ve iç görüşü.
Figure 8 Topçubaşı Bala Süleyman Ağa Camii Muvakkitahnesi (Z. Kumbasar).
164
Figure 9 Beykoz Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 10 Beykoz Camii Muvakkithanesi plan krokisi (Z. Kumbasar).
165
Figure 11 Beylerbeyi Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 12 Dolmabahçe Camii Muvakkithanesi
166
Figure 13 Dolmabahçe Camii Muvakkithanesi plan krokisi (Z. Kumbasar).
Figure 14 Emirgan Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
167
Figure 15 Eyüp Sultan Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 16 Galata Mevlevihanesi Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
168
Figure 17 Humabarahane Camii Muvakkithanesi
Figure 18 Humabarahane Camii Muvakkithanesi plan krokisi
169
Figure 19 Kadıköy İskele Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 20 Kandilli Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
170
Figure 21 Kanlıca Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 22 Kanlıca Camii Muvakkithanesi pla krokisi (Z. Kumbasar).
171
Figure 23 Güzelce Kasımpaşa Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar)
Figure 24 Kocamustafapaşa (Sünbül Efendi) Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
172
Figure 25 Laleli Camii Muvakkithanesi
Figure 26 Halifezade İsmail Efendi tarafından Laleli Camii minaresine yapılan güneş saatleri.
173
Figure 27 Mahmudiye (Sultan II. Mahmud Türbesi) Muvakkithanesi
Figure 28 Muradiye (Sirkeci Sultan V. Murad Sebili) Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
174
Figure 29 Nişancı Mehmed Paşa Camii Muvakkithanesi. (Z. Kumbasar).
Figure 30 Nusretiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
175
Figure 31 Kadıköy Osmanağa Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 32 Ramazan Efendi Camiii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
176
Figure 33 Selimiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 34 Suadiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
177
Figure 35 Suadiye Camii Muvakkithanesi kroki planı (Z. Kumbasar).
Figure 36 Sultanahmed Camii Muvakkithanesi
178
Figure 37 Şehzade Camii Muvakkithanesi avludan görünüşü
Figure 38 Şehzade Camii Muvakkithanesi plan krokisi
179
Figure 39 Teşvikiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
Figure 40 Tevkifiye Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
180
Figure 41 Yenicami Muvakkithanesi
Figure 42 Yeni Valide Camii Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
181
Figure 43 Yeni Valide Camii Muvakkithanesi plan krokisi (Z. Kumbasar).
Figure 44 Yenikapı Mevlevihanesi Muvakkithanesi (Z. Kumbasar).
182
Figure 45 Yenikapı Mevlevihanesi Muvakkithanesi plan krokisi (Z. Kumbasar).