İslamda eşya ve eşyanın doğru kullanımı

28
Bismillahirrahmanirrahim AMAÇ Bir müslümanın bütün emekleri aslında dua sayılır. Çünkü neticenin Allah’tan olduğunu bilerek, kendisini o konuda çabalamaya iten her ne ise, onun gerçekleşmesini, emekleriyle Allah’tan talep eder. Ben de bu kitabı yazarken, bizi içeriden çürüten hastalıklı bakış açısının değişmesine, düzelmesine bir katkım olmasını diledim. Özellikle gayret ettiğim şey, okunup geçilecek teorik bir yazıdan çok, bir ilham kaynağı, hayatlarımızda değişiklikler yapabilecek bir fayda aracı oluşturmaktı. Siz de inşallah bu kitabı pasif bir okuyucu olarak değil, aralamaya çalışğı kapılardan giren bir yolcu olarak okursunuz. Çünkü bu durumda kitaptan yola çıkarak sizin keşfettikleriniz, sizin ekledikleriniz, sizin çıkardıklarınız, sizin açınızdan mutlaka benim yazdıklarımdan çok daha değerli, çok daha faydalı olacaktır.

Upload: mehmet-mehmet

Post on 10-Mar-2016

283 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

İslamda eşya ve eşyanın doğru kullanımı

TRANSCRIPT

Page 1: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

BismillahirrahmanirrahimAMAÇ

Bir müslümanın bütün emekleri aslında dua sayılır. Çünkü neticenin Allah’tan olduğunu bilerek, kendisini o konuda çabalamaya iten her ne ise, onun gerçekleşmesini, emekleriyle Allah’tan talep eder.

Ben de bu kitabı yazarken, bizi içeriden çürüten hastalıklı bakış açısının değişmesine, düzelmesine bir katkım olmasını diledim. Özellikle gayret ettiğim şey, okunup geçilecek teorik bir yazıdan çok, bir ilham kaynağı, hayatlarımızda değişiklikler yapabilecek bir fayda aracı oluşturmaktı. Siz de inşallah bu kitabı pasif bir okuyucu olarak değil, aralamaya çalıştığı kapılardan giren bir yolcu olarak okursunuz. Çünkü bu durumda kitaptan yola çıkarak sizin keşfettikleriniz, sizin ekledikleriniz, sizin çıkardıklarınız, sizin açınızdan mutlaka benim yazdıklarımdan çok daha değerli, çok daha faydalı olacaktır.

Page 2: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

EŞYA NEDİR?

Soru basit gibi görünse de, cevap herkes için aynı olmayabilir. “Eşya nedir?” diye sorulunca, kimi evindeki şeyleri düşünür, kimi hediyelik eşya, beyaz eşya, elektronik eşya, süs eşyası gibi sınıflandırmaları hatırlar, ama pek az kişi ne olduğunu aslında çok iyi bildiği bu şeyi sözcüklerle tanımlayabilir. Oysa eşyayı net olarak tanımlamak, hem bu kitabın kapsamını belirlememiz, hem de eşyanın hayatımızdaki yerini anlamamız için oldukça önemlidir.

Eşya nedir? Bir şeyin eşya olabilmesi için hangi özelliklere sahip olması lazım? Aynı yaprak ağaçta iken eşya sayılmadığı halde, neden bir tabak veya şemsiye olarak kullanıldığında adına eşya denir?

Sözlükler eşyanın aslen Arapça olup, bu dilde “şey” kelimesinin çoğulu olarak “şeyler” manasına geldiğini söylüyorlar. Fakat biz Türkçede eşyayı daha belirli bir “şeyleri” anlatmak için kullanıyoruz. Bir şeye eşya dememiz için, onun üç şeyi sağlaması gerekiyor:

1. İnsan yapısı olmak, 2. bir amaçla yapılmış olmak ve 3. taşınabilir, yani bir yerden bir yere

nakledilebilir olmak…

Page 3: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Sokakta ayağımıza takılan bir taşı eşya olarak görmeyiz, çünkü insan yapısı değildir ve bir kullanım amacı da yoktur. Ama o taşı biri alsa ve ondan bir keski yapsa, taş hemen bir eşyaya dönüşür. Bir insan eli, ona belli bir görev yüklemiştir. Öte yandan, bir apartmanı hiç kimse eşya olarak görmez. Çünkü üçüncü şart, yani taşınabilirlik de önemli bir belirleyicidir.

Çok uzatmadan, eşyanın standart tanımını “türlü amaçlara sahip, insan yapısı, taşınabilir nesneler” olarak yapabiliriz. Böylece, koltuğumuz, parmağımızdaki yüzük, televizyonun kumandası, bilgisayarımız, arabamız, ayakkabımız, yerdeki halı, içinde yemek yediğimiz tabak, çocuğumuzun oyuncağı, üzerimizdeki elbise ise, her üç şartı da sağlayarak eşya kümesi içerisine girerler.

Artık eşyanın tanımını biliyoruz; ama acaba eşya bizim açımızdan ne ifade ediyor, bizim hayatımızda nerede? Bu “türlü amaçlara sahip, insan yapısı, taşınabilir” nesneleri tek tek değil de, büyük bir resme uzaktan bakar gibi, bir bütün olarak ele aldığımızda, “eşya”yı nasıl görürüz?

Etrafımızdaki şeylerin yüzde kaçının eşya olduğunu kestirmeye çalışalım veya içinde bulunduğumuz odada büyük-küçük kaç tane eşya var, saymayı bir deneyelim… Yoksa eşya bizi kuşatmış mı biz fark etmeden; çepeçevre sarmış mı etrafımızı? Üstümüzde başımızda, işimizde, evimizde, ayaklarımızın altında ve başımızın üzerinde o mu var? Evet, özellikle şehirde yaşıyorsak, gözlerimizi nereye çevirirsek çevirelim, hep onu görüyoruz. Bizim dünyamız neredeyse bir eşya denizi ve bu manada “fani dünya” ile “eşya” bizim için özdeş gibi.

GİRİŞ

DİYELİM Kİ; ÇOK ÖNEMLİ BİR GİRİŞ SINAVINDAYIZ. KURALLARI YAZILI OLARAK

ELİMİZE VERMİŞLER. SINAV, ÖZEL HAZIRLANMIŞ BİR ODADA YAPILACAK. GİZLİ

KAMERALARLA BİR ANLIK BAKIŞIMIZA VARANA KADAR HER ŞEYİ KAYDEDECEKLER.

SINAV BİTTİĞİNDE İSE KAYDEDİLMİŞ OLAN DAVRANIŞLARIMIZLA İLGİLİ BİZİ

SORGUYA ÇEKECEKLER VE VERDİKLERİ KURALLAR ÇERÇEVESİNDE

DEĞERLENDİRECEKLER. ÜSTELİK HERHANGİ BİR ZAMANDA SINAVDAN

ÇIKARILABİLİRİZ. YANİ SINAVIN BELLİ BİR SÜRESİ YOK. BİZİ SINAV ODASINA

GETİRİYORLAR. ARKALARINI DÖNÜP ÇIKARLARKEN KAPININ KAPANIŞ SESİNİ

DUYUYORUZ…

BU SINAV GERÇEK OLSA, O ODADA BULDUĞUMUZ EŞYALARA NASIL YAKLAŞIRDIK?

ONLARI ÖNEMSİZ GÖRÜR MÜYDÜK? ÖYLESİNE KULLANIR MIYDIK? ONLARIN ORADA

TESADÜFEN OLDUĞUNU MU DÜŞÜNÜRDÜK, YOKSA “SINAVI DÜZENLEYEN BU ODAYA

BUNLARI BİR AMAÇLA KOYMUŞ” MU DERDİK? BİR AÇIP BAKMAZ MIYDIK ELİMİZDEKİ

KURALLAR KİTABINA; BU EŞYALAR NEYMİŞ, NASIL KULLANILMALIYMIŞ, NE YAPARSAK

BİZE SINAVI KAZANDIRIRMIŞ?

Biz Müslümanız, elhamdülillah. Biliyoruz ki bu dünyada bir imtihandayız… Bu bilgi doğal olarak bizim için bir fark oluşturuyor. Normal olarak yaşamın her alanında ve her anında, her şeyimizi ona göre ayarlamaya gayret ediyoruz. Zira aksini yapmamız çok mantıksızca olurdu. “Bu sınav benim için çok önemli” dedikten sonra, soru çözmek yerine oturup etrafı seyreden birine benzerdik. Bir insan imtihanda olduğunu biliyor ama bilmeyen birinden farksız yaşıyorsa, onun “bilmesinden” biraz şüphe etmek gerekir herhalde.

Öyleyse, dünya hayatının bir imtihan olduğunu idrak edip de başarı yolunu seçmenin, yani İslam olmanın doğal sonucu, sözlerimizi, davranışlarımızı, canlı-cansız şeylere muamelemizi, hayat tarzımızı, her şeyimizi de İslam yapmak, İslam’a göre yapmaktır. Bu yüzden bir sürü kitap okur, insan ilişkilerimizden tuvalet adabımıza kadar her şeyin kurallarını öğrenmeye çalışırız. Elbette ki bütün dünya hayatını kapsayan bu kurallara uyma gerekliliği, iş eşyaya gelince ortadan kalkmaz. EŞYAYI NASIL ALGILADIĞIMIZ, NASIL EDİNDİĞİMİZ, NASIL KULLANDIĞIMIZ VE NASIL ELDEN ÇIKARDIĞIMIZ da bize imtihanı kaybettirecek veya kazandıracak, mühim şeylerdir. İşte bu yüzden, üzerimize düşen İLK GÖREV BİLMEKTİR: İslam eşya konusunda ne diyor? Peygamber Efendimiz (sav)’in yerdiği “eteğini çalım satarak sürüyen adam”ın bu çağdaki muadili kim olabilir? İsraf sadece sofrada bırakılan ekmek kırıntısı ve çayın dibinde kalan kısmı mıdır? Müttaki bir kimse kaliteye ne kadar önem verir?

Page 4: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Sadece pahalı şeyler mi lükstür? Züht, yokluk ve imkânların reddi mi demektir? Dinimiz eşya alırken nelere dikkat etmemizi öğütler? İslam’a göre tasarım önemli bir şey midir? Eşya bir put olabilir mi? Eşyayı elden çıkarmanın en güzel yolu nedir?....

Acaba biz müslümanlar dinimizin eşyaya yaklaşımını iyi anlıyor muyuz? Yoksa büyük camilerimiz hariç, namaz kıldığımız yerler rasgele serilmiş uyumsuz ve kötü kokulu halıları, eksik havalandırmaları ve manasını kaybetmiş süslemeleri ile yanlış anlamalarımızı en kutsal mekanımızda yüzümüze mi vuruyor?

Varsa İslam’ın eşya ile ilgili emirleri konusunda bilgi eksiğimiz, hemen şimdi yola çıkmak gerekir. Çünkü “şimdi” çok önemli bir nokta…

Her ümmet için bir fitne vardır. Ümmetimin fitnesi de maldır. Tirmizi, Zühd 26, (2337)

ŞİMDİ

Eşyalar ile yaşam şekilleri arasında iki yönlü bir etkileşim vardır:1. YAŞAM ŞEKİLLERİ EŞYALARI OLUŞTURUR: Bu görünür ve kolay anlaşılır olan bir etkileşimdir… Av ile

karnını doyuran insan, taşları yontup kendine mızrak yapmış; yani kendi yaşam şekline uygun eşyayı oluşturmuştur. Benzer şekilde ayakkabıyla girilen evlerde yer pis olduğundan, oturmak için yüksek yerlere ihtiyaç duyulmuş ve bu gün kullandığımız koltuklar tasarlanmıştır. Yemekleri genelde sulu olan bir ülkede, çok çeşitli derin kaplar, kaşıklar icat edilmiş, yemekleri kuru olan bir ülkede insanlar elleriyle yemeğe alışmışlardır. Kısacası, yaşam şekilleri yeni yeni ihtiyaçlar doğurdukça, onları karşılayacak eşyalar da beraberinde gelmiştir ve gelmektedir.

2. EŞYALAR YAŞAM ŞEKİLLERİNİ ETKİLER: Bu diğerine göre daha yavaş, daha fark edilmeden olan bir etkileşimdir. Eşyalar, uzun vadede, yaşam şekillerinin güçlendirebilir, yok edebilir veya dönüştürebilir; şöyle ki:

a. Kendine uygun eşyaları daha çok üreten, daha çok geliştiren yaşam şekli güçlenir: Japonya’dan Arabistan’a kadar, yüzyıllardır yerde oturmaya alışmış koskoca bir kıta, neden koltukların, sandalyelerin üzerine çıktı? Çünkü rahat, ergonomik, güzel, kullanışlı olan onlardı. İyi tasarlanmış eşyalar sayesinde “yüksekte oturma” kültürü güçlendi, yaygınlaştı.

b. Kendine uygun eşyalar üretemeyen, eşyalarını geliştiremeyen yaşam şekli yok olur: Örn. Çok sayıda insanın, birlikte, rahatlık ve kolaylık içinde kullanmasına uygun eşyalar oluşturulmadığı için, paylaşım kültürü, bireysel mülkiyet karşısında fazla şansa sahip olamadı ve yok oldu.

c. Bir başkasının eşyalarını kullanan yaşam şekli, ona dönüşür. Bir başka deyişle eşyalar, kullanıcılarını, kendilerini doğuran hayat tarzına doğru sürüklerler: Örn. Çok sayıda misafiri bir arada ağırlamayı seven, yemeğini kalabalık misafirleriyle birlikte yemeye alışkın bir kişi, yeni evine piyasada bulduğu herhangi bir masayı aldığında, bir seferinde sofraya oturtabileceği kişi sayısı 8’e düşer. Dolayısıyla misafir sayısını buna göre ayarlamaya, böylece yaşam tarzında ciddi bir değişiklik yapmaya mecbur olur.

Kısacası eşyalar yaşam şekilleri açısından belirleyici bir öneme sahipler. Yaşam şeklinin önemini ise anlatmaya bile gerek yok: Kim gibi yaşarsak, onun gibi, ondan ve onunla oluruz. İster tek bir birey, ister bir millet bazında düşünelim, yaşam şekli dediğimiz şey aslında kimliğimizdir.

DİYELİM Kİ; ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARINI OKULDA / İŞYERİNDE KILMAMIZ

GEREKİYOR. ABDESTİMİZİ İSE TUVALETTE ALMAK ZORUNDAYIZ. İLK ZAMANLARDA

KENDİMİZİ ZORLAYARAK LAVABODA AYAKLARIMIZI YIKIYOR, ARDINDAN

DAKİKALARCA UĞRAŞIP HEM AYAKLARIMIZI HEM DE ISLANAN YERLERİ

KURULUYORDUK. BİR GÜN BİR YERE YETİŞMEMİZ GEREKTİ VE ACELE İÇERİSİNDE

BU ZORLUK GÖZÜMÜZDE İYİCE BÜYÜDÜ. BİZ O GÜN ABDEST ALMADIK. ARADAN

VAKİT GEÇTİKÇE VE BİZ NAMAZ GEÇİRMENİN VİCDANI RAHATSIZLIĞINA DAHA ÇOK

ALIŞTIKÇA, BUNU YAPTIĞIMIZ ZAMANLARIN SAYISI ARTTI. BİR ZAMAN SONRA BİR DE

BAKTIK Kİ BİZ ABDESTİ VE DOLAYISIYLA ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARINI VAKTİNDE

KILMAYI HEPTEN UNUTMUŞUZ…

Page 5: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Burada suçlu lavabolar değil. Çünkü onları gün içerisindeki temizliğin sadece el ve yüz yıkanarak yapıldığı bir yaşam kültürü oluşturmuş. O yaşam kültürü için de gayet iyi işliyor, gayet güzel bir şekilde vazifelerini yerine getiriyorlar. Suçun bizde olduğu açık… Ama suçumuz aslında zorluklara katlanamamak değil. Biz gerçekte kendi yaşam biçimimize uygun eşyaları geliştirmemiş ve edinmemiş olmaktan suçluyuz. Eşyanın yaşam şeklini etkilediği, değiştirdiği ve hatta dönüştürdüğü gerçeğini fark etmemiz gerekirdi.

Bu suçun sonuçları gerçekten çok ciddi... Abdest alacak düzgün, temiz, rahat bir düzenek bulamayınca, abdest almanın zorlaşması ve ardından bizim abdest almaya üşenmemiz ve abdesti yavaş yavaş hayatımızın dışına itmemiz doğrudan bir sonuç. Göle atılan taşın su sıçratması gibi. Ama bir de bu taşın oluşturduğu, halka halka genişleyen dalgalar var. Suçumuzun sonuçları da, böyle bambaşka alanlara yayılıyor işte:

DİYELİM Kİ; DIŞARIDA ABDEST ALMAMIZ GEREKTİ. ABDESTİMİZİ ALDIK AMA

KURULANACAK BİR ŞEY BULAMADIK. ÇORABIMIZI MECBUREN ISLAK AYAĞIMIZIN

ÜZERİNE GİYDİK. AYAKKABIMIZIN ARKASINA BASTIK VE HIZLICA CAMİYE YÜRÜDÜK.

NAMAZA DURDUK, SECDEYE EĞİLDİK AMA HALI O KADAR KÖTÜ KOKUYOR Kİ!

İÇİMİZDEN “BEN DE ISLAK AYAĞIMLA BASTIM ÇARESİZ AMA, DEMEK Kİ BÖYLE OLA

OLA KOKMUŞ HALILAR. KEŞKE YANIMDA KAĞIT MENDİL OLSAYDI” DEDİK… SONRA

İÇİMİZE “YERLER DE ÇOK PİSTİ, PAÇAMDAKİ ISLAKLIK ACABA ORDAN MI OLDU,

NECASET Mİ?” DİYE BİR VESVESE DÜŞTÜ.

İşte şimdi, sadece abdest almamız zorlaşmadı; abdestimizin sıhhati ve ardından namazdaki huşumuz da etkilendi uygun bir abdest alma düzeneği olmamasından. Üstüne üstlük, dinimizin nezafet, temizlik, başkalarını rahatsız etmeme ilkelerini de bir manada çiğnemiş olduk. Ayrıca, bunu yapmaya devam edersek ayağımızın cilt sağlığının bozulacak olması da var. Burada bitiyor mu? Sadece davranışlarımız, günlük yaşantımız mı etkileniyor? Algılamalarımız, tanımlamalarımız, bakış açılarımız da değişiyor olabilir mi? Yani atılan taşın dalgasından bizim bindiğimiz geminin rotası değişebilir mi yavaş yavaş? Bu durum bizi gerçekten korkutmalı! Özellikle de dinin inanç ve yaşam biçiminin bir bütünü olduğunu hatırladığımızda…

DİYELİM Kİ; TEK BİR MİSAFİR ODAMIZ VARDI. AİLECE MİSAFİR KABUL EDERKEN,

SALONA ERKEKLERİ, OTURMA ODASINA HANIMLARI ALIYORDUK. AMA OTURMA

ODAMIZ GENELDE DAĞINIK VE MİSAFİR KABUL ETMEYE PEK DE UYGUN DEĞİL DİYE,

MECBUREN SALONDA HEP BİRLİKTE OTURMAYA BAŞLADIK. ÖNCELERİ TEDİRGİN VE

HUZURSUZ OLUYORDUK. AMA SONRA ALIŞTIK. GÜZEL SOHBETLER ETMEYE

BAŞLADIK KADINLI-ERKEKLİ. “ZATEN HERKES TESETTÜRLÜ, DIŞARDA DA BÖYLE

GEZMİYOR MUYUZ” DİYE DÜŞÜNDÜK, HATTA BUNU ARAMIZDA KONUŞUP TARTIŞMA

KONUSU ETTİK. ARADAN YETERLİ ZAMAN GEÇTİĞİNDE, ARTIK BİZİM GÖZÜMÜZDE

HAREMLİK-SELAMLIK YAPANLAR BİRAZ TUTUCU, BİRAZ AŞIRIYDI.

Elma ağacında armut yetiştiremeyiz. Bir balığın suyun dışında yaşamasını bekleyemeyiz. Ayağımızı sıkan ayakkabıdan biran önce kurtulmazsak daha fazla yürüyemeyiz! Öyleyse, bize düşen, kendi yaşam biçimimizin, kendi kültür ve medeniyetimizin ürünlerini oluşturmak ve kullanmak… Bu sadece dinimizi korumamız için değil, ideale yaklaştırmamız, kolaylaştırmamız ve yaygınlaştırmamız için de önemli. Tek bir abdest alma düzeneğiyle örneğin, hevesle aldıkları tam bir abdestin sonrasında maddi ve manevi olarak temizlendiğini hisseden daha çok insan, namazda huşunun anahtarını ellerine almış olarak, daha güzel kokan, daha dolu camilere doğru koşabilir.

TEK BİR MEDENİYETİN EŞYALARI

Hemen şimdi kitaptan başımızı kaldırıp üstümüze başımıza, evimize, evimizin içindekilere, çevremize bir bakalım. Hangi kültürün, hangi yaşam şeklinin oluşturduğu eşyalar bunlar?

Page 6: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

DİYELİM Kİ; MEKKE’DEYİZ. ALLAH’IN EVİNİ TAVAF ETTİK. ONU SEYREDEREK NAMAZ

KILDIK, DUA ETTİK. HEYECAN VE UMUTLARLA DOLU OLARAK ORADAN ÇIKAR

ÇIKMAZ GÖRMEK İSTEYECEĞİMİZ SON ŞEYLER BİZİM KÜLTÜRÜMÜZE YABANCI

MARKALAR... AMA İŞTE KARŞIMIZDA DURUYORLAR.

Afrika’nın en otantik kabilesiyle ilgili bir belgesel seyrederken, kıvırcık saçlı zenci bir çocuğun üzerinde bizim de o anda giymekte olduğumuz markadan bir kot görürsek şaşırmıyoruz. Bazı marka kıyafetler, Irak’da da, Rusya’da da, Çin’de de Amerika veya Avrupa’da olduğu kadar rağbet görüyor. Sadece kıyafetler değil, mobilyalar, oyuncaklar, süs eşyaları, pek çok şey, hatta her şey; çok özel duyguları anlatanlar bile. Mesela tektaş yüzük… O olmadan nikah oluyor mu, o olmadan erkekler hanımlarına sevgilerini ve bağlılıklarını anlatabiliyor mu?

“Şimdi”nin önemi biraz da bundan kaynaklanıyor. Çarşıda pazarda bulduğumuz her eşya başka bir medeniyetin ürünü ve o medeniyet bize yabancı. Durumumuzu kısaca özetlersek: 1. Biz büyük şehirlerde, bir eşyalar denizi içinde yaşıyoruz. 2. Eşyalar yaşam biçimimizi çok yönlü olarak etkiliyor. 3. Etrafımızdaki eşyaların hemen hemen hepsi başka kültürlerin, başka inançların ürünü, bir başka deyişle bizim

için yanlış… 4. Yanlış eşyalar, zamanla eşyaya bakışımızda, eşya edinmekteki amaçlarımızda, eşyayı edinme, kullanma ve

elden çıkarma şeklimizde yanlışlıklar oluşturuyor. Sonuçta etkilenen, davranışlarımız, fikirlerimiz, görüşlerimiz, tercihlerimiz, nihayetinde dinimiz oluyor.

NASIL OLDU

Yaklaşık bir yüzyıl öncesine kadar eşyalar fabrikalarda değil, ustaların ellerinde üretiliyordu. Buralarda talep arzdan önce geliyordu ve üretim talebe göre şekilleniyordu. Örneğin bir kişi gidip marangozdan kendisine büyük bir masa yapmasını istiyordu. Marangoz da müşterisinin istediği malzemeden, onun istediği gibi bir masayı yapıyor ve ona satıyordu.

Sonra endüstri devrimi oldu. Makine gücü keşfedildi. Ardından fabrikalarda, bir marangozun on günde yaptığı şeyin, bir tasarımcı-mühendis, üç işçi ve birkaç makine kullanarak bir günde yapıldığı ve daha ucuza satılabilir bir masa üretildiği görüldü. On gün sonra elde bir müşteri ve on masa vardı. Kalan dokuz masa için yeni müşteriler gerekti. Tanıtım ve reklam işlerine girişildi. Dört yeni müşteri daha geldi. Ama elde hala satılmamış beş masa vardı. Masaya ihtiyacı olan kimse kalmadığına göre, bu beş masa, aslında masa almaya gerek duymayan kişilere satılacaktı. Bunun için bu kişileri bu masayı almaları gerektiğine ikna etmek gerekiyordu ve öyle de yapıldı. On tane masa satılmış, bir kişi tam istediği masayı, dört kişi buldukları bir masayı, beş kişi ise hiç de ihtiyaçları olmayan masaları satın almış oldu. Zamanla marangozlar iş yapamaz hale geldi. Çünkü hem daha uzun zamanda üretiyor, hem daha pahalıya satıyorlardı.

Fabrika sahipleri de, nasıl bir masa yapılacağını belirleyenler de Avrupa kültürüyle yetişmişlerdi. Dolayısıyla kendi medeniyetlerinin eseri olan, kendi ihtiyaçlarına cevap veren şeyler yaptılar. Diğerlerinden de fabrika sahibi olanlar oldu. Mesela Japonlar… Ama bunlar yarışa sonradan katılmışlardı. Yeni yollar açmak yerine açılmış yolları takip etmeyi seçtiler. Yani nasıl bir masa yapılacağını düşünmediler pek, mevcut masaların benzerlerini, taklitlerini ürettiler.

Bütün bu olanlara bizim tepkimiz ise, kendimizi dışarıda tutmak oldu. Eşya üzerinde düşünmemeyi bir erdem saydık. En takvalı olan, en zahit olan, dünyadan el-etek çekendir zannettik. Oysa kapımızın önünde, önündeki her şeyi yıkan ve bize doğru gelmekte olan bir çığ büyüyordu. Üretim ve tüketim tavan yapınca kapitalizm ardı ardına zaferler kazanmaya başladı ve içinde doğduğu yaşam tarzından yola çıkarak kendi kültürünü oluşturmuş oldu. Adı Hıristiyan, Yahudi, Budist, Sosyalist, ama dini kapitalizm olan insanlar türedi. Bugün etrafımıza baktığımızda bizim de çok rahat görebileceğimiz dev uluslar arası markalar şunu anlatıyor: Artık Kuzey Kore veya İran gibi bir iki istisna hariç olmak üzere tüm dünyada milletler ve inançlar üstü bir güç var. Bunu şimdiye dek ne bir inanç sistemi, ne de başka bir ideoloji başaramamıştı belki de.

NE YAPACAĞIZ

DİYELİM Kİ; TESETTÜRÜNE DİKKAT EDEN BİR HANIMIZ VE BİSİKLETE BİNMEK İÇİN

ÇOK SEBEBİMİZ VAR: İŞYERİMİZ EVİMİZE 15 DAKİKA MESAFEDE VE ARADA BİR

Page 7: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

BİSİKLET YOLU VAR, DOKTOR SPOR YAPMAMIZI SÖYLEYİP DURUYOR, ÇEVRECİYİZ,

EVİMİZE İKİNCİ BİR ARABA ALMAYI DA, BENZİNE PARA ÖDEYİP DURMAYI DA

İSTEMİYORUZ. AMA NE BOL TESETTÜR KIYAFETİMİZLE PAÇALARIMIZ ZİNCİRE

DOLANMADAN BİSİKLETE BİNEBİLİRİZ, NE DE HANIMLARIN BİSİKLETE BİNMESİYLE

İLGİLİ ERKEK YARGILARINI ORTADAN KALDIRABİLİRİZ. NE YAPACAĞIZ? BİSİKLETE

BİNMEKTEN Mİ VAZ GEÇECEĞİZ? TESETTÜRÜMÜZDEN Mİ VAZGEÇECEĞİZ?

Bu sorunun gerçek çözümü, bisiklet üzerinde de tesettürün tam sağlanabileceği şekilde, hem kıyafetlerin, hem de bisikletlerin geliştirilmesi değil mi? Gazetelerde görmüşsünüzdür, İran hanımları spora teşvik etmek için, bedenlerini gizleyen İslami bisikletler üretme girişiminde bulunmuştu. Projenin temel fikri “kullanıcının bedeninin yarısını kapatan bir kabindi”. http://www.radikal.com.tr/ haber.php?haberno=221637. İslam’ın eşyada övdüğü ve ileriki sayfalarda detaylandırılmış bazı temel özellikleri sağlamasa ve yüzeysel bir çözüm olarak görünse de, doğru yöne atılmış bir ilk adım gibi görünüyor.

Yüzyıllardır ihmal ettiğimiz bazı konularda artık düşünmeliyiz. Yoksa ya bisiklete binmekten vazgeçeceğiz, yani hayatın, gelişmelerin ve çağın dışında kalacağız, kendimizi kısıtlayacağız, ya da bisiklete binebilmek için tesettürümüzden vazgeçeceğiz, yani mevcut eşyalara, modalara ve bunları oluşturan kültüre boyun eğip yaşam biçimimizi değiştireceğiz, dönüşeceğiz. Bu iki çıkmaz yol arasında biz yeni bir yol açmalıyız. İslami bilinçle kollarımızı sıvayıp kendimiz için alternatifler geliştirmeye, gerektiğinde talep etmeye, taleplerimizin arkasında durmaya, en azından müşteri olarak hakkımızı ve gücümüzü kullanmaya hemen başlamalıyız. Ama bunun için önce İslam’ın eşya ile ilgili bize neler öğütlediğini öğrenmeli, anlamalı ve içimize sindirmeliyiz.

Page 8: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

SORUMLULUKLARIMIZ

Allah'ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır.

Tirmizî, Daavât, 128

Öğrendiklerimiz bizde, yani görüşlerimizde, davranışlarımızda bir değişiklik yapmıyorsa boşu boşuna değildir de nedir? Önemli olan sadece yeni şeyler öğrenmemiz değil, yeni şeyler öğrendikçe hayatımıza yansıtabileceğimiz doğru sonuçlar çıkarabilmemiz değil mi? Bu yüzden, eşya ile ilgili İslami bilgileri de sorumluluklarımız çerçevesinden ele almak muhtemelen en güzeli olacaktır.

Eşya ile ilgili sorumluluklarımız ise öncelikle algısal ve davranışsal olarak ikiye ayrılabilir. Algısal sorumluluklarımız, duygu ve düşüncelerimizi ilgilendirir. Davranışsal sorumluluklarımız eşyayla ilişkimizin başlangıcından sonuna kadar, yani onu edinirken, kullanırken ve elden çıkarırken nelere dikkat edeceğimizi bize anlatır. Yani eşya ile ilgili sorumluluklarımızı şu başlıklar altında toplayabiliriz:

1. Eşyayı algılamakla ilgili sorumluluklarımız 2. Eşyayı edinirkenki sorumluluklarımız 3. Eşyayı kullanırkenki sorumluluklarımız 4. Eşyayı elden çıkarırkenki sorumluluklarımız

Şimdi bunları sırayla ele alarak, her biriyle ilgili olarak Kuran ve sünnetin bize gösterdiği net ve aydınlık yolu bulmaya çalışabiliriz.

EŞYAYI ALGILAMAKLA İLGİLİ SORUMLULUKLARIMIZ

DİYELİM Kİ; BİR AKŞAMÜZERİ KAPIMIZ ÇALDI. KAPIYI AÇTIK, BİR DE BAKTIK Kİ

KARŞIMIZDA DAHA ÖNCE HİÇ GÖRMEDİĞİMİZ BİR KÜÇÜK ÇOCUK DURUYOR. NE

YAPARIZ? ÖNCE NE YAPARIZ? BU ÇOCUĞUN KİM OLDUĞUNU, NİYE BİZE GELDİĞİNİ,

KİM TARAFINDAN VE NE İÇİN GÖNDERİLDİĞİNİ ANLAMAYA ÇALIŞIRIZ Kİ

DAVRANIŞLARIMIZI ONA GÖRE AYARLAYALIM. ÜST KAT KOMŞUMUZUN MİSAFİRİYSE

DE ŞAŞIRIP BİZE GELDİYSE, ELİNDEN TUTAR YUKARI ÇIKARIRIZ. DİLENCİYSE, BELKİ

BİRAZ PARA VERİR GÖNDERİRİZ. KAYBOLMUŞSA, HEMEN İÇERİ ALIP POLİSİ ARARIZ.

“Bu kimdir / nedir” sorusunu doğru cevaplamak önemlidir, aksi takdirde kaybolmuş bir çocuğun eline para verip kapıyı yüzüne kapatabilir veya güvenilir olmayan birini evimizin içine sokabiliriz… Benzer şekilde, eşyayı doğru algılamamız da, onunla ilişkimizin doğru kurulması için gereklidir. Algımız binanın temelidir ve hata kaldırmaz. Eşyanın gerçekte ne olduğunu bilmeyen insan, onunla ilgili davranışlarında yanlış yapmaya daha meyilli olur. Bu sebepten, eşyayı algılamak konusundaki sorumluluklarımız diğerlerine göre daha öncelikli sayılabilir.

Eşyayı algılamakla ilgili sorumluluğumuz, eşyanın hakikatini öğrenmek ve içimize iyice yerleştirmektir. Eşyanın hakikati dediğimizde, “sen bunları zaten biliyorsun” diyebilir içimizden bir ses… “Öyleyse neden pahalı bir arabadan inerken kendini daha değerli hissediyorsun, neden şuyum yok buyum yok diye halinden şikayet ediyorsun, neden bir şey ürettiğinde veya aldığında bir gurur gelip yerleşiyor içine, neden insanlara elbiselerine göre muamele ediyorsun!” diyerek onu susturabiliriz. İçimizdeki ses aslında bütünüyle haksız değil: biz eşyanın hakikatiyle ilgili bilgileri çeşitli vesilelerle edinmiş olabiliriz gerçekten. Ama bir şeyin bilgisini edinmiş olmamız, onu biliyoruz anlamına gelmiyor! Şimdi eşyanın hakikatiyle ilgili bilgilerimizi hatırlamaya, anlamaya ve içselleştirmeye kendi kendimizi davet edebiliriz:

SORUMLULUK 1: İYİCE ANLAMALIYIZ Kİ Eşya insan yapısıdır, ama Allah lütfetmese kul yapamaz!

Göklerin, yerin ve bunlardaki her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah'ındır.O her şeye hakkıyla gücü yetendir.

Maide: 120

Page 9: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Eşyanın tanımında “insan yapısı” ifadesini kullanmıştık. Peki, bu “Allah yapısı”nın dışında bir şey mi anlatıyor? Varlıkları “Allah yapısı / kul yapısı” diye bir ayırabilir miyiz gerçekten?

Ey insanlar bir misal verildi, şimdi ona iyi kulak verin! Haberiniz olsun ki sizin Allah'tan başka taptıklarınız bir sinek yaratamazlar, hepsi onun için bir araya gelseler bile!

Hac: 73

Bugün pek çok teknolojik gelişme oluyor, pek çok inanılmaz alet yapılıyor. Örneğin:

Haptic Telexistence tarafından üretilen dokunma eldiveni (haptic glove) gibi ürünler sayesinde uzaktaki bir nesnenin yalnızca şeklini değil, sıcaklık ve dokusunu bile sanki elimizde tutuyormuş gibi hissedebiliyoruz.

Japonya’daki Akishima Laboratuarlarında geliştirilen makine ile “su üstüne yazı yazabiliyoruz”.

Page 10: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

TDC’nin 1.4 milimetrelik kamera çipi gibi, bir kibrit ucundan daha küçük parçalarla, kütüphaneler dolusu bilgiyi çeşitli formatlarda kaydedebilir veya manipüle edebiliyoruz.

LOMAK’ın geliştirdiği ve ışıkla çalışan fare ile, sadece başımızı çevirerek, parmağımızı bile kıpırdatmadan sayısız işlem yapabiliyoruz.

Bunlar gibi başarıların bazılarını tuhaf bir gurura sürüklediğini en azından televizyondan takip edebiliyoruz. Yaptıklarını “meydan okuyucu” olarak görüyorlar. Ama akıl sahibi insan bilmeli değil mi Allah’ın “yaratması” ile insanın “yapması” hiçbir zaman aynı kategoride olamaz! Her şeyi Allah yaratmıştır ve O yaratmasında hiçbir şeye muhtaç değildir. O’nun ortağı veya benzeri de yoktur. Kulları ise ancak O’nun lütufları sayesinde bir şeyler yapabilirler. Nelerdir bu rahmet eserleri diye düşününce aklımıza gelen birkaç şeyi şöyle sıralayabiliriz:

o Üretebiliyoruz çünkü; Allah bizi yeryüzünde halifeler yaparak (Fatır, 39) irade ortaya koymamıza müsaade etmiştir. O müsaade etmese üretmeyi değil, nefes almayı bile başaramayız:

De ki: "Ben kendi kendime Allah'ı dilediğinden başka herhangi bir yarar ya da zarar sağlamaya malik değilim.

(Araf: 188)

o Üretebiliyoruz çünkü; Allah bizi eşya yapabilmemiz için gerekli özelliklerle donatmıştır: "Ne dersiniz, eğer Allah sizin kulağınızı ve gözlerinizi alır, kalplerinizi de mühürlerse,

Allah'tan başka onu size (geri) getirecek ilah kim?"Enam; 46

Rabbimiz yarattıklarından bazılarına, görme, dokunma, merak etme, gözlemleme, hatırlama, sonuç çıkarma, adapte olma gibi yetenekler vermiştir. Bir maymun veya akbaba taş ile yiyeceklerinin kabuklarını kırmayı öğrenebiliyorlarsa, bu O’nun verdiği yaradılış özellikleri sayesindedir.

Page 11: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Biz ise bunların hepsine en üst seviyede mazhar olmuşuzdur. Allah bizi “en güzel biçimde yaratmıştır” (Tin; 4). Ayrıca bize, bu nimetleri idrak etmemiz için bilinç gibi araçlar da vermiştir. Bunlar biz hak ettiğimiz için mi? Hayır, O Rahman ve Rahim olduğu içindir… O’ndan başka hiç kimse veya hiçbir şey buna muktedir değildir.

Biz yaratılışımızdan gelen bu donanımlar sayesinde, yeryüzündeki gözle görülebilir tüm yaratılmışlardan çok daha üstün bir üretebilme kapasitesine sahibiz. Gökte uçmaya, denizler altında yüzmeye, dünyanın bize çok uzak bir köşesini uzaydan gözetlemeye, parmak uçlarımızla ve hatta parmağımızı bile kıpırdatmadan dev makineleri çalıştırmaya, gerçek olmayan şeyleri görmeye ve hissetmeye ve daha pek çok hayret verici işi yapmaya yarayan eşyaları üretebiliriz.

o Üretebiliyoruz çünkü; Allah bize tüm varlıklarla ile ilgili, meleklerin bile bilgisinde olmayan şeyleri öğretmiştir: Allah Adem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek,

"Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi. Melekler, "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir

bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler.

Bakara; 31,32Kitabımız, atamız Adem (A.S.)’a varlıkların “isimlerini” Rabbimizin talim ettiğini, yani öğrettiğini bildiriyor. Burada geçen “isimler” bir kısım tefsircilere göre dil / lisan ile ilgiliyken, diğer bir kısmına göre “eşyanın duyguları, diğer bir deyimle o duygulardan oluşan ilmi suretlerdir… Her ne olursa olsun burada kati olan nokta Hz. Adem’e lisan öğretilmiş ve onun ilim ve kelam sıfatlarına mazhar kılınmış olmasıdır… (Bu ise) hilafetinin sebebidir.” (Elmalılı Tefsiri, Bakara Suresi 31. ayet, http://www.kuranikerim.com/telmalili/bakara1.htm)

o Üretebiliyoruz çünkü; Allah dünyayı insanın eşya yapabilmesi için uygun olarak yaratmıştır: Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize

verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.

Page 12: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Casiye 13Yeryüzünü size boyun eğdiren Allah’tır.

Mülk; 15Zira üretmek için sadece gerekli kabiliyetlere ve bilgiye sahip olmak yeterli değildir. En yetenekli usta bile malzemeler ve uygun çalışma şartları olmadan bir eşya yapamaz.

İnsana istediği şeylerin hepsinden vermiştir. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız.

İbrahim; 34a. Biz üretmek için önce hammaddeye ihtiyaç duyarız. Çünkü kendimiz yoktan bir şey var etmeye

muktedir değiliz. Eğer dünya üzerinde işlenebilir maddeler; metaller, ağaçlar, toprak veya plastiğin ana maddesi olarak petrol bulamasaydık, bugün garanti olarak gördüğümüz hiçbir şey hayatımızda olmazdı.

Andolsun, size yeryüzünde imkan ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim

imkanları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz! Araf 10

O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök halinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.

Bakara 29Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.

Kamer; 49b. Evrendeki kanunlar da Allah’ın rahmetinin eserleri olarak, bizim dünyadan faydalanabileceğimiz

şekilde konulmuş ve düzenlenmiştir. Tüm insan yapısı şeyler bu kanunlara dayanarak ayakta duruyor. Su hep aynı sıcaklıkta kaynamasaydı, metallerin genleşme oranları sabit olmasaydı, maddeler moleküler yapıları korumasaydı, üretmek yine mümkün olmazdı.

O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece "ol" der, o da

hemen oluverir. Bakara 117

c. Allah doğayı bir öğretmen olarak bize sunmuştur. Çünkü hayal gücü ile donatılmış da olsak, tamamıyla özgün ve hiçbir modele dayanmayan bir üretim yapabilmek kapasitemiz dışındadır. Sanat adına düşünebildiğimiz en tuhaf yaratıklar bile nihayetinde bize veya çevremizde gördüğümüz canlılara benzer. Bunun en net örneklerinden biri “uzaylı” stereotipimizdir. Onu düşünürken kendimizde en önemli gördüğümüz organları iptal edemeyiz: Bizim düşünebildiğimiz tüm uzaylıların en azından gözleri vardır.

Yaptığımız eşyalarda da böyledir. İnsanoğlu Mübdi olan, yani örneksiz ve yoktan yaratan Allah’ın yarattığını taklitten öteye geçemez. Biz bilinçli veya bilinçsiz olarak, doğadan ilham alırız.

Bilinçli olarak doğadan ilham almak “biyo-nik” veya “biyo-mimetik” gibi çeşitli adlarla ilmi yerini almıştır. Çözemediğimiz her problem için doğaya döndüğümüzde, ondan fikir almamız mümkündür. Helikopterlerin böceklere, uçakların kuşlara benzemesi bu sürecin sonucunda olur.

Daha başka pek çok örnek de mevcuttur. Hızlı yüzmenin yolunu perdeli ayaklarda bulup paletleri üretiriz mesela. Bir saniyede vücut uzunluğunun beş katı mesafe kat edecek, hızlı bir robot yapmak için hamamböceğini inceleriz. (The Science Creative Quarterly, Ağustos 2004, Sean Kennedy, http://www.scq.ubc.ca/?p=321)

Page 13: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Görme özürlü kişilerin daha kolay ve güvenli bir şekilde hareket etmelerini kolaylaştırmamız gerektiğinde, bu konuda gayet başarılı olan yarasalara bakarız. Böylece, ultrasonik sinyallerle öndeki, sağdaki ve soldaki yerden baş hizasına kadar herhangi bir yükseklikteki nesneleri algılayabilen UltraCane gibi ürünler ortaya çıkar.

(http://www.soundforesight.co.uk/new/)

Page 14: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Şimdiye

Bu örneklerin hepsinde, biz bilinçli olarak doğaya dönmüşüzdür. Ama bundan çok ama çok daha fazla sayıda örneği, farkında olmadan doğadan öğrendiklerimizle ilgili olarak verebiliriz. Biz onda ne gördüysek, bugün onu yapıyoruz. Duruş şekillerimizi değiştirmeyi hiç düşünmüyoruz mesela. Ayakta durmadığımız zamanların çoğunda, eski çağlarda bir kayanın üzerine oturduğumuz şekilde koltukların üzerinde oturuyoruz. Bu oturuş şeklini o kadar vazgeçilmez görüyoruz ki, aşağıdaki çalışma koltuğu veya Budist koltuğu gibi ufak farklılıklar bile bize garip geliyor. İtiraf etmekten kaçamayız: bizim yaptıklarımız doğanın gizli veya açık taklitlerinden ibarettir.

Stance® Angle Chair

Toparlarsak; insan yapısı dediğimiz şey, Allah yapısının dışında değildir. Allah insana eşyanın bilgisini öğretmiş, ilmini artırması için imkanlar ve yetenekler vermiş, hammaddeleri sağlamış, bu hammaddeleri kullanabilmesi için kanunlar koymuş, örnek alsın diye modeller sunmuş, tasarlama ve uygulama becerileri vermiş ve bunları kullanmasına müsaade etmiştir. Bunlar ve kim bilir daha bilmediğimiz hangi nimetler sayesinde biz eşyalar üretebiliriz. BU ANLAYIŞIN YERLEŞMESİ İÇİN BİR YOL: “MAŞALLAH” DEMEK Yukarıdakileri düşündüğümüzde, “insan yapısı” ifadesi daha başka bir mana kazanır.

Artık herhangi bir şey oluşturduğumuzda “ben yaptım” diyerek yersiz bir gurura kapılamayız; hiçbir eşya ile ilgili övgü ve hayretimizi, bütünüyle onu yapan veya ona sahip olan insana çeviremeyiz.

Dinimiz de bu anlayışı içimize yerleştirebilmemiz için bize bir kolaylaştırıcı sunar. Bizde şaşkınlık, hayranlık, beğeni gibi hisler oluşturacak bir eser gördüğümüzde, hem kendimize hem de eserin sahibine, “maşallah” diyerek bir şey hatırlatmamız gerektiğini bildirir. Nedir hatırlattığımız?

Page 15: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Biz maşallah sözünü “nazar değmesin, Allah nazardan saklasın” anlamına geldiğini düşünerek söyleriz. Nazar nedir? “Ne muhteşem bir iş yaptım, şu inşa ettiğim binanın güzelliğine bak!” deriz ve birden bir yangında kül olup gider. “Ne güzel yürüyor çocuk” deriz ve birden takılıp düşer. “Adamın ne harika arabası varmış” deriz ve birden bir taş gelip arabanın boyasını çizer. Nazar değmiştir. Peki, burada bize anlatılmak istenen nedir? Neden Allah bunların olmaması için “maşallah” dememizi öğütler? Bu maşallah sözünde bizim idrak etmemiz gereken bir şey mi var?

“Bağına girdiğin zaman, 'Maşallah, lâ kuvvete illâ billah' demeli değil mi idin?...Kehf 39

Ma: Şey Şae: Dilemek Ma-şae-Allah: Allah’ın dilediği şey (olur)

Madem kelimenin manası bu, demek ki güzel bir şey gördüğümüzde veya yaptığımızda “Allah’ın dilediği şeydir” dememiz istenmektedir.

Bir bina inşa ettiğimizde ve güzelliği hoşumuza gittiğinde “Ne muhteşem bina oldu! Ama ben bunu sadece kendi dilememle, kendi güç ve irademle yapmadım. Haddimi bileyim. Böyle bir güç ve kudret bende yok. Allah dilemese, ben yapamam. Maşallah, Allah’ın dilediği şeydir bu. La havle ve la kuvvete illa billah, yegane güç ve kuvvet sahibi Allah’tır.” demeliyiz öyleyse. Yoksa Allah o güzelliği alarak onda bizim bir irademiz olmadığını gösterir bize. Veya birinde son model bir araba gördüğümüzde ve imrendiğimizde “Araban harikaymış cidden! Ama buna sen sadece kendi güç ve iradenle sahip olmamışsın ki. Maşallah, Allah dilemiş de bunu sana vermiş. Dilerse alır, dilerse verir; dilerse artırır, dilerse çoğaltır. Bu O’nun lütfudur, senden değildir.” demeliyiz. Böylece kibrimiz de, hasedimiz ve kıskançlığımız da sinmeli; geriye sadece güzelliği takdir ve Allah’ı hatırlama kalmalı. Hem “maşallah” diye sesli söylemeliyiz ki o güzelliğin kendisinde bulunduğu kişi de toparlansın ve kendine gelsin, “bu güzelliği bana veren Allah’tır, bu güzellik ancak Allah’ın dilediği şeydir.” diyebilsin.

SORUMLULUK 2: İYİCE ANLAMALIYIZ Kİ Eşyalar sahiplerinin parçaları değildir!

Bu başlığı okuyunca “tabii ki, başka nasıl olabilir!” demiş olabilirsiniz. Normal olarak aklımız, mantığımız bunun doğruluğunu bilir. Ama bazen öyle gerçekler olur ki, insan bilse bile, onları kalben idrak ve kabul etmekte zorlanır; ölüm örneğin… Eşyaların sahiplerinden ayrı varlıklar olduğu da, bu idrak ve kabulü zor gerçeklerden biridir. Akıl sahibi hiç kimse onu inkar edemez. Yine de insanların pek çoğu duygularını, niyetlerini, amaçlarını, davranışlarını, sanki bu gerçeği hiç bilmiyorlarmış gibi, ona aykırı olarak oluştururlar. Biz de o insanlardan biri olabilir miyiz?

DİYELİM Kİ;

• SON MODEL VE ÇOK PAHALI BİR ARABA ALDIK. İLK DEFA KULLANIYORUZ. DAHA İÇİNE OTURUR

OTURMAZ KENDİMİZİ DAHA DEĞERLİ HİSSEDER MİYİZ?

• TORUNLARIMIZ VAR VE BİZİ ZİYARETE GELDİLER. OYNARLARKEN YANLIŞLIKLA ORTA

SEHPAHANIN ÜZERİNDEKİ BİR ŞEYİ KIRDILAR. O KIRILIRKEN, BİZİM DE CANIMIZ YANAR MI?

• ONLARI EDİNDİĞİMİZDE İNSANLARIN BİZE DAHA SAYGI / SEVGİ / TAKDİR İLE

YAKLAŞACAKLARINI DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ EŞYALAR VAR MI?

• ALIŞVERİŞE ÇIKTIK. ÇANTA ALACAĞIZ. BİR YERDE NORMALDE 1.700 LİRAYA SATILAN MEŞHUR

ÇANTALARDAN BİRİNİ GÖRDÜK. HEM DE TEK KALDIĞI İÇİN 170 LİRAYA SATIYORLAR. ÇANTA

ASLINDA BİZİM KIYAFETLERİMİZE PEK UYMUYOR VE DAHA UYGUN FİYATA DAHA GÜZEL

ÇANTALAR VAR. BİZ YİNE DE ONU ALIR MIYIZ?

• BİR GÜN YANIMIZA SADECE AİLEMİZİ ALIP BAŞKA BİR YERE GİTMEMİZ GEREKSE, GERİDE

KALAN BAZI EŞYALARIMIZ İÇİN SANKİ BİR PARÇAMIZI GERİDE BIRAKMIŞIZ GİBİ HİSSEDER

MİYİZ?

• SOSYOLOG BİR ARKADAŞIMIZ BİR DENEY İÇİN BİZDEN YARDIM İSTEDİ. ELBİSELERİMİZİN

HEPSİNİ ALDI. YERİNE TEMİZ, ÜTÜLÜ AMA DÜZ RENK BİR KUMAŞTAN DİKİLMİŞ, ÖZELLİKSİZ VE

BİRAZ ESKİ BİR KIYAFET VERDİ. BİR SÜRELİĞİNE HER YERDE BUNU GİYMEMİZİ, HİÇ KİMSEYE

BİR ŞEY ANLATMADAN ONLARIN TEPKİLERİNİ GÖZLEMLEMEMİZİ SÖYLEDİ. ONLARI GİYİP

Page 16: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

ARKADAŞ TOPLANTISINA, İŞE, ALIŞVERİŞE GİTTİĞİMİZDE BAŞTA BİZ KENDİMİZİ EKSİLMİŞ

HİSSEDER MİYİZ?

• BİR DAVETE GİTTİK. İKİ TANE TANIMADIĞIMIZ İNSAN VAR. BİRİNİN GÜZEL KIYAFETLERİ,

KALİTELİ BİR ARABASI, MARKA BİR SAATİ, PAHALI AYAKKABILARI VAR. DİĞERİ ÇOK SIRADAN

GÖRÜNÜYOR. BU İKİ İNSANA HATIRLARINI SORARKEN, FARKLI SES TONLARI KULLANIR MIYIZ

İSTER İSTEMEZ?

Bunlar bize tanıdık geliyor mu? İşte insanla eşyanın varlık sınırlarını karıştırdığımızda böyle olur. Sanırız ki eşyalarımız “biz”in parçaları olacak kadar “bizim”ler… Bu manada elimizden, kolumuzdan, ayağımızdan, aynadaki görüntümüzden çok da bir farkları olmadığını düşünürüz.

İşte bu yüzden, yani eşyalarımızı kendimize kattığımız için, bir şey olmak veya bir şey olduğumuzu anlatmak için onları kullanırız. Saygın olmak, üstün olmak, farklı olmak, sınıf atlamak, kabul görmek, sevilmek, sayılmak için mesela… Değerli bir eşya edindiğimizde, sanırız ki kendimiz değer kazandık! Benzer şekilde, karşımızdaki insan için de aynısını düşünür, eşyalarının onun bir parçası kabul ederiz. Bu durumda eşyalarının vasıfları, aslında kişinin kendi vasıfları olur. Bunun ne kadar mühim sonuçları olabileceğini görmek için, eşyalarla insanların varlık sınırlarını ayıramayan bir topluma şöyle bir bakabiliriz:

• Böyle bir toplumda insanlar eşyalarına aşırı derecede bağlıdır. Eşya sevgisi, insanların kendi kendilerini sevmesine karışmıştır. Çünkü onların gözünde eşya, kendilerinin bir parçasıdır ve o gittiğinde eksileceklerdir. Bu yüzden kolay kolay hayır yapamaz, zekat, sadaka veremezler. Yığıp biriktirirler. Sigorta sektörü gelişir, bankacılık sektörü gelişir, depolar, evler, dolaplar daha çok eşya alabilmek için büyür…

• Bu toplum, tam bir “sahiplik toplumu”dur. İnsanlar sadece kendi parçaları olan şeylere çok iyi bakarlar. Paylaşım, ortak mülkiyet veya ortak kullanım azalır. Örneğin, ne kadar mükemmel bir toplu taşıma sistemleri geliştirilirse geliştirilsin, araba satışları asla düşmez.

• İnsanlar daha değerli, daha saygın, daha kendine güvenli hissetmek için daha hızlı ve daha çok edinmeye meylederler. Alışveriş hayatın en temel aktivitesi haline gelir. Aşağıdaki afişler, ünlü bir markanın katalogunda yer alıyordu. Hangi stratejiyle hazırlandıklarını görebiliyor musunuz?

Page 17: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Bu elbiseler, büyük şehirde yaşayan, hatta belki eski bir apartmanda oturan, kalabalıkların arasında seyahat eden insanların üzerinde. Ama bu insanlar diğerlerinden büyük! Bir insana “bu markayı giyersen, farklı ve üstün olursun” demenin bundan daha direkt bir yolu olabilir mi?

bir kıyafet değil, bir hayat seçersin… ramsey london

• İnsanlar eşyalarına bakılarak değerlendirildiklerinden “değer biçme” süreci tamamen görüntüyle ilgili ve anlık olur. Artık “GÖRÜNTÜ (İngilizce karşılığı ile İMAJ) HERŞEYDİR!”

o “Akıllı görünmek” ile “akıllı olmak”; “asil görünmek” ile “asil olmak”; “dindar görünmek” ile “dindar olmak” arasındaki fark yavaş yavaş kalkar. Sembol aslın yerini almaya başlar. Değerlerin için boşalır. Mesela “aydın” olarak anılmak için okumak, anlamak ve anlatmak yerine sadece bir ince çerçeveli gözlük ve bir boyunbağına ihtiyacımız olur.

o Kısa yoldan değer kazanma yolu açılır. İnsanlar çalışarak üstün fikirler, eserler, huylar, vasıflar edinmeye uğraşacaklarına, doğru imajı sağlayacak eşyalar edinirler. Bu hem daha zahmetsiz, hem daha hızlı, hem de daha geçerlidir. Türk filmlerini düşünebiliriz örnek olarak. Köyden gelen bir hanım veya bir taşra kızı, bir gün yepyeni elbiseler ve ona uygun aksesuarla kendisiyle alay edenlerin karşısına çıkar ve herkes ona hayran olur. Dün güldükleri insan, bugün ne kadar değişmiş, aniden ne kadar değerli, ne kadar sevilesi bir insan olmuştur…

o Sahip olduklarını göstermek, sahip olmaktan çok daha önemli olur. İnsanlar bunun için vitrinler hazırlamaya başlarlar. Evler, kıyafetler, arabalar, her şey birer vitrine dönüşür.

Page 18: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

o Beden büyük önem kazanır. İnsanlar belirlenmiş olan güzellik standartlarına uyabilmek için estetik ameliyattan tuhaf beden egzersizlerine kadar pek çok yolu denerler. Bunlara bir örnek aşağıdaki “gülüş terbiyecisi” olabilir.

• Eşyaların değerlerini vasıfları değil, kimler tarafından kullanıldıkları belirler. Çünkü kullanıcı ile eşyanın sınırları birbirine karışmıştır. Bu yüzden:

o Sübjektif ve değişken bir kalite anlayışı vardır. Beğeniler moda gibi araçlarla kolayca şekillendirilebilir.

o Eşyaların pazarlanmasında “idoller” kullanılır. Hepimizin onlara hayran olması, onları taklit etmesi, onlar gibi olmaya çalışması için sürekli gözümüzün önünde tutulan bu insanlar, görünüşte mutlu, güzel/yakışıklı, şöhretli ve işlerinde başarılıdırlar. Ancak yaptıkları işler hiçbir zaman ciddi bir düşünce temeli içermez ve daima görüntü ile ilgilidir: futbolculuk, şarkıcılık, mankenlik gibi... Onları futbol oynarken, şarkı söylerken, podyumda yürürken “görürüz” ve “görüntü”leriyle hatırlarız, fikirleri veya eserleriyle değil. “Görüntü her şeydir” fikrini destekler şekilde, idoller birer “imaj” yani “görüntü”dür. Yaşam tarzları ve sahip olduklarıyla, bize onlar gibi başarılı, mutlu ve üstün olmamız için hangi eşyaları edinmemiz gerektiğini anlatırlar.

Bu tabloyu daha korkunç hale getirecek detaylar ekleyebiliriz. Ama bu kadarı eşyayı insanın parçası sanmanın, basit ve masum bir algılama hatası olmadığını göstermekte yeterli sayılabilir…

Her ne kadar bahsettiğimiz toplum bize bugünü çağrıştırıyorsa da, bunun yeni bir şey olmadığını tahmin etmek de zor değil. Bu algılama hatasına düşen insanlara dair Kurani bilgiler mevcuttur. Bunlardan biri firavundur mesela… Eşyalarını mezarlarına götürecek kadar kendi parçaları sanıyordu o:

Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı: Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu

Page 19: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Zuhruf 33

O, malının, kendisini ebedileştirdiğini sanır.Hümeze 3

Dediler ki: "Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça, yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar

akıtmadıkça, yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe, yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe, yahut

altından bir evin olmadıkça, ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak

değiliz." De ki: "Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resul olarak gönderilen bir beşerim."

TARTMA “Eşya insanın bir parçası değil, doğru. Ama onun vasıflarıyla ilgili bazı ipuçları vermiyor bu bize? Öyleyse, bizim kendimizi eşyalarımızla anlatmaya çalışmamızın veya eşyalarına bakarak insanlarla ilgili sonuç çıkarmamızın nesi yanlış?” diye bir soru gelebilir aklımıza.

Sizce yandaki kadın nasıl birisi? Mesleği ne, nasıl bir sosyal statüsü var? Veya aşağıda ve yanda resimlerini gördüğümüz adam ne kadar önemli bir insan olabilir? Peki, şu arabalardan hangisinin sahibi daha

zengindir?

Elbette ki insan, akıl sahibi bir mahluk olarak, gördüklerini değerlendirir ve bunlardan bir sonuç çıkarır. Eşyalara bakarak insanlarla ilgili ipuçları elde etmek de gayet normal bir şeydir. Özellikle insanların komşularını bile çok az tanıdıkları, kişiler hakkındaki değerlendirmenin anlık olarak yapılmak zorunda olduğu büyük şehirlerde yaşayanlar için… Ancak burada birkaç sorun var:

1. Eşyalar gerçekten doğru ipuçları mı veriyorlar? Yoksa yanıltıcı olabiliyorlar mı? Özellikle “görüntü her şeydir” fikrinin yerleştiği bir toplumda, eşyalar kişilerle ilgili gerçekleri yansıtmaktan çok uzak düşebilirler. Mesela, marka elbiseler giymiş bir genç, zengin bir işadamının oğlu değil, bu elbiselerin çok iyi yapılmış taklitlerini bulmuş bir gecekondu sakinidir belki de. Veya tam tersi de mümkün; bazı insanlar eşya seçerken, dünyaya kendileri ile ilgili bir mesaj vermeyi hiç ama hiç göz önünde bulundurmuyor olabilirler. Yukarıdaki örnekleri bunu anlatıyor biraz. Resimdeki hanım, Yemen’li bir doktor.

Page 20: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Ahmedi Necat’ı zaten tanımışsınızdır. O yüzden o iki resimde gördüğümüz kişinin bir cumhurbaşkanı olduğunu söylemeye gerek yok. Arabalara gelince, soldaki dünyanın en zengin on insanından biri ve IKEA’nın sahibi olan Ingvar Kamprad’a ait. Sağdakinin ise şöyle bir hikayesi var: 2005 yılında, İngiliz radyo sunucusu Tim Shaw’ın eşi, aldatıldığını öğrenmiş ve kocasını cezalandırmak için spor arabasını internet üzerinden, 1 YTL civarında bir paraya satışa çıkarmıştı. Araba bir kaç dakika içerisinde satıldı… Dolayısıyla bu araba, umulmadık bir nasip olarak ona sahip olan, belki de orta halli bir kişiye ait. Demek ki eşyadan çıkardığımız ipuçları bazen doğru olmayabilir.

2. Yukarıdaki örneklerin uç durumlar olduğunu göz önünde bulundurarak, eşyadan çıkardığımız ipuçlarının doğru olacağını varsaysak bile, bunlardan edindiğimiz bilgiler bir insanı tanımada, değerlendirmede kullanabileceğimiz şeyler midir? Eşyalar bize bir insanın ancak ne kadar zengin olduğunu veya nasıl bir imaja sahip olduğunu gösterebilir. Peki;

a. Ne kadar zengin olduğu nasıl bir bilgi verir bize bir kişi hakkında? Zenginlik, maddi kazanç sağlayan bir başarının ifadesidir… Marka bir saat, bu beni koluna takan çok iyi bir işadamı diye bağırır. Pahalı bir ev, ev sahibesinin adına ben yüksek dereceli bir memurun eşiyim der. Tam tersi olarak, eski model bir araba, “ben bu düzende çok para kazanmayı başaramadım” etiketini şoför koltuğunda oturana yapıştırıverir. Son derece dünyaya dönük bir başarı kriteri sunar bize eşyalar. Bu her zaman güzel bir şey de değildir üstelik. Mevcut düzen maddi başarı için merhametsizlik hatta aldatmaca gerektiriyorsa mesela, en zengin olan, en merhametsiz ve en cin fikirli olandır. İnsanlarla ilişkilerini bu maddi başarıya göre kuran biri için eşyaları bir insanı anlatıyor olabilir. Ama BİZ öyle bir insan mıyız? BİZİM bir insanı değerlendirmekteki kriterimiz bu mu?

“Hz. Rasulullah‘ın [s.a.v] meclisine bir adam uğradı. Efendimiz [s.a.v] yanında oturan sahabîye - Bu nasıl birisidir? diye sordu. O da: - Mal ve itibar olarak

insanların en ileri gelenlerindendir. Vallahi bu adam bir kadına talip olsa onu hemen kendisine verirler, birisinin işi için aracı olsa aracılığını kabul ederler,

bir konuda söz söylese sözünü dinlerler, dedi. Rasulullah (s.a.v) sukut etti. Sonra meclise bir adam daha uğradı. Efendimiz (s.a.v): - Bu adam nasıl

birisidir? diye sordu. Sahabî: - Ya Rasulallah! Bu adam müslümanların fakirlerinden birisidir. Bir kadına talip olsa onu kendisine vermezler, bir iş için aracı olsa itibar etmezler, bir konuda görüş bildirse sözünü dinlemezler, dedi.

O zaman Rasulullah (s.a.v): - Bu fakir adam, şu ilk bahsettiğin tiplerin bir dünya dolusundan daha hayırlıdır, buyurdu.

Buhârî, Rikak, 16b. Nasıl bir imaja sahip olduğu ise, bir insanın yalnızca nasıl görünmek istediğini anlatmaz mı?

“Her gördüğün sakallıyı molla zannetme” derler. Bir insanın ilmini, ahlakını, zekasını, merhametini, samimiyetini, takvasını eşyalarından anlayabilir miyiz?

“Size cennetlikleri bildireyim mi? Onlar hem zayıf oldukları hemde halk tarafından zayıf görüldükleri için kimsenin önemsemediği ve fakat şöyle

olacak diye yemin etseler, isteklerini Allah’ın gerçekleştireceği kimselerdir. Size cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Katı kalbli, kaba, cimri

ve kurularak yürüyen kibirli kimselerdir.”Buhârî, Müslim

Yani, evet; eşyaları insanlarla ilgili bazı ipuçları verir. Ama bunlar o insanın vasıfları veya değeri açısından hiçbir şey ifade etmez; o insanı bize tanıtmaz. Bir insanı eşyalarıyla tanıyamayız.

Page 21: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Tekrar ifade etmek gerekirse, eşya ile insanın varlık sınırlarını karıştırdığımızda, biz çok ciddi bir algılama hatası yapmış oluruz. Peki, bu algılama hatasına düşmemenin, düştüysek de kurtulmanın yolu nedir? Eşyayı kendimize katmayacağız diye, eşya edinmekten kaçınmak, düşük standartlarda yaşamak, teknolojiden faydalanmamak, iptidai çözümlere razı olmak mı gerekir? Eşyayı değer kazanmak veya bir kimlik edinmek için kullanmamanın yolu “Ben eşyayı hiç önemsemiyorum” mesajı verecek şekilde özensiz olmak mıdır? Bu da bir çeşit eşyayla kimlik edinmek sayılmaz mı? İnsanların değerlerini eşyaları belirlemez diye düşünürken, sırf daha ucuz eşyaları var diye birine “mütevazı” demek çifte standart değil mi? Tevazu başka bir şey… Onda asıl olan az veya çok, ucuz veya pahalı, gösterişli veya gösterişsiz eşyalar edinip edinmemek değil, bizim tercihlerimizin altında yatan anlayış... Anlayış doğru olmazsa, eşyanın sayısı veya nitelikleri bir şey değiştirmez. Yapmamız gereken şey, anlayışımızı düzeltip İslam’ın getirdiği standarda uydurmaktır.

NEDİR İSLAM’IN GETİRDİĞİ STANDART? İslam eşya ile insanı birbirine karıştıran hatalı yaklaşımı paramparça edecek bir bakış açısı sunar bize:

1. Eşyanın bize ait değil, bize emanet olduğunu, Allah’ın dilediğinde bu emaneti bizden geri alacağını bildirir. Bkz “bir sonraki başlık”.

2. Gösteriş olsun, daha üstün ve değerli görüneyim, bir imaj edineyim veya imajımı yansıtayım diye eşya edinmekten bizi men eder. Bkz “eşyanın gayrı meşru işlevleri”.

3. İnsanlara giysilerinden, evlerinden, arabalarından, yani mal-mülk, servet ve eşyalarından ötürü değer verilmesini yasaklar. Hatta Peygamberimizin (SAV) örnekliğinde, hepimiz için bir yol gösterici olarak, bu konudaki hataları en şiddetli şekilde düzeltir.

“Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. Kendini muhtaç hissetmeyene gelince; Sen, ona

yöneliyorsun. (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne!” Abese 1-7.

Benzer şekilde, insanların bazı eşyalara, mal-mülke sahip değiller diye, asla değer kaybetmediklerini de anlatır:

Aramızda öyle garipler vardır ki, bazen insanlar onlara selam vermeye tenezzül etmez. Halbuki Allahu Teala onların sebebiyle yeryüzüne yağmur

yağdırmakta, rahmet indirmekte, müminlere manevi yardım etmektedir.

Siyah bir kadın – veya genç– Mescid–i Nebevî’yi süpürürdü. Bir ara Resûlullah (SAV) o kadını –veya genci– göremeyince onun nerede olduğunu sordu. “Öldü” dediler. Hz. Peygamber: “Bana haber verseydiniz ya!” buyurdu.

Sahâbîler o kadını –veya genci– önemsememişlerdi. Resulullah (SAV) sözüne devamla “Bana mezarını gösterin” buyurdu. Mezarını gösterdiler. Resulullah

(SAV) onun cenaze namazını kıldıktan sonra şöyle buyurdu: “Bu kabirler orada yatanlar için zifirî karanlıktır. Üzerlerine kılacağım namaz sebebiyle

Allah Teâlâ onların kabirlerini aydınlatır."Buhârî, Müslim

Yani dinimiz, bize bir insanın sadece takvasından ötürü değer kazanacağını bildirir: Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama O sizin

kalplerinize ve işlerinize bakar.

Takvalı insan, ister çok eşya ile rahat içinde, ister az eşya ile zaruret içinde yaşasın, değerlidir. Takvasız insan, ister zengin, ister fakir olsun, değersizdir. Kendi değerimiz de, başka insanların değeri de bu kurala göre ölçülür.

Page 22: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Burada iyice anlamamız gereken şu: Eşyalarla bizi bağlayan tek şey, Allah’ın onları bize bir süreliğine emanet etmiş olmasıdır. Onlar bizim parçalarımız sayılamazlar. Tam olarak bize ait değiller. Bize değer katmazlar. Bizden değer eksiltmezler. Biz de onlara değer katmaz veya onlardan değer eksiltmeyiz. Bir adamın özel dikilmiş bir takım elbise içinde, kolunda marka saati, elinde marka telefonu, son model arabasını kullanırkenki değeri ile, bunların hepsi elinden alındığındaki değeri aynıdır.

Biraz düşününce insan anlar ki İslam’ın bize öğrettiği, aslında bir özgürlük iksiridir; şöyle ki: İnsanın bir irade sınırı vardır. Onun cüzi iradesi, sadece kendi karar ve davranışlarını kontrol edecek kadardır. Eşya bu alan içerisinde değildir. Bu yüzden, eşyayı kendisinin bir parçası gibi gören insan, benliğini iradesinin yetmediği yerlere dağıtmış olur. Gideremeyeceği endişelere kapılır, uykuları kaçar. Bir yanda sağımıza solumuza asılmış eşyalarla ağırlaşmış, irademizin yetmediği yerlere dağılmış, nereye yetişeceğini şaşırmış bir benlik var; diğer yanda ise fazlalıklarından arınmış, temizlenmiş, sınırları net ve doğru bir benlik... Gerçekten ne büyük bir özgürlük! Biz de herkes gibi, değeri ancak Allah katında fayda sağlayacak şeylerle ölçülen çırılçıplak birer insanoğlu olduğumuzu idrak ettiğimizde, ruhen rahatlarız.

PARANTEZ İÇİ:: ANCAK BİR YANILSAMA

BİR KARİYER DANIŞMANINA GİDECEKTİM VE ACELE İLE NE BULURSAM ONU GİYDİM.

ÇOK ŞIK BİR GÖRÜNTÜM YOKTU, ANCAK TEMİZ VE DÜZENLİYDİ KIYAFETLERİM.

DANIŞMAN BENİ KARŞISINA ALDI, LİSE MEZUNU MUSUN DİYE SORDU. ÜNİVERSİTE

OKUDUM VE MASTER YAPTIM DEDİM. ÖYLEYSE İLK YAPACAĞIN ŞEY İNGİLİZCE

ÖĞRENMEK OLMALI DEDİ. HALBUKİ BEN 7 SENE YURTDIŞINDA OKUMUŞTUM VE

İNGİLİZCEM GAYET İYİYDİ. SORMADINIZ AMA BEN ZATEN İNGİLİZCE BİLİYORUM DİYE

AÇIKLADIM. ŞAŞIRDI…

TURLA GEZİYE ÇIKMIŞTIK. DIŞARIDA SÜSLENMEYİ PEK SEVMEDİĞİM İÇİN SADE

GİYİNMİŞTİM. AYNI EKİPTE HAVALI BİR HANIM DA VARDI. KALACAĞIMIZ OTELİN

KAPISINDAN GİRERKEN ONA KAPIYI TUTAN OTEL GÖREVLİLERİ BENİ ES GEÇTİLER.

ÇOK BOZULDUM.

OKULDA AÇIK BİR TARTIŞMA SEANSI VARDI. YANIMDAKİ … MARKA SAATLİ ÇOCUK

SÖZÜMÜ KESTİĞİNDE, BİR ANDA HERKES ONU DİNLEMEYE BAŞLADI. BEN DEVAM

ETMEYE ÇALIŞTIĞIMDA İSE BANA TERS TERS BAKTILAR.

Page 23: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

BİR RESTORANA GİTTİM. DENİZ KENARINDA MASADA OTURMAK VE BİRAZ DÜŞÜNMEK

İSTİYORDUM. HEPSİNİN AYRILMIŞ OLDUĞUNU SÖYLEDİLER. HEMEN ARKAMDAN

GELEN JİPLİ HANIMI İSE BENİM YANIMDAN GEÇİRİP SEÇTİĞİ MASAYA OTURTTULAR.

Kimse itilip-kakılmaktan, ikinci sınıf muamelesi görmekten hoşlanmaz. Bazıları için insanların ne dediği, ne yaptığı hiç önemli olmasa da, herkes sayılmak ister.

Günümüzün hakim güçleri, bize ellerindeki her aracı kullanarak şöyle bir fikir dayatıyorlar: “bu dünya ye kürküm ye dünyasıdır”. Diyorlar ki “You will have a better life If you wear impressive clothes: Eğer daha etkileyici giysiler giyerseniz, daha iyi bir hayatınız olur.” Vivienne Westwood

Acaba hakikaten öyle midir? Dünya onların dedikleri gibi bir yer mi? Hayır. Allah sevdiği kullarına öyle bir şeref ve heybet verir ki, gören herkes etkilenir. Ve Allah sevmediği kulları öyle bir karartır ki, sadece yüzlerine gülünür, arkalarından herkes yaka silker, bir menfaati olmayan hiç kimse onların etrafında bulunmaz.

İslam’la izzetleneni, yer ve gök ehli sever, sayar. Gafil olanın ise ahirette olmadığı gibi, dünyada da izzeti yoktur. Sadece anlık izlenimler, anlık hayranlıklar, anlık bakışlar, anlık saygı ile yetinmek zorunda kalırlar.

“Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir…”Fatır 10

Demek ki bir sebepten insanların bizim hakkımızda dediklerini, bize karşı davranışlarını önemsiyorsak, şunu bilmeliyiz ki saygıyı-şerefi-şanı eşyalarla elde edemeyiz. Yaratılmışlar indinde izzet de imandandır.

BU ANLAYIŞIN YERLEŞMESİ İÇİN BİR YOL: EŞYALARIMIZA İSİM VERMEK

Peygamber Efendimiz (SAV) eşyalarına isim verirdi. Bunun akla gelen faydalarından biri, eşyalarımızın bizim parçalarımız olmadığı hakikatini bize hatırlatıyor olmasıdır… Bir şeye isim verdiğimizde onu kendimizden ayrı bir varlık olarak tanırız. İsmiyle hitap ettiğimiz her şey gibi, artık karşımızda bir muhatap olarak durur. Böylece o eşya, benlik alanımıza dahil edercesine sahiplendiğimiz bir şeyden, bizim dışımızda varolan, bizim dışımızda bir yazgısı olan bir nesneye dönüşür gözümüzde.

BU ANLAYIŞIN YERLEŞMESİ İÇİN BAŞKA BİR YOL: İNSANLARI DEĞERLENDİRİRKEN DİRİLİŞ GÜNÜNÜ DÜŞÜNMEK

“Ey insanlar! Şüphesiz ki siz yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzuruna toplanacaksınız. ‘İlk defa yoktan var ettiğimiz gibi yeniden

yaratacağız, bu va’dimizdir. Biz gerçekten bunu yapmaya muktediriz’ Enbiya 104

Diriliş günündeki çıplaklığımız, belki de varlık sınırımızın en net ifadesidir. Her birimiz aslında bir ruh ve onun elbisesi olan bir bedenden daha fazla bir şey değiliz. Eşyalarını üzerinden çıkarıp attığımızda herkes gerçek değeriyle baş başa… Kendimize veya başka birine baktığımıza bu en yalın ve en gerçek hali görebilmeliyiz.

Bu elbette ki kolay değildir; içimizde ve dışımızda bunu zorlaştıracak pek çok engel vardır. En azından, koskoca bir topluma karşı durmuş oluruz. Çünkü bizim içinde yaşadığımız toplum, yukarıda tarif ettiğimize benzer bir toplumdur ve üzerimizde hafifsenmeyecek bir baskısı vardır. Ama şunu düşünebiliriz insanları değerlendirirken: Diriliş günü gelip de sura üfürüldüğünde, hepimiz yattığımız yerlerden kalktığımızda ve üzerimizden topraklarımız döküle döküle o toplanma yerine doğru yürümeye başladığımızda, kimlerle yan yana duruyor olmayı arzu ederdik? Belki kendisine özenip durduğumuz birini yanımızda hiç istemezdik? Belki dünyadayken “ne biçim giyinmiş” dediğimiz insanı arardık “ah onunla birlikte şu yöne ayrılanlardan olsam” diye.

SORUMLULUK 3: İYİCE ANLAMALIYIZ Kİ Eşyanın asıl sahibi Allah’tır; onu dilediğine emanet olarak verir, dilediğinden de alır!

De ki: "Eğer biliyorsanız söyleyin: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?" Allah'ındır" diyecekler. "Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?" de.

Müminun: 84,85

Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatıcıdır.

Page 24: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Nisa: 126

DİYELİM Kİ; YENİ BİR İŞE BAŞLADIK. BİZE BİR MASA GÖSTERDİLER VE “BU MASA

SENİN” DEDİLER... BU MASA GERÇEKTEN BİZİM Mİ? ONUN ÜZERİNDE BİZ TAM

TASARRUF SAHİBİ MİYİZ? YARIN ÖBÜR GÜN BAŞKA BİR YENİ ÇALIŞAN GELSE VE

BİZİM MASAMIZI ONA VERSELER SES ÇIKARABİLİR MİYİZ? BİZE HAKSIZLIK MI ETMİŞ

OLURLAR? HEPSİNİN CEVABI HAYIR! BU MASANIN BİR ASIL SAHİBİ VAR, BİZ SADECE

EMANET ALDIK. SAHİBİ ÖYLE İSTEDİĞİ İÇİN VE O İSTEDİĞİ SÜRECE BİZDE DURUYOR.

Yıldızlar, gezegenler, dağlar, taşlar, ormanlar, denizler kimin? Büyük-küçük mahluklar, fotonlar, parçacıklar, dalgalar kimin? Biz kiminiz? Malikül Mülk olan Rabbimizin… Peki ya evimiz, arabamız, koltuğumuz, yüzüğümüz, tabağımız, bardağımız, ayakkabımız? En küçük zerreden koskoca evrene kadar her şeyin Allah’ın mülkü olduğunu bilir, ama söz eşyalarımıza gelince “sahibi benim!” demekten pek de çekinmeyiz. Hatta onları Allah’ın mülkü olarak düşünmek bize biraz garip gelir.

Oysa sahip demek, istediğinde alıp, istediğinde veren, istediğinde kullanan, istediğinde tüketip yok eden, o şey ile ilgili tüm dilediklerini yapabilen demektir. Öyleyse tekrar düşünebiliriz: Biz eşyalarımızın sahibi miyiz, yoksa emanet edileni miyiz? İstediğimizde alabilir miyiz? “Çalıştım, kazandım, aldım” diyebilir miyiz? Hayır, “Allah nasip etti ve verdi”. Etmese, çalışırız, kazanırız ama içimize bir cimrilik çöker, elimiz sıkılaşır, istediğimiz şeyi almaya gidecek vaktimiz olmaz, almaya giderken başımıza bir iş gelir, biz gidene kadar alacağımız şeyin stokları tükenir, daha elimize alır almaz kırılır, onu edinemeyiz. Allah nasip ettiğinde ise, hediye gelir, çekilişte çıkar, bir yerde normal fiyatının çok altına buluruz, zorla elimize tutuştururlar. Yani istediğimizde alamayız. Peki istediğimiz kadar kullanabilir miyiz? “Bu ben atana kadar benim” diyebilir miyiz? Hayır, “Allah istediği zaman emanetini geri alır”. Kaybolur, çalınır, kırılır, bozulur, yanar, haczedilir…

Biz bir eşyayı istediğimizde almaya veya istediğimizde kullanmaya muktedir değiliz. Öyleyse biz eşyaya malik değiliz. Mülk, Allah’ındır. O her şeyin sahibidir. Her şeyin tasarrufu O’na aittir, O dilediğini yapar. Kendi mülkünden dilediğini, inançlı-inançsız, kadın-erkek, genç-yaşlı diye ayırmadan, dilediğine emanet eder.

De ki: "Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil

edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin."Ali İmran; 26

Bu emanetle birlikte, onu kullanmamız, ondan faydalanmamız ve onu sahiplenmemiz için bize bir takım tasarruf hakları da verir. Bu sayede biz “bu benim, şu senin, o da hepimizin” diyebiliriz. Bu sözlerin doğru açılımı şöyledir aslında: “bu bana emanet edildi, şu sana emanet edildi, o da hepimize emanet edildi”.

Öyleyse diyebiliriz ki eşyalarımız, üzerimize zimmetlenmiş birer demirbaş gibi, belli bir süreliğine bize verilmiştir. Sahipleniriz ama sahiplenirken ona malik olmadığımızı, bir emanetçi olarak, Allah dilediği için verildiğini ve yine Allah dilediğinde geri alınacağını biliriz.

BU ANLAYIŞIN BİR YANSIMASI: GÖNÜLDEN RAZI OLMAK

Ey huzura kavuşmuş can! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak dön Rabbine!

Fecr ?Huzura kavuşmuş canların “razı olunan” sıfatıyla beraber edindikleri bir başka vasıflarını bildirir Allah bize: RAZI OLAN… Bunu anlatmak için İbrahim Tennuri “Hoştur bana senden gelen, ya gonca gül yahut diken” diyor. Allah’ı kendimizden razı etmek için son gücümüzle çırpınırken, kendimiz O’ndan gelenle hoşnut ve razı olmayı unutursak, bir şey eksik kalıyor demek ki! Bunun üzerinde önemle durmalıyız…

DİYELİM Kİ; ÇOK ZENGİN BİR HÜKÜMDAR VAR. BİZİ YANINA ÇAĞIRIP HEDİYELER

VERİYOR. BİZ “BUNUN ŞURASINI BEĞENMEDİM, DAHA İYİSİNİ İSTİYORUM” DEYİP

SURAT ASSAK VEYA “KOMŞUMA DAHA GÜZELİNİ VERMİŞSİNİZ” DİYE VERDİĞİ ŞEYİ

KÜÇÜMSESEK VEYA BİR TEŞEKKÜR BİLE ETMEDEN ARKAMIZI DÖNÜP GİTSEK, NE

OLUR?

Page 25: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Sürekli şikayet eden, elindekileri kötüleyen, mutsuz insanlar vardır. Bir türlü memnun olmazlar, sürekli daha büyük bir ev isterler, daha güzel eşyalar isterler, daha fazla giysi isterler… Eşyalarından biri alınınca kahrederler, küserler… Düşünmezler mi acaba o şikayet ettiklerini onlara veren Allah’tır; ikram eden, onlara o eşyaları nasip eden Allah’tır; Mülkün Sahibi, dilerse hiç vermemeye de hak sahibidir.

Böyle olmamalıyız demek ki. Şikayetçi değil razı olmalıyız; bize verilenlerden mutluluk duymalıyız her zaman. Bu şükürdür. Gerçekten, mutluluk şükürdür; İkram edilenlerin tadını çıkarıp onları, onlardan hoşnut olarak kullanmak şükürdür. Her birimiz tüm eşyalarımıza yeniden teker teker bakmalı ve Allah’ın birer ikramı olarak beğenip sevmeliyiz. Bu sevgi eşyanın kendisiyle ilgili değil, Allah’ın bize ikram etmiş olmasına duyduğumuz sevgidir. Rabbimize mutluluk ve rıza ile şükretmeliyiz, bu üzerimize borçtur.

Öte yandan elimizden alınanlar da üzmemeli bizi. Çünkü zaten bizim değil, bize emanettirler ve alınmaları Allah’ın emrinden başka bir şey değildir.

SORUMLULUK 4: İYİCE ANLAMALIYIZ Kİ Eşya imtihan aracı olan bir nimettir!

Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır onlar farkına varmıyorlar!

Mü’minun; 55,56Erkek olsun,kadın olsun,bir mü’min Allah’ına,günahsız,tertemiz kavuşuncaya

kadar,başından,çoluk çocuğundan,malından bela eksik olmaz.Çoğumuz sanarız ki insana verilen eşyalar, sunulan imkanlar, zenginlikler birer ödüldür. Dolayısıyla bunların nasıl olup da kafirlere bol bol verildiğine şaşırırız. Veya yolunda gayret etmemize, görevlerimizi yerine getirmeye çalışmamıza rağmen, Allah’ın bize istediğimiz, arzu ettiğimiz eşyaları vermemesini hafif bir buruklukla karşılarız farkında olmadan... Oysa ki eşyanın asli görevi, bizi mükafatlandırmak değildir. Zalim birine verildiğinde mesela, iyiliğine olmak bir yana onun ancak hüsranını artırır: Nûh dedi ki: "Rabbim! Gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını artıran kimselere uydular."Nuh; 21

Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.Enbiya; 16

İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.

Kehf; 7Bu kitabın başında, çok önemli bir giriş sınavında olduğumuzu, en küçük hareketlerimizi bile kaydedip, değerlendirmek üzere bizi kameralarla dolu, özel bir odaya koyduklarını hayal etmiştik. İşte böyle bir odada hiçbir şeyin rasgele olmasını beklemeyiz. Bu odanın içindekiler, bizi değerlendirmek için kullanılan araçlardır. Masanın üzerinde bulduğumuz bardağı nasıl tutuyoruz, pencerenin yanındaki çiçeği nasıl kokluyoruz, yerdeki işaretleri görebiliyor muyuz? Odanın ışığını azalttıklarında ne tepki veriyoruz? Sıcaklığı yükselttiklerinde hemen şikayet ediyor muyuz? Bunlarla deneniyoruz.

DİYELİM Kİ; BU İMTİHAN ODASINDA BİZE ÇOK LEZZETLİ BİR PASTA VERDİLER. BİZ

BUNUN BİR ŞEYİ ÖLÇMEK İÇİN YAPILDIĞINI BİLİRİZ. YANİ O, SADECE BİZ TATLI

YİYELİM DİYE, ÖYLESİNE SUNULMUŞ DEĞİLDİR. BİR MAKSADI VARDIR. AMA ÖTE

YANDAN BİZ ONU YERKEN LEZZET ALIR VE MUTLU OLURUZ. ZİRA AYNI ŞEYİ

ÖLÇMEK İÇİN BİZİ AÇ BIRAKABİLİRLERDİ VEYA ÇOK ACI BİR YİYECEK DE

KULLANABİLİRLERDİ. İŞTE BU PASTA, İMTİHAN ARACI OLAN BİR NİMETTİR.

Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.

Casiye; 13Yani, eşyanın bir imtihan aracı olması demek değildir ki bize emanet edilen eşyayı bir nimet olarak görmeyeceğiz. Tabii ki güzel eşya Allah’ın üzerimizdeki bir lütfudur, nimettir. Mesela bir iş yeri sahibi çalışanına “Şu yeni aldığımız şirket arabasını bir süre sen kullan” derse, ona bir iyilik yapmış, bir kolaylık göstermiş olur. Ama aynı zamanda o eşyayla onu sınamaktadır da: Bakalım iyi kullanacak mı, bu kolaylık sayesinde işe artık tam vaktinde gelecek mi, bana teşekkür edecek mi?

Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükafat vardır.

Enfal; 28

Page 26: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.

Bakara 155Bu durumu şöyle özetleyebiliriz: Eşya bir nimettir ve bu nimet bize bazı sorumluluklarla beraber gelir. Eğer Allah’ın bize emanet ettiği eşyalarla ilgili sorumluluklarımızı tam yerine getirirsek hem o nimete mazhar olmuş, ondan faydalanmış, hem de belki doğru davrandığımız için onunla Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış oluruz. Ama eğer sorumluluklarımızı yerine getirmezsek, o nimet bize ancak hüsran getirir.

SORUMLULUK 5: İYİCE ANLAMALIYIZ Kİ Eşyanın hesabı vardır! Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz!

Tekasür 8

DİYELİM Kİ; BİR GÜN HİÇ BEKLEMEDİĞİMİZ BİR ANDA PATRONUMUZ BİZİ, VERDİĞİ

BİLGİSAYARLA İLGİLİ BAZI SORULAR SORMAK İÇİN YANINA ÇAĞIRDI. BU ANIN

GELECEĞİNİ HESAP ETMEDİYSEK, SORUMLULUKLARIMIZI ÇOKTAN UNUTMUŞ,

BİLGİSAYARI HOR KULLANMIŞ, SAĞINI-SOLUNU ÇİZMİŞ, İŞ YAPMAK YERİNE OYUN

OYNAMIŞ OLABİLİRİZ. PATRONUMUZUN ODASINA DOĞRU YÜRÜRKEN, “BUNDAN

BAHSEDİLDİĞİNİ DUYMUŞTUM! ZATEN BEN NİYE DÜŞÜNEMEDİM Kİ BİR GÜN

SORULACAĞINI! TABİİ Kİ BU BANA BOŞU BOŞUNA VERİLMEMİŞTİR” DEMEYİ

İSTEMEYİZ.

Bir şey bize emanetse, asıl sahibinin gelip onunla ilgili hesap sormasını normal karşılarız. Sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimize göre de karşılık görmeyi bekleriz. Dolayısıyla eşyalarımızla ilgili hesaba çekilecek olmamız, aslında onların bize emanet edilmiş olmasının en doğal sonucudur.

Bu hesabın her bir imkan, her bir eşya için tek tek olacağını aşağıdaki hadisi şeriflerden öğreniriz: Cennet’in kapısında durdum. Oraya girenlerin çoğu yoksullardı. Zenginler, hesapları

görülmek için alıkonulmuştu. Fakat onlardan Cehennem’lik olanların Cehennem’e girmelerine emir verilmiştir.

Üsame bin Zeyd (ra)Fakirler, Cennet’e zenginlerden beş yüz yıl önce girerler.

Ebu Hureyre (ra) Demek ki, üzerimizde ne kadar çok nimet varsa bize sorulacaklar o kadar çok olur. Ama unutmamak lazım ki bir sınavın uzun veya kısa olması, o sınavdan iyi netice alıp almayacağımızı belirlemez. Üzerimize düşenleri yapmadıysak, çok kısa bir sınav sonrasında da başarısız olabiliriz. Diğer yandan, çok iyi çalışılmış uzun bir sınav bizi çok çok daha yükseklere taşıyabilir. Öyleyse, asıl olan hazırlıklı olmaktır. Hazırlıklı olmak için ise, her şeyden önce bilmeliyiz hesap neleri kapsayacak, neler sorulacak bize mahkemelerin en büyüğünde?

Aslında, düşünürsek, hepimizin ilk sorumluluğu, sorumluluklarımızı öğrenmektir. Bu her akıllı insanın atacağı ilk adımdır... Sonrasında ise bu bilgileri sürekli taze tutmak gelir. Çünkü sorumluluklarını ve bunlarla ilgili hesap vereceğini unutursa insan, kendisini aldanmaktan alıkoyamaz.

BU ANLAYIŞIN YERLEŞTMESİ İÇİN BİR YOL NAMAZ

Bu kadar telaşın, umudun, hevesin, göz alıcı güzelliklerin arasında bize hesap gününü unutturmayacak bir şey varsa, o da Kuran’da “o kötülüklerden alıkoyar” denen namazdır herhalde. Namazımızın her bir parçasında, bizi kendimize getirecek çok şey vardır. Bitişinde sağ omzumuza ve ardından sol omzumuza dönerek “esselamu aleyküm ve rahmetullah” diye selamladığımız iki görevliyi hatırlamamız bile bir sonraki namaz vaktine kadar bize yetebilir. “Bu selam verdiklerim yaptıklarımı yazıyorlar ve hesap gününde bunlar benim karşıma çıkarılacak” diye düşününce, insan bir an durup kalır. Bu günde en az on üç kere hatırladığımız, çok çarpıcı bir gerçektir.

SORUMLULUK 6: İYİCE ANLAMALIYIZ Kİ Dünya eşyası geçici ve az bir yararlanma sağlar!

Kafirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın. (Onların bu refahı) az bir yararlanmadır.

Page 27: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Ali İmran; 196Bir kere daha kendimizi, kitabın başında anlatılan o imtihan odasında düşünebiliriz. Tüm ömrümüzü hesaba kattığımızda o imtihan süresi kısacıktır. Bu kısacık süre içerisinde bize sunulan imkanlar, eşyalar, yiyecekler ne kadar güzel ve kullanışlı olursa olsun, ancak az bir yararlanmadır. Her düşünen, bunu itiraf eder.

Neden az bir yararlanmadır? • Birincisi, faydalanma süresi, ancak imtihanımızın uzunluğu kadardır:

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir

bilseydiniz," (Müminun Suresi; 112- 114

• İkincisi, faydalandığımız şey, ideal halinde değildir. Eskir, tükenir, bozulur, kırılır. Sonluluk, dünyadaki her şeyin olduğu gibi, eşyanın da doğasındadır:

Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır. Elbette sabredenlere, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükafatlarını vereceğiz. (Nahl; 96). Asıl kalıcı ve hayırlı olan ise, Allah

katındadır.

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur

gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah'ın mağfiret ve rızası vardır.

Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir. Hadid 20

Bunu daha iyi anlayabilmek için, ideal hali, yani eşyaların cennetteki hallerini bize anlatıldığı kadarıyla hatırlayabiliriz:

PARANTEZ İÇİ: CENNETTE NESNELER

• Cennetteki nesneler zamanın getirdiği tükenme, eskime ve yok oluştan uzaktır. "Şüphesiz bu, Bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok." (Sad Suresi, 54)

"Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler)." (Vakıa Suresi, 33)

• Cennetteki nesneler bizim hayal edemeyeceğimiz, düşünemeyeceğimiz şeylerdir. Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri ferman etti ki: "Ben Azimu'ş-Şan,

salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım." Ebu Hureyre ilaveten dedi ki: "Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun, (Mealen): "Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz

aydınlığı olacak ne mükafaatların saklandığını kimse bilemez" (Secde 17). Buhari, Bed'ül-Halk 8, Tefsir Secde 1, Tevhid 35; Müslim, Cennet 2, (2824); Tirmizi,

Tefsir, (3195)

• Cennetteki nesneler özel malzemelerdendir. Resulullah (sav) buyurdular ki: "Cennette, mü'min için, içi boş tek bir inciden bir çadır vardır. -Bir rivayette- genişliği altmış mildir. Her köşesinde bir refikası bulunur, hiçbiri

diğerini görmez, mü'min bunların herbirini dolaşır.Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Rahman 1, 2, Tevhid 24; Müslim, Cennet 23, (2838);

Tirmizi, Cennet 3, (2530)Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi, altından olmasın.

Tirmizi, Cennet 1, (2527)• Cennetteki nesneler tamamen kullanıcılarının ihtiyaçlarına göre hazırlanmışlardır.

Bu iki cennetin meyveleri (zahmetsizce alınacak kadar) yakındır. Rahman54

• Cennetteki nesneler canımız ister ve gözümüz onlardan hoşlanır. Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin

hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedî olarak kalacaksınız. Zuhruf71

Gümüşten billur kaplar ki, onları (ihtiyaca göre) ölçüp düzenlemişlerdir.İnsan16

Page 28: İslamda Eşya ve Eşyanın Doğru Kullanımı

Bırakalım Rızaullaha ermek, Cemalullahı seyretmek gibi daha derin mutlulukları, sadece nesneleri bile kıyaslasak varacağımız sonuç bellidir. Bir tarafta kalıcı ve hayırlı, diğer tarafta geçici ve az olan varsa, hangisini daha çok ister, hangisi için daha çok çalışırdık? Vaktimizin çoğunu hangisini elde etmek için harcardık? Çoluk çocuğumuza hangisini kazanmaya yönelik bilgi ve imkanları daha çok sunmaya çabalardık? İkisi arasında tercih yapmamız gerektiğinde, mesela üçüncü kere Cuma vakti önemli bir iş toplantımız olduğunda, hangisine yönelir, hangisini bırakırdık? Geçici dünya hayatı içerisinde çok önemliymiş gibi görünen, edinmek için o kadar çırpındığımız eşyanın, hakikatteki kıymetini idrak edebilsek hayatımızda çok şey değişirdi herhalde.

Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.

Hud 15

ÖZETLE; EŞYALARI ŞÖYLE GÖRMELİYİZ:

• Allah’ın lütufları sayesinde insanlar tarafından üretilmiş,

• Dünyada geçici ve az bir yararlanma sağlayan ve böylece

nimet sayılan,

• Allah’ın dilediği insana, onu imtihan etmek için verdiği,

• Allah’ın dilediğinde geri alacağı,

• Gün gelip hesabı sorulacak emanetler…