İslam Üzerine bir İnceleme

96
Sizler için hazırladığım bu yazılar herhangi bir kronolojik sıralama içermeyecek. Bu yüzden yazılar içinde sık sık geri dönüşler yapacağım. Bu yazılar binlerce sayfalık dökümanların okunmasından çıkarılan son derece kısa özetlerdir. Detayları çok iyi bilinmeyen konularda bilgilendirmek amaçlı hazırladım ve mümkün olduğu kadar akademik, yabancı dillerden arındırmaya çalışarak daha ziyade sohbet havasıyla yazdım. Takdir edersiniz ki çok kısa bir zaman aralığında ve sadece sizlere bazı konularda ön bilgiler verip araştırma ufkunuzun genişlemesi amacıyla oluşturulmuştur. Burada amacım, bazı konularda soru işaretlerinin azaltılmasına yöneliktir. İslamiyet'in gerçekte ne olduğu hemen herkesin tartıştığı bir konu. Özellikle Türkiye'de bir çok insan değişik fikirlere sahip, ancak hiçbir zaman yeterli bilgi seviyesine ulaşıp gerçekleri net göremiyor. Bunun bir çok farklı sebebi var. Dil problemi yüzünden İslami kaynakların yeterli okunamaması.(Bilinçli olarak Türkçe'ye çevrilmemesi) Arapça, İngilizce ve en önemlisi Sami Dillerinin çok az insan tarafından bilinmesi. Çalışmaların sadece akademik camiada ve sınırlı bir kaynak algısı üzerinden sistemleşmesi. Alternatif tarihsel kaynaklara bilinçli olarak yer verilmemesi ve akademik incelemeler yapılmaması. Bilimsel olarak tarih metodolojisinin yeterli uygulanmaması ve kaynak araştırması açısından arkeolojik yöntemlerin uygulama sahasına konulamaması (Mevcut İslam kaynaklarında geçen iddiaların bilimsel ve arkeolojik araştırma yapılmasına İslam Ülkeleri izin vermemekte) , Sosyal bilimlerin çalışma sahasına giren konuların objektif kriterler ile İslamiyete uygulanamaması. Karartılmış Erken İslam Kaynaklarını okuyup araştırabilecek ve yorumlayabilecek objektif akademik disipline sahip olunmaması vb şeklinde sıralayabiliriz. Yurt dışında bu konularda özellikle Oryantalist denilen Doğu Bilimleri konusunda uzmanlaşmış Bilim Adamları bir çok yayına imza atmış vaziyetteler. Ancak maalesef bu yayınlar ve akademik çalışmalar Türkçe'ye çevrilmiyor. Zaman zaman bu konularda reddiye türünde makaleler ve tezler yazılmasına rağmen bu çalışmalara cevap verebilecek aynı düzeyde bilimsel yeterlilik içeren bir çalışma üretilemiyor. Oryantalist Bilim Adamlarının çalışmaları sadece argumentum ad hominem yaklaşım ile cevaplanmaya çalışılıyor. Bu kişilerin yayınladığı ve son derece detaylı ve ciddi akademik çalışmaların içeriği değil, şahıslarına yönelik tenkitler çerçevesinde değerlendirmeler yapılıyor. Kendilerinin Hıristiyan Misyonerler olduğu, Yahudilere hizmet ettikleri(!), amaçlarının baş edemedikleri İslamiyetin ışığını söndürmek olduğu, emperyalizme

Upload: ayejj

Post on 21-Dec-2015

261 views

Category:

Documents


11 download

DESCRIPTION

İslam dinine alternatif bir bakış ve eleştirel bir yaklaşım içerir.

TRANSCRIPT

Page 1: İslam Üzerine Bir İnceleme

Sizler için hazırladığım bu yazılar herhangi bir kronolojik sıralama içermeyecek. Bu yüzden yazılar içinde sık sık geri dönüşler yapacağım. Bu yazılar binlerce sayfalık dökümanların okunmasından çıkarılan son derece kısa özetlerdir. Detayları çok iyi bilinmeyen konularda bilgilendirmek amaçlı hazırladım ve mümkün olduğu kadar akademik, yabancı dillerden arındırmaya çalışarak daha ziyade sohbet havasıyla yazdım. Takdir edersiniz ki çok kısa bir zaman aralığında ve sadece sizlere bazı konularda ön bilgiler verip araştırma ufkunuzun genişlemesi amacıyla oluşturulmuştur. Burada amacım, bazı konularda soru işaretlerinin azaltılmasına yöneliktir. İslamiyet'in gerçekte ne olduğu hemen herkesin tartıştığı bir konu. Özellikle Türkiye'de bir çok insan değişik fikirlere sahip, ancak hiçbir zaman yeterli bilgi seviyesine ulaşıp gerçekleri net göremiyor. Bunun bir çok farklı sebebi var. Dil problemi yüzünden İslami kaynakların yeterli okunamaması.(Bilinçli olarak Türkçe'ye çevrilmemesi) Arapça, İngilizce ve en önemlisi Sami Dillerinin çok az insan tarafından bilinmesi. Çalışmaların sadece akademik camiada ve sınırlı bir kaynak algısı üzerinden sistemleşmesi. Alternatif tarihsel kaynaklara bilinçli olarak yer verilmemesi ve akademik incelemeler yapılmaması. Bilimsel olarak tarih metodolojisinin yeterli uygulanmaması ve kaynak araştırması açısından arkeolojik yöntemlerin uygulama sahasına konulamaması (Mevcut İslam kaynaklarında geçen iddiaların bilimsel ve arkeolojik araştırma yapılmasına İslam Ülkeleri izin vermemekte) , Sosyal bilimlerin çalışma sahasına giren konuların objektif kriterler ile İslamiyete uygulanamaması. Karartılmış Erken İslam Kaynaklarını okuyup araştırabilecek ve yorumlayabilecek objektif akademik disipline sahip olunmaması vb şeklinde sıralayabiliriz. Yurt dışında bu konularda özellikle Oryantalist denilen Doğu Bilimleri konusunda uzmanlaşmış Bilim Adamları bir çok yayına imza atmış vaziyetteler. Ancak maalesef bu yayınlar ve akademik çalışmalar Türkçe'ye çevrilmiyor. Zaman zaman bu konularda reddiye türünde makaleler ve tezler yazılmasına rağmen bu çalışmalara cevap verebilecek aynı düzeyde bilimsel yeterlilik içeren bir çalışma üretilemiyor. Oryantalist Bilim Adamlarının çalışmaları sadece argumentum ad hominem yaklaşım ile cevaplanmaya çalışılıyor. Bu kişilerin yayınladığı ve son derece detaylı ve ciddi akademik çalışmaların içeriği değil, şahıslarına yönelik tenkitler çerçevesinde değerlendirmeler yapılıyor. Kendilerinin Hıristiyan Misyonerler olduğu, Yahudilere hizmet ettikleri(!), amaçlarının baş edemedikleri İslamiyetin ışığını söndürmek olduğu, emperyalizme hizmet ettikleri, İslamiyeti bilinçli olarak kötüleyerek yalanlar ürettikleri yazılmaktadır. Gerek yazılan reddiyelerin gerekse de cevabi olarak yapılan argümentum ad hominem türü suçlamaların kalitesizliği, tarih disiplininden yoksunluğu, salt metafizik düzeyde cevap üretilebilmesi, müslüman argümanlarının yetersizliği ve yalan üzerine kurgulandığının göstergelerinden biri olarak ortada cevap verilmeyi bekleyen binlerce sorunun devamlılığına yol açmaktadır. Oryantalist bilim adamlarının yaptığı araştırmaların düzeyine varabilmiş ilahiyatçı yoktur. (Kaynak araştırması yönünden) Üstelik İslam üzerine bilinmeyen bir çok eseri Oryantalistler ortaya çıkarmış ve incelemişlerdir. Oryantalistlerin çalışmaları İslamiyet ile ilgili bilinmeyen, üstü örtülü bir çok konunun incelenmesini sağlamış ve bin sene önce yazılmış ancak unutulmuş ve unutturulmuş binlerce eseri okumamızı sağlamıştır. Bu gün hakim olan Ehl-i Sünnet düşünce ekolünün tarihi nasıl çarpıttığı ve değiştirdiği açığa çıkmıştır.Yazılar ilerledikçe İslamiyet adına oluşturulmuş kurgunun tamamen yalan olduğunu sizlere tek tek açıklayacağım.Hangi konuyu ele alsak temelinin yalandan ibaret olduğunu göreceksiniz.

Konuları felsefi/düşünsel/teolojik açılardan inceleyip, yorumlarken metodolojik tarih disiplini çerçevesi içinde de birbirine bağlayacağım ve İslamiyetin bütün gizlerini ortaya çıkararak ana hatlarıyla gözler önüne sereceğim. Mısır etkisinden, Sümer, Hint, Babil vb kaynaklara, bazı bilinenlerin aslında nasıl tamamen farklı olduğuna, hadis ve Sünnet olgusunun gerçeğine, Tarihte İslam Devleti

Page 2: İslam Üzerine Bir İnceleme

diye bir olgunun aslında hiç var olmadığını, Arap dili ve nahvinin doğuşunu, tarihin nasıl çarpıtılarak yalanlar ile bezendiğini, bütün dinlerin ve mitolojilerin gerçeğinin sadece Güneş İslamiyetin de bunların sadece çarpık ve yetersiz bir yansıması olduğunu, Büyük dinler denilen mitolojilerin ayrıntılarını, Hıristiyanlığın nasıl doğduğunu, Kur'anı kimlerin (evet kimlerin yazdığını bile!) yazdığını, İslamiyetin nasıl ilerleyerek bir medeniyet kurduğunun gerçeğini, İslam Alimleri denilen kişilerin kim ve ne olduklarını, düşüncelerini, Saklı İslam Tarihini ve hatta huruf-u mukattaa (Elif, lam, mim vb. toplam 14 harf) denilen Kur'an'ın bazı Surelerinin başında bulunan ve Muhammed ile Allah arasında bir tür şifre olduğu ileri sürülen harflerin Sabii dinindeki Güneş/Ay/yıldızlar ile numaralanmış Tanrılar gerçeğine kadar detaylarıyla yazacağım. Burada yazmadığım bir çok can alıcı konuya da değineceğim.

1. Bölüm; 1. Kısım,

"SU" DAN GELEN BİLGİ

İnsanın zihninde soru işaretleri, düşünebilme yetisini kazandığımız ilk andan itibaren her zaman var olmuştur ve her zamanda var olacaktır. İnsanın bilgiye olan susuzluğu her zaman yeni soru işaretleri oluşturmaktadır. Yazılarımda zaman zaman bazı kaynaklara atıf yapacağım ve yazıların sonunda sizlere bir çok eser yazacağım. Düşüncelerimin olgunlaşma sürecine kadar olan süreçte ne gibi eserler inceledim? Neler araştırdım? Bu eserlerden en azından bir kısmını sizlere aktaracağım ki sizler de zaman içinde bu eserlerden bazılarına ulaşıp yeni ve farklı fikirler oluşturabilesiniz.

Kur'anın yazıldığı zamanları incelemeden önce zaman zaman benimde çok sert eleştirdiğim Ortadoğulu insanların şiddete eğilimli, asabi, cahil, mantık dışı tutum ve uygulamalarının, ahlaksızlıklarının ve bilinen bütün peygamberlerin bu coğrafyada ortaya çıkmasının etkilerine değinmek istiyorum. Gelenekçi ve post modern Müslümanların ortak geliştirdiği argümanlardan biri de "Ortadoğu insanı böyle olduğu için Allah peygamberleri en çok oraya gönderdi" söylemi içinde bulunmalarıdır. Ortadoğu insanlarının 1500 sene veya 2000 sene önce dünyanın diğer bölge insanlarından ne eksiği ne de fazlası vardır. Ancak Ortadoğu, tarihin ilk dönemlerinden beri kesişme noktası olmuştur. "Bereketli Hilal" denilen ve Mezopotamya'yı da içine alan bu geniş ve düzlük coğrafyada iklimsel ve jeolojik şartların olanak sağladığı yüksek verimlilikten dolayı gerek tarımsal üretimde kullanılan bitkiler, gerekse de hayvanlar erken evcilleştirilebilmiştir.Tarımın zenginliği, iklimin müsait oluşu üç kıtanın kesişme noktası olması ile yerleşik düzen şartları çok erken tarihlerde oluşmuştur. Doğal olarak nüfusun ve insanların yaşam standartlarının artmasıyla, çevrede paralel büyüyüp serpilen medeniyetler açısından da her zaman hakimiyet sahası olarak kabul edilmiştir. Bu yapının en önemli sonuçlarından biri yaşayabilmek için her gün yiyecek aramak zorunda olmayan bir aristokrasi sınıfının oluşması olmuştur.Bu insanlar hayatta kalma becerilerini en üst seviyeye çıkardıkları için toplumsal faaliyetler artmış, beceriler yeni alanlar yaratmış ancak artan nüfus yoğunluğu kalabalığın kontrol altında tutulmasını da gerektirmiş. Peygamberlerin o bölgede ortaya çıkma nedeni saydığım sebeplerden ötürü siyasi ayrıcalık ve menfaat temin etmekten başka bir şey değildir. Ortadoğu insanlarının ahlaksızlığı üzerine yapılan din bağlamlı söylemler, gerçeği perdeleme

Page 3: İslam Üzerine Bir İnceleme

veya bilgi eksikliğinden kaynaklıdır. Allah'larının onları böyle yarattığını bildikleri halde suçu insanlara yıkmaya çalışmak en başından beri din adamlarının insanları kullanma, yönlendirme çabalarından biri olmuştur. Ahlaksız ve adaletsiz bir Tanrı'nın oyuncağı yaptıkları insanlığı binlerce yıldır sömürmekte, kanlarını emmekteler. Tarihin başlangıcından beri siyasetçiler ve ruhban sınıfı ortaklaşa çalışmaktadırlar.Değerli arkadaşlarım, sözlerim çok sert gelebilir. Hayatım boyunca insan odaklı çalıştım. Yerel kültürleri inceledim. İnsanın yerini araştırdım. Farklı kültürlerde farklı davranış biçimlerine şahit oldum.İnsanların her türlü kötülüğü yapabildiğini gördüm. Ancak tıbbi rahatsızlıklar dışında insanların sadece siyasi ve dini söylemlerle kötülüğe sevk edildiğini gördüm. Avcı-göçebe toplum düzeninden yerleşik tarım düzenine geçtiği ve ilk tarım fazlası verdiği günden bu yana insanın (var edilen) yüklenen kötülüğü bitmedi. Amaçları eldeki tarım fazlasına(artı değer) sahip olmak isteyen insanın asalakları olan başka insanlar(Aristokrasi) yarattıkları krallıklar ve bu krallıkların kamusal dini ve askeri temsilcileri vasıtasıyla uyduruk Tanrıları üzerinden dini söylemlerle insanın kötülüğünün sadece itaat(iman) etmesiyle ve zekatını vermesiyle biteceğini dikte ettiler. Karşı çıkanları da askeri yöntemlerle yok ettiler. Gelenekçi ve post modern Müslümanların bu konularda ortak söylemler geliştirmeleri, iman/itaatin insanları zıt fikirlerde bile olsalar getirdiği yer bakımından önem arzediyor. Konumuz İslamiyet olduğu için ben Müslümanlar dedim. Monoteist veya politeist bütün dinler aynı kapsamdadır. Tarihi çalışmalarımızda dünyanın diğer bölgelerinde de bunun farklı örneklerini görebiliyoruz. Örneğin Ortadoğu'da peygamber/peygamberlik müessesi insanlar tarafından kabul edilirken Güney Amerika Kıtası'nda Tanrı-Kral düşüncesinin topluma hakim olduğunu görebiliyoruz

Bir araştırmada doğru bilgiye ulaşmak için araştırmacının nesnel/tarafsız olması çok önemlidir. İslam Dinini doğru değerlendirebilmek için onu doğuran koşulları öncelikle tarihi ,siyasi, kültürel, sosyolojik ve teolojik olarak ayrıştırmak gerekiyor. Öncelikle Arap Yarımadasının 6. ve 7. yüzyıllardaki durumunu anlamak için tarihe bir göz atalım. İslam Tarihi yazarları bu döneme Cahiliye adını verirler ve Arapları puta tapan vahşi,ilkel insanlara benzetirler. Öncelikle bunun yalan olduğunu belirtelim. Dönem itibariyle Yarımadanın kuzeybatısında bugünkü Suriye'de Bizans'ın müttefiki Monofizit Hristiyan Gassani Arap Hanedanlığı var. Bir dönem Medine'ye kadar ilerleyip oradaki Yahudi kabileleri katletmişler.Tamamı Hristiyan bir devlet 636 yılında Yermuk savaşı ile beraber ortadan kalkacaklar.Gassani Hanedanlığı iyi incelenmesi gereken konulardan biridir. Monofizit Kilisesinin takipçisidirler. Onların Medine'de ki Evs Kabilesi'ne olan yardımları dikkat çekicidir.(Muhammed'e Medine'de eman veren kabilelerden. Bu "Eman" konusu çok önemli bir konu olup daha sonra ayrıntılarını yazacağım). Bugünkü Irak ve İran tarafında Nasturi Hıristiyan mezhebi ikinci din olarak hakim. Sasani devleti Irak ve İran bölgesinde yaygın ve güçlü bir devlet. Zerdüşt dinine inanıyorlar. Son derece müsamaha sahibi ve bütün inançlara kapılarını açmış vaziyetteler. Zerdüştlerden sonra en yaygın din Hıristiyanlığın Nasturi mezhebi. Nasturi Hıristiyanlar'ın Sasanilerin başkenti Medain'de patriklik makamı var. Daha güneyde ünlü Lahmi devleti var. Başkentleri Hire o dönemlerde çok meşhur. Orada da Nasturilik resmi din vaziyetinde. Güneyde Yemen bölgesinde gene Sasaniler'in hakimiyeti var ve Hristiyanlık çok yaygın. Bugünkü Umman, Katar Birleşik Arap Emirlikleri yani körfez ülkeleri dediğimiz Sasanilerin hakimiyeti altındaki kıyı bölgelerindeNasturi Hristiyanlık çok yaygın. Psikoposluk ve patriklik mevcut. Yarımadanın batı tarafında Yemen Aden sınırı üzerinde gene Hıristiyanlık hakim. Yemenin güneyinde Yahudilik ve Hristiyanlık karışık olarak mevcut. Yarımadanın Doğu tarafında Medine, Hayber Filistin hattında Yahudi kabileler daha yoğun. Gene yarımadanın daha batısında Habeşistan'da Hristiyanlık hakim ve İncil'i kendi dilleri Habeşçe'ye çevirmişler. Bu insanların

Page 4: İslam Üzerine Bir İnceleme

tamamı Arap. Yarımadada puta tapan kabilelerde var ancak bunlar özellikle 4. yüzyıldan itibaren kademeli olarak azalıyorlar. O dönemde Mekke'nin ticari yolların kesişme noktası olması itibariyle bütün bu dinlerin de bilindiği bir yer. Mekke'de yerleşik kabile düzeninde Yahudi bir kavim yok. Yahudiler daha Kuzeyde Medine'deler. Ancak Mekke kabilelerinin her ne kadar putperest bile olsalar ilerleyen dönemlerde Hristiyanlığın Nasturi mezhebine yöneldikleri görülüyor. Kabe'de Meryem ve İsa resimleri mevcut. Kilise olarak da kullanıldığı anlaşılıyor. Farklı putlar ile beraber barış içindeler.Bu arada dönem itibariyle yoğun bir peygamber/mehdi iddiaları ortada uçuşuyor. Hıristiyan Teolojisi üzerine yapılan tartışmalar ve görüş ayrılıkları her yeri sarmış Kiliseler farklı taraflarda yer almış son derece önemli ayrılıklar oluşmuş. İsa'nın tekrar dirileceği ve hüküm süreceği sürekli tartışma halinde ayrıca peygamberlik iddialarında bulunan ve çevresine bazı kabileleri toplayan insanlar mevcut. Ancak bu iddialara yeni bir din gözüyle bakmak yanlış olur. İddialar mevcut dini sistemler içinde bir Tanrı ile konuşan ve vahiy alan insanlar.Bunu daha ziyade önderliklerini pekiştirmek ve çevrelerine daha çok adam toplamak için yaptıkları anlaşılmakta. Çünkü dini olarak her dönemde böyle bir mehdi/peygamber algısı yaratılmıştır. Bu gün bile benzer bir algı yoğun olarak vardır. 2000 yılında kıyamet kopacağı, 2012 yılında başka bir gezegenin dünyaya çarpacağı, mehdi beklentisi,İsa'nın yeniden dirileceği vb. durumlar aşikardır. Sadece İslamiyet içinde son bin yıl içinde 300 civarı mehdilik iddiası olmuştur. Örneğin Adnan Oktar mehdi olduğu iddiasındadır ve çevresine bir çok insan toplamıştır. Bu gün çevrelerine binlerce mürit toplamış tarikat liderleri üstü örtülü mehdi konumundadır. Bilimin geliştiği, insanın varlığının gizemlerinin(!) artık bilinebildiği bir çağda, insanlar Evrim Teorisi, Antropoloji, Arkeoloji ve Genetik bilimin ortaya koyduğu bilimsel ispatlarla Adem ve Havva masalının sadece bir "masal" olduğunu ortaya konulmasına, Astronomi ve fizik bilimlerinin 6 günde yaratılış masalının sadece bir "masal" olduğunu ispatlamasına rağmen iman ekseninde insanlar bu "masal" ları "gerçek" kabul ederek inanabiliyorsa 1400 sene önceki durumu çok daha iyi idrak edebilirsiniz.

İnsanın bilgiye olan susuzluğu her zaman soru işaretleri oluşturmuştur diye yazdım. Kur'an'ın yazıldığı coğrafyayı İslam öncesinden başlayarak tarihi ve kültürel incelemeye devam ederek bu soru işaretlerini azaltmaya devam edelim. Arap toplumunun sosyolojik profilini anlayamazsak Kur'an'ı tam olarak çözümleyemeyiz. Arap toplumu için İslam öncesi "cahiliye" dönemi olarak adlandırılır. Bu kelimenin anlamı itibariyle düşünülür ki son derece cahil, ilkel puta tapan, kız çocuklarını gömen, zulmeden ahlaksız bir topluluk yaşıyor. Allah'ta onları düzeltmesi için bir peygamber göndermiş. İlkokuldan başlayarak ilahiyat fakültesi bitene kadar üç aşağı beş yukarı aynı bilgiler yazılır çizilir. İnsanların bin yıldır nasıl kandırıldığına biraz dikkat çekmek istiyorum.

Arapça'da "rava" kelimesinden (su verdi, susuzluğu giderdi) fiil kökünden türetilen "rivaye" için, (Berberi asıllı ünlü lugat yazarı ibn Manzur al-Ansari 1290 yılında tamamladığı Arap dilinin en büyük sözlüklerinden biri olan Lisanü’l Arab adlı eserinde) şiir, hadis rivayet etmek anlamına da geldiğini okuyoruz. Aynı kökten türeyen "ravi" kelimesi rivayet fiilini gerçekleştiren öznenin adıdır. Şimdi Arapların çöl ikliminde yaşadığı malumunuzdur. Çöl ikliminde yaşayan bu insanlar için en önemli şeyin su olduğu aşikardır. Cahil denilen bu Araplar için günlük dillerinde kullandıkları ve "su verdi" kelimesinden türettikleri rivayet kültürünün, Araplar için ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından oldukça ilginçtir. O dönemde Arap yarımadasının farklı noktalarında bulunan devletlerin ve kabilelerin birbirleriyle yaptıkları anlaşmalar, mektuplar, ticari belgeler vb. Arami/Süryani yazısıyla yapılırken bunlar haricindeki bütün kültürel geçmişleri rivayetler aracılığıyla sözlü olarak nesilden

Page 5: İslam Üzerine Bir İnceleme

nesile geçmiştir. Herşeyden önce bu yapıyı incelemek, bizlere daha sonra gerçekleşen İslamiyet ve İslamiyetle bağlantılı Muhammed üzerinden kurgulanan tarihi alt yapıyı anlamamızı sağlayacaktır. Çünkü herşey bu rivayet kültürü ile başlayacaktır. Rivayet kültürü insanların uygarlık sahnesine ilk çıktıkları andan itibaren yerel kültür normlarıyla özdeşleşerek binlerce yıl varlığını korumuştur. Hatta yazı yaygınlaştıktan sonra bile önemini sürdürmüştür. Geleneksel olarak yazıya dönüştürülen "söz"ün insandan çıkıp bir tablet,metin üzerinde varolması, "insan" ile "söz" arasında engel oluşturduğuna inanılıyor hatta halkın çoğunluğu için yazı yazma, bir çeşit sihir alameti, okuma ise, ölülerden haber almak için yapılan bir çeşit ayin sayıldığından korkuluyordu. Geleneksel kültürün en önemli parçası olan "söz" (kelam) ile onu duyanların ezberleyip başkalarına gene "söz" olarak aktarması (sema yolu) insanın kendi varlığı içinde gerçekleştirdiği için onun kalbi (özü) olarak kabul ediliyor ve sözler kalbe atfedilerek kutsal kabul ediliyordu. Bütün dinlerin kitaplarının Yaratıcı'nın insana verdiği ilhamla Allah Kelamı olarak peygamberlerin önce kalbine inmiş sonra da sözlü olarak peygamberler tarafından "söz" olarak dile getirilmiştir. Hatta Hristiyan şeriatinde bir adım daha ileri gidilmiş ve Yuhanna Kitabının birinci bölümünde de yazdığı gibi;

"Başlangıçta söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve söz Tanrı'ydı."

denmiştir. Yani İsa'nın kendisinin, Tanrının "söz"ü olduğuna vurgu yapılmıştır. Ancak tabii ki Kur'an'da geçtiği gibi İncil diye bir kitap hiçbir zaman İsa'ya verilmemiştir. Çünkü İsa zaten Tanrı'nın "söz"ü dür. Daha sonra Havarileri bu "söz"ü kitaba dökmüşlerdir.

Arap kabileleri ürettiği "şiir", "eyyamu’l-arab" ( Savaş ve kahramanlık hikayeleri destanları), "ensab" (Neseb kelimesinin çoğulu: soy) ve "ahbar-asar"(genel tarih/eski kabile hikayeleri) gibi bilgi kaynakları doğa, dini ve sosyal koşulların belirlediği öznelerle hazırlanıyordu. Araplarda kahinlerin oluşturduğu bir ruhban sınıfı vardı. Dini haberleri bizzat rivayet ederlerdi.

(Burada bir parantez açmak istiyorum Yahudi kahinlere, alimlere de "Ahbar" denir. Bu çok önemli ayrıntıya ilerde daha detaylı değineceğim. Çünkü bugün özellikle 7. ve 10. yüzyıl arası yaşamış ve Müslüman bilinen bir çok alimin aslında Süryani Hristiyan/Yahudi Raviler/muhaddisler/fıkıhçılar olduğunu anlayacağız. İslamiyetin kurgulanmış Yalanlar örgüsünü çözerken bu konu çok önem arzedecek.)

Özellikle şiirler, şairler tarafından değil onlara bağlı özel raviler tarafından ezberlenip rivayet edilirdi. Raviler (Ruvat) belli kabilelere mensup olup her kabilenin kendi kabile ravisi olabildiği gibi diğer kabilelerden şiir, ensab, eyyamu'l-arab rivayet eden raviler de bulunuyordu. Ravilerin ezberleyerek naklettiği konular, bilginin kabileler arasında sürekliliğini sağlıyordu. Arap toplumu için rivayet olgusu çok eskiden beri mevcut olup bunun nedenleri arasında göçebe bir hayat sürmeleri, maneviyata çok düşkün olmaları( İslamiyet yalanlarının aksine) olmasına rağmen en önemlisi rivayet olgusunu bir hayat tarzı olarak kabul etmeleridir. Yukarda da örneklediğim gibi çöl ortamında en önemli yaşam kaynakları olan "su verdi " "rava" ile eşdeğer tutmalarıdır. Ravilerin rivayet ettikleri şiir, hikaye, kıssa, menkıbe ve mitolojiler, genellikle kendi kabilelerinin konumunu yükseltme ve yüceltme, kabilelerini savunma ve kahramanlarına övgüler düzme, kabile üyelerinin atlarını, kılıçlarını, avlanma maharetlerini sayıp dökme; diğer kabile ve ulusların eksikliklerini ve zafiyetlerini deşifre etme gibi konularda yoğunlaşmaktadır. Toplumun gurur ve şerefini ayakta tutan ve dolayısıyla son derece hayati bir görevi üstlenen bu kültür adamlarına, onursal yönü çok büyük olan “kabile şairliği” payesi

Page 6: İslam Üzerine Bir İnceleme

verilmiştir.Ne zaman bir kabileden bir şair yetişse diğer kabilelerle beraber toplanılır o şairin şerefine bir ziyafet tertip edilir kadınlar toplanır eğlenceler düzenlenir danslar edilir ve insanlar birbirini tebrik ederlerdi. Çünkü o Ravi şiirleriyle onların namusunu korur, erdemlerini yüceltir, o kabilenin ünlenmesini sağlardı. Arap kültürü için en önemli üç olay; erkek cocuk doğması, bir atın yavrulaması ve içlerinden bir şair çıkmasıdır. Ravilerin ne kadar önemli olduğu aşikardır. İşte bu raviler daha sonraki dönemde yeni bir toplumun inşaasında rol alacaklar, kabileleri yönlendirecek ve aldıkları avantalar karşılığında yönetici konuma geçeceklerdir. Bütün yerel kültürlerde reisten sonra kahin gelir. Yönetici sınıfla sürekli işbirliği içinde bulunacaklar ve Muaviye'den itibaren raviler mevcut kabilelerin birleştirilmesinde ve yönlendirilmesinde kullanılacaklardır. İlerleyen dönemde de zaman zaman vasıflarını kendi emelleri içinde kullanacaklar ve sık sık güç çatışmaları yaşanacaktır. Mezhepler gibi. Bunların inşat ettiği şiirler de, topluma ve sonraki kuşaklara hafızası güçlü raviler kanalıyla ulaşmıştır.

Bu dönemlerde yazı hemen hiçbir zaman kullanılmamıştır. Kullanılan yazı da sadece rivayete destek amaçlı olmuştur. Bu durum M.S. 750'li yıllara kadar devam etmiştir. Abbasi Devletiyle beraber yavaş yavaş sona ermiştir. Çünkü Kur'an metinlerini yazanlar ilerde anlatacağım üzere bu kültürü engellemiştir.

O dönemde Arapların en önemli toplanma mekanlarına "mecalis" (oturulan yer:Meclis kelimesinin çoğulu) denirdi. Kabile içi ve kabileler arası konular burada ve "meşayih" (yaşlılar,reisler) önderliğinde burada müzakere edilirdi. Ayrıca konular burada rivayet edilir, şiirler okunur. şarkılar söylenir, sohbetler ve günün olayları burada konuşulurdu. İslamiyet öncesinde ve sonrasında bir süre daha "mecalis" Arapların sosyo kültürel paylaşma alanları olarak devam etmiştir. O dönemde Arap kabileleri için en önemli olay "ot, su ve ateş" tir. Hayatın devamlılığı bu üç ögeye bağlı olduğundan bunun paylaşımından dolayı sık sık yaşanan savaşlar yaşanır ve bunlara bağlı kahramanlık hikayeleri de eyyamu'l-arab hikayelerini oluşturur. Bu rivayetlerde Arap örfleri, ahlak kuralları, kahramanlık hikayeleri, savaş ve barış meseleleri, fidye ve ahid konuları, atasözleri, çok çarpıcı hitaplar yer almaktaydı. Kur'an'a rehber olacak kaynaklardan biri bunlardır ki daha sonra bunlar yasaklanacak ve eyyamu'l-arab, ensab, ahbar-asar konuları İslamiyette "meğazi" (Muhammed'in savaşları) denen konuların yazımına kaynaklık edecek bir sürece dönüştürülecektir. Bu gayet bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Burada yer alan Gerek soy, gerekse savaş hikayeleri ve tarihi bilgiler "meğazi" yazımıyla Muhammed'e yamanacaktır.

İslam mezhep imamları ve islamiyetin ilk ilim dalları olan meğazi, siyer, kıraat, tevil, icma, kıyas, vs. gibi konuları ilk işleyen ilk yazanlar ile ilgili olarak bütün kaynaklarda bu alimlerin(!) ne kadar önemli eserler verdikleri, sözlerine güvenilir oldukları, çok mühim kimselerden ders aldıkları, sahabiden şu, tabiinden bu gibi yani bir çok güzelleme yapılarak bir güvenilir(!) bir tarih algısı oluşturlur.. Çok önemli alimler oldukları anlatılır. Yaptıkları katkılar övülür.

Maalesef bu sadece İslamiyetin kaynaklarının yetersizliği üzerine bir güven algısı yaratmak için kurgulanmış bir aldatmacadır. O dönemde bu insanların hangi dil üzerine eserler verdikleri ortada

Page 7: İslam Üzerine Bir İnceleme

yoktur! Arapça bir yazı dili henüz olmamıştır Mevcut alfabenin düzeyi "Ali topu tut" cümle kurgusundan bir adım öteye geçebilmiş bir yazı dilinden ibarettir!

Bu insanların eserlerinin bazılarının günümüze geldiğinden bazılarının ise daha sonra kaleme alınan eserlerde (10-13. yüzyılda yazılan) eserlerin içinde yer alarak geldiğinden bahsederler. Maalesef ortada orjinal eser yoktur! sağda solda bulunmuş parçalar var. 10. yüzyıl öncesine ait hemen hemen hiçbir şey yok! Bazı müzelerde ve kütüphanelerde çeşitli el yazmaları vardır. Ancak bunların hemen tamamı 10. yüzyıl sonrasına aittir. Daha öncesine ait olduğu iddia edilen el yazmalarının hiçbirinin yeterli akademik incelemesi yoktur tasnif edilmemiştir. Bazıları sayfalardan ibarettir. C 14 tarihlemesi yok, paleografi çalışması yok.Batı ülkelerinde bulunanlar da da bunlar yapılmış ancak oralarda da mevcut sayfaların paleografik çalışmalar bitmemiş! Nedense bu çalışmalar hiç bitmiyor! Ortada ciddiye alınacak bir külliyat yok. Birkaç sayfa bulunmuş şu kişiye atıf yapılmış onun mu tam belli değil. Üzerlerine onlarca akademik makale, tez yazılmış. Örneğin en eski Kur'an olarak lanse edilen Taşkent Kur'anı üzerinde yapılmış tek bir bilimsel çalışma yok! Bir makale yok. Bir doktora çalışması, akademik bir yayın yok! Gören var mı? o da yok!

Bir kişiye ait olduğu iddia edilen eserin başka bir kişiye ait olduğu çok rastlanan bir durum. Arada az da olsa sağlam olarak günümüze ulaşabilmiş eserler var onlarda 9. yüz yıla tarihli. Ancak 10. yüzyıl sonrası ise İslam eserleri ve belgelerinde adeta patlama yaşanıyor! Bir anda ortaya binlerce eser çıkıyor. Ciddi anlamda neredeyse bir anda! Aslında bunların çoğu hep 13. yüzyıl sonrasına ait müellef eserler. Orjinal eserlerin çoğu Endülüs'ten! Çünkü 13. yüzyılda yaşanan Moğol istilası ile çok sayıda kütüphane ve özel mekanların yakılıp yıkılmasıyla birlikte, pek çok eserin yok olmasına neden olmuştur. Moğollar her yeri talan etmişler, ortada onlardan kaçırılabilen pek az eser kalmıştır. Tabii onlardan yüz yıl önce 12. yüzyılda skolastik düşüncenin ağır basmaya başlamasıyla yok edilen eserleri de unutmamak gerekir. Bu yüzden araştırmacıların ellerinde bulunan bir çok eser 13. yüzyıldan sonraya ait, o eserin orjinaline atıf yapılarak tekrar yazılmış. Tabii orjinal nüsha gene ortada yok! Eseri yazan kişi, bunu ilk olarak "şu" yazmıştı bana "bu" rivayet etti ona da "şu" rivayet etmişti. O da "şu"ndan almış rivayeti diyerek eseri yazmıştır. Mevcut rivayet külliyatı üzerinden de İslam İlimleriyle ilgilenen Üniversitelerde ilgili disiplinlerde bir çok tez yazılmış. Bütün tezler bu rivayetler üzerine yazılıyor. Örneğin Buhari üstüne yazılmış yüzlerce yüksek lisans, doktora tezi var.Buhari'nin müellef eseri bile yok ortada. 870 yılında ölen Buhari'nin, öldüğü tarihten 431 yıl sonra Miladi 1301 yılında ölen Ali b. Muhammed el-Yunini'nin Buhari'ye atfedilen bir hadis kitabıyla Türkiye'de Yüksek lisans tezleri yazılmış uzman olunmuş o da yetmemiş, doktora tezleri yazılarak doktor olunmuş! Bu kitaplar ile İslam Hukuku oluşturulmuş. Bir milyardan fazla insan Bu kitapların Kur'an'dan sonra en önemli kitaplar olduğuna inanmış hayatını o kitaplar üzerine düzenlemiş ve akademik olarak bu işin ilmini yazanlarda bu yalanlara ortak olmuşlar. Bu tezlerin kabul kurulunda yer alan onlarca doçentler, profesörlerin hiçbiri de öğrencilerini doğruya yönlendirmemiş,bu hadislerin nasıl uydurulduğuna dair bir tane tez yazımına bile aracılık etmemişler. Oryantalistlerin yaptığı işlerden biri de işte budur. İslam Ülkelerinde yapılmayan bu çalışmaları yapmışlar. Gerçekleri ortaya koydukları için hakarete uğramışlar. Oryantalistlerin yazıları üzerine yüzlerce reddiye tezi yazılmış ancak bir tane bile ciddiye alınabilecek çalışma yok. Hiçbir İslam Ülkesinde akademik camia içinde fıkıhçılar ile hadisçiler arasında yaşanan tartışmaları bilimsel olarak yazılmış bir eser kapsamında okuyamazsınız. Birbirlerinden nasıl nefret ettiklerini, birbirlerinin eserlerini yermek için nasıl hadisler uydurulduğunu okuyamazsınız. Kur'an tefsirlerini yermek için neler yaptıklarını hangi manaları uydurdukları,nahiv değişikliklerini nasıl yaptıklarını okuyamazsınız. Ama bunların hepsi yapılmış.Örneğin bakmışlar Ebu Hanife'nin fıkhı ön plana geçiyor, hemen bir hadis uydurulmuş. Bu sefer de Ebu Hanife taraftarları o

Page 8: İslam Üzerine Bir İnceleme

hadisi karşılık verebilecek bir hadis uydurmuşlar! Veyahut Kur'an'da herhangi bir kelimenin manasına farklı anlamlar yüklemişler. Çünkü o kişinin tefsiri ön plana çıkmış. Ne yapacaklar o tefsirde kullanılan bir kelime için yeni anlamlar türetmişler. Öbür taraf boş durur mu!? Aynısını onlarda o tarafın tefsiri için yapmış. Bunlar okunmayınca da "cahiliye" içinde yaşamak son derece normal. Sokaktaki insanından Profesörüne kadar herkes "cahiliye" devrinde yaşamaktan memnun!

7. ve 8. yüzyılda mezhep imamları ve ilk alimler ile ilgili yapılan güzellemeleri anlatmış ve ne kadar önemli adamlar olduklarının tarihi kaynaklarda yazılı olduklarının altını çizmiştim. Şimdi çok önemli bir ayrıntıyı yazacağım. Bu adamlar kim? Tarihi kaynaklardan okuduğunuz ve adamların ilmi derinliği ve verdikleri eserler hakkındaki yalanlara baktığınızda bu adamların ne kadar mümtaz şahsiyetler olduklarını ve her birinin adeta ilmi yutmuş ordinaryus profesörler olduklarını düşünürsünüz! Bu algı da bilinçli olarak yapılıyor. Bu adamlar sadece Ravi! Yukarıda da yazdığım kahinler. Akşamları Kabile efradı "mecalis" te toplandığında hikaye anlatan "Ravi" ler. Hikaye anlatıcıları. Soy kütüklerini, savaş hikayelerini, tarihi olayları süsleyerek anlatan, aktaran insanlar. İbrahim Tatlıses'in bir zamanlar meşhur bir sözü vardı! "Urfa'da Oxford vardı da biz mi bitirmedik" neviinden bir sözdü yanlış hatırlamıyorsam. Hangi ilimden hangi eserlerden bahsediyor bin yıllık uydurmaların üzerine yatanlar!? O zamanlar Üniversite veya medrese falan mı vardı? Hangi dilde ne öğretiyorlardı? Saçmalıktan başka bir şey değil yalanlardan yalan yarattılar ve bin yıldır insanları kandırıyorlar. Bu adamlar bildiğiniz kabile "Ravi" leri yada gezici dolaşan "Ravi"ler. Bu "Ravi" lere bağlı başka "ravi" ler vardı. Kurumsal bir yapıları mevcuttu. Çok övülen ilimlerinin değerinden bahsedilen mezhep imamları Hanbeli, Ebu Hanife, Şafii, Malik vs. bu adamlar hepsi Ravi'den başka bir şey değil! İslamiyet içinde bunlar "imam" oldular! Bunların her biri bildiğiniz "Ravi" yani "kahin" bu adamlar. Bunların öğrencileri dedikleri alimlerde(!) bunlardan rivayetleri ezberleyip kabilelerde anlatan aktaran adamlar. Her birinin hayat öyküsüne klasik tarih yazımında dikkat edin. Bunlar nedense gönülleri çok bol olduğundan hep fakirler. Halifeler bunlara sık sık yardım ediyor ve borçlarını ödüyor. Bu işleri Allah rızası için yapıyorlar. Öyle önemli eserler veriyor ve dine büyük katkıları oluyor. Her birinin öğrencileri var. Daha sonra bu öğrenciler mühim alimler oluyor vs. vs. Bu öğrenci dedikleri "Ravi" den başka bir şey değil. Her "Ravi"nin takipçileri var. Onlar ondan ezberliyor daha sonra kabilelere gidip bu hikayeleri anlatıyorlar. Bu mezhep imamı dedikleri adamlar farklı kabilelerin farklı kıraatlere/lehçelere sahip kahinleri. Hemen hepsi de aynı dönemlerin adamları. Buhari'den tutun İmam Azam dedikleri Ebu Hanife'ye kadar hepsi hemen hemen aynı zamanlarda yaşamış adamlar. İslam üzerine yazılan yalan kurgusunu yazan adamlar. Hiçbiri de birbirini sevmeyen adamlar! Bu imam/kahin'lerin aslında birbirlerinden bir farkı falan yok. Yani Buhari bir mezhep imamı değil okuduğunuzda muhaddis. Bu kavramlar çok sonra uydurulan kavramlar. Buhari ve benzeri muhaddislerde diğer mezhep imamları gibi, ancak ilerleyen yüzyıllarda bazı kahinlerin rivayetleri ön plana çıkıyor. Bu dönemin siyasi anlayışı ile paralel. Bunlar da şimdi mezhep imamı olarak kabul ediliyorlar. Bunlara Kur'an metinlerini veren adamlar bunların kabilelerinde akşamları "mecalis" te bu hikayelerin okunmasını sağlamışlar. Elbette her Ravi/kahin/imam kendi lehçesinde okumuş bu hikayeleri. İşte bu lehçe/kıraatler ilerleyen yıllarda farklı Kur'an'lara dönüşecek ve kabileler arasında kendi Kur'anları okunacak. 9. ve 10 yüzyıllarda da yavaş yavaş gramer çalışmaları ve öne çıkan bazı nahiv(gramer) ekolleri ile tamamen değişikliğe uğrayacak. 12. yüzyılda da bu ekollerden "Basra Ekolü" Arap diline ve Kur'an'a hakim olarak farklı Kur'anlar yavaş yavaş ortadan kalkacak.Yani Kur'an metinlerinin ilk parçalarının Şam'da yazıldığı ve ortaya çıkmaya başladığı (7. yüzyılın sonları) ve aslında Hristiyan(Nasturi) metinler (Eski Ahit dahil), olan olan Kur'an metinleri, devamında Bağdat'ta (Hikmetler Evi) genişletilecek ve Süryani alimlerin

Page 9: İslam Üzerine Bir İnceleme

yazımıyla Zerdüşt dininden öğeler alacak, Sabii inanç rituelleri ve Arap folklorüyle harmanlanarak 9. yüzyılda Halife Memun döneminde yani ortalama 70-130 yıllık süreçte İslamiyet adında yeni bir dine evrilecek. Bu temelin üzerinden de Mezhepler denilen aslında bir bölümü farklı Arap Kabilelerinden oluşan bir yapı üzerinde inşaa edilecek. Bu yapının üzerine ise Fıkıh (hukuk) Süryani alimleri tarafından Roma Hukuku baz alınarak giydirilecek. Yani aslında bugün Fıkıh alimi diye okuduğunuz adamlar Süryani! Devamında da önce 300 yıllık süreçte binlerce değişiklikten daha geçecek ve 12. yüzyılda bugün bildiğimiz şekline yakın bir hale gelecek. Ancak 12. yüzyıldan sonra 800 yıllık süreçte de ciddi değişiklikler geçirerek en son 1923 yılında Kral Fuat'ın emriyle Kahire El Ezher Üniversitesinde Asım Kıraatinin Hafs versiyonu ( Bu kıraat ve Hafs gibi versiyonların detaylarını da yazacağım) tekrar bir restorasyondan sonra şu anda okunan haline getirilecek ve yayınlanacak. İşte bugün Müslümanların noktası bile değişmemiş Kur'anı(!) Üstelik Kur'anın bugün bilinen Sure/Ayet sıralaması o zaman yapıldı. Bu hususa tekrar dikkatinizi çekiyorum:

Kur'anın bugün bilinen Sure/Ayet sıralaması 1923 yılında El Ezher Üniversitesi tarafından yapılmıştır. Daha önce standart bir mushaf yoktu. Sure /Ayet sıralamaları farklı olduğu gibi Sure/ Ayet sayıları da farklıydı. Bu gerçeği bilen Müslüman sayısı çok azdır.

Bugün standart haline getirilen bu mushaf'ın orjinali 12. yüzyıl da Basra Ekolüyle yazılmıştır ve bugün Kahire'de bulunmaktadır. Ancak Tabiiki de bu da tartışmalıdır! Yani İslam Dünyasının çoğunluğunun okuduğu Kur'an budur. Ancak özellikle Kuzey Afrika ülkelerinde okunan ve farklı kıraatlere sahip bir çok Kur'an mevcuttur. Çünkü özellikle Fatimi devrinde çok farklı Kur'an versiyonları bulunuyordu. Ayrıca İran bölgesinde de farklı Kur'an versiyonları mevcuttur. Muhaddislerin çoğunun bu bölgeden olması tesadüf değildir!İslamiyetin ilk 300 yılı boyunca hemen her bölgede, kabilede farklı farklı Kur'an rivayetleri mevcuttu. Rivayet dedim çünkü ortada tam bir metin halinde Kur'an yoktu ve yazılı da değildi. Çoğu sözlü rivayet ediliyordu Raviler tarafından! Yazılı olan Kur'an'lar da bu gün bildiğinizden çok daha farklı ve inceydi. Bazı kabilelerin elinde sadece bir kaç Sure vardı. Bu inanç şekli de bugün bildiğiniz Muhammed-Vahiy-Kur'an şeklinde oluşmuş İslamiyetin tezahürü değil daha ziyade mevcut inanç rituelleri ile beraber folklorik ögelerle bezenmiş bir inanç şeklindeydi. Kabile/bölge inancına göre oluşmuş folklorik bir tezahürü vardı. Bu konuların ayrıntılarına ilerleyen bölümlerde değineceğim.

Bu arada 1200 yıldır yapılan değişiklikler ve 1923 yılında El Ezher'de yapılan değişiklikler de yetmeyecek ve başta prof. Dr. Tayyar Altıkulaç olmak üzere eski mushaflar konusunda uzman olan ilim adamları uluslararası bir komisyon kurularak Kur'an'ın yeniden elden geçirilerek yazılmasını ve eski mushaflara erişimin yasaklanmasını/yok edilmesini talep edecek! "Tarih tekerrürden ibaret!" sözünü bu noktada hatırlamakta fayda var. Bu arada yeni nesil post modern Müslümanlarda Kur'anın anlamını tamamen bertaraf ederek Arap Nahvini tekrar yazma girişiminde bulunacaklar! Şimdi 2006 yılında İskenderiye Kütüphanesi'nde düzenlenen bir seminerde Kahire Üniversitesi felsefe bölüm başkanı Prof. Dr. Hasan Hanafi'nin konuşmasında Kur'an için "Kuran bir süpermarket gibidir. İstediğiniz şeyi bulursunuz, istemediğinizi ise bulamazsınız" sözlerinin ne anlama geldiğini daha iyi anlayabilirsiniz.

Page 10: İslam Üzerine Bir İnceleme

8. ve 9 yüzyıllarda yaşamış ravilerin hiç biri yazılı eser bırakmamıştır. İslam ilimleri içine giren hiçbir konu (Hadis, meğazi, eyyam, ahbar, nahiv, fıkıh vb.) yazılı hale getirilmemiştir. Bu ravilerin hemen hemen tamamının sema yoluyla öğrencilerine aktarım yaptığını biliyoruz. Yani ezberlediği konuyu başkalarına sözlü aktarıyor ve diğer öğrenci/raviler de bunu ezberliyor. Bu eserlerin bir kaç yüz yıl sonra yapılmış baskılarında karşımıza sık sık şu ibare çıkar;

"elinde hiçbir zaman bir kitap görmedim" veyahut, "kendisinin bir kitabı yoktu, sadece ezberliyordu" ibaresi çıkar. Büyük bir ihtimal ile kalem ve kağıda güvenilmiyor ve hatta korkuluyordu. Bu ravilere yapılan ve ezberlerinin ilimlerinin ne kadar güçlü olduğu her konuyu istişare ederek çok kuvvetli hafızalarında tuttukları üzerine yapılan güzellemeleri ise "yorumsuz" olarak okuyucuların takdirine bırakıyorum. Ancak Sosyal Bilimlerde bildiğimiz üzere sözlü aktarımların bir nesil sonra bozulduğu gerçeğini tekrar aktarmakta fayda var. Bu eserlerin ne kadar kapsamlı olabileceğini şöyle bir örnekle aktarayım. Bir hafız en az yüzbin hadisi hafızasında tutabilmeliydi.Tabii aktardığı raviler de bunları aklında tutacak ve aktaracak. Bunların ne kadar sağlıksız olduklarını ilerleyen yüzyıllarda ortaya çıkan eserler arasındaki inanılmaz farklılıklardan anlayabiliyoruz. Tabii ki her zaman sema yoluyla aktarma yapılmıyordu. İmla yoluyla da aktarma yapılıyordu. Bu arada ilginç olan bir hususu belirtmeliyim. Hem sema yoluyla hem de imla yoluyla yapılan aktarımlarda bile ezberine alan ve imlaya döken ravi/öğrencilerin aktarımları arasında da korkunç bir fark oluyordu. Konu aynı ama imla da fark çok büyük olabiliyordu. Bırakın imlayı sema yoluyla yapılan aktarımlarda da çok önemli farklılıklar vardı. Bunun nedeni ise son derece basittir. Lehçe farklılıkları ve Arap yazısının henüz çok yetersiz olmasındandır. Yani sonraki yüz yıllara taşınan (müellef değil çünkü kayıp) eserlerin ki buna Kur'an da dahildir. ne kadar doğruluk içerdiği son derece tartışmalıdır ve "binlerce Kur'an vardı" tezimin gerçeklerinden biri de buradan gelecektir. el-Müsnedü's-sahih isimli hadis eseri ve kurmuş olduğu imla meclisleriyle tanınan İbn Hibban'in aktarımına göre 8. yüzyılda yaşamış olan ilk müfessirlerden Mücahid'in kendisinin hiçbir zaman eline kitap almayanlardan olduğunu ancak sadece öğrencisi el-KAsım b. Ebi Bezze’nin not aldığını diğer öğrencilerinde Kasım'ın notlarından faydalandığını aktarıyor. Nedense sadece bir öğrenci not alıyor. Bunun çok dikkat çekici olduğu son derece aşikar. Gene çok dikkat çekici bir hususu daha aktarayım hocalık yapan bu ravilerden bazıları eğer kendi yazılı eserini oluşturmamışsa öğrencilerinin aldığı notları veya başka bir ravinin yabancı notlarını arayıp buluyor ve kendi mülküne alarak kullanıyordu. Bunu anlamak ise mümkün değil. Çünkü zaten aktarımı yapan ravi, yaptığı aktarımı selahiyetli ravi lerden yapıyor. Yani tanınmış ve güvenilir Ravi ler olduğu kabul edilen Raviler kendi aktarımı için neden kendi öğrencisinin notlarını veya bir başkasının notlarını kullansın ki!? Haliyle bu da sözlü aktarımı yapılan rivayetlerin dersin üzerinden uzun zaman geçtikten sonra değişik raviler tarafından tespit edildiği durumlarda, değişik nüshalar arasında pratikte ciddi farklılıklar ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Elbette bu farklı rivayetlerin nedeni rivayetin farklı aktarılmasından ve tespiti yapan ravinin kendi lehçesinden kaynaklandığı aşikardır. Bu da bu gün yaşanan karışıklığın ve farklılıkların ana malzemelerinden biridir. İslam eserlerinin tamamı bu durumdadır. Altını çizerek tekrar yazıyorum:

Kur'an dahil bildiğiniz, adını duyduğunuz hiçbir eserin doğruluğu ve o eserin müellifi olarak aktarılan kişiye ait olup olmadığını tam olarak bilemezsiniz. Kaynakları deştiğinizde sürekli karşınıza farklı alıntılar, atıflar çıkacaktır. Özellikle Tabakat ve biyografi eserlerinde eserin müellifemi yoksa raviye mi ait olduğunu bilmek mümkün değildir. Diğer eserlerde aktarım yapılırken aktarımı ezberleyen raviler tarafından eğer not tutuluyorsa konu hakkında yapılan sözlü açıklamalar da önce "haşiye" daha sonra "derkenar" yoluyla metne giriyor ve en sonunda el yazması metninin bir parçasi haline geliyordu. Tabii bu notları alan öğrencilerin fikirleri de asıl metne dahil oluyordu. Üstelik sadece bu da değil o

Page 11: İslam Üzerine Bir İnceleme

dönemde alıntılar yüzünden herkes birbirinin eserini kötülüyor ve "onun eseri aslında sadece bir kaç rivayet eklenmiş bir alıntıdan başka bir şey değildir" türünden suçlamalar havada uçuşuyordu! Bu konuları en iyi bilenlerden biri olan Taberi bu yüzden eserlerinde 13.000 civarında isnada yer vermiştir. Konuları yazarken sadece şundan duydum, bundan duydum diyerek vermiş ve aynı konuları benzer şekilde aktaran ravileri not etmiştir. Bununla da yetinmemiş aynı konuları farklı şekilde aktaran ravileri de konuları anlattığı şekilde yazmıştır. Ayrıca bir eseri okuduğunuzda o eserin yazarının zaman zaman başka eserlerin yazarlarını kötülediğini göreceksiniz. Kişilerin hayatını irdelediğinizde. Buna Buhari'den tutun İbn Nedim'e kadar herkesin Şiiliği, Yahudiliği, sahtekarlığı, zındıklığı, para düşkünlüğü, Emeviliği, Abbasiliği, vb. bitmez. Mesela en ünlü mezhep imamlarından İmam Azam veya Ebu Hanife Yahudilikle, az önce örneğini verdiğim İbn Hibban zındıklıkla suçlanmıştır. Tabiiki başkaları da farklı iddialarda bulunmuş övmüş vs. Ancak görülen o ki her zaman bir nefret var ortada üstelik öyle bir nefret ve rekabet ortamı söz konusu ki ölümle, sürgünle sonuçlanan çok olay var. Herkes birbirini kral/halife'ye şikayet etmiş. Zaman zaman bazıları ise kaçmaya bile fırsat bulamadan sokaklarda öldürülmüş. Alıp veremedikleri ne olabilir acaba!? Herkes Allah yolunda hizmetkar değilmiydi!?

Kur'an yazımına 7. yüzyılın sonlarında 680-690 yıllarında Şam'da başlanmış ve 8. yüzyılda yaklaşık 730'lu yıllarda Bağdat'ta "Hikmetler Evi"n de nihai şekline kavuşmuştur.

Binlerce kitap, belge tarayarak yaptığım inceleme ve araştırmaların sonucunda oluşturduğum bilgi birikimini bir mantık süzgeçinden geçirerek elde ettiğim sonuçlarla oluşan bir tespittir bu. Elbette tartışmaya açıktır ancak ben Müslümanlara sorsam;

7. yüzyılda Arap Yarımadasında yaşayan Muhammed adlı bir tüccar ile temasa geçerek kendisine "Kur'an" adı altında "vahiyler kitabı" veren Allah ile ilgili bir kaynağınız var mı?

Benim tespitlerim inceleme ve araştırmalarıma dayanıyor.

Kur'an'ın güvenilirliğini neden sorguluyoruz? Çünkü müellef değil aslı ortada yok. Bu yüzden inceleme ve araştırma yapıyoruz iddialar büyük. islam kaynaklarına göre Kur'an, 7. yüzyılda yaşadığı iddia edilen Muhammed isimli bir kişi tarafından, "bana Allah'tan sözler geldi" iddiasında bulunarak mevcut dinlerin bozulduğu, artık hükümlerinin kalmadığı ve insanlığı uyarmak için son din İslamiyeti tesis ettiğini, kendisinin de bu iş için aracı olarak seçildiğini ve kendisine itaat edilmesinin Allah'a itaat etmekle aynı olacağını ifade etmiş. Bizler gibi araştırmacılar tarafından da bu iddialar araştırılıyor. Bu araştırmaların getirdiği sonuçları yorumlamak da haliyle bizlere düşüyor. Yorum yapan her uzmanda kendi meşrebine göre bunu lanse ediyor. Ben ateistim ama önce bilim adamıyım. Ateizm sadece düşünce şeklim ama her bilim adamı gibi yeni fikirlere açığım ancak bana biri kalkıp derse "Allah'tan vahiy geldi evreni o yaratmış bizlere de talimatları var, talimatlarda bu kitapta" derse doğruluğunu sorgularım. Biraz aklı olan herkes bunu yapar. 1400 yıl önce yaşadığı iddia edilen biri de aynen bunları söylemiş. Şimdi biri kalkıp değerli müslümanlara bunları şimdi söylese inanmaz ve derler ki;

"Son din İslamiyettir peygamberi de Muhammed'tir sen yalan söylüyorsun, hadi bana o zaman Allah'tan gelen bir mucize göster!"

Yaklaşım tanıdık geldi değil mi!?

Buraya kadar sorun yok herkes gibi bende, biri bana bunları söylese bende bir mucize isterdim doğrusu. Şimdi değerli Müslümanlar Muhammed'in doğruluğunu neye göre kabul ediyor? Bu gün

Page 12: İslam Üzerine Bir İnceleme

peygamber olduğunu iddia eden kişi için uygulanan kriterler Muhammed için uygulanmaktan neden kaçınılıyor!? Kaynakların üstü örtülerek gerçekler neden gizleniyor? Neden yalan söyleniyor? Neden bilimsel araştırmalara arkeolojik çalışmalara izin verilmiyor? Objektif olduğunu iddia eden her Müslüman bu konuları sorgulamak zorundadır. Ancak maalesef sorgulanmıyor çünkü o dinin doğru olduğunu savunan ön kabül ile yetiştirilme sözkonusu. Coğrafi olarak Müslümanların yaşadığı ülkelerde bu konuların tartışılması bile mümkün değil. Haliyle ön kabülün getirdiği şartlanmışlık içinde mevcut sorgulama mantığı uygulanmıyor. Muhammed'in doğru söylediği ne malum? Bugün peygamberim diyen birinden farkı var mı? Objektif yaklaşılırsa olmadığını kabul edilecektir.Bu yüzden imanlı biri ile bir bilim adamının tartışmaya girmesi bilimin rasyonel tanımı gereği mümkün değildir. Bir insan Kur'an'da tanımı geçen ve Kıssalarda(Rivayetler) anlatılan hikayelere inanıyorum ve bunların Allah'tan olduğuna iman ediyorum diyorsa bu mutlak bir sonuç doğurmaktadır. Halbuki bilim her zaman değişebilen ve tanımı gereği yenilenen bir bilgi türüdür. Mutlak bilgi(dogma) ile yenilenen ve değişen bilgi(bilim) ortak bir zeminde buluşamazlar. Mutlak bilgiye(dogma) iman eden kişi, iman ettiği bilginin nihai sonuç olduğunu düşündüğünden hiç bir zaman bilimin getirdiği bilgiyi kabul etmeyecektir. Bilimin sonuçları olan bilgiyi içeriğindeki tanım gereği kabul etmeyecek olan mutlak bilgi ile karşılaştığı anda da çatışmanın yaşanması doğaldır. Dinler tarihi benzer çatışmalarla doludur. Haliyle "ben peygamberim" diyen kişiyi her şekilde sorgulayan bilim ile, aynı sorguyu kendi mutlak bilgisini muhafaza edebilmek adına bugün yaparak ret eden, ancak bunun doğurduğu paradoksa rağmen bin yıl önceki mirasını korumak için akıl dışılığı savunabilen zihniyetin ne kadar sağlıksız olduğu muhakkaktır.

Kur'an'ın 7. yüzyılda yazımının mümkün olmadığı, Arap yazımının o zamanki durumu ve o tarihe endekslenen arkeolojik metinlerin durumu hakkında gerçekler de maalesef bilinmiyor veya saptırılıyor bilinmiyor.

Hemen herkes muhakkak Fransa ve İtalya'yı biliyordur. Elbette bu ülkelerde de Fransızca ve İtalyanca konuşuluyor, bunu da herkes muhakkak biliyordur..Bu iki dil Dünya üzerinde çok konuşulan dillerden. Ülkeler güzel, müthiş bir kültür ve edebiyatları var. Bu diller 12. yüzyıla kadar okuyup yazılmıyor ve bugünkü formda bir alfabeleri de yoktu! Fransızca ve İtalyanca konuşuyorlardı elbette! bugünkünden biraz farklıydı ama aynı dildi. Ama okuma yazmaya gelince sadece LATİNCE okunur ve yazılırdı. Kültürel, ticari,dini okuma yazma dili Latinceydi. Hiç kimsenin aklına Fransızca veya italyanca okuma yazma bile gelmemişti.11. ve 12. yüzyıl sonrasında bu iki dil Latince'nin yerini alarak bu gün bildiğimiz alfabeye kavuştu.

7. yüzyıl Arap yarımadasında durum neydi? Aynısı orada da geçerliydi. O dönemin Arap Alfabesi, yazısı nasıldı biliyormusunuz? Hani ilkokulda ilk ne öğretilir;

Ali topu tut, Ayşe ip atla değil mi?

İşte mevcut Alfabeyle yazılabilecek şeyler bunlardı. Hani hep parodisi yapılır ingilizce bilmeyen insanımızın karşısına turist çıkar ve adres sorar bizim insanımız da gene Türkçe ama;

Var sen git düz dön sola!

Türünden adres tarif eder işte aynen böyle idi. Sadece Arap yarımadasında değil dünyanın genelinde diller buna benzer durumdaydı. Tabiiki Yunanca, Aramice, Çince gibi diller çok daha gelişmiş

Page 13: İslam Üzerine Bir İnceleme

durumdaydı. Konumuz olmadığı için detaylara girmeyeceğim ama hepiniz diller ile yapılan gruplamaları bilirsiniz.Ural-Altay veya Hint- Avrupa dil grupları gibi.

Bu durumda Arap Yarımadasında yaşayan insanlar ne okuyup yazıyorlardı? Okuma ve yazma oranı malumunuz üzere son derece düşüktü ancak okuma ve yazma işleri Aramice yapılıyordu. Gerek ticari gerekse de kültürel dil Aramiceydi. Arapça sadece sözlü nakil olarak kullanılırdı. Şimdi bu ne zamana kadar devam etti? İşte benim uzun yıllardır yazdığım meşhur kişiye geldik yani Abdülmelik! İşte Kur'an'ın da mucidi Monofizit Hristiyan (O dönemin heretikleri) Abdülmelik'e! Arap Alfabesindeki harflere ilk "noktalama" işaretlerini koyduran valimiz!(Aslında kabile kralımız) Dikkat ediniz "hareke" demedim "noktalama" dedim. Yorumlarımı okuyan herkes benim Abdülmelik'e verdiğim önemi çok iyi bilir. Değerli Mü'min arkadaşlarım kaynak soruyorlar sürekli ve ben aylardır Abdülmelik diye yazıyorum. Burası üniversite kürsüsü değil benimde ders verecek zamanım yok. Ayrıca ders vermek benim sistemimde de yok. Ben öğrencilerime de bu şekilde yaklaşırım. Benzer metotları bir çok hoca uygular. Doğru yönü gösteririm herkes o yöne doğru ilerleyecek argümanları toplamaya başlar. Şimdi Abdülmelik ismini aylar önce işaret ettim. Ve dedim ki;

" Abdülmelik'e ulaşan kişi İslamiyetin sırrını çözer." Bu cümle üzerine meraklı bir araştırmacı Abdülmelik'i didik didik eder ve bir takım sonuçlara ulaşabilir. Bakın şimdi yazıyorum Arap Alfabesine 700 lü yılların başında nokta koyan kişi Abdülmelik'tir. Ne demek nokta koymak? Arap alfabesinde harfler karışmasın diye harflerin altına üstüne konulan noktalardır.

Örneğin "be" ve "te" harfleri aynı şekilde yazılır. "be"nin( ب) altına bir nokta , "te"nin ( ت ) üstüne iki nokta koyarsınız ve harfleri ayırt edersiniz. Arap Alfabesinde bazı harfler aynı şekilde yazılır. (J-C-H-K, R-Z, S-D, T-Z gibi, bazı ağır ses ve gırtlak okunuşları da aynı harflerdir) ) Bunlar birbirine karıştığı için Abdülmelik 700 yılının başlarında "noktalama" işaretlerini koymuştur. Çok daha sonra da harekeler konmuştur. Bu bile Kur'anın tamamını yazmak için yetmez ama bazı Sureler yazılabilir! Yani 700 lü yılların başında Kur'andaki bazı sureler bu alfabeyle oluşturulmuştur. Bunları ayırt etmek aslında çok da zor değildir. Bu yaklaşım şekli kur'an'da mevcut bulunan karmaşanın da izahını getirebilmektedir. Bu gün bile uzmanlar Kur'an metinleri hakkındaki bu dil farkını ortaya koymaktadırlar.

Gördüğünüz gibi Kur'an gibi komplike bir metni Arap Alfabesiyle asla 600'lü yıllarda yazamazsınız. Buraya kadar aktardığım bilgiler aynı zamanda kaynak değil mi! Bunlar araştırılarak anlaşılacak konular.

Üstelik bu konuyla ilgili herhangi bir kaynağa da ihtiyaç yok. En yakınınızda bulunan bir üniversitenin Arap dili ve Edebiyatı Fakültesine gidin ve bu yazdığımı sorun işte bu kadar basittir.

Yukarda da değindiğim gibi sadece bazı sureleri yazabilirsiniz ki o da Kur'anın ortaya çıktığı tarihten 80 sene sonra Abdülmelik tarafından hazırlanmış.

Ancak bir hususun daha üzerinde durmamız gerekiyor. Kur'an'ı Aramice yazmak mümkün.

7. yüzyılda Aramice Kur'an gibi bir metni rahatlıkla yazabilecek düzeydedir. Ancak bu konu başlığında bunu incelemeyeceğimiz için değinmeyeceğim.

Bu arada Arap Alfabesi ve yazısı nasıl gelişmiş buna da değinelim.

Page 14: İslam Üzerine Bir İnceleme

Klasik kaynaklarda Arap yazısı ve Alfabesinin icadıyla ilgili birbirinden farklı bir çok rivayet mevcuttur. Ancak bunlardan en çok itibar edilen ve dile getirilen rivayet Tayy kabilesinden Muramir b. Murre, Eslem b. Sidre ve Amir b. Cidre adlı kişilerin Arap yazısını Süryani Alfabesi'ni örnek alarak icat ettikleri yönündedir.

Ünlü Arap Tarih Felsefecisi, İktisat ve Sosyolojinin öncüsü kabul edilen İbn Haldun, Harb b. Umeyye’nin yazıyı Eslem b Sidre’den öğrendiğini belirtiyor.Maalesef İbn Haldun'da yanılıyor.

Arap yazısı ve Alfabesini icat ettiği rivayet edilen bu üç isme yakından bakalım;

Meramir b. Mürre bu isme mercek tutalım isim olarak bir mana içermiyor.Bu isim Arapça;

مرة بن مرامر

ımıza ilginç؛tırma yaparak benzer kelimeleri taradığımızda kar؛eklinde yazılıyor. Süryanice bir ayrıھbir sonuç çıkıyor.

Mara Mari ber Mari

Arapçası;

ماري بر ماري مارا

hemen hemen aynı! Belli ki bu isim bu s ِz kümesinin bozularak Arapçala؛mı؛ hali. Bu kelimeler Süryanice'de bir s ِz kümesi ve sıfat anlamı da Efendiler Efendisi veya Efendi Oğlu demek. Arapçası;

السيد ابن السادة سيد

Yani Seyyidu's Sade İbnu's Seyyid demek.

İkinci ismi inceleyelim. Eslem b. Sidre Arapçası;

سدرة بن أسلم

Bu ismi de Süryani dilinde ara؛tıralım ھelima ber Sidre Arapçası;

سدرة بر شليما

Görüldüğü gibi bu kelimemiz de neredeyse aynı Süryani dilinde bir sıfat Türkçe'ye tam çevirmek zor ancak ilmi tam hattat diyebiliriz. Arapçası da;

الخطاط العلم التام

Üçüncü isim Amir b. Cibre Arapçası;

جدرة بن عامر

Page 15: İslam Üzerine Bir İnceleme

Bu ismi de Süryanice dilinde ayrıştırırsak karşımıza çıkan gene başka bir söz kümesi ve Süryanice bir sıfat olacak. Amraya ber Cidre Arapçası;

جدرة بر عمرايا

Süryani dilinde Usta Güç anlamında kullanılan bir sıfattır. Arapça'ya çevirdiğimizde de;

الحاذق العماد olur.

Görüldüğü gibi Arap Alfabesi ve Yazısını icat ettiği söylenen kişiler hiç yaşamamış uydurma isimler. Malum hepsi rivayet ancak burada çok önemli bir hususa dikkat çekmek istiyorum. İslamiyetin anlaşılabilmesi ve nereden geldiğini anlamanın en iyi yöntemlerinden biri Kur'an'ı Süryanice okumaktır. Kur'an'ı Süryani dili ile etimolojik olarak incelediğinizde karşınıza gerçekler çıkacaktır. Kur'an'ın nasıl yazıldığı ve alıntılandığı kaynakları keşfetmek için Süryanice bir ayrıştırmaya tabii tutmak gerekiyor.Bu işlem yapıldığı takdirde örneğin Fatiha Suresinin İncil'deki karşılığını, Kadir Suresinin Noel ayininde okunan bir dua olduğunu birbirinden ayrı başka başka Surelerde bulunan bazı ayetler birleştirildiğinde ortaya çıkan Hristiyan İlahiler olduğunu vb. anlayabiliriz. Bu ayrıntıları daha sonra yazacağım

Tabii burada değinilmesi gereken başka bir husus daha var ki o da Kureyş Lehçesidir.

Bu konularda uzun yıllar Arap Tarihçi ve dil bilimcileri Arap kavimlerinin lehçelerini uzun süre ihmal etmiş ve hiçbir incelemeye tabii tutmamışlardır.Ne kadar ilginç değil mi!? Kur'an'ın yazıldığı iddia edilen Kureyş lehçesi hakkında ve diğer Arap Lehçeleri hakkında 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar hemen hemen hiç çalışma yapılmamış! Yeni yeni bir takım çalışmalar yapılmış ve bu lehçelerin arasındaki farkların sesbilim, dizgibilim ve sözlük açısından değerlendirilmesi aralarında çok önemli farkların olduğunu göstermiştir. Bu konu çok önemli bir konudur. Çünkü yazımın ilerleyen bölümlerin de aktaracağım gibi "neden bin sene önce yaklaşık onbin Kur'an vardı?" Bilgisine buradan erişeceğiz.

Kur'an Dilinin Arapçanın en Fasihi olduğu kabul edilir. Kur'an kendini tanımlarken:

Yusuf Suresi 2. ayette ve Zuhruf Suresi 3. Ayette;

"Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik" der.

Taha Suresi 113. Ayette;

"Böylece biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup sakınırlar veya onlar için bir hatırlama (uyanış) icat eder."

Şuara 195. Ayet;

"Apaçık Arap diliyle"

Page 16: İslam Üzerine Bir İnceleme

Zümer Suresi 28. Ayet;

"O, eğriliği olmayan, Arapça bir Kuran'dır. Belki sakınırlar."

Ahkaf Suresi 12. Ayet;

"Kuran'dan önce, Musa'nın kitabı , bir rahmet ve rehberdi. Bu da, zulmedenleri uyarmak ve iyi davrananlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitap'dır."

Şimdi paylaşacağım üç ayet ise bu ayetlerden biraz farklı burada Arapça değil sadece dil olarak bahsediyor. Önemsiz gibi duran bu ayrıntı aslında dikkat çekicidir ve soru işareti konulacak hususlardan biridir.

Meryem Suresi 97. Ayet;

"Biz Kuran'ı Allah'a karşı gelmekten sakınanları müjdelemen ve inatçı milleti uyarman için senin dilinde indirerek kolaylaştırdık."

Duhan Suresi 58. Ayet;

"Öğüt alsınlar diye senin dilinle onu kolaylaştırdık."

İbrahim Suresi 4. Ayet;

"Kendilerine apaçık anlatabilsin diye, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik. Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de doğru yola eriştirir; güçlü olan, Hakim olan O'dur."

Ayetlerde görüleceği üzere Kur'an'ın Arapça indirildiğini ve hatta çok düzgün bir Arapça olduğu belirtiliyor. Ancak 7. yüzyıl Arap Yarımadasında yerleşik bir Arapça'dan bahsedilemez. Yukarda da örneklerini verdiğim üzere son derece basit ve ilkel bir düzeydedir ayrıca onlarca kabile ve her kabilenin farklı lehçeleri mevcuttur (64 lehçe ilerde değineceğim). Kur'an'ın kendisini tanımlarken kullandığı "Arapça indirdik derken kastettiği Arapça'nın hangisi olduğu bugün bile tartışma konusudur. En fasih lehçe hangisidir ve Kur'an diline hakimdir? İslamiyet öncesinde Arapların birleşik bir lehçesi yoktu. İslam Kaynakları bu lehçelerin coğrafi olarak uzakta olsalar birbirlerini anlamaktan uzak olmadıklarını ifade ederler ancak yukarda da değindiğim gibi özellikle son 30-40 yıldır yapılan çalışmalar bu lehçelerin aralarında çok önemli farklar olduğunu ortaya koymuştur. Aynı kaynaklar Kur'andaki fasih Arapçanın bütün lehçelerden beslenerek ortak bir dil oluşturduğunu ve bu

Page 17: İslam Üzerine Bir İnceleme

lehçelerden Kureyş Lehçesinin öne çıkarak bütün lehçelerin ortak duygu ve düşüncelerine tercüman olduğu ve zaman içinde diğer lehçelerin Kureyş lehçesine adapte olduğu aktarılır.

Bu konularda hadisler de bu dilin Kureyş dili olduğunu yazar.

Ancak bunu iddia edenler kadar en az bu fikre karşı çıkanlarda vardır ve ortak bir nokta hiçbir zaman kurulamamıştır. Ayrıca Kureyş lehçesi'nin bütün Arapların dili olmadığı aşikardır.

İslam Kaynakları Kur'an'ın ilk dönemlerinde yazının yaygın olmamasından ve farklı lehçelerin bulunmasından dolayı tek bir söz (lafız) üzere okunmasının zor olması nedeniyle farklı okuyuşlara( el-Kırae bi’l mana) ruhsat verildiğini yazarlar.

İbn Kuteybe "Muşkilu'l- Kur'an" adlı eserinde bu konudan bahsederken şunları aktarır :

"Allah'ın , Rasulullah'a, Kur'an'ı her kavmin kendi lehçesine göre okumasını emretmesi, bu ummete gösterdiği kolaylıklardan biridir. Bu sayede Huzeyl kabilesine mensub biri "Hatae hiine" ifadesini "attae hiine" şeklinde, Esed kabilesine mensub biri "te'lamune" kelimesinin ilk harfin harekesini kesralı olarak "Ti'lemune" şeklinde; Temim kabilesine mensub olan biri hemzeli , Kureyş'liler hemzesiz olarak okuyabilmektedirler. Eğer Allah Teala her kabilenin kendi lehçesinden vazgeçmesini, çocukken, gençken ve yetişkinken kullandıkları lehçelerini bir kenara itmelerini isteseydi, insanlar için bu son derece güç olurdu. Bu yüzden lutfu ile onlara kolaylık sağladı".

Buradan anladığımız kadarıyla Kur'an'ı her kabile kendi lehçesine göre okuyabilmektedir. Bu önemsiz gibi görünen ayrıntı ilerde çok farklı boyutlara ulaşacaktır. Çünkü buradan anlaşılan bu lehçelerin yazılı dili olmadığına göre Kur'anı sözlü olarak kendi lehçelerinde okumalarıdır. Haliyle de bu kelimelerin son derece farklı yorumlanmalarına yol açacaktır. Yani bugünkü yorum farklılıklarından biri buradan gelecektir. Tabii olayın asıl boyutu başkadır ona da ilerleyen bölümde değineceğim.

Lombelico del Mondo'dan "Virtual Reality" öyküler...

Holos, Holy, Hologram, biri bütünse, biri kutsalsa, biri de gerçekliğin kaydı ise Cosmo(dünya) kayıt mıdır gerçeklik midir?

Is It Real Or Not?

1. BÖLÜM; 2. Kısım,

"SU"DAN GELEN BİLGİ

İslamiyetin ilk zamanlarından ve özellikle Kur'anın derlenme sürecinde yedi harf (Ahruf-i Seb’a) ve kıraat meselesi de ciddi sorunlara yol açmıştır. Bu çok tartışılan ve görüş birliği sağlanamamış bir konudur. Bazı alimler bunun yedi lehçe olduğunu iddia ederken bazı alimler lehçe sayısının çok fazla olmasından dolayı bunun doğru olmadığını iddia ederler. Buna mukabil ise aynı alimler en fasih yedi

Page 18: İslam Üzerine Bir İnceleme

lehçe iddiasında bulunurlar. Kimi rivayetlere göre Cebrail Kur'an'ı tek harf üzere indirmiş ancak Muhammed'in ricası üzerine "yedi harfe" çıkarılmıştır! Miraç'ta elli vakit olan namazın beş vakte indirilmesi gibi bir pazarlık söz konudur.

Bir başka iddia da hepsi sahabeden olmayan Müslümanların Kur'an öğrendikten sonra kendi kabilelerindeki lehçeye göre Kur'an okumaları , öğretmeleri ve o dönemde noktasız ve harekesiz olan Arapçaya bir de lehçe farkı ilave edilince farklı okumalara tamamen açık hale gelmesiyle muhtelif kıraatlerin ortaya çıktığı yönündedir.

Bütün İslam Tarihi kaynaklarında Kur'an'ın nasıl derlendiği yazılıdır.

Önce Ebubekir döneminde Zeyd bin Sabit başkanlığında bir komisyon kurulur ve bu komisyon ayetleri toplama görevi üstlenerek Kur'anı bir yıl içinde yazıya geçirir Ve O sırada bu komisyona başkanlık yapan Zeyd bin Sabit sadece 21 yaşındadır! Bu tarihten 17 yıl sonra yani 650 yılında Huzeyfe İbn-i Yeman Müslümanların Kuran’ı değişik şekilde okumalarından dolayı, “ümmetin Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi birbirine düştüğünden” yakınır. Bunun üzerine Osman Kur'anı Hafsa'dan alarak tekrar Zeyd başkanlığında bir komisyon toplar ve yeniden işleme tabi tutar. Kur'andan anladığımız Kur'an'ın Muhammed'in diliyle indirildiğidir. Muhammed Kureyş'li olduğuna göre Kur'an'ında Kureyş dilinde inmiş olması gerekiyor. Bu konuda İslam kaynaklarına göre Osman komisyona, herhangi bir konuda ihtilafa düştüklerinde "onu Kureyş dilinde yazın. Çünkü Kur'an onların diliyle inmiştir. " dediği yazar.

Şimdi buraya kadar olan olaylar son derece garip! Kur'an ilk olarak hangi dilde toplanmıştır ki ümmet ihtilafa düşmüştür? İkinci olarak yapılacak işlemin mahiyeti mevcut farkların Kureyş lehçesinde yazılarak farkların giderileceği yönündedir ancak bu zaten ilk işlem esnasında yapılmış olmalıdır ayrıca Kur'an ayetlerinde apaçık olarak kur'an'ın hangi dilde indirildiği yazılıdır. Zaten Kureyş Lehçesinde yazılı olması gerekir. Bu arada hep göz ardı edilen ama çok önemli bir sorun daha vardır. Kur'an ayetleri zaten katipler tarafından yazılı olduğuna göre bunları tekrar toplayıp yazmanın manası nedir? Hadi Ebubekir döneminde 21 yaşındaki Zeyd(!) başkanlığında bir derleme yapıldı diyelim 17 sene sonra ikinci derleme neden? İnsanlar Kur'anı farklı okuyorsa bu Kur'andan değil başka sorunlardan kaynaklı olmalıdır ki bunu da ilerde yazacağım.

Bu arada dil bilim açısından çok önemli bir durumu da size aktarayım Arapçanın o dönemdeki durumunu yazdım henüz son derece basit bir dönemdedir ve çok basit cümleler yazılabilmektedir. Şimdi gelişmiş bir dilde bile farklı lehçeleri yazmak son derece zor ve hatta neredeyse imkansız bir iştir. Örneğin bugün bile Anadolu'da mevcut bazı lehçeleri konuşursunuz ama aynı sesleri birebir yazıya dökemezsiniz son derece zor bir iştir. 7. yüzyılın Arap yarımadasında ve çok basit düzeyde olan bir dilin lehçesini ise asla yazıya dökemezsiniz. Bunu da ayrı bir soru işareti olarak kaydedelim.

Ayrıca İslam kaynaklarına göre Kur'an'ın, sürekli mevcut bulunan katipler tarafından vahiyden hemen sonra Muhammed tarafından katiplere yazdırıldığı yazar. İlk dönem olan Mekke dönemi sözlü kültür dönemi olarak kabul edilir.Bu dönemde yazıya geçirilmediği ve ezberlendiği daha sonra Medine döneminde bu ayetlerin ve Medine dönemi ayetlerinin yazıya geçirildiği aktarılır. Hatta 40 kadar vahiy katibi olduğu yazılır. Bunlardan en önemli on kişinin ise adı çokça zikredilir ki nedense bunların hemen hiçbiri Kureyşli değildir! Üstelik Osman'ın Kur'an'ı toplamak için görevlendirdiği ve komisyonun

Page 19: İslam Üzerine Bir İnceleme

başkanlığını yapan Zeyd bin Sabit Kureyş kabilesine mensup olmayıp Yahudi kökenli bir kabilenin mensubudur. Zeyd bin Sabit hakkındaki bilgiler sadece bu kadar da değildir. Kenz’ül Ummal'a göre Muhammed Medine'ye hicret ettiğinde Zeyd bin Sabit 11 yaşındadır ve Muhammed'i karşılayanlar arasındadır.

"Karşılayıcılar Muhammed'e Bu çocuk sana gelen Kur’an surelerinden 17’sini bilir derler ve çocuk o surelerden bir kısmını Muhammed’e okur. Muhammed bunu görünce hayretler içinde kalır."

11 yaşında ve üstelik Yahudi bir çocuğun o dönemde henüz yaygınlaşmamış ve sadece 150 civarında inanırı olan bir dinin surelerini ezberleyen bir çocuk. Üstelik bu çocuk Yahudi ve haliyle kabilesinde İbranice konuşuluyordu. Yani Kendi bölgesine ait olmayan bir kabilenin lehçesinde seslendirilen hemde 17 sure gibi çok uzun bir metni ezberleyen bir çocuk! Yoksa bu çocuk Tevrat'ın bölümlerini ezberlemiş bir çocuk da başka bir hikayeden mi alıntılanmış bu olaylar(!) Burada da soru işareti koyalım ve devam edelim!

Bu konuları bütün islam Kaynaklarında bulabilirsiniz. En sağlamından en zayıfına!

Eğer bunları doğru kabul edersek bugün 1.5 milyar Müslüman , Kur'an'ın ilk derleme heyeti başkanlığını 21 yaşında, ikinci derleme başkanlığını da 38 yaşında yapan Yahudi Zeyd bin Sabit'in yazıya döktüğü Kur'an'a inanıyor!

Burada yapılan savunmalardan biri Kur'anın ezberlenmiş olduğu ve manasının değiştirilmesinin mümkün olmadığıdır. "Bir hata olsaydı Müslümanlar itiraz ederdi" söylemidir. Halbuki bunun mümkün olmadığı ve herkesin lehçelerinde mana birliğinin bir türlü sağlanamadığı kayıtlara geçmiş binlerce olaydan bellidir. Bugün bile mana birliği sağlanamamışken bin sene önce yazılı bir alfabesi olmayan bir dilde mana sağlanabilir mi?

Çok önemli bir hususu da belirtmeden geçemeyeceğim bir şeyi papağan gibi ezberlemek ile anlayarak ezberlemek arasındaki farklar her değerli arkadaşımın malumudur. Bugün bana bile yapılan eleştirilerin başında konuda hem anadil hemde akademik avantajlarım olmasına rağmen Arapçayı anlamadığım gelmiyor mu? Kur'an'ı yorumlayan arkadaşlar ile ben farklı yorumluyorum! Ben zaman zaman bu arkadaşların bana söylediğinin aksine onlarında aslında doğru yorumladıklarını ifade ediyorum! Şimdi elbette bu sizlerde soru işaretleri doğuracaktır. Kur'a'ın mecaz olduğu yönündeki yorumlar hariç kelime konusunda çok uç noktalara çıkmamak kaydı ile yapılan makul çeviriler birbirinden çok farklı da olsa kabul edilebilir. Bu çevirileri yapan değerli arkadaşlarımın değil 1300 senedir önce lehçe, sonra nahiv daha sonra mezhep sonrada ekol üzerinden kelimelere yüzlerce farklı anlam yükleyenlerindir. Bu çok önemli konu apayrı bir doktora çalışması olabilir.

Kur'an'da anlamı bilinmeyen ve dönemin sözlü dilinde bilinmeyen yüzlerce kelime vardır. İlk defa Arapça'ya girmiştir. Kur'an Arap dilinin ilk yazılı eseridir. Çok da kapsamlı bir metindir. Daha sonra da sürekli olarak kendisinin "apaçık" ve "saf Arapça" olduğunu ifade eden Kur'an'ı(!) anlamanın üzerine ve Kur'an Arapçası üzerine apayrı onlarca ilim inşaa edilmiştir. Mezhep denilen olgu ayet yorumundan başka bir şey değildir. Sokaktaki insandan El Ezher'deki uzmanlara kadar sorsanız size aynı argümanı sunar. Yani Kur'an ilk indiği dönemden ezberlenmiş ve hiç değişmemiştir. Madem değişmemiş o kadar

Page 20: İslam Üzerine Bir İnceleme

ilim dalı neden var? Bunların hepsi Kur'an'ı anlama ve yorumlama üzerine değil mi? Bin yıldır İslam üzerine makale,kitap ve benzeri eserler yayınlayan uzmanların tamamı harekelerin Kur'an'ın anlamını değiştirmediğini yazarlar. Böyle bir yalanın üzerinde bin yıldır yatıyorlar değerli arkadaşlarım. Böyle bir şey hiç olabilir mi? Kur'an'a yapılan her müdahale anlamı değiştirmiştir. Bakınız daha noktalamalardan bile kelimeler değişti. Bazı harfler aynı çünkü, daha sonra konan harekelerle gene değişti. Kur'an'ın yazımı zaten en az 100 sene sürmüştür ve bunlar raviler yoluyla parça parça kabilelere dağıtılmıştır. Üstelik farklı okunuşların yani lehçelerin çok uzun bir zaman sonra yazıya döküldüğü ve kelimelere her kavmin meşrebine göre farklı anlamlar kazandırıldığı aşikardır. Sosyal Bilimlerde sözlü aktarımın bir nesil sonra bozulduğunu kesin olarak biliyoruz. Ayrıca dönemin şartları bellidir. Her kavim kendi lehçesiyle okuduğu sözlü bir Kur'an oluşturmuştur üstelik bu Kur'anlar farklı sayıda sure ve ayetler içermekteydi. Çünkü Kur'an hiçbir zaman bugünkü manada tek bir kitap olmadı. Kabilelerin ellerinde yer alan Kur'anlar daha kısa metinlerden oluşuyordu. Her kabilenin sözlü aktarımlarda kendi meşreblerine, örflerine göre eklemeler yaptığını anlayabiliyoruz. 10. yüzyıl başlarında bu eklemelerin tamamı tek bir kitap olacaktır.İşte asıl derleme o zaman yapılmıştır.

Değerli arkadaşlarım geçmişte başta Voltaire ve Roussau tarafından olmak kaydıyla felsefeciler, tarihçiler ve sosyal bilimlerin diğer disiplinleri tarafından hallaç pamuğu gibi didik didik edilen İncil'in akla,mantığa. bilime aykırı olduğu açıklanmış ve yoğun bir eleştiriye maruz kalmıştır. İncil'in her yönü bilimsel kriterlere tabii olarak kültürel,sosyolojik, bilimsel olarak incelenmiş ve hiçbir değeri olmadığı defalarca vurgulanmıştır. Ben din olgusunu kültürel olarak çok önemli bir zenginlik olarak kabul ediyorum. Dünya edebiyatına yaptığı katkılar tartışmasızdır. Ancak sosyolojik olarak benzeri duyguları taşıdığımı söyleyemem. Din her zaman siyasi istismar metotlarına da açık olmuştur. Hatta varlığını bu şekilde sürdürmüştür. Bilimsel bir yönü olmadığından herhangi bir fikir belirtmeye gerek görmüyorum.

Kur'anın yazımına devam edelim;

İslam Kaynakları Kur'anın 23 senede Muhammed'e vahiy yoluyla gelerek O'nun ağzından sayısı değişen katipleri vasıtasıyla taş,kemik,parşömen vb. materyallere yazıldığını ve aynı zamanda da ezberlendiğini aktarırlar. Bu materyaller içinden günümüze kadar ulaşan belge yoktur. İslam kaynakları bunların yok edildiğini yazmaktadır. Muhammed'in özel eşyalarının günümüze ulaştığı iddia edilir.( Topkapı Sarayı-Kutsal Emanetler) Bu Kutsal Emanetlerin nasıl bir sahtekarlık ürünü olduğunu zaman zaman yazdığımdan dolayı tekrar değinmeyeceğim. Ancak şunu vurgulamak ve bir soru işareti açmak gerekir:

Bugün bile Kur'an saygıyla açılır, evlerde baş üstünde saklanır.Abdestsiz okunmaz. Bu uygulamaların doğruluğu tartışılır ancak bin yıldır bu şekilde bütün İslam toplumlarında yer etmiştir. 1400 sene önce Allah'tan gelen sözlerin yazıldığı kutsal metinlerin yok edilmesi akıla ve mantığa sığmamaktadır. Hangi insan buna cesaret edebilir? Bu gün bile inançlı insanlar kur'an'dan çekinir ve saygı gösterirken 1400 sene önce Muhammed'i sağlığında tanımış ve Kur'an'ın yazımına şahit olmuş veya o dönemlere çok yakın tarihlerde yaşamış insanların asla buna cesaret bile edemeyeceği aşikardır. Hele ki Muhammed'in özel eşyalarını(!) koruyabilen bir yapının bunu yapmayacağı kesindir.Buraya kadar olan bilgilerden bunun mümkün olmadığı açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Page 21: İslam Üzerine Bir İnceleme

Bu basit izahatlar ile geçiştirilebilecek bir konu değildir. Burada çok önemli soru işaretleri vardır.

Kur'an'ın 600'lü yıllarda yazılmasının mümkün olmadığını ve İslam Kaynaklarının da bu tarihlere ait bir Kur'an metni ortaya koyamadığını açık bir şekilde ortaya koymak çok önemlidir. Kur'an'ın 7. yüzyıl başlarından aynı yüzyılın sonlarına kadar olan süreçte 70-130 sene aralığında yazıldığını düşünmekteyim. Kur'an'ın içeriğinde buna işaret eden çok bilgi mevcuttur. Bu sonuçlara ancak çok kapsamlı tarih araştırmaları sonucunda ulaşabilirsiniz. Ben bunları neredeyse 30 yıldır araştırıyorum. Binlerce belge, Kitap, saha çalışması sonucunda topladığım verilerin özetleridir bunlar. Üstelik bu okunan, toplanan, araştırılan verilerin üstünde senelerce düşünüp yorum yapmak binlerce saat, salim kafayla düşünmek gerekiyor.

Kur'an'ı objektif olarak değerlendirdiğinizde o kadar çok çelişki , tekrar ve hata var ki. Bazı ayetler sanki çala kalem yazılmış. bazı ayetler alakasız yerlerde. Bazı ayetlerin ortasında yarım kalan bir konu başka bir surenin bambaşka konudaki ayetinin ortasından çıkıyor. yüzlerce gereksiz tekrar var. Bunları objektif olarak baktığınızda hiçbir şey bilmeden bile toplama, derleme olduğunu anlıyorsunuz.Ancak bütün olarak baktığınızda çok detaylı ve karışık bir metin. Onbinlerce kelime içeriyor. Arap dilinde mevcut olmayan binlerce kelime var. Sonucunda edebi bir eser. 7. yüzyılın mevcut Arap yazımıyla değil böyle bir metni değil yazmak yanından bile geçemezsiniz. Bu neye benziyor biliyor musunuz?

İlkokul birinci sınıfa giden birine Şekspir'in eserlerinden birini yazmasını istemek gibi.

Öncelikle bu gerçeğin tespitini yapalım. Bu konuyla ilgili herhangi bir kaynağa ihtiyaç yok. Tekrar ediyorum yakınınızda bulunan bir üniversitenin Arap dili ve Edebiyatı Fakültesine gidin ve bu yazdığımı sorun işte bu kadar basittir. Ancak bir konuyu belirtmeden geçmeyeyim Türkiye'nin İlahiyat Fakültelerinin anlı-şanlı profesörleri(!) kitaplarında cahiliye döneminde Arapların evlerinde Tevrat ve incil'in Arapça nüshaların bulunduğunu yazıyorlar!

(İslam Dininin Temel Kaynakları, Yazar: Prof.Dr. Ahmet Nedim SERİNSU

Sayfa 30:

İslam'dan önce Araplar arasında İbranice ve Süryanice dini kitaplar yanında muhtemelen bunların Arapçaları ve Arapça hikmet kitapları da bulunuyordu.)

Bu yalanları yazan şahıs bir profesör! Üniversitenin tez kurullarında başkanlık yapıyor.Kimlerin doktor olacağına karar veriyor, Türkiye eğitim camiasına ve bilime katkıda bulunuyor! Tevrat'ın ve İncil'in Arapçaya ne zaman çevrildiğinden haberi yok!( Aslında var) Arapça hikmetli kitaplar diyor Hangi kitaplar be mübarek! bu kitaplar. Arap dilinde İslamiyet öncesi hangi eser yazılmış da biz bilmiyoruz. Utanmazlığın haddi hesabı yok.Bu yalanlar ile yapılan eğitimin kalitesi de maalesef ortada.

Kur'an'ı metin olarak bölge inançları kapsamında incelediğinizde içeriğinde Eski Ahit (Tevrat), Talmudlar, Yeni Ahit(İncil), İznik Konsilinde sapkın ilan edilen İnciller, Avesta, Mısırın Ölüler Kitabı ekseninde dini rituel ve inançlar,Sabii ritueller(Bu konu çok önemli olduğundan ayrı bir başlıkta

Page 22: İslam Üzerine Bir İnceleme

inceleyeceğim) Apokrif olmayan ancak bölge halklarının inanç ekseninde çok önem arzeden folklorik öyküler, Bölge halklarının örf ve adetleri 114 sure ve 6236 ayetin içine dağılmış durumdalar. Bunun nedeni aslında son derece basit ve Abdülmelik'in kişiliğinde saklıdır. Bu günde siyasetçiler seçim öncesi her kesime göz kırpmaz mı? Siyasi düşüncesi ne olursa olsun her parti her düşünceye sonuna kadar kapıları açar, seçim öncesi birlik ve beraberlik mesaji verilir. Örneğin Almanya'da her saçim öncesi muhafazakar parti liderleri muhakkak 200 gazeteci eşliğinde bir dönerciyi ziyaret eder ve döner kebap yerler. Türkiye'yi yazmıyorum. Benzer olaylar dünyanın her yerinde görülür. İşte Kur'an Abdülmelik'in döner kebabıdır. Hırslı bir adam, imkanları kısıtlı ancak idealleri büyük. Bazı Kabilelerin ve ve dar bir bölgenin kralı.Arap yarımadasının dışına çıkmak istiyor ancak taraftar toplaması ve birlik sağlaması gerekiyor. Bizans İmparatorluğu kan kaybediyor ve bölgeden çekilmiş durumda ortada bir boşluk, büyük bir fırsat var. Her zeki liderin yapacağını yapıyor. Birlik ve beraberliği tesis ederek dağınık Arap kabilelerini Arap milliyeti olarak birleştirmek istiyor. Bölgede her inançtan insan mevcut. İşte bu dönemde bütün inançları kapsayan bir kitap çıkıyor ortaya. Hangi taraftan baksan herkese göz kırpıyor. Ağırlık Tevrat ve İncil üzerine Eski Ahit'in mükemmel olduğuna ama sapkınlar tarafından değiştirildiğine!, Yeni Ahit'in mükemmel olduğuna ama sapkınlar tarafından değiştirildiğine! ve teslis adı altında Allah'a şirk koşulduğuna (Monofizit Hristiyan görüşler/Arap Yarımadasındaki Kiliselerin hakim düşünceleri Nasturilik), Zerdüştlük,bölgede mevcut kadim inançlardan motifler, Ay tanrıça kültü rituelleri, pagan inançlar yani bölgedeki kabilelerin ne kadar inancı varsa Kur'an'ın içine toparlanıyor. Bir de içine hayali belli belirsiz bir peygamber yerleştiriliyor. Muhtemelen geçmişte yaşamış ve Eyyamü'l Arap içinde hikayeleri olan adı farklı eski kabile reislerinden biri Kur'an da Muhammed ismi sadece 4 kere geçer biliyorsunuz. Ancak sık sık karşılaştığı olaylara atfen ayetler gelir. Ancak çok zengin bir hayat hikayesi hadis Külliyatında vardır. Bozacının şahidi şıracı misali. Hadisler Kur'an metinlerini düzenleyecek şekilde beraber yazılmiş gözüküyor. Dikkat ederseniz Kıssalar hariç günlük olaylar üzerinden kurgulanan ayetlerin hepsine bağlanan bir hadis/rivayet/hikaye vardır. Birbirlerinden ayrılmaz bir bütün içinde uyumludurlar. Ayetler hazırlanırken ayetlerin biyografisi de beraber oluşturulmuş. Daha sonra da bunlar Muhammed'in sözleridir diye kurgulanmış. Daha doğrusu Muhammed'in kitaplaşan sözlerine Kur'an, kitaplaşmayanlara Hadis demişler! Muhammed ile ilgili ayetlerin hepsinin ayrı hikayeleri var. Şimdi Kur'an ortaya tek bir metin halinde çıkmadı 100 yıl civarında olduğuna en ufak bir şüphem yok. Ancak elbette çok önemli bir özellik daha taşımalıydı ki bölge halkları üzerinde önemli olsun. Çünkü hikaye anlatıcılığı o dönemde çok önemliydi. Şiir, masal, dini metinleri hep Arapça'nın gerçekten de çok etkileyici seslerine uydurmak gerekliydi. Kur'an da bu çok güzel becerilmiştir. Hafız Tahrim Suresini okur Allah'ın Muhammed'e bakire eşler vereceğini anlatır. Dinleyen herkes okuma şekli yüzünden hüngür hüngür ağlar. İnsanın içine işler. Arapça bilsin bilmesin. Bu yüzden onlarca anlam icad ettiler (hareke-(ses)konsonları bağlamında) ve onlara anlam yüklediler. Hatta şiir olmadığını ayetle bile tescillediler! Okurken kelimeleri uydurmak için aksanı değiştiriyorlardı işte harekelerin eklemeleri bu okuma şekline göre harflere yeni sesler ve anlamlar da kazandırdı.

Elbette Kur'anın yarattığı bu hava ve dini akım herkesin hoşuna gitmedi. Karşıt fikirlerin ortadan kaldırıldığı muhakkak. Bu yüzden fikirler saklandı ama ilerleyen dönemlerde yazılan eserlerin içinde bu yeni dini akıma saklı eleştiriler veya açık eleştiriler yapıldı. Tabii süreç içinde resmi tarihçilerin ortaya attığı yarı efsane hikayeler Muhammed ile ilgili bilgiler adeta efsaneleşti.Bu detayları elbette sadece ben yazmadım. Bugün Müslümanların çok övündüğü ve heryerde dolanan Müslüman Bilim Adamları listeleri içinde yer alan ve bin sene önce İslamiyetin en parlak 300 yılı diye gösterilen 9. ve

Page 23: İslam Üzerine Bir İnceleme

12. yüzyılda yaşayan alimlerin çoğu aslında deistti. Benzer bulguları onlarda yazmıştı. Oryantalist diye küçümsenmeye çalışılan Doğu Bilimi uzmanları da benzer yazılar yazıyorlar. Şimdi size iki ayrı olayı kaynaklarıyla yazacağım. Bakış açınızı bu iki olay üzerinde netleştirmeniz önemli.

İlk olayımız Resmi İslam Tarihinden;

Resmi Tarihe göre Arap Alfabesine ilk noktalama işaretleri koyan kişi Arap grameri ve Fasih dil hakkında engin bilgisiyle Ebü’l-Esved olarak geçer. Şimdi bu konuyu Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinden alıntılıyorum:

"Yahyâ b. Maîn, Ebü’l-Hasan el-İclî ve İbn Sa‘d gibi âlimler tarafından sika kabul edilen Ebü’l-Esved, Arap grameri ve edebiyatı üzerinde geniş bilgi sahibi, kelimelerin taşıdıkları anlamları bilen ve fasih konuşan bir âlim, aynı zamanda zarif bir edip ve şairdi. Onun bu vasıfları taşıması ve özellikle Kur’an’ın yanlış okunması karşısında hassasiyet göstermesi, farklı rivayetlere göre Hz. Ömer ile Hz. Ali veya daha kuvvetli bir ihtimalle Basra Valisi Ziyâd b. Ebîh tarafından mushaf yazısında kelimelerin hatasız telaffuz edilebilmesi için bir sistem geliştirmekle görevlendirilmesine vesile oldu. Çünkü hâfız sahâbîlerin zamanla azalması, hâfızası zayıflayanların bazı kelimeleri yanlış hatırlaması ve işitme yoluyla öğretime her zaman imkân bulunamaması gibi sebeplerin yanında fetihler sonucunda sayısı artan başka ırklara mensup müslümanların, hatta yerli Araplar’ın çeşitli dil hataları (lahn) yapmaları âyetlerin yanlış okunması tehlikesini doğurmuştu. Bunun için tedbir düşünülürken Ebü’l-Esved’in akla gelen ilk isim olmasında, Süryânî kökenli kelimelerin geçtiği âyetlerin tefsirinde eskiden beri ona danışılması (meselâ bk. Ebû Hayyân, II, 300), şiir yarışmalarında en güzel şiirin tayininde çıkan ihtilâfların halli için Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas gibi sahâbîlerin onun hükmüne itibar etmeleri (Hulvânî, s. 99) ve nihayet ashabın ileri gelenlerinden Kur’an kıraatine dair bilgileri rivayet etmiş olması da rol oynamıştır."

Ansiklopedinin bu ilk paragrafı üzerine bir açıklama yazmak istiyorum;

Daha ilk satırlarda bilinçli yönlendirme yapılarak bir güzelleme yapılıyor ve bilinçli bir saptırmaca kurgulanıyor. Esved bir şair yani "Ruvat" bunda bir sorun yok Ancak henüz ortada Arap grameri ve edebiyatı diye bir şey yok! Hangi gramer ve edebiyattan bahsediliyor anlamak mümkün değil! Ayrıca iddialara göre devir Halife Ali devri yani İslam kaynaklarına göre Kur'an mushaflaşmış ve her yere dağılmış durumda resmi tarih öyle yazar. Kur'an konusunda birlik sağlanmış durumda. Süryani kökenli kelimelerin ihtilafı nedir ki? Neden ihtilaf olsun Kur'an zaten "apaçık" ve "saf Arapça" değilmi!? ayrıca bu adamın vereceği bilgilerin sıhhati nedir? Yani Müslümanların bu gün elinde tuttuğu Kur'andaki anlamların bir kısmı Ebü’l-Esved 'e ait. Şimdi harflerlerin değişmediği düşünebilir! Mümkün mü!? Bunu kim bilebilir!? Alfabesi yeni yeni yazılan bir dilde her kelimeye istediğiniz anlam yüklenebilir.Ne diyor açıklamada "anlayamadığımız kelimeler için bu adamın bilgisine başvuruyorduk". Bu ne demek? Yani bu adamın kelimeye verdiği anlam literatür oldu ve dile yerleşti demek. Hani Kur'an'ı Muhammed yazmıştı? Abdülmelik derken bir de Ebü’l-Esved çıktı! Zaten o kadar çok çıkacak ki bu ve benzeri adamlar! Ayrıca Kur'an harflerine nokta koymak gibi çok önem arzeden bir işi Halife'nin

Page 24: İslam Üzerine Bir İnceleme

değilde Basra Valisinin istemesi çok tuhaf! Neyse TDV Ansiklopedisi Ebü’l-Esved başlığına devam edelim;

"Ebü’l-Esved çalışmaları sırasında, Süryânî ve İbrânî yazılarında noktalarla gösterilen harekeleri örnek aldı ve Abdülkays kabilesinden seçtiği bir kâtibe, kendisi Kur’an okurken fetha, kesre ve zammelerin telaffuzu esnasında ağzının aldığı şekle göre harflerin üstüne, altına ve önüne birer, bunların tenvinli halleri için de ikişer nokta koydurdu. “Naktü’l-mushaf” denilen bu işlemin, Hz. Peygamber zamanında veya bir rivayete göre Câhiliye devrinde başlatılmış olan, birbirine benzeyen harflerin farklı biçimlerde noktalanması işlemiyle (i‘câm, rakş) karıştırılmaması için de hareke görevi yapan bu yeni noktalar kırmızı mürekkeple konuldu; daha sonra bunlar, bugünkü hafif meyilli yatay çizgiler haline getirildi (geniş bilgi için bk. ARAP [Yazı]; KIRAAT; MUSHAF). Ebü’l-Esved, biyografisine yer veren en eski kaynaklarda nahivle ilgili ilk çalışmaları yapan (fâil, mef‘ûlün bih, muzaf, ref‘, nasb, cer ve cezm harfleri vb.) dilci olarak tanıtılmakta (meselâ bk. Cumahî, I, 12; İclî, s. 238; İbn Kuteybe, II, 729), aynı bilgi daha sonraki kaynaklarda da tekrarlanmaktadır (meselâ bk. Zehebî, IV, 82). Bu kaynakların bazılarında onun bu işe eğilmesine sebep teşkil eden olaylarla ilgili rivayetlerden de söz edilmektedir."

Bu ikinci paragrafta çok daha büyük bir sahtekarlık örneği sergileniyor. Ne yazıyor;

Ebü'l Esved çalışmaları sırasında Süryani ve İbrani yazılarında noktalarla gösterilen harekeleri esas aldı!

Burada koskoca(!) Türkiye Diyanet Vakfı'nın nasıl kocaman bir yalana imza attığını okuyabiliyoruz! Bu olayların olduğu tarih 670-680 yıllar civarında olmalı. İyi ama burada bir sorun var? Bahsettikleri alfabeler 8. yüzyılda harekelendi! Yani Süryani/İbrani alfabeleri de o dönemlerde harekesizdi. Bu alfabelerinde harekeleme işlemleri 8. yüzyılda başladı ve ortalama 200 sene sürdü! Yani Daha en azından 100 yıl var! Nasıl olacak şimdi! Yalanların boyutuna inanmak, anlamak mümkün değil!

Neyse devam edelim okumaya:

C. Brockelmann, Ahmed Emîn, H. Reckendorf, J. W. Fück ve Ali Ekber Dihhudâ gibi bazı araştırmacılar yukarıdaki bilgileri “efsane” olarak nitelendirmekte, Arap gramerinin birden bire terimleriyle birlikte ve gelişmiş biçimde ortaya çıkmış olamayacağını ileri sürmektedirler. Şüphesiz ki Ebü’l-Esved’in gerek naktü’l-mushafa gerekse nahve dair ortaya koyduğu kurallar ve getirdiği yenilikler hemen yaygınlaşmamıştır (DİA, III, 279). Ancak onun bu önemli hizmetini inkâr ederek nahiv tarihini, bu alanda kitap yazmış olması muhtemel Abdullah b. Ebû İshak el-Hadramî (ö. 117/735) devrinden itibaren başlatmak, bütün ana kaynakları ve güvenilir râvileri inkâr etmek anlamına geleceği gibi Ebü’l-Esved ve öğrencilerinin sürdürdüğü dil derslerinin, bu konuda muhtemelen Abdullah b. Ebû İshak tarafından yazılmış olan kitapla Îsâ b. Ömer es-Sekafî’nin (ö. 149/766) el-CâmiǾ ve el-Kâmil’inin ortaya çıkışına zemin hazırladığı da dikkate alınmamış olacaktır. Ebü’l-Esved tarafından ortaya bir nahiv kitabı konmamış olmakla birlikte sözü edilen derslerde bazı kaidelerin ve terimlerin vazedildiğinde şüphe yoktur. Kaldı ki rivayetlerde zikredilen konu başlıklarıyla ilgili nahiv terimlerini

Page 25: İslam Üzerine Bir İnceleme

Ebü’l-Esved’in kullanıp kullanmadığı veya bunların onun yaşadığı devirde teşekkül edip etmediği tartışması ayrı bir husus, bu terimlerin delâlet ettiği konuların ele alınıp kurallarının ilk defa tesbit ve vazedilmiş olması ayrı bir husustur. Bu terimlerin başlangıç döneminde konulmuş olamayacağı iddiasıyla, Ebü’l-Esved’in öğrencilerinden ders görmüş büyük nahiv âlimlerince rivayet edilen haberlerin tamamının yakıştırma ve asılsız sayılması açık bir yanılgı olduğu gibi bu tutum, en muteber klasik eserleri bazı yerde itimada şayan görürken bazı yerde uydurma haber kaynağı gibi değerlendirme çelişkisini de ortaya koymaktadır.

Ebü’l-Esved aynı zamanda Arapça’daki garîb ve nâdir kelimeler üzerinde geniş bilgisi olan bir şairdi. Bir divan teşkil eden şiirleri (Dîvânü Ebi’l-Esved [nşr. Muhammed Hasan Âl-i Yâsîn], Beyrut 1974) uzun kasidelerden ziyade onar beyti aşmayan mukattaalar tarzındadır. Muhtevalarına bakıldığında onun şiirlerinin sanat için yazılmadığı ve o devir şairlerinin işlediği konuları ele aldığı görülür. Bunlar fahr, risâ’, kahramanlığı ve şecaati övme, ilmi yüceltme, sabrı tavsiye, doğruluk ve kardeşliği, özellikle de gayret ve çalışmayı teşvik gibi konulardır. Ebü’l-Esved’in Asmaî, Ebû Amr b. Alâ, Sükkerî ve Sa‘leb tarafından toplanan şiirleri, Fück’ün görüşlerinin aksine (bk. EI² [İng.], I, 107) asırlar boyunca şiir münekkitleri, edipler ve lugat âlimlerince incelenmeye değer bulunmuş, İbn Cinnî onun divanını istinsah edip hocası Ebû Ali el-Fârisî’den de nakillerde bulunarak şiirlerini şerhetmiştir. Aynı şekilde başta Hüzelî şairleri olmak üzere bazı meşhur şairlerin divanlarına şerh yazan Sükkerî de Ebü’l-Esved’in şiirlerine şerhler yazmıştır. Öyle anlaşılıyor ki şiirlerine gösterilen bu ilgi, onların sanat değerinden ziyade dil ve lugat bakımından ilk İslâmî devri temsil etmeleri sebebiyledir. Çünkü Ebü’l-Esved şiirlerinde Arapçalaşmış ve dile sonradan girmiş kelimeleri kullanmadığı gibi İslâm medeniyetinin gelişme döneminde Arap şiirine tesir eden yabancı üslûp ve kullanışlardan, lafza dayalı sunî sanatların tesirinden de uzak kalmıştır. Dolayısıyla şiirleri nahiv, lugat ve kıraat kitaplarında şâhid ve delil olarak zikredilebilecek mahiyette görülmüştür."

Yukarıda okuduğunuz üzere Diyanet Vakfı bu kişiyi tanıtırken bu kişi hakkında araştırma yazıları yayınlayan bazı şarkiyatçı ve İslam araştırmacılarının Ebü'l Esved hakkında verdikleri bilgilere de değiniyor ve bu araştırmacıların verdiği bilgilerin doğru olmadığını(!) Ebü'l Esved'in yaptığı çalışmaların çok daha sonra ortaya çıkacak eserlere zemin hazırladığı görüşünden hareketle bu şarkiyatçıların ve İslam araştırmacılarının yazdıklarının mümkün olamayacağını aktarıyor(!)

Yazdıkları reddiye ne kadar bilimsel değil mi(!) Siz mümkün değil diye yazıyorsunuz ama Esved'den ders görmüş büyük alimlerden yapılan rivayetlere de asılsız demiş oluyorsunuz(!) bu yüzden en tanınmış bazı eserlere bunlar uydurmadır anlamına gelir! Bütün ana kaynaklar ve Ravileri de inkar etmiş oluyorsunuz diyor!

Bozuk saatin bile günde iki kere göstermesi misali Diyanet Vakfı reddiye yazayım derken işin doğrusunu yazmış!

Bu arapçadaki "garip" kelimeler(yabancı) her zaman tartışma konusu olacaktır!

Değerli arkadaşlarım işte ben ve benim gibi insanlar yalanlar deryasında dolaşıyoruz. Şimdi bu zatlar hakkında bilgileri okurken öyle bir yazım şekli hazırlanmış ki sanki Kur'an ve bağlı ilimler hakkında medreseler, üniversiteler var! Bu adamlarda oralarda öğretim üyesi! Çok büyük alimler bunlar, ayrıca

Page 26: İslam Üzerine Bir İnceleme

çok ünlü öğrencileri var! Bunlarda oturdukları yerden ellerinde yüzlerce eser var onları okuyor ve değerlendiriyorlar! Şimdi en akademik olanından, Mucizad-ı Ahmediyye tarzında yazılmış olan kitaplara bakın hep bu tarzda görürsünüz. Ya hu muhteremler bu adamlar kabileden kabileye dolaşan kahinler, hikaye anlatıcıları, Raviler! Tek bildikleri ezberledikleri şiirler, hikayeler! Okuyup yazdıkları da şüpheli! Hadi okuyup yazıyorlar diyelim Arapça'nın durumu malum. Ezberledikleri konular uzun ve detaylı konular kendi hayal güçlerine göre onlarında süslediği ve elbette abarttıkları kahramanlık öyküleri, tarihi öyküler vs. Bunları Arap diline dökemezler Aramice yazmış olabilirler ancak o devirde Nasturi yazısı denilen Aramice'yi bu hikayeler ile okuyup yazacak adam bulmak Sahra çölünde su bulmaktan daha zor olmalı.

İkinci olayımız ise Muhammed senaryosunu uyduran adamlar!

Bu rivayetleri İslamiyete yamayıp dine çevirenleri de ilerde yazacağım!

9. yüzyılda yaşayan İbn Sellam el-Cumahi, "Tabakatü'ş-şu'ara i'l- cahiliyyin ve Tabakatü'ş-şu'ara İ'l-İslamiyyin" adlı eserinde, rivayet toplama faaliyetinin mimarı sayılan 8. yüzyılda yaşamış ünlü alim İbn Şihab ez-Zühri'ye dair yaptığı atıfta, İbn İshak’ın (8. yüzyıl) megazi ve siyer(Muhammed'in savaşları ve hayatı) bilgilerinin çoğunun kendisinden önceki insanların şiirlerine dayandığını belirtiyor.(!)

Ara sıra farkında bile olmadan birileri gerçekleri yazıveriyorlar!

Muhammed Senaryosunu hazırlayan adamlar İbn Şihab ez-Zühri ve Urve bin Zübeyr. Kendisine ilim ehli denilen bu adamların aslında "Ravi" olduğunu artık biliyorsunuz. İbn Şihab ez-Zühri çok önemli bir adam, bir çok olayın altında bu adamın imzası var. Muhammed hakkında ne biliyorsanız yazarı bu adamdır. Bu adamın yazdığı ve İslam tarihinde literatür olmuş olayları tek tek yazacağım;

Şimdi Zuhri'nin kaynak olarak kullandığı bu dört adamın ortak bir özelliği var. Hepsi de Ebubekir'in kızı Ayşe'den İslamiyeti öğrenmişler! Bu meşhur Ayşe yani rivayetlere göre Muhammed ile 6 yaşında evlenip 9 yaşında halvet olan.

Bu adamlara yakından bir göz atalım örneğin Said bin el Müseyyib bu sahabe 50 sene boyunca yatsı abdesti ile sabah namazı kılmış! Yani 50 sene boyunca hiç uyumamış! Ayrıca çok sayıda hadis nakletmiş

Zuhri ile beraber onun kullandığı kaynaklarda Urve bin Zübeyr, Said bin el Müseyyib, Ubeydullah bin Utbe Ebu Bekir Abdurrahman bin Haris ile beraber muhammed'in hayatı ile ilgili ne biliyorsanız başta Zuhri bu dört adamı kaynak kullanarak yazmış! Bunlar dışında kaynak yok. Zuhri'nin eserleri günümüze ulaşmamış. Ancak yazdıklarını İbn İshak, Vakıdi, İbn Seyyidünnas, Taberi ve Belazüri'nin eserlerindeki atıflardan çıkarıyoruz. Bu derlemeyi 1957 yılında yapan Prof. Dr. Abdülaziz Al Douri Erken İslam Tarihi üzerine dünyanın en önemli uzmanlarından biriydi. Her ne kadar konuları mümkün olduğunca özet olarak ana başlıklar halinde geçmeye çalışsam da bu konu çok önemli olduğu için sizlere tamamını aktaracağım.Şimdi size bu kıymetli bilim adamının derlemesini (A Study on the Beginnings of History Writing in Islam) Türkçeleştirilmiş olarak aktaracağım ve ne kadar önemli

Page 27: İslam Üzerine Bir İnceleme

olduğunu sizler de fark edeceksiniz. (Bu arada unutmadan çok önemli bir anekdotuda ilave edeyim. Urve b Zübeyr ve İbn şihab ez Zühri Abdülmelik ile bağlantılı adamlar. Sık sık ondan para alıyorlar! Daha ilerde size detayları aktaracağım.)

Parantez içinde ismini yazdığım tarihçiler bu konuları Zuhri'ye atıfla yazanlar.

İSLAM ÖNCESİ DEVİRE AİT RİVAYETLER;

1. Hz. Adem'in yaratıldığı, cennete alındığı ve çıkarıldığı gün (Taberi)

2. Hz. Nuh'a dair bazı bilgiler, çocuklarının ve torunlarının yeryüzüne yayılmaları ve yeryüzünün aralarında paylaşılması.(Taberi)

3. Hz. İbrahim'in ateşe atılması olayından başlayıp fil yılına ('âm'ül-fîl) ve nihayet hicret dönemine kadar Araplar’ın (İsmailoğullarının) kronolojik tarihi.(Taberi)

4. Hz. İbrahim'in, oğlu İshak'ı kurban etme girişimi ve şeytanın bunu engellemeye kalkışmasıyla ilgili (Ka'bü’l-Ahbâr'dan gelen) bir rivayet.(Taberi)

5. Sehâvî, Hz. Peygamber'in İslâm öncesi dönemde şahit olduğu olayların (Meşahidü'n-Nebi), Yunus b. Yezid (ö. 775) tarafından nakledildiğini belirtmektedir. Bunlar muhtemelen, Ficar savaşı, Ka'be'nin tamiri ve hılfu'l fudul gibi konulardır. (Sehavi)

6. Zühri, bir peygamberin gönderileceğine dair bazı işaretlerden bahsetmektedir: Buna göre bir melek Kisra'yı uyarmış ve bir kahine Sahibi tarafından putperestliğin sona ereceği haber verilmiştir. Bu konuda Hz. Ömer'den de ilginç bir olay nakledilmektedir.( Taberi)

7. Hz. Hatice'nin isteği üzerine, Hz. Muhammed'in onun kervanını işletmesi, Hz. Peygamber'in Hatice ile evliliği ve evlilik yaşı. (İbn Seyyidünnas ve Taberi)

MEKKE DEVRİNE AİT RİVAYETLER;

1. İlk vahyin başlaması, Hz. Peygamber'in fenalaşması ve Hz. Hatice'nin tutumu. Tebliğle görevlendirildiğini Hz. Peygamber’in ilk farkedişi.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

İlk ve son inen Kur'an ayetleri. (İbnü'n-Nedim, İbn Seyyidünnas)

Vahyin gelişiyle Hz. Peygamber’in duyduğu endişe (Taberi, İbn Seyyidünnas)

İlk müslümanlar Hatice ve Zeyd.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

2. Hz. Peygamber'in tebliğ faaliyetlerine karşı Kureyş'in tavır belirlemesi (İbn Hişam, İbn Seyyidünnas)

Hz. Peygamber'in festivaller (Mevasim) süresince Kureyş'ten başka, Kinde ve Beni Amir b. Sa'sa'a başta olmak üzere çeşitli kabilelere yaptığı başarısız davet teşebbüsleri. (İbn Hişam, İbn Seyydünnas)

Page 28: İslam Üzerine Bir İnceleme

3. Habeşistan'a hicret. Necaşi'nin tutumu ve kendisine gönderilen Kureyş heyetine karşı, müslümanlara verdiği desteği sürdüreceğini vurgulaması ile ilgili olarak Ümmü Seleme'den gelen bir rivayet. Necaşi hakkında detaylı bazı bilgiler.(İbn Hişam)

4. Haşim ve Abdülmuttalib oğullarına Kureyş tarafından uygulanan boykot (Bu rivayet aralarında Zühri'nin de yer aldığı birçok raviden gelen ortak rivayet) (İbn seydünnas)

Ebu Talib'in ölümü ve ölüm anında şehadet getirmeyi reddetmesi (İbn Seyydinnas)

İsra ve Mi'rac hadiseleri.(İbn Seyyidünnas)

5. Akabe toplantısı, bey'at maddeleri ve Medine'de İslâm'ın yayılmaya başlaması. ( Taberi, ibn Seyyidünnas)

MEDİNE DEVRİNE AİT RİVAYETLER;

1. Hz. Peygamber'in hicreti. Suraka b. Cu‘şem olayı.( İbn Hişam)

Muhammed'in Medine'de müslümanlar tarafından karşılanması. Medine'ye varış tarihi ve şehrin genel durumu. Mescidin inşa edilmesi.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

Medine havasının muhacirlere dokunması ve sıtmaya yakalanmaları.(İbn Hişam)

2. Abdullah b. Cahş seriyyesi. Seriyyeye katılanların sayısı ve kimlikleri.(İbn Hişam)

Kureyş kervanına yapılan saldırı haberine Hz. Peygamber'in ilk tepkisi.(Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

3. Yahudilerin Hz. Peygamber’e karşı tutumu ile ilgili bazı bilgiler.(İbn Hişam)

Abdullah b. Ubeyy'in düşmanca tavırları.(İbn Hişam)

Kıblenin değişmesi.(İbn Seyyidünnas)

4. Bedir Savaşı (Zühri'den gelen bilgiler, ortak rivayetin bir kısmını oluşturmaktadır).(Taberi)

Bedr Savaşı ile ilgili detaylar:

Abdülmuttalib'in kızı 'Atika'nın kervanla ilgili rüyası.(Taberi)

İma b. Rahda'nın Kureyş'e on deve verme ( gerekirse daha başka yardımlarda bulunma) teklifi. Umeyr b. Vehb adlı gözcünün müslümanların hazırlığına dair Kureyş'e bilgi vermesi ve savaştan vazgeçme yolundaki tavsiyesi (Utbe b. Rabia bu tavsiyeye katıldığı halde Ebu Cehil oldukça sert tepki göstermiş ve çarpışma başlamıştır). İslam birliklerini ilk gördüğünde Ebû Cehil'in bedduası.

Hz. Peygamber'in, Kureyş'e ilk göz attığında Allah'a dua etmesi ve Kureyş'e bedduası(Vakıdi, Taberi)

Page 29: İslam Üzerine Bir İnceleme

Ayrıca savaşta ilk şehit olan sahabi, her müslüman kesimden ilk şehitler, Hz. Peygamber'in savaş meydanındaki incelemeleri, esirlerin getirilişi ve Hz. Peygamber'in onlara merhametli davranması. (Vakıdi)

5. Bedir'den hemen sonra meydana gelen Sevik gazvesi ve tarihi. (Vakıdi)

6. Yahudilerle ilişkilerin bozulması ve anlaşmazlığın patlak vermesi. Ka'b b. Eşref’in Evs kabilesi tarafından öldürülmesi.(Vakıdi)

Hz. Peygamber'i memnun etmek için Evs ve Hazrec'in çabaları. Diğer bir Yahudi reisi İbn Ebu'l-Hukayk'ın Hazrec tarafından öldürülmesi.(Taberi)

Yahudilerin, içerisine düştükleri dehşetle ünlü mukaveleye yanaşmaları.(Vakıdi)

7. Beni Kaynuka Gazvesi. Emir mahiyetinde gelen vahiy. Savaşla ilgili tüm

detaylar ve Kaynuka Yahudilerine yapılan muamele.(Vakıdi)

8. Diğer seferler. Hicretten 22 ay sonra yapılan Kararatü'l-Küdr Gazvesi. 66

Hicretten 27 ay sonra Buhran’da yaşayan Beni Salim kabilesine düzenlenen

sefer.(Vakıdi)

9. Uhud Savaşı (ortak rivayet).68 Düşmanı Medine'de veya şehir dışında

karşılama konusunda müslümanların aralarında yaptıkları istişare.(Vakıdi)

Abdullah b.Ubeyy b. Selul'ün tutumu. (İbn Hişam)

Savaş bittikten sonra Hz. Peygamber'in bulunması. (Vakıdi)

Hz. Peygamber'i öldürmeye çalışan Ubeyy b. Halef’in, onun

tarafından öldürülmesi.(Vakıdi)

Hz. Hamza'nın şehadetiyle ilgili ayrıntılı bilgiler.(Vakıdi)

Hz. Peygamber'in savaş alanında yaptığı inceleme ve mütalaaları.(İbn Hişam)

10. Beni Nadir Yahudilerinin Medine'den sürgün edilmeleri, olayın tarihi,

Page 30: İslam Üzerine Bir İnceleme

bu arada meydana gelen olaylar ve genel durum. Ganimetlerin Hz. Peygamber

tarafından taksim edilmesi.(Taberi, Belazüri, İbn Seyyidünnas, Vakıdi)

11. Hendek savaşı. (Ortak rivayette Zühri'den nakledilenler): (Taberi, Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

Müslümanların içerisinde bulunduğu zor şartlar. Hz. Peygamber'in Medine'yi

kuşatan bazı kabilelerle anlaşma yapması ve Ensar'ın düşmanla yapılacak her

türlü uzlaşmaya karşı olması. Kureyş'in başarısızlıkla sonuçlanan bir macerası.(Taberi, Vakıdi)

Beni Kureyza'nın müslümanlar aleyhine entrikaları ve bu oyunların, Hz.

Peygamber'in taktiğiyle birbirlerinden şüphe duyacakları şekilde düşman

aleyhine çevrilmesi. Esen fırtına ve kuşatmanın sona ermesi.(Vakıdi)

12. Beni Kureyza'ya (diğer bir Yahudi kabilesi) Hendek savaşının hemen

sonrasında düzenlenen sefer(Taberi, İbn Seyyidünnas) ve onların tutumları.(Belazüri) Diğer ayrıntılar.(İbn Seyyidünnas)

13. Beni Lihyan kabilesine düzenlenen sefer (ortak rivayet).(Vakıdi)

14. İfk hadisesi(Taberi, İbn Seyyidünnas)

15. Zeyd b. Harise komutasında Ümmü Kırfe'ye karşı gönderilen seriyye.(Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

16. Hudeybiye antlaşması. Hz. Peygamber'in amaçlan ve onunla birlikte Medine'den ayrılanların sayısı (Kurban edilmek üzere hazırlanan develerin sayısı).(Taberi, İbn Seyyidünnas)

Hz. Peygamber'in takip edilecek güzergahı göstermesi ve müslümanların Hudeybiye'de konaklamaları.

Hz. Peygamber'in Kureyş'le bir barış anlaşması yapmaya gönüllü olduğunu izhar etmesi. Kureyş'in tepkisi ve tavrı. Müslümanlarla dost olan Huzaa kabilesinin Hz. Peygamber'in maksatlarını Kureyş'e iletmesi.(Taberi, İbn Seyyidünnas, Vakıdi)

Çoğu Kureyş’li olmak üzere, gelen birçok kuryeler ve onların müslümanlar hakkındaki intibaları. Hz. Peygamber'in diplomatik üslubu, amaçlarının dini olduğunu vurgulaması ve anlaşma teklif etmesi.

Page 31: İslam Üzerine Bir İnceleme

Anlaşma maddelerini Kureyş adına Şurahbil b. Amr'ın müzakere etmesi afızlar üzerinde yapılan tartışmalar-, anlaşma metninin son şekli ve şahitler.Yapılan anlaşmaya Hz. Ömer'in gösterdiği sert tepki. Kurbanların Hudeybiye'de kesilmesi hususunda ashabın tereddütleriyle ilgili detaylı bilgiler. Anlaşmanın önemi ve sonuçlan hakkında Zühri'nin yorumu.(Taberi, İbn Hişam, İbn Seyyidünnas, Vakıdi)

17. Hayber’in fethi. Umumi şartlar ve fethin tarihi. Yahudiler’le yapılan

anlaşma ve hukuki sonuçları; daha sonra bu konuda ortaya çıkan soruna karşı

Hz. Ebu Bekir ve Ömer'in tutumları.(İbn Hişam, Vakıdi, Belazüri, İbn Seyyidünnas)

Hayber yolunda meydana gelen bir olay.(Taberi)

Fedek arazisi ile ilgili uygulama. (Belazüri)

Küçük çaplı bazı seferler.(Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

18. Mekke Fethi (Zühri, Huzaa'nın Hudeybiye'den sonra Hz. Peygamber’le

yaptıkları ittifak anlaşmasına ve onların Hz. Peygamber'in müttefikleri ve

habercileri olarak (İbn Hişam) oynadıkları role işaret eder).

Savaş sebebi olarak, Bekiroğulları ve Kureyş'in Huzaa kabilesine saldırısı.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

Ebû Süfyan'ın aracılık yapmak üzere Medine'ye gitmesi ve eli boş dönmesi. Hz. Peygamber'in savaş hazırlıkları.(Vakıdi)

Medine'de birisini vekil bırakıp savaşı bizzat idare etmesi. Seferin tarihi ve katılan asker sayısı. (Taberi, İbn Hişam, Vakıdi)

Ka'be'nin putlardan temizlenmesi. Alınan diğer kararlar ve fetihten sonra Mekke'de kaç gün kalındığı.(Taberi, Vakıdi)

19. Son savaşlar. Hevazin seferi, müslümanların sayılarına güvenmeleri. Yolda karşılaşılan ve putperestlik döneminden beri kutsal sayılagelen bir ağaçla ilgili ilginç bir anekdot.(İbn Hişam, Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

Savaşta müslümanların geçirdiği sarsıntı, Hz. Peygamber'in Ensar'ı yardıma çağırması ve onların icabeti. Savaşın en kritik safhası. Resulullah'ın duası ve zafer.(Taberi, Vakıdi)

Ganimetlerin bölüştürülmesi.(Vakıdi)

Tebük seferi (ortak rivayet).(Taberi)

Page 32: İslam Üzerine Bir İnceleme

Münferit ayrıntılar.(İbn Hişam, İbn Seyyidünnas)

Eyle, Ezruh, Ezri'at, Tebale ve Cureş halkına cizye yükümlülüğü getirilmesi. Dümetü'l-Cendel'e düzenlenen sefer ve yapılan cizye antlaşması.(Belazüri)

20. Mektuplar ve heyetler: Kinde heyetinin ziyaretine dair bir rivayet.(Taberi)

Hz. Peygamber'in Dihye b. Halife el-Kelbi vasıtasıyla Bizans İmparatoru

Herakleios'a gönderdiği mektup. Buna ilave olarak Zühri, Herakleios'un rüyası,

gizlediği olumlu kanaati ve görüşünü almak üzere bir piskoposa başvurmasıyla

ilgili bir anekdot nakletmektedir.(Taberi)

Kisra'ya gönderilen mektup ve Hz. Peygamber'in, mektubunun parçalanmasına gösterdiği tepki.(Taberi)

Kisra'nın Yemen valisi Bazan'dan Hz Peygamber'i, davadan dönünceye veya öldürünceye kadar takip etmesini istemesi. Çeşitli iletişimler ve Kisra'nın sonu hakkında Hz. Peygamber'in verdiği haberin doğru çıkması üzerine Bazan'ın, yanındaki İranlılar’la birlikte İslam'ı kabul etmesi.(İbn Hişam)

21. Bazı asayişsizlik belirtileri. Halid b. Velid'in Necran'lı Beni Haris

kabilesine gönderilmesi ve müslüman olmaları.(İbn Seyyidünnas)

Zekat vermeyi reddeden Temim kabilesinin itaat altına alınması ve bir Temim heyetinin Medine'ye gelişi. (Vakıdi)

22. Hz. Peygamber'in kişiliğiyle ilgili ayrıntılar; evlilikleri (Taberi) ve isimlerinden

bazıları. (Taberi, İbn Seyyidünnas)

23. Veda haccı ve bazı ayrıntılar. Üsame b. Zeyd komutasında yapılan

sefer hazırlıkları.(Vakıdi)

24. Hz. Peygamber'in son hastalığı. Son günlerini yaşadığını hissederek,

minberden yaptığı bir konuşmayla bunu ima etmesi ve Üsame ordusunun

gönderilmesi hususundaki ısrarı. Hz. Abbas'ın Hz. Ali'ye, kendisinden sonra

kimin halife olması gerektiğini sormak üzere, birlikte Hz. Peygamber'e gitmeyi

teklif etmesi ve Ali'nin bundan kaçınması. Diğer detaylar.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

Vefat günü Hz. Peygamber'in, mescitteki müslümanlara son kez bakması ve Hz. Ebû Bekir'i namazda imamlık yapmak üzere görevlendirmesi.(Taberi, İbn Hişam)

Page 33: İslam Üzerine Bir İnceleme

Hz. Peygamber'in son sözleri ve vefatı. Vefat tarihi, yaşı ve defnedilmesi. (Taberi)

Yukardaki sıralama düzeninden anlaşılacağı gibi Zühri bütün ana konuları bir çerçeveye koymuş arkasından gelenlerde bu çerçevenin içini mucizad-ı Ahmediye ile doldurmuşlardır.Muhammed ile bilinen her şey bu çerçeve ile Zühri tarafından hazırlanmıştır. Üstelik Zühri bütün tarihleri net bir şekilde yazmıştır.(!) Bugün İslam Coğrafyasında mevcut Siyer (Muhammed'in yaşamı) bu çerçeve üzerinden öğretilmektedir.Zühri diğer muhaddis ve fakihlerden yani Buhari, Tırmızi, Ebu Hanife vb. farklı biri değil. Bunu yazmamın nedeni hadis rivayetlerini kabul etmeyen post modern müslümanların Muhammed'in yaşam öyküsünün de, kabul etmedikleri hadis rivayetlerinden farklı bir oluşum sürecinin mevcut olmaması. Uç noktadaki post modern müslümanlar her ne kadar Muhammed'in yaşam öyküsü bizi ilgilendirmez söyleminde bulunacak kadar radikal yaklaşım içinde bulunsalar da inandıkları Kur'an'ın kaynaklarınının da benzer rivayetlerden oluştuğunu kabullenmek istememeleri, üstü kapalı güvensizlik duygusunun iman ekseninde gerçeği ret etmek psikolojisine sahip olmalarından kaynaklıdır. Genel kabule göre Zühri Medine'de dolaşarak bütün rivayetleri toplamış ve bu bilgileri oluşturmuştur. Vakıdi ve İbn Seyyidünnas'a göre Zühri sık sık Kur'an ayetlerine de atıf yapmıştır.İster semavi olsun isterse de gayri semavi olsun bütün dinler çok kapsamlı bir şekilde rivayetlerden istifade etmişlerdir. Ancak rivayet konusunda İslamiyete ayrı bir yer açmak gerekir.İslamiyetin rivayet olgusu son derece kapsamlı ve sistemli bir hale getirilmiştir. İslam ilimlerinin tamamı tefsir, hadis, fıkıh, akaid vb. her biri rivayet hakkında farklı sistem ve metotlara sahiptir. Bunları ayrıştırarak gerçeklere ulaşmak son derece zordur. Örneğin Ebu Hanife fakih, Buhari'de muhaddis olarak kabul edilir. bu özellikleriyle bu kişilerin rivayete bakışları tamamen farklıdır denir. Yorumları farklıdır. Çıkardıkları manalar farklıdır. Hiç kimse demez ki neden farklı!? İslamiyeti yorumlayan binlerce alimin yorumları hep farklıdır. Tekrar ediyorum nedense hiç kimse sormaz neden bu kadar farklıdır diye! Müslümanların cevapları hep aynıdır!"Rivayetlere bakış açıları farklıdır!"

Hiç kimsenin aklına gelmez rivayete bakış açıları değil de "apaçık ve saf Arapça" diye kaynak olarak gösterilen rivayetler farklı olmasın! Burada Şeytan'ın avukatlığına(!) soyunalım ve bütün bu rivayetler birbiriyle fikri ve siyasi anlamda çatışan, üstünlük kurmaya çabalayan kabilelerin çatışmalarından doğmuş olabilir mi!?

Zühri sadece Muhammed'in hayatını yazmamış aynı zamanda Hulefa-i Raşidin döneminin yani ilk halifelerin yaşam öyküleri ve olaylarının da ayrıntılı rivayetlerini de aktarmıştır. Ebubekir'in halife olarak seçilmesinden, Ömer, Osman, Kur'an'ın toplanma öyküleri, Cemel Savaşı, Hakem olayı, Ali ve Muaviye çekişmesi, Muaviye'nin Mısır'ı fethi, Hasan'ın halifelikten feragati ile Zühri'den aldığımız bilgilerin sonu gelir. Medine Tarih Ekolü'nün bu en önemli temsilcisi tek başına bütün İslam Tarihi'ni yazmıştır. Bu arada Taberi'ye göre Zühri'nin tarih malzemesine bazı abartılı hususların da karışmış olabileceği şüphesi anekdot olarak eklenmiştir. İmparator Heraklios'un Muhammed'in mektubuna karşı tutumu, Kisra'nın önceden bilgilendirilmesi, Kahin olayı vb gibi. Ayrıca Taberi Zühri'nin bazı rivayetleri de Ka'bü’l-Ahbar'dan yapmış olabileceğini yazar. Ki burası oldukça önemlidir. Ka'bü’l-Ahbar Şam Ekolünün temsilcilerinden biridir ve bazı alimlere göre İslamiyete İsrailiyat denen uygulamaları sokan en önemli kişilerden biri kabul edilir. Son derece tartışmalı bir kişiliktir.

Page 34: İslam Üzerine Bir İnceleme

Değerli arkadaşlarım, ben ve benim gibi gibi araştırmacıların amacı hiç kimsenin inanma özgürlüğünü elinden almak değildir. Bu bütün insanların en doğal hakkıdır. Araştırmalarımızın amacı hiç kimseyi etkilemek veya yönlendirmek değildir.İnsanların inanma yetilerini kısıtlamak veya yönlendirmek asla amaç olmamıştır. Ancak takdir edersiniz ki bu sahada yapılan çalışmalar, bilimsel kriterlere tabii tutularak yapılan felsefi çıkarsamalardır. Felsefe hiçbir zaman İslami bakış açısıyla(!) gönüllere hitap eden bir demagoji sanatı olmamıştır. Amaç her zaman mutlak doğruya ulaşmak için olayları ve kavramları doğru analiz ve sentezlerle araştırarak bilimin tanımladığı perspektif içinde bilgiye ulaşmaktır. Nasıl ki Müslümanlar Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna inanıyorsa bende bilimin tanımladığı perspektif içinde yaptığım inceleme ve araştırmaların sonucunda Kur'an'ın bir amaç doğrultusunda belirlenen gayelere ulaşmak için bir takım insanlar tarafından Şam ve Bağdat'ta yazıldığını ve Mekke ve Medine ile uzaktan yakından ilgisi bile bulunmadığını biliyorum. İslamiyetin ve Kur'an'ın iç çekişmeler yüzünden yıkılan Sasani Devleti ve gene iç siyasi çekişmeler yüzünden bölgeden çekilen Romalı unsurların yerini dolduran ve gayeleri yağmadan öte olmayan farklı Arap kabilelerin özellikle Suriye ve Irak bölgesine yaptığı akınlar ile bu bölgede mevcut eski kültürler ve Hristiyan eğitim kurumlarıyla iletişime geçerek başını özellikle Abdülmelik'in çektiği bir devlet olma sürecinde ortaya çıkan destekleyici/birleştirici bir oluşumdur.

Temel kaynakları Kur'an ve sünnet olduğu iddia edilen/zannedilen İslam Hukukunun (Fıkıh) gerçek kaynakları Roma/Bizans, Mezopotamya'da çok yaygın bulunan Hristiyan okulları/kiliselerin, Talmud ve Rabbaniler hukuku ile Sasani hukundan oluşturulmuş ve İslami düşünce yapısının temeli atılmıştır. Bu cahil kabileler bir medeniyet oluşturmamışlardır. Medeniyeti oluşturan Suriye ve Irak'ta bulunan Süryani alimler olmuşlardır. Kültürel yayılım ve ekollerin gelişimi Suriye ve Iraktan Medine tarafına yani güneye doğru ilerlemiştir. İslamiyetin hiçbir aşamasında özellikle Mekke ve Medine asla var olmamıştır. Klasik İslam kaynaklarında geçen "önce Emeviler sonra Abbasiler hüküm sürdü" yazımı yalandan ibarettir. O dönemlerde Hicaz'ın ( Mekke-Medine) başka bir kabilenin idaresi altında, Mısır ve Kuzey Afrika'da farklı kabilelerin, Yemen bölgesinde başka kabilelerin, Emevilerin de sadece Şam ve Irakta hüküm sürdüğünü ortada İslam devleti falan olmadığını detaylarıyla yazacağım.

DEVAM EDECEK.

Lombelico del Mondo'dan "Virtual Reality" öyküler...

Holos, Holy, Hologram, biri bütünse, biri kutsalsa, biri de gerçekliğin kaydı ise Cosmo(dünya) kayıt mıdır gerçeklik midir?

Is It Real Or Not?

Page 35: İslam Üzerine Bir İnceleme

Değerli arkadaşlarımdan gelen muhtelif istek ve iddalara cevabımdır..

Kur'an Ayetlerini yazmaktan sıkılıyorum ve biliyorum ki anlamını değiştireceksiniz! İnsan yazımı bir kitabın ayetleri üzerinden tartışma yapmanın bir manası yok ancak insan yazımı Kur'an'ın ayetleri apaçık iken üzerine bir uydurma daha yapılmasına da hiç gerek yok!

Ali İmran Suresi 33. Ayet;

Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim Ailesi'ni, İmran Ailesi'ni seçerek Alemlere üstün kılmıştır.

Bakara Suresi 47. Ayet;

Ey İsrailoğulları, Size lütfettiğim nimetimi, sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.

Bakara Suresi 40. Ayet;

Ey İsrail oğulları! Size lütfettiğim nimetimi hatırlayın; bana verdiğiniz söze vefalı olun ki, ben de size ahdimde vefalı olayım. Ve yalnız benden korkun.

Bakara Suresi 41. Ayet;

Yanınızdakini doğrulayıcı olarak indirdiğime inanın. Ona karşı çıkanların ilki olmayın. Ayetlerimi değeri düşük şeylerle değişmeyin, sadece benden korkun.

En'am Suresi 86. Ayet;

İsmail, İlyas, Yunus, Lut hepsini alemlere üstün kıldık.

Ne diyor Allah yanınızdakini doğrulayıcı olarak Kur'an'ı indirdim. Tevrat'ı onaylıyor. Tevrat'ın geçerli olduğunu ilan ediyor. Zannederim bunun aksini de iddia etmezsiniz.

Yoksa bu konularla ilgili ayetleri de yazabilirim.

Kur'andaki Allah'ın indirdiği ve Kur'an'a göre geçerliliği devam eden Tevrat'a da bakalım;

Tesniye, Bölüm 26, Bab 19

-Sizi övgüde, ünde, onurda yarattığı bütün uluslardan üstün kılacağını, verdiği söz uyarınca Tanrınız RAB için kutsal bir halk olacağınızı açıkladı.

Tesniye Bölüm 20 Bablar 10-11-12-13-14-15-16

-Bir kente saldırmadan önce, kent halkına barış önerin.

Page 36: İslam Üzerine Bir İnceleme

-Barış önerinizi benimser, kapılarını size açarlarsa, kentte yaşayanların tümü sizin için angaryasına çalışacak, size hizmet edecekler.

-Ama barış önerinizi geri çevirir, sizinle savaşmak isterlerse, kenti kuşatın.

-Tanrınız RAB kenti elinize teslim edince, orada yaşayan bütün erkekleri kılıçtan geçirin.

-Kadınları, çocukları, hayvanları ve kentteki her şeyi yağmalayabilirsiniz. Tanrınız

RAB'bin size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz.

-Yakınınızdaki uluslara ait olmayan sizden çok uzak kentlerin tümüne böyle davranacaksınız.

-Ancak Tanrınız RAB'bin miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız.

Bunları çoğaltabilirim. Kur'an'da sürekli İsrailoğulları anlatılıyor onların ne kadar üstün ve ayrıcalıklı yaratıldıkları, hatalar yapmalarına karşı sürekli affedildikleri yazıyor.Allah bu dünyayı onlar için yaratmış. Müslümanların onayladığı ve kabul ettiği Tevrat bu konularda çok daha vahim. Yukarda sadece bir kaç Tevrat ayeti paylaştım. İstedikleri ülkeleri fethedebilecekleri herkesi köle yapıp öldürebilecekleri detaylı olarak yazılmış. Kur'an'da bu kitabı onaylayarak Allah'ın gönderdiğini ve hükmünün devam ettiğini açıklamış. Kur'ana göre Tevrat,İncil ve Kur'an Levh-i Mahfuz'da bulunan İslami kuralları içeren kitaplar.Yani bunların herbiri İslamiyeti yaymak için gönderilmişler. Yani Tevrat'ta bulunan bu emirler Levh-i Mahfuz'da var!7. yüzyılda vahiy yoluyla yazdırıldığı iddia edilerek günümüze ulaşan Kur'an'ın vahiy olduğu tarihte mevcut bulunan Tevrat ve İncil'in günümüzdeki versiyonlarının aynı olduğunu biliyoruz. Her ne kadar 11. yüzyıldan öncesine ait tam metin Kur'an bulamasakta! Müslümanlar Tevrat'ta yer alan bu ifadeleri kabul etmek durumundalar. Çünkü Tevrat 2000 yıldır hiç değişmedi. Belgeli kanıtlı mevcut. Herhalde bu platformda bulunan herkes bunu biliyordur.

Kur'an'ı yazanlar bu metinleri Arap örfü ile harmanlayarak Tevrat'ın ifadesine benzer düşünce sistemi getirmişler ve Arap ırkının herkesten üstün olduğunu lanse etmişler. Allah bir kavmi alemlere üstün kıldığına göre ve son dinin muhatabi da saf Arapça ile gelen Kur'an ile Arap kavmi olduğuna göre, alemlere üstün kılınan kavim de Arap kavmidir. Kur'an son derece ayrımcı ve ırkçı bir metindir. Değerli Müslümanlar aksini iddia ediyorlarsa Allah'ın alim sıfatının yalan olduğu ortaya çıkıyor! Çünkü Kur'an2ı vahyeden Allah sonucun buraya varacağını görememiş olmalı! Ayrıcalık tanınan soy İsrailoğulları soyudur. Araplar da kendilerini bu soydan sayarlar. İsmail'in çocuklarıdır. Ayrıca Köleler ile verilen olumsuz örnekler ve kadınlara yaklaşımı tekrar tekrar yazmaya gerek yok.

Bana reddiye yazmaya çalışan değerli arkadaşımın edep ve ahlak dışı terbiyesiz ithamlarını kendisinin örnek aldığı Müslüman ahlakını bir kenara bırakıyorum çünkü benzer ahlaka sahip milyarlık İslam coğrafyasında olan olayları gözlemliyorum. Kendisi ve yazdıkları hakkında detaylı yazmama gerek yok. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Değerli arkadaşımlarım maalesef çelişki içindedirler. Bana sürekli

Page 37: İslam Üzerine Bir İnceleme

kaynak soruluyor! Neyin kaynağı bu? Yazımın yayınladığım kısımlarında konulara ilişkin gerekli atıflar zaten yapılmış vaziyette.

Esved, Zühri, Douri, İbn Manzur,El Ezher, Tayyar Altıkulaç, İbn Hibban, Mücahid, Taberi, Abdülmelik ,İbn Haldun, İbn Kuteybe, Zeyd bin Sabit, Kenz'ül Ummal, İbn Sellam el-Cumahi, Urve bin Zübeyr,İbn İshak,Belazüri, Vakıdi, Prof. Abdülaziz Al Douri, İbn Seyyidünnas bu zikrettiklerim kaynak değil mi? Bunlara atıfta bulunuyorum. Yazının ilk iki kısmında en gelenekçisinden en modern Müslüman'ına kadar bütün İslam coğrafyasında kabul edilen gerek Arap yazısı gerekse de Muhammed'in hayatının ayrıntılarını ait bazı rivayetlerin nasıl uydurulduklarını çok da fazla uğraşmaya bile gerek olmadan sadece bilimsel bir izahat çerçevesinde ama Occam'ın usturasını kullanarak kesip atıyorum. Değerli Müslüman arkadaşlarım hangi kaynaklardan bahsediyorlar!? Zeyd bin Sabit'in Kur'an'ı nasıl topladığını bilmiyor musunuz!? Bu ilk iki kısmın anafikrinin bu olduğunu fark etmediniz mi? Gerek Arap yazımının başlangıcının o dönemde mümkün olamayacağı gerekse de Osman döneminde Kur'an'ın toparlanması masallarının işin temeli olan Zeyd bin Sabit üzerinden ne kadar çürük olduğuna ve nasıl kolayca kesilip atılabileceklerini gösteriyorum. Daha yeni başladım. Elimdeki ustura çok keskin, ne kadar uydurma rivayetiniz varsa kesip atacağım emin olabilirsiniz. Hakaretleriniz veya sorularıma cevap vermekten kaçınmanız ve başınızı devekuşu misali sahra çöllerine gömmeniz gerçekleri asla değiştirmiyor ve değiştiremeyecek. Nasıl ki bütün mitolojiler hallaç pamuğu gibi dağıtıldı ve insanlık özgürlüğüne bir adım daha yaklaştıysa ben ve benim gibi insanlarda bin yıldır milyarlarca insana kan kusturan bu mitolojiyi hallaç pamuğu gibi dağıtacaktır. Ayrıca yazının başlangıcında zaman zaman atıflar yapacağım ve sona erdikten sonra ben neler okudum hangi aşamalardan geçtim ve incelemelede bulunduğumu yazacağımı belirttim. Sizlerin yazının içeriğinde son derece keskin bir şekilde altı çizilen eleştirilere cevap yazmanız gerekmiyor mu?

Yeni nesil "Kurandini mezhebi" ne bağlı değerli arkadaşlar hadisleri ret ediyorlar ancak hadisler ile Kur'an'ın rivayet yoluyla geldiğini bilmiyorlar mı? Aynı otobanın sağ ve sol şeriti kullanılıyor. Hadisi rivayet eden ile Kur'an'ı rivayet ile nakledenlerin farklı dünyalardan geldiğini mi düşünüyorsunuz! Binlerce hadisi uydurma diye ret edenler 21 yaşındaki Zeyd b. Sabit'in derlediği Kur'an'a inanıyorlar! Hadislerin uyduruk olmasıyla Ebubekir ve Osman'ın Kur'an nüshalarını toplaması ve yazdırması masalları arasındaki farkı bana değerli bir Müslüman arkadaşım izah edebilir mi?

Bana reddiye yazmaya çalışan agzı, üslubu bozuk değerli arkadaşım hakaret ederek yazının içeriğindeki sorulardan kaçabileceğini sanıyor! Bu arada da inanılmaz bir gafa imza atıyor! Neden? Çünkü imanını kurtarmak için akıl dışılığa başvurmak zorunda. Kur'an'ın aslını ne yapacağımı sorguluyor! Aslı zaten doğa kanunlarına göre lime lime olup yok oluyormuş! O yüzden mi kadim kültürlerin binlerce yıllık metinleri var elimizde! Bu metinler üzerinden tarihi okuyoruz. Gerçeklere ulaşıyoruz. Silinmiş Kur'an nüshaları yenisi yazılıp yok ediliyormuş! Eskisine ne gerek varmış!

Yenisini yazanın doğruluğunun kıstası nedir?

Evreni Yaratan Allah'ınız silinmeyecek bir şeyler de verseydi ya Muhammed'in eline! Orjinali olmayan bir eserin doğru olduğunun ispatı nedir? Şahidi nedir?

Page 38: İslam Üzerine Bir İnceleme

Sen dersin Allah yazmış, ben derim Ahmed yazmış! İddianızı ispatlayacak elinizde hangi bilgi,belge,bulgu var?

O zaman köşe başındaki bir kitapçıdan aldığınız Kur'an'ı okuyup inanıyor iman ediyorsunuz. İyi ama aynı kitapçıda satılan Süperman'e neden iman etmiyorsunuz!? Biri derse bende Süperman'e iman ediyorum doğruyu nasıl ispatlayacaksınız!? İş sadece basılı bir kitap ile bitiyorsa okuduğumuz her güzel kitaba iman edebiliriz! Bir din bu kadar mı gayrı ciddi savunulabilir! Allah'ınız yazdırdığına göre silinmez mürekkepten haberi vardır herhalde! Yani siz beğenmesenizde 2000 yıllık Tevrat metinleri var müzelerde! 1800 yıllık İncil metinleri mevcut. 3000-4000 yıllık papiruslar var. Ölüler kitabı var. Binlerce arkeolojik metin var. Demek ki doğa onları lime lime etmemiş! Tevrat veya İncil daha geçerli o zaman! Doğa onları korumuş! Kur'an bu kitapları tasdik ettiğini yazıyor. Elimizde Kur'andan daha sağlam ve Kur'anın indiği iddia edilen yüzyıldan daha eski Tevrat ve İncil olduğuna göre, Kur'an'ı'da Doğa(Allah) lime lime ettiğine göre hükmü yoktur deyip geçelim! Kur'an için öne sürdüğünüz bu mantığı(!) neden Buhari'nin Sahih-i Buhari kitabına uygulamıyorsunuz? O da eskidiği için yenisini yazmışlar!

Karbon 14, 1940'tan önce yokmuş! Peki 1940'tan önce Allah varmıydı!? Bence sizin Allah'ınız 1940 yılında Karbon 14 ile yer değiştirdi! Çünkü iddialarınızın yalan olduğu ortaya çıktı bu kadar basit. Fazla alıngan olmayın. Lehçe ile sessel okunuş Kur'an'ın yazımına tesir etmemiş! Hadi canım efendim! Bırakınız lütfen bu çocukça iddiaları. Biraz olsun dil bilgisi olan herkes bugün bile aynı dilin farklı lehçelerinde anlamların ne kadar değiştiğini bilir. Azeri Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında aynı kelimelerin arasındaki tamamen zıt anlamlara bir bakın isterseniz. Bir de 1400 sene evvelini konuşuyoruz ki varın gerisini siz düşünün. Onbin Kur'an mevzuuna çok takılan var! Merak etmeyin ona da sıra gelecek ancak biraz olsun yazımın ilk iki kısmını anlayarak okuyan değerli arkadaşlarım yaptığım atıflara da dikkat ederek başlangıcı çözmüşlerdir. Çünkü yeterince ipucu bırakıyorum Değerli Müslüman arkadaşlarım Siz bana hakaret etmeyi bırakınız da Esved ve Haccac , Zühri, Zeyd bin Sabit, Arza-i Ahire ne demektir bunları da yazınız! 21 yaşında Kur'an'ı derleyen adamın öyküsünü unutmayınız!

Esved'in Kur'an'ı noktalarken ağzının şekline göre mana yazan adamlara sorunuz Kur'an'da ki manaları! Ayrıca "saf Arapça" inen ve yazdırılan Kur'an'da bilinmeyen kelimelere mana vermek ne demek! Kitabınızın içeriğindeki (kendi adı bile) inanç bağlamındaki terimleri bile Süryanice! Bu konuya daha sonra tek tek ve detaylı bir şekilde değineceğim ama beni en çok gülümseten örneği vereyim!

Ali İmran Suresi 51. ve 101. ayetlerde geçen "Sırat" kelimesi! Bu kelime Müslümanları doğru yola, dolayısıyla Allah'a ileten İslam dini anlamında kullanılır. İslamiyete özel anlatıda ise ahirette bulunan ve mahşerden başlayarak cehennemin üzerinden geçen ve cennete giden köprüdür/yoldur. Herkes bu köprüden yürüyecek ve günahkarlar yolun kenarında bulunan kancalar vasıtasıyla çekilip düşürülerek cehenneme gönderilecektir! Sırat kelimesi Latince "Stratum" dan geliyor! İmparatorluk merkezinde konuşulan dil Latince ama merkeze uzak olan Suriye ve Irak'ta konuşulan dil elbette Arami/Süryanice. Latince "Stratum" Arami/Süryani dilinde "Srat" oluyor. İngilizcesi "Street" Herkes ne demek olduğunu anlamıştır! Taş döşeli yol! Şimdiki haliyle cadde! Romalıların uygarlık olarak gelişmesine yol açan buluşlarından biri. Kur'an'ı yazan "Ahbar" ların hem hayal gücü sağlam hem de dilbilgileri! "Saf Arapça" vahyedene "yol"yapmışlar!

Page 39: İslam Üzerine Bir İnceleme

Bu uydurmaları,yalanları daha ne kadar yutturmaya çalışacaksınız!? Gerçeği cesurca yazabilecek değerli Müslüman bir arkadaşım yok mudur?

Sizlere sadece bazı konularda ön bilgiler vermek için yayınladığım ve sadece başlangıç olan Yazımın ilk paragrafında Mezopotamyanın tarihsel süreçte neden medeniyetler beşiği haline geldiğini cok kısa bir özet halinde aktarıyor ve artan nüfusu kontrol edebilmek için Tanrı/peygamberlik müessesesinin nasıl oluştuğuna atıf yapıyorum. Arkasından 7. yüzyıl Arap Yarımadasında dinlerin durumunu inceliyor ve cahiliye diye bir olgu olmadığı Yarımadanın her yerinde yoğun olarak Yahudi ve Hristiyanlığın bulunduğunu yazıyorum. Kaynağa gerek var mı? Bütün tarih ve sosyal bilimlerde bilinen konular bunlar. Daha ilkokulda bu konuları öğrenmeye başlanıyor.

Arkasından rivayet kültürünün Arap toplumu için ne kadar önemli olduğunu ve Arapça "su verdi" kökünden türetildiğini İbn Manzur'dan da örnekleyerek aktarıyorum.Burada Arap kültürüne yer açıyor ve "sema ve imla" nın dönemin Arap toplumu için ne ifade ettiğini aktarıyorum. Arap toplumunun çok az olan yazışmalarının Arami/Süryani dilinde olduğunu yazıyor, Arapça yazımının o dönemde olmadığını belirtiyorum. Ortada Arapça yazılmış hiçbir eser olmadığını da ekliyorum. Bütün eserlerin 10. yüzyıl itibariyle ortaya çıktığını belirtiyorum. Bunlar da genel olarak bilinen konular. Bu platformdaki arkadaşların İslam bilgileri son derece yüksek. Eminim ki yazdığım konuların çoğuna vakıflar. Mezhep imamı denilen adamların sadece Ravi olduklarını anlayabilecek kapasitede olduklarına en küçük bir şüphem yok. Burada sadece bir mantık kurgusu var. Ben durum tespiti yaparak o kurgunun üzerine mantıklı çıkarsamalar yapıyorum. 8. yüzyılda Arap Yarımadasında bir eğitim müessesi olmayacağını herkes düşünebilir. Çünkü yazılı kültür yok. Burada haberleri verip insanların iletişimin kim sağlıyor Raviler. Bugünkü sosyal medya yani! Haliyle bu insanların sistemli bir ruhban/kahin sınıfı oluşturduklarını anlamak için zaman makinesine binip 7. yüzyıla gitmeye gerek yok. Eğitim sistemi sadece Kuzeyde Irak, Suriye,İran gibi kadim kültürlerde var. Arapların bu konularda Rivayet kültürü dışında hiçbir faaliyetleri yok. Bunu bilemeyecek kadar eğitimsiz arkadaşıma ben en azından bu platformda rastlamadım. Arkasından ağırlıklı olarak Kur'anın 7. yüzyılda yazılamayacağını aktarıyorum. Burada Arap yazısını bulduğu iddia edilen ve genel görüşe göre en geçerli rivayette adı geçen 3 isme değiniyor ve Süryanice üzerinden bu isimlerin nasıl uydurulduğunu açıklamalı olarak göstererek ispatını yapıyorum. Arkasından Arap lehçelerinin aslında ne kadar önemli olduğunu ve bu konularda 1980'lere kadar hemen hemen hiç çalışma yapılmadığına dikkati çekiyorum. Bunun arkasından bir kaynak vererek Kur'an'ın lehçelere göre okunmasının nasıl serbest kılındığını yazıyorum. Bunun ilerde nelere yol açacağını da ekliyorum. Şu anda bile Kur'an konusunda her kafadan mana anlamında ses çıkmıyor mu? Yoksa ben mi yanılıyorum! Arkasından Kur'an'ın derlenmesine geçiyorum Daha ilkokulda başlayan bilgiler değil mi verdiklerim! Kaynağa gerek var mı? Burada bir takım sorular soruyorum bu derlenme işindeki garabetliğe dikkat çekiyorum herkesin bildiği konular bunlar. Burada sorduğum sorulara cevap üreten değerli bir Müslüman arkadaşım var mı! Halen yok! hakaret dışında. Hakaret islamın şiarı olmuş!

Lehçeleri yazıya dökemezsiniz diyorum bu yerleşik bir alfabede bile çok zor bir iştir diyorum Apaçık yazıyorum ve "nesh" etmiyorum. Araştırınız efendim!

Arkasından Kur'an hakkında, siyaset üzerinden sosyal ve tarihi bir değerlendirme yapıyorum ve resmi İslam Tarihinden Kur'an'a ilk noktalama işaretleri koyan Ebü’l-Esved ve hikayesini aktarıyor ve

Page 40: İslam Üzerine Bir İnceleme

hikayedeki yalan kurgusuna dikkat çekiyorum. Bu kurguya itiraz edecek değerli bir Müslüman arkadaşım var mı? Gerçeği bize yazarak aydınlatacak!

Arkasından Muhammed hikayesini uyduran birincil kaynakları açıklıyorum isim isim ve bu isimlerden İbn Şihab ez-Zühri 'yi öne çıkarıyorum ve bu adamın yazdığı bütün konuları tek tek yazıyorum. Hatta bu konuları alarak işleyen ve bugüne ulaştıran Tarihçilerin isimlerini de maddelerin yanına yazıyorum ve İslam tarihini ve Muhammed'i sadece bu adama güvenerek okuduğumuzu aktarıyorum. Var mı buna itiraz edecek ve doğrusunu bizlere yazacak değerli bir arkadaşım! Zühri'ye neden güveneceğiz! Ortada rivayetten başka ne var. Kur'an bile şahit istiyor! Buhari'ye bile güvenmiyorsak Zühri'ye neden güvenelim! Parasızlıktan bu hikayeleri yazmış olamaz mı!? Hazır Abdülmelik sık sık kendisine para verip borçlarını öderken!

Değerli arkadaşlarımın bazıları yazılarımı iyi okumuyor. Daha yazımın başlangıcın da insanın düşünmeye başladığı anda oluşan soru işaretlerini aktarıyorum. Bu soru işaretleri de ben de henüz 14-15 yaşında oluşmaya başladı. Herkesin merak ettiği konular, ilgi alanları vardır. Benim de din oldu. Okudukça ve bana sunulan argümanların yetersizliğini fark ettikçe soru işaretlerim çoğaldı. Daha sonraları avantajlı eğitim koşullarımdan ve çok dilli yetişmenin kolaylığından dolayı daha fazla kitap okuyabildim. Arkasından da mesleki avantajlarımı bu konuda kullandım. Bu yazıları sadece sizler için ve bilimsel bir makale olarak yazmadım. Bu konular daha sonra bilimsel düzeyde bir kitap olarak yayınlanacak. Sizlerle sadece benim de zamanında sorduğum sorulara okuduğum eserler vasıtasıyla verdiğim cevapları paylaşıyorum.

Kaynakları, okuduğum eserleri yazıların bitiminde yazacağımı belirtmeme rağmen bu konuların bazılarının kaynaklarını eser sahiplerini yazalım; Ben neler okudum kimleri okudum bir kısmı aşağıda. Yazılar ilerledikçe sizlerle bir çok eser paylaşacağım. Bazı arkadaşlarımın ricası üzerine Türkçe eserleri de araştırarak sizlere vereceğim.

-Muhammet Tahir b.Ebu el Hattat,Tarih'ul hatti'l-Arabi ve Adabihi

-John Wansbrough, Quranic Studies: Sources and Methods of Scriptural Interpretation

-Corpus Inscriptionum Semiticarum,

-Ahmed el-Cevalik, el muarreb

-David Diringer, The Book Before Printing: Ancient, Medieval and Oriental,

-Karl-Heinz Ohlig, The Hidden Origins of Islam: New Research into Its Early History

-Sibeveyh,

-Aziz Günel, Türk Süryani Tarihi,

- Dr. Suphi e's-Salih, Mebahis Fi Ulumi'l-Kuran,

Page 41: İslam Üzerine Bir İnceleme

-Gustav Leberecht Flügel, Corani textus arabicus

-Arthur Ernest Cowley, Aramaic papyri of the fifth century B.C.

-El-Belazuri

-Taberi

-Ahmed b. Davud ed-Dineveri, el Ahbaru't Tival

-Buhari, e's- Sahih, Kitabu Fedaili'l-Kuran

-Ignaz Goldziher, Muslim Studies

-Corci Zeydan

-İbn Hişam, Şuzuru’z-Zeheb, Siret-i Nebi

-el Makdısi, El bed ve't Tarih

-Ibn Warraq, Which Koran?: Variants, Manuscripts, Linguistics .

-İbn Haldun, el-Mukaddime

-es-Suyuti, el Itkan

-İbnü’n-Nedim,

-Nizamülmülk, Siyasetname

-Theodor Nöldeke

-Leon Caetani

-Ebu Davud, Kitabu'l Mesahif

-Arthur Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’an

-Philip Khuri Hitti, History of the Arabs, Makers of Arab History, The Near East in History (Hitti'nin Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi kitabı Türkçe olarak mevcuttur. Çevirmeni de benim çok değer berdiğim hocalarımdan Prof. Salih Tuğ'dur)

Değerli Murat A. Özdemir'in İmrû’u’l-Kays b.Amr’ın mezar taşı hakkındaki soru işaretlerini giderelim. Bu mezar taşı geç Nebati yazısıyla yazılmıştır. Arap yazısının ilk örneklerindedir. Bu yazının modern Arapçaya transliterasyonu tartışmalıdır. Ancak yazının genel içeriği çevrilebilmektedir. Bu günkü Arap yazısı bu yazıdan evrilmiştir.Bu metin bizlere Nebati yazısının Arap yazısına nasıl evrildiğini göstermesi açısından iyi bir kanıttır.

Bu metnin önemli bir özelliği de köşeli harflerden oluşmasıdır. Bu yazılar kareli İbrani yazısıdır ve Arap Yahudileri tarafından kullanılırdı. Bakınız uzun dini metinler bu yazıyla yazılmazlar.Henüz çok yetersizdir. Aramice/Süryanice yazılırlar. O dönemde Arap yarımadasında Arami Alfabesinin bir kaç

Page 42: İslam Üzerine Bir İnceleme

versiyonu yazı amaçlı kullanılırdı. Bugün bilinen Arap yazısına benzeyen ve geç dönem Nebati yazısı harfler noktasız ve birbirine çok benzediği veya aynı olmasından dolayı, gramer de henüz teşekkül etmediği için karışıklık olmaması açısından sadece kısa notlar, çok kısa dini metinler veya mezar taşları vs. için kullanılırdı. Yahudi,Hristiyan veya Sasani kültürlerin dışında Arapların yazılı edebi bir kültürü o yüz yıllara kadar zaten hiç olmamıştı. Yazının gelişebilmesi için öncelikle böyle bir kültür atağının olması gerekir. Abdülmelik dönemine kadar Arap kültürü sadece rivayet kültürü gelişimi göstermiştir.

Abdülmelik döneminde noktalama konulmasından sonra hızlı bir gelişme süreci göstermiştir. Bunu da Süryani alimlere borçluyuz. Çünkü Suriye ve Iraktaki kültürel eserleri Arapçaya çevirmişlerdir. Ancak değerli Müslüman arkadaşlar aksini iddia ediyorlarsa, iddialarını kanıtlayabilecek ve 9. yüzyıl öncesine ait Arapça yazılmış müellef eserleri ortaya koyarak benim haddimi bildirebilirler.

Şimdi müslüman arkadaşlara basit sorularım olacak.

Malumunuz 10. , 11. yüzyıla tarihlenen orjinal Kur'an metinleri var ve bunlar Küfi yazıyla yazılmış.

1-Bu metinlerin Küfi yazıdan modern Arap Alfabesine transliterasyonunu kimler nerede ve ne zaman yapmışlardır?

2-Bu transliterasyon yapılırken manaları nasıl tespit etmişlerdir?

3-Kufi yazıdan modern Arapçaya transliterasyon yapılması bu günkü kuranların da meal olduğunun göstergesi değil midir?

4-Meal çalışmaları anlam değişikliklerine sebep oluyor mudur?

Klasik Tarih yazımında İslam Devleti olarak sırayla gösterilen Halifeler devri , Emeviler, Abbasiler ise,

5-Fatımi'ler,Idrısiler, Beni Taba'lılar,Zeydi'ler, Beni Ziyar'lılar, İsmaili'liler, Buye'liler, Kınde'liler vs. kimlerdir?

6-Hangi dine inanmakadırlar?

7-Hangi Kitab'a inanmaktadırlar?

8-Halifeleri kabul ediyor ve İslam Devletinin bir parçası olmuşlar mı?

9-İslamiyet ile şeref sahibi olmuşlar mı?

10-Haritalarda sürekli gösterilen son derece hızlı büyüyen(!) İslam Devleti grafiklerinden bu saydığım kavimlerin haberi varmıdır!?

11-Emeviler Şam'da hüküm sürerken Hicaz Bölgesinde kim hüküm sürüyordu?

12-Emeviler Şamda hüküm sürerken Mısır bölgesinde kimler hüküm sürüyordu?

Page 43: İslam Üzerine Bir İnceleme

13-Emeviler Şam'da hüküm sürerken İran bölgesinde kimler hüküm sürüyordu?

14-Emeviler Şam'da hüküm sürerken Yemen bölgesinde kimler hüküm sürüyordu?

15-Yoksa ortada dolanan bir sürü peygamber gibi bir sürü halifede mi vardı?

16-Bunlar bitince kaç tane mehdi zuhur etti?

17-Kabe'yi yıkan Haccac hangi metinleri elden geçirdi?

18-Emeviler "din" li miydi? "din"siz miydi?

19-Hadisler uydurma ise ve Kur'an'ı Muhammed yazdırdıysa Siret'i rivayetlerin içinden nasıl ayırt ediyorsunuz?

20-Siret sizin için önemsiz ise kimin hangi koşullar altında yazdırdığı belli olmayan bir kitabın Allah'ın vahyi olduğunu nereden biliyorsunuz?

21-Aynı şekilde yazılı harfleri olan bir alfabede o harfleri ayırabilecek hiçbir işaret yoksa yaklaşık 78.000 kelime içeren bir metni nasıl yazarsınız?

Ben değerli Müslüman arkadaşlarımdan rica ediyorum. 78.000 kelimelik Kur'anı harflere hiçbir işaret eklemeden, hareke, nokta olmadan hadi hatırım kalmasın işlerini o kadar da zorlaştırmayayım klasik Arapça'yı geçeyim modern Arapça ile 7. yüzyılda yazıldığını iddia ettikleri şekilde bir yazsınlar. Bakalım ortaya ne çıkıyor!

22-Kur'an farklı kıraatlerde yazıldığı takdirde kelimelerin anlamı değişiyor mu değişmiyor mu? Değiştiğini bildiğimize göre bunu semavi zenginlik diye yutturmaya çalışmak neyin nesidir?

Ben her zaman yazarım;

Hadisler mi kur'an'ı yazdı? Kur'an'mı hadisleri yazdı! Bunu bir adım ileri götürelim Kur'an'mı vahiydir? Sünnet mi vahiydir?

23-Arapların İslam öncesi sünnetten(!) Nebevi sünnete geçişi kimler vasıtasıyla nasıl olmuştur? Raviler "mecalis" te nasıl bir rol üstlenmiştir ve bu raviler kimlerdir?

24-Bu soruların içeriğini anlayabilecek ve cevaplandırabilecek İslami bilgiye sahip değerli Müslüman arkadaşlarım var mı?

Son olarak tekrar yazıyorum değerli Müslüman arkadaşlar Kur'anın 7. yüzyılda Muhammed'e Vahiy yoluyla indirildiğini ve akabinde yazıya geçirildiğini iddia ediyorlarsa 7. yüzyılın ilk yarısında Kur'an gibi

Page 44: İslam Üzerine Bir İnceleme

bir metni yazabilecek düzeyde Arap yazısı mevcut olmalıdır.Kur'an metinlerini gramer ve mana açısından karşılaştırabileceğim iddia ettikleri aynı yüzyıllara ait bir belge/eser/yazı herhangi bir bulguya yönlendirebilirler mi? Gayet açık ve net bir talepte bulunuyorum 7. yüzyılın ilk yarısına ait olmasa da olur. 9. yüzyıl bile kabulumdur. Tek şartım müellef bir eser olacak ve eski yazmaların bilinen bilimsel kriterlerinden geçmiş olacak.

Arap toplumunun bugünkü durumunda İslamiyetin başarılı olmadığı anlaşılıyor. Müslümanlar;

"Bu bir sınavdır ve İslam toplumu başarılı olamamıştır ve Allah'ın cehenneme onu doldurmak için verdiği söz yerine gelmiştir!" diyorsa, Allah'ınız insanları bilerek ve isteyerek saptırdığı için son derece kötü bir varlıktır. İnsanlara bu kötülüğü Allah yaptırdığına göre Şeytan'a ne gerek vardır?

Yok eğer;

"Hayır, Şeytan insanları saptırmış ve insanlar nefslerine yenildiği için bu haldeler!" diye düşünüyorsanız o zaman iddiayı(!) Şeytan kazanmış ve Allah'tan güçlü olduğunu ispatlamıştır.

Her şekilde İnsanlık kaybettiğine göre kanımca insanlığı bir iddia olarak gören ve bilinçli bir şekilde ortalığı kan gölüne çevirerek ahlaksızlığa, cahilliğe vs. sebep olan bu adı Şeytan/Allah/peygamber/mehdi/şeyh/şıh vs. olan yaratıkları(!) kendi yarattıkları cehennemin en dibine gömerek, evren/zaman boyutunda kısacık olan tek ömrümüzü güzel dünyamızda barış ve huzurla geçirelim.

İnsanlık artık "cahiliye" dönemini bitirmiş, bilimin sağladığı imkanlarla gerçeklik algısını yükseltmiş, kendisini, evreni ve bulunduğu yeri keşfetmiştir. Uzun bir dönem bu görevi üstlenen(üstlendirilen) ve bu dünyada insanları ahlaklı, faziletli ve kanaatkar(!)yaşatarak diğer dünyada cenneti sağlayacağını iddia eden mitolojilerin, insanlığa değil sadece ayrıcalıklı bir kesime bu dünyada cenneti sağlayan senaryolar olduğu anlaşılmıştır.

İnsanın kendi doğasından gelen hiçbir ahlaksız eylemi yoktur. İnsanın yaşamsal faaliyetleri sadece ihtiyaçlarından kaynaklanır. Ahlak sadece toplumsal etkileşim içinde var olan bir eylemdir. Değişkendir, toplumların ihtiyaçlarına, eğitim seviyelerine göre şekillenir. Dinin hiçbir fonksiyonu yoktur. En büyük ahlaksızlıklar din kurallarının belirlediği çerçeve içinde yapılır. örneklerini kitabi ve sosyal olarak her arkadaşım biliyordur

İnsanlık için artık gelecek bilimin üzerinden inşaa edilecektir. Bu geleceğin temeli bilgi temelli toplumlar olacaktır. Bilgiyi içselleştiremeyen toplumların yok olacağı aşikardır.

İddia olunur ki inanmak insanın doğasında vardır, inanmayan insan boşluğa düşer, kupkuru kalır, her türlü ahlaksızlık alır başını gider. Bu sadece bu mitolojilerden beslenen insanların uydurmasıdır. Doğru olmadığını anlamak için inanç coğrafyasına ve geçmişine bir göz atmak yeterlidir. Allah sınıfta kalmıştır. Gönderdiğini iddia ettiği kitaplar hiçbir işe yaramamıştır. Elinize alıp okuyacağınız herhangi bir kitap, sevdiklerinizle geçireğiniz saatler, bazen oturduğunuz yerde gözlerinizi kapayıp derin bir

Page 45: İslam Üzerine Bir İnceleme

nefes alarak düşündüğünüz bir an, keyifli bir alışveriş, güzel bir yürüyüş velhasıl insan olarak yaptığınız her eylem sizi yaşama bağlayacaktır. Ne boşluğa düşersiniz ne de ahlaksız olursunuz. Sadece insan olursunuz. Ne çanların gürültüsüne, ne de akordu bozuk bağıran ezana ihtiyacımız yoktur.Tarihe,insanlığın geçmişine bir göz atın. Dinler insanlığa ne vermişlerdir? İnsanlığın ilerlemesine hangi katkıları sağlamışlardır? İnsan olduğumuzu bilmek kafidir. İnsanlığımızı cennet için satın almaya kalkan zihinsel bir çarpıklığa (Tevbe Suresi 9. Ayet) ihtiyaç yoktur. Benim satacak insanlığım yok.

Sevgi ve saygılarımla...

Lombelico Del Mondo'dan "Virtual Reality" öyküler...

Holos, Holy, Hologram, biri bütünse, biri kutsalsa, biri de gerçekliğin kaydı ise Cosmo(dünya) kayıt mıdır gerçeklik midir?

Is It Real Or Not?

1. BÖLÜM; 2. Kısım,

"SU"DAN GELEN BİLGİ

İslamiyetin ilk zamanlarından ve özellikle Kur'anın derlenme sürecinde yedi harf (Ahruf-i Seb’a) ve kıraat meselesi de ciddi sorunlara yol açmıştır. Bu çok tartışılan ve görüş birliği sağlanamamış bir konudur. Bazı alimler bunun yedi lehçe olduğunu iddia ederken bazı alimler lehçe sayısının çok fazla olmasından dolayı bunun doğru olmadığını iddia ederler. Buna mukabil ise aynı alimler en fasih yedi lehçe iddiasında bulunurlar. Kimi rivayetlere göre Cebrail Kur'an'ı tek harf üzere indirmiş ancak Muhammed'in ricası üzerine "yedi harfe" çıkarılmıştır! Miraç'ta elli vakit olan namazın beş vakte indirilmesi gibi bir pazarlık söz konudur.

Bir başka iddia da hepsi sahabeden olmayan Müslümanların Kur'an öğrendikten sonra kendi kabilelerindeki lehçeye göre Kur'an okumaları , öğretmeleri ve o dönemde noktasız ve harekesiz olan Arapçaya bir de lehçe farkı ilave edilince farklı okumalara tamamen açık hale gelmesiyle muhtelif kıraatlerin ortaya çıktığı yönündedir.

Bütün İslam Tarihi kaynaklarında Kur'an'ın nasıl derlendiği yazılıdır.

Önce Ebubekir döneminde Zeyd bin Sabit başkanlığında bir komisyon kurulur ve bu komisyon ayetleri toplama görevi üstlenerek Kur'anı bir yıl içinde yazıya geçirir Ve O sırada bu komisyona başkanlık yapan Zeyd bin Sabit sadece 21 yaşındadır! Bu tarihten 17 yıl sonra yani 650 yılında Huzeyfe İbn-i Yeman Müslümanların Kuran’ı değişik şekilde okumalarından dolayı, “ümmetin Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi birbirine düştüğünden” yakınır. Bunun üzerine Osman Kur'anı Hafsa'dan alarak

Page 46: İslam Üzerine Bir İnceleme

tekrar Zeyd başkanlığında bir komisyon toplar ve yeniden işleme tabi tutar. Kur'andan anladığımız Kur'an'ın Muhammed'in diliyle indirildiğidir. Muhammed Kureyş'li olduğuna göre Kur'an'ında Kureyş dilinde inmiş olması gerekiyor. Bu konuda İslam kaynaklarına göre Osman komisyona, herhangi bir konuda ihtilafa düştüklerinde "onu Kureyş dilinde yazın. Çünkü Kur'an onların diliyle inmiştir. " dediği yazar.

Şimdi buraya kadar olan olaylar son derece garip! Kur'an ilk olarak hangi dilde toplanmıştır ki ümmet ihtilafa düşmüştür? İkinci olarak yapılacak işlemin mahiyeti mevcut farkların Kureyş lehçesinde yazılarak farkların giderileceği yönündedir ancak bu zaten ilk işlem esnasında yapılmış olmalıdır ayrıca Kur'an ayetlerinde apaçık olarak kur'an'ın hangi dilde indirildiği yazılıdır. Zaten Kureyş Lehçesinde yazılı olması gerekir. Bu arada hep göz ardı edilen ama çok önemli bir sorun daha vardır. Kur'an ayetleri zaten katipler tarafından yazılı olduğuna göre bunları tekrar toplayıp yazmanın manası nedir? Hadi Ebubekir döneminde 21 yaşındaki Zeyd(!) başkanlığında bir derleme yapıldı diyelim 17 sene sonra ikinci derleme neden? İnsanlar Kur'anı farklı okuyorsa bu Kur'andan değil başka sorunlardan kaynaklı olmalıdır ki bunu da ilerde yazacağım.

Bu arada dil bilim açısından çok önemli bir durumu da size aktarayım Arapçanın o dönemdeki durumunu yazdım henüz son derece basit bir dönemdedir ve çok basit cümleler yazılabilmektedir. Şimdi gelişmiş bir dilde bile farklı lehçeleri yazmak son derece zor ve hatta neredeyse imkansız bir iştir. Örneğin bugün bile Anadolu'da mevcut bazı lehçeleri konuşursunuz ama aynı sesleri birebir yazıya dökemezsiniz son derece zor bir iştir. 7. yüzyılın Arap yarımadasında ve çok basit düzeyde olan bir dilin lehçesini ise asla yazıya dökemezsiniz. Bunu da ayrı bir soru işareti olarak kaydedelim.

Ayrıca İslam kaynaklarına göre Kur'an'ın, sürekli mevcut bulunan katipler tarafından vahiyden hemen sonra Muhammed tarafından katiplere yazdırıldığı yazar. İlk dönem olan Mekke dönemi sözlü kültür dönemi olarak kabul edilir.Bu dönemde yazıya geçirilmediği ve ezberlendiği daha sonra Medine döneminde bu ayetlerin ve Medine dönemi ayetlerinin yazıya geçirildiği aktarılır. Hatta 40 kadar vahiy katibi olduğu yazılır. Bunlardan en önemli on kişinin ise adı çokça zikredilir ki nedense bunların hemen hiçbiri Kureyşli değildir! Üstelik Osman'ın Kur'an'ı toplamak için görevlendirdiği ve komisyonun başkanlığını yapan Zeyd bin Sabit Kureyş kabilesine mensup olmayıp Yahudi kökenli bir kabilenin mensubudur. Zeyd bin Sabit hakkındaki bilgiler sadece bu kadar da değildir. Kenz’ül Ummal'a göre Muhammed Medine'ye hicret ettiğinde Zeyd bin Sabit 11 yaşındadır ve Muhammed'i karşılayanlar arasındadır.

"Karşılayıcılar Muhammed'e Bu çocuk sana gelen Kur’an surelerinden 17’sini bilir derler ve çocuk o surelerden bir kısmını Muhammed’e okur. Muhammed bunu görünce hayretler içinde kalır."

11 yaşında ve üstelik Yahudi bir çocuğun o dönemde henüz yaygınlaşmamış ve sadece 150 civarında inanırı olan bir dinin surelerini ezberleyen bir çocuk. Üstelik bu çocuk Yahudi ve haliyle kabilesinde İbranice konuşuluyordu. Yani Kendi bölgesine ait olmayan bir kabilenin lehçesinde seslendirilen hemde 17 sure gibi çok uzun bir metni ezberleyen bir çocuk! Yoksa bu çocuk Tevrat'ın bölümlerini ezberlemiş bir çocuk da başka bir hikayeden mi alıntılanmış bu olaylar(!) Burada da soru işareti koyalım ve devam edelim!

Bu konuları bütün islam Kaynaklarında bulabilirsiniz. En sağlamından en zayıfına!

Page 47: İslam Üzerine Bir İnceleme

Eğer bunları doğru kabul edersek bugün 1.5 milyar Müslüman , Kur'an'ın ilk derleme heyeti başkanlığını 21 yaşında, ikinci derleme başkanlığını da 38 yaşında yapan Yahudi Zeyd bin Sabit'in yazıya döktüğü Kur'an'a inanıyor!

Burada yapılan savunmalardan biri Kur'anın ezberlenmiş olduğu ve manasının değiştirilmesinin mümkün olmadığıdır. "Bir hata olsaydı Müslümanlar itiraz ederdi" söylemidir. Halbuki bunun mümkün olmadığı ve herkesin lehçelerinde mana birliğinin bir türlü sağlanamadığı kayıtlara geçmiş binlerce olaydan bellidir. Bugün bile mana birliği sağlanamamışken bin sene önce yazılı bir alfabesi olmayan bir dilde mana sağlanabilir mi?

Çok önemli bir hususu da belirtmeden geçemeyeceğim bir şeyi papağan gibi ezberlemek ile anlayarak ezberlemek arasındaki farklar her değerli arkadaşımın malumudur. Bugün bana bile yapılan eleştirilerin başında konuda hem anadil hemde akademik avantajlarım olmasına rağmen Arapçayı anlamadığım gelmiyor mu? Kur'an'ı yorumlayan arkadaşlar ile ben farklı yorumluyorum! Ben zaman zaman bu arkadaşların bana söylediğinin aksine onlarında aslında doğru yorumladıklarını ifade ediyorum! Şimdi elbette bu sizlerde soru işaretleri doğuracaktır. Kur'a'ın mecaz olduğu yönündeki yorumlar hariç kelime konusunda çok uç noktalara çıkmamak kaydı ile yapılan makul çeviriler birbirinden çok farklı da olsa kabul edilebilir. Bu çevirileri yapan değerli arkadaşlarımın değil 1300 senedir önce lehçe, sonra nahiv daha sonra mezhep sonrada ekol üzerinden kelimelere yüzlerce farklı anlam yükleyenlerindir. Bu çok önemli konu apayrı bir doktora çalışması olabilir.

Kur'an'da anlamı bilinmeyen ve dönemin sözlü dilinde bilinmeyen yüzlerce kelime vardır. İlk defa Arapça'ya girmiştir. Kur'an Arap dilinin ilk yazılı eseridir. Çok da kapsamlı bir metindir. Daha sonra da sürekli olarak kendisinin "apaçık" ve "saf Arapça" olduğunu ifade eden Kur'an'ı(!) anlamanın üzerine ve Kur'an Arapçası üzerine apayrı onlarca ilim inşaa edilmiştir. Mezhep denilen olgu ayet yorumundan başka bir şey değildir. Sokaktaki insandan El Ezher'deki uzmanlara kadar sorsanız size aynı argümanı sunar. Yani Kur'an ilk indiği dönemden ezberlenmiş ve hiç değişmemiştir. Madem değişmemiş o kadar ilim dalı neden var? Bunların hepsi Kur'an'ı anlama ve yorumlama üzerine değil mi? Bin yıldır İslam üzerine makale,kitap ve benzeri eserler yayınlayan uzmanların tamamı harekelerin Kur'an'ın anlamını değiştirmediğini yazarlar. Böyle bir yalanın üzerinde bin yıldır yatıyorlar değerli arkadaşlarım. Böyle bir şey hiç olabilir mi? Kur'an'a yapılan her müdahale anlamı değiştirmiştir. Bakınız daha noktalamalardan bile kelimeler değişti. Bazı harfler aynı çünkü, daha sonra konan harekelerle gene değişti. Kur'an'ın yazımı zaten en az 100 sene sürmüştür ve bunlar raviler yoluyla parça parça kabilelere dağıtılmıştır. Üstelik farklı okunuşların yani lehçelerin çok uzun bir zaman sonra yazıya döküldüğü ve kelimelere her kavmin meşrebine göre farklı anlamlar kazandırıldığı aşikardır. Sosyal Bilimlerde sözlü aktarımın bir nesil sonra bozulduğunu kesin olarak biliyoruz. Ayrıca dönemin şartları bellidir. Her kavim kendi lehçesiyle okuduğu sözlü bir Kur'an oluşturmuştur üstelik bu Kur'anlar farklı sayıda sure ve ayetler içermekteydi. Çünkü Kur'an hiçbir zaman bugünkü manada tek bir kitap olmadı. Kabilelerin ellerinde yer alan Kur'anlar daha kısa metinlerden oluşuyordu. Her kabilenin sözlü aktarımlarda kendi meşreblerine, örflerine göre eklemeler yaptığını anlayabiliyoruz. 10. yüzyıl başlarında bu eklemelerin tamamı tek bir kitap olacaktır.İşte asıl derleme o zaman yapılmıştır.

Page 48: İslam Üzerine Bir İnceleme

Değerli arkadaşlarım geçmişte başta Voltaire ve Roussau tarafından olmak kaydıyla felsefeciler, tarihçiler ve sosyal bilimlerin diğer disiplinleri tarafından hallaç pamuğu gibi didik didik edilen İncil'in akla,mantığa. bilime aykırı olduğu açıklanmış ve yoğun bir eleştiriye maruz kalmıştır. İncil'in her yönü bilimsel kriterlere tabii olarak kültürel,sosyolojik, bilimsel olarak incelenmiş ve hiçbir değeri olmadığı defalarca vurgulanmıştır. Ben din olgusunu kültürel olarak çok önemli bir zenginlik olarak kabul ediyorum. Dünya edebiyatına yaptığı katkılar tartışmasızdır. Ancak sosyolojik olarak benzeri duyguları taşıdığımı söyleyemem. Din her zaman siyasi istismar metotlarına da açık olmuştur. Hatta varlığını bu şekilde sürdürmüştür. Bilimsel bir yönü olmadığından herhangi bir fikir belirtmeye gerek görmüyorum.

Kur'anın yazımına devam edelim;

İslam Kaynakları Kur'anın 23 senede Muhammed'e vahiy yoluyla gelerek O'nun ağzından sayısı değişen katipleri vasıtasıyla taş,kemik,parşömen vb. materyallere yazıldığını ve aynı zamanda da ezberlendiğini aktarırlar. Bu materyaller içinden günümüze kadar ulaşan belge yoktur. İslam kaynakları bunların yok edildiğini yazmaktadır. Muhammed'in özel eşyalarının günümüze ulaştığı iddia edilir.( Topkapı Sarayı-Kutsal Emanetler) Bu Kutsal Emanetlerin nasıl bir sahtekarlık ürünü olduğunu zaman zaman yazdığımdan dolayı tekrar değinmeyeceğim. Ancak şunu vurgulamak ve bir soru işareti açmak gerekir:

Bugün bile Kur'an saygıyla açılır, evlerde baş üstünde saklanır.Abdestsiz okunmaz. Bu uygulamaların doğruluğu tartışılır ancak bin yıldır bu şekilde bütün İslam toplumlarında yer etmiştir. 1400 sene önce Allah'tan gelen sözlerin yazıldığı kutsal metinlerin yok edilmesi akıla ve mantığa sığmamaktadır. Hangi insan buna cesaret edebilir? Bu gün bile inançlı insanlar kur'an'dan çekinir ve saygı gösterirken 1400 sene önce Muhammed'i sağlığında tanımış ve Kur'an'ın yazımına şahit olmuş veya o dönemlere çok yakın tarihlerde yaşamış insanların asla buna cesaret bile edemeyeceği aşikardır. Hele ki Muhammed'in özel eşyalarını(!) koruyabilen bir yapının bunu yapmayacağı kesindir.Buraya kadar olan bilgilerden bunun mümkün olmadığı açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Bu basit izahatlar ile geçiştirilebilecek bir konu değildir. Burada çok önemli soru işaretleri vardır.

Kur'an'ın 600'lü yıllarda yazılmasının mümkün olmadığını ve İslam Kaynaklarının da bu tarihlere ait bir Kur'an metni ortaya koyamadığını açık bir şekilde ortaya koymak çok önemlidir. Kur'an'ın 7. yüzyıl başlarından aynı yüzyılın sonlarına kadar olan süreçte 70-130 sene aralığında yazıldığını düşünmekteyim. Kur'an'ın içeriğinde buna işaret eden çok bilgi mevcuttur. Bu sonuçlara ancak çok kapsamlı tarih araştırmaları sonucunda ulaşabilirsiniz. Ben bunları neredeyse 30 yıldır araştırıyorum. Binlerce belge, Kitap, saha çalışması sonucunda topladığım verilerin özetleridir bunlar. Üstelik bu okunan, toplanan, araştırılan verilerin üstünde senelerce düşünüp yorum yapmak binlerce saat, salim kafayla düşünmek gerekiyor.

Kur'an'ı objektif olarak değerlendirdiğinizde o kadar çok çelişki , tekrar ve hata var ki. Bazı ayetler sanki çala kalem yazılmış. bazı ayetler alakasız yerlerde. Bazı ayetlerin ortasında yarım kalan bir konu başka bir surenin bambaşka konudaki ayetinin ortasından çıkıyor. yüzlerce gereksiz tekrar var. Bunları objektif olarak baktığınızda hiçbir şey bilmeden bile toplama, derleme olduğunu anlıyorsunuz.Ancak

Page 49: İslam Üzerine Bir İnceleme

bütün olarak baktığınızda çok detaylı ve karışık bir metin. Onbinlerce kelime içeriyor. Arap dilinde mevcut olmayan binlerce kelime var. Sonucunda edebi bir eser. 7. yüzyılın mevcut Arap yazımıyla değil böyle bir metni değil yazmak yanından bile geçemezsiniz. Bu neye benziyor biliyor musunuz?

İlkokul birinci sınıfa giden birine Şekspir'in eserlerinden birini yazmasını istemek gibi.

Öncelikle bu gerçeğin tespitini yapalım. Bu konuyla ilgili herhangi bir kaynağa ihtiyaç yok. Tekrar ediyorum yakınınızda bulunan bir üniversitenin Arap dili ve Edebiyatı Fakültesine gidin ve bu yazdığımı sorun işte bu kadar basittir. Ancak bir konuyu belirtmeden geçmeyeyim Türkiye'nin İlahiyat Fakültelerinin anlı-şanlı profesörleri(!) kitaplarında cahiliye döneminde Arapların evlerinde Tevrat ve incil'in Arapça nüshaların bulunduğunu yazıyorlar!

(İslam Dininin Temel Kaynakları, Yazar: Prof.Dr. Ahmet Nedim SERİNSU

Sayfa 30:

İslam'dan önce Araplar arasında İbranice ve Süryanice dini kitaplar yanında muhtemelen bunların Arapçaları ve Arapça hikmet kitapları da bulunuyordu.)

Bu yalanları yazan şahıs bir profesör! Üniversitenin tez kurullarında başkanlık yapıyor.Kimlerin doktor olacağına karar veriyor, Türkiye eğitim camiasına ve bilime katkıda bulunuyor! Tevrat'ın ve İncil'in Arapçaya ne zaman çevrildiğinden haberi yok!( Aslında var) Arapça hikmetli kitaplar diyor Hangi kitaplar be mübarek! bu kitaplar. Arap dilinde İslamiyet öncesi hangi eser yazılmış da biz bilmiyoruz. Utanmazlığın haddi hesabı yok.Bu yalanlar ile yapılan eğitimin kalitesi de maalesef ortada.

Kur'an'ı metin olarak bölge inançları kapsamında incelediğinizde içeriğinde Eski Ahit (Tevrat), Talmudlar, Yeni Ahit(İncil), İznik Konsilinde sapkın ilan edilen İnciller, Avesta, Mısırın Ölüler Kitabı ekseninde dini rituel ve inançlar,Sabii ritueller(Bu konu çok önemli olduğundan ayrı bir başlıkta inceleyeceğim) Apokrif olmayan ancak bölge halklarının inanç ekseninde çok önem arzeden folklorik öyküler, Bölge halklarının örf ve adetleri 114 sure ve 6236 ayetin içine dağılmış durumdalar. Bunun nedeni aslında son derece basit ve Abdülmelik'in kişiliğinde saklıdır. Bu günde siyasetçiler seçim öncesi her kesime göz kırpmaz mı? Siyasi düşüncesi ne olursa olsun her parti her düşünceye sonuna kadar kapıları açar, seçim öncesi birlik ve beraberlik mesaji verilir. Örneğin Almanya'da her saçim öncesi muhafazakar parti liderleri muhakkak 200 gazeteci eşliğinde bir dönerciyi ziyaret eder ve döner kebap yerler. Türkiye'yi yazmıyorum. Benzer olaylar dünyanın her yerinde görülür. İşte Kur'an Abdülmelik'in döner kebabıdır. Hırslı bir adam, imkanları kısıtlı ancak idealleri büyük. Bazı Kabilelerin ve ve dar bir bölgenin kralı.Arap yarımadasının dışına çıkmak istiyor ancak taraftar toplaması ve birlik sağlaması gerekiyor. Bizans İmparatorluğu kan kaybediyor ve bölgeden çekilmiş durumda ortada bir boşluk, büyük bir fırsat var. Her zeki liderin yapacağını yapıyor. Birlik ve beraberliği tesis ederek dağınık Arap kabilelerini Arap milliyeti olarak birleştirmek istiyor. Bölgede her inançtan insan mevcut. İşte bu dönemde bütün inançları kapsayan bir kitap çıkıyor ortaya. Hangi taraftan baksan herkese göz kırpıyor. Ağırlık Tevrat ve İncil üzerine Eski Ahit'in mükemmel olduğuna ama sapkınlar tarafından değiştirildiğine!, Yeni Ahit'in mükemmel olduğuna ama sapkınlar tarafından değiştirildiğine! ve teslis adı altında Allah'a şirk koşulduğuna (Monofizit Hristiyan görüşler/Arap Yarımadasındaki Kiliselerin

Page 50: İslam Üzerine Bir İnceleme

hakim düşünceleri Nasturilik), Zerdüştlük,bölgede mevcut kadim inançlardan motifler, Ay tanrıça kültü rituelleri, pagan inançlar yani bölgedeki kabilelerin ne kadar inancı varsa Kur'an'ın içine toparlanıyor. Bir de içine hayali belli belirsiz bir peygamber yerleştiriliyor. Muhtemelen geçmişte yaşamış ve Eyyamü'l Arap içinde hikayeleri olan adı farklı eski kabile reislerinden biri Kur'an da Muhammed ismi sadece 4 kere geçer biliyorsunuz. Ancak sık sık karşılaştığı olaylara atfen ayetler gelir. Ancak çok zengin bir hayat hikayesi hadis Külliyatında vardır. Bozacının şahidi şıracı misali. Hadisler Kur'an metinlerini düzenleyecek şekilde beraber yazılmiş gözüküyor. Dikkat ederseniz Kıssalar hariç günlük olaylar üzerinden kurgulanan ayetlerin hepsine bağlanan bir hadis/rivayet/hikaye vardır. Birbirlerinden ayrılmaz bir bütün içinde uyumludurlar. Ayetler hazırlanırken ayetlerin biyografisi de beraber oluşturulmuş. Daha sonra da bunlar Muhammed'in sözleridir diye kurgulanmış. Daha doğrusu Muhammed'in kitaplaşan sözlerine Kur'an, kitaplaşmayanlara Hadis demişler! Muhammed ile ilgili ayetlerin hepsinin ayrı hikayeleri var. Şimdi Kur'an ortaya tek bir metin halinde çıkmadı 100 yıl civarında olduğuna en ufak bir şüphem yok. Ancak elbette çok önemli bir özellik daha taşımalıydı ki bölge halkları üzerinde önemli olsun. Çünkü hikaye anlatıcılığı o dönemde çok önemliydi. Şiir, masal, dini metinleri hep Arapça'nın gerçekten de çok etkileyici seslerine uydurmak gerekliydi. Kur'an da bu çok güzel becerilmiştir. Hafız Tahrim Suresini okur Allah'ın Muhammed'e bakire eşler vereceğini anlatır. Dinleyen herkes okuma şekli yüzünden hüngür hüngür ağlar. İnsanın içine işler. Arapça bilsin bilmesin. Bu yüzden onlarca anlam icad ettiler (hareke-(ses)konsonları bağlamında) ve onlara anlam yüklediler. Hatta şiir olmadığını ayetle bile tescillediler! Okurken kelimeleri uydurmak için aksanı değiştiriyorlardı işte harekelerin eklemeleri bu okuma şekline göre harflere yeni sesler ve anlamlar da kazandırdı.

Elbette Kur'anın yarattığı bu hava ve dini akım herkesin hoşuna gitmedi. Karşıt fikirlerin ortadan kaldırıldığı muhakkak. Bu yüzden fikirler saklandı ama ilerleyen dönemlerde yazılan eserlerin içinde bu yeni dini akıma saklı eleştiriler veya açık eleştiriler yapıldı. Tabii süreç içinde resmi tarihçilerin ortaya attığı yarı efsane hikayeler Muhammed ile ilgili bilgiler adeta efsaneleşti.Bu detayları elbette sadece ben yazmadım. Bugün Müslümanların çok övündüğü ve heryerde dolanan Müslüman Bilim Adamları listeleri içinde yer alan ve bin sene önce İslamiyetin en parlak 300 yılı diye gösterilen 9. ve 12. yüzyılda yaşayan alimlerin çoğu aslında deistti. Benzer bulguları onlarda yazmıştı. Oryantalist diye küçümsenmeye çalışılan Doğu Bilimi uzmanları da benzer yazılar yazıyorlar. Şimdi size iki ayrı olayı kaynaklarıyla yazacağım. Bakış açınızı bu iki olay üzerinde netleştirmeniz önemli.

İlk olayımız Resmi İslam Tarihinden;

Resmi Tarihe göre Arap Alfabesine ilk noktalama işaretleri koyan kişi Arap grameri ve Fasih dil hakkında engin bilgisiyle Ebü’l-Esved olarak geçer. Şimdi bu konuyu Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinden alıntılıyorum:

"Yahyâ b. Maîn, Ebü’l-Hasan el-İclî ve İbn Sa‘d gibi âlimler tarafından sika kabul edilen Ebü’l-Esved, Arap grameri ve edebiyatı üzerinde geniş bilgi sahibi, kelimelerin taşıdıkları anlamları bilen ve fasih konuşan bir âlim, aynı zamanda zarif bir edip ve şairdi. Onun bu vasıfları taşıması ve özellikle Kur’an’ın

Page 51: İslam Üzerine Bir İnceleme

yanlış okunması karşısında hassasiyet göstermesi, farklı rivayetlere göre Hz. Ömer ile Hz. Ali veya daha kuvvetli bir ihtimalle Basra Valisi Ziyâd b. Ebîh tarafından mushaf yazısında kelimelerin hatasız telaffuz edilebilmesi için bir sistem geliştirmekle görevlendirilmesine vesile oldu. Çünkü hâfız sahâbîlerin zamanla azalması, hâfızası zayıflayanların bazı kelimeleri yanlış hatırlaması ve işitme yoluyla öğretime her zaman imkân bulunamaması gibi sebeplerin yanında fetihler sonucunda sayısı artan başka ırklara mensup müslümanların, hatta yerli Araplar’ın çeşitli dil hataları (lahn) yapmaları âyetlerin yanlış okunması tehlikesini doğurmuştu. Bunun için tedbir düşünülürken Ebü’l-Esved’in akla gelen ilk isim olmasında, Süryânî kökenli kelimelerin geçtiği âyetlerin tefsirinde eskiden beri ona danışılması (meselâ bk. Ebû Hayyân, II, 300), şiir yarışmalarında en güzel şiirin tayininde çıkan ihtilâfların halli için Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas gibi sahâbîlerin onun hükmüne itibar etmeleri (Hulvânî, s. 99) ve nihayet ashabın ileri gelenlerinden Kur’an kıraatine dair bilgileri rivayet etmiş olması da rol oynamıştır."

Ansiklopedinin bu ilk paragrafı üzerine bir açıklama yazmak istiyorum;

Daha ilk satırlarda bilinçli yönlendirme yapılarak bir güzelleme yapılıyor ve bilinçli bir saptırmaca kurgulanıyor. Esved bir şair yani "Ruvat" bunda bir sorun yok Ancak henüz ortada Arap grameri ve edebiyatı diye bir şey yok! Hangi gramer ve edebiyattan bahsediliyor anlamak mümkün değil! Ayrıca iddialara göre devir Halife Ali devri yani İslam kaynaklarına göre Kur'an mushaflaşmış ve her yere dağılmış durumda resmi tarih öyle yazar. Kur'an konusunda birlik sağlanmış durumda. Süryani kökenli kelimelerin ihtilafı nedir ki? Neden ihtilaf olsun Kur'an zaten "apaçık" ve "saf Arapça" değilmi!? ayrıca bu adamın vereceği bilgilerin sıhhati nedir? Yani Müslümanların bu gün elinde tuttuğu Kur'andaki anlamların bir kısmı Ebü’l-Esved 'e ait. Şimdi harflerlerin değişmediği düşünebilir! Mümkün mü!? Bunu kim bilebilir!? Alfabesi yeni yeni yazılan bir dilde her kelimeye istediğiniz anlam yüklenebilir.Ne diyor açıklamada "anlayamadığımız kelimeler için bu adamın bilgisine başvuruyorduk". Bu ne demek? Yani bu adamın kelimeye verdiği anlam literatür oldu ve dile yerleşti demek. Hani Kur'an'ı Muhammed yazmıştı? Abdülmelik derken bir de Ebü’l-Esved çıktı! Zaten o kadar çok çıkacak ki bu ve benzeri adamlar! Ayrıca Kur'an harflerine nokta koymak gibi çok önem arzeden bir işi Halife'nin değilde Basra Valisinin istemesi çok tuhaf! Neyse TDV Ansiklopedisi Ebü’l-Esved başlığına devam edelim;

"Ebü’l-Esved çalışmaları sırasında, Süryânî ve İbrânî yazılarında noktalarla gösterilen harekeleri örnek aldı ve Abdülkays kabilesinden seçtiği bir kâtibe, kendisi Kur’an okurken fetha, kesre ve zammelerin telaffuzu esnasında ağzının aldığı şekle göre harflerin üstüne, altına ve önüne birer, bunların tenvinli halleri için de ikişer nokta koydurdu. “Naktü’l-mushaf” denilen bu işlemin, Hz. Peygamber zamanında veya bir rivayete göre Câhiliye devrinde başlatılmış olan, birbirine benzeyen harflerin farklı biçimlerde noktalanması işlemiyle (i‘câm, rakş) karıştırılmaması için de hareke görevi yapan bu yeni noktalar kırmızı mürekkeple konuldu; daha sonra bunlar, bugünkü hafif meyilli yatay çizgiler haline getirildi (geniş bilgi için bk. ARAP [Yazı]; KIRAAT; MUSHAF). Ebü’l-Esved, biyografisine yer veren en eski kaynaklarda nahivle ilgili ilk çalışmaları yapan (fâil, mef‘ûlün bih, muzaf, ref‘, nasb, cer ve cezm harfleri vb.) dilci olarak tanıtılmakta (meselâ bk. Cumahî, I, 12; İclî, s. 238; İbn Kuteybe, II, 729), aynı bilgi daha sonraki kaynaklarda da tekrarlanmaktadır (meselâ bk. Zehebî, IV, 82). Bu kaynakların

Page 52: İslam Üzerine Bir İnceleme

bazılarında onun bu işe eğilmesine sebep teşkil eden olaylarla ilgili rivayetlerden de söz edilmektedir."

Bu ikinci paragrafta çok daha büyük bir sahtekarlık örneği sergileniyor. Ne yazıyor;

Ebü'l Esved çalışmaları sırasında Süryani ve İbrani yazılarında noktalarla gösterilen harekeleri esas aldı!

Burada koskoca(!) Türkiye Diyanet Vakfı'nın nasıl kocaman bir yalana imza attığını okuyabiliyoruz! Bu olayların olduğu tarih 670-680 yıllar civarında olmalı. İyi ama burada bir sorun var? Bahsettikleri alfabeler 8. yüzyılda harekelendi! Yani Süryani/İbrani alfabeleri de o dönemlerde harekesizdi. Bu alfabelerinde harekeleme işlemleri 8. yüzyılda başladı ve ortalama 200 sene sürdü! Yani Daha en azından 100 yıl var! Nasıl olacak şimdi! Yalanların boyutuna inanmak, anlamak mümkün değil!

Neyse devam edelim okumaya:

C. Brockelmann, Ahmed Emîn, H. Reckendorf, J. W. Fück ve Ali Ekber Dihhudâ gibi bazı araştırmacılar yukarıdaki bilgileri “efsane” olarak nitelendirmekte, Arap gramerinin birden bire terimleriyle birlikte ve gelişmiş biçimde ortaya çıkmış olamayacağını ileri sürmektedirler. Şüphesiz ki Ebü’l-Esved’in gerek naktü’l-mushafa gerekse nahve dair ortaya koyduğu kurallar ve getirdiği yenilikler hemen yaygınlaşmamıştır (DİA, III, 279). Ancak onun bu önemli hizmetini inkâr ederek nahiv tarihini, bu alanda kitap yazmış olması muhtemel Abdullah b. Ebû İshak el-Hadramî (ö. 117/735) devrinden itibaren başlatmak, bütün ana kaynakları ve güvenilir râvileri inkâr etmek anlamına geleceği gibi Ebü’l-Esved ve öğrencilerinin sürdürdüğü dil derslerinin, bu konuda muhtemelen Abdullah b. Ebû İshak tarafından yazılmış olan kitapla Îsâ b. Ömer es-Sekafî’nin (ö. 149/766) el-Câmi? ve el-Kâmil’inin ortaya çıkışına zemin hazırladığı da dikkate alınmamış olacaktır. Ebü’l-Esved tarafından ortaya bir nahiv kitabı konmamış olmakla birlikte sözü edilen derslerde bazı kaidelerin ve terimlerin vazedildiğinde şüphe yoktur. Kaldı ki rivayetlerde zikredilen konu başlıklarıyla ilgili nahiv terimlerini Ebü’l-Esved’in kullanıp kullanmadığı veya bunların onun yaşadığı devirde teşekkül edip etmediği tartışması ayrı bir husus, bu terimlerin delâlet ettiği konuların ele alınıp kurallarının ilk defa tesbit ve vazedilmiş olması ayrı bir husustur. Bu terimlerin başlangıç döneminde konulmuş olamayacağı iddiasıyla, Ebü’l-Esved’in öğrencilerinden ders görmüş büyük nahiv âlimlerince rivayet edilen haberlerin tamamının yakıştırma ve asılsız sayılması açık bir yanılgı olduğu gibi bu tutum, en muteber klasik eserleri bazı yerde itimada şayan görürken bazı yerde uydurma haber kaynağı gibi değerlendirme çelişkisini de ortaya koymaktadır.

Ebü’l-Esved aynı zamanda Arapça’daki garîb ve nâdir kelimeler üzerinde geniş bilgisi olan bir şairdi. Bir divan teşkil eden şiirleri (Dîvânü Ebi’l-Esved [nşr. Muhammed Hasan Âl-i Yâsîn], Beyrut 1974) uzun kasidelerden ziyade onar beyti aşmayan mukattaalar tarzındadır. Muhtevalarına bakıldığında onun şiirlerinin sanat için yazılmadığı ve o devir şairlerinin işlediği konuları ele aldığı görülür. Bunlar fahr, risâ’, kahramanlığı ve şecaati övme, ilmi yüceltme, sabrı tavsiye, doğruluk ve kardeşliği, özellikle de gayret ve çalışmayı teşvik gibi konulardır. Ebü’l-Esved’in Asmaî, Ebû Amr b. Alâ, Sükkerî ve Sa‘leb

Page 53: İslam Üzerine Bir İnceleme

tarafından toplanan şiirleri, Fück’ün görüşlerinin aksine (bk. EI² [İng.], I, 107) asırlar boyunca şiir münekkitleri, edipler ve lugat âlimlerince incelenmeye değer bulunmuş, İbn Cinnî onun divanını istinsah edip hocası Ebû Ali el-Fârisî’den de nakillerde bulunarak şiirlerini şerhetmiştir. Aynı şekilde başta Hüzelî şairleri olmak üzere bazı meşhur şairlerin divanlarına şerh yazan Sükkerî de Ebü’l-Esved’in şiirlerine şerhler yazmıştır. Öyle anlaşılıyor ki şiirlerine gösterilen bu ilgi, onların sanat değerinden ziyade dil ve lugat bakımından ilk İslâmî devri temsil etmeleri sebebiyledir. Çünkü Ebü’l-Esved şiirlerinde Arapçalaşmış ve dile sonradan girmiş kelimeleri kullanmadığı gibi İslâm medeniyetinin gelişme döneminde Arap şiirine tesir eden yabancı üslûp ve kullanışlardan, lafza dayalı sunî sanatların tesirinden de uzak kalmıştır. Dolayısıyla şiirleri nahiv, lugat ve kıraat kitaplarında şâhid ve delil olarak zikredilebilecek mahiyette görülmüştür."

Yukarıda okuduğunuz üzere Diyanet Vakfı bu kişiyi tanıtırken bu kişi hakkında araştırma yazıları yayınlayan bazı şarkiyatçı ve İslam araştırmacılarının Ebü'l Esved hakkında verdikleri bilgilere de değiniyor ve bu araştırmacıların verdiği bilgilerin doğru olmadığını(!) Ebü'l Esved'in yaptığı çalışmaların çok daha sonra ortaya çıkacak eserlere zemin hazırladığı görüşünden hareketle bu şarkiyatçıların ve İslam araştırmacılarının yazdıklarının mümkün olamayacağını aktarıyor(!)

Yazdıkları reddiye ne kadar bilimsel değil mi(!) Siz mümkün değil diye yazıyorsunuz ama Esved'den ders görmüş büyük alimlerden yapılan rivayetlere de asılsız demiş oluyorsunuz(!) bu yüzden en tanınmış bazı eserlere bunlar uydurmadır anlamına gelir! Bütün ana kaynaklar ve Ravileri de inkar etmiş oluyorsunuz diyor!

Bozuk saatin bile günde iki kere göstermesi misali Diyanet Vakfı reddiye yazayım derken işin doğrusunu yazmış!

Bu arapçadaki "garip" kelimeler(yabancı) her zaman tartışma konusu olacaktır!

Değerli arkadaşlarım işte ben ve benim gibi insanlar yalanlar deryasında dolaşıyoruz. Şimdi bu zatlar hakkında bilgileri okurken öyle bir yazım şekli hazırlanmış ki sanki Kur'an ve bağlı ilimler hakkında medreseler, üniversiteler var! Bu adamlarda oralarda öğretim üyesi! Çok büyük alimler bunlar, ayrıca çok ünlü öğrencileri var! Bunlarda oturdukları yerden ellerinde yüzlerce eser var onları okuyor ve değerlendiriyorlar! Şimdi en akademik olanından, Mucizad-ı Ahmediyye tarzında yazılmış olan kitaplara bakın hep bu tarzda görürsünüz. Ya hu muhteremler bu adamlar kabileden kabileye dolaşan kahinler, hikaye anlatıcıları, Raviler! Tek bildikleri ezberledikleri şiirler, hikayeler! Okuyup yazdıkları da şüpheli! Hadi okuyup yazıyorlar diyelim Arapça'nın durumu malum. Ezberledikleri konular uzun ve detaylı konular kendi hayal güçlerine göre onlarında süslediği ve elbette abarttıkları kahramanlık öyküleri, tarihi öyküler vs. Bunları Arap diline dökemezler Aramice yazmış olabilirler ancak o devirde Nasturi yazısı denilen Aramice'yi bu hikayeler ile okuyup yazacak adam bulmak Sahra çölünde su bulmaktan daha zor olmalı.

İkinci olayımız ise Muhammed senaryosunu uyduran adamlar!

Bu rivayetleri İslamiyete yamayıp dine çevirenleri de ilerde yazacağım!

Page 54: İslam Üzerine Bir İnceleme

9. yüzyılda yaşayan İbn Sellam el-Cumahi, "Tabakatü'ş-şu'ara i'l- cahiliyyin ve Tabakatü'ş-şu'ara İ'l-İslamiyyin" adlı eserinde, rivayet toplama faaliyetinin mimarı sayılan 8. yüzyılda yaşamış ünlü alim İbn Şihab ez-Zühri'ye dair yaptığı atıfta, İbn İshak’ın (8. yüzyıl) megazi ve siyer(Muhammed'in savaşları ve hayatı) bilgilerinin çoğunun kendisinden önceki insanların şiirlerine dayandığını belirtiyor.(!)

Ara sıra farkında bile olmadan birileri gerçekleri yazıveriyorlar!

Muhammed Senaryosunu hazırlayan adamlar İbn Şihab ez-Zühri ve Urve bin Zübeyr. Kendisine ilim ehli denilen bu adamların aslında "Ravi" olduğunu artık biliyorsunuz. İbn Şihab ez-Zühri çok önemli bir adam, bir çok olayın altında bu adamın imzası var. Muhammed hakkında ne biliyorsanız yazarı bu adamdır. Bu adamın yazdığı ve İslam tarihinde literatür olmuş olayları tek tek yazacağım;

Şimdi Zuhri'nin kaynak olarak kullandığı bu dört adamın ortak bir özelliği var. Hepsi de Ebubekir'in kızı Ayşe'den İslamiyeti öğrenmişler! Bu meşhur Ayşe yani rivayetlere göre Muhammed ile 6 yaşında evlenip 9 yaşında halvet olan.

Bu adamlara yakından bir göz atalım örneğin Said bin el Müseyyib bu sahabe 50 sene boyunca yatsı abdesti ile sabah namazı kılmış! Yani 50 sene boyunca hiç uyumamış! Ayrıca çok sayıda hadis nakletmiş

Zuhri ile beraber onun kullandığı kaynaklarda Urve bin Zübeyr, Said bin el Müseyyib, Ubeydullah bin Utbe Ebu Bekir Abdurrahman bin Haris ile beraber muhammed'in hayatı ile ilgili ne biliyorsanız başta Zuhri bu dört adamı kaynak kullanarak yazmış! Bunlar dışında kaynak yok. Zuhri'nin eserleri günümüze ulaşmamış. Ancak yazdıklarını İbn İshak, Vakıdi, İbn Seyyidünnas, Taberi ve Belazüri'nin eserlerindeki atıflardan çıkarıyoruz. Bu derlemeyi 1957 yılında yapan Prof. Dr. Abdülaziz Al Douri Erken İslam Tarihi üzerine dünyanın en önemli uzmanlarından biriydi. Her ne kadar konuları mümkün olduğunca özet olarak ana başlıklar halinde geçmeye çalışsam da bu konu çok önemli olduğu için sizlere tamamını aktaracağım.Şimdi size bu kıymetli bilim adamının derlemesini (A Study on the Beginnings of History Writing in Islam) Türkçeleştirilmiş olarak aktaracağım ve ne kadar önemli olduğunu sizler de fark edeceksiniz. (Bu arada unutmadan çok önemli bir anekdotuda ilave edeyim. Urve b Zübeyr ve İbn şihab ez Zühri Abdülmelik ile bağlantılı adamlar. Sık sık ondan para alıyorlar! Daha ilerde size detayları aktaracağım.)

Parantez içinde ismini yazdığım tarihçiler bu konuları Zuhri'ye atıfla yazanlar.

İSLAM ÖNCESİ DEVİRE AİT RİVAYETLER;

1. Hz. Adem'in yaratıldığı, cennete alındığı ve çıkarıldığı gün (Taberi)

2. Hz. Nuh'a dair bazı bilgiler, çocuklarının ve torunlarının yeryüzüne yayılmaları ve yeryüzünün aralarında paylaşılması.(Taberi)

3. Hz. İbrahim'in ateşe atılması olayından başlayıp fil yılına ('âm'ül-fîl) ve nihayet hicret dönemine kadar Araplar’ın (İsmailoğullarının) kronolojik tarihi.(Taberi)

Page 55: İslam Üzerine Bir İnceleme

4. Hz. İbrahim'in, oğlu İshak'ı kurban etme girişimi ve şeytanın bunu engellemeye kalkışmasıyla ilgili (Ka'bü’l-Ahbâr'dan gelen) bir rivayet.(Taberi)

5. Sehâvî, Hz. Peygamber'in İslâm öncesi dönemde şahit olduğu olayların (Meşahidü'n-Nebi), Yunus b. Yezid (ö. 775) tarafından nakledildiğini belirtmektedir. Bunlar muhtemelen, Ficar savaşı, Ka'be'nin tamiri ve hılfu'l fudul gibi konulardır. (Sehavi)

6. Zühri, bir peygamberin gönderileceğine dair bazı işaretlerden bahsetmektedir: Buna göre bir melek Kisra'yı uyarmış ve bir kahine Sahibi tarafından putperestliğin sona ereceği haber verilmiştir. Bu konuda Hz. Ömer'den de ilginç bir olay nakledilmektedir.( Taberi)

7. Hz. Hatice'nin isteği üzerine, Hz. Muhammed'in onun kervanını işletmesi, Hz. Peygamber'in Hatice ile evliliği ve evlilik yaşı. (İbn Seyyidünnas ve Taberi)

MEKKE DEVRİNE AİT RİVAYETLER;

1. İlk vahyin başlaması, Hz. Peygamber'in fenalaşması ve Hz. Hatice'nin tutumu. Tebliğle görevlendirildiğini Hz. Peygamber’in ilk farkedişi.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

İlk ve son inen Kur'an ayetleri. (İbnü'n-Nedim, İbn Seyyidünnas)

Vahyin gelişiyle Hz. Peygamber’in duyduğu endişe (Taberi, İbn Seyyidünnas)

İlk müslümanlar Hatice ve Zeyd.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

2. Hz. Peygamber'in tebliğ faaliyetlerine karşı Kureyş'in tavır belirlemesi (İbn Hişam, İbn Seyyidünnas)

Hz. Peygamber'in festivaller (Mevasim) süresince Kureyş'ten başka, Kinde ve Beni Amir b. Sa'sa'a başta olmak üzere çeşitli kabilelere yaptığı başarısız davet teşebbüsleri. (İbn Hişam, İbn Seyydünnas)

3. Habeşistan'a hicret. Necaşi'nin tutumu ve kendisine gönderilen Kureyş heyetine karşı, müslümanlara verdiği desteği sürdüreceğini vurgulaması ile ilgili olarak Ümmü Seleme'den gelen bir rivayet. Necaşi hakkında detaylı bazı bilgiler.(İbn Hişam)

4. Haşim ve Abdülmuttalib oğullarına Kureyş tarafından uygulanan boykot (Bu rivayet aralarında Zühri'nin de yer aldığı birçok raviden gelen ortak rivayet) (İbn seydünnas)

Ebu Talib'in ölümü ve ölüm anında şehadet getirmeyi reddetmesi (İbn Seyydinnas)

İsra ve Mi'rac hadiseleri.(İbn Seyyidünnas)

5. Akabe toplantısı, bey'at maddeleri ve Medine'de İslâm'ın yayılmaya başlaması. ( Taberi, ibn Seyyidünnas)

MEDİNE DEVRİNE AİT RİVAYETLER;

Page 56: İslam Üzerine Bir İnceleme

1. Hz. Peygamber'in hicreti. Suraka b. Cu‘şem olayı.( İbn Hişam)

Muhammed'in Medine'de müslümanlar tarafından karşılanması. Medine'ye varış tarihi ve şehrin genel durumu. Mescidin inşa edilmesi.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

Medine havasının muhacirlere dokunması ve sıtmaya yakalanmaları.(İbn Hişam)

2. Abdullah b. Cahş seriyyesi. Seriyyeye katılanların sayısı ve kimlikleri.(İbn Hişam)

Kureyş kervanına yapılan saldırı haberine Hz. Peygamber'in ilk tepkisi.(Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

3. Yahudilerin Hz. Peygamber’e karşı tutumu ile ilgili bazı bilgiler.(İbn Hişam)

Abdullah b. Ubeyy'in düşmanca tavırları.(İbn Hişam)

Kıblenin değişmesi.(İbn Seyyidünnas)

4. Bedir Savaşı (Zühri'den gelen bilgiler, ortak rivayetin bir kısmını oluşturmaktadır).(Taberi)

Bedr Savaşı ile ilgili detaylar:

Abdülmuttalib'in kızı 'Atika'nın kervanla ilgili rüyası.(Taberi)

İma b. Rahda'nın Kureyş'e on deve verme ( gerekirse daha başka yardımlarda bulunma) teklifi. Umeyr b. Vehb adlı gözcünün müslümanların hazırlığına dair Kureyş'e bilgi vermesi ve savaştan vazgeçme yolundaki tavsiyesi (Utbe b. Rabia bu tavsiyeye katıldığı halde Ebu Cehil oldukça sert tepki göstermiş ve çarpışma başlamıştır). İslam birliklerini ilk gördüğünde Ebû Cehil'in bedduası.

Hz. Peygamber'in, Kureyş'e ilk göz attığında Allah'a dua etmesi ve Kureyş'e bedduası(Vakıdi, Taberi)

Ayrıca savaşta ilk şehit olan sahabi, her müslüman kesimden ilk şehitler, Hz. Peygamber'in savaş meydanındaki incelemeleri, esirlerin getirilişi ve Hz. Peygamber'in onlara merhametli davranması. (Vakıdi)

5. Bedir'den hemen sonra meydana gelen Sevik gazvesi ve tarihi. (Vakıdi)

6. Yahudilerle ilişkilerin bozulması ve anlaşmazlığın patlak vermesi. Ka'b b. Eşref’in Evs kabilesi tarafından öldürülmesi.(Vakıdi)

Hz. Peygamber'i memnun etmek için Evs ve Hazrec'in çabaları. Diğer bir Yahudi reisi İbn Ebu'l-Hukayk'ın Hazrec tarafından öldürülmesi.(Taberi)

Yahudilerin, içerisine düştükleri dehşetle ünlü mukaveleye yanaşmaları.(Vakıdi)

7. Beni Kaynuka Gazvesi. Emir mahiyetinde gelen vahiy. Savaşla ilgili tüm

Page 57: İslam Üzerine Bir İnceleme

detaylar ve Kaynuka Yahudilerine yapılan muamele.(Vakıdi)

8. Diğer seferler. Hicretten 22 ay sonra yapılan Kararatü'l-Küdr Gazvesi. 66

Hicretten 27 ay sonra Buhran’da yaşayan Beni Salim kabilesine düzenlenen

sefer.(Vakıdi)

9. Uhud Savaşı (ortak rivayet).68 Düşmanı Medine'de veya şehir dışında

karşılama konusunda müslümanların aralarında yaptıkları istişare.(Vakıdi)

Abdullah b.Ubeyy b. Selul'ün tutumu. (İbn Hişam)

Savaş bittikten sonra Hz. Peygamber'in bulunması. (Vakıdi)

Hz. Peygamber'i öldürmeye çalışan Ubeyy b. Halef’in, onun

tarafından öldürülmesi.(Vakıdi)

Hz. Hamza'nın şehadetiyle ilgili ayrıntılı bilgiler.(Vakıdi)

Hz. Peygamber'in savaş alanında yaptığı inceleme ve mütalaaları.(İbn Hişam)

10. Beni Nadir Yahudilerinin Medine'den sürgün edilmeleri, olayın tarihi,

bu arada meydana gelen olaylar ve genel durum. Ganimetlerin Hz. Peygamber

tarafından taksim edilmesi.(Taberi, Belazüri, İbn Seyyidünnas, Vakıdi)

11. Hendek savaşı. (Ortak rivayette Zühri'den nakledilenler): (Taberi, Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

Müslümanların içerisinde bulunduğu zor şartlar. Hz. Peygamber'in Medine'yi

kuşatan bazı kabilelerle anlaşma yapması ve Ensar'ın düşmanla yapılacak her

türlü uzlaşmaya karşı olması. Kureyş'in başarısızlıkla sonuçlanan bir macerası.(Taberi, Vakıdi)

Beni Kureyza'nın müslümanlar aleyhine entrikaları ve bu oyunların, Hz.

Peygamber'in taktiğiyle birbirlerinden şüphe duyacakları şekilde düşman

aleyhine çevrilmesi. Esen fırtına ve kuşatmanın sona ermesi.(Vakıdi)

Page 58: İslam Üzerine Bir İnceleme

12. Beni Kureyza'ya (diğer bir Yahudi kabilesi) Hendek savaşının hemen

sonrasında düzenlenen sefer(Taberi, İbn Seyyidünnas) ve onların tutumları.(Belazüri) Diğer ayrıntılar.(İbn Seyyidünnas)

13. Beni Lihyan kabilesine düzenlenen sefer (ortak rivayet).(Vakıdi)

14. İfk hadisesi(Taberi, İbn Seyyidünnas)

15. Zeyd b. Harise komutasında Ümmü Kırfe'ye karşı gönderilen seriyye.(Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

16. Hudeybiye antlaşması. Hz. Peygamber'in amaçlan ve onunla birlikte Medine'den ayrılanların sayısı (Kurban edilmek üzere hazırlanan develerin sayısı).(Taberi, İbn Seyyidünnas)

Hz. Peygamber'in takip edilecek güzergahı göstermesi ve müslümanların Hudeybiye'de konaklamaları.

Hz. Peygamber'in Kureyş'le bir barış anlaşması yapmaya gönüllü olduğunu izhar etmesi. Kureyş'in tepkisi ve tavrı. Müslümanlarla dost olan Huzaa kabilesinin Hz. Peygamber'in maksatlarını Kureyş'e iletmesi.(Taberi, İbn Seyyidünnas, Vakıdi)

Çoğu Kureyş’li olmak üzere, gelen birçok kuryeler ve onların müslümanlar hakkındaki intibaları. Hz. Peygamber'in diplomatik üslubu, amaçlarının dini olduğunu vurgulaması ve anlaşma teklif etmesi. Anlaşma maddelerini Kureyş adına Şurahbil b. Amr'ın müzakere etmesi afızlar üzerinde yapılan tartışmalar-, anlaşma metninin son şekli ve şahitler.Yapılan anlaşmaya Hz. Ömer'in gösterdiği sert tepki. Kurbanların Hudeybiye'de kesilmesi hususunda ashabın tereddütleriyle ilgili detaylı bilgiler. Anlaşmanın önemi ve sonuçlan hakkında Zühri'nin yorumu.(Taberi, İbn Hişam, İbn Seyyidünnas, Vakıdi)

17. Hayber’in fethi. Umumi şartlar ve fethin tarihi. Yahudiler’le yapılan

anlaşma ve hukuki sonuçları; daha sonra bu konuda ortaya çıkan soruna karşı

Hz. Ebu Bekir ve Ömer'in tutumları.(İbn Hişam, Vakıdi, Belazüri, İbn Seyyidünnas)

Hayber yolunda meydana gelen bir olay.(Taberi)

Fedek arazisi ile ilgili uygulama. (Belazüri)

Küçük çaplı bazı seferler.(Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

Page 59: İslam Üzerine Bir İnceleme

18. Mekke Fethi (Zühri, Huzaa'nın Hudeybiye'den sonra Hz. Peygamber’le

yaptıkları ittifak anlaşmasına ve onların Hz. Peygamber'in müttefikleri ve

habercileri olarak (İbn Hişam) oynadıkları role işaret eder).

Savaş sebebi olarak, Bekiroğulları ve Kureyş'in Huzaa kabilesine saldırısı.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

Ebû Süfyan'ın aracılık yapmak üzere Medine'ye gitmesi ve eli boş dönmesi. Hz. Peygamber'in savaş hazırlıkları.(Vakıdi)

Medine'de birisini vekil bırakıp savaşı bizzat idare etmesi. Seferin tarihi ve katılan asker sayısı. (Taberi, İbn Hişam, Vakıdi)

Ka'be'nin putlardan temizlenmesi. Alınan diğer kararlar ve fetihten sonra Mekke'de kaç gün kalındığı.(Taberi, Vakıdi)

19. Son savaşlar. Hevazin seferi, müslümanların sayılarına güvenmeleri. Yolda karşılaşılan ve putperestlik döneminden beri kutsal sayılagelen bir ağaçla ilgili ilginç bir anekdot.(İbn Hişam, Vakıdi, İbn Seyyidünnas)

Savaşta müslümanların geçirdiği sarsıntı, Hz. Peygamber'in Ensar'ı yardıma çağırması ve onların icabeti. Savaşın en kritik safhası. Resulullah'ın duası ve zafer.(Taberi, Vakıdi)

Ganimetlerin bölüştürülmesi.(Vakıdi)

Tebük seferi (ortak rivayet).(Taberi)

Münferit ayrıntılar.(İbn Hişam, İbn Seyyidünnas)

Eyle, Ezruh, Ezri'at, Tebale ve Cureş halkına cizye yükümlülüğü getirilmesi. Dümetü'l-Cendel'e düzenlenen sefer ve yapılan cizye antlaşması.(Belazüri)

20. Mektuplar ve heyetler: Kinde heyetinin ziyaretine dair bir rivayet.(Taberi)

Hz. Peygamber'in Dihye b. Halife el-Kelbi vasıtasıyla Bizans İmparatoru

Herakleios'a gönderdiği mektup. Buna ilave olarak Zühri, Herakleios'un rüyası,

gizlediği olumlu kanaati ve görüşünü almak üzere bir piskoposa başvurmasıyla

ilgili bir anekdot nakletmektedir.(Taberi)

Kisra'ya gönderilen mektup ve Hz. Peygamber'in, mektubunun parçalanmasına gösterdiği tepki.(Taberi)

Page 60: İslam Üzerine Bir İnceleme

Kisra'nın Yemen valisi Bazan'dan Hz Peygamber'i, davadan dönünceye veya öldürünceye kadar takip etmesini istemesi. Çeşitli iletişimler ve Kisra'nın sonu hakkında Hz. Peygamber'in verdiği haberin doğru çıkması üzerine Bazan'ın, yanındaki İranlılar’la birlikte İslam'ı kabul etmesi.(İbn Hişam)

21. Bazı asayişsizlik belirtileri. Halid b. Velid'in Necran'lı Beni Haris

kabilesine gönderilmesi ve müslüman olmaları.(İbn Seyyidünnas)

Zekat vermeyi reddeden Temim kabilesinin itaat altına alınması ve bir Temim heyetinin Medine'ye gelişi. (Vakıdi)

22. Hz. Peygamber'in kişiliğiyle ilgili ayrıntılar; evlilikleri (Taberi) ve isimlerinden

bazıları. (Taberi, İbn Seyyidünnas)

23. Veda haccı ve bazı ayrıntılar. Üsame b. Zeyd komutasında yapılan

sefer hazırlıkları.(Vakıdi)

24. Hz. Peygamber'in son hastalığı. Son günlerini yaşadığını hissederek,

minberden yaptığı bir konuşmayla bunu ima etmesi ve Üsame ordusunun

gönderilmesi hususundaki ısrarı. Hz. Abbas'ın Hz. Ali'ye, kendisinden sonra

kimin halife olması gerektiğini sormak üzere, birlikte Hz. Peygamber'e gitmeyi

teklif etmesi ve Ali'nin bundan kaçınması. Diğer detaylar.(Taberi, İbn Seyyidünnas)

Vefat günü Hz. Peygamber'in, mescitteki müslümanlara son kez bakması ve Hz. Ebû Bekir'i namazda imamlık yapmak üzere görevlendirmesi.(Taberi, İbn Hişam)

Hz. Peygamber'in son sözleri ve vefatı. Vefat tarihi, yaşı ve defnedilmesi. (Taberi)

Yukardaki sıralama düzeninden anlaşılacağı gibi Zühri bütün ana konuları bir çerçeveye koymuş arkasından gelenlerde bu çerçevenin içini mucizad-ı Ahmediye ile doldurmuşlardır.Muhammed ile bilinen her şey bu çerçeve ile Zühri tarafından hazırlanmıştır. Üstelik Zühri bütün tarihleri net bir şekilde yazmıştır.(!) Bugün İslam Coğrafyasında mevcut Siyer (Muhammed'in yaşamı) bu çerçeve üzerinden öğretilmektedir.Zühri diğer muhaddis ve fakihlerden yani Buhari, Tırmızi, Ebu Hanife vb. farklı biri değil. Bunu yazmamın nedeni hadis rivayetlerini kabul etmeyen post modern müslümanların Muhammed'in yaşam öyküsünün de, kabul etmedikleri hadis rivayetlerinden farklı bir oluşum sürecinin mevcut olmaması. Uç noktadaki post modern müslümanlar her ne kadar Muhammed'in yaşam öyküsü bizi ilgilendirmez söyleminde bulunacak kadar radikal yaklaşım içinde bulunsalar da inandıkları Kur'an'ın kaynaklarınının da benzer rivayetlerden oluştuğunu kabullenmek istememeleri, üstü kapalı güvensizlik duygusunun iman ekseninde gerçeği ret etmek psikolojisine sahip olmalarından kaynaklıdır. Genel kabule göre Zühri Medine'de dolaşarak bütün rivayetleri toplamış ve bu bilgileri oluşturmuştur. Vakıdi ve İbn Seyyidünnas'a göre Zühri sık sık Kur'an ayetlerine

Page 61: İslam Üzerine Bir İnceleme

de atıf yapmıştır.İster semavi olsun isterse de gayri semavi olsun bütün dinler çok kapsamlı bir şekilde rivayetlerden istifade etmişlerdir. Ancak rivayet konusunda İslamiyete ayrı bir yer açmak gerekir.İslamiyetin rivayet olgusu son derece kapsamlı ve sistemli bir hale getirilmiştir. İslam ilimlerinin tamamı tefsir, hadis, fıkıh, akaid vb. her biri rivayet hakkında farklı sistem ve metotlara sahiptir. Bunları ayrıştırarak gerçeklere ulaşmak son derece zordur. Örneğin Ebu Hanife fakih, Buhari'de muhaddis olarak kabul edilir. bu özellikleriyle bu kişilerin rivayete bakışları tamamen farklıdır denir. Yorumları farklıdır. Çıkardıkları manalar farklıdır. Hiç kimse demez ki neden farklı!? İslamiyeti yorumlayan binlerce alimin yorumları hep farklıdır. Tekrar ediyorum nedense hiç kimse sormaz neden bu kadar farklıdır diye! Müslümanların cevapları hep aynıdır!"Rivayetlere bakış açıları farklıdır!"

Hiç kimsenin aklına gelmez rivayete bakış açıları değil de "apaçık ve saf Arapça" diye kaynak olarak gösterilen rivayetler farklı olmasın! Burada Şeytan'ın avukatlığına(!) soyunalım ve bütün bu rivayetler birbiriyle fikri ve siyasi anlamda çatışan, üstünlük kurmaya çabalayan kabilelerin çatışmalarından doğmuş olabilir mi!?

Zühri sadece Muhammed'in hayatını yazmamış aynı zamanda Hulefa-i Raşidin döneminin yani ilk halifelerin yaşam öyküleri ve olaylarının da ayrıntılı rivayetlerini de aktarmıştır. Ebubekir'in halife olarak seçilmesinden, Ömer, Osman, Kur'an'ın toplanma öyküleri, Cemel Savaşı, Hakem olayı, Ali ve Muaviye çekişmesi, Muaviye'nin Mısır'ı fethi, Hasan'ın halifelikten feragati ile Zühri'den aldığımız bilgilerin sonu gelir. Medine Tarih Ekolü'nün bu en önemli temsilcisi tek başına bütün İslam Tarihi'ni yazmıştır. Bu arada Taberi'ye göre Zühri'nin tarih malzemesine bazı abartılı hususların da karışmış olabileceği şüphesi anekdot olarak eklenmiştir. İmparator Heraklios'un Muhammed'in mektubuna karşı tutumu, Kisra'nın önceden bilgilendirilmesi, Kahin olayı vb gibi. Ayrıca Taberi Zühri'nin bazı rivayetleri de Ka'bü’l-Ahbar'dan yapmış olabileceğini yazar. Ki burası oldukça önemlidir. Ka'bü’l-Ahbar Şam Ekolünün temsilcilerinden biridir ve bazı alimlere göre İslamiyete İsrailiyat denen uygulamaları sokan en önemli kişilerden biri kabul edilir. Son derece tartışmalı bir kişiliktir.

Değerli arkadaşlarım, ben ve benim gibi gibi araştırmacıların amacı hiç kimsenin inanma özgürlüğünü elinden almak değildir. Bu bütün insanların en doğal hakkıdır. Araştırmalarımızın amacı hiç kimseyi etkilemek veya yönlendirmek değildir.İnsanların inanma yetilerini kısıtlamak veya yönlendirmek asla amaç olmamıştır. Ancak takdir edersiniz ki bu sahada yapılan çalışmalar, bilimsel kriterlere tabii tutularak yapılan felsefi çıkarsamalardır. Felsefe hiçbir zaman İslami bakış açısıyla(!) gönüllere hitap eden bir demagoji sanatı olmamıştır. Amaç her zaman mutlak doğruya ulaşmak için olayları ve kavramları doğru analiz ve sentezlerle araştırarak bilimin tanımladığı perspektif içinde bilgiye ulaşmaktır. Nasıl ki Müslümanlar Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna inanıyorsa bende bilimin tanımladığı perspektif içinde yaptığım inceleme ve araştırmaların sonucunda Kur'an'ın bir amaç doğrultusunda belirlenen gayelere ulaşmak için bir takım insanlar tarafından Şam ve Bağdat'ta yazıldığını ve Mekke ve Medine ile uzaktan yakından ilgisi bile bulunmadığını biliyorum. İslamiyetin ve Kur'an'ın iç çekişmeler yüzünden yıkılan Sasani Devleti ve gene iç siyasi çekişmeler yüzünden bölgeden çekilen Romalı unsurların yerini dolduran ve gayeleri yağmadan öte olmayan farklı Arap kabilelerin özellikle Suriye ve Irak bölgesine yaptığı akınlar ile bu bölgede mevcut eski kültürler ve

Page 62: İslam Üzerine Bir İnceleme

Hristiyan eğitim kurumlarıyla iletişime geçerek başını özellikle Abdülmelik'in çektiği bir devlet olma sürecinde ortaya çıkan destekleyici/birleştirici bir oluşumdur.

Temel kaynakları Kur'an ve sünnet olduğu iddia edilen/zannedilen İslam Hukukunun (Fıkıh) gerçek kaynakları Roma/Bizans, Mezopotamya'da çok yaygın bulunan Hristiyan okulları/kiliselerin, Talmud ve Rabbaniler hukuku ile Sasani hukundan oluşturulmuş ve İslami düşünce yapısının temeli atılmıştır. Bu cahil kabileler bir medeniyet oluşturmamışlardır. Medeniyeti oluşturan Suriye ve Irak'ta bulunan Süryani alimler olmuşlardır. Kültürel yayılım ve ekollerin gelişimi Suriye ve Iraktan Medine tarafına yani güneye doğru ilerlemiştir. İslamiyetin hiçbir aşamasında özellikle Mekke ve Medine asla var olmamıştır. Klasik İslam kaynaklarında geçen "önce Emeviler sonra Abbasiler hüküm sürdü" yazımı yalandan ibarettir. O dönemlerde Hicaz'ın ( Mekke-Medine) başka bir kabilenin idaresi altında, Mısır ve Kuzey Afrika'da farklı kabilelerin, Yemen bölgesinde başka kabilelerin, Emevilerin de sadece Şam ve Irakta hüküm sürdüğünü ortada İslam devleti falan olmadığını detaylarıyla yazacağım.

DEVAM EDECEK.

Lombelico del Mondo'dan "Virtual Reality" öyküler...

Holos, Holy, Hologram, biri bütünse, biri kutsalsa, biri de gerçekliğin kaydı ise Cosmo(dünya) kayıt mıdır gerçeklik midir?

Is It Real Or Not?

Beğen ·

· Paylaş

Değerli inançlı arkadaşlarımız sürekli beni tehdit ediyor ve korkutmaya çalışıyorlar ben de diyorum ki;

Siz dindarların haddi cehennemin kapısına kadar. Binlerce yıldır insanlığı cehennem ile zabaniler ile korkuttunuz! Neden?

İnsanlığı sömürmek adına! İnsanların zihnini gasp ettiniz. Bedenlerine tecavüz ettiniz, öldürdünüz. Şimdi ilimden,bilimden bahsediyorsunuz!

Halbuki bilim bir geminin içine bütün hayvanlardan erkek dişi koyarak dünyanın kurtarılamayacağını da söylüyor...

Aynı bilim tüm insanlık sadece bir erkek ve kadından da olamaz diyor...

Aynı bilim fosillere bakarak hayatın yaklaşık kaç milyar yıl önce başladığını da söylüyor...

Page 63: İslam Üzerine Bir İnceleme

Aynı bilim milyonlarca yıl önceki fosillerle günümüzü karşılaştırıyor ve evrimin aşamalarından da bahsediyor...

Aynı bilim Cern'de parçacık hızlandırıcı ile Higs Bozonu'nu bulduğunu da söylüyor...

Aynı bilim sizlerin bu yazılarına konfubulasyon diyor...

Aynı bilim Ay'ın yarılmasının imkansız olduğunu da ispatlıyor...

Aynı bilim herşeyin bir çift olarak yaratılmadığını bazı türlerin tek olarak oluştuğunu da ispatlıyor...

Aynı bilim Evrim Teorisinin bir inanç değil, akıl işletilerek anlaşılacak, farklı bilim dallarının merceğinden geçirerek ulaşılacak bir olgu olduğunu, bir olgunun da, sürekli olarak doğrulanmış gözlem ve deneyler baz alınarak bilimsel teori oluşturduğunu açıklıyor...

Aynı bilim 7. yüzyılda yazılmış bir metnin içeriğinin 21. yüzyılın evrensel ilkeleri ile bağdaşmadığını da gösteriyor...

Ve aynı bilim binlerce yıl da sonra yeni yeni buluşlar ve icatlarla hala var olacak,hayatı kolaylaştıracak..

Belki 500 yıl sonra gezegenler arası yolculuk yapacak ve hayata dair yeni bulgular bulacak...

Peki o zaman din ne diyecek?..Eğer hala kalmışsa biraz dindar olanlar bağıracak..günah diye ve devam edecek hepiniz cehennemde yanacaksınız hesap günü hesaba çekileceksiniz diye!

Kimse dinlemeyecek ve bilim yoluna devam edecek. Hep devam ettiği gibi. Binlerce yıldır dindarlar;Socrates,Roger Bacon,Molla Kabız, Galileo,Ockhamlı William, Hypatia, Giardano Bruno,İbn Bacce,Aristharkos,Andreas Vesalius,Karl Marx,İsmail Maşuki,Uluğ Bey, Simpson, Jean Jacques Rouseau ,Hallac-Mansur, Ishak el-Kindi, ibn Zekeriye el-Razi, İbn-i Sina, İbn el-Heysem,El Harezmi,Biruni daha yazmadığım yüzlerce bilim adamını öldürdü,sürdü, fikirlerine karşı çktı.Felsefenin bilimin hep karşısında durdu.

Siz beni cehenneme avdetmeden önce binlerce yıldır öldürdüğünüz , cehennemlik ilan ettiğiniz bu değerli insanlarımızın hesabını verin, günahlarını ödeyin. Her şeyi anthropomorfic indirgemelerle hayali varlıklar üzerinden anladığını varsayan bir mitolojinin müridisiniz. Elinizdeki inanç putunun sahte cehennemi ile beni korkutmaya çabalıyorsunuz. Beni kibirli addederken kendinizi üstün sanıp dev bir aynada suretinizi ve güncel hayatta kalma iradenizi o aynaya yansıtarak, hayali varlıklara yani aslında kendi cahilce sonsuz kibirinize tapınmaktan başka bir şey söylediğiniz yok ve bunu da Allah diye adlandırmış ve kendinizi varoluşun merkezine yerleştirmişsiniz ve bir de bana kibirli diyorsunuz!. Bu sizlerin,inançlıların kibirinin putundan başka bir şey değildir.

Kibir mi görmek istiyorsunuz;

Hayalinizde kendini varoluşun merkezine oturmuş vaziyette evrenin kendiniz için var olduğu sanıyorsunuz. Hayalleriniz kibiriniz sayesinde gerçek geliyor sizlere. Evreni inşa eden bir mimar sayesinde kendinizi mucizevi en nadide sanma kibiri içindesiniz. Kuşlarda gördüğünüz kanadı takıp melek olduğunuzu sanıyorsunuz. Doğayı berbat edip bunu düşüneceğinize, cenneti düşlüyorsunuz.Cennette tembel tembel oturup bal tutan parmakları yalayacağınızı hayal ediyorsunuz. Tüm evrenin ve sonsuz yaşamın ayağınızın altına serilmesini bekliyor ve hiç ölmeyeceğinize inanarak

Page 64: İslam Üzerine Bir İnceleme

en kudretli, ölümsüz ruha sahip olduğunuza inanıyorsunuz. Bütün bu akıl dışı hastalıklı ve kendini beğenmiş narsist düşünce sahiplerine ben inançlılar diyorum. Çok güzel bir şekilde kandırılmışsınız. Binlerce yıl önce Mısır firavunlarının halkına olan bu vaadlerini hala gerçek sanıyorsunuz. En acı olanı söyleyeyim mi size kölece olan bu hayaller için yakarışlarınız günümüz firavunlarının cebini dolduruyor. Bilimden uzaklaşıp bencil hayalleriniz peşinde bir üst sınıfa geçme düşleri içinde zerre vicdan sahibi olmayıp adını kader,alınyazısı ve inanç koymuşsunuz. İnanç coğrafyasına baktığımızda tek gördüğümüz vurdum duymaz,cahil ve işe yaramaz bir kitle oluşturmaları. Bunun tek müsebbibi de inancınız olduğu halde problemi tersten kendi bencil arzularınıza göre yorumlayarak herkesin kendiniz kadar bencil, umarsız birer putperest olmasını bekliyorsunuz. Her satırınız da aynı tekerleme var. Bizlere sunduğunuz putu kabul etmediğimiz için cehennem ile tahdit ediyorsunuz! Binlerce yıl yaptığınız gibi!

Doğa yasalarını, evreni,dünyayı kişiselleştirmiş en başa da Allah adında bir put oturtmuşsunuz yalvarıyor,eziliyor,bükülüyor, yakınıyor, yaltaklanıyorsunuz. Daha sonra da ödül bekliyor ve insanlara da bunu da tüccar mantığı ile ahlak ve akıl diye pazarlamaya çalışıp çok iyi birer köle ahlakı satıcısı olduğunuzu artık herkesin anladığının farkında bile olmadan zerre yakınınızdan geçmediği halde bilimsel konuları mitolojik imgelerle anlatmaya soyunuyorsunuz. İşiniz gücünüz palavra olmuş bu palavralara inanmayan beni de hayalinizdeki karanlığın uydurması cehennem ile tehdit etmeye kalkıyorsunuz!

İşte bu yüzden ben Amr bin Hişam'ım, sizin karşınızda duracak olan ve bin yıldır cehalete, karanlığa ve Sekar'a gömdüğünüz insanlığı aydınlatacak olan Ebu'l Hakem'im. Sen çağır zebanilerini de yardıma ama nafile! Ne Allah'ın ne de zebanileri bu aydınlığı tekrar karanlığa çeviremeyecekler. Yok oluyorsunuz, içinizde biriktirdiğiniz ve Allah'ınızla beraber müsebbibi olduğunuz geçmişten gelen bütün ölümlerle, günahlarınızla yok oluyorsunuz. İnsanlığı yok edip doldurmak için sözler verdiğiniz Sekar'a, sizleri bu dünyada mahküm edeceğim...

Aramızdaki farkın en basit tanımı nedir biliyor musun değerli dindar kardeşim;

Sizler hayal dünyanızda yarattığınız putun sizi bir kan pıhtısından yarattığını zannederken bizler bilim sayesinde sizin bu inancınızın Antik Mısır'da hamile kalan kadınların menstrasyon(adet görme) olmadığı için 9 ay boyunca kadının rahminde biriken kanın bebeği oluşturduğuna inanmalarından kaynaklandığını biliyoruz.

Sizler binlerce yıldır cahilliğinizin kurbanı oldunuz. Olmaya da inat,ısrar ve tehditlerinizle devam ediyorsunuz. Siz kan pıhtısı olarak yaşamaya devam edebilirsiniz. Ama biliniz ki bizler keşfettiğimiz ve geliştirdiğimizi beynimizle hayatı, evreni kavramaya devam edeceğiz. Emin olunuz ki sizler bizlerin geliştirdiği bilim ve insanlık sarmalında bu cehennem tehditlerinizle "bilgi" içinde ama "bilgi" yi kavrayamadan günahlarınız ve insanlığa yaptığınız kötülüklerinizle beraber yok olup gideceksiniz...

Beni cehennemlik ilan eden değerli arkadaşlarımız tarafından böyle bilinsin istedim...

Lombelico del Mondo'dan "Virtual Reality" öyküler...

Holos, Holy, Hologram, biri bütünse, biri kutsalsa, biri de gerçekliğin kaydı ise Cosmo kayıt mıdır gerçeklik midir?

Page 65: İslam Üzerine Bir İnceleme

Is It Real Or Not?