hİtler’İn agartalilarla yaptiĞi gİzlİ gÖrÜŞme

7
HİTLER’İN AGARTALILARLA YAPTIĞI GİZLİ GÖRÜŞME “Gerçeği aramak onu elde etmekten daha kıymetlidir.” Albert EINSTEIN Uzak geçmişte var olup sonradan kayıp olan bir kara parçasından hep söz edilir. Batık Atlantis kentinin de bu kara parçası üzerinde olduğu savunulur. Eski Ahitin Exodus kitabına esin kaynağı oluşturan bir afetler zinciri, onuncu gezegen Nibiru/Marduk”un olağan yörünge periyodu içinde dünyaya tehlikeli biçimde yakın geçişiyle ortaya çıkmıştı. Sümer kaynaklarında yörünge periyodunun tanrısal 3600 sayısıyla anlatılmıştır. Bu kayıp kara parçasının adı “Mu” idi. “kayıp kıta Mu" Pasifik Okyanusu'nda, Asya ile Amerika arasındaydı. Avustralya'nın iki katı büyüklüğündeydi. Günümüzden yaklaşık 7 bin yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonunda battığı öne sürülen Mu, eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanıydı. James Churchward’ın yaptığı araştırmalar bundan 70.000 yıl belki de daha eskiye dayanan, bugünkü dünyasal konumu itibariyle Pasifik Okyanusu’nu kaplayan bir kıtadan söz edilir. Bu ana kıtaya Mu adı verilmişti. Mu bir rahip kral tarafından yönetilmekte kendisine "Ra Mu" denilmekteydi. Atlantis te bu kara parçasında bulunan bir kentti.. Anlatılana göre, bir dönemde büyük sayıda bilge kişi, gördükleri gereklilik uyarınca, “kayıp kıta Mu” yu terkederek bu günkü Nepal dolaylarına gelmişler. Mu’ dan ayrılma gerekçeleri tam olarak bilinemiyor. Geldikleri bu dağlık bölgede yer yüzünde yaşamayı sakıncalı bulduklarından, dağlar

Upload: ugur

Post on 13-Jun-2015

1.224 views

Category:

Documents


4 download

TRANSCRIPT

Page 1: HİTLER’İN AGARTALILARLA YAPTIĞI GİZLİ GÖRÜŞME

HİTLER’İN AGARTALILARLA YAPTIĞI GİZLİ GÖRÜŞME

“Gerçeği aramak onu elde etmekten daha kıymetlidir.” Albert EINSTEIN

Uzak geçmişte var olup sonradan kayıp olan bir kara parçasından hep söz edilir. Batık Atlantis kentinin de bu kara parçası üzerinde olduğu savunulur. Eski Ahitin Exodus kitabına esin kaynağı oluşturan bir afetler zinciri, onuncu gezegen Nibiru/Marduk”un olağan yörünge periyodu içinde dünyaya tehlikeli biçimde yakın geçişiyle ortaya çıkmıştı. Sümer kaynaklarında yörünge periyodunun tanrısal 3600 sayısıyla anlatılmıştır. Bu kayıp kara parçasının adı “Mu” idi. “kayıp kıta Mu" Pasifik Okyanusu'nda, Asya ile Amerika arasındaydı. Avustralya'nın iki katı büyüklüğündeydi. Günümüzden yaklaşık 7 bin yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonunda battığı öne sürülen Mu, eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanıydı. James Churchward’ın yaptığı araştırmalar bundan 70.000 yıl belki de daha eskiye dayanan, bugünkü dünyasal konumu itibariyle Pasifik Okyanusu’nu kaplayan bir kıtadan söz edilir. Bu ana kıtaya Mu adı verilmişti. Mu bir rahip kral tarafından yönetilmekte kendisine "Ra Mu" denilmekteydi. Atlantis te bu kara parçasında bulunan bir kentti.. Anlatılana göre, bir dönemde büyük sayıda bilge kişi, gördükleri gereklilik uyarınca, “kayıp kıta Mu” yu terkederek bu günkü Nepal dolaylarına gelmişler. Mu’ dan ayrılma gerekçeleri tam olarak bilinemiyor. Geldikleri bu dağlık bölgede yer yüzünde yaşamayı sakıncalı bulduklarından, dağlar içinde, yer altında birbiriyle bağlantılı büyük mağaralarda yaşamaya başlamışlar.Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş, yerleşim yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir. Bu topluluğa Agarta (*) deniyor.Agarta, dünya insanlığının gelişiminde sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi'ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ya da "Kutup" olarak söylenilen, "Brahatma" ya da "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta'nın lideri, Dünya'yı sevk ile idare eden İlahi Hiyerarşi'nin fizik alemdeki temsilcisidir.1912'de Müslüman olduktan sonra Abdül Vahid Yahya adını alan; ezoterik, okült ile mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür/yazar Rene Guenon'a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak söz edilen yer, O'nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ile kozmik öğretiler,

Page 2: HİTLER’İN AGARTALILARLA YAPTIĞI GİZLİ GÖRÜŞME

Agarta arşivlerinde kayıtlıdır. Bir çok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada 'inisiyasyon'dan da geçmiştir.Agarta'nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgeler ile mağaralarda etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür.Rene Guenon'a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak, Agarta'nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.Ne var ki, geçen yüzyılın önemli yüzlerinden biri olan Adolf Hitler’ in bazı garip davranışları bizlerin Agarta çağrışımı yapmamızı gerektiriyor gibi görünüyor.“Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu; titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen gözlerle bakarak ‘İşte o, buraya da gelmiş, işte o’ diye inliyor sonra yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla yatıştırılıp yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak ‘İşte yine orada, köşede..’ diye haykırarak tepinip, çığlıklar atıyordu.” Herman Rausching, “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Hitler’le ilgili bunları savunuyor.Bu tablo bize Hitlerin psikopatolojik durumu hakkında bilgi vermekle birlikte, onun mistik yönü için de ipuçları vermekte... Hitler’in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri olan Rausching’in “Hitler Bana Dedi ki” kitabı Hitler’le ilgili başka tanıklıklarda daha bulunuyor: “Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesinde olup, sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında, ‘Evrenin Kesin Dönemeci’ sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için ‘ruhun yanlış yolu’ deyimini kullanıyordu. ‘Büyüsel görüşe’ sahip olmak, insan gelişiminin amacıydı. Kendisi, o an ile gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya değinen efsaneleri inceliyor, ilk toplumlar ile kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil’i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi.” Rausching’in bu sözleri eğer doğruysa, Hitler’in büyüyle olan ilişkisi açıkça görülüyor. Gerçekten de ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier, “Büyü ile Politika” adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda birçok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya koyuyor. Bergier, büyünün soyut olmadığını, her biçimde ortaya çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini, acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik—büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarları için mücadele etmektedirler, bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar, aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir.” Bazı görüşlere göre Hitler, Nazi öğretisinden çok daha ürkütücü güçlerin denetimi altındaydı. Hitler kendisinden çok daha büyük olan, kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş, küçük bir kısmını halka açıklıyordu... Bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle ilgili düşüncelerini Rausching’e ile öteki arkadaşlarına zaman zaman şöyle söylüyordu : “Hakkımda hiçbirşey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi hiç bırakmayan hayaller, öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşleri bile yok. Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu çoktan aşmıştır.” Bazı savunmalara göre Hitler, Germen mitololojisindeki Thule Efsanesi’nden etkilenmişti. Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülkenin efsanesiydi. Hitler’in arkasındaki gizli, büyülü güç de Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi

Page 3: HİTLER’İN AGARTALILARLA YAPTIĞI GİZLİ GÖRÜŞME

profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı. Karl Haushoffer’ın kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekici. Haushoffer ile Hitler’i tanıştıran Rudolf Hess’ti.Hess’i farklı kılan, savaşın farklı nedenleriyle ilgili olarak bildikleri, Hitler ile Haushoffer’e olan yakınlığıydı. Hitler iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan ötürü hapse atılınca, Haushoffer onu hergün ziyaret ediyordu. 1869 doğumlu olan Haushoffer, Hindistan ile Uzak Doğu’nun çeşitli yerlerinde uzun yıllar görevli olarak bulunmuştu. Japonya’ya gitmiş, Japonca öğrenmişti. Ona göre Alman ırkının kökenleri Orta Asya’da idi. Haushoffer, en gizli Budist örgütlerinden birine alınmış, görevinin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda harakiri yapmaya yemin etmişti. 1914 yılında genç bir generalken olayları önceden kesinlikle çıkarımsaması ile dikkatleri üstüne toplamıştı. Düşmanın saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği yerleri, fırtınaları, yabancı ülkelerdeki siyasal değişimleri önceden biliyordu. Hitler de ordusunun Paris’e ilk gireceği günü, çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar dayanabileceğini ile Roosvelt’in ölüm tarihini önceden doğru tahmin etmişti. Hitler’in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından başlıyarak hızla büyümeye, iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen , bedenen emindiler. Onları birleştiren yemin, enerji ile şans kaynağı bir Tibet Efsanesi’ne dayanıyordu. Araştırmacı yazar Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer veriyor: “II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı’na girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin dikkatini çekmeye başladı: Nazi Karargahı’nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir birlikteliği olabilirdi?.. İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala (**) ile irtibatlıydılar!..” Her şey Thule Efsanesi’yle başlıyordu. Thule Efsanesi’nin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm’in temelini oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt, Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle açıklıyordu: “Thule’un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile ‘dış zekâlar’ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını, insan türünün değişimini sağlayacaktır.” İşte bu sözler özetle Nazizm’in de temelini oluşturmaktaydı. Gizli Thule Tarikati’nin üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler’in büyü çalışmaları da gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda kullandığı ‘ses büyüsü’ denilen bir yöntemdi. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir işlev görmüştü. Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu biçime dayanıyordu. Bu simge dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş, Mu uygarlığıyla ilgili bilgi ile belgeleri ortaya çıkaran Niven ile Churchward’ın kayıtlarında da yer almıştı. Bu sembol Mu’nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini içinde saklıyordu. Simgenin anlamı Eski Mısır ile Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir giz olarak saklanmış, kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapılmamıştı. Bu simgenin gizini sadece gizli eğitimden geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu’ya dayandığı için bu simge iki yer altı uygarlığı olan Agarta ile Şambala’da bilinen, kullanılan bir simgeydi. Naziler’in bu simgeyi ele geçirmeleri de Tibet’teki gizli çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrendikleri gizler arasında bu simge de

Page 4: HİTLER’İN AGARTALILARLA YAPTIĞI GİZLİ GÖRÜŞME

bulunmaktaydı. Böylece simge Şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı. Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına, buz ile soğuğun yenileceğine inanıyordu. Bazı savlara göre, Rusya’daki buz çöllerine askerlerini yazlık giysilerle göndermesi bu yüzdendi. Kafkasya’ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu. “Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler, çekmeliler.” Hitler ekliyordu: “Yeterince kayıp verilmedi!...” Hitler ile yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete geçmişti, cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: “Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir, kurban gerektirir. Böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu?.. Bilinemaz!...Yazılanlara göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu. Dünyanın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada olduğundan söz ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu. Öğretinin temel taşlarını “insan psikolojisinin bilinmeyen yanları” ile “zaman boyutları” oluşturmaktaydı. Eckardt ile dostları, Thule’un dünyadaki temsilcileriydi. Dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirerek, “üst zekalılarla” diyaloğa geçmeyi hedefliyorlardı. Thule’un temsilcileri Karl Haushoffer ile Dietrich Eckardt, medyum özelliğine sahip Adolf Hitler ile Rudolf Hess’i kendi amaçları için kullanmışlardı. 1926 yılında Berlin’de, Berlin ile Münih’e küçük bir Tibet kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin’e girişleri sırasında cesetler arasında rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet’e heyetler gönderilmiş, bu 1943’e kadar kesintisiz sürmüştü. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi. 14 Mart 1946’da Karl Haushoffer, karısı Martha’yı öldürüp, Japon usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu, Hitler’e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu: “Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı.” (*) Sanskritçe’de ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği anlamına gelir Agarta ya da Agartha (bazı kez Agartta, Agharti ya da Agarttha) ... Son günlarde Türkiyede adli kovuşturma yürütülüp, haklarında dava açılan “Ergenekon” örgütünün bu Agarta ile ilintisi olduğu savında bulunuluyor. Bunun doğruluk derecesini bilemeyiz!.. Ama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne teslim edilen iddianamedeki "örgüt", Ergenekon’u 7 bin yıldan uzun geçmişi olan "Agarta" efsanesine dayandırılıp tarikatvari bir örgütlenme olarak tanımlandı.(**) Tibet ve Kuzey Hindistan söylencelerinde Şambala adlı bir yerden söz edilir. Efsaneler, Şambala’nın gizemli ile görkemli bir imparatorluk olduğunu söylüyorlar . Şambala Himalaya’ların öte yanındadır. Eski yazılarda oraya gitmek için belli bir dağın çıkış noktasını bulmak gerekir. Oradan sonra geziye havadan devam edilebilir. Acaba Şambala bir sava göre, dünyada değil de, uzak bir gezegende mi olabilir mi?... Hindistan ile Tibet’deki eski yazıtlar, Şambala’yı antik çok eski bir krallık olarak tanımlıyorlar. Bir çok söylence oradaki insanların olağanüstü şartlar altında yaşadıklarını da belirtiyor. Saklı krallığın varlığını gösteren ilk anlatıları Tibet Budizm’inin kutsal kitapları olan Kanjur ile Tandjur’da bulabiliriz. Aşağı yukarı 11. Yüzyıl‘da Şambala’dan söz eden en eski yazmalar Sanskritçe’den Tibet’ceye çevrildi. Bu tarihten sonra Tibetli ile Moğolistanlı bir çok rahip,ozan, yogi ile bilgin bu gizemli imparatorluk hakkında çeşitli yapıtlar kaleme aldılar.