hariciye / kasım 2010

57

Upload: hariciye-dergisi

Post on 17-Mar-2016

256 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Hariciye Dergisi Kasım 2010 Sayısı

TRANSCRIPT

Page 1: Hariciye / Kasım 2010

ARAFTAKİ MÜSLÜMAN GÖÇMENLER

AVRUPA'DAKİ GÖÇMENLER, YÜKSELENMİLLİYETÇİLİK VE İSLÂM KARŞITLIĞI

GÂİBİ KURCALAYAN ÇİLİNGİR:NECİP FAZIL KISAKÜREK

FRANSA'DA ROMAN SÜRGÜNÜ

WIKILEAKS: DUYULMASI İSTENMEYENLERİDUYURMA HAKKI

LATİN AMERİKA'DA SOL YÜKSELİŞ:BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN MÜ?

ODTÜ DIŞ POLİTİKA ve ULUSLARARASI İLİŞKİLER TOPLULUĞU AYLIK DÜŞÜNCE DERGİSİ * KASIM 2010

Page 2: Hariciye / Kasım 2010

HARİCİYE

ARAFTAKİ MÜSLÜMAN GÖÇMENLER

AVRUPA'DAKİ GÖÇMENLER, YÜKSELENMİLLİYETÇİLİK VE İSLÂM KARŞITLIĞI

GÂİBİ KURCALAYAN ÇİLİNGİR:NECİP FAZIL KISAKÜREK

FRANSA'DA ROMAN SÜRGÜNÜ

WIKILEAKS: DUYULMASI İSTENMEYENLERİDUYURMA HAKKI

LATİN AMERİKA'DA SOL YÜKSELİŞ:BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN MÜ?

ODTÜ DIŞ POLİTİKA ve ULUSLARARASI İLİŞKİLER TOPLULUĞU AYLIK DÜŞÜNCE DERGİSİ * KASIM 2010

Page 3: Hariciye / Kasım 2010

AYLIK DÜŞÜNCE DERGİSİ

ODTÜ DIŞ POLİTİKA ve ULUSLARARASI İLİŞKİLER TOPLULUĞU

GENEL YAYIN YÖNETMENİUĞUR CEM GÜRPINAR

EDİTÖR VE GÖRSEL TASARIMA. CEM ÇAKIR

YAZARLARDENİZ AKKUŞSEDEF ARDA

GONCAGÜL ATAÖZGE BOZTAŞUTKU CANİKLİMERVE DİYARNAİL ELHAN

AYŞEGÜL ERYİĞİTFATİH HAFIZMEHMET

TUĞBA KARAMURAT KAYA

İPEK MİSCİOĞLUGÜLBAŞAK ÖZCANCANSIN ÖZDOĞANBARIŞ ONUR ŞAHİNFURKAN USTADİLEK UYANIK

ADRESİKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ B BLOK KAT:1 ULUSLARARASI İLİŞKİLER TOPLULUK ODASI

İLETİŞİMTEL: (537) 513 01 31

[email protected]

Page 4: Hariciye / Kasım 2010

HARİCİYEAYLIK DÜŞÜNCE DERGİSİ

ODTÜ DIŞ POLİTİKA ve ULUSLARARASI İLİŞKİLER TOPLULUĞU

GENEL YAYIN YÖNETMENİUĞUR CEM GÜRPINAR

EDİTÖR VE GÖRSEL TASARIMA. CEM ÇAKIR

YAZARLARDENİZ AKKUŞSEDEF ARDA

GONCAGÜL ATAÖZGE BOZTAŞUTKU CANİKLİMERVE DİYARNAİL ELHAN

AYŞEGÜL ERYİĞİTFATİH HAFIZMEHMET

TUĞBA KARAMURAT KAYA

İPEK MİSCİOĞLUGÜLBAŞAK ÖZCANCANSIN ÖZDOĞANBARIŞ ONUR ŞAHİNFURKAN USTADİLEK UYANIK

ADRESİKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ B BLOK KAT:1 ULUSLARARASI İLİŞKİLER TOPLULUK ODASI

İLETİŞİMTEL: (537) 513 01 31

[email protected]

Page 5: Hariciye / Kasım 2010
Page 6: Hariciye / Kasım 2010

20 Mart 2003 tarihinde ABD liderliğindeki koalisyongüçleri Irak’ta bulunan kitle imha silahlarını yoketmek ve Irak’a ‘demokrasi’ getirmek vaadiyle ‘Irak’aÖzgürlük Operasyonu’ adı altında 7 yıl süren işgalsürecini başlatmıştır. Aradan geçen 7 yılın içinde nesözü edilen kimyasal silahlar bulunmuş ne devadedilen ‘demokrasi’ ülke sınırlarına girebilmiştir. 7yıl içinde 4400 askeri kayıp veren ABD bir yandanda işgalin ekonomik yükü altında ezilmektedir. İşgalinAmerikan ekonomisine 1 trilyondan fazlayamal olduğu belirtiliyor ki ABD aynızamanda küresel ekonomikkriz dolayısıyla da sancılıbir dönem geçiriyor.Eğer ABD çekilmetakvimine bağlıkalırsa, 2011sonunda Irak’takiaskeri varlığınısona erdirmeyiplanlamaktadır.Peki Irak kendiayakları üstündedurmak için hazır mı ?ABD vaat ettiği‘demokrasi’yi Irak’a getirebildimi ? Getirse dahi Irak bu demokrasiiçin yeterli seviyedeki olgunluğa ulaşabildi mi? ABDakıllarda birçok soru işareti bırakarak çekiliyor.

Reuters Haber Ajansı’nın yetkili kurumlardan eldeettiği verilere göre Irak’ta durum vahim. Mezhepçatışmaları nedeniyle en az 1,5 milyon Iraklı evleriniterk ederek ülke içinde başka bir bölgeye taşınmakzorunda kaldı. Her ay 200 ya da 300 sivil, bombalısaldırılarda yaşamını yitiriyor. Resmi açıklamarda%18 olarak belirtilen işsizlik oranının gerçekte %30olduğunu düşünüyor uzmanlar. İşsizliğin gençlereşiddete meyletme yolunda yaptığı artırıcı etki ise

aşikar. Irak’ta nüfusun %23’ü fakirlik sınırının altındayaşıyor. Yolsuzluk savaştan sonra had safhaya ulaştı.Kamu hizmetlerinde elzem bir yere sahip olanelektrik, evlerin büyük çoğunluğuna günde sadecebirkaç saat verilebiliyor.1 ABD’den geriye kalanyolsuzluğun, fakirliğin, terörün, şiddetin, parçalanmışiradenin, istikrarsız politikaların ağırlığı altında ezilenIrak’ın ciddi bir reform sürecine girmesi gerekiyor.Bu noktada ülkenin ihtiyacı olan şey; dış güçlerin

oyunlarından bağımsız, Irak’a ihtiyacıolduğu istikrarı sağlayabilecek ve

bunun için ülkede hem içhem dış güçler

tarafından yürütülenetnik, dini vemezhepselpolitikalara karşıçıkarak Irak için,Iraklılık içinçalışacak birhükümet.

Irak, yeniden biryapılanma sürecine

girebilmek için onumerkezi birliğe kavuşturacak

bir hükümete ihtiyaç duyuyor. Tamda bu ihtiyaç anında karşımıza çıkan tablo bizleriderinden sarsıyor. Çünkü Irak’ta yaklaşık 7 yıl sürenişgalin ardından birlikler geri çekilirken, ülkedegeçtiğimiz Mart ayında yapılan seçimlerin üzerinden7 ay geçmesine rağmen hala yeni bir hükümetkurulamadı. 13 Ekim itibariyle Irak’ta 219 gündür birhükümet kurulamaması siyasi tarihe bir rekor olarakgeçti. Yeni bir hükümet kurabilmek için dünyanınhiçbir yerinde bu kadar uzun zaman harcanmadı. Bubir dünya rekoru.

Seçim sonuçlarına göre, Irak Eski Başbakanı İyad

5

Page 7: Hariciye / Kasım 2010

Allavi liderliğindeki Irakiye İttifak’ı 91 sandalye, IrakBaşbakanı Nuri El Maliki liderliğindeki Hukuk DevletiKoalisyonu ise 89 sandalye kazanmıştır. Hiçbir blokIrak’ta hükümet kurmakiçin gerekli olan salt 163çoğunluğunaulaşamamıştır ve bunaek olarak Allavi, Malikiliderliğindeki herhangibir koalisyonda yeralmayacağını açıklamıştır.Şii din adamı Mukteda elSadr’ın önderliğindekibir diğer Şii ittifak iseseçimlerden 39 sandalyeile çıktı ve geçtiğimiz günlerde Maliki’nin Şii ağırlıklıittifakını desteklediklerini açıkladı. Fakat bu destekMaliki’ye hükümet kurmak için gerekli olançoğunluğu kazandırmıyor. İşte bu noktada Kürtlerdevreye giriyor çünkü seçimlerde 57 sandalyekazanan Kürtler, Hukuk Devleti Koalisyonlarınıdesteklerlerse Maliki başbakan olacak ve Allavi bunukesinlikle istemiyor. Iraklı Kürtler bu hassas terazidedurdukları yerin bilincindeler ve yapmak istediklerişey bu durumdan azami bir şekilde faydalanmak.Yani, taleplerine karşılık verecek bloğudestekleyeceklerini net bir şekilde belirtiyorlar.Bunun için ellerinde halihazırda 19 maddelik birtalep listesi bile var. Kendi bölgelerinde kontrolü tamanlamıyla ellerine geçirmek, Kuzey Irak’ta ayrı birotorite ve peşmerge varlığı, bölge ülkerinin Irak’ın içişlerine karışmasını engellemek fakat aynı zamandaABD desteğini yitirmemek, petrol zengini Kerkük’ünstatüsünü tamamen hakimiyetleri altına almak veözel Kürt bölgesine ait petrol anlaşmalarını imzalamahakkının kendilerine verilmesi gibi talepler bunlardanbirkaçı.

Bu seçimlere Iraklı Kürt grupların dört ayrı listeylegirmesi Kürtlerin Irak parlamentosunda daha aztemsil edilmesine yol açtı. Seçimlere ayrı listelerhalinde katılan Kürtlerin özellikle Kerkük’te 2sandalye, Diyala ve Musul’da da en az birer sandalyekaybettiği belirtiliyor.2 Fakat yeni hükümetin hassasdengeler üzerine kurulacak olmasından dolayıKürtler bu sandalye kaybından asgari düzeyderahatsızlık duyuyorlar çünkü seçim sonuçları çokhassas dengelerin ve güç pazarlıkların olacağınınişaretini veriyor ve bu da Kürtler’e hayati bir önematfediyor.

Bugünlerde Irak’ın gündemine baktığımızda isegazetelerin manşetlerini siyasi liderlerinin hükümetkurmak için bazı ülkelere yaptıkları geziler süslüyor.

Allavi’nin Suudi Arabistangezisi, Maliki’nin Suriyegezisi gibi. Kürtparlamenter Sami Soreşgeçtiğimiz günlerdeyaptığı açıklamada “NuriMaliki Suriye’ye Irak’takisiyasi krizin aşılması içinyardım istemek amacıylagitti. Fakat sorunlarınçözümünün komşuülkelerde aranması Irak

halkının istemlerine cevap veremez. Maliki, Allavi vediğer Iraklı üst düzey yetkililerin yeni Irakhükümetinin kurulması konusunda yaşanansorunların çözümünü dışta değil içeride aramasıgerekiyor. Bu krizin çözümlenebilmesi için komşuülkelerden medet ummamaları gerekiyor” diyebelirtti.3 Çözümsüzlüğün hüküm sürdüğü Irak’ta,içeride bulunacak çözümün kapısını aralayacak olangrup Allavi ve Maliki’nin birleşmeyecekleri, ortak birçözüm bulamayacakları ya da bulmayacaklarıneredeyse kesin olduğundan dolayı Iraklı Kürtler.

Diyelim ki Kürtler Maliki’yi destekleme kararı aldıpeki ABD buna izin verir mi? İşte bir açmaz daburada karşımıza çıkıyor.Eğer Kürtler Maliki’yidestekler ve Şiiler tek başına hükümet kurmahakkını elde ederse bu İran’ın yeniden Irak siyasetinedönmesi anlamına gelecek ki ABD’nin aslaistemeyeceği bir tablo olur bu.

ABD, işgal sonrası Baas’la bağlantılı gruplarısiyasetten dışlamış, ülkeyi bir nevi Şiilere emanetetmişti. Saddam’ın devrilmesinden sonraki süreçteIrak siyasetinden dışlanan Sünni Araplar, Şiileringiderek güçlenmesi sebebiyle ­Şii iktidarı ve İranilişkisi bakımından düşünüldüğünde­ ABD’yi Şiileringücünü kırmaya ve ülke siyasetindeki etkisiniazaltmaya yönelik politikalara sevk etti. ABD’ninduyduğu rahatsızlığı son genel seçimlerde de net birşekilde görüyoruz ve İran faktörünü de hesabakattığımızda Allavi’yi desteklemesine şaşırmıyoruz.Siyasetin pamuk ipliğine bağlı olduğu Irak’ta eğerŞiiler güçlenirse ABD ülke siyasetinin daha da karışıkbir hal alacağını düşünüyor, İran’ın ülkede nüfuzunuartırmasından çekiniyor ve bu çerçevedenbakıldığında Irak’tan çekilme takviminde gerileme

6

Page 8: Hariciye / Kasım 2010

yaratabileceğinden korkuyor. Fakat tüm planlarınıIrak’ta önce askeri varlıklarının azaltılması ve 2011yılının sonuna kadar tamamen bitirilmesi üzerindenyapmış olan ABD bu planlarının bozulmasınıistemiyor. Sünnilerin dışlandığı yeni bir hükümetinyaratacağı kaos ortamını da bildiğinden Allavi’yidesteklemek kaçınılmaz oluyor ABD için.

İşgal Irak’ı Sünni Araplar, Şii Araplar ve Kürtlerolmak üzere böldü ve bu, yapılan seçimlerde açıkçakarşımıza çıkıyor. Seçmenlerin oy verme dayanaklarıkimlikleri olmuştur. Yani Sünni Araplar SünniAraplara, Şiiler Şiilere, Kürtler Kürtlere oy vermiştir.Şu an Sünni ve Şiiler arasında olan hükümetmücadelesinde Kürtler sahip oldukları yerin farkındave bunu en iyi, en etkili şekilde kullanmaya çalışıyor.ABD ve İran’ın ülke iç siyaseti üzerinden yaptıkları

çatışmalar ise dış güçlerin iç siyasette bu kadar roloynama potansiyeline sahip olmasını başka hiçbiryerde göremediğimiz Irak’taki siyasetin gerçeğininsadece iç sebeplerden kaynaklanmadığını bir kezdaha gözler önüne seriyor.

Irak’ta seçim sistemi, seçim sonrası beklentilergörüldüğü gibi çok karmaşık. Ülkeye hakim olanetnik, dini ve mezhepsel kimlikler üzerinden yapılansiyaset ve dış güçlerin müdahale olasılıkları Iraklılıkkimliğini daha uzun bir süre arka plana atacak veIrak’ın istikrarlı geleceği için umudumuz daha uzunbir süre ‘umut’ olarak kalacak gibi gözüküyor.Aristoteles, ‘Umut insanı uyandıran bir rüyadır’ diyorama içeride; zaten ‘demokrasi’ getireceğini söyleyenişgal sebebiyle siyasi, ekonomik ve sosyal bakımdanparçalanan ve etnik, dini ve mezhepsel kimliklerinbölünmüşlüğü sebebiyle parçalanma süreci daha dahızlanan Irak’ta herhangi bir uyanma belirtisi yok. Buyüzden Irak’taki genel durum aklıma geldiğindegerçekliği ve çarpık düzeni anlatması açısındanYılmaz Güney’in ‘Umut, düzen bozukluğununsimgesidir.’ sözünü hatırlıyorum. Düzen o kadarbozuk ve umut edecek o kadar çok şey var ki… Ve bizIrak’taki bu düzen bozukluğunu malesef daha uzunyıllar izleyecek gibiyiz.

Referanslar1.http://www.cnnturk.com/2010/dunya/08/26/abd.cekilirken.geride.kalan.irak/587863.0/inde x.html2.http://www.dengeazad.com/en/NewsDetailN.aspx?id=3401&LinkID=1143.http://www.dengeazad.com/En/NewsDetailN.aspx?id=7532&LinkID=1164.http://www.haberturk.com/haberdetay/bbchaber/homepage/6666963

7

Page 9: Hariciye / Kasım 2010

8

'Halka ait ilk istihbarat örgütü'olma söylemiyle ortaya çıkanWikileaks , açıkladığı belgelerledünya kamuoyunun ilgisiniçekmeyi başarırken ,özellikleAmerika ve İngiltere'deki üstdüzey yetkililerden büyük tepkitopladı. Ayrıca geleneksel medyaanlayışına karşın 'yeni medya'olgusununun ortaya çıkmasına sebep olanWikileaks nasıl bir örgüttür ve dünyadaönemli ölçüde bir farkındalık yaratmasınınve aynı zamanda tepki toplamasının nedenlerineler olabilirGeleneksel habercilik anlayışının dışındaalternatif bir medya olgusu yaratan,hükümetler ve diğer organizasyonlarla ilgiliönemli belgeler toplayan ve bağımsız yayınyaptığı sitesinde bu belgeleri yayınlayanWikileaks, örgütün kurucusu Julian Assagneve dünyanın çeşitli yerlerindeki gönüllülerinkatkıları aracılığıyla yayın yapan uluslararasıbir organizasyondur. Yılda yaklaşık 200.000dolarlık gideri olan sitenin giderleri bağışlararacılığıyla sağlanmaktadır. Organizasyonunmerkezi, modern medya insiyatifi yasasıçıkaran İsviçre'de bulunuyor ve Assagneönemli telefon görüşmelerini telefondinlemenin yasak olduğu Belçika'da yapmaşansı buluyor. Ulaşan haberlerinin doğruluğuhakkında bilgi toplamak için sürekli seyahateden ve bu sebeple belirli bir adresibulunmayan Assagne hackerlıktan haberciliğegeçmiş bir aktivist.Uluslararası Af Örgütü tarafından yeni medyaödülü verilen bu örgüt; Guantanamo'daesirlere yapılan işkenceler, İzlanda'dakibankacılık yolsuzlukları ve Kenya'daki yargısızinfazlar ile ilgili çeşitli bilgi ve belgeler de

dahil olmak üzere, sitedekuruluşundan itibaren bir yıliçinde yaklaşık 1.2 milyondoküman yayınladı. Ancakyayınlanan belgelerden en çokilgi çekenleri kuşkusuz Irak veAfganistan Savaşları ile ilgili

olanlarıydı. Irak'ta iki Reutersmuhabirinin Amerikan askerleri

tarafından öldürüldüğünü gösteren videobüyük yankı yarattı. Ancak Wikileaks'inyayınladığı belgelerden en etkili olanıAfganistan Savaşı ile ilgili belgeler içeren'Afganistan Günlükleri' oldu.Wikileaks'in alternatif habercilik anlayışınıanlamak için öncelikle şu anki hakim medyadüzenini ve bunun kamuoyu üzerindeyarattığı etkiyi irdelemek gerekmekte. Liberalbakış açısı, kitle iletişim araçlarınn özelmülkiyetin elinde bulunması ve doğrudüşünceye düşüncelerin serbest pazarı içindeulaşılabilmesini savunur. Ancak medyanınendüstriyelleşmesi ve haberciliğin medyakuruluşlarının ekonomik yapısına göreşekillenmesi, haber özgürlüğü yerinetekelleşmeye yol açmıştır. Bazı çevrelerceyasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncükuvvet olarak kabul edilen hakim medyadanfarklı olarak alternatif habercilik ihtiyacıdoğmuştur.Geleneksel medya niteliğindekihaber kaynaklarında sürekli yer alan OrtaDoğu'daki patlama ve bunun sonucu olarakasker ve sivil ölümleri haberlerine hemen hergün rastlanır olması, kamuoyu üzerindekietkisini iki şekilde gösterdi: aynı anda hemsözde duyarlılık hem de duyarsızlık. Süreklitekrarlanan bu tip haberleri duymak dünyakamuoyunda bir çeşit duyarsızlığa sebepoldu. Irak’ta bir pazar yeri ya da hastaneninbombalanması haberi günlük hayatın bir

Page 10: Hariciye / Kasım 2010

9

parçası, duyulması alışıldık bir havadis halinegeldi. Haberlerin sürekliliği, bu tip olaylarınbu bölge için olağan karşılanmasına sebepoldu. Bu normallik algısı, şiddet olaylarının vekaos ortamının buraya özgü gibi düşünülmesi'duyarlılığına' yol açtı. Tezat olan nokta şu kibir yandan, azınlık olan savaş karşıtlarıdışında, insanlar bu olaylara kayıtsız kalırken;diğer yandan şiddetin bu bölgeye ve hatta bubölgenin insanlarına özgü olduğu anlayışıkörüklendi. Edward Said'in 'Oryantalizm'söyleminde belirttiği üzere, Batıdaki bakışaçısına göre, Doğudaki insanlar şiddete yatkınolarak tasvir edilmekte. Bu şarkiyatçılık algısı11 Eylül olaylarıyla etkisini güçlendirmiş veHuntington'ın kuramı 'Medeniyetler Çatışması'nda bahsedilen dini, kültürel ve bölgeselayrışmalar ,Orta Doğu'nun şiddet olgusu ileyaftalanmasının yolunu açmıştır. Bu bakışaçısıyla ülke giriş çıkışlarında Arapkökenlilere ve Müslümanlara vize verilmesininzorlaşması, onların terörist olarak algılanmasıve ayrımcılığa maruz kalmalarının bir çeşitgöstergesi.

Wikileaks'in ilgi çekmeyi başarmasının birsebebi olarak Assagne'nin 'Batılı' imajıgörülebilir. Assange Avustralya yerine OrtaDoğu kökenli ya da Müslüman olsa hakimoryantalist bakış açısı sebebiyle ortayakoyduğu belgeler bu denli rağbet görüpciddiye alınmayabilirdi. Batının içinden birbireyin Batıyı eleştirmesi elbette ki dünyanıngözlerinin o yöne çevrilmesinde önemli birfaktör oldu.Ancak Wikileaks'in yeni medyaakımının dünya kamuoyunda bu kadar sesgetirmesinin en büyük sebebi, hakim medyakuruluşlarının desteğiyle haberlerini

yayınlamasında yatmaktadır. 92.000 belgeiçeren 'Afganistan Günlükleri' ile ilgilihaberler dünyanın büyük medya kuruluşlarıThe New York Times, Der Spiegel ve TheGuardians ile Wikileaks tarafından iş birliğiyapılarak yayınladı.Belgeler farklı yayınkuruluşları tarafından farklı manşetlerlehabere sunuldu. The Guardians sivilölümlerini ,The New York Times Pakistan'ınTaliban'a desteğini, Der Spiegel ise Almanaskerlerinin yaşadığı zorlukları vurguladı.Haber kuruluşlarının aynı belgeleri çok farklışekillerde haber yapması, habercilikteyorumun ne kadar önemli olduğunugösteriyor. Aynı zamanda bir noktanın dahaönemini gözler önüne seriyor ki, o daalternatif haberciliğin kamuoyunda sesgetirebilmek için yine hakim medyaya ihtiyaçduyuyor olmasıdır. Yeni medya akımıhabercilikte çok sesliliğin artmasına önemlietkilerde bulunabilir ancak medyadüzenindeki birtakım değişiklikler uzun birsüreçte mümkün olabilir . Değişimin şu ankibaşlangıç sürecinde hak haberciliğiningeleneksel medyaya gereksinim duyduğunugörüyoruz. Ancak beklendiği üzere, yaygınmedyadan Wikileaks' e tepkiler gecikmedi.The Times, 'Afganistan'dan Çıkarsak Ne Olur'başlığı altında, kendisine işkence edenailesinden kaçtığı için Taliban'ın kararıylaburnu ve kulakları kesildiği belirtilen Ayşe adlıAfgan kadını kapak resmi yaptı. Wikileaks'inAfganistan ile ilgili belgelerinin açıklanmasınınhemen ardından yayınlanan bu haber cevapniteliğinde. The Washington Post'tan RichardCohen ise ''ne idüğü belirsiz Wikileaks'insağladığı muazzam veri çöplüğünün verdiğihaber, ortada haber filan olmadığıdır.''yorumunu getiriyor. Bunun aksine ColombiaJournalism Review'a yazan Avustralyalıgazeteci Joel Meares' e göre ise ''sonzamanlarda savaşa dair doğru dürüst bir şeyyazılıp çizilmediğini ve belgelerin sakladığıekstra bilginin işe yaramayacağını düşünmekise zaten gazetecilik fikrinin kendisineaykırıdır.'' diyor.Assagne'e göre belgeler 1970'lerde VietnamSavaşı'nı bitiren 'Pentagon Belgeleri(PentagonPapers) ve Berlin duvarının yıkılmasıyla Doğu

Page 11: Hariciye / Kasım 2010

Alman gizli servisi Stasi'nin arşivlerininaçılmasına denk ölçüde bir vaka olmaözelliğini taşıyor. Hatta daha kısa zamandadaha çok belgenin dünya kamuoyuna ulaşmasısebebiyle daha çok etki yaratacağına inanıyor.92 000 belgeden açıklanmayan 15000 belgeyide açıklamaya hazırlanan Wikileaks şimdidendünya kamuoyundan olumlu ve olumsuztepkiler toplamış durumda. Aslında aldığı

olumsuz yorumlar bile bu örgütün sesiniduyurmakta şimdiden ne kadar başarılıolduğunu göstermekte. Yeni medya akımınıngeleneksel medyanın iç dinamiklerinde birtakım değişikler yaratabilmesi , Wikileaks'inkamuoyu üzerinde yarattığı etkiye ve hakimmedyanın buna vereceği cevaba göreşekillenebilir.

Referanslar

http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1216909898&news_code=1280488297&day=30&month=07&year=2010http://www.milliyet.com.tr/wikileaks­gazeteciligi­degistiren­site/guncel/haberdetay/30.07.2010/1270029/default.htmhttp://www.newsweekturkiye.com/haberler/detay/41142/Wikileaks­devler­ligindehttp://www.siyasaliletisim.org/dr­bahadr­kaleaas/yrd­doc­dr­emel­akca/455­habercilikte­yeni­araylar­ve­hak­habercilii.htmlhttp://www.dunyatimes.com/?p=8363http://wikileaks.org/http://anniepaulose.files.wordpress.com/2010/08/wikileaks_cartoon_main.jpg

10

Page 12: Hariciye / Kasım 2010

Tarihlerinde çok sayıda darbe, isyan veekonomik karışıklık görmüş, ekonomilerinidüzeltmeye çalışırlarken daha da borçbatağına saplanmış ülkelerin yeridir LatinAmerika. Yıllarca diktatörler tarafındanyönetilen kıta, bugün geçmişinden çok farklıbir yerde durmakta. Yıllar önce kıtayadamgasını vuran sol rüzgârlar bugün de LatinAmerika sahillerini kasıp kavurmakta…ABD’nin Vietnam kuşatmasıyla başlayan 68Hareketi sonrasında, Sovyetler ve Çin’inrekabete dönüşen sosyalizm macerası, özgürRusya’nın büyük komünizm rüyalarını tersineçevirişi ve modern Avrupa’nın sosyaldemokrasiyi keşfedişi; dünya solu için dönümnoktaları olmuştur. Ancak unutulan birdönüm noktası daha vardır, o da LatinAmerika’nın sol bilinci kazanma sürecidir.2

Dünya ekonomisiyle İspanyol ve Portekizsömürgesi olarak bütünleşen Latin Amerika,ABD'nin 1823'te Monroe Doktrinini3 ilanetmesinden itibaren ABD'nin siyasi nüfuzualtına girmeye başlamıştır. II. Dünyasavaşından sonra ABD'nin dünyanın iki süpergücünden biri haline gelmesiyle LatinAmerika'daki ABD etkisi de zirveye ulaşmış,bölgenin neredeyse tamamı Amerika'nın siyasive ekonomik hegemonyası altına girmiştir.Bu dönemden 1980'lere kadar bölge ülkeleriçoğunlukla Amerikan güdümündeki askeridiktatörlükler tarafından yönetilmiştir.Üzerindeki Amerikan hegemonyası sebebiyleLatin Amerika doğal olarak dünyaekonomisini başta ABD olmak üzere Batı

ülkeleri lehine yönlendirmeyi amaçlayanDünya Bankası ve IMF'nin ürettiğipolitikaların başlıca laboratuarı olmuştur.Özellikle son 15 yıl içerisinde demokratikyollarla iş başına gelen solcu liderler mevcutsisteme karşı yaptıkları ortak çıkışlarla ve“başka bir dünya mümkün” sloganlarıylaküreselleşen dünya politikasına yeni bir boyutkazandırmışlardır.Soğuk Savaş Dönemi’nde askeri vesayetgölgesi arkasındaki “Amerikan Vesayeti”tarafından yönetilen ülkelerin çehreleri vekaderleri seçimlerle iş başına gelen liderlerledeğişmeye başlamaktadır:BOLİVARCI SEÇENEK 4

Latin Amerika’nın devrimci lideri LibertadorSimon Bolivar (1783­1830); ulusal temeldebüyük bir Latin Amerika Devleti’nin

11

Page 13: Hariciye / Kasım 2010

kurulması, bölgedeki sömürgeci feodaldüzenin tasfiyesi ve Aydınlanma Devrimi’ninLatin Amerika’ya taşınması için çalışmıştır.Günümüz Latin Amerika liderleri Bolivar’ıörnek bir şahsiyet olarak ele almaktadırlar.Örneğin Chavez’in ülke içindeki ve dışındakipolitikalarına yön veren olgu, çerçevesinikendisinin çizmiş olduğu Bolivarcı Devrim’dir.Latin Amerika konusunda tanınmış bir uzmanolan Marta Harnecker Bolivarcı Devrim’in beşfarklı uzantısı olduğunu belirtmektedir.Harnecker’e göre devrimin siyasi uzantısıBolivarcı demokrasiyi oluşturmayıamaçlamaktadır. Ekonomik uzantının amacıneoliberal/kapitalist sistemlere alternatif birinsancıl, sürdürülebilir, üretken ekonomiksistemin kurulmasıdır. Devrim’in sosyal adaletiinşa etmeyi hedefleyen sosyal uzantısı, ülkegenelinde kalkınmayı savunan bölgeseluzantısı ve çok kutuplu dünyada ülkeegemenliğinin güçlenmesini öngören bir deuluslar arası uzantısı mevcuttur.5 Barışçıl birdevrim olarak nitelediği Bolivarcı Devrim ileChavez; Simon Bolivar’ın hayal ettiği bölgeselentegrasyonu amaçlamaktadır.Peki, kimdir bu Chavez? Nasıl bir liderdir?İktidara nasıl gelmiştir? ABD’nin İran’lailişkisinin en gergin olduğu dönemde Tahran’agiden, ABD işgalinden önce Irak lideriSaddam’ı Bağdat’ta ziyaret eden, Libya’yagidip Kaddafi ile el sıkışan, Rusya ve Çin’densilah satın alan, Küba’ya ucuz petrol veren bulider gücünü nereden almaktadır? Ülkesinindünyanın en çok petrol satan dördüncü ülkesiolmasından mı, OPEC içindeki etkinliğindenmi, ABD’nin Venezüella’nın en büyük petrolmüşterisi olmasından mı? Chavez’inantiemperyalist tutumunun temelleri nelerdir?

1998 yılında oyların yarısından çoğunu alarakdevlet başkanlığına gelen ve eski bir askerolan Hugo Chavez, kısa süre sonra ülkesininadının önüne Latin Amerika’nınantiemperyalist, aydınlanmacı ve kamucubüyük devrimcisi Bolivar’ın adını ekleyerekVenezüella’nın resmi adını BolivarcıVenezüella Cumhuriyeti olarak değiştirmiştir.Petrol üretimi, dağıtımı ve satışında devletçipolitikalara yönelmiş ve büyük çapta

kamulaştırma gerçekleştirmiştir. Sağlık veeğitimde köktenci adımlar atarak, buhizmetleri ücretsiz hale getirmiş, toprakreformu ile topraksız köylüye toprak dağıtmışve tarımda yaygın bir kooperatifleşmeyeyönelmiştir. 2002 yılı Nisan ayında dışarıdanABD’nin, içeriden ise ülkenin önde gelenzenginleri, büyük toprak sahipleri ve medyapatronları tarafından desteklenen bir darbeyemaruz kalmıştır. İki gün için BaşkanlıkSarayı’nı terk etmiş olsa da, sokaklara dökülenmilyonlar, ordunun darbeye destek vermeyenkesimi ve Latin Amerika’nın diğer liderlerinindestek açıklamalarıyla daha güçlenmiş olarakgörevine dönmüştür.6

Kendisine karşı yapılan diktatör suçlamasınakarşın Chavez, yöntem olarak doğrudandemokrasiyi benimsediğini, olabildiğince genişölçekli katılımdan yana olduğunu ve temsilidemokrasiye eleştirel yaklaştığınıvurgulamıştır ve bu yönüyle “jakoben” birtavır aldığını göstermiştir. Rousseau’nun“Temsili demokrasi halk egemenliğiniengeller” sözüne gönderme yapan Chavez, çokkutuplu bir dünyadan ve bölgeseldayanışmadan yana tavır alan bir liderdir.Venezüella’nın yanı sıra Bolivya da da, 500yıldır, yerli halkın yaşam kültürüyle batınındayattığı kültürün çatışmasının galibi yerlihalk olmuştur. Aynı zamanda eski bir sendikalideri de olan Bolivya’nın ilk Kızılderili başkanıEvo Morales, 2005 yılında seçimleri kazanarakişbaşına gelmiştir. Sömürge valisi gibidavranan Amerikan Büyükelçisinin net olarak“Terörist Morales seçilirse Bolivya’nın izoleedileceğini” söylemesi bile Morales’inkazanmasını engelleyememiştir. AmerikanBüyükelçisi’nin bu yaklaşımına “Dünya’datanıdığım tek bir terörist vardır, o daBush’tur!”7 cevabını veren Morales, tıpkımevkidaşı Chavez gibi anti­Amerikancısöylemlerle politikasını sürdürmektedir.Morales ve Chavez’in aksine daha az agresifbir politika izleyen Brezilya Devlet BaşkanıLula Da Silva 2003 yılında devlet başkanlığınaseçilmiştir. Göreve geldiğinde önceki başkanCardoso’dan dış borçlu ve özelleştirilen karlıkuruluşlar yüzünden çok fazla devlet geliri de

12

Page 14: Hariciye / Kasım 2010

kalmamış bir ülke devralan Lula da Silvahemen bir dizi ekonomik düzenlemeleregirişmiştir. Dünya’nın en büyük 20 ekonomisiarasında bulunan Lula liderliğindeki Brezilya,sol bir politika izlemesine rağmen Venezüellakadar muhalif olmamakta ya da Amerikankarşıtı çıkışlar yapmamakta, yapamamaktadır.Bunda küreselleşen dünya ekonomisine bağlıolarak orta ve uzun vadede geleceğin engelişmiş ülkeleri arasında yer alacağı söylenenBrezilya’nın dünya ekonomisine entegreolmuş olmasını ve bu yüzden söylemlerinedikkat ettiğini vurgulamak gerektiğikanısındayım. Lula döneminde Brezilya, dünyapolitikasında etkili bir aktör olma çabası içinegirmiştir. Örneklemek gerekirse İran ve ABDarasında ilişkilerin gerilmesine yol açannükleer enerji­nükleer silah konusundaBrezilya da tıpkı Türkiye gibi sorunundiplomatik yollarla çözülmesi gerektiğini dilegetirmiş, İran ile masaya oturmuş, üstelik BMGüvenlik Konseyi’nin İran’a karşı yaptırımlarıonayladığı oylamada Türkiye ile beraber hayıroyu vermiştir. Bunların yanı sıra uluslararasıplatformlarda daha çok ses getirmek isteyenLula Brezilyası, BM Güvenlik Konseyi’nindaimi üyesi sayısınınarttırılmasından veçok kutuplu halegelen dünyadatemsiliyetin dahaadil bir hal alması vedeğişmesindenyanadır.8

BrezilyaAnayasası’nın gereğiüçüncü kez devletbaşkanı olmasınaizin verilmeyen Lula,eski bir gerilla lideriolan Roussef'i halefiolarak göstermiştir ve Roussef seçimlerdezafere en yakın adaydır.Sonuç olarak belirtmek gerekirse Soğuk Savaşboyunca diktatörlerle yönetilmiş ve askeridarbelerle yönlendirilmiş Latin Amerika artıkçehresini değiştirmekte ve geçmişi bir kenaraatmaktadır. Artık kıtada 1973’te Şili’de seçimleişbaşına gelmiş sosyalist lider Salvador

Allende’nin başına geldiği gibi,9 demokratikhükümetler darbe oyunlarıyla kolaycadevrilmemektedir. Aksine Chavez’e veEkvador’un solcu lideri Correa’ya10 karşıyapılan darbe girişimlerinde olduğu gibi geripüskürtülmektedir veya Honduras’ın yakın bizamn önce darbeyle görevindenuzaklaştırılan11 solcu lideri Manuel Zelaya gibidaha güçlü bir biçimde görevine geridönmektedir.Yıllarca bölgeyi “arka bahçesi” olarak kabuleden ABD açısından olaya baktığımız zamanise 11 Eylül saldırılarından beri Washington’unbölgenin meselelerine hep uluslararası terörmerceğinden bakmış ve bu bölgedekiülkelerin kendilerine has problemleri ileyardım ve işbirliği çağrılarını ikinci planaatmış olduğunu görmekteyiz. Bu ihmal, ilginçolmayan bir biçimde, teröre karşı savaştaAmerika’nın izlediği yol (özellikleGuantanamo Üssü’ndeki insan haklarıihlalleri) ve karşılaştığı hezimetlerle birleşince,ABD karşıtı söylemlerin bölgede itibarkazanmasına ve kimilerine göre “sol popülist”olarak adlandırılan solcu liderlerin Latin

Amerika ülkelerindegüç kazanmalarınasebep olmuştur.Yeni BaşkanObama’nın bölge ileilgili sözleri, LatinAmerika’ya yönelikgüçlü ihtirasları olaneski ABDbaşkanlarınınsöylemleri ile büyükbenzerliklergöstermektedir.12Roosevelt’in “DörtÖzgürlük”13retoriğinden ve

J.F.Kennedy’nin “İlerleme için İttifak”söyleminden yararlanan Obama, LatinAmerika’nın kurtarıcısı gibi davranmakta vebu da haliyle tepkiyle karşılanmaktadır.Obama’nın Latin Amerika ülkelerinin geçmişdönemlere kıyasla zaman içinde ciddiboyutlarda ilerleme kaydettiklerini, kendibağımsız demokrasilerini kurduklarını vediktatörlük yönetimlerini geride bıraktıklarını

13

Page 15: Hariciye / Kasım 2010

göz önünde bulundurması gerekmektedir.Zira bu durum, onların birçoğunun artıkgeçmişte olduğu gibi ABD ile kolaylıklaişbirliğine gitmeyebilecekleri anlamına dagelmektedir. Aksine ABD’nin bu tip herdavranışı bölgede popülaritelerini ABDhegemonyası karşıtlığı üzerine kurmuş olanliderlerin elini güçlendirmektedir.

Dünya çok kutupluluğa doğru hızlailerlemekteyken ve yeni güç merkezleri ortayaçıkarken, eski güç merkezleri sömürgezihniyetinden artık vazgeçmelidirler. DünyaSosyal Forumu’nun sloganında da olduğu gibi“Başka bir dünya mümkündür!”.

Referanslar1. Barış DOSTER, Hugo Chavez, Cumhuriyet Strateji, sayı: 1122. http://blog.milliyet.com.tr/Latin_Amerika_da_sol_ruzgarlar/Blog/?BlogNo=1148993. Doktrinin öngördüğü hususlar şunlardır:1. Elde ettikleri ve sürdürdükleri özgür ve bağımsız durumları ile Amerika Anakarası bundan böyle Avrupa devletlerinden herhangibirinin kolonileştirme isteklerine konu olamaz.2. Kutsal İttifak Devletleri'nin siyasal sistemi Amerika'nınkinden tamamen farklıdır. Kendi sistemlerini bu yarım kürenin herhangi biryerinde yaymak için yapacakları herhangi bir girişimi barış ve güvenliğimiz için tehlikeli görürüz.3. Avrupa ülkelerinin herhangi birinin mevcut kolonilerine; ya da ona tabi olan bölgelere hiç müdahale etmedik ve etmeyeceğiz.4. Avrupa devletlerinin kendilerini ilgilendiren sorunlar yüzünden yaptıkları savaşlarda hiçbir zaman taraf tutmadık ve böyle birdavranış siyasetimize de uymaz (izolasyon ilkesi).4. Günümüzde Latin Amerikalı solcu liderlern dünyaya ilan ettikleri Bolivarcı Seçenek’in temel esasları şunlardır:

­ABD emperyalizminin ve siyasal­kültürel hegemonyasının kırılması ve Amerikan işbirlikçiliğinin temellerinin yıkılması­İşbirlikçilerin yarattığı geri ekonomilerin yarattığı yoksulluğun aşılması­Toprak reformu, kamulaştırma, yoksulluk ve cehaletle mücadele­Demokratik hakların genişletilmesi ve bölgesel dayanışmanın arttırılması

5. Marta Harnecker’in “Hugo Chavez: Venezuella” adlı çalışmasından aktaran; Şerife Başaran, Chavez Venezuellası, Stratejik Analiz, sf:70, sayı: 97, Mayıs 2008.6. Barış DOSTER, Hugo Chavez, Cumhuriyet Strateji, sf: 17, sayı: 112.7. http://www.haberpan.com/morales­butun­anlasmalar­gozden­gecirilecek­madrid­haberi/8. http://www.economist.com/media/pdf/LulaInterview.pdf9. http://bultenler.ankara.edu.tr/dergiler/51/863/sayi863.pdf10. http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2010/10/101001_vid_ecuador.shtml11. http://www.ntvmsnbc.com/id/24979380/12. Şerife Başaran, Barack Obama’nın Latin Amerika Vizyonu, Stratejik Analiz, sf: 97, sayı: 102, Ekim 2008.13. http://bianet.org/bianet/dunya/117283­dort­ozgurluk­uzerine

14

Page 16: Hariciye / Kasım 2010

2003’te Irak’a giren Amerika, Saddam rejiminidevirmeyi başardı ama bu ülkeyi başta vaat edilennoktaya halen getirebilmiş değil. Irak’ta 8 yıldırkurulamayan hükümet ve mezhepsel çatışmalarındevamlı tırmanması, en iyi model olduğu sanılanyönetim biçimlerinin zorla uygulandığında nasılsonuçlar verdiğinin enbüyük göstergeleri.Amerika, her ne kadar IrakSavaşı’nda büyük zararlarverse de, Ortadoğu içinbirincil hassasiyetlerinitehdit eden büyük birengeli kaldırmış durumda.Saddam gibi despotik veagresif bir liderin bubölgede ki varlığı,Amerika’nın bölgedekiçıkarlarının hem kısa vadede hem de uzun vadede enbüyük engeliydi. Amerika’nın çıkarları açısındanbölgedeki iki büyük hassasiyetini görüyoruz ki,bunlar İsrail’in güvenliği ve petrol akışı. Saddamrejimi, bu noktada, hem petrol kaynaklarına sahipolmak isteyen hem de İsrail in varlığı için bölgedetehdit oluşturan bir yapıdaydı. Böyle bir rejiminyıkılmış olması, Amerika açısından, birincilönceliklerin güvence altına alınması anlamına geliyor.Fakat ülke içinde çıkan farklı grupların iktidarkavgaları ve İran gibi bir ülkenin Şiiler üzerindengücünü arttırmak istemesi, birincil önceliklerin yenibir tehditle karşı karşıya olduğunun göstergesi.Bugün, İran, Amerika’nın bahsedilen hassasiyetleriaçısından, bölgedeki en tehlikeli güç. Rafsancani veHatemi gibi liderlerle; uluslararası arenada daha ılımlıpolitikalar güden İran, Ahmedinejad’dan sonra daharadikal ve daha çıkarcı politikalar gütmeye başladı.Bugün İran, %11’in üstünde işsizliğe sahip ve artan işgücünün istihdam edilmesi için, büyümenin % 5’inüstünde olması gerekiyor. Genellikle petrol vedoğalgaz satışına dayanan ekonominin ülkelerin

alacağı herhangi bir kararla çok büyük sarsıntılargeçireceği malum. Bugünün İran dış politikasında,ülkenin batısında kalan, ekonomik açıdan dahaavantajlı bir konuma sahip olan Ortadoğu’nun,ülkenin doğusunda ve kuzeyinde kalan bölgelerdendaha fazla ilgi gördüğü ve daha aktif bir dış politika

yürütüldüğünü görüyoruz.Bugün İran’ın elinde, kozolarak, devam etmekteolan nükleer faaliyetleri veülkenin Şii kimliğibulunuyor. Bugün İran,halen bir nükleer silahasahip değil ama buyöndeki çalışmaları, diğerülkelerin haklı olaraktepkisini çekmekte ve buçalışmalar bir yerde

İran’ın elinde yaptırım gücüne dönüşebilmekte.İran’ın Ortadoğu’da aktif politika izlemesinin ikincifaktörü de buradaki devletlerin içinde yaşayan Şiinüfus. Hemen her Ortadoğu ülkesinde bulunan Şiinüfus, bu ülkelerin birçoğunun egemenliğini tehditedici, potansiyel bir etkiye sahip. Bugün İran, Şiigruplarla yakın ilişkiler kurmakta ve bu grupların,bulundukları ülkelerde ki siyasal varlığınıdesteklemektedir. Böylece, İran, Ortadoğu’da kendini,sözü geçen ve ağırlığı olan bir ülke konumunagetirmeye çalışmaktadır. Böyle bir hareket, Ortadoğudevletlerinin egemenliğini de tehdit eden bir halalmaya başlamaktadır. İran’ın Ortadoğu’daki buagresif ve yayılmacı politikaları, doğal olarak İsrail veAmerika’nın bölgedeki çıkarlarıyla çatışmaktadır.İran’ın bu alanda gelişmesinden en çok endişe duyanİsrail için, kendisine karşı agresif politikalar güdenİran’ın böyle bir yapılanmaya gitmesi, kendi varlığıiçin en büyük tehdit. Bu iki ülkenin yanı sıra, komşuülkeler de yakınlarındaki herhangi bir ülkeninnükleer silahlara sahip olmasına ve bunu bir kozolarak kullanmasına karşıt durumdalar, fakat

15

Page 17: Hariciye / Kasım 2010

sorunun silahla çözülmesine karşıt durumdalar.

Bugün, İran’ın nükleer sorununun çözümünde tambir çözümsüzlük ile karşı karşıyayız. “Zeroenrichment”, sıfır zenginleştirme, Batılı ülkelertarafından İran için dile getirilmekte, fakat böyle birşey teknik olarak imkansız çünkü İran NPT (NuclearNon­Proliferation Treaty)’nin bir üyesi ve uranyumu%5 oranında zenginleştirmek İran’ın en temel hakkı.Fakat bu konuda, İran’ın dünya kamuoyuna tam birgüvence verememiş olması, uluslararası arenadayaptırımlara kadar giden kararların alınmasının enbüyük nedeni. Ortada varılan ortak bir anlaşmanınyokluğu, hem İran açısından hem de diğer ülkeleraçısından halen bir problem olarak durmakta.Sorunun çözümünde yaptırım kararları almaktan çok,bölgesel ülkelerin bu yolda atacağı adımlar veoynayacakları rol çok daha önemli. Çünkü İran’ıtatmin etmeyecek ve soruna diplomatik yollardançözüm bulamayacak olan her karar, İran’ı daha daagresif olmaya itecek ve sorunun daha daderinleşmesine neden olacaktır. Son yılardaAmerika’nın en büyük tehdit unsuru olarak gördüğüİran, nükleer faaliyetlerinin yanında Ortadoğu’da Şiiyanlısı politikalarıyla da Amerika’nın bölgedekiçıkarlarını tehdit eder durumda. Irak ta kaybedilenmilyar dolarlar, askerler ve devam etmekte olanIrak’ın yapılanması, Amerika’ya çok pahalıya malolmuştur. Bugün olası İran harekatının, arkasındabelki de yıllarca sürecek birdireniş ve milyarlarcadolarla birlikte bir çok cankaybına mal olmasımuhtemel. Bunun daötesinde, Amerika’nındünyadaki prestiji debüyük oranda zarargörecektir. Sorununçözümünde, komşu ülkeler,hem İran’a yakınlığı ilehem de var olan ekonomikilişkiler bakımından çözüme ulaşılmasında çok önemliroller oynama kapasitesine sahipler. Aralarında ortakçıkarların daha fazla olduğu bölgesel ülkeler, işbirliğiaçısından birbirleri arasında daha sağlıklı ilişkilerkuracaklardır. Komşu ülkelerden Türkiye’yebaktığımızda, Sünni nüfusu, hızla gelişmekte olanekonomisi ve güçlü bürokrasisiyle Türkiye, ötekiülkelerden daha sağlam bir yer arz ediyor. Sonyıllardaki “komşularla sıfır sorun” politikasıylaTürkiye, sorunların çözümünde her zaman için

diplomasi seçeneğini birinci sırada kullanmakta vekomşu ülkelerde ortaya çıkma ihtimali olan sorunlarıdaha gerçekleşmeden, diplomasi ve işbirliği yolu ileönceden engellemektedir. Geçen Mayıs ayında İran­Brezilya­Türkiye arasında imzalanan uranyumzenginleştirme anlaşmasıyla Türkiye, anlaşmalaryoluyla sorunların çözümünde ilerlemekaydedileceğini göstermiş ama bu Amerika’yı vediğer ülkeleri halen tatmin olmuş durumda değil.Brezilya­Arjantin arasında 1991’de imzalanan nükleerişbirliği anlaşması (ABACC)’nın benzeri İran­Türkiyearasında uygulanabilir. Önümüzdeki günlerdenükleer tesis açma hazırlığında olan Türkiye ile buaktivitelerini devam ettirmekte olan İran arasındayapılacak olan benzer işbirliği, iki taraf için debirbirlerinin nükleer faaliyetlerinin denetlemesinimümkün kılacaktır. Uluslararası kamuoyunu tatminedecek düzeyde bir anlaşma sorunun çözümündeönemli bir rol oynayacaktır. Mısır’da İran­Türkiyearasında yapılabilecek olan nükleer işbirliğinekatılabilir. Bu üç ülke arasında, Avrupa’da kiülkelerin kurduğu “Euratom” gibi bağımsız birişbirliği topluluğu model olarak uygulanabilir. Her nekadar Mısır, son yıllarda bölgede güç kaybetmiş gibigözükse de, geçmişten gelen Arap milliyetçiliği veAmerika ile olan yakın ilişkileri, bu ülkeninOrtadoğu’da halen güçlü bir konuma sahip olduğunugösteriyor. Mısır’ın İran’a yapılacak herhangi birsaldırıya karşı çıkması ve mevcut rejimin zorla

değiştirilmesinin sorunlaraçözüm olmayacağı görüşü,Mısır’ın, Türkiye’nin İran’layapacağı olası işbirliğinde,üçüncü bir aktör olarak yeralması tezini güçlendiriyor.Körfez ülkelerinde ise, 1981yılında GCC (Körfezİşbirliği Konseyi), devrimleagresif politikalar gütmeyebaşlayan İran’a karşı, ortakhareket etme amacıyla

kurulmuştur. İran’ın Bahreyn üzerinde hak iddiaetmesi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin HürmüzBoğazı’ndaki üç ada konusunda İran’la anlaşmazlığıdüşmesi gibi sorunlar, bu ülkelerin İran’la aralarındaolan sorunlardan bazıları. Körfez ülkelerinin coğrafiaçıdan küçüklüğü ve askeri imkanlarının yetersizoluşu, bu ülkelerin güç dengelerini Amerika ve İranarasında kurmasına neden olmuştur. Amerikanaskerlerine üslerini açan bu ülkeler, aynı zamandaİran’ı kışkırtacak seviyede

16

Page 18: Hariciye / Kasım 2010

bir Amerikan yakınlaşmasından da kaçınmaktadırlar.İran a uygulanacak herhangi bir yaptırım, İran’laticaret bağları olan bu ülkelerin ekonomisini olumsuzyönde etkileyecektir. Bu ülkelerin, İran’ın nükleersorununu çözmesi karşılığında yapacağı ticarianlaşmalar, iki tarafa da fayda sağlamasının yanında,tüm diğer bölge ülkeleri ve Batılı ülkelerinkaygılarının sonlanmasına neden olacaktır. Bölgedekidiğer bir ülke olan Suudi Arabistan ise, dünya petrolrezervlerinin dörtte birine sahip olması ve dünyapazarında ki en büyük petrol ithal eden ülke olmasınedeniyle, İran sorununun çözümünde önemli bir rolalma potansiyeline sahip bir ülke. Sünni yapısıyla,Arabistan, İran’ın Şiileri kullanarak bölge ülkelerdeüstünlüğünü arttırmasında, en rahatsız olan ülkekonumunda. Körfezin, nükleer silahlardanarındırılmasını her fırsatta belirten Suudi Arabistaniçin İran büyük bir tehdit. Dış ticaret verilerinebaktığımızda İsrail ve Amerika, Arabistan için İrandan daha yakın konumdalar çünkü bu ülkenin petrolsatışı büyük ölçüde Amerika ve Batılı şirketlere bağlı.Geçtiğimiz günlerde Amerika ve Suudi Arabistanarasında imzalanan 60 milyar dolarlık silah anlaşması,Amerikan tarihinin en büyük bütçeli silah satışanlaşması olmasının yanında akıllara da bir çok soruişaretini getirmekte. Yürüttüğü dikkatli diplomasiylebirlikte içeride ve dışarıda silah kullanımınıgerektirecek hiçbir sorunu bulunmayan SuudiArabistan’ın, bu silahlarla İran ı vurma olasılığıakıllara gelen ilk senaryo. Bölgede ki en ufak birsilahlanma hareketinde bile sarsılan İsrail in, bu kadaryüklü bir silah satışına karşı çıkmaması, bu senaryoyugerçekçi kılar nitelikte. Böyle bir senaryonun

gerçekleşmesi, Amerika ve İsrail’in, olaya yanlarına birbaşka bölge devletini de alarak, sorunu güçkullanarak çözmesi anlamına geliyor. Olası birsavaşta, Amerika ile birlikte Suudi Arabistan tarafınıntam üstünlük kurup kuramayacağı bilinemez fakatsorunun çözümünde diplomasi yetersiz kaldığında,Amerika’nın Suudi Arabistan üzerinden İran’asaldırma ihtimali yüksek. Suud kralının Amerika veBatı ile olan ilişkilerinden bakıldığında, SuudiArabistan’ın diplomatik yollardan, sorununçözümünde çokta etkili bir rol oynayacağıgözükmüyor.

Son resme baktığımızda, bir çok güç odaklarınıgörüyoruz. Hem ekonomik açıdan hem siyasal açıdanOrtadoğu’da güçlenmek isteyen İran, bölgesindeki herolası çatışmayı engellemek isteyen Türkiye, ekonomikvarlığını devam ettirmek isteyen Körfez Ülkeleri,İran’ın nükleer gücünü koz olarak kullanmasındankuşku duyan Avrupa, kendi güvenliği için her adımıatmaya hazır olan İsrail, zenginliği, kimliği ile bölgedeki avantajlı konumunu devam ettirmek isteyen SuudiArabistan ve Ortadoğu’da hegemonyasını kurmakisteyen bir Amerika. Bir noktada tıkanan diplomatikilişkiler, yerini silah kullanımına bıraktığında ortayaçıkacak durum, salt çatışmadan daha öte bir durumve sadece savaşan ülkeleri değil, Ortadoğu’daki tümülkeleri etkileyecek bir niteliğe sahip. Irak’ta olduğugibi, belki mevcut yönetim uzaklaştırılır fakat yeni vedaha büyük sorunların ortaya çıkması kaçınılmazolur. Sorunun barışçıl, diplomatik yollardan çözümü,sadece İran’a değil bölgedeki diğer ülkelere de çokönemli avantajlar sağlayacaktır.

Referanslar1. Shenna, John.C (2010). The Case Against The Case Against Iran: Regionalism as the West’s Last Frontier; Middle East Journal;Volume 64, No:3

17

Page 19: Hariciye / Kasım 2010

Filmlerinde göçmenlerin Almanya'ya uyumsorunlarını, kültürel çeşitliliği, kökleriyle yaşadığıülke arasındaki arafa sıkışmış insan hikayelerinikonu alan, büyük bir sadelik ve açık yüreklilikleAlmanlar ile Türkler arasındaki toplumsalfarklılıkları işleyen Fatih Akın geçtiğimiz ayAlmanya Cumhurbaşkanı Christian Wulfftarafından 'Alman kültürüne yaptığı katkılardanötürü' liyakat nişanı (verdienstroden) ileonurlandırıldı.¹ Göçmenlerin Alman kültürüneuyumunun bir göstergesi sayılabilecek bu başarıadına Berlin'de düzenlenen törende, bu nişanıalan ilk Türk kökenli Alman vatandaşı Akın veCumhurbaşkanı Wulff objektiflere gülümserkensalonu dolduran kalabalığın aklındansa, şüphesiz,önlerindeki bu umut verici mutlu tablonungerçeği ne kadar yansıttığı vardı.

Ağustos ayında yayınlanan Eski Alman MerkezBankası Yönetim Kurulu ve Sosyal DemokratParti üyesi Thilo Sarrazin'in ırkçı söylemlekaleme aldığı kitabı ' Deutschland schafft sichab' (Almanya Kendini Yok Ediyor ) ülkedeki herkesimi göçmen sorunu üzerine tekrar

düşünmeye itmiş durumda. Yıllarca Almanhalkının kafasını kurcalayan fakat kimsenin dilegetirmeye cesaret edemediği göçmen sorunu,Sarrazin'in hem Almanya ham de dünyagündemine birinci sıradan giriş yapan kitabıvesilesiyle tartışmaya açılmış oldu.

Müslüman olmayan ülkelerden gelengöçmenlerin Almanya'ya başarıyla uyumsağladığını kabul eden Sarrazin, iddialarınınmerkezine tüm göçmenleri değil, Türk, Arapayırt etmeden Müslüman göçmenleri koymasıylaklasik ırkçı söylemlerin dışına çıkıyor. Kitaptabugün üçüncü, dördüncü jenerasyona kadardayanmış olan Müslüman göçmenlerin hala tamolarak Alman kültürüne uyum sağlayamamasınınsebebi olarak İslam gösteriliyor. İslamdünyasının büyük ölçüde içine kapanıkolduğunu, bunun da ’İslamcı saldırganlığın’kaynağını oluşturarak birçok insanıkorkuttuğunu iddia eden Sarrazin, Müslümangöçmenleri 'Devlet yardımıyla yaşayan vedevleti tanımayan, çocuklarının eğitimi için çabagöstermeyen ve devamlı olarak başörtülü küçükkızlar üreten insanlar' olarak tabir etmekte.Kitapta geçen her milletin kendine has genlertaşıdığı ve aptallığın genetik olduğu gibiiddialarsa Hitler'in yasaklı kitabı 'Mein Kampf' (Kavgam) ile benzerlikler taşımakta. Sarrazin' egöre Müslüman göçmenler eğitim seviyeleriniarttırmak için çaba göstermediğindenAlmanya'yı 'aptallaştırarak' ülkenin entellektüelgeleceği için tehlike arz etmekte.²

18

Page 20: Hariciye / Kasım 2010

'Almanya Kendini Yok Ediyor'un en can alıcı kısmıysaiçerden ve dışardan gelen tepkilere rağmen arkasınaşaşırtıcı oranda kamuoyu desteği almış olması. EskiAlmanya Başbakanı Helmut Schmidt ve Türk asıllısosyolog ve yazar Necla Kelek, Sarrazin'i haklı bulanisimlerden sadece ikisi. Stern dergisi tarafından ForsaAraştırma Şirketi’ne yaptırılan kamuoyuaraştırmasına göre , Sarrazin'in tezleri, Almanlartarafında % 46 oranında kabul görmekte. YeşillerPartisi Eşbaşkanı Cem Özdemir yaptığı açıklamada“Beni endişelendiren Sarrazin’in savundukları değilAlman toplumunun büyük çoğunluğunun da Sarrazingibi düşünmesi” dedi.³

Yeni doğan her üç çocuktan birinin yabancı kökenliolduğu Almanya'nın hazır olduğundan çok daha hızlı‘çokkültürlü’ hale geldiği bir gerçek. Fakat mevcutgöçmen sorunu Thilo Sarrazin’n iddia ettiği gibi İslamya da başka bir etmenden değil, göçmeleri yıllarcaişleri bitince evlerine geri dönecek 'misafir'ler olarakgören yanlış Alman politikalarının bir sonucu.

Almanya'nın göçmenlerle 'imtihanı' 1960 sonrasıdöneme dayanmakta. Berlin Duvarı yıkılmadan önce,iki Almanya'nın ( Federal Almanya Cumhuriyeti 'FAC'(Batı Almanya ) ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti'DAC' ) var olduğu dönem her iki ülke de yabancı işgücüne ihtiyaç duydular. FAC bu işçileri Türkiye,Yunanistan, İtalya gibi ülkelerden getirirken, DAC iseVietnam, Mozambik gibi ülkelerden yabancı işçialıyordu. %14 ile mevcut göçmenlerin en kalabalıkkesimini oluşturan Türkler aynı zamanda ülkenin engeniş Müslüman kesimini meydana getirerektartışmasız Sarrazin’in asıl hedef aldığı kitle.

1961 ‘de Türkiye ve Batı Almanya arasında imzalanan'İş Gücü Takviyesi Anlaşması' , Almanya’nın hızlabüyüyen ekonomisine büyük katkı sağlayacak Türkişçilerinin ülkeye gelişinin ve yıllara yayılan birkendini kandırış hikayesinin miladını oluşturuyor.

Dönemin Alman şirketleri ve fabrikaları düşük maaşlıve tercih edilmeyen işler için donanımsız veyeteneksiz işçilere odaklanırken kimse Anadolu’nunücra köşelerinden gelen bu insanların çoğunun okumayazma bile bilmiyor oluşunu umursamıyordu. Çünkübu işçilerden beklenen Alman toplumuna uyumsağlamak değil, fabrika etrafına inşa edilmiş binalardabir arada yaşayıp, bir süre çalıştıktan sonra işlerinibitirip memleketlerine dönmeleriydi. Fakat Almanmeslektaşlarından çok daha az talepte bulunan Türk

işçilerinin yetenekleri, talepkar Alman ekonomisininyeni işçileri eğitmek için fazla cimri olması gerçeğiylebirleşince, işçilerin oturma iznini sınırlayan maddeanlaşmadan kaldırıldı. Askeri darbelerle giderekbelirsizleşen Türkiye’nin politik ve ekonomik durumu,bir gün mutlaka eve dönme hayalleriyle bavullarınıher daim hazır tutan işçilerin ülkelerine dönüşüerteleyip durmasına yol açtı. İş yerlerinin ve sanayisitelerinin etrafındaki , Almanların pek de rağbetetmediği mahallelerde bir arada yaşayan çoğu Türkişçi, Almanca kullanmaya ihtiyaç duymadan kendisözde 'paralel toplum'larında yıllarca hayatlarınısürdürdü. 70 li yıllar misafir işçilikten 'göçmen'liğegeçişin dönemi oldu. Ne yazık ki bu göçmelik trendidevlet organları tarafından yakalanamadı ve 90 larakadar uyumdan çok eve dönüşü teşvik edenpolitikalar izlendi.4

Bu dönemde pek çok okul, müfredatlarına Türkçedersleri ekledi­ elbette çok dillilik gibi masum biramaçla değil, çocukların Türkiye'de bir gelecekkurmasını tetiklemek için! Sonuç ne kendi dilini tamolarak öğrenebilmiş ne Almanca’yı iyi konuşabilennesiller oldu. Göçmen kökenli ailelerden gelen gençlerarasında diploma almadan okulu terk edenlerin sayısıhâlâ çok yüksek. Bunun yanı sıra göçmen kökenligençler arasında, üniversitede öğrenim görmeyedoğrudan olanak sağlamayan orta dereceli okul”Hauptschule”ye gidenlerin sayısının yüksek olduğuvurgulanıyor. İyi Almanca bilmenin iyi bir eğitim içinolmazsa olmaz bir koşul olduğu aşikarken, kötüAlmanca’nın kökeni ilkokul öncesi eğitimden geliyor.Kreşler, gelen çocuğun zaten Almanca bildiğinivarsayarak çalışıyor. Kreşlerde göçmen kökenliöğretmen sayısı ise yeterli değil.5 Fakat ne yazık kieğitimde dil öğrenme durumunun düzeltilmesi hızlısonuç alınabilecek bir süreç değil. Eğer şimdibaşlanırsa ancak on yıl kadar sonra bir ilerlemekaydedilinebilir.

Berlin Nüfus ve Gelişim Enstitütüsü'nün yaptığıaraştırmalara göre sayıları yaklaşık 3 milyon olanMüslüman göçmenler diğer gruplara nazaran dahadüşük seviyede eğitim, daha az ücret karşılığıçalışmak ve daha yüksek oranda işsizlik gibi en kötüverilerine sahip.

19

Page 21: Hariciye / Kasım 2010

Bu kaygan yüzeyde hayatlarını devam etirmeyeçalışan, ne kendi ülkelerine tam olarak aidiyet hissigeliştirebilen ne yaşadıkları ­hiç de dost canlsıolmayan ­ ülkeye ve onun disiplinine uyumsağlayabilen göçmenlerin giderek içlerine kapanmalarıve tutunabilecek son dal olarak gördükleri dinesarılmaları şaşılacak bir durum değil.

Bu durumda Almanya'dakihayat tarzına uyum sağlamakşühhesiz Müslümanların ençok zorlandıkları konu.Kadın­ erkek eşitliğiningünlük hayata uygulanmasıhala ciddi bir sorun teşkilediyor. Zorla evlendirmeler,akraba evilikleri, hatta namuscinayetleri gibi uygulamalarbu zorlanmanın bireryansıması.

Uzun vadeli göçmen politikası uygulayan ülkelerde iseAlmanya'daki mevcut sorunlara rastlanmıyor.Cambridge Üniversitesi eğitim görevlisi SaraSilvestri, Pakistan ve Hindistan kökenli göçmenlerinentegre başarısıyla öne çıkan İngiltere'de, yerelpolitikadan sosyal hayata pek çok alanda Türklerin enuyumlu göçmen gruplarından biri olduğunubelirtiyor.4

Ne yazık ki son dönemde popülerleşen argümanlardikkatleri asıl sorundan uzaklaştırarak Almanya'yı birtür İslam fobisi geliştirmeye ve bir toplumuçözümsüzlüğün çıkmaz sokağına doğru itiyor. Busebeptendir ki Cumhurbaşkanı Wullf, Birleşik

Almanya'nın 20. yılı kutlamalarında yaptığıkonuşmada, "Sadece Hıristiyanlık ve Musevilik değil,İslam da Almanya'ya aittir" deme ihtiyacı hissetti.

Bugün Sarrazin'e ve onunla aynı fikirleri paylaşanaşırı kesimlere aksini kanıtlayabilmek için başarıhikayelerine her zamankinden daha fazla ihtiyaçduyan ülke futbola sarılmış durumda.

Çokkültürlülüğün birsembolü haline gelen,kadrosundaki 23oyuncusundan 11'i yabancıkökenli olan Alman milifutbol takımı ve onunparlayan yıldızı Mesut Özil,ilahiyat profesörü RaufCeylan gibi göçmen sorununaoptimistik bakış açısıylayaklaşan uzmanlara göre

akademik ve politik çabalar kadar önem arzediyor.4

Yaşadıkları ülkede ikinci sınıf vatandaş muamelesigörmeye devam eden, kendi ülkelerinde ise 'Almancı'olarak kategorize edilen göçmenler, içinesürüklendikleri dipsiz araftan hangi kimliğe sarılarakçıkacaklarını bilemiyor. Bu insanları kimlik arayışınaitecek politik,ekonomik ve sosyal tavırlardan artıkvazgeçilmesi gerekiyor. Kendi ülkelerinde tehditaltında yaşadıkları inancına saplanmış Almanların iseartık korkularını dindirmesi ve farklılıkları dışlamakyerine içinde bulundukları kültürel zenginliği kabuletmesi gerekiyor. Çünkü dünyanın hiçbir demokratiksistemi, kendi içinde dışlanmış ikinci sınıf birtopluluğun barınması gibi bir aksaklıkla ayaktakalamaz.

Referanslar1.http://www.ntvmsnbc.com/id/25137702/2.http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1016338&Date=30.08.2010&CategoryID=100&rf=1&ver=63.http://www.spiegel.de/international/germany/0,1518,714643,00.html4.http://www.spiegel.de/international/germany/0,1518,716067­2,00.html5.http://www.dw­world.de/dw/article/0,,5770996,00.html

20

Page 22: Hariciye / Kasım 2010

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin yasadışı Romankamplarının kapatılmasına ilişkin almış olduğu karar(Temmuz 2010) son dönemde ciddi tartışmalaraneden oldu. Bu kararla beraber 300 Roman kampınınkapatılmasını ve burada yaşayan Romanların sürgünedilmesi ve Sarkozy’nin Roman kamplarının kapatmanedenini olarak o kampların bir suç yuvası halinegelmiş olduğunu iddia etmesikamuoyunda Fransa’nın insanhakları ve AB serbest dolaşımilkesinin ihlalini gündemegetirdi.

Genel olarak sayıları 10­12milyon arasında olduğu tahminedilen Romanlar Avrupa'nınbirçok yerinde dağılmışdurumda ve bu nüfusunyaklaşık 15 bin kadarı da halenFransa’da yaşamaktayken Fransa‘nın Roman sürgünü bir kaç senelik bir uygulamaolup 2009 yılında 12 bin Romanın sınır dışıedilmesiyle başlamıştı.

Veriler göz önüne alındığında olağan hale gelensürgünlere rağmen, Sarkozy’nin 300 Roman kampınınkapatılmasına ve bu kapsamda 700 Romanın sınırdışıoperasyonuna ilişkin verdiği son kararın, kamuoyundabu kadar dikkat çekmesinin nedeni ise kamplarıninsan kaçakçılığı, çocuk istismarı ve fuhuş yuvasıolduğu gerekçelerine dayandırılarak suç­göç ilişkisininRomanlar üzerinden tartışma konusu halinegetirilmesidir. Fransız hükümeti, “kamplardaki yaşamşartlarının şok edici olduğu” üzerinde durarakçoğunluğu Romanya ve Bulgaristan’dan gelen kaçakgöçmenlerden oluşan kampların suç merkezi halinegeldiğini savunuyor.1 Açıkçası Sarkozy'nin yapmışolduğu bu savunma pek gerçekçi görünmüyor çünküyapılan bu sürgünler insan haklarına ve AB ‘deserbest dolaşım ilkesine aykırı.Bu durumda Fransayasaları çiğnemiş oluyor.Ayrıca bu sürgünler,ülkedeki ırkçılık ve ayrımcılığın hangi noktayageldiğini gösteriyor. Fransa hükümeti ülkeden gönüllüayrılanlar için 300£ lük bir yardımın göç etmeyemecbur bırakılan bu insanlara faydası dokunacağına

inanıyor . Bu yardımın o insanlara faydası olacağınainanmak çok komik bir yaklaşım.Bu konuda tarşılacakdiğer konulardan bi tanesidir.

Fransa’da bulunan Romanların birçoğu Bulgaristanveya Romanya etnik kökenlidir. Bu ülkeler AB üyesiolup kendilerine verilen yasal süre içerisinde diğer AB

üyesi ülkelerde serbestdolaşım hakkına sahiptir.Üç aydan daha fazla süreFransa’da kalmak isteyenRomanlar ise çalışma izniveya oturma izni almakzorundadırlar. FakatFransız hükümetinin buinsanların yasalprosedürleri yerinegetirirken karşılaşmışoldukları engelleri veonların yaşam koşullarının

yetersizliğini dikkate almadığını söyleyebiliriz. Tabii kiFransız hükümeti Romanların belirtilen süreiçerisinde gerekli izinleri almadığı konusunda haklıbile olsa Fransa’nın Romanların yaşam koşullarını veimkânlarını göz ardı etmemesi ve bu koşullarıniyileştirilmesi için önceden gerekli düzenlemeleriyapması gerekirdi. O yüzden bu durum göz önünealındığında Romanlara karşı orantısız, sistematik veayrımcı sınır dışı uygulamalar olduğu söylenilebilir.Ayrıca bir suç–göç ilişkisi içerisinde değerlendirilenbu halkın topluma nasıl sağlıklı bir şekilde entegreolması beklenilir? Yine aynı şekilde bu suçlamalaraltında bu insanların toplum içerisinde tutunmalarıveya iş bulmaları ne kadar mümkün? Bu çerçevededüşünüldüğünde çalışma ve ya oturma izni almakRomanlar için uzak görünüyor.

Birleşmiş Milletler (BM) Irk Ayrımcılığının ÖnlenmesiKomitesi (CERD) de Fransız hükümetinin Romanlarısınır dışı etme politikasını sertçe eleştirerek bununülkedeki ırkçılığı ve ayrımcılığı artıracağını belirtti.Ayrıca uygulanan bu politika AB’nin degündemindedir. 29 Eylül 2010 tarihinde bir arayagelen Avrupa Komisyonu üyeleri önümüzdeki süreiçerisinde Fransa’ya karşı ihlal prosedürünü

21

Page 23: Hariciye / Kasım 2010

işletebileceklerini belirtmişlerdir. AvrupaKomisyonu’nun dikkat çektiği en önemli nokta iseRoman sürgünün ayrımcılıktan ziyade serbest dolaşımilkesinin ihlalini konusundadır.. Fakat Fransauluslararası komitelerden büyük tepkiler almasınarağmen Romanlara karşı yapılan sınır dışı politikasınıdevam ettirmektedir. Aslında Sarkozy’nin uluslararasıkamuoyunda ayrımcılık suçlamalarına maruzkalmasına rağmen bununla pek ilgilendiği söylenemezçünkü Sarkozy’nin asıl amacı bu sınır dışıpolitikalarıyla dikkatleri kendi hükümeti etrafındadönen yolsuzluk iddialarından başka tarafa çekmeyeçalışmaktır. Ayrıca Sarkozy’nin yolsuzluk iddiaları ilezedelenen popülaritesini arttırarak sağ seçmenlerindesteğini almayı planladığı da söylenilebilir.Sarkozy’nin ülkede başlatmış olduğu ulusal kimliktartışmalarıyla aşırı sağcı bir yaklaşım sergilemesimilliyetçi ortamdan faydalanarak aşırı sağdan oytoplamaya çalışmasının diğer kanıtıdır. Bu durumunilginç yanı ise birçok Avrupalı’nın Roman sürgününekarşı sessiz kalmasıdır. Hatta bazılarının bu sürgünüdesteklediği de söylenilebilir. Fransa’nın bu yaklaşımıdiğer Avrupa ülkelerinin de buna benzer uygulamalaryapmaya başlamasına neden olabilir. Avrupa’dakigenel durumu da göz önüne aldığımızda yükselenmilliyetçiliğin ırkçılığa dönüşmesi bu noktada başlıyorolabilir çünkü göçmenlere karşı hoşgörüsüz olmak,kültür farklılığını bir çeşitlilik olarak görememek veonları ötekileştirmek ırkçılığı tetikleyen şeylerdir. Herzaman hoşgörüsü ve örnek demokrasisi ile anılanFransa’nın Romanlara karşı bu ayrılıkçı tutumuAvrupa’nın farklılıkları kucaklayıcı yapısındanuzaklaştığını da gösteriyor. Herkes bilir ki göçmenlerAvrupa’nın yapısını oluşturan parçalardanbirisidir.İşte bu yüzden bu zenginliğe sahip çıkmakgerekir.

Sonuç olarak Sarkozy’nin birçok yasal gerekçeninarkasına sığınarak başlatmış olduğu Roman sürgünü,zorla yerinden edilen bu insanlar düşünüldüğünde hiçde adil bir uygulama değildir. Bu yüzden uluslararasıtoplum Romanları yalnız bırakmamalıdır.

REFERANSLAR

1.http://www.usak.org.tr/haber.asp?id=4542.http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1021328&Date=12.10.2010&CategoryID=83&rf=1&ver=2866101364119011115520821373749011587150987731664451726142305728328048983645081159293.http://www.euractiv.com.tr/abnin­gelecegi/analyze/recep­korkut­fransann­roman­srgn­0120384.http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/07/100729_france_roma_camps.shtml5.http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=17066.http://www.yenihayat.de/?p=1941

22

Page 24: Hariciye / Kasım 2010

Yüzyıllar boyunca dünyanın yönetim merkeziolmuş Avrupa, yarım asır önce bu birincilikmevkiini A.B.D.’ye devrederken, ilk işçigöçlerini de almaya başlamıştı. Savaştakikayıplar ve daha sonra refah düzeyininyükselmesiyle düşen doğurganlık oranı,Avrupa’yı daha fazla göçmen işçi almayamecbur etti. Göçmenler, bugün 731 milyonnüfuslu Avrupa’nın 70,6 milyonunuoluşturacak kadar büyüdüler.1

Her ne kadar AB’nin geleceğin yegane gücüolacağı yönünde fikirler olsa da, Avrupa’nınyavaş yavaş fakat sürekli gerileyen bir güçolduğu artık su götürmez bir gerçek. Birzamanlar bölgedeki güç birikiminin etkisiylebütün dünyaya yayılıp egemen hale gelen,ayrıca kendi nüfusu dünyanın muhtelifyerlerine göç eden Avrupa, şimdi baktığımızdasanki bu sürecin kısmen tersini yaşıyor gibibir tabloyla çıkıyor karşımıza. Sürekli artangöçmen nüfusunun dışında, eskiden bütündünyanın sanayi üretimini yaparken, bugünkıtaya girişi gittikçe artan yabancı ürünlerlekarşılaşılıyor. Avrupa’nın bu gerileyengücünün ve özellikle 2008 krizinin en çokburayı vurmasının, milliyetçiliği arttıransebeplerden olduğunu söylersek abartmışolmayız. Zira tarihe baktığımızda, liderdevletlerin bu konumlarını yitirdiklerindemilliyetçi akımlara ev sahipliği yapmışoldukları görürüz: Osmanlı’nın sondönemindeki milliyetçi İttihat ve Terakkihareketi veya 18.yy başında kısa bir süredünya lideri olmuş Fransa’nın bu konumuyitirmesiyle gerçekleşen Fransız Devrimi’ndekimilliyetçi ruh.Fakat Avrupa’da milliyetçiliği asıl körükleyengöçmen sayılarındaki artıştır. Farklı yaşamtarzına sahip göçmenler, bölgede yaşanansorunlarda, örneğin 2008 ekonomik krizinde,sorunun sebebi olarak hep ilk hedef gösterilen

olma talihsizliğini yaşamaktadırlar.Avrupa’daki aşırı milliyetçiler, refah devletianlayışına da sert eleştiriler yönelterek,bundan göçmenlerin yüksek düzeyde faydasağladığını ve devleti zayıflattıklarını önesürmektedirler.Bu noktada, Avrupa’daki aşırı milliyetçilerinartık sembolü haline gelmiş Geert Wilders’tensöz etmek yerinde olacaktır. Hollandalısiyasetçi, ateist olmasına2 rağmen Avrupa’nınHıristiyan­Yahudi değerlerine sahip olduğunu,bugün de Avrupa’da en büyük tehlikeyi,çoğalan Müslümanlar olarak gördüğünübelirtmektedir.3 Ayrıca kendisini birliberteryen4 olarak göstermektedir. Wilders’inpartisi PVV’nin 2010 seçimlerinde Hollandameclisindeki sandalye sayısını 9’dan 24’eçıkarması ve hükümeti dışarıdan destekleyenparti olması, yükselen göçmen karşıtlığının verefah devleti ilkesinden duyulan rahatsızlığınbir yansımasıdır.Göçmenlerin büyük bir bölümünü oluşturanMüslümanları ele aldığımızda iseMüslümanlar diğer göçmenlere göre daha zorentegre olan topluluk olarak göze çarpmaktave bu nedenle de Avrupa’daki İslam karşıtıhareketlere zemin hazırlanmaktadır. Özellikle11 Eylül’den sonra İslam’ı bir tehdit olarakalgılayan ve Batı medeniyetine tam zıt,düşman bir olgu olarak görmeye başlayanlarınsayısında önemli bir artış olmuştur. FakatAvrupa’da ateizmin ne kadar yaygın olduğunudüşünürsek bunun dini bir tepki değilkültürel bir tepki olduğunu anlarız. Konuyayerli halk açısından bakarsak, muhafazakârkesimde, tarihsel önyargının yanında,Müslümanları her yerde görmek, ülkelerininyabancılar tarafından ele geçirildiği zannınakapılmalarına yol açıyor. Öte yandanMüslümanlar da entegre olmamak için sankielinden geleni yapıyor. Yeni bir kültür

23

Page 25: Hariciye / Kasım 2010

karşılarına çıktığı zaman ya tamamençizgilerini kaybedip değerlerini yitirmişinsanlar olarak potansiyel suçlulara dönüşüyorya da tamamen içlerine kapanıp yobazlıkderecesine varacak kadar dinin bileemretmediği bazı davranışlarda ısrar edipentegrasyona karşı çıkıyorlar. Mesela,Floransa’nın merkezindeki bir camide savaşnarası atar gibi bir cuma hutbesi okunabiliyor;sanki düşmanlarla çevrilmiş gibi bir ruh halinisezebiliyorsunuz. Halbuki kendi değerlerinimuhafaza edip yeni kültüre entegrasyonmümkün, ama bugün Avrupa’daki

Müslümanların maalesef çok azı bunubaşarabilmiş durumda.Görüldüğü gibi Avrupa’nın gerileyen gücü,artan göçmen sayısı ve şiddetli milliyetçirüzgarları yakın geleceğini değişimlere gebehale getiriyor. Umarım bu değişimler yeniacıları da beraberinde getirmez. Temennimodur ki, göçmenler dinlerini, değerlerinikoruyup, yeni buldukları kültürün de güzeltaraflarıyla bütünleşip yerli Avrupalılarlaberaber parlak bir medeniyete doğru yolalırlar.

Referanslar1. "Rich world needs more foreign workers: report", FOXNews.com. 2 December 20082. Geert Wilders (July 19, 2010). "Moslims, bevrijd uzelf en u kunt alles [Muslims, you can free yourself and everything]" (in Dutch(translations: BabelFish;Google)). NRC Handelsblad. Retrieved 2010­10­03. "Zelf ben ik agnost.3. http://www.geertwilders.nl/4. Liberteryenizm: devletin mümkün olduğunca küçültülmesi hatta ortadan kaldırılması ve bütün ahlaki sınırların kaldırılmasınısavunan ideoloji.

24

Page 26: Hariciye / Kasım 2010

RRüüzzggaarrıınn kkaallddıırrddıığğıı dduuvvaağğıınnıınn aaççııkkttaa bbıırraakkttıığğıı kkuuzzgguunnii ssaaççllaarrıı iillee bbeemmbbeeyyaazz ggeelliinnlliiğğiikkaaddaarr zzııtt vvee yyaannyyaannaayyddıı hheerr şşeeyy.. İİssyyaann vvee bbooyyuunn eeğğiişş,, iiffttiirraa vvee mmaassuummiiyyeett,, şşiiddddeett vveeççaarreessiizzlliikk…… SSööyylleeyyeecceekk bbiirr şşeeyyii vvaarrssaa ddiiyyee ssoonn bbiirr şşaannss vveerrmmiişşlleerrddii oonnaa.. DDiimmddiikk dduurrdduukkaannıınnaa ssuussaammıışş kkaallaabbaallıığğıınn öönnüünnddee,, yyaallvvaarrmmııyyoorrdduu.. OOnnuu kkoorrkkuuttaann ööllüümm ddeeğğiillddii;; aammaattaaşşllaarr,, aaccıı…… ““ BBuunnuu bbaannaa nnaassııll yyaappaarrssıınnıızz?? SSaannkkii bbeennii hhiiçç ttaannıımmııyyoorrmmuuşşssuunnuuzz ggiibbii!!KKaarrııllaarrıınnıızzıınn aarrkkaaddaaşşııyyıımm,, kkoommşşuunnuuzzuumm,, ssooffrraallaarrıınnıızzıı ppaayyllaaşşttıımm!! NNaassııll yyaappaaccaakkssıınnıızzbbuunnuu;; aannnneenniizzee,, kkıızzıınnıızzaa,, kkaarrıınnıızzaa?? HHeerrhhaannggii bbiirriinnee nnaassııll yyaappaarrssıınnıızz kkii bbuunnuu!!”” CCeevvaappnneettttii:: ““KKaannuunn AAllllaahh’’ıınnddıırr!!”” vvee tteekkbbiirr sseesslleerrii yyüükksseellddii.. KKaazzııllaann ççuukkuurraa bbeelliinnee kkaaddaarrggöömmüüllddüüğğüünnddee eelllleerrii aarrkkaassıınnddaann bbaağğllaannmmıışşttıı.. SSoonnrraassıı ttaaşşllaarr,, kkıırrmmıızzııyyaa bbooyyaannmmıışş

ggeelliinnlliikk……

''The Stoning of Soraya M.''nin unutamayacağımsahnesinden bunlar. 2008 yapımı filmi CyrusNowrasteh, Freidoune Sahebjam’ın 1990 tarihli ''LaFemme Lapidée'' adlı gerçek hikayeye dayananromanından sinemaya uyarlamış. Filmde izleyenintüylerini diken diken eden Soraya Manutchehri’nindramına sadece “seyirci” kalıyor olmak. İnsanlıktannasibini almamış kocası ondört yaşında bir kızlaevlenecekti ve Soraya’dan boşanma için vermekzorunda olduğu parayı ödemeden kurtulmanın biyolunu arıyordu; dayak, hakaret işe yaramamıştı onuikna etmeye, artık çok oluyordu. Ne oğullarınıannelerine karşı doldururken ne tehdit ve şantajlarecm için tanık toplarken ne de Soraya’ya ilk taşıatarken tereddüt etti.

Bugün dünya Soraya’ya ağlamıyor belki ama SakineMuhammedi Aştiyani için tüm gözler İran’da. İkikadının ortak noktası ise “recm” cezası. Diyanet İşleriBaşkanlığı’nın resmi sitesinde recm şöyle açıklanıyor: “Sözlükte taşla öldürmek, birine taş atmak, taşatutmak, sövmek, lanet etmek, kovmak, birininnamusuna iftira etmek gibi anlamlara gelen recm,klasik fıkıh kitaplarında zina eden evli erkek vekadınlara uygulanan bir nevi cezayı ifade etmektedir.Kur’ân­ı Kerim’de recm cezası ile ilgili bir hükümbulunmamakta; bu ceza hadis kaynaklarında yer alanbazı rivayetlere dayanmaktadır. (İ.P)”¹ İran cezahukuku hangi kaynaklara dayanıyor bilinmez ama

Sakine davası her gün yeni bir hal alıyor.

Sakine Aştiyani 2006’da zina suçu ve kocasınıöldürme komplosuna karışmaktan tutuklanmış verecm cezasına çarptırılmıştı.Uluslararası kamuoyundainsan hakları örgütlerinin, siyasilerin, sanatçılarınyoğun tepkisinden sonra İran, Aştiyani hakkındakitaşlama cezasını kaldırdığını açıkladı.Ancak cezanın“asılarak idam”a çevrilmiş olması kimseyi bu haberesevindiremedi.Bunu izleyen gelişme Sakine’nin avukatıMuhammed Mustafa hakkında olayları dünyabasınına sızdırdığı gerekçesiyle çıkarılan tutuklamaemriydi. Mustafa önce Türkiye’ye sığındı ardındanAvrupa’ya. Bunlar konuşulurken İran devlettelevizyonu Aştiyani’yi ekrana çıkardı. Güvenlik vemahremiyet gerekçesiyle yüzü kapatılan Sakine,hakkındaki suçlamaları kabul ediyordu. İran’dan kaçanavukatına da olayları dünya basınına duyuraraksaygınlık ve onuruna zarar verdiği iddiasıyla sitemediyordu. Bu konuşma batı dünyasında tartışmalaryarattı. İngiliz The Guardian gazetesine konuşanSakine’nin avukatlarından Hautan Kian ise “ Kameraönüne geçmeyi kabul edene kadar çok yoğun şekildedövüldü ve işkenceden geçirildi.” dedi. Sakine’nin ikiçocuğuna ne olacağı merak konusuyken 11 Ekimtarihli gazeteler İran’da bir mülakat sırasındaSakine’nin oğlu, avukatı ve iki Alman gazetecenin gözaltına alınmış olabileceğini yazdı.² Almanya başbakanıAngela Merkel Alman gazetecilerin serbest bırakılması

25

Page 27: Hariciye / Kasım 2010

için gerekli çalışmaları yapacaklarını belirttikten sonraartık onlar için endişelenmeye gerek yoktu.

Evlilik sözleşmelerinin altını imzaladıkları andakocalarının iznini almadan çalışamayacaklarını,boşanma halinde çocuklarının yasal varisiolamayacaklarını; yani ikinci sınıf olduklarını kabulediyor İranlı kadınlar. İşte bu yüzden bir imza bazenhayatlarından vazgeçmek demek oluyor onlar içinbazense; hayat. “Bir Milyon İmza”³ kampanyasıdüzenlemeleri de bundandı. Sakine için “hayat” olurumuduyla bu çağdışı uygulamayı durdurmak için

bütün dünya gibi bizim yaptığımız şey de bu şimdi.Yazdığımız maile ya da mektuba adımızı soyadımızıeklemek ve İran’a “Dur!” demek. Kaza halinde kadınınalacağı diyetin (kan parası) erkeğinkinin yarısı kadarolduğunu, yani kadın hayatının erkek hayatının ancayarısı ettiğini kanunlarla belirlemiş bir ülkede bu nekadar anlamlı olacak korksam da Soraya’ya olduğugibi Sakine’ye de seyirci kalamayacağımdan, benHürriyet’in hazırladığıhttp://proje.hurriyet.com.tr/mailgonder/mailiran.aspxadresine girdim, ''Taşlama barbarcadır!'' dedim vetıkladım. Ya siz ?

Referanslar1. http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/DiniBilgilerDetay.aspx?ID=1302. Davanın içeriğiyle ilgili bilgiler şu sayfalardan derlendi: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15394861http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15488671http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15544417http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1023221&Date=11.10.2010&CategoryID=81http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/07/100709_iran_stoning.shtml3. http://bianet.org/bianet/dunya/114900­iranda­kadin­haklari­adina­sonu­olmayan­bir­kampanya

26

Page 28: Hariciye / Kasım 2010

1904 yılında, Çemberlitaş’ta, Necip Fazıl’ı doğuracakolan Mediha Hanım, acaba biliyor muydu neye gebeolduğunu, ya da içinden çıkacak bu çocuğun, eşya,zaman, hadise ve kelimelerle nasıl mücadeleedeceğini? Necip Fazıl da bütün bunlardan bihaber,büyük bir konakta, ömrü boyunca sırrını vehakikatlerini anlamaya çalışacağı dünyaya adımını attı.

Daha çocukluk yıllarında zekâ parıltılarınıhissettirmeye başlayan Necip Fazıl, 9 yaşlarındayken,mahallesindeki yaşlı bakkalın şişmiş damarlarına,çizgili yüzüne bakarken, yıllar sonra da kendisininböyle olacağını düşünmeye başlamıştır ve fikirçilesinin öncülerini hissediyordur.

İlk Vicdan Azabı

Bir ceza hâkimi olan büyükbabasının en sevdiğitorunudur küçük Necip. Konaktaen çok onunla ilgilenir, sık sık ona harçlık verir. Kızkardeşi Selma ise, çelimsiz, devamlı hastadır ve dedesitarafından fazla önemsenmez. Necip Fazıl’a hep yeniayakkabılar, elbiseler alınırken, kardeşi boynu bükük

bakmaktadır. Hastalığından dolayı Selma beş yaşındaölür. Necip Fazıl şöyle anlatır ilk vicdan azabım dediğiolayı:

Bahriye Mektebi

Bahriye Mektebi, Necip Fazıl’ın hayatında önemli biryere sahiptir. Şiire burada başlar. Hocaları arasında

Page 29: Hariciye / Kasım 2010

Yahya Kemal, Hamdullah Suphi gibi ünlü isimler devardır. Nazım Hikmet de ondan birkaç sınıf önde,aynı okuldadır. Okuldaki lakabı şairdir ve kenditabiriyle “Şeyh Galip’e kadar Divan şiirinin veAnadolu halk şairlerinin soylu ve köklü hüviyetleri birtarafa; Abdülhak Hamid’ine ve Tevfik Fikret’ine kadarbütün Tanzimat ve Tanzimat sonrası edebiyatı,gözünde her an kuklalaşmakta.”dır. Şiire olan ilgisiiyice artar ve yalnız Türk edebiyatına değil, Batıklasiklerine de merak sarmıştır.

İçinde hayatının en güzel dört senesi geçmesine vekişiliğinin temellerinin burada atılmasına rağmen,Necip Fazıl, Bahriye Mektebi’nde sıkılmayabaşlamıştır ve aklına üniversiteye gidip felsefeokumayı koymuştur. Bahriye Mektebi’ne sonradaneklenen bir seneyi okumak istemez, sınavlarda boşkâğıt verir ve kaydı silinir. On yedi yaşında girdiğiüniversite imtihanını kazanan Necip Fazıl,“Darülfünun”a girmeye hak kazanmıştır.

İlk Şiir

O zamanların meşhur gazetelerindenbiri “İkdam” gazetesi ve başındaYakup Kadri bulunmakta. Necip Fazıl,onu görmek için bu gazeteye gider veelindeki şiir defterini masasına bırakır.Felsefe talebesi olduğunu, beğenecekolursa, kendisinden bu şiirleriniyayınlamasını ister ve cevap beklemedençıkıp gider. “Yeni Mecmua” da YakupKadri’nin idaresindedir. Bir kaç hafta sonra, engenç yazarı bile 35–40 yaşlarında olan YeniMecmua’da, 17 yaşındaki bir çocuğun şiiri yayınlanır:

Bu dönemde üniversitede iyi arkadaşlıklar kuranNecip Fazıl, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet KutsiTecer’le vakit geçirmektedir; fakat onlar da dâhil, hiçkimsenin kendini tam olarak anladığını düşünmez.

Hasan Ali Yücel vasıtasıyla Peyami Safa’yla datanışmıştır; ama Peyami Safa da, Necip Fazıl davahayatına atılınca, onunla ilişkisini kesecektir.

Paris Hayatı

Cumhuriyetin ilanından sonra, Avrupa’yagönderilecek olan ilk öğrenciler arasında Necip Fazılda vardır ve karşılaşacağı büyük helezonlardanhabersiz Paris’in yolunu tutar. Paris’i anlattığıkelimelerden, girdiği bunalımın gölgelerini sezmekmümkündür:

Paris’te, ayalarca gündüzü görmedenbir yaşayış ve yakasına yapışankumar illeti… Bir yandan budurumdan kurtulmaya çalışmak veiyice batmak. Yine bir gün,gecenin en geç saatlerindenbirinde kumarhanenin birindençıkar, tüm parasını kumardakaptırmıştır. Paris sokaklarındayalnız ve çaresizdir, kendi haline

baktıkça akan gözyaşları… O gece,ünlü “Kaldırımlar” şiirinin oluştuğu

gecedir:

Ona göre, dünyada geçirdiği bunalımın zerresineaşikâr kimse yoktur. Yalnızdır ve hep yalnızkalacaktır. Can verecek yumuşak bir kucak dahiyoktur onun için:

Derslere gitmediği ve imtihanlarda başarıgösteremediği için, üniversiteyle ilişkisi kesilen Necip

Page 30: Hariciye / Kasım 2010

Fazıl, yurda döner. Çeşitli bankalarda memurlukyapar, İstanbul’da daralır, Anadolu şehirlerine gider.Kısa zamanda geri döner ve bu gidiş dönüşler devameder. Yirmi yaşını daha yeni bitiren Necip Fazıl’dasürekli derin bir bunalım, kendinden kaçma gayreti vebataklığa iyice gömülme hali… 1928 yılındaCumhuriyet gazetesinde yazmaya başlayan NecipFazıl’ın tüm şiirleri daha 120 sayfa civarındayken, ünübunun kat kat üstündedir. Yakup Kadri, yazdığımakalelerde onu kendisi tarafından keşfedilmiş birdahi olarak adlandırır. İsmail Habib, Necip Fazıl’dakihis ve hayal yüksekliğine hiçbir şairin çıkmadığınısöyler. Yaşar Nabi ise “bir mısrası bir millete şerefverecek şair” diye bahseder ondan. Necip Fazıl’a görebunların hepsi “teneke madalya”dır; çünkü hemenhemen hepsi, Necip Fazıl’ın tabiriyle “O tepeninrüzgârını aldıktan ve Müslümanlığınıbayraklaştırdıktan” sonra kendisinden yüz çevirmişlerve “sanatına kıyan adam gerici adam” diye kendisiniyaftalamışlardır.

Ona göre herkes, hayata sanki bir kartpostalabakıyormuş gibi bakmakta, onu resmindentanımaktaydı; fakat Necip Fazıl, içine girmeyi, ötesinegeçmeyi istiyordu ve bunu yapamadıkçahuzursuzluğun dibinde ve bohem hayatındabuluyordu kendini; ama aslında çektiği bu sancılardaniçine doğuyordu ilerde ne büyük meyveler vereceği:

Bu hâl, onda “efendim, kurtarıcım, mürşidim” dediğiAbdülhakim Arvasi ile tanışmasına kadar devam eder.Hep fikir acısı, hep çile, ta ki O’nu tanıyana kadar…

O'nu Tanıdıktan Sonra

1934 yılına kadar içine düştüğü amaçsız, nerde akşamorda sabah şekline girmiş hayatı ile Necip Fazıl, hergeçen gün kendisine acımakta ve geceler boyuağlamakta. En sonunda kurtarıcısı Abdülhakim Arvasiile tanışır. Aslen Vanlı olan Arvasi’yi camide vaazverirken dinler ilk defa. Sonra defalarca onun

sohbetinde bulunma ve ondan hiç ayrılmamadurumu. O zamana kadar ki hayatı boş geçmiştirsanki:

Abdülhakim Arvasi’nin yanında yıllardır aradığı,kafasını delik deşen eden soruların cevaplarını tek tekbulmaya başlamıştır. Artık yazdığı şiirler, romanlar,makaleler tamamen cemiyetin sorunlarına dairdir.Şiir, Allah’ı aramaktır, topluma hizmettir artık NecipFazıl’a göre. Şairi tanımlarken “Cemiyet, iç ve gizlihayatiyle uyur; ve rüyasını şair görür vesayıklamalarını şair zapt eder” der. Artık büyüksanatkârlıktadır gözü:

Doymayan nefsinden çok çeken Necip Fazıl,Abdülhakim Arvasi’den sonra, eski günleriniburuşturup bir kağıt gibi çöpe atacaktır. Gençliğingeçiciliğini, nefsin doymadığını iliklerine kadar idraketmiştir şair:

Necip Fazıl, atıldığı dava hayatını ve savunduğuideolojiyi topluma yaymak için 1943’te Büyük Doğudergisini çıkarır ve Büyük Doğu’nun 35 yıllıkmacerası başlar. Yayın hayatı boyunca çeşitli zulümve baskılarla karşı karşıya kalacaktır Büyük Doğu. Tekparti dönemi ve ardından da Demokrat partidöneminde çeşitli baskılar ve fikirlere vurulmayaçalışılan kelepçeler.1943’ten 1978 yılına kadar, BüyükDoğu tam 16 kere kurulup kapatılır. Her defasındaNecip Fazıl defalarca sorgulanır, yargılanır ve hapisyatar. 1960 ihtilâli öncesinde, hakkında mahkûmiyetkararları toplamı 101 yıla ulaşmıştır.

Büyük Doğu, sadece dergininin değil Necip Fazıl’ındüşünce sisteminin de adıdır. Aslında yeni birideolojidir. Necip Fazıl’ın tabiriyle “kökü ezelde ve dalıebedde olan bir ağacın meyvesidir Büyük Doğu:

Page 31: Hariciye / Kasım 2010

Her ne kadar yollara taşlar koyulsa da, fikirlerehapisle karşılık verilse de, başlar yüksektedir,zindanlar gül bahçesidir:

Necip Fazıl, dava hayatına atıldıktan sonra başlıca ikigrupla ölene dek mücadele etmiştir: Birincisi: Batıtaklitçiliğine kendisini kaptıran din düşmanları; diğeriise sözde İslam’ı yaşayan din yobazları. Dinyobazlarını, İslam’ı anlamayan ve onu kendi nefisleriiçin kullanan, Güneş’i ceketlerinin astarı altındasöndürmüş, marka Müslümanları diye tanımlar üstâd.Bugün, Necip Fazıl’ı anlayamayan, ya da anlamakistemeyen zümrelerin Necip Fazıl’ı din yobazı diyeyaftalaması aslında ne kadar da gülünçtür ki NecipFazıl’ın “ham yobaz ve kaba softa”lar hakkındasöyledikleri aşikârdır:

Batı taklitçilerini ise bir maymunun, sahibininşapkasını giyinip, bastonunu eline alıp ayna karşısınageçmesine benzetir. Bizim Avrupalı olduğumuz kadar,o maymun da insandır aslında onun gözünde.Hedefinde tabiki Avrupa’nın sadece kabuğunuanlamış kişiler vardır. Batı’dan alınan her türlüteknoloji ve ilim, Necip Fazıl’a göre Müslümanınkaybolmuş malıdır, nerede görülse alınır.

Allah’ın varlığını inkar edenlere, basmakalıp terimlerledeğil, gerçek anlamda fikirle cevap verir:

Page 32: Hariciye / Kasım 2010

Şiirlerinde, ölümden sıkça bahseden Necip Fazıl,karamsar değil, iyimser bir tablo çizer. TıpkıMevlana’nın düşündüğü gibi, bu dünya bir gurbettirve “ölmemek için ölünür” aslında. Peygamber bileöldüğüne göre, ölümden korkmak manasızdır:

Önemli olan geride kalanların dudaklarında manalı birşarkı bırakmaktır. “Hayattan canlı ölüm, günahtan

baskın rahmet” derken, içinde ne bir ümitsizlik ne debir korku vardır:

Üstâd Necip Fâzıl, 25 Mayıs 1983’te bu hayata vedaeder. Ölmemek için ölmüştür artık. Doğduğu günolan 26 Mayıs’ta, Eyüp sırtlarında toprağa verilir.

Page 33: Hariciye / Kasım 2010

1985’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin başına geçen Mihail Gorbaçov’un izlediği perestroika(yeniden yapılanma) ve glasnot (açıklık) politikalarının sonunda 1991’de Gorbaçov’un istifasıyla dağılan SSCB,Avrupa ve Asya’nın siyasi haritasının değişmesine neden olmuştur. Kırgızistan bu dönemde bağımsızlığınıkazanmış ve Kırgızistan Cumhuriyeti adıyla yoluna devam etmeye başlamıştır. Kırgızistan, enerji ve diğerkaynaklara erişimin yanı sıra, ticaret yollarının ve Afganistan’daki operasyonlara malzeme tedarik yolununüzerinde yer almasından dolayı önem taşımaktadır.1 Bağımsızlığından bu yana da Kırgızistan oldukça hareketlibir siyasi yaşam geçirmiş ve geçirmeye de devam etmektedir. Kırgızistan, 1991’deki bağımsızlığından sonrasadece 20 yıl zarfında birçok iç çatışma ve 2 devrim geçirmiştir.

1991 yılında yapılan seçimlerde %95 oy alan Askar Akayev bu yeni bağımsızcumhuriyetin başkanı olmuştur. Akayev’in başkanlığında Kırgızistan 1991’deBağımsız Devletler Topluluğuna(BDT) katılmış ve ardından 1992’de deKollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) ’nün temeli olan KolektifGüvenlik Antlaşmasını imzalamıştır. 15 yıllık görev süresinin sonunda,toplumun hükümet konusunda duyduğu rahatsızlıklar sonucunda2005 lale mevsiminde iktidar el değiştirmiş ve bu devriminadına da lale mevsimi olması bakımından lale devrimidenmiştir.2

Akayev’in ardından, muhaliflerden Bakiyev yeni devletbaşkanı olmuştur. Ne yazık ki Akayev iktidarını suçlayan veAkayev’i devleti ailesinin malı haline getirmesini eleştirenBakiyev de aynı şeyleri yapmaktan çekinmeyip üstüne bir dekendinden sonra yerine oğlu Maksim Bakiyev’in geçmesiiçin kurultaya sunduğu yeni yönetim paketi gibiçalışmalar yapması büyük tepki toplamıştır. Eskiiktidardan beridir var olan sorunlara hiçbirçözüm bulunmaması ve bunların görmezdengelinip üstüne bir de küresel ekonomik krizlesorunların çığırından çıkması halkın sabrını iyicezorlamaya başlamıştır. Rüşvetçiliğin, yolsuzluğun,mafyagruplarının faaliyetlerinin ve adam kayırmanın artmasına bir de Bakiyev’in aile siyaseti yapması, sosyalve ticari işlerde kendi yakın çevresini en önde tutması ülke genelinde tepki uyandırmıştır. Hatta Bakiyev’e karşıçıkanların içinde, onları temsil eder göründüğü halde, güneyliler dahi mevcuttur.

Bir diğer taraftan ülkenin etnik problemleri de artık göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir hal almış vesiyasette yer tutmaya başlamıştır. Kırgızlar ve nüfusun %15’ini oluşturan ve yoğunlukla ülkenin güneyinde yeralan Fergana Vadisi içerisindeki Oş, Celalabad ve Karasu şehirlerinde yaşayan Özbekler arasındaki etnik sorunSovyetler Birliğinin kuruluşuna değin dayanmaktadır. Bu iki etnik arasındaki sorun, güney Kırgızistan’dakaynakların kullanılması ve siyasi temsil konularından kaynaklanmaktadır. Bağımsızlıktan önce de var olansorunlar bağımsızlıktan hemen önce 1990’da patlak vermiş ve ortaya çıkan çatışmada resmi kayıtlara göre 1200kişi ölmüştür.3 Bağımsızlıktan sonra Akayev bu etnik gerilimi yatıştırmak için “Kırgızistan ülkedeki tümhalkların ortak evidir” sloganını kullanarak ortamı yatıştırmaya çalışmıştır.

32

Page 34: Hariciye / Kasım 2010

2005’ten sonra iktidarda yer alan Bakiyev ise zaten Güney kesimin temsilcisi olarak görülmüştür. Bunu dabaşbakanı Kuzey kesimini temsil etmesi amacıyla Feliks Kulov’un yapılmasıyla hükümet kadrosu bir anlamdadengeye oturtulmaya çalışılmıştır. Fakat Bakiyev’in otoriter tavrı, yönetimde güneyli Kırgızlara ağırlık vermesive dengeyi bozar şekilde hareket etmesi Özbekleri bir hayli kışkırtmıştır.4 Sonuç olarak da, Bakiyev’in iktidaragelmesi güney klanlarını güçlendirmiş ve kuzeydeki elitlerinin ülke yönetiminden uzaklaşmalarına nedenolmuştur.5 Bütün sorunlara karşı olarak bir de hükümetin zayıflığı, güçlü bir liderliğin eksikliği onundevrilmesini kolaylaştırmıştır. Ve beş yıl sonra yine laleler açtıklarında Bakiyev alaşağı edilmiş ve İkinci LaleDevrimi gerçekleşmiştir. Rusya’nın önde gelen gazetelerinden İzvestiya’nın yorumcusu Maksim Yusin “ Bakiyevbütün politik güçleri karşısına aldığı için muhalefetin Bakiyev’i yıkması kolay oldu” yorumunda bulunarakolayın bir başka yönünü gözler önüne sermiştir. Rusya “Politik Fonu Başkanı” Vyaçeslav Nikonov iseKırgızistan’da artık alışıldık hale gelen olaylar hakkında devrim döngüsü benzetmesini yapmıştır.6 Ülkedesüregelen istikrarsızlık bu devrimle bir kez daha gözler önüne serilmiştir.

Geçtiğimiz Nisan ayında ortaya çıkan olaylardan sonra parlamento seçimlerine kadar iktidarda kalacak geçici,teknik, bir hükümet kurulmuş ve başına da Roza Otunbayeva

getirilmiştir. Bu hükümet istikrarı sağlamak istemiş fakatyönetim değişiminden sonra geçici hükümete karşı

olanların çıkardığı olaylar ve Haziran ayında Oşkentinde yine ortaya çıkan etnik çatışmalarsüregelen istikrarsızlığın devam ettiğini ve birsüre daha devam edeceğini gösterir niteliktedir.Yaşanan hükümet karşıtı protestolarda yer alanBakiyev yanlıları da bu karmaşaya epeyce katkıda

bulunmaktadır. İktidar kavgasının yanında bir de belliçevrelerce ortaya atılan Bakiyev’in etnik çatışmaları da tetikler ve

destekler olması iddiaları kafaları karıştırmaktadır. Bu iddialarındoğruluğunu kanıtlayan birçok veri de ele geçmiştir. Zaten kendi

iktidarı döneminde de Güneye yönelerek Kuzey­Güney ayrışmasınıartırmış ve aynı zamanda oğlu Maksim’in ele geçen ses kayıtlarında bu çeşit

olayların içerisinde yer aldığını kanıtlayan sözler sarf ettiği ve planladığı kaydedilmiştir.7 YaniKırgızistan’da çıkan olaylar hem etnik hem de politik temele dayandırılabilir bir nitelik

taşımaktadır.

Olaylara bir de uluslar arası güçler dengesi açısından bakarsak, Kırgızistan konusunda etkili olan 3 büyük güçABD, Rusya ve Çin’in etkilerini görmek mümkündür. ABD’nin Kırgızistan’da bulunan askeri üssü Afganistan’dayürütülen operasyonlara malzeme tedarik etme bakımından çok önemli bir merkezdir. Buranın kapatılıpkapatılmaması durumu yeni iktidarın ABD ile olan ilişkileri ışığında belirlenecektir. Ancak Bakiyev dönemindeManas üssü ile alakalı problemler ortaya çıkmıştır. Bakiyev, Rusya’ya üssün kapatılacağı sözünü verip ardındanABD ile yeniden anlaşma yapınca, bu durum Rusya ile olan ilişkileri gerginliğe sürüklemiştir. Rusya ile olangerginliğin başka bir unsuru da Bakiyev’in Çin ile olan yakınlaşmasıdır. Bakiyev’in verdiği sözleri tutmaması,Çin ve ABD ile yakınlaşması Rusya’yı epey rahatsız etmiş olacak ki seçimler öncesi açık açık Bakiyev karşıtlarınıdesteklediğini açıklamış ve Bakiyev’e karşı bir karalama politikası uygulamaya başlamıştır. Kırgızistan her nekadar hukuki olarak bağımsız bir ülke de olsa politikalarını bağımsız bir şekilde yürütme gücüne sahipolmadığını ve politikalarının etrafında güçlere göre yönlendiğini açıkça görebilmekteyiz. Bu durumda ORSAM’ınhazırladığı raporda dendiği gibi Kırgızistan bir “failed state” yani “müteşekkil olmamış” devlettir ve bunedenledir ki ülke istikrarı sağlanamamış ve devrimler süre gelmektedir.8

Haziran ayında yapılan anayasa değişikliğiyle Kırgızistan başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçişyapmıştır. Bu değişikliğin ışığında yapılan 10 Haziran seçimleri bu değişikliğe gösterilecek tepki bakımındanönem taşımaktaydı.

33

Page 35: Hariciye / Kasım 2010

120 sandalye bulunan meclis için 29 partinin yarıştığı ve ülkegenelinde katılımın yüzde 56,50 oranında gerçekleştiği seçimdeAta Yurt ili Partisi yüzde 8,67, Sosyal Demokrat Parti (SDPK)yüzde 8,17, Ar­Namıs Parti yüzde 7,59, Respublika (Cumhuriyet)Parti yüzde 7,10, Ata Meken Sosyalist Parti yüzde 5,77 oranındaoy aldı. Merkez Seçim Komisyonu’nun (MSK) web sayfasında yeralan sonuçlara göre 5 partinin ülke ve bölge seçim barajını aştığıseçimde milletvekilliği dağılımının şu şekilde olması beklenmekte:Ata Yurt 29, Sosyal Demokrat Parti (SDPK) 26, Ar­Namıs Parti23, Respublika (Cumhuriyet) Parti 23 ve Ata Meken SosyalistParti 19 milletvekili. Bu durum, hükümet kurmak için en az 3partili bir koalisyon yapılmasını zorunlu kılmaktadır.9 Seçimekatılımın bu derece olması herkesi sevindirerek, yeni sistemin

kabul gördüğünü de gözler önüne sermiştir. Seçimler sonrası ABD Dışişleri Bakanlığının Güney ve Orta Asyailişkilerinden sorumlu üst düzey yetkilisi Susan Elliott, basın toplantısında. “ Washington, Kırgızistan’ın yeniliderleriyle çalışacaktır. Manas askeri üssündeki varlığımızın devam etmesi konusunda da anlaşmaya ulaşmayıbekliyoruz” dedi.10 Buradan da anlaşılacağı üzere seçimlerde en yüksek oyu Bakiyev yanlısı olarak bilinen AnaYurt partisi almasına rağmen, hükümet hangi partilerden oluşursa oluşsun ABD bu ülke içerisindekiçıkarlarından vazgeçmeye hiç de niyetli olmadığını göstermektedir. Ülkemizin Dış İşleri Bakanlığından seçimüzerine yapılan açıklamaya göre ise Kardeş Türk Cumhuriyetleriyle olan dayanışma ve işbirliğinin önemindenbahsedilerek seçimlerin demokratik olgunluk ve huzur içinde yapılmasından duyulan memnuniyetbelirtilmiştir.11 Meclise giren partilerin 2 hafta içerisinde hükümet kurması gerekmektedir. Bu beş partidenikisi, SPDK ve Ata Meken, iktidar yanlısı bir tutum sergilerken, Ata Yurt ve Ar­Namıs muhalefetioluşturmaktadır. Respublika ise kilit nokta konumundadır ve diğer partilerle koalisyon kurmaya hazırolduğunu açıklamıştır.12 Koalisyon hükümeti kurma sürecinde ve sonrasında hükümetin üzerine çok büyükgörevler düşmektedir. Farklı fikirleri konusunda uzlaşarak ülkenin yolsuzluk, etnik ve ekonomi gibi temelsorunlarına acil şekilde çözüm getirmeleri gerekmektedir. Bir diğer konu da Bakiyev’in izlediği devleti ailemülkiyeti haline getirme politikasından dolayı, Bakiyev iktidarının yatırımlara dair anlaşmalarının gözdengeçirilmesi gerektiğidir.

Seçimler ülkeye henüz bir istikrar getirmemiştir ve şuan için getirmesi de çok olası gözükmemektedir.Koalisyonu oluşturacak olan partiler arasındaki görüş ayrılıkları ve etnik problemler de bu amaca ket vuracaksebepler arasındadır. Hükümete giren 5 partiden hiçbiri tam olarak ülke genelinin görüşleriniyansıtmamaktadır. Ancak ülkede istikrarın sağlanması için yabancı ülkelerin desteğinin alınması ki bu durumülkenin yine bağımsız bir şekilde hareket etmesini engeller bir durumdur ve etnik problemlere çözüm olarakda kullanılan dini söylemlerin ne derece etkili olacağı da henüz belli değildir. Yani Kırgızistan seçimlerisonucunda şu an için bir belirsizlik durumu hakimdir ve nelerin olacağını görmek için bekleyip izlememizgerekmektedir.

Referanslar1. http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/04/100407_kyrgyz_analysis.shtml2. http://bianet.org/bianet/bianet/121175­kirgizistan­lale­devri­ve­lale­devrimleri­arasinda3. http://www.sde.org.tr/tr/kose­yazilari/436/kirgizistan­olaylari­ve­tarihsel­dusunceler.aspx4. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=15305. http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2010108_orsam.krg1tr.pdf6. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=15367. http://www.usakgundem.com/yazar/1623/k%C4%B1rg%C4%B1zistan%E2%80%99da­etnik­%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fma­bakiyev%E2%80%99in­g%C3%B6lgesi­mi.html8. http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2010108_orsam.krg1tr.pdf9. http://www.avim.org.tr/bultentekli.php?haberid=2676310. http://www.avim.org.tr/bultentekli.php?haberid=2681411. http://www.mfa.gov.tr/no_­228_­11­ekim­2010_­kirgizistan_da­gerceklestirilen­parlamento­secimleri­hk_.tr.mfa12. http://www.avim.org.tr/bultentekli.php?haberid=26681

34

Page 36: Hariciye / Kasım 2010

“Modernizm” ve “postmodernizm” ; öncelikleülkemiz açısından baktığımızda, hem yaşamakta geçkalınmış daha doğrusu geç farkına varılmış hem debugün bile tam olarak anlaşılamamış ve dolayısıylaanlatılamamış iki kavram olarak çıkarkarşımıza.

19.yüzyıl ortalarının Fransa’sındaortaya çıkan, Batı’da etkisini 1884­1914yılları arasında gösteren ve “klasik vegeleneksel olana karşı bir varoluş biçimi”olarak tanımlayabileceğimiz modernizm,bizde 1950’lerden sonra anlaşılabilmiştir.J.M. Bernstein’ın “Sunuş” yazısında“modernizmin elitizmi karşısındademokratik bir tepki” olarak ele aldığıpostmodernizm ise edebiyatımızda ancak1980 li yıllara gelindiğinde tanınmış veiçselleştirilmeye başlanmıştır.

Modernist ile postmodernist öykü ve romananlayışlarının bizde Batı’daki kadar hızlı bir şekildefarkına varılıp içselleştirilememesinin suçunu direktyazarlarımızın kendisinde değil de onlarda baştan buyana yüksek bir sorumluluk duygusunu yaşatmayaçabalayan edebiyatımızda aramamız gerekir. Bu gerikalmaya ek olarak, yazınsal ve modernist değerler deedebiyatımızdaki bu çabaların yıkıcı etkisiyle karşıkarşıya kalmış ve hiçbir dönemde öne çıkmayıbaşaramamıştır.

Birbirlerinden son derece farklı görüş vedüşüncelerle örülü olan modernizm vepostmodernizmi, ne aynı kefeye koymak doğru birdavranış olur ne de bir karşılaştırmaya tabi tutmak.Bu yüzden biz de bu sık sık sözü edilen ama bir türlüaçık seçik anlatılamayan iki önemli düşünce ve yaşambiçimini hem Türkiye hem de Dünya açısından şuşekilde inceleyebiliriz :

MMOODDEERRNNİİSSTT BBİİRR DDÜÜNNYYAAModernist bir dünyada geleneksel ve

toplumsal olan zamanını doldurmuştur ve bundandolayı onlar, icat edilecek yeni bir kültüre tabi

kılınmalıdır.Modernizm ilebirlikte birey;edilgenliktenkurtulmuş, kendinikeşfetmekleyetinmeyip yaşamtarzını kendindenbaşka bütünoluşumlarınüzerine çıkarmış vedavranış biçiminiotoritedenbağımsızlaştırıp

sınırsızlaştırma kararlılığıyla kendini yüceltmiştir.Seçkin kültürü kitle kültüründen ayrı tutan

modernist dünya toplumu,endüstrileşmekte olan birtoplum olmanın yanı sıra kendinden sonra oluşandüşünce tarzlarının sahip olmadığı bir bakış açısınasahip olmuştur.

Modernist dünyada hiçbir şey göründüğü gibideğildir,özellikle de insan; duygu, düşünce vedavranışlarıyla karmaşık bir varlıktır.Bu karmaşıklıknedeniyle modernist dünya romanında yazar,karakterlerin anılarını, bilgilerini, akıllarındangeçenleri ve dillerinden dökülmeyenleri okuyucuyailetmek amacıyla bilinç akımı, iç konuşma ve içdiyalog gibi teknikler geliştirip bunları sıklıklakullanmışlardır. Dahası modernist roman içedönüktür; bireyin iç dünyasına, ruhuna, bilinçaltınayönelir ve olay örgüsünü estetik kaygılarla ve insanaözgü gerçekliği ifade etmek üzere düzenler.

35

Page 37: Hariciye / Kasım 2010

MODERNİST BİR TÜRK EDEBİYATI1930’lara doğru edebiyatımızda yaşanan değişimlerlemodernizm atılımının ülkemizdeki başlangıcıoluşturulmuş olsa da 1950 Kuşağı’na kadar hiç kimsemodernist akımın olanaklarını tam olarakkeşfedememiştir. Dahası 1950 Kuşağı’nda bilemodernist bilincin açıkça görülmüş, görülebilmişolduğu söylenemez.

Edebiyatımıza kazandırdıkları ve edebiyatımız içintaşıdığı anlam kendi zamanlarında yeterincederinleştirilememiş olsa bile günümüzde bu kuşağınönemi hiçbir kesim tarafından yadsınmıyor.Yadsınmaması da gerek zaten, çünkü 1950 Kuşağı’nınbaşlattığı bu yazınsal hareket edebiyatımızdaki enönemli dönüşümü, değişimi sağlamıştır.

1950 Kuşağı ile tanımlandırabildiğimiz modernizm,1960’lı yıllara geldiğimizde hem yoğun bir verimlilikdönemiyle hem de postmodernizme doğru gidenhareket için hazırladığı zeminle çıkar karşımıza.1980’lerde ise eski ve yeni kuşaklar arasına girenkopukluğun etkisiyle artık edebiyatımız gözlerinipostmodernizme çevirmeye başlamıştır bile.

POSTMODERNİST BİR DÜNYA“Modernizm sonrası, ötesi” anlamına gelenpostmodernizm, oluşturacağı dünyanın ilk ışıklarını,1939 yılında Arnold JosephToynbee’nin “Bir Tarihİncelemesi” adlı eserindeyakmış olmasına rağmenpostmodern bir dünyanınoluşum evresi ancak II.Dünya Savaşı’ndan sonrabaşlar.

Postmodern dünya, hemglobaldir hem de kültürlerarası sınırları kaldırıp melezbir popüler kültür icatetmiştir. Yenilikçi olanın yerini romantik olanın aldığıpostmodern dünyada modernizmin derinlere saklayıpunuttuğu benzerlik tekrar günyüzüne çıkarılırken,kültür ürünleri endüstriyel ürünlere dönüşmeyebaşlamıştır.

Kitabı ucuz bir meta olarak gören postmodernistler,edebiyatın herkesçe anlaşılır, popüler romanlarla genişyığınlara indirilmesini savunurlar; yazınsal dilin yerineişlevsel dili oturturlar ve başlangıçta demokratik olarak

görülüp sonrasında ise yoksullaştırıcı niteliğinin debulunduğu anlaşılan bir aynılaştırma çabası içinegirerler.

POSTMODERNİST BİR TÜRK EDEBİYATIPostmodernizm, ondan çok da haberdar olmadığımızbir dönemde, 1980’den sonra edebiyatımızda kendinigöstermeye başlamıştır. Orhan Pamuk bu dönemedebiyatında postmodernizmin ilk örneklerini verenisim olmuştur. Başlangıçta tam anlamıyla gelenekselroman anlayışı içinde olan ve daha çok modernizmeyakın duran Pamuk, Berna Moran’ın Kara Kitap’ı‘postmodern bir roman’ olarak yorumlamasınınardından bir yüzüyle hâlâ modernizme dönükolmasına rağmen postmodernizme yakın durmaya veonunla bir düşünce ve duygu iletişimi kurmayabaşlamıştır.

Aslına bakalırsa Orhan Pamuk da dahil olmak üzereedebiyatımızda postmodern olarak tanımladığımızyazarlarımız, kendi roman anlayışlarıylapostmodernizm arasındaki ilişkiden hiç sözetmemişlerdir. Bu durumu, gelenekseltutuculuğumuzun, yazarları ürkütmüş olabileceğinebağlayanlar olduğu gibi romancılarımızın böyledüşünsel kaygılar taşımadığını savunanlar da vardır.

Edebiyat öyle bir oluşumdur ki ne kendinden bıktığıanda yenisini üretmekten çekinir ne de içinde oluşan

boşlukları doldurmakta gecikir. Biryandan kendini sürekli yenilerkendiğer yandan da geride kalanlarındeğerlerini korumaya devam eder.

Edebiyatın merkezini insanoluşturur. Çünkü edebiyat başkahiçbir yerde bulamadığı zenginliğiinsanda bulur . İnsanların çokluğu,çeşitliliği oranında edebiyat darenklenir, gelişir. Edebiyatındoğasındadır zaten çok renklilik,

farklılık ve orada tek tipliliğe yer yoktur.

İşte modernizm ve postmodernizmin çatışma noktasıda burada kendini gösterir. Birbirlerini tamamladıklarıimajını verseler bile aralarındaki tartışma vehesaplaşma bugün bile bitmemiştir. Modernizm bireyimerkezinde görürken, postmodernizm bireyler arasısınırları kaldırıp global bir dünya oluşturur vefarklılıkları ortadan kaldırır. Modernizmi seçkinciliklesuçlayan postmodernistler, “rüya görmeyen”,

36

Page 38: Hariciye / Kasım 2010

DDüünnyyaa EEddeebbiiyyaattııKarl MARXJ.S. MILL

Thomas Stearns ELIOTEzra POUNDJames JOYCE

Virginia WOOLFFranz KAFKA

William FAULKNERThomas MANNMarcel PROUST

TTüürrkk EEddeebbiiyyaattııOğuz ATAY

Vüsat O. BENERYusuf ATILGANNezihe MERİÇBilge KARASULeyla ERBİLSevim BURAK

Sait Faik ABASIYANIKOrhan DURU

DDüünnyyaa EEddeebbiiyyaattııUmberto ECOItalio CALVINOJacques DERRIDAPaul AUSTER

Philippe SOLLERSJorge Luis BORGESJulio CORTAZARCabrera INFANTE

William S. BURROUGHSJoyce Carol OATESThomas BERNARDPeter HANDKEJohn BERGER

TTüürrkk EEddeebbiiyyaattııOrhan PAMUK

İhsan Oktay ANARMurat GÜLSOYLatife TEKİN

Murathan MUNGANCemil KAVUKÇUHasan Ali TOPTAŞFaruk ULAYDoğan YARICIMurat YALÇINSema KAYGUSUZFaruk DUMANHakan ŞENOCAK

MMooddeerrnniizzmmiinn vvee PPoossttmmooddeerrnniizzmmiinnTTüürrkk vvee DDüünnyyaa EEddeebbiiyyaattıınnddaakkii

BBeellllii BBaaşşllıı İİssiimmlleerriiMMooddeerrnniizzmm

PPoossttmmooddeerrnniizzmm

Referanslar1. GÜMÜŞ, Semih (2010); MODERNİZM ve POSTMODERNİZM (Edebiyatın Dünü ve Yarını)(1.Baskı) İstanbul: CanYayınları2. http://tr.wikipedia.org/wiki/Modernizm ve http://tr.wikipedia.org/wiki/Postmodernizm3. YILDIZ, Pınar (2009); Modernizm­Postmodernizm http://www.on5yirmi5.com/genc/content.aspx?c=7264. TOSUN, Necip (2007); ÖYKÜDE BİR İMKÂN OLARAK POSTMODERN AÇILIMhttp://www.edebistan.com/index.php/necip­tosun/oykude­bir­imkan­olarak­postmodern­acilim/2007/11/5. http://www.edebiyatforum.com/cumhuriyet­donemi­turk­edebiyati/modern­ve­postmodern­eserler.html6. ÖNALAN, Cihangir (2008); Modernizm & Postmodernizm http://www.fatihbasaran.com/cihangir­onalan­modernizm­postmodernizm/7. ASLAN, Seyfettin & YILMAZ, Abdullah ; MODERNİZME BİR BAŞKALDIRI PROJESİ OLARAK POSTMODERNİZM ,C.Ü.İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 28. http://www.aydinsofu.com/sanatpedi/Postmodernizm

37

Page 39: Hariciye / Kasım 2010

İİssrraaiill nnaassııll kkuurruulldduu??

637 yılında Hz. Ömer önderliğinde yapılan YermukSavaşı’nda Bizanslıların yenilmesiyle, bölgeMüslümanların kontrolüne geçmiş oldu. Bu gelişmeYahudilerin bu alanda yaşamalarına imkan sağladı.

1099’da Haçlılar bu bölgeyi işgal etti ve buraya KudüsLatin Krallığı kuruldu. Krallığın kurulması bölgeyeolan Yahudi göçünü engelleyen bir güç olmasının yanısıra burada yaşayan Yahudilerin de Filistin’dengitmelerine sebep olmuştur.

1187’de Yahudilerin Filistin’e Selahaddin Eyyübi’ninHaçlıları yenmesiyle döndüler. Birçok çevre ülkeden(Mısır, Suriye, Mezopotamya, Fransa, İngiltere vediğer Avrupa ülkelerinden) gelen Yahudiler tekrarKudüs’e ayak bastılar.

Antisemitizm ve Sonuçları

Antisemitizm Yahudi düşmanlığı olarak da bilinir vekökleri çok eskiye dayanır. İlk çağlarda Roma veBizans’ta başlayan bu düşmanlık, 1290’da Fransa’dan,1392’de İngiltere’den, 1492’de İspanya’dan ,1497’dePortekiz’den ayrılmalarına sebep olmuştur. Böyleceburalardan ayrılan Yahudiler Doğu Avrupa veOsmanlı Devleti topraklarına sığınmışlardır.

1517’de ise artık Filistin, Osmanlı Devleti topraklarınadahil edilmişti. Bu da bölgenin Yahudi göçü almasınıbüyük oranda etkiledi. Osmanlı Devleti onlarınFilistin’e yerleşmesine engel olmamıştır.

Antisemitizmin bu büyük tırmanışı esasen FransızDevrimi’nin ülkeler arasında yayılmasıyla gelişensüreçte ortaya çıkmıştır. Ülkelerde artan milliyetçilikfikirleri yabancı düşmanlığını da tetiklemiştir.Yahudiler böylece bulundukları yerlerden gitmekzorunda kalmışlardır. Bu zincirleme olaylar Yahudileritek bir devlet olma ülküsü altında toplanmasına yolaçmıştır.

Vaat Edilmiş Topraklar

Tevrat’ta Tanrı’nın İbrahim’e “Nil’den Fırat’a kadarolan toprakları senin milletine veriyorum” iddiasınedeniyle Yahudiler topraklar üzerindeki haklarınıbuna dayandırıyorlar.

SSeessssiizz AAddıımmllaarr

Basel Kongresi

1897yılında İsviçre’deki Basel kentinde 1. DünyaYahudi Kongresi yapılmıştır. Theodor Herzl’in1896’da Der Jugendstatt ismiyle çıkan kitabındakiSiyonizm kaynaklı görüşleri toplantıda konuşuldu.Herzl kitabında bir “Yahudi ulusu olduğuna göre birYahudi devleti de olmalıdır.” fikrinisavunmuştur.Diğer bir görüşü de maddi açıdan güçlübir devletin desteği olmadan bir Yahudi devletikurulamayacağıdır. Bu fikirler Kongre’dedesteklenmiştir.1904’te Theodor Herzl’in ölümüyle yerine geçenWeizmann 1914’te C.P. Scott’a yazdığı mektuptaYahudilerin Süveyş Kanalı için bir korumasağlayacağından ve bu yüzden bölgenin İngilteresömürgesi olmasına takiben İngiltere’nin Yahudileridesteklemesi gerektiğine değinmiştir.

Balfour Deklarasyonu

1917’de Lord Rotschild’e yazılan mektupta açıkça birYahudi devleti kurulmasının İngiltere hükümetitarafından desteklendiği, Yahudi ve Yahudi olmayanhalka hiçbir şekilde zarar verilmeyeceğindenbahsedilmiştir. 25 Nisan 1920’de Milletler Cemiyetiİngiltere’ye Filistin mandasını vermiştir. King CraneKomisyonu’nda yerli halkın buna karşı olduğu veyaptırımlara zorlamanın hukuksal açıdan yasalarauygun olduğu bilinse de, bir devletin geleceğineyönelik aynı zamanda insan hak ve özgürlüklerinezarar verecek olduğu da belirtilmiştir. Ancak, bu neYahudilerin ne de İngiltere’nin önemsediği bir şeydi.

38

Page 40: Hariciye / Kasım 2010

Peel Komisyonu

1937’de yapılan eski İngiltere Dışişleri Bakanı PeelKomisyonu’nda Filistin’in İngiliz mandasındançıkmasını ve bölgenin Yahudi ve Arap devleti olmaküzere ikiye ayrılmasını desteklemekteydi. PeelKomisyonu Yahudilerin tam da beklediği gibi biranlaşma sunmuyordu. Göçlerle ilgili bazı kısıtlamalarve İsrail Devleti’nin sınırlarının daraltılmasıkonusunda görüşler belirince Yahudiler bu kararı iyikarşılamadılar. Kısıtlamalar yılda 12.000 Yahudinin göçetmesini içeriyordu. İleriki beş sene içinde de göçsayısının 75.000’de kalmasını önermişlerdi.

Birleşmiş Milletler’e Uzanan Süreç

1945’te Harry Truman’ın başkanlığı devralmasıyla1946’da güç durumdaki 100.000 Yahudinin Filistin’egöçü gündeme gelmiş ve Amerika tarafından bu konuİngiltere’ye iletilmiş ancak İngiltere Hükümeti veAraplar buna karşı çıkmıştır.Amerika, İngilizmandasının sürekliliği, Filistin’in ikiye bölünmesininengellenmesi, Yahudilere yerleşke edinimini sağlamadakısıtlamaya gidilmemesini desteklemiştir. Böylece 2Nisan 1947’de İngiltere, Yahudi ve Filistin sorununuBirleşmiş Milletler’e götürdü. 1920’den beri hızla göçalan Filistin toprakları 1947’ye kadar ki süreçtetoplam nüfusun üçte birine ulaşmıştı.

İsrail Devleti kuruluyor

1948’de İngiliz askerlerinin bölgede ölmesiyle artantansiyon Amerika’nın baskılarıyla daha dahiddetlenmişti ve Filistin’de bir etnik temizlikyapılması istenmekteydi. 400 Filistin köyü, bağımsızİsrail Devleti’nin yanında bir başka bağımsız FilistinDevleti’ne yol açacak şekilde kurulmaması için yokedildi. Araplardan kalan mallar yasayla Yahudilerineline geçmiş oldu.Böylece %6 lık toprakla başlayanYahudi hareketi 1947’den sonra % 90 lık toprakhakimiyetine yükselmiştir.

Tel Aviv’de 14 Mayıs 24:00’la biten İngiliz mandasısonrasında 14 Mayıs 16:00’da Yahudi Devletikurulmuştur.

Bu süreçte Mısır, Suriye, Ürdün, Irak ve Lübnan;bölgenin doğusuna ve güneyine saldırdılar ancakİsrail tarafından püskürtüldüler. Ürdün eski Kudüs’ü,Mısır da Gazze Şeridi’ni aldı. Bu işgaller 1967’yekadar devam etti.

FKÖ­Filistin Kurtuluş Örgütü

1964’te İsrail saldırılarına direniş amaçlı bağımsız birörgüt kurulması isteniyordu. 1948’den bu yana İsrail’esaldırılar düzenleyen El Fetih örgütü Araplar içinbüyük övünç kaynağıydı. 1969’da kendisi de bir inşaatmühendisi olan Arafat Filistin Kurtuluş Örgütü’nünbaşına geçmiştir.

MMeerrmmii sseesslleerrii

6 Gün Savaşları

1967’de 5 Haziran 7:45’te başlayan İsrail tarafındanMısır’a yönelik bu savaş daha en başında İsrail’inbüyük üstünlüğüyle sürmekteydi. Mısır’da İsrail’ecevap verecek hava güçlerinin olmayışı ve diğer karayolundan gitmekte olan tankların hava güçlerinceinflak edilmesiyle sonuçlanmıştır. İsrail, Gazze ve SinaYarımadası’nı Suriye’den de Golan Tepeleri’ni aldı.BM ‘de 242 sayılı kararla İsrail’in işgal edilenbölgeden çıkması isteniyordu. Böylece vatanlarındanolan Araplar Mısır, Filistin,Ürdün ve Suriye’ye göçettiler. Bu savaştan aralarında çekişmeler bulunanArap Devletleri İsrail’e karşı birlik olmaya başlamış,ancak Ürdün, Batı ile ilişkilerini de iyi tutmakistemiştir.

1969’da dönemin İsrail Başbakanı Golden Meir “birYahudi Devleti istiyorum. Ezici bir Yahudi çoğunluğuolsun…Ben her zaman Siyonizm’in bu olduğunudüşündüm.” demiştir.

1973’te 6 Ekim’de Yahudilerin kutsal gününde (YomKippur Günü) Mısır tarafından başlatılan çatışmadaİsrail ve Filistin arasında arasında ateşkes yapıldı. BM,ateşkese varılmasının ardından bölgede barışdestekçisi olarak bulundu. Çarpışmalar durdu vemüzakereler başladı.

ZZeeyyttiinn DDaallıı

1974’de barış sürecinde İsrail’e “Zeytin dalınıdüşürmeyin” sözünün üzerine geçen bir yıllık süreninardından ABD Dışişleri Bakanı Harnold SaundersFilistinlilerin haklarının da korunması gerektiğini dilegetirmiştir.

39

Page 41: Hariciye / Kasım 2010

İlk Barış Harekatı­Camp David

1979’da Sina Yarımadası İsrail tarafından terk edildive bölge Mısır’a bırakıldı. Böylece Araplarla ilk barışanlaşması sağlanmış oldu. 1980’de Kudüs İsrail’inbaşkenti ilan edildi

1982’de İsrail Lübnan sınırını korumak için içeriyeasker sokarak ve aynı zamanda bombalayarak FKÖ’yüburadan çıkarmıştır.

İlk intifada 1987 yılında başladı 1992’ye kadar devametti. Diğer adı Filistin ayaklanmasıdır. Bu protestolarsonucunda binlerce Filistinli hayatını kaybetmiştir.1987’de Hamas kuruldu.

15 Kasım 1988’de Bağımsız Filistin Devleti Cezayirtopraklarında kuruldu.

Oslo Süreci

1993 yılında Washington’daki müzakereler sonucundakarşılıklı tanıma ve İsrail’in Gazze ve Eriha’dançekilmesi gündeme gelmiştir. 13 Eylül 1993'te imzalanİlkeler Anlaşması sonucunda her iki taraf da birbirininhakkına saygı duyacağını ve barış ortamınıdestekleyeceğini bildirmekteydi. Böylece Gazze veEriha’da geçici özerk bir yönetim kurulacak ve dört ayiçinde İsrail askerleri bu bölgelerden çekilecekti.

4 Mayıs 1994’te imzalanan anlaşmayla resmen Gazzeve Eriha Filistin topraklarına katıldı.

İkinci Oslo Anlaşması

28 Eylül 1995’te Gazze Şeridi’nde uzun süredir devameden çatışmalar sonucunda Mısır’ın Taba kentindeimzalan anlaşmayla Batı Şeria Bölgesi üç parçayabölündü.

A bölgesi : Toprakların %7 ‘si olan Doğu Kudüs ve ElHalil dışındaki bölgeler Filistin’e teslim edilecekti.

B bölgesi: Batı Şeria’nın % 21’i olan bölge Yahudi veArapların kontrolü altında olacaktı.

C bölgesi: Filistinli esirler serbest kalacak ve bu bölgekontrolü İsrail’de olacaktı.

Bu sonuçların ardından sinirlenen aşırı dinci birYahudi, başbakan Yitzak Rabin’i öldürdü. Sonrasında,

yerine Şimon Perez başbakan olarak geçti.

20 Ocak 1996’da Yaser Arafat, %88 oy oranıylaFilistin Özerk Yönetimi’nin başkanı oldu.

29 Mayıs 1996’da Natenyahu Perez’in yerine geldi.

17 Ocak Hebron Protokolü imzalandı.

23 Ekim 1998’de Wye Anlaşması, Oslo’nun tekrardanuygulanması için görüşüldü ve onaylandı.

17 Mayıs 1999‘da Ehud Barak başbakan oldu.

BBeelliirrssiizz BBiirr YYooll HHaarriittaassıı

2000’ li yıllar­ İkinci intifada ­ İsrail’in Lübnan’dançekilmesi üzerine Arafat’la birlikte ABD ve İsrailyeniden müzakerelere başladılar. Camp David’teFilistinli mülteciler sorunu ve Kudüs’ün durumutartışıldı. Ancak, bir sonuca varılamadı. Ariel Şaron’unKudüs’te ki Mescid­i Aksa’ya gidişi yine tansiyonunyükselmesine yol açtı ve 28 Eylül 2000’de ikinciayaklanma başladı. Ehud Barak 10 Aralık’ta istifa ettive George Mitchell’in kontrolündeki grup, ayaklanmaiçin araştırmalar yürüttü. Mitchell komisyonu barışıgetirmek adına görüşmelerin yapılmasını destekledi.

2002 ­ Uluslarası Af Örgütü İsrail ordusunu Cenin veNablus’taki saldırılarını savaş suçu olarak nitelendirdi.İki yıldır ilerlemeyen barış sürecini canlandırmak içinAB, ABD, Rusya ve BM tarafından bir yol haritasıbelirlendi.

2003­ Bush’un politikası teröre taviz verilmemesiniöngörüyordu.

2004­25 Şubat’ta İsrail’in Batı Şeria’daki güvenlikduvarı Lahey Adalet Divanı’nda ele alındı.1­3 Nisan’daİsrail Batı Şeria ve Gazze’den çekileceğini bildirdi. 15Nisan’da bu hareket Bush tarafından tarihi ve cesurbir karar olarak adlandırıldı. 11 Kasım’da Arafat öldü.Yerine Mahmud Abbas getirildi.

2005­ Arial Şaron Gazze’den çekildi.

2006­Filistin’deki seçimler Hamas’ın galibiyetiylesonuçlandı. Hamas iktidara geldi. Ehud Olmert sağlıkproblemleri yaşayan Şaron’un yerine geldi.

2007­Çatışma ortamının artmasıyla iç savaş tehlikesi

40

Page 42: Hariciye / Kasım 2010

yüzünden Mekke’de Hamas ve El Fetih bir araya geldive ulusal birlik hükümeti kurulmasında anlaşıldı.George Bush Barış müzakerelerinin devam etmesigerektiğini yineledi ve uluslararası bir toplantıyapılması gerektiğinden bahsetti.

Bu tarihi gelişim sürecinden de anlaşılacağı gibibitmek bilmeyen bir mücadelenin varlığı gün kadaraçık. Peki bu süreci barışa bağlayabilmek için neleryapılabilir? Temel konulardan biri iki halkındauzlaşmasıdır. Aynı çatı altında yaşamayıkabullenmesiyle sağlanabilir. Ancak üstündeanlaşılamayan birçok sorun var. Bunların ilki Oslosürecinde de askıda kalan mültecilerin Filistin’edönüşü. Şayet bu sağlanırsa Yahudi nüfusu Araplaraoranla azınlık durumuna düşecek. Yahudiler budurumun güvenliklerini tehlikeye sokacağınıdüşünüyor. Bu yüzden bu teklifi şiddetlereddediyorlar. Kudüs meselesine gelince kutsalyerlerin paylaşımı oldukça tartışılmaktadır. Yıllar boyu3 dinin egemen olduğu bu bölge sadece İsrail veFilistin’in değil dış devletlerin de gündemindedir.Ayrıca yönetimde de belli zafiyetler vardır. Filistininiki ayrı koldan yönetilmesi ve fikir uyuşmazlığı, süreciFilistin aleyhine çevirmektedir. Bunu gidermek içinher iki taraf da temel konularda anlaşmalıdır. Ülkedeçatışmaların dinmesi için iki ülke yetmeyecektir. Barışsüreci kesin suretle diğer ülkelerin özellikle ABD’ninFilistinli mültecilerin durumunu gözeten ve Araplarınbu bölgede yaşama hakkını kanıksayan bir politikagütmesine bağlıdır. Her iki taraf da barış istemedenbu kanlı mücadele bitmeyecektir.

Referanslarhttp://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201093_baris.sureci.orsam.pdfhttp://www.filistinzulmu.com/siyonizmneyihedeflera.htmlhttp://www.turkcebilgi.com/peel_komisyonu/ansiklopedihttp://arsiv.sabah.com.tr/ozel/arafat206/dosya_212.htmlhttp://bianet.org/bianet/bianet/53881­israil­filistin­sorununun­tarihcesi#1917http://www.bilgiportal.com/v1/idx/54/1910/Tarih/makale/Filistin­Tarihi.htmlArı, Tayyar [2004] (2008). Geçmişten Günümüze Orta Doğu:Siyaset, Savaş ve Diplomasi. Mkm yayıncılık. ISBN: 978­605­5911­06­5.

Page 43: Hariciye / Kasım 2010

ÖÖnncceelliikkllee rrööppoorrttaajj iisstteeğğiimmiizzii kkaabbuull eettttiiğğiinniizz iiççiinntteeşşeekkkküürr ççookk eeddeerriizz hhooccaamm.. MMaalluummuunnuuzz ggeeççeenn ppaazzaarr,,BBoossnnaa­­HHeerrsseekk’’ddee bbiirr sseeççiimm oolldduu.. İİsstteerrsseenniizz iişşeesseeççiimmlleerriinn bbiirr aannaalliizziiyyllee bbaaşşllaayyııpp ddaahhaa ssoonnrraa 11999922­­11999955 aarraassıı ssüürreenn ssaavvaaşş aarrddıınnddaann ggeelleenn DDaayyttoonnAAnnllaaşşmmaassıı vvee bbuu aannllaaşşmmaa üüzzeerriinnddeenn bbuuggüünnee ggeelleelliimm..SSeeççiimmlleerrii BBooşşnnaakkllaarrddaann BBeekkiirr İİzzzzeettbbeeggoovviiçç,,HHıırrvvaattllaarrddaann ZZeelliijjkkoo KKoommssiiçç vvee SSıırrppllaarrddaann NNeebboojjssaaRRaaddmmaannoovviiçç kkaazzaannddıı.. BBuu kkoonnuuddaa yyoorruummllaarrıınnıızzllaabbaaşşllaayyaallıımm..

Üçlü başkanlık üyelerinden bahsediyorsunuz. Buradailginç olan nokta bunun Hırvatlar ve Sırplartarafından beklendik bir sonuç olması iken Boşnaktarafı için böyle olmaması. Bilindiği üzere Sladziçinyeniden kazanabileceği ihtimalinden söz ediliyorduama Sladziç üçüncü sırada yer alabildi. Onun dışındaaslında sonuçlar beklendiği gibi, yani daha öncekigenel eğilimin dışında bir şey değil.

BBuunnllaarrddaann İİzzzzeettbbeeggoovviiçç iillee KKoommssiiçç BBoossnnaa­­HHeerrsseekk’’tteebbiirr bbiirrlleeşşmmeeddeenn yyaannaayykkeenn RRaaddmmaannoovviiçç vvee SSıırrpp ttaarraaffııbbiirr aayyrrıışşmmaaddaann ssöözz eeddiiyyoorr.. HHaattttaa sseeççiimm kkaammppaannyyaassıınnııddaa bbuunnuunn üüzzeerriinnddeenn yyüürrüüttttüü.. BBuunnuu nnaassııllddeeğğeerrlleennddiirriiyyoorrssuunnuuzz??

Bu seçim kampanyaları sürecin aslında geldiği noktayıgösteren bir şey. Biraz geçmişe doğru gitmekte yararvar. Bosna Hersek Devletinin, altını çiziyorum burasıbir cumhuriyet değil, Bosna Hersek Devleti, ikibirimden oluşuyor: Biri federasyon diye tanımlananHırvat ve Boşnaklardan oluşan federasyon diğeri iseSırplardan oluşan Sırp cumhuriyeti. Şimdi nasıl olduda böyle bir yapılanmaya gidildi, aslında asıl sorun buve Bosna­Hersek’teki yaşananları anlayabilmek içinbu bir anahtar. Ben burada açıkçası, sonsöyleyeceğimi ilk söyleyeyim, Holbrooke’u suçlubuluyorum. Önemli devletlerin önemli insanları çoksorun çözdükleri iddiasındadırlar ama buradakiduruma baktığımız zaman çok ciddi bir hata yaptılar:Devlet içindeki bir bölgeye cumhuriyet adı verildi:Sırp Cumhuriyeti.

HHaattaa ddeerrkkeenn DDaayyttoonn’’uu mmuu kkaasstteeddiiyyoorrssuunnuuzz??

Anlaşması yapılırken Holbrooke burada en önemliaktörlerden birisiydi. Aslında Dayton Anlaşması’nınmimarı da o. Orada imzacılar da çok ilginçtir:Miloseviç oradadır daha sonra savaş suçlusu olarakyargılandı, Aliya İzzetbegoviç oradadır ki onun oradaolması çok doğal çünkü Bosna­Hersek üzerine yapılanbir anlaşmanın en doğal üyesi o bence. Diğerüçüncüsü Tudjman ki onun da orada olması bencetuhaf. Bu anlaşmaya göre ortada sürekli transformeedilen, A formundan B formuna taşınan bir sorun varve bu sorun devam ettiriliyor. Bosna­Hersek’te asılsorun olarak karar alınamaması gibi bir durum ortayaçıktı. Niye karar alınamıyor ? Seçimleri yakından takipedenler ayrıntılı bilirler; bir üçlü başkanlık sistemiiçin bir yarış var ve bunu etnik gruplar kendi içindeseçiyor. Tabii diğerleri de oy kullanabiliyor. Amanormal olarak hiç kimse başka bir etnik gruba oyvermiyor . Bu üçlü başkanlık 8 aylık dönemlerdedeğişiyor. Aslında onlar(başkanlar) çok belirleyicideğil, onların üstlendiği rol daha çok devletdüzeyinde. Mesela Bosna­Hersek devleti içindeki Sırpcumhuriyetinde ayrı bir başkanlık var. Parlamentobaşkanı var, Devlet Başkanı var, Başbakan var. Yaniaslında Dayton Anlaşması’na göre tanımlandığıbiçimde devlet tanımlıyorsun, yani devletin bütünayrıntılarını tanımlıyorsun. Ondan sonra da diyorsunki hadi bu birlikteliği koruyalım. Karar alma sürecinegelince Sırp tarafı diyor ki benim hoşuma gitmeyennoktaya ben evet demem. Dolayısıyla sürecitıkıyorsun. Peki nasıl tıkıyorsun? Karar alınırken,isimleri de tuhaftır, Represantatives of House ofPeople diye geçer, aslında bunlar bu üçlü etnik yapıiçerisindeki seçimler sonrasında oluşturulanmeclislerin merkeze atadığı isimlerdir. Orada meselao üçlü yapı içerisinde üçte iki oy çoğunluğu olmasıgerekir, ama bu da yetmez karar alınması için.Üçüncü taraftan en az bir oy da olması gerekir. YaniHırvatlarla Boşnaklar, Hırvatlarla Sırplar veyaSırplarla Boşnaklar bir araya gelip üçte iki çoğunluğubiz oluşturuyoruz, dolayısıyla karar alırız diyebilirler.Ama böyle değil, sistem böyle çalışmıyor. Çok

42

Page 44: Hariciye / Kasım 2010

demokratik bir toplum da olsa bu sistemin çalışmasıyine zor. Yani başta böyle adem­i merkeziyetçi biryapıyı, demokratikleşmenin ön adımı olarakgörebilirsiniz ama burada sorun demokratikleşmeylesınırlı bir sorun değil. Başka bir sorun var ve bunudoğru okumak lazım.Demokratik olmadıkları içinkarar alınamıyor, böyle değil. Burada aslında üç farklıkimlik kendi pozisyonunu sürdürebilmek içinmümkün olduğunca diğerlerinin yolunu tıkamak gibibir yöntem izliyor ve bunun dışındaki formülleriancak pazarlık usulüyle götürmeye çalışıyorlar. Şimdisorunuza dönersek seçimlerle yapı arasındaki ilişkisibağlamında, seçim sonuçları süregelen bu yapıyıyansıtıyor. Burada iki tane farklı duruş var son 15 yıliçerisinde ve tartışmalar şu noktada: Boşnaklar veuluslararası toplumun önemli bir kısmı diyor ki kararalınabilmesi için bir merkezileşme sürecininyaşanması gerekli. Uluslararası toplumun kendisiaçısından şöyle bir açmazı ortaya çıkıyor, yanitutarlılığını bu anlamda tartışmaya açan bir şey:Birçok ülkeye adem­i merkeziyetçiliği yanidecenralization’ı bir temel politika olarakbenimsenmesini önerirken burada bu adem­imerkeziyetçiliğin sorun yarattığının farkınavarıyorsun. Burası aslında üzerinde durulması gerekenbir nokta. Her adem­i merkeziyetçi, decentralizasyon,demokratikleşme mi getir bunun hakikatendüşünülmesi gerekir. Şu, şu olduğu zamandemokratikleşme olur diye algılamanın eksikolabileceğini görme açısından önemli bir örnek teşkilediyor Bosna’daki tartışmalar. Şimdi bu üçlü yapıdakietnik kimlik olarak tanımlanan pozisyonda kararalmanın adeta imkânsız olduğu bir noktayagelindiğinde dönüp uluslararası toplum diyor ki buüçüne de ‘siz anayasanızı değiştirin’. Peki, bu anayasane zaman yapılmıştı? 1995’te Dayton imzalanırkenona ek bir anayasa monte edildi. Burada üçlü yapınıneşit koşullarda bütün politikaları sürekli müzakereedeceği varsayılmış. Ama uluslararası toplumkendisine çok fazla güveniyor bu tür şeylerde. Yanibence bu çok ciddi bir açmaz. Biz her şeyiyaptırabiliriz. Nasıl yaptırırız? Gerekirse mali sıkıntıyasokarız ya da birilerini mali olarak destekleriz vedolayısıyla ortaya bir tablo çıkar ve sonuçta bizistediğimiz kararı aldırırız ve bu politikalarlademokratikleştiririz .Fakat burada yanıldılar çünküönce Sırp Cumhuriyetine ciddi bir mali baskıuygulandı ama bu model işlemedi. Bu malikonulardaki belli dönemlerde pompalama, bellidönemlerde sıkıştırmanın yarattığı şey, o kendilerinimilliyetçi partiler diye tanımlayan aktörlerin her

zaman daha güçlü olarak yenide ortaya çıkmasına yolaçtı. Şimdi bu durumda söylem olarak bakıyorsunuzbir taraftan deniyor ki milliyetçi partilerinzayıflatılması gerekir. Niye? Çünkü eğer bu üç tanefarklı etnik grup bir araya gelecekse, milliyetçisöylemlerle olmaz bunlar, başka, liberal söylemlerlegerçekleşmesi beklenebilir. Böyle bir varsayımdanhareket ediyorlar. Ama izlenen politika bunudestekliyor mu? Hayır desteklemiyor. Ben uzunca birsüre seçimleri gözlemci olarak takip ettim ve herseferinde açıkça gördük. Uluslararası toplum açıktan,çok açık olarak söylüyorum bunu, milliyetçi olmayanpartileri, liberal partileri, açıktan desteklerdi. Bunarağmen her seçimin sonucunda milliyetçi partilerkazanırdı. Şimdi bunun nedeni açıkçası şu: Toplumlarkendilerini güvende hissetmiyorlar. Yani öyle birortamdalar ki, güvenli hissetmedikleri için süreklimilliyetçi söylemlere sarılmak durumunda kalıp kendivarlıkları idame ettirmeyi o söylem üzerindengerçekleştiyorlar. Ben bu durumu normal bir süreçdiye düşünüyorum. Çünkü başka türlü neyesarılacaklar? Düşünün bir toplum kendini idameettirmek istiyor ve ilişkiler bütününe baktığı zaman,geçmişte yaşanılanlara baktığı zaman dayanacağı şeyneresi? Uluslararası toplum dediğin bugün var yarınyok. Dolayısıyla bunun ileride garantisini, güvencesinihiçbir zaman hissedemez. Toplumsal dayanakları dayok. İşsizlik %45 civarında Bosna Hersek’te. %45işsizliğin olduğu yerde senin hiçbir şeye güvencenolamaz. Dolayısıyla burada milliyetçi söylemlerin varolması bence kendi içinde normal, beklendik birşeydir. Olmaması bence tuhaf olurdu. Varılansonuçlarda da görüyoruz ki toplum mühendisliklerihep fiyaskoyla sonuçlandı.

HHıırrvvaattllaarrıınn HHıırrvvaattiissttaann’’ıı,, SSıırrppllaarrıınn SSıırrbbiissttaann’’ıı vvaarrkkeennBBooşşnnaakkllaarrıınn bbööyyllee ddeerrttlleerriinnii aannllaattaabbiilleecceekklleerrii vveessaarrııllaabbiilleecceekklleerrii bbiirr ddeevvlleettlleerrii yyookk.. SSoonnuuçç oollaarraakkkkeennddiilleerriinnii BBooşşnnaakk mmiilllliiyyeettççiilliiğğiinniinn yyaannıınnddaa kkeennddiilleerriinniiİİssllaamm’’aa,, ddiinnee kkaayyddıırrmmıışş dduurruummddaallaarr.. BBuu kkoonnuuddaa nneeddüüşşüünnüüyyoorrssuunnuuzz??

(Gülüyor) Tabii şimdi burada şöyle bir sonuççıkarmak üzere sorulmuş bir soru olmadığınıdüşünüyorum. Onların her birisinin bir ana devletivar ve Boşnakların ana devleti de Türkiye olsun. Böyleşeyleri dile getirenler var ama senin sorununarkasında böyle bir şey yatmadığını biliyorum.Boşnakların durumu hakikaten kolay değil. Çünküfederasyon içinde dahi ilişkiler aslında pamuk ipliğinebağlı. Niye pamuk ipliğine bağlı? İddia ediyorum siz

43

Page 45: Hariciye / Kasım 2010

yaşınız itibariyle göreceksiniz bunu, Hırvatistan AB’yekatıldıktan sonra Bosna Hersek’teki Hırvatlarıntutumu bugünkünden çok farklı olacak. Niye farklıolacak? Şu anda Hırvatistan yönetimi BosnaHersek’teki Hırvatlardan desteklerini çektiler önemliölçüde. Niye çektiler? Çünkü AB’nin uyarıları var veilişkilerde sorun yaşamak istemiyorlar. Yani şartkoşma politikasının değişik bir versiyonunu görüyoruzburada. Bu politika daha ne kadar sürdürülürbilemiyorum. Nasıl ki Slovenya Hırvatistan’ın AB’yeüye olduktan sonra tabiri caizse canına okuduHırvatlar da üye olduktan sonra Boşnaklara çok ciddieziyet çektireceklerini düşünüyorum. Bunu isteyerekbeklediğim anlamında düşünmeyin. Tam aksine buçok ciddi sorunlar ortaya çıkaracak ve sorun başkaboyutuyla yeniden transforme edilmiş olacak.Sırpların pozisyonuna geldiğimizde burada aslındadevleti muhafaza etmek isteyen üçünün arasında kim?Boşnaklar. Çünkü varlıklarını ancak ve ancak böyle birdevlet olduğu ölçüde sürdürebilir. Aksi halde Sırplarınbağımsızlığını ilan ettiğini düşünün. Bir de HırvatlarınHırvatistan’la belli ilişkiler yumağı içerisindefederasyondan ayrıldığını düşünün. Bu durumdaBoşnakları orada muhafaza edebilecek yapılanma çokzor olacaktır. Dolayısıyla burada Bosna hersekdevletinin varlığının devam ettirilmesi ve demerkezileşmiş devletin devam ettirilmesi Boşnaklaraçısından elzem. Yani bu olmadığı durumda Boşnaklarzaman içerisinde kaybolup çok ciddi sorunlarlakarşılaşabilirler. Bütün bunlara rağmen AB’nin kendiiçerisinde farklı kültürleri bir arada yaşatabilme gibibir derdi var. Aslında Bosna’ya da hep böyle baktı.Onu bir laboratuar olarak gördü. Birçok şeyi buradatest etti. Şimdi bütün bunların sonucu BosnaHersek’in tamamen dağılıp ortadan kalkması gibi birdurum söz olursa bu AB açısından da büyük birfelaket olur. Böyle bir durumda basta şaka yollusöylediğim ‘mother state’ kim tartışması gündemegeliyor.Boşnaklar Müslüman, Müslüman ise o zamankim bunlara hamilik yapacak. Yani farklı aktörlerdevreye girecek, oradaki bu insanların masumkimliklerinin artık global düzlemde araçsal bir halegeldiği bir süreç yaşanacak. En makul şey buradaBosna Hersek’in varlığını muhafaza edecek birformülün yerel düzlemde üretilmesi. Yerel düzlemdeüretilmeyen ve yerel düzlemde bir uzlaşma olmadığıdurumda sorun global düzleme çekilir ancak yineçözümler buna katkı sağlamaz: Sorun ya dondurulur,ya belli bir seviyede tutulur, ya da transforme edilir.

BBoossnnaa­­HHeerrkkeesslliilleeşşmmeekk mmüümmkküünn mmüü ssiizzccee?? YYeennii bbiirruulluuss yyaarraattııllmmaassıı??

Tito dönemindeki Yugoslavya’ya baktığımız zamanaslında herkes kendini Bosnalı diye tanımlardı. BuBosnalı tanımlaması şimdi neye dönüştü? Kendiiçinde üçe ayrıştırdılar: Sırp, Hırvat ve MüslümanBoşnak. Artık herkes kendini Bosnalı olarak değil,Sırp, Hırvat,Müslüman olarak tanımlıyor. Savaşhakikaten acı ve kalıcı etkisi olan bir olay. Yani 2­3jenerasyon geçmeden bu insanların o yaşananlarınunutması hiç kolay olmaz diye düşünüyorum. Helehele ­burada yani biraz Kültür Bakanı’na dareferansta bulunalım­ bu tür çıkışlar, o geçmişi hiçunutturmaz. Tam aksine onu yeniden üretmek vecanlı tutmak için araç haline gelebilir. Burada esasnokta, geçmişte yaşanmış olan acılı şeyleri yenidenüretmemek. Kültür Bakanı’na ben kişisel olarakaçıklamalarını yakıştıramadım.

EEmmiirr KKuussttuurriiccaa,,ssiizzccee yyaannllıışş mmıı aannllaaşşııllddıı yyookkssaa ıırrkkççııssööyylleemmlleerrii vvaarr mmıı ggeerrççeekktteenn bbuu kkoonnuuddaa??

“Underground” filmi, Yugoslavya’nın parçalanışınınhikâyelendirilmesi olarak ürettiği bir şeydir. Orada“Yugoslavya’yı acaba muhafaza etmek mümkünmüdür?” tartışmasını açar. Şimdi bu bağlamda oduruşu bence yanlış bir duruş değil; ancak savaşbaşladıktan sonraki süreçte artık Yugoslavya’yı birarada tutmanın mümkün olmadığı çok hızlı birşekilde ortaya çıktı. Ondan sonraki süreç deKusturica’nın tutumu Sırpların tarafında yer almakoldu. Emir Kusturica’nın filmlerine baktığınız zamantutarlı bir çizgi çizer ama günlük yaşamında sıradaninsanların büyük bir çoğunluğunda olan aymazlıklar,onda da vardır. Hani, ‘bu konuyu çok da abartmayın’demiş olması bile ciddi bir durumdur, ciddi biryanlıştır; ama buna oradaki sıradan insanların büyükbir çoğunluğu da böyle bakar, böyle tanımlar.

HHooccaamm ssiizzccee BBoossnnaa’’nnıınn bbuu bbeelliirrssiizzlliiğğiinnddee SSıırrppCCuummhhuurriiyyeettii bbiirr aayyrrııllmmaayyaa ggiittmmiiyyoorr mmuu??

Ayrılmaz demiyorum. Sırp Cumhuriyeti’nin yakıngelecekteki politikası şu: merkeziyetçilik tartışmasınıaçıyorsanız o zaman ya bize referandum yapma hakkıverir ve sonucunu tanıyacağınızı garanti edersiniz, yada yeniden bir anayasa yapılacaksa burada Sırptarafının avantajlı olacağını sağlarsınız, yoksa Daytonyapısını muhafaza etmek isterim. Onun dışındagerekli olursa bağımsızlığımı da ilan edebilirim.

44

Page 46: Hariciye / Kasım 2010

Bu ilginç bir konu, mesela Kosova adalet divanının danet olarak söylediği, Kosova’nın bağımsızlığı için biruluslararası hukuk engelinin olmadığıdır. Bu herkesiçin geçerli olan bir şeydir. Fakat gelecekte ne olacakdiye sorulması pek mantıklı değildir. Zira 18. Yy.dabelki 50 sene sonrasını tahmin etmek mümkünolabilirdi ama 19.yy’da bu 20 seneye, 20yy’da da 10seneye indi. 21.yy’da ise ne olacağını tahmin etmek hiçkolay değil. Mesela Sovyetler Birliği’nin çökeceğini hiçkimse tahmin edemedi. Onun için Sırp Cumhuriyetişu tarihte bağımsız olur diye bir şey kesinliklesöyleyemeyiz. Avrupa Birliği bu gibi durumlardabütünleşmeyi hızlandırmaya çalışıyor fakat bu Bosnaiçin hiç de kolay değil. Zaten üye olsalar sorunortadan kalkmayacak aksine oraya da taşınacak,Avrupalılar da bunu biliyor. Göksu Göz ile birlikte birmakale yazmıştık.Yaptığımız araştırmalar sonucunda‘Neither Total Explosion Nor Rapid Entegration’adlıbir sonuç çıkarmıştık. Bu şu anlama geliyor: AslındaAvrupa Birliği’nin Batı Balkanlara yönelik

politikasındaki ana odak bu ülkelerin ne tamamenhızlı bir entegrasyonu ne de tamamen dışarıdabırakılmasıdır. Onun için kusursuz çözüm diyetanımlanabilecek bir şey maalesef yok. Herkesi tatminedecek bir çözüm yok, bir tarafın üstün konumagelmesi gibi bir şey de yok. Boşnakları bir kenarakoysan Sırp­Hırvat rekabeti ortaya çıkıyor, bu dasorunların kolay çözülmeyeceğini gösteriyor. Sırplarbağımsızlık ilan etse sorun çözülecek bir şey de sözkonusu değil. Madem öyle hepsi ayrılıp devletkursunlar, sorun kökten çözülsün diye bir şeysöylenemez, çünkü kursalar başka sorunlar ortayaçıkacak. Sorun çözelim diye atılan bir adım başkasorunlar yaratıyor.

BBeellkkii ddee eenn iiyyii ççöözzüümm bbeelliirrssiizzlliiğğiinn ddeevvaamm eettmmeessiiddiirr......

Bu çözüm değil gerçeklik. Belirsizlik her zamansüregelen gelen bir şeydir ve o belirsizliğin içindepolitikalar üretiliyor.

45

Page 47: Hariciye / Kasım 2010

Sanırım 18 yaşına bastığım yılın yazıydı onunla tanıştığım zaman.Afyon gibi küçük bir şehirde kitap satan yer sınırlı olduğundan,satılan kitapların orijinal olduğu bile şüpheli olduğundan ben de ikinciel kitap okumaya alışmıştım. Gittiğim yer de hep aynıydı bu yüzden.İşletenleri tanımasam da, onlar beni tanımasa da yazın artan okumaseanslarım sayesinde haziran ayından itibaren sık sık gitmeyebaşlardım oraya. Bu sık ziyaretler ağustosa kadar sürerdi ya, bu süreiçinde işletmecilerle bir aşinalığımız olurdu.,

İşte o yaz, o kitapçıya her gidişimde gözüme bir kitap takıldı, "Babave Piç". Kitabın kapağında bir nar. Kitabın isminden dolayı bir türlüelime alıp da incelemiyordum kitabı, çekiniyordum. "Piç" de neyinnesiydi öyle? Bu kitap nasıl bir kitaptı, ne anlatıyordu? En sonundacesaret edip elime aldım, inceledim kitabı. Sonra evde romanı okurkenbuldum kendimi. Özellikle geceleri okurdum, herkes yatınca, ortalıksessizleşince. Elif Şafak'la bir sırrı paylaşıyor gibiydik, baba kimdi, piçolan kim?

Kitap bir solukta okundu bitirildi tabii. Altı çizili bir dünya cümlebıraktı kendinden geri. Bu cümleler adeta birer atasözüydü ne birkelime ekleyebiliyordun ne bir kelime çıkarabiliyordun. Okudukça daanlamı değişiyordu, her seferinde başka bir açıyla bakabiliyordun.Divan Edebiyatı da öyledir ya hani, özellikle tasavvufi şiirlerde, her birmısrada binbir sanat vardır. Sen yüzeysel olanı görür okur geçersinama bilen bilir o mısra pek çok şey anlatır. Bu cümleler de öyleydiişte. En son okuduğum "Aşk" da öyleydi, iştah açan çikolatalarıkendine kapak edinen "Araf" da, ismi beni cezbeden romanlar olan"Bit Palas" ve "Siyah Süt" de...

Elif Şafak'ı ben de hayli tanındıktan sonra, yazar popülerleştikten, ençok satanlar listesine girdikten sonra tanısam da "Aşk"tan sonra iyicegenişleyen o kitleden kıskanmaya başladım kendisini. Onun kitaplarıve ben gizliydik "Mahrem"dik. Ben romanları okurken eğer kiseversem, o sayfaları, cümleleri, sözcükleri birer sokağa benzetirim.Size de olur mu bilmem, hani bazı sokaklar vardır, "ŞehrinAynaları"ndan uzaktır, oraya adımını attığın anda bir ferahlık

Page 48: Hariciye / Kasım 2010

hissedersin, esaretliğinden kurtulmuş gibi olursun,ağaçların yeşillendirdiği o havayı ciğerlerinedoldurursun, "Baba ve Piç" o sokaktı, "Araf", ”SiyahSüt”, "Aşk"... Sıkıntılı olduğun zamanlarda "Pinhan"kalmak ister, uzaklaşmak ister, yalnız başına volta atarya insan, ben de o sayfalarda, kendi sokaklarımda voltaatıyordum.

Kitaplarını okudukça fark ettim ki Şafak'ın karakterleride romanın konusu, olayların akışı kadar sıradışı ve ilgiçekiciydi. Hep kadın çoğunluğu vardı zatenokuduklarımda. Kadının onun hayatındaki yeri ayrıydı.Bu da hayli hoşuma gitmişti. Çünkü çoğu romanda,çoğu türk romanda, pek çok romancıda bu görülmez.Karakterler, özellikle güçlü, kahraman, baskınkarakterler hep erkeklerdir. Ama yazar bunu kırmıştıişte. Pekala bir kadın karakter de güçlü olabilirdi,hayata karşı dimdik durabilirdi tek başına da olsa,omzuna yüklenen onca yük olsa da. Romanlarındaidealize ettiği kadın karakterler bana göre Elif Şafak'ıyansıtıyor. O da tek başına onca yükün, babasızlığınaltından kalkmış, şimdiyse hem "anne" kimliğininelinden tutmakta, hem "yazar" kimliğiyle daha önce hiçkitap okumamış anne­babalarımıza bile kitap okumaşevki kazandırıyor. Onun kitaplarını okudukça hemgündelik hayatın yoruculuğundan kaçıp farklı şeylerbuluyoruz, hem de karakterlerin, olayın, kurgunungündemden olmasıyla kitap bizi kendine çekiyor. Bunu

ince bir çizgiyle sağlayan bir yazar Elif Şafak...

O romanlarını ince ince kurguladığı için ince inceokumak gerekir. Kitabın bir yerinde hiç dikkatetmediğin bir ayrıntı romanın sonunda yine pek hoşbir raslantıyla karşına çıkabilir. O yüzden yüzeyselokumamak gerekir onun romanlarını ya da hızlıokumaya çabalamamak gerekir. Şafak'ın kitaplarıaceleye getirilmemelidir. Aslında onun kitabını okumakiçin en güzel zamanlar şu yağmurlu günlerdir.Dışarıda kıyametler koparken kurulursun bir koltuğa,sarılırsın yumuşacık battaniyene, sıcacık kahveniyudumlarlarsın onun sözcüklerini yudumladığın gibi.Kadınlara çokça yer veriyor dedik ya toplulumuzdakadınların bütünleştiği mutfağa,yemek sofralarına,iştah açıçı yemeklere de yer verir, kitabını bu inceayrıntılarla süsler. Onu okurken kendinizi canınız fenahalde aşure isterken bulabilirsiniz.

Yerleşik hayata alışamamış, göçebeliği seven, herhangibir kadının aksine fotoğraflarında güzel çıkmayauğraşmayan hatta bundan rahatsız olan (ki bence buyüklemlerinin güzelliğini öznesi örtmesin diyedir), biroğlu, bir kızı olan, Habertürk'te köşe yazarlığı yapan,bunlar gibi içinde pek çok farklılık yatan bir yazar ElifŞafak. O içinde varolan tüm farklılıkları pek güzelharmanlayıp yazarlık serüvenine devam ediyor. Bize dekitaplarını diğer okuyuculardan kıskanmak kalıyor.

47

Page 49: Hariciye / Kasım 2010

“Futbol asla sadece futbol değildir.” Simon Kuper'ınbu sözü futbolu ve etrafındaki dünyayı anlatmak içinen iyi söz olabilir, fakat konu İtalya olunca birazyetersiz kalıyor bence. 58 milyonluk bu Akdenizülkesinde 37 milyon futbol fanı olması sadecefutbolun güzelliğiyle, çekiciliğiyle açıklanması pektemümkün gözükmüyor. İtalyan halkının sosyokültürelyapısının, dinsel görüşlerinın,ekonomik durumlarınınfutbol ile birleşmesi, anlaşılması zor bir futbol kültürükurmuş İtalya için. Adeta dünyanın içinde varolan birfutbol değil de futbolun içinde varolan bir dünyadayaşamaktır İtalyanlar için hayat... Kuzeyi, güneyi,doğusu, sahil kesimi, hatta başkenti bile ayrı birhikaye barındırır içinde İtalyanın...

Başkent'te İki Ayrı Kutup: Roma ve LazioLazio bölgesinin ve İtalya'nın başkenti olan Romabelki de dünyanın en büyük derbisine ev sahipliğiyapmaktadır. Bir tarafta sağ görüşlü, zengin ve faşistS.S. Lazio; diğer tarafta ise sol görüşlü göçmenlerinkurduğu,nispeten fakir ve işçi takımı olanA.S. Roma. Ortaknoktaları olarakadlandırabileceğimiz enderşeylerden birisiolan Roma Olimpiyat stadında (diğeri roma polisinekarşı olan tutumları) laziolıların bölgesinde gamalıhaçı her maç görme şansınız vardır. Bir çok klüpfaşizmin uyandırdığı nefret duygusundan kurtulmakiçin isimlerinin başındaki S.S. Kısaltmasını kaldırırken;lazio ise taraftarın yoğun baskısıyla bunuyapamamıştır. Zamanında Lazio kulübü yöneticileriüstlerinde ki bu faşist damgayı biraz olsun kırmakiçin çok uğraşmışlar. Hatta Lazio tarihinin ilk siyahi

oyuncusu olan Cesar'ı Lazio kadrosuna katmışlar. Pekiya sonuç? Laziolu taraftarlar oyuncunun evine bombakoymuşlar. Ertesi gün Cesar ülkesine gönderilmişhaliyle. Lazionun efsane oyuncusu ve kaptanı Paolo diCanio ise faşist olduğunu her fırsatta dilegetirmektedir. Hatta yine bir Roma­Lazio maçındaRoma tribünlerine nazi selamı yapmaktan da gerikalmaz.

Roma taraftarı ise daha çok sosyal konularla ilgilenir,fakat konu Lazio olunca her Romalı'nın yüzündeoluşan kızgınlık ifadesini rahatlıkla görebilirsiniz.Romalı taraftarlar laziolular için “her Laziolu faşistdeğildir ama bütün faşistler Lazioludur” der. Bu ifadearalarındaki uyuşmazlığın en basit örneklerindenbirisidir.

Maalesef iki kulüp de aralarındaki bu husumetigidermek için hiçbir çaba göstermemektedir. Aksinedaha geçen sezon yaşandığı gibi bir tarafın kendimaçını kaybetmesi diğer tarafın aleyhine oluyorsahiçbir çekince göstermeksizin antremanı basıp kendioyuncalarını maçı kaybetmeleri yönünde tehditedecek kadar düşmandırlar hala birbirlerine.

Forza Livornoİtalya'nın Toscana bölgesinde küçük nüfuslu bir şehirolarak gözükebilir Livorno gözünüze. Fakat işçi vekomünist hareketlerin en ateşli merkezi olan buşehrin futbol tribünlerinde dünyanın en “kızıl”görüntülerini bulabileceğiniz aşikardır. Açtıkları koyukızıl bayraklarının üstünde orak ve çekiç, boyunlarınadoladıkları koyu kızıl atkılarının üzerinde ise cheguevara'nın resmi bulunuyor bu taraftarların.2003senesinde Irak'ta ölen 17 asker için yapılan saygıduruşu sırasında Livorno tribünlerinde “on, yüz, binnasiriye” tezahuratı yükseliyordu. Daha sonra bu

48

Page 50: Hariciye / Kasım 2010

davranışlarını şu şekilde açıkladılar: “ Bunlar işgalciaskerlerdi. İtalya'da her yıl 1500 kişi iş kazasındaölüyor. onlar için niye devlet töreni düzenlenmiyor? “.Standart tribün şarkıları olan “bandiera rossa” ve“bela ciao” ise başbakana hakaret içerdiği için kulüpneredeyse her maç binlerce euro ceza ödemekzorunda kalıyor. Kaptanları, taptıkları oyuncuları(artık eski oyuncuları) Lucatelli ise daha henüz 16yaşındayken milli bir maçta attığı golden sonraformasının altından bir Che t­shirtü gösterdi ve ozamandan beri İtalya milli forması giyemiyor. Pablo diCanio'nun karşıt kutbu olarak nitelendirebileceğimizLuca her fırsattabaşbakan Berlusconi'yesaldırmaktan gerikalmıyor. Luca solgörüşlü takımlarınyönetim tarafındanküme düşürüldüğünügayet keskin bir dille:"Geçen yıl Serie A'dadört kulübün taraftarı Che Guevara bayrağı açtı. Bukulüpler Modena, Perugia, Ancona ve Empoli idi. Belkibu bir tesadüf ama bu dört takım da küme düştü.”sözleriyle dile getirmiştir.Hiç şüphesiz kuzeyin bu küçük takımı her zamanezilenin yanında olacak ve aykırı tutumuna devamedecek. İnsanın sadece saygı duyası ve FORZALİVORNO! diyesi geliyor içinden.

Güney ve Kuzeyİtalya tarihine baktığımızda gerek sanayi

anlamında gerekse tarihi anlamda hep öne çıkanşehirlerin kuzey şehirleri olduğunu görmekteyiz.Ekonomik durumu iyi olan kuzeyliler, güneylilerinkendileri için bir nevi ayak bağı olduğunudüşünmektedirler. Hatta bir grup aşırı İtalyanmilliyetçisinin “ lega nord” ismi verilen bağımsız birKuzey İtalya kurma düşüncesi bile mevcuttur. Tabii kibu durum güneyliler arasında, kıskançlık vedışlanmışlık duygularını kabartıyor, buna paralelolarak kendilerini sürekli kuzeylilerle karşılaştırma veyenme isteği içinde oluyorlar. Bununda en barizörneklerini futbolda rahatlıkla görebiliyoruz.

Güneyin başkenti olarak görülen ve sayılan Napoli,futbol konusunda hiç kuşkusuz en başarılı güneyşehri olmuştur geçmişten beri. 1986'da Maradonaönderliğinde kazanılan şampiyonluk güneyin SerieA'nın kuruluş yılı olan 1930 dan beri güneyinkazandığı ilk şampiyonluktur. Napoli halkı, futbol

takımları artık bir başarı kazansın ve kuzeylilerinegemenliğine son versin diye takımları için ­oncaparasızlığa rağmen­ kendi aralarında para toplayarakMaradona'nın transferini gerçekleştirmiştir. Maradonada bu olaya kayıtsız kalmamış İnter'in dudakuçuklatan teklifini geriye çevirmiş, kalbinin Napoli'denyana olduğunu veoraya gideceğinisöylemiştir.Arkasından gelen 4sene içersindekazanılan ikişampiyonluk ve ikitane lig ikinciliği biziunutulmaz 1990 İtalyaDünya Kupasına getirmiştir. Çeyrek finalde İtalyaArjantin ile eşleşmiştir ve maçın oynanacağı yerNapoli'dir. 80.000 Napolili o gün kendi ülkelerinidestekleyeceğine Arjantini desteklemiş, top italyanoyuncuların ayağına geldiğinde tüm stadta ıslıklaryükselmiştir. Hatta italyan milli marşına bile çok azsayıda insan eşlik etmiştir. Napolililer bu durumuşöyle ifade etmişlerdir: “(kuzey İtalya'da yaşayanlarıkastederek) Bizi adam yerine koymazlar. Ayrılmakisterler. Kuzey takımlarında İtalyan bile oynatmazlar.Milli takım’a Güney'den oyuncu almazlar. Üstelikonların bize karşı oynadıkları her maçın topu dayuvarlak değil dört köşedir. Bir köşesinde para,öbüründe mafya, üçüncüde şike, dördüncü köşede debaşkanlarının ismi vardır. Hep ezildik, ezdiler bizi.Başımızı, ilk defa bizi şampiyon yapan Maradona ilekaldırdık gururla. 80 bin Napolili 1990 DünyaKupası’nda boşuna mı bağırdık Arjantin diye.” Busözler güneylilerin olaya ne kadar duygusalyaklaştıklarını en güzel şekilde gösterir.

Her ne kadar Napoli taraftarlarının Roma maçınayetişebilmek için trenlere el koyduğunu görseniz de,sadece Napoli'de değil bütün güney kesimde aynıduygular yaşanır. Leccelileri bir kuzey galibiyetindensonra sokaklarda kutlama yaparken görebilirsiniz,Barililer Catania'yı yendikten sonra sevinmezler, amabir Milan galibiyetinden sonra erken kapanan birbarı, “kutlamaları erken bitiriyor” diye taş yağmurunatutabilirler.

İtalya'nın bu mozaik yapısının ve iç çekişmelerininfutbola yansıması İtalya ligini çok daha keyifli halegetiriyor. Ülkeyi sadece tribünlere bakarakgözlemleyebilmek herhalde İtalya dışında hiçbirülkeye nasip olamayacak bir güzelliktir.

49

Page 51: Hariciye / Kasım 2010

Resimde gördüğümüz kişi Bertolt Brecht, kendisininkim olduğunu araştırırken genelde rastlayacağımızfotoğrafıyla karşımızda. 1898 yıllında doğup 1954yılında ölen Alman şair, oyun yazarı ve yönetmeni veepik tiyatronun kurucusu… Dünya tarihinin önemlizamanlarında yaşamış, I. Dünya Savaşı ve sonrasını,Nazizmin yükselişini, II. Dünya Savaş ve sonrasınınyakından görmüş ve yaşamış birisi... Ve kendisinin desöylediği üzere o bir komünist.

Bu yazımızda daha çok Brecht’in sahip olduğu politikdüşünce ve bu düşünce ile birlikte gelişen Epik tiyatroüzerinde durmaya çalışacağız.

Brecht’in kendisini tanımladığı gibi o, Marksist birdünya görüşüne sahip. Brecht varolan dünyasisteminin değiş(tiril)ebileceğine; insanların özgürcekonuşabilecekleri, fırsat eşitliğine ulaşabilecekleri,adaletli bir dünya düzenine inanıyor.1 Herkesindüşüncelerini ifade etmek için bir yol seçtiği gibi,Brecht de düşüncelerini ifade etmek için tiyatro veedebiyatı seçiyor. İşçi sınıfını, ezilen, sömürülenemekçileri bilinçlendirmeye, durumu veya olayları veonların çelişkilerini gözler önüne sererek insanlardafarkındalık yaratmaya çalışıyor. Fakat yazdıkları Nazistdönemde olumlu karşılanmıyor, Almanya’dan ayrılmakzorunda kalıyor ve böylece sürgün hayatı başlıyor.Bazı Avrupa ülkelerinde sürgün hayatı yaşarken,1935’te Alman vatandaşlığından çıkarılıyor.Avrupa’dan sonra 1941’de ABD’de yaşamaya başlıyor;ama orada da politik düşünce yapısı yüzünden1947’de "Amerika'ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma

Komisyonu" tarafından sorgulanıyor. Komünizminyayılması korkusu ile yaşayan bu bölgeden ayrılıp,İsviçre’ye geçiyor. 1948’de Doğu Berlin’e dönüpburada tiyatro topluluğu Berliner Ensemble’i kuruyor.

Başta dediğimiz gibi Brecht’in siyasi düşünceleriyazdığı metinlerde vücut buluyor; hani söz uçar dayazı kalır ya o misal… Düşüncelerini, sömüren, ezensisteme karşı eleştirilerini yazıya aktarıyor ve onlarıkalıcı hale getiriyor. Brecht’in yaşamında bir şeylerdeğiştikçe ama gene Brecht’in siyasi düşüncesininolgunlaşması ile paralel olarak Epik Tiyatro kuramı daadım adım gelişiyor.

Peki, Epik Tiyatro İçin?

Tiyatro için böyle diyor, Bertolt Brecht. Peki, epiktiyatro için ne diyor? Haydi bakalım…

Brecht Epik Tiyatro Üzerine adlı kitabında belirttiğinegöre, artık seyircisinin oyun kahramanları ileözdeşleşmesini, oyun karakterleri ile gülüp ağlamasınıistemiyor; ama seyircinin oyunu uzaktan izlemesine,gözlemci olarak kalmasına çalışıyor. Bunun birkaçsebebi var. Öncelikle özdeşleşme ile izleyenlerinsahnedeki olayı doğru bir şekilde irdeleyemeyeceğini,seyircinin duygularının esiri olacağını düşünüyor.Sonra oyunun içinde yer alan izleyicinin oyundakikarakterle bütünleşip günlük hayatında yapmadığı

50

Page 52: Hariciye / Kasım 2010

ya da yapamadığı şeyi karakterin yapması ileüzerindeki yükün kalkmasını ve bir arınma yaşıyorolmasını istemiyor, Brecht. Bu sebeple deyabancılaştırmayı (oyunun olay örgüsünde veyametninde ya da sahneye aktarılırken ) kullanarakseyircinin sahneye uzaktan bakmasına çalışıyor.Seyirciyi oyunu izlerken aktif olmaya, düşünmeye,yorumlamaya, çıkarımlar yapmaya –belki de oyundakieleştirilen konular için­ yeni çözüm yolları bulmayadavet ediyor. Çünkü Brecht’e göre insan, sorgulayan,değişen ve değiştiren olmalıdır. Brecht’in söylediğinegöre Epik Tiyatro seyircisi şöyle demeli:

Brecht oyunlarında toplumsal olayları ezen­ezilen,sömürülen­sömüren ilişkisi içinde eleye alıyor. Epiktiyatro ilk aşamada ahlak dersi vermeyi amaçlamaz.Onun yerine seyirciye bazen durumların görüldüğügibi olmadığını göstermeye, farkındalık yaratmaya,uyandırmaya, bilinçlendirmeye çalışır. Adam Adamdır,Üç Kuruşluk Opera, Galile’nin Yaşamı, Cesaret Ana veÇocukları, Sezuan’ın İyi İnsanı, Kafkas Tebeşir Dairesi,Turandot ya da Aklayıcılar Kongresi... Brecht’in buamaçla yazdığı sadece birkaç oyunu.

Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi Oyunu

Gelin sizinle bu sene Odtü Oyuncuları tarafındanoynanmış Kafkas Tebeşir Dairesi üzerine birazkonuşalım. Bu oyunda iç içe iki oyun var. Metninorijinalinde dış oyun, Sovyet döneminde Gürcistan’davarolan iki kolhozlar arasında geçiyor. Savaş nedeni iletopraklarından ayrılan bir kolhoz halkı savaşbitiminde topraklarına geri döndüklerinde

topraklarında onların orada olmadığı dönemde otoprağa emeğini vermiş olan başka bir kolhozbulurlar. Anlaşma yolu ile “Toprak kimindir?”sorusunu çözmeye çalışırlar. İç oyunun birbölümünde; Valinin sarayında çalışan Gruşa’nınVali’nin çocuğuna anne olma süreci işlenir. Baştasahiplenmek istemediği çocuğa, Gruşa oyun süresincebaşlarına gelen olaylarla ona bağlanır ve onu evlatedinir. Verdiği emekle ona sahip olur, fakat çocuğunbiyolojik annesi çocuğu geri almak için mahkemeyegider. İç oyunun ikinci kısmında ise mahkemeninyargıcı olan Azdak’ın nasıl yargıç olduğu ve davalarıanlatılır. Kargaşa döneminde yargıç olan Azdak’ın,daha çok duyguları doğrultusunda karar verdiğigörülür; ama verdiği kararlar doğrudur, yani başaşağı duran adalet sistemini ayakları üzerine oturtur.Bu oyunda açık bir şekilde “Mülk kimindir?” sorusuüzerinden giderek emek­mülkiyet ilişkisi ortayakoyuyor; zira Brecht oyunun sonunda çocuğuGruşa’ya vererek mülkün onun için emek vereninolduğunu söyler. Böylece de bu oyunda Brecht’indiyalektik materyalizm, Marksist bakış açısınıgörebiliyoruz. Bana göre, bu oyunda sistem eleştirisi,sınıf farklılıkları(en azından feodal düzendeki), ezen­ezilen ilişkisi net bir şekilde görülüyor.

Odtü Oyuncuları, dış oyunda bahsedilen Gürcistan ilegünümüz Gürcistan’ı arasında fark olduğu için ve“ülkeler işgal edilmiş ve bununla birlikte kendiülkelerinde sığınmacı konumuna düşmüş insanlarınoynamasını” uygun buldukları için oyunda bazıgüncellemeler yapmaya çalışmışlar. Eğer, Epik tiyatroörneklerinden birini izlemek isterseniz, Kafkas TebeşirDairesi Odtü Oyuncuları tarafından 29, 30 ve 31Ekim tarihlerinde oynanacak.

Referanslar1. Bertolt Brecht Biyografisi,http://www.muhsinyazici.com/egitim/index.php/cocuk­ve­tiyatro/1771­bertolt­brecht­1898­1956­biyografisi.html, ErişimTarihi: 15 Ekim 2010.2. Bertolt Brecht, Epik Tiyatro Üzerine, s. 27.

51

Page 53: Hariciye / Kasım 2010

Her zaman adı duyulan, ‘’bu fotoğraf da Pulitzeralmış canım’’ diye insanların bahsettiği bilinen, ancakpek de ne olduğundan emin olunamayan Pulitzer adlıödüle dair gerçekten birkaç gerçek bilmekisteyenler..Buraya!

Pulitzer ismi nereden geliyor ?

Joseph Pulitzer 1847 yılında Macaristan’dan Macar­Yahudi kökenli bir baba ve katolik bir annenin oğluolarak dünyaya gelmiş.Hayatını sıradışılık sınırlarınasokacak kararı 17 yaşında asker olmak isteyerekvermiş. Sağlık sorunları dolayısıyla katılma isteğireddedilmiş,ancak Hamburg’da şansı yaver gidenPulitzer Amerikan İç Savaşı’na katılmak için adınılisteye yazdırmayı başarmış.Amerika’da, iyi Fransızcasıve Almacası dolayısıyla St Louis’de Alman askerlerekatilan, ayni zamanda İngilizce’sini geliştirmek içinMercantile Library’de çalışan Pulitzer, hayatınıdeğiştirecek hamleyi kütüphanenin satranç odasındaiki oyuncuya hamleleri üzerine fikirlerini söylerekyapmış. Bu oyunculardan biri dönemin önde gelenAlman gazeteleriden Westliche Post un editörü imişve kendisi Pulitzer’e medya dünyasındaki ilk işteklifini yapmış. Takip eden seneler içinde Pulitzerbaşarılı bir gazeteci olarak nam salmış ve 25 yaşındabatmanın eşiğinde olan bir gazetenin başına gelerekmedya dünyasında yerini oluşturmaya başlamış.600.000 tirajlı gazetesi The World ile beraber JosephPulitzer asıl ününe kavuşmuş. Çalışkanlığı vegaztesinin her detayına eğilmesini sağlayan titizliğibaşarısının temel taşlarını oluşturmakla beraber;

sağduyulu olmasına bağladığım bir başka yönü medyadünyasına bu günün gazetecilik değerlerinin kapısınıaçmış: hükümet yolsuzlukları ve vergi kaçıran işadamları hakkında yazdığı makaleler döneme ve hattagenel gazetecilik anlayışına damgasını vurmuş.Pulitzer’ün başarısı bazı çevreleri rahatsız etmişolacak ki Yahudi kökeni temel alınarak olusturulmuşasılsız aiddialara zaman zaman maruz kaldigisoyleniyor.

Joseph Pulitzer’ün medya ve Amerikan politikyaşamına etkileri hakkında bazı örnekler portresinidaha görünür kılacaktır: 1896­98 yılları arasındaKüba’nın İspanya’ya karşı isyan etmesi ve birAmerikan zırhlısının Havana Limanı’nda batmasımedya kurumları arasındakı rekabete yansımış vedurum The World’ün İspanya’ya karşı savaşçığırtkanlığı yapmasına kadar gitmiştir. Mesele iseKongre’nin savaş ilan etmesiyle sonuçlanıncamedyanın ne kadar etkili olduğu anlaşılmış ve Pulizer‘’yellow journalism ‘’ denilen bu tur girşimlerden elinieteğini çekmiştir. Yolsuzluk ve haksızkların üstünegidişi ve sosyal adalete katkıları dolayısıyla ‘’yellowjournalism’’ hatası The World’ün kamuoyundakideğerini düşürmemiştir. Bir diğer önemli olay ise,1909 yılında The World’ün, Amerika BirleşikDevletleri’nin French Panama Canal Company’e $40milyon dolar değerinde usulsüz bir ödeme yaptğınıortaya çıkarmasıdır. Buna karşılık federal hükümetThe World ‘e başkan Theodore Roosevelt ve J.PMorgan ‘ı suçladığı için dava açmış, dava isegazetenin aklanması ile sonuçlanmıştır.Bu olay TheWorld’ün ve Joseph Pulitzer’ün basın özgürlüğükonusunda önemli bir yere ulaşmasını sağlamıştır.

1912 yılında hayatını kaybeden Joseph Pulitzerarkasında bir medya efsanesi bırakmış ve ColumbiaUniversitesi’nde Basın departmanı kurulmasiylaberaber 1917 yılında Universite Pulitzer adına ödülvermeye başlamıştır.

52

Page 54: Hariciye / Kasım 2010

Pulitzer Ödülü’nün kazanılmasına dair :

• Edebiyat, müzik, drama ve gazetecilik gibi alanlardaverilen ödülleri almak için ilginç kriterler var.Gazetecilik alanında herkes ödüle aday olabiliyor,ancak haberin veya resmin Amerikan basınında yeralmiş olması gerekiyor. Edebiyat ,drama ve muzikalanlarında ise sadece Amerikan vatandaşları adayolabiliyor. Amma ve lakin, tarih alanında herkes adayolabiliyor eğer konu Amerikan tarihiyle alakalı ise!• Ernest Hemingway, John Steinbeck, John F. Kennedyve William Faulkner, Pulitzer almış ünlü isimler.• Aday olabilmek için 50 dolarlık bir katılım ücretialınıyor ve kişinin aday olduğu dalın spesifik katılımdallarından birine uyması bekleniyor. Bununlaberaber, adayların değerlendirilmesinde net bir kriteryok. Herşey ödülü verecek jüriye bırakılıyor. Doğalolarak her yıl her dalda ödül de verilmiyor.Gördüğümüz gibi çok katı bir sistemi yok aslındaPulitzer’ün.• Ödülü alan bir kişi, grup veya bir gazeteninçalışanları olabilir. 21 kategoride verilen ödül, 10.000dolar ve de bir sertifikadan oluşuyor. Ayrıca,gazeteciliğin ‘’public service’’ alanında,ödül birgazeteye veriliyor ve altın madalya da ödüle dahil.• Pulitzer ‘’ Pull­it­sir’’ şeklinde okunuyor.

Pulitzer Almış Bir Türk

Bahsetmiş olduğum şartlar altında herkes gazetecilikalanında ödül alabildiği için araştırmam sırasında birTürk’ün de Pulitzer almış olduğunu fark ettim. MuradSezer ,1997­2009 yılları arasında Associated Press’tesavaş muhabirliği yapmış. Kosova, İsrail­Filistin,Afganistan ve Irak görev yapmış olduğu yerler. Ödülgetiren fotoğrafını ise 8 Nisan 2004’te Irak­Felluce’ deçekmiş. Sunni direnişin sembolü olan ve yoğunAmerikan işgaline maruz kalan bu şehirde Sezer’infotoğraf çekmesi özellikle Amerikan askerlerince pekhoş karşılanmamış, fakat ödüllü fotoğraf birliğe yaralı

bir Amerikan askeri getirildiğinde Sezer’in çektiği 3gizli kare arasından çıkmış. Ertesi gün Irak’takiAmerikan işgalinin birici yıl dönümü haberlerinigözden geçiren Sezer, 1yıl önce­1yıl sonrafotoğraflarına bakarken Saddam’ın yıkılan heykelininfotoğraflarının yanında kendi karelerini bulmuş. Dahafazla söze gerek yok, Murad Sezer diyor ki:

Gerçek sanat Pulitzer ile ölçülebilir mi?

Sona yaklaşırken eleştirel bakış açılarına da değinmekistiyorum.Genel olrark ödül sadece Amerikanvatandaşları veya Amerika ile ilgili meselelere dairverildiği için eleştiriliyor. Buna ek olarak internettegezerken Seth Godin adlı bir blog yazarınıngörüşlerine yer vermek istiyorum. Kendisi bu ödülün­her ne kadar belirli bir kriteri yok dense de­ aynı tıpromanlar veya filmler ortaya çıkardığını, bunun sanatolup olmadığını ve sanatçıların asıl yapmakistediklernin bu ödülü almak mı yoksa gerçek sanateserleri üretmek mi olduğunu sorguluyor.

Pulitzer, dünyaya mal olmuş, gazetecilik anlayışınımodernize etmiş bir nevi geçtiğimiz 93 yılın­özellikleAmerikan tarihi tabii­ özetini çıkarmış olan birödüldür. Çarpıcı haberlerde, kült filmlerde, çok satanromanlarda veya Amerikan başkanlarında onun izinerastlamamız mümkün. Bu yazıyı okuduktan sonraPulitzer için internette şöyle bir gezinmeniziöneririm, tabii bahsettigim bilimum eleştirileri deaklınızda bulundurarak!

53

Page 55: Hariciye / Kasım 2010

Erasmus'tan Mektup Var“Kültür şoku grafiği” size ne ifade eder? Yeni bir ülkeyegittiğiniz ve tüm seyahat süresinin bitiminde kendi ülkenizinşartlarına tekrar alışma sürecinin aşamalarını gösteren bugrafiği bize İngiltere’deki geldiğimiz günün sabahı gösterdiler.Grafikte yeni gelinen ülkeyle ilgili tüm o pozitif hisleri keskin bir düşüşle yaşanan“şok” takip eder. Uzmanların söyledikleri şudur; istisnasız herkes, fark etmese bilebir noktada bu şoku yaşayacaktır. Benim bu 2. aşamaya geçmem uzun sürmek biryana, olabildiğince keskindi. Koskoca kampusun tüm lavabolarındaki sıcak su vesoğuk suyun ayrı çeşmelerden çıktığını ve iki suyu birbiriyle karıştırıp ılıtmanınimkansız olduğunu fark etmemle kendimi o eğrinin dibinde buldum. “Ee şimdi nasılyapacağız bunu?” sorusu ve çeşme gerçeği şoku Keele Üniversitesi’ne bu sene girişyapmış 77 uluslararası öğrencinin istisnasız ilk kültür şoku olduğuna dairistatistikler mevcut.

1949 yılında Newcastle-under-Lyme’dekurulmuş bir kampus üniversitesi Keele.Ormanlar, göllerin ve 16. Yüzyıldan kalmaidari binaların içerisinde yağmuru eksikolmayan bir kampus burası. Burayaalışamayanların başında gelen Türkler veYunanlılar, tarihi çatışmalarını bırakıpgüneşe özlemlerini birbirleriylepaylaşıyorlar. Bir de Kıbrıslı buldular mıişte o zaman topluluktaki diğer en az altımilletten insan sohbete Fransız kalmak deyimini yaşıyor. Tüm aklınızdaki o stereotipleri kenara bırakın zaten. Çünkü Erasmus’ta içki içmeyen Alman, fast-foodsevmeyen Amerikalı, hayatı ferah içinde olmayan İsveçli, çat pat Fransızcanızıduymaktan zevk duyan Fransız ve hiç de soğuk olmayan onlarca İngilizletanışabilirsiniz. Adlarını düzgün söyleyemediğiniz bu insanlarla hayatınız boyuncasüreceğini hissettiğiniz arkadaşlıklar kuracaksınız.Her şeyden önemlisi, zaman içerisinde ne kadar bulunduğunuz yere ayakuyduracağınızı fark edecek, Türkiye’de alışık olmadığınız kadar özür dilemeyiöğreneceksiniz. Tek kişilik, yüksek standartlı odalarınızda sabahlara kadararkadaşlarınızı kimseden izin almadan ağırlayabilecek ve her gün yeni yerler, yenikültürler keşfedeceksiniz. Yerel halka uyum sağlayıp birbirinize “HeyDuckie/Duck/Love!” diye selamlayıp “Cheers/ Taa” diyerek teşekkür etmeyiöğrenceksiniz.Sonra yürürken ülkenizde bıraktığınız bir arkadaşınıza ya da ailenizdenbirine çok benzeyen bir gölge görüp koskocaman bir iç çekme eşliğinde o anitibariyle ne bulunduğunuz şehre ne de geldiğiniz ülkeye ait olmadığınızı farkedecek ve kendinizi kayıp hissedeceksiniz. İçerisinde bulunup katkısağlayabileceğiniz tüm çalışmalarınızı kilometrelerce uzakta bırakmış olmanın,özlemenin ve bununla başa çıkıp hayatta kalmayı öğrenmenin yollarınıöğreneceksiniz. Erasmus’a hoş geldiniz! Buraya alıştığınızı fark ettiğiniz anda geridönme yolunda uçakta olma ihtimaliniz hayli yüksek. Şaşırmayın. Cheers!!

Deniz Akkuş

Kültür Şoku Grafiği

Page 56: Hariciye / Kasım 2010

Atatürk Bulvarı 127 / Kat: 6­7 06640 Bakanlıklar Ümitköy Şubesi: Mutlukent Mah. 1964. Sok. 5­A0312 418 79 73 ­ 0312 419 03 10 0312 235 70 60 ­ 0312 235 70 39

Page 57: Hariciye / Kasım 2010

30 Dk.danSonra GelenSiparişlerdenÜcret Alınmaz

Yeni Yönetim ve Kadromuzla!

Wireless