gencay dergisi - sayı 38 - mart 2015
DESCRIPTION
Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015 http://www.gencaydergisi.comTRANSCRIPT
www.millidusunce.org
Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı
Kızılay/ANKARA
Telefon: 0 (312) 231 31 94
Belgeç: 0 (312) 231 31 22
GENCAY
GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi
Yıl 4 Sayı 38 - Mart 2015
Ücretsiz e-dergi
www.gencaydergisi.com
KARA HASRET/ Veysel Gökberk MANGA
ARTIK ERMENİLER / Ahmet ŞAHİN
ERMENİ İDDİALARI VE D. ANADOLU’NUN TARİHİ COĞRAFYASI/ Sergen ÇİRKİN
KARABAĞ SORUNU / Eren TAŞTAN
SEVK VE İSKÂN SIRASINDA OSMANLI DEVLETİ / Evren KAMALI
SÜRGÜNDEN SOYKIRIMA ERMENİ İDDİALARI (Y. HALAÇOĞLU) / Canan MIZRAK
İLK KAN İLE BİRLİKTE (JUCTIN McCARTHY) / Aslıhan KAYA
ASALA YETERİNCE YAZILDI MI? / Çağhan SARI
TARSUS’TA FRANSIZ-ERMENİ BİRLİKLERİ VE MOLLA KERİM / Metehan ÇAĞRI
ERMENİ SOYKIRIMINA POLİTİK TEMELLENDİRMELER / Sertaç EKEMEN
ERMENİ DOSYASI (KÂZIM KARABEKİR) / Burçin ÖNER
PROF. DR. HANIM HALİLOVA İLE SÖYLEŞİ / Aslıhan KAYA - Emre SEVİNÇ
PROF. DR. ÖMER TURAN İLE SÖYLEŞİ / Bülent ERDİL
GENCAY
1
KARA HASRET
Veysel Gökberk MANGA
Bir elimde gün, bir elimde ay,
Aklım bin yaşlı, rûhum deli tay,
Ben devlerle boğuşurdum,
Ve göklerle döğüşürdüm;
Şimdi... Öldüm say.
Dedem Korkut, dağlarımın bin yerinden seslenir;
Bir hasret filizlenir.
Gence dolaylarında,
Yazın ilk aylarında,
"Paşa"sından ayrılmış lâlelerim hislenir.
Dost postalı altında çiğnenmemiş torpağım,
Düşman çizmelerinin "rap rap"ında pislenir.
Yârin bahçasında, açmaz çiçekler,
Bahar küleğinde gül kokusu yok.
Uca dağlarımı, düşmanım bekler.
Ellerim bağlı, kollarım bağlı,
Destanlar dediğim dillerim bağlı,
Sizler hep sessiz kaldınız,
Ve hülyâlara daldınız;
Ben Karabağlı!
Bir "güzel" sevdâsı serimde tüter;
Bir "vatan" sevdâsı serimde tüter.
Bülbül yatağında baykuşlar öter.
Gül bahçelerinde, dikenler biter.
Gel gayrı sevdiğim, bu hasret yeter,
Beyim otağında, elçiler yiter,
Gel gayrı Enver'im, bu hasret yeter!
Böyle yaşamak mı? Nereye kadar?
Ey koca Timur, ey İsmâil Şâh,
Göklerde Tanrı etmez mi eyvâh?
Ben devlerle döğüşürdüm,
Ve göklerle boğuşurdum;
Şimdi... Vah ki vah!..
GENCAY
2
ARTIK ERMENİLER Ahmet ŞAHİN
1915 yılında çıkarılan “sevk ve iskân”
kanunu ile birlikte özellikle savaş hattında
bulunan Ermenilerin savaş bitene kadar
daha güvenli bölgelere sevki
gerçekleştirilmek istenmiş ve bunda da
büyük ölçüde başarılı olunarak, aslında
100 yıldır devam eden sözde soykırım
tartışmalarının ötesinde özellikle
Ermenilerin savaşın ortasında kalarak
olası bir kıyıma uğramaları engellenmiştir.
Osmanlı Devleti toprakları dâhilinde
bulunan ve toplamları 1.300.000’i bulan
Ermeni nüfusunun yaklaşık olarak
700.000’i tehcir ile Suriye ve Lübnan gibi
bölgelere gönderilmiştir. Geriye kalan
Ermenilerin bir kısmı Rus ordusunda
Türklere karşı savaşmayı tercih ederken
bir kısmı da bir şekilde Anadolu’da
kalmayı başarmıştır.
Bugün İstanbul dışında Anadolu’nun çeşitli
vilayetlerinde farklı kimlikler altında
gizlenmiş Ermeniler yaşamaktadır.
1915’te göç eden Ermeniler, önce Suriye
ve Lübnan’a ardından da Ermenistan göç
ederken bir kısmı da, Amerika kıtasına ve
Avrupa’ya göç etmiş ve bugün Diaspora
diye adlandırdığımız kesim oluşmuştur.
Ancak tehcirden kaçan Ermenilerin varlığı
da azımsanamayacak kadar çoktur. Kaçan
Ermenilerin büyük bir kısmı Müslüman
Kürt kimliğine bürünerek Anadolu’da
kalmıştır. Cumhuriyet sonrasında kimliğini
gizleyen Ermenilerin bir kısmı kimliklerini
açık ederek Ermeni olarak yaşamaya
devam ederken bir kısım Ermeniler de
isteyerek ya da istem dışı olarak
kimliklerini açık ed(e)memişlerdir.
Kimliklerini açığa vuramayışlarının en
büyük sebebi ise edindikleri Kürt
kimlikleri sebebiyle o bölgede yaşayan
Kürt aşiretleriyle kurdukları akrabalık
ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Öyle ki
tehcir sırasında göç etmek istemeyen
Ermenilerin bir kısmı kız çocuklarını Kürt
aşiret reisleriyle evlendirerek Anadolu’da
kalmak adına kendilerince çözüm
üretmişlerdir. Evlendirilen Ermeni
kızlarına yapılan dövmeler onları Kürt
aşiretinin bir üyesi hâline getirmiştir.
(Maral Bisnikyan, 20 yaşında)
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki,
Ermeni kızlarının Kürt aşiretleriyle
evlenmesinin sebebi yalnızca Ermenilerin
tehcirden kurtulmak istemeleri değil, Kürt
aşiretlerinin bazılarının Ermeni kızlarını
alıkoymaları da sebeplerden bir tanesidir.
Müslüman gibi büyüyen ve İslam inanç ve
esaslarını yerine getiren ancak gerçek
kimliğinden bihaber olan Ermenilerin
gerçek kimliklerini öğrenmeleri ise
bugünlerde yavaş yavaş
GENCAY
3
gerçekleşmektedir. Buna küçük bir örnek
verecek olursak; Trabzon’da yaşayan bir
imamın, babası ölmek üzereyken
kendisine Ermeni olduğunu söylemesi ve
ardından tüm dini inanışlarını
değiştirmesi bu konuda karşılaşılan
örneklerden yalnızca bir tanesi. Bugün
Kürt aşiretlerinin birçoğunda Ermenilerle
olan akrabalık söz konusu olup kimi
aşiretler bunun farkındayken kimileri
hâlen bundan habersiz yaşamlarını
sürdürmektedirler. Türkiye’de terör
örgütü olan PKK’nın içerisinde bulunan
Ermeniler ve “Ermeni Soykırımı vardır.”
diyen bazı Kürt siyasetçilerin ortak
çıkarlara hizmet etmelerinin altında
dolaylı olarak da olsa birbirleriyle
kurdukları akrabalık ilişkileri de
yatmaktadır düşüncesi akıllarda yer
etmektedir.
Anadolu’da yaşayan Ermeniler dini olarak
sadece İslamiyet’i seçmek durumunda
kalmamışlardır. Osmanlı’nın son
dönemlerinde Anadolu’ya gönderilen
misyonerler aracılığıyla birçok Ermeni
Protestan veya Katolik olmuştur. Ermeni
Sovyet tarihçi Arutyunyan: “Ermeni
halkının kaderi, 1878 yılından başlayarak
Ermenistan’da Sovyet iktidarı kuruluna
kadar kapitalist devletler arasındaki en
utanç verici pazarlıkların bir unsuru
olmuştur. Ancak Ermeni meselesinin
sömürülmesinde en aşağılık rolü İngiliz
burjuvazisi oynamıştır. (…) Batı
Ermenistan’daki konsolosluklar istihbarat
ofisi olarak kullanılmış, Protestan
misyonerler ise İngiliz diplomasisinin
ajanı rolünde ideolojik suç ortağı
olmuştur.”[2] sözleriyle Ermenilere karşı
emperyalist devletlerin uygulamalarının
bir sonucu olarak misyonerlik
çalışmalarının yapıldığını belirtmektedir.
Günümüzde bu mezhepsel çatışmalar
özellikle Türkiye’de yaşayan Ermenilerin
bir araya gelmesinin önündeki en büyük
engellerden biridir. Bugün hâlen farklı
mezheplere sahip Ermeniler birbirleriyle
akrabalık ilişkileri kurmaktan
kaçınmaktadırlar. Bu mezhepsel
çatışmalar Türkiye’de yaşayan Ermeniler
ile Ermenistan Ermenileri arasında da
önemli problemler meydana
getirmektedir. Gregoryan olan Ermenilerin
bugün Ermenistan’da yaşayan büyük kısmı
Ortodoks mezhebinin mensubudur. Bunda
Sovyet Rusya’nın bünyesinde yaşadıkları
yaklaşık 70 yılın etkisi büyüktür.
Türkiye’de misyonerlerle birlikte yayılan
Protestanlık ve Katolik mezheplerinin
etkisiyle bu mezhepleri seçen Ermeniler,
Ermenistan tarafından dışlanmaktadır.[3]
Bunun en açık örneği ise 19 Ocak 2007
yılında öldürülen Hrant Dink’in Protestan
olması, Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı
kullanacağı bir kozdan öte gitmemiştir.
Kaldı ki geçtiğimiz yıl Hrant Dink’in ölüm
yıldönümü olan 19 Ocak’ta Türkiye’de
Ermeniler ve bazı Kürtler “Hepimiz
Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganları
atarken Ermenistan’da ne bir gösteri ne de
bir toplantı gerçekleştirildi.
İşte tehcir sırasında Anadolu’da kalmış
Ermenilere “artık” dememizin temel
sebebi bu durumların meydana
gelmesidir. Bugün Türkiye sınırlarında
yaşayan Ermenilerin neredeyse
GENCAY
4
tamamının ortak endişeleri Türkiye
tarafından değil Ermenistan ve Diaspora
tarafından dışlanmış olmalarıdır.
Ermenistan’daki Ermeniler için
Türkiye’deki Ortodoks Ermeniler hariç
diğer Ermeniler, sadece ve sadece
Türkiye’ye karşı kullanılacakları için önem
arz etmektedir. Onlara göre; “Türkiye’deki
Ermeniler, dinlerini, mezheplerini ve
kültürlerini değiştirerek Ermeni olmaktan
çıkmışlardır. Eğer gerçek Ermeni olsalardı
ya Türkiye’de Ortodoks Ermeni olarak
yaşarlardı ya da çoktan Türkiye
Cumhuriyeti tarafından öldürülmüş
olmaları gerekiyordu.” Diaspora
Ermenileri ise 2014 yılının Ekim ayında
duyurdukları Türkiye’den isteklerinin yer
aldığı listede Müslüman olan Ermenilerin
kendi kimliklerine dönmelerinin
cesaretlendirilmesi mesajını içeren
maddeyi de koymayı ihmal etmedi.
“Ermenilerin ata toprakları, özellikle de
tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut
(şimdiki) sınırları dâhilinde olan altı tarihi
Ermeni bölgesi olan Van, Erzurum,
Kharpert, Bitlis, Dikranagerd-Diyarbakır
ve Sebastia – Sivas, sessiz zulme maruz
kalan Müslümanlaştırılmış veya gizlenmiş
binlerce Ermeni dışında, Ermeni
Soykırımı nedeniyle gerçek sakinlerinden
temizlenmiş ve bu kişilerden bazıları son
yıllarda kendi gerçek etnik kimliklerini
idrak etmek istemektedir, o halde bu
kişilerin kendi köklerine dönmeleri için
cesaretlendirilmeleri gerekmektedir.” [4]
Temel varlık sebepleri “Sözde Ermeni
Soykırımı” olan Diaspora Ermenilerinin
yayınladıkları bu bildiri Türkiye
Ermenileri için samimiyetsiz ancak
çıkarları açısından olması gereken bir
durumdadır.
Sonuç olarak söylenmesi gereken şeyleri,
Kılıç Artıkları isimli eserin de yazılma
sebebi olan şu cümle açıklamaktadır:
”Kesin olan bir şey var, Onlar bazen Türk,
bazen Ermeni, bazen de Kürt, bazen
Hristiyan bazen de Müslüman.” [5] 2015
yılı içerisinde özellikle diaspora tarafından
bolca zikredilecek olan Artık Ermeniler,
samimiyetsiz ve bir o kadar da çıkarcı
projelerin piyonlarından olmaya devam
edeceklerdir.
KAYNAKÇA
1)http://www.genocide-
museum.am/arm/online_exhibition_2.php
2)G.M. Arutyunyan. “Reaktsionnaya Politika
Angliyskoy Burjuazii” Moskova, 1954.
3)http://www.eraren.org/index.php?Lisan=
tr&Page=DergiIcerik&IcerikNo=557
4)http://repairfuture.net/index.php/tr/erm
eni-soykirimi-tanima-ve-tazminatlar-
ermeni-diasporasindan-bakis/tasnak-
partisi-nin-turkiye-den-toprakla-ilgili-
talepleri
5)Sivaslian Max. “Kılıç Artıkları: Türkiye’nin
Gizli ve Müslümanlaştırılmış Ermenileri”
Uluslararası Hrant Dink Vakfı.
6)Akçam, Taner Ermenilerin Zorla
Müslümanlaştırılması. İletişim Yay.
İstanbul, 2014
GENCAY
5
ERMENİ İDDİALARI KARŞISINDA:
Doğu Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası Sergen ÇİRKİN
"Sonra Tanrı Nuh’u ve gemideki evcil ve
yabanıl hayvanları anımsadı. Yeryüzünde
bir rüzgâr estirdi, sular alçalmaya başladı.
Enginlerin kaynakları, göklerin kapakları
kapandı. Yağmur dindi. Sular yeryüzünden
çekilmeye başladı. Yüz elli gün geçtikten
sonra sular azaldı. Gemi yedinci ayın on
yedinci günü Ararat Dağları'na oturdu."
İncil Genesis/ Yaradılış 1-4.
İnanışa göre Aryan soylu Hint-Avrupa
halkları Nuh'un üçüncü oğlu Yafes'ten
türedi ve tüm Eski Dünya'ya buradan
yayıldı. Ararat, Aryan soylu halkların
köklerini saldığı ana vatanları haline
dönüştü...
Dini metinler tarihi veriler ile bir yerde
buluşur ve kesişir, fakat bu metinler
özellikle İncil gibi çokça değişikliğe
uğramış bir kitapsa, onlardan nesnel bir
tarihi veri beklemek anlamsızdır.
İncil'deki bahsin aksine Tufan yaklaşık
5.000 yıl önce Güney Mezopotamya'da
gerçekleşen bir sel baskınıdır, yani kökleri
bir anlamda Sümer'e dayanır. Yazının
mucidi olan Sümerler, Ortadoğu'daki pek
çok yerleşim hakkında ilk kayıtları tutan
kişilerdir. Bu kayıtları, onların ardından
gelen Akat kralları genişleterek devam
ettirmiştir. Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'nun bilinen ilk şehir ve kral adları
işte bu çivi yazılı kil tabletlerde
geçmektedir.
Buna göre Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da
yer alan Urkiş ve Nawar gibi şehirlerde
hüküm süren kralların Hurrice isimler
taşıdıkları görülmektedir. Sonraki
zamanlarda da bölgedeki şehir
beyliklerinin pek çoğu Hurrice isimler
taşımaya devam etmiştir. (MÖ. 2300'ler)
Türkiye sınırında bulunan Habur'dan İran
Zagroslarına kadar uzanan bölgenin adı
Sümerce kayıtlarda "Hurum" ülkesi olarak
geçmektedir. Bu bölgede de Hurri ve Arap
kökenli halklar yaşamaktadır. (MÖ.
2100'ler)
Eski Babil döneminde Suriye ve
Güneydoğu Anadolu'da Hurri şehirlerinin
GENCAY
6
giderek yaygınlaştığı ve Babil'in
yıkılmasıyla birlikte bölgede bağımsız
Hurri merkezlerinin kurulduğu
bilinmektedir. Suriye'den Anadolu'ya
doğru sokulan topraklarda Halep, Urşum
ve Haşşum gibi önemli şehirlerin
Hurrilerin elinde olduğu görülür.
Hatay'daki yerel krallık "Alalah"ta da
Hurrice kökenli isimler taşıyan kişiler kral
olmuştur. (MÖ.1595)
MÖ.1550'lere gelindiğinde Hurri etkisi
öylesine büyür ki, Hitit İmparatorları dahi
Hurrice isimler alırlar. Doğu Anadolu'dan
Güneydoğu'ya oradan da Mısır'a kadar
uzanan alan Hurrilerin kültürel ve yeryer
siyasal egemenliği altına girmiştir. Firavun
III. Amenofis döneminde Mısır'da dahi
Hurrice tabletler bulunmuştur...
Hurriler Kimdir? Hurrice Nedir?
Peki, Doğu Anadolu'da ilk krallara adını
veren Hurrice nasıl bir dildi. Hurri dili
bitişken (aglutinatif) bir dildir. Bu dilde bir
kelimenin anlamı sonuna eklenen eklerle
değişir. Bu bakımdan yaşayan diller
açısından Altay dillerine yakından benzer.
Hurrice bir Hint-Avrupa veya bir Sami dili
değildir. Yani Doğu Anadolu'da mesken
tutmuş olan Hint-Avrupa kökenli
Ermeniler ve Sami kökenli Araplar,
kesinlikle Hurri soylu halklar değildirler.
Bu şu anlama gelir. Ermeniler dâhil bugün
bölgede yaşayan mevcut halkların hemen
hepsi bölgeye dışarıdan gelmişlerdir, yani
Anadolu'nun yerli unsuru değillerdir.
Hurrice, Asyatik özellikler gösterir ve
yaşayan en yakın benzerleri Kafkaslarda
bulunan otokton dillerdir. Hurrice, kısmen
Sümercenin etkisi altında kalmıştır.
Sümerce Tanrı anlamına gelen DİNGİR
kelimesi Hurrice'de de aynıdır. Bu
sözcüğün Türko-Moğol dillerdeki Tengri
kelimesi olduğu bilinen bir gerçektir.
Fakat daha önemlisi Hurrice bazı dil bilgisi
kurallarının da Altay dillerine çok yakın
olmasıdır. Örneğin Hurriler, "Tanrılar"
demek için DİNGİR + LE = DİNGİRLE
ifadesini kullanıyorlardı. Yukarıda da
belirttiğimiz gibi Hurrice, Altay dilleri gibi
sondan eklemeli bir dildir. Bu örnekte
görülen -LE eki kelimeye çoğulluk anlamı
kazandıran Türkçedeki -LER ekidir.
Urartular
Hurrilerin Doğu Anadolu'daki varisleri
Urartulardır. Urartuca, doğrudan
Hurrice'den gelişmiş bir dildir. Urartular
ise MÖ 6. yüzyıla kadar Doğu Anadolu'da
hâkim olmaya devam etmiş, fakat MÖ. 6.
yüzyılda Asur, Med ve İskit saldırıları
sonucu yıkılmıştır.
Bu şu anlama gelir; Doğu Anadolu'da,
isimleri bilinen tarihin en eski şehirleri ve
krallarından MÖ. 6. yüzyıla kadar yaklaşık
2.000 yıl boyunca, Asyatik kökenli halklar
hüküm sürmüştür.
Bu, tarihi coğrafya açısından son derece
kritik bir veridir. Çünkü bölgenin yerli
halklarının Hint-Avrupa veya Sami kökenli
insanlar olmadığını gösterir. Hâlbuki bu
GENCAY
7
durum Hint-Avrupa kökenli Ermeni tezleri
ile tamamen zıttır.
Urartuca'nın henüz çözülmediği yıllarda
Rus şarkiyatçılar bölgede araştırmalar
yapmış ve Urartuların Ermenilerin ataları
olduğunu ileri sürerek, Ermenilerin
Anadolu'nun yerli halkı olduğunu
savunmuşlardır. Fakat Urartuca'nın
çözülmesi bu tezlerin tamamen çökmesini
sağlamıştır.
Doğu Anadolu'da İrani ve Ermeni
Kavimlerin İstilası
Doğu Anadolu'ya İrani kavimler ancak MÖ.
6. yüzyılda Med İmparatorluğu ile girmeye
başlamıştır. Urartuların yıkılmasıyla
birlikte Doğu Anadolu'da ilk siyasal
Ermeni örgütlenmeleri meydana gelir.
Bunlar yarı bağımlı, yarı bağımsız yerel
krallıklardır. Bu yerel krallıklardan ilki
MÖ. 522'de kurulmuş olup Ermenice
adıyla "Hayastani" vasal krallığıdır.
"Hayastani" krallığı İran egemenliği
altındadır ve Eski Persçe tabletlerde
İranlılar bu krallık için "Arminiya" adını
kullanmışlardır.
Ermeniler Tarih Sahnesine Çıkıyor
Urartuların yıkılmasıyla birlikte bölgede
hâkim olan Ermeni unsurlar ilk kez siyasal
bir çatı altında toplanır ve tarihte
Arminiya adı ile kurulan ilk krallığı
meydana getirirler. Perslere bağımlı
olarak yaşayan Ermeni Krallığına
MÖ.331'de Büyük İskender son verir.
İskender, Pers İmparatorluğu'nu yıkar ve
Perslerle birlikte onların vasal bir krallığı
olan Arminiya da tarihe gömülür. Bu
dönemde Arminiya topraklarında
Orontidler adında bir hanedan hüküm
sürmüştür. Orontid hanedanı her ne kadar
Ermeniler ile ilişkilendirilmek istense de,
bu hanedanlığın Ermeni değil, Pers kökenli
satraplardan oluştuğu bilinmektedir.
Büyük Ermenistan İmparatorluğu
Gerçek anlamda bağımsız ilk Ermeni
devleti ancak İskender'den sonra
kurulabildi. İskender'in ardından oluşan
Büyük Ermeni İmparatorluğu (en geniş
hali ile), doğuda Hazar Denizi kıyılarından
batıda Doğu Akdeniz sahillerine kadar
yayılıyordu. (Bu coğrafi sınırlar Antik
Hurri medeniyetinin yayılım sınırları ile
aynıdır, Ermenilerin bölgede egemen
olması ancak Hurri-Urartu Devletlerinin
yıkılması ile başlamış, Pers
İmparatorluğu’nun yıkılması ile ise hız
kazanmıştır.)
İskender'in ölümü sonrasında Ermeni
İmparatorluğu "Büyük Armenia ve
"Sophene" adıyla ikiye bölündü. MÖ. 1.
yüzyılda Büyük Ermeni İmparatorluğu
yeniden toparlanmaya çalışsa da bu kez de
Roma tehlikesi belirdi. Doğuya doğru
genişleyen Roma Cumhuriyeti, Ermeni
İmparatorluğu’nu giderek etkisi altına aldı.
Ermeniler Hıristiyanlaşıyor
Geç Roma Çağında MS. 301 yılında Ermeni
Kralı III. Tiridates, Hıristiyanlığı resmi din
GENCAY
8
olarak benimsedi. Bu Büyük Konstantin'in
Roma'nın başkentini İstanbul'a
taşımasından yaklaşık 30 yıl önce
gerçekleşmiştir.
M.S. 301 yılında Roma tahtında
Dioclatianus bulunuyordu ve Hıristiyanlar
Roma'nın en nefret ettiği insanlardı. Ancak
Hıristiyan ilerleyişini durduramayan
Roma, en sonunda Büyük Konstantin ile
Hıristiyanlığı kendine benzetmeye kadar
verdi ve bu dini İmparatorluğun resmi dini
haline çevirdi.
Bizans döneminde Ermeniler
imparatorluğun sevilmeyen insanları
oldular. Bizans, Ermeni sınırını neredeyse
Van'a kadar öteledi ve Ermeniler büyük
ölçüde Anadolu'dan uzaklaştırıldı veya
Anadolu'nun belli bölgelerine parçalar
halinde dağıtıldı.
Bizans'ın ezeli düşmanı haline gelen
Ermeniler ancak 1071'de yeniden
hareketlendiler. Bizans'a karşı Anadolu
içlerinde doğru ilerleyen Selçuklu Türk
Sultanları, Ermeniler için yeni bir umut
kaynağı haline dönüştü...
GENCAY
9
KARABAĞ SORUNU
Eren TAŞTAN
Yazıya başlamadan evvel şöyle bir kısa
bilgi vermekte, hafızalarımızı
canlandırmakta fayda var diye
düşünüyorum. Sovyetler Birliği'nin
dağılması üzerine Ermenistan 23 Ağustos
1991'de bağımsızlığını ilan etmişti.
Şiddetlenen Ermeni-Azerbaycan Türk'ü
savaşında Ermenistan, Dağlık Karabağ ile
Ermenistan arasındaki Laçın Koridoru'nu
da işgal ederek Dağlık Karabağ'ı fiilen
kendisine ilhak etti. Azerbaycan'ın
Ermenistan'a uyguladığı ekonomik
ambargo, Ermenistan'da büyük sıkıntılara
yol açtı. 1993'te Türkiye de Ermenistan'a
karşı ambargoya katıldı. Dağlık Karabağ
savaşı 1994'te Rusya'nın dikte ettiği
ateşkesle sona erdi. Lakin Ermenistan,
uluslararası topluluk tarafından
Azerbaycan'a ait toprakların %20'sini
halen işgal altında tutmaktadır.
Öte yandan Ermeni diasporası faaliyetleri
de bir anlaşmazlık sebebidir. Ermenistan
Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan 2011
yılının Temmuz ayında Ermeni dili ve
edebiyatı yarışmasında öğrencilerden
birinin, “Batı topraklarımızı Ağrı Dağı'yla
birlikte geri alabilecek miyiz?” sorusuna
yanıt olarak “Karabağ'ı biz aldık, Ağrı'yı
size bıraktık” diyerek Ermeni gençlerine
açık hedef göstermiş ve Ermenistan'ın
Türkiye üzerinde toprak talebini
yinelemiştir.
Şimdi gelelim Karabağ'a…
Karabağ Sorunu nedir?
Dağlık Karabağ hukuken Azerbaycan
sınırları içerinde bulunuyor, lakin fiilen
Ermenistan tarafından halen işgal altında
olan bir bölgedir. Burada yaşayan
Azerbaycanlıların çoğu ya öldürülerek
yahut göç ettirilerek yok edildi.
Dağlık Karabağ sorununun başlangıç tarihi
1988'dir. Biz biraz daha öncesine gidelim.
1748-1805 yılları arasında, burada Penah
Ali Han tarafından kurulan Karabağ
Hanlığı hüküm sürmekteydi. 1805'te,
Ruslar Karabağ Hanlığını kontrol altına
aldılar ve 1813'te de Gülistan
Anlaşmasıyla ilhak ettiler. 1822 yılında ise
Karabağ Hanlığı ortadan kaldırıldı. 1783'te
Knez Potyomkin, Çariçe II. Katerina'ya
yazdığı mektupta: “Fırsat bulunca
Karabağ'ı Ermenilerin kontrolüne
vermekten ve böylece Asya'da bir
Hristiyan devleti kurmaktan”
bahsetmekteydi. 19. yüzyılda, bölgeye
Anadolu'dan ve İran'dan Ermeni göçleri
yaşandı. Dönemin Rus tarihçilerine göre,
bu süreç boyunca, en az 1.000.000 Ermeni
Kafkasya'ya göç ettirilmişti. 1832 yılı
resmi nüfus sayımında Karabağ bölgesinin
%64'ü Müslüman, %38'i ise Ermeni olarak
kayıtlara geçmiştir. Çarlık Rusya’sının
diplomatı Griboyedov, Ermeniler için
çalışıyor ve her fırsatta “Ermeni
kardeşlerimin yoluna başımı koymaya her
an hazırım” diyordu.
Sovyet dönemi öncesinde Ermeniler
burada azınlık iken, Sovyet döneminde de
gerçekleştirdikleri sürekli göç
GENCAY
10
politikalarıyla, 1988'de nüfusun yaklaşık
yüzde %75'ini oluşturur duruma geldiler.
O tarihlerde Sovyetler Birliği içinde
Azerbaycan'a bağlı özerk bir bölge olan
Dağlık Karabağ'ın Ermeni çoğunluğundaki
Parlamentosu, Ermenistan Sovyet
Cumhuriyeti ile birleşme kararı almışlardı.
Lakin 1989 yılında Kremlin, Dağlık
Karabağ'ın bu kararını geri çevirip, bölgeyi
yeniden Azerbaycan'a bağladı. Sovyetler
Birliği'nin dağılmaya başladığı 1991 yılı
sonunda ise otorite boşluğunu fırsat bilen
Ermeniler bu kez de Dağlık Karabağ'ın
bağımsızlığını ilan ettiler. Bu durum,
Dağlık Karabağ ve Ermenistan ile
Azerbaycan arasında silahlı çatışmaların
da fitilini ateşlemiş oldu.
Dağlık Karabağ, 8 Mayıs 1992'de
Ermeniler tarafından işgal edildi. Burada
öldürülen Azerbaycan Türklerinin sayısı
20.000'i geçmektedir. Aynı yıl 18 Mayıs'ta,
Dağlık Karabağ ile Ermenistan'ı ayıran
Laçin bölgesi de işgal edilmiştir. Ermeni
saldırıları 1993'te de devam etti. Kelbajar,
Agdam, Fuzuli, Jabrayıl, Gubatlı ve
Zengelan gibi Dağlık Karabağ'ı çevreleyen
bölgeler de Ermenilerin eline geçti, işgal
edildi.
Ermeniler’in faaliyetleri, Azerbaycan’da
milliyetçi hareketlerin artmasında etkili
oldu.
1988 yazında Azerbaycanlı aydınlar
Azerbaycan Halk Cephesi (AHC)'nin
temellerini attılar. Ülke çapında aydınların
önderliğinde yönetime karşı
gerçekleştirilen eylemler Moskova’yı
tedirgin etti. Bu gergin ortamda, 16
Temmuz 1989’da Bakü’de AHC’nin
kuruluş kongresi yapıldı. AHC
programında kendini “Azerbaycan’da
bütün alanlarda köklü demokratikleşmeyi
ve yeniden yapılandırmayı savunan
toplumsal bir teşkilat” olarak tanımladı.
Sonuçta, birçok insan yaşamını yitirdi,
işkencelere maruz kaldı ve evleri, ocakları
dağıldı. Binlerce aile yurtlarını bırakarak
zorunlu olarak göç etmek zorunda kaldı.
1994 yılından bu yana Azerbaycan
topraklarımızın yaklaşık %20'si Ermeni
işgali halinde bulunuyor.
Propaganda Alanı
Bu başlık altında da bazı bilgileri
yinelemekte yarar görüyorum.. Gelinen
noktada Ermenistan, Rusya'nın da desteği
ile SSCB sonrası en büyük ekonomik
entegrasyon olma özelliği taşıyan Avrasya
Ekonomik Birliği'ne katılmış oldu. Dünya
petrolünün %9'u, doğal gazın %23'üne
sahip olan bu birliğin bir üyesi olmak,
şüphesiz 200 milyonluk bir pazarda
ekonomik sıkıntılarına kısmi çözümler
bulacak olan Ermenistan'da bu katılım
tartışılsa da bölgedeki güç dengeleri
dikkate alındığında Ermenistan açısından
doğru bir hamle olmuştur. Bu noktada,
belirtmek istediğim husus şudur; Bu
katılımın işlevselleşmesi halinde Dağlık
Karabağ veya sözde Ermeni Soykırımı
konusu birlik içerisindeki ülkelerde de bir
propaganda aracı olacaktır. Ermenistan
böylelikle bir yandan Ermeni lobisi ile ABD
siyasetine etki ederken, diğer yandan da
Avrasya alanında yeni partnerler
bulabilme eğilimi taşıyacaktır.
Sonuç
Bugün Ermenistan'ın niyeti, Karabağ'da
bağımsız bir Ermeni devletinin
kuruluşunu sağlayacak koşulları yaratarak
GENCAY
11
sağlayacak koşulları yaratarak, daha sonra
buradaki Ermeni çoğunluğun isteği
doğrultusunda bölgeyi kendisine
bağlamanın yollarını açmaktır. Herhalde
Ermeniler, Dağlık Karabağ'da bu yüzden
bağımsızlık ilan etmiştir. Ermenistan
Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan da
herhalde böyle bir amaç için Dağlık
Karabağ'da Ermenilerin self-
determination haklarını kullandıklarını
söylemektedir.
Ennenistan ve Azerbaycan, Bağımsız
Devletler Topluluğu çerçevesinde, başta
21 Aralık 1991 Alma Ata Antlaşması ve 14
Şubat 1992 Minsk Bildirisi olmak üzere,
aralarındaki anlaşmazlıkları barışçıl
yollarla çözmek konusunda belgeler
imzaIamışlardır. B.D.T.’ye kadar gevşek bir
yapı olursa olsun, bu yapı içinde yer alan
öteki devletlerin de bu anlaşmazlığın
giderilmesi için çaba göstermeleri gerekir.
Ancak, şimdiye dek öteki Türk
cumhuriyetleri de dâhil B.D.T. üyelerinin
bu doğrultuda ciddi bir çabası
görülmemiştir.
Belki de soruna kalıcı bir çözüm, daha
önce Türkiye'de de önerildiği gibi, bölgede
Ermenistan ile Azerbaycan arasında
toprak ve nüfus değişimi ile sağlanabilirdi.
Ermenistan Karabağ'a hâkim oldukça
böyle bir çözüme yanaşması uzak bir
olasılıktır, fakat yine de bu çözüm
formülünden kısaca söz edilmesi gerekir.
Azerbaycan, Karabağ'ın bir kısmını elinde
tutmakla birlikte, gerisi Ermenistan'a
bırakılacaktır.
Ermenistan'a ayrıca Karabağ ile
Ermenistan arasındaki koridor da
bırakılacaktır.
Azerbaycan ise, bunun karşılığında
Zengezur'u (yanı Azerbaycan ile
Nahçivan'ı ayıran ve şimdi Ermenistan'ın
elinde tutulan toprağı) alacaktır. Toprak
değişimiyle birlikte bu bölgelerde nüfus
değişimi de gerçekleştirilerek, Ermeni
bölgesinde Azerbaycan Türk'ü,
Azerbaycan Türklerinin yoğun olduğu
bölgede de Ermeni bırakılmayacaktır.
Karabağ, Hocalı ve tüm Türk ellerinde
şehit düşen, soykırıma ve katliamlara
uğrayan soydaşlarımızı da saygı ve
minnetle anıyorum.
Esen olsun...
Kaynaklar:
1)Prof. Şükrü S. Gürel, Karabağ Sorunu
Üzerine Bir Not
2)Yaşar Aksoy, Ermeni Komşum
3)Mustafa Gökçe, Yukarı Karabağ Sorunu ve
Türkiye-Ermenistan İlişkileri Üzerine Bir
Değerlendirme
GENCAY
12
GENCAY
13
SEVK VE İSKÂN SIRASINDA
OSMANLI DEVLETİ
Evren KAMALI
ÖZET
Osmanlı devleti yaklaşık 6 asırdır birçok
topluluğu bünyesinde barındırmıştır.
Ancak özellikle 19 yüzyıl başlarından
itibaren başlayarak düvel-i muazzama
olarak tanımlana Avrupa devletleri
imparatorluğumuzdaki birçok topluluğu
ayaklandırmaya çalışmıştır. İşte bu
topluluklardan biride Osmanlının Millet-i
Sadıka olarak adlandırdığı Ermenilerdir.
Ermeniler Osmanlı devletine karşı birçok
isyan ve ayaklandırmalar başlatmıştır. En
son Van isyanıyla berber Enver ve Talat
paşaların da görüşleriyle bazı bölgelerdeki
itilaf devletlerine yardım eden topluluklar
devlet sınırları dâhilinde başka topraklara
sevk ve iskânları karar alınmıştır. Osmanlı
devleti savaş dönemine rağmen tehcir
edilen Ermeniler için kendi mali
bütçesinin büyük bir kısmını ayırmıştır.
Ayrıca devletin elinde bulundurduğu
imkânları elinden geldiğince seferber
etmeye çalışmıştır. Buna karşılık Ermeni
halkının belli kısımları devletin
mühimmatlarına ve Osmanlı
vatandaşlarını öldürmüşler, mallarını
yağmalamışlardır. Ancak buna rağmen
Devlet-i Ali Osmaniye onlara yardım etmiş
ve Uluslar Arası Savaş Hukukunun vermiş
olduğu hakları kullanmamıştır. Giden
vatandaşlarda gittikleri yerlerde
barındırılmışlar hatta geri dönüş
kararnamesi çıktıktan sonra dahi
azımsanmayacak sayıda nüfus geldikleri
yerlere geri dönmemişlerdir.
ANAHTAR KELİMELER: Ermeni, Sevk,
İskân, Osmanlı Devleti, Kanunname
Avrupalılar tarafından ‘’Armenia’’ adı
verilen ancak kendilerini ‘’Hayk’’ adıyla
tanıtan Ermeniler Türk tarihinin önemli
bir kısmında bulunmaktadırlar. Büyük
Selçuklu devleti, Anadolu Selçuklu devleti,
Osmanlı devletine tabi olarak
yaşamışlardır. Özellikle Osmanlı devleti
tarafından çok sevilen Ermeniler 16.
YY’dan itibaren devlet kademelerinde
çalışmışlardır. Ayrıca Ermeniler Osmanlı
kültür ve uygarlık tarihine de büyük
hizmetlerde bulunmuşlardır. Osmanlı
devletinde Ermenilere Millet-i Sadıka ya
da Tebaa-i Sadıka-i Şahane olarak
anılmaktadırlar. Ancak 19.yylda
Ermenileri Milliyetçilik ve Din
kavramlarıyla kendi devletlerini kurmak
için teşvik eden Düvel-i Muazzama olarak
bilinen Avrupa devletleri de kendi ticari
çıkarlarını sağlamak için bunu
istemektedirler ve orada kurulan devleti
kendi sömürge devletleri olarak
kullanmak isterler. Ermeniler 1828-1829
Osmanlı- Rus savaşında ve 1877-1878
Osmanlı Rus savaşında Ermeniler Rusların
tarafını tutmuş ve bulundukları bölgelerde
isyanlar çıkartmışlardır savaş sırasında
Rus birliklerine gönüllü olarak
katılmışlardır. Özellikle 93 harbinden
sonra imzalanan Berlin Antlaşmasının 16.
Maddesinde Ermenilere ayrıcalıklar
verilmesini istemişlerdir. Ayrıca Ermeniler
kurmuş oldukları silahlı cemiyetlerle de
GENCAY
14
katliamlar, suikastlar düzenleyip;
Anadolu’daki Müslüman halka karşı
katliamlarda bulunuyorlardı. Özellikle 1.
Dünya Savaşı sırasında Ermeniler’in
çetecilik faaliyetleri artış göstermiştir.
Bütün Ermeni çetelerine talimatnameler
dağıtılmıştır. Bu talimatlar şu şekildedir:
1. Kim olursa olsun her Ermeni asli
ihtiyaçlarından bazılarını bile satmak
suretiyle silahlanmalıdırlar.
2. Seferberlik ilanıyla silahaltına çağrılan
Ermeniler, bu çağrıya uymayacaklar ve
çevredeki halkı, Müslümanlar dâhil,
orduya katılmaya men edeceklerdir.
3. Her ne suretle olursa olsun silahaltına
alınmış olan Ermeni askerleri ordudan
firar edip Ermeni çetelerine veya gönüllü
birliklerine katılacaklardır.
4. Rus orduları sınırı geçer geçmez
komiteciler, firariler ve çeteler Rus
ordularına katılarak onlarla birlikte
Osmanlı ordusuna saldıracaklardır.
5. İkmal yollarını ve telgraf hatlarını
kesmek suretiyle Osmanlı ordusunun iaşe
ve istihbaratını sekteye uğratacaklardır.
6. Cephe gerisinde iki yaşına kadar olan
Müslümanları gördükleri yerde ve her
fırsatta katledeceklerdir.
7. Müslüman halkın yiyecek, mal ve
mülkünü ele geçirecek veya yakıp
yıkacaklardır.
8. Terk edecekleri ev, tarım ürünleri, kilise
ve hayır kurumlarını yakıp bunları
Müslümanlar yapmış gibi propaganda
yapacaklardır.
9. Resmi devlet dairelerini kundaklayacak
Osmanlı zaptiye ve jandarmasını
katledeceklerdir.
10. Cepheden yaralı olarak dönen Osmanlı
askerlerini öldüreceklerdir.
11. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde
isyanlar, ihtilaller çıkaracaklardır.
12. Müslüman askerlerin ve sivil halkın
morallerini bozarak göçe mecbur
edeceklerdir.
13. Bomba, silah imal ve tedarik veya ithal
ederek bütün Ermenileri
silahlandıracaklardır.
14. Ermenilerin yaptıkları isyan, ihtilal ve
katliamların faturasını Müslümanlara
çıkararak bunu iç ve özellikle dış
kamuoyuna yayacaklardı.
15. İtilaf devletleri adına casusluk ve
rehberlik yapacaklardı.
Böylece Ermeniler bu talimatlara uyarak
birçok yerde katliamlarda ve
mezalimlerde bulunmuşlardır. Ancak bu
isyanlardan biri var ki bu isyan sonrası
Osmanlı devleti Ermeniler için bir önlem
alması gerektiğini anlayacaktır. Bu isyan II.
Van İsyanıdır. Ermeniler Ruslarla işbirliği
yaparaktan Van ve çevresinin Rusların
eline geçmesini sağlamışlardır. Ayrıca
bölgedeki Müslüman halkın
katledilmesiyle beraber hem Osmanlı
ordusunun ikmal yollarının kapatılmasına
hem de Rusların Erzurum Bitlis ve
Trabzon’a saldırmalarına sebep
olmuşlardır. Osmanlı devleti bu olay
sonrasında Ermeni sorununu halletme
gereksinimi hisseder. Bunu ilk olarak
Başkumandan vekili Enver Paşa’nın 2
GENCAY
15
Mayıs 1915’te Dâhiliye Nazırlığına yazmış
olduğu şu yazı ile anlıyoruz: “Ermeniler,
isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve
hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan
Ermenilerin buradan çıkartılarak isyan
yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim 3.
Ordu Komutanlığının verdiği bilgiye göre
Ruslar 20 Nisan 1915 de kendi sınırları
içerisindeki Müslümanları sefil ve perişan
bir halde sınırlarımızdan içeri
sokmuşlardır.
Hem buna karşılık olarak hem de yukarıda
belirttiğim amacı sağlamak için ya bu
Ermeni aileleriyle birlikte Rus sınırı içine
göndermek ya da bu Ermeni ve ailelerini
Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak
gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanının
seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir
mahsur yoksa isyancıları, ailelerini ve
isyan bölgesi halkını sınırlarımızım dışına
göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız
içine dışarıdan gelen Müslüman halkın
yerleştirilmesini tercih ederim.”
Osmanlı Devleti Enver Paşa’nın dediğini
yapabileceği gibi Uluslararası Savaş
Hukuku’nu kullanarak düşman devlete
yardım eden vatandaşlarını idam
ettirebilirdi. Ancak Osmanlı devleti savaş
döneminde olmasına rağmen Sevk ve
İskân için ayrı bir bütçe hazırlayarak
onlara bir şans daha vermeyi denedi.
Böylece 14 Mayıs 1915(13 Receb1333) de
‘’Vakt-ı seferde icrâât-ı Hükumete karşı
gelenler içün cihet-i askeriyece ittihaz
olunacak tedâbîr hakkında kanun-ı
muvakkat.’’ Adıyla 4 maddelik bir kanun
hazırlanmıştır. Bu kanuna göre:
Vakt-ı seferde ordu ve kolordu ve fırka
kumandanları ve bunların vekilleri ve
müstakil mevki kumandanları ahâli
tarafından herhangi bir suretle evâmir-i
Hükumete ve müdafaa-ı memlekete ve
muhafaza-ı asayişe müteallik icrâât ve
tertibata karşı muhalefet ve silahlarla
tecavüz ve mukavemet görürlerse derakap
kuvâ-ı askeriye ile en şiddetli surette
te’dibât yapmaya ve tecavüz ve
mukavemeti esasından imha etmeye
me’zûn ve mecburdurlar.
Ordu ve müstakil kolordu ve fırka
kumandanlarından icâbât-ı askeriyeye
mebni veya casusluk ve hıyanetlerini
hissettikleri kurâ ve kasabât ahalisini
münferiden veya müctemi’an diğer
mahallere sevk ve iskân ettirebilirler.
İşbu kanun tarih-i neşrinden
mu’teberdir.
İşbu kanunun mer’iyyet-i ahkâmına
Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nâzırı
me’mûrdur.
Sevk ve İskâna uğrayan yerler ise Talât
Paşa tarafından gönderilen şifreli mesajda
şu şekilde belirtilmiştir;
Erzurum, Van ve Bitlis vilayetleri
Adana, Sis ve Mersin, Kozan ve Cebel-i
Bereket sancakları
Maraş şehir merkezi hariç olmak üzere
Maraş sancağı
Halep Vilayetinin merkez kazası hariç
olmak üzere İskenderun, Beylan, Cisr-i
Şugur ve Antakya kazaları dâhilindeki köy
ve kasabalar;
Ayrıca Ermenilerin sevk edildikleri
yerlerde tekrardan birleşip çevrede
fesatlık yaratmamaları için Sevk ve İskân
edildikleri yerlere yerleşmelerinde bazı
hususlara dikkat edilecekti. Bu hususlar
ise;
GENCAY
16
Ermeni nüfusu gönderildiği yerdeki
aşiret ve İslam sayısının %10 nispetini
geçmemelidir.
Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları
köylerin her biri 50 evden çok
olmamalıdır.
Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil
suretiyle de olsa, yakın yerlere ev
değiştirmemelidir.
Düşmanla işbirliği yapan Ermeniler ve
bazı aşiretlerin İskânı sırasında Osmanlı
devleti herhangi bir karışıklık veya
işbirlikçi çetelerden intikam almak
amacıyla saldırabilecek bazı kişilerin
veyahut eşkıyalara karşı güvenli bir
şekilde İskânı sağlanması için gruplara
koruma takviyeleri yapılmıştır.
Ayrıca Osmanlı devleti yerel yöneticilere
ve tehcir sırasında görevli kişilere görev
suiistimallerinde ve göç edenlere karşı
şiddet kullanmaları, görevini kötü
kullananlara karşı, Ermenilere saldırıda
bulunan çete mensuplarına da soruşturma
açarak Divan-ı Harbe sevk etmişlerdir. Bu
sebeplerden dolayı yargılanmak üzere
tutuklanan 1.673 kişinin içinde asker, polis
ve teşkilat-ı mahsusa elemanı sayısı
528’dir. Sıhhiye müdürü, kaymakam,
belediye reisi, nahiye müdürü, kâtip, sevk
memuru, mal müdürü, nüfus memuru,
başkâtip ve Emval-i Metruke Komisyonu
Reisi gibi 170 kamu görevlisi de
yargılanmıştır. Çete mensubu ve halktan
da 957 kişi yargılanmıştır. Bu kişiler adam
öldürme, yaralama, Ermenilerin mallarına
zarar verme, çalma, zorla parave eşya
alma, rüşvet, yağma, yankesicilik, Ermeni
kızlarıyla izinsiz evlilik ve vazifeyi
suiistimal suçlarından yargılanmışlardır
ve 1916 yargılanma sonuçlarına bakılırsa:
67 kişi: İdam cezası 524 kişi: Hapis cezası 68 kişi: Kürek, para, kalebent, pranga ve sürgün cezası 227 kişi: Berat ve yargılama reddi 109 kişi: Mahkeme devam etmekte ve inceleme aşamasında 4 kişi: Velisine teslim 674 kişi: Hakkında henüz bir işlem yapılmayanlar
Osmanlı devleti ayrıca, nakledilen
Ermenilerin sevklerinin nasıl yapılacağına
dair ilk olarak 30 Mayıs 1915 tarihinde
Dâhiliye Nezaretinde 15 maddelik
yönetmelik yayımlanmıştır. Bu yönetmelik
maddelerine bakılırsa özetle:
Devletin varlığının korunması ve
emniyetinin sağlanması için yürütülen
mücadeleyi sekteye uğratan zararlı
faaliyetlerin etkili bir şekilde ortadan
kaldırılması için tezkirede belirtilen
önlemlerin alınması uygundur.
İsimleri belirtilen köy ve kasabalarda
yaşayan Ermenilerden nakledilmesi
gerekenlerin iskân yerlerine sıkıntı
çekmeksizin ulaşmaları temin edilecek,
yolda can ve mal emniyetleri
sağlanacaktır.
Vardıkları yerde kesin olarak
yerleşinceye kadar yeme, içme ve
geçimleri “Muhacirin Tahsisatından
karşılanacaktır.
Eski ekonomik durumları oranında
Ermenilere emlak ve arazı dağıtılacak,
içlerinden muhtaç olanlara hükümet
tarafından ev yapılacak, ziraat
malzemeleri, tohumluk, alet ve gereç
dağıtılacaktır.
Terk ettikleri memleketlerinde kalan
mal ve eşyalarının veyahut kıymetlerinin
GENCAY
17
kendilerine uygun şekilde iadesi
yapılacaktır.
Boşaltılan şehir ve kasabalarda oturup
nakledilen halka ait taşınmazların yazımı
ve cins, kıymet ve miktarlarının tespiti
yapıldıktan sonra Müslüman muhacirlere
dağıtılacaktır.
Bütün bu işler için gereken masraflar
“Muhacirin Tahsisatından” yapılacaktır.
-Yeni kurulacak olan köy ve kasabalarının
Bağdat demir yolu ve birleşme
noktalarından 25 kilometre uzak olacaktır.
Müslüman göçmenlerin ihtisas ve
uğraşları dışında kalan zeytinlik, dutluk,
bağ ve portakallıklar ile dükkân, han,
fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler,
açık artırma ile satılacak veya kiraya
verilecektir. Bedelleri sahiplerine
Ermenilere ödenmek üzere mal
sandıklarında emanete alınacaktır.
İçişleri Bakanlığı’nın talimatnamesine
uygun olarak bütün bu işlerin yapılması
takibi ve Ermenilerden geride kalan
malların korunması, idaresi, iskân
muamelelerinin etkili bir şekilde
yürütülmesi için Bakanlığın uygun
göreceği talimat çerçevesinde, memur
alma yetkisi de olan ve Bakanlığa bağlı tali
komisyonlar oluşturulacaktır.
Daha sonrada Sevk edilen Ermenilere ait
mal, mülk ve arazilerin düzenlenmesi için
10 Haziran 1915 te 34 maddeden oluşan
bir başka yönetmelik yayımlanır. Bu
yönetmeliği özetlemek gerekirse:
Sevk edilen Ermenilerin taşınabilir tüm
mallarını ve hayvanlarını yanlarında
götürebilecekleri;
Can ve mallarının korunması ile iaşe ve
istirahatlerinin sağlanmasında, güzergâhta
bulunan mahalli görevliler sağlayacakları;
İskân bölgesinde Ermenilerin
yerleştirilebileceği devlete ait arazi
bulunmaması halinde devlete ait çiftlik ve
köylerin iskân için tahsis edilmesi;
Mevcut köy ve kasabalar ile yeni
kurulan köylere yerleştirilen Ermenilerin
nüfus sayılarının düzenli alınması;
Çiftçi ve meslek sahiplerine yeterli
sermaye ya da alet, edevat verilmesi;
İskân edilen her aileye daha önceki
maddi durumları ve şimdi ki durumları
göz önüne alınarak ona göre arazi
verilmesi;
Sevk edilenlerin iaşelerin ve muhtaç
durumda olanlara ev inşası için gerekli
paranın muhacirin tahsisatından
karşılanacağı belirtilmektedir.
Dâhiliye Nazırlığının 7 Ekim 1915 de
yayımladığı kanununda ise;56 maddede
Ermenilerin sevk ve iskânı sırasında
ihtiyaçların nasıl karşılanacağı detaylı
olarak açıklanmıştır. Bu kanunun
açıklanması kısaca:
Sevk güzergâhı ve İskân bölgelerinde
yeterli iaşe, sevk ve ambar memurları
bulundurulacağı;
Kara yoluyla sevk edileceklerin özellikle
genç ve dinamik olmasına dikkat edilecek,
kafileler en fazla 1.000 kişiden
oluşturulacak, yeteri kadar muhafızın yanı
sıra kafiledeki çocuk ve kadın sayısına
göre veya deve verilecek her kafilenin, 4
günlük yiyecek v e içeceklerini birlikte
götürmelerinin temini;
Başta Halep olmak üzere her menzil ve
merkezde gıda sıkıntısını engellemek için
un ambarları oluşturulması;
Bu ambarlara un ve bulgur için yeterli
miktarda para gönderilmesi;
GENCAY
18
Ekmek ihtiyacını karşılamak için
mahallelere fırınların yapılması, buna
imkânları olmayan bölgelere de 100’er sac
gönderilmesi ve tuz temininin yapılması;
İskân bölgelerindeki göçmenlere günlük
okka12 ekmek verileceği,
yarım iskân bölgelerindeki tarıma elverişli
toprakların ve yeterince suyun bulunması;
Sevk edilenlerin yiyecek ve
içeceklerinin yanı sıra, istirahatlarının
sağlanması, seri ve uzun yürüyüşlerden
kaçınılması, her üç menzilden birinde
istirahat mahallelerinin oluşturulması
buralarda, sağlık memurları bulundurarak
hastaların tedavi edilmesi;
Her bölgede bir sevk ve iaşe memuru,
on muhafız bulundurarak iaşenin teminini
ve teminin sağlanması konularına vurgu
yapılmıştır.
Devlet bütün bu yaptıklarının haricinde
Ermenilere günlük yevmiyede vermiştir.
Örneğin 19 Mayıs 1916 tarihinde Konya’da
bulunan bütün Ermeni muhacirlerin
20’şer para yevmiye verilirken, Çorum ve
Yozgat mutasarrıflıklarına gönderilen
talimatlara göre büyüklerin aldıkları 2
kuruşluk yevmiyenin 3 kuruşa çıkarılacağı
ve küçüklere verilen 1 kuruşun 60 paraya
çıkarılması, ayrıca ihtiyacı olanlara da
elbise temininin yapılmasını belirtir.
Deniz yoluyla gidenlere de sıtma
hastalığından korunmaları için kinin
dağıtmışlar, hastalar içinde sivil ve askeri
hastanelerden yararlanma imkânı
vermişlerdir. Aynı zamanda Göçmenlerden
ailesini yitirmiş olanları da ya
yetimhaneye ya da göç edilen
mahallelerdeki ailelere yerleştirmişler
çocuklara iaşe sağlayarak mesleki eğitim
imkânı sağlamışlardır. Ancak bu dönemde
Osmanlı devletinin maliyesi pek parlak
değildir. Osmanlı devletinin dış borçlarını
ödeyememesi sebebiyle 1881 yılında
Düyûn-ı Umumiye adında kurulan daire
Osmanlı devletinin %44’ünü alırdı.1914-
1915 mali yılında 3.401.200.396 kuruş
olan Osmanlı bütçesinin kalan miktarı
1.496.528.174 kuruştur. Osmanlı devleti
bu paradan 102.716.036 kuruşunu
Dâhiliye nezaretinin bütçesine ayırmıştır.
Ayrıca bu dönemde Osmanlı Devleti de
topraklarımız içerisinde Kafkas, Kanal,
Çanakkale, Irak Cephelerinde savaşıyordu.
Sınır dışında da Galiçya, Romanya,
Makedonya Cephelerinde savaşıyordu. Bu
bölgelere de gönderilmesi gereken mali
yardımlar, yiyecek, silah, elbise, cephane
gönderilmesi gerekiyordu. Ama Osmanlı
devleti bu problemleri arasında dahi
kendine ihanet edenlerin her şeyini
düşünmeye ve ihtiyaçlarını karşılamaya
çalışmıştır.
Sevk ve İskân 25 Kasım 1915 tarihinde
vilayetlere gönderilen emirle geçici olarak
durdurulmuştur. 15 Mart 1916 da ise
genel bir emirle Ermeni sevki
durdurulmuştur. Henüz yolda olanlarda
bulundukları vilayetlere yerleştirilmiştir.
Savaşın bitmesiyle tehlikenin geçtiğini
düşünen Osmanlı 21 Ekim 1918 de geri
dönüşlere izin verdi. 31 Aralık 1918 de
geri dönüş kararnamesini çıkardı.
Kararname özetle;
Geri dönüş isteğe bağlıdır.
Döneceklere evleri, arazileri teslim
edilecek.
Muhacir yerleştirilen evler boşaltılacak.
Kiliseler, mektepler, ait olduğu cemaate
iade edilecek.
İhtida etmişler eski dinlerine dönebilir.
GENCAY
19
Muhtaç olanların dönüşlerinde
masraflar Harbiye tahsilatından
karşılanacak.
Yetim çocuklar, istenirse denetim
sonucu velisine ya da cemaatine
verilebilir.
Sonuç olarak devlet o zamanki sıkıntısına
ve savaş durumunda bile kendine ihanet
edenleri sahiplenmiş elinden geldiği kadar
yardımlarda bulunmuştur. Yapabileceği
elbette başka seçenekleri vardı. Dönemin
yapısına göre elbette bazen aksaklıklar
olmuş olabilir. Bölgedeki bazı eşkıyalar ve
Ermenilerden intikam almak isteyen
kişiler elbette bazı Ermenileri
öldürmüşlerdir. Ancak bunu devletin
yaptırdığını söylemek, ima etmek, yapılan
saldırılara sessiz kaldığını, müdahale
etmediğini söylemek çok büyük bir yanlış
olacaktır.
KAYNAKÇA
1-Süslü Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir
Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü
Yayını NO:5 1990-Ankara
2-Uras Esad, Tarihte Ermeniler ve Ermeni
Meselesi 1979 – İstanbul
3- Bekâr Bülent, Öztürk Necdet, Beyoğlu
Süleyman, Tarihi Gerçekler ve Bilimin
Işığında Ermeni Sorunu 2007 – İstanbul
4-Genel Kurmay Harekât Daire Başkanlığı,
100 Soruda Ermeniler 2001- Ankara
5-Aslan Betül, Erzurum da Ermeni Olayları
2004- Erzurum
6 –Akgündüz Ahmet, Öztürk Said, Kara
Recep, Sorularla Ermeni Meselesi, 2008-
İstanbul
7-Halaçoğlu Yusuf, Ermeni Tehciri, 2006-
İstanbul
8-Süslü Azmi Ermeniler Tehcir ve
Sonrası,2009-Ankara
9-Onkök Arda, Ermeni Sevk ve İskânı
Örneğinde Soykırım Kast Unsurunun
İncelenmesi, 2011İstanbul
10-Guenter Lewy, 1915 Osmanlı
Ermenilerine Ne Oldu, 2011-İstanbul
11-HalaçoğluYusuf, Ermeni Tehciri ve
Gerçekleri, Türkler Ansiklopedisi cilt:14
s:482-499 1999-Ankara
12-Bildirici Yusuf Ziya, Ermeni Soykırımı
Aldatmacası Ve 1919-1920 Adana
Katliamları Türkler Ansiklopedisi cilt:14
s:503-511
13-Sarınay Yusuf, Sevk Ve İskân, Türk
Ermeni İthafı Makaleleri, TBMM Kültür
Sanat Yayın Kurulu s:211-233
14-Halaçoğlu Yusuf, Mali Harcamalar, Türk
Ermeni İthafı Makaleleri, TBMM Kültür
Sanat Yayın Kurulu s:235-243
15-Altıntaş Ahmet, Osmanlı Arşiv
Belgelerine Göre Ermeni Sorunun Ortaya
Çıkışında Fransa’nın Rolü www.tarih ve
medeniyet. com.tr
16-İlter Erdal, Ermeni Meselesinin
Doğuşunda Ermenilerin Rolü www.tarih ve
medeniyet. com.tr
GENCAY
20
SÜRGÜNDEN SOYKIRIMA ERMENİ
İDDİALARI - Yusuf HALAÇOĞLU
Canan MIZRAK
Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında
cereyan eden gelişmeler, yıllarca sükûn ve
birliktelik içinde yaşanılan Türk olmayan
unsurların Batılı emellerin elinde oyuncak
olup Osmanlı’dan birer birer kopmalarıyla
sonuçlandı. Dünyayı avucuna alan
milliyetçilik akımları ve 1900lerin başında
sömürgecilik yarışının en üst düzeye
ulaşması, artık yıkılmak üzere olduğu belli
olan Osmanlı Devleti üzerinde büyük
sömürgeci devletlerin hâkimiyet kurma
yarışını hızlandırmıştı. Hıristiyan Batı
devlerinin Türk algısı da onları “hasta
adamı” bölüşmeye itekliyor, bunu
yaparken de maşa olarak Osmanlı tebaası
içindeki Hıristiyan ve Türk olmayan
unsurlar kullanılıyordu. 1877-78 Osmanlı
– Rus Harbi’nin birkaç yıl öncesine kadar,
Osmanlı Devleti ve tebaası ile aralarında
önemli bir olay yaşanmayan, Osmanlı
Ermenileri de büyük güçlerin kirli
hesaplarına ortak olanlar arasındalardı.
Öyle ki Birinci Dünya Savaşı esnasında
İtilaf Devletleri ile işbirliği içine girerek
fiili savaşa dâhil oldular. Ordunun ikmal
yollarını keserek cephe gerisinde önemli
sorunlar yarattılar. Tüm bunlardan da
önemlisi Müslüman – Türk tebaaya karşı
bir kıyıma giriştiler.
Ermenilerin Suriye’ye nakilleri esnasında
yaşanılanları ve bugün uluslararası
kamuoyunun Türkiye Cumhuriyeti
üzerinde baskı unsuru oluşturan asılsız
iddialarını cevaplandıran bir el kitabı
niteliği taşıyan Sürgünden Soykırıma
Ermeni İddiaları isimli bu eser, yazarın bu
konuda ortaya koyduğu pek çok
çalışmasından yalnızca biridir. Babıali
Kültür Yayıncılığı tarafından, ilk kez 2006
yılında piyasaya sürülmüştür ve Ermeni
iddialarıyla ilgili araştırmalarda
bulunanlar için bir başlangıç eseri
niteliğindedir. Yazarının da sunuşta
belirttiği üzere bu kitap, “… Ermenilerin
Osmanlı Devletine karşı tutum ve
davranışlarını, buna karşı alınan tedbirleri
ve sonrasında ortaya atılan katliam ve
nihayet soykırım iddialarını bilim
penceresinden değerlendirmekte ve
soykırım tanımıyla Ermenilerin Suriye’ye
nakilleri sırasında maruz kaldıkları
muamelenin uyuşup uyuşmadığını ortaya
koymaktadır.”
Yazarın açıkladığı tarihi sürece göre
olaylar şöyle gelişiyordu: 93 Harbi sonrası
imzalanan Ayastefanos Antlaşması 16.
maddesinde belirtilen ve daha sonra
Berlin Antlaşması 61. maddeye giren
Ermeni ıslahatı meselesi ve Rusya,
GENCAY
21
İngiltere ve Fransa arasındaki bu
hâkimiyet mücadelesi; Ermenileri
harekete geçiriyor ve yurt içinde ve
dışında ihtilalci Ermeni komiteleri
kuruluyordu. Van’da kurulan Kara Haç
Cemiyeti, Cenevre’de kurulan Hınçak
Partisi, Tiflis’te kurulan Taşnaksutyun
bunların başında gelir. Hayır, cemiyeti
görüntüsü altında oluşturulan bu örgütler,
bağımsız bir Ermenistan kurmayı
amaçlayan terör örgütleri haline
dönüştüler. 1895’te çıkan Sason İsyanı
sonrasında 27 ilde daha ayaklanma
çıkarmayı başardılar. Bu olaylarda
yalnızca Türk ahaliyi değil, kendilerine
destek vermeyen Ermenileri de
katlediyorlardı. 1915’e kadar gelişen
vetirede Osmanlı Devleti’nin yalnızca
teröre bulaşmış Ermenilerle mücadele
ettiği görülür. Dönemin Rus Dışişleri
Bakanı Sazanof’un ve Ermeni
komitelerinin kendilerine ait
bildirgelerinde amaçları, bu amaçların
kimlerce desteklendiği açıkça
belirtilmiştir. Bir yandan Rusya’ya
yakınlaşan Ermeniler öte yandan
Fransızlarla yakın ilişkiler kuruyorlardı.
Bahsi geçen örgütlerin intikam dolu
faaliyetleri Türkiye’deki yabancı
gözlemcilerin de raporlarınca teyit
edilmekteydi. Ermenilerin önündeki en
büyük engel nüfus dengesi olduğu için
Müslüman ahaliyi vahşice katlediyorlardı.
Silahları misyoner okullarında ve
kiliselerde depolanmış halde bulunuyordu.
Yazarın ayrıntılarına da yer verdiği bu
hususlar dikkatle incelendiğinde, Suriye’ye
naklin hayli vicdanlı ve mecburi bir önlem
olduğu anlaşılacaktır.
Muhakkak ki soykırım iddialarının en
önemli tutarsızlığı Ermenilerin
katledildiğini iddia ettikleri nüfus
oranlarında saklıdır. İddialarına 600.000
diyerek başlayan Ermeniler bugün 1,5
milyondan bahsedebilmekte ve o tarihte
Anadolu’daki toplam Ermeni nüfusunun
yaklaşık olarak bu değerde olduğunu göz
ardı etmektedirler. Yazar, gerek
Patrikhane’nin, gerek Osmanlı nüfus
kayıtlarının gerekse yabancı
araştırmacıların ve hatta Ermenilerin
kendilerinin sundukları rakamları göz
önüne alıyor. Osmanlı verilerine göre
1914’te Anadolu Ermenilerinin nüfusu
1,285.535 iken 1912 tarihli Patrikhane
verileri nüfusu artırarak ve Osmanlı’nın
bilinçli olarak nüfusu az gösterdiği
iddiasında bulunarak 1,915.651 gibi bir
rakamdan bahsetmektedir. David Magie
isimli bir araştırmacının 1914 tarihli
verilerine göre Anadolu’da Ermeni nüfusu
1.479.000’ken 1919 tarihli İngiliz verileri
Ermeni nüfusunu 1.602.000 olarak saptar.
İtilaf Devletleri dahi Patrikhane’nin
verilerini abartılı bularak, David Magie’nin
nüfus verilerinden faydalanmışlardır.
Osmanlı’da nüfus sayımlarının millet
sistemine göre yapıldığı, Müslüman
kadınların sayılmadığı gibi gerçekler
ayandır fakat bu kıstas Katolik, Ortodoks,
Protestan ve Yahudi unsurlar için geçerli
olmamıştır. Bunlar göz önüne alındığında
eksikliklerin olabileceği ama bunda bir
kasıt aranmak yerine dönemin şartlarının
göz önünde bulundurulması gerektiği
görülür. Zira diğer otoritelerin sunduğu
verilerin çok masum amaçlarla saptandığı
iddia edilemez.
Tehcire giden süreçte bir başka mesele ise
Rus ve Fransız ordularına katılan ve
kendileri göç eden Ermenilerdir. Rus
ordusunda 180.000’den fazla Ermeni
GENCAY
22
bulunurken Fransız ordusunda 12.440
Ermeni bulunmaktaydı. Ayrıca 250.000’i
aşkın Ermeni savaş başlar başlamaz
kendiliklerinden Kafkasya yollarına
düşmüş, binlercesi de Amerika’ya ve
Avrupa’ya göç etmişlerdi. 1899’dan 1925’e
kadar 76.605 Ermeni Amerika’ya kabul
edilmiştir. Kafkasya’ya doğru yola
düşenlerin salgın hastalıklar ve açlık
sebebiyle 160.000 kadarı kırılmış, hatta
öyle ki Erivan’a ulaşanlar bile açlık ve
hastalıklarla mücadele etmek zorunda
kalmışlardır.
Osmanlı tehcir kararını alır almaz, İtilaf
Devletleri bildirge yayınlayarak Osmanlı’yı
suçlu ilan ettiler. Oysa zorunlu göç öncesi
meydana gelen olaylar aksi
savunulamayacak bir isyandı. Tehcir nasıl
gerçekleşti ve kimleri kapsadı sorularına
verilen cevapları incelediğimizde kimsesiz
kadın ve çocuklar, yaşlılar, sanatkârlar,
ordu görevlileriyle komitelere üye
olmayan Protestan ve Katolik mezhebi
mensuplarının sevk edilmediklerini
görürüz. Tehcir kararı merkezden gelen
talimatnamelerle bildirilmiş, gerekli
önlemlerin alınması, tehcir edilenlerin mal
varlıklarının sahiplerine iade edilmek
üzere korunması ve ihmali olanların
cezalandırılacağı bildirilmiş; bizzat Talat
Paşa tarafından yazılan talimatnamelerde
istasyonlarda yeterli ekmek depolanması,
zorunlu göçe tabi tutulan halkın mağdur
edilmemesi, gerektiğinde merkezden
ödenek istenilmesi önemle belirtilmiştir.
Savaş koşulları sebebiyle yeterli oranda
olamasa dahi güvenlik tedbirleri alınmaya
çalışılmış, mümkün nispette ulaşım için
demiryolu kullanılmıştır. Suriye’ye ulaşan
Ermenilerin verimli arazilere
yerleştirilmeleri, orada yaşamlarını
sürdürmeleri için kendilerine gerekli alet
edevatın sağlanması ve masraflarının
devletçe karşılanması bu
talimatnamelerde yer alan bir başka
husustur. Halaçoğlu’nun Osmanlı
arşivlerinde yürüttüğü çalışmalara göre
438.758 Ermeni tehcir edilmiş, bunun
382.148’i varış noktasına ulaşmıştır.
Yazar, 30-40 bin civarı göçmenin
hastalıktan öldüğünü ve 7-8 bin göçmenin
ise eşkıya saldırıları sonucu hayatını
kaybettiğini söylüyor. 28 Mayıs 1915’te
başlayan tehcir Şubat 1916’da durduruldu
ve sevk için bekleyen bir kısım göçmen
bulundukları illere yerleştirildi. Fransızlar
ve Amerikan Halep konsolosu toplam
500.000 Ermeni’nin Suriye’ye
yerleştirildiğini belirtirler. Ermeni
göçmenlerin ihtiyaçlarının karşılanması
için Muhacirin Komisyonu görevlendirildi
ve vilayetlere para yardımları yapıldı.
Ayrıca göçmenlere mümkün nispette
sağlık hizmeti de verildi, Kızılhaç ve diğer
yabancı yardım kuruluşlarının
yardımlarına izin verildi.
18 Aralık 1918’de yayınlanan Geri Dönüş
Kararnamesi sonrası pek çok Ermeni
Anadolu’ya geri döndü. 20 Mart 1919’a
kadar 232.679 Ermeni ve Rum’un
Anadolu’ya geri döndüğü saptanmıştır.
Sevr imzalanmadan hemen önce
Anadolu’da yaşayan Ermeni sayısı 644.900
olarak belirtilmiştir. Dönenlere kayıt
GENCAY
23
defterlerine not edilen, depolarda
saklanan malları yahut mallarının değeri;
başkaları yerleşse yahut işletse dahi evleri
ve ticarethaneleri iade edildi. 1922 tarihli
İstanbul İngiliz Büyükelçiliği’nin raporu
tüm dünyada bulunan Osmanlı
Ermenilerinin oranını 1.200.000 olarak
belirtmektedir. Savaş esnasında ölen 40-
50 bin Ermeni mevcudiyeti, göç esnasında
ölen oran ve hatta kendiliklerinden
Kafkasya’ya göç ederken ölenler
toplandığında, soykırım iddialarının
yersizliği bir yana, 600.000 Ermeni
öldürüldü demenin dahi çok abartılı
olduğu görülür.
Yazar, ihmali bulunanlar ve göç eden
kitlelere saldıranların nasıl cezalandırdığı
konusu üzerinde de önemle durmuş.
Hükümetin tebligatlarına bağlı olarak,
1915 yılı sonundan itibaren mahkeme
süreci başlatılmış olup mahkemeye
verilenlerin sayısı 1673’e ulaşmıştır.
Çeşitli yerlerdeki Divan-ı Harbi Örfi’ye
sevk edilen bu kimselerden, 22 Mayıs
1916 tarihine kadar sonuçlandırılan
yargılamalara göre 67 kişi idama, 524 kişi
hapse, 68 kişi kürek ve para cezalarına
çarptırılmıştır. Kalanlardan 227 kişi berat
ederken diğerlerinin yargılama süreci
devam etmiştir. Bu yargılanan kimseler
ihmali bulunan yetkililer ve göç eden
kafilelere saldıran kimselerdir. Yazarın
ortaya koyduğu üzere, devlet yetkililerinin
bu konudaki hassasiyeti soykırım
iddialarının yersizliğini sergileyecek kadar
incedir.
Tehcirin, Soykırım Hukuku ile ilişkisini de
inceleyen yazar, 2. Dünya Savaşı sonrası
dünya kamuoyunun gündemine girmiş
bulunan soykırım kavramının, hukuk
normlarında sıklıkla kullanılan geriye
yürütülmezlik ilkesinin aksine 1915
olaylarına uygulanmaya çalışılmasının
abesliğini de vurgulamaktadır. Bilindiği
üzere soykırım kavramının gündeme
gelmesi, Hitler Almanya’sının uyguladığı
büyük Yahudi soykırımı ile olmuştur.
Yazar kitabın sonunda, bir savunma
sunmak gereği duyarak Almanya’nın
Yahudilere uyguladığı bilinçli katliamla,
zorunlu göçü karşılaştırmakta ve savaş
durumunda güvenlik sebebiyle
uygulanmış olan zorunlu Ermeni göçünün
soykırım kavramıyla açıklanamayacağını
belirtmektedir. İddia edildiği gibi bilinçli
bir nüfus eritme politikası devlet eliyle
yürütülmüş olsa bugün 3000-5000
civarında toplu mezarın bulunması
gerektiğini vurgulayan yazar, yapılan
karşılıklı inceleme çağrılarına uymayan
Ermeni araştırmacılarının tutumunu da
irdelemektedir. Kitabın sonunda
faydalanılan raporların asıllarının
bulunması ise okuyucuya birinci elden
konuyu araştırma imkânı vermektedir.
Sonuç olarak Osmanlı’nın son çeyrek
asrında meydana gelen tüm gelişmeleri,
GENCAY
24
devletin içinde bulunduğu kaotik ortamı,
üst üste gelen yenilgileri, siyasi-sosyal
krizleri ve mali bunalımları göz önüne
aldığımızda Ermenilere uzun süre
tahammül eden bir Osmanlı idaresi ile
karşılaşırız. Tehcir kararının dayanakları
ve nasıl uygulanacağına dair maddelerle;
Ermenilerin gidiş ve dönüş esnasında can
sağlıklarına dahi ehemmiyet verilmiş
olmasına rağmen bir soykırımdan
bahsedilmesi Hıristiyan dünyanın
ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermektedir.
Balkan Harpleri esnasında tüm
malvarlıklarına el konularak, zorla
topraklarından çıkarılan Balkan
Türklüğünün yaşadığı dram henüz
hafızalardan silinmemiştir. Sovyet
Rusya’nın Müslüman Türk ahaliye
uyguladığı sürgünler, Sibirya’da kilitli
vagonlarda ölüme terk edilen binlerin
feryatları hala zihinlerdedir. Karadeniz’de
balıklara yem edilen Çerkezler; önce Türk
Revan’ın Ermeni Erivan’ı olması için daha
sonra Karabağ’ın alınması için Azerbaycan
Türklerine uygulanan, bir asırdan fazla
süren ve 25 yıl öncesine kadar sistematik
bir biçimde devam eden Rus destekli
Ermeni katliamları unutulmak için oldukça
yenidir. Örnekleri çoğaltmak mümkün
olmakla birlikte amaç acıları yarıştırma
basitliğine düşmek değildir. Vurgulanmak
istenen suçsuz ve masum milyonlarca
Türk-Müslüman unsurun yaşadıklarına
göz yumabilen Batı’nın, isyankâr
Ermenilere uygulanan bir güvenlik tedbiri
olan zorunlu göçün soykırım olduğu
iddiasını öne sürerken insancıl emellerle
değil, Haçlı emelleriyle meseleye
yaklaşmasıdır.
Yazarın kitabını bitirmeyi uygun gördüğü,
Howard M. Sachar’ın Ortadoğu’nun
Doğuşu(1969) adlı eserinde geçen ifade ile
yazıyı bitirmek yerinde olacaktır:
“Bütün o savaş yıllarında hiç kimsenin,
Ermenilerin bile, Türkler kadar kanı
akmamıştır. Artık savaş yılları sona
ermiştir.”
GENCAY
25
“İLK KAN” İLE BİRLİKTE
Juctin McCARTHY Aslıhan KAYA
Tarihçinin sevdiği şey gerçekler olmalıdır
çünkü onlar sadece gerçeği yazmakla
yükümlüdürler. Yazmadan önce tüm ilgili
kaynaklara bakmak zorundadırlar.
Önyargılardan tamamen kurtulduklarına
emin olduktan sonra tarihi yazmalıdırlar.
İlke şudur: “Konuyu bütün yönleriyle ele
al, önyargılardan vazgeç; işte o zaman
gerçeği bulmayı ümit et.” Peki, tarihçiler
her zaman bu ilkeyi izlerler mi? Şimdilik
pek nadir bulunsalar da iyi tarihçiler buna
gayret ederler.
“İnsana rahatsızlık veren olaylar, yanlış
düşünce ve önyargılar bir tarafa
bırakılmak ve göz ardı edilmek yerine
(bilhassa) ele alınmalıdır.” diyor McCarty.
Evet, biz de tarihimizin yazılırken sadece
kahramanlıkların, zaferlerin,
fedakârlıklarımızın yazıldığına şahit olduk.
Yenilgilerimiz nadir, hatalarımız çok nadir
yazıldı. Bu, belki tarihimizi her satırıyla
sevmek belki de tarihten ders almamızı
engellemek amacıyla yapıldı. Ne sebeple
olursa olsun sade aklayan yahut sade
karalayan tarih amacından sapmış
demektir.
Önyargılar ve ahlaki çöküntü her zaman
ilimin önüne geçmiştir. Türk ve Ermeni
tarihini ele alan bir kitap öldürülen, göçe
zorlanan, zulme uğrayan Türkleri de
yazmadığı sürece, Müslüman Türklerin
yüzyıllarca Ermenilere sahip çıktıktan
sonra haince saldırılara uğradığını
yazmadığı sürece asla gerçek bir tarih
kitabı niteliği taşımayacaktır. Bazıları artık
“… tarafsız şekilde…” şartını hatırlamak
zorunda.
Amerikalı Tarihçi Justin McCarthy’nin
Ermeni Mezalimi konusuna açıklık
getirebilmek amacıyla yayınladığı “İlk
Kan” önemli bir belgedir. Türklerin yaptığı
iddia edilenlerin ve yaptıklarının, neden
yapılmış olabileceği hususunu önde tutan
McCarthy gözden kaçmayan bir yöntem
kullanıyor: Karşılaştırma. Sayfalarca
bilginin sıralanmasındansa karşılaştırma
yöntemiyle yazılan makale konunun daha
kolay kavranmasını sağlıyor.
Sorgulayabilen ve kesin hükümlerden
kaçabilen bir tarihçi olduğu görülüyor.
McCarthy için suçlu taraf “ilk kanı döken
taraf”, makalede bunu bulmaya çalışıyor.
Türkler de Ermeniler de iyi şeyler
yapmadı ama suçlu aranıyorsa bu kendini
müdafaa eden taraf olmamalıdır, diyor.
“Neden?” sorusu etrafında dönerken konu
6 farklı bağlamda inceleniyor.
GENCAY
26
1. 1877-1878 Türk-Rus Savaşı
2. İhtilalci Ermeni Örgütleri
3. 1890 Ayaklanmaları
4. Birinci Dünya Savaşı
5. Azerbaycan Türkleri ve Ermeniler
6. Ermeni İddiaları
Türkler, Ermenilerle asırlarca aynı
imparatorlukta yaşamış, onların asırlarca
dinlerine ve geleneklerine
dokunmamışlardı ve bilhassa onların
kültürlerini, namuslarını ve canlarını
korumuşlardı. Birden bire ne olmuştu da
Türkler Ermenilere saldırmıştı? Ermeni
milliyetçileri için bunun birçok hayali
sebebi var. Bazısı için bu hiç de aniden
olmamış. Türkler planlı bir soykırımla
Ermenileri yok etmeye çalışmışlar. Çünkü
Türkler Ermenileri kıskanıyormuş, onların
üstün olduğuna inanıyorlarmış.
Kimisi için Türkler Ermenilerin mallarına
göz diktikleri için saldırmışlar. Lakin şu
unutuluyor ki Birinci Dünya savaşında
Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal ettiklerinde
Türklerin mallarını çalan Ermenilerdi.
Ayrıca Batı Anadolu’daki zengin
Ermenilere dokunulmadığı halde Doğu
Anadolu’daki Ermenilerin malına göz
dikildiği iddiasının ciddiyeti yoktur.
Kimisine göre ise Osmanlıların Balkan
savaşlarından gelen mülteciler için
Ermenilerin yaşadıkları topraklara ihtiyacı
varmış. Bilinmelidir ki mülteciler Batı
Anadolu ve Trakya’ya yerleştirilmiştir;
Doğu Anadolu’ya değil.
Peki ya dini nefret? Müslümanlar
Ermenileri 700 yıl kabul ettikten sonra,
İslam’ın hükümlerini de bir tarafa
bırakarak Hristiyanların haklarını
reddetmiş olabilirler mi? Hayır, Osmanlı
İmparatorluğu her zaman hoşgörü
konusunda Avrupa devletlerine örnek
olmuştur, bu tarihsel bir kanıttır.
Bütün bu suçlamalar tek bir noktada
birleşiyor ve nihayet Ermeni
milliyetçilerini tatmin ediyordu: “Türkler
delidir.” 700 yıl Ermenilerle yaşadıktan
sonra bir anda onlardan nefret edip
saldırmaya başlamışlardı. Sözde
soykırımının tüm açıklamaları ve hatta
kanıtları Türklerin her zaman akıl dışı
davrandıkları tezi üzerine kurulmuştur.
Avrupa tarzı ırksal bir düşmanlık Osmanlı
İmparatorluğuna uzak bir konuydu. Hiçbir
zaman Ermenilere yahut başka bir azınlığa
Almanya’nın Yahudilere yaptıkları
yapılmamıştı. Ermeni isyanları sırasında
bile isyancı olmayan Ermeniler kabul
görüyordu. Tarihin çoğu devirlerinde
devlet yönetiminde bile yüksek mevkilere
gelmişlerdi. Herhangi bir ırk kayırması
olması mümkün değildi.
Peki, bu savaşı kim başlatmıştı? Saldıran
kimdi? Kendini savunan kim? Ermeniler,
Türklerin onlara saldırdıklarını, sonra da
kendi başlattıkları olayların acısını
çektiklerini öne sürmüşlerdir. Ama gerçek
bundan çok daha farklıdır.
GENCAY
27
“Türkler ve Ermeniler arasındaki çatışma
19. Yüzyılın sonlarında Osmanlı’da değil
İran’da ortaya çıkmıştır. 1796’da, Rusların
Derbent Hanını mağlup etmesi ve Derbent
şehrini ele geçirmesine, o şehirde yaşayan
Ermeniler aracı olmuştur. Ermeniler
Güney Kafkasya bölgesinde 700 yıl
Türklerle yaşamıştı. Bölgenin her
kısmında ikamet ediyor ve şehirlerde
çalışıyorlardı ki istenilseydi buralarda
kolaylıkla yok edilebilirlerdi. Rusların
gelişiyle, Ermenilerin çoğu kendi
hükümetlerine karşı olup Rus işgalci
güçlerine katıldılar. Ruslarla birlik olan bu
Ermeniler, Rus ve Ermeni azınlıkların, 700
yıl boyunca egemenlikleri altında
yaşadıkları Müslüman Türk çoğunluğu
yönetmesini istiyordu. Bu demokrasi isteği
değildi. Bu halk iradesi isteği de değildi.
Onlar yönetimi ele geçirmek istiyorlardı ve
bu yolda Ermeni milliyetçilerin karşısına
çıkan her Müslüman yok edilecekti. ”
Görüldüğü üzere Ermenilerle kırılma
noktalarından biri buradadır. Ermenilerin
Türklere düşmanlığı ile Müslümanlığa
düşmanlıkları da birleştirildikten sonra
sanki asırlardır Müslümanlar onlara
hoşgörüyle davranmamış, güç kullanarak
Ermenilere zulüm etmiş gibi, Müslüman
himayesinden çıkmak adına azınlık
oldukları Türk toprağında isyan ederek
yönetime göz dikmişlerdir. Bu hoşgörüye
yer bırakmayacak bir tavırdır.
Dünyada çıkan çoğu milliyetçi
ayaklanmalarda en azından çoğunluğun
kendi kendini yönetmesi adına bir savaş
veriliyordu. Lakin Ermenilerin farklıydı,
onlar azınlık olarak çoğunluğu yönetmek
hayalindeydiler. Ermeniler, ülke
çoğunluğunu bozguna uğratıp onların
topraklarını ellerinden almak isteyen
küçük bir topluluktu. Ermeniler
ülkelerinin düşmanlarından yardım alan
küçük bir azınlık grubuydu, çünkü
dışarıdan yardım almadan Müslüman
çoğunluğu yenmeleri imkânsızdı. Eğer
Ermeniler amaçlarında başarıya
ulaşsalardı ne yaparlardı? Tarih bize
Balkanlar’daki Türklerin acı verici
akıbetinden dersler vermektedir.
1877-78 Ruslarla olan savaşlarında
Osmanlı kendi tebaasına güvenmiştir.
Hatta Müslüman Türk yetkilileri
Ermenileri hedef alan farklı saldırılardan
korumuştur. Ne yazık ki Osmanlılar, savaşı
kaybettiklerinde, Müslümanları Ermeni
saldırılarından koruyamamışlardır. Kars
Rusların eline geçtiğinde, orada yaşayan
Ermeniler hem Osmanlı askerlerine hem
de sivil Türklere saldırmışlardır. İngilizler,
Ermenilerin, yaralı Türklerin
öldürülmesinde Ruslara yardım ettiklerini
rapor etmiştir. Erzurum’u işgal eder
etmez, Türklere zulmedilmeye
GENCAY
28
başlanmıştır. 6000 Türk ailesi şehri terk
etmeye zorlanmıştır. Bunun üzerine İngiliz
Büyükelçisi şöyle yazmıştır: “Şüphesiz ki
Ruslar Erzurum’u işgal ettiklerinde
Ermeniler, elde ettikleri Rus
korumasından faydalanarak Müslüman
nüfusa zarar verdiler, acımasızca
davrandılar ve onları tahkir ettiler.”
Ermenilerle olan meselede söz sahibi
olmuş bir önemli unsur da kurulan Ermeni
örgütleridir. Rusya’da kurulan Taşnaklar
isyanın öncülerinden olmuştur. “Parti
Manifestosunda ‘Ermeni halkının Türk
hükümetine karşı savaşı’ ilan edilmiştir.
‘Ulusal özgürlüğü korumanın ürkütücü
külfetinden’ söz edilmiştir. 1892 yılının
Taşnak Program’ı, toprakların yeniden
paylaştırılması, toplumsal kardeşlik ve iyi
bir yönetim gibi çağrıların arasında,
aslında isyancı eğilimlerini dile getirmiştir.
Bu eğilimler, ihtilalci örgütler ile savaş
toplulukları kurmayı ve ‘halkı’
silahlandırmayı kapsamaktaydı. Taşnak
özdeyişi (1896) şöyleydi: “Silahlara
sarılın! Savaşın! Zafer bizimdir!” Bu
sözleri, amaçlarının Osmanlı
İmparatorluğu’na karşı kanlı bir
ayaklanma olduğunu açıkça
belirtmektedir. Ayrıca parti
manifestosunda yer alan maddeler de
Ermenilerin kanlı oyununun delilleridir.
“Ermeni ayaklanmaları 1860’larda ve daha
öncesinde Batı Anadolu’da başlamıştır.
Fakat 1890’larda Ermeni örgütleri
tasarılarını tam anlamıyla uygulamışlardır.
İsyancılar hükümete saldırmışlardır.
Osmanlı ordusu isyancıların üzerlerine
gitmiş ve isyancılar geri çekilirken yolları
üstündeki köy sakinlerini katletmişlerdir.
Ancak buna karşılık olarak, Osmanlı
ordusu ve sivil Müslüman halk Ermenileri
öldürmüştür. “Samsun’da, Van’da,
Maraş’ta ve Adana‘da katliamı başlatan
Ermeniler olmuştur… Türkler Ermenilere
değil, Ermeniler Türklere saldırmışlardır.
Zeytun ve Maraş bölgesindeki Ermeni
isyancıların yaptıkları da neredeyse
aynıdır. Ermeni liderin kendisi 25.000
Müslüman öldürdüğünü belirtmiştir.
Osmanlı ordusunun bu katilleri
cezalandırmaya bile imkânı olmamıştır
çünkü Avrupa güçleri onları korumuştur.
“Balkan savaşından sonra bir zamanlar
Müslüman çoğunlukların bulunduğu
topraklarda artık Hıristiyan çoğunluklar
bulunmaktaydı. Bu, Ermenilerin daha uzun
vadede yapmak istedikleri şeyin tamamen
aynısıydı ve Balkanlar’da işe yaramıştı. İki
tarafta Balkan Savaşları’ndan bir şeyler
öğrenmişti. Türkler, Ermeni ihtilalcilerin
başarıya ulaşması durumunda başlarına
ne geleceğini biliyorlardı.
“Ermeni milliyetçileri ayaklanmaları
örgütlemeye başlamadan hiçbir Ermeni
sürgün edilmemiş, hiçbir Ermeni politikacı
idam edilmemiş, hiçbir Ermeni Osmanlı
askerleri tarafından öldürülmemiş, hatta
resmi olarak savaş ilan edilmemişti.
Ermeni isyancılarının eylemleri yalnız
ayaklanmalardan ibaret değildi.
Osmanlılar ayaklanmaları bastırmak
mecburiyetindeydiler, çünkü Ermeni
çeteler Müslümanları katlediyordu.
Osmanlı Ermenileri Rus ordusuna
casusluk yapıyorlardı.” Kendi ülkeleri olan
Osmanlı İmparatorluğu baş düşmanı Rus
İmparatorluğu ile savaşırken, Ermeniler
Rusya’nın yanında savaştılar. O zaman da
itiraf ettikleri gibi, kendi ülkelerinin baş
düşmanlarıyla bir olup onlarla birlikte
savaşan vatan hainleriydiler.
GENCAY
29
Ya Osmanlılar Ermenileri neden göçe
zorladı? Amaç düşmana yardım ve yataklık
edeceği belli olan sivillerin yerini
değiştirmekti. Belki Ermenilerin çoğu
Osmanlılara karşı gelmeyecekti, fakat
Osmanlılar, Ruslara, İngilizlere ve
Fransızlara kimin yardım edip kimin
etmeyeceğini nasıl bileceklerdi?
Ermeni ayaklanmasına karşı gelmek
hükümetin göreviydi, yapılmak
zorundaydı Ayaklanan Ermeniler
Müslüman çoğunluk üzerinde egemenlik
kurmak isteyen bir azınlıktı. “Azınlıkların
barış içinde yaşama hakları vardır. Bütün
yasal haklarıyla, yasalar önünde eşit
olmalıdırlar. Dini özgürlükler olmalı ve
korunmalıdır. Tüm bu haklar azınlıklara
garanti edilmelidir. Fakat bir azınlığın
çoğunluk üzerinde egemenlik kurma hakkı
asla olmamalıdır. Bir azınlığın çoğunluğu
öldürerek ve yurdundan sürerek
çoğunluğu ele geçirme hakkı asla
olmamalıdır. Ermeni isyancılara karşı
duran Türkler ahlaki açıdan doğru olanı
yaptılar.” Osmanlılar Doğu Anadolu,
Arabistan ve Bosna’da Müslüman
isyancılara, Balkanlarda ise Hıristiyan
isyancılara karşı savaşmışlardı.
İmparatorluklarını ve halkını korumak için
savaşmışlardı. Doğal olarak aynı şekilde
Ermeni isyancılara karşı savaştılar.
“Osmanlılar görevlerini ifa etmeye
çalıştılar.”
“Suçlu aranıyorsa suçlanması gerekenler,
savaşı başlatanlar, ilk vahşeti yapanlar ve
kan dökülmesine sebep olanlardır”.
Meseleleri başlatan her zaman Ermeniler
olmuştur. Ermeni isyancıları olmuştur. Suç
daima onların üzerinde kalacaktır.
Türklerin yaptığı soykırım değil
müdafaadır. Savunma kimi zaman sınırları
aşıp intikama dönüşebilir. Bu savaşlarda
çok sık karşılaşılan bir durumdur ve
eleştirilmemelidir.”
Elbette ki bugün Ermenilerle olan
ilişkilerde tarihin rolü büyüktür.
Ermenilerin planları hala devam
etmektedir. Siyasi çıkarlara göre yazılan
uydurma bir tarihleri vardır. Siyasetçilerin
bu tutumu kendilerine faydalı olabilir, ama
fayda gerçeklik değildir. Siyasi kürsüde
tarih dersi vermek isteyenler dersi önce
kendileri çalışmak ve bu süreçte tarihin
ilkelerine saygı duymak zorundadırlar.
Evet, belki halkın duyguları istismar edilip
yapay bir sevgi kazanılabilir, bu sayede oy
da toplanabilir lakin bu bir insanlık ayıbı
olarak kalacaktır. Ermenilerle ilgili karar
alan Fransız ve Avrupa Birliği
parlamentoları ön yargılarıyla çelişen
hiçbir kanıtı görmek istemediler. “Ermeni
Soykırımı”nı kabul edilmesi gerektiğini
söyleyen siyasetçiler oluşturdukları
düzmece tarihte taraflardan biri olan
Osmanlı’nın arşivlerini gerçekten
incelediler mi? İnceledilerse ölen
milyonlarca Türk’ü görmediler mi?
Gördüler de önyargılarıyla mı çelişti?
Âlim(!) Avrupa bunu yapar mı? Yapar.
GENCAY
30
McCarthy yazısında bir davette bulunuyor.
Türk ve Ermeni tarihçilerini arşivlerini
açıp tartışmaya bekliyor. “Korktuğunuz
şey nedir? Buyurun çözün.” Diyor. Evet,
Soykırım iddiaları tarihsel bir durumdur.
Şayet merak edilen neler olduğu, nasıl
olduğu, ne sebeple olduğu ise görev
tarihindir. Siyasetçiler, şu anki politik
unsurlar, hükümet ve hatta devlet
menfaatleri bunun dışında tutulmalı ve
tarihi araştırma böylece yapılmalıdır.
Eminim ki Türklerin Ermenileri göçe
zorlamasının perde arkası sadece bu yolla
aydınlanır, soykırım iddiaları bu yolla
çürütülebilir. Bu elbette zor bir iştir.
Çünkü “Düşmanın bile ahlaklı olanı
makbuldür.”
Şayet istenen çözümse bunun bir yolu
yoktur. “Ne çözüm sürecinin bir anlamı
vardır ne de kardeşlik türkülerinin. Hanım
Halilova’yla geçenlerde yaptığımız bir
söyleşide kendisine sorduğum çözüm
sorusunun cevabını hatırlıyorum. “Ne
çözümü kızım? Neyi çözeceksin? Bu
çözülür mü?”
Nitekim Ermenilerin Hocalı’da yaptıkları
da geçmişte olduğu gibi bir insanlık
ayıbıdır. Acıların dindirilmesi için
yapılması gereken Türklerin üstüne
düşeni yapmaları, Türklüklerini
göstermeleri ve bayrağın işgal altındaki
Karabağ’a asılmasıdır.
Evet, gerçekler ortaya çıkabilir, kimin ilk
kanı kimin çok kanı döktüğü belgelerle de
ispatlanabilir. Lakin Ermeni-Türk dostluğu
isteniyorsa bu ancak tarihin silinmesiyle,
geçmişin unutulmasıyla yapılabilir.
Çözülecek bir şey yoktur, bu çözülür mü?
Hayaldir…
GENCAY
31
GENCAY
32
ASALA YETERİNCE YAZILDI MI? Çağhan SARI
Türkiye, çektiği acıları kolaylıkla
unutabilen bir ülke… Toplum hafızamızın
yaralara, facialara karşı örten bir yapısı
var. Elbette travma yaratan hadiseleri
çabuk atlatma adına bu yapının işlevi
mühim bir vazife görmektedir. Ancak bazı
şeyler vardır ki, onları unutmanın, daha
doğru bir ifade ile hatırlamamanın sonucu,
en az o hadise kadar yaralayıcıdır, zarar
vericidir.
Özellikle 2015 senesinde Birinci Dünya
Savaşı'nda uygulanan Tehcir Kanunu'nun
100. yıl dönümü olması nedeniyle
Türkiye'ye karşı 'soykırım suçu işledi'
baskıları artacaktır. Burada sözde
soykırımın gayr-ı hukuki istinatlarına
yanıtlar vermek için bu yazının kapsamı
dışında. Biz 1975-1985 yılları arası 42
diplomatımızın hayatını kaybetmeleriyle
sonuçlanan saldırıları düzenleyen
ASALA'yı, kuruluşunun 40. yılı dolayısıyla
hatırlatacağız. ASALA hakkında yapılan
çalışmalara değineceğiz.
1975 senesinde, - bazı kaynaklarda 1973
iddiası da bulunuyor- Agop Agopyan ve
altı arkadaşı tarafından Armenian Secret
Army for the Liberation of Armenia
(ASALA) kuruldu. Ermenistan'ın Kurtuluşu
için Ermeni Gizli Ordusu adını alan bu
örgütün kuruluş yeri Lübnan idi. Beyrut'ta
örgütün kurulması için ortam müsaitti.
Lojistik temini kolaydı. Çünkü o tarihlerde
bölgede zafiyet yüksekti. ASALA, eğitim ve
mühimmat noktasında Yunan ve Suriye
istihbarat servislerince desteklendi. Örgüt,
Marksist-Leninist ideoloji ile Ermeni
milliyetçiliğini resmi görüşü olduğunu
belirten broşürler hazırladı.
27 Ocak 1973 tarihinde Los Angeles'taki
Türk Konsolosluğuna gerçekleşen
saldırıda ASALA'nın öncüsü olan gruplarca
düzenlendi. İki Türk diplomatı şehit edildi.
Bu saldırıdan iki sene sonra ise 24 Ekim'de
Paris'te, 27 Ekim'de Viyana'da yapılan
saldırılarda büyükelçiler şehit edildi.
ASALA bu iki saldırı ile resmen dünyaya
kendini duyurdu. Büyükelçilik ve
Konsoloslukları bombalamak, araçları
GENCAY
33
kurşunlamak, havalimanı bombalamak,
pusu kurarak suikast tertip etmek gibi
yöntemleri seçen ASALA 1985'ten sonra
kendi içinde parçalandı. 1989da dağıldı.
Değişik uzantılar ve farklı isimlerle devam
etmeye çalışsa da 1991'den sonra
Türkiye'ye yönelik bir eylem bulunmadı.
Örgüt 2012 yılında yeniden faaliyete
geçeceğini duyurdu.
Kronolojik olarak 1985'ekadar düzenlenen
saldırılar, hayatlarını kaybeden
diplomatlarımız, siviller, hangi ülkelerin
terör listesine aldığı yahut almadığı kısa
bir internet araştırması ile ortaya
çıkmaktadır. Şuan ASALA'nın resmi web
sitesi hala aktiftir. Dilediğiniz görsellere
ulaşabiliyor, gazete arşivlerinde saldırılar
ile ilgili haberlere ulaşabiliyorsunuz.
Ancak, bu mesele üzerine Türkiye'nin ilgili
mercileri tarafından yeterince araştırma
yapılmış mıdır bu sorunun üstüne gidelim.
ASALA hakkında yayınlanmış kitapların
neredeyse tamamı, bu terör örgütüne
karşı Türkiye'nin düzenlediği
operasyonlara dairdir. Yani, ASALA'nın
kan dökmesini vurgulayıp,
diplomatlarımızın öldürülmesini
unutturmamak yerine biz, bu örgütün
nasıl söndürüldüğünü inceleyen, tetkik
eden eserler yayınlamış bulunuyoruz.
Dahası bu yayınların da ekseriyetle
belgelere ve kuvvetli delillere değil,
spekülasyolara, hatıratlara, demeçlere
dayanması, eserleri bu yönden güdük
bırakıyor. ASALA hakkındaki
araştırmaların diğer kısmı da ASALA -
PKK, ASALA - Kızıl Tugaylar - IRA
işbirliğini ortaya koyan çalışmalardır. Bu
çalışmaların ana minvali PKK olması,
ASALA'nın siklet merkezi olmaması, alanın
ihtiyacına doğrudan yönelik yayınlar olup
olmadığını sorgulatmaktadır.
ASALA ile akademik yayınlara bakıldığında
da Atılım Üniversitesi’nde biri Uluslararası
İlişkiler, biri Kamu Yönetimi bölümlerinde
hazırlanmış iki tez, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi
anabilim dalında biri Hürriyet öteki
Tercüman gazeteleri minvalinde iki tez,
Celal Bayar Üniversitesi'nde de
'Cumhuriyet Dönemi Ermeniler ve ASALA'
isimli bir tez bulunuyor. Beş tezden
dördüne erişim açık. Tezlerden özellikle
T.C.T. anabilim dalında hazırlananların
noksan yanı arşiv malzemesi
bulunmamasıdır. Bunun da nedeni,
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde 30 yılı
doldurmayan evrakların araştırmacılara
sunulmaması, Dış İşleri Bakanlığı'na ait
arşivin Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'ne
gönderilip araştırmacılara açılmamasıdır.
Dileriz ki ilerleyen yıllarda Dış İşleri
GENCAY
34
Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, MAH, Nüfus
Genel Müdürlüğü arşivlerinin de belli yıl
kotasını dolduran evraklarının
araştırmacılara açılmasıdır.
Akademik dergilerde yayınlanmış
makalelerin de azlığı düşündürücüdür.
Türkiye'nin büyükelçilik ve
konsolosluklarına herhangi bir saldırının
bu gün gerçekleşmesi durumunda
toplumun, siyasetin tepkisi, hassasiyeti
düşünüldüğünde 42 cana mal olmuş
saldırıların tarihe bırakılması - ancak
tarihe bırakırken bile araştırmaların salt
gazete haberleri üzerinden yapılmaya
mecbur bırakılması- gerçeği, 'o zaman
neşriyat yapılmalıdır' yanıtıyla
geçiştirilmemelidir. Geçtiğimiz yılın Eylül
ayında Türk Tarih Kurumu'nun, başlıklar
arasında ASALA ve onun uzantısı olan
JCAG ile Hocalı'yı da dâhil ettiği Ermeni
Külliyatı'nın 10 ciltlik bir bölümünün
tamamlandığı, çalışma sonunda 40 ciltlik
ciddi bir araştırma-inceleme ürününün
ortaya konulacağı açıklanmış idi. Bu
çalışmanın yanında artık ASALA'nın nasıl
söndürüldüğü değil, Türkiye'ye yaptığı
saldırıları okutacak kitapların yazılması,
ASALA terörünü hatırlatacak belgesellerin
hazırlanılması talep edilmektedir. Türk
sinemasının dikkat ve titizlikle -basit
ürünlerin kalitesizliğe sürüklemeyeceği-
ortaya koyacağı çalışmalara da ihtiyaç
duyulmaktadır.
Türkiye, içte ve dışta mahkum ettirilmek
istendiği hadiseler karşısında yeterince
tedbiri alamamakla handikap
yaşamaktadır. Yakın bir tarihe kadar
Ermeni soykırımı iddiasını ileri süren
cenahların uluslararası arenada 30.000
kadar yayın ortaya koydukları sırada
Türkiye'nin 4.000 yayında kalması ciddi
eleştirilere neden olmuş idi. Şimdi
görülmektedir, ASALA yeterince
yazılmamış, aktarılmamıştır. Lise ders
kitaplarında yer almıyorsa yer almalı -
sıkça müfredat değiştirildiğinden bu
yazının yazarı da artık lisede nelerin
okutulup okutulmadığını takip
edemeyecek duruma geldi-
diplomatlarımızın şehit düştüğü günler
anımsatılarak sivil toplum kuruluşlarınca
anılmalıdır.
GENCAY
35
TARSUS’TA FRANSIZ-ERMENİ
BİRLİKLERİ VE MOLLA KERİM Metehan ÇAĞRI
19 Aralık 1918, Ermeni destekli Fransız
birliklerinin Tarsus’u işgal ettiği tarihtir.
Fransız üniformaları içinde işgal
kuvvetleri içinde yer alan Ermeniler
Tarsus Kız Okulu binasına yerleşmiş ve
yerleşkelerine yakın çevrede yaşayan
Türklere nefret söylemleri, küfür ve
tacizleri ile saldırılara başlamışlardır.
Nefret ve büyük bir kin ile Tarsus halkına
yaklaşan Fransız Birlikleri olası bir
kalkışmaya da önlem alma gereği
hissetmişler ve 9 Mayıs 1919’da
çıkarttıkları bir kararname ile bütün
silahların toplatılması kararı almışlardır.
Sivas Kongresinin tamamlanmasının
ardından alınan kararlar vatanın dört bir
köşesine kısa sürede ulaştırılmaya
çalışılmış ve milli birliklerin kurulması
noktasında alınan kararlar Tarsus’ta da
hemen etkisini göstermiştir. Tarsus
eşrafından Molla Kerim, Tarsus’un
köylerine haber göndermiş ve eli silah
tutan herkesi işgale karşı koymaya
çağırmıştır. Bu çağrı Tarsus’ta birçok
müfreze kurulmasını sağlamıştır. Molla
Kerim’in başında olduğu müfreze Çeliktaş
Müfrezesidir.
1920 yılı Temmuz ayının ortaları… Adana
şehir merkezinde can güvenliği kalmadığı
için Türkler canını kurtarmak amacıyla
şehirden uzaklaşmaya daha güvenlikli
olan Karaisalı yöresine ulaşmayı
amaçlamışlardır. Kuvay-i Milliyeci
müfrezeler Tarsus şehrini kuşatarak
Bağlar savaşını kazanmışlar, işgalci
kuvvetlerin Adana ve Mersin arasındaki
bağını kesmişlerdir. Tarsus içinde mahsur
kalan Fransızlar ve onlarla işbirliği yapan
Ermeniler bu durumdan büyük paniğe
kapılmışlardır.
Bunun üzerine, Adana’daki Fransız
kumandanlığı uçaklar ve tanklar
desteğinde zırhlı araçlarını da seferber
ederek Adana’dan Tarsus’a doğru yola
çıkmıştır. Yenice’ye kadar olan yol
güzergâhındaki Türk köyleri ateşe
verilmiştir. İşgalci kuvvetlerin Tarsus’a
girişinin engellenmesi görevi bölgenin
sayıca en kalabalık Kuva-i Milliyeci
topluluğu olan Molla Kerim’in Çeliktaş
müfrezesine verilmiştir. Molla Kerim,
daha önceki Kavaklıhan Savaşı’nda
emrindeki çetelerle birlikte düşman
askerlerine karşı büyük zaferin
kazanılmasını sağlayan bir kahramandır.
26 Temmuz 1920 günü Adana’dan
Mersin’e geçecek olan bir Fransız Birliğini
durdurma görevi alan Çeliktaş Müfrezesi
Komutanı Molla Kerim, 4 Tabur, 6 Süvari
bölüğü, 3 batarya topa karşı 370 kişilik
GENCAY
36
müfrezesi ile kahramanca mücadele
etmeye hazırdır. Fransız askerleri zırhlı
araçları ile birlikte Kamber höyüğüne
kadar yaklaşmış, Molla Kerim savunma
hattını tuttuğu dere kıyısında düşmana
ateş açmıştır. Ancak Molla Kerim’in geri
çekilme esnasında arka tarafına güvenlik
altında tutacak önlemler alınmamıştır.
Fransız askerler Türk müfrezeler
arasından hareket ederek Molla Kerim’i
arkadan kuşattır ve çatışma sonrası Molla
Kerim ve arkadaşları esir düşerler.
Fransız askeri konvoyu Tarsus’a girmek
üzere Bac köprüsüne kadar gelmiştir. Milli
kuvvetler işgalci kuvvetlerin o anını
yakından izler. Türklerin elinde bulunan
topların namlusu düşman üzerine çevrilir,
dürbünle gözlem yapılır. Ve “Bismillah”
sesleri ile top atışları başlar. Türk
topçusunun atışları Bac köprüsünde
bulunan Fransız konvoyuna tam isabet
eder. Molla Kerim ve esir arkadaşları
durumdan yararlanarak kaçmak isterler.
Birçok kuvvacı kendilerini Bac
köprüsünden aşağı Tarsus çayına atarak
kurtulmaya çalışmıştır. Molla Kerim’in eli
zincir kelepçe ile sıkı sıkıya bağlıdır. Öteye
beriye kaçışan askerler arasında kalan
Molla Kerim’in üzerine düşman askerleri
kurşun yağdırır. Bir yiğit, bir kahraman,
Molla Kerim Bac köprüsü üzerinde son
nefesini vermiştir.
29 Temmuz 1920 tarihi Tarsus’ta kara bir
gün olarak tarihe geçti. Tarsus halkı derin
bir üzüntü içindeydi ve birçok ağıt
yükseldi yanık sesler ile göğe… Köyden
köye, dilden dile, gönülden gönüle dolaştı
ağıtlar. Tarsuslular işgale karşı büyük
mücadeleler veren Şehit Kerim’i
unutmadılar, hep andılar… Bugün Molla
Kerim’in şehit edildiği Bac Köprüsü’nün
hemen yanında Ermeni Mezalimi Anıtı
bulunmaktadır.
Molla Kerim Ağıdı
Belindeki filik kuşak
Sarar dolayı dolayı
Molla Kerim’i vurmuşlar
Kana bulayı bulayı
Evimizin önü yonca
Yonca çıkmış diz boyunca
Çeteler harb etmek diyor
Molla Kerim olmayınca
Adana’dan bir yel esti
Yenice’yi düşman bastı
Ayan olsun Sinan Paşa
Molla Kerim esir düştü
Yol üstünde ağaca mezar
Yelin eser kumun kazar
Öldürmüşler seni oğul
Bak kır atın gemsiz gezer
Seni vuran dağlı mıydı?
Kurşunları yağlı mıydı?
Neye çekip vuramadın
Elin kolun bağlı mıydı?
Firezden yastık etmişler
Üstüne beylik örtmüşler
Garip miydin Molla Kerim
Yol üstüne uzatmışlar
Çataltepe’nin arası
Azgın yiğidin yarası
Çatlayıp ta ölmemiş mi?
Molla Kerim’in anası
GENCAY
37
ERMENİ SOYKIRIMINA POLİTİK
TEMELLENDİRMELER Sertaç EKEMEN
100. yılında büyük bir veryansın koparması
beklenen Sözde Ermeni Soykırımına,
Türkiye kaynaklı olarak verilen tezler ve
belgeler, uluslararası kamuoyunu yeteri
düzeyde tatmin etmemiştir. Ne var ki
Ermeni kaynakları hiçbir şekilde Türk
kaynaklar ile aynı payda da
değerlendirilmemiş, bütün ısrarlara
rağmen belge alışverişinde
bulunulmamıştır. Ancak bir öz eleştiri
yapmak gerekirse; Türk merciiler mevzu
bahis olan Ermeni kaynakların Soykırım
tezine yeterli önem ve kıymet vermemiştir.
Bu durumun neticesi olarak, böylesi bir
çalışma içerisinde Ermeni kaynaklarının
oluşumuna kaynaklık eden öbekler üzerinde
durmak yerinde olacaktır. Kabaca üç ana
ekseriyetten oluşan Ermeni tez ve argüman
dağılımları birincil Politik ikincil alıntı,
hatıra veya söylenceler üçüncül olarak ise
kültürel olmak üzere üç kaynaktan
beslenmektedir. Birinci dünya savaşına
giden yolda ortaya çıkan mikro milliyetçilik
ve oryantalist dünyaya farklı, batı
dünyasına farklı bir biçimde pompalanan
ulusçuluk akımının, Osmanlı İmparatorluğu
ayağında Ermeni milleti oluşturma
sürecinin diğer benzer milletlere uygulanan
kimlik inşasına benzer noktalarla
karşılanmaktadır.
Ermeni soykırımına yapısalcı teori bakış
açısından bakmak gerekirse, Yunan
kimliğinin oluşturulmasında kullanılan
yapıtaşları Ermeni kimliği oluşumunda
kullanıldığı açıktır. Ermeni kimliği Türk
düşmanlığı üzerinden yapılmış bir kimlik
tanımlanmasıdır. Keza bu durumun
kalıntıları hali hazırda devam etmektedir.
(Yakın bir zamanda çekilmiş olan bu video
alıntısında Ermeni Ordusunun hafif ytong tuğladan
yapılan Türkiye ve Azerbaycan Bayraklarını
parçaladıkları görünmektedir. Bu durum tıpkı
Yunan kimlik inşa sürecinde olduğu gibi Ermeni
kimlik inşasının da Türk kimliği düşmanlığında
yükseldiğini ve bunun kalıntılarının devam ettiğini
ifade etmektedir.)
20. Yüzyıl ideolojiler çağı içerisinde,
Ermeni uzmanların derlemelerinden yola
çıkarak, “soykırım suçu” bir ideolojinin
nedeni olmuştur. Birinci Dünya Savaşı
başladığında Jön Türkler, zayıflamış
Osmanlı imparatorluğunun kalıntılarını
toplayıp ve Pantürkizm siyasetini
uygulamaya başladı. Pantürkizm sınırları
Çin’e kadar uzanan, tüm Kafkasları ve Orta
Asya’yı içine alan büyük bir Türkiye’nin
kurulmasıydı. Bu plana göre
İmparatorlukta yaşayan tüm azınlıklar
Türkleştirilmeliydi. Ermeni halkı bu planın
gerçekleşme sürecinde en büyük ayak
bağıydı. Batı Ermenistan’dan tüm
GENCAY
38
Ermenilerin tehcir edilmesine henüz
1911’de karar verilmişti. Jön Türkler için
Birinci Dünya savaşı bu planlarını
gerçekleştirmek için kaçırılmayacak bir
fırsattı. Buradan da görüldüğü gibi sözde
soykırımı bir fikirsel akım ile
temellendirilip, olayların sistematik hale
getirildiği üzerinden meşruiyet
kazandırılmaya çalışılmaktadır. Burada
üzerinde durulması gereken en önemli
nokta, Soykırım tanımıdır. Bir katliam ya
da katliam zincirinin soykırım olabilmesi
için öncelikli olarak devlet politikası
halinde işlenmiş olması gerekmektedir.
Yugoslavya’nın yıkılması akabinde
başlayan Bosna savaşı ve Belgrad’ın
N.A.T.O. tarafından bombalanması ile biten
süreç içerisinde, Srebrenitsa soykırımı
adına bir fail devletin bulunmaması,
günümüzde var olan bir Sırbistan’ın o
dönem de var olmamasından
kaynaklanmaktadır. Uluslararası Hukuk
bağlamında bu durum, bir emsal olup
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgili dönemde
var olmadığı için herhangi bir fail
durumunda tutulamayacağı gibi, Ermeni
Uzmanlar nezdinde herhangi bir Osmanlı
belgesinin bulunamaması da bu tür
ideolojik çıkarımlar sonucu bir soykırım
arayışında olmalarını bizlere
göstermektedir. Ermeni kaynaklarının
ortaya koymuş olduğu soykırım
kaynaklarının diğer ana ekseriyetini ise,
sözde anlatılar oluşturmaktadır.
ERMENİ SOYKIRIMINDA ANLATILAR
Ermeni uzmanların referans olarak
değindikleri diğer ana kaynağı ise anlatılar
oluşturmaktadır. Bu anlatılar genel geçer
baz da birbirine benzemekte olup, tarafsız
olarak kaleme alındığı göz önünde
bulundurulursa bir anlatı oldukça çarpıcı
ifadeler taşımaktadır. Verjine
Sıvazlıyan’nın derlemiş olduğu Ermeni
soykırımı: Soykırım’dan kurtulan görgü
tanıklarının hatırları adlı eserde, bölgedeki
savaş koşullarının farklı etnik yapılardaki
bireyler üzerinde oluşturmuş olduğu
düşman algısını gözler önüne sermektedir.
Ana anlatı olarak ele alacağımız 1902
Bitlis doğumlu Hımayak Boyacıyan’nın
sözlerindeki bazı kesitlere bakmak
gerekirse
(Surp Prgiç kilisesi, 11.yüzyıl)
….Rus ordusu yaklaşmakta idi. Türk
ordusu kitlesel olarak kaçıyordu. Bir gün
amcam hastalanmıştı. Bizim de bir
eşeğimiz vardı. Köylülerle birlikte ben de
Bitlis’e mal teslim etmeye gittim. Dört
silahlı Kürt de bize eşlik ediyordu. Bize:
“Çabuk köyünüze dönün dediler.” Bir de
baktık ki, Arap üniformalı, başlarında sarık
ve ayaklarında çarık bulunan, don giymiş
askerler Bitlis’e doluştular. Öyle bir an
geldi ki, şehirdeki trafik durdu. Geri
dönmek için şehir içinden, uzun bir yoldan
geçtik. Birden ağlama sızlama sesleri
duyduk.
…Yolumuzun üzerinde bir tarla vardı. Bir
de baktık ki, Türkler ve Kürtler geliyor ve
bizi öldürmek istiyorlar. Bize dediler ki:
“Bize bir söz verin, sizi kurtaralım.” Biz de
GENCAY
39
istedikleri sözü verdik. Köye vardık. Baktık
ki, köyde katliam başlamış. Biz üç çocuk ve
Muşeğ Ğazaryan dağa kaçtık. Oradan Van
Gölü görünüyordu. Hava karardı. Köyden
kurtulabilenlerden her birinin birer taşın
ardına saklandığını gördük. Biz çocukları
katliamın bitip bitmediğini öğrenelim diye
köye gönderdiler. Karşımıza Türk askerler
çıktı. Kaçmaya başladık. Türkler de
arkamızdan geliyordu. Ben ve amcamın
oğlu Hıraç kaçarken, amcamın oğlunu
yakaladılar. Artık ona ne olduysa
bilmiyorum; görünüşe göre onu
öldürdüler. Sonra ben evimize gittim ve
bizimkilerin matemli olduklarını gördüm…
(Khkonk Manastırı, 7.yüzyıl)
…Bana: “Git Ruben’i uyandır” dediler.
Gidip onu uyandırdım. İki Kürt gelerek
beni çekti. Kürt beni öldürmek istedi; ama
yanındaki: “Günahtır” dedi. Beni evlerine
götürdüler. Gündüz hayvanlarını
otlatmaya götürüyordum; gece de eve
gidiyordum. Ben de tifüse yakalanmıştım.
Hayvanları otlatmaya götürdüğümde
köyümüz uzaktan görünüyordu. Akşam
Kürt p.çleri bana tahtalarla vuruyorlardı.
Ben ölesiye çalışıyordum. Amcamın karısı
da o köydeydi; ama birbirimizi görmeye
hakkımız yoktu. O Kürt köyünde ben
Manukyan Askanaz’a rastladım. O bizim
köydendi ve hayvanları birlikte otlatmaya
başladık. O annesi ve ablasıyla başka bir
Kürt’ün evinde yaşıyordu. Kış geldi. Biz
orda bir aydan fazla yaşadık. İnsanlar beni
Müslüman sanıyorlardı. Ama birisi geldi ve
bana : “Sen Ermeni’sin; Müslüman
değilsin” dedi.
(Baknayır Manastırı 13. Yüzyıl)
…Katliam sırasında bütün yakınlarımı
kaybettim ve esaret döneminde de
Türklerin ve Kürtlerin zulmüne tanık
oldum. Benim yüreğim kinle dolu. Ben
çocuklarıma benim şehitlerimin adlarını
koydum: Şoğik, Yervand…
Türk Tarih Kurumu’nun da hem fikir
olduğu birinci dünya savaşı ve tehcir
yasası içerisindeki savaş dışı Müslüman ve
Hristiyan Çatışmaları, alıntı yapılan
hikâyelerde de görülmüştür. Ancak ortada
olan bariz bir gerçek, bölge de yaşanan
silahlı veya silahsız iç savaş ve çatışma
durumunun genel savaş hali içerisinde
tezahür ettiği düşman algısından ibarettir.
Görüldüğü gibi bölgenin karakteristik
etnik toplumları olan Türk, Kürt ve
Araplardan bahsedilmiş ve birbiri
içerisinde yapmış oldukları davranışlar
tanık aracılığı ile günümüze taşınmıştır.
Ancak Osmanlı Devleti’nin resmi
askerlerinin Ermeni toplumu üzerinde
yapmış olduğu sistematik eylemler
GENCAY
40
gözlenememiştir. Görüldüğü gibi anlatılar
var olan felaketleri aktarmış ancak devlet
politikası olarak herhangi bir soykırım
belgesine bu şekilde de ulaşamamıştır.
SOYKIRIM İSMİNİN MÜCADELESİ VE
FARKLI ARAYIŞ YOLLARI
Soykırım adlandırılması kimi Avrupa
devletleri ve Amerika’da Ermeni Lobisine
olan hassasiyetten dolayı zaman zaman
gündeme gelse de hatırı sayılır bir düzlem
de genel geçer bir kabul görmemiştir.
Bunun nedeni Türkiye Cumhuriyetine
karşı duyulan bir korku-kaygı
durumundan ziyade, bu durumu
taçlandıracak en ufak bir Osmanlı
İmparatorluk belgesi bulunamamasından
dolayıdır. Bu tanımlama boşluğu,
kavramın anlamına ulaşması için bir engel
taşıyor olacaktır ki; Ermeni Uzmanlar bir
farklı kanala doğru eğilmiştir. Kültürel
Soykırım. Herhangi bir halkın veya etnik
grubun ait olduğu kültürü yok etmek için
yapılan faaliyetler milli-kültürel
soykırımlardır. “soykırım” sadece bir
milletin ya da etnisitenin temsilcilerinin
yok edilmesi değil aynı zamanda onun
kültürel ve milli değerlerinin ortadan
kaldırılmasıdır. Fakat “milli-kültürel
soykırım” kavramına 1948 de BM
tarafından kabul edilen soykırım
konvansiyonunda yer verilmemiştir.”
Tanımından yola çıkan Ermeni Uzmanlar,
Osmanlı’nın son dönemi içerisinde var
olan kimi Ermeni mimari eserlerin imha
edilme politikasına başlanıldığına dem
vurmuşlardır.
(Horomos Manastırı 11. yüzyıl)
7 ila 11. Yüzyıldan kalma ve günümüze
kadar gelen süreçlerde Safevi - Osmanlı
Rus Osmanlı gibi birçok savaşa ev sahipliği
yapmış olan Doğu Anadolu’daki bu Ermeni
eserlerin salt bu dönem içerisinde imha
edildiğini öne sürmek tarihi bir haksızlığı
doğurmaktadır. Bunun yanında gerekli
yıkıcı- yok edici envanterin bulunduğu
geçmiş yüzyılda yalnızca bir alanın tahrip
edilip bir alanın kalması gibi bir durum
kimlik soykırımı gerçekleştirme gayesinde
olan bir topluluğunda yapacağı bir durum
değildir. Görüldüğü üzere Ermeni kimliğini
oluşturan ve/veya Hristiyan kimliğinin
ifadesi olanak teşkil edecek olan yapılar
şekiller veyahut Binaların sembolik
yapıları olduğu gibi kalmıştır. Sistematik
bir eser talanı veyahut imhası durumunda,
gerekli yıkıcı teçhizatın (Kazma, Kürek vs.)
sağlanamayacağı düşünülse dahi, bu tarz
sembolik ifadelerin korunup, yerine duvar
avlu gibi kısımların yıkılması bu
durumunda asılsız bir iddia olduğunu
kanıtlamaktadır.
GENCAY
41
(Kars’ın Ani Harabelerinde bulunan Selçuklu
dönemine ait 1067 yapımlı olduğu tahmin edilen
Selçuklu Camisi “aynı bölgenin ve dönemin eseri
olmakla birlikte kilise ve manastırları aratmayacak
harabe görünümünde”)
Görüldüğü üzere, yerleşke dışında kalan
bazı tarihi eserler zamanla
kullanılmadıklarından, biraz da savaş
koşullarının etkisi ile harabe durumuna
gelmiştir. Türk tarihinde önemli yeri olan
Selçuklular dönemine ait olan bu iki
“kutsal” yapıda tarihin kaderine boyun
eğmiş ve Ermeni kilise ve manastırlarında
olduğu gibi harabe durumuna gelmiştir.
(Selçuklu cami Mut, 11. Yüzyıl)
SONUÇ
Ermeni Toplumu üzerinde yaratılan bu
hegemonya, doğrudan doğruya bölgenin
emperyalizm projelerinin devamı niteliği
taşımaktadır. Soykırım sorunu yüzünden
Ermeniler kimlik kompleksi içerisine
sürüklenmiş ve bunun nihai sonucu olarak
1992 Karabağ/ Hocalı Soykırımları
cereyan etmiştir. Ermeni toplumu
tarafından dayatıldığı varsayılan bu sorun,
aslında ezilen halklara dayatılan
emperyalist ve onun işbirlikçi
diasporalarının dayattığı bir çözmek
istememe sorunudur. Soykırım isminin
üzerinde bu kadar durulmasının temel
nedeni ise, bu çözmek istememe
sorununun yanında bahsi edilen
diasporaların faaliyet alanıdır. Başta
Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri
Ermeni lobilerinin politikaya karışmasının
yanında, ekonomik rant aracı olarak
gördükleri soykırım teması, bu denli
kanıtlanmaya açık bir yapıda olmasına
karşın halen kabuk bağlayamayan bir yara
gibi kaşınmaktadır.
KAYNAKÇA:
1. Armenian Genocide Museum
www.armenian-genocide.am
2. Verjine Svazlian, The Armenian
Genocide: Testimonies of the
Eyewitness Survivors
GENCAY
42
ERMENİ DOSYASI- KAZIM KARABEKİR Burçin ÖNER
“Erzurum’a o kadar yaklaşım ki artık insanların
dişlerini görecek kadar yakındım. Gülerek
karşılıyorlardı. Biraz daha yaklaştığım zaman
ortada bir gayr-i tabiilik hissettim; bu insanlar hiç
kımıldamıyordu. Daha yaklaştığım zaman ıstırapla
gördüm ki her biri canlı canlı birer kazığa
oturtulmuştu. Istıraptan kasılmıştı yüzleri;
gülmüyorlardı. Allah benim gözümün gördüklerini
dünya üzerinde hiçbir göz göstermesin. “
Kâzım KARABEKİR
GİRİŞ:
Ermeniler… “Ev alma komşu al!” deyişinin
olumsuzlamasının ete kemiğe bürünmüş
hali… Küllerinden defalarca kez doğan ve
doğabilecek kudrete sahip bir milletin
külüne bile sahip olamayacak olan
yaramaz bir komşu…
Tarihimizin parlak ve uzun bir dönemini
kapsayan bölümünde “Millet-i sâdıka”
sıfatına nail olmuş bir komşu devlet
realitesinin ele alındığı, Milli Mücadele
Dönemi’nin kudretli paşalarından Kazım
KARABEKİR’in 1946 yılında “Ermeniler
Nereden Geldiler? Nereye Gidiyorlar?”
adıyla sunmuş olduğu ve Emre Yayınları
tarafından yeniden düzenlenerek “Ermeni
Dosyası” ismini alan bu kitabın, dilimiz
döndüğünce aktarımını ve yorumlamasını
yapmak niyetindeyiz. Kaleme aldığımız bu
yazının her bir kelimesini;
“Ey kuşlar neredesiniz, neredesiniz ey
filler
Bizi yalnız bıraktı insan adlı sefiller
…
Biz alevler şehrinin ağlaşan çocukları
(Bu ülkenin) ölümü paylaşan çocukları”
Olan ve yakın bir tarihte kaybetmiş
olduğumuz üniversite öğrencisi Fırat
Yılmaz Çakıroğlu kardeşimiz başta olmak
üzere “Vatan tecavüze uğramasın!” diye
kan döken; can veren tüm şehitlerimize
armağan ederiz. Dileğimiz, bu yazıdaki her
bir harfin “Fatiha” olup kabirlerine nur
olarak yağması; duamız, ülkemizde ve tüm
Türk Dünyası’nda böyle acıların tekrar
yaşanmamasıdır.
Ermenilere karşı iki defa galibiyet kazanan
bir Osmanlı Paşa’sının düşmanına olan
bakış açısının yer aldığı kitapta Kazım
KARABEKİR’in vurgu yaptığı en önemli
nokta şüphesiz “Düşmanınızı,
küçümseyerek de yenemezsiniz;
önemseyerek de… TANIYACAKSINIZ!”
felsefesidir. Bu eseri de o sebeple kaleme
aldığını söylüyor: “Ben tanıdım; yendim.
Size de tanıtıyorum. Yenilmeyesiniz
diye…” diyerek…
Kitap, Ermeniler’deki Türk düşmanlığının
temelinde, asırlardır batılı devletlerin
GENCAY
43
doğu ırkları ile aşırı haşır-neşir olmasının
bir tezahürü olarak ortaya çıkardıkları
yayımlar olduğunu ve Ermeniler’in de
özellikle 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bu
eser(!)lerden yararlanarak üretim
yapmalarının yattığını söylemektedir. Esas
amacın, “Ermeni” isminin unutulmasını
engellemek olduğunu ve bunun da gayet
doğal bir his olduğunu söylemekten
çekinmeyen Karabekir Paşa, bahsi geçen
kitap vs. eserlerdeki ana fikrin Türk
düşmanlığı olması sebebiyle bir dolu
yalanlarla hem de olayların canlı
şahitlerinin henüz yaşıyor olmasına
rağmen pek gülünç hadiselerin kasıtlı
olarak yanlış aktarılmasının, kişilerde tam
da hedeflendiği şekilde düşmanlığa sebep
olduğunu belirtmektedir.
Paşa, kitabındaki niyetini şöyle
açıklamaktadır: ”Hâlâ Türk düşmanlığı
güden Ermenilerin de büyük devletlerin
siyasi tuzaklarına düşen küçüklerin de ne
hâle gelebileceklerini –kendileri de
tattıklarından- göz önünden ayırmayarak
tehlikeli yoldan gidenleri uyarmak
lazımdır. Bu eserimin biraz da bu işe
yardım edeceğini umarım.” Biz de aynı
halis niyet ve aynı sarsılmaz hedef
içerisindeyiz.
ERMENİ HALKINA YAZIK OLDU
Karabekir Paşa, Türk-Ermeni
düşmanlığının 1880’li yıllarda
tohumlarının filizlendiğine gönderme
yaparken esasında kendisinin böyle bir
düşmanlık hissi duymadığını hatta
küçüklüğünden itibaren Doğu illerinde
yaşamasından dolayı Ermenilerle yakın
dostluğu bulunduğunu belirtmektedir. Bu
yıllarda (1880’li yıllar) bile ayrılık
fikirlerinin halk tabakasına inmediğini,
çeşitli silahlı cemaatler kurulmuş olmasına
rağmen bu dostluğun pek sarsılmadığını
ileri sürmüştür. Öyle ki Ermeni halkı,
kendilerini aynı vatanın evladı saymışlar
ve Türkler de hem Kürtleri hem de
Ermenileri böyle kabul etmişlerdir, der.
Sadece halk türkülerimizle bile bunun
kanıtlamak mümkündür:
“İndim kiliseye, baktım saçına
Mail oldum Ahcik’imin saçına…”
Burada “Ahcik”, Ermeni kızı anlamını
taşımaktadır ve Türk, Ermeni ayırmaksızın
bu türküler hep bir ağızdan
söylenegelmiştir.
Yüzbaşı olduktan sonra başına geçtiği
İstihbarat Teşkilat’ındaki görevinde, zaten
kıpırdanmalara başlamış olan Ruslar ve
Ermenilerle daha yakından ilgilenmek
durumunda kalan Paşa, eline geçtiği
oldukça mühim, gizli bir Rus belgesinden
bahseder. Ermenistan’ın özerklik
kazanmasından çekinen Rusların gayet
mahrem saydığı ve pek az kişinin elinde
olmasını sağladığı “Van ve Bitlis Vilayetleri
İstatistiği” isimli belgede, gerçek durum
gözler önüne serilmiştir. Belgenin önemi
aşikâr olduğundan kitapta yayımlanan
şekliyle aynen iktibas edilmiştir:
GENCAY
44
“Türk vahşetine hiçbir yerde tesadüf
edilemez. ‘Türk Vahşeti’ bir hakikat
olmayıp bile bile uydurulmuş siyasi bir
hikâyedir. Çünkü ekseriya göz önünde
cereyan eden vakalara dair Avrupa
matbuatındaki bizzat müşahede edenler
imzasıyla yazılan satırları okuyunca
insanın gözüne inanamayacağı geliyor.
Hakikat gözüyle bakıp da hakikati olduğu
gibi söylemek icap ederse Doğu’da vahşeti
Müslümanlar değil; doğu Hristiyanları’nın
yaptığını itiraf etmek icap eder. Her türlü
fenalığı doğudaki Hristiyanlar, irtikâp
etmiş; sonra da himayesiz Müslümanlar’ın
başına yüklemişlerdir.
Bir Türk’le bir Ermeni bir iş görecek olsa
doğu Hristianları’nın göz içinden fikir
anlamak derecesinde yaltaklanmalarına
karşılık bu, Türkler’den namus ve
doğruluk görür. Eğer bir Türk’ten bir iş
sözü alacak olursa, emin olmalıdır ki bu
söz en kuvvetli noterlerin tasdikini içeren
kontratodan daha sağlamdır. (Burada bir
anekdottan bahsetmekte fayda var: “1899
yılı Rize’de Aziz Muhsinoğlu’nun
kahvehanesine Serkis Hanikof adında bir
Ermeni misafir olur. O zaman Rusya’dan
geri gelen Ermeniler, Osmanlı
memleketlerine kabul edilmediklerinden
tutulan kayıklarla Rusya sahiline geri
gönderilmekteydi. Ermeni’nin kahvesine
gizlice girdiğini haber alan polis ve
zabıtalar, kahveyi muhasara ederler. Serkis,
kaçma ihtimali olmadığını görünce
üzerindeki yüz Osmanlı lirasını kahvenin
karanlık bir köşesinde yine gizlice kahveci
Aziz’e teslim eder ve polislere teslim olur.
Usul üzere, filika ile Batum kıyısına geri
gönderilir. Üç ay sonra Hrikdof’tan Serkis
kendisine bir mektup gönderir ki yüz
lirasını Batum’daki hısımı olan bir başka
Ermeni’ye göndermek üzere Rus konsolos
kâtibi Serdarof’a teslim etsin diye…
Serdarof da aynı zamanlarda buna dair bir
mektup alır. Kahveci Aziz, konsolos kâtibine
hemen müracaat ederek Serkis’in yüz
lirasını teslim eder. Serdarof da Batum’a
göndererek o Ermeni’den makbuzu alır.
Fakat üç yıl sonra Serkis konsoloshaneye
resmen müracaat ederek parasının henüz
varmadığından şikâyet eder. Tahkik
edilince Batum’daki hısımı olan Ermeni’nin
bu parayı harcadığı anlaşılır.”
Konsoloshane Dosyası No:73, Yıl:1903)
Avrupa’nın bunca yıllardan beri Islahat
yaygarası Türkiye’nin tedrici olarak
parçalanması maksadına matuftur. Islahat
ne kadar radikal olursa Türkiye arazisinin
bir parçasının, başkasının eline geçmesi o
kadar çabuk olur.”
Kitabın ilerleyen bölümlerinde fıtratlarına
da değinen Karabekir, Ermenilerin yegâne
arzularının “maddi servet toplamak”
olduğunu savunur. Ancak, zenginlikleri ile
kazançlarını, zevk ve sefada harcama
istekleri ters orantılıdır. Bu bağlamda
oldukça çalışkan olan Ermeniler diğer
rekabet kollarının zayıf olduğu hemen her
yerde ticareti ellerinde bulundurmuş ve
ticaretle daha çok uğraştıkları için toplu
oldukları yer de şehirler olmuştur.
GENCAY
45
Şehirleşmenin de etkisiyle asgarisinden
azamisine kadar her aşamada eğitim alan
Ermeniler, gelişime oldukça önem
vermişler ve özellikle de siyasette fikir
sahibi olmaya başlamışlardır. Zaten
kendilerine olan güven ve ben-merkezci
özellikleri olması nedeniyle de ekseriyetle
genç nüfusuyla politika ile uğraşmışlardır.
Politikanın tüm inceliklerini öğrenmiş
(güzel konuşma, düğün-cenaze gibi
etkinlere toplu katılma vb.) ve ona göre
tavır sergilemişlerdir. Ancak bu durum,
milletin ihtiyaçlarını karşılama noktasında
tek başına yeterli olamamış ve bu parlak
sözler ne politikacı Ermenilere ne de
onları dinleyen kişilere fayda sağlamıştır
yani, ayinesi iş olan kişinin lafına
bakılmamıştır.
Ötesinde, şehirli Ermeni ihtilalcileri
arasında, gerçekten vatansever olanlar
bulunmadığını beyan eden Paşa; eğitimsiz,
basit meseleleri dahi göremeyecek
durumdaki gençleri parlak sözleriyle
galeyana getirerek devlete karşı
kışkırttıklarından ve bu gençleri
kandırarak kurdukları komitalara
aldıklarından yakınmaktadır. 1895 yılında
Ermeni halkının büyük kısmı bu akıl
oyunları ile komitacıları, milletin
kurtarıcısı olarak gördüler fakat
beraberindeki bir tezat olarak da Paşa’nın
tabiriyle onlardan bir “veba” kadar
korktular. Tabii bu durum da devam eden
iki yıl içinde Türk- Ermeni ve Kürtler
arasına büyük bir soğukluk girmesine
neden oldu ki artık bu durum hiçbir ıslahat
yöntemiyle iflah olunamayacak seviyeye
geldi.
Peki, nedir bu algı yönetimleri? Dün de
bugün de kullanılan tek ve en etkili
yöntem tüm kurumları ele geçirmektir.
Örneğin; o dönemde Ermeni Ruhanileri,
asırlarca hoşgörü içinde yaşamış farklı
dini grupların arasına nifak sokmuştu.
Kiliselerde Ruhani ayinlerin yerine
Hristiyanlık-Müslümanlık din düşmanlığı
yer tutmuştu. Dini konularda çok da
hassas olmayan Ermenilerin bu tutumunu
bilen batılı devletler de dezavantajlı olan
bu durumu avantaja çevirmeyi bilmişler ve
Ermeni komitecileri aracılığıyla papazları
taraflarına çektirip Türk ve Kürtleri
nefretle saydırmalarını sağlamışlardır.
Ermenilerin milli duygularından
faydalanarak sahte bir “Ermeni Meselesi”
icat etmişlerdir. Hatta bu durum için bazı
kâşif ve generaller bir takım
özeleştirilerde de bulunmuşlardır.
Örneğin; meşhur kutup kâşifi Nansen,
1926 yılında Ermenistan’a yaptığı bir
ziyaret sonrasında şu sözleri söylemiştir:
“Avrupa politikasına karıştırılan Ermeni
halkına yazık oldu. Bir Avrupa diplomatı
tarafından adının hiç ağıza alınmaması,
kendisi için daha hayırlı olurdu.” Bir diğer
örnek de Sivas Kongresi’nin ardından
Anadolu’yu gezen bir Amerikan heyeti
başkanı General Harburd, Erivan’a gidince
onlara şu tavsiyelerde bulunmuştur:
”Delegelerinizi Paris’e göndererek hâlâ
Türk düşmanlığını körükleyeceğinize,
Erzurum’a göndererek Türklerle
anlaşmaya ve dost olmaya çalışın. Sizi
Türk dostluğundan ve Türk
GENCAY
46
alicenaplığından başka kurtarabilecek
hiçbir kuvvet yoktur.”
ERMENİ TARİHİNE TOPLU BİR BAKIŞ
Kitabın büyük çoğunluğunda “Ermeni
Meselesi” ile ilgilenen Paşa, meselenin
havada kalmaması için Ermenilerin tarihi
ile ilgili de bazı bilgilere değinmiştir.
Ermeni tarihi ile ilgili çokça yapılan
araştırmalar sonucundaki son iddia,
Heredot’un savunucusu olduğu şu teze
dayanır: ”Orta Asya’dan Trakya’ya; oradan
da Anadolu’ya yayılmış olan
Firikler(Firijie)’dir.” Fakat Hristiyan
olmalarının da etkisiyle zamanla
Ermeniler kendilerini, mukaddes
kitaplarda gösterilen atalara
dayandırmışlardır. Bu da ortaya bir takım
efsanelerin çıkmasına sebep olmuştur. Bu
anlamda Ermeniler, soylarını Nuh
peygamberin oğlu Yafes’e
dayandırmaktadırlar; Yafes’in torunun
torunu olan Haik’ten türediklerini
savunurlar. Bütün bunlar bir efsane
olmakla birlikte 20. y.y. tarihçilerinden
Heredot, Makedonyalılar’a ve diğer
kavimlere göre en çok hayvan ve meyve
yetiştiren Firikler’e, Avrupa’da
bulundukları müddetçe Brij(Briges)
denirdi. Ancak Asya’ya geçip
memleketlerini değiştirdiklerinde isimleri
de değişti ve Firiji adını aldılar. Burada
dikkat edilmesi gereken bir nokta olarak
Kazım Karabekir şunları söylemektedir:
”Türk ırkından olan Etiler M.Ö. 4000’lerde
Anadolu’da medeniyet kurdukları ve M.Ö.
2500’lerde bir takım Türk oymaklarının
Aras boyuna uzandıkları Urartu ve Türk
ırkından Friklerin de M.Ö. 1500’lerde
Anadolu’ya geçerek Eti medeniyetini
devam ettirdikleri ortaya çıkarılmış
hakikatler olduğuna göre Morgan Heredot,
Ermenilerin Türk ırkından olduğunu
ortaya çıkarmış oluyor.”
ERMENİLER TÜRK MÜDÜR?
Anadolu ve Hazar Denizi’ne kadar olan
bütün Kafkasya güneyinde bulunan
insanların Hitit, İskit, Firik, Kaman,
Peçenek vb. Orta Asya’dan muhtelif tarih
ve yönlerden gelip birbirleriyle etkileşim
içinde oldukları düşünüldüğünde
Ermenilerin de Türk asıllı oldukları
hakkında bir takım belirtiler bulmak
kolaylaşmaktadır. Bütün bunlarla birlikte
tarihi açından kendimizi yetkin
görmediğimizden bu başlık altında ele
alınan tüm savları olduğu gibi aktaracağız.
“Ermeniler yakın zamanlara kadar,
atalarının Babil’den geldiklerini
sanıyorlardı. Soylarını, Türkom ve Yafes’e
bağlıyorlardı. Babil ve etrafının Sümer,
Elam, Kalde halkının, Hititlerin akrabası
olan Türkler olduğu artık tespit edilmiştir
ve bu anlamda da Ermenilerin cet olarak
gösterdikleri Türkler’dir. Şu halde
Ermeniler, güneyden gelen bir Türk
oymağıdır.
Ermeniler, geldikleri Aras diyarında
Urartular’ı buluyorlar ki bunlar da
Hititler’dir yani, Hata Türkleri’dir. Hatta
Tevrat bunlara Het der. Bugünkü
Türkçemiz’de bile Hititlerin kullanmış
GENCAY
47
olduğu pek çok kelime bulunur. Son
zamanlarda Ermeniler’in Frik
oymaklarından biri olduğu ispatlanıyor.
Friklerin ise Orta Asya’dan önce Trakya’ya,
Makedonya’ya sonra da Boğazlar’dan
Anadolu’ya yayıldıkları tespit edildiğine
göre bunlardan ayrılan Ermenilerin de
Türk ırkından olduğu anlaşılıyor.
Ayrıca Van Gölü ile Fırat Irmağı arasındaki
yerlere Sümerler, Nairi diyorlardı. Nairi
Yukarı İl demektir. Van Gölü havzası ve
daha kuzeyindeki Urartu yani, yüksek
yerler, Rumya Gölü civarına da Urumi
yani, Alçak Yer demektir. Buraların
halkına da aynı isim yani, Frik denilmiştir.
Ermeni bilginleri, kendilerinin Türk
oldukları hakkında pek çok yazı
yazmışlardır. Amerika’da California’da
bulunan Prof. Minasyan’ın Ermenice Mişak
(Rençber demek) Gazetesi’nde yazdığı “Biz
Türküz!” başlıklı makalesinde özetle şöyle
der: ‘Ermeniler ve Türkler müşterek vatan
kardeşleriyiz ve aynı ırka mensubuz.
Türkler ve Ermeniler, birlikte öz
medeniyetimize/geleneklerimize
dönmeliyiz. Ermeni ve Türk yeni nesline
öğretmeliyiz ki ayı ırka mensubuz. Irkın
sesi Türk ve Ermeni kalplerinde
aksetmelidir. Türk ve Ermeni müşterek
vatanı olan Anadolu’da birçok milletler ve
medeniyetler geçmiştir. Fakat asıl cihana
medeniyet saçanın Türk ırkı ve medeniyeti
olduğu görülüyor. Alp ırkına mensup olan
bizlerin yaptığımız hizmetlere göre Âri
vs.nin hizmeti hiçtir. Kan, ırk ve geçmiş
medeniyetin bir olduğu anlatılır ve
şuurumuz da uyanırsa tarih kongresinde
büyük verim verecektir.
Ermenilerin yapması gerekenler şunlardır:
Dışarıdan gelen kültürlerle iki millet
birbirine benzemez olmuştur. Her iki
milletin medeniyetleri toplanıp birbirine
yaklaşmalıdır. Türk-Ermeni yemeği, aile
hayatı ve muamelesi birdir; İtikatlarda
birçok birlikler vardır. Medeniet eserleri
(şehirler, kaleler, yollar, evler) aynıdır.
Eskiden bir Ermeni, bir yere giderken
ailesini Türk evine, Tür de aynı şekilde
Ermeni evine bırakırdı.
Ermeniler, bir zamanlar kendilerini
Acemlerle bir sanırlardı. Sonraları
büsbütün ayrı bir ırk sandılar. Hâlbuki
Ermeniler, Türklerle aynı ırktandırlar.’”
Kitabın ikinci bölümünde bu savı
desteklemesi amacıyla Ermeni isminin
nereden geldiğinden, dili, yazısı, Hristiyan
oluşları, çeşitli egemenlikler altındaki
yaşam şekillerinden bahsedilmiştir.
İLK KIPIRDANIŞLAR
Ermenistan’ın kurulduğu zamandan bu
yana hiçbir yerde tam anlamıyla Ermeni
topluluğu olamaması başlarında dolanan
kara bir lanet gibiydi. Ancak bunun bir
nedeni, Firik oymağı olan Ermenilerin en
verimli topraklara yayılmaları ve
oralardaki yerli halkın jandarması görevini
yürütmek, eş zamanlı olarak da bölge
halkının varlıklarından kendilerini
doyurma istekleridir. Tarihteki tüm istilacı
devletlerde olduğu gibi…
GENCAY
48
Ermeniler’in Klikya, Trakya, Makedonya,
Orta Anadolu ve Suriye gibi bölgelere
yatıkları göçler de onlara büyük zararlar
vermişti. Cengiz İstilası (1223), Fatih
Sultan Mehmed’in Karaman Devleti’ni
yıkmasıyla(1467) doğu illerindeki yer
değişiklikleri, Yavuz Sultan Selim’in Şah
İsmail ile çekişmeleri (1514) sonucunda
Ermenileri Osmanlı’nın değişik bölgelerine
yerleştirmesi… Özetle, bütün bu
sebeplerden ötürü doğu bölgesinde
Ermeni adını taşıyan insanlardan ziyade
sadece bir Ermeni adı kalmıştı. Bu durum
ise ağızlarından salyalar akarak Osmanlı’yı
yıkmak için fırsat bekleyen batılı devletler
(İngiltere, Fransa, Rum Patrikhanesi ve
dahi Rusya) için bulunmaz bir nimet
olmuş ve hemen Ermeniler’i kışkırtmaya
başlamışlardır.
İlk olarak; 1630 yılında İstanbul’daki
Fransız papazları zaten çok da dini
duyguları sağlam olmayan Ermeniler’e “
Eğer Katolik olursanız Fransa’nın her türlü
himayesine kavuşursunuz.” Diyerek onları
aldatmışlardı. Eskiden de Katolik olan
Ermeniler Bizans baskısıyla Ortodoksluğu
kabul etmiş ve şimdi yeniden bahsi geçen
heveslerle Katolik olmuşlardı. Tabii ki
mesele Katolik olmakla bitmiyordu. Asıl
hedefleri Büyük Ermenistan’ı kurmak olan
Ermeniler, Osmanlı Devleti’nden “Papalığa
bağlanmak niyetinde olduklarını ve bunun
için de bir Patrik tayini” istediklerini
bildirdiler. Ancak, Bab-ı âli, asıl niyetin bu
kadar saf olmadığının farkına varmakta
gecikmedi. Dolayısıyla da bu isteği
reddetti. Bu sırada I. Şah Abbas
döneminde İran’daki vilayetlerin başına
vali olarak Ermenileri getirdi. Ancak,
Şah’ın ölümünden sonra başa geçenler
aynı tavır içinde değillerdi ve Ermeniler’e
kötü muamelede bulunmaya başladılar.
Bütün bu olumsuz koşulların sonucunda
aradıkları çıkış noktasını bir türlü
bulamayan Ermeniler, çareyi bir katolikos
olan IV. Agop başkanlığında altı sivil ve altı
din adamı olmak üzere toplam on iki
kişilik bir gizli cemiyet kurmakta buldular.
Kuracakları bir heyetle bir dizi görüşmeler
yapacak, Avrupa’nın yardımını kazanacak
ve Papa’nın idaresini kabul ederek
Ermenistan’ın istiklalini kurtaracaklardı.
İşler pek de hesapladıkları gibi gitmedi.
Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya,
Avusturya-Macaristan ve Rusya ile
yaptıkları her görüşmede pohpohlandılar,
Türkler’e karşı biraz daha kışkırtıldılar,
tabir-i caizse Avrupa’nın yumuşak elini
yakmak istememesi için kullandıkları
kızgın bir demir maşa oldular ama
yaptıkları her hamle kendileri için de zarar
getirdi.
Rusya’nın sıcak deniz hayali ile yanıp
tutuştuğu gerçeğiyle 1724 yılında
Anadolu’yu tehdit edecek kadar
yaklaşması Osmanlı’nın erken tedbirler
almasıyla epey zaman önlenmiş ve bu
halde Ermenistan (Gürcistan ile birlikte)
Osmanlı himayesinde kalmıştı. Ancak
sonraları iç karışıklıklarından kurtulan
GENCAY
49
İran’ın göz açmasıyla Osmanlı-İran
arasında yapılan çarpışmalarla 1735’te
Ermenistan ve Gürcistan’ın büyük kısmı
İranlıların eline geçti.
Bir elden diğerine pinpon topu gibi geçip
duran Ermeniler, arada kalmaktansa
büyük bir göç yapmaya karar verdiler.
Bütün bu sebeplerle de Ermenistan denen
yerde Ermeniler azınlık haline geldiler.
Böylelikle Melikler, büyük çoğunluğu
Karabağ’da kalan Ermeniler’den gizli
teşkilatlar kurup gönüllü ve zorla çeteler
oluşturmakta da ustalaşmış oldular.
KOMİTACILAR-AYAKLANMALAR-
EZİLMELER:
Ermeniler, Bizans iradesinden
kurtulduktan sonra biraz rahatlamışlardır.
Hele de Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra
çok daha güvenli bir yaşama
kavuşmuşlardır. Fatih Sultan Mehmed, 20.
Yy’da Ermeniler’e o zamana kadar hiç
verilmemiş olan değeri göstermiştir.
Orada burada dağınık halde yaşayan
Ermeniler’i İstanbul’a getirdi; onlara
cemaatler kurdurdu; sanat ve ticaret
yapmaları için çeşitli fırsatlar sundu;
Rumlar’a verdiği dini ve ekonomik
müsamahaları onlardan da esirgemedi.
Öyle ki Ermeniler, (tarihleri boyunca da
böyle yaşadılar.) dinlerinden başka her
konuda tam bir Türk gibi yaşadılar. Evleri,
mutfakları, dükkânları, aileleri, kıyafetleri
vs. her konuda Türkler’in tıpatıp
aynısıydılar. Türklerle Ermeniler, yalnızca
mabetlerine girdiklerinde birbirlerinden
ayrılırlardı.
Ermeniler’in bu huzurunu ilk bozan,
Ortodoksluğun oldukça sıkıcı olduğunu ve
bu nedenle Katolik olup papalığa
bağlandıklarında çok daha rahat
edeceklerini söyleyen Fransız Katolikleri
oldu. Çeşitli propagandaların sonucunda
1811’deki Bükreş Antlaşması’ndan sonra
Ermeniler’in bir kısmı Katolik olduklarını
açıkça ilan ettiler. Osmanlı hükümeti bu
duruma saygı duyup gerekli imtiyazları
onlara da sağladı. Ancak Fransızlar’daki
bitmek bilmeyen algı yönetimi stratejileri
meyvelerini vermeye başladı. Amaçları
elbette ki Osmanlı Devleti’nin
paylaşılmasında kendine sadık olan bu
öncüleri / piyonları bu suretle
hazırlamıştı. Oysa ki Osmanlı Devleti
Ermeniler’in sadakatinde şüphe
duymamış; hükümet işlerinde ve serbest
hayatta en rahat yerleri onlara vermekten
beis duymamıştı.
Sultan Mecid zamanında saraydaki sonu
gelmek bilmeyen israflar en çok
Ermeniler’in işine yaramış ve onları zengin
etmişti. Becerikli ve kendilerini
sevdirmeyi iyi bilen Ermeniler bu sayede
de kuyumculuğu tamamıyla tekellerine
aldılar. Bu sayede de zenginliklerine
zenginlik kattılar. Mükemmel evlerinde
sınırsız bir lüks içinde yaşıyorlar;
kazandıkları servetlerle çocuklarını
Avrupa'ya tahsil için gönderiyorlar;
gidemeyenleri ise Robert Kolej’inde
himaye altına sokuyorlardı. Memleketin
sanatını, ticaretini iyiden ellerine alan
GENCAY
50
Ermeniler zenginliklerine zenginlik
katarken zavallı Türk halkı ise git gide
fakirleşiyordu. Hem zihnen hem de
kisven…
Osmanlı’daki Ermeniler böylesine zevk-ü
sefa içerisindeyken Rusya’daki Ermeniler
ise Ortodoks olmak için zorlanıyordu.
Bütün Katolik kurumlar, mektepler,
mabetler kapatılıyor; Ermeni dilinde
okumak, yayın yapmak yasaklanıyordu.
Serbestçe dolaşmak yasaklanmış; köy ve
şehirler bakımsız bırakılmış; adeta
Rusya’da Ermeniler’e vebalı muamelesi
yapılmıştı. Bu zulümden bıkan Ermeniler
en iyi bildikleri yola başvurdular: başka
bir yere göç…
Ne zaman ki Rus-Osmanlı harpleri başladı;
Ruslar o vakit Ermeniler’in gözlerini
boyamak için onlara iyi davranmaya
başladı. Yapabildikleri iyilik ise 1877-78
harbinde Kafkas orduları
başkomutanlığına bir Ermeni’yi
getirmekten öteye gidemedi.
Osmanlı’daki ilk Ermeni komitesi 1880’de
kurulmuştur. Berlin Kongresi’nde
uydurma olarak ortaya atılan Doğu
Vilayetlerindeki Ermeni çoğunluk
meselesinin asılsız olduğu hatta çok
oldukları iddia edilen yerlerde bile
çoğunluklarının üçte biri geçmediği türlü
raporlarla –ki bunların içinde İngiliz
Konsoloslarının raporları da
bulunmaktadır- ispat edilmiştir. Buna ve
hatta Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesini
bile önemsemeyen Osmanlı, millet-i
sadıkasının hatırına eski iradesinde bir
değişikliğe gitmiyordu.
Bu durumdan rahatsız olan komitacı
Ermeniler ne yazık ki faaliyetlerine devam
ediyordu. 1857 yılında dini amaçlar
doğrultusunda açılmak istenen Ermeni
Patriği’ni bir basımevine çevirmişlerdi.
“Ermeni İstiklali” emeli ile yanıp
tutuşanlar “an Kartalı” isimli bir gazete
çıkardılar. Halkın içinde Ermeni istiklali
naraları atılmaya başlandı. Okullarda,
Ermeni edebiyatı, coğrafyası, istiklal
şiirleri okutulmaya başlandı. Yapılan
piyeslerde Ermeni halkına istiklal fikri
aşılanırken Türk halkı da yerden yere
vuruluyordu.
Rus-Türk Savaşı’nın sonucunda Ermeniler
için seçebilecekler iki seçenek sunulmuştu.
Birincisi Türk vatandaşı gibi idari ve
ekonomik eşit haklar içinde kardeşçe
yaşamak; ikincisi bir istiklal hayali uğruna
yanıp tutuşmak… Onlar ikinci yolu
seçtiler…
Seçtikleri bu yolda yaptıkları ihanetler,
çeşitli cinayet programları ve bu akan kanı
içmekten zevk alan vampir ruhlu itilaf
devletlerinin faaliyetlerinin belgeleriyle
bulabileceğiniz kitabı kısa zamanda temin
edip faydalanmanızı tavsiye ederiz. Pek
tabii Karabekir Paşa’nın başından beri
dediğine kulak vererek: “Düşmanınızı,
küçümseyerek de yenemezsiniz;
önemseyerek de… TANIYACAKSINIZ! Ben
tanıdım; yendim. Size de tanıtıyorum.
Yenilmeyesiniz diye…”
NOT: Şehitlere atıf yapılan bölümde
alıntılanan şiir Nurullah GENÇ’e ait
olmakla birlikte parantez içinde kullanılan
“Bu ülkenin” ifadesi, şiirin esas hâlinde
“Filistin’in” olarak geçmektedir.
GENCAY
51
SÖYLEŞİ/PROF. DR. HANIM HALİLOVA Aslıhan KAYA – Emre SEVİNÇ
Hanım Halilova Azerbaycan Kobalt
kasabasında ailesi sürgündeyken doğdu.
1969 yılında Bakü Devlet Üniversitesi
Kimya Fakültesi’ni bitirdi. 1974 yılında
Moskova’da doktorasını tamamladı.
1979’da doçent unvanı aldı. Genç ve
başarılı bir bilim insanı olduğu
gerekçesiyle zamanından önce profesörlük
unvanı alması gerektiği talimat verildiyse
de Komünist partisi üyesi olmayı
reddettiğinden profesörlüğü erteledi. 20
yaşından itibaren Ebülfez Elçibey ile
beraber Sovyetlere karşı mücadele veren
ilk kadındır. Azerbaycan adın taburunu
kurdu ve fiilen savaşlara katıldı. Bilimsel
15 projesi, 10 eseri yayınlanan 200’den
fazla makalesi vardır.
Öncelikle söyleşi teklifimizi kabul
ettiğiniz için teşekkür ederiz…
Sevgili hocam, siz ömrünüzün büyük
kısmını Azerbaycan’ın bağımsızlığına
harcadınız. Bu bağımsızlık
mücadelesinde birçok kez Ermeniler ile
karşı karşıya geliyorsunuz. Onların size
ilk etkisi aileniz henüz siz hayatta
değilken başlıyor. Ermeniler
günümüzdeki Türkiye topraklarından
Van-Erciş’te ailenizin de bulunduğu
ahaliye karşı katliama girişiyor. Dedeniz
Mustafa ÇAVUŞOĞLU burada
Ermenilerce şehit ediliyor. Anneniz ise
Bakü Cemiyet-i Hayriye-i İslamiye
Teşkilatınca Nahcıvan’a götürülüyor,
sonra da manevi dedem dediğiniz Ziya
Talipzade annenizi evlatlık ediniyor.
Böylece ailenizin Azerbaycan günleri
başlıyor. İşte Ermeni’lerin size olan bu
ilk etkisini bir de sizden genişçe
dinleyebilir miyiz?
1915’de Ruslar Van bölgesini işgale
başladıklarında Ermeniler burada yaşayan
Türklere saldırmaya başlıyor. Mustafa
ÇAVUŞOĞLU benim dedemdir. Onun da
kafasına vurarak öldürüyorlar. Neydi
suçları? Türk olmaları. Bir temel kazısı
sırasında tesadüfen ortaya çıkmıştır.
Çavuşoğlu Samanlığı denilen mevkide bir
evin temel hafriyatı yapılırken büyük bir
tesadüf eseri bulunan insan iskeletleri
antropolojik açıdan incelenmek için teslim
alınıp Hacettepe Üniversitesindeki
laboratuvara götürülmüş. 5 kadın ve 4
erkek tespit edilmiş. Yaş ve cinsiyetleri
belirlenen bu iskeletlerin hepsinin
kafataslarında kesici aletle yapılmış yara
izleri bulunmuş. Anlayacağınız istisnasız
hepsi işkence ile öldürülmüş. Kazıdan
çıkanların arasında bir de yanmış Kur’an-ı
kerim bulunmuş. Ermeniler, Erciş’in
erkeklerini ve birçok kadınını öldürdükten
sonra kalanları da camiye doldurup
yakmak istemişler. Ama Ruslar,
Ermenilerin camideki kadın ve çocukları
yakmalarına izin vermemişler. Camide diri
diri yanmaktan kurtulan bu insanlar
Van’dan Muş’a oradan da Iğdır’a gelmişler.
Annem Mustafa kızı Merife Çavuşoğlu,
küçük kız kardeşi Fatma; bu kadın ve
çocukların arasında imiş. Annem o
zamanlar 7-8 yaşlarında kardeşi Fatma da
1 yaşındaymış. Kadın ve çocukların kimisi
yolda kaybolmuş, bazıları da ölmüş.
GENCAY
52
Teyzem Fatma yolda kaybolanlardan
olmuş. Bazılarının Iğdır’da akrabası
varmış onlar akrabalarına sığınmışlar.
Bakü’de kurulan Bakü Cemiyet-i Hayriye-i
İslamiyesi teşkilatı kimsesi olmayan
çocukları Nahcivan’a götürüp yetimhaneye
yerleştirmiş. Bu cemiyetten olan büyük
şair Abdullah Şaik’in kardeşi ve
Nahcivan’ın harbi komiseri olan Yusuf Ziya
Talıbzade annemi evlatlık almış. Manevi
dedem olan bu Albay eşini ve annemi de
alıp Semerkand’a gitmiş. Bolşevikler onu
orada şehit edince annem üvey annesiyle
birlikte Tiflis’e gelmiş.
Çocukluğunuz ise Gence’de geçiyor.
Ermeni terörü burada da yakanızı
bırakmıyor tabi. Ağabeyiniz Tofik
Halilov’un burada yaptığı faaliyetler de
Ermeniler tarafından unutulmuyor ve
ağabeyiniz de onlar tarafından şehit
ediliyor…
Ağabeyim Gence’de üst düzey bürokrattı.
Sovyetler zamanında Gence’ye yakın olan
ve Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı
Daşkesen’in Bayan ilçesinde Ermeniler,
1915’de Van’da Türklere büyük zulümler
ve katliamlar yapan Andronik’in anıtını
dikmişler. Bu adam Taşnakların lideri
güya paşaymış. Bu yapılanların uygun
olmadığını düşünen ağabeyim
arkadaşlarına “ Bu işi ben hallederim.”
demiş ve gece Bayan ilçesinin
elektriklerini kestirip, anıtı söküp bir tırla
taşıyıp yok ettirmiş. Buna kızan Ermeniler
yakaladıkları Türkleri dövmüşler. Daha
sonra hükümet, bu yaşananlardan ve
Moskova’dan korkup Gence valisini başka
bir bölgede görevlendirmiş. Ağabeyim
dağlık Karabağ’ın merkezi Hankent’e
gittiğinde Ermeniler onu Andronik’in
anıtını yok ettiği için zehirleyerek
öldürdüler. Ama hükümet suikasta kurban
gittiğini açıklamadı. Sovyet kayıtlarındaki
ölüm sebebi kalp krizi… Eğer bu suikast
olmasaydı kendisi bir süre sonra
Ulaştırma bakan yardımcısı olacaktı.
Elçibey onu çok severdi, Gence’ye
gittiğinde görüşürdü. Elçibey ağabeyimin
yasını 3 gün yemek yemeyerek tuttu.
Sevgili hocam, şüphesiz modern
Dünya’nın en utanç verici günlerinin
başında Hocalı Katliamı gelir. Hocalı
Katliamı’nı birçok yerde anlattınız.
Bizim bu konuda sorumuz şöyle olacak
milli kahraman, şehit Cingiz
MUSTAFAEV bu katliamı görüntüleyip
belgeleyen gazetecimiz. Kendisi ve
beraberindeki heyet bu çalışma sonunda
beraberinde Hocalı’da Ermenilerce
kafaları kesilerek katledilmiş üç Türk
çocuğu getiriyorlar. Siz de bu
şehitlerimizle beraber Azerbaycan
Cumhurbaşkanlığı sarayına yürüyerek
Muttalibov’a tepkilerinizi dile
getiriyorsunuz. Bu yürüyüş sırasında
Hocalı şehitlerimize özellikle de
kucaklarınızdaki 3 çocuk şehide karşı
duygularınız nasıldı?
O gece ben uyuyordum. Telefonla beni
aradılar. Halk Cephesinden bölgeye yakın
konumda olan Ramiz beydi arayan.
Ağlayarak:
-Hanım Muallime, Hocalı Yoktur,
GENCAY
53
Dedim ki, nasıl yoktur?
-Evet, Hocalı yoktur, yeryüzünden silindi,
Ermeniler şu an kırıyor hepsini!
Şubat ayı, kar yağıyor. Ben deli oldum.
Hemen Elçibey’in yanına gittim. Elçibey
dedi ki, ‘’haberim var’’. O gün bazı
toplantılar ve konuşmalar yaptık. Elçibey
de konuşma yaptı. Ancak o dönemki
cumhurbaşkanı Muttalibov 2 gün boyunca
açıklama yapmadı. Cengiz Mustafayev de
helikopterle yanına yabancı gazetecileri
alarak Hocalı’ya gitti. O deli oldu! Bu kadar
vahşilik olur mu? Buradan 3 çocuk
getirdiler. 3 katledilmiş çocuk… Bunları
tabuta koyarak bana getirmelerini istedim.
Kadın erkek, yürüyüşe başladık. Ben
Muttalibov’a ‘’ey Muttalibov, bu millet seni
bağışlamaz, sen susuyorsun ama herkes
bilecek bunu’’ bu gösteriler üzerine
Muttalibov açıklama yapmak zorunda
kaldı. Biz bu çocukları şehitliğe toprağa
verdik.
Peki, Hocam, Muttalibovla olan önceki
görüşmelerinizde Ermenilerle mücadele
konusunda beraber hareket etme sözü
vermemiş miydi?
Tarihe kara ve kanlı bir utanç günü olarak
geçen 1992’nin 26 Şubat’ından önce
yürüyüşler yaptık, Muttalibovla görüşme
talebinde bulunduk. Cumhurbaşkanı
Muttalibov bizimle görüşmeyi kabul etti.
Görüşmeye ben ve 3 kadın daha gittik.
Halk cephesiyle birlik olunmasını istedim
çünkü Karabağ meselesinde bu ikilikten
yararlanan Ermeniler sürekli hücum
ediyorlardı. “Ermenilere karşı birlikte
mücadele edelim.” Dedim. Muttalibov
beraber hareket edeceğine söz verdi. Ne
var ki sözünü tutmadı. Sözünden dönmesi
sonucunda dünya tarihindeki en çirkin
günlerden birini yaşadık, Hocalı’yı yaşadık.
Muttalibov’un sözünden dönmesinin
bedelini Azerbaycan halkı çok ağır ödedi.
Hazır Karabağ demişken, Ermeniler
Karabağ’ı alabilmek için hep yaptıkları
gibi insanlık dışı davrandılar. Bu
konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Ermenilerin Karabağ’ı istemesi halkta milli
toprak sevdası uyandırdı. Evet, toprak
bizimdi ve halk uyanıyordu. Ama bu
hareketi Ermeniler beklemezdi.
Ermenistan’daki Azerbaycanlıları
yüzyıllardır oturdukları evlerinden atmaya
başladılar. Yüz bine yakın Azerbaycanlı
yerlerinden yurtlarından edildi. 1988’de
Ermenistan’dan çıkarılan Azerbaycanlılara
büyük bir insanlık dramı yaşatıldı. Her
şeylerini bırakmak zorunda kalmışlardı.
Birçoğu yollarda öldü. Kadınlara tecavüz
edildi. Bundan kurtulmak isteyen kadınlar
kendilerini dağlardan tepelerden attılar.
Ayaklarında ayakkabıları bile yoktu.
Annelerinin kollarında donarak ölmüş
çocukların cesetleri herkesin içini
parçalıyordu. Ermenilerin Ermenistan’da
yaşayan bu Azerbaycanlı insanları
yerlerinden etmesi konusunda Sovyetlerin
tutumu sadece susmak oldu. Zaten
Sovyetlerin de esas amacı, Azerbaycan’ın
Karabağ bölgesini Ermenistan’a katmaktı
Hanım hocam 1988 yılında
Ermenistan’da büyük bir deprem oluyor.
Siz ‘‘Ebulfez Elçibey ile Bağımsızlığa
Giden Yol’’ adlı kitabınızda bu durumla
alakalı sevinmediğinize dair
cümleleriniz var.
Bu kadar mezalim, Hocalı’daki soykırım,
‘’Allah’ın parmağı yok gözlerine soksun’’
GENCAY
54
ondan dolayı bu yapılanlar Allah’a hoş
gitmedi. Ama bir insan olarak, bir insanın
ölümüne herkes üzülür. Bir Türk-
Müslüman olarak her zaman üzülürüz. Biz
hiçbir zaman soykırım yapmadık ama
onlar insanlık dışıydılar. Bir insan olarak
dedim ki yapmasaydılar Allah da bunları
yaptırmazdı onlara.
Bu da sadece Türk milletinin
kişilerinde görülebilecek bir şeref galiba
Hanım hocam…
Evet, O yalnız Türk milletinde var. 1915’te
Ermeniler bizlere katliam yaptı. Ancak
savaş ortamında Ermenilerden kalan
çocuklara Kazım KARABEKİR sahip çıktı.
Bu hiçbir başka millette olmaz. Başka
milletler düşmanlık yaparlar. Türklere
baktığımızda, bize o kadar zulüm ettiler,
biz hiçbir zaman kötülük etmedik.
Ermenilerin toprak talepleri bugün
Gürcistan sınırlarına kadar ulaşabiliyor
hocam. Burada da Ahıska Türkleri’nin
topraklarına yerleşmiş bir Ermeni
kitlesi ve bu kitle aracılığı ile toprak
talep eden Ermeniler mevcut…
4 milyon var ya da yoklar. Bu toprakları ne
yapacaklar? Ben de anlamıyorum. Aynı
zamanda Gürcistan’da Ahılkelek’te, Ahıska
Türkleri yaşıyordu. Orası da güya bunlara
bağlıdır. Bu nedenle 1944 yılında, bir
gecede yapılan operasyonla katliama
maruz kaldılar. Geri kalanlar aynı gece
sürgün edildiler. Özbekistan Feragana’ya.
Sonraki dönemde Özbek Türkeri ile Ahıska
Türkleri arasında ikilik çıkardılar. Biz
burada yaşayan Ahıska Türkleri’nin
güvenliğini sağlayabilmek için
Azerbaycan’a getirmek istedik. Muttalibov
başta izin vermek istemese de biz
yürüyüşler düzenledikten sonra izin verdi.
Ahıska Türkleri bugün dahi vatanlarına
gidemiyor. Çünkü onların yerine
Ermenileri yerleştirdiler.
Bu Ermenileri her yere yerleştirme
çalışmaları Büyük Ermenistan hayaliyle
ilgiliydi. Başka çalışmalar da yaptılar
mı?
Büyük Ermenistan hayali için 1890 yılında
kurulan bir parti vardı: Taşnaksutyun.
Hemen ardından Hınçak partisi kuruldu.
Bunlar daha sonraları birleşerek tek bir
parti oldular. Bu partilerin esas gayesidir
büyük ermenistanı kurmak. Azerbaycan ve
Gürcistan topraklarını ele geçirip
Nahcivan, Karabağ, Ahalkalaki, Borçalı ve
Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinden
toprakları koparıp devlet kurmak isterler.
Siz 1 Nisan 1993’te Kelbecer’in işgal
edilmesinden sonra Kadın Taburu’nu
kuruyorsunuz. Kelbecer’in işgali
özellikle Elçibey ve hareketine karşı
yapılan bir faaliyetti. Siz bu faaliyeti
engellemek için Kadın Taburunu
kuruyor ve Türk kadınlarını da yanınıza
alarak AZ TV’de canlı yayına katılıp
Ermenilere karşı Türk kadınını göreve
çağırıyorsunuz. Kadın Taburu’nun
bundan sonra Ermenilere karşı
faaliyetlerinden bahsedebilir misiniz?
GENCAY
55
Biz bağımsızlığı kazandıktan sonra Elçibey
bana, ‘’Hanım, unutma temiz Türk’ü
burada tutmazlar dedi. Nitekim bu şekilde
de oldu.
1 Nisan 1993’te Kelbecer’in işgale uğradığı
gün doğum günümdü. Kadınlarımız
doğum günümü kutlamak için toplanmış
hazırlık yapmışlardı. Ama Kelbecer’in işgal
edildiğini duyar duymaz, Elçibey’in
söylediklerini hatırladım. “ Önce Fuzuli
bölgesi, ardından Kelbecer işgal edilecek.
Sonra darbe yapılacak.” demişti. Fuzuli
bölgesini işgal edilmekten kurtardık ama
Kelbecer’i kurtaramadık.”
Kelbecer işgal edildikten sonra anladık ki
darbe geliyordu. Hemen bir karar aldık.
Darbe planları yapanları utandırmak ve
yapılacak darbeye engel olmak istiyorduk.
Benimle mücadele vermekte olan birkaç
kadınla birlikte hemen AZ TV’ye gidip,
canlı yayına katıldık. Azerbaycan kadın
taburu olarak dünyaya bir mesaj vermek
istiyorduk. “ durum o kadar vahimdir ki
kadınlar olarak savaşmak zorundayız.” Bu
yayında cemiyetin ve bizim bütün siyasi
faaliyetlerimizi durdurduğumuzu ve bir
kadın taburu oluşturduğumuzu: bundan
sonra tüm gücümüzle savaş bölgelerinde
olacağımızı söyledik. Savaş bölgelerine
gidip erkeklerle omuz omuza savaşacaktık.
Ertesi gün Halk Cephesindeki odama
geldiğimde yüzlerce kadınımız kadın
taburuna yazılmak için beni bekliyorlardı.
Böyle kadınları olan millet ölmez diye
düşündüm. Çünkü biliyordum kadınlar
meydana çıkınca erkekler evde
oturmazlardı.
Vatan savunmasında kadın
taburundan verdiğiniz şehitlerden de
bahsedebilir misiniz?
Vatan savunmasında kadın taburumuzdan
şehitler verdik. Melahat Nasibova
bunlardan biridir. Savaş bölgelerine
gitmiş, fiilen savaşmış. Yaralanmış fakat
esir düşmemek için canını feda etmiştir.
Karatel Hacımahmudova, Gönül
Kahramanova, Sadagat Racebova, Gülbar
Heydarova bunlardandır. Kadın
taburunda gönüllü olarak savaşan
kadınlarımız, topraklarımız uğrunda
Ermenilere karşı mücadele vermekte ve
ölüme gitmekteydiler. Melahat ve Karatel
hanımlar gibi birçok mücahit kadınımızı
Bakü’de şehitler mezarlığında toprağa
verdik. Bizim düzenli ordumuz yoktu.
Kıymetli insanlar, aydın üyeler hep şehit
oldular. Thomas Goltz kitabında onlardan
“Hanım Halilova’nın Amazonları” diye
bahsediyor.
Son olarak, Azerbaycan’da hiçbir
mezalime, haksızlığa uğramadan
rahatça yaşayan Ermeniler hakkında ne
söyleyebilirsiniz?
Yıllarca Ermenilerle komşuluk, dostluk,
arkadaşlık yaptım. Mesela sınıf
arkadaşlarım vardı, ermeni. Zor zamanım
olduğunda bana ekmek, su, aş getirdiler.
Kanaatim odur ki dini, dili, ırkı, milleti ne
olursa olsun insanları yalnız başlarına
bıraksalar, bir takım devletler çıkarları
için ortalığı karıştırmasalar herkes dost
olur. Bu oyunun baş aktörleri büyük
devletler. Halkın ne suçu var?
GENCAY
56
PROF. DR. ÖMER TURAN/SÖYLEŞİ Bülent ERDİL
1. Ermeni Soykırımı iddiaları
konusunda; Ermeniler, içinde
bulunduğumuz yıl içerisinde birçok
çalışmada bulunmayı
hedeflemektedirler. Önümüzdeki 24
Nisan'dan sonra bizi neler bekliyor? Bu
açıdan Ermeniler'in kat ettiği yol
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Önümüzdeki 24 Nisan’dan sonra bizi ima
etmeye çalıştığınız kötü şeylerin
beklediğini düşünmüyorum. Bu 100.
yılında 24 Nisan korkusunu doğru
bulmuyorum. Bunu gereksiz bir korku
olarak değerlendiriyorum. 100. Yılında 24
Nisan’da olacaklardan korkarak, panik
içerisinde bir şeyler yapmaya çalışmaktan
hayırlı bir sonuç çıkmaz. Bunu gevşeyelim
ve yatalım diye söylemiyorum. Soğukkanlı
ve bilinçli bir gayret içerisinde olalım diye
söylüyorum. Bu konuda 100 yıl boyunca
ne yaptık, ne yapmadık, eksiğimiz ne,
görelim, bir durum değerlendirmesi
yapalım ve ona göre harekete geçelim
diyorum. Bu bakımdan Ermeniler çok
büyük bir yol aldılar. Dünyada Türk’e,
Türkiye’ye düşman çevrelerden de destek
gördüler. Ama kendileri de hep çalıştılar.
Bilimsel olarak, siyasal olarak, sanatsal
olarak her yolu değerlendirdiler. Ve dünya
kamuoyunu belli bir istikamette
etkilediler. Bizdeki bu 24 Nisan telaşı ve
endişesi bunun bir sonucu.
2. Dünya geneline baktığınızda bu
konuya bakış hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Büyük bir kesimi bir şey bilmiyor. Bildiğini
zannedenler Ermeni propagandasının
etkisinde yanlış bilenler. Bunların sayısı az
değil. Daha önemlisi etkililer. 20 civarında
ülkenin parlamentosunda Ermenilere
soykırımı yapıldığı kabul edildi. Bunların
arasında Kıbrıs Rum Kesimi gibi,
Yunanistan gibi, Rusya ve Fransa gibi bir
şekilde tarihsel ve siyasal sebeplerle
Türkiye’nin önünü kesmeye çalışan
ülkelerin yanı sıra Uruguay, Arjantin, Şili
gibi ülkeler de var. Uruguay
parlamentosundakilerin yarısından
fazlasının haritada Türkiye’nin yerini tam
olarak gösteremeyeceklerinden eminim.
Bizim milletvekilleri Uruguay tarihini ne
kadar bilirlerse Uruguay milletvekilleri de
bizim tarihimizi o kadar bilir. Ancak
Uruguay parlamentosunda 1965 yılında,
2004 yılında ve 2005 yılında üç kere
Ermeni soykırımı kararı çıktı. Neden?
Oradaki çok az sayıdaki insanın planlı ve
sistemli çalışmasının sonucunda bu karar
alınabildi. Bir kamuoyu oluşturuldu.
Amerika Birleşik Devletleri’nin 42
eyaletinde soykırım kararı çıktı. Bu karara
evet oyu veren eyalet parlamenterlerinin
kaçı Türkiye ve Birinci Dünya Savaşı
hakkında bir tane kitap okumuştur? Ama o
eyaletlerde çalışan bir avuç Ermeni’nin
ısrarlı çalışmaları sonucunda bu kararlar
alınabildi. Durum budur. Bu meyanda son
GENCAY
57
50 yıl içerisinde çalışan olarak, tüccar
olarak, eğitim alan veya veren olarak
dünyaya yayılan varlığımızı
değerlendirmemiz gerekir diye
düşünüyorum.
3. Ermeni iddialarının 100. yıl
propagandasına karşılık, Türkiye'nin
yeterli çalışmalar yaptığını düşünüyor
musunuz? Neler yapmalıyız?
Dediğim gibi bu işi 100. yıl stresi ve
telaşına düşmeden soğukkanlı bir şekilde
değerlendirmeli, ne yapıp neyi ihmal
ettiğimizi tespit etmeliyiz evvela. Bizim bu
konudaki ilk bilimsel çalışmamız 1950
yılında Esat Uras tarafından kaleme alındı.
Arşivlerimizi değerlendirmek 1980’li
yıllarda aklımıza geldi. Hala belgelere
ulaşmada bir sürü zorluklarla
karşılaşıyoruz. Şu son beş on yıl içerisinde
Türk tezi bilimsel eserlerine kavuşabildi
desem abartmış olmam. Bu konuda Türk
tezi sanatsal eserlerine ne zaman
kavuşacak? 1930’lu yıllarda yazılan “Musa
Dağında Kırk Gün” romanını hepimiz
biliyoruz. Peki bu konuda Türk tezini
işleyen bir roman biliyor musunuz?
“Ararat”’tan, “Kesik” (The Cut)’e Ermeni
tezini işleyen kaç tane film sayabiliriz.
Peki, Türk tezini işleyen bir film ismi
söyleyebilir misiniz bana?
4. Ermeni Soykırımı iddiası konusunun
bilimsel anlamda, tarih bilimi ile
çözülebileceğini düşünüyor musunuz?
Yoksa bu konu ancak siyasal alanda mı
çözüme kavuşacaktır?
Tarihsiz olmaz. Ancak geldiğimiz nokta
itibariyle tarih de yetmez. Tarih, siyaset,
ekonomi, sanat, kamuoyu oluşturma
faaliyetleri hep birlikte olmalıdır.
5. Önceki hükümetlerin ve şimdiki
hükümetin Ermeni iddialarına yönelik
çalışmalarını ve konuya bakışlarını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önceki hükümetler de şimdiki hükümet de
günü kurtarmak kaygısı ile hareket etti,
ediyor. Günü kurtarmak önemli elbette
ancak orta ve uzun vadeli ve gerçekçi
stratejilere de ihtiyacımız var.
6. Ermenistan'ın, Azerbaycan ve
Gürcistan gibi ülkelerden de toprak
talep ettiğine dair söylemler var.
Gelecekte bu iki ülkeyi neler bekliyor
olabilir?
Ermenistan talep eder de, ne alabilir,
bilmiyorum. Ermenilerin bir hayalci
tarafları var. Birinci Dünya Savaşı
yıllarında bazı büyük güçlere güvenerek
olmadık işlere giriştiler. Akıttıkları kanda
boğuldular. Bin yıldır yaşadıkları
Anadolu’dan ayrılmak zorunda kaldılar.
Kafkaslarda da irredantist politikalarını
sürdürürlerse yine akıtacakları kanda
boğulurlar diye endişe ediyorum. Keskin
sirke küpüne zarar derler. Komşuları ile iyi
geçinmeyen, doğusunda Azerbaycan ve
batısında Türkiye ile kavgalı, Gürcistan ile
ilişkileri gergin bir Ermenistan ne kadar
güçlü olabilir, ne kadar ayakta kalabilir,
ben esas bunu düşünüyorum.
GENCAY
58
7. Ermeni Soykırımı iddiaları
konusunda, Türk halkı da oldukça
bilinçsiz görünüyor. Bu bilincin oluşması
konusunda nasıl çalışmalar yapılabilir?
Meseleyi kaba bir Ermeni düşmanlığına
dönüştürmeden yaşanan geçmişin yeni
nesillere doğru bir şekilde aktarılması
önemli… Tarihimizi ve geçmişimizi doğru
bir şekilde çocuklarımıza ve gençlerimize
öğretebilirsek, tarih şuuruna sahip nesiller
yetiştirebilirsek bu mesele çözülür, artı
başka bir sürü mesele daha çözülür.
8. Üniversite ve STK'ların bu iddialara
karşı yapmış olduğu çalışmaları nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Yetersiz görüyorum. Üniversitelerde uzun
vadeli araştırmalar yapılır, akademik
eserler üretilir. Bu çalışmalardan elde
edilen verileri sivil toplum kuruluşları,
popüler tarihçiler, gazeteciler, sanatkârlar
topluma kendi dillerinde aktarırlar. İkisi
de olmuyor. Üniversiteler ve araştırma
merkezleri bu anlamda kendilerinden
beklenen eserleri üretemiyorlar. Veya
ürettikleri yeterli değil. Sivil toplum
kuruluşları bunları takip edip topluma
yayma yerine kendileri eser üreterek
boşluğu doldurmaya kalkıyorlar. Kimse
kendi işini yapmıyor vesselam.
9. Ermeni iddialarının Türkiye'ye kabul
ettirilmesi sonucu, Türkiye'yi neler
beklemektedir?
Mithat Cemal Kuntay’ın “Ölmez bu vatan,
farz-ı muhal ölse de hatta - Çekmez
kürenin sırtı bu tabut-ı cesimi” beytinde
söylediği gibi böyle bir şey söz konusu
olamaz. Bu iddialar Türkiye’ye kabul
ettirilemez. Mamafih bizim vazifemiz
Ermeni tezlerini kabul etmemekle
yetinmek değildir, kendi tezlerimizi hem
dünyaya hem Ermenilere kabul ettirmeye
çalışmaktır. Bunun için evvela bilgi sahibi
olmak sonra da bu bilgileri ikna edecek bir
şekilde muhataplarımıza aktarabilme
becerimizi geliştirmek durumundayız.
GENCAY
millikanal.com