gencay dergisi - sayı 38 - mart 2015

62

Upload: gencay-dergisi

Post on 08-Apr-2016

245 views

Category:

Documents


14 download

DESCRIPTION

Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015 http://www.gencaydergisi.com

TRANSCRIPT

Page 1: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015
Page 2: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

www.millidusunce.org

Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı

Kızılay/ANKARA

Telefon: 0 (312) 231 31 94

Belgeç: 0 (312) 231 31 22

Page 3: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi

Yıl 4 Sayı 38 - Mart 2015

Ücretsiz e-dergi

www.gencaydergisi.com

[email protected]

KARA HASRET/ Veysel Gökberk MANGA

ARTIK ERMENİLER / Ahmet ŞAHİN

ERMENİ İDDİALARI VE D. ANADOLU’NUN TARİHİ COĞRAFYASI/ Sergen ÇİRKİN

KARABAĞ SORUNU / Eren TAŞTAN

SEVK VE İSKÂN SIRASINDA OSMANLI DEVLETİ / Evren KAMALI

SÜRGÜNDEN SOYKIRIMA ERMENİ İDDİALARI (Y. HALAÇOĞLU) / Canan MIZRAK

İLK KAN İLE BİRLİKTE (JUCTIN McCARTHY) / Aslıhan KAYA

ASALA YETERİNCE YAZILDI MI? / Çağhan SARI

TARSUS’TA FRANSIZ-ERMENİ BİRLİKLERİ VE MOLLA KERİM / Metehan ÇAĞRI

ERMENİ SOYKIRIMINA POLİTİK TEMELLENDİRMELER / Sertaç EKEMEN

ERMENİ DOSYASI (KÂZIM KARABEKİR) / Burçin ÖNER

PROF. DR. HANIM HALİLOVA İLE SÖYLEŞİ / Aslıhan KAYA - Emre SEVİNÇ

PROF. DR. ÖMER TURAN İLE SÖYLEŞİ / Bülent ERDİL

Page 4: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

1

KARA HASRET

Veysel Gökberk MANGA

Bir elimde gün, bir elimde ay,

Aklım bin yaşlı, rûhum deli tay,

Ben devlerle boğuşurdum,

Ve göklerle döğüşürdüm;

Şimdi... Öldüm say.

Dedem Korkut, dağlarımın bin yerinden seslenir;

Bir hasret filizlenir.

Gence dolaylarında,

Yazın ilk aylarında,

"Paşa"sından ayrılmış lâlelerim hislenir.

Dost postalı altında çiğnenmemiş torpağım,

Düşman çizmelerinin "rap rap"ında pislenir.

Yârin bahçasında, açmaz çiçekler,

Bahar küleğinde gül kokusu yok.

Uca dağlarımı, düşmanım bekler.

Ellerim bağlı, kollarım bağlı,

Destanlar dediğim dillerim bağlı,

Sizler hep sessiz kaldınız,

Ve hülyâlara daldınız;

Ben Karabağlı!

Bir "güzel" sevdâsı serimde tüter;

Bir "vatan" sevdâsı serimde tüter.

Bülbül yatağında baykuşlar öter.

Gül bahçelerinde, dikenler biter.

Gel gayrı sevdiğim, bu hasret yeter,

Beyim otağında, elçiler yiter,

Gel gayrı Enver'im, bu hasret yeter!

Böyle yaşamak mı? Nereye kadar?

Ey koca Timur, ey İsmâil Şâh,

Göklerde Tanrı etmez mi eyvâh?

Ben devlerle döğüşürdüm,

Ve göklerle boğuşurdum;

Şimdi... Vah ki vah!..

Page 5: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

2

ARTIK ERMENİLER Ahmet ŞAHİN

1915 yılında çıkarılan “sevk ve iskân”

kanunu ile birlikte özellikle savaş hattında

bulunan Ermenilerin savaş bitene kadar

daha güvenli bölgelere sevki

gerçekleştirilmek istenmiş ve bunda da

büyük ölçüde başarılı olunarak, aslında

100 yıldır devam eden sözde soykırım

tartışmalarının ötesinde özellikle

Ermenilerin savaşın ortasında kalarak

olası bir kıyıma uğramaları engellenmiştir.

Osmanlı Devleti toprakları dâhilinde

bulunan ve toplamları 1.300.000’i bulan

Ermeni nüfusunun yaklaşık olarak

700.000’i tehcir ile Suriye ve Lübnan gibi

bölgelere gönderilmiştir. Geriye kalan

Ermenilerin bir kısmı Rus ordusunda

Türklere karşı savaşmayı tercih ederken

bir kısmı da bir şekilde Anadolu’da

kalmayı başarmıştır.

Bugün İstanbul dışında Anadolu’nun çeşitli

vilayetlerinde farklı kimlikler altında

gizlenmiş Ermeniler yaşamaktadır.

1915’te göç eden Ermeniler, önce Suriye

ve Lübnan’a ardından da Ermenistan göç

ederken bir kısmı da, Amerika kıtasına ve

Avrupa’ya göç etmiş ve bugün Diaspora

diye adlandırdığımız kesim oluşmuştur.

Ancak tehcirden kaçan Ermenilerin varlığı

da azımsanamayacak kadar çoktur. Kaçan

Ermenilerin büyük bir kısmı Müslüman

Kürt kimliğine bürünerek Anadolu’da

kalmıştır. Cumhuriyet sonrasında kimliğini

gizleyen Ermenilerin bir kısmı kimliklerini

açık ederek Ermeni olarak yaşamaya

devam ederken bir kısım Ermeniler de

isteyerek ya da istem dışı olarak

kimliklerini açık ed(e)memişlerdir.

Kimliklerini açığa vuramayışlarının en

büyük sebebi ise edindikleri Kürt

kimlikleri sebebiyle o bölgede yaşayan

Kürt aşiretleriyle kurdukları akrabalık

ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Öyle ki

tehcir sırasında göç etmek istemeyen

Ermenilerin bir kısmı kız çocuklarını Kürt

aşiret reisleriyle evlendirerek Anadolu’da

kalmak adına kendilerince çözüm

üretmişlerdir. Evlendirilen Ermeni

kızlarına yapılan dövmeler onları Kürt

aşiretinin bir üyesi hâline getirmiştir.

(Maral Bisnikyan, 20 yaşında)

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki,

Ermeni kızlarının Kürt aşiretleriyle

evlenmesinin sebebi yalnızca Ermenilerin

tehcirden kurtulmak istemeleri değil, Kürt

aşiretlerinin bazılarının Ermeni kızlarını

alıkoymaları da sebeplerden bir tanesidir.

Müslüman gibi büyüyen ve İslam inanç ve

esaslarını yerine getiren ancak gerçek

kimliğinden bihaber olan Ermenilerin

gerçek kimliklerini öğrenmeleri ise

bugünlerde yavaş yavaş

Page 6: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

3

gerçekleşmektedir. Buna küçük bir örnek

verecek olursak; Trabzon’da yaşayan bir

imamın, babası ölmek üzereyken

kendisine Ermeni olduğunu söylemesi ve

ardından tüm dini inanışlarını

değiştirmesi bu konuda karşılaşılan

örneklerden yalnızca bir tanesi. Bugün

Kürt aşiretlerinin birçoğunda Ermenilerle

olan akrabalık söz konusu olup kimi

aşiretler bunun farkındayken kimileri

hâlen bundan habersiz yaşamlarını

sürdürmektedirler. Türkiye’de terör

örgütü olan PKK’nın içerisinde bulunan

Ermeniler ve “Ermeni Soykırımı vardır.”

diyen bazı Kürt siyasetçilerin ortak

çıkarlara hizmet etmelerinin altında

dolaylı olarak da olsa birbirleriyle

kurdukları akrabalık ilişkileri de

yatmaktadır düşüncesi akıllarda yer

etmektedir.

Anadolu’da yaşayan Ermeniler dini olarak

sadece İslamiyet’i seçmek durumunda

kalmamışlardır. Osmanlı’nın son

dönemlerinde Anadolu’ya gönderilen

misyonerler aracılığıyla birçok Ermeni

Protestan veya Katolik olmuştur. Ermeni

Sovyet tarihçi Arutyunyan: “Ermeni

halkının kaderi, 1878 yılından başlayarak

Ermenistan’da Sovyet iktidarı kuruluna

kadar kapitalist devletler arasındaki en

utanç verici pazarlıkların bir unsuru

olmuştur. Ancak Ermeni meselesinin

sömürülmesinde en aşağılık rolü İngiliz

burjuvazisi oynamıştır. (…) Batı

Ermenistan’daki konsolosluklar istihbarat

ofisi olarak kullanılmış, Protestan

misyonerler ise İngiliz diplomasisinin

ajanı rolünde ideolojik suç ortağı

olmuştur.”[2] sözleriyle Ermenilere karşı

emperyalist devletlerin uygulamalarının

bir sonucu olarak misyonerlik

çalışmalarının yapıldığını belirtmektedir.

Günümüzde bu mezhepsel çatışmalar

özellikle Türkiye’de yaşayan Ermenilerin

bir araya gelmesinin önündeki en büyük

engellerden biridir. Bugün hâlen farklı

mezheplere sahip Ermeniler birbirleriyle

akrabalık ilişkileri kurmaktan

kaçınmaktadırlar. Bu mezhepsel

çatışmalar Türkiye’de yaşayan Ermeniler

ile Ermenistan Ermenileri arasında da

önemli problemler meydana

getirmektedir. Gregoryan olan Ermenilerin

bugün Ermenistan’da yaşayan büyük kısmı

Ortodoks mezhebinin mensubudur. Bunda

Sovyet Rusya’nın bünyesinde yaşadıkları

yaklaşık 70 yılın etkisi büyüktür.

Türkiye’de misyonerlerle birlikte yayılan

Protestanlık ve Katolik mezheplerinin

etkisiyle bu mezhepleri seçen Ermeniler,

Ermenistan tarafından dışlanmaktadır.[3]

Bunun en açık örneği ise 19 Ocak 2007

yılında öldürülen Hrant Dink’in Protestan

olması, Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı

kullanacağı bir kozdan öte gitmemiştir.

Kaldı ki geçtiğimiz yıl Hrant Dink’in ölüm

yıldönümü olan 19 Ocak’ta Türkiye’de

Ermeniler ve bazı Kürtler “Hepimiz

Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganları

atarken Ermenistan’da ne bir gösteri ne de

bir toplantı gerçekleştirildi.

İşte tehcir sırasında Anadolu’da kalmış

Ermenilere “artık” dememizin temel

sebebi bu durumların meydana

gelmesidir. Bugün Türkiye sınırlarında

yaşayan Ermenilerin neredeyse

Page 7: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

4

tamamının ortak endişeleri Türkiye

tarafından değil Ermenistan ve Diaspora

tarafından dışlanmış olmalarıdır.

Ermenistan’daki Ermeniler için

Türkiye’deki Ortodoks Ermeniler hariç

diğer Ermeniler, sadece ve sadece

Türkiye’ye karşı kullanılacakları için önem

arz etmektedir. Onlara göre; “Türkiye’deki

Ermeniler, dinlerini, mezheplerini ve

kültürlerini değiştirerek Ermeni olmaktan

çıkmışlardır. Eğer gerçek Ermeni olsalardı

ya Türkiye’de Ortodoks Ermeni olarak

yaşarlardı ya da çoktan Türkiye

Cumhuriyeti tarafından öldürülmüş

olmaları gerekiyordu.” Diaspora

Ermenileri ise 2014 yılının Ekim ayında

duyurdukları Türkiye’den isteklerinin yer

aldığı listede Müslüman olan Ermenilerin

kendi kimliklerine dönmelerinin

cesaretlendirilmesi mesajını içeren

maddeyi de koymayı ihmal etmedi.

“Ermenilerin ata toprakları, özellikle de

tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut

(şimdiki) sınırları dâhilinde olan altı tarihi

Ermeni bölgesi olan Van, Erzurum,

Kharpert, Bitlis, Dikranagerd-Diyarbakır

ve Sebastia – Sivas, sessiz zulme maruz

kalan Müslümanlaştırılmış veya gizlenmiş

binlerce Ermeni dışında, Ermeni

Soykırımı nedeniyle gerçek sakinlerinden

temizlenmiş ve bu kişilerden bazıları son

yıllarda kendi gerçek etnik kimliklerini

idrak etmek istemektedir, o halde bu

kişilerin kendi köklerine dönmeleri için

cesaretlendirilmeleri gerekmektedir.” [4]

Temel varlık sebepleri “Sözde Ermeni

Soykırımı” olan Diaspora Ermenilerinin

yayınladıkları bu bildiri Türkiye

Ermenileri için samimiyetsiz ancak

çıkarları açısından olması gereken bir

durumdadır.

Sonuç olarak söylenmesi gereken şeyleri,

Kılıç Artıkları isimli eserin de yazılma

sebebi olan şu cümle açıklamaktadır:

”Kesin olan bir şey var, Onlar bazen Türk,

bazen Ermeni, bazen de Kürt, bazen

Hristiyan bazen de Müslüman.” [5] 2015

yılı içerisinde özellikle diaspora tarafından

bolca zikredilecek olan Artık Ermeniler,

samimiyetsiz ve bir o kadar da çıkarcı

projelerin piyonlarından olmaya devam

edeceklerdir.

KAYNAKÇA

1)http://www.genocide-

museum.am/arm/online_exhibition_2.php

2)G.M. Arutyunyan. “Reaktsionnaya Politika

Angliyskoy Burjuazii” Moskova, 1954.

3)http://www.eraren.org/index.php?Lisan=

tr&Page=DergiIcerik&IcerikNo=557

4)http://repairfuture.net/index.php/tr/erm

eni-soykirimi-tanima-ve-tazminatlar-

ermeni-diasporasindan-bakis/tasnak-

partisi-nin-turkiye-den-toprakla-ilgili-

talepleri

5)Sivaslian Max. “Kılıç Artıkları: Türkiye’nin

Gizli ve Müslümanlaştırılmış Ermenileri”

Uluslararası Hrant Dink Vakfı.

6)Akçam, Taner Ermenilerin Zorla

Müslümanlaştırılması. İletişim Yay.

İstanbul, 2014

Page 8: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

5

ERMENİ İDDİALARI KARŞISINDA:

Doğu Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası Sergen ÇİRKİN

"Sonra Tanrı Nuh’u ve gemideki evcil ve

yabanıl hayvanları anımsadı. Yeryüzünde

bir rüzgâr estirdi, sular alçalmaya başladı.

Enginlerin kaynakları, göklerin kapakları

kapandı. Yağmur dindi. Sular yeryüzünden

çekilmeye başladı. Yüz elli gün geçtikten

sonra sular azaldı. Gemi yedinci ayın on

yedinci günü Ararat Dağları'na oturdu."

İncil Genesis/ Yaradılış 1-4.

İnanışa göre Aryan soylu Hint-Avrupa

halkları Nuh'un üçüncü oğlu Yafes'ten

türedi ve tüm Eski Dünya'ya buradan

yayıldı. Ararat, Aryan soylu halkların

köklerini saldığı ana vatanları haline

dönüştü...

Dini metinler tarihi veriler ile bir yerde

buluşur ve kesişir, fakat bu metinler

özellikle İncil gibi çokça değişikliğe

uğramış bir kitapsa, onlardan nesnel bir

tarihi veri beklemek anlamsızdır.

İncil'deki bahsin aksine Tufan yaklaşık

5.000 yıl önce Güney Mezopotamya'da

gerçekleşen bir sel baskınıdır, yani kökleri

bir anlamda Sümer'e dayanır. Yazının

mucidi olan Sümerler, Ortadoğu'daki pek

çok yerleşim hakkında ilk kayıtları tutan

kişilerdir. Bu kayıtları, onların ardından

gelen Akat kralları genişleterek devam

ettirmiştir. Doğu ve Güneydoğu

Anadolu'nun bilinen ilk şehir ve kral adları

işte bu çivi yazılı kil tabletlerde

geçmektedir.

Buna göre Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da

yer alan Urkiş ve Nawar gibi şehirlerde

hüküm süren kralların Hurrice isimler

taşıdıkları görülmektedir. Sonraki

zamanlarda da bölgedeki şehir

beyliklerinin pek çoğu Hurrice isimler

taşımaya devam etmiştir. (MÖ. 2300'ler)

Türkiye sınırında bulunan Habur'dan İran

Zagroslarına kadar uzanan bölgenin adı

Sümerce kayıtlarda "Hurum" ülkesi olarak

geçmektedir. Bu bölgede de Hurri ve Arap

kökenli halklar yaşamaktadır. (MÖ.

2100'ler)

Eski Babil döneminde Suriye ve

Güneydoğu Anadolu'da Hurri şehirlerinin

Page 9: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

6

giderek yaygınlaştığı ve Babil'in

yıkılmasıyla birlikte bölgede bağımsız

Hurri merkezlerinin kurulduğu

bilinmektedir. Suriye'den Anadolu'ya

doğru sokulan topraklarda Halep, Urşum

ve Haşşum gibi önemli şehirlerin

Hurrilerin elinde olduğu görülür.

Hatay'daki yerel krallık "Alalah"ta da

Hurrice kökenli isimler taşıyan kişiler kral

olmuştur. (MÖ.1595)

MÖ.1550'lere gelindiğinde Hurri etkisi

öylesine büyür ki, Hitit İmparatorları dahi

Hurrice isimler alırlar. Doğu Anadolu'dan

Güneydoğu'ya oradan da Mısır'a kadar

uzanan alan Hurrilerin kültürel ve yeryer

siyasal egemenliği altına girmiştir. Firavun

III. Amenofis döneminde Mısır'da dahi

Hurrice tabletler bulunmuştur...

Hurriler Kimdir? Hurrice Nedir?

Peki, Doğu Anadolu'da ilk krallara adını

veren Hurrice nasıl bir dildi. Hurri dili

bitişken (aglutinatif) bir dildir. Bu dilde bir

kelimenin anlamı sonuna eklenen eklerle

değişir. Bu bakımdan yaşayan diller

açısından Altay dillerine yakından benzer.

Hurrice bir Hint-Avrupa veya bir Sami dili

değildir. Yani Doğu Anadolu'da mesken

tutmuş olan Hint-Avrupa kökenli

Ermeniler ve Sami kökenli Araplar,

kesinlikle Hurri soylu halklar değildirler.

Bu şu anlama gelir. Ermeniler dâhil bugün

bölgede yaşayan mevcut halkların hemen

hepsi bölgeye dışarıdan gelmişlerdir, yani

Anadolu'nun yerli unsuru değillerdir.

Hurrice, Asyatik özellikler gösterir ve

yaşayan en yakın benzerleri Kafkaslarda

bulunan otokton dillerdir. Hurrice, kısmen

Sümercenin etkisi altında kalmıştır.

Sümerce Tanrı anlamına gelen DİNGİR

kelimesi Hurrice'de de aynıdır. Bu

sözcüğün Türko-Moğol dillerdeki Tengri

kelimesi olduğu bilinen bir gerçektir.

Fakat daha önemlisi Hurrice bazı dil bilgisi

kurallarının da Altay dillerine çok yakın

olmasıdır. Örneğin Hurriler, "Tanrılar"

demek için DİNGİR + LE = DİNGİRLE

ifadesini kullanıyorlardı. Yukarıda da

belirttiğimiz gibi Hurrice, Altay dilleri gibi

sondan eklemeli bir dildir. Bu örnekte

görülen -LE eki kelimeye çoğulluk anlamı

kazandıran Türkçedeki -LER ekidir.

Urartular

Hurrilerin Doğu Anadolu'daki varisleri

Urartulardır. Urartuca, doğrudan

Hurrice'den gelişmiş bir dildir. Urartular

ise MÖ 6. yüzyıla kadar Doğu Anadolu'da

hâkim olmaya devam etmiş, fakat MÖ. 6.

yüzyılda Asur, Med ve İskit saldırıları

sonucu yıkılmıştır.

Bu şu anlama gelir; Doğu Anadolu'da,

isimleri bilinen tarihin en eski şehirleri ve

krallarından MÖ. 6. yüzyıla kadar yaklaşık

2.000 yıl boyunca, Asyatik kökenli halklar

hüküm sürmüştür.

Bu, tarihi coğrafya açısından son derece

kritik bir veridir. Çünkü bölgenin yerli

halklarının Hint-Avrupa veya Sami kökenli

insanlar olmadığını gösterir. Hâlbuki bu

Page 10: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

7

durum Hint-Avrupa kökenli Ermeni tezleri

ile tamamen zıttır.

Urartuca'nın henüz çözülmediği yıllarda

Rus şarkiyatçılar bölgede araştırmalar

yapmış ve Urartuların Ermenilerin ataları

olduğunu ileri sürerek, Ermenilerin

Anadolu'nun yerli halkı olduğunu

savunmuşlardır. Fakat Urartuca'nın

çözülmesi bu tezlerin tamamen çökmesini

sağlamıştır.

Doğu Anadolu'da İrani ve Ermeni

Kavimlerin İstilası

Doğu Anadolu'ya İrani kavimler ancak MÖ.

6. yüzyılda Med İmparatorluğu ile girmeye

başlamıştır. Urartuların yıkılmasıyla

birlikte Doğu Anadolu'da ilk siyasal

Ermeni örgütlenmeleri meydana gelir.

Bunlar yarı bağımlı, yarı bağımsız yerel

krallıklardır. Bu yerel krallıklardan ilki

MÖ. 522'de kurulmuş olup Ermenice

adıyla "Hayastani" vasal krallığıdır.

"Hayastani" krallığı İran egemenliği

altındadır ve Eski Persçe tabletlerde

İranlılar bu krallık için "Arminiya" adını

kullanmışlardır.

Ermeniler Tarih Sahnesine Çıkıyor

Urartuların yıkılmasıyla birlikte bölgede

hâkim olan Ermeni unsurlar ilk kez siyasal

bir çatı altında toplanır ve tarihte

Arminiya adı ile kurulan ilk krallığı

meydana getirirler. Perslere bağımlı

olarak yaşayan Ermeni Krallığına

MÖ.331'de Büyük İskender son verir.

İskender, Pers İmparatorluğu'nu yıkar ve

Perslerle birlikte onların vasal bir krallığı

olan Arminiya da tarihe gömülür. Bu

dönemde Arminiya topraklarında

Orontidler adında bir hanedan hüküm

sürmüştür. Orontid hanedanı her ne kadar

Ermeniler ile ilişkilendirilmek istense de,

bu hanedanlığın Ermeni değil, Pers kökenli

satraplardan oluştuğu bilinmektedir.

Büyük Ermenistan İmparatorluğu

Gerçek anlamda bağımsız ilk Ermeni

devleti ancak İskender'den sonra

kurulabildi. İskender'in ardından oluşan

Büyük Ermeni İmparatorluğu (en geniş

hali ile), doğuda Hazar Denizi kıyılarından

batıda Doğu Akdeniz sahillerine kadar

yayılıyordu. (Bu coğrafi sınırlar Antik

Hurri medeniyetinin yayılım sınırları ile

aynıdır, Ermenilerin bölgede egemen

olması ancak Hurri-Urartu Devletlerinin

yıkılması ile başlamış, Pers

İmparatorluğu’nun yıkılması ile ise hız

kazanmıştır.)

İskender'in ölümü sonrasında Ermeni

İmparatorluğu "Büyük Armenia ve

"Sophene" adıyla ikiye bölündü. MÖ. 1.

yüzyılda Büyük Ermeni İmparatorluğu

yeniden toparlanmaya çalışsa da bu kez de

Roma tehlikesi belirdi. Doğuya doğru

genişleyen Roma Cumhuriyeti, Ermeni

İmparatorluğu’nu giderek etkisi altına aldı.

Ermeniler Hıristiyanlaşıyor

Geç Roma Çağında MS. 301 yılında Ermeni

Kralı III. Tiridates, Hıristiyanlığı resmi din

Page 11: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

8

olarak benimsedi. Bu Büyük Konstantin'in

Roma'nın başkentini İstanbul'a

taşımasından yaklaşık 30 yıl önce

gerçekleşmiştir.

M.S. 301 yılında Roma tahtında

Dioclatianus bulunuyordu ve Hıristiyanlar

Roma'nın en nefret ettiği insanlardı. Ancak

Hıristiyan ilerleyişini durduramayan

Roma, en sonunda Büyük Konstantin ile

Hıristiyanlığı kendine benzetmeye kadar

verdi ve bu dini İmparatorluğun resmi dini

haline çevirdi.

Bizans döneminde Ermeniler

imparatorluğun sevilmeyen insanları

oldular. Bizans, Ermeni sınırını neredeyse

Van'a kadar öteledi ve Ermeniler büyük

ölçüde Anadolu'dan uzaklaştırıldı veya

Anadolu'nun belli bölgelerine parçalar

halinde dağıtıldı.

Bizans'ın ezeli düşmanı haline gelen

Ermeniler ancak 1071'de yeniden

hareketlendiler. Bizans'a karşı Anadolu

içlerinde doğru ilerleyen Selçuklu Türk

Sultanları, Ermeniler için yeni bir umut

kaynağı haline dönüştü...

Page 12: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

9

KARABAĞ SORUNU

Eren TAŞTAN

Yazıya başlamadan evvel şöyle bir kısa

bilgi vermekte, hafızalarımızı

canlandırmakta fayda var diye

düşünüyorum. Sovyetler Birliği'nin

dağılması üzerine Ermenistan 23 Ağustos

1991'de bağımsızlığını ilan etmişti.

Şiddetlenen Ermeni-Azerbaycan Türk'ü

savaşında Ermenistan, Dağlık Karabağ ile

Ermenistan arasındaki Laçın Koridoru'nu

da işgal ederek Dağlık Karabağ'ı fiilen

kendisine ilhak etti. Azerbaycan'ın

Ermenistan'a uyguladığı ekonomik

ambargo, Ermenistan'da büyük sıkıntılara

yol açtı. 1993'te Türkiye de Ermenistan'a

karşı ambargoya katıldı. Dağlık Karabağ

savaşı 1994'te Rusya'nın dikte ettiği

ateşkesle sona erdi. Lakin Ermenistan,

uluslararası topluluk tarafından

Azerbaycan'a ait toprakların %20'sini

halen işgal altında tutmaktadır.

Öte yandan Ermeni diasporası faaliyetleri

de bir anlaşmazlık sebebidir. Ermenistan

Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan 2011

yılının Temmuz ayında Ermeni dili ve

edebiyatı yarışmasında öğrencilerden

birinin, “Batı topraklarımızı Ağrı Dağı'yla

birlikte geri alabilecek miyiz?” sorusuna

yanıt olarak “Karabağ'ı biz aldık, Ağrı'yı

size bıraktık” diyerek Ermeni gençlerine

açık hedef göstermiş ve Ermenistan'ın

Türkiye üzerinde toprak talebini

yinelemiştir.

Şimdi gelelim Karabağ'a…

Karabağ Sorunu nedir?

Dağlık Karabağ hukuken Azerbaycan

sınırları içerinde bulunuyor, lakin fiilen

Ermenistan tarafından halen işgal altında

olan bir bölgedir. Burada yaşayan

Azerbaycanlıların çoğu ya öldürülerek

yahut göç ettirilerek yok edildi.

Dağlık Karabağ sorununun başlangıç tarihi

1988'dir. Biz biraz daha öncesine gidelim.

1748-1805 yılları arasında, burada Penah

Ali Han tarafından kurulan Karabağ

Hanlığı hüküm sürmekteydi. 1805'te,

Ruslar Karabağ Hanlığını kontrol altına

aldılar ve 1813'te de Gülistan

Anlaşmasıyla ilhak ettiler. 1822 yılında ise

Karabağ Hanlığı ortadan kaldırıldı. 1783'te

Knez Potyomkin, Çariçe II. Katerina'ya

yazdığı mektupta: “Fırsat bulunca

Karabağ'ı Ermenilerin kontrolüne

vermekten ve böylece Asya'da bir

Hristiyan devleti kurmaktan”

bahsetmekteydi. 19. yüzyılda, bölgeye

Anadolu'dan ve İran'dan Ermeni göçleri

yaşandı. Dönemin Rus tarihçilerine göre,

bu süreç boyunca, en az 1.000.000 Ermeni

Kafkasya'ya göç ettirilmişti. 1832 yılı

resmi nüfus sayımında Karabağ bölgesinin

%64'ü Müslüman, %38'i ise Ermeni olarak

kayıtlara geçmiştir. Çarlık Rusya’sının

diplomatı Griboyedov, Ermeniler için

çalışıyor ve her fırsatta “Ermeni

kardeşlerimin yoluna başımı koymaya her

an hazırım” diyordu.

Sovyet dönemi öncesinde Ermeniler

burada azınlık iken, Sovyet döneminde de

gerçekleştirdikleri sürekli göç

Page 13: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

10

politikalarıyla, 1988'de nüfusun yaklaşık

yüzde %75'ini oluşturur duruma geldiler.

O tarihlerde Sovyetler Birliği içinde

Azerbaycan'a bağlı özerk bir bölge olan

Dağlık Karabağ'ın Ermeni çoğunluğundaki

Parlamentosu, Ermenistan Sovyet

Cumhuriyeti ile birleşme kararı almışlardı.

Lakin 1989 yılında Kremlin, Dağlık

Karabağ'ın bu kararını geri çevirip, bölgeyi

yeniden Azerbaycan'a bağladı. Sovyetler

Birliği'nin dağılmaya başladığı 1991 yılı

sonunda ise otorite boşluğunu fırsat bilen

Ermeniler bu kez de Dağlık Karabağ'ın

bağımsızlığını ilan ettiler. Bu durum,

Dağlık Karabağ ve Ermenistan ile

Azerbaycan arasında silahlı çatışmaların

da fitilini ateşlemiş oldu.

Dağlık Karabağ, 8 Mayıs 1992'de

Ermeniler tarafından işgal edildi. Burada

öldürülen Azerbaycan Türklerinin sayısı

20.000'i geçmektedir. Aynı yıl 18 Mayıs'ta,

Dağlık Karabağ ile Ermenistan'ı ayıran

Laçin bölgesi de işgal edilmiştir. Ermeni

saldırıları 1993'te de devam etti. Kelbajar,

Agdam, Fuzuli, Jabrayıl, Gubatlı ve

Zengelan gibi Dağlık Karabağ'ı çevreleyen

bölgeler de Ermenilerin eline geçti, işgal

edildi.

Ermeniler’in faaliyetleri, Azerbaycan’da

milliyetçi hareketlerin artmasında etkili

oldu.

1988 yazında Azerbaycanlı aydınlar

Azerbaycan Halk Cephesi (AHC)'nin

temellerini attılar. Ülke çapında aydınların

önderliğinde yönetime karşı

gerçekleştirilen eylemler Moskova’yı

tedirgin etti. Bu gergin ortamda, 16

Temmuz 1989’da Bakü’de AHC’nin

kuruluş kongresi yapıldı. AHC

programında kendini “Azerbaycan’da

bütün alanlarda köklü demokratikleşmeyi

ve yeniden yapılandırmayı savunan

toplumsal bir teşkilat” olarak tanımladı.

Sonuçta, birçok insan yaşamını yitirdi,

işkencelere maruz kaldı ve evleri, ocakları

dağıldı. Binlerce aile yurtlarını bırakarak

zorunlu olarak göç etmek zorunda kaldı.

1994 yılından bu yana Azerbaycan

topraklarımızın yaklaşık %20'si Ermeni

işgali halinde bulunuyor.

Propaganda Alanı

Bu başlık altında da bazı bilgileri

yinelemekte yarar görüyorum.. Gelinen

noktada Ermenistan, Rusya'nın da desteği

ile SSCB sonrası en büyük ekonomik

entegrasyon olma özelliği taşıyan Avrasya

Ekonomik Birliği'ne katılmış oldu. Dünya

petrolünün %9'u, doğal gazın %23'üne

sahip olan bu birliğin bir üyesi olmak,

şüphesiz 200 milyonluk bir pazarda

ekonomik sıkıntılarına kısmi çözümler

bulacak olan Ermenistan'da bu katılım

tartışılsa da bölgedeki güç dengeleri

dikkate alındığında Ermenistan açısından

doğru bir hamle olmuştur. Bu noktada,

belirtmek istediğim husus şudur; Bu

katılımın işlevselleşmesi halinde Dağlık

Karabağ veya sözde Ermeni Soykırımı

konusu birlik içerisindeki ülkelerde de bir

propaganda aracı olacaktır. Ermenistan

böylelikle bir yandan Ermeni lobisi ile ABD

siyasetine etki ederken, diğer yandan da

Avrasya alanında yeni partnerler

bulabilme eğilimi taşıyacaktır.

Sonuç

Bugün Ermenistan'ın niyeti, Karabağ'da

bağımsız bir Ermeni devletinin

kuruluşunu sağlayacak koşulları yaratarak

Page 14: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

11

sağlayacak koşulları yaratarak, daha sonra

buradaki Ermeni çoğunluğun isteği

doğrultusunda bölgeyi kendisine

bağlamanın yollarını açmaktır. Herhalde

Ermeniler, Dağlık Karabağ'da bu yüzden

bağımsızlık ilan etmiştir. Ermenistan

Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan da

herhalde böyle bir amaç için Dağlık

Karabağ'da Ermenilerin self-

determination haklarını kullandıklarını

söylemektedir.

Ennenistan ve Azerbaycan, Bağımsız

Devletler Topluluğu çerçevesinde, başta

21 Aralık 1991 Alma Ata Antlaşması ve 14

Şubat 1992 Minsk Bildirisi olmak üzere,

aralarındaki anlaşmazlıkları barışçıl

yollarla çözmek konusunda belgeler

imzaIamışlardır. B.D.T.’ye kadar gevşek bir

yapı olursa olsun, bu yapı içinde yer alan

öteki devletlerin de bu anlaşmazlığın

giderilmesi için çaba göstermeleri gerekir.

Ancak, şimdiye dek öteki Türk

cumhuriyetleri de dâhil B.D.T. üyelerinin

bu doğrultuda ciddi bir çabası

görülmemiştir.

Belki de soruna kalıcı bir çözüm, daha

önce Türkiye'de de önerildiği gibi, bölgede

Ermenistan ile Azerbaycan arasında

toprak ve nüfus değişimi ile sağlanabilirdi.

Ermenistan Karabağ'a hâkim oldukça

böyle bir çözüme yanaşması uzak bir

olasılıktır, fakat yine de bu çözüm

formülünden kısaca söz edilmesi gerekir.

Azerbaycan, Karabağ'ın bir kısmını elinde

tutmakla birlikte, gerisi Ermenistan'a

bırakılacaktır.

Ermenistan'a ayrıca Karabağ ile

Ermenistan arasındaki koridor da

bırakılacaktır.

Azerbaycan ise, bunun karşılığında

Zengezur'u (yanı Azerbaycan ile

Nahçivan'ı ayıran ve şimdi Ermenistan'ın

elinde tutulan toprağı) alacaktır. Toprak

değişimiyle birlikte bu bölgelerde nüfus

değişimi de gerçekleştirilerek, Ermeni

bölgesinde Azerbaycan Türk'ü,

Azerbaycan Türklerinin yoğun olduğu

bölgede de Ermeni bırakılmayacaktır.

Karabağ, Hocalı ve tüm Türk ellerinde

şehit düşen, soykırıma ve katliamlara

uğrayan soydaşlarımızı da saygı ve

minnetle anıyorum.

Esen olsun...

Kaynaklar:

1)Prof. Şükrü S. Gürel, Karabağ Sorunu

Üzerine Bir Not

2)Yaşar Aksoy, Ermeni Komşum

3)Mustafa Gökçe, Yukarı Karabağ Sorunu ve

Türkiye-Ermenistan İlişkileri Üzerine Bir

Değerlendirme

Page 15: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

12

Page 16: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

13

SEVK VE İSKÂN SIRASINDA

OSMANLI DEVLETİ

Evren KAMALI

ÖZET

Osmanlı devleti yaklaşık 6 asırdır birçok

topluluğu bünyesinde barındırmıştır.

Ancak özellikle 19 yüzyıl başlarından

itibaren başlayarak düvel-i muazzama

olarak tanımlana Avrupa devletleri

imparatorluğumuzdaki birçok topluluğu

ayaklandırmaya çalışmıştır. İşte bu

topluluklardan biride Osmanlının Millet-i

Sadıka olarak adlandırdığı Ermenilerdir.

Ermeniler Osmanlı devletine karşı birçok

isyan ve ayaklandırmalar başlatmıştır. En

son Van isyanıyla berber Enver ve Talat

paşaların da görüşleriyle bazı bölgelerdeki

itilaf devletlerine yardım eden topluluklar

devlet sınırları dâhilinde başka topraklara

sevk ve iskânları karar alınmıştır. Osmanlı

devleti savaş dönemine rağmen tehcir

edilen Ermeniler için kendi mali

bütçesinin büyük bir kısmını ayırmıştır.

Ayrıca devletin elinde bulundurduğu

imkânları elinden geldiğince seferber

etmeye çalışmıştır. Buna karşılık Ermeni

halkının belli kısımları devletin

mühimmatlarına ve Osmanlı

vatandaşlarını öldürmüşler, mallarını

yağmalamışlardır. Ancak buna rağmen

Devlet-i Ali Osmaniye onlara yardım etmiş

ve Uluslar Arası Savaş Hukukunun vermiş

olduğu hakları kullanmamıştır. Giden

vatandaşlarda gittikleri yerlerde

barındırılmışlar hatta geri dönüş

kararnamesi çıktıktan sonra dahi

azımsanmayacak sayıda nüfus geldikleri

yerlere geri dönmemişlerdir.

ANAHTAR KELİMELER: Ermeni, Sevk,

İskân, Osmanlı Devleti, Kanunname

Avrupalılar tarafından ‘’Armenia’’ adı

verilen ancak kendilerini ‘’Hayk’’ adıyla

tanıtan Ermeniler Türk tarihinin önemli

bir kısmında bulunmaktadırlar. Büyük

Selçuklu devleti, Anadolu Selçuklu devleti,

Osmanlı devletine tabi olarak

yaşamışlardır. Özellikle Osmanlı devleti

tarafından çok sevilen Ermeniler 16.

YY’dan itibaren devlet kademelerinde

çalışmışlardır. Ayrıca Ermeniler Osmanlı

kültür ve uygarlık tarihine de büyük

hizmetlerde bulunmuşlardır. Osmanlı

devletinde Ermenilere Millet-i Sadıka ya

da Tebaa-i Sadıka-i Şahane olarak

anılmaktadırlar. Ancak 19.yylda

Ermenileri Milliyetçilik ve Din

kavramlarıyla kendi devletlerini kurmak

için teşvik eden Düvel-i Muazzama olarak

bilinen Avrupa devletleri de kendi ticari

çıkarlarını sağlamak için bunu

istemektedirler ve orada kurulan devleti

kendi sömürge devletleri olarak

kullanmak isterler. Ermeniler 1828-1829

Osmanlı- Rus savaşında ve 1877-1878

Osmanlı Rus savaşında Ermeniler Rusların

tarafını tutmuş ve bulundukları bölgelerde

isyanlar çıkartmışlardır savaş sırasında

Rus birliklerine gönüllü olarak

katılmışlardır. Özellikle 93 harbinden

sonra imzalanan Berlin Antlaşmasının 16.

Maddesinde Ermenilere ayrıcalıklar

verilmesini istemişlerdir. Ayrıca Ermeniler

kurmuş oldukları silahlı cemiyetlerle de

Page 17: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

14

katliamlar, suikastlar düzenleyip;

Anadolu’daki Müslüman halka karşı

katliamlarda bulunuyorlardı. Özellikle 1.

Dünya Savaşı sırasında Ermeniler’in

çetecilik faaliyetleri artış göstermiştir.

Bütün Ermeni çetelerine talimatnameler

dağıtılmıştır. Bu talimatlar şu şekildedir:

1. Kim olursa olsun her Ermeni asli

ihtiyaçlarından bazılarını bile satmak

suretiyle silahlanmalıdırlar.

2. Seferberlik ilanıyla silahaltına çağrılan

Ermeniler, bu çağrıya uymayacaklar ve

çevredeki halkı, Müslümanlar dâhil,

orduya katılmaya men edeceklerdir.

3. Her ne suretle olursa olsun silahaltına

alınmış olan Ermeni askerleri ordudan

firar edip Ermeni çetelerine veya gönüllü

birliklerine katılacaklardır.

4. Rus orduları sınırı geçer geçmez

komiteciler, firariler ve çeteler Rus

ordularına katılarak onlarla birlikte

Osmanlı ordusuna saldıracaklardır.

5. İkmal yollarını ve telgraf hatlarını

kesmek suretiyle Osmanlı ordusunun iaşe

ve istihbaratını sekteye uğratacaklardır.

6. Cephe gerisinde iki yaşına kadar olan

Müslümanları gördükleri yerde ve her

fırsatta katledeceklerdir.

7. Müslüman halkın yiyecek, mal ve

mülkünü ele geçirecek veya yakıp

yıkacaklardır.

8. Terk edecekleri ev, tarım ürünleri, kilise

ve hayır kurumlarını yakıp bunları

Müslümanlar yapmış gibi propaganda

yapacaklardır.

9. Resmi devlet dairelerini kundaklayacak

Osmanlı zaptiye ve jandarmasını

katledeceklerdir.

10. Cepheden yaralı olarak dönen Osmanlı

askerlerini öldüreceklerdir.

11. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde

isyanlar, ihtilaller çıkaracaklardır.

12. Müslüman askerlerin ve sivil halkın

morallerini bozarak göçe mecbur

edeceklerdir.

13. Bomba, silah imal ve tedarik veya ithal

ederek bütün Ermenileri

silahlandıracaklardır.

14. Ermenilerin yaptıkları isyan, ihtilal ve

katliamların faturasını Müslümanlara

çıkararak bunu iç ve özellikle dış

kamuoyuna yayacaklardı.

15. İtilaf devletleri adına casusluk ve

rehberlik yapacaklardı.

Böylece Ermeniler bu talimatlara uyarak

birçok yerde katliamlarda ve

mezalimlerde bulunmuşlardır. Ancak bu

isyanlardan biri var ki bu isyan sonrası

Osmanlı devleti Ermeniler için bir önlem

alması gerektiğini anlayacaktır. Bu isyan II.

Van İsyanıdır. Ermeniler Ruslarla işbirliği

yaparaktan Van ve çevresinin Rusların

eline geçmesini sağlamışlardır. Ayrıca

bölgedeki Müslüman halkın

katledilmesiyle beraber hem Osmanlı

ordusunun ikmal yollarının kapatılmasına

hem de Rusların Erzurum Bitlis ve

Trabzon’a saldırmalarına sebep

olmuşlardır. Osmanlı devleti bu olay

sonrasında Ermeni sorununu halletme

gereksinimi hisseder. Bunu ilk olarak

Başkumandan vekili Enver Paşa’nın 2

Page 18: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

15

Mayıs 1915’te Dâhiliye Nazırlığına yazmış

olduğu şu yazı ile anlıyoruz: “Ermeniler,

isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve

hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan

Ermenilerin buradan çıkartılarak isyan

yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim 3.

Ordu Komutanlığının verdiği bilgiye göre

Ruslar 20 Nisan 1915 de kendi sınırları

içerisindeki Müslümanları sefil ve perişan

bir halde sınırlarımızdan içeri

sokmuşlardır.

Hem buna karşılık olarak hem de yukarıda

belirttiğim amacı sağlamak için ya bu

Ermeni aileleriyle birlikte Rus sınırı içine

göndermek ya da bu Ermeni ve ailelerini

Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak

gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanının

seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir

mahsur yoksa isyancıları, ailelerini ve

isyan bölgesi halkını sınırlarımızım dışına

göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız

içine dışarıdan gelen Müslüman halkın

yerleştirilmesini tercih ederim.”

Osmanlı Devleti Enver Paşa’nın dediğini

yapabileceği gibi Uluslararası Savaş

Hukuku’nu kullanarak düşman devlete

yardım eden vatandaşlarını idam

ettirebilirdi. Ancak Osmanlı devleti savaş

döneminde olmasına rağmen Sevk ve

İskân için ayrı bir bütçe hazırlayarak

onlara bir şans daha vermeyi denedi.

Böylece 14 Mayıs 1915(13 Receb1333) de

‘’Vakt-ı seferde icrâât-ı Hükumete karşı

gelenler içün cihet-i askeriyece ittihaz

olunacak tedâbîr hakkında kanun-ı

muvakkat.’’ Adıyla 4 maddelik bir kanun

hazırlanmıştır. Bu kanuna göre:

Vakt-ı seferde ordu ve kolordu ve fırka

kumandanları ve bunların vekilleri ve

müstakil mevki kumandanları ahâli

tarafından herhangi bir suretle evâmir-i

Hükumete ve müdafaa-ı memlekete ve

muhafaza-ı asayişe müteallik icrâât ve

tertibata karşı muhalefet ve silahlarla

tecavüz ve mukavemet görürlerse derakap

kuvâ-ı askeriye ile en şiddetli surette

te’dibât yapmaya ve tecavüz ve

mukavemeti esasından imha etmeye

me’zûn ve mecburdurlar.

Ordu ve müstakil kolordu ve fırka

kumandanlarından icâbât-ı askeriyeye

mebni veya casusluk ve hıyanetlerini

hissettikleri kurâ ve kasabât ahalisini

münferiden veya müctemi’an diğer

mahallere sevk ve iskân ettirebilirler.

İşbu kanun tarih-i neşrinden

mu’teberdir.

İşbu kanunun mer’iyyet-i ahkâmına

Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nâzırı

me’mûrdur.

Sevk ve İskâna uğrayan yerler ise Talât

Paşa tarafından gönderilen şifreli mesajda

şu şekilde belirtilmiştir;

Erzurum, Van ve Bitlis vilayetleri

Adana, Sis ve Mersin, Kozan ve Cebel-i

Bereket sancakları

Maraş şehir merkezi hariç olmak üzere

Maraş sancağı

Halep Vilayetinin merkez kazası hariç

olmak üzere İskenderun, Beylan, Cisr-i

Şugur ve Antakya kazaları dâhilindeki köy

ve kasabalar;

Ayrıca Ermenilerin sevk edildikleri

yerlerde tekrardan birleşip çevrede

fesatlık yaratmamaları için Sevk ve İskân

edildikleri yerlere yerleşmelerinde bazı

hususlara dikkat edilecekti. Bu hususlar

ise;

Page 19: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

16

Ermeni nüfusu gönderildiği yerdeki

aşiret ve İslam sayısının %10 nispetini

geçmemelidir.

Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları

köylerin her biri 50 evden çok

olmamalıdır.

Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil

suretiyle de olsa, yakın yerlere ev

değiştirmemelidir.

Düşmanla işbirliği yapan Ermeniler ve

bazı aşiretlerin İskânı sırasında Osmanlı

devleti herhangi bir karışıklık veya

işbirlikçi çetelerden intikam almak

amacıyla saldırabilecek bazı kişilerin

veyahut eşkıyalara karşı güvenli bir

şekilde İskânı sağlanması için gruplara

koruma takviyeleri yapılmıştır.

Ayrıca Osmanlı devleti yerel yöneticilere

ve tehcir sırasında görevli kişilere görev

suiistimallerinde ve göç edenlere karşı

şiddet kullanmaları, görevini kötü

kullananlara karşı, Ermenilere saldırıda

bulunan çete mensuplarına da soruşturma

açarak Divan-ı Harbe sevk etmişlerdir. Bu

sebeplerden dolayı yargılanmak üzere

tutuklanan 1.673 kişinin içinde asker, polis

ve teşkilat-ı mahsusa elemanı sayısı

528’dir. Sıhhiye müdürü, kaymakam,

belediye reisi, nahiye müdürü, kâtip, sevk

memuru, mal müdürü, nüfus memuru,

başkâtip ve Emval-i Metruke Komisyonu

Reisi gibi 170 kamu görevlisi de

yargılanmıştır. Çete mensubu ve halktan

da 957 kişi yargılanmıştır. Bu kişiler adam

öldürme, yaralama, Ermenilerin mallarına

zarar verme, çalma, zorla parave eşya

alma, rüşvet, yağma, yankesicilik, Ermeni

kızlarıyla izinsiz evlilik ve vazifeyi

suiistimal suçlarından yargılanmışlardır

ve 1916 yargılanma sonuçlarına bakılırsa:

67 kişi: İdam cezası 524 kişi: Hapis cezası 68 kişi: Kürek, para, kalebent, pranga ve sürgün cezası 227 kişi: Berat ve yargılama reddi 109 kişi: Mahkeme devam etmekte ve inceleme aşamasında 4 kişi: Velisine teslim 674 kişi: Hakkında henüz bir işlem yapılmayanlar

Osmanlı devleti ayrıca, nakledilen

Ermenilerin sevklerinin nasıl yapılacağına

dair ilk olarak 30 Mayıs 1915 tarihinde

Dâhiliye Nezaretinde 15 maddelik

yönetmelik yayımlanmıştır. Bu yönetmelik

maddelerine bakılırsa özetle:

Devletin varlığının korunması ve

emniyetinin sağlanması için yürütülen

mücadeleyi sekteye uğratan zararlı

faaliyetlerin etkili bir şekilde ortadan

kaldırılması için tezkirede belirtilen

önlemlerin alınması uygundur.

İsimleri belirtilen köy ve kasabalarda

yaşayan Ermenilerden nakledilmesi

gerekenlerin iskân yerlerine sıkıntı

çekmeksizin ulaşmaları temin edilecek,

yolda can ve mal emniyetleri

sağlanacaktır.

Vardıkları yerde kesin olarak

yerleşinceye kadar yeme, içme ve

geçimleri “Muhacirin Tahsisatından

karşılanacaktır.

Eski ekonomik durumları oranında

Ermenilere emlak ve arazı dağıtılacak,

içlerinden muhtaç olanlara hükümet

tarafından ev yapılacak, ziraat

malzemeleri, tohumluk, alet ve gereç

dağıtılacaktır.

Terk ettikleri memleketlerinde kalan

mal ve eşyalarının veyahut kıymetlerinin

Page 20: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

17

kendilerine uygun şekilde iadesi

yapılacaktır.

Boşaltılan şehir ve kasabalarda oturup

nakledilen halka ait taşınmazların yazımı

ve cins, kıymet ve miktarlarının tespiti

yapıldıktan sonra Müslüman muhacirlere

dağıtılacaktır.

Bütün bu işler için gereken masraflar

“Muhacirin Tahsisatından” yapılacaktır.

-Yeni kurulacak olan köy ve kasabalarının

Bağdat demir yolu ve birleşme

noktalarından 25 kilometre uzak olacaktır.

Müslüman göçmenlerin ihtisas ve

uğraşları dışında kalan zeytinlik, dutluk,

bağ ve portakallıklar ile dükkân, han,

fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler,

açık artırma ile satılacak veya kiraya

verilecektir. Bedelleri sahiplerine

Ermenilere ödenmek üzere mal

sandıklarında emanete alınacaktır.

İçişleri Bakanlığı’nın talimatnamesine

uygun olarak bütün bu işlerin yapılması

takibi ve Ermenilerden geride kalan

malların korunması, idaresi, iskân

muamelelerinin etkili bir şekilde

yürütülmesi için Bakanlığın uygun

göreceği talimat çerçevesinde, memur

alma yetkisi de olan ve Bakanlığa bağlı tali

komisyonlar oluşturulacaktır.

Daha sonrada Sevk edilen Ermenilere ait

mal, mülk ve arazilerin düzenlenmesi için

10 Haziran 1915 te 34 maddeden oluşan

bir başka yönetmelik yayımlanır. Bu

yönetmeliği özetlemek gerekirse:

Sevk edilen Ermenilerin taşınabilir tüm

mallarını ve hayvanlarını yanlarında

götürebilecekleri;

Can ve mallarının korunması ile iaşe ve

istirahatlerinin sağlanmasında, güzergâhta

bulunan mahalli görevliler sağlayacakları;

İskân bölgesinde Ermenilerin

yerleştirilebileceği devlete ait arazi

bulunmaması halinde devlete ait çiftlik ve

köylerin iskân için tahsis edilmesi;

Mevcut köy ve kasabalar ile yeni

kurulan köylere yerleştirilen Ermenilerin

nüfus sayılarının düzenli alınması;

Çiftçi ve meslek sahiplerine yeterli

sermaye ya da alet, edevat verilmesi;

İskân edilen her aileye daha önceki

maddi durumları ve şimdi ki durumları

göz önüne alınarak ona göre arazi

verilmesi;

Sevk edilenlerin iaşelerin ve muhtaç

durumda olanlara ev inşası için gerekli

paranın muhacirin tahsisatından

karşılanacağı belirtilmektedir.

Dâhiliye Nazırlığının 7 Ekim 1915 de

yayımladığı kanununda ise;56 maddede

Ermenilerin sevk ve iskânı sırasında

ihtiyaçların nasıl karşılanacağı detaylı

olarak açıklanmıştır. Bu kanunun

açıklanması kısaca:

Sevk güzergâhı ve İskân bölgelerinde

yeterli iaşe, sevk ve ambar memurları

bulundurulacağı;

Kara yoluyla sevk edileceklerin özellikle

genç ve dinamik olmasına dikkat edilecek,

kafileler en fazla 1.000 kişiden

oluşturulacak, yeteri kadar muhafızın yanı

sıra kafiledeki çocuk ve kadın sayısına

göre veya deve verilecek her kafilenin, 4

günlük yiyecek v e içeceklerini birlikte

götürmelerinin temini;

Başta Halep olmak üzere her menzil ve

merkezde gıda sıkıntısını engellemek için

un ambarları oluşturulması;

Bu ambarlara un ve bulgur için yeterli

miktarda para gönderilmesi;

Page 21: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

18

Ekmek ihtiyacını karşılamak için

mahallelere fırınların yapılması, buna

imkânları olmayan bölgelere de 100’er sac

gönderilmesi ve tuz temininin yapılması;

İskân bölgelerindeki göçmenlere günlük

okka12 ekmek verileceği,

yarım iskân bölgelerindeki tarıma elverişli

toprakların ve yeterince suyun bulunması;

Sevk edilenlerin yiyecek ve

içeceklerinin yanı sıra, istirahatlarının

sağlanması, seri ve uzun yürüyüşlerden

kaçınılması, her üç menzilden birinde

istirahat mahallelerinin oluşturulması

buralarda, sağlık memurları bulundurarak

hastaların tedavi edilmesi;

Her bölgede bir sevk ve iaşe memuru,

on muhafız bulundurarak iaşenin teminini

ve teminin sağlanması konularına vurgu

yapılmıştır.

Devlet bütün bu yaptıklarının haricinde

Ermenilere günlük yevmiyede vermiştir.

Örneğin 19 Mayıs 1916 tarihinde Konya’da

bulunan bütün Ermeni muhacirlerin

20’şer para yevmiye verilirken, Çorum ve

Yozgat mutasarrıflıklarına gönderilen

talimatlara göre büyüklerin aldıkları 2

kuruşluk yevmiyenin 3 kuruşa çıkarılacağı

ve küçüklere verilen 1 kuruşun 60 paraya

çıkarılması, ayrıca ihtiyacı olanlara da

elbise temininin yapılmasını belirtir.

Deniz yoluyla gidenlere de sıtma

hastalığından korunmaları için kinin

dağıtmışlar, hastalar içinde sivil ve askeri

hastanelerden yararlanma imkânı

vermişlerdir. Aynı zamanda Göçmenlerden

ailesini yitirmiş olanları da ya

yetimhaneye ya da göç edilen

mahallelerdeki ailelere yerleştirmişler

çocuklara iaşe sağlayarak mesleki eğitim

imkânı sağlamışlardır. Ancak bu dönemde

Osmanlı devletinin maliyesi pek parlak

değildir. Osmanlı devletinin dış borçlarını

ödeyememesi sebebiyle 1881 yılında

Düyûn-ı Umumiye adında kurulan daire

Osmanlı devletinin %44’ünü alırdı.1914-

1915 mali yılında 3.401.200.396 kuruş

olan Osmanlı bütçesinin kalan miktarı

1.496.528.174 kuruştur. Osmanlı devleti

bu paradan 102.716.036 kuruşunu

Dâhiliye nezaretinin bütçesine ayırmıştır.

Ayrıca bu dönemde Osmanlı Devleti de

topraklarımız içerisinde Kafkas, Kanal,

Çanakkale, Irak Cephelerinde savaşıyordu.

Sınır dışında da Galiçya, Romanya,

Makedonya Cephelerinde savaşıyordu. Bu

bölgelere de gönderilmesi gereken mali

yardımlar, yiyecek, silah, elbise, cephane

gönderilmesi gerekiyordu. Ama Osmanlı

devleti bu problemleri arasında dahi

kendine ihanet edenlerin her şeyini

düşünmeye ve ihtiyaçlarını karşılamaya

çalışmıştır.

Sevk ve İskân 25 Kasım 1915 tarihinde

vilayetlere gönderilen emirle geçici olarak

durdurulmuştur. 15 Mart 1916 da ise

genel bir emirle Ermeni sevki

durdurulmuştur. Henüz yolda olanlarda

bulundukları vilayetlere yerleştirilmiştir.

Savaşın bitmesiyle tehlikenin geçtiğini

düşünen Osmanlı 21 Ekim 1918 de geri

dönüşlere izin verdi. 31 Aralık 1918 de

geri dönüş kararnamesini çıkardı.

Kararname özetle;

Geri dönüş isteğe bağlıdır.

Döneceklere evleri, arazileri teslim

edilecek.

Muhacir yerleştirilen evler boşaltılacak.

Kiliseler, mektepler, ait olduğu cemaate

iade edilecek.

İhtida etmişler eski dinlerine dönebilir.

Page 22: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

19

Muhtaç olanların dönüşlerinde

masraflar Harbiye tahsilatından

karşılanacak.

Yetim çocuklar, istenirse denetim

sonucu velisine ya da cemaatine

verilebilir.

Sonuç olarak devlet o zamanki sıkıntısına

ve savaş durumunda bile kendine ihanet

edenleri sahiplenmiş elinden geldiği kadar

yardımlarda bulunmuştur. Yapabileceği

elbette başka seçenekleri vardı. Dönemin

yapısına göre elbette bazen aksaklıklar

olmuş olabilir. Bölgedeki bazı eşkıyalar ve

Ermenilerden intikam almak isteyen

kişiler elbette bazı Ermenileri

öldürmüşlerdir. Ancak bunu devletin

yaptırdığını söylemek, ima etmek, yapılan

saldırılara sessiz kaldığını, müdahale

etmediğini söylemek çok büyük bir yanlış

olacaktır.

KAYNAKÇA

1-Süslü Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir

Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü

Yayını NO:5 1990-Ankara

2-Uras Esad, Tarihte Ermeniler ve Ermeni

Meselesi 1979 – İstanbul

3- Bekâr Bülent, Öztürk Necdet, Beyoğlu

Süleyman, Tarihi Gerçekler ve Bilimin

Işığında Ermeni Sorunu 2007 – İstanbul

4-Genel Kurmay Harekât Daire Başkanlığı,

100 Soruda Ermeniler 2001- Ankara

5-Aslan Betül, Erzurum da Ermeni Olayları

2004- Erzurum

6 –Akgündüz Ahmet, Öztürk Said, Kara

Recep, Sorularla Ermeni Meselesi, 2008-

İstanbul

7-Halaçoğlu Yusuf, Ermeni Tehciri, 2006-

İstanbul

8-Süslü Azmi Ermeniler Tehcir ve

Sonrası,2009-Ankara

9-Onkök Arda, Ermeni Sevk ve İskânı

Örneğinde Soykırım Kast Unsurunun

İncelenmesi, 2011İstanbul

10-Guenter Lewy, 1915 Osmanlı

Ermenilerine Ne Oldu, 2011-İstanbul

11-HalaçoğluYusuf, Ermeni Tehciri ve

Gerçekleri, Türkler Ansiklopedisi cilt:14

s:482-499 1999-Ankara

12-Bildirici Yusuf Ziya, Ermeni Soykırımı

Aldatmacası Ve 1919-1920 Adana

Katliamları Türkler Ansiklopedisi cilt:14

s:503-511

13-Sarınay Yusuf, Sevk Ve İskân, Türk

Ermeni İthafı Makaleleri, TBMM Kültür

Sanat Yayın Kurulu s:211-233

14-Halaçoğlu Yusuf, Mali Harcamalar, Türk

Ermeni İthafı Makaleleri, TBMM Kültür

Sanat Yayın Kurulu s:235-243

15-Altıntaş Ahmet, Osmanlı Arşiv

Belgelerine Göre Ermeni Sorunun Ortaya

Çıkışında Fransa’nın Rolü www.tarih ve

medeniyet. com.tr

16-İlter Erdal, Ermeni Meselesinin

Doğuşunda Ermenilerin Rolü www.tarih ve

medeniyet. com.tr

Page 23: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

20

SÜRGÜNDEN SOYKIRIMA ERMENİ

İDDİALARI - Yusuf HALAÇOĞLU

Canan MIZRAK

Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında

cereyan eden gelişmeler, yıllarca sükûn ve

birliktelik içinde yaşanılan Türk olmayan

unsurların Batılı emellerin elinde oyuncak

olup Osmanlı’dan birer birer kopmalarıyla

sonuçlandı. Dünyayı avucuna alan

milliyetçilik akımları ve 1900lerin başında

sömürgecilik yarışının en üst düzeye

ulaşması, artık yıkılmak üzere olduğu belli

olan Osmanlı Devleti üzerinde büyük

sömürgeci devletlerin hâkimiyet kurma

yarışını hızlandırmıştı. Hıristiyan Batı

devlerinin Türk algısı da onları “hasta

adamı” bölüşmeye itekliyor, bunu

yaparken de maşa olarak Osmanlı tebaası

içindeki Hıristiyan ve Türk olmayan

unsurlar kullanılıyordu. 1877-78 Osmanlı

– Rus Harbi’nin birkaç yıl öncesine kadar,

Osmanlı Devleti ve tebaası ile aralarında

önemli bir olay yaşanmayan, Osmanlı

Ermenileri de büyük güçlerin kirli

hesaplarına ortak olanlar arasındalardı.

Öyle ki Birinci Dünya Savaşı esnasında

İtilaf Devletleri ile işbirliği içine girerek

fiili savaşa dâhil oldular. Ordunun ikmal

yollarını keserek cephe gerisinde önemli

sorunlar yarattılar. Tüm bunlardan da

önemlisi Müslüman – Türk tebaaya karşı

bir kıyıma giriştiler.

Ermenilerin Suriye’ye nakilleri esnasında

yaşanılanları ve bugün uluslararası

kamuoyunun Türkiye Cumhuriyeti

üzerinde baskı unsuru oluşturan asılsız

iddialarını cevaplandıran bir el kitabı

niteliği taşıyan Sürgünden Soykırıma

Ermeni İddiaları isimli bu eser, yazarın bu

konuda ortaya koyduğu pek çok

çalışmasından yalnızca biridir. Babıali

Kültür Yayıncılığı tarafından, ilk kez 2006

yılında piyasaya sürülmüştür ve Ermeni

iddialarıyla ilgili araştırmalarda

bulunanlar için bir başlangıç eseri

niteliğindedir. Yazarının da sunuşta

belirttiği üzere bu kitap, “… Ermenilerin

Osmanlı Devletine karşı tutum ve

davranışlarını, buna karşı alınan tedbirleri

ve sonrasında ortaya atılan katliam ve

nihayet soykırım iddialarını bilim

penceresinden değerlendirmekte ve

soykırım tanımıyla Ermenilerin Suriye’ye

nakilleri sırasında maruz kaldıkları

muamelenin uyuşup uyuşmadığını ortaya

koymaktadır.”

Yazarın açıkladığı tarihi sürece göre

olaylar şöyle gelişiyordu: 93 Harbi sonrası

imzalanan Ayastefanos Antlaşması 16.

maddesinde belirtilen ve daha sonra

Berlin Antlaşması 61. maddeye giren

Ermeni ıslahatı meselesi ve Rusya,

Page 24: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

21

İngiltere ve Fransa arasındaki bu

hâkimiyet mücadelesi; Ermenileri

harekete geçiriyor ve yurt içinde ve

dışında ihtilalci Ermeni komiteleri

kuruluyordu. Van’da kurulan Kara Haç

Cemiyeti, Cenevre’de kurulan Hınçak

Partisi, Tiflis’te kurulan Taşnaksutyun

bunların başında gelir. Hayır, cemiyeti

görüntüsü altında oluşturulan bu örgütler,

bağımsız bir Ermenistan kurmayı

amaçlayan terör örgütleri haline

dönüştüler. 1895’te çıkan Sason İsyanı

sonrasında 27 ilde daha ayaklanma

çıkarmayı başardılar. Bu olaylarda

yalnızca Türk ahaliyi değil, kendilerine

destek vermeyen Ermenileri de

katlediyorlardı. 1915’e kadar gelişen

vetirede Osmanlı Devleti’nin yalnızca

teröre bulaşmış Ermenilerle mücadele

ettiği görülür. Dönemin Rus Dışişleri

Bakanı Sazanof’un ve Ermeni

komitelerinin kendilerine ait

bildirgelerinde amaçları, bu amaçların

kimlerce desteklendiği açıkça

belirtilmiştir. Bir yandan Rusya’ya

yakınlaşan Ermeniler öte yandan

Fransızlarla yakın ilişkiler kuruyorlardı.

Bahsi geçen örgütlerin intikam dolu

faaliyetleri Türkiye’deki yabancı

gözlemcilerin de raporlarınca teyit

edilmekteydi. Ermenilerin önündeki en

büyük engel nüfus dengesi olduğu için

Müslüman ahaliyi vahşice katlediyorlardı.

Silahları misyoner okullarında ve

kiliselerde depolanmış halde bulunuyordu.

Yazarın ayrıntılarına da yer verdiği bu

hususlar dikkatle incelendiğinde, Suriye’ye

naklin hayli vicdanlı ve mecburi bir önlem

olduğu anlaşılacaktır.

Muhakkak ki soykırım iddialarının en

önemli tutarsızlığı Ermenilerin

katledildiğini iddia ettikleri nüfus

oranlarında saklıdır. İddialarına 600.000

diyerek başlayan Ermeniler bugün 1,5

milyondan bahsedebilmekte ve o tarihte

Anadolu’daki toplam Ermeni nüfusunun

yaklaşık olarak bu değerde olduğunu göz

ardı etmektedirler. Yazar, gerek

Patrikhane’nin, gerek Osmanlı nüfus

kayıtlarının gerekse yabancı

araştırmacıların ve hatta Ermenilerin

kendilerinin sundukları rakamları göz

önüne alıyor. Osmanlı verilerine göre

1914’te Anadolu Ermenilerinin nüfusu

1,285.535 iken 1912 tarihli Patrikhane

verileri nüfusu artırarak ve Osmanlı’nın

bilinçli olarak nüfusu az gösterdiği

iddiasında bulunarak 1,915.651 gibi bir

rakamdan bahsetmektedir. David Magie

isimli bir araştırmacının 1914 tarihli

verilerine göre Anadolu’da Ermeni nüfusu

1.479.000’ken 1919 tarihli İngiliz verileri

Ermeni nüfusunu 1.602.000 olarak saptar.

İtilaf Devletleri dahi Patrikhane’nin

verilerini abartılı bularak, David Magie’nin

nüfus verilerinden faydalanmışlardır.

Osmanlı’da nüfus sayımlarının millet

sistemine göre yapıldığı, Müslüman

kadınların sayılmadığı gibi gerçekler

ayandır fakat bu kıstas Katolik, Ortodoks,

Protestan ve Yahudi unsurlar için geçerli

olmamıştır. Bunlar göz önüne alındığında

eksikliklerin olabileceği ama bunda bir

kasıt aranmak yerine dönemin şartlarının

göz önünde bulundurulması gerektiği

görülür. Zira diğer otoritelerin sunduğu

verilerin çok masum amaçlarla saptandığı

iddia edilemez.

Tehcire giden süreçte bir başka mesele ise

Rus ve Fransız ordularına katılan ve

kendileri göç eden Ermenilerdir. Rus

ordusunda 180.000’den fazla Ermeni

Page 25: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

22

bulunurken Fransız ordusunda 12.440

Ermeni bulunmaktaydı. Ayrıca 250.000’i

aşkın Ermeni savaş başlar başlamaz

kendiliklerinden Kafkasya yollarına

düşmüş, binlercesi de Amerika’ya ve

Avrupa’ya göç etmişlerdi. 1899’dan 1925’e

kadar 76.605 Ermeni Amerika’ya kabul

edilmiştir. Kafkasya’ya doğru yola

düşenlerin salgın hastalıklar ve açlık

sebebiyle 160.000 kadarı kırılmış, hatta

öyle ki Erivan’a ulaşanlar bile açlık ve

hastalıklarla mücadele etmek zorunda

kalmışlardır.

Osmanlı tehcir kararını alır almaz, İtilaf

Devletleri bildirge yayınlayarak Osmanlı’yı

suçlu ilan ettiler. Oysa zorunlu göç öncesi

meydana gelen olaylar aksi

savunulamayacak bir isyandı. Tehcir nasıl

gerçekleşti ve kimleri kapsadı sorularına

verilen cevapları incelediğimizde kimsesiz

kadın ve çocuklar, yaşlılar, sanatkârlar,

ordu görevlileriyle komitelere üye

olmayan Protestan ve Katolik mezhebi

mensuplarının sevk edilmediklerini

görürüz. Tehcir kararı merkezden gelen

talimatnamelerle bildirilmiş, gerekli

önlemlerin alınması, tehcir edilenlerin mal

varlıklarının sahiplerine iade edilmek

üzere korunması ve ihmali olanların

cezalandırılacağı bildirilmiş; bizzat Talat

Paşa tarafından yazılan talimatnamelerde

istasyonlarda yeterli ekmek depolanması,

zorunlu göçe tabi tutulan halkın mağdur

edilmemesi, gerektiğinde merkezden

ödenek istenilmesi önemle belirtilmiştir.

Savaş koşulları sebebiyle yeterli oranda

olamasa dahi güvenlik tedbirleri alınmaya

çalışılmış, mümkün nispette ulaşım için

demiryolu kullanılmıştır. Suriye’ye ulaşan

Ermenilerin verimli arazilere

yerleştirilmeleri, orada yaşamlarını

sürdürmeleri için kendilerine gerekli alet

edevatın sağlanması ve masraflarının

devletçe karşılanması bu

talimatnamelerde yer alan bir başka

husustur. Halaçoğlu’nun Osmanlı

arşivlerinde yürüttüğü çalışmalara göre

438.758 Ermeni tehcir edilmiş, bunun

382.148’i varış noktasına ulaşmıştır.

Yazar, 30-40 bin civarı göçmenin

hastalıktan öldüğünü ve 7-8 bin göçmenin

ise eşkıya saldırıları sonucu hayatını

kaybettiğini söylüyor. 28 Mayıs 1915’te

başlayan tehcir Şubat 1916’da durduruldu

ve sevk için bekleyen bir kısım göçmen

bulundukları illere yerleştirildi. Fransızlar

ve Amerikan Halep konsolosu toplam

500.000 Ermeni’nin Suriye’ye

yerleştirildiğini belirtirler. Ermeni

göçmenlerin ihtiyaçlarının karşılanması

için Muhacirin Komisyonu görevlendirildi

ve vilayetlere para yardımları yapıldı.

Ayrıca göçmenlere mümkün nispette

sağlık hizmeti de verildi, Kızılhaç ve diğer

yabancı yardım kuruluşlarının

yardımlarına izin verildi.

18 Aralık 1918’de yayınlanan Geri Dönüş

Kararnamesi sonrası pek çok Ermeni

Anadolu’ya geri döndü. 20 Mart 1919’a

kadar 232.679 Ermeni ve Rum’un

Anadolu’ya geri döndüğü saptanmıştır.

Sevr imzalanmadan hemen önce

Anadolu’da yaşayan Ermeni sayısı 644.900

olarak belirtilmiştir. Dönenlere kayıt

Page 26: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

23

defterlerine not edilen, depolarda

saklanan malları yahut mallarının değeri;

başkaları yerleşse yahut işletse dahi evleri

ve ticarethaneleri iade edildi. 1922 tarihli

İstanbul İngiliz Büyükelçiliği’nin raporu

tüm dünyada bulunan Osmanlı

Ermenilerinin oranını 1.200.000 olarak

belirtmektedir. Savaş esnasında ölen 40-

50 bin Ermeni mevcudiyeti, göç esnasında

ölen oran ve hatta kendiliklerinden

Kafkasya’ya göç ederken ölenler

toplandığında, soykırım iddialarının

yersizliği bir yana, 600.000 Ermeni

öldürüldü demenin dahi çok abartılı

olduğu görülür.

Yazar, ihmali bulunanlar ve göç eden

kitlelere saldıranların nasıl cezalandırdığı

konusu üzerinde de önemle durmuş.

Hükümetin tebligatlarına bağlı olarak,

1915 yılı sonundan itibaren mahkeme

süreci başlatılmış olup mahkemeye

verilenlerin sayısı 1673’e ulaşmıştır.

Çeşitli yerlerdeki Divan-ı Harbi Örfi’ye

sevk edilen bu kimselerden, 22 Mayıs

1916 tarihine kadar sonuçlandırılan

yargılamalara göre 67 kişi idama, 524 kişi

hapse, 68 kişi kürek ve para cezalarına

çarptırılmıştır. Kalanlardan 227 kişi berat

ederken diğerlerinin yargılama süreci

devam etmiştir. Bu yargılanan kimseler

ihmali bulunan yetkililer ve göç eden

kafilelere saldıran kimselerdir. Yazarın

ortaya koyduğu üzere, devlet yetkililerinin

bu konudaki hassasiyeti soykırım

iddialarının yersizliğini sergileyecek kadar

incedir.

Tehcirin, Soykırım Hukuku ile ilişkisini de

inceleyen yazar, 2. Dünya Savaşı sonrası

dünya kamuoyunun gündemine girmiş

bulunan soykırım kavramının, hukuk

normlarında sıklıkla kullanılan geriye

yürütülmezlik ilkesinin aksine 1915

olaylarına uygulanmaya çalışılmasının

abesliğini de vurgulamaktadır. Bilindiği

üzere soykırım kavramının gündeme

gelmesi, Hitler Almanya’sının uyguladığı

büyük Yahudi soykırımı ile olmuştur.

Yazar kitabın sonunda, bir savunma

sunmak gereği duyarak Almanya’nın

Yahudilere uyguladığı bilinçli katliamla,

zorunlu göçü karşılaştırmakta ve savaş

durumunda güvenlik sebebiyle

uygulanmış olan zorunlu Ermeni göçünün

soykırım kavramıyla açıklanamayacağını

belirtmektedir. İddia edildiği gibi bilinçli

bir nüfus eritme politikası devlet eliyle

yürütülmüş olsa bugün 3000-5000

civarında toplu mezarın bulunması

gerektiğini vurgulayan yazar, yapılan

karşılıklı inceleme çağrılarına uymayan

Ermeni araştırmacılarının tutumunu da

irdelemektedir. Kitabın sonunda

faydalanılan raporların asıllarının

bulunması ise okuyucuya birinci elden

konuyu araştırma imkânı vermektedir.

Sonuç olarak Osmanlı’nın son çeyrek

asrında meydana gelen tüm gelişmeleri,

Page 27: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

24

devletin içinde bulunduğu kaotik ortamı,

üst üste gelen yenilgileri, siyasi-sosyal

krizleri ve mali bunalımları göz önüne

aldığımızda Ermenilere uzun süre

tahammül eden bir Osmanlı idaresi ile

karşılaşırız. Tehcir kararının dayanakları

ve nasıl uygulanacağına dair maddelerle;

Ermenilerin gidiş ve dönüş esnasında can

sağlıklarına dahi ehemmiyet verilmiş

olmasına rağmen bir soykırımdan

bahsedilmesi Hıristiyan dünyanın

ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermektedir.

Balkan Harpleri esnasında tüm

malvarlıklarına el konularak, zorla

topraklarından çıkarılan Balkan

Türklüğünün yaşadığı dram henüz

hafızalardan silinmemiştir. Sovyet

Rusya’nın Müslüman Türk ahaliye

uyguladığı sürgünler, Sibirya’da kilitli

vagonlarda ölüme terk edilen binlerin

feryatları hala zihinlerdedir. Karadeniz’de

balıklara yem edilen Çerkezler; önce Türk

Revan’ın Ermeni Erivan’ı olması için daha

sonra Karabağ’ın alınması için Azerbaycan

Türklerine uygulanan, bir asırdan fazla

süren ve 25 yıl öncesine kadar sistematik

bir biçimde devam eden Rus destekli

Ermeni katliamları unutulmak için oldukça

yenidir. Örnekleri çoğaltmak mümkün

olmakla birlikte amaç acıları yarıştırma

basitliğine düşmek değildir. Vurgulanmak

istenen suçsuz ve masum milyonlarca

Türk-Müslüman unsurun yaşadıklarına

göz yumabilen Batı’nın, isyankâr

Ermenilere uygulanan bir güvenlik tedbiri

olan zorunlu göçün soykırım olduğu

iddiasını öne sürerken insancıl emellerle

değil, Haçlı emelleriyle meseleye

yaklaşmasıdır.

Yazarın kitabını bitirmeyi uygun gördüğü,

Howard M. Sachar’ın Ortadoğu’nun

Doğuşu(1969) adlı eserinde geçen ifade ile

yazıyı bitirmek yerinde olacaktır:

“Bütün o savaş yıllarında hiç kimsenin,

Ermenilerin bile, Türkler kadar kanı

akmamıştır. Artık savaş yılları sona

ermiştir.”

Page 28: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

25

“İLK KAN” İLE BİRLİKTE

Juctin McCARTHY Aslıhan KAYA

Tarihçinin sevdiği şey gerçekler olmalıdır

çünkü onlar sadece gerçeği yazmakla

yükümlüdürler. Yazmadan önce tüm ilgili

kaynaklara bakmak zorundadırlar.

Önyargılardan tamamen kurtulduklarına

emin olduktan sonra tarihi yazmalıdırlar.

İlke şudur: “Konuyu bütün yönleriyle ele

al, önyargılardan vazgeç; işte o zaman

gerçeği bulmayı ümit et.” Peki, tarihçiler

her zaman bu ilkeyi izlerler mi? Şimdilik

pek nadir bulunsalar da iyi tarihçiler buna

gayret ederler.

“İnsana rahatsızlık veren olaylar, yanlış

düşünce ve önyargılar bir tarafa

bırakılmak ve göz ardı edilmek yerine

(bilhassa) ele alınmalıdır.” diyor McCarty.

Evet, biz de tarihimizin yazılırken sadece

kahramanlıkların, zaferlerin,

fedakârlıklarımızın yazıldığına şahit olduk.

Yenilgilerimiz nadir, hatalarımız çok nadir

yazıldı. Bu, belki tarihimizi her satırıyla

sevmek belki de tarihten ders almamızı

engellemek amacıyla yapıldı. Ne sebeple

olursa olsun sade aklayan yahut sade

karalayan tarih amacından sapmış

demektir.

Önyargılar ve ahlaki çöküntü her zaman

ilimin önüne geçmiştir. Türk ve Ermeni

tarihini ele alan bir kitap öldürülen, göçe

zorlanan, zulme uğrayan Türkleri de

yazmadığı sürece, Müslüman Türklerin

yüzyıllarca Ermenilere sahip çıktıktan

sonra haince saldırılara uğradığını

yazmadığı sürece asla gerçek bir tarih

kitabı niteliği taşımayacaktır. Bazıları artık

“… tarafsız şekilde…” şartını hatırlamak

zorunda.

Amerikalı Tarihçi Justin McCarthy’nin

Ermeni Mezalimi konusuna açıklık

getirebilmek amacıyla yayınladığı “İlk

Kan” önemli bir belgedir. Türklerin yaptığı

iddia edilenlerin ve yaptıklarının, neden

yapılmış olabileceği hususunu önde tutan

McCarthy gözden kaçmayan bir yöntem

kullanıyor: Karşılaştırma. Sayfalarca

bilginin sıralanmasındansa karşılaştırma

yöntemiyle yazılan makale konunun daha

kolay kavranmasını sağlıyor.

Sorgulayabilen ve kesin hükümlerden

kaçabilen bir tarihçi olduğu görülüyor.

McCarthy için suçlu taraf “ilk kanı döken

taraf”, makalede bunu bulmaya çalışıyor.

Türkler de Ermeniler de iyi şeyler

yapmadı ama suçlu aranıyorsa bu kendini

müdafaa eden taraf olmamalıdır, diyor.

“Neden?” sorusu etrafında dönerken konu

6 farklı bağlamda inceleniyor.

Page 29: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

26

1. 1877-1878 Türk-Rus Savaşı

2. İhtilalci Ermeni Örgütleri

3. 1890 Ayaklanmaları

4. Birinci Dünya Savaşı

5. Azerbaycan Türkleri ve Ermeniler

6. Ermeni İddiaları

Türkler, Ermenilerle asırlarca aynı

imparatorlukta yaşamış, onların asırlarca

dinlerine ve geleneklerine

dokunmamışlardı ve bilhassa onların

kültürlerini, namuslarını ve canlarını

korumuşlardı. Birden bire ne olmuştu da

Türkler Ermenilere saldırmıştı? Ermeni

milliyetçileri için bunun birçok hayali

sebebi var. Bazısı için bu hiç de aniden

olmamış. Türkler planlı bir soykırımla

Ermenileri yok etmeye çalışmışlar. Çünkü

Türkler Ermenileri kıskanıyormuş, onların

üstün olduğuna inanıyorlarmış.

Kimisi için Türkler Ermenilerin mallarına

göz diktikleri için saldırmışlar. Lakin şu

unutuluyor ki Birinci Dünya savaşında

Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal ettiklerinde

Türklerin mallarını çalan Ermenilerdi.

Ayrıca Batı Anadolu’daki zengin

Ermenilere dokunulmadığı halde Doğu

Anadolu’daki Ermenilerin malına göz

dikildiği iddiasının ciddiyeti yoktur.

Kimisine göre ise Osmanlıların Balkan

savaşlarından gelen mülteciler için

Ermenilerin yaşadıkları topraklara ihtiyacı

varmış. Bilinmelidir ki mülteciler Batı

Anadolu ve Trakya’ya yerleştirilmiştir;

Doğu Anadolu’ya değil.

Peki ya dini nefret? Müslümanlar

Ermenileri 700 yıl kabul ettikten sonra,

İslam’ın hükümlerini de bir tarafa

bırakarak Hristiyanların haklarını

reddetmiş olabilirler mi? Hayır, Osmanlı

İmparatorluğu her zaman hoşgörü

konusunda Avrupa devletlerine örnek

olmuştur, bu tarihsel bir kanıttır.

Bütün bu suçlamalar tek bir noktada

birleşiyor ve nihayet Ermeni

milliyetçilerini tatmin ediyordu: “Türkler

delidir.” 700 yıl Ermenilerle yaşadıktan

sonra bir anda onlardan nefret edip

saldırmaya başlamışlardı. Sözde

soykırımının tüm açıklamaları ve hatta

kanıtları Türklerin her zaman akıl dışı

davrandıkları tezi üzerine kurulmuştur.

Avrupa tarzı ırksal bir düşmanlık Osmanlı

İmparatorluğuna uzak bir konuydu. Hiçbir

zaman Ermenilere yahut başka bir azınlığa

Almanya’nın Yahudilere yaptıkları

yapılmamıştı. Ermeni isyanları sırasında

bile isyancı olmayan Ermeniler kabul

görüyordu. Tarihin çoğu devirlerinde

devlet yönetiminde bile yüksek mevkilere

gelmişlerdi. Herhangi bir ırk kayırması

olması mümkün değildi.

Peki, bu savaşı kim başlatmıştı? Saldıran

kimdi? Kendini savunan kim? Ermeniler,

Türklerin onlara saldırdıklarını, sonra da

kendi başlattıkları olayların acısını

çektiklerini öne sürmüşlerdir. Ama gerçek

bundan çok daha farklıdır.

Page 30: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

27

“Türkler ve Ermeniler arasındaki çatışma

19. Yüzyılın sonlarında Osmanlı’da değil

İran’da ortaya çıkmıştır. 1796’da, Rusların

Derbent Hanını mağlup etmesi ve Derbent

şehrini ele geçirmesine, o şehirde yaşayan

Ermeniler aracı olmuştur. Ermeniler

Güney Kafkasya bölgesinde 700 yıl

Türklerle yaşamıştı. Bölgenin her

kısmında ikamet ediyor ve şehirlerde

çalışıyorlardı ki istenilseydi buralarda

kolaylıkla yok edilebilirlerdi. Rusların

gelişiyle, Ermenilerin çoğu kendi

hükümetlerine karşı olup Rus işgalci

güçlerine katıldılar. Ruslarla birlik olan bu

Ermeniler, Rus ve Ermeni azınlıkların, 700

yıl boyunca egemenlikleri altında

yaşadıkları Müslüman Türk çoğunluğu

yönetmesini istiyordu. Bu demokrasi isteği

değildi. Bu halk iradesi isteği de değildi.

Onlar yönetimi ele geçirmek istiyorlardı ve

bu yolda Ermeni milliyetçilerin karşısına

çıkan her Müslüman yok edilecekti. ”

Görüldüğü üzere Ermenilerle kırılma

noktalarından biri buradadır. Ermenilerin

Türklere düşmanlığı ile Müslümanlığa

düşmanlıkları da birleştirildikten sonra

sanki asırlardır Müslümanlar onlara

hoşgörüyle davranmamış, güç kullanarak

Ermenilere zulüm etmiş gibi, Müslüman

himayesinden çıkmak adına azınlık

oldukları Türk toprağında isyan ederek

yönetime göz dikmişlerdir. Bu hoşgörüye

yer bırakmayacak bir tavırdır.

Dünyada çıkan çoğu milliyetçi

ayaklanmalarda en azından çoğunluğun

kendi kendini yönetmesi adına bir savaş

veriliyordu. Lakin Ermenilerin farklıydı,

onlar azınlık olarak çoğunluğu yönetmek

hayalindeydiler. Ermeniler, ülke

çoğunluğunu bozguna uğratıp onların

topraklarını ellerinden almak isteyen

küçük bir topluluktu. Ermeniler

ülkelerinin düşmanlarından yardım alan

küçük bir azınlık grubuydu, çünkü

dışarıdan yardım almadan Müslüman

çoğunluğu yenmeleri imkânsızdı. Eğer

Ermeniler amaçlarında başarıya

ulaşsalardı ne yaparlardı? Tarih bize

Balkanlar’daki Türklerin acı verici

akıbetinden dersler vermektedir.

1877-78 Ruslarla olan savaşlarında

Osmanlı kendi tebaasına güvenmiştir.

Hatta Müslüman Türk yetkilileri

Ermenileri hedef alan farklı saldırılardan

korumuştur. Ne yazık ki Osmanlılar, savaşı

kaybettiklerinde, Müslümanları Ermeni

saldırılarından koruyamamışlardır. Kars

Rusların eline geçtiğinde, orada yaşayan

Ermeniler hem Osmanlı askerlerine hem

de sivil Türklere saldırmışlardır. İngilizler,

Ermenilerin, yaralı Türklerin

öldürülmesinde Ruslara yardım ettiklerini

rapor etmiştir. Erzurum’u işgal eder

etmez, Türklere zulmedilmeye

Page 31: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

28

başlanmıştır. 6000 Türk ailesi şehri terk

etmeye zorlanmıştır. Bunun üzerine İngiliz

Büyükelçisi şöyle yazmıştır: “Şüphesiz ki

Ruslar Erzurum’u işgal ettiklerinde

Ermeniler, elde ettikleri Rus

korumasından faydalanarak Müslüman

nüfusa zarar verdiler, acımasızca

davrandılar ve onları tahkir ettiler.”

Ermenilerle olan meselede söz sahibi

olmuş bir önemli unsur da kurulan Ermeni

örgütleridir. Rusya’da kurulan Taşnaklar

isyanın öncülerinden olmuştur. “Parti

Manifestosunda ‘Ermeni halkının Türk

hükümetine karşı savaşı’ ilan edilmiştir.

‘Ulusal özgürlüğü korumanın ürkütücü

külfetinden’ söz edilmiştir. 1892 yılının

Taşnak Program’ı, toprakların yeniden

paylaştırılması, toplumsal kardeşlik ve iyi

bir yönetim gibi çağrıların arasında,

aslında isyancı eğilimlerini dile getirmiştir.

Bu eğilimler, ihtilalci örgütler ile savaş

toplulukları kurmayı ve ‘halkı’

silahlandırmayı kapsamaktaydı. Taşnak

özdeyişi (1896) şöyleydi: “Silahlara

sarılın! Savaşın! Zafer bizimdir!” Bu

sözleri, amaçlarının Osmanlı

İmparatorluğu’na karşı kanlı bir

ayaklanma olduğunu açıkça

belirtmektedir. Ayrıca parti

manifestosunda yer alan maddeler de

Ermenilerin kanlı oyununun delilleridir.

“Ermeni ayaklanmaları 1860’larda ve daha

öncesinde Batı Anadolu’da başlamıştır.

Fakat 1890’larda Ermeni örgütleri

tasarılarını tam anlamıyla uygulamışlardır.

İsyancılar hükümete saldırmışlardır.

Osmanlı ordusu isyancıların üzerlerine

gitmiş ve isyancılar geri çekilirken yolları

üstündeki köy sakinlerini katletmişlerdir.

Ancak buna karşılık olarak, Osmanlı

ordusu ve sivil Müslüman halk Ermenileri

öldürmüştür. “Samsun’da, Van’da,

Maraş’ta ve Adana‘da katliamı başlatan

Ermeniler olmuştur… Türkler Ermenilere

değil, Ermeniler Türklere saldırmışlardır.

Zeytun ve Maraş bölgesindeki Ermeni

isyancıların yaptıkları da neredeyse

aynıdır. Ermeni liderin kendisi 25.000

Müslüman öldürdüğünü belirtmiştir.

Osmanlı ordusunun bu katilleri

cezalandırmaya bile imkânı olmamıştır

çünkü Avrupa güçleri onları korumuştur.

“Balkan savaşından sonra bir zamanlar

Müslüman çoğunlukların bulunduğu

topraklarda artık Hıristiyan çoğunluklar

bulunmaktaydı. Bu, Ermenilerin daha uzun

vadede yapmak istedikleri şeyin tamamen

aynısıydı ve Balkanlar’da işe yaramıştı. İki

tarafta Balkan Savaşları’ndan bir şeyler

öğrenmişti. Türkler, Ermeni ihtilalcilerin

başarıya ulaşması durumunda başlarına

ne geleceğini biliyorlardı.

“Ermeni milliyetçileri ayaklanmaları

örgütlemeye başlamadan hiçbir Ermeni

sürgün edilmemiş, hiçbir Ermeni politikacı

idam edilmemiş, hiçbir Ermeni Osmanlı

askerleri tarafından öldürülmemiş, hatta

resmi olarak savaş ilan edilmemişti.

Ermeni isyancılarının eylemleri yalnız

ayaklanmalardan ibaret değildi.

Osmanlılar ayaklanmaları bastırmak

mecburiyetindeydiler, çünkü Ermeni

çeteler Müslümanları katlediyordu.

Osmanlı Ermenileri Rus ordusuna

casusluk yapıyorlardı.” Kendi ülkeleri olan

Osmanlı İmparatorluğu baş düşmanı Rus

İmparatorluğu ile savaşırken, Ermeniler

Rusya’nın yanında savaştılar. O zaman da

itiraf ettikleri gibi, kendi ülkelerinin baş

düşmanlarıyla bir olup onlarla birlikte

savaşan vatan hainleriydiler.

Page 32: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

29

Ya Osmanlılar Ermenileri neden göçe

zorladı? Amaç düşmana yardım ve yataklık

edeceği belli olan sivillerin yerini

değiştirmekti. Belki Ermenilerin çoğu

Osmanlılara karşı gelmeyecekti, fakat

Osmanlılar, Ruslara, İngilizlere ve

Fransızlara kimin yardım edip kimin

etmeyeceğini nasıl bileceklerdi?

Ermeni ayaklanmasına karşı gelmek

hükümetin göreviydi, yapılmak

zorundaydı Ayaklanan Ermeniler

Müslüman çoğunluk üzerinde egemenlik

kurmak isteyen bir azınlıktı. “Azınlıkların

barış içinde yaşama hakları vardır. Bütün

yasal haklarıyla, yasalar önünde eşit

olmalıdırlar. Dini özgürlükler olmalı ve

korunmalıdır. Tüm bu haklar azınlıklara

garanti edilmelidir. Fakat bir azınlığın

çoğunluk üzerinde egemenlik kurma hakkı

asla olmamalıdır. Bir azınlığın çoğunluğu

öldürerek ve yurdundan sürerek

çoğunluğu ele geçirme hakkı asla

olmamalıdır. Ermeni isyancılara karşı

duran Türkler ahlaki açıdan doğru olanı

yaptılar.” Osmanlılar Doğu Anadolu,

Arabistan ve Bosna’da Müslüman

isyancılara, Balkanlarda ise Hıristiyan

isyancılara karşı savaşmışlardı.

İmparatorluklarını ve halkını korumak için

savaşmışlardı. Doğal olarak aynı şekilde

Ermeni isyancılara karşı savaştılar.

“Osmanlılar görevlerini ifa etmeye

çalıştılar.”

“Suçlu aranıyorsa suçlanması gerekenler,

savaşı başlatanlar, ilk vahşeti yapanlar ve

kan dökülmesine sebep olanlardır”.

Meseleleri başlatan her zaman Ermeniler

olmuştur. Ermeni isyancıları olmuştur. Suç

daima onların üzerinde kalacaktır.

Türklerin yaptığı soykırım değil

müdafaadır. Savunma kimi zaman sınırları

aşıp intikama dönüşebilir. Bu savaşlarda

çok sık karşılaşılan bir durumdur ve

eleştirilmemelidir.”

Elbette ki bugün Ermenilerle olan

ilişkilerde tarihin rolü büyüktür.

Ermenilerin planları hala devam

etmektedir. Siyasi çıkarlara göre yazılan

uydurma bir tarihleri vardır. Siyasetçilerin

bu tutumu kendilerine faydalı olabilir, ama

fayda gerçeklik değildir. Siyasi kürsüde

tarih dersi vermek isteyenler dersi önce

kendileri çalışmak ve bu süreçte tarihin

ilkelerine saygı duymak zorundadırlar.

Evet, belki halkın duyguları istismar edilip

yapay bir sevgi kazanılabilir, bu sayede oy

da toplanabilir lakin bu bir insanlık ayıbı

olarak kalacaktır. Ermenilerle ilgili karar

alan Fransız ve Avrupa Birliği

parlamentoları ön yargılarıyla çelişen

hiçbir kanıtı görmek istemediler. “Ermeni

Soykırımı”nı kabul edilmesi gerektiğini

söyleyen siyasetçiler oluşturdukları

düzmece tarihte taraflardan biri olan

Osmanlı’nın arşivlerini gerçekten

incelediler mi? İnceledilerse ölen

milyonlarca Türk’ü görmediler mi?

Gördüler de önyargılarıyla mı çelişti?

Âlim(!) Avrupa bunu yapar mı? Yapar.

Page 33: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

30

McCarthy yazısında bir davette bulunuyor.

Türk ve Ermeni tarihçilerini arşivlerini

açıp tartışmaya bekliyor. “Korktuğunuz

şey nedir? Buyurun çözün.” Diyor. Evet,

Soykırım iddiaları tarihsel bir durumdur.

Şayet merak edilen neler olduğu, nasıl

olduğu, ne sebeple olduğu ise görev

tarihindir. Siyasetçiler, şu anki politik

unsurlar, hükümet ve hatta devlet

menfaatleri bunun dışında tutulmalı ve

tarihi araştırma böylece yapılmalıdır.

Eminim ki Türklerin Ermenileri göçe

zorlamasının perde arkası sadece bu yolla

aydınlanır, soykırım iddiaları bu yolla

çürütülebilir. Bu elbette zor bir iştir.

Çünkü “Düşmanın bile ahlaklı olanı

makbuldür.”

Şayet istenen çözümse bunun bir yolu

yoktur. “Ne çözüm sürecinin bir anlamı

vardır ne de kardeşlik türkülerinin. Hanım

Halilova’yla geçenlerde yaptığımız bir

söyleşide kendisine sorduğum çözüm

sorusunun cevabını hatırlıyorum. “Ne

çözümü kızım? Neyi çözeceksin? Bu

çözülür mü?”

Nitekim Ermenilerin Hocalı’da yaptıkları

da geçmişte olduğu gibi bir insanlık

ayıbıdır. Acıların dindirilmesi için

yapılması gereken Türklerin üstüne

düşeni yapmaları, Türklüklerini

göstermeleri ve bayrağın işgal altındaki

Karabağ’a asılmasıdır.

Evet, gerçekler ortaya çıkabilir, kimin ilk

kanı kimin çok kanı döktüğü belgelerle de

ispatlanabilir. Lakin Ermeni-Türk dostluğu

isteniyorsa bu ancak tarihin silinmesiyle,

geçmişin unutulmasıyla yapılabilir.

Çözülecek bir şey yoktur, bu çözülür mü?

Hayaldir…

Page 34: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

31

Page 35: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

32

ASALA YETERİNCE YAZILDI MI? Çağhan SARI

Türkiye, çektiği acıları kolaylıkla

unutabilen bir ülke… Toplum hafızamızın

yaralara, facialara karşı örten bir yapısı

var. Elbette travma yaratan hadiseleri

çabuk atlatma adına bu yapının işlevi

mühim bir vazife görmektedir. Ancak bazı

şeyler vardır ki, onları unutmanın, daha

doğru bir ifade ile hatırlamamanın sonucu,

en az o hadise kadar yaralayıcıdır, zarar

vericidir.

Özellikle 2015 senesinde Birinci Dünya

Savaşı'nda uygulanan Tehcir Kanunu'nun

100. yıl dönümü olması nedeniyle

Türkiye'ye karşı 'soykırım suçu işledi'

baskıları artacaktır. Burada sözde

soykırımın gayr-ı hukuki istinatlarına

yanıtlar vermek için bu yazının kapsamı

dışında. Biz 1975-1985 yılları arası 42

diplomatımızın hayatını kaybetmeleriyle

sonuçlanan saldırıları düzenleyen

ASALA'yı, kuruluşunun 40. yılı dolayısıyla

hatırlatacağız. ASALA hakkında yapılan

çalışmalara değineceğiz.

1975 senesinde, - bazı kaynaklarda 1973

iddiası da bulunuyor- Agop Agopyan ve

altı arkadaşı tarafından Armenian Secret

Army for the Liberation of Armenia

(ASALA) kuruldu. Ermenistan'ın Kurtuluşu

için Ermeni Gizli Ordusu adını alan bu

örgütün kuruluş yeri Lübnan idi. Beyrut'ta

örgütün kurulması için ortam müsaitti.

Lojistik temini kolaydı. Çünkü o tarihlerde

bölgede zafiyet yüksekti. ASALA, eğitim ve

mühimmat noktasında Yunan ve Suriye

istihbarat servislerince desteklendi. Örgüt,

Marksist-Leninist ideoloji ile Ermeni

milliyetçiliğini resmi görüşü olduğunu

belirten broşürler hazırladı.

27 Ocak 1973 tarihinde Los Angeles'taki

Türk Konsolosluğuna gerçekleşen

saldırıda ASALA'nın öncüsü olan gruplarca

düzenlendi. İki Türk diplomatı şehit edildi.

Bu saldırıdan iki sene sonra ise 24 Ekim'de

Paris'te, 27 Ekim'de Viyana'da yapılan

saldırılarda büyükelçiler şehit edildi.

ASALA bu iki saldırı ile resmen dünyaya

kendini duyurdu. Büyükelçilik ve

Konsoloslukları bombalamak, araçları

Page 36: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

33

kurşunlamak, havalimanı bombalamak,

pusu kurarak suikast tertip etmek gibi

yöntemleri seçen ASALA 1985'ten sonra

kendi içinde parçalandı. 1989da dağıldı.

Değişik uzantılar ve farklı isimlerle devam

etmeye çalışsa da 1991'den sonra

Türkiye'ye yönelik bir eylem bulunmadı.

Örgüt 2012 yılında yeniden faaliyete

geçeceğini duyurdu.

Kronolojik olarak 1985'ekadar düzenlenen

saldırılar, hayatlarını kaybeden

diplomatlarımız, siviller, hangi ülkelerin

terör listesine aldığı yahut almadığı kısa

bir internet araştırması ile ortaya

çıkmaktadır. Şuan ASALA'nın resmi web

sitesi hala aktiftir. Dilediğiniz görsellere

ulaşabiliyor, gazete arşivlerinde saldırılar

ile ilgili haberlere ulaşabiliyorsunuz.

Ancak, bu mesele üzerine Türkiye'nin ilgili

mercileri tarafından yeterince araştırma

yapılmış mıdır bu sorunun üstüne gidelim.

ASALA hakkında yayınlanmış kitapların

neredeyse tamamı, bu terör örgütüne

karşı Türkiye'nin düzenlediği

operasyonlara dairdir. Yani, ASALA'nın

kan dökmesini vurgulayıp,

diplomatlarımızın öldürülmesini

unutturmamak yerine biz, bu örgütün

nasıl söndürüldüğünü inceleyen, tetkik

eden eserler yayınlamış bulunuyoruz.

Dahası bu yayınların da ekseriyetle

belgelere ve kuvvetli delillere değil,

spekülasyolara, hatıratlara, demeçlere

dayanması, eserleri bu yönden güdük

bırakıyor. ASALA hakkındaki

araştırmaların diğer kısmı da ASALA -

PKK, ASALA - Kızıl Tugaylar - IRA

işbirliğini ortaya koyan çalışmalardır. Bu

çalışmaların ana minvali PKK olması,

ASALA'nın siklet merkezi olmaması, alanın

ihtiyacına doğrudan yönelik yayınlar olup

olmadığını sorgulatmaktadır.

ASALA ile akademik yayınlara bakıldığında

da Atılım Üniversitesi’nde biri Uluslararası

İlişkiler, biri Kamu Yönetimi bölümlerinde

hazırlanmış iki tez, Yüzüncü Yıl

Üniversitesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi

anabilim dalında biri Hürriyet öteki

Tercüman gazeteleri minvalinde iki tez,

Celal Bayar Üniversitesi'nde de

'Cumhuriyet Dönemi Ermeniler ve ASALA'

isimli bir tez bulunuyor. Beş tezden

dördüne erişim açık. Tezlerden özellikle

T.C.T. anabilim dalında hazırlananların

noksan yanı arşiv malzemesi

bulunmamasıdır. Bunun da nedeni,

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde 30 yılı

doldurmayan evrakların araştırmacılara

sunulmaması, Dış İşleri Bakanlığı'na ait

arşivin Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'ne

gönderilip araştırmacılara açılmamasıdır.

Dileriz ki ilerleyen yıllarda Dış İşleri

Page 37: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

34

Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, MAH, Nüfus

Genel Müdürlüğü arşivlerinin de belli yıl

kotasını dolduran evraklarının

araştırmacılara açılmasıdır.

Akademik dergilerde yayınlanmış

makalelerin de azlığı düşündürücüdür.

Türkiye'nin büyükelçilik ve

konsolosluklarına herhangi bir saldırının

bu gün gerçekleşmesi durumunda

toplumun, siyasetin tepkisi, hassasiyeti

düşünüldüğünde 42 cana mal olmuş

saldırıların tarihe bırakılması - ancak

tarihe bırakırken bile araştırmaların salt

gazete haberleri üzerinden yapılmaya

mecbur bırakılması- gerçeği, 'o zaman

neşriyat yapılmalıdır' yanıtıyla

geçiştirilmemelidir. Geçtiğimiz yılın Eylül

ayında Türk Tarih Kurumu'nun, başlıklar

arasında ASALA ve onun uzantısı olan

JCAG ile Hocalı'yı da dâhil ettiği Ermeni

Külliyatı'nın 10 ciltlik bir bölümünün

tamamlandığı, çalışma sonunda 40 ciltlik

ciddi bir araştırma-inceleme ürününün

ortaya konulacağı açıklanmış idi. Bu

çalışmanın yanında artık ASALA'nın nasıl

söndürüldüğü değil, Türkiye'ye yaptığı

saldırıları okutacak kitapların yazılması,

ASALA terörünü hatırlatacak belgesellerin

hazırlanılması talep edilmektedir. Türk

sinemasının dikkat ve titizlikle -basit

ürünlerin kalitesizliğe sürüklemeyeceği-

ortaya koyacağı çalışmalara da ihtiyaç

duyulmaktadır.

Türkiye, içte ve dışta mahkum ettirilmek

istendiği hadiseler karşısında yeterince

tedbiri alamamakla handikap

yaşamaktadır. Yakın bir tarihe kadar

Ermeni soykırımı iddiasını ileri süren

cenahların uluslararası arenada 30.000

kadar yayın ortaya koydukları sırada

Türkiye'nin 4.000 yayında kalması ciddi

eleştirilere neden olmuş idi. Şimdi

görülmektedir, ASALA yeterince

yazılmamış, aktarılmamıştır. Lise ders

kitaplarında yer almıyorsa yer almalı -

sıkça müfredat değiştirildiğinden bu

yazının yazarı da artık lisede nelerin

okutulup okutulmadığını takip

edemeyecek duruma geldi-

diplomatlarımızın şehit düştüğü günler

anımsatılarak sivil toplum kuruluşlarınca

anılmalıdır.

Page 38: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

35

TARSUS’TA FRANSIZ-ERMENİ

BİRLİKLERİ VE MOLLA KERİM Metehan ÇAĞRI

19 Aralık 1918, Ermeni destekli Fransız

birliklerinin Tarsus’u işgal ettiği tarihtir.

Fransız üniformaları içinde işgal

kuvvetleri içinde yer alan Ermeniler

Tarsus Kız Okulu binasına yerleşmiş ve

yerleşkelerine yakın çevrede yaşayan

Türklere nefret söylemleri, küfür ve

tacizleri ile saldırılara başlamışlardır.

Nefret ve büyük bir kin ile Tarsus halkına

yaklaşan Fransız Birlikleri olası bir

kalkışmaya da önlem alma gereği

hissetmişler ve 9 Mayıs 1919’da

çıkarttıkları bir kararname ile bütün

silahların toplatılması kararı almışlardır.

Sivas Kongresinin tamamlanmasının

ardından alınan kararlar vatanın dört bir

köşesine kısa sürede ulaştırılmaya

çalışılmış ve milli birliklerin kurulması

noktasında alınan kararlar Tarsus’ta da

hemen etkisini göstermiştir. Tarsus

eşrafından Molla Kerim, Tarsus’un

köylerine haber göndermiş ve eli silah

tutan herkesi işgale karşı koymaya

çağırmıştır. Bu çağrı Tarsus’ta birçok

müfreze kurulmasını sağlamıştır. Molla

Kerim’in başında olduğu müfreze Çeliktaş

Müfrezesidir.

1920 yılı Temmuz ayının ortaları… Adana

şehir merkezinde can güvenliği kalmadığı

için Türkler canını kurtarmak amacıyla

şehirden uzaklaşmaya daha güvenlikli

olan Karaisalı yöresine ulaşmayı

amaçlamışlardır. Kuvay-i Milliyeci

müfrezeler Tarsus şehrini kuşatarak

Bağlar savaşını kazanmışlar, işgalci

kuvvetlerin Adana ve Mersin arasındaki

bağını kesmişlerdir. Tarsus içinde mahsur

kalan Fransızlar ve onlarla işbirliği yapan

Ermeniler bu durumdan büyük paniğe

kapılmışlardır.

Bunun üzerine, Adana’daki Fransız

kumandanlığı uçaklar ve tanklar

desteğinde zırhlı araçlarını da seferber

ederek Adana’dan Tarsus’a doğru yola

çıkmıştır. Yenice’ye kadar olan yol

güzergâhındaki Türk köyleri ateşe

verilmiştir. İşgalci kuvvetlerin Tarsus’a

girişinin engellenmesi görevi bölgenin

sayıca en kalabalık Kuva-i Milliyeci

topluluğu olan Molla Kerim’in Çeliktaş

müfrezesine verilmiştir. Molla Kerim,

daha önceki Kavaklıhan Savaşı’nda

emrindeki çetelerle birlikte düşman

askerlerine karşı büyük zaferin

kazanılmasını sağlayan bir kahramandır.

26 Temmuz 1920 günü Adana’dan

Mersin’e geçecek olan bir Fransız Birliğini

durdurma görevi alan Çeliktaş Müfrezesi

Komutanı Molla Kerim, 4 Tabur, 6 Süvari

bölüğü, 3 batarya topa karşı 370 kişilik

Page 39: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

36

müfrezesi ile kahramanca mücadele

etmeye hazırdır. Fransız askerleri zırhlı

araçları ile birlikte Kamber höyüğüne

kadar yaklaşmış, Molla Kerim savunma

hattını tuttuğu dere kıyısında düşmana

ateş açmıştır. Ancak Molla Kerim’in geri

çekilme esnasında arka tarafına güvenlik

altında tutacak önlemler alınmamıştır.

Fransız askerler Türk müfrezeler

arasından hareket ederek Molla Kerim’i

arkadan kuşattır ve çatışma sonrası Molla

Kerim ve arkadaşları esir düşerler.

Fransız askeri konvoyu Tarsus’a girmek

üzere Bac köprüsüne kadar gelmiştir. Milli

kuvvetler işgalci kuvvetlerin o anını

yakından izler. Türklerin elinde bulunan

topların namlusu düşman üzerine çevrilir,

dürbünle gözlem yapılır. Ve “Bismillah”

sesleri ile top atışları başlar. Türk

topçusunun atışları Bac köprüsünde

bulunan Fransız konvoyuna tam isabet

eder. Molla Kerim ve esir arkadaşları

durumdan yararlanarak kaçmak isterler.

Birçok kuvvacı kendilerini Bac

köprüsünden aşağı Tarsus çayına atarak

kurtulmaya çalışmıştır. Molla Kerim’in eli

zincir kelepçe ile sıkı sıkıya bağlıdır. Öteye

beriye kaçışan askerler arasında kalan

Molla Kerim’in üzerine düşman askerleri

kurşun yağdırır. Bir yiğit, bir kahraman,

Molla Kerim Bac köprüsü üzerinde son

nefesini vermiştir.

29 Temmuz 1920 tarihi Tarsus’ta kara bir

gün olarak tarihe geçti. Tarsus halkı derin

bir üzüntü içindeydi ve birçok ağıt

yükseldi yanık sesler ile göğe… Köyden

köye, dilden dile, gönülden gönüle dolaştı

ağıtlar. Tarsuslular işgale karşı büyük

mücadeleler veren Şehit Kerim’i

unutmadılar, hep andılar… Bugün Molla

Kerim’in şehit edildiği Bac Köprüsü’nün

hemen yanında Ermeni Mezalimi Anıtı

bulunmaktadır.

Molla Kerim Ağıdı

Belindeki filik kuşak

Sarar dolayı dolayı

Molla Kerim’i vurmuşlar

Kana bulayı bulayı

Evimizin önü yonca

Yonca çıkmış diz boyunca

Çeteler harb etmek diyor

Molla Kerim olmayınca

Adana’dan bir yel esti

Yenice’yi düşman bastı

Ayan olsun Sinan Paşa

Molla Kerim esir düştü

Yol üstünde ağaca mezar

Yelin eser kumun kazar

Öldürmüşler seni oğul

Bak kır atın gemsiz gezer

Seni vuran dağlı mıydı?

Kurşunları yağlı mıydı?

Neye çekip vuramadın

Elin kolun bağlı mıydı?

Firezden yastık etmişler

Üstüne beylik örtmüşler

Garip miydin Molla Kerim

Yol üstüne uzatmışlar

Çataltepe’nin arası

Azgın yiğidin yarası

Çatlayıp ta ölmemiş mi?

Molla Kerim’in anası

Page 40: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

37

ERMENİ SOYKIRIMINA POLİTİK

TEMELLENDİRMELER Sertaç EKEMEN

100. yılında büyük bir veryansın koparması

beklenen Sözde Ermeni Soykırımına,

Türkiye kaynaklı olarak verilen tezler ve

belgeler, uluslararası kamuoyunu yeteri

düzeyde tatmin etmemiştir. Ne var ki

Ermeni kaynakları hiçbir şekilde Türk

kaynaklar ile aynı payda da

değerlendirilmemiş, bütün ısrarlara

rağmen belge alışverişinde

bulunulmamıştır. Ancak bir öz eleştiri

yapmak gerekirse; Türk merciiler mevzu

bahis olan Ermeni kaynakların Soykırım

tezine yeterli önem ve kıymet vermemiştir.

Bu durumun neticesi olarak, böylesi bir

çalışma içerisinde Ermeni kaynaklarının

oluşumuna kaynaklık eden öbekler üzerinde

durmak yerinde olacaktır. Kabaca üç ana

ekseriyetten oluşan Ermeni tez ve argüman

dağılımları birincil Politik ikincil alıntı,

hatıra veya söylenceler üçüncül olarak ise

kültürel olmak üzere üç kaynaktan

beslenmektedir. Birinci dünya savaşına

giden yolda ortaya çıkan mikro milliyetçilik

ve oryantalist dünyaya farklı, batı

dünyasına farklı bir biçimde pompalanan

ulusçuluk akımının, Osmanlı İmparatorluğu

ayağında Ermeni milleti oluşturma

sürecinin diğer benzer milletlere uygulanan

kimlik inşasına benzer noktalarla

karşılanmaktadır.

Ermeni soykırımına yapısalcı teori bakış

açısından bakmak gerekirse, Yunan

kimliğinin oluşturulmasında kullanılan

yapıtaşları Ermeni kimliği oluşumunda

kullanıldığı açıktır. Ermeni kimliği Türk

düşmanlığı üzerinden yapılmış bir kimlik

tanımlanmasıdır. Keza bu durumun

kalıntıları hali hazırda devam etmektedir.

(Yakın bir zamanda çekilmiş olan bu video

alıntısında Ermeni Ordusunun hafif ytong tuğladan

yapılan Türkiye ve Azerbaycan Bayraklarını

parçaladıkları görünmektedir. Bu durum tıpkı

Yunan kimlik inşa sürecinde olduğu gibi Ermeni

kimlik inşasının da Türk kimliği düşmanlığında

yükseldiğini ve bunun kalıntılarının devam ettiğini

ifade etmektedir.)

20. Yüzyıl ideolojiler çağı içerisinde,

Ermeni uzmanların derlemelerinden yola

çıkarak, “soykırım suçu” bir ideolojinin

nedeni olmuştur. Birinci Dünya Savaşı

başladığında Jön Türkler, zayıflamış

Osmanlı imparatorluğunun kalıntılarını

toplayıp ve Pantürkizm siyasetini

uygulamaya başladı. Pantürkizm sınırları

Çin’e kadar uzanan, tüm Kafkasları ve Orta

Asya’yı içine alan büyük bir Türkiye’nin

kurulmasıydı. Bu plana göre

İmparatorlukta yaşayan tüm azınlıklar

Türkleştirilmeliydi. Ermeni halkı bu planın

gerçekleşme sürecinde en büyük ayak

bağıydı. Batı Ermenistan’dan tüm

Page 41: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

38

Ermenilerin tehcir edilmesine henüz

1911’de karar verilmişti. Jön Türkler için

Birinci Dünya savaşı bu planlarını

gerçekleştirmek için kaçırılmayacak bir

fırsattı. Buradan da görüldüğü gibi sözde

soykırımı bir fikirsel akım ile

temellendirilip, olayların sistematik hale

getirildiği üzerinden meşruiyet

kazandırılmaya çalışılmaktadır. Burada

üzerinde durulması gereken en önemli

nokta, Soykırım tanımıdır. Bir katliam ya

da katliam zincirinin soykırım olabilmesi

için öncelikli olarak devlet politikası

halinde işlenmiş olması gerekmektedir.

Yugoslavya’nın yıkılması akabinde

başlayan Bosna savaşı ve Belgrad’ın

N.A.T.O. tarafından bombalanması ile biten

süreç içerisinde, Srebrenitsa soykırımı

adına bir fail devletin bulunmaması,

günümüzde var olan bir Sırbistan’ın o

dönem de var olmamasından

kaynaklanmaktadır. Uluslararası Hukuk

bağlamında bu durum, bir emsal olup

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgili dönemde

var olmadığı için herhangi bir fail

durumunda tutulamayacağı gibi, Ermeni

Uzmanlar nezdinde herhangi bir Osmanlı

belgesinin bulunamaması da bu tür

ideolojik çıkarımlar sonucu bir soykırım

arayışında olmalarını bizlere

göstermektedir. Ermeni kaynaklarının

ortaya koymuş olduğu soykırım

kaynaklarının diğer ana ekseriyetini ise,

sözde anlatılar oluşturmaktadır.

ERMENİ SOYKIRIMINDA ANLATILAR

Ermeni uzmanların referans olarak

değindikleri diğer ana kaynağı ise anlatılar

oluşturmaktadır. Bu anlatılar genel geçer

baz da birbirine benzemekte olup, tarafsız

olarak kaleme alındığı göz önünde

bulundurulursa bir anlatı oldukça çarpıcı

ifadeler taşımaktadır. Verjine

Sıvazlıyan’nın derlemiş olduğu Ermeni

soykırımı: Soykırım’dan kurtulan görgü

tanıklarının hatırları adlı eserde, bölgedeki

savaş koşullarının farklı etnik yapılardaki

bireyler üzerinde oluşturmuş olduğu

düşman algısını gözler önüne sermektedir.

Ana anlatı olarak ele alacağımız 1902

Bitlis doğumlu Hımayak Boyacıyan’nın

sözlerindeki bazı kesitlere bakmak

gerekirse

(Surp Prgiç kilisesi, 11.yüzyıl)

….Rus ordusu yaklaşmakta idi. Türk

ordusu kitlesel olarak kaçıyordu. Bir gün

amcam hastalanmıştı. Bizim de bir

eşeğimiz vardı. Köylülerle birlikte ben de

Bitlis’e mal teslim etmeye gittim. Dört

silahlı Kürt de bize eşlik ediyordu. Bize:

“Çabuk köyünüze dönün dediler.” Bir de

baktık ki, Arap üniformalı, başlarında sarık

ve ayaklarında çarık bulunan, don giymiş

askerler Bitlis’e doluştular. Öyle bir an

geldi ki, şehirdeki trafik durdu. Geri

dönmek için şehir içinden, uzun bir yoldan

geçtik. Birden ağlama sızlama sesleri

duyduk.

…Yolumuzun üzerinde bir tarla vardı. Bir

de baktık ki, Türkler ve Kürtler geliyor ve

bizi öldürmek istiyorlar. Bize dediler ki:

“Bize bir söz verin, sizi kurtaralım.” Biz de

Page 42: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

39

istedikleri sözü verdik. Köye vardık. Baktık

ki, köyde katliam başlamış. Biz üç çocuk ve

Muşeğ Ğazaryan dağa kaçtık. Oradan Van

Gölü görünüyordu. Hava karardı. Köyden

kurtulabilenlerden her birinin birer taşın

ardına saklandığını gördük. Biz çocukları

katliamın bitip bitmediğini öğrenelim diye

köye gönderdiler. Karşımıza Türk askerler

çıktı. Kaçmaya başladık. Türkler de

arkamızdan geliyordu. Ben ve amcamın

oğlu Hıraç kaçarken, amcamın oğlunu

yakaladılar. Artık ona ne olduysa

bilmiyorum; görünüşe göre onu

öldürdüler. Sonra ben evimize gittim ve

bizimkilerin matemli olduklarını gördüm…

(Khkonk Manastırı, 7.yüzyıl)

…Bana: “Git Ruben’i uyandır” dediler.

Gidip onu uyandırdım. İki Kürt gelerek

beni çekti. Kürt beni öldürmek istedi; ama

yanındaki: “Günahtır” dedi. Beni evlerine

götürdüler. Gündüz hayvanlarını

otlatmaya götürüyordum; gece de eve

gidiyordum. Ben de tifüse yakalanmıştım.

Hayvanları otlatmaya götürdüğümde

köyümüz uzaktan görünüyordu. Akşam

Kürt p.çleri bana tahtalarla vuruyorlardı.

Ben ölesiye çalışıyordum. Amcamın karısı

da o köydeydi; ama birbirimizi görmeye

hakkımız yoktu. O Kürt köyünde ben

Manukyan Askanaz’a rastladım. O bizim

köydendi ve hayvanları birlikte otlatmaya

başladık. O annesi ve ablasıyla başka bir

Kürt’ün evinde yaşıyordu. Kış geldi. Biz

orda bir aydan fazla yaşadık. İnsanlar beni

Müslüman sanıyorlardı. Ama birisi geldi ve

bana : “Sen Ermeni’sin; Müslüman

değilsin” dedi.

(Baknayır Manastırı 13. Yüzyıl)

…Katliam sırasında bütün yakınlarımı

kaybettim ve esaret döneminde de

Türklerin ve Kürtlerin zulmüne tanık

oldum. Benim yüreğim kinle dolu. Ben

çocuklarıma benim şehitlerimin adlarını

koydum: Şoğik, Yervand…

Türk Tarih Kurumu’nun da hem fikir

olduğu birinci dünya savaşı ve tehcir

yasası içerisindeki savaş dışı Müslüman ve

Hristiyan Çatışmaları, alıntı yapılan

hikâyelerde de görülmüştür. Ancak ortada

olan bariz bir gerçek, bölge de yaşanan

silahlı veya silahsız iç savaş ve çatışma

durumunun genel savaş hali içerisinde

tezahür ettiği düşman algısından ibarettir.

Görüldüğü gibi bölgenin karakteristik

etnik toplumları olan Türk, Kürt ve

Araplardan bahsedilmiş ve birbiri

içerisinde yapmış oldukları davranışlar

tanık aracılığı ile günümüze taşınmıştır.

Ancak Osmanlı Devleti’nin resmi

askerlerinin Ermeni toplumu üzerinde

yapmış olduğu sistematik eylemler

Page 43: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

40

gözlenememiştir. Görüldüğü gibi anlatılar

var olan felaketleri aktarmış ancak devlet

politikası olarak herhangi bir soykırım

belgesine bu şekilde de ulaşamamıştır.

SOYKIRIM İSMİNİN MÜCADELESİ VE

FARKLI ARAYIŞ YOLLARI

Soykırım adlandırılması kimi Avrupa

devletleri ve Amerika’da Ermeni Lobisine

olan hassasiyetten dolayı zaman zaman

gündeme gelse de hatırı sayılır bir düzlem

de genel geçer bir kabul görmemiştir.

Bunun nedeni Türkiye Cumhuriyetine

karşı duyulan bir korku-kaygı

durumundan ziyade, bu durumu

taçlandıracak en ufak bir Osmanlı

İmparatorluk belgesi bulunamamasından

dolayıdır. Bu tanımlama boşluğu,

kavramın anlamına ulaşması için bir engel

taşıyor olacaktır ki; Ermeni Uzmanlar bir

farklı kanala doğru eğilmiştir. Kültürel

Soykırım. Herhangi bir halkın veya etnik

grubun ait olduğu kültürü yok etmek için

yapılan faaliyetler milli-kültürel

soykırımlardır. “soykırım” sadece bir

milletin ya da etnisitenin temsilcilerinin

yok edilmesi değil aynı zamanda onun

kültürel ve milli değerlerinin ortadan

kaldırılmasıdır. Fakat “milli-kültürel

soykırım” kavramına 1948 de BM

tarafından kabul edilen soykırım

konvansiyonunda yer verilmemiştir.”

Tanımından yola çıkan Ermeni Uzmanlar,

Osmanlı’nın son dönemi içerisinde var

olan kimi Ermeni mimari eserlerin imha

edilme politikasına başlanıldığına dem

vurmuşlardır.

(Horomos Manastırı 11. yüzyıl)

7 ila 11. Yüzyıldan kalma ve günümüze

kadar gelen süreçlerde Safevi - Osmanlı

Rus Osmanlı gibi birçok savaşa ev sahipliği

yapmış olan Doğu Anadolu’daki bu Ermeni

eserlerin salt bu dönem içerisinde imha

edildiğini öne sürmek tarihi bir haksızlığı

doğurmaktadır. Bunun yanında gerekli

yıkıcı- yok edici envanterin bulunduğu

geçmiş yüzyılda yalnızca bir alanın tahrip

edilip bir alanın kalması gibi bir durum

kimlik soykırımı gerçekleştirme gayesinde

olan bir topluluğunda yapacağı bir durum

değildir. Görüldüğü üzere Ermeni kimliğini

oluşturan ve/veya Hristiyan kimliğinin

ifadesi olanak teşkil edecek olan yapılar

şekiller veyahut Binaların sembolik

yapıları olduğu gibi kalmıştır. Sistematik

bir eser talanı veyahut imhası durumunda,

gerekli yıkıcı teçhizatın (Kazma, Kürek vs.)

sağlanamayacağı düşünülse dahi, bu tarz

sembolik ifadelerin korunup, yerine duvar

avlu gibi kısımların yıkılması bu

durumunda asılsız bir iddia olduğunu

kanıtlamaktadır.

Page 44: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

41

(Kars’ın Ani Harabelerinde bulunan Selçuklu

dönemine ait 1067 yapımlı olduğu tahmin edilen

Selçuklu Camisi “aynı bölgenin ve dönemin eseri

olmakla birlikte kilise ve manastırları aratmayacak

harabe görünümünde”)

Görüldüğü üzere, yerleşke dışında kalan

bazı tarihi eserler zamanla

kullanılmadıklarından, biraz da savaş

koşullarının etkisi ile harabe durumuna

gelmiştir. Türk tarihinde önemli yeri olan

Selçuklular dönemine ait olan bu iki

“kutsal” yapıda tarihin kaderine boyun

eğmiş ve Ermeni kilise ve manastırlarında

olduğu gibi harabe durumuna gelmiştir.

(Selçuklu cami Mut, 11. Yüzyıl)

SONUÇ

Ermeni Toplumu üzerinde yaratılan bu

hegemonya, doğrudan doğruya bölgenin

emperyalizm projelerinin devamı niteliği

taşımaktadır. Soykırım sorunu yüzünden

Ermeniler kimlik kompleksi içerisine

sürüklenmiş ve bunun nihai sonucu olarak

1992 Karabağ/ Hocalı Soykırımları

cereyan etmiştir. Ermeni toplumu

tarafından dayatıldığı varsayılan bu sorun,

aslında ezilen halklara dayatılan

emperyalist ve onun işbirlikçi

diasporalarının dayattığı bir çözmek

istememe sorunudur. Soykırım isminin

üzerinde bu kadar durulmasının temel

nedeni ise, bu çözmek istememe

sorununun yanında bahsi edilen

diasporaların faaliyet alanıdır. Başta

Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri

Ermeni lobilerinin politikaya karışmasının

yanında, ekonomik rant aracı olarak

gördükleri soykırım teması, bu denli

kanıtlanmaya açık bir yapıda olmasına

karşın halen kabuk bağlayamayan bir yara

gibi kaşınmaktadır.

KAYNAKÇA:

1. Armenian Genocide Museum

www.armenian-genocide.am

2. Verjine Svazlian, The Armenian

Genocide: Testimonies of the

Eyewitness Survivors

Page 45: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

42

ERMENİ DOSYASI- KAZIM KARABEKİR Burçin ÖNER

“Erzurum’a o kadar yaklaşım ki artık insanların

dişlerini görecek kadar yakındım. Gülerek

karşılıyorlardı. Biraz daha yaklaştığım zaman

ortada bir gayr-i tabiilik hissettim; bu insanlar hiç

kımıldamıyordu. Daha yaklaştığım zaman ıstırapla

gördüm ki her biri canlı canlı birer kazığa

oturtulmuştu. Istıraptan kasılmıştı yüzleri;

gülmüyorlardı. Allah benim gözümün gördüklerini

dünya üzerinde hiçbir göz göstermesin. “

Kâzım KARABEKİR

GİRİŞ:

Ermeniler… “Ev alma komşu al!” deyişinin

olumsuzlamasının ete kemiğe bürünmüş

hali… Küllerinden defalarca kez doğan ve

doğabilecek kudrete sahip bir milletin

külüne bile sahip olamayacak olan

yaramaz bir komşu…

Tarihimizin parlak ve uzun bir dönemini

kapsayan bölümünde “Millet-i sâdıka”

sıfatına nail olmuş bir komşu devlet

realitesinin ele alındığı, Milli Mücadele

Dönemi’nin kudretli paşalarından Kazım

KARABEKİR’in 1946 yılında “Ermeniler

Nereden Geldiler? Nereye Gidiyorlar?”

adıyla sunmuş olduğu ve Emre Yayınları

tarafından yeniden düzenlenerek “Ermeni

Dosyası” ismini alan bu kitabın, dilimiz

döndüğünce aktarımını ve yorumlamasını

yapmak niyetindeyiz. Kaleme aldığımız bu

yazının her bir kelimesini;

“Ey kuşlar neredesiniz, neredesiniz ey

filler

Bizi yalnız bıraktı insan adlı sefiller

Biz alevler şehrinin ağlaşan çocukları

(Bu ülkenin) ölümü paylaşan çocukları”

Olan ve yakın bir tarihte kaybetmiş

olduğumuz üniversite öğrencisi Fırat

Yılmaz Çakıroğlu kardeşimiz başta olmak

üzere “Vatan tecavüze uğramasın!” diye

kan döken; can veren tüm şehitlerimize

armağan ederiz. Dileğimiz, bu yazıdaki her

bir harfin “Fatiha” olup kabirlerine nur

olarak yağması; duamız, ülkemizde ve tüm

Türk Dünyası’nda böyle acıların tekrar

yaşanmamasıdır.

Ermenilere karşı iki defa galibiyet kazanan

bir Osmanlı Paşa’sının düşmanına olan

bakış açısının yer aldığı kitapta Kazım

KARABEKİR’in vurgu yaptığı en önemli

nokta şüphesiz “Düşmanınızı,

küçümseyerek de yenemezsiniz;

önemseyerek de… TANIYACAKSINIZ!”

felsefesidir. Bu eseri de o sebeple kaleme

aldığını söylüyor: “Ben tanıdım; yendim.

Size de tanıtıyorum. Yenilmeyesiniz

diye…” diyerek…

Kitap, Ermeniler’deki Türk düşmanlığının

temelinde, asırlardır batılı devletlerin

Page 46: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

43

doğu ırkları ile aşırı haşır-neşir olmasının

bir tezahürü olarak ortaya çıkardıkları

yayımlar olduğunu ve Ermeniler’in de

özellikle 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bu

eser(!)lerden yararlanarak üretim

yapmalarının yattığını söylemektedir. Esas

amacın, “Ermeni” isminin unutulmasını

engellemek olduğunu ve bunun da gayet

doğal bir his olduğunu söylemekten

çekinmeyen Karabekir Paşa, bahsi geçen

kitap vs. eserlerdeki ana fikrin Türk

düşmanlığı olması sebebiyle bir dolu

yalanlarla hem de olayların canlı

şahitlerinin henüz yaşıyor olmasına

rağmen pek gülünç hadiselerin kasıtlı

olarak yanlış aktarılmasının, kişilerde tam

da hedeflendiği şekilde düşmanlığa sebep

olduğunu belirtmektedir.

Paşa, kitabındaki niyetini şöyle

açıklamaktadır: ”Hâlâ Türk düşmanlığı

güden Ermenilerin de büyük devletlerin

siyasi tuzaklarına düşen küçüklerin de ne

hâle gelebileceklerini –kendileri de

tattıklarından- göz önünden ayırmayarak

tehlikeli yoldan gidenleri uyarmak

lazımdır. Bu eserimin biraz da bu işe

yardım edeceğini umarım.” Biz de aynı

halis niyet ve aynı sarsılmaz hedef

içerisindeyiz.

ERMENİ HALKINA YAZIK OLDU

Karabekir Paşa, Türk-Ermeni

düşmanlığının 1880’li yıllarda

tohumlarının filizlendiğine gönderme

yaparken esasında kendisinin böyle bir

düşmanlık hissi duymadığını hatta

küçüklüğünden itibaren Doğu illerinde

yaşamasından dolayı Ermenilerle yakın

dostluğu bulunduğunu belirtmektedir. Bu

yıllarda (1880’li yıllar) bile ayrılık

fikirlerinin halk tabakasına inmediğini,

çeşitli silahlı cemaatler kurulmuş olmasına

rağmen bu dostluğun pek sarsılmadığını

ileri sürmüştür. Öyle ki Ermeni halkı,

kendilerini aynı vatanın evladı saymışlar

ve Türkler de hem Kürtleri hem de

Ermenileri böyle kabul etmişlerdir, der.

Sadece halk türkülerimizle bile bunun

kanıtlamak mümkündür:

“İndim kiliseye, baktım saçına

Mail oldum Ahcik’imin saçına…”

Burada “Ahcik”, Ermeni kızı anlamını

taşımaktadır ve Türk, Ermeni ayırmaksızın

bu türküler hep bir ağızdan

söylenegelmiştir.

Yüzbaşı olduktan sonra başına geçtiği

İstihbarat Teşkilat’ındaki görevinde, zaten

kıpırdanmalara başlamış olan Ruslar ve

Ermenilerle daha yakından ilgilenmek

durumunda kalan Paşa, eline geçtiği

oldukça mühim, gizli bir Rus belgesinden

bahseder. Ermenistan’ın özerklik

kazanmasından çekinen Rusların gayet

mahrem saydığı ve pek az kişinin elinde

olmasını sağladığı “Van ve Bitlis Vilayetleri

İstatistiği” isimli belgede, gerçek durum

gözler önüne serilmiştir. Belgenin önemi

aşikâr olduğundan kitapta yayımlanan

şekliyle aynen iktibas edilmiştir:

Page 47: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

44

“Türk vahşetine hiçbir yerde tesadüf

edilemez. ‘Türk Vahşeti’ bir hakikat

olmayıp bile bile uydurulmuş siyasi bir

hikâyedir. Çünkü ekseriya göz önünde

cereyan eden vakalara dair Avrupa

matbuatındaki bizzat müşahede edenler

imzasıyla yazılan satırları okuyunca

insanın gözüne inanamayacağı geliyor.

Hakikat gözüyle bakıp da hakikati olduğu

gibi söylemek icap ederse Doğu’da vahşeti

Müslümanlar değil; doğu Hristiyanları’nın

yaptığını itiraf etmek icap eder. Her türlü

fenalığı doğudaki Hristiyanlar, irtikâp

etmiş; sonra da himayesiz Müslümanlar’ın

başına yüklemişlerdir.

Bir Türk’le bir Ermeni bir iş görecek olsa

doğu Hristianları’nın göz içinden fikir

anlamak derecesinde yaltaklanmalarına

karşılık bu, Türkler’den namus ve

doğruluk görür. Eğer bir Türk’ten bir iş

sözü alacak olursa, emin olmalıdır ki bu

söz en kuvvetli noterlerin tasdikini içeren

kontratodan daha sağlamdır. (Burada bir

anekdottan bahsetmekte fayda var: “1899

yılı Rize’de Aziz Muhsinoğlu’nun

kahvehanesine Serkis Hanikof adında bir

Ermeni misafir olur. O zaman Rusya’dan

geri gelen Ermeniler, Osmanlı

memleketlerine kabul edilmediklerinden

tutulan kayıklarla Rusya sahiline geri

gönderilmekteydi. Ermeni’nin kahvesine

gizlice girdiğini haber alan polis ve

zabıtalar, kahveyi muhasara ederler. Serkis,

kaçma ihtimali olmadığını görünce

üzerindeki yüz Osmanlı lirasını kahvenin

karanlık bir köşesinde yine gizlice kahveci

Aziz’e teslim eder ve polislere teslim olur.

Usul üzere, filika ile Batum kıyısına geri

gönderilir. Üç ay sonra Hrikdof’tan Serkis

kendisine bir mektup gönderir ki yüz

lirasını Batum’daki hısımı olan bir başka

Ermeni’ye göndermek üzere Rus konsolos

kâtibi Serdarof’a teslim etsin diye…

Serdarof da aynı zamanlarda buna dair bir

mektup alır. Kahveci Aziz, konsolos kâtibine

hemen müracaat ederek Serkis’in yüz

lirasını teslim eder. Serdarof da Batum’a

göndererek o Ermeni’den makbuzu alır.

Fakat üç yıl sonra Serkis konsoloshaneye

resmen müracaat ederek parasının henüz

varmadığından şikâyet eder. Tahkik

edilince Batum’daki hısımı olan Ermeni’nin

bu parayı harcadığı anlaşılır.”

Konsoloshane Dosyası No:73, Yıl:1903)

Avrupa’nın bunca yıllardan beri Islahat

yaygarası Türkiye’nin tedrici olarak

parçalanması maksadına matuftur. Islahat

ne kadar radikal olursa Türkiye arazisinin

bir parçasının, başkasının eline geçmesi o

kadar çabuk olur.”

Kitabın ilerleyen bölümlerinde fıtratlarına

da değinen Karabekir, Ermenilerin yegâne

arzularının “maddi servet toplamak”

olduğunu savunur. Ancak, zenginlikleri ile

kazançlarını, zevk ve sefada harcama

istekleri ters orantılıdır. Bu bağlamda

oldukça çalışkan olan Ermeniler diğer

rekabet kollarının zayıf olduğu hemen her

yerde ticareti ellerinde bulundurmuş ve

ticaretle daha çok uğraştıkları için toplu

oldukları yer de şehirler olmuştur.

Page 48: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

45

Şehirleşmenin de etkisiyle asgarisinden

azamisine kadar her aşamada eğitim alan

Ermeniler, gelişime oldukça önem

vermişler ve özellikle de siyasette fikir

sahibi olmaya başlamışlardır. Zaten

kendilerine olan güven ve ben-merkezci

özellikleri olması nedeniyle de ekseriyetle

genç nüfusuyla politika ile uğraşmışlardır.

Politikanın tüm inceliklerini öğrenmiş

(güzel konuşma, düğün-cenaze gibi

etkinlere toplu katılma vb.) ve ona göre

tavır sergilemişlerdir. Ancak bu durum,

milletin ihtiyaçlarını karşılama noktasında

tek başına yeterli olamamış ve bu parlak

sözler ne politikacı Ermenilere ne de

onları dinleyen kişilere fayda sağlamıştır

yani, ayinesi iş olan kişinin lafına

bakılmamıştır.

Ötesinde, şehirli Ermeni ihtilalcileri

arasında, gerçekten vatansever olanlar

bulunmadığını beyan eden Paşa; eğitimsiz,

basit meseleleri dahi göremeyecek

durumdaki gençleri parlak sözleriyle

galeyana getirerek devlete karşı

kışkırttıklarından ve bu gençleri

kandırarak kurdukları komitalara

aldıklarından yakınmaktadır. 1895 yılında

Ermeni halkının büyük kısmı bu akıl

oyunları ile komitacıları, milletin

kurtarıcısı olarak gördüler fakat

beraberindeki bir tezat olarak da Paşa’nın

tabiriyle onlardan bir “veba” kadar

korktular. Tabii bu durum da devam eden

iki yıl içinde Türk- Ermeni ve Kürtler

arasına büyük bir soğukluk girmesine

neden oldu ki artık bu durum hiçbir ıslahat

yöntemiyle iflah olunamayacak seviyeye

geldi.

Peki, nedir bu algı yönetimleri? Dün de

bugün de kullanılan tek ve en etkili

yöntem tüm kurumları ele geçirmektir.

Örneğin; o dönemde Ermeni Ruhanileri,

asırlarca hoşgörü içinde yaşamış farklı

dini grupların arasına nifak sokmuştu.

Kiliselerde Ruhani ayinlerin yerine

Hristiyanlık-Müslümanlık din düşmanlığı

yer tutmuştu. Dini konularda çok da

hassas olmayan Ermenilerin bu tutumunu

bilen batılı devletler de dezavantajlı olan

bu durumu avantaja çevirmeyi bilmişler ve

Ermeni komitecileri aracılığıyla papazları

taraflarına çektirip Türk ve Kürtleri

nefretle saydırmalarını sağlamışlardır.

Ermenilerin milli duygularından

faydalanarak sahte bir “Ermeni Meselesi”

icat etmişlerdir. Hatta bu durum için bazı

kâşif ve generaller bir takım

özeleştirilerde de bulunmuşlardır.

Örneğin; meşhur kutup kâşifi Nansen,

1926 yılında Ermenistan’a yaptığı bir

ziyaret sonrasında şu sözleri söylemiştir:

“Avrupa politikasına karıştırılan Ermeni

halkına yazık oldu. Bir Avrupa diplomatı

tarafından adının hiç ağıza alınmaması,

kendisi için daha hayırlı olurdu.” Bir diğer

örnek de Sivas Kongresi’nin ardından

Anadolu’yu gezen bir Amerikan heyeti

başkanı General Harburd, Erivan’a gidince

onlara şu tavsiyelerde bulunmuştur:

”Delegelerinizi Paris’e göndererek hâlâ

Türk düşmanlığını körükleyeceğinize,

Erzurum’a göndererek Türklerle

anlaşmaya ve dost olmaya çalışın. Sizi

Türk dostluğundan ve Türk

Page 49: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

46

alicenaplığından başka kurtarabilecek

hiçbir kuvvet yoktur.”

ERMENİ TARİHİNE TOPLU BİR BAKIŞ

Kitabın büyük çoğunluğunda “Ermeni

Meselesi” ile ilgilenen Paşa, meselenin

havada kalmaması için Ermenilerin tarihi

ile ilgili de bazı bilgilere değinmiştir.

Ermeni tarihi ile ilgili çokça yapılan

araştırmalar sonucundaki son iddia,

Heredot’un savunucusu olduğu şu teze

dayanır: ”Orta Asya’dan Trakya’ya; oradan

da Anadolu’ya yayılmış olan

Firikler(Firijie)’dir.” Fakat Hristiyan

olmalarının da etkisiyle zamanla

Ermeniler kendilerini, mukaddes

kitaplarda gösterilen atalara

dayandırmışlardır. Bu da ortaya bir takım

efsanelerin çıkmasına sebep olmuştur. Bu

anlamda Ermeniler, soylarını Nuh

peygamberin oğlu Yafes’e

dayandırmaktadırlar; Yafes’in torunun

torunu olan Haik’ten türediklerini

savunurlar. Bütün bunlar bir efsane

olmakla birlikte 20. y.y. tarihçilerinden

Heredot, Makedonyalılar’a ve diğer

kavimlere göre en çok hayvan ve meyve

yetiştiren Firikler’e, Avrupa’da

bulundukları müddetçe Brij(Briges)

denirdi. Ancak Asya’ya geçip

memleketlerini değiştirdiklerinde isimleri

de değişti ve Firiji adını aldılar. Burada

dikkat edilmesi gereken bir nokta olarak

Kazım Karabekir şunları söylemektedir:

”Türk ırkından olan Etiler M.Ö. 4000’lerde

Anadolu’da medeniyet kurdukları ve M.Ö.

2500’lerde bir takım Türk oymaklarının

Aras boyuna uzandıkları Urartu ve Türk

ırkından Friklerin de M.Ö. 1500’lerde

Anadolu’ya geçerek Eti medeniyetini

devam ettirdikleri ortaya çıkarılmış

hakikatler olduğuna göre Morgan Heredot,

Ermenilerin Türk ırkından olduğunu

ortaya çıkarmış oluyor.”

ERMENİLER TÜRK MÜDÜR?

Anadolu ve Hazar Denizi’ne kadar olan

bütün Kafkasya güneyinde bulunan

insanların Hitit, İskit, Firik, Kaman,

Peçenek vb. Orta Asya’dan muhtelif tarih

ve yönlerden gelip birbirleriyle etkileşim

içinde oldukları düşünüldüğünde

Ermenilerin de Türk asıllı oldukları

hakkında bir takım belirtiler bulmak

kolaylaşmaktadır. Bütün bunlarla birlikte

tarihi açından kendimizi yetkin

görmediğimizden bu başlık altında ele

alınan tüm savları olduğu gibi aktaracağız.

“Ermeniler yakın zamanlara kadar,

atalarının Babil’den geldiklerini

sanıyorlardı. Soylarını, Türkom ve Yafes’e

bağlıyorlardı. Babil ve etrafının Sümer,

Elam, Kalde halkının, Hititlerin akrabası

olan Türkler olduğu artık tespit edilmiştir

ve bu anlamda da Ermenilerin cet olarak

gösterdikleri Türkler’dir. Şu halde

Ermeniler, güneyden gelen bir Türk

oymağıdır.

Ermeniler, geldikleri Aras diyarında

Urartular’ı buluyorlar ki bunlar da

Hititler’dir yani, Hata Türkleri’dir. Hatta

Tevrat bunlara Het der. Bugünkü

Türkçemiz’de bile Hititlerin kullanmış

Page 50: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

47

olduğu pek çok kelime bulunur. Son

zamanlarda Ermeniler’in Frik

oymaklarından biri olduğu ispatlanıyor.

Friklerin ise Orta Asya’dan önce Trakya’ya,

Makedonya’ya sonra da Boğazlar’dan

Anadolu’ya yayıldıkları tespit edildiğine

göre bunlardan ayrılan Ermenilerin de

Türk ırkından olduğu anlaşılıyor.

Ayrıca Van Gölü ile Fırat Irmağı arasındaki

yerlere Sümerler, Nairi diyorlardı. Nairi

Yukarı İl demektir. Van Gölü havzası ve

daha kuzeyindeki Urartu yani, yüksek

yerler, Rumya Gölü civarına da Urumi

yani, Alçak Yer demektir. Buraların

halkına da aynı isim yani, Frik denilmiştir.

Ermeni bilginleri, kendilerinin Türk

oldukları hakkında pek çok yazı

yazmışlardır. Amerika’da California’da

bulunan Prof. Minasyan’ın Ermenice Mişak

(Rençber demek) Gazetesi’nde yazdığı “Biz

Türküz!” başlıklı makalesinde özetle şöyle

der: ‘Ermeniler ve Türkler müşterek vatan

kardeşleriyiz ve aynı ırka mensubuz.

Türkler ve Ermeniler, birlikte öz

medeniyetimize/geleneklerimize

dönmeliyiz. Ermeni ve Türk yeni nesline

öğretmeliyiz ki ayı ırka mensubuz. Irkın

sesi Türk ve Ermeni kalplerinde

aksetmelidir. Türk ve Ermeni müşterek

vatanı olan Anadolu’da birçok milletler ve

medeniyetler geçmiştir. Fakat asıl cihana

medeniyet saçanın Türk ırkı ve medeniyeti

olduğu görülüyor. Alp ırkına mensup olan

bizlerin yaptığımız hizmetlere göre Âri

vs.nin hizmeti hiçtir. Kan, ırk ve geçmiş

medeniyetin bir olduğu anlatılır ve

şuurumuz da uyanırsa tarih kongresinde

büyük verim verecektir.

Ermenilerin yapması gerekenler şunlardır:

Dışarıdan gelen kültürlerle iki millet

birbirine benzemez olmuştur. Her iki

milletin medeniyetleri toplanıp birbirine

yaklaşmalıdır. Türk-Ermeni yemeği, aile

hayatı ve muamelesi birdir; İtikatlarda

birçok birlikler vardır. Medeniet eserleri

(şehirler, kaleler, yollar, evler) aynıdır.

Eskiden bir Ermeni, bir yere giderken

ailesini Türk evine, Tür de aynı şekilde

Ermeni evine bırakırdı.

Ermeniler, bir zamanlar kendilerini

Acemlerle bir sanırlardı. Sonraları

büsbütün ayrı bir ırk sandılar. Hâlbuki

Ermeniler, Türklerle aynı ırktandırlar.’”

Kitabın ikinci bölümünde bu savı

desteklemesi amacıyla Ermeni isminin

nereden geldiğinden, dili, yazısı, Hristiyan

oluşları, çeşitli egemenlikler altındaki

yaşam şekillerinden bahsedilmiştir.

İLK KIPIRDANIŞLAR

Ermenistan’ın kurulduğu zamandan bu

yana hiçbir yerde tam anlamıyla Ermeni

topluluğu olamaması başlarında dolanan

kara bir lanet gibiydi. Ancak bunun bir

nedeni, Firik oymağı olan Ermenilerin en

verimli topraklara yayılmaları ve

oralardaki yerli halkın jandarması görevini

yürütmek, eş zamanlı olarak da bölge

halkının varlıklarından kendilerini

doyurma istekleridir. Tarihteki tüm istilacı

devletlerde olduğu gibi…

Page 51: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

48

Ermeniler’in Klikya, Trakya, Makedonya,

Orta Anadolu ve Suriye gibi bölgelere

yatıkları göçler de onlara büyük zararlar

vermişti. Cengiz İstilası (1223), Fatih

Sultan Mehmed’in Karaman Devleti’ni

yıkmasıyla(1467) doğu illerindeki yer

değişiklikleri, Yavuz Sultan Selim’in Şah

İsmail ile çekişmeleri (1514) sonucunda

Ermenileri Osmanlı’nın değişik bölgelerine

yerleştirmesi… Özetle, bütün bu

sebeplerden ötürü doğu bölgesinde

Ermeni adını taşıyan insanlardan ziyade

sadece bir Ermeni adı kalmıştı. Bu durum

ise ağızlarından salyalar akarak Osmanlı’yı

yıkmak için fırsat bekleyen batılı devletler

(İngiltere, Fransa, Rum Patrikhanesi ve

dahi Rusya) için bulunmaz bir nimet

olmuş ve hemen Ermeniler’i kışkırtmaya

başlamışlardır.

İlk olarak; 1630 yılında İstanbul’daki

Fransız papazları zaten çok da dini

duyguları sağlam olmayan Ermeniler’e “

Eğer Katolik olursanız Fransa’nın her türlü

himayesine kavuşursunuz.” Diyerek onları

aldatmışlardı. Eskiden de Katolik olan

Ermeniler Bizans baskısıyla Ortodoksluğu

kabul etmiş ve şimdi yeniden bahsi geçen

heveslerle Katolik olmuşlardı. Tabii ki

mesele Katolik olmakla bitmiyordu. Asıl

hedefleri Büyük Ermenistan’ı kurmak olan

Ermeniler, Osmanlı Devleti’nden “Papalığa

bağlanmak niyetinde olduklarını ve bunun

için de bir Patrik tayini” istediklerini

bildirdiler. Ancak, Bab-ı âli, asıl niyetin bu

kadar saf olmadığının farkına varmakta

gecikmedi. Dolayısıyla da bu isteği

reddetti. Bu sırada I. Şah Abbas

döneminde İran’daki vilayetlerin başına

vali olarak Ermenileri getirdi. Ancak,

Şah’ın ölümünden sonra başa geçenler

aynı tavır içinde değillerdi ve Ermeniler’e

kötü muamelede bulunmaya başladılar.

Bütün bu olumsuz koşulların sonucunda

aradıkları çıkış noktasını bir türlü

bulamayan Ermeniler, çareyi bir katolikos

olan IV. Agop başkanlığında altı sivil ve altı

din adamı olmak üzere toplam on iki

kişilik bir gizli cemiyet kurmakta buldular.

Kuracakları bir heyetle bir dizi görüşmeler

yapacak, Avrupa’nın yardımını kazanacak

ve Papa’nın idaresini kabul ederek

Ermenistan’ın istiklalini kurtaracaklardı.

İşler pek de hesapladıkları gibi gitmedi.

Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya,

Avusturya-Macaristan ve Rusya ile

yaptıkları her görüşmede pohpohlandılar,

Türkler’e karşı biraz daha kışkırtıldılar,

tabir-i caizse Avrupa’nın yumuşak elini

yakmak istememesi için kullandıkları

kızgın bir demir maşa oldular ama

yaptıkları her hamle kendileri için de zarar

getirdi.

Rusya’nın sıcak deniz hayali ile yanıp

tutuştuğu gerçeğiyle 1724 yılında

Anadolu’yu tehdit edecek kadar

yaklaşması Osmanlı’nın erken tedbirler

almasıyla epey zaman önlenmiş ve bu

halde Ermenistan (Gürcistan ile birlikte)

Osmanlı himayesinde kalmıştı. Ancak

sonraları iç karışıklıklarından kurtulan

Page 52: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

49

İran’ın göz açmasıyla Osmanlı-İran

arasında yapılan çarpışmalarla 1735’te

Ermenistan ve Gürcistan’ın büyük kısmı

İranlıların eline geçti.

Bir elden diğerine pinpon topu gibi geçip

duran Ermeniler, arada kalmaktansa

büyük bir göç yapmaya karar verdiler.

Bütün bu sebeplerle de Ermenistan denen

yerde Ermeniler azınlık haline geldiler.

Böylelikle Melikler, büyük çoğunluğu

Karabağ’da kalan Ermeniler’den gizli

teşkilatlar kurup gönüllü ve zorla çeteler

oluşturmakta da ustalaşmış oldular.

KOMİTACILAR-AYAKLANMALAR-

EZİLMELER:

Ermeniler, Bizans iradesinden

kurtulduktan sonra biraz rahatlamışlardır.

Hele de Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra

çok daha güvenli bir yaşama

kavuşmuşlardır. Fatih Sultan Mehmed, 20.

Yy’da Ermeniler’e o zamana kadar hiç

verilmemiş olan değeri göstermiştir.

Orada burada dağınık halde yaşayan

Ermeniler’i İstanbul’a getirdi; onlara

cemaatler kurdurdu; sanat ve ticaret

yapmaları için çeşitli fırsatlar sundu;

Rumlar’a verdiği dini ve ekonomik

müsamahaları onlardan da esirgemedi.

Öyle ki Ermeniler, (tarihleri boyunca da

böyle yaşadılar.) dinlerinden başka her

konuda tam bir Türk gibi yaşadılar. Evleri,

mutfakları, dükkânları, aileleri, kıyafetleri

vs. her konuda Türkler’in tıpatıp

aynısıydılar. Türklerle Ermeniler, yalnızca

mabetlerine girdiklerinde birbirlerinden

ayrılırlardı.

Ermeniler’in bu huzurunu ilk bozan,

Ortodoksluğun oldukça sıkıcı olduğunu ve

bu nedenle Katolik olup papalığa

bağlandıklarında çok daha rahat

edeceklerini söyleyen Fransız Katolikleri

oldu. Çeşitli propagandaların sonucunda

1811’deki Bükreş Antlaşması’ndan sonra

Ermeniler’in bir kısmı Katolik olduklarını

açıkça ilan ettiler. Osmanlı hükümeti bu

duruma saygı duyup gerekli imtiyazları

onlara da sağladı. Ancak Fransızlar’daki

bitmek bilmeyen algı yönetimi stratejileri

meyvelerini vermeye başladı. Amaçları

elbette ki Osmanlı Devleti’nin

paylaşılmasında kendine sadık olan bu

öncüleri / piyonları bu suretle

hazırlamıştı. Oysa ki Osmanlı Devleti

Ermeniler’in sadakatinde şüphe

duymamış; hükümet işlerinde ve serbest

hayatta en rahat yerleri onlara vermekten

beis duymamıştı.

Sultan Mecid zamanında saraydaki sonu

gelmek bilmeyen israflar en çok

Ermeniler’in işine yaramış ve onları zengin

etmişti. Becerikli ve kendilerini

sevdirmeyi iyi bilen Ermeniler bu sayede

de kuyumculuğu tamamıyla tekellerine

aldılar. Bu sayede de zenginliklerine

zenginlik kattılar. Mükemmel evlerinde

sınırsız bir lüks içinde yaşıyorlar;

kazandıkları servetlerle çocuklarını

Avrupa'ya tahsil için gönderiyorlar;

gidemeyenleri ise Robert Kolej’inde

himaye altına sokuyorlardı. Memleketin

sanatını, ticaretini iyiden ellerine alan

Page 53: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

50

Ermeniler zenginliklerine zenginlik

katarken zavallı Türk halkı ise git gide

fakirleşiyordu. Hem zihnen hem de

kisven…

Osmanlı’daki Ermeniler böylesine zevk-ü

sefa içerisindeyken Rusya’daki Ermeniler

ise Ortodoks olmak için zorlanıyordu.

Bütün Katolik kurumlar, mektepler,

mabetler kapatılıyor; Ermeni dilinde

okumak, yayın yapmak yasaklanıyordu.

Serbestçe dolaşmak yasaklanmış; köy ve

şehirler bakımsız bırakılmış; adeta

Rusya’da Ermeniler’e vebalı muamelesi

yapılmıştı. Bu zulümden bıkan Ermeniler

en iyi bildikleri yola başvurdular: başka

bir yere göç…

Ne zaman ki Rus-Osmanlı harpleri başladı;

Ruslar o vakit Ermeniler’in gözlerini

boyamak için onlara iyi davranmaya

başladı. Yapabildikleri iyilik ise 1877-78

harbinde Kafkas orduları

başkomutanlığına bir Ermeni’yi

getirmekten öteye gidemedi.

Osmanlı’daki ilk Ermeni komitesi 1880’de

kurulmuştur. Berlin Kongresi’nde

uydurma olarak ortaya atılan Doğu

Vilayetlerindeki Ermeni çoğunluk

meselesinin asılsız olduğu hatta çok

oldukları iddia edilen yerlerde bile

çoğunluklarının üçte biri geçmediği türlü

raporlarla –ki bunların içinde İngiliz

Konsoloslarının raporları da

bulunmaktadır- ispat edilmiştir. Buna ve

hatta Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesini

bile önemsemeyen Osmanlı, millet-i

sadıkasının hatırına eski iradesinde bir

değişikliğe gitmiyordu.

Bu durumdan rahatsız olan komitacı

Ermeniler ne yazık ki faaliyetlerine devam

ediyordu. 1857 yılında dini amaçlar

doğrultusunda açılmak istenen Ermeni

Patriği’ni bir basımevine çevirmişlerdi.

“Ermeni İstiklali” emeli ile yanıp

tutuşanlar “an Kartalı” isimli bir gazete

çıkardılar. Halkın içinde Ermeni istiklali

naraları atılmaya başlandı. Okullarda,

Ermeni edebiyatı, coğrafyası, istiklal

şiirleri okutulmaya başlandı. Yapılan

piyeslerde Ermeni halkına istiklal fikri

aşılanırken Türk halkı da yerden yere

vuruluyordu.

Rus-Türk Savaşı’nın sonucunda Ermeniler

için seçebilecekler iki seçenek sunulmuştu.

Birincisi Türk vatandaşı gibi idari ve

ekonomik eşit haklar içinde kardeşçe

yaşamak; ikincisi bir istiklal hayali uğruna

yanıp tutuşmak… Onlar ikinci yolu

seçtiler…

Seçtikleri bu yolda yaptıkları ihanetler,

çeşitli cinayet programları ve bu akan kanı

içmekten zevk alan vampir ruhlu itilaf

devletlerinin faaliyetlerinin belgeleriyle

bulabileceğiniz kitabı kısa zamanda temin

edip faydalanmanızı tavsiye ederiz. Pek

tabii Karabekir Paşa’nın başından beri

dediğine kulak vererek: “Düşmanınızı,

küçümseyerek de yenemezsiniz;

önemseyerek de… TANIYACAKSINIZ! Ben

tanıdım; yendim. Size de tanıtıyorum.

Yenilmeyesiniz diye…”

NOT: Şehitlere atıf yapılan bölümde

alıntılanan şiir Nurullah GENÇ’e ait

olmakla birlikte parantez içinde kullanılan

“Bu ülkenin” ifadesi, şiirin esas hâlinde

“Filistin’in” olarak geçmektedir.

Page 54: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

51

SÖYLEŞİ/PROF. DR. HANIM HALİLOVA Aslıhan KAYA – Emre SEVİNÇ

Hanım Halilova Azerbaycan Kobalt

kasabasında ailesi sürgündeyken doğdu.

1969 yılında Bakü Devlet Üniversitesi

Kimya Fakültesi’ni bitirdi. 1974 yılında

Moskova’da doktorasını tamamladı.

1979’da doçent unvanı aldı. Genç ve

başarılı bir bilim insanı olduğu

gerekçesiyle zamanından önce profesörlük

unvanı alması gerektiği talimat verildiyse

de Komünist partisi üyesi olmayı

reddettiğinden profesörlüğü erteledi. 20

yaşından itibaren Ebülfez Elçibey ile

beraber Sovyetlere karşı mücadele veren

ilk kadındır. Azerbaycan adın taburunu

kurdu ve fiilen savaşlara katıldı. Bilimsel

15 projesi, 10 eseri yayınlanan 200’den

fazla makalesi vardır.

Öncelikle söyleşi teklifimizi kabul

ettiğiniz için teşekkür ederiz…

Sevgili hocam, siz ömrünüzün büyük

kısmını Azerbaycan’ın bağımsızlığına

harcadınız. Bu bağımsızlık

mücadelesinde birçok kez Ermeniler ile

karşı karşıya geliyorsunuz. Onların size

ilk etkisi aileniz henüz siz hayatta

değilken başlıyor. Ermeniler

günümüzdeki Türkiye topraklarından

Van-Erciş’te ailenizin de bulunduğu

ahaliye karşı katliama girişiyor. Dedeniz

Mustafa ÇAVUŞOĞLU burada

Ermenilerce şehit ediliyor. Anneniz ise

Bakü Cemiyet-i Hayriye-i İslamiye

Teşkilatınca Nahcıvan’a götürülüyor,

sonra da manevi dedem dediğiniz Ziya

Talipzade annenizi evlatlık ediniyor.

Böylece ailenizin Azerbaycan günleri

başlıyor. İşte Ermeni’lerin size olan bu

ilk etkisini bir de sizden genişçe

dinleyebilir miyiz?

1915’de Ruslar Van bölgesini işgale

başladıklarında Ermeniler burada yaşayan

Türklere saldırmaya başlıyor. Mustafa

ÇAVUŞOĞLU benim dedemdir. Onun da

kafasına vurarak öldürüyorlar. Neydi

suçları? Türk olmaları. Bir temel kazısı

sırasında tesadüfen ortaya çıkmıştır.

Çavuşoğlu Samanlığı denilen mevkide bir

evin temel hafriyatı yapılırken büyük bir

tesadüf eseri bulunan insan iskeletleri

antropolojik açıdan incelenmek için teslim

alınıp Hacettepe Üniversitesindeki

laboratuvara götürülmüş. 5 kadın ve 4

erkek tespit edilmiş. Yaş ve cinsiyetleri

belirlenen bu iskeletlerin hepsinin

kafataslarında kesici aletle yapılmış yara

izleri bulunmuş. Anlayacağınız istisnasız

hepsi işkence ile öldürülmüş. Kazıdan

çıkanların arasında bir de yanmış Kur’an-ı

kerim bulunmuş. Ermeniler, Erciş’in

erkeklerini ve birçok kadınını öldürdükten

sonra kalanları da camiye doldurup

yakmak istemişler. Ama Ruslar,

Ermenilerin camideki kadın ve çocukları

yakmalarına izin vermemişler. Camide diri

diri yanmaktan kurtulan bu insanlar

Van’dan Muş’a oradan da Iğdır’a gelmişler.

Annem Mustafa kızı Merife Çavuşoğlu,

küçük kız kardeşi Fatma; bu kadın ve

çocukların arasında imiş. Annem o

zamanlar 7-8 yaşlarında kardeşi Fatma da

1 yaşındaymış. Kadın ve çocukların kimisi

yolda kaybolmuş, bazıları da ölmüş.

Page 55: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

52

Teyzem Fatma yolda kaybolanlardan

olmuş. Bazılarının Iğdır’da akrabası

varmış onlar akrabalarına sığınmışlar.

Bakü’de kurulan Bakü Cemiyet-i Hayriye-i

İslamiyesi teşkilatı kimsesi olmayan

çocukları Nahcivan’a götürüp yetimhaneye

yerleştirmiş. Bu cemiyetten olan büyük

şair Abdullah Şaik’in kardeşi ve

Nahcivan’ın harbi komiseri olan Yusuf Ziya

Talıbzade annemi evlatlık almış. Manevi

dedem olan bu Albay eşini ve annemi de

alıp Semerkand’a gitmiş. Bolşevikler onu

orada şehit edince annem üvey annesiyle

birlikte Tiflis’e gelmiş.

Çocukluğunuz ise Gence’de geçiyor.

Ermeni terörü burada da yakanızı

bırakmıyor tabi. Ağabeyiniz Tofik

Halilov’un burada yaptığı faaliyetler de

Ermeniler tarafından unutulmuyor ve

ağabeyiniz de onlar tarafından şehit

ediliyor…

Ağabeyim Gence’de üst düzey bürokrattı.

Sovyetler zamanında Gence’ye yakın olan

ve Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı

Daşkesen’in Bayan ilçesinde Ermeniler,

1915’de Van’da Türklere büyük zulümler

ve katliamlar yapan Andronik’in anıtını

dikmişler. Bu adam Taşnakların lideri

güya paşaymış. Bu yapılanların uygun

olmadığını düşünen ağabeyim

arkadaşlarına “ Bu işi ben hallederim.”

demiş ve gece Bayan ilçesinin

elektriklerini kestirip, anıtı söküp bir tırla

taşıyıp yok ettirmiş. Buna kızan Ermeniler

yakaladıkları Türkleri dövmüşler. Daha

sonra hükümet, bu yaşananlardan ve

Moskova’dan korkup Gence valisini başka

bir bölgede görevlendirmiş. Ağabeyim

dağlık Karabağ’ın merkezi Hankent’e

gittiğinde Ermeniler onu Andronik’in

anıtını yok ettiği için zehirleyerek

öldürdüler. Ama hükümet suikasta kurban

gittiğini açıklamadı. Sovyet kayıtlarındaki

ölüm sebebi kalp krizi… Eğer bu suikast

olmasaydı kendisi bir süre sonra

Ulaştırma bakan yardımcısı olacaktı.

Elçibey onu çok severdi, Gence’ye

gittiğinde görüşürdü. Elçibey ağabeyimin

yasını 3 gün yemek yemeyerek tuttu.

Sevgili hocam, şüphesiz modern

Dünya’nın en utanç verici günlerinin

başında Hocalı Katliamı gelir. Hocalı

Katliamı’nı birçok yerde anlattınız.

Bizim bu konuda sorumuz şöyle olacak

milli kahraman, şehit Cingiz

MUSTAFAEV bu katliamı görüntüleyip

belgeleyen gazetecimiz. Kendisi ve

beraberindeki heyet bu çalışma sonunda

beraberinde Hocalı’da Ermenilerce

kafaları kesilerek katledilmiş üç Türk

çocuğu getiriyorlar. Siz de bu

şehitlerimizle beraber Azerbaycan

Cumhurbaşkanlığı sarayına yürüyerek

Muttalibov’a tepkilerinizi dile

getiriyorsunuz. Bu yürüyüş sırasında

Hocalı şehitlerimize özellikle de

kucaklarınızdaki 3 çocuk şehide karşı

duygularınız nasıldı?

O gece ben uyuyordum. Telefonla beni

aradılar. Halk Cephesinden bölgeye yakın

konumda olan Ramiz beydi arayan.

Ağlayarak:

-Hanım Muallime, Hocalı Yoktur,

Page 56: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

53

Dedim ki, nasıl yoktur?

-Evet, Hocalı yoktur, yeryüzünden silindi,

Ermeniler şu an kırıyor hepsini!

Şubat ayı, kar yağıyor. Ben deli oldum.

Hemen Elçibey’in yanına gittim. Elçibey

dedi ki, ‘’haberim var’’. O gün bazı

toplantılar ve konuşmalar yaptık. Elçibey

de konuşma yaptı. Ancak o dönemki

cumhurbaşkanı Muttalibov 2 gün boyunca

açıklama yapmadı. Cengiz Mustafayev de

helikopterle yanına yabancı gazetecileri

alarak Hocalı’ya gitti. O deli oldu! Bu kadar

vahşilik olur mu? Buradan 3 çocuk

getirdiler. 3 katledilmiş çocuk… Bunları

tabuta koyarak bana getirmelerini istedim.

Kadın erkek, yürüyüşe başladık. Ben

Muttalibov’a ‘’ey Muttalibov, bu millet seni

bağışlamaz, sen susuyorsun ama herkes

bilecek bunu’’ bu gösteriler üzerine

Muttalibov açıklama yapmak zorunda

kaldı. Biz bu çocukları şehitliğe toprağa

verdik.

Peki, Hocam, Muttalibovla olan önceki

görüşmelerinizde Ermenilerle mücadele

konusunda beraber hareket etme sözü

vermemiş miydi?

Tarihe kara ve kanlı bir utanç günü olarak

geçen 1992’nin 26 Şubat’ından önce

yürüyüşler yaptık, Muttalibovla görüşme

talebinde bulunduk. Cumhurbaşkanı

Muttalibov bizimle görüşmeyi kabul etti.

Görüşmeye ben ve 3 kadın daha gittik.

Halk cephesiyle birlik olunmasını istedim

çünkü Karabağ meselesinde bu ikilikten

yararlanan Ermeniler sürekli hücum

ediyorlardı. “Ermenilere karşı birlikte

mücadele edelim.” Dedim. Muttalibov

beraber hareket edeceğine söz verdi. Ne

var ki sözünü tutmadı. Sözünden dönmesi

sonucunda dünya tarihindeki en çirkin

günlerden birini yaşadık, Hocalı’yı yaşadık.

Muttalibov’un sözünden dönmesinin

bedelini Azerbaycan halkı çok ağır ödedi.

Hazır Karabağ demişken, Ermeniler

Karabağ’ı alabilmek için hep yaptıkları

gibi insanlık dışı davrandılar. Bu

konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Ermenilerin Karabağ’ı istemesi halkta milli

toprak sevdası uyandırdı. Evet, toprak

bizimdi ve halk uyanıyordu. Ama bu

hareketi Ermeniler beklemezdi.

Ermenistan’daki Azerbaycanlıları

yüzyıllardır oturdukları evlerinden atmaya

başladılar. Yüz bine yakın Azerbaycanlı

yerlerinden yurtlarından edildi. 1988’de

Ermenistan’dan çıkarılan Azerbaycanlılara

büyük bir insanlık dramı yaşatıldı. Her

şeylerini bırakmak zorunda kalmışlardı.

Birçoğu yollarda öldü. Kadınlara tecavüz

edildi. Bundan kurtulmak isteyen kadınlar

kendilerini dağlardan tepelerden attılar.

Ayaklarında ayakkabıları bile yoktu.

Annelerinin kollarında donarak ölmüş

çocukların cesetleri herkesin içini

parçalıyordu. Ermenilerin Ermenistan’da

yaşayan bu Azerbaycanlı insanları

yerlerinden etmesi konusunda Sovyetlerin

tutumu sadece susmak oldu. Zaten

Sovyetlerin de esas amacı, Azerbaycan’ın

Karabağ bölgesini Ermenistan’a katmaktı

Hanım hocam 1988 yılında

Ermenistan’da büyük bir deprem oluyor.

Siz ‘‘Ebulfez Elçibey ile Bağımsızlığa

Giden Yol’’ adlı kitabınızda bu durumla

alakalı sevinmediğinize dair

cümleleriniz var.

Bu kadar mezalim, Hocalı’daki soykırım,

‘’Allah’ın parmağı yok gözlerine soksun’’

Page 57: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

54

ondan dolayı bu yapılanlar Allah’a hoş

gitmedi. Ama bir insan olarak, bir insanın

ölümüne herkes üzülür. Bir Türk-

Müslüman olarak her zaman üzülürüz. Biz

hiçbir zaman soykırım yapmadık ama

onlar insanlık dışıydılar. Bir insan olarak

dedim ki yapmasaydılar Allah da bunları

yaptırmazdı onlara.

Bu da sadece Türk milletinin

kişilerinde görülebilecek bir şeref galiba

Hanım hocam…

Evet, O yalnız Türk milletinde var. 1915’te

Ermeniler bizlere katliam yaptı. Ancak

savaş ortamında Ermenilerden kalan

çocuklara Kazım KARABEKİR sahip çıktı.

Bu hiçbir başka millette olmaz. Başka

milletler düşmanlık yaparlar. Türklere

baktığımızda, bize o kadar zulüm ettiler,

biz hiçbir zaman kötülük etmedik.

Ermenilerin toprak talepleri bugün

Gürcistan sınırlarına kadar ulaşabiliyor

hocam. Burada da Ahıska Türkleri’nin

topraklarına yerleşmiş bir Ermeni

kitlesi ve bu kitle aracılığı ile toprak

talep eden Ermeniler mevcut…

4 milyon var ya da yoklar. Bu toprakları ne

yapacaklar? Ben de anlamıyorum. Aynı

zamanda Gürcistan’da Ahılkelek’te, Ahıska

Türkleri yaşıyordu. Orası da güya bunlara

bağlıdır. Bu nedenle 1944 yılında, bir

gecede yapılan operasyonla katliama

maruz kaldılar. Geri kalanlar aynı gece

sürgün edildiler. Özbekistan Feragana’ya.

Sonraki dönemde Özbek Türkeri ile Ahıska

Türkleri arasında ikilik çıkardılar. Biz

burada yaşayan Ahıska Türkleri’nin

güvenliğini sağlayabilmek için

Azerbaycan’a getirmek istedik. Muttalibov

başta izin vermek istemese de biz

yürüyüşler düzenledikten sonra izin verdi.

Ahıska Türkleri bugün dahi vatanlarına

gidemiyor. Çünkü onların yerine

Ermenileri yerleştirdiler.

Bu Ermenileri her yere yerleştirme

çalışmaları Büyük Ermenistan hayaliyle

ilgiliydi. Başka çalışmalar da yaptılar

mı?

Büyük Ermenistan hayali için 1890 yılında

kurulan bir parti vardı: Taşnaksutyun.

Hemen ardından Hınçak partisi kuruldu.

Bunlar daha sonraları birleşerek tek bir

parti oldular. Bu partilerin esas gayesidir

büyük ermenistanı kurmak. Azerbaycan ve

Gürcistan topraklarını ele geçirip

Nahcivan, Karabağ, Ahalkalaki, Borçalı ve

Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinden

toprakları koparıp devlet kurmak isterler.

Siz 1 Nisan 1993’te Kelbecer’in işgal

edilmesinden sonra Kadın Taburu’nu

kuruyorsunuz. Kelbecer’in işgali

özellikle Elçibey ve hareketine karşı

yapılan bir faaliyetti. Siz bu faaliyeti

engellemek için Kadın Taburunu

kuruyor ve Türk kadınlarını da yanınıza

alarak AZ TV’de canlı yayına katılıp

Ermenilere karşı Türk kadınını göreve

çağırıyorsunuz. Kadın Taburu’nun

bundan sonra Ermenilere karşı

faaliyetlerinden bahsedebilir misiniz?

Page 58: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

55

Biz bağımsızlığı kazandıktan sonra Elçibey

bana, ‘’Hanım, unutma temiz Türk’ü

burada tutmazlar dedi. Nitekim bu şekilde

de oldu.

1 Nisan 1993’te Kelbecer’in işgale uğradığı

gün doğum günümdü. Kadınlarımız

doğum günümü kutlamak için toplanmış

hazırlık yapmışlardı. Ama Kelbecer’in işgal

edildiğini duyar duymaz, Elçibey’in

söylediklerini hatırladım. “ Önce Fuzuli

bölgesi, ardından Kelbecer işgal edilecek.

Sonra darbe yapılacak.” demişti. Fuzuli

bölgesini işgal edilmekten kurtardık ama

Kelbecer’i kurtaramadık.”

Kelbecer işgal edildikten sonra anladık ki

darbe geliyordu. Hemen bir karar aldık.

Darbe planları yapanları utandırmak ve

yapılacak darbeye engel olmak istiyorduk.

Benimle mücadele vermekte olan birkaç

kadınla birlikte hemen AZ TV’ye gidip,

canlı yayına katıldık. Azerbaycan kadın

taburu olarak dünyaya bir mesaj vermek

istiyorduk. “ durum o kadar vahimdir ki

kadınlar olarak savaşmak zorundayız.” Bu

yayında cemiyetin ve bizim bütün siyasi

faaliyetlerimizi durdurduğumuzu ve bir

kadın taburu oluşturduğumuzu: bundan

sonra tüm gücümüzle savaş bölgelerinde

olacağımızı söyledik. Savaş bölgelerine

gidip erkeklerle omuz omuza savaşacaktık.

Ertesi gün Halk Cephesindeki odama

geldiğimde yüzlerce kadınımız kadın

taburuna yazılmak için beni bekliyorlardı.

Böyle kadınları olan millet ölmez diye

düşündüm. Çünkü biliyordum kadınlar

meydana çıkınca erkekler evde

oturmazlardı.

Vatan savunmasında kadın

taburundan verdiğiniz şehitlerden de

bahsedebilir misiniz?

Vatan savunmasında kadın taburumuzdan

şehitler verdik. Melahat Nasibova

bunlardan biridir. Savaş bölgelerine

gitmiş, fiilen savaşmış. Yaralanmış fakat

esir düşmemek için canını feda etmiştir.

Karatel Hacımahmudova, Gönül

Kahramanova, Sadagat Racebova, Gülbar

Heydarova bunlardandır. Kadın

taburunda gönüllü olarak savaşan

kadınlarımız, topraklarımız uğrunda

Ermenilere karşı mücadele vermekte ve

ölüme gitmekteydiler. Melahat ve Karatel

hanımlar gibi birçok mücahit kadınımızı

Bakü’de şehitler mezarlığında toprağa

verdik. Bizim düzenli ordumuz yoktu.

Kıymetli insanlar, aydın üyeler hep şehit

oldular. Thomas Goltz kitabında onlardan

“Hanım Halilova’nın Amazonları” diye

bahsediyor.

Son olarak, Azerbaycan’da hiçbir

mezalime, haksızlığa uğramadan

rahatça yaşayan Ermeniler hakkında ne

söyleyebilirsiniz?

Yıllarca Ermenilerle komşuluk, dostluk,

arkadaşlık yaptım. Mesela sınıf

arkadaşlarım vardı, ermeni. Zor zamanım

olduğunda bana ekmek, su, aş getirdiler.

Kanaatim odur ki dini, dili, ırkı, milleti ne

olursa olsun insanları yalnız başlarına

bıraksalar, bir takım devletler çıkarları

için ortalığı karıştırmasalar herkes dost

olur. Bu oyunun baş aktörleri büyük

devletler. Halkın ne suçu var?

Page 59: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

56

PROF. DR. ÖMER TURAN/SÖYLEŞİ Bülent ERDİL

1. Ermeni Soykırımı iddiaları

konusunda; Ermeniler, içinde

bulunduğumuz yıl içerisinde birçok

çalışmada bulunmayı

hedeflemektedirler. Önümüzdeki 24

Nisan'dan sonra bizi neler bekliyor? Bu

açıdan Ermeniler'in kat ettiği yol

hakkında ne düşünüyorsunuz?

Önümüzdeki 24 Nisan’dan sonra bizi ima

etmeye çalıştığınız kötü şeylerin

beklediğini düşünmüyorum. Bu 100.

yılında 24 Nisan korkusunu doğru

bulmuyorum. Bunu gereksiz bir korku

olarak değerlendiriyorum. 100. Yılında 24

Nisan’da olacaklardan korkarak, panik

içerisinde bir şeyler yapmaya çalışmaktan

hayırlı bir sonuç çıkmaz. Bunu gevşeyelim

ve yatalım diye söylemiyorum. Soğukkanlı

ve bilinçli bir gayret içerisinde olalım diye

söylüyorum. Bu konuda 100 yıl boyunca

ne yaptık, ne yapmadık, eksiğimiz ne,

görelim, bir durum değerlendirmesi

yapalım ve ona göre harekete geçelim

diyorum. Bu bakımdan Ermeniler çok

büyük bir yol aldılar. Dünyada Türk’e,

Türkiye’ye düşman çevrelerden de destek

gördüler. Ama kendileri de hep çalıştılar.

Bilimsel olarak, siyasal olarak, sanatsal

olarak her yolu değerlendirdiler. Ve dünya

kamuoyunu belli bir istikamette

etkilediler. Bizdeki bu 24 Nisan telaşı ve

endişesi bunun bir sonucu.

2. Dünya geneline baktığınızda bu

konuya bakış hakkında ne

düşünüyorsunuz?

Büyük bir kesimi bir şey bilmiyor. Bildiğini

zannedenler Ermeni propagandasının

etkisinde yanlış bilenler. Bunların sayısı az

değil. Daha önemlisi etkililer. 20 civarında

ülkenin parlamentosunda Ermenilere

soykırımı yapıldığı kabul edildi. Bunların

arasında Kıbrıs Rum Kesimi gibi,

Yunanistan gibi, Rusya ve Fransa gibi bir

şekilde tarihsel ve siyasal sebeplerle

Türkiye’nin önünü kesmeye çalışan

ülkelerin yanı sıra Uruguay, Arjantin, Şili

gibi ülkeler de var. Uruguay

parlamentosundakilerin yarısından

fazlasının haritada Türkiye’nin yerini tam

olarak gösteremeyeceklerinden eminim.

Bizim milletvekilleri Uruguay tarihini ne

kadar bilirlerse Uruguay milletvekilleri de

bizim tarihimizi o kadar bilir. Ancak

Uruguay parlamentosunda 1965 yılında,

2004 yılında ve 2005 yılında üç kere

Ermeni soykırımı kararı çıktı. Neden?

Oradaki çok az sayıdaki insanın planlı ve

sistemli çalışmasının sonucunda bu karar

alınabildi. Bir kamuoyu oluşturuldu.

Amerika Birleşik Devletleri’nin 42

eyaletinde soykırım kararı çıktı. Bu karara

evet oyu veren eyalet parlamenterlerinin

kaçı Türkiye ve Birinci Dünya Savaşı

hakkında bir tane kitap okumuştur? Ama o

eyaletlerde çalışan bir avuç Ermeni’nin

ısrarlı çalışmaları sonucunda bu kararlar

alınabildi. Durum budur. Bu meyanda son

Page 60: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

57

50 yıl içerisinde çalışan olarak, tüccar

olarak, eğitim alan veya veren olarak

dünyaya yayılan varlığımızı

değerlendirmemiz gerekir diye

düşünüyorum.

3. Ermeni iddialarının 100. yıl

propagandasına karşılık, Türkiye'nin

yeterli çalışmalar yaptığını düşünüyor

musunuz? Neler yapmalıyız?

Dediğim gibi bu işi 100. yıl stresi ve

telaşına düşmeden soğukkanlı bir şekilde

değerlendirmeli, ne yapıp neyi ihmal

ettiğimizi tespit etmeliyiz evvela. Bizim bu

konudaki ilk bilimsel çalışmamız 1950

yılında Esat Uras tarafından kaleme alındı.

Arşivlerimizi değerlendirmek 1980’li

yıllarda aklımıza geldi. Hala belgelere

ulaşmada bir sürü zorluklarla

karşılaşıyoruz. Şu son beş on yıl içerisinde

Türk tezi bilimsel eserlerine kavuşabildi

desem abartmış olmam. Bu konuda Türk

tezi sanatsal eserlerine ne zaman

kavuşacak? 1930’lu yıllarda yazılan “Musa

Dağında Kırk Gün” romanını hepimiz

biliyoruz. Peki bu konuda Türk tezini

işleyen bir roman biliyor musunuz?

“Ararat”’tan, “Kesik” (The Cut)’e Ermeni

tezini işleyen kaç tane film sayabiliriz.

Peki, Türk tezini işleyen bir film ismi

söyleyebilir misiniz bana?

4. Ermeni Soykırımı iddiası konusunun

bilimsel anlamda, tarih bilimi ile

çözülebileceğini düşünüyor musunuz?

Yoksa bu konu ancak siyasal alanda mı

çözüme kavuşacaktır?

Tarihsiz olmaz. Ancak geldiğimiz nokta

itibariyle tarih de yetmez. Tarih, siyaset,

ekonomi, sanat, kamuoyu oluşturma

faaliyetleri hep birlikte olmalıdır.

5. Önceki hükümetlerin ve şimdiki

hükümetin Ermeni iddialarına yönelik

çalışmalarını ve konuya bakışlarını

nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önceki hükümetler de şimdiki hükümet de

günü kurtarmak kaygısı ile hareket etti,

ediyor. Günü kurtarmak önemli elbette

ancak orta ve uzun vadeli ve gerçekçi

stratejilere de ihtiyacımız var.

6. Ermenistan'ın, Azerbaycan ve

Gürcistan gibi ülkelerden de toprak

talep ettiğine dair söylemler var.

Gelecekte bu iki ülkeyi neler bekliyor

olabilir?

Ermenistan talep eder de, ne alabilir,

bilmiyorum. Ermenilerin bir hayalci

tarafları var. Birinci Dünya Savaşı

yıllarında bazı büyük güçlere güvenerek

olmadık işlere giriştiler. Akıttıkları kanda

boğuldular. Bin yıldır yaşadıkları

Anadolu’dan ayrılmak zorunda kaldılar.

Kafkaslarda da irredantist politikalarını

sürdürürlerse yine akıtacakları kanda

boğulurlar diye endişe ediyorum. Keskin

sirke küpüne zarar derler. Komşuları ile iyi

geçinmeyen, doğusunda Azerbaycan ve

batısında Türkiye ile kavgalı, Gürcistan ile

ilişkileri gergin bir Ermenistan ne kadar

güçlü olabilir, ne kadar ayakta kalabilir,

ben esas bunu düşünüyorum.

Page 61: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

58

7. Ermeni Soykırımı iddiaları

konusunda, Türk halkı da oldukça

bilinçsiz görünüyor. Bu bilincin oluşması

konusunda nasıl çalışmalar yapılabilir?

Meseleyi kaba bir Ermeni düşmanlığına

dönüştürmeden yaşanan geçmişin yeni

nesillere doğru bir şekilde aktarılması

önemli… Tarihimizi ve geçmişimizi doğru

bir şekilde çocuklarımıza ve gençlerimize

öğretebilirsek, tarih şuuruna sahip nesiller

yetiştirebilirsek bu mesele çözülür, artı

başka bir sürü mesele daha çözülür.

8. Üniversite ve STK'ların bu iddialara

karşı yapmış olduğu çalışmaları nasıl

değerlendiriyorsunuz?

Yetersiz görüyorum. Üniversitelerde uzun

vadeli araştırmalar yapılır, akademik

eserler üretilir. Bu çalışmalardan elde

edilen verileri sivil toplum kuruluşları,

popüler tarihçiler, gazeteciler, sanatkârlar

topluma kendi dillerinde aktarırlar. İkisi

de olmuyor. Üniversiteler ve araştırma

merkezleri bu anlamda kendilerinden

beklenen eserleri üretemiyorlar. Veya

ürettikleri yeterli değil. Sivil toplum

kuruluşları bunları takip edip topluma

yayma yerine kendileri eser üreterek

boşluğu doldurmaya kalkıyorlar. Kimse

kendi işini yapmıyor vesselam.

9. Ermeni iddialarının Türkiye'ye kabul

ettirilmesi sonucu, Türkiye'yi neler

beklemektedir?

Mithat Cemal Kuntay’ın “Ölmez bu vatan,

farz-ı muhal ölse de hatta - Çekmez

kürenin sırtı bu tabut-ı cesimi” beytinde

söylediği gibi böyle bir şey söz konusu

olamaz. Bu iddialar Türkiye’ye kabul

ettirilemez. Mamafih bizim vazifemiz

Ermeni tezlerini kabul etmemekle

yetinmek değildir, kendi tezlerimizi hem

dünyaya hem Ermenilere kabul ettirmeye

çalışmaktır. Bunun için evvela bilgi sahibi

olmak sonra da bu bilgileri ikna edecek bir

şekilde muhataplarımıza aktarabilme

becerimizi geliştirmek durumundayız.

Page 62: Gencay Dergisi - Sayı 38 - Mart 2015

GENCAY

millikanal.com