foucault ve birey

60
ÖZET GÜRBÜZ, Ayşe, Michel Foucault’da Birey ve Siyasal Güç Đlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2008. Bu çalışmanın ana amacı siyasal gücün kaynağını ve toplumsal/bireysel yaşam üzerindeki etkilerini ortaya koymaktır. Bunu yapmak için Foucault’nun hemen hemen tüm eserleri incelenmiş ve sistematik bir şekilde sunulmaya çalışılmıştır. Hiç şüphe yok ki, postmodernist ve postyapısalcı olarak Foucault, sosyal bilimlerde önemli bir kuramcıdır. Bireylere, topluma ve siyasal güce ilişkin yaklaşımı akademik çevrelerde geniş bir etkiye sahiptir. Foucault’a göre günümüzdeki her birey 19. ve 20. yüzyıla özgü toplumsal, siyasal ve kültürel koşullar tarafından kuşatılmıştır. Modernizm, bireylerin modern değerlere göre yeniden şekillendirilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Foucault, bireyleri zincirlerinden kurtarmak için modern siyasi koşulların eleştirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu nedenle bu çalışmanın odak noktasını, modernizm ve onun tarihteki köklerine yönelik eleştirileri oluşturmaktadır. Modernizmin günümüz bireyini, bireyselleştirmenin ötesinde nasıl ‘bireyşeyleştirdiği’ ni de ortaya koymaya çalışmaktadır. Anahtar Sözcüker Modernizm, Postmodernizm, Postyapısalcılık, Birey, Đktidar, Ekonomi, Bilim, Siyaset.

Upload: aysegul222

Post on 31-Oct-2015

179 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

Page 1: Foucault Ve Birey

ÖZET

GÜRBÜZ, Ayşe, Michel Foucault’da Birey ve Siyasal Güç Đlişkisi, Yüksek Lisans Tezi,

Sivas, 2008.

Bu çalışmanın ana amacı siyasal gücün kaynağını ve toplumsal/bireysel yaşam üzerindeki

etkilerini ortaya koymaktır. Bunu yapmak için Foucault’nun hemen hemen tüm eserleri

incelenmiş ve sistematik bir şekilde sunulmaya çalışılmıştır. Hiç şüphe yok ki, postmodernist

ve postyapısalcı olarak Foucault, sosyal bilimlerde önemli bir kuramcıdır. Bireylere, topluma

ve siyasal güce ilişkin yaklaşımı akademik çevrelerde geniş bir etkiye sahiptir. Foucault’a

göre günümüzdeki her birey 19. ve 20. yüzyıla özgü toplumsal, siyasal ve kültürel koşullar

tarafından kuşatılmıştır. Modernizm, bireylerin modern değerlere göre yeniden

şekillendirilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Foucault, bireyleri zincirlerinden kurtarmak

için modern siyasi koşulların eleştirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu nedenle bu

çalışmanın odak noktasını, modernizm ve onun tarihteki köklerine yönelik eleştirileri

oluşturmaktadır. Modernizmin günümüz bireyini, bireyselleştirmenin ötesinde nasıl

‘bireyşeyleştirdiği’ ni de ortaya koymaya çalışmaktadır.

Anahtar Sözcüker

Modernizm, Postmodernizm, Postyapısalcılık, Birey, Đktidar, Ekonomi, Bilim, Siyaset.

Page 2: Foucault Ve Birey

ABSTRACT

GURBUZ, Ayse, Relationship Between Individual and Political Power in Michel Foucault,

MA Thesis, Sivas, 2008.

The main objective of this study is to find out the source of political power and its effect on

social/personal life. To do this, almost all Foucault’s works will be examined and presented in

a systematic way. There is no doubt that as a postmodernist and a poststructuralist, Foucault is

a well-know theoretician in social sciences. His theoretical approach towards individuals,

society and also political power has a widespread effect in academic circles. For Foucault,

each individual in modern period is surrounded by the political, social and cultural conditions

peculiar to 19th and 20th centuries. Modernism asserted that individual must be reshaped

according to modern values. Foucault believed that modern political conditions must be

criticized to free individuals from their chains. For these reasons, the focus of this study is on

the severe criticism of Foucault towards modernism and its roots in the history. It is also

within this study to see how modernism customized today’s individual beyond customization.

KeyWords

Modernism, Postmodernism, Poststructuralist, Individual, Power, Economy, Science, Politics.

Page 3: Foucault Ve Birey

i

ĐÇĐNDEKĐLER

GĐRĐŞ ................................................................................................................... 1

1.MODERNĐZM, POSTMODERNĐZM ve POSTYAPISALCILIK .................. 4

2. BĐREY............................................................................................................ 15

3. FOUCAULT’DA BĐREY .............................................................................. 20

4. BĐREYĐ ÇEVRELEYEN ÜÇ GÜÇ ............................................................... 27

4.1. EKONOMĐ............................................................................................ 27

4.2.BĐLĐM .................................................................................................... 31

4.3.SĐYASET ............................................................................................... 35

5. FOUCAULT’DA ĐKTĐDAR.......................................................................... 40

SONUÇ .............................................................................................................. 50

KAYNAKÇA..................................................................................................... 53

Page 4: Foucault Ve Birey

1

GĐRĐŞ

Siyasal gücün, kaynağını ve toplumsal/bireysel yaşam üzerindeki etkisini,

Foucault’nun görüşleri ışığında ortaya koyma düşüncesi, onun bu konuda, akla gelen

başlıca isimlerden biri olmasından kaynaklanmaktadır.

Foucault’nun birey ve siyasal güç ilişkisine yönelik görüşleri iki açıdan

önemlidir: Đlkin Foucault mevcut düzene eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşmıştır.

Modernizmin etkisiyle Batı ülkeleri, sosyal, kültürel, ekonomik alanda büyük

değişimler yaşamıştır. Yaşanan bu değişimler Batı’nın ulus devlet yapısına

bürünmesiyle, siyasal alana da yansımıştır. Değişimin devlet yapısına yansıması,

toplumsal/bireysel hayatın geniş çaplı bir egemenlik alanına hapsolmasına yol

açmıştır. Özellikle 1960’larda modernizm, bireysel ve toplumsal yaşam üzerinde

siyasal güc aracılığıyla geniş egemenlik alanları oluşturmuştur. Modernizmin önemli

eleştirmenlerinden Foucault da bu noktada önem kazanmaktadır. Modernizmin

olumsuz etkilerinin belirginleştiği bir dönemde, bu konu üzerine eğilmiştir. Birey ve

onu çevreleyen siyasal güç ile temellendirilmiş, iktidar olgusunu çok özgün

değerlendirmelerle ele almıştır. Đkinci olarak, Foucault’nun ileri sürdüğü düşünceler

günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Günümüz toplum yapısı modernizm

temellidir. Modernizmin getirileri ve olumsuz etkileri tarafından yapılandırılmış bir

dönemde yaşıyoruz. Modernizmin güncelliğini koruduğu günümüzde, ona yönelik

eleştiriler de yoğunlaşmıştır. Foucault da bu eleştiriler bağlamında üzerinde

durulması gereken önemli bir isimdir.

Foucault için birey, mevcut düzenin sürekli gözetimi ve baskısı altında sıkışıp

kalmış bir bireydir. Siyasal güç olarak kendini belli eden, ancak diğer pek çok

yönüyle belirsiz olan iktidarın, varlığını sürdürebilmesi için kullandığı bir araç haline

gelmiştir. Đktidarın egemenliğine tabi olan ve bunu kanıksamış birey, artık iktidarın

belirlediği sınırlar çerçevesinde özgürdür.

Foucault çalışmalarında, iktidarın sahip olduğu bu gücün kaynağını bilimle

ili şkilendirmektedir. Bilim esas olarak insanların toplumda nasıl düşünüp,

davranacaklarını belirleyen onların yaşamına yön veren bir iktidar öğesidir. Bireyin

yaşamında geçerli olacak maddi manevi tüm olgular iktidarın ürünüdür. Bilimin asıl

Page 5: Foucault Ve Birey

2

işlevi, iktidarın kurmak istediği toplumsal egemenlik ve denetimi sağlayıp

sürdürmektir.

Đktidar odakları toplumsal hayata farkında olunmadan öyle nüfuz etmiştir ki,

zamanla iktidarın sürekli ve geniş çaplı egemenliği altında kendini bulan birey bunu

normal görmeye başlamıştır. Đktidarın egemenliğini gerçekleştirebilme gücü disipline

edici, düzen sağlayıcı yetkisinden kaynaklanmaktadır. Disiplini sağlamak ve düzen

kurmak adına tüm bireyler belirli yerlere kapatılmıştır. Örneğin, askerler orduya,

öğrenciler okula, hastalar hastaneye, işçiler işyerlerine, suçlular da hapishanelere. Bu

kurumların her biri anormal bireyleri normalleştirme, suçlu bireyleri normal

bireylerden ayırıp cezalandırma, ıslah etme görevi görmüştür. Modern çağda düzene

uyum sağlamayan birey anormaldir, akıl dışıdır, suçludur ya da delidir. Bu ayırma

işlemi, modernizm öncesinde toplumsal yapıdaki eşitsizlikten ötürü zaten

bulunmaktaydı. Ancak modernizm ile birlikte bilim, teknoloji ve kitle iletişim

araçlarının gelişimi ve yaygınlaşmasıyla daha etkili hale gelmiştir. Böylelikle normal

anormal ayrımı iktidarın varlığı ve düzenin devamı açısından zorunlu bir koşul

olarak, toplumsal yapıyı şekillendirmeye daha sistemli bir şekilde devam etme yetisi

kazanmıştır. Artık modern çağda birey, varlığının anlamını, değerini ve gücünün

sınırlarını bilmeyen (veya bilmeyen hale getirilen), iktidar baskısı altında ezilmiş

bireydir.

Bu çalışma, Foucault’nun kendi eserlerinin ve onun üzerine yazılan eserlerin

incelenmesinden oluşmaktadır. Bu çalışmada Foucault’nun modernizmi nasıl

eleştirdiğine ve nasıl postyapısalcı ve postmodernist olarak tanındığına ilişkin bilgiler

sunulacaktır. Ayrıca birey ve siyasal güç ile ilgili yapılmış çalışmalar gözden

geçirilerek, elde edilen bilgiler Foucault’nun görüşleri çerçevesinde yorumlanarak,

kuramsal bir değerlendirme yapılacaktır.

Çalışmanın birinci bölümünde, Foucault’nun birey ve iktidar ile ilgili

fikirlerinin temellerini oluşturan Aydınlanma/modernizm, postmodernizm ve

postyapısalcılık olguları üzerinde durulacaktır. Đkinci bölümünde, birey olgusu

üzerine genel bir değerlendirme yapılarak, üçüncü bölümde Foucault’daki birey

anlayışına yer verilecektir. Dördüncü bölümde ise, bireyi çevreleyen üç güç olarak

nitelendirdiğimiz ve birer iktidar öğesi olarak işlev gören ekonomi, bilim ve

Page 6: Foucault Ve Birey

3

siyasetten bahsedilecektir. Beşinci bölümde, Foucault’nun iktidar anlayışı, bu

anlayışı geliştirmede uyguladığı yöntem ve bireyin iktidara karşı tutumu

konusundaki fikirlerine yer verilecektir. Son olarak ise, bu beş bölüm ve Foucault

hakkında genel bir değerlendirme yapılacaktır.

Page 7: Foucault Ve Birey

4

1.MODERNĐZM, POSTMODERNĐZM ve POSTYAPISALCILIK

Tarihte aydınlık ve karanlık dönemlerin, devinim halinde yaşandığı bir

gerçekliktir. Bu devinime en iyi örnek olarak Antikçağ, Ortaçağ ve Aydınlanma

verilebilir. Antikçağın aydınlığı, Ortaçağın karanlığı, Aydınlanma döneminin ise

yeniden aydınlığı simgelediği söylenebilir.

Antik çağda eleştirel akıl ön plana çıkmıştır. Düşün ve bilim tarihinin

temelini oluşturan değerler keşfedilmiştir. Bireyi toplumsal yaşamda var eden

akılcılık, hümanizm, demokrasi, laiklik, özgürlük, eşitlik gibi olgular uygulama alanı

bulabilmiştir. Ortaçağda feodalite ve kilisenin baskısıyla siyaset, ekonomi, sanat ve

bilim, dogmatik düşüncenin etkisi altına girmiştir. Birey dini dogmalar altında

ezilmiş, bir anlamda yok sayılmıştır. Aydınlanma dönemi ise, bireyi içinde

bulunduğu yokluk durumundan ya da karanlıktan kurtaran bir hareket olarak

karşımıza çıkmaktadır.

Aydınlanma filozofları diğer dönemlerden farklı olarak bireylere ve

toplumlara değişik yaşam olanakları sunmuşlardır. Onlara göre, aydınlanmış birey

artık kendi aklının farkına varabilen bireydir. Bunun için özgür bireyin nasıl olması

gerektiği aydınlanmanın en önemli sorusu haline gelmiştir. Özgür birey ancak kendi

yaşamını kendi kurabilen bireydir. Aydınlanma düşünürleri bireyi her açıdan yeniden

ele almıştır. Ancak bu ele alış tarzı bir çok açıdan destek bulduğu kadar, özellikle

20.yüzyıla gelindiğinde eleştiriye de maruz kalmıştır. Çoğu düşünür aydınlanma

filozoflarının bireylere ve toplumlara biçmiş oldukları rollerin uygun olmadığını ileri

sürmüştür. Bu konudaki eleştirel düşünürler postmodernizm ya da postyapısalcılık

akımları içerisinde yer almışlar, postmodernist ya da postyapısalcı olarak

adlandırılmışlardır. Foucault da bu düşünürler arasında yer almıştır.

Bu bölümde, Foucault’nun neden postmodernist ya da postyapısalcı olduğunu

anlayabilmek için bu akımların genel iddialarına değinilecektir. Bunun yanı sıra

postmodernizm /postyapısalcılık temelde modernizmin eleştirisinden doğmuş

olduğundan başlangıç olarak modernizm ele alınacaktır.

“Aydınlanma 17. ve 18. yüzyıllarda varolan totaliterliğe, kastçı-feodal toplum

yapısına, baskıcı dinsel dünya görüşüne karşı, yeni olgunlaşmakta olan burjuvazinin

Page 8: Foucault Ve Birey

5

yönettiği bir özgürleşim hareketidir.” (Aslan ve Yılmaz, 2001:95). Bu hareketin

başlıca öncülleri, Locke, Bacon, Hobbes, Berkeley, Kant, Leibniz, Rousseau,

Diderot, Montesquieu, Voltaire gibi ünlü düşünürlerdir. Bu düşünürler sayesinde

Aydınlanma hareketi, 18.yüzyıl ve sonrasındaki Avrupa’nın toplumsal, düşünsel,

sanatsal ve bilimsel alanlardaki değişim ve dönüşümlerine yön vermiştir.

Aydınlanma ile birey toplumsal hayat içindeki gerçek yerini bulmuştur. Kant’ın

(1984:213) da belirttiği gibi, “Aydınlanma, insanın kendi suçuyla düşmüş olduğu bir

ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Ergin olmayış durumu, insanın kendi

aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. Bu ergin

olmayışa insan kendi suçuyla düşmüştür; bunun nedeni, aklın kendisinde değil, fakat

aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve

yürekliliğini gösteremeyen insanda aranmalıdır. Sapere aude! (Bilmek ve tanımak

yürekliliğini göster!) aklını kendin kullanma cesaretini göster”. Bu tür bir akıl

yürütme çerçevesinde, aydınlanma ile bireysel özgürleşme gerçekleşmiş olmaktadır.

Birey artık ortaçağda egemen olan dinsel otoritenin etkisinden çıkıp, kendi iradesine

göre hareket etme gücünü elde etmiştir. Bir başka ifade ile Aydınlanma sayesinde

insan, hiçbir dış güç tanımaksızın kendi kendinin efendisi haline gelmiştir. Öyle ki,

Aydınlanma, “…tarihsel gelenek ve dışsal otoriteler karşısında bir özerklik talep

etmek, kendi inançlarını ve hayatını düzenleme hakkı talep etmek demektir. Bu talep

insanın toplumsal olarak kendi kendisini yönlendirme ve temelde özerk olma

arzusunu ifade eder” (Küçük, 2000:30). Bu durumu olanaklı kılan tek şey ise aklın

özgürlüğüdür. Aklın özgürlüğü düşüncesi, Aydınlanmayı/modernizmi doğuran en

temel düşüncedir. Bu düşünce o dönemden itibaren toplumsal hayata öyle nüfuz

etmiştir ki, günümüzün bilimsel düşüncesinin de kaynağını oluşturur. “Đnsana ilişkin

işlerde aklın rolü ve aklın temelinde özgür bireylerin bulunduğu düşüncesi yirminci

yüzyıl sosyal bilimcilerinin Aydınlık çağı felsefecilerinden devraldıkları en önemli

temalardandır” (Mills, 2000:275). O dönemden itibaren, toplumsal hayat, inanca

karşı bilginin, teolojiye karşı bilimin egemen olduğu bir yapıya sahip olmuştur.

Modernizm, Aydınlanma hareketinin özelliği olan akılcılık, pozitif düşünce,

deneysellik, bilimsellik, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hümanizm, laiklik gibi

olguların toplumsal hayata yön vermesine işaret etmektedir. Modernizmle birlikte,

Page 9: Foucault Ve Birey

6

toplumsal hayatın varlık nedeni, onun gerçeklerini algılama/yorumlama biçimi,

kısacası toplumsal hayatın kendisi değişmiştir.

Modernizmle, toplumsal hayatı yönlendiren iki temel düşünce ortaya

çıkmıştır. Bunlardan birincisi, insanı her şeyin merkezine alan hümanizm, ikincisi ise

insan aklını her türlü gerçekliğin kaynağı sayan rasyonalizmdir. Bu iki akımı esas

alan Aydınlanma/modernizm, “…insanı evrensel bir organizmanın renksiz bir üyesi

olmaktan kurtarıp, onu kişili ğini arayan, benliğinin özel renklerini bütün

canlılıklarıyla ortaya koymak isteyen bir birey olarak yeniden yaratmıştır” (Gökberk,

2000:168). Đnsan artık varlığıyla tek ve değerli, aklıyla ise eyleyen ve

yönlendirendir.

Giddens (2004:55-56) da modernizmi anlatırken üç temel kaynağından söz

etmektedir. Bunlar:

“Zaman ve uzamın (zaman ve mekânın) ayrılması. Bu, sınırsız ölçekte

zaman-uzam uzaklaşmasının bir koşuludur; zaman ve uzamın kesin biçimde

dilimlenmesinin yollarını sağlar.

Yerinden çıkarma düzeneklerinin gelişimi. Bunlar toplumsal etkinliği

yerelleşmiş bağlamlardan “kaldırıp” toplumsal ilişkileri geniş zaman-uzam

uzaklıklarında yeniden düzenlerler.

Bilginin düşünümsel temellükü (muktedir oluşu). Toplumsal yaşama ilişkin

sistematik bilgi üretimi, toplumsal yaşamı geleneklerin değişmezliklerinden

uzaklaştırarak sistemin yeniden üretiminin bütünleyici bir parçası durumuna gelir”.

Giddens’in bu üç temellendirmesi modernizmin, toplumsal yaşamın yerleşmiş

kalıplarının, bilgi üretimi sayesinde, sistemli bir düzen oluşturmak amacıyla zaman

ve mekân ayrımını kullanarak, eskiden kopup yenide canlanmasını ifade eder. Bu

canlanma ortaya çıktığı toplumun tamamını ve o toplumun dışına çıkarak diğer

toplumları da etkileyebilecek özelliktedir. Çünkü temelinde insan aklının özgürlüğü

ve egemenliği vardır.

Modernizmin hedeflediği bireysel özgürlük ideali, “… sürekli ve doğrusal bir

ilerleme anlayışı üzerine oturmaktadır. Bu ilerlemenin, Aydınlanma felsefesine göre

Page 10: Foucault Ve Birey

7

belli bir amacı vardır; söz konusu amaç, ideal toplum düzeni olarak ifade

edilmektedir.” (Aslan ve Yılmaz, 2001:97).

Genel olarak, Aydınlanma/modernizm söylemlerinin bireysel ve toplumsal

hayatta olumlu etkiler yarattığı görülmektedir. Ancak postmodernistler, modernizmin

genel söylemlerin aksine masum olmadığını düşünmektedirler. Bu bağlamda

postmodernizm, modernizme bir tepki ve modernizmden bir kopuş hareketi olarak

karşımıza çıkmaktadır. Postmodern düşüncenin öncüllerinden olan Jameson’un

(2004: 91) da belirttiği gibi “Hiçbir modernite ‘teorisi’, bugün modernle postmodern

bir kopuş tezini kabul etmedikçe anlamlı değildir”. Postmodernizm, modernizme ait

görüşlerin sorunsallaştırılması hatta yadsınmasıyla kendini gösteren bir düşünce

biçimidir. Bu nedenle postmodernizmi anlamak için, bu düşüncenin modernizm

eleştirileri üzerinde durmak gerekmektedir.

Aydınlanma/modernizm ile ön plana çıkan, “…‘akılcılık’, ‘hümanizm’,

‘insan hakları’, ‘laiklik’, ‘demokrasi’, ‘özgürleşim’, ‘bilimsel düşünce’ ve ‘eşitlik’

gibi anlayışlar (ki bu anlayışlar çerçevesindeki Aydınlanma Hareketi’ ni

postmodernistler ‘büyük anlatı’ olarak görmekte ve bu projeye karşı çıkmaktadırlar)”

(Kızılçelik, 1996:8) toplumsal yaşamı tekdüzeleştirme ve bireyi bu ortam içinde

tektipleştirme işlevi görmeye başlamışlardır. Bu nedenle postmodernizm, bu

anlayışlar temelinde ortaya çıkan tüm ‘izm’leri (Marksizm, faşizm, kapitalizm, vb.)

yadsımaktadır. Postmodernistlerin büyük anlatı (grand narrative) olarak

adlandırdıkları bu anlayışlara karşı çıkışlarının temelinde, insanlığın kurtuluşu için

büyük anlatılar üretmek yerine bireysel/yerel değerlerle çözüm üretmenin daha doğru

olacağı düşüncesi vardır. Aydınlanma döneminin ürünü olan büyük anlatılar

yüzünden, insanın bireysel özellikleri, farklılıkları, görelilikleri yok edilmiştir. Bu

nedenle postmodernizm, göreliliğe ve dil, din, kültür vb. tüm farklılıklara vurgu

yapmaktadır. Genel kabulü, kesinliği, büyük anlatılara dayalı açılımları ve çözüm

yollarını reddetmektedir.

Bu çerçevede, modernizmin eleştirisi olarak postmodernizm olgusu, özellikle

modernizmin olumsuz sonuçlarının yaşanmaya başladığı süreçte ortaya çıkmıştır.

“20. yüzyıl iki büyük dünya savaşına, sosyalizm ve faşizm gibi totaliter rejimlere,

temelinde kapitalizmin bulunduğu sömürgecilik girişimlerine, araçsal rasyonalizme,

Page 11: Foucault Ve Birey

8

yaşam biçiminde gözle görülür bir standardizasyona ve artık insanlığın geleceğini

tehdit edecek boyutlara ulaşan ekolojik sorunlara sahne olmuştur. Bütün bu yaşanan

tec rübeler, modernitenin özgür, müreffeh ve mutlu bir geleceğe ilişkin projesini ve

projenin temel varsayımlarını kuşkulu hale getirmiş ve bu kuşku kültür, sanat, felsefe

ve sosyal teori gibi bir çok alanda yansımasını bulmuştur” (Küçükalp, 2003:100).

Modernizm özellikle 20. yüzyılla birlikte, toplumsal sorunlara çözüm üretmek yerine

bu sorunların kaynağı olmaya başlamıştır.

Berman’ın (2006:28-29), modernizm hakkındaki eleştirel temelli şu sözleri, modernizmin toplumsal yaşam üzerindeki etkilerini kapsamlı bir şekilde ifade etmektedir:

“Modern hayatın girdabı birçok kaynaktan beslene gelmiştir: Fiziksel bilimlerde gerçekleşen, everene ve onun içindeki yerimize dair düşüncelerimizi değiştiren büyük keşifler; bilimsel bilgiyi teknolojiye dönüştüren, yeni insan ortamları yaratıp eskilerini yok eden, hayatın tüm temposunu hızlandıran, yeni tekelci iktidar ve sınıf mücadelesi biçimleri yaratan sanayileşme; milyonlarca insanı atalarından kalma doğal çevrelerinden koparıp dünyanın bir başka ucunda yeni hayatlara sürükleyen muazzam demografik altüst oluşlar; hızlı ve çoğu kez sarsıntılı kentleşme; dinamik bir gelişme içinde birbirinden çok farklı insanları ve toplumları birbirine bağlayan, kapsayan kitle iletişim sistemleri; yapı ve işleyiş açısından bürokratik diye tanımlanan, her an güçlerini daha da arttırmak için çabalayan ve gitgide güçlenen ulus-devletler; siyasal ve ekonomik egemenlere karşı direnen, kendi hayatları üzerinde biraz olsun denetim sağlayabilmek için didinen insanların kitlesel toplumsal hareketleri; son olarak, tüm bu insanları ve kurumları bir araya getiren ve yönlendiren, keskin dalgalanmalar içindeki kapitalist dünya pazarı. Yirminci yüzyılda, bu girdabı doğuran ve onu sürekli bir oluş halinde yaşatan süreçler ‘modernleşme’ diye adlandırılmıştır”.

Birey ise, toplumsal yaşamda oluşan bu girdap içinde savrulmaya hapsolmuştur.

Modernizm ile Batı’da bilim ve teknolojinin ilerlemesine paralel olarak hızlı

bir toplumsal değişim ve gelişim yaşanmıştır. Gelişen teknoloji bireyin yaşamını

kolaylaştırmış, yaşam düzeyinin yükselmesini sağlamıştır. Tam da modern

söylemlerin istediği gibi toplumsal yaşam içinde insan kendini bulmuş, kendi başına

bir varlık olabilmiştir. Ancak bu hızlı değişim zamanla bireyi, kendi aklının yaratmış

olduğu bilimin, teknolojinin esiri haline getirmiştir. Birey yaşamının her alanını

kaplayan teknoloji, onun yaşamını kolaylaştırmanın sınırını aşmış, bu yaşama yön

verir hale gelmiştir. Artık birey teknoloji olmadan bir hiçtir. Ayrıca bilimsel ve

teknolojik gelişme ile yaygınlaşan sanayileşme toplumsal yaşam koşullarında büyük

değişimlere neden olmuştur. Birey, hızlı kentleşme, mekanik ve işlevsel öğelerin

toplumsal yaşamda etkili olmaya başladığı bir toplumsal yapılanma içine doğru

Page 12: Foucault Ve Birey

9

sürüklenmiştir. Toplumsal dayanışmada yaşanan zayıflama, bireylerin birbirinden

uzaklaşmasına; toplumun temelini oluşturan ailenin yapısında meydana gelen

küçülme (geniş aileden çekirdek aileye geçiş), bireyselleşmenin daha da artmasına

neden olmuştur. Bu durum zamanla bireyin önce çevresine sonra da kendisine

yabancılaşmasına yol açmıştır. Modern dünyadaki birey açısından artık, hem çevresi

hem de kendisi için bir değer kaybı ve anlamsızlık söz konusudur. Benhabib’in

(2006:84) de belirttiği gibi “Anlamın yitimi yabancılaşmış-dünya anlamına gelir.

Bununla birlikte, toplumsal yaşamın rasyonelleşmesindeki artışla birlikte modern

birey gittikçe özerk anlamı tanıyamaz hale geldi. Yabancılaşmış-dünya dünyevi

konformizme dönüştürüldü. Kolektif yaşamın tüm alanlarında, toplumsal

rasyonelleşme, uzmanların rasyonelleştirilmi ş hiyerarşik aygıtına benzer biçimde

yetkilerin kısıtlandığı ve itaatin öğrenildiği bir örgüt modelini yeniden üretti”.

Çevresi ve kendisi arasındaki anlamsal bağı yitirmiş olan birey, modern dünyanın

işlevsel bir parçası haline gelmiştir. Bu durum modernizmin kaçınılmaz sonucu

olarak toplumsal yaşamı biçimlendirmiştir.

Bauman’ın (2007:154) da belittiği gibi, “…modernlik bir yapay düzenin ve

büyük toplumsal tasarıların çağı; toplumu uzmanca tasarlanacak, sonra yetiştirilecek

ve tasarlanmış biçimin korunması için doktorluk yapılacak bakir bir toprak parçası

gibi gören plancıların, hayalcilerin ve -daha genel olarak- ‘bahçıvanlar’ın

dönemidir”. Postmodernist düşüncenin üzerinde durduğu nokta modernizmin,

toplumsal düzeni sağlama adına, toplumsal yaşama istediği gibi yön verebildiği,

kurulu bir düzen olmasıdır. Bu düzen toplumsal hayatta öyle yer etmiştir ki,

Berman (2006:57) bu durumu şöyle ifade eder:“Modern hayatın baskı ve

adaletsizliklerine direnmeye çalışmanın faydası yoktur; çünkü özgürlük düşlerimiz

bile zincirlerimize yeni kilit takmaktan başka işe yaramaz. Ne var ki bunun tümden

yararsız olduğunu bir kez anladık mı, hiç olmazsa rahatlayabiliriz”.

Giddens, (2004:13) bugün içinde bulunduğumuz sosyal koşulların durumu

hakkında şunları söyler: “Bu durumun nasıl gerçekleşmiş olduğunun analizi için

yalnızca postmodernlik ve benzerleri gibi yeni terimler icat etmek yeterli değildir.

Bunun yerine toplumbilimlerde şimdiye kadar oldukça belirli ve özgül nedenlerden

dolayı yetersiz şekilde anlaşılmış olan modernliğin kendi doğasına tekrar bakmalıyız.

Page 13: Foucault Ve Birey

10

Bir postmodernlik dönemine girmek yerine, modernliğin sonuçlarının eskisinden

daha çok radikalleştiği ve evrenselleştiği bir başka döneme doğru gidiyoruz”.

Giddens’ın bu düşüncesi paralelinde, günümüz sosyal koşullarını anlamak için tekrar

modernizme baktığımızda, modernizm söylemleri sayesinde bilim ve teknoloji

alanında yaşanan gelişmelerin, Batı’nın ekonomik açıdan gelişmesini ve

güçlenmesini sağladığını görürüz. Bu gelişmeyi (modernleşmeyi) sağlayamayan

diğer ülkeler Batı tarafından azgelişmiş ülke olarak adlandırılmıştır. Azgelişmiş

ülkeler gelişmek ve Batılı devletler gibi güçlü olmak adına, modernleşme politikaları

izlemişlerdir. Azgelişmiş ülkelerin izlemiş olduğu bu politika onları, Batılı

devletlerin istekleri ve çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlamıştır. Bu durum

Batı’yı ekonomik bakımdan hem içte hem de dışta güçlü hale getirmiştir.

“‘Modernleşme’ uğruna azgelişmiş ülkelerin gösterdikleri ciddi ve samimi çabalar,

Batılı ülkeler ve kuruluşlarca da istenmiş ve desteklenmiştir. Uluslararası kuruluşlar

(örneğin, ekonomi alanında Dünya Bankası, IMF, kültürel ve siyasi alanda BM,

UNESCO vb.), azgelişmiş ülkelere çeşitli şekillerde yardımlar yapmışlar, bu ülkeleri

Batılılaştırmaya uğraşmışlardır” (Cirhinlioğlu, 1998:61). Bu uğraşı azgelişmiş

ülkeleri, sosyal,siyasal, kültürel ve ekonomik açıdan Batı’ya bağımlı kılmış, Batı’nın

egemenlik alanını genişletmesine yardımcı olmuştur.

Berman (2006:27), “Modern olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme,

kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip

olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden

bir ortamda bulmaktır kendimizi” demektedir. Azgelişmiş ülkelerin içinde bulunduğu

durum da bunun bir göstergesidir. ‘Modern olmak’, Batı’ya güç ve geniş egemenlik

alanları sağlarken, ‘modern olmak çabası’ dahi azgelişmiş ülkelere Batı’ya

bağımlılıktan başka bir şey getirememiştir. Çünkü Batı gibi modern olmaya çalışan

bu ülkeler, Batı’nın geçtiği tarihsel süreçten geçmemiştir. Bu nedenle Batı’nın

yaşadığı modernizmi de tam anlamıyla yaşamaları çok zordur. Bu ülkeler

gelişmelerinin kaynağını kendi iç dinamiklerinde aramadıklarından, gerçek anlamda

bir modernleşme yaşamaları zor görünmektedir. Çünkü onların modernleşme

çabaları, bu ülkeleri Batı’ya daha da bağımlı kılmaya sürüklemektedir.

Page 14: Foucault Ve Birey

11

Modernizm, sadece maddi anlamda birtakım gelişmelerden ibaret değil,

kültürel yenileşme ve gelişmeyi kapsamaktadır. Bu çerçevede duruma kültürel

açıdan baktığımızda, “Dil, değer ve bilgilenme biçimleri olarak aydınlanma sürecini

tam olarak yaşamayan toplumlar, ekonomik eşitsizlik dolayımında gündeme gelen

ili şkiler sadece meta ve para hareketleri olmasının ötesinde iletişim aygıtlarının da

varlığında kültürel var oluş biçimlerinin hızla erozyona uğramasına neden olmuştur”

(Ercan, 1996:218). Modernleşme çabası, bu ülkeler için hem maddi hem de manevi

sıkıntılara yol açmıştır. Kısacası, modernleşme ve onun getirileri daha çok güçlüye

fayda sağladığından, güçlü ile zayıf arasındaki farkın giderek artmasına neden

olmuştur.

Modernizmin, Batı dışında tüm dünyayı etkilemesini Jameson (2004: 119) şu

şekilde açıklar:

“Bütün önemli gerçekliklerin kendisi kesinlikle bunu yaparlar ve daha yakından bakıldığında, kendi özel bağlamlarında yerlerine başkası geçtiğinde, birbirinin yerine geçen her gerçekliğin, bu anlamda, bizatihi bir modernizm olduğu bile söylenebilir. Her gerçeklik aynı zamanda tanım gereği yenidir: Ve kendi temsili için bütün bir yeni alanı ele geçirmeyi hedefler. Her gerçeklik henüz temsil edilmemiş olanı ilhak etmek ister.(Ve modernizm çağı boyunca ve ötesinde, dünyanın çeşitli bölgelerinde ve toplumsal bütünlüğün temsilin hala nüfuz etmediği kısımlarında hala yeni ve canlı, duyulacak ve tanınacak olan gerçekliklerin olmasının nedeni de budur.) Bu sadece her gerçekliğin, kendinden önce gelenin sınırlarından duyulan hoşnutsuzluktan doğduğunu söylemek değil, ama aynı zamanda, daha temel olarak, gerçekliğin kendisinin genel olarak, benzersiz ayırıcı özelliği olarak modernizme atfettiğimiz, dinamik yeniliği de paylaştığını söylemektir”.

Bu durum modernizmin etkilerinin ve sonuçlarının tüm dünyada yayılımının

kaçınılmazlığını ortaya koymaktadır.

Bir başka postmodernist olan “Foucault’nun modernite ve hümanizma

eleştirisi, toplum ile ilgili yeni perspektifleri ortaya atması ve ‘insanın ölümü’ tezi

bilgi ve iktidar ilişkileri ile ilgili çözümlemeleri onu postmodern düşüncenin belli

başlı kaynaklarından biri haline getirmiştir” (Şaylan, 2006:255). O da diğer

postmodernistler gibi Aydınlanmacı, modernist yaklaşıma eleştirel gözle bakmıştır.

Ancak bilgi-iktidar ilişkisine, bakış açısı ve bu konuları çözümlerken ileri sürdüğü

Page 15: Foucault Ve Birey

12

biyoiktidar, kendilik teknolojisi, genealoji gibi kavramlar∗, Onun diğer

postmodernistlerden ayırıcı noktalarını ortaya koymaktadır.

Aydınlanma, modernizm, postmodernizm üzerine yapmaya çalıştığımız

açıklamalar dışında, Foucault’nun fikirleri doğrultusunda (aynı zamanda bir

postyapısalcı olması nedeniyle) postyapısalcılığa da değinmek doğru olacaktır.

Postyapısalcılık 1960’larda Fransa’da yapısalcılığa eleştirel bir bakış açısı

olarak, ortaya çıkan bir düşünce şeklidir. Yapısalcı düşüncede, yapı onu oluşturan

öğelerin tek tek ayrımından ziyade onun tümünü ifade eder. Anlamlı ve önemli olan

da budur. “Yapısal kuram ısrarlı bir şekilde indirgemecidir, genel prensiplerle, bir tek

davranışın bütün karmaşıklıklarını birleştirme iddiasındadır” (Waters, 2008:194).

Gerçeklik parçada değil de parçaların oluşturduğu bütündedir. Jameson’un (2003:35)

da belirttiği gibi, önemli bir yapısalcı olarak Saussure’un ve diğer yapısalcıların

hemfikir olduğu nokta “…anlamın tamamen toplumsal uylaşıma ve kabule

dayandığı, kendinde ve kendinden ‘doğal’ uygunluk taşımadığı”dır. Yapısalcılık, ilk

olarak dil üzerine yapılan çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Dilin yapısı çözümlenmeye

çalışılmış ve yapılan bu çözümleme ile anlamsal bir bütünlüğe varmanın önemi

kavranmıştır. Öyle ki yapısalcı kuramda, söz dizgeleri, “…sonunda neye

dönüşürlerse dönüşsünler, anlamın temel birimleri olduklarına göre, onların ötesine

geçmek ve bir sınıfın üyeleri olarak işlev görecekleri anlamda daha soyut bir tanım

kurmak mantıksal olarak olanaksızdır” (Jameson, 2003:26). Yani doğala, öze, özele

inildikçe anlamdan uzaklaşılır. Bu fikir zamanla diğer bilimlere uygulanmaya

çalışılmış ve yaygınlık kazanmıştır.

Yapısalcılık ile yapıyı oluşturan öğeler arasındaki uyumun zorunluluğuna

dikkat çekilip, yapıdan hareketle genel yasalara ulaşılmaya çalışılmıştır.

Postyapısalcılık ise, yapısalcı düşüncenin tersine temel anlayış olarak, büyük

anlatılara ve genel yasalara ulaşmaya karşı çıkmaktadır. Bütünden çok parçanın,

genelden çok özelin, uyumdan çok farklılığın, tekliğin/tekilliğin önemine vurgu

yaparlar. Postyapısalcılık bu açıdan postmodernizmle örtüşmektedir. Bu nedenledir

ki postyapısalcı düşüncenin önemli isimleri arasında sayacağımız düşünürler, aynı

∗ (Bu kavramlara ilerleyen bölümlerde ayrıntılı biçimde değinilecektir.)

Page 16: Foucault Ve Birey

13

zamanda postmodernizmin de öncülleridir. Strauss, Lacan, Derrida, Dleuze, Lyotard,

Foucault gibi. Dolayısıyla, “…post-modernizm konusunda yazılanların büyük

çoğunluğu postyapısalcılık için de geçerlidir” (Rosenau, 2004:19). Postmodernizmde

olduğu gibi postyapısalcılık da “…nedensellik, özdeşlik, özne ve doğruluk

kavramlarının eleştirisi olarak karşımıza çıkmaktadır” (Sarup, 2004:13). Birey için

tek bir neden, tek bir doğru, özdeşliğe dayalı tek bir anlayış düşüncesi eleştirilir. Bu

iki söylem “…arasındaki en önemli farklılık özle ilgili değil yapılan vurguyla

ilgilidir: Post-modernistler kültürel eleştiriye daha eğilimli oldukları halde, post-

yapısalcılar yöntemi ve epistemolojik meseleleri vurgularlar” (Rosenau, 2004:19).

Düşünceleri ve eserlerine bakıldığında hem bir postmodernist hem de

postyapısalcı olarak nitelendirilen Foucault’nun (2001a:39) bu iki kavram için

söyledikleri ilginçtir: “Yapısalcılık olarak bilinen şeyin ardındaki belli bir sorun -

daha açık söylersek, özne ve öznenin yeniden biçimlendirilişi- olduğunu açıkça

görüyorken, post-modern ya da post-yapısalcı diye adlandırdığımız insanların ne

çeşit bir sorunu olduğunu anlamıyorum”. Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz ki,

kendisini ne bir postmodernist ne de postyapısalcı olarak değerlendiren Foucault’u

bu söylemlerin düşünürlerinden biri yapan şey modernizmin ve söylemlerinin büyük

bir eleştirmeni olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü o kendini her hangi bir ‘izm’

çerçevesine koymak veya postmodernist düşüncenin karşı çıktığı gibi, bir büyük

anlatı kalıbı içinde değerlendirilmek istemez. Onun şu cümleleri bu fikrini daha açık

yansıtmaktadır: “Kendime bir kimlik biçme yanlısı olmadığım, beni yargılama ve

sınıflandırma eylemlerinin çeşitlili ğinden bayağı keyif aldığım doğrudur. Bu kadar

çeşitli yönlerde bunca çaba harcandıktan sonra bana az çok yaklaşık bir yer

bulunmalıydı. Değişik yargılarla ortaya çıkan insanların yeterliliğinden açıkça

kuşkulanamayacağım ve onların dikkatsizlik ya da ön yargılarına meydan okumak

mümkün olmadığı için de, beni her hangi bir konuma oturtmadaki başarısızlıkların

benden kaynaklanan bir konu olduğuna inanmak zorundayım” (Foucault,

2005a:281).

Sonuç olarak, modernizm, postmodernizm ve postyapısalcılık Batı’nın ve

dolaylı olarak tüm dünyanın toplumsal yapısını etkileyen olgulardır.

Page 17: Foucault Ve Birey

14

Modernizm ile toplumsal/bireysel yaşam üzerine kurulmuş başta din olmak

üzere tüm dogma ve hegomanyalara karşı bir savaşım içine girilmiştir. Aydınlanma

hareketiyle başlayan bu savaşım, bir özgürleşme hareketidir. Genel anlamda

toplumun temelde ise insanın ve onun aklının özgürleşmesine dayanan bir

özgürleşme hareketidir. Bu özgürleşme hareketi tarihsel süreç içerisinde toplumsal

yapıda meydana getirdiği değişim, gelişim ve bunların ortaya çıkardığı sorunlarla

kendini gösteren bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Modernizmin toplumsal yapı ve birey üzerindeki olumsuz sonuçlarının

yaşandığı bir dönemde ortaya çıkan postmodernizm ise, düşünsel olarak

postyapısalcılıkla paralellik gösteren, işlevsel olarak da modernizm eleştirisi olarak

değerlendirebileceğimiz bir olgudur. Postmodernizm ile birlikte sanattan siyasete,

ekonomiden bilime, modernizmin birey üzerinde yaratmış olduğu maddi ve manevi

problemlerin kaynağı olabilecek toplumsal yapının tüm ögeleri eleştirilmi ştir.

Bu düşüncenin önemli isimlerinden olan Foucault modernizm söylemlerinin

yaratmış olduğu birey ve onun denetimini elinde bulunduran iktidar olgusu üzerinde

yoğunlaşmıştır. Onun bu konuda yapmış olduğu çalışmalar, modernizm eleştirisinin

temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu eleştirilere çalışmamızın ilerleyen

bölümlerinde ayrıntılı bir şekilde değinilecektir.

Page 18: Foucault Ve Birey

15

2. BĐREY

Birey, yaşadığı ili şkilerle toplum içinde var olan, bunun yanı sıra toplumdan

bağımsız olarak kendi başına da bir varlığı ve özerkliği olan insandır. Ancak

toplumsal yaşamın en temel varlığı olarak açıkladığımız bu olgunun, daha derin

anlamları vardır.

Birey, bilimler tarafından farklı şekillerde değerlendirilmiş ve tanımlanmıştır.

Mantıkta tek varlığı gösteren bir terim iken, psikolojide insanların benzer yanlarını

kendinde taşımakla birlikte, kendine özgü ayırt edici özellikleri olan tek varlık,

sosyolojide ise toplumları oluşturan ve düşünsel duygusal yönleri ile ilgili özellikleri

toplum içinde belirlenen insanların her biridir. Görüldüğü gibi birey kelimesinde bir

‘tek’lik ve ‘özel’lik söz konusudur. Birey toplumdaki varlığıyla, kalabalık insan

topluluğunun bir parçası değil, toplumu oluşturan önemli bir yapıtaşıdır. Bir birey

olarak insanın varlığı, modernizm sonrasında önem kazanmıştır. Birey, modernizmle

birlikte sanatta, ekonomide, siyasette toplumsal yaşamın her alanında etkinliğini

arttırmaya başlamıştır.

Birey olgusu, “…insanın özgür olduğu, düşünebilen bir eyleyen olması

nedeniyle insanın düşünme sürecinin asla baskı altına alınamayacağı varsayımı

üstüne kuruludur” (Sarup, 2004:9). Bunu sağlayan düşünsel zemin ise modernizm ile

hayat bulmuştur. Modernizm, sosyal yaşam içindeki her insanın kendi başına

düşünebilen ve karar verebilen bir fert, ‘birey’ olmasını sağlamıştır. Birey,

modernizmin ve onun yaratmış olduğu günümüz batı kültürünün en önemli

unsurlarından biridir.

Modernizm, toplumu eskiden farklı olarak, bir insan yığını olarak değil,

bireyler topluluğu olarak değerlendirir. “Aydınlanma ve koşut liberal düşüncenin

etkisinde evrilen ilk refah devleti söyleminde halk (teba), yani bir kitle vurgusu

giderek azalırken, birey nosyonu öne çıkmaya başlar” (Tekelioğlu, 1999:47).

Modernizm, feodal sistemdeki dini dogmalara dayalı, ekonomik, siyasi ve kültürel

toplum yapısı altında köleleşen bireyi kurtarma vaadiyle kendine yer edinmiştir. 18.

yüzyıl insanını mahkûm olduğu kölelik durumundan kurtarma söylemi, ‘özgürlük’

kavramıyla toplumsal hayatta işlevsellik kazanmıştır. Ekonomide özgürlük,

Page 19: Foucault Ve Birey

16

kapitalizm; siyasette özgürlük, ulus devlet; düşüncede özgürlük, pozitivizm ve

rasyonalizm, 18. yüzyıl insanını bireyselleştiren olgular olarak karşımıza çıkmıştır.

Modernizmin ürünü olan, kapitalizm, ulus devlet, pozitivizm ve rasyonalizm

olgularıyla bireyselleşen insan, zamanla bu olguların egemenlik aracı haline

gelmiştir.

Wagner’in (2003:62) belirttiği gibi, “Özerklik düşüncelerini egemenlik

düşünceleriyle bağlantılandıran ‘çıkar’, ‘denetim’ ve ‘araç’ gibi kavramlar (notion)

modernlikte hayati önemdedir. Doğayı, toplumsal ilişkileri ya da kendi kedini bilme

ve denetleme çıkarı için bir kimse ya da kendi kendini tanımlayan bir kolektif

tarafından özerk bir şekilde geliştirilen ve kullanılan araçlar neredeyse kendi kendini

haklılaştırıcı niteliktedir. Modern koşullar altında genellikle bunlara karşı çıkmak

çok zordur”. Öyle ki bu koşullar iktidar tarafından bireye etkin bir şekilde

benimsetilmiştir, egemen olanın doğruları bireyin doğruları haline getirilmiştir. Bunu

sağlayan şey ise, çıkar olgusunun temellendirdiği kapitalizmdir. “Modernleşme ve

bunun düşünsel dile geliş biçiminin tarihsel olarak ileri bir düşünce, bir proje

olmasına rağmen; kapitalist ekonomik işleyiş yani daha fazla birikim, daha fazla kâr

amacı, bu projenin yönünü değiştirmiştir. Bunun yerine kapitalizmin sürekli üretim

ve sürekli tüketim mantığı, insana rağmen gelişme olgusunu gündeme getirmiştir”

(Ercan, 1996:36). Modernizm tarafından bireye sunulan ekonomik anlamdaki bu

özgürlük (kapitalizm), sınırsız üretim ve sınırsız tüketim zihniyeti ile bireyi,

beklenenin aksine, ekonominin bir kölesi haline getirmiştir. Birey, ürettiği ve

tükettiği oranda özgürdür. Sınırsız üretme ve sınırsız tüketme özgürlüğünü

kullandığı oranda o düzen içinde var sayılmıştır. Çünkü bireyin bu eyleminin

sonucunda kapitalist sistem, dolayısıyla mevcut düzen işlerlik kazanarak

devamlılığını sağlayabilecektir.

18. yy insanını özgürleştirme misyonu taşıyan devlet ise, “… bireyi

özgürleştirmekten çok onu söylemsel olarak kurmaya çalışır” (Tekelioğlu, 1999:49).

Yani devlet bireyi, kendi istediği şekilde biçimlendirmeye çalışır. Modern düzenin

bir aygıtı olarak ulus devletin esas işlevi budur. “…modernite düşüncesinin

oluşturduğu devlet, nüfusu çeşitli kategorilerde gözlemleyen, nüfusu en alt birimine,

yani ‘bireye’ kadar tanımlamak isteyen bir yapıdır. Feodalitenin kral-tebâ ilişkisi,

Page 20: Foucault Ve Birey

17

yerini modernitenin devlet-yurttaş ya da toplum-birey ilişkisine terk eder”

(Tekelioğlu, 1999:48). Yapılan kategorileştirme, devletin topluma daha kolay şekil

vermesini sağlamıştır. Feodal dönemdeki kral-tebâ ilişkisinden farkı, tebânın yani

toplumun, kendini devlet karşısında özgürce hareket edebilen bireyler topluluğu

olarak görmesidir. Bu durum ise yönetme işine kolaylaştırıcı bir etki sağlamıştır.

Öyle ki, kendini özgür sanan birey, devletin egemenliğini ve onun düzenin devamı

adına, uyguladığı yaptırımları (gerekli gördüğünde güç kullanma yetkisini) meşru

görmektedir. Bauman’ın (2000:73) da belirttiği gibi, “Birey olmak ille de özgür

olmak demek değildir. Geç-modern ya da postmodern toplumda sunulan, hatta bu

toplumda en yaygın olan bireysellik biçimi –özelleşmiş bireysellik- özünde

özgürlüksüz anlamına gelir”.

Modernizmin düşünsel yönünü oluşturan, pozitivizm ve rasyonalizm olguları

ise, insana saf akla ve onun algılayabildiği somut gerçekliğe dayalı bir düşünce

şeklini sunarak, özgürlük vaat etmiştir. Bu sayede insanın bir birey olarak varlığını

olanaklı kılmıştır. Birey kendi aklını kullanarak genel bilgi ve kuralara ulaşabilir.

Akla uygun olan gerçek olan, gerçek de akla uygun olandır. Ancak bu katı

rasyonalite ve pozitivist düşünce, araştıran, merak eden ve sorgulayan aklın zamanla

araçsal akla dönüşmesine yol açmıştır. “Toplumun artan rasyonalizasyonu, bu

rasyonalizasyon ile insan aklı arasındaki çelişki, akıl ile özgürlük arasında olacağı

sanılan uyumun gerçekleşmeyişi; sonunda rasyonelliği olan fakat kişisel akıl ve

düşünce yeteneği olmayan, gitgide daha çok kendi kendini rasyonalize eden, fakat

aynı anda gitgide daha çok huzursuzlaşan bir insan yaratmıştır. Çağımızın özgürlük

sorununun da, en iyi biçimde, bu insan tipinin özellikleri ve koşulları açısından ifade

edileceği açıktır” (Mills, 2000:277-278). Kendini bir düşünce özgürlüğü deryasında

bilen birey, aslında istediğini değil de ondan isteneni düşünmeye başlamıştır artık.

Rasyonalizm ve pozitivizm çerçevesi içinde, mevcut düzenin devamına hizmet

edecek bilgiler üretmesi koşuluyla birey düşünebilir ve özgürdür. Modern toplum bu

tip bireyler yaratmıştır.

Söylemlerin varlığı, ona hizmet edecek bireylerin varlığı ile mümkündür. Bu

açıdan “…kişilerin beyinlerine, onların tekilliklerine gereksinme vardır. Öyleyse bir

kez daha, doğrudan toplumsal, toplumsallaştırılmış bu bireyi idare edebilmek için

Page 21: Foucault Ve Birey

18

mekanizmalar icat etmek gerekir: Đktidar açısından, bir yandan, nüfusların (henüz

ona hizmet ettiği için) yönetimini, öte yandan değer ürettiği için tekilliği eş zamanlı

olarak bir arada tutmak gerekli hale gelir” (Revel, 2006:49). Yani bireysellik insanın

tekilliğiyle ilgili olmasının yanı sıra, çok kompleks ve tüm toplumu ilgilendiren bir

olgudur. Đnsanın bireyselleştirilmesi toplumun çözümlenip, ayrıştırılması anlamına

gelir. Bu anlamda kalabalık insan topluluklarını idare etmek daha da kolaylaşır.

Bireyselleştirme ile insan ne yüceleştirilmi ştir, ne de yok edilmiştir. Sadece

iktidarın istediği biçimde şekillendirilmiştir. Bir anlamda “… bireyselliklerin özdeş

seriler halinde dağıtılması söz konusudur: Burada seri, bireyi yapaylığı içinde –

kurulmuş olduğu için, üretilmiş olduğu için- onayan ve kişiden bireye o geçişte hâlâ

kişisel, öznel direnişten arta kalabilecek olanı silen şeydir. Bireyin üzerinde serinin

kurulmasıyla, birey asla seri içinde erimez; serinin içinde eriyen, iktidarın kıskacı

altında halâ direnen kişinin olası kalıntısıdır yalnızca” (Revel, 2005:143).

Görüldüğü gibi bireyi, ortaya çıktığı toplum içinde, hem ekonomik, hem

siyasi hem de düşünsel anlamda çevreleyen pek çok unsur vardır. Ona hizmet etmek

ve onun toplumsal yaşamdaki etkinliğini artırmak amacıyla işlev görmesi gereken bu

unsurlar, zamanla başka bir amaca hizmet eder hale gelmiştir. Bu amaç ise bireyi

özgürleştirmek yerine mevcut düzenin bir parçası haline getirmiştir. “ ‘Ben’i

merkeze koyan felsefe bireyin toplumsal alandaki tutsaklığını bir veri olarak

almaktadır. Çünkü ‘ben’ aile başta olmak üzere toplumsal yapılar tarafından

biçimlendirilmektedir. Tüm bilimsel ve kültürel etkinlik de bu biçimlendirme

işlemini kaçınılmaz görerek meşrulaştırmaktadır. Çağımızdaki bilimsel ve kültürel

etkinlikler aşırı bir biçimde kurumlaşmış, hiyerarşikleşmiş merkezler tarafından

gerçekleştirilmektedir. Bu kurumların hepsi bilgi, bilim, kültür adı altında bireylerin

yaratıcı etkinliklerini öldürmekte, onları bir iktidar ilişkisinin içine sokmaktadır”

(Yakupoğlu, 1999:72). Bir anlamda bireyler ‘şeyleştirilmektedir’.

Toplumsal yaşamın temel birimi olarak birey, günümüzde modernizm

söylemleri ile şekillendirilmiş bireydir. Ulus devlet, kapitalizm ve rasyonalizm

toplumsal yaşamda önce insanın dogmatik düşüncenin etkisinden kurtulmasını,

ekonomik sosyal ve düşünsel anlamda özgürleşmesini sağlamıştır. Ancak tarihsel

süreç içerisinde, insana sağladığı bu kazanımlar şekil değiştirmiş, insanı

Page 22: Foucault Ve Birey

19

özgürleştirme ve bireyselleştirme işlevinin ötesinde ‘bireyşeyleştirme’ işlevi görür

hale gelmiştir. Kapitalizm ekonomik açıdan, rasyonalizm düşünsel açıdan, ulus

devlet ise siyasal açıdan bireyi şeyleştirme/nesneleştirme işlevi görmüştür. Birey

yine ortaçağdaki gibi, düşünme ve eyleme özgürlüğü elinden alınan bir varlık olarak

toplumdaki yerini almıştır.

Page 23: Foucault Ve Birey

20

3. FOUCAULT’DA B ĐREY

Araştırmamızın çerçevesini oluşturan Foucault’cu düşünceye göre, birey

olgusuna baktığımızda, modernizmin yaratmış olduğu birey akla gelmektedir.

Foucault’ya (2001b:443) göre modernizm, “…görünüşler düzeyinde, hiç kuşkusuz

insan kendi organizmasının içinde, kafasının kabuğu içinde, organlarının donanımı

içinde ve fizyolojisinin bütün sinir dokusu içinde var olmaya koyulduğunda

başlamaktadır; modernlik, insanın ilkesi ona egemen olan ve ürünü elinden kaçan bir

çalışmanın kalbinde var olduğunda başlamaktadır; modernlik, insan düşüncesinin,

kendinden çok daha eski olduğu için, onun sözünde hayat bulmasına rağmen

anlamlarına egemen olamadığı bir dilin kıvrımlarının arasına yerleştirildi ğinde

başlamıştır”. Bu nedenle modernizm bireyin hem bedenine hem ruhuna, yani tüm

benliğine nüfuz ederek ortaya çıkan, onu tüm varlığıyla ele geçiren bir olgudur.

Modern insanın, birey olma sürecini sorun edinen Foucault’cu görüşe göre

birey, aslında iktidar tarafından yaratılmış bir olgudur. Bu nedenle bireyi

açıklayabilmek için, onu çevreleyen iktidar olgusunu çözümlemek gerekir. Öyle ki

Foucault (2005a:57,58), “hedefim, iktidar fenomenini analiz etmek olmadığı gibi,

böyle bir analizin temellerini atmak da değildi. Tam tersine amacım insanların, bizim

kültürümüzde, özneye dönüştürülme kiplerinin bir tarihini oluşturmaktı” demiştir.

Ancak insanı birey olmaya götüren nedeni açıklamadan insanın bireyselleşme

sürecini açıklamak da olanaksız ve anlamsız olacaktır. Foucault için birey, iktidarın

hem üretildiği hem de uygulama alanı bulduğu yerdir. Bu nedenle birey olgusu, ister

istemez Foucault’u iktidar olgusunu çözümlemeye götürmüş ve onun çalışmalarının

temelini oluşturmuştur. Birey ve iktidar olgularının bu iç içe oluş durumu, birey

olgusundan bahsederken iktidar olgusuna, ilerleyen bölümlerde ise, iktidar

olgusundan bahsederken birey olgusuna göndermelerde bulunmamıza yol açacaktır.

“On sekizinci yüzyılın ya da on sekizinci yüzyılın bir bölümünün büyük

vaadi veya büyük umudunun, dünya üzerinde teknik hâkimiyet kurma kapasitesi ile

bireylerin birbiriyle ilişkili olarak özgürlüklerindeki eş zamanlı ve orantılı büyümesi

olduğunu biliyoruz” (Foucault, 2005a:190) diyen Foucault bir anlamda, ekonomide

kapitalizm, siyasette ulus devlet, düşüncede ise pozitivizm ve rasyonalizm

olgularının modernizm ile hayat bularak, yarattığı bireyi çözümlemiştir.

Page 24: Foucault Ve Birey

21

Sanayi devriminden sonra 18. yüzyılın hakim ekonomik anlayışı olan

kapitalizm, modern bireye ekonomik anlamda sınırsız özgürlükler sağlamıştır.

Kapitalizmin, bireye sunmuş olduğu özel mülkiyet, serbest rekabet ve en yüksek kâr

anlayışı, zamanla bireyin bu ekonomik sistemin sağladığı sözde özgürlükler alanına

hapsolmasına yol açmıştır. “Günümüzde insanlar artık sefalet tarafından değil,

tüketim tarafından kuşatılmıştır. On dokuzuncu yüzyılda olduğu gibi, bir başka

biçimde de olsa, insanlar kendilerini gün boyu çalışmaya, fazla mesai yapmaya, işe

bağlı kalmaya zorlayan (bir ev, mobilya… satın almışlarsa) bir borç sistemi içine

sürekli kapatılmışlardır” (Foucault, 2005b:126).

Feodal yapının çözülmesi ve Sanayi devrimiyle ortaya çıkan kapitalist

ekonomik sistem, yeni bir siyasi sistemi de beraberinde getirmiştir. Bu yeni siyasi

yapılanma ise, heterojen yapıdaki (çok uluslu) imparatorlukların yerini alan ulus

devlettir. Modern dönemin bu siyasi yapılanması, toplumsal düzeni sağlamaya ve

birey egemenliğine sahip olmaya kapitalist ekonomik sistemin varlığıyla daha da

muktedir olmuştur.

Foucault’a göre (2005a:66). “ ‘Modern devlet’i bireylerin üstünde, onların ne

olduğunu hatta varlıklarını görmezden gelerek gelişmiş bir şey olarak değil; tam

tersine bireylerin tek bir koşulla dahil edilebileceği – bu bireyselliğe yeni bir biçim

verilmesi ve bir dizi çok spesifik örüntüye tabi kılınması koşuluyla – çok gelişkin bir

yapı olarak görmeliyiz”. Öyle ki modern devlet, modernizm öncesi devlet

yapılarında olduğu gibi insanın üstünde katı bir hâkimiyet kurmaktan uzak,

demokratik, laik, özgürlükçü bir özellik taşır. Ancak bu özellikler, devletin birey

üzerinde kurduğu hâkimiyeti azaltmamıştır. Aksine bu egemenliği, gizilleştirerek

daha sistemli ve yaygın hale getirmiştir. Modern devletin sistemli ve yaygın bir güce

sahip olmasının en önemli kaynakları da gelişen bilim ve teknoloji olmuştur. Çünkü

bilim ve teknoloji bireyin yaşamının her alanına girmiş ve vazgeçilmez bir parçası

haline gelmiştir.

“Aydınlanma’nın görevlerinden birisi, aklın siyasi güçlerini çoğaltmaktı.

Ancak on dokuzuncu yüzyılın insanları, çok geçmeden akıl bizim toplumlarımızda

çok mu güçlendi, diye sormaya başladılar. Rasyonelleşme eğilimli bir toplum ile

bireye ve bireyin özgürlüklerine, bütün canlı türlerine ve onların hayatta kalmalarına

Page 25: Foucault Ve Birey

22

yönelik bir takım tehditler arasında var olduğundan kuşkulandıkları bir ilişkiden

kaygı duymaya başladılar” (Foucault, 2005a:26) diyen Foucault burada üzerinde

durulması gereken nokta olarak, aklın toplumsal yaşamdaki güçlenme derecesini

değil, güçlenme nedenini görür. Bunun nedeni de modern devletin iktidarını artırma

çabasına dayandırır. Rasyonel düşünce toplumsal hayata ne kadar yerleşirse, modern

devletin en önemli dayanağı olan bilim de (özellikle insan bilimleri) o kadar etkin

hale gelir. Bu sayede modern devlet meşruluğunu güçlendirmiş olur.

Modernizm bireyi çevresiyle birlikte yeniden yapılandırmıştır. “Kendimizi

tarihsel olarak belli bir ölçüde Aydınlanma tarafından belirlenmiş varlıklar olarak

analiz etmeye çalışmamız gerekir. Bu tür bir analizin içinde elden geldiğince kesin

veriler temelindeki bir dizi tarihsel araştırma yer alacak ve bu araştırmalar geçmişe

dönük olarak Aydınlanma’da rastlanabilecek olan ve her koşulda muhafaza edilmesi

gereken ‘rasyonalitenin temel çekirdeği’ne yönelmeye geçecektir. Bu araştırmaların

yöneleceği yer ‘zorunluluğun fiili sınırları’, yani kendimizin özerk özneler olarak

oluşması açısından vazgeçilmez olmayan ya da artık vazgeçilmez sayılmayan

noktalardır” (Foucault, 2005a:185). Burada asıl olan, Aydınlanmanın/modernitenin

belirlediği, izin verdiği oranda bireyin özgürleşmesi konusudur. Peki modern düzen

bireye ne için, neye göre ve ne ölçüde özgürlük tanımaktadır? Birey, modern düzenin

olmazsa olmazıdır. Bu nedenle bu düzenin ayakta kalabilmesi ve devamlılığını

koruyabilmesi için, bireyi istediği gibi kullanabilmesi gerekir. Bunun yolu bireyin

kendini özgür hissetmesinden geçer. Birey eğer kararlarını bir dış gücün etkisi

altında değil de kendi isteğiyle verdiğini düşünürse, kendini özgür hissedebilir.

Đktidar tarafından bireye tanınan sınırlı (iktidarın sınırlarını zorlamayan) özgürlük de

bireyin kendini özgür hissetmesine yetebilir. Modernizmin, toplumsal yaşamın

demokratikleşmesi açısından gerekli gördüğü ancak toplumsal yaşamda yeterince

uygulama alanı bulamayan (ya da buldurulmayan) insan hakları, eşitlik, özgürlük,

laiklik gibi söylemler bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Đktidarın bireye tanıdığı

özgürlüğün sınırlı oluşunun nedeni, iktidarın bireyin özgürlüğünü koruma yetkisini

elinde bulundurmasından ve gerektiğinde bunu korumak için güç kullanabilme

yetisinden kaynaklanmaktadır.

Page 26: Foucault Ve Birey

23

Foucault, (2005a:184) “Ben, bir yandan, aynı zamanda insanın şimdiyle

ili şkisini, insanın tarihsel oluş kipini ve kendini özerk bir özne olarak kurmayı

sorunsallaştıran felsefi bir sorgulamanın Aydınlanma’da kök salışını vurgulamaya

çalışırken, öbür yandan da bizi Aydınlanma’ya bağlayabilecek olan bağın doktriner

unsurlara sadakat değil, tam tersine, bir tutumun, yani, tarihsel varlığımızın aralıksız

bir eleştirisi şeklinde nitelendirilebilecek olan felsefi bir ethos’un sürekli olarak canlı

tutulması olduğunu vurgulamaya çalışıyorum” der. Aydınlanma’nın bu süreklilik ve

canlılık hali tesadüfilikten uzak bir durumdur. Bu durumun kaynağını yine

Aydınlanma’nın bireyi ‘özgürleştirme’ söyleminde aramak gerekir. Birey kendini

özgür kılacak söylemlerin etkisindedir. Bu söylemlerin varlığının birey tarafından

korunması bireyi özgür kılacaktır. Aslında birey bu şekilde, farkında olmadan bu

söylemlerin kölesi haline gelmiştir.

Focault (2006a:206) için, “Đnsan, yaşamın kendini gösterdiği ilk ve en keskin

biçim değildir. Bilginin hizmetine ancak, kesin bir karara vardıran enstrümanları,

dilin belli bir kullanımı ve ölümün kolay olmayan kavramsallaştırması olan, uzun bir

mekansallaştırma hareketinin sonunda sunulmuştur”. Bu modernizmle

gerçekleşmiştir. Đnsan varlığıyla, patolojisiyle ve ölümüyle ancak modernizm

sonrasında bir birey olarak kendini bulabilmiştir. Foucault, tam anlamıyla

modernizm sonrası ortaya çıkan ve insanı bireyselleştiren üç nesneleştirme kipinden

söz eder. Bunlar: “… kendilerine bilim statüsü kazandırmaya çalışan araştırma

kipleri, …öznenin ‘bölücü pratikler’ diye adlandıracağım pratiklerde

nesneleştirilmesi,… Son olarak, bir insanın kendini özneye dönüştürme biçimini”

(Foucault, 2005a:58) içermektedir. Birey olgusunun oluşumunu daha iyi

açıklayabilmek için, şimdi Foucault’nun bu nesneleştirme kipleri üzerinde durmak

gerekmektedir.

Onun ‘kendilerine bilim statüsü kazandırmaya çalışan araştırma kipleri’ diye

adlandırdığı şey, modernizm sonrası, pozitivist ve rasyonalist anlayışla ortaya çıkan

bilimlerdir. Bu anlamda örneğin, filoloji, konuşan bireyi; psikoloji, düşünen bireyi;

biyoloji, yaşayan bireyi nesneleştirme işlevi görmüştür. Đnsanı merkeze alan bu

bilimlerin amacı, “…insan bilgisi sayesinde insanın yabancılaşmalarından

kurtulmasına, hakim olmadığı tüm belirlenimlerden kurtulmasına, kendisi hakkında

Page 27: Foucault Ve Birey

24

sahip olduğu bu bilgi sayesinde yeniden ya da ilk kez kendisinin efendisi ve sahibi

olmasına çabalamak. Başka bir deyişle insanın kendi özgürlüğünün ve kendi var

oluşunun öznesi olması için insan bir bilgi nesnesi haline getiriliyordu” (Foucault,

2004a:106). Böylelikle birey, bu bilimlerin gelişmesi ve bireyi keşfiyle, daha çok

ayrışmış, parçalanmış, çözümlenmiş ve anlamını yitirir hale gelmiştir. Foucault

(2004a:107) bu durumu şöyle ifade eder: “…insan derinliklerine doğru inildikçe

buhar olup uçuyordu. Uzağa gidildikçe insana daha az rastlanıyordu”. Đnsan bilimleri

tarafından hümanistik bir anlayışla merkeze alınan, yaşadığı, toplumsal, bireysel

sorunları ortadan kaldırılmaya, yapısal ve düşünsel harikaları ortaya çıkarılmaya

çalışılan birey, çözümlendikçe iktidar tarafından daha kolay hükmedilebilen bir

varlık haline gelmiştir.

‘Bölücü pratikler’ olarak nitelendirdiği şey de, bireyin toplum içinde

sınıflandırılması ve kimi bireylerin toplumdan dışlanmasını kapsamaktadır. Bu

sınıflama ve dışlama biçimi, normal-anormal, akıllı- deli, hasta-sağlıklı, kötü-iyi,

suçlu-suçsuz gibi ifadelerle kendini gösterip; hapishane, hastane, okul, işyerleri gibi

mekanlarla işlerlik kazanmaktadır. Foucault (2005b:126), “Disiplinleriyle hastaneler,

tımarhaneler, öksüzler yurdu, okullar, eğitim evleri, fabrikalar, atölyeler ve nihayet

hapishaneler; bütün bunlar on dokuzuncu yüzyılın başında yerleştirilmi ş ve hiç

kuşkusuz sanayi toplumunun ya da kapitalist toplumun işleyiş koşullarından biri

olmuş olan iktidarın bir tür büyük toplumsal biçiminin parçasıdır. Đnsanın vücudunu,

varlığını ve zamanını işgücüne dönüştürmesi ve onu kapitalizmin işletmek istediği

üretim aygıtının hizmetine sokması için bütün bir zorlama aygıtı gerekli oldu; ve

bana öyle geliyor ki, insanı kreş ve okuldan alıp kışladan geçirerek, hapishane veya

akıl hastanesiyle tehdit ederek –‘ya fabrikaya gidersin, ya da hapishaneye veya

tımarhaneye düşersin!’-sonunda düşkünler evine götüren bütün bu zorlamalar aynı

iktidar sisteminden kaynaklanıyor” der. Đktidar, ‘bölücü pratikler’ sayesinde, hem

toplumsal bir kategorizasyon yaparak yönetim işini kolaylaştırmış hem de kendi

üstünlüğünü bireylere kabul ettirmiş olur. Yani iktidar, “…başkalarının dışsallığı

içinde Başka’nın farkını temsil etmektedir” (Foucault, 2006b:278).

Son olarak da ‘insanın kendini özneye dönüştürme biçimi’ şeklinde

adlandırdığı şey ise, bireyin kendi vücudunu bir meta olarak görüp, nasıl olup da

Page 28: Foucault Ve Birey

25

kendini bir cinsellik ögesi haline dönüştürdüğü konusudur. Đnsan bedeninin bir

cinsellik ögesi olarak kullanılmaya başlaması, o bedenin artık siyasi bir işlevinin

olmasından kaynaklamaktadır. Toplumları disipline etmenin yollarından biri ve en

önemli olanı, onu oluşturan bireylerin bedenine hükmetmekten geçer. Đktidar,

bireyin bedenini istediği gibi eğitip ve kendi çıkarı doğrultusunda yönlendirebildiği

ölçüde güçlü olabilir.

Cinsellik, “… küçücük gözetimlere, her an var olabilen denetimlere, aşırı

derecede titizlikle gerçekleştirilmi ş mekan uyarlamalarına, belirsiz tıbbi ya da

psikolojik muayenelere, beden üzerinde yaratılan gerçek bir mikro-iktidara yol açar;

ama aynı zamanda kitlesel önlemlere, istatistik varsayımlara, toplumsal bünyenin

tümünü ya da bütün içindeki grupları ilgilendiren müdahalelere de olanak verir.

Cinsellik aynı anda hem bedenin yaşamına, hem de insan türünün yaşamına giriş

yolu oluşturur. Ondan, hem disiplinlerin matrisi hem de düzenlemelerin ilkesi olarak

yaralanılır” (Foucault, 2003a: 107). Bu açıdan değerlendirdiğimizde insan bedenin

bir cinsellik öğesi olarak neden ve nasıl egemen güç tarafından kullanıldığını daha

iyi anlayabiliriz. Bireylerin cinsellik eğilimleri toplum nüfusunun nitelik ve niceliği

üzerinde büyük rol oynar. Bunun da iktidar tarafından kullanımı, mevcut düzenin

kontrol altında tutulmasını kolaylaştırır. Örneğin, ilk nüfus sayımlarının, askerlik ve

vergilendirme amaçlı yapıldığını göz önüne alırsak ve nüfusun bir toplumdaki

insanların, yaş, cinsiyet, eğitim durumu ve daha birçok özelliğini yansıttığını

düşünürsek aslında nüfusun bir tür toplumsal çözümleme için çok iyi bir araç

olduğunu görebiliriz. Bu şekilde yapılacak toplumsal çözümleme ile, bireylerin

üretim ve tüketim alışkanlıklarından tutun da siyasal görüşleri ve daha bir çok

tercihleri yeniden yapılandırılıp yönlendirilebilir. Belki de bu nedenle cinselliğin,

“…siyasal işlemlerin, iktisadi müdahalelerin (üremeyi özendirici ya da kısıtlayıcı

davranışlar yoluyla), ahlâklı ya da sorumlu kılma amacıyla girişilen ideolojik

kampanyaların temasına dönüştüğü de görülür” (Foucault, 2003a:107).

Birey, artık bedeniyle vardır ve değerlidir. Çünkü Foucault’nun da belirttiği

gibi, iktidar bireyin bedeni üzerinde kurulur. “Kesin olan şey, iktidar ağlarının

günümüzde sağlıktan ve bedenden geçiyor olmasıdır. Eskiden, bu ‘ruh’tan

Page 29: Foucault Ve Birey

26

geçiyordu. Şimdi de bedenden…” (Foucault, 2003b:134). Kısacası bireyin iktidar

açısından değeri onun bedenine olan ihtiyacının bir sonucudur.

Sonuç olarak birey olgusu Foucault’nun iktidar çözümlemesinin temelini

oluşturur. Foucault’ da birey, hem iktidar tarafından kurgulanan hem de iktidarın

üzerine kurulduğu bir ‘şey’dir. Foucault, günümüz modern bireyinin nasıl kurgulanıp

nesneleştirildi ği düşüncesi üzerinde yoğunlaşmıştır. O modern bireyin, modernizm

sonrası ortaya çıkan modern iktidarın baskısı altında şekillenen ve nesneleştirilen bir

varlık olduğunu düşünmektedir. Modern iktidarın bireyi nesneleştirirken kullandığı

araçlar ise, bizim de bireyi çevreleyen üç güç olarak nitelediğimiz: ekonomi, bilim ve

siyasettir.

Page 30: Foucault Ve Birey

27

4. BĐREYĐ ÇEVRELEYEN ÜÇ GÜÇ

Ekonomi, bilim, sanat, siyaset, din, hukuk gibi olgular bireyin de içinde

bulunduğu toplumsal yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdır. Birey, toplumsal yaşamın

içinde barındırdığı bu olgularla iç içedir. Bu açıdan, toplumsal yaşam, bireyin hem

içinde bulunduğu hem de varlığıyla onu var ettiği bir gerçekliktir. Bireyi çevreleyen

unsur olarak özellikle ekonomi, bilim ve siyaseti almamızın nedeni, bunların

günümüz modern toplumundaki bireyi şekillendiren temel olgular olmasından

kaynaklanmaktadır.

4.1. EKONOMĐ

Đnsan, ihtiyaçları olan ve bu ihtiyaçlarının karşılanması oranında yaşamını

devam ettirebilen bir canlıdır. Aslında diğer canlıların da taşıdığı bu özelliklerin

dışında, insana has bir şey vardır. O da insanın, ihtiyaçları karşılandığı ölçüde, elde

ettiğinin hep biraz daha iyisini ve fazlasını istemesidir (veya ister hale getirilmesidir).

Ekonomi bilimi de bu temelde ortaya çıkmıştır. “Ekonomi bilimi, sınırlı kaynaklarla

sınırsız gereksinmelerini karşılama sorunu ile karşı karşıya olan bir kişinin ya da

toplumun, tatmin düzeyini en yükseğe eriştirmesinin yolunu arar” (Dinler,1997:6).

Bu bağlamda ekonomi, insanların tüketim ve üretim faaliyetlerini en iyi nasıl

yürütmeleri gerektiği konusunu ele alan bir bilimdir.

Đnsan üretmeye ve tüketmeye başladığı andan itibaren ekonomi yapmaya

başlamıştır. Yani ekonomi, insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak ekonominin bir bilim

olarak ortaya çıkışı, Avrupa’da sanayi devrimi sonrası üretimin hızla artması ve

üretim-tüketim ilişkilerinin karmaşıklaşması ile olur.

O döneme kadar ekonomi, el emeğine dayalı küçük ticari işletmelerden ve

tarıma dayalı üretimden ibaretti. Coğrafi keşifler, feodalizmin yıkılması, sermaye

birikiminin artması, bilim ve teknolojide büyük gelişmelerin yaşanması, ekonomide

yeni bir döneme girilmesine yol açmıştır. Temelleri esasen 16. yüzyıla kadar dayanan

ve 18. yüzyılla patlak veren sanayi devrimi, bu yeni ekonomik dönemin miladını

oluşturur.

Page 31: Foucault Ve Birey

28

Modernizm sonrası, bilim ve teknolojinin gelişmesi, ekonomik alanda da

köklü değişimlere yol açmıştır. Üretimde el emeğinin yerini makineler almaya

başlamıştır. Üretimde makineleşme, üretim miktarında artmayla birlikte, insan

hayatını kolaylaştırıcı ve yaşam kalitesini arttırıcı bir etki yaratmıştır. Bu ekonomik

koşullar, üretim ve tüketim ilişkilerini düzenleyen yeni bir ekonomik sistemin ortaya

çıkmasına yol açmıştır. Ortaya çıkan bu yeni ekonomik sistemin adı ise

kapitalizmdir.

Đleri düzeyde teknik gelişme ve sermaye birikimine bağlı olarak ortaya çıkan

kapitalizm, özel girişim ve piyasa serbestliğine dayanan bir ekonomik sistemdir.

Kapitalist “…düzenin esası, toplumda kendi çıkarlarını en yüksek düzeye çıkaracak

biçimde hareket eden bireylerin ve firmaların aldıkları kararlarla, toplum yararının da

en yüksek düzeye çıkacağıdır. Bu nedenle, bu karar birimlerini tercihlerinde serbest

bırakmak gerekir” (Dinler, 1997:33). Bireylere ekonomik alanda sınırsız özgürlük ve

serbest rekabet fırsatı veren bu yeni sistem kısa zamanda işlevsellik kazanmış ve

uygulama alanını genişletme imkânı bulmuştur.

Kapitalist ekonomi anlayışının toplumsal yaşama kısa zamanda nüfuz

etmesinin temelinde çok sistemli bir işleyişinin olması vardır. “XIII. yüzyılda

ekonomik belirlenmenin işleyişi bilinmekteydi: paranın nasıl kaçacağı veya akacağı,

fiyatların yükselip düşeceği, üretimin artacağı, sabit kalacağı veya azalacağı

açıklanmaktaydı; fakat bütün bu hareketler, değerlerin birbirini temsil edebildikleri

bir tablo mekânından hareketle tanımlanmaktaydılar; fiyatlar, temsil eden unsurlar

temsil edilen unsurlardan daha hızlı arttıklarında yükseliyorlardı; üretim, temsil

unsurları temsil edilecek şeylere nazaran azaldıklarında düşüyordu vb” (Foucault,

2001b:358).

Kapitalist sistemle, Avrupa’da büyük bir zenginleşme gerçekleşmiştir. Ancak

bu zenginleşme daha çok kapital sahibinin lehine olmuştur. Yani zengin daha çok

zenginleşmiş, geçimini işverenin (kapital sahibinin) belirlediği ücretle sağlamak

zorunda kalan işçi (emek sahibi) ise fakirleşmiştir.

Kapitalist ekonomi ile kapital (sermaye) sahibinin üzerinde kazanç sağladığı

iki unsur göze çarpar. Bunlardan birincisi doğa, ikincisi ise insan emeğidir. Kapital

Page 32: Foucault Ve Birey

29

sahibi, sınırsız üretim sağlamak amacıyla doğayı, en yüksek kârı elde etmek

amacıyla da insan emeğini kullanmıştır. Bu şekilde, kapitalizmin bireye vaat ettiği

sınırsız özgürlüğü, birey yerine, doğa ve insan emeği üzerinde, kapital sahibi

kullanmaya başlamıştır.

“Kapitalist modernleşme sürecinin genişlemeci/yayılımcı bir özelliği vardır.

…Kapitalist modernleşme süreci ile koskocaman sürekli üreten bir makine haline

gelen kapitalizm, hem bu makinenin daha fazla üretimi için artan oranda

girdi/hammadde ihtiyacını arttırmış, hem de üretilen malların satış zorunluluğu bu

toplumların diğer toplumlarla ilişkiye girmelerinde önemli belirleyiciler olmuşlardır”

(Ercan, 1996:51). Bu durum kapitalizmin sadece ortaya çıktığı yer olan Avrupa ile

sınırlı kalmayıp, diğer toplumlara da kısa zamanda yayılmasını sağlamıştır. Ortaya

çıktığı toplum içerisinde, birey üzerinde bir iktidar oluşumunu sağlayan kapitalizm,

toplumlar arasında yayıldığı zaman da toplumların birbiri üzerinde iktidarına yol

açmıştır.

Kapitalizmin egemenlik alanını genişletme süreci göstermiştir ki ekonomik

alandaki sınırsız özgürlük aslında bireyin özgürlüğüne daha fazla sınırlar koymuştur.

Kapitalist sistem zamanla bireyin yaşamının her alanını işgal etmiş onu bir tüketim

unsuru ve meta olarak görmeye başlamıştır. Kapitalizmde temel amaç kârdır. Bu

nedenle üretim de kâra göre düzenlenir. Bu bağlamda bireyin tüm ihtiyaçları sermaye

sahibinin kâr kaynağı olarak görülmüştür. Öyle ki, Kapitalizmin temelindeki bu kâr

anlayışı, kapital sahibi için sınırsız rekabet anlayışını da beraberinde getirmiş, daha

çok kâr amacı daha çok rekabet anlayışını doğurmuştur. Bu da emeği ile üreten,

parası ile tüketen bireyin, kapital sahibi tarafından daha çok sömürülmesine yol

açmıştır.

Ekonomi, tabi olarak insan ihtiyaçlarıyla paralel bir şekilde, toplumsal

yaşamda yer almıştır. Ancak bireyi ve onu içinde yaşadığı doğal ortamı hiçbir

dönemde bu kadar kullanır deyim yerindeyse sömürür hale gelmemiştir. “ Đnsanlık

doğaya hükmettikçe, insan öteki insanlara ya da kendi lanetine köle oluyor. Bilimin

arı ışığı bile, etrafı cehaletin karanlığıyla kaplanmadıkça parlayamaz gibi görünüyor.

Tüm icatlarımız ve ilerlememiz, sonuçta sanki maddi güçlere zihinsel bir güç

bağışlayıp insan hayatını maddi bir güce çeviriyor” (Berman, 2006:33).

Page 33: Foucault Ve Birey

30

Kapitalizmin yaratmış olduğu “Endüstriyel-teknolojik uygarlıkta, özgürlük

yitimine son vermenin gerçek imkânı bilim ve teknolojinin üretici güçlere

dönüşmesiyle ve hazır emeğin çalışma sürecinden dışlanmasıyla sağlanır. Emek

bundan sonra birey tarafından belirli bir görevi başarmak için organik enerjinin acı

verici çabası olarak deneyimlenmez. Çalışma süreci kişisel olmaktan çıkar ve gittikçe

kolektif insan emeğinin dayanışmasına ve örgütlenmesine dayalı hale gelir”

(Benhabib, 2006:93). Bu durum da bireyi kapitalist ekonomi yararına işleyen bir

makinenin parçası haline getirir. Yani bu sistem için birey, tek başına bir anlam ifade

etmez, ama onsuz da olmaz. Birey artık, maddi olarak değer taşımaktadır. Ancak

manevi olarak bir değer yitimi ile karşı karşıyadır. Bu şekilde birey varlığının

anlamını yitirmiş bir canlı haline gelir. Hem kendisine hem de çevresine

yabancılaşmaya başlar. Toplum artık bu tip bireylerle doludur. “Endüstriyel-

teknolojik dünyanın yarattığı tek-boyutlu toplum onun aracılığıyla açığa çıktığı ve

var olduğu ontolojik ufku yok eder” (Benhabib, 2006:93) hale gelmiştir.

Kapitalist ekonomik sistem ile birlikte bir tüketim toplumu oluşturulmuştur.

Üretici zaten bellidir: kapital sahibi. Tüketici ise bu durumda birey olmak

zorundadır. Bu şekilde birey çeşitli yöntemlerle (iletişim araçları kullanılıp reklam

yapılarak veya moda gibi söylemler üretilerek) sürekli tüketime yönlendirilmiştir.

Yönlendirmenin amacı, kapital sahibi açısından bu sistemin sürekliliğini sağlamaktır.

Birey artık bu sitemin üzerinde yönlendirme yapabildiği yani egemenlik kurduğu bir

öğedir. Öyle ki, “…on sekizinci yüzyılın iktisadi dönüşümleri, iktidar etkilerini

giderek daha incelikli kanallarla bireylere, onların bedenlerine, tavırlarına, tüm

gündelik edimlerine varıncaya dek dolaşıma sokmayı gerekli kılmıştı. Böylece

iktidarın, yönetilecek insan sayısının çokluğuna rağmen, sanki tek bir insan üzerinde

uygulanıyormuş gibi etkili olması istenmişti” (Foucault, 2003b:91). Bunu

gerçekleştirmeye yardımcı olacak temel unsur ise bilgidir. “Kapitalist

modernleşmenin toplumu disipline edici maddi güçleri, yani yaşanan ontolojik temel

kendisi için gerekli bir bilgi biçimini de örgütlemiş ve disipline etmiştir” (Ercan,

1996:51). Bu nedenle bu bilgi biçiminin bireyi nasıl çevrelediğine bakmak

kapitalizmin işlerliğini açıklamamızı kolaylaştıracaktır.

Page 34: Foucault Ve Birey

31

4.2.BĐLĐM

Akıl gücüne ve düşünme yeteneğine sahip tek canlı olarak insan, ilk

çağlardan günümüze kadar sürekli bir bilme istenci ile doludur. Đnsanın bu istenci,

çevresini anlama çabasından ve merakından kaynaklanır. Đnsanın çevresini anlama

çabası doğa ile başlamıştır ki bu aslında onun doğayla mücadelesiyle iç içedir. Çünkü

insanın var oluşu doğanın içinde gerçekleşir ve varlığının devamı da doğadaki

zorluklarla mücadelesi ile sağlanabilir. Đnsanın doğada karşı karşıya kaldığı

zorluklar, onu bazen korku bazen merak içinde bırakmıştır. Doğaya karşı ayakta

kalma çabası zamanla insanı korkularını yenmeye ve merakını gidermeye

yöneltmiştir. Böylece insan doğaya karşı yaşadığı korkuyu yenmenin ve merakı

gidermenin tek yolunun onu yapan sebepleri bilmek ve ona egemen olmak olduğunu

anlamıştır. Đşte insanın doğaya karşı girmiş olduğu, ona egemen olmak amacıyla

başlayan mücadelesi ve bu mücadelenin oluşturduğu bilgi birikimi, bilimin ortaya

çıkmasını sağlamıştır.

Đlk başta felsefenin bir alt alanı olarak insanın düşünce tarihinde yer edinen,

astronomi, fizik, kimya, matematik gibi bilgi alanları, zamanla felsefeden ayrılmış,

sistematik bilgi bütünü haline gelerek, günümüzdeki bilim statüsünü kazanmıştır.

Bilimlerin sistematik bilgi bütünü olarak nitelendirili şi modernizm sonrası,

rasyonalist düşünce ile kendini gösterir. Bilimsel bilginin ancak ve ancak insan aklı

ile deney ve gözleme dayandırılarak elde edilen bilgi olacağını savunan rasyonalizm,

bu anlamda pozitif bilim anlayışını getirmiştir.

Modernizm sonrası 18. yüzyıl, insanın pozitif bilimlerle, doğaya egemen

olma konusunda büyük ilerleme kat ettiği bir dönemdir. Bilimsel ve teknolojik

gelişmeler aracılığıyla insan hayatı gittikçe daha çok kolaylaşmıştır. Bu durum bilim

ve teknolojinin hayatın her alanına girmesini sağlamıştır.

Modernizmin, insan aklını merkeze alan, rasyonalizm ve pozitif bilim

anlayışı bu sayede, insanı hem ortaçağ felsefesinin dogmatik düşüncelerinden

kurtarıp özgür kılmış, hem de doğayla olan mücadelesinde üstün hale getirmiştir.

Öyle ki, “Geleneksel toplumda genellikle yaşla ve tecrübeyle elde edilen ve sınırlı

olan bilgi modern toplumda yerini teknolojinin etkinlili ği, bilginin yaygınlığı ve seri

Page 35: Foucault Ve Birey

32

üretimin yapıldığı bir sürece bırakmıştır.” (Aslan ve Yılmaz, 2001:95). Bilim ve

teknolojinin insan hayatını kolaylaştırıcı etkisinin gittikçe artması, onu insan

hayatının ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Ancak onun, toplumsal yaşamda,

işyerinde, evde yani insanın olduğu her yerdeki varlığı, olumlu etkilerinin yanı sıra

bazı olumsuz etkilere de yol açmıştır. Bunlardan ilki, doğanın sınırsız kullanımı

bunun da doğaya zarar vermesidir. Đnsanın içinde yaşadığı doğanın zarar görmesi,

insanda bazı fiziksel ve ruhsal sorunların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Đkincisi ise,

insanı zamanla kendine bağımlı hale getirmesi, onsuz hiçbir şey yapamaz bir duruma

düşürmesidir. Bu durum, kendi aklı ile ürettiği şeyin esiri olan bir insan tipi

yaratmıştır.

Modernizm ile birlikte insanı özgür bireyler haline getirme düşüncesi, yeni

bir boyut kazanmıştır. Bu durumu Mills (2000:280), “Bireyin yüceliği idea’sının

günümüzde çok su götürür bir duruma gelmiş olmasının şaşılacak hiçbir yanı

kalmamıştır. Đnsanın Modern çağdan yaşadığımız döneme geçişle yaşadığı psikolojik

değişimin ne denli büyük bir değişim olduğunu belki de bilmiyor, anlamıyoruz. Ama

önümüzdeki sorunu, sormamız gerektiği biçimiyle sormak zorundayız: Günümüz

insanları arasında, yükselecek ve hatta toplumda başat konuma geçecek olanlar

Mutlu Robot denen tipler mi olacaktır?” diyerek açıklamıştır. Đnsan aslında, düşünen

değil de sadece kendi adına düşünüleni yapan birey haline gelmiştir.

Artık insanın karşısında yeni bir mücadele olgusu vardır. O da modernizm

sonrası ortaya çıkan insan tipidir. Đnsanda meydana gelen sorunlar, böylece

bilimlerin yeni bir çalışma alanını ortaya çıkarmıştır. Foucault (2004a:90) bunu şöyle

ifade eder: “On yedinci yüzyıldan beri insanın dile getirdiği bilimsel söylemlerde, on

sekizinci yüzyıl boyunca yeni bir nesne ortaya çıktı: ‘Đnsan’. Đnsanla birlikte insan

bilimlerini inşa etme olanağı doğdu”.

Birey araştıran ve bilen olma durumunun dışında, araştırılan ve bilinen

durumuna gelmiştir bir anlamda. “Özellikle toplumsal bütün ve toplumsal ilişkilerin

ürünü olan insan, farklı alanlara bölünerek sosyal bilimin araştırma nesnesi haline

getiriliyordu.” (Ercan, 1996:51). Đnsanın, psikolojik yönü (psikoloji), toplumsal yönü

(sosyoloji), mekânsal ve etnik geçmişi (tarih ve antropoloji), yaşadığı yer (coğrafya),

Page 36: Foucault Ve Birey

33

ticari faaliyetleri (ekonomi) gibi onunla ilgili her alan bilimin konusu haline gelmiş

ve sosyal bilimler ortaya çıkmıştır.

“ Đnsan bilimlerini keşfetmek, görünüşte, insanı mümkün bir bilginin konusu

yapmaktı. Bu insanı bilgi nesnesi olarak kurmaktı. Oysa bu aynı on dokuzuncu

yüzyılda, şu büyük eskatolojik mit umut ediliyor, hayal ediliyordu: Bu insan bilgisi

sayesinde insanın yabancılaşmalarından kurtulmasına, hakim olamadığı tüm

belirlenimlerden kurtulmasına, kendisi hakkında sahip olduğu bu bilgi sayesinde

yeniden ya da ilk kez kendisinin efendisi ve sahibi olmasına çabalamak. Başka

deyişle, insanın kendi özgürlüğünün ve kendi var oluşunun öznesi olması için insan

bir bilgi nesnesi haline getiriliyordu” (Foucault, 2004a:106). Đnsanı her yönüyle

inceleme konusu yapan sosyal bilimler bir anlamda uygulama alnını genişletmiş

bunun için de insanı kullanmıştır. Bunun bedeli de bilimin bir aracı olarak insanın,

‘şey’leşmesi, Foucault’nun deyimiyle nesneleşmesi olmuştur.

Hümanistik bir düşünceyle bireye değer atfeden modernist söylemler, böylece

düzenin istemine uygun düşünen ve davranan bireyler üretmeye başlamıştır. Bilim de

bunu bir aracı haline gelmiştir. Bauman’ın (2003:137) belirttiği gibi, “Đnsanı bilimler

insanileştirmemişti, yani toplumsal düzen tasarımları ve bunların uygulamasına

yönelik stratejiler insanileştirme görevini üstlenenlerin dışındaki kesimler tarafından

üretilip yürütülüyordu”.

Đnsanı her yönüyle araştırma konusu edinen bu bilimlerle gerçekleşen şey,

Foucault’a (2001b:433) göre “…doğa ile insan doğasının kesiştikleri yerde –

günümüzde, insanın ilk, reddedilmez esrarlı doğasının varlığını tanıdığımıza

inandığımız şu yerde-, klasik düşüncenin ortaya çıkardığı şey, söylemin iktidarıdır”.

Bilimlerin araştırma konusu olan insan, sosyal bilimler aracılığı ile çözümlenmiş ve

egemen güç tarafından daha kolay kullanılır hale gelmiştir. Bu bağlamda sosyal

bilimlerin ortaya çıkışı, iktidarın çıkarının söz konusu oluşuyla doğru orantılıdır.

Öyle ki, “Đnsan bilimlerinin kat ettikleri epistemolojik alan önceden

hükmedilmemiştir: hiçbir felsefe, hiçbir siyasal veya ahlaki tercih, hiçbir ampirik

bilim, insan bedenine yönelik hiçbir gözlem, hiçbir duyu, hayal gücü veya tutku

çözümlemesi, XII. ve XIII. yüzyıllarda hiçbir zaman insan gibi bir şeye

rastlamamıştır; çünkü bu sıralarda insan var olmamaktaydı (tıpkı hayat, dil ve

Page 37: Foucault Ve Birey

34

emeğin de olmadıkları gibi); ve insan bilimleri ancak, bazı baskıcı rasyonalizmlerin,

çözülememiş bazı bilimsel sorunların, bazı pratik çıkarların etkisiyle, insanın

bilimsel nesnelerin cephesine geçirilmesine (tatlılıkla veya zorla ve az veya çok

başarıyla) karar verildiğinde ortaya çıkmışlardır;…” (Foucault, 2001b:480). Öyleyse

bilim aslında iktidarla iç içedir. Bireyin üzerinde egemenlik kurma aracıdır. Đktidar

ne kadar çok bilgi sahibi olursa (insan ve onun içinde yaşadığı doğa hakkında) o

kadar güçlü olur. Modern çağ düşünürü Bacon’un dediği gibi, “bilmek egemen

olmaktır” (Gökberk, 2000:214). Bu nedenle “Đktidar bilmeyi engellemek bir yana,

onu üretir… Fizyolojik, organik bir bilgi ancak beden üzerindeki iktidardan yola

çıkarak mümkün olmuştur” (Foucault, 2003b:42). Bireyi her yönüyle bilmek demek,

iktidara her yönüyle hakim olmak demektir.

Bilgi iktidar arasındaki bu ilişki iktidarın varlığı açısından zorunluluktur.

“Bilgi ile iktidarın karşılıklı olarak birbirlerini içermesi, bilgi ile iktidarın özdeş

olduğu anlamına gelmez; fakat bu ikisinin birbirlerinin varlık koşulu oldukları

şeklinde değerlendirilebilir” (Evre, 2007:12). Foucault (2003b:36) bunu şöyle ifade

eder: “…bilginin iktidara bağlı olamayacağı bir an bile hayal edilemez; bu ayrımı

ileri sürmek aynı hümanizmayı ütopik bir biçimde sürdürmenin bir biçimidir. Bilgi

olmadan iktidarın sürdürülmesi olanaksızdır, bilginin iktidar doğurmaması

olanaksızdır. ‘Bilimsel araştırmayı tekelci kapitalizmin ihtiyaçlarından

bağısızlaştıralım!’ Bu belki mükemmel bir slogandır, ama asla bir slogandan başka

bir şey değildir”. Çünkü bilgi de bir önceki bölümde bahsettiğimiz konu olan

ekonomi gibi iktidar öğesidir. Dolayısıyla “…bilgi birikiminin sermaye birikiminden

kalır yanı yoktur. Bilginin uygulanması, üretimi ve birikimi iktidar

mekanizmalarından ayrı düşünülemez” (Trombadori, 2004:168).

Bilimin varlığı iktidarın birey tarafından meşru görünmesini de sağlar. Çünkü

bilimin birey yaşamı üzerinde vazgeçilmez bir yeri vardır. Bu nedenle “…özellikle

insan bilimlerinde erişilmiş bilgi bütünlerinin toplumsal ilişkilere uygulanmasında,

yani pratiklerin ve eylemlerin denetlenmesinde bilgi iktidarla buluşur.” (Deveci,

1999:28). Birey kendini kendinden daha iyi bilen (iktidar tarafından kullanılsa da) bir

güce teslim etmekte sakınca görmez. Öyle ki bu güç ‘birey için’, ‘bireyi

kullanmaktadır’. Dolayısıyla kullanma sebebi, kullanma eylemini de meşru kılmış,

Page 38: Foucault Ve Birey

35

doğrulamıştır. Böylece, “Uygulanan iktidarın keyfi değil, bilimsel ve doğruya

dayanan düzenlemeler olduğu düşüncesi bu buluşmanın eseridir denebilir” (Deveci,

1999:28).

Aslıda bilimsel söylem iktidarın düşünsel yönünü oluşturur. Đktidar bilim

sayesinde bireyin bedenine sahip olduğu gibi düşüncelerine de sahip olur ve onu

yönlendirebilir. Bu konuda Foucault (1999:236) şöyle der: “Đdeolojinin bilimsel

söylem üzerindeki etkisi ve bilimlerin ideolojik fonksiyonu (az ya da çok görülebilir

bir biçimde orada kendilerini ortaya koyabilseler bile) ne ideal yapıları düzeyinde, ne

bir toplumun (toplum onda etki uyandırabildiği halde) içindeki teknik kullanımları

düzeyinde, ne ideolojiyi yapan öznelerin bilinci düzeyinde birbirlerine eklemlenirler;

onlar bilimin bilgi üzerinde karaltı halinde belirdiği yerde eklemlenirler”. Birey

böylece bir iktidar tarafından kullanıldığının farkında dahi olmaz.

Son olarak şunu söylemeliyiz ki, iktidarın kullandığı “…bilgi bilimin

bilgisiyle sınırlı değildir, teknolojinin, teknokrasinin bilgisi gibi tüm özel bilgileri de

içeren, geniş anlamda bilgidir bu” (Foucault, 2003b:244). Yani her türlü bilgi alanı

birey aleyhine kullanılacak bir iktidar alanı oluşturabilir. Birey, bilginin olduğu her

yere girebilen bir iktidarla karşı karşıyadır.

4.3.SĐYASET

Siyaset, belli bir toplumda eşitsizlikten doğan, çatışma halinde olan çıkarların

uzlaştırılması faaliyetidir. Eşitsizlik ve çıkar çatışmasının olduğu her alan bu

faaliyetin uygulama alanını oluşturur. Duvarger’in (2002:18) belirttiği gibi “Her şey -

ya da hemen hemen her şey- kısmen siyasaldır ve hiçbir şey –ya da hemen hemen

hiçbir şey - tümüyle siyasal değildir”. Bu nedenle siyasetin olmadığı hiçbir toplumsal

yaşam alanı düşünülemez. Ancak siyasetin başlıca uygulama alanı devlettir. Bunun

nedeni ise, devletin yönetim yetkisini elinde bulundurarak toplumsal yaşamın

tamamını etkileme gücüne sahip olmasından kaynaklanmaktadır.

Devlet antik çağdan günümüze kadar düşünürlerin üzerinde durduğu bir

olgudur. Ancak modern anlamda devlet, ortaçağın bitiminde feodalizmin yıkılması

ve imparatorlukların yerine ulus devletlerin kurulmasıyla ortaya çıkmıştır. Yani

aydınlanmanın/modernizmin düşünsel, sanatsal, sosyal, ekonomik alanda getirmiş

Page 39: Foucault Ve Birey

36

olduğu yenileşme hareketi siyasal alanda da modern devleti ortaya çıkarmıştır.

Modern devlet dediğimiz şeyse, kendini modernizm sonrası, ulus devlet biçiminde

yapılandırmıştır.

Bu dönemden itibaren, bir siyasal güç şeklinde adlandırabileceğimiz modern

devlet, iktidar öğesi olarak bireyin yaşamına girmeye başlamıştır. Modern devlet,

sadece onu yöneten kurumlar olarak değil onunla ilişkili olan tüm toplumsal öğelerle

bağlantılı bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Hükümetlerden siyaset dışı kurum

ve örgütlenmelere, şirketlerden medya kuruluşlarına kadar geniş bir alanla etkileşim

içindedir.

Foucault (2005a:64) bir iktidar öğesi olan devlet hakkında şöyle demektedir:

“…çoğu zaman devlet, bireyleri görmezlikten gelen, sadece bütünlüğün ya da

yurttaşlar topluluğu içindeki bir sınıfın ya da grubun demeyelim, çıkarlarını gözeten

bir siyasi iktidar türü olarak tasarlanır. Bu oldukça doğrudur. Ancak, devlet

iktidarının hem bireyselleştirici hem de bütünselleştirici bir iktidar biçimi olduğunun

(ki onun kuvvetini yansıtan nedenlerden birisi budur) altını çizmek isterim”. Öyle ki,

toplumu ulusal anlamda bütünleştirirken toplumsal anlamda ise bireyselleştiren bir

yapıdır modern devlet.

“Modern çağ öncesi, insanın küçük ve istikrarlı, dolayısıyla sıkı sıkıya,

denetlenen dünyası, on altıncı yüzyılda büyük bir baskı altına girmiş ve bir sonraki

yüzyılda geri dönülmesi olanaksız bir biçimde parçalanmıştır” (Bauman, 2003:52).

Buna yol açan en somut unsur ise modern devlettir. Çünkü modern devlet toplum

tarafından kabul görmüş ve yapacağı her uygulama, insan hakları, özgürlük, eşitlik

demokrasi gibi söylemlerle ve yasalarla bir anlamda yasalarla desteklenmiştir. Bu

bağlamda siyasi iktidarı elinde bulunduran devleti, diğer iktidarlardan ayıran en

önemli nokta meşru olmasıdır.

Siyaset, iktidara sahip olanla tabi olan arasındaki ili şkinin düzenlenme ve

işleyiş biçimidir. Modern çağda toplumsal yaşamın en üst düzeyinde iktidarı temsil

eden öğe modern devlettir. Yasama, yürütme, yargı gibi yönetsel araçları bünyesinde

bulunduran devlet, toplumsal düzeni sağlamak adına, gerektiğinde bu araçları

toplumun çıkarı doğrultusunda düzenleme yetkisini toplumdan, onun rızası ile

Page 40: Foucault Ve Birey

37

almıştır. Ayrıca bu yetki ona toplum üzerinde yaptırım uygulayabilme gücü de

vermiştir. Bu çerçevede siyasal iktidar sahibi olan devlet, diğer iktidar biçimlerinden

daha açık ve resmidir. Öyle ki, “Đktidar gözlemlenebilir değildir; göreli yoğunlaşma

ya da seyrelme alanları belirlenebilse de ölçülür değildir, yalnızca etkilerinde analiz

edebileceğimiz, kendini yalnızca etkilerinde var eden bir ilişkidir” (Deveci,

1999:27). Dolayısıyla onu etkileriyle var eden unsurlardan biridir devlet.

Bir anlamda devletin iktidarı kullanma biçimi olan siyaset, Foucault’a

(2003b:112) göre, “… doğası gereği temel nitelikte ve nötr olan ilişkileri son kertede

belirleyen (ya da üst-belirleyen) şey değildir. Her güç ilişkisi, her an bir iktidar

ili şkisi içerir (bu da bir anlamda o güç ilişkisinin anlık kesitidir) ve her iktidar

ili şkisi, kendi sonucu ya da olabilirlik koşulu olarak, ait olduğu siyasi alana

gönderme yapar”.

Devlet gerçek anlamda bir iktidar öğesidir. Bu nedenle “Günümüzün, siyasi,

etik, toplumsal ve felsefi sorunu, bireyi devletten ve devletin kurumlarından

kurtarmaya çalışmak değil; kendimizi hem devletten hem de devletle ilintili olan

bireyselleştirme türünden kurtarmaktır” (Foucault, 2005a:68). Devlet toplumsal

düzeni sağlayıcı bir unsur olarak, aslında çok işlevseldir. Çünkü onun yokluğu

toplumsal düzensizliğe yol açar. Ancak bir iktidar öğesi olarak varlığı ise

bireyselleştirici i şlev görür. Bu nedenle onun kurumsal olarak varlığını ayakta tutmak

toplumsal düzenin devamı açısından zorunludur. Tabi ki, bir iktidar öğesi olarak

bireyleri yönlendirmeye ve istediği gibi şekillendirmeye çalışmadıkça.

Siyasal güç gibi önemli bir gücü elinde bulunduran devletin, bu gücü

kullanırken kendini tek güç olarak görmesi, toplumsal düzeyde büyük zararlar

oluşturur. Foucault’nun (2005a:97) da ifade ettiği gibi, “Bir siyasi rejimin hakikate

kayıtsız kalmasından daha tutarsız hiçbir şey gösteremezsiniz bana: ama, hakikati

kendi tekelinde bulundurduğunu iddia eden bir siyasi sistemden daha tehlikeli bir şey

yoktur”. Toplumda düzeni sağlama görevini üstlenen devletin, böyle bir aymazlık

içinde oluşu, toplumsal düzensizliğe, kaosa yol açar.

Siyaset devletin toplumu yönetme biçimini şekillendirir. Yani modern

toplumda devletin yönetim biçimi toplum tarafından kabul görmüş siyasal

Page 41: Foucault Ve Birey

38

iktidarlarca oluşturulur. Ancak, “Günümüzde, işin derinine inildiğinde, insanların

kendi rızalarınca yönetildiğini söylemek güçtür. Bu kullanılan ve büyük önem

taşıyan iktidar araçlarından biri de insanların rızalarını biçimlendirme ve

güdümlemedir. Yaşadığım dönemde bu iktidarların sınırlarını kesinlikle

belirleyememekte olmamız günümüzde, uygulanmakta olan iktidarın büyük

bölümünün bireyin aklıyla ve özgür rızası ile haklılaştırmaya gerek bile görülmeden

uygulanmakta olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz” (Mills, 2000:73). Diğer iktidar

öğeleri gibi devlet de aslında görünürde yapması gerekeni değil de iktidarın istediğini

yapar. Yani o bireyi bir mevcut düzenin devamı için, kendine göre şekillendirir ve

yönetir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, birey kendini devlete başından

itibaren bilerek ve isteyerek teslim ettiği için bu durum pek de olumsuz görülmez.

Modern devlet bireye kendini ussallığı ile kabul ettirmiştir. Aksi halde, “Modern,

uygar toplum dokusunun normal yapısına ait bir öge sandığımız koruyuculara

güvenimiz olmasaydı, bu modern karakterli güç dengesizliğinin içerdiği sürekli

tehdidin farkında olmak yaşamı çekilmez kılardı” (Bauman, 2007:148).

Devletin bir iktidar öğesi olarak izlediği siyasete karşılık Foucault’nun

izlediği siyaset ise, “…tahakküm biçimlerine ve sömürü tiplerine karşı direnmekten

başka, bir de mutlaka pastoral iktidarla mücadeleyi gerektirir. Burada mücadele

edilecek olan pastoral iktidar, ‘bireyi kategorize eden, onu kendi bireyselliğiyle

tanımlayan, ona kendi kimliğini yapıştıran, ona tanımak zorunda olduğu bir hakikat

kanunu dayatan’ ve de ‘bireyleri özneleştiren’ bir iktidardır” (Bernauer, 2005:289).

Yani Foucault için bireyler, toplumsal düzeni sağlama, dolayısıyla toplum üzerinde

siyasal gücü kullanma yetkisini verdiği devletin, bir sürü gibi arkasından

gitmemelidir. Đnsanı bir iktidar odağı olmaktan kurtaracak şey budur.

Sonuç olarak, ekonomi bilim ve siyaset toplumsal yaşamın düzenini ve

devamını sağlayan olmazsa olmaz öğeleridir. Bu üç olgunun toplumsal yaşam

içindeki zorunlu gerekliliğinin Foucault açısından eleştirel yönü birer iktidar öğesi

olarak işlev görmeleri noktasında ortaya çıkmıştır. Nasıl ki ortaçağ boyunca din

olgusu dogmalarıyla bireyler üzerinde bir güç oluşturup, bireyin iktidarını elinde

tuttuysa, modernizm sonrasında da ekonomi bilim ve siyaset olguları bireyin

üzerinde oluşturulacak iktidarın dayanaklarını oluşturmuştur. Günümüz bireyinin

Page 42: Foucault Ve Birey

39

düşünce ve eylemlerini baskı altında tutan, bireyin nasıl düşünüp davranacağını

denetleyen ve yönlendiren iktidar bugün bu üç güç aracılığıyla ayakta durmaktadır.

Page 43: Foucault Ve Birey

40

5. FOUCAULT’DA ĐKT ĐDAR

Foucault’nun tanımladığı iktidar, aydınlanma/modernizm ile ortaya çıkan,

söylemlerin ve bu söylemlerin ürünü olarak, insanın toplumsal yaşamını düzenleyen

kurumların (hastane, hapishane, fabrika okul, bakım evleri vb) oluşturduğu bir

iktidardır.

Aydınlanma/modernizm, geleneksel toplumdan modern topluma radikal bir

geçiştir. Bu geçiş süreci içinde toplumsal yaşamın her alanında büyük değişimler

yaşanmıştır. Aydınlanma/modernizm bireyi, orta çağdaki dini temellere dayanan

baskı düzeninden kurtarmış, kendi aklının önderliğini yaptığı, özgürlükçü yeni bir

döneme taşımıştır. Ancak bu dönemin de bireyi tam olarak özgür kıldığını söylemek

doğru olmaz. Öyle ki, “Aydınlanma Dönemi filozofları kilisenin iktidarını

sorgulamışlardır. Oysa iktidarla kesin bir hesaplaşmaları olmamıştır. Dolayısıyla

devam eden modernitede kilisenin iktidarı kalkmıştır ama iktidarın kendisi

eskisinden daha güçlü bir şekilde kendini akılla meşrulaştırabilmiştir (Esgün,

2006:98). Bu bağlamda Foucault, iktidar olgusunu sorunsallaştırarak, modernizmin

toplumsal alanda meydana getirdiği olumsuz sonuçlarına, ürettiği akıl temelli yeni

tür iktidara dikkat çekmektedir. Ona göre, “…bir kültür ve başka bir dünya görüşü

için bütünsel programlar ortaya koymak amacıyla güncel sistemden kurtulma iddiası,

bizi en tehlikeli geleneklere geri götürmekten başka sonuç vermemiştir” (Foucault,

2005a:189). Modernizmin gerçekleştirdiği eski ile yeni arasındaki radikal kopuşun

ve bireyi özgürleştirme adına ortaya attığı büyük söylemlerin aslında toplumu daha

da geriye taşıdığını düşünmektedir. Birey bu dönemle birlikte daha güçlü bir

iktidarın egemenliği altına girmiştir. Modern bireyi yaratan modernizm, onun

egemenliğini elinde tutan yeni iktidarı da yaratmıştır.

“ Đktidar başkalarının eylemleri üzerinde eylemde bulunmak olarak

tanımlandığında, bu eylemler insanların başka insanlar tarafından “yönetilmesiyle”

karakterize edildiğinde, bu uygulamaya önemli bir unsur dahil edilmiş olur:

özgürlük. Đktidar yalnızca “özgür özneler” üzerinde ve yalnızca onlar “özgür”

oldukları sürece uygulanır” (Foucaut, 2005a:75). Foucault’nun iktidarın varlığını

özgür bireylerin varlığına bağlaması, bireylerin iktidarın isteğine göre, iktidara

mutlak anlamda bir tabiliği anlamı olmadığını ortaya koyar. Eğer mutlak anlamda bir

Page 44: Foucault Ve Birey

41

tabilik olsaydı bunun adı iktidar olmazdı. Çünkü iktidarın varlığı bireyin varlığına

bağlıdır. Đktidara mutlak anlamda bir tabi oluş (özgürlüksüz) bireyi ortadan kaldırır.

Bu da iktidarın ortadan kalkmasına yol açar. Bu bağlamda Foucault, (2003b:74)

“ Đktidarı güçlü kılan şey, temel işleyişinin olumsuz düzlemde olmamasıdır: iktidarın

olumlu etkileri vardır, bilgi üretir, zevk yaratır. Đktidar sevimlidir. Eğer yalnızca

baskıcı olsaydı, ya yasağın içselleştirilmesini ya da öznenin mazoşizmini (sonuçta

ikisi de aynı şeydir) kabul etmemiz gerekirdi. Bu noktada özne iktidara dahil olur”

der. Bu nedenle iktidarın var olabilmesi için özgür bireyin varlığı şarttır. Ancak

bireyin kendini özgür hissedebilmesi için, “Đktidarın silinmesi ve kendini iktidar gibi

göstermemesi” (Foucault, 2006c:296) gerekir.

Birey ancak, iktidarın varlığını tehdit etmeyecek oranda özgür, iktidar da

düzenin devamını sağlayacak oranda güçlü olmalıdır. Bunu sağlamak da iktidara

düşer. “Đktidar kendini bastırmakla, gerçeğe sınır çekmekle, bir söylemin ifade

edilişini engellemekle sınırlamaz: Đktidar bedeni çalıştırır, davranışa nüfuz eder, arzu

ve zevkle iç içe girer, işte onu bu çalışma içinde suçüstü yakalamak gerekir;

yapılması gereken şey bu analizdir, bu da güç bir şeydir” (Foucault, 2003b:49). Yani

iktidarın birey hakimiyeti ne kadar kompleks ise, iktidarı çözümlemek de bir o kadar

zordur.

Foucault, bireyi çevreleyen tek bir iktidar olmadığını ileri sürer. Herkes

tarafından bilinen, toplum üzerinde siyasal iktidarın uygulayıcısı devlet dışında pek

çok iktidarın olduğunu savunur ve şöyle ifade eder: “Đktidarın işleyişinden söz

ettiğimde yalnızca devlet aygıtı sorununa yönetici sınıf, hegamonik kastlar sorununa

gönderme yapıyor değilim, bireylerin gündelik davranışlarında, bedenlerine

varıncaya kadar üzerlerinde işleyen, giderek daha da incelen tüm mikroskobik

iktidarlar dizisine gönderme yapıyorum” (Foucault, 2003b:48). Öyle ki Foucault’nun

iktidar kavramı bir güç ilişkileri çokluğudur. Devlet sadece iktidarın görünen kısmı

ve işlerliğini sağlayan önemli bir öğesidir. “Toplumda, binlerce iktidar ilişkisi ve

sonuç olarak güç ilişkileri, dolayısıyla küçük çatışmalar, bir anlamda mikro-

mücadeleler vardır. Bu küçük iktidar ilişkilerinin genellikle büyük devlet iktidarı

tarafından ya da büyük sınıf tahakkümleri tarafından yukardan yönetildikleri, teşvik

edildikleri doğru olsa da, ters yönde bir sınıf tahakkümünün ya da bir devlet

Page 45: Foucault Ve Birey

42

yapısının ancak tabanda bu küçük iktidar ilişkileri varsa iyi işleyebileceğini

söylemek gerekir” (Foucault, 2003b:176). Yani toplum bir iktidarlar yumağı gibidir.

Foucault (2003b:111) iktidarın bu karmaşıklığını şöyle ifade eder: “…bence

iktidar ne (bireysel ya da kolektif) istençlerden yola çıkarak oluşur ne de çıkarlardan

türer. Đktidar, iktidarlardan iktidarın çok sayıdaki sorun ve etkisinden yola çıkarak

oluşur ve işlev görür. Đncelenmesi gereken, bu karmaşık alandır”. Anne-çocuk,

patron-işçi, erkek-kadın, yöneten-yönetilen vb. gibi ilişkiler birer iktidar ilişkisidir ve

bu ilişkilerde iktidara sahip olanın varlığı, iktidar uygulanana bağlıdır.

Modern toplum iktidarın yaratmış olduğu disiplin toplumudur. Ancak bu

disiplin zora dayalı ve yıkıcı bir disiplin değildir. Foucault, iktidarın toplumsal

yaşamı baskı altına almaktan çok, şekil vermeyi, yönlendirmeyi amaçladığını belirtir.

Bu biçimde gerçekleşen iktidar, bireyleri yok etmek yerine canlı tutup, üretkenliğinin

devamını sağlamış olur. Bunun için iktidarın yapması gereken şey ise bireylerin

bedenine hakim olmaktır. “Beden disiplinleri ve nüfus düzenlemeleri yaşam

üzerindeki iktidarın çevrelerinde örgütlendiği iki kutbu oluşturur. Klasik çağda bu

çift taraflı –anatomik ve biyolojik, bireyselleştirici ve özgülleştirici, bedenin

performanslarına dönük ve yaşamın süreçlerine bakan- büyük teknolojinin yerine

oturması, artık en yüce görevi öldürmek değil de yaşamı yavaş yavaş kuşatmak olan

bir iktidarın özelliğidir” (Foucault, 2003a:103). Foucaut bunu biyoiktidar olarak

adlandırır. Biyoiktidar bedenler üzerinde kurulan iktidar demektir. Bu tür iktidar ile

gerçekleştirilen şey, toplumsal düzenin sağlanması adına bedenlerin kullanılması ve

disipline edilmesidir. Bu sayede bireyler, iktidar tarafından tek tek yapılandırılmış,

her bir beden iktidar tarafından kullanılabilir hale gelmiştir. Bu sayede toplum da

disiplin altına alınmış olur. Đktidarın bireyin bedenine bu şekilde hükmetmesi (onu

bedensel olarak istediği şekilde yapılandırması, dolayısıyla fiziksel yaşam sürecini

istediği gibi yönlendirmesi) biyoiktidarın en temel yaşam kaynağıdır. Đktidar bu

şekle, modernizm sonrası ortaya çıkan, başta insan bilimleri olmak üzere kapitalizm,

bilim ve modern devlet aracılığıyla girmiştir. Önceki bölümlerde ayrıntılı olarak ele

aldığımız ve bireyi çevreleyen üç güç olarak nitelendirdiğimiz bu öğeler

Foucault’nun biyoiktidarını kuran en önemli araçlarıdır. Kapitalizm bireyi üretim ve

Page 46: Foucault Ve Birey

43

tüketim aygıtına, modern devlet de gözetim ve denetim aygıtına çevirmiştir. Bilim

ise bunların yapılanmasında düşünsel rolü onamıştır.

Biyoiktidarın modern çağın ortaya çıkardığı iktidar biçimi olduğunu düşünen

Foucault, (2003a:105) “Tarihte kuşkusuz ilk kez, biyolojik olan siyasal olanda

yansıma bulur; artık yaşama olgusu arada bir ölümün ve ölümlülüğün izin verdiği

ölçüde ortaya çıkan o ulaşılmaz yer değildir; belli ölçüde bilginin denetim ve

iktidarın müdahale alanına kayar” der.

Đnsan bedeninin bilim aracılığıyla, iktidarın kurulduğu bir nesne haline

geldiğini savunan Foucault’nun, bunu ortaya koymak için üzerinde önemle durduğu

şey, “… bilginin (connaissance) kurumsal biçimlere, toplumsal ve siyasi biçimlere

bağlanma tarzıdır; kısacası: Bilgi ile iktidar arasındaki ilişkilerin analizidir”

(Foucault, 2005b:279). Çünkü bilim biyoiktidarın, bireyi çözümleyip, deşifre etme

aracıdır. Đktidar bireyin bedenini ne kadar çok tanırsa (anatomisi, cinselliği ve ruhsal

yapısı ile) onu o kadar iyi yönetir ve onun üzerinde o kadar güç sahibi olur.

Modern iktidarın bireyi her yönüyle çevreleyen, bir denetim, gözetim ve

disiplin toplumu yarattığını savunan Foucault, bunu panoptikon kavramıyla açıklar.

Panoptikon, “Çevrede halka halinde bir bina, merkezde bir kule; bu kulenin halkanın

iç cephesine bakan geniş pencereleri vardır; çevre bina hücrelere bölünmüştür,

bunlardan her biri binanın tüm kalınlığını katetmektedir; bunların, biri içeri bakan ve

kuleninkilere karşı gelen, diğeri de dışarı bakan ve ışığın hücreye girmesine olanak

veren ikişer pencereleri” (Foucault, 2006d:295) olan mimari bir yapı şeklidir.

Yapının pencereleri dışardan gelen ışığın hücreleri aydınlatmasını sağlar. Bu sayede,

yapının merkezindeki kuleye yerleştirilecek bir gözetmen, hücrelerin her biri içindeki

suçluların yaptığı her şeyi görebilecektir. Ancak yapının merkezinde bulunan kule

içindeki gözetmen, kule yeterince aydınlanmadığı için, hücre içindekiler tarafından

görülemeyecektir.

Foucault’nun iktidar olgusuyla mimari bir yapılanmayı benzeştirmesi, bu

mimari yapının aslında Foucault’nun zihnindeki iktidarla önemli ölçüde

örtüşmesinden kaynaklanır.

Page 47: Foucault Ve Birey

44

Panoptikon bir hapishane modelidir. Yani iktidarın, toplumsal ortamda

gözetim, denetim ve disiplin altına alamadığı bireyleri, toplumdan ayrıştırarak ve

kapatarak cezalandırdığı, bu şekilde gözetim, denetim ve disiplin altına almayı

amaçladığı yerdir. Foucault için, “-kapatmak, ışıktan yoksun bırakmak ve saklamak-

tersyüz edilmektedir; bunlardan yalnızca birincisi korunmakta, diğer ikisi

kaldırılmaktadır. Tam ışık altında olma ve bir gözetmenin bakışı, aslında koruyucu

olan karanlıktan daha fazla yakalayıcıdır. Görünürlük bir tuzaktır” (Foucault,

2006d:296) aslında. Böylesi bir yapıda, kuledeki gözetmenin aydınlatılmış

hücrelerdeki suçluları ne kadar ve ne zaman gözetlediği bilinmediği için, suçlular

sürekli gözetleniyormuş hissiyle davranacaklardır. Bu şekilde suçluların davranışları

hem gözetlenecek ve denetim altına alınacak hem de disipline edilmiş olacaktır.

Toplumsal ortamın da aslında panoptikondan farklı bir yer olmadığını

düşünen Foucault için bireyler de, toplumda bir ağ halinde olan iktidar ilişkileri

aracılığıyla, gözetlenir, denetlenir ve disiplin altına alınır. Disiplin altına alınabilenler

normal, akıllı, iyi olarak değerlendirilir ve toplum içinde kalır. Disiplin altına

alınamayanlar ise anormal, deli, kötü olarak değerlendirilir. Diğer bireylerin de bu

şekilde olmaması için, anormal davranışa örnek teşkil etmesi nedeniyle, bu bireyler

damgalanır, teşhir edilir (medya vb araçlarla) ve toplumdan dışlanır. Yani düzenli

olarak işleyen, sistematik bir disiplin zinciri söz konusudur. Buna olanak sağlayan

yerler ise, toplumsal yaşamın her alanını kapsar. Okul, hastane, hapishane, ordu,

işyerleri, bakımevleri iktidarın işleyebileceği mekânlardan bazılarıdır. Öyle ki, “

‘Disiplin’ ne bir kurumla ne de bir aygıtla özdeşleşebilir: o bir iktidar tipi, iktidarı

icra etmenin bir tarzı olup koskoca bir aletler, teknikler, usuller, uygulama düzeyleri,

hedefler bütünü içermektedir; o bir iktidar ‘fiziği’ veya ‘anotomisi’dir, o bir

teknolojidir” (Foucault, 2006d:316). Yani çok organize bir özelliğe sahiptir.

Bu şekilde iktidar, “bireyi kategorize ederek, bireyselliğiyle belirleyerek,

kimliğine bağlayarak, ona hem kendisinin hem de başkalarının onda tanımak zorunda

olduğu bir iktidar yasası dayatarak doğrudan gündelik yaşama müdahale eder”

(Foucault, 2005a:63). Çünkü ancak bu şekilde kalabalık insan topluluklarına

hâkimiyet olanaklı hale gelir.

Page 48: Foucault Ve Birey

45

Đktidarın derin ve geniş kapsamlı bir analizini yapan Foucault, (2005a:77-78)

iktidarı ortaya koyan bazı noktalar tespit etmiştir. Bunlar:

1) Başkalarının eylemlerinin üzerinde eylemde bulunmaya olanak tanıyan farklılaştırma sistemi: Hukuksal ya da geleneksel statü ve ayrıcalık farklılıkları; zenginliklerin ve malların edinilmesinden meydana gelen ekonomik farklılıklar; üretim süreçlerinde bulunulan yerle ilgili farklılıklar; dilsel ve kültürel farklılıklar; ustalık ve uzmanlık farklılıkları, vb. Her iktidar ilişkisi, kendisi için aynı zamanda hem koşul hem de sonuç olan farklılaşmaları işlerliğe koyar.

2) Başkalarının eylemlerinin üzerinde eylemde bulunanların peşinde koşturduğu amaç tipleri: Ayrıcalıkların muhafaza edilmesi, kâr birikimi, statüye dayalı otoritenin işlemesinin sağlanması, bir memuriyet ya da mesleğin uygulanması.

3) Đktidar ilişkilerini uygulamanın araçları: Đktidarın silah tehdidiyle, sözün etkisiyle, ekonomik eşitsizlikler aracılığıyla, az çok karmaşık denetim araçlarıyla, arşivli ya da arşivsiz gözetim sistemleriyle uygulanmasına göre, belirgin, sabit ya da değişebilir olan ya da olmayan maddi dispositif’leri olan ya da olamayan kurallara göre, vb.

4) Kurumsallaşmış biçimleri: Kurumsallaşma biçimleri geleneksel eğilimleri, hukuksal yapıları, gelenekle ya da modayla ilgili fenomenleri (aile kurumunda görüldüğü gibi), birbirine karıştırabilir; ayrıca kendi spesifik yeri, kendi düzenlemeleri, sınıfları titizlikle belirlemiş, işleyişinde göreli özerkliği olan kendi hiyerarşik yapılarıyla dışa kapalı bir dispositif biçimine bürünebilir ( okul kurumlarında ya da askeri kurumlarda olduğu gibi); ya da devlet örneğindeki gibi her şeyi kuşatan, global bir gözetim uygulayan, düzenleme ilkesi ile gene belli bir derecede ve belli bir toplumsal bütünde bütün iktidar ilişkilerinin paylaştırılmasını gerçekleştiren çeşitli aygıtlarla donatılmış çok karmaşık sistemler biçimine bürünebilir.

5) Rasyonalizasyon dereceleri: Đktidar ilişkilerini imkânlar alanında bir eylem olarak devreye sokmak, araçların etkinliği ve sonuçların kesinliği (iktidarın kaldırılması sürecinde başvurulan büyük ya da küçük teknolojik incelikler) ya da gene muhtemel bedelleri (bu ister devreye sokulan araçların ekonomik ‘maliyeti’, isterse karşı karşıya gelinen direnişin oluşturduğu ‘tepkisel’ bedel olsun) ile bağlantılı olarak az ya da çok gelişmiş olabilir”.

Foucault’nun iktidar ilişkileri ile ilgili saptamış olduğu bu noktalar, aslında

iktidarın geniş kapsamlı bir tasvirini yapar. Öyle ki iktidar:

1) Farklılaşmanın, dolayısıyla eşitsizliğin olduğu bir toplumda ortaya çıkan,

2) Bu eşitsizliğin yol açtığı kişilerde veya kurumlarda, güçlü veya üstün

olanın bu durumu kendi isteği doğrultusunda kullanmaya yönelik bir amaç edindiği,

3) Bu amaca ulaşmak için, toplumsal yaşamdaki maddi-manevi her türlü

unsuru bir araç olarak kullanabilen,

4) Toplumsal yaşamdaki her mekânı da, bu amaca ulaşmaya olanak sağlayan

yerler olarak değerlendirebilen,

Page 49: Foucault Ve Birey

46

5) Gerçekleştirmiş olduğu tüm bu faaliyetlere karşı, bir direnişin olabileceğini

göze alarak, her türlü tedbiri alan ve bunun için belirlediği oranda maddi özveriyi

sağlayan bir olgudur.

Bu bağlamda iktidar çok geniş kapsamlı bir özelliğe sahiptir. Çünkü iktidarın

başlangıç noktası olarak, ‘eşitsizliğin’ olmadığı hiçbir toplumsal yaşam alanı yoktur.

Dolayısıyla iktidar her yerdedir. Foucault, (2005c:124) bunu daha kapsamlı bir

şekilde şöyle ifade eder: “ ‘Đktidar’ diye bir şeyin belirli bir yere yerleşmiş olduğu –

ya da bir noktadan yayıldığı- fikri bence yanlış temellendirilmiş bir analize, her

koşulda birçok fenomeni açıklayamayan bir analize dayanıyor. Oysa gerçekte iktidar,

ili şkiler demek; az çok örgütlenmiş, piramit gibi, koordine edilmiş bir ilişkiler

yumağı demektir”. Bu ilişkiler yumağı toplumsal yaşamın her alanını öyle sarmıştır

ki onu çözmek imkânsızdır.

Böylesi karmaşık bir yapılanma içinde olan iktidar ilişkisinin, bir mücadele

ili şkisi olduğunu söyleyebiliriz. Đktidara sahip olanın gücünü koruma, iktidara tabi

olanın ise buna karşı çıkma çabasını içeren bir mücadele ilişkisi. “… Đktidar

ili şkilerinde mutlaka direniş imkânı vardır, zira hiç direniş imkânı (şiddetli direniş

gösterme, kaçıp kurtulma, hileye başvurma, durumu tam tersine çeviren stratejiler)

olmasaydı iktidar ilişkisi de olmazdı” (Foucault, 2005a:236). Bu bağlamda iktidar

ili şkisi içinde bulunanlar yer değiştirebilirler. Bu ilişki içinde iktidara sahip olan

ortaya çıkabilecek olası sorunlar sonucunda iktidara tabi olan haline gelebilir. Bu

anlamda, “…iktidar ilişkileri değişebilir, tersine dönebilir ve kalıcı olmayan

şeylerdir” (Foucault, 2005a:235). Yani iktidar ilişkileri, statik değildir. Kendi içinde

sürekli bir dinamizm taşır.

Bu mücadele içerisinde iktidar varlığını sürdürebilmek için bazı özverilerde

bulunur. Çünkü, toplumu gözetlemek, denetlemek ve disiplin altına almak maddi bir

yükümlülük getirir. Đktidara hizmet edecek kişilerin yetiştirilmesi veya kurumların

oluşturulması ve bunların çalışması gibi. Ayrıca iktidarın disiplini sağlamak için

koyduğu kurallar bazen direniş ve isyanla sonuçlanabilir. Bunu önlemek ya da en aza

indirmek iktidarın hükmedebilme yeteneği ve düzeni koruyabilme gücüyle

orantılıdır. Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz ki, “Đktidar, gerçekten de bir bedel

olmadan işleyemez” (Foucault, 2003b:94).

Page 50: Foucault Ve Birey

47

Foucault’nun amacı, iktidar tarafından bireye dayatılan hakikatin birey

tarafından fark edilmesi, sorgulanması ve ortaya çıkarılmasını sağlamaktır. Ona göre

hakikat, “… sözcelerin üretimi, düzenlenmesi, dağılımı, dolaşımı ve işleyişi için

düzenlenmiş bir prosedürler bütünü olarak anlaşılmalıdır” (Foucault, 2005c:52).

Birey iktidar tarafından, bilimsel söylemlerle ona dayatılmaya çalışılan bir hakikatler

kümesi içine sıkıştırılmıştır. “Söz konusu olan, hakikati her türlü iktidar sisteminden

kurtarmak değil (hakikatin kendisi zaten iktidar olduğuna göre, bir kuruntu olmaktan

öteye gitmez bu); hakikatin gücünü şu anda içinde etkili olduğu toplumsal, ekonomik

ve kültürel hegemonya biçimlerinden kurtarmaktır” (Foucault, 2005c:53).

Birey üzerinde hakikat söylemleri ile bir güç oluşturmaya çalışan iktidara

karşı bireyin tamamen çaresiz olmadığını düşünen Foucault, iktidarın heryerdeliği

gibi, direnişin de heryerdeliğine inanır. Yani iktidar tarafından okula, hastaneye,

hapishaneye, bakımevine, orduya vb. kapatılan bireylerin, direnişlerinin de bu

parçalanmışlık içinde gerçekleşebileceğini savunur. Mikroiktidara karşı mikrodireniş

söz konusudur. Mikrodirenişten kasıt bireysel direniştir. Bunun yolu da bireyin

kendinden geçer. Foucault’nun kendilik teknolojisi olarak adlandırdığı bu kavram

bireyin, “…kendi kendine gövdesi, düşünceleri, duyguları üzerindeki uygulamaları

ile mutluluğa, saflığa ve bilgeliğe ulaşmaya çalışmasını kapsamaktadır” (Şaylan,

2006:271). Bu, bireyin iktidar tarafından kontrol altına alınan bedeninin ve

düşüncelerinin, yine bireyin kendi iradesi ile vereceği mücadele sonunda

özgürleşebileceğini ortaya koyan bir düşüncedir. “Kişinin direnme gücü, aklı ve

istenci, özgürlüğün de kaynağıdır” (Tekelioğlu, 2003:241). Đktidarla gireceği

mücadeleyi birey ancak, kendini tüm varlığıyla keşfettiği zaman kazanabilir.

Bireyin ‘kendilik teknolojisi’, Foucault’nun ahlâk felsefesinin bir ürünüdür.

“Ahlâk, bir kişinin, bir grubun, bir halkın, bir toplumsal sınıfın, bir ulusun, bir kültür

çevresinin vd belli bir tarihsel dönemde yaşamına giren ve eylemlerini yönlendiren

inanç, değer, norm, buyruk, yasak ve tasarımlar topluluğu ve ağı olarak karşımıza

çıkar” (Özlem, 2004:17). Bu açıdan ahlâk, bireyi çevreleyen ve toplumsal yaşamın

her alanı kapsayan, ona toplumsal alanda uyması gereken kurallar koyan, manevi

değerler bütünüdür. Ancak Foucault’a (2003a:140) göre, “…bir eylemin ahlâksal

olarak değerlendirilmesi için, bir kurala, bir yasaya ya da bir değere uygun bir edime

Page 51: Foucault Ve Birey

48

ya da bir edimler bütününe indirgenmesi şart değildir aynı zamanda kişinin

kendisiyle bir ilişkiyi de içerir; ve bu ilişki yalnızca ‘kendilik bilinci’ değil,

‘kendiliğin’, ‘ahlâksal özne’ olarak oluşturulmasıdır”. Birey ancak bu şekilde kendini

tanır, sınar, değiştirir ve geliştirir. Yine bu şekilde iktidarın tanımladığı ve kurmuş

olduğu birey olmaktan çıkar ve kendi benliğini kurar.

Foucault iktidarı eleştirmek veya ona saldırmak için değil, onu açığa

çıkarmak için uğraşmıştır. Çünkü bir iktidar ilişkisi içine sıkışmış ve kendi olmaktan

çıkmış birey, kendisi için artık bir sorun arz etmektedir. Bu sorunun nasıl ve neden

ortaya çıktığını belirlemek gerekir. Yani bireyin bugünkü durumunun, ‘nasıl’ ve

‘neden’ bir sorun haline geldiği araştırılmalıdır. Bu bağlamda “…yapmaya çalıştığım

şey ‘sorunsallaştırma’ sürecini, yani belli şeylerin (davranışların, olguların

süreçlerin) nasıl ve neden sorun haline geldiklerini çözümlemekti” (Foucault,

2005d:136) diyen Foucault, bunun için ‘genealoji’yi (soybilimi veya soykütüğü)

kullanmıştır. Bu yöntem Onun tarih anlayışının bir göstergesidir.

Geleneksel tarih, geçmişte meydana gelen olayları yer ve zaman göstererek,

neden-sonuç ilişkisi içinde bu olayda yer alan önemli kişilere de yer vererek araştırır.

Ancak Foucault’nun tarih anlayışı yani “…soykütüksel çözümleme, tarihin gözardı

etmiş olduğu bir dizi görüngü eşliğinde, görülmeye değer olaylardan ayıklanarak

dışlanan tek tek olaylara döner, onları canlandırmaya ve korumaya çalışır” (Sarup,

2004:90). Bir anlamda yapmaya çalıştığı mikro tarih araştırmasıdır. Bilimsel tarih

anlayışından uzaktır. Ancak Foucault açısından, “…burada boyunduruk altına alınan

bilgilerin bir başkaldırısı söz konusudur….soykütük bir eleştiri biçimidir. Bu anlayış

ikincil, karmaşık ve olumsal olan tarihsel başlangıçlar kavrayışına dayanan belli bir

tarihi, başlangıç noktası olarak asla kabul etmez; herhangi bir olayın arkasında yatan

etkenlerin çeşitlili ğini ve tarihsel olayların ne derece narin olduklarını gözler önüne

sermeye çabalar” (Sarup, 2004:90-91). Onun bu anlayışına göre, birey

sorunsallaştırması, iktidarın hakikat söylemlerine dayanan tarih anlayışıyla değil,

ancak genealoji ile çözümlenebilir. Foucault’a (2004b:41) göre, “…söz konusu olan,

iktidarın belirlenmiş ve meşru biçimlerini merkezlerinde, genel mekanizmalarının ya

da toplu etmenlerinin neler olabileceği bağlamında çözümlemek değildir. Tersine

iktidarı, kılcallaştığı sınırlarda, son çizgilerinde kavramak;….”gerekir. Bu nedenle O

Page 52: Foucault Ve Birey

49

iktidar bağlamında ele aldığı tüm konuları (delilik, hastalık, cinsellik, bilgi gibi) bu

yöntem çerçevesinde, en uç noktalarından derinliğine inerek değerlendirmiştir.

Toplumsal olaylara bakış açısı eleştirel olan Foucault’nun bu olayları analiz etme

biçiminin de eleştiriye dayandığını görmekteyiz.

Foucault’nun çalışmamız boyunca ele aldığımız düşüncelerine baktığımızda,

O ‘birey’i temel alarak, onun üzerinde kurguladığı ‘iktidar’ olgusuyla, modernizmin

derinlemesine ve tarihsel bir eleştirisini gerçekleştirmiştir. Foucault çalışmalarıyla,

günümüz bireyinin etkisi altında kaldığı, modernizm sonrası ortaya çıkan yeni iktidar

şeklinin, ekonomi, bilim ve siyaset aracılığıyla bireyin bedeninde, onu

nesneleştirerek kuruluş biçimini eleştirel bir bakışla açıklamaktadır.

Foucault’nun ileri sürdüğü düşünceler göz önüne alındığında, toplumsal

yaşamda gerçekleşen her olayın bir iktidar ilişkisi ürünü olduğunu görebiliriz.

Rekabetin, eşitsizliğin, çıkar çatışmasının olduğu her grubun, topluluğun ve

toplumun içinde bireyin veya bireylerin üzerine kurulmuş bir iktidardan söz

edilebilmektedir. Adaletsiz gelir dağılımı, yoksulluk, işsizlik, terör, dünya savaşları,

savaşların evrime uğramış haliyle gerçekleşen soğuk savaşlar vb toplumsal

problemler, tüm bunların yönetim ve denetimini elinde tutan bir iktidarın varlığını

zorunlu kılmaktadır. Bir iktidarın varlığı ve gücü ona tabi olan bireylerin varlığı ve o

iktidarı meşru görme durumlarıyla, gerçekleşmekte ve sağlamlaşmaktadır. Bu amaçla

tektipleştirilmi ş, düşünen ve eyleyen varlık olmaktan çıkarılmış bireylerin

yaratılması, günümüz iktidarının ayakta kalmasının en önemli unsuru olduğu

söylenebilmektedir.

Page 53: Foucault Ve Birey

50

SONUÇ

Ortaçağ sonrası, Batı toplumsal yapısının geçirmiş olduğu radikal değişimleri

içeren modernizm, Ortaçağ boyunca kilisenin ve dini dogmaların baskısı altında

kalan insanın ve aklın özgürleşmesine dayanan bir söylemler bütünüdür.

Modernizm ile birlikte akılcılık, bilimsellik, hümanizm, laiklik, demokrasi,

özgürlük, eşitlik gibi söylemler toplumsal hayata nüfuz etmiştir. Toplumsal hayat, bu

söylemlerin temelinde değişen ve gelişen bir yapıya bürünmüştür. Đnsanın, toplumsal

hayat içinde birey olarak ortaya çıkışı yine bu temelde gerçekleşmiştir. Đnsan,

eskiden olduğu gibi sadece kendinden isteneni uygulayan değil, kendi kendine

düşünen, karar verebilen ve eyleyen bir bireydir.

Düşünen ve sorgulayıcı aklın etkisiyle bilim ve teknoloji, 18. yüzyılla birlikte

büyük gelişimler göstermiştir. Bu dönemde, bilimsel ve teknolojik gelişimlerin

bireyin hayatını akıl almaz hızda değiştirmeye ve yaşam kalitesini arttırmaya

başlaması, bireyi aynı zamanda çok kompleks bir yapı içine sürüklemiştir. Ekonomik

alanda kapitalizm, siyasal alanda ulus devlet, düşünsel alanda rasyonalizm ve pozitif

bilim anlayışının bireyin yaşamına girişi, onun bireysel ve toplumsal anlamda

zamanla bazı sorunlarla karşılaşmasına yol açmıştır. Sanayileşme, hızlı kentleşme,

aşırı bireyselleşme, yabancılaşma, bireyin yaşamında mekanik ve işlevsel yönlerin

baskın olması bu sorunlardan bazılarıdır. Özellikle 1960’lara gelindiğinde, bireyin

yaşadığı bu sorunların giderek artması, durumu düşünce dünyasının da en önemli

konusu haline getirmiştir.

Modernizmin bir eleştirisi olarak postmodernizmin ortaya çıkışı da bu

döneme rastlar. Postmodernizm, modernizmin bireyin ve aklın özgürleşmesini amaç

edinen, hümanizm ve rasyonalizm gibi söylemlerinin, amacına ulaşamadığını ortaya

çıkarır. Modernizmle birlikte insanın başka türlü bir baskı altına girdiğini savunur.

Postmodernistlerce ‘büyük anlatı’ olarak nitelendirilen bu söylemler, bireyi bu kez de

yaratmış olduğu teknolojinin, bilimin, siyasal ve ekonomik yapının baskısı altına

almıştır. Bir anlamda insan büyük anlatılar altında ezilmiştir. Postmodernistler de bu

söylemlere karşı bireyin kurtuluş yolunun büyük anlatılardan kurtulmasından

geçtiğini ileri sürmüşlerdir.

Page 54: Foucault Ve Birey

51

Foucault bu bağlamda modernizmin önemli eleştirmenlerinden biridir. Onun

modernizm eleştirileri birey ve iktidar çözümlemesi ile kendini gösterir. O,

modernizmin birey üzerine kurduğu söylemleri ile yeni, modern bir iktidar

oluşturduğunu ifade etmektedir.

Foucault çalışmalarında özgün tarih anlayışıyla, modern iktidarın

soykütüğünü yapmış ve modern bireyi kuran bilgi, siyaset, ekonomi, ahlâk, cinsellik

alanlarının iktidar ile olan ilişkilerini çözümlemiştir.

Foucault’nun iktidar çözümlemesi, modernizm öncesi iktidar ile modern

iktidar arasındaki temel farkı ortaya çıkarır. Modernizm öncesi iktidar kendini baskı,

şiddet ve ölümle belli edip devamlılığını sağlarken, modern iktidar bunun tam tersine

görünen bir baskı ve şiddet uygulamadan, bireyi yaşatarak kendini birey üzerine

kurarak ayakta kalmaktadır. Modern dönemde iktidar artık kendini göstererek değil

de anonimleştirip dağıtarak toplumsal hayata nüfuz etme yoluna girmiştir. Bu sayede

iktidar toplumsal hayat içerisinde, daha derin ve geniş bir şekilde etkin hale

gelmiştir.

Foucault, modern iktidarın insan bedeni üzerinde kurulan bir iktidar olduğunu

düşünür ve ona ‘biyoiktidar’ adını verir. Biyoiktidarı kuran insan bedeni olduğu için,

bu iktidarın ayakta kalabilmesi de bu bedenin ayakta kalmasına bağlıdır. Yani

biyoiktidar bireyi yaşatarak var olmuştur. Đktidar bunu gerçekleştirmek için, kapatma

mekânlarında (okul, hastane, işyeri, bakımevleri, hapishane gibi), disipliner teknikler

kullanarak, bireyi istediği biçime sokup düzene uyumlu hale getirmiştir. Yani

normalleştirmiştir. Söz konusu olan, yaşamak için yaşatan, yaşatırken de gözetleyen,

denetleyen ve disiplin altına alan bir iktidardır.

Đktidarın kendini birey bedeni üzerine kurarken en önemli dayanağı bilimdir.

Bilgi-iktidar ili şkisi biyoiktidarın olmazsa olmazıdır. Bilimin bireyi konusu (nesnesi)

haline getirmesi, onu fiziksel ve ruhsal, her yönüyle çözümleyip deşifre etmesi,

iktidarın birey üzerindeki hâkimiyetinde büyük öneme sahiptir. Çünkü bireyi her

yönüyle bilmek, iktidarın da her yönüyle sahibi olmak anlamına gelmektedir.

Foucault bireyin, modern iktidarın egemenliğini aşmasının kaynağını yine

bireyin kendinde görmüştür. Onun ‘kendilik teknolojisi’ olarak kavramsallaştırdığı

Page 55: Foucault Ve Birey

52

şey, modern iktidarın kurmuş olduğu bireyin kendi kendini, gücü, aklı ve istenci ile

yeniden kurduğu bir durumdur. Bilgi-iktidar ilişkisinin ortaya attığı hakikatler ağına

sıkışan bireyin, özgürlüğünü kazanması için, kendi hakikâtini yeniden yaratması

gerekmektedir.

Foucault’nun, bireyin geniş çaplı hâkimiyetine sahip olan iktidar olgusu

konusunda ileri sürmüş olduğu fikirler, postmodernist düşünce yanlısı düşünürlerce

desteklenirken postmodernizm karşıtı düşünürler tarafından ise eleştirilmi ştir. Ona

yöneltilen eleştirilerden ilki, iktidar anlayışına yöneliktir. Foucault’nun iktidarın

heryerdeliğine vurgu yapması, bir anlamda belirginsizleştirip soyutlanmasına yol

açmıştır. Bu durum Foucault’nun bilimsellikten uzaklaşmakla eleştirilmesine neden

olmuştur. Đkincisi bireye yüklediği misyona yöneliktir. Kendilik teknolojisi ile

kavramlaştırdığı, bireyin iktidara karşı direnmesinden söz eden Foucault, bu

direnişin kaynağını bireyde görürken, onu harekete geçirecek etkinin ne olacağı

konusunda açık ve sistematik bir açıklama üretememiştir. Genel olarak Foucault’nun

iktidarla ilgili eleştiriler konusunda geniş çaplı açıklamalar yapmasına rağmen,

çözüm önerileri konusunda yeterince açıklayıcı, net ve sonuca ulaştırıcı açıklamalar

yapamaması, Onu eleştirenlerin en temel dayanakları olmuştur. Ayrıca,

Foucault’nun, modernizmin ağırlıklı olarak birey üzerindeki olumsuz yönlerini göz

önüne alması, olumlu yönlerini göz ardı edecek düzeyde modernizmi eleştirmesi

bilimselliğe aykırı bir tavır olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu durum günümüz

iktidarının varlığının kaynağının modernizm olduğu gerçekliğini ortadan

kaldırmamaktadır. Modernizm, günümüzde bireyin yaşamını ortaya çıkardığı

sonuçlarıyla etkisi altında tutmaya devam eden temel bir olgudur.

Aslında, Foucault, iktidar olgusunu öyle derinlemesine ve tarihsel bir

çözümleme ile irdelemiştir ki, Onun bu düşüncelerine yöneltilecek eleştiriler de

kuşkusuz ayrıntılı bir çalışma gerektirmektedir.

Foucault’nun fikirlerinin eleştirilecek veya eksik noktaları olabilir. Ancak

kabul edilmesi gereken bir gerçeklik vardır ki, Foucault, hem kendi döneminin hem

de günümüzün bireyini, ona hâkim olan iktidarın varlığı ve etkinliği konusunda

önemli ölçüde aydınlatmaya ve uyandırmaya çalışmıştır. Bu da bir düşünür açısından

yapılabilecek en önemli şeydir.

Page 56: Foucault Ve Birey

53

KAYNAKÇA

Aslan, S., Yılmaz, A. (2001). “Modernizme Bir Başkaldırı Projesi Olarak

Postmodernizm”, C.Ü. Đktisadi ve Đdari Bilimler Dergisi, Cilt:2, Sayı:2.

Bauman, Z. (2000). Siyaset Arayışı, (Çev.: T. Birkan), Đstanbul: Metis Yay.

Bauman, Z. (2003). Yasa Koyucular ve Yorumcular, (Çev.: K. Atakay), Đstanbul:

Metis Yay.

Bauman, Z. (2007). Modernite ve Holocaust, (Çev.: S. Sertabiboğlu), Đstanbul:

Versus Kitap.

Benhabib, S. (2006). “Modernlik ve Eleştirel Kuramın Çıkmazları”, (Çev.: S.

Akkanat), Frankfurt Okulu, (Đç.), Derleyen: H. Emre Bağce, Ankara:

Doğubatı Yay.

Berman, M. (2006). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, (Çev.: Ü. Altuğ ve B. Peker),

Đstanbul: Đletişim Yay.

Bernauer, J. W. (2005). Foucault’nun Özgürlük Serüveni, (Çev.: Đ. Türkmen),

Đstanbul: Ayrıntı Yay.

Cirhinlioğlu, Z. (1998). “ ‘Modernleşme’, ‘Post-Modernizm’ ve Siyaset”, Sosyoloji

Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1-2.

Deveci, C. (1999). “Foucault’nun Đktidar Kavramsallaştırmasında Siyasal Boyutun

Ayrıştırılamazlığı”, Doğu Batı Dergisi, Ankara: Felsefe Sanat ve Kültür Yay.

Sayı:9.

Page 57: Foucault Ve Birey

54

Dinler, Z. (1997). Đktisada Giriş, Bursa: Ekin Kitabevi.

Duvarger, M. (2002). Siyaset Sosyolojisi, (Çev.: Ş. Tekeli), Đstanbul: Varlık Yay.

Ercan, F. (1996). Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik, Đstanbul: Sarmal Yay.

Esgün, T. G. (2006). “Postmodernizme Rağmen Aydınlanma”, Uludağ Üniversitesi

Felsefe Dergisi, Sayı:6.

Evre, B. (2007). “Bir Düşünüş Biçimi Olarak Postmodernizm ve Temel

Parametreleri”, Akdeniz Đ.Đ.B.F. Dergisi, Sayı:13.

Foucault, M. (1999). Bilginin Arkeolojisi, (Çev.: V.Urhan), Đstanbul: Birey Yay.

Foucault, M. (2001a). Yapısalcılık ve Postyapısalcılık, (Çev.: Ü. Umaç ve A. Utku),

Đstanbul: Birey Yay.

Foucault, M. (2001b). Kelimeler ve Şeyler, (Çev.: M.Ali Kılıçbay), Ankara: Đmge

Kitabevi.

Foucault, M. (2003a). Cinselliğin Tarihi, (Çev.: Hülya U. Tanrıöver), Đstanbul:

Ayrıntı Yay.

Foucault, M. ( 2003b). Đktidarın Gözü, (Çev.: I. Ergüden), Đstanbul: Ayrıntı Yay.

Foucault, M. (2004a). Felsefe Sahnesi, (Çev.:I. Ergüden), Đstanbul: Ayrıntı Yay.

Foucault, M. (2004b). Toplumu Savunmak Gerekir, (Çev.: Ş. Aktaş), Đstanbul: Yapı

Kredi Yay.

Page 58: Foucault Ve Birey

55

Foucault, M. (2005a). Özne ve Đktidar, (Çev.: I. Ergüden ve O. Akınhay), Đstanbul:

Ayrıntı Yay.

Foucault, M. (2005b). Büyük Kapatılma, (Çev.: I.Ergüden ve F. Keskin), Đstanbul:

Ayrıntı Yay.

Foucault, M. (2005c). Entelektüelin Siyasi Đşlevi, (Çev.: I. Ergüden, O. Akınhay ve F.

Kekin), Đstanbul: Ayrıntı Yay.

Foucault, M. 2005d). Doğruyu Söylemek, (Çev.: K. Eksen), Đstanbul: Ayrıntı Yay.

Foucault, M. (2006a). Kliniğin Doğuşu, (Çev.: Đnci M. Uysal), Ankara: Epos Yay.

Foucault, M. (2006b). Deliliğin Tarihi, (Çev.: M. Ali Kılıçbay), Ankara: Đmge

Kitabevi.

Foucault, M. (2006c). Sonsuza Giden Dil, (Çev.: I. Ergüden), Đstanbul: Ayrıntı Yay.

Foucault, M. (2006d). Hapishanenin Doğuşu, (Çev.: M. Ali Kılıçbay), Ankara: Đmge

Kitabevi.

Giddens, A. (2004). Modernliğin Sonuçları, (Çev.: E. Kuşdil), Đstanbul: Ayrıntı Yay.

Gökberk, M. (2000). Felsefe Tarihi, Đstanbul: Remzi Kitabevi.

Jameson, F. (2003). Dil Hapishanesi, (Çev.: Mehmet H. Doğan), Đstanbul: Yapı

Kredi Yay.

Jameson, F. (2004). Biricik Modernite, (Çev.: S. Oğuz), Ankara: Epos Yay.

Kant, I. (1984). Seçilmiş Yazılar, (Çev.:N. Bozkurt), Đstanbul: Remzi Kitabevi.

Page 59: Foucault Ve Birey

56

Kızılçelik, S. (1996). Postmodernizm Dedikleri, Đzmir: Saray Kitabevi.

Küçükalp, K. (2003). Nietzsche ve Postmodernizm, Đstanbul: Paradigma Yay.

Küçük, M. (der.).(2000). Modernite Versus Modernite, Ankara: Vadi Yay.

Mills, C. W. (2000). Toplumbilimsel Düşün, (Çev.: Ü. Oskay), Đstanbul: Der Yay.

Özlem, D. (2004). Etik- Ahlâk Felsefesi-, Đstanbul: Đnkılâp Kitabevi.

Revel, J. (2006). Foucault Güncelliğin Bir Ontolojisi, (Çev.: K. Atakay), Đstanbul:

Otonom Yay.

Rosenau, P. M. (2004). Post-modernizm ve Toplum Bilimleri, (Çev.: T. Birkan),

Ankara: Bilim ve Sanat Yay.

Sarup, M. (2004). Post-yapısalcılık ve Postmodernizm, (Çev.: A. Güçlü), Ankara:

Bilim ve Sanat Yay.

Şaylan, G. (2006). Postmodernizm, Ankara: Đmge Kitabevi.

Tekelioğlu, O. (1999). “Moderniteye Sıkışan Özgürlük: Foucault’nun “Kendilik

Teknolojileri”ne Bir Bakış”, Doğu Batı Dergisi, Ankara: Felsefe Sanat ve

Kültür Yay, Sayı:9.

Tekelioğlu, O. (2003). Foucault Sosyolojisi, Bursa: Alfa-Aktüel Kitabevi.

Trombadori, D. (2004). Michel Foucault, (Çev.: G. Aksay), Đstanbul: Chiviyazıları

Yay.

Wagner, P. (2003). Modernliğin Sosyolojisi, (Çev.: M. Küçük), Đstanbul: Doruk Yay.

Page 60: Foucault Ve Birey

57

Waters, M. (2008). “Yapı: Yaşamı Belirleyen Gizli Kalıplar”, (iç.), Modern Sosyoloji

Kuramları,(Çev.: A. Esgin; Çev. Ed.: Z. Cirhinlioğlu), Đstanbul: Gündoğan

Yay.

Yakupoğlu, M. (1999). “Özne ve Söylem”, Doğu Batı Dergisi, Ankara: Felsefe Sanat

ve Kültür Yay, Sayı:9.