etkili yorum 20

43

Upload: ihlas-koleji

Post on 06-Apr-2016

251 views

Category:

Documents


8 download

DESCRIPTION

İhlas Koleji'nin Çıkardığı Kurumsal Dergi

TRANSCRIPT

Page 1: Etkili Yorum 20
Page 2: Etkili Yorum 20

İMTİYAZ SAHİBİHami Koçİhlas Eğitim Kurumları Genel Müdürü

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜServer Gürsoy

SANAT YÖNETMENİAytekin Karaca

DANIŞMA KURULUAzmi AksoyHamdi Özakay Sebahattin Kazaz Müge Kılıç

REKLAM SORUMLUSU Ali Oğuz Çelikörs0212 639 68 70

YAZI İŞLERİİbrahim CebeciNurcan MelekoğluKübra HamdioğluBahar ÇelikHülya DerinoğluGizem TopalcıEsra ÇayırlıGökhan ErgürMevlüt Dalkılıç

HABER EDİTÖRÜLevent Çelik

GRAFİK ve TASARIMSerdar Mert

FOTOĞRAFLARSalih Kadakci

YAPIMDVC İletişim 0 212 452 24 90 - 452 77 68

BASKIİhlas Gazetecilik A.Ş.0 212 454 35 08 - İstanbul

OCAK - 2014

İHLAS KOLEJİ BİREYSEL GEŞİŞİM ve EĞİTİM DERGİSİİÇİNDEKİLER

04 Öfke İleBaşa Çıkmak

14 Cezayı DoğruKullanmak

21 Çocuğa Ceza VermekÇözüm mü?

08 Sosyal MedyaGerçeği

16 Selamın Sevgiyle Verileni,Kelamın Sevgiyle Söyleneni

22 Fırtınalı Dönem:Ergenlik

10 Eğitimde Başarıya Giden Yolda Öğrenme Stilleri

18 Çocuklaİletişim

24 Dün Gitti, YarındaGelmedi, Anı Yaşamalı

Öfke katlanılması güç bir duygudur; hepimiz küçüklüğümüzden beri öfkelenmememiz konusunda uyarılmışızdır.

Bir davranışın tekrar edilmemesi için uygulanan üzüntü ve acı verici bir yöntemdir.

Küçük yaşta bir turnuvada maçı kaybedince raketi fırlatıyor. Raket kırılıyor. Babası yanına geliyor. "Kızım haftaya maçın yok mu?" diye soruyor.

İnsanlar ile iletişim kurmanın yeni yolu olarak görülen sosyal medya, çağımızın en etkili araçlarından biridir.

Eskilerde olup da yenilerde eksik kalan şey de sanırım işte bu: Selamlaşma kültürünün olmayışı.

Ergenlik döneminde olan çocuğunuz ile sağlıklı bir ilişki kurmanın ilk yolu.

Her insanın parmak izi nasıl birbirinden farklıysa öğrenme stilleri de farklıdır.

Çocuğun hayatında ilk iletişime girdiği kişiler kendi ana-babasıdır.

Öyle ya da böyle herkes "keşkelerin" olabildiğince az "iyiliklerin" bol miktarda olduğu bir hayat ister.

26 Başarısızlık Korkusu Sonuç mu, Süreç mi?28 Kıyaslanan Çocuklar30 Çocuk Yetiştirmede Rol-Model32 İnsanı Dönüştüren Bir Araç Olarak İnernet 36 Kozadan Çıkan Kelebeğin Hikayesi38 Çocukları Uyarma Sanatı40 Çocuklarımızın Motivasyonunu Nasıl Arttırırız?42 Okuma Sevgisi44 Gerçek Hayatın Çevrimdışı Bireyleri46 Çiçek Dili

ETKİLİYORUM 1

Page 3: Etkili Yorum 20

EDİTÖRDEN

Server Gürsoy

Pozitif düşüncenin gücü...Bir işi başarmanın en önemli motoru insan beyni ve zihnidir. Eğer beyninizdeki engelleri ortadan kaldırabiliyorsanız başaramayacağınız hiçbir iş yoktur.İnsanların pek çoğu, yapmak istediği iş için gerekli olan ön adımları atmadan, zihnen yenilgiye hazır psikolojisi taşıyabiliyor. Yenilgiyi kabullenerek işe başlayan birinin başarılı olması artık tesadüflere kalmıştır. Beyninde başaracağına inanmayan insanlar, zaten uygulamada gerekli enerjiyi kendinde bulamayanlardır.Hayatta başarıyı yakalamış ya da yakalayacak olanlar, her zaman pozitif düşünceyi taşımış insanlar arasından çıkmış ve çıkacaktır.Pozitif düşünce;- Motivasyonu arttırır.- Bağışıklık sistemini güçlendirir.- Sağlığı korur ve güçlendirir. - Gerginliği azaltır.- Uykuyu düzenler. - Yan etkisi olmayan ilaç gibidir.

* * *

Bir hastane, iki yatak ve iki hasta… Yataklardan biri pencere önünde, diğeri duvar dibindedir. İkisine de aynı tedavi uygulanmaktadır.Pencere kenarındaki, sabahtan akşama kadar pencereden dışarıya bakıp izlediklerini, duvar dibindeki bir şey görmeyen oda arkadaşına anlatmaktadır. “Bugün deniz dünden daha durgun…Rüzgâr hafif esiyor olmalı… Beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyor, kuğu gibi süzülüyorlar…Park mı?Salıncakların ikisi dolu, ikisi boş…

Ah arkadaşım, görmelisin!

Erguvanlar bugün çıldırmış…

Öyle bir çiçek açmışlar ki etraf mora boyanmış.

Erikler desen keza, tepeden tırnağa beyazlara

bürünmüşler, gelinler gibi…

İşte, parkın neşesi çocuklar geldi. Ellerinde rengârenk

balonlar, uçurtmalar... Umutlarını göğe uçuruyorlar.

Bugün martıların keyfine diyecek yok. Masmavi denizin

üzerinde gösteri yapıyorlar. Arada suya şöyle bir

dokunup yiyeceklerini topluyorlar.”

* * *

Gördüğü güzellikleri anlatan hasta kısa sürede

iyileşti, taburcu oldu. Diğeri henüz iyileşme belirtisi

gösterememişti. Arkadaşı ayrıldıktan sonra pencere

yanındaki yatağa geçmeyi istedi hemşireden. Görmek,

izlemek istiyordu o eşsiz manzarayı..

Ertesi gün, duvar dibindeki hasta taşınır pencere

kenarına. Onun yerine ise başka bir hasta gelmiştir.

Artık o anlatacaktır, yeni gelen hasta arkadaşına eşsiz

manzarayı.

Yattığı yataktan dışarıya baktı.Gördüğü manzara karşısında şaşırdı. Çünkü dışarıda kapkara bir duvar vardı.

* * *

Pozitif düşünceli olmak ya da olmamak... Bizim hayattaki tercihimizdir. Unutmamak gerekir ki yalnızca pozitif düşüncelere sahip olanlar, aradığı mutluluğu herkesten önce yakalarlar.

ETKİLİYORUM 3

Page 4: Etkili Yorum 20

Öfke büyük önem gerektiren bir duygudur; kalp krizi, kramp, boşanma, vahşet,

savaş gibi insanoğlunun en önemli problemlerinin altında yatan faktördür. Tabi ki öfke ortamında bir şeylerin yanlış gittiğinin en açık göstergesidir; eğer düzeltilmezse iletişimi zedeleyebilir.

Aile ortamında, zaman zaman çatışmalar ve sinir bozuklukları yaşanır. Öfke katlanılması güç bir duygudur; hepimiz

küçüklüğümüzden beri öfkelenmememiz konusunda uyarılmışızdır. “Öfkeyle kalkan zararla oturur.” atasözünü hepimiz duymuşuzdur. Aynı zamanda çoğumuz, öfkeyle başa çıkmak için önümüzde bir eğitmen ya da iyi bir model bulamazken diğer bir yandan sosyal çevre ve televizyon; spor fanatikleri, katiller gibi vahşete dair birçok örnek sunar bize. 

İki öfkeli insan çeşidi vardır: pasif-sinsi insanlar ve agresif-çirkin insanlar. Pasif insan sesini çıkartmadan sineye çeker

ve her şeyin yolunda olduğunu söyler. Size yardım etmek

için söz verir fakat ihtiyacınız

olduğunda yanınızda

değildir.

Size arkadaş görünür: “Gözüm, canımın içi!’’ der arkanızdan konuşur.

İftiranın “Doğrulanan Kehaneti”

Agresif-çirkin öfkeli insan size lanetlerde bulunur, size karşı olduğunu her yerde ilan eder. Hep sizin hatalarınızı için “pusuya” yatar. Sizin ne yaptığınızı merak eder ve yaptığınız her şey için kendisinin dünyaya baktığı pencereden yorumlar yapar. Sizden ayrılmadan önce sizi üzmek için çirkin bir iz bırakır ve sizin üzüntünüzden haz duyar. Bu tür insanların bir kurumda (şirket, kamu kurumu, aile, üniversite, okul vs) başka insanlar için verdiği zararlardan birisi de şudur: Başkası hakkında “yüzlerce” olumsuz sıfat, dedikodu, iftira vs. üretir. O kişi hakkında söyledikleri çok olduğundan bir tanesi bir gün tutarsa “Bak ben size önceden söylemedim mi, bu adam böyle diye!” diyerek daha önceki 99 iftirayı da “legalleştirmiş” olur.

Öfke İle Başa Çıkma

Prof. Dr. Ramazan Abacı

4 ETKİLİYORUM

Page 5: Etkili Yorum 20

Ailede Öfke

Ailede tartışma ya da küçük kavgalar ailenin tuzu biberidir. Ama hemen baş edilmesi gereken bir problemdir. Kişinin eşine karşı kızgınlığını yenmesi konusunda farklı profesyonel fikirler vardır. Bazı terapistler savaşa karşıdır ve "Sinirleriniz yatışana kadar bekleyin, daha sonra soğukkanlı bir şekilde eşinizden problem için yardım isteyin." derler. Bazı terapistler ise çiftlerin adil bir şekilde tartışmaları gerektiğini savunurlar. Bach ve Wyden, adil savaşın iletişim kapılarını açtığını ve sonunda daha canlı, daha dürüst, daha samimi bir aşk ilişkisine kavuşulduğunu söylerler (Bu arada “savaşma” kelimesi sizi üzüyorsa bunu “mücadele” olarak da okuyabilirsiniz).

Kararlılık ve adil savaş olmak üzere öfkenizi yapıcı bir şekilde ifade etmenin yolları vardır. Duygularınızı, kontrolünüzü kaybetmeden ifade edersiniz ve değişim için savaşırsınız. Bu da adildir.

Buradaki amaç; kendinizi, eşinizi ya da ilişkinizi zedelemeden öfkenizi direk ve açık olarak ifade etmektir.

Pasif ya da agresif biri olmak istemiyorsanız duygularınızı dürüstçe ancak doğru zamanda ifade edin. Doğru zamandan kasıt, siz ya da karşıdaki insanın öfkeleri en üst noktada iken duygularınızı dinlemeye kapalı olacaktır çünkü birey o an savunmada olduğundan sizin söyleyeceklerinize direnç gösterecektir.

Adil tartışma için neler yapılabilir?

1. Basamak: Adil tartışma için basamakları ve kuralları öğrenin Bundan sonraki basamaklar adil tartışmanın etkililiğini artırmak için kurallar içerir. Prosedürleri öğrenmeli ve bu becerileri pratik hâline getirmelisiniz. Adil olmayan şekilde savaşmak insanın doğasında vardır. Fakat daha mantıklı düşünüp kızdığımız zaman çirkinleşmemeyi öğrenmeliyiz.

Aynı zamanda partneriniz de adil savaşı öğrenmelidir. Eğer partneriniz bu basamakların farkında değilse amacına ulaşmaz. Partnerlerden biri ‘ben’ ifadeleri kullanırken diğerinin agresif davranması işe yaramaz.

İki taraf da neler olduğunun ve neden olduğunun farkında olmalıdır. Eğer partnerlerden biri hep daha kızgınsa profesyonel bir yardım alınmalı.

2. Basamak: Bu konuda savaşmak Sinirlendiğiniz zaman olayın tartışmaya değer olup olmadığına karar verin. Kendinize birçok soru sorun: Hangi davranışın değişmesini istiyorum? Gerçekten sinirlendiğim şey bu mu? Eğer değilse beni bu kadar rahatsız eden ne? Eğer beni rahatsız eden buysa neden bu kadar tepki gösteriyorum? Ya da sadece eşimi üzmek mi istiyorum? Eğer sorunun uğraşmaya değer olduğunu görüyorsanız bunu hemen yapın, unutmaya çalışmayın.

3. Basamak: Belirli bir zaman ayarlayın Bu tartışmanın önceden çok sinirli olduğunuzda yaptıklarınızdan çok daha farklı bir radikal değişim içerdiğini unutmayın. Adil bir savaş için kendiliğinden gelen acı sözleri kontrol etmeniz gerekir.

Savaşmaya karar verdiğinizde bir zaman ve yer belirleyin. ‘……….. konusundaki rahatsızlığımı dile getireceğim ve değişim yapıp yapamayacağımızı görelim. İşten sonra yapmaya ne dersin?’ Yeterli zaman ayırın; bir iki saat süreceğini bildiğiniz hâlde 'Sadece bir iki dakikanı alacağım.' demeyin. Gerekiyorsa sık sık savaşın. Problemlerle başından savaşın. Öfkenizi sindirmeyin.

4. Basamak: Hangi davranışları beğenmediğinizi net bir şekilde belirtin Eşinizin sevmediğiniz davranışı konusunda eşinize objektif ve açık olun, abartmayın. Örnek: ‘Eve 6.30’da değil 5.30’da gelmeni istiyorum.’ ‘Kıyafetlere harcanan bu kadar parayı seninle konuşmak istiyorum, maçlara ayırdığın zamanın ben ve çocuğumuza ayırdığın zamandan kat kat fazla olması beni rahatsız ediyor, benim akrabalarım eve gelince somurtman beni üzüyor!’ gibi. Öfkenizin, probleminizi açık bir şekilde ifade etmenize karışmasına izin vermeyin.

5. Basamak: Duygularınızı ifade etmek için ‘ben’ mesajları kullanın Şimdi çıldırabilirsiniz. Hemen açıklayalım. Duygularınızı açıkça ve dürüstçe paylaşın. Duygularınızın sorumluluğunu kabul ettiğinizi belirtmek için cümlelerinizde “ben” kelimesini kullanın. Örneğin; “Sen böyle yapınca insan kızıyor.” yerine “Sen böyle yapınca kızıyorum.” gibi. “Sen çok aptalsın!” gibi suçlayıcı, etiketleyici, tüm kişiliğe yönelik cümleler kullanmaktan kaçının. “Şimdi ve burada” kuralına odaklanın, sadece oradaki kişiye yönelik olan öfkenizi

ETKİLİYORUM 5

Page 6: Etkili Yorum 20

o kişiye açıklayın, diğer şahıs ya da kurumlara olan öfkenizi o kişiye yansıtmayın “Zaten bu gün işte kavga ettim, milletin ağız kokusunu çektim, bir de seni çekemem!” gibi. Aynı zamanda, sadece o anki olaya ait duygularınızı açıklayın, konuştuğunuz kişi tarafından geçmişte yapılmış olan hataları olaya dâhil ederek konuşmayın. İçsel olarak, yapılmış olan her bir hatayı karşı tarafı incitmek için kullanmaya ve onu savunma konumuna getirmeye meyilliyiz. Bu zalim sözel saldırı sinirinizi yatıştırabilir ancak ilişkiye zarar verir. Kontrolü kaybetmeyin.

Adil bir tartışma için belki de en

önemli kural: “Eşinizin duygusal limitini

bilmek ve bu sınır içinde kalmaktır.”

Hepimiz için suçlamalar ve olumsuz

düşünceler tolere edilebilir fakat diğer

önemli nokta “limitin altında kalmak”,

bazen o kadar acı çekeriz ki ağlarız,

karşı saldırıya geçeriz, dinlemeyiz,

nefret duyarız veya kaçarız.

Problemlerimizi doğru biçimde

(Doğru biçimin nasıl olduğu yukarıda

açıklandı.) açıklarken eşimizin hassas

noktasına dokunup dokunmadığımızın

işaretini gözlemlemeliyiz. Onun

duygularını önemsememek zalimliktir.

Eleştiriler çok sert ve kırıcı olmaya

başladığında eleştirilen kişi elini

kaldırarak, söz isteyerek bunu dile

getirebilmeli.

Eleştirilen kişi dinlemeli, empati 

kurulmalıdır. Tecrübe kazandıkça o

kişinin eleştiri tarzına alışacaksınız,

örneğin; kişi bağırabilir, ağlayabilir,

suçlamalarını defalarca yineleyebilir.

Eğer telepatik olarak eşinizin

haykırışlarını değerlendirebilirseniz,

o zaman bu sözel saldırıları daha

kolay tolere edebilirsiniz.

“Bir Gülümse Lütfen!”

Henry Miller, “İnsanlarla

karşılaştığınızda gülümseyin.”

der ve şöyle devam eder: “Biriyle

tanıştığınızda o kişinin içtenlikle

gülümsemesi ve 'Seni tanıdığıma

memnun oldum.' demesi kadar güzel

bir şey yoktur. Gülümsemenin gizli bir

gücü vardır. Bildiğim en iyi rahatlama

yoludur” der.

Dinimiz açısından da olumlu görülen

bu davranışımız konusunda ne kadar

iyiyiz sizce?

Hitler ve Mussolini bizim

kültürümüzden çıkmadı. Belki,

o tarzda olan insanlar aramızda

vardı ama ülke olarak bu insanların

peşinden gitmedik. Mevlana, Yunus

Emre, Hacı Bektaş-i Veli gibi insanlar

bizim kültürün ürettikleri. Hitler

ve Mussolini’yi çıkaran ülkelere

bugün gittiğimizde, genelde

insanlar birbirlerini tanısın tanımasın

kaldırımda bile karşılaşsa tebessüm

edip birbirlerine selam veriyorlar.

Ancak, zamanla “Ne olursan ol gel”

diyen kültürün insanları bizler, sınıf

arkadaşımızı yolda, aynı apartmandaki

komşumuzu asansörde görünce bile

genelde bir tebessümü ve selamı

esirgeyebiliyoruz. Bugün kendimize

bir iyilik yapalım; okulumuzdan,

işyerimizden, mahallemizden birkaç

kişiyi arayalım. Onların hâlini hatırını

soralım, güzel dileklerimizi iletelim

onlara. Dışarı çıkıp ekmeğini aldığımız

fırıncıya, ekmeğini beğendiğimizi,

ekmeği çok iyi pişirdiğini söyleyelim.

Kapıcıya, selamımızı verip onun

hâlini hatrını soralım. İşyerindeki

ya da okuldaki arkadaşlarımızın

beğendiğimiz yanlarını -bugün yine

güzel giyinmişsin, seni görünce

kendimi daha iyi hissediyorum gibi-

yüz yüzeyken onlara ifade edelim.

Tabi bunları yaparken yüzümüzden

tebessümü de eksik etmeden.

6 ETKİLİYORUM

Page 7: Etkili Yorum 20

Teknolojideki hızlı gelişim ve değişim, her geçen gün günlük yaşamımızın hemen hemen

her alanını doğrudan etkilemektedir. Modern çağın bir gereği hâline gelen interneti; cep telefonlarından, oturma odalarımıza giren Smart TV’lerden, masaüstü bilgisayarlardan, kablosuz erişim imkânı olan her yerden hayatımıza resmen ortak etmiş durumdayız. Teknoloji ve internetin hayatımıza daha da girmesiyle “sosyal medya” oldukça fazla kullanılan terimler arasına girdi.

İnsanlar ile iletişim kurmanın yeni yolu olarak görülen sosyal medya, çağımızın en önemli ve etkili araçlarından biri. Son yıllarda gelişerek kullanıcı ve takipçi sayısının katlayarak arttığı internet paylaşım siteleri olan hatta Facebook ve Twitter öncülüğünde gelişen bu araç, belki de dünyanın en popüler iletişim aracı hâline geldi. Sosyal medya, gerek

başında. Sürekli olarak "Bana gelen yeni bir mail ya da bildiri var mı? Acaba, falanca ne ekledi sayfasına? Hangi değerli bilgiyi paylaştı gibi meşguliyetler..."

Sosyal medyanın üzerimizdeki etkisi inkâr edilemez düzeyde fakat insanlara teknolojik araçlar aracılığıyla ulaşmak kolaylaştıkça insanlarla bir araya gelmek, konuşarak iletişim kurmak çok daha az başvurulan bir iletişim şekli hâlini alıyor. Yüz yüze sohbet etme alışkanlığı gitgide azalıyor. Özellikle “ergen” diye tabir ettiğimiz 13-18 yaş arası gençlerin kendilerini ifade etme ve birbirleri ile iletişim kurma becerilerinin azımsanamayacak kadar azalmış durumda olduğu gözlemlenmektedir. Artık birçok kişi yüz yüze görüşmek yerine, en yakın arkadaşlarının özel günlerini, yeni yılını, bayramını, hatta “geçmiş olsun” dileklerini dahi “sosyal medya” üzerinden ifade ediyor.

SOSYAL MEDYAGERÇEĞİ

Uzman Psikolog Zeynep Kan

çevremiz gerekse dünyamız hakkında bilginin kolayca yayılabilmesinde büyük rol oynuyor. Çünkü bilgiye sadece parmak uçlarımız kadar uzaktayız.

Sosyal medya kullanımının artmasının, haberleşme olarak kolaylık ve hız sağladığı düşünülse de araştırmalar sosyal medyanın kendi içinde zararlı kullanımının insanları sosyallikten asosyalliğe gizlice sürüklediğini göstermektedir. Özellikle çocuklar ve gençler; dışarıdaki hayatı, Foursquare, Twitter, Facebook gibi sitelerden ibaret sanıp hayatlarını bu sitelere göre kuruyorlar. Yaptıkları şeyleri, gittikleri yerleri ve hatta arkadaşlık ilişkilerini bile sosyal medya üzerinde yaşıyorlar. Gözlemlediğim o ki okulda, derste, işte, toplu ulaşım araçlarında, hatta yolda yürürken ya da araç kullanırken bile herkesin gözü cep telefonunda. Bütün gün yapılan takip yetmiyormuş gibi eve gelir gelmez herkes bilgisayar

8 ETKİLİYORUM

Page 8: Etkili Yorum 20

Sosyal medya, hayatımızın birçok parçasından biri olmalıyken doğal yaşam alanımızı doldurmuştur. Sosyal medyadan kaçış mümkün değildir.

Bu, "Bir denize girip ıslanmadan kalabilirim." demek gibi bir şey olur. Bu denizden ıslanmadan çıkamayız. Tabii, sosyal medyayı ve interneti bir yere oturtabilmemiz için öncelikle toplumda neler olduğunu çok iyi anlamamız gerekir. Bu yüzden de sosyal gerçekleri atlamamalıyız. Şehirleşme, çalışan anne baba gerçeği, çocuğa ayrılan zamanın niteliğinde, niceliğinde bir azalma, tek çocuk sendromu, AVM kültürü, çocuk yetiştirme işinin aileler tarafından kurumlara devredilmesi gibi realiteleri bir kenara koyun; bir de yüzyıllardır insanların değişmeyen sevmek, sevilmek, ilgi görmek gibi ihtiyaçlarını düşünün. Eğer ki insanların bu ihtiyaçlarını karşılamazsanız, bunun yerine konulacak mutlaka bir şeyler bulunur. Bilgi ve iletişim teknolojileri de bu işi çok güzel yerine getiriyor.

Günümüze kadar hiçbir zaman nesiller arasındaki fark bu kadar açılmamıştı. Bütün bir günü elinde tablet veya dizinde bilgisayar, Facebook, Twitter açık olarak internette geçiren çocuklar, sosyal medya yüzünden o kadar bilgiye maruz kalıyorlar ki anne ve babaların onları tek tek düşünebilme şansı yok. Ailelerin en tedirgin olması gereken şey bu aslında.

Son dönemde önlenemez bir hızla yayılan sosyal medyanın olumsuz etkilerinin olması, yararlarından vazgeçmemiz anlamına gelmez tabii. Her şeyi dozunda kullanmayı önce kendimiz öğrenip sonra çocuklarımıza aşılayarak onların sosyal medyadan fayda elde etmelerini sağlamak hepimizin görevi. Çocuklarımızın dünyasında inkâr edilemeyecek bir yere sahip olan sosyal medyayı onlarla birlikte keşfederek, sosyal medyanın kullanım süresi konusunda sınırlar çizilerek, kontrollü bir serbestliğe müsaade etmek herhâlde en doğru yol olacaktır.

ETKİLİYORUM 9

Page 9: Etkili Yorum 20

Bilgi ve enformasyon çağı olarak adlandırılan çağımızda öğretmenin verici ve öğrencinin

de alıcı konumda olduğu geleneksel eğitim anlayışı artık önemini yitirmiştir. Günümüzde bilgiye ulaşma ve bilgiyi zihinde yapılandırıp elde edilen bilgiden yeni bilgilere ulaşma olarak ifade edilen yapılandırmacı yaklaşım (constructivism) önem kazanmıştır. Bilgi çağı, bireylerin birçok niteliğe sahip olmalarını gerektirmektedir. Bu nitelikler arasında araştırma yapabilme, bilgiye ulaşabilme, sorun çözebilme, eleştirel düşünme, bilgi kaynaklarını etkin kullanıp yeni bilgiler elde edebilme gibi çeşitli düşünme yollarını bilme ve uygulayabilme yer almaktadır. Bu nitelikte bireyler yetiştirebilmek için öğrencilerin eğitim ve öğretim süreçlerinde daha aktif

ve katılımcı olması gerekmektedir. Bu da farklı öğrenme stiline sahip öğrencilerin öğrenme stillerinin dikkate alınması ile mümkün olmaktadır.

Öğrenme stilleri kısaca bilgiyi kavrama, özümseme ve işlemede kişisel olarak izlenen yol ya da yöntem olarak ifade edilmektedir. Her bireyin öğrenme stili farklıdır. Dunn ve Dunn’a (1993) göre öğrenme stili insanın parmak izi veya imzası gibidir. Her insanın parmak izi nasıl birbirinden farklıysa öğrenme stilleri de farklıdır. Bu sebeple öğretmen, tüm öğrencilerinin öğrenme stillerini tanımalı ve öğrencilerinin öğrenme stillerine göre öğrenme ortamı düzenleyip öğretim yöntem ve tekniklerini buna göre oluşturmalıdır.

Öğrenme stilleri ile ilgili dış dünyada çok çeşitli araştırmalar yapılmış ve bu araştırmalar sonunda farklı “Öğrenme Stilleri Modeli” ortaya konmuştur. Ülkemizde de son yıllarda bu konuda yapılan araştırma sayısı giderek artmaktadır. Öğretmenlere düşen görev, yapılan bu çalışmaları takip ederek öğrencilerinin hangi öğrenme stili modeline uygun olduğunu belirlemek ve eğitim-öğretim faaliyetlerini öğrencilerinin bireysel öğrenme stillerine göre düzenlemektir. Bu makale, eğitim camiasında öğrenme stilleri ile ilgili bir farkındalık oluşturmayı amaçlamaktadır.

Öğrenme Stilleri Nedir?

Eğitim; bireyin davranışında, kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak

EĞİTİMDE BAŞARIYA GİDEN YOLDA

ÖĞRENME STİLLERİ

Cihad Şentürk

10 ETKİLİYORUM

Page 10: Etkili Yorum 20

istendik değişme meydana getirme sürecidir (Ertürk, 1972). Türk Dil Kurumu sözlüğünde de eğitim “çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine, okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye” şeklinde tanımlanmaktadır. Öğrenme ise yaşantı sonucu davranışta meydana gelen nispeten sürekli bir değişikliktir.

Her bireyin dünyayı anlamak için kullandığı öznel bir bilgi kapasitesine, düşüncelere ve deneyimlere sahip olduğu ve tüm bu özelliklerin öğrenme sürecinde etkili olabileceği düşünülürse öğrenmede bireysel farklılıkların varlığını kabul etmek kaçınılmazdır (Bilgin & Bahar, 2008).

Bireyin öğrenmesinde çeşitli faktörler etkilidir. Bunlar, çevresel faktörler (ses, ışık, sıcaklık, oturma düzeni vb.), duygusal faktörler (motivasyon, uyma, azim, sorumluluk vb.), sosyolojik faktörler (yalnız, ikili grup, akran, takım, otorite, değişken), fizyolojik faktörler (zaman, yeme-içme, hareketlilik, algısal) ve psikolojik faktörler (global, analitik, yansımalı, tepkisel) olarak sıralanabilir (Dunn, Dunn & Price, 2000).

Öğrenme stili kavramı, ilk kez 1960 yılında Rita Dunn tarafından ortaya atılmıştır. Bu yıldan itibaren de üzerinde sürekli araştırmalar ve çalışmalar yürütülmüştür. 1980’li yıllardan sonra da öğrenme stili ile ilgili araştırmalar gerek sayı gerekse nitelik açısından artmıştır (Babadoğan, 1995).

Bireyin öğrenmeye yönelik özelliklerini kapsayan “öğrenme stili” kavramı eğitim-öğretim açısından önemli bir yere sahiptir. Çünkü öğrenmeyi öğrenmenin temel basamaklarından biri öğrenme stilini bilmekten geçmektedir (Vural, 2004). Son yirmi yılda eğitimde öğrenme stilleri ile ilgili çok çeşitli araştırmalar yapılmıştır

(Bahar 2009). Bu araştırmalar sonunda öğrenme stilleri ile ilgili farklı tanımlar ortaya konulmuştur. Dunn ve Dunn’na göre öğrenme stili her bireyde farkındalık gösteren, bireyin yeni ve zor bilgi üzerine konsantre olması ile başlayan, bilgiyi alma ve zihne yerleştirme süreciyle devam eden bir yoldur (Dunn ve Dunn,1993). Felder ve Silverman, (1988), öğrenme stillerini; bireylerin bilgiyi alma, tutma ve işleme sürecindeki karakteristik güçlülük ve tercihler olarak tanımlamaktadır. Keefe (1991) öğrenme stilini hem bir öğrenci karakteristiği hem de öğretme stratejisi olarak tanımlar. Öğrenme stili, öğrenci karakteristiği olarak bir öğrencinin nasıl öğrendiğini ve nasıl öğrenmekten hoşlandığını belirtir. Öğretim stratejisi olarak da biliş, şartlar ve öğrenme içeriği hakkında bilgi verir.

Yapılan araştırma ve çalışmalar sonucu literatürde çok çeşitli öğrenme stili modelleri sunulmuştur. Tüm bu modellerin oluşturulmasında kişilik teorileri, bilişsel stiller üzerine yapılan araştırma verileri, bireysel yeteneklerin ortaya çıkarılmasına yönelik çalışma sonuçları ve öğrenme kuramlarındaki farklı değerlendirmelerin olduğu söylenebilir. Öğrenme stillerinin nasıl belirleneceğine ilişkin ileri sürülen modellerin en tanınmış olanları, Myers-Briggs Tip Göstergesi, Kolb’un Deneyimsel Öğrenme Stili Modeli, Felder-Silvermann Öğrenme Stili Modeli, Hermann’ın Beyinsel Baskınlık Modeli, Gregorc Öğrenme Stili Modeli, McCarthy Öğrenme Stili Modeli, Dunn-Dunn Öğrenme Stili Modeli ve Grasha’nın Öğrenme Stili Modeli örnek olarak verilebilir. (Bilgin & Bahar, 2008).

Öğrenme Sitillerinin Öğrenci Başarısına Etkisi

Eğitimde başarı, öğrenciyi tanımaktan geçer. Öğrencisini yeterince tanımayan bir öğretmen, en etkili öğretim yöntem ve tekniklerini uygulasa bile başarıyı yakalayamaz. Öğrencinin öğrenme sitillerini bilmeden uygulanan eğitim yöntemleri hem zaman hem emek hem de insan israfına yol açar. Bu sebeple öğrencilerimizin öğrenme stillerini bilme son derece önem arz etmektedir.

Yapılan araştırmalar, kendilerine tercih ettikleri öğrenme stiliyle öğretildiğinde öğrencilerin aşağıdaki davranışları gösterdiklerini belirtmektedir (Güven, 1996):

a) Öğretime karşı olumlu tutumlarda istatistiksel olarak önemli oranda artış

b) Akademik başarıda istatistiksel olarak önemli oranda artış

ETKİLİYORUM 11

Page 11: Etkili Yorum 20

c) Ev ödevlerini tamamlamada daha çok içsel disiplin

d) Kendinden farklı olanı kabullenmede artış

e) Sınıf içi davranışlarda ve disiplinde olumlu yönde gelişme

Öğrenme stilleri öğrenme-öğretmen etkinliklerinin temelini oluşturmaktadır. Bireyin ya da öğrencinin öğrenme stiline uygun olarak düzenlenen eğitim ortamı, öğretim yöntem, teknik ve stratejileri kalıcı öğrenmeyi sağlar. Bu durum aşağıdaki şekilde daha net ifade edilmektedir:

Her öğrencinin kendine özgü farklı öğrenme stili olabilir. Öğrencilerin öğrenme stillerine göre öğrenme ortamları yeniden düzenlenir, eğitim strateji, yöntem ve teknikleri buna göre belirlenirse eğitimde kalıcı öğrenme sağlanır. Bu da otomatik olarak öğrenci başarısını artırır. Güven’e göre (2004), öğrencilerin öğrenmede başarılı olmaları kendi bilişsel süreçlerinin bilincine varabilmesi ile olanaklıdır. Bu kapsamda da bireylerin kendi öğrenme stillerini bilmesi önemlidir. Kendi öğrenmesinin farkında olan bireyler hem akademik hem de günlük yaşamda başarılı olabilir. Bireylerin bu becerilere sahip olması ise ancak bilinçli bir çaba ve düzenlemeyi gerektirir (Güven & Kürüm, 2006).

Öğrencilerin kendi bilişsel süreçlerinin ve öğrenme stillerinin fakında olması, öğretmenin rehberliğine bağlıdır. Öğretmen, her öğrencinin öğrenme stilini ve bilgiyi işleme sürecini bularak öğrenciyi bundan haberdar etmeli ve bu süreçte çift yönlü bir iletişim kurmalıdır. Aksi takdirde, başarıyı yakalamak mümkün olmayabilir.

Sonuç ve Öneriler

Her birey dünyaya geldiği andan itibaren çok çeşitli uyarıcı ile karşı karşıya kalmakta ve süreç içinde bütün bu unsurları öğrenmektedir. Öğrenme genellikle, bireyin ilk olarak herhangi bir durum veya bilgi ile karşılaşmasıyla başlamakta ve o bilgiyi duyu organları aracılığıyla algılama, zihinde yapılandırma ve beyne yerleştirme süreci ile devam etmektedir. Bireyler, bu süre zarfında öğrenme

için kendilerine has farklı yollar ve stratejiler geliştirmektedir. Yani her birey bilgiyi beyne yerleştirmede farklı öğretim yöntem ve tekniklerinden yararlanmakta, farklı öğretim koşullarına ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenlerle, her sınıfta farklı öğrenme stiline sahip öğrencilerin olduğu bilinmeli ve eğitim öğretim süreçleri buna göre düzenlenmelidir (Demir, 2008).

Stuart’a (1992) göre bireyin öğrenmesine birçok faktör etki etmektedir. Bu faktörler içinde bireyin bulunduğu toplumun kültürü, inançları, bireyin zekâsı, yaşı, öğrenmek için kendisine uygun seçmiş olduğu strateji, öğrenme stili ve motivasyonudur. Öğretmenin, sınıf içinde bu faktörlerden özellikle öğrencinin öğrenme stillerini dikkate alarak eğitim-öğretim sürecini organize etmesi öğrenci başarısı üzerinde olumlu etkiler meydana getirecektir.

Öğrenme stilleri üzerine yapılan araştırma sonuçları, öğrencilerin kişisel tercihleri göz önünde bulundurularak eğitim aldıklarında çok daha başarılı olduklarını göstermektedir. Alvin Toffler “Geleceğin cahili, okuyamayan kişi olmayacaktır. Nasıl öğreneceğini bilmeyen kişi olacaktır.” demektedir. Nasıl öğreneceğini bilmeyen öğrenciye en kaliteli eğitim bile fayda etmeyecektir. Kaynak: MEB Eğitim

12 ETKİLİYORUM

Page 12: Etkili Yorum 20

Geçtiğimiz günlerde

Bahçelievler Hükümet

Konağı’nda Çocuk Odaklı

Sosyal Risk Haritası başlıklı bir

seminere katıldım. Seminerde Üsküdar

Üniversitesi Şiddet ve Suçla Mücadele

Araştırma Uygulama Merkezi

Müdürü Adem Solak yürüttüğü

geniş çaplı bir araştırmadan söz etti.

Alınması gereken önlemler hakkında

katılımcılarla görüş alışverişinde

bulundu. Konuşma esnasında çocuklar

ve çocuklara verilen cezalar hakkında

kendi hayatından örnekler verdi. O

sırada aldığımız ilk gerçek cezayı

düşünmemizi istedi, beş on saniye

sonra insanların surat ifadeleri değişti.

Anladığım kadarıyla herkesin aklına o

en kötü an gelmişti.

Okula başladığım ilk gündü. Çevremde

yüzlerce çocuk, mavi önlükler, renkli

çantalar, suluklar ve hayatımda

ilk kez gördüğüm peçete kutuları,

kızlara pembe erkeklere mavi... Sınıf

arkadaşlarımın kimi ağlıyor kimi

de pencereden annesini görmeye

çalışıyordu. Sözü uzatmayalım,

hayatımda girdiğim ilk ders ve ilk

teneffüstü. Boynumda sulukla koşarak

bahçeye çıktım. İlk kez gördüğüm

büst dedikleri parlak şeye dokunmak

için tırmandım, muazzam bir histi.

O esnada iri yarı bıyıklı bir adam

ensemden yakalayıp yere fırlattı beni,

suluğumun kapağının açılmasına

sinirlenerek yerden kalkmaya

Cezayı Doğru Kullanmak

Uzm. Psk. Gökhan Ergür

14 ETKİLİYORUM

Page 13: Etkili Yorum 20

çabalarken arkamdan bir tane de

tekme atıp boylu boyunca yere

uzattı beni. Üstüm ıslanmış ve

dudağım kanamıştı, tüm bunlara

rağmen babamın öğüdüne uyup

ağlamıyordum. O hâlimle müdürün

odasında bir ders boyunca tek ayak

üstünde bekledim. "Bu ceza sana

ders olsun." demişti, ders.

Bana o gün verilen ceza çok sert

ve anlamsızdı. Bu ceza neticesinde

hiçbir şey öğrenmemiştim, müdür

o davranışı tekrar etmemem için

bunu yapmıştı ama açıklamada

bulunmaması, bu durumun neden

yanlış bir davranış olduğunu

söylememesi o konu hakkında

herhangi bir ders ve öğrenme

sağlamadı bende. Cezalarda önemli

olan bu davranışın neden yanlış

olduğunu anlatmak ve bu konuda

eylemi gerçekleştiren kişiye bilgi

vermektir.

Ceza, tanım olarak bir davranışın

tekrar edilmemesi için uygulanan

üzüntü ve acı verici bir yöntemdir

(odaya kapatma, mahrum etme,

tek ayak üstünde bekletme) veya

çocuktan alınan bir haktır (harçlığını

kesme, dışarıya çıkmasına engel

olma). Ceza, çocuk istenmeyen

davranışta bulunduğu zaman

uygulanır veya uygulanacağı

tehdidinde bulunulur (karnende

kırık not olursa eve gelme sakın,

ÖNLEYİCİ AÇIKLAMA: Çocuktan beklentilerinizi davranış oluşmadan önce açıklayın. ‘’Kıyafetlerimin temiz olması benim için çok önemli. Bir de aradığım zaman dolabımda bulmalıyım. Bu konuya dikkat edersen hiç problem yaşamayız seninle’’.

bir daha öğretmeninden şikâyet

duyarsam harçlığını keseceğim!)

Cezalar çocukta korku doğurur. Çocuk,

davranışı yapmak istemediğinden

değil de cezadan korktuğu için

yapmaz (Bir daha ellersen bu defa

kötü döveceğim!) Ancak ceza ödül

gibi zamanla etkisini kaybeder.

Çocuk cezaya alışır, hafta sonu

dışarı çıkmamak bir süre sonra onu

etkilemez ve istenmeyen davranışa

devam eder. (Geçen yıl ders

çalışmayınca televizyon izlemesine

engel oluyordum. Bu yıl televizyona

olan ilgisi bitti. Bilgisayara merak sardı.

Ona da engel olamam ya! Bu sefer de

bilgisayar için ders çalışmıyor).

Meşhur bir hikâyemiz vardır: Nasrettin

Hoca, suya gönderdiği çocuğun eline

testiyi vermiş:

“–Testiyi kırmadan getir.” diyerek bir

de tokat patlatmış çocuğa.

Yanındakiler hocaya söylenmişler:

“–Hocam, çocukçağız testiyi kırmadı

ki çocuğa tokat atıyorsun! Bu yaptığın

doğru bir iş değil!” Hoca istifini

ÇEVREYİ DEĞİŞTİRME: Çocuğa kızmamak için çevrenizde ön tedbirler alın. ‘’Annenin dağınıklığı görüp de sinirlenmemesi için oturma odasında bir oyun köşesi hazırlaması ve çocuğun burada rahatça oyun oynaması’’.

ÖRNEK OLMA: Çocuktan yapmasını istediğimiz davranışları öncelikle bizler yapmalıyız. ‘’Ben sana küfür etme demedim mi ahmak çocuk!’’ diyen bir ebeveyn inandırıcı olmaz.

PEKİ HATALI DAVRANIŞLAR OLUŞMADAN NASIL ÖNLEYEBİLİRİZ?

bozmadan cevap vermiş:

“–Doğru söylüyorsunuz ancak testiyi

kırdıktan sonra tokat atmanın ne

faydası olur?”

Burada Hoca’nın çocuğa tokat atması

muhakkak ki savunulacak bir şey

değil, vurgulanmak istenen hataların

önceden engellenebileceğidir.

ETKİLİYORUM 15

Page 14: Etkili Yorum 20

Bir gün yolda yürürken yaşlı bir amcayla karşılaştım. Ak sakallı nur yüzlü bu amcaya ‘’Selamün

aleyküm amcacığım.’’ dedim. Cevaben, aleyküm selam yiğidim uğurlar olsun, diye karşılık verdi. O gün, gün boyunca amcanın selamımı alması aklıma geldikçe mutlu oldum ve yüzümden tebessüm hiç eksik olmadı. Selamla birlikte sanki bir de enerji vermişti ve gün boyu bu enerjiyi harcamıştım.

Eskilerde olup da yenilerde eksik kalan şey de sanırım işte bu: Selamlaşma kültürünün olmayışı. Selamlaşmanın bir enerji alışverişi değil de bir zorunluluğun yerine getirilmesi gibi görülmesi. Çok basit ve yavan

bir “Günaydın”, ciddiyetten ve samimiyetten uzak bir “Nasılsın?” o yaşlı amcanın selamındaki “Yiğidim” deyişindeki enerjiyi maalesef vermiyor. Şöyle de düşünebiliriz: “Nasılsın?” sorusunun cevabını “Kötüyüm.” diye alırsak karşımızdakinin sorununu kendi sorunumuz gibi algılayıp samimiyetle çözümü için ne kadar yardımcı olma gayretimiz var? Oysa bunlar sevmenin ve sevilmenin maddi ve manevi kıstasları değil mi? Tabi ki evet. Peki, içimizdeki sevgi hissi tamamen ortadan mı kalktı ki selamlaş-mamızın birbirimize

olumlu bir tesiri kalmadı? Ortadan kalkmadı, hayır! Sadece en çok kendimizi sevmeye başladık. Herkes en önemli olarak hep kendini görmeye başladı. Diğerleri ise aynı ortamda bulunmanın verdiği zorunluluktan dolayı iletişim kurduklarımız. Gönlümüzü “ben” ile doldurduğumuz için diğerlerine yer de zaman da samimiyet de ayıramaz hâle geldik.

İş yerlerinde cadde ve sokaklarda tanıdık birilerine selamla ona enerji ve motivasyon verecek fazladan birkaç kelime daha eklesek o kişi öyle bir

Selamın Sevgiyle Verileni,Kelamın Sevgiyle Söyleneni...

Fatih Demirer

16 ETKİLİYORUM

Page 15: Etkili Yorum 20

huzur bulur ki o gün boyunca sizin söylediklerinizin tesirini hisseder. Rutin bir işi yerine getirmek için kifayetsiz bir günaydın ise onda sizden gelen artı bir his uyandırmayacaktır. Her zamanki gibi basit bir günaydındı çünkü. İnsan iz bırakmalı biraz da hayatta. Bu da önce selamla verdiğimiz müsbet tesirden başlar. İnsanların birbirini olumlu etkileme kapısını da aralamış oluruz.

Yirmi otuz yıl öncesine gittiğimizde “Hey gidi günler, hey!” dediğimiz

zamanlar oluyor. O günlerde olup da bugünlerde olmayan

şeylerin özlemidir. Eksik

olanı tespit edip yaşayabilmek veya yeniden hayata uyarlamaktır mutluluğun sırrı. Peki, nedir o eksiklik? Karşılıksız, menfaatsiz ilişkilerdir. Yani son yılların rekabetçi yaşamının enkaz hâline getirdiği bütün hisler. Eskinin teavün üzerine kurduğu sosyal algının yeniçağda mücadeleye çevrilmesi ve bunu bizim fark etmememiz, yıllar sonra eskiye olan özlem olarak dikiliveriyor karşımıza. Eskinin bireye kazandırdıklarıyla bireyler sağlıklı bir toplum oluşturabiliyordu, farkında olmasa da aslında her biri bir sosyolog, bir psikolog olarak topluma katkı sunan değerler hâlindeydi. Oysa son asırla bireylerin kaybettiklerideğerlerden dolayı yalpalayan toplumsal yapının tahlili için ayrıca sosyologlar ve psikologlar türemeye başladı. Bu bir mecburiyetti artık. Diğergamlık, yeni tabirle empatinin yitirilmesi, başkasının derdiyle dertlen(e)memek bizi bilim adamlarına mahkûm etti.

Aslında işin temelinde başta söylediğimiz gibi diğerlerini en az kendimiz kadar sevmeyişimiz

vardır. Bu sevgi olmadıkça ne selam, selamdır; ne de kelam, kelamdır. Selamın sevgiyle verileni, kelamın sevgiyle söyleneni tesir eder insanlara. İnsanları sevmedikten sonra sığ kelimelerle kurulan iletişim bir toplumu ne kadar sağlıklı yapabilir? İnsan kısacık hayatını uzun uzun “Seni seviyorum.” diyerek anlamlı hâle getirebilir. Bu da anlamlı bir milleti doğurur.

Hep sorulur “Aşk nedir?” diye. Bence aşk biraz da ne için yaşadığımızdır. Buna verilecek cevap ne kadar büyükse aşk da o kadar büyük olur. İnsanın eşref-i mahlûkat olduğunu hatırlarsak o zaman ben insan için yaşıyorum diyenler bu asrın en divane âşıklarıdır. Haydi şimdi sözü sevgi şairi, aşk ehli Yunus’a bırakalım. Bakın Âşık Yunus ne kadar güzel söylemiş:

Maharet güzeli görebilmektirSevmenin sırrına erebilmektirCihan âlem herkes bilsin ki şunuEn büyük ibadet sevebilmektir.

Kaynak: MEB Eğitim

ETKİLİYORUM 17

Page 16: Etkili Yorum 20

ÇOCUKLA İLETİŞİM

Nasuh Mevlüt Dalgıç

18 ETKİLİYORUM

Page 17: Etkili Yorum 20

Doğduğu günden itibaren çocuk, yaşayabilmek için ana-babasının desteğine muhtaçtır.

Çocuğun kendi ayakları üzerinde durabilmesi, özgüvenin gelişmesi, kendisi ve çevresiyle barışık olabilmesi, kendisini düzgün ve doğru ifade edebilmesi ailenin vereceği eğitime ve iletişime bağlıdır. İletişim, birini dinleme ve karşılıklı konuşma sanatıdır. Çocuğun hayatında ilk iletişime girdiği kişiler kendi ana-babasıdır.

Çocuğun kişiliğinin oluşumunda ana-baba modelleri çok önemlidir. Çocuk, ana-babasıyla özdeşim kurar, ana-babasını model alır ve taklit eder. Bu yoğun süreçte çocuğun ihtiyaç duyacağı sevgi ve güven gibi şeyler vardır. Bu iki temel duygu çocuğun ömür boyu sürecek yaşamsal değerlerini ve kişilik özelliklerini belirleyecektir. Ana-baba ve çocuk arasında sevgi ve güven duygusunun yoğunluğu aralarındaki iletişimle doğru orantılı olacak ve iletişim sevgi dolu bir ilişkiyi kurup sürdürebilmek için gerekli en önemli beceri olacaktır.

Günümüzün ana-babaları çocuklarına ne kadar çok oyuncak alırlarsa, ne kadar elbise alırlarsa o kadar çok iletişim kurduklarını zannederler. İletişim çocuğun her türlü sorununu dinlemektir, dinliyormuş gibi yapmak değil. Çocuğun yaşı kaç olursa olsun onu dinlemek gerekir. Çocukla iletişim kurmada tek reçete vardır: Onu, gerçekten, yürekten, can kulağıyla dinlemek, onu anlamaya çalışmak ve ona dinlendiğini hissettirmek. Genellikle çocuklarla iletişimde yaptığımız davranış, daha o sözünü bitirmeden konuşmak olur. Kendini ifade edememek çocuğu kızdırır ve hırçınlaşır. İletişimsizlik çocuğunuzun kendisini size ifade edebilmesine engel olduğu gibi, ileri yaşlarda bir çok sorunu beraberinde getirir.

Üzüntü, korku ve kıskançlık gibi olumsuz duygular ana babaların genelde hoşuna gitmediğinden genellikle ana babalar tarafından

inkar edilme yoluna gidilmektedir. Ne varmış bunda üzülecek? Hiç insan kardeşini kıskanır mı? Ana babalar bu gibi duyguların algılandığı zaman kabul edilmek ve isimlendirilmekten korkulur. Çünkü kabul edildiği ve isimlendirildiği takdirde bunun kalıcı olacağını, çocuğun mutsuz, korkak ve ya kıskanç olacağı düşünülür. Dolayısıyla reddedilir ve inkar edilir. O anda kendisi veya arkadaşı için üzülen çocuk, gerçekten üzülüyordur. Ancak anlaşıldığını, duygularının kabul edildiğini hissederse rahatlar ve daha kolay teselli bulur. Hayatta daha büyük üzüntüler var diye çocuğunkini küçümsemek haksızlıktır. Duyulmadığını, anlaşılmadığını gören çocuk bunu duyurmak için daha aşırıya kaçar, daha çok ağlayarak veya hırçınlık ederek kendini duyurmaya çalışır. Bu ve buna benzer durumlar çocukta, ana babaya kızgınlık, öfke, içerleme ve güvensizlik hisleri uyandırır.

Bu tür durumların önüne geçmek için: a) Kendinizi çocuğun yerine koyarak durumu değerlendirin. Çocuğunuzun duygularını yaşamaya, çevreye ve olaylara onun gözleriyle bakmaya çalışın. b) Çocuğunuzun sizden ayrı duyup düşüneceğini, farklı bir yapı ve bünyeye sahip olabileceğini kabul edin.

c) Çocuğunuzun gelişim süreci içinde yaşının icabı bazı davranış ve duygularda bulunabileceğini kabul ediniz. Çocuk yetişkin değildir. Yetişkin gibi düşünemez, davranamaz ama zamanı gelince öğrenir.

d) Çocuk eğitiminde etkili olabilmek ve çocukla sağlıklı iletişim kurabilmek için çocuğunuzu olduğu gibi kabul ediniz.

e) Tehditle cezayla ya da bağırıp çağırarak çocuğunuzun olumsuz davranışına o an engel olabilirsiniz ama davranışı ortadan kaldıramazsınız.

ETKİLİYORUM 19

Page 18: Etkili Yorum 20

f) Çocuğunuzun iyi davranışlarını geliştirmek için ödüllendirirken davranışlarını açık bir dille takdir ediniz ve ne kadar beğendiğinizi belirtiniz. “Bu gün ben söylemeden dersine çalıştığına çok sevindim. O beğendiğin elbiseyi sana alacağım” Ödülü başlangıçta ölçülü olarak kullanınız, davranışın devamında ödül yerine duygularınızı ifade ediniz ve çocuğunuzu teşvik ediniz. Çocuk eğitiminde takdir ve teşvik ödülden daha önemlidir. Zamanla ödülün etkisi kaybolur ancak çocuk sizin takdirinizi duymak için o davranışı tekrarlayacaktır.

Cezada zamanla ödül gibi etkisini kaybeder, çocuk cezaya alışır ve istenmeyen davranışa devam eder. Ceza verilerek çocuğun olumsuz davranışlarıyla yüzleşmesine, davranışın neticelerini düşünmesine engel olursunuz. Peki çocuğunuzun olumsuz davranışlarına kızmadan, cezalandırmadan nasıl engel olabilirsiniz?

a) Çocuk davranışı yapmadan önce beklentilerinizi açıklayınız. “Sokağa çıktığımızda bir şeyin alınması için ağladığın zaman çok sinirleniyorum. Sokakta benden bir şey istemeyeceksin, anlaştık mı?

b) Yapılmasını istemediğiniz olumsuz davranışlar için çevreyi değiştiriniz. Küçük kardeş büyüğü ders çalışırken rahatsız ediyorsa, büyüğün ders yaptığı saatte küçüğü oyalayıcı bir etkinlik bulabilirsiniz.

c) Çocuklar öğrendiklerinin büyük bir kısmını taklit ederek öğrendiklerinden, çocuğunuzdan beklediğiniz davranışlara önce kendiniz örnek olunuz. Çocuğunuzun düzenli olmasını istiyorsanız, düzenli olmaya; sözünü tutmasını istiyorsanız kendi sözünüzü tutmaya önem veriniz.

d) Çocuğunuzun iyi alışkanlıklar geliştirmesine yardımcı olunuz.

Çocuklar, kendilerinden beklenen davranışların neler olduğunu ve nasıl yapılacağını büyük çoğunlukla bilemezler. Bunun için sözgelişi temizlik alışkanlığı kazandırılacaksa: “Yemeğe oturmadan eller yıkanmalı. Gel beraber elimizi yıkayalım. Ellerimiz ne güzel oldu değil mi?” örneğinde olduğu gibi iyi alışkanlıklar geliştirmesine yardımcı olunmalıdır.

e) Olumsuz davranışın nedenini düşünüz. Çocuk olumsuz davranıyorsa düşündüğünüzün aksine başka nedenleri olabilir. İyice bakıldığında arkasında giderilmemiş bir ihtiyaç olabilir. Çocuğunuz yemek yemiyorsa nedeni belki yorgunluk, uykusuzluk ya da hastalık başlangıcı olabilir. Çocuğa yemek yemediği için çocuğa kızmak, bağırmak ve zorla yemek yedirmek yerine yemek

yememesinin nedenlerini düşünün. “Bugün pek iştahın yok sanki. bir derdin mi var? Bana mı kızdın?” gibi.

f) Olumsuz davranışın yerine yapabileceği olumlu bir davranış gösterin “yapma demek yerine neyi yapmasını beklediğinizi ona açıklayın veya seçim yapmasına yol gösterin. Ağabeyinin ya da ablasının defteri ve kalemlerini elliyorsa, ona bir defter ve kalem verin.

g) Çocuğunuzun olumsuz davranışından dolayı yaşadığınız olumsuz duyguları ve etkilerini ona belirtin. Çocuğunuza o anki duygularınızı ifade etmek sizi sakinleştirecek ve rahatlatacaktır. Ayrıca çocuğunuzda olumsuz davranışın sizin üzerinizdeki olumsuz etkiyi anlamış olacaktır. Evde olmadığım zaman dersini yapmamana çok üzülüyorum (Duygu).

İnsanoğlu doğduğu günden itibaren kendisini bakmakla, sevgi göstermekle, ilgilenmekle yükümlü ana-babasının etkisine girer. Doğarak, onların dünyasına girerek üçgeni tamamlar. Doğuştan getirdiği kişilik özellikleri yanında ana-babanın yetiştirme tarzı çocuğun kişiliğinin oluşmasında önemli rol oynar.

Yapılan en büyük yanlış ana babanın çocuk eğitimi konusunda yanlış yol izlemeleridir. Ana babanın birbirlerine güç gösterileri ne yazık ki çocuğu olumsuz olarak yansır. Ana “yap” derken baba “yapma” diyorsa ve bu yap ve yapmalar çocuğun önünde yapılıyorsa, çocuklarına yapabilecekleri en büyük kötülüğü yapıyorlar demektir.

20 ETKİLİYORUM

Page 19: Etkili Yorum 20

İpek Şenoğlu Wimbledon’da oynayan ilk Türk kadın tenisçi.Küçük yaşta bir turnuvada maçı

kaybedince raketi fırlatıyor. Raket kırılıyor. Babası yanına geliyor. “Kızım haftaya maçın yok mu?” diye soruyor.İpek de var diyor. “Eee, raketin kırıldı! Nasıl oynayacaksın?”Bu soruda çok önemli bir mesaj olduğunu İpek yıllar sonra anlıyor. Nedir bu önemli mesaj?

Annenin tüm uyarılarına rağmen çocuk ödevini yapmıyor. Anne de tehdit ediyor. “Ödevini yapmazsan, bugün bilgisayarla oynayamazsın!”Çocuk ödevini yapmıyor. Bilgisayarla da oynamıyor. Ödev yapmamak meşrulaşıyor.

Bu yöntemin işe yaramadığını gören anne, cezayı arttırıyor. “Ödevini yapmazsan bir hafta bilgisayarla oynayamazsın.” Davranışla ceza arasında hiçbir ilişki yok. Uçağa geç kalınca ceza olarak evin elektriğini kesmeye benziyor. Çocuk ödevini yapıyor ama çocukta kızgınlık, intikam ve değersizlik duygusu oluşuyor. Çünkü davranış değil, çocuk cezalandırılıyor. Bu durumda ceza yerine ne yapmalı?

İlk adım olarak cezayı gerektiren durum ortaya çıkmadan önce yapılmış olması gereken şeyler var.Ailenin prensipleri ve kuralları net şekilde belirli mi?Ailelerden evdeki kuralları yazmasını istiyorum.Ortaya çoğu zaman ne çıkıyor biliyor musunuz? Çoğu evde kural hiç yok.

“Sizin ailenizi tanımlayan prensipleri yazın.” diyorum. Aileler o anda akıllarına geleni yazıyor. Önceden belirlenmiş ve çocuklara rehberlik yapan prensipler yok. Bu durumda çocuğun sorumluluk kazanması zor. Zaten cezayı gerektiren her olay çocuğun sorumluluğunu yerine getirmediği durumlarda ortaya çıkar.

Diyelim ki kurallar belli ama ceza gerektirecek durum yine de çıkıyor.Bu durumda cezadan önce uygulanması gereken yöntem problem çözme.Ödevini yapmayan bir çocuğa ceza vermektense neden ödev yapmadığını anlamak bu soruna çözüm üretmek.Örneğin, araştırmalar çok net gösteriyor ki ödev yapmamanın en büyük nedeni bilgi ve beceri eksikliğidir. Becerisi yüzünden ödevini yapamayan bir çocuğu cezalandırmak, görme engelli bir insanı göremiyor diye cezalandırmaya benzer.Bu durumda çocukla ve öğretmeniyle

işbirliği hâlinde bu sorunu çözmek önemli. Çocuk, ailenin yardımıyla problemi anlasa zaten kendisi problemi çözecektir.

Diyelim ki kurallar belli ve aile de problemi çocukla işbirliği içinde çözmeye çalıştı ama hâlâ sonuç alamadı. Bu durumda bile ceza yok. Onun yerine bedel ödeme var.Doğada ceza değil bedel vardır. Saatinde gitmeyince uçağı kaçırırsınız.

Babasının İpek’e verdiği mesaj net.“Raketin kırılmasından sen sorumlusun. Yeni raketin alınmasından da sen sorumlu olacaksın. Yani, bedeli ben değil, sen ödeyeceksin. Ben, sana yeni bir raket almam.Kendin almazsan haftaya oynayamazsın.”Ceza yok, doğal bedel var.İpek bir hafta çalışıyor ve raketini kendisi alıyor.“Babam bana işte o gün sorumluluk

almayı öğretti.” diyor İpek.Zaten gerisini biliyorsunuz. İpek, Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi kadın tenisçilerden biri oluyor.

Eve geç gelen çocuk kendi yemeğini kendi hazırlar.Bir haftalık harçlığını bir günde harcayan çocuk harçlıksız kalır.Bedel ödeme durumunda hedef çocuk değil, davranıştır. Çocukta kin ve nefret oluşmaz.İşte bu üç davranış (aile kuralları, problem çözme ve bedel ödetme) çocuğa sorumluluğu öğretir. Sorumluluğunu bilen bir çocuk ceza gerektiren bir duruma kendini sokmaz zaten.

ÇOCUĞA CEZA VERMEK ÇÖZÜM MÜ?

1

5

6

7

2

4

3

DAVRANIŞ MEŞRULAŞIR

CEZA DEĞİL BEDEL

İPEK NE YAPTI?

DOĞAL BEDELLER

AĞIR CEZA

PROBLEM ÇÖZME

SORUMLULUK KAZANDIRMA

Dr. Özgür Bolat

ETKİLİYORUM 21

Page 20: Etkili Yorum 20

İnsan hayatının en önemli kritik dönemlerinden biridir ergenlik. Ergenlik döneminde bir çocuğunuz

varsa sizin için de kritik bir ebeveynlik dönemidir bu dönem. Çocuğunuzun yetişkinliğe geçiş döneminde yaşadığı ve doğal olarak yansıttığı ergenlik sorunları ile karşı karşıya kalıp bocalamak yer yer tükenmişlik hissi yaşamak, ilk kez ergen annesi/babası oluyorsanız nu durum kaçınılmazdır. Ergenlik dönemine girmiş çocuğunuza nasıl bir ebeveyn rolü üstlendiğiniz

çocuğunuzun ileriki dönem yetişkin hayatını da etkileyeceğinden bu dönemi çok soğukkanlı karşılamanız gerekmektedir.

Ergenlik döneminde olan çocuğunuz ile sağlıklı bir ilişki kurmanın ilk yolu çocukluk döneminden genç yetişkinliğe adım adım ilerlediğini kabullenmektir. Kabul aşaması her anne baba için zor bir aşamadır. Çünkü çocuğunuz evde daha önce olmadığı gibi

davranmaktadır. Farklı bir tarz oluşturma isteği (saç, makyaj, kıyafet), sosyal hayatını daha özgür yaşayabilme isteği (eve geç saatlerde gelme, arkadaşları ile daha çok vakit geçirme), evde kişisel alanını sahiplenme arzusu ( oda kapısına asılan posterler, “kimse giremez” şeklinde yazıları, daha önce şifresiz kullandığı telefonunun ya da bilgisayarının gizli hale getirilmesi) bu dönemde çocuğunuzda gözlemleyebileceğiniz temel ergenlik

Fırtınalı Dönem: Ergenlik

Psikolog Çisem Doğanlaroğlu

22 ETKİLİYORUM

Page 21: Etkili Yorum 20

dönemi fırtınaları yansımalarıdır. Kabul aşamasındaki ebeveynlerin çocuklarına yönelik tutumları bu değişimleri “ergenlik dönemine özgü, doğal” karşılamalarında yarar vardır. Doğal karşılanmayan ergen, fırtınalı dönemini daha karmaşık algılayacaktır ve doğal kabullenmenin yollarını arkadaş grubunda arayacak; anne ve babasının onu anlamamasından şikayet ederek ergenliğini yaşıtlarına kıyasla daha sorunlu yaşayacaktır.

Ergenliğin evde yansımalarını doğal kabullenme sürecine giren ebeveyn için çocuğu ile sağlıklı ilişki kurmanın bir diğer yolu, çocuğunun bu dönemde ev dışındaki sosyal hayatına müdahale etme/etmeme kaygısı ile başa çıkabilmektir. Ergen bir bireyin paylaşımları bu süreçte arkadaşlarıyla artmıştır ve ebeveyn çocuğunu eve karşı ilgisiz olarak nitelendirebilir, ev dışı hayatını kontrol etme isteği bazen aşırıya kaçabilir. Çocuğunuzun en heyecanlı ve en fırtınalı dönemlerinden biri olan ergenliğinde arkadaş seçimleri bu dönemi sağlıklı geçirebilmesi için önemlidir. Bu konuda ebeveynlerinin çocuklarının arkadaşları konusundaki yorumları, ergen bireye gereksiz, özgürlüğünü kısıtlamacı gelebilir ve anne/babasına yönelik gergin tutumlar sergileyebilir. Yapılması gereken çocuğunuza güvendiğinizi hissettirmek ve izin verici aynı zamanda kontrol edicibir ebeveyn tutumu sergilemektir. Bu tutum ev içindeki daha önce net ve değişmez kurallarınızın esnemesine sebep olabilir. Esneklik her zaman çocuğunuzun istediği her şeyin olması değil sizin ve çocuğunuzun istediğinin orta yolunun bulunması şeklinde olmalıdır.

Örnek verilecek olursa çocuğunuz arkadaşlarıyla dışarıda vakit geçirmek isteyebilir ve eve saat 22.00da gelmek isteyebilir. Siz ise bu saatin o yaştaki bir çocuk için geç ve tehlikeli olduğunu düşünen bir anne/baba olabilir eve geliş saati olarak 20.00’ı belirleyebilirsiniz. Çocuğunuz geliş saati konusunda ısrarcı ve sinirli bir tutum sergileyen bağımsızlık isteğini kanıtlama yolunda bir ergen ise yapmanız gereken orta bir noktada anlaşmaktır; 21.00 da eve dönmesi gibi. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi uyumlu bir mizaca sahip olmayan bir ergen ile sağlıklı bir ilişki kurmak anne baba olarak çocuğunuza kurallarınızı dikte eder şeklinde sunarak değil, onu anlayan ve her iki taraf için orta yolu bulmaya çalışan bir ebeveyn olarak mümkündür. Orta yolu bulmaya çalışmanın asıl amacı çocuğunuzun özgüvenine yatırım yapmaktır. Unutulmaması gereken bir şey vardır ki ergenlik dönemi travmaları ya da yaşantıları çocuğunuzun genç yetişkin dönemindeki özgüvenini belirleyecektir. Yapılan araştırmalarda özgüven eksikliği yaşayan bireylerin çocukluk ve ergenlik dönemlerinde aşırı müdahaleci bir anne/baba figürüne sahip olduğu saptanmıştır.

Bir diğer önemli nokta ise anne ve babanın çocuğuna yönelik tutarlı/tutarsız davranışlarıdır. Çocuğunuza yönelik tutumlarınızda eşiniz ile tutarsız olmanız, çocuğunuzun anne / baba profillerinin keskin ayrımlaşmasına ve çocukluğunda gerçekleştirdiği bağlanmanın kırılmasına sebep olacaktır. Ergen birey için güvenli bağlanma arayışı başlayacaktır. Çocuğunuz için kritik

kararları eşiniz ile birlikte almanız bu bağlamda önem taşımaktadır.

Ergenlik, ülkemizin eğitim sisteminden dolayı çocuğunuzun en önemli geleceğe yatırım dönemidir aynı zamanda. Bitirilmesi gereken bir okul ve kazanması gereken bir üniversite ergen bir birey için gereğinden fazla ciddidir. Bu noktada anne/baba olarak çocuğunuzun akademik geleceğine yönelik kaygılar taşımanız çok doğaldır. Mümkün olduğunca çocuğunuzun stresini azaltmasına yardımcı sosyal aktivitelere katılımını desteklemeniz çocuğunuzun ergenliğinde başarması gereken akademik hedeflerine odaklanmasına yardımcı olacaktır.

Ergenlik konusunda her bireyin yaşadığı sorunların ve yansımalarının farklı olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. Anne baba olarak mükemmel olmak gibi gerçek olmayan bir beklenti içerisine girmemek ve gerektiğinde ergen psikolojisi üzerine çalışan bir uzmandan yardım almak size ve çocuğunuza bu dönemde yardımcı olacaktır. Kaynak: Aktüel Psikoloji

ETKİLİYORUM 23

Page 22: Etkili Yorum 20

-Tatil nasıldı? -Anlamadım ki koca 4 ay nasıl geçti.-Kendimi 30 yaşında hayal ediyorum da nasıl biri olurum acaba? -Canım iyi ki doğdun kaç oldun? -30!-Bu okulda 4 yıl geçer mi yaa ooff of! -Dört yıl önce şu kapıdan girdiğimi hatırlıyorum da...Yaş otuz beş yolun yarısı eder.-Anneciğim eve gelmeme daha 3 hafta var. Seni çok özledim. -Hadi kızım hayırlı yolculuklar... Kendine dikkat et. Derslerine iyi çalış.-Yarın 15. evlilik yıl dönümümüzü kutluyoruz hayatım. -E kutladık ya hayatım! -O on dördüncüydü canım. Aradan bir yıl geçti. -Sevgili günlük, bugün 16. evlilik yıl dönümümüzü kutladık.Yıllar mı hızlandı, yoksa çabuk mu geçiyor upuzun günler geceler?-Sınavlar ne zaman başlıyor? -Önümüzdeki ayın 18’inde başlıyor. -İyi daha varmış. -Oohhh! Son sınavı da atlattık. -Emekli olmak için 10 yıl daha çalışmam lazım. Bir emekli olsam

daha ne isterim. -Emekli olalı 3 yıl oldu. Bir türlü alışamadım. Hiç bana göre değilmiş.-1 Nisaaannn! -5 yıldır aynı şakayı yapıyorsun. Değiştir bari.Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler.-Hayır kızım! Evlilik için erken. Lisans diplomanı al öyle.-Senin kız kaç yaşındaydı? -29. -E daha evlenmiyor mu? -Ne bileyim anacım, doktora mı ne öyle bir şey varmış onunla uğraşıyor. Şekil yukarıda da görüldüğü üzere 3, 5, 7; o, bu, şu derken ömür geçip gidiyor. Hem de bize haber vermeden. Hızlıca... Geçecek tabi. Yerinde duracak hâli yok ya! Ne yaparsak yapalım akrep de yelkovan da görevini büyük bir azim ve kararlılıkla yerine getirecektir.Bunun farkında olanların bir kısmı, gününü gün etmekle meşguldür, bir kısmı insanlığa faydalı şeylerle uğraşır hayatı boyunca. Bunların haricinde bir kısım insan da vardır ki farkında bile değildir olan bitenin.

Öyle ya da böyle herkes “keşkelerin” olabildiğince az “iyikilerin” bol miktarda olduğu bir hayat ister elbet. “Beyhude geçti yıllar.” cümlesi şüphesiz herkesin içini acıtır. Sona yaklaşırken şöyle bir ömrümü temize çekeyim dediğimizde tercih edilen, umutsuzluğa karşı benlik bütünlüğüdür.

Günlük hayatta harcadığımız en ufak paranın hesabını tutar ya da elimizdeki parayı iyi değerlendirip değerlendiremediğimizi sorgularız. Ama gelin görün ki ömür alışverişinde boşa harcanan nefesler, oldukça gereksiz yere sarf edilen cümleler hiç hesapta yoktur. İnsanoğlu garip…

Etrafımıza şöyle bir baktığımızda sürekli geçmiş, gitmiş, olmuş, bitmiş olaylara takılıp kalmış; kapanmış hesapları -mantıksızlık pahasına da olsa- kapatmaya çalışan insanlar görürüz. Lisansı bitirmek üzereyken üniversite sınavında bilmem kaç puanla kaçırdığı üniversiteden bahsedenler vardır. Ya kardeşim adı üstünde geçmiş gitmiş. GEÇMİŞ!

DÜN GİTTİ, YARIN DA GELMEDİ, ANI YAŞAMALI

Kevser Yeşilkaya

24 ETKİLİYORUM

Page 23: Etkili Yorum 20

Bırak artık. Allah aşkına bırak! Yapabileceğin bir şey var mı? Yok. Zamanı geri alabilir misin? Yok. Bırak geçmişin yakasını da içinde bulunduğun anın, şimdinin yakasına yapış ne olur. Belki bir işe yarar, en azından geçmişi sorgulayıp durmaktan iyidir.

Çok ilginç, oldukça ilginç, bayağı ilginç, bildiğin ilginç yani. "İlginç olan ne?" diyeceksiniz. Haklısınız çünkü ben ilginç olanın ne olduğunu söylemedim henüz. Bugün söylerim herhâlde. Karar verdim söyleyeceğim: Ben şimdiyi yaşıyorum, evet, şu an “şu an” yazımı yazayım derken bir bakmışım saat 19.17 iken 19.18 oluvermiş.

“Yaşıyorum” oldu mu sana “yaşadım”. "N’oluyor yaaa!" demek istiyorum. Çırpınıyorum ama nafile. Ömrümden bir dakika daha geçti ben istesem de istemesem de. Bu hep böyleydi böyle, böyle olmaya da devam edecek. 16 17 18 19… İlginç ama gerçek!

Bazen bütün saatlere resti çekesim geliyor. Olmuyor. Beni sallamıyorlar.

Birinin pilini çıkarsam öbürü çalışıyor, dünyadaki bütün saatleri durdurmaya gücüm yetmiyor. İnsan olduğumdan olsa gerek.

İnsan zaman zaman, zaman üstünde fazla düşününce kafayı yiyecek gibi oluyor değil mi? En iyisi çok fazla düşünmemek. Zira düşünürken hain yelkovan bir dakika daha atladı. En iyisi yaşamak, evet evet yaşamak.

Ne demiş eleman: "Bir tane yok şu andan, her an yegânedir, tektir, tut yakala o anı, kaçırma vakit nakittir."

E haydi! Buyurun yaşamaya.Yerin dibi not: En güzel zaman şimdiki zaman, en doğru zaman da canın istediği zaman.

ETKİLİYORUM 25

Page 24: Etkili Yorum 20

Uzm. Psikolojik Danışman İsmihan Kapıcıoğlu

26 ETKİLİYORUM

Page 25: Etkili Yorum 20

Başarısızlık Korkusu

Başarı, insanın yapıp etmelerinin sonucunda ortaya çıkan maddi getirilerin ve manevi hazların

sağladığı bir tatmin hissidir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere başarının bir boyutu insanın yapıp etmelerini, diğer boyutu ise elde edilen kazançları içerir. Başarılı insanı tanımlarken genellikle sonuçları vurgulamak eğiliminde oluruz. “Sınavdan 100 aldı.”, “Cirosu en yüksek 10 şirket listesine girdi.” ya da “Üniversiteden birincilikle mezun oldu.” cümleleriyle verilen örnekler hep sonuçlar üzerine kurgulanır. Oysa gerçek başarı hikâyelerinin satır aralarında, başarıya giden yolun köşe taşları yani başarılı insanın yapıp etmeleri vardır.

Kuşkusuz; maddi veya manevi elde edilen güzel sonuçlar, insanı mutlu eder. Başarısızlık hissi, insanın ağzında acı bir tat bırakır. Böyle hissetmekte bir sorun yoktur. Sorun, başarı hazzını sadece alacağı sonuçlara bağlamak ve süreci göz ardı etmektedir. İşte “başarısızlık korkusu” diye tanımladığımız kavram burada karşımıza çıkmaktadır. Başarısızlık korkusu; süreci ihmal etmek, sonuca odaklanmaktır. Başarıda gayretin, azmin ve sebatın önemini küçümsemek, yok saymaktır. Başarısızlık korkusunun altında başarı tutkusu yatar. Tutku hâline gelmiş bir başarı isteği, sonucu gayretten daha değerli görür. “İnsanlar neden başarısız olmaktan korkar?” sorusunun cevabı burada gizlidir. Başarıyı sadece

elde edilen maddi ve manevi hazlara bağladığımızda, eğer umduğumuz sonuçlara ulaşamazsak kendimizi değersiz hissetmeye başlarız. Kendilik değeri ile sonuçları eşitleme durumu, işler yolunda gitmediğinde, vazgeçmemize ve umutsuzluğa kapılmamıza neden olur. Ortaya çıkan tablo, kendine güvensizlik ve başarısızlık korkusudur.

Şüphesiz başarı, hem süreç hem de sonuçları itibariyle göreceli bir kavramdır. Başarının kişiye göre farklı anlamları olabilir. İki öğrenci düşünelim: Bu iki öğrencinin de hedefi makine mühendisliğine girmek olsun. Bu öğrenciler hedeflerine ulaşmak için gece gündüz çalışıyor ve çok gayret sarf ediyor olsun. Hayalleri makine mühendisliğinde okumak olan bu öğrenciler hedefine ulaşamazsa ne olur?

Bu durumu, başarısızlık korkusu açısından değerlendirelim. Başarısızlık korkusu olan öğrenci, büyük bir hayal kırıklığı yaşar, başarısız olduğu şeyi bir daha denemek istemez. Çoğu zaman kişi, başarısızlık korkusuna kapıldığında kendini bloke eder, hiçbir şey yapamaz. Muhtemelen ya isteksiz bir şekilde başka bir üniversiteye devam eder ya da yeniden sınava girmeyi dener. Ancak büyük bir ihtimalle umutsuzdur, yılgındır çünkü sonuca odaklanmıştır ve sonuç gerçekleşmemiştir. Yoğun değersizlik duyguları, hem şimdiye kadar yaptığı

çalışmaları doğru değerlendirmesine hem de gelecekte yapabilecekleri hakkında plan yapmasına engel olur. Oysa, başarısızlık korkusu olmayan yani sonuca değil süreçten aldığı hazza yönelmiş öğrenci, çalışmaya devam edecek ve sonuç her ne olursa olsun mutlu ve kendine güvenen bir birey olarak yoluna devam edecektir. Çünkü o, yaptığı çalışmalardan tecrübeler edinmiş, yanlışlarını görmüş, ileride yapacağı çalışmalarda neleri düzeltmesi gerektiği ile ilgili doğru bilgiler edinmiştir. Planını yapar ve yoluna devam eder.

O hâlde süreç odaklı bir başarı anlayışı, başarısızlık korkusuna en iyi ilaçtır. Sonuç tabi ki önemlidir ama her şey demek değildir. Süreç odaklı başarı, hedefe giden yolda yaşanan her başarısızlığa yeni bir öğrenme ve deneyim gözüyle bakmaktır. Edison, yaptığı binlerce başarısız deneyden sonra kendisine vazgeçmesini söyleyen arkadaşlarına “1999 yoldan bu işin yapılamayacağını öğrendim.” diyerek, azimle ve sabırla çalışma sürecine işaret eder. Elde edilen sonuçların sürdürülebilir olması ve kişinin hem iç dünyasında hem de sosyal hayatında huzuru ve dinginliği bulabilmesi, hayat yolculuğunda gayreti, sonuçların önüne çıkarmakla mümkündür. Öyleyse çalışma ve

gayret bizden, başarı Allah’tandır.

Sonuç mu, Süreç mi?

ETKİLİYORUM 27

Page 26: Etkili Yorum 20

Ablası hiç böyle değil hocam, ona bir kez ders çalış demedik; o, çalışma odasına girer

saatlerce çıkmaz, ama bu… 1 dakika dersle alakası yok!”“Ali annesine hiç karşılık vermiyor, sende bir laf yetiştirme var sorma gitsin!...”“Bak Ayşe’nin oğlu Sinan’a, hem okuyor hem çalışıyor, çalıştığı hâlde tüm dersleri iyi!”‘’Bizim zamanımızda böyle imkânlar olsaydı… Ben profesör olmuştum…”“Yediğin önünde yemediğin arkanda, el alemin çocukları…’’“Anne! Sınavdan 80 aldım.’’-Sınıftaki en yüksek not kaç? Senden daha yüksek not alan var mı?-En yüksek not 80 anne.-Bak el alemin çocukları 80 alıyor, ya sen!-En yüksek not benim anne…80”

Veee sonuç… Yeteeer! Çığlıklarımı duyuyor musunuz? Ben SİZİN çocuğunuzum. Ben BENİM. Başkası değil. Başkasının anne ve babası şunları yapıyor, siz neden diğer anne ve babalar gibi değilsiniz? Keşke annem Ayşe’nin annesi gibi olsa…

“Abraham Lincoln senin yaşındayken’’ dedi babası oğluna,“Okula gidebilmek için her gün 10 mil yürüyordu.’’“Gerçekten mi?" dedi çocuk ve ekledi: "Tamam fakat o senin yaşındayken başkandı!"

Çevreye karşı olumsuz tepkiler geliştiren, aileye karşı gizli bir nefret besleyen, özgüveni kaybolmuş çocuklar… Hâlbuki aile tüm yaptıklarında iyi niyetlidir ancak bu iyi niyetin sonucu hüsranla

sonuçlanır çoğu zaman. Anne ve baba çocuğunun hep daha iyi olmasını istemekte, hayatının daha rahat ve güvenli bir şekilde devam etmesi için çabalamakta ve bunu yaparken de çocuğu kendi kafasındaki kalıpların içine sıkıştırmaktadır. Çoğu zaman aslında kızdıkları şey çocuklarının davranışları değil, o davranışların kendi zihinlerindeki kalıplara uymamasıdır. Hâlbuki her çocuk özel ve biriciktir. Anne ve babalar zihinlerindeki "ideal çocuk" kavramına dayanarak çocuklarını başka çocuklarla kıyaslar ve bu kıyaslamanın onları motive ettiğini düşünür. Bazen de bu kıyaslamayı cezalandırma metodu olarak kullanır. Ancak faydalı olmaktan çok, bu davranış onlara zarar vermektedir. Kıyaslanan her çocuk bir süre sonra yukarıda da belirtmiş olduğum üzere özgüveni düşük bir şekilde yaşamına devam eder ve başarılı olabileceği alanlarda bile başarısız olur. Ya da kıyaslamayı öğrenip kendi anne babasını başka anne ve babalarla karşılaştırarak aileye gizli bir nefret besler hâle gelir. Bu da ailede iletişim sorununun ortaya çıkmasına ve çözülmelerin başlamasına temel oluşturur.Kıyaslama, çocuğun kendini yetersiz

hissetmesine yol açar. Yetersizlik duygusu ise öfke, hırçınlık, mutsuzluk, küskünlük, içe kapanma, çekingenlik gibi olumsuz duygu ve davranışları ortaya çıkarır. "Beni hiç anlamıyorlar, sanki kendileri hiç bu yaşta olmadı!" düşüncesi çocuğu yalnızlığa iter ve çocuğun ailesinden uzaklaşmasına sebep olur.

Masumca, belki iyi niyetle belki kızgınlıkla yapılmış bu davranışın sonuçları derin yaralar açmaktadır. “Peki, bu durumda ne yapılmalı?” Sorusu zihinlerimizde canlanıyor. İlk önce her bireyin tek ve biricik olduğunu kabullenmek gerekir. Çocuğun herhangi bir yanlış yaptığında, düşük bir not aldığında güven verici sözler söylemek ve çocuğa her zaman yanında olduğumuzu hissettirmek, onu en ufak başarısını ödüllendirmek, başarısızlığında ise ‘‘Çok daha iyisini yapabileceğine inanıyorum.’’ gibi cümleler kurmak, ebeveyn ve çocuk açısından birçok mutluluğu beraberinde getirecektir. Çocuğumuzun bizim çocuğumuz olduğunun farkında olmak ve ona sadece “o’’ olduğu için değer vermek tüm sorunların çözülmesine yardımcı olacaktır.

KIYASLANAN ÇOCUKLAR

Nur Arslan

28 ETKİLİYORUM

Page 27: Etkili Yorum 20

ETKİLİYORUM 29

Page 28: Etkili Yorum 20

Çocuk YetiştirmedeRol-Model

Psikolog Muammer Taşdelen

30 ETKİLİYORUM

Page 29: Etkili Yorum 20

Çocuk YetiştirmedeRol-Model

İyi bir çocuk, örnek bir evlat yetiştirmek hepimizin hedefidir muhakkak.

Peki, bunun için nasıl bir yol izlemeli, neler yapmalıyız? İlk olarak pedagojiyi, yani çocuk psikolojisini iyi bilmeliyiz. Tabi bilmek ve uygulamak tamamen farklı şeyler. Birçok defa etraftan

duymuşsunuzdur: “Ne istiyorsa aldık, ne ihtiyacı varsa karşıladık

ama bir şeyler eksik; bizi dinlemiyor, ders çalışmıyor…” gibi sözleri. Demek ki sadece ihtiyaçlarını karşılamak yetmiyor. Eğer nihai hedeflere talipsek uygulama hususuna ayrıca dikkat etmeliyiz.

Öğrenme, hayatımızda tecrübe ettiğimiz yaşantılar neticesinde meydana gelen kalıcı değişiklikler olarak tanımlanır. Çocuklar doğdukları andan itibaren yaşadıkları çevreye göre etrafındakileri (anne, baba, akraba, arkadaş, öğretmen, vb.) taklit ederek öğrenir ve onlardan öğrendiklerini uygular. İlerleyen yaşlarda kendi akranları ile yazılı ve görsel medyada sıkça görülen kişiler örnek alınırken okul çağından önce anne baba örnek alınmaktadır. Sözlerinin tesir etmediğini ifade eden anne babaların, söylediklerinden ziyade davranışlarına dikkat etmeleri gerektiğini söyleyebiliriz. Örneğin, yalan söylemenin kötülüğünü anlatan bir baba, çocuğuna, kapıya gelen komşuya; “Evde yok.” demesini tembihlerken bir taraftan da çocuğundan doğru söylemesini beklemektedir.

Ama yaptığı davranışla aslında kendi sözlerini yalanlamaktadır. Çok iyi gözlemci olan çocuklar sadece davranışın gerçekleşmesine değil, nasıl değerlendirildiğine de dikkat ederler. Kendisi davranışı ortaya koyduğunda ödül alıyorsa davranış pekişecek ve tekrarlanacaktır.

Zamanının büyük bir kısmını evde geçiren küçük çocuklarda, anne baba bir rol-model olmakta, kişiliğin belirlendiği bu yaşlarda onlara rehberlik etmektedir. Küçük yaşlarda davranışın doğru ya da yanlış olması değerlendirilmez; davranışın gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılır. “Yemekten önce ellerini yıka!” gibi emir kipli cümleler kurmak yerine, “Hadi ellerimizi yıkayalım.” gibi teşvik edici cümlelerle birlikte bu işi yapmaya çalışmak davranışın kazandırılmasında daha etkili olacaktır.

Gerek sözlerimizle, gerekse davranışlarımızla genç dimağlara iyi

ya da kötü örnek olmaktayız. “Hık demiş burnundan

düşmüş, babasının

oğlu, annesine çekmiş.” gibi cümleler bizim için hiç yabancı değildir. İşte bu yüzden; “Benim oğlum-kızım neden böyle?” derken dönüp bir de kendimize bakmalıyız. Bu konu ile ilgili yaşanmış bir olaydan örnek verelim:‘‘Bir büyük zatın oyun yaşlarındaki oğlu kötü bir alışkanlık edinmişti. Ucuna çivi çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu. Sakalar; “Bir din büyüğünün oğludur, çok sürmez geçer.” diye bir müddet dayandılarsa da baktılar çocuğun vazgeçeceği yok, çocuğu babasına şikâyet ettiler. Çocuğun babası Ebu’l Vefa Hazretleri idi. Bu zat, olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı? Ebu’l Vefa şikâyete gelenlere: “Tamam, konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir.” dedi. Gerekeni yapmaya önce kendinden işe başladı: “Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim mi?” diye düşündü. Bir şey bulamadı. Hanımına sordu: “Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi? Çok iyi düşün, bana bildir; yoksa oğlanın sonu kötü.” dedi. 

Hanım düşündü, taşındı, nihayet bir olay hatırladı. Hamileyken dalları bahçeye sarkan komşunun portakallarından canı çekmişti. Portakalları iğne ile delip onların suyunu içmiş, utandığı için de bunu kimseye söyleyememişti. Ebu’l Vefa Hazretleri karısına: “Aman hatun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve helallik dile.” diye tembihledi. Kendi de sakaları çağırdı, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helal ettirdi. Oğlu ise o kötü davranışından kendiliğinden vazgeçmişti.

Hâsılı bu hikâyede anlatıldığı gibi çocuklarımızda gördüğümüz kusurlarda kendimize de; “Acaba bizim de bir hatamız olabilir mi?” diye sorabilmeliyiz. Suçu hep üzümde değil, arada da bağcıda aramayı bilmeliyiz.

ETKİLİYORUM 31

Page 30: Etkili Yorum 20

Bir genç veya çocuk olarak Orta

Çağ Avrupa’sında yaşamış

olsaydınız büyük bir ihtimalle

şövalye olmak isterdiniz. Cengiz Han’ın

ülkesinde yaşayan biri de asker olmak

isterdi. Sınırsız bir güçle önüne düşen

her şeyi yakıp yıkmak, dönemin en

genel geçer dilini kullanmak isterdi bir

genç. Osmanlı döneminde yaşayan

bir genç ise acaba ne ile uğraşır ve ne

olmak isterdi?

Aslında bütün mesele de her

dönemde ağırlıklı olarak var olan ve

bireyin kimlik oluşumunda elzem

olan uğraşlarda saklıdır. Askerliğin

çok önemsendiği bir dönemde

yaşıyorsanız her gencin hayalinde

asker olmak vardır. Kim bilir Osmanlı

Devleti döneminde nice gencin aklında

Enderun Mektebi’ne girme hayali vardı.

Fakat yaşam biçimleri değiştikçe,

toplumlar zenginleştikçe ve toprağa

bağlı ekonomik yapıdan uzaklaştıkça

bu paralelde zevk ve eğlence dünyası

da gelişmeye başlamıştır. Büyükler

çalışıp para kazanırken küçükler yani

çocuklar daha popüler ve eğlenceli

işlerle zaman geçirmeye başladılar.

Cep telefonsuz ve bilgisayarsız bir

dönemde genç olarak hep kendime

sormuşumdur: “Acaba benim

çocukluğumda, gençliğimde internet

olmuş olsaydı benim kişiliğim nasıl

olurdu?”, “Şimdilerde kullandığımız ve

onsuz yapamadığımız internet ile ne

kadar zaman geçirirdim?”

Aslında bütün mesele de burada

yatmaktadır. Her yüzyıla damgasını

vuran araç ve gereçler bağımlılık

oluşturarak gençliği esir almaktadır.

Gençleri esir alan bu araçlar nitelik

ve kamu yararı açısından birbirinden

farklı olabilir. Ancak neticede baskın ve

hâkim bir unsur olarak hayatlarımıza

giriyor. İnsan hayatında kaçınılmaz

değişiklikler vardır. Teknoloji ise

insan yaşamını ve alışkanlıklarını

değiştirebilme gücüne sahiptir.

Üzenginin bulunması ile askerî

alanda yaşanan devrim niteliğindeki

gelişmeler insanlık tarihini değiştirmesi

açısından çarpıcı bir örnektir. Yine

matbaayla kitapların hayatımıza

hızlı bir şelilde girmesi kitlesel algılar

üzerinde büyük etkiler yapmıştır. Bu

bağlamda kitle iletişim araçlarından

olan internet ise yine aynı şekilde insan

hayatı üzerinde çok büyük değişimlere

neden olmuştur.

Elinde cep telefonuyla internete

bağlanan insanları her yerde

görebiliyorsunuz. Alışveriş anında,

metroda, otobüste hatta arkadaşlarla

bir araya gelen kişilerin de sohbeti

bırakıp cep telefonlarıyla internet

bağlantısı kurduklarını görüyorsunuz.

Sanal iletişim, canlı iletişime galip

geliyor böylece. Acaba bunu insan

psikolojisi ile açıklayabilir miyiz?

“Yanındaki kişi zaten cepte, önemli

olan uzakta olan ile sohbet etmek,

hem bu daha gizemli bir iş olur.” Böyle

bir açıklama yeterli olmaz elbette.

Lakin bir izaha muhtaç durumla karşı

karşıya kaldığımız da çok açık bir

durumdur.

Artık internetsiz soluk almak bile zor

hale gelmiştir. Elbette bu, dünyanın

bir ucundakinden haberdar olmak

açısından çok önemlidir. Aynı

zamanda konuşan bir varlık olan

insan tanımına da uygun bir hâldir

bu. Fakat bu derece internete bağımlı

olmak sorun teşkil etmektedir. Yani

aslında konuşmak için değil de daha

çok psikolojik bir rahatlık için bu

yol tercih ediliyor gibi akla geliyor.

İnternet kaçınılmaz bir biçimde atın ve

şövalyeliğin yerini almıştır.

Teknoloji ile doğayı tahrif eden,

çevre felaketlerine neden olan insan

ürettikleri ile en büyük zararı artık

kendine vermeye başlamıştır. Bu bir

nevi doğanın insandan aldığı intikam

gibi düşünülebilir. Traktöre hükmedip

toprağa meydan okuyan insan,

ilerleyen teknoloji ile teknolojinin

meydan okumasına maruz kalmıştır.

Bilgi teknolojileri konusunda dünyanın

lider firmalarından olan Cisco, yıllık

“Cisco Connected World Technology”

2011 yılında yaptıkları araştırmada

ilginç sonuçlara varmışlardır. 14 farklı

ülkeden 30 yaş ve altındaki üniversite

öğrencileri ile çalışanları kapsayan

araştırma raporu internetin günlük

hayatımızda ne derece önemli bir yer

aldığını ortaya koyuyor. Rapora göre,

İNSANI DÖNÜŞTÜREN BİR ARAÇ OLARAK

iNTERNET

Mevlana Çakıral

32 ETKİLİYORUM

Page 31: Etkili Yorum 20

üniversite öğrencileri ve çalışanların

üçte biri interneti hava, su, gıda

ve barınma gibi insani ihtiyaçlar

kadar önemli bulurken çalışmaya

katılanların yarısından çoğu interneti

“yaşamlarının ayrılmaz bir parçası

olarak” gördükleri için internetsiz bir

dünyayı sürdürmenin zor olduğunu

ifade ediyor. Bu durum teknolojinin

mutlak üstünlüğü demektir. Madde-

insan ilişkisinin denge unsuru, bu

durum karşısında bozulmuştur.

Şirazenin bozulmasıyla insan, insanlık

gibi bir daha yerine gelmesi çok zor

olan formunu kaybetme tehlikesi ile

karşı karşıyadır.

İletişim araçları bütün cazibesiyle

insan hayatında yer edinirken ne

yazık ki hâkim güçler insanı çok rahat

pazar aracı hâline de getirmişlerdir.

İlgiler, eğlenceler, düşünceler, aşklar,

beğeniler gibi daha sayamayacağımız

birçok özellik iletişim araçları ile

kontrol edilir hâle gelmiştir. Bir

sabah kalktığımızda seyredeceğimiz

veya okuyacağımız bir haberle

tanımadığımız yüzbinlerce insanla aynı

düşünceye sahip olabiliyoruz. İşte bu,

iletişim araçlarının zaferidir. Ve internet

de toplu bilgilenmeyi ferdî bir alana

çekmiş oluyor. Yalnız başına bilgisayar

veya cep telefonu ile bağlandığımız

ağlar bizi tek başına çok rahat bir

biçimde teslim alabiliyor.

20’li yaşlardaki üniversite öğrencileri

ve genç çalışanlar olmak üzere iki

ayrı anket grubunu kapsayan Cisco

Connected World Technology

çalışması; ABD, Kanada, Meksika,

Brezilya, İngiltere, Fransa, İspanya,

Almanya, İtalya, Rusya, Hindistan,

Çin, Japonya ve Avustralya’dan

toplam 2800 katılımcının cevapları

ile şekillenmiş. Çalışmada her bir

anket grubuna ise 1400 kişi katılmıştır.

Çalışmada öne çıkan bulgular ise

oldukça çarpıcı durumdadır. Yıllarca

uzaylıları yarı garip, yarı acınası varlık

olarak görüp değerlendirirken ne yazık

ki yeryüzünün uzaylıları hâline gelen

bir insanlıkla karşı karşıyayız artık.

Her üç üniversite öğrencisi ve

çalışandan biri (%33) internetin

temel bir kaynak olduğuna inanırken

üniversite öğrencilerinin %49’u ve

çalışanların %47’si internetin bu

önem seviyesine “oldukça yakın”

olduğuna inanıyor. Bu iki sonuç

birlikte değerlendirmeye alındığında

ise her beş üniversite öğrencisi ve

çalışanından dördünün, internetin

günlük yaşamı sürdürebilmede

hayati önem taşıdığına inandığını

ortaya çıkarıyor. İnsan ürünü olan ve

çoğunlukla yine insanla ilgili bilgi ve

benzerlerine ulaşmak için kullanılan

internet, yeni bir insan tipi ortaya

çıkarmış oluyor. Çevremizde bizim için

çok önemli olan ve onlarsız bir zaman

geçiremeyeceğimizi düşündüğümüz

varlıkların yerini internet almış oluyor.

Çalışmaya katılan üniversite

öğrencilerinin %55’i ve çalışanların

%62’si, internet olmadan

yaşayamayacaklarını ifade ederek

interneti yaşamlarının ayrılmaz bir

parçası olarak tanımladılar. Bir şey

olmadan yaşayamamak oldukça

iddialı ve içi dolu bir ifadedir aslında.

Böyle bir soru ile yirmi yıl önce

karşılaşsak muhtemelen "anne, baba,

çocuklar, kardeşler, hava, su" gibi

cevaplar alırdık. Ancak teknolojinin

hâkim olduğu toplumlarda bu

cevaplar teknoloji lehinde değişime

uğramaktadır. Modern zamanın birçok

köleliği bulunurken internet de en

önemli kölelik aracı olmuştur.

Genelde teknolojinin, özelde ise

internetin insanoğlunun birçok

alışkanlığını değiştirdiğinden

bahsetmiştik. İnsan, yaratılış özellikleri

açısından hareketli bir varlıktır. Yani

bir yere çakılı kalarak yaşayamaz.

Seyahat ve yer değiştirmek insan

için önemli özelliklerden birdir. Bu

vesile ile insan hareketli olmanın da

avantajlarını yakalar. Ancak internet

insanı âdeta yerine çakan bir araç

olmuştur. Üniversite öğrencilerinin

yaklaşık %64’ü kendilerine “Otomobil

mi? Yoksa internet mi?" sorusu

yöneltildiğinde, tercihlerini internetten

ETKİLİYORUM 33

Page 32: Etkili Yorum 20

yana kullanıyor. Bu durum insanın

doğasına inen büyük bir darbededir

aslında.

Çünkü hareketsizlik çevreden,

insandan kopmak anlamına gelir.

Makineleşme ile insanın yerini alan

makinelerin insanı işsiz bıraktığı

düşüncesi uzun senelerdir konuşulan

ve tartışılan bir konudur. Ancak

çok mu kolaydır bir insanın yerini

doldurmak? Makine ile yer değiştiren

insanın mahzunluğu aslında çok sorun

olarak görülmemelidir. Asıl sorun

insanın doğasını, ruhunu, kalbini etkisiz

hâle getirecek buluşlardır. Ya da bu

buluşların dengeli kullanılamamasıdır.

İnsan insanla temas kurarak

insanileşebilir ancak. Gerçek yaşam

insanı sanal ve hayali bir yaşamdan

koparabilir. Dokunamadan, gözlerinin

içine bakamadan nasıl hissedeceksiniz

karşınızdakinin duygularını?

Aç bir insanın vitrindeki yiyeceklere

bakarak doyduğunu düşünebilir

misiniz? Hangi susuzluğu çağlayanlara

bakarak giderebilirsiniz? Üniversite

öğrencilerinin %27’si, Facebook

profillerini güncel tutmanın partilere

katılmaktan, müzik dinlemekten veya

arkadaşlarla takılmaktan daha önemli

olduğunu belirtiyor. Diğer bir deyişle,

bir önceki nesil yüz yüze sosyalleşmeyi

seçerken yeni nesil ise internet

üzerinden sosyalleşmeyi daha önemli

görüyor. Bu durumun, beraberinde

birçok psikolojik hastalığı getirdiğini

biliyoruz artık. Yılda milyonlarca kutu

antidepresan ilaçlarının satılması

tesadüf değildir. Birbirlerini tanıyacak

kabiliyetinin gelişmemesi, yanlış yolla

yapılan seçimler, evliliklerin de kısa ve

başarısız sürmesine neden olmaktadır.

İnsani duyarlılığın gelişmediği bir

toplumda kim açın ve açıkta kalanın

hâlinden anlayacaktır? Evet, kabul

ediyoruz. Dünyanın bir ucundaki

gelişmeden anında haberdar oluyoruz.

Ancak kuru bilginin insanlığımızı

harekete geçirmesi gerekirken

bu bilgi bombardımanı bizleri

duyarsızlaştırmıyor mu?

Teknolojiyi hayatımızdan çıkarmamız

mümkün değildir. Hayatımızla

ilgili birçok konuda teknoloji aktif

bir şekilde kullanılıyor. Ancak bir

şeylerin de yapılması gerekiyor. Bu

gidişle kişilere insan olma, insanlarla

bir arada yaşayabilme eğitimleri

verilecek. Ve eğer teknoloji bizleri

bu hızla insanlardan koparırsa ne

yazık ki birçok insanî özelliğimizi

kaybetme riski ile karşı karşıya

kalacağız. Samimiyetin ölçüsü nasıl

olacak, dostlukların derecesi nasıl

ayarlanacak? Kimin omzuna kolumuzu

atabileceğiz? Çok fazla insani özellik

kaybetme riski ile karşı karşıya olmak

insanlık için büyük bir tehlikedir. Eğer

öğrencilerin %66’sına, çalışanların ise

%58’ine göre “hayatlarındaki en önemli

teknoloji” mobil cihazlar yani dizüstü

bilgisayar, akıllı telefon ya da tablet

ise bizler birçok şeyi kaybetmeye

başlamışızdır.

İnsanın gelişimini sağlayan en önemli

aracın kitap olduğu bilinmektedir.

Her kitap insan için tartışmasız

bir kazanım demektir. Hem bilgi

bağlamında hem de insan beyninin

gelişimi açısından kitap okumanın

çok önemli olduğu gerçeği ne yazık ki

iletişim araçlarının dengesiz kullanımı

34 ETKİLİYORUM

Page 33: Etkili Yorum 20

nedeniyle sekteye uğramaktadır.

Kitap okumak bir değerken bu

değerin yerini telefon veya bilgisayar

almıştır. Elbette bu araçlardan da

okuma işlemi yapılmaktadır. Lakin

bu okumaların derinlemesine ve bir

düzen eşliğinde olması oldukça zordur.

Nitekim öğrencilerden %21’i iki yıldan

daha fazla zamandan bu yana basılı

bir kitap almadığını söylüyor. Zaten

gazeteler yerini teknolojiye adım

adım bırakmış durumdadır. Bu durum

aslında okuma eyleminden çok okuma

kültürüne inen bir darbedir. Yeni neslin

okuma alışkanlığı kitap okuma eylemi

ile sağlanır. Okuma alışkanlığının

elektronik araçlar üzerinden çok

sağlıklı bir şekilde gelecek nesle

aktarılamayacağı açık bir gerçek değil

midir?

Bilimsel ve teknolojik gelişmeler

insanlığın kaderidir. Her dönem

yarınlara işaret eden, insanlığın

ezberini bozan gelişmeler meydana

gelmiştir. Günümüzde teknolojik

gelişmelerde devrim yaşanmaktadır.

İstihbarat teşkilatları halka arz

edilen teknolojinin on yıl ilerisini

kullanmaktadırlar. İnsanlığın “hayır”

diyemeyeceği gelişmeler kaçınılmaz

bir hâldedir.

İnsanlığı tehdit eden iletişim araçlarının

zararlarına dikkat çekmeliyiz.

Toplumları kaosa sürükleyen gerek

internet gerekse diğer iletişim araçları

aktif bir şekilde kullanılmaktadır.

Manipülasyona hazır hâle gelmek

daha önemli bir problem olarak ele

alınmalıdır. Birinci el kaynaklardan

uzaklaşmak, okuma alışkanlığının

yerini eğlencelik iletişim araçlarının

alması kitleleri kolay manipüle edilir

hâle getirmektedir.

Sonuç itibariyle, birçok şeyden

haberdar olma imkânımız artmıştır.

Sevdiklerimizle daha kısa zamanda

ve daha kolay yoldan, üstelik görsel

şekilde iletişim kurma imkânımız da

gelişmiştir. Fakat korkulması gereken

durum, iletişim araçlarının olumsuz

etkileridir. Bu araçlar, kolumuzdaki

saatler gibi kullanamadığımız için

bütün zamanımızı gasp eden cihazlar

hâline gelmiştir. Tefekkür edecek

zamanı bulamama, insan olma

bilincimize inen ağır bir darbedir. Aile

içi iletişim, duygusal bağ olmadan

iletişim kurma şekline dönüşmeden

insanın teknolojinin ağlarından kendini

kurtarması gerekmektedir. Aksi hâlde

yeryüzünde birbiri ile iletişim kuran

ancak birbirini anlamayan canlılar

hâline dönüşmek kaçınılmaz olacaktır.

Kaynak: MEB Eğitim

ETKİLİYORUM 35

Page 34: Etkili Yorum 20

KOZADAN ÇIKAN KELEBEĞİN HİKÂYESİ

Psikolog Elif Akpınar

36 ETKİLİYORUM

Page 35: Etkili Yorum 20

Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, oturduğu yerdeki otlardan birinin dalında, küçük

bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi. Adam, bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü ve bir kelebeğin dünyaya geldiği ilk dakikalara şahit olmak istedi. Dakikalar dakikaları kovaladı, saatler geçmeye başladı ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü. Kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi. Cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı. Böylece bir iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini

taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu. Ama bunlardan hiçbiri olmadı.

Kelebek, hayatının geri kalanını, kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı. Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey; kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın, bedenindeki sıvının kanatlarına gitmesini ve bu sayede kozasından çıktığında doğru zamanda uçabilmesini sağlayacak olmasıydı. Kelebek kendini kurtarma çabalarıyla aslında kaslarını geliştirmekte; kendini ayakta tutacak, güçlü kılacak, uçmaya hazırlayacak hareketleri, kendi çabasıyla öğrenmekteydi.

Her anne babanın ideali, elbette çocuklarını kendi ayakları üzerinde durabilen, kendine güvenen bireyler olarak yetiştirmektir. Fakat

hayat ile ilgili diğer değerler gibi sorumluluk da, çocuğun öncelikle anne babasından, daha sonra sosyal çevresinden öğrendiği, geliştirdiği bir beceridir. Çocukta sorumluluk bilincinin gelişmesi, ancak yaşamın ilk yıllarından itibaren atılan adımlar ile mümkündür. Doğal gelişimin parçası olarak çocuk, yaşam ile ilgili becerileri aşamalı olarak edinir. Kazanılan her beceri çocuğun bireyselleşmesinde, bağımsız, kendine yeten bir birey olmasında önemli adımlardır.

Sorumluluklar ise, çocuğun yeni edindiği bu becerileri hayata geçirmesi için önemlidir. Kendi ihtiyaçlarını kendi başına karşılama becerisini kazanan çocuğun, yetişkinlere duyduğu bağımlılık giderek azalır. Davranışlarının sonucunu yaşadıkça, gelişen becerilerini kullandıkça, çocuğun kendine olan güveni artar. Becerilerini kullanması ve geliştirmesi için fırsat verilmeyen çocukların ise tam tersi olarak yeterlilik duygusu ve özgüven gelişimi sınırlanır.

Kişisel farklılıklar söz konusu olsa da sorumluluk kazandırmaya yönelik her sürecin temel ve değişmez ögeleri vardır. Bunlar:

Bilgilendirme: Çocuğun davranışında istenen değişimin gerçekleşebilmesi için önce, çocuğun bu değişim hakkında bilgilendirilmesi gerekir. Onun bu değişimi bir ihtiyaç olarak görebilmesi için nedenleri hakkında bilgi vermek önemlidir. Kuralların neden konduğu ve sorumluluğun önemi anlatılmalıdır.

Takip: Bilgilendirmeden sonra, çocuğun söz konusu davranışı gösterebilmesi için ona bir süre tanınması gerekir. Bu süre içerisinde yapılan takip sonucunda sorumlu davranışın ortaya çıkıp çıkmadığına, ne sürede ortaya çıktığına, hangi zamanlarda davranışın yapıldığına ya da yapılmadığına dikkat edilmelidir.

Geri bildirim: Belli bir süre sonra çocuğu, gidişat hakkında bilgilendirmek gerekir. Eğer istenen sorumlu davranışın sayısında artış varsa uygun pekiştireçlerle motive edilmelidir. Eğer beklenen sorumlu davranışın ortaya çıkmasında sıkıntılar varsa bu sıkıntılar ve olası nedenlerinin de çocukla paylaşılması gerekir.

Hatırlatma: İstenen davranış eğer gerçekleşmiyorsa yeniden hatırlatma sürecine gidilebilir. Yeniden bilgilendirme ile başlayan bu süreç, davranış oturana kadar devam etmelidir.

Yukarıda yazdığım bu ögeler, sadece çocuğa sorumluluk kazandırma sürecine ait değildir. Temel alışkanlıkların oturmasında, kuralların belirlenmesinde, kısaca yaşantımızı düzenleyecek her türlü durumda bulunması gereken ögelerdir ve ancak kararlı ve sabırlı bir tutumla yaklaşıldığında davranışın yerleşmesi sağlanabilir.

ETKİLİYORUM 37

Page 36: Etkili Yorum 20

İnsanoğlunun en önemli erdemlerinden biridir “doğruluk”. Hayatı boyunca doğruluktan

ayrılmayan kişiler, bulunduğu toplumda her zaman hayırla yâd edilir. Ancak, her işte olduğu gibi doğrulukta da zamanlama çok önemlidir. “Her doğru her yerde söylenmez.” sözünü sanırım duymuşuzdur. Haklı da olsak karşımızdakinin hatalarını hemen yüzüne vurmak, onun davranışını düzeltmeyeceği gibi kin ve düşmanlık gibi duyguların da ortaya çıkmasına neden olabilir.

Çocuklar, kişiliğini oluşturmaya ve yaşadığı çevrenin kurallarına uyum sağlamaya çalışırken hâliyle birçok hata yapar; bazen kırar bazen döker… Aile olarak çocuğun yaptığı hatalar karşısında sabırlı olabilmek ve gereken yer ve zamanda çocuğumuzu gerektiği ölçüde uyarabilmek çocuk eğitimi açısından çok önemlidir. Eğer bunu başarabilirsek hem kendimizi strese sokmayız hem de çocuğumuzun sağlıklı bir kişilik sahibi olabilmesine yardımcı olabiliriz.

Ses Tonumuza Hâkim OlmalıyızBazen istenmeyen davranışlara karşı çocuğumuza yaptığımız uyarıların zamanla etkisini yitirdiğini fark ederiz. Bunun sebebi, her problemi kızarak halletmeye çalışmamız olabilir. Öfkelendiğimizde sesimizin yüksek perdeden çıkması, kontrolümüzü yitirdiğimizin göstergesidir. Çocuğunuz sesini yükselttikçe siz sesinizi alçaltın ve sakin konuşun. Normal bir ses tonu, kontrolün

sizde olduğunu, kararlılığınızı ve beklentilerinizi uygun bir şekilde çocuğunuza iletecektir.

Bazen de konuşmak yerine çocuğunuzla göz göze iletişim kurmak daha etkili bir yöntemdir. Çocuk hata yaptığında, bir şey söylemeden gözlerimizle ona bakarak “Yaptığın hatanın farkındayım ve kendini düzeltmeni bekliyorum!” mesajını verebilmek gerekir. Bağırmak, çağırmak bir şeyi çözmediğine göre, ağızla değil de beden dilimizle bazı mesajlar vermek daha faydalı olacaktır. Bizler, çocuklarımızın bizi anlamadığını düşünsek de onlar aslında bizim zannettiğimizden çok daha zekidir. Yani hata yaptıklarının onlar da çoğu zaman farkındadırlar. Ancak farkında da olsalar duygularını kontrol etmekte zorlanıyor olabilirler. Yapılan uyarılarda, “nasıl” söylediğimiz, “neyi” söylediğimizden çok daha önemlidir. Duygu ve düşüncelerimizi açıklarken doğrudan çocuğumuzu suçlamak yerine ben diliyle konuşmak daha faydalı olacaktır. Ben dili kullanmak, çocuğumuzu özne durumundan çıkartarak onun hatalarının sorgulanmasını sağlayacaktır. Örneğin, “Sen ne biçim çocuksun.” yerine, “Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyorum?”, “Arkadaşına vurmak çok kötü bir davranış.” yerine “Arkadaşlarına vurduğun için üzülüyorum.” deyin. Ben dili, çocuğun kendini savunucu duruma geçmeden olaydaki sorumluluğunu düşünmesine imkân tanır.

Sorularla DüşündürünBir atasözü “Soruyu soran cevaptan kaçamaz.” der. Çocuğa davranışları ile ilgili sorular yönelterek yaptığı hatanın üzerinde düşünmesini ve kendi çözümlerine ulaşmasını sağlayabilirsiniz. Bazen çocuklar problem çözme ve doğru davranma konusunda daha etkili seçeneklerin olduğunun farkında bile değildirler. “Sence kardeşin bu konuda ne hissedecek?” veya “Sen benim yerimde olsaydın nasıl davranırdın?” gibi sorular, çocuğun problem durumuna ilişkin cevaplar geliştirmesine imkân sağlar. Sorular hangi çözümü seçeceğine ve izleyeceğine karar vermesine destek olur. Böylece çocuk önemsendiğini hisseder ve üretilen çözümlerin uygulanması kolaylaşır. Elbette konu çocuk olunca her şey kitaplarda yazıldığı gibi gelişmeyebiliyor. Çocuğumuzu eğitme sürecinde en çok ihtiyacımız olan şey hiç şüphesiz sabırdır. Eğer yapılması gerekenleri bildiğimiz hâlde duygularımızı kontrol edemiyor ve anlık fevri tepkiler gösteriyorsak sizlere bir tavsiyemiz var: Aile büyüklerinizden yani anne, baba, abla veya abinizden sizin çocuklukta yaptığınız yaramazlıklarla ilgili anılarını anlatmasını isteyin. Bir zamanlar bizim de çocuk olduğumuzun ve aynı süreçlerden bizim de geçtiğimizin farkına varabilmek, çocuğumuzun hatalarına daha anlayışlı ve sabırlı biçimde yaklaşmamızı sağlayacaktır.

ÇOCUKLARI UYARMA SANATI

Emre Aygın

38 ETKİLİYORUM

Page 37: Etkili Yorum 20

ETKİLİYORUM 39

Page 38: Etkili Yorum 20

istekli olması zorunludur. Derslere kendi isteği ile katılmayan çocuk, verilen eğitim ne kadar kaliteli olursa olsun, başarısız olacaktır.

Çocuğumuzun motive edilmesi konusuna neler yapabiliriz?

Öncelikle çocuğumuza, kendine güvenini sağlamalıyız. Çocuk ders çalışmaya başladığında onu öğrenebileceğine, sınavda başarılı olabileceğine inanırsa en önemli adım atılmış olur. Öğrenme sürecinde, öğrenimin ne kadar önemli olduğu çocuğa izah edilmelidir.

Çocuklar, öğrenmeye karşı isteklendirilmelidir. Öğrenme sürecinde, ilgi canlı tutulmalıdır. Çocuğun kendisine olan saygısı artırılmalıdır.

Çocuğun ders çalıştığı odadaki elverişsiz ortam düzenlenmelidir. Dikkatini dağıtacak resimler, posterler, göz önünden kaldırılmalıdır. Odasının ısısı iyi ayarlanmalı; televizyon, cep telefonu, radyo gibi sesli iletişim araçları kapatılmalı, mümkünse araçlar odadan

Son dönemde yapılan araştırmalar, öğrencilerin eğitime olan ilgilerinin gitgide azaldığı yönünde sonuç

vermektedir. Ebeveynler ve öğretmenler öğrencilerin eğitim-öğretim sürecinde motivasyonlarını sağlama ve devam ettirmede sorumluluk sahibidirler.

Motivasyon, bireyin öğrenme sürecinde öğrenmeyi talep edecek hâle gelmesidir. Motivasyon, öğrenme sürecindeki kuralların yerine getirilmesi, bireyin sorumluluklarının farkında olması ve sürece aktif bir şekilde dâhil olması ile başlar. Hayatın her anında sadece çocukların değil, ebeveynlerin de motivasyonlarının sağlanmış olması gerekmektedir.

Motivasyonun sağlanmasında bir hedefe ulaşmak için harekete geçirecek bütün unsurların sağlanması şarttır. Aksi takdirde yeterli motivasyonu sağlanamayan çocuk; derslerin önemini tam anlayamaz, ders dinlerken dikkatini toplayamaz, ödevlerini tam olarak yapamaz, öğretmenleri öğrenciyi derse dâhil etmekte sıkıntı çeker, en kötüsü aldığı eğitimi devam ettiremeyecek hâle gelebilir.

Motivasyon eksikliğine neden olan etkenler; bedensel ihtiyaçlar, psikolojik sorunlar ve ders çalışma ortamının elverişsiz olmasıdır. Çocuklarımızda bu gibi sıkıntılar varsa öncelikle yapmamız gerekenler, bu etkenlerin ortadan kaldırılmasını sağlamak olacaktır. Motivasyonunun sağlanmasında ilk şart, çocuğu ders çalışmaya ikna etmektir. Başarılı bir eğitim-öğretim sürecinde çocuğun bilgiyi edinme konusunda

dışarı çıkarılmalıdır. Ders çalışırken müzik dinlemek dikkat eksikliğine neden olur, bu yüzden ders çalışırken müzik dinlenilmemelidir.

Saatlerce aralıksız çalışmalar yapmak beynimizi yorar, belirli bir süre sonra dersi anlamamaya başlarız. 45 dakika ders çalışıldıktan sonra muhakkak 10 dakika ara verilmelidir. Ders çalışırken bir sözel bir sayısal ders çalışmak, öğrencilerin dikkatini derse yoğunlaştırmasında daha etkili olur. Bu süreçte ailelere düşen görevlerden bir diğeri, çocuklarımızın günlük çalışmalarında bile kendilerine hedef koymalarını sağlamaktır. Hedefe odaklanan çocuk daha kolay motive olur. Ayrıca okulda işlenen derslerin muhakkak pekiştirilmesi sağlanmalıdır. Ders çalışmak genel bir amaç olmamalı,

hangi dersin hangi konusunun

çalışılacağının bilincinde olunmalıdır.

Bunun için de çocukların aylık, haftalık,

günlük ders çalışma planı olmalıdır. Bu

ÇOCUKLARIMIZIN MOTİVASYONUNU NASIL ARTTIRIRIZ?

Rehber Öğretmen Nurgün Vefa Kunt

40 ETKİLİYORUM

Page 39: Etkili Yorum 20

konuda bir uzmandan yardım alınabilir.

Bugünün işi yarına bırakılmamalı; dersler

biriktikçe öğrenme, işin içinden çıkılmaz

hâle gelir. Bu da çocuğu mutsuz eder ve

öğrencinin motivasyonunun düşmesine

sebep olur.

Çocukların hangi şartlar altında

motive olduklarının en iyi tespitini

öğretmenlerden önce ebeveynler

yapabilir. Ebeveynler; çocuklarını daha

çok nelerin motive ettiğini gözlemleyip,

sonuçlarını çocuklarının öğretmenleri

ile de paylaşıp, onlarla doğru bir şekilde

uygulamalıdırlar.

Çocuklarımızı iki şekilde motive

edebiliriz: Bunlardan birincisi içsel

motivasyondur. İçsel motivasyon,

çocuğumuzun ders çalışmaya karşı

istekli olma durumu yani ders çalışmanın

onun içinden gelmesidir. İkincisi

dışsal motivasyondur. Bu da çocuğun

derslerine not, hediye veya para için

çalışmasıdır. Dışsal motivasyonlar kimi

zaman olumsuz sonuçlar doğurabilir.

İçsel motivasyon, dışsal motivasyona

göre daha güzel ve kalıcı sonuçlar verir.

Toparlayacak olursak çocuklarımızın

motivasyonunu artırmak için onlardan

neler kesin ve açık bir şekilde

dile getirilmeli, onların kısa vadeli

amaçlar belirlemesine yardımcı

olunmalı, sözlü veya yazılı övgüler

kullanılmalı, çocuklarda merak, şüphe,

keşif, araştırma, kontrol etme isteği

artırılmalı, derslerde görsel materyaller

kullanmaya özen gösterilmeli, çocukların

derse katılımını olumsuz etkileyecek

durumlardan kaçınılmalıdır.

Başarısız öğrenci yoktur! Motive

edilmemiş öğrenci vardır. Azim ve

kararlılıkla hedeflerine koşanlar mutlaka

başarılı olurlar.

ETKİLİYORUM 41

Page 40: Etkili Yorum 20

Bundan otuz beş yıl evvel soğuk bir kış gününde kar ve tipinin kapattığı yollardan güçlükle

yürüyerek köyümüzün tek bakkalına gitmiş, şehirden köyümüze akşam karanlığında gelecek olan minibüsün bana ulaştıracağı gazeteyi heyecanla beklemiştim.

Öğretmenimin teşviki ile ilk kez bir gazeteye abone olmuştum. O gazeteye sahip olma sevinciyle dakikalarca soğukta yürümüş, durakta beklemiş ve gazeteye kavuşmuştum. Gazeteyi alıp eve geldiğimde gaz lambasının ışığında didik didik ederek her satırını okumuş, bulmacalarını çözmeye çalışmıştım.

Çocukluğumdaki bu olayı hatırladıkça okuma sevgisinin çekirdeklerinin çocukluk yıllarında atılması gerektiğini düşünürüm. O günlerde kazandığım okuma sevgisi, benim hayatımı değiştirdi ve hayatımın en zor ve en sıkıntılı dönemlerini hep okuyarak aşmam için itici güç oldu. Zaman sel gibi akıp geçti. Büyüdüm, geliştim, okudum ve yazdım. Şimdi benim yazdığım yazı ve kitaplarım okuyucularıma ulaşıyor ve okunuyor.

Yazılarımın ilk okuyucuları ailem ve çocuklarımdır. Fırından taze çıkan simidin koklanıp yenildiği gibi, yazılarımı da ilk önce onlar okuyor. Simit dedim de aklıma Çamlıca’nın ve Eyüp Sultan’ın harika simitleri geldi. Madem kokusu bile simidi bize sevdiriyor, ben de kitabı çocuklarıma sevdirmek için projeler üretmeye

başladım. Bizim ailede en güzel hediye kitaptır. Eve gelen kitapların matbaadan yeni çıkmasına ve mis gibi mürekkep ve kağıt kokmasına özen gösterilir. Eve gelen kitap, taze ve sıcak bir simit gibi önce koklanır. Sonra yapraklarına dokunularak hissedilir. Üzerindeki tasarım ve renk uyumu gözlenerek zihne kaydedilir. Artık zihin ve duygular kitap okumaya hazırdır. Sıra bütün aile üyelerinin bir araya geldiği bir okuma saati bulmaya gelmiştir. Oy birliğiyle bir saat belirlendikten sonra sıra aile üyelerinin yaş gruplarına göre okuma sürelerinin tespit edilmesine gelmiştir. İlköğretim ikinci sınıf öğrencisi ile ortaöğretim dokuzuncu sınıf öğrencisinin algılama düzeyi bir olamayacağından okuma süresini belirleme konusunda esnek olmaya dikkat edilmelidir.

Aile ortamında okuma alışkanlığı kazanan bireyler, okumanın zevkine

vardıktan sonra her zaman ve mekânda okuyabilme potansiyeli kazanırlar. Önemli olan bu bilince varmaktır. Aile ortamında okumayı sevdirmek amacıyla farklı ortamlarda okuma hikayeleri anlatılarak çocukların dikkati çekilebilir. Örneğin neşeli bir kış akşamında hep birlikte ailece otururken bu hatıraları anlatmak okuma motivasyonunu artırmada müthiş etki yapabilir. Böyle bir akşamda aileme anlattığım İstanbul’da okuma hikâyelerimin çocuklarımın üzerinde okuma sevgisi kazandırmak için müthiş etki bıraktığını gözlemledim. Böylece çocuk kendi anne ve babasının kitap okumayı sevdiğini görüp onların bu özelliğini daha kolay modelleyebilir.

İstanbul’da bir anne veya baba düşünün, çocuklarına gerçek okuma hikâyeleri anlatabilmek için otobüs, metro ve vapurda gerçekten okuyorlar.

OKUMA SEVGİSİ

42 ETKİLİYORUM

Page 41: Etkili Yorum 20

Hem de sürpriz güçlüklere karşı hazırlıklı olmak için A ve B planlarını da hazırlamışlar. Yani, eğer ayakta yolculuk yapılıyorsa ceplerinde taşıdıkları cep kitabını okuyorlar, şayet oturma imkânı bulurlarsa çantadan çıkardıkları büyük boy kitabı seçiyorlar. Akşam eve geldiklerinde okudukları onlarca, belki yüzlerce sayfa kitabın içeriğini ve okurken yaşadıkları macerayı aileleriyle paylaşıyorlar. Bu hatıralar sizce unutulabilir mi? Ben ve çocuklarım unutamıyoruz, sizi bilmem. Bir gün sağ elimde bir cep kitabı okuyup, diğer elimle tavandaki tutamaktan tutarak giderken otobüsün kavşağa girmesini ve gözlerim kitapta olduğu hâlde otobüsün içinde sağdan sola, soldan sağa döndüğümü unutamıyorum. Kitabın içeriği bazen insanı öylesine sürüklüyor ki, ne gözünüzü ayırabiliyorsunuz ne de yolculuğun nasıl geçtiğini anlıyorsunuz.

Çocuklarımıza kitabı ve okumayı sevdirmenin bugünlerde hem biraz zor hem de çok kolay olduğunu görebiliriz. Zor, çünkü televizyon, bilgisayar ve elektronik oyuncaklar gibi pek çok çekici faktörler kitaba

giden yolları tutmuş. Bir yönüyle de çok kolay, çünkü telefon, Kindel, iPad gibi elektronik kitap seçenekleri, okumanın kolaylığını ve çekiciliğini artırıyor. Binlerce kitabı cebinizde taşıyabiliyorsunuz. Teknoloji eğer bir at gibi kabul edilir ve iyi yönetilebilirse okumak bir keyfe dönüşebilir. Bunun yerine teknolojik aygıtlardan, çılgın bir ata binmiş gibi kontrolsüz şekilde yararlanılırsa okumak ne mümkün, başınızı kaldıracak zamanınız bile kalmayabilir.

Sevgili çocuklar, anne babalar ve eğitimciler, her insanın maddi ve manevi olmak üzere iki çeşit midesinin var olduğunu biliyoruz. Karnımız acıktığında guruldar ve biz yemek yeriz. Kendimizi teselli etmek için de “Bir dirhem et bin ayıp örter...” deriz. Peki, yalnızca maddi gıdalarla karnımızı doyurup, beynimizi ve ruhumuzu aç bıraktığımızda cahilliğimizi ne ile örtebiliriz? Beynimiz karnımız gibi guruldamadığı için kendimizi kitap okumak zorunda hissetmeyiz. Etrafımızda her zaman örneklerini görüyoruz ki, okumayanlar gözlerini çok zaman sonra belki hapishanede, belki meyhanede, belki de hastanede açıyor ve okumadıkları için bir ömür boyu pişman oluyor.

Fırsatımız varken ve henüz hayattayken çok okuyalım, çünkü kabirde okuyamayacağız. Kaynak: MEM İstanbul

ETKİLİYORUM 43

Page 42: Etkili Yorum 20

Bilişim sektöründeki baş döndüren gelişmeler internete, sanal dünyaya bağımlı

gençlerin sayısını her geçen gün arttırmaktadır. Yapılan araştırmalar, günde iki saat ve daha fazla süre internette gezinenlerin internet bağımlısı olma riskiyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Uzmanlar, ebeveynlerin çocuklarının internet ile ilişkilerini kontrol etmeleri gerektiği üzerinde durmaktadırlar. Ebeveynlere çocuklarını internetsiz ortama götürerek hareketlerini izlemelerini öneren uzmanlar, bağımlı gençlerde zaman ve zemin kavramının yok olduğunu vurgulamaktadırlar. Bağımlı gençler, yataktan yemek masasına kadar internete bağlanmadan kendilerini huzurlu hissetmiyorlar. İnternet bağımlısı biri zamanla madde bağımlılığına benzer semptomlar göstermekte ve tamamen sanal bir hayat yaşamaya başlamaktadır. Bağımlı kişi internetin başından uzaklaştığında ya da internet olmadığında depresif hareketler sergileyip krize giriyor ya da hırçınlaşıp çevresine zarar veriyor. Gerçek hayatlarına çevrimdışı olan bu bireyler zamanlarını boşa harcadıklarının farkına varamıyorlar. Daha geçen gün bir arkadaşım ‘’Yeni bir tab açmam engellense çıldırabilirim.’’ demişti. Aynı arkadaşım anne-

babasının zoruyla Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları İnternet Bağımlılığı Poliklinikliğine gittiğini, orada check-in yapıp tweet attığını gülerek anlatmıştı. “İnternet ve oyun bağımlılığı neden bu kadar abartılıyor? İçkim yok, sigaram yok. Hapçı olsak, kumarbaz olsak daha mı iyi?” diyerek kendisini savunmuştu. Arkadaşım bir internet bağımlısı idi.

Kendisine ve ailesine karşı sorumlulukları olduğunu, derslerine ayırması gereken zamanı internette harcadığını ve beyin kimyasının bozulmaya başladığını görmek istemiyordu. İnternet bağımlılığı genellikle anne-baba ilgisinden yoksun, sosyal destekten mahrum,

kendisini ifade edebilecek bir ortam bulamayan, içe kapanık, mutsuz ve doyumsuz gençlerde görülüyor. Ayrıca internete sınır konulmamış olması da bağımlılık riskini arttırıyor. Hâl böyleyken, sorun internet ve teknoloji bağımlılığı değil, ebeveyn yetersizliğidir. Aile bireylerinin yüz yüze iletişim hâlinde olduğu saat sayısı arttırılmalı, çocuklarla etkili ve kaliteli zaman geçirilmelidir. Üstesinden gelinemeyecek bir bağımlılık söz konusu ise mutlaka

profesyonel destek alınmalıdır.

İnternet bağımlılığı

yeni gelişmekte olan

tehlikeli, bulaşıcı ve küresel bir hastalıktır.

Şimdi samimiyetle, hepimiz kendimizi test edelim. Yanlış olduğunu bildiğiniz hâlde kendinizi durduramıyorsanız, giderek internete harcadığınız zaman artıyorsa, aile ve

arkadaşlarınızı ihmal etmeye başladıysanız,

bilgisayar başında kendinizi iyi

hissediyor ve internet

olmayınca sinirlenip kendinizi

boşlukta hissediyorsanız internet bağımlısısınız ve en kısa zamanda bu sanal dünyadan çevrimdışı olmalısınız.

Gerçek Hayatın Çevrimdışı Bireyleri

Nasuh Mevlüt Dalgıç

44 ETKİLİYORUM

Page 43: Etkili Yorum 20

ÇİÇEK DİLİ Yüreğimi serinleten Can evimde karsın çocuk. Berrak sevgi denizinde Gönlümü yıkarsın çocuk.

Mevla’m seni hoş yaratmış, Meleklere eş yaratmış, Kalplere nakış yaratmış, Ne kadar kibarsın çocuk.

Nazlı nazlı gelişinle, Beni benden alışınla, Fıkır fıkır gülüşünle Cana can katarsın çocuk.

Geleceğe el verecek, Demet demet gül verecek, Çiçeklere dil verecek Bir gonca baharsın çocuk.

Zor günümde, var günümde, Ümidimsin dar günümde. Yaşadığım her günümde Ne mutlu, sen varsın çocuk.

Bestami Yazgan

46 ETKİLİYORUM