ekim gençliği 123

40

Upload: kizilbayrak

Post on 24-Mar-2016

227 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 123 Ocak / 2010

TRANSCRIPT

Page 1: Ekim Gençliği 123
Page 2: Ekim Gençliği 123
Page 3: Ekim Gençliği 123

3

Üniversitelerde yeni eğitim dönemi başlıyor. Yenieğitim dönemine ilişkin bir değerlendirmede, yenimücadele dönemi ve getirdiği sorumluluklar öneçıkacaktır elbette. Döneme başlarken gençliğinönünde duran gündemleri gözden geçirerek,sorumluluklarımızın altını yeniden çizmek istiyoruz.

Geçtiğimiz dönem, gençlik mücadelesinin bellikonularda bilendiği ve deneyim kazandığı bir süreçolarak geride kaldı. Harç zamlarıyla birlikte gelişensüreç, yapılan eylemliliklerin, ardısıra birçok yerdeulaşımdan yemekhaneye kadar farklı alanlardayaşanan sıkıntılar üzerinden tepkilerin ortayakonduğu bir dönem olarak bütünlendi. Gelişmeler,uzun yıllardır durağanlık içinde olan gençlikhareketinin ivme kazanmakta olduğunu gösterdi.

Yaşanan sürecin önemli gelişmelerinden biri degençliğin, sınıf mücadelesinin deneyimlerine tanıklıketmesi/ediyor olmasıdır. Son yıllarda parça parçailerleyen grevlere, direnişlere ve işgallere tanıklıketmiş olan gençlik kitlelerinin ilerici kesimleri vesiyasal gençlik grupları, TEKEL direnişi üzerindenönemli bir deneyim yaşamaktalar. Bu deneyimlerleyan yana gelmeye çalışan gençlik kitleleri, geleceğiyaratacak sınıfın gücünü kavrama çabasındadır.

Öte yandan gençlik hareketindeki canlanmabelirtileri, saldırıların da yoğunlaşmasına neden oldu.Bu, aynı zamanda yeni dönem açısından işaretedilecek temel noktalardan biridir. Saldırıların arttığıbir sürece denk gelen yeni eğitim dönemi açısındanbunun karşılığı, dönemin yeni saldırılarla başlayacakolmasıdır. Gündelik yaşamında toplumun genelinehakim baskı ve terör koşullarının etkisi altında olangençlik, üniversitelerde özellikle yoğunlaştırılmışyasak ve engellemelerle karşı karşıyadır. Bu baskıkoşullarının bir yüzü olan soruşturma ve cezaterörüyle, gençlik içindeki ilerici, devrimci kesimlerinüniversitelerinin dışında bırakılarak kitleyle bağlarıkopartılmaya çalışılmaktadır. Bu saldırının siyasi veiktisadi temelinde, eğitim alanındaki ticarileştirmesaldırıları ve geleceksizlik karşısındaki arayışlarınbaskı ile sindirilmesi ihtiyacı yatmaktadır. Düzencephesi, soruşturma-ceza terörüyle bu ihtiyacı süreklibir şekilde ve kolayından giderebilmeyi ummaktadır.

Mücadele karşısında artan baskılar

Sermaye düzeninin artan baskı ve terör politikalarıile polis cinayetlerinin son yıllardaki bilançosu,saldırganlığın boyutunu gözler önüne sermektedir.Sokak ortasında infazlardan keyfi gözaltılara vegözaltında katletmeye, sınıfın gerçekleştirdiğidirenişlerden Kürt ulusal mücadelesinin girdiğisüreçte gelişen eylemlere her alanda dizginsiz devletterörü yoğunlaşarak sürüyor. Alaattin Karadağyoldaşın katledilmesi, devlet terörünün yoğunluğununyanısıra alçaklık boyutuna yeniden ayna tutan bircinayet olarak kayıtlara düştü. Sokak ortasında infazedilen devrimci-komünist bir işçi olan Alaattin’in

katledilmesi düzenin devrimci faaliyete olantahammülsüzlüğünü ve sınıfsal karakterini de çok netbir şekilde ortaya koymaktadır.

Sermaye devleti gençlik hareketi açısından dagençlik mücadelesini dizginlemek, devrimci faaliyetiengellemek için yoğun baskı ve yasaklarla karşımızaçıkıyor. Bu baskılar gençlik içerisinde devrimcifaaliyeti ve ilerici, devrimci gençlik hareketiningenelini ÖGB-polis terörü, faşist saldırılar, linçler,soruşturmalar ve cezalar ile hedef almaktadır.Özellikle gençlik alanında bu saldırıların kitlesel birşekilde karşılanamıyor oluşu nedeniyle faaliyetinsekteye uğradığı durumlar oluşabilmektedir. Kimiyerellerde öğrencilerin üniversitelerine dahialınmadığı, devrimci faaliyetin birçok araçtan yoksunbırakıldığı biliniyor.

Geçtiğimiz sayılarda, gençlik hareketine dönükson yılların temel saldırı biçimi olan soruşturmaterörü karşısında alınacak tutum üzerinden bakışımızıortaya koymuştuk. Burada yeniden belirtmek gerekirki, ancak bu saldırılar karşısında çalışmayı büyütecek,kitleleri bu saldırlar karşısında tavır almaya çağıracakbir çalışma ekseniyle yol alabiliriz. Zira bu saldırılarçok yönlü olarak işletilmektedir. Soruşturmalar,cezalar, polis-jandarma terörü ve ulusalcı-faşistçeteler eli ile gerçekleştirilen fiili saldırıların biramacı devrimci güçleri marjinalleştirmektir. Başka biryönüyle de devrimci güçler baskılar ile abluka altınaalınmaktadır. Bu ikincisi doğru müdahaleler ilekarşılanamadığı taktirde ise gündemlerin söz konususaldırılara sıkıştığı ve gerek gençlik, gerekse sınıfhareketinin temel yönlerden ayrı düşebildiği durumlaroluşabilmektedir. Bu noktalara özellikle dikkatçekerek önümüzdeki süreçte gençliği kazanacak,taraflaştıracak ve soruşturmalara karşı ortak hareketedecek bir irade oluşturabilmeli ve diğer gündemlerlebağını güçlü bir şekilde kurabilmeliyiz.

Genç komünistler olarak omuzlarımızdaki yüksadece gençliği hedef alan saldırıları püskürtmekdeğildir. Gençliğin karşı karşıya kaldığı baskı ve terörpolitikaları toplumun genelinde devreye sokulan baskı

Yeni döneme girerken

artan devrimci sorumluluklarımız

üzerine…

Gündelik yaşamında

toplumun geneline hakim

baskı ve terör koşullarının

etkisi altında olan gençlik,

üniversitelerde özellikle

yoğunlaştırılmış yasak ve

engellemelerle karşı

karşıyadır. Bu baskı

koşullarının bir yüzü olan

soruşturma ve ceza

terörüyle, gençlik içindeki

ilerici, devrimci kesimlerin

üniversitelerinin dışında

bırakılarak kitleyle bağları

kopartılmaya

çalışılmaktadır.

Page 4: Ekim Gençliği 123

ve terör politikalarının bir yansımasıdır. Dolayısıylabunu tüm açıklığı ile ortaya koyabilmek ve sermayedüzenini topyekün hedeflemek sorumluluğu ile yüzyüzeyiz. Dahası gençliğe yönelik saldırılarıpüskürtmenin yolu da bundan geçmektedir.

Sınıf mücadelesi ve gençliğe etkileri

Gençliğin toplumsal sorumluluğunu yerinegetirmesi bakımından, özellikle içinden geçmekteolduğumuz son süreçte sınıf mücadelesindekihareketlenme de önemli imkanlar sunuyor. Sondönemlerde yaşanan eylem ve direnişlerin, özellikleson haftalara damga vuran TEKEL direnişinin gençlikalanında yarattığı etkiyi değerlendirmeye,önümüzdeki eğitim döneminde bulunduğumuzalanlarda gençliğin sınıf hareketiyle bağlarınıgüçlendirmeye büyük bir özen göstermeliyiz.

Bu gündemlerin üniversitelere taşınmasının önemigençlik hareketinin bu yolla sınıf hareketiylebağlarının güçlenmesi bakımından belirleyicidir. Buda belli deneyimlerle kendini ortaya koymuştur.Gençlik hareketinin seyri kendi iç dinamiklerine vedünyadaki gelişmelere bağlı olmakla beraber,esasında düzenin temel çelişkileri üzerinden gelişecekmücadelelerden çok daha güçlü etkilenmektedir. Sınıfmücadeleleri tüm toplumu şekillendirmekte, farklısınıfsal katmanları kendi etrafında taraflaştırmaktadır.Nerede bir işçi direnişi olsa, başta direnişin yaşandığıbölge olmak üzere direnişin çapına göre herkesi tavıralmaya, taraf olmaya itmektedir. Bunun en somutörneğini bugün TEKEL direnişinde görmekteyiz.Sermaye iktidarının saldırılarına karşı mücadeleyürüten işçiler herkesi şu veya bu ölçüde tavır almayazorlamaktadır. Memurundan işçisine, öğrencisindenesnafına, ev kadınından işsizine yayılan butaraflaşma, hakları için mücadele eden binlerceişçinin, temelinde işçi sınıfın gücünü göstermektedir.

60’larda da bu böyleydi, 70’lerde de, 80’lerde de.68 hareketi, bir gençlik hareketi olarak nitelendirilsede Türkiye’de bu gençlik hareketinin oluşmasınısağlayan, uluslararası sınıf hareketinin seyri ve’60’larla beraber bu topraklarda işçi sınıfınıneylemlerle, grevlerle, direnişlerle sahneye çıkmasıdır.15–16 Haziran, ’77 1 Mayıs’ı, ’89 bahareylemlilikleri ve bugün de TEKEL direnişi gençlikhareketinin seyrini etkileyecek tarihsel olaylardır.

Bugün yaşanan gelişmeler ışığında baktığımızdaTEKEL direnişine katılan gençlik güçleri üzerindenbirebir gözlemleyebilmek mümkündür ki sürecekatılan herkeste bir mücadele azmi oluşmaktadır.Deyim yerindeyse gecesini gündüzünü direniş alnındageçiren bir gençlik kesimi bulunmaktadır. Kendisorunlarından doğru harekete geçmeyen kesimler dahibu süreçte hareketlenebilmekte, mücadeleyekatılabilmektedir.

Başta TEKEL direnişi olmak üzere birçok alandayürütülen İtfaiye, Esenyurt, ENTES gibi kanallarüzerinden sınıf mücadelesiyle bağlar kurulmalıdır.Esnek platformlar oluşturulabilmeli, kurulmuşdayanışma platformlarına ve komitelerinegirebilmeliyiz.

Sürece müdahale edebilmek açısından önemli birdiğer nokta da yaşanan direniş sürecinisoluyabilmektir. Sınıf devrimciliği perspektifimizingereği olarak direnişin bir parçası olabilmektir. Bununanlamı ise yeri geldiğinde direnişle birlikte yatıpkalkmaktır. Yapacağımız müdahale öncelikledirenişin seyrini, moral-motivasyon düzeyini

etkileyecek ve işçi sınıfı açısından zaferlesonuçlanacak bir seyre girmesi yönünde olmalıdır.Elbette ki bunun genç komünistler açısından birsınırlılığı olacaktır. Ancak bu sınırı biz koymamalıyız.Bu sınır, sınırları zorlayan kararlılığımızın hayattabulduğu karşılıkla belirlenmelidir.

Geçen dönem İstanbul’da oluşturulan DirenişPlatformu örneğinde olduğu gibi gençlikmücadelesinin öznelerini de içine alan süreçlerdoğabilmektedir. Eğitim hakkının gaspına karşıbaşlatılan öğrenci direnişlerinin işçi direnişleriylebirleşik hareket etmesi önemli bir deneyim olmuştur.

İkinci ve esasında gençlik çalışmamız açısındandaha belirleyici olan ise direnişlerin sesinin yayılmasıiçin gençlik içerisinde yürütülecek çalışmadır. Bu,gençliğin hem direnişlerle dayanışma içerisindeözneleşmesi, hem de kendi sorunları ile bağlantısınıkurarak yürütülecek biçimde olabilmelidir. Gençlikalanında mücadele yürüten biz sınıf devrimcileriaçısından sınıfın gündemlerinin gençlik çalışmamızaetkin bir şekilde konu edilebilmesi önemlidir. Yenidönemde genç komünistler, sınıf devrimcisi olmanıngereğini gençlik içerisinde yürütecekleri çalışmayladaha ileriden ortaya koyabilmelidir.

Bu, gençlik içerisinde proleter sosyalizminbayrağını dalgalandırmaktır. Bu bayrak bizlerinellerindedir.

Artan sorumluluklarla yeni dönemi

kucaklayabilmek…

Sınıf hareketindeki gelişmeler, dizginsiz devletterörü, gençliği hedef alan baskılar, soruşturma veceza saldırıları, dünyayı bir yıkıma sürükleyenemperyalist-kapitalist sistemin birçok gelişmeyleberaber çürümüşlüğünü göstermektedir.

Önümüzdeki döneme girerken gençlikmücadelesinin etkilendiği iki temel başlığadeğinmeye çalıştık. Bunlarla birlikte karşımızdasistemin çok yönlü saldırıları durmaktadır. Gençliğinkarşısındaki işsizlik ve geleceksiz sorunu, eğitiminticarileşmesi, emperyalist savaş ve işgallerin yenihedefler doğrultusunda yeni saldırı planları şeklindeyol alması, açlığın ve sefaletin geldiği boyutlabarbarlığın tablosu, Kürt halkının mücadelesi,arttırılan şovenizm ve linç, geçtiğimiz dönemdekitemel başlıklar oldu. Bu gündemlerin yarattığı etkiyleberaber yeni döneme gireceğiz.

Yeni dönem her zaman artarak devam edensorumluluklar demektir. Bu sorumluluklarıomuzlayabilmek, stratejik ve taktiksel olarak doğrukonumlanabilmeyi gerektirir. Genç komünistler, bugerekliliği yerine getirmeye aday, gençlik hareketininöncüsü olma iddiasındadırlar. Bu iddiayı ete kemiğebüründürecek olan, devrimci ısrar, irade ve bilinçaçıklığıdır. Sürecin kendiliğindenliğine kapılmamak,süreci kitleleri peşimize katarak kazanabilme bakışı,tek seçeneğimizdir.

Gençliği dört bir yandan saran ve mücadeleyeçağıran gelişmelere sessiz kalmak veya doğru birtavırla yaklaşamamak, mücadelenin ve ortaya konanenerjinin boşa düşmesine neden olabilmektedir. Tümbu gelişmeler karşısında devrimci komünist çizginintemsilcileri olarak tutumumuzu eylemde, direnişte,harekette daha güçlü bir şekilde ortaya koyabilmek,kitlelere farkı pratikte anlatabilmek yeni döneminönemli bir görevi olarak karşımızda duruyor.

Ekim Gençliği 4

60’larda da bu böyleydi,

70’lerde de, 80’lerde de.

68 hareketi, bir gençlik

hareketi olarak

nitelendirilse de

Türkiye’de bu gençlik

hareketinin oluşmasını

sağlayan, uluslararası

sınıf hareketinin seyri ve

’60’larla beraber bu

topraklarda işçi sınıfının

eylemlerle, grevlerle,

direnişlerle sahneye

çıkmasıdır. 15–16

Haziran, ’77 1 Mayıs’ı, ’89

bahar eylemlilikleri ve

bugün de TEKEL direnişi

gençlik hareketinin

seyrini etkileyecek

tarihsel olaylardır.

Page 5: Ekim Gençliği 123

Sistem, yarattığı krizden çıkmanın yollarınıararken, her geçen gün artan saldırganlık bugününiversitelerde de belirgin bir şekildehissedilmektedir. Bunun çarpıcı bir örneği deYTÜ’de yaşanmaktadır. 2009-2010 öğretim yılınınbaşından beri yaklaşık 15 öğrenciye 20’ninüzerinde soruşturma açılmıştır. Üniversitelerdedevrimci, demokrat düşünceye tahammülsüzlüğüve saldırganlığı iyice artan YTÜ idaresi için afişasmak, bildiri dağıtmak, masa açmak soruşturmasebebi olabilmektedir. Açıktır ki YTÜ idaresiüniversitede meşru taleplerin yükseltilmesindenkorkmaktadır. Bu tahammülsüzlüğünü TMMOBöğrenci, öğrenci kulüp ve topluluklarının masalarınıdahi izinsiz ilan ederek de göstermektedir.

Ayrıca YTÜ idaresi, pervasızca kullandığısoruşturma silahını bir adım daha ileriye taşımış,kendi sınırlarının dışında gerçekleşen olaylara dasoruşturma açma yetkisiyle hareket etmektedir. 17Kasım 2009 tarihinde TKP’nin Mecidiyeköymetrobüs durağında metrobüs zamlarına karşıgerçekleştirdiği eyleme katılan iki YTÜ öğrencisineeyleme katılmalarını sebep göstererek soruşturmaaçmıştır. 23 Aralık Çarşamba günü MarmaraÜniversitesi Nişantaşı Kampüsü’nde faşistlerüniversiteye dönük saldırı gerçekleştirincearkadaşlarına desteğe giden YTÜ öğrencilerine desoruşturma açılmıştır.

13 Aralık Cuma günü itibariyle YTÜ idaresi 3öğrencinin okula girişini afiş asmak, bildiridağıtmak, masa açmak gibi “suçlar”ının devametmesini sebep göstererek ve “okulda huzurunsağlanması”nı amaçlayarak soruşturma süresinceengellemiştir. Bu karara bir öğrencinin açtığıdavayla yürütmeyi durdurma çıkmış, YTÜ idareside 28 Aralık Pazartesi itibari ile uygulamayıkaldırmak zorunda kalmıştır. Bu yaşananlargöstermektedir ki YTÜ idaresi üniversitede meşrutaleplerin dillendirilmesinden, devrimci, demokratdüşüncenin ifade edilmesinden duyduğu korkuylabirlikte öğrencilerin eğitim haklarını kendi yasaldüzenlemelerine bile sığmayacak şekildeengellemekten çekinmemektedir. Okula girişyasağının kaldırılması ile birlikte YTÜ idaresi hızlasoruşturmaları cezaya dönüştürmeye başlamıştır.İçerisinde Ekim Gençliği okurlarının da bulunduğuöğrencilere 15 günden 1 döneme kadar değişenuzaklaştırma cezaları verilmiştir.

YTÜ idaresinin tahammülsüzlüğü

öğretim görevlileri için de geçerli…

YTÜ idaresi, öğrencileri soruşturma ve cezaterörü ile sindirmeye, baskı altında tutmayaçalışırken, benzer uygulamalarla öğretim görevlileride karşılaşmaktadır. 2009-2010 öğretim yılınınbaşında bir tv programında “Kürt açılımı” ile ilgiligörüşlerini dile getiren YTÜ İnsan ve ToplumBilimleri Bölümü’nde öğretim görevlisi Özgür

Sevgi Göral’ın ataması durdurulmuştur. Göral’adestek için bir gazetede yazı yazan YTÜ SiyasetBilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretimgörevlisi Yrd. Doç. Dr. Ergun Aydınoğlu hakkındada YTÜ idaresi tarafından soruşturma açılmıştır.Soruşturma sonucunda Aydınoğlu’na 1/8 oranındamaaş kesintisi cezası verilmiştir.

YÖK aracılığı ile sermaye düzenininüniversitelere biçtiği rolü uygulamada kararlıadımlar atan YTÜ idaresinin soruşturma ve cezasilahını bu kadar pervasızca kullanması şaşırtıcıdeğildir. Üniversitelerde hızla eğitimticarileştirilmekte, kısacası sermayenin çıkarlarıdoğrultusunda şekillendirilmektedir. YTÜ idareside bir yandan “eğitim şenliği”, “kariyer günleri”gibi uygulamalarla öğrencilerini sermayeyepazarlamakta, bir yandan da eğitim müfredatınıtoplum için değil, sermaye için bilim mantığı iledüzenlemektedir. Bu dönüşümler beraberindesermaye düzeninin ihtiyacı olan düşünmeyen,sorgulamayan, sessiz, sinmiş bir öğrenciprofiliyle birlikte sistemin çizdiği sınırlara itaateden öğretim görevlisi profilini dayatmaktadır.Sayısı ve yetkisi her geçen gün artan özel güvenlikbirimleri, kamera gibi araçlarla öğrenciler, hocalar,çalışanlar kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır.Bu çok yönlü baskı ve saldırı araçlarının en somutörneği olarak YTÜ’de bu dönem uygulamaya geçenYıldız Elektronik Kart (YEK) uygulamasıgösterilebilir. YEK ile bir yandan YTÜ idaresi İşBankası ile ortaklık kurmakta, öğrencilere kendiiradeleri dışında İş Bankası’nın müşterisi olmayıdayatmaktadır. Bir yandan da öğrencilerielektronik takibe almakta, kampüslere, fakülteleregiriş çıkışları denetlemektedir.

Açıktır ki üniversitelerde baskı ve saldırılarçok yönlü bir şekilde sürmektedir. Ancak bizlerde kararlı bir şekilde direnen TEKEL işçileri,itfaiye işçileri gibi tüm baskı ve saldırılara karşıaynı kararlılığı gösterebilmeliyiz. Bu da ancakbirleşik bir gençlik mücadelesi ilegerçekleşebilecektir. Bu noktada okulun dışındabırakılan öğrencilerle içerideki öğrencilerinbirlikte bir çalışma örebilmesinin sağlanmasıönemlidir.

Soruşturma ve cezalara karşı örülecekmücadelede bir diğer önemli nokta damücadelenin devamlılığıdır. Örülen süreçsadece eğitim hakkının engellenmesinesıkıştırılmamalı, yukarıda da belirttiğimizüniversitedeki diğer gündemler işlenmeli,toplumsal muhalefet ile ilişkiler kurulmalıdır.

Soruşturma-ceza terörüne karşı, ticarieğitime karşı, işçi ve emekçiler ile sınıfmücadelesini üniversitelerde yükseltmek içinbirleşik mücadeleye!

Ekim Gençliği/YTÜ

YTÜ’de soruşturma ve ceza terörü sürüyor!

Üniversitelerdeki baskı

ve saldırılara karşı

birleşik mücadeleye!

Soruşturmalar, cezalar geri çekilsin!Eğitim hakkımız engellenemez!YTÜ yönetimi eğitim ihtiyaçlarımızı görmezden gelerek başladığı eğitim yılında öğrenci düşmanı

icraatlarına devam ediyor. Daha yılın başında öğrencilerin açtığı masaları yasaklamaya kalkan yönetim

üniversitenin tüm değerlerine saldırarak öğrencilerin sosyal alanlarını kendi keyfine göre düzenlemekte

ne kadar pervazsız olduğunu gösterdi. Bu yasakçı zihniyeti kabul etmeyen öğrencilere ise soruşturma

açmaktan geri durmadı. Aynı baskıcı zihniyet Fen Edebiyat Fakültesi Toplum Bilimleri Bölümü’nde ders

veren Özgür Sevgi Göral’ın da bir televizyon programında ifade ettiği fikirlerinden ötürü işine son

vererek bugün topluma dayatılanın ötesinde hiçbir düşünceye tahammül edemediğini gösterdi.Bugün de soruşturma açılan üç YTÜ öğrencisinin daha soruşturmaları

sonuçlanmadan üniversiteye girişlerini yasaklayan yönetim, bir yanda

öğrencilerin eğitim haklarını gasp etmekte bir yandan da onlarındüşüncelerini engellemeye çalışmaktadır:

Yönetim hizmetinde olduğu sermaye düzeninin çıkarlarıyla uyuşmayan, üniversitelerde akademik-

demokratik haklarına sahip çıkan, kapitalist sistemin öğrencilere ve topluma dayattığı geleceksizliği kabul

etmeyen her düşünceyi yasaklamayı her daim kendine görev bilmiştir. Toplumcu bir bakışa sahip,

kapitalizmin bilimsel eleştirisini yapabilen herkes hayatın her alanında olduğu gibi üniversitelerde de

baskı ve zor ile susturulmak istenmektedir. Korkulan ise özgür düşüncenin kitleler ile paylaşılması,

eşitsizliğin ve sömürünün toplumun geniş katmanları karşısında gözler önüne serilmesidir.

YTÜ yönetimi bu korku ile hareket etmekte ve öğrencilere, sessiz toplumun fabrikası bir ünivrsite

dayatmaktadır. Bunu yaparken de, karşısına dikilen her öğrenciye disiplin yönetmeliği ve ÖGB (özel

güvenlik birimleri) ile saldırmakta, onları cezalar ile üniversitenin dışında tutmak istemektedir. Bu eğitim

hakkının gaspıdır. Bu sermaye düzenin toplumu mahkum ettiği karanlığı gençlik üzerindeki gölgesidir!

Üç öğrenci hakkında açılmış disiplin soruşlturmaları vardır. Bu soruşturmalar için öğrencilerin astıkları

afişler ve açtıkları masalar öne sürülmektedir. Düşünce özgürlüğü bugün evrensel bir haktır ve insan

olmaktan ileri gelen meşru bir eylemdir. Düşünce bir başka boyutu ile bize onu ifade özgürlüğünü de

açmaktadır. Bugün açılan soruşturmalar ise doğrudan bu özgürlüğe saldırıdır. Zira sözkonusu masalar,

afişler ve bildiriler insanlık onuruna aykırı değerler içermemektedirler. Aksine gençliğin meşru taleplerini

ifadenin bir aracıdırlar.Geleceğimize sahip çıkmak içineğitim hakkı gasp edilen öğrenciler iledayanışmayı yükseltelim!

YTÜ’de soruşturmalara ve cezalara karşı d

ayanışmaya!

Baskılar bizi yıldıram

az!

Kapitalizmin yapısal krizinin giderek derinleştiği günlerd

e, işçi ve emekçiler ağırlaşan koşullara mahkum

edilmek isteniyorlar. Dünyada milyarları geleceksizliğe

sürükleyen sosyal, kültürel ve ekonomik yıkım karşısında

insanlığı sindirmenin yolu ise devlet ve polis teröründen, yozla

şmadan ve yalnızlaştırmadan geçiyor. Son

günlerde başta TEKEL, itfaiye ve demiryolu işçilerine olmak üzere, emekçilere azgınca saldırt

ılan kolluklar bu

toplam tablonun bir yüzüdür. Yine Alaattin Karadağ’ın

ardından Aydın Erdem ve Osman Aslı’nın da polis

tarafından katledilmesi, devrimci faaliyete yönelik gözaltıların gerçekleşmesi yaratılan baskı ve z

or ortamının

diğer yüzüdür. Üniversite

ler bizimdir, bizimle

özgürleşecek!

Bu abluka üniversitelerde de aynen yansımakta, hızlanan neo-liber

al dönüşümler ve sermaye düzenin kışkırttığı

gericilik karşısında duran devrimci demokrat yurtsever öğrenci

ler polis-idare-sivil faşist işbirliğinde saldırılar

a

hedef olmaktadırlar. Üniversiteleri şirketlerin hizmetine sunmak ve burjuva gerici ide

olojilerin üretildiği yerler

olarak saklamak isteyen sermaye düzeni, soruşturma ve ceza saldırıları ile öğrencileri koşulsuz ita

ate mahkum

etmek istemektedir. Eğitim hak

kımız engellenemez!

Düzenin geleceksizliğine karşı bu ablukayı da

ğıtmanın mücadelesini veren 3 öğrencinin Yıldız Teknik

Üniversitesi’ne girişleri haklarında açılan soru

şturmalar sonuçlanıncaya kadar üniversitenin huzur

unu ve

güvenliğini sağlamak için yasaklanmıştır. Soruşturmaların gerekçesi ise masa açmak, bildiri dağıtmak, afiş asmak

gibi meşru görüşlerimiz ve eylemlerimizdir. 15’e yakın öğrenciyi hedef alan soruşturt

maların sayısı bugün 20’yi

aşmıştır. Bir öğrencinin ise önümüzdeki bir dönem boyunca eğitim hakkının gasp edileceğ

i idare tarafından

kesinleştirilmiştir. Devrimci düşünceye ve faaliyete duyulan tahammülsüzlük, bize geleceks

izliği dayatan

sermaye düzeninden beslenmekte, idare aracılığı ile

öğrenci gençliği sessiz toplumun yaratılmak istendiği bir

üniversiteye hapsetmektedir.

Baskılardan yılmadığımızı haykırmak için,

eğitim hakkımıza sahip çıkmak ve

kapitalizmin krizinin bedelini patronların

ödeyeceğini birkez daha söylemek içn 24

Aralık Perşembe günü 12:00’de YTÜ ana g

iriş kapısı önünde basın açıklamamızda

buluşuyoruz. Geleceğine sahip çıkan tüm

öğrenciler, devrimci demokrat yurtsever

güçler ve kurumları sesimizle bir olmaya

çağırıyoruz!

Basın açıklaması: 24 Aralık Perşembe

Saat 12:00 Yer: YTÜ ana giriş kapısı

Soruşturmalar, cezalar geri çekilsin

!

5

Page 6: Ekim Gençliği 123

6

Kapitalist sitemin kriz içinde debelendiği,burjuvazinin içinde bulunduğu bu krizden çıkmakiçin krizin faturasını işçi emekçilere ve gençliğeödetmeye çalıştığı bir dönemden geçiyoruz. Budönemde sadece eğitimin ticarileşmesi bakımındandeğil, aynı zamanda kardeş halkların düşman ilanedilerek şovenizmin tırmandırılmaya çalışıldığı,devletin derininin aslında devletin ta kendisi olduğugerçeğinin gizlenerek bir yanda dinci gericiliğin,.diğer yanda darbecilerin bulunduğu bir taraflaşmanınolduğu bir kuşatma yaratılmaya çalışılıyor. Bukuşatma içinde çürüyen ve çeteleşen devlet biryandan gençliği işsizliğe ve geleceksizliğe mahkûmederken diğer yandan da onuruna ve geleceğine sahipçıkanların Alaattin Karadağ gibi sokak ortasındakatledildiği bir baskı rejimi yerleştirmeye çalışıyor.

Ama gençlik ne sahte taraflaşmalar içindeyolunu kaybedip mücadelesinden vazgeçecek ne dekardeş halkların imha ve inkârı karşısında sessizkalacaktır. Gençlik kendi geleceğinin ancak busisteme karşı mücadele ederek kazanabileceğininbilincinde olarak, sadece doğrudan kendisine dönüksaldırılara geçit vermemekle kalmayacak, aynızamanda her türlü baskı ve sömürü karşısındaözgürlük ve eşitlik talebini yükseltecektir. Egemenlerin iç çatışmaları eşliğinde

sahte saflaşmalara geçit yok!

Sermaye düzeninin kendi iç çatışmaları arasındadüzene yedeklenmeye çalışılan gençlik kesimleri,bugün AKP-ordu, laik-anti laik tartışmalarıekseninde kendi sorunlarından uzaklaştırılmayaçalışılıyor. Bir yanda demokrasi havarisi kesilen vedarbecilerle hesaplaştığı iddia edilen AKP hükümetiişçi emekçilere açlık ve yoksulluktan, öğrencilere ise

geleceksizlikten başka bir şey vermezken, diğeryandan laik olduğunu iddia eden taraf ise darbecigeleneğinden taviz vermeyerek darbe ve cinayetleriaçıktan savunmaktadır. Bugün karşı karşıya gelendüzen güçlerinin ikisi de bundanvazgeçememektedirler. Ordu cenahı yıllardır kendidenetiminde faaliyet gösteren bu yapıyı korumayaçalışırken AKP tarafı yeni dönemde emperyalizminbölgesel politikalarıyla daha uyumlu yeni bir derindevlet yaratmaya çalışmaktadır. Bu karşı karşıyagelişe rağmen iki taraf da Kürt halkının direnişine veörgütlü mücadelesine karşı her türlü vahşeti meşrugörmekte, Alaattin Karadağ gibi devrimcileri sokakortasında öldürmekte bir sıkıntı duymamaktadırlar.

İşte böylesi sahte bir saflaşmada gençlik gericitaraflaşmalara yedeklenmeyerek kendi mücadeletalepleri ekseninde geleceğin ve özgürlüğün tarafındaolmalıdır. İşte bu nedenle gençlik sahte taraflaşmalariçinde yolunu kaybetmeden, mücadele yolunuseçerek geleceğinin elinden alınmasına geçitvermeyecektir. Çürüyen düzene çeteleşen devlete geçit yok!

İçinde yaşadığımız sömürü düzenini ayaktatutmak, ancak buna karşı gelişecek hareketlilikleri veörgütlü mücadeleyi ezmekle mümkün olacaktır. Buise sömürü üzerine kurulu bir düzende bu sömürününgüvenceye alınabilmesi için her türlü yolun ve aracınkullanılmasına zemin yaratmaktadır. Giderekçürüyen, çürüdükçe çeteleşen sermaye devletiningelinen yerde her gün yeni bir pisliği daha ortayasaçılmaktadır. En küçük hücresine kadar çeteleşmişbu yapı okullarımızda gerici faşist odaklar eliyledevrimci faaliyeti engellemeye çalışmakta,yapamadığı yerde de bu devlet eliyle bu çetelerikoruyup kollamakta, kullanmaktadır.

Ancak böylesi bir işleyiş bir çocuktan bir katilyaratmayı başarabilmiş ve yeri geldiğindedevrimcileri muhalifleri sokak ortasındakatledebilmiştir. İşte böyle bir bataklık içindegençlik, bu sömürü düzeninin korunması adına meşruolmayan her türlü pisliğe bulaşarak çürüyen veçeteleşen devlet eliyle geleceğinin elinden alınmasınageçit vermeyecektir. Kardeş halkların imha ve inkârına geçit yok!

İçinde yaşadığımız sistemin bir yansıması olarakeğitim sistemi de her düzeyde gerici ve baskıcı birkarakter taşıyor. Liselerden üniversitelere kadar heryerde kardeş halklara düşmanlık temelinde gericifaşist anlayıştan beslenen bir süreç işliyor. Bu yollada gençlik şoven duygular eşliğinde kardeş bir halkıninkâr ve imhasına ortak edilmeye çalışılıyor. Busüreç içerisinde Filistin halkı için gözyaşı döküpmücadele ettiklerini iddia edenler yanı başlarındakikardeş Kürt halkı için ise imha ve inkâr temelindedaha fazla baskıyı reva görüyorlar. “Açılım” adı

Adana Ekim Gençliği ve Devrimci Liseliler Birliği’nden

mücadele çağrısı...

Geleceğimizin elimizden alınmasına geçit

vermeyeceğiz!

Ama gençlik ne sahte

taraflaşmalar içinde

yolunu kaybedip

mücadelesinden

vazgeçecek ne de kardeş

halkların imha ve inkârı

karşısında sessiz

kalacaktır. Gençlik kendi

geleceğinin ancak bu

sisteme karşı mücadele

ederek kazanabileceğinin

bilincinde olarak sadece

doğrudan kendisine

dönük saldırılara geçit

vermemekle kalmayacak

aynı zamanda her türlü

baskı ve sömürü

karşısında özgürlük ve

eşitlik talebini

yükseltecektir.

Page 7: Ekim Gençliği 123

7

altında kardeş Kürt halkının yıllardır yarattığıdevrimci birikim düzenin kanalları içinde eritilmeye,yok edilmeye çalışılıyor.

Ama gençlik, toplumda şovenizmindizginlerinden boşanırcasına tırmandırılmasına karşı“yaşasın halkların kardeşliği” şiarı altında Kürt veTürk gençliğinin birlikte mücadelesiyle gerektiğindekardeş halka yönelen namluların önüne siper olarakbu saldırılara geçit vermeyecektir. İşsizliğe ve geleceksizliğe geçit yok!

Biliyoruz ki üniversiteye giriş sınavınıkazanmak, bugün öğrenciler için oldukça önemli olsada bizler okul yaşantımız daha bitmeden derin birgeleceksizlik süreci ile karşı karşıya kalıyoruz. Neo-liberal politikalar doğrultusunda yıllardır atılanadımlar, kamu hizmetlerinin ve sosyal bölümlerintasfiyesi, özelleştirmeler ve eğitim alanındakipiyasalaştırma eğitimi sermayenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda teknik eleman yetiştiren bir sürecedönüştürmüştür. Bu süreç sonucunda da gençliğinönemli bir kısmı okulu bitirdikten sonra eğitimli birerişsiz olarak geleceksizliğe mahkûm edilmektedir.

Geldiğimiz yerde geleceğinden umudunu kesen,işsizlik sorununu kabullenen, bireysel kurtuluşumuduyla her geçen gün tükenen geçlik yığınlarınınarttığı bir süreçten geçiyoruz. Ancak yaşanan tümsıkıntılara rağmen gençlik parayla satılan, metayadönüşmüş bir eğitim ve onun yaratacağı işsizlik vegeleceksizliğe geçit vermeyecek ve geleceği içinmücadele bayrağını yükseltecektir.

Ticari eğitime geçit yok!

Bugün eğitim sisteminde yaşanan tüm sorunlarıngerisinde ticarileşen eğitim süreci durmaktadır.Sistemin ihtiyaçları doğrultusunda kamusal birhizmet olmaktan çıkarılıp piyasaya açılan eğitimsistemi binlerce eğitim emekçisi, yüzbinlerce öğrencive binlerce eğitim kurumu ile burjuvazi için iştahkabartıcı bir kâr alanıdır. Bu süreç içinde eğitim herdüzeyde paralılaştırılırken, eğitim sistemi de sisteminihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor.Okullar işletme, eğitim emekçileri bilgi satan birtezgâhtar haline getirilirken, biz gençliğin de uysalbirer müşteri olmamız isteniyor.

Bu müşterileşme süreci aynı zamandabilinçlerimizin de bu düzenin ihtiyaçları ve bakışıüzerinden yeniden şekillendirilmesini içeriyor. Amagençlik ne eğitimin ticarileşmesine geçit verecektir,ne okullarımızın bilginin satıldığı bir işletmeyedönmesine, ne de gençliğin itaatkâr müşterilerolmasını dayatan bu saldırılara... Geleceğimizin elimizden alınmasına geçit

vermeyeceğiz!

Sermayenin geleceğimizi elimizden almayadönük hile ve oyunlarının gençliğin mücadelesikarşısında bir hükmü yoktur. Kapitalist sistemiçerisinde gençliğin karşısına çıkarılan hiçbirsaldırının, geleceği için mücadele eden gençliğindevrimci hareketi karşısında tutunabilmesi mümkündeğildir. Öyleylse yapılması gereken birleşikdevrimci bir gençlik hareketinin yaratılmasıkavgasını büyütmektir. İşte bu nedenle içinegirdiğimiz dönemde Adana Ekim Gençliği veDevrimci Liseliler Birliği başlattığı kampanyaçalışması ile üniversiteli ve liseli gençliği saldırılarageçit vermemeye ve haklı talepleri için mücadeleyeçağırıyor.

Bu dönemde başta seçilmiş alanlarda olmaküzere yaygın bir ajitasyon-propaganda faaliyetieşliğinde güçlü bir kitle faaliyeti yürütecek, gençliğinözlem ve taleplerinin sözcüsü olmaya çalışacağız. Busüreç içinde öne çıkan başlıkların yanında gelişengündemler üzerinden de sözümüzü söyleyecek,gelişecek saldırıların karşısına dikileceğiz.

Bu kampanya sürecinde sahte kutuplaşmalarkarşısında gençliğin gerçek taleplerini ileri süreceğiz,çürüyen sistemin çeteleşen devletin bizi kendikaranlığında boğmasına, kardeş Kürt halkının imhave inkârına dayalı politikaların uygulanmasına geçitvermeyeceğiz. Eğitimin ticarileşmesi yoluylagençliğin işsizlik ve geleceksizlik içinde boğulmasınageçit vermeyecek, geleceğimize sahip çıkacağız.

Adana Ekim Gençliği ve Devrimci LiselilerBirliği olarak tüm gençliği saldırılar karşısındamücadeleyi büyüterek geleceğini sahiplenmeye,bunun için de yükseltilen bayrağı sahiplenmeyeçağırıyoruz.

Adana Ekim Gençliği/DevrimciLiseliler Birliği

Sermayenin

geleceğimizi elimizden

almaya dönük hile ve

oyunlarının gençliğin

mücadelesi karşısında bir

hükmü yoktur. Kapitalist

sistem içerisinde

gençliğin karşısına

çıkarılan hiçbir saldırının

geleceği için mücadele

eden gençliğin devrimci

hareketi karşısında

tutunabilmesi mümkün

değildir. Öyleyle

yapılması gereken

birleşik devrimci bir

gençlik hareketinin

yaratılması kavgasını

büyütmektir.

Page 8: Ekim Gençliği 123

8

20 Aralık günü gerçekleşen Genç-Sen 3. OlağanGenel Kurulu, önceki iki genel kurullakarşılaştırıldığında kısmi olumluluklar taşısa da,genel planda iç hesapların ve kirli pazarlıklarıngölgesinde geçmiş oldu.

Gerek ön sürecinde gerekse de genel kurulanında geçmiş çalışma değerlendirilirken, liberal-reformist blok, bu kez hem güzellemeler yaptı hemde özeleştiriler verdi. Önceki genel kurullarda,ortaya çıkan eksiklikler ya da yaşanan sıkıntılardanhiçbir şekilde söz edilmiyordu. Bu eksiklikleri yada sıkıntıları dile getirenlere karşı tahammülsüzdavranılıyordu. Ancak bu genel kurulda, sözkonusu bloğun bir kısmı, özeleştiri veren bir tutumortaya koymaya çalıştı.

Bu çabanın olumlu bir adım olduğununüzerinden atlamadan altı çizilmesi gereken şudur:Söz konusu öznelerin takındıkları tutumlardasamimi olup olmadıklarını genel kurul sonrasıpratik süreç gösterecektir. Genel Kurul ön sürecinden yansıyanlar

Belli yerellerin dışında, Genç-Sen’in halasistematik ve bütünsel bir çalışmaya sahip olduğusöylenemez.

Yaz döneminde harç zamlarıyla ortaya çıkangündemlere müdahaleyle birlikte bir ilerlemeyaşanmış olsa da henüz istenilen pratik hatsağlanmış ve bu çerçevede işleyen şubeler/yerelleroluşturulmuş değildir. 3. Genel Kurul, önceki ikisigibi tamamen pratik ön süreçten yoksun olarakörülmemiştir. Yine de yerellere dayanan, etkili vehedefli bir genel kurul sürecinden bahsetmekmümkün değildir. Genel kurul büyük orandaseçimlere sıkışan bir darlıkla ele alınmış, hareketinihtiyaçlarını karşılayacak bir temeldeörgütlenmemiştir.

Öncesinde yapılan bir dizi tartışmada,“Demokratik üniversite, söz-yetki-karar hakkı!”şiarıyla genel kurula yürünmesi hedeflenmesinerağmen bu iddia hayata geçirilememiştir. Öncesendika içerisinde “demokrasi ortamınınoturtulması”nın hedeflendiği söylenmesine rağmenbunun zemini tam anlamıyla oluşturulamamıştır.Yerellerin çoğunda şube toplantıları ancak genelkurulun öncesindeki hafta içerisinde, apar topargerçekleştirilmiştir. Böylece söz konusu yerellerinşube toplantıları genel kurula yönelik önergelerinson gönderilme tarihi sonrasında gerçekleşmiştir.Çoğu şubede var olan önergeler veya yeni dönemedair politikalar dahi tartışılmamış, yalnızca ÜYKseçimleri yapılmıştır.

Genel Kurul sürecinde liberal-reformist bloktarafından da dillendirilen birçok eleştiri/özeleştirinoktası, Devrimci Genç-Senliler tarafından ortayakoyulan eleştirilerin ötesinde bir şey değildir. Yakın

zamana kadar böyle eleştirileri dinlemeye biletahammül edemeyenler, süreçle birlikte sorunlarıbelli yanlarıyla görmek/kabullenmek zorundakalmışlardır. Özellikle yaz döneminden itibarenyaşanan pratik, Genç-Sen’in tüzük maddelerini vebürokratik dayatmalarını ezip geçmiştir. Liberal-reformist bloğun, şu an için tartışma düzeyinde dekalsa, söz konusu kısmi olumlu adımları atmasındabu pratik belirleyici olmuştur.

Liberal-reformist bloktaki özneler, blokdışındaki güçleri de kapsayan bir “dengepolitikası” da izlemektedir. Son dönemde, liberal-reformist bloğun ilke ve tutarlılıktan uzak kendi içtartışmalarının yarattığı gerilimlerin, söz konusudenge politikasının hayata geçirilmesinde etkiliolduğunun altını çizmek gerekir. Önerge tartışmalarından yansıyanlar

Bu genel kurulda, sunulan önergelerin başkatoplantılara ertelenmesi yönünde herhangi birtartışma yapılmamış olması da olumlu tutuma birgöstergedir. Genel kurula sunulan tüm önergelerkürsüden okunmuştur. Önergelerin bir kısmı,üzerinde yapılan tartışmalar sonrası oylamayasunulmuştur.

Ancak bu tabloya rağmen salondaki kitlenintartışmalara karşı genel bir ilgisizlik içerisindeolduğu gözlemlenmiştir. Böylece önergeler üzerinecanlı ve verimli tartışmalar da yapılamamıştır.Genç-Sen’in eleştirilerimize konu olan gençlikhareketi içerisindeki konumlanışı ile gençlikhareketinin sorunlarına ilgisiz üye profiliarasındaki kopmaz bağ bir kez daha görülmüştür.

Özellikle “Kadın sorunu” ile “Kürt sorunu vebarış süreci” içerikli önergelerde, birçoktartışmadan özellikle kaçınılmıştır. Yapılantartışmalara “herkesin bakışı farklı, burası bunlarıntartışılacağı yer değil” biçiminde yanıtlar verenliberal-reformist blok temsilcileri, kendi politikeksenlerindeki önergeleri genel kuruldan geçirmekiçin “cambazlık” yapmaktan geri durmamışlardır.Söz konusu önergelerin içeriğine dair tartışmalarıntercihen üzerinden atlayan bu güçler, hızlı bir“indir-kaldır” yöntemiyle işin içerisindensıyrılmayı başarmışlardır.

Genel Kurul boyunca gerginliğin tırmandığı tekörnek, lise önergeleri üzerinden yaşanmıştır. LiseliGenç-Senliler’in yürütmesi önerilen çalışmaplanının ve liselilerin de şubeleşebilmesiyönündeki tüzük değişikliği önergesinin salontarafından kabul edilmesi üzerine SDP’liler,bilindik tutumlarını bir kez daha ortaya koymuştur.SDP’liler tarafından, itiraz edilen noktaya dair tekbir söz dahi söylenmeden ve oldukça saldırgan birtutumla ilk oylamanın iptal edilmesi talepedilmiştir.

Genç-Sen 3. Genel Kurulu’nun ardından…

Geleceğe yürüyebilmek için

özeleştiriler sözün ötesine geçmelidir!

Özellikle yaz

döneminden itibaren

yaşanan pratik, Genç-

Sen’in tüzük maddelerini

ve bürokratik

dayatmalarını ezip

geçmiştir. Liberal-

reformist bloğun, şu an

için tartışma düzeyinde

de kalsa, söz konusu

kısmi olumlu adımları

atmasında bu pratik

belirleyici olmuştur.

Page 9: Ekim Gençliği 123

9

MYK seçimlerine yansıyan ilkesiz

pazarlıklar

Liberal-reformist blok, attığı kimi olumluadımlara rağmen, kapalı kapılar ardında yapılanilkesiz koltuk pazarlıklarından bu genel kurulda davazgeçmemiştir.

“Tüm siyasetlerin MYK içerisinde temsiledilmesi gerek” sözlerinin arkasına saklanarak biryandan bağımsız unsurların bu mekanizmaiçerisinde yer alabilmesi en başındanengellenmekte, öte yandan da kafa hesabıüzerinden koltukların paylaşıldığı ilkesiz koltukpazarlıklarının yolu düzlenmektedir. Öyle ki EHPGençliği, birçok tartışmada, bağımsız unsurlarınÜYK ya da MYK gibi organlarda yer almamasıgerektiğini açıktan savunmuş ve bu yaklaşımını“Eğer ki bir şeyler aksarsa kim muhatap alınacak?Siyasetlerin siyaset olmalarından kaynaklı birmuhattabiyet alanı var” sözleriylegerekçelendirmeye çalışmıştır. Böyle anlayışların,hareketin ihtiyaçlarından kopuk ve tabanıniradesini yok sayan bir Genç-Sen’in yalnızcasiyasetlerin ilkesiz birliğinden oluşan bir Genç-Senolacağını bilmeleri gerekmektedir. Israrlı bir çalışma yürütmeye devam

edeceğiz

Devrimci Genç-Senliler’in, Genç-Sençalışmasının sistematikleşmesi ve amaçlanandüzeye çıkarılması bakımından halen eksikbıraktığı yönler bulunmaktadır. Genel Kurulsürecine müdahalede de benzer eksikliklergösterilmiştir.

Herşeyden önce, sürece müdahalemiz politikgerçekliğimizi ve güçlülüğümüzü yansıtmayan birtabloda gerçekleşmektedir. Genç-Sen’in yorucu veçoğu zaman toplam politik faaliyetimizi dağıtıcıtartışmalarından sakınmak ile ona gerekli vezorlayıcı müdahaleleri yapmak arasındaki dengeyidaha başarılı bir biçimde sağlamamızgerekmektedir. Öyle ki, bu dengeyisağlayamamaktan dolayı ortaya çıkan zayıflıklar,genel kurul gibi süreçlerde yapabileceğimiz güçlümüdahalelerin önünü daha baştan kesmektedir. Budurum, tüzüğe dair değişiklik önerilerimizi genelkurula sunamamak gibi ciddi bir sıkıntının dazeminini oluşturmuştur.

İlkesiz pazarlıklara dayalı koltuk paylaşımlarıüzerinden gerçekleşen MYK seçimlerinde

Devrimci Genç-Senli’lerin kendi bağımsız politiktutumları ile aday olarak kürsüye çıkmaları veburunu etkili bir teşhir-tartışma alanınaçevirmeleri, birçok açıdan oldukça önemli veanlamlıdır. Öyle ki, soruşturma almış bir DevrimciGenç-Sen’li kürsüden herkesi konu dahilindetutum almaya çağırabilmiştir. Yanısıra aynıkürsüden, kimi yerellerdeki sorunlu tutumlar ya daMYK seçimlerindeki ilkesiz pazarlıklar teşhiredilebilmiştir.

Bu tabloyu çok yönlü olarak değerlendirecek,buradan süzülen sonuçlarla birlikte Genç-Sen’eyönelik müdahalemizi daha hedefli halegetireceğiz. Özcesi, Devrimci Genç-Senliler, tutarlıpolitik yaklaşımları çerçevesinde Genç-Sen’edönük ısrarlı çalışmalarını sürdürmeye devamedecektir.

Sonuç yerine...

Tüm bu tartışmalar ışığında Devrimci Genç-Senliler, önümüzdeki sürece dair şu acil hedeflerihayata geçirebilmek için ciddi bir çaba içerisindeolacaklardır.

* Demokratik bir işleyişi Genç-Sen’e hakimkılmak yönünde ciddi bir çaba içerisinde olmalıyız.“Demokratik üniversite, söz-yetki-karar hakkı!”hedefini, Genç-Sen içerisindeki demokratik zeminigüçlendirecek ve taban iradesini açığaçıkarabilecek araç ve yöntemleri zorlayarak hayatageçirmeliyiz.

* Genel kurulda da karar altına alınan, çalışmagündeminin ve somut pratik hattın belirleneceğihaftalık karar alma toplantılarını, hareketinihtiyaçlarından kopuk tüzüksel normlaratakılmadan gerçekleştirebilmeliyiz.

* Genç-Sen’i, etkin bir pratik süreç üzerindengençlik kitlelerini kucaklamayı ve örgütselvarlığını geliştirip pekiştirmeyi hedefleyen birörgütsel iddiaya dönüştümek için ısrarlı bir kitleçalışmasını önümüze koymalıyız.

* Siyasal gündemlere bütünlüklü müdahaleçabasını sistematikleştirmeli, aynı zamanda Genç-Sen politikalarının gençlik kitleleri içerisinde heryönüyle tartışılmasını sağlayabilmeliyiz.

Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlikhareketi ve örgütü için mücadaleye!

Devrimci Genç-Senliler

İlkesiz pazarlıklara

dayalı koltuk

paylaşımları üzerinden

gerçekleşen MYK

seçimlerinde Devrimci

Genç-Senli’lerin kendi

bağımsız politik

tutumları ile aday olarak

kürsüye çıkmaları ve

buruyı etkili bir teşhir-

tartışma alanına

çevirmeleri, birçok

açıdan oldukça önemli

ve anlamlıdır.

Page 10: Ekim Gençliği 123

Genç-Sen Temsilciler Meclisi Gerçekleşti!

10 Ocak tarihinde Ankara’da Temsilciler Meclisi gerçekleşti.Temsilciler Meclisi gündemlerin belirlenmesi ile başladı. MerkezYürütme Kurulu önerisi olan “Siyasi durum ve öğrenci hareketideğerlendirmesi”, “Genel Kurul değerlendirmesi”, “19 Ocakçalışmaları”, “Yeni dönem çalışmaları”, “Mali durum” başlıklarıylabirlikte, “Şube değerlendirmesi”, “Türk-İş’in 14 Ocak TEKELeylemi”, “Homofobi ve LGBTT hareketi” başlıkları toplantı gündemiolarak belirlendi.

“Siyasi durum ve öğrenci hareketi değerlendirmesi” başlığındayapılan konuşmalarda baskı araçlarına karşı Öğrenci GençlikSendikası olarak nasıl bir tutum alınması gerektiği tartışıldı. Yapılankonuşmalarda kesişen taleplerimiz çerçevesinde sınıf hareketiyle ortakbir mücadele hattı örülmesi gerektiği üzerinde duruldu. İşçi sınıfı ilegerçekleştirilen dayanışma eylemlerinin bu çerçevede ele alınmasıgerektiği söylendi. Gençliğe dayatılan geleceksiz ve işsizlik sorununişlenmesi gerektiği vurgulandı. Kürt açılımı ile birlikte tırmandırılanşovenizmden bahsedildi.

“Siyasi durum ve öğrenci hareketi değerlendirmesi” başlığındansonra “Şube değerlendirmesi” başlığına geçildi. Aydın AdnanMenderes Üniversitesi temsilcisi yaptığı aktarımda Genel Kurul’aAdnan Menderes Üniversitesi’nden 4 Genç-Senli’nin katıldığını,ancak EHP’nin Genç-Sen’e üye olmayan 4 kişiyi getirip oy

kullandırttığını, ÜYK’da olan 4 “örgütsüz” Genç-Senli’ye EHPmailleri geldiğini ve arkadaşların bundan rahatsız olduğu iddia edildi.Temsilciler Meclisi’nin geri kalanı bu tartışmaya sıkıştı. Başkaüniversitelerde de benzer sıkıntıların yaşandığı söylendi. Yapılankonuşmalarda disiplin komisyonu vb. bir yapının oluşturulmasıgerektiği ve bu yapının gereken “ceza”yı vermesi gerektiğiniönerenler de oldu. Tartışmaların tıkanması üzerine sorunun yaşandığıyerellerde çözüm üretilmesi gerektiği önerildi. Tartışma EHP’nin maillistelerini kontrol edeceğini ve Genç-Sen’e üye olanların maillistesinden çıkartılacağını söylemesi ile sağlıksız bir şekilde bitirildi.

Şube değerlendirmesi başlığından sonra zaman sıkıntısındankaynaklı “Genel Kurul Değerlendirmesi” başlığı bir sonrakiTemsilciler Meclisi’ne bırakıldı. Genel Kurul’da asıl tartışılmasıgereken başlıklar olan “19 Ocak çalışmaları”, “Yeni dönemçalışmaları” başlıklarına yaklaşık 1 saatlik bir süre ayrılmış oldu. “19Ocak çalışmaları” kapsamında yereller nasıl eylemlilikler ortayakoyabileceklerini belirttiler ancak MYK’nın önerisi olan “Barış veDemokrasi Haftası” başlığı ve materyallerin içeriği yeteri kadartartışılamadı. “Yeni dönem çalışmaları” başlığında ise yapılan önerilerkişisel temennilerin ötesine taşınamadı ve somut önerilergetirilememiş oldu. Türk İş’in gerçekleştireceği Ankara TEKELmitingine ise Genç-Sen olarak katılma kararı alındı.

12 Ocak Salı günü, il koordinasyon toplantısının gündemleriolarak “19 Ocak Çalışması”, “Türk İş TEKEL Eylemi”, “MaliDurum”, “Şube değerlendirmeleri”, “İletişim/Bilgilendirme”başlıkları belirlendi.

Toplantı Okan Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, İstanbulÜniversitesi, Galatasaray Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi, Ar-El Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Bilgi Üniversitesi'ndenGenç-Senliler'in şube aktarımları ile başladı. Yapılan aktarımlar birçokyerelde şube toplantılarının alındığı ancak toplantılara ve çalışmalarayeni insanların katılamadığı yönündeydi.

Refleks eylemler vb durumlarda üniversiteler arasından iletişimindaha rahat ve çabuk sağlanabilmesi için iletişimden sorumlu iki kişibelirlendi.

19 Ocak davası ile ilgili olarak ekseninde “Genç-Senliler’e açılandava, soruşturma-ceza terörü ve direnişteki işçiler”in olacağı bir panelve yürüyüş gerçekleştirme kararı alındı. Eylemin biçimi ile ilgiliyapılan konuşmalar ise “eylemde desteğe gelecek sendika, siyasi partive demokratik kitle örgütlerinin kendi flama ve materyalleri ilekendilerini ifade edip edemeyecekleri” tartışmasına sıkıştı. Eyleminiçeriğinden kaynaklı olarak sendika, siyasi parti ve demokratik kitle

örgütlerine kendilerini ifade etme özgürlüğününveerilmesinin anlamlı olacağı ifade edillirken buna karşıt

görüş olarak Genç-Sen'in bu durumda zayıf gözükeceği veya Genç-Sen'in böyle bir eylem biçimini daha öce hiç denememiş olması v.b.gerekçeler gösterildi. Yapılan tartışmalar sonucunda karşılıklı iknayoluyla bir sonuca varılamayınca oylama yoluna gidildi. Yapılanoylama sonucunda da sendika, siyasi parti ve demokratik kitleörgütlerine eylemde flama ve materyaleri ile destek vermemesi, ancakdestek mesajı veya konuşması gerçekleştirebilecekleri kararı çıktı.

1 Şubat Pazartesi günü İstanbul il meclisi toplantısıgerçekleştirildi. Toplantıya “4 Şubat’ta gerçekleşecek genel grev” ve“medikoların kapatılması” iki gündem belirlendi. Zamandan kaynaklımediko ile ilgili olan gündem konuşulamadı, kapsamı öğrenebilmekadına görev paylaşımı yapılabildi. 4 Şubat’ta grev olsa da olmasa dakatılma ve genel grev vurgusu yapma kararı alındı. 4 Şubat’a “Genelgrev genel direniş! Zafer direnen emekçinin olacak!” şiarıylakatılma kararı alındı.

Toplantıda ÜYK ve işlevi üzerine de bir tartışma yürüdü. ÜYK’yıboşa düşmemesi için düzenli olarak toplanması gerektiği söylendi.Bunun üzerine üniversitelerin kapalı olması sebebi ile şubetoplantılarının gerçekleşmediği için ÜYK’nın tek başına toplantı yapıpkarar almasının kişisel fikir öne sürmenin ötesine geçmeyeceğisöylendi. Bu durumda da il meclisinin düzenli olarak toplantı alması,ÜYK’nın ise bu toplantılar sonucunda çıkacak kararların üyelereiletilmesini sağlaması karara bağlandı.

İstanbul İl Koordinasyon Toplantısı

ve İl Meclisi Toplantısı

10

Page 11: Ekim Gençliği 123

Geçtiğimiz yaz, 7 Temmuz’da YÖK tarafındanüniversite harçlarına yapılması planlanan zamoranları basına yansıdı. Normal eğitim verenbölümlerin harçlarına %8, ikinci öğretimlere de%100 ile %500 arasında değişen oranlarda zamyapılacağı duyuruldu. Bu zam saldırısı çeşitligençlik örgütleri tarafından protesto edildi. Genç-Sen üyesi öğrenciler 10 Ağustos günü konunungörüşüleceği Bakanlar Kurulu toplantısındabakanlığın önünde toplanarak bakanla görüşmekistediklerini ifade ettiler. Ancak o gün Başbakanlıkkapısında sabahın erken saatlerinden akşama kadarpolisler ve Başbakanlık görevlileri tarafındanoyalandılar.

Bu sırada zam kararını verecek bakanlartoplantılarını bitirmiş, oradan ayrılmaktaydılar.Genç-Sen temsilcileri bakanlar ile görüşmekistediler. Bunun üzerine polisler tarafındanengellenen öğrenciler gözaltına alınmaya çalışıldı.İçerideki arkadaşlarının gözaltına alınmayaçalıştığını öğrenen Genç-Senliler bakanlığayürümeye başladı. Polis öğrencileri engellemek içinbiber gazı ve copla müdahale etti. Polis terörüneuğrayan öğrencilerin birçoğu yaralandı.

Saldırı sonrasında öğrencilerden 40’ına izinsiztoplantı ve yürüyüş yaptıkları gerekçesiyle davaaçıldı. Bakanlarla görüşme yapmak isteyen Genç-Sen’in temsilci olarak seçip gönderdiği 4 kişiye, bu‘izinsiz’ yürüyüşü yönettikleri gerekçesiyle 1,5yıldan 3 yıla kadar; polisin kullandığı gaza, copakarşı durmaya çalışan 5 kişiye, “izinsiz eylememüdahale sırasında cebir ve şiddet göstererek polismemurlarına saldırdıkları ve mukavemettebulundukları” gerekçesiyle 3 yıldan 5 yıla kadar;aralarında eyleme katılmayanların da bulunduğu 31kişiye de eylemlerini sürdürdükleri gerekçesiyle 1,5yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

Bu, son dönemde yaşanan saldırılardan sadecebiri. Saldırılar her gün yaşanıyor. Üniversitelerde dehaklı talepleri için mücadele eden öğrenciler ÖGB,polis terörüne maruz kalıyor, eli satırlı sivilfaşistlerin saldırısına uğruyor, soruşturma vecezalarla kapı önüne konuluyor. Akademisyenlerdüşündükleri, konuştukları için soruşturma terörünemaruz kalıyorlar. Düzen sadece üniversitelerdesaldırmıyor. Sokakta, fabrikada hakkını arayanişçilere, emekçilere silahla, copla, biber gazıylasaldırıyor, devrimcileri sokak ortasında katlediyor.Kendi kimliğini dayattığı bir halkın çocuklarını başkaldırdıkları, boyun eğmedikleri, polisin saldırısınakaldırım taşlarıyla karşılık verdikleri içintutukluyor, katlediyor.

Burada dur ihtarına uymadığın için ya da sadecesana tahammül edemeyen bir polis öyle istediği içinkurşunlanabilirsin. Ya da yolda durdurup sanakimliğini soran polisin kimliğini görmek istediğiniçin öldüresiye dövülebilirsin. Tersanede kum

torbası olabilirsin ya da kot taşlama atölyesindezehirlenirsin. Sağlık güvencen ya da paran olmadığıiçin hastane kapısında ölebilirsin. Bir sabahuyandığında üniversite kapısından girebilmek içingeçtiğin onca sabır ve dayanıklılık testinden sonra,dershanelere, özel kurslara verdiğin onca paradansonra, üniversite harçlarına gelen zam haberiyleokulu bırakıp asgari ücretle çalışan bir işçi olmaihtimaliyle, daha da kötüsü aç ve işsiz olmaihtimaliyle yüz yüze kalabilirsin. Karşı çıkarsanbiber gazı, cop, tekme ve yumruklarla karşı karşıyakalabilir, tutuklanıp cezaevine gönderilebilirsin.

Susmak mı? Evet susmak bu ihtimalleri daha daazaltır. Ama sustuğun her dakika onun korkunçnefesini ensende hissedeceksin. Sokaklarda seniizleyen kameralar, okulunun etrafını çeviren jiletliteller, okul kapısında tam teçhizat seni karşılayan“güvenlik” görevlileri, yolda, sokakta her yerde belisilahlı tam yetkiyle donatılmış üniformalılar… Enkötüsü de insani yanına ihanet ediyor olmanın, seniyapmaya çalıştıkları ‘şeye’ dönüşüyor olmanındayanılmaz huzursuzluğu… Açlığı, sefaleti, savaşı,cinayetleri, işkenceleri ve kıyımları bilip de susuyorolmanın hissettirdiği suçluluk… Yaptıklarınınbirilerine daha fazla kâr sağlamaktan başka bir şeygetirmediğini bilmenin yarattığı tatminsizlik...İnsani yanını her geçen gün biraz daha kaybedipzavallı bir robota dönüşüyor olduğunu fark etmeningiderek azalan ve sonunda yok olan acısı…

Damarlarında dolaşmasına izin verdiğin zehirvücudunu ele geçirirse bu kez insanlığa ihanetetmeye başlarsın. Kendi içindeki çürümüşlüğüetrafına yayarsın. Artık acı olmaz. Mutluluk dakalmaz, korku da, cesaret de. Hissiz bir robotadönüşürsün zamanla, tıpkı onların istediği gibi.Tırmanmak için altındakileri acımasızca ezmektenkeyif alırsın, daha fazla kazanmak için her yolabaşvurursun. Bu yüzden ne kadar çok insan nefretediyorsa senden o kadar başarılısın demektir. Onlarsürekli daha fazlasını isterler senden ve daha azınıverirler. Seninle işleri bittiğinde sana ihtiyaçlarıkalmadığında artık onlara kâr değil, zarargetirdiğinde ya da daha fazla kâr sağlamangerektiğinde hayatını bir anda değiştiriverirler.Tıpkı bugün TEKEL işçilerine yaptıkları gibi! Tıpkıharç paralarını ödeyemedikleri için üniversitekapısının önüne konulan işçi, emekçi çocuklarınayaptıkları gibi… Tıpkı “Sermayenin kölesiolmayacağız” diyen, “Parasız eğitim istiyoruz”diyen öğrencilere yaptıkları gibi…

Susacak mısın? Yoksa haykıracak mısın? Herşeye rağmen elinden geleni yapmış olmakhuzursuzluğunu azaltacak, hoşnutsuzluğunu değil.Haydi, çık o zaman sokaklara, bağır bağırabildiğinkadar. Umudu yay okulda, sokakta, her yerde.Unutma, gelecek bizim ellerimizde…

A.Seher

Soruşturmalar, gözaltılar, baskılar…

Düzen bizi kazanmaya çalışıyor.

Susma!

Devrim kazansın…

11

Susacak mısın? Yoksa

haykıracak mısın? Her

şeye rağmen elinden

geleni yapmış olmak

huzursuzluğunu

azaltacak,

hoşnutsuzluğunu değil.

Haydi çık o zaman

sokaklara, bağır

bağırabildiğin kadar.

Umudu yay okulda,

sokakta, her yerde.

Unutma gelecek bizim

ellerimizde…

Page 12: Ekim Gençliği 123

“Sistem allak bullak... Yeni yapılacak düzenlemeye göre HukuktaUzmanlık Sınavı geliyor. Her kente bir üniversite mantığı ile hareketeden siyasi iktidarlar bu sefer de mezun olan yüz binlerce genci neyapacağını şaşırdı...”

Hukuk fakültesi mezunlarına, Hukukta Uzmanlık Sınavı (HUS)geliyor. YÖK'ün üzerinde çalıştığı taslağa göre, HUS'tan geçer notalamayanlar, hakim, avukat ya da savcı olamayacak. İlk HUS isegelecek yıl yapılacak. Yargıda standartları yükseltmek için, HukukFakültesi mezunlarına uzmanlık sınavı getiriliyor. YükseköğretimKurulu (YÖK), Hukuk Fakülteleri mezunlarına ‘Hukukta UzmanlıkSınavı (HUS)’ getirmek için çalışma başlattı. HUS’tan başarılı olanlarhakim, avukat, cumhuriyet savcısı olarak görev yapabilecek. HUS’ugeçemeyen hukuk mezunları ise sadece diğer lisans mezunlarınınyararlandığı haklardan yararlanırken, mesleğini icra edemeyecek.

Sınav klasik yapılacakYÖK, sınavı test usülü değil

klasik yazılı sınav şeklindeyapılmasını planladı. Böyleceadayların HUS için dershaneleregitmesi önlenecek. Klasik tarzdadüşünülen sınavın merkezi olupolmayacağı ise henüz belli değil.Klasik sınavın ÖSYM tarafındandeğerlendirilmesinde zorluk olacağıiçin, sınavın hukuk fakültelerindeyapılması düşünülüyor. Bu durumdaher öğrenci, YÖK tarafındanbelirlenen ve okuduğu okula yakınbir başka fakültede sınava alınacak.Sınavı geçen öğrenciler avukatlıkstajı yapabilecek, hakim ve savcıadayı olabilecek. Halen taslak olanve önümüzdeki yıl yürürlüğekonulması planlanan HUSuygulaması, ‘Türkiye’deki HukukÖğreniminin Sorunları’ konuluçalıştaylarda da tavsiye edilmişti…(Basında çıkan haberlerdenderlenmiştir.)

Burda değinilmesi gereken noktalara bakalım:

Öncelikle sorun, HUS’u geçemeyen hukuk fakültesi mezunlarınınavukat, hakim, cumhuriyet savcısı ve noter olamayacağıdır. Peki ozaman bu sınavı geçemeyen arkadaşlar ne yapacaklar? Burada işçiavukatlık gündeme gelmektedir. Aslında işçi avukat bile olunamıyor.Asıl olarak zabit katibi olabiliyoruz.

İşçi avukatlık nedir peki? İşçi avukatlık HUS sınavını vermiş ya dadaha önceden avukat olan kişilerin bünyesinde aylık sabit bir ücretlehiçbir yetkimiz olmadan çalışmak demek. Daha da açarsak; avukatınyanındaki katipten hiçbir farkımız olmayacaktır, çünkü aynı işleriyapacağız. Hatta ondan da fazla olarak davayı biz çözümleyeceğiz amaduruşmalara giremeyeceğiz. Siz davayı çözümleyeceksiniz, yanındaçalıştığınız avukat-patron vekalet ücreti alacak ve sizin üstünüzden parakazanacak. Bu durumda avukat patron, müvekkil müşteri, hukuk bürosu

dükkan konumuna gelecek. Peki bu durumda adalet vehukuktan bahsedilebilir mi? Tabii ki burada artık parakonuşacaktır.

Yapılacak olan sınavla ilgili sorunlar da var. Sınavın klasik yazılısınav olması gündemdedir. Bu şartlar altında merkezi bir sınavınyapılması mümkün değildir ve sınav değerlendirmesinin üniversitelerinkendi bünyesinde yapılması düşünülmektedir. Peki o zaman ne olacak?Her üniversite kendi sınav sorularını hazırlayacak ve değerlendirmeyikendi not düzenine göre yapacak. Adillik nasıl sağlanacak? İşte asılistenen de budur, kim adil olmasını istiyor ki?

Burada özel üniversiteler gündeme geliyor. Biz hukuk öğrencilerininhep yakındığı, özel üniversitelerdeki eğitimin çok kolay ve diplomaalmanın bizimkine göre çok çok basit olmasıdır. Ayrıca hukuka dairbilgilerinin de yetersizliğidir. O zaman bu kişiler HUS’u nasılverecekler? İşte burada üniversitelerin kendi bünyesinde yapacaklarısınav ön plana çıkıyor. Nasıl mı olacak? Örneğin özel üniversitedekisınav çok basit olacak ve sınavları üniversite bünyesinde

hazırlanacağından bu sorularınöğrencilere dağıtılıpdağıtılmayacağı belli değildir. Veyaaslında neler olabileceği şimdidenbellidir. Bir de sınav kağıtlarınınokunması durumu vardır ki buradada hem farklı bir durumun olacağısöylenemez, hem dedeğerlendirmenin adil olmasıbeklenemez.

Örneğe devam edelim. Devletüniversitesinde okuyan öğrencilerene olacak? Bu sınavın amacıbirilerini elemek değil midir?Elbette birileri elenecektir. Kibunlar da devlette okuyan hukuköğrencileridir. Kim bekler ki özeldeokuyan bir kişinin gidip katiplikyapmasını, dosya peşinde, tebligatpeşinde koşmasını. Elenen genedevlette okuyan hukuk öğrencisidir.Burada kaybeden gene biziz. Geneemekçi çocukları olacak. YÖK’ünhaberlere yansıyan açıklamasındançıkan sonuç budur.

Bir de bu sınavın iç yüzü var ki o daha da korkutucu bizimaçımızdan. 3+2’lik bir sistem öngörülmektedir. Peki nedir bu? 3+2’liksistem; onca emek harcayıp gecemizi gündüzümüze katıp çalışarakÖSS gibi bir belayı atlatıp geldiğimiz hukuk fakültesinde 3 yılokuduktan sonra HUS’a girip bu sınavı geçtiğimiz takdirde, 2 yıl dayüksek lisans düzeyinde eğitim almak şeklindedir. Eğer 3 yıl sonundabu sınavı veremezsek ne olacak? Veremeyen kişiler zabit katibi olarakgörev yapacaklar. Yani hukukçu olacağım, avukat olacağım diye okadar emek verip geldiğimiz okulumuzdan katip olarak çıkacağız.

Burada sorulmasa gereken şudur: Hukuk eğitiminin niteliği buşekilde mi yükseltilir? Okulların gerekli altyapısı olmadan arttırılankontenjanların, tıkış tıkış doldurulmuş amfilerde verilen eğitimin,profesörü, doçenti olmayan okullarda verilen eğitimlerin niteliği busınavla mı aşılacaktır?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden bir EG okuru

Hukuk Uzmanlık Sınavı (HUS)

neyi ifade ediyor?

12

Öncelikle HUS u

gecemeyen hukuk

fakültesi

mezunlarının

avukat, hakim,

cumhuriyet savcısı

ve noter

olamayacağıdır.

Peki o zaman bu

sınavı gecemeyen

arkadaşlar ne

yapacaklar? Burada

isçi avukatlık

gündeme

gelmektedir...

Page 13: Ekim Gençliği 123

13

Yakın dönemde YÖK tarafından alınan birkararın ardından Fen ve Edebiyat Fakültesiöğrencilerinin pedagojik formasyon hakkınıntanınması, beraberinde bir dizi tartışmayı dagetirmiş oldu.

Geçmişte Eğitim Fakülteleri dışında Fen-Edebiyat Fakülteleri de normal eğitim süreleriiçinde bu eğitimi alabiliyorlardı. Böylece mezunolup da sonrasında branşı ile ilgili bir işe başlamaşansına sahip olamayanlar, öğretmenlik yapabilmehaklarını kullanabiliyorlardı. Ancak sonrasında bukaldırılmış ve yerine kimi yerlerde bir, kimiyerlerde bir buçuk yıl süren tezsiz yüksek lisanseğitimi başlamıştı. Bu durum Fen-EdebiyatFakülteleri’nde okuyan öğrencileri mağdur etti.Zira bir yandan LES’i geçmek ve tezsiz yükseklisansa kabul edilecek bir yer bulunmasıbakımından, diğer yandan da bir-bir buçuk yılıbulan ek eğitim ve harç paraları nedeniyle,öğrenciler için oldukça büyük bir sıkıntı, sermayeaçısından da yeni bir rant alanı oluşmuştu.

Bunların yanında tezsiz yüksek lisanseğitiminin sonucunda sertifika alabilmek için“akademik bir heyet karşısında” sözlü mülakatakatılmak ve başarılı olmak gerekiyordu. 4 yıllıkeğitim süreci içerisinde gerekli eğitimi“verememek”, iki yıllık tezsiz yüksek lisanseğitiminde gerekli formasyonu sağlayamamakeğitim sisteminin sorunu olabilir ancak. Zira keyfibir jüri sistemi ile formasyon dağıtmak daha baştaneğitim sisteminin niteliğini ortaya koymaktadır.

Ancak bu da yetmemiş olacak ki sistem bir kezdaha değişti. Yükseköğretim Kurulu EğitimFakültesi dışında bir fakülteyi bitirenlerinöğretmen olabilmeleri için aldıkları ''Tezsiz YüksekLisans'' eğitimini kaldırdı. Yeni sistem şöyleişleyecek:

— İlgili üniversitede Eğitim Fakültesi veyaEğitim Bilimleri bölümü bulunacak ve bu alandayeterli sayıda ve nitelikte kadrolu öğretim üyesiolacak.

— Formasyon eğitimi 5. yarıyılda başlayacakve 2 yıla (dört yarıyıla) yayılarak verilecek.

— Formasyon eğitimine kabulde öğrencilerinağırlıklı not ortalaması 4 üzerinden en az 2,5olacak ve en fazla alttan başarısız 2 dersibulunacak.

— Ortaöğretim Alan Öğretmenliği TezsizYüksek Lisans eğitimleri 2010-2011 eğitim-öğretim yılından itibaren açılmayacak ve daha önceizin verilenlere öğrenci alınmayacak.

— 2010–2011 eğitim-öğretim yılından itibarenmezun durumda olan öğrencilere pedagojikformasyon sertifikası eğitimi verilmeyebaşlanacak.

— Mezun durumda olan öğrencilerin diplomanotu 4 üzerinden en az 2.5 olacak, mezunlarınformasyon eğitimi süresi iki yarıyıl olacak.

Normal koşullarda Fen-Edebiyat Fakülteleritıpkı Eğitim Fakülteleri gibi edebiyat, felsefe,matematik, fizik vb. alanlarda uzmanlaryetiştirmek için kurulmuşlardır. Burada eğitimgören gençlerin kendi alanlarında öğreticiolmalarının engellenmesi, sermaye açısından hiçbirhaklı gerekçeye dayandırılamaz. Öyle ki; bugünMilli Eğitim Bakanlığı’nın açıklamasına göre 150bin, sendikaların açıklamalarına göre de 300 bincivarında öğretmen açığı varken, devletin“öğretmen olamazsın” demesinin akla uygun biryanı bulunmamaktadır. Formasyon alamayanlar iseöğretmen adayı bile olamayıp, ya işsiz kalmakta yada çok kötü koşullarda dershanelerde çalışmakzorunda kalmaktalar.

Tüm bunlara rağmen pedagojik formasyonengelini geçen sınırlı öğrenciyi bekleyen ise“ücretli-sözleşmeli öğretmenlik” adı altındabekleyen iş güvencesizliğinden başka bir şeydeğildir. Zira neo-liberal saldırıların sonucundakamu hizmet alanları bir bütün olarak tasfiyeedilmeye çalışılmaktadır. Bugün eğitim, sağlık gibialanlarda önemli bir açık olmasına rağmen, bualanlara dönük atamalar ihtiyacı karşılamaktanoldukça uzaktır. Sermaye devleti böylesine önemlibir boşluğu “sözleşmeli personel” ile doldurmayaçalışmakta, bu ise çok yoğun emek sömürüsü,örgütsüzleştirme saldırısı, sosyal hakların gaspı vedüşük ücret anlamına gelmektedir. 4 yıllık eğitimsürecinin sonunda asgari ücretle, hiçbir sosyalhakkı olmadan çalışma koşulları dayatılmaktadır.Son on yıl içerisinde kadrolu olarak görevebaşlayanların sayısına baktığımız zaman durumunvahameti ortaya çıkıyor.

Fen-Edebiyat öğrencilerinin mücadele dışındabir çıkar yolu bulunmamaktadır. Bu nedenle sondönemde Çukurova Üniversitesi’nde olduğu gibibaşka bir dizi yerde de ortaya çıkan hareketlilikdaha da büyütülmeli, kendi içinde formasyonalınması sorununa daraltılmadan mücadelederinleştirilmelidir.

Fen-Edebiyat Fakülteleri’nde yeni formasyon

uygulaması…

Herkese koşulsuz formasyon hakkı!

Normal koşullarda fen-

edebiyat fakülteleri tıpkı

eğitim fakülteleri gibi

edebiyat, felsefe,

matematik, fizik vb.

alanlarda uzmanlar

yetiştirmek için

kurulmuşlardır. Burada

eğitim gören gençlerin

kendi alanlarında öğretici

olmalarının engellenmesi,

sermaye açısından hiçbir

haklı gerekçeye

dayandırılamaz. Öyle ki;

bugün Milli Eğitim

Bakanlığı’nın

açıklamasına göre 150

bin, sendikaların

açıklamalarına göre de

300 bin civarında

öğretmen açığı varken,

devletin “öğretmen

olamazsın” demesinin

akla uygun bir yanı

bulunmamaktadır.

Page 14: Ekim Gençliği 123

14

On yılları bulan özelleştirme saldırısının bir parçası olan TEKEL özelleştirme süreci, kölelikkoşullarında yaşamaya mahkum edilmeye çalışılan işçi-emekçilere dayatılan kölelik yasaları ileperçinleniyor. Parça parça özelleştirilen ve işçi sınıfının ortak bir mücadele hattı örmesinin önüneengeller çıkartan sermaye devleti, önce içki fabrikalarını özelleştirdi. Ardından sigarafabrikalarını ve şimdi de yaprak tütün fabrikalarını kapatıyor. Nedeni açık: “Zarar” ediyor.Bilinçli olarak üretim alanı daraltılıyor, fabrika işlemez hale getiriliyor. Sonra da “yatarak parakazanma dönemi bitti” deniliyor. Kölelik yasalarının da geçirilmesi ile kadrolu, iş güvenceliçalışma ortadan kaldırılıyor. Emeklilik hakkı ortadan kaldırılıyor. 4-b, 4-c gibi yasalarla bütün buadımlar meşrulaştırılıyor.

Ancak tüm toplumda biriken öfke TEKEL direnişi ile patlak verdi. İşçi sınıfının gücünüyeniden keşfetme ve gösterme sürecine tanıklık ediyoruz.

Tekel işçileri Ankara’ya akıyor…

15 Aralık ’09 günü binlerce TEKEL işçisi Ankara’ya gelerek süreci başlatmış oldu. İşçilerinmücadele süreci, özelleştirme idaresi önündeki eylemlerden yerellerde-fabrikalarda yapılan birdizi eyleme, esasında yıllardır süregelen bir süreçti. Ancak gelinen yerde 31 Ocak’ta iş akitlerifeshedilen 10.800 işçinin mücadeleden başka şansının kalmadığı, bunun da “Ölmek var dönmekyok” denilerek ortaya konulduğu bir süreç başlamış oldu 15 Aralık’la.

Ankara’da AKP Genel Merkezi önünde toplanan 3000’e yakın işçi haklarını istiyordu. Bunakarşı polis çemberi oluşturuldu ve “Eylem yapılması yasak” denildi. Oradan Abdi İpekçiParkı’na gelindi. Burada oturma eylemi yapılacaktı. Daha ilk adımlarda devletin azgıncasaldırısıyla karşılandı. Abdi İpekçi’de coplarla, gaz bombaları ve biber gazı ile yaşanan polisterörü TEKEL işçilerin öfkesini biledi. Ve direniş başlamış oldu...

Türk-İş önü direniş alanına çevriliyor…

Parktan ayrılan işçiler Türk-İş binası önüne gelerek burada beklemeye başladılar. Sürecinbaşından beri esasında ortada olmayan sendika TEKEL işçilerinin direngenliği ve kararlılığı ilesürece dahil olmak durumunda kaldı. Ve bu andan itibaren oyalamalar da başladı. Sendikagörüşmeler devam ediyor derken, eylemsizliği dayattı. Hükümet baskıyla, tehditle ve hiçbir hakvermeyeceğini söyleyen açıklamaları ile direniş karşısındaki tutumunu ortaya koydu.

Bu süreçte binbir türlü söylenti yayıldı. İşçilerin 2-3 milyar maaş aldığı, devletin onlaraverdiği işi beğenmedikleri, yatarak para kazanıldığı, TEKEL işçilerinin değil, aralarındakiprovokatörlerin işi olduğu gibi söylentiler hem toplumunun desteğini kesmeye yönelikti, hem deişçilerinin birliğini bozma, dayanışmaya gelen devrimcilerden uzaklaştırma taktikleriydi. Ancakhepsi süreç içerinde boşa düşürüldü.

Direniş alanına sayısız ziyaret gerçekleştirildi. Sınıf dayanışmasının örnekleri ortaya kondu.Toplumda yükselen öfke TEKEL direniş alanına aktı. İşçilerden, memurlardan, öğrencilerden,işsizlerden destekler geldi.

Direnişin gücünden korkanlar adım atmaya başlıyor…

TEKEL işçileri, kararlılıkları ve direngen tutumları ile sendikayı adım atmak zorunda bıraktı.Sendika yönetimi pasif bekleyişi önerirken, TEKEL işçileri harekete geçmeyi talep ediyordu.Ancak sendika bürokrasisi kendisini işçilerin örgütlülüğü olarak dayatıyor, örgütlülüğedanışmadan, sendika karar almadan harekete geçmeyi engelliyordu. Sonuçta işçilerin kararlılığıTürk-İş’i toplantılar ve kararlar almaya zorladı. Bu toplantılardan oyalamadan başka bir şeyçıkmadı önceleri. Ancak TEKEL işçileri kararlıydı. Ankara’da AKP Genel Merkezi’ne kendisinizincirledi 42 işçi. İstanbul’da Boğaz Köprüsü’nü trafiğe kesti işçiler. İzmir’de vapur işgal ettiler.

Kendi inisiyatifini kaybedeceğini anlayan sendika ağaları göstermelik de olsa kararlar almayabaşladılar. İlk karar şöyleydi: 14 Ocak’a kadar sonuç alınamazsa miting yapılacak, ardından 3günlük oturma eylemi, ardından 3 günlük açlık grevi, ardından da ölüm orucuna başlanılacak. Bukararları almak zorunda kalan sendika bürokrasisi her adımda ikiyüzlülüğünü gösterdi. Mitingönce 16’sına sonra 17’sine ertelendi. İşçilerin militan eylemlerinin önünü kesmek için her şeyi veherkesi mitinge kilitlemeye çalıştılar. Başardılar da. 17 Ocak mitingi sendika yönetimininbeklediği türden bir dönüm noktası olmadı. Yine de işçilerinin gücünün tekrardan fark edildiği veişçi sınıfının kararlılığı karşısında durulamayacağının anlaşılması açısından bir dönüm noktası

Bir direniş sürerken…

TEKEL Direnişi: Anlamı,

anlaşılanlar,

anlaşılamayanlar…

Page 15: Ekim Gençliği 123

15

oldu. Mitingi bir konsere çevirmeye çalışmalarına TEKEL işçilerinin yanıtı kürsü işgali oldu.“Genel grev sözünü almadan buradan gitmeyiz” diyen işçiler, göstermelik de olsa bu sözüaldılar. Farklı işçi kesimlerinden de genel grev konusunda destek aldıklarını gördüler.

İşçilerden oturma eylemi, açlık grevi iradesi, genel grev ısrarı

Bu süreçte oturma eylemi de başlamış oldu. 14 Ocak’tan itibaren akın akın Ankara’ya gelenişçiler 24 saatlerini Türk-İş önünde geçirmeye başladılar. Ancak sendika daha ilk günden işçileriyalnız bıraktı. Binlerce işçi hiçbir hazırlık yapılmadığı için Ankara’nın soğuğana terk edildi.Ancak direnişin ateşi ve TEKEL işçilerinin kararlılığı, sorunu çözdü. İşçiler çadırlar, sobalarkurdular, kendi ihtiyaçlarını karşılamaya başladılar. Direniş alanı bir yaşam alanına çevrildi. Buesnada birçok yardım ve destek de gelmeye başladı.

Yalnız bırakılma ve pasif bekleyişe zorlanma tavrı işçilerin öfkesini arttırıyordu. 19 Ocakgünü açlık grevine başlandı. Açlık grevi bir yanıyla işçilerin kararlılığının göstergesiydi, biryanıyla da pasif bir eylem biçimiydi. Yapabilecekleri onlarca şey varken, eylemli bir süreç işletip,hayatı felç edebilecekken, genel grev için adımlar atıp direniş ateşini yayabilecekken böylesi biraçlık grevi kendi iradelerini ortaya koymanın ötesine geçmemekti, öyle de oldu.

İşçilerin her adımda yansıyan kararlılığı konfederasyonları toplanmaya zorladı. Bu toplantısürerken işçiler Türk-İş’i kuşattı. “Genel grev, genel direniş!” sloganları ile Ankara sokaklarınıinlettiler. Toplantı bitiminde 26 Ocak’a kadar hükümete süre tanınırken, o güne kadar bir sonuççıkmazsa genel greve yürüyoruz açıklaması yapıldı. İşçileri oyalamaktan öte bir anlamı yoktu buaçıklamanın. Zaten genel grev değil, dayanışma grevi deniyordu yazılı açıklamada. İşçilerioyalamayı başarmıştı bu taktik sahipleri.

26 Ocak günü gelip çattığında, hükümet, 28 Ocak’ta Türk-İş’le bir görüşme alacağınıaçıklayınca kararlar değişti. Bu kez “Bu görüşmeden bir sonuç çıkmazsa 3 Şubat’ta genel grevegidiyoruz” denildi. Bir oyalama süreci daha işletilmeye devam etti. 28 Ocak görüşmesinden de“çalışmalar yapılacak, sonuçları 1 Şubat’a kadar netleşecek” kararı çıkınca, “3 Şubat GenelGrevi”, çalışması yürütülmeyen bir belirsizlik olarak kaldı. Zaten yazılı açıklamalarda genel grevyerine, yalnızca genel eylem denilmekteydi. Sendika bürokratları, hükümetle el ele vermelerinerağmen bir uzlaşma sağlayamamaları üzerine, 2 Şubat’ta, yani kararlaştırılan eylem günündenyalnızca bir gün önce 3 Şubat’ta “iş bırakma” eylemi yapılacağını açıklamak zorunda kaldılar.

TEKEL işçilerinin kararlılığı ile direniş süreci 2 Şubat’a kadar bu şekilde ilerledi. Bukararlılık sonuç alana kadar devam edecek, farklı kanallarla devam ettirilecek gibi duruyor.

Direnişin ortaya çıkardıkları

Direnişe dair bir değerlendirme yapmak şimdiden zor olmakla beraber direniş nasılsonuçlanırsa sonuçlansın herkes için birçok ders barındırdığı açıktır. TEKEL işçileri bir sınıfınparçası olduklarını fark ettiler. Birlik olmanın anlamına vardılar. Kendi uğursuz görevini yerinegetiren sendika bürokratlarını tanıma şansı buldular. İnisiyatifi komitelerle kendi ellerinealmadan sonuç alamayacaklarını fark etmeye başladılar.

Birçok işçi ve emekçi için umut ışığı oldu direniş. Dayanışma ruhu yeniden canlandı.Ekmeğini paylaşmak, soğuğu paylaşmak, ateşi paylaşmak, bu düzende aynı kaderi paylaşmak…Tüm bunlar birleştirdi ve büyüttü mücadeleyi. Ancak bir eşik var aşılması gereken. Bu eşik dekendine güvenle aşılacak ancak. Şimdiye kadar kendi hayatımıza dair kararları hep bir başkasınabırakırken, bugün özne olmak gerektiğinin farkına vardı binlerce işçi.

Direnen işçilerin bütün yasaları parçalayabileceğini gördük biz bu direnişte. Ne meclisin, nehükümetin direnen işçiler kadar söz sahibi olamadıklarını gördük. Diz çöktürebileceğimizigördük.

Bu düzende yaşanılan tüm sorunların aşılmasında işçi sınıfının gücünü gördük. Bu gücünnereden geldiğini ve nelere kadir olabileceğini gördük. Direnen TEKEL işçilerinin mücadelesininyalnızca kendi haklarını talep etmekle sınırlı kalmadığını, çakılan bu kıvılcımın yangınaçevrilmesinin bir an meselesi olduğunu gördük.

Bunu anlayamayanların, sınıftan kaçanların dönüp geldiğini gördük. Popülizmi gördük.Sınıf devrimcilerini gördük. Kimse dillendiremezken, sendikayı karşısına alamazken, “İşçi

komitelerini kuralım” diyenleri, genel greve yürünecek yolu çizenleri ve bunu işçilerle etle tırnakgibi kaynaşarak yapanları gördük. Sınıfı örgütleyecek partinin ayak seslerini duyduk direnişalanında.

Kararlılığı, direnişi, dayanışmayı, paylaşmayı, sınıfın gücünü gördük. Aynı zamanda sendikaağalarının ihanetini, kokuşmuş burjuva düzenini tekrar tekrar gördük.

Ancak gördüklerimiz göreceklerimizin yanında az kalır. Daha işçi sınıfının ayaklanmasını vebu düzeni yerle bir etmesini göreceğiz. Belki yarın, belki de çok sonraları. Ancak, en kısazamanda görebilmek için mücadeleye devam edeceğiz:

“Ölmek var, dönmek yok!” Ankara’dan Genç Komünistler

Page 16: Ekim Gençliği 123

On binlerce işçi ve emekçi Ankara'dahaykırdı... “Genel grev-genel direniş!”

Ankara'ya akan onbinlerce işçi TEKELdirenişiyle sınıfdayanışmasınıyükseltmek vesermayeninsaldırılarına cevapvermek için 17Ocak’taalanlardaydı. Türk-İş Genel Merkeziönünde 15 Ocakgünü oturma

eylemine başlayanTEKEL işçilerinin de kitlesel katılımla

yer aldığı mitinge 70 bin civarında işçi ve emekçi katıldı.İşçiler “genel grev-genel direniş” istedi

Coşku, kararlılık ve kitleselliğin hakim olduğu mitinge “Genelgrev-genel direniş!” sloganı damgasını vururken Türk-İş bürokrasisineyönelik tepkiler de miting alanındaki platformu ve Türk-İş binasınıişgal eden TEKEL işçileri nezdinde ortaya çıktı. TEKEL direnişininbasıncı ve toplumsal ölçekteki desteğin de etkisiyle mitinge kitleselkatılım sağlayan Türk-İş'e bağlı sendikaların miting programını apartopar bitirme ve “konsere çevirme” çabalarına işçiler karşı çıktı.

İlerici ve devrimci kurum ve güçler de mitingde yerlerini aldı.Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP) yürüyüş ve alanda"Sosyal yıkım saldırılarına karşı genel grev, genel direniş! / BDSP"pankartıyla yer alırken "Alaattin yoldaş ölümsüzdür! Devrimcilerölmez devrim davası yenilmez! / BDSP" pankartı da miting boyuncataşındı. TEKEL işçileriyle dayanışma etkinliği

Ankara’dan sınıfdevrimcilerininkuruluşuna öncülükettiği TEKELDirenişiyleDayanışmaKomitesi'ninTEKEL işçileriyledayanışmaamacıyladüzenlediği

etkinlikgerçekleştirildi. 17 Ocak Pazar günü

Ankara Sanat Tiyatro’sunda yapılan etkinliğe oldukçacoşkulu bir hava hakimdi ve150 işçinin katıldı.

Açılışta TEKEL Direnişiyle Dayanışma Komitesi adına birkonuşma yapıldı. Komitenin birincil amacının, TEKEL direnişinin

sesini tüm Ankaralı işçi ve emekçilere taşımak olduğunubelirten komite sözcüsü, bunun için birçok aracın

kullanıldığını belirtti. Ardından Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel

Nihadioğlu ve Entes direnişçisi Gülistan Kobatan birer konuşmagerçekleştirdi. Kobatan’ın konuşmasının ardından Yavuz Canpolat,ezgileri ile işçi ve emekçilere seslenerek TEKEL direnişinin yanındaolduğunu belirtti. Programın devamında Ve Sanat Tiyatrosu’nunhazırlamış olduğu Hacivat-Karagöz gölge oyunu sunuldu.

Gölge oyununun ardından Tadal direnişçisi kendi direniş sürecinianlattı. Sonrasında ise Kürtçe ve Türkçe ezgilerle ve serbest kürsüyleprogram sonlandırıldı

Tuzluçayır 'da TEKEL'le dayanışma eylemi

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, Demokratik HaklarFederasyonu, Devrimci Demokratik Sendikal Birlik, Kaldıraç ve Tüm-İGD'nin bileşenleri arasında bulunduğu Ankara Direnişteki İşçi veEmekçilerle Dayanışma Platformu, 27 Ocak akşamı Tuzluçayır'da,TEKEL direnişine destek olmak amacıyla bir eylem gerçekleştirdi.

Eylem çerçevesinde Süleyman Nazif İlköğretim Okulu önündenTuzluçayır Meydanı'na yapılan yürüyüş boyunca, işçi ve emekçilereTEKEL direnişini anlatan ajitasyon konuşmaları yapıldı.

Yürüyüş sonunda gerçekleştirilen basın açıklamasında, 44 gündürbirçok zorluğa rağmen “Ölmek var, dönmek yok!” diyerek direnenTEKEL işçilerinin mücadelelerinin her geçen gün daha da yükseldiğivurgulandı. Eyleme yaklaşık 100 kişi katıldı.

Çiğli'de TEKEL'le dayanışma çağrısıÇiğli'deki emek ve demokrasi güçleri tarafından, 27 Ocak’ta,

direnişteki TEKEL işçileriyle dayanışma amacıyla bir eylemgerçekleştirildi.

Saat 17.30'da Çiğli Kasaplar Meydanı'nda toplanan kitle, "TEKELişçisi yalnız değildir" ve "Krizin yükü patronlara" ozalitleri açarakAKP Çiğli İlçe binası önüne doğru yürüyüşe geçti.

Basın açıklamasını Haber-Sen üyesi bir PTT çalışanı okudu.Açıklamada, TEKEL işçilerinin kolay yutulacak lokma olmadıklarınıkanıtladıkları, emeğe saldıranlara karşı nasıl tutum alınmasıgerektiğini gösterdikleri ifade edildi. Çiğli'li işçi ve emekçileredayanışmayı yükseltmeçağrısı yapıldı. Eyleme yaklaşık 150 kişikatıldı.

TEKEL direnişinin ateşi Buca’ya taşındı!"Ölmek var, dönmek yok!"

Buca TEKEL İşçileriyle Dayanışma İnisiyatifinin 24 Ocak’tagerçekleştirdiği eylem saat 15.00’te Forbes çıkışında bulunan Eğitim-Sen’in önünde toplanılmasıyla başladı. İnisiyatif bileşenleri “TEKELİşçileriyle Dayanışma İçin Yürüyoruz! / Kurtuluş yok tek başına yahepberaber ya hiçbirimiz! / Buca TEKEL İşçileriyle Dayanışmaİnisiyatifi” pankartı arkasında toplanırken eyleme katılan Tekel işçileride üzerinde TEKEL logosu olan bir pankart açtılar.

TEKEL’de direniş kazanacak!

Yaşasın

TEKEL Direnişimiz!

16

Page 17: Ekim Gençliği 123

Coşkulu yürüyüşün ardından basın açıklaması için Forbes girişindetoplanıldı. Burada inisiyatif adına hazırlanan basın metni okundu.Basın metninin okunmasının ardından TEKEL İşçileri Derneğibaşkanı bir konuşma yaptı.

BDSP, BDP, DHF, EHP, ESP, KÖZ, PSAKD Buca Şubesitarafından oluşturulan Buca TEKEL İşçileriyle Dayanışmaİnisiyatifi’nin örgütlediği eyleme Alınteri, Devrimci Hareket, Ege78’liler, Deri İşçileri Derneği, Emekli Sen Buca Şubesi destek verdi.TEKEL İşçileri Derneği üyesi işçiler de kitlesel bir katılım ve desteksağlayarak eylemin öznelerinden biri oldular.

TEKEL içinoturmaeylemiAnkara’da

direnişlerinisürdüren TEKELişçilerine destekvermek içinmücadeleyi

büyüten Adana Krize KarşıEmek ve Demokrasi Platformu (KKEDP),

İnönü Parkı'nda oturma eylemine başladı. Oturma eylemini kamuoyuna duyurmak için 23 Ocak’ta

gerçekleştirilen basın açıklamasında, TEKEL işçilerinin yaklaşık 40gündür Ankara’nın soğuğunda direndikleri ifade edilerek KKEDP'ninsonuna kadar işçilerin yanında olacağı ifade edildi.

Açıklamada, emekleri ve çocukları için soğuğa, yağmura rağmendirenen TEKEL işçilerinin sesinin insanca bir yaşam için mücadeleçağrısı olduğu belirtilerek “Şimdi bu çağrıya kulak verme zamanıdır”denildi. KKEDP'nin 24 Ocak Pazar günü saat 12.00’ye kadar İnönüParkı'nda oturma eylemi gerçekleştireceğinin belirtildiği açıklama,Adanalı işçi ve emekçilere yapılan TEKEL işçilerine destek olmaçağrısıyla sona erdi.

Her yer TEKEL her yer direniş! Bursa’da, TEKEL İşçileriyle Dayanışma Platformu 26 Ocak’ta

19.00’da Fomara Meydanı’nda toplandı. Sloganlarla yolu tek yönlütrafiğe kapatarak Türk-İş 8. Bölge Temsilciliği önüne yürüdü.

Türk-İş’i göreve çağıran platform bileşenleri burada attıklarısloganlarla Türk-İş’i işçilerin taleplerine sahip çıkmaya ve genel grevilan etmeye çağırdı. Çevreden de alkışlarla desteklenen eylemeyaklaşık 40 kişi katıldı.

Güvenli gelecek için genel grev çağrısı

26 Ocak’ta Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu ve İştenAtmalar Yasaklansın Platformu'nun İstanbul'da örgütlediği eylemdebirleşik mücadele çağrısı yapıldı.

Saat 12.30 Taksim AKM önünde bir araya gelen platformbileşenleri sloganlarla "Bugün TEKEL, itfaiye, belediye işçilerine...Yarın hepimize! 4/C'ye hayır!" pankartı arkasında Türk-İş 1. BölgeBaşkanlığına yürüdüler. Yolun tek şeridinin kapatıldığı yürüyüşteTEKEL, itfaiye ve belediye işçilerinin direnişlerini selamlayansloganlar atıldı. Gümüşsuyu'ndaki Türk-İş 1. Bölge Başkanlığı önünegelen platform bileşenlerini açlık grevindeki itfaiye ve belediye işçilerikarşıladı.

Basın açıklamasının ardından Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi FarukBüyükkucak itfaiye ve belediye işçilerinin gerçekleştirdiği açlıkgrevini hatırlatarak eylemlerin birleştirilmesi gerektiğini ifade etti.Eyleme Entes direnişçisi Gülistan Kobatan da katıldı.

Basın açıklamasının ardından açlık grevinde olan işçiler ziyaret

edildi. HSGGP adına Hüseyin Demirdizen, İşten Atmalar YasaklansınPlatformu adına Sertap Akdağ ve Sevim Belli yaptıkları konuşmalarlaişçilerin direnişlerini sahiplendiklerini ifade ettiler.

TEKEL direnişine sansüre protesto

TEKEL işçilerinin Ankara'da devam eden direniş sürecindesayfalarında ve ekranlarında eylemi çarpıtan haberlere yer veren ATV-Sabah Grubu, İşten Atmak Yasaklansın Platformu tarafından 23 Ocakgünü protesto edildi.

AKP'ye yakınlığıyla bilinen “Sahibinin sesi ATV-Sabah Grubu”nunbu tutumuna son vermemesi durumunda boykot edileceği söylendi.Beşiktaş Balmumcu'daki ATV-Sabah binası önünde toplanan platformüyeleri, TEKEL direnişinin 40. gününde gerçekleştirdikleri eylemleayrıca TEKEL direnişini selamladılar. “Her Yer Tekel, her yer direniş”pankartının açıldığı eylemde TEKEL işçilerinin kararlılıkla sürendirenişinin hükümeti ve onun sözcüsü olan medyayı korkuttuğu ifadeedildi. Açıklama, TEKEL direnişine yönelik sansür ve çarpıtmalarınadevam etmesi halinde ATV-Sabah Grubu'nun boykot edileceğininbelirtilmesiyle son buldu.

Ekim Gençliği’nden TEKEL direnişine ziyaret

İstanbul Ekim Gençliği, 26 Ocak Salı günü direnen TEKELişçilerine destek ziyareti gerçekleştirdi. Ziyaret, saat 11.30’da TEKELişçisi kadınların Erdoğan’ın türbanlı TEKEL işçisi kadınlarla ilgiliaçıklamasına karşı gerçekleştirdikleri protesto eylemiyle başladı.Eylemin ardından direniş çadırlarına ziyaretler gerçekleştirildi.Ziyaretler esnasında “Geleceğimiz ve haklarımız için tek ses tekyumruk olmaya! Genel grev genel direniş!” şiarlı Ekim Gençliğiimzalı broşürler dağıtıldı. Broşürler işçiler tarafından ilgiylekarşılandı.

Direniş çadırları ziyaret edildi

İşçilerle direniş deneyimleri üzerine konuşmalar yapıldı ve EkimGençliği'nin bulunduğu üniversitelere direnişin ilk gününden itibarenTEKEL işçisinin sesinin taşındığı, üniversite öğrencilerinin TEKELdirenişine nasıl yaklaştıkları anlatıldı.

TEKEL işçileri deyaptıkları konuşmalardadirenişi sadece kendileriiçin değil tüm işçi veemekçiler veçocuklarının gelecekleriiçingerçekleştirdiklerinivurguladılar. Pek çokişçi bu düzenin onlaradayattığıgeleceksizliğimücadele sırasındafark ettiklerini,şimdiye kadarsavundukları düzen partileriningerçek yüzlerini anladıklarını, bundan sonra dahaklarını alana kadar kararlılıkla devam edeceklerini anlattılar.Ayrıca sendikanın tutumu, genel grevin önemi, ortak mücadeleningerekliliği üzerine de konuşuldu. İşçiler 3 Şubat üzerinden açıklanangenel grev tarihini geç kalınmış bir karar olarak değerlendirdiler.Genel grev söylemi işçileri yatıştırmak için ileri bir tarih üzerindenöne sürülmüş gibi görünse de işçiler üzerinde motivasyon yarattı.

Gün boyunca uğranılan bütün çadırlarda ve protesto eylemlerinde43 günü zorlu koşullara rağmen geride bırakmış binlerceişçinin kararlılığıyla karşılaşıldı. 17

Page 18: Ekim Gençliği 123

Ekim Gençliği: Bize direnişsürecinizden ve karşılaştığınızsorunlardan bahseder misiniz?

Esenyurt Belediye işçisi FatihAlbayrak: Sendikalı olmak anayasalbir hak. Biz de sendikalıyız. YakupluBelediyesi kapanıp EsenyurtBelediyesi olunca sendikalı olmaçalışmamız başladı. Belediye başkanıbizleri yıldırmaya çalıştı, tehdit etti.Kadrolarımızı değiştirip, çöpçülükkadrosuna geçirdi. En sonunda dasendikalı olmak anayasal bir hak olmasınarağmen tazminatsız işten atıldık. Bizhakkımızı korumak için direnişe geçtik.

Direnişe geçtikten sonra önce BelediyeBaşkan Yardımcısı Emin Batmazoğlu’nunsaldırısına uğradık. Belediye BaşkanıNecmi Kadıoğlu’nun ise küfürlüsaldırılarına maruz kaldık. Afişlerimize,pankartlarımıza saldırdı.

Ama biz direnişimizde 163. güne geldik.Eylemlerimizi direnen diğer işçilerlebirleştirme kararımız var. Sinter Metal, Hava-İş sendikasına bağlı işçiler, Entes işçisiGülistan Kobatan, IBM işçileri ile çeşitliortak eylemler yaptık, direnişlerimizibirleştirdik. En son da itfaiye işçileri iledirenişimizi birleştirme kararı aldık.Direnişe geçen itfaiye işçilerinin bizimdirenişimizden haberleri yoktu. Ancakbunda onların suçu yok. Sebep sendika yöneticileri.Belediye-İş Sendikası başkanı Nihat Altaş’la çokkavga ettik. Boğaz köprüsü eyleminden kaynaklısürtüşme yaşadık. Kıraç Belediyesi de EsenyurtBelediyesi’ne bağlandı. Onlar DİSK’e bağlıGenel İş üyesi. Sınıf dayanışması olmasıgerekirken onlardan yeterli desteği göremedik.Yalnız bırakıldık.

İtfaiye işçisi Fatih Zeytinli: Nedendirenişi seçtiniz sorusundan çok ne istiyorsunuzsorusunu yanıtlarsam zaten cevap vermiş olacağım.Biz iş güvencesi istiyoruz. Kimlere peşkeş çekileceğizdiye her yıl düşünmek istemiyoruz. Her yıl Kasım-Aralık aylarında kara kara düşünmek istemiyoruz.İtfaiye işçileri olarak taşeronlaşma istemiyoruz. Bizmesleğimiz gereği ölümle burun burunayız. Özelşirket öldüğümüz takdirde tazminat bileödemeyecek. Biz taşeronlaşmaya karşıdireniyoruz.

Biz sendikalı olduktan sonra 2009 yılının 3. ayındaÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan toplu iş sözleşmesindenyararlanmak için yetki belgesi aldık. Ancak bizim toplu iş sözleşmesihakkımız belediye tarafından yılsonuna kadar ötelendi. Yani belediye

bizi oyaladı. Aralık ayına geldiğimizde ise BİMTAŞ’ta 4yıldır devam eden süreci tamamen kapatıp, özel bir şirketolan Lapis Makro iş ortaklığına itfaiye işçileri peşkeş

çekildi. Aralık ayının sonuna kadar da 900 olan sayımız, çeşitlibaskılar ve ikna odaları sayesinde şu anki sayımız

olan 40’a düşürüldü. Geçen haftaBüyükşehir Belediyesi önünde direnişibırakmış olan, belediyeyle anlaşan arkadaşlaritfaiye direnişinin bittiğini söyleyerek yalanbeyanda bulunmuşlardır. Bunun sonucundamedyada itfaiye direnişinin bittiği haberleriyer aldı. Bunun akabinde hem TEKEL, hem deEsenyurt Belediyesi’nde çalışanarkadaşlarımıza destek vermek için ve direnişinbittiği yönündeki yalan haberlerin doğru

olmadığını göstermek için 2 günlük açlıkgrevi kararı aldık.

E.G.: Açlık grevine çıkmayı nedentercih ettiniz?

F.A.: Açlık grevini seçme amacımızöncelikle 163 günde kendimizi ifadeedemediğimiz noktalarda kendimizi ifadeetmek istedik. İtfaiye işçisi arkadaşlarımızlabirlikte olduğumuzu ve bundan sonra da

birlikte olacağımızı göstermek içinve TEKEL işçilerine destek olmakiçin açlık grevine başladık. Sendikalıveya sendikasız, işten atılmış veyaatılmamış tüm işçilerin bu türeylemlere, grevlere destek vermesiniistiyorum.

F.Z.: Başbakanla Türk İş BaşkanıKumlu görüşme yapacak. Açlık grevinebaşlamamızda asıl amacımız TEKEL

işçilerinin yanında itfaiye veEsenyurt Belediyesi çalışanlarınında bir bütün olarak kararabağlanması. Ancak bu görüşmedençıkacak sonuç ne olursa olsun bizimhaklı olan direnişimiz sonuç alanakadar devam edecek.

E.G.: Direnen işçiler olaraküniversite öğrencilerine söylemek

istediğiniz bir şey var mı?F.Z.: Direnişimizin

başladığı günden bugüneçalışma arkadaşlarımızdanalamadığımız desteği üniversiteöğrencilerinden ve sivil toplumörgütlerinden gördük. Geleceğişimdiden gören üniversiteöğrencileri mezun olduklarındakarşılaşacakları taşeron belasınışimdiden bertaraf etmek içinmücadelemize destek verip,savaşımıza ortak oldular.

F.A.: Üniversite öğrencileri direnişimizin genişlemesine destekverdiler. Mezun olduklarında işsiz kalacaklarını bildikleri için bizimyanımızdalar. Üniversite öğrencilerine bu tarz eylemleribırakmamalarını söylüyorum.

18

Açlık grevindeki İtfaiye ve

Esenyurt Belediye İşçileri ile konuştuk…

Page 19: Ekim Gençliği 123

19

Adana Çukurova Üniversitesi öğrencileri, üniversite yurdunda “eşek veat eti” yedirilmesine ve formasyon hakkının gaspedilmesine karşı yürüyüşve basın açıklamaları gerçekleştirdiler.

Öğrencilerden insanca bir yaşam talebi

Fevzi Çakmak Öğrenci Yurdu'nun yemekhanesinde öğrencilere at ve eşeketi yedirildiğinin ortaya çıkmasının ardından eyleme geçen öğrenciler 30 Aralıkgünü yurt önündeki yolu trafiğe kapatmışlardı. Öğrenciler eylemlerine 31Aralık günü de devam ederek Çukurova Üniversitesi yemekhanesi önündebasın açıklaması gerçekleştirdi.

“İnsanca bir yaşam, insanca bir yurt istiyoruz” pankartının açıldığı eylemdeyurt müdürü Nuri Küçük ve Rektör Alper Akınoğlu’nun istifaları istendi.

“Rektör sen de at eti ye!”, “AKP uşağı satılmış rektör!”, “Geliyor geliyorbüyük boykot geliyor!”, “Müşteri değil öğrenciyiz!” sloganlarının atıldığıeylemde yapılan açıklamada at ve eşek etini öğrencilere yediren zihniyetleözelleştirmeci zihniyetin aynı olduğu söylendi.

Kantinlerin, hastanelerin, yemekhanelerin birer birer satıldığına veyurttaki olumsuz koşullara değinilen açıklama şu sözlerle sonbuldu:“Bugün burada toplandık, yeter artık demek için. Sorulacakhesabımız var. Kabul etmiyoruz, sağlığımızı hiçe saymanızı, sattığınızyemekhanelerimizde bize eşek eti yedirmenizi kabul etmiyoruz. Çünkükurduğunuz oyunları yedirmeniz, eşek eti yedirmek kadar kolay değil artık.Geçit yok, ne AKP’yi ne de sağlığımızı pazarlayan rantçı yurt müdürüne geçityok!”

Öğrenciler eylemin ardından formasyon hakları için eylem yapan Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilerine destek için rektörlüğe doğru yürüyüşe geçtiler.Çukurova Üniversitesi'nde Eşek Eti Protestosuna Soruşturma!

Çukurova Üniversitesi'ndeki Fevzi Çakmak Öğrenci Yurdu öğrencilerininkendilerine at ve eşek eti yedirilmesini protesto etmelerinin ardından 18öğrenci hakkında soruşturma açıldı. öğrencilere soruşturma gerekçesi olarakeylem yapmaları ve yurt müdürünü küçük düşürücü slogan atmalarıgösterildi.

Soruşturmaların ardından yurt müdürlüğü öğrencilerin, maksadınıaştıkları belirtilen eylem nedeniyle yurt idare ve işletme yönetmeliğinin23’üncü maddesi gereğince ‘yurttan süresiz çıkarma cezası’ ilecezalandırılmaları gerektiği bildirilerek, 3 gün içinde savunmaları yazılıp,teslim edilmesi istendi. Yurt Müdür Yardımcısı Nuray Türkmen imzalısavunmada şu ifadelere yer verildi:

“Müdürlüğümüz öğrenci yemekhanesinde tek tırnaklı (at, eşek) etiyedirildiğini ve bu olayın medyada haber olmasının ardından bunu bahaneederek 29.12.2009 ve 30.12.2009 tarihlerinde akşam saatlerinde yapılaneylemlere aktif olarak katıldığınız ve bu hususta dış kapıda basın açıklamasıyapara idareyi boykot ettiğiniz; güvenlik görevlileri ve yurt personelinin yaptığıtespit ve nöbetçi memur tutanağıyla alınan ifadelerden anlaşılmış olup, yapılaneylemlerde ‘müdür istifa et, etini sen ye’ ve ayrıca ‘yönetim istifa’, ‘yemekhanekamulaştırılsın’, ‘taşeron firma istemiyoruz’ gibi sloganlar attığınız ve yürüyüşesnasında ‘insanca bir yaşam, insanca bir yurt istiyoruz’ yazılı pankart açarakyurdun huzur ve güvenliğini bozduğunuz, idare ve idarecileri küçük düşürecek,rencide edecek davranışlar sergilemeniz ve özellikle 30.12.2009 tarihli eyleminmaksadını aşmış olması nedeniyle işlemiş olduğunuz bu fiillerden dolayı yurtidare ve işletme yönetmeliğinin 23’üncü maddesi (b ve m fıkraları) gereği’yurttan süresiz çıkarma’ cezası ile tecziye edilmeniz gerekmektedir.Suçlamalarla ilgili savunmanızı yaparak 3 gün içinde teslim etmenizi ricaederim.”

Ekim Gençliği / Çukurova

Çukurova'da

eylem günü

Page 20: Ekim Gençliği 123

Sorunun nasıl ele alınması gerektiği, EKİM’in 259. sayısında yer

alan “Gençlik çalışmasının güncel sorunları” başlıklı

değerlendirmede açık bir şekilde ifade edilmiştir:

“Soruşturma-uzaklaştırma terörü (siyaset yasağıyla birlikte

eğitim hakkının gaspı) gençlik çalışmasının herhangi bir

politik gündemi olarak değerlendirilmemelidir. Önemi

bakımından, öğrenci hareketinin dönemsel olarak

karşısında duran ve elbette birbiriyle yakından

bağlantılı olan tüm diğer faaliyet gündemlerinden

(eğitimdeki özelleştirme politikasının

üniversitelerdeki yansımaları, harçlar, barınma

ve yaşam sorunları, sivil faşistlerin ve ulusalcı

çetelerin zaman zaman yoğunlaştırılan

saldırıları, ÖGB-polis terörü, YÖK ve 12

Eylül karanlığı, akademik ve bilimsel

düzeydeki düşüş, ulusal sorun ve

anadilde eğitim, emperyalist savaş ve

saldırganlık vb...) daha öncelikli olarak

tanımlanabilir. Ancak bununla, tüm

gündemlerden kopuk, dahası somut

bir gelişmeye dayanmayan bir

soruşturma-uzaklaştırma karşıtı

mücadele ve faaliyetten söz

etmiyoruz. Böyle bir yaklaşım

yalnızca güçlerin tükenmesine

ve mevcut imkanların heba

olmasına yol açar. Elbette ki

aslolan, somut bir gelişmeye

dayanan ve gerek toplumsal

açıdan gerekse öğrenci

hareketinde öne çıkan

özgün gündemlerle

dolaysız bağlarını kuran

bir mücadele ve

faaliyeti

örgütleyebilmektir.”

Devlet tüm kurumlarıyla devrimci mücadeleyi ezmek, gelişen işçi veemekçi hareketliliklerini sindirmek ve gelişen sınıf hareketiyle devrimci

mücadelenin bağ kurmasını engellemek için her türlü yöntemi kullanıyor.Toplumsal muhalefetin, devrimci faaliyetin karşısında devlet terörünün

tırmandırıldığı, polis cinayetlerinin arttırıldığı bir süreçten geçiyoruz.Sermaye devletinin, bu baskı ve sindirme projesinin gençlik mücadelesine

dönük en yoğun kullandığı saldırı silahı soruşturma ve cezalar artarak devamediyor. Bir yandan da mahkeme halkası bu sürece eklenmiş durumda.

Geçtiğimiz dönem boyunca birçok üniversitede soruşturmalar açıldı.Uzaklaştırma cezalarıyla ilerici, devrimci öğrenciler üniversite kapılarının dışında

bırakıldı. Soruşturmalar sonuçlanmadan üniversiteye girişler yasaklandı. Polis,üniversite kampüslerini, kültür merkezlerini işgal edip öğrencileri gözaltına aldı.

Birçok üniversite öğrencisi ev ve yurt baskınlarında gözaltına alındı. Bunların birçoğututuklu yargılanıyor. Yazın harçlara gelen zamlara karşı eyleme katılan 40 öğrencinin

davası sürüyor. Bu tablodakiler gençlik mücadelesinin önünü kesmenin, hak aramamücadelesini engellemenin, gençlik kitlelerini sindirmenin vardığı noktayı

resmetmektedir.Üniversiteler soruşturuyor, mahkeme yargılıyor!

Üniversiteler soruşturma yağdırıyor! Geçtiğimiz döneme birçok üniversitedeöğrencilere kesilen “cezalarla” başlamıştık. İstanbul’a baktığımızda İÜ’de 54 öğrenciye

toplam 14 yıl 9 ay uzaklaştırma verilmişti. YTÜ’de 15 öğrenciye açılan soruşturmalarsonuçlanmadan 3 öğrencinin üniversiteye girişleri engellenmeye başlanmıştı. Dönem içerisinde

de yine üniversiteler soruşturma yağdırmaya, uzaklaştırmalarla öğrencilerin eğitim hakkını gaspetmeye, devrimci faaliyeti engellemeye dönük saldırılarını sürdürdü.

Geçtiğimiz dönemden bu eğitim dönemine kalan bilanço: YTÜ yönetimi soruşturmalarkonusunda koşuyu en önde sürdürenlerden. YTÜ her türlü ifade özgürlüğüne ve mücadele yöntemine

karşı bu saldırıyı kullanıyor. Yeni dönemde uzaklaştırmalara maruz kalan öğrencilerin yanındaakademisyenler de bu saldırıdan payını almış durumda. YTÜ’de yaklaşık 15 öğrenciye 1 haftadan 1

yıla kadar uzaklaştırma verilmiş bulunuyor. Marmara Üniversitesi’nde yaşanan faşist saldırı sonrasında yaklaşık 30 ilerici-yurtsever öğrenciye

soruşturma açıldı. Soruşturmalar sonuçlanmadan üniversiteye girişler engellenmeye çalışıldı. Kocaeli Üniversitesi’nde Aydın Erdem’in katledilmesinin ardından gerçekleşen eylem nedeniyle 24

devrimci-demokrat-yurtsever öğrenciye “okulun huzurunu bozmak”, “toplumu kutuplaşmalara teşvik etmek” vb.gerekçeler sunularak soruşturma açıldı. Ayrıca 40 öğrenciye açılan üçer tane soruşturmaların sonucunda 13 öğrenci

uzaklaştırmalara maruz kaldı. Osmangazi Üniversitesi’nde “Başka bir OGÜ mümkün” başlığıyla yürütülen çalışmalar kapsamında yapılan basın

açıklaması ve kart yollama eylemlerinin ardından rektörlük tarafından eylem “yasadışı” ilan edilip 20 öğrenciyesoruşturma açıldı. Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde kriz gündemli yapılan toplantı sonrasında onlarca öğrenciye soruşturma açıldı. 7’si bir

dönem olmak üzere 23 öğrenciye uzaklaştıma verildi. Çukurova Üniversitesi’nde bulunan yurdun yemekhanesinde at ve eşek eti kullanıldığının ortaya çıkmasının ardından protesto

gösterisi gerçekleşti. Gerçekleşen eylemde insanca bir yurt talebi vb. sloganların yurt müdürünü küçük düşürdüğü iddia edilereksoruşturma açıldı.

DTCF’de de gündelik yürüyen faaliyetin yasadışı olduğu bahanesiyle hem soruşturma açıldı, hem de bir ay boyunca ailelerarandı. 10’u aşkın öğrenciye soruşturma açıldı.

Polisin yönlendirmesiyle üniversite dışında yaşanan olayların sonucunda da soruşturmalara başvurmaktan geri durmuyorlar.20

Soruşturmalara ve baskılara karşı birleşik bir mücadele

acil bir ihtiyaçtır!

Soruşturmalar, tutuklamalar,

baskılar bizi yıldıramaz!

Page 21: Ekim Gençliği 123

YTÜ, metrobüs zammına karşı yapılan eylemlerekatılmaktan soruşturma açarken, MarmaraÜniversitesi’nde yaşanan faşist saldırının ardındanarkadaşlarına desteğe giden öğrencilere de kendiokullarından soruşturma açıldı.

Mahkemeler yargılıyor! Mahkeme vetutuklama süreci, öğrencilere dönük baskı vesaldırıların diğer bir ayağını oluşturuyor. Yazdöneminde harçlara %500’lere varan zam planıkarşısında birçok eylem gerçekleşmişti. Genç-Sentarafından Ankara’da düzenlenen eyleme katılanlar,polis saldırısıyla karşı karşıya kaldılar. Bu eylemekatılan 40 Genç-Sen üyesine 6 yıla varan hapiscezası istemiyle dava açıldı.

Birçok gerekçeyle gözaltına alınan üniversiteöğrencileri geçtiğimiz haftalarda tutuklandılar.Bunlardan Trakya Üniversitesi’nden 3 GençlikDerneği üyesi öğrencinin tutuklanma gerekçeleriyanlarında bulunan fotoğraf, parasız eğitim talepeden bildirilerdi. Van’da ev ve yurt baskınlarısonucunda 21 öğrenci gözaltına alındı, bunlardan11’i tutuklandı. Diyarbakır’da Aydın Erdem’inkatledilmesi üniversite ve kent merkezlerindeprotesto edildi. Bu eylemlere katılan birçok öğrencigözaltına alındı, bunların da bir kısmı tutuklandı.

Sokak ortasında pervasızca kurşun yağdıran,bu hakkı yasalarca genişleten sermaye devletiüniversiteleriyle de mahkemeleriyle de devrimci-ilerici öğrencileri kıskaca almaya çalışıyor. Butablo saldırının boyutunu göstermektedir vekorkularının vardığı noktayı işaret etmektedir.

Soruşturmalara karşı mücadele

sermayenin saldırılarına verilecek tok bir

yanıt olacaktır!

Sermaye sınıfının bu saldırısına yanıt üretmek,toplumun birçok kesimine dönük farklı saldırılarakarşı da mücadele bayrağını yükseltmek demektir.Bu çalışma hattımız kendinden menkul birsoruşturma-ceza karşıtlığı değildir, olmamalıdır.Bu saldırılar parasız eğitim isteyen, ulaşımzamlarına karşı eylem yapan, halkların kardeşliğinisavunan, işçi ve emekçilerin mücadelesinisahiplenen, emperyalist savaşlara dur diyen,devrim ve sosyalizm mücadelesini yürüteninsanlara yapılmıştır. Aslında bu cezalar budüşüncelere, bu eylemlere, bu mücadelelerekesilmiştir. Aslında bu soruşturmalar toplumunüzerinden geçen 12 Eylül darbesinin postal izleri,sorgusuz infazların kurşunları, kirli savaşlarınmayın tarlasıdır. Tüm bunlar mücadele hattımızın

eksenini belirginleştirmektedir. Söz-eylem-örgütlenme noktasında kararlılık, soruşturma vecezalara verilmiş birer cevaptır zaten.

Bu sorunların yaşandığı yerlerde tümöğrencilerin gündemine sokacak vesahiplenmelerini sağlayacak şekilde faaliyete konuetmenin ötesinde, sorunun bire bir muhatabıolmayan yerlerde de gündemleştirmek hemsorunun sahiplenilmesi, hem ortak bir tepkigeliştirilebilmesi açısından temel bir hedefolmalıdır. Mutlaka bu saldırılara karşı mücadeleyitoplumsal gelişmelerle ve gençliğin kendigündemleriyle bağ kurarak işlemeliyiz. Neticedebu saldırılar tam da toplumsal sorun vegündemlerle ilgili mücadeleyi yükseltmeyeçabalayan kesime dönük yürütülmektedir. Buradanyola çıkarak saldırıların aslında temel hak veözgürlüklerimize, geleceğimize yapıldığının altınıçizmeliyiz. Yanı sıra, sermayenin saldırılarınamaruz kalan ve buna karşı mücadele eden diğerkesimlerle bağlar kurulmalı, ortak mücadeleeksenleri oluşturulmalıdır.

Sermaye devletinin soruşturma-ceza saldırısıkarşısında iki temel noktayı göz önüne alarakhareket etmek gereklidir. Birincisi, birleşik birmücadelenin önemi görmezden gelinmemeli, busüreci geri püskürtebilmenin topyekün bir karşıkoyuşla gerçekleşebileceği sorumluluğuyla hareketedilmelidir. Birçok gençlik örgütü tarafından busaldırı sadece “cezaya maruz kalan” öğrencininsorunuymuş gibi algılanmakta, “gençliğin gündemideğil” denilmektedir. Bu yaklaşımın sahiplerigenelde süreçlerin dışında kalmaktadırlar. Oysa heradımda görüldüğü üzere bu tam da genel gençlikkesiminin gündemidir – birçok gündemihissetmediği gibi, bunu da yakıcı olarak hissetmesebile–. Bu sorunun bu şekilde kavranmaması busorunla bire bir muhatap gençlik örgütleri için dahitali kalmaktadır. Ama görülmelidir ki devrimciöğrenciler üniversitelerin dışına itilerek, devrimcifaaliyet engellenerek gençliğin “kendi” alanlarıonlara kapatılmaktadır.

Sorunun nasıl ele alınması gerektiği, EKİM’in259. sayısında yer alan “Gençlik çalışmasınıngüncel sorunları” başlıklı değerlendirmede açık birşekilde ifade edilmiştir: “Soruşturma-uzaklaştırmaterörü (siyaset yasağıyla birlikte eğitim hakkınıngaspı) gençlik çalışmasının herhangi bir politikgündemi olarak değerlendirilmemelidir. Önemibakımından, öğrenci hareketinin dönemsel olarakkarşısında duran ve elbette birbiriyle yakından 21

Soruşturmalara ve baskılara karşı birleşik bir mücadele

acil bir ihtiyaçtır!

Soruşturmalar, tutuklamalar,

baskılar bizi yıldıramaz!

Uzaklaştırma

cezasına maruz kalınan

tüm üniversiteler

“Soruşturmalar, cezalar

geri çekilsin. Eğitim

hakkımız engellenemez!”

şiarıyla direniş alanına

çevrilmelidir. Alternatif

dersler, etkinlikler,

forumlarla, eylemlerle

üniversitelerin önü

mücadele mevzisine

dönüştürmelidir.

Page 22: Ekim Gençliği 123

bağlantılı olan tüm diğer faaliyet gündemlerinden (eğitimdekiözelleştirme politikasının üniversitelerdeki yansımaları, harçlar,barınma ve yaşam sorunları, sivil faşistlerin ve ulusalcı çetelerinzaman zaman yoğunlaştırılan saldırıları, ÖGB-polis terörü, YÖK ve12 Eylül karanlığı, akademik ve bilimsel düzeydeki düşüş, ulusalsorun ve anadilde eğitim, emperyalist savaş ve saldırganlık vb...) dahaöncelikli olarak tanımlanabilir. Ancak bununla, tüm gündemlerdenkopuk, dahası somut bir gelişmeye dayanmayan bir soruşturma-uzaklaştırma karşıtı mücadele ve faaliyetten söz etmiyoruz. Böyle biryaklaşım yalnızca güçlerin tükenmesine ve mevcut imkanların hebaolmasına yol açar. Elbette ki aslolan, somut bir gelişmeye dayanan vegerek toplumsal açıdan gerekse öğrenci hareketinde öne çıkan özgüngündemlerle dolaysız bağlarını kuran bir mücadele ve faaliyetiörgütleyebilmektir.”

İkinci noktası ise bu saldırı geri püskürtülene kadar sistematik birfaaliyet örülmesi ihtiyacıdır. Sadece mahkeme sürecine sıkışan değil,sadece kamuoyu oluşturmaya sıkışan değil. Elbette bunların hepsininbir mücadele yöntemi olduğunu unutmadan tüm bu kanallarıkullanarak saldırı süreci geri püskürtülene kadar ısrar ve irade iledevam edilmelidir. Kamuoyu ayağını oluşturmak da bir o kadarönemli yerde durmaktadır. Geçtiğimiz sene ve ilk dönemki süreçlerdekendi adımıza eksik kaldığımızı söylememiz gereken yan burası oldu.Bu saldırı karşısında toplumsal muhalefeti oluşturmak, etki alanınıgenişletmek, sorunu topyekun mücadele gündemine taşımak açısındanbüyük bir önem taşıyor. Aydın ve sanatçılar, kitle örgütleri, sendikalar,meslek odaları mutlaka bu sürecin parçası yapılmalıdır. Eğitim-Sen’ibu süreçte mutlaka harekete geçirmeliyiz. Eğitim-Sen’in destekolduğunu belirtmesi yetersizdir. Hele ki akademisyenlere ve araştırmagörevlilerine dönük de benzer bir saldırı süreci varken aktif bir unsurolmalarını sağlamalıyız.

Genç-Sen baskı politikalarına karşı etkin bir hat

oluşturmalıdır!

Gençlik alanındaki özneler açısından ise iddialı olan her kesimsoruşturma-uzaklaştırma saldırısının, doğal olarak buna karşımücadelenin ilk elden muhatabıdır. Halihazırda Genç-Sen’li 40öğrenciye açılan dava ile Genç-Sen’in kapatma davası sürüyor. Söz-eylem-örgütlenme hakkına dönük bu iki süreç önümüzdeki dönemGenç-Sen’in yüklenmesi gereken temel gündemlerdir. Soruşturmalar,cezalar, harç zammına karşı eyleme katılan 40 öğrenciye dönük dava,Genç-Sen’in kapatma davası süreçleri birlikte ele alınmalı, bu saldırısüreçlerini geri püskürtecek merkezi bir kampanyayadönüştürülmelidir. Şimdiye kadar bu süreçlere eylemlerle,açıklamalarla yanıt üretilmeye çalışıldı. İşçi sınıfı cephesindendirenişlerin toplumun havasını değiştirmeye başladığı bir dönemde,merkezi bir Genç-Sen kampanyası ve geniş kitle desteğini hedefleyenbir direniş hattı Genç-Sen payına da ertelenemez bir sorumluluktur.Bu çerçevede “Soruşturmalar, tutuklamalar, baskılar biziyıldıramaz!”, “Söz-eylem-örgütlenme hakkımız engellenmez!” şiarları,paralı eğitime ve geleceksizliğe karşı taleplerle bütünleştirilerek elealınabilir. Şayet hem örgütlülüğe dönük saldırıları püskürtmesorumluluğu, hem de örgütlülüğü büyütme hedefi boş bir iddia olarakkalmayacaksa Genç-Sen için böylesi bir çalışma zorunlu hale gelmişdemektir.

Geçtiğimiz dönemde “Harç zamlarına karşı mücadelemizyargılanamaz!” şiarıyla birçok ilde gerçekleştirilen eylemler, buyönde atılmış anlamlı adımlardır. İkinci dönemin başında bu şiar tümüniversitelere taşınmalıdır. Harç paralarının yatırılma süreçleri harçzamlarının, paralı eğitim saldırılarının, geleceksizliğin ve mahkemesürecinin gündemleştirildiği bir süreç olarak değerlendirilmelidir.Genç-Sen bu saldırı süreçlerine karşı mücadelenin aktif bir unsuruolma sorumluluğunu omuzlarında hissetmelidir.

Soruşturmalara karşı birleşik mücadeleye!

Genç komünistler, kolay başarılar beklemeksizin soruşturma-uzaklaştırma saldırısına karşı mücadeleyi büyütmeyi sürdürecekler.Yeni dönemde bu çok daha yoğun ve ısrarlı bir çabanın konusu

olabilmelidir. Bu çerçevede uzaklaştırma cezasına maruzkalınan tüm üniversiteler “Soruşturmalar, cezalar geriçekilsin. Eğitim hakkımız engellenemez!” şiarıyla direniş

alanına çevrilmelidir. Alternatif dersler, etkinlikler, forumlarla,eylemlerle üniversitelerin önü mücadele mevzisine dönüştürmelidir.

Öncelikle bu direnişlerin yürütüldüğü üniversitelerde faaliyetsürekli ve ısrarlı bir şekilde örülmelidir. Soruşturma ve cezasaldırısının ardından üniversitelerin içlerindeki baskı ve terörarttırılıyor. Buralardaki faaliyetin devamlılığı, örgütlenmeçalışmalarının sürdürülmesi, saldırının püskürtülmesi açısından enöncelikli adımlardan biridir.

Bu saldırıların yakıcı bir şekilde yaşanmadığı üniversitelerde isebu sorunun gündemleştirilmesi sorumluluğuyla hareket etmeliyiz.Soruşturmaların ve her türlü baskının herhangi bir üniversitedeyaşanır yaşanmaz diğer üniversitelerde de gündemleştirilmesi, reflekseylemler oluşturulması saldırıya karşı verilecek mücadelenin önemlibir yanıdır. Sorunla bire bir muhatap olmayan bir alandan yükselecekses ve tepki, destek çalışması, bir yerde süren direnişi güçlendirecek,saldırının boşa düşmesini sağlayacak bir halka olacaktır.

Üniversitelerde yürüyen direnişler ve çalışmalar, il merkezlieylem ve etkinliklerle de bütünleştirilmelidir. Böylece hem kamuoyuoluşturma hem de desteği genişletme hedefi taşınmalıdır.

Yürüttüğümüz çalışmanın sermayenin saldırına maruz kalan işçisınıfı ve emekçilerle bağ kuran bir ayağı mutlaka olmalıdır. Başta dadediğimiz gibi bu saldırı topyekün bir saldırının bir parçasıdır.Verilecek yanıt da ortak bir zeminde olabilmelidir. Soruşturmalarakarşı yürüttüğümüz direnişler süregiden direnişlerle birleştirilebilmeli,

ortak hareket edebilmenin mekanizmaları (örneğinplatformlar, komiteler vb.) oluşturulmalıdır. Ayrıca

soruşturmalara karşı yürüyen direnişlere, çalışmalaradestek-dayanışma eksenli birliktelikleroluşturulmalıdır.

Son olarak bir kez daha belirtelim ki güncelgelişmeler ve özgün sorunlarla bağı üzerinden soruşturma-

uzaklaştırma saldırısına karşı mücadele, önümüzdeki dönemdaha yoğun bir şekilde yükleneceğimiz bir alandır. Kendi

adımıza üniversitelerde siyaset yapma hakkına dönüksaldırıları püskürtmek için ceza sürelerinin dolmasını hiçbiryerde beklemedik, beklemeyeceğiz. Yeri gelmişken gençlik

içindeki tüm siyasi öznelerin soruşturma-uzaklaştırmasaldırısına karşı birleşik mücadeleyi örgütleme

sorumluluğuyla yüz yüze olduklarını da burada yinelemekistiyoruz. Egemenlerin, üniversiteleri suskunluğun kalelerine,

“dikensiz gül bahçeleri”ne çevirmebaşarısına artık bir son vermek için

zorlu, fakat aynı oranda onurlu vezorunlu bu görev tüm yakıcılığı ileorta yerde duruyor. Gelinen yerde

bu görevi omuzlayıpomuzlamamak politik gençlik

kitlesinin iddiasını ve ciddiyetinibelirleyecektir.

Ekim Gençliği

22

Page 23: Ekim Gençliği 123

Sermaye devleti 2009 yılını, kendisi için temel sorun olarakgördüğü Kürt sorununu “çözme” çabasıyla, daha doğrusu PKK’yitasfiye ve Kürt halkını tahakküm altına alma manevralarıyla geçirdi.Düzen güçleri bir taraftan Kürt halkına “açılım” adı altında sahtehayaller sunarken, bir taraftan da Kürt halkına dönük imha ve inkarpolitikası temelinde her türden saldırılarına devam etti. Kürt halkı isebu sahte hayallere ve saldırılara karşı cevabını yine sokaklarda vealanlarda verdi. Newroz’dan Öcalan’ın cezaevi koşullarınınağırlaştırılmasına ve DTP’nin kapatılmasına kadar birçok süreçteyapılan eylemlikler ve sokak çatışmaları Kürt halkının devrimcidinamizmini bir kez daha açığa çıkardı.

Geçtiğimiz yıl seçimlerden önce Kürt halkına bir takım kırıntılarvererek onların oylarına göz diken AKP hükümeti seçimlerden sonraKürdistan’da bir hezimet yaşamış, bu durumun sonucunda ise planlıbir şekilde çeşitli illerde KCK’ya dönük gözaltılar ve tutuklamalargerçekleştirmişti. Ancak sonrasında kapsamlı bir “açılıma” girişensermaye düzeni, gerek ABD’nin Irak’ta ona biçtiği aktif taşeronluğuyapabilmek, gerekse Kürt coğrafyasında ucuz iş gücü yaratabilmeaçısından bir proje ortaya atmıştı. İlk başlarda “Kürt açılımı” olaraklanse edilen bu proje, sonrasında CHP ve MHP’nin yaratmış olduğuşovenist havayla birlikte “demokratik açılıma”, ardından ise “millibirlik ve beraberlik projesi”ne dönüştü. Buprojeyle birlikte toplumda ve Kürt halkınezdinde sorunun bu yolla çözülebilineceğihissiyatı yaratılmıştı. Gerek DTP, gereksePKK ve Abdullah Öcalan dönem dönemdüzenin bu adımlarının anlamlı ve sorununçözümü noktasında önemli adımlar olacağınısöylemişlerdi. Hatta yaratılan o iyimserhavayla birlikte dağdan gerillalar indirilmiş,böylece bu sürece PKK cephesinden de karşıbir adım atılmıştı.

Kürt halkının dağdan inen gerillaları kitlesel bir şekildekarşılaması ve sahiplenmesi, düzeni bir kez daha açmaza soktu. Biryandan Kürt halkında büyük bir coşku yaşanırken, diğer yandanTC’nin yıllardır topluma verdiği şovenizm zehri bir kez daha tavanyapmıştı. Düzen ağzından bir bütün olarak bu olayın kabullenilemezolduğu, hatta gerekirse açılımdan başa dönüleceği tehditleri savruldu.Sokaklarda ise bir kez daha ırkçı faşistlerin güç gösterileri, linçgirişimleri baş göstermiş, paralelinde ise devletin Kürt halkına dönükgözaltı, tutuklama ve infazlar bir ivme kazanmıştı. İzmir’de veÇanakkale-Bayramiç’te yaşanan olaylar, Aydın Erdem’in katledilmesi,Kürt çocuklarının tutuklamalarının devam etmesi bu süreçte yaşananbelli başlı olaylardı.

Düzen saldırılarını öylesine arttırmıştı ki DTP’ye yönelik uzunzamandır devam eden kapatma davası bir anda gündeme gelmişti.Anayasa Mahkemesi on ikiye karşı sıfır oyla DTP’yi kapattı. AhmetTürk ve Aysel Tuğluk’un milletvekillikleri düşürüldü. Mardinmilletvekili Ahmet Türk ve Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk dahil37 kişiye 5 yıl boyunca siyaset yasağı getirilmesine karar verildi.

Hızını alamayan sermaye devletinin saldırılarının bir sonrakiayağı ise 24 Aralık sabahı Diyarbakır merkezli olarak 11 ildegerçekleştirilen operasyonlar oldu. Ağırlığını belediye çalışanlarınınoluşturduğu birçok BDP’li ve eski DTP’li gözaltına alındı. 26 Aralıkgünü Diyarbakır’da savcılığa çıkarılan 36 kişiden 28’i mahkemeyesevkedildi. Aralarında Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı veeski DEP milletvekili Hatip Dicle’nin de bulunduğu 23 kişi

tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ardından Batman’da ve Van’da datoplam 24 kişi hakkında tutuklama kararı verildi. Böyleceoperasyonlar kapsamında şu ana kadar tutuklananların sayısı 47’yeyükselmiş oldu. Sermaye düzeni bir kez daha imha ve inkara dayalıyüzünü Kürt halkına göstermiş oldu.

Bu yaşanan gelişmelerle birlikte amaçlanan tasfiye ve tahakkümprojesi Kürt halkı nezdinde bir direniş ve başkaldırıyla karşılandı.Yaratılmak istenen “çözüm” havası bir anda bu sokak direnişleriylebirlikte hayatın gerçekliğine çarpmış oldu.

Son süreçte ise inandırıcılığını iyiden iyiye yitiren bu sahtehayaller projesine devam edildiğini göstermek adına AKP hükümetibir dizi yasa tasarını meclise göndermeyi düşünüyor. İçişleri BakanıBeşir Atalay, “demokratik açılım” ile ilgili yasa tasarılarının Ocakayının ortasında Meclis’e geleceğini söyledi. Ayrıca milletvekillerinetek tek “açılım” anlatılacak, önerileri dinlenecek. 81 ilde paneller,seminerler düzenleneceğinden bahsetti. “Kamu düzeni ve GüvenliğiMüsteşarlığı”nın kurulmasından “Terörle Mücadele KoordinasyonKurulu” oluşturulmasına kadar meclise gönderilecek birçok yeni yasatasarısı, aslında içeriğine bakıldığında bir hak kırıntısı dahi olmayıp,güvenlik güçlerinin faaliyetlerinin koordinesini sağlamak, kirli savaşı

daha da yoğunlaştırmak, hak ve özgürlükleridaha da kısıtlamak amaçlıdır.

Diğer bir yandan ise “İnsan HaklarıKoruma ve Ayrımcılığı Önleme Kurulu”nunoluşturulması ve BM İşkenceyi ÖnlemeSözleşmesi ek protokolünün Meclis’egetirilmesi, böylece AB’den gelecekinceleme komisyonlarına Türkiye’de gözaltıve tutuklama merkezlerini ziyaret imkanısağlayacak yasa tasarısı da gündeme alındı.Bu iki yasa tasarısı da “açılım” kapsamındameclise gönderiliyor. Ancak bakıldığı zaman

her ikisi de “AB’ye uyum” programında zaten çıkarılması gerekenzorunlu tasarılardır. Ancak AKP hükümeti bunları “açılım”kapsamında göstererek Kürt halkı nezdinde inandırıcılığı kaybolmuşeski havayı tekrardan yaratmak istiyor. Kaldı ki daha önce “AB’yeuyum” adı altında çıkarılan birçok yasa ne Kürt halkı üzerindeki imhave inkar politikalarına son vermiş, ne de işçi ve emekçiler için bir hakkazanımı sağlamıştır. Bugün düzen tarafından atılan adımların hepsiverilen mücadele sonucundaki kazanımlardır.

Sermaye düzeni 2009’da bir yandan içeride ve dışarıda gözaltı,tutuklama ve infazlarını sürdürürken, 2010’da da meclise gönderdiğiyasa tasarıyla birlikte Kürt halkı üzerinde tekrardan yanılsamalaryaratarak, Kürt halkının bilincini bulandırmak niyetindedir. Bu sayede“açılım projesi”nin temel hedefi olan, PKK’nin tasfiyesini ve Kürthalkını tahakküm altına almayı başarmak istemektedir.

Kürt halkı düzenin tüm bu tasfiye ve inkar politikalarına rağmen,sokakta ve barikatta sergilediği mücadeleyle bu sahte hayallerekanmayacağını göstermiştir. Bugün Kürt sorunu güçlü bir toplumsaltemele sahiptir. Ancak bu mücadele doğru devrimci bir kanaldan veTürkiye’nin işçi ve emekçilerinin mücadelesiyle birleştiği orandagerçek anlamıyla başarıya ulaşabilecektir. Kürt halkının direnişinintasfiyesiden kararlı olan sermaye düzenine karşı bizler de Kürt işçi veemekçileriyle birlikte mücadele etmeli, onların ulusal eşitlik, özgürlükve gönüllü birlik temelinde taleplerini sahiplenmeliyiz.Ancak bu şekilde gerçek kalıcı bir barış ve kardeşliğekavuşuruz. 23

2010’da Kürt halkıyla

devrimci dayanışmayı

yükseltelim!

Page 24: Ekim Gençliği 123

İkinci emperyalist paylaşım savaşı emperyalizm karşısındaSovyetler’in onurlu zaferi ile sonuçlandı. Hitler komutasındaki faşisttaburları durduran ve gerisin geriye Avrupa’ya süren Sovyetler, sadeceişgalcileri değil, tüm emperyalist saldırganlığı yenilgiye uğrattı. Bubenzersiz bir özveri ile kazanılmış bir zaferdi ve esasen faşizminyenilgisi de kapitalist sistemin yenilgisiydi. İşgalcilerin geri sürüldüğücoğrafyalardan, Almanya’nın doğusunda ve bir dizi başka ülkedeproletaryanın siyasi iktidarı alması ve ezilen halkların kurtuluşu, buzaferin somut bir yüzüydü. Bu yüz emperyalistlerce de çok iyibellendi: Ezilen halklar ve dizginsizce sömürülen proleterler içingerçek barış ve insanca bir yaşam ancak sosyalizm ile gelebilirdi.Sovyetler'in zaferi ve ardından onu takip eden işçi iktidarları, dünyadasosyalizmin itibarını yükseltti ve onun kapitalizm karşısında gerçek vetek alternatif olduğunu gösterdi. Avrupa’da kapitalizmin kaleleridevrim dalgası ile irkildi ve işçilerin kurtuluş umudu karşısındakomünizm tehlikeli bulundu.

Eli kanlı anti-komünist çete: NATO

17 Mart 1948’de Belçika, Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda veLüksemburg arasında imzalanan Brüksel Anlaşması, komünizmtehdidi karşısında Sovyetler Birliği’ne karşı yapılananAvrupa kökenli anti-komünist blokun ilk adımıdır.Tehdit, burjuvazi diktatörlüğünde sömürülmekte olanmilyonlarca Avrupalı işçi ve emekçinin kızıl bayrakaltında özgürleşmesi ve emperyalist egemenliğe kendicoğrafyalarında son vermeleri tehdidiydi. Blok iseburjuvazinin egemenliğini koruyabilmek için önününalınması gereken sosyalizm ile savaşacaktı. Açıkçagörüleceği gibi söz konusu blok coğrafi bir ortaklıktanziyade, anti-komünist tanımını layıkıyla doldurarakkapitalist sömürünün sürekliliğine adanmış emperyalistbir çeteydi. 20 yüzyıla damgasını vuran “Soğuk Savaş”ile Sovyetler Birliği’nin karşısına kapitalist iktisatmodeli, bilimi ve kültürü ile çıkan, dünyanın dört biryanında ezilen halklarca ve sömürülen proleterlercelanetlenmiş ve emperyalizmin dünya ölçeğinde sömürüpolitikalarının yürütücüsü kan emici ABD’nin 4 Nisan1949'da birliğe katılması ile çetenin amacı açıkça ortayaserilmişti. Çete Amerikan sermaye devletinin katılımınınardından, kanlı tarihi ile hafızalara kazınacağı NATO(Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü) adını almıştır.

NATO’nun gizlenen yüzü kontra

örgütlenmeler!..

Komünizm tehlikesine ve Sovyetler’e karşı anti-komünist bir savunma örgütü olarak kendini ilan eden NATO,icraatlarına da devrimci güçleri ve emek örgütlerini hedef alarakbaşladı. Zira onlar sosyalist kurtuluş umudunun en canlı yandığıyerlerdi ve saldırılar kapitalistler açısından sömürü politikalarının daönünün açılması anlamına geliyordu. NATO üye olan veya olmayanülkelerde katliamlara, faşist darbelere ve cinayetlere imza atarken,İtalya’daki Gladio gibi katliamcı çeteleriyle emperyalizmin gözünüdiktiği coğrafyalarda toplumsal mücadelelere, ulusal kurtuluşsavaşlarına saldırarak milyonlarca yurtseveri, devrimciyi ve komünistikatletti. Emperyalizm anti-komünist mücadelesini bir yandan ideolojiksaldırıları ile yürütürken proleterlerin kulaklarına hurafeler

fısıldıyordu. Diğer yandan ise doğrudan gözleri açılmış,mücadeleye adanmış insanları NATO ve onun cinayetşebekeleri ile katlederek tarihini kanla yazıyordu.

Emekçilerin kanıyla emperyalist pazarlık…

NATO ile Türkiye’nin ilişkilerine gelirsek, sözde bir üyeliktarihinden bahsetmek emperyalizm ile Türkiye burjuvazisinin bağınıbayağı bir imzaya indirgemek olur. Zira apaçık ortada olduğu gibiemperyalist efendilerin saldırı birliği, daha etkin bir sömürü ve güçlübir egemenlik için vardı. Böyle bir çetede de bal tutan parmağınıyalayacaktır. Sermaye devletinin de daha üyelik bile ortada yokkenKore’ye emperyalist savaş aygıtı hizmetinde asker yollaması veABD’den sonra en fazla kayıp veren ikinci ülke olarak emekçilerinkanıyla pazarlığa oturması bunun en açık ifadesidir. Ardından iseemperyalist uşaklık mükâfatlandırılmıştır. Zira '50’ler Türkiye’deburjuvazinin iyice semirdiği emperyalizm ile kopmaz bağlarıngüçlendiği bir dönemin başıdır. Türkiye’nin NATO’ya girmesinigerekli gören resmi devlet açıklaması şöyleydi: “Dünyanın hertarafında demokratik milletleri pek haklı olarak endişeye düşürenbüyük tehlike karşısında memleketimizin dış emniyetini korumakgayretimiz bu antlaşmaya iltihakımızla (katılma) pek müspet birinkişaf (gelişim) kaydetmiş olacağı gibi, devletlerin tam eşitlik vebağımsızlık içinde gelişmeleri prensibi de böylece büyük ölçüde

takviye edilmiş bulunacaktır.”Emperyalistler yeni katliamları 1-5 Şubat’ta

İstanbul’da planlıyorlar!

Geçen 60 yılda Sovyetler Birliği fiilen de sonlandıve Avrupa’da devrimci güçler yıllar süren katliamlarve baskılar ile ikinci plana düştüler. NATO iseemperyalizme daha geniş bir coğrafyada hizmetediyor. Savaş aygıtının süreli yayını NATOReview’deki bir alt başlık olan “Kosova’dan Kabil’eve ötesine” de emperyalizmin, savaş aygıtına bugünne için başvuracağı ifade ediliyor. Zira artıkemperyalizm NATO’ya Ortadoğu, Balkanlar,Kafkaslar’da ihtiyaç duyuyor. Bu bölgelerin kesişmenoktasındaki Türkiye ise bugün emperyalizmin temelbir üssü konumundadır. Bununla birlikte artık aktiftaşeronluk ve stratejik ortaklık ile sermaye devletininarkası da, Türkiye burjuvazisin konumu da dahasağlamdır. Emperyalizmin tablosundaki bu kareninemekçiler açısından anlamı ise daha fazla işgal vekandır.

1-5 Şubat’ta İstanbul’da NATO genel sekreterininkatılımıyla gerçekleştirilecek gayrı resmi toplantınınkapsamı şüphesiz ki Irak, Afganistan gibi işgalbölgelerinde emperyalist politikaların seyri ve yeni

işgaller olacaktır. Emekçilere bu görüşmelerden çıkacak olan isesermaye devletinin kanımız ile yapacağı pazarlıkları ardından işgalbölgelerinde barbarlıktır, ellerimizin kardeş halkların kanınabulanmasıdır.

Emperyalist barbarlığın karşısında halkların kardeşliğinihaykırmak, Ortadoğu’da işgalci olmamak bugün insan olmaktır.Bugün insan olmanın sorumluluğu, kardeş halkların dökülenkanlarının hesabını sormak, emperyalizmin Amerikancı askeridarbelerle, polis-devlet ve sivil faşistler eliyle katlettiklerinin bedeliniödetmek, devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmektir. 1-5Şubat’ta barbarları karşılamak ve insan olduğunu hatırlamak isteyentüm emekçileri mücadelemize çağırmak için İstanbul sokaklarındaolacağız!

Emperyalist barbarlığın işgal gücü NATO’yu

İstanbul'da emekçilerin ve gençliğin kavga

çağrılarıyla karşılayalım!

24

Page 25: Ekim Gençliği 123

Yakın zamanlarda sıklıkla televizyonlardaizlediğimiz linç görüntüleri bizlere hiç de yabancıdeğil. Sadece ‘anormal’ olan son zamanlarda(mesela son 6 ay) oldukça yaygın ve klişeleşmişlinç ‘mağdurları’ yelpazesinin daha da genişlemişolmasıdır. Linç girişimleri eskiye nazaran dahasenkronize ve daha sık; ama gerekçeler hala aynı…

Türkiye gerçekten de bir ‘linç’ cumhuriyeti.Linç için dişe dokunur bir gerekçe bile artık yok.Linç girişimlerinin açıklaması artık siyasalgerekçeler bile olmayabiliyor. İşte tam da ‘linçkültürü’ ifadesi burada gerçek anlamını buluyor…Vatan, Allah, namus, komünistlik, bölücülük,hainlik vb. linç gerekçeleri (sözde açıklamaları)saymaya kalkılırsa uzar gider Fizan’a kadar.Türkiye’de kronikleşen, adeta bir kültür halinegelen linç, artık gündelik yaşantımıza sözcükolarak da girmiş bulunuyor. O kadar sıradan birolay halini aldı ki, linç haberlerini insanlar “a, yinelinç olmuş!” gibi sıradan bir ifadeyle karşılıyor.Tabi bu duruma neden olan şey, hem sistematik birşekilde yaşanan linç girişimleri, hem de toplumsalduyarsızlık.

Belki de dünyanın en iğrenç provokasyonudurlinç. Sadece linç kelimesi bile oldukça, kandondurucu, vahşi ve mide bulandırıcıdır. Birdüşünün, kelimelerin bittiği yerde başlayan şey birkere. Artık söz bitmiştir, ağzı salyalı bir güruhnefret ettiği bir şeyden “öç almak” için onudöverek komaya sokacak, öldürecektir. Bunun içintoplanmıştır yüzlerce veya binlerce kişi.Saldırganların gözü dönmüşlüğü “laf dinlemezliği”ve çete ilişkileri hep aynı; linçlerin Sakarya’da mı,Şirinevler’de mi, Balıkesir’de mi, Kestel’de mi,Trabzon’da mı, Bolu’da mı yoksa Edirne’de miolduğu hiç ama hiç fark etmez.

Türkiye’de linçler artık, linç konusunda namsalmış, klişeleşmiş birkaç kentin sınırlarını aşmışdurumda. Son dönemlerde yaşananlar bizleregösteriyor ki her yerde linç girişimi olabiliyor.Ege’nin bütün illerinde de, İç Anadolu’da da…Türkiye Cumhuriyeti için şu ifade de rahatlıkla hiççekinilmeden kullanılabilinir: Linç Cumhuriyeti…

Linç gibi aşağılık bir provokasyon türü butopraklarda yeni değildir. Neredeyse cumhuriyetleyaşıttır. Mesela, 1921’in Ocak ayında Atatürktarafından Türkiye’ye çağırılan TKP önderlerindenMustafa Suphi ve arkadaşlarını Kars’ta veErzurum’da hazırlanmış linç organizasyonlarıbeklemekteydi. Ya da başka bir örnek 1955 yılında6-7 Eylül olaylarında gayri Müslim vatandaşlarınevleri yağmalanmış ve birçok insan ağzı salyalı,galeyana getirilmiş güruh tarafından linç vesilesiile katledilmiştir. Çorum ve Maraş katliamları dalinçler eşliğinde gerçekleştirilmiştir. Bunlargerçekten çok ufak bir kısmıdır.

Türk sermaye devleti tarafından “milli refleks”diye de ifade edilen linç kültürü, geneldeazınlıklara ve Kürt ulusuna karşı oluşmuştur. Tabiimilli refleks olması bu ülkede devrimcilere karşıgirişilmediği anlamına gelmiyor elbette.

Türk milliyetçiliği ile paralel olarak gelişenbarbar kültür, son birkaç ay içerisinde kendisinifarklı illerde aynı şekillerde göstermiştir.Sanılmasın ki, sermaye devleti tarafından ifadeedildiği gibi, münferit, vatandaş tepkisi, millirefleks, galeyan… Linçler düpedüz devletin-polisinve polisin himaye ettiği faşist beslemelerin eliyleörgütlenmektedir. Linçlerin arka planını ise, Türkırkçılığı ve dinci gerici algı oluşturmaktadır.

Bunun en iyi kanıtı, bu yıl içerisindeSakarya’da meydana gelen iki linç girişimidir.Bunlardan ilkinde 2009 Mayıs ayında Akyazı’damevsimlik Kürt fındık işçilerine “Kürtçekonuşamazsın” gerekçesi ile saldıran ülkücüler birkişiyi öldürdü ve iki kişiyi yaraladı. Ekim ayındaise, Arife’de aynı gerekçe ile Kürtlere saldırıldı.Aynı ay içerisinde bu kez İzmir’de DTP il binasıönüne gelen ülkücüler “Kahrolsun PKK!”sloganları ile binanın camlarını kırdılar. ÇanakkaleBayramiç’de 4 yıl içerisinde 39 linç girişimi oldu.Bunlardan sonuncusu ise, Kasım 2009’da. Birbaşka linç ise, Beyoğlu’nda basın açıklaması yapanKürtlere silah ve satırlarla devletin ve ülkücülerinorganizasyonu ile saldıran Roman vatandaşlarakarşı yapılmıştır. Manisa Selendi’de “Selendibizimdir bizim kalacak” kudurganlığı ileRomanlar’ın yaşadıkları mahallelere gidenülkücüler evlerin camlarını kırmış, bir ev ile 6arabayı da ateşe vermiştir. Selendi’den adetasürülen Romanlar’a Manisa valisi Selendi’yi zorlaterk ettirilmediklerine dair belge imzalatmıştır. Enson ise, Edirne’de bir komplo ve hukuk terörüyletutuklanan Harika Kızılkaya ve Cevahir Erdem’inserbest bırakılması için yapılan basınaçıklamalarına yönelik başladı linç.Polis ve Ülkü Ocakları,gerçekleştirdikleri linçi protesto etmekiçin şehir dışından gelen HalkCepheliler’e karşı ikinci defa linçgerçekleştirmişlerdir.

Bu örnekler sadece birkaç ayiçerisinde yaşanan linçlerinin birkısmıdır.

Yaşanan ırkçı saldırılara, faşistkudurganlığa karşı halklarınkardeşleşmesi şiarını yükseltmeliyiz.Farklı milliyetlerden insanların kardeşçeyaşaması önünde hiçbir engel yoktur.Estirilen bu şoven ırkçı rüzgarı yoketmek için devrimci sınıf mücadelesinigeliştirmeliyiz.

“Türk Milli Refleksi”

ve

Türkiye’de linç kültürü…

Türk milliyetçiliği ile

paralel olarak gelişen

barbar kültür, son birkaç

ay içerisinde kendisini

farklı illerde aynı

şekillerde göstermiştir.

Sanılmasın ki, sermaye

devleti tarafından ifade

edildiği gibi, münferit,

vatandaş tepkisi, milli

refleks, galeyan… Linçler

düpedüz devletin-polisin

ve polisin himaye ettiği

faşist beslemelerin eliyle

örgütlenmektedir.

Linçlerin arka planını ise,

Türk ırkçılığı ve dinci

gerici algı

oluşturmaktadır.

2525

Page 26: Ekim Gençliği 123

Barack Obama’nın devlet başkanı olması ilebirlikte uluslararası kamuoyunda ortak bir algıoluşturulmaya çalışılmıştı. ABD’de ilk defa siyahibirisinin devlet başkanı olmasının “değişim”çanlarının çaldığı anlamına geldiği yutturulmayaçalışıldı. Obama’nın işgal ve ırkçılık “karşıtı”, barışvaazları değişim arzularına işaretti. Örneğin Irak’takiişgalin sonlandırılmasından bahsediyordu Obama.Elbette bu ‘yeni projeler’ yeni barışçıl yüz, baltayıtaşa vurdu. Kademeli olarak Irak’tan askerleriniişbirlikçi Türk Devleti sınırlarından geçirerekçekecekti ABD. Ancak işler başka yürüyor.Obama’nın iktidara gelişi elbette değişen bir takımşeylerin olduğunu kanıtladı. Bush hükümeti işgalleri,katliamları ve savaşı açıktan savunuyor, pervasız vedesteksiz ifadeler kullanıyordu. Değişen tek şeyABD’nin yansıtmaya çalıştığı sahte imajdır. Irak’takiişgale son vermekten bahsedilirken, bir yandan daAfganistan’a yeni askeri destek güçlerigönderilmesinin planları yapılmadı mı?

Emperyalist kudurganlığın, Obama’nın devletbaşkanı seçilmesi ile dünya kamuoyunda yeni birbarışçıl yüz yaratmak arzusu konusunda neredeyseherkes mutabık artık. Aktif taşeronluk rolü biçilenTürkiye özellikle son dönemlerde Ortadoğu’dakiilişkilerde daha “belirleyici”. Bu rol ona bir şartlaverilecekti. Birincisi, Kürt direnişinin tasfiyeedilmesi onun yakın zamandaki en önemli ödevi idi.İkincisi ise, Kafkaslar’daki yeni emperyalist planlarıdüzene sokmak idi. Bunun için Ankara-Erivan arasımekik dokudu. Sahte kardeşlik mesajları verdi. Kirlive katliamcı tarihinin geride kaldığı yalanını söyledi.Çünkü artık devir “barış devriydi”.Emperyalizm “barışçıl” yüzünü Yemen’e

döndü

Emperyalizmin “barışçıl yeni yüz”ünü Türkiye,Kürdistan ve şimdi de Yemen üzerindengörmekteyiz. Değişen hiçbir şey yok! Katliamlar,emperyalist haydutluk devam etmekte. Özellikle songünlerde, Yemen üzerinden yapılan tartışmalar yenibir emperyalist müdahale ekseninde sürmekte.ABD’nin ve Avrupa emperyalizminin “terörle” ya daözelinde El Kaide ve radikal İslamcı gruplarlamücadele konsepti ne hikmetse yeni emperyalistmüdahalelere dönüşüyor. En son Amsterdam-Detroitseferini yapan uçağa karşı bir intihar saldırıgirişiminde bulunulmuştu. Saldırıyı El Kaide’ninüstlenmesi ABD cephesinden “bardağı taşıran” son

damla oldu. Bu ‘son damlanın’ ardından burjuvamedya bile bir emperyalist müdahale olmaihtimalinden bahsetti. Bilindiği gibi Büyük OrtadoğuProjesi kapsamında Yemen’e dair planlar son birkaçyılın canlı gündemi. ABD’nin bölgedeki istihbaratfaaliyetlerinin de arttığı uluslararası ajanslarınbölgeden geçtiği bilgiler arasında yer alıyor. CIA’denismi açıklanmayan üst düzey bir yetkiliyedayandırılan haberde, CIA’in çok sayıda saha ajanınıbir yıl önce Yemen’e yolladığı, bu arada gizli özeloperasyon komandolarının Yemen ordusunueğitmeye başladığı belirtildi. Yemen’e dair yapılanplanlar göz önünde bulundurulsa son intihar saldırısıgirişimi ya da toplamında “terörle mücadele” tamanlamıyla bir düzmecedir.

Irak işgali Pentagon’a yapılan intiharsaldırısından sonra gerçekleşmiş, binlerce insanınkanı ile sürüp gitmişti. Emperyalist yayılmacıplanlarına dayanak olarak gösterdikleri bugerekçeler, kendi kanlı imajlarını gizlemeye elbetteyetmeyecektir. Guantanamo hapishanesindekitutsakların yarısına yakınının Yemenli olması,ülkenin El Kaide’nin merkezi faaliyetleri kurguladığıbir yer olduğu iddiası, Amerikancı Yemen iktidarınında onayladığı ve hizmet ettiği bir savaş gerekçesi. ElKaide ve radikal İslamcı gruplarla mücadeleçerçevesinde yakın dönemde Yemen hükümetine 70milyon dolar fon aktarılmıştır. 2009 Aralık ayının ilkiki haftasında Yemen’in kuzeyini bombalayan ABDdestekli uçaklar yüzlerce kişiyi katletmiştir. Ölenonca insanın arasından sadece 7 kişi El Kaide ileilişkilendirilebilmiştir. İşte terörle mücadele yalanı:Ölen insanlardan sadece 7’si “terörist”.

Operasyonların ya da emperyalist işgallerinmahiyetleri bu örneklerle daha iyi algılanabilir. Barışve savaş karşıtlığı söylemleri eşliğinde kan vegözyaşının akıtılmasına devam edilmektedir.

İşgal, kan ve gözyaşı üzerinden

emperyalist planlar sürmekte…

26

Emperyalizmin barışçıl

yeni yüzünü Türkiye,

Kürdistan ve şimdi de

Yemen üzerinden

görmekteyiz. Değişen

hiçbir şey yok!

Katliamlar,

emperyalist haydutluk

devam etmekte.

Özellikle son günlerde,

Yemen üzerinden

yapılan tartışmalar

yeni bir emperyalist

müdahale ekseninde

sürmekte. ABD’nin ve

Avrupa

emperyalizminin

“terörle” ya da

özelinde El Kaide ve

radikal İslamcı

gruplarla mücadele

konsepti ne hikmetse

yeni emperyalist

müdahalelere

dönüşüyor.

Page 27: Ekim Gençliği 123

Geçtiğimiz günlerde Haiti’de yaşanan depreminboyutlarını hepimiz izledik. Ölü sayısının yüzbinlerle ifade edildiği ve neredeyse tüm binalarınyerle bir olduğu bir doğa felaketi olarak yorumladık.Halbuki yaşanan bu doğa felaketlerini tetikleyen,hızlandıran ve bu afetler karşısında insanlığı acizbırakan, bunca yoksul insanın enkaz altındakalmasına sebep olan bir gerçek vardı perdearkasında: KAPİTALİZM!

Evet, son 20 yıldır yapılan araştırmalar, yıllarcaemperyalist savaş altında kalan, bombalanan, nükleersilah denemelerinin yapıldığı bölgelerde depremindaha yıkıcı boyutlarda yaşandığını gösteriyor.Kapitalizm, kendi güvenliği için ürettiği kimyasalsilahlarla, bombalarla, radyoaktif madde içerendenemeleriyle doğayı tahrip ederek fay hattınıtetikliyor. Depremi ve yaşanan onlarca felaketihızlandırıyor. Haiti’nin yıllarca Fransa’nın sömürgesive işgali altında kalmış, 20. yüzyıl boyunca katliamve savaştan kurtulamamış bir ülke olması buaraştırmaları kanıtlıyor. Sermayenin “Gölgesindenfaydalanamadığın ağacı keseceksin” mantığınadayanan aşırı kâr hırsı yıllarca emperyalist savaşaltında kalmış yoksul halkı, sağlıksız konutlarda,depreme dayanıklı olmayan çürümüş evlerde, işsiz vegüvencesiz bir hayatın ortasında bir de depreminyıkıcı boyutlarıyla ve yaşanan ölümlerin acısıyla yüzyüze bırakıyor.

Bilimin ve teknolojinin sermaye sınıfının elindeolduğu bir sistemde, müteahhitler, belediyeler,hükümetler ve kapitalistler arasında dönen kirliilişkilerin ve bu ilişkilerin ortaya çıkardığı yıkımınaslında bu afetler karşısında insanlığı nasıl acizbıraktığı ve bu yıkımların acısını yine işçi veemekçilerin, yoksulların çekmek zorunda kaldığı birgerçek aslında. Depremi ve diğer doğal afetleriönlenemez ve dolayısıyla sorumluluğu yüklenemezolarak görmek bu gerçeğin üstünü örtmek olacaktır.Bir başka gerçek ise kapitalist ülkelerin döktükleritimsah gözyaşlarının ve gönderdikleri yardımlarınkendi suçlarını çok iyi bilmelerindenkaynaklandığıdır.

Depremden sonra binlerce askerini Haiti’yegönderen ve Haiti’de bir Amerikan üssü kuran ABDaslında yeni bir işgal hazırlığı içindedir. Dökülentimsah gözyaşları aslında emperyalist ülkelerinpastadan pay kapma ve çıkar sağlamapolitikalarından başka bir şey değildir. Kendiülkesinde işçi emekçilerin açlığına, yoksulluğuna

gözlerini kapayan, Kürt halkını kirli savaşta yıllardırkatleden Türkiye’deki sermaye devletinin deBirleşmiş Milletler’in çağrısıyla Haiti’ye yaptığıtonlarca erzak ve ilaç yardımı sahte bir vicdangösterisinden başka bir şey değildir.

Kapitalist emperyalist ülkelerin uzattıkları yardımelleri işçi ve emekçilerin, yoksul halkların acısınıdindiremez. Biz biliyoruz ki kapitalistlerin bir günlükkârı bugün açlıktan ve yoksulluktan evlerini talanetmeye başlayan Haiti halkını açlıktan kurtarabilecekve ülkede yeniden bir altyapı oluşturabilecekbüyüklüktedir. Bugün bu yardım elini uzatanlaraslında yoksulluğu, açlığı ve felaketleri yaratanlardır.Yarın yine insanlığı felakete sürükleyen projelereimza atacak, sömürüye, zulmü yaşamın her alanındauygulayacak ve işçi-emekçilere açlık sınırı altındayaşamı dayatmaya devam edeceklerdir. Onlarıngözyaşlarının ve acılarının sahte olduğunu,geçtiğimiz yıl İtalya’da yaşanan depremin ardındanevleri yıkılan depremzedelerle “Kendinizi bir aylıkçadır tatilinde düşünün” diyerek dalga geçen İtalyabaşbakanı tüm bayağılığıyla göstermiştir. Ya da ‘99depreminden bu yana hala prefabrik evlerde yaşayan,bu yüzden eylem yapan depremzedelerin üzerinepolisi saldırtan Türk sermaye devleti, buikiyüzlülüğün çok açık bir aynasıdır.

Bizler biliyoruz ki ezilen, sömürülen ve doğalfelaketlerin acısıyla yüz yüze yaşayan halklarınkurtuluşu ve insana yaraşır bir yaşam, ancaksosyalizmle mümkün olacaktır.

Biz biliyoruz ki

kapitalistlerin bir

günlük karı bugün

açlıktan ve

yoksulluktan evlerini

talan etmeye başlayan

Haiti halkını açlıktan

kurtarabilecek ve

ülkede yeniden bir

altyapı oluşturabilecek

niceliktedir. Bugün bu

yardım elini uzatanlar

aslında yoksulluğu,

açlığı ve felaketleri

yaratanlardır.

Kapitalizm dünyanın her yerinde can almaya devam ediyor!

Kapitalizmin timsah gözyaşları

Haiti halkının üzerinde!

2727

Page 28: Ekim Gençliği 123

28

Abdi İpekçi’nin katili, İtalya’da papa suikastınıgerçekleştiren ve adı iki ayrı gaspla anılankontrgerilla devletinin tetikçisi M. Ali Ağcageçtiğimiz günlerde serbest bırakıldı. Serbestbırakılmasının gündeme geldiği günden beritartışmalara neden olan bu katilin, geçmişte işlediğisuçları tekrar hatırlayabilmek için gelin şöyle birgeçmişe bakalım: 1 Şubat 1979 yılında demokratbir gazeteci olarak bilinen gazeteci yazar Abdiİpekçi’ye bir suikast düzenleyerek öldürdü. İşlediğicinayetten sonra kaçtı ve 5 ay sonra yakalandı. 23Kasım 1979 yılında daha sonra adı Susurlukkazasıyla gündeme gelecek olan AbdullahÇatlı’nın da aralarında olduğu kişilertarafından bulunduğu Maltepe AskeriCezaevi’nden kaçırıldı.

Kontrgerilla devletinin kol kanatgerdiği azılı katil, çok geçmedentüm dünyada tanınmasınısağlayan bir suikastgirişimiyle gündeme geldi.Papa 2. John Paul’edüzenlediği bu suikasttansonra ölüm cezasınaçarptırılan tetikçi,papayla görüştüktensonra papanın onuaffetmesinden sonraTürkiye’ye iade edildi.Hakim karşısına birkuyumcu dükkanı ve birgazoz deposununsoyulması suçlarıyla çıkanbu katil, bu suçlar nedeniyle36 yıl hapse mahkum edildi.Bu ceza daha sonra aflaruygulanarak 7 yıl 2 ayaindirildi. Bu kontrgerilla devletinintetikçisinin asıl suçunu oluşturan ve ona katilunvanını kazandıran Abdi İpekçi cinayetindensonra aldığı idam cezası 1991 yılında çıkartılaninfaz yasası gereği 10 yıl hapse çevrildi.

12 Ocak 2006’da serbest bırakılan bu katil dahasonra “yanlışlıkla oldu” gibi saçma bir söylemle 20Ocak 2006 tarihinde tekrar tutuklandı. Ve evet bukadar suça rağmen bu katil şimdi serbest. Buduruma şaşırmamak gerek. Nitekim birçok kezifade edildiği gibi bu katil, sermaye düzeninin katildevletinin bizzat kendi eliyle yetiştirdiği birtetikçidir. Keza bu katil ne ilktir ne son olacaktır.

Birkaç yıl öncesine dönecek olursakfarklı bir etnik kimliğe sahip olduğu

için yine başka bir devlet beslemesikatil tarafından öldürülen Hrant

Dink’i hatırlayacağız. HrantDink’in katili olan Ogün

Samast yakalandıktan sonragötürüldüğü karakolda bir“kahraman” gibi ağırlanmış,onu gören jandarmalarkatille birlikte hatıra

fotoğraflarıçektirmişlerdir. Kezaaynı görüntülerbugünlerde M. Ali Ağcadenilen faşist devletbeslemesinin serbestbırakılmasıylatekrarlanmaktadır. Yine

azılı bir katile adeta“kahraman” gibi

davranılmaktadır. Tahliyesisırasında onu elleri çiçekli birkalabalığın davul zurnayla

karşılaması, dışarıda onu birmedya ordusunun beklemesi,dinlenmek üzere ülkenin en

konforlu otellerinde kalması vb… Bu katili devletin kolladığının

bir diğer göstergesi ise askerliksorununun hemen çözülmesidir. Tahliyesindensonra götürüldüğü GATA’da hemen “anti-sosyalkişilik bozukluğu” gibi saçma bir teşhis konularak,askerliğe elverişli değildir raporu verilmiştir.

Katillerini her dönem koruyan ve diğerkatillerin elini soğutmamaya çalışan devletinAğca’yı serbest bırakmasında şaşılacak bir yanyoktur. Geçmişten bugüne irili ufaklı onlarca katilya suçlu oldukları halde düzen mahkemelerindeaklandı ya da aklayamadıklarını yeşil pasaportlardüzenleyerek emniyet müdürlüklerinin bahçesindebeslediler. Polis ve devlet terörünün giderektırmandırıldığı şu günlerde Ağca’nın serbestbırakılması, eli kanlı katillere açık bir mesajdır; sizkatledin arkanızda devlet var. Biz genç komünistlerde Alaattin Karadağ yoldaş başta olmak üzere tümsiyasi cinayetlerin aydınlatılması talebiyleüniversiteleri ısıtmaya devam edeceğiz ve gençliğimücadele alanlarına çağıracağız.

Bir katilden “kahraman” yaratma öyküsü: M. Ali Ağca!

Aklanmak istenen sermaye

düzeninin kontrgerilla devletidir!

Katillerini her dönem

koruyan ve diğer

katillerin elini

soğutmamaya çalışan

devletin Ağca’yı serbest

bırakmasında şaşılacak

bir yan yoktur.

Geçmişten bugüne irili

ufaklı onlarca katil ya

düzen mahkemelerinde

suçlu oldukları halde

aklandı ya da

aklayamadıklarını yeşil

pasaportlar düzenleyerek

emniyet müdürlüklerinin

bahçesinde beslediler.

Page 29: Ekim Gençliği 123

29

19 Ocak 2007 14:57… Bir gazeteci yerdeyüzükoyun yatıyor, üzeri gazetelerle örtülü.Arkadaşları onu altı delik ayakkabısındantanıyorlar. Yerde yatan Hrant Dink’ten başkasıdeğil.

Hrant Dink Ermeni’ydi, Agos gazetesiyazarıydı ve yıllar yılı katledilen, yok sayılan birhalkın hesabını soruyordu. Türk, Müslüman veboyun eğen olmayan her ‘vatandaş’ gibi bumemlekete fazlaydı ve katli vacipti. Bir sabah arkaarkaya üç kurşun sıkıldı, güvercin kadar ürkek amabir o kadar da özgür bu yüreğe.

Katledilişinin ardından hemen katilibulunuverdi. Tetiği çeken 17 yaşındaki OgünSamast idi. Karakolda kahramanlar gibi karşılandı.Türk bayrağının altında hatıra fotoğrafları çekildi.Hatta üzerine şarkılar bestelendi. Medya tabi kiüzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi. Burjuvabasını toplumda ırkçı, şoven dalganın yükselmesiiçin adeta birbirleriyle yarıştı. Faşist ablukasoğukkanlı çığırtkanlıklar yaparken İstanbulemniyet müdürü şu açıklamayı yaptı: “Cinayetinsiyasi bağlantısı yok, örgüt bağlantısı yok, katilmilliyetçi duygularla cinayet işlemiş.”

Fakat faşist devlet, toplumda Ermeniler’e karşımilliyetçi duyguları azdırmayı, planladığı ölçüdebaşaramadı. Yüz binlerin katıldığı cenaze törenindehep bir ağızdan tereddütsüzce haykırılan “HepimizHrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz!” sloganı bununispatıydı.

Katliamın arkasından sır perdesi gitgideaçılıyordu. Hrant, sayısız kez tehdit almış, korumatalebinde bulunduğu halde olumlu yanıtalamamıştı. Cinayeti tam bir suikasttı! Devletinhaberdar olduğu bu cinayet planının, MİT,emniyet, jandarma ve Alperen Ocakları ittifakıylagerçekleştiği ortaya çıktı. Tüm deliller, telefongörüşmeleri, yazışmalar belgelerle ortaya döküldüve hemen sonra hasıraltı edildi. İşte bu gerçekler

katil devletin kendini aklama çalışmalarının ayanbeyan resmiydi. Hrant Dink bir Ermeni’ydi,“bölücü”ydü, tıpkı Kürtler, Araplar vb. gibi. İşteTürkiye’de katledilmek için yeterli bir sebep! Kilitkelime “bölücülük”! Ermeniler nereyi, kimibölüyor? Artık yok sayılmak istemiyorlar, sermayedevletinin yıllarca yaptığı katliamları kabuletmesini istiyorlar. Kürtler nereyi, kimi bölüyor?Onlar da artık katledilmek istemiyorlar, varızdiyorlar ve bir ulus olarak tanınmak istiyorlar.

Farklı bir ırk, farklı bir dil, farklı bir inanç,farklı bir görüş yaşam vaat etmiyor bu ülkede.Sokak ortası infazlar, keyfi gözaltılar, tutuklamalar,baskılar şiddetlenerek hız kazanıyor. Sermayekılıcını çekmiş, her an hazır bekliyor en ufak birbaşkaldırıyı ezmek, yok etmek için. Polisiyle,silahıyla, medyasıyla, mafyasıyla, tüm aygıtlarıylasaldırıyor. Halkları birbirine düşman göstererek,düşünmeden sorgulamadan bir insanın canınakıyan bireyler haline getiriyor. Sınıf kini bilendikçegörülecek: Düşman, bu topraklar üzerinde birlikteyaşadığımız sınıf kardeşlerimiz değil, bizlere buncasömürüyü, katliamı, zulmü yapan faşist sermayedevleti ve onun dışarıdaki işbirlikçileridir.

Yine tüm Türkiye’nin gözleri önündeki birörnek: TEKEL işçileri sömürüye hayır diyerek, hepbirlikte tek yürek gece gündüz direniyor, ölümoruçlarına giriyorlar. Kazandıkları bilinçle artık nemilliyetçi, ne mezhepçi, ne de birbirleri arasınasokulmaya çalışılan bir başka kimliği kabulediyorlar. Türk, Kürt, Ermeni işçiler kol koladevletin kolluk güçleriyle çatışıyorlar. Sermayeningerçek yüzünü görüyor ve gelecek her türlüsaldırıya karşı birlikte mücadele veriyorlar. İştegerçeklik budur! Paraya ve kana doymayan faşistsermayeye karşı mücadele vermenin ve onudevirmenin tek yolu birleşik sınıf mücadelesiniyükseltmektir. Yeni Hrantlar’ın, Alaattinler’in,Aydınlar’ın infaz edilmemesi için burjuvaziye karşıbirlik olmaktan başka bir çözüm yolu yoktur.

Hrant Dink Ermeni kimliğinden ötürü sokak ortasında katledilmişken

ve her gün sokakta yapılan infazlara bir yenisi ekleniyorken;

Düşman kim?

Sermaye kılıcını çekmiş,

her an hazır bekliyor en

ufak bir başkaldırıyı

ezmek, yok etmek için.

Polisiyle, silahıyla,

medyasıyla, mafyasıyla,

tüm aygıtlarıyla

saldırıyor. Halkları

birbirine düşman

göstererek,

düşünmeden

sorgulamadan bir

insanın canına kıyan

bireyler haline getiriyor.

Page 30: Ekim Gençliği 123

30

1918 Kasım Devrimi imparatorluk rejiminidevirerek Alman egemenlerine ağır bir darbevurdu. Devrimci gelişmenin, iktidarınısallayacağını bilen burjuvazi bilinen bütün kirliyöntemleri kullanarak mücadeleyi boğmaamacındaydı. Alman sosyal demokrasisinin hainceyardımları gerici-faşist Alman ordusunun amacınaulaşmasında büyük rol oynadı. Sosyal-Demokrasi(SPD) Berlin’deki duvarları Karl ve Rosa’nınresimleriyle donatarak “öldürün onları” diyor veordu güçlerini Berlin’e çağırarak katliamınzeminini hazırlıyordu.

SPD’nin de hizmetkarı olduğu burjuvazinin buaçık katliam planını Berlin sokaklarında bilmeyenişçi emekçi kalmamış durumdaydı. Rosa ve Karlda katledileceklerini biliyordu. Ülkeyi terk etmeleriiçin ısrar eden arkadaşlarına ise Rosa ve Karl’ınyanıtları kesindi. “Sevgili dostum” diye yazıyorduRosa “İdam tehlikesiyle yüz yüze kalsam da hiçbirzaman kaçmayacağımdan emin olmalısın. Basit birnedenden dolayı bedel ödemek sosyalistler içindoğal ve anlaşılırdır.”

Rosa Luxemburg’taki inanç ve kararlılık KarlLiebknecht’te devam ediyordu. “İşçilereayaklanma çağrısı yapıp, yenilgi tehlikesi anındaonları terk etmeyi kaderleriyle baş başa bırakmayıaklımdan dahi geçirmem. Sonuçta zafersosyalizmin olacaktır. Ya da başka bir gelecekolmayacaktır…” diyerek devrime olan inancını birkez daha kanıtlıyordu.

Sermaye devleti dünyanın her yerindemücadeleyi bastırmak için katliamlar hazırlamaya,devrimcileri sokak ortasında, cezaevlerinde,işkencehanelerde katletmeye devam ediyor. Artantoplumsal muhalefeti ve işçi sınıfının öfkesiniörgütleyerek devrimi kazanacak olan öncü gücüboğmak için türlü yöntemlere başvuran sermayedevleti dünyanın her yerinde karakterine uygun bir

şekilde hareket ediyor aslında. 19 Kasım akşamıAlaattin yoldaşı sokak ortasında katleden faşistkatillerin, 91 yıl önce Rosa ve Karl’ı hunharcakatledenlerden hiçbir farkı yoktur. Ve devrimcilerinölümü kucaklayışlarında da bir fark yoktur. Aynısisteme karşı mücadele eden, sosyalizmi kurma,sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı yeniden yaratmahedefiyle yaşayan devrimcilerin yıllar önce ölümegidişleri, bugünün devrimcilerinin ölümekahramanca meydan okumaları, devrimin vesosyalizmin dünya üzerinde son insan kalana kadaryaşamaya devam edeceğini de gösteriyor aslında.

İki devrimci önder katledilişlerinin 91. yılındadünya proleteryasına yol göstermeye, inancı vekararlılığı öğretmeye devam ediyorlar. İnançları vekararlılıkları kadar öngörüleri de 91 yıl sonradünyanın dört bir yanında yanıt buluyor,gerçekleşiyor. 91 yıl önce Rosa Luxemburg’unverdiği cevap dünya ve Türkiye devrimcilerinindilinde bir tokat gibi çarpıyor faşist budalalarınsuratına. Tıpkı faşist kurşunlara kahramanca siperolan Alaattin yoldaşın 19 Kasım akşamı verdiğicevap gibi.

“Vardık, Varız, Varolacağız!”Eskişehir’den bir Ekim Gençliği Okuru

Karl ve Rosa katledilişlerinin 91. yılında yol gösteriyor!

Vardık, varız, varolacağız!

Rosa Luxemburg’taki

inanç ve kararlılık Karl

Liebknecht’te devam

ediyordu. “İşçilere

ayaklanma çağrısı yapıp,

yenilgi tehlikesi anında

onları terk etmeyi

kaderleriyle baş başa

bırakmayı aklımdan dahi

geçirmem. Sonuçta zafer

sosyalizmin olacaktır. Ya

da başka bir gelecek

olmayacaktır…” diyerek

devrime olan inancını bir

kez daha kanıtlıyordu.

Page 31: Ekim Gençliği 123

31

8 Mart 1957; kapitalizmin bazı işkollarındagünlük çalışma saatinin 18 saati bulabildiği ilkdönemleri… ABD’nin New York kentinde 40.000dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları ve 10 saatlikiş günü talebiyle greve başladı. Ancak polis işçileresaldırdı ve onları fabrikaya kilitledi. Arkasından çıkanyangında işçiler fabrika önünde kurulan barikatlardankaçamadılar ve çoğu kadın 129 işçi diri diri yakıldı.İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.

8 Mart 1886; tekstil işçisi kadınların “eşit işe eşitücret”, sendikalaşma ve oy hakkı için başlattıklarımücadele kana boğuldu. Yüzlerce işçi öldü, birçoğuda tutuklandı.

8 Mart 1908; yürüyüşe geçen Amerikalı kadınişçiler bu kez 8 saatlik iş günü, oy hakkı vesendikalaşma hakkı için alanlara çıktılar. Polisinaçtığı ateş sonucu 140 kadın işçi öldü, birçoğu datutuklandı.

26 - 27 Ağustos 1910; Danimarka’nın Kopenhagkentinde II. Enternasyonal’e bağlı kadınlartoplantısında (Uluslararası Sosyalist KadınlarKonferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisiönderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindekitekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarakanılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabuledildi.

Bugün, işçi kadınlara yönelik saldırılar haladevam ediyor. Kadınlar da çocuklar gibi yedek işgücü ordusu olarak görülüyor. Kapitalizm tarafındangerektiğinde üretimden soyutlanıp ev işleriyle meşgulolurken, gerektiğinde de yoğun bir propagandaylabirlikte üretim sürecinin içine dahil ediliyor, sözde“özgürleştiriliyor”. Kadına üretim ilişkileri içindeböylesi bir yer biçen sistem, yarattığı algıyla beraber,emekçi kadınları sendikal mücadeleden soyutluyor.Kriz gibi bunalım dönemlerinde ilk işten çıkarılan vetercihen üretim sürecinin dışına atılanlar kadınlarolurken, düzenin yarattığı toplumsal algı da kadınımücadeleden uzak tutarak ev işleri ve çocukbakımıyla ilgilenmeye itiyor. Mücadele sonucukoparılmış en küçük yasal hak kırıntılarını bilevermeye yanaşmayan patronlar, önlerine bu yasalarçıkarıldığında işçileri işten çıkarmakla tehditedebiliyor.

Son dönemlerde yaşanan çarpıcı örneklerdenbirisi de tekstil ve konfeksiyon işkollarının yeni birdüzenlemeyle birlikte tehlikeli iş kolları kapsamınagirmesiyle bu iş kollarında çalışan kadın işçilere heray 5 gün regl izni uygulamasını reddeden SANKOholding patronunun yaptığı açıklamaydı. Patron “Benkadın işçilerimin aybaşını mı takip edeceğim?”diyerek 4 bin kadın işçiyi işten atmakla tehdit etmepervasızlığını gösterebilmişti.

Bu sömürü düzeni, kadınları çifte sömürünün yanısıra da birçok farklı alanda da şiddete maruz

bırakmaktadır. Kadınların cinsel birer metahaline getirilmesiyle birlikte sistem hem kadınbedenini doğrudan pazarlayarak bir sektöroluşturmuş, hem de yarattığı güzellikalgısıyla beraber güzelliği de ayrı bir sektörhaline getirmiş durumdadır. Birçok reklamfilminde toplumsal ahlak kurallarıncabastırılmış ve ayıplanmış kadın cinselliğininabartılı bir biçimde ön plana çıkarılmasıreklamları, dizileri vb. daha ilgi çekici halegetiriyor. Bununla birlikte giderekulaşılabilir olandan daha da uzaklaştırılangüzellik algısı, kozmetiği ve plastikcerrahi sektörünü giderek daha çok kârsağlayan bir işletme haline dönüştürüyor.

Bununla da kalmayan sermaye düzeniyeri geldiğinde kadın cinselliğini kadınlarımücadeleden soyutlamak, yıldırmak içinbirer baskı aracı olarak da kullanıyor. Birçok işçikadın iş yerlerinde patronlarının tacizine maruzkalırken, emperyalist savaşın sürmekte olduğuülkelerde kadınlar askerlerin, polislerin tacizlerine,hatta tecavüzlerine maruz kalıyorlar.

Görüldüğü gibi kadın sorunu bütün yönleriylekapitalist sistem gerçekliğinden ileri geliyor. Birçokakım (genel olarak feminist hareketler) sorunusistemden bağımsız olarak ele alan bir çizgide emekçikadınların vermiş olduğu sınıf mücadelesini burjuvabir düzlemde eritmeye, sınıflarüstü bir alanahapsetmeye kalkıyor. Kadın sorununu da ataerkilliğide iktisadi temellerinden bağımsız ele alan buakımlar, salt kadına yönelik erkek egemen baskı veşiddeti ön plana çıkarıyorlar. Emekçi kadınmücadelesinin karşısında burjuvaziyle işbirliğiiçerisinde bir tutum ortaya koyarak, emekçikadınların yaşadıkları sorunların hiçbirini yaşamayan,hatta sınıfsal konumları bakımından emekçi kadınmücadelesinin doğrudan karşısında yer alan burjuvakadınlar ile işçi-emekçi kadınları yan yana getirmeyekalkışabiliyorlar.

Kadın sorunu toplumsal üretim ilişkilerinden ilerigelen bir sorundur. Bu sorunun çözümü de ancaküretim araçlarının toplumsallaştırılması yönünde işçisınıfının hep birlikte vereceği bir mücadeleylegerçekleşecektir. Dolayısıyla nasıl Kürt işçiemekçilerin uğradığı ulusal sömürü karşısında bucoğrafyanın bütün işçi emekçileri tek yumrukolmalılarsa, cinsel sömürüye karşı da yine kadın-erkek bütün işçi ve emekçiler hep birlikte mücadeleetmelilerdir. Bu mücadele doğrudan işçi sınıfınınburjuvaziye karşı mücadelesidir. Bizler de üniversitegençliği olarak 8 Mart Dünya Emekçi KadınlarGünü’nde emekçi kadınların mücadelesine omuzvermek ve cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye karşımücadeleyi büyütmek için alanlarda olacak, emekçikadınların haklı taleplerini haykıracağız.

8 Mart kızıldır kızıl kalacak!

8 Mart sadece bir tarih değildir,

Emekçi kadınların burjuvaziye karşı isyanıdır!

Kadın sorunu

toplumsal üretim

ilişkilerinden ileri gelen

bir sorundur. Bu sorunun

çözümü de ancak üretim

araçlarının

toplumsallaştırılması

yönünde işçi sınıfının hep

birlikte vereceği bir

mücadeleyle

gerçekleşecektir.

...

Bu mücadele doğrudan

işçi sınıfının burjuvaziye

karşı mücadelesidir.

Page 32: Ekim Gençliği 123

Türkiye işçi sınıfı tarihi pek çok direniş, grev gibi mücadelelere sahneolmuştur. İstanbul İstinye’de bulunan Kavel, bu mücadeleler arasında önemlibir yerde durmaktadır. İşçilerin ikramiyelerini ödemeyeceğini ve ücretlerdeindirim yapacağını söyleyen asalak Kavel patronuna, işçiler 28 Ocak 1963tarihinde başlattıkları beş günlük oturma eylemiyle cevap verdiler.

Oturma eylemiyle başlayan grevi engellemek için işçilerin bazılarınıişten atan Kavel patronu, bir yandan da sermayenin kolluk güçleri ilesaldırarak direnişi baltalamaya çalıştı. Tüm saldırılara rağmen aileleriylebirlikte fabrika önünde direnen Kavel işçilerine diğer fabrikalardan dadestek geldi.

Kavel işçilerinin başlattığı grevin büyümesinden korkan sermayeuşakları, işçilerin ellerinden almak istedikleri hakları geri vermekzorunda kaldı. İşten atılan işçiler tekrar işe alındı. Kazanımla

sonuçlanan grevin, Toplu İş Sözleşmesi haklarının ve iş yasalarının işçilerlehine düzenlenmesine etkisi olmuştur.

Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir yerde duran birbaşka direniş ise 22 Ocak 1980 tarihinde başlayan Tariş direnişidir.Tariş’te çalışan ilerici ve demokrat işçilerin işten çıkarılıp, yerlerine yenihükümet tarafından faşistlerin yerleştirileceği söylentisi Tariş işçileritarafından tepkiyle karşılandı.

22 Ocak’ta Çiğli İplik Fabrikası Zeytinyağı Kombinası ve Üzümİşletmeleri’ne kolluk güçlerinin zorla girmeye çalışması üzerinebaşlayan direniş, Tariş’e bağlı diğer işletmelere de yayıldı. Öğrencieylemleriyle ve semtlerden gelen desteklerle direniş giderekbüyümeye başladı.

Fakat direniş sermayenin azgınca saldırısının ardından bastırıldı.Direnişin hala sürdüğü iplik fabrikasının kuşatılarak boşaltılmasıyla birliktedireniş sona erdi. Tariş direnişi süresince onlarca işçi yaralandı veyüzlercesi gözaltına alındı.

Sermaye devletinin bastırmak için panzerler ve on bin jandarma ilesaldırdığı Tariş direnişinin zaferle taçlandırılamaması işçi sınıfı açısındanbir kayıp olarak görülebilir. Fakat sınıf bilinciyle hareket eden işçilerinsaldırlar karşısında militan ve direnişçi bir tutum sergilemeleri, Tarişdirenişinden çıkarılması gereken önemli derslerin ve ipuçlarınınbulunduğunun bir göstergesidir.

Tariş ve Kavel direnişleri işçi sınıfı ve emekçilerin birlikolduklarında neleri yapabileceklerinin bir göstergesidir. ÖzellikleTEKEL direnişinin yaşandığı böyle bir dönemde, süreci belirleyenin,Kavel ve Tariş’te başlatılan direnişlerdeki gibi işçilerin kararlı vemilitan tutumları olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekir!

Zafer direnen işçilerin olacak!

32

28 Ocak 1963 Kavel…

22 Ocak 1980 Tariş…

İşçi sınıfının direnişleri

yolumuzu aydınlatıyor!

“Sükûn yok, hareket var

bugün yarına çıkar

yarın bugünü yıkar

ve durmadan akar

akar

akar.”

Page 33: Ekim Gençliği 123

33

TEKEL direnişine dair gözlemler...

Merhaba,Cumartesi gününden bu yana TEKEL işçilerinin yanındayım. İlk defa bu kadar sayıda işçinin böyle bir

eylem yaptığına tanık oldum. İşçilerin kaldığı çadırların hepsini dolaşma imkânım oldu. Çadırlar naylondan.Ortalarında sobalar var. Soba yanıyor olsa bile yakın yerde oturmazsanız üşüyorsunuz.

Soğuk insanın içine işliyor, TEKEL işçilerine soğuk işlemiyor! İşçiler çadırlarda ziyarete gelenlerlekonuşuyorlar, sohbet ediyorlar. Sürekli ziyaretler gerçekleşiyor. Desteklemeye gelenlerin ardı arkasıkesilmiyor. Çadırda otururken Ankaralı kadınlar ellerinde evde yaptıkları yiyeceklerle içeri girip, tekelişçilerinin haklı mücadelelerinin yanında olduklarını söylüyor, neler yapabileceklerini, nelere ihtiyaçlarınınolduğunu soruyor. Ziyaretler sürekli devam ediyor. Dışarıda slogan sesleri hiç eksik olmuyor!

Bazen soba başında meyve ya da başka bir şey yeniliyor. Siz de yemezseniz olmaz!—Yemeyen AKP’li olsun! cevabı gelir işçilerden.Çadırlarda Ankara’nın tüm soğuğuna rağmen TEKEL işçilerinin sıcak, paylaşımcı tavırları içimizi

ısıtmayı başarıyor. Eşi ve çocuklarıyla gelen işçiler de var. Çocuklar da sloganlara katılıyor.—Sendikalar göreve genel greve!Beş altı yaşlarındalar. Gelecekleri için, geleceğimiz için yağan kara ve ayazlı soğuğa rağmen, küçücük

yaşlarına ve bedenlerine bakmadan kendi üzerlerine düşeni yapıyorlar.Tekel işçilerinin direnişi bugün 44. gününü dolduruyor. Direniş kararlılıkla sürüyor!

Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nden bir EG okuru

Merhaba;Ben Isparta’dan bir okurunuz. Sizinle TEKEL işçilerine destek amaçlı katıldığım oturma eyleminde ve

mitingde gözüme çarpan olayları ve o süre içerisinde hissettiğim duyguları paylaşmak istiyorum. Geceyarısından sonra vardığımız direniş alanında ilk başta gördüklerime inanmakta zorluk çekiyorum. Ateşleryakılmış, insanlar battaniyelerin altına girmiş, oluşan gruplardan türküler sloganlar yükseliyor. Bizi görenişçiler “hoşgeldiniz” diyorlar ve zaten 5-6 kişiyi altına alan battaniyenin bir ucu da bize uzatılıyor. Günlerinverdiği yorgunluğa rağmen yılgınlık yok yüzlerinde. Bir umut selidir akıyor gözlerinden. Onlara destek içingittiğimizi öğrenince tüm samimiyetleriyle bir kez daha kucaklıyorlar bizi. Ne soğuk ne polis copu ne desendika ağaları yıldıramamış onları. Onlar da direnişi görüyorum, umudu, sevinci, devrime adım adım gidenyolu görüyorum. Sosyalizmin ayak seslerini duyuyorum onlarda. Halaylarla karşı koyuyorlar soğuğa.Halaylarla türkülerle yayılıyor direniş.

Sohbetler, türküler, sloganlar, halaylar eşliğinde karşılıyoruz günün ilk ışıklarını. Büyük mitinge hazırlıkbaşlıyor artık. Bildiriler dağıtıp insanları direnişe çağırıyoruz. Gece tüm çadırları dolaşıp sohbet ediyoruzişçilerle. Bir kere daha hep beraber bağırıyoruz: “Direne direne kazanacağız.”

Büyük miting vakti geliyor. Binlerce insan toplanıyor meydanda. Kortej yürümeye başlıyor. Sloganlardinmiyor, Ankara’yı inletiyor. “Ölmek var dönmek yok!” sloganıyla en önde almış yerini TEKEL işçileri.İşçileri oyalamaya çalışan sendika ağaları başlıyor. Beklenen açıklama gelmiyor bir türlü. Genle grev çağrısıyapılmıyor, yapılmak istenmiyor. Ve en sonunda işçilerin sabrı taşıyor. Kürsü işçiler tarafından işgal ediliyor.İşçiler güçlerini gösteriyor. Ardından Türk-İş binasının işgali sendika ağalarını açıklama yapmaya zorluyor.İşçi günler sonra gücünün farkına varıyor. Dönme vakti yaklaşıyor fakat ayrılmak istemiyorum direnişalanından. Çünkü sosyalizm ateşini görüyorum, işçi sınıfının gücüne şahit oluyorum. Daha bir gönüldensarılıyorum davamıza. Hayata bakışım değişiyor iki günde. Ve artık daha bir yürekten söylüyorum, “Devrimdavası yenilmezdir!”.

Süleyman Demirel Üniversitesi’nden bir EG okuru

Page 34: Ekim Gençliği 123

Kırk sekiz yıllık illegal yaşantısını 25 Nisan'dan(Karanfil Devrimi’nden) sonra hızla sonlandıran,faşizmin yerine burjuva parlamenter işleyişin tahkimedilmesini kendine amaç edinmiş, ufku demokratizminsınırlarını aşamayan, burjuva diktatörlüğünün zoraygıtlarını devrimci şiddetle felç etmek yerine KaranfilDevrimi’nde ayaklanan askerlerin silahlarına karanfillertakmayı tercih eden, ‘devrimden’ sonra hızla meclistekitemsil hakkına koşan bir komünist parti… PortekizKomünist Partisi’nin bu ‘tercihlerinin’ elbette‘nedenleri’ var. En belirleyici olanı, 30'lu yılların sondönemlerinde başta Komünist Enternasyonal olmak üzerebirçok komünist partinin faşizme karşı demokratik halkiktidarları perspektiflerini aşamaması. Faşizm ile birlikteburjuva sınıf egemenliğinin de yıkılması anlayışına sahipolmamak kuşkusuz birçok örneklerinde olduğu gibiPKP'nin de düzene bu şekilde entegre olmasına nedenolmuştur.

Romandaki parti, çalışma tarzı, militanlarınınadanmışlığı, okuyucuda doğal olarak derin bir saygıuyandırıyor. Ancak eminim ki, partinin akıbetini öğrenenokuyucu büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır.Türkiye’de Portekiz Komünist Partisi’nin aynılarıözellikle 12 Eylül sonrası oldukça fazladır: tasfiyecilik,reformizm… Ama okuyucu üzülmesin; roman, PortekizKomünist Partisi’nin tasfiyecilik yıllarından ve KaranfilDevrimi’nden bir hayli önceki çalışmalarınıanlatmaktadır.

Yarın Bizimdir Yoldaşlar romanı, bir döneme tanıklıketmenin ötesinde, devrimci mücadeleye dair deneyimleri,önemli vurgu noktalarını paylaşmakta. Öyle ki, birromandan çok, partili kimliği, illegalite kurallarını,dirayeti işleyen bilimsel bir makale gibi. Bu romandandersler çıkartmak gerekmektedir. Yarın BizimdirYoldaşlar’ı bu gözle okumamız gerektiğini düşünüyorum.

İllegal-ihtilalci bir yaşam ve örgütlenme tarzı…Gizlilik, disiplin, fabrika eksenli çalışmalar, yapılanhataların nelere malolabileceği... Birçok açıdan öğreticibir roman. Romandaki her karakter kişisel özellikleribakımından okuyucuya farklı mesajlar vermekte. Mesela,Vaz karakteri, çalışkanlığı, adanmışlığı, fedakarlığı,inisiyatif sahibi olması, örgütsel güvenlik kurallarını

titizlikle uygulaması yönüyle partili kimliği temsiletmekte.

Okuyucu romanın her satırından,yapılan tartışmalarından, düşülenhatalardan ayrı ayrı çıkarsamalar

yapmalıdır. Vaz'ın tersine Afonso karakteri,mücadele içerisinde, örgütsel ve güncelyaşamında zaaflı, bildiğini okuyan, bencil, süreklikaçış noktaları oluşturan, illegal yaşam kurallarını

sık sık çiğneyen bir anlayışa denk geliyor.Sadece partili kimlik, illegalitenin yaşamsal

kuralları değil, geri bilinçte olan işçilerin bile,keskin, öğretici süreçlerde ve birimlere dayalı

bir işleyiş sayesinde mücadele içersindenasıl çelikleştiklerini, kişisel kaygılarını

nasıl bir kenara bıraktıklarını da anlatıyor. Bunun en iyiörneklerinden biri, bir eylem sırasında faşist diktatörlüktarafından kızı katledilen Manuel Rato’dur. Bir diğeri iseproleter bir kimliğe sahip olan, yaşadıklarından vedevrimcilerle iç içe olmasından kaynaklı sınıf bilincineerişen, kadınların mücadele içerisinde nasıl özgüvenkazandığını ve özgürleştiğini teyit eden kadın işçiLiseta’dır.

Varlıklı bir aileden gelen, yüksek okul mezunu,entelektüel ve mücadeleci Antonio da üzerinde önemledurulması gereken bir şahsiyettir. Antonio, zaaflarınımücadele içerisinde aşan, rahat bir yaşamı elinin tersiyleitip, tercihini devrim mücadelesinden yana yapan, ailekurumuna, gelecek kaygısına ve kişisel çıkarlara savaşaçan, komünist kimliği PİDE (Polis Teşkilatı)cellatlarının önünde haykırması ile düzen-devrimçatışmasını, sınıf intiharını sembolize etmektir.

Romandaki önemli karakterlerden bir başkası ise,Ramos’tur. Ramos, birikimli, partinin ideolojik hattınıbilen, disiplinli, küstah, ukala olmasına karşın, militanama zaafları olan bir karakterdir. Hatta bu zaaflıdavranışlarından dolayı, yoldaşları Ramos’unmücadelede geri bir konuma bile düşebileceğinidüşünürler. Ama Ramos bütün bu kişisel özelliklerinerağmen PİDE cellatları tarafından sokak ortasında infazedilirken bile, bilincinde partinin örgütsel güvenliğivardır. Can çekiştiği sırada, cebinde ki notu PİDE’nincellatları ele geçirmesin diye, cebinden çıkarır, ağzındaçiğner ve yutar… Sonuçta o ölecektir belki ama cebindebulunan o not sayesinde başka yoldaşlarının yakalanması,parti hücrelerinin açığa çıkarılmasını engellemekistemiştir. Bir komünistin ölürken bile bilinç altındapartisi vardır!..

Genel grev operasyonundan sonra, partinin birçokhücresi açığa çıkarılmış, çalışmaları büyük orandadağılmış, militanları tutuklanmış ya da katledilmiştir.Elbette açığa çıkarılamamış hücreleri de var.

Etrafta bir ‘avuç’ militan, bir ‘avuç’ sempatizankalmıştır. Şimdi her şey çok daha zordur. Geride kalanlarboşlukları doldurabilmeli, partinin çalışmalarını tekrardantoparlamalıdır. Elbette bu cüret, alabildiğine bedelliolacaktır…

Paulo, operasyondan sonra, hızla eski arkadaşlarınıgörür, onlardan bağış toplamaya çalışır, bütün imkânlarınızorlar, cüret eder, sempatizanlarla ilgilenir, yeni komitelerkurmaya çalışır vesaire. Her zamankinden birkaç misliçaba harcamak zorundadır. Elbette ‘yeniden inşa’yı tekbaşına yapmamıştır ama en önemli isimlerden birisidir.

Faşist diktatörlük dönemlerinde, illegal bir partininçalışmalarını anlatan bu kitap, dünyanın birçok dilineçevrilmiştir. Türkiyeli devrimcilerin de başucukitaplarından biri olan Yarın Bizimdir Yoldaşlar, kendimücadele tarihimizle de oldukça paralel yanlartaşımaktadır. Bu romandan öğreneceğimiz çok şey var.Komünist kimlik bunların başlıcalarından…

B. Durgut

“Yarın Bizimdir Yoldaşlar!”

Yarın Bizimdir

Yoldaşlar romanı,

bir döneme tanıklık

etmenin ötesinde,

devrimci

mücadeleye dair

deneyimleri, önemli

vurgu noktalarını

paylaşmakta. Öyle

ki, bir romandan

çok, partili kimliği,

illegalite kurallarını,

dirayeti işleyen

bilimsel bir makale

gibi.

34

Page 35: Ekim Gençliği 123

35

Terminatör ve Titanik gibi Hollywoodbaşyapıtlarına imza atan James Cameron’un sonfilmi Avatar gösterimde…

Epey kabarık bütçesiyle en pahalı film namınaerişen yapım, gişe hasılatıyla da Titanik’in 1.8milyar dolarlık kazancını geçecek gözüküyor... Buünvanlar ve rakamlar işin sektörel boyutu. Zengininmalı züğürdün çenesini yorar denir. Bu deyişkapitalist düzende eksik bir tespit olarak kalır.Çünkü zengin, malını-kazancını, kısacası varınıyoğunu züğürdün kollarıyla alınterinden yaratır.Dolayısıyla Avatar’ın maliyeti konuşulurken, setçalışanlarının emeğinden bahsedilmez ya dakazancın ‘ihtişamı’ gündeme oturur. Amerikansinema sektörünün rakamları züğürdün kaleminimeşgul etmesin diyerek filme geçelim...

Avatar filminin, son Hollywood kültü olmaklaberaber sinema sektöründe ve sinema teknolojisindeçığır açtığı söylenebilir... Sektör noktasında 3boyutlu teknolojinin kazandıracağı parayı düşünürve kendi sinemalarımızda karşılaştığımız örneklerüzerinden (3 boyutlu filmlerden artı bir para alınıyor,ayrıca gözlükler için de kira ödeniyor!) hesapedersek kısa sürede hem 3D uyumlu salon sayısıartacak, hem de bu teknolojiye yapılan yatırım.

Teknolojide açılan çığırı ise tırnak içine alarakihtiyatlı davranmakta yarar var. Daha doğrusu buteknoloji sinema dilinin gelişmesine ne ölçüde katkısunar gibi sorular yöneltmek hakkımız... Sadecegörüntü ile başlayıp görüntü ve ses ile devam edenanlatım gücü, bugün artık görselliği daha inandırıcıkılmanın yollarını keşfetmiş bulunuyor. Avatar’daresmedilen Pandora gezegeninin teknolojikyöntemlerle izleyiciye adeta yaşatıldığı ortada. Fakatunutmamak gerekir ki bir filmi gerçekçi kılanyalnızca görüntünün kusursuzluğu değil, anlatılanhikayenin inandırıcılığıdır aynı zamanda...

Bitkisinden hayvanına tüm doğasıyla yeni vefarklı bir dünyayı etkileyici bir görsel anlatıma konueden Avatar, hikayesiyle de sınıfı geçiyor... Öyle kigeçmemesi şaşırtıcı olurdu. Zira yanıbaşımızda Irak,Afganistan işgalleri yaşanırken; hedef tahtasında iseSuriye ve İran’ın adları yazıyor. ABDemperyalizminin saldırılarına tanıklık ediyoruz hergeçen gün... Barutla olmasa da siyasal ve ekonomikboyutlarıyla aynı hegemonyadan Türkiye için debahsetmek mümkün.

Bilimkurgu türünün doğası gereği gelecektegeçen filmde ABD yine işgalci konumunda...Dünyada tüketilmemiş kaynak, bu kaynak uğrunadökülmemiş kan kalmamış olacak ki ABD ‘bakir’gezegenlere sefer düzenliyor. Mavi tenli Navihalkının yaşadığı Pandora da bu seferlerden birinemaruz kalıyor. Bir kilosu milyarlarca dolar değerindeolan maden yatakları Naviler’in yerleşimyerlendinde bulununca, petrol için Mezopotamya’yı

işgal eden ABD bu kez değerli maden için Naviler’esavaş açıyor... Siyasal gerçekliğin sınavı da buradabaşlıyor. Cameron klişelerle ördüğü filmindeAmerikan halkından Jake Sully gibi şövalye ruhlukahramanlar da çıkarıp ABD imajının tümden“çizilmesine” engel oluyor. İtirazımız ise ABDpolitikalarına ters düşen vatandaşların hattaaskerlerin varolamayacağına değil, bu vatandaşların,askerlerin Jake Sully gibi bir halkın kaderinideğiştirecek güce sahip olarak algılanmasına, birillüzyon yaratılmasına... Diyebiliriz ki Avatar birfilmdir; Jake Sully’ler film icabı önce karşısındasavaştığı halkı kurtarmayı seçer, başarır!

İzleyici “film icabı” görüyorsa, o film klişelereyaslanıyor demektir. Çünkü klişe sahnelerinkullanımı gerçeklik algısına ve özdeşleştirmeyesekte vuran bir faktördür. ABD ile Navi halkınınçatışmasına ABD güçleri arasında ciddi bir yançatışma eklemek, filmin olay örgüsüne katkı sunsada günümüz koşulları değerlendirildiğindegerçekliğin dışında kalması itibariyle klişeleşir. JakeSully’e çevreci profesör ve savaş pilotu da ekleniyor.Böylece işgal güçleri arasından kopan bu grupNavilerin safına geçiyor.

Emperyalist işgallere yapılan göndermelerinyanısıra ‘dünyalı’ vurgusu, kapitalist tekellerin,emperyal sermayenin çevre kirliliğindeki rolününönüne geçiyor. Dünyayı insanlar bitirdi çarpıtmasınabir halka daha ekleniyor. Hatırlanacaktır. Birhükümet temsilcisi küresel ısınmadan Ayşe teyzelerisorumlu tutmuştu.

Avatar’ın siyasal göndermeleri bunlarla sınırlıkalmıyor. Pandora’nın keşfi, Amerika’nın ‘keşfini’anımsatıyor. Kabilelerle sömürü düzenini kurmuşAvrupalılar’ın çatışmasını, yine yerli halk Navilerlebireyciliğin ve ihtirasın doruğundaki dünyalıçatışmasına vardırıyor Cameron. Bir yanda kolektifyaşantı yer alırken, diğer yanda sınıflı toplumanlayışının hakimiyetini görüyoruz. Ayrıca savaşuçakları, dev robotlarıyla Navilerin dünyasınıyıkmaya çalışanlar dozerleriyle, kolluk kuvvetleriyleyoksuların kondularına yönelenleri çağrıştırıyor.

Tinsel temaların yer yer öne çıktığı film;teknolojisi, siyasal göndermeleri ve kazancıyla dahaçok konuşulacağa benziyor. Ve yeni bir dünya olanPandora’da eski bir hikayeyi anlatıyor; işgal, talan,yağma yani kapitalizmin karakterini... Avatar’aniyetinden bağımsız anlamlar yüklemek, onatoplumsal misyonlar biçmek bu filmin değeriniartırmak bir yana, azaltır. Cameron’u cesaretindendolayı kutlamak fikri bana anlamsız geliyor. Meselecesaretse düzenle köprüleri atmayan siyasimesajlarla bezeli bir kurguyu göklere çıkarmakyerine niçin tüm çıplaklığıyla bir Irak filmiçek(e)mediğini sormak gerekiyor.

T. Talip

Avatar: Yeni dünya, eski hikaye

Filmde,bir yanda

kolektif yaşantı yer

alırken diğer yanda sınıflı

toplum anlayışının

hakimiyetini görüyoruz.

Ayrıca savaş uçakları,

dev robotlarıyla Navilerin

dünyasını yıkmaya

çalışanlar dozerleriyle,

kolluk kuvvetleriyle

yoksuların kondularına

yönelenleri çağrıştırıyor.

Page 36: Ekim Gençliği 123

3“Işık daha çok ışık!”

Goethe

Diyalektik materyalizmi doğanın yapısında bir yasa olarak ortayakoyduktan sonra bu yasayı tarihsel süreci çözümlemek aşamasındakullandığımız ve maddeci anlayışımıza uyarladığımızdatarihsel materyalizmin en genel işleyişini tanımlarız.Tarihsel Materyalizm tarihsel gelişmenin maddeciaçıklamasıdır.

Marks ve Engels Alman İdeolojisi’ndenKapital’e dek Tarihsel Materyalizm’ingelişimini incelemiştir. Alman İdeolojisi veFeuerbach Üzerine Tezler’de Marks ve Engelsdiyalektik materyalizm ile birlikte Hegel’indiyalektik anlayışını ayakları üzerineoturturlar. Engels, Doğanın Diyalektiği ve AntiDühring’te diyalektik materyalizmi önce doğa,sonra da topluma uyarlarlar. Ve o zamana dekvar olan materyalizm ile dehesaplaşmaktadırlar. Bu hesaplaşmanınsonuçlarından birisi diyalektik anlayışınidealist özünden ayrılıp maddeci birkonuma oturtulması ise diğeri de ozamanki materyalizmin mekanik -nesnelci yanından ayrılmasıdır.Tarihsel Materyalizm’e buçabanın sonucunda varıldı veburada maddeci tarihanlayışının genel ilkeleri ortayakoyuldu.

Marks ve Engels mekanikmateryalizme karşı giriştikleritartışmalarda TarihselMateryalizm anlayışının en genelifadesini kullanırlar. Teorik olarakkarşıtlıkların çözümünün sadece teorik olmadığını ve bunun aynızamanda pratik bir mesele olduğunu vurgularlar. Maddi pratikbelirleyicidir, Praksis vurgusu bu çerçevede anlam kazanır. Bu, aynızamanda Marksist felsefe açısından temelde bulunan teori ve pratikbütünlüğünün bir başka ifadesidir ve bütün tartışmalardagörebileceğimiz bir noktadır.

Marks ve Engels’te maddi pratik, incelemeler sonrası net olaraktanımına kavuşur. Maddi pratiği inceleyeceğimiz alan, üretim yapısıya da üretim tarzı içerisindedir. Tarihsel Materyalizm’in somutuygulamasını göreceğimiz alan ise daha çok ekonomik öğretiiçerisinde olacaktır. Üretimin maddi yapısı toplumsal tarihsel alanınmaddi temelini oluşturur ve tarih bilimsel olarak incelenmeye buradanbaşlanır. Marksist Felsefe açısından kendini geliştirmek isteyen okurmutlaka bu yapıtları incelemeyi önüne koymak durumundadır. Biz buyazıda en genel hatlarını işlemeye çalışacağız.

Marksist felsefede tarihsel incelemenin tuttuğu yerinöncesinde Marksizm’in analizlerinin ve öğretisinin neolduğunu bir kez daha Marks’tan alıntılayalım. Marks,

Arnold Ruge’ye Eylül 1843’te yazdığı mektupta teorik savaşımınpratik savaşımdan ayrılmayacağının tartışmasını yaparken, eleştirininuygulama yeri olarak siyasetin eleştirisini ve siyasette tavır takınmayı,eleştirileri savaşımla özdeşleştirmelerinin nedenini vurgular vesonunda şöyle tarifler:

“…Biz ortaya, doktrinerler olarak, işte hakikat, onun karşısındadiz çök! diyen yeni bir ilkeyle çıkmıyoruz. Biz dünyaya, dünyanın

kendi bağrında geliştirdiği ilkeleri getiriyoruz. Biz ona,savaşımlarını orada bırak, bunlar zırvadır, biz sana

savaşımın gerçek belgesini haykıracağız demiyoruz. Bizona yalnızca tam olarak niçin savaştığını gösteriyoruz

ve özbilinç, istensin istenmesin, kazanılmasıgerekecek bir şeydir…”

“Biz yalnız tek bir bilim tanıyoruz.”

Marksist felsefede tarihin rolünü anlamak içinMarks’ın Alman İdeolojisi yapıtındaki vurgusuna

başvuruyoruz: “Biz yalnız tek bir bilim tanıyoruz. Oda tarih bilimidir. Tarih iki yönden incelenebilir. Tarihi

doğa tarihi ve insanların tarihi diye ikiye ayırabiliriz.Bununla birlikte bu iki yön birbirinden

ayrılmazlar, insanlar var oldukça insanlarıntarihi ile doğanın tarihi karşılıklı olarakbirbirlerine koşullandırırlar. Doğa tarihi,yani doğa bilimi ile belirtilen şey buradabizi ilgilendirmez. Buna karşılık insanlarıntarihi ile, ayrıntılı bir biçimde uğraşmamızgerekecek. (…) İdeolojinin kendisi de zatenbu tarihin görünümlerinden biridir.”“Benim bilincim beni çevreleyen şey

ile ilişkimdir”*

Marks Ekonomi Politiğin Eleştirisi’ninönsözünde Tarihsel Materyalizm’in temel

dinamiğini “İnsanların varlığını belirleyen şeybilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini

belirleyen, toplumsal varlıklarıdır” şeklindeözetlemiştir.

Tarihsel Materyalizm açısından hareket noktamızı oluşturan,dogmalar yığını değil, soyutlayabileceğimiz gerçek koşullardır.Bireyler ve kendi eylemleri ile oluşturdukları maddi yaşamkoşullarıdır. Bu önermeyi insanlık tarihine uyguladığımızda canlıinsanın varlığı ilk koşuludur. Burada üzerinde duracağımız ilk olguinsanların fiziksel örgütlenişleri ve doğa ile ilişkileridir. Tarih bilimibu koşullardan hareketle, yani insan eyleminin meydana getirdiğideğişikliklerden bir çıkarım yapabilir.

Marks ve Engels, tarihsel materyalizm ile toplumların oluşumsürecini, sınıfların oluşumunu, mülkiyet ilişkilerini, toplumdaki servetsefalet kutuplaşmasını, devlet, hukuk, ahlak, kültür gibi kurumlarınoluşumunu, sosyal gelişmelerin nedenlerini, savaşları, sınıfsavaşımının zorunluluğunu tüm netliği ile açıklarlar. Kapitalizmingelişim yasalarını ve onu daha da ileri bir toplumsal yapıyadönüştürmeye neden olacak, içerisinde barındırdığı çelişkileri ortayakoydular. 36

Marksist felsefe

için notlar... G. Umut

Page 37: Ekim Gençliği 123

Diyalektik olarak toplumlar tarihine bakıldığında temel olarakşunları söyleyebiliriz. Toplumlar süreçler boyunca bir gelişim vedönüşüm yaşamıştır. Gelişim yasaları bilinebilir ve açıklanabilirolmakla birlikte gelişim devam edecektir. Toplumsal gelişim,içerisinde bulunulan maddi yaşam koşulları ile bağlantılıdır ve nicelbirikimlerin nitel dönüşümler yaratmasıyla meydana gelmiştir.Toplumsal gelişim, çelişkilerin çatışmalara dönüşmesi ve buçatışmalardan daha ileri toplum biçimlerinin çıkması yoluylagerçekleşir.

İnsanlar var oluşlarını sürdürebilmek için geçim araçlarınıüretmeye başladıkları anda hayvanlardan ayırt ediliyorlar. Bu süreçtedoğallığında kendi maddi yaşamlarını da üretiyorlar. Üretim süreci ilkzamanlar doğada buldukları ile gerçekleşiyor. Bu üretim tarzı isebelirli bir zaman içerisinde bir yaşam tarzını temsil ediyor. İnsanlarınne oldukları, ne ürettikleri ve nasıl ürettikleri ile dolaysız bir biçimdebağlantılı oluyor. Daha genel adlandırılması ile “bireylerin neoldukları, üretimlerinin maddi koşularına bağlıdır.”

Alman İdeolojisi’nde ilk tarihsel eylemden tarihsel gelişimeevirilen süreç tanımlanır. Bu bağlamda üretici güç ve insanlık tarihininnasıl ele alınması gerektiğine dair bir yol çizilir.

“İlk tarihsel eylem, bu gereksinmeleri karşılayacakaraçların üretimi, maddi yaşamın kendisininüretimidir ve bu, binlerce yıl önce olduğu gibi,bugün de salt insanlar yaşamlarını sürdürebilsinlerdiye günbegün, saatbesaat yerine getirilmesigereken tarihsel bir eylem, bütün tarihin temel birkoşuludur.

…İkinci nokta şudur ki, ilk gereksinmeninkendisi bir kez sağlandığında, sağlama eylemi ve busağlama işinden kazanılmış olan alet, yenigereksinmeler yaratır —ve bu yeni gereksinmelerinyaratılması ilk tarihsel eylemdir.

…Burada, tarihsel gelişmenin içine dahabaştan dahil olan bir üçüncü ilişki de şudur: hergün kendi yaşamlarını yenileyen insanlar, başkainsanlar yaratmaya, kendi kendilerini yenidenüretmeye koyulurlar; bu, kadınla erkekarasındaki, ana babalarla çocuklar arasındakiilişkidir; bu ailedir.

…Yaşamı üretmek, işle kendi özyaşamını olduğu kadar, döl vererekbaşkasının yaşamını üretmek, demek ki,artık bize çifte bir ilişki olarak görünür,bir yandan bir doğal ilişki olarak, öteyandan da bir toplumsal ilişki olarak —şuanlamda toplumsal ki, bununla, birçok bireyin,hangi koşullarda, ne tarzda ve ne amaçlaolduğu önemli olmayan elbirliği anlaşılır. Bundançıkan sonuca göre: bir üretim tarzı ya da belirli bir sanayi aşaması,sürekli olarak bir elbirliği tarzına veya belirli bir toplumsal aşamayabağlıdır ve bu elbirliği tarzının kendisi bir ‘üretici güçtür’; genebundan çıkan sonuca göre: insanlarca ulaşılabilir üretici güçlertoplamı toplumsal durumu belirler ve dolayısıyla ‘insanlık tarihinin’,sanayi ve değişim (mübadele) tarihi ile kesintisiz bağlantısı içindeincelenmesi ve ele alınması gerekir.”

Tarihsel ve toplumsal gelişme içerisinde belli başlı noktalarınvurgulanması önemlidir. Bunlardan biri ise işbölümüdür. Marks veEngels Alman İdeolojisi’nde işbölümünü ve sonuçlarını şu şekildeifade eder.

“Ve eni sonu, işbölümünün bize derhal ilk örneğini sunduğu şeyşudur: insanlar doğal toplum içinde bulundukları sürece, şu halde,özel çıkar ile ortak çıkar arasında bölünme olduğu sürece, demek ki,faaliyet gönüllü olarak değil de doğanın gereği olarak bölündüğüsürece, insan kendi işine hükmedeceğine, insanın bu kendi eylemi,insan için kendisine karşı duran ve kendisini köleleştiren yabancı birgüç haline dönüşür. Gerçekten de, iş paylaştırılmaya başlar başlamazherkesin kendisine dayatılan onun dışına çıkamadığı, yalnızca kendine

ait belirli bir faaliyet alanı olur; o kişi avcıdır, balıkçıdır ya daçobandır ya da eleştirici eleştirmendir ve eğer geçim araçlarınıyitirmek istemiyorsa bunu sürdürmek zorundadır -oysa herkesin birbaşka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı,herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiğikomünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da, benim için,bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbirzaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmak durumunda kalmadansabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvanyetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağınıyaratır. Toplumsal faaliyetin bu şekilde sabitleşmesi, kendiürünümüzün, bize hükmeden, biçim denetimimizden kaçan,beklentilerimize karşı koyan, hesaplarımızı boşa çıkaran maddi birgüç halinde bu toplaşması, zamanımıza kadarki tarihsel gelişmeninbelli başlı uğraklarından biridir.”

“Alt yapı üst yapıyı belirler”

Toplumsal gelişimi etkileyen birçok faktör sayılabilir. Coğrafikoşullar, nüfus yoğunluğu, üretim biçimi vb… Üretim biçiminintoplumsal gelişim içerisindeki rolü belirleyicidir. Toplumların gelişimiaçısından belirleyici güç insanların ürünleri elde ediş biçimi, yaniüretim biçimidir. Üretim biçimini belirleyen ise üretici güçler ve

üretim ilişkileridir. Üretici güç; üretim aletleri ve üretimdekiinsandır. Üretim ilişkileri ise bu süreçte insanların birbirleri

ile kurduğu ilişkidir. Bir toplumun üretim biçimi, toplumun sosyal, politik

yapısını belirler. Bu olgu, “Alt yapı üst yapıyı belirler”şeklinde formüle edilmiştir. Alt yapı üretim biçimi, üstyapı hukuk, politika, kültürel vb. yaşamdır. Üretimbiçimindeki değişiklik, üretici güçlerin gelişmesi veüretim ilişkileriyle arasındaki uyumun bozulmasısonucunda olur. Yeni üretim güçleri ve yeni üretim

ilişkisi var olmak için eskinin yok olmasını beklemez,eskinin içinde doğar gelişir ve yerini alır. Bu, diyalektik

açısından yadsımanın yadsımasını incelerkenvurguladığımız sürecin toplumlar

tarihindeki somutudur.Ekonomi Politiğin Eleştirisine

Katkı'nın önsözünde, Marks, insantoplumuna ve tarihine uygulananmateryalizmin temel ilkelerinin tam

bir formülasyonunu aşağıdaki sözlerlevermektedir:

“Varlıklarının toplumsal üretiminde,insanlar, aralarında zorunlu, kendi

iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkilerkurarlar; bu üretim ilişkileri onların

maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişmederecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin

tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsalbilinç biçimlerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapınınüzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretimtarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecinikoşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir;tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, ozamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da,bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyetilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olanbu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsaldevrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı,büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşlarınincelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşuile —ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir— hukuksal,siyasal, dinsel, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların buçatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleriideolojik biçimleri ayırt etmek gerekir. Nasıl ki, bir kimse hakkında,kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hükümverilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu 37

Page 38: Ekim Gençliği 123

dönemin kendi kendini değerlendirmesi göz önündetutularak, bir hükme varılamaz; tam tersine, budeğerlendirmeleri maddi yaşamın çelişkileriyle,toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileriarasındaki çatışmayla açıklamak gerekir. ... Genişçizgileriyle, Asya üretim tarzı, antikçağ, feodal vemodern burjuva üretim tarzları, toplumsalekonomik biçimlenmenin ileriye doğru gelişençağları olarak nitelendirilebilirler”

Marks’tan genel çizgileri ile alıntıladığımızkısmın içerisinde de vurgulandığı üzere 5 tanetoplum biçimi var olmuştur. İlkel komünaltoplum: Üretim araçları toplumun ortakmülkiyetindedir. Üretim ve paylaşım ilişkisitoplumsaldır, sömürü yoktur. Köleci toplum:Üretim araçları köle sahiplerinin özelmülkiyetindedir. Üretim ve paylaşım ilişkisi köleemeğinin sömürüsüne dayalıdır. Köleler kölesahiplerinin malıdır. Feodal toplum: Üretimaraçları feodal beylere aittir. Köle emeği, yeriniserf emeğinin sömürüsüne bırakır. Kapitalisttoplum: Üretim araçları burjuvazinin özelmülkiyetindedir. Üretim işçi sınıfının emeğininsömürüsüne dayalıdır. Sosyalist toplum: Üretimaraçlarının mülkiyeti toplumsaldır. Emek sömürüsüortadan kalkmıştır, herkes emeğine göre, giderekde ihtiyacına göre üretimden pay alır. Üretimilişkileriyle üretici güçler arasında tam bir uyumvardır.

Tarihsel materyalizmaçısından temel noktalarıvurguladık. Yazı içerisindebirçok noktayı tercihensınırlandırmak durumundakaldık. Yazı dizisinin başındavurguladığımız üzere “girişkenokura” seslenerek ve son sözü iseyine Marks ve Engels’ebırakıyoruz.

“Geliştirmiş bulunduğumuz tarihanlayışı, en sonu bize şu sonuçlarıda verir:

1) Üretici güçlerin gelişmesindeöyle bir aşama gelir ki, bu aşamada,mevcut ilişkiler çerçevesi içindeancak zararlı olabilen, artıküretici güçler olmaktan çıkıp yıkıcıgüçler haline gelen (makineler vepara) üretici güçler ve karşılıklıilişki araçları doğar, ve bu, birönceki olaya bağlı olarak,kazançlarından yararlanmaksızıntoplumun bütün yükünü taşıyan,toplumdan dışlanmış, ve zorunluolarak, bütün öteki sınıflara karşı enaçık bir muhalefet durumunda bulunanbir sınıf doğar, bu sınıf, toplumüyelerinin çoğunluğunun meydanagetirdikleri bir sınıftır, köklü bir devrimzorunluluğunun bilinci, komünist birbilinç olan ve elbette ki, kendileri de busınıfın durumunu gösterdikleri zaman başkasınıflarda da oluşabilen bu bilinç, bu sınıfıniçinden fışkırır.

2) Belirli üretici güçlerden bazı koşullariçinde yararlanılabilir ki, bu koşullar,toplumun belirli bir sınıfınınegemenliğinin koşullandır; bu sınıfın, sahip

olduğu şeyden ileri gelen toplumsal gücü, düzenliolarak her çağa özgü devlet tipinde idealistbiçimde pratik ifadesini bulur; bunun içindir ki,her devrimci savaşım, o zamana kadar hükmetmişolan sınıfa karşı yönelir.

3) Daha önceki bütün devrimlerde faaliyet tarzıdeğişmemiş kalıyordu ve yalnızca bu faaliyetinbaşka türlü bir dağılımı, işin başka kişiler arasındayeni bir bölüştürülmesi söz konusuydu: komünistdevrim, bunun tersine, daha önceki faaliyet tarzınakarşı yönelmiştir, çalışmayı ortadan kaldırır vebütün sınıfların egemenliğini sınıfların kendileriylebirlikte ortadan kaldırır, çünkü bu devrim, artıktoplum içinde bir sınıf işlevi görmeyen, artıktoplum içinde bir sınıf diye tanınmayan, ve dahaşimdiden artık bugünkü toplum içindeki bütünsınıfların, bütün milliyetlerin, vb. yok oluşununifadesi olan bir sınıf tarafından gerçekleştirilir.

4) Yığın içinde bu komünist bilincin yaratılmasıiçin ve gene bu işin kendisinin de iyi bir sonucagötürülebilmesi için insanların yığınsal birdeğişikliğe uğraması zorunlu olarak kendini ortayakoyar, böyle bir biçim değişikliği ise ancakpratikteki bir hareketle, bir devrimle yapılabilir; budevrim, demek ki, yalnızca egemen sınıfıdevirmenin tek yolu olduğu için zorunlu

kılınmamıştır, ötekini deviren sınıfa,eski sistemin kendisine bulaştırdığıpislikleri süpürmek ve toplumu yenitemeller üzerine kurmaya elverişlibir hale gelmek olanağını ancak birdevrim vereceği için de zorunluolmuştur.”

Tarihsel materyalizminkurucularına göre doğalında

bizim bilimselsosyalizmimizegöre; “İnsanlar kenditarihlerini kendileriyaparlar.” Bizlertarihin öznesiyizdeğiştirir vedönüştürürüz. Busavaşım içerisindeçabamız, büyükçabaların ürünü olarakortaya koyulmuşideolojimiziözümseyebilmek vebilincimizeçıkarabilmektir. Dünyayıdeğiştirme çabamızı

kendimizideğiştirmeçabamızla iç içegeçiren, devrimcipratiğimizisağlamlaştıracakolan, mücadeleninzor dönemlerinde,tasfiyecilikyıllarında,soluğumuzu uzunsüreli kılacak olan,Marksizm’i tümbilimselliği ile kavramaçabası olacaktır.

*Karl Marks, Almanİdeolojisi38

Tarihsel materyalizmin

kurucularına göre

doğalında bizim bilimsel

sosyalizmimize göre

“insanlar kendi tarihlerini

kendileri yaparlar”. Bizler

tarihin öznesiyiz

değiştirir ve

dönüştürürüz. Bu

savaşım içerisinde

çabamız büyük çabaların

ürünü olarak ortaya

koyulmuş ideolojimizi

özümseyebilmek ve

bilincimize çıkarabilmek.

Page 39: Ekim Gençliği 123
Page 40: Ekim Gençliği 123