düşünmüş beyinlere hiç okunmamış yazılar 3

52
İçindekiler Sunu Görmek !!!???? Ruhun sufice yorumu Her derde deva şarkılar - Burçlar ve MüzikTerapi 25.Mektup Gönülsüz Mesih Mozart Karakteri ??!! Zen Yolu / Tasavvuf Yolu Modern bir mistik, ölüm sonrası yaşamı tasvir ediyor Kendinle Yüzleşmeler Sevgi ve Bilgi Hakkında Kısa Bir Hikaye Sorunlarınızı Uyurken Çözebilir misiniz? Benlik !!!??? Akaşalar Yayın Listemiz Sunu _______________________ Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3 kendi düşümüzü yaşamamız, hayatı kucaklamamız ve yazgımızla yüz yüze gelmemiz için bir çağrı. Okuyacağınız yazılar, herkesin kendi içindeki ışığı keşfetmesine yardımcı oluyor; hepimizi hayat savaşını “oku”mamıza davet ediyor: Hayatta olmanın mucizesinin değerini bilenin, yenilgisini kabullenenin ve kişisel arayışının sonunda olmak istediği insan olabilen kişinin yoluna davet ediyor... Yorumsuz.netteyim.net’de yayınlanan yazıları zamanı geldikçe e-kitapçık haline getiriyoruz; internette gereksiz geçireceğiniz zamanı bertaraf etmek için... 1

Upload: sercan

Post on 08-Jun-2015

2.782 views

Category:

Documents


2 download

TRANSCRIPT

Page 1: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

İçindekiler

Sunu

Görmek !!!????

Ruhun sufice yorumu

Her derde deva şarkılar - Burçlar ve MüzikTerapi

25.Mektup

Gönülsüz Mesih

Mozart Karakteri ??!!

Zen Yolu / Tasavvuf Yolu

Modern bir mistik, ölüm sonrası yaşamı tasvir ediyor

Kendinle Yüzleşmeler

Sevgi ve Bilgi Hakkında Kısa Bir Hikaye

Sorunlarınızı Uyurken Çözebilir misiniz?

Benlik !!!???

Akaşalar

Yayın Listemiz

Sunu _______________________

Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3 kendi düşümüzü yaşamamız, hayatı kucaklamamız veyazgımızla yüz yüze gelmemiz için bir çağrı.

Okuyacağınız yazılar, herkesin kendi içindeki ışığı keşfetmesine yardımcı oluyor; hepimizi hayat savaşını“oku”mamıza davet ediyor: Hayatta olmanın mucizesinin değerini bilenin, yenilgisini kabullenenin ve kişiselarayışının sonunda olmak istediği insan olabilen kişinin yoluna davet ediyor...

Yorumsuz.netteyim.net’de yayınlanan yazıları zamanı geldikçe e-kitapçık haline getiriyoruz; internettegereksiz geçireceğiniz zamanı bertaraf etmek için...

1

Page 2: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Değerli “OKU”R,

Dileğimiz size yararlı olabilmek...

Evreni (algılayamadıklarımız dahil) yöneten ve farklı adlarla işaret edilen Yüce Gücün bu arzumuzu yerinegetirmemiz için, önümüzü açık etmesini diliyoruz;

“Eğer bu duanın gerçekleşmesi, bizler ve tüm yaşam adına en iyisi olacaksa...”

Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

www.yorumsuz.netteyim.net 'de yayınlanan yazılardan derlenmiş ve size e-kitapçık olarak sunulmuştur.Eylül-2004

_______________________

Yorumsuz Bildiri

İnsanlığa gerçekleri anlattığına inandığımız

düşünürlerin, yazarların, aydınlanmışların ilimsel üretimlerini sizlerle paylaşmaktan başka bir arzumuzyoktur.

Biz bir başka insanı değişim-dönüşüme uğratamayız .

Bizim yapabileceğimiz tek şey değişim-dönüşümün meydana gelebileceği, hoşgörü ve sevginin girebileceği

bir alan, bir boşluk yaratmaktır.

_______________________

2

Page 3: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Görmek !!!????

Yaşamımızda en önemli fonksiyonlarımızdan biridir görmek.

Nedir “görmek”?...

Ne görüyoruz?...

Nasıl görüyoruz?

Neyi görüyor, neyi görmüyoruz?

İnsanların hepsi aynı şeyleri mi görüyor?

Bir kısmının gördüğünü bir kısmı niçin göremiyor?

Rüyada gördüklerimiz nedir?...

Cinleri görenler nasıl görüyor?

Melekler görülür mü, görülürse nasıl görülür?

Vechullah (allahın vechi) görülür mü? Görülürse nasıl görülür?

Halusinasyon nedir?

Kâbus nedir? Nasıl oluşur?

Kâbir âlemindeki görüş nedir, nasıldır?

Mahşer görüşü nasıldır?

Cehennem boyutunda görüş nasıldır?

Cennet boyutunda görüş nasıldır?

Evet sualler böylece uzayıp gider düşünen beyinler için... Ancak bunlardan bir çoğunun cevabı tam biraçıklıkla duyulmamıştır pek!.

İsterseniz beraberce düşünmeye başlıyalım bu konuda...

Önce görmek nedir; görüyorum, dediğimiz nedir bunu hatırlıyalım.

3

Page 4: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Karşımızdaki bir objeden bizim gözümüze yansıyan dalgalar, eğer santimetrenin onbinde dört ile yedisiarasında ise, gözbebeğimiz bunu bioelektrik dalgalara dönüştürerek göz siniri dediğimiz hat üzerinden beyneulaştırır..

Beyinde bu dalgalar, daha önceden yüklenmiş veri tabanına GÖRE, onlarla birleştirilerek bir sentezoluşturmak suretiyle değerlendirilir; sonra da hayâli oluşturan görme grubu içinde, bir hayâli imaj oluşur. İştebu hayâli imaja, biz, “görüyoruz” lafzını kullanırız.

Beyin, esas olarak ana rahminden itibaren sürekli dış verileri alır, tasnif eder ve depolar... Her yeni gelen dışveri,, yani bizim algıladığımız veya algılayamadığımız her dalga, beyinde, kendi frekansına uygun veya yakındalga boylarına programlanmış hücre grupları içine depolanır.

Beyinde depolanmış veri dalgaları, genellikle, hayâl oluşturan bölüme girmeden, kendi içinde sentezleroluşturarak sürekli yeni tasnifler oluştururken... Bu fikir ihtiva eden dalgalar, bazen de kişinin isteğine bağlıolarak, beynin hayâl oluşturan merkezine yönlendirilerek, orada kendi anlamlarına uygun veri dalgalarıylabirleşmek suretiyle, hayâli görüntüleri meydana getirir. Bu bazen de istek dışı olarak meydana gelir, kişiningenel beyin çalışma programına bağlı olarak. İşte o zaman biz hayâl görmeye başlarız... Bunun bazı türlerinehalusinasyon da denilir...

Halusinasyon ile Velilerin, Rasûllerin, Nebilerin görüşleri arasında çok önemli bir fark vardır...

Çeşitli uyuşturucu kullananlar ile Cinni etki altında olanların halusinasyonlarının arkasında, gerçektesistemde var olmayan veya sistemin işleme düzeninde yer almayan; temeli olmayan fikirlerin, vehim tesiriyleoluşturduğu temelsiz, asılsız görüntüler vardır... Halüsinasyon denen bu görüntülerin dayandığı fikirleriniçinde yaşadığımız sistemin işleyiş ve düzeniyle hiç bir ilgisi yoktur.

Buna karşın Velilerin, Rasullerin, Nebilerin hayâl yollu değerlendirdikleri müşahede ve keşifler ise,sistemin işleyişine temel oluşturan boyuttaki prensiplere, realitelere ve bunları ihtiva eden dalgalaradayanır...

Şimdi burada bir kere daha vurgulayalım... Şunu çok iyi anlıyalım...

Yukarıdan, tanrının ruhundan, belli özelliklere sahip bir rûh kopup geldi, bizim bedenimize girdi; okendisindeki tanrısal güçle görüp biliyor; bedende terbiye oluyor; sonra çıkıp onun huzûruna gidecek;o da onu yargılayıp Cehennemine atacak, ya da Cennetine sokacak; işte bu yüzden biz o rûhla görüpişitiyoruz görüşü sembolik anlatımların yanlış deşifresinden doğan bir ham hayâlden başka bir şeydeğildir !.

Aklımızı başımıza alıp, “OKU”mayı öğrenip; fark edelim ki...

Rasûl ve Nebiler “OKU”muş olarak, bize Allah ismiyle işaret olunanın yaratmış olduğu, içinde yaşamaktaolduğumuz sistem ve düzeni “İslâm Dini” adı altında açıklamışlardır. Zorlandıkları yerlerde de bunu sembolve benzetmelerle açıklamaya çalışmışlardır. Kur’ân, içinde yaşadığımız sistem ve düzeni bize anlatan birkitaptır.

Öyle ise, her şeyi, ötelerde ve asılsız hayâllerde değil; içinde yaşadığımız boyut ve sistemde bulmayaçalışırsak isabet etmiş oluruz...

İşte bu anlayışla Beynimizi değerlendirirsek...

4

Page 5: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Beyin gerek göz görme sınırları içinde kalarak kendisine ulaşan dalgaları ve gerekse de bunun dışında, direktolarak aldığı dalgaları değerlendirerek düşünür, hisseder, ve gerekirse hayâl merkezini devreye sokarakgörür!.

Bu arada, her an, üretmekte olduğu rûh adı verilen dalga bedene de bu verilerini anında yükler!...

Bu arada hemen şu soruya cevap verelim...

“Rûh”, dalgalardan oluşuyor ise, bu dalgalar nasıl havada dağılıp gitmiyor da, bir arada kalıp, bir beden hâlinikoruyor?

“Rûh” adı verilmiş bulunan beyin dalgaları hatırlıyalım ki beynin ürettiği dalgalardan meydana gelmiştir.Beyindeki tüm özellikler, “rûh” adı verilen dalga bedene yüklenmektedir. Vücutta hücrelerin bir aradatutulmasını sağlayan “çekme” elektriği ve özelliği aynıyla beyinde de vardır; ve beyin bu özelliği, gücüaynıyla ürettiği dalgalara yükleyerek, ürettiği dalgaların otomatik olarak bir arada bulunmasını teminetmektedir, dalgalarda oluşan o özellikle!. Bu yüzdendir ki, insanın ölümötesi boyut bedeni olan dalgabedeni=rûhu, bir tekil yapı olarak, Cennet boyutuna kadar devam edecektir.

Evet, konuyu fazla dağıtmadan gene gelelim görmenin göze dayanmayan bölümüne; hayâller kısmına...

Rüyalar buna girer... Halusinasyonlar buna girer... Keşifler buna girer... Vahiyler buna girer... Yani, gözaracılığı olmadan görme türüne...

Rüyâlar... Beynin veri tabanının, gecenin içinde bulunulan saatlerindeki melekî=astrolojik tesirler altında, otesirlerle ilgili konularına göre irrite edilmesi... Bunun sonucunda belli bir sentezin oluşması... Bu sentezsonuçlarının peyderpey, belli bir siklusla hayâl merkezine ulaştırılması.. Bu dalgaların, konuyla ilgili verisuretleriyle birleşmesiyle de rüya yani görüntünün beyinde oluşması...

Rüyâlar daima beyin sentezlerinin sonuçları ve rüyet merkezinde açığa çıkan beynin veri tabanına GÖREgörüntü sembolleri olduğu için, konunun ehli kişiler tarafından yorumlanmasını yani sembollerin deşifreedilmesini gerektirir.

Halusinasyonlar... Uyuşturucu kökenli veya cin kökenli olabilir... Kişinin beynindeki vehmi oluşturandevrenin, küçüklükten itibaren o kişinin beynine yerleşmiş yerel kültürle alâkalı verileri, uygun sûretlerlesembolleştirmesi sonucu olarak, o kişinin hayâl merkezinde oluşan görüntülerdir. Beyindeki vehim (varı yoksayma, yoku var sanma) devresinin, bir uyuşturucuyla kimyasal yoldan, ya da dışardan gelen cin kökenlidalgalarla irrite olması sonucu, kişinin gerçek sandığı asılsız görüntülerle başbaşa kalması halusinasyondur.

Keşifler... İki türlüdür...

Görüntülü veya görüntüsüz...

Genetik istidâdın oluşturduğu veri tabanının, sistemi okumaya yönelik bir şekilde çalıştırılması sonucuolarak; kişinin, yaşamında edindiği veri tabanıyla da birleştirilmek suretiyle, sistemi “OKU”yabildiği orandadeğerlendirebilmesi keşiftir.

Eğer bu değerlendirmeler, kişinin beyninde, veri tabanına, kültürüne GÖRE ve dayalı olarak, hayâlmerkezine transfer edilirse, bu tesbitler sembollerle, hayâl sûretleri şeklinde görülür; ki bu, yorumlanmasıgerekli olan keşif türüdür...

5

Page 6: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Hayâl merkezine girmeden değerlendirme olursa, o zaman yoruma gerek kalmayan değerlendirmeler olarak,direk, keşif diye algılanır... Buna, “hissi müşâhede” de denilir. Bu keşfin sonucunda, kişide, “Allah” adıylaişâret edilenin yaratmış olduğu, sistem ve düzenin işleyişine dâir bilgiler elde edilir ve yaşanır.

Vahiyler... Ana olarak, görüntülü ve görüntüsüz diye ikiye ayrılır; görüntüsüz olanın da bir kaç yan koluvardır...

Vahiy, melek aracılığıyla oluşur... Bilinir ki, Melekler aslında şekil ve sûretten beri varlıklardır. Ama bunakarşın vahiy alan Nebiler kimi zaman melekleri, örneğin Cebrail’i bir insan suretinde görmüşlerdir...

Bunun sebebi bize açıldığı kadarıyla şudur... “OKU”ma sırasında, sisteme dair gerçekler, bazen, kişininbeyninde açığa çıkarken, o kişinin beyin gücüne ve veri tabanına GÖRE, hayâl merkezine yansıyıp; oradaonun veri tabanına göre sembollerle oluşmakta; böylece o kişi, bir sûret aracılığıyla o veriyi aldığınıdüşünmekte ya da işin gerçeğini bilmesine karşın, insanların anlayışına ters düşmemek için böyle açıklamayapmaktadır.... Ve yine bu beyin, bazen, aldığı veriyi ve beyninde oluşan bu sûreti o kadar güçlü olarakdışa yaymaktadır ki, çevresinde bulunanlar dahi, o dalgaları alarak aynı şeyi “görür” olmaktadırlar...Nitekim günümüzde, bunu değişik bir türü “ufo” görenlerde açığa çıkmakta; birinin beyninde oluşan görüntü,onun beyninden yayılan dalgalarla, aynı anda çevresindekileri etkilemekte; böylece hepsi de, dışarıda aynışeyi gördüklerini sanmaktadırlar...

Kezâ, “OKU”yan Nebi ve Rasûller, bunu yaşadıkları o anlar içinde, genellikle, veri tabanlarına uygun birsûretle sembolleştirerek melekleri görmüşlerdir... Oysa biliriz ki, ne Cebrâil’in, ne Azrâil’in ne de diğermeleklerin somut bir varlığı ve sûreti yoktur, mücerred varlıklardır; yalnızca görenin veri tabanına GÖREsûretlenmiş olarak görülürler...

İşte bütün bu kısa bilgilerden sonra, farkedebiliyorsak eğer, önemli olan, görmek değil; ilmin beynimizdedeğerlendirilmesi; onun sonuçlarının hazmedilmesi; sonuçta, gereklerinin yaşanmasıdır.

Esasen bu konuda yazılacak çok daha incelikler, cevaplanabilecek çok daha sorular var; fakat bizim önce bukadarını farketmemiz gerekir... Ki bu da inşaallah daha yeni ufuklara ulaştırır bizleri.

Ahmed HULÛSİ/ 20.9.1998/Antalya/SİSTEMİN SESLENİŞİ-Ahmed Hulûsi-Kitsan Yayınları

Ruhun sufice yorumu

· Bu röportaj 04 Ocak 2004 tarihli AKŞAM Gazetesinde yayınlanmıştır.

· Sitemizde Dr.Mustafa Merter'in Rüya Yorumu ve Gönül Uyandırma adlı iki e-kitabıyayınlanmaktadır. (YoRuMsuz)

Mustafa Merter , insanların bakışlarında gördüğü "varamamışlığa",modern psikoterapiye uyarladığı Doğu bilgeliğiyle çözüm arıyor. Türkhalkının maddi ve manevi iki dünya arasında sıkıştığını anlatıyor. Annebabaların tutumlarını derhal değiştirmeleri gerektiğini söylüyor.Psikolojinin "insanın aklı kaostur" mantığından uzak yaklaşımlarsergileyen Dr. Merter, ruh bilimine "kozmik lunapark", "Barbie bebeksendromu" gibi yeni terimler de kazandırıyor.

Bodrum'da mandalina bahçeleri içindeki 17 senelik muayenehanesini

6

Page 7: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

bırakıp İstanbul'a geldi. Amacı, kendi çalışmalarını tartışabileceği doktorlar bulmaktı. Dr. Mustafa Merter,Zürih Üniversitesi'nde tamamladığı Psikiyatri ihtisasından sonra çalışmalarını Abraham Maslow *'un"Transpersonal Psychology" alanına yöneltmiş. "Benötesi psikoloji" ismiyle Türkçe'ye uyarladığı yaklaşımıkendisinden dinledik.Nedir bu Benötesi psikoloji?- Bu psikoloji bireyler arası ilişkilerden çok, birey içi sistemi düzenler. Benötesi psikoloji, öncelikle herinsanın derinliklerinde genelde bilinen, güncel hayata yansıyan yönünden daha yüce bir yönünolduğuna inanır. Bu yüce yönümüzden kaynaklanan ilham, bizleri hep daha kusursuza doğru yönlendirir.Anlatılmak istenen bireysel insanın gelişme sürecinin ötesinde, bireysel insandan daha fazla muhteviyatı olanbir süreçtir. Mükemmel hale doğru, başladığı yolculukta her birey kendi seçtiği bir yolda olabilir ve yoldeğiştirmekte özgürdür.Hacı hocaya gidenler : Yönteminizde maneviyatçı bir tavır var.- Transpersonal Psychology üzerine İsviçre'de enstitü kuran Robert Frager bir sufidir. Ama oradahinduizm ve budizm daha önde. Bu yaklaşıma ilgi duymaya başlamamla alan yeni bir boyut kazandı.Mevlana'ya verdim kendimi. Kendi sentezimi yarattım. Bu alanın en önemli tavrı, hastayla doktorun empatikurabilmesi. Eşduyum çok önemli, hastayı anlayabilmek çok önemli. ABD'de bir araştırma yapılıyor. Halkınyüzde 95'i tanrıya inanırken psikologların yüzde 20'si inanıyor. Bizim meslekte çoğu psikolog inançlarakarşıdır. Hastalar içinde evlilik dışı ilişkiye girip bunun "günah" yönü yüzünden ruh sağlığı bozulanlaroluyor. Bu insanların düşünce yapılarını anlamazsak nasıl yardımcı olacağız? İşte bu yüzden hacıya hocayagiden çok insan var bu memlekette.Siz bu alana nasıl yöneldiniz?- Zürih'te varoluşçu psikoterapi üzerine çalışıyordum. Grup terapilerime katılanlar için bir şeyler yerineoturuyordu ama ruhtaki dengeler sağlanamıyordu. Eksikliği giderebilmek adına Benötesi alana yöneldim.Çalıştığım hastanede doğu bilgeliğiyle tanışmış Thomas isimli bir bilim adamı vardı. Düşüncelerimidinleyince bana meditasyon zamanımın geldiğini söyledi. Dozajı sürekli arttırdığım zen meditasyonuinsanların gözlerinde gördüğüm varamamışlık hissini anlamamı sağladı. Sonra maneviyatçı anlayışın bizdekiversiyonlarını incelemeye başladım. Kafayı kazıtan insanlardan biri olmaktan kıl payı kurtulmuştum.Tasavvuf ruhtaki varamamışlığı nasıl çözüyor?- Tasavvufta "hal" vardır. Bu sözcük geçici durumlar için kullanılır. Bir de "makam" vardır. Hali sürekli yaşamak anlamına gelir. İnsanlar dünyada alternatif spiritüelarayışlara giriyorlar. Ben buna kozmik lunapark diyorum. Türlü türlü felsefelere girip çıkıyorlar. Sonundazihinler iki alem arasında sıkışıp kalıyor. Bu tür kozmik arayışlara takılanların geleceklerinde tehlikevar. Yaklaşımım tasavvufu da esas alarak insanın psiko hijyeninin kirlenmesini engellemeye çalışıyor.Türkler'in derdi :

7

Page 8: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Modern psikoloji bunun için yeterli değil mi?- 19. Yüzyıl bilimselliğin getirdiği sarhoşlukla maddeyi nasıl algılıyorsa ruhu da öyle anlayabileceğinidüşünmüş. Psikolojinin babası Freud, insan ruhuna çok mekanik yaklaşır ve insan aklının kaosolduğunu düşünür. Kendisine peygamberlik atfeder. Yahudi Freud'a tepki Hıristiyan dünyadan Jung'tangelmiş. Freud'un göremediği benlikten bahsetmiş. Ama kendisinin tanrı üstü konumlandırdığısöylemlerine rastlıyoruz. Mesnevi'de körlerin filleri tanımlaması istenir. Bacağına dokunan kör, sütun gibi,kulağına dokunan yelken gibi tanımlamalarda bulunur. Batı psikanalizi bütüne bakamadığı için kendinisorgulamaya çoktan başladı. Transpersonal Psychoteraphy bunun bir sonucu. Her birey için onuanlayarak hastaya göre bir yöntem geliştirilir. Ateiste bir ateist gibi işkolik bir insana onun anlayacağı tarzda,budist bir insana ise o felsefeyle yaklaşır.Türkler sizce ne tip buhranlar yaşıyor?- 18 senedir Türkiye'deyim. Avrupa ve Türkiye toplumlarında son 50 yılda patolojik bir kayma yaşandı.Gelecek kaygısı yaşanıyor. Ama bunun herkesin iddia ettiği gibi ekonomik sıkıntılarla bir alakası yok. İnsanbeyni uyaran bombardımanına tutuluyor. İstek ve arzular tamamen maddeye yönelik bir hale getirildi.Sirinagar kentinde sandallarla evlerine giden insanlarla konuştum. Derdin ne demek olduğunu bilmiyorlar.İstekler dizginlenmeli. An bilincinin farkına varmamız gerekiyor.Geniş çerçeveden bir çözüm öneriniz var mı?- Batıdaki metafizik gerilim Türkiye'ye de girecek. Şu anda vahşi kapitalizm dönemini yaşıyoruz. Gençlikanne babaların ideallerini paylaşıyor. Reaktif tepkileri henüz başlamadı ama başlamak üzere. Genç yao nefret ettiği dünyayı paylaşacak ya da kendini yok etmeye yönelecek. Batıda bu süreç uyuşturucuyabağlanma olarak gözlendi. Anne babalar tutumlarını değiştirmeli. Çocuklarına kendi dünyalarınıyaratma fırsatı vermeli.Kişiliksiz cinsellikYurtdışında bir hastam vardı. Kız, yaşlı bir kadın gördü mü uyarılıyor. Acıma duygusu kızda cinseluyarılmalara sebep oluyor. Kızın geçmişini sorguladık. 12 yaşında katıldığı sokak çetesinde arkadaşlarıtarafından seksüel açıdan kullanılmış. Henüz daha kişilik gelişmeden cinsellik gelişmiş. Küçük yaştabaşlayan cinsellik birey ve toplum için çok sakıncalı. Almanya'da ergen üç kızdan biri kusuyor. Blumiahastalığı. Ben buna Barbie bebek sendromu diyorum. İnce vücut ve çıplaklık gençliğe erdem gibisunuldu. Bu bilinçler de gerilimi getiriyor.

* Abraham Maslow'un Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar II adlı e-kitabızda bulunan yazılarıaşağıdadır (YoRuMsuz):

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ

2-DORUK DENEYİMLERİN DİNSEL YÖNLERİ I.Bölüm

3-DORUK DENEYİMLERİN DİNSEL YÖNLERİ II.Bölüm

Her derde deva şarkılar - Burçlar ve MüzikTerapi

Türk müziği, hem ruhu dinlendiriyor hem de şifa dağıtıyor .

Yüzyıllardır çok hastalığın tedavisinde kullanılan 'müzikle tedavi yöntemi' günümüzşarkılarına uyarlandı. ABD'de yaşayan bestekar Yalçın Mıhçı, 'Şarkılar Böyle Söylenir'adlı kitabında Osmanlı'nın 15'inci yüzyıldan bu yana çeşitli hastalıklar için müziktennasıl faydalandığını anlattı. Ayrıca eserinde Türk müziğinin ruh sağlığı üzerindekietkisinin makamlara, günün saatlerine, din ve ırklara göre değişim gösterdiğini

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 8

Page 9: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

bildirdi. Şimdiye kadar 500'ün üzerinde besteye imza atan Mıhçı'ya göre, aynı metotyeni şarkılarla metropol insanının yaşadığı stresi de huzura dönüştürebilir.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 9

Page 10: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Söylenenlere göre, Bach ve Mozart müziği ev bitkilerine iyi geliyormuş. Pop ve disko ritminde olanlar iseolumsuz etkiler bırakıyormuş çiçekler üstünde. Peki, Türk musikisinin etkileri denendi mi? Acaba denensesonuç ne olurdu?

II.Beyazıd başlattı

Müziğin tıp alanında kullanılması yeni değil, "notaların mucizevi özellikleri" Osmanlı dönemine kadardayanıyor. Bu konuda en ciddi adım, 1488 yılında II.Beyazıd döneminde atıldı. Sultan II. Bayazıt 1484'de Edirne'de bir "DARÜŞ-ŞIFA" yapılmasını emretti. Mimarbaşı Hayrettin Ağa dörtyılda külliyeyi tamamladı. Bu külliyenin Darüş-şifa bolümü bir tıp fakültesi ve akıl hastalarının tedavigördüğü hastane bölümünden oluşuyordu.

Kurum, bilimsel metotların yanı sıra, en etkili araç olarak Türk müziği makamları kullandı.Henüz Avrupa'nın ruhsal sorunları hastalık olarak görmediğı ve bu türden hastalara cinli , "ruhunu şeytanasatmış" gibi horlayıcı yaklaştığı bir dönemde, Edirne Darüş-şifa'sında akıl hastalıkları için çok yönlü ve ilerisayılacak iyileştirme yöntemleri uygulanıyordu. Bu yöntemler, ilaçla, meşkuliyetle, telkinle, su sesi vemüzikle tedaviydi.

Kubbeli, büyükçe ve ortasında fıskiyeli havuzlarından akan su şırıltısının hiç eksik olmadığı odalarda "toplutedavi yöntemi" uygulanır, Evliya Çelebi'nin anlattıklarına göre "haftada 3 gün, 10 kişilik musiki grubuhastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def'i sevda" amacıyla fasıl geçerlerdi.Gerçekten de Türk musikisi makam ve ritm özellikleri açısından dinleyenler üzerinde rahatlatıcı bir etkibırakır. Rast, segah, nihavend gibi pek çok makamı, ney, tambur, kemençe gibi çalgılar, kudümün hoştınısı apaçık bir dinlendirici etki sağlar. Peşrevler, saz semaileri, karlar, besteler, şarkılar hep dingin bir ruhhalinin, hülya dolu bir iç huzuruna varışın hazırlayıcılarıdır.

Makamlar ve örnekleri

o Ruh ve beden sağlığı konusuna girmeden önce makamlarla ilgili örnekleri kısaca sıralarsak;

o Buselik ve nihavend makamı (örnek:Gel Gönlümü Yerden Yere Vurma Güzel Ne Olursun - Bir AkşamSon Defa Seni Görmeden - İçimde Özleyiş Gönlümde Sızı)

o Uşşak makamı (Örnek: Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine - Gözlerin Doğuyor Gecelerime - YalnızBırakıp Gitme Bu Akşam)

o İsfahan makamı (Örnek:Yarab Kime Feryad Edeyim - Sende mi Hala Esiri Zülfü)

o Rast makamı (Örnek:Eski dostlar, eski dostlar - Zeki Müren'den 'Yasemen' - Yemin Ettim Bir KereDönmem Bir Daha)Ruh ve beden sağlığı için... Burçlar ve MüzikTerapi

Astroloji, Organ Tesiri, Zaman bağlantısı, Tedavi Etkileri

1) RAST MAKAMI: Koç Burcu ; Ateş tabiatlı, kuru-sıcak tabiatlı makam. Gece yarısı ve seher zamanlarıetkilidir. Soğuk organlar olan kemik, beyin ve yağlara etkilidir. Fazla uyumayı engeller. Düşük nabzınyükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk bünyesinde nem hakim olduğu için; bu nedenle oluşandengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyidir. Sarı safra bağlantılıdır. Erkek karakter gösterir. Gündüz,Salı günleri etkisi fazladır. Oğlak burcu ve su ile ilişkilidir. Tedavi değeri yüksek olan dört esasmakamdan birisidir. Sefa, neşe, iç huzuru ve rahatlık verir. Felç illetine devadır. Başa ve göze etkilidir.Kaslara tesiri vardır. En eski makamlardandır. Farsça “doğru” “dosdoğru” “sağ” ve “gerçek” demektir.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 10

Page 11: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Spazmı çözücü özelliği nedeniyle spastik ve otistik hastaların tedavisinde yararlıdır. Mars gezegeni ilebağlantılıdır.

2) IRAK MAKAMI: Boğa Burcu; Venüs bağlantılıdır. Toprak tabiatlıdır. Kuşluk ve ikindi vakti etkilidir.Kuru-soğuk karakterdedir. Kara safra ile ilişkilidir. Karakteri dişi olup, etkisi Cuma günü ve gecelerifazladır. Menenjit, beyin ve akıl hastalıklarına faydalıdır. Omuz, kol, sol kol ve ellere etkilidir. Başın üsttarafına etkisi belirtilmektedir. Lezzet verir, düşünme ve kavrama konusunda etkilidir. Korku gidericidir.Saldırganlığı önleyici ve nevrotik hastaları tedavi edici etkisi vardır. Tarih olarak en az 7 asırlıktır.Spiritüel tesiri görülür. Irak-ı Acem’den gelmektedir.

3) ISFAHAN MAKAMI: İkizler Burcu (Yengeç Burcu); Hava tabiatlı, ikindi ile yatsı arası etkilidir. Subağlantısı vardır. Soğuk ve nemlidir. Beyaz balgam ile ilgilidir. Dişi, gece karakterli, Pazartesi bağlantılıdır.Soğuk tabiatlı olduğu gibi, ateşli hastalıklardan vücudu koruyucu özelliği vardır. Ense, boyun, omuzlar vesol dirsek için etkilidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği, zihin açıklığı, gönül yenileme,düzgünlük verme, zekayı açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır. En az yedi asırlık bir makamdır.

4) ZİREFKEND MAKAMI: Yengeç Burcu. Merkür; su tabiatlıdır. Uyku vakti etkilidir. Sıcak- nemliözelliğe sahiptir. Kan, erkek ve gündüz bağlantıları vardır; günü Çarşamba’dır. Sırt, mafsal ağrılarına vekulunca faydalıdır. Beyinle ilgili ağız çarpılmasına, kalp, ciğer, göğüs, kalça ve sağ omuza etkilidir. Meclisinneşesini arttırır, derin duygu hissi verir. Farsça “ döşek ( yatak)” demektir. XIII. asırdan önceye aittir.

5) BÜZÜRK MAKAMI: Aslan Burcu. Ateş, Güneş. Soğuk ve sıcak-kuru tabiatlıdır. Fecirden kuşlukvaktine kadar etkili olmaktadır. Kara safra, dişi ve gece bağlantılı olup,

Merkür gezegeni ve Çarşamba günü ile ilgilidir. Zihni temizler, vesvese ve korkuyu def eder. Fikre yön verir.Kulunç ve beyin hasarı ile ortaya çıkan şiddetli hastalıklara yararlıdır. Güç kazandırır. Boyun, boğaz, göğüs,ciğer ve kalp ve yan böğür (basen) için etkilidir. Farsça “büyük” demektir. Yedi-sekiz asırlık bir makamdır.

6) ZENGULE MAKAMI: Başak Burcu ( Terazi Burcu). Venüs etkisi. Toprak tabiatlı, sıcak ve nemli.Günbatımından sonra etkilidir. Hava bağlantılıdır. Kan, erkek, gündüz ve Cuma günü ilişkisi vardır. Kalçaeklemleri ve bacak içleri ile ilgisi bulunur. Kalp hastalıklarına, menenjit ve beyin hastalıklarına etkilidir.Beyin hastalıkları ve ruh hastalıklarının tedavisi için mide ve karaciğer ateşini yok eder. XIII. asırdan önceHicaz makamından ayrılarak oluşmuştur. Hayal ve sırlar telkin eder, uyku verir masal duygusu verir. Farsça“çıngırak, def pulu, zil” demektir. İran mitolojisinde bir Türk kahramanın adıdır.

7) REHAVİ MAKAMI: Terazi Burcu. Rüzgar tabiatlı. Sıcak ve kuru. Seher zamanı ve ikindiyle yatsıarası etkilidir. Aslan Burcu, Güneş ve Pazar günüyle ilgilidir. Nemli ve kuru, sarı safra, erkek, sağ omuz,baş ağrıları, burun kanamaları, ağız çarpıklığı ve balgamdan gelen hastalıklara, akıl hastalarına faydalıdır.Doğuma yardımcı olur. Göğüs, mide ve yan böğür (basen) için faydalıdır. Sonsuzluk ve yer çekimindenkurtulma duygusu verir. Urfalı; Urfaya ait demektir. X.Yüzyıldan önceye giden bir geçmişi vardır. İbn-iSina ve Evliya Çelebi’de bahsi çok geçer. Sonraları Rast makamı, Rehavi makamının yerini almıştır. Diğer adı Ruhavi’dir.

8) HÜSEYNİ MAKAMI: Akrep Burcu ( Kova Burcu). Su tabiatlıdır. Satürn etkilidir. Nemli ve sıcak.Sabah ve gün ağarırken etkilidir. Sabah- öğlen arası etkisi fazladır. Cumartesi özel gündür. Güzellik,iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer, kalp ve ruhların iltihabını söndürür veyok eder. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Büyük erkeklerde görülen gizli ateşli nöbeti ve günde birkere gelen ateşli nöbetin giderilmesinde faydalıdır. Sol omuza etkilidir. Sıtma hastalığına iyidir. Barışduygusu verir. İç organlara etkilidir. Tabiat ile birleştirir. İçindeki, gizli pentatonik yapı sebebiyle, kendinegüven ve kararlılık duygusu verir; bundan dolayı otistik ve spastik hastalara faydalıdır. En eskimakamlardan biridir. En az altı asırlıktır.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 11

Page 12: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Mert bir ifadesi vardır. Kalp, karaciğer ve mide için faydalıdır. “Küçük sevgili” ve “ Hüseyin ile ilgili”demektir.

9) HİCAZ MAKAMI: Yay Burcu. Ateş tabiatlı. Sıcak özellik gösterir. Jüpiter bağlantılıdır. Yatsıdansabaha kadar olan zamanda etkisi fazladır. Kuru- soğuk nedenli hastalıklar için faydalıdır. Kemiklere, beyneve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır. Üro-genital sisteme ve böbreklere etki gücü fazladır.Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi diğer önemli etki alanıdır. Eneski makamlardandır. Zengüle ve Zirgüle makamları ile yakınlık gösterir. Adını Arabistan’daki Hicazbölgesinden almıştır.

10) BUSELİK MAKAMI (bkz:Nihavent makamı)

11) NIHAVEND MAKAMI: Oğlak Burcu (Yay Burcu). Satürn, Jüpiter. Toprak- Ateş tabiatlı.Sıcak-kuru yapıdadır. Öğleden sonra ( ikindi ) zamanı etkisi fazladır. Sarı safra, gündüz ve erkekbağlantılıdır. Kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak bölgelerine etkilidir. Kulunç, bel ağrısı vetansiyon rahatsızlıklarına faydalıdır. Kuvvet ve barış duygusu verir. Akıl hastalıklarına etkili olduğukonusunda önemli bilgiler vardır. En eski makamlardandır. Ebu-selik kelimesinden geldiği söylenmektedir(Güzel yazma ve söyleme yeteneği).

12) NEVA MAKAMI: Kova Burcu (Oğlak Burcu); Satürn. Hava tabiatlı, kuru-soğuk özellik gösterir.Kara safra bağlantılıdır. Dişi özellik gösterir. Gece ve kuşluktan ikindiye kadar olan zamanda etkisifazladır. Göğsün sağ tarafına, böbreklere, omurilik, kalça ve uyluk bölgelerine etkisi vardır. Üzüntüyügiderir ve lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir. Kötü fikirleri kovduğu, cesaret ve yiğitlikverdiği, gönül sevinci oluşturduğu ileri sürülür. Kuvvet ve kahramanlık duyguları meydana getirir. Akılhastalıklarının tedavisinde faydalıdır. En eski makamlardandır. Buluğ çağındaki kız çocuklarının kadınhastalıklarına tedavi etkisi vardır. “Ses, seda, makam ve ahenk” demektir.

13) UŞŞAK MAKAMI: Balık Burcu. Su tabiatlı. Soğuk-nemli. Jüpiter. Fecirden kuşluk vaktine kadar vegünbatımında etkisi fazladır. Beyaz balgam, gece ve dişi bağlantılı olup; Perşembe günü özellik gösterir.Kalp, ayak rahatsızlıkları, nikriz (damla) ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlıkduyguları verir. Çocukların bütün organlarını etkileyen kuru ve sıcak yellerde ve büyük erkeklerde görülenayak ağrılarına faydalıdır. Derin aşk ve mistik duyguların ifade vasıtasıdır. En eski makamlardandır. “Aşıklar”demektir. Uyku ve istirahat için faydalıdır, gevşeme hissi verir.

14) ACEMAŞİRAN MAKAMI: Ateş tabiatlıdır. Kuru-sıcak makamdır. Fecirden kuşluk vaktine kadaretkilidir. Kemiklere ve beyne etkilidir. Vücutta yağ dengesine yardım eder. Yaratıcılık duygusu ve ilhamverir. Durgun düşünce ve duyguları canlandırır. Hanımlarda doğumu kolaylaştırır. Anne karnındaki çocuğunyanlış duruşlarının düzelmesine yardım eder. Ağrı giderici ve spazm çözücü özelliği vardır. Lezzet verir,gevşemeye yardımcı olur. En eski şed makamlardandır.

15) SEGAH MAKAMI : Su ve toprak tabiatlıdır. Soğuk makamdır. Kuşluktan ikindiye kadar olanzamanda etkilidir. Hararetten meydana gelen şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kasrahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına etkisi vardır. Mistik duygular oluşturur. XIV. Yüzyıldaneskidir.

16) PENTATONİK MELODİLER: Pentatonik müzik, Asya kökenli Türk musikisinin en önemli vekarakteristik özelliğidir. Bir gam içindeki 7 sesten ikisinin azalması ile, 3 adet tam ve 2 adet 1,5 sesten olmaküzere 5 sesten oluşmuştur. Kendine güven ve kararlılık verir,rahatlık sağlar. Çocuklara, 9-10 yaşına kadarsadece pentatonik müzik dinletilmesi tavsiye edilmektedir.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 12

Page 13: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Bir büyük sürecin ve birikimin ürünü olan musikimize bir de bu yönüyle bakmalı ve bir kez de buyönüyle dinlemeliyiz.

Derleyen: Ferid Hakkı

www.yorumsuz.netteyim.net

Kaynakça: gulizk.com / aksam .com.tr / kalan .com

25.Mektup

Soran : “Aynı boyut içinde ve aynı zaman/mekan şartları içinde görme, duymakapasitesi fazla ve gelişmiş olan, diğerine GÖRE farklı bilgilere sahip olacak ve onunhayata bakışı, olayları değerlendirmesi de farklı olacaktır. Verdiğiniz örnekteki gibibilim bazı olayları önceden çeşitli yollarla tahmin etmede, ya da olayların gelişmemantığından hareketle KANUNLAR tesbit etmede, böylelikle içinde yaşadığımızsistemi kısmi de olsa çözerek, olmadan olacakları görebilmekte. Daha geniş alanıgörenin diğerlerine tesbitlerini ulaştırması, bilimsel yollardan hareketle doğal olaylarınkanunlarını tesbit ederek uyarmaları, ya da telepati ile aynı zaman mekan içindekileriniletişime geçmeleri gibi yollarla kendi zamanımız içinde bir nevi yolculuk yapılmada.

AN içinde bunlar olurken, bazıları tarafından izah edilemeyen yollarla geçmişten haber verme olayı var…Araştırmacılar geçmişte yaşamış insanların yaydıkları beyin dalgalarını sesli görüntülü olarak deşifreçalışmaları bilimsel anlamda yapılmakta... AN içindeki tesbitlerin bir anlam ifade etmesi için duyanlarınİNANMALARI gerekir... Bilime inanmak, haberi verene inanmak… İnanılmayan bilgi, bilim, o kişiler içinbir şey ifade etmeyeceği için sonuç vermeyecektir.

İçinde bulunduğumuz titreşim alanından hareketle farklı alanlara gidilebilir mi…? İletişime geçilebilir mi...?Bize göre alt ya da üst boyutta neler var…? Bizle ilgisi ne...?"

Güneş Davenport : Selam...

Alt/üst... her boyutta aslında sadece biz varız.

Kişi neye inanıyorsa onu projekte ediyor. Her boyutta yaşadığı sadece kendi düşünce/ duygu kalıplarınınyarattığı bir realite... Atheist olan, bu inancını sorgulamadığı sürece, bunu besleyen deneyimleri kendineçekiyor - gitgide daha ve daha çok inanıyor, inançsızlığına. İnanan ise, inancını güçlendiren olayların içindebuluyor kendini. Kişi inancının tezahürünü mutlaka yaşıyor ve her yaşanan bir “ispat” niteliğinde mevcutinanç kalıbını destekliyor... İşte bu yüzdendir ki, herkes kendi inandığının TEK doğru olduğuna emin... Vehaklı, çünkü onun bulunduğu noktada gerçekten de TEK doğru onun inandığı...

Kişi enerjisini neye yöneltirse, o besleniyor, büyüyor ve tezahür ediyor... Bu konulara belli bir bilinçleyöneldiğim ilk günlerde, ben de yoğun bir şekilde normal-ötesi denen türden deneyimler yaşamayı istedim.Bir kitapta telekineziyi okuduktan sonra günlerce objelere odaklanıp bakışlarımla hareket ettirmeye çalıştım!Astral seyahat konusunu okuyunca, denemediğim yöntem kalmadı!! :-) Çeşit çeşit meditasyon teknikleriyletanıştım... Evet, farklı algılarım oldu... İnancımın öznel ispatlarını yaşadım... Ama amaç bu mu olmalı...?

Bu tür deneyimlerin çekimini yadsımıyorum… Bir çeşit ruhsal erk özkemi… Ama tüm bunlar, bir konferansakatılması gereken birinin, konferans salonuna giden koridorun iki yanına dizilmiş alışveriş veya kültürmerkezlerine girip çıkmasına benziyor. Kişi uğradığı her yerde gelişimi adına ilginç, faydalı bir şeylerbulabilir, faklı edinimlerle “yük”ünü arttırır. Ama “mutlaka” gitmesi gereken yer koridorun sonundaki salon

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 13

Page 14: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

ise, zaman kaybetmeden oraya yönelmesi daha doğru bir seçim bence. Ben “hakikat” yolcusunun“marifet”le, hatta “keramet” le fazla oyalanmaması gerektiğini düşünüyorum. Gönülden inanıyorum ki, “hakikat”e eren kişi her marifete/ keramete muktedirdir, ama onlarla ilgilenmez artık. Onların yolcuyuşevke getirmek adına açığa çıkan yetiler, bir anlamda “ruhsal oyuncaklar” olduğunun bilincindedirçünkü…

“Mucize”ye duyulan özlem, ruhsallığın temel tuzaklarından biri bence. Otuz yıla yakın süredir ruhsallıkalanında çalışmalar yapan bir dost

Bilkent ’te konferans veriyordu. “Bilgi”yi en doğal, ama aynı zamanda en çarpıcı haliyle anlatıyordugençlere... Ama bu yeter mi!?? Onlar mucize görmek istiyorlardı!! O dost ki, babam beyin kanaması geçiripsolunum aletine bağlandığında, biz günler ve gecelerce başucunda beklerken, babamla ruhsal boyutta temasageçmiş ve onun ne zaman göçeceğini günü gününe söylemişti bize... Bazı ruhsal yetileri olduğunu pek çok kişibiliyordu, ama bunları gösteri malzemesi olarak değerlendirmek ona göre değildi...

Ama “tamam” dedi dost ve bir öğrencinin kürsüye gelmesini istedi. Herkes heyecanla ne yapacağınıbeklerken, o öğrenciyi yanaklarından öptü... “İşte en büyük mucize bu,” dedi, “SEVGİ...” Bunudeğerlendirecek bilinç seviyesinde kaç kişi vardı orada bilmiyorum, ama söylediği benim için gerçeğin takendisiydi...

Herşey inancın gücüne bağlı – evet, YETERİNCE İNANDIĞIN HERŞEY TEZAHÜR EDER, SENİN İÇİNGERÇEK, YANİ, SENİN GERÇEĞİN OLUR...

Soran : “Sevginin gücüne en katı kalpli bile inanır ama yapamaz… Niye…? İnananlar dahi bunu sürekliyapamaz... Bazı kişisel eksiklikler desek de, içinde bulunduğumuz şartların, izah edemediğimiz iç duyuşlarınbunda etkisi büyük... “

Güneş Davenport : SEVGİ tek ve gerçek mucize... Bunu hissediyoruz, biliyoruz aslında, ama bunu yaşambiçimi haline getirmede çok isteksiziz... Ama bu mümkün ve kolay... Olumsuz duygular içinde devinmekten binkere daha kolay!... Ayrılıktan doğan acıları sonlayacak sevgi halini kişisel yaşamımızda kuşanmamız içingerekli olan sadece ama sadece “şüphesiz bir inanç” ve “saf ve sarsılmaz bir niyet”... yani, “yeterince”istemek ve inanmak...

Soran : “Güzel duygular nasıl sürekli hale gelir...? Tüm zamanlarda, mekanlarda geçerli olan, olacakEVRENSEL değerler nelerdir…? Sistemle nasıl bütünleşebiliriz…? Sisteme ters düşmek ne…?”

Güneş Davenport : Tüm zamanlarda, mekanlarda geçerli olan/olacak olan asal EVRENSEL değer benceYARADILIŞ MUCİZESİNE DUYULAN AŞK… Tavırlar, farklı realitelerin göreceliği içinde doğru-yanlışkılıcıyla onurlandırılsa veya biçilse de, bu aşkla yaşayan BÜTÜNle uyumludur… Benim düşünceme göre,sisteme ters düşmek, ikiliği besleyen tavırlanmanın bir ürünü, amacımız ne olursa olsun… Şu doğru, şuyanlış sınıflaması düalitenin yöntemi ve ne yazık ki, tüm çatışmaların, acıların kökeninde bu yatıyor. Budeğerlendirmeyi yapmak en büyük şirktir bence… “Ben kim oluyorum ki, başka bir realiteyiyargılayabiliyorum…?!” Güzelliği doğuracak olan, ince ince doğru-yanlış kavramını dokuyarak düaliteyehizmet etmek yerine, bu “yargısızlık” halini edinmek ve sürekli kılmak olmalı…

Yaradan’ın yarattığı çeşitliliği ben nasıl olur da iyi veya kötü diye sınıflayabilirim…??? Tek yapabileceğimkendi realitemde inandığım güzelliği korumak ve yansıtmak olabilir. Sistemle bütünleşmek ise HER NEOLURSA OLSUN, OLAN’IN GÜZELLİĞİNE İNANMAK VE OLAN’LA PARALEL OLARAK KENDİGÜZELLİK ANLAYIŞINI GELİŞTİRMEYE ÇALIŞMAK olmalı… Örneğin, INTERNET olayı… Hatası,sevabı üzerinde günlerce, yıllarca konuşabilirim… Ama bu neyi değiştirir?! İnternet VAR ve BÜYÜYOR, tıpkıcanlı bir organizma gibi. Ben sadece bunu kabul edip, olaya uyumlanabilirim. Ama İNTERNET’in sınırsız ve

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 14

Page 15: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

çeşitli farklılıktaki tesir alanına bilinçsizce dahil olmak yerine, kendi tesir alanımın farkında olarak,“değişmeden” demiyeceğim, ama kendi güzellik anlayışımı koruyarak…

Ve benim için “güzellik” en sıradanda “olağanüstü”yü görmek, toprakta büyüyen, suda devinen, rüzgardaesen, havada nefeslenen mucizeyi hissetmek... Gündüzde görülmeyeni, gecede örtülmeyeni... bildiğimibilmediğimi... herşeyi sevmek...

Ve sevgiyle...

Güneş DAVENPORT

http://goto.bilkent.edu.tr/gunes

Gönülsüz Mesih

1.Yeryüzü'nün üzerine, Indiana'nın kutsal topraklarında doğup, Fort Wayne'in doğusundaki gizemli tepelerdeyetişmiş bir Usta gelmişti.

2.Usta bu dünyayı, Indiana'nın devlet okullarında ve büyüdükten sonra meslek edindiği otomobiltamirciliğinde öğrendi.

3.Ancak Usta, yaşadığı diğer yaşamlarındaki, diğer yerlerin diğer okullarından da birşeyler öğrenmişti. Obunları anımsadı ve anımsadığı için de bilge ve güçlü oldu.

4.Usta, kendisine ve tüm insanlığa yardım edecek güce sahip olduğuna inanıyordu ve böyle inandığı için deonun için öyleydi. Onun bu gücünü gören diğerleri, dertlerinden ve bir çok hastalıklarından kurtulmak içinona geldiler.

5.Usta, her insanın kendini Tanrı'nın çocuğu gibi görmeye hakkı olduğuna inanıyordu; inandığı için deöyleydi. Çalıştığı dükkan ve tamirhaneler onun öğrettiklerini ve dokunuşunu ayayanlarla dolup taştı; dışarıdasokakta kalanlar da, geçerken gölgesi üzerlerine düşüp yaşamlarını değiştirir umuduyla bekliyorlardı.

6.Kalabalık nedeniyle bazı ustabaşları ve dükkan sahipleri karara vardılar ve Usta'ya aletlerini bıraktırıp yolverdiler; çünkü o denli kalabalık olmuştu ki, ne kendisi, ne de diğer tamirciler ve otomobiller için yerkalmamıştı.

7.Böylece kırlara çıktı ve kendisini izleyenler ona Mesih, "mucizeler yaratan", demeye başladılar ve öyleinandıkları için de öyleydi.

8.O konuşurken bir fırtına çıktığında dinleyenlerin başına tek bir yağmur damlası düşmezdi; kalabalığın ensonuncu kişisi de, ilki kadar rahat işitirdi sözlerini, ister şimşek çaksın tepelerinde, ister yıldırım düşsün.

Her zaman mesellerle konuşurdu onlara.

9.Ve onlara şöyle dedi, "Her birimizin içinde bizi hem sağlığa hem hastalığa, hem zenginliğe hem yoksulluğa,hem özgürlüğe hem köleliğe yöneltecek güç eşit olarak vardır. Bunları denetleyen biziz, başka hiçbir şeydeğil."

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 15

Page 16: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

10.Bir değirmenci şöyle konuştu: "Böyle söylemek senin için kolay Usta, seni yönlendirenler var, bizi ise yokve senin bizim kadar zahmet çekmen gerekmiyor. Bir adam bu dünyada yaşamak için çalışmak zorunda."

11.Usta şöyle yanıtladı: "Bir zamanlar billur gibi bir ırmağın dibinde bir köy dolusu yaratık yaşardı."

12."Irmağın akıntısı hepsinin üzerinden sessizce geçerdi; gencinin, yaşlısının, zengininin, yoksulununun,iyisinin, kötüsünün üzerinden kendi yoluna giderdi, yanlızca kendi billur saflığını bilirdi."

13."Her yaratık kendisine göre bir yöntemle ırmak dibindeki dallara ve kayalara sıkıca tutunmuştu; çünküyaşama biçimleriydi tutunmak ve doğduklarından beri bildikleri tek şey akıntıya karşı durmaktı."

14."Fakat bir yaratık sonunda şöyle dedi:'Tutunmaktan yoruldum. Gözlerimle göremememe rağmen, akıntıyagüveniyorum, bence o nereye gittiğinin farkında. Şimdi kendimi bırakacağım ve beni gittiği yere götürmesineizin vereceğim. Tutunmaya devam edersem, sıkıntıdan öleceğim.'"

15."Diğer yaratıklar gülerek şöyle dediler: 'Ahmak! Kendini bıraktığın anda, o taptığın akıntı seni kayalaravurup parçalar. Böylece sıkıntıdan daha çabuk ölürsün!'"

16."Ama o diğerlerini dinlemedi ve derin bir soluk alarak kendini bıraktı. Anında akıntı onu sürükleyipkayalara fırlattı."

17."Ancak yaratık yeniden tutunmayı reddedince, zaman içinde akıntı onu dipten havalandırdı, bu kez yarabere almamıştı."

18."Irmağın daha aşağılarında yaşayan yabancı yaratıklar bağrıştılar: 'Mucizeye bakın! Bu yaratık bizebenzemesine rağmen uçuyor! Bizi kurtarmaya gelen Mesih'e bakın!'"

19."Akıntıyla sürüklenen yaratık şöyle dedi: 'Ben sizden daha fazla Mesih değilim. Irmak bizi özgürcehavalandırmaya dünden razı, yeter ki biz bunu göze alalım. Gerçek görevimiz bu yolculuk, bu serüven.'"

20."Ama onlar kayalara sıkıca tutunmaya devam ederek daha da güçlü bir sesle 'Kurtarıcı!' diye bağırmayısürdürdüler.

Sonra bir baktılar, 'tutunmayan varlık' akıp gitmiş! Bu sefer de bu Kurtarıcı üzerine efsaneler kurgulayarak,kendi başlarına kaldılar."

21.Usta kalabalığın kendisini gün be gün daha çok boğduğunu, öncesinden daha çok sıkıştırdığını, ezdiğini vevahşileştiğini gördüğünde, kendilerini hiç ara vermeden iyileştirmesini, sürekli mucizeleriyle kendilerinibeslemesini, onlar için yeni şeyler öğrenmesini ve onların yaşamlarını yaşamasını istediklerini anlayınca, birgün tek başına bir tepenin üstüne çıkıp dua etti.

22.Ve yüreğinde şöyle seslendi: "Sonsuz Kapsayıcı Olan, eğer bu senin isteğinse, çek bu kadehi önümden vebırak da bu imkansız görevi bir kenara iteyim. Bir ruhun yaşamını daha yaşayamam, halihazırda onbini banayaşam için haykırırken. Bütün bunların meydana gelmesine izin verdiğim için özür dilerim. Eğer bu seninisteğinse, bırak beni motorlarıma, aletlerime döneyim ve izin ver, diğer insanlar gibi yaşayayım."

23.Ve bir ses yanıt verdi ona tepenin üstünde, bir ses ki ne erkek ne dişi, ne sert ne yumuşak --sonsuz şefkatlibir ses. Ve ses ona şöyle dedi: "Benim isteğim değil, senin isteğin olmalı. Senin isteğin, benim senin içinistediğimdir. Kendi yoluna git, diğer insanlar gibi ve mutlu ol yeryüzünde."

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 16

Page 17: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

24.Usta bunları duyduğuna çok memnun olmuştu. Teşekkür edip, basit bir tamirci şarkısı mırıldanaraktepeden aşağı indi. Kalabalık dertleriyle üzerine yüklenip, kendilerini iyileştirmesini, kendileri içinöğrenmesini, bilgeliğiyle hiç durmadan kendilerini beslemesini ve yaptığı harikalarla kendilerinieğlendirmesini talep ettiğinde, topluluğa gülümsedi ve tatlı bir ifadeyle şöyle dedi: "İstifa ediyorum."

25.Kalabalık bir an için şaşkınlıktan donakaldı.

26.Onlara şöyle dedi: "Eğer bir adam Tanrı'ya en çok, acı çeken dünyaya yardım etmek istediğini ve bununkendisine neye malolacağına hiç aldırmadığını söylerse ve Tanrı da ona yanıt verip ne yapması gerektiğinisöylerse, adam kendisine söyleneni yapmalı mıdır?"

27."Tabii, ey Ustamız!" diye bağırdı çoğu. "Eğer Tanrı istemişse, cehennemin tüm işkenceleriyle karşı karşıyakalmak bile onun için bir zevk olmalıdır!"

28."O işkenceler ne olsa da, görev ne kadar güç olsa da mı?

29."Tanrı'nın isteği buysa, asılmak onur, bir ağaca çivilenip yakılmak da zaferdir!" dediler.

30."Pekala siz olsaydınız ne yapardınız?" diye sordu Usta kalabalığa, "eğer Tanrı doğrudan yüzünüzekonuşup, 'YAŞADIĞINIZ SÜRECE BU DÜNYADA MUTLU OLMANIZI BUYURUYORUM' deseydi, ozaman ne yapardınız?"

31.Kalabalık susmuştu. Durdukları tepelerin, vadilerin hiçbir köşe bucağında tek bir ses, tek bir çıtduyulmuyordu.

32.Ve Usta sessizliğe şöyle seslendi: "Mutluluk yolumuzda, bu yaşam sürecinde seçtiğimiz şeyleri öğreniriz.Bugün ben de yeni bir şey öğrendim ve sizi kendi yolunuzda istediğiniz gibi yürümeniz için yalnız bırakmayıseçiyorum."

33.Ve Usta kalabalığın arasından geçip gitti ve onları kendi başlarına bıraktı. İnsanların ve makinalarıngündelik yaşantısına geri döndü.

[ Okuduğunuz bölüm aşağıdaki kitaptan bir alıntıdır]

Mavi Tüy - Richard Bach

Mozart Karakteri ??!!

Giriş:

Otuzaltı yaşını doldurmadan yeryüzünden ayrılan bu yüce müzik dehası için ağlayanların sayısı,ölümünü izleyen yıllarda pek fazla değildi. Zamanla, verimindeki şaşırtıcı zenginlik, melodilerindekiolağanüstü güzellik, tekniğindeki akılalmaz ustalık ve eserlerindeki derin anlam anlaşıldıkça bu vakitsiz kayıpönem kazanmakta, müzik sanatıyla en ufak ilişki kurabilenleri bile düşündürmektedir.

Mozart için şöyle bir yorum yaparlar; "Nereden geldiğine akıl erdirmek güçtür. Elde ölümsüz eserleri veistihza ile örülü mektupları var. Mezarı bilinmez, resimleri birbirine hiç benzemez. Düşüp kırılan alçı maskıbile bulunamadı. Bir başka gezegene gidiyordu, yolu dünyamıza düştü, insanları mutlu etmek için besteledi;umut, neş'e ve iyimserlik dağıttı, otuzaltı yıl süren konukluğu sona erince yine geldiği gibi gitti."

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 17

Page 18: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Hayatı ile ilgili araştırmalar hala sürüyor.

Yaşam Öyküsü:

Çarpıcı olaylarla dolu, acı ve hüznün herzaman neş'eye dönüştürülerek yaşandığı kısa bir hayatın hikayesiise şöyledir:

27 Ocak 1756'da Avusturya'da Salzburg şehrinde doğdu. 5 Aralık 1791'de Viyana'da öldü. Babası LeopoldMozart, Salzburg Başpiskoposluğu Saray Orkestrası'nda keman çalan, bir çok besteler ve keman için birmetod yazan bir müzikçiydi. Oğlu Wolfgang üç yaşına geldiği zaman kendisinden beş yaş büyük olankızkardeşi Maria Anna (Nannerl)'ın çaldığı klavsen parçalarını belleğine yerleştirip kendi kendine çalmayabaşlayınca ondaki mucizevi özelliği farketti, hele bir gün minik Wolfgang'ın eline geçirdiği bir nota kağıdınadaha kullanmayı bile beceremediği kocaman tüy kalemle konçerto çiziktirdiğini görünce, ona ciddi olarakklavsen dersleri vermeye başladı.

Gerçekten de Wolfgang'ın iyi bir müzikçi olmak için doğuştan olağanüstü özellikleri vardı; kulağı birkemanda bir notanın sekizde bir kadar akort düşüklüğünü farkedecek derecede hassastı ve çirkin seslere,gürültülere karşı tepkisi ise baygınlık geçirecek ölçüde şiddetlenebiliyordu.

Zaman geçtikçe Mozart'ın müzik yanında aritmetik ve resime de yeteneği olduğu ortaya çıkıyordu. Çevredebu harika çocuğa karşı ilginin artması üzerine, babası bu erken doğan güneşten faydalanmak, çocuklarınınsayesinde para ve şöhret sağlayabilmek için, oğlunu ve kızını yanına alarak Avrupa kentlerini dolaşmaya,konserler vermeye başladı. Wolfgang klavsen, keman ve org çalmadaki ustalığıyla, her şeyden fazla doğaçtançalışlarıyla dinleyicilerini hayrette bırakıyordu. Müzik aletlerini çalmakta gösterdiği kolaylığa denk birkolaylıkla beste de yapmaya başladı. Beş yaşında menuet, yedi yaşında konçerto ve sekiz yaşında senfonimeydana getirdi.

Yaşamının ilk oniki yılında babası ve kızkardeşi ile birlikte konserler vererek boydan boya dolaştığıAvrupa'da geçtikleri her kentte hayranlık ve ilgi topladı, saraylarda krallar ve kraliçeler önünde çaldı.Soylular, her defasında yeni bir eserle ortaya çıkan harika çocuk Wolfgang'ı dinlemek için yarıştılar, çağınünlü ressamları Mozart'ların portre ve resimlerini yaptılar.

O günlerde Wolfgang'ı dinleyen ünlü düşünürler Voltaire ve Goethe, bu küçük çocuğun bir gün sanatının enbüyük ustaları arasına katılacağından emin olduklarını söylediler.

Ondört yaşında iken, ilk opera eseri "Lucia Silla" Milano'da çalındığı zaman Mozart kendini operasahnelerine de, üstelik operanın vatanı İtalya'da, kabul ettirmiş bulunuyordu. Papa tarafından kabul edilerekona, o güne kadar sadece büyük ustalara layık görülen "Altın Mahmuz" nişanı ve şövalyelik beratı verildi.

Mozart, bilinci salt şarkı ve müzikten oluştuğu için kendisini o günlerdeki bu ihtişamlı olayların cazibesinekaptırmadı; sadece besteleri ile uğraştı, bu uğraşını durmadan inatla, ısrarla yürüttü.

Yirmibeş yaşına kadar rahat ve huzur görmeden o kentten bu kente dolaştı, han köşelerinde barındı, bazenyiyeceksiz kaldı, kar ve yağmur yağarken atlı yolcu arabalarında titreyip durdu. Bu meşakkatli yolculuklaresasen sağlıksız ve zayıf olan bünyesini oldukça yıprattı.

Mozart'ın hayret uyandırıcı; bir başka yönü de birbiri ardına geçirdiği tifo, çiçek ve mafsal romatizmasıgibi o zamana göre ölümcül olan hastalıkları atlatması, ama buna rağmen ürün vermeye devam etmesive keyfini hiç bozmamasıdır. Ablası Nannerl onun bu yolculuklarında "Ben ülkesini teftişe çıkan küçük birkralım" diyerek kendince bir eğlence yarattğını, geçtikleri kasaba ve köylere bir takım uydurma adlar taktığınıanlatır anılarında.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 18

Page 19: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Sanat tarihinin bu eşsiz insanı çocukluk nedir bilmedi, Ölünceye dek kendi çocuk ruhuna bağlanıp kaldı.Bu nedenle Mozart yaşamı boyunca iyi ve saf karakteri yanında çocuksu neşe ve espri (mizah) anlayışınıhep muhafaza etti.

Hayatın küçük zevklerinden tat almaya bayılırdı, ümitsizliğe düşmek harcı değildi. İnsanlarla beraberolmaktan ve onlarla neşeli konuşmalar yapmaktan hoşlanırdı. Bilardo oynamak, Türk kahvesi içmek ve dansetmek ona büyük keyifler verirdi.

Kariyeri, onur ve şan yönünden parlak biçimde sürmesine rağmen maddi durumunu düzeltmedi. Yaşamıboyunca sonu gelmeyen para sıkıntısı çekti. Ona övgüler yağdıran krallar bile hasis davrandılar. Sadecedersler vererek ve halk konserleriyle yetinerek hayatını kazanmaya çalıştı.

Mozart'ın otuzaltı yaşını doldurmadan vakitsiz ölümünde çocukluğunda geçirdiği ağır hastalıkların veyapılan yıpratıcı yolculukların etkisinin büyük olduğu kabul edilmektedir.

Cenazesi fakir cenazeler için uygulanan biçimde kaldırıldı. Mezarının nerede olduğu ise bilinmemektedir.Söylenenlere göre, Mozart'ın tanıdığı insanlar arasından sadece altı kişinin katıldığı katedraldeki cenazeduasından sonra bu küçük kafile şiddetli yağmur nedeniyle mezarlığa kadar tabuta eşlik edemeyince cenazeaceleye getirilerek dilenciler için ayrılan bir mezara gömüldü. En fenası, bütün araştırmalara rağmen bumezarın yeri öğrenilemedi, tabutun nasıl olup ta sahipsiz kaldığı ise ölüm sebebi gibi hiç bir zamananlaşılamadı.

Müziğin bu eşsiz çocuğuna reva görülen bu davranışın utancını duyan Viyana şehri onun 32. ölümyıldönümünde, mezarının bulunduğu varsayılan yere bir heykelini dikti.

İyimserliği ve Toleransı Engin İnsan:

Mozart yaşamı boyunca, bencil saray entrikacılarının ve kendini beğenmiş soyluların, nihayet parlakkariyerini kıskanan rakiplerinin zalimane, aşağılayıcı davranışlarıyla çok sık olarak karşılaştı. Çağının müzikeliştirmenleri de onlardan geri kalmadı.

Gösterişe ve bohem hayatın gündeminde bir numara olmaya düşkün aristokratlar Mozart gibi eşsiz birhazineye sahip olmak ve bu sayede muhitlerinde üstünlük sağlayabilmek için ondan sadece kendilerine hizmetetmesini istediler. Ne var ki, özgür bir ruha sahip alan Mozart'ın direnişleri karşısında olmadık zalimliklerebaşvurdular.

Opera evlerinin perde arkasındaki siyasetini belirleyen saray entrikacılarının uşağı olan müzik eleştirmenleriise onun müziğini melodi ve armoni süsleri bakımından gereğinden fazla zengin buluyorlar ve bununsoyluların salon gevezeliklerine iyi bir fon müziği olamadığını söyleyerek onu sanatının yolunda yıldırmayaçalışıyorlardı.

Gerçekten de Mozart'ın müziği, o çağın müzik dinleyicilerinin, hele aristokratların, anlayış düzeyini aşan özelanlatımlar taşıyordu.

Ancak, Mozart uğradığı zalimce saldırılar karşısında hiç bir zaman yılgınlığa düşmedi. Acısını her zamankialçak gönüllü davranışlar ve daima gülen yüzü ile maskeledi.

Ayrıca, babasının sanat yolundaki yönlendirmelerine karşı masum ayaklanmaları, hüsranla neticelenen ilkaşkı ve evliliği de sorunlar çıkardığı halde ümitsizliğe kapılmadı.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 19

Page 20: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Çoğu zaman dostluktan uzak, soğuk bulduğu çevrelerde uğradığı hayal kırıklıklarına ve çektiğiyalnızlık acısına rağmen, iyimserliğini yitirmedi ve insanlara olan sevgisini eksiltmedi.

Kısaca, Mozart kısa süren ömründe mutluluğu, şöhreti, acıyı, sevilmeyi ve nefret edilmeyi olabildiğinceyaşadı. Fakat o, bütün bu olayların kendi iç dünyasında yarattığı sevinci, acıyı, öfke ve isyanı, bilincisalt müzikten ibaret olduğu için, sürekli besteler üretmeye yönelterek bu şekilde kişiliğiniolgunlaştırmak ve insanlığa güzel sesler sunmak yolunda bir imkan olarak kullandı. Başka bir deyişle,tanrı ve doğa ona sadece şan ve müzikten ibaret olan bir bilinç armağan etmiş, o da yaşadığı olaylariçinde bir fani için mukadder olan zaafiyetlere düşerek bu bilinci kirletmemiş, onu tüm insanlığınyararına en güzel şekilde kullanabilmeyi başarmıştır.

Özgür Ruhlu Mozart:

Bir saray müzisyeninin oğlu olarak aristokrat ve saraylılar çevresi içinde dünyaya gelen Mozart, içinde feodaldüzene karşı gerçekte nefret besliyordu. Feodal düzene karşı içinde duyduğu ayaklanmalar müziğine deyansımış, bu nedenle ona "müziğin Voltaire'i" denmiş, 18. yüzyılın zarif eleştirici zekası olarak kabuledilmiştir.

18. yüzyılda, kelimenin en doğru anlamıyla büyük ve derin düşünürler olan müzisyenler uşak giysisiiçinde soyluların bir hizmetkarı olarak çalışırlardı ve hizmetinde oldukları feodal aristokrasiden, statüsü birahçınınkinden pek de yüksek olmayan bir zenaatkar ve hizmetkar muamelesi görürlerdi. Böyle bir dönemdeMozart'ın yirmibeş yaşında Salzburg Başpiskoposu Kont Colleredo'nun hizmetinden çekilmesi, "sanattarihinin başarısızlık bildirisi" olarak yorumlanır.

Kutsal Roma İmparatorluğu'nun güçlü prenslerinden biri olan Başpiskoposa göre müzik hala feodal idi,müzisyen ise üniformalı bir uşak ya da masa hizmetçisi düzeyinde birisiydi. Buna karşılık Mozart, kendini birsanatçı, bir düşünür. insan haklarına sahip bir beşeri varlık olarak görmekteydi.

Özgürlüğüne düşkün Mozart, hizmetinden ayrılmak kararını bildirmek için Kont Colleredo'nun yanınagittiğinde ondan beklemediği bir hakaretle karşılaşmış, babasına yazdığı mektupta çok üzüldüğü bu olaylailgili olarak şöyle demiştir: 'Artık Salzburg Sarayının hizmetinde değilim ve hayatımın en mutlu gününüyaşıyorum. İnsanları onurlu ve soylu yapan kalbidir. Kont değilsem de içimde bir sürü konttan daha çoksoyluluk var."

Ünlü "Figaronun Düğünü" adlı oyunu bestelemesi için kapısını çaldıkları zaman sıcak bir ilgi göstermesindeve büyük opera anıtını bestelerken coşkun bir ilhama kapılmasında eserin konusunun etkisi vardır. Çünkü"Figaronun Düğünü" o çağ için devrimci bir eserdir; Louis XVI'e soyluluğun çöküşünü haber vermiştir.Baş kahramanı Figaro bir soylu değil, bir soylunun hizmetçisidir. Daha önce oyunu Fransa kralı XVI.Louisgibi yasaklayan II.Joseph operasına ses çıkarmamıştır; kuşkusuz, eserin bestecisi Mozart olduğu için.

Ölüm ve Mozart:

Ölümü daima "yaşamın son amacı", "insanın en yakın arkadaşı" olarak yorumluyordu. Sanatçı olarakMozart, bu dünyanın insanı değilmiş gibi görünür. Ailesine yazdığı kimi mektuplarda kendisiniyeryüzünde hep bir konuk gibi duyduğunu belirtmiştir.

Ölümünden önceki son beş yıl içinde Mozart'ın hummalı bir biçimde birbirinden ünlü şaheserlerini peşpeşeyarattığı görülür. Sanki ömrünün uzun olmayacağını farketmişcesine yoğun bir çalışmadır bu. "FigaronunDüğünü", "Don Giovanni"; "Cosi Fom Tutte" ve "Sihirli Flüt" operalarını, "Prag" ve "Jupiter" gibi büyüksenfonilerini, son piyano konçertolarını ve nihayet yaşamının en dokunaklı ve en anlamlı eseri olan "Requiem"i bu dönemde bestelemiştir.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 20

Page 21: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Requiem'in ilginç bir öyküsü vardır. Öykü şöyledir:

1791 yılı, Mozart "Sihirli Flüt" operası üzerinde çalışmaktadır. Temmuz ayında bir gün, koyu gri elbiseli gençbir adam Mozart'ın evine gelir ve ona imzasız bir mektup verir. Mektupta bir Requiem (Ölüler Duasi veyaÖlüm İlahisi) bestelemesi istenmektedir. Karşılığında dolgun bir ücret teklif edilmiş, fakat bir şart önesürülmüştür; Mozart Requiem'i ısmarlayanın kim olduğunu araştırmayacaktır.

Requiem'i ısmarlayan esrarengiz kişi, ileride kendisinin olduğunu iddia edeceği eserleri besteletmek adetindeolan bir konttu. Fakat bu esrarlı sipariş o sırada hastalık ve ölüm düşünceleri içinde bulunan Mozart'ı derindenetkilemiş siparişi veren esrarengiz adamın, kendi ölüm duasını yazarak ölüme hazırlanmasını bildirmek içinahretten gelen bir haberci olduğu inancına saplanmıştı.

Bir gün eşine "Yakında öleceğim, bundan eminim" demiştir. Bir yıl önce de dostu J. Haydn'ı Londrayolculuğuna uğurlarken gözyaşı dökmüş ve bir daha göremeyecegini soylemiştir.

Sihirli Flüt'ü tamamladıktan sonra, kendi ölümüyle günden güne daha fazla yakınlık duyduğu Requiemüzerinde ölümle randevusuna yetişme aceleciliği içinde ölesiye çalıştı. Fakat gücünün de günden güneeksildiğini farkediyordu. Mozart o çağda Avrupa'nın sanat çevrelerinde yaygın "Sifilis" hastalığına tutulmuş,yaşamı boyunca türlü hastalıklar geçirmiş olması ve son yıllarda ölüm duygusuna kapılması nedeniyle direncizayıflamıştı. Requiem üzerinde daha fazla çalışamayacağını anladığı gün, öğrencisi Süssmayer'e eseri nasıltamamlamayı tasarladığını açıklar ve artık onunla birlikte çalışmaya başlar.

Ömrünün son üç haftası içinde giderek şiddetlenen ateşi onu nihayet ölümle buluşturdu.1791 yılının 4 -5Aralık günü geceyarısından sonra son nefesini verdiğinde Requiem'in "Lacrimosa" bölümüinün dokuzuncumezüründe kalmıştı.

Mozart, ölüm ve ölümsüzlüğün yaşamın ta kendisi olduğuna inandı. Hep ölüm anını düşündü veömrünü boşa harcamadı. Ölümü alın yazısı idi fakat, ölümsüzlüğünü kendisi yazdı; kendisini en büyüktabiat kanunu olan çalışmaya adadı. Doğanın kendisine armağan ettigi üstün yeteneği, üretici gücüinsanlığın hizmetinde kullandı. Kalbi insan sevgisi ve hakikat ışığı ile doluydu ve onu insanlara sundu.Ölümün gölgesi altında bile, asırların ötesine seslenecek eserler üretti. İnsanların kalplerini ısıtan, gönüllerinirahatlatan bu eserleriyle ölümsüzlüğe erişti sonsuza uzanan ışık oldu.

Mozart'ın Müzik Anlayışı ve Müziğinin Özellikleri:

Onsekizinci yüzyılın ortalarından beri müzik alanındaki harikalardan söz ederken "Yeni bir Mozart" deyiminikullanmak adet olmuştur. Yeni bir Mozart deyimi, hem doğuştan üstün bir yeteneği, hem de verimli biryaratıcılık gücünü ifade etmektedir. Ne var ki, şimdiye kadar gerçekten ikinci bir Mozart yetişmiş değildir.

Mozart kısacık bir ömür için inanılmayacak kadar çok eser yarattı. Ludwig von Köchel'in kataloğundansayısının 626'yı bulduğu görülen bu eserlerin çoğunluğunu klasik müziğin hemen her çeşidindeki anıtsalörnekler oluşturmaktadır. 49 senfonisi, 20 kadar opera ve 20 kadar da piyano konçertosu vardır.

Bu büyük ustanın günümüze kadar yansıyan müzik anlayışı ve müziğinin niteliği, on sekizinci yüzyıla"Mozart Mucizesi" damgasını vurdu. Mozart mucizesi, derin görüşlü sayısız uzmanın araştırmalarına rağmenbüyük bir olasılıkla hiç bir zaman tam bir aydınlığa kavuşturulamayacak, sihir gücünün esrarı sürüpgidecektir. Kesin olarak söylenebilecek tek şey, dehasının sentetik ve evrensel olduğu, müzik dilinin deuluslararasi bir değer taşıdığıdır.

Mozart, en çeşitli, hatta birbirini tutmayan etkileri şaşılacak bir kolaylıkla, ahenk içinde birleştirmiştir.Eserlerinde antik çağların polifonisini, Orta ye Kuzey Almanya'nın barok müziğini, İtalyan operasının yeni

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 21

Page 22: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

katkılarını, Viyana Mannheim okullarının çalgı müziği tekniğini ve o zamanki Fransız müziğinin özelliklerinibağdaştırmayı bilmiştir. Romantizmin ilk belirtilerini taşımakla beraber Mozart her şeyden once İltalyanoperasından türeyen melodi anlayışına bağlı bir sanatçıdır. Hiç bir müzikçi onun kadar, eserlerinde inişliçıkışlı, sevinçli ve hüzünlü bir yaşamın kararsızlıklarını yansıtmamıştır.

Ortaya çıkardığı her yeni eserini dinlerken tabiatin bu harika çocuğuna hayranlığı daha da büyüyen ünlüdüşünür Goethe, O'nun yeteneği ve müziği hakkında, "Tanrı ve doğanın yüzüyle karşımıza çıkan, dolayısıylakalıcı ve sürekli olan eylemleri doğuran üretici gücün dışında nedir üstün yetenek? Mozart'ın bütünbesteleri işte bu nitelikleri taşır; onlar da, kuşaktan kuşağa etkili olan ve yakın bir zamanda tükenecek gibigözükmeyen yaratıcı bir güç var" demiştir.

Pekiyi, Mozart Tanrı'nın kendisine armağan ettiği bu yaratıcı gücü nasıl etti de, etkisi çağları aşanşaheserlerini ürettiği o erişilmez doruğa çıkardı?

Onsekizinci yüzyılda müzik sanatında büyük değişiklikler oldu. Önceki yüzyılın özenilmiş şekiller vedesenler içinde gelişen, süslü ayrıntılardan ibaret ve ifade ağırlığından yoksun eski "Barok" geleneğindensıyrılan müzik, yeni anlayışla, insanın gerçek mücadele dünyasını yansıtan bir araç olarak gelişti.Kuşkusuz bu gelişmede Büyük Fransiz Devrimi' ni doğuran düşüncelerin etkisi büyük olmuştur.

Bu yeni müziğin, armonik hareket, dinamik ritimsel kontrastlar üzerine kurulu bir biçimi vardı. Bu yenibiçimler senfoni, uvertür, konçerto, sonat ve yaylı çalgılar dörtlüsüdür. (İki kemanla bir viyola ve bir çellodanoluşan)

Melodi bu müziğin biçiminde birincil durumda idi ve müziğe duygusal renkler katan değişik armonilerledestekleniyordu, halk şarkısı ve halk dansı da zengin biçimde kullanılıyordu.

Gerçekte bu yeniliklerin kökleri, daha önceki ve daha az tanınmış bestecilerdir. Fakat J. Haydn ve L.V.Beethoven'ın yanı sıra Mozart, bu yeniliklerin müzik dünyasına egemen olmasını sağlamıştır.

Genç Mozart, hocası J.Haydn'ın da katkısıyla, gerçek bir dünyada gerçek insanların hareket ve duygusaldramlarını yansıtmayı gaye edinen yeni müzik anlayışının zengin olanaklarını çok iyi görüp değerlendirdi;zengin armonileme ve orkestra egemenliği gibi getirdiği yenilikler yanında, çok daha geniş bir yapı dizesiiçinde ifade ağırlığını ve değerliliğini belirginleştirme tekniğini ustalıkla kullanmak suretiyle, bu yeni akımıngünümüze kadar gelen ölümsüz eserlerini yarattı. Müziğinde dehası, nükteciliği, hüznü ve hırsı anlam buldu.

Mozart'ın tanrısal seslerle ördüğü ölümsüz eserleri, yoğun olarak SEVGİ, NEŞE, COŞKU ögelerini taşımakta,insanları birbirine yaklaştıran DOSTLUK ve KARDEŞLİK duygusunu coşturmaktadır.

Mozart'ın müziği, içinde taşıdığı anlamları kendi sihirli notaları ile kalplerde duyurur. Mozart hayranlarının,"Fakat Mozart başkadır, onun işi kalplerledir. En küçük bir melodisi bile hemen kalbin yolunu bulur"demeleri de bu yüzdendir.

Mozart'ın yaşamı ve müziği üzerinde çalışmalar yapan Çek asıllı Amerikalı müzik bilgini Paul NETTL'indediği gibi, "Mozart insanlığa firtınalı ruhları sakinleştiren, acılan gideren, monoton ve melankoli doluzamanı güzelleştiren, insanlara sevinç veren, onlara güzel duyguları aşılayan müziği ile hizmet etmiştir."

Mozart insanları ölçüsüz derecede seviyordu ve bu sevgisini onlara bıraktığı ses anıtlarıyla kanıtladı. Bu sesanıtlarında üzerinde yaşadığımız dünyanın gerçek anlamını yani İNSAN SEVGİSİ'ni göstermeye çalıştı."Sevgi, dostluk ve müzikle oluşur. O da, bilgi sahibi, duygu sahibi olmayı gerektirir, yaşamın üstün düzeyineancak böylelikle varılabilir" diyordu.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 22

Page 23: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Mozart, bütün eserlerinde GÜZELLİK ve SEVGİ'yi daima ön plana çıkarmıştır. Bir çok bestesiniçocukluğunda oynayamadığı oyunların özlemini gidermek, tadına varabilmek için adeta onları birer çocukoyunu yerine koyarak yapmıştır.

Eserlerinin hepsinde yalınlık ve dinginlik egemendir. Bu özellik, eserlerindeki şekil mükemmelliği ile özderinliği arasındaki harikulade ahenkten ileri gelir. Mozart müziksel ifadede durmadan daha zengin, dahaderin ve daha yeni olmaya çalışmıştır. İşte Mozart müziğinin bu dokusu, insan ruhunda Nettl'in de belirttigietkileri yaratan sihirli gücü ortaya çıkarmaktadır.

Piyano için yazdığı eserlerde, melodi zenginliği, olağanüstü aydınlık ve ince bir yapı göze çarpar. Armoni vemelodi yalınlğı içinde soylu, ama çeşitlilik kapsayan bir ruh zenginliğine erişilmiş olduğu görülür.

Mozart, "melodi müziğin özüdür" diyordu. Bu yüzden eserlerinin hepsini, dinleyen kalpleri ışıltılarıylaaydınlatacak olan tarifsiz güzellikteki melodilerle bezendirmiştir.

Mozart'ın doyulmaz güzellikte ses dantelleriyle dokuduğu anıtsal eseri "Don Giovanni"yi büyük Alman ozanve bestecisi Hoffmann, "Operaların operası" diye över ve pek çok müzik eleştirmeni, tarihçisi ve uzmanı dahak verir bu yargıya.

Gerçekten de, bu esere türleri arasında belirli bir yer bulmak güçtür. Mozart'ın dram anlayışı ve estetik görüşüyanında, derin anlam ve simgeler taşımaktadır. Eserde Mozart'ın kendi insancıl inancından esinlenmiş birçabaya yöneldigi ileri sürülür. İşte bu özelliği, "Don Giovanni"yi yüzyılların ötesine itecek, Goethe gibi güçbeğenen bir dehaya "müziğin karakteri Don Giovanni gibi olmalı. Faust'u yalnızca bir Mozart besteleyebilir"dedirtecektir.

Eserin uvertürünü, Mozart son anda, ilk temsilden bir önceki gece sabahlayarak yazmış uykuya dalmamakiçin eşi Constanze'dan yanında durmasını ve dans etmesini istemis.

Neden böyle olmuştur? Çünkü, kafasındakileri daha kağıda dökmeden önce bestenin bitmiş olması, Mozart'ınbelli başlı bestecilik özelliğidir. Müziğini notaya geçirmesi O'nun için yalnızca mekanik bir iştir. Dolayısıylabu işi daima son ana bırakmayı tercih etmiştir. Eserlerinin çoğu, uzun süreli tasarım ve değerlendirmelerinürünüdür. Bunları, çok sevdiği bilardoyu oynadığı sırada bile, aceleyle kaleme aldığı olmuştur. Bu tutumunu,O'nun sanata karşı gevşek davrandığı biçiminde değerlendirmek yanlış olur. Zira, en hızlı yazdığı zamanlardabile, el yazısı o kadar açık, seçik ve düzgündü ki, daha sonra temize çekme gereğini hissetmemiştir.

Türk Müziği ve Mozart:

Mozart için Türklerin ayrı bir önemi vardır, Türkler için de Mozart'ın. Mozart Türklerle, müzik ve töreleriylegençlik çağlarından başlayarak ilgilenmiştir.

Osmanlıların Viyana'yı kuşatmaları sırasında ve sonrasında, Avrupalılar, özellikle de Avusturya-Macaristanİmparatorluğunun yurttaşları Türklerle yakın ilişkilere girmiştir. Kuşatma dağılıp Viyana kurtulunca, dahaönce korkulan düşman artık merak konusu olmaya başlamıştı. Osmanlı giysileri hem erkekler, hem dekadınlar arasında moda olmuş, Mozart'ın da tiryakisi olduğu Türk kahvesi Viyanalıların yaşamına bir dahaçıkmamak üzere girmiştir. Mehter takımının vurmalı ve üflemeli çalgıları da Avrupa askeri bandolarınıetkilemiş, mehter müziğinden Mozart başta olmak üzere çok sayıda besteci yararlanmıştır.

Türklerle ilgili konular müzikli sahne oyunlarının en gözde malzemesi durumuna gelmiş ve bu gelişme 18.yüzyılda Avrupa'da "Türk Operası" akımını yaratmıştır. Bu akımın sayısı yüzü aşan örnekleri arasında enölümsüz olanı ise Mozart'ın 'Saraydan Kız Kaçırma" adlı eseri olmuştur.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 23

Page 24: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Korsanlar tarafindan kaçırılarak Osmanlı sarayına ya da paşa konağına satılan bir Avrupalı genç kızınvatanındaki sevgilisi tarafindan bin turlü hile ve desiseye başvurularak kaçırılması temasını işleyen "SaraydanKız Kaçırma" operası, Mozart'ın Türk müziği motiflerine ve harem hikayelerine olan ilgisinin bir ürünüdür.Bu ünlü eser, Mozart'ın yeni yerleşletiği Viyana'da kendisine duyulan hayranlığın artmasına, imparatorungözüne girmesine ve Alman operasının İtalyan stilinin egemenliğinden bir ölçüde kurtulmasına yol açmştır.

Mozart'ın Türk müziğinin ritmik, ezgisel ve tınısal özelliklerine duydugu ilgi sadece operalarla sınırlı kalmadı.Dünyanın Türk Marşı diye adlandırdığı ünlü eser, Mozart'ın en sevilen eserleri arasındaki yerini buyüzyılımızda da korumaktadır. "Türk Marşı" aslında K.V. 331 La major piyano sonatının "Alla Turca"başlıklı son rondo bölümüdür. Benim de çok sevdiğim bu eserle ilginç bir anım vardır: Memuriyetimnedeniyle Almanya'da bulunduğum sırada, sürekli olarak klasik müzik yayını yapan bir radyonun dinleyiciistekleri programını izlerken, orada taksi şoförlüğü yaparak hayatı kazanmakta olan bir vatandaşımızıntaksisinden radyoyu arayıp bu eserin çalınmasını istemesi ve spikerin bunu büyük bir heyecanla, "İşte çokönemli bir istek! Şimdi dinleyeceğiniz güzel meledilerin kaynağından anlamlı bir dilek!" diye anons etmesibeni derinden etkilemiştir. Görüldüğü gibi, farklı iki ulusun ve kültürün çocuklarına bu ortak heyecanıduyurtan şey gerçekte, "Mozart müziği her kuşakta türlü parıltılala ışıldayan saf altına dönüştü. Onunevrensel düzenle tınlayan müziği, er geç yeryüzü ruhuna katılarak, ruhtan ruha geçerek dünyakarmaşasının bitimine yardım edecektir." diyen Alman müzik bilgini Alfred Einstein'ı da haklı çıkartan, bumüziğin etkileri asırları aşan ve tükenecek gibi görünmeyen evrensel anlatım gücünden ve uluslararasıniteliğinden başkaca nedir ki?

Ölümünden bu yana geçen iki asırlık zaman içinde, her kuşak onun eserlerinde bir başka anlam ve güzelliklerbulmuştur. Eserlerindeki derin anlam ruhlara işledikçe Mozart'ın insanlığa yardımı daha da önemkazanacaktır.

M.Ümit ERTONG

Kaynak: www.historicalsence.com

Zen Yolu / Tasavvuf Yolu

Bugün Zen'in çok özel dünyasına giriyoruz. Zen çok özeldir, çünkü bilincin çok sıradan bir durumudur. Aslında sıradan zihinler sıradışı olmayı ister; sıradışı zihinler ise sıradanlığın içinde rahat eder. Yalnızcasıradışı insanlar rahatlamaya hazırdır ve sıradanlığın içinde dingin durumdadır. Sıradan olanlar ise aşağılıkkompleksi hissederler ve bu aşağılık kompleksi nedeniyle özel olmaya çalışırlar. Özel olan kişi ise özel olmakiçin çaba sarfetmez. O herhangi bir boşluktan dolayı acı duymaz; o tamamen doludur, taşar, neyse odur.

Zen'in dünyasına hem çok özel, hem de çok sıradan denilebilir. Dışarıdan bakıldığında bu bir çelişki gibigörünür. Oysa bu çok basit bir olgudur. Bir gülün, bir lotusun, bir tutam çimenin özel olma çabası yoktur. Birtutam çimenden, büyük bir yıldıza kadar her şey olduğu gibidir -neyse odur. Onlar varoluşlarından kesinliklemutludurlar. Bu yüzden herhangi bir kıyas ya da herhangi bir rekabet yoktur. Herhangi bir hiyerarşik durumsöz konusu değildir -kim alçakmış, kim yüksekmiş bunların önemi yoktur. Aslında kendinin üstün olduğunukanıtlamaya çalışan kimse sıradandır.

Herşeyi kabul eden insan neşeli olur. Böyle birisi şükran dolu olur; varoluşa şükran duyar, bütünlüğe şükranduyar, bu kişi en üstündür.

Hz.İsa şöyle demiştir; kutsanmış olanlar bu dünyada sonuncudur, onlar benim tanrımın krallığında birinciolacaklardır. Burada Hz.İsa değişik bir dil kullanıyor, çünkü o değişik türden insanlarla konuşuyordu. Bu

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 24

Page 25: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

durum Zen niteliği taşır... Sonuncu olanlar... Fakat sonuncu olmaya çalışırsanız sonuncu değilsinizdir,bunu unutmayın.

İşte Hrististiyanların yüzyıllardır yaptığı buydu; sonuncu olmaya çalışmak ve Tanrı'nın krallığında birinciolmak. Onlar asıl noktayı kaçırdılar. Sonuncu olmak -çabasız, sadece basit bir anlayışla 'Ben neysemO'yum. Benim için başka bir varoluş şekli yok. Başka birisi olamam, başka biri olmaya ihtiyacım da yok.BÜTÜN böyle olmamı istiyor ve ben böyle rahatım, BÜTÜNün iradesine kendimi teslim ediyorum...'

Bir Zen ustası asla 'birinci olmalısın' demez. Fakat Hz.İsa Zen'i bilmeyen insanlarla konuşuyordu. OysaHz.İsa Zen'in ne olduğunu biliyordu. O, Hindistan'a, Ladakh'a, Tibet'e gitmişti. Hatta Japonya'dabulunduğuna dair hikayeler bile var. Bu mümkündür, çünkü o bir mistik okuldan diğerine 18 yıl gezdi. Fakato bir Yahudi gibi konuşmak zorundaydı.

Yahudiler amaçlarına çok bağımlı olarak hareket eden insanlardır. Daima bir yerlere ulaşmaya çalışırlar.Hintliler de amaca bağımlı insanlardır. Bu yüzden Buda'yı anlayamadılar. Buda Çinliler tarafından eniyi anlaşıldı. Bundan dolayı Çinliler çok ruhani, dindar değildir -çünkü bir insan ruhani, dindar ise onunbir amacı vardır: Öteki dünyaya ait bir amaç. Bir yerlerde özel olmak isteyen bir insan, bu hayattaolmazsa gelecekte, burada değilse ölümden sonra, dünyada değilse cennette bunu hedefler.

Cennet, amaca bağlı insanların bir hayalidir. Böyle insanlar eğer ölümün ötesinde bir amaç varsa dindarolabilirler. Eğer bir amaç varsa, herşeyi feda etmeye hazırdırlar. Kısacası onlar gerçek dindar olmazlar -din,onların anlayışı, neşesi, varoluş yolu değil, arzularıdır. Din, onların derin düzeyde tekrarlanan egooyunudur.

Herşey BİRdir

Zen konusunda anlaşılması gereken ilk şey, amaca bağımlı olmamaktır. Zen, burada, şimdide olan yaşamyoludur. Zen, manevi dünyanın diğer sıradan algılanışlarından bir diğeri değildir. O ne manevi, ne demaddidir. İkisinden de ötedir. Bu veya öteki dünyaya ait değildir, iki dünyanın büyük bir sentezidir.

Zen ustaları çok sıradan yaşarlar, herkes gibi. Fakat sıradışı bir yoldadırlar. Tamamen yeni bir bakışla,büyük bir zariflikle, muazzam bir hassaslıkla, uyanıklıkla, gözlem dolu olarak, aşkın ve saf bir bilinçlilikhalinde ve o anda yaşarlar. Zen'de hiçbir şey ne kutsal, ne de dünyevidir. Herşey BİRdir, ayrılamazBİRdir.

Rekabet=EGO

Zen çok pragmatik ve pratiktir. O, dünyadan el etek çekmeyi aptalca bulur. Onun yerine şöyle der: 'Dönüş!Neredeysen orada ol, fakat yeni bir yolun içerisinde ol. Bu yeni yol nedir? Rekabetçi olma. Rekabetçilikdünyasal olmaktır. Bu, dünyasal yaşamakla ya da dağlara çekilmekle ilgili bir sorun değildir. Mağaralarayerleşebilirsin, fakat diğer mağaralarda başka azizler varsa, rekabet yine olacaktır.

Bir zamanlar bir Hintli aziz tarafından davet edildim. Bir hata olmalıydı, çünkü benim düşünce yolumhakkında bir fikri yoktu. Ama beni davet etmişti, neşelendim, 'Bu iyi bir fırsat' dedim ve oraya gittim.

İlk olay birbirimize tanıştırıldığımızda başladı. Hintli aziz, altın bir tahtta oturuyordu, yanındaki daha küçükbir tahtta ise başka bir Hintli rahip oturmaktaydı. Diğer rahipler ise yerde oturuyorlardı.

Hintli aziz bana şöyle dedi: "Benim yanımdaki ufak tahtta kim oturuyor, merak ediyor olmalısın. O yüksekmahkemenin baş hakimiydi. Fakat öylesine manevi bir insan ki, bu görevinden vazgeçti, dünyadan, yüksekmaaşından, statüsünden ve gücünden vazgeçti. Benim öğrencim oldu. Öylesine alçakgönüllü ki, hiçbir zaman

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 25

Page 26: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

benimle eşit düzeyde oturmadı."

Ben devam ettim: "Çok alçakgönüllü olduğunu görebiliyorum. Sizden daha ufak bir tahtta oturuyor, ancakdiğerleri de yerde oturuyor! Eğer o gerçekten alçakgönüllü ise, yere bir çukur kazmalı ve orada oturmalı, tabiiki gerçekten alçakgönüllü ise. Ama bu durumda, o sadece size karşı alçakgönüllü, diğerlerine karşı ise çokkibirli."

Gözlerinden öfke kıvılcımları çıkıyordu. Her ikisi de çok kızmıştı, bir süre ne diyeceklerini bilemediler. Bendevam ettim: "Alçakgönüllüğünüzü görüyorsunuz, ikiniz de kızdınız. Bu adam da hala yerinde oturuyor. Eğero gerçekten alçakgönüllü ise, tahtına yapışmasın, aşağı insin ve hemen bir çukur kazsın. O zaman tabii ki yenibir rekabet olacak. Diğerleri daha büyük ve derin çukurlar kazacaklar. En alçakgönüllü olan en derin çukuragirmeye çalışacak."

Daha sonra Hintli azize şöyle dedim: "O, sadece senin ölmeni bekliyor, ölür ölmez senin yerine geçecek. Şuanda yarı yolda. İçinden şöyle dua ediyor, 'Yaşlı bunak , dilerim en kısa zamanda ölürsün!' O zaman başkabirisi ufak tahta oturacak ve böylece o, bu kişiyi alçakgönüllü olarak tanıtacak. Bir de şu var, eğer ufak tahttaoturan alçakgönüllü, sen nesin? Sen ondan daha yüksek bir tahtta oturuyorsun! Eğer mesele yüksek veya alçakyerde oturmaksa, tavandaki örümcek ne olacak? O daha yüce olmalı, çünkü senden daha yüksekte. Veyagökyüzünde uçak kuşlara ne demeli?

Aslında siz bu yolda hiçbir şeyden vazgeçmiş değilsiniz. Hala yeni isimlerle eski aptallıkları taşıyorsunuz.

Sadece isimler değişti, ama eski rüyalar hala devam ediyor, eski arzular, eski egolar hala güçlü bir şekildesürüyor. Herhangi bir tapınağa gidebilirsiniz, ama aynı rekabet orada da olacaktır."

Zen , şöyle der: 'Hayatın içinde ol, hayatta yanlış bir şey yoktur. Eğer bir şey yanlışsa, o sizin bakışaçınızdan dolayıdır. Gözleriniz bulutlu, bilincinizin aynası tozlu. Onu temizleyin, daha fazla berraklıkyaratın.'

Rekabet ortadan kalkarsa , dünyadasınızdır, ama dünyadan değilsinizdir. Eğer tutkular yok olursa, terkedilmesi gereken bir dünya da kalmaz. Fakat bu şekilde tutkular ve rekabet nasıl yok olabilir ki? Biz onayeni yollar yaratıyoruz. Birisi sizden daha fazla para, öteki ise daha fazla erdem kazanmaya çalışıyor. Farknedir? İkisi de aynı arzudur, aynı rüyadır, aynı uyku durumudur. İnsanlar rüyalarının peşinde koşuyorlar,rüyalar değişiyor ama onlar asla uyanmıyorlar. Rüyalar değişir, fakat siz bu rüyada, ya da o rüyadasınızdır,kendinizi karanlıkta kaybedersiniz. Aydınlanmak, rüyaları değiştirmek, eski bir rüyadan başka bir rüyadurumuna geçmek, eski rüya yerine yeni bir rüya yaratmak değildir.

Zen=Dikkat, Sufizm=Yürek

Sufizm spekülasyonlarda bulunmaz. Oldukça gerçekçi, pragmatik ve pratiktir. Ayakları yere basar, soyutdeğildir. Buna rağmen herhangi bir dünya görüşü yoktur. Ve bir sistem olmadığından dolayı da bilgiyisistematize etmez.

Bir sistem, varoluşu tamamıyla açıklar. Sufizm bir sistem değildir; varoluş için bir açıklaması yoktur,varoluşun gizlerine giden bir yoldur. Hiçbir şeyi açıklamaz, yalnızca gizleri gösterir. Sizi gizemin içineyollar. Sufizm varoluşun sırrını çözmez. Tüm sistemler bunu yapar; tüm işleri gizemi ye harikaları yokederek bilinmeyeni bilinir kılmaktır. Sufizm sizi bir harikadan diğerine götürür, harikalar diyarınınderinliklerine.

Bir sistem değildir, çünkü hiçbir şey hakkında hiçbir zaman tam bir açıklama vermez. Yalnızca çok, çokufak ipuçları, içgörüler verir. Dönüp dolaşıp aynı yere gelmez, felsefe yapmaz; sürekli hikayeler,

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 26

Page 27: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

anekdotlar, mecazlar, deyişler ve şiirler ortaya koyar. Bir metafizik değil, mecazdır. 'Ay'ı işaret edenparmaktır. Parmağı analiz ederek 'ay'ı anlayamazsınız, ama içtenlikle o yöne bakarsanız, 'ay'ı görürsünüz.

Sufi hikayeleri felsefi değidir. İnce ipuçları ve fısıltılardır. Doğal olarak, sadece içtenlikle ve empati iledinleyenler, güvenle kalplerini açıp teslim olmaya hazır olanlar Sufizmin ne olduğunu anlayabilirler.Yalnızca sevebilenler Sufizmin ne olduğunu anlayabilir.

Mesajı nedir? Mantıklı bir analiz değildir, ama Zen kadar mantıksız da değildir. Sufizm, mantıklı olmanınbir uç, mantıksız olmanın ise diğer bir uç olduğunu söyler. Sufizm ortalarda bir yerdedir, ne mantıklı nede tamamiyle mantıksız. Sağa ya da sola yatmaz. Saçma değildir. Sokrates gibi mantıklı değildir, amaBodhidharma gibi mantıksız da değildir. Bodhidharma ve Sokrates'in farklı göründüklerini, ancakyaklaşımlarının aynı olduğunu söyler. Aslında Bodhidharma Sokrates'den daha mantıklıdır; zaten bu yüzdenmantıksızlığa kayar. Eğer mantık çizgisini izlemeye devam ederseniz, eninde sonunda mantığın bittiği yeregelirsiniz, ama yolculuk devam eder. Bodhidharma, tüm yolu gitmiş ve mantığın bittiği ama hayatın devamettiği sınır çizgisine gelmiş olan Sokrates'dir. Bodhidharma farklı görünür, ama yaklaşımı Sokratesçidir -entelektüeldir. Zen, entelekte çok karşıdır, ama entelekte karşı olmak da entelektüel bir davranıştır.Zen, felsefe karşıtıdır, ama felsefe karşıtı olduğunuzda da felsefi olursunuz -sizin felsefeniz de budur.Sufizm uçları reddeder, ortadakini seçer, tam ortadakini.

Zen 'deki anahtar kelime 'dikkat'tir, Sufizm'de ise 'yürek'. Zen zihne karşıdır, ama zihnin ötesine zihinlegeçer. Sufizm zihne karşı değildir, zihne tamamen kayıtsızdır. Sufizm yüreğe yoğunlaşmıştır; kısacasızihni umursamaz. Evet, Sufi'de de bir aydınlanma olur. Eğer Zen'deki aydınlanmaya satori, zihin-uyanıklığıdersek, Sufi'deki aydınlanmaya da 'yürek-uyanıklığı' denilebilir. Sufi'nin yolu aşığın yoludur, Zen yolu isesavaşcının, samurayın yolu.

Sufizm değil Tasavvuf

Sufizm bir dünya görüşü değil, görmektir. Dünya görüşü olduğunuz yerde sayıyorsunuz demektir; birfelsefeye, gerçekle ilgili belli açıklamalara inanırsınız. Aynı kalırsınız, değişmezsiniz. Dünya görüşü sizi birazbilgilendirir, daha bilgili olursunuz.

Görmek ise sizi dönüştürür. Ancak dönüştüğünüzde, yaşamın başka yüksekliklerini ve derinliklerinideneyimlediğinizde, görebilirsiniz.

Sufizm bir görüdür. Aslında 'Sufizm' demek doğru değildir çünkü bir 'izm' değildir. Sufiler 'Sufizm' demez;bu başkalarının verdiği bir addır. Onlar tasavvuf derler, bu bir aşk görüşüdür, gerçeğe aşk ileyakınlaşmaktır. Varoluş hakkında düşünen kişi biraz muhaliftir çünkü varoluşu bir sorun sanır - sankivaroluş ona meydan okuyordur ve o da buna karşılık veriyordur, sırrı çözmelidir, gizemi yok etmelidir.Savaşır.

Sufi der ki: 'Biz ve varoluş biriz. Varoluşla kavgaya lüzum yok. Gönlünü al, birleş, davet et, sev, arkadaşol ve varoluş sırlarını kendisi açacaktır.'

Sufizmin bir sistem olmadığını söylemiştim, çünkü tüm sistemler sınırlama getirir, çevrenizde birerhapishane oluşturur. Sufizm özgürlüktür. Belli bir sisteme inanmanızı söylemez. İnançtan değil,güvenmekten bahseder.

Sufizm in bir felsefe olmadığını söylemiştim, ama felsefe karşıtı da değildir. Yalnızca felsefeyi ve felsefekarşıtı olmayı umursamaz. Es geçer, kayıtsızdır. Der ki: Gerçek varken ne diye kelimelerle uğraşayım?Suyu içmek varken ne diye suyla ilgili teorilere kafa patlatayım? Güneşe çıkıp güneş ışınlarıyla dans etmekvarken ne diye teorilerle boğuşayım? Otantik bir şey yaşamamak niye? Felsefe dönüp durur; hep bir şeyler

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 27

Page 28: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

hakkındadır. Hiçbir zaman gerçeğin özüne dokunmaz. Gerçek hakkında düşünür ama gerçek hakkındadüşünmek gerçeği yalancı çıkarmaya çalışmaktır. Gerçek düşünülmesi değil karşılaşılması gereken birşeydir. Gerçek inanılmamalı, yaşanmalıdır. Gerçek bir sonuç değildir, bir ki yaslama süreci ile gerçeğeulaşamazsınız. Gerçek ortadadır! Gerçek sizsiniz, ağanlardır gerçek, kuşlardır gerçek, güneştir, aydır.Gerçek her yerde ve siz gözlerinizi kapıyorsunuz ve gerçeği düşünüyorsunuz? Düşünce yoldan çıkarır.

Düşünmeye gerek yok. Yaşayın onu! Gerçeği yalnızca yaşayarak bilebilirsiniz.

(Bu alıntı aşağıdaki kitaptan yapılmıştır)

Zen Yolu/Tasavvuf Yolu/ OSHO

Kaynak: http://goto.bilkent.edu.tr/gunes

Modern bir mistik, ölüm sonrası yaşamı tasvir ediyor

Modern bir mistik:

Danimarkalı Martinus Tomson.

Onun başından geçenler, mistik ve kozmik bir olayın, bir insanın yaşantısını nasıl değiştirdiğini gösteren birörnektir. Martinus ilk ilhamın geldiği 1921 yıllarında Kopenhag'daki bir büroda sayılarla uğraşmakta idi..Dinle yakından ilgilenir, mesleği yüzünden başka insanlara yardımcı olamadığı için büyük bir huzursuzlukduyardı. Spiritizm, teoloji ve benzeri akımlar hakkında hiçbir şey bilmezdi. Eve gittiğinde okumaya başlardı.Bürodan bir arkadaşı onu çok okumuş bir adamla tanıştırıp eline felsefe hakkında yazılmış bir kitap verdi.Birkaç sayfa sonra, gerçeği öğrenmek için bir sandalye üstüne oturup ALLAH terimi üzerinde konsantreolmak gerektiğini öğrendi. böylece kozmik bilinç dediği yepyeni bir hayatın içine girmişti. Bilinçli olarak vekontrol altında, intituasyon dediği bilincin kaynağını bulmuştu. Herhangi bir problemi çözmesi gerektiğizaman, intituasyonla bağlantı kurar ve cevabını bir mutlak bilgi halinde alırdı. Fakat bilgi, kelimeler halindeverilmediği için, sonradan kelimelere çevirmek gerekirdi. Bu bilgi, ruhlar aleminde bizim maddeselyaşantımızda kullandığımıza benzemeyen bambaşka bir anlaşma yoluyla verilirdi. Yeni bilinç haline,paranormal olaylar da arkadaşlık etmekteydi.

Telepati durugörü, ayrılma anları... Başka insanların hastalıklarını kendi bedeninde, ağrılar halinde duyduğuolurdu. Ayrılma anlarından, mesleğinde de rahatsız edildiği için vazgeçmek zorunda kaldı. Sonra intuitivebilgisini, insanların anlayacağı kelimelerle ifade etmeye başladı. Bu yeni dünya görüşünün iç mantığı,güzelliği ve fiziksel dünya ile gösterdiği benzerlikler, diğer bağlantı kuran insanları da etkilemiştir.

Ölüm, İnsan için Allah tarafından verilmiş en çok şaşırtıcı şeydir:Martinius 'a göre, dünyadaki insan, sadece maddesel bir bedenden ibaret değildir. Bedende, RUH denilen vebedenle devamlı ilişkide bulunan psişik bir kuvvet vardır. ruhun daha detaylı incelenmesi Martiniustarafından yapılmıştır. ölüm dediğimiz olaydan sonra, ruh, bedenle olan bağlantısından kurtulup, ruhlaraleminde yaşamaya başlar. Sırlı olarak, bazen bir ilişki kurulabilmesi mümkündür. Bu ölüm anından hemensonra ya da birkaç gün içerisinde olmaktadır. bu ilişki herhalde durugörü ya da telepati yoluylagerçekleşmekte ve hemen kaybolmaktadır. Bundan sonra, ölüm nedeniyle beden bağlantısını kesmiş olan birinsan için, "yaşayan" terimi kullanılamaz.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 28

Page 29: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Mantal yaşama alanı ve ilk ortam:Ölümden sonra adım atılan dünya , ruhsal dünya, bedenin ölümden sonra bulunduğu durum da ilk ortamsayılmaktadır. Fizik dünya bir zaman-mekan dünyası, ruhsal dünya ise bir zaman-durum dünyasısayılmaktadır. Maddesel dünya, yaratığın ağır ve değişmez bir şekilde yaşadığı materyel bir dünyadır. Ruhsaldünya ise, hafif, uçucu ruhsal maddelerden meydana gelmiştir. Bu ruhsal madde, yaratığın kendi kendinikonsantre ettiği ve şekil verdiği sürece algılanabilir. Madde, yaratığın en küçük arzusunu bile yerinegetirebilir. Yaratık herhangi bir şeyi gözönüne getirdiği zaman o anda, o şeyle karşılaşır.Fakatkonsantrasyon kaybolduğu an, istenilmiş olan şey de hemen kaybolur.

Yaratık öldükten sonra fiziksel maddeyle bir bağlantı kuramaz. Bunun yerine ruhsal dünyanınyaratıkları etrafını kaplarlar. Bunların içine yaratığın kendi dünyasında geçirmiş olduğu tecrübeler vebilince yer etmiş olan anılar girerler. Bu anılar hafızaya ne kadar derin etki yapmışsa, yaratığın mantaldünyasında o derece fazla yer alırlar. Bu da ölüm sonrası yaşamın, ölümden önceki yaşamdan pek farklıolmadığı anlamına gelir. Fark yaratığın yeni dünyasının, sadece kendi tasavvurundan, gözü önünegetirdiklerinden oluşmasındadır. Yani, yaratık, rüyada olduğu gibi, halüsinasyonlardan meydana gelmişbir çevre içerisinde yaşar. Martinius'un görüşüne göre ruhsal dünyada da rüyalar vardır. Bu rüyalar,ölüm sonrası yaşamın nasıl olabileceğini gösteren duru rüyalardır. Tek fark, insanların günlük rüyalarındabiyolojik birer canlı olarak yaşadıklarıdır. Rüya gören yaratık ise, öteki dünyada sadece bir konuktur. Fizikseldünyadan etkilenip görülen rüyalar da olabilir. Ölüm sonrası hayatın ilk devrelerinde yaratık, genel olarak,yaşadığı olayları ya da gördüğü rüyaları değerlendirecek güçte değildir. Fakat ölümden sonra duvarınarkasında bir elektrik fişi yoktur artık...

Martinius ölümden sonra yaratığın hareket etmediğine, tersine, çevrenin onunetrafında döndüğünedeğinmektedir. bir duru rüya örneği bunu açıklayabilir:

"Rüya görüyor ve rüya gördüğümü biliyordum. Koca bir yığın telefon direğinin üzerine tırmanmaktaydım. Buyığın kare biçiminde yükselip gidiyordu. Tırmandıkça tırmanıyordum. En yükseğe çıktığımda 'Şimdi bu yığınsallanmaya başlarsa ne olur?' diye sordum, kendi kendime... O anda sallanmaya başlamıştı. "şimdi düşecek!"dediğim an devrilip yere düşmüştüm... Fakat düşerken sakin sakin yatakta yattığımı hissediyordum. Aslındahareket eden ben değil, telefon direkleriyle yer idi. Her şey çok göz aldatıcıydı."

Duru rüyalarda olduğu gibi, burada da madde, isteğimizin emirlerine uymaktadır, hem de her zaman.Yaratık halüsinasyonla gördüğü rüyada, aynı ölümünden önce olduğu gibi hareket etmeye devam eder.Varlığını araçlar kullanarak, araba sürerek, trene binerek, para kazanarak, uyuyup yemek yiyerek sürdürür.Yeni yaşam eski yaşam o kadar birbirine benzemektedir ki, yaratık uzun süre geçtiği halde, öldüğünüanlayamaz. Fakat önce ya da sonra maddesel dünyadan herhangi bir adamla temas kurmaya çalışır. Bu, halüsinasyonlar yoluyla bir fantom yaratılarak olur, fakat bu fantomla duygusal bir bağ kurulamaz. Bireksiklik daima vardır. Böylece yaratık yavaş yavaş bir dünyaya kaydığını hisseder. Fakat bu değişikliği tamolarak anlayıncaya kadar yine belli bir süre geçmiş olur. Tabiî ölmeden önce ruhsal olaylarla ilgilenmiş vekendisini ölüme hazırlamış olanlar, bu değişikliği ve girdikleri yeni ortamı daha çabuk kavrarlar.

Sadece aynı dalga boyu ile temas: Ruhsal dünya, Martinius'a göre, bir fizik üstü ışınlar ve dalgalar dünyasıdır. Eğer oradaki yaratıklar,birbirleriyle bağlantı kurmak isterlerse bu, kelimelerin tam anlamıyla aynı dalga boylarında olduklarızaman gerçekleşir. Bu da ortak eğilim ve merakların başka bir anlatım biçimidir. Oysa ki fiziksel dünyadabir araya gelebilirler. Ruhsal dünyada ise aynı karaktere sahip olmayan ruhlar kesinlikle bir arayagelmezler.

Bu aynen, radyoda istasyon aramak gibidir. Bulduğumuz istasyon dalga boyunu kaydırdığımız, yanifrekansını değiştirdiğimiz an, bambaşka bir istasyonla karşılaşırız.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 29

Page 30: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Bütün arzuların yerine getirilişi:Şimdiye kadar anlattıklarımızdan, öteki dünyanın bir huzur dünyası olduğu ortaya çıkmaktadır. Fakatgerçekte her şey bu kadar basit değildir.

Çok başarılı bir iş adamı, büyük bir işin peşindeyken öbür ve ruhsal alemin ilk ortamına girer. Orada da dahabüyük bir hızla para kazanmaya devam eder. Âdeta para yağmuruna tutulmuştur. Hırsızlar tarafındanparasının ve mallarının çalınacağı aklına gelir. O anda etrafını hırsız ve gangsterler sarar ve en korkunçpolisiye filmde gördüğünden daha korkunç bir şekilde onların kurbanı olur.

Tabiî ancak kendi dalga uzunluğundaki yaratıklarla bağlantı kurabileceğinden, yine paraya düşkünyaratıklarla ilgilenir ve onlarla bir çeşit rekabete girer. Fakat hepsi de aynı başarıyı gösterdiklerinden, onutakdir edecek kimse kalmaz. Şimdi, kendi telkinleriyle yarattığı dünyada yapayalnız kalmıştır. etrafındasadece onunla rekabet halinde olan iş adamları, hırsız ve dolandırıcılar vardır. Kendisini bu durumdankurtarmak için, başka dalga boylarının yaratıklarıyla bağlantı kurması gereklidir, fakat bu da zordur,tabiî. Yaratık, kendi yaratmış olduğu cehennemde yaşamaya başlar.

Bu anlattıklarımız, sadece bir örnekten ibaret olmakla beraber, tüm hayatını, başka insanlardan ya dabelli bir insandan nefret etmekle geçirmiş olan birinin öldükten sonra da bu duygulardankurtulamayacağına dair güzel bir örnektir.Böyle bir insan arzularının gerçekleştirdiğini, intikamlaraldığını görecek ve sadece aynı eğilimleri olan yaratıklarla bağlantı kurabilecektir. Kendisi, mutlak birgerçek olarak yaşadığı, bir ruhsal hapishaneye girecektir. Din ve kilise yoluyla devamlı bir şekildecehennem ve cehennem azabından korkmuş olan bir insanın, öldükten sonra, kendi tasavvur ettiği bircehenneme girebileceği de mantıklı bir düşüncedir. Zaman kavramı olmadığı ve yaşanılan olayınsonsuza kadar uzandığı duygusu var olduğundan, bu cehennem azabı uzadıkça uzar.

İlk ortam; Cennet ve Cehennem:

Şimdiye kadar söylediklerimizden anlaşıldığına göre, tüm arzu ve umutların birdenbire yerlerine getirilmeleri,pek acı verici durumlara da yol açabilmektedir. Martinius'a göre bu kısa bir süre böylece devam eder ve dahayüksek bir safhaya ulaşılır. Fakat ilk ortamın cehennem değil de cennet gibi de yaşandığı da olabilir.Sözgelişi, pozitif bir dinsel anlayış içersinde yetişmiş olan bir insanın ilk ortamı da huzur dolu olur.Fakat bugünkü modern insanın ölüm hakkındaki görüşleri biraz komplikedir. Ölümden sonra hayatın devamettiğini söylemek bile onuniçin bir alay konusudur. Fakat yaşadığı maddesel dünyada da ölümden sonrayaşamayacağına dair bir kanıtlama yapamaz. Çoğu dinsel anlayışlara göre kanunlara(dinsel yasaklar)uymayanlar cehennem azaplarına çarptırılacaklardır. Modern insan, hangi dinsel inanışı seçerse seçsin, hangigörüşe sahip olursa olsun, yine de ölüm sonrası hakkındaki şüphelerinden kurtulamaz.

Birinci ortamı cehenneme çeviren çoğunlukla bencilce arzular olmaktadır. Fakat yaşantıları boyuncabaşka insanlara yardım elini uzatmış olan ve ölümü kolayca karşılayan bir insan, ilk ortamı huzuriçinde karşılar. Bunlar ilk ortamda arzularının yerine getirilmiş olduğunu görürler. Aynı şey sanatçı ve bilimadamları için de geçerlidir. (Fakat istek ve arzuların egoistçe olmamaları şartı ile). Buradaki bencillikbaşkalarını göz önüne almadan sadece kendi istek ve arzularını ön plana almaktır.

Peki, öldükten sonra, ruhsal ortamda tanıdıklarına rastlayan ve ona yardımcı olduklarını gören yaratıklar yokmudur? Çoğu ölüm döşeği vizyonları bu görüşü desteklemektedirler. Peki bu yardım yaratığın ilk ortamdakicehennem azabından kurtulması için de yapılamaz mı? Bu olamaz, çünkü bu cehennem azabı, tümüyleyaratığın kendi isteklerinden doğar.

İlk ortam ve koruyucu ruhlar:Demek oluyor ki çoğu insanlar, bu ilk ortamı, çekilmez bir cehennem azabı içinde yaşamaktadırlar. Budurumda dinsel inanışları olanların, ateistlere oranla daha fazla avantajları vardır. Dinsel inanışı olan,

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 30

Page 31: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

kendisinden daha yüksek birinin olduğunu hatırladığı an ona yönelir ve cehennemden kurtulma yolunubulmuş olur. Ateist ise böyle bir kurtuluş yolunu bulana kadar daha fazla zaman harcayacak fakat enindesonunda bulacaktır. Yani bu bir dalga boyu değişikliği, çevre değişikliği, kısacası ortam değişikliği anlamınagelir. Yani ortamın yaratıkları, daha olgun ve yardımsever yaratıklar olacaklardır. Martinius bunlarıkoruyucu ruhlar olarak adlandırmaktadır. Bu ruhlar daima hazır bulunup, yardım edecek kişi ararlar. Fakatbu olanağı yaratıkların, sözle rica edişleri yoluyla değil de daha çok ruhsal bir kavram olan dua yoluyla eldeederler. Böylece yaratık kendi dalga boyunu da değiştirmiş olur.

Bundan sonra yardımcı ruhlar, ödevlerini yerine getirebilirler. İlk yaptıkları kendilerini tanıtmak olmaktadır.Koyu dindarlara(yüksek mertebeli) melekler halinde, az dindarlara da normal insan kılığında görünürler.Böyle bir kılıkla güven veren bir duruma geçmişlerdir. Bundan sonra koruyucu meleklerin işi, telkin yoluylayaratıkları kendi dünyasal isteklerinden kurtarmak olmaktadır. Bu olayı yetişkin birinin bir çocuğu avutmasıile karşılaştırabiliriz. Bu avutma da aslında bir çeşit telkindir. Böylelikle yaratığın bilinci yavaş yavaş yeni biryön alır. Yine de kurtulmadaki kolaylık yaratığın ilk ortamındaki tecrübelerine dayanır. Koruyucu ruhlarınyaptıkları bir çeşit beyin yıkamadır da denilebilir. Çünkü onların görevi yaratığın belli istek ve eğilimlerinegem vurmaktır. Ancak bu şekilde daha yüksek ortamların ışığı altına girilebilir. İlk ortam aslında yaratığıdünyasal bilinç ve tecrübelerden kurtarmaya yarar. Bir süre için yaratık, bilincin bencil kısmından ayrılmışolur. Bilincin gelişmiş olan ve gerek kendisine gerek diğerlerine huzur veren kısmına dokunulmaz. Artıkyaratık düğün elbiseleri içinde bir bayram havasına bürünmüş olarak, yeni bir yaşama tarzına, cennete geçer.

Özet:Kısaca özetleyecek olursak: İnsan öldükten sonra yaratığın içine girdiği çevre tümüyle kendisitarafından yaratılır. Bu çevre onun düşünce ve tasavvurlarından meydan gelen gerçek bir çevredir.Fiziksel çevrede yaratık, dış çevresiyle devamlı olarak bağlantı kurmak zorundaydı. Oysaki yeni çevresinde,dış dünyasıyla ilgilenmez. Yaratık kendi arzularıyla yarattığı bir hapishanededir âdeta... Sadece aynıdalga uzunluğu içinde bulunan yaratıklarla ilişki kurabilir. Zaman kavramı yaratığın yaşadığı olayısonsuza kadar uzayacakmış gibi hissettirir. Bütün bunlar bazen cehennem azabı gibi gelir ona. Duakurtarıcı ruhlarla bağlantı kurmak için bir aracıdır. Bu ruhlar yaratıkları azap verici ilk ortamdan daha yüksekortamlara çıkarırlar. Bunu da telkin yoluyla başarırlar. İlk ortamdan çıkışı ikinci ölüm olarak daadlandırabiliriz. Aynı zamanda daha yüksek bir ortamın doğumu da sayılabilir.

Martinius' a göre, hiç kimse ilk ortam dolayısıyla ölümden korkmamalıdır. Bu ortam, yaratığın yaşadığısürece gerçekleştirmeye imkan bulamadığı arzularının birdenbire gerçekleşmesi ortamıdır.

Birinciortamdacennet:Cehennem azabından sonra , yaratığın geçtiği birinci ortamın, ötekine nazaran çok daha değişik olacağı aklagelebilir. cennet sınırları içinde yaratık, pozitif yöndeki istek ve arzularının gerçekleştiğini görecektir. Buideallerinin en üstün safhası halindedir. Herkes istediği gibi hareket edebilme olanaklarına sahiptir. Buradayaratıklar birbirleri için yaşarlar. Fakat varoluş yine de psişik düzeydedir, bu bakımdan da ilk ortamdan azfarklılık gösterir. Burada çalışma saatları (koruyucu ruh olarak) olduğu gibi, boş saatlar da vardır. Çeşitlidinlere ve çeşitli görüşlere göre toplumlar vardır. Buralara aynı dalga uzunluğunda olan insanlargiderler.

Kaynak : Ölümden Sonra Hayat

Nils Olof Jacobson / Milliyet yayınları

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 31

Page 32: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Kendinle Yüzleşmeler

“Sabahın ilk ışıkları belirmeye başladığında zihnindeki karaltılarda yavaş yavaş yerini daha bir aydınlığabırakıyordu. Serzenişlerini bir bir içine gömmek yada hepsini canhıraş bir şekilde haykırmak istiyordu. Tamkarar verememişti. Bazen değişik farklı duygu yoğunlukları yaşıyor ama gerçek anlamda ne yapmasıgerektiğine karar veremiyordu. Gel git yaşayan okyanusların dalgaları gibi duyguları hep onun istediği ve ulaşamadığı kıyılara kendini çarpıyordu. İntihar etmeye ramak kala çaresizliği tüm benliğiyle yaşayanlarınkendisini yalnızlığın kucağına çarpmaları gibi bir şeydi bu.

Kendisiyle nice zamandır yüzleşmeyi düşünüyor ve artık onulmaz yaralar açmış geçmişini tamamenunutmak istiyordu. Geçmiş orada durduğu yerde durmuyor bu güne ve şimdiye gelerek yaşanılan tümolumsuz deneyimleri diriltip yeniden kendisine saldırmasını sağlıyordu. Oysa bu kendisine sürekli acıveren deneyimlerin yaşamından çıkması çok zor muydu? Belki değildi ama o bunların nasıldeğiştirilerek ters yüz edileceklerinibilemiyordu. Hep sanki içinde farklı bir insan varda onunla konuşuyorgibiydi. Daha çok negatif deneyimleri ısıtıp devamlı önüne koyan bu farklı insan onu artık iyice kokuşmuşve her koridorunu ezberlemiş olduğu bir labirente sokmaya çalışıyordu. Labirentin içinde tüm olumsuzdeneyimler sanki bir kortej eşliğinde erozyona uğramış, entrikaların çemberinden geçmiş, ızbandutgörünümünde ve bazen çok nazik ama bazen de can yakıcı, incitici bir şekilde yaşamının içine giriyordu.

Sabah olmuştu artık. Gün yüzünün sıcaklığı içine doluyor karamsar tüm duygular yerini tamamenfarklı duygulara bırakıyordu. Hep sabahın erken olmasını istemesinin ardında yatan sebep belki de buduygularıydı . İnsan güneşin o engin hoşgörülü ışığını içine çektikçe ışığın verdiği gücü hissediyor ve tümbedenine enerji doluyordu. Sadece bedeni değil tüm ruhu ve zihni olumlu yönde etkileniyor gerçekdinginliğin önemli bir aşaması gerçekleşerek çoğu kişinin fark edemediği ama aslında her gün deneyimlediğiışığın enerji veren gücü göreve başlıyordu.”

IşığınGücü Işığın muhteşem güç veren ve bedendeki tüm dengeleri değiştiren özelliği yaşamın daha sağlıklısürdürülebilme çalışmalarında en önde gelen faktörlerdendir. Hepimiz yazın sıcağının içinde ve güneşinaltında kendimizi daha iyi hissederiz. Neşemiz ve enerjimiz artar. Doğanın enerjisi gibi. Doğada yazgelmeden daha mevsim ilk baharken tamamen değişmeye; renkler cümbüşü gözlerimizi kamaştırmaya,havanın ılıklığı rahatlatmaya, sıcaklığı ise neşelendirmeye başlar bizleri.

Aşkların ilk başlangıç zamanları da bu mevsime niçin denk gelir sanıyorsunuz? Aşk ruhlaraleminden bize bahşedilmiş enerjinin duygularımıza yansımış halidir. Gücü olan sever. Gücü olanbağışlar ve gücü olan kendisiyle yüzleşebilme cesaretini taşır. Gücü olan kuru bir sünger gibi suyuemer ve o güneşin tüm parlaklığını içine çeker.

Cemre toprağa düştükten sonra artık tüm duygular mozaiği değişmeye ve güneş enerjisi ile beslenerekyüreklerimizi donatmaya başlar. Karanlıkların, soğukların, nemli ve rutubetli havaların insan ruhunu almışolduğu amansız kıskaç etkisini kaybetmeye başlar.

YingYangdengesi İnsanların bedenlerindeki ying oranı kışın soğuk, rutubetli, kasvetli havasında artmış yang oranı azalmıştır.Yaratılış enerjisi iki uç arasında hareket eder. Gece ve gündüz, hayat ve ölüm gibi. Tıpkı bir pilin artıve eksi kutupları arasında akanenerjiye benzer. Çinliler bu enerjinin kutuplarını ying ve yang olarakisimlendirmişlerdir. Bu denge doğanın her yanında vardır. Birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Her şeykendi özelliğinde ve kendine has yapısı ile devam eder. Bu denge sadece doğada değil, yaşamın her

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 32

Page 33: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

safhasında ve insanlarda da vardır. Yang; güneşli taraf ve pozitiflik, ying’de kötü, gölgeli taraf ve negatiflikolarak nitelendirilir.

Beyaz tenli, mutsuz ve lenfatik tipler ying’tir. Bunların enerjileri ve ısıları yetersizdir. Enerjilerini iyikullanamazlar. Yorgun olurlar ve zor nefes alırlar. Hastalıkları akut değil kroniktir. Sık hasta olmasalar damevcut hastalıklardan kurtulmaları da kolay olmaz. Bunlar kronik hastalıklara maruz kalırlar. Astım, kronikbronşit, romatizma, depresyon bu hastalıklara örnek verilebilir. Kan dolaşım sistemleri sürekli kirlenmeyeeğilimlidir. Bu yüzden dolaşım sorunları vardır. Özellikle kanlarını temizlemeye yönelik tedavilerine (kanverme, bitki tedavileri, düzenli egzersiz hareketleri gibi) önem vermeleri gerekir. Bu tiplerde akupunkturtedavisi kişinin anında faydasını deneyimleyebileceği barizlikte etkinliğini gösterir.

Yang tipler güçlü, iyi yaşayan, neşeli, kanlı, yüksek tansiyona eğilimli insanlardır. Yang oranları fazladırve bu oran onların yorulmasını engeller. Yüksek performans sahibi olmalarını sağlar. Vücutlarının üstkısımları özellikle gelişmiş ve yağ oranları fazladır. Hastalıkları akut gelişir ve kalp damar hastalıklarıaçısından risk taşırlar. Hastalıkları aniden çıkar ve dramatik sonuçlar meydana getirebilir. Bir gün önceson derece sağlıklı ve neşeli gördüğünüz bu kişilerin ertesi gün çok ciddi rahatsızlanmış olduklarını hattayaşamlarını yitirdiklerini duyabilirsiniz.

Pratik, kolayve etkilizihinselbioenerjitedaviuygulaması: Zaman zaman yorgun ve bitkin olduğunuzu hissediyorsunuz. Başınız ağrıyor. Unutkanlığınız son günlerdeartmış durumda . Dikkatinizi bir konu veya okuduğunuz bir yazıya vermekte güçlük çekiyorsunuz. Sabahları çok yorgun kalkıyor ve akşamları erkenden bitkin hale geliyorsunuz. Eklemlerinizde veadalelerinizde dolaşan ağrılarınız var. Mide, barsak sorunları yaşıyorsunuz. Hazımsızlık, midenizde yanma,ekşime ve şişkinlik şikayetleri oluyor. Kabızlığınız var. Saçlarınız da dökülmeler oluyor. Yaşlandığınızı vemutsuzlaştığınızı hissediyorsunuz. Yaşam artık size eskisi gibi bir anlam ifade etmiyor. Amaçlarınız yok.Çaresizlik alabildiğine yaşamınızın hemen her safhasında karşınıza dikiliyor. Yapamayacağınızı ve olumsuzdüşüncelere karşı temizleyici filtrelerinizi kullanmayacağınızı sürekli haykırıyor. Korku duygusuyla tanışıponunla yaşamaya alışmışsınız ve gerçeklik duygusundan uzaklaşarak nesnelliğinizi yitirmişsiniz. Kendinizisevmeyi değil hep eleştirerek adeta nefret etmeyi öğrenmişsiniz. Bunların hepsi bir kısır döngüoluşturmuş ve artık hakikaten uzun bir zamanda mükemmel sağlığa kavuşabilmenizi ancak mümkün halegetirecek kadar sağlığınızı bozmuşsunuz.

Bu şikayetlerin bir çoğu hepimizin yaşamlarında zaman zaman hissettiği rahatsızlıklardır. Yada “kendinleyüzleşmeler”de anlatılmaya çalışılan ruh halini çoğu kez yaşamlarımızı devam ettirirken hissedebiliriz. Bu ruhhallerini doğal olarak kabul etmeli ve hemen onlardan kurtulabilmek için bu uygulamalara ihtiyacımızolduğunu bilmeliyiz. Bu tip ruh hallerinde ve aklınıza gelebilecek daha bir çok rahatsızlıklardakullanabileceğiniz bir yöntem sunmak istiyorum sizlere.

Yöntemlerin çeşitliliği oldukça fazladır. Hareketlerle yapılan ve çakraların aktifleştirilmelerinde oldukçaetkin egzersizler vardır. Benim kısa ve öz olarak tarif edeceğim egzersiz zihninizde canlandırma yöntemi ileyapılanıdır. Burada şunu da ifade etmeliyim ki bu uygulama birçok rahatsızlıklarımızdan tam anlamı ilekurtulmamızı sağlamayabilir. Burada ikinci bir kişi olan hekimin önemli bir görevi enerji çakralarınınaçılmasını dışarıdan direk etkileme gücüne sahip olmasıdır. Her ne kadar bu çakraların açılmasında kişininkendi etkin konsantrasyonu birinci derecede rol oynasa da dışarıdan müdahalenin de asla ihmaledilmeyecek derece de etkin olabildiğini deneyimlerimle müşahede etmiş bulunmaktayım. Bazı hastalarınzihinsel ve psikolojik sorunlarını; sadece hayal güçlerini; renkleri ve onların anatomik lokalizasyonları

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 33

Page 34: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

olan çakraları kullanarak mükemmel düzeyde düzeltebildiklerini görmek ve hemen farklılığıhissedebilmelerini sağlamak uygulayıcı ve uygulamayı öğreten için büyük bir mutluluk ve onur kaynağıolmaktadır .Bazen uzun yıllar çözülemeyen ufak sorunların birkaç uygulama sonunda kaybolduklarıgörülmektedir. Şifa bazen çok hızlı ve aniden gelişebilir. Bunun için ilk ve belki en önemli şart iyileşmeyişiddetlice istemektir.

Uygulama: Lütfen sessiz sakin bir ortamda bulunun . Gözlerinizi yumunuz. Bir koltuk, sandalye veya sert bir zeminüzerine oturunuz. Bacaklarınızı bağdaş pozisyonuna getirebilir veya koltukta iseniz ayaklarınızı aşağıya doğrusarkıtabilirsiniz. Belinizin tüm omurganız boyunca dimdik durması çok önemlidir. Omuzlarınız biraz geridegöğsünüz hafifçe ileride, kafanız omuzlarınızın arkasında kalacak şekilde durunuz.

Beyaz ışığın (bu bir duman olabilir veya bulutu düşünmenizde aynı etkinliği sağlar) tam kafanızın tepenoktasından yukarıdan aşağıya doğru indiğini düşünün. Bir boş kaba veya şişeye süt doldurduğunuzda sütünyavaş yavaş yukarıya doğru yükselmesi gibi sizde ayak parmak uçlarınızdan yukarıya doğru, ayak bilekleri,dizler, bacaklar, karın bölgesi ve göğüs boşluğu en son olarak da beyninizin o beyaz ışıkla veya bulutlatamamen dolduğunuzu hayal etmelisiniz. Lütfen zihninizde beyaz ışıkla dolmuş parlayan hatta etrafa ışıksaçan görünümünüzü canlandırın. Beyaz ışıkla dolmanız şarj edilmiş olduğunuzu gösterir. Cep telefonunuzunbitmiş olan pilinin şarj edilmesi, akünüzün doldurulması veya daha birçok örnekle ifade edilebileceği gibivücudunuza bu beyaz ışığın dolması yaşam enerjisi ve gücünün dolması ile eş değerdir. Bu uygulamanıngüneşli bir gün güneşe dönerek tamamen onun sıcaklığını da hissederek yapılması etkinin çok daha belirgincehissedilmesini sağlayacaktır. Halk arasında “güneş giren eve doktor girmez” boşuna söylenilmemiştir.

Bu şarj olma anlarında çoğu kez uygulamayı başarabilenler trans durumuna geçerler ve uygulamasonrasında ruhen, bedenen, zihnen dinlenmiş olduklarını hissedebilirler. Uygulama sırasında hoşa giden birmüzik dinlenilmesi faydalı olacaktır. Bu sadece beyaz ışığın vücutta eksilmesini tamamlayan biruygulamadır. Renk olarak sadece beyaz ışığa değil diğer renklere de ihtiyacımızın olduğunu bilmeliyiz.Ayrıca bedenimizin değişik bölgelerindeki yedi enerji çakralarının aktifleştirilmesi çalışmalarının dabirlikte yapılması ve her enerji çakrasının kendine has renginin kullanılarak uygulamanıngerçekleştirilmesi çok daha anlamlı sonuçları elde etmemizi sağlayacak ve en doğal vücut auramıza bizi kavuşturacaktır .

Bu vücut aurası muhteşem bir enerji ile dolmamızı ve yaşamımızı başarılı, coşkulu, doyumlu birşekilde sürdürmemizi sağlar.

Dr. Recai Yahyaoğlu / www.olumludusunce.org

Sevgi ve Bilgi Hakkında Kısa Bir Hikaye

Önce sâdece sevgi ve bilgi vardı.

O 'na bâzısı Allah, bâzısı God, bâzısı Tao, bâzısı da başka şey der.

O , sonsuzlukla dahi ölçülemeyecek derecede akıl, hikmet, kudret ve güzellikten ibâretti.

Sonra O, sevgisini ve bilgisini varlık hâline getirmeye karar verdi ve bunu uyguladı. Bütün âlem, maddesi vemânâsıyla var oldu. Mekânın yaratılışıyla zaman da yaratılmış oldu.

Bâzıları buna genesis, bâzıları yaratılış, bâzıları da Big Bang der.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 34

Page 35: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Bu ilk yaratılış belli bir yerde olmadı çünkü ondan evvel mekân yoktu; belli bir zamanda da olmadıçünkü ondan evvel zaman yoktu.

Bu sebepledir ki, bizim ölçülerimize göre değerlendirmek için zihnimizi zorlarsak, yaratılış her yerde ve herzaman oldu, olmakta ve olacak.

Big Bang aslâ bitmedi, bitmeyecek, tâ ki yaratılanların farklılıkları bitip de her şey aynı hâle gelinceyekadar .

Bâzıları bu farklılıkların azalması, her şeyin sürekli dağılıp gitmesi vâkıasına entropi der. Çünkü varoluşancak farklılıkla, izâfiyetle mümkün ve farklılıklar ortadan kalkınca ne zaman kalacak, ne de mekân.

Bâzıları bu mukadder hâdiseye kıyamet der.

Ne zaman kopacağı sorulduğunda "Ölçülemeyecek kadar uzun bir süre sonra" cevabını verirler; çünkü oolduğunda ölçülecek zaman kalmayacaktır.

Üstelik Big Bang de, kıyamet de hep var olmakta. Bütün madde ve mânâ âlemi her an yeniden yok olupvarlığa kavuşmakta. Böyle olduğu için de mâzi, hâl ve âti hep aynı.

O hepsini biliyor ve her şey zaten O'nda.

Bâzıları "Yaratılışa ne gerek vardı, O'nun ihtiyacı mı vardı?" diye sordular zaman zaman.

Hâlbuki yaratılış kaçınılmazdı.

Çünkü bütün bu olup bitenler akl-ı hikmet, kudret ve güzellikle dolu, O'nun bu vasıflarının bir yansıması, biryanılsaması sâdece.

Hakikâtte ne yaratılış var, ne de yaratılmış .

Zâten her şey O!

Bu mutlak hakikati kâlbinde hisseden Hallâc-ı Mansûr diye birisini, yaşadığı ruh hâlini konuşma lisanınınkifayetsizliği içinde dile getirdi diye, dar kafalı bağnazlar öldürdüler.

O , fâniler mutlu olsun diye iyi davranan kullarına cennet vaâd etti, kötü davrananların ise cehennemde cezagöreceklerini tebliğ etti. Halbuki her an yeniden yaratılan ve kıyamet kopan alemde cennetin decehennemin de zâten mevcut olduğunu, bâzılarının öbür dünya, bazılarının öte âlem dedikleri yerin zâtenburası, burasının da orası olduğunu allegorik bir şekilde ifâde ettiğini pek çok insan anlayamadı;anlayanlardan Yûnus Emre diye birisi “ Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç hûri, isteyene ver senOnu, bana seni gerek seni” diye yakardı.

O sevgi ve bilgi olduğu için, kâinatı da sevgi ve bilgi ile yönetti.

Big Bang’den sonra her şey sonsuzca dağılıp yok olacağına, kümelenerek maddeyi ve enerjiyi oluşturdu.Zâten madde ile enerji denen yaratıklar aynı şeydiler. En küçük zerrelerden sonsuz bütünlüğe kadar bütünevren bilginin düzeni içerisinde sevgiyle birbirine yaklaştı.

Bâzıları buna gravite, zayıf güç, çekirdek gücü gibi isimler taktılar; Einstein diye birisi hepsinin aynı gücünyansımaları olduğunu göstermeye çalıştı, hattâ “Tanrı’nın formülünü bulmak üzereyim” gibi, bâzılarına çok

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 35

Page 36: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

ters gelen lâflar etti. Nötronlar, atomlar, moleküller, gök cisimleri, yıldızlar, gezegenler oluştu.

Bâzıları bunlara kapalı ve açık sistemler dediler. En azından bir tânesinin varlığından emin olduğumuz bâzıgezegenlerde oksijen, karbon ve azot denen elemanlar öylesine sevgiyle ve bilgiyle birleştiler ki, organikmoleküller teşekkül etti. Sonradan bunlar bâzılarının kozervat dedikleri canlılık öncesi oluşumlar hâlinegeldiler.

Daha sonra bunlara sevginin kaçınılmaz gereği olarak can verildi.

Bâzıları buna ruh, bâzıları soul, bâzıları spirit, bâzıları başka isimler verdiler; bu isimlerin hemen hepsi soluk,rüzgâr veya gölge anlamına gelen köklerden türedi çünkü canın uçucu, ölümle cesedi terk edip giden bircevher olduğu düşünüldü.

Can, O'nun mahlûkatın bir kısmına bahşettiği bir ayrıcalıktı âdeta ama, evrimin kaçınılmaz özelliği olarak,canlılıkla cansızlığın sınırları da kesin değildi.

Bâzılarının virüs, prion gibi isimler taktıkları yaratıklar bu belirsiz sınırda yerlerini aldılar.

Bâzılarının canlıları en mütekâmil açık sistemler olarak tanımlamaları, yâni entropiye karşı çıkarken(negentropi yaparken) çevredeki entropiyi arttırdıklarını söylemeleri pratik açıdan çoğu kişinin işine yaradıama ekserîsi düşünemedi ki, kâinatın kendisi en büyük açık sistemdi ve eğer canlılığın târifi buysa,hareketlilikse, reaktiviteyse, mâlzemeyi alıp kendi işine yarayacak şekilde kullanıp artıkları atmaksa ve enindesonunda gene entropiye mağlûp düşüp dezorganize olmaksa, bütün bu kıstaslara en mükemmel şekilde uyanyaratık kâinatın ta kendisiydi.

Yâni can her yerdeydi, ruh her şeydeydi.

Can’ın ne olduğu, mâhiyeti gibi suâller pek çok zihni binlerce yıl meşgûl etti.

Halbuki can, mutlak hakikat olan O’ndan, sâdece ve sâdece O’ndan başka bir şey değildi.

Bunu insan beyninin kavraması mümkün olmadığı için gönderdiği kutsal kitaplarda değişik isimlerle Can’danbahsetti ama ne olduğunu anlatmadı.

Kur’an-ı Kerîm’de; İnsanların bu mes’eleyi kavrayamayacaklarını açıkça beyan etti.

Daha güzele ve bilgili’ ye doğru yolculuk devam etmeliydi tabii ki, öyle de oldu . Çünkü O, kendininsûretini, yansımasını yaratmak istiyordu.

Tek hücreliler, zamanla, birleşerek daha karmaşık çok hücreli canlıları, onlar da, zamanla, muhafaza edilmesidaha zor ama gelişmiş büyük canlıları husûle getirdiler.

Güzelliğin ve bilginin gereği, her şeyin hep zıddıyla kaim olması gerekiyordu .

Elektronun pozitronu, cansızın canlısı, dirinin ölüsü, erkeğin dişisi, hayvanın bitkisi, gibi sonsuz sayıdazıtlıklar oluştu. Bâzıları buna diyalektik dediler.

O ’nun sevgi ve bilgisinin karşıtı olarak nefret ve cehâlet, hikmetinin karşıtı olarak da taassup ister istemezoluştu.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 36

Page 37: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

O , bu menfî vasıflara şeytan, iblis, kötü ruh, müspet olanlara melek, peri, arada ve karışık olanlara cin gibiisimler taktı.

Doğum ölümle, iyilik kötülükle, merhamet zulümle, sıhhât hastalıkla, barış savaşla zıtlaştı.

Bütün bu kötü gibi görünen varoluşlar aslında evrimin devamı, daha iyiye ve güzele akışın temini içingerekliydi .

Bu temel espriyi fark edemeyen bâzıları şeytanı O’nun rakibi zannedip perestiş ettiler, hattâ ona tapındılar.

Halbuki bütün bunlar sâdece ve sâdece insan için mevcuttu; insansız âlemde her şey biteviyeydi, şeytan dakötülük de yoktu. Hepsi, kendi kendini aşmaya mahkûm ve muktedir tek yaratık olan insanla beraber varoldu.

Bâzıları Mekke’de taşlar atarken orada gerçekten şeytan diye bir varlığın bulunduğunu, bu sûretle onu zayıfdüşürdüklerini sandılar.

Hâlbuki kendi içlerindeki kötülükleri taşlıyorlardı, kendi ruhlarını temizliyorlardı.

O , aynı şehirdeki çok eski bir mâbedi bütün kendisine inananların teveccüh edecekleri, ibâdet ederkenyönelecekleri merkez ilân etti. Bâzıları taştan ahşaptan bu binaya tabiat üstü güçler atfettiler.

Mevlâna gibi mutasavvıf denen bâzıları hâricindeki kişiler düşünemediler ki, bir an için o bina ortadankalksa, milyarlarca kişi birbirlerine teveccüh etmekteydiler günde beş kez.

Yâni insana, O’nun sûretine, yansımasına; O’na.!

Bâzıları bu aşkın fikir ve gönül zâviyesini, her şeyin başının ve sonunun insan olduğunu, insandan başkakıymet hükmünün bulunmadığını vehmeden hümanizm isimli felsefî akımla karıştırıp kızdılar.

Zâten, bu nüansı farkında olmayan pek çok kişi, bu terimi basitçe insanı sevmek anlamında kullanmaktaydı.

Bu zıtlıklar birbirlerini tamamladılar, yeni güzellikler oluşturdular.

Hayvanlar âlemindeki gelişme, aynı minvâl üzre, bâzılarının memeliler, primatlar, hominidler dedikleriyaratıklara kadar ilerledi ve sonunda, beyni bilinen bütün diğer canlılardan daha çok gelişmiş, soyut düşünmekâbiliyetine hâiz, kendi kendini aşmaya mecbur ve mahkûm, O’nun hakkında tefekkür etme mazhariyetinesâhip bir varlık gelişti.

Bâzıları ona insan, bâzıları eşref-i mahlûkat, bazıları homo erektus, homo sapiens, homo faber, homoekonomikus... gibi isimler taktılar.

O , sevgi ile birbirlerine yaklaşsınlar diye onları ırklara, milletlere, dinlere... böldü; farklılıklar olacaktı kitekâmül sürsün.

Hep O’nun hikmeti, kudreti ve bilgisiyle oluşan, sevgisiyle süslenen, tâ ilk yaratılıştan insana kadar mevcutolan bu tekâmülü Darwin ismindeki bir bilim (ve, ne ilginçtir ki din) adamı gibi bâzıları kör tesadüflerle izahetmeye çalıştı, bâzıları da kutsal kitapları hatalı tefsir edip, bağnazlıkla reddetmeye kalkıştılar.

O'nun varlığı idrak edilebilecek, kavranabilecek bir şey olmadığı için, ancak sezilebilirdi,hissedilebilirdi, özel bir hâlet-i rûhiye ile daha yakından irtibat kurulabilirdi .

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 37

Page 38: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Buna bâzısı mistik yaşantı, bâzısı nirvanah, bâzısı erme, bâzısı başka şey der.

Bâzılarının peygamber, nebî, velî, ermiş gibi isimler taktıkları insanlar bu irtibattan mânevî kudretlerincenasiplerini aldılar.

Çok özel bâzılarına ise..

İnsanlar, O’nu bâri bilgi yoluyla bilsinler diye, O’nun kelâmı olan, yazılı hâle getirildiği için de kutsal kitaplardenen bilgiler gönderildi.

Bâzıları bu seçilmiş kulların ortaya koyduğu akâide din adını taktılar.

Bütün bu kişilerin arkasından asırlar boyunca milyarlarca insan yürüdü; çünkü insanın özünde, hamurundaiman ihtiyacı vardı, kendini yâni O’nu arıyordu.

Bütün yolların O’na, sâdece O’na çıktığını fark edemeyen, çokluktaki birliği göremeyen pek çok insantoplulukları asırlarca birbirleriyle beyhude harp etti. Çünkü dinlerin O’na ulaşmak için birer vâsıtaolduğunu idrak edemeyip, birer gâye hâline getirilmesi hatasına düştüler!

Öyle olunca da, O’nun akıl, hikmet ve güzelliğine ters düşen taassup, yâni yobazlık doğdu. Bu illet sırf dinplânında tezahür etmedi zâten.

Bâzılarının ideoloji, bâzılarının felsefe, bâzılarının dünya görüşü dediği çeşitli inanç sistemlerinin demutaassıpları, yobazları oluştu birbirlerinin ve kendilerinden farklı gördükleri herkesin gözlerini oymaküzere...

O , aklın, müspet ilmin ve hikmetin rehberliğini emretti insana.

“Maddî âlemin icaplarını yerine getirin, sonuna kadar mücadele edin, ne zaman ki kudretinizin sonunagelirsiniz, o zaman bana sığının, dua edin" dedi.

Bâzılarının kader, bâzılarının Karma, bâzılarının başka şey dedikleri şeyin O’nun bilgisi ve sevgisiyleoluştuğunu, O’nun kavranamaz ilmiyle düzenlendiğini, ümitsizliğe kapı olmadığını anlattı kullarına.

Bâzıları bunu yanlış anladılar, ahmakça bir tevekkülle sadece duâya, ibâdete sığındılar ve bu dünyanıngereklerini yerine getirmediler.

Yenilik ve inkişaftan kaçındılar, aklın önderliğini bir tarafa atıp nakilcilik batağına düştüler .

Her zerresi tekâmül için yaratılmış bu kâinatta en ufak bir terakkiye dahi karşı çıkar oldular.

Bu gibilerin elinde, O’nun, insana bahşettiği en ulvî ve hakiki huzur aracı olan din bir işkencemekanizmasına dönüştürüldü.

Din nâmı altında sevgiden yoksun, içtihad nâmı altında tıkanmış tefsir yumaklarına dayandırılmış kör bilgiyeistinat eden, hikmetten mahrum bir zulüm sistemi ortaya çıktı. Buna tepki verenlerin bir kısmı ne yazık ki dindüşmanı oldular, sahte peygamberlere kapılandılar veya ümitlerini kaybettiler.

Ama O her şeyi bilendi, her zehrin panzehirini de hâlk etmişti. Akılla imânı taassup batağına düşmedenbirleştirebilen kullarını hep yarattı, görevlendirdi.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 38

Page 39: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Zaman içerisinde zaman, mekân içerisinde mekân, sürekli yaratılış ve mahvoluş, hiçlikte heplik, her şeyinsâdece ve sâdece O olması hakikatinin kâlbden idraki ile titreyen gönül gözleri açık kişiler çalışmayı,tekâmüle ve ilme hizmeti en büyük ibâdet kabûl ettiler.

Zaten O’un da mesajı açık ve netti.!

En son gönderdiği ve değiştirilemezliği O’nun garantisi altında olan kitap OKU diye başlıyordu vePeygamberinin “âlimlerin mürekkeplerinin şehitlerin kanından daha kıymetli olduğunu, ilmin dünyanın ötetarafında da olsa gidilip alınmasını” tavsiye eden sözleriyle süsleniyordu.

Tekâmül hep sürüyordu, sürmekte ve sürecek.

Her şey aslına, O’na dönünceye kadar; ve bu dönüş çoktan oldu, oluyor, olacak.

Çünkü “Önce”, “Şimdi” ve “Sonra” hep aynı.

Haydi, bu hikâyeyi bitirelim:

Önce sâdece sevgi ve bilgi vardı...

Prof.Dr. Mehmet Kerem Doksat

Sorunlarınızı Uyurken Çözebilir misiniz?

Birçok kez kişilerin, rüyalarında bir sorunu çözerek ya da sanatsal yönden yaratıcı bir fikir ile uyandıklarırapor edilmiştir ki, bu adeta, rüyada koparılan çiçeği uyanınca elde bulmaktır. En iyi bilinen örnek, yıllarcabenzinin molekül yapısının ortaya çıkarmaya çalışmış Alman kimyageri Friedrich August Kekule'ninbaşından geçmiştir. 1865 yılında, bir gece ateşin başında kestirirken çoğu birbirine yakın, uzun diziler halindedeğişik molekül yapıları gördü. Hepsi yılan gibi kıvrıla kıvrıla hareket ediyordu. Ansızın, yılanlardan birikendi kuyruğunu yakaladı. Kekule " sanki yıldırım çarpmış " gibi uyandığını ve benzinin molekül yapısınınkapalı karbon halkası olduğunu anladığını yazdı.

Rüyaların gerçek hayattaki problemlerimizi çözümlemeye ışık tuttuğunu nasıl ispatlayabiliriz? Bir kaç yılönce uyku ve rüya konusuna ilk eğilenlerden Amerikalı araştırmacı William C.Dement, StanfordÜniversitesi'nin 500 öğrencisine bir problem verdi ve o geceki rüyalarını not etmelerini istedi.

Problem O T T F F harfleri arasındaki bağlantıyı bulmak ve sonra gelecek iki harfi tespit etmekle ilgiliydi.Zor görülmekle birlikte, kolay bir çözümü olan bu soruya, dokuz öğrenci doğru cevap verebildi. Bunların ikisiproblemi, gece yatadan önce, yedisi ise rüyalarında çözmüştü. İşte biri rüyasını şöyle anlatıyor: "Bir sanatgalerisinde duvardaki resimlere bakıyordum. Yürürken resimleri saymaya başladım... bir, iki, üç, dört, beş.Fakat altıncı ve yedinciye gelince, resimer çerçevelerinden ayrıldılar. Boş çerçevelere bakarken, bir esrarperdesinin aralanmakta olduğunu hissettim. Aniden altıncı ve yedinci boşlukların problemin cevabı olduğunuanladım."

Problemin çözümü gerçekten altı ve yediydi. O, T, T, F, F harfleri ingilizce bir, iki, üç, dört ve beşrakamlarının baş harfleridir ve sonra gelecek iki doğru harf de, altı ve yedinin baş harfleri olan S ve Solacaktır. Bu rüyalar aklımıza şu soruyu getiriyor: Proble çözen rüyaların, tam olarak neresinde, uyuyan kişiveya beyninin her hangi bir yeri, çözümü kavrıyor?

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 39

Page 40: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Esrar, rüyada altıncı ve yedinci boşluklar fark edilince mi, yoksa daha ilk başta resimler sayılmaya başlanıncamı açığa çıkıyor? Beş resmi ve iki boş çerçeveyi sayarak öğrenci, belki de problemi yeniden ortayakoyuyordu; çünkü problem, beş bilinen ve iki bilinmeyenden oluşuyordu. Sayıları sayarken saymanınkendisini çözümü ulaştırdığını fark etmiş olabilir.

Diğer bir örnek, uyuyan kişinin rüyasında, kendisinin veya kendisini sembolize eden karakterin çözümükeşfederken aynı rüyada başka bir karakterin, çözümü önceden bildiğini destekler. Bir sabah genç birdoktor adayına çözümlemesi için bir problem verdim. İngilizcede hangi iki keime "HE" harfleriyle başlayıp,yine "HE" harfleriyle biter?

Doktor çözümü araştırarak, bir kaç dakika düşündü; ama bulamadı. Sonunda en iyi yolun, uyumaküzereyken probleme konsantre olmak olduğuna karar verdi. Sabaha karşı ikide yattı ve altı saat sonrauyandığında, bir rüya hatıradı. Rüyanın kendisini çözüme nasıl ulaştırdığını da farketti. Rüya şöyle idi:

"Bahçemde çiçek topluyordum. Aniden göğsümde kuvvetli bir ağrı hissediyor ve sırt üstü düşüyorum. Juliet,gerçek hayattaki sevgilim, evden gülerek çıkıyor. Gülüşü her zamanki gibi değil ve tuhaf bir şekildehee...hee..heee diye sesler çıkarıyor. Bana acımasını beklediğim için, gülmesine şaşırıyor ve kırılıyorum. Birambulans çağırıyor ve hastaneye götürülüyorum. Şoföre abuk olmasını, ağrının çok tehlikeli olduğunusöylüyorum ve yolun neden bu kadar uzadığını soruyorum. Bana, yolun tıkalı olduğunu, yola düşen bir beyninyerden alınana dek trafiğin durdurulduğunu açıklıyor. Hastaneye vardığımızda tekerlekli bir sedye ile önkapıdan geçiriliyorum. Orada bir sürü insanın birikmiş olduğunu ve aynı Juliet gibi güldüklerini görüyorum.Ellerimle ile kulaklarımı tıkamak istiyorum fakat parmaklarımı birleştiremiyorum. Bir odaya alındığımdadoktorun biri, "Sana ne olduğunu biliyorum" diyor.

- "O zaman beni şu ağrıdan kurtar."

- "Kurtarabilirim ama kurtarmayacağım. Ne olduğunu bana anlatmalısın, o zaman kendini iyi hissedecek veeve geri dönebileceksin."

- "Koroner spazmı geçirdim."

- "Abuk sabuk konuşma."

- "Ben de bir doktorum ve bu yüzden kısa ve özlü konuştum."

- "Ne olduğunu herkesin kullandığı kelimelerle anlatana dek seni bırakmamam emredildi."

Bütün bu konuşmalar olurken, eliyle ağzını gizleyerek gülüyor, hee... hee... diye tiz sesler çıkarıyordu. Çokkızıyorum ve "Beni çok hiddetlendiriyorsun" diyorum, "Ne diye gülüp duruyorsun, bu ağrı hep devamedebilir, sen ne dersen de, istersen halk değimiyle kalp ağrısı de." Ben bunları söyleyince gülmesi duruyor ve"Eve gidebilirsin" diyor. Ağrıyı hala duyuyorum ama şimdi nerede olduğunu tam olarak kestiremiyorum.

- "Henüz tam olarak iyi değilim."

- "Başka bir doktora görünmelisin, bir uzmana git."

Hastaneden ayrılıyor ve Morton Schatzman ile karşılaşıyorum. Bana "İyi olmadığını duydum, sana ikiderdin olduğunu söyemiştim" diyor.

- "Bunları düşünmemek sadece uyumak istiyorum."

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 40

Page 41: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

- "Ne zaman istersen uyuyabilirsin, ama ağrılarla kelimelere dikkat etmelisin"

- "Bulmacalar başımı ağrıtıyor" diyorum ve o anda tüm ağrılarım geçiyor.

Rüya böyle bitiyor. Doktor uyanınca, aradığı kelimelerin kalp ağrısı (heartache) ve baş ağrısı (headache)olduğunu buluyor.

Doktor, doğru yanıtı tam olarak ne zaman keşfediyor? Tıbbi dilde bilgi istemeyen doktor O'na kılavuzluk muediyordu? Aynı şeyi Morton da "Ağrılarla kelimelere dikkat etmelisin." derken yapmıyor muydu? Doktoru veMorton'u uyuyan kişi yarattığına, onlar rüyaya kendiliklerinden girmediklerine göre, rüya süresince beynindoğru yanıtı bilen bir bölümü, sanki kendisiyle saklambaç oynar gibiydi. Kişi farkına bile varmadanbeyninin bir bölümü, uyumadan önce çözümlemiş ve rüya boyunca çeşitli yollarla dikkati doğru yanıtaçekmiş olabilir.

Bu rüyayı gören doktor bir süre sonra, not almış olduğumuz rüyayı yeniden okudu ve kendisinin de, benim degözünden kaçmış bir nokta buldu. "HE" ile başlayıp biten bir başka İngilizce kelime de "HE" idi ve rüyanınhemen ilk başlarında Juliet'in tuhaf gülüşüyle kendini belli etmeye çalışıyordu. Ama rüyanın yaratıcı etkeni (tabii eğer böyle bir etken varsa ) onunla yetinmemiş olacak ki, rüya başka çözümlere doğru devam ediyor.

Rüyayı görenlerin, onları doğru yanıta götürebilecek bu rüyaları, sonradan hatırlamamaları olasıdır. Bazen derüyayı hatırladıkları halde, onun vermeye çalıştığı mesajı veya çözümü anlayamazlar.

Bu duruma ait bir örnek Dement tarafından bildirilmiştir. Dement öğrencilerine, H, I, J, K, L, M, N, Oharflerinin ne ifade ettiğini sormuştur. Genç bir öğrencisi bu problemden sonra gördüğü rüyaları şöyle dilegetirmiştir: "Gördüğüm rüyaların hepsi de suyla ilgiliydi. Birinde köpek balığı avlıyordum, ötekinde denizdibine dalmışken, kocaman balıklarla karşılaşıyordum. Bir diğerinde şiddeti bir yağmur yağıyordu,sonuncusunda ise bir yelkenli ile dolaşıyordum."

Bu rüyaları gören öğrenci cevap olarak, "Alfabe" demiş ama Dement'in istediği cevap "Su" idi. İngilizce'deH'den O'ya kadar anlamına H to O derken kullanılan "to" edatı ile "iki" anlamına gelen "two" kelimelerininokunuşları aynıdır ve böylece Dement, öğrencilerinin, suyun kimyasal formülünü bulmalarını beklemişti.

Önemli olan rüyayı gören kişinin "çiçeği" koparıp koparaması değil, çiçeğin nereden geldiğidir. Neredeyaratılmaktadır? Şimdiye dek "Beynin bir bölümü" dedik; ama "yöntemleyen" ya da "mekanizma" dahauygun terimler olmaz mı? Rüyada problem çözme yöntemi, uyanıkken problem çözme yöntemiyle bir midir?Rüyada çözümlerin dramatik bir şekilde sunuluşu, bunun, uyanıkkenki mekanizmadan farklıolduğunu ortaya koyuyor.

Rüyaların çoğunun oluştuğu hızlı göz hareketleri dönemi (REM) uykusunun, önemli fizyolojik vepsikofizyolojik rolü vardır. Bu rolün tam olarak ne olduğunu açığa çıkarmak için bir çok incelemeleryapılmıştır ve üzerinde kuvvetle durulan bir seçenek şudur:

REM uykusu sırasında beyin, yakın geçmişte alınan bilgileri depoya kaldırmadan önce analiz eder ve böyleceorganizmaya, yeni uyarıcılara ulaşmak için bir fırsat verir. REM uykusunun varsayılan bu rolünün, doğruyanıtları bulunduran rüyalarla ilgisi olduğu düşünülmektedir. Bazı yazarlar, rüyaların REM uykusununamaçsız yan ürünleri olduklarını öne sürmüşlerdir. Problem çözen rüyalarla ilgili olarak aktarılanlarla,tüm rüyaların bir şeyler çözümledikleri ileri sürülmese de en azından bazılarının, gerçekten amaçlarınaulaştıkları belirtilir. Problemlere doğru yanıt getiren rüyaların tümünün REM uykusu sırasında olduğunusöyleyebilmek için de daha derin araştırmalar gerekmektedir.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 41

Page 42: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Burada sunulan örneklerde, uyuyan kişi, hep tam "çiçek" ortaya çıktığında uyandı. Bu bir rastlantı mı, yoksa"beynin bir bölümü" doğru yanıtı fark eder etmez kişinin çözümü anlayıp hatırlaması için uyanmasıgerektiğini bir rastlantı mı, yoksa "beynin bir bölümü" bir annenin, etrafındaki gürültülere aldırmadanuyuyabilmesine karşın, kendi bebeğinin ağlama sesini duyar duymaz, uyanmasına neden olan bölümle aynımıdır?

Pratik amaçlar için herhalde en önemli soru, rüyalarınızı uyanıkkenki düşünceleriniz kadar dikkatle ele alıpalmadığınız ve bunların içinde problemlerinize çözüm arayıp aramadığınızdır. Acaba gerekli önemiyöneltirseniz, doğru yanıtları bulma şansınız artar mı?

Morton SCHATZMAN / New Scientist'den çeviren:Gül KESKİN / Kaynak: Bilim ve Teknik Dergisi -Aralık 1983

Benlik !!!???

“Bir ben vardır bende benden içeri” - Yunus Emre

Sırtımızda sanki ağır bir yükle dünyaya geliyoruz. Sanki adımlarımızı köstekleyen bir zincir var. Yolumuzunüstünde bir biri ardı sıra sıralanan hedeflere doğru içimizden itilirken belirsiz şüphelerimiz, korkularımız davar. İşte bu sırtımızdaki yük, ayaklarımızdaki zincir, bu şüpheler!. korkular, bizi dünyada karşılayan yaşamakkorkusudur. Bütün bu engellere rağmen bunların hepsine göğüs veren “var olmak iradesi” hayata sözveriyor. Bütün tehlikeleri göze alarak “ben varım” diyor. Benliğin aleme kendini bu ihbarı bir ihtar gibidir.Bu da “işte ben geliyorum, sen benim istediğim gibi olacaksın” diyen bir şiddet şeklidir. İnsan, var olmakiradesini henüz hayatı hücrenin için de yaşarken, hürriyetini kazanmıştır. Benlik, kendi kendisini idrak ettiğianda bu idraki sade kendini bilmekten ibaret değildir. Onda hem bilmek hem de istediği gibi olabilmekkudreti vardır. Yani hem kendini bilir, hem de kendinin hür olduğunu bilir. Ancak bu hürriyet, var olmakiradesinin şuur halinde gözükmesidir. İşte bu var olmak iradesidir ki zaruri olarak içerisine atıldığı birdünyada çeşit çeşit engelleri yenerek ilerler. Ve varlıkları kendine mâl etmek ister, yani o, her adımında dahafazla var olmak ister. Benliğimiz büyür, sessiz bir ırmakken bir çağlayan, bir şelâle, coşkun bir nehir olur.Önce sadece var olma isterken, sonunda her şeye sahip olmak ister.

Bizde ilk olan bu hayati benlik. Kendini başka benliklere karşı koyar, yaşamak için başkasını yaşatmamakhırsındadır. Sade eşyayı ve varlıkları değil, hatta kâinatı kendi benliğine katmak ister ve bu, kendisi içinderece derece zaruret haline gelir. İnsanın içinde doymaz bir canavar peyda olur. Bu canavar, zekâyıpeşine takınca zaptolunmaz bir kuvvettir. Harp ediyor, teknik yaratıyor, serveti kazanıyor, fetihler yapıyor,insanları esir ediyor.

Benliğin en büyük zafer alâmeti ve bayrağı gururdur . İnsan gururu, sade büyük ve beyinsiz saadetsahiplerinde bulunan bir nesne değildir. Hepimizde bulunan, mesleğimizde, aile hayatımızda, otoritemizde,bilgimizde ve dehamızda bile dalgalanan, bu kubbenin altında tüten, neşeli tebessümlere kadar sinmiş bulunanzehirli bir iksirdir. O, var olmak iradesinin çocuğudur. insan onunla mesut yaşar ve onunla zehirlenir.Gençlik gururludur, benliği geçiş ümit ufuklarına yayıldığı için kavi olan, hakim olan gururudur. Benlikleriçiğnemeye muktedir bir benliğin sahibi olduğu için en büyük mağrurlar, hükümdarlar, hakimler, zalimler vefahişeler değil midir? Bunların hepsinde benlik, başka benlikleri imha kudretini kendinde bulduğu içinkendine inanıyor var olmak iradesi sonunda insanda başkalarına imha kuvveti oluyor. Böylelikle insanacayip bir dilem karşısında bulunuyor: Yaşama için var olmak iradesini kullandı, var olunca da başkalarınınvarlığına musallat oluyor. Başka bir deyişle: Hakkımızdı, varlığı istedik, varlığı elde edince başkavarlıkları yok etmek istiyoruz. İkisinden birini fedaya imkân yok. Ne yapacağız? Şüphe yok ki insanınsaadet sandığı sarhoşluğu benliğindeki azametten taştığı gibi mezara kadar kendisi ile beraber

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 42

Page 43: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

götürdüğü bedbahtlığı da bu benlik yüzündendir. Her hadise de varlıkla yokluk arasındaki mesafeninhiçliği, bize sefaletimizin ihtarı oluyor. İnsan sefaleti ile çarpıştıracak yerde sefaletini yalnızca alarak onuterennüm etmesini bilmelidir. Böylelikle elde edilen sabır, en güzel ve kurtarıcı sanattır. Kuvvet olan,parti olan, kin ve hile olan, desise ve riya olan gururun hayranlığı ile mest olan insan, sefaletinin sonbasamağındadır. Artık ona saadet yoktur. Ve bu yüzden benliği canavarlaştırmıştır.

Düşmanlık iki canavar benliğinin çarpışmasıdır . Cinsi iştihaya bağlı kıskançlık, yine benliğincanavarlaşmasıdır. Servet hırsı da esasında aynı cinstendir. Muvaffakiyet müsabaka, harp hep saadetümidini kaybeden benliklerin canavarlaşıp şahlanmasıdır.

İnsan olan benlik sayesinde, yani şuur ve hürriyetimizin birlikte çalışmaları ile bir büyük kapının taeşiğine ulaşıyoruz. Bu kapıyı açabilen orada bir başka benlik buluyor. Sonsuzluktan bize sunulan builahi emanet sayesinde azaptan kurtulmak, murada ermek, varlığı sevmek kabil oluyor. Sonu olanvarlıkların aleminde sonsuzluğun muradına erdiren bu ilahi emanet elde edildikten sonra, insanın sanatıeski hayati benliğini teşkil eden hırsların, tahakküm zevklerinin heveslerin ve iştihaların birer birerterk oluyor. Var olmak iradesi ile kucakladığı aleme ve bu alemin varlıklarını terk eden insanın bu sanatı,zamanla kedinde tabii hal oluyor. Bu olgunluk halinde kıskançlıkları ve hevesleri tahakkümleri vehasetleri terk ediyoruz. Lüksten ve iştihalardan uzaklaşıyoruz. Neşeyi ve kederi unutuyoruz. Yalnızilahi neşe den haz duyuyoruz. Bize ben dedirten ne varsa, şehvet, şöhret diye ne varsa hepsini terk ediyoruz.Sade göğsümüzdeki kalbin çarpıntısına minnetle ve varlık karşısında duyduğumuz hayretle baş başakalıyoruz. Benlik dediğimiz var olmayacak olan bir şeyin fazla varlığından minnettar ve bütün varlıklarahizmetkâr olarak yaşamak bizde şevk oluyor. Kalbimize sık sık soruyoruz: daha bende ne varsa söyle terkedeyim?

Varlık canavar benlikten tamamen boşalınca her şeyi sevebiliyor. Kendinin olmayan bir şeyi kullanır gibivarlığa minnettar oluyor. Kendine bir fenalık yapanı affetmek, ona doyulmaz bir sevdanın tadını getiriyor. Birmusibete uğradığında sabretmek, onda hayati dalganın akışı kadar tabii oluyor. Gerçek saadet yolundakiinsanın her adımı, yeni bir ülke kazanma hareketi değildir, belki kendi ülkelerinden bir kısmını dahaterk edip çekilme hareketidir. Bunda zafer, elinde kendinin olan ne varsa terk edebilmektedir. Birmakaradan çekilen iplik gibi bütün dünya emellerini, aleme ait bütün istekleri kendinden ayırıp koşarak terkedebilen insan mesuttur. Varlığının son huzmesi olan hayatı bile sırası geldiği anda “al emanetini” diyereksahibine neşe içinde teslim etmesini bilen, ancak yaşanmaya değer bir hayatın sahibi sayılır. Emelsiz insanzayıftır diyeceksiniz? Asla, bedbaht mıdır dersiniz? Hayır. Asıl o gönlünü ve bütün varlığını sonsuzluğabağladığı, ilahi vaadin sonsuzluğunda mesut yaşadığı için hepimizden ziyade mesuttur ve sonu olan mahdutalemin kuvvetlerini bırakarak sonsuzluğun kuvvetine bağlandığı için hepimizden daha kuvvetlidir. Ondakiyeis ve hüsran bitmeyen kuvvetin adı imandır.

Bizden bir şey istemediği için kini ile hasedi yoktur. Bizim hırslarımızla iştihalarımızın bağlandığı fani vesefil unsurlara, bizdeki aczin ifadesi olan huzur ile istirahata bile ihtiyacı olmadığından bizimle paylaşacak,onu bize rakip yapacak ortada hiçbir şey yoktur. Onun varlığı en büyük kuvvet, duası en büyük kuvvet,hareketi ise sonsuzluğa denk manevi bir tahakküm oluyor. Filozof Bergson, bu kuvvetin sahibi olanVelilerden bahsederken şöyle söylüyor: “Onlar, arkalarından gitmek için bizi zorlamıyorlar. Bizden bir şeyistemiyorlar. Öyle iken halk onları takip ediyor. Zira onların bizzat varlığı bir çağırıştır.”

İptidai insanlık beden sporları ile gençliğini yetiştiriyordu. Daha sonra sirklerle arenaların vahşi kahkahalarıarasında gladyatörler veya vahşi kaplanlar alkışlandı. Hıristiyan ve İslam terbiyesi genç nesilleri, iptidaibenlikten kurtarıp ilahi benliğe kavuşturduktan sonra yine benliğine irca etti. Tribünlerde kol ve bacakmaharetleri alkışlamaktan kollar kopuyor. Her yerde benliklerden taşan naralar beyinleri ürpertiyor. Bedensporları ile beden zevkleri ruh sporları ile ruh hayatlarına sanki son vermek istiyor. İnsanlık sarhoştur. Kolaykolay kendine gelmeyecek kadar sarhoş. Onu kendine getirecek hareket, temenni edelim ki insanlığıntarihinde daima görüldüğü gibi, bir büyük bela, büyük bir musibet olmasın.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 43

Page 44: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

Nurettin TOPÇU

Türk Felsefesi’nin unutulmaz simalarından Nurettin Topçu’nun, okurlarımıza sunduğumuz bu yazısı 1961yılında yayımladığımız Düşünen Adam dergisinin 14. sayısında (7 Nisan 1961) yayınlanmıştı.

Kaynak: düsünenadam.com.tr

Akaşalar

Bizler yaşadığımız boyuttaki zamanı, geçmiş, şimdi, gelecek diye üç kısma ayırır ve evreni de bu bakışaçısına göre değerlendiririz. Halbuki, gökyüzüne baktığımız zaman, ışığın (ona bakan gözlemcilerin hızındanbağımsız olarak )sabit bir hızla ilerlerlediğini söyleyen Rölativite teorisi uyarınca, yıldızların ve galaksilerinşu andaki hallerini değil, uzaklıklarıyla doğru orantılı olarak geçmiş zamandaki durumlarını görürüz.

Yani biz güneşin 8 dakika, güneş sistemimize en yakın yıldız olan alfa centuri’nin 4.3 yıl, Andromedagalaksisinin 2.3 milyon yıl ..vb) öncesini görmekteyiz. Aynı olaya farklı bir açıdan yani, şu anda dünyadan10 ışık yılı uzaklıktaki bir noktadan gezegenimize baktığımızı düşünürsek; körfez savaşını, 65 ışık yılıuzaklıktan Japonya’ya atılan atom bombasını, 212 ışık yılı uzaklıktan Fransız İhtilalini, 2000 ışık yılıuzaklığından da Roma imparatorluğu dönemini gözlemlerdik.

Mutlak uzay-zaman, dolayısıyla maddesel algılamaya dayalı anlayışımıza en büyük darbeyi indiren bu görüşbizim geçmişte yaşadığımıza, zamanın göresel olduğuna, evrenimizin maddesel bir yapıya sahip olmayıp birenerji yumağı halinde dalgasal yapıda olduğuna ve Lavaziyer’in “yoktan bir şey var olmaz, var olan bir şeyde yok olmaz” prensibinin dalgasal formdaki ifadesine götürür. Bundan binlerce yıl önce Pisagor vetakipçileri de fiziksel dünyada oluşan her eylem ve düşüncenin gökyüzüne kaydedilmekte olduğunusöyleyerek buna “Doğanın Belleği” ya da “Akaşa” adını vermişlerdir.

O halde bu eylem ve düşünceler Akaşalara nasıl kaydedilmektedir? Şimdi onu görelim.

Bilinen fizik kanunlarına göre, bir cisme ışık gönderildiğinde gelen ışık, cisme çarpar ve oradan yansıyarakcismin görüntüsünü ışık hızıyla tüm uzaya (evrene) yayar*. İnsanın bir maddesel cismi olduğu gibi, bir desahip olduğu şartlanmaları, duyguları, değer yargıları, fikirleri…vb. beynin yaydığı belli frekanstakidalgalar vasıtasıyla aynı şekilde uzaya yayımlanır.** Fakat dünyanın mıknatıs gibi olan manyetik alanı,bu dalgaların bir kısmının uzaya yayımlanmasına izin verirken diğer bir kısmını da atmosfer içindebulutumsu bir dalga yumağı halinde muhafaza eder. (Bir kısmının uzaya yayımlanması, bilginin deeksilmesi anlamında değildir; çünkü yayımlanan dalgalar da holografiktir.) Dolayısıyla,geçmiş ve günümüzeait olan tüm eylem ile düşünceler bu boyutta kayıtlanarak saklanır. Şayet bu dalgaları kulağımıza adapteedecek güçte bir radyo veya gözümüze gösterebilecek yapıda bir TV olsa idi, bütün geçmişiyaşıyormuşçasına aynen görebilirdik. (Bkz. Elektromanyetik Alanlar Ve Biz- Sufizm Ve İnsan /Fizik)

Kızıl dev haline gelecek olan Güneşimiz de küllerini uzaya yayarak bir yüzüksü halinde yeni yaşamlarınhammaddesi konumuna gelmeden önce, Mars’a kadar tüm gezegenleri yutarken, Jüpiter’den Pluton’a kadarolan tüm gezegenleri büyük ölçüde etkileyip Jüpiter’i uyduları boyutlarına, Satürn’ü de halka özelliğinikaybettirerek iyice küçültecektir. Bu durumda Mars’ın buzulları eriyip çöle dönüşürken, Dünyamız da,Güneş’in yakıcı sıcaklığına fazla dayanamayarak maddesel yapısı dolayısıyla sahip olduğu manyetik alanıortadan kalkıp içindeki tüm enerji dalgalarıyla birlikte güneşin manyetik plartformuna çekilecek bu nedenlede bu kayıtlar o boyuta taşınmış olacaktır. Bununla ilgili olarak,herkesin yapmış oldukları düşünce veeylemlerin kayıtlı olduğu Akaşaların kıyametten sonra, ruh bedenlerinin sahip olduğu bilinç tarafındandeğerlendirilmesi de, mistik kaynaklarda, en ince ayrıntısına kadar yazılmış olan kitapların havada uçuşarak

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 44

Page 45: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

herkesin eline geleceği şeklinde sembolik olarak belirtilmektedir.

Burada önemli olan bir nokta da, dünyanın, daha da genişletirsek yıldızların ve galaksilerin yok olmaları,onların bizim algılayıcılarımız tarafından madde olarak var kabul edilen yönlerinin, dalgasal dönüşümlerdenkaynaklanan biçimde yok olması şeklinde algılanmasıdır. Tıpkı ölen bir insanın bir boyuttan, ayrı bir boyutageçmesi gibi.(bkz. Cehennemin Gölgesi-Sufizm ve İnsan /fizik)

Ayrıca, yine görecelik kuramına göre, zamanın algılayan gözlemciye bağlı bir nitelik olması dolayısıyla,gelecek zaman da, geçmiş ve şimdiki zaman ile birlikte Tek bir An’da mevcuttur. Bunu daha iyi anlamakiçin, farklı zamanlarda uçsuz bucaksız bir çölde start alan üç birimin birbirlerine göre bakış açılarını örnekolarak verebiliriz. Bunlardan, önce start alan birime göre diğerleri, onun geçmişinde kalırken, ikinci start alanagöre, ilkinin geçmişinde, üçüncü olanın ise geleceğinde bulunur. Üçüncü birime göre ise, diğer ikisi onungeleceğindedir. Eğer bunlardan ayrı olarak farklı bir birimin balon ya da helikopterle bu çöl üzerinde gittiğinidüşünürsek, o zaman, bu birim her üç bakışın da gerçekte Tek bir An’dan ibaret olduğunu algılayacaktır.Böylece, gelecek zamanın, şu an bizim için potansiyel olarak mevcut olduğunu söyleyebiliriz.

Akaşa lardaki bilginin kaybolmamasının ayrı bir nedeni de, fotonların ışık hızıyla hareket etmeleri dolayısıylazamanlarının olmaması yani, algıladığımız zamanın onlar üzerinde etkisinin bulunmamasıdır. Bu nedenletekrar uygun şartların ortaya çıkmasıyla sahip olduğu manâlar değerlendirilebilmektedir. Akaşalar ile ilgiliilginç bir olaya örnek de, 1940 lı yıllardaki II.Dünya savaşında ünlü yolcu gemisi Queen Mary e gönderilenGBTT yani, “Gaf Bravo Tango Tango” şeklindeki mesajın yaklaşık kırk yıl sonra 1978 in şubat ayında QuennElizabeth II tarafından da tekrar alınması olayıdır. Bunu hemen Judy Foster ın başrollerinde oynadığı ünlüContact filminden de(ki bu Ünlü Astronom Carl Sagan’ın aynı adlı eserinden uyarlanmıştır) anımsayacağımızgibi dünya dışı yaşama ait bir mesaj olduğu şeklinde yorumlandı. Ama bu gerçekte ne dünya dışı biruygarlıktan geliyordu ne de tanımlanamayan uçan cisimler olan ufo’larla bir ilgisi vardı. Bu, tamamenAkaşalarla ilgili idi. Yani 1938 yılında Queen Mary e gönderilmek üzere yayımlanan anlam yüklüElektromanyetik dalgalar(mesajlar) yukarıda ifade ettiğimiz nedenlerden dolayı atmosferde kaybolmayarakkırk yıl sonra yine kendisi gibi bir İngiliz transatlantik tarafından deşifre edilmiştir.(Discovery Channel-Allienİnvasion Week)

Quantum fiziği nin gelişmesiyle, alışılmış dünyamızın değer yargılarını yıkan fiziğin öncü teorilerinden olanholografik modeli, beynin çalışma prensibi olarak gören Stanford Üniversitesi Profesörlerinden KarlPribram, uzay-zamandan bağımsız, holografik olarak kaydedilmiş girişim desenleri gibi, frekansalalanlardan meydana gelen makrogerçekliğin, aslında(bir tür mercek görevi gören) beyinlerimiz tarafındansaklı düzendeki yine bu frekansları biçimlendirip nesnel görünümler dünyasına dönüştürmesiyleoluşturulduğunu belirterek şunları ifade etmektedir. “Beyin çevresi hakkındaki bilgileri, sınıflandırılmamış birkapalı-düzen biçiminde alır ve bu bilgileri de hologramik biçimde kaydeder. Daha sonra dıştan gelenfrekanslara göre, bunları üç boyutlu uzay-zaman biçiminde düzenleyip bilinen algı dünyasını oluşturur.” VePribram devam ediyor: “Frekanslar alanında, uzay-zaman aşılmıştır. Her şey olayların yoğunluğuylailişkilidir. Görüntüler ve nesneler alanında dönüşüme uğrayan uzay-zamanın sınırları da yok olmuştur.Böylece birçok bilimsel görüşün temel aldığı nedensellik de, uzay-zaman koordinatlarının yoğunluğunedeniyle ortadan kalkmıştır. Olayların yoğunluğu derken, yoğunluğun da uzayın bir özelliği olduğu sorusuakla gelebilir. Ama eğer uzay yoksa, onun özellikleri de olmaz.” (Ayr.bil.için.bkz. BoyutsalYansımalar-Sufizm ve İnsan /Fizik)

Zaten daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, Evrende algıladığımız tüm fiziksel gerçeklik, gerçektebirer dalga deseninden başka bir şey değildir. Çünkü Saklı Enerji Denizini bir kenara bıraksak dahi,bilinen uzayın sahip olduğu ışık ve diğer elektromanyetik enerjilerin birbirleriyle kesişerek girişimdesenleri oluşturması dolayısıyla, çeşitli düzeydeki enerji salınımlarının kesişmeleri de (ki tanecikler de,sahip oldukları dalga/parçacık ikilemi nedeniyle aynı zamanda birer dalgadır) parçacıkları ve nesnelerimeydana getirmektedir. Bu da bize, fiziksel olayların uzay-zaman içinde meydana gelen bir gerçeklik

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 45

Page 46: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

değil, uzay-zamanın kendisinin dahi beynin Holografik yapısı sebebiyle oluşturulmuş bir gerçeklikolduğunu göstermektedir.(Ayr.bil.iç.bkz Birleşik alanlar Teorisi-7/Sufizm Ve İnsan-fizik)

Tüm bunları göz önünde bulundurarak, beynimizi disipline ederek yani, konsantrasyon teknikleri ile, Zikir,namaz, oruç...vb ibadet adı altındaki çalışmalar yardımıyla beynin üst alıcı işlevleri devreye sokulabilir vesisteme yönelik Akaşaların okunmasıyla geçmişe ait ses, görüntü...vs aynen yaşanıp deşifre edilerek deneyimlenebilmektedir. Bu tür çalışmalar, eski Yunandaki Öklid, Eflatun, Sokrates gibi bilgeler tarafındanda (ki en yaygını oruç) uygulanmaktaydı. Bunlardan Sokrates “Biz bedenimizle uğraştıkça ve Ruhumuzu bukusursuzlukla kirletmeye devam ettikçe, hakikâtin yolunu asla bulamayız” diyerek kendi adına zehiri içmiş veölümsüz ruhunun artık önemli olanla uğraşacağı boyutu dört gözle beklemişti.

Sokrat’ın fiziksel ölümle ulaştığı boyutu,(Zen Budizmde de ifade edilen) “ölmeden önce ölürsen, ölünceölmezsin” düşüncesini fiziksel boyutta yaşarken yakalayan bir bilinç ise, yalnız, geçmişe ait değil, aynızamanda evrensel öze yani gizli örtük düzene dönük olarak da bunu deneyimleyebilmektedir. Çünküdünyanın gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin de, uzayın boyutsal derinliğinde Akaşaları mevcuttur.Daha doğrusu, Evren, Quantum Potansiyelinde ne kendi içinde ne de dışında mevcut olmayan dev birAkaşadır ki buna biz “Evrenin belleği” de diyebiliriz. Böylece “madde” dediğimiz şey, tüm varlığınkaynağı ve cevheri olan Akaşalardaki titreşimlerin birbirleriyle ilişkili (holografik) biçimde düzenlenmiş biryapı olarak karşımıza çıkar ki bu da Wheleer’in kuantum köpükleriyle aynı anlama gelir. Bununla birlikte,Doğanın Evrensel Belleği, Hayat Kitabı ve Levhi Mahfuz da denilen Akaşalar hakkında bir İslam Mistiğişunları söylemektedir: “Levhi Mahfuz, kesreti yani çokluk kavramını meydana getiren Esma terkiplerinin ,kaza ve hüküm, bilgi ve bilinç boyutudur. Allah ilmindeki hüküm ve takdirin fiiller alemineyansımasıdır. Bu platformda her şey bilgi olarak, tasarım olarak tüm var oluş gerekçesiyle mevcuttur.Burada zaman ve mekân kaydı olmaksızın, ezelden –ebede kadar her şey bilgi olarak mevcuttur. İşte bu LevhiMahfuz alemlerin aynasıdır ve evrenin Geni hükmündedir. Evrende ve onun boyutsal tüm katmanlarındameydana gelmiş tüm varlıklar bu Levhi Mahfuz diye bilinen bir üst boyutun tafsiliyle meydana gelmiştir.”(Bkz.Ahmet F.Yüksel-Bilim Dini Etkiliyor-Sufizm ve İnsan.)

Bununla birlikte, birimsel ya da toplumsal eylem ve düşüncelerin meydana getirdiği Akaşalardaki enerji,belli bir yoğunluğa ulaşmasıyla birlikte yine (insanların)toplumların bir sonraki aşamada ortayakonacak fiillerin şekillenmesini sağlar. Bunun oluşum şekli ise, (ki Astrolojik tesirler vasıtasıyla da )Akaşalarda bulunan geçmişe ait holografik kayıtların, kozmik hava dalgalarında kayıtlı bulunduğu boyuttaninsan şuurları tarafından yakalanarak beyinlerin ilgili hücrelerini irrite etmeleri sonucu Radyasyonbulutundaki bilgiler istikametinde biçimlenmesiyle, dışımızda, bizlere göre zorlayıcı, acı verici fizikseletkilerin ortaya çıkması şeklinde meydana gelir. Bu durum negatif özellikli algılandığı taktirde Akaşalar,Karabulutlar ismiyle adlandırılırlar. Tıpkı geçmiş kavimlerde, kendi içlerinden çıkan Nebi ve Resullerinbulundukları toplumu uyararak, yaşamlarında oluşturacakları menfi hareketlerin başlarına yakın gelecektebela şeklinde tekrar kendilerine yansıyacaklarını bildirmeleri ve akabinde bunun gerçekleşmesi gibi.

Beynimiz ister farkında olsun isterse olmasın bu dalgaların her zaman etkisi altındadır . Fakat,Reenkarnasyon Ve Hologram başlıklı yazımızda da belirttiğimiz, aynı sebeplerden dolayı bu kavramda dayanılgıların açığa çıkması kaçınılmazdır. Bu görüşü destekler mahiyette, küçük bir örnek olarak, görücümedyum denilen bazı kişilerin, bu titreşimlerle rezonansa girerek, kayıtları okuyup gerekli bilgileriaktarmasını verebiliriz. Öyle ki, bu konu ile ilgili fenomenlerde de objektif, ciddi ve somut diyebileceğimizdeliller belgelenmiş olup bunlardan en ilginç birkaç örnek sırasıyla şöyledir:

İlk fenomen, 10 ağustos 1901 yılında iki Oxfordlu profesörün (ki,biri Oxford’a bağlı St. Hughs KolejiMüdürü Anne Moberly diğeri de müdür yardımcısı Eleanor Jourdian’dır) Versailles’deki Petit Trianon’unbahçesinde yürüyüşe çıktıklarında meydana geldi. Bu yürüyüş sırasında tıpkı bir film sahnesinden diğerinegeçişte olduğu gibi, önlerindeki görüntü, üzerlerinden parıltılı bir gölge geçermişçesine değişir. Bu parıltıgeçtikten sonra görüntünün değişmiş olduğunu ve akabinde çevrelerinde 18.yy giysileri içinde peruklu,

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 46

Page 47: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

heyecanlı insanların belirdiğini fark ederler. Bu sırada bir uşak bunları görüp, heyecandan küçük dilini yutmuşkadınlara yaklaşarak yönlerini değiştirmek için kendisini takip etmelerini işaret eder. Onlar da bunun üzerineadamı izleyerek iki yanı ağaçla sıralanmış bir yoldan geçip bir bahçeye girerler. Ve bu sırada da havadamüzik sesleri eşliğinde, soylu bir hanımefendinin sulu boya resim yaptığını görürler. Sonra bu görüş giderekkaybolur ve eski hallerine geri dönerler. Bu değişim o kadar etkileyicidir ki, kadınlar arkalarınadöndüklerinde, az önce gelmiş oldukları ağaçlı yolun şimdi, eski bir taş duvarla kesildiğini görürler.İngiltere’ye döner dönmez hemen tarihsel kayıtları araştırmaya başlarlar ve sonuçta Trianon’un yağmalanmışve İsviçreli nöbetçilerin katledildikleri gecenin gündüzüne geri döndüklerini, bahçedeki kadının da MariaAntoinette olduğunu anlarlar.

Yaşadıkları bu deneyimi başından sonuna kadar, tüm ayrıntılarıyla tek ciltlik kitap kalınlığında bir rapor halinde hazırlayarak İngiliz psişik Araştırmalar derneğine sunarlar. Fakat bu olay, dünyanın en önde gelen vesaygın üniversitesinde öğretim görevlisi olmalarından dolayı Akademik kariyerlerini tehlikeye atmamak için,takma isimler altında yayınlanır. Daha sonra ise, içeriden sızan bilgi yüzünden kimliklerini açıklamak zorundakalırlar. Bu iki profesörün, yalnızca geçmişi canlandıran bir görüntü algılamayıp doğrudan geçmişin içinedalarak, 1789 yılındaki Trianon Bahçesinde insanlarla karşılaşmaları olayına bir de, bu sırada onlara eşlikeden bayıltıcı depresyon ve ağırlık duygusu eklenince, Psikologlar ve fizikçilerin ilgi odağı haline gelirler. Bukonuda bayan Moberey şunları söylemekte: “Her şey aniden doğa dışı göründü, dolayısıyla da nahoş. Binalarardındaki ağaçlar bile bir goblene işlenmiş ağaç gibi cansız ve düz göründü. Işık ve gölge etkileri yoktu ve herşey yoğun biçimde durağandı.” (Bkz. A.Moberly,E.F.jourdian,An Adventure, syf. 45-6)

Zaman kaymaları ve çok boyutlu farkındalığı yaşayanların hepsinde, bu tür olaylarla birlikte depresyon veüzgünlük duyguları tecrübe edilmekte ve dönüşümlerde de ışık parıldamaları görülmektedir. Tıpkı buparlaklığın Reenkarnasyon olayında bir bedenden diğer bir bedene geçişteki ara bölgede ya da B.D.D veÖ.Y.D*** olaylarında hem boyutsal, hem de Ontolojik varlıklar olarak görülmesi gibi...(Bu konu ayrı biryazıda daha detaylı ele alınacaktır).

Hayalci bir yapıya sahip olmayan bu kadınların en ince noktasına kadar anlattıkları olaylar, giyim kuşamlar,bahçelerin planı ve diğer fiziksel olarak gözlenebilen fenomenlerin tarihsel olarak bütün ayrıntılarıyla doğruolduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Ayrıca bu olay onlara açık bir çıkar sağlamadığı gibi,akademik kariyerlerini de tehlikeye sokmuştur.

Konuyla ilgili olaylar, bununla sınırlı olmadığı, 1955 yılının Mayıs ayında Londralı bir avukat ve karısınınaynı bahçelerde 18.yy giyimli birkaç kişiyle karşılaşması ile elçilikte çalışan bir görevlinin Versailles’e bakanbürosundan bahçenin tarihinin daha eski bir dönemine dönüştüğünün gözlenerek aynı derneğe bildirilmesiyleanlaşıldı.(Bu ve buna benzer birçok örnek, akademik düzeyde uzman araştırmacıların ciddi ve objektifçalışmaları sonucu yayımlanmaktadır)

Varlığı akaşalara dayanak olarak gösterilen bir başka örnek de Londra Ruhsal Araştırmalar derneğitarafından yayımlanmış bulunan, Canlıların Hayaletleri adlı iki ciltlik kitapta yer alan yeterince belgelenmişhayalet olaylarıdır. Öyle ki, en son Mart 2001’ de İngiliz Kraliçesinin gittiği şatoda bu tür fenomenlere tanıkolunca, ilgili kişileri bu olayı durdurmaları için şatoya çağırdığı, dünya ve Türkiye basınında da yer almıştı.

Şatolarla ilgili olayların genelinde deneyimlenen fenomenler sırasıyla (ki bunlar geçmişte aynen yaşanmış,konuyla bağlantılı olup rasgele olaylar değildir; ayrıca tüm fenomenler net ve neredeyse fiziksel gerçekliğeyakın olarak deneyimlenmiştir), garip, açıklanmayan sesler, kokular, ağlama sesleri, çocuk sesleri, kapıtokmağına vurumlar, ayak sesleri, kapı gıcırtıları, geçmiş yaşamda o şatoda ya da evde yaşamış ve hayatlarıtrajik bir sonla noktalanmış kişilerin vizyonları...vb. karşılaşmalardır.

Böyle bir vaka ile karşılaşan ev görevlileri, durumu konuyla ilgilenen psişik araştırmalar kurumuna bildirirler.Hassas cihazlarla donatılmış ekip (ki aralarında fizikçi, mühendis, psikolog... bulunan deneyimli bir ekiptir)

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 47

Page 48: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

olayı duyar duymaz şatoya gelir ve cihazları uygun yerlere yerleştirerek beklemeye başlarlar. Uzun bir sürebir şey yakalayamazlar, ama güneş çekilip ortalık kararınca (fenomenin en çok geçtiği odadadırlar) birden, ısı olması gerekenden fark edilir derecede düşmeye başlar, bununla birlikte, kapı ve tokmağın hareket etmesiyleoda içindeki vazolar, avizeler ve bazı eşyalar sallanmaya başlar. Öyle ki, kapının arkasından birinin dolaştığıve ayak sesleri bile duyulur. Bu durum karşısında şaşkınlık geçiren araştırmacılar, hiçbir hayalet görüntüsüyakalayamamalarına karşın (hem aletler, hem de araştırmacılar)olay sırasında çok güçlü bir elektromanyetikalanın varlığını tespit ederler. Ayrıca bu tür fenomenlerin ortak bir yönü de, şatolarda duyulan seslerin ya dakişiliklerin tarihte gerçekten yaşamış ve orada korkunç bir şekilde ölmüş insanların belirtisinin olmasıdır.Bununla ilgili de kısa bir örnek olarak, bir kralın, kızının fakir bir marangoz ile girdiği aşkı önlemek için kızınsevgilisini ortadan kaldırtması sonucunda meydana gelen olayları verebiliriz. Bu iş için, genç marangoz kralınsoytarısı tarafından şatoya çağrılarak sarhoş edilir ve yine soytarı tarafından testereyle başı kesilir. Kralagöstermek için de bir elinde kesik baş, diğer elinde de bedenini sürükleyerek merdivenlerden çıkar. Kimileri(bu konu hakkında bilgisi olsun ya da olmasın) sadece merdivenden çıkarken soytarının bıraktığı sesleri,kimileri de bu merdivenden çıkarken tanımlayamadıkları, ama net duyumsadıkları bir enerjinin kendilerinitakip etmekte olduğunu, kimileri ise testere sesini duymaktadırlar (bu vizyon direkt olarak görülebilir de).Kızın vizyonu ise, bahçede sevgilisini arayan bir aşık olarak görülmektedir. Bununla ilgili diğer olaylar hepbenzer şekilde deneyimlenmektedir.(Bkz.Discovery Channel- İskoçya’nın, İngiltere’nin Hayaletli Şatoları)

Bu konuyla ilgili görüntü ve sesler de bulunmaktadır. Bunlardan, yüzde otuzu çok ince teknikler yardımıylahemen elenirken, yüzde kırklık bir kısmı olabilirlik sınırları içerisinde olmasına karşın, ihmal edilebilecekdüzeydeki şüphelerin varlığı nedeniyle bir kenara bırakılmaktadır. Ama, en ufak ihtimali bile barındırmayacakölçüde testten geçen diğer yüzde otuzluk kısım ise tamamen doğrulanmasına rağmen, tarafsız ve objektifolması gereken bilimin, önyargı ve şartlanmalar doğrultusunda yönlendirilmesi sonucu, göz ardı edilmektedir.Halbuki bilimin çürütemediğini yok saymak da bilimselliğe, akılcılığa ters düşmek değil midir? Ama heralanda olduğu gibi, bu konuda da, algılayamadığını reddetme basitliği, işin kolay yolu olsa gerek.

Başka bir örnekte, gösterişli bir at arabasının, bir İngiliz subayı ve ailesinin bakışları altında kendi avlularınagirip durduğundan söz edilmektedir. Bu hayaletsi araba o denli gerçektir ki, subayın oğlu, içinde bir kadınbiçiminin bulunduğu belli olan arabaya doğru gider, ancak çocuk, ona daha doğru dürüst bakmadan arabaortadan yok olur ve orada hiçbir tekerlek ya da at nalı izi de bırakmaz. Bu tür vizyonlarda canlı nesnelerolduğu gibi cansız nesneler de gözlemlenmiştir.

Ayrı bir olay da,1951 yılının 4 Ağustos sabahı saat 4 civarı, iki İngiliz kadının tatile geldikleri Fransızkıyılarındaki Pusy kasabasında silah sesleriyle uyanmaları idi. Bu silah seslerinin nereden geldiğini anlamakiçin pencereye doğru geldiklerinde ise, sadece gördükleri, önlerinde uzanan denizin son derece sakingörüntüsüydü. Öyle ki, duydukları sesleri çağrıştıran herhangi bir eylem izi bile yoktu. İngiliz ruhsal araştırmakurumu, bu konuyu incelediklerinde, kadınların bildirdikleri tarihte sözünü etmiş oldukları olayın,müttefiklerin 19 ağustos 1942 ‘de Pusy’de Almanlara karşı yapmış olduğu saldırıdan söz eden savaşkayıtlarına aynen uyduğunu görmüşlerdir. Yani bu kadınlar, 9 yıl önce orada yer alan bir saldırının sesleriniaynen duymuşlardı. Bu tür tarihi olayların yeniden yaşanmakta olduğuna ilişkin deneyimlerin bazı tarihçilertarafından da yaşandıkları belgelenmiştir.

Amerikan hava kuvvetlerine (ki diğer ülkeler için de mevcuttur) ait olan hatırı sayılır belgelerde de,kutuplarda ya da yakın bölgelerde uçuşları sırasında, mesela Antarktika’da olanlar, buzla kaplı olması gerekenkıta yerine, sık ormanlarla kaplı ve eski çağlara ait mamut ve dinazorların görüntülerinin telsizkonuşmalarında ya da uçuşları sırasında rapor edildikleri mevcuttur. Dünyanın başka bölgelerinde farklıtarihlere ait görünümler de aynı şekilde rapor edilmişlerdir.

Akaşalara delil olarak gösterilen bu tür olayların kaynağı gerçekte, dünyanın belli bölgelerinde mevcut olançok güçlü elektromanyetik alanların beyin dolayısıyla maddesel cisimler üzerine olan etkileridir ki, bu durumbeyin ile mikrodalga varlıklar arasındaki, etkileşimi açığa çıkartmakta, sonucunda da insanlarda bu tür

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 48

Page 49: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

fenomenlerin görülmesine neden olmaktadır.

Geçmişe ait kayıtların holografik üç boyutlu görüntüler şeklinde gözlemleme ile ilgili bir başka çalışma da,UCLA ‘dan antropolog ve din bilgini olan W.Y.Evans-Wentz ‘in 1907 yılında İrlanda, İskoçya Galler,Cornwall ve İngiltere'ye iki yıllık bir gezi planlayarak bu tür olayları belgelemesidir. Bunu yaparken de belliteknikler uygulamış ve genellikle orta yaş üzerindeki güvenilir kişilerin tanıklığına başvurmuştur. Bugörüşmelerde özetle, (eski devirlere ait)Elizabeth dönemi giysileri içinde avlanmakta olan adamlar, eski yıkıkharabelere hayaletsi askeri birliklerin girmesi ile o civarlarda yürümeleri, eski kiliselerde çan çalan insanlar,ay ışığıyla aydınlanmış çayırlarda toplanan ve orta çağ elbiseleri ile zırhlarıyla donanmış insanlarınbirbirleriyle savaşmaları ve renkli üniformalar içindeki askerlerle kaplanmış ıssız bataklıkların görülmüşolduklarını...vb kaydetmiştir. Öyle ki bu savaşlar, ürperti verici bir sessizlik içinde meydana geldikleri gibi,gürültülü, patırtılı biçimlerde de gözlemlenmişlerdir. Bunlar aynı zamanda şatolarda olan olaylara benzerbiçimde, görüntü olmaksızın, sadece ses olarak da deneyimlenmiştir.

Bu tür olayları kasaba kasaba dolaşarak iki yıl boyunca toplayan Evans-Wentz, tanıkların karşılaştıklarıolayların en azından bazılarının, geçmişte bu yerlerde gerçekten var olduklarını tespit ederek kabul etmiştir.Bu fenomenler sadece Kelt ülkelerine has olmayıp Hindistan, Hawaii (yani dünyanın pek çok yerinde ) vehatta Asya metinlerinde dahi mevcuttur.(Bunlar da ayrı çalışma gruplarınca belgelenmiş durumdadır).Üçünün ortak yönü, o bölgeye ait eski geleneklere bağlı ve o dönemin kıyafetleri ile bezenmiş hayaletaskerlerin savaş tamtamları, yürüyüşleri ya da savaşlarının algılanmasıdır ki, bunların bazılarında direktonlarla konuşan ve aralarına katılarak olayı deneyimleyenler de mevcuttur.

Sözün kısası, cinayet işlenen yerlerde, savaş alanlarında ya da elektromanyetik alanların çok yüksek olduğubölgelerde ortaya çıkan bu fenomenlerin nedeni, ne mutsuz ve yaşamla bağını kopartmayarak öbürdünya ile bu dünya arasında kalmış ruhların intikam almak veya birtakım mesajlar vermek ya dalanetlenmeleri yüzünden huzur bulmak için gelmeleri, ne de bu tür olayların bazı ürkütücü şiddeteylemlerinin ya da diğer olağanüstü güçlü duygusal olayların yer aldığı alanlarda ortaya çıkmaeyleminin, bazı olayların holografik kayıtlarda daha güçlü izler bırakmasıyla sıradan bireyleringeçmişin holografik kayıtlarına kaza ile göz atmasının sağladığı biçimindedir.

Bu sadece, varlıklarına inansak da inanmasak da mahiyetlerini bilemediğimiz yani, kendi beyinselişlevlerimizin bütünden kopuk çalışması yüzünden yine bizim maddeye dönük yansımalarımız olanelektromanyetik yapılı varlıkların beyinlerimiz üzerindeki hakimiyetlerinden kaynaklananyanılgılardır .

Her toplumun kendi örf, adet ve anlayışlarına göre, kendilerini fark ettirmeden ya da açıkça farklı isimler adıaltında göstererek kandırma yoluna giden cinler hakkında, ayette şöyle ifade bir geçmektedir . “Cannı da(mikrodalga yapılı varlığı) dumansız ateşten (ışından) yarattı”(55-15)

“Cannı da mesamata –yani gözeneklere, maddeye-nüfuz edici ve zehirleyici ateşten (radyasyondan) yarattık” (15-27)

“Ey cin topluluğu,insanların ekseriyatını hükmünüz altına almak (kendinize tabi kılmak) kaydına düştünüzha!...” (6-128)

Kenan KESKİN İstanbul - 16.5.2001

*Elektromanyetik alanlar uzayın her zaman, her yerinde aynen mevcuttur. Dolayısıyla gündüz ve gecekavramı geçersizdir.

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 49

Page 50: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

**Moskova’daki, Popov radyo elektronik ve muhabere çalışmaları enstitüsü profesörlerinden M.Kogan,1966-67 yılları arasında yaptığı çalışmalarla, insan beyninin, dalga boyları 25-1000 km. olan elektromanyetikdalgalar yayımladığını ve böylece insanın düşüncelerini çok uzak mesafelere taşıyabileceğini ve hatta bununiçin normalden 4-5 misli daha fazla üretebilecek kapasiteye de sahip olduğunu söylemiştir. Kogan’ınçalışmaları bir rapor halinde Kaliforniya Üniversitesindeki bir sempozyumda okunmuş ve yine aynıüniversite tıbbi psikoloji profesörlerinden Dr. Thelma Moss tarafından da bu çalışmaya yakın sonuçların,yapılan ayrı denemeler sonucunda ulaşıldığı bildirilmiştir.

*** Beden dışı deneyim, ölüme yakın deneyim.

Kaynakça :AHMED HULUSİ-RUH İNSAN CİNAHMED FEVZİ YÜKSEL-BİLİM DİNİ ETKİLİYORDİSCOVERY CHANNEL-DÜNYA DIŞI ZEKİ YAŞAMLARDİSCOVERY CHANNEL-İSKOÇYA’NIN, İNGİLTERE’NİN HAYALETLİ ŞATOLARIMICHAEL TALBOT- HOLOGRAFİK EVREN

Kaynak : www.gulizk.com

Yayın Listemiz

Aşağıdaki e-Kitap ve programlar sizin için hazırlanmıştır.

www.yorumsuz.netteyim.net ve http://ferid_hakki.sitemynet.com ’dan ücretsiz indirebilirsiniz !.

Yeni ] [e-Kitap] GİZ’li Gülşen 1Yeni ] [e-Kitap] DepresyonYeni ] [e-Kitap] Psikospritüel Kriz[Astroloji-Program] Yıldızlar Altında [Yeni]Yeni ] [e-Kitap] Aynadaki EvrenYeni ] [e-Kitap] Din’i Anlamada ReformYeni ] [e-Kitap] Tao’cu Uygulamanın Temelleri (Kültür Serisi-1)Yeni ] [e-Kitap] En Büyük Sır- İlluminati Şeytani BilinciYeni ] [e-Kitap] MARDUK “Yakın Gelecek” mi?Yeni ] [e-kitap] Metafizik Mucizeler ya da YanılgılarYeni ] [e-Kitap] Kur’an-ı Kerim Meali (Microsoft Reader formatında)Yeni ] [e-Kitap] Hz.İbrahim’in Mirası Hz.Musa’nın Asa’sı ve KUNDALİNİ[e-Kitap] Dik Bahçene Solayım![e-Kitap] Uzaylılar[e-Kitap] Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar II[e-Kitap] Sonsuzluğu kucaklamış aşkın sembolü Hallac-ı Mansur

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 50

Page 51: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

[e-Kitap] Din, Maneviyat, Psikoloji, Psikiatri[e-Kitap] İbn Arabi ile ilgili araştırma Serüvenim[e-Kitap] Evrenin Sırları[e-Kitap]] Etkili Sözler III[e-Kitap] Beynimizi Kim Kullanıyor ?[e-Kitap] Yorumsuz Katalog (Güncellendi)[e-Kitap] Zamansızlık (timelessness)[e-Kitap] Hangi Evreni Algılamaktayız?[e-Kitap] Gönül Uyandırma[e-Kitap] Kıyametin Deşifresi[e-Kitap] Yorumsuz Katalog[e-Kitap] Çağdaş Bakışla Allah[e-Kitap] Taş'taki Güç... Mutluluğunuz için...[e-Kitap] Etkili Sözler II[e-Kitap] Çağdaş Bakışla Cennet, Cehennem[e-Kitap] Rüya Yorumu[e-Kitap] Kader Gerçeği[e-Kitap] Evrensel Sırlar[e-Kitap] Rüyanın Dışındaki Rüya[Astroloji-Program] Canopus[e-Kitap] Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar[e-Kitap] Holografik Beyin ve Evren[e-Kitap] Mesajlar I[e-Kitap] Uzaylıların İçyüzü[e-Kitap] Tanrı yok Allah var[e-Kitap] Reenkarnasyon Aldatmacası[e-Kitap] Astroloji-Yeni Millennium’un Popüler Bilimi[Astroloji-Program] Planetium[e-Kitap] Modern Bilim ZİKİR'i Keşfetti[e-Kitap] Etkili Sözler I[e-Kitap] Yıldızların Altında[e-Kitap] Çağdaş Bakışla Din[Astroloji-Program] PopHR[Kullanım kılavuzu] PopHR Rehber v.2

_______________________

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 51

Page 52: Düşünmüş Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar 3

1-“İLAHİ” [Dini] DENEYİMLER YA DA AŞKIN BİLİNÇ DENEYİMLERİ 52