Transcript

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 1/261

T.C. ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹ YAYINI NO: 2073

 AÇIKÖ⁄RET‹M FAKÜLTES‹ YAYINI NO: 1107

Anadolu Üniversitesi‹lâhiyat Önlisans Program›

TÜRK ‹SLÂM EDEB‹YATI

 Editör 

Prof.Dr. Hasan AKSOY 

Yazarlar 

Prof.Dr. Bilal KEM‹KL‹ (Ünite 1, 10) 

Prof.Dr. Mustafa ‹smet UZUN (Ünite 2, 4) 

Prof.Dr. Hasan AKSOY (Ünite 3, 8) 

Prof.Dr. Alim YILDIZ (Ünite 6, 7) 

Yrd.Doç.Dr. Ali ÖZTÜRK (Ünite 5, 9) 

ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 2/261

Bu kitab›n bas›m, yay›m ve sat›fl haklar› Anadolu Üniversitesine aittir.“Uzaktan Ö¤retim” tekni¤ine uygun olarak haz›rlanan bu kitab›n bütün haklar› sakl›d›r.

‹lgili kurulufltan izin almadan kitab›n tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kay›t veya baflka flekillerde ço¤alt›lamaz, bas›lamaz ve da¤›t›lamaz.

Copyright © 2010 by Anadolu University  All rights reserved

No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmittedin any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic, tape or otherwise, without

permission in writing from the University.

Genel Akademik Koordinatörler Prof.Dr. ‹brahim Hatibo¤lu (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) 

Prof.Dr. Ali Erbafl (Sakarya Üniversitesi) 

Program KoordinatörüDoç.Dr. Cemil Ulukan 

Uzaktan Ö¤retim Tasar›m BirimiGenel Koordinatör Prof.Dr. Levend K›l›ç 

Genel Koordinatör Yard›mc›s›Ö¤retim Tasar›mc›s›

Doç.Dr. Müjgan Bozkaya 

Ö¤retim Tasar›mc›s› Yard›mc›lar›Arfl.Gör. Mehmet F›rat 

Arfl.Gör. Nur Özer 

Grafik Tasar›m YönetmenleriProf. Tevfik Fikret Uçar

Ö¤r.Gör. Cemalettin Y›ld›z

Ölçme De¤erlendirme SorumlusuÖ¤r. Gör. Atilla Tekin 

Kitap Koordinasyon BirimiDoç.Dr. Feyyaz Bodur Uzm. Nermin Özgür 

Kapak DüzeniProf. Tevfik Fikret Uçar 

DizgiAç›kö¤retim Fakültesi Dizgi Ekibi

Türk ‹slâm Edebiyat›

ISBN978-975-06-0756-1

3. Bask›

Bu kitap ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹ Web-Ofset Tesislerinde 60.000 adet bas›lm›flt›r.ESK‹fiEH‹R, Ocak 2013

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 3/261

  iii

 

İÇİNDEKİLER

Ünite 1: Din ve Edebiyat……………………………………………………2Ünite 2: Türk – İslâm Edebiyatının Kaynakları ………………………… 22

Ünite 3: Türk – İslâm Edebiyatında Nazım Şekilleri …………………… 52

Ünite 4: Türk – İslâm Edebiyatında Belâgat Başlıca Edebî Sanatlar …… 82

Ünite 5: XV. Yüzyıla Kadar Türk – İslam Edebiyatı ……………………110

Ünite 6: XVI – XX. Yüzyıl Türk – İslam Edebiyatı  ……………………136

Ünite 7: Allah Teâlâ ile İlgili Edebî Türler………………………………156

Ünite 8: Hz. Peygamber ile İlgili Edebî Türler………………………… 182

Ünite 9: Dinî Tür ve Konular ……………………………………………208

Ünite 10: Tasavvuf ve Edebiyat …………………………………………234

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 4/261

  iv

 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 5/261

  v

 

ÖNSÖZ

Edebiyat, düşünce ve hayallerin duygularla birlikte heyecan ve estetik zevkuyandıracak şekilde ifade edilmesidir. Binlerce yıldan bu yana varlığını sür-

düren Türk edebiyatı  İslâmiyet’le birlikte durmadan gelişmiş ve hatta yeni-lenmiştir. Türkler’in İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra İslâm kültür vemedeniyetinin birleştirici, bütünleştirici etkisi altında ortaya çıkan İslâm me-deniyeti tesiri altındaki Türk edebiyatı  Osmanlı  Dönemi boyunca varlığını güçlendirerek devam ettirmiş, Fuat Köprülü, Ali Nihad Tarlan, Nihat SamiBanarlı ve Neclâ Pekolcay gibi Cumhuriyet Dönemi edebiyat araştırmacıları taraf ından Türk-İslâm Edebiyatı adı altında bilim dalı haline getirilmiştir.

Ana hatlarıyla ifade edilecek olursa, Türk-İslâm edebiyatı, din ağırlıklı edebî eser ortaya koyan şair ve yazarları inceleyen bir bilim dalıdır. Diğer İs-lâmî dallarda olduğu gibi, bu alanın da ilk kaynakları Kur’ân-ı Kerîm ve ha-dislerdir. Siyerler, kısas-ı enbiyâlar, tasavvuf ve akaid, tefsir, f ıkıh gibi İslâmîilimler, devrin ilimleri, yerli malzeme, İran ve Arap Edebiyatı bu bilim dalı-nın diğer kaynakları arasında sayılabilir.

Ön lisans öğrencilerine hitap eden elinizdeki kitapta Türk-İslâm edebiyatı hemen bütün yönleriyle ele alınmaya çalışılmıştır. Birinci ünitede din-edebiyat ilişkisi incelenmiş, Türk-İslâm edebiyatının kapsamı ve diğer bilimdallarıyla irtibatı  anlatılmıştır. İkinci ünitede Türk-İslâm edebiyatının kay-nakları bütün yönleriyle incelenmiştir. Bu ünitede önce Türk-İslâm edebiya-tına konusunu ve özelliklerini veren kaynaklar tanıtılmış, sonra Türk edebiya-tı metinlerinin kaynakları ve Türk-İslâm edebiyatı çalışmalarında başvurula-cak kaynaklar hakkında bilgi verilmiştir. Üçüncü ünitede Türk-İslâm edebi-yatında kullanılan nazım şekilleri, vezinler, eski Türk edebiyatında sıklıklakullanılan aruz kalıpları ve kafiyeler örneklerle anlatılmıştır. Dördüncü üni-

tede Türk-İslâm edebiyatında çoğunlukla başvurulan edebî sanatlar, belâgatve unsurları  tanıtılmış, edebiyat-sanat ilişkisi üzerinde durulmuştur. Beşinciünitede Türk-İslâm edebiyatı tarihinin XV. yüzyıla kadar seyri hakkında bil-gi verilmiş, Türkler’in müslüman olduktan sonra meydana getirdikleri ilkeserlerin ortak özellikleri ana hatlarıyla aktarılmış, XIII-XV. yüzyılların ede-bî özellikleri anlatılmış, öne çıkan şair ve yazarlar eserleriyle birlikte kısacatanıtılmıştır. Altıncı ünitede Türk-İslâm edebiyatı tarihinin XVI-XX. yüzyıl-lardaki seyri takip edilmiş, yüzyılların özellikleri şiirlerden seçmelerle anla-tılmış, bu edebiyatın canlı ve devam eden bir edebiyat olduğu gözler önüneserilmiştir. Yedinci ünitede Türk İslâm Edebiyatı’nda Allah’la, sekizinciünitede Hz. Peygamber’le ilgili edebî türler hakkında genişçe bilgi verilmiş-tir. Bu iki ünitede önce türler genel olarak tanıtılmış, sonra her türün tarihî

gelişimi anlatı

lmı

ş ve her tür önemli örneklerle desteklenerek okuyucunun is-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 6/261

  vi

tifadesine sunulmuştur. Dokuzuncu ünitede dinî-edebî türler ile genel edebi-yat türleri karşılaştırılmış, Türkçe dinî eserler edebî bakımdan değerlendiril-miş, dinî konulu destânî mahiyetteki eserlerle ramazâniyye, ıydıyye, fetihnâ-me, gazavatnâme, mersiye ve maktel gibi dinî-edebî türler hakkında etraflıcabilgi verilmiştir. Onuncu ünitede ise tasavvufun edebiyatla irtibatı ele alın-

mış, kültür tarihimizde önemli bir edebiyat ve sanat ortamı olan tekkeler hak-kında bir değerlendirme yapılmış, tasavvuf edebiyatının temel kavramları ta-nıtılmış, dinî-tasavvufî türler zengin örneklerle anlatılmıştır.

Önemli bir boşluğu dolduracağına inandığımız bu kitap bir ekip çalışma-sının ürünüdür. 1. ve 10. ünite Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi ÖğretimÜyesi Prof. Dr. Bilal Kemikli, 2. ve 4. ünite Marmara Üniversitesi İlâhiyatFakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Uzun, 3. ve 8. ünite MarmaraÜniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Aksoy, 5. ve 9.ünite İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr.Ali Öztürk, 6. ve 7. ünite Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi ÖğretimÜyesi Doç. Dr. Alim Yıldız taraf ında hazırlanmıştır. Yoğun mesai sarfederek

kitabı

n en güzel şekilde tamamlanması

 için titizlik gösteren ve büyük bir öz-veriyle çalışan ve hepsi de fakültelerinde Türk-İslâm Edebiyatı Anabilim dalı öğretim üyesi olan kıymetli meslektaşlarıma teşekkürü borç bilirim.

Ön lisans kitaplarının koordinatörleri değerli meslektaşlarım ÇanakkaleOnsekiz Mart Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı sayın Prof. Dr. İbrahimHatiboğlu ile Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı  sayın Prof. Dr.Ali Erbaş’a ve basım konusunda yardımlarını  ve gayretlerini esirgemeyenEskişehir Anadolu Üniversitesi Rektörü ile Açık Öğretim Fakültesi Deka-nı’na ve çalışanlarına en kalbî teşekkürlerimi sunarım.

Gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Prof. Dr. Hasan AKSOY (Editör)

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 7/261

  1

 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 8/261

  2

 

Amaçlarımız 

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Din ve edebiyatı ilişkilendirebilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatını tanımlayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının kapsamını açıklayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının diğer bilim dallarıyla ilişkisini belirleyebilecek-siniz.

Anahtar Kavramlar

• Din

• Edebiyat

• Türkler

• İslâm

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için öncelikle;

• M. Fuat Köprülü’nün Edebiyat Araşt ırmalar ı adlı kitabından “Türk Ede-biyatı’nın Menşe’i” başlıklı bölümü okuyunuz.

• Türkiye Diyanet Vakf ı  İ slâm Ansiklopedisi’nden “Edebiyat” maddesiniokuyunuz.

• Agâh Sırrı Levent’in Türk Edebiyat ı Tarihi I. Cilt Giriş adlı kitabın “Ede-biyat Tarihimizin Başlıca Sorunları” başlıklı bölümü inceleyiniz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 9/261

  3

 

GİRİŞ 

Din, farklı disiplinler açısından ele alınıp tanımı yapılan bir kavramdır. Keli-menin etimolojik kökeni ve tariflerinin yanında, kaynağı, tasnifi, bireyi vetoplumu etkileyen ilkeleri ve esasları  itibariyle de tanımlanmıştır. Bununlabirlikte edebiyat açısından dinin tarifini yapmak güçtür. Çünkü din, bir yö-nüyle edebiyatın kaynağıdır; diğer yönüyle de, tanınmasında, yayılmasındave kültürel değerlerini oluşturmasında edebî eserin dil, ifade ve formlarındanyararlanan bir sosyal kurumdur.

Din bireyi mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etraf ında birleştirir; ah-lâkî bir kurum olarak insanlara yön verir, bireyi içten kuşatarak yönlendirir.Bunu da büyük oranda sözün büyülü gücünden yararlanarak yapar. Her şey-den önce, her dinin bir kutsal metni vardır. Kutsal metin, bir yandan okuyana

dinin temel ilkelerini öğretirken, öte yandan da onu metafizik gerçeklikle bu-luşturur. Böylece dindar, kutsal kitabı okurken edebî bir bilince ve dil zevki-ne de ulaşır. Ulaşılan bu bilinç ve dil zevki, sanatın merkezinde ye alan este-tik duyguyu ifade eder. Din, metafizik problemlere getirdiği çözümler, hayatayüklediği anlam, varlık, bilgi ve ahlak anlayışıyla estetik duyguyu besleyenen önemli kaynaktır.

Din ve edebiyat ilişkisi edebiyat bilimcilerinin ve eleştirmenlerin üzerindedurduğu konulardan birisidir. Bu ünitede, öncelikle din ve edebiyat ilişkisiinceleme konusu edilecektir. Daha sonra Türk-İslâm Edebiyatı’nın tanımı yapılarak kapsamına işaret edilecek ve diğer ilimlerle olan ilişkisi ortaya ko-nacaktır. Buradaki asıl amaç, kitabın diğer ünitelerinde ele alınan konularınanlaşılmasına teorik bir temel oluşturmaktır.

DİN VE EDEBİYAT

Edebiyat, dile bağlı bir sanattır. Bir kavram olarak dilimizde Tanzimat sonra-sında kullanılmaya başlayan edebiyat, insana ait bir duyguyu, düşünceyi, ha-yali, yorumları, tutumları, gözlemleri dilin imkânlarıyla en güzel şekilde an-latma sanatıdır. Diğer bir ifadeyle edebiyat, duygu, düşünce veya hayallerinheyecan, hayranlık ve estetik zevk uyandıracak şekilde ifade edilmesidir(Okay:1994, 395). Bu sanat, bir dönemin, bir toplumun hissiyatını, inançları-nı, irfanını, bilgilerini, algılarını, kavrayışını  ve estetik dünyasını  yansıtanayna konumundadır.

Din ve Edebiyat

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 10/261

  4

Alman düşünürü Hegel, güzel sanatlar ı , plastik, fonetik ve söz sanat ı ol-mak üzere üç guruba ayır ır . Plastik sanatlar, heykel ve dekoratif sanatlar,mimari ve resimdir. Fonetik sanat, mûsikî; söz sanat ı  ise, edebiyatt ır . Beş temel sanattan birisi olan edebiyatın insanı mukaddes duygu, ortak şuur vevicdan etraf ında birleştiren ve ona ahlâkî açıdan yön veren dinle bir ilişkisi

var mıdır? Eğer var ise, bunun mahiyeti nedir? Her şeyden önce şunu ifadeetmek gerekir: Güzel sanatlar ın başlangıcı hakk ında araşt ırmalar yapan ilimadamlar ı  ve estetik zevkin ortaya çık ışını  ve gelişimini araşt ıran uzmanlar,mûsikînin, raksın, şiir ve edebiyat ın menşeinin din olduğu kanaatine sahiptir-ler  (Köprülü: 1989, 49). Diğer bir ifadeyle sanatın ilk örnekleri ayinlerde or-taya çıkmıştır. Şiirin de ilk örnekleri bu ayinlerde söylenmiştir. En azındanTürk şiirinin, Ş eylân, S ığır ve Yuğ adlarıyla bilinen ayinlerde söylenerek ge-liştiğini bilmekteyiz. Dolayısıyla buralarda söylenen yahut okunan şiirler dedinî içeriğe sahiptir.

Bazı dilbilimciler insanın varoluşuyla birlikte sözün de var olduğu kanı-sındadırlar. Hatta bazı kutsal metinlerde, “önce söz vard ı” denilmektedir. Buifadeyi esas alan bazı dilbilimciler, sözün insandan eski olduğunu düşünmek-tedirler. Her halükarda söz, insanla yahut insandan evvel vardı  ve bu sözebağlı olarak da edebiyat sanatı ortaya çıktı. Demek ki, sözlü kültür içinde ge-lişen edebiyat sanatının kökleri insanlık tarihi kadar eskidir. Dil, insanın yap-tığı yeni keşiflerle, içine girdiği yeni toplum ve medeniyetlerle birlikte deği-şen ve gelişen bir varlıktır. Edebiyat da dile paralel olarak gelişmiş, başlan-gıçta dinî törenlerde söylenen dua ve ilahilerle sınırlı iken, zamanla dünyevî(maddi/seküler) alana doğru dönüşmüştür.

Edebiyat sanatının yegâne malzemesi sözdür, kelimelerdir. Din, bu sözvarlığını zenginleştiren, değiştirip dönüştüren bir özelliğe sahiptir. Diğer birifadeyle din, kendi tefekkürünün ifadesini kendi dilinde taşır . Daha doğrusu,dinî inanç, duygu, düşünce ve tecrübenin oluşturduğu sembollerden oluşan

bir din dili vardır. Bu dil, o medeniyet dairesine giren toplumun dili üzerindeetkili olur. Toplumların geçirdiği tarihî süreç ve içine girilen kültürel ortam-lar, sanatı, sahip olunan dili ve edebî duyguyu geliştirir. Edebiyat ve din öy-lesine iç içedir ki, “dinsiz edebiyat, edebiyatsız din olmaz” düşüncesini temelilke olarak benimseyenler olmuştur. Fuat Köprülü, sanat ve edebiyatın din ileolan bağlantısı hakkında şunları dile getirir:

“Dinin mahiyeti hakkında yapılan tetkikler açıkça ortaya koymuştur ki,günlük hayatın dayanılmaz meşakkatleri ile yorulan fikri eğlendirecek ve din-lendirecek oyun ve sanat gibi şeylere serbest bir saha bırakmak, dinin aslî ta-biatında mevcuttur. Sanatı her ne şekil ve mahiyette olursa olsun, bütün ayin-lerde mevcut bir zarûrî unsur gibi telâkkî etmeli, her dinde mutlaka şiir oldu-ğunu bilmeliyiz… Manevî varlığın muntazam bir surette işlemesi için onaolan ihtiyaç, maddî hayatın devamı için gıdalara olan ihtiyaçtan daha kuvvet-siz değildir, bir toplum ancak onunla varlığını devam ettirip kuvvetlendirebi-lir.” (Köprülü: 1989, 50-51)

Başlangıçta din adamlar ı, aynı zamanda ilk sanatkârlardır. Dinî ayini ida-re eden şaman, bu görevinin yanında, şifacı, büyücü, mûsikî şinâs, rakkas veşairdir. Toplumun en önemli aktörü olan şaman, söylediği şiirlerle sözlü kül-türe, sanata ve edebiyata hayat vermiştir . Bu dönemde Kam, Oyun, Bahşı veOzan gibi isimlerle anılan şair (Köprülü: 1986, 67-69), toplumsal hadiseleridestân şeklinde şiire dönüştürmenin yanında, ölenlerin arkasından sagu, lirikduyguları ifade eden koşuk ve hikmete ilişkin savlar söylemiştir. İslâmlaşmaöncesi bu edebî eserlerde, içinde bulunulan dinin değerlerini, inanç esaslarını,

ilkelerini ve beslediği duyguyu bulmak mümkündür.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 11/261

  5

İslâmlaşmayla birlikte edebiyat ve din ilişkisi daha zengin bir mahiyet ka-zanmıştır. Nitekim Türkler İslâmlaşma sürecinde tabii bir kültür değişimi ya-şamış, yeni bir estetik anlayış içerisinde kendilerini bulmuşlardır. Bu estetikanlayış, dünya görüşünde, yaratılış telakkisinde, hayat ve varlık tasavvurundakendini göstermiştir. Bütün bunlar içine girilen yeni dil havzası  içerisinde

yeni edebî eserlerin hayat bulmasını sağlamıştır. Bu dönemde doğrudan doğ-ruya dinî kaynaktan beslenen edebî eserlerin iki koldan gelişim gösterdiğinisöylemek mümkündür: 

1. Dinî metinleri açıklamayı ve öğretmeyi amaçlayan edebî eserler.

2. Dinî duyguyu ve tecrübeyi aktaran edebî eserler.

Her iki kol da Kur’an, Hz. Peygamber’in sünneti, İslâm Tarihi gibi dinîmetinlerden beslenerek gelişmiştir. Fakat ilkinde, İslâmi ilimlerin temel kav-ramları, mantığı ve metodundan yararlanarak gelişen bir edebiyat vardır. Da-ha doğrusu bu türden eserler, edebiyatın dil ve ifade imkânından yararlanarakdinî düşünceyi ve ilmi birikimi sunan edebî eserlerdir. İkincisinde ise, din di-

linin tecrübeyle, hayatla ve zamanla buluşması söz konusudur. Bu da kendiiçinde iki kategoride kendini gösterir: Sanat ı önceleyen eserler  ve sufi şairle-rin eserleri.

Kitabınızın 2.ünitesinde Türk-İslâm Edebiyatı’nın İslâm î   kaynaklar ını  okuyu-nuz. 

Sanatı önceleyen eserler, dinî duyguyu ve düşünceyi edebî eserde söz vemana sanatlarıyla yoğuran eserlerdir. Şair, her şeyden önce sanatkârdır. Fakatbu sanatını ortaya korken içinde yaşadığı kültürün dil zenginliklerinden ya-rarlanır. Dinî duygu, düşünce ve semboller, bu türden eserler için, sadecebenzetme, tasvir ve çağrışımlar açısından bir araçtır. Oysa sufi şair, dinî duy-guyu yoğun bir şekilde yaşadığından, bizzat tecrübe ettiği ve içselleştirdiği

konuları sanata dönüştürür. Sanat onun için duyumsadığı ve idrak ettiği haki-kati sunmasına yarar. Her ne kadar o edebiyata faydacı nazarla baksa da, yinede eserinde edebî heyecan, zevk ve ahengi ihmal etmez. Bu bakımdan ondahikmetli söz sanata ve lirizme bürünmüştür.

İslâmlaşma sonrası edebî eserler bir bütün olarak değerlendirildiğinde şugörülecektir: İ çine girilen yeni hayatta edebiyat dinden; dinî kültür ve düşün-ce de edebiyattan etkilenmiştir. Bir bakıma bu dönemdeki edebî faaliyetler,dinî kaynaklıdır. Bu edebî anlayış Tanzimat dönemine kadar devam etmiştir.Tanzimat, Fransız aydınlanmasının etkisiyle dünyevî (seküler) algıyı ön pla-na çıkardığından bu dönemde din ve edebiyat ilişkisi etraf ında tartışmalarolmuştur. Yeni dönemde ortaya çıkan bu tartışmaları şu iki soruyla özetle-mek mümkündür: Dinî duygu ve düşünceler edebî eserlere konu olabilir mi?

Edebî eserler dinî düşüncenin oluşmasına ve gelişmesine katk ıda bulunurmu? Bu sorulara cevap arayan edebiyatçılar öncelikle, “edebî eserin bir hede-fi olmalı mıdır?” sorusuyla karşılaşmışlardır.

Bu soru, modern bir sorudur. Çünkü klasik dönem edebiyatçıları, edebîeserin zevke ve duygulara hitabeden estetik yönünden başka, tematik yönününyani öğretici, mesaj verici ve etkileyici taraf ının olmasına da dikkat etmişler-dir. Dolayısıyla onlara göre, edebî eserin hedefi vardır. Edebî eser, ya lirik  (garâmî) ya da didaktik  (hikemî/felsefî) olmalıdır. Oysa Tanzimatla birlikteiçine girilen süreçte Fransız edebiyatından yapılan tercümelerle yeni bir edebîanlayış gelişmiştir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 12/261

  6

 

Batıda Yeni Eleştiri Okulu’ nun kurucusu olarak kabul edilen T. S. Eliot şöyledemektedir: 

“Son yüzyıllarda edebiyat ve din ayrı kurumlar olarak düşünülmüştür. Bu

gerçek, edebî eserlerin belli bir din ve ahlâk ölçüleri dışı

nda değerlen-dirilmesi anlamına gelmemelidir. Edebî eserlerde ifade bulan ahlâk hükümle-

ri, kendileri ister bu değerlerle yaşasın, ister yaşamasın, çağdaş kuşağın tec-rübesinin mahsulleridir. Belli bir dinden kaynaklanan ahlâk hükümlerine göreyaşayan bir toplumda bu hükümler oldukça tutarlıdır. Öte yandan bir devrinahlâk ölçüleri, kendisini meydana getiren dinî kaynaktan koptuğu zaman, ya-ni sadece bir alışkanlık meselesi halini aldığı zaman, değişmeye ve ön yargı-larla değerlendirilmeye mahkûmdur. İşte böyle zamanlarda ahlâk, o devrinedebiyatı taraf ından etkilenebilir hale gelir. Hepimiz biliyoruz ki, bir nesli şa-şırtan değerler, ondan sonraki kuşak için çok tabii sayılabilir. Ahlâk değerle-rindeki değişmelere gösterilen bu uyum, bazen toplumdaki gelişmenin deliliolarak memnuniyetle kabullenilir. Hâlbuki bu değişme olayı, gelişmeden zi-yade, insanların ahlâk hükümlerini ne tutarsız temellere oturtabileceklerinin

bir delilidir.” (Eliot: 1990, 98-99)

Bu yeni edebî anlayış, edebî esere farklı anlamlar yükleyerek yeni bir tar-tışma başlatmıştır. “Edebî eserin bir hedefi olmalı mıdır?” sorusu bu tartışma-ların temelini teşkil eder. Buna göre iki görüş belirmiştir:

1. Sanat sanat içindir.

2. Sanat toplum içindir.

“Sanat sanat içindir” görüşünü benimseyen edebiyatçılar, din ve edebiyatarasında herhangi bir ilişkinin kurulamayacağı ve dolayısıyla da dinin edebîeserin oluşmasında herhangi bir katkısının olamayacağı fikrindedirler. Ancak

bu görüş, edebiyata bir bütün olarak bakan edebiyat tarihçileri taraf ı

ndan ek-sik bulunmuştur. Zira en saf şiirin bile, yazıld ığı çağın, toplumun ve çevrenindüşüncesini, inançlar ını yansıtt ığı muhakkakt ır .

Resim 1.1: Şairler Sultanı Ahmet Paşa şiir okurken (Kaynak: Aşık Çelebi, Meşâirü’ ş-şuarâ, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Bölümü, 772, 50b).

“Sanat toplum içindir” görüşünde olanlar, faydacı düşünceye sahiptirler.Edebî eserin insana iyi, doğru ve güzel olanı öğreteceği ve dolayısıyla da top-

luma yararlı olacağı fikrindedirler. Bunların yaklaşımı, klasik dönemin sanat

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 13/261

  7

anlayışını andırır. Zira edebî eser, tanıt ıcı , öğretici ve hâli tasvir edici olma-lıdır. Bu bakımdan da edebî eser, felsefi düşünce, ilmi bakış ve estetik kaygı-nın yanında dinî mahiyete de sahip olabilir. Dolayısıyla din, edebî eserinoluşmasında etkili olabilir. Sadece din değil, estetikle beraber felsefe, ahlâk,

 psikoloji, sosyoloji, tarih gibi diğer fikir ve ilim alanlar ı da edebiyatla ilgili-

dir. Fakat yine de edebî eserde temel belirleyici husus, estetik bir yapıya sa-hip olmasıdır; bu sebeple de sanat değerini tamamıyla ihmal eden, apaçık gü-dümlü bir edebiyat her zaman tenkide uğrar.

Günümüz edebiyatçıları  edebiyat ve din ilişkisinden yola çıkarak edebîeserleri, dinî edebî eserler  ve  profane (lâ-dînî/dünyevî) eserler  şeklinde ikigrupta tasnif etmişlerdir. Türk edebiyatını da bu tasnife göre ele alan edebiyattarihçileri vardır. Ancak klasik dönem olarak nitelendirilen, İslâmlaşma son-rası süreçle birlikte başlayıp Tanzimat ’a kadar devam edegelen edebî eserleriböyle bir tasnife tabi tutmak güçtür. Çünkü  profane  (dindışı) olarak kabuledilen bazı eserlerde din dilinin sembollerinden yararlanıldığı görülmüştür.

Tanzimat kavramı size ne anlatmaktadır? Araştır ınız. 

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI

Toplum olarak yaşanan büyük hadiseler sanatı etkiler. Sanat, yapısı itibariyle,sübjektif ve şahsi yaşantılara dayalı olsa da, toplumsal hadiselerden uzak dadeğildir. Bir bakıma sanat, gerçekliği estetik ve zevk uyandıran sembollerleifade etmektir. Dolayısıyla göçler, savaşlar, yenilgiler, başarılar ve doğal fe-laketler sanatçı üzerinde derin tesir yaratır. Diğer bir ifadeyle, bu hadiselersosyal değişmeye sebep olduğu gibi, sanat anlayışının,  formlar ın, malzeme-nin ve dilin değişmesine de sebep olur. Sosyal değişme, sosyal ve kültürel

 yapılar da , gözlenebilir farklılıkları  ifade eden bir kavramdır (Turhan:1987,

49). Sanat, sosyal değişmenin göstergelerinden biridir. Toplumdaki değişme-leri sanat eserinden yola çıkarak izah etmek mümkündür.

Tarih içinde sanatın mahiyetine dair birçok teori geliştirilmiştir. Platon, sanatı bir taklit olarak görürken; Aristoteles, gerçeğin taklidi diye nitelendirir. Aristotelese göre, sanatın eğlendirme, eğitme ve ar ındırma etkisi vardır.

Türk toplumunun yaşadığı en önemli değişimlerden birisi  İ slâmiyet ’le ta-nışmasıdır. İslâmiyet, sosyal ve kültürel yapıyı değiştirerek dönüştürmüştür.Bu değişim, sanat ve edebiyatta da görülmüştür. Edebiyat açısından İslâm-laşma, sanat anlayışının, formların, malzemenin ve dilin değişmesidir. Dahasonraki dönemlerde Tanzimat ’la birlikte Batı kültürüyle yakın temasa geçil-miştir. Bu temas, sosyal değişmeye sebep olduğu gibi, sanat ve edebiyatınseyrini de değiştirmiştir. Bu bakımdan Türk Edebiyat ı , tarihi sosyal değişme-

 ye göre üç aşamada ele alını p incelenmektedir . Bunlar:

1.İslâm Öncesi Türk Edebiyatı 

2.İslâm Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı 

3.Batı Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı 

Bu üç dönem, sanat anlayışı, formları, malzemesi, kaynakları ve dili itiba-riyle birbirinden farklı özelliklere sahiptir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 14/261

  8

 

Türklerin kitleler halinde İslâm’a girmesi hangi savaştan sonra olmuştur? Araş-tır ınız. 

 İ slâm Öncesi Türk Edebiyat ı , başlangıçtan İslâm’ın kabul edildiği zamana

kadar sürer. Yazı

 metinleri itibariyle miladi VIII. yüzyı

ldan itibaren başla-yan bu edebiyat, sözlü kültür içerisinde daha eskilere dayanır. Bu dönem, dil,ifade, duyuş  ve zevk itibariyle millî edebiyat dönemi olarak nitelendirilir.Çünkü daha çok göçebe bir toplum özelliğine sahip olunması sebebiyle, baş-ka toplumların ve kültürlerin etkisinden uzak kalınmıştır.

 İ slâm Öncesi Türk Edebiyat ı yazılı ve sözlü olarak gelişmiştir . Yazılı ede-biyatın iki önemli kolu vardır: Köktürk (Göktürk) dönemi ve Uygur dönemi.

Köktürkler, yazılı edebiyatı bulunan ilk devlettir. Bu dönemden geriye ka-lan en önemli eser, VIII. yüzyılın ilk yarısında dikilen Orhon Abidele-ri(Orhon Kitabeleri, Orhon Yazıtları)’dir. Miladi VIII. Yüzyılda Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilmiş olan bu abideler, dil, tarih ve edebi-

yat değeri bakımından önemlidir.

Orhun Abideleri hakkında daha geniş bilgi için Talat Tekin’in Orhun Yaz ıtlar ı (1988) adlı kitabını inceleyiniz. 

İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’nın ikinci kolu, Uygur  dönemidir. Elimizdebu döneme ait zengin malzeme vardır. Çince, Sanskritçe, Toharca, Sogdca veTibetçe’den çevrilen dinî metinlere rastlanmaktadır. Uygurlar, Mani ve Budadinlerine girmişler ve bu kültürlerin etkisiyle eser vermişlerdir. Daha çokBudizm’in etkisiyle, dinî, ahlâkî ve hamâsî eserler yazılmıştır.

Türklerin kabul ettikleri en eski din, Ş amanizm’dir. Şamanizm, doğayatapma, doğaüstü güçlere inanma temeline dayanan bir inanç sistemidir. Ş a-

man yahut kam, bu dinin rehberidir. Aynı zamanda şair de olan şaman yahutkamın söyledikleri şiirler, İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’nın ilk sözlü edebîürünleridir. Bunlar, destanlar , sagular , koşuk lar ve savlar dır. Destanların ço-ğu bu dönemde ortaya çıkmıştır. Türk destanlarından bazıları şunlardır: Yara-t ılış , Al p Er Tunga, Oğuz Kağan, Bozkurt, Ergenekon, Türeyiş ve Göç destan-ları. Bu destanlardan en önemlisi, Oğuz Kağan Destanı’dır.

İslâm öncesi sözlü edebiyat, daha sonraki dönemde Âşık Edebiyatı veyaHalk Edebiyatı’nın oluşmasına kaynaklık etmiştir. Şaman şairin söylediğiSagu, Ağıt ve Mersiyelere ilham teşkil eder. Koşuk lar ise, Koşma, Türkü veŞarkı  gibi edebî eserlerin öncülleri olarak kabul edilebilir.  Manzum olaraksöylenen atasözleri ve hikmetli söz anlamına gelen savlar ise, hikmetli söyle-

yişi, mesel ve irsâl-i mesel sanatını etkilemiştir.Hikmetli söyleyiş, mesel ve irsâl-i mesel sanatı kavramlar ının ne anlama gel-diğini sözlüklerden öğreniniz ve kitabınızın 4. Ünitesini inceleyiniz.

Türk Edebiyatı, İslâmiyet’le birlikte yenilenmiş ve gelişmiştir. İslâm, se-mâvî dinlerin sonuncusudur. Miladi 610 tarihinde Arap yarımadasında doğanİslâm’ı, Arabistan sınırları  dışında ilk kabul edenler İranlılar olmuştur. Bubakımdan  İ slâm edebiyat ı , eski Arap ve  İ ran (Pehlevî) edebiyatlar ının estetik

 formlar ından yararlanarak gelişmiştir . Bilhassa Cahiliye Dönemi olarak nite-lendirilen İslâm öncesi Arap toplumu şiire büyük değer vermiştir. Arap yarı-madasının çeşitli yörelerinde kurulan Ukaz gibi panayırlarda şiir yarışmaları yapılmıştır. Buralarda eleştiri süzgecinden geçirilerek seçilmiş şiirler tomar-

lara yazılarak Kâbe’nin duvarına asılmıştır. Kâbe duvarına asılan bu tür şiir-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 15/261

  9

lere muallakât denir. Bu şiirlerin ve eski İran şiirinin müslüman şairleri et-kilemediği düşünülemez.

Hz. Peygamber’in şairleri olarak bilinen şairler kimlerdir? Araştır ınız.

İslâmî edebiyatı sadece şiire dayalı bir edebiyat değildir. Daha çok şiir yazıl-mıştır; ancak nesirle (düzyazı) de yazılan edebî eserler vardır. Bu eserlerin ilkörnekleri, Arap edebiyatı içinde gelişen mürasalât, makâmât, hikâye ve masaltürüdür. Nesir bu türler içinde gelişmiştir. 

İslâm’ın İran’da yayılmasıyla Türk toplumu da İslâm coğrafyasıyla kom-şu olmuştur. Böylece Türk illeri ve boylar ı İslâm’dan haberdar olmaya başla-dılar. Zamanla gelişen ticari ve siyasi ilişkiler, Emevîler  devrinde askeri iliş-kiye dönüşmüştür. Bu ilişki, Emevîler’in Horasan valisi Kuteybe b. Müs-lim’in Mâverâünnehr’i ve oraya sınır olan bölgeleri fethetmesiyle gelişmiştir.Böylece Türkler arasında gelişen İslâmlaşma süreci, daha sonraki dönemler-de Ebû Müslim Horasânî ’nin ve komutanlarının çaba ve gayretleriyle hız ka-

zanmış ve güçlenmiştir. Özellikle Sâmânîler (892-999)’in Mâverâünnehir veAzerbaycan’a kadar sınırlarını  genişletmeleri, buralardaki Türkler’in İslâm-laşmasını  sağlamıştır. Ancak Karahanlı hükümdarı  Satuk Buğra Han’ın İs-lâm’ı kabulüyle Türk illerinde yeni dini kitleler halinde kabuller başlamıştır.Türkler’in İslâm’la tanışması ve kabulü dört asır sürmüştür. Bu süreç içeri-sinde, sosyal ve kültürel değişme kemale ermiştir. Böylece Karahanlılar dö-neminde, Türk-İslâm Edebiyatının ilk eserleri de yazılmaya başlanmıştır.

Türk-İslâm Edebiyatı’nın ilk eserlerini tanımak ve bu süreci değerlendirmekiçin kitabınızın 5. Ünitesindeki ilgili bölümü okuyunuz. 

Türk-İslâm Edebiyatı’nın Tanımı 

Türkler, Müslüman olmadan önce Şamanizm, Budizm ve Maniheizm gibidinleri benimsemişlerdir. Fakat ne eski Türk dini olarak nitelendirilen Şama-nizm, ne de diğer dinler ve kültürler, Türk diline ve edebiyatına büyük hamleyaptıracak bir kudret göstermiştir (Banarlı: 1987, 81).

Ziya Gökalp eski Türk dinini toyunizm adıyla nitelendirerek millî bir din tasav-vur etmiştir. Prof. Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi   adlı  kitabındatoyunizmin Budizmden başka bir şey olmadığını  ifade ederek, Türkler’in eskidinini Şamanizm olarak isimlendirmek gerektiğini söyler. 

İslâm, Türk toplumlarının medeni hayatında etkili olmuş, sosyal ve kültü-rel alanda büyük değişmeler yapmış, dili ve edebiyatı  geliştirmiştir. Türk-

İslâm Edebiyatı, her şeyden önce bu yeni edebiyatın adıdır. Diğer bir ifadey-le bu terim, hem müslüman hem de Türk olan şair ve yazar ın ortaya koyduğuedebî etkinlikleri ifade eder. Bu tanım genel bir tanımdır ve iki temel kavra-ma dayanır. Bunlar, Türk ve  İ slâm kavramlarıdır. Buradaki Türk, bir kültürcoğrafyasını  işaret etmektedir . Bu kültür coğrafyasında Türkçe’den başka,Arapça ve Farsça’yı da içeren zengin bir dil varlığı bulunmaktadır. Dolayı-sıyla herhangi bir edebî eserin Türk-İslâm Edebiyatı içerisinde değerlendiril-mesi için, bu esere hayat veren sanatkârın etnik olarak Türk olması zorunludeğildir. Temel belirleyici husus, edebî eserin, bu kültür coğrafyasında  ya-zılmış  olması  ve Türk kültür değerleriyle  uyumlu olmasıdır. Bu bakımdanTürk-İslâm Edebiyatı, özellikle  Osmanlı  Devleti döneminde İranlı, Arap,Boşnak, Arnavut gibi farklı etnik kökenden gelen edebiyatçıların yazdıkları 

eserleri de içine alan geniş bir edebî alanı ifade eder.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 16/261

 10

Türk-İslâm Edebiyatı,  İ slâm Öncesi Türk Edebiyat ı’na millî edebiyat  özelliği kazandıran millî üslûp ve karakteri yok saymamıştır. Millî üslûp, dil,hece vezni, dörtlüklerle oluşan nazım şekilleri ve kafiye anlayışıyla belirgin-lik kazanır. Bu üslûp, Türk-İslâm Edebiyatı  içinde kullanılarak gelişmiştir.

 Halk Edebiyat ı , Aşık Edebiyat ı ve Tekke Edebiyat ı gibi isimlerle nitelendiri-

len edebî faaliyetler millî üslûpla varlık kazanmıştır. Tanzimat’tan itibarengelişen ve devam eden yeni edebî anlayışta millî edebiyatın formları şairleriçin yeni imkânlar sunmuş; âşık yahut tasavvuf edebiyatı geleneğinde yetiş-memiş şairler de millî üslûpta şiirler yazmışlardır. Türk milletini diğerlerin-den ayıran değerler manzûmesi olan millî karakter ise, edebî eserde işlenenyiğitlik, bilgelik ve doğruluk gibi kavramlar, ışık, ağaç, bozkurt, kadın, at vesu gibi imgeler ve mitolojik temaları ifade eder. Millî karakter, İslâmlaşmaylabirlikte yeni bir ruha bürünmüştür. Bu ruhun temelinde tevhit  ve iman vardır.

Sözlü kültürde aktar ılarak gelen bazı destanlar ın, özellikle de Oğuznameler’inİslâmlaşma sonrası  İslâmi karakter kazandığı  bilinmektedir. Bu bakımdanDede Kokut Oğuznameler’i dikkat çeker. 

Türk-İslâm Edebiyatındaki ikinci kavram, İ slâm’dır. Buradaki İslâm kav-ramı, doğrudan doğruya İslâm dinini ifade etmekle birlikte, dinin kültürel vetarihi mirasını  da ihtiva etmektedir. Daha doğrusu bir esere İslâmîlik vasf ı kazandıran şey, sadece Kur’an ve Sünnet kaynaklı olmak değildir; aynı  za-manda o esere üslûp ve karakter kazandıran kültürel değer ler, tarihi miras ve

 formların da olması gerekir. Bu bakımdan İslâm bir medeniyetin adıdır.Bumedeniyet, her hususta olduğu gibi zevk ve edebiyat hususunda da farklı dil-leri konuşan ve farklı  edebiyatlara sahip olan müslüman milletleri etkisinealmıştır. Dolayısıyla Türk-İslâm Edebiyatı, millî üslûp ve karakteri içindebarındırdığı gibi, ortak İslâm kültür ve medeniyetinin üslûp ve karakterine desahiptir.

Bu konuda M. Fuad Köprülü Türk Edebiyat ı  Tarihi ’nde şu değerlendirmeyiyapar: 

“İslâmiyetten evvel kavmî bir takım husûsiyetlere mâlik olan Arab Edebiyatı,«Sâsânîler» devrindeki İran Edebiyatı, «Tu-kiie»ler zamanındaki Türk Ede-biyatı birbirinden pek derin farklarla ayrılıyordu; hâlbuki İslâmiyet’ten sonra,Arab edebiyatı  -başka medeniyetlerle ve meselâ İran'la temas neticesinde-eski çöl edebiyatından çok farklı bir hâle geldiği gibi, Arab istilâsından yüz-yıllarca sonra meydana çıkabilen İslâmî İran Edebiyatı da, birçok bakımlar-dan, İslâmî Arab edebiyatına benzedi; Türkler, İslâmiyet dâiresine lâyıkıylagirdikleri sırada, Arab ve Acem'lerin müşterek mahsûlü olarak «Klâsik biredebiyat» ve ona dayalı  olan bir takım umumî «edebiyat esasları» takarrüretmişti.” (Köprülü:1986, 99) 

Türkler, İslâmlaşma sonrası bir edebiyat vücuda getirmek istediklerinde,önceki tecrübelerden yararlanmışlardır. Her şeyden önce komşuları olan İran-lıların  edebiyatı, anlayış, form, estetik değer ve dil bakımından klasik biredebiyat halini almıştı. Bu sebeple de Türk sanatkârlar, İran-İslâm Edebiya-tı’nın şekil ve esaslarını alarak edebî eserler yazdılar (Köprülü: 1986, 117).İranlı şair ve yazarların da Arap-İslâm Edebiyatından yararlandığı düşünülür-se, Türk-İslâm Edebiyatının mahiyeti daha iyi anlaşılmış  olur. DolayısıylaTürk-İslâm Edebiyatı’nın, millî karakter ve üslûbu, ortak İslâm kültürü vemedeniyetinin karakteri ve üslûbuyla mezceden edebî eserleri içerdiğini söy-leyebiliriz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 17/261

 11

 

Cumhuriyet döneminde Türk-İslâm edebiyatının temalar ını  kullanarak şiiryazan şairler var mıdır? Araştır ınız. 

Türk-İslâm Edebiyatı

’nı

n Kapsamı

 Türk-İslâm Edebiyatı, İslâmlaşma sonrası edebî hayatı  ifade eder. Bu edebi-yat, Karahanlılar devrinde Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Biligile başlamıştır. Bu edebiyat, Türklerin Ortadoğu ve Anadolu’ya doğru cere-yan eden göçleri neticesinde, yeni coğrafyalar, kültürler ve dillerin keşfiyletekâmül etmiştir.

Kronolojik olarak Karahanlılar döneminde ilk ürünlerini veren bu edebi-yat, Selçuklular döneminde gelişmiş ve Osmanlı döneminde klasikleşmiştir.Bu tarihi seyir, edebî eserin özünde herhangi bir değişikliğe sebebiyet ver-mez. Çünkü bu üç dönemde de sanatkâr, İslâm ilimlerinin ve düşüncesininimkânlarından yola çıkarak eserini yazmıştır. Dünya görüşü, hayat ve varlık

anlayışı, sanata yüklediği anlam, edebî eserden beklentileri gibi temel konu-lar aynıdır. Bu aynilik, Tanzimat ile birlikte kırılmaya uğrayacaktır. Tanzi-mat , III. Selim döneminden itibaren bir devlet politikası olarak uygulanmayakonan ıslahat hareketlerinin neticesi olarak hayata geçirilen modernleşme veyenilenme döneminin adıdır. 1839 yılında Gülhane Hatt-ı Ş erîfi’nin okunma-sıyla başlayan bu süreç, bir kısım sosyal ve kültürel değişmeleri içerir. Budeğişim yeni edebî anlayışı da beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla bazı ede-biyat tarihçileri, İslâm uygarlığı  çerçevesinde gelişen Türk-İslâm Edebiya-tı’nın yerini Tanzimat Edebiyatına bıraktığını  ileri sürmüşlerdir (Levend:1962, 3).

Resim 1.2: Türk-İslâm Edebiyatı Karahanlılar döneminde başlamııştır

Kaynak: Çetin, O (2009), Türk-İ slâm Devletleri Tarihi , Düşünce Kitabevi, Bursa.

Tanzimat bir devlet politikasıdır. Bu politikaya bağlı  olarak uygulananzorunlu kültür değişimleri, zamanla Batılı  değerler, düşünceler ve bilgilerlebirlikte gelişen yeni estetik zevki ve anlayışı toplumda egemen kılmıştır. Fa-kat şu var ki, bütün bu değişimler, her ne kadar bir kısım zihni değişimleri be-raberinde getirse de millî üslûp ve karakteri bütünüyle etkisi altına alamamış-tır. İslâmiyet’le birlikte millî karakter ve üslûp, tevhitçi dünya algısıyla yenibir şekil almıştır. Dolayısıyla Tanzimat döneminde uygulanan değişim politi-kaları, şiirde bir kısım biçimsel ve tematik değişikliklerin yanında, düz yazıda

roman, hikaye,  f ıkra, tiyatro  ve makale gibi yeni türleri ve formları kazan-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 18/261

 12

dırmıştır. Batı’da gelişen maddeci görüşlere dayalı  felsefe okullar, bilim vesanat anlayışları, din tasavvurları ve algıları zaman içinde Türk aydınını etki-si altına almıştır. Bu etki, doğal olarak zihni değişmi beraberinde getirmiştir.Böylece seküler (dünyevî) konuların ağırlıklı varlığını gösterdiği yeni bir sa-nat anlayışı  gelişmeye başlamıştır. Bu yeni anlayış  içinde gelişen edebiyat,

Batı  Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı  olarak nitelendirilmekte-dir.

Batı Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı iki koldan gelişme göste-rir:

1.Devam eden klasik edebiyat,

2.Yeni edebiyat.

Kasideleri, gazelleri, mesnevileri, manzum ve mensur eserleriyle kendineözgü bir dünya anlayışını  aksettiren ve klasikleşen İslâm Kültürü EtkisindeGelişen Türk Edebiyatı, bu dönemde de varlığını korumuştur. Kullanılagelenbiçim, form ve zihniyetle eserler telif eden şair ve yazarların var olduğu birgerçektir. Hatta bu şairlerin bir araya gelerek Encümen-i Ş uarâ adıyla bir top-luluk oluşturdukları da bilinmektedir.

Encümen-i Şu’arâ topluluğu hakkında bir araştırma yapınız. Bu şairlerdenüçünü zikrediniz. 

Yeni edebiyat, klasik edebiyatın aksine, daha çok nesre dayanan, tiyatro,hikâye, makale, f ıkra gibi yeni edebî türlerle birlikte, dindışı temalara öncelikveren bir sanat anlayışını  ifade eder. Bu edebiyat, eskiye ait unsurların birkısmını  tasfiye eden, yaşatmak zorunda olduğu unsurları  ise yaşanan sosyalve kültürel değişmenin gerektirdiği dil, tema ve  form yapısı  ile kaynaştıran

bir edebiyattı

r. Bu sebepledir ki, her ne kadar yeni türlere, dil, tema

ve forma

sahip olsa da içinde eski olarak nitelendirdiği kültürden izler de taşır. Dolayı-sıyla bu dönem de ve daha sonraki dönemler de Türk-İslâm Edebiyatı içindeele alınıp incelenmesi mümkün olan eserlere sahiptir. Şu halde Türk-İslâmEdebiyatı, Karahanlılar döneminden başlayan ve devam eden bir edebiyattır.

Necla Pekolcay, VI. Millî Türkoloji Kongresi’ne sunduğu “Yahya Kemâl’in ŞairOlarak İslâmî Türk Edebiyatındaki Yeri” başlıklı bildirisinde şunlar ı söylemek-tedir: 

“Şiir bâzı şahsiyetler için his ve inançları en iyi şekilde anlatma vasıtası-dır. Yahya Kemâl de, bu guruba dâhil etmemiz gereken şahsiyetlerden biriolarak, İslâmî Türk Edebiyatı içinde belirli bir yere sahip olmuştur.

Yahyâ Kemâl'in yetiştiği devrede, İslâmî ve millî kültürün birçok sanat-kârlar üzerindeki te'siri bârizdir. Fakat bu te'sir, bâzılarında sathî, bâzılarındaderin izlerle kendini gösterir. Yahyâ Kemâl ikinci tür sanatkârlardandır. Ya-şadığı her an ve yerde, şâirimizin milletini ve dînini hemen dâima hatırladığı,bu meyanda da eski ve yeniyi his ve ifadesiyle mezcettiği görülmektedir. Ay-nı zamanda, onun şiirinin, hakîkat ve hayâlin karıştığı gidiş yolu içinde millîve dinî duygu da birleşmektedir.

İslâmî konuları, bu hususta sâhib olduğu kültür sayesinde, gereğince sıra-layıp işleyebilen Yahyâ Kemâl, vatanının her parçasına ve milletinin fertleri-ne karşı  duyduğu içten sevginin ve millî kültüre vukufunun sâyesinde de,Türk milletini ve Türk vatanını  lâyıkı  ile tanıtabilmiş, vatan ve vatandaşı 

kendi öz benliğiyle kaynaştırmıştır. Milletine güvenme ve en zor anlarda bile

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 19/261

 13

ümit, onda dâimâ mevcuttur. Onun için, zaferlerimiz birer cihad sonucudur;aydınlık, ışık timsâlidir.” (Pekolcay:1986, 81)

Tarihi açıdan geniş bir alana sahip olan Türk-İslâm Edebiyatı’nın, edebîeserin içeriği itibariyle sınırlandırılması mümkündür. Bilhassa yeni edebiyat

içinde, dinî ve tasavvufi konular ı ele alan edebî eserler ve doğrudan doğruyadinî ve tasavvufi konularda yazılmamakla birlikte,  tasavvurlar ı , imgeleri vemotiflerinde bu kaynaklardan yararlanan eserler  Türk-İslâm Edebiyatı için-de değerlendirilebilir.

Türk-İslâm Edebiyatı’nın Hedefi

Sanat eserinin hedefinin olup olmayacağı konusu tartışmalıdır. Genel olarakedebî eserin, zevke, duygulara hitabeden estetik yönü ile birlikte mesajının daolacağı  düşünülmüştür. Bu bakımdan Türk-İslâm Edebiyatı  içinde yazılaneserleri iki gurupta ele almak mümkündür:

1. Dinî-tasavvufi bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi öğretmek amacıyla yazılaneserler.

Bu guruba giren eserler de kendi içinde ikiye ayrılırlar:

a. Okuyucuda edebî bir zevk ve heyecan oluşturan eserler. Bu eserler, di-nî-tasavvufi bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi estetik kaygılarla sunaneserlerdir. Bu eserlere örnek olarak, hilyeler, mevlidler, na’tlar, müna-cat ve tevhidler gibi dinî-edebî türlerin yanında hikemî tarzda yazılanşiirleri de gösterebiliriz.

b. Okuyucuda edebî bir zevk ve heyecan oluşturmaktan ziyade doğrudan

doğruya öğretici olan eserler. Bu eserleri didaktik edebî eserler olaraknitelendirmek mümkündür. Bu türden eserlerde temel amaç öğretmek-tir. Dolayısıyla estetik kaygı ikinci planda yer alır. Bu tür eserlere ör-nek olarak, menâsik-i hac, ilmihal kitapları, tarîkat-nâmeler ve bazı ta-savvufi mesnevileri gösterebiliriz.

2. Dinî-tasavvufi verilerden yararlanan edebî eserler.

Bu guruba giren eserler, dinî-tasavvufi kaynaklardan, bilgi ve tecrübedenyararlanan ve bunları  söz ve mana sanatları  içinde değerlendiren eserlerdir.Bunlar, eskilerin garâmî diye nitelendirdikleri lirik eserlerdir. Temel ilkesisanattır. Dolayısıyla bir mesaj taşıma niyetinde değildir. Bu türden eserler, dilvarlığını, bakış açısını ve kavrayışı geliştirmeleri bakımından önemlidir.

İlahiyat eğitimi ve araştırmalar ında Türk-İslâm Edebiyatı’nın önemine ilişkin şudeğerlendirmeler önemlidir: 

“Dînî Edebî türlere ilişkin yapılan çalışmalar, geleneksel dil formlarını günümüze taşımaktadır. Meselâ münâcâtlara dair çalışmaların, Kelâm ve ta-savvuf araştırmalarına zemin oluşturması beklenir. Osmanlı şairlerinin hemenhepsi münâcât yazmıştır. Bunların her şeyden önce Tanrı tasavvurları, kutsalolanı tasvirleri, hitap formları, varlık ve ahlak felsefesi açısından ilâhî olanı anlama çabaları gibi hususlar dikkat çekicidir. Aynı durum tevhîd ve esmâ-ihüsnâ türleri için de geçerlidir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 20/261

 14

Tasavvuf edebiyatı araştırmaları, derûnî dil kazanımına katkı sağlayacak-tır. Derûnî dil, dînî duygunun dilidir. Sûfî şairin sübjektif tecrübeleri, dînîolanı içselleştirmelerine imkân vermiştir. Bu bakımdan derûnî dil, tecrübenindilidir. Daha doğrusu ilâhiyat araştırmalarında üzerinde durulan ve çözüm-lenmek istenen konular, ne kadar dışarıdan bakarak anlamaya, tahlil ve tenkit

etmeye çalışılırsa çalışılsın, o kadar da içten bakmayı gerektirir. İçten bak-mak, tecrübe etmek yahut bir tecrübeden yola çıkarak tahlil ve tasvir etmek-tir. Bu bakımdan her ilâhiyat araştırmacısı, biraz da din felsefecisidir ve ken-dine has bir dil geliştirmek durumundadır. Derûnî dil, bu kendine haslıkla or-taya çıkar. Bu dili, Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî, Yûnus Emre, Sun’ullâh-ı Gaybî gibi bilge şairler üzerinde yapılan çalışmaların izini sürerek öğrenmekmümkündür.” (Kemikli:2009, 50)

Türk-İslâm Edebiyatı ve Diğer Bilimler

Türk-İslâm Edebiyatı kavramının iki boyutu vardır: Birincisi, bu alanda orta-

ya çı

kan edebî eserleri; ikincisi ise, bu edebî eserleri inceleyen edebiyat bili-mini ifade eder. Edebiyat eseri, her şeyden önce bir sanat eseri olması sebe-biyle, onun kendine mahsus (öznel), sübjektif  ve gerçeğimsi (kurgusal) bir di-li varıdır. Bu dil, bilimin araştırmaya, incelemeye ve gözleme dayalı gerçek-lik ifade eden dilinden farklıdır. Edebiyat bilimcileri ve eleştirmenler, bu ikifarklı dilin ilişkisini değerlendirmişlerdir. Bazıları bu iki dilin bir araya gele-meyeceğini, dolayısıyla edebî eserin bilimle herhangi bir ilişkisinin olamaya-cağını ileri sürmüşlerdir. Kimi edebiyatçılar ise, edebî eserin ilmi kaynaklar-dan ve bilimsel tespitlerden yararlanacağını söylemişlerdir. Hatta edebî ese-rin, ilmi kanaatleri ve bilimsel sonuçları geniş kitlelere tanıtacağını, ona meş-ruiyet kazandıracağını ve kültürel bir değere dönüştüreceğini düşünenler devardır.

Edebiyat ve bilim ilişkisine dönük farklı  yaklaşımlar ı  değerlendirmek için,Mermi Uygur’un İ nsan Aç ısından Edebiyat   adlı  kitabından Edebiyatta Bilgibaşlıklı denemeyi okuyunuz. 

Türk-İslâm Edebiyatı, hedefi olan bir edebiyattır.  Bilgiye dayalı  edebîeserler in yanında, hikemî tarzda didaktik eserler de yazılmıştır. Kur’an ter-cümeleri, Hadis tercüme ve şerhleri, Siyer-i Nebiler, Mirâciye, Menâsik-i

 Hac ve Akâidnâme gibi türlerde görüldüğü gibi, doğrudan doğruya  İ slâmiilimlerle alakalı edebî eserler yazılmışt ır . Bu türden eserlerin, öncelikle Tef-sir, Hadis, İslâm Tarihi, Fıkıh ve Kelâm gibi İslâmî ilimlerin kaynaklarındanve kavramlarından yaralanarak yazıldığı bir gerçektir. Bunlardan başka, gö-rünürde her hangi bir temayı öğretme amacı olmayan lirik şiirler, sosyal vesiyasi konuları  tasvir eden eserler, devlet erkânına sunulan kasideler ve aşkhikâyelerini konu edinen mesneviler gibi sanat yönüyle öne çıkan edebî eser-lerde de temel İslâmî ilimlerin ve devrin ilim anlayışının izleri görülebilir. Budemektir ki, Türk-İslâm Edebiyatı içerisindeki edebî eserlerin bilimlerle iliş-kileri iki açıdan izah edilir:

1. Sanatkâr, dönemin ilimlerini, edebî form içerisinde manzum ve men-sur telif etmiştir.

2. Sanatkâr, dönemin ilim ve bilim anlayışından yararlanmış ve bunlarınkavramlarını estetik değere dönüştürerek kullanmıştır.

Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm ilim ve kültür ortamının içinde doğmuştur.

Bu edebiyata hayat veren sanatkârın varlık ve güzellik anlayışı, dünya tasav-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 21/261

 15

vuru, hayat algısı ve estetik telakkisinde Tasavvuf  ve  İ slâm Felsefesi’nin de-rin izleri görülür. Kur’an ve Hadisler, sanatkârın tercüme, iktibas ve telmih gibi sanatlarla müracaat ettiği temel kaynaklardır. Bu temel kaynaklardanbaşka, Hz. Peygamber’i, dönemini, ailesini ve dört halifeyi anlatan ve muci-zeleri nakleden  İ slâm Tarihi (Siyer-i Nebî) ve diğer peygamberlerin hayatla-

rını anlatan K ısâsu’l-enbiya türü eserler sanatkârın sıkça başvurduğu kaynak-lardır. Aynı zamanda herhangi bir şiirde, eski kültürlere, efsane ve mitlere aitbilgiler veren tarih ve halk kitaplar ı, dönemin sağlık anlayışını ele veren t ı pkitaplar ıyla tabiat bilgileri, gelenek ve göreneklerin tasviri, savaş  ve cenkbilgisi, atçılık ve okuçuluk gibi devrin spor anlayışını ele veren bilgiler  ve ta-rihi hadiselerin izine rastlamak mümkündür. Ayrıca bu dönem eserlerde, ki-mi uydurma (bâtıl) ve doğru (hakîkî) bilgiler içeren kimya, simya, nücûm, zâ-

 yiçe, reml, sihir, t ılsım, k ı yâfet  ve mûsikî  gibi ilimlerin kavramlarını ve bilgi-lerini de bulabiliriz.

Türk-İslâm Edebiyatı’nın metinlerinin bir bölümü, dinî-edebî türler  ola-rak bilinen, satır arası veya manzum Kur’an tercümeleri, Kırk Hadis, Hilye-i

Şerîf, manzum ilmihal, akaidnâme, Kâbe-nâme, Siyer-i Nebî, Tasavvufnâmeve pendnâme gibi doğrudan doğruya dinî, ahlâkî ve tasavvufî konuları  elealmaktadır. Bunlardan başka, cenknâme, sihhatnâme ve kıyâfetnâme gibi ta-rih, sağlık ve ilm-i kıyâfet konularını anlatan eserler de yazılmıştır.

Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için kitabınızın 7. Ünitesindeki türler, 9. Üni-tesindeki dinî-edebî türler ve 10. Ünitesindeki Tasavvuf bölümlerini inceleyiniz.

Edebiyat bilimi olarak Türk-İslâm Edebiyatı, hem geleneksel hem de mo-dern bilimlerle ilişkilidir. Edebiyatçı, sanat eserini analiz edebilmek için ese-rin yazıldığı dönemdeki bilgi anlayışını ve ilimleri dikkate almak durumun-dadır. O, analizleri, kendi döneminin dil ve anlayışıyla takdim edebilmek içinde filoloji, tarih, coğrafya, sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi bilimlerin kuram

ve kavramlarına aşina olmalıdır.Bu konuda ayr ıntılı bir bilgiye ulaşmak için İsmail Çetişli’nin Edebiyat Sanat ı ve Bilim (Ankara, 2007) adlı kitabını okuyunuz. 

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI VE İSLÂMLAŞMA

Türkçede  İ slâmlaşmak, İslâmiyet’i benimsemek, Müslüman olmak, İslâmi-yet’e yönelmek, İslâmî mahiyet kazanmak gibi anlamlara gelir. Sosyolojikbir terim olan İslâmlaşma ise, bireyin yahut toplumun İslâm diniyle tanışma-sı  ve bu dinin esaslarını  benimsemesi anlamında kullanılan bir kavramdır.Edebiyatın, bireysel ve toplumsal değişmeyi ifade eden İslâmlaşmaya katkısı olmuş mudur? Diğer bir ifadeyle Türk-İslâm Edebiyatının, Türkler arasındaİslâm’ın yayılmasında ve benimsemesinde herhangi bir katkısı olmuş mudur?Bu sorular dikkate alınarak Türk-İslâm Edebiyatının eserlerini dört bölümdeele almak mümkündür. Bunlar:

1.  İ slâm inancının , düşüncesinin ve değerlerinin anlaşılmasını  ve öğrenil-mesini sağlayan eserler.

2 . İ slâm inancını, düşüncesini ve değerlerini yayma (tebliğ) niyetiyle yazı-lan eserler.

3. Sadece sanatı önceleyen, ancak kullandığı dil, sembol ve mazmunlar la İs-

lâm dinine ilginin oluşması

 sağlayan eserler.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 22/261

 16

4. Herhangi bir dinî sembol ve mazmundan yararlanmayan, sadece estetikdeğerleri öne çıkartan eserler.

Bu tasnif içerisinde, doğrudan doğruya İ slâm inancını, düşüncesini ve de-ğerlerini yayma (tebliğ) niyetiyle yazılan eserler pek azdır. Doğrudan doğru-

ya dinî telkin (tebliğ) maksatlı eserlerin yerine, İ slâm inancının , düşüncesininve değerlerinin anlaşılmasını  ve öğrenilmesini sağlayan eserler yazılmıştır.Bu anlamda, Türk-İslâm Edebiyatının ilk ürünü olan Kutadgu Bilig’den baş-lamak üzere pek çok eser adı zikredilebilir. Bir siyâsetnâme olarak da nite-lendirilen Kutadgu Bilig, İslâm ahlakını ve değerlerini sembolik bir dille tak-dim eder. Bunu takip eden  Atabetü’l-Hakâyık , baştan itibaren bir ahlak vedeğerler kitabıdır.

Dinî-tasavvufî edebiyatın ilk temsilcisi olarak görülen Hoca AhmetYesevî’nin hikmet adını  verdiği şiirleri, dinî ve tasavvuf yolunu öğretmeyiamaçlayan manzumelerdir. Bununla birlikte hikmetler, ata diye nitelendirilendervişler ve âşıklar taraf ından kopuz eşliğinde ilâhî olarak okunmuştur. Mu-

sikîyle şiirin birleşmesi, atanı

n şamanı

 andı

rması

 bu kültüre aşina olan halkı

 etkilemiş ve onların Müslümanlığı benimsemesini sağlamıştır. Belki bu özel-liği dolayısıyla hikmetler, dinî düşünceyi ve inancı  yayma niyetinde olanedebî eserler olarak nitelendirilebilir.

 Ahmet Yesevî’nin şiirleriyle başlayan hikmet geleneğinin günümüzdeki izlerineilişkin olarak şu adrese başvurabilirsiniz:

http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/33-231-252.pdf

Hikmet geleneği, Anadolu’da Yunus Emre’nin sehl-i mümtenî üslûbuyla söylediği şiirlerle yeni bir tarza bürünmüştür. Yunus Emre, halkın kolaycaokuyup anlayacağı bir dille yazmıştır. Bu yüzden de yazılı edebiyatı olduğu

kadar, belki de ondan daha çok sözlü edebiyatı

 da etkilemiştir. BöyleceYu-

nus tarzı yahut Yunus üslûbu  adı verilen bir edebî anlayış ortaya çıkmış veYunus Emre pek çok şair taraf ından taklit edilmiştir. Yunus ve takipçilerininşiiri, dinî-tasavvufi düşüncenin ve inançların Anadolu ve Rumeli’de yaygın-lık kazanmasını sağlamıştır.

 İ slâm inancının , düşüncesinin ve değerlerinin anlaşılmasını  ve öğrenil-mesini sağlayan eserleri içeren dinî edebî türlerin her biri, aynı zamanda dininyayılmasına da katkı sağlamıştır. Bunlardan farklı olarak sözlü ve yazılı ede-biyat içerisinde gelişen ve halk irfanını besleyen Dede Kokut Hikâyeleri, Hz.Ali Cenknâmeleri, Hamzanâmeler, Battal-nâmeler, Fütüvvetnâmeler,Menâkıbnâmeler, Sohbetnâmeler ve gaza fikrini oluşturan bazı gazavatnâmeler de İslâm ahlak ve değerlerini aktaran eserlerdir. Mevlânâ

Celâleddin-i Rûmî (ö. 1273)’nin  Mesnevi’si, Âşık Paşa(ö.1333 )’nınGaribnâme’si, Süleyman Çelebi (ö. 1422)’nin Vesiletü’n-necat ’ı, YazıcızâdeMuhammed Bîcân (ö.1451)’ın  Muhammediye’si ve Eşrefoğlu Rûmî (ö.1484)’nin Müzekki’n-Nufûs’u gibi eserler, dinî-tasavvufi düşünceyi geliştirenve halk irfânını besleyen eserlerdir.

Sanatı öncelemekle birlikte kullandığı dil, sembol ve mazmunlar la İslâmdinine ilginin oluşmasını  sağlayan eserler de yazılmıştır. Leylâ vü Mecnûn,Mantıku’t-Tayr, Gül ü Bülbül, Şem ü Pervâne, Bülbülnâme ve Hüsn ü Aşkgibi eserler; sanat ve estetik özellikleri öne çıkan eserlerdir. Bu eserlerde elealınan konu, tasavvuf düşüncesinin aşk ve güzellik anlayışından; sabır, yal-nı zlık, çile ve gaye gibi idealizmi besleyen fikirlerinden yararlanılarak oluştu-

rulan alegorik sembollerle sunulmuştur. Türk-İslâm Edebiyatı

n en seçkin

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 23/261

 17

eserleri olan bu türden aşk mesnevileri, İslâm sanatına ve dolayısıyla İslâmdüşüncesine ilginin oluşmasını  sağlamıştır. Bunlardan başka Hayriye gibi,sanat ve estetik yönü hikmetle buluşturan öğretici eserlerin de bu ilgiyi geliş-tirdiği söylenebilir.

Görüldüğü gibi, Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm dininin anlaşılmasını, kav-ranmasını ve yayılmasını sağlayan eserlerin yazıldığı bir edebiyattır.

Özet

 Din ve edebiyat ı ilişkilendirebilmek.

Dile bağlı bir sanat olan edebiyat, başlangıçta dinî törenlerde ortaya çıkmıştır.Zamanla dindışı konulara doğru kayan edebiyat sanatının, dinî duygu ve tec-rübeye olan ilgisi hiçbir zaman bitmemiştir. Din dili, edebiyat ve şiir dilinibeslemiştir. Edebiyat da dinî düşünce, inanç ve değerlerin tanıtılması, anla-şılması ve öğretilmesi için imkanlar sunmuştur.

Türk- İ slâm Edebiyat ının tanımlayabilmek.

Türk tarihi içerisinde en önemli hadiselerden birisi İslâmlaşmadır. İslâmlaş-ma, millet olarak yaşanan toplumsal ve kültürel değişimi ifade eder. Bu deği-şimle birlikte Türkler, yeni bir kültür coğrafyasının içine girmişlerdir. Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm öncesi gelişen millî edebî formların yanında, içine gi-rilen İslâm kültür coğrafyasının estetik değerleri, güzellik ve varlık anlayışı,bilgi telakkisi, dil zenginliği ve mûsikîsinden yararlanılarak ortaya çıkarılanedebiyattır.

Türk- İ slâm Edebiyat ı

n kapsamı

 açı

klayabilmek.İslâmlaşma sonrası  edebî hayatı  ifade eden Türk-İslâm Edebiyatı,Karahanlılar devrinde Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı  Kutadgu Bilig ilebaşlamıştır. Tanzimat sürecinde Batı tarzı yeni bir edebiyat arayışının başlan-dığı dönemlerde, bu arayışlara uygun olarak form değiştirmiş ve günümüzedeğin devam etmiştir. Bu kronolojik süreklilikle birlikte, edebî eserin içeriğiesas alınarak alanın sınırlandırılması mümkündür. Buna göre, dinî ve tasav-vufi konuları  ele alan edebî eserler  ve doğrudan doğruya dinî ve tasavvufikonularda yazılmamakla birlikte,  tasavvurları, imgeleri ve motiflerinde bukaynaklardan yararlanan eserler Türk-İslâm Edebiyatı  içinde değer-lendirilmektedir.

Türk- İ slâm Edebiyat ının diğer bilim dallar ı yla ilişkisini belirleyebilmek.

Edebî eserler yazıldığı dönemlerin bilimlerinden, kültür ve sanat anlayışındanetkilenirler. Edebiyat dili bu etkiyle oluşan bir dildir. İslâm ilim, kültür ve sa-nat ortamının içinde doğan Türk-İslâm Edebiyatı, Tefsir, Hadis, Tasavvuf gi-bi temel dinî ilimlerin yanında, kimya, simya, nücûm, zâyiçe, reml, sihir, tıl-sım, kıyâfet ve mûsikî gibi ilimlerden de yaralanmıştır. Bu alanları  tanım-layan, anlatan ve çözümleyen bazı  temel eserler, aynı  zamanda birer edebîeserdir.

Türk-İslâm Edebiyatı, bir edebiyat bilimi olarak, hem geleneksel hem demodern bilimlerle ilişkilidir. Bu edebiyat içinde üretilmiş olan sanat eserinianaliz edebilmek, eserin yazıldığı dönemdeki bilgi anlayışını ve bilimleri ta-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 24/261

 18

nımayı  gerekli kılar. Ayrıca filoloji, tarih, coğrafya, sosyoloji, psikoloji vefelsefe gibi bilimlerin kuram ve kavramlarının da bilinmesi analiz ve değer-lendirmeleri sağlıklı kılacaktır.

Kendimizi Sınayalım 1.  Aşağıdakilerden hangisi İslâmlaşma Öncesi Türk Edebiyatında şair kav-

ramını karşılamaz? 

a. Kam

b. Uluğ 

c. Ozan

d. Bahşı 

e. Oyun

2. I- Mecaz

II- Tenasüp

III- İrsâl-i mesel

IV- Teşbih 

İslâm Öncesi Türk Edebiyatında bir tür olan sav, yukarıdakilerden hangiedebî sanatın oluşmuna katkı sağlamıştır? 

a. Yalnız I

b. Yalnız II

c. Yalnız III

d. Yalnız IV

e. I-II-III-IV

3. Aşağıdaki edebî eserlerden hangisi İslâmî ilimlerle doğrudan ilgili değil-dir? 

a. Kıyâfet-nâme

b. Tasavvuf-nâmec. Mirâciye

d. Akâid-nâme

e. Siyer-i Nebî

4. Türk-İslâm edebiyatı hangi dönemde klasik hâle gelmiştir?

a. Babürlüler Dönemi

b. Selçuklular Dönemi

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 25/261

 19

c. Osmanlılar Dönemi

d. Karahanlılar Dönemi

e. Beylikler Dönemi

5. Aşağıdaki şairlerden hangisi doğrudan İslâm’ı yayma niyetiyle hikmetleryazmıştır?

a. Yunus Emre

b. Hakim Süleyman Ata

c. Süleyman Çelebi

d. Aşık Paşa

e. Hacı Bektâş-ı Velî

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. b Yanıtınız doğru değilse, “Din ve Edebiyat” konusunu yenidenokuyunuz.

2. c Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatı” konusunu yenidenokuyunuz.

3. a Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatı ve Diğer Bilimler”konusunu yeniden okuyunuz. 

4. c Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatının Kapsamı” ko-nusunu yeniden okuyunuz.

5. b Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatı  ve İslâmlaşma”konusunu yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1 

Tanzimat’ın,  sözcük anlamı "düzenlemeler, reformlar" demektir. Tarihi bir

kavram olarak, Osmanlı

 İmparatorluğu'nda 1839’da Gülhane Hatt-ı

 Şerif'ininokunmasıyla başlayan modernleşme ve yenileşme döneminin adıdır.

Sıra Sizde 2

Türkler’in kitleler halinde İslâm’a girmesi, Talas Muharebesi ya da TalasMeydan Muharebesi adıyla bilinen savaştan sonra olmuştur. Talas Muha-rebesi, 751 yılında bugünkü Kırgızistan sınırları civarında, Abbasîler ve müt-tefiki olan Karluklar ile Çinliler’e karşı yapılan bir muharebedir. Türkler busavaşta Müslümanlığı  yakından tanıma f ırsatı  bulmuştur. Bu sebeple TalasMuharebesi, çoğu tarih kaynağında Türkler’in Müslümanlığı  kabul etmesikonusunda başlangıç noktası olarak kabul edilir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 26/261

 20

Sıra Sizde 3

Hz. Peygamber’in şairleri şunlardır: Hassan b. Sabit El-Ensârî, Ka'b b.Zuheyr b. Ebî Sulmâ ve Abdullah b. Revaha.

Sıra Sizde 4

Cumhuriyet döneminde Türk-İslâm edebiyatının temalarını  kullanarak şiiryazan pek çok şair vardır. Bunlardan bir kaçını zikredebiliriz: Mehmet AkifErsoy, Yahya Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya, Asaf HaletÇelebi ve Sezai Karakoç.

Sıra Sizde 5

Encemün-i Şuarâ, Tanzimat’la birlikte başlayan yeni arayışlara karşı klasikedebiyatı canlandırmak ve yenilemek isteyen şairlerin oluşturduğu edebî bir

topluluktur. Hersekli Ârif Hikmet Bey’in evinde her hafta toplanan Encümenüyelerinin şiirleri okunur, değerlendirmeler yapılırdı. Dönemin öne çıkan pekçok şairi bu topluluğa katılmıştır. Özellikle Hersekli Arif Hikmet’ten başka,Leskofçalı Galib ve Tanzimat döneminin ünlü şairi Namık Kemal bu toplu-lukta temayüz eden şahsiyetlerdir.

Yararlanılan Kaynaklar

Banarlı, N. S. (1987), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I, MEB Yayınları, İs-tanbul. 

Eliot, T.S. (1990), Edebiyat Üzerine Düşünceler, (Çev. S. Kantarcıoğlu),KB Yayınları, Ankara.

Kemikli, B. (2009), “İlahiyat Araştırmaları: Dil ve Edebiyat”, Türk Bilim-sel Derlemeler Dergisi, II, 1, Bahar, Ankara, s. 45-50.

Köprülü, M. F. (1989). “Türk Edebiyatı’nın Menşe’i”, Edebiyat Araştırma-ları 1, Ötüken Yayınları, İstanbul.

Köprülü, M. F. (1986). Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul.

Levent, A.S.(1962),Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, DİB Yayınları, Ankara

Okay, O. (1994). “Edebiyat”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, 10, İstanbul, s.395-397.

Pekolcay, N (1986), İslâmî Türk Edebiyatı Metinlerini Tetkik Metodları,Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul.

Turhan, M. (1987), Kültür Değişmeleri, MÜİF Yayınları, İstanbul.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 27/261

 21

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 28/261

 22

 

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Kaynak kavramını tanımlayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının kaynaklarını sıralayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının muhtevasını açıklayabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının özelliklerini ayırt edebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Kaynak • Muhtevayı  belirleyen kaynaklar: Kur’an, Hadis, Kısas-ı  Enbiya, Tasav-

vuf. 

• Metinlerin kaynakları: Divan, mecmua, cönk, vs. 

• Araştırma kaynakları: Tabakat, Tezkiretü’ş-şuarâ. 

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce:

• Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, TDV. İ slam Ansiklopedisi, İstanbul1994, IX, 389.

• M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyat ı Tarihi, İstanbul 1980, s. 5.

• Mustafa Uzun, “Kur’an ve Edebiyat (Türk Edebiyatı), Kur’an ve Tefsir Araşt ırmalar ı II , İstanbul 2001, s. 21-38.

• Mustafa Uzun, “Kur’an (Edebiyat)” D İ  A, XXVI, 414-417.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 29/261

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 30/261

 24

edebiyatı, Eski Türk edebiyatı, Klasik Türk edebiyatı, Osmanlı edebiyatı v.b. isimlerle anılmıştır.

Bu adlandırılmalar arasında, Türk edebiyatının İslâmî karakterini açık birsurette ortaya koyacak ve konumuza ışık tutacak en güzel ifade, edebiyat

araştırmacısı Nihat Sami Banarlı’ya aittir. Banarlı, bu devreyi “İslâm Mede-niyeti Çağlarında Türk Edebiyatı” genel başlığı altında, İslâmî Türk Ede-biyatı  olarak adlandırmıştır. (bk. Resimli Türk Edebiyat ı  Tarihi, İstanbul1971, I, 81, 127.) 

Pek çok başka araştırmacı taraf ından da kabul gören bu değerlendirmelerve isimlendirme, İslâm medeniyetine ve milletlerine olduğu gibi bu edebiyatada hayat veren en önemli kaynağın İslâm dini ve onun birinci derecede kay-nağı olan Kur’ân-ı Kerîm olduğunun da ifadesi demektir. Nitekim Banarlı bunu, “ bu edebiyatı n ilim ve fikir kayna ğı  ba şlangı çta tamamiyle

 Kur’an’d ı r. Devrin ilim ve tefekkür hayatı da esasen aynı kaynaktan nemâ-lanmı ş tı r ” cümleleriyle (age., I, 102) açıklamaktadır. 

Ayrıca, Tanzimat’tan beri itham ve redde başlanmış  olmakla birlikte,özellikle Osmanlı devletinin tarihe karışmasından sonra, çoğu kere karalayıcı,küçümseyici veya reddedici maksatlarla yapılan adlandırmalardan biri de buedebiyatın varlığını sürdürdüğü devrin bir ümmet çağı olduğu fikrinden hare-ketle “Ümmet Çağı Türk Edebiyatı”dır. Farklı bir hareket noktasına da-yanmakla birlikte bu isimlendirme, Türk Edebiyatının bu en zengin devresi-nin, İslâm dini ve İslâm ümmetinin müşterek değerlerinden kaynaklana-rak var olmuş bir edebiyat olduğunu kesin bir açıklıkla ortaya koymak-tadır. 

Nitekim, ismi ilk defa ortaya atan ve aynı adla bir kitap yazan Agah Sırrı Levend de eserinde: “Ümmet çağı Türk edebiyat ı  İ slâm dininin ortaya koy-

duğu hükümlere dayanır. Eski metinlerde hemen hiçbir sayfa yoktur ki, içindeKur’an’dan bir âyet, Peygamber hadisinden bir cümle bulunmasın ve düşün-celer bunlara bağlanmış  olmasın. Tefsir, Kelâm, F ık ıh gibi  İ slâmî bilimlerkültürün dayanağıd ır.  İ man ve itikad, toplumun başlıca özelliği olarak gözeçarpar” diyerek (Ümmet Çağı Türk Edebiyat ı , Ankara 1962, s.VII, 3). adını koyduğu edebiyatın en belirgin vasıflarını açıklıkla aktarmıştır.

Türk edebiyatının, daha doğru ifadeyle eski edebiyatımızın dinî mahiyetive muhtevasını daha isabetle anlamak için bir de ona hususiyetlerini kazandı-ran, muhtevasını belirleyen kaynaklar açısından bakmak gerekmektedir.

1. Türk Edebiyat

ı

na Şekil ve Muhtevası

na Ait ÖzellikleriniKazandıran Kaynaklar

Bunların en önemlilerinden biri, Doç. Dr. Neclâ Pekolcay’dır. Bu adı Yüksekİslâm Enstitülerinde okutulmak üzere yazdığı iki ciltlik bir eserle, daha bellibir alanı ifade etmek üzere kullanarak temellendirmişti: İ slâmî Türk Edebiya-t ı  (İstanbul 1967-1972). Sonraki yıllarda birçok baskı  yapan  İ slâmî TürkEdebiyat ında Neviler (İstanbul 1981) ve ardından gelen İ slâmî Türk Edebiya-t ı  Metinlerini Tetkik Metodlar ı  (İstanbul 1982) gibi eserleriyle bu kavramı,Türk Edebiyatı  literatürüne daha kuvvetle yerleştirmiştir. Enstitü yıllarındaolduğu gibi müesseselerimizin İlâhiyat Fakültesine dönüştürülmesinin ilk yıl-larında da bu ad kullanılmış olmakla birlikte bilahare Türk-İslâm Edebiyatı şeklinde değiştirilmiştir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 31/261

 25

Eski Türk edebiyatının kaynakları genellikle dinî ve din dışı olmak üzere iki-ye ayrılarak incelenmektedir. Ancak, İslâm dini toplumu, hayatı ve değerleribütünüyle kuşatıcı olduğundan edebiyatı etkileyen unsurların, doğrudan dinîolanlar ve doğrudan dini olmayanlar şeklinde tasnifi daha isabetlidir. Şimdibunları ana hatlarıyla ele alabiliriz.

A)  Doğrudan Dinî Kaynaklar:

İslâm dininin ve kültürünün Türk Edebiyatına kaynak olmak bakımındanönemi, araştırıcıların bu edebiyatın kaynaklarını dinî ve din dışı olarak iki bö-lümde ele almasında da görülmektedir: Dini kaynakların başında gelenKur’ân-ı Kerîm, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden, muhteva-sına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda esas vasf ını verenana kaynağı olmuştur. Hadis veya sünnet-i nebevî, kısas-ı enbiya ve bunabağlı olarak eski kavimlerle ilgili tarihi bilgilerle, tasavvuf  şeklinde sıra-lanabilecek olan diğer doğrudan dini kaynaklar da yine Kur’an’la yakın irti-

batlı

 ve ondan doğup gelişmiş alanlarlardı

r.Dikkat edilirse Türk edebiyatının ilk iki kaynağı, aynı zamanda f ıkıh lite-

ratüründe edille-i şer’iyye olarak adlandırılan dört ana kaynağın da ilk ikisiolmaktadır. Son iki kaynak ise, bütün İslâmî ilimler gibi esas olarakKur’andan doğmuş ve sonraki asırlarda başka menbalardan elde edilen bilgi-lerle gelişip zenginleşmiş  sahalardır. Ayrıca bu kaynakların tamamı  TürkEdebiyatında manzum ve mensur olarak kaleme alınmış eserlere sadece mal-zeme temin etmek, muhtevalarını, aydınlatıcı ve yönlendirici bilgilerle zen-ginleştirip beslemekle kalmamış, bunların estetik yönünün oluşmasında dabaşvurulacak esasları belirlemiştir.

Şimdi bunları teker teker inceleyebiliriz

1. Kur’ân–ı Ker î m

Yukarıda da ana hatlarıyla işaret edildiği üzere Kur’ân-ı Kerîm, İslâmî Türkedebiyatına şeklinden, muhtevasına, sanat değerinin belirlenmesini sağ-layan edebi sanatlarla (belâgat) ilgili ölçülerinden, bazı türlerin doğma-sına kadar hemen her alanda esas vasf ını veren birinci ve en önemli kay-naktır. Ayrıca Kur’an’ın belâgat yönüyle fevka’l-beşer, üstün bir îcaza sahipolması, onu rehber edinen toplumların edebiyatları  için de her yönüyle enseçkin örnek kabul edilmesini sağlamıştır.

Öncelikle belirtmek gerekirse, Kur’an geniş ve zengin muhtevası

yla İs-lâmî Türk Edebiyatının hemen bütün malzemesini teşkil etmiştir. Bununboyutlarını  anlamak için Kur’an’ın Türk kültüründe yer etmiş  en kapsamlı tanımına kulak vermek açıklayıcı olacaktır. Aslında bağlamı  farklı olmaklabirlikte halkın, Kur’an’ın muhteva bakımından hudutlarının genişliğini an-latmak için bizzat bu ilâhî kitaptan aktardığı “kuru ve yaş her şey bu apaçıkkitapta mevcuttur” şeklindeki kapsayıcı bir ifade (el-En’am 6/59) dikkat çe-kicidir. Bu tanımlama, hayatını, ilim, kültür ve sanatını Kur’an’a göre şekil-lendirmeyi hedef alan müslüman topluluklar arasında özellikle de, müslümanTürk halkının hayatında ve kültüründe ilâhî kitabın ne kadar çok yönlü ve ku-şatıcı bir yeri olduğunu en kapsamlı v şekilde ortaya koymaktadır. Tabii ola-rak edebiyat ve sanat da bu geniş çerçevenin derin etkisi içinde kalmış ve on-dan büyük ölçüde faydalanmış ve edebî metinlerde yer verdiği kâinat, mah-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 32/261

 26

lûkat, geçmiş ümmet ve milletler, onların peygamberleri ile başlarındangeçmiş olaylar, ibret verici kıssalar v.b. gibi hemen bütün malzemeyi bukaynaktan derleyip işlemiştir.

Kur’an ayrıca, Türk edebiyatının günümüz ifadesiyle edebî sanatlar, eski

ve özel ifadesiyle de belâgat anlayışını temellendirmiştir. Çünkü Arap dilininbelâgati, aslında kendisi de bir söz mucizesi olan Kur’ân-ı Kerim’den, onudaha iyi anlama zaruretinden doğmuş, belâgat ilmi en güzel örneklerini ilâhîkelâmın eşsiz ifadelerinden oluşturmuştur. Nitekim Osmanlı-Türk dünyasın-da belâgat eğitimi, Cevdet Paşa’nın  Belâgat-i Osmaniyye’yi (İstanbul 1209)kaleme alarak ilk defa klasik İslâm belâgatini tam kadrosuyle veren ve örnek-leri Türkçe olan bir eser ortaya koymasına kadar, asırlarca hem Arapça hemde misalleri Kur’an’dan ve Arap edebiyatından derlenmiş  eserlerin telifi,şerh, haşiye ve talikatlarının yazımı ve okutulmasıyle gerçekleştirilmiştir.

Kur’an’ın Türk dili tarihi bakımından çok önemli olan bir başka etkisi de,Türkçe Kur’an tercümeleri sebebiyle ortaya çıkmıştır. Bu alanda oldukça ge-

niş bir malzeme ve bilgiye sahip olduğumuzu, bunu da Kur’an’a borçlu oldu-ğumuzu belirtmeliyiz.

Türkçe Kur’an tercemeleri ve bunlar ın Türk dili ve edebiyatı bakımından önemihakkında geniş  bilgi için bu konuda kıymetli araştırmalar yapmış  olan

 Abdülkadir İnan’ın Makaleler ve İ ncelemeler   (Ankara 1991, s.128-186) adlı eserine bakılmalıdır . 

Elde mevcut en eski yazmaları on üç ve on dördüncü asırlara ait olan veXI. yüzyılda tercüme edilmiş bu metinler, özellikle Türk dilinin kelime kad-rosu ve gramerine ait zengin araştırma alanlarından birini, “Türkçe Kur’anTercümeleri” sahasını teşkil etmektedir. Bu arada, son yıllarda belirli bir ilgi-ye mazhar olsa da henüz yeterince incelenmemiş bir diğer alan olarak Türkçetefsirlerin de aynı öneme sahip oldukları, araştırmacıların ilgisini bekledikleribelirtilmelidir.

Ferişteoğlu ve Kanun-ı  İ lâhî  vb. gibi Kur’an lügatleri de yine Kur’an’ınetkisiyle, onu en iyi şekilde anlama niyetinden ortaya çıkmış ve Türk dili ta-rihi bakımından eski ve değerli malzemelerin bir araya toplanmasına imkânvermiştir.

Edebiyatımıza kazandırdığı başlıbaşına manzum tür ve eserlere geçmedenönce Türk nesrinde Kur’anın örnek alınışına da dikkat çekmek gerekmekte-dir:

Eski Türk edebiyatında inşâ adıyla anılan nesir dilinde Kur’anın, cümle

kuruluşundan metnin örgüsüne kadar geniş bir etkiye sahip olduğu görülmek-tedir. Nitekim “sözlerin en güzeli” olan bu mukaddes ve taklid edilemez ör-nek ana özellikleriyle Türk nesrine aktarılarak ta  Dede Korkut Hikayele-ri’ndeki sade nesirden başlayarak, Sinan Paşa ve emsâli gibi büyük sanatkâr-lar elinde çok âhenkli ve zevkle okunup-dinlenen eserler vermiştir. Banarlı bunun sebebini, “Kur’an diliyle daha iyi anlaşan ve sözün mûsıkîleşmesindenbüyük zevk alan Anadolu Türkçesi’nin Türk halk edebiyat ındaki kafiye ve ali-terasyon an’anesinden istifade etmesidir.” şeklinde açıklayarak, Kur’an âyet-lerindeki ahengin en önemli unsurunu teşkil eden fasılaların seci adıyla Türk-çe cümlelerin iç yapısıyla sonlarındaki ahenge etkisinden kaynaklandığını izah etmektedir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 33/261

 27

Kur’an’ın Türk nesri üzerindeki bir başka önemli etkisi de âyetlerin asılibâreleriyle Türkçe’nin cümle yapısına girmiş olmasıdır. İktibas, istişhad de-nilen edebî sanatlara başvurarak manayı  en güzel, en kuvvetli ve etkileyicibiçimde kullanılma olarak vasıflandırılacak bu anlayış Kutadgu Bilig’in mu-kaddimesiyle başlayıp Rabgûzî’nin K ısasü’l-enbiyâ’sı  ile gelişerek Anadolu

sahasında  Behçetü’l-hadâik, Merzuban-nâme, Tazarru’ât gibi eserlerle ge-lişmiştir. Hatta Veysî ve Nergisî’den Namık Kemal, Muallim Nâci ve ZiyaPaşa’nın eserlerine kadar her devirde çeşitli örnekleri görülen bu ifade tarzı,mânayı en güzel ve kesin bir şekilde anlatmak bakımından önemlidir.

Kur’an’ın Türk şiir ve nesrine kazandırdığı bu ifade tarzının daha iyi an-laşılması için şu örnekler izerinde düşünmek yeterlidir:

“Hâk-i pâyin olduğum gördü dedi kâfir rakîb

Taş ile bağrın döğüp ‘yâ leytenî küntü türâb”

beytinde “aşığı sevgilisinin ayağı altındaki toprak olarak gören kâfir rakibin”kıskançlığını ve pişmanlığını ifade için, tıpkı Nebe Sûresindeki (78/40) âyetteyer alan, kıyamet gününde, dünyadayken yaptıklarına pişman ‘kâfirler gibi’taşlarla bağrını  döğüp ‘keşke toprak olaydım’ diye döğünmesini ifade eden‘yâ leytenî küntü türâb’ kısmı vezne uygun bir şekilde mısraa yerleştirilerekbeytin mânası  te’kid edilmiş, itiraza yer kalmayacak şekilde kuvvetlen-dirilmiştir.

“Nağme-i bülbül yine remz eyledi gülşende kim

Hâzihî  cennâtü adnin fe’dhulûhâ hâlidîn”

beytinde Ahmed Paşa, Tâhâ sûresindeki (20/76) ‘cennâtü adnin / adn cen-

netleri’ kelimelerinin başı

na Arapçada ‘bu’ mânası

na gelen ‘hâzihî’ kelime-sini eklemiş, ardından da ‘fe’dhulûhâ hâlidîn  / ebedî olarak kalmak üzereoraya girin’ mânasında Zümer sûresinde yer alan (39/73) âyetin bir parçasını öncekiyle birleştirerek son beyti meydana getirmiştir. Böylece SultanBâyezid için yazılmış olan bu bahariyyedeki beytin mânası “Bahar geldiğin-de gül bahçesinde öten bülbüllerin nağmeleri ‘işte bu bir cennet bahçesidir.Haydi oraya girin ve ebedî olarak kalın’ mânasını vermektedir” demek olur.

Kur’an âyetleri beyitlerde bazan sadece meâlen veya mânaya telmih ola-rak, bazan “rahmet âyeti, fetih âyeti, secde âyeti” gibi isimleriyle, bazan “tâ-hâ, ve’l-leyl, ve’d-duha, yâsîn, kevser, ihlâs, Yusuf, neml” gibi sûre adla-rıyla, bazan da “elif lâm, elif lâm mîm, nûn ve’l-kalem” gibi sûre başların-da yer alan ve mukattaât denilen, rumuzlu mânalar taşıyan harflerin anılma-

sıyla, bazan ise sadece mânalarının iktibasları sûretiyle yer almıştır.

Aydınlı Dede Ömer’in tevşih olarak bestelenmiş meşhur na’tinin maktabeyti olan:

“Ve’d-duhâ virdine ve’l-leyl okuram sünbülüne

Rûşenî virdi budur küllü gadâtin ve aşiy”

beytinde adları zikredilen Duhâ (93) ve Leyl (92) sûrelerinde Hz. Peygam-ber’in İslâmiyet’i insanlara getirişi karanlıktan aydınlığa geçişe benzetilerekanlatıldığından, şair taraf ından da ismen beyte yerleştirilmiştir. İkinci mısraınsonundaki Arapça cümle ise “küllü” kelimesi hariç En’am (6/5) ve Kehf

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 34/261

 28

(18/28) sûrelerinden kısmen iktibas edilmiş âyet parçalarıdır. Nesîmi’nin birna’tindeki:

“Vasf ını ve’n-necmi, ve’ş-şemsi, tebârek söyledi

Şânına Tâ-hâ vü Yâ-sîn geldi Hak’dan beyyinât”beytinde ise Hz. Peygamber’le alâkalı belli başlı sûre adları zikredilerek onunvasıflarının, isimleri anılan sûrelerde topluca anlatıldığı ifade edilmek isten-miştir.

Türk-İslâm edebiyatının en zengin türlerinden biri olan Tevhidler ileMünacaatlar hakkında ileride geniş bilgi verileceğinden şu kadarını söyle-yebiliriz. Bu türler, özellikle tevhid Kurân’ın tebliğ  ettiği ana fikirden doğ-muştur. Yani doğrudan Kur’andaki Allahın varlığı, birliği, esmâ ve sıfatı  ilebunları  kâinattaki tezahürleri karşısında insanın aczi ve Allah’a sığınması,dua ve münacatta bulunması hakkındaki âyetlere dayanmakta, bunların manave laf ızlarından hareketle şair ve ediplerin hayal-hanelerinden süzülerek bes-lenen estetik unsurlarla lafza aktarılmış, nazma yahut nesre çekilmiştir.

Kur’an hakkında, bu mukaddes kitabın tanınması, sevilmesi, emir, yasakve tavsiyelerinin benimsenmesi hakkında kaleme alınmış müstakil manzume-ler de bir hayli yekûn tutar. Bu şiirler Kur’an’ın bizzat kendisi hakkında sa-natkârın muhayyilesine ilham ettiği düşüncelerin edebiyatımızın estetik ölçü-leriyle harmanlanmasından doğmuştur.

İsmail Safa’nın:

“Bir şâhika balasına inseydi kitabın

Ey kahir-i mübdi’

Eylerdi serâpâ cebeli havf-i hitâbın

Hâşi’, Mütesaddi’

mısralarıyla başlayan Kitabullah şiiri bunların son devirde kaleme alınmış engüzellerinden biridir. Şair bu mısralarda Haşr suresinin (59) 21. âyetini naz-men ve çok güzel bir şekilde tercüme etmiş, ayetteki hâşi’ ve mütesaddi’ ke-limelerini son mısraya ustaca yerleştirerek güzel bir iktibas örneği de vermiş-tir.

Mehmed Âkif’in yayımlanan ilk şiirlerinden biri:

Ey nüsha-i cânı ehl-i dînin

Ey nâsih-i şânı münkirînin”

mısralarıyla başlayan 28 beyitlik Kur’ân’a Hitab’tır. Bu şiiri dışında seçtiğiâyetlerin mânasını müstakil manzumeler halinde nazma çekerek bu tarzı ge-liştiren Mehmet Âkif, Safahât ’ında bu tarz bir çok şiire yer verdiği gibi, pekçok beytinde de Kur’anı anlatan, geleneksel çizgide beyitler kaleme almış, buyüzden Kur’an şairi olarak tanınmıştır.

Türk-İslâm edebiyatı metinlerinin büyük çoğunluğu doğrudan veya dolay-lı  olarak tasavvufla bağlantılıdır. Tasavvufî düşünce ve yaşama biçiminin

esası, Kur’anda zühd ve takva kavramları etraf ında yer almıştır. Bu konulara

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 35/261

 29

temas eden birçok sûre ve âyet, manzum-mensur, lirik-didaktik tasavvufî ve-ya edebî pek çok esere ve metne intikal etmiştir. Bu durum âyetlerin tasavvu-fî manalarının daha geniş çevrelere yayılmasına, mutasavvıf şairler yanında,sanatkâr hüviyetleri gereği, sözün yoruma açık söylenmesinden hoşlanan di-ğer şuarayı da farklı ölçülerde etkilemesiyle neticelenmiştir. Hatta tasavvufla

irtibatı olsa da olmasa da bütün şairler, bu âyetlerden istifade etmek; telmih,iktibas, istişhad, irsal-i mesel gibi sanatların gösterilmesinde bu malzeme-den faydalanma imkânı bulmuştur. Bir başka deyişle tasavvuf edebiyatımızaher yönüyle önce Kur’an kaynaklı olarak girmiştir.

Kur’an’ın dışındaki kaynaklar da yine onunla yakın irtibatlı  veKur’an’dan geniş çapta etkilenmiş, onu tamamlayan ve daha iyi anlaşılması-na imkân veren kaynaklardır. Bu kaynakların başında Hadis veya sünnetgelmektedir.

Türk-İslâm edebiyatının doğrudan Kur’an’la beslenen türleri hangileri olabilir,araştır ınız. 

2. Hadis veya Sünnet–i Nebevî

Bu kaynaklara Hadis  yanında Hz. Peygamberin hayatı demek olan Siyer-iNebi’yi de ilâve etmek icap etmektedir.

Bilindiği gibi hadis veya sünnet esas itibariyle Kuran’ın ana hatlarıyla,özet olarak verdiği pek çok bilgilerin (mücmel) doğru ve geniş bir biçimdeaçıklanarak anlaşılması (tafsil) yanında, ilâhi bir hikmet sebebiyle âyetlerdeaçık seçik bir şekilde ifade edilmemiş (müphem) manaların murâd-ı İlahî’yeen uygun biçimde izah edilmesini (temyiz) sağlayan bir göreve sahiptir. Busebeple hadis veya sünnet dini noktadan birbirini tamamlayan iki esas kaynak

olduğu gibi, kültür, edebiyat ve sanat bakı

ndan da birbirini destekleyen vebesleyen iki ana kaynaktır.

Türk-İslâm edebiyatında başka hiçbir müslüman milletin edebiyatındaolmadığı kadar Hz. Peygamber konulu manzum ve mensur tür ve eser ortayakonmuştur. Bunların hemen hepsi peygamber sevgisinden doğmuştur. Bu ko-nuda Türk toplulukları diğer İslam milletlerinden daha farklı bir yere ve nasi-be sahip olmuştur. Bunu Türk-islâm edebiyatında bu konuda ortaya konmuş eserlerin hem tür olarak hem de sayıca zenginliği yeterince ortaya koymakta-dır. Hz. Peygamber konulu manzum ve mensur tür ve eserlerin başlıcalarını Na’at, Mevlit, Miraciye, Hilye, Kırk Hadis, Siyer, Esmâ-i Nebi, Mûcizât-ı Nebî vb. olarak sıralamak mümkündür. Özelikle Mevlit, Miraciye, Hilye,Kırk Hadis, Siyer, Mûcizât-ı Nebî türlerinin ana kaynağı hadisler olmuştur.

Hadislerin tasavvufla irtibatı, bu konudaki rivayetlerin tıpkı  âyetler gibitemin ettiği malzemenin zenginliğinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, ilgiliâyetlerin doğru anlaşılmasında hadislerin açıklayıcı görevleri bulunduğu âşi-kârdır.

Burada işaret edilmesi gereken bir başka husus ise bazı hadislerin sıhhatihakkındaki değerlendirmeler arasında tasavvuf literatüründe “mükaşefe yo-luyla sahih” şeklinde ifade edilebilecek bir anlayışın ortaya çıkması  olmuş,hatta bu değerlendirmeye sahip hadisler üzerinde büyük bir tasavvuf literatü-rü oluşmuştur. Buna tasavvuftaki “fakr” anlayışının temelini teşkil eden “el-fakru fahrî/fakirlikle iftihar ederim” hadisi ile aşk anlayışının temelinde yer

alan “Küntü kenzen mahfiyya.../Ben bir gizli hazine idim...” hadîs-i kudsîsi

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 36/261

 30

gibi tanınmış  örnekler verilebilir. Böylece zühd ve takva konusunda hadis-ler, bir taraftan tasavvufî âyetlerin doğru şekilde anlaşılması ve hayata nasılaktarılması  gerektiğinin belirlenmesine yardımcı  olmakta, diğer taraftan dabu tasavvufla ilgili meselelerde yeni ve tamamlayıcı bilgiler vermektedir.

Bu irtibatın bir ayağını da, tasavvufi hayatın en güzel şekilde yaşanması konusundaki en mükemmel örneğin Hz. Peygamber’in şahsında ve hayatındagerçekleşmiş olması teşkil eder.

Bir yönüyle Hadis, diğer taraf ıyla Kısas-ı Enbiya ile irtibatlandırılabilecekolan Siyer/sîre türünün ana kaynağı da hadis ve sahabe rivayetleri olduğun-dan konuyu burada işlemek daha uygun görünmektedir. Vakıa Hz.Peygaber’in hayatı  Kısas-ı  Enbiya’nın son halkasını  teşkil etse de her ikialan, özellikle Türk-İslâm edebiyatının en değerli ve zengin kaynaklarındanbulunduğu için ayrı ayrı ele alınması, gerektiğinde müşterek noktalara dikkatçekilmesi yeterli olacaktır.

Türkçe’de siyer, başlangıçtan, özellikle de Osmanlı’dan Cumhuriyet ön-cesine kadar, tarih ilminin konusu olmaktan ve bu alanda gelişmekten ziyâde,edebiyat sahasına kaymış  ve bu vadide şekillenmiş  görünmektedir. Kısas-ı enbiyânın genel olarak Türk Edebiyatına, özel olarak da İslâmî Türk Edebi-yatına en zengin malzemeyi sağlayan dinî kaynakların önemlileri arasındayer alması bunda derinden etkili olmuştur.

Bu verimli kaynağın en geniş ve bazan yer yer İsrailiyyat’a varan teferru-atlı bilgilerle donanmış, çeşitli mûcizelerle heyecan verici hale gelmiş kısmı ise şüphesiz Hz. Peygamber’in şahsı, hayatı, ailesi (ehl-i beyt) ve baştahulefa-i raşidin olmak üzere aşere-i mübeşşere, ashâb-ı  suffe gibi yakın,ashâb-ı kiram gibi geniş çevresiyle ilgili olan bölümdür. Bu sebeple sadecedinî ve tasavvufî edebiyatta değil, halk edebiyatından divan edebiyatına va-

rıncaya kadar Türk edebiyatının hemen bütün devre, tür ve şekillerinde buzengin malzemeden en geniş biçimde faydalanıldığı, bu konunun şair ve sa-natkârların ilhamını besleyen lirik unsurlarla daha da ilgi çekici hale gelmiş ana kaynak durumuna yükseldiğini söylemek yerinde olacaktır.

Bunda ilk eserlerin tercüme de olsa Hz. Peygamber’e duyulan derin sevgive saygının etkisiyle samimi, hisli ve coşkun bir şekilde, bir başka deyişle li-rik edebî unsurlar bakımından zengin olarak kaleme alınmasının tesiri devardır. Ayrıca bunların Türk edebiyatında başka örnekleri de görülen telif-tercüme eserler denilen özellikte ortaya konması şair ve yazarına, esas metnetamamen bağlı kalmak yerine, kalemini ilhâmının etkisine ve seyrine bırakmaimkânını  vererek, duygularını  bütün samimiyeti ile aktarma f ırsatı  tanımış 

olması

 da ilâve etmek gerekir.Ayrıca bütün müslüman milletlerin, özellikle de Türkler’in kültür haya-

tında önemli bir yeri olan sohbet meclislerinin en mühim ve devamlı konula-rının başında siyer mevzularının geldiği bilinmektedir. Padişah saraylarındanköy odalarına, tekkelerden kışlalara kadar yayılmış bu meclislerde okunan,anlatılan, dinlenilen olaylar hemen bütünüyle Hz. Peygamber’in hayatı, şah-siyeti, mûcizeleri, savaşları yanında Hz. Ali başta olmak üzere halifeleri veyakın arkadaşlarının (sahabelerin) yer aldığı hadiseler etraf ında geliştiğinden,bunlar -bazen bizzat anlatıcılar taraf ından- zamanla kitaplaştırılmış, ardındanda meclislerde artık bu kitaplar okunup dinlenmiştir.

Türk toplumu üzerinde yaygın din eğitimi yoluyla etkili olmuş en önemli

ilk eserlerden olan ve siyer-mevlid türünün en dikkate değer manzum örneği

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 37/261

 31

sayılan Yazıcıoğlu Mehmed’in XV. yüzyıla ait  Muhammediye’si de Arapça Megâribü’z-zamân’ın Hz. Peygamber’le ilgili kısmının Türkçe’ye nazmentercümesinden doğmuştur. Hatta çok beğenildiği için eserin ilk kaleme alın-masından itibaren ezberlenerek dini törenlerde ve sohbet meclislerinde okun-duğu bilinmektedir. Yine bu sebeple Muhammediye İslâmî Türk edebiyatında

siyer-mevlid türünün de ilk örneği kabul edilmektedir.

Siyerle ilgili eserlerin Osmanlı ülkesinin her yanında bu derece yayılma-sına, Süleyman Çelebi’nin  Mevlid ’inin çok beğenilmesini, zamanla doğum-dan ölüme kadar, her türlü toplantıda okunmasını ve halk arasında Hz. Pey-gamber’e duyulan bağlılığın artmasındaki derin ve yaygın etkisini de göz ardı etmemek gerekir.

3. Kısas–ı Enbiyâ ve Tevârîh–i Hulefâ 

Bu kaynak grubuna, İslâm kültürüne başka yazılı ve sözlü kaynaklardan inti-

kal eden eski ümmet ve milletlerin başları

ndan geçenleri de eklemek gere-kir. İsrailiyyat’tan gelen malzeme ve rivayetler dinî açıdan değerli ve önemliolmasa da Türk-İslâm edebiyatının zenginleşmesine katkı sağlamak bakımın-dan önemli bir kaynaktır. Bu alanın malzemesini önce Kur’an ve hadis sağ-lamakta, ardından semavî dinlerin -İslâm inancına göre tahrif edilmiş sayılsada- İncil ve Tevrat gibi mukaddes kitaplarıyla bunların tefsirlerinden gelenbilgiler ciddi bir zenginliğe sebep olmakta, ayrıca doğruluğu tartışılsa da budinlere inanan kavim ve milletler arasında dolaşan sözlü (şifâhî) rivayetler deşair ve ediplerin anlatımını renklendirmektedir.

Nitekim bu anlayışın en güzel manzum örneklerini Yûnus’un mısraların-da görmek mümkündür:

“Tevrât ile İncîl’i Zebûr ile Furkân’ı 

Bunlardaki beyânı cümle vücutta bulduk”

veya:

“Sen seni ne sanırsan ayruğa da onu san

Dört kitâbın mânâsı budur eğer var ise”

gibi beyitler güzel örneklerdir. Ayrıca bu beraberlik Hz. Adem’den beri bü-tün peygamberlerin tebliğ  ettiği hakikatlerin aynı  olduğunu da ortaya koy-maktadır:

“Dört kitâbın mânâsı bellidir bir elifte

Sen elif dersin hoca mânâsı ne demektir.”

Kısas-ı enbiyâ hakkında pek çok bilgi, Kur’an ve hadiste mevcut olduğuhalde onu müstakil bir kaynak olarak zikretmemizin sebebi yukarıda işaretedildiği gibi bu alanın İslâm dışı yazılı ve sözlü başka kaynaklardan beslenenmalzeme ile zenginleşerek müstakilleşmesidir. Türk-İslâm edebiyatında aynı adla anılan bir türün ortaya çıkmasının sebebi hakkında bir fikir vermek içinXV. yüzyılda Anadolu’da Hz. İbrahimi konu alan Halilname adlı eserin mü-ellifi Abdülvâsi Çelebi’nin “Der medh ü sebeb-i nazm-ı kitab” bölümüne,yani eseri neden yazdığını anlatan mısralara bakmak yeterlidir: Çelebi Sultan

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 38/261

 32

Mehmed, şair Ahmedî’den Farsça Veys ü Ramin’i tercüme etmesini istemiş onun çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra, tercümeyi tamamlayamadanölmesi üzerine mesneviyi Abdülvâsi Çelebi’ye havale etmişti. Çelebi bu eskihikâyeyi:

Ne vaaz ü ne hikâyet, ne garâib

Ne pend ü ne nasihat ne acâib”

beytinde ifade ettiği gibi beğenmemiş;

Ne kim dünyada var maksûd u mahbûb

Bunun içinde vardır hûb u matlûb

Bunu nazmeylemek yeğ gördüm andan

Nebîler kıssası kandan o kandan”

beyitlerinde ifade ettiği üzre “peygamber kıssası  nerde o nerde” diyerek Halilnâme’yi kaleme almıştır.

Belli başlı  peygamber kıssalar ının Türk-İslâm edebiyatındaki yeri önemi vedeğeri hakkında daha geniş  bir fikir elde etmek için Türkiye Diyanet Vakf ı İ slâm Ansiklopedisi’ ndeki “Hz. İbrahim”, “Hz. İsâ” ve “Hz. İsmail” gibimaddeler yanında, bütün peygamberler ve onlarla ilgili diğer olaylar ın tasavvu-fi olsun olmasın, birer divan mazmunu olarak beyitlere nasıl intikal ettiği hak-kında bilgi edinmek için Ahmed Talât Onay’ın Eski Türk Edebiyat ında Maz-munlar , (Ankara 1992) adlı eserinin ilgili maddelerine bakılmalıdır.

Peygamber kıssaları  içinde en çok sevildiği için pek çok örneği kaleme

alınan “Ahsenü’l-Kasas / Kıssaların en güzeli” diye vasıflandırılan Yusuf u Zeliha’lar da Kur’an ve Hadis yanında diğer kaynaklardan da beslenen türünen dikkat çekici, karakteristik ve sayıca zengin örneğidir.

Türk edebiyatında telif veya tercüme, bazısı tasavvufi mahiyette bu konu-da on yedisi elde bulunan otuzdan fazla mesnevi kaleme alınmıştır. (bk. “Yu-suf ile Zeliha”, Türk Dili ve Edebiyat ı  Ansiklopedisi,  İstanbul 1998, VIII,620-621)

Türk-İslâm edebiyatında kaleme alınmış  en meşhur Yusuf u Züleyhâmesnevisi kime aittir, araştır ınız.

Tasavvuf edebiyatı  da, bu kaynağın sağladığı malzemeyi değerlendirme

yoluna gitmiş, Hz. Adem’den itibaren bütün peygamberlerin hayatlarına,ümmetleriyle olan münasebetlerine ve maceralarına dair sûre, âyet ve hadis-lerde yer alan bilgileri tasavvufî bakış açısından yorumlayıp etkileyici örnek-ler çıkarmıştır.

Bu anlayışın en müessir ve seçkin örneklerinden biri Muhiddin İbnü’l-Arabî’nin Fusûsü’l-Hikem  adlı  eseridir (Geniş  bilgi için bk. M. Erol Kılıç,“Fusûsu’l-Hikem” D İ  A, XIII, 230-237). Yirmi yedi peygamberin her birininhikmetlerine izâfeten yirmi yedi bölüm halinde kaleme alınan Fusûs, aynı zamanda hem tasavvufun, hem tasavvuf edebiyatının, hem de İslâmi TürkEdebiyatının başlıca mevzuları arasında bulunan “hakîkat-i Muhammediye /insan-ı  kâmil” meselesi (Geniş  bilgi için bk. Selçuk Eraydın, “Hakikat-i

Muhammediye ve İlgili Beyitler”, Tasavvuf ve Edebiyat Yazılar ı ,  İstanbul

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 39/261

 33

1997, s. 289-300) üzerine bina edilmiştir. Nitekim ilk defa Ahmed Bican’ınTürkçe’ye çevirdiği Fusûsü’l-Hikem, XV. asrın tanınmış mutasavvıf şairle-rinden ve esere ayrı bir önem verdiği için “Fusûsîlerden” diye suçlananlardanDede Ömer Rûşeni’nin (ö. 982/1487) müntesiplerinden Bayezid Halife,Arapça yazdığı Fusûs şerhinden hareketle eserin bazı konularını daha sonra

5500 beyit halinde nazma çekmiştir.

Neticede kısas-ı enbiya’nın Osmanlı şiirini kuvvetle etkilediği ve sağladı-ğı malzemenin hemen her tür ve şekilde edebî-tasavvufî metinlere intikal et-tiğini söylemek bir hakikatin ifadesi olmaktadır.

Ayrıca bu birikim arasında tefsir literatüründe “İsrailiyyat” adıyla anılanKur’an ve hadis dışındaki kaynaklardan intikal eden bilgilerin de yer aldığını ve tasavvufî yorumlarla metinlere girdiğini söylemek gerekir. Bu bilgiler ço-ğu kere mesnevi formunda yazılan eserlerin malzemesini teşkil etmiş ayrıcaİslâmî Türk edebiyatının en zengin telmih hazinesini oluşturarak bütün şiirle-re ve dolayısıyla da edebiyata mal olmuştur.

4. Tasavvuf ve Tarikatlerden Gelen Malzeme 

Yukarıda zikredilen üç kaynağın dışında, İslâmî ilimlerin ortaya çıkması saf-hasında müstakil bir disiplin olarak gelişmeye başlayan tasavvuf, tekemmü-lünü tamamladıktan sonra fikri yönü yani teorisi, ilim ve sanat taraf ı yani li-teratürü ve edebiyatı yanında, pratiği yani tekke zaviye gibi müesseselerive burada yaşanan tasavvufî hayatın adabı ve merasiminden meydana ge-len özel ritüelleri, bu mekânlar dışındaki genel yaşama/yaşanma biçimiyle,İslâmî Türk edebiyatında yerini almıştır.

Bu konuda bir fikir edinmek için Hz. Mevlânâ’dan ve Mevlevîlik’ten ha-

reketle örnek vermek uygun görünmektedir. Onun  Divan-ı  Kebir ’i tasavvu-fun vahdet-i vücüd, aşk, devir vb. esaslarını edebî bir dille, yüksek felsefî birbakış açısıyla ortaya koymakta,  Mesnevî ’si aynı esaslarla tasavvufi ahlâk veanlayışları  ibret verici bir takım hikâyelerle, geniş  kitlelerin anlayabileceğibir şekilde işlemekte, Mevlevî dergâhları  olan Mevlevihânelerde yaşanantekke hayatı da pratiğini, merasim ve adabını meydana getirmektedir. Diğertarikatler için ise benzeri farklılıklara örnek olarak, metinleri Türkçe olduğuiçin Türk-İslâm edebiyatıyla daha yakın ilgisi bulunan ilâhiler ve gülbankla-rı hatırlamak yeterlidir. Nitekim her tarikatin ilahileri adlarından başlayarak,muhtevası zikir esnasında okundukları yerler bakımından farklılık gösterdiğigibi gülbank denilen manzum mensur, Türkçe, Arapça ve Farsça dualar ı datarikatlere ve okundukları yerlere göre farklıdır.

Netice olarak zamanla başlı başına özel bir alan halinde gelişerek Tasav-vuf ve Tekke edebiyatı adı altında çok zengin bir saha teşekkül etmiş ve ta-savvuf Türk edebiyatının klasik ve halk edebiyatı  sahalarına da kaynaklıkyapmış, bu alanları da beslemiştir.

Burada Hz. Mevlânâ ve Mesnevî ’sinin de ayrı ve önemli yerine işaret et-mek gerekir. Hüsn ü Aşk  müellifi Şeyh Galib’in, eserini Mesnevi’den intihaletmekle suçlayanlara verdiği cevap bu etkiyi bütün Türk şiirine şâmil kılacakkadar vecizdir:

“Esrarımı  Mesnevî ’den aldım

Çaldımsa da mîrî malı çaldım”.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 40/261

 34

Nitekim Türk edebiyatında başta tasavvufi mesneviler olmak üzere pekçok eser Hz. Mevlâna ve Mesnevî ’nin ilhamıyla yazılmıştır. Bunlardan ilk ak-la gelenler Aydınlı  Dede Ömer Rûşenî’nin  Miskinlik-nâme, Ney-nâme,  veÇoban-nâme’sidir.

Yapılan araştırmalar Mevlânâ’nın edebiyatımız üzerindeki tesirinin eskisikadar olmasa bile günümüz Türk şiirinde devam etmekte olduğunu göster-mektedir (Geniş bilgi için bk. Hasan Aktaş, Yeni Türk Ş iirinde Mevlânâ Oku-lu ve Misyonu, Edirne 2002).

Tasavvufun Türk edebiyat ve sanatındaki yeri ve önemini anlamak içintekke edebiyat ve musıkîsinde en kıymetli türünü meydana getiren, ilâhî’yedaha genel olarak bakmak yeterlidir. Tasavvufî ve dinî yahut tekke ve camiilâhileri olarak iki kısımda incelenebilecek olan bu manzumeler, “Mağz-ı Kur’an ve lübbü ehâdis /Kur’an ve Hadisin özü” tanımlamasıyla nitelenenevliya sözlerinden oluşmaktadır. Burada söze ilâhî sıfatı verilmekle ondakirabbanî öze işaret edilmektedir. Nitekim Yunus Emre’nin:

“Yunus’un sözü şiirden amma aslı Kitaptan 

Hadis ile denene key bil sadık olmak gerek”

ile

“Söz karadan aktan değil yazıp okumaktan değil

Bu yürüyen halktan değil Hâlik âvâzından gelir”

gibi beyitleri bu gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.

Türk Edebiyatında mutasavvıfların nesirden ziyade manzum söze rağbetetmelerinde birçok sebep yanında ilâhîlerin maddî mânada “sözün güzeli” ni-telemesine daha uygun düşmesi, muhteva itibariyle ise “en güzel sözü” beşeriölçülerin en güzeliyle gönüllere aktarmada ve anlatmada etkili bir vasıta ka-bul edilmesinin önemi vardır. Bu etkide dinî Türk musıkîsinin önemli bir yeriolduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.

Tasavvufun Türk-İslâm edebiyatıyla yakın ilgisini gösteren bir başkaönemli taraf da her iki alanın özellikle terâcim-i ahvâl (biyografi) kaynakları-nın büyük ölçüde müşterek oluşudur. Bunda bir taraftan Ahmet Yesevi, Yu-nus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Niyazî-i Mısrî, Şeyh Galip gibi bir kısım şairlerinaynı zamanda mutasavvıf kimliğine sahip olmaları, diğer yandan da divan şa-iri olarak tanınan Şeyhî, Fuzulî, Bakî, Nabî, Nef’î, hatta Nedim gibi isimlerin

farklı  derecelerde olmakla birlikte, şiirlerinde tasavvufî mazmunları  ustacakullanmış olmalarının etkisi çoktur.

Nitekim Sakıp Dede’nin, ağır bir inşa üslubuyla ve devrine göre bile sonderece ağdalı  ifadelerle kaleme aldığı  Sefine-i Nefise-i Mevleviyan’ı  (I-III,Kahire 1283), ile Esrar Dede’nin, 200’den fazla mevlevi şairinin biyografisi-ne yer veren Tezkire-i Ş uarâ-i Mevleviyye’si (nşr. İlhan Genç, Ankara 2000)mevlevî şeyh, derviş ve şairlerinin hayatlarını anlatan eserlerin başında gelir.

Hulvî Mehmed Efendi’nin  Lemezât-ı Hulviyye ez lemeât-ı ulviyye’si (ye-tersiz bir sadeleştirmesi Serhan Tayşi, İstanbul 1980;1993) halvetî meşâyihve şairleri hakkındaki en önemli tabakattır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 41/261

 35

Bunlar bir yönüyle mevlevi mutasavvıfları  tanıtırken diğer taraftan birtarikatle şu veya bu seviyede irtibatı olan şairlerin hayatı hakkında bilgi verir-ler.

Osmanzâde Hüseyin Vassâf’ın Sefîne-i Evliya’sı ise (I-V, İstanbul 2006)

XVII-XX. yüzyıllarda yaşamış, çoğu Osmanlı 2000 kadar mutasavvıf ın ha-yatını eserlerini ve bunların manzum metinlerini aktaran önemli bir eserdir.

Netice olarak bu tasnifte yer alan unsurların tamamı Türk Edebiyatındamanzum ve mensur şekilde kaleme alınmış eserlere adeta tükenmez bir mal-zeme temin etmiş olmaktadır. Bir başka deyişle, edebî eserlerin muhtevasını,Kur’an  ve Hadis  yanında, onlardan kaynaklanmakla birlikte farklı menbalardan gelen bilgilerle zenginleşerek adeta müstakilleşmiş olan kısas-ı enbiya, siyer ve tasavvuf la daha kapsamlı, aydınlatıcı ve doyurucu bir şekil-de beslemiştir.

B) Doğrudan Dinî Olmayan Kaynaklar:İslâmî Türk edebiyatının, aynı dine inanmak, aynı değerlere bağlanmak, ya-

kın coğrafyaları paylaşmak sebebiyle daha sıkı irtibat kurduğu Arap ve Farsedebiyatı ve kültürü yanında Türk milletinin kendi yaşama biçimi, eğlence-leri, mühim gün ve geceleri kutlama şekli, ahlâkı, sahip olduğu âdet vean’aneler, devrin hakiki ve batıl ilimleri, efsâne ve masallar, savaşlar vb.gibi doğrudan dini olmayan ikinci derece kaynakları da müslümanın hayatını her yönüyle kuşatan İslâm dininin ve bu dinin mukaddes kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in geniş ve zengin izlerini aksettirir. 

1. İslâm Öncesi ve Sonrası Arap Kültüründen Gelen Mal-

zeme Arap kültüründen gelen malzemeyi İslâm öncesinden intikal edenlerle baş-latmak bazı cahiliye devri şahıs ve olaylarının müslüman olan diğer milletlergibi müşterek kültürümüz üzerindeki etkilerine ve yerine işaret etmek içindir.Türk-İslâm edebiyatına da kaynaklık yapmış bu malzeme kısaca Ahbâr veyaAhbarü’l-Arap, Eyyâmü’l-Arap adlarıyla anılır. Araplarla ilgili olarak “ Birkavim, kabile, şahıs, bir ülke, bölge veya şehir, bir hadise hakk ında naklolu-nan bilgiler ve sözler ” şeklinde tanımlanabilecek bu malzeme bazan kıssa di-ye adlandırılmış ve “çok uzak mazide cereyan etmiş olaylar ve hayalî unsur-larla süslenmiş remizli hikâyeler ” suretinde de tarif edilmiştir. Araplar’ın es-ki tarihine dair destanî ve menkıbevî rivayetlerden ibaret bu birikimi tabii

olarak eski Arap şiirinden, atasözleri (emsâl) ve vecizelerden (kelâm-ı

 kibar),kabile ve aile şecerelerinden (ensâb) ayırmak mümkün değildir. Böylece bumalzeme aynı  zamanda edebî hüviyet kazanmış olup başta şiir olmak üzereedebî metinlerin muhtevalarına yerleşmiştir. Konuyu enine boyuna inceleyenve bunu “Ahbar” maddesinde derleyen Prof. Dr. Nihad Çetin meseleyi birazdaha açarak şu bilgileri verir:

“Eski Araplar’da daha cahiliye devrinde iyi ahlâk ve iyi davran ışlartelkin eden, kötülüklerden korunmayı öğreten veya hoş vakit geçirme-

 yi sağlayan ahbâr ve k ıssalar anlatmak hususi bir meslek olmuştu. Bumesleği icra edenlere kass (cemi kussâs) veya kasas denirdi. Cahiliyedevrinde anlat ılan k ıssalar ın içinde ehl-i kitaptan gelen unsurlar var-d ı. Gerek bu dini k ıssalar gerek Araplar’a komşu kavim ve ülkelere

dair ahbâr, hem sözlü yoldan, hem yazılı  kaynaklardan geliyordu.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 42/261

 36

 Bunlar eski muhitlerinde ve eski kitaplarda mevcut, hususiyetleKur’ân-ı  Kerîm’de ad ı  geçen peygamberler vesâir şahsiyetlere, ka-vimlere dâir ahbâr ve k ıssalar ı , hatta bu k ıssalar ın benzerlerini Arap-ça’ya naklettiler ( D İ  A, I, 488).

Nitekim Arap, Fars ve Türk edebiyatında cömertliğin timsali olarak kuv-vetle yer bulmuş olan cahiliye dönemi Arap şairlerinden Hâtim/Hâtem et-Tâîhakkındaki bilgiler Ahbâr’dan intikal etmiştir. Hatta onun menkabevi haya-tını ve özelliklerini anlatmak üzere büyük Fars şairi Hüseyin Vâiz-i KâşifiK ısâs u Âsâr-ı Hâtim-i Tâ’î  adıyla bir eser yazmış, bu Hikâye-i Hatim-i Tâ’î  adıyla Türkçe’ye çevrilmiş, çeşitli yazmaları yanında bir çok kere basılmıştır.Bunlar Hâtim/Hâtem et-Tâ’î hakkındaki rivayetlerin Türk-İslâm edebiyatınınher tür ve şekildeki eserine intikal ettiğini göstermekte olup günümüzde bileAnadolu halkı  arasında kuvvetle yaşamasının sebebini de gözler önüne ser-mektedir.

Bu bilgiler Türk-İslâm edebiyatının, özellikle etkilenip beslendiği Arap ve

Fars edebiyatları

nda yer bulmuş birikim ile daha İslâmiyet’le tanı

şı

r tanı

şmazkarşı karşıya kaldığını gösterir. Hatta o zaman derlenerek kitaplara geçmiş vetedvin edilmiş bulunan bu malzemeyi kendilerinden önce müslüman olmuş bulunan Farslar’la beraber, ayrıca onların kültüründen gelen unsurlarla birlik-te alıp kullanmakta bir beis görmemişlerdir. 

2. İslâm Öncesi ve Sonrası Fars Kültüründen Gelen Malze-me 

Türk-İslâm edebiyatına Fars kültüründen gelen malzemenin de önemli bir birkısmı İranlılar’ın İslâm öncesi devirlerinden gelen dinî (ateş-perest) ve millîrivayetlerinden kaynaklanmaktadır. Bunların tamamına yakın kısmını,Gazneli Mahmud adlı bir Türk hükümdarının desteğiyle yazılması yanında,pek erken zamanlarda Türkçe’ye de tercüme edilmiş bulunan ve Türk kültürüüzerinde çok etkili olmuş bulunan İran milli destanı olan Ş ehnâme’de bulmakmümkündür. Şehnâme aslında İran’ın Pişdâdîler, Keyanîler, Eşkânîler,Sasanîler gibi eski devirlerinin tarihini ve bu devirlerde hüküm sürmüş süla-lelerine ait padişahların efsanevî hayatlarını Farslar’ın gelenek, mitoloji, ma-sal ve menkıbeleriyle kaynaşmış kahramanlarını ve kahramanlık hikayelerini,millî kimliklerini her şeyden üstün tutan bir anlayışla anlatan bir destandır.Onda mevcut malzeme her edebiyatın daima ihtiyaç duyduğu ve beslendiğiefsanevî ve destanî özellikleri her şeyden çok taşımaktadır. Hattâ Ş ehnâme İranlılar ile Turanlılar arasındaki mücadelelerin destani hikayesi olduğunagöre, belli miktarda da olsa Türkler’le alakalı malzemeye de yer verdiğinden

avam ve havas taraf ından kolaylıkla benimsenerek okunmuş, Türk kültür vesanatı üzerinde etkili olmuştur.

Ş ehnâme’nin kahramanlarından birinin adının Rüstem oluşu ve bu isminTürk halkı arasında ne kadar benimsendiği düşünülürse bu etkinin boyutları hakkında yeterli fikir edinilebilir. Buna Türk-islâm edebiyatı  metinlerindeçokça zikredilen Nuşirevân-ı Âdil’in (Kisrâ) adaleti, adalet sarayı olan kasrı,kaşa benzetilen tâkı (tak-ı Kisra, eyvan-ı Kisrâ), daima onunla birlikte anılantâcı, adalete ihtiyacı  olan herkesin kendisine kolayca ulaşmasını  sağlamakmaksadıyla kapısına astığı zencir-i adl’i hakkındaki teşbih, telmih vs. sanatla-rın da yer aldığı manzume ve beyitler örnek gösterilebilir. Bursalı Ahmed Pa-şa’nın:

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 43/261

 37

“Kisrâ-yı hüsndür ki bugün kaşı tâkına

Zencir-i müşk asar ham-ı gisûsu Kasımın”

beyti bu unsurların pek çoğunu bir arada zikreden karakteristik bir örnektir.

3. Devrin ilimleri

Türk-İslâm edebiyatını her yüzyılda o devirde mevcut veya kuvvetli olan hertürlü ilim ve fen etkilemiştir. Bunları devrin dinî ilimleri ile hakiki olan veolmayan ilimler şeklinde sıralamak mümkündür. Aşağıda yeri geldikçe sayı-lacak bütün ilimler yanında özellikle sayılan alanların, önde gelen isimleri,kitapları, terimleri, başlıca meseleleri edebiyatımızın çeşitli metinlerindeaçık/kapalı bir biçimde, mazmun ve remiz halinde, kültürümüzde yer etmiş unsurlarıyla zikredilmiştir.

1. Dini ilimler . Bunların her birinin edebiyat üzerinde etkili olmasının sebe-bi bu edebiyatı inşa edenlerin büyük çoğunluğunun medrese ve tekke gibigünümüz tabiriyle örgün ve yaygın birer dini eğitim kurumu sayılacakeğitim kademelerinden geçmesi, bilgi ve kültürlerini buralardan elde et-miş olmasıdır. Bu zevatın çoğu mezuniyetlerinden sonra da müderrislik,kadılık, şeyhlik gibi dinî-idârî görevler ifâ etmişlerdir. Ayrıca Osmanlı devletinin yönetiminde dinin hatırı sayılır bir etkiye sahip olması da, res-mi görevlerde bulunanların ahlâk, adalet, mes’uliyet, yardım severlik, in-sanları  Hakk’a ve hayra yöneltme hizmeti gereği dini özelliklere sahipolmalarını icap ettirmiştir. Bu gibi sebeplerleTürk-İslâm edebiyatını orta-ya koyan, destekleyen ve yaşatanlar resmi veya özel manada hatırı sayılırderecede dinî birikmleri olan kişilerdir. Neticede f ıkıh, tefsir, hadis, kelâmve akaid gibi klasik dini ilimler, bunların kavram ve terimleri, hayata, ba-

kış açısına getirdikleri izah ve çözümler edebî eserlere doğrudan veya do-laylı olarak, açık/kapalı şekillerde intikal etmiştir. Bu noktada verilebile-cek pek çok örnek yanında sadece büyük sanatkâr Fuzûlî’nin  Matlau’l-i’tikad  adlı bir akaid kitabı yazdığını hatırlamak yeterlidir. Ebu Hanife gi-bi mezhep imamları, İmam Gazalî gibi alim ve ahlâkçılar, Fahreddin-iRazî gibi müfessirler vs. de edebiyatımızın isimlerini sıkça andığı  şahıskadrosunun başında gelmektedir.

a. Gerçek  İ limler : Bu tabirin içine felsefe, matematik (riyaziye), mûsıkî,astronomi, fizik, kimya, tıp vs. gerçek ilimler girmektedir. Burada zik-redilen ve edilmeyen bütün ilimler yanında özellikle sayılan alanların,önde gelen isimleri, eserleri ve kavramlarına manzum-mensur metin-

lerde sı

kça rastlanmaktadı

r. Buna karakteristik bir örnek olarak musikiterimleriyle yazılmış  kaside ve gazellerle, kâr-ı  nâtık denilen büyükmûsıkî formunun güftelerini vermek mümkündür.

b. Gerçek olmayan ilimler: Bunlar astroloji (ilm-i tencim), simya, büyü(sihir) vs. gibi havas yahut gizli ilimler denen alanlara ait bilgilerdir.Devrinde avam-havas ayırımı yapmadan Padişahından sade vatandaşakadar hemen herkesi ilgilendiren bu ilimler de edebiyatımıza, alanla-rının önde gelen isimleri, eserleri ve kavramlarıyla girmiş bulunmak-tadır. Bu alanların çoğunu beraberce ilgilendiren ve kabaca gelecektenhaber vermeye yönelik bir alan olan fal ve bunun edebiyata aksi olanfal-nâme karakteristik bir örnektir. Havas ilimlerine ait pek çok özelli-ğe dayanan bu alanda ortaya konan eserlerden bir kısmı  İmam Ali,

İmam Cafer (Cafer es-Sadık), Muhiddin Arabî gibi dinî hüviyeti önde

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 44/261

 38

gelen kişilere atfedilirken, bazıları da Kur’an falnâmeleri, Falnâme-inebî/esmâ-i nebî, Kur’a falnameleri, Çiçek falnameleri gibi manzum-mensur eserdir. Bunun yanında Hz. Mevlâna’nın  Mesnevi’si ile  Di-van-ı Kebir ’i, Sa’dî’nin Gülistân’ı, Haf ız-ı Şirâzî’nin, Yunus Emre veNiyazi-i Mısrî’nin divanlarıyla,  Ahmediye, Muhammediyye ve

Envârü’l-Âşıkîn gibi eserler de tefe’ül maksadıyla başvurulan dini-edebî metinlerdir.

4. Yerli Malzeme 

Bu başlık altında, Türk milletinin kendine has yaşama biçimi, eğlenceleri,mühim gün ve geceleri kutlama şekli, sahip olduğu âdet ve an’aneler gibi hususlar toplanabilir. Bu malzemenin en bol biçimde kullanıldığı, değerlen-dirildiği alan edebî metinler olmuştur. Savaş-barış, düğün (sûr/hıtan)-eğlence,ramazan gün ve geceleri, Ramazan, kurban, nevruz gibi bayramlar, Kadir ge-cesi, Mevlid, Mirac, Berat, Regaip kandilleri, bahar, yaz, kış gibi mevsimler

daima şiire konu edinilmiştir.Burada önemli olan husus bu konuların Türk kültür ve adetleri arasındaki

yeri özelliği hem yeni türlerin ortaya çıkışına, hem de bu zaman dilimlerininTürk kültüründe karşılanması, kutlanması, bu esnada yapılan törenlerin deTürk milletinin değerlerini aksettirmesi sebebiyle mahallî unsurlar bakımın-dan kendine has özellikler taşımasıdır. Nitekim hem Hz. Peygamber’le ilgisi,hem din ile alâkası olduğu halde, milletimizce büyük bir samimiyet ve heye-canla kutlanan, diğer müslüman milletlerden daha esaslı bir surette ve derin-likte benimsenen bu konular daha farklı ele alındığından bu türlerin bazıları Türk edebiyatına hastır. Nitekim ilk mevlid kutlamaları bir Türk Atabeği olanSelahattin Gökbörü taraf ından başlatılmış, zaman içinde Türkçe’de ikiyüzeyakın manzum mevlid kaleme alınmış olduğu halde, Arapça mevlidler men-

sur olanlar da dahil onu geçmemekte, Farsça’da ise Hz. Ali ve Fat ıma mevli-di bulunduğu halde, Peygamberimiz hakkında XIX. asırda İstanbul’da yaşa-mış  İran asıllı  bir Osmanlı  şairinin kaleme aldığı  mevlid dışında başka bireser bulunmamaktadır. Ayrıca Sûriyye/Sûrnâme, Ramazâniyye, Bayramiyye,Nevrûziyye, Bahâriyye, Şitâiyye, Mevlid, Mi’râciyye, Regâibiyye vb. türlerde Türk-İslâm edebiyatı şairlerince mahallî renkleri ağır basacak şekilde or-taya konmuştur.

Türk Edebiyatı Metinlerinin Kaynakları 

Bu kısımda Türk-İslâm edebiyatının metinleriyle ilgili başlıca kaynaklar

anahatlarıyla tanıtılacaktır. Böylece bu metinlerle karşılaşmak isteyenler bun-ların başlıca kaynakları  olan divan, mesnevi, mecmua, cönk  vemüntehâbât (seçki, antoloji), münşeât gibi eserler hakkında, başlıca özel-liklerini kavrayarak yeterli bilgi sahibi olacaklar, bunları nerelerde bulabile-ceklerini ve bu tür kaynaklardan nasıl faydalanabileceklerini öğrenmiş  ola-caklardır.

Bilindiği gibi Türk-İslâm edebiyatında edebî eser denince akla önce şiir,yahut manzum eserler gelmektedir. Bu, eski edebiyatımızın şiire düz yazıdanyani nesirden daha fazla değer vermesiyle ilgilidir. Vakıa şiirin yanında ikin-ci plana düşen nesir, inşa denilen üslüp ile sanatkârâne ifade yolunda ciddimerhaleler kazanmış, bazı sanatkarlar tanıtılırken “şi’r ü inşâda mâhir, nazmü nesre kâdir” gibi ifadelerle her iki fende de başarılı oldukları özellikle vur-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 45/261

 39

gulanmış olsa da şiir nesirden, şâirlik nâsirlik ve münş îlikten üstün tutulmuş-tur. Bu bakımdan metinlerin kaynaklarını ele alırken de öncelikle şiiri ve şiiriaktaran kaynakları ele almak daha isabetli olacaktır.

1. Divan

Türk şiirinin en önemli yazılı kaynaklarının başında Divan denilen şiir kitap-ları gelmektedir.

Bir divan, “bir şairin hayatı boyunca yazdığı şiirleri toplayan kitab” şek-linde tarif edilebilir. Yani Türk-İslâm edebiyatı şairleri şiirlerini bir yönüyleanonim bir ad altında tek kitapta toplamışlardır. Divanlarda çoğu kere şairle-rin eski ve yeni bütün şiirleri bir araya getirilmiştir. Buna divan tertib etmekdenir. Bazı  şairler divanlarını  kendileri tertib ederken bazılarının şiirleriölümlerinden sonra yakınları  taraf ından derlenmiştir. Ancak bazı  şairler di-vanlarının, yazdıkları şiirlerin dağılıp kaybolmaktan korunmasını sağladığını açıkça ifade etseler de divan tertibinden sonra yazdıkları şiirler bunun dışında

kaldı

ğı

 gibi, bazan önce yazı

ldı

ğı

 halde beğenmedikleri manzumelere de di-vanlarında yer vermemişlerdir. Böylece her şairin bir miktar şiiri divan dışın-da kalmış olmaktadır.

Divanlarda şiirler nazım şekillerine göre sıralanır. En başta büyük nazımşekilleri yer alır: kasideler (Tevhid, na’t, münacaat, medhiye), terkib-bend,terci'-bend ve musammatlar. Ardından orta hecimde şiirler sayılacak gazelleryer alır. Bu bölümdeki şiirlerin her biri kafiyelerine göre elif’ten ye’ye kadarsıralanır. Hemen hemen her harfte bir gazel yer almışsa bu divan mürettepkabul edilir. Divanın son kısmında küçükten en küçüğe doğru şu nazım şekil-leri yer alır: rubâî, kıta, nazım, müstakil beyit ve mısralar.

Bu konuda daha fazla bilgi için Ömer Faruk Akün’ün Diyanet Vakf ı Ansiklope-

disi’ ndeki “Divan” maddesine bakılmalıdır. Divanların genel ve kalıplaşmış  şekli yukarıda belirtildiği gibi olmakla

beraber, musammat ve şarkıların gazellerden sonra yer alması  suretiyle alı-şılmış  tertibin kısmen dışına çıkıldığı da olmaktadır. Fakat böyle yer değiş-tirme ve kaymalar olsa da usulün şaşmaz prensibi, her divanda kasidelere di-ğer bütün nazım şekillerinden önce yer verilmesi, gazellerin ortada bulunma-sı ve son kısımda da rubaîlerden başlayarak, müstakil beyit ve âzâde (serbest)mısralarla divanın son bulmasıdır.

Anadolu Türkçesi'nin en eski divanlarının başında, çoğu hece ile yazılmış şiirlerden ibaret ve klasik ölçülere uygun olmasa da Yunus Divan’ı gelir. OrtaAsya sahasında hatırlanacak ilk eser de Ahmet Yesevî’nin  Divân-ı  Hik-

met ’idir. Bu iki eser Türk-İslâm edebiyatının en eski ve değerli mahsullerinitopladıkları  için çok öremlidir. Osmanlı  edebiyatı  sahasının klasik ölçülereuygun ve aruzla yazılmış  şiirleri toplayan divanlarının başında Ahmedî’nineseri gelmektedir. Ahmed-i Dâî ve Şeyhî’nin divanları bundan sonraki önem-li divanlardır.

2. Mesnevi 

Bir nazım şeklinin de adı  olan mesnevî, Türk-İslâm edebiyatında “kahra-manları hep aynı olan aşk maceralarının anlatıldığı uzun manzumeler” olaraktanımlanabilir. Mesneviler klasik edebiyatın divanlar kadar önemli ve onlar-

dan hacimli metinleridir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 46/261

 40

Mesnevî bir nazım şekli olarak başlangıçta Arap edebiyatında yoktur.Kökü Pehlevî edebiyatına kadar giden bu şekil, Fars edebiyatının İslâmî dev-rinde X. asırda Rûdegî gibi şairlerin eserleriyle ortaya çıkmış, Firdevsî ilebüyük bir gelişme gösterdikten sonra Araplar'a geçmiştir. Türk edebiyatınada İran şiirinden gelmiş olması  düşünülebilirse de  Dîvânü lugati't-Türk'teki

manzum parçalar arasında rastlanması, Türk şiirinin İslâm öncesi devresindebu nazım şeklinin bilindiğini ve kullanıldığını göstermektedir. İslâmî Türkedebiyatının bilinebilen ilk büyük manzum eseri Kutadgu Bilig'in mesnevişeklinde oluşunu, böyle bir birikime bağlamak mümkündür. 

Divanların aksine her mesnevînin daima bir özel adı  vardır: Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ ve Mecnûn, Ş âh u Gedâ, Ş em' u Pervane, Hüsn ü Aşk  vb. birkısmı  başlıca iki mühim kahramanının adıyla anılırlar. Bazıları  iseFerhadnâme,  İ skender-nâme  gibi esas kahramanlarına göre isimler taşırlar.Bir kısmı  nazma çekilmiş  küçük hikâyeleri anlatırlar:  Hilyetü'l-efkâr,

 Nefhatü'l-ezhâr, Suhbetü'l-esmâr, Cilâü'l-kulûb, Riyâzü'l-gufrân, Nak ş-ı Ha- yâl, Hayrâbâd, Gencîne-i Râz, Gülşen-i Aşk, Gülşen-i Envâr . Bazan da eserinadı, konusunun belirten kelimenin sonuna "nâme" sözü eklenerek oluşturul-muştur: Pendnâme, firkatnâme, sergüzeştnâme, Har-nâme, Hûban-nâme,

 Zenân-nâme, Sur-nâme, Selim-nâme, Süleyman-nâme, Gazavat-nâme vb.

3. Mecmua

Mecmualar, aynı veya farklı  türden seçilmiş  çeşitli büyüklükteki metinlerinve risâle denilen küçük kitapçıkların derlenip bir araya getirilmesiyle oluştu-rulan ve bazen derleyicisi belli çoğu kere de derleyeni bilinmeyen eserler ola-rak tarif edilebilirler.

Kelime, sözlükte “dağınık şeyleri bir araya getirmek, toplamak” anlamın-daki cem’ masdarından türeyen mecmû’ kalıbından (bir araya getirilmiş, top-

lanmış) gelmektedir. Mecmûanın yanı sıra mecâmî’, mecma’, câmi’ gibi aynı kökten türemiş kelimelerle -yalnız Osmanlı Türkçesi’nde- cüzdan, defter vecerîde isimleri de aynı mânada kullanılmıştır. Ancak bu isimlerden herhangibirini taşımadığı halde mecmua özelliğine sahip pek çok eser bulunmaktadır.

Mecmualar, genelde bir veya daha fazla yazar yahut şaire ait çeşitli şekilve hacimlerdeki dinî, din dışı, nesir ya da şiirlerden oluşan derleme kitaplar-dır: Dinî olanları mecmûatü’l-ehâdîs, mecmûa-i fetâvâ, mecmûa-i ed’iye, gibiisimlerle anılmıştır. Edebî olanları  ise, mecmûa-i eş’âr, mecmûa-i tevârîh,mecmûa-i münşeât, mecmûa-i ebyat   gibi adlar taşır. Mecmua başlangıçta,birçok bakımdan benzediği cönk gibi âyetler, hadisler, fetvalar, dualar, hutbe-ler, şiirler, ilâhiler, şarkılar, mektuplar, latifeler, lugaz ve muammalarla ilâç

tariflerinin ve faydalı

  bilgilerin (fevâid), notları

n, tarihî belge ve kayı

tları

nderlendiği bir not defteri halinde ortaya çıkmış, zamanla gelişip düzenli birtertip ve şekle kavuşarak benzerlerine göre bazı farklılıklar gösteren bir kitapveya telif çeşidi özelliği kazanmıştır.

İslâm kültüründe mecmua türü, henüz adı konulmadan Hz. Peygamber’inhadis yazımına izin vermesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Bu iznin ardındanbazı sahâbîler Resûlullah’tan duyduklarını mecmua tertip etme anlayışı içeri-sinde kendi seçimlerine, ihtiyaç ve değerlendirmelerine göre bir araya geti-rince hadis literatüründe sahîfe, cüz ve kitap adıyla anılan ilk derlemelerdoğmuştur.

Daha çok Osmanlı ve İran sahasında rağbet gördüğü anlaşılan mecmuala-

n kâğı

n kalitesi, rengi, boyutları

, cildi, yazı

, tezhibi, şekli gibi vası

fları

 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 47/261

 41

ve maddî nitelikleri itibariyle birbirlerinden çok farklı  olduğu, bir kısmınındüzensiz, âdeta karalama defteri, bir kısmının çok düzenli ve özenli bir sanateseri niteliği taşıdığı görülmektedir. Düzensizlerin çoğu doğrudan derleyici-sinin eliyle yazılmış olduğu için okunaksız ve istinsah hatalarıyla dolu, baba-dan oğula veya elden ele intikal ettiğinden dolayı farklı kişilerin yazısına ve

ilgisine göre şekillenmiş, değişik konulara yer veren güvenilmez metinler ha-lindedir.

Mecmualar Arapça, Farsça, Türkçe olarak tek bir dille kaleme alındığı gi-bi derleyenin bu dilleri bilip bilmemesine ve derlenen metinlerin diline görebunların ikisinin veya üçünün birlikte kullanıldığı metinler halinde de yazıl-mıştır. Çoğunlukla ilmî ve dinî konularda derlenmiş mecmuaların mensur veArapça, edebiyat ve sanat konularındakilerin ise manzum ve FarsçaTürkçeolduğu görülmektedir.

Pek çoğu bir tür el kitabı mahiyetinde olduğundan fazla rağbet gören, ay-rıca iddiasız bir isim taşıdığı için kitap yazmaktan kaçınan müellifler taraf ın-dan tercih edilen mecmua bundan dolayı  Osmanlı  dünyasında çok yaygın-

laşmış ve ilim dallarına göre çeşitli türlere ayrılmıştır. Bunlardan içinde edebîmetinlerin yer aldığı  başlıcaları  şunlardır: divan, şiir, nazîre, kaside, gazel,na’t, medhiye, mersiye, muamma, lugaz, rubâî, letâif, destan, lugat; münşeat,inşâ, vefeyât, biyografi (terâcim); risâle; fevâid; musiki. Bunlar çoğu kütüp-hane kataloglarına mecmua adıyla girmiş bulunan edebiyat ve kültürümüzünkaynaklarını muhafaza eden önemli eserlerdir.

4. Cönk

Genellikle âşık edebiyatı, halk edebiyatı  ve folklor ürünlerinin toplandığı anonim mahiyette bir mecmua türü olarak tarif edilen bu gruptaki eserlere adolan kelimenin, sözlüklerle ansiklopedilerde aslı, mâna ve muhtevası hakkın-

da farklı bilgiler verilmektedir. Cava ve Malaya dillerindeki djong (conk) ke-limesinden gelen cönk batı dillerine de yakın bir telaffuzla geçmiş olup, “Çindenizlerinde kullanılan dibi düz ve dört köşeli, puruvası, çıkıntılı  baş  bo-doslaması ve kıç pupası, dümeni muallakta olan yelkenli gemiler için de ge-nel bir ad olmuştur ( Diyanet Vakf ı  İ slâm Ansiklopedisi).

Resim 2. 1: XIX. yüzyılın sonlar ına ait dinî-tasavvufî muhtevalı bir cönkten iki sayfa (M.Uzun özel kitaplığı)

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 48/261

 42

Kelimenin Türkçe olduğunu söyleyen bazı araştırıcılar cöngü "türlü konu-ların, özellikle çeşitli şairlerden seçilmiş  şiirlerin yazılı  olduğu kitap veyadefter" şeklinde tarif eder ve "büyük gemi, fakirlerin kullandığı satrançlı çulve kilim, büyük nesne" anlamlarında kullanıldığını söyler (Ferheng-i Nizâm,II, 408). Şeyh Süleyman Efendi de cönge "gemi, sefîne" karşılığını verir ve

bir edebiyat terimi olarak "mecmua" anlamına da geldiğini belirtir (Lugat-ı Çağatay ve Türkî-i Osmanî, s. 142).

Cönk ansiklopedilerde genellikle "uzunlamasına açılan ensiz, uzun yazmamecmualara verilen ad" olarak tanıtılmış ve "mecmua"nın belli konularda se-çilmiş  örnek metinlerden oluşan yazma ve basma kitaplar için kullanıldığı söylenerek cönkle mecmua arasında bir ayırım yapılmamıştır. Cönk kelimesigerek gemi anlamıyla gerekse mecmua ve diğer anlamlarıyla XV. yüzyıldanberi Türkçe'nin çeşitli lehçelerinde kullanılmıştır.

Kütüphanecilik açısından bir kitap şekli olarak da değerlendirilebilecekolan cönklere şekillerinden dolayı  "dana dili" denilmekte; halk arasında ise

"sığı

r dili" olarak adlandı

ldığı

  bilinmektedir. Cönkler kütüphanekataloklarında çoğu kere "mecmûa-i eş'âr" adıyla fişlenerek, fişin bir köşesi-ne "cönktür" kaydı konulur.

Bazı cönklerde bulunan farklı yazılardan metnin tek elden çıkmadığı an-laşıldığı gibi imlâ değişiklikleri de yine bu sebepledir. Ayrıca cönklerin ilksahibinden sonra kaç el değiştirdiğini anlamak kolay değildir. Bir cönkte ayrı yüzyıllarda yetişmiş  şairlerden örneklere rastlanması  da bu durumun başkabir tanığıdır. Okunamayacak kadar kötü yazılmış olanlar yanında çok düzgünve okunaklı, hatta hattat elinden çıkmış kadar güzel olanları da vardır.

Genellikle âşıkların, seyrek olarak da divan şairlerinin bir kısım şiirleriniihtiva eden cönklerde çeşitli dualar, sihirle ilgili notlar, ilâç tarifleri, sahibini

ilgilendiren doğum ve ölüm tarihleri, alacak verecek hesapları, anonim türkü,mâni ve ilâhiler, halk hikâyeleri ve daha birçok konu ile ilgili bilgiler bulun-maktadır. Halk, gezgin şairlerin uğradıkları yerlerde söyledikleri türkü, koş-ma, destan ve f ıkraları, hikâyeleri çok defa aklında tutabildiği kadarıyla eksikya da yanlış olarak kâğıda geçirmiş, böylece sayısız ve birbirinden çok farklı muhtevaya sahip cönkler meydana gelmiştir.

Günümüzde âşık edebiyatı, dinî-tasavvufî edebiyat ve birçok folklor ör-neklerinin yazılı  kaynaklarının başında cönkler gelmekte ve bu eserler ilkderlemelerin bulunduğu yazılı  kaynaklar olarak büyük önem taşımaktadır.Cönklerin bir başka özelliği de bunlarda çok önemli dil malzemesi bulun-masıdır.

5. Müntehabât

Sözlükte “seçilmiş, seçilerek bir araya getirilmiş” anlamındaki müntehab ke-limesiyle çoğulu olan müntehabâtın İslâm dünyasında bir telif türünü ifadeeden terim olarak yaygın bir kullanım alanı vardır. Geniş hacimli eserleriniçinden belirli kısım veya konuların seçilmesi, tekrarlardan arındırılıp özetle-nerek bazan müelliflerince yeniden düzenlenmesiyle meydana gelen kitaplar-la tanınmış müelliflerin eserlerinden yapılmış manzum-mensur derlemeleremüntehab (müntehabât) adı verilmiştir. Aralarında bazı küçük farklar bulun-makla birlikte mecmûa, muhtâr / muhtârât, muktetaf / muktetafât gibi adlartaşıyan derlemelerle muhtasar / muhtasarât, mülahhas, telhîs, hulâsa, tehzîb,

zübde başlığını  taşıyan eserlerin bir kısmı  da bir tür müntehabât sayılır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 49/261

 43

müntehabat Türk edebiyatında manzum-mensur eserlerden yapılmış seçkile-rin adlandırılmasında görülmektedir 

Türk-İslâm edebiyatı  metinleri için kullanıldığında, günümüz Türkçe-si’nde “seçki, şiir seçkisi” kelimeleriyle karşılananan müntehabât, daha yay-

gın bir ifade ile antoloji manasına gelmektedir. Edebiyatımızın ekseriyetlekasideden mısra’ya kadar manzum eserlerini derleyen kitaplar bu adla anıl-maktadır. En eski örnekleri nazire mecmuaları olan bu metin kaynağı, bizdedaha çok XIX. yüzyıldan sonra gelişmiştir.

Manzum edebî eserlerden seçilerek oluşturulmuş  mecmuaların birçoközelliği müntehabât adı  taşıyan eserler için de söz konusudur. Bu yakınlığı Mecmûa-i Müntehabât, Mecmûa-i Müntehabât-ı  Eş’âr,  Mecmûa-iMüntehabât-ı  Şi’riyye-i Arabiyye ve Fârisiyye, Mecmûa-i Müntehabât-ı Kasâid ve Eş’âr-ı  Fârisiyye gibi derlemelerle mecmûa-i edebiyye,mecmûatü’l-eş’âr, mecmûatü’l-ebyât gibi adlarla anılan manzum eserlerinisimlerinden başlayarak tespit etmek mümkündür.

XIX. yüzyıldan sonra gelişmiş müntehabatlara Şinâsi’nin (İstanbul 1289) Müntehabât ı E ş’âr ’ı ve Edirne Müftüsü Fevzi Efendi’nin  Müntehabât-ı Dî-vân-ı Fevzî  adlı eserleri (İstanbul, ts.) örnek verilebilir. Müntehabâtların Türkedebiyatında en tanınmış örneği Ziyâ Paşa’ya aittir. 432 Türk, 448 Fars ve382 Arap şairinin 1262 şiirini ihtiva eden Harâbât ’ı Türk edebiyatında bütü-nüyle şiire tahsis edilen müntehabâtların en hacimli ve en önemli örneğidir (I,İstanbul 1291; IIIII, 1292).

XX. yüzyıl başlarında edebî metinleri derleyen antoloji niteliğindeki ki-taplar arasında Bulgurluzâde Rızâ Bey’in Müntehabât-ı Bedâyi’-i Edebiyye’si(I, İstanbul 1326 [manzum]; II, İstanbul 1326 [mensur]; İstanbul 1326 [ze-yil]), Re’fet Avni ve Süleyman Bahri’nin birlikte hazırladıkları   Resimli

 Müntehabât-ı Edebiyye  (İstanbul 1329), Fâik Reşad’ın  Muharrerât-ı Nâdire yâhud Hazîne-i Müntehabât ’ı  (İstanbul 1307), Mehmed Cevdet’in Müntehabât-ı  Sahâif-i Nefîse’si (İstanbul 1330) zikredilebilir. Sadece beyitve mısraları derleyen müntehabâtlar da vardır.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI ÇALIŞMALARINDABAŞVURULACAK KAYNAKLAR

Bu gruba giren kaynaklar daha önce de ifade edildiği üzere Türk-İslâm ede-biyatı araştırmalarında, bir başka deyişle bu edebiyatı tanımak, öğrenmek,doğru ve anlaşılır biçimde günümüze, günümüzün her seviyeden okuru-

na aktarmak için yapılacak araştırma ve çalışmalarda başvurulacakkaynaklardan oluşmaktadır. Bu son kısma giren eserler için her tür araştır-mada rastlanılan bibliyografya, kaynakça, müracaat eserleri ve başvuru kay-naklar ı gibi terimler kullanıldığını hatırlamakta fayda vardır.

Türk-İslâm edebiyatı araştırmaları söz konusu olduğunda öncelikle şair venasirler için İslâm telif geleneğinde tabakat  adıyla anılan eserleri tanımaközelliklerini bilmek, kullanımını öğrenmek gerekmektedir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 50/261

 44

1. Tabakat 

Bir telif tarzı olarak İslâm dünyasındaki ilk örnekleri, Araplar arasında ortayakonulmuş ve onlardan İslâm kültürü etkisiyle Farslara intikal ettikten sonraOsmanlı öncesinden itibaren Türk dünyasında da yaygın bir gelişme göster-

miştir. Tabakatlar zamanla farklı özellikler kazanarak gelişmişse de esas iti-bariyle günümüzdeki ansiklopedik biyografi kitaplarına benzeyen bir telif tü-rüdür. Bu grupta yer alan kitaplar Osmanlı  sahasında daha çok terâcim/terâcim-i ahvâl kitapları adıyla anılmıştır. Ancak aşağıda zikredilecek örnek-lerden de anlaşılacağı üzere Osmanlı devrinde bu tür kitapların adlarında he-men hiç rastlanmayan “tabakat” kelimesi gibi “teracim” de pek az kullanıl-mış, bunların yerini “tezkire” kelimesi almıştır. Nitekim Mehmet SüreyyaBeyin Meşhur eseri Sicill-i Osmani veya Tezkire-i Meşahir-i Osmâniyye’ninadında ise tezkire kelimesi yer almaktadır.

Bu tür eserlerdeki hal tercemeleri (terâcim-i ahvâl) ve biyografiler(terâcim) genellikle alfabetik bir sıralamayla ve ele alınan kişinin kısaca aile-

si, hayatı ve yetişmesi, hocaları, önde gelen arkadaşları, beraber ders okudu-ğu kişiler (ders şerikleri), ve eserleriyle bunların kısa tanıtımlarıyla biyografisahibinin, ilmî ve edebî hüviyetine dair bilgiler, hakk ındaki bazı rivayetler,şahsı ile ilgili nükteler, fikirleri ve sanatı üzerine bazı tenkidler, belli eserleri,yazı ve şiirlerinden kısa örnekler aktarılmaktadır. Ancak tabakatlarda, bazenyukarıda sayılan her hususta yeterli malumatın bulunması mümkün olamaya-cağı gibi bazan da bilgi verilen konular, işaret edilen hususların ötesinde, çokzengin ve çeşitli olabilmektedir. Bunun hudutlarını ise ele alınan kişi hakkın-da, yazarın ulaşabildiği bilgiler yanında onunla çağdaş veya arkadaş olması da belirlemektedir.

Osmanlı tabakat kitapları daha çok devlet adamları (vezirler ve sadrazam-lar, şeyhülislamlar, kaptanpaşalar, reisülküttaplar), alimler, şeyhler, şairler,hattatlar, kitap sanatkârları başlığı altında toplanabilecek mücellit, müzehhip,nakkaş, minyatürcü, mücellit vb. gibi üstadlar ile musikişinaslar hakkında ya-zılmıştır. Bunların içinde en zengin Türkçe tabakat, şairlerle ilgili olandır.Ardından ulema ve meşâyih hakkındaki eserler gelir. Dikkat edilirse bu sayı-lan sınıflarda yer alan pek çok kişi Türk-İslâm edebiyatıyla ilgili manzum-mensur eserler ortaya koymuş  kişiler, bir başka deyişle, aynı  zamanda şair,nasir, âlim ve sanatkârlardır. Tabiî olarak bunlarla ilgili araştırma yapılırkençeşitli meslek gruplarıyla ilgili tabakatları  tanımak ve onlardan faydalanmayollarını bilmek gerekir.

Bu alan çok zengin olmakla birlikte belli başlı tabakat kitaplarından dahaönce değişik ünitelerde temas edilenler dışında şunlar zikredilebilir:

Molla Cami’nin Farsça yazdığı bir sûfi tabakatı olan Nefehâtü’l-üns, önceAli Ş îr Nevâî taraf ından 170 kadar Türk ve Hind sûfîsinin terceme-i hali ek-lenerek 901’de (1495)  Nesâyimü’l-mahabbe min şemâyimi’l-fütüvve adıylaÇağatay Türkçesi’ne (nşr. Kemal Eraslan, İstanbul 1979), Bursalı Lamii Çe-lebi taraf ından da Fütûhul’-mücâhidîn li-tervîhi kulûbü’l-müşâhidîn  adıylaAnadolu Türkçesi’ne tercüme edilmiş ve otuz kadarı kadın olmak üzere 629sufînin hayat hikayesini kapsamaktadır. Eser, Osmanlı çevrelerinde  NefehâtTercümesi  olarak tanınmış  (İstanbul 1270,1289; bugünkü yazıyla 1970; S.Uludağ’ın girişiyle tıpkı  basım 1980) ve Lamiî’nin daha geniş  çevrede ta-nınmasını sağlamıştır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 51/261

 45

Feridüddin Attar’ın yetmiş iki mutasavvıf ın hayatına dair Farsça yazdığı Tezkiretü’l-evliya’sı da Osmanlı  sahasında çok rağbet bulmuş ve Türkçe’yeSinan Paşa (nşr. E. Gürsoy Naskali, Ankara 1987) başta olmak üzere birkaçkere tercüme edilmiş sûfî tabakatlarındandır. En güvenilir Türkçe tercümesiise Süleyman Uludağ  taraf ından yapılmıştır (İstanbul 1984, 1991). Osmanlı 

dünyasında rağbet bulmuş olan sufi tabakatlarına İsmail Hakkı Bursevî’nin,Silsile-i Celvetiyye  (İstanbul 1291), Sadık Vicdânî’nin Tomâr-ı  Turuk-ı 

 Aliyye dizisi  (I Melâmilik, İstanbul 1338; II Kadiriyye, İstanbul 1340; IIIHalvetiyye İstanbul 1341; IV Sûfî ve Tasavvuf, İstanbul 1342) eklenebilir. 

Osmanlı alimleri, edip ve yazarları, devlet adamları, sanat ve zanaatkârla-rının gerek alfabetik sıralama suretiyle gerek devirlere ve tabakalara ayrılaraktoplandığı tabakat türü pek çok eser değişik konularda tanınmış isimlerin biraraya getirildiği genel tabakat kitaplarıdır ve farklı adlarla bu alandaki yerinialmıştır: Bunların başında Taşköprülü-zade’nin Osman Gazi’den başlayarakKanunî devri dahil olmak üzere on padişah zamanında Osmanlı coğrafyasın-da yaşamış beş yüzden fazla alim ve şeyhi tanıtmak üzere on tabaka halinde

Arapça kaleme aldı

ğı

  eş-Ş aka’iku’n-nu’mâniyye fî ulema-i devlet’i-Osmâniyyesi gelmektedir (nşr. Ahmet Suphi Fırat, İstanbul 1985). Bu tiptekieserlerin ilki sayılabilecek bu hacimli kitap daha müellifi hayatta iken ÂşıkÇelebi, Hakî Efendi gibi isimlerin Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Ancak endeğerli tercümesi esere birçok kaynaktan derlediği yeni bilgileri ekleyerek te-lif-tercüme suretiyle adeta yeni bir tabakat meydana getiren Edirneli MecdîEfendi olmuştur. Gördüğü rağbet üzerine eş-Ş aka’iku’n-nu’mâniyye zamanlaOsmanlı  sahasında tercüme, tezyil, telhis, ta’lik, tahşiye suretiyle kalemealınmış  başka eserlerle desteklenerek bu vadide önemli bir faaliyetin geliş-mesine ve ortaya konan eserlerle türün zenginleşmesine yol açmıştır. HattaOsmanlı medeniyetine şu veya bu şekilde katkı sağlamış her tabaka ve alan-dan zevatın tercüme-i halleriyle âdeta müstakil bir vadi oluşturmuştur (bk.Taşköprülüzâde). Bu genel manadaki Osmanlı tabakat kitaplarına çok sonra-ları kaleme alınmış Mehmed Süreyya Bey’in Sicill-i Osmanî veyâ Tezkire-i

 Meşahir-i Osmaniyye’si (I-IV, İstanbul 1308-1316; ) ile Bursalı Mehmet Ta-hir Bey’in Osmanlı Müellifleri’ni (I-III, İstanbul 1333-1342) ilave etmek ge-rekir. Hacı Zihni Efendi’nin Meşâhiru’n-nisa’sı (I-II İstanbul 1294-1295) daİslâm öncesinden itibaren Arap, Fars ve Türk dünyasında ilim, edebiyat, ta-savvuf ve siyaset alanlarında meşhur olmuş 1165 kadınla ilgili genel bir eser-dir.

Türk mûsıkîsi alanında ilk tabakat Şeyhülislâm Ebûishakzâde Esad Efen-di taraf ından Atrabü’l-âsâr fî tezkireti urefâi’l-edvâr  adıyla kaleme alınmıştır.Üzerinde Zeynep Sema Yüceışık’ın bir doktora tezi hazırladığı eser (b. bibl.)XVII-XVIII. yüzyıllar arasında yaşamış  Osmanlı  musıkî şinaslarından yüze

yakın bestakârın kısa biyografisiyle eserlerinden bazı örnekleri ağır bir inşaüslubuyla aktarmaktadır. Bu alandaki son ve mühim tabakat İbnüleminMahmut Kemal İnal’ın kaleme aldığı  Hoşsada’dır (Ankara 1958).

Osmanlı  hattatları  hakkındaki tabakatların başında Gelibolulu MustafaÂlî’nin hattat, nakkaş  ve mücellitler hakkında bilgi veren  Menâk ıb-ı 

 Hünerverân’ı  (nşr. İbnülemin, İstanbul 1926) gelmektedir. Onun Künhü’l-ahbâr ’ının dördüncü rüknü de Osmanlı devlet adamları, alim ve şairlerininhayatlarına ait bilgiler ihtiva eden bir tabakat sayılır. Bu kısım Mustafa İsentaraf ından müstakil olarak Künhü’l-ahbâr ın Tezkire K ısmı  adıyla (Ankara1994) neşredilmiştir. Buna büyük Osmanlı  biyograflarından Müstakim-zâde’nin Tuhfe-i Hattâtîn  (nşr. İbnülemin, İstanbul 1928) adlı  eserini ilaveetmek gerekir. Nefeszâde İbrahim Efendi’nin Gülzar-ı  Savab’ı  (nşr. Kilisli

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 52/261

 46

Rıfat (İstanbul 1939), Suyolcuzâde’nin  Devhatü’l-küttâb’ı (nşr. Kilisli Rıfat,İstanbul 1942), Habib Efendi’nin Hat ve Hattâtân’ı (İstanbul 1305), İbrahimİbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Son Hattatlar ’ı (İstanbul 1955) ile Nurul-lah Tilgen’nin Eyüplü Hattatlar ’ı (İstanbul 1950) bu konudaki diğer eserler-dir.

Osmanlı devlet adamlarıyla ilgili tabakat kitaplarının en önemlileri ara-sında sadrazamlarla ilgili olarak kaleme alınmış bulunan Osmanzâde Taib’in

 Hadîkatü’l-vüzerâ’sı gelir (İstanbul 1271, Freiburg 1969). Bu esere zeyil ola-rak Dilâver Ağa-zâde Ömer Vahid, Şehrî-zâde Mehmed Said (Gül-i Zîbâ),Cavid Ahmed (Verd-i Muattara), Bağdatlı Abdülfettah Şefkat, Ahmet Rıfat(Verdü’l-hadâyık , İstanbul ts.; Freiburg 1970) gibi kitaplar yazılmıştır. Bu se-riyi İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar ’ı (14 fasikül, İstanbul 1940-1953) ile Mehmet Zeki Pakalın’nın Son Sadrazam-lar ve Başvekiller ’i (I-V, İstanbul 1940-1948) tamamlar.

Şeyhülislamlar hakkındaki ilk tabakat Müstakimzâde’nin  Devha-i

 Meşâyih-i Kibâr ’ı

r. Müellif eserine iki de zeyl yazmı

ştı

r. Ahmet Rı

fatEfendi’nin bu esere yazdığı  zeyil ile birlikte hepsi  Devhatü’l-meşâyih maa zeyl adıyla yayımlanmıştır (İstanbul ts.; tıpkıbasım:İstanbul 1978).Müstakimzade’nin eserine sonraki şeyhülislamların da ilâvesiyle zeyiller ya-zılmıştır.

2. Tezkiretü’ş-Şuarâ

Türk-İslâm edebiyatı araştırmalarına kaynaklık yapan eserlerin başında özel-likle XV. yüzyıldan sonra ve Osmanlı sahasında şairler hakkında bilgi verenen önemli kaynaklar Sehi Bey’in Tezkire’sinden itibaren Tezkire-i Ş uarâ adıyla müstakil bir alan ve tür oluşturan tezkireler gelmektedir. Genel özel-

likleri itibariyle tabakatlarla aynı  hususiyetleri taşısalar da bunlar öncelikledevirlerinde şiir ve edebiyatla doğrudan meşgul olmuş kişiler hakkında bilgivererek şiirlerinden örnekler aktararak sanatları  hakkında değerlendirmeleryaparlar.

Türk edebiyatın XV. Yüzyıl sonlarında Ali Ş îr Nevâî taraf ından Çağatay-ca kaleme alınan ilk tezkiresi  Mecâlisü’n-Nefâis 455 şairin hayat hikayesiniaktarır. Osmanlı sahasında ilk eser Sehî Bey’in XVI. asır Osmanlı şairlerin-den 229’unu anlatan  Heşt Bihişt ’idir. Bu asırda kaleme alınmış  tezkirelerinikincisi, Latifî taraf ından kaleme alınan Tezkiretü’ş-şuarâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ olup 334 şair hakkında bilgi vermektedir. Bağdatlı Ahdi ise Gülşen-iŞ uarâ’sında 384 şairi söz konusu eder. Ardından Meşâiri’ş-şuarâ adlı eseriy-

le Âşı

k Çelebi gelir. Hasan Çelebi ise Tezkiretü’ş-şuarâ adı

yla yazdı

ğı

 kita-bında 631 şairin hal tercümesini ele almıştır. Gelibolu Mustafa Âlî ise Kün-hü’l-ahbâr  adıyla yazdığı tarihinin dördüncü rüknünü teracimi ahvale ayırmış ve bu kısım devrin 130 kadar ulema, şuarâ ve fuzalasından bahseden önemlibir tezkire değeri kazanmıştır. Tezkirecilik bu ilk ve önemli örneklerden son-ra başlıcaları, Beyânî, Riyazî, Faizî, Rıza, Yümnî, Âsım, Güftî, Safâî, Sâlim,Beliğ, Râmiz, Şeyhülislâm Ârif Hikmet, Fatin gibi isimlerin eserleriyle iyicezenginleştikten sonra, İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Son Asır Türk Ş air-leri  isimli dört ciltlik eseriyle (İstanbul 1930-1941) XX. asra bağlanmıştır.Sadettin Nüzhet Ergun’un tamamlayamadığı Türk Ş airleri ise tezkirneler baş-ta olmak üzere çeşitli tabakat kitaplarındaki bilgilerin derlenmesi ve şairlerinşiirlerinden geniş çaplı örnekler aktarılmasıyla oluşturulmuş bir kaynaktır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 53/261

 47

 

İbnülemin Mahmmud Kemâl’in Son Asır Türk Şâirleri   dışında yazdığı biyografik eserler hangileridir?

Özet

Türk- İ slâm edebiyat ına özelliklerini ve muhtevasını veren kaynaklar ı belirle- yebilmek.

İslâm dininin ve kültürünün Türk Edebiyatına kaynak olmak bakımındanönemi, araştırıcıların bu edebiyatın kaynaklarını dinî   ve doğrudan dinî ol-mayan kaynaklar olarak iki bölümde ele almasında da görülmektedir:

Dinî kaynakların başında Kur’ân-ı  Kerîm gelmektedir. İkincisi hadisveya sünnet-i nebevî dir. Üçüncüsü kısas-ı enbiyâ ve buna bağlı olarak es-ki kavimlerle ilgili tarihi bilgilerdir. Bir diğeri ise tasavvuf tur. Doğrudan

Dinî Olmayan Kaynaklar’a gelince bunları Arap ve Fars edebiyatı ve kültü-rü, Türk milletinin kendi yaşama biçimi, eğlenceleri, mühim gün ve gece-leri kutlama şekli, ahlâkı, sahip olduğu âdet ve an’aneler, devrin hakikive batıl ilimleri, efsâne ve masallar, savaşlar  vs. olarak sıralamak müm-kündür. 

Edebî metinlere ulaşmada başvurulacak başlıca kaynaklar olan divan, mec-mua ve cönk vs. gibi yazma ve matbu eserleri tan ı yabilmek.

Bilindiği gibi Türk-İslâm edebiyatında edebi eser denince akla önce şiir, ya-hut manzum eserler gelmektedir. Bu eski edebiyatımızın şiire düz yazıdan,bir başka ifade ile nazma nesirden fazla değer vermesiyle ilgilidir. Vakıa şii-

rin yanı

nda ikinci plana düşen nesir, in

şa denilen üslüp ile sanatkârâne ifadeyolunda ciddi merhaleler kazanmış, bazı sanatkarlar tanıtılırken “şi’r ü inşâda

mâhir, nazm ü nesre kâdir” gibi ifadelerle her iki fende de başarılı oldukları özellikle vurgulanmış olsa da şiir nesirden, şâirlik nâsirlik ve münş îlikten üs-tün tutulmuştur. Bu bakımdan metinlerin kaynaklarının başında divan, mec-mua ve cönk gibi şiire ve şiiri aktaran kaynakları tanımak önemlidir.

Türk- İ slâm edebiyat ı  araşt ırmalar ında, bu edebiyat ı  tanımak, öğrenmek vedoğru biçimde günümüze aktarmak için yapılacak araşt ırma ve çalışmalardabaşvurulacak kaynaklar ı tanı yabilmek. 

Bu kısma giren eserler için bibliyografya, kaynakça, müracaat eserleri vebaşvuru kaynaklar ı gibi terimler kullanıldığını hatırlamakta fayda vardır. An-

cak bu eserlerin kendileri bir taraftan edebi eser hüviyetini taşımakta diğer ta-raftan da devrin anlayışına göre şekillenmiş bulunmaktadır. Bunlar genel ola-rak tabakat  adını  taşır. Türk-İslâm edebiyatını  daha doğrudan ilgilendirenbiyografik eserler ise Şuara Tezkireleri başlığını  taşırlar. Bunların sayısı  ilkörneklerin ortaya konduğu XVI. yüzyıldan bu yana yazılanlar dikkate alındı-ğında 30’u aşmıştır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 54/261

 48

Kendimizi Sınayalım

1.Aşağıdakilerden hangisi Türk-İslâm edebiyatının doğrudan dinî kaynakla-rından sayılmaz? 

a. Sünnet

b. Ahbârü’l-Arab

c. Kısas-ı Enbiyâ

d. Fıkıh

e. Tasavvuf

2. Genellikle âşık edebiyatı, halk edebiyatı ve folklor ürünlerinin toplandığı anonim mahiyette bir mecmua türü olarak tarif edilen eserlere ne ad veri-

lir?a. Cönk

b. Tabakat

c. Müntehabât

d. Mesnevî

e. Divan

3.Ali Ş îr Nevâî taraf ından Çağatayca kaleme alınan tezkirenin adı aşağıdaki-

lerden hangisidir?

a. Atrabül-âsâr

b. Tezkire-i Şuarâ-yı Bağdâd

c. Mecâlisü’n-nefâis

d. Gülşen-i Şuarâ

e. Menâkıb-ı Hünerverân

4. Aşağıdakilerden hanğisi Türk-İslâm edebiyatını  tanımak, öğrenmek vedoğru biçimde günümüze aktarmak için yapılacak araştırma ve çalışma-larda başvurulacak klasik kaynaklardan biri değildir? 

a. Sufi tabakatları 

b. Tezkiretü’ş-Şuarâlar

c. Tezkire-i Hattâtîn

d. Harabât

e. Hadîkatü’l-vüzerâ

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 55/261

 49

5. “Kur’an ve hadisin kaynak oluşu” kavramı ile ilgili aşağıdaki ifadelerdenhangisi doğrudur?

a. Kur’an dinin kaynağıdır.

b. Hadis dini yaşamanın rehberidir.c. Tasavvuf bir müslümanın asla ihmal etmemesi gerekli bir alandır.

d. Peygamber kıssaları dini hayatın vazgeçilmezidir.

e. Dinimiz ve kültürümüz en gür ve etkili şekilde bu kaynakların tama-mından beslenmiştir.

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. b Yanıtınız doğru değilse “Doğrudan Dinî Kaynaklar” konusunu

yeniden okuyunuz. 

2. a Yanıtınız doğru değilse “Türk Edebiyatı Metinlerinin Kaynakları”konusunu yeniden okuyunuz. 

3. c Yanıtınız doğru değilse “Tezkire” konusunu yeniden okuyunuz 

4. d Yanıtınız doğru değilse “Türk-İslâm Edebiyatı  AraştırmalarındaBavurulacak Kaynaklar” konusunu yeniden okuyunuz 

5. e Yanıtınız doğru değilse “Doğrudan Dinî Kaynaklar” konusunuyeniden okuyunuz

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1 Türk-İslâm edebiyatının doğrudan Kur’an’la beslenen türleri arasında tevhid,münâcât, esmâ-i hüsnâ sayılabilir.

Sıra Sizde 2

Türk-İslâm edebiyatında kaleme alınmış en mehur Yusuf u Züleyhâ mesnevi-si Fâtih’in hocası Akşemsedin Hazretlerinin oğlu Hamdullah Hamdi’ye aittir.Türk Edebiyatı tarihçisi M. Fuat Köprülü’ye göre “bu mesnevi, gerek zama-nında ve gerek XVI. asırda umumi rağbete mazhar olarak, onun şöhretini te-minde başlıca amil olmuştur. Şairimizden bahseden bütün tezkireciler veterâcim müellifleri bu hususta müttefiktirler.”

Sıra Sizde 3

İbnülemin Mahmmud Kemâl’in Son Asır Türk Ş âirleri  dışında yazdığı biygrafik eserler Son Sadrazamlar, Hoş Sadâ, Son Hattatlar,

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 56/261

 50

Yararlanılan Kaynaklar

M. Erol Kılıç, Sûfî ve Ş iir Osmanlı Tasavvuf Ş iirinin Poetikası , İstanbul

Agah Sırrı Levent , Ümmet Çağı Türk Edebiyat ı , Ankara 

Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyat ı Tarihi, İstanbul 

İsmail Ünver “Mesnevi” Türk Dili Türk Ş iiri Özel Sayısı  II (Divan Ş iiri),Ankara 

M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyat ı Tarihi, İstanbul

Cemal Kurnaz, Türküden Gazele:Halk ve Divan Ş iirinin Müşterekleri Üzeri-ne Bir Deneme, Ankara

Amil Çelebioğlu, “XIII-XV. Yüzyıl (ilk yarısı) Mesnevîlerinde Mevlânâ Te-siri” III. Uluslarası Mevlânâ Semineri, Ankara

Mustafa Uzun, “Dede Ömer Rûşenî” D İ  A, IX, 81-83. 

a. mlf., Ney-nâme (Tenkidli Basım), İstanbul 1990,

a. mlf., “İlâhî” , D İ  A, XXI, 225

a. mlf., “Hz. İbrahim”, D İ  A, XXI, 272-273;

a. mlf., “Hz. İsâ”, D İ  A, XXIII, 473;

a. mlf., “Hz. İsmail”  D İ  A, XXIII. 80-82

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 57/261

 51

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 58/261

 52

 

Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk-İslâm Edebiyatında kullanılan nazım şekillerini açıklayabilecek,

• Türk Edebiyatında kullanılan vezinleri tanıyabilecek,

• Eski Türk Edebiyatında sıklıkla kullanılan aruz kalıplarını  sıralayabile-cek,

• Türk-İslam Edebiyatında kullanılan kafiyeleri sıralayabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar• Mısra-Beyit-Kıta-Bend

• Aruz-Hece-Serbest

• Açık hece-Kapalı hece

• Kafiye-Redif

ÖnerilerBu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Metin içerisinde tanımı verilmeyen kelimeler için  Misalli Türkçe sözlüğebaşvurunuz.

• Metin içerisinde geçen terimler hakkında daha fazla bilgi için Türkiye Di- yanet Vakf ı   İ slâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerine ve NeclaPekolcay’ın  İ slâmî Türk Edebiyat ında Ş ekil ve Nevilere Giriş adlı eserin-de ilgili yerlere bakınız.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 59/261

 53

 

GİRİŞ 

Divan Edebiyatı Türkler’in İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkanyazılı edebiyattır. Arap ve Fars Edebiyatlarının etkisi altında gelişmiştir. Buetki, Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe’ye girmesinin yanı sıra, bu dillerinanlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Bu akımın “DivanEdebiyatı” olarak adlandırılmasının sebebi, şâirlerin, şiirlerini divan  denenkitaplarda toplamış olmalarıdır.

Kur’an’ın Arapça olmasından dolayı  pek çok toplumun kültürü ve dilideğişime uğramıştır. İranlılar, IX. yüzyılda edebiyat ürünlerini, “Yeni Fars-ça” diye adlandırılan bir dille vermeye başlamışlardır. Fars Edebiyatı’nın buürünlerinden Türk Edebiyatı büyük ölçüde etkilenmiştir. Öte yandan, Anado-lu’da kurulan Türk devletleri, ilk zamanlarda resmî yazışma dili olarak Arap-

ça ve Farsça’yı  kullanmışlardır. Bu durum, edebî dilin değişmesine de yolaçmış; özellikle Saray çevresindeki şâirler ve yazarlar, eserlerini Arapça veFarsça yazmaya başlamışlardır. Osmanlı Devleti döneminde Arapça ve Fars-ça’nın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlı Türkçesi, Divan Edebiyatı’ndakullanılan ana dildir.

DİVAN EDEBİYATI’NDA NAZIM BİRİMİ 

Nazım, sözlük anlamıyla “sıra”, “düzen” demektir. Ama Divan Edebiyatı’ndanazım dendiğinde şiir anlaşılır. Divan şiirinde nazım birimi genellikle beyitolup şiirler çeşitli nazım şekilleri içinde kurallarını  Arap ve Fars Edebiya-

’ndan alan aruz vezniyle yazı

lmı

ştı

r. Bununla beraber, Nedim ve Şeyh Galipgibi bazı  şairlerin hece ölçüsüyle yazılmış  şiirlerine rastlamak mümkündür.Aruz vezninde açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü birdüzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlakauymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı temelinedayanan bir şiir ölçüsüdür. Türkler’in İslamiyet’i kabul etmelerinden sonramedrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimse-meleri, aruzun Türk Edebiyatına da girmesini sağlamıştır.

Türk-İslâm

Edebiyatında

Nazım Şekilleri

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 60/261

 54

MISRA

Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında beyti oluşturan bir satırlık nazım parçası demektir. Sözlükte “yıkıp yere çalmak” mânasına gelen sar’ / sır’ kökü “şiirinbeytini iki mısralı yani iki kafiyeli, kapıyı iki kanatlı yapmak” anlamlarını daifade eder. Ayrıca “ev” mânasındaki “beyt”in kapısındaki her bir kanada mıs-ra denildiğine işaret edilir. Nitekim eve kapıdan girildiği gibi şiire de mısraile başlanmaktadır. Bu açıklamalardan hareketle gerçek anlamı  “ev, çadır,oda, mesken, konak” olan beyit, bir edebiyat terimi olarak aynı vezinde ikimısradan meydana gelen nazım birimini ifade ettiği gibi gerçek anlamı “çadırkapısının iki yanı, kapı kanadı ve pervazı” olan mısra da terim olarak beytimeydana getiren iki parçadan biri için kullanılır.

Son dönemlerde dize kelimesiyle karşılanan mısra hakkında Türk edebi-yatı kaynakları, “ölçülü veya ölçüsüz bir satırlık nazım parçası” tarifinde bir-leşmiş  gibidir. Divan edebiyatında mısra beytin yarısıdır; mânalı  en küçüknazım birimidir. Diğer bir ifadeyle bir nazım parçasını oluşturan her bir satıra

mısra adı verilir. Mısra en küçük nazım birimi olduğu gibi aynı zamanda enküçük nazım şeklidir.

Divan edebiyatında kaside, gazel, mesnevi, terkib-bend ve tercî-benddenazım birimi beyittir. Müşterek bir iç kafiye ile mısraların birbirine bağlandı-ğı bendlerden meydana gelen musammatlarda ise nazım birimi mısradır. Di-ğer nazım şekillerinde beyitler nasıl bir bütünlük gösteriyorsa musam-matlarda da mısralar aynı görevi yerine getirmektedir. Son dönem Türk ede-biyatında Batı  edebiyatının da etkisiyle mısradaki mâna bütünlüğü kaybol-muş, serbest şiirlerin bir kısmında daha ileri gidilerek mısraın sınırları belir-sizleştirilmiş, bazan tek kelimeden ibaret mısralar yazılmış, bu da şiiri nesredaha fazla yaklaştırıp boğmuştur.

Divan edebiyatında bir mânayı  en kapsamlı  şekilde ifade edebilecek,âhengiyle hâf ızalarda yer alacak kadar dikkat çekici bir ustalık ve güzelliğesahip mısralar “mısra-ı berceste” (son derece latif ve sağlam) veya “şah mıs-ra” adını  almıştır. Bunlar eser değerinde kabul edildiğinden mısraı bercestesöyleyebilen kişinin de şair sayılmasına yeterlidir. Böyle mısralar şiirin engüzel parçası olup mânasının derinliği ile dillerde dolaşan, kolayca hatırlana-bilen, ifadeler olmasının yanında sağlam kuruluşu ile âdeta atasözü gibi kul-lanılan örneklerdir. Bâkî’nin, “Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal / Bâkî kalanbu kubbede bir hoş sadâ imiş”; Bursalı Tâlib’in, “Çeşm-i insâf kadar kâmilemîzân olmaz / Kişi noksânını bilmek kadar irfân olmaz” ve Koca Râgıb Pa-şa’nın, “Miyân-ı  güft ü gûda bed-meniş  îhâm eder kubhun / Şecâatarzederken merdi kıptî sirkatin söyler” beyitlerinin ikinci mısraları bugün de

dillerde birer atasözü halinde dolaşmaktadır.

Divan şiirindeki örneklerden hareket edildiğinde mısraa beyit gibi kısa birnazım şekli olarak bakmak da mümkündür. Divanların sonunda herhangi birmanzume içinde yer almadan başlı başına bir şiir gibi yazılmış mısralar bu-lunmaktadır. Bir manzume içinde yer almayan, bazan diğer mısraları  tama-mıyla unutulan ve mânaları kendi içlerinde tamamlanan, mısra-ı bercestelergibi dillerde dolaşan bu tek mısralara “mısraı âzâde” veya yalnızca “âzâde”denilmektedir. II. Mahmud’un hekimbaşısı Abdülhak Molla’nın ecza dolabı-nın kapısı üzerine yazdırdığı, “Ne ararsan bulunur derde devâdan gayrı” veMuallim Nâci’nin gülümserken çekilmiş  bir resminin altına yazdırdığı,“Mudhikât-ı dehre ben ölsem de tasvîrim güler” örnekleri birer mısraı âzâde-

dir. Bunlar manzumelerden kopuk ya da tamamlanmamı

ş şiir parçaları

 şek-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 61/261

 55

linde kalmayıp “müfred” adını alan tek beyitler gibi genellikle divanların sontaraflarında “mesâri’(mısralar)” adıyla anılan özel bir bölümde yer alır.

BEYİT 

Arapça “ev” anlamına gelen beyit iki mısradan oluşan nâzım parçasıdır. Di-van edebiyatında nâzım birimi sayılan beyit, anlam bütünlüğüne sahiptir. Be-yit, kafiyeli iki mısradan meydana gelirse “beyt-i musarra”, bir gazelin enseçme beyti olursa “beytü’l gazel” bir kasidenin en güzel beyti olursa“beytü’l kaside”, içinde şairin adının ya da mahlasının bulunduğu beyitse“tac beyit” bir kasidenin ya da gazelin ilk beyti ise “matla” son beyti ise“makta” adını alır.

Kafiyeli bir beyite “beyt-i musarra”, kafiyesiz olanlara “ferd” ya da“müfred” denir. Divanlarda müfredler müfredat adıyla ayrı bir bölümde top-lanır. Kafiyeli beyitlerin olduğu bölüme de “metali’” denir.

BEND

Bend, sözlük anlamıyla “bağ, bağlanan şey, kuşak; f ıkra ve makale gibi ya-zıların kısımları” demektir. Nazım terimi olarak da Bend, birbirine vezin vekafiyeyle bağlanmış ikiden çok mısra topluluğudur. Bendler 3-10 mısra ola-bilir. Bunlara parça anlamında kıt’a dendiği de olmuştur. Bendlerden mey-dana gelen nazım şekilleri tek ya da birden çok bendliler olmak üzere ikiyeayrılırlar. Tek bendli nazım şekilleri rubâ’î, tuyuğ, çoğu zaman kıta; çokbendli nazım şekilleri ise murabba ve bunun değişik türleri olan terbî’ ve şar-kı; muhammes ve tahmis, taştîr, tardiyye; müseddes ve tesdîs; müsebba’ vetesbî’; müsemmen ve tesmin; mütessa’ ve tetsî’, muaşşer ve ta’ş îr; terkib-bend ve tercî’-bend’dir.

KASİDE

Arap, Fars ve Türk şiirinde en çok kullanılan eski ve uzunca bir nazım şekli-dir.

Anadolu’da XIV. yüzyılda oluşmaya başlayan divan edebiyatı  Arap veİran edebiyatlarının nazım şekillerini kabul ederken konu yönünden eski ko-şuklara benzeyen kasideyi de kolaylıkla benimsemişti. Türkler’in müslümanolmadan önceki ozanlarının, hakanları yahut beyleri övmek için kopuz eşli-

ğinde söyledikleri koşuklarla kaside arasında muhteva yönünden fazla farkgörülmüyordu. Türk edebiyatında ilk örnekleri XIV. yüzyılda yazılmaya baş-lanan kasidelerin Türk beyliklerinin ileri gelenleri hakkında düzenlenmiş ol-masıyla ilk mükemmel örneklerin ortaya çıktığı  XV. yüzyılda sultanlar vedevlet büyüklerini övmek için yazılmaya başlanması  koşuk geleneğinin birdevamı gibi kabul edilebilir. Türk edebiyatının klasik özelliklerinin bütünüy-le teşekkül ettiği XVI. yüzyılda ise kasidenin bu edebiyata has kuralları iyicebelirlenip şekil ve bölümleri oluşmuştur. Konusu diğer İslâmî edebiyatlardagörülmediği kadar genişleyen kaside buna bağlı  olarak değişik isimlerleanılmaya başlar. Hicviyye, mersiye, hasbihal, arzıhal gibi konuları da ihtivaedecek çeşitlilikte yazılan kaside Hz. Peygamber’i ve diğer din büyüklerini,şairin çağında yaşamakta olan bir kişiyi öven örnekler yanında Allah’a yaka-

rış, Resûli Ekrem’den şefaat dileme, bir devlet büyüğünden mansıp ve me-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 62/261

 56

muriyet talebi, himaye görme arzusuna yönelik istekte bulunma, bir cezadankurtulmak için af dileme, hamâsî duyguları açıklama, vatan sevgisini dile ge-tirme gibi sebeplerle de düzenlenmiştir.

Türk edebiyatında kasideler hemen hemen en az otuz ile en fazla doksan

dokuz beyit arasında değişen uzunlukta düzenlenmiştir. Bazan bu sınırlarındışına çıkıldığı olmuşsa da şairlerin genelde kırk-elli beyit uzunluğundaki ka-sideleri tercih ettikleri görülür. Kasidede ilk beyte matla’, son beyte makta’ denir. Şairin mahlasını  söylediği beyit taç beyit, kasidenin en güzel beytibeytü’l-kasîd olarak isimlendirilir. Kafiye örgüsü “aa/ ba/ ca…” şeklindedir.Türk şairleri kasidenin altı bölümden oluşmasını benimsemiş ve buna uyma-ya özen göstermişlerdir. 1. Nesîb (teşbîb). Kasidenin giriş bölümüdür. Ge-nelde bir gazel gibi âşıkane duygulardan bahseder. Bu şekilde olan girişlernesîb, aşk dışında tasvir vb. herhangi bir konu işlenmişse teşbîb adını alır. İş-lediği konuya göre de kaside özel bir adla anılır. Nesîb veya görev süresiteşbîb ortalama on-on beş  beyit uzunluğunda olur. 2. Girizgâh (giriz /güriz). Şairin methiyeye geçtiğini bildiren bir ya da iki beyitten ibaret olup

konuya uygun bir nükte taşı

ması

na ve nesîble methiye arası

nda anlam ilişkisikurulmasına dikkat edilir. 3. Methiye. Kasidenin maksadına uygun olarakövülen kişi veya şeyden bahseden bölümdür. Kasidenin en sanatkârane bö-lümü olup uzunluğu konuya ve şaire göre değişir. 4. Tegazzül. Kaside içindetecdîdi matla’ ile başlayan bir gazel olup beş-on beyit arasında değişir. Birkasidenin başında yahut sonunda yer alabildiği gibi tegazzül bölümü olmayankasideler de vardır. 5. Fahriyye. Şairin kendisini övdüğü ve bazan da dileğinibildirdiği bölümdür. Beyit sayısı şairlere göre değişebildiği gibi fahriyye bö-lümü konulmamış kasideler de mevcuttur. Türk kasideciliğinin üstadı sayılanNef’î’nin fahriyyeleri sanatlı bir üslûpla yazılmış olup beyit sayısı hayli kaba-rıktır. 6. Dua. Övgüsü yapılan kişi veya şey ile şairin kendisi hakkında duaedilip iyi dileklerde bulunulan son birkaç beyitten ibarettir.

Türk edebiyatında kasideler üç şekilde adlandırılmıştır. Bunlardan ilkiteşbîb veya methiyede ele alınan konuya göre yapılan adlandırmadır. Diğernazım şekilleriyle yazılabilmekle birlikte daha çok kaside biçiminde kalemealınmalarından dolayı münâcât, tevhid, na’t, mersiye, hicviyye gibi manzu-meler kasidenin konu bakımından değişik türlerini oluşturur. Bu tanımlamagenellikle şairin kasidesine koyduğu başlığı esas alır. “Tevhîd-i Hazret-i Bâ-rî” “der Na’t-ı Seyyidi’l-Mürselîn”, “Der Sitâyî ş-i Sultan (...)”, “Kasîde derMedh-i (...)”, “Hicviyye der Hakkı (...)” gibi ibarelerin yer aldığı bu başlıklaraynı zamanda kasidenin türünü de belirtmiş olur. Bir kasidenin teşbîb bölü-münde yer alan konuya göre bahardan bahseden kasidelere bahâriyye(rebîiyye), kıştan söz eden kasidelere şitâiyye denmesi gibi ramazâniyye,ıydiyye (bayramiyye), sayfiye, nevrûziyye gibi zaman dilimlerini;

İstanbuliyye ve Bağdâdiyye gibi şehirleri; sünbüliyye ve rahşiyye gibi çiçekveya hayvanları; sûriyye, hamâmiyye, cülûsiyye, kudûmiyye, istikbâliyye gi-bi olaylara dayalı bir hayat kesitini; kasriyye, dâriyye gibi bir bina tebrikinikonu alan kasideler de yine teşbîbinde işlenen konuya göre isim almıştır. Ka-sidelerin ikinci tür adlandırması redifine göre yapılır. Redifi güneş olan met-hiyeye güneş kasidesi (şemsiyye), gül olana gül kasidesi (verdiyye), sünbülolana sünbül kasidesi (sünbüliyye) gibi isimler verilir. Türk edebiyatında su,tî ğ, hançer, benef şe, lâle, kalem, sühan, gül vb. kelimelerin redif olarak kul-lanıldığı  kasideler ünlüdür. Son adlandırma şekli Arap edebiyatında olduğugibi kafiye harfine göre yapılandır. Kafiye harfi râ ise râiyye, mîm isemîmiyye, tâ ise tâiyye gibi.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 63/261

 57

Kaside yazan şair için kasîdegû, kasîdeperdâz vb. tabirler kullanılmıştır.Âşık Paşa’nın Garibnâme’deki na’tlarıyla Ahmedî’nin divanındaki kasidelerbu şeklin ilk örnekleri sayılır. Türk edebiyatında gerçek anlamda kasidecilikise divanında yer alan on altı kasidesiyle bu nazım şeklini klasik özellikleriy-le Türk edebiyatının malı yapan Şeyhî ile başlamıştır. Daha sonra Karamanlı 

Nizâmî on bir, Bursalı Ahmed Paşa otuz bir, Necâtî Bey yirmi altı  kasideyazmıştır. Bu yüzyıldaki en güzel örnekler Ahmed Paşa’nın kasideleridir.

XVI. yüzyıl kasidede İran örneklerinin aşılmaya çalışıldığı ve abartmalarayol açıldığı  bir dönemdir. Övülen kişilerin  devlet ihtişamının gölgesindekalmaması için mübalağalı bir şekilde methedildiği bu dönemde Bâkî özellik-le nesîb kısımlarında parlak tasvirlerin yer aldığı yirmi yedi, Hayâlî Bey zen-gin hayallerle övdüğü yirmi yedi, Nev’î elli, Rûhî-i Bağdâdî yirmi dört kasideyazar. Ancak bu yüzyılın kasideciliğinde en önemli yer Fuzûlî’ye aittir. Onunna’tları da dahil divanında otuz yedi kaside mevcuttur.

XVII. yüzyılda Türk edebiyatının en büyük kaside şairi olan Nef’î, İran

ve Arap kasidecilerini geride bı

rakmı

ştı

r. Divanı

nda en geniş yeri işgal edenelli dokuz kasidesi fahriyye bölümleriyle ünlüdür. Yüzyılın diğer kaside usta-larından Sabrî de Nef’î’nin etkisinde kalmıştır. Nâilî’nin otuz beş, Nâbî’ninotuz iki kasidesiyle bu yüzyıl Türk kasideciliğinin en parlak devri olmuştur.

XVIII. yüzyılın başlarında Yahyâ Nazîm büyük bir cilt tutan divanınıntamamını na’tlara ayırmış, bunların pek çoğunu da kaside nazım şeklinde ka-leme almıştır. Nedîm’in ince ve zarif bir âhenkle yazdığı kasidelerinin adediotuz sekizdir. Onu değişik konularda yirmi dokuz kaside ile Şeyh Galib takipeder. Yüzyılın sonlarında ise kasideleriyle dikkat çeken Sünbülzâde Vehbî el-li dört, Enderunlu Fâzıl seksen dört ve Keçecizâde İzzet Molla kırk sekiz ka-side söylemiştir.

Divanındaki az sayıda kasidelerden bir veya birkaçı ile ün kazanmış yahutsöylediği kasidelerden biri diğerlerinden daha çok tanınmış şairler de vardır.Sünbülzâde Vehbî’nin “Sühan Kasidesi” ile Sâbit’in ramazâniyyesi, Tanzi-mat döneminde Âkif Paşa’nın ilk defa bir soyut kavramı konu edinen “AdemKasidesi” ve Nâmık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi” diye meşhur olan şiiribunlardandır. Divan edebiyatında kaside yazma geleneği Tanzimat’tan sonrada sürmüş, hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında kaside düzenleyen şairler çık-mışsa da modern Türk şiiri bu nazım şeklini tamamen terketmiştir.

Daha geniş bilgi için bk. Mehmet Çavuşoğlu, “Kasîde”, Türk Dili Dergisi , Türkşiiri Özel sayısı II (Divan şiiri), Sayı: 415-417, ss. 1-38.

GAZELEski şiirin en çok kullanılan ve sevilen nazım şeklidir.

Gazel kelimesi sözlükte “kadınlarla sevgi üzerine konuşmak, söyleşmek”anlamına gelir. Arap edebiyatında gazel bir nazım şekli olmayıp kasidelerinbaşında aşktan, sevgiliden söz eden bölümlere verilen addır ve “nesîb” karşı-lığında kullanılmıştır. Daha sonraları  şairin aşk, sevgili, şarap, bahar gibicoşkulu haller karşısındaki duygularını anlatan şiirlere uzun yahut kısa olsungazel denilmiştir.

İran’ın İslâmiyet’i kabulünden sonra gazel, Arap şiirinin etkisi altında

oluşan yeni İran edebiyatında lirik şiirin en beğenilen şekillerinden biri ol-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 64/261

 58

muştur. Yeni İran şiirinde de ilk dönemlerde kasidelerin nesîb veya teşbîbkısmını  oluşturmuştur. Gazel tarzının gelişmesinde kasidelerden pek zevkalmayan Moğol hükümdarlarının da rolü olmuştur. İranlı  şairler bu hüküm-darlar hakkında kaside yazma yerine onların yol açtığı tahribattan duydukları elem ve kederleri gazellerle dile getirmeyi tercih ettiler. Ferîdüddîn-i Attâr ve

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi sûfî şairler gazellerinde ilâhî güzellik ve ilâ-hî aşk konularını işlediler. Onlardan sonra gelen Haf ız-ı Ş îrâzî ise gazellerin-de rindce hayal kurmaya, felsefî ve ahlâkî düşüncelere de yer vererek türünkonusunu genişletti.

Türk edebiyatına gazel XIII. yüzyılda İran’dan Fars edebiyatı  yoluylageçmiştir. Anadolu edebiyatı sahasında yazılan ilk gazellerde daha çok dinî,ahlâkî ve tasavvufî konuların işlendiği görülür. XIV. yüzyıldan başlayarakKadı  Burhâneddin, Nesîmî ve Ahmedî ile gelişmesini sürdüren gazel türüXV. yüzyılda Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî ve Çağatay edebiyatında da Ali Ş îrNevâî ile mükemmellik kazanmıştır. Zatî, Hayalî Bey, Nev’î, Rûhî-i BağdadîXVI. yüzyılın tanınmış gazel şairleridir. Bu yüzyılda Anadolu’da Bakî, Azerî

alanı

nda Fuzûlî gazeli doruğa eriştirmişlerdir. XVII. yüzyı

la gelindiğinde ga-zel, Nâilî’nin öncülüğünü yaptığı sebk-i Hindî üslubuyla yeni bir incelik vezarafet kazanır. Bu yüzyılın sonunda Nâbî gazele fikrî bir ağırlık kazandır-mıştır. XVIII. yüzyılda Nedîm rindliği ve coşkunluğu, Şeyh Galib inceliği,duyarlılığı ve Mevlevîlik neşvesiyle büyük gazel şairleri olmuşlardır. Tanzi-mat’tan sonra Encümen-i Şuarâ şairleri gazelde yeni bir atılıma girmişlersede onu daha ileriye götürecek bir başarı ortaya koyamamışlardır.

Kafiye örgüsü “aa/ba/ca ...” olan gazelin bazı beyitleri ve içindeki kısım-ları  özel adlar alır. Gazelin iki mısraı  kafiyeli olan (musarra’) ilk beytine“matla”“, matla’dan sonra gelen beytine “hüsn-i matla’”, son beytine “mak-ta’” ve makta’dan önceki beytine de “hüsn-i makta’” denir. Hüsn-i matla’ınmatla’dan olduğu kadar hüsn-i makta’ın da makta’dan güzel olmasına özen

gösterilir. Gazelin en güzel beytine “şah beyit” veya “beytü’l-gazel” adı veri-lir. “Tahallus” denilen makta beytinde mahlas söylenir. Mahlas yerine doğru-dan doğruya kendi asıl adını  yazan şairler de vardır. Kadı Burhâneddin veKemalpaşazâde gazellerinde mahlas kullanmayan böyle ender şairlerdendir.

Türk edebiyatında gazellerin beyit sayısı genellikle dört-on beş  arasındadeğişir. Dört beyitli gazellere çok az rastlanır. En çok yazılanlar beş ve yedibeyitli gazellerdir. Bakî’nin gazelleri genellikle beş, Fuzûlî’nin yedi beyitli-dir. Şeyh Galib’de daha uzun, on bir-on beş beyitli gazellerle karşılaşılır.

Kesin bir kural olmamakla birlikte gazeller genellikle beş, yedi, dokuz, onbir gibi tek sayılı beyitlerle söylenmiştir. On beş beyitten uzun gazellere “ga-

zel-i mutavvel” adı

 verilir. Ahmedî ve Nesîmî’nin otuz ve elli beyte kadaruzayan gazelleri vardır. Matla’ mısralarından bîrinin makta’ beytinde tekrar-lanmasına “redd-i matla’”, öteki mısralardan herhangi birinin tekrarlanmasına“redd-i mısra” denir. Redd-i mısra’ daha çok Tanzimat’tan sonraki döneminşairlerince rağbet görmüştür.

Şairler bazan mahlas beytinden sonra gazellerini bitirmeyip bir ya da bir-kaç beyit daha eklerler. Bunlara “müzeyyel gazel”, adı verilir. Arapça, Farsçave Türkçe’den ikisi veya üçüyle karışık surette söylenmiş gazellere “mülem-ma’ gazel”(kaside için de geçerlidir) denir. Matla’dan sonra gelen beyitlerinmısra ortalarının baştaki ilk mısra ile kafiyelendiği gazellere “musammat ga-zel”, bunların mısra ortalarındaki kafiyelerine “iç kafiye” adı verilir. Bu türgazeller dört mefâîlün, dört müstef’ilün gibi ortalarından iki eşit parçaya ayrı-

labilen aruz kalıplarıyla yazılır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 65/261

 59

Gazelin esas konusu aşk ve sevgili, sevgilinin güzelliği, ona duyulan has-ret ve bundan dolayı çekilen üzüntüdür. Sevgiliyle bağlantılı olarak ayrıca şa-raptan ve tabiat güzelliklerinden de söz edilir. Bunun yan ı sıra bir düşünce-nin, bir hayat görüşünün, bahttan yakınma gibi başka konuların da işlendiğiolur. XVIII. yüzyıldan sonra gazelin konusunun daha da genişlediği görül-

mektedir.

Gazelde öncelikle beyit güzelliğine önem verilir. Her beytin kendi içindebir anlam bütünlüğü vardır. Bundan dolayı gazelin her beytinde değişik ko-nuların işlenmesi kusur sayılmamıştır. Bütünüyle belirli bir konuyu işleyengazeller “yek-âhenk”, bütün beyitleri aynı güzellik ve kuvvette söylenen ga-zeller de “yek-âvâz” adını alır.

Gazelden bazı nazım şekilleri de türetilmiştir. Çerçeve olarak gazelin hermısraının altına gelmek üzere “ziyade” denilen kısa mısralar eklenerekmüstezad yapılmış, ayrıca her beytine değişen sayıda mısra katmak suretiylebendlerden meydana gelen daha hacimli şekiller elde edilmiştir. Bir şairin

gazeline her beytin mı

sraları

 arası

na iki ya da üç mı

sra konularak taştîr, yineher beytin önüne iki mısra eklenerek terbî’, üç mısra eklenerek tahmîs ve da-

ha çok sayıda mısra eklenerek sırasıyla tesdîs, tesbî’, tesmîn vb. yapılmıştır.Bunlardan en çok kullanılanları tahmîs ve tesdîs şekilleridir.

Gazel söylemeye “tegazzül”, başka bir şairin gazeline aynı vezin ve kafi-yede benzer bir gazel söylemeye “tanzîr etme” ya da “cevap verme”, bu gaze-le de “nazire” denir. Hemen her şairin çok sayıda naziresi vardır. Nazireler,XV. yüzyıldan başlayarak “mecmûatü’n-nezâir” denilen şiir mecmualarındatoplanmıştır. Nazirenin tanzîr edilen gazelle aynı  anlam ve üslûp doğrultu-sunda olması  gerekir. Mürettep divanlarda daima kasidelerden sonra gelengazeller kolayca bulunabilmeleri için Arap alfabesine göre kafiyelerinin sonharfleriyle sıralanırlar. Şuarâ tezkirelerinde çok defa şiirle eş anlamda kulla-

nılan gazel, Tanzimat’tan sonraki yenilik dönemine kadar Türk edebiyat ındaçok önemsenen ve her şairin kullandığı başlıca nazım şekli olmuştur.

Divan Edebiyatı’nda en çok kullanılan nazım şekilleri nelerdir, araştır ınız.

MÜSTEZAD

Divan edebiyatında her mısra veya beytin sonunda aynı veznin bir cüzüyleyazılmış birer kısa mısra bulunan manzumelerdir.

Arapça’da “artmış, ziyadeleşmiş” anlamına gelen müstezâd kelimesi ede-biyat terimi olarak uzunlu kısalı (bir uzun, bir kısa) mısralar halinde yazılannazım şeklini ifade eder. Divan edebiyatında en çok gazel tarzında görülür;bunun dışında nadiren rubâî, kıta, kaside, beyit ve mesnevi şeklindemüstezadlar da bulunmaktadır.

Müstezadların asıl vezni “mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” kalıbıdır. Buvezinde ziyade mısralar “mef’ûlü feûlün” cüzüyle yazılır. Az miktarda da ol-sa diğer aruz kalıplarıyla beraber ziyade mısralar da hesaba katılarakmüstezadlarda yirmi dört kalıbın kullanıldığı belirlenmiştir.

Türk edebiyatında tesbit edilen ilk müstezad örnekleri XIV. yüzyıl şairiNesîmî’ye (ö. 821/1418) aittir. Daha sonra gelen belli başlı müstezad şairleriŞeyhî, Ali Ş îr Nevâî, Necâtî, Rûhî-i Bağdâdî, Nâilî, Nâbî, Nedîm,

Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Şeyh Galib, Enderunlu Fâzıl, Leylâ Ha-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 66/261

 60

nım’dır. Tanzimat’tan sonra müstezada rağbet eden sanatçıların başındaAbdülhak Hâmid ve Servet-i Fünûn edebiyatçıları gelmektedir. Vezin, şekilve kafiye özelliklerinde birçok değişiklik yapılarak ziyade mısraların düzenlidüzensiz dağılımlarıyla müstezadlar yazılmıştır. Böylece müstezad geniş müstezad, serbest müstezad basamaklarından geçerek özellikle II. Meşruti-

yet’in ardından hece veznine de uygulanmış, Türk şiirinin serbest nazma doğ-ru gelişmesine yol açmıştır. Müstezadların bazıları bestelenmiştir.

MESNEVİ 

Arapça’da ikişerli anlamına gelmekte olup Fars, Türk ve Urdu edebiyatların-da birbiriyle kafiyeli beyitlerden oluşan nazım şeklidir.

Fars ve Türk edebiyatlarındaki mesneviler arasında tertip, konu ve muh-teva bakımından büyük ölçüde benzerlikler görülmektedir. Bu, mesnevi na-zım şeklinin önce Fars edebiyatında ortaya çıkması ve Türk edebiyatındaki

ilk örneklerin bundan büyük ölçüde etkilenmesinin tabii bir sonucudur. Türkşairleri, Fars edebiyatından daha çok tasavvufî konulu eserlerle İslâm âle-mindeki ortak konuları  işleyen bazı  mesnevilerden etkilenmişlerdir. Bunakarşılık bazı ortak yönleri olmakla beraber kırk hadis ve yüz hadis çeviri veşerhleri, menâkıbnâmeler, gazavatnâmeler, fetihnâmeler, zafernâmelerleşehrengizler, sûrnâmeler, sergüzeşt, hasbihal, ta’rîfat gibi eserler özelliklemuhtevaları  bakımından Fars edebiyatı  etkisi dışında kalmıştır; mevlid,mi’râciyye ve hilye gibi dinî türler ise tamamen Türk edebiyat ına ait orijinalmesnevilerdir.

Türk şairleri tasavvufî mesnevilerde Senâî’nin, Ferîdüddin Attâr’ın, Ni-zâmî-i Gencevî’nin, Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin, Molla Câmî’nin mesnevile-rinden ve özellikle tasavvuf edebiyatının en önemli şairi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin  Mesnevî ’sinden etkilenmişlerdir. Mesnevi Türk şairlerine sadecetasavvufî açıdan değil Farsça’yı  şiir yazacak kadar ilerletmeleri, edebî bilgive zevklerinin gelişmesi açısından da tesir etmiş, üzerlerinde her yönüyle eği-tici bir rol oynamıştır.

Türk edebiyatında ilk mesnevi Yûsuf Has Hâcib’in (ö. 1077) Kutadgu Bilig adlı eseridir. XIII. yüzyılda Sulî Fakih’in Yûsuf u Züleyhâ adlı mesnevi-si kadar Ahmed Fakih’in Kitâbü Evsâf ı  Mesâcidi’ş-şerîfe’si de önemlidir.XIV. yüzyılda Yûnus Emre’nin  Risâletü’n-nushiyye’si, Şeyyad Hamza’nınYûsuf u Züleyhâ’sı  ile Altın Orda sahasında Kutb’un  Hüsrev ü Ş îrîn’i,Gülşehrî’nin  Mant ıku’t-tayr   çevirisi, Âşık Paşa’nın Garibnâme’si, HocaMesud’un Süheyl ü Nevbahâr’ı, Yûsuf Meddah’ın Varka ve Gülşâh’ı,

Şeyhoğlu Mustafa’nın  Hur şîdnâme’si, Ahmedî’nin  İ skendernâme’si ileCemşîd ü Hur şîd ’i değerli örneklerdir. Bu yüzyılda yazarı  bilinmeyen pekçok mesnevi bulunmaktadır.

Mesnevinin XV. yüzyılda Türk edebiyatında gelişme gösterdiği görül-mektedir. Ahmed-i Dâî’nin Çengnâme’si, Süleyman Çelebi’nin  Mevlid  ola-rak tanınan Vesîletü’n-necât ’ı, Şeyhî’nin  Hüsrev ü Ş îrîn’i ile  Harnâme’si,Hamdullah Hamdi’nin Hamse’si ve bilhassa Yûsuf u Züleyhâ’sı, Çağatay sa-hasında Ali Ş îr Nevâî’nin Hamse’si bu yüzyılın önemli mesnevileri arasında-dır.

XVI. yüzyılda Lâmiî Çelebi ve Taşlıcalı Yahyâ gibi hamse sahibi şairleryetişmiş, Mesîhî’nin Ş ehrengîz’i, Câfer Çelebi’nin  Hevesnâme’si,

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 67/261

 61

Kemalpaşazâde’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı, Zâtî’nin Ş em’ ü Pervâne’si, Fuzû-lî’nin Leylâ vü Mecnûn’, Hâkanî Mehmed Bey’in Hilye’si gibi müstakil mes-neviler kaleme alınmıştır.

Ganîzâde Mehmed Nâdirî Şehnâme’si Nev’îzâde Atâî de Hamse’siyle

XVII. yüzyılda tanınmışlardır. Edirneli Güftî’nin Teşrîfâtü’ş-şuarâ adlı man-zum tezkiresi, Nâbî’nin Hayriyye’si ve Sâbit’in Edhem ü Hümâ’sı da bu yüz-yılın önemli mesnevilerindendir.

Mesnevi yazımının azaldığı XVIII. yüzyılda Şeyh Galib türün Türk ede-biyatındaki en muhteşem örneği olan  Hüsn ü Aşk ’ı  kaleme almıştır. Nahî-fî’nin  Mesnevî-i Ş erîf Tercümesi ve Sünbülzâde Vehbî’nin  Lutfiyye’si diğermesnevilerdir.

XIX. yüzyılda mahallî hayata ait bilgilerle mesnevi şekline Türk edebiya-tına has bir mahiyet kazandırmış  olan Enderunlu Fâzıl’ın  Hûbannâme  ve

 Zenannâme’si, İzzet Molla’nın Mihnet-keşân ve Gülşen-i Aşk ’ı ile Tanzimatdöneminde Ziyâ Paşa’nın Harâbât ’ı önemlidir. Mesnevi şeklinin Türk edebi-yatına ait bir özelliği de eserlerdeki kahramanların ağzından yazılmış gazelle-rin vezin ve şekil bakımından divanlardaki gazellerle aynı özelliği taşıması-dır.

Türk edebiyatında mesnevilerin halk edebiyatına yönelik örnekleri de bu-lunmaktadır. Pek çoğunun müellif veya musannifi bilinmeyen bu tür mesne-viler için genellikle mevlidlerin sonunda yer alan  Dâsitân-ı Kesikbaş , Dâsi-tân-ı Geyik, Dâsitân-ı Güver cin, Dâstân-ı  İ brâhim Edhem ve Hikâyet-i K ı z veCehûd  gibi eserler örnek verilebilir. Türk edebiyatında mesnevi hemen herdönemde gazel ve kasideden geride kalmış, hatta yalnızca mesnevi yazan şa-irler küçümsenmiştir.

Türk-İslâm edebiyatı

nda dinî- destanî manzumeler, kı

ssa ve hikâyeler hanginazım şekliyle kaleme alınmıştır?

KIT’A

İran ve bilhassa Türk edebiyatında kullanılan bir nazım şeklidir.

Sözlükte “parça, kısım” anlamına gelen kıt’a, Arap şiirinde mâna bütün-lüğü taşıyan aynı vezin ve kafiyedeki beyitler topluluğu için kullanılmaktadır.Eski Arap şairlerinden intikal eden bazı kısa manzumeler arasında uzun şiir-lerden kalmış  parçalar kadar kıta şeklinde söylenmiş  kısa şiirler de vardır.Daha sonraki dönemlerde aşka dair konularla dinî, felsefî konuların işlendiği

kıtaların çıkış noktası bu şiirler olmuştur.

İran edebiyatında kıta, İranlılar’ın İslâmiyet’i kabul ettiği tarihlerden iti-baren hem kaside veya gazelden ayrılmış parçalar hem de müstakil bir nazımşekli olarak kullanılmıştır. Müstakil kıtalar en az iki, en fazla yedi ilâ on beyitkadardır. Türk edebiyatında kıta iki veya daha çok beyitten meydana gelmiş bir nazım şekli olup matla’ ve mahlası (taç beyti) bulunmayan bir gazel gibibeyitlerinin ikinci mısraları birbiriyle kafiyelidir. Dört mısralık kıtaların bi-rinci ve üçüncü mısraları da genellikle birbiriyle kafiyeli olur. Türk edebiya-tında bu tür kıtalar daha çoktur. Kıtanın beyitlerle yazılan nazım şekillerindenayrılmasını  sağlayan en belirgin özelliği, birinci beytinin mısralarının aynı kafiyede olmaması ve umumiyetle bütün beyitlerinde aynı konunun ele alın-

masıdır. Öte yandan bendler halinde yazılan nazım şekillerinin her bendine

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 68/261

 62

de kelimenin sözlük anlamından hareketle kıta denilmektedir. Çok sayıda be-yitten oluşan (iki beyitten daha fazla olan) kıtalara “kıt’ai kebîre” denilmek-tedir. Bazan kıtanın birinci beytindeki mısralar birbiriyle (musarra’), ikincibeytinin ikinci mısraı birinci beyitle kafiyeli olabilmektedir. Bu şekilde kafi-yeli olan kıtalara diğer nazım şekillerinden ayırt edilmesi için “nazım” adı 

verilmektedir. Çok beyitli olanların gazel ve kasideden farkı nazmın konu bü-tünlüğü içinde bulunmasıdır. İki beyitten meydana gelen nazımlarınkafiyelenişi aynı olan rubâîden farkı rubâîlerin özel aruz kalıplarıyla yazılma-sı ve daha çok hikemî konuları ele almasıdır. Çeşitli konularda bir bütünlükiçinde yazılmakla birlikte bilhassa düşünce, hikmet, nükte ve hicve dair ka-leme alınan kıtalar divanlarda “mukattaât” veya “kıtaât” başlığı  altında top-lanmıştır. Eski Türk edebiyatında hemen her şair kıta yazmış ve bunlara di-vanında yer vermiştir.

RUBÂÎ

Dört mısralı nazım şeklidir.Rubâî nazım şekli Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. Eski

Türk şiirinde nazım biriminin dörtlük olması rubâînin Türk şairleri taraf ındankolayca benimsenmesini sağlamıştır. M. Fuad Köprülü’nün Türk şairlerininXII. yüzyıldan itibaren rubâî veznini kullandıklarını belirtmesi bununla alâ-kalı olduğu gibi İran’da rubâînin ortaya çıkışında İslâmiyet öncesi Türk şiiri-nin etkisi büyüktür. Divan edebiyatı şairlerinin çoğu bu nazım şeklini bir mil-lî şiir gibi kabul ettiğinden her biri birkaç rubâî yazmıştır. Hikemî ve felsefîdüşüncelerin yer aldığı rubâîleriyle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu nazım bi-çiminin Anadolu’da fikir öncüsü olmuş,  Dîvân-ı Kebîr ’de yer alan rubâîleripek çok Türk şairini etkilemiştir.

Türk edebiyatında rubâî XVI. yüzyılda olgun örneklerini vermeye başla-mış ve yaygınlaşmıştır. Fuzûlî (81 rubâî) ve Rûhî-i Bağdâdî (28 rubâî) XVI.yüzyılda rubâî yazan diğer şairler arasında önemli bir yere sahiptir. XVII.yüzyıl Türk edebiyatında rubâînin altın çağı kabul edilebilir. Azmîzâde Hâletî1000 kadar rubâîsiyle Türk edebiyatının en çok ve en güzel rubâîlerini yazanşairi olmuştur. Daha sonraki dönemlerde tesbit edilebilen örneklerine göreCevrî (37), Nâbî (218), Sâbit (24), Sezâî-yi Gülşenî (49), Erzurumlu İbrâhimHakkı (82) ve Esrar Dede (145) gibi rubâî yazmaya önem veren şairler ye-tişmiştir.

Rubâî, modern Türk edebiyatı şairleri taraf ından da kullanılmış, Cumhu-riyet döneminde rubâî yazan önemli şairler ortaya çıkmıştır. Bunların başında

Yahya Kemal Beyatlı gelir. Arif Nihat Asya, Rıfkı Melûl Meriç, Bekir Sıtkı Erdoğan, Fuat Bayramoğlu, Bedri Gürsoy, Talat Sait Halman ve Yılmaz Ka-rakoyunlu gibi isimler bu dönemde rubâî yazan diğer şairler arasında yer alır.Muhtevalarından dolayı rubâî adı taşımalarına rağmen vezin yönünden klasikrubâîye benzemeyen dörtlükler yazan şairler arasında Ümit Yaşar Oğuzcan,Recep Bulut, Feyyaz Sağlam ve Yusuf Ahıskalı gibi isimler sayılabilir.

Rubâînin kafiye düzeni a a x a şeklindedir; ancak sonraları kafiyelenişi xa x a şeklinde olan veya bütün mısraları birbiriyle kafiyeli rubâîler de ortayaçıkmıştır. Rubâînin tuyuğdan ve diğer dört mısralık şiirlerden farkı, sadecehezec bahrinin bu nazım şeklinde kullanılan yirmi dört özel kalıbıyla yazıl-mış  olmasıdır. Bunlardan “mef’ûlü” ile başlayan on iki kalıba “ahreb”,“mef’ûlün” ile başlayan on iki kalıba da “ahrem” denir. Türk şairleri daha

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 69/261

 63

çok ahreb kalıplarını tercih etmiş, ahremin yalnız ilk iki kalıbıyla rubâî yaz-mıştır. Türkçe rubâîlerde kullanılan sekiz kalıp şunlardır: Ahreb. 1. Mef’ûlü /mefâîlü / mefâîlün / fâ’. 2. Mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûl. 3. Mef-’ûlü /mefâilün / mefâîlün / fâ’. 4. Mef’ûlü / mefâilün / mefâîlün / feûl. 5. Mef’ûlü /me-fâîlün / mef’ûlün / fâ’. 6. Mef’ûlü / mefâî-lün / mef’ûlü / feûl. Ahrem. 1.

Mef’ûlün / fâilün / mefâîlün / fâ’. 2. Mef’ûlün / fâilün / mefâîlü / feûl.

Rubâîler çok zengin bir mâna ve muhteva örgüsüne sahiptir. Aşk, hâtıra,yalnızlık, talihten şikâyet, hiciv gibi ferdî; Allah, tasavvuf, rintlik, ölüm gibidinî ve metafizik; adalet, zulüm, barış gibi toplumsal yahut siyasî, millî, tari-hî, felsefî, ahlâkî vb. pek çok konu rubâîde dile getirilebilir. Bununla birlikterubâî oldukça zor söylenen bir şiir biçimidir.

Yahya Kemâl kimin rubailerini Türkçe’ye çevirmiştir, araştır ınız.

KOŞMA

Şekil, konu ve ezgi özellikleri bulunan ve Türk halk edebiyatında en çok kul-lanılan nazım şeklidir.

Türkçe koşma kelimesi koşmak (eklemek, katmak) fiilinden türemiş olup“güfteye beste ilâvesi” demektir. Tarihî metinlerin raks ile beraber söylenen“koşuk”una çok benzeyen koşma “saz eşliğinde okunmak için hece ölçüsüyleyazılmış, ilk parçanın birinci, ikinci ve dördüncü mısralarıyla öteki parçalarındördüncü mısraları birbiriyle, diğer mısralar kendi aralarında kafiyeli, konu-ları sevgi ve tabiat olan halk şiiri türü” olarak tanımlanmaktadır. Türkler’inİslâmiyet’in etkisi altında meydana getirdikleri ilk manzum eserlerdenKutadgu Bilig’in asıl metninde koşmaya rastlanmamakta, ancak esere dahasonra ilâve edilmiş bir manzum parçada koşuğ kelimesi geçmektedir. Koşuğa

göre daha yeni bir kelime olan koşma, küçük farklarla günümüzdeki çeşitliTürk lehçelerinde de mevcuttur. Türk edebiyatında hece vezniyle yazılmış ilkşiirlerin koşmalar olduğu söylenebilir.

Türk edebiyatında hece vezninin kullanıldığı  şiirler içinde ilk sırada yeralan koşmanın kafiye şeması birinci dörtlük abab (veya aaab), diğer dörtlük-ler ise cccb/dddb... şeklinde düzenlenir. Baştan sona kadar devam eden anakafiye (b) şekil birliğini sağlar. Ana kafiyenin bulunduğu mısralara “bağlamamısraı” denir. Koşmanın diğer özellikleri değişse bile bağlama mısraı ve ka-fiyesi değişmez. Buradaki bağlama mısraı  bazan nakarat da olabilir. Hecevezninin genellikle 4 + 4 + 3 = 11’li veya 6 + 5 = 11’li kalıbıyla yazılan koş-manın değişik hece kalıplarıyla olan örnekleri de vardır. Âşık edebiyatı  ile

bazı

  tekke edebiyatı

 mensupları

n koşmaları

nda son dörtlükte şairin adı

 vemahlası geçer. Dörtlük sayısı çoğunlukla üç olmakla birlikte dört, beş ve da-ha fazla da olabilir.

Şekil özellikleri bakımından koşmalar şu adları alır:

1. Düz (âdi) koşma. Âşık edebiyatında en çok rastlanan ve her mısraı onbir heceli olan koşmadır.

2. Yedekli koşma. Doğu Anadolu ve Âzerî sahasındaki saz şairlerinin kul-landıkları  bir şekildir. İki çeşidi vardır: Birincisi koşma-mâni karışı-mıdır. İkincisi yedekli beşli koşmadır. Hece ölçüsü sekizdir. Her bent-te ilki beş, ikinci ve yedek sayılan kıta dört mısralıdır. Birinci bent

aaabb + cncn, ikinci bent dddee + cncn, üçüncü bent fffgg + cncn ...

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 70/261

 64

şeklinde kafiyelenir. Her bendin ikinci kıtasında ikinci ve dördüncümısralar nakarattır.

3. Musammat koşma. Her mısraı  iki bölümden oluşan ve bu bölümleriaynı kafiyeyi taşıyan koşmadır. 6 + 5 durakla yazılan musammat koş-

malarda iç kafiye genellikle altıncı hecenin üzerinde olur.4. Ayaklı koşma. İlk dörtlüğü oluşturan iki beyitle diğer dörtlüklerin so-

nuna “ziyade” adı verilen beş heceli mısraların eklenmesinden oluşur.5. Zincirleme koşma. Her dörtlüğün son mısraında kafiyenin bulundu-ğu kelimenin sonraki dörtlüğün ilk mısraının başında tekrar edilmesiy-le oluşur.

6. Zincirbent ayaklı  koşma. Ayaklı  koşmadaki ziyadelerin zincirlemekoşmadaki kafiye kelimesi gibi kullanılmasıyla oluşan koşmadır.

7. Koşma-şarkı. İlk dörtlüğün ikinci ve dördüncü mısralarının her dörtlü-ğün sonunda tekrarlandığı koşmadır.

8. Tecnis. Bütün kafiyeleri cinaslı olan koşmadır.

9. Şatranç. Aruz vezninin dört “müfteilün”den oluşan kalıbıyla yazılan vemusammat özelliği taşıyan koşmadır.

Koşmalar genellikle lirik şiirlerdir. Bu özellikleriyle divan edebiyatındakigazeli hatırlatırlar. Halk edebiyatında aşk, üzüntü, çeşitli acılar, sevgiliye ka-vuşma isteği, ayrılıktan yakınma, tabiatla ilgili duygu ve düşünceler koşmavasıtasıyla anlatılır. Konularına göre özel adlar alan koşmalar şunlardır:Ağıt, Güzelleme, Koçaklama, Taşlama. Koşmalar şekilleri ve konuları  ya-nında müzikle ilgili özellikler de taşır. Koşma nazım şekli bazı küçük farklar-la türkü, semâi, varsağı, destan, ilâhi ve nefesler için de yaygın olarak kulla-nılır. Cönklerde koşma başlığı altında toplanan manzumelerin bir nazım şek-lini değil bir ezgiyi ifade ettiği aynı ölçü ve uzunluktaki manzumelere koşma,türkü, türkmani gibi değişik adlar verilmesinden anlaşılmaktadır.

TUYUĞ 

Tuyuğ, Türkler’in yaratıp Divan şiirine kazandırdığı nazım şeklidir. Maninindivan edebiyatındaki karşılığı  sayılabilir. Klasik Türk Edebiyatı’nda aruzunfâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılan dört dizelik milli bir nazım biçimidir.Tek dörtlükten oluşur. Kafiyelenişi rubaiyle aynıdır: aaxa. Genellikle liriktarzda olan ve aaaa şeklinde kafiyelenen tuyuğlara “Musarra Tuyuğ” denir.Manide olduğu gibi, cinaslı kafiye kullanılır. Halk şiirinde 11’li kalıpla söy-

lenen mani biçimindeki şiirlere de tuyuğ denir. Rubaide işlenen konular tu-yuğda da işlenir. XIV. yüzyıl Azerî şairi Kadı Burhanettin bu türün kurucususayılır. Çağdaşı Azerî şairi Nesimi ve XV. yüzyıl Çağatay şairi Ali Şir Nevaîbu türde çokça ürün vermişlerdir.

MUSAMMAT

Bendlerden kurulu nazım şekillerinin genel adıdır.

Sözlükte “inci dizilen iplik, gerdanlık” anlamındaki sımt kökünden türe-yen musammat “inci dizisi” demektir. Arap edebiyatında daha çok müveşşahadıyla ele alınan musammat, bünyesinde kafiyedaş kelimeler ve söz bölükleri

içeren beyitleri tanı

mlamak için de kullanı

lmış

r.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 71/261

 65

İran edebiyatında ilk defa müseddes şekliyle Menûçihrî taraf ından kulla-nılan musammat daha sonra Türk edebiyatına da geçmiş ve dört, beş veya altı bendli olanları divan şairlerinin gazelden sonra en çok tercih ettikleri nazımşekli olmuştur. Bu tercihte musammatlardaki kafiye örgüsünün şaire sağladı-ğı imkânlar da rol oynamıştır. Kaside veya gazelde olduğu gibi beyit sonla-

rında aynı kafiyeyi uygulamak yerine musammatta üç, dört, beş, altı ... mıs-radan sonra aynı  kafiyeye dönülerek vezinde ortak, ama bend içi kafiyedefarklı mısra öbekleri sayesinde anlatım gücüne yeni ve zengin imkânlar sağ-lanır. İlk bendin mısraları  kendi arasında diğer bendlerin son mısraı  ilkbendle diğerleri ise kendi arasında kafiyeli olursa “müzdevic musammat”,bendlerin bütün mısraları  kendi içinde kafiyelenir ve sonlarındaki mısralaraynen tekrarlanırsa “mütekerrir musammat” denir. Genelde beş-yedi bendolarak düzenlenen musammatların bendlerindeki mısra sayısı  birbirine eşitolup üç ile on arasında tekrarlanan bu mısralara göre müselles, murabba / ter-bî, muhammes / tahmîs gibi adlar alır. Musammatlar bir şair taraf ından başkabir şairin gazeli esas alınarak bu gazelin beyitlerine mısra ilâvesiyle de mey-dana getirilebilir. Bu tarz musammatlarda şair, bir başka şairin gazelini aynı 

ustalıkta veya daha üstün derecedeki mısralarla zenginleştirmek ve meydanagetirdiği musammat dolayısıyla kendi değerini ispatlamak amacını taşır. Şair-lerin kendi gazellerini musammata dönüştürdüğü örnekler de vardır.Musammat üç büyük İslâmî edebiyat içinde (Arap, Fars, Türk) yaygın olarakTürk edebiyatında kullanılmıştır.

Hemen bütün kaynakların musammat başlığı altında tanımladıkları nazımşekilleri şunlardır:

1. Müselles: Her bendi üçer mısradan oluşur. Türk şairleri musammatınbu çeşidine itibar etmemiştir.

2. Dört mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Murabba: Bend

sayısı  genelde beş-yedi arasında değişirse de en az üç, en çok yirmi yedibendden müteşekkil murabbalar da mevcuttur. Aşk, ayrılık, bahar, bayram,savaş, ölüm manzum mektuplar gibi değişik konuları  içeren murabbalarınpek çok örneği mevcuttur. Bilindiği kadarıyla Türk edebiyatında ilk murabbaNesîmî (ö. 821/1418) taraf ından yazılmış, XVI. yüzyılda Türk şairleri arasın-da murabba yazma moda haline gelmiş, hatta nazîre murabbalar yazan şairlergörülmüştür. Mesîhî’nin murabba şeklinde nazmettiği bahâriyyesi türününgüzel örneklerinden olup Batı dillerine de çevrilmiştir. Edirneli Nazmî çoğumütekerrir 519 murabba ile bu alanda ilk sırayı  alır. Onu Enderunlu Vâsıf194, İlhâmî (III. Selim) doksan yedi, Üsküdarlı Aşkî elli dokuz, Nâfiz elli bir,Nedim ve Şeref Hanım otuz beşer, Muhibbî (I. Süleyman) otuz bir, Hayretîyirmi altı ve Taşlıcalı Yahyâ yirmi beş murabba ile takip eder. Murabbalarda

daha ziyade “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” veya “feilâtün feilâtün feilâtünfeilün” gibi hece vezninin 4 + 4 + 4 + 3 = 15’li kalıbına veya bunların birtef’ile eksiğiyle 4 + 4 + 3 = 11’li kalıbına (feilâtün feilâtün feilün) uyan işlekkalıplar tercih edilmiştir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, murabbaın eskiTürk şiirindeki koşukla bunun halk şiirindeki uzantısı olan türkü veya koş-maya çok benzemesidir. Nitekim halk şairleri aruzla şiir söyleyecekleri za-man mütekerrir murabba tarzını kullanmışlardır. b) Terbî’: Bir şairin yazdığı gazele ait beyitlerin önüne aynı vezin ve kafiyede iki mısra ilâvesiyle meyda-na getirilir. Terbîin mütekerrir türüne rastlanmaz. Terbî’de ilâve mısralar be-yitlerin arasına konursa “taştîr” adını alır. Son bendde hem gazel şairinin hemde onu musammata dönüştüren şairin mahlasının yer aldığı terbî’lerde bazangazel beyitlerinden birkaçının atlandığı da olur. Mehmed Aydî Baba’nın (ö.1865) tanınmış  şairlerin gazellerine yaptığı  terbî’ler meşhurdur. c) Şarkı: 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 72/261

 66

Türk halk şiirindeki türkünün karşılığı olup yalnız Türk edebiyatında görülür.Genelde dört mısralı bendler halinde ve bestelenmek için yazılan şarkılardadaha çok aşk ve ayrılık konuları işlenir. Mûsiki literatüründe bu bendlerin ilkmısraına “zemin”, üçüncü mısraına “miyan” (miyanhâne), sonda tekrarlananmısraına “nakarat” denir. Bestelenmek maksadıyla yazıldığı  için şarkıların

dili oldukça sadedir. Bend sayısı  çoğunlukla ikibeş  arasında değişir. Şarkı adıyla yazılan ilk musammatlar XVII. yüzyılda ortaya çıkmış, daha öncekidönemlere ait aşk konulu mütekerrir murabbaların gittikçe daha yalın dillesöylenmesi ve besteye uygun şekle dönüşmesi şarkının yaygınlaşmasına yar-dımcı olmuştur. Murabba ile şarkıların kafiye düzeni aynıdır. XVII. yüzyıl-dan itibaren şarkıların ilk bendindeki kafiyeleniş biçiminde büyük bir zengin-lik görülür. Türk edebiyatında şarkı formuna uyan ilk şiirleri Nâilî, en güzelşarkıları  Nedîm, şarkı  formunda en çok musammatı  (211 adet) EnderunluVâsıf kaleme almıştır. Şeyh Galib, Enderunlu Fâzıl, İlhâmî (III. Selim), LeylâHanım, Şeref Hanım, Osman Nevres şarkı formunda musammatlar yazan di-ğer şairler arasında sayılabilir. Bazı şairlerin özellikle iki-üç bendden oluşanşarkılarında mahlas kullanmadıkları olmuştur.

3. Beş mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Muhammes: Aynı vezinde ve genellikle dört-sekiz bend halinde yazılır. Konuları çeşitli olmaklabirlikte felsefî, tasavvufî düşünceleri, aşkı ve övgüyü ele alan muhammeslerçoğunluktadır. Altmış  bir şiirle Edirneli Nazmî Türk edebiyatında en çokmuhammes yazan şairdir. b) Tahmîs: Bir gazelin her beytinin önüne aynı ve-zinde üç mısra ilâve edilerek yazılır. Tahmîsin başarısı, esas alınan beyitlerleilâve edilen mısralar arasındaki anlam bütünlüğünün derecesine göre ölçülür.Tahmîsler genellikle beş-yedi bend arasında tertiplenir ve son bendle her ikişairin de mahlası  yer alır. Kasidelere yapılan tahmîslerde bend sayısı  beyitsayısı kadar olabilir. Musammatlar içerisinde en çok örneği bulunan nazımşekli olan tahmîse XV. yüzyıldan itibaren hemen her şairin divanında rastla-mak mümkündür. Şeyh Galib (17), İzzet Molla (12) ve Leylâ Hanım (12) ençok tahmîs yazan şairlerdir. Fuzûlî ve Bâkî gibi şairlerle I. Süleyman ve III.Selim gibi şair padişahların şiirleri çokça tahmîs edilmiştir. c) Taştîr: Bir ga-zelin beyitlerinin mısraları arasına aynı vezinde ve anlam bütünlüğünü koru-yacak şekilde üçer mısra ilâvesiyle yapılır. “Tahmîsi mutarraf” da denilentaştîr XVIII. yüzyıldan sonra pek kullanılmamıştır. Dört mısra ile yapılmış taştîrler beş  mısralı  taştîrler kadar yaygın değildir. Türk edebiyatında Ne-dîm’in Nedîm-i Kadîm’e, Yahya Kemal’in Bâkî’ye ait gazeller üzerindekitaştîrleri meşhurdur. İslâm edebiyatında pek çok şair Kâ’b b. Züheyr’inKasîdetü’l-bürde’sine tahmîs ve taştîr yazmıştır. d) Tardiye: Aslında birmesnevi içinde gazel veya kaside yazmanın adı  iken Şeyh Galib’in Hüsn üAşk’ında musammat şekliyle kullanılmış ve bu isimle anılır olmuştur. Mu-hammesin özel bir şekli olup aruzun yalnız “mef’ûlü mefâilün feûlün” vez-

niyle nazmedilir. Kafiye düzeni aaaab, ccccb ... biçiminde olup âşıkane konu-larda yazılmıştır.

4. Altı mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Müseddes: Aynı vezinde ve genellikle beş-yedi bend halinde tertiplenir. Bazan on iki bendekadar uzatılmış müseddeslere de rastlanır. Müseddesin mütekerrir şekli yay-gın olup terkibibend gibi son iki mısraı kendi arasında kafiyeli olanlar dahaçok tercih edilmiştir. Hemen her konuda yazılabilirse de tasavvufî düşüncele-ri işleyen müseddesler daha fazla itibar görmüştür. Muhammes ve murabba-dan sonra en çok kullanılan musammat şekli olarak müseddesin hemen herdivanda örnekleri bulunabilir. Türk edebiyatında en çok müseddes yazan şairyirmi iki manzume ile Şeref Hanım’dır. Rûhî-i Bağdâdî’nin ve Cevrî’nin di-

vanları

nda yedişer, Şeyh Galib’in divanı

nda sekiz müseddes yer alı

r. b) Tes-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 73/261

 67

dîs: Bir gazelin her beytinin önüne aynı vezinde dört mısra ilâvesiyle düzen-lenen tesdîs, çok kullanılan bir musammat şekli olmayıp örneklerine nâdirenrastlanır. Türk şiirinde bu nazım şeklini Fevrî meşhur etmiştir.

5. Yedi mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Müsebba’:  Ge-

nellikle beş-yedi bend halinde tertiplenir. Türk edebiyatında örnekleri az olupbunlarda da nakaratla bağlanan mütekerrir şekli kullanılmıştır. b) Tesbî’: Birgazelin beyitleri önüne aynı vezinde beş mısra ilâvesiyle yazılır, ancak Türkedebiyatında hiç kullanılmamıştır. İzzet Molla Fuzûlî’nin, Leylâ Hanım daİzzet Molla’nın birer beytini tazmin yoluyla nakarat gibi kullanarak tesbî’etmişlerdir.

6. Sekiz mısralı  bendlerden oluşan musammatlar: a) Müsemmen: Bend sayısı  değişken olan müsemmenin müzdevic örnekleri pek azdır.Mütekerrir şekli daha çok terciibendlerle karıştırılmış ve divanlarda bu adlayer almıştır. b) Tesmîn: Bir gazelin beyitleri önüne aynı vezinde altı mısrailâvesiyle yazılır. Nâdir rastlanan örneklerinde ise bir gazelin matlaının taz-

min yoluyla tesmîn edildiği görülür.7. Dokuz mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Mütessa’: Türk

edebiyatında tek örneği Refîi Kalâyî’ye aittir. b) Tetsî’: Bir gazelin beyitleriönüne aynı  vezinde yedi mısra ilâvesiyle yapılan tetsîin Türk edebiyatındaörneği bulunmamaktadır.

8. On mısralı bendlerden oluşan musammatlar: a) Muaşşer: Aynı ve-zinde ve genellikle beş-yedi bend halinde tertiplenir. Çok mısralı musammatlar içerisinde müseddesten sonra en çok kullanılanıdır. Bunun birsebebi de tercî-bend ile olan yakın benzerliği ve sürekli onunla karıştırılması-dır. Pek çok şairin sonradan tertip edilen divanlarında tercî-bend başlığı  al-tında yer alan manzumelerden bazıları gerçekte birer muaşşerdir. Türk edebi-

yatında Yahyâ Bey, Hayâlî Bey, Rûhî-i Bağdâdî, Muhibbî, Üsküdarlı Aşkî vePertev Paşa’nın mütekerrir muaşşerleri bu şeklin güzel örneklerindendir. b)Ta’ş îr: Bir gazelin beyitleri önüne aynı vezinde sekizer mısra ilâvesiyle tan-zim edilir. Bazan bir gazelin matla’ beytini tazmin yoluyla da ta’ş îr elde edi-lebilir. Türk edebiyatında örnekleri nâdirdir. Yahyâ Bey’in Muhibbî’ye ait“(devlet) gibi” / “(sıhhat) gibi” redifli gazeli ta’ş îri bu şeklin güzel bir örne-ğidir

Terkib-bend: Bentlerle kurulan uzun bir nazım biçimidir. Yaşamdan, talih-ten şikâyet; felsefî düşünceler, dinî, tasavvufî konular ve toplumsal yergilerinişlendiği şiirlerdir. En az beş en fazla on bentten oluşur. Her bent de beş ila10 beyitten oluşur. Bentlerin kafiye düzeni gazele benzer. Her bendin (terkib-

hane, kı

ta) sonunda vası

ta beyti denen bir beyit vardı

r. Her bendin sonundafarklı vasıta beyitleri kullanılır. Bunlar bentlerden ayrı olarak kendi araların-da kafiyelenir. Bentlerin kafiyelenişi gazeldeki gibidir. aa xa xa xa xa xa bb/cc xc xc xc xc xc dd/ … (aa aa aa aa aa aa bb/ cc cc cc cc cc cc dd) Edebiya-tımızda Bağdatlı Ruhî ve Ziya Paşa bu türün iki önemli şairidir. ikisi de top-lumsal konularda yazmıştır.

Tercî-bend: Kafiyeleri gazel biçiminde düzenlenmiş “hane” adı verilen 5-10beyitlik şiir parçalarının (genellikle 5-12 hane) “vasıta” denen ve sürekli tek-rarlanan bir beyit ile birbirine bağlanmasından oluşan nazım biçimidir. Bentsayısı ve bentlerdeki beyit sayısı bakımından terkib-bendle aynıdır. Beyitlerterkib-bend gibi kafiyelenir. Tercî-bendde bentleri birbirine bağlayan vasıtabeyiti her bentten sonra aynen tekrarlanır burada vasıta beyiti aynen tekrar-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 74/261

 68

landığı  için konular arasında uyum olmak zorundadır. Dolayısıyla tercî-bendde konu bütünlüğü vardır. Vasıta beyitinin kafiyelenişi ise farklıdır.

Buraya kadar anlatılan nazım şekillerihakkıda daha geniş bilgi için bkz. NeclaPekolcay, İ slâmî Türk Edebiyat ında Şekil ve Nevilere Giri ş, İstanbul 1997. MÂNİ 

Divan edebiyatındaki tuyuğun karşılığı olan mâni, başta aşk olmak üzere he-men her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım türüdür. Çoğunlukla 7heceli dört mısralık bir bendden meydana gelir. Ama mısraları 4-5-8-10-14heceli kalıplarla söylenmiş mâniler de vardır. Birinci, ikinci dördüncü mısra-lar birbirleriyle kafiyeli, üçüncüsü serbesttir. Yani kafiye dizilişi aaxa’dır. İlkiki mısra hazırlık dizeleridir. Son iki mısra ile anlam bağlantısı yoktur. Asılanlatılmak istenen son iki mısrada verilir. Mâniler çok çeşitlidir. En çok kul-lanılanları düz ya da tam mâni, kesik mâni, cinaslı mâni, yedekli mâni, artıkmâni’dir.

Mâniler şekillerine göre 4’e ayrılırlar.

1. Düz (tam) mâni:

- 7’li hece ölçüsüylesöylenir, dört mısradan oluşur, aaxa şeklinde kafiyelenir,mâninin en yaygın şeklidir.

Şu dağlar olmasaydı 

Çiçeği solmasaydı 

Ölüm Allah’ın emri

Ayrılık olmasaydı 

2. Kesik (cinaslı) mâni:

-İlk dizesi cinaslı bir sözden oluşur. Bu ilk mısra hece sayısı bakımından di-ğerlerinden eksiktir. Kesik mânilere, cinaslı mâni, hoyrat da denir.

Güle naz

Bülbül eyler güle naz

Girdim bir dost bağına

Ağlayan çok gülen az

Bağ bana

Bahçe bana bağ bana

Değme zincir kâr etmez

Zülfün teli bağ bana

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 75/261

 69

3. Yedekli (artık) mâni:

-Düz mâninin sonuna anlamı tamamlamak ya da pekiştirmek için iki mısradaha eklemek suretiyle elde edilir. Bunlara artık mâni de denir.

Ağlarım çağlar gibiDerdim var dağlar gibi

Ciğerden yaralıyım

Gülerim sağlar gibi

Her gelen bir gül ister

Sahipsiz bağlar gibi

4. Ayaklı Mâni:

-Kesik mânilerin birinci dizesinin doldurularak söylenen şeklidir. Bunlaradoldurmalı kesik mâni de denir.

Ah o beni o beni

Kâkül örtmüş o beni

Ben yarimi unutmam

Unutsa da o beni

AĞITAğıt,  genellikle bir ölüm’ün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenenhalk türkü’südür. Doğal afet’ler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısındakorku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Ağıtsöylemeye ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir.Ağıtın halkedebiyatındaki adı anonim, divan edebiyatındaki adı ise mersiyedir.

Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söy-lenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçede 7,8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Gösteri bö-lümüyle tiyatro, söyleniş biçimiyle şiirseldir. Ağıtlar türkü ve destanla yakınilişki içindedir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadın-lar söyler.

VARSAĞI

Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türkleri’nin özel bir ezgiyle söy-ledikleri türkülerden gelişmiş  bir şekildir. Dörtlük sayısı  ve kafiye düzeni“Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. 4+4 şeklinde8’li ölçüyle söylenen bu dörtlüklerde üslup “bre” “hey” “behey” gibi ünlem-lerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı  söylemiş  şair Karacaoğ-lan”dır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 76/261

 70

SEMAİ 

Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4 duraklı ya da duraksız). Dörtlüksayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin kendine özgü bir ezgisi vardır vebu ezgiyle okunur. Kafiye düzeni koşma gibidir: baba “ ccca “ ddda

Semâilerde daha çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenir.

İncecikten bir kar yağar

Tozar Elif Elif diye

Deli gönül abdal olmuş 

Gezer Elif Elif diye

DESTANDört mısralı bentlerden oluşan, oldukça uzun bir nazım biçimidir. Kimi des-tanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Genellikle hece ölçüsünün on birli ka-lıbıyla yazılır. Kafiye düzeni koşma gibidir: baba “ ccca “ ddda

Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler. Konuları bakımından des-tanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahigibi gruplandırabiliriz.

TÜRKÜ

Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım şeklidir. Söyleyeni belliTürküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütünacılarını ve sevinçlerini Türkülerle dile getirmiştir. Türkü iki bölümden olu-şur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı veri-lir. İkinci bölüm ise bentlerin sonunda tekrarlanan nakarattır. Bu bölüme“bağlama” ya da “kavuştak” denir. Türküler, genellikle yedili, sekizli, onbirli hece kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler debu gruptandır.

Söğüdün yaprağı narindir narin

İçerim yanıyor dışarım serin

Zeynep”i bu hafta ettiler gelin ( bent )

Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim

Üç köyün içinde şanlı Zeynebim ( nakarat )

KAFİYE

Şiirlerin mısra sonlarındaki yazılış ve okunuşları  aynı olan ses benzerliğinedenir. Kafiye, manzumenin dış yapı özelliklerinden olup âhengi temin edenen önemli unsurdur.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 77/261

 71

Kafiye bir ses, bir hece veya bir kelimeden meydana gelir. Kafiye usulünüilk ortaya koyanlar Araplar’dır. Bu sebeple Arap edebiyatında aruzla kafiye-nin birlikteliği esası II. (VIII.) yüzyılda yazıya geçirilmeye başlanmış ve dahasonra da yüzyıllar boyunca Arap, Fars ve Türk edebiyatları başta olmak üzereDoğu edebiyatlarında kafiyenin ayrıntıları  ve biçimleri üzerine kitaplar ya-

zılmıştır. Beyit sonlarındaki uyumla (tenâsüp) bunu bozan unsurları  incele-yen kafiye ilmi retorik kitaplarının en önemli bölümlerinden birini meydanagetirmiştir.

Türk dilinde uzun ünlünün olmayışı, kafiyede elif, vav ve yâ ünlülerindenoluşan kafiye harfleri yerine kafiye düzeninde daha basit ve anlaşılır bir sıra-lamayı gündeme getirmiştir.

Kafiye, Arap ve Fars edebiyatlarında beyit temeline dayandığı için genel-de kafiye düzeni ve harflerin diziliş esasına göre adlandırılmıştır. Türk divanedebiyatının İran edebiyatı örneğinden yola çıkmış olması bu tür beyit esası-na dayalı kafiye kullanımını yaygınlaştırmışsa da Türkler’in en eski şiirlerin-

den yola çı

karak kullandı

kları

 bir de dörtlük düzeninde kafiyeleri vardı

r ki buşiirlerde kafiyelerin şekil ve yapı  bakımından farklı  biçimleri ortaya çıkar.Yenisey mezar kitâbeleri ve Orhun âbideleri gibi nesir örneklerinde bile izleribulunan sese dayalı kulak için kafiye Türkler’in İslâmî edebiyat dönemlerin-de halk şiiri geleneği içinde devam etmiş ve divan edebiyatının Arap ve Farskafiye geleneğine ve yazıya dayalı  göz için kafiye ile paralel yürümüştür.Cumhuriyet döneminde kafiye genellikle halk şiirine göre incelenmiş, yapı veşekil bakımından ayrı tasniflere tâbi tutulmuştur.

Yapı Bakımından Kafiye

Kafiyeyi meydana getiren seslerin azlığı veya çokluğuna göre kafiye yarım,

tam, zengin ve cinaslı  olabilir. Yarım kafiye, mısra sonlarında yalnızca birsessiz harfin benzeşmesiyle olur (Ecel büke belimizi / Söyletmeye dilimizi;Yûnus Emre); daha çok halk şiirinde ve redifle birlikte kullanılmıştır. Tamkafiye, mısra sonlarında iki sesin (ünlü + ünsüz, ünsüz + ünlü; çift ünsüz ve-ya uzun ünlü) benzeşmesiyle olur (Bir garip rüya rengiyle / Uyumuş gibi herşekil / Rüzgârdaki yaprak bile / Benim kadar hafif değil; Ahmet Hamdi Tan-pınar). Zengin kafiye, mısra sonlarında ikiden fazla sesin benzeşmesiyle olur(Dünya nedir, anmasak unutsak / Âvâreyiz âş îyâna tutsak; Muallim Nâci).Zengin kafiyede üçten fazla sesten oluşan bir kelime diğer kafiye kelimesiiçinde tekrarlanıyorsa buna “tunç kafiye” denilir (N’oldu sana? Yeşilpancurun indi / Karanlık akşamlara döndü ikindi; Oktay Rıfat). Cinaslı kafiyeanlamları ayrı, fakat yazılış ve söylenişleri aynı olan kelimelerin kafiye ola-

rak kullanılmasıyla olur (Her nefeste eyledik yüz bin günâh / Bir günâha et-medik hiçbir gün âh; Süleyman Çelebi). Cinaslı kafiye halk şiirinde daha zi-yade ayaklı mani nazım şekliyle kullanılmıştır (Gül erken / Bilmem ki yaz mı gelmiş / Niçin açmış gül erken / Aklımı kayıp ettim / Nazlı yarim gülerken).

Şekil Bakımından Kafiye

Kafiye mısra sonlarındaki dizilişine göre düz, çapraz, sarma ve karma olabi-lir. Buna göre beyit, bend veya dörtlüklerin bütün mısraları birbiriyle kafiyeliolursa (aa, aaaa ... gibi) düz (bk. yarım kafiye örneği); koşma ve manilerdedörtlüklerin tek rakamlı (1 ve 3) mısraları ile çift rakamlı (2 ve 4) mısraları birbiriyle kafiyeli olursa (xaxa, bcbc, dede veya dcdc ... gibi) çapraz (bk. tam

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 78/261

 72

kafiye örneği); dörtlük veya bendlerde mısraların bir-dört, iki-üç sırasına görekafiyeli olursa (abba cddc veya abbba cdddc ... gibi) sarma

Cânân aramızda bir adındı 

Ş îrin gibi hüsn ü âna unvânBir sâhile hem şerefti hem şân

Çok kerre hayâlimizde cânân

Bir şi’ri hatırlatan kadındı 

(Yahya Kemal Beyatlı)

Bendlerin mısraları arasında kafiye bulunmakla beraber dizilişlerinde düzen-sizlik ve değişkenlik olursa karma kafiye ortaya çıkar.

Ah şu ufkun arkasında

Sonsuz bahar havasında

İşitiyorum kuşların

Kuşların ötüştüğünü

İşitiyorum bir narın

Çatlayarak düştüğünü

(Ziya Osman Saba)

Divan Edebiyatı ve divan şiirinde nazım şekilleri hakkında daha geniş bilgi için

bkz. Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, Dİ  A, IX (İstanbul 1994).

VEZİN (ÖLÇÜ)

Türk Edebiyatında başlangıcından günümüze kadar üç çeşit vezin kullanıl-mıştır. Bunlar Hece, Aruz ve Serbest vezindir. Şimdi bunları tek tek ele ala-lım:

ARUZ

Aruz, Arap Edebiyatı

’nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini konu alan il-min adı olup Arapça bir kelimedir ve “Çadırın ortasına dikilen direk” anla-mına gelir. Bir edebiyat terimi olarak “hecelerin uzunluk ve k ısalıkları teme-line dayanan nazım ölçüsü” demektir. Hecelerin uzunluk ve kısalıkla-rı(kapalı-açık) dikkate alınarak belli kalıplara göre düzenlenmiş bir vezindir.Bu vezin Arap’lardan İranlılar’a, onlardan da bize geçmiştir.

İranlılar İslâmiyet’i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altındakaldılar. Şiirde, Araplar’ın kullandığı  nazım ölçüsü olan aruz’u kullanmayabaşladılar. Ancak Araplar’ın kullandıkları  aruz ölçüsünü olduğu gibi kabuletmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabi-atlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar. Aruz vezni, V-XI. yüzyıllardaHakaniye Türkçesi’ne, VII-XIII. yüzyıllarda Anadolu Türkçesi’ne, VIII-XIV.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 79/261

 73

yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi’ne girmiş ve zamanımıza kadar birçokşiir bu vezinle yazılmıştır.

XI.-XVII. yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın AnadoluTürkçesi döneminde bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden kar-

şılıklı olarak etkilenmişlerdir. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısımsaz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylemişler, Milli Edebiyat döneminde vezamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarzayönelmişlerdir.

Aruzda heceler uzun ve kısa(açık-kapalı) olarak ikiye ayrılır. Uzun hece-ler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitlibiçimlerde yan yana gelerek bahir denilen aruz kalıplarını oluşturur. Bu ka-lıplar yan yana geliş biçimlerine göre, fâilâtün, fâilün, mefâilün ve benzerideğişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için kelimeleri bu kalıplarauydurmak gerekir. Aruzda kelimeleri ses özelliklerini bozmadan kullanmakher zaman mümkün olmayabilir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi

zaman da kı

sa okumak gerekir. Sı

k rastlanan bu iki duruma imâle (uzunokuma) ve zihaf (kısa okuma denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır. Aruz ölçü-sünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dolayısıyla mısralardaki hece sayı-ları eşit olmayabilir. Mısra sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edi-lir. Aruzda bir kelime sessizle biter, ondan sonra gelen de sesli harfle başlar-sa, bu sesli harf birincinin sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece bi-rinci kelimenin sonundaki sessizle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir.Bu duruma da vasl (ulama) denir.

1. Aruz ölçüsü ilk olarak Arap edebiyatında kullanılmıştır. Daha sonra İranEdebiyatı’na geçen bu ölçü, XI. yüzyıldan itibaren Türk şairlerince deuygulanmaya başlanmıştır.

2. Rahat kullanılabilmesi için bol miktarda uzun heceye ihtiyacı olan bu ölçü,aslında Türkçe’nin kelime yapısına pek uygun değildir.

Bundan dolayı Aruzu ilk defa kullanan Karahanlılar Türkçe’nin kelimele-rini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Türk şairleri dahasonraları Türkçe’deki sonu sessizle biten kapalı heceler uzun, sonu sesliylebiten açık heceler ise kısa hece olarak değerlendirmişlerdir.

Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sıksık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum giderek Türkçe’ye yabancı kelime-lerin girmesine yol açmıştır. Diğer yandan Türkçe, aldığı bu yabancı kelimeve kavramları Türkçeleştirdiği zaman güçlü bir dil olmuştur. Aruzla birlikte,halk arasında yaşamaya devam eden vezin ise millî şiir ölçümüz ola heceveznidir.

3. 1908’den sonra şairler arasında başlayan aruz-hece tartışmasında hece önplana çıkmış, ancak Divan Edebiyatı  nazım ölçüsü olan aruzun da artıkbir Türk şiir ölçüsü olduğu kabul edilmiştir.

4.  Aruzla yazılan ilk Türk eseri Yusuf Has Hacib’in yazdığı  Kutadgu Bilig’dir.

5. Aruz XI. asırdan beri heceyle beraber kullandığımız ölçüdür. Bu ölçü za-manla Türkçe’ye en iyi şekilde uygulanmış. Mehmet Âkif, Yahya Kemâl,Faruk Nafiz gibi şairlerimizin elinde ustalıkla kullanılmıştır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 80/261

 74

Aruz vezninde heceler iki şekilde değerlendirilir:

Açık / kısa heceler ( . ) ( v ) | Kapalı / uzun heceler ( - )

1.Açık / Kısa HecelerSeslilerle biten hecelerdir.

Bu heceler aruz incelemesinde ( . ) ve ( v ) işaretleriyle gösterilir.

Açık - kısa hecelerin ses değerleri “yarım” kabul edilir.

2. Kapalı / Uzun Heceler

Tam ses değeri taşıyan hecelerdir.

Sessizlerle ve dilimize Arapça ve Farsça’dan geçmiş uzun ünlüler (â, î, û)’le biten hecelerdir.

Bu heceler aruz incelemesinde (-) işaretiyle gösterilir.

Kapalı- uzun hecelerin ses değeri “tam”dır.

Arapça ve Farsça’dan gelme uzun ünlülerle kurulan ( âb, ûl…) gibi ikisesli hecelerle; ( rûy, rûy, cûy…) gibi üç sesliler yerine göre, aruzda bir bu-çuk hece değerinde tutulur ve (- . ) işaretiyle gösterilir. Yine bu dillerden ge-len iki ünsüz bitişik düzende olan (aşk, ahd…) gibi heceler de, yerine göre birbuçuk hece değerinde kabul edilir.

Farsça tamlama eki olan “-i” ile “ve” anlamındaki “ü, vü” bağlacı vezingereği uzun da kısa da olabilir.

Medli heceler hafif bir “i, ı” sesi varmış gibi okunur. Bahâr kelimesi ba-hâr[ı], eşkden kelimesi ise eşk[i]den şeklinde söylenmelidir.

Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerde ilk tef’ilebazı mısralarda Fâilâtün, son tef’ile ise Fa’lün olabilir. Bu sadece bu kalıbaözgü bir durumdur. Bu kalıpla yazılan şiirlerde başta imale yapmaya gerekyoktur. Farklı tef’ile parantez içinde hemen altında gösterilir.

Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamış olupTürk aruzu daha çok Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet ÂkifErsoy taraf ından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı ol-muştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı’nın hece ölçüsüyle yazıldığını  zanneder.Oysa bu marş aruzun “Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün” kal ıbıylayazılmıştır.

1. Bir şiirin vezni bulunurken şunlara dikkat edilmelidir:

a) Veznini bulacağımız mısraların hecelerindeki uzun seslilere dikkat ederekyazmalıyız.

b) Önce mısralardaki hecelerin açık mı kapalı mı oldukları tesbit edilir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 81/261

 75

c) Uzatmalı hece olup olmayacağı özellikle kontrol edilmelidir. Bu ihmal edi-lirse bir mısradaki hece değeri eksik çıkar. Mısralardaki heceler sayılarakuzatmalı hece olup olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz.

d) Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa

ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en son ihtimalolarak düşünülür.

e) Hecelerin karşılaştırılması yapıldıktan sonra açık kapalı değerleri çizgi venokta şeklinde ayrı bir yere işaretlenir. Mısra sayısına göre tef’ile sayısı tahmin edilmeye başlanır. İlk tef’ile genellikle az heceden oluşur. Genel-de az heceli Fa’, Fe i lün, Fâ i lün gibi tef’ileler sonda bulunur.

f) Yazılan aruz kalıbı ile işaretler arasında uyum olmasına dikkat edilmelidir.

ARUZ KALIPLARIYLA İLGİLİ UYGULAMA-

LAR1. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün 

Saçma ey göz/ eşk[i]den gön / lümdeki od / lare su

_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _

Kim bu denlü / tutuşan od / lare kılmaz / çâre su

_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _Fuzûlî

2. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün 

Dinle neyden / kim hikâyet / etmede

_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _

Ayrılıklar / dan şikâyet / etmede

_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Nahifî

3. Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün

(Fâilâtün) (Fa’lün)

Hani ol gül / gülerek gel / diği demler / şimdi. . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / _ _

Ağlarım hâ / tıra geldik / çe gülüştük / lerimiz

_ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _Mâhir

4. Feilâtün / Feilâtün / Feilün

(Fâilâtün) (Fa’lün)

Ne Süleymân / ne Selîm’in / kuluyuz

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 82/261

 76

. . _ _ / . . _ _ / . . _

Hazret-i Rab / b-i rahîmin / kuluyuz

_ . _ _ / . . _ _ / . . _Esrar Dede

5.  Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün

Anı hoş tut / garîbindir / efendi iş / te biz gittik

. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _

Gönül derler / ser-i kûyun / da bir dîvâ / nemiz kaldı 

. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _Hayâlî

6. Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün

Geçer firkat / zamânı böy / le kalmaz

. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _

Sağ olsun sev / diğim Mevlâ / kerimdir

. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _Nâilî

7. Mefâilün / Feilâtün / Mefâilün / Feilün 

Cihânda â / şık-ı mehcû / r[ı) sanma râ / hat olur

. _ . _ / . . _ _ / . _ _ _ / _ . _

Neler çeker / bu gönül söy / lesem şikâ / yet olur

. _ . _ / . . _ _ / . _ . _ / _ . _Şeyhülislâm Yahya

8.  Mef’ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün

Ağlatma / yacaktın yo / la baktırma / yacaktın

_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _

Ol va’de / -i tekrâr[ı] / -be-tekrârı / unutma

_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _Esrar Dede

9.  Mef’ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / FâilünGül hasre / tinle yolla / ra tutsun ku / lağını 

_ _ . / _ . _ . / . _ _ . / _ . _

Nergis gi / bi kıyâme / te dek çeksi / n intizar

_ _ . /. _ _ . / . _ _ . / _ . _Bâkî

XX. yüzyılda aruz vezni ile yazdığı şiirlerle ön plana çıkmış şairlerimiz kimler-dir, araştır ınız. 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 83/261

 77

HECE VEZNİ 

Türkçe’de heceler uzunluk kısalık bakımından hemen hemen aynı  değerde-dir. Bu yapısal özellik şiirde hece vezninin kolayca kullanılmasına imkân ve-rir. İlk yazılı Türk edebiyatının ürünleri olarak bilinen Göktürk Yazıtları’ndaşiir bulunmamasına rağmen şiirsel özellikler taşıyan ve hece veznine uyanbölümler vardır. Kaşgarlı Mahmut’un Dîvânü Lugati’t Türk  eserindeki şiirlerde hece vezniyle yazılmışlardır. Türkler’in İslâmiyet’i kabulünden sonra di-van edebiyatı ve aruz vezninin yaygınlaşması hece ölçüsünün yalnızca tekkeve âşık edebiyatına özgü bir ölçü olmasına yol açtı.

Hece vezninde kalıbı mısralardaki hecelerin sayısı belirler. Her mısrasın-da 11 hece bulunan bir şiirin kalıbı “11’li hece ölçüsü” olarak gösterilir. Birhecenin belli bölümlere ayrılmasına “durgulanma”, bu bölümlerin okuma sı-rasında hafifçe durularak vurgulanan yerlerine de “durak” denir. Kalıplar2’liden başlayarak 20’lilere kadar çıkar. Az heceli, yani 2’liden 6’lıya kadarkalıplar tekerleme, atasözü, bilmece gibi ürünlerin şiirsel parçalarında uyum

öğesi olarak yer alır. Bu tür kısa kalıpların durakları mısranın sonundadır.Hece vezninde durağın önemi büyüktür. Bir kalıp en az 2, en çok 5 durak-

lı olabilir. Bir durakta bulunan hece sayısı ise 1 ile 10 arasında değişir. Hecekalıpları duraklar ve duraklardaki hece sayıları  bakımından bölümlenir. Bukalıplar içinde en çok kullanılanlar 7’li, 8’li, 11’li ve 14’lü olanlardır. 7’li öl-çü daha çok mânilerde kullanılmıştır. 8’li kalıp semâi, varsağı, destan ve tür-külerin ölçüsüdür. 11’li kalıp ise başta koşma ve destan olmak üzere aşık vetekke edebiyatı  şiirlerinde kullanılmıştır. 14’lü hece veznine ise daha çoktekke şiiri ve çağdaş Türk şiirinde rastlanır...

Maddeler halinde sıralayacak olursak:

1. Şiirde mısralar arası hece sayısı eşitliğine dayanır.2. Türkçe kelimelerde hemen hemen bütün heceler eş  değerde söylenir.

Hecelerde kalınlık, incelik, uzunluk, kısalık farkı gözetilmez. Bu ba-kımdan hece vezni Türk dilinin yapısına da en uygun ölçüdür.

3. Milli veznimizdir.

4. Hece veznine parmak hesabı da denilir.

5. Hece vezni, Türk edebiyatının başlangıcından bu yana kullanılmıştır.İslâmiyet’ten sonra Divan edebiyatında aruz vezni kullanılırken, Halkedebiyatında hece ölçüsü kullanılmaya devam edilmiştir.

6. Hece vezninin “hece sayısı” ve “duraklar” olmak üzere iki temel özel-liği vardır.

a. Hece Sayısı: Hece vezniyle yazılmış  bir şiirin bütün mısralarındaeşit sayıda bulunur. Hece sayısı  aynı  zamanda o şiirin kalıbı  de-mektir.

Bu va tan top ra ğın ka ra bağ  rın da

Sı  ra dağ  lar gi bi du ran la rın dır

Bir ta rih bo yun ca o nun uğ  run da

Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 84/261

 78

Bu dörtlükteki bütün mısralar 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiirHece vezninin 11’li kalıbıyla yazılmıştır.

SERBEST VEZİN

Serbest vezin, hece, aruz gibi herhangi bir ölçüye bağlı kalınmayan vezindir.Hecelerin açık veya kapalı  olmasına ya da sayılarına bakmaksızın şairin ta-mamen kendi üslubuna göre yazmasıdır. Serbest vezin, Türk şiirinde1940’lardan sonra Orhan Veli Kanık ile yaygınlaşmaya başlamıştır. Günü-müzde yazılan şiirlerin çoğu serbest vezinde yazılmaktadır. Herhangi bir ölçüveya şekille kayıtlı değildir.

Bu nazım şeklinde uzun, kısa, çok kısa dizeler bazen düzenli, bazen dedüzensiz olarak tekrarlanırlar. Kısa mısraların ölçüsü, şiirin ölçüsünün birparçasıdır. Bu şiirde kafiye düzeni belirli bir kurala bağlı değildir. Bu nazım

biçiminde düşünceler mısradan mısraya atlayarak devam eder. Nazım, gide-rek nesre yaklaşmış olur.

KIŞ 

Yine kış,

Yine şems-i mesâda, ah o bakış,

Yine yollarda serseri dolaşan

Âşiyânsız tuyur-ı pür-nâliş( inleyen yuvasız kuşlar)Tehi kalan ovalarSükût eder sanılır mevsimin gumûmuyla

Harab olan sarı yollarda kalmamış ne gelen,

Ne giden,

Şimdi yalnız kavafil-i evrâk (yaprak yığını)

Mütemadî sürüklenir bir uzak

Ufk-ı pür-ıztırab u nermide. Yine kış, yine kış 

Bütün emelleri bir ağlayan duman sarmış 

Ahmet Hâşim

Özet

 Divan Edebiyat ında nazım birimini açıklayabilmek.

Divan şiirinde nazım birimi genellikle beyit olup şiirler çeşitli nazım şekilleriiçinde kurallarını Arap ve Fars Edebiyatı’ndan alan aruz vezniyle yazılmıştır.Bununla beraber, Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerin hece ölçüsüyle ya-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 85/261

 79

zılmış şiirlerine rastlamak mümkündür. Aruz vezninde açık ve kapalı hecelerçeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserleriniyazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hece-lerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür.

Türk- İ slâm Edebiyat ında en çok kullanılan nazım şekillerini sıralayabilmek.Türk-İslâm edebiyatında en çok kullanılan nazım şekillerinin başında gazel,kaside, musammatlar, kıt’alar gelir.

 Halk Edebiyat ında en çok kullanılan nazım şekillerini sıralayabilmek.

Halk edebiyatında en sık kullanılan nazım şekilleri koşma, mani, destan, tür-kü, varsağıdır.

Türk- İ slâm Edebiyat ında kullanılan vezinleri açıklayabilmek.

Türk Edebiyatında başlangıcından günümüze kadar üç çeşit vezin kullanıl-mıştır. Bunlar Hece, Aruz ve Serbest vezindir. Aruz, manzum sözlerdeki

ahenk ölçülerini konu alan bir ilimdir. Divan edebiyatı

n vezni aruz vezni-dir. Hece, millî veznimiz olup, yüzyıllar boyunca halk şâirlerimiz ve ozanla-rımız taraf ından kullanılmıştır. Divan şâirleri de nadiren de olsa bu vezni ter-cih etmişlerdir. Serbest vezin ise son dönemde revaç bulmuştur.

Kendimizi Sınayalım

1. Aşağıdakilerden hangisi divan edebiyatı nazım şekillerinden değildir? 

a. Tuyuğ 

b. Kıt’a

c. Semai

d. Rubai

e. Gazel

2. Aşağıdakilerden hangisi bendlerle kurulan nazım şekillerindendir?

a. Mâni

b. Kaside

c. Koşma

d. Muhammes

e. Mesnevi

3. Bir gazelin beyitleri önüne aynı  vezinde sekizer mısra ilâvesiyle tanzimedilen nazım şekline ne ad verilir?

a. Ta’şir

b. Müsemmen

c. Tesdis

d. Kaside

e. Müseddes

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 86/261

 80

4. Aşağıdakilerden hangisi kasidenin bölümlerinden değildir? 

a. Tegazzül

b. Medhiyye

c. Fahriyye

d. Dua

e. Mersiye

5. Divan edebiyatında her mısra veya beytin sonunda aynı veznin bir cüzüyleyazılmış birer kısa mısra bulunan manzumelere ne denir?

a. Müsebba

b. Müstezad

c. Kaside

d. Taştir

e. Terbi

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. c  Cevabınız doğru değilse, “Semâî” kısmını yeniden okuyunuz.

2. d  Cevabınız doğru değilse, “Bend” kısmını yeniden okuyunuz.

3. a  Cevabınız doğru değilse “Musammat” kısmını yeniden okuyunuz.

4. e  Cevabınız doğru değilse “Kaside” kısmını yeniden okuyunuz.

5. b  Cevabınız doğru değilse “Müstezad” kısmını yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1

Divan Edebiyatı’nda en çok kullanılan nazım şekilleri gazel, kaside,musammatlar, kıt’a, rubaidir.

Sıra Sizde 2

Türk-İslâm edebiyatında dinî- destanî manzumeler, kıssa ve hikâyeler mes-nevi nazım şekliyle yazılmıştır.

Sıra Sizde 3

Yahya Kemâl Ömer Hayyam’ın rubailerini Türkçe’ye çevirmiştir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 87/261

 81

Sıra Sizde 4

XX. yüzyılda aruz vezni ile yazdığı şiirlerle ön plana çıkmış şairlerimizin ba-şında Mehmed Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı gelir.

Yararlanılan Kaynaklar

Aksoy, Hasan, “Kıta”, D İ  A.

Aksoy, Hasan, “Mısra”, D İ  A.

Albayrak, Nurettin, “Koşma”, D İ  A.

Albayrak, Nurettin, “Rubai”, D İ  A.

Çetin, Nihad M., “Aruz”, D İ  A.

İpekten, Haluk, Eski Türk Edebiyat ı Nazım Ş ekilleri ve Aruz, İstanbul 2003.

İpeten, Haluk, “Gazel”, D İ  A.

Kılıç, Filiz, “Müstezad”, D İ  A.

Kurnaz, Cemal-Çeltik, Halil, Divan Ş iiri Ş ekil Bilgisi, İstanbul 2010.

Levend, Âgâh Sırrı, Divan Edebiyat ı , İstanbul 1984.

Olgun, Tahir, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973.

Onay, Ahmet Talat, Türk Halk Ş iirlerinin Ş ekil ve Nev’i, Ankara 1996.Onay, Ahmet Talat, Türk Ş iirlerinin Vezni, Ankara 1996.

Pala, İskender- Kılıç, Filiz, “Musammat”, D İ  A.

Pala, İskender, “Kaside”, D İ  A.

Pekolcay, Necla,  İ slâmî T ürk Edebiyat ında Ş ekil ve Nevilere Giriş , İstanbul1996.

Ünver, İsmail, “Mesnevi”, D İ  A.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 88/261

 82

 

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk-İslâm Edebiyatı

na ait eserlerin sanat değerini belirlemede kullanı

lanklasik ölçme-değerlendirme birimi olan belâğat ilminin tarihçesinianahatlarıyla tanıyabilecek,

• Bu ilim dalını oluşturan Bedî’, Beyan ve Meâni’nin ele aldığı farklı konu-ları kavrayarak muhtevalarını açıklayabilecek,

• Bu bilgilerin ışığında, günümüzde edebî sanatlar adıyla bilinen Türk-İslâm Edebiyatında sıkça karşılaşılan sanatları açıklayabilecek, onları da-ha iyi tanıyıp, sanatkârın ortaya koyduklarını yorumlayabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Belâgat,

• Bedî’, Beyan, Meânî

• Başlıca edebî sanatlar: Teşbih, istiâre, telmih, leff ü neşr, iktibas, irsâl-imesel, vs.

• Metin değerlendirme.

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• TDV İ slâm Ansiklopedisi’ndeki “Belâgat, Bedî’, Beyân, Meânî” maddele-rini, Türk edebiyatı bölümleri üzerinde daha dikkatle durarak, okuyunuz.

• TDV  İ slâm Ansiklopedisi’nin “Divan Edebiyatı” maddesinde yer alan sa-natkârın dünyasıyla ilgili kısmı okuyarak onu tanımaya çalışınız.

• İskender Pala’nın, Ansiklopedik Divan Ş iiri Sözlüğü’ndeki (İstanbul 2000)“Teşbih, istiâre, telmih, leff ü neşr, iktibas, irsâl-i mesel, vs. gibi edebî sa-natlarla ilgili bilgileri değerlendiriniz.

• Menderes Coşkun’un, Sözün Büyüsü Edebi Sanatlar , (İstanbul 2007) adlı eserinin ilgili maddelerini inceleyiniz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 89/261

 83

 

GİRİŞ 

İslâm dünyasında, Türkçe, Arapça, Farsça yanında müslüman milletlere ait,edebiyat dili seviyesine yükselmiş bütün dillerle ortaya konulan edebî ürünle-rin sanat değerini belirlemede kullanılan ölçü müşterektir ve adına da Belâgatdenilmektedir. 

İkinci ünitede, Kurân’ın Türk-İslâm Edebiyatına etkisini incelerken Belâ-gatin bu etki altında ortaya çıkarak şekillendiğinden bahsedilmişti. Müslü-manların kullandığı hemen bütün dillerde aynı adı taşıyan bu ilim, eski adıylailm-i Belâgat  üç ana konudan meydana gelir. Bunlar Meânî, Beyan ve Be-dî ’dir. İlerleyen zamanlarda, fesâhat, aruz ve kafiye, lügaz ve muammâ,ebcedle tarih düşürme gibi “levâhik/mülhâkât” denilen ek konularla tamam-lanan belâgat, İslâmî ilimler arasında bağımsızlığına en geç kavuşan ve ensonra teşekkül etmiş bir disiplindir.

Belâgat, Araplar arasında büyük bir edebi varlığa ve değere sahip olancahiliye şiiri üzerinde, edebî tenkid maksadıyla yapılan çalışmalardan doğ-muştur.

İslâm’ın ilk asırlarından sonra Arapça konuşan yeni nesillerle, İslâm câ-miasına katılan ana dili farklı olan toplulukların, Kur’an ve hadisi doğru an-lama, onlardaki güzellikleri lâyıkıyla kavrama ihtiyacı arttı. Bu sebeple, belâ-gat konuları, önceleri “ İ ’câzü’l-Kur’ân, Mecâzü’l-Kur’ân, Beyânü’l-Kur’ân,

 Müşkilü’l-Kur’ân,  İ ’râbü-Kur’ân, Belâgat ve delâilü’l-i’câz” gibi adlar taşı-yan kitaplarda yer aldı. Kur’an ve tefsir ilmi içinde gelişti.

Kur’an’ın Arap diliyle ortaya konmuş bir belâgat mucizesi oluşu, onu an-

lamak için Arap dili, grameri ve edebiyatı konularını da bilmeyi gerektiriyor-du. Bu sebeple X-XIV. yüzyılları kapsayan bu ikinci devre, belâgatin bir ilimdalı  olarak teşekkül etmeye başladığı, terimlerinin ortaya çıktığı, yazılan eserlerde belâgat bahislerinin ağırlık kazandığı  ve böylece söz konusu ilimdalının Meânî, Beyan ve Bedî ’den ibaret klasik şeklini alarak teşekkülünütamamladığı bir zaman dilimi oldu. Ayrıca bu devrede, sonraki yıllarda Türkve Fars belâgati üzerinde tercüme ve şerhleriyle asırlarca etkisini sürdürecekolan Abdülkâhir el-Cürcânî’nin (ö. 1079),  Delâilü’l-i’câz ve Esrârü’l-belâğa adlı kitapları ile Ebû Ya’kûb es-Sekkâkî’nin (ö.1229)  Miftâhu’l-ulûm’u gibisonradan sahanın klasikleri sayılan eserler de kaleme alınmıştı.

XIV. yüzyıl ortalarından XIX. yüzyıl sonlarına kadar devam eden uzun

süreyi kapsayan üçüncü safha yeni eserler yerine, bu konudaki şerh, haşiye

Türk-İslâm Edebiyatında

Belâgat BaşlıcaEdebî Sanatlar

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 90/261

 84

ve talikatların kaleme alındığı duraklama yahut derinleşme devresidir. Nite-kim Türkçe, Farsça ve Arapça bilen ünlü dil bilgini Hatip el-Kazvinî (ö.1338), es-Sekkâkî’nin  Miftâhu’l-ulûm’unun üçüncü bölümününden faydala-narak Telhisü’l-Miftâh’ı  kaleme almış, belâgat çalışmalarında mantıkî tarif,tasnif ve değerlendirmelerle kelâm ve felsefe mektebinin en önemli eserini

ortaya koymuştur. Bu dönemin edebiyat bakımından işaret edilmesi gerekenönemli bir özelliği, Arap edebiyatında, her beytinde en az bir bedîî sanat kul-lanarak Hz. Peygamberin medhini yapan bediiyyât adlı bir nazım türünün or-taya çıkması olmuştur. Bu diğer edebiyatlarda da Hz. Peygamberle ilgili ola-rak kaleme alınan eserlerin daha sanatkârâne metinler olmasına yol açmıştır.

Son devir, İslâm dünyasının Batı ile temasa geçmesinin etkisiyle, biri kla-sik anlayışı devam ettirmeye, diğeri batı  retoriği ile belâgat konularını kay-naştırmaya çalışan yenilikçi yazarların eserleri olmak üzere, iki farklı istika-mette gelişmiştir. Bunlardan birincisine Türk edebiyat camiasından AhmedCevdet Paşa’nın kaleme aldığı   Belâgat-i Osmaniyeniyye’si, ikincisineRecâizade Ekrem’in Talîm-i Edebiyat ’ı örnektir. İkinci yolu seçen yazarlar

belâgat meselelerini daha çok edebî tenkid ve estetik endişelerle birlikte elealmışlardır.

Türk-İslâm Edebiyatı metinlerinde klasik belâgatin bütün kadro ve konu-larına ait örneklerle karşılaşılmakla birlikte Teşbih, İstiâre, Mecaz, Kinâye,Telmih, Tecahül-i ârif, Hüsn-i ta’lil, Tevriye, Teşhis ve intak, Tenâsüp,Leff ü neşr, Seci gibi sanatlarla daha çok yüz yüze gelinmektedir.

Edebî metinlerden zevk almayı  kolaylaştıran sanat unsurlar ı  arasındahangilerini sayabilirsiniz?

Divan şiirinin kendine mahsus dünyası  içinde gelişen ve onu derinlemesineanlayıp zevkine varabilmeyi üst seviyelere taşıyan özelliği sebebiyle bilinmesi

gereken Remiz ve Mazmunlar da başlı

 başı

na önemli bir alandı

r. 

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI METİNLERİNİNDEĞERLENDİRİLMESİNDE VAZGEÇİLMEZÖLÇÜ

BELÂGAT

1.  Tanım

Arapça “be-le-ga”  kökünden gelen belâgat, sözlükte, sözün “fasih ve açıkseçik olması” demektir. Aynı kökten gelen “el-belîg”, fasih ve açık karşılı-ğında kullanılmış olup “sözün maksadı en güzel şekilde ifade edebilme özel-liğini” anlatır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu özelliğe sahip olan kitap anla-mında “el-belâgu’l-mübîn /benzeri ortaya konamayacak apaçık söz” olarakadlandırılmıştır.

Belâgatin bir edebiyat terimi olarak iki manada kullanıldığı görülmekte-dir. Birincisi meleke ve kabiliyet manasını  taşır. Batı  dillerinde“eloquence/elokuans” kelimesiyle karşılanan belâgatin bu yönü “bir fikrinyazılı ve sözlü olarak yerinde, yeterince ve zamanında ifadesi” manasına ge-

lir. Bu tanım klasik belâgat kitaplarında “Sözün fasih olmak şartıyla mukte-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 91/261

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 92/261

 86

tenâsüb, tensîk, cem ve taksim, leff ü neşr, kelâm-ı edebî, cinas, kalb ve aks,secî.

Tarihçeye geçmeden önce, Kuran, tefsir, hadis ve kelâm ilimleriyle ciddîbir biçimde ilgilenmesi gereken ilâhiyatçıların, söz konusu ilim dallarıyla il-

gili kaynakları  doğru bir şekilde anlayıp onlardan günümüz problemlerineçözümler çıkarabilmesi için âlet ilimlerinin en mühimlerinden sayılan belâgathakkında yeterli bilgiye sahip olmaları gereğine işaret edilmelidir. Bu sebeplesadece edebiyat bakımından değil, belki daha çok dinî ilimler açısından dabelli bir seviyeye ulaşmak için, önce Kaya Bilgegil’in Edebiyat Bilgi ve Teo-rileri Belâgat  (İstanbul 1989) isimli eserini, ardından Cevdet Paşa’nın Belâ-gat-i Osmaniye’sini, daha sonra M. A Yekta Saraç’ın Klâsik Edebiyat Bilgisi

 Belâgat (İstanbul 2000) isimli eserinin okunması tavsiye edilir.

Tarihçe

Daha önce de belirtildiği gibi belâgat bütün İslâm dünyası

ndaki gibi bizde de,XIX. yüzyıla kadar genellikle önce Arapça kitaplardan, sonra Arapça veFarsça’dan tercüme eserlerden, örnekleri çoğu kere Arapça ve Farsça metin-ler üzerinden okutulmuştur. Ancak özellikle belirtilmelidir ki, İslâm ilim vekültürüne başından beri büyük katkıları olanTürkler’in bu ilme hizmetleri pekerkenden başlamış  ve meselâ büyük Türk dil bilgini es-Sekkâkî  Miftahu’l-ulûm  adlı eserinin üçüncü kısmını belâgat konularına ayırmıştır. Şam camiihatibi, Türkçe, Farsça ve Arapça bilen ünlü dil bilgini Hatip el-Kazvini (ö.1338) ise, es-Sekkâkî’nin  Miftâhu’l-ulûm’unun bu bölümünü tercüme, kı-saltma ve değerlendirme suretiyle Telhisü’l-Miftâh’ı, daha sonra da bunuaçıklayan el- İ  zah’ı kaleme almıştır. Çok rağbet gören bu eserler sondaki asır-larda bütün İslâm dünyasında defalarca şerhedilmiş ve devrin çeşitli ilim mü-esseselerinde okutulmuştur.

Belâgat konusunda benzer etki ve rağbete kavuşan  diğer kitap iseTaftâzânî’nin (ö. 1390) Telhisü’l-Miftâh’a yazdığı el-Mutavvel isimli şerhtir.Onun kaleme aldığı  el-Muhtasar ’la birlikte bu eserler Osmanlı  medresele-rinde de asırlarca okutulmuştur. Ayrıca Abdünnafi Efendi, bu eserleri XIX.yüzyılda, en-Nef’u’l-muavvel fi-tercemeti’t-Telhis ve’l-Mutavvel  adıyla (İs-tanbul 1290) Türkçe’ye çevirmiştir. Mesnevî’yi şerhetmesiyle tanınan İsmailAnkaravî ise, belâgati hemen bütün kadrosuyla veren  Miftâhu’l-belâga vemisbâhu’l-fesâha isimli telif tercüme bir eser kaleme almıştır.

Tanzimattan sonra yaklaşık dokuz asırlık bir gelenek kırılarak, telif ter-cüme belâgat kitaplarının hazırlanmasında batılı eserlerden faydalanma adımı 

atı

lmı

ştı

r. Süleyman Paşa  Mebâni’l-inşâ’yı

 klasik belâgat kitapları

  yanı

nda,Fransız yazar Emil Lefranc’dan faydalanarak kaleme alırken batı retoriğininbirçok konusunu Türk belâgatına sokmuştur. Ayrıca nesir örnekleri de öncekianlayışın aksine bu kitapta hatırı sayılır derecede yer bulmuş olur.

Türk belâgat literatüründe klasik özellikteki ilk Türkçe eser, örnekleri bakı-mından zayıf olsa da Ahmed Hamdi’nin  Belâgat-ı Lisân-ı Osmânî  adlı kita-bıdır (İstanbul 1293).

Bu eseri, büyük hukuk külliyatı  Mecelle’yi de kaleme alan, Ahmed Cev-det Paşanın Mekteb-i Hukuk’ta okuttuğu belâgat derslerine ait notlar takibeder.  Belâgat-i Osmâniye adıyla kısım kısım (cüz cüz) yayımlandığında (İs-tanbul 1298) büyük bir yankı uyandıran kitap, klasik Türk belâgati literatü-

ründe bir dönüm noktası olmuş ve sekiz defa basılmıştır. Belâgat-i Osmâniye

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 93/261

 87

dibâce, mukaddime ve lâhika başlıklarını taşıyan bir giriş bölümünden sonraüç ana bölüm ve lâhika’dan (ek) meydana gelmektedir. Eserin önemli bir ya-nı da artık Türkçe’ye mahsus bir belâgat kurulması fikrini kuvvetlendirmesive bu alanda yeni eserler kaleme alınmasına zemin hazırlamasıdır.

Recaizade Ekrem’in Talîm-i Edebiyat ’ı  bu alanda atılmış  önemli biradımdır. Bu eserin diğer mühim taraf ı  ise batı  retoriğinden de faydalanarakkonuları  çeşitlendirmesi ve klasik belâgat bahislerine bile farklı  izahlar ka-zandırmasıdır. Bu eserlerden sonra belâgat artık Türk edebiyatının hayatî ko-nuları arasına girmiştir.

Muallim Naci’nin Ist ılâhât-ı Edebiyye’si (İstanbul 1307) bazı belâgat ba-hisleri dahil bir kısım edebiyat kavramlarını belirli bir anlayışa bağlı kalma-dan açıklayan günümüzde de rağbet bulmuş  bir eserdir. Buna Tahirü’l-Mevlevî’nin Edebiyat Lügati (İstanbul 1973) eklenebilir.

Manastırlı Mehmet Rıfat’ın Mecâmiu’l-edeb’i, bir taraftan yeni anlayışınortaya koyduğu bütün edebi meseleleri ele almaya çalışırken klasik kadroyuoluşturan üç ana konunun her birine bir cilt ayırarak üç cilt halinde yazılmış hacimli bir eserdir.

Belâgat konusundaki son çalışmalar arasında eski ve yeni anlayışları bir-leştirmeye yönelen Kaya Bilgel’in Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belâgat) (İs-tanbul 1989) ile Menderes Coşkun’un, Sözün Büyüsü Edebi Sanatlar , (İstan-bul 2007) adlı eserleri dikkat çekmektedir. M.A.Yekta Saraç’ın Klâsik Edebi-

 yat bilgisi Belâgat ’ı  (İstanbul 2000) ise klasik kaynaklardaki bilgileri bolTürkçe örneklerle, anlaşılır bir şekilde günümüz okuyucusuna sunması bakı-mından önemlidir.

İskender Pala’nın,  Ansiklopedik Divan Ş iiri Sözlüğü  (İstanbul 2007) de

sadece belagat ve edebi sanatlar konusunda değil, eski Türk edebiyatını ilgi-lendiren hemen her konuda başvurulacak bir ilk kaynak özelliğine sahiptir.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI METİNLERİNDEKARŞILAŞILAN BAŞLICA EDEBÎSANATLAR

Ünitemizin bu bölümünde, Türk-İslâm edebiyatı metinlerinde karşılaşılacakbaşlıca edebî sanatlar ele alınacaktır. Ancak önce bütün İslâm edebiyatlarının,şiirin gölgesinde kalmış ama sanat değeri ve kültürümüzdeki yeri bakımındanondan çok da geride bulunmayan bir yönü üzerinde durmak faydalı olacaktır.Bu da inşâ  terimiyle ifade edilen ve münşeât denilen bir türün doğmasınasebeb olmuş nesir sanatıdır.

1. İnşâ

İnşâ Türk, Arap ve Fars edebiyatlarında “Resmî yazışmalarda kullanılan nesirdilini ifade eden edebî tür ve dil bilimi” için kullan ılmış, zamanla genel ola-rak her türlü nesir ve düz yazı karşılığını da kazanmıştır. Bu çerçevede inşâ“yazılar ın münşî ad ı yla anılan usta yazarlar ın beğenecekleri özelliklere sa-hip olması  için bilinmesi gerekenleri öğreten fen”  olarak tarif edilmiştir(Taşköprüzâde, I, 250). Benzer bilgileri tekrarlayan Kâtib Çelebi buna, “ İ  fa-

dede yerine, konusuna ve amacına yak ışan güzel ibareler kullanmakt ır” şek-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 94/261

 88

linde bir ilâvede bulunur (Keşfü’z-zunûn, I, 181). Ayrıca yeni Türk edebiya-tında bir tür kompozisyon tekniği ve güzel yazı yazma sanatı olarak da anla-şılmıştır. Nitekim Ziyâ Paşa’nın, “Şiir ve İnşâ” adlı  makalesinde kelimeyidoğrudan doğruya nesir yerine kullanması dikkat çekmektedir. Ayrıca inşa,kelimelerin cümle içinde söz dizimi (terkîb-i kelâm) kurallarına göre sıra-

lanmasını da ifade etmektedir.

Genellikle nesir halinde yazılan mektup türünün de inşâ içinde özel biryeri vardır. Nitekim Kâtib Çelebi mektubu inşânın bir dalı olarak ele almıştır.Tanzimat’tan sonra orta öğretim kurumlarına “usûl-i kitâbet ve inşâ” adıylabir ders konulması, bu ders için hazırlanan kitapların Usûl-i  İ nşâ ve Kitâbet  (Mehmed Tevfik, İstanbul 1307),  İ lâveli Hazîne-i Mekâtîb yahut Mükemmel

 Münşeât  (Ahmed Râsim, İstanbul 1318) gibi adlar taşıması, nesir/mektup be-raberliğinin son zamanlara kadar sürdüğünü göstermektedir.

Tercüme ve (nr. 77-80) Türk Dili (nr. 274) dergilerinin mektup özel sayı-ları, bu alâkayı ortaya koyan çeşitli örneklere yer vermenin yanı sıra, mektup

türünde başlang

ı

çtan beri ortaya konan edebî birikimi büyük ölçüde yayı

mla-yarak, türün gösterdiği gelişmenin metinler üzerinden takip edilmesinı kolay-laştırmıştır.

İnşâ kelimesi dar anlamda, daha çok münşeât adıyla anılan her türlü res-mî yazışma ile bunların bir parçası sayılabilecek mektup vb. metinlerin kale-me alınmasının yollarını ve bu hususlarla ilgili kuralların bilgisini ifade eder.Selçuklular’da Dîvân-ı İnşâ, Osmanlılar’da Dîvân-ı Hümâyun denilen, devle-tin resmî yazışmalarının yürütüldüğü dairede sultanlar adına kaleme alınanhatt-ı hümâyun, irâdei seniyye, menşur, emirnâme gibi resmî yazıların tama-mı inşânın bu türü içinde yer alır. Ayrıca buyruldu, telhis, takrir, tahrirat, tez-kire, kaime, temessük, sened, ilmühaber, müzekkire, mazhar, mazbata, lâyihaadını taşıyan belgelerle fetva, i’lâm, hüccet ve vakfiyeler de inşânın konusu-

nu teşkil etmektedir. Münşeât mecmualarını, öğretici mahiyette eserlerle an-toloji özelliği gösteren ve sadece örneklerden ibaret olanlar şeklinde iki grup-ta ele almak gerekir. Dîvânı Hümâyun ve diğer devlet kurumlarında nişancı,münş î, küttâb denilen kâtipler ve kalem efendilerinin yazdıklarıyla mahkeme-lerde ve özellikle Tanzimat’tan sonra gelişen nezâret kalemlerinde yazılanyazılar ayrı bir nesir dili ve üslûbunu geliştirmiştir. Bunlardan mahkeme ya-zışmalarında kullanılan ve ilm-i sak adıyla anılan yazı türü konusunda müs-takil kitaplar hazırlanmış, Çavuşzâde Aziz Mehmed Efendi’nin  Dürrü’s-sükûk  adlı eseri gibi bazıları da basılmıştır (İstanbul 1277).

Resmî ve hususi yazışmalarda ortaya koyduklar ı  usûl ve kaideler yanındageliştirdikleri imlâ ve üslûpla bir gelenek oluşturan, kendilerinden sonra adlar ı inşâda ortaya koyduklar ı esaslarla birlikte anılan bazılar ı aynı zamanda divansahibi şair olan Osmanlı münş îlerinden de bahsetmek gerekir. Tâcîzâde CâferÇelebi ve Koca Nişancı  lakabıyla bilinen Celâlzâde Mustafa Çelebi bunlar ınbaşında gelir. Celâlzâde kadar şöhret bulduğu için “Küçük Nişancı” lakabıylatanınan Ramazanzâde Mehmed Çelebi ile Münşeâtü’l-inşâ adlı eserin müellifiOkçuzâde Mehmed Şâhî ve Hamza Paşa da bu sahanın tanınmış isimleridir.Bunlara Münşeât  sahibi Nergisî ile Veysî ve değişik yönleri olan Sinan Paşa,Lâmiî Çelebi, Âlî Mustafa Efendi, Kemalpaşazâde, Ganîzâde Mehmed Nâdirîve Azmîzâde Mustafa Hâletî gibi bazı şahıslar ı da eklemek mümkündür. 

2. Secî

İnşa ile yakın ilgisi bulunan ve daha çok bir nesir sanatı kabul edilen secî, sö-

ze güzellik ve süs katan hususlardan biri kabul edilmiştir. Secîin biri klasik

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 95/261

 89

anlayışa göre, diğeri yeni anlayışa göre, Recâizâde Mahmud Ekrem taraf ın-dan yapılmış  iki türlü sınıflandırılması  vardır. Klasik anlayışta secî mensurbir sözün son kelimesinin, şiirde ise mısraın son kelimeleri olan ve kafiyesinimeydana getiren iki fâsılanın tek bir harfte birleşmesi üzerine kurulmuştur:''Kesâfet-i sehâbda letâfet-i şihâbı unutmuştuk '' cümlesindeki ''kesâfet-letâfet''

ve ''sehâb-şihâb'' arasında secîyi ''t'' ve ''b'' harfleri sağlamaktadır. Buna karşı-lık ''hâlemiz'' ve ''lâlemiz'' kelimelerini içeren bir cümlede her iki kelimeninson hecesi olan ''le'' secîyi meydana getirir. Klasik anlayışta secîyi oluşturankelimeler arasındaki ses benzerliğinin azlığı veya çokluğu esasına dayalı ol-mak üzere üç çeşit secî vardır: Yalnız fâsılalar sonundaki harflerin aynı oldu-ğu mutarraf secî, fâsılaların vezin bakımından birbirine uygun olduğu müte-vazi secî ve cümlenin iki taraf ının sonunda yer alan kelimelerin revî harfininvezin ve harf sayısı bakımından birbirine uygun olmasıyla gerçekleşen mu-rassa‘ veya müvâzî seci. Yerlerini esas alarak secileri yeniden tasnif edenRecâizâde Ekrem’e göre ise iki çeşit secî vardır. Birincisi cümle ve f ıkralarınarasında olup bir kelime ile birbirine bağlanmayan mutlak secîdir. Buna Nâ-mık Kemal’in şu sözleri örnek verilebilir: ''Sevk-i rüzgâr eczâ-yı  vücûdunu

târumâr ettiğinden' ' Burada secîyi meydana getiren ''rüzgâr'' ve ''târumâr'' ke-limelerinin son heceleridir. Bunlardan ikincisinin ardından gelen ''ettiğinden''kelimesini rüzgâra bağlamak imkânsız olduğundan secî burada mutlaktır.Mukayyed veya rabtî secî denilen ikincisi cümle ve f ıkraların sonunda bulu-nup aralarında bir kelime ile bağ kurulan şekillerdir. ''  İ lâhî, vâk ı f-ı keyfiyyet-ihâl ve âlim-i dekayık-ı ef‘âlsin''  cümlesinde ''hâl'' ile ''ef‘âl'' kelimeleriyle bi-ten cümleler ''ve'' ile birbirine bağlanmaktadır.

Secîin tekellüfsüz olması, az ve eşit sayıda kelimelerden meydana gelme-si, bu eşitlik sağlanamazsa ikinci cümlenin son kısmında yer alan kelimelerinöncekinden az olması gerekir. Seci yapmak için mânanın tekrarı, lafza tâbiolması veya lafza feda edilmesi önemli birer kusurdur. Belâgat kitaplar ındatasrî‘, muvâzene, mümâsele, lüzûm-ı mâ lâ yelzem, tarsî‘ gibi seci ile ilgili veona bağlı sanatlardan da bahsedilmiştir (Bilgegil, s. 338-341

Türk edebiyatında secî uygulamasına düz yazı dilinde (inşâ) ve resmî ya-zışmalarda daha önemle yer verildiği açık olmakla birlikte bazı  örneklerinkonuşma diline de girdiği görülmektedir. Türk hitabet sanatının en eski bel-gesi kabul edilen Orhon yazıtlarında ve konuşma dilinin zengin ve etkili ör-neklerini içine alan Dede Korkut hikâyelerinde bu husus dikkat çekmektedir.Vaaz ve hutbe gibi dinî konuşmaları da içine alan hitabet sahası secîin en et-kili olduğu alandır. Nitekim günümüze intikal etmiş  metinlerde bu özellikaçıkça görülmekte, çoğu Arapça kaleme alınmış vaaz ve hutbe mecmuaların-da bu tarz örnekler bulunmaktadır. Kelime gruplarında da rastlanan secîlerdaha çok atasözleri ve vecizelerde bir âhenk unsuru olarak yer almış, secînin

sağladığı  âhenk unsuru onların ezberlenmesini kolaylaştırmıştır. Bunlara,''Abdal tekkede hacı Mekke’de bulunur''; ''Aç koyma hırsız edersin, çok söy-leme arsız edersin''; ''Açın amanı olmaz, tokun imanı olmaz''; ''Bir şeyi muradetme, olduysa inad etme''; ''Yağmur yel ile, düğün el ile'' gibi atasözleri örnekgösterilebilir. Sözlü edebiyat alanının önemli bir bölümü olan dua metinle-rinde secî etkili bir ifade tarzı olarak dikkat çekmektedir. ''Duâ-nâme'' adıylaanılan bu Türkçe eserlerin bilhassa mensur olanları bu üslûpla kaleme alın-mıştır. Edirne Müftüsü Fevzi Efendi’nin Mevhibetü'l-vehhâb adlı 30’a yakınbaskı yapmış eserindeki Türkçe, Arapça ve Farsça dualar, secili ifadenin ba-şarılı örnekleridir. Daha çok Mevlevîlik ve Bektaş îlik gibi tarikatlara ait man-zum ve mensur dua metinleri sayılabilecek gülbanklar ve tercümanlar da se-cîli olarak tertip edilmeleriyle dikkat çekmektedir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 96/261

 90

Secînin yazılı edebiyattaki kullanımı daha geniş ve daha itinalıdır. Özel-likle mensur divan dîbâceleri başta olmak üzere manzum ve mensur eserlerinbaşlangıçlarında bu üslûba daha çok önem verilmiştir. Bunlar birer mukad-dime olmaktan öte müellif veya şairin ifade sanatındaki gücünü gösteren me-tinler haline gelmiştir. Bütünüyle secîli ifadelerle kaleme alınmış olduğu için

burada özellikle anılması gereken eserlerin en önemlisi secî sanatının Türkdilindeki en mükemmel örneği olan Sinan Paşa’nın Tazarru‘nâme’sidir. Bueserin açtığı  yolda kaleme alınan  Müzekki'n-nüfûs, Tezkiretü'l-evliyâ,

 Menâk ıbnâme  gibi tasavvufî kitaplarla Erzurumlu İbrâhim Hakkı’nın Ma‘rifetnâme’si gibi ansiklopedik eserler, vak‘anüvis tarihleri başta olmaküzere çeşitli tarih kitapları, Siyer-i Veysî, Ş ekåik  tercüme ve zeyilleriyle şuarâtezkireleri gibi biyografik eserlerde de bol secili ifadeler görülmektedir. Tan-zimat’tan sonra Şinâsi, Nâmık Kemal ve Recâizâde Ekrem gibi ediplerin bukonudaki tenkitleriyle secîli ifadeye rağbet ciddi ölçüde azalmıştır.

3. Itnâb

“Bir düşüncenin gereğinden fazla sözle ifade edilmesi” anlamına gelen bu be-lâgat terimi, hem olumlu hem de olumsuz olarak ele alınmıştır. Genellikle“sözü gereksiz yere uzatmak, laf ı  dolaştırmak” biçiminde menfi mânasıylaanlaşıldığı  için belâgat kitaplarında çok defa “haşiv” yahut onun zıddı olan“îcâz” ile beraber işlenmiştir. Ancak anlamı bütün yönleri kapsayacak geniş-likte ve kuvvetle belirtmek için yapılan gerekli uzatmalar da ıtnâbla ilgili bu-lunmuş, böylece ortaya makbul olan ve olmayan ıtnâb çıkmıştır. Türkçe be-lâgat kitaplarında ıtnâbın üçe ayrılarak incelendiği görülmektedir.

1. Itnâb-ı Makbûl.  Mânayı  açıklığa kavuşturma, pekiştirme, mübalağa vetasvir amacına yönelik bir fayda elde etmek üzere sözü uzatma veya tek-rarlamadır. Câiz görülen bu ıtnâb bir yahut birden fazla unsurla gerçekleş-

tirilebilir. Nedim’in,

“Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz

(Baş üzre yerin var)

Gül goncesisin kûşe-i destâr senindir”

mısraları arasında paranteze alınmış olan cümle açıklama (tafsil) için ya-pılmış makbul ıtnâba örnektir.

2. Itnâb-ı  Mümil. “Bıktıran, usandıran uzun söz” demek olan bu tabirle yamanzumede vezin doldurma veya gereksiz yere sözü uzatma, ifadeye lü-zumsuz kelime veya cümle katma işi kastedilmiştir. Bazı  kitaplarda“ıtnâb-ı muhil” şeklinde de zikredilmektedir. Sünbülzâde Vehbî’nin:

“Harfgîr olma zerâfet satma

Sözüne kizb ü dürûğu katma”

beytinde “yalan” mânasına gelen “kizb” ve “dürûğ” kelimeleri haşvikabîh olarak ıtnâb-ı mümille örnek gösterilmiştir.

3. Itnâbı  Ma’nevî.  Belâgat kitaplarında “haşv-i ma’nevî” şeklinde de yeralan bu ıtnâb türü “ifadede mânanın farklı laf ızlarla tekrarı” şeklinde tarifedilmiştir. “(İtaat kıl) sözüme (olma âsî)” mısraı buna örnektir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 97/261

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 98/261

 92

“Ey fahr-i halk kimde ola zehre utsa e

Çün Hak dedi “leamrüke levlâke ve’d-duhâ” 

beytinin ikinci mısraında önce Hicr sûresinin 72. âyetinin başında yer alan,

Allah’ın Hz. Peygamber’in hayatı üzerine yemin edişine ait ibare, ardından,“Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” anlamındaki kutsî hadisin ilk keli-mesi, sonra da Resûl-i Ekrem’e müjde vermek için indirilen Duhâ sûresinin,“Kuşluk vaktine yemin olsun ki” mânasına gelen ilk âyeti nakledilerek tamve nâkıs iktibaslar bir mısrada toplanmıştır.

Günümüzde edebî veya ilmî her türlü iktibasa “alıntı” denilmektedir.Tanzimattan sonra âyet ve hadislerden başka Arapça ve Farsça kelâm-ı kibar-lar (vecize) yanında meşhur mısralar ve sözler de iktibas kapsamına girmiş,hatta âyet ve hadisleri meâlen zikretmenin de iktibas çerçevesinde değerlen-dirildiği olmuştur. Sözlüklerde âyetlerden, hadislerden ve edebî eserlerdenörnek (şevâhid) aktarmanın adı olan istişhâd da bir nevi iktibastır.

Manzum kırk hadis tercümelerinde, hadis metinlerinin kıtaların son mıs-ralarına yerleştirilmek suretiyle nakledilmesi de iktibas sayılabilir. Âlî utsafaEfendi’nin kırk hadis tercümesinden alınan:

“San’at-ı kesbe rağbet et her gâh

Onu bil devlet-i ma’âşa güvâh

 Hak sever kâsibi niteki Resûl

 Dedi ‘el-kâsibü habîbullah’”

kıtası buna bir örnek teşkil eder, (Aksoy, s. 52-53).

5. İstişhad

Türk edebiyatında bir edebî sanat olarak istişhâddan ziyade ona çok benzeyen“irsâl-i mesel” veya “iktibas” tercih edilmiş, bu sebeple Türkçe belâgat kitap-larının çoğunda istişhâd bahsi yer almamıştır. İrsâl-i meselde, örnek olarakatasözleri veya benzer özlü sözler, iktibasta, âyet ve hadisler zikredilir.İstişhâdda ise örnek söz veya mısraların kime ait olduğunun belirtilmesi ge-rekir. Belâgat terimi olarak istişhâdın asıl malzemesini doğruluk, güzellik,yaygın kullanım gibi farklı  özelliklere sahip kalıplaşmış  ifadeler oluşturur.Şair veya yazarın ifadeyi kuvvetlendirmek, anlamı zenginleştirmek, sözü da-

ha sanatlı  hale getirmek gibi amaçlarla âyet veya hadis, atasözleri, vecize,mısra ve beyit zikretmesi istişhâdı ortaya çıkarır.

Türk nesrinin başlangıcından itibaren istişhâdın kullanıldığı görülmekte-dir. Orta Asya devresinde kaleme alınan K utadgu Bilig’in mukaddimesiylebaşlayıp kısa ve secili cümle yapısına sahip Rabguzî’nin K ısasü’l-enbiyâ’sı ile gelişen bu anlatım tarzı, Dede Korkut hikâyelerinden bu yana atasözleri-nin de bu amaç için kullanılmaya başlanmasıyla zenginleşmiştir. Anadolu sa-hasında kaleme alınan ilk eserlerde çok sayıda istişhâd örneğinin bulunduğugörülmektedir.

“Divan nesri” adıyla anılan yazı dilinde Sinan Paşa’nın Tazarruât ’ındanitibaren rağbet gören bu üslûp özellikle sanatkârane nesirde yaygın bir kulla-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 99/261

 93

nım alanı bulmuştur. Başlangıçta daha çok eserlerin mukaddime kısımlarındagörülen ve âyet, hadis, İslâm büyüklerinin ifadelerinden seçilmiş  sözler,Arapça ibareler, XV. yüzyılın ikinci yarısından sonra gelişen inşâ anlayışınında etkisiyle bilhassa mensur eserlerin bütününe yayılmıştır. Ayrıca özellikleşiir şerhlerinde istişhâd için âyet ve hadislerden özlü sözlere, mısralardan

manzumelere kadar her çeşit malzemenin kullanıldığı  görülür. İktibas veistişhâd yoluyla ifadeyi zenginleştirme ve süsleme anlayışı Türk nesrinde ayrı bir yeri olan divan mukaddimelerine de yansımış bulunmaktadır.

Türk nesrinde en sanatkârane istişhad örneklerine hangi müelliflerin eserlerin-de rastlayabiliriz, araştır ınız.

Teşbih

Klasik İslâm belâgatıyla Batı retoriğinde, mecazla birlikte ele alınmış bir sa-nat olarak üzerinde çok geniş bir şekilde durulmuştur. Teşbihle mecazın esasfarkı  kelimelerin gerçek anlamıyla kullanılmasıdır. Türkçe’de teşbih edatı günümüzde kullanılan “gibi” takısıdır. Ancak eski edebî metinlerde bununyanında “tek, sanki, nitekim, çün, güya, gûne, mânend, kadar, sıfat, misal”kelimeleriyle “-casına, -cılayın, -âsâ, -veş, -vâr” ekleri de çokça kullanılmış-tır. 

Teşbihler şekil ve muhtevalarına göre farklı gruplar halinde incelenmiştir.Hepsinde belirleyici unsur teşbihin dört rüknüdür: Benzeyen (müşebbeh),benzetilen (müşebbehün bih), benzeme yönü (vech-i şebeh) ve teşbih edatı (edât-ı teşbih). Bir teşbihte ya bütün teşbih unsurları yer alır veya bunlardanen az ikisi bulunur. Dört çeşit teşbih vardır.

1. Mufassal teşbih. Tam teşbih adı da verilen bu çeşit teşbihlerde bütün un-

surlar zikredilir. Bâkî’nin: “Açılma ey yüzü gül şahs-ı nâdâna kitâb-âsâ” mısraında yüzü gül, benze-

yen; kitap, benzetilen; açılmak, benzeme yönü; -âsâ, benzetme edatıdır.

2. Mücmel yahut muhtasar teşbih. Bu türde benzeme yönü zikredilmez. Buteşbih mufassal teşbihe göre daha abartılı bir söyleyiş olup belâgat açısın-dan daha makbul sayılır. Yahya Kemal’in:

“Rûyâ gibi bir yazd ı yar att ın hevesinle”

mısrasında yaz benzeyen, rüya benzetilen, gibi benzeme edatı olup benzemeyönü ise okuyucunun anlayış ve hayaline bırakılmıştır. Mücmel teşbih herkes

taraf ından anlaşılması biraz zor olan bir sanattır.

3. Müekked (mûcez) teşbih. Diğerlerine daha sanatlı ve üstün kabul edilen butür teşbih, unsurlarının mümkün olduğunca azaltılımasıyla ifadenin güç-lendirildiği bir söyleyiştir. Yûnus Emre’nin:

“Bu dünya bir gelindir yeşil k ı zıl donanmış 

Kişi yeni geline bakubanı doyamaz” 

beytinde dünyayı  süslerle bezenmiş  geline benzeten şair, böyle bir gelinebakmaya nasıl doyulamazsa dünya süslerine de doyulmayacağını dile getir-mektedir. Burada benzeme yönü “bakmaya doymamak” fiilidir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 100/261

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 101/261

 95

beyti verilebilir. Burada gül kelimesiyle Peygamber Efendimiz kastedil-miştir. Çünkü Türk edebiyatında gül remzi öncelikli olarak peygamberi-miz için kullanıldığından açık istiâre yapmıştır.

2. Kapalı İstiâre (istiâre-i mekniyye). Yalnızca benzeyenle yapılan bu tür-

de benzetilen öğe zikredilmeyip okuyucunun onu belirlemesini sağla-yacak bir ipucu mevcuttur. Bâkî’nin:

''Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler

Bâd-ı hazan çemende el aldı çenârdan''

beytinde bahçedeki ağaçların dervişlere benzetilmesi kapalı istiâredir. Bu-rada ağaçlar (benzeyen) söylenmiş, fakat derviş (benzetilen) söylenmeye-rek, onun yerine ''tecrid hırkasına girmek'' ve ''el almak'' gibi dervişlere aitiki özellik ipucu olarak zikredilmiştir. Her kapalı istiârede, ona bağlı bi-çimde hayal gücüne dayanan ''istiârei tahyîliyye'' adı verilen bir istiâre tü-rü daha ortaya çıkar. Bâkî’nin bu beytinde hayal gücünün benzetileninözelliklerini benzeyene (ağaçlar) isnat etmesi de aynı  zamanda istiâre-itahyîliyye olur.

3. Mürekkep istiâre (İstiâre-i temsîliyye). Batı retoriğinde bu türe “alego-ri” denilmektedir. Bu sanat istiârede yer alan bir unsurun değişik yön-leri ve özelliklerinin benzetme konusu yapılmasıyla gerçekleştirilmiş-tir. Gizl gizli iş  yapan bir kimse hakkında, ''Saman altından suyürütüyor'' denilmesi de bu tür bir istiâredir. Bu tür istiâreler dildeyaygınlık kazandığında mesel/atasözü haline gelir: “Ayağını yorganı-na göre uzat!” atasözünde olduğu gibi.

Temsilî istiarenin en güzel ve beğenilmiş  yeni örneklerinin başında

Faruk Nafiz’in:''Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor

Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor''

mısralarıyla başlayan ''At'' şiiri gelmektedir. Türk milletinin Kurtuluş Sa-vaşı'ndaki şahlanışını yağız atla temsil eden bu şiir, temsilî istiare üzerinekurulmuş ve her beyitte benzetmenin farklı yönleri sıralanmıştır. İstiâre-nin bunların dışında da istiâre-i asliye, istiâre-i tebeiyye vb. başka bazı sı-nıflamaları da yapılmıştır.

İstiârenin okuyucu ve dinleyicinin tasavvuruna etkisi ne olabilir, araştır ınız.

İstiare sanatına Türk edebiyatında en çok klasik şairler ilgi duymuştur. Bununsebebi, Osmanlı şiirinin klasik üslûbu ve mazmun denilen klişeleşmiş mecaz-lar yaratma gayretidir. Sevgili yerine “nigâr, büt, âfet” vb.; boy yerine “nihâl,servi, ar‘ar, şimşâd; dudak ve ağız yerine “la‘l, kadeh, hokka, nokta, gonca,gül” gibi klişeler kullanmak hep istiâreli ifadelerdir.

Mecaz

Bir ilgi veya ipucu ile gerçek anlamı dışında kullanılan kelime veya terkibiifade eden bu belâgat terimi, kelimelerin mânalarına dayalı edebî sanatların

en önemli ve yaygı

n olanı

r. Bu konuyla ilgili bilgilere geçmeden önce ke-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 102/261

 96

limelerin anlam bakımından üç farklı özelliği bulunduğunu hatırlamakta fay-da vardır. Bunların ilki kelimenin manâ-yı hakîkî/aslî de denilen asıl anlamı-dır. Günümüzde ise “öz anlam, temel anlam, düz anlam” terimlerikulanılmaktadır. “Göz” kelimesinin görme organının adı olarak kullanılması onun hakiki mânasını karşılamaktadır. “Su kaynağı, su menbaı” yerine kulla-

nılması da böyledir. İkincisi manâ-yı tâlî de denilen yan anlamdır. Kelimeninkullanımı  sırasında zamanla kazandığı  ikinci derecedeki manasıdır. Günü-müzde buna “türeme anlam, üreme anlam, kullanış anlamı” gibi adlar da ve-rilmiştir. Terazi kefesi için “göz” denilmesiyle kelimenin yan anlamı  ifadeedilmiş olur.

Üçüncüsü mecâzî anlamdır (ma’nâ-yı mecâzî). Kelimenin asıl ve yan an-lamlarının dışında ilişki ve benzerlik yoluyla daha başka ve farklı bir kavramı ifade etmek üzere kazandığı yeni manadır. Günümüzde “mecâzî mâna” de-nildiği gibi “iğreti anlam, imgesel anlam, değişmece anlamı” gibi yeni isim-lendirmeler de kullanılmaktadır. “Gözü doymaz” veya “aç gözlü” deyimle-rindeki “göz” mecazi anlamdadır. İşte mecaz sanatı bu anlamdan hareketle

doğmuş, kelimenin lafzı

  ile mânası

  arası

ndaki alâka üzerine kurulmuştur.“Mecazda esas olan anlaşılır bir müphemiyettir. Yani kelimenin hakiki mâna-sı ile mecaz anlamı arasında bir taraftan bir ilginin, diğer taraftan gerçek mâ-nasının anlaşılmasına “karîne-i mânia” denilen aklî bir engelin mevcudiyetilâzımdır. Bu ise sözün gerçek anlamında kullanılmadığını gösterir. Bu delilbazan ibarenin içinde yer alır, bazan da “siyak ve sibak” denilen sözün bağ-lamından anlaşılır veya hissedilir. Nitekim, “Onun otomobili uçuyor” cümle-sindeki “uçmak” kelimesi, otomobilin uçması mümkün olmadığı için gerçekanlamının dışında ve mecaz olarak kullanılmıştır. “Gözü açık” deyiminin“becerikli”, “kulağı  delik” tabirinin ise “olan bitenden haberdar” mânasınakullanılmasında da aynı özellikler bulunmaktadır.

Mecazlar söze güzellik, canlılık ve etkinlik katar; konuşanın ifade etmek

istediğinin daha kuvvetle anlaşılmasına imkân tanır; muhatabın kavrayışını arttırdığı gibi ona güzel bir duygu ve bir nevi heyecan verir. Ayrıca mecazdenildiğinde umumiyetle mecâz-ı  mürselin anlaşılması  gerektiği hususundabir görüş birliği bulunmaktadır.

Türkçe belâgat kitaplar ında mecazlar yapılar ına göre kaç kısımda ele alınmış-lardır, araştır ınız.

7. İrsâl-i Mesel

“Îrâd-ı mesel” diye de adlandırılan bu sanat manzum yahut mensur bir ifade-de söze destek sağlamak, onu daha kolay benimsetmek için herkesçe kabuledilmiş bir başka sözü, özellikle “atasözünü kullanma” olarak tanımlanabilir.Bu bakımdan iktibasa, kullanılan sözle asıl anlatımdaki mana benzerliği do-layısıyla teşbihe ve anlatımla örnek gösterilen öğelerin denkliği yönündenleff ü neşre benzer.

Manzum yahut mensur her tür ve şekilde edebî metinde yer almakla bir-likte çoğunlukla beyitler halinde yazılan şiirlerin ikinci mısraında bulunanatasözü üzerinde, onu mısraa veya vezne uydurmak için küçük değişiklikleryapılabilir. Ayrıca ibarenin atasözü olduğuna veya herkesçe kabul gören birifade bulunduğuna dair ‘’meşhurdur, meseldir, derler, denilmişdir, zira, elbet-te, nitekim’’ gibi kelimeler de kullanılabilir. Nakledilen söz başka dillerdengeçmiş ve dilimizde de atasözü gibi kullanılmakta olan bir hükmü ifade ede-

bilir. Fuzûlî’nin:

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 103/261

 97

“Geçtiğim dünyadan vü ukbadan seninçün oldu fâş 

 Doğru derler ‘küllü sırr ı câveze’l-isneyni şâ’”

beytindeki kullanım buna iyi bir örnektir. Şair burada “bir sır iki kişiyi aşarsa

fâş olur, onu herkes duyar” manasına gelen Arapça atasözünü ustaca beyteyerleştirerek “doğru derler” hükmüyle bunun bir atasözü olduğuna, işaret et-miş olmaktadır.

Şair herkesçe bilinen bir gerçeği örnek verirse buna ‘’îrâd-ı mesel’’ denir.İrsâl-i mesel belâgat açısından daha değerli olup mısraı berceste gibi kolaycahâf ızada kalır. Ayrıca vezne uygun atasözlerinin bir kısmının, ilk mısraları unutulmuş irsâl-i mesel örnekleri olduğu düşünülebilir. Koca Râgıb Paşa’nın:

‘’Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun

Şecâat arzederken merd-i kı btî sirkatin söyler ’’ 

beytiyle Nev‘î’nin:

‘’Geldimse ne var ben şuarâ bezmine âhir

 Âdet budur âhirde gelir bezme ekâbir’’ 

beytinin ikinci mısraları gibi.

8 . Tazmin

Tazmin “başka bir şaire ait olan mısranın bir şiirde kullanılması”anlamına ge-lir. Eskiden nazım ve nesir için müştereken kullanılırken gazeteciliğin yayıl-

masından sonra tazmin nazma, iktibas nesre ait bir terim haline dönüşmüştür.Tazmin daha ziyade gazel ve kasidede uygulanır. azen tek beytin başına mıs-ra ilâvesiyle birden fazla bent oluşturularak tazmin beytinin her bentte tekrar-landığı  musammatlara da yazılmıştır. Tazminde alıntılanan şiir parçasınınkime ait olduğunu söylemek bir kuraldır. Nef‘î’nin:

“ Bihamdillâh zamânında be-kavl-i Sabri-i Ş âkir

Girîbân-ı felek mehcûr-ı dest-i âh-ı şekvâd ır  “

beyti buna iyi bir örnektir. Çok bilinen bir mısra veya beytin iktibas edilmesihalinde şairin adının söylenmemesi kusur sayılmamaktadır.

9. Tecâhül-i ârifâne

Osmanlı edebiyat çevrelerinda kısaca “tecâhül” veya “tecâhül-i ârifâne” şek-linde anılan tecâhül-i ârif sanatı, şiir ve nesirde, “bilinen bir hususun bir nük-teye bağlı olarak bilinmiyormuş gibi ifade edilmesi”şeklinde tarif edilebilir.Batı retoriğindeki karşılığı ironidir. Şair bunun için muhatabına aslında ceva-bını bildiği sorular sorar. Böylece hem maksadı doğrudan söylemenin basitli-ği yahut yeknesaklığı kırılmış olur, hem de söze nükte ve zarâfet kazandırılır.Tecâhül-i ârifte gözetilen nükteler muhatabı neşelendirmek, azarlamak, şaş-ırmasına sebep olmak, hislerinin şiddetini ortaya koymak ile övme ve yerme-de abartı şeklinde sıralanabilir. Şeyhî’nin:

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 104/261

 98

“Melek misin yâ perîsin yâ rûh-ı kudsî aceb

 Bu hüsn ile bu melâhat beşerde buluna mı?” 

beytinde başvurduğu tecâhül güzel bir örnektir. Şair, sevgilisinin güzelliğini

övmek için onun insan üstü bir varlık olmadığını bildiği halde bilmez görün-mekte onu melek, peri hatta Cebrâil’e benzeterek güzelliğini abartmaktadır.

Azarlama yahut şaşırma amacıyla tecâhül-i ârife başvurulmasınaHüsnî’nin şu beyti örnek gösterilebilir:

“Ey hâk-i Kerbelâ nedir ol sebz câmeler

Eyyâm-ı mâtemin bu mudur resm ü âdeti.” 

Baharın gelişiyle Kerbelâ toprağının yeşillere büründüğünü gören şaironu Muharrem matemine kayıtsız kalmakla suçlamakta matem renginin siyaholduğunu bildiği halde, “Yoksa oralarda, matem günlerinde de yeşil giyinme

âdeti mi vardır?” diyerek tecâhül göstermektedir.

Tecâhül-i ârif daha çok soru sorma (istifham) yoluyla oluşturulduğundanklasik belâgat kitaplarında istifham konusu bu bahis içinde ele alınmışsa dailk defa Ta‘lîm-i Edebiyyât ’ta ayrı  bir edebî sanat şeklinde tanımlanmıştırBuna göre istifhamda sorulan soruya cevap beklenmez. Ancak ifadeyi güzel-leştirmek, bir düşünceyi vurgulamak, dikkat çekmek, söze samimiyet katmakgibi sebeplerle soru sorulması  bir sanattır. İstifhama başvuran kimse bazankonuyu tam bilmeyen, onu anlamaya çalışan bir kişi hüviyetine bürünür; budurumda istifham tecâhül-i ârife yaklaşır. Tecâhül-i ârifte istifham çoğunluk-la bir üslûp özelliği olarak kullanılmaktadır. İstifham sanatında düşünce soruşeklinde dile getirilir. Tecâhül-i ârifte cevap sorunun içine yerleştirilerek mu-

hataba sezdirilir, ayrı

ca burada mecâzî anlam gözetilir. Aksi takdirde ifade,beklenen etkiyi meydana getirmeyeceği gibi, muhatabı incitici bir söz halinede dönüşebilir. İstifhamda ise kelimeler gerçek anlamıyla kullanılır. Bununlabirlikte istifhamla tecâhül-i ârif arasında kesin bir ayırım yapmak her zamanmümkün değildir.

Tecâhül-i ârif en çok hangi sanatlarla birlikte kullanılabilir, araştır ınız.

10. Teşhis ve İntak

Tahayyüle bağlı sanatlardan olan teşhis “varlıkların kişileştirilerek yeni kim-likler kazanması” şeklinde tanımlanabilir. Genelde intak ile bütünlük kazan-

dığından her intak sanatına başvurulduğunda orada teşhis de bulunur. İntakise “konuşma, insan gibi dile gelme” demektir. Pek çok eski örneği bulun-makla birlikte müstakil olarak Batı retoriğinin etkisiyle Türk belâgatına gir-diği kabul edilen bir sanat görünümündedir. Nâmık Kemal’in “Baykuş Sesi”adlı manzumesindeki:

“Serilip hâk-i hakarette vatan can veriyor

Yetişin son nefesimdir, gelin imdâda diyor

Sevgili vâlidemiz âk ıbet elden gidiyor

Vatanın bağr ına düşman dayad ı hançerini

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 105/261

 99

 Yok imiş kurtaracak baht ı kara mâderini”

kıtası hem teşhis hem intak sanatına güzel örnektir. İlk mısrada canlı varlık-larla ilgili olan “can vermek” fiili vatan için kullanılarak teşhis yapılmakta,vatanın, “Yetişin son nefesimdir” diye imdat istemesiyle intak ortaya kon-

maktadı

r. Divan şairleri teşhisi intak dolayı

yla daha sı

k kullanı

rlar. İstiare,mecâz-ı  mürsel veya teşbih gibi sanatlarda, insana ait özellikler insan dışı varlıklar için kullanıldığında kısmen teşhis içerir.

Ta‘lîm-i Edebiyyât’tan önceki edebiyat nazariyesine dair eserlerde ve kla-sik belâgat kitaplarında teşhis terimi yer almadığı gibi başka bir adlandırmaile de geçmez. Teşhis ve intakı  “mecazın en etkili türleri” diye tanımlayanRecâizâde Mahmud Ekrem bunların gerçek sanatkârlar taraf ından kullanıldı-ğında söze bir değer katabileceğini, aksi takdirde anlatımda basitliğe düşüle-ceğini ileri sürer.

Günümüzde çocuklar ve gençler için yazılan fabllerde bu sanattan bolcayararlanılmaktadır.

11. Hüsn-i ta’lil

Türk edebiyatında hüsn-i ta‘lîl’e, ''hüsn-i tevcîh'' de denilir. Hüsn-i ta‘lîl, “birolayın gerçek sebebinin göz ardı edilerek heyecan unsurunun ön plana çıka-rılması” şeklinde tarif edilebilir. Hadiselere o andaki ruh halinin yorumunukatmak, hayatı  ve dış  dünyayı  gönlüne aksettiği gibi algılamak isteyen hersanatkâr hüsn-i ta‘lîle başvurur. Böylece, “yağmurun yağışı  semanın kendisiiçin ağlamasına, güneşe bakınca gözlerinin yaşarması güneşe benzeyen sevgi-liyi hatırladığında hasretle göz yaşı dökmesine, miskin siyahlığı yüzünün ka-ralığına, yol kenarlarındaki servilerin sıra sıra dizilişi oradan geçecek olanservi boyluyu seyretme arzusuna” bağlanır. Genellikle ilk mısrada sözü edi-

len husus, ikinci mısrada alışılmışın dışında bir sebeple izah edilir. Zikredilengerçek dışı sebep, muhatabın da aynı hislere dalmasına ve hayrete düşmesinesebep olur. Fuzûlî ''Su Kasidesi''ndeki:

''Hâki pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl

 Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su''  

beytinde suyun gürül gürül akışını, Hz. Peygamber’in ayağının toprağına ula-şabilmek için hasretle başını taştan taşa vurarak akması şeklinde göstermek-tedir.

Hüsni ta‘lîl Türk-İslâm edebiyatı eserlerinde özellikle şiirde sıkça kulla-nılmıştır.

12. Tenâsüb 

Sözlükte “uyum, orantı, yakışma” anlamına gelen tenâsüb kelimesi, edebiyatterimi olarak “aralarında karşıtlık dışında bir ilgi bulunan iki veya daha çokkelimenin anlam güzelliğini ve bütünlüğünü sağlamak amacıyla aynı  sözdebir araya getirilmesini” ifade eder. Eski belâgat kitaplarında aynı veya yakınanlamda “cem‘iyyet, mürâât-ı nazîr, tevfîk, telfîk, i’tilâf” gibi terimler de kul-lanılmıştır. Tenâsübün sağlanması için genellikle birbirine yakın veya farklı ilim dallarına ait terim ve kavramların, tarihî ve efsanevî kahramanları yahutbu isimler etraf ında gelişen olayları  hatırlatan kelimelerin, birbiriyle alâkalı hayvan, bitki ve çiçek adlarının aynı ibare, mısra veya beyit içerisinde zikre-

dilmesi gerekir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 106/261

 100

Tenâsübün edebî sanat derecesine ulaşabilmesi için kelime seçiminde titizdavranılması gerekir. Anlamca yakın kelimelerin gelişigüzel veya zorunlu bi-çimde bir araya gelmesiyle tenâsüp gerçekleşmez. Meselâ, “Öğrenci bugünokulda öğretmenini dinlemedi” cümlesinde öğrenci, okul ve öğretmen keli-meleri anlamca birbirleriyle ilgili olmakla birlikte cümlede tenâsüp sanatı 

yoktur.

Tenâsüp, diğer edebî metinlerde de yer almakla birlikte özellikle şiirdeçok kullanılmıştır.

Divan şairleri tenâsübü bir nükte oluşturacak biçimde kullanmıştır. Bursa-lı Ahmed Paşa’nın:

“Mest oluptur çeşm ü ebrûnun hayâlinde imam

Okumaz mihrâpta bir harf-i Kur’ân’ı dürüst” 

beytinde imam, mihrap ve Kur’an kelimeleriyle tenâsüp yapılmış, imamın

mihrapta sevgilinin kaşı ve gözünün hayaliyle (divan şairleri mihrabı sevgili-nin kaşına benzetirler) kendinden geçtiği için âyetleri doğru okuyamayacakduruma geldiği nükteli bir şekilde anlatılmıştır. Necâtî Bey’in:

“Hâk-i kûyun var iken cennet anılmak sanemâ

Ş una benzer ki teyemmüm edeler su olıcak” 

beyti de dinî terimlerin bir anlam uyumu içerisinde, başka bir anlama zeminhazırlanması ve sevgilinin mahallesi varken cenneti arzulamanın anlamsız ol-duğunun söylenmesi bakımından tenâsübe örnektir.

Bazı  şairler sırf tenâsüp sanatına dayalı  şiirler yazmayı  denemiştir.Âgehî’nin, “Keştî Kasidesi” yalnız gemici deyim ve terimleri kullanılarakmeydana getirilmiş, daha sonra tahmîsleri yapılmış, nazîreleri yazılmıştır.

13. Leff ü neşr 

Sözlükte ''toplama, dürme, bükme'' anlamına gelen leff ile ''dağıtma, yayma''mânasındaki neşr kelimelerinden oluşan leff ü neşr “cümlenin kuruluş ve di-zilişiyle ilgili, anlama güzellik katan” söz sanatlarından biri olarak tanımla-nabilir. Bu sanatta önce iki veya daha fazla unsur ayrı ayrı yahut kısaca zik-redilir (leff), ardından bunların her biriyle ilgili öğeler anılır (neşr). İlk bö-lümde yer alan öğelerin ikinci bölümdeki unsurlardan hangisine ait olduğuaçıkça belirtilmeden aralarındaki ilgiye göre, bunları belirleme işi okuyucuya

bırakılır. Neşr’e âit unsurlar, leff bölümündekileri tamamlayıcı ve açıklayıcı nitelikte olur. Bu unsurlar ayrı  ayrı zikredilmişse buna ''tafsilî'', birden çok(müteaddit) cüz veya unsuru içine alan bir tek laf ız halinde anılmışsa ''icmâlî(mücmel)'' denir. Leff ü neşr, kelimelerin zikrediliş sırasına göre ikiye ayrılır;sıraya riayet edilmişse ''mürettep”, edilmemişse “gayr-i mürettep” diye ayrı-lır.

14. Telmih 

Arap-Fars-Türk kültür ve edebiyatına ait “bir metinde bu kültürlerin örnekgösterilecek değerlerine sahip kişi ve olaylarla âyet, hadis kelâm-ı kibar, ata-sözü vb. kalıplaşmış ibarelere gönderme yapma sanatı” olarak tarif edilebilir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 107/261

 101

Lügatte “göz ucuzla bakmak, ışığın çakması, parıl parıl parlamak” gibi mana-lara gelen Arapça “lemh” kökünden türemiştir.

Günümüz edebiyatında telmih yerine gönderme ve anıştırma, batı edebi-yatında ise “allusion” ve “metalepsis” terimleri kullanılmaktadır.

Telmih sanatı ve malzemesi, Türk edebiyat ve belâgatine Arap-Fars ede-biyatından intikal etmiş  olup, bu iki edebiyatın İslâm öncesi ve sonrasındasahip olduğu kültürel ve dini unsurlardan meydana gelmektedir.

İktibas ile îrâd-ı mesel ve tazminin telmihten farkı, ilkinde ibârenin laf-zen, bütünüyle veya kısmen metne aktarılması, ikincisinde ise atasözününbazı değişiklerle zikredilmesidir. Telmihte ise bu gibi ibârelere sadece işaretedilir. Ancak bu işaretlerin açık (âşikâre) ve kapalı (müphem) olmasına göreiki türlü telmihten söz etmek mümkündür. Bunlardan birincisinde, beyittetelmih edilen unsura delalet eden uygun bir kelime yer alır: Neşatî’nin:

“Hâl-i dili ne yâr u ne ağ yâr ile söyleş 

Ferhad-ı belâ-keş gibi kühsar ile söyleş”

beytinde “Ferhad” ve “kûhsâr” kelimleri telmihin adresini açıkça göstermek-tedir: Aşkı uğruna dağları delen Ferhad’ın macerası. Kapalısında ise telmihedilen husus okuyucunun üzerinde düşünüp bir tür isabetli yoruma erişmesiy-le ortaya çıkar: Şeyhî’nin:

“Zaif ü acz ile sıkl-i tekellüfata hamûl

 Zalûm u cehl ile himl-i emânete hammal”

beytinde Ahzâb sûresinin “ Biz emaneti taşımayı göklere, yere, dağlara teklifettik. Onlar bunu yüklenmekten çekindiler.  İ nsan onu yüklendi. Çünkü o pek

 zâlim çok cahildir ” şeklinde tercüme edilebilecek 72. âyetine telmih bulun-duğu Kur’an kültürüne vukuf yanında, insana yapılan ilahî teklifi bilme veadem oğlunun bunu kabule yönelmesinin cehaletinden kaynaklandığını  an-lama nüktesi vardır.

Telmih divan edebiyatıyla, dinî ve tasavvufî edebiyat üzerinde yoğunla-şan Türk-İslâm edebiyatında, müslüman milletlerin İslâm öncesi ve sonrasınaait müşterek kültürlerinde yer almış peygamberler, onların içinde yaşadıkları kavimlerle olan maceraları, yakın ve uzak çevresi, o devirde ahlâkî özellikle-riyle öne çıkmış önemli şahıslar, mühim tarihî ve destanî olaylar, bunları ka-lıplaşmış bir şekilde anlatan ifadeler olan atasözleri, beyit ve mısralar, kelâm-ı kibarlar yanında, benzer muhtevaya sahip âyet ve hadislere yapılan gönder-meleri içine almaktadır. Fuzûlî’nin “Su Kasidesi”ndeki:

“Hayret ilen parmağın dişler kim etse istimâ

Parmağından verdiği şiddet günü Ensâr’a su” 

beytinde ise Hz. Peygamber’in Tebük gazvesi sırasında su sıkıntısı çeken as-hâbının ihtiyaçlarını karşılamak için parmaklarından su akıtması mucizesineve bu hususu nakleden rivayete de telmih vardır.

Türk-İslâm edebiyatında kullanılan telmih malzemesinin bir kısmı  İslâ-miyet öncesindeki cahiliye kültürü ile Arap edebiyatının ahbaru’l-Arap başlı-ğı altında toplanabilecek rivayetler, kıssalar, hikâyeler, ensab ve nevâdir gibikadim malzemesinden -bunun içinde Leylâ ve Mecnun kıssasının ayrı bir yeri

vardı

r- gelmektedir. Ayrı

ca Fars edebiyatı

n destanî ve hamasî -bu alandaki

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 108/261

 102

en önemli malzemeyi veren Findevsî’nin Ş ehname’si ile başta  İ skendernâme,Tarîh-i Taberî, Âsâr-ı Bâk ı ye, Siyeru’l-Mülûk gibi tarihlerde yer alan isimlerve olaylardan gelen millî veya tarihi malzeme de denebilir- birikiminden ge-lenler olarak iki grupta toplamak mümkündür. Buna Hind destanlarından vemukaddes kitaplarından gelerek Fars kültürüne girmiş malzemeyi de eklemek

lâzımdır. Her iki edebiyatta da ilk devir şair ve yazarları telmihlerinde İslâmöncesi yerli, destanî, millî, ahlâkî ve hamasi malzemeyi daha çok kullanmış-lar.

X. asırdan sonra ise Türk edebiyatının da katılmasıyla her üç edebiyatıntelmihlerinde kullanılan malzeme, bu eskilerle birlikte Kur’an, tefsir ve ha-dislerde yer alan peygamber kıssaları (kısas-ı enbiya, özellikle Hz. Âdem ileHavva, cennetten çıkarılmaları; Hz. Nuh ve Tûfan; Hz. İbrahim, putları kır-ması ve ateşe atılması; Hz. Yusuf, babası Ya’kub ve kardeşleri, Züleyha ilemacerası; Hz. Musa, doğumu, Nil’e bırakılması, Peygamberliği, Firavunla veKarun ile maceraları, Tur’a çıkması, Hızır ile ab-ı hayatı aramak maksadıylayolculuğu ve karşılaştığı olaylar; Hz. Süleyman’ın başından geçenler: Saba

melikesi Belkı

s ile münasebeti, cinlere ve hayvanlara hükmetmesi, hüthüt vekarınca hikayeleri vs.; Hz. İsa ve annesi Meryem’den babasız doğması, beşik-teyken konuşması, nefesinin ölüleri diriltmesi gibi mucizeleri ve ashab-ı kefhkonusundaki bilgiler –bu bilgilere israiliyyattan gelen malzemeyi de eklemeklazımdır.-), Hz. Peygamber’in hayatı (siyer, özellikle mucizât-ı nebi, mi’rac),ehl-i beyt ve hulefa-i raşidinin içinde bulunduğu mühim olaylar, Kerbelâ ha-disesi, tasavvuf ve ilk mutasavvıfların içinde yer aldığı  ibretlik keramet vehadiseler olmak üzere dini-İslamî bir mahiyet kazanmıştır.

15. Ebced 

Arap alfabesinin “ilk tertibi ve harflerinin taşıdığı  sayı değerlerine dayanan

hesap sistemi” olarak tanımlanabilir.

Arap alfabesi hakkında bilgi veren klasik kaynaklarda, harflerin önceleri“et-tertîbü’l-ebcedî” denilen “ebced, hevvez, huttî, kelemen, sa’fez, karaşet,dazığ” sıralamasıyla düzenlenmiş oldukları ifade edilmektedir. Türkçe’de butertibin son kelimesi, ayrı bir rakam değerine sahip olmayan lâmelif ile bitiri-lerek “dazığlen” şeklinde söylenmekte ve ardına da daima Mü’minûn sûresi-nin 14. âyetinin sonunda yer alan “ fe-tebâreke’llahü ahsenü’l-hâlik ın/her şeyien güzel şekilde yaratan Allah mubarek k ılsın” ibaresi eklenmektedir.

Ebced tertibinde sıralanan harflerin oluşturduğu kelimelerin ilk üçü birler(âhâd: 1-10), ortadaki ikisi onlar (aşerât: 20-90) ve son üçü de yüzler (miât:

101-1000) basamağı

nda bulunan rakamları

 gruplandı

r.Bu konuda açık bir fikir vermek için, aynı veya yakın anlamlara gelen ba-

zı değişik kelimelerin ebced karşılıklarının aynı sayıyı verdiği örneği gösteri-lebilir: Meselâ zebân/dehân=60, ilim/amel=140, ayak/kadeh=112,tevbe/peş îmân=413, dîvâne/gönül=66 gibi. Nitekim “Allah” ve “hilâl” keli-melerinin ebced değerleri (66) eşit olduğundan Türk bayrağındaki hilâlin Al-lah’ı  sembolize ettiği kabul edilmiştir. Lâle de ebcedle aynı  rakamı verdiğiiçin, bu çiçek de aynı sembolik değeri taşır. Ayrıca Türkçe bir deyim olan “işi66’ya bağlamak” da bu sebeple meseleyi Allah’a havale etmek şeklinde izahedilmiştir. “

Vak’anüvislerin çeşitli olayların tarihlerini tesbit maksadıyla bunların

ebced karşılıkları olan kelimeleri yazdıkları, vakıf kayıtlarında da aynı usule

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 109/261

 103

başvurulduğu bilinmektedir. Meselâ İstanbul fetih yılı  Kurân-ı Kerim’deki“beldetün tayyibe” kelimesinin ebcedle karışılığı  olan (h. 857/1453) yılınarastgelmekte, bu ise müslüman topluluklar taraf ında ilâhî/Kur’anî bir mucizeolarak kabul edilmektedir. Ayrıca pek çok alim ve şairin vefat tarihleri “fevt,mevt, adn” gibi kelimelerin ebcedle karşılıklarıdır. Devlet taraf ından yaptırı-

lan bazı  sayım ve tesbitlerde ortaya çıkan rakamların değiştirilmesini önle-mek için bunların yine ebced tertibindeki kelimelerle ifade edildiği bilinmek-tedir.

Ebced tasavvufta ayrı bir öneme sahiptir. Genel olarak Şiî kaynaklı  zan-nedilen, gerçekte kökenleri Mısır ve Hint gibi geleneksel medeniyetlere da-yanan, evrensel gerçeklerin sırrî niteliklerine ulaşmayı  amaçlayan bu harfsembolizmiyle ilgilenenlerin başında gelen Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin eser-lerinde konuyla ilgili geniş açıklamalar vardır. XVII. yüzyıl mutasavvıfların-dan İsmâil Hakkı Bursevî, tasavvuf ehli arasında ebced harfleriyle ilgili ola-rak yapılan izahları Esrârü’l-hurûf  adlı eserinde toplamıştır

Bilhassa Hurûfîlik’le Bektaş îlik’te ve genel olarak bütün tasavvufî edebi-yatlarda ebced harflerinin bazı sırları ve rakam değerlerinin de çeşitli havassı 

olduğu yolunda yaygın bir kanaati yansıtan manzum veya mensur birçok ör-nek bulmak mümkündür.

16. Tarih Düşürme

Türkçe’de tarih manzumesi yazarak vuku bulan hadiselerin tarihlerini zik-retmeye “tarih düşürme, tarih yazma, tarih söyleme” denilir. Tarih düşürmesanatı, XII. yüzyılda önce Fars edebiyatında ortaya çıkmış, XIV. yüzyıldaTürkler’e, XV. yüzyılın ortalarından sonra ise Türkler’den de Araplar’a geç-miştir.

Kanûnî devrine kadar mimari eserlerin çoğunlukla Arapça ve Farsça yazı-lan tarih kitâbeleri XVI. asırdan itibaren daha çok Türkçe ve manzum olarakkaleme alınmıştır. Cevdet Paşa, Türk edebiyatında manzum tarihin ilk defaHızır Bey taraf ından 850 (1446) yılında Fâtih Sultan Mehmed’in yaptırdığı bir cami için söylenen, “Câmi’un zîde ömrü men a’merehû/Bu camiyi imaredenin ömrü uzun olsun” mısraı  ile başladığını  söylemişse de ( Belâgat-ı Osmâniyye, s. 170), mevcut bilgiler daha XIV. yüzyılda Türkler taraf ından ta-rih manzumeleri yazıldığını göstermektedir. Türk edebiyatında tarih manzu-melerinin en başarılı ve zengin örnekleri XVIII. yüzyılda ortaya çıkmıştır.

Başlangıçta öğrenme ve ezberleme kolaylığı  için ortaya çıktığı  tahmin

edilen tarih düşürme, daha sonra

şairli

ğin gereklerinden biri say

ı

larak bir nevisanat gösterme aracı ve sanatkarın kudretinin göstergelerinden biri sayılmış-tır. Türk edebiyatında XV, asırda Ahmed Paşa’dan itibaren başlayan tarih dü-şürmeye rağbet, XIX. yüzyılda Nâmık Kemal, Muallim Nâci, RecâizâdeMahmud Ekrem, Üsküdarlı Talat gibi birçok şair taraf ından devam ettirilmiş ve sanatkarane tarih manzumeleri kaleme alınmıştır. Başta alfabe değişikliğiolmak üzere eski edebiyat gibi kültürel unsurların Cumhuriyetten sonra git-tikçe gözden düşürülmesi/düşmesi sonucunda azalarak da olsa devam edentarih manzumesi kaleme alma işi Tâhirülmevlevî, Halil Nihat Boztepe, Ha-mâmîzâde Mehmed İhsan, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Ali Nihad Tarlan,Abdülbaki Gölpınarlı, Mehmed Çavuşoğlu ve özellikle Arif Nihat Asya gibişairler taraf ından sürdürülmüştür.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 110/261

 104

Tarih düşürmede genellikle hicrî kamerî yıl kullanılmakla birlikte son de-virlerde hicrî şemsî, malî (rûmî) ve milâdî tarihe göre düzenlenmiş beyit veşiirlere de rastlanmaktadır.

Tarih manzumeleri divan edebiyatının hemen bütün nazım şekilleriyle ya-

zılmakla beraber eldeki örnekler daha ziyade kıta şekline rağbet edildiğinigöstermektedir. Bunlar yazıldığı nazım şekline göre divanların da aynı türdenşiirlere ayrılan bölümlerinde (kasâid, mukattaât, musammat vb.) yer alır. Bir-çok şair ise bu tür şiirlerini divanlarının “tevârîh” başlığı altında ayrı bir bö-lümde toplanmıştır.

Tarihler farklı biçimlerde düzenlenmiştir.

1. Lafzan (lafzî/sûrî) tarih. Tarihi verilecek olayın rakamla değil sözle zik-redildiği tarihtir. Buna “düz tarih” adı  da verilir. Kâtip Feyzi Efen-di’nin kendi ölümü için söylediği böyle bir tarih daha sonra mezar ta-şına yazılmıştır:

“S ıhhatimde Feyziyâ lafzan dedim târîhimi

 Bin yüz elli sâlde (1737) k ıld ım âlem-i lâhût ı câ”

2. Mânen (mânevî) tarih. Olayın tarihinin ebced hesabına göre harflerinsayı  değerlerinden çıkarıldığı  tarihtir. Zor söylenmesine rağmen ençok kullanılan şekil budur. III. Ahmed’in 1139’da (1726) yaptırdığı köşke Nedim’in düşürüğü:

“Duâ edip Nedîmâ söyledi bu mısrâı ol dem

 Bu kasr-ı pâk Sultân Ahmed’e yâ Rab saîd olsun”

beyti gibi.3. Lafzan ve mânen tarih. Söylenmek istenen yılı hem sözle hem de harf-

lerinin sayı değerleriyle ifade eden tarihtir. 1030 (1620-21) yılında İs-tanbul Boğazı’nın donmasına Neşâtî’nin düşürdüğü tarih gibi:

“Lafzan vü mânen ona dedi Neşâtî târîh

 Be-meded dondu sovukdan bin otuzda deryâ” 

Tarihin hesaplanma şekline göre genellikle üç türlü tarihle karşılaşılmak-tadır.

1. Tam (müstevfâ/mutlak) tarih. Hesaplandığında yılın tam olarak ortayaçıktığı  tarih olup en makbul ve en güç söylenen çeşittir: İstanbul’unfethinin müjdelendiği yılı belirten Kur’an’daki “beldetün tayyibetün”(857/1453) ibaresi gibi.

2. Ta‘miyeli tarih. Tarih mısraındaki harflerin sayı değerinin istenen tarihikarşılamadığı durumlarda ekleme veya çıkarma şeklinde bir hesap ya-pılması gereğinin bir önceki mısrada söylendiği tarihtir. Bu türde bazı kelime oyunlarıyla bir sayı veya bu sayının karşılığı olan bir harf, ke-lime yahut tamlamanın tarih mısraından çıkarılması ya da eklenmesisuretiyle yılı gösteren sayı  tamamlanır. Tarih mısraındaki eksik veyafazla sayı  bir muamma, bir bilmece özelliği taşıdığından bu türe“ta‘miyeli tarih” denmiştir. Bu da açık ze gizli ta‘miye şeklinde iki

türlü olur. İlkinde işaret edilen eksik veya fazla sayı kolayca bulunur-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 111/261

 105

ken ikinci türün çözümü oldukça zordur. Üsküdar’da ŞehzâdeSeyfeddin Efendi Çeşmesi’nin kitâbesi ikinci türe örnektir:

“Itâş-ı ‘nâse’ işrâb eyledim târîhin ey Rahmî

 Ne a‘lâ çeşme âbâd eyledi Ş ehzâde Seyfeddin”.Birinci mısradaki “nâse” kelimesi hem “insanlara, halka” hem de “nâ-se”şeklinde “üç yok” anlamı  taşıdığından tarih (1144-3= 1141) (1728-29)şeklinde hesaplanacaktır.

3. Dütâ (dübâlâ/muzâaf) tarih. Tarih mısraını meydana getiren harflerintoplamından çıkan tarih hadisenin cereyan ettiği yılın iki katını verdiğitarihtir.

Harflerin kullanılışından doğan özelliklere göre tarihler birkaç türlü olur.

1. Bütün harflerle söylenenler. Bu tür tarihlerde noktalı olup olmadığına

bakı

lmaksı

n bütün harfler hesaba katı

r.2. Mu‘cem tarih. Sadece tarih mısraındaki noktalı harflerin hesap edilme-

siyle ortaya çıkan bu tarih ayrıca “münakkat, menkut, mücevher, cev-her, cevherî, cevherdâr, cevherîn, gevher, güher” adlarıyla da anılmak-tadır. Şairler, düşürdükleri tarihin mu‘cem olduğunu genellikle tarihmısraından önce bu kelimelerden birini zikrederek belirtirler.

3. Mühmel Tarih. Yalnız noktasız harflerin hesap edilmesiyle söylenen ta-rihtir. Bu tür tarihe “bî-nukat, bî-cevher, sâde tarih” de denir. Noktasızharflerin ebced sisteminde sayı değeri çok olmadığından mühmel tarihçok zor söylenir.

Mu‘cem ve Mühmel Tarih: Tarih mısraı veya beytindeki noktalı ve nok-tasız harflerin ayrı ayrı sayı değerleri toplamının aynı yılı göstermesi şeklindedüzenlenen tarihtir.

Türk edebiyatında tarih düşürme bilhassa XVIII. yüzyıldan sonra bir tür hünergösterme yar ışına dönüşmüş, şairler muamma veya lugaz biçiminde, kinaye,taklîb veya tashîf yoluyla, akrostiş  veya vefk tarzında anlaşılması  çok zorsanatlı tarihler söylemiştir. 

Özet

Türk- İ slâm Edebiyat ına ait eserlerin sanat değerini belirlemede kullanılanklasik ölçme-değerlendirme birimi olan belâğat ilminin tarihçesinianahatlar ı yla tanımlayabilmek.

Türk-İslâm edebiyatında metinlerin sanat değerini ölçe işi Belâgat ilmine ha-vale edilmiştir. Bu ilim önce Cahiliye şiirini değerlendirme maksadıyla Arap-lar arasında başlamıştır. İslâmdan sonra ise bir belâgat mucizesi olan Kur’an-ı Kerim’in İlâhî maksadını bütün yönleriyle anlama kaygısı bu konudaki ça-lışmaları  daha da gerekli kılmıştır. Bunun neticesinde belâgat konuları başlangiçta “ İ ’câzü’l-Kur’ân, Mecâzü’l-Kur’ân, Beyânü’l-Kur’ân, Müşkilü’l-Kur’ân,  İ ’râbü-Kur’ân, Belâgat ve delâilü’l-i’câz”  gibi adlar taşıyan kitap-larda yer aldı. Kur’an ve tefsir ilmi içinde gelişti..

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 112/261

 106

 Bu ilim dalını oluşturan Bedî’, Beyan ve Meâni’nin ele ald ığı farklı konular ı kavrayarak muhtevalar ını açıklayabilmek. 

Yine Kur’an’ın Arap diliyle ortaya konmuş bir metin oluşu, Arap dili, grame-ri ve edebiyatı konularını da bilmeyi gerektiriyordu. Bu sebeple X-XIV. yüz-

lları

 kapsayan bu ikinci devre belâgatin bir ilim dalı

 olarak teşekkül etmeyebaşladığı, terimlerinin ortaya çıktığı, yazılan eserlerde belâgat bahislerininağırlık kazandığı ve böylece söz konusu ilim dalının Meânî, Beyan ve Be-dî ’den ibaret klasik şeklini alarak teşekkülünü tamamladığı bir zaman dilimioldu. Yine bu devrede, sonraki yıllarda Türk ve Fars belâgati üzerinde tercü-me ve şerhleriyle asırlarca etkisini sürdürecek olan Abdülkâhir el-Cürcânî’nin (ö. 1079),  Delâilü’l-i’câz  ve Esrârü’l-belâğa  adlı  kitapları  ileEbû Ya’kûb es-Sekkâkî’nin (ö.1229) Miftâhu’l-ulûm’u gibi sonradan sahanınklasikleri sayılan eserler de kaleme alınmıştı.

XIV. yüzyıl ortalarından XIX. yüzyıl sonlarına kadar devam eden uzunsüreyi kapsayan üçüncü safha yeni eserler yerine, bu konudaki şerh, haşiyeve talikatların kaleme alındığı duraklama yahut derinleşme devresidir.

Son devir, İslâm dünyasının Batı ile temasa geçmesinin etkisiyle, biri kla-sik anlayışı devam ettirmeye, diğeri batı  retoriği ile belâgat konularını kay-naştırmaya çalışan yenilikçi yazarların eserleri olmak üzere, iki farklı istika-mette gelişmiştir. Birincisine Türk edebiyat camiasından Ahmed Cevdet Pa-şa’nın kaleme aldığı  Belâgat-i Osmaniye, ikincisine Recâizade Ekrem’in Ta-lim-i Edebiyat ’ı örnektir. İkinci yolu seçen yazarlar belâgat meselelerini dahaçok edebî tenkid ve estetik endişelerle birlikte ele almışlardır.

 Bu bilgilerin ışığında, günümüzde edebî sanatlar ad ı yla bilinen Türk- İ slâmEdebiyat ında sıkça kar şılaşılan sanatlar ı açıklayabilecek, onlar ı daha iyi ta-nı yı p, sanatkâr ın ortaya koyduklar ını yorumlayabilmek.

Türk-İslâm Edebiyatı metinlerinde klasik belâgatin bütün kadro ve konuları-na ait örneklerle karşılaşılmakla birlikte  Teşbih, İstiâre, Mecaz, Telmih,Tecahül-i ârif, Hüsn-i ta’lil, Teşhis ve intak, Tenâsüp, Leff ü neşr, Secigibi sanatlarla daha çok yüz yüze gelinmektedir Ayrıca belâgat konularınıneklerinden olan ebced hesabı ve tarih düşürme bahisleri de edebî metinler-den zevk almayı  kolaylaştıran sanat unsurlarındandır. Edebiyat konularıylameşgul olacak her seviyedeki kişilerin bu konuları  asgari özellikleriyle bil-mesi ve elde ettiği bilgileri metin üzerinde değerlendirmesi gerekmektedir.Bu konuda başarılı  olmanın çok metin okuma ve okunanlar üzerinde çokyönlü olarak durmayla elde edileceği açıktır.

Kendimizi Sınayalım1. Belâgatin size sağladığı en önemli husus aşağdakilerden hangisi değildir? 

a. Metinleri derinliğine anlamayı sağlar.

b. Belâgat konuları hakkında bilgi sahibi olmayı temin eder.

c. Şiirlerdeki edebi sanatları bulmamıza yardımcı olur.

d. Türk-İslâm edebiyatı metinlerini doğru okumayı sağlar.

e. Okuduğumuz şiirlerden zevk almamıza imkân verir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 113/261

 107

2. Belâgat ilminin klasik tarifi aşağıdakilerden hangisidir?

a. Kelâmın fasih olmak şartıyla muktezâ-yı hâle mutabık olması.

b. Kısa, veciz, kolay anlaşılır, manaca zengin ve derin; okuyana-dinleyene

zevk ve haz veren söz söyleme yollarını gösteren bir ilim dalı.c. Kelâmın fasih olmak şartıyla muktezâ-yı hâle mutabık olmasının usûl

ve kaidelerini bildiren bir ilmi disiplindir.

d. Sözü güzel, süslü ve etkili söyleme usûlleri hakkında bilgi veren ilim-dir.

e. Kelâmın fasih olmak şartıyla muktezâ-yı hâle mutabık olmasının usûlve kaideleri.

3. Resmî yazışmalarda kullanılan nesir dilini ifade eden edebî tür ve dil bili-

mi aşağıdakilerden hangisidir?

a. İnşâ

b. Telmih

c. Mecaz-ı mürsel

d. Ebced

e. Seci

4. Bir ifadede söze destek sağlamak, onu daha kolay benimsetmek için her-kesçe kabul edilmiş bir başka sözü, özellikle “atasözünü kullanma” olaraktanımlanabilecek belagat unsuru aşağıdakilerden hangisidir? 

a. Mecâz

b. İrsâl-ı Mesel

c. İstişhad

d. İktibas

e. İnşâ

5. Başka bir şaire ait olan mısranın bir şiirde kullanılmasına ne ad verilir? 

a. Tecâhül-i ârifâne

b. İktibas

c. Teşhis

d. İntak

e. Tazmin

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 114/261

 108

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. d Yanıtınız doğru değilse Belâgat bahsini yeniden ve daha dikkatleokuyunuz. 

2. c Yanıtınız doğru değilse Belâgat konusunun girişindeki tanım ve ta-rif bölümünü yeniden okuyunuz. 

3. a Yanıtınız doğru değilse İnşâ kısmını gözden geçiriniz. 

4. b Yanıtınız doğru değilse “İrsâl-ı mesel” kısmını yeniden okuyunuz.

5. e Yanıtınız doğru değilse “Tazmin” kısmını yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1

Belâgat konularının eklerinden olan aruz ve kafiye, lügaz ve muammâ, ebcedhesabı ve tarih düşürme bahisleri edebî metinlerden zevk almayı kolaylaştıransanat unsurlarındandır.

Sıra Sizde 2

XVI. yüzyıldan itibaren süslü anlatıma yönelme eğilimi yanında, Türk nesri-nin külfetli ve ağır bir ifade tarzına rağbet etmesinde iktibas ve istişhâd yo-luyla anlatımın önemli bir rolü olmuştur. Sanatkârane Türk nesrinin en mü-kemmel örnekleri sayılan Veysî ve Nergisî’nin eserlerinde görülen istişhâdörnekleri bu konudaki en uç misaller olarak kaydedilebilir.

Sıra Sizde 3

İstiâre, okuyucu veya dinleyicinin tasavvur ve tahayyül imkânını zenginleşti-rip aktarılmaya çalışılan mânaya parlaklık kazandırır. Alegori ve sembollerikullanarak zihindeki bir kavramı benzer başka bir şeyle, özellikle soyut var-lıkları somutlarla değiştirmek suretiyle daha etkili bir anlatım gücü sağlar.

Sıra Sizde 4 

Türkçe belâgat kitaplarında mecazlar yapılarına göre dört kısımda ele alın-

ştı

r: Kelime veya laf ı

zları

n sözlük mânası

  dı

şı

nda kullanı

lması

ndan kay-naklananlarına “lügavî”, bir fiilin asıl fâilinden başkasına isnat edilmesiyleyapılanına “aklî” adı verilir. Ayrıca “örfî” ve “şer’î” olarak da bir ayırım ya-pıldığı görülmektedir. Bir örnekle açıklayacak olursak “toprak” kelimesinin“mezar” mânasında kullanılması  lügavîye, hasretin ifadesi olarak kullanılan“toprak gözümde tütüyor” cümlesindeki örfîye, namaza delâlet eden “salât”kelimesiyle dua kastedildiği zaman şer’îye, “Ağustos buğdayları iyice sarart-tı”, örneklerinde olduğu gibi zaman, mekân ve sebebe bağlanarak yapılanları ise aklî mecazlara örnektir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 115/261

 109

Sıra Sizde 5

Tecâhül-i ârif en çok teşbih, istiare, tenâsüp ve mübalağa sanatlarıyla bir-likte bulunabilir. 

Yararlanılan Kaynaklar

Ahmed Cevdet (Paşa), Belâgat-i Osmâniye (nşr. Mehmed Çavuşoğlu), İstan-bul 1299;

Recâizade Ekrem, Ta’lîm-i Edebiyat, İstanbul 1330;

Kaya Bilgel, Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belâgat), İstanbul 1989;

Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı  Belgelerinin Dili (Diplomatik),  İstanbul1994;

Hulûsi Kılıç, “Bedîiyyât”, TDV İ slâm Ansiklopedisi,V, 323-324;

a. mlf., “Belâgat”, TDV İ slâm Ansiklopedisi,V, 380-383;

Kazım Yetiş, “Belâgat (Türk Edebiyatı)”, TDV  İ slâm Ansiklopedisi,V, 384-387;

a. mlf., “Belâgat-i Osmâniye”, TDV İ slâm Ansiklopedisi,V, 387-388;

Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, TDV İ slâm Ansiklopedisi, IX,

İskender Pala, Ansiklopedik Divan Ş iiri Sözlüğü, İstanbul 2000;

a. mlf., “İrsâl-i Mesel”, TDV  İ slâm Ansiklopedisi,XXII, 451-452;”, Hüsn-iTa’lil”, TDV İ slâm Ansiklopedisi, XIX, 33-34;

İsmail Durmuş-İskender Pala, “İstiâre”, TDV  İ slâm Ansiklopedisi,XXIII,315-318;

Hasan Aksoy,  Mustafa Ali'nin Manzum K ırk Hadis Tercümeleri. İstanbul1991, s. 52-53;

M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat bilgisi Belâgat, İstanbul 2000;

Menderes Coşkun, Sözün Büyüsü Edebi Sanatlar , İstanbul 2007;

Ayrıca bk., TDV  İ slâm Ansiklopedisi’nin, ünitede zikredilen ve çoğu tara-f ımdan yazılan veya redakte edilen “edebi sanatlar”la ilgili maddeleri;

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 116/261

 110

 

Amaçlarımız 

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;• Türklerin müslüman olduktan sonra meydana getirdikleri ilk eserlerin or-

tak özelliklerini açıklayabilecek,

• Türk İslâm Edebiyatına ait eserlerin dini ve tasavvufi vasıflarını  ayırtedebilecek,

• Türk İslâm edebiyatının Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan tarihi gelişi-mini açıklayabilecek,

• Tarihî hadiseler ve edebî ürünler arasındaki etkileşimleri yorumlayabile-cek,

• Türk edebiyatının XV. yüzyıla kadar gelişim seyrini aktarabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Orta Asya sahası Türk edebiyatı 

• Anadolu sahası Türk edebiyatı 

• Tekke ve tasavvuf edebiyatı 

• Dîvân edebiyatı 

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Türk dilinin tarihi dönemleri hakkında bilgi edininiz.

• Necla Pekolcay’ın  İ slamî Türk Edebiyat ı kitabından ilgili bölümü okuyu-nuz.

• Nihad Sami Banarlı’nın  Resimli Türk Edebiyat ı kitabından “Dinî Edebi-yat Cereyanı” ile “Tekke ve Halk Edebiyatı” konularını okuyunuz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 117/261

 111

 

GİRİŞ 

VIII. yüzyıldan itibaren Türkler’in Müslüman Araplar’la ilişki kurmasıylabaşlayan süreç, bu milletin hayatında yepyeni bir dönemi başlatmış; pek çokalanda olduğu gibi edebî sahada da etkisini göstermiş, İslâmî konu ve motif-lerin hâkim olduğu bir edebiyatın ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur.Türklerin Müslüman olmadan önce elbette bir edebiyatları vardı. Daha çokhaf ızalarda kayıtlı bu sözlü edebiyat, dâhil olunan yeni medeniyet çevresininetkisiyle yeni bir ruh ve heyecanla yoluna devam etmiştir. İslâm öncesindeTürk boyları arasında yaşayan bazı destanlar sonradan İslâmî karaktere bürü-nerek Müslüman Türk toplulukları arasında varlığını sürdürmüştür.

Müslüman Türkler’in kabul ettikleri yeni dinin kurallarını öğrenmek ama-cıyla Kur’an-ı Kerim’in tercüme ve tefsiri işine giriştikleri bilinmektedir. Do-

layı

yla İslâmî dönemde Türklere ait ilk yazı

 ürünlerin Kur’an tercüme vetefsirleri olması muhtemeldir. Bununla birlikte Türklerin İslâmiyet sonrasın-da meydana getirdikleri müstakil eserler Karahanlılar dönemine (840-1212)rastlamaktadır. Karahanlı  hükümdarı  Satuk Buğra Han’ın Müslüman olma-sıyla devletin resmî dini haline gelen İslâmiyet Türkler arasında hızla yayıl-mıştır. Buhara, Semerkant, Kaşgar, Fergana gibi Karahanlıların hâkimiyetialtında bulunan kültür merkezlerinde Türk halkına hitap edecek olan ilmî veedebî eserler meydana getirilmeye başlanmıştır. Paralel dönemlerde hükümsüren Gazneliler (999-1030) devrinde Türkçe yazılan eserlere rastlanmamış-tır. Gazneliler sahasında, devlet yöneticileri her ne kadar Türk de olsa Farsçakonuşan toplulukların çoğunluğu oluşturması  sebebiyle Farsça eserlerin ya-zıldığı görülmektedir. Şöhreti günümüze kadar ulaşmış olan İranlı büyük şairFirdevsî (ö. 1020) Ş ehnâme isimli mesnevisini Gazneli Mahmud (ö. 1030)’asunmuştur.

Orta Asya’da Karahanlılar döneminde ortaya çıkan Türk İslâm edebiyatı bilinen büyük eserlerini XI ve XII. yüzyıllarda meydana getirmiştir. Bu dö-nemde kullanılan Türkçe, Hâkâniye Türkçesi olarak da isimlendirilenKarahanlı Türkçesidir. Bu dönemde yazılan eserlerde Uygur yazısı ile birlikteArap yazısı da kullanılmıştır. Anadolu’nun Türk ve İslâm yurdu olmasındansonra Türk İslâm edebiyatı  varlığını  burada devam ettirmiştir. Selçuklularhâkimiyetindeki Anadolu coğrafyası, Türk edebiyatı bakımından en zayıf dö-nemini yaşamıştır. Beylikler devri ile birlikte canlanma aşamasına geçenTürk edebiyatı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde zirveye tırmanmıştır.

XV. Yüzyıla Kadar

Türk-İslâm Edebi atı 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 118/261

 112

 

Türk edebiyatının tarihi dönemleri ilgili daha geniş bilgi ve örnek metinler içinwww.turkceciler.com sitesini inceleyiniz. 

XI-XII. YÜZYILLAR (ORTA ASYA SAHASI)Türklerin İslamiyeti kabul ettikten sonra meydana getirdikleri ilk müstakileserler, Orta Asya’da Karahanlılar döneminde Hakaniye Türkçesi ile yazıl-mıştır. Günümüze kadar ulaşan bu eserler, Kutadgu Bilig,  Dîvânu Lugati’t-Türk,  Atabetü’l-hakâyık  ve Dîvân-ı Hikmet ’tir.

Kutadgu Bilig (Yusuf Has Hâcib)

Kutadgu Bilig, Türk İslâm edebiyatının bilinen ilk eseridir. Arapça ve Fars-çaya hâkim, iyi eğitim almış bir kişi olan Balasagunlu Yusuf taraf ından ya-zılmıştır. Eser, Balasagun’da yazılmaya başlanmış  olmakla birlikte 1069-1070 yıllarında Kaşgar’da tamamlanarak dönemin hükümdarı Tavgaç KaraBuğra Han’a sunulmuştur. Balasagunlu Yusuf, hükümdara sunduğu ve huzu-runda okuduğu eseri sebebiyle Has Hâciplik (Başmabeyincilik) göreviylemükâfatlandırılmıştır.

Kutadgu Bilig, devlet içerisinde yönetenleri ve yönetilenleri bilgilendir-meyi hedefleyen siyasetname türünde 6645 beyitlik bir mesnevîdir. Mutlu-luk veren bilgi  anlamına gelen Kutadgu Bilig’in amacı, insanları  şairin ta-savvur ettiği ideal hayat tarzına kavuşturmaktır (Arat, 1991). Aruzun  feûlün

 feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılmıştır; ancak, bazı şiirleri 6+5’li hece ölçü-süne de uymaktadır. Ayrıca eserde halk şiir geleneğine uygun olan 173 dört-lük bulunmaktadır. Kutadgu Bilig’in üç nüshası  bilinmektedir. BunlardanHerat Nüshası Uygur harfleriyle, Kahire ve Fergana nüshaları Arap harfleriy-

le yazılmıştır. Reşit Rahmetî Arat, her üç nüshaya dayanarak tenkitli metinhazırlamıştır (Arat, 1991).

Kutadgu Bilig, şark-İslâm geleneğine uygun olarak Allah’ı Peygamber’i,dört sahabeyi ve dönemin hükümdarı Büyük Buğra Han’ı öven medhiyelerile başlamaktadır. Eserin aslını oluşturan dört temsili şahsiyet bulunmaktadır.Bu şahsiyetler, 1. Kün Togdı, 2. Ay Toldı, 3. Ögdülmiş, 4. Odgurmış’tır. KünToğdı, hükümdarın şahsında doğruluğu ve adaleti; Ay Toldı, vezirin şahsındamutluluğu; Ögdülmiş, vezirin oğlunun şahsında aklı; Odgurmış  da vezirinkardeşi şahsında kanaati temsil etmektedir. Eser, bu temsili kişilerin karşılıklı soru-cevap tarzında karşılıklı konuşmalardan meydana gelmektedir.

Dîvânu Lugati’t-Türk (Kaşgarlı Mahmud)Türk dillerinin dîvânı (lugatı, kitabı) anlamına gelen Dîvânu Lugati’t-Türk ,Türkçe’nin ilk sözlüğüdür. Satuk Buğra Han’ın altıncı kuşaktan torunu olanKaşgarlı Mahmud taraf ından yazılmıştır. Mahmud, dönemin önde gelen bil-ginlerinin bulunduğu medreselerde yetişmiş, Arapça ve Farsça’yı  iyi bilen,Türk dilinin inceliklerine vâkıf bir kişidir. Yıllarca Türk boylarının yaşadığı bozkırları, şehirleri gezerek Türk lehçelerini ve manzumelerini öğrenmiştir.1072 yılında yazmaya başladığı  eserini 1077 yılında tamamlayarak Abbâsîhalifesi Muktedî Biemrillâh (1075-1094)’a sunmuştur. Dîvânu Lugati’t-Türk ,Araplar’a Türkçe’yi öğretmek maksadıyla yazılmıştır.

Eserin tek nüshası Ali Emirî Efendi taraf ından 1917 yılında sahaflar çarşı-

sındaki bir kitapçıda bulunarak satın alınmıştır. Nüsha, Fatih Millet Kütüpha-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 119/261

 113

nesi Ali Emirî Efendi kütüphanesinde muhafaza edilmektdir. Eserin tıpkıba-sımı ve günümüz Türkçesine çevirileri yayımlanmıştır.

 Dîvânu Lugati’t-Türk , Türk dilleri sözlüğü olmasının yanı sıra tarih, coğ-rafya, folklor, kültür, edebiyat, vb. alanlarda Türk millî haf ızasına ait zengin

malzemeler ihtiva eden en önemli yazılı kaynaklardan biridir. Eser, oldukçasistematik bir tarzda hazırlanmıştır. Dilin bütün gramer özelliklerini kapsaya-cak şekilde sekiz ana bölümden meydana gelmektedir. Türkçe’den Arapça’yabir sözlük şeklinde düzenlenmiş olan eserde kelimelerin sınıflandırlmasındaAraplar’ın kolay anlaması  için Arapça kelime türetme sistemindeki tasnifyöntemleri kullanılmıştır. Türkçe kelime ve ekler alfabetik olarak sıralanmış-tır. Kelimelerin Arapça anlamı verildikten sonra sözcüklerin kullanıldığı ata-sözü, hikmetli söz ve manzumelerden örnekler getirilmiş  ve bu örneklerArapça olarak açıklanmıştır. Eserde yer alan şiirlerin çoğu anonim mahiyettesavaş ve kahramanlık şiirleridir. Bu şiirler büyük ölçüde dörtlükler, kısmende beyitler halinde yazılmış  ve koşma tarzında kafiyelenmiştir. Alp ErTunga’nın ölümü (m.ö. VII. Yüzyıl) üzerine söylenen dörtlükler Türk şiirininbilinen en eski örneği kabul edilmektedir. Eserde ayrıca Türkler’in yaşadıkla-rı bölgeleri göstermek üzere Kaşgarlı Mahmud’un çizdiği dünya haritası yeralmaktadır.

Resim 5.1: Kaşgarlı Mahmud’un dünya haritası (Kaynak: Caferoğlu, A. (1970) Kaşgarl ı Mahmud , Mili Eğitim Basımevi, İstanbul).

Atabetü’l-hakâyık (Edip Ahmet Yüknekî)

Türk İslâm edebiyatının üçüncü önemli eseri manzum bir ahlâk kitabı olan Atabetü’l-hakâyık ’tır. Hakîkatler eşiği anlamına gelen eser, Edib Ahmed bin

Mahmud Yüknekî taraf ı

ndan yazı

lmı

ştı

r. Edib Ahmed’in Türkistan’da Taş-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 120/261

 114

kent yakınlarındaki Yüknek şehrinde XI. yüzyılın sonları  ile XII. yüzyılınbaşlarında yaşadığı  tahmin edilmektedir. Edib Ahmed, dinî ilimlere vâkıf,Arapça ve Farsça’yı bilen takva sahibi bi zattır. Eserin sonunda yazarı belliolmayan bir dörtlükte Edib Ahmed’in gözlerinin doğuştan görmediği ifadeedilmiştir.

 Atabetü’l-hakâyık , aruzun  feûlün feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılmıştır.Medhiyyeler hariç eserin asıl kısmı mâni tarzında kafiyelenen (aaxa) dörtlük-ler halindedir. Eser, Emîr Muhammed Dâd Sipehsâlâr Bey adındaki bir hü-kümdara takdim edilmiştir.

Müellif, geleneksel tertibe uygun olarak Allah, peygamber, dört sahabi vehükümdarın övgüsüyle eserine başlamaktadır. Bu kısımlar beyit düzenindeyazılmış, kaside ve gazellerde olduğu gibi kafiyelenmiştir. Kitabın esasını oluşturan ve dörtlükler halinde yazılan kısımda ahlâkî konular nasihat üslu-buyla ele alınmaktadır. İyi huylar zikredilerek övülmekte kötü huylar da ye-rilmektedir. Bilginin faydası, dilin korunması, dünyanın aldatıcılığı, zamanın

kötüleşmesi gibi konular sade bir dille anlat

ı

lmaktadı

r. Eserin sonunda kimintaraf ından yazıldığı belli olmayan muhtemelen Edip Ahmed’in çağdaşı bir şa-ir taraf ından yazılan müelliften bahseden ilave şiirler bulunmaktadır (Arat,1992).

Karahanlılar döneminde medana getirilen ilk edebî eserlerin muhtevalar ındahangi unsurlar öne çıkmıştır?

Hoca Ahmed Yesevî (ö. 1166) ve Hikmetleri

Ahmed Yesevî, Türkler arasında kendi adıyla tarikat kurmuş bir mutasavvıf-tır. Onun tarihî hayatı  ile ilgili bilgiler oldukça azdır. Ahmed Yesevî Batı 

Türkistan’ın Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Çocuk yaşta iken anneve babasını kaybetmiş ve bakımını ablası Gevher Şehnaz Hanım üstlenmiştir.Ablasıyla birlikte Yesi’ye göç etmişlerdir. Ahmed, eğitimine bu şehirde baş-lamıştır. Daha sonra Yesi’de bulunan mutasavvıflardan Arslan Baba’ya inti-sap ederek tasavvuf yoluna yönelmiştir. Arslan Baba vefat edince Buhara’yagiderek Şeyh Yusuf-ı Hemedânî’ye intisap etmiştir.

Yusuf-ı Hemedânî’nin ölümünün ardından yerine geçen iki halifesinin devefat etmesiyle üçüncü olarak Ahmed Yesevî irşad makamına geçmiştir.Bundan sonra Yesi şehrine dönerek irşad görevini burada sürdürmüştür. Çoksayıda müridi olmuştur. Mansur Ata (ö.1197), Said Ata (ö. 1218-19), Süley-man Hakîm Ata (ö. 1186) bunlardan en meşhur olanlarıdır. Ahmed Yesevî,rivayete göre, altmış üç yaşına eriştiğinde Hz. Muhammed’in bu yaşta vefatetmesi sebebiyle, ona olan saygısının bir işareti olarak bir kuyu kazdırıp öm-rünün geri kalanını yerin altında geçirmiştir.

Ahmed Yesevî’nin hayatı hakkında menkıbeler de teşekkül etmiştir. Bun-lardan en dikkat çekici olanı Arslan Baba ile karşılaşmasıdır. Menkıbeye gö-re, Arslan Baba Hz. Muhamed’in sahabilerinden birisidir. Gazvelerden birin-de yiyecek bulamayan sahabe Hz. Muhammed’e gelerek yiyecek ricasındabulunurlar. Hz. Peygamber’in duası üzerine Cebrail taraf ından bir tabak hur-ma getirilir. Sahabiler tabaktan hurma alırken bir hurma yere düşer. CebrailHz. Peygamber’e “Bu hurma, ümmetinizden Ahmed adlı birinin kısmetidir.”der. Bunun üzerine Hz. Peygamber emaneti kimin teslim edeceğini sorar.Sahabilerden cevap gelmeyince orada bulunanlardan Arslan Baba Allah’ın

inayeti ve Hz. Peygamber’in delaletiyle görevi yerine getireceğini bildirir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 121/261

 115

Hz. Peygamber mübarek hurmayı  kendi eliyle Arslan Baba’nın damağınayerleştirir. Arslan Baba bu işaretle Yesi’ye gelerek küçük Ahmed’i aramayabaşlar. Onu arkadaşlarıyla oynarken bulur. Arslan Baba henüz hurmadanbahsetmeden Ahmed emaneti vermesini ister. Arslan Baba beş yüz yıldır da-mağında sakladığı hurmayı ağzından çıkararak sahibine teslim eder (Eraslan,

1993).

Ahmed Yesevî Orta Asya bozkırlarında kendisine tabi olan dervişlerinedinî ve tasavvufî hakikatleri, tarikatın âdâb ve erkânını  öğretmek gayesiyle“hikmet”ler söylemiştir. Hikmet, kelime anlamı itibarıyla hâkimlik, bilgelik,sebep anlamlarına gelmektedir. Edebî olarak ise Ahmed Yesevî’nin dinî-tasavvufi manzumelerine hikmet denilmektedir. Bu manzumelerin toplandığı esere de  Dîvân-ı  Hikmet   adı  verilmiştir. Hikmet söyleme geleneği Yesevîdervişleri taraf ından devam ettirilmiştir. Sonradan söylenilen bazı hikmetlerinAhmed Yesevî’ye mal edildiği de görülmektedir. Zaman içerisinde AhmedYesevî’nin söylediği hikmetlerle müridlerin söyledikleri hikmetler karışmış-tır. Hatta bazı  hikmetlerin dil özellikleri bakımından Yesevî’nin yaşadığı 

dönenmin dil özelliklerini yansı

tmadı

ğı

 görülmektedir. Bu bakı

mdan elimiz-deki  Dîvân-ı Hikmet  nüshalarındaki bütün hikmetlerin Ahmed Yesevî’ye aitoldukları  söylenemez. Hatta bu hikmetlerin hangisinin Ahmed Yesevî’ye,hangisinin dervişlerine ait olduklarını  belirlemek de mümkün değildir. Bu-nunla birlikte hikmet adı  altında yazılan şiirler temelde Ahmed Yesevî’nininanç ve düşünce dünyasını yansıtmaktadır. Hikmetlerin ana çerçevesini şeri-at ve tarikat esasları, ahlakî düsturlar, ilâhî aşk, peygamber sevgisi, dünya ha-yatı, kıyamet, cennet ve cehennem vb. konular oluşturur. 

Karahanlılar döneminde yazılan Kutadgu Bilig , Dîvânu Lugati’t-Türk,  ve Atabetü’l-hakây ık  isimli eserler, dinî muhtevalı olmakla beraber tasavvufî özel-lik taşımamaktadır. Zira bu eserlerin yazıldığı dönemde Türkler arasında ta-savvuf henüz yayılmamıştı. Orta Asya’da tasavvuf edebiyatı  Ahmed

Yesevî’nin hikmetleri ile başlamıştır.Orta Asya’da Ahmed Yesevî’nin önde gelen halifelerinden Süleyman Hakîm Ata’nın eserleri hakkında bilgi edininiz.

 Dîvânu Lugati’t-Türk’de Geçen Bazı Atasözleri

1.  Biş erngek tüz ermes. Beş parmak düz (bir) olmaz.

2.  Arpasız aşumas, / Arkasız alp çerig sıyumas. Arpası z at koşmaz, / arkası zkahraman çeriyi bozamaz.

3.  Tay atasa at tı

nur / Oğul eredse baba dinlenür. Tay yetişirse at dinlenir /Oğul erleşirse baba dinlenir.

4.  Öldeçi sıçgan muş ayakı kaşır. Ölecek sıçan kedi ayağını kaşır.

5.  Korkmuş kişige koy başı koş körünür. Korkmuş kişiye koyunun başı koçgörünür.

6.  Teve silkinse eşgekke yük çıkar. Deve silkinse eşeğe yük çıkar.

7.  Ermegüge bulut yük bolur. Tembele bulut (dahi) yük olur.

8.  Bir karga birle kış kelmes. Bir karga ile k ış gelmez.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 122/261

 116

9.  Kanı Kan ile yumas. Kanı kan ile yıkamazlar.

10. Bir tilkü terisin ikile soymas. Bir tilkinin derisi iki kere soyulmaz.

Ahmed Yesevî’nin HikmetlerindenBismillâh dip beyân eyley hikmet aytıpTâliblerge dürr ü güher saçtım munaRiyâzetini katığ tartıp kanlar yutupMin defter-i sânî sözin açtım muna

Sözni aydım her kim bolsa dîdâr-talebCânnı cânğa peyvend kılıp rengni ulapĞarîb fakîr yetîmlerni könglin avlapKöngli bütün halâyıkdın kitçim muna

Kayda körseng köngli sınuk merhem bolğılAndağ mazlûm yolda kalsa hemden bolğılRûz-ı mahşer dergâhığa mahrem bolğılMâ vü menlik halâyıkdın kitçim muna

Ğarîb fakîr yetîmlerni Resûl sordı Uşol tüni Mi’râc çıkıp dîdâr kördiKaytıp tüşüp ğarîb yetîm izlep yördiĞarîblemi izin izlep tüştim muna

Ümmet bolsanğ ğarîblerge tâbî’ bolğılÂyet hadîs her kim aytsa sâmî’ bolğılRızk u rûzî her ne birse kâni’ bolğıl

Kâni’ bolup şevk şarâbı

n içtim munaBugünkü Türkçesi

Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyipTâliplere inci, cevher saçtım işte.Riyâzeti katı çekip, kanlar yutup,Ben defter-i sâni sözünü açtım işte

Sözü didar isteyen herkes için söyleyip,Canı cana bağlayarak damarları ekleyip,Garip, fakir, yetimlerin gönlünü avlayıp,Gönlü bütün kimselerden geçtim işte.

Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen;Mahşer günü dergâhına mahrem ol senBen-sen diyen kimselerden geçtim işte.

Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu;Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü;Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü;Gariplerin izini izleyip indim işte.

Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen;Âyet, hadis her kim dese sâmi ol sen;

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 123/261

 117

Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen;Kani olup şevk şarabını içtim işte.

(Eraslan, 1993;48)

XIII. YÜZYIL (ANADOLU SAHASI)

Malazgirt zaferiyle birlikte Anadolu’nun kapıları Türkler’e açılmıştır. XIII.yüzyılda Moğol akınları  ve çeşitli sebeplerle çok sayıda Oğuz Türk’ü OrtaAsya bozkırlarından Anadolu’ya göç ederek burayı yurt edinmişlerdir. Türk-ler’in Anadolu’da yerleşmeleri ile bu coğrafyada İslâmî Türk edebiyatının ge-lişimi arasında sıkı bir münasebet vardır. Özellikle Orta Asya’dan göçen vehikmetler söyleme geleneğine sahip Yesevî dervişlerinin Anadolu’da Türkedebiyatının gelişmesinde önemli rolü olmuştur (Köprülü, 1991). Diğer taraf-tan Anadolu’da gerçekleştirilen fetihlerde adı öne çıkan kahramanların mü-cadeleleri destanî anlatımlarla yaşatılmıştır. Bu dönemde, Bizanslılar’a karşı 

savaşlarda gösterdiği kahramanlık sebebiyle Battal Gazi’nin ismi etraf ındaBattalnâme, Orta Anadolu’ya kadar birçok şehri fethetmiş olan DânişmendGazi’nin ismi etraf ında da Dânişmendnâme ve Anadolu ve Rumeli’nin fet-hinde önemli rolü bulunan Saru Saltuk’un menkabelerini anlatanSaltuknâme  isimli destanlar meydana getirilmiştir. Bu eserlerde, eski Türkdestanlarındaki “alp” tipinin İslâmî hüviyete bürünerek “gazi” tipine dönüş-tüğü görülmektedir. Bu destanlar başlangıçta eski Türkler’deki destan gele-neğine uygun olarak sözlü olarak söylenmiş, sonraki yüzyıllarda yazıya geçi-rilmiştir.

XIII. yüzyıl Anadolu’sunda Türk-İslâm edebiyatının temsilcilerinin muta-savvıf, ilk yazılı ürünlerin de dinî tasavvufî mahiyette eserler olduğu görülür.Türk asıllı olan ancak eserlerini Farsça yazmış olan Mevlâna Celâleddin-iRûmî  bu yüzyılın en büyük şairidir. Mevlâna, bugün Afganistan sınırları içe-risinde kalan Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. 1212 yılında ailesiyle birlikteönce İran’a, sonra da Anadolu’ya gelmişlerdir. İlk eğitimini babası Burhaneddin Veled (ö. 1231)’den alan Mevlâna, daha sonra babasının öğren-cisi Seyyid Muhakkik Tirmizî (ö. 1242)’nin yanında tasavvufi eğitim almış-tır. Seyyid Burhaneddin’in vefatından sonra Konya’ya gelen Şems-i Tebrizî  ile tanışmıştır. Şems, Mevlâna’nın duygu ve düşünce dünyasının şekillenme-sinde fevkalade etkili olmuştur. Şems’in ortadan kaybolmasıyla Mevlâna de-rin bir yalnızlığa düşmüştür. Bir süre sonra babasının öğrencilerindenSelahaddin Zerkub isimli bir kuyumcu ile dostluk kurmuş, onun da vefatıy-la Mesnevi’nin yazılmasını teşvik etmiş olan Hüsameddin Çelebi ile arkadaş olmuştur. Mevlâna, 17 Aralık 1273 yılında Konya’da vefat etmiştir.

Mevlâna eserlerini Farsça yazmış  olmasına rağmen Türk edebiyatı  üze-rinde en etkili şairlerden biri olmuştur. Şiir tekniği bakımından Divan şairle-rine öncülük etmekle birlikte tasavvufi düşüncesi itibarıyla da hemen hemenbütün tasavvuf şairlerini, özellikle de Mevlevîliğe mensup şairleri derindenetkilemiştir. Mevlâna’nın üçü mensur beş adet eseri bulunmaktadır. Hepsi dedönemin edebî geleneğine uygun olarak Farsça yazılmıştır. Mevlâna’nın sa-natçı  kişiliğini ortaya koyan ve lirik şiirlerini ihtiva eden eseri  Divân-ı  Ke-bir ’dir. Divandaki şiirlerinde Şems mahlasını kullanmıştır. Bu yüzden esere

 Divânı-ı Ş ems-i Tebrizi de denilmiştir.

Mevlâna’nın ikinci eseri, ona dünya çapında şöhret sağlamış olan Mesne-vi’sidir. Mevlâna’nın olgunluk dönemi eseridir. Mevlâna  Mesnevî ’nin özü

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 124/261

 118

kabul edilen ilk on sekiz beytini bizzat yazmış, geri kalan yaklaşık 25600beytini Hüsameddin Çelebi’ye yazdırmıştır. Eser, mesnevî nazım biçimindearuzun Failatün failatün failün kalıbıyla yazılmıştır.  Mesnevî ’nin İçerisindeçok sayıda ayet, hadis, atasözü ve eğitici hikâyeler bulunmaktadır. AbdülbâkîGölpınarlı, Mesnevî ’nin muhteva özelliklerini şöyle açıklamaktadır:

“Mesnevî’nin hemen her bahsinde Kur’an kıssaları geçer. Birçok beyitle-rinde âyet ve hadislerden lâfzî ve manevî iktibas ve tazminler vardır. Bu ba-kımdan Mesnevî’ye ‘Magz-ı Kur’an-Kur’an’ın içyüzü’ diyenler tamamıylahaklıdırlar. Mevlâna, kitabında kelâm kaidelerinden, Yunan felsefesiyle bufelsefenin İslâmî şekli olan Hükemâ felsefesinden, bu sistem içinde yaradılış ve dünya telâkkilerinden, büyük sofilerin menkabelerinden bahseder. Mesne-vî’de yer yer realiteye de ehemmiyet vermiştir. Bu yalnız hikâyelerde değil-dir. Mevlâna gezdiği yerleri, gördüğü şeyleri anlatırken de realiteye büyükehemmiyet verir. Bütün bir devrin âdetleri, gören[ek]leri, düşünce ve sezişlerielle tutulur, gözle görülür bir halde canlanır. Bazen da Mevlâna, kendi mace-ralarını kapalı yahut açık bir surette anlatır, fikirlerini izah eder.” (Gölpınarlı,

1988;V).Mesnevî, Türkçe başta olmak üzere birçok dünya diline çevrilmiştir.

Mesnevi etraf ında Türk edebiyatında bir çeviri ve şerh edebiyatı  meydanagelmiştir. Ankaralı  İsmail Rusuhî Efendi (1631), Bursalı  İsmail Hakkı  (ö.1725), Ahmet Avni Konuk (ö. 1938), Tahir Olgun (ö. 1951), AbdülbakiGölpınarlı (ö. 1981), Şefik Can (ö. 2005) tanınmış Mesnevî şârihleridir. Sü-leyman Nahîfi (ö. 1738-39 ) şair Mesnevi’yi aynı aruz kalıbıyla nazmen ter-cüme etmiştir. Şerh ve tercüme faaliyetleri günümüzde de devam etmektedir.

Mevlâna’nın bir diğer eseri çeşitli konulardaki sohbetlerinininderlenmersinden oluşan Fihi Ma fih’tir. “Yedi meclis” anlamına gelen

 Mecalis-i Seb’a Mevlâna’nın gençlik döneminde yapmış  olduğu yedi vaazı 

ihtiva eden mensur bir eserdir. Son eseri  Mektubat , Mevlâna’nın döneminönde gelen kişilerine yazdığı 145 mektuptan oluşmaktadır.

XIII. yüzyılın eser sahibi mutasavvıflarından biri Mevlâna ile çağdaş olanHacı  Bektaş-ı  Veli  (ö. 1277)’dir. Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş  veSulucakarahöyük’e yerleşmiştir. Menkabelerde göre Ahmed Yesevi’ninmüridlerinden olduğu, irşad göreviyle Anadolu’ya gönderildiği nakledilmiş-tir. Bektaş îlik tarikatının kurucusu olan Hacı Bektaş-ı Veli, çok sayıda derviş yetiştirmiştir.

Hacı  Bektaş-ı  Veli’nin  Makâlât , Kitâbü’l-fevâid, Fatiha Sûresi Tefsiri, Besmele Ş erhi, isimli eserleri vardır. Bunlardan başka nasihat ve şathiyelerini

içeren risaleleri bulunmaktadı

r. Hacı

 Bektaş-ı

 Veli’inin tasavvufi görüşleri enayrıntılı olarak  Makâlât  isimli eserinde yer almaktadır.  Makâlât , Arapça ya-

zılmış, sonradan mensur ve manzum olarak Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Makâlât ’ın temel konusunu dört kapı (şeriat, tarikat, marifet ve hakikat), veher bir kapıda on prensibi ihtiva eden kırk makamın açıklaması oluşturmak-tadır.

XIII. yüzyıl sona ererken edebî eserlerde Farsça ile birlikte Türkçe de kul-lanılmaya başlamıştır. Karamanoğlu Mehmed Bey’in 1277 yılında devletinidaresini ele aldıktan sonra yayımlamış olduğu “Bu günden sonra hiç kimsedivanda, dergâhda, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil ko-nuşmayacak.” şeklindeki fermanı, Türkçe yazma konusunda âlim ve ediplericesaretlendirmiş olmalıdır. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled (ö. 1312) eserleri-

ni genel olarak Farsça yazmakla birlikte eserlerinin içinde Türkçe beyitler de

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 125/261

 119

bulunmaktadır. Sultan Veled’in  Divan,  İ btidanâme,  İ ntihanâme,  Rebabnâme isimli manzum; Maarif  adıyla da mensur eseri bulunmaktadır. Bu eserlerden İ btidanâme’de, 76, Rebabnâme’de 162 Türkçe beyit bulunmaktadır. Çok eseryazmakla birlikte Sultatn Veled babası  kadar güçlü bir şair değildir. Onunasıl önemi, temel prensiplerini Mevlâna’nın koymuş olduğu Mevlevîliği sis-

temli bir tarikat haline getirmiş olmasıdır.

Yüzyılın sonlarında yaşadığı söylenen şairlerden biri hakkında fazla bilgibulunmayan Şeyyad Hamza’dır. Şeyyad Hamza’nın 1529 beyitlik Yusuf u

 Züleyha  isimli mesnevisi, 36 beyitlik  Dasitan-ı  Sultan Mahmud   adlı  küçükbir mesnevisi ile az sayıda dini-tasavvufi şiirleri bulunmaktadır.

On üçüncü yüzyılda yaşamış ve eserleri günümüze ulaşan şairlerden biride Ahmed Fakih’tir. Aslında bu yüzyılda birden fazla Ahmed Fakih adınarastlanmaktadır. Dünyanın geçiciliği, ölüm ve ahiret hayatına hazırlanmanıngerekliliğinden bahseden ve bazı araştırmacılar taraf ından edebiyatımızda ilkmevlid örneği olarak da kabul edilen Çarhnâme; Şam, Mekke, Medine, Ku-

düs gibi şehirleri ile buradaki kutsal mekânları

n anlatı

ldı

ğı

 Kitâbü Evsâf-ı 

 Mesâcid isimli eserler Ahmed Fakih ismine izafe edilmektedir (Sertkaya,1989).

Türk tasavvuf edebiyatının şüphesiz en dikkate değer şairi Yunus Emre (ö. 1320) de bu yüzyılda yaşamıştır. Hayatı  hakkında bilinenlerin çoğumenkabelere dayanmaktadır. Kesin olmamakla birlikte Orta Anadolu ve Batı Anadolu bölgelerinde yaşadığı kabul edilir. Eski kaynaklarda Yunus’un üm-mî bir kişi olduğu nakledilmiştir. Eldeki bilgiler onun tahsil yapıp yapmadı-ğını  açıklamaya yetmemektedir. Bununla birlikte o, tekke çevresinde yetiş-miş, ilahî bilgiyle donanmış âlim ve ârif bir kişidir (Tatçı, 1990).

Yunus Emre’nin  Divan’ı  ve  Risâletü’n-nushiyye  isimli mesnevisi bulun-

maktadır. Yunus şiirlerinde aruzun hece veznine uyan basit kalıplarını  kul-lanmıştır. Dîvân’da daha ziyade ilâhi aşkı konu edinen ilâhî, nutuk, nefes tü-ründe şiirler yer almakla birlikte Münâcât, Na’t, Miraciye, Nasihatnâme vb.türlere de rastlanmaktadır (Tatçı, 1990).  Risâletü’n-nushiyye, Yunus Em-re’nin altı  yüz beyitlik didaktik bir mesnevîsidir. 1307 yılında yazılmıştır.Eser, Ruh ve ak ıl, kibir ve kanaat , buşu (gazab), sabır , buhl ve hased , gı ybetve bühtan olmak üzere altı başlık halinde yazılmıştır (Tatçı, 1991).

Yunus Emre’yi önemli kılan onun dili, sanatı, âşıkane üslubu ve kendi-sinden sonra gelen bütün mutasavvıf şairleri etkileme gücüne sahip olmasıdır.Kullandığı Türkçe dönemin karakteristik özelliklerini yansıtır. Şiirlerinde bu-gün arkaik kabul edilen pek çok Türkçe kelime kullanmıştır. Bunun yanı sıra

dile yerleşmi

ş olan ve ya

şad

ığı

 dönemde kolayca anlaşı

labilecek Arapça veFarsça kelimeleri de kullanmaktadır. Türkçe tasavvufî terim dilinin kurucususayılmıştır (Tatçı, 1990). Tasavvuf edebiyatının bütün ürünlerinde olduğu gi-bi Yunus’un şiirlerinin de amaç öğretmek olup şiir araç olarak kullanılmıştır.Bununla birlikte Yunus’un şiirlerindeki lirizm, şiirsellik öylesine yoğundur kiöğreticilik vasf ı, dâhi bir sanatkârın dilinde âdeta eriyip gitmektedir. Onun şi-irlerinin dikkat çekici bir yönü de âşıkane bir üslupla yazılmış  olmasıdır.Hemen hemen bütün şiirlerine hâkim olan bu üslup “Yunus tarzı” olarakekolleşmiştir. Sonraki yüzyıllarda yetişen Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rûmî,İbrahim Ümmi Sinan, Aziz Mahmud Hüdayi, Vâhib Ümmî, Elmal ılı ÜmmîSinan, Niyazi-i Mısri gibi meşhur mutasavvıf şairler Yunus’un açtığı yoldayürümüşlerdir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 126/261

 120

 

Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyat ında İ lk Mutasavv ıflar  isimli eserini okuyunuz.

 Anadolu’da meydana getirilen tasavvufî edebiyat iki ana koldan ilerlermiştir.Birincisi, Mevlâna ve Sultan Veled çizgisinde divan edebiyatının nazım şekille-rini; İkincisi, Yunus Emre çizgisinde daha çok halk edebiyat ı nazım şekillerinikullanarak ilerlemiştir. 

 Makâlât’tan

“Hakîkat Makâmın Beyân ider:

Hakîkatun Evvel Makâmı: Toprak olmakdur.

İkinci Makâmı: Yetmiş iki milleti ayıblamamakdur.

Üçünci Makâmı: Elinden geleni men’ itmemekdür.

Dördünci Makâmı: Dünyâ içinde yaradılmış nesneye emîn olmakdur.

Beşinci Makâmı: Mülk ıssına yüz sürüp, yüz suyın bulmakdur. Zîrâ kim vah-det evindedür.

Altıncı Makâmı: Sohbetdür ve esrâr-ı hakîkat söylemekdür.

Yedinci Makâmı: Seyrdür.

Sekizinci Makâmı: Sırdur.

Dokuzuncı Makâmı: Münâcâtdur.

Onuncı Makâmı: Müşâhededür ve Çalab’a ulaşmakdur.”

(Yılmaz, 2005;81).

Yunus Emre Dîvânı’ndan 

İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür

Sen kendüni bilmezsin yâ niçe okumakdur

Okumakdan ma’nî ne kişi Hakk’ı bilmekdür

Çün okudun bilmezsin ha bir kuru emekdür

Okıdum bildüm dime çok tâ’at kıldum dime

Eri Hak bilmezisen abes yire yilmekdür

Dört kitâbun ma’nîsi bellüdür bir elifde

Sen elif dirsün hoca ma’nîsi ne dimekdür

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 127/261

 121

Yûnus Emre dir hoca gerekse bin var hacca

Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür

(Tatçı, 1990)

Mevlâna ve Yunus Emre’den sonra Anadolu’daki Türk edebiyatı ne şekilde birgelişim seyri izlemiştir?

 Mesnevî’nin İ lk On Sekiz Beyti (Nahîfî Tercümesinden)

Dinle neyden kim hikâyet etmede

Ayrılıklardan şikâyet etmede

Der kamışlıkdan kopardılar beni

Nâlişim zâreyledi merd ü zeni

Şerha şerha eylesin sînem firâk

Eyleyem tâ şerh-i derd-i iştiyâk

Her kim aslından ola dûr u cüdâ

Rûzgâr-ı vaslı eyler muktedâ

Ben ki her cem’iyyetin nâlâniyem

Hem dem-i hoş-hâl ü bed-hâlâniyem

Her kişi zu’munca bana yâr olur

Sohbetimden tâlib-i esrâr olur

Sırrım olmaz nâlişimden gerçi dûr

Lîk yok her çeşm ü gûşa feyz-i nûr

Birbirinden cân ü ten pinhân değilLîk yok destûr-ı rü’yet câna bil

Oldu âteş sıyt-ı ney sanma hevâ

Kimde bu âteş yoğ ise hayf ana

Âteş-i aşk iledir te’sîr-i ney

Cûşiş-i aşk iledir teşvîr-i mey

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 128/261

 122

Yârdan mehcûra hem-derd oldu ney

Çâk-sâz-ı perde-i merd oldu ney

Ney gibi bir zehr ü tiryâk olamaz

Ney gibi dem-sâz ü müştâk olamaz

Ney verir bir râh-ı pür-hûndan haber

Aşk-ı Mecnûn kıssasın takrîr eder

Bî-dilândır mahrem-i esrâr-ı hûş 

Yok zebâna müşterî illâ ki gûş 

Derdimizden rûzlar bî-gâh olur

Rûzlar çok söz ile hemrâh olur

Gam değildir günler eylerse güzer

Sen hemân bâkî ol ey pâkize-ter

Mâhiyi bahr olamaz sîrâb-sâz

Rûz-ı bî-rûzî olur gâyet dirâz

Puhte hâlin hîç fem etsin mi hâm

İhtisâr üzre gerek söz vesselâm

(Çelebioğlu,1967)

XIV. YÜZYIL

On dördüncü yüzyıl, Anadolu’da Türkçe’nin yazı dili haline gelmesinde birdönüm noktasıdır. Selçuklular’ın yıkılmasından sonra Anadolu’da kurulanBeylikler, siyasi tarih bakımından olduğu kadar edebiyat tarihi bakımından

da bir geçiş dönemini temsil ederler. Bu dönem, konuşulan ve yazılan dilinözellikleri itibarıyla Eski Anadolu Türkçesi veya Erken Dönem Osmanlı Türkçesi  olarak adlandırılan Türk dilinin özel bir devresi kabul edilmiştir(Özkan, 1999). İyi eğitimli Selçuklu sultanlarına göre Türkçe’den başka dilbilmeyen Beyler, etraf ında toplanan âlim ve sanatkârlardan Türkçe eser yaz-malarını  istemişlerdir. Bu durum, Anadolu’da edebî dilin gelişmesinin iticigücü olmuştur. Bu yüzyılda yazılan ve Anadolu’daki çeşitli Beylere takdimedilen kısa surelerin (Yasin, Tebareke, Fatiha ve ihlâs sureleri) tefsirleri, K ı-sas-ı Enbiya ve Tezkiretü’l-evliyâ çevirileri Türk dilinin tarihi gelişimi bakı-mından kıymetli belgeler olarak değerlendirilmiştir (Levend, 1949).

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 129/261

 123

 

 Anadolu’da Türkçenin edebî dil haline gelmesinde siyasî hadiselerin ne tür biretkisi olmuştur? 

On dördüncü yüzyıl dinî-tasavvufi edebiyatın verimli bir dönemi olarak

göze çarpmaktadı

r. Bu yüzyı

lda eser vermiş olan müelliflerden biri Gülşehrî(ö. 1317’den sonra)’dir. Kırşehir’in Gülşehir kasabasında yaşadığı  için bumahlası  kulanmıştır. Asıl adı  Süleyman’dır. Gülşehrî, Feridüddin Attar’ın

 Mant ıku’t-tayr   isimli eserini bazı  ilave ve değişiklerle çevirerek Türkçe’yekazandırmıştır. Eser, vahdet-i vücud anlayışını işleyen yaklaşık 5000 beyitlikbir mesnevidir. Gülşehrî’nin Türkçe ve Farsça başka eserleri de bulunmakta-dır.

Yüzyılın önde gelen mutasavvıf şairlerinden biri, Garibnâme isimli ese-riyle şöhret bulmuş olan Âşık Paşa  (ö. 1332)’dır. Kırşehir’de doğmuş olupasıl adı Ali’dir. Soylu bir aileye mensuptur. Adı, Babaîler isyanına karışanBaba İlyas Horasanî’nin torunu; XV. Yüzyılın ünlü tarihçisiAşıkpaşazâde’nin büyük dedesidir. Âşık Paşa, zahirî ve batınî ilimleri tahsiletmiş, babasının ölümü üzerine Kırşehir’deki zaviyede şeyh olmuştur.

Âşık Paşa’nın Garibnâme isimli eseri aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalı-bıyla yazılmış dinî- tasavvufî öğütler içeren bir mesnevîdir. Yazımı 1330 yı-lında tamamlanmıştır. Eserin matematiksel bir düzeni vardır. Başlıca on bö-lüme, her bölüm ayrı ayrı on kıssaya yer vermiştir. Beyit sayısı on iki bin ola-rak bilinmekle birlikte eser üzerinde çalışanlar farklı  sayılar ileri sürmüşler-dir. Garibnâme’yi yayımlayan Kemal Yavuz 10.613 beyit tespit etmiştir(Yavuz, 2000). Garibnâme, Allah aşkı, peygamber sevgisinden alimlere say-gı ve muhabbete; hastalıklar ve çarelerinden aile, toplum ve devlet anlayışınauzanan oldukça geniş ve çeşitli konu kadrosuna sahiptir. Yavuz’un tepsilerinegöre işlediği konu sayısı 550’yi bulmaktadır. Âşık Paşa’nın Garibnâme’den

başka Fakrnâme, Vasf-ı Hal, Kimya Risalesi, Sema Risalesi ve Tasavvuf Ri-salesi adlı eserleriyle muhtelif şiirleri vardır.

Garibnâme’nin sanat düşüncesinden ziyade okuyanları  bilgilendirmeamacına yönelik olarak yazıldığı aşikârdır. Bununla birlikte şairin samimi üs-lubu okuyucularda tesir uyandıracak niteliktedir. Garibnâme  ayrıca, Süley-man Çelebi’nin mevlid manzumesine kaynaklık eden eserlerden biridir. ÂşıkPaşa’nın Türkçeye verdiği değer onun eserinin kıymetini artırmaktadır. Türkdilinin hakir görüldüğü bir dönemde her türlü eleştiriye göğüsleyerek, halkı Hak’tan mahrum etmemek için eserini Türkçe yazmıştır.

Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi (ö. 1368) de mutasavvıf bir şairdir. Bu-gün Çorum’un Mecitözü ilçesine bağlı, kendi adıyla anılan köyde yaşamıştır.

 Menâk ıbü’l-kudsiyye isimli 2081 beyitlik bir mesnevisi bulunmaktadır.

On dördüncü yüzyılda yetişen dinî edebiyatın temsilcilerinden biri Erzu-rumlu  Kadı  Mustafa Darîr’dir. Gözleri görmediği için anadan doğma köranlamına gelen “Darîr” lakabını kullanmıştır. Haf ıza gücüyle ilimleri tahsilederek kadılık makamına ulaşmıştır. Onun en mühim eseri, İbn Hişam,Vakıdî gibi siyer müelliflerinin eserlerinden yararlanarak meydana getirdiğialtı  ciltlik Siretü’n-Nebî ‘dir. Himayesinde bulunduğu Mısır meliki MansurAli’nin isteği üzerine yazmıştır. Eser, mensur olmakla birlikte zaman zamanmanzum parçalar da ihtiva etmektedir. Konusu itibarıyla Türk İslâm edebiya-tında siyer türünün müstakil bir örneğidir. Âşık Paşa’nın eseri gibi SüleymanÇelebi’nin mevlid manzumesine kaynak oluşturmuştur. Darîr’in Siretü’n-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 130/261

 124

 Nebî ’den başka Fütuhu’ş-Ş am Tercümesi, Yüz Hadis Tercümesi  ve K ıssa-iYusuf  isimli eserleri vardır.

Türk İslâm edebiyatına dair bu yüzyılda eser veren diğer temsilcilerini deşöylece sıralayabiliriz. Âzeri sahasında olmakla birlikte Seyyid Nesimî   (ö.

1404) Türk tasavvuf edebiyatının bu asırdaki en büyük şairlerinden biridir.Hurufiliğin kurucusu Fazlullah-ı Hurufî (ö. 1393)’ye intisap etmiş, onun fi-kirlerini savunmuştur. İnancı  yüzünden Halep’te derisi yüzülerek öldürül-müştür.

Divan şiirinin öncülerinden olan Ahmedî (ö. 1412),  İ skendernâme  isimlimeşhur mesnevisine dinî edebiyata ait bir tür olan “Mevlid” manzumesini ek-lemiştir. Yine Ahmedî’nin kardeşi Hamzavî ’nin Hz. Muhammed’in amcası Hz. Hamza’nın kahramanlıklarını konu edinen  Hamzanâme isminde mensurbir eseri vardır. Bunlardan başka yüzyılın dikkate değer simaları  arasında K ıssa-i Yusuf  isimli mesnevisi ile Sulu Fakih’i, Hz. Ali Gazavatnâmeleri ve

 Muhammed Hanefi Cenknâmeleri’nin müellifi Dursun Fakih (ö. 1331’den

sonra)’i, Hacı

 Bektaş-ı

 Veli’nin  Makalât ’ı

 Türkçeye tercüme ettiği rivayetedilen ve Yunus tarzı şiirleriyle tanınan Said Emre’yi ve Hacı Bektaş’ın ta-kipçilerinden olup Nasihatnâme’siyle tanınan Abdal Musa’yı sayabiliriz.

Garipnâme’den

Kim alursa bu kitâbı yâdına

İre cümle ma’nînün murâdına

Gerçi kim söylendi bunda Türk dili

İlle ma’lûm oldı ma’nî menzili

Çün bilesin cümle yol menzillerin

Yirmegil sen Türk ü Tâcik dillerin

Kamu dilde varıdı zabt-ı usûl

Bunlara düşmüşidi cümle ukûl

Türk Diline kimsene bakmazıdı 

Türklere hergiz gönül akmazıdı 

Türk dahi bilmezidi ol dilleri

İnce yolı ol ulu menzilleri

Bu Garib-nâme anın geldi dile

Kim bu dil ehi dahi ma’nî bile

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 131/261

 125

Türk dilinde ya’nî ma’nî bulalar

Türk ü Tâcik bile yoldaş olalar

Yol içinde birbirini yirmeye

Dile bakup ma’nîsin hor görmeye

Türk dilinde anlayalar ol Hakk’ı 

Tâ ki mahrûm kalmaya Türkler dakı 

Tebâreke Tefsîri’nden

“Sual: Eger sorarlarısa ki Tangrınun ne ihtiyacı vardur sınamağa. Sınamak(25/a) bir kişiye gerek ki ol işlerün sonı ne olasın bilmeye, ol bilür Tangrıdur,

kimden ma’siyet ve kimden tâ’at gelsin. Pes sınamağa ne ihtiyacı varıdı?

Cevab:  Sınamakdan murad kendü bilmek degüldür, belki halk arasındabellü ola ve firişteler bileler ki anun kulları, dünya zevkine aldanup ölümle-rin unıtmadılar, dünyanun az hoşlığıyıçün Tangrı rızasın terk idüp kendülerinazâba giriftar kılmadılar.

Nite kim meselde gelmişdür: Bir kişi bir girmiş deveyi urdı. Deve kasdeyledi ol kişiyi helâk kılmağa. Ol kişi deveden kaçdı, kaça kaça ardı. Devedahı yaklaşdı. Nâgah bir kuyuya irişdi. Ol kuyunun ağzına yakın ağaç kökiarkurı durdı. Ol iki köke yapışdı, kuyuya aslındı, deve üstine çökdi. Iki ayağı barmağı yire irdi. Bakdı gördi, ayağı altında dört ılan başları birbirine çatıl-

ş, olı

lanlardan aşağa bir ejdeha ağzı

n açmı

ş. Döndi, giru bakdı

, gördi Ikisıçan: biri ak, biri kara, ol köke yapışmış keserler. Cânına korku düşdi. Bukorku içinde dururken gördi; birkaç aru kuyu kıranında dirilmiş birkaç gömeçbal eylemiş. Ol balı yimege meşgul oldı, korkusından unutdı. Ol iki sıçan olköki kesdiler. Aşağa düşdi. Hâli ma’lûmdur ki ne oldı. Murâd ol devedeneceldür ki issinün üstine çökmiş durur. Ol iki kökden murâd ömrdürür. Ol ikisıçandan murâd gündiz-ile gicedür (25/b) ki âdem oğlanının ömrin keserler.Ol dört ılandan murâd vücûdumuzdur ki dört nesnedür, biribirine düşmandur.Ol dört nesne od, yil, su, toprak bir yirde cem olup dururlar biribirine dü ş-man; ecel vaktinde biribirin helâk kılurlar. Murâd ol ejdehadan tamudır. Olbaldan murad dünyâ zevkidür. Murâd ol kişiden gâfillerdür ki ol baluntatlucağına aldandılar ölümi unutdılar. Pes âkıl oldur ki bu dünyâ zevkinemağrur olup ölümi unutmaya, yüz, deve issine duta. Deve issine yalvara, de-ve issi deveyi durdura, elin ala kuyudan çıkara uçmak yazusına irişdüre.

Nükte: Bir it deniz kenarına su içmege vardı. Su üstinde bir pâre etmekgördi. Diledi ki alayıdı. Sunun altında etmegün gölgesin gördi. Etmegi kodı gölgesin dutmağa meşgûl oldı. Gölgeyi dutamadı, etmegi dahı mevc aldı. İtmahrûm kaldı. Pes dünya âhiretün gölgesidür. Gölge elde kalmaz. Elde kal-maz gölgeye inanan gölgeden yadakalır. Uslu kişi oldur ki Tangrıya mutî’ola, nefsine uyup Tangrınun buyrığın sımaya. Tangrınun ukubeti katıdur anaâsî olanlara.”

Kaynak: Mülk Sûresi Tefsîri, Adnan Ötüken Ktp. nr. 329

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 132/261

 126

XV. YÜZYIL

On beşinci yüzyıl Anadolu’nun siyasî coğrafyası önemli değişikliklere uğra-mıştır. İstanbul fethedilmiş, İmparatorluğun başkenti yapılmıştır. İki büyükbeylik olan Karamanoğulları ve Candaroğulları yüzyılın ikinci yarısında Os-manlı Devletine iştirak etmiştir. Yüzyılın başında Yıldırım Bazyezit (1389-1402)’in Ankara Savaşında Timur’a yenilmesi Osmanlı  Devletinde siyasiçalkantılara sebep olmuşsa da Çelebi Mehmed (1413-1421) siyasi birliği tek-rar sağlamıştır. Fetihle birlikte başkenti yapılan İstanbul, ilim, kültür, sanat,edebiyat faaliyetlerinin de merkezi haline gelmiştir.

On beşinci yüzyıl, Türk edebiyatının Anadolu’da gelişiminin hız kazandı-ğı, müellif ve eser bakımından geçmiş yüzyıllara oranla hayli kalabalık oldu-ğu bir dönemdir. Dinî-tasavvufî gayelerle yazılan manzum-mensur eserler desayıca çoğalmıştır. Bu yüzyılda İslâmî Türk edebiyatının şaheserleri sayıla-cak kitapların yazıldığı görülmektedir.

Dinî edebiyatımız açısından on beşinci yüzyıla baktığımızda Vesîletü’n-necât  isimli mevlidiyle Türk halkının gönlünde taht kurmuş olan SüleymanÇelebi (ö. 1422) ilk göze çarpan müelliflerimizdendir. Süleyman Çelebi’ninhayatı  hakkında pek fazla bilgi yoktur. Kaynaklarda Ahmet Paşa’nın oğluolan ve Orhan Gazi’nin değer verdiği Şeyh Mahmud’un torunu olduğu belir-tilmiştir. I. Bayezid’in dîvân-ı hümayun imamlığı, Bursa Ulu Camii imamlığı görevlerinde bulunmuştur. Gerek üstlendiği görevlerden gerekse yazdığı ese-rinden iyi bir eğitim aldığı  anlaşılmaktadır. Süleyman Çelebi Vesiletü’n-necât ’ı 1409 yılında altmış yaşındayken tamamlamıştır. Eserin yazılışına UluCami’de görevli olduğu sırada meydana gelen bir olay sebep olmuştur. Riva-yete göre, İranlı  bir vâiz, Bakara sûresinin 285. ayetini tefsir ederken 253.ayeti ile karıştırmış  ve Hz. Muhammed’in Hz. İsa’dan üstün tutulmadığını açıklamıştır. Camide bulunanlardan bir şahıs, Bakara sûresinin 253. ayetinindelil getirerek vâizi susturmuştur. Ancak halk vâizin taraf ını  tutmuş; bununüzerine o kişi, Arabistan, Mısır ve Halep’ten vaizin aleyhine fetvalar almış,hatta katline hükmettirmiştir. Bu hadiseye çok üzülen Süleyman Çelebi, Hz.Peygamber’e duyduğu derin sevgi ve saygının bir ifadesi olarak “Ölmeyüpİsâ göğe bulduğu yol / Ümmetinden olmağiçün idi ol” beytiyle başlayan beş beyit yazmış, arkasından meşhur eserini tamamlamıştır (Pekolcay, 1980).

Vesilet’n-necât , Hz. Peygamber’in doğum hadisesini konu edinen“mevlid” türünün en meşhur örneğidir. Aruz vezninin remel bahrinde fâilâtün

 fâilâtün fâilün kalıbıyla mesnevî nazım biçiminde yazılmıştır. Sade ve külfet-siz bir dil, samimi bir üslupla kaleme alınmıştır. Kendisinden sonra yazılanmevlidlere örnek oluşturmasına rağmen onlarca mevlid metninden hiç biri

Süleyman Çelebi mevlidinin şöhretini yakalayamamıştır. Bu yüzden sehl-imümteni (kolay görünmesine rağmen benzerinin söylenmesi zor söz) tarzınıngüzel örneklerinden biri kabul edilmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi Sü-leyman Çelebi eserini yazarken Erzurumlu Mustafa Darir’in Sîretü’n-Nebî ’siile Âşık Paşa’nın Garibnâme’sinden faydalanmıştır.

Anadolu’nun manevî önderlerinden biri ve Bayramiyye tarikatının kuru-cusu olan Hacı Bayram-ı Velî (ö. 1430), sayıca az, ancak tesiri çok olan şiir-leriyle yüzyıl edebiyatına katkı yapmış mutasavvıf şairlerdendir. İkisi aruzlaüçü de heceyle yazılmış  olan beş  şiiri bulunmaktadır. Bu şiirler tekkelerdeilahî olarak okunmuştur. “Çalabım bir şâr yaratmış  iki cihân âresinde /Bakıcak dîdâr görünür ol şârın kenâresinde” beytiyle başlayan meşhur ilahi-

sine şerhler yazı

lmı

ştı

r.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 133/261

 127

Kaygusuz Abdal lakabıyla tanınmış olan Alaaddin Gaybî (ö. 1444), şiirtarzı  bakımından Yunus Emre’nin en eski takipçilerinden biridir. AlâiyyeSancak Beyi’nin oğlu iken Elmalı’da Abdal Musa’ya intisap ederek tasavvufîhayata yönelmiştir. Hicaz, Irak ve Suriye’yi dolaşmış, Mısır ve Rumeli’debulunmuştur. Çok sayıda eseri vardır. Manzum eserleri:  Dîvân, Gülistan,

 Mesnevîler, Gevhernâme, Minbernâme. Mensur eserleri:  Budalanâme,Kitâb-ı  Miglâte, Vücûdnâme. Manzum-mensur karışık eserleri:  Dilgüşâ,Saraynâme (Güzel, 1981).

XV. yüzyılın dinî edebiyat sahasında haklı bir üne sahip şairlerinden biride, yüzyıllar boyu geniş halk kitleleri arasında okunan  Muhammediye isimlieseriyle şöhret bulmuş olan Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 1451)’dir. Doğum yeribelli olmamakla birlikte Gelibolu’da yaşamıştır. Babası,  devlet hizmetindeyazıcı  (kâtip) olarak çalıştığı  için Yazıcı  Salih olarak tanınan ve Ş emsiyye isimli astrolojiye dair manzum eser yazmış bir kişidir. Yazıcıoğlu Mehmedilk eğitimini babasından almış, mükemmel derecede Arapça ve Farsça öğ-renmiştir. Kardeşi Ahmed-i Bîcân ile beraber Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap

etmişlerdir.Yazıcıoğlu’nun ünlü eseri Muhammediye, müellifin daha önce yazmış ol-

duğu Megâribüz-zamân isimli Arapça eserinin manzum çevirisidir. Eser 1449yılında tamamlanmış olup dokuz bin beyit civarındadır. Müellif eserini dost-larının, kardeşinin ısrarı  ve rüyasında gördüğü Hz. Peygamber’in teşvik vetelkinleriyle yazdığını söylemiştir. Hz. Peygamber’in hayatı, kıyamet alamet-leri ve ahiret hayatı olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Eserin Hz. Pey-gamber’i anlattığı  kısmı  “manzum siyer” türünün güzel bir örneğidir.

 Muhammediye çok okunduğundan dolayı kütüphanelerde ve özel kitaplıklar-da çok sayıda yazma ve basma nüshaları bulunmaktadır. Eser, Türkiye dışın-da, Kırım’da, Kazan’da ve Başkurt Türkler’i arasında da kutsiyet kazanmıştır(Çelebioğlu, 1996) Yazıcığlu’nun kardeşi Ahmed-i Bîcân (ö. 1465’ten son-

ra) da ağabeyi gibi âlim ve fâzıl bir kişidir. Envârü’l-âşıkîn  ismiyle şöhretbulmuş olan eseri Megâribü’z-zamân’ın mensur tercümesidir.

Bu yüzyılda Yunus tarzı şiirleriyle meşhur olan mutasavvıf şairlerden biride İznikli Eşrefoğlu Rûmî(1469-70)’dir. Eşrefoğlu Rûmî , ileri yaşlarda Bur-sa Çelebi Mehmed Medresesi’nde tanınmış müderrislerden ders okumuştur.Gördüğü bir rüya üzerine medreseyi terk ederek Abdal Mehmed isimli birmeczubun yönlendirmesiyle Emir Sultan’a başvurmuştur. Ancak, Emir Sul-tan yaşlılığını bahane ederek onu Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’ye gönderir.Eşrefoğlu, Hacı Bayram dergâhında on bir yıl hizmet ettikten sonra önce der-gâh imamlığına getirilir, sonra da Hacı Bayram’ın kızıyla evlendirilir. Tasav-vuf yolunda daha da ilerlemek için Hacı Bayram’ın tavsiyesiyle Kâdirî şeyhi

Hüseyin Hamevî’ye intisap etmek üzere Hama’ya gitmiştir. Eşrefoğlu buradatasavvufî eğitimini tamamlayarak İznik’e dönmüş ve dergâhını kurarak irşadabaşlamıştır (Pekolcay-Uçman, 1995).

Eşrefoğlu’nun şiirleri  Divan’da toplanmıştır.  Divan’da ilâhî aşkı, vahdetdüşüncesini, dünyanın faniliğini, nefsin hallerini çarpıcı benzetmelerle anlat-mıştır. Şiirlerinde aruzun yanında ve hece veznini de kullanmıştır. Tasavvufîahlâkı  anlttığı  Müzekki’n-nüfûs, tarikat âdâbından ve ehl-i beyt sevgisindenbahseden Tarikâtnâme ve bazı küçük risaleleri vardır.

Yunus Emre’nin mutasavvıf şairler üzerinde etkisi olduğu bilinmektedir. XV.yüzyılın sonuna kadar Yunus tarzı şiirleriyle tanınan beş şair ismi tespit ediniz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 134/261

 128

Yüzyılın yetiştirdiği bilginlerden Sinan Paşa  (ö. 1486), secili nesrin enbaşarılı örneklerini vermiştir. Fatih Sultan Mehmet(1451-1481)’in İstanbul’aatadığı ilk kadı olan Hızır Bey(ö. 1459)’in oğludur. Çok iyi bir eğitim almış,Edirne ve İstanbul medreselerinde müderrislik yapmıştır. Tasavvufî bir ma-hiyette yazılan Tazarrunâme, varlık, aşk ve âşıkın halleri, Allah’a karşı ya-

karış  ve duaları  içerir. İçinde çok sayıda manzum parça yer almaktadır. Maarifnâme (Nasîhatnâme), ahlâkî öğütler içeren bir eserdir. Tezkiretü’l-evliyâ ise Feridüddîn-i Attar’ın eseri esas alınarak yazılmıştır. Bunların yanı sıra çok sayıda Arapça eseri bulunmaktadır.

Yüzyılın ünlü mutasavvıf şairlerinden biri de Halvetiyye tarikatı mensubuolmakla birlikte Mevlâna ve Mesnevî hayranlığı  ile tanınan Aydınlı  DedeÖmer Rûşenî (ö. 1487)’dir. Dede Ömer gençliğinde nefsanî bir hayat sür-müş, içkiye düşkün bir şair olarak bilinen Melihî ile de arkadaşlık yapmıştır.Bu dönemde daha çok hiciv ağırlıklı  şiirler yazmıştır. Hatta kendisini dahihicvettiği söylenir. Aydınlı olduğu için şiirlerinde “Rûşenî” mahlasını kulla-nıştır. Daha sonra tövbe ederek Halvetî şeyhi ağabeyi Alaaddin Ali(ö.

1462)’nin yanı

na Karaman’a gitmiştir. Daha sonra ağabeyinin tavsiyesiyleBakû’ya giderek Yahya Şirvânî’nin müridi ve halifesi olmuştur. Mürşidininvefatından sonra Halvetiyyenin Ruşeniyye şubesini kurarak irşad faaliyetleri-ni Tebriz’de sürdürmüştür.

Ruşenî’nin eserlerinin tamamı manzum olup dini-tasavvufî mahiyettedir.Divan’ından başka, tasavvufî inceliklerden bahsettiği  Miskinnâme, Mesne-vî’yi öven Der Medh-i Mesnevi, Ney’den bahseden ve Mesnevi’nin on sekizbeytinin tercümesini içeren Neynâme, Mesnevî’de geçen Musa ile Çoban hi-kâyesinin genişletilmiş manzum bir çevirisi niteliğinde olan Çobannâme, ma-şukun nezdinde âşıkın durumunu, kâtibin elindeki kaleme benzeterek anlatanKalemiyye isimli mesnevileri bulunmaktadır.

Yukarıda bahsedilenlerden başka bu yüzyılda Türk-İslâm edebiyatı saha-sında eser veren pek çok müellif ve mütercim bulunmaktadır. Özellikle dinîkonulu eserlerin manzum ya da mensur tercüme edildiği dikkat çekmektdir.XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile on beşinci yüzyılın ilk yarısında yaşayan Divanşairi Ahmed Dâi (ö. 1421’deb sonra)’nin çok sayıda mensur tercümeleri bu-lunmaktadır. Bunlardan biri Ebu’l-Leys Semerkandi  Tefsiri’nin tercümesiolup manzum bir mukaddimesi vardır. Miftâhu’l-cennet  isimli, cennetin sekiztabakasına nisbetle sekiz meclisten oluşan fezâil kitabı ile Vesiletü’l-mülûk li-ehli’s-sülûk  isminde âyete’l-kürsi tefsiri tercümeleri vardır. Ayrıca yine onaatfedilen Tezkiretü’l-evliya tercümesi bulunmaktadır. (Ertaylan, 1952). ŞeyhElvân-ı Şirazî  (ö. 1425’ten sonra), Mahmud Şebusterî (ö. 1320)’nin Gülşen-i

 Râz  isimli eserini nazmen tercüme etmiştir. Kaynaklarda hayatı  hakkında

fazla bilgi edinilemeyen, yaptığı manzum çevirilerle kendisinden söz ettirenbir şair Hatiboğlu Muhammed  (1435’ten sonra)’dir. Hatiboğlu, Hacı Bektaş-ı  Veli’nin  Makâlât ’ını  nazmen tercüme etmiş  ve eserine  Bahrü’l-hakâik  adını vermiştir. Muslihuddin Muhammed isminde bir müellifin MülkSuresi Tefsirini  Letâyifnâme  adıyla nazma çekmiştir. Bir de Ferahnâme adında manzum yüz hadis tercümesi bulunmaktadır (Coşan, 2008). Balıke-sirli Devletoğlu Yusuf , Vikâye Tercümesi  diye bilinen 6960 beyitlik f ıkhîmesnevisini bu yüzyılda yazarak II. Murad (1421-1451)’a ithaf etmiştir. YineII. Murad’ın isteği üzere Muînüddîn bin Mustafa (ö. 1436’dan sonra) Mes-nevî ’nin birinci cildini  Mesnevî-i Murâdiye adıyla tercüme ve şerh etmiştir.Fatih Sultan Mehmet’in hocası ve devrin tanınmış âlim ve mutasavvıfların-dan biri olan Akşemseddin (ö. 1459)’in din, tasavvuf ve tıp konularında

eserlerinin yanı

 sı

ra tasavvufî mahiyette hece ve aruzla yazdığı

 az sayı

daşiir-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 135/261

 129

leri de bulunmaktadır. Yunus Emre tarzında şiirler yazan, Divan ve didaktikmuhtevalı  K ırk Armağan  isimli mesnevileri ile Kemal Ümmî (1475), buyüzyılda yetişen şairlerdendir. Vahdetnâme mesnevisi ve Kaside-i Bürde ter-cümesiyle bilinen Abdurrahim-i Karahisâri (ö. 1494) de on beşinci yüzyıl-da yaşamıştır. Karahisârî’nin ayrıca Minyetü’l-ebrâr  isminde tasavvufi mahi-

yette yazılmış bir eseri vardır. Bu yüzyılda yaşayan mutasavvıf şairlerden biride Yunus tarzı  ilahileri ve dinî-ahlâkî mahiyette beş  bin beyit civarındaGülzâr-ı Manevi’si ile Akşemseddin’in müridlerinden İbrahim Tennûrî  (ö.1482)’dir. Tennûrî’nin müridlerinden Akşemseddin’in oğlu HamdullahHamdi (ö. 1503) de Yusuf u Züleyha, Mevlid-i Nebi, Leylâ  İ le MecnûnTuhfetü’l-uşşâk, K ı yâfetnâme isimli beş mesnevisiyle Anadolu’da ilk “hamsesahibi” şair olarak tanınmıştır.

Tazarru’nâme’den

İlâhî! Sen ol pâdişâhsın ki, lütfun hazînesi bî-pâyân; keremün deryâsı  bî-

kerân. Cûdun sehâb-i kâyim; feyzun bârân-ı

 dâyim. Rahmetün in’âm-ı

 şâmil;kudretün âsâr-ı kâmil. Cûdun denizinden dü âlem bir katre; mihrün havâsındaiki cihân bir zerre.

İlâhî! Eğer halk-ı  evvelîn ü âhırîn cem’ olup etbâk-ı  âsümânı  evrâk-ı defâtir itseler, bir demde ittügün eltâf u in’âmun yüz binde birinün hisâb ını göremeyeler ve eger benî-âdemün her kılı dil ve her ahşâsı gönül olsa, bir ne-feste kılduğun ihsân ü ikrâmun bahirden katresinün, zemînden zerresinünşükrin edâ idemeyeler.

İlâhî! Çün evvel bizden sevâbık-ı  tâ’at ve levâhik-ı  hizmet olmadın,kendü lütf ı amîm ve hulk-ı kerîmünden tevhîd milkine mâlik ve tefrîd silkinesâlik idüp “kâlû belâ” ahdini alup tâc-ı “le-kad kerremnâ”y-ile müzeyyen ü

mükerrem eyledün, gine ol lutf-ı bî-ivaz ve kerem-i bî-garazundan, bu müc-rim âsîlerün taksîr ü küfrânü’n-ni’meleri sebebi-y-ile, kaht-ı târâcını musallatidüp, îmân tâcını başumuzdan alma. Şol şarâb-ı ezelî ki elst güninde içirdün,ebedî eksük eyleme.

İlâhî! Âsîlere azâb itmek adl-ise, afv itmek dahı ahdündür. İlâhî! Mücrim-lere ikâb itmek hakk-ise, bağışlamak dahı va’dündür.

(Tulum, 1971;82)

 E ş refo ğlu Rûmî’den

İy aceb bilsem nedür yâ Rab bu derdün çâresi

Gün gün artar hiç onulmaz yüreğümün yâresi

Yüreğümün yâresine hiç tabîb kılmaz ilâç

İy âceb var mı dahı bencileyin bî-çâresi

Çâresi bî-çârelikdür yine bu derdün hemân

Çün belâ burcındadur âşıklarun sitâresi

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 136/261

 130

Gözi yaşlu bağrı başlu ciğeri delük delük

Olmuşam âlem içinde ışkınun avâresi

Her kim inler bu belâdan varsun ol âşık değül

Görsün ol bir ana neyler dünyânun mekkâresi

Dünyâ-yı mekkâreye her kim tolaşdı tâ ebed

Gitmedi gitmeyiser anun yüzinün karesi

Her kimün gönlinde zerre denlü dünyâ hubbı var

Anı mahrûm itdi bilsün nefsinün emâresi

Dôst yolında âşıkı ger kılsalar yüz bin pâre

Düşmeye dôst dôst diyü çağıra her bir pâresi

Eşrefoğlu Rûmî bu derde giriftâr olalı 

Düşdi bir deryâya kim yokdur anun kenâresi

(Güneş, 2000;409)

ÖzetTürkler’in müslüman olduktan sonra meydana getirdikleri ilk eserlerin ortaközelliklerini açıklayabilmek.

Türkler’in Müslüman olduktan sonra meydana getirdikleri ilk müstakil eser-ler, Orta Asya’da Karahanlılar zamanında Hâkâniye Türkçesiyle yazılmıştır.Bu dönemde yazılan eserler dinî muhtevalıdır ve didaktik gayelerle yazılmış-tır.

Türk  İ slâm edebiyat ına ait eserlerin dinî ve tasavvufî vası flar ını ayırt edebil-mek.

Tasavvuf cereyanının Türkler arasında yayılması  İslâmiyet’e girmelerindençok sonradır. Dolayısyla meydana getirilen ilk eserler sadece dinî eserlerdir.Tasavvufî edebiyat, ilk tarikat kurucusu olarak kabul edilen Ahmed-i Yesevîile Orta Asya’da başlamıştır. Yesevî’nin takipçileri Anadolu’da tasavvufîedebiyatın temellerini atmışlardır. Anadolu coğrafyasında meydana getirilenilk edebî ürünlerin çoğu tasavvufî içeriklidir. Dinî eserler, akaid, tefsir, f ıkıhgibi dinin zahirine yönelik bilgileri; tasavvufî eserler ise ilâhî aşkı, varlık bil-gisini, nefsin mertebelerini, seyru sülûk yollarını öğreten bilgileri içerirler.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 137/261

 131

Türk- İ slâm edebiyat ının Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan tarihi gelişiminiaçıklayabilmek.

Her edebiyat eseri şüphesiz meydana getirildiği dönemin bir ürünüdür. Bu-nunla birlikte tıpkı tarihi olaylarda olduğu gibi edebî eserelerde de süreklilik

esastır. Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türk toplulukları arasında âlim, şairve mutasavvıflar da bulunuyordu. Onlar bu yeni vatanlarında ilmî, edebî vetasavvufî faaliyetlerine devam ettiler. Anadolu’da yazılan llk eserlere bakıl-dığı zaman tarihî sürekliliğin izlerini görmek zor değildir. Ahmed Yesevî ileYunus Emre arasında pek çok benzerlik vardır. Bununla birlikte Orta As-ya’daki yazı dili, Anadolu’ya gelmemiştir. Anadolu’da Oğuz Türkçesi kulla-nılmıştır.

Tarihi hadiseler ve edebî ürünler arasındaki etkileşimlerini yorumlayabil-mek.

Tarihî hadiseler edebî eserleri doğrudan etkilemektedir. Ancak bu etkinin hızı farklı  olmaktadır. Türkler’in İslâm dinini kabul etmeleri, Fetihler, Anado-lu’ya göçler, yapılan savaşlar, hâkimiyetin el değiştirmesi, fetret dönemleri,hepsi edebiyat eserleri üzerinde belirleyici role sahiptir. Sözgelimi Selçuklu-lar’ın dağılmasıyla ortaya çıkan yeni siyasî durumda, Beylikler’in başındabulunan beylerin Türkçe dışında dil bilmemeleri, himayelerindeki âlim ve şa-irlerin eserlerini Türkçe yazmalarına yol açmıştır. Bu vesileyle Türkçe eserlerçoğalmış, Türk dilinin gelişmesini hızlandırmıştır.

Türk edebiyat ının XV. Yüzyıla kadar gelişim seyrini aktarabilmek.

Yüzyıllara kabaca bakıldığında her yeni yüzyılda bir öncekine göre daha faz-la eserin telif edildiği görülmektedir. Özellikle edebî esererlere bakıldığındasadece nicelik olarak değil; kullanılan dil, nazım tekniği, üslup vb bakımlar-

dan nitelik olarak da gelişmektedir. Eserlerin mevzuları çeşitlenmiş, Arapçave Farsça’dan yapılan tercümeler bu çeşitliliği artırmıştır. Pek çok mütercim,tercümeyle yetinmeyip ilaveler yaparak yarı tercüme yarı telif eserler meyda-na getirmişlerdir.

Kendimizi Sınayalım 

1. Aşağıdakilerden hangisi İslâmiyet sonrası meydana getirilen eserlerin ortaközelliklerinden biri değildir?

a. Öğreticilik vasf ı hâkimdir.

b. Eski Türk geleneklerinden izler taşımaktadır.

c. Türk kültürüne ait bazı öge ve motifler İslâmî hüviyete bürünmüştür

d. Sadece yöneticilerin okuması için yazılmışlardır.

e. İslâm öncesi Türk edebiyatının şekil yapısını kısmen korumuşlardır.

2. Aşağıdaki eserlerin hangisi tasavvuf ile ilgilidir?

a. Battal Gazi Destanı 

b. Kur’an Tercümeleri

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 138/261

 132

c. Sîretü’n-nebî

d. İskendernâme

e. Garibnâme

3. Aşağıda ismi verilen mutasavvıf şairlerden hangisinde Ahmed Yesevî’ninetkisi görülmez? 

a. Hacı Bektaş-ı Velî

b. Nesîmî

c. Kaygusuz Abdal

d. Yunus Emre

e. Âşık Paşa

4. Oğuz Türkçesi’nin edebiyat dili haline gelmesi aşağıdaki siyasi olaylarınhangisinden sonra gerçekleşmiştir?

a. Selçuklu Devletinin Kuruluşu

b. Karahanlı Devletinin Kuruluşu

c. Göktürk Devletinin Kuruluşu

d. Karamanoğlu Beyliğinin kuruluşu

e. Osmanlı Devletinin Kuruluşu

5. XV. Yüzyıl Türk İslam edebiyatıyla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisiyanlıştır? 

a. İslâmî Türk edebiyatının en meşhur eserleri bu yüzılda yazılmıştır.

b. Arapça ve Farsça’dan yapılan tercümeler yavaşlamıştır.

c. Türk nesrinin en güzel örnekleri verilmeye başlanmıştır.

d. Şairler Türkçe’yi Arapça ve Farsça’ya tercih etmişlerdir.

e. Anadolu’da ilk hamse sahibi şair bu yüzyılda yetişmiştir.

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. d Yanıtınız doğru değilse, “XI-XII. Yüzyıllar” bölümünü yenidenokuyunuz 

2. e Yanıtınız doğru değilse, “XIV. Yüzyıl” konusunu yeniden okuyu-nuz.

3. b Yanıtınız doğru değilse, “XV. Yüzyıl” konusunu yeniden okuyu-nuz.

4. a Yanıtınız doğru değilse, XIII. Yüzyıl konusunu yeniden okuyunuz. 

5. b Yanıtınız doğru değlse, XV. Yüzyıl konusunu yeniden okuyunuz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 139/261

 133

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1 Karahanlılar döneminde yazılan Kutadgu Bilig’de siyaset düşüncesi, Dîvânu

 Lügâti’t-Türk ’te dil düşüncesi,  Atabetü’l-hakâyı

k ’ta da ahlâk düşüncesi ağı

rbasmaktadır.

Sıra Sizde 2 Süleyman Bakırgânî olarak da bilinen Süleyman Hakîm Ata, Yesevî’ninüçüncü halifesidir ve hikmetler ve manzumeler söylemekle meşhur olmuştur.

 Ahir Zaman Kitabı, Meryem Kitabı ve Bak ırgan Kitabı adlı üç manzum eserigünümüze ulaşmıştır.

Sıra Sizde 3 Anadolu’da meydana getirilen tasavvufî edebiyat iki ana koldan ilerlermiştir.Birincisi, Mevlâna ve Sultan Veled çizgisinde divan edebiyatının nazım şe-killerini; İkincisi, Yunus Emre çizgisinde daha çok halk edebiyatı nazım şe-killerini kullanmıştır.

Sıra Sizde 4 Selçuklu Döneminde Anadolu’da Türkçe sadece halkın konuştuğu bir dil ola-rak varlığını  sürdürmüştür. Bu dönemde Türkçe yazılan eserlerin sayısı  ol-dukça azdır. Anadolu Selçuklu Devletinin dağılma süreci, her bölgede ayrı bir Beyliğin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Beyliklerin başında bulunanların

çoğunlukla Arapça ve Farsçayı bilmemeleri, resmi yazıların Türkçe yazılma-sını zorunlu kılmıştır. Ayrıca Beylere sunulmak amacıyla Türkçe eserler ya-zılmasının yanı sıra Arapça ve Farsça bazı meşhur eserleri Türkçeye kazan-dırma faaliyetleri de hız kazanmıştır. Bu da Türkçenin edebî ve ilmî bir dilolarak gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Sıra Sizde 5 Yunus Emre tarzında şiirleriyle tanınmış  olan şairler: Said Emre (ö. ?),Kaygusuz Abdal (ö. 1444), Kemal Ümmî (ö. 1475 ), Eşrefoğlu Rûmî (ö.1469-70 ), İbrahim Tennûrî (ö. 1482 ).

Yararlanılan Kaynaklar

Arat, R.R. (1991).Kutadgu Bilig I Metin, Ankara.

Arat, R.R. (1992). Atabetü’l-hakâyık , Ankara.

Caferoğlu, A. (1970). Kaşgarlı Mahmud , Ankara.

Çelebioğlu, A. (1967).  Mesnevî-i Ş erif, Aslı  ve Sadeleştirmesiyle Manzum Nahifi Tercümesi, İstanbul.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 140/261

 134

Çelebioğlu, A. (1996). Muhammediye, İstanbul.

Sertkaya, O.F. (1989). “Ahmed Fakih”,  Diyanet  İ slam Ansiklopedisi, İstan-bul.

Eraslan, K. (1993). Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler , Ankara.Ertaylan, İ.H. (1952). Ahmed-i Dâi Hayat ı ve Eserleri, İstanbul.

Gölpınarlı, A. (1981). Mesnevi I, Ankara.

Güneş, M. (2000). E şrefoğlu Rûmî Dîvânı, İnceleme Karşılaştırmalı Metin,Ankara.

Güzel, A. (1981). Kaygusuz Abdal, Ankara.

Hacı  Bektaş-ı  Veli, (2009),  Makâlât   (haz. Ali Yılmaz-Mehmet Akkuş-AliÖztürk), Ankara.

Köprülü, F. (1991). Türk Edebiyat ında İ lk Mutasavvı flar , Ankara.

 Mülk Sûresi Tefsîri, Adnan Ötüken Ktp. Nu: 329.

Özkan, M. (1999). “Eski Dönem Osmanlıca Türkçesi”, Osmanlı c.I-VII, An-kara.

Pekolcay, N. Uçman, A. (1995). “Eşrefoğlu Rûmî”,  Diyanet  İ slam Ansiklo- pedisi, İstanbul.

Sinan Paşa, (1971). Tazarru’nâme, Haz. A. Mertol Tulum, İstanbul.

Tatçı, M. (1990). Yunus Emre Dîvânı, Ankara.Tatçı, M. (1991). Risâletü’n-nushiyye, Ankara.

Yavuz, K. (2000). Âşık Paşa-Garibnâme, İstanbul.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 141/261

 135

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 142/261

 136

 

Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk-İslâm Edebiyatının mahiyetini açıklayabilecek,

• Hangi yüzyıllarda hangi şairlerin yetiştiğini aktarabilecek,

• XVI-XX. yüzyıllarda yazılmış bir çok şiiri tanıyabilecek,

• Türk-İslâm Edebiyatının canlı ve devam eden bir edebiyat olduğunu açık-layabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Türk-İslâm Edebiyatı 

• XVI-XX. Yüzyılda Edebî Durum

• XVI-XX. Yüzyılda Şair ve Yazarlar

• XVI-XX. Yüzyıl Şiirimizden Örnekler

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

•  Diyanet İ slâm Ansiklopedisi “Divan Edebiyatı” maddesini okuyunuz.

• Mine Mengi’nin Eski Türk Edebiyat ı Tarihi kitabını inceleyiniz.

• H. İbrahim Şener ve Alim Yıldız’ın Türk- İ slâm Edebiyat ı  adlı  kitabının“Tarihi Süreç” kısmını gözden geçiriniz.

• Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un beşeradet şiirini okuyarak üzerinde düşününüz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 143/261

 137

 

GİRİŞ 

Türk-İslâm Edebiyatı, Türkler’in İslâm’ı kabul etmelerinden başlayarak, kla-sik olarak değişikliğe uğramadan Tanzimat Dönemi’ne ve oradan da çeşitlideğişiklerle günümüze kadar ulaşan din ağırlıklı  edebî ürünlerle müellif veşairleri inceleyen bir bilim dalıdır. Tüm İslâmî ilimlerde olduğu gibi, bu ala-nın da ilk kaynakları Kur’ân-ı Kerîm ile hadislerdir. Kısas-ı Enbiyâlar (Siyer-ler ve diğer peygamberlerin kıssaları), Tasavvuf (Umumî tasavvuf, Tarikat-Tekke Edebiyatı ve Menâkıb-ı Evliyâ), devrin ilimleri, yerli malzeme ve İranEdebiyatı da bu edebiyatın diğer kaynaklarıdır.

Türk-İslâm Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı  yahut yaygın adıyla DivanEdebiyatı’ndan bazı  farklarla ayrılan bir edebiyattır. Eski Türk Edebiyatı,Türk edebiyatının gelişimi içinde İslâm kültürü ve İran edebiyatı  etkisiyle

Anadolu’da XIII. yüzyı

ldan başlayarak klasik dönemin sona erdiği Tanzi-mat’a kadar gelen, Türk şair ve müelliflerinin oluşturduğu bir edebiyattır.Türk-İslâm Edebiyatı  ise Türklerin müslüman olmalarından başlayarak gü-nümüze kadar gelir. Bu itibarla Eski Türk Edebiyatı başlangıcı ve sonu itiba-riyle belli bir zaman dilimi içerisinde yer alan bir edebiyatı incelerken, Türk-İslâm Edebiyatı hala ürün vermeye devam eden ve canlılığını devam ettirenbir edebiyatı incelemektedir. Birincisi tarihi temel alırken, ikincisi dini mer-kez kabul eder. Her iki alanın ortak çalışma sahası Anadolu’da XIII. yüzyıl-dan Tanzimat Edebiyatı Dönemi’ne kadar olan dönemdir.

Eski Türk Edebiyatı kendi alanı içerisinde mütalaa edeceği eserlerde seçi-ci davranır. Manzum eserlerde İran şiirinin bütün geleneklerini benimsemiş ve onu kendisine yegâne örnek almış olan eserler bu edebiyatın ilgi alanıdır.

Bu kıstasa uymayan eserleri vezni aruz bile olsa kendisinden saymaz (Akün:1994: IX/389). Türk-İslâm Edebiyatı ise bu dönem içerisinde meydana getiri-len eserlerde bir ayrıma gitmez ve hepsini kendi bünyesinden kabul eder.

XVI. Yüzyıl Osmanlı’nın en güçlü olduğu ve hemen her alanda mükem-meliyete eriştiği dönemdir. XV. Yüzyılın ortalarından itibaren edebiyatımızkurallarıyla, remiz ve mazmunlarıyla klasik bir hale gelmiş ve XVI. yüzyıldazirve şairlerin eserleri edebiyat dünyamızda kendilerini göstermişlerdir. Os-manlı’nın duraklama ve gerileme dönemleri diğer alanlara olduğu kadar ede-biyatımıza da yansımıştır. XVII. yüzyıldan itibaren edebiyatımızda görülenbu duraklama XVIII. yüzyılın iki büyük şairi Şeyh Gâlib ve Nedim ile bir so-luk almışsa da XIX. yüzyılın ortalarında klasik dönem sona ermiştir.

XVI-XX. Yüzyıl

Türk-İslâm Edebiyatı 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 144/261

 138

Bundan sonra Tanzimat ve Yeni Türk Edebiyatı dönemleri başlayacaktır.XX. yüzyılın başlarında aruz Mehmet Akif, Yahya Kemal gibi şairlerce mü-kemmeliyete ulaşmışsa da hece karşısında hayatiyetini devam ettirememiştir.

Sosyal hadiselerin bir anda başlayıp bir anda bitmesi mümkün değildir.

Her ne kadar XX. yüzyılın başlarında önce hece daha sonra serbest vezinle şi-ir yazımı ağırlık kazansa da eski edebiyatımıza uygun aruz vezniyle şiir yaz-maya devam eden ve divan meydana getiren şairler de olmuştur.

Şekil açısından olmasa da içerik açısından Divan şiiri geleneğinin tekrarbaşlaması, eski edebiyatımızın kaynaklarından yararlanarak yeni ve moderntarzda eser veren şairlerin edebiyatımızda görülmesi 1950’den sonraki yıllararastlar.

Bu dönemde dergilerin büyük bir öneme sahip oldukları görülür.  Hisar, Büyük Doğu, Diriliş , Edebiyat, Türk Edebiyat ı , Dergah, Yedi İ klim, Hece gibiedebiyat dergileri gelenekten beslenen şair ve yazarların ürünlerinin yayım-landığı dergilerdir. Bu etki günümüzde de devam etmektedir.

XVI. YÜZYIL

Divan edebiyatı  ve şiiri için XVI. yüzyıl bir ihtişam dönemi, bir altın çağı mesâbesindedir. Bu yüzyıl, aynı zamanda Divan şairlerinin istiklâllerine ka-vuştukları bir yüzyıldır. Bu yüzyılın başta gelen şairleri, başta Âzerî lehçesiy-le şiir yazmakla beraber, yüzyıllar boyunca bütün Türk ülkesinde tanınan, se-vilen ve okunan, şiirdeki kudret ve şöhretleriyle yaşadıkları çağı aşan Fuzûlî(ö. 1556) ve gazelde ileri giden ve İstanbul Türkçesi’ni genel bir şiir dili hâli-ne getirerek yüzyıllar boyunca unutulmayan Bâki (ö. 1600) olmak üzere, ge-niş hayal gücüne sahip olan Zâtî (ö. 1546), aşk ve rindâne hayatın usta sözcü-

sü Hayâlî (ö. 1557), sâde diliyle Nev‘î (ö. 1599), insan ruhunu tahlilde ger-çekten başarılı olan tenkitçi ve terkîb-i bendleriyle isim yapmış olan Rûhî-iBağdâdî (ö. 1605) bu yüzyılın usta şairleridir. Fuzûlî Divan’ı, Leylâ vü Mec-nûn  mesnevisi ile önem arz ederen, devrinin “sultânü’ş-şuarâ”sı  olan Bâki

 Divan’ı ile, Câmî-i Rûm lâkabıyla anılan Lâmii Çelebi (ö. 1532) Ş evâhidü’n- Nübüvve,  Nefehâtü’l-Üns Tercümesi,  Risâle-i Tasavvuf   ve  Hüsn-i Dil  gibieserleriyle şöhret bulmuştur. Yine Fuzûlî, hamse alanında önem arz edenTaşlıcalı Yahya (ö. 1582), Lâmiî Çelebi ve Kara Fazlı (ö. 1564) mesnevi tar-zında eser yazan şairlerin başında gelmektedirler. Bu yüzyılın diğer önemlişairleri olarak Emrî (ö. 1575), Figânî (ö. 1532), Hayretî (ö. 1534) ve büyükbir aşkın mahsûlü olan ve Hz. Peygamber’in fizikî yapısı, tavrı  ve ahlâkı hakkında hadislerden derlediği esasları genişleterek mesnevî tarzında kaleme

aldığı  Hilye’siyle Hâkânî Mehmed Bey (ö. 1606) sayılmalıdır. Bu yüzyıl, ne-sir alanında da önemli temsilcileri olan bir yüzyıldır. Tezkire alanında SehîBey (ö. 1548), Lâtîfî (ö. 1582), Âşık Çelebi (ö. 1572), Kınalızâde Hasan Çe-lebi (ö. 1603), Beyânî (ö. 1597) ve Ahdî (ö. 1593); tarih alanında Lütfi Paşa,Hoca Sadeddîn (ö. 1599), Gelibolulu Mustafa Âlî (ö. 1600) veKemâlpaşazâde (ö. 1534); denizcilik alanında Seydi Ali Reis (ö. 1562) ve Pî-rî Reis (ö. 1554); münşeât alanında Feridun Bey (ö. 1583) Osmanlılarda nes-rin birdenbire gelişmesinde yardımcı olmuşlardır.

Hz. Peygamber dışında hakkında hilye yazılan kimseler var mıdır? Araştır ınız.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 145/261

 139

Bu yüzyılda, Edirneli Nazmî (ö. 1555) ve Tatavlalı Mahremî (ö. 1535),Arapça ve Farsça’nın dil ve edebiyatımıza en çok girdiği bir sırada, yepyenibir iddia ortaya atmışlardır. Bu iki şair, aruzla yazdıkları bazı şiirlerde Arapçave Farsça kelime ve terkip kullanmayarak Türkî-i basit   adını verdikleri yenibir tarz oluşturmuş ve sâde Türkçe ile şiir yazmışlardır. Bu iki şair, dil açı-

sından oldukça önemli olan bu Türkî-i basit hareketini, bir yandan arûzlaöztürkçe şiir yazmanın güçlüğü ve bu veznin Türkçe’ye uygulanabilmesininmümkün olmayışı, diğer yandan, şairlik yönlerinin zayıf olması nedeniyle, buTürkî-i basit hareketini bir heves olmaktan öteye götürememişlerdir.

M. Fuat Köprülü’nün “Millî Edebiyatın İlk Mübeşşirleri” diye vasıflan-dırdığı ve haklarında makâle yazdığı bu iki şairden biri olan Tatavlalı Mah-remî, Türkî-i basit hareketinin öncüsü kabul edilmektedir. Âşık Çelebi, Mah-remî’nin biyografisi hakkında bilgi verirken, onun Türkî-i basit tarzında şiiryazmasını  hiç önemsemeden, şöyle diyor: “...ve bir  Basit-nâmesi vardır kielfâz ve teşbîhât ve temsîlâtı Türkî’dir; içlerinde lafz-ı Arabî ve Acemî yok-tur. Bu uslûbla bir iki gazel dahi derc eylemişti. Bu dahi andandır: “Gördüm

seğirdir ol ala gözlü geyik gibi / Düştüm saçı

 tuzağı

na bön üveyik gibi”. Gö-rüldüğü gibi Âşık Çelebi, Mahremî’nin  Basit-nâme  isimli bir eserinden vemanzum veya mensur mu olduğu bile anlaşılamayan bu eserin “elfâz veteşbîhât ve temsîlâtı Türkî” olduğundan söz edilmekte ve hiçbir önem atfe-dilmemektedir.

M. Fuat Köprülü, Tatavlalı Mahremî için, millî edebiyat tarihinde ona ayr ı biryer verilmesinin gerektiğini vurgulayarak şöyle demektedir:

“Her nereden mülhem olursa olsun, önce Türkî-i basit ile şiirler yazdığından,millî lisan ve edebiyat cereyânının âdeta ilk müjdecisi sayabileceğimiz bu şairiçin, Millî Edebiyat tarihimizde çok mühim bir yer ayırmak mecbûriyetindeyiz.”(Köprülü 1986: 281 vd.)

Durum böyle olmakla beraber, sonradan bazı şairler, Türkî-i basit çeşidide bulunsun diye bu tarzda da birkaç şiir yazmışlardır.

İbrahim Gülşenî (ö. 1534), Ahmed Sârbân (ö. 1546), Muhyiddin Üftâde(ö. 1580), Şah Hatâyî (ö. 1524), Vâhib Ümmî (ö. 1595), Pir Sultan Abdal (ö.1590), Hâşimî Emir Osman (ö. 1595), Şemseddin Sivâsî (ö. 1597), KulHimmet ve Muhiddin Abdal bu dönemin mutasavvıf şairlerindendir.

XVI. Yüzyılda kaleme alınan ve klasik bir mesnevî örneği olan Fuzulî’nin Leylâvü Mecnun isimli eserini, modern roman tarzı ile benzerlik ve farklılıklar ını gözönünde bulundurarak inceleyiniz.

Gazel

Beni cândan usandırdı cefâdan yar usanmaz mı 

Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı 

Kamu bîmârına cânan devâ-yı derd eder ihsân

Niçin kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 146/261

 140

Gamım pinhân dutardım ben dediler yâre kıl rûşen

Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı 

Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım

Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı 

Gül-i ruhsârına karşı gözümden kanlı akar su

Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı 

Değildim ben sana mâil sen etdin aklımı zâil

Bana ta‘n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı 

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemî şe halka rüsvâdır

Görün kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı 

Fuzûlî

Gazel

Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan

Kenz açılmaz şol gönülden tâ ki pür-nûr olmadan

Sür çıkar gayrı gönülden tâ tecellî kıla Hak

Pâdişah konmaz saraya hâne ma‘mûr olmadan

Mûtü kable en temûtü sırrına mazhar olan

Gördü onlar haşr u neşri nefha-ı sûr olmadan

Sen müyesser eyle yâ Rab bizlere beytin tavâf

İlmin ile âmil eyle va‘de tekmîl olmadan

Hak cemâlin Ka‘be’sini kıldı âşıklar tavâf

Yerde Ka‘be gök yüzünde Beyt-i ma‘mûr olmadan

Mest hem mestâne geldim tâ ezelden tâ ebed

İçmişim aşkın şarâbın âb-ı engûr olmadan

Mest olanların cevâbı gayriden gelmez velî

Pes ene’l-hak nice söyler kişi Mansûr olmadan

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 147/261

 141

Bir devâsız derde düşmüş bu dil-i Şemsî müdâm

Hakk’a makbûl olmak ister halka menfûr olmadan

Şemseddin Sivâsî  

Resim 6.1: Şemseddin Sivasî’nin Gül şen-âbâd  isimli mesnevisinin ilk sayfası.

Kaynak: Süleymaniye Ktp. H Semsi F Guneren Blm. No: 49

XVII. YÜZYIL

XVII. yüzyıl Osmanlı  İmparatorluğu’nun yükselişin hemen ardından gelenbozgun, yenilgi ve iç karışıklıklarla siyasi ve ekonomik gücünü giderek kay-betmeye başladığı duraklama dönemidir. Askerin bazı güçsüz padişahlar kar-şısında her f ırsatta kazan kaldırması, rüşvet olayının yaygınlık kazanması,Celali İsyanları adı altında devlete karşı çeşitli ayaklanmaların düzenlenmesigibi belli başlı olaylar yüzyılın portresini meydana getirir.

Nihat Sami Banarlı bu dönemi anlatırken şöyle demektedir:

“Bir cemiyette idarî, medenî ve ictimâî hayat ileri ise sanat ve edebiyat hayatı da ileridir, diyen Edebiyat Tarihi’nin bu asırda yanıldığı  görülür: XVII. asırdaidarî ve ictimaî hayattaki gerilemenin edebiyat hayatına tesiri olmamıştır. Bu-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 148/261

 142

nun belli başlı sebebi, sanat ve edebiyat sahasında geçen asırlarda atılan te-mellerin ve var ılan seviyenin sağlamlığıdır” (Banarlı 1987: II/649) 

Gerçekten de dışta ve içte çeşitli karışıklıkların yaşandığı bir dönem olanXVII. yüzyıl, ilim ve fikir adamları ile sanatkârlar açısından oldukça zengin

bir görünüm arz eder. Bu dönemde, mimarî, musikî ve edebiyat alanlarındaönemli temsilciler yetişmiştir.

Dönemin en önemli gelişmesi musikî alanında olmuştur. Bu yüzyıl Türkmûsikîsi açısından çok önemli bir zaman dilimi ve aşamasıdır. Genişleyenmûsikî hayatı yalnız sarayla sınırlı  kalmamış, devlet adamları ve sultanlarınsaraylarına, varlıklı kimselerin konaklarına kadar girmiştir. Mûsikî, en parlakyıllarından birini Sultan IV. Murad’ın saltanatı sırasında yaşamıştır. Mûsikîyiseven, aynı  zamanda bestekar olan bu padişah, Enderûn’a yeni sanatkarlarkazandırmış, her gittiği ülkeden tanınmış sanatkarları  İstanbul’a getirmiştir.Örneğin, neyzen ve çengi Mevlevî Yusuf Dede onun döneminde saraya gir-miş  ve onun ölümünden sonra saraydan ayrılmıştır. Aynı  padişah “BağdatSeferi” dönüşünde hanende Mehmed Bey ile şeştârî Hacı Murad Ağa’yı be-

raberinde getirmiştir (Özalp 2000: I/356).

Yahya Kemal’in de bir şiirine konu ettiği XVII. yüzyılın büyük bestekâr ı Itrî’ninhayatı hakkında kısa bir araştırma yapınız.

Enderûn, gelişmesini ve sanat akademisi durumunu almasını, öğrenciyetiştirmesini sürdürmüş, bu sayede büyük mûsikî şinaslar yetişmiş, ünlü mû-sikî üstatları burada hocalık etmiştir.

Başta Mevlevîlik olmak üzere bütün tekkelerde dinî mûsikîmizin her for-munda eserler verilmiştir. Bayatî makamındaki Mevlevî âyini bu dönemdebestelenmiştir. Edirneli Derviş Mustafa Dede, Zâkirî Hasan Efendi, Bezci-zâde Mehmed Muhiddin ile Kovacızâde Mehmed Efendi bu yüzyıldaki dinî

mûsikînin gelişmesinde büyük katkısı  bulunanlardandır. Haf ız Post’un öğ-rencisi olan Itrî ise devrin üstad şahsiyetlerindendir. (Özalp: 359).

XVII. yüzyıl, Türk edebiyatının her dalında olduğu gibi, şiirde de en ge-lişmiş  bir dönemdir. Her ne kadar, şairler üzerinde İran şiirinin etkileri gö-rülmeye devam ediyorsa da, Türk şairleri nazım ve ahenk inceliğinde İranedebiyatı temsilcilerinden geri kalmamışlar, hatta onlardan üstün olduklarını iddia eder duruma gelmişlerdir. Bu devir divan edebiyatımız, başka bir dev-rede görülmesi mümkün olamayacak çok geniş bir temsilci kadrosuna sahipbulunmaktadır (Üzgör, 1991: 1-2). Sarayın, geçmiş asırlarda olduğu gibi, şairve ilim adamlarını korumaya devam etmesi, XVI. yüzyılda ulaşılan edebî se-viyenin bu yüzyılda da muhafaza edilmesine sebep olmuştur. Dönemin padi-

şahları

ndan III. Murad “Murad, Muradî”, III. Mehmet “Adnî, Muhammed”, I.Ahmet “Bahtî”, II. Osman “Fârisî”, IV. Murat “Murâdî” ve IV. Mehmet“Vefaî” mahlaslarıyla şiir yazan birer şairdirler (Ak 2001).

Divan edebiyatında, 1603 yılında klasik devir sona ermiş, onun yerine“Sebk-i Hindî” diye isimlendirilen yeni bir akım başlamıştır. Şiir, bir öncekiyüzyılın sağlam temelleri üzerinde gelişmiştir. Türk edebiyatı, bu dönemdegazel ve kasîde alanında altın çağını yaşar. Bu yüzyılın temsilcileri olarak ka-sîde ustası Nef‘î (ö. 1635)’yi, hikemiyât şairi Nâbî (ö. 1712)’yi, samîmî edâlı Şeyhülislâm Yahya (ö. 1644) ve Sebk-i Hindî akımının ilk temsilcileri olanNâilî (ö. 1666) ile Neşâtî (ö. 1674) bu yüzyılın usta şairleridir. Bunlardan ayrı Bahâî (ö. 1654), Fehîm-i Kadîm (ö. 1648), Sâbit (ö. 1712) ve Nâdirî (ö.1626) de ilk akla gelen diğer şairlerdir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 149/261

 143

Şeyhülislâm Bahaî (ö. 1653), Fehîm-i Kadim (ö. 1648), Sâbit (ö. 1712),Sabrî (ö. 1645), Alî (ö. 1648), Riyazî (ö. 1645), Şehrî (ö. 1660), Nedîm-i Ka-dim (ö. 1670), Sabûhî (ö. 1647), Vecdî (ö. 1660) gibi şairler gazel ve kaside-leri ile tanınmışlardır (Banarlı; II/651-736). Gani-zâde Nadirî (ö. 1626),Nev‘î-zâde Atâyî (ö. 1635), Nergisî (ö. 1635), Müftî Aziz (?) ve Hulvî

Mahmud (?) ise dönemin önemli hamse yazarlarıdır (Kortantamer 1997: 10-16).

Bu dönemde yazılan mensur edebî eserlerin başında “Şuarâ Tezkireleri”yer almaktadır. Tamamı  yedi adet olan bu tezkireler şunlardır: Sadıkî’nin

 Mecmau’l-Havâs, Riyâzî (ö. 1644)’nin  Riyâzu’ş-Ş uarâ, Kaf-zâde Fâizî (ö.1622)’nin  Zübdetü’l-E ş‘âr , Rızâ (ö. 1671)’nın Tezkire-i Ş uarâ, Yümnî (ö.1662)’nin Tezkiretü’ş-Ş uarâ, Âsım (ö. 1675)’ın  Zeyl-i Zübdetü’l-E ş‘âr   veGüftî (ö. 1677)’nin Teşrifâtü’ş-Ş uarâ’sıdır (Kılıç 1998).

Nesir alanında sâde ve süslü eserler verilmiştir. Veysî (ö. 1627) ve Nergi-sî (ö. 1635), sanatlı ve süslü nesir üslubunun temsilcileridir. Bu yüzyılın nesirürünleri olarak bir tarafta Evliya Çelebi (ö. 1682)’nin Seyâhat-nâme’si, diğeryanda ise Veysî (ö. 1628)’nin Siyer-i Veysî ’si vardır. Kâtip Çelebi (ö.1657)’nin, başta Keş fü’z-zunûn  olmak üzere, çeşitli alanlarda yazdığı  ilmîeserlerle, Naîmâ (ö. 1716) ve Peçevî (ö. 1649) tarihleri; Koçi Bey’in Risâle’si(telifi: 1631) bu yüzyılın önemli çalışmalarıdır. Tarih sahasında ise Peçevî (ö.1649) ve Nâimâ (ö. 1716) bulunmaktadır.

Koçi Bey, 1631’de telif edip IV. Murad’a sunduğu 22 adet layihadan oluşanRisale’sinde yöneticilerin zulm etmekten kaçınmalar ına dair şunlar ı  söyler:“Memâlik-i İslâmiyye’den bir memlekette zerre kadar bir ferde zulm olsa rûz- ı cezâda mülûkdan suâl olunur… Küfr ile dünya durur; zulm ile durmaz. Adâlettûl-ı ömre sebebdir ve intizâm-ı ahvâl-ı fukarâ Pâdişâhlara mûcib-i cennetdir”.

Tezkireci olarak da Sadıkî, Yümnî (ö. 1662), Riyâzî (ö. 1644), Kaf-zâde

Fâizî (ö. 1622), Rızâ (ö. 1671), Âsım (ö. 1675) ve Güftî (ö. 1677) anılması gereken isimlerdendir.

XVII. yüzyıl tekke mensupları  ile medreselilerin birbirlerini suçlayarakhararetli münakaşalara giriştikleri bir dönemdir. Bu dönemde birçok divanşairi de tasavvufun etkisi altındadır. İlahi aşkı temiz bir dil ve üslûpla anlatanŞeyhülislâm Yahya, halvetiye tarikatına bağlı yoğun hayallere, orijinal maz-munlara ve güçlü bir söyleyişe sahip Nâilî, divan ve hilye-i enbiya sahibiEdirne, Muradiye mevlevihanesi şeyhi Neşati Ahmet Dede dönemin tasavvufetkisindeki başlıca divan şairleridir.

Hüseyin Lâmekânî (ö. 1624), Aziz Mahmud Hüdâyî (ö. 1628), Ankaravîİsmail Efendi (ö. 1631), Abdülmecid Sivâsî (ö. 1639), Abdülahad Nûrî (ö.1650), Akkirmanlı Nakş î (ö. 1651), Oğlan Şeyh İbrahim (ö. 1655), Elmalılı Ümmî Sinan (ö. 1657), Sarı  Abdullah Efendi (ö. 1660), Fenâyî (ö. 1665),Sun‘ullah Gaybî (ö. 1676), Niyazi Mısrî (ö. 1693) de bu asırda yaşayanönemli mutasavvıf şairlerdendir.

Gazel

Dil aşk ile yâr oldu yâ Hû haberin söyler

Kapında kulun oldu tapu haberin söyler

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 150/261

 144

Aşk câmını dil içdi sarhoş-ı ezel oldu

Buldu ebedî sıhhat mûtû haberin söyler

Benzettim idi verde nâzik lebini yârin

Dil mağlatasın bildi tûbû haberin söyler

Sabr edemedi gamma dil sâha-ı aşkında

Rûh ceyşine anun’çün sîhû haberin söyler

Şimden geri cân murgı eski vatanın ister

Her demde hitâb edip rüddû haberin söyler

Abdülmecid Sivâsî

Gazel

Vücûdum dârını ma‘mûr eden yâr

Beni zâkir iken mezkûr eden yâr

Celâli perdesin ağyâre çekmiş 

Cemâliyle bizi mesrûr eden yâr

Aradan kaldırır bir gün hicâbı 

Cemâlin gösterip pür-nûr eden yâr

Ene’l-Hak sırrının izhârı için

Nice âşıkları Mansûr eden yâr

Tecellî gösterir Mûsâ-yı rûha

Beden dağın aña ol Tûr eden yâr

Velâyet bahrinin tâliblerine

Kerâmet lü’lü’in mensûr eden yâr

Kimini irgörüp vahdet iline

Kimin kesret ilinde dûr eden yâr

Devâsın lütf eder ey Nûri bir gün

Seni derdi ile meşhûr eden yâr

Abdülahad Nûrî

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 151/261

 145

XVIII. YÜZYIL

Her yüzyılın, bir önceki yüzyıldan farklı tarafları olacağı şüphesizdir. Teknikve estetik açıdan aynı temel ve esaslara dayanmakla beraber, birbirinden bazı fark ve özellilerle ayrılan XVII. yüzyıl divan edebiyatı, XVIII. yüzyılda heralanda usta şairlerini vermiştir. Bu yüzden XVII. yüzyıl bir hazırlanma vegeçiş devri, XVIII. yüzyıl ise verim devridir  (Gölpınarlı 1954).

XVIII. Yüzyılda Osmanlı  Devleti siyasi alanda otoritesini kaybetmeyebaşlamasına rağmen edebî açıdan gelişimini sürdürmüş, edebiyatta nazım venesir alanında önemli eserler verilmiştir. III. Ahmet ve III. Selim’in de sanat-çı kişilikleri sayesinde edebi hayat canlı kalmıştır. Bu yüzyılın edebi özellik-lerinin en belirgini Nedim’in öncülüğünde başlayan Mahallileşme Ak ımı’dır.Ülkenin içinde bulunduğu rehavet yüzünden şiire, eğlenceye olan düşkünlükartmış ve bu eğlenceler dönemin bütün şairlerinin şiirlerinde ve divanlarındayer almaya başlamıştır. Şiirin merkezi Bağdat’tan İstanbul’a taşınmıştır. Şair-ler İstanbul’un güzelliğinin farkına varmışlar ve şiirlerinde hayali olarak yer

verdikleri Bağdat yerine canlı bir İstanbul’u işlemişlerdir. Mahallileşme sa-dece coğrafi açıda olmamıştır. Divan şiirinin anlaşılmaz aristokrat yapısı ça-tırdatılarak, şiirlerinde halkın adetlerine, atasözlerine, deyimlerine ve kısmende olsa günlük konuşmada kullanılan kelimelere yer verilmiştir. Hatta DivanEdebiyatı’nın iki önemli ismi Nedim ve Şeyh Galip hece vezniyle türkülerkaleme alarak Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatı arasındaki bağları güçlen-dirmişlerdir.

Daha önce XVI. yüzyılda Edirneli Nazmi ve Tatavlalı Mahremi’nin de or-taya attıkları ama başaralı olamadıkları bu düşünce XVIII. yüzyıla damgasını vurmuştur.

Edebiyatımız, İran edebiyatının tesirinden kurtularak kendi benliğine ka-vuşmuş ve mahallîleşmiştir. İstanbul Türkçesi’nin başta gelen temsilcisi vebüyük şairi Nedîm (ö. 1730), kendi döneminin orijinal şairi olduğu gibi, Di-van edebiyatı döneminin de nev’-i şahsına münhasır şairi sayılır. Şeyh Gâlib(ö. 1799) ise Sebk-i Hindî  akımının ve bu dönemin en güçlü temsilcisi ve şai-ridir.

Bu yüzyılda anılması  gereken diğer şairler ise Nazîm Yahya (ö. 1727),Sünbül-zâde Seyyid Vehbî (ö. 1736), Nahîfî Süleyman (ö. 1738), Koca RâğıbPaşa (ö. 1763), Haşmet (ö. 1768), Fıtnat Hanım (ö. 1780), Esrâr Dede (ö.1796), Enderunlu Fâzıl (ö. 1810), Sürûrî (ö. 1814), gibi şairlerdir.

Nesir alanında tarihçilerden Silahdâr-zâde (ö. ?) ve Râşid (ö. 1735), tezki-

recilerden Sâlim (ö. 1743), Safâyî (ö. 1725), Belî ğ (ö. 1729), Râmiz (ö. 1785)ve Esrâr Dede’dir. Değişik konularıyla Kâmî (ö. 1723), bu yüzyılda dikkatçeken diğer yazarlardandır.

XVIII. yüzyıl tasavvuf şiirinde Lale Devri’nin etkisiyle genel olarak birduraklama söz konusu olmuştur. Dil ve söyleyiş tarzı açısından özgün eserle-rin sayısında bir azalma görülmüş, kelime kullanımında tekrara çokça yer ve-rildiği gibi kafiye ve vezin yanlışlıklarının yapıldığı eserler kaleme alınmıştır.Çeşitli tekkelerin etraf ında toplanan kişiler Yunus Emre geleneğini devam et-tirerek özgün olmayan ilahiler yazmışlardır.

Şeyh Gâlib’in Hüsn ü Aşk   mesnevisini konu alan W. Holbrock’un  Aşk ınOkunmaz K ıy ılar ı isimli eserini okuyunuz. 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 152/261

 146

Dönemin önemli mutasavvıf şairlerinden ikisi Bursalı  İsmail Hakkı  (ö.1724) ile Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö. 1772)’dır. Nasûhî (ö. 1717), Neccar-zâde Şeyh Rızâ, Cemâlî (ö. 1750) Salâhaddîn Uşşâkî (ö. 1782) ve Üsküdarlı Haşim (ö. 1782) de bu dönemde yaşayan diğer mutasavvıf şairlerden bazıla-rıdır.

Na‘t

Senin vasf ın leb-i takrîre gelmez yâ Rasûlallâh

Nikât-ı midhatin tahrîre gelmez yâ Rasûlallâh

Okundu mushaf-ı hüsnün debistân-ı hakîkatde

Rumûz-ı âyetin tefsîre gelmez yâ Rasûlallâh

Ta‘ayyün cilve-gâhında erişdin sûk-ı imkâna

Bahâ-yı cevherin takdîre gelmez yâ Rasûlallâh

Senin zâtın tasavvurdan berî bir sırr-ı mübhemdir

Murâd etsem dahi ta‘bîre gelmez yâ Rasûlallâh

Olursa sırr-ı zâtında olur bir remz-i icmâli

Anı tafsîl ile tastîre gelmez yâ Rasûlallâh

Sebak-hân-ı rumûz-ı “men ‘aref” anlar mikâtimden

Çü kîl ü kalîle teşhîre gelmez yâ Rasûlallâh

Müdâm-ı cân-ı ‘aşkınla yitirdi re’y ü tedbîrin

Salâhî bir dahi tedbîre gelmez yâ Rasûlallâh

Salâhî

GazelEfendimsin cihânda i‘tibârım varsa sendendir

Miyân-ı ‘âşıkânda iştihârım varsa sendendir

Benim feyz-i hayâtım hâsılı rûh-ı revânımsın

Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir

Veren bu sûret-i mevhûma revnak reng-i hüsnündür

Gülistân-ı hayâlim nev-bahârım varsa sendendir

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 153/261

 147

Felekden zerre mikdâr olmadım devrinde rencîde

Ger ey mihr-i münevver âh u zârım varsa sendendir

Senin pervâne-i hicrânınım sen şem‘-i vuslatsın

Beher şeb hâhiş-i bûs ü kinârım varsa sendendir

Şehîd-i ‘aşkın oldum lâlezâr-ı dâğdır sînem

Çerâğ-ı türbetim şem‘-i mezârım varsa sendendir

Gören ser-geştelikde gird-bâd-ı deşt zanneyler

Fenâ-ender-fenây ım her ne varım varsa sendendir

Niçin âvâre kıldın gevher-i galtânın olmuşken

Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir

Şafak-tâb eyledin peymânemi hûn-âb ile sâkî

Sabâh-ı sohbet-i meyde humârım varsa sendendir

Sanadır ilticâsı gâlib’in yâ Hazret-i Monlâ

Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir

Şeyh Gâlib

XIX. YÜZYIL

XVIII. yüzyılda divan edebiyatı  en büyük üstadlarını  vermişti. Şeyh Gâlib,İran’ın neo-klâsik şiirini Türkçe’de örneği görülmemiş bir tarzda kullanmış ve başarıya da ulaşmıştır. Kasîde, gazel, mesnevî nazım şekilleri bütünüyleişlenmişti. Nedîm ise, daha önce en ince hayalleri örmüş, en şuh şarkıları söylemişti.

Artık Türk divan edebiyatının ekseni İran değil, Batı dünyası veya Fransız

edebiyatı  idi. Türk edebiyatı, İran edebiyatından nasîbini aldığı  kadar, buedebiyattan, Fransız edebiyatından da alacaktı.

Bu yüzyılın başında Arapça’dan Fîrûzâbâdî (ö. 817/1414)’nin el-Kâmûsu’l-muhît ’ini, Farsça’dan Burhân-ı Kât ı‘ isimli lügatleri dilimize çevi-ren Mütercim Âsım (ö. 1819)’ı görüyoruz. Bu yüzyılda, gözden kaçırılmama-sı gereken bir şey vardı ki o da, mahallîleşme cereyanının hızla ilerlemiş vegelişmiş olmasıydı. Fakat, bu yerlileşme ve ilerleyiş, Nedîm’de olduğu gibiestetik incelikte olmasa da, eskiyi istediği kullanamayan Enderunlu Vâsıf (ö.1824), örnek alıp taklit ettiği eskiyi giyim-kuşama, kadın konuşmalarına, ma-hallî tabirlere varıncaya kadar yerlileştirerek döneminin özelliklerini tespitediyordu. Keçeci-zâde İzzet Molla (ö. 1829) da, divanında, güçlü bir divan şi-iri temsilcisi olmakla beraber,  Mihnet-keşân  isimli mesnevîsinde İstanbullu

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 154/261

 148

ile taşralının görüş, düşünüş, anlayış, hatta anlatış özelliklerini belirtmiş, bize,henüz sosyal hayatımızda ele alınıp incelenmemiş  fakat, incelenmeye hazırbir belge vermişti.

Bu yüzyılda, Şeyhülislâm Ârif Hikmet (ö. 1859), divan şiirinde ustaca

eserler veren şairlerle birlikte, Âkif Paşa (ö. 1845) gibi bazı nesirlerinde sâdedil kullanan, hatta hece vezniyle bir de şiir yazan, sonradan yanlış bir hüküm-le Avrupaî edebiyatın müjdecisi sayılan, veya Sadullah Paşa (ö. 1891) gibidivan şiiri tekniğine uyarak, içinde bulunduğu yüzyılın keşif ve îcâtlarını dilegetiren şairler de vardır.

Bu yüzyıl, Batı  tesirindeki Türk edebiyatı karşısında Divan edebiyatınıngerilemeye yüz tuttuğu dönemdir. Artık, önceki yüzyıllar gibi usta şair ve ya-zarlar yetişmemekte, son demlerini yaşamaktadır. Ancak, eskinin tekrarı gibide olsa, Enderunlu Vâsıf (ö. 1824), Keçeci-zâde İzzet Molla (ö. 1829), ÂkifPaşa (ö. 1845), Şeyhülislâm Ârif Hikmet (ö. 1859), Leskofçalı  Gâlib (ö.1864), Yenişehirli Avnî (ö. 1883), Osman Nevres (ö. 1876), Âdile Sultan (ö.

1899) ve Kâzı

m Paşa (ö. 1889) bu edebiyat ve bu yüzyı

n son temsilcileri-dir. Ayrıca, Ahmed Sûzî (ö. 1830), Müştak Baba (ö. 1832) ve Turâbî (ö.1868) dönemin önemli mutasavvıf şairlerindendir.

Daha sonra yetişecek ve Tanzimat dönemini temsil edecek olan Şinâsî (ö.1871), Ziya Paşa (ö. 1880), Nâmık Kemâl (ö. 1888) gibi şairler ise, Divanedebiyatını çok iyi bilen ve o kültürle yetişen kişiler olmakla beraber, yüzyıl-larca devam eden Divan edebiyatının yıkılışına zemîn hazırlayan ve yardımcı olan kişilerdir. Bu dönemin nesir yazarları  ise Şânî-zâde Atâullah (ö. 1826)ile Mütercim Âsım (ö. 1819), tarihçi Es‘ad Efendi (ö. 1848) anılması gere-ken isimlerdir. Bu dönemin tezkirecileri olarak da Fatîn (ö. 1867) veMehmed Emin Bey (ö. 1874) sayılmaya değer isimlerdir.

Gazel

Ne beyân-ı hâle cür’et ne figâna tâkatim var

Ne recâ-yı vasla gayret ne firâka kudretim var

Yanayım mı hasretinden geçeyim mi ülfetinden

Hele derd ü firkatinden sana bin şikâyetim var

Nice etmem âh u efgân beni yâre geçdi yârân

Nigeh etmez oldu cânân buna pek kasâvetim var

Düşüp ol cefâ-şiâre gönül oldu pâre pâre

Çekerim gamın ne çâre geçemem muhabbetim var

O f ısıltıyı işitdim düşüp ardı sıra gitdim

Yanılıp bir işdir etdim şu kadar kabâhatim var

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 155/261

 149

Gece bir yana varılmış orada biri sarılmış 

Ya bana niçin darılmış duyarım ferâsetim var

O meh işte bana nisbet ediyor seninle ülfet

Bana Vâsıf açma sohbet sana pek adâvetim var

Enderunlu Vâsıf

XX. YÜZYIL

XIX. yüzyılın ortalarında edebiyatımıza daha önceden kullanılmayan yeni türve şekiller girmeye başlamış ve edebiyatımız klasik tür ve nevilerin dışındaeserler vermeye başlamıştı. Tanzimatla başlayan bu süreç yeni topluluklarınoluşmasına ve bazı dergilerin etraf ında toplanan yazar ve şairlerle farklı isim-

ler altında çeşitli edebiyat akımları olarak ortaya çıkmıştı. Tanzimat, Servet-iFünûn, Edebiyat-ı Cedide gibi adlarla devam eden edebiyatımız, XX. yüzyıl-da Milli Edebiyat akımıyla devam etti. Edebiyatımızın yenileşmesinde Tan-zimat ve Edebiyat-ı Cedide edebiyatçıları büyük bir rol oynamış olmalarınarağmen, bunlar edebiyatımızı daha çok Avrupalılaştırmışlardı. Ancak dil veüslup olarak Arap ve Acem terkiplerini kullanıyorlar, Fransız edebiyatınabağlı kalarak aruz veznini muhafaza ediyorlardı  (Kocatürk 1964: 196). Ro-man ve tiyatro türlerinde ise konular halkın hayatından oldukça uzaktı.

XX. yüzyılın ortalarına kadar, Mehmed Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyat-lı, Asaf Halet Çelebi (ö. 1958) gibi br kaç şairi istisna edersek, Türk-İslâmedebiyatı sahasında eser veren şair sayısı oldukça sınırlıdır. Cumhuriyet son-rasında yeni estetik anlayışın tesiriyle eskiye ait ne varsa kötülenmeye tabi tu-tulmuş, özellikle klasik edebiyatla ilgili olumsuz bir hava oluşturulmuştur.

XX. yüzyılın ilk yarısında klasik edebiyatımız, hayattan kopuk, yüksekzümrenin uğraştığı  bir edebiyat olarak görülmüş, kullandığı  remiz ve maz-munlar yönüyle, daha sonraları “Divan Edebiyatı Uzmanı” ünvanıyla karşı-mıza çıkan isimlerce bile küçük görülen ve hafife alınan bir edebiyat olarakgösterilme gayreti içerisine girilmiştir.

 Ağustos 1930’da Ankara’da düzenlenen Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kong-resi’nde klasik şiirimizin lise ders müfredatından çıkar ılması hususunda AhmetHamdi Tanpınar bir önerge vermiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa NihatÖzön ve Abdülbaki Gölpınarlı gibi klasik şiirimizi çok iyi bilen ve o kültürle ye-tişmiş olan edebiyatçılar taraf ından savunulan bu görüş  toplantı  sonunda oyçokluğuyla reddedilmiştir.

XX. yüzyılda az da olsa aruz veznini kullanarak geleneğe uygun şiirlerkaleme alan ve Divan teşkil eden mutasavvıf şairler de bulunmaktadır. Av-larlı  Efe olarak da tanınan Erzurumlu Muhammed Lutfî (ö. 1956), Sivaslı Şeyh Halid (ö. 1931), Osman Kemâlî (ö. 1954), Mustafa Fehmi Gerçeker (ö.1950), Darendeli Osman Hulusî (ö. 1990) bunlardan bir kaçıdır.

Geleneksel edebiyatın yeniden ve fakat öncekinden farklı bir tarzda gün-deme gelişi Necip Fazıl (ö. 1983) ile başlar. Necip Fazıl, Nur Harmanı isimlieseriyle geleneksel edebiyatımızdaki manzum kırk hadis türünü yeniden gün-deme getirmiştir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 156/261

 150

Necip Fazıl’ın Esselâm –Mukaddes Hayattan Levhalar-  adlı  eseri Hz.Muhammed’in 63 yaşında vefat etmesi dolayısıyla Hz. Peygamber’in hayatı-nın devrelerini konu alan 63 ayrı şiirden oluşan manzum siyer diyebileceği-miz modern bir mesnevîdir.

Necip Fazıl’ın çıkarmış olduğu  Büyük Doğu  mecmuası (1943), özellikleikinci dönemi olan 1945’ten sonra geleneğin dirilişi anlamında önemli bir gö-rev üstlenmiştir.

Necip Fazıl’ın başlatmış olduğu bu hareketin ikinci ismi ise hiç şüphesizSezai Karakoç’tur. Şiirinde kullanmış  olduğu sembollerle geleneği güne vegeleceğe taşıyan Sezai Karakoç, Leyla ile Mecnun gibi modern anlamda mes-nevi tarzında yazmış olduğu eserler ve denemeleri, hikaye ve monografileriy-le edebiyat geleneğimizin yeniden inşası yolunda örnekler meydana getirmiş-tir. Kurmuş olduğu  Diriliş dergisi (1960) gençlerin yetiştiği bir okul olmuş,

 Diriliş  Yayınlar ı  ile de Türk-İslâm edebiyatının günümüzdeki örneklerinivermiştir.

Cahit Zarifoğlu’nun bir şiir kitabına da isim olan “Yedi Güzel Adam” kimlerdir? Araştır ınız. 

Türk-İslâm edebiyatının XX. yüzyıldaki üçüncü adımı  ise Maraş’tabaşlayan ve Nuri Pakdil’in Ankara’da çıkardığı Edebiyat  dergisi (1969) etra-f ında devam eden edebî harekettir. Bu dergi ve daha sonra çıkan Mavera der-gisi (1976) çevresinde yer alan M. Akif İnan, Cahit Zarifoğlu (ö. 1987), Er-dem Beyazıt (ö. 2008), Rasim Özdenören, Alaattin Özdenören, EbubekirEroğlu, İsmet Özel gibi yazar ve şairler, Necip Fazıl’la başlayan Türk-İslâmedebiyatı geleneğini devam ettirmişlerdir.

Hazırlıklar ına 1949 yılı  sonlar ında “eski şiirimizden millî kültür ve edebiyatı-mızdan kopmadan yeni ve güzel bir şiir sergilemek o yıllarda şiirimizi çıkmazasokanlara ve yozlaştıranlara kar şı çıkmak ve tavır almak” parolasıyla başlananHisar dergisi ilk sayısını 16 Mart 1950'de yayımlamıştır. 

Gelenekten beslenen, Milliyetçi ve İslâmcı dünya görüşünü savunan yazarve şairlerin çıkarmış olduğu dergiler günümüz Türk-İslâm Edebiyatı alanındaürünler vermeye devam etmişler ve etmektedirler.  Hisar, Türk Edebiyat ı ve

 Dergah dergileri de bu anlamda önemli dergilerdendir.

Yunus Emre

Kaç mevsim bekleyim daha kapında,

Ayağımda zincir, boynumda kement?

Beni de, piştiğin bela kabında,

Kaynata kaynata buhara kalbet.

Bekletme Yunus'um, bozuldu bağlar,

Düşüyor yapraklar, geçiyor çağlar;

Veriyor, ayrılık dolu semalar,

İçime bayıltan, acı bir lezzet.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 157/261

 151

Rüzgara bir koku ver ki, hırkandan;

Geleyim, izine doğru arkandan;

Bırakmam, tutmuşum artık yakandan,

Medet ey şairim, Yunus'um medet!!

Necip Fazıl Kısakürek

Adsız Gazel

Yanışlar ağıtlar elimde değil

İçimin sesi hiç üzmesin seni

Kaçmak mı mümkün mü alınyazımdan

Kaderdir yüklendim yıkılmışlığı 

Sen attın bilmeden kuyuya taşı 

Dinemez yankısı mahşerde bile

Bir kutsal emanet gibi sır gibi

Ve bir ayıp gibi saklarım seni

Başımda kavganın kıyameti var

Okşadım ismini kitap içinde

Her akşam bir düşle kundaklanırım

Sözümün bittiği yerde başlarsın

Yılların alnıma çektiği çizgi

Kocalttı başımı bir ehram gibi

Yaslasam gövdemi karlı dağlara

Sonsuz bir uykuya kavuşsam bir günMehmet Akif İnan

Özet

Türk- İ slâm Edebiyat ının mahiyetini açıklayabilmek.

Türk-İslâm Edebiyatı, Türkler’in müslüman olmalarından itibaren günümüzekadar meydana getirmiş oldukları, referanslarını İslâm’dan alan bir edebiya-tın adıdır. Eski Türk Edebiyatı ile bazı ortak yönleri olmasına rağmen, zaman

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 158/261

 152

itibariyle Eski Türk Edebiyatı  XIX. yüzyılın ortasında sona ererken Türk-İslâm Edebiyatı hayatiyetini devam ettirmektedir.

 Hangi yüzyıllarda hangi şairlerin yetiştiğini aktarabilmek.

XVI. yüzyıldan günümüze kadar her yüzyılda çok sayıda şair yetişmiştir. Fu-zulî, Zâtî, Bağdatlı Ruhî, Nâbî, Neşatî, Nedim, Şeyh Gâlib, Yenişehirli Avnîgibi Divan Edebiyatı  içerisinde eser veren şairlerin yanında, ŞemseddinSivasî, Aziz Mahmud Hüdayî, İsmail Hakkı Bursevî, İbrahim Gülşenî gibimutasavvıf şairler ile XX. Yüzyılda içerik açısından geleneğe bağlı M. AkifErsoy, A. Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç gibi şairler ye-tişmiştir.

 XVI-XX. Yüzyıllarda yazılmış bir çok şiiri tanı yabilmek.

Osmanlı devletinin ihtişamlı çağı olan XVI. yüzyıldan günümüze kaynağı İs-lâm olan bir edebiyat var olagelmiştir. Bu dönemler içerisinde XIX. yüzyılınortalarına kadar aruz ve hece vezni ile şiirler kaleme alınmış, XIX. yüzyılınortalarından günümüze kadar ise hece ve serbest vezinle binlerce şiirler ya-zılmıştır. Ünite içerisinde dönemlerin önemli şairlerinden örnek şiirlere yerverilmiştir.

Türk- İ slâm Edebiyat ının canlı ve devam eden bir edebiyat olduğunu açıkla- yabilmek.

Türklerin İslâm dinini kabul etmelerinden itibaren ilk iki kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in hadisleri olan Türk-İslâm Edebiyatı XX. yüzyı-lın ilk yarısında bir süre sekteye uğrasa da ikinci yarısında içerik ve muhtevaanlamında tekrar ürün vermeye başlamış ve vermeye de devam etmektedir.

Kendimizi Sınayalım 

1. Aşağıdakilerden hangisi XVI. yüzyılda yaşayan şairlerden biri değildir? 

a. Fuzulî

b. Hayretî

c. Zatî

d. Nedim

e. Hayâlî

2. Aşağıdakilerden hangisi Türkî-i basit hareketinin öncülerindendir?

a. Tatavlalı Mahremî

b. Enderunlu Vasıf

c. Şeyh Gâlib

d. Keçecizade İzzet Molla

e. Bursalı İsmail Hakkı 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 159/261

 153

3. Edebiyatımız ve kültürümüzde önemli bir yere sahip olan Seyâhat-nâme,Siyer-i Veysî  ve Keş fü’z-zunûn isimli eserler hangi yüzyılda kaleme alın-mışlardır?

a. XV. yüzyıl

b. XVI. yüzyıl

c. XVII. yüzyıl

d. XVIII. yüzyıl

e. XIX. yüzyıl

4. XVIII. Yüzyıl edebiyatımız ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğru-dur?

a. Verim devria. Geçiş devri

c. Hazırlık devri

d. Gazel devri

e. Yükseliş devri

5. Aşağıdakilerden hangisi XX. yüzyılda geleneğe uygun ve tasavvufîneş’eyle eser veren şairlerden biridir?

a. Mehmet Akif Ersoy

b. Yahya Kemal Beyatlı 

c. Muhammed Lutfî

d. Ahmet Hamdi Tanpınar

e. Arif Nihat Asya

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. d Yanıtınız doğru değilse, “XVI. Yüzyıl” kısmını  yeniden okuyu-nuz. 

2. a Yanıtınız doğru değilse, “XVI. Yüzyıl” kısmını yeniden okuyu-nuz. 

3. c Yanıtınız doğru değilse, “XVII. Yüzyıl” kısmını yeniden okuyu-nuz 

4. a Yanıtınız doğru değilse, “XVIII. Yüzyıl” kısmını yeniden okuyu-nuz 

5. b Yanıtınız doğru değilse, “XX. Yüzyıl” kısmını yeniden okuyunuz

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 160/261

 154

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1

Hz. Peygamber dışında diğer peygamberler ve dört halifeye de hilyeler ya-

zılmıştır. Neşatî’nin Hilye-i Enbiya’sı ile Cevrî’nin Hilye-i Çâr-yâr-i Güzîn’ibu sahada yazılan örneklerden ikisidir.

Sıra Sizde 2

Asıl adı  Buhûrîzâde Mustafa olan Itrî, XVII. yüzyılın başında İstanbul’dadoğmuştur. Çocuk yaşlarda Yenikapı Mevlevihanesi’ne devam ederek tasav-vuf musikisiyle haşir neşir olmuştur. Musikideki asıl üstadı Haf ız Post olarakbilinen Tanburî Mehmed Çelebi’dir. Tekbîr’in de bestekârı olan Itrî dinî velâdinî bir çok bestenin sahibidir. 1712’de İstanbul’da vefat etmiştir.

Sıra Sizde 3 Bu yedi güzel adamın altısı  şair, hikayeci ve yazardır. Kurucu altı  kişi şuisimlerden oluşmaktadır: Erdem Bayazıt, Ersin Gürdoğan, M. Akif inan,Aleaddin Özdenören, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu. Yedincisi ise yazarolmayıp ancak sözü, saatlerce konuşsa bile dinlenebilen, dönemin en önemlisohbetçisi diye bilinen Hasan Seyithanoğlu'dur.

Yararlanılan Kaynaklar

Ak, C. (2001), Şair Padişahlar, Ankara.Akün, Ö. F. (1994) “Divan Edebiyatı”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul.

Banarlı, N. S. (1987), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I-II, İstanbul.

Gölpınarlı, A. (1954) Divan Şiiri, İstanbul.

Kemikli, B. (2000), Sun‘ullâh-ı Gaybî Dîvânı İnceleme – Metin, İstanbul.

Kemikli, B. (2009), “İlahiyat Araştırmaları: Dil ve Edebiyat”, Türk Bilim-sel Derlemeler Dergisi, II, 1, Bahar, Ankara, s. 45-50.

Kılıç, F. (1998), XVII. Yüzyıl Tezkirelerinde Şair ve Eser Üzerine Değer-lendirmeler, Ankara.

Kocatürk, V. M. (1964), Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara.

Kortantamer, T. (1997), Nev‘î-zâde Atâyî ve Hamsesi, İzmir.

Köprülü, M. F. (1986), Edebiyat Araştırmaları, Ankara.

Levend, Â. S. (1988), Türk Edebiyatı Tarihi I, Ankara.

Özalp, M. N. (2000), Türk Mûsikîsi Tarihi, İstanbul.

Pala, İ. (1996) “Osmanlı Edebiyatı”, Osmanlı Ansiklopedisi, İstanbul.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 161/261

 155

Pekolcay, N. (1976), İslâmî Türk Edebiyatı, İstanbul.

Şener, H. İ.- Yıldız A. (2003) , Türk-İslâm Edebiyatı, İstanbul.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 162/261

 156

 

Amaçlarımız 

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk İslâm Edebiyatı’nda Allah ile ilgili edebî türlerin neler olduğunu sı-ralayabilecek,

• Allah’ın güzel isimlerinin edebiyatımızda nasıl yer bulduğunu ifade ede-bilecek,

• Şairlerimizin eserlerine başlarken nasıl bir gelenek takip ettiklerini belir-leyebilecek,

• Tevhid ve münâcâtlarda hangi konuların üzerinde durulduğunu açıklaya-bileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Esmâ-ı hüsnâ

• Tevhîd

• Münâcât

• Edebiyatımızda adet ve gelenek

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Türkiye Diyanet Vakf ı  İ slâm Ansiklopedisi’nden Esmâ-ı hüsnâ, Tevhîd veMünâcât maddelerini okuyunuz.

• Bulabildiğiniz bir Divan ve Mesnevî’nin ilk şiirlerini inceleyiniz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 163/261

 157

 

GİRİŞ 

Eski edebiyatımız dinî temele dayanır ve ilk kaynağı da İslâmî ilimlerin tü-münde olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’dir. Hiç kuşkusuz şiir, bu edebiyatımıziçerisinde önemli bir yere sahiptir. Şairlerimiz anlatmak istedikleri hemen herşeyi çeşitli nazım şekilleriyle kaleme almışlardır. Kasidelerle tevhid, münacatve naatlar yazdıkları gibi din ve devlet büyüklerine de methiyeler meydanagetirmişlerdir. Aslen bir aşk şiiri formu olan gazel ile zamanla felsefî ve mi-zahî konuları da ele almışlardır. Mesnevî nazım şekliyle dinî ve dünyevî he-men her konuda kalem oynatmışlardır. Öyle ki bazen Arapça veya Farsça birsözlüğün bazense bir dilbilgisi kitabının bile manzum olarak yazıldığını gör-mekteyiz.

Her ne kadar Eski edebiyatımızla ilgili olarak “dinî” ve “lâ-dinî” gibi

tasniflere rastlasak da dinin yaşanan hayatı

n bir parçası

 olduğunu düşündü-ğümüzde “la-dinî” nitelemesinin çok da ayaklarının yere basmadığını görü-rüz. Belki bu tasnifle kastedilenin, içeriğin tamamen dinî bir konu olup olma-sına göre şeklinde anlamamız gerekir ki burada da yine “lâ-dinîlik” tasnifiyerli yerine oturmaz.

Türklerin İslâm’ı kabul etmelerinden sonra yazılan eserlerin hemen hep-sinde önce Allah’ın birliği ve ululuğunu anlatan, O’na yalvarma ve duâyı ifâ-de eden, Hz. Peygamber’i medh edip öven parçalar ve manzûmeler bulun-maktadır. Eserlere bu şekilde başlamak İslâm sonrası edebiyatımızın ilk eser-lerinden itibaren herkesce uyulan bir âdet ve gelenek olagelmiştir. Bu âdet vegeleneğin dayanağını şu şekilde açmak ve açıklamak mümkündür.

Her şeyden önce eserlerin, mensûr ve manzûm olmak üzere iki tarz veşekilde yazılmaları usûldendir. Müslüman bir müellif ve şâirin eserine “Bes-mele” ile başlayarak “Hamdele” ve “Salvele” ile devam etmesi ve “ammâba‘dü” sözü ile de asıl konuya geçmesi “âdet ve gelenek” idi. Ancak, bu âdetve geleneğin bir dayanağı olmalıydı. İşte bu âdet ve geleneğin delil ve daya-nakları hakkında şu bilgileri vermek faydalı ve yerinde olacaktır.

Bu âdet ve geleneğin mensur eserlerde nasıl ve hangi sıraya göre uygu-landığına bakalım. Mensur eserlerde müellifin âdet ve geleneğe göre, takipettiği sıra: “Besmele, hamdele, salvele, ammâ ba‘dü” sözleridir. Manzumeserlerde ise bu sıra: “Besmele, Tevhîd-Münâcât, Na‘t, Sebeb-i Te’lîf-iKitâb” şeklindedir. Divanlarda bu sıraya uyulduğu gibi, mesnevîlerde de, ge-

nel olarak, böyledir. Bunları

 sı

ra ile açı

klayalı

m.

Allah Teâlâ ile

İlgili Edebî Türler

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 164/261

 158

1. Mensur Eserlerde

Besmele; “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” demek olan Besmele’nindayanağı, Hz. Peygamber’in: “Her iyi ve güzel bir işe “Rahmân ve Rahîmolan Allah’ın adı” ile başlanmamışsa, o işten hayır gelmez, sonu güdük ve

verimsizdir.” (Aclûnî: 1352) anlamındaki hadîsidir.

Hamdele; “Allah’a şükretme” anlamına gelen “el-Hamdü li’llâh” cümle-sinin kısaltılmış  şeklidir. Hamdele’nin delîli, Kur’ân-ı  Kerîm’in ilk sûresiolan Fâtiha Sûresi-ilk âyetinin “Hamd” kelimesiyle başlamış olması ve bir deHz. Peygamber’in hutbelerinin Allah’a “Hamd ü senâ” ile başlamış olması-dır. Çünkü Câhiliye döneminde okunan hutbelerde “Hamd ü senâ ” yoktur(Şener: 1995). Âyetten delîli ise Kur’ân-ı Kerîm’in ilk suresi olan Fatiha’nınilk âyetinin: “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.” ifadesiyle başlamasıdır.

Salvele: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed” cümlesinin kısal-tılmış şeklidir. Hz. Peygamber’e salât ü selâm getirmenin Kur’an’daki delili:

“Allah ve melekleri, peygambere salât etmekte (onun şerefini gözetmeğe, şâ-nını  yüceltmeğe özen göstermekte)dir. Ey inananlar, siz de ona salât edin(onun şânını  yüceltmeğe özen gösterin); içtenlikle selâm edin (Ahzab,33/56).” anlamındaki âyettir. Âyetin asıl metninde geçen “sallû” ve “sellimû”emirleri, Hz. Peygamber’e “salât ü selâm” getirme görevini Müslümanlarayüklemektedir.

Ammâ ba‘d: “Allah’a hamd, Peygambere salât ü selâm’dan sonra” anla-mında bir deyimdir ki, bundan sonra asıl konuya geçilir. Asıl konu ileHamdele ve salvele faslını ayırdığı için “ammâ ba‘dü” sözüne “faslu’l-hitâb”da denir.

2. Manzum Eserlerde Manzum eserlerde de bu geleneğe bağlı kalınarak, önce yine “Besmele”, son-ra “Hamdele” yerine Tevhîd ve Münâcât, “Salvele” yerine ise Na‘t sıralama-sına uyulur. “Ammâ ba‘dü” deyimi yerine de özellikle mesnevîlerde “Sebeb-ite’lîf-i kitâb” ibaresi yer alır.

 Manzum  eserlerde “Besmele”den sonra, öncelikle Tevhîd, bazan daTevhîd-Münâcât birlikte bulunur. Türk İslâm Edebiyatı  konularından olanTevhîd, Münâcât ve Na‘t, konu olarak, yerinde daha detaylı  işleneceğinden,burada kısa bilgiler verilecektir.

Tevhîd’in kelime anlamı, “Vahdet” kökünden “birkaç şeyi bir etme, bir-leştirme, bir addetme, bir nazarıyla bakma” anlamlarına geldiği gibi, Allahhakkında: “Allah’ın bir olduğuna inanma, kâil olma, birleme” demektir. “Lâİlâhe ille’llâh” cümle ve terkîbinin söylenmesine de, İslâmî literatürde,“Tevhîd” veya “Kelime-i Tevhîd” denilmektedir.

Kelime-i tevhidin anlamı nedir?

Edebî ıstılâh olarak Tevhîd, şâirlerin “Allah’ın varlığına ve birliğine dâiryazdıkları  manzûmeler”e verilen isimdir. Şâirler, yazdıkları  “Tevhîd” ve“Münâcât”ları Divan’larının başına koymayı  kendileri için bir şeref saymış ve bunu âdet hâline getirmişlerdir (Olgun, 1973).

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 165/261

 159

Tevhîdlerde, Allah’ın büyüklüğü, isimleri, sıfatları, kuvvet ve kudretininsonsuzluğu, zâtının tasvîr ve hâyâl edilebilir şeylerden soyutlanması, hiçbirşeyin ona eş ve benzer olmayışı, kâinâtta ondan başka müessir bulunmaması,bütün kudret ve ilimlerin ona âit oluşu gibi konular, sanatlı bir uslupla işlenir.Allah’ın karşısında kulun âcizliği vurgulanır. Mutasavvıf şâirler taraf ından

yazılmış olan tevhîdlerde “vahdet-i vücûd” felsefesinden de söz edilir. Kasîdetarzında yazılan tevhîdlerde, diğer bölümlere yer verilmeden, doğrudan ko-nuya geçilir. Şâir Nâbî (ö. 1712)’nin yazdığı, 91 beyitten oluşan manzûme,tevhîdin en güzel örneğidir. Tevhîdler, manzûm olarak yazıldığı gibi, mensûrolarak da yazılmıştır. Mensûr olanlarına “Tazarru‘-nâme” denilir.

Münâcât, Arapça olup “Neciv” kökündendir. Kelime anlamı “f ısıldamak,kulağa söylemek” demektir. Münâcât denilmesinin sebebi, bir kimsenin elle-rini kaldırıp dilediği şeyi Allah’tan gizlice istemiş olmasındandır. Münâcâtınıstılah anlamı  ise: “Allah’tan bir şey istemek için, ona yalvarmak ve yakar-mak için yazılmış olan manzûmeler”, “Allah’a duâ ve niyâz etme”, “Allah’ahitâbederek duâ ve niyâzı ihtiva eden şiir” demektir.

Arap ve İran edebiyatlarında yer alan münâcât türü, XII. yüzyıldan itiba-ren bizim edebiyatımızda da yer almaya ve şâirlerimiz taraf ından yazılmayabaşlanmıştır. Şairlerimiz tertip etmiş oldukları Divanlarda tevhîdlerden sonraen az bir tane münâcât koymayı da bir kural ve âdet hâline getirmişlerdir. Ay-rıca, mesnevîlerde de mesnevî tarzında yazdıkları münâcâtlara yer vermişler-dir.

Münâcâtlarda dînî konulara daha çok yer verilmiştir. Şâirler, en büyükgüç, kudret ve azamet sâhibi olan Allah’ın yüceliği ve ululuğu karşısında çâ-resiz, zavallı kullar olarak Allah’a yakarışta bulunur, ona muhtâç oluşların-dan bahseder, düşüncelerini âyet ve hadislerden yaptıkları  lafzî ve manevîalıntılarla ifâde ederek kuvvetlendirmeye çalışırlar. Münâcâtlar çoğunlukta

manzûm olmasına rağmen, mensûr münâcâtlar da yazılmıştır. Mensûr olanbu münâcâtlara da “Tazarru‘-nâme” denilmektedir.

Türk İslâm Edebiyatı’nda Hz. Peygamber’in hayatını, vasıf ve güzellikle-rini, mucizelerini anlatan; hadislerinden kırk kadarını  bir araya getirerek“Hadîs-i Erba‘în/Kırk Hadîs”i oluşturan eserler de oldukça yekün tutmakta-dır. Peygamber kıssaları, evliyâ menkıbeleri, önemli dînî savaşlar, bazı olay-lar, belirli gün ve aylar, dînin esasları, inanç, tasavvuf esasları, nasîhat ve ah-lâkî öğütler, dînî eserlerin konularını oluşturmuştur. Bu eserler, edebî bir üs-lûp ve kisve içerisinde verilmektedir. Bunların büyük bir kısmı manzûm ola-rak yazıldıklarından, Eski Türk Edebiyatı içerisinde, çok geniş ve çeşitli tür-leri içerisine alan Türk İslâm Edebiyatı meydana gelmiştir.

Dînî edebiyatımızın, bir başka deyişle Türk İslâm Edebiyatı’nın en sevi-len, en tanınmış ve yaygın hâle gelmiş eserleri, Ahmed Yesevî’nin hikmetleriyerine, Yûnus Emre’nin ilâhileri, Süleyman Çelebi (ö. 1422)’nin Mevlid’i,Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 855/1451)’in Muhammediyye’si, Fuzûlî (ö.1556)’nin Hadîkatü’s-su‘adâ’sı, Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895)’nınKısasu’l-Enbiyâ’sıdır.

İçeriğinin tamamen dinî olmasını göz önünde bulundurarak edebiyatımız-daki bir dinî-edebî nazım türlerinden bahsedebiliriz. Bu tasnifi kullandığı-mızda da üç ana başlık karşımıza çıkar: Allah’la ilgili nazım türleri, Hz. Pey-gamber’le ilgili nazım türleri ve dinî-ahlaki diğer nazım türleri.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 166/261

 160

Bu ünitede Allah’la ilgili edebî türlerden bahsedeceğiz. Allah’la ilgiliedebî türleri de üç ana başlık altında inceleyeceğiz: Allah’ın Güzel İsimleriolan Esmâ-i Hüsnâlar, Allah’ın zatî ve sübûtî sıfatlarından bahsedenTevhidler ve kulun acziyetini dile getiren Münâcâtlar.

1. ALLAH’IN GÜZEL İSİMLERİ: ESMÂ- I HÜS-NÂLAR

Allah’la ilgili edebî türlerden ilki Esmâ-ı  hüsnâ ya da Arapça söyleyişleEsmâü’l-hüsnâlar’dır. En güzel isimler anlamına gelen bu isim tamlaması “Allah’ın Güzel İsimleri” anlamıyla edebiyatımızda bir tür olarak kabuledilmiştir.

Esmâü’l-hüsna ifadesi, Kur’ân-ı Kerîm’de dört ayrı surede yer alan birerayette geçmektedir. Bunlardan ilki Araf suresinde yer almaktadır. Bu ayetteAllah’ın güzel isimleriyle dua edilmesinin gereği belirtilmektedir.

“En güzel isimler Allah’ındır. O’na o isimlerle dua edin. O’nun isimlerikonusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını görecekler-dir.” (Araf 7/180).

Diğer âyetlerde de en güzel isimlerin sadece Allah’a ait olduğu vurgu-lanmaktadır.

“De ki: Gerek Allah deyin, gerek Rahmân deyin, hangisini derseniz de-yin, en güzel isimler onundur.” (İsra 17/110)

“Allah’tan başka ilah yoktur, en güzel isimler onundur.” (Tâhâ 20/8)

“O, var eden, güzel yaratan, yarattıklarına şekil veren, en güzel adlar ken-disinin olan Allah’tır.” (Haşr 59/24)

Bu âyetlerde Allah’a ait güzel isimlerin sayısının kaç tane olduğuyla ilgilibir ibareye yer verilmemiştir. Bu isimlerin sayısı ve neler olduğuyla ilgili bil-giler hadislerde yer almaktadır. Kütüb-i Sitte olarak bilinen altı hadis kitabın-dan Buharî, Müslim, Tirmizî ve İbn-i Mâce’nin çeşitli bölümlerinde birbirineyakın ifadelerle yer alan bir hadiste “Allah’ın doksan dokuz, yüzden bir ek-sik, ismi vardır. Bu isimleri kim sayarsa (veya ezberlese) cennete girer” ifa-delerinden sonra Tirmizî ve İbn-i Mâce’de bu 99 isme yer verilmiştir.

Kitabınızın 1. Ünitesinden Din ve Edebiyat kısmını okuyunuz. 

Edebiyatımızda Esmâ-ı hüsnâların oluşumunda hiç kuşkusuz bu hadisinbüyük bir etkisi vardır. Edebiyatımızdaki dinî edebî türlerin birçoğunda daolduğu gibi bu hadisteki cennete girme müjdesinden dolayı  Arap, Fars veTürk birçok müellif ve şair bu türde eserler kaleme almışlardır.

Konuyla ilgili olarak Prof. Dr. H. İbrahim Şener (ö. 2006) taraf ından birdoktora tezi hazırlanmıştır. Bu alandaki ilk ve tek olan araştırmada Arap, Farsve Türk edebiyatlarında mensur ve manzum olarak hazırlanan Esmâ-ı hüsnâlar hakkında detaylı bilgiler verilmektedir (Şener: 1985).

Hadislerde sayılan Allah’ın güzel isimlerinden her birinin farklı anlamları vardır. Birer Esmâ-ı hüsna şerhleri olan ve bu türde verilen mensur eserlerde

isimlerin anlamları  detaylı  olarak verilmektedir. Bu tür eserlerde, “Esmâ-ı 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 167/261

 161

Hüsnâ Havâssı” olarak da nitelenen, hangi ismin hangi bir faydaya yönelikolduğu belirtilen özelliklerinden bahsedilmektedir. Müslümanların herhangibir isteklerini Allah’a arzedip dua ederlerken bu isteklerini karşılayan İsim iledua etmeleri tavsiye olunmaktadır. Bu eserlerin bazılarında duadaki beklenti-nin karşılığı olan Allah’ın İsmi’nin günde kaç kez okunacağı belirtilirken ba-

zılarında da hangi vakitte okunması gerektiğine işaret edilmektedir.

Örneğin; bol rızık isteğinde bulunan bir müslümanın günde 308 defa er-Rezzâk ismini, çocuğu olmayan birinin de yedi gün oruç tutup iftar vaktindeyirmi bir kez el-Musavvir ismini okuması tavsiye edilmektedir. Bu isimlerinhangi vakitte ve kaç kez okunacağı  ile ilgili farklılıklar olsa da bu türdekihemen her eserde ilgili ismin hangi maksat ve isteğe yönelik olduğu mutlakaifade edilir.

Tasavvuf ve tarikatlarda Esmâ-ı hüsnâ zikrine çok önem verilmekte oldu-ğu gibi, hangi ismin hangi durumda okunacağı meselesi halk arasında da ol-dukça yaygındır. Dert ve sıkıntılardan kurtulmak, eşler arasında sevginin

meydana gelmesi, çocuk, makam, rütbe, zenginlik sahibi olmak ve benzeribirçok konuda insanların birçoğu bu isimlerle Allah’a yakarmaktadırlar. As-lında bir sihir ve büyü kitabı olmakla birlikte içerisinde Esmâ-ı hüsnâ havâs-sının da yer aldığı Seyyid Süleyman Hüseynî’nin Kenzü’l-Havâss isimli eseribundan dolayı halk arasında yaygın olarak okunan kitaplardan birisidir.

Esmâ-ı hüsnâ ile ilgili en çok eser verilen dil Arapçadır. Bunu sırasıylaTürkçe ve Farsça izler. Ayrıca İngilizce olarak da yazılan biri manzum diğerimensur iki eser vardır (Şener: 1985).

Arapçada, bu konuda çoğunluğu mensur olmak üzere seksen küsur eserverilmiştir. Bunlardan manzum olanların sayısı sekizdir.

Türkçe kaleme alınan Esmâ-ı hüsna sayısı elliye yakındır ve bu eserlerdenon dokuz tanesi manzumdur.

Farsça olarak da mensur ve manzum Esmâ-i hüsnâlar yazılmıştır. Ancak,Arapça ve Türkçe mensur ve manzum Esmâ-i hüsnâlar, oldukça hacimli vemuhtevalı  olmalarına mukabil, Farsça yazılanlar kısa ve hacimsiz ve dahaçok manzum olarak yazılmışlardır. Mensur ve manzum olmak üzere Farsçaaltı tane eser bulunmaktadır.

Her üç dilde manzum olarak yazılan Esmâ-ı hüsnâ otuza yakındır ve bun-ların üçte ikisi Türkçe yazılmıştır. Bu da Türk edebiyatında bu türe gösterilenilgi açısından dikkate değer bir noktadır. Her ne kadar sayı belirtsek de yapı-lacak yeni araştırmalarla bu türdeki eser sayısının artacağında kuşku yoktur.

Arapça olan mensur eserlerden Gazâlî’nin (ö. 1111),  Maksadu’l-Esnâ ferhi Esmâillâhi’l-Hüsnâ’sı, Beyzâvî’nin (ö. 1286), Müntehe’l-Münâ fî Ş erhiEsmâillâhi’l-Hüsnâ’sı, Fahreddîn Râzî’nin (ö. 1209),  Levâmiu’l-BeyyinâtŞ erhu Esmâillâhi Teâlâ ve’s-S ı fât ’ı ilk akla gelenlerdendir.

Farsça eserlerden Abdurrahman Câmî’nin (ö. 1492)  Risâle-i Muammâ-yı  Nefîse’si ile Lamiî Çelebi taraf ından Türkçe’ye tercüme edilen Mîr Hüseyineş-Şirâzî’nin (ö. 1499) Ş erhu’l-Esmâi’l-Hüsnâ’sı en çok bilinenlerdendir.

Şeyhoğlu Mustafa (ö. 1401), Îsâ Saruhânî (ö. 1559), Ahmed Şâkir Paşa(ö. 1818), İbrahim Cûdî (ö. 1926), Bıçakcızâde İsmail Hakkı (ö.1933) Türkçe

manzum Esmâ-ı

 hüsnâ kaleme alan şairlerden sadece bir kaçı

r.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 168/261

 162

Örnekler

Âlimü’l-gaybi ve’ş-şehâdeh:

Her kim etse edâ namâzını 

Cân u dilden kılıp niyâzını 

Akabince bu ismi yâd etse

Bu safâyı revâna zâd etse

Anı keşf ehli eyleye Rahmân

Ere Hak’dan revânına ihsân

lsa beş vakt namâzı

 âdemOkusa yüz kerre bunu ol dem

Ana mekşûf ola kamu esrâr

Dola gönlü safâ ile envâr

es-Selâm :

Kim ki bir derd ile ola bîmâr

Bunun ile olur ana tîmâr

Ger yüz on bir kez okısa anı 

Bula sıhhat-i safâ-y-ıla cânı 

el-Cebbâr :

Kim okursa yigirmi bir nevbet

Ermeye her güzin ana nikbet

Ger olursa dilinde bu virdi

Zulm-i zâlimden olmaya derdi

el-Bârî :

Her ki yüz kerre okusa zâhir

Dahi yitmiş bir okusa âhir

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 169/261

 163

Kabre vardığı dem işit anı 

Yalınuz olmaya anun cânı 

Hak musâhib vere ana anda

Kalmaya havf ile gidüp anda

el-Musavvir :

Her kimin olmasaydı ferzendi

Bu hevâ olsa gönlünün bendi

Yedi gün pâk olup ola sâim

Dilde bu ismi zikrede dâim

Vakt-i iftâr olıcak her bâr

Okuya bîst ü yek anı ey yâr

Ya‘ni su üzre okuya anı 

İçe ol dem safâ bula cânı 

Yedi gün eylese bu hâl üzre

Hak murâdın vere kemâl üzre

Hak ana bir oğul verse âşık

Ola ilmi ile izzete lâyık

el-Gaffâr :

Her ki yüz nevbet okusa sâfî

Ola her derdine anunşâfî

Cum‘adan sonra okusa her gâh

Açıla lûtf ile ana dergâh

el-Hâf ız :

Her ki havf eyleye adûsundan

Ya adû ins ola yâhûd cinden

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 170/261

 164

Ede bir halveti hemân hâlî

Okuya yetmiş ile bin hâli

Ref‘ ola düşmanın o dem şerri

Ere Hakkın emân ile birri

es-Semî‘ :

Her kim ister murâdını hâsıl

Ola maksûduna o dem vâsıl

Okuya beş yüz ismi her demde

Kalmaya kalbi hasret ü gamda

Hak du‘âsın kabûl ede anı 

Ola şâd akl ile dil ü cânı 

el-Vedûd :

Er ü avret miyân-ı ceng olsa

Dilleri gussa ile teng olsa

Okur ise bu ismi ol dâyim

Ola tevfîk-i sulh ile kâyim

el-Latîf :

Her kimin kim ma‘aşı dar olsa

Gussa vü gam anunla yâr olsa

Okusa yüz kerre bunu her rûz

Ere her kûşeden ana sad rûz

et-Tevvâb :

Her ki nisyân ile ede isyân

Erişe fazl-ı Hak ile gufrân

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 171/261

 165

Okusa ger duhâ zamânında

Ola da‘im Hudâ emânında

es-Sabûr :

Her ki bir derde mübtelâ olsa

Ya meşekkatle bâtını tolsa

Ger otuz bin okursa bu ismi

Ola hâlis revân ile cismi

Hak devâ ede derdine ol dem

Ola zevk ü safâ ile hurrem

Verdiğimiz bu örnekten sonra, Türkçe ilk manzum Esmâ-ı  hüsnâlar ara-sında yer alan İbn Îsâ Saruhânî’nin Ş erhu Esmâi’l-Hüsnâ isimli eserinden sâ-dece, Allah’ın Güzel İsimleri’nden olan Rahmân adının şerhi ile ilgili kısmı,ikinci örnek olarak, veriyoruz.

Türkçe ilk manzum Esmâ-ı Hüsnalar arasında yer alan İbn Îsâ Saruhânî’ninŞerhu Esmâi’l-Hüsnâ isimli eserinde Rahmân ismi şu şekilde anlatılmaktadır.

Yâ Rahmân: (aded 298, sâat : Güneş)

Gel ey tâlib edin vird ism-i Rahmân

Ki rahmetden erişe lûtf u ihsân

Şumarınca sürersen her gün anı 

Sa‘âdetle dutasın dû-cihânı 

Bunu terk etme dâim virdin olsun

Ki sürdükce gönül nûr ile dolsun

Kesâfet yerine gelsin letâfetNühûset yerine dönsün sa‘âdet

Kasâvet kalmasın bulsun safâ dil

Ziyâlar bağlar ol vakt hemçü kandîl

Ola ger nûr-ı Rahmân mazhar-ı dil

Elest ahdine bulsun hem vefâ dil

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 172/261

 166

Eger vird edine bu ismi nâ-kes

Sahî olur ana bî-kes dimez hâs

Olursan nâ-kesin birine meşgûl

Sahî olup atâ eyler sana bol

Bunu kim vird edine mâlı artar

Kovan cismi içinde balı artar

Hem artar mansıb u kadr u sehâsı 

Anılır Hâtem-i Tây’ın atâsı 

Sehâvet her kime olduysa âdet

Ölünce gitmez andan ol sa‘âdet

Şumarı iki yüz toksan sekiz hem

Güneşdir sâ‘ati va’llâhü a’lem

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah ismi ilk olarak hangi surede yer almaktadır? Araştır ı-nız. 

2. TEVHÎDLERAllah’ın birliği ve yüceliği konusunda yazılan manzûm ve mensûr eserleretevhîd  denir. Tevhîd konusu, daha önce kısmen işlenmişse de, Türk İslâmEdebiyatı  konularının başında gelmesi nedeniyle, burada daha geniş  olaraküzerinde durulacaktır.

Kök itibâriyle vahdet kelimesinden gelen ve tef‘il kalıbıyla ifâde edilenTevhîd, kelime olarak birlemek anlamına gelmektedir. Istılah olarak da, “Al-lah’ın varlığına ve birliğine dâir yazılan manzum ve mensur eserler”e Tevhîdismi verilmiştir. Şairlerimiz Divanlarına tevhîd ve münâcâtla başlamayı  birâdet hâline getirmiş ve böyle başlamayı kendileri için de bir şeref kabul et-mişlerdir.

Manzum tevhîdler, çoğunlukla kasîde, gazel, mesnevî nazım şekilleriyleyazılmıştır. Tevhîderde işlenen konular, âyet ve hadislerden alıntılar yapıla-rak veya bu iki ana kaynaktan faydalanılarak kaleme alınmışlardır.

Konuyla ilgili yayın yapan araştırmacıların edebiyatımızda biri tasavvufî,diğeri dînî olmak üzere iki tür tevhîdden bahsetmektedirler. Ancak, tasavvufîtevhîdlerle dînî tevhîdleri birbirinden ayırdetmek de oldukça güçtür. Nihaye-tinde tasavvuf da dinin içerisindedir.

Tevhîdlerde, öncelikle, Allah’ın zâtî (selbî) ve sübûtî sıfatları yer almak-tadır. Allah’ın zâtî sıfatları altı tanedir. Bunlar: Vücûd, kıdem, bekâ, vahdâ-

niyet, muhâlefetün li’l-havâdis ve kı

yâm bi-nefsih denilen sı

fatları

r. Sübûtî

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 173/261

 167

sıfatlar ise sekiz tanedir. Bunlar da: Hayat, ilim, semî‘, basar, irâde, kudret,kelâm ve tekvîn, sıfatlarıdır.

Dînî tevhîdlerde, Âdem peygamberi topraktan yaratmış olan Allah’ın il-minde saklı ve gizli varlıkların kudret kalemiyle meydana gelişi, zuhûr edişi

anlatılır. Tasavvufî tevhîdlerde ise “Kenz-i mahfî / Gizli hazîne” esasına da-yalı bir anlatım yer almaktadır.

“Kenz-i mahfî” terkibi bir kudsî hadiste geçmektedir ki bu hadis şöyle-dir: “Hz. Dâvûd (a.s), Allah’a: “Yâ Rabbi! Lime halakte’l-halka / EyAllahım! Bu mevcûdâtı niçin yaratttın?” der. Cenâb-ı Allah Hz. Davud’unbu sorusuna: “Küntü kenzen mahfiyyen fe-ahbebtü en u‘rafe, fe-halaktü’l-halka li-u‘rafe” diye cevap verir. Ehl-i tasavvuf’a göre: “Ben, gizli bir hazî-ne idim, bilinmek ve tanınmak istedim. Bu yüzden de, bilinmem ve tanın-mam için bütün varlıkları yarattım.” anlamına gelen bu kudsî hadisin daya-nağı, “Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”(Zâriyât: 51/56) anlamındaki âyettir.

Bu kudsî hadîsten hareketle, özellikle İran ve Anadolu şâirlerinde, kâi-nâtın yaratılış nedeni olarak “Allah’ın kendi güzelliğini temâşâ ve yoklukaynasında tecellî etmesi” sonucu mevcudatın var oluşu inancı  önemarzeder. Şâir, sanki şu beytinde, söz konusu kudsî hadîsi tercüme edercesi-ne, şöyle diyor:

Kendi hüsnüñ hûblar şeklinde peydâ eyledin

Çeşm-i âşıkdan dönüp soñra temâşâ eylediñ

Tevhîdlerde yer alan ve işlenen diğer esas ve konuları şu şekilde sırala-mak mümkündür:

Vahdet-i vücûd (varlıkta birlik) inancına göre, kâinâtta var olan her şeyvehim, hayal, aynadaki akis ve gölgeler gibidir.

Kâinât, Allah’tan bir nişan ve alâmettir. Eserden müessire (cüz’denkül’e) intikâl edip, kesrette vahdeti (çoklukta birlik), mahlûkta Hâlık’ı idrâketmeli, anlamalıdır.

Allah, akıl sahipleri taraf ından bilinir fakat, gözlerden gizlenmişdir. Onudünya gözüyle görmek mümkün değildir. Bunun delîli: “Gözler onu görmez,o gözleri görür; O latîf (gözle görülmez veya lûtuf sahibi), her şeyi haberalandır.” (En’am: 6/103) anlamındaki âyettir.

Allah’ın zâtı idrâk edilemez ve buna insan güç yetiremez. İnsan aklı onuanlamaktan âcizdir. Hz. Ebû Bekir’in, “el-aczü an-derki’l-idrâki idrâkü ” mıs-râında çok açık bir şekilde, beşer aklının Allah’ın zâtını idrâk etmekten âcizolduğu ifâde edilmektedir.

Allah mülkün sâhibi, şehâdet ve gayb âleminin Hâlık’ıdır. Bunun delîli,şu iki âyettir: “(O), her şeyin yaratıcısıdır.” (En’am, 6/102) ve “O, öyle Al-lah’tır ki ondan başka tanrı  yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilir. O, çokesirgeyen, çok acıyandır.” (Haşr, 59/22)

Allah, nasıllık (kemmiyet) ve nicelikten (keyfiyet) münezzehtir. “O’nabenzer hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.” (Şûrâ, 42/11) âyeti bunundelîlidir. “Allah’ın nimetleri hakkında istediğiniz kadar düşünün, kafa yorun;

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 174/261

 168

fakat, sakın Allah’ın zâtı hakkında kafa yormayın, düşünceye dalmayın.” ha-disi de, bunun sünnetteki delilidir. O’nun keyfiyyetini anlamak isteyen sapık-lıkta ve yanlış yoldadır.

O, kıyısı olmayan bir okyanustur. Bu, Hakk’ın sonsuz ve sınırsız, zaman

ve mekân kayıtlarından uzak olduğunu ifâde eder.

Allah’ın eşi ve ortağı yoktur. Herkes O’na muhtaçtır ama o hiç kimseyemuhtaç değildir. Bir adı da Tevhîd sûresi olan İhlâs sûresi, Allah’ın “eşi veortağı” olmadığının açık delîlidir. “De ki: O Allah birdir. Allah Samed’dir(her şey varlığını ve bekâsını ona borçludur. Her şey ona muhtaçtır, o, hiçbirşeye muhtaç değildir. Her şeyin başvuracağı, yardım dileyeceği tek varlıkodur.). Kendisi doğurmamıştır ve (başkası  taraf ından) doğurulmamıştır. Hiç-bir şey onun dengi (ve eşi) olmamıştır.”

Evvel, âhir, zâhir ve bâtın odur. Bütün varlık ve eşyâda onun nûru zâhirolmuş, tecellî etmiştir. Eşya, vehimler ve hayallerden ibarettir. Halbuki, bi-zâtihî mevcut ve var olan sâdece Allah’tır. O, ezelî ve ebedîdir. Cemâl ve Ce-lâl sahibidir. “O, İlk’tir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur); Son’dur(kendisinden sonra hiç bir varlık yoktur, her şey yok olurken O, kalacaktır);Zâhir’dir (delilleriyle varlığı  gün gibi açıktır); Bâtın’dır (Zâtı’nın hakîkatı gizlidir, akıllar O’nun zâtını  idrâk edemez). O, her şeyi bilendir.” (Hadîd,57/ 3) âyeti, bunu açıkça ifâde etmektedir.

O, merhametlilerin en merhametlisi (Erhamü’r-râhimîn) ve Ekremü’l-ekremîn’dir. Kur’an’da, bu ifade dört ayrı yerde geçmektedir: “Merhametlile-rin en merhametlisi sensin ! ”(Âraf, 7/151)

Gönül levhasından mâsivânın (Allah’tan gayri her şeyin) silinmesi şart-tır. Çünkü Allah’a yakın olmak ve onun rızâsını kazanmak için gerekli olan

amel ve ibâdet, gönülden mâsivânın uzaklaştırılmasıyla gerçekleşebilir. Al-lah’a olan bağlılık ve muhabbet, dünyaya bağlılık nisbetinde zayıflar ve aza-lır.

Mutasavvıf şâirlerin tevhîdlerinde, göze çarpan hususlar ise, daha çokvahdet-i vücûd’la ilgilidir.

O, öyle bir “Vahdet denizi”dir ki, onun dalgaları (isim ve sıfatlarının te-cellîleri) hiçbir zaman kesilmez. Çokluk (kesret), işte bu tecellîlerden, zorun-lu olarak ortaya çıkmıştır. “Göklerde ve yerde bulunanlar (her şeyi) ondan is-terler (çünkü tüm varlıklarını ona borçludurlar). O, her gün (her an) yeni biriştedir (kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür, her ân hayatı tâzeler, bir hâligiderir, başka hâller getirir).” (Rahmân, 55/29) âyeti bunun açık delîlidir.

Tasavvufta gerekli ve önemli olan vahdet, kesret içinde olan vahdettir.Bunun anlamı, toplum ve halkla birlikte, işiyle-gücüyle meşgul iken bile her-kesin ve her şeyin Allah’ın kudreti ile meydana geldiğini idrâk etmekten iba-rettir. El yârda, gönül kârda olmalıdır. İşte bundan yola çıkarak Vahdet-ivücûd nazariyesi doğmuştur. Bütün varlıkların Vücûd-ı mutlak olan Allah’ınisim ve sıfatlarından tecellî ettiği nazariyesine dayanan Vahdet-i vücûd, birçeşit tasavvuf yoludur. Buna göre Vücûd (varlık) birdir ve o da Allah’ın var-lığıdır. Bütün varlıklarda çeşitli şekillerde tecellî eden de odur. Her şey, onunvarlığına ve birliğine delâlet eder. Kâinât, onun varlığının alâmetidir. Onsuzhiçbir şey olamaz. Vahdet-i vücûd nazariyesi XIII. yüzyldan itibâren,Muhyiddin İbnü’l-Arabî (1165-1240), Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1207-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 175/261

 169

1273), Sadreddin-i Konevî (1210-1274) gibi bilgin ve şâirlerle büyük ilerle-me kaydetmiştir.

Burada Vahdet-i vücûdla ilgili bir noktayı, önemli olması  nedeniyle,açıklamakta fayda vardır. Vahdet-i vücûd, panteizm değildir ve onunla hiçbir

ilgisi yoktur. Çünkü Allah, hiçbir şeyle ittihâd hâlinde bulunmaz. Allah, Al-lah’tır, âlem de âlemdir. Âlem, Allah’ın gayrıdır. Vücûdu vâcib olan, varlığı mümkün ve sonradan olanla birleşemez. Allah, her şeyden münezzeh ve mut-lak kudret sahibidir. Allah, nasıllık ve nicelikten münezzeh, âlem ise bunlarlasınırlıdır. Münezzeh olana, sınırlı  olanın aynı  demek ve Allah’ı, sonradanolan şeyle bir ve aynı kabul etmek imkânsızdır. Ezelî olan Allah, asla sonra-dan olanın aynı değildir.

Mekândan münezzeh olan Allah, mekâna sığmaz. Mekândan münezzeholanı, mukayyet olan eşya ve varlıktan ayrı düşünmek gerekir. Dış dünya veiç âlemde görünmüş olanlar, Allah’ın varlığına delâlet eden şâhitlerdir; yoksaAllah demek değildirler. Eşyânın Allah’ın aynı  olduğu inancı, Vahdet-i

vücûd demek değildir. Çünkü bu makâmda ittihâd (birle

şme), ayniyet (t

ı

pkı

 olma), tenezzül (inme) ve teşbih (benzetilme) yoktur. Allah, zâtı ile de, sıfâ-tıyla da değişmez, sonradan olanlara aslâ benzemez (Pekolcay: 1976). ÇünküO, “muhâlefetün li’l-havâdis” sıfatıyla muttasıftır. Anlamını vereceğimiz şuâyete dikkatle bakılırsa, Vahdet-i vücûda kâil olan ve inananların dediği gibi,Allah’ın eşyâda görünmesinden (cem‘) ziyâde farka delâlet ettiği, mahlûk ileHâlık’ın birbirinden tamamıyla ayrı olduğu anlaşılır: “De ki: İşte benim yo-lum budur: ‘Allah’a basîretle davet ederim. Ben (böyle olduğum gibi) banauyanlar da böyledir. Allah’ı şânına lâyık olmayan şeylerden tenzîh ederim veben Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (Yûsuf: 12/108)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1207-1273)’nin şu beyti, Vahdet-i vücûdinancına kâil olanları, onu savunanları kökünden reddetmektedir: “Peygam-

berler, halkı  Hakk’a ulaştırmak, îsâl etmek için gönderilmişlerdir. Halk ileHak, (Vahdet-i vücûd’a inanan ve onu savunanların dedikleri gibi) yek-vücûd(aynı) olsalardı neyi îsâl edecek, ulaştıracaklardı?” (Tahirü’l-Mevlevi: 1966)

Ehl-i tasavvufun, vahdet-i vücûd hakkındaki görüşü, birtakım şüphelerledolu bir yol ve metotla değil, tarîk-ı bedâhet (apaçık) ile şâhid olmuşlardır ki,buna göre, mevcûd-ı  hakîkî ancak, Allah’tır. Sonradan olan mümkinâtamevcûd demek ise tecellî alâkasıyla mecâzîdir. Çünkü bir kısmı Allah ile, di-ğer bir kısmı da yaratılmış olan şeylerle var olan çeşitli varlıklar yoktur. Var-lık, Bir’dir, o da Allah’ın zâtından başka bir şey değildir (Kam: 1994).

Bu kısa bilgiden sonra, Vahdet-i vücûd inancının temel düstûrunun, şu

iki sözde, özetlenmiş oldu

ğunu söyleyelim: “Lâ-mevcûde ille’llâh / Allah’tanbaşka varlık yoktur” veya “Leyse fi’l-vücûdi ille’llâh / Mevcudatta Allah’tan

başkası yoktur”. Aşağıdaki, biri Arapça, diğeri Türkçe olan beyitlerde Vah-det-i vücûd inanç ve akîdesi “uslûb-ı şâ‘irâne” ile şu şekilde ifâde edilmiştir.

Leyse fi’l-kâinâti gayruke şey’ün

Ente şemsü’d-duhâ vü gayruke fey’ün

Küllü mâ-fi’l-kevni vehmün ev hayâl

Ev ‘ukûsün fi’l-merâyâ ev zılâl

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 176/261

 170

“Kâinâtta senden başka hiç bir şey yoktur; sen kuşluk güneşisin, sendenbaşka varlıklar gölgeden ibârettir. Kâinâtta mevcut olan her şey, vehim ya dahayâlden ibârettir; veya aynadaki akisler, ya da gölgelerden ibârettir.”

Şair Nev‘î’nin şu kıtası  Vahdet-i vücûdu çok güzel bir şekilde özetle-

mektedir.Ben bilmez idim gizli ayân hep Sen imişsiñ

Tenlerde vü cânlarda nihân hep Sen imişsiñ

Senden bu cihân içre nişân ister idim ben

Âhir bunı bildim ki cihân hep Sen imişsiñ

Nev‘î

Tevhîdlerde âyetlerden zaman zaman alıntılar ve âyetlere telmih ve işâ-retler yapılmaktadır. Bir fikir verebilmek için, bu alıntı, telmih ve işaretlerleilgili bazı beyitleri, örnek olarak, veriyoruz.

Varır her zerreye bir râh Sen’den

Dü-âlem “semme vechü’llâh” Sen’den

Lâ-mekânî

Bu beytin ikinci mısraında Bakara sûresi 2/115’den sâdece “semmevechu’llâh” kısmı iktibâs edilmiştir. Âyetin tamâmı ise “Fe-eynemâ tüvellûfe-semme vechü’llâh..”tır.

Çıhâr rükn-i anâsır olunca mazhar-ı “Kün”

Mürekkeb oldı ‘ademden cevâhir-i eczâ

Râmî

Debistân-ı kıdemde ol Debîr-i Lem-yezel’sin kim

İki harf ile kıldıñ on sekiz biñ ‘âlemi imlâ

Âlî

Bu iki beyitte, sâdece “Kün” emrini almak sûretiyle, Kur’an’da sekiz

yerde geçen âyetlere telmih ve işârette bulunulmuştur. “Kün” emrinin geçtiğisekiz âyetten ilki olan Bakara Sûresi 2/117’de yer alan âyetin metni: “Ve izâkazâ emran fe-innemâ yakûlü lehû kün fe-yekûn” : “Bir şeyi yaratmak istedimi, ona sâdece “ol” der, o da hemen oluverir.”

Eyledi Âdem’i hem ol Mevlâ

Vâkıf-ı ilm-i “alleme’l-esmâ”

Subhî

Bu âyette de, Bakara Sûresi 2/31’den “alleme’l-esmâ” kısmı, aslı  birazdeğiştirilerek, alıntı  yapılmıştır. Âyetin bu kısmı, tam olarak, “Ve ‘alleme

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 177/261

 171

Âdeme’l-esmâe..” şeklindedir. “Âdem’e isimlerin tamâmını  öğretti..” anla-mına gelmektedir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Tevhîdler, genel olarak, kasîde şeklinde yazılır ve kasîdenin türlerindenbiri olarak kabul edilir. Edebiyatımızda terkîb-i bend, tercî-i bend ve

musammat şekilleriyle yazılmış tevhîdler de vardır. Özellikle tercî-i bendler,konu yönünden, tevhîde daha elverişli şiirlerdir. Kasîde tarzında yazılantevhîdlerde, kasîdenin bölümlerinden olan nesîb, tegazzül, fahriye gibi bö-lümler bulunmayıp, doğrudan doğruya konuya geçilir (İsen: 1992).

Edebiyatımızdaki en güzel tevhîdlerden biri Niyazii Mısrî (ö. 1694)’yeaittir. Tasavvufî bir tevhîdin tüm özelliklerini taşıyan bu şiir şöyledir:

Zihî kenz-i hafî k’andan gelir her var olur peydâ

Gehî zulmet zuhûr eder gehî envâr olur peydâ

Zihî deryâ-yı

 vahdet kim kesilmez hergiz emvâcı

 Bu kesret âlemi andan doğup nâçâr olur peydâ

Ne sihr-i bü’l-acebdir kim bu yüzden görünür ağyâr

O yüzden gayri yok tenhâ gelir dildâr olur peydâ

O yüzden görülen ağyâr döner şem’-i cemâlinden

Felekler de görüp anı döner edvâr olur peydâ

Taşınır günde yüz bin cân adem iklîmine her dem

Gelir yüz bin dahi andan bulur a‘mâr olur peydâ

Dışın içe hayâlâtı için dışa zuhûrâtı 

Birinden ol birine tuhfeler her bâr olur peydâ

O devr ile gelipdir enbiyâ mürsel merâtibce

Gehî mü’min zuhûr eder gehî küffâr olur peydâ

Tecellî eyledikçe ol sarây-ı sırr-ı ahfâda

Bu sûret âlemi içre satû bâzâr olur peydâ

Anın zâtına gâyet sun‘una hergiz nihâyet yok

Anınçün her bir isminden gelir bir kâr olur peydâ

Tecellî eyler ol dâim celâl ü geh cemâlinden

Birinin hâsılı cennet birinden nâr olur peydâ

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 178/261

 172

Cemâli zâhir olsa tez celâli yakalar anı 

Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ

Bu sırdandır ki bir kâmil zuhûr etse bu âlemde

Kimi ikrâr eder anı kime inkâr olur peydâ

Velî ârif celâl içre cemâlini görür dâim

Bu hâristânın içinde ana gülzâr olur peydâ

Ne sırdır ki iki kimse nazar eyler bu ekvâna

Biri ancak görür dârı bire deyyâr olur peydâ

İçi ummân-ı vahdetdir yüzü sahrâ-yı kesretdir

Yüzün gören görür ağyâr içinde yâr olur peydâ

Alan lezzâtı birlikden halâs olur ikilikden

Niyazî kanda baksa ol hemân dîdâr olur peydâ

Osmanlı padişahlarından Muhibbî mahlasıyla şiirler yazan Kanuni SultanSüleyman (ö. 1566)’ın bir tevhîdini de yine örnek olarak verelim

Osmanlı padişahlar ından bir çoğu şairdir. Şair padişahlar da geleneğe uygunolarak tevhidler kaleme almışlardır. Muhibbî mahlasıyla şiirler yazan KanuniSultan Süleyman (ö. 1566)’ın bir tevhîdi şöyledir:

Dest-i kudretle yoğ iken âlemi var eyledin

Kimini müslim kılıp kimini küffâr eyledin

Hârdan güller bitirdin nahlden hurma-yı ter

İbret için kullarına hikmet izhâr eyledin

Kimine verdin behişt ü hil‘at u tâc u kemer

Kiminin yerin cehennem menzilin nâr eyledin

Kiminin kaddini kıldın serv ü ‘ar‘ardan yüce

Gözleri yaşın kiminin cû-yı enhâr eyledin

Rûzı rûşen eyledin emrinle gün etdi tulû‘

Geceyi encümler ile zeyn edip târ eyledin

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 179/261

 173

Güller ile gülşen içre hârı kıldın hem-niş în

Geceler tâ subha dek bülbülleri zâr eyledin

Zâhide erzâni kı

ldı

n kevser ü hûr u behiştBu Muhibbî bendeni müştâk-ı dîdâr eyledin

3. MÜNÂCÂTLAR

Münâcât, kelime olarak “f ısıldamak, kulağa söylemek, iki kişi arasında geçengizli konuşma” anlamları taşımaktadır. Bir kimsenin ellerini semaya kaldıra-rak dilediği şeyi Allah’tan gizlice istemesine münâcât denilmekle birlikte,edebiyâtımızda, bağışlayıcı  olan Yüce Allah’tan bir dilekte bulunmak içinyazılan manzûmelere verilen isimdir.

Kelime anlamı olan “kulağa f ısıldamak ve iki kişi arasındaki gizli konuş-ma” münacatı  tam olarak karşılamamaktadır. Kulağa f ısıldamak normal ko-nuşmalarda hoş  karşılanmayan bir iletişim şeklidir. Münâcât aslında kulunacziyetini ifade halidir. Kişinin yüce Allah karşısında kulluğunun farkındaolarak, edeple kendi eksiklik ve noksanlığını  itiraf edip Allah’tan kısık birsesle yardım istemesidir.

Eski edebiyatımızın vazgeçilmez şiir türlerinden biri olan münâcât, he-men her şairin divan ve mesnevisinde ya ilk ya da ikinci şiir olarak yerinialır. Bu yönüyle de mensur eserlerdeki “hamdele”nin şiirdeki karşılığıdır.Bununla birlikte mensur olarak yazılan münâcâtlar da vardır ki bunlara da“Tazarrû-nâme” adı verilir.

Divan edebiyatı şairlerince kaside, gazel, kıta, mesnevi, rubai gibi hemenher nazım şekliyle yazılmasına rağmen Halk ve Yeni Türk edebiyatı şairleritaraf ından da hece ve serbest vezinle verilen yüzlerce güzel örnekleri de var-dır.

Dinî ve edebî bir nazım türü olan münâcâtlar ayet ve hadislerden alıntılar-la İslâm’ın iki ana kaynağından faydalanılarak kaleme alınmışlardır. 

Allah’la ilgili edebî bir nazım türü olan münâcâtlar, tevhîdlerle benzerlikgöstermesine rağmen aralarında bazı  farklılıklar da bulunmaktadır.Tevhîdlerde Allah’ın zât ve sıfatlarından, yüceliğinden ve kudretinden bah-sedilirken münâcâtlarda kulun hatalı, kusurlu ve aciz olduğu vurgulanarak

Allah’tan yardım isteği ön plana çıkar.Kul, kusurludur. Yapmış olduğu ibadetler ve amelleri Allah’a layık değil-

dir. Buna rağmen Allah kulun ameline göre ceza vermez. Fuzulî bir münâcâ-tında bu durumu

Yok bende bir amel sana şâyeste âh eğer

A’mâlime göre vere adlin cezâ bana

mısralarıyla ifade eder.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 180/261

 174

 Cumhuriyet döneminde münâcât yazan şairler var mıdır? Araştır ınız.

Yegâne Ganiyy-i Mutlak olan sadece Allah’tır. Kul, daima zayıf, aciz veihtiyaç sahibidir. Yüce Allah karşısında insan aczini itiraf etmeli, geçmiş gü-

nahlarına pişmanlık duymalı ve bir daha yapmamaya karar vererek, tövbe veistiğfar etmelidir. Çünkü veren odur ve o dilemedikçe hiçbir şey meydanagelmez.

Arif Nihat Asya da bir münâcâtında bu durumu şöyle ifade eder

Zaîfiz, güçsüzüz biz, el

Elindir, kol kolun, Tanrı’m!

Ne oldurmak murâd etsen

Yeter bir tek “ol!”un Tanrı’m

Allah, sonsuz lütuf, rahmet ve mağfiret sahibidir. Tevvâb ismiyle, güna-hından pişman olan ve tövbe eden kulunun tövbesini kabul eder.

Bir kul olarak insan, ibadetlerine güvenmemeli, daima korku ve ümit ara-sında olmalıdır. Çünkü “Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek” bir mü’mininuyması  gereken kurallardandır. Eğer Allah’ın rahmet ve mağfireti olmazsakulun durumu perişandır. Yunus Emre bu hususu iki farklı şiirinde şöyle an-latır.

Ne ilmim var ne tâatim ne gücüm var ne tâkatim

Meğer kıla inayetin yüzümüzü ak Çalab’ım

Rahîm dürür senin adın Rahîmliği bize dedin

Mürşidlerin müjdeledi “Lâ taknetû” hitap nedir

Münâcâtlarda Allah’ın bazı  sıfatlarından da söz edilir. Celal ve Cemal,kerem, lütuf ve yardım sahibi olduğu, ilim ve kudretinin sonsuzluğu, Kıdemve Bekâ sıfatları ön plana çıkarılır. XVII. Asır mutasavvıf şairlerinde Fenayî

Cennet Efendi’nin bir münacatının ilk dörtlüğü şöyledir.

Celâlin nârına yakma ibâdı 

Kerem lutf u inâyet senden olur

Cemâlinle münevver et fuâdı 

Kerem lutf u inâyet senden olur

Allah, kâinatın yegâne hâkimi, ezel ve ebedin padişahıdır. Mevcut olanher şey onun kudretinin eseridir ve var olan her varlık bizlere onun kudretini

göstermektedir. Şahlığa lâyık olan odur. Bütün padişahlar onun kuludur.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 181/261

 175

Çok sayıda örneği bulunan münacatlarla ilgili Prof. Dr. Cemal Kurnaz ta-raf ından hazırlanan  Münâcât Antolojisi  (Ankara 1992)’nde türün güzel ör-nekleri bir araya getirilmiştir.

Cahit Zarifoğlu’nun “Sultan” isimli şiiri de son dönemlerde yazılan engüzel münâcâtlardan biridir:

Seçkin

Bir kimse değilim

İsmimin baş harfleri acz tutuyor

Bağışlamanı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım

Kolaysa esirgeme

Hayat bir boş rüyaymış 

Geçen ibadetler özürlü

Eski günahlar dipdiri

Seçkin bir kimse değilim

İsmimin baş harflerinde kimliğim

Bağışlanmamı dilerim

Sana zorsa yanmaya razıyım

Kolaysa aff ı esirgeme

Eski şâirlerimiz, tertip ettikleri Divanlarına ve kaleme aldıkları mesnevî-lere tevhîd ve münâcâtla başlamayı bir kural olarak kabul etmişlerdir.

İslâm’ın etkisiyle Arap edebiyatında ortaya çıkmış olan münâcât türünün,

X-XI. yüzyıllarda İran edebiyatında; XII. yüzyıldan itibaren de Türk şiirindekullanılır olduğu görülür.

Geçmişten günümüze güzel münâcât örnekleri için Cemal Kurnaz taraf ındanhazırlanan Müünâcât Antolojisi  adlı kitabı okuyunuz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 182/261

 176

Örnekler

Sun‘ullah Gaybî (ö. 1677)’den

Cehâlet perdesin kaldır

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Ma‘ârifle dili doldur

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Şarâb-ı aşkını içtim

Hicâblardan kamû geçtim

Bilip nefsim seni seçtim

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Vücûdum aşk ile kül et

Dehir bağında bir gül et

Geçir cüzden beni küll et

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Fenâ eden kamû vârın

Bugün oldu aña yârın

Temâşâ etmede yârin

İnâyet eyle yâ Mevlâ

Dile ilhâm-ı Gaybî ver

Kemâlâtı gönülde der

Kamû halde bana irgör

İnâyet eyle yâ Mevlâ (Kemikli: 2000)

Ümmî Sinan (ö. 1657)’dan

Ey cümle halkın maksûdu

Al gönlümü senden yana

Ey küllî şey’in mevcûdu

Al gönlümü senden yana

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 183/261

 177

Budur yüreğim yâresi

Gitmedi yüzüm karası 

Ey bîçâreler çâresi

Al gönlümü senden yana

Nefs elinden âvâreyim

Hırs elinden bîçâreyim

Gayri kime yalvarayım

Al gönlümü senden yana

Kurtar nefsin belâsından

Can bu lütfu bula senden

N’ola ihsân ola senden

Al gönlümü senden yana

Elim sana ermekliğe

Gözüm seni görmekliğe

Tapuna yüz sürmekliğe

Al gönlümü senden yana

Nefsin meyine kanmasın

Firkat oduna yanmasın

Mâsivâya aldanmasın

Al gönlümü senden yana

Dâim sen ol dilde sözüm

Seni fikreylesin özüm

Gayrıya bakmasın gözüm

Al gönlümü senden yana

Mustafâ’nın minnetine

Murtazâ’nı

n himmetine

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 184/261

 178

Şol birliğin hürmetine

Al gönlümü senden yana

Gözlerimi giryân eyle

Hem ciğerim biryân eyle

Esrârına hayrân eyle

Al gönlümü senden yana

Evliyâlar hürmetine

Enbiyâlar izzetine

Mukarrebler kurbetine

Al gönlümü senden yana

Aşkına yoldaş olmağa

Derdine dildaş olmağa

Sırrına haldaş olmağa

Al gönlümü senden yana

Ey keremler kânı hâce

Sensin yücelerden yüce

Ayrılmasın bir zerrece

Al gönlümü senden yana

Ümmî Sinan der Yaradan

Götür perdeyi aradan

Kurtar beni bu yaradan

Al gönlümü senden yana (Bilgin: 2000)

Özet

Türk İ slâm Edebiyat ı’nda Allah ile ilgili edebî türlerin neler olduğunu sırala-yabilmek.

İçeriğinin tamamen dinî olmasını göz önünde bulundurarak edebiyatımızdakibir dinî-edebî nazım türlerinden bahsedebiliriz. Bu tasnifi kullandığımızda daüç ana başlık karşımıza çıkar: Allah’la ilgili nazım türleri, Hz. Peygamber’le

ilgili nazı

m türleri ve dinî-ahlaki diğer nazı

m türleri.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 185/261

 179

Allah’la ilgili edebî türleri şunlardır: Allah’ın Güzel İsimleri olan Esmâ-iHüsnâlar, Allah’ın zatî ve sübûtî sıfatlarından bahseden Tevhidler ve kulunacziyetini dile getiren Münâcâtlar.

 Allah’ın güzel isimlerinin edebiyat ımı zda nasıl yer bulduğunu ifade edebil-

mek.

Esmâ-ı hüsnâ “Allah’ın Güzel İsimleri” anlamıyla edebiyatımızda bir tür ola-rak kabul edilmiştir. Esmâü’l-hüsna ifadesi, Kur’ân-ı Kerîm’de dört ayrı su-rede yer alan birer ayette geçmektedir. Edebiyatımızda Esmâ-ı  hüsnâlarınoluşumunda hiç kuşkusuz “Allah’ın doksan dokuz, yüzden bir eksik, ismivardır. Bu isimleri kim sayarsa (veya ezberlese) cennete girer” hadisinin bü-yük bir etkisi vardır. Edebiyatımızdaki dinî edebî türlerin birçoğunda da ol-duğu gibi bu hadisteki cennete girme müjdesinden dolayı Arap, Fars ve Türkbirçok müellif ve şair bu türde eserler kaleme almışlardır.

Ş airlerimizin eserlerine başlarken nasıl bir gelenek takip ettiklerini belirle- yebilmek.

Türklerin İslâm’ı kabul etmelerinden sonra yazılan eserlerin hemen hepsindeönce Allah’ın birliği ve ululuğunu anlatan, O’na yalvarma ve duâyı  ifâdeeden, Hz. Peygamber’i medh edip öven parçalar ve manzûmeler bulunmakta-dır. Eserlere bu şekilde başlamak İslâm sonrası edebiyatımızın ilk eserlerin-den itibaren herkesce uyulan bir âdet ve gelenek olagelmiştir. Müslüman birmüellif ve şâirin eserine “Besmele” ile başlayarak “Hamdele” ve “Salvele”ile devam etmesi ve “ammâ ba‘dü” sözü ile de asıl konuya geçmesi “âdet vegelenek” idi. Mensur eserlerde müellifin âdet ve geleneğe göre, takip ettiği sı-ra: “Besmele, hamdele, salvele, ammâ ba‘dü” sözleridir. Manzum eserlerdeise bu sıra: “Besmele, Tevhîd-Münâcât, Na‘t, Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb” şeklin-dedir. Divanlarda bu sıraya uyulduğu gibi, mesnevîlerde de, genel olarak,

böyledir

Tevhid ve münâcâtlarda hangi konular ın üzerinde durulduğunu açıklayabil-mek.

Allah’la ilgili edebî bir nazım türü olan tevhîdler ve münâcâtlar arasında ben-zerlikler olmasına rağmen ikisi arasında bazı  farklılıklar da bulunmaktadır.Tevhîdlerde Allah’ın zât ve sıfatlarından, yüceliğinden ve kudretinden bah-sedilirken münâcâtlarda kulun hatalı, kusurlu ve aciz olduğu vurgulanarakAllah’tan yardım isteği ön plana çıkar.

Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi Allah’la ilgili edebî türlerden biridir?

a. Kırk Hadis

b. Na’t

c. Tevhîd

d. Besmele

e. Âdet ve gelenek

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 186/261

 180

2. Aşağıdakilerin hangisinde tevhid türleri tam ve doğru olarak verilmiştir?

a. Dinî-edebî

b. Ahlâkî-dinî

c. Dinî-tasavvufî

d. Tasavvufî-ahlakî

e. Edebî-tasavvufî

3. Tevhîdlerde işlenen “varlığın birliği” esası aşağıdakilerden hangisidir?

a. Kenz-i mahfî

b. Esmâ-ı hüsnâ

c. Muhâlefetün li’l-havâdis

d. Vahdet-i vücûd

e. Alleme’l-esmâ

4. Aşağıdaki isimlerden hangisi Esmâ-ı hüsna kaleme alan Türk şairlerden bi-ri değildir?

a. Şeyhoğlu Mustafa

b. Îsâ Saruhânî

c. Ahmed Şâkir Paşa

d. İbrahim Cudî

e. Abdurrahman Câmî

5. Mensur olarak yazılan Münâcâtlara ne ad verilir?

a. Tegazzül

b. Tercî-i bend

c. Terkîb-i bend

d. Tazarru‘-nâme

e. Kasîde

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. c Yanıtınız doğru değilse, “Giriş” kısmını yeniden okuyunuz. 

2. c Yanıtınız doğru değilse, “Tevhîdler” konusunu yeniden okuyunuz. 

3. d Yanıtınız doğru değilse, “Tevhîdler” konusunu yeniden okuyunuz. 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 187/261

 181

4. e Yanıtınız doğru değilse, “Esmâ-ı  Hüsnâlar” konusunu yenidenokuyunuz 

5. d Yanıtınız doğru değilse, “Münâcâtlar” konusunu yeniden okuyu-nuz

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1 Kelime-i tevhid Allah’ı birleme, bir kabul etme anlamında olup Lâ ilâhe il-la’llâh Arapça lafzının “Allah’tan başka ilah yoktur” şeklinde Türkçe’ye ter-cüme edilmiş şeklidir.

Sıra Sizde 2 Besmele’nin âyet olup olmadığı İslam alimleri taraf ından tartışılmıştır. Allahismi Besmele’de yer almaktadır. Besmele ayet olarak görülmese bile Allah

adı ilk olarak Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan Fatiha’da yer almaktadır.

Sıra Sizde 3

Cumhuriyet Dönemi’nde münâcât yazan oldukça çok şair bulunmaktadır.Ünite içerisinde bunlardan A. Nihat Asya ve Cahit Zarifoğlu’nun şiirleri ör-nek olarak verilmiştir. Ayrıca Türkiye Diyanet Vakf ı  taraf ından yapılan veBahattin Karakoç’un Beyaz Dilekçe isimli şiirinin 1. olduğu yarışmada dere-ceye giren şiirler de bir kitap halinde yayımlanmıştır.

Yararlanılan Kaynaklar

Bilgin, A. (2000), Ümmî Sinan Divanı, (İnceleme – Metin), İstanbul.

İsen, M. (1992), Türk Edebiyatında Tevhidler, Ankara.

Kam, F. (1994), Vahdet-i Vücûd (sâdeleştiren Ethem Cebecioğlu), Ankara.

Kemikli, B. (2000), Sun‘ullâh-ı Gaybî Divanı İnceleme – Metin, İstanbul.

Kurnaz, C. (1992), Münâcât Antolojisi, Ankara.

Levend, A. S. (1989), “Dînî Edebiyatımızın Başlıca Ürünleri”, Türk DiliAraştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara, s. 45-50;

Şener, H. İ. (1985), Türk Edebiyatında Manzum Esmâü’l-Hüsnâlar, İzmir

(Basılmamış Doktora tezi.).Olgun, T. M. (1973), Edebiyat Lügatı (haz. K. Edib Kürkçüoğlu), İstanbul.

Olgun, T. M. (1966), Şerh-i Mesnevî , İstanbul.

Uludağ, S. (1991), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul.

Yıldız, A. (2008), “Allah'ın Güzel İsimleri: Esmâ- ı Hüsnâ”, Ay Vakti, Sa-yı 90.

Yılmaz, A. (1998), “Türk Edebiyatında Esmâ-i Hüsnâ Şerhleri ve İbn-iİsâ-yı Saruhânî’nin Şerh-i Esmâ-i Hüsnâsı”, C.Ü. İlahiyat FakültesiDergisi, Sivas, II, 1-34.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 188/261

 182

 

Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Türk-İslâm Edebiyatında Hz. Peygamber’le ilgili türleri sıralayabilecek,

• Bu türlerin birbirleriyle olan irtibatını açıklayabilecek,

• Bu türde yazılmış eserleri tanıyabilecek,

• Örnek metinleri okuyarak bu türler hakkında tartışabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Na’t, mevlid, siyer, hicret-i nebî

• Hilye, mucizât-ı nebî, şemâil

• Mi’raciyye, regaibiyye, hadis-i erbaîn

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Metin içerisinde tanımı verilmeyen kelimeler için Misalli Türkçe Sözlük ’ebaşvurunuz.

• Metin içerisinde geçen terimler hakkında daha fazla bilgi için Türkiye Di- yanet Vakf ı   İ slâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerine ve NeclaPekolcay’ın  İ slâmî Türk Edebiyat ında Ş ekil ve Nevilere Giriş adlı eserin-de ilgili yerlere bakınız.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 189/261

 183

 

NA‘T

Sözlükte bir şeyi vasıflandırma, medhederek anlatma mânâlarına gelen na’tHz. Peygamber için yazılan medih şiirleridir. Türk edebiyatında diğer türleriçinde örnekleri en bol ve yaygın olan na‘t XI. yüzyıldan itibaren Türkler’inyaşadığı hemen bütün bölgelerde yazılmış, günümüze kadar da kuvvetli birgelenek halinde devam etmiştir. Sayıları  binlerle ifade edilebilecek olanna‘tlar ayrıca bestelenerek cami ve tekkelerde okunmuş, birçok beyti hattatlareliyle levhalara nakşedilip mescid, dergâh, ev ve dükkân gibi mekânları süs-leyen birer sanat eseri olarak itibar görmüştür.

Şairleri na‘t yazmaya yönelten çeşitli sebeplerin başında Hz. Peygamber’e

duyulan sevgi gelir. Kur’ân-ı

 Kerîm’in birçok âyetinde ahlâkı

 ve üstün şahsi-yeti methedildiğinden Cenâb-ı Hakk’ın da habibi olan Resûl-i Ekrem’e duyu-lan bu sevgi aynı zamanda Allah’ın arzusuna uymayı ifade etmektedir. Na‘tyazma geleneğinde bir diğer amaç da Resûlullah’ın şefaatine nâil olma iste-ğidir. Kâ‘b b. Züheyr’in Kasîde-i Bürde’yi yazmak suretiyle Hz. Peygam-ber’in aff ına mazhar olması gibi şairler de na‘tları ile Resûl-i Ekrem’in mah-şerde tecelli edecek olan şefaatini ümit etmişlerdir.

Na’tlar divan ve mesnevilerde genellikle tevhid ve münâcâtlardan sonrayer almaktadır. Bazı mürettep divanların doğrudan doğruya na‘t ile başladığı,bunun yanında bazı  şairlerin divanlarının mukaddimesinden itibaren hemen

her bölümünde na‘ta yer verdikleri görülmektedir. Daha çok kaside nazımşeklinde yazılmakla birlikte, gazel, mesnevi, kıta, müstezad, terci-bend veterkib-bend, musammat, rubâî, tuyuğ, müfred ve mısra şeklinde pek çok na‘törneği bulunmaktadır. Na’tlarda şairler Hz. Peygamber’i överken onun üstün-lüğü, bütün âlemin onunla ilgili olarak yaratıldığı hakkındaki ayet ve hadisle-re telmihte bulunmuş veya onlardan alıntılar yapmışlardır.

Na‘tlarda şairler Hz. Peygamber’i tavsif için divan şiirinin bütün söz sa-natlarını, belâgat kurallarını ve geleneğin kültür birikimini kullanarak hüner-lerini gösterme imkânını bulmuşlardır. Bununla beraber şairler Kur’ân-ı Ke-

Hz. Peygamber ile

İlgili Edebî Türler

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 190/261

 184

rîm’i Resûlullah’ın şanını âleme ilân eden bir methiye kabul ederek Allah’ınövdüğü o yüce zâtı övmekteki âcizliklerini de itiraf etmişlerdir.

Muhteva itibariyle na‘tlarda Hz. Peygamber’in isim ve sıfatları, kâinatınefendisi, yaratılışın gayesi ve Allah’ın sevdiği oluşu, örnek ahlâkı, üstün va-sıfları, fizikî özellikleri, mûcizeleri, diğer peygamberlerden üstünlüğü âyet vehadislere dayanılarak dile getirilir; son bölümlerde şair günahkârlığını  itirafedip şefaat talebinde bulunur. Ardından kıyamet gününün tasviri, o çetingünde şefaat yetkisinin yalnız Peygamber’e ait olduğu belirtilerek onun âlem-lere rahmet olarak gönderildiği vurgulanır.

Türk edebiyatında ilk na‘t örneğine Kutadgu Bilig’de rastlanmaktadır.Yûsuf Has Hâcib ile başlayan bu gelenek Edib Ahmed Yüknekî’nin

 Atebetü'l-hakåyık  ve Ahmed Yesevî’nin Dîvânı Hikmet ’inden sonra Anadolusahası dışında pek çok şair taraf ından devam ettirilmiştir. Çağatay edebiya-

tında Ali Ş îr Nevâî, divan ve mesnevilerinin tamamında ve mensur eserlerin-de çok sayıda na’t yazmış, bu yüzden de na‘t şairi unvanına lâyık görülmüş-tür.

Anadolu sahasında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Farsça, Yûnus Em-re’nin Türkçe na‘tlarıyla bu tür XIII. yüzyıldan itibaren edebiyatın vazgeçil-mez bir türü halini almıştır. XVII. yüzyıldan başlayarak yalnızca nat‘lardanoluşan divanlar tertip edildiği görülmektedir.

Bazı  şiir mecmuaları  tamamıyla na‘tlara hasredilmiş  olup bunlar ''mec-mûa-i nuût'' olarak anılmıştır.

Divan edebiyatındaki binlerce na‘t içinde en çok tanınanlar arasında ilksırayı Fuzûlî’nin ''Su Kasidesi''adıyla da meşhur olan na‘tı  alır. Daha sonraŞeyh Galib’in, ''Sen Ahmed ü Mahmûd ü Muhammed’sin efendim / Hak’tanbize sultân-ı müeyyedsin efendim'' beytiyle mütekerrir müseddes şeklindekina‘tı, Fehîm-i Kadîm’in daha çok edebî muhitlerde şöhret kazanan ve Nazîm,Neşâtî, Şeyh Galib gibi şairler taraf ından nazîre yazılan ''rûz ü şeb'' rediflina‘tları  zikredilebilir. Nâbî’nin, hac yolculuğu esnasında Medine yolundasöylediği bildirilen ''Sakın terk-i edebden kûy-ı  mahbûb-ı  Hudâ’dır bu /Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ’dır bu'' matla‘ beyitli na‘tı meşhurdur.

Divan edebiyatında Peygamberimiz için yazılan na’tlar ekseriyet teşkiletmekle beraber peygamberler, veliler, din büyükleri, halifeler hakkında da

na’tlar kaleme alınmıştır. Dört halife için yazılanlara na’t-ı çehâr-yâr-ı güzin,veliler için yazılanlara nuût-ı evliyâ denir.

Na‘tlar, Tanzimat’tan sonra gelişen yeni Türk edebiyatındaki örneklerlegünümüze kadar devam etmiştir.

Na’t Örneği

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 191/261

 185

Âb-gûndur künbed-i devvâr rengi bilmezem

Yâ muhît olmış gözümden künbed-i devvâra su

Zevk-ı tî ğından aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk

Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin

İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

Ohşadabilmez gubârını muharrir hatuna

Hâme tek bakmakdan inse gözlerine kara su

Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola

Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su

Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirî ğ 

Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

İste peykânın gönül hicrinde şevkum sâkin it

Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su

Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi

Nitekim meste mey içmek hoş gelür hüş-yâra su

Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr

Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek

Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

Dest-bûsı ârzûsıyla ölürsem dostlar

Kûze eylen toprağum sunun anınla yâra su

Servi ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger

Dâmenin duta ayağı

na düşe yalvara su

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 192/261

 186

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile

Gül budağınun mizâcına gire kurtara su

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme

İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ

Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın

Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim

Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ

Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât

Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz

El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl

Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr

Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ

Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su

Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunam

Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc’da

Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 193/261

 187

Çeşme-i hurş îdden her dem zülâl-i feyz iner

Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma

Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri

Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr

Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam

Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

(Fuzuli’nin Su Kasidesi)

 Açıklaması için bk. Necmettin Halil Onan, İ zahl ı Divan Şiiri Antolojisi , İstanbul1940)

SİYER

Kelime anlamı  bir kimsenin hâli, tavrı, gidişi, ahlâkı, hâl tercümesi demekolan siyer, Arapça sîret kelimesinin cem’i olup edebiyatımızda Peygamberi-miz’in hayatını anlatan eserler için kullanılır bir terim olmuştur. Zaman için-de soyu, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Me-dine’de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekil-de, doğumundan vefâtına kadar Hz. Peygamber’in hayatından söz eden kitap-lara da siyer / siyer-i nebî denmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarından bahsedenhadis ilmi siyerin en önemli kaynaklarındandır. Sahabeden gelen rivayetlerve Hz. Peygamber’in savaşlarının anlatıldığı Megazi kitapları da siyerin kay-nakları arasında sayılır.

Siyer/sîre türü, Türkçe’de özellikle Osmanlı

’dan Cumhuriyet öncesinekadar, tarih ilminin konusu olmaktan daha çok edebiyat alanında şekillenmiş görünmektedir. Kısas-ı Enbiyânın genel olarak Eski Türk Edebiyatı’na, özelolarak da Türk-İslâm Edebiyatı’na en zengin malzemeyi sağlayan dinî kay-nakların önemlileri arasında yer alması  bunda etkili olmuştur. Bu verimlikaynağın en geniş  ve bazen israiliyyata varan derinlemesine bilgilerle do-nanmış, çeşitli mucizelerle heyecan verici hale gelmiş kısmı ise daha çok Hz.Peygamber’in şahsı, hayatı ve çevresiyle ilgili olan bölümdür. Bu sebeple sa-dece dinî ve tasavvufî edebiyatta değil, halk edebiyatından divan edebiyatınavarıncaya kadar Türk edebiyatının hemen bütün devre, tür ve şekillerinde buzengin malzemeden en geniş biçimde faydalanıldığını ve dolayısıyla da anakaynak durumuna yükseldiğini söylemek yerinde olacaktır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 194/261

 188

Bunda ilk eserlerin tercüme de olsa Hz. Peygamber’e duyulan derin sevgive saygının etkisiyle samimi ve hisli bir şekilde, bir başka deyişle lirik edebîunsurlar bakımından zengin olarak kaleme alınmasının tesiri de vardır. Ayrı-ca bütün müslüman milletlerin, özellikle de Türklerin kültür hayatında önem-li bir yeri olan sohbet meclislerinin en mühim ve devamlı konularının başında

siyerleri geldiği bilinmektedir. Padişah saraylarından köy odalarına, tekkeler-den kışlalara kadar yayılmış  bu meclislerde anlatılan-dinlenilen olaylar he-men bütünüyle Hz. Peygamber’in hayatı, ahlakı, mûcizeleri, savaşları ve Hz.Ali başta olmak üzere halifeleri ve yakın arkadaşlarının (sahabelerin) yer al-dığı hadiseler etraf ında geliştiğinden bunlar zamanla kitaplaştırılmış, ardın-dan da meclislerde okunup dinlenmiştir. Nitekim bilinen en eski Türkçe siyerkitabı olan Darîr’in XIV. yüzyıla ait eseri de, Memlük Sultanlarının sohbetmeclislerinde âmâ olan müellifin, kendisine okunan Arapça bir siyer kitabını mecliste bulunanlara Türkçe anlatması suretiyle ortaya çıkmıştır.

Türk toplumu üzerinde yaygın din eğitimi yoluyla etkili olmuş en önemliilk eserlerden olan ve siyer-mevlid türünün en dikkate değer manzum örneğisayılan Yazıcıoğlu Mehmed’in XV. yüzyıla ait  Muhammediye’si de Arapça

 Megâribü’z-zamân’ın Hz. Peygamberle ilgili kısmının Türkçe’ye manzumolarak çevrilmesinden doğmuştur. Hatta çok beğenildiği için eserin ilk kale-me alınmasından itibaren ezberlenerek dini törenlerde ve sohbet meclislerin-de okunduğu bilinmekte ve Türk edebiyatında siyer-mevlid türünün de ilkörneği olarak kabul edilmektedir.

İslâmî Türk edebiyatında siyer türündeki ilk eserlerin Arapça ve Fars-ça’dan yapılmış tercümeler oluşu, konunun hassasiyetinden kaynaklanmıştır.Çünkü Hz. Peygamber hakkında doğru bilgiye ulaşmak dinin bir gereği oldu-ğu gibi, ondan yanlış  ifadeler aktarmak da dinî sorumluluğu gerektiren birhusustur. Bu arada Türk müelliflerin Arapça yazdıkları kitaplarla siyer türüneerken devirlerden itibaren önemli katkıları olmasına rağmen, Türk edebiya-

tında türün gelişmesi ve Türkçe kaleme alınmış metinlerin ortaya çıkması di-ğer müslüman milletlerin edebiyatlarına nazaran daha gecikmiş ve dolayısıy-la da teliften ziyade Arapça ve Farsça’dan tercüme veya telif-tercüme eserler-le başlamıştır.

Türk edebiyatında en eski Türkçe siyer, Darîr’in 790’da (1388) Kahire’detamamladığı  ve muhtemelen Mısır Memlük Sultanı  Berkuk’a takdim ettiğiTercüme-i Siyer-i Nebî  adlı beş cildlik manzum-mensur eserdir. Lamiî Çelebi(ö. 938/1532)’nin Terceme-i Ş evâhidi’n-Nübüvve  li-takviyeti yakîni ehli’l-

 fütüvve’si, Altıparmak lakabıyla tanınmış Üsküplü Çıkrıkçızâde Muhammedb. Muhammed’in (ö. 1033/1624-25)  Delâil-i Nübüvve’si önemli tercüme si-yerlerdir. Bunların yanında mensur ve manzum olarak kaleme alınmış bir çoktelif siyer mevcuttur. Veysi’nin  Dürretü’t-tâc fî siret-i sahibi’l-mi’rac’ı, Na-bî’nin (ö. 1124/1712) Zeyl-i siyer-i Veysî’ ismiyle basılan ve edebi değeri çokyüksek olan zeyli, Nazmizâde Murtaza Efendi'nin  Siyer-i Veysî ’ye  yazdığı zeyl, Şeyhülislâm Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi (ö. 1068/1657) taraf ın-dan yazılan el-Fevâyihu’n-Nebeviyye fi’s-sireti’l-Mustafaviyye adlı  eser,Eyüp Sabri Paşa’nın Mahmûdü’s-siyer ’i önemli örneklerdendir.

Siyer Örneği

Andan Âmine hâtun katı  ağladı, çok zârılıh eyledi. Abdulmuttalib Resûlanasınun gönlüni ala getürdi, and içdi, eyitdi: Yâ Âmine hâtun sana kulluh,hızmat ben eyleyem, senün tapuna ben turayım, oğlunı  ben bisleyem, dahigişiye inanmayam, didi. Şeybe anun bigi eyledi ki söyledi, Âmine hâtunun

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 195/261

 189

hızmatına turdı, işine yumuşına yügürdi. Kaçan kim sekiz ay oldı, Âmine hâ-tunun gözine firişteler kuş sûratında görinürler, yaşıl kanatlar ile gökyüzindeuçarlar idi. Hâtiften ün işidür idi kim “Behhun leki yâ Âmine” yani bahtlısınyâ Âmine hâtun kim âhiri’z-zamân peygamberinun anası olısarsın diyü, beşâ-ret işidür idi. Kaçan kim ay tokuz ay oldı, Rebîü’l-evvel ayınun on iki gicesi

isneyn gicesine geldi, eyyâme’l-beyz gicelerinün evveli oldı;Abdulmuttalibün âdeti ol idi kim eyyâm-ı  beyz giceleri, yani ayun on ikigicesinden on beşine değin üç gün gice ve gündüz aydınlıh olur; ol üç gününgicelerinde Abdulmuttalib Kabe’den evine varmaz idi, irteye değin Kabe’yitavâf eyler idi. Çün ol isneyn gicesi kim Resûlün mevlûdi gicesiydi. ŞeybeÂmine hâtun katına geldi, eksügin, geregin gördi, dahi kapusını  üsdinekilidledi, kilid dilini bile aldı; zîrâ korkar idi, eydür idi olmasun kim düşman-lar kulların, kırnakların yoldan çıkaralar, eve yol bulalar, Âmine hâtuna kasdideler dirdi, ihtiyât ider idi. Ol gice Şeybe oğlanları birle yine tavâfa meşgûloldılar. Âmne hâtun hücresinde yalunuz oturupdur. Ol gice Resûlün mevlûdigicesiydi. Acâyiblerden ne göründi, Resûl nice vücûda geldi, uçmak hûrile-rinden, ulu firiştelerden ne söylendi, nice göründiler, ne iş  işlediler, ol gice

olan ahvâlun râvisi, habar viricisi Âmine hâtundur. Cemî-i nakl idenler, an-dan nakl eylediler, anun dilinden söylediler.

Kulağun aç kim işidesin ol habîb sözin

Nicesi oldı cihânda hikâyet-i mevlûd

Vücûda gelmek içün ol Muhammed-i Muhtâr

Vücûda geldi ademden bu cümle-i mevcûd

Zihî kabûl ü zihî sevgü vü zihî hürmet

Kim ol şerîf vücûda virip durur ma’bûd

Muhammed oldur u Ahmed Hamîd ü Hâmid ol

Acab mı ümmetine olsa âkıbet Mahmûd

Sev anı sünnetini dut muhabbeti birle

İbâdetünden anun sevgüsi durur maksûd

Kaynak: Darîr, Tercüme-i Siyer-i Nebî, Topkapı Müzesi Kütüphanesi, Koğuş-lar Bölümü, nr 1001, vr. 91a

MEVLİD 

Arapça “velede” fiilinden türeyip sözlükte doğum, doğum yeri ve zamanı mânâlarına gelen mevlid terim olarak Hz. Peygamber’in doğumunu anlatanmanzum eserlere denir. Mevlid İslâm edebiyatı  ve sanatında Hz. Peygam-ber’in doğum yıl dönümünde yapılan törenlere verilen isim; ayrıca bu tören-lerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adıdır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 196/261

 190

Diğer İslâm edebiyatlarına nisbetle mevlidlerin Türk edebiyatında ayrı biryeri vardır. Çoğunlukla manzum kaleme alınan bu eserler, Türk halkınınpeygamber sevgisinin bir göstergesi olarak sayı  itibariyle de hemen hemendinî türlerin hiç birinde görülmeyecek zenginliktedir. Süleyman Çelebi’ninnazmettiği mevlidin herkes taraf ından beğenilip okunmasından dolayı bu ko-

nu sonraki yıllarda da çokça işlenmiştir.

İlk Türkçe mevlid metni hakkında kaynaklarda kesin bilgi yer almamaklabirlikte Süleyman Çelebi’nin 812’de (1409) kaleme aldığı  Vesîletü'n-necât  adlı mesnevinin ilk mevlid olduğu görüşü yaygın bir şekilde kabul görmekte-dir. Ancak bundan önce Türkçe yazılmış mevlid benzeri eserlerin varlığı dabilinmektedir. Bunlardan biri Ahmed Fakih’e (ö. 650/1252) ait Çarhnâmeolup Vesîletü't-necât’ın hâtime kısmında Çarhnâme’dekine benzer ifadeleryer alır. Süleyman Çelebi’den kısa bir süre önce Erzurumlu Mustafa Darîr’inyazdığı manzum-mensur eseri Tercüme-i Siyer-i Nebî  de yer yer mevlidi ha-tırlatmaktadır. Şiirlerin yanı  sıra mensur kısımdaki bazı  ilâvelerle Darîr’inyaptığı bu tercüme bir telif mahiyetindedir.

Türkçe’de kaleme alınan mevlidlerin sayısı 200 civarındadır. Bunlar üze-rinde yapılan çalışmalar bir kısmının Süleyman Çelebi’nin eserine aynenbenzediğini, bir kısmının bazı motifler yönünden ayrılık gösterdiğini, geri ka-lanların ise tamamen farklı olduğunu ortaya koymuştur.

Türkçe mevlid metinlerinin çoğu aruzun ''fâilâtün/fâilâtün/fâilün'' kalıbıy-la ve mesnevi tarzında yazılmıştır. Ortalama 600-1400 beyitten oluşanmevlidlerde genellikle Hz. Peygamber’in doğumu üzerinde durulmakta, ar-dından mi‘racı ele alınmakta, çeşitli mûcizeleri anlatılmakta, daha sonra vefa-tından bahsedilmektedir. Bu eserlerin hemen hepsi Ehl-i sünnet inancı doğ-rultusunda kaleme alınmış, yer yer âyet ve hadislerden iktibaslarla veya bun-lara telmihlerle desteklenmiş, birtakım iddiaların aksine çoğunda bid‘at de-

nebilecek fikirlere yer verilmemiştir. Vesîletü'n-necât ’ın ve diğer bazı mevlidlerin sonundaki ''Hikâye-i Deve, Hikâye-i Geyik, Hikâye-i Güvercin''gibi Hz. Peygamber’e nisbet edilen bazı  mûcizevî olaylara dair hikâyelereserlere sonradan ilâve edilen destanî manzumelerdir ve bunların asıl mevlidmetinleriyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Mevlidler umumiyetle tevhid, münâcât ve na‘t ile (bazılarında ashâb-ı ki-râma, çehâryâr-ı güzîne methiye ile) başlamakta, kâinatın zuhur kaynağı olannûr-ı Muhammedî’den bahsedilerek Hz. Peygamber’in doğumuna geçilmek-te, onun mi‘racı ve diğer mûcizelerinin anlatılmasının ardından vefatı konu-suna yer verilmekte, en sonunda Resûl-i Ekrem ve ashabı başta olmak üzereeseri yazan, okuyan ve dinleyenler için bir dua ile sona ermektedir. Hemen

her faslı

n bitiminde içinde Hz. Peygamber’e salâtı

n da bulunduğu tekrar be-yitleri yer almaktadır. Bu beyitler Vesîletü'n-necât ’ta, ''Haşre dek ger denilir-se bu kelâm / Niçe haşrola bu olmaya tamâm / Ger dilersiz bulasız oddan ne-cât / Aşk ile derd ile eydin es-salât''; Şemseddin Sivâsî’nin mevlidinde, ''Ol-mak istersen habîbe âşinâ / Ver salâtı bul onunla rûşenâ'' şeklindedir.

Mevlid Örneği

Âmine Hâtun Muhammed anesi

Ol sadeften doğdu ol dürdânesi

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 197/261

 191

Çünki Abdullah’dan oldu hâmile

Vakt irişti hefte vü eyyâm ile

Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn

Çok alâmetler belirdi gelmedin

Ol Rabîu’l-evvel ayın nicesi

On ikinci gice isneyn gicesi

Ol gece kim doğdu ol hayrü’l-beşer

Anesi anda neler gördü neler

Dedi gördüm ol habîbin anesi

Bir acep nûr kim güneş pervânesi

Berk urup çıktı evimden nâgehân

Göklere dek nur ile doldu cihân

Gökler açıldı ve feth oldu zulem

Üç melek gördüm elinde üç alem

Biri meşrik biri mağribde anın

Biri damında dikildi Kâbe’nin

İndiler gökten melekler saf saf

Kâbe gibi kıldılar beytim tavaf

(Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-necât ’ından.)

Metnin açıklamasi için bk. Necla Pekolcay, Mevlid, İstanbul 1992 

Türkiye’de mevlidler ve özellikle Süleyman Çelebi’nin mevlidi hakkında hangibilim adamlar ı çalışmalar yapmıştır, araştır ınız. 

HİLYESözlük anlamı süs, zinet, cevher, güzel sıfatlar, güzel yüz demek olan hilye,Türk İslâm edebiyatında bilhassa Hz. Peygamber’in fizikî özelliklerini, vasıf-larını ve güzelliklerini anlatan edebî eserlerle aynı konuda hüsn-i hatla yazıl-mış levhalar için kullanılan terimdir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 198/261

 192

Sahâbîler, Resûl-i Ekrem’in vasıflarını kendi ilim ve idrakleri nisbetindetesbit etmeye çalışmış, bu durum hilye konusunda değişik rivayetlerin ortayaçıkmasına sebep olmuştur. Söz konusu rivayetlerde Resûl-i Ekrem’i lâyıkıylatavsif edebilmek için devrin Arapça’sında pek sık rastlanmayan kelimelerinkullanıldığı dikkati çekmektedir. Bu sebeple ilgili rivayetlerin anlaşılmasını 

sağlamak amacıyla bunların şerhedilmesi yoluna gidilmiş ve bu ihtiyaç aynı zamanda tercümeyi de gerekli kılmıştır. Tirmizî’nin şemâil ve hilye türü eser-lere kaynaklık eden eş-Ş emâ’ilü’n-nebeviyye’sinin pek çok şerhi bulunmak-tadır. Diğer bazı Türkçe eserler de “şemâil” adını  taşımakla birlikte sadecehilye hadislerinin tercüme ve şerhinden ibarettir. Bu husus şemâil kelimesininhilye anlamında da kullanıldığını gösterir.

Hâkanî Mehmed Bey’in 1015’de (1606)  Hilye  adlı manzum eserini kalemealmasından sonra hilye türü eserlerin yaygınlaştığı görülür. Hâf ız Osman da(ö. 1110/1698) hilyeye dair rivayetlerin metinlerini hat ve tezhip sanatının es-tetik ölçüleri içinde levha olarak düzenlemiştir. Böylece Hz. Peygamber’infizikî özelliklerini anlatan eserlerle hattat ve müzehhiplerin ortaya koyduğu

levhalar “hilye-i şerif, hilye-i saâdet, hilye-i Resûlullah, hilyetü’n-nebî” gibiadlarla anılmıştır.

Hilyenin müstakil bir tür olarak gelişmesinin en önemli sebepleri, Hz.Peygamber’i rüyada gören bir müslümanın onu gerçekten görmüş sayılacağı-na dair hadisle, peygamber sevgisini her şeyin üstünde tutan Türkler’in busevgiyi diğer milletlerde görülmeyen bir şevkle edebiyata aktarmaları konu-sundaki gayretleridir denebilir. Hz. Ali’den rivayet edilen, “Hilyemi görenbeni görmüş gibidir. Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah onacehennemi haram kılar; o kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplakolarak haşredilmez” meâlindeki hadis de bu rağbetin sebeplerinden birini teş-kil etmiştir. Herhangi bir dinî dayanağı  tesbit edilememekle birlikte içindehilye bulunan evin felâkete uğramayacağı ve üzerinde hilye taşıyan kişinin

her türlü musibetten korunacağına inanılması da bu hususta teşvik edici birrol oynamıştır.

Hilyelerde genellikle Resûli Ekrem’in her vasf ı ayrı ayrı ele alınarak öncebunu ifade eden ibarenin Arapça aslı verilmiş, ardından on beş-yirmi beyithalinde tercüme ve şerhi yapılmıştır. Bazı müellifler ise hilye hadislerindekikelimelerin gramer özelliklerine dair çalışmalar yapmışlardır.

Hilyelerde esas olarak Hz. Peygamber’in fizikî özellikleri anlatılmakla birlik-te bazı eserlerde ruhî portresiyle ilgili hususlara da yer verilmiştir. Bu tarzınen tanınmış  örneği Nahîfî’nin  Hilyetü’l-envâr ’ıdır. Zamanla diğer peygam-berler, Hulefâ-yı Râşidîn ve aşere-i mübeşşere ile din ve tarikat büyükleri için

de bu tür eserler kaleme alı

nmı

ştı

r.

Hilye Örneği

Dedi ol mazhar-ı envâr-ı celî

Esedullâh-ı velî yani Ali

Rûy-ı rahşânı değirmiydi anın

Nitekim cirmi meh-i tâbânın

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 199/261

 193

Yüzü benzerdi müdevver aya

Zâtı âyîne idi Mevlâ’ya

Sâğar-ı ârız-ı meh-sîmâsı 

Bâde-i aşkın idi meclâsı 

Arz-ı hüsn etse o mahdûm-ı Halîl

Yûsuf’un anmaz idi İsraîl

Şöyle pür-nûr idi ol vech-i hasen

Ana bakılmaz idi şevkinden

Âlemi devlet-i nâgâh gibi

Tâbnâk eyler idi mâh gibi

Vâzı’ etmişti o yüzden Fettâh

Neydiğin âyet-i “Fîhâ misbâh”

Ka’be-i vechine ettikçe nazar

Secde eylerler idi şems ü kamer

Deyr-i âlemde o rûy-ı pür-tâb

Etti âteşgede-i dehri harâb

(Hakani Mehmed Bey’in Hilye’sinden.)

 Açıklama için bkz. İskender Pala, Hilye-i Saadet, İstanbul 2002, s. 114-117.

Türk edebiyatında şöhret bulmuş en önemli hilyeyi kim kaleme almıştır?

Mİ’RÂCİYYEKelime anlamı merdiven, göğe çıkma demek olan mirac, Hz. Peygamber’ingöğe çıkmasıyla meydana gelen mucizesidir. Mi’râciyye ise İslâm edebiyatve sanatlarında Hz. Peygamber’in hicrî aylardan recep ayının 27. gecesindeyaptığı  mi’racı konu alan eserlerin genel adıdır. Bu gecede Hz. PeygamberAllah taraf ından Mekke’den Kudus’e götürülmüş, oradan da semaya yüksel-tilmiştir. Bu konu Kur’ân-ı Kerîm’de İsra suresinin ilk ayeti ile Necm suresi-nin ilk yirmi ayetinde ele alınmaktadır.

Mi’rac mûcizesi hemen bütün müslüman milletlerin medeniyetlerine ede-biyat, mûsiki, minyatür, hat ve kitap sanatları bakımından kuvvetle yansımış-tır. Ancak bu konudaki eserlerin mi’râciyye veya mi’râcnâme adıyla daha

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 200/261

 194

çok İranlılar’la Türkler taraf ından ortaya konulduğu, en çok eserin verildiğiedebiyat alanını minyatür, hat ve kitap sanatlarının takip ettiği, mûsikinin isesadece Osmanlılar’da mevlid gibi bir form oluşturduğu görülmektedir.

Mi’rac Türkçe eserlerde çokça işlenmiştir. Müstakil olanların dışında si-

yer ve mevlidlerle mu’cizât-ı  nebî gibi eserlerin,  Muhammediyye  veGaribnâme gibi kitapların birer bölümü de mi’raca ayrılmıştır. Ayrıca divan-larla din dışı mesnevilerde bu konuda şiirlere yer verilmesi bir gelenek halinialmış, zamanla kasidelerin mi’râciyye, mesnevilerin ise mi’racnâme adıylaanıldığı zengin bir edebî tür oluşmuştur. Konunun genellikle dinî kaynaklaradayanarak didaktik bir şekilde ele alındığı eserlerde müellifin sanatkâr yönü-nün ikinci planda kaldığı, tasavvufî açıdan işlenen mesnevi ve kasidelerde isedaha lirik ve sanatkârane bir üslûbun ön plana çıktığı, şairlerin hayal dünyala-rının zenginliğine göre olaya şahsî yorumlar getirdiği görülmektedir.

Aruzun en çok “fâilâtün fâilâtün fâilün” ve “mefâilün mefâilün feûlün”kalıplarının kullanıldığı mi’râciyyelerin kaside formuyla yazılanlarında konu

ortalama elli-altmış

 beyit içinde özetlenirken mesneviler-de 2000’e yaklaşanbeyit hacminin sağladığı imkânla daha geniş bir şekilde işlenmektedir. Kasi-

delerin nesîb kısmı, mi’rac gece meydana geldiğinden bu mânaya gelenArapça ve Farsça kelimeler üzerinde kurulmuş söz sanatlarıyla başlar; hadise,küfür karanlıklarını ortadan kaldıran nûrânî ve ilâhî bir mûcize şeklinde tak-dim edilerek gecenin önemi vurgulanır. Ardından gecenin ve gökyüzününtasvirine geçilir. Bazan da mi’rac öncesi yine gece gerçekleşmiş olan şakk-ı sadr mûcizesine temas edilir ve mi’racın safha safha tasvirine girişilir. ÜmmüHânî’nin evinden başlayan bu yolculukta Cebrâil’in burağı cennetten getirişianlatılır. Burağın uzun uzadıya tasviri mi’râciyyelerin en önemli konuların-dandır. Daha sonra Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksâ’ya gidişi, orada diğerpeygamberlere namaz kıldırması  ve onlardan üstünlüğü vurgulanır. Ku-düs’ten tekrar semaya yükselişi (urûc) sırasında sahrenin Resûl-i Ekrem’in

ardından harekete geçmesi ve “dur” ihtarıyla havada asılı  kalması  (hacer-imuallak) mûcizesi telmihler, tecâhül-i ârifler, hüsn-i ta’lîllerle süslenereknakledilir. Bunu gökyüzünde dolaşma, sema katlarında diğer peygamberlerletanışma, cennet, tûbâ, hûriler, köşkler, ırmaklar ve cehennem hayatı tasvirleritakip eder. Resûlullah’ın “kabe kavseyn” makamına ulaşması, Allah ile mü-lâkatı ve rabbi katındaki değeri anlatılarak sanatkârın bakış açısına göre farklı yorumlarla şekillendirilir. Namazın mi’racda farz kılınması, Hz. Peygam-ber’in dönüşte hadiseyi ashabına müjdelemesi, müminlerin kabulü ve müşrik-lerin inkârı gibi hususlar işlenir. Bu muhteva Ganîzâde Mehmed Nâdirî’ninmi’râciyyesinde en güzel ifadesini bulmuştur. Mesnevilerde ise tevhid, na’tve münâcâtın ardından yukarıdaki konuların her biri bir kaside hacmine ula-şan bölümler halinde bazan İsrâiliyat’a dayanan rivayetlerle anlatılır. Bu ara-

da na’t ve münâcâtlara, kaside ve gazellere de yer verildiği, namaz ve diğeribadetler hakkında bilgiler aktarıldığı dikkat çeker.

Anadolu sahasında ilk müstakil mi’râciyye XV. yüzyılın başında(808/1405) Ahmedî taraf ından yazılmıştır. Tahkik-i Mi’râc-ı  Resûl  başlıklı 497 beyitlik eser, şairin divanındaki kısa mi’râciyyelerden farklı olduğu gibi İ skendernâme’sindeki mevlid bölümünden de ayrıdır. Zaman içinde belirginözellikler kazanan mi’racnâmeler XV. yüzyıldan itibaren daha fazla rağbetbulmuş, manzum, mensur yahut çoğu manzum karma metinler halinde geli-şimini sürdürmüştür. Dinî-tasavvufî manzum eserlerin içinde mi’rac hadise-sine bir bölüm ayrılması da yine XV. yüzyılda yaygınlık kazanmıştır. XIV.yüzyıla ait Âşık Paşa’nın Garibnâme’sinde, XV. yüzyılda Yazıcıoğlu’nun

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 201/261

 195

 Muhammediyye’sinde, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-necât ’ında, HâkanîMehmed Bey’in Hilye’sinde mi’rac hadisesine temas edilmiştir.

XVI. yüzyıldan itibaren divanların içinde mi’râciyyelerin artmaya başla-dığı, XVII ve XVIII. yüzyıllarda ise hemen her şairin divanında bir veya bir-

kaç mi’râciyyenin yer aldığı görülmektedir. Bunların en eski örneği LâmiîÇelebi’ye aittir. Ganîzâde Mehmed Nâdirî ise türün meşhur mi’râciyyesininşairidir.

XVIII. yüzyılda Nâyî Osman Dede’nin mi’rac kandillerinde okunmaküzere yazıp bestelediği  Mi’râcü’n-nebî aleyhisselâm  adlı  102 beyitlik eseritürün en tanınmış  örneğidir. Nahîfî’nin  Mi’râcü’n-nebî   isimli 1157 beyitlikeserinde ilgili âyetler ve sahih hadisler başta olmak üzere diğer rivayetler veulemânın mi’raca dair görüşleri değerlendirilmiştir.

Mi’râciye Örneği

1.  Seyyid-i kevneyn ü Habîb-i Hudâ

Nûr-i ferîkayn ü Nebiyyü’l-hüdâ

2.  Hatm-i nebiyyîn ü şeh-i mürselîn32

Mefhar-i âhir şeref-i evvelîn

3.  Sâhib-i mi’râc şeh-i enbiyâ

Dâver-i zî-tâc u meh-i pür-ziyâ

4.  Dest-res-i mu’ciz-i Şakku’l-kamer

Eşref-i mahlûk-ı ma’âlî-siyer

5.  Mazhar-ı sıdk-ı haber-i mâ-raâ 

Server-i sâhib-i nazar-ı mâ-tağâ 

6.  Muhterem-i sümme denâ iştihâr

Mahrem-i sırr-ı fe-tedellâ şi’âr

7.  Seyyid-i mev’ûd-i fe-terdâ meâl

Ayn-ı atâyâ-yı şefâ’at-nevâl

8.  Zâtın idüp iki cihân seyyidi

Hak ve refa’nâ leke zikrek didi

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 202/261

 196

9.  Âyet-i ferhunde-i feth-i mübîn

Oldı aña zîver-i levh-i cebîn

10. Mazhar-ı levlâk ü le-amrük hitâb

Rehber-i hakk hâdî-i râh-ı savâb

1.  İki cihanın efendisi ve Allah’ın sevgilisi, iki cihanın nuru ve hidayet yo-lunun peygamberi.

2.  Peygamberlerin sonuncusu ve padişahı, sonradan gelenlerin iftihar kay-nağı öncekilerin şereflisi, büyügü.

3.  Mirac sahibi; peygamberler şâhı, taç sahibi hükümdar ve ışık dolu ay.

4.  Şakku’l-kamer (ayın yarılması) mucizesinin sahibi, yüce vasıflarıyla yara-

tılmışların en şereflisi.5.  “Mâ kezebe’l-fuâdü mâ reâ” (Gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı.)

âyetindeki (Necm 11) doğru haberin mazharı; “Mâ zâga’l-basaru ve mâtegâ”  (Bakış  kaymadı  ve haddi aşmadı.) âyetindeki (Necm 17) nazarınsahibi ve seyyidi…

6.  “Sümme denâ” hürmetiyle şöhret bulan, “fe-tedellâ”  sırrının alâmeti.(sümme denâ fe tedellâ: Sonra yaklaştı, derken daha da yaklaştı. (Necm8)

7.  “fe-terdâ”  (razı olacaksın) (Duhâ 5) âyetindeki va’din muhatabı, şefaathediyesinin ve ihsanının kaynağı…

8.  Zâtını  iki dünya efendisi eyleyen Allah onun için “ve refa’nâ lekezikrek” (Biz senin şanını ve ününü yücelttik) (İnşirah 4) dedi.

9.  O öyle yüce bir peygamberdir ki, feth-i mübîn (Mekke’nin fethi) ile ilgiliâyetler onun alnının süsü oldu.

10. O “levlâk” ve “le-amrük” hitabıyla şereflenen, hak ve hidayet yolununrehberidir. (“levlâk” kelimesi “Levlâke levlâke lemâ halaktü’l eflâke” [Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.] hadisinden iktibastır. “le amrük” ise Hicr Sûresi’nin 7. ayetinin “Habibim, senin ömrüne yemin ederim ki”mealindeki başlangıç kısmından alınmıştır.)

Kaynak: Süleyman Nahîfî, Mi’râcü’n-nebî, Süleymaniye Ktp. Aşir Efendi Bö-lümü, nr. 323, 2b 

Metin Akar, Türk Edebiyat ında Manzum Miracnâmeler, Ankara 1987.

Türk-İslâm edebiyatında en tanınmış miraciye kim taraf ından kaleme alınmış-tır? 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 203/261

 197

KIRK HADİS

II. (VIII.) asrın sonlarında derlemeler halinde ilk basit örneklerini veren,“kırk hadis”, “hadîs-i erbaîn”, “tercüme-i hadîs-i erbaîn”, “şerh-i hadîs-i erba- în”, “çihl hadis”, “hadîsü’l-erbaîn”, “erbaîn” gibi adlarla anılan kırk hadis tü-rü dinî, ahlaki, toplumsal ve edebî özellikleri ile hem Arap ve Fars hem deTürk edebiyatında önemli bir tür halini almıştır.

İslâmî edebiyat türleri içerisinde en az mevlid, hilye, mirâciye, siyer,maktel, megâzi türleri kadar başarılı  örnekleri verilmiştir. Kırk hadis türüArap, Fars ve Türk ediplerinden büyük alaka görmüş ve “hadis” ile “edebi-yat” kavramlarının yan yana gelmesiyle kıymetli eserler hazırlanmıştır.

Peygamberimize ait hadislerden genellikle kırk adedinin bir araya gelme-siyle oluşan kırk hadis tertib, şerh ve tercümelerini şekil bakımından mensur,manzum ve hem manzum hem mensur olarak üçe ayırmak mümkündür.Mensur olanların bir kısmı hem tercüme hem şerh iken, manzum tercümeler-

de genellikle tercüme bir kıta ile yapılır hadis metni bu kıtadan önce veyasonra verilir. Bunun dışında az da olsa metin ve tercümenin aynı kıtada veril-diği de görülmüştür. Böyle bir durumda hadis metnini vezne uydurmak kolayolmadığından mevzu bütünlüğü her zaman sağlanamamaktadır. MustafaÂlî’nin Manzum K ırk Hadis Tercümeleri buna örnek gösterilmektedir.

Farsça ve Arapça kırk hadis tercümeleri daha çok kıt’a ve mesnevi nazımşekliyle kaleme alınırken aruzun en çok “fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün”,“fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” ve “müfte’ilün müfte’ilün fâ’ilün” vezinleri kul-lanılmıştır. Kıt’alar halinde yazılan çihl hadis tercümelerinin en ünlüsüAbdurrahman Câmî (ö.898/1492)’nin eseridir. Mesnevi şeklinde yazılanlarınen meşhurları  ise Hakânî Mehmed Bey’in (öl. 1015/ 1606) ve Hazînî’nineserleridir.

Kırk hadis türü çalışmalar müstakildir. Az sayıda da olsa divanların veyabaşka eserlerin belli bölümlerinde yer alan kırk hadis tercüme ve şerhleri demevcuttur. Bu türün örnekleri arasında içindeki hadis sayısı kırkın üzerindeolanlar olduğu gibi sadece hadis metinlerinin derlenmesiyle oluşan ve dineğitim ve öğretimine dayalı örnekler de mevcuttur.

Kırk hadis türündeki eserleri muhteva bakımından aşağıdaki gibi tasnifetmek inceleme açısından kolaylıklar sağlamaktadır.

a. Kutsi hadislerden seçilenler

b. Peygamberin hutbelerinden seçilenler

c. Senetleri sahih hadislerden seçilenler

ç. Zıt isnatlı, 7 ve 10 ile alakalı veya isnatsız hadislerden seçilenler

d. 40 rakamına dayanılarak tertip edilenler

e. Ezberlenmesi kolay ve kısa hadislerden seçilenler

f. Veciz, camialı hadislerden seçilenler

g. Fasih ve sahih hadislerden seçilenler

h. Noktasız harflerden seçilenler

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 204/261

 198

Kırk hadisler dinî her konuyu ihtiva edebilirler.Eser Kur’ân’ın faziletleri,İslamın şartları, Hz. Muhammed, âl ve ashabı, ilim, âlim, siyaset ve hukuk,toplumsal ve ahlaki hayat gibi konularla ilgili söylenen kırk hadis bir arayagetirilerek oluşturulur.

Bazı kırk hadis kitapları tek bir konuyu ele alsa da çoğunluğu farklı konu-ları içeren hadislerden oluşur.

Yazılma Sebepleri

Kırk hadis türündeki eserlerin yazılış sebepleri eserin içeriğinden ve özelliklemüellifin önsözde veya ilk tercümesindeki ifadelerinden anlaşılmaktadır. Busebepleri şöylece tasnif etmek mümkündür:

a. Hz. Peygamber’in “Ümmetim içinde din emirlerine dair kırk hadis ez-berleyeni Allahü Teâlâ fakihler ve âlimler zümresi arasında haşreder.”hadisindeki müjdeye nail olmak,

b. Hz. Peygamber’in şefaatine ulaşma umudu,

c. Daha evvel kırk hadis yazanların geleneğini sürdürüp onların kervanı-na dahil olmak,

d. Okuyanların hayır duasını almak,

e. Hocasının veya dostlarının arzusu üzerine,

f. Devlet başkanı vb. taraf ından görevlendirilmiş olmak,

g. İlgi duyulan bir konuda hadis derleme arzusuyla,

h. Hastalıklardan kurtulmak ve şifa bulmak beklentisiyle.

Kırk hadis tercüme ve şerhlerine edebî bakımdan en fazla kıymet gösterenve en çok manzum örneğini veren Türkler’dir. Osmanlı müellifleri çoğunluk-la Arapça ve Farsça kırk hadisler kaleme almışlarsa da bunların hiçbiri Türk-çe yazılanlar kadar edebî-didaktik bir kıymete ulaşamamıştır.

XIV. asırda Mahmud b. Ali’nin (öl.761/1360)  Nehcü’l- Ferâdis adlı ese-riyle ilk örneğini veren Türkçe kırk hadis geleneği XV, XVI ve XVII asırlar-da gelişip genişlemiş, XVIII. asrın ikinci yarısından sonra –ara sıraKöstendilli Şeyhî gibi dikkate değer manzum kırk hadis mütercimleri ortayaçıkmış olsa da- sanat yönünden zayıf örnekler görülmeye başlanmıştır. Buna

rağmen didaktik mahiyetteki bu tür yayı

lmaya devam etmiştir.XV. asırda Ali Ş îr Nevâî, XVI. asırda Hazînî (trc. 930/1524), Usûlî (öl.

945/1538), Fuzûlî (öl. 963/1556), Nev’î (trc. 977/1569), Âşık Çelebi (trc.979/1571), XVII. asırda Hâkânî (trc. 1012/1603), Ankaralı İsmâîl Rüsûhî (öl.1041/1631), XVIII. asırda Osmanzâde Tâ’ib (trc. 1120/1708), Bursalı İsmailHakkı (trc. 1137/1724), Müstakimzâde Sâdeddin (trc. 1200/1786), XIX. asır-da Köstendilli Şeyhî (öl. 1232/1827), Hüseyin Remzî (trc. 1309/1892) önemliisimler arasında sayılabilir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 205/261

 199

Kırk Hadis Örneği

Edeb ile hayâda itme gümân

Anı bil fer-i zübde-i edyân

Ki buyurdı habîb-i kevn ü mekân

“el-Hayâu şu’betün mine’l-îmân”

İlm-i hıfz u tilâvet-i Furkan

Hayr-ıla eylesün sizi zi-şân

Ki olupdur hadîs-i fahr-i cihân

“Hayrüküm men tealleme’l-Kur’ân”

Az yimek çünki sıhhattendür

Çok yimek tûl-i ömre rehzendür

Az ye çok yaşa didi Resûl

“Kül kalîlen ta’iş tavîlen”dür

(Mustafa Âli’nin Hadis-i Erbain’ininden.)

Daha geniş bilgi için bkz. Hasan Aksoy, Mustafa Âlî’nin K ırk Hadis Tercümele-ri , İstanbul 1991, s. 47-49.

 Türk-İslâm edebiyatında kırk hadis kitaplar ının özelliklerini araştır ınız.

REGAİBİYYE

Regaib kandilinde okunmak üzere yazılıp bestelenmiş manzumelere verilenisimdir.

Hz. Peygamber’in ana rahmine düştüğü kabul edilen receb ayının ilk cu-ma gecesi, bilhassa Türk-İslâm kültüründe cami ve tekkelerde özel program-larla Regaib kandili olarak kutlanmaktadır. Bu vesileyle mevlid türüne ben-

zeyen manzumeler yazılmış, bunların bir kısmı kandil gecesi okunmak üzerebestelenmiştir. Bu manzumelerde Resûl-i Ekrem’in anne ve babasının birbi-rine lâyık temiz gençler oluşu, ahlâkî özellikleri, evlenmeleri ve Hz. Pey-gamber’in ana rahmine düşmesinin kâinat için büyük bir rahmet olduğu anla-tılmaktadır.

Regaibiyyelerde daha çok mesnevi nazım şeklinin kullanıldığı, bazıların-da ise kıta, ilâhi, gazel ve kaside gibi şekillerin tercih edildiği görülmektedir.Selâhaddin Uşşâkı’ye (ö. 1197/1783) atfedilen Matlau’l-fecr  adlı mesnevi ileEdirne Müftüsü Fevzi Efendi’ye ait Envârü’l-kevâkib fî leyleti’r-Regâib adlı manzume türün önemli örneklerindendir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 206/261

 200

Regaibiyye Örneği

1.  Girdi çün mâh-ı Receb şehr-i Hudâ 

Leyle-i Cum’a olunca ibtidâ

2.  Mâder-i pâki Emine hazreti 

Kıldı Abdullah ile çün halveti

3.  Burc-ı ismette bi-izni Müsteân 

Kevkeb-i sa’deyn itdi iktirân

4.  Oldılar çün dâhil-i beyt-i şeref

Eyledi ol dürri ilka-yı sadef

5.  Ya’ni ol şems-i Hudâ-yı pür ziyâ 

Ol şeb-i rahmet-fezâda gâlibâ

6.  Burc-ı rahm-ı ismete itdi nüzûl

Ol gice ıyd itdi ervâh u ukûl

7.  Kudsiyân ol giceye rağbet tamâm 

İtdiler andan Regâib oldu nâm

Kaynak:  Salâhî, Daha geniş  bilgi için bk. Mehmet Akkuş, “EdebiyatımızdaRegaibiyye ve Salahî’nin Matlau’l-fecr ’i”,  A.Ü. İ lâhiyat Fakültesi Dergisi , c.XXXII (Ankara 1992), s. 129-153.

MU’CİZÂT-I NEBÎ

Na’tlarda, siyerlerde ve bazı  mesnevilerde kimi zaman Hz. Peygamber’in

mûcizelerine yer verildiği gibi bazen de başlı başına eserler halinde de muci-zelerin anlatıldığı görülmektedir. Bunlara örnek olarak, Güvercin Hikâyesi,Kesikbaş Destanı, Deve Hikâyesi, İzzetoğlu’nun Tavus Destanı, Sadreddin’inGeyik Hikâyesi gibi halk tipi mesneviler gösterilebilir.

 Hikâye-i Geyik ’ten Örnek:

1.  Yine başlarım söze Allah deyu

Evvelinde fazl-ı bismillah deyu

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 207/261

 201

2.  Başladım bir mucize uş gül gibi

Şerh edeyüm tapuna bülbül gibi

3.  Mustafâ’nın mucizâtın söyleyimDinler isen ben şerh eyleyim

4.  Dinle imdi bir acâib hoş haber

Mustafâ’dan ideyüm sahib hüner

5.  Gör ne kıldı Tanrı’nın Peygamberi

Yaratılmışta oldurur serveri

6.  İşit imdi bir acâib mucizât

O Resuldendir ki oldurur pâk zât

7.  Ol Habibullah Muhammed Mustafâ

Din adın pak kendüsi o safâ

8.  Oturur idi söykenüb mihrabına

Vaaz eder idi cümle ashabına

9.  Cümle ashabı dahi anda bile

Sohbet eder bular Resul ile

10. Gördüler karşudan kırk atlı gelür

Kırkı dahi heybetlü gelür

11. Sürüben mescide değin geldiler

Çünki mescid kapusuna yettiler

12. Mustafâ’nın anda olduğun bildiler

Cümlesi anda aşağı indiler

Kaynak: Devamı için bk. Mevlid-i Süleyman Çelebi , İstanbul 1311

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 208/261

 202

ESMÂ-İ NEBÎ

Esmâ kelimesi Arapça isim kelimesinin çoğuludur. Terim olarak esmâ-i nebîHz. Peygamber’in isimleri hakkında yazılan eserlere denmektedir.

Eski Türk edebiyatında Cenâb-ı Hakk’ın isimlerini anlatan Esmâ-i Hüsnâtürü gibi Hz. Muhammed’in mübarek isimlerini konu alan Esmâ-i Nebî’ler dekaleme alınmıştır. Hz. Peygamber’in dinî kültürümüzde yer alan isimlerininmanzum veya mensur müstakil eserler hâlinde toplanılması bir gelenektir. Bueserlerde; Hz. Peygamber’in isimleri ile dinî kültürde ona verilen adlar vekünyeler bir araya getirilir. Bu isimlerde Hz. Peygamber’in üstünlükleri, hi-dayeti, rahmeti, şefaati, Cenab-ı Hakk’ın huzurundaki konumu, seçkin oluşu,ümmetinin gözündeki değeri ile ona duyulan sevgi ve hürmet anlatılır. Hz.Peygamber’in medhine mahsus bir tür olan na’tlarda da bu isimlere yer veri-lirken, şairler bu adları şairane benzetmeler veya hüsn-i ta’lillerle ele alırlarve bazı adlarındaki harflerden yola çıkarak ilginç tespitlerde bulunurlar. Di-ğer yandan dinî ve tasavvufî eserlerde de Esmâ-i Nebî’deki harflere dair yo-

rumlar mevcuttur.

Genellikle mensur olan bu türdeki eserlerden Hasib Efendi’nin Esmâ-ı  Nebi’si 1000 beyit olup Delail-i Hayrât ’tan istifade ile yazılmıştır.

Esmâ-i Nebî Örneği

1.  Muhammedün Ahmedün Hâmidün Mahmûdün 

Ahîdün Vahîdün Mâhün Hâşirün

2.  Âkıbün Tâhâ Yâsin Tâhirün

Muahherün Tayyibün Seyyidün Rasûlün

3.  Nebiyyün Rasûlü’l-melâhımi Kayyimün Câmiun

Muktefin Mukaffî Rasûlü’l-melâhimi Rasûlü’r-râheti

4.  Sen murâdım vir İlâhî kim penâh itdüm bunı 

Ol Habîbün Mustafâ’dur yâ Ra’ûf

5.  Kâmilün İklîlün Müddessirün Müzzemmilün

Abdullâh Habîbullâh Safiyyullâh

6.  Neciyyullâh Kelîmullâh Hâtemü’l-enbiyâ

Hâtemü’r-rusüli Muhyî Müncî Müzekkirun

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 209/261

 203

7.  Nâsırun Mensûrun Nebiyyu’r-rahme

Nebiyyü’t-tövbeti Harîsun ‘aleyküm Ma’lûmun

8.  Sen murâdım vir İlâhî kim penâh itdüm bunı Ol Muhammed Mustafâ’dur yâ Rahîmü yâ Ra’ûf

9.  Şehîrun Şâhidün Şehîdün Meşhûdun

Beş îrun Mübeşşirün Nezîrün Münzirün

10. Nûrun Sirâcun Misbâhun Hüden

Mehdiyyün Münîrun Dâin Med’uvvün

11. Mücíbün Mücâbün Hafiyyün Afüvvün

Veliyyün Hakkun Kaviyyün Emînün

Kaynak: Daha geniş bilgi için bk. İbrahim Sar ıtaş, Külliyât-ı İ smail Gürünî,(yüksek lisans tezi 2008), C.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 279.

HİCRET-NÂME

Sözlük anlamı ayrılmak, göç etmek, ayrılış olan hicret, Farsça mektup, kitap

vb. mânâlara gelen nâme ile birleşik isim olarak Hz. Peygamber’in hicretinikonu alan eserlere isim olmuştur. Siyerlerin bir bölümü olduğu gibi bağımsızeserler olarak da kaleme alınan Hicret-nâme, Hz. Muhammed’in Mekke’denMedine’ye hicretini ele alır. Mevlid, mi’raciye ve hilyeler kadar olmasa da butürde eserler yazılmıştır. Bu konuda Süleyman Nahifî’nin (öl. 1551/1738-39),takriben 88 beyitlik Hicreti’n-Nebî ’si bilinmektedir. Bu eserde, Hz. Peygam-ber’in doğumundan başlayarak çocukluğu, Hz. Hatice ile evlenmesi, miracı ve peygamberliğe gelişi anlatılarak 162. beyitten itibaren hicret konusuna yerverilir.

Özet

Türk- İ slâm Edebiyat ı’nda Hz. Peygamber ile ilgili türleri sıralayabilmek.

Türk-İslâm Edebiyatında Hz. Peygamber ile ilgili türler denince akla na’t, si-yer, hilye, mevlid, miraciye, kırk hadis, esmâ-i Nebî, mu’cizât-ı nebî, hicret-nâme gelir.

Hz.Peygamberi öven, üstünlüklerini anlatan türler na’tlardır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 210/261

 204

 Doğumundan vefat ına kadar Hz. Peygamber’in hayat ını anlatan türleri açık-layabilmek.

Soyu, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Medi-ne’de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekilde,

doğumundan vefâtına kadar Hz. Peygamber’in hayatını  ele alan türe ve butürde yazılan kitaplara siyer / siyer-i nebî denmiştir. 

 Daha çok tercüme ile edebiyat ımı zda ağırlık kazanan türleri sıralayabilmek.

II. (VIII.) asrın sonlarında derlemeler halinde ilk basit örneklerini veren,“kırk hadis”, “hadîs-i erbaîn”, “tercüme-i hadîs-i erbaîn”, “şerh-i hadîs-i erba- în”, “çihl hadis”, “hadîsü’l-erbaîn”, “erbaîn” gibi adlarla anılan kırk hadis tü-rü dinî, ahlaki, toplumsal ve edebî özellikleri ile hem Arap ve Fars edebiya-tında önem kazanmıştır. Te’lifleri de olmakla beraber özellikle tercümeler ileön plana çıkan bu tür Türk edebiyatında en az na’t, mevlid ve miraciye kadarönem arz etmektedir.

 Hz. Peygamber’in doğumundan bahseden türleri sıralayabilmek.

Hz. Peygamber’in doğumunu anlatan manzum eserlere mevlid denir. Çoğumevlide Peygamberimiz’in doğumunun yanı sıra mucizeleri de yer alır. Türk-İslâm edebiyatında yazılmış en öenmli mevlidlerin başında Süleyman Çele-bi’nin Vesîletü’n-necât ’ı gelir.

Kendimizi Sınayalım 

1. Hz. Peygamber medhetmek için yazılan şiirlere ne ad verilir?

a. Mi’raciyye

b. Medhiyye

c. Na’t

d. Hilye

e. Şemail

2. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamber’le ilgili türlerden biri değildir? 

a. Hicretnâme

b. Na’t-ı

 çehâr-yârc. Regaibiyye

d. Mevlid

e. Hilye

3. Kısaca “erbaîn” adıyla da anılan Peygamberimiz’le ilgili tür aşağıdakiler-den hangisidir?

a. Mevlid

b. Mu’cizât-ı nebî

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 211/261

 205

c. Kırk hadis

d. Esmâ-i hüsnâ

e. Münâcât

4. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamber’in fizikî özelliklerini, vasıflarını anlatan edebî eserlere verilen addır?

a. Siyer

b. Mevlid

c. Mucizât-ı nebî

d. Evsâf-ı nebî

e. Hilye

5. En önemli örneklerini Darîr, Yazıcıoğlu Mehmed, Altıparmak veVeysi’nin verdiği Peygamberimiz’le ilgili tür aşağıdakilerden hangisidir?

a. Na’t

b. Mi’raciyye

c. Muhammediyye

d. Siyer

e. Mevlid

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. c  Cevabınız doğru değilse, “Na’t” kısmını yeniden okuyunuz

2. b  Cevabınız doğru değilse, “Na’t” kısmını yeniden okuyunuz

3. c  Cevabınız doğru değilse, “Kırk Hadis” kısmını yeniden okuyunuz

4. e  Cevabınız doğru değilse, “Hilye” kısmını yeniden okuyunuz

5. d  Cevabınız doğru değilse, “Siyer” kısmını yeniden okuyunuz

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1

Türkiye’de mevlidlerle ilgili en önemli çalışmalara Neclâ Pekolcay, FarukKadri Timurtaş, Ahmed Ateş, Hasan Aksoy imza atmışlardır.

Sıra Sizde 2

Türk edebiyatındaki en önemli hilye Hakani Mehmed Bey taraf ından yazıl-mıştır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 212/261

 206

Sıra Sizde 3

Türk-İslâm edebiyatında en tanınmış miraciye Ganizâde Nadirî taraf ından ka-leme alınmıştır.

Sıra Sizde 4 

Kırk hadislerle ilgili eserler Kur’ân’ın faziletleri, İslâm’ın şartları, Hz. Mu-hammed, âl ve ashabı, ilim, âlim, siyaset ve hukuk, toplumsal ve ahlaki hayatgibi konularla ilgili söylenen kırk hadis bir araya getirilerek eser oluşturulur.

Yararlanılan Kaynaklar

Akar, Metin, Türk Edebiyat ında Manzum Miracnâmeler, Ankara 1987.

Aksoy, Hasan, "Eski Türk Edebiyatında Mevlidler", TAL İ  D, Eski Türk Ede-

biyat ı Tarihi I , sy. 9 (İstanbul 2007), s. 323-332.

Aksoy, Hasan, “Mevlid”, D İ  A. 

Aksoy, Hasan, Mustafa Âlî’nin K ırk Hadis Tercümeleri, İstanbul 1991.

Karahan, Abdülkadir, “Kırk Hadis”, D İ  A.

Onan, Necmettin Halil, İ  zahlı Divan Ş iiri Antolojisi, İstanbul 1940.

Pala, İskender, Hilye-i Saadet, İstanbul 2002.

Pekolcay, Necla,  İ slâmî Türk Edebiyat ında Ş ekil ve Nevilere Giriş , İstanbul

1997.

Pekolcay, Necla, Mevlid, İstanbul 1992.

Uzun, Mustafa, “Hilye”, D İ  A. 

Uzun, Mustafa, “Miraciyye”, D İ  A. 

Uzun, Mustafa, “Regaibiyye”, D İ  A. 

Uzun, Mustafa, “Siyer”, D İ  A.

Yeniterzi, Emine, “Na’t”, D İ  A.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 213/261

 207

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 214/261

 208

 

Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Dinî-edebî türleri ile genel edebiyat türlerini karşılaştırabilecek,

• Edebiyatımızda gelişen dinî- edebî türleri tanımlayabilecek,

• İslâmiyet’in Türk edebiyatına katkısını açıklayabilecek,

• Türkçe dinî eserleri edebî bakımdan değerlendirebilecek,

• Dinî konulu destânî mahiyetteki eserleri ayırt edebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Dinî-edebî tür

• Mersiye-maktel

• Ramazâniye-Bayramiye

• Gazavâtnâme- Fetihnâme

• Nasîhatnâme-Pendnâme

• Menkabe-menâkıb

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;

• Agâh Sırrı  Levend’in “Dinî Edebiyatımızın Başlıca Ürünleri” başlıklı makalesi ile Âmil Çelebioğlu’nun “Türk Edebiyatında Manzum DinîEserler” başlıklı makalesini okuyunuz.

•  Diyanet  İ slâm Ansiklopedisi  ve Türk Dili ve Edebiyat ı  Ansiklo- pedisi’ndeki “Fetihnâme”, “Gazavatnâme”, “Iydiye”, “Maktel”, “Mer-siye”, “Pendnâmeler” ve “Ramazan” maddelerini inceleyiniz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 215/261

 209

 

GİRİŞ 

Edebiyatımızda tür ve şekil konusu üzerinde tam bir uzlaşma sağlanabilmiş değildir. Bununla birlikte bir edebî ürünün dış yapısı ile ilgili unsurların şekil;muhtevası  ile ilgili unsurların da tür kapsamında değerlendirilmesi yay-gınlaşmıştır. Dinî türler denildiğinde dinî içeriğe sahip ve türe adını  verenaynı konudaki edebî ürünler kastedilmiş olur.

Tarih boyunca din, kimi zaman amaç olarak, kimi zaman da araç olarakedebiyata konu olmuştur. Sanat gayesiyle dini araç olarak kullananlar bir ta-rafa; dini amaç olarak görenlerin vasıtasıyla zengin bir dinî edebiyat meydanagetirilmiştir. Dinî duyguların etkisiyle doğup gelişen bu edebiyatta, çok defadini tebliğ etme, öğretme gibi pratik hedeflere yönelik olarak sanat değeri za-yıf eserlerin yanı sıra fevkalâde sanatkârane bir üslûpla dinî lirizmin zirvesine

yükselen eserler de meydana getirilmiştir.Türk-İslâm edebiyatında dinî türlere baktığımızda en çok türün Hz. Pey-

gamber ile ilgili olarak geliştiği görülür. Allah ile ilgili daha az tür gelişmiş-tir. Hz. Peygamber’in bir beşer olması sebebiyle kendisini hiç görmeyenlertaraf ından dahi kolayca anlatılabilmesine karşılık Allah’ın yüceliği ve varlı-ğının insan idrakini aşması, ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin O’nun hak-kıyla anlatılmasını  imkânsız kılmıştır. Dolayısıyla bu alanda gelişen edebîtürler, O’nun vahdâniyeti, esma ve sıfatları ile O’na karşı sığınmayı, af dile-meyi içeren edebî ürünlerle sınırlı kalmıştır.

Konusu Allah ve peygamber olan edebî eserler dışında dinî hayatın pekçok veçhesi ile ilgili hayli eser yazılmıştır. Klasik edebiyatın ürünlerini ver-

diği tarihî ve kültürel ortam, yüzyıllar boyu dinî karakteriyle temayüz ettiğin-den, din, edebiyatın hem ilham hem de bilgi kaynağı olagelmiştir. Şairler, ya-şadıkları dönemlerde üzüldükleri sevindikleri ve heyecan duydukları her ha-diseyi edebî bir form içerisinde kültür dünyamıza kazandırma gayreti içeri-sinde olmuşlardır. Ramazan ayının coşkusundan, ölen kimsenin ardından du-yulan üzüntüye kadar insanı ilgilendiren her hadise, dinî edebiyatımız içeri-sinde yerini almıştır. Klasik şiir ustalarının birçoğu, asırlarca toplum hayatın-da yer etmiş  ve özellikle törensel içeriğe sahip dinî hadiselerin heyecanını hissedip duygularını nazma dökmüşlerdir. Günümüzde de bu vadide eserleryazılmaya devam etmektedir.

Allah ve Hz. Peygamber ile ilgili türler müstakil üniteler halinde işlendiği

için bu ünitede diğer dinî tür ve konular ele alı

nacaktı

r. Bu tür ve konuları

 üç

Dinî Tür ve Konular

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 216/261

 210

başlık halinde tasnif etmek mümkündür. Birincisi, Mersiye, Maktel,Ramazâniye gibi ortak bir ad altında anılan türler; ikincisi, Kısas-ı  enbiyâ,Tezkiretü’l-evliyâ ve Menâkıbnâme gibi biyografik bilgi ihtiva eden yaşamöyküleri etraf ında gelişen türler ile Kur’ân-ı Kerîm’in tercüme ve tefsiri, iti-kat, ibadet, ahlâk vb. konularında yazılan eserler; üçüncüsü de destânî anla-

tım tarzının benimsendiği dinî konulu eserlerdir.

Resim 9.1: Satır arası Kur’an Tercümesi (Kaynak: Prof. Dr. Hüseyin Elmalı’nın özel ki-taplığı, İzmir).

DİNÎ TÜRLER 

Mersiyeler ve Makteller

“Mersiye”, dinî edebiyatımızda bir kimsenin vefatı üzerine duyulan üzüntüyüifade etmek üzere, ölenin meziyetlerini anlatmak suretiyle yazılan duygu yo-

ğunluğu yüksek manzumelere denir. Ölenin arkası

ndan söz söyleme geleneğiİslâmiyet öncesi Türk şiirinde “sagu”, Türk halk şiirinde ise “ağıt” olarakisimlendirilmiştir.

Mersiye daha çok bir yakının, sevilen bir şahsın, şair ile maddi manevi birbağı bulunan kişinin ölümü üzerine yazılır. Klasik edebiyatımızda mersiyelergenellikle, padişahlar, şehzadeler, vezirler, devlet büyükleri, şeyhler, aile fert-leri, dost ve arkadaşların kaybı  üzerine yazılmıştır. Mersiyenin muhtevası şöyledir: Şair şiirin giriş kısmına dünyanın geçici olduğunu, bu güzelliklerealdanmamak gerektiğini ve dünyanın ne kadar acımasız olduğunu vurgulaya-rak başlar. Daha sonra vefat eden kişinin övgüsünü ve böyle bir kişiyi kay-betmekten dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirir. Bu bölüm şairin yasına tabi-atın da katılmasıyla farklı bir hal alır. Kahramanın ölümüne âdeta bütün âlem

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 217/261

 211

ağlamaktadır. Ardından böylesine değerli ve genç bir kişiye kıymış olmasın-dan dolayı feleğe sitem edilir. Mersiyelerin son bölümü genellikle dua ve te-mennilerden meydana gelir (İsen, 1994). Klasik edebiyatımızın Şeyhî,Ahmed Paşa, Necâtî, Zâtî Bakî, Fuzûlî, Hayâlî, Taşlıcalı Yahyâ, Nev’î, Nâilî,Şeyh Gâlib gibi önde gelen şairleri mersiyeler yazmışlardır.

Mersiye genel olarak vefat hadisesini ele alırken, maktel sadece Hz. Hü-seyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesini konu edinir. Dinî edebiyatımızda “mak-tel” ya da “maktel-i Hüseyin” denildiğinde Hz. Hüseyin ve arkadaşlarınınKerbelâ’da hunharca şehid edilmesini acıklı bir biçimde anlatan şiirler anla-şılmalıdır. Hz. Hüseyin’in şehadetiyle ilgili şiirlere Kerbelâ mersiyeleri dedenilmiştir. Mersiye genel anlamda kullanıldığı  için aslında her maktel birmersiye sayılır. Ancak maktel hususi bir anlamda kullanıldığından her mersi-ye maktel sayılamaz. Maktel türünün en güzel örneğini  Hadîkatü’s-süedâ isimli eseriyle Fuzûlî vermiştir. Lâmii Çelebi’nin  Maktel-i Hüseyin’i deönemli örneklerdendir.

 Kanunî Sultan Süleyman Mersiyesi’nden

Ey pây-bend-i dâmgeh-i kayd-ı nâm ü neng

Tâ key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng

 An ol güni ki âhır olup nev-bahâr-ı ömr

 Berg-i hazâne dönse gerek rûy-ı lâle-reng

 Âhır mekânun olsa gerek cür’a gibi hâk

 Devrân elinden irse gerek câm-ı ayşa seng

 İ nsân odur ki âyineveş kalbi sâf ola

Sînende n’yler âdem isen kîne-i peleng

 İ bret gözinde niceye dek gaflet uyhusu

Yetmez mi sana vâk ı’a-i Ş âh-ı şîr-ceng

Ol şeh-süvâr-ı mülk-i sa’adet ki rahşına

Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng

 Baş eğdi âb-ı tîgına küffâr-ı Üngürûs

Ş emşîri gevherini pesend eyledi Freng

Yüz yire kod ı lutf ile gül-berg-i ter gibi

Sandûka sald ı hazîn-i devrân güher gibi

(…)

(Küçük, 1988;130)

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 218/261

 212

 Fuzûlî, Âl-i abâ Mersiyesi’nden

(…)

Ey derd-perver-i elem-i Kerbelâ Hüseyn

V’ey Kerbelâ belâlar ına mübtelâ Hüseyn

Gam pâre pâre bağr ını yandurd ı dâğ ile

Ey lâle-i Hadîka-i Âl-i abâ Hüseyn

Tîg-ı cefâ ile bedenün old ı çâk çâk

Ey bûstân-ı sebze-i tîg-ı cefâ Hüseyn

Yakd ı

 vücûd ı

 gam-ı

 zulmet-serây-ı

 dehrEy şem’-i bezm-i bârgeh-i Kibriyâ Hüseyn

 Devr-i felek içürdi sana kâse kâse kan

Ey teşne-i harâret-i berk-ı belâ Hüseyn

Yâd it Fuzûlî Âl-i abâ hâlin eyle âh

 Kim berk-ı âh ile yakılur hirmen-i günâh 

(Pekolcay, 1994; 234)

Ramazâniyeler

Ramazan ayı, genel olarak f ıkıh ve ilmihal kitaplarında dinî bir konu olarakyer almakla birlikte, sosyal hayata kattığı canlılık ve renklilik sebebiyle ede-biyatın da ilgi alanına girmiştir. Bu ayda, gerek dinî duyarlılıklar bakımındanortaya çıkan manevi atmosfer, gerekse dindar olan ve olmayan bütün toplumkesimlerinde oluşan Ramazan’a özgü hava, eski ve yeni şairlerimiz taraf ın-dan gayet güzel değerlendirilmiş ve pek zengin bir Ramazan edebiyatı mey-dana getirilmiştir. Edebiyatımızda Ramazan’a dair şiirler, XVI. yüzyıldan iti-baren yazılmaya başlanmıştır. XVIII. yüzyıla gelindiğinde sayıca artarakmüstakil bir tür oluşturacak boyutlara ulaşmıştır. İşte klasik dinî edebiyatı-mızda konusunu Ramazan ayından alan bu şiirlere “Ramazâniye” denir.Ramazâniyeler, Ramazan ayı dolayısıyla, şairlerin, padişaha veya devlet bü-yüklerine yahut dostlarına sunmak amacıyla yazdıkları  kaside nazım biçi-minde şiirlerdir. Bu şiirlerde, Ramazan ayının girmesi dolayısıyla sunulan ki-şinin Ramazanı tebrik edilir, o kişi padişah veya devlet büyüğü ise pek tabiiolarak övgüsü yapılır. Klasik edebiyatımızda bu türün en güzel örneklerini,Sâbit (öl.1712), Nazîm (öl.1726), Nedim (öl.1730), Enderunlu Fâzıl (ö.1810)ve Enderunlu Vâsıf (ö.1824) vermişlerdir. Ramazan ile ilgili dinî ve tasavvufîamaçla yazılan eserler dışında, edebî alanda yazılan eserler şöyle tasnif edile-bilir. 1. Ramazâniyeler, 2. Ramazan ilâhîleri, 3. Ramazan mânileri, 4. Rama-zan ile ilgili gazel, rubâî, koşma vs.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 219/261

 213

Klasik edebiyatımızda, dört mevsimin, belli ayların, bayramların, özelgünlerin konu edildiği şiirler vardır. Bu şiirler, özellikle kasidelerin nesîb de-nilen giriş bölümlerinde bir mevsimin veya hususi ay ve günlerin gelmesiyleyazılır. Bahar mevsiminin gelmesiyle “bahâriye”ler, kışın gelmesiyle “şitâi-yeler”, nevruz için “nevrûziye”ler, bayramları karşılamak için “ıydiye”ler ya-

zıla gelmiştir. Toplum hayatında fevkalade önemi hâiz olan Ramazan ayınıngelmesiyle de eski şairler, oruç ayının maddi ve manevi güzelliklerini, feyizve bereketini, günahlardan arınma ayı oluşunu vesile ederek insanlara öğüt veirşad mahiyetinde şiirler yazmışlardır.

Ramazâniyelerin konusu, ilk başta Ramazan ayının rahmet ve bereket ayı oluşudur. Allah’ın nimet ve rahmeti bu ayda dünyayı doldurmuştur. Mağfiretkapıları sonuna kadar açılmış, bu aya mahsus olmak üzere şeytan zincire vu-rulmuştur. Bin aydan daha hayırlı  olan Kadir gecesi bu aydadır.Ramazâniyelerde ayrıca bu ay dolayısıyla girilen manevî ortam ve buna para-lel olarak sosyal hayatta meydana gelen değişiklikler de yer almıştır. Hilâli-nin görülmesi dolayısıyla yaşanan tatlı telaştan tutun, Ramazan mukabeleleri,

teravih namazları

 ve Ramazan eğlencelerine kadar bu aya mahsus çeşitli faa-liyetler Ramazâniyelerde dile getirilmiştir. Osmanlı toplumunda Ramazan ayı ve müteakiben kutlanan bayram vesilesiyle tertip edilen eğlenceler, sohbetler,kandillerle ve mahyalarla süslenen camiler, iftar için hazırlanan türlü yemek-ler, bir sevinç ifadesi olarak Ramazan şiirlerine yansımıştır. Diğer taraftan,Ramazan münasebetiyle toplumun dindar kesimlerindeki hareketlilik ve bunailaveten Ramazan öncesi ve sonrasında dinî hayata mesafeli kişilerin, Rama-zanın girmesiyle birlikte Ramazana özgü dindarlıkları  şairlerin gözündenkaçmamıştır. Bu tip kimseler ‘Ramazan sofusu’ olarak nitelendirilmiş ve din-dar kimseleri kıskandıracak derecede alışılmadık davranışları  iğneleyici birüslûpla dile getirilmiştir (Uzun, 1994).

Ramazâniyelerden bu mübarek ay dolayısıyla tasavvufî mekânlarda ve

camilerde okunan Ramazan ilâhîleri vardır. Bu ilâhîlerin bir kısmı Ramaza-nın gelişini konu edinen şiirleridir ve Ramazanın başladığı günlerde okunur.Bir kısmı da Ramazan ayını uğurlamak maksadıyla yazılan ve bu kutlu ayınsona ermesinden dolayı duyulan üzüntüyü dile getiren ilâhîlerdir. Bunlardanbazıları  bestelenmiş  olup günümüzde okunmaya devam etmektedir. AzizMahmud Hüdâyî (ö.1628)’nin hocası  Üftâde’nin bir Ramazan karşılaması mahiyetinde olan ilâhîsi şöyledir:

Âşıklara eydin salâ

Oruç ayı geldi yine

Rahmet denizi cûş edip

Âlemlere doldu yine

Kur’an’da Allah öğüdü

Cümle nebîler sevdiği

Ümmete Allah verdiği

Oruç ayı geldi yine

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 220/261

 214

Cümle aya sultan olan

Dertlilere sultan olan

Hak’dan bize ihsan olan

Oruç ayı geldi yine

XVII. yüzyılın meşhur mutasavvıf şairi Niyazî-i Mısrî (ö. 1694)’ye aitilâhînin ilk iki dörtlüğü veda mahiyetindeki ilâhîlere örnek teşkil eder:

Yine firkat nârına yandı cihân

Hasretâ gitdi mübarek Ramazan

Nûriyle bulmuştu âlem yine cân

Firkatâ gitti mübârek ramazân

İndi Kur’an sende ey nûru güzel

Leyle-i kadrinde ey kadri güzel

Gitti ey tehlil ü tekbîri güzel

Elvedâ gitti mübârek ramazân

Ramazâniyelerden, Ramazan ilâhîlerinden başka bir de Ramazan manilerivardır. Geniş toplum kesimleri arasında yaygın olan Ramazan manileri, özel-likle de Ramazan bekçilerinin halka mahsus bir ifade ve eda ile söylediklerimaniler, dini hoşgörünün sınırları  çerçevesinde zengin bir birikimi ve halkkültürünü yansıtmaktadır. Bir Ramazan bekçisi manisi şöyledir:

Âlem bu gece nûr oldu

Kalbimize sürûr oldu

Ey benim ağam efendim

Kalkın vakt-i sahûr oldu

Ramazâniyelerden veya Ramazan konulu diğer şiirlerden, yazıldıkları dö-neme ait Ramazan kültürünü yansıtan pek çok uygulamayı  tespit etmekmümkündür. Ramazana dair şiirler, sadece klasik edebiyatımızla sınırlı kal-mış değildir. Çağdaş edebiyatımızda da bir takım üslup ve muhteva farklılık-

larıyla Ramazanı konu alan şiirler yazılmaya devam etmektedir.Ramazan ayına dair şiirler için Filiz Kılıç ve Muhsin Mâcit’in hazırladığı TürkEdebiyat ında Ramazan Şiirleri (Güldeste) adlı kitabı okuyunuz. 

Gazavâtnâmeler

Gazavât, cenk, savaş anlamına gelen gazâ/gazve kelimesinin çoğuludur. Ga-zâ kelimesi din uğruna savaş anlamına gelen cihad kelimesi ile aynı anlamdakullanılmıştır. İslâm tarihinde Hz. Peygamber’in fiilen iştirak ettiği savaşlarada gazve denilmektedir. Bir dinî edebiyat terimi olarak gazavâtnâme, düş-manlara karşı mukaddes değerler uğruna yapılan savaşların anlatıldığı eser-

lerdir. Manzum ya da mensur olarak yazı

lmı

şlardı

r. Tek bir savaş anlatı

lmı

ş-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 221/261

 215

sa gazânâme, birden fazla savaş anlatılmışsa gazavâtname şeklinde isimlendi-rilmiştir. İlk örnekleri Arap edebiyatında görülür. Arap edebiyatında savaşları ve bu savaşlarda gösterilen kahramanlıkları anlatan eserlere megâzî denilmiş-tir.

Gazavâtnâmeler, genel olarak savaşları  anlatan eserlerdir. Gazavat-nâmelere benzeyen zafernâme ve fetihnâmeler, küçük farklarla gazavâtnâm-lerden ayrılır. Eğer savaş  zaferle neticelenmişse galibiyeti anlatan eserlerezafernâme; savaş sonunda bir kale ya da şehir zaptedilmişse bu hadiseyi hi-kâye eden eserlere de fetihnâme denilmiştir. Gazavâtnâmelerde savaşın bütünayrıntıları  anlatılmış  olduğu için tarih bilimi bakımından önemli bir bilgikaynağı durumundadır.

Gazavâtnâmeler başlıca şu konularda yazılmıştır:

1.  Padişahlardan birinin hayatını  esas alarak onun zamanında meydanagelen olayları  mensur ya da manzum olarak anlatan Selimnâme,Süleymannâme gibi eserler.

2.  Vezirlerin veya ünlü komutanların gazalarını  tasvir eden gaza-vâtnâmeler. Bu eserlerde çoğunlukla Barboros Hayrettin, Köprülü Fâ-zıl Ahmed, Özdemiroğlu Osman gibi bazı  paşaların şahsiyetleri elealınmıştır.

3.  Bir seferi ya da bir kalenin fethedilmesini konu edinen gazavâtnâme,fetihnâme ve zafernâmeler (Levend, 1956).

Sûzî Çelebi Gazavâtnâmesi’nden

Çü togd ı matla’-ı rahmetden âftâb-ı gazâ

Götürdi zulmeti ref’ eyledi hicâb-ı gazâ

 Bu bezme cân sak ınan gelmesün yasag eylen

Ki ser piyâle ciğer kanıdur şerâb-ı gazâ

 Ne gam kalursa bu yazıda teşne-dil gâzî

Ş erâb-ı kevser olur âk ıbet şerâb-ı gazâ

Fezâ-yı r ı f’at ına Cebrâ’il ak ıl irmez

 Bülendimiş felek ü sidreden cenâb-ı gazâ

 Bu yolda toprak ol iy Sûzî kim k ı yâmete dek

Saça gubâruna rahmet suyın sehâb-ı gazâ

(Levend, 1956;266)

Yukar ıda anlatılan türlerin dinî edebiyat içerisinde değerlendirilmesinin enönemli sebebi ne olabilir?

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 222/261

 216

Fetihnâmeler

İslâm ve Türk-İslâm devletlerinde fethedilen beldeleri, kazanılan zaferlerihaber veren mektup ve fermanlarla bu fetihleri anlatan tarihî eserlerin geneladıdır. Ortaçağ İslâm dünyasında hükümdarlar, ülke içinde ve dışında otorite-

lerini ve güçlerini göstermek için süslü ifadelerle yazılmış mektup ve ferman-lar göndererek kazandıkları zaferleri bildirme ihtiyacı duyarlardı. Genelliklesefaret heyetleri vasıtasıyla ve ganimet olarak alınmış hediyelerle, bazan dasavaşta öldürülenlerin başları ve alınan esirlerle birlikte gönderilen bu mek-tuplar dost devletler için bir müjde, düşman devletlere karşı ise bir tehdit ma-hiyetinde idi. Bundan dolayı  fetihnâmeler bazan “zafernâme”, “be-şâretnâme”, bazan da “tehditnâme” diye anılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde fetihler, büyük zaferler, özellikle hıristiyan dünyası-na karşı kazanılan başarılar “nâme-i hümâyun” kategorisinde değerlendirile-bilecek fetihnâmelerle İslâm devletlerinin hükümdarlarına bildirilmekteydi.Osmanlılar’da yabancı devlet hükümdarlarına gidecek fetihnâmeler o ülkenin

diliyle ve genellikle Türkçe, Arapça, Farsça olarak yazılırdı. Mukaddime sa-yılabilecek baş kısmı gönderildiği yerin durumuna uygun âyet, hadis ve ke-lâm-ı  kibarlarla süslenen ve Osmanlı  diplomatiğinin mühim belgelerindenolan nâme-i hümâyun grubu belgeleri içinde yer alan fetihnâmelerin özel ya-zılış şekilleri vardı. Osmanlı padişahlarına ait fetihnâmeler genellikle Allah'ahamd, Hz. Peygamber'e salât, padişah için tebaanın işlerinin düzenlenmesi vezulmün önlenmesinin gereği, düşmanın ne sebeple cezalandırıldığı, padişahınhareketi, askerin çokluğu, düşmanın durumu ve cesaretinin anlatılması, Al-lah'ın padişaha yardımı, düşmanın yenilmesi. Allah'a şükür, düşman ülkesininzaptının anlatılması, hükümdarlara zafer haberinin gönderilmesi, fetihnâme-nin kiminle gönderildiği ve padişahın Allah'a duası gibi on beş esasa dikkatedilerek yazılmaktaydı. Fetihnâmelerde mutantan bir ifade kullanılır, ülkezaptında padişahın kudretini göstermek için düşman askerinin fazlalığındanbahsedilir ve olaylar genellikle uzun uzadıya anlatılırdı. Düşmanlara gönderi-len tehditnâmelerde ise ağır ve küçültücü ifadeler yer alırdı.

Fetihnâmeler, ilgili oldukları savaşın bir tarihçesini ihtiva ettiklerinden vezaferin hemen ardından kaleme alındıklarından aynı zamanda değerli birer ta-rihî kaynak niteliği taşırlar. Edebiyat tarihiyle ilgili kitaplarda ise fetihnâmeayrı bir edebî tür olarak bir seferin başlangıcından sonuna kadar geçen olay-ları, bir şehrin, kalenin alınışı  veya bir savaşın kazanılmasını  konu edineneserler şeklinde ele alınmaktadır. Ancak bu tür eserler doğrudan doğruya ta-rihin bir parçasıdır ve bunları  gazavatnâme, zafernâme, sefernâme, hattaSelimnâme ve Süleymannâme adlarıyla anılan eserlerden hem konu hem deüslûp bakımından ayırt etmek mümkün değildir. Umumi tarihlerin dışında

pek çok türü görülen bu tarz eserlerin başlıkları da böyle bir tasnif yapmayı zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla bunları adlarından hareketle ayrı birer tür ola-rak gösterilmesi karışıklıklara yol açmaktadır. Aslında fetihnâme, doğrudandoğruya resmî bir hüviyeti olan, nâme-i hümâyunlarla fermanların edebî birtürü gibi ele alınmalıdır.

Türk edebiyatında XV. yüzyıldan itibaren doğrudan doğruya müelliflerin-ce “fetihnâme” olarak adlandırılan manzum ve mensur eserler arasındaKıvâmî’nin Fetihnâme-i Sultan Mehmed ’i, Sa’yi’nin Fetihnâme-i Bağdad ’ı,Murâdî’nin Fetihnâme-i Hayreddin Paşa’sı, Nâbi’nin Fetihnâme-iKamaniçe’si sayılabilir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 223/261

 217

 Fetihnâmeler hakkında daha geniş bilgi için Hasan Aksoy’un "Tarihî Bir Belgeve Türk-İslam Edebiyatında Bir Tür Olarak Fetihnâmeler" başlıklı  makalesi(İ lam Araşt ırma Dergisi, II/2 (İstanbul 1997), s. 7-19) ve aynı müellifin Dİ  A’daki“Fetihnâme” maddesine bakınız.

Kısas-ı Enbiyâlar

Kısas-ı  Enbiyâ, Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen pey-gamberlerin hayat hikâyelerinin anlatıldığı eserlere verilen isimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi sekiz peygamberin adı geçmekte ve bunların kıssalarına yerverilmektedir. İslâmiyet’in ilk asrından itibaren yahudi ve hıristiyanlarla te-mas kuran müslümanlar, bu din mensuplarının yazılı ve sözlü kültürlerindevar olan geçmiş peygamberlerle ilgili bilgilere vâkıf oldular. Efsanevî ve des-tanî unsurları ihtiva eden bu tarz bilgilere dayanarak ciltler dolusu peygamberkıssaları meydana getirdiler.

Arap edebiyatında yazılan ilk kısas-ı enbiyâlar, Kisâî (ö. ?)’nin Kitâbu K ı-sası’l-enbiyâ’sı ile ondan sonra yazılan Sa’lebî (ö. 1035)’nin K ısasu’l-enbiyâ ( Arâisü’l-mecâlis) isimli eseridir. Sa’lebî’nin eseri kimliği bilinmeyen birmütercim taraf ından Türkçe’ye tercüme edilerek Aydınoğlu Mehmet Bey (ö.1334)’e sunulmuştur. Türk edebiyatındaki kısas-ı enbiyaların çoğu adı geçeneserlerin doğrudan çevirileri ya da bazı ilavelerle hazırlanan genişletilmiş çe-viri mahiyetindeki eserlerdir. Son dönemlerde de Peygamber kıssalarıyla ilgi-li kitaplar yazılmıştır. Bunların en meşhuru Ahmed Cevdet Paşa (ö. 1895)’nınyazmış olduğu K ısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ isimli eser olup günümüzharfleriyle de yayımlanmıştır.

Bütün peygamberlerin hikâyelerini ihtiva eden kısas-ı enbiyâlardan başka

tek bir peygamberin hayatı

 anlatan eserler de yazı

lmı

ştı

r. Hz. Yusuf ile ilgi-li kaleme alınan K ıssa-i Yûsuf ’lar ve Hz. Süleyman ile ilgili yazılanSüleymâniyye’ler bu tür eserlerdir.

Sa’lebî’nin Arâisü’l-mecâlis Tercümesinden

Kaabil eyitti: “Ey ata! Kardaşum Hâbil’den ulu değül miven? Ol işe benhakluven değül miven?” Âdem eyitti: “Ey oğul! Fazıl Tangr ı  elindedür.”Kaabil eyitti: “Böyle değüldür, belkim sen anı kendü re’yünden benüm üstü-me yegledün.” Âdem eyitti: “E ğer haklu kimdügin bilmek dilersen, varunikinüz kurbân eylen. Kangunı z kurbanı kabul olursa ululuğa ol yegrekdür. Vehaklu oldur.” Ve ol vaktin kaçan kurbanlar kabûl olsa gökden od ineridi,

kurbanı yiridi. Kaçan kabûl olmasa od inmezidi, kuşlar ve geyikler yiridi. Besol iki çıkd ılar kim kurban eyleyeler. Kaabil ekinciyidi. Biraz yetilü buğdaykurban iletdi. Gönlünden geçeridi gerek kabul olsa gerek olmasa k ı zkardaşumı  ana virmeyem. Ve Hâbil davarlu ve koyunluyidi. Bes bir semizkuzı , biraz sâfi süt, biraz kereyağı kurban iletdi. Gönlünden Tanr ı işin râzılıkve anun buyruğına boyun virmek geçeridi.  İ smail bin Dafi’ eyitti: “Haberdegdi bana kim Hâbil koyunından bir kuzı doğd ı. Hâbil anı yavlak sevdi. Ş öy-le kim cümle mâlinden ana sevgülürek idi. Anı arkasına götürdi. Kaçan anakurban buyruld ı. Ol kuzuyı kurban iletdi. Andan ol iki kurbanı bir tağ üstindekod ılar. Bes gökden od indi. Ol kuzuyı  ve südi ve kereyağın yidi. Bir deneKaabil kurbanından yimedi. Anuniçün kim gönül ar ılığıla degülidi. Ve Hâbilkurbanı  kabûl old ı. Anuniçün kim gönül ar ılığı  var ıd ı. Bes ol kuzı  uçmaka

vard ı otlad ı. Tâ kim  İ brahim oğlın kurban eylemeğe fermanlad ı. Tanr ı ol koçı 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 224/261

 218

 fidi viribidi… Pes ol tağdan indiler ve dağıld ılar. Kaabil kurbanı  kabulolmaduğıçün kak ıd ı. Gönlünde hased bitti. Ve düşmanlık ın gizledi. Ta olvaktedegin kim Âdem peygamber Mekke’ye vard ı , Kâbe ziyâret k ılmağa …

 Bes kaçan Âdem Mekke’ye gitdi, Kaabil Hâbil’e geldi ve ol koyunkat ındayıd ı , eyitti: “Seni depelerven” Hâbil eyitti: “Neden ötrü?” Eyitti:

 Anuniçünkim Tanr ı  senün kurbanunı  kabûl eyledi ve benüm kurbanumı  redeyledi ve sen benüm görklü k ı z kardaşumı evlendün ve ben senün çirkin k ı zkar ındaşunı evlendüm. Bes âdemiler seni benden ulu ve yiğrek söyleşe.” Bes

 Hâbil eyitti: “E ğer sen beni depelemeğe el uzadur ısan ben seni depelemeğeel uzatmasven. Ben âlemler Tanr ısından korkarven.” … Bes kaçan anı depeledi, yirinde kod ı , nidesin bilimezidi. Anuniçünkim âdem oğlanından ev-vel yir yüzinde ölen olidi. Bes canavarlar anı yimeğe kasd eyledi. Kaabil anı tağarcuk ına koyd ı. Bir yıl tamam arkasına götürdi. Hattâ kim yiyidi. Kuşlarve canavarlar üşdi anı  yiyevüz diyü. Bes Tanr ı  ana iki karga viribidi.

 Birbirile savaşd ılar, birisi birin depeledi. Andan burnile ve ayağıla çukurkazd ı , ol çukura bırakd ı ve üstüne doprağın girü örtdi. Kaabil ana bakar ıd ı kaçan böyle gördi…”

(İz, 1996;196)

Tezkiretü’l-Evliyâlar

Tezkire, bazı meslek sahipleri için yazılan biyografik eserlere verilen isimdir.Veliler tezkiresi anlamına gelen Tezkiretü’l-evliya da İslâm velilerinin hayathikâyelerinin yazıldığı  eserlerdir. Tasavvufun yayılmasıyla birlikte isimleriöne çıkan tasavvuf büyüklerinin tanıtılması  amacıyla telif edilmişlerdir.Feridüddîn-i Attâr’ın Tezkiretü’l-evliyâ  adını  taşıyan eseri bu türdeki ilkörkektir. Türk edebiyatında tezkiretü’l-evliyâlar, Feridüddin Attâr’ın eserinintercümesiyle başlamıştır. Bu tercümeler ya doğrudan çeviri ya da Attâr’ın

eserini esas alarak bazı ilavelerle yeniden telif şeklindedir. Tespit edilebilenilk tezkiretü’l-evliyâ çevirisi XIV. yüzyılda Aydınoğlu Mehmet Bey’e su-nulmuştur. Klasik Türk nesrinin büyük temsilcisi Sinan Paşa’nın Tezkiretü’l-evliyâ’sı yazarın güçlü üslubu sayesinde telif hususiyeti göstermektedir (İz,1996).

Türk edebiyatında meşhur olmuş bir evliyâ tezkiresi de Lâmiî Çelebi (ö.1531)’nin Nefhâtü’l-üns çevirisidir. Lamîî Çelebi, Molla Câmî (ö. 1492)’nineserini çevirmekle yetinmemiş, kendi zamanına kadar yaşamış olan tasavvufbüyüklerini de ekleyerek ilaveli bir çeviri meydana getirmiştir.

 Anonim Tezkiretü’l-Evliyâ Tercümesi’nden İ brâhim Edhem

 İ brâhim Edhem eydür: “Bir gün bir yerde giderdim. Ak şam erişdi. Karanulukoldu. Yolı yavı k ıld ım. Mütehayyir oldum. Nâgâh bir it ünin işitdim… Ol yanagitdim. Ta bir köye erdim. Nâgâh yüzüme bir kişi bir şapla vurd ı ki iki gö-

 zümden od çıkd ı. Darb yedim, oturu vard ım. Ellerim yüzüme tutdum.  İ nen ka-t ı zahmet çekdim. Gözlerimden yaş geldi. Başım kald ırd ım. Ben eyitdim: “Ey

 Bâr-ı  Hudâyâ! Her kimse kim sana gide şöyle mi ederler?” dedim. Henüzdahi yerimden tur ımad ım. Bir kimesne gördüm. Geldi, ol bana şapla vurankişinün başın önümde kod ı. Eydür: “Yâ  İ brâhîm! Bizden gile etme. Her ki bi-

 zim emrümüzde ola azîz ü mükerrem olur, sen bizim emrümüzden çıkd ın.  İ t

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 225/261

 219

ününe uydun gitdin.” der. Korkdum, secdeye vard ım, tevbe eyledim kim“ayruk küstahlık etmem ey Çalabım” dedim.

(İz, 1996;206)

Tezkire adıyla yazılan başka biyografik eserler var mıdır? Varsa kimlerle ilgiliyazılmıştır?

Menâkıbnâmeler

Menâkıbnâmeler, tasavvufun yaygınlaşmasıyla birlikte tarikat pîrlerinin hayathikâyelerini ve kerametlerini müridlere anlatma ihtiyacından doğmuştur.Menâkıbnâmeler genellikle mensur olarak yazılmış  olmakla birlikte ba-zılarında manzum parçalar da bulunmaktadır. Bu türdeki eserler, tarikat mün-tesibi kimselerin kolayca anlayabilmeleri için sade bir dille yazılmışlardır.

Menâkıpnâmeler, XIV. yüzyılın başlarından itibaren Anadolu sahasında

yazılmaya başlanmıştır. Halvetiyye, Bayramiyye gibi bir tarikat zümresi hak-kında Menâkıbnâmeler yazılmakla beraber bir mürşdin hayatını anlatan türle-ri çoğunluktadır. Hacı  Bektaş-ı  Velî, Emir Sultan, Hacı  Bayram-ı  Velî,Eşrefoğlu Rûmî, İbrahim Gülşenî, Şemseddin-i Sivâsî, Niyazî-i Mısrî   gibipek çok tarikat önderine ait Menâkıbnâmeler bulunmaktadır. Ayrıca Fatih’inhocası Akşemseddin ve veziri Mahmud Paşa gibi bilge kişilikleriyle meşhurolmuş bazı devlet görevlileri hakkında da Menâkıbnâmeler yazılmıştır.

Kısasü’l-enbiyâ ve Tezkiretü’l-evliyâlar çeviriye dayanan eserler olmasınakar şılık Menâkıbnâmeler Türkçe olarak kaleme alınmışlardır. Bir tarikatsilsilesindeki mür şidlerin ya da tek bir kişinin menkabevi hayatı  anlatılmıştır.Menâkıbnâmelerde sade bir dil kullanılmıştır. Tezkiretü’l-evliyâlar ile kıyaslan-dığında daha abartılı bir üslup hâkimdir.

 Menâkı b-ı Halvetiyye’den

“Zikrü menâk ıb-ı Hazret-i Sünbül Sinân

Çelebi Efendi’nin halîfesi ve kâim-makâmı  ve dâmâd ı  Ş eyh Sünbül SinanEfendidür ki mevlidi Merzifon ve neşv ü nemâsı Hamîd ilinin Borlu olup ilm-i

 zâhirde Hidâye ve Ş erhu Mevâk ı f hı fzında idi. Mevâlîden Efdalzâde hizme-tinde olup gâhî meşâyih meclisine var ırd ı. Bir gün bir vâk ı’a görür ki halkbir kuyudan su alur. Bu dahi almak murâd idinür. Su kuyunun ağ zına çıkupbilâ-ta’ab alur. Çelebi Efendi’ye ta’bîr etdürmeğe geldikde hemân “Mevlâ-

nâ! Vücûdunda mevcûd olan füyûzât-ı

  ilâhiyyenün galeyânı

 var, ancak ellerta’ab ve nasb sebebi ile tahsîl etdikleri feyzler sana kar şu gelür. Niçünkuvvetüni fi’le getürmezsin?” deyü işrâk-ı mâ fi’z-zamîr ider ve Sünbül Efen-di’yi alup sînesine basup “sende râiha-i mahabbetu’llâh var” deyü Sünbülile koklaşırlar. Hemân Ş eyh Sünbül örf ü izâfeti ve câh ü riyâseti terk idüpmücâhede kemerin beline berk ider. Ol kadar şugl üzre olur ki Çelebi Efendihazretleri Sum’asında huzûr idemeyüp muttasıl Sünbül’ün hücresin devridermiş. Üç yıldan sonra hilâfet virüp diyâr-ı  M ısr’a göndermiş. Çerâkise

 zamânında diyâr-ı M ısr’da küllî i’tibâr bulup fazl ve irfânına cemî’-i ulemâ-i M ısr ikrâr itmişlerdir…”

(Yusuf b. Yakub, 1290[1873]; 32)

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 226/261

 220

DİNÎ EDEBÎ ESERLER

İslâmî Türk Edebiyatı’nın ürünleri sadece bir tür adı altında yazılan eserlerlesınırlı değildir. Bunların dışında herhangi bir türe sığdırılamayan, dinî konu-larda yazılan ve edebî değeri olan pek çok eser mevcuttur. İslâmiyet’in Türk-ler arasında yayılmaya başlamasının hemen ardından yazılmaya başlananKur’an-ı Kerîm’in Türkçe’ye tercüme ve tefsirleri bu eserlerin başında gel-mektedir. İslâm dinine ait bazı temel bilgilerin yer aldığı akâid ve f ıkıh kitap-ları, ahlâka dair kitaplar, dua kitapları  müslümanların günlük ihtiyaçlarını karşılamak üzere kaleme alınan dinî eserlerdir ve bunların bir kısmı manzûmolarak kaleme alınmışlardır.

Türkler Müslüman olmadan önce başka hangi dinlerin kutsal metinleriyle ilişki-leri olmuştur? Araştır ınız.

Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye Tercüme ve Tefsirleri

Türkler, İslâmiyeti kabul etmeleri ile birlikte dinin birinci kaynağı Kur’ân-ı Kerîm’i Türkçe’ye çevirmekte gecikmemişlerdir. İslâmiyetin kabulünden gü-nümüze kadar çok sayıda tercüme ve tefsir yapılmıştır (Cunbur, 1959).Kur’ân-ı  Kerîm önce Samanoğulları döneminde Emîr Mansur b. Nuh (961-977)’un oluşturduğu bir kurul taraf ından Taberî Tefsiri esas  alınarak Fars-ça’ya çevrilmiştir (Topaloğlu, 1976). Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye ilk tercü-mesi yine Farsça’ya yapılan tercüme ile aynı dönemde muhtemelen aynı he-yetin Türk üyesi taraf ından meydana getirilmiştir. Bu tercüme satır arası birtercüme olup, Taberî Tefsiri’nden yapılan kelime kelime Farsça tercümeyedayanmaktadır (Togan, 1964). Söz konusu tercümenin bir nüshası bugün İs-tanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye ilk çevirileri satır arası çevirilerdir. Bu yön-temde satırların araları açılarak her bir Arapça kelimenin altına Türkçe karşı-lıkları yazılmaktadır. Bunu, Fatiha, Yasin, Tebareke,  İ hlâs gibi kısa surelerintefsirleri takip etmiştir. Kısa sûre tefsirleri sonraki dönemlerde Kur’ân-ı Ke-rîm’in birçok sûresinin müstakil tefsirinin yapılmasına örnek teşkil etmiştir.

Anadolu’da Türkçe büyük tefsir ve tercüme faaliyetleri ise mevcut en eskinüshalara göre Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan bir asır sonra yani on dör-düncü yüzyılda başlamıştır. Bu faaliyet satır arası tercüme ve uzun tefsirlerletercüme şeklinde iki koldan ilerlemiştir. Mevcut tefsirlerin çoğu Ebu’l-LeysSemerkandî’nin tefsiri esas alınarak yapılmış veya onun aynen tercümesidir.Tefsirli tercümelerde bir Arapça kelimenin bir Türkçe kelimeyle karşılanma-

ndan ziyade bütün bir ayetin uzun cümlelerle açı

klanması

  esas alı

nmı

ştı

r(Topaloğlu, 1976).

Türkçe’ye tercüme ve tefsirlerin, Türkler’in arasında İslâmiyet’in yayıl-ması, dinin asıl kaynağının anlaşılması  yanında Türk dilinin olgunlaşma vegelişme süresini takip etme ve inceleme bakımından önemi büyüktür. AhmetCaferoğlu, Kur’an’ın Türkçe tercüme ve tefsirlerinin dil tetkiki bakımındanönemini şöyle anlatır:

“...mümkün olduğu kadar mukaddes ve dini bir eserin, aslına sad ık kalabil-mek gayesi ile izahına ve tercümesine azami derecede dikkat edilmiş  ve bu

 yüzden bu Türkçe metinlerin şive ehemmiyetleri yükselmiştir. Bahusus, bu gi-bi eserler, umumiyetle, kelime kelime ve alt alta tercüme edildikleri için ter-

cümedeki her bir sözün kar şılığı kolaylıkla tespit edilebilmektedir. Bu yüzden

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 227/261

 221

bu eserler bir nevi lügat mahiyetini almış olup muhtelif şekil ve mefhumlar ıninkişaf merhalelerinin tespitinde ayr ıca bir kaynak rolü de oynamaktad ır.”(Caferoğlu, 1943;89). 

Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye ilk tercümelerinde Arapça ve Farsça kelime-

ler yok denecek kadar azdır. Kur’an’da geçen terimlerin karşılarına bundanaltı  yüzyıl önce bile kullanılmayan Türkçe karşılıkları  konulmuştur. Türk-İslâm eserleri müzesi 73 numarada kayıtlı, mevcut en eski tercüme kabul edi-len nüsha üzerinde yapılan incelemede, mükerrerler hariç 2.500’e yakın ke-limeden sadece on kadar Arapça ve Farsça kelimeye rastlanmıştır. Meselaşeytan kelimesi “ yak ” ile tercüme edildiği halde, melek kelimesinin karşılığı bulunamamış  ve Farsça “ ferişteh” kelimesi ile karşılanmıştır (Erdoğan,1969).

Kur’ân-ı  Kerîm’in Türkçe’ye ilk tercümeleri dil bakımından ne gibi bir katkı sağlamıştır?

Satı r Arası Kur’an Tercümesi’nden

Sûretü’l-Fâtiha

[Bismillâhirrahmânirrahîm]

Tanr ı ad ı-y-ıla ya’nî başlar ın yâ ok ır ın gey rahmat k ılıcı , rahmat k ılıcı 

1.  Ögmek Tanr ı’nundur; âlemlere issi – yâ bisleyicisi-

2.  Gey rahmat k ılıcı , rahmat k ılıcı 

3.  Yanut güni issi ya’nî k ı yamat güninde hükm eylemege mâlik olan

4.  Sana taparuz; dak ı senden arka virmek isterüz.

5.  Yol göster bize toğru yol

6-7. Yol anlarun kim eylük eyledün anlarun üzerine; kak ınılmışlar degüller ya’nî cuhûd degüller; dak ı azmışlar degüller ya’nî Nasrânî degüller.

(Muhammed bin Hamza,1976)

Türkler ilk dönemlerden beri Kur’an’ı Türkçe’ye tercüme etmişlerdir. Kelimele-rin anlamlar ı  satır arasına yazıldığından dolayı  bu tercümeler, satır arası Kur’an tercümeleri olarak nitelendirilmiştir. Satır arası Kur’an çevirileri ve son-

ra yazılan Türkçe tefsirler özellikle dil tarihi bakımından çok kıymetlidir.Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe tercüme ve tefsirleri Türkçe’nin edebî bir lisan halinegelmesine katkı  sağlamıştır. Eski Kur’an çevirilerinde dil Türkçe olmasınarağmen cümleler Arapça’nın söz dizimine (sentaks) uygundur. Bu şekil cüm-leler Türkçe’nin söz dizimine aykır ı olup anlaşılmayı zor hale getirmektedir.

Akâid ve Fıkıh Kitapları 

İnanç ve ibadet hayatıyla ilgili eserler, bazı dinî kuralları halka öğretme ihti-yacından kaynaklanan, dinî edebiyatımızın öğretici vasf ının öne çıktığı  di-daktik eserlerdir. İnanç alanında manzum akâidler, Âmentü şerhleri, kazâ vekader ile ilgili eserler yazılmıştır. Bu alanda yazılan eserlerin en meşhuru,

Mehmed İlmî Efendi (ö. 1636)’nin  Manzum Akâid ’idir. Birgili Mehmed b.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 228/261

 222

Pîr Ali(ö. 1573)’nin kaleme aldığı  Vasiyetnâme  isimli risâlesi, ezberlene-bilmesi amacıyla, Bahtî taraf ından 1642 yılında nazma çekilmiştir(Çelebioğlu, 1983).

Fıkıh alanında da aynı  öğretici gayelerle pek çok eser yazılmıştır. Bu

alanda bilinen ilk manzum eser, Gülşehrî’nin Manzum Kudûrî Tercümesi’dir.Ancak bu eser ele geçmemiştir. Diğer bir eser Balıkesirli Devletoğlu Yu-suf’un 1425’te tamamladığı Vikâye Tercümesi olarak tanınan ilmihal konula-rını içeren mesnevîsidir. Eser Sultan İkinci Murad (1451-1455)’a sunulmuş-tur (Çelebioğlu, 1988). İmam A’zam Ebû Hanîfe’nin F ıkh-ı  Ekber ’inin ter-cüme ve şerhleri de önem arz etmektedir.

Fıkhın bazı konularında müstakil manzumeler yazıldığı da olmuştur. Na-mazın ibadetinden bahseden Ş urûtü’s-salât , orucun çeşitleri ve faziletini anla-tan Fezâilü’s-sı yam, hacca dair bilgilerin yer aldığı  Menâsikü’l-Hac, miraskonularının ayrıntılı  bir şekilde anlatıldığı  Manzûme-i ferâiz  türünden eser-lerdir. Ayrıca günlük dinî meselelere verilen cevapları  ihtiva eden manzum

ve mensur olan fetvâ kitapları

 yazı

lmı

ştı

r. Akâid ve f ıkha dair eserler, öğretici amaçlarla yazılmış dinî eserlerdir. Bu eser-lerin bazılar ında, inanç ve amele dair bazı mevzular ı öğrencilere daha kolayöğretmek, okuyanlar ın aklında kalmasını sağlamak amacıyla manzum anlatımtekniğinden yararlanılmıştır. Böylelikle manzum akâidler, manzum ilmihaller,manzum menâsik-i haclar, manzum feraizler vb. ile din, dil ve edebiyat tarihibakımından önemli bir külliyat meydana getirilmiştir. 

 Ravzatü’l-îmân’dan

(Halîlî, ö. 1578’den sonra)

Bâb-ı Sünenü’l-vuzû’

Gel beru gel ey Muhammed ümmeti

On durur bil âbdestin sünneti

 Besmeleyle başlamakd ır evvelâ

 Besmeleyle cümle uzvun pâk ola

Ellerin üç kez yumakd ır ey âzîz

 Dâhil olmadan inâya k ıl temiz

Su bulunan yerde istincâ ile

Pâk olanlar ı sever Hak ey dede

Su bulunmazsa kesekle taş ile

Pâk olacak mevzi’i muhkem sile

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 229/261

 223

Eyle misvâk ağ zına hem sağ u sol

 Anı isti’mâl ediptir bil Rasûl

 Hem birisi eylemekdir mazmaza

Ya’nî su vermek dürür bil ağı za

Eyle istinşâk burnun pâk ola

Cennet içre hoş kokularla dola

 İ ki kulaklar ına mesh et velî

 Başa mesh olan sudand ır bil yolu

Ol mübârek lihyene eyle hilâl

Öyle buyurmuş Rasûl-i Zü’l-Celâl

 Hem hilâlle iki ellerin dahi

 Hem ayaklar ın hilâlle ey ahi

 Ağ zın u burnun yüzün yu ey hümâm

 Hem kolun hem ayağın üç kez tamâm

(Şener-Yıldız, 2008;235)

Ahlâk ve Nasîhate Dair Eserler

Dinî edebiyatın öğretici karakteri dikkate alındığında yazılan eserlerin büyükçoğunluğunun dinî ve ahlâkî nasihatleri içerdiği görülecektir. Kutadgu Bilig ve  Atabetü’l-hakâyık ’tan başlayarak hemen her devrin özelliklerine uygunolarak ahlâkî konuları işleyen telif ve tercüme pek çok eser meydana getiril-miştir. Dinî, ahlâkî, tasavvufî konular çoğu zaman iç içe geçtiği için bu tür-deki eserleri birbirinden ayırmak zordur. Bununla birlikte insanların sahipolmaları gereken iyi huylar ile uzaklaşmaları gereken kötü huyları müstakil

olarak anlatan kitaplar da yazı

lmı

ştı

r. Kı

nalı

zâde Ali Çelebi (ö. 1571)’nin Ah-lâk-ı  Alâî ’si, Şemseddin Ahmed Sivâsî (ö. 1597)’nin  Mir’âtü’l-ahlâk ’ı,Muhyî-i Gülşenî (ö. 1605)’nin Ahlâku’l-kirâm’ı, bu tür eserlerdir.

Ahlâk kitaplarının önemli bir bölümünü nasihat/öğüt tarzındaki kitaplaroluşturur. Feridüddîn-i Attar’ın Pendnâme isimli eserinin tesiriyle çok sayıdaeser yazılmıştır. Edebiyatımızda, insanları  iyiye ve güzele yönlendirmek,İslâmiyetin erdemlerini şahsında yaşayan, iyi ahlâklı, topluma ve devlete fay-dalı fertler yetiştirmek, amacıyla yazılan bu eserlere hepsi de aynı anlama ge-len “nasîhatnâme”, “pendnâme” ve “öğütnâme” adları  verilmiştir. Çeşitlimeslek mensuplarını uyarmak maksadıyla da nasîhatnâmeler yazılmıştır. Na-sîhatnâmelerin amacı, İslâmiyet’in iyiliği emir ve kötülükten sakındırma esa-sına dayanmaktadır. Âyet ve hadislerdeki “öğüt” içerikli ifadeler, medrese

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 230/261

 224

eğitiminden geçmiş divan şairlerinin nasîhatnâme türünde eserler yazmasınazemin hazırlamıştır (Kaplan, 1).

Nasîhatnâme türünde yazılan eserlerden bazıları  şunlardır: Yunus Emre(ö. 1320),  Risâletü’n-nushiyye, İbrahim Gülşenî (ö. 1534) Pendnâme, Sinan

Paşa (ö. 1486)  Nasîhâtnâme  ( Ahlâknâme), Zaifî (ö. 1553?)  Bûsitân-ı  Nasâyıh, Güvâhî (ö. 1519) Pendnâme, Azmî (ö. 1582) Pendnâme, Nâbî (ö.1712)  Hayriyye, Zarifî Ömer Baba (ö. 1795) Pendnâme, Sünbülzâde Vehbî(ö. 1799) Lutfiyye.

Nasîhatnâmelerin belli bir hedef kitlesi var mıdır? Araştır ınız.

 Hayriyye-i Nâbî’den

 İ  y sehî-serv-i hı yâbân-ı şuhûd

 Nev-hırâmende-i bustân-ı vücûd

 Âlemün meşgalesinden akdem

 Budur insâna ehemmü elzem

 İ düp encâm-ı umûr ın tedbîr

Eyleye hâne-i dînin ta’mîr

 İ tdi endâze-i hikmetle k ı yâm

Penc erkân-ı binâ-yı  İ slâm

 Bu binâ içre olan râhatdur

Taşrası pâ-zede-i âfetdür

 Bu binâ dâhilidür bâğ-ı na’îm

 Hârici nâhiye-i nâr-ı cahîm

 Dâhili ehl-i hidâyetdür hep

 Hârici ehl-i gavâyetdür hep

Farzdur itme sak ın fevt-i salât

 İ ktidârun var ise hacc ü zekât

K ıl edâsında derûnî tek ü tâz

 Birinün fevtine gösterme cevâz

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 231/261

 225

Olma gerden-keş-i fermân-ı ganî

 Her ne emr itdi ise eyle anı 

 Mü’mine hil’at-ı dîndür kat kât

Vâcibât ü sünen ü mendûbât

S ırr ı var her birinün hikmeti var

 Hasra gelmez nice hâsı yeti var

Eylemiş Hazret-i Vahhâb-ı kerîm

 Her birin vâsıta-i lutf-ı azîm

 Hak ganîdür senün a’mâlünden

Yine sensin yiyecek mâlundan

Sana râcî olur iy bahr-ı kemâl

 Nîk ü bed her ne idersen a’mâl

Sâhib-i hamse ol iy pâk-meniş 

 Bilesin hams-i mübârek ne imiş 

(Kaplan, 2008;182)

DİNÎ DESTANÎ METİNLER 

Dinî-Destânî Eserler

Savaş kabiliyetine sahip Türkler’in yerleşecek yurt arama teşebbüsleri, Müs-lümanlıktaki cihad ve gaza ruhu ile birleşince fetihler kaçınılmaz hâle gelmiş-tir. Anadolu’nun Türk hâkimiyetine girerek müslümanlaşması sürecinde, bazı gazi-mücahid komutanların savaşlarda gösterdikleri fedakârlık, yiğitlik ve ke-rametler destanlara konu olmuştur. Bu destanların en eskisi Hâricîlerin ünlükahramanı Hamza’nın adı etraf ında gelişen Hamzanâmeler  ile Horasanlı Ebû

Müslim’in destanî hayatını anlatan Ebu Müslim Kitabı’dır. Bunlardan başka,Bizanslılara karşı giriştiği savaşlarda ismi öne çıkan Seyyid Battal Gâzi’ninmenkabelerini anlatan Battalnâme, Anadolu içlerine kadar birçok şehri fethe-den Dânişmend Gâzi’nin fetihlerini anlatan  Dânişmendnâme, Anadolu veRumeli’deki fetihlerde gösterdiği kahramanlıklarla Sarı Saltuk’un macerala-rını anlatan Saltuknâmeler  meydana getirilmiştir. Söz konusu destanların ta-mamı başlangıçta sözlü olarak dilden dile aktarılmış, sonradan yazıya geçi-rilmiştir (İz, 1996).

 Anadolu’nun Türklerin hâkimiyetine geçmesi bir dizi fetihlerin sonunda olmuş-tur. Bu fetihleri gerçekleştiren bazı  komutanlar ın, savaşlarda gösterdikleribaşar ılar, destanlaştır ılarak milli haf ızaya kaydedilmiştir. Bu destanlarda, Müs-lüman Türk komutanlar ın keramet motifleriyle zenginleştirilmiş  kahramanlık

anılar ı anlatılmaktadır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 232/261

 226

 Battalnâme’den

…Seyyid çağırd ı  er diledi meydana kimsenün zehresi olmad ı  kim meydanagire ayruk kimse meydana girmedüğin Seyyid Hazreti bildi at ından aşağa in-di kolanın muhkem berkitdi girü bindi sağ kola hamle eyledi yitmiş seksen ki-

şi öldürdi birisi Seyyid’ün önüne turmad ı  yine meydan yirine geldi çağırd ı kim iy âsîler din düşmanlar ı meydana gelsenüze didi bu yana Kayser kak ıd ı çağırd ı  kim ne oldunuz ortanuzda bir er yokdurur kim işbu nâbkâre cevapviremeyicek yüzi suyun yirine getüre diyü yürürken ezin cânib kar şudan tozuyand ı gün yüzi tutuld ı toz içinden yüz bir alay yüz bir alem çıka geldi İ smâilSemerkandî irdi sünnîler kar şu vard ılar muâneka k ıld ılar Halîfe’i sord ılar İ smâil ayıtd ı  uş  irişdi didi anun ard ınca elli bin kişiyle Husrev Ş ah Ş irvangeldi saf bağlad ı durd ılar anun ard ınca Minuçihr-i Gîlânî çıka geldi otuz biner ile saf bağlad ılar turd ı anun ard ınca alt ı bin kişiyle Baturânî Hindî çıkageldi ne k ıssai draz idelüm tolup tolup müsülmanlar geldiler alaylar bağlad ı-lar durdular himmetleri budur kim Kayser’e kendüler uralar ezin cânib butarafdan Kayser teferrüc iderdi nâgâh bir acâyib toz belürdi toz içinden Ha-

lîfe’nün alemi peydâ old ı  ve Rasûlullâh’un alemi Ahmedî ve Muhammedî peydâ old ı bir ak fil üzerine taht bağlamışlard ı üstünde çetr-i hümâyun yeşilatlastan dutulmuş  kubbe içinde Halîfe-i rûy-ı  zemîn oturmuşd ı  bin beş yüzmüftî ve müderris sağında ve solunda yidi yüz cârî hâf ı z-ı  kelâmullah hoş-âvâzla ok ırd ı dört yüz hoş mugarri ve münevverin önünce âşıkâne ez-derûn-idil ü cân birle aydurlard ı lâ ilâhe illallâh Muhammedü’r-rasûlullah dirlerdidört bin fülân bin fülân gömgök demür geyüp Halîfe’nün önünde yalın k ılıç-lar durup yürürlerdi dört bin has er sağ yanınca yayalar kabzasın durup ok-lar gizleyüp yürürlerdi dört bin er solunda gürzler getürürlerdi dört bin kişiakabince ağır bozdoğanlar getürürlerdi bu azametle Halîfe nikaabı  yüzindeoturmışd ı üç yüz altmış fil çünkü ard ınca yürürlerdi bin yidi yüz altun eyerlübedevî ve arabî atlar önünce yidürleri bu vech ile çıkageldiler Emir Ömer ve

gaazîler kar şu vardular piyâde olup görüşdiler yüz yire urd ı

lar Halîfedükelin nevâhat k ıld ı  çünkim Kayser bunı  gördi kanı  kudurd ı  gövdesineditreme düşdi dahi sıtma dutd ı ezin cânib bu yana Seyyid dahi meydan içindeat başın çeküp teferrüc iderdi Halîfe dahi taht ından ol kenâr-ı  leşkerinteferrüc iderken gözi Seyyid’e tokand ı  aydur şol meydan ortasında turankimdür didi ayıtd ılar yâ Emîre’l-mü’minîn bir cins yiğitdür ne erlükleridüpdür hiç kimse mukaabil olamaz bizüm leşkerümüzi ol turdurd ı  yohsaKayser bizüm günümüz keserdi ve külümüz göğe savururd ı ammâ Hüdâvendkad u kâmeti yâl ü bâli söz kelecisi yüzi gözi kaşlar ı  ve dişleri ve duruşı oturuşı vurması dutması dükelisi ana benzer ammâ Battal ağ idi bu siyahdurdidiler şol kar şu dağdan iner erlikler gösterür kim hezârân Rüstem destanlargerekdür kim bunun erlüğin k ıla gice olıcak yine ol tağa gider didiler çünkim Halîfe bu sözleri işitdi el getürdi Seyyid’e duâ k ıld ı  sünnîlerden birisi

segirdüp Seyyid’e geldi aydur iy gâziler serveri Halîfe senünçün duâ k ıld ı didi Seyyid bunu işidicek at ınan sıçrad ı aşağa indi Halîfe’ye kar şu yüz yireurd ı yine at ına bindi bir müddet silâhşörlük gösterdi yitmiş  iki lu’bile tara-

 feynden mütehayyir k ıld ı  hayran old ılar Seyyid’ün yârenleri Halîfe’yeayıtd ılar Ş âh-ı  âlem işbu hünerler kim gösterür hamusu Battal’dur illâ kimbu siyahdur Halîfe ayıtd ı Hakk Taâlâ kaadirdür her kimi kim dilerse Battâlsûretinde viribir kim İ slâma meded yitişe…

(Pekolcay, 1994; 282)

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 233/261

 227

Cenknâmeler ve Muhtelif Dinî Hikâyeler

Savaşma, vuruşma anlamına gelen cenk kelimesinden türetilen cenknâme,Hz. Ali ve oğlu Muhammed Hanefiyye’nin katıldığı çeşitli savaşları anlatandinî destanî mesnevîlere verilen genel isimdir. Mensur çeşitleri de bulunmak-

tadır. Türk edebiyatında XIV. yüzyıldan itibaren görülmeye başlananCenknâmelerin önemli temsilcileri bu yüzyılda yüzyılda yaşamış olan Yusuf-ı Meddah, Tursun Fakih, Kirdeci Ali ve Begpazarlı  Maazoğlu Hasan isimlimüelliflerdir.

Türk-İslâm edebiyatında varlığından haberdar olunan, ancak üzerindefazla durulmayan edebî türlerden biri de halk diliyle yazılmış olan dinî hikâ-yelerdir. Hz. Muhammed başta olmak üzere hikâyelerdeki şahıslar kad-rosunda gerçek kişiler olmasına rağmen anlatılan olaylar hayal gücünü zorla-yıcı mahiyettedir. Daha çok Arap edebiyatından tercüme yoluyla geçen dinîhikâyeler, ilave ve değişikliklerle geliştirilmiştir. Kütüphanelerde destanmecmualarında kayıtlı  bazen de mevlid metinlerinin arkasına ilave edilmiş 

halde bulunan hikâyeler şunlardır:Kesikbaş  Destanı , Güvercin Hikâyesi, Geyik Hikâyesi, Ejderha Destanı ,

 İ brahim Destanı , İ smail Destanı , Fat ıma Destanı , Ukkâşe Hikâyesi vb.

Bu hikâyeler çoğunlukla manzum olup bazılarının mensur sürümleri debulunmaktadır. Yazarları ise belli değildir. Anadolu’da, uzun kış gecelerindeevlerde köy odalarında okunarak edebî zevkin gelişmesine hizmet etmiştir.Mevlidlerin arkasına ilave edilmiş  olması  da çok okunduğunu göstermek-tedir.

Dinî hikâyeler, gerçek tarihî kişiliklere atfedilen gerçek ya da gerçek dışı bazı olaylar ın anlatıcının edebî kabiliyeti ölçüsünde yeniden üretildiği eserlerdir.

Kurguya dayalı  metinler olduğu için tarihi gerçeklikle örtüşmesi beklenmez.İslâm dinini ve kahraman öncülerini geniş halk kitlelerine tanıtmak ve sevdir-mek amacıyla yazılmışlardır. 

 Muhammed Hanefî Cenknâmesi’nden

Çün Ali’nün işidür ceng ü gazâ

 Başlad ı gâzîlerin ad ın yaza

Virdi Hasan eline bir ak alem

Kim çı

ka taşra dike evvel kademGâzîler anda derilüp cem΄  ola

Kâfirin cem΄ i tagılup gam ola

Ol Alî ma´deni cûd-ı vakâr

 Düldüle bindi dak ınd ı Zü’l-fekâr

Çün Muhammed Hanefî gördi anı 

 Aglar eydür bilece al git beni

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 234/261

 228

 Ben dahi kâfir k ırup gâzî olam

Sag esen Allah getürürse gelem

 Alî eydür ey ogul sen dön eve

Tarlıgansan hât ırun bingil ava

 Medîne’nün taglar ın eyle şikâr

 Allâh’ın avni olsun sana nigâr

Sen t ı f ılsın sana [farz] olmaz cihâd

 Biz k ılalum din yolunda ictihâd

 Alî istemez gazâya ilete

Ol heves k ı

lur bilesince gideÇün Muhammed Hanefî turmagıla

Tarlıgand ı evde oturmagıla

 Av diledi evde nice bir yata

 Ald ı eline sünü bindi ata

 Bagland ı Alî kemendin beline

Kar şu çıkd ı çâk-seher tag yolına

 Medînenün gün dogr ısından yana

 Azim k ıld ı Hâk Çalap yoldaş ana

 Her canavar kim gözine dûş ola

Çâre yok kim kurt ıla ger kuş ola

Seyr iderken bir gazâla ugrad ı 

 Bilmedi kim fi´l-i âle ugrad ı 

 Na´ra urd ı girdi kâfir içine

 Hamle k ıld ı önüne vü k ıçına

Ş öyle çâpuk süvâr idi harp ede

On kâfiri yıkard ı bir darbede

Ol iki yüz ere baş bir pehlüvân

Cenk içinde ugrad ı ol nevcivân

 Darb ile k ıld ı sünü zahmın ana

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 235/261

 229

Pehlüvân old ı baş virdi ana

Sünü zahmın çıkd ı gögsinden yere

Ol sâ’at can virüben düşdi yere

 Anı gördi bir yavaş oglandur özi

 İ llâ od gibi yanar iki gözü

 Hay deyince ol iki yüz kâfiri

K ırd ı komad ı hiç kimse[yi] diri

 İ ndi kesdi pehlüvânun başını 

 At yanına götürüp asd ı anı 

Kaynak: Dursun Fakih, Milli Ktp. 06 Mil Yz A 3538/6

Özet

 Dinî-edebî türleri ile genel edebiyat türlerini kar şılaşt ırabilmek.

Bir edebî eser, doğrudan doğruya dinî bir konu üzerine yazılmış ya da dinîkonuları içermiş olabilir. Hatta dinî kavram, motif ve mazmunları ihtiva edi-yor da olabilir. Bir eserin dinî edebiyat kapsamında değerlendirilebilmesi içintek başına bunlar yeterli değildir; dinî bir gaye ve heyecanla yazılmış olması da gerekir. Zira dinî amaç gözetilmeksizin sadece sanat kaygısıyla dinî kav-

ram ve motifler kullanılmış olabilir. Bu tür edebî ürünleri dinî türler arasındadeğerlendirmek mümkün değildir.

Edebiyat ımı zda gelişen dinî- edebî türleri tanımlayabilmek.

Dinî duygu ve heyecan uyandıran bazı olayların edebiyata yansıması tabii birdurumdur. Birbirinin aynı  veya benzeri hadiseler üzerine yazılan eserlerinzaman içerisinde sayıca artmasıyla o konu etraf ında edebî türler meydanagelmiştir. Söz gelimi vefat hadisesi üzerine yazılan şiirler ağıt ve mersiyeleri,savaşları konu edinen şiirler gazânâmeleri, ramazan ayı münasebetiyle ortayaçıkan manevî havayı anlatan şiirler Ramazaniyeleri meydana getirmiştir.

 İ slâmiyetin Türk edebiyat ına katk ısını açıklayabilmek.

İslâmiyet’in tebliği, eğitim ve öğretiminde en önemli iletişim aracı  olarak“söz”e başvurulmuştur. Söz, lafzî, mecazî ve estetik unsurları içermektedir.Dolayısıyla dinin öğretilmesini ya da dinî bir heyecanın ifade edilmesiniamaçlayan her anlatım, edebî alanın imkânlarını kullanmaktadır. Türk-İslâmedebiyatının tarih içerisinde meydana getirdiği ürünlere bakıldığında dinin,edebiyatı besleyen ana unsurlardan biri olduğu görülecektir.

Türkçe dinî eserleri edebî bak ımdan değerlendirebilmek.

Klasik Türkçe dinî eserler, halkı  dinî konularda aydınlatmak amacı  ta-şıdığından sade bir dil ve üslupla kaleme alınmışlardır. Yine bu amaca hizmetetmek amacıyla bazı dinî eserler manzum olarak yazılmıştır. Böylelikle dinî

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 236/261

 230

konuların kolay öğrenilebilmesi hatta bazı  kuralların ezberlenebilmesi im-kânını doğurmuştur. Halkın dilinin kullanılmış olması sebebiyle söz konusueserler, dönemin dili ve edebiyatı hakkında çok değerli bilgiler ihtiva etmek-tedir.

 Destânî mahiyetteki dinî konulu eserleri ayırt edebilmek.

Destânî konulardaki eserler genel olarak destansı anlatıma dayanan eserlerdir.Anadolu’da gelişen savaş ve fetih konulu destanlar, kahramanlığı veya kera-metleri sebebiyle halk üzerinde tesir bırakmış  şahıslar etraf ında gelişmiştir.Bir de okuyan ya da dinleyeni heyecana getirmek için çeşitli dinî konulardaçoğunlukla manzum olarak yazılan hikâyeler vardır. Bu hikâyelerin birçoğu-nun başkahramanı Hz. Muhammed’dir. Yine dinî hikâye türünde olmakla be-raber cenknâmelerde sadece Hz. Ali ve oğlu Muhammed Hanefiyye’nin sa-vaşları anlatılmıştır.

Kendimizi Sınayalım 

1. Aşağıdakilerden hangisi dinî-edebî türde yazılan eserlerin konusu olamaz?

a. Hac ziyareti

b. Kandil geceleri

c. Babanın oğluna tavsiyeleri

d. Düğün törenleri

e. Cenaze törenleri

2. Aşağıdaki türlerden hangisi toplum hayatıyla diğerlerine göre daha çok il-gilidir? 

a. Zafernâme

b. Mersiye

c. Maktel

d. Gazavâtnâme

e. Ramazâniye

3. Yaşam öyküsüne bağlı  gelişen edebî türlerle ilgi aşağıdaki yargılardanhangisi yanlıştır? 

a. Kısasü’l-enbiyâlarda gerçek ile gerçek dışılık çoğu kez iç içedir.

b. Menâkıbnâmelerde ağır ve ağdalı bir dil kullanılmıştır.

c. Evliya tezkirelerine ait bazı çeviriler, yapılan ilavelerle telif özelliği ka-zanmıştır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 237/261

 231

d. Tek bir tarikat pîrin anlatıldığı Menâkıbnâmeler olduğu gibi bir tarika-tın bütün pîrlerinin anlatıldığı Menâkıbnâmeler de vardır.

e. Bu türdeki eserler genellikle mensur olarak yazılmışlardır.

4. Aşağıdaki eserlerden hangisi Türkçe dinî kelimeler bakımından diğer-lerinden daha zengindir?

a. Satır arası Kur’an Tercümeleri

b. Kısas-ı Enbiyâlar

c. Ahlâk kitapları 

d. Menâkıbnâmeler

e. Dinî destanlar

5. Dinî-destânî metinlerle ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a. Manzum metinlerin yanı sıra mensur olanları da vardır.

b. Tarih bilimi açısından doğrudan kaynak olarak kullanılabilir.

c. Çoğunlukla halkın anlayabileceği bir dille yazılmışlardır.

d. Kahramanları genellikle gerçek kişilerden oluşur.

e. Başlangıçta sözlü anlatıma dayanmakla beraber sonradan yazılı hâle ge-

tirilmiştir.

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. d Yanıtınız doğru değilse, “Giriş” kısmını yeniden okuyunuz.

2. e Yanıtınız doğru değilse, “Dinî Türler” konusunu yeniden okuyu-nuz.

3. b Yanıtınız doğru değilse, “Dinî Türler” konusunu yeniden okuyu-nuz.

4. a Yanıtınız farklıysa “Dinî Edebî Eserler” konusunu yeniden oku-yunuz. 

5. b Yanıtınız doğru değilse, “Dinî- Destânî Metinler” konusunu yeni-den okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1

Bahsi geçen edebî türlerin konuları doğrudan ya da dolaylı olarak dinî hayatlailgilidir. Bu yüzden bu konularda meydana getirilen her bir eser, dinî duygu,

dinî heyecan ve dinî düşüncenin bir ürünüdür.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 238/261

 232

Sıra Sizde 2

Çeşitli meslek gruplarına ait kişiler için Tezkire adı altında biyografik eserleryazılmıştır. Mesela şairler için Tezkiretü’ş-şuarâlar (şairler tezkiresi), tarikatönderleri için Tezkiretü’l-meşâyihler (şeyhler tezkiresi), hattatlar için Tez-

kiretü’l-hattâtînler (hattatlar tezkiresi) yazılmıştır.

Sıra Sizde 3

Türkler müslüman olmadan önce Uygurlar döneminde Maniheizm ve Bu-dizm dinleri ile münasebette bulunmuşlar ve bu dinlerin kutsal metinlerini ta-nımışlardır. Kur’ân-ı Kerîm çevirilerinde kullandıkları pek çok arkaik Türkçedinî kavramı bu dinlerden almışlardır.

Sıra Sizde 4

Eski Kur’an çevirilerinde Arapça kavramların yerine Türkçe karşılıklar bu-lunmuştur. Bu da Türkçe dinî terminolojinin oluşmasına katkı sağlamıştır. Bugün dahi kullandığımız kimi Türkçe dinî kavramlar o dönemin ürünüdür. Es-ki Kur’an çevirilerinde yer alan bazı Türkçe kelimeler şunlardır: “Allah” ye-rine “Tanrı”/”Çalap”, “Rab” yerine “İzi”, “cennet” yerine “uçmak”, “cehen-nem” yerine “tamu”, “mezar” yerine “sin”/”kör”, “günah” yerine “yazuk”,“amel defteri” yerine “amel biti”, “can” yerine “tin”, “haşrolmak” yerine“kopmak” vb.

Sıra Sizde 5 Nasihatnâmelerin hedef kitlesi genel olarak toplum olmakla birlikte bazenbabanın oğluna yönelik öğütleri, diğer yetişme çağındaki çocukları hedef al-maktadır. Bir hükümdara yönelik tavsiyeler, o hükümdardan da öte bundansonra devleti yönetecek olanları hedef almaktadır. Tasavvufî bir nasihatnâ-menin hedef kitlesi ise müritler olmaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar

Asoy, H. (1997). "Tarihî Bir Belge ve Türk-İslam Edebiyatında Bir Tür Ola-rak Fetihnâmeler" İlam Araştırma Dergisi, II/2, İstanbul.

Caferoğlu, A. (1943). Türk Dili Tarihi Notları, İstanbul.Cumbur, M. (1959). Türkçe Kur’an Tefsir ve Çevirileri Bibliyografyası,

Ankara.

Çelebioğlu, A. (1983). “Türk Edebiyatında Manzum Dînî Eserler”, Hacette-pe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,  (Şükrü Elçin Armağanı),Ankara.

Çelebioğlu, A. (1988). “Balıkesirli Devletoğlu Yusuf’un Fıkhî Bir Mesnevî-si”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, (Mehmet Kaplan İçin), An-kara.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 239/261

 233

Dursun Fakih, Muhammed Hanefî Cenknâmesi, Milli Ktp. No: 06 Mil. Yz.A 3538/6.

Erdoğan, A. (1969). “Kur’an Tercümelerinin Dil Bakımından Değerleri”,Vakıflar Dergisi, Sayı: 1, Ankara.

İsen, M. (1994). Acıyı Bal Eylemek Türk Edebiyatında Mersiye, (2. bas-kı), Ankara.

İz, F. (1996). Eski Türk Edebiyatında Nesir, (2. Baskı), Ankara.

Kaplan, M. (2008). Hayriyye-i Nâbî , (Genişletilmiş 2. Baskı), Ankara.

Kılıç, F; Macit, M. (1995). Türk Edebiyatında Ramazan Şiirleri (Güldes-te), Ankara.

Küçük, S. (1988). Baki ve Dîvânından Seçmeler, Ankara.

Levend, A.S. (1956). Gazavât-nâmeler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavât-nâmesi, Ankara.

Pekolcay, N.; Eraydın, S.; Tahralı, M.; Uzun, M.; Subaşı, M.H.(1994). İslâmîTürk Edebiyatında Şekil ve Nev’îlere Giriş, (3. Baskı), İstanbul.

Şener, H.İ.; Yıldız, A. (2008). Türk-İslâm Edebiyatı, (2. Baskı), İstanbul.

Togan, Z.V. (1964). “The Earliest Translation of the Qur’an in to Turkish”İslâm Tetkikleri Dergisi, cilt IV, İstanbul.

Topaloğlu, A. (1976). Satır Arası  Kur’an Tercümesi, Ankara.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 240/261

 234

 

Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Tasavvuf ve edebiyatı ilişkilendirebilecek,

• Kültür tarihimizde bir edebiyat ve sanat ortamı olarak tekke hayatı hak-kında değerlendirme yapabilecek,

• Tasavvuf edebiyatının temel kavramlarını tanımlayabilecek,

• Tasavvuf edebiyatının türlerini açıklayabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

• Tasavvuf

• Edebiyat

• Tekke

• Tarikat

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için, okumaya başlamadan önce;

• M. Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyat ında  İ lk Mutasavvı flar   adlı  kitabınabaşvurunuz.

• Mustafa Kara’nın  Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler  adlı eserini inceleyiniz.

• Bilal Kemikli’nin Dost İ linden Gelen Ses adlı kitabından “Temel Nitelik-ler Üzerine” başlıklı bölümü okuyunuz.

• Mahmut Erol Kılıç’ın Sûfî ve Ş iir Osmanlı Tasavvuf Ş iirinin Poetikası ad-lı kitabından “Tasavvufî Dünya Görüşü ve Osmanlı Şiiri” başlıklı kısmı okuyunuz.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 241/261

 235

 

GİRİŞ 

Türk-İslâm Edebiyatı’nda dinî konularla birlikte tasavvufî konular da elealınmıştır. Bilindiği gibi tasavvuf, Müslüman toplumlarda derin tesirler ya-ratmış bir düşünme ve yaşama biçimidir. Kelime olarak sof giymek, saf ol-mak, ilk safta bulunmak ve suffa ashabı gibi yaşamak anlamlarına gelen ta-savvuf un pek çok tanımı  yapılmıştır. Genel olarak, bir mânâda  tecrûbî birilim ve insanın kendini tanıması yöntemidir. Bu yüzden o, bir öğretiyi (tarîk),bu öğretinin öğretimini (sülûk) ve metod unu (usûl-erkân) bünyesinde bulun-durur.

Tasavvuf, tefsir, hadis ve kelâm gibi dinî bir ilim olarak kabul edilir. Do-layısıyla onun bir ilim olarak kendine has kavramları, özel bir dili, konuları,değerleri, anlayışı ve yöntemi vardır. Bu ilmin yegâne gayesi, sâlik, derviş , 

tâlib, mürid ve cân gibi isimlerle anı

lan sûfiyi ma‘rifet kavramı

yla ifade edi-len bir bilgiye ulaştırmaktır. Bu bilgi, tecrübeyle elde edilen, irfân olarak ni-telendirilen bilgidir.

Süleyman Uludağ  Tasavvuf Terimleri Sözlüğ ü’nde marifet kavramını  şöyleaçıklamaktadır:

“Marifet. Bilgi, tecrübî ve amelî bilgi, tanımak, âşinâlık. (Tas.) Sûfîlerinrûhanî halleri yaşayarak, mânevi ve ilâhî hakikatleri tadarak (iç tecrübe ile vevasıtasız olarak) elde ettikleri bilgi, irfân. Bu yoldan Hakk'a dair elde edilenbilgiye marifetullah, buna sahib olan kişiye ârif-i billâh (ârif, urefa) denir.Sûfîler marifetin kendisinden çok onun sebep, sonuç ve belirtileri hakkındaaçıklamalar yapmışlardır. Kuşeyrî'ye göre sâlik önce Hakk'ı, onun sıfat, isim

ve fiillerini tanır, sonra ibâdet ederek ve çile çekerek nefsini arındırır, onayaklaşır. O zaman Hak kendisini ona tarif eder. İşte marifet budur. Hakk'ınkendi hakkında sâlike verdiği bilgidir. Bu bilgiyi alan sâlik artık ârif veyaârif-i billâhtır. Sâlik kendine ve çevresine yabancılaştığı ölçüde Hak ile tanı-şır. Sûfîlere göre ulu ve yüce Allah hakkında tam anlamıyla marifet sahibiolmak imkânsızdır. Bir insan onu tanımak için olanca gücünü harcadıktansonra onu tanımasının imkânsız olduğunu anladı mı, hakîkî ve en mükemmelmarifete ermiş olur.

İrfâna, seyr  ve sülûk (seyr ü sülûk) kavramlarıyla işaret edilen bir süreçiçerisinde ulaşılır. Bu süreç, tarîkat adı verilen farklı irfan okullarının doğ-masını sağlamıştır. Tarîkat, ma’rifete ulaşmak için tutulan, bir takım kural-lar ı  ve esaslar ı  (usûl-erkân) bulunan yol demektir. Tarihî süreç içerisinde

Tasavvuf ve Edebiyat

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 242/261

 236

Bektâş îlik, Kadirilik, Yesevîlik, Nakş îlik, Mevlevîlik, Halvetîlik, Şazelîlik,Bayramîlik ve Rifâilik gibi adlarla anılan tarikatlar olmuştur. Bütün bu yollar,zamanla tekke adı verilen kurumların doğmasını sağlamıştır. Tekke, tarikatınusûl ve erkânının öğretildiği, dervişlerin ruhen ve ahlâken eğitilip olgun veyetkin kişiler hâline geldikleri yerdir.

Tasavvuf, kendine özgü eğitim yöntemleri, kurumları, ilkeleri, bilgi vevarlık anlayışı ve bu anlayışa bağlı olarak oluşan diliyle mûsikî şinasları, mî-marları, geleneksel güzel sanatlarla uğraşan hattatları, müzehhibleri, nakkaş-ları  ve diğer sanatçıları  etkilemiştir. Tasavvufun sanatkâr üzerindeki tesiri,belki de en çok şairler ve yazarlarda görülür. Nitekim bu tesir, Türk-İslâmEdebiyatı içerisinde, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, Türk Tasavvuf Edebiya-tı, Tasavvufî Halk Edebiyatı ve Tekke Edebiyatı gibi adlarla anılan bir edebi-yatın oluşmasını sağlamıştır.

TASAVVUF VE EDEBİYAT

Çeşitli tarifleri bulunmakla birlikte tasavvuf, daha çok bir hâl ilmi olarak ka-bul edilir. Sûfî, hâl sahibidir. Hâl sahibi, gönlü zengin, ruhu temiz, ahlâkı düzgün, manevi yaşayışı güzel, Hakk’ın rızasını ve sevgisini kazanan kişidir.Bu ise,  zâhidâne  yaşantıyla sağlanacaktır. Hz. Peygamber’in yaşadığı  dö-nemde zâhidâne yaşayan pek çok sahabe vardı. Bu hayat biçimi daha sonrakidönemlerde sistematik olarak gelişecek olan tasavvuf düşüncesinin habercisiolarak değerlendirilmektedir. İlk sûfî adıyla anılan Kûfeli Ebû Hâşim (ö.150/768)dir. Daha sonra Süfyânü’s-Sevrî (ö. 168/785), Zü’n-Nûn el-Mısrî (ö.245/860), Horasanlı Bâyezid-i Bistâmî (ö. 261), düşüncelerinden ötürü idamedilen Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922) ve Cüneyd-i Bağdâdî gibi sûfiler yetiş-miştir. Ebü’l-Kâsım Abdü’l-Kerim el-Kuşeyrî (ö. 465/1073) ve İmâm-ı Gazzâlî (505/1112) gibi büyük âlimlerin tasavvufu sistemleştiren eserler yaz-malarıyla, bu cereyan kısa zamanda halk arasında yayılmıştır.

Başlangıçta herhangi bir kurumsallaşma içerisinde teşekkül etmeyen ta-savvuf, IV. yüzyıldan başlayarak VI. asra kadar İslâm dünyasının her bölge-sinde çeşitli isimlerle tarîkatler olarak kurumsallaşmıştır. İlk Abbâsî asrındagörülen sosyo-ekonomik refah, halk içerisinde zühdî hayatın gerekliliğineilişkin bir anlayışı da beraberinde getirmiştir. Farklı mezheplerin ilk dönem-lerden itibaren yaydıkları itikatlar, eski Yunan filozoflarından yapılan tercü-melerle gelişmeye başlayan felsefî hareketler, Hind ve İran’ın kültür ve dinîgeçmişinden alınan bazı nazariyeler, bilhassa Yeni Eflâtuncu varlık anlayışın-dan da ilham alınarak zenginleştirilen bu zühdî hayat,  İ slâm tasavvufununoluşumuna kaynak teşkil etmiştir. Bu hareket, yaratılışın sırlarını anlamak is-

temeye yöneliktir. İlk sûfî yazar Basralı  Haris b. Esed el-Muhâsibî (ö.223/838)’den başlayarak, ünlü düşünür İbnü’l-Arâbî’ye kadar bütün büyüksûfîlerin eserleri, tasavvuf dilini oluşturmuş ve sûfi düşüncesinin varlık, bilgive ahlâk anlayışını ortaya çıkarmıştır. Edebiyatımızda bilhassa Horasan Me-lâmiliği ile İbnü’l-Arâbî ve Mevlânâ’nın tesiri çok açıktır. Bunların fikirleri-nin temelinde vücûdiye mesleği (vahdet-i vücûd) olarak da ifade edilen varlıkdüşüncesi egemen fikir olarak kabul edilebilir.

Başlangıçta Bağdatlı Cüneyd, Bâyezid-i Bistâmî ve Ebû Said Ebu’l-Hayrgibi sûfilerin söz  ve menk ıbelerinde görülen vücûdiyye mesleği, İbn Sinâ,Sühreverdi-i Maktûl gibi İşrâkî felsefeyi ve Yeni Eflâtuncu düşünceleri yayanfilozofların da katkısıyla gelişmiştir. Horasan Melamiliği ile İbnü’l-Arâbî’nin

eserlerinde sistematik bir mahiyet kazanan bu düşünce, sadece tasavvuf şii-

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 243/261

 237

rimiz için değil, bütünüyle Türk şiiri için önemli bir tesir icra etmiştir. Kısacabu düşüncede vücûdun tek olduğu fikri işlenmektedir. Vücûd tektir; yegânesâhib-i vücûd, Vücûd-ı Mutlak olan Allah’tır. Vücûd-ı Mutlak, aynı zaman-da mutlak hayır  (hayr-ı mutlak) ve mutlak güzellik  (hüsn-i mutlak)tir. Hâdise-ler âlemi olan dünya hayatının kaynağı, O’dur. Sufilere göre, zaman yaratıl-

mazdan önce, mutlak güzellik vardı; ancak o güzelliği temaşa edecek başkacabir göz yoktu. Hâlbuki güzellik (hüsn)  doğası  gereği görülmek, takdir edil-mek ister. İşte varoluşun sebebi, güzelliğin kendini gösterme arzusudur.

Resim 10.1: Türkmen sûfi şairi Ebû Sâid Ebu’l-Hayr’ın Sultan Sencer taraf ından yaptır ı-lan türbesinin kapısı, Mehne-Türkmenistan (Kaynak: Bilal Kemikli fotograf ar şivi)

Her şey zıddıyla bilinir. Bu itibarla Hüsn-i Mutlak ve Hayr-ı Mahz olanVücûd-ı Mutlak’ın bilinmesi, adem ile gerçekleşir. Adem, yokluk, hiçlik de-mektir. Adem, müstakil olarak mevcut değildir; zarûrî olarak Vücûd-ı Mut-lak’ta dahildir. Adem bir hayalden ibarettir; tecellî dolayısıyla geçici bir süreiçin varlık evreninde bulunur. Adem, Vücûd ile karşılaşınca, vücut bir aynadaaksetmiş gibi akseder. Bu akis gerçekte hayalden öte bir şey değildir. Durgunbir göle akseden güneş gibi, göz makamında olan insanda da mutlak güzellik  akseder. Bu nedenledir ki, insan adem unsurunu mümkün olduğu kadarıylayok etmeli (mâsivâ), Hakk’ın visâline ulaşmak için Hak ile Hak olmalıdır.Bu, fenâ kelimesiyle anlam kazanır. Fenâ, ancak nefsi adem, kubh ve şirkten

arındırmakla mümkün olacaktır. Bunun yolu ise aşk tır. Hüsn-i Mutlak ancakaşkla görülür; böylece tabii aşktan hakîkî aşka geçiş gerçekleşir. Tabii aşk,ademe duyulan aşktır; karanlıklarla doludur. Oysa aşk-ı hakîkî, hakîkat dün-yasıdır. Bu uzunca bir yolculuğu gerektirir (seyr ). Aşkı, kitabi bilgileri oku-yup öğrenmekle (ta’allüm) değil, bizzat yaşayarak, tecrübe ederek (tahalluk )tatmak gerekir. Diğer bir ifadeyle aşk yolu olan tasavvuf, aklî bilgiye dayalı sözle (kâl) değil, yaşananın dili olan hâlle öğrenilir.

Tasavvuftaki varlık ve aşk anlayışının şiir diline katkısına dair geniş bilgi içinBeşir Ayvazoğ lu’nun Aşk Esteti ğ i  (İstanbul 1993) kitabını inceleyiniz.

Kısaca tarihsel sürecine ve felsefesine işaret edilen tasavvuf, insanı mut-lak hakikatlerle yüzleştirerek kâinattaki umumi ahengin derin sırlarını ruhlara

duyurur. Bu düşünce biçiminin şairane hayaller için önemli bir kaynak teşkil

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 244/261

 238

edeceği açıktır. Tasavvuf şiiri, başlangıçta Halac-ı  Mansûr’dan başlayarakMısırlı şâir Ömer b. Fâriz’e kadar Arap edebiyatı  içerisinde sınırlı bir dairedâhilinde gelişti. Ömer b. Fâriz’in Kasîde-i Tâiyye isimli eseri tercüme, tah-mis ve şerh olunarak tasavvuf edebiyatı içerisinde bir çığır açmıştır. İran’daİbn Sinâ’nın sûfiliğe ilham teşkil edecek düşünceler serdetmesinin yanında,

Şeyh Ebû Sâid Ebu’l-Hayr da şiirleriyle bu çığıra katkıda bulundular. Bilhas-sa rubaileri ile tanınan Ebû Sâid, Rudegi, Firdevsî, Hâkim Senâî veFeridüddin-i Attâr’ın müjdecisi olmuştur. Daha sonraki dönemlerde eserleriniFarsça yazan Mevlanâ, Abdurrahman Câmî ve Kâsimü’l-Envâr gibi büyükşairler yetişmiştir.

Burada bir hususa işaret etmek gerekir; mutasavvıf düşünürler, tasavvuf dü-şüncesini felsefî anlamda sadece bir metafizik / ezoterik zeminden öte, başlı başına bir ontolojik, epistemik ve etik anlayış olarak ortaya koymaya çalışmış-lardır. Böylece tasavvuf, fikir ve sanat hayatına ışık tutmuş, ince sezgi, derinilâhî hayat ile İslâm düşüncesinin sanat formu almasını sağlamıştır. Dolayısıy-la tasavvufun, sadece bu disiplinin öngördüğü içsel tecrübeye sahip olan mu-tasavvıf şâirleri değil, bir doktrin olarak tasavvufun geliştirdiği ritüelden haber-

dar olan şâirleri de etkilemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu etkilenmeyi, yu-kar ıda işaret edildiği gibi İran tesirinde gelişen edebî atmosfer ve tasavvufunsosyal hayatta sahip olduğu seçkin mevki bağlamında değerlendirmek, izahı zor olmayan bir durumdur. Ancak sadece İslâm’da değil, bütün uygarlıklardametafizik düzlemin sanata olan etkisinin bir takım haricî âmillerin ışığında de-ğerlendirilmemesi gerekmektedir. Nitekim hem Doğu ve hem de Batı’nın bâtinîyönelişleri hakkında kar şılıklı  mukayese yapabilecek yetkinlikte olan F.Schoun’un da açıkça işaret ettiği gibi, bâtinî temâyülün geliştirdiği sembolik dilzâhirî düzleme entellektüel bir nitelik ve derinlik kazand ırmakta, bu yolla daonun yitip gitmesini engellemektedir. Bu itibarla lâ-dini (din dışı) şiirde de este-tik ve aşkın boyutta varlığını gösteren tasavvuf etkisinin felsefî ve metafizik birtemele sahip olduğu açıktır. (Kemikli: 2004, 71)

Türk-İslâm Edebiyatı ve Tasavvuf

Türk boylarının İslâm’ı  kabul etmesinde gönüllü dervişlerin önemli fonk-siyonlar icra ettiği bilinmektedir. Tasavvuf, eski Türk inanç ve gelenekleriyleparalellik arz eden metafizik tasavvurlarıyla kısa zamanda benimsenmiştir.Dervişler bölgeyi bir ağ gibi sarmış; Herat, Nişabur, Merv, Buhara, Ferganave daha birçok yerde bu faaliyetlerini sürdürmüşlerdir (Köprülü: 1993; 14-19).

XII. asra gelindiğinde, Türk illeri tasavvuf ve tarikatların en yoğun olduğubölgelerden biri hâline gelmiştir. İslâm’ı din olarak kabul eden halk kitleleri-nin büyük bir çoğunluğu,  Baba ve  Ata olarak anılan dervişleri benimsemiş-

lerdir. Bazı göçebe boyların içerisine de giren bu dervişler, hem bu boylarınİslâm dinini tanımalarına öncülük etmişler, hem de halkın anlayacağı bir dilletasavvuf anlayışını onlara sunmuşlardır. Bu kesimlerde şair-şamanların yerinidolduran Baba ve  Ataların ilk temsilcileri, Korkut Ata ve Çoban Ata isimle-riyle tanınan sûfîlerdir. Bu bölgelerde Muhammed Ma’şuk Tûsî ve Emir AliEbû Hâlis gibi sûfîler de yetişmiştir. Bununla birlikte Türk sûfîliğinin enönemli temsilcisi Hoca Ahmed Yesevî (ö. 1167)’dir. Ahmed Yesevî’nin ta-savvufî anlayışıyla kurumsallaşarak bir tarikat hüviyetini kazanan Yesevîlik ,her bakımdan bir Türk tarikatıdır. Bundan başka, Kübrevîlik  ve  Nak şîlik  deTürk illerinde gelişen tarikatlardandır.

Hoca Ahmed Yesevî, Mansur Ata, Sa’id Ata, Süleyman Hakim Ata veLokman Parende gibi hâlifelerini ve yüzlerce öğrencisini muhtelif bölgelere

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 245/261

 239

göndermiş, hikmet adıyla anılan tasavvufî şiirleriyle Türk illerini aydınlatmış-tır. Moğol istilasıyla birlikte Yesevî dervişleri olan Alperenler,  Harezm, Ho-rasan ve Azerbeycan yoluyla Türklerin yeni yurdu olan Anadolu’ya gelmiş-lerdir. Bu dervişlerin beraberinde getirdikleri Yesevîlik, bir yandan Anado-lu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasına katkı sağladığı gibi, hikmetlerle oluş-

turulan edebî zevk de tasavvufî edebiyatın şekillenmesine imkân vermiştir.Böylece tasavvuf, kısa zamanda Türk toplumunda yaygınlık kazanmıştır.Özelikle Selçuklular ve Osmanlılar döneminde mülkî ve askerî bürokratların,saray mensuplarının ve sosyal statüsü yüksek işçi, esnaf ve ahâlinin tekkeler-de icra edilen ayin ve sohbetlere katılması yadırganmamıştır. Dolayısıyla sûfidüşünce, geniş kitlelerin teveccüh ettiği bu mekânların ve şahsiyetlerin etra-f ında zümreleşmiştir. Zamanla bu zümrelerin düşüncelerini, duygularını  ve

 pir  olarak kabul edilen tarikat büyüklerinin keramet ve hatıralarını, yazılı vesözlü ifade etmeleriyle, doğrudan doğruya tasavvuf disiplininden mülhem biredebî hayat neşet etmiştir.

Kitabınızın 1. ünitesinden Türk-İslâm Edebiyatı  ve İslâmlaşma başlıklı  kısmı yeniden okuyunuz.

Tasavvufun Türk edebiyatına iki şekilde etkisinden söz edilmektedir:

1.  Divan şiirine etkisi: Tasavvuf, vezin, şekil ve muhteva itibariyle İslâmkültür coğrafyasının bir eseri olan, özellikle XVI. ve XVII. yüzyıllar-da gerçek anlamda hüviyetini kazanan divan şiirine etki etmiştir. Ta-savvufun divan şiirine etkisi, tasavvufî mesnevî ler, menâk ıbnâme  vetezkiretü’l-evliyâ gibi türlerin doğmasına sebep olmuştur.

2.  Halk şiirine etkisi: Bu etki, Ahmet Yesevî’nin başlattığı  ve Yesevîdervişlerinin geliştirip yaydığı hikmet geleneğinde ortaya çıkmaktadır.Hikmet geleneği, halk dili, hece vezni ve milli formlara bağlı tasavvuf

edebiyat ı yahut tekke edebiyat ı adıyla bilinen yeni bir şiir anlayışınındoğmasına imkân vermiştir. Bu şiirde ele alınan konular, Acem kültü-rünün tesiri ile yazılan şiirlerden ayrı değildir; fakat gerek dil ve ifa-dede, gerekse üslup ve vezinde tamamıyla farklı ve orijinaldir. Başkabir ifade ile Farsça ve Acem etkisiyle tasavvufî düşüncelerini yazanbüyük şair Mevlana (1207-1273) ile Türkçe ve hikmet geleneği etkisi-ne bağlı olan Yunus Emre‘nin (1250-1320) şiirlerindeki ahlâkî öğretive felsefe aynıdır; dil, eda, vezin ve şekil farklıdır.

Burada kısaca tasavvuf edebiyatının tarihsel sürecine işaret etmekte yararvardır. Bu bakımdan edebiyat tarihine bakıldığında, tasavvuf edebiyatı  içinXIII. asrın büyük önemi olduğu görülür. Bu dönem, tasavvuf edebiyatı açı-sından hem kuruluş, hem ihtişam çağı olarak değerlendirilebilir. Zira bu asır-da, Türk edebiyatına hayat veren büyük şairler yetişmiştir. Padişahtan tebaa-ya; sanatkârdan rençbere her sınıftan insanın aynı his ve fikir çevresinde top-lanmasını sağlayan tasavvufun, Yesevîlik ,  Haydarîlik , Kalanderîlik ,  Mevlevî-lik  ve  Bektâşîlik  gibi tarikatlarla birçok koldan tesir alanını genişleterek yeniyurdu sarmağa başladığı  bu dönemde tasavvuf edebiyatı  geniş  bir sahada,büyük insan yığınları arasında itibar görmüştür. Moğol istilasıyla birlikte al-

 peren, abdal yahut Horasan erenleri gibi adlarla tarihe geçen Yesevî ve Hay-darî dervişleri, göçebe halk topluluklarına katılıp Anadolu’ya göç ederek bu-ralarda yerleşmişlerdir. Bu dervişlerin getirdiği hikmet geleneği, Anadolu’daYunus Emre ile yeni bir sese kavuşmuş  ve yeni bir tarza bürünmüştür. Buyeni tarz, bilahare Yunus muâkkibleri (takipçileri) olarak tavsif edilen sûfî şa-irler taraf ından sürdürülmüştür.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 246/261

 240

 Yunus Emre’nin eserlerini araştır ınız.

Öte yandan aslen Belh’li bir aileye mensup olan Mevlânâ’nın, İslâmî İranedebiyatının tesirinde Farsça olarak kaleme aldığı tasavvufî manzûmeler de

farklı  bir geleneği inşa etmiştir. Mevlevilik yolunu kurumsallaştıran SultanVeled (1226-1312) de Türk halkına hitap etmek amacıyla Türkçe şiirler yaz-mıştır. Buna mukabil daha çok halk kitleleri arasında etkili olan Hacı Bektaş-ı Velî ( ö.1210)’nin Arapça olan  Makâlât   isimli eseri, manzum ve mensurolarak Türkçeye çevrilmiş; Ahmet Fakih ve Şeyyad Hamza gibi şairler, Türk-çe yazdıkları şiirlerle Anadolu’da filizlenen edebî hayatı beslemişlerdir. Bü-tün bu şairler, Anadolu’da yoğrulan yeni bir medeniyet in de öncüleridir. Buyüzden dönemi, Anadolu’daki Türk kültür hayatının tedvin asr ı olarak nite-lendirmek mümkündür.

Mevlana’nın Türk-İslâm Edebiyatına etkisi için bakınız:http://akademik.semazen.net/author_article_detail.php?id=891

XIV. yüzyıl, daha çok Yunus takipçilerinin  asrı  olarak kabul edilir. Budönemde bir yandan Yunus’un izinde giden şairler tekkelerde şiirler söyler-ken, öte yandan kurumsallaşarak Mevlevîlik adıyla bir tarikat hüviyetini ka-zanan Mevlana’nın açtığı çığır, ortak İslâm kültürünün ve bilhassa İran şiiri-nin etkisi altında, kendi elit zümresini oluşturma sürecinde önemli başarılarsağlamıştır. Türk halkına tasavvufî ilkeleri öğretmek amacıyla Garibnâme’yikaleme alan Âşık Paşa (1272-1333), doğrudan doğruya tasavvufu konu edi-nen Fakrnâme ve Vasf-ı  Hâl isimli mesnevîleri de telif etmiştir.

 Menâk ıbnâme tarzının ilk örneği olan  Menâk ıbü’l-Ârifîn’in yazarı  Eflâkî(ö.1360), Hacı Bektâş î Velî’nin müridi olup Yunus tarzını bu muhit içerisin-de en güzel temsil eden Said Emre ve Attar’ ın  Mant ıku’t-Tayr isimli ünlümesnevîsini Türkçe’ye kazandıran Gülşehrî’yi de bu dönemde anmak müm-

kündür.Bu yüzyılın sonlarında, şiirlerinde ele aldığı konular şeriata aykırı bulu-

nan ve bu yüzden idam edilen Nesîmî (ö. 1404) ile birlikte, tasavvuf düşün-cesi içerisinde bâtinî tevil ve tefsir leriyle başlı başına bir ekol olan  Hurûfîlik  de Türk edebî hayatına dâhil olmuştur. Bilhassa İslâmî edebiyatlarda aşk şe-hidi olarak kabul gören Hallac-ı Mansur’a benzetilen Nesîmî, yaşamı, düşün-celeri ve şiirleriyle mutasavvıf şairleri etkilemiştir.

XV. asır, Timur’a karşı kaybedilen Ankara Savaşı’yla Anadolu’da Türkbirliğinin dağılmasıyla başlar. Bu dağınıklık Timur’dan da sonra devam et-miş, şehzâde ve beyler arasındaki iktidar mücadeleleri halkta siyasi ve iktisa-di buhranların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte Çelebi

Mehmed’in etraf ında yeniden bir toparlanma gerçekleşmiş, kısa zamanda to-parlanan yönetim, daha güçlü bir devlet ve toplum oluşturmayı başarmıştır.Bu yüzyılda İstanbul fethedilerek Türk-İslâm kültürünün merkezi hâline dö-nüştürülmüştür. Bazı tarihçilerin Fatih Rönesansı olarak nitelendirdikleri birsüreci de içine alan bu dönem, fikrî, dinî, mimârî ve sanatsal açıdan tasavvu-fun geliştiği, merkezden muhite yayıldığı bir dönemdir. Bu gelişmelere para-lel olarak tasavvuf edebiyatı  da çığ  gibi büyümüştür; bu bakımdan dönem,gerek şâir, gerekse eser yönünden oldukça zengindir. Nitekim dönem içeri-sinde, Mevlid türünün oluşmasını  sağlayan Vesîletü’n-Necât ’ın şâiri Süley-man Çelebi (ö. 1422), Somuncu Baba ismiyle bilinen Hamîd-i Velî (1325-1413), Emir Sultan (1368-1429),  Hâlilnâme’yi kaleme alan Abdülvâsî Çele-bi, Ankara’yı merkez edinerek çiftçi ve esnaf üzerinde derin tesirler icra eden

 Bayramiye Tarîkat ı’nın kurucusu Hacı  Bayram-ı Velî (1332-1429), Fatih’in

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 247/261

 241

hocası  Akşemseddin (1389-1458),  Muhammediye’nin yazarı  YazıcıoğluMehmed (ö. 1451), Yazıcıoğlu’nun kardeşi ve Envâru’l-Âşıkîn’in müellifiAhmed Bîcan (ö. 1466), Kaygusuz Abdal olarak da tanınan Alaiyeli AlaaddinGaybî (ö. 1444), Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1469), Dede Ömer Rûşenî (ö. 1487),Kemal Ümmî (ö. 1475), Cemâl-i Halvetî (ö. 1469) ve İbrahim Tennûrî (ö.

1482) gibi sûfi şairler yetişmiştir.

XVI. asır siyasi alanda  yükseliş  dönemini temsil eder. Anadolu merkezedinilerek kurulan Osmanlı Devleti’nin coğrafî planda sınırlarının en geniş olduğu bir dönemdir. Buna paralel olarak iktisadi ve sosyal gelişmeler de ba-riz bir şekilde kendini gösterir. İstanbul, sadece Türkler için değil, bütün birdünya için önemli bir kültürel ve siyasi merkez olmuştur. Bununla birlikte budönemde tasavvuf edebiyatında güçlü temsilcilerin yetiştiğini söylemek güç-tür. Yunus’u takip eden birkaç güçsüz soluk dışında mutasavvıf şair görül-memektedir. Bununla birlikte, Bayramiyye tarikatı içerisinden çıkan ve İ kinci

 Devre Melâmîliği  olarak kabul edilen vahdet-i vücutçu tasavvufî yorumun,Ahmed-i Sarban ve İdris-i Muhtefî ile edebî sahada yer edinmeye başladığı 

görülmektedir.Bu dönemde, Molla Câmi’nin ünlü eseri  Nefehatü’l-Üns’ü tercüme eden

Nakş î şeyhlerinden Lamiî Çelebi (1473-1532), İbnü’l Arâbi’nin ünlü eseriFusûsu’l-Hikem’i tercüme eden Nev’î Yahyâ (ö. 1599), Gencine-i Râz ve Ş âhu Gedâ isimli ahlâkî ilkeleri telkin edici mesnevîlerin yazarı DükâkinzâdeTaşlıcalı Yahya (ö. 1582), Kerbela faciasının destanı olarak nitelendirilmesimümkün olan Hadîkatü’s-Süedâ isimli makteli ve mecazî aşktan hakîkî aşkageçişi anlatan Leylâ vü Mecnûn ile dinî edebiyata dair Hadîs-i Erbaîn Tercü-mesi’ni yazan Fuzûlî (1480-1556) ve sultânü’ş-şu’arâ olarak kabul edilenBakî (1526-1610) yetişmiştir. Bunlardan başka Kara Fazlî, Hilye-i Hakânî ve

 Hadîs-i Erbâin Tercümesi ile haklı bir şöhrete ulaşan Hakânî Mehmed Bey(ö. 1606), Dükâkinzâde Ahmed (ö. 1557), Halvetîlik içinde Gülşeniyye kolu-

nun kurucusu olan İbrahim Gülşenî (ö. 1533), Ahmet Sarban (ö. 1545),Vahib Ümmî, Üftâde (1477), Şemseddin Sivâsî (ö.1597), Seyyid Seyfullah(ö. 1601), Hurûfî şâir Arş î ve şathiyyesi ile tanınan Azmî Baba dönemin sûfişairleri olarak kabul edilmektedir.

XVII. asır siyâsî alanda duraklama asrı olarak bilinir. Devlet, bozgun, ye-nilgi ve iç karışıklıklarla siyasi ve iktisadi alanda gücünü giderek kaybeder-ken, içeride de iç ayaklanma ve fikrî tartışmalarla sosyal buhranlar artmıştır.Siyasi alanda gelişen Celâlî isyanlarının yanında, dinî kültürel alanda daSivâsîler-Kadızâdeliler mücadelesi adıyla tarihe geçen tekke-medrese tartış-malarının ayyuka çıkmıştır. Bununla birlikte bu münakaşaların edebî hayatı canlandırdığı ileri sürülebilir. Geçen asırda adeta sindirilen sûfî çevreler, en-

telektüel anlamda çıkışlarını  yaparak medreseliler taraf ından ileri sürüleneleştirilere, ilmî ve edebî üslup içerisinde cevap vermişlerdir. Böylece dinî-tasavvufî edebiyat alanında canlanma görülmüştür.

Kâtip Çelebi’nin dönemin tartışmalar ını ele alarak yorumladığı ünlü eseri han-gisidir? Araştır ınız.

Bu dönem, sayıları  gittikçe artan tekkelerde şiir ve mûsikînin ön planaçıktığı ve hece-aruz ayrımı yapılmaksızın bol miktarda tasavvufî şiir örnekle-rinin verildiği bir çağdır. Dönemin sûfî şairleri içinde, Muhyî (ö. 1611), İdris-i Muhtefî (ö. 1615), Zâkirî (ö. 1622), Hüseyin Lâmekânî (ö. 1624), Derviş Osman (ö. 1627), Aziz Mahmûd Hüdâyî (ö. 1628), Şeyhî (ö. 1639),Abdulehad Nûrî (ö.1650), Akkirmanlı Nakş î (ö. 1651), Zâkirzâde Abdullah

Biçâre (ö. 1657), Cahîdî (1659), Sarı  Abdullah Abdî (1584-1660), Sinan-ı 

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 248/261

 242

Ümmî (ö. 1664), Sunu’llâh-i Gaybî (ö. 1676), Divitçizâde Mehmed Talib (ö.1679), Derviş Himmet (ö. 1683), Niyâzi-i Mısrî (ö. 1693) ve Mehmed Nazmî(ö. 1700)’yi zikredebiliriz.

XVIII. asır, geçen asırdan miras kalan siyasi, iktisadi ve sosyal sıkıntılarla

geçmiştir. Lâle devrini kapatan Patrona Hâlil İsyanı ve ıslahat hareketlerininöncülerinden olan III. Selim’in ölümüne sebebiyet veren Kabakçı  Mustafaİsyanı  gibi iki önemli sosyal hareket yaşanmıştır. Aynı  şekilde bu dönem,özellikle tasavvuf edebiyatda umumi bir duraklama ve gerilemenin ortayaçıktığı  çağ olarak da gösterilebilir. Çünkü sûfi şairlerde eski coşkunluk kal-mamıştır. Bununla birlikte,  Mesnevî Tercümesi ile tanınan Süleyman Nahifî(1648-1738), tasavvufî yaşantıyı  kendine şiar edinen Şeyh Galib (1757-1799), onun ünlü müridi Esrar Dede (ö. 1796),  Mirâciye  ve  Rûh-ı  Mesnevî  gibi pek çok eser bırakan Bursalı İsmail Hakkı (ö. 1724), Edirne’de Sezâî-iGülşenî (ö. 1738), Nakş î mürşidlerinden Neccarzâde Rıza (1679-1746) ve Mârifet-nâme  adlı  ansiklopedik eseriyle tanınan Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1772) gibi şairler de yetişmiştir. Bunlardan başka, Mahvî, Mehmed

Nasûhî, Mehdî, Hasan Senâyî, Mustafa Azbî, Süleyman Zâtî, Cemâleddîn-iUşşâkî, Üsküdarlı Hâşim, Fahreddin Fahrî ve Mustafa Zekâî de tasavvufî şiirvadisinde eserler ortaya koymuş şairlerdir.

XIX. asır, ıslahat hareketlerinin devletin temel politikalarını  belirlediğidönemdir. Yeniçeri Ocağı’na karşı  Nizâmî-ı  Cedîd Ocağı’nın kuruluşuylabaşlayan bu asırda, Tanzîmat Fermânı  ve  Islahat Fermânı  gibi batılılaşmayönünde güçlü adımlar atılmıştır. Sosyal değişmelerin hızla geliştiği, siyasî-ideolojik kutuplaşmaların olduğu bu çağda tasavvufî edebiyat zayıflamıştır.Bununla birlikte, Târifü’s-Sülûk isimli eserin müellifi Nazif Dede (1794-1861), Kuddusî (1760-1848), Sivaslı Sûzî (1765-1830), Bektâş î mürşitlerin-den Mehmed Ali Hilmi Dede (1842-1907), Edib Harâbî Baba (ö. 1918),Hanya Mevlevîhânesi dedelerinden Kara Şemsî (1828-1884), Terzi Baba

adıyla anılan Hayyat Vehbî (ö. 1847), âşık tarzındaki deyişleriyle tasavvufîduygularını ifade eden Dertli, Seyrânî ve Türâbî gibi şahsiyetler bu asırda ye-tişmiştir.

Tasavvuf Edebiyatında Zümreler

Tasavvufun temel konularından birisi, diğer ilmî disiplinler ve felsefî ekol-lerde olduğu gibi, varlık konusudur. Sûfi şair, varlık, varlığın mahiyeti, koz-mogoni, insan, zaman ve mekân, insanın âlemle ve Tanrıyla ilişkileri, bilgi,ilâhî bilgi, vahiy, peygamberlik ve velayet gibi konuları  şiirlerinde ele alır.Ancak bu konuları  ele alırken, o, sadece bir şair yahut hayata ilişkin temel

konuları tartışan bir entelektüel değildir; o konuları birebir tecrübe etmiş, ya-şamış ve yaşayarak ulaştığı irfanî bilgiyi şiirsel formla söylemiştir. Tasavvufîtecrübe, sûfi şairi diğer herhangi bir şairden ayıran özelliktir. Bu tecrübe,içinde bulunulan tasavvufî ekollerin (tarikat) metotlarındaki (usûl ve erkân)çeşitlilik sebebiyle farklılık arzeder. Bu yüzden de manevi yolculuğun (seyr üsülûk) gerçekleştiği tekkelerin her biri birer edebi muhit  olarak nitelendirilir.Edebi muhit, edebiyatçının içinde yetiştiği, izini süreceği ustaların şiirlerinive sohbetlerini dinlediği, kendi şiirlerini okuduğu ve icabında eleştiriler ala-rak yetiştiği ortamlardır. Şairin içinden geldiği edebi muhit, ona ortak dil, tec-rübe ve üslup kazandıran bir okuldur. Bu bakımdan sanatkâr, yetiştiği muhi-tin sesidir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 249/261

 243

Sûfi şairin muhiti, içinde yetiştiği tekkedir. Tekkenin tarihi, yolun rehber-lerinin tecrübelerini aktaran yazılı ve sözlü menkabeler, burada okunan kitap-lar ve şiirler, dervişlerin (sâlik, tâlib, cân) bir birleriyle olan ilişkileri, hayatve dünya görüşleri, algıları, tasavvurları, konuları ele alış biçimleri, problem-lere getirdikleri çözümler ve çözüm yolları gibi hususlar bir gelenek oluştu-

rur. Bu gelenek, o muhit içinde yetişen şairi etkiler. Bu etki, muhit farklılığı-nın yanında edebi zümreleri  de oluşturur. Zümre, cemaat, topluluk; bölük,grup, sınıf, takım, bölüm; cins, nevi gibi anlamlara gelir. Edebiyat bilimindeise, edebi eserleri tasnif etmek için kullanılan bir tabirdir. Edebi eserler, dil,üslup, konu gibi özellikleriyle tasnif edilir. Dolayısıyla, sûfi şairler de içindengeldikleri muhite ve eserlerine göre zümrelere ayrılırlar.

Genel olarak her tekkenin kendisine has bir geleneğinden sözetmekmümkündür. Bu itibarla her tekkenin bir zümre teşkil ettiği düşünülebilir.Ancak bu türden bir tasnif, işimizi kolaylaştırmaz. Diğer bir ifadeyle, Yesevîzümresi, Mevlevî zümresi, Bektâş î zümresi, Nakş î zümresi gibi bir tasnif, hertarikatı bir edebi okul olarak ele almak anlamına gelir. Bu ise, tasnif yaparak

çözümleme yapmak isteyenlerin işini zorlaştı

r. Bu bakı

mdan muhitten yolaçıkmakla birlikte edebi eserin mahiyetini dikkate alarak bir tasnif yapmak ye-rinde olur. Buna göre tasavvuf edebiyatı iki ana koldan gelişmiştir:

1.  Tasavvufî halk edebiyatı 

2.  Klasik tasavvuf edebiyatı 

Tasavvufî halk edebiyatı, Yesevî’nin hikmet geleneğiyle gelişen edebi-yattır. Bu edebiyat, hece vezniyle, mâni ve koşma gibi nazım şekilleriyle olu-şur ve hikmetten başka, ilâhî, nefes, nutuk, devriye, şathiye, destûr,medednâme ve düvaz imam gibi türleri içerir.

Klasik tasavvuf edebiyatı, Mevlana çizgisinde gelişen bir edebiyattır. Buedebiyat, aruz vezniyle, gazel, kasîde, kıt’a, musammat, terkîb- bend, tercî-bend, rubâî, tuyuğ ve mesnevi gibi nazım şekilleriyle oluşur ve tevhid, müna-cat, na’t, mevlid, hilye gibi dinî edebi türleri içerir.

Sûfî şairlerin eserlerini inceleyiniz ve bunlardan tasavvufî halk edebiyatı ala-nında eser veren iki şairi tespit ediniz.

Bu iki temel koldan başka konuları ele alış biçimlerine göre de üç temelzümreden bahsetmek mümkündür. Bunlar;

1.  Zühdî edebî zümre

2.  Vahdetçi aşkın zümre edebiyatı 3.  Bektâş î zümre edebiyatı 

Zühdî edebi zümre, daha çok dinî ve tasavvufî düşünceyi telkin edeneserleri içerir. Bu zümrede, ne Melâmî-Hamzavî edebiyatındaki irfan, vahdetinancı, aşk ve cezbe; ne de Alevî-Bektaş î edebiyatının karakteri vardır. Buedebiyat içinde daha çok, ibadetlerden, peygamberlerin ve Hz. Muhammed'inhayatından, hac yollarından, dünyanın geçiciliğinden, ölümden, cennet vecehennemden bahseden, bu arada bazı  sahabenin ve velilerin menkabe-lerinden söz eden eserler yazılmıştır.

Vahdetçi aşkın zümre edebiyatı, vücûdun birliği ilkesini (vahdet-i

vücûd) benimseyen, aşk ve cezbeyi esas alan tasavvufî çevrelerin eserlerini

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 250/261

 244

içermektedir. Bu zümre içinde daha çok lirik ve coşkun bir üslupla eserleryazılmıştır. Bu eserleri, tecelli, vâridât ve sunuhât gibi tasavvufî kav-ramlarla, doğrudan doğruya ilâhî aşkın, mânevî sarhoşluğun ve cezbenineserleri olarak nitelendirilir. Bu zümre içerisinde vahdet neşesini tatmış, ka-lender-meşrep ve âşık şairler eser vermiştir. Bu türden şairlere hemen her

sûfi ekol içinde rastlamak mümkünse de, daha çok Bayramî-Melâmî muhittengeldiklerini söylemek mümkündür.

Bilindiği gibi, Melâmiler, kendilerini zahitlikle, irfanla, iyilikle gösterme-yi, kendini beğenme (kibir) kabul ederler. Onlara göre, kendilerini herkestenaşağı görmek ve göstermek, her yaratıktan aşağı saymak, bir özellik olmuş-tur. Hatta şeriata aykırı  olmayacak şekilde, toplumun hoşuna gitmeyen dav-ranışlarda bulunarak, toplumun kınamasını  sağlamayı  tercih etmişlerdir. Busebeple onların daha çok şatahat a varan sözler söyledikleri görülür.

Şatahat ve şathiye konusunda ayr ıntılı  bilgi edinmek için Cemâl Kurnaz veMustafa Tatcı’nın Türk Edebiyat ında Şathiyye (Ankara 2001) adlı  eseriniinceleyiniz.

Bu zümre içerisinde eser veren bazı  şairleri zikredebiliriz: Yunus Emreyolunda giderek şiir söyleyen Hacı Bayram-ı Velî, Sarban Ahmed, KaygusuzVizeli Alaaddin, Emir Osman-ı  Haşimî, Muhyî, İdris-i Muhtefî, OğlanlarŞeyhi İbrahim, Sunullah Gaybî, Sarı Abdullah Efendi, Dukâkinzâde AhmedBey, Hüseyin Lâmekânî, Osman Kemâlî, Ahmed Rindî...

Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi, bu zümrenin şiire yüklediği anlamı şu şiirindeaçıkça ortaya kor:

Derviş dilinden söyleyen kim idügin bilir misin

Yâ kulağunda dinleyen kim idügin bilir misin

Od u su toprak u yeli hep bir yere cem eyleyüp

Bunlara özüni gizleyen kim idügin bilir misin

Sıfâtında zâtunı gören mülkünde hem hükmün süren

Ârif gözünde gözleyen kim idügin bilir misin

Kendiligünden saf olan 'âriflerün kalbin alan

Zât-ı nûrun bağışlayan kim idügin bilir misin

Yerde yüzün yol eyleyen yokluğı kabul eyleyen

İbrâhimi kul eyleyen kim idügin bilir misin

(Kemikli: 2003, 86-87)

Bektaş î zümre edebiyatı, bir yönüyle vahdetçi aşkın zümre edebiyatını andırmakla birlikte, kendisine has karakteri olan bir edebiyattır. Bu özel ka-rakter, bir yönüyle Bektâşiliği öne çıkartmanın yanında, esas itibariyle ata vebaba adlarıyla anılan Yesevî dervişlerinin edasına dayanan köklü bir geleneği

ifade eder. Bu eda, rindâne söyleyişi mûsikî ile buluşturur.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 251/261

 245

Zamanla Babâî, Kalanderî, Hurûfi, Kalenderi, Kızılbaş, ve Tahtacı  gibiisimlerle anılan muhitleri de içine alarak genişleyen bu zümre içerisinde, Ha-cı Bektâş-ı Velî’den başlamak üzere, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal Viranî,Teslim Abdal, Yemini, Muhyiddin Abdal, Şah İsmail Hataî, Pir Sultan Ab-dal, Kul Himmet, Seyrani ve Kalender Abdal gibi büyük şairler yetişmiştir.

TASAVVUFÎ TÜRLER

Sufi şairler, manzum (şiirsel) ve mensur (düzyazı) pek çok eser yazmışlardır.Bazı sufi müellifler, aynı eser içinde şiiri ve düzyazıyı birleştirmişlerdir. On-ların asıl maksadı bir düşünceyi, bir bilgiyi yahut bir manayı kaydetmek veyaokuyucuya ulaştırmaktır. Dolayısıyla heceyle aruzu bir arada kullandıkları gibi, şiirle de düz yazıyı birleştirmişlerdir. Bununla birlikte sanatı öne çıkar-tan sûfi şairler de vardır. Bu şairlerin eserleri, klasik tasavvuf edebiyatına ha-yat vermiştir. Bu eserler, divan edebiyatında olduğu gibi, tevhid , münâcaat ,na’t , mirâciye, hilye, ramazaniye, maktel ve hicretnâme gibi dinî-edebi tür-

lerde yazı

lmış

r. Bunlardan başka, özellikle tasavvufî halk edebiyat

ı

  yahuttekke edebiyatı olarak kabul edilen saha içerisinde ortaya konan, ilâhî, nefes,nutuk, devriye, tarîkatnâme, şefaatnâme, destur ve düvazdeh  gibi türler devardır.

Tasavvufî eserleri genel olarak iki gurupta tasnif etmek mümkündür:

1-  Tasavvufî düşünceyi öğretmeyi amaçlayan eserler.

2-  Hâl dilinin dışa yansıdığı eserler.

Tasavvufî düşünceyi öğretmeyi amaçlayan eserler, uyarıcı, telkin edici,yolun usul ve erkânını öğretici eserlerdir. Bunlar başta  tasavvufî mesneviler

olmak üzere, tezkiretü’l-evliya, menak ı

bnâme, evliyânâme  velâyetnâme  vemansûrnâme  gibi tekke geleneğini ve tarihini aktaran manzum ve mensureserler; nasihatnâme, sohbetnâme, ibretnâme, faziletnâme, tenbihnâme, min-bernâme ve vasiyetnâme gibi yolun esaslarını telkin eden eserler; telkinnâme,erkannâme, tâcnâme ve tarikatnâme gibi edeb ve erkânını gösteren eserlerdir.Bunlardan başka, vahdetnâme, vücûdnâme, şathiye ve devriye gibi tasavvufdüşüncesinin temel konularını açıklayan eserleri; şefaatnâme, desturnâme veistimdadnâme  gibi ululardan yardım dilemeyi salık veren eserleri;besmelenâme, ihlâsnâme ve ayetnâme gibi sûfiyi Kur’anın anlamıyla buluş-turan eserleri ve salatnâme, oruçnâme, ramazannâme, hacnâme,k ı yametnâme, mahşer nâme ve fetvanâme gibi dinî görevleri ve temel hukukimeseleleri öğreten eserleri de zikretmek gerekir. Ayrıca istihracnâme gibi ge-leceğe ilişkin çıkarımlar yapan manzumeleri, tahassürnâme gibi gafletle ge-çen zamanın muhasebesini yapan eserleri de bu grupta değerlendirebiliriz.

Sûfi şair, edebi eseri çoğunlukla bir amacı  yerine getirmek için yazar.Onun öncelikli konusu sanat yapmak değildir. Dolayısıyla onun eserlerinde,faydacılık esastır. Bu bakımdan hikmet  ve ilâhî  gibi musiki yönü öne çıkantürlerde de öğretici ve telkin edici amaçlar güdülür. Ancak yine de tevhid,münacat, na’t, miracnâme, ilâhî, nefes ve bazı hikmet, nutuk, devriye ve şat-hiyelerin, vecdin ve cezbenin tesiriyle söylendiği görülür. Bu eserler, hâl di-linin d ışa yansıd ığı eserler dir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 252/261

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 253/261

 247

hakikatini ifade eden dinî, tasavvufî, ahlâkî ve öğretici özlü söz ve benzerlerigibi. Bu çeşitli tariflerde ağırlığı  teşkil eden husus hikmet'in dinî, tasavvufî veahlâkî hususiyet taşımasıdır. Bir başka deyişle hikmet, İslâmî esaslar içindekalmak şartıyla, metafizik mes'eleler üzerinde tefekkürdür, İnsanın Rabb'inibilmesi ve kendisinin âlemdeki yerini ve değerini idrâk edip özlü şekilde ifadeetmesidir. Allah ve insan sevgisini gönüllerde yerleştirmeği gâye edinen, Hz.Peygamber'in şeriatına ve sünnetine uymağı telkin eden, insanı kötü amelle-rinden kurtarmağa çalışan ahlâkî prensiplerdir. Denilebilir ki hikmet, İslâmiyet-'in manzum olarak ifadesidir.” (Eraslan: 1983, 154)

İlâhî

 İ lâhî  , kelime olarak, ilâha ait, tanrısal demektir. Türk-İslâm edebiyatının birkavramı olarak ilâhî , Allah aşkıyla dile getirilmiş her türlü şiire denir. Diğerbir ifadeyle, ilâhî; sûfi şairlerin Allah aşkıyla söylediği dinî ve ahlâkî man-zumelerdir.  Daha çok Allah'ın varlığını, birliğini, azamet ve kudretini, ilâhîaşkı ve muhabbeti anlatan veya telkin eden eserlerdir.

Çeşitli usullerle bestelenip okunan ilahîlerde tasavvuf neşvesi hakimdir.Mutlak varlık, yaratılış, rahmet kapısı, kerem denizi, çokluk âlemi, gönülmülkü, cemal şevki ve celal ateşi, aşk, tevbe, gözyaşı, dünya hayatı, terk, fe-na, mürşide bağlanmak ve manevi zevklere ermek gibi konular işlenir. Bubakımdan hemen her tekkede, aruz yahut hece vezni kullanılarak ilâhîler ya-zılmış ve besteli olarak okunmuştur. Bazı tekkelerde farklı isimlerle anılsa daözü itibariyle ilâhî olan türler şunlardır:

a. Âyin: Genel olarak dinî tören anlamına gelen âyin, Mevlevi tekkele-rinde zikir ve semâ sırasında okunmak üzere çeşitli makamlarda beste-lenen şiirlerdir. Âyinleri okuyan kişilere âyinhan adı verilir.

b. Tapuğ: Gülşenî tekkelerinde zikir esnasında mûsikî eşliğinde okunanilâhîlerdir.

c. Nefes: Alevî-Bektaş î ve Melâmî şairlerin vahdet telkin eden ilâhîleri-ne verilen addır. Bunlar vücûdun birliği ilkesini (vahdet-i vücûd) ne-feslerle telkin ederler. Bektâşiler, na’t ve Hz. Ali medhiyesini de nefesolarak isimlendirirler. Nefesler, gazel ve koşma tarzında heceyle ya-zıldığı gibi, aruzla yazılanları da vardır. Bektaşi tekkelerinde daha çokâyin-i cemlerde saz eşliğinde okunur.

 d. Duraklar: Ekseriyetle Halvetî tekkelerinde ve zikrin iki faslı arasında bir veya iki zâkir taraf ından okunan ilahîlerdir.

e. Cumhûr: Tekkelerde cemaat hâlinde okunan ilâhîlere verilen addır.

Edebiyatımızda ilahî denildiğinde akla gelen isim Yunus Emre’dir. Onun birilâhîsini burada zikretmek mümkündür:

İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür

Sen kendüni bilmezsin yâ niçe okumakdur

Okumakdan ma'nî ne kişi Hakk'ı bilmekdür

Çün okudun bilmezsin ha bir kurı emekdür

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 254/261

 248

Okıdum bildüm dime çok tâ'at kıldum dime

Eri Hak bilmezisen abes yire yilmekdür

Dört kitâbun ma'nîsi bellüdür bir elifde

Sen elif dirsün hoca ma'nîsi ne dimekdür

Yûnus Emre dir hoca gerekse var bin hacca

Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür

(Tatcı: 1997, 148)

Devriyye

Devir kelimesi; dönme, bir şeyin kendi mihveri üzerine hareketi, bir şeyin et-raf ında dolaşma, bir memleketin her taraf ını gezip dolaşma, bir şeyin diğerineteslimi, askerî bölük veya takımın teftiş ve güvenlik için dolaşması, zaman veasır gibi anlamlara gelir.

Kelime tasavvufta iki farklı anlamda kullanılmaktadır: Bunlardan ilki, ba-zı tarîkatlarda dervişlerin dönerek icrâ ettikleri zikir ve semâ’ı ifade etmekte-dir. İkincisi ise, varlıkların Hak’tan gelişini ve tekrar ona dönüşünü açıklayantasavvufî bir nazariyedir. Esâsen semâ ve devrân da Hak’tan gelip ve yineO’na gidişi sembolize eder. Tasavvuf şiirinde meleklerin arş, hacıların Kâbeve gezegenlerin güneş  etraf ında dönmeleri de devran mefhûmuyla ifadeedilmektedir.

Devir düşüncesinin bir izahı  şöyledir: “Başlangıçta mutlak varlıktan ayr ılanilâhî nur, sırasıyla “akl-ı  küll” (taayyün-i evvel), “ukûl-ı  tis’a”, “nüfûs-ı  tis’a”,“tabâyi-i erbaa” (dört mizac), “anâsır-ı  erbaa” (toprak, hava, su ve ateş) veoradan da toprağa kadar inmiştir. İşte bu merâtib, “mebde” (başlangıç) veya“kavs-i nüzûl”dür. Akl-ı kül, yaratıcı kudretin aktif kâbiliyeti olup “nefs-i kül” de-nilen pasif kâbiliyeti meydana getirmiştir. Akl-ı  kül ve nefs-i külden “eflâk-ı tis’a” (dokuz gök), “tabâyi-i erbaa” (dört mizac) ve “anâsır-ı erbaa” meydanagelmiştir. Eflâk-ı tis’a ve anâsır-ı erbaanın birleşmesinden cansızlar, bitkiler vehayvanlar meydana gelmiştir. Bu oluş içerisinde insân en son ve en mükem-mel varlık olduğundan, en yüce mertebede yer almaktadır. Bu nedenle insân,en son durak kabul edilmiştir. Bütün bu mertebelerden sonra toprağa inmiş olan ilâhî nur, aynı sırayı takip ederek topraktan madene, madenden bitkiye,bitkiden hayvana, hayvandan insâna ve insândan da insân-ı kâmile geçmek

sûretiyle, ilk geldiği yere, yani mutlak varlığa ulaşır. Bu ikinci devreye “maâd”,“suûd” (son) veya “kavs-i urûc” denilmektedir.” (Kemikli: 2004, 47)

Devriyeler işledikleri konulara göre ikiye ayrılmaktadır: Bunlardan dün-yaya gelişi (kavs-i nüzûl) anlatanlara  fer şiyye, insanın ahlâken olgunlaşarakhakîkate ermesini (kavs-i urûc) anlatanlara ise ar şiyye  adı  verilmektedir.Ferşiyyelerde mutlaktan ayrılarak âlem-i süflîye geliş; arşiyyelerde ise dün-yadan tekrar yüce âleme doğru yapılan seyâhat anlatılmaktadır. Üsküdarlı Hâşim Baba (ö. 783/1371)’nın  Devriye-i Fer şiyye’si ferşiyyelerin; ünlü mu-tasavvıf ve şâir Niyâzî-i Mısrî (ö.1694)’nin  Devriye-i Ar şiyye’si dearşiyyelerin en tanınmış örnekleridir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 255/261

 249

Yunus Emre'den Bir Devriye Örneği

Ey kardeşler ey yâranlar sorun bana kanda idim

Divanlar dinler isen diyivirem ezelî vatanda idim

Evvel dilimdeki budur Tanrı bir rasûl Hak'dürür

Anı böyle bilmez iken bir aceb gümânda idim

Kalû belâ dinilmeden tertip düzen eylenmeden

Hak'tan ayru değil idim ol ulu dîvanda idim

Eyyub ile derde esir inledim ben çektim ceza

Belkıs ile hem taht üzre mühr-i Süleyman'da idim

Yunus ile balık beni çekti demeye yuttu beniZekerriyya ile kaçtım Nuh ile tufanda idim

İsmail'e çaldım bıçak bıçak bana kâr etmedi

Hak beni âzâd eyledi koç ile kurbanda idim

Yusuf ile bir kuyuda yatdım bile çektim ceza

Yakub ile çok ağladım bulunca efganda idim

İsa ile Musa ile sürdüm çıktım Tür dağına

İbrahim ile Mekke'ye bünyad bırakanda idim

Mi'rac gicesi Ahmed'in döndürdüm arşda na'linin

Üveys ile öründüm taç Mansur'la urganda idim

Ali ile saldım kılıç Ömer ile adi eyledim

On sekiz yıl Kaf dağında Hamza'yla meydanda idim

Yunus senin âşık canın ezelî âşıklar ile

Allah'ın dergâhında cevlân-ü seyranda idim

Gülbank

Gülbank kelimesi; Farsça kökenlidir, gül sesi anlamına gelir. Terim olarak,tekkelerde ayinlerde, bazı dinî ve resmî törenlerde belli bir makamla okunandualara denir.

Gülbanklar, yapılacak işin hayırlı, uğurlu olması veya sağlık, esenlik di-leğiyle ve kalıplaşmış bir ifade tarzıyla Allah'a yalvarıp yakarmayı dile geti-ren dua metinleridir. Osmanlı  cemiyet hayatında çeşitli toplantılar yanındadinî törenlerde, özellikle tarikat âyinlerinde okunan birbirinden farklı gülbank

metinlerinin en belirgin vasf ı, dualar gibi seci ve iç kafiyelerin de yardımıyla

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 256/261

 250

ve belli bir eda ile yüksek sesle okunmaya elverişli melodik bir yapıya sahipbulunmalarıdır. Gülbankler, genellikle bitirilen işin ardından gülbank çek-mekle görevli kişi taraf ından okunur.

Tekkelerde doğum, ad koyma, sünnet olma, mektebe başlama, tarikata gi-

ren yeni dervişe arakıyye giydirme, evlenme gibi törenlerde ve cenazelerdebir şeyh veya hoca efendi taraf ından gülbank okunurdu.

Mevleviyye, Bektâşiyye ve Halvetiyye'nin bazı kollarının yanı sıra Yeni-çeri Ocağı'nda da gülbank okunması  yaygın bir âdetti. Fütüvvet ehli esnafarasında yapılan yâran toplantılarıyla çıraklık, kalfalık, ustalık gibi esnaf teş-kilâtı merasimlerinde de gülbangin önemli bir yeri vardı.

 Abdulbâki Gölpınarlı  Mevlevi Âdab ve Erkanı  isimli kitabında Mevlevigülbanglerine de yer verir. Onlardan bir tanesi şöyledir:

"Vakt-i şerîf hayrola, hayırlar fethola, şerler defola. Allâhu azîmüşşân ism-i zâ-tının nûru ile kalbimizi pür-nûr eyleye. Demler safâlar ziyâde ola. Dem-i Haz-

ret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrîzî, kerem-i İmâm-ı Alî; hû diyelim, hû!"

Menâkıbnâme

Menâkıb , kelime olarak öğülecek iş, hareket ve meziyet anlamına gelir. Te-rim olarak, din büyüklerinin manevî hallerini ve durumlar ını anlatan rivayet-leri ifade eder.

 Menâk ıbnâme ise, bir velinin hayatının çevresinde oluşmuş menkabe veyakerametleri anlatan eserlerdir. Edebiyatımızda iki çeşit menâkıbnâme yazıl-mıştır. Bunlar;

1.   Din uğruna savaşanlar ın hayatlar ını , maceralar ını ve manevî kuvvet-lerini konu edinen destansı eserler. 

 2.   Zühd ve takvası yla ünlenen velilerden söz eden eserler. 

Cenknâmeleri, Hamzanâmeleri, Battalnâmeleri ve bazı gazavatnâmeleribirinci grubun içerisinde değerlendirmek mümkündür. İkinci grup eserler ise,iki çeşittir:

1.   Biyografik menâk ıbnâmeler  

2.   Derleme menâk ıbnâmeler  

 Biyografik menâk ıbnâmeler , konu edilen velîlerin devrinde yahut çok kısabir zaman sonra kendisiyle aynı  çevrede yaşayan kişiler taraf ından kalemealınmıştır. Bu türden eserlerde, velînin doğumu, yetişmesi, şeyhliğe geçmesi,çeşitli faaliyetleri ve vefatı bir irtibat dahilinde anlatılır.

 Derleme Menâk ıbnâmeler   ise, velînin ölümünden uzun bir zaman sonrayazılmış olan eserlerdir. Bu eserler, ayrı  ayrı kişiler veya velînin takipçileritaraf ından yazılır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 257/261

 251

 

Resim 10.2: Yahya b. Bahşı’nın Emir Sultan’ı konu edinen Menâkibü’l-cevâhir  adlı ese-

rinin başlangıcı.

Kaynak: Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mehmet Efendi Bölümü, No: 4559.

Mevlânâ’nın menkabevî hayatını anlatan eserlerden birini inceleyiniz.

Hacı Bektaş Velî Menâkıbnâmesi’nden:

“Andan Horasan erleri Bektaş’ın ününü işidüp huzuruna vardılar.Velâyetinüz nerden gelür didiler. Hünkar eyitti velâyetimüz iki cihan serveriHazret-i Muhammed yolağındayım. Ş îr-i Rabbü’l-âlemin İmâm Ali’nin sır-rındayım. Kerâmet, velâyet, kudret Hak Telâlâ’dan bize mirasdur. Velâyete

düçar olan ol Ş îr’in borçlu iken devesinü satın alıp girüsün girü viren benim.Erenler hep birlikte eyittiler. Siz Şahın sırrınu işler isenüz onunnişanlarundan bir nişan kim gösteresüz, görelim. Pes Hünkar Veli ol mübareksağ  ilen açup ayasında yeşil beni nişan gösterdi. Onlar eyittiler. Ol Şah-ı Ali’nin kutlu alnında da bir ben nişaneydi. Pes Hünkar mubarek alnını açupgösterdi. Anlar dahi birlikte Bektaş'a teslim oldular.

Horasan pirleri toplanup sual ettiler. Bu zamanda mürşidimiz kimdür?Bektaş  eyitti, eğer sizden biri susam üzerinde seccade salar ise piriniz olkişidür. Onlar dahi bunu göze alamadılar. Pes ol kutb-ı cihân Hazret-i Hünkârkaddesallahü sırrahü’l-azîz dest edüp ol seccadeyi eline heman alup Bismil-lah, bi-emrillah, kudretullah deyüp susam üzerine saldu. Kudretullah emri

üzerine seccade öyle kim boşlukta durdu. Hünkar seccade üzerinde Hak Teâ-lâ’ya namazın  eda eyledi. Kerametin gören Horasan erleri toplaşup gelüpHünkâr’ın pirliğin tasdik ettüler.

Hünkar Hacı  Bektaş  Veli kaddesallahü sırrehü’l-azîz, ömri müddetindebir gün nefsine uymadı. Kimsecikler bir ayıbın görmedi, duymadı. Taharet-siz, abdestsiz bir gez yere ayak basmadı. Hünkâr’a babası yerini virdiler. Olpir kabul itmedi. Sultanlığı  emmisi Hasan’a virdiler. Ol dahi MuhammedSani oğludur…” 

Kaynak: Daha geniş bilgi için bk. Baki Yaşa Altınok, “Hacı Bektaş Veli Hak-kında Yazılmış Bir Menâkıbnâme…”, Hac ı Bektaş Veli Dergisi , sy. 27 (Ankara2003), s. 177-194

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 258/261

 252

Özet

Tasavvuf ve edebiyat ı ilişkilendirebilmek.

İslâm toplumu içinde ortaya çıkan tasavvuf, insanın nefsini arındırması ve ol-

gun ahlâka sahip olmasını  sağlayan bir disiplindir. Bu ise, öncelikle insanınkendini tanıması, çevresinin ve diğer varlıkların farkına varmasıyla mümkünolacaktır. İnsanın kendi iç alemini tanıması, evreni tanıması ve bütün bu var-lıklara hayat veren Allah’ı  isim ve sıfatlarıyla idrak etmesi, sanatçı  kişiliğibesleyen hususlardandır. Her şeyden önce sanat, yalnızlık ve derin düşüncey-le beslenir. Tasavvuf bu anlamda sanatı besleyen en önemli kaynaklardan bi-risidir.

Tasavvuf düşüncesinde murâkabe ve müşâhâde gibi bilgi edinme yolları vardır. Bu yollarla edinilen bilgiler, keşif, vâridât, tecelli, sünûhât ve ilham gibi kavramlarla ifade edilen çok özel bilgilere dönüşür. Bu bilgiler, tecrü-beyle elde edilen öznel bilgilerdir. Bu ise, sanatta aranan bir durumdur. Sa-

natkar, sezgisi, hayali ve ilhamı

yla eserini anlamlı

 hâle getirecektir. Ancakbunu yaparken tasvirlerinde ve konuyu aktarırken kullandığı dilde çok öznel-dir. Dolayısıyla tasavvuf, zikredilen bilgi kaynaklarına ilişkin görüşünün ya-nında, kendine has diliyle de şairleri etkilemiş ve edebiyata yön vermiştir.

Kültür tarihimizde bir edebiyat ve sanat ortamı olarak tekke hayat ı hakk ındabir değerlendirme yapabilmek.

Tasavvufun düşüncesi zaman içinde gelişmiştir. Fetihlerle genişleyen İslâmcoğrafyası  içerisinde değişik kültürlerle karşılaşyan sufiler, bu yeni kül-türlerden de yararlanarak zamanla farklı  tasavvufî görüşlere sahip ol-muşlardır. Böylece tarikat adı verilen tasavvuf ekolleri ve yolları ortaya çık-mıştır. Tekkeler, bu yolların ve ekollerin kurumlaşmış hâlidir.

Tekkeler temsil ettikleri yolun ve ekolun usul ve erkanını öğreten kurum-lardır. Bu kurumlarda, mürid , sâlik  ve tâlib gibi isimlerle anılan öğrencinin,yolun usul ve erkanını öğrenip manevi yolları katedebilmesi için bazı sanat-larla uğraşması telkin edilir. Geleneksel sanatların yanında mûsıkî ve şiir bu-rada öğretilen başlıca sanat dallarıdır. Bu bakımdan hemen her tekke bir yö-nüyle edebiyat eğitimi veren bir okul gibi değerlendirilebilir.

Tekkelerde, yolun kurucu şahsiyetlerinin (pir) veya temâyüz eden rehber-lerinin edebi eserleri, haklarında yazılan menkıbeler, tasavvuf düşüncesiniöğreten temel kitaplar ve divanlar grup hâlinde okunur. Bu türden uygulama-lar da müridin dinleme, anlama, ezberleme ve benzeri metinleri yazma mele-kesini geliştirir. Böylece her tekkenin kendine has özel bir dili ortaya çıkar.Bütün bu özellikler, tekkeleri tarihi süreç içerisinde edebi hayatın merkezi hâ-line getirmiştir. Çoğu tekke aynı zamanda bir edebi muhit (çevre) olarak dakültür tarihimizde işlev görmüştür.

Tasavvuf edebiyat ının temel kavramlar ını tanımlayabilmek.

Tasavvuf edebiyatının temel kavramları, tasavvuf, sûfî, mürid, mürşid, vah-det-i vücûd, devir ve marifet gibi tasavvufî düşünce içerisinde kullanılan ta-birlerdir. Bunun yanında, tasavvufî edebi zümrelerin isimleri, tekkeler, bura-larda yazılan eserler ve tasavvuf edebiyatında kullanılan türleri de içerir. Bukavramlar ünite içinde yeri geldiğinde açıklanmış, bazı  durumlarda ilgilikaynaklar gösterilmiştir.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 259/261

 253

Tasavvuf edebiyat ının türlerini açıklayabilmek.

Tasavvuf edebiyatında, divan edebiyatı  ve halk edebiyatıyla birlikte kul-lanılan türler olmakla birlikte, özel türler de vardır. Bu türlerdeki ürünler, ba-zen divan edebiyatının, bazen de halk edebiyatının nazım şekilleri (formlar)

kullanılarak yazılmıştır. Bunlar içerisinde en çok kullanılan, hikmet, ilâhî, ne-fes, devriye, gülbank ve menâkıbnâme türleri ayrıntılı bir şekilde açıklanmış-tır. Diğer türler ise, ilgili konu içerisinde açıklanmıştır.

Kendimizi Sınayalım 

1. Aşağıdakilerden hangisi tasavvufî-edebî türlerden değildir? 

a. Âyin

b. Nefes

c. Semâî

d. Tapuğ 

e. Durak

2. Tekkede cemaat hâlinde okunan ilâhîlere ne ad verilir?

a. Ferşiyye

b. Medednâme

c. Desturnâme

d. Hikmet

e. Cumhur

3. Aşağıdaki eserlerden hangisi destansı menâkıbnâmelerden değildir? 

a. Hamzanâme

b. Velayetnâme

c. Cenknâmed. Gazavatnâme

e. Battalnâme

4. Aşağıdakilerden hangisi tasavvufî-edebî zümreler içerisinde değerlen-dirilmez?

a. Bektâş îlik

b. Mevlevîlik

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 260/261

 254

c. Tâhirîlik

d. Melâmîlik

e. Halvetîlik

5. Aşağıdakilerden hangisi 15. yüzyılda yazılan tasavvufî-edebî eserlerdendeğildir? 

a. Vesîletü’n-Necât

b. Hâlilnâme

c. Muhammediyye

d. Fakrnâme

e. Envâru’l-Âşı

kîn

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 

1. c Yanıtınız doğru değilse, “Tasavvufî Türler” konusunu yenidenokuyunuz.

2. e Yanıtınız doğru değilse, “Tasavvufî Türler” konusunu yenidenokuyunuz.

3. b Yanıtınız doğru değilse, “Menâkıbnâmeler” konusunu yenidenokuyunuz.

4. c Yanıtınız doğru değilse, “Tasavvuf Edebiyatında Zümreler” konu-sunu yeniden okuyunuz.

5. d Yanıtınız doğru değilse, “Türk-İslâm Edebiyatı ve Tasavvuf” ko-nusunu yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 

Sıra Sizde 1

Yunus Emre’nin,  Divân ve  Risâletü’ün-Nushiyye olmak üzere iki adet eseri

vardır. Yunus Emre’nin şiirlerinin biraraya getirildiği Divan’ı, Mustafa Tatcı taraf ından yeniden yayınlanmıştır. Risâletü’n-Nushiyye ise tasavvuf dü-şüncesinin ele alındığı bir mesnevi olup, bu da Mustafa Tatcı taraf ından ya-yınlanmıştır.

Sıra Sizde 2

Kâtip Çelebi’nin dönemin tartışmalarını  ele alarak yorumladığı  eseri, Mizânü’l-Hak ’tır. Bu eser İ slâm’da Tenkit ve Tart ışma Usûlü adıyla, MustafaKara ve Süleyman Uludağ taraf ından yeniden yayınlanmıştır.

8/13/2019 Türk islam Edebiyati-Anadolu Edebiyati

http://slidepdf.com/reader/full/tuerk-islam-edebiyati-anadolu-edebiyati 261/261

Sıra Sizde 3

Birçok sûfi şair, halk edebiyatının nazım şekillerini kullanmıştır. Bu bakım-dan onların çoğunu halk şâiri yahut halk âşığı olarak da zikretmek mümkün-dür. Ancak özellikle Bektâş î şairlerde bu durum daha açık bir şekilde görülür.

Bu şairlerden özellikle Kaygusuz Abdal ve Pir Sultan Abdal’ın halk şiiri açı-sından öne çıktığını görüyoruz


Top Related