sadece “park”?

8
SADECE “PARK” ? Ebru ERBAŞ GÜRLER*, Başak ÖZER** *Öğr. Gör. Dr., İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü ** Ar.Gör., İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü “Bahçe”nin geçmişinin neredeyse insanlık tarihi kadar eski olduğunu düşünürsek, ölçek olarak bahçeden daha büyük bir yeşil alana sahip olan parkların da ilk örneklerinin bir o kadar eskilere dayandığını söyleyebiliriz. Ancak, tarih öncesi çağlardaki park örnekleri çoğunlukla dinlenme av, eğitim, tarımsal faaliyetler ve dinsel işlevler için ayrılmış, “kişilere ait büyük bahçelerdi”. Kamusal toplanmalar genellikle dönemine göre agora, forum ya da meydanlarda yapılıyordu ve bahçeler ile ölçek anlamında park niteliğinde olan alanlar da “mülkiyeti belli bir kişiye ait olan” yeşil alanlardı. Büyüklüğü ne olursa olsun “bahçe” takısı almaktan kendini kurtaramayan parklar için ilk dönüm noktası 19. yüzyıldır. Bu yüzyılda toplumlarda her alanda büyük değişimlere yol açan Sanayi Devrimi ile birlikte kentlerde nüfus ve yapılaşma artmış ve bu değişim kırsal toplumdan kentsel topluma geçişin başlangıcı olmuştur. Hızlı kentleşme sonucu azalan doğal kaynakları koruma amacıyla geliştirilen öneriler ile kent planlama ve peyzaj bu yüzyılda daha ön plana çıkmış ve gittikçe artan yeşil alan ihtiyacı sebebiyle de park hareketi, bahçe kent hareketi gibi yaklaşımlar ile rekreasyon alanı, metropoliten park sistemi gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, 19. yüzyılın ikinci yarısı özel bahçelerden, kamuya açık parklara ve bahçe tasarımından, peyzaj mimarlığına geçişin yaşandığı yıllar olmuştur. Öyle ki Sanayi Devrimi’nin filizlendiği İngiltere’de saray bahçelerine bile girişe izin verilmiş ve ülke, özel mülkiyetteki birçok parkın yavaş yavaş birleştirilmesiyle birbirine bağlı bir bahçe imparatorluğuna dönüşmeye başlamıştır. Bu, o zamana kadar daha çok ayrıcalıklı sınıfların zevkine varabildiği bahçe sanatının demokratikleşmesi anlamına geliyordu (Jellicoe, 1975), (Buttlar, 1998). Bu gelişmeler parkın anlamının da dönüşmesine ve “halka mal olan bir açık alan” olmasını sağlamıştır. Böylelikle park, bugün kullandığımız anlamıyla “millet bahçesi” olmuştur. Kamuya açık parklar 1 , bu gelişmelerin ardından 19. yüzyılda gittikçe çoğalmış ve hızla büyüyen sanayi kentlerinde bu durum, reformcu kent parkı projelerin çıkış noktası olmuş ve New York’taki Central Park’a örnek teşkil etmiştir (Buttlar, 1998). Amerika’da Frederick Law Olmsted ile 1850’lerde başlayan ve kentleri daha sağlıklı, temiz ve yaşanabilir kılmayı amaçlayan park hareketi ile yeşil alan düzenlemeleri hız kazanmıştır (Ponte, 1991). Kentin dışında günlük hayattan soyutlanmış bir yeşil alan anlayışının yerine kentin içerisinde, kente ait bir yeşil alan yaratılması fikrine dayanarak tasarlanan Central Park (1857), Frederick Law Olmsted’in daha sonra yapacağı bir seri parkın 2 başlangıcı olmuştur. Bunun yanısıra, zamanla büyüyerek metropole dönüşen kentlerin artan rekreasyon ve yeşil alan ihtiyacını sadece kent parkları ile karşılamak mümkün olmamaya başlayınca, Olmsted tarafından metropoliten park sistemi geliştirilmiştir (Stelter, 2000). Olmsted’in 1870’lerde Amerika’da ortaya attığı bu fikir, özellikle yüksek yoğunluktaki kentler için park ve park-yol yapılanmasına kentin tüm bölgelerinden yaya olarak erişilebilmesine olanak tanımaktadır (Aydemir ve diğ., 2004). 20. yüzyılın son yirmi yılına kadar tasarım dilleri, akımlar doğrultusunda değişse de basit anlamda “park” kavramı ve tasarımı içerik bakımından çok da büyük değişimler 1 İlk kamuya açık park, 19. yüzyıl ortalarında yapılan Liverpool yakınlarındaki Birkenhead Parkı’dır (Ponte, 1991). 2 Brooklyn’de Prospect Park ve Chicago’daki Riverside Estate gibi park alanları Olmsted’in bu akım içerisinde gerçekleştirdiği diğer önemli parklardır.

Upload: karatekin

Post on 07-Jan-2023

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

SADECE “PARK” ?

Ebru ERBAŞ GÜRLER*, Başak ÖZER**

*Öğr. Gör. Dr., İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü ** Ar.Gör., İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü

“Bahçe”nin geçmişinin neredeyse insanlık tarihi kadar eski olduğunu düşünürsek, ölçek olarak bahçeden daha büyük bir yeşil alana sahip olan parkların da ilk örneklerinin bir o kadar eskilere dayandığını söyleyebiliriz. Ancak, tarih öncesi çağlardaki park örnekleri çoğunlukla dinlenme av, eğitim, tarımsal faaliyetler ve dinsel işlevler için ayrılmış, “kişilere ait büyük bahçelerdi”. Kamusal toplanmalar genellikle dönemine göre agora, forum ya da meydanlarda yapılıyordu ve bahçeler ile ölçek anlamında park niteliğinde olan alanlar da “mülkiyeti belli bir kişiye ait olan” yeşil alanlardı. Büyüklüğü ne olursa olsun “bahçe” takısı almaktan kendini kurtaramayan parklar için ilk dönüm noktası 19. yüzyıldır. Bu yüzyılda toplumlarda her alanda büyük değişimlere yol açan Sanayi Devrimi ile birlikte kentlerde nüfus ve yapılaşma artmış ve bu değişim kırsal toplumdan kentsel topluma geçişin başlangıcı olmuştur. Hızlı kentleşme sonucu azalan doğal kaynakları koruma amacıyla geliştirilen öneriler ile kent planlama ve peyzaj bu yüzyılda daha ön plana çıkmış ve gittikçe artan yeşil alan ihtiyacı sebebiyle de park hareketi, bahçe kent hareketi gibi yaklaşımlar ile rekreasyon alanı, metropoliten park sistemi gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, 19. yüzyılın ikinci yarısı özel bahçelerden, kamuya açık parklara ve bahçe tasarımından, peyzaj mimarlığına geçişin yaşandığı yıllar olmuştur.

Öyle ki Sanayi Devrimi’nin filizlendiği İngiltere’de saray bahçelerine bile girişe izin verilmiş ve ülke, özel mülkiyetteki birçok parkın yavaş yavaş birleştirilmesiyle birbirine bağlı bir bahçe imparatorluğuna dönüşmeye başlamıştır. Bu, o zamana kadar daha çok ayrıcalıklı sınıfların zevkine varabildiği bahçe sanatının demokratikleşmesi anlamına geliyordu (Jellicoe, 1975), (Buttlar, 1998). Bu gelişmeler parkın anlamının da dönüşmesine ve “halka mal olan bir açık alan” olmasını sağlamıştır. Böylelikle park, bugün kullandığımız anlamıyla “millet bahçesi” olmuştur.

Kamuya açık parklar1, bu gelişmelerin ardından 19. yüzyılda gittikçe çoğalmış ve hızla büyüyen sanayi kentlerinde bu durum, reformcu kent parkı projelerin çıkış noktası olmuş ve New York’taki Central Park’a örnek teşkil etmiştir (Buttlar, 1998). Amerika’da Frederick Law Olmsted ile 1850’lerde başlayan ve kentleri daha sağlıklı, temiz ve yaşanabilir kılmayı amaçlayan park hareketi ile yeşil alan düzenlemeleri hız kazanmıştır (Ponte, 1991). Kentin dışında günlük hayattan soyutlanmış bir yeşil alan anlayışının yerine kentin içerisinde, kente ait bir yeşil alan yaratılması fikrine dayanarak tasarlanan Central Park (1857), Frederick Law Olmsted’in daha sonra yapacağı bir seri parkın2 başlangıcı olmuştur.

Bunun yanısıra, zamanla büyüyerek metropole dönüşen kentlerin artan rekreasyon ve yeşil alan ihtiyacını sadece kent parkları ile karşılamak mümkün olmamaya başlayınca, Olmsted tarafından metropoliten park sistemi geliştirilmiştir (Stelter, 2000). Olmsted’in 1870’lerde Amerika’da ortaya attığı bu fikir, özellikle yüksek yoğunluktaki kentler için park ve park-yol yapılanmasına kentin tüm bölgelerinden yaya olarak erişilebilmesine olanak tanımaktadır (Aydemir ve diğ., 2004).

20. yüzyılın son yirmi yılına kadar tasarım dilleri, akımlar doğrultusunda değişse de basit anlamda “park” kavramı ve tasarımı içerik bakımından çok da büyük değişimler

1 İlk kamuya açık park, 19. yüzyıl ortalarında yapılan Liverpool yakınlarındaki Birkenhead Parkı’dır (Ponte, 1991). 2 Brooklyn’de Prospect Park ve Chicago’daki Riverside Estate gibi park alanları Olmsted’in bu akım içerisinde gerçekleştirdiği diğer önemli parklardır.

yaşamamıştır. Ta ki 1982 yılında yarışmaya açılan ve Paris’te daha önce et pazarı ve mezbaa olarak işlev gören bir alanda bulunan Parc de la Villette’e kadar.

Bernard Tschumi’nin yarışmada kazanan şeması, çağdaş kentlerdeki karmaşık dinamikleri organize etmek için en uygun araç olarak peyzajı göstererek, tasarım dünyasında büyük bir sıçramaya sebep olmuştur (Waldheim, 2002). Tschumi, yaklaşımını Derrida'yla birlikte dekonstrüktivizm üzerine oturtmuş ve “henüz tamamlanmamış bir tasarım” olarak düşündüğü parkı; yaşayan, nefes alan, kullanıcıları yansıtan, önemli değişiklikler yapılabilen ve parçalara ayrılabilir ve yeniden yapılandırılabilir bir model olarak tasarlamıştır (Tschumi, 1983). Çünkü, Tschumi, 1982’de bildiklerimizin, 2009’da yanlış olacağından; çünkü kentlerin işleyiş biçiminin değil, programlarının sürekli değiştiğinden bahsetmektedir (Tshumi, 1983).

Bu yarışmada ilk iki sırayı alan projelerde (Bernard Tschumi ve OMA/Rem Koolhas projeleri) “park” kavramı, yeni bir role büründürülmüştür (Şekil 1, 2, 3, 4). Bu iki projenin çıkış noktası olan ‘açık uçluluk’, ‘belirsizlik’, ‘esneklik’, ‘program değişikliğine olanak tanımak’ gibi postmodern fikirler, o dönemdeki düşüncelerde belirgin bir kaymaya sebep olmaları nedeniyle önemli bir kırılma noktasıdır. P

Şekil 1, 2: Parc de la Villette yarışması için B. Tshumi tarafından geliştirilen plan ve şema (Url 1, Url 2).

Şekil 3, 4: Parc de la Villette yarışması için OMA ve Rem Koolhaaas tarafından geliştirilen plan ve şemalar (Url 3, Url 4).

Yapımının üzerinden yaklaşık otuz sene geçmiş olan Parc de La Villette’in günümüzdeki kullanım durumu ve başarısı tartışılsa da Tshumi’nin ve Derrida’nın felsefesinden yapılacak en önemli çıkarım, kentsel açık alanların dünyanın hızlı değişimiyle paralel kullanımlar ve söylemler barındırması gerektiğidir.

GÜNÜMÜZ KAMUSAL AÇIK ALANLARI VE “PARK” ANLAYIŞI

21. yüzyılda insanların yaşam şekilleri ve ihtiyaçları değişmiş, çağ bilgi çağı olmuştur. Dolayısıyla çağın kentlilerinin yaşama dair değerlerinde görülen değişim ile kentler de başkalaşmaktadır. Bu yüzyılda, kapitalist düzenin getirdiği yeni kentsel dinamikler doğrultusunda evrilen kamusal açık alan yaşantısı içerisinde, parklar da bu sistemin bir parçası olarak dönüşümden nasibini almaktadır. 1989’da internetin bulunması ve ilerleyen bilgisayar teknolojileri ile bilgi çağına hızlı bir geçiş yapan dünyamızda, kentler ciddi bir süratle büyüme eğilimindedirler. Sınırları gittikçe muğlaklaşan kentlerin ihtiyaçları da bu yönde değişmektedir. Yaşamın hızlanması, zaman kullanımının önemini arttırmaktadır.

Günümüzde etrafı çitlerle ya da duvarlarla çevrili parkların yerini, daha geçirgen, kentlerdeki sürekli değişen yapıya ayak uyduran, program bakımından esnek ve değişken kullanımlara sahip ve güncel kentsel dinamikler, içerikler ve ihtiyaçlarla uyumlu olarak tasarlanmış parklar almaktadır (Şekil 5, 6, 7, 8) (Şekil 9, 10, 11).

Şekil 5, 6, 7, 8: Millenium Park, Chicago (Url 5, Url 6).

Şekil 9, 10, 11: Lost River Park, Seoul (Url 7).

Hızlı kentleşme ile sınırların çeperlere dayanması, eski endüstriyel alanların kent içerisinde kalmasına sebep olmuş ve son yirmi yılda günümüz peyzaj tasarım anlayışı çerçevesinde bu alanların kente kazandırılması anlamında oldukça iyi örnekler verilmiştir. Öyle ki kentlerin ayrılmaz katmanlarından biri olan alt yapı sistemleri ve yapıları da kent merkezinde bile olsa, peyzajın değişen çağdaş içerikleri kapsamında onun bir parçası olarak değerlendirilip, iyileştirilip yeniden kente kazandırılır hale getirilmektedir (Şekil 12, 13, 14, 15) (Şekil 16, 17, 18).

Tüm bu gelişmeler ışığında, yeşil sistemin en önemli bileşenlerinden olan parklar aracılığıyla, daha önce birliktelikleri bile hayal edilemeyen kentsel katmanlar ve sistemler, kendi tekil değerleri korunarak ancak, yeni birlikteliğin getirdiği toplam değer ile de pek çok açıdan zenginleşmiş olarak kullanıcıya sunulmaktadırlar.

Şekil 12, 13, 14, 15: High Line Parkı, New York (Url 8, Url 9).

Şekil 16, 17, 18: Olympic Sculpture Park, Seattle (Url 10).

Bugün, dünya nüfusunun %50’sinden fazlası kentlerde yaşamaktadır. Bu nedenle, tekil park tasarımlarının yanı sıra bunların birbirleri ile ağ kuracak ve sistem oluşturacak şekilde kentlere yayılmasının, onların ekolojik, kültürel, sosyal ve hayat kalitesi anlamındaki yararlarını arttıracağı unutulmamalıdır.

TÜKET (ME)

Mumford kenti, bir topluluğun kültürünün ve erkin yoğunlaştığı yer, zamanın bir ürünü, birikimi olarak tanımlamaktadır (Keleş, 2004: 10). Bu ürün bazı yönetimlerce bir meta olarak görülmekte, kent kurgusunda, kentin geleceğine dair plan ve kararlarda bu görüş yaşam alanlarımızda derin yaralanmalara sebep olacak kadar etkili olmaktadır. Bu tüketim anlayışı parklarımız üzerinde de birçok koldan ilerlemektedir:

Merkezi ve yerel bazı yönetimlerin kamuya ait olanı özelleştirmek üzerinden geliştirdiği ekonomi politikaları sadece kamu yapılarını değil kamusal peyzajları da kapsayabilmektedir. Bir kent parkına alışveriş merkezi gibi kullanım biçimini ve yoğunluğunu değiştirecek bir yapı yapılmak istenmesi, alanın mülkiyet yapısını doğrudan değiştirdiği gibi kullanım ve kullanıcı yapısını, yoğunluğunu vb. de etkilenmektedir. Tarihi ve kültürel koruma alanımız olan bazı parklarımız başta olmak üzere kent parkları üzerinde bu etkinin ciddi baskısı görülmektedir.

İnsan hakları perspektifinden bakıldığında, kentsel yeşil alanlar alınıp satılabilen birer meta değillerdir. Ancak günümüz kentsel dönüşüm çalışmaları ile kamusal alanlar birer meta gibi satılmakta, kullanıcı yapısı ve kullanım yoğunluğu değiştirilmektedir. Bu mülkiyet değişikliği aslında kapitalizmin kendini sürdürme amacı üzerinden hareket etmektedir (Baysal, 2013).

Benzer şekilde, olimpiyatların içini boşaltarak, “marka kentler” ve ülkeler arasında yarış mekanizmaları yaratan yeni kavramlar oluşturarak, kentsel kamusal peyzajların saat zaman içeriğindeki tüketim ivmeleri hızlandırılmaktadır. Peyzajların tüketilip, yerine yenilerini yaparak değersizleştirme çalışmaları, işlevlerini zayıflatmaktadır. Kentin doğal alanları tahrip edilmekte ve bu anlamda kent parkları bir kat daha önem kazanmaktadır.

KENTLİ HAKLARI VE DEMOKRASİ

Kentli haklarına göre toplumun tüm kesimlerinin kentteki tüm hizmetlere rahat ulaşabilmesi gerekmektedir. Ancak son dönemde Türkiye’de uygulanmakta olan kentsel dönüşüm projeleri temelinde yer alan kentsel soylulaştırma, toplumsal dışlanmaya, dolayısıyla da kent merkezlerinden toplumun en kırılganlarının, ekonomik yapısı en düşük olanların bu hizmetlerden uzaklaştırılmalarına neden olmaktadır.

Kent merkezlerinin, gelir düzeyi yüksek kesimlere açılarak butik projelerle tasarlanan yerleşimlere dönüştürülmesi, sadece seyirlik ama aslında içerik ve program bakımından yeterli olmayan peyzajların tasarımına da sebep olmaktadır.

Miloon Kothari 2013 yılında İstanbul’daki konuşmasında kent hakkını çok basit bir şekilde, “kentte yaşayan ve kente katkı sunan herkesin kentin sunduğu tüm olanaklardan yararlanma hakkı” diye tanımlamıştır. Bu bağlamda, yetkililerin temel görevi, bu hakları gelir düzeyi, din, dil ve ırk ayrımı gözetmeksizin eşitlik ilkesi çerçevesinde kamunun yararına sunmak olmalıdır (Baysal, 2013).

Kentliler, yaşam alanlarımızın, kentsel peyzajların (meydanlar, parklar, sokaklar vb.), tüketiminin aksine korunması, yeniden üretilmesi ve şekillendirmesi anlamında taleplerini dile getirebilmeli, karar mekanizmalarında söz sahibi olabilmelidirler. Bu bağlamda, planlama ve tasarım aşamalarında katılımcılık ilkesi önemli olmaktadır. Fiziki olduğu kadar, özgürlüklerin temsil edilmesi, demokratik hakların savunulması yönleriyle de sosyal anlamda kamu için önem teşkil eden kentsel kamusal peyzajların bu anlamdaki değeri, ülkemizde geçtiğimiz son bir ayda daha da iyi anlaşılmıştır. Öyle ki günümüz Türkiye’sinde parkların, toplumların kendine ait değerlere sahip çıkma, kendi kültürünü yaşatabilme, özlemini çektiği bir kent yaşantısı kurabilme ve toplumsal bir sıfırlama yaşatabildiği ve de bu süreçleri örebildiği açıkça görülebilmektedir.

LÜTFEN ÇİMLERE BASINIZ!

Ülkemizde özellikle de İstanbul’da yoğun olarak kullanılan parkların başında gelen tarihi korular, saray ve kasır bahçeleri, günümüz ihtiyaçları doğrultusunda bir çerçeve, kapsam, çeşitlilik ve çoğulculuk sunuyorlar mı? Ya da biz açık alanlar ve onların kullanımı için tamamen yeni kurgular mı planlamalıyız? Dünyadaki en önemli metropollerden biri olan

İstanbul’daki kent parklarının çoğunlukla saray, kasır ve eski koru bahçelerinden ibaret olması düşündürücüdür.

Genel olarak park anlayışımız, yere ve kültüre özgü değerlerin ön plana çıkarılıp tasarıma yansıtılmasındansa, işlev odaklı bir çerçeve güdmektedir. Parklardaki çocuk oyun alanlarının tasarımının bile sadece yaş ayrımı üzerinden gitmesi buna bir örnektir. Oysa ki kullanıcılara sadece temel gereklilikleri sunmak ve bununla yetinmelerini beklemek aidiyet duygusunu da köreltir. Ödünç kültürler üzerinden kurgulanan, batılı olmanın modern olmak olduğunu sanan yaklaşımların etkisiyle; toplumun kültürel özelliklerini ve ihtiyaçlarını yansıtmayan parkların benimsettirilmeye çalışılması vandalizmi de körükler. Çünkü vandalizm aidiyet duygusunun yaşanmadığı ortamlarda hayat bulur. Örneğin, ülkemiz parklarındaki geniş çim alanlar, ısrarla toplumdan fiziki olarak uzaklaştırılmak istenmekte, sadece görsel bir tüketim biçimi olarak sunulmaktadırlar. Oysaki uygulama ve bakım maliyetleri oldukça yüksek olan çim alanlar “basılmak içindir”. Özellikle piknik kültürü ile yoğrulmuş bir ülke için ülkesel ve yerel kültürleri yansıtmayan parklardaki “lütfen çimlere basmayınız” tabelaları ve bu alanların çitlerle çevrilmiş olması bu dayatmacı tavrın bir yansımasıdır. İnsanların ulaşım amaçlı çim alan üzerindeki en güçlü hareketleri ise, zamanla yüzeyi aşınmış yollara dönüşmektedir. Bu ise birçokları tarafından eleştirilmekte, yaya olarak en kısa yoldan gitme ihtiyacı birer “kültürsüzlük” olarak adlandırılmaktadır. Oysaki Osmanlı’dan günümüze kadar ulaşmış tarihi çayırlarımız (Beykoz Çayırı, Göksu Çayırı vb.), bu durumun tam tersini işaret eden en belirgin kanıtlardır.

Sonuç olarak; kent parkları kültürleri “bir potada eriten” olarak değil, kapsam ve çeşitliliği ile bir “salata kâsesi” (Thompson, 1996) gibi düşünülerek, bulunduğu yerin, kültürün ve sosyal yapının zenginliklerinden feyz alan bir kurguya sahip olmalı ve en önemlisi “herkes için” olmalıdır.

KAYNAKLAR

Aydemir, Ş., Erkonak Aydemir, S., Şen Beyazlı, D., Ökten N., Öksüz A.M., Sancar, C., Özyaba, M., Aydın Türk, Y., 2004. Kentsel Alanların Planlaması ve Tasarımı, Akademi Yayınevi, Trabzon.

Baysal, C., U., 2013. Ankara ve İstanbul’da Mahalleler ‘‘Yaşamaya Elverişli Konut Hakkı’’ ile Tanıştı, 12 Nisan 2013 tarihli Açık Radyo programı.

Buttlar, A. 1998. İngiliz Bahçesi, Bahçelerin ve Parkların Tarihi, pp.142-153, ed. Sarkowicz, H., çev. Kayaoğlu, E., Insel Verlag, Frankfurt.

Jellicoe, G., Jellicoe, S., 1975, 1995. The Landscape of Man: Shaping the Environment From Prehistory to the Present Day, Thames & Hudson, London.

Keleş, R., 2004. Kentleşme Politikası, İmge Yayınevi, Ankara.

Ponte, A., 1991. Public Parks in Great Britain and the United States: From a ‘Spirit of The Place’ to a ‘Spirit Civilization’, The Architecture of Western Gardens, ed. Mosser, M., Teyssot G., The MIT Press, Cambridge

Stelter, G. A., 2000. Rethinking the significance of the city Beautiful Idea, Urban Planning in a Changing World, pp. 98-113, ed. Freestone, Routledge, New York.

Thompson, W., C., 1996. Updating Olmsted, Landscape Design 254, sy. 26-31.

Tschumi, B., 1983. Bernard Tschumi Architects, Parc de la Villette Competition Text, Paris.

Waldheim, C., 2002. Landscape Urbanism: A Genealogy, Praxis: Journal of Writing and Building, Issue 4:Landscape, ed. Reeser A., Schafer A., Praxis, New Orleans.

Url 1- http://archhistdaily.wordpress.com/2012/03/08/

Url 2-http://www.archdaily.com/92321/ad-classics-parc-de-la-villette-bernard-tschumi/

Url 3- http://www.quangtruong.net/?tag=parc-de-la-villette

Url 4- http://www.ecole.co/classics/koolhaas/

Url 5-http://www.gallagher.com/photos/2004/Chicago_Millennium_Park/

Url 6-http://landarchs.com/millennium-park-chicago-usa/

Url7-http://inhabitat.com/seoul-recovers-a-lost-stream-transforms-it-into-an-urban-park/seouls-cheonggyecheon-river-3/?extend=1

Url 8-http://www.inhabitots.com/nycs-new-high-line-eco-park-finally-opens-this-june/

Url9-http://www.thecoolist.com/landscape-architecture-designs-10-modern-masterpieces/highline-park-new-york-4/

Ur 10-http://www.weissmanfredi.com/project/seattle-art-museum-olympic-sculpture-park