doĞal kaynaklarin yenİlİkÇİ ÜrÜnlere ......ii doĞal kaynaklarin yenİlİkÇİ ÜrÜnlere...
TRANSCRIPT
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE
SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜEDİTÖRLER
PROF. DR. TAHİR POLAT DOÇ. DR. MUSTAFA OKANT
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE
SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
EDİTÖRLER
PROF. DR. TAHİR POLAT DOÇ. DR. MUSTAFA OKANT
YAZARLAR
PROF. DR. TAHİR POLAT
PROF. DR. RÜVEYDE TUNÇTÜRK
PROF. DR. MURAT TUNÇTÜRK
PROF. DR. ÇETİN KARADEMİR
PROF. DR. MUHAMMED ATAMANALP
PROF. DR. TAHİR POLAT
PROF. DR. AYTUNÇ ATEŞ
DOÇ. DR. TAMER ERYİĞİT
DOÇ. DR. MUSTAFA OKANT
DOÇ. DR. TUGAY AYAŞAN
DOÇ. DR. DİLEK ÖZTAŞ
DR. ÖĞR. ÜYESİ MİNE KÖKTÜRK
DR. ÖĞRETİM ÜYESİ ESRA GÜRSOY
ÖĞR. GÖR. DR. SİPAN SOYSAL
ÖĞR. GÖR. DR. OKSAL MACAR
ÖĞR. GÖR. DR. TUĞÇE KALEFETOĞLU MACAR
ÖĞR. GÖR. ZEYNEP NALE
ARŞ. GÖR. MUHAMMED SAİD YOLCİ ARŞ. GÖR. EZELHAN ŞELEM
ARŞ. GÖR. LÜTFİ NOHUTÇU
ARŞ. GÖR. DR. ÖZGE UÇAR
ARŞ. GÖR. DR. ABDURRAHİM YILMAZ
DR. ABDULLAH BAYCAR
DR. ENGİN GÖNEN
DOKTORA ÖĞRENCİSİ BEDİRHAN SARİKURT
YÜKSEK MÜHENDİS TALİP YILDIZ
ZİR. YÜK. MÜH. VEDAT ASLAN
HASAN MUMCU
İMRAN SAKA
.
Copyright © 2021 by iksad publishing house All rights reserved. No part of this publication may be reproduced, distributed or
transmitted in any form or by any means, including photocopying, recording or other electronic or mechanical
methods, without the prior written permission of the publisher, except in the case of brief quotations embodied in critical reviews and certain other noncommercial uses
permitted by copyright law. Institution of Economic Development and Social Researches Publications®
(The Licence Number of Publicator: 2014/31220) TURKEY TR: +90 342 606 06 75
USA: +1 631 685 0 853 E mail: [email protected]
www.iksadyayinevi.com
It is responsibility of the author to abide by the publishing ethics rules. The first degree responsibility of the works in the book belongs to the authors.
Iksad Publications – 2021©
ISBN: 978-625-7636-52-0
Cover Design: İbrahim KAYA May/ 2021
Ankara / Turkey Size = 16x24 cm
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | i
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
Prof. Dr. Tahir POLAT
Doç. Dr. Mustafa OKANT…………………………….…………………...5
BÖLÜM 1
TARIMSAL ÜRÜNLERİN BESLENMEDEKİ YENİ TEZAHÜRÜ: MİKROYEŞİLLİKLER
Prof. Dr. Rüveyde TUNÇTÜRK
Araş. Gör. Ezelhan ŞELEM
Araş. Gör. Muhammed Said YOLCİ
Araş. Gör. Lütfi NOHUTÇU
Prof. Dr. Murat TUNÇTÜRK……...………...…………………………...7
BÖLÜM 2
BİTKİ GELİŞİMİNİ TEŞVİK EDİCİ BAKTERİLERİN (PGPR) PAMUKTA KULLANIM OLANAKLARI
Doktora Öğrencisi Bedirhan SARİKURT
Prof. Dr. Çetin KARADEMİR..…………………………………………39
BÖLÜM 3
NANOPARTİKÜLLERİN SUCUL ORGANİZMALAR ÜZERİNDEKİ GENOTOKSİK VE SİTOTOKSİK ETKİLERİ
Dr. Öğr. Üyesi Mine KÖKTÜRK
Prof. Dr. Muhammed ATAMANALP………...…….……...……………...51
ii DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
BÖLÜM 4
TARLA BİTKİLERİ’NDE AZOT KULLANIM VE GERİ KAZANIM ETKİNLİĞİ
Öğr. Gör. Dr. Sipan SOYSAL
Arş. Gör. Dr. Özge UÇAR
Arş. Gör. Dr. Abdurrahim YILMAZ.…..... ……...…………………..113
BÖLÜM 5
FARKLI TAHIL VE BAKLAGİL YEM BİTKİLERİ
YETİŞTİRİCİLİĞİ ve HAYVAN BESLEME AÇISINDAN ÖNEMİ
Dr. Öğretim Üyesi Esra GÜRSOY
Doç. Dr. Tugay AYAŞAN……...…………………………………….127
BÖLÜM 6
BAL TOZU: ÜRETİMİ, FONKSİYONELLİĞİ VE ENDÜSTRİYEL ÖNEMİ
Dr. Abdullah BAYCAR…………………...…….……………………...167
BÖLÜM 7
AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ
İmran SAKA
Doç. Dr. Dilek ÖZTAŞ
Prof. Dr. Aytunç ATEŞ……………………………...…...…………….187
BÖLÜM 8
TEHLİKE VE RİSK ANALİZİ
Hasan MUMCU
Doç. Dr. Dilek Öztaş
Prof. Dr. Aytunç ATEŞ…………………………….…….…………...201
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | iii
BÖLÜM 9
FARKLI AZOT DOZLARININ AYÇİÇEĞİ (Helianthus annuus L.)
ÇEŞİTLERİNDE VERİM ve VERİM UNSURLARI ÜZERİNE
ETKİSİNİN BELİRLENMESİ
Doç. Dr. Tamer ERYİĞİT
Yüksek Mühendis Talip YILDIZ..…………………...……………….217
BÖLÜM 10
ŞANLIURFA’DA BAZI SERİN İKLİM ÇİM ÇEŞİTLERİ
KARIŞIMLARININ YEŞİL ALAN PERFORMANSLARININ
BELİRLENMESİ
Zir. Yük. Müh. Vedat ASLAN
Prof. Dr. Tahir POLAT
Doç. Dr. Mustafa OKANT….…………………………….………..…..251
BÖLÜM 11
UZAKTAN ALGILAMA TEKNİKLERİ KULLANARAK BİTKİ SU İLİŞKİSİNİN BELİRLENMESİ
Dr. Engin GÖNEN…….…….……….…….…………………………..277
BÖLÜM 12
GLÜTENSİZ GIDA ÜRÜNLERİNİN GELİŞTİRİLMESİNDE ALTERNATİF BİR KAYNAK: YALANCI TAHIL
(PSEUDOCEREAL) TOHUMLARI
Öğr. Gör. Zeynep NALE….…………………………………………....309
iv DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
BÖLÜM 13
BİTKİLERDE NANOPARTİKÜL KAYNAKLI GENOTOKSİK HASARLAR
Öğr. Gör. Dr. Oksal MACAR
Öğr. Gör. Dr. Tuğçe KALEFETOĞLU MACAR.…………………...337
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 5
ÖNSÖZ
Ülkemizin çeşitli iklim şartları altında bütün bölgelerimizde başarı ile yetiştirilebilecek birçok tarla bitkisi bulunmaktadır. Orta Anadolu’da; ekmeklik buğday, arpa, çavdar, nohut, fasulye, yeşil mercimek ve kimyon. Marmara’da; yağlık ayçiçeği, çeltik, yulaf, tritikale, kanola ve
bezelye. Ege’de; tütün, haşhaş, kekik, bakla, börülce. Akdeniz’de; mısır, sorgum, soya, yerfıstığı, susam, anason, ve mürdümük. Güneydoğu’da; makarnalık buğday, pamuk, kırmızı mercimek, aspir ve kırmızı biber. Karadeniz’de; çay, kenevir, safran. Doğu Anadolu’da; fiğ, korunga, yonca ve diğer yem bitkileri ile çayır ve meralardır. Bu bitkilerin tarım yapılan topraklarımızda yetiştirilmesi, şu andaki pandemi döneminde tüm işletmelerimize yardımcı olmalıyız. Bu konuda bizim, diğer ülkelerde bulunmayan bir üstünlüğümüz söz konusudur. Tarımını yaptığımız ve dünya tarımında en önemli baklagil ile buğdaygil yembitkilerinin gen merkezi, ülkemizin doğal bitki örtüsünde bulunmaktadır. Bu kaynaktan dünya ülkelerinden daha fazla biz faydalanmalıyız. Çünkü ata tohumumuzdur. Bunun için tarımını yaptığımız bitkileri iyi tanımalı kültürünü en doğru ve en gelişmiş yöntemlerle eksiksiz uygulamalıyız.
Ülke tarımına yetiştirilip üretilmesinde emeğini, alın terini esirgemeyen kıymetli üreticilerimize, öğrencilerimize ve meslektaşlarımıza bir kaynak oluşturulması dileği ile saygılar sunarım.
Mayıs, 2021
Prof. Dr. Tahir POLAT
Doç. Dr. Mustafa OKANT
6 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 7
BÖLÜM 1
Tarımsal Ürünlerin Beslenmedeki Yeni Tezahürü:
Mikroyeşillikler
Prof. Dr. Rüveyde TUNÇTÜRK1
Araş. Gör. Ezelhan ŞELEM2
Araş. Gör. Muhammed Said YOLCİ3
Araş. Gör. Lütfi NOHUTÇU4
Prof. Dr. Murat TUNÇTÜRK5
1Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, [email protected], ORCID ID: 0000-0002-3759-8232 2 Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, [email protected] ORCID ID:0000-0003-4227-5013 3 Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, [email protected] ORCID ID:0000-0002-5304-7342 4 Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, [email protected] ORCID ID:0000-0003-2250-2645 5 Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, [email protected] ORCID ID:0000-0002-7995-0599
8 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 9
GİRİŞ
Dünya nüfusunun artmasıyla birlikte gıdaya olan talebinde arttığı
görülmektedir. Besin ihtiyacının artması ile konvansiyonel tarım
uygulamaları ile yapılan üretim artış göstermiş ve beraberinde önemli
çevresel maliyetlerin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Ayrıca küresel
nitelikte olan çevresel sorunların etkileri ekonomik, sosyal ve beslenme
sorunlarını beraberinde getirmiştir (Eryılmaz ve Kılıç, 2018). Gıda
üretimindeki istikrarsızlık ve yetersizlik, etkili ve dengeli beslenmedeki
bilinçsizlik, nüfus artışı ve eşit olmayan gıda dağılımı sorunun giderek
büyümesine neden olmuştur (El, 1987). Yaşanan bu sorunlar besin
değeri yüksek alternatif gıda arayışına gidilmesinin önünü açmıştır.
Besin tüketiminde çeşitlilik arayışı farklı besinlere yönelimi de
beraberinde getirmiştir (Baysal ve Saçılık, 2018). Sürekli bir değişim
ve yenilik içinde olan gıda sektörü her geçen gün farklı akımlar
yaratmaktadır. Günümüzde vejetaryen mutfak, çiğ beslenme,
moleküler mutfak, füzyon mutfak, slowfood, surf&turf, yenilebilir
böcekler ve çiçekler bu akımlardan bazılarıdır (Madenci, 2018).
Bunlardan rafine edilmemiş doğal ve çiğ gıdaların tüketimini esas alan
bir beslenme şekli olan çiğ beslenme akımı, son dönemlerde oldukça
dikkat çekmektedir. Çiğ beslenmede çoğunlukla arpa, yulaf, buğday,
karabuğday, çavdar, pirinç, kinoa, soya ve mercimek gibi hububat ve
baklagil türleri filizlendirilerek tüketilmektedir (Okur ve Madenci,
2019). Dünyada değişen iklim projeksiyonlarına bağlı olarak tüketilen
gıdalarda değişimlere gidilmektedir. Hızla artan dünya nüfusunun ve
farklı beslenme akımlarını benimseyen insanların (çiğ beslenme, vegan,
10 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
moleküler mutfak vb.) gıda ihtiyacını karşılamak oldukça güç olmakta
ve bu durum alternatif gıda arayışına gidilmesine neden olmaktadır.
Son dönemlerde özellikle lüks restoran ve marketlerde satışa sunulan
mikroyeşillikler bu arayışa bir çözüm olma potansiyeli taşımaktadır.
Günümüzde, tüketiciler çeşitli faydalar sağlayabilen sağlıklı diyetlere
odaklanmaktadır (Butkute ve ark., 2019). Bu bağlamda, meyve ve
sebzelerdeki fitokimyasalların kanser, kardiyovasküler hastalıklar ve
bazı dejeneratif hastalıklar gibi kronik hastalık risklerini azalttığı ileri
sürülmektedir (Xiao ve Bai, 2019). Sebzeler, insan vücudu için
vazgeçilmez ve faydalı olan bitkisel besinler ve diyet lifleri bakımından
zengindir. Son araştırmalar, düzenli sebze alımı ile kardiyovasküler
hastalık ve kanser gibi hastalık risklerinin azalması arasında bir
ilişkinin olduğunu göstermiştir (Moore ve Thompson, 2015; Aune ve
ark., 2017;). Dolayısıyla, yaşam standartları yükseldikçe taze, besleyici
ve organik sebzelere olan ilgi artarak filizler ve mikro yeşilliklerin
önemi de giderek artmıştır. Enerji tüketiminin klasik üretime kıyasla
daha az olduğu ve kısa sürede tüketime hazır hale gelen
mikroyeşilliklerin insan beslenmesinde ihtiyaç duyulan besin
elementlerinin çoğunu içerdiği, çalışmalar ile ortaya konulmuştur.
Küçük boyutlarına rağmen, fitokimyasallar, vitaminler, mineraller ve
lifler gibi mucizevi bir besleyici etkiye sahiptirler. Aromatik tatları ve
canlı renkleri ile salatalar, çorbalar, tatlılar ve sandviçlerde yeni bir
bileşen olarak kullanılabilme potansiyeline sahiptirler (Kyriacou ve
ark., 2016).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 11
Resim 1: Mikroyeşillik Üretimi (Tunçtürk, 2021)
Çiğ gıdalardan olan yenilebilir mikrofilizler uygun sıcaklık ve sürede
tohumların çimlendirilmesi ile elde edilen ve besin içeriği yüksek olan
gıdalardır. “Sebze konfeti’’ olarak da adlandırılan mikrofilizler,
olgunlaşmamış yeşillikler olarak değerlendirilmektedir. Mikro
yeşillikler ise tohumdan yetiştirilen ve fide aşamasında iki tam gelişmiş
kotiledon yaprağı ve çoğunlukla bir çift küçük gerçek yaprak içeren
merkezi bir gövdeye sahip olduğu dönemde tüketilmek üzere hasat
edilen bitkilerdir. Mikroyeşillikler, ilk filizlerden (mikrofiliz) farklı
olarak kotiledonların çıkışından sonraki süreçte hasat edilmektedir.
Bitkilerin henüz çenek (İng: "cotyledon") yapraklarının oluşmasından
hemen sonra hasat edilmesiyle mikroyeşillikler elde edilmektedir.
Çenek yapraklar, aynı zamanda tohum içerisinde embriyonun
beslenmesini sağlayarak bitkinin toprak üstüne çıkan ve fotosentez
yaparak bitkinin büyümesi için gereken enerjiyi sağlayan ilk
yapraklardır. Bitki büyüdükçe ve geliştikçe, çenek yapraklarda
depolanan besin ögeleri bitkinin diğer kısımlarına aktarılır ve çenek
12 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
yaprakların besin değeri düşer. Ancak mikroyeşillikler bu aktarım
gerçekleşmeden tüketildiği ve çenek yaprakları dahil bütün kısımları
yenilebildiği için, mikroyeşilliklerin besin değeri oldukça yüksektir.
Bazı çalışmalarda mikroyeşilliklerin, bitkinin olgunlaşmış sebzesinden
%20 ile % 600 arasında daha besleyici olduğu gösterilmiştir. Ancak bu
besin değeri, bitkilerin yetiştirildiği toprağa ve ne zaman hasat
edildiğine bağlı olarak değişmektedir (Barclay, 2012). Örneğin; daha
parlak ve dolgun renklerde olan mikroyeşiller, besince daha zengin
olmaktadır (Warner, 2021).
Mikroyeşillikler oldukça narin olduğundan, pişirme gibi ısı ile teması
sağlayacak herhangi bir işlemde bozularak besin değerleri
kaybolmaktadır. Bu nedenle mikroyeşilliklerin çiğ olarak tüketilmesi
önerilmektedir. Mikroyeşilliklerin içerdiği temel besin ögeleri arasında
polifenoller, vitaminler ve mineraller ön plana çıkmaktadır.
Polifenoller, bitkilerde bulunan ana antioksidan sınıfından olup hayvan
çalışmalarında ''LDL'' yani "kötü kolesterolü" düşürdüğü ve Alzheimer
hastalığına yakalanma riskini azalttığı tespit edilmiştir. Mikroyeşiller,
kendi bitkilerinin olgunlaşmış sebzeleri ile aynı yoğunlukta tada ve
kokuya sahiptirler. Bu özelliklerinden ve göze hitap eden boyutlarından
dolayı birçok lüks restoranda dekorasyon ve lezzet amacıyla
kullanılmaktadır. Ayrıca besin değerinin yüksek olması ve kolay
yetiştirilebildiğinden mikro yeşilliklerin evlerde de yetiştirilmesi
mümkündür (Anonim, 2021a).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 13
Resim 2: Çemen ve Kişniş Mikroyeşillikleri (Tunçtürk, 2021)
Mikroyeşiller; çeşitli sebze, tahıl ve bitki tohumlarının çimlenerek ilk
gerçek yapraklarının oluşumundan sonra 1-3 inç uzunluğuna
ulaştıklarında hasat edilen mikro boyutlardaki yeşillikler olup
(Aytemiş, 2021) türlere ve sıcaklık, ışık, besin, tuzluluk, kuraklık vb.
gibi büyüme koşullarına bağlı olarak, mikroyeşillerin hasat zamanı 1-3
hafta arasında değişmektedir (Xiao ve ark., 2015; Di Gioia ve ark.,
2017; Choe ve ark., 2018). Büyüme sırasındaki herhangi bir biyotik
veya abiyotik stres, bitkilerin genel sağlığını ve reaktif oksijen
türevlerini tetikleyebilmektedir (Oh ve Rajashekar, 2009; Oh ve ark.,
2010; Shah ve ark., 2017). Buna karşılık, bitkilerdeki çeşitli enzimatik
(peroksidazlar, süperoksit dis mutaz ve katalaz) ve enzimatik olmayan
antioksidatif bileşikler (fitokimyasallar) sentezlenerek savunma
mekanizması olarak birikmektedir (Oh & Rajashekar, 2009; Oh ve ark.,
2010; Islam ve ark., 2019).
Orijinal adı yabancı literatürde “Microgreen” olarak yer almakta olan
mikroyeşillikler ülkemizde literatüre “Mikrofiliz” olarak yerleşmiştir.
Bu konu ile ilgili pek çok literatürde kavram kargaşası söz konusudur.
14 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Oysa, mikroyeşillikler bebek yeşilliklerden daha genç, ilk filizlerden
(mikrofiliz) ise daha yaşlıdırlar. Bu yeşiller bitkinin filiz ile fide
arasındaki boyutudur. Bitki olgunlaşmasını tamamlamadan
tüketildiğinden mikro olarak tanımlanmaktadır (Anonim, 2021c).
Mikroyeşillikler yaprak rengi, şekli, lezzet ve aroma gibi daha fazla
çeşitliliğe sahip olup gelişimi filizlerden farklı olarak aydınlık ortamda
olmaktadır (Xiao ve ark., 2012). Son dönemlerde tüketimi artan
mikroyeşillikler 1980’li yılların sonunda Kaliforniya’ da ortaya çıkmış
ve günümüzde lüks restoranlar ve marketlerde yeni mutfak malzemesi
olarak popülaritesi artmıştır (Işık ve ark., 2020). Genellikle
karotenoidler, vitaminler ve diğer fotokimyasallarca zengin olan mikro
yeşillik için neredeyse tüm sebze tohumları kullanılabilmektedir (Xiao
ve ark. 2019). Hatta, tohum şirketleri farklı besin içeriğine sahip türlerin
tohum karışımını da yapmakta ve satışa sunmaktadırlar.
Resim 3: Farklı Türlere Ait Mikroyeşillikler (Tunçtürk, 2021)
Mikrofiliz veya mikroyeşil çalışmaları yaygın olarak Asteraceae,
Brassicaceae, Amarillydaceae, Lamiaceae, Chenopodiaceae,
Apiaceae, Cucurbitaceae ve Amaranthceae familyalarına mensup
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 15
türlerde yürütülmüştür (Kyriacou ve ark., 2016). Önemli fonksiyonel
gıdalar arasında yer alan mikroyeşilliklerde vitamin, mineral, fenolik
bileşik, flavonoid ve lif içeriği çimlenme aşamasında artışlar
göstermektedir. Bitkide meydana gelen bu biyokimyasal değişiklikler
ile bitkinin fonksiyonel özellikleri tohuma kıyasla artmakta veya yeni
fonksiyonel özellikler meydana getirmektedir (Yetim ve ark., 2010a,b).
Yapılan tüm bilimsel araştırmalar mikrofilizlerdeki besin değerinin
çeşidine göre normal gelişmiş bitkilerden 10 ile 50 kat daha fazla
olduklarını göstermektedir. Besin içeriği değişken olmakla birlikte,
demir, potasyum, çinko ve magnezyum bakımından zengindirler.
Tohumlar oluşacak bitkilerin birer besin deposu olup, optimum
çimlenme koşullarında su alınımıyla beraber çimlenme olayı
başlamakta ve büyüme ilerledikçe yani tohum filizlendikçe tohumdaki
makro moleküller enzimlerin etkisiyle parçalanarak şekil değiştirmekte
ve filizlenen uzantılarda daha basit mikro moleküllere
dönüşmektedirler. Süper besin olarak adlandırılan mikroyeşilliklerde,
tohumdan şekil değiştirerek geçen mikro moleküller daha iyi
sindirilmektedir. Mikroyeşillikler, betakaroten, mineraller,
aminoasitler, lif, fenolikler, antioksidanlar, fotosentetik pigmentler ve
vitamin bakımından gerçek birer besin deposu olup hastalıklardan
koruma ve ayrıca, lösemi, hemolitik anemi, kanser, kardiyovasküler
hastalıklar, cilt hastalıkları ve yaşa bağlı göz hastalıkları gibi bazı
kronik hastalıklara yakalanma riskini de azaltma özelliğine sahiptirler
(Padalia ve ark., 2010; Anonim, 2021c). Mikroyeşillikler, düşük
biyokütle oranı, minimum tarımsal girdi, yüksek hasat indeksi (≈% 90),
16 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
topraklı veya topraksız üretim şekli, zaman ve hacim başına yüksek
ürün verimliliği ile ev ölçeğinde üretim ve hatta uzay yaşamı desteği
için de büyüme döngüleri kısa olduğundan ideal bir adaydır (Kyriacou
ve ark., 2017).
Resim 4: Mikroyeşillikler ve Hasat İşemi (Tunçtürk, 2021)
Çoğunlukla çiğ olarak tüketilen mikroyeşillikler salatalarda, soslarda,
sandviçlerde, çorbalarda, servis tabaklarında ve içeceklere karıştırılarak
tüketilmektedir. Özellikle vegan ve vejetaryen beslenme için zengin bir
gıda çeşitliliği sağlamaktadır (Di Gioia ve Santamaria, 2015). 80-100
bitki türünün mikroyeşillik olarak kullanıldığı ve bunlardan özellikle
deniz börülcesi, lahana, brokoli, tere, hardal, nane, turp, dereotu,
ayçiçeği, pırasa, soğan, havuç, fesleğen, roka, şeker otu, ıspanak,
maydanoz, bezelye ve kanolanın yaygın olarak tüketildiği bilinmektedir
(Sivritepe, 2010; Treadwell ve ark., 2010; Renna ve ark., 2017).
Mikrofiliz tüketiminde her türün kullanılamayacağı (özellikle
Solanaceae familyasından olan bitkiler) bilinmelidir. Aksoy (2017),
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 17
yaptığı çalışmada toksik maddelerin bireysel duyarlılık, tüketim miktarı
ve gıdadaki miktarına bağlı olarak etkilerinin değişkenlik gösterdiğini
bildirmiştir. Favizm etkeni bileşikler, glisirizin, non-protein amino
asitler, fitik asit, biyojenaminler, siyanojenik glikozitler, safrol,
antivitamin, guatrojenler, nitrat, proteazinhibitorleri, lektinler,
pirolizidinalkaloidleri, latirojenler, erusik asit, saponinler, solanin,
miristisin ve gossipol maddelerinin toksik olduğunu belirtmiştir.
Yapılacak olan mikrofiliz veya mikroyeşillik çalışmalarında
yetiştirilecek olan türlerin bu toksik maddeleri içerip içermediğinin göz
önünde bulundurulması gerekmektedir.
Resim 5: Fesleğen ve Zufa otu Mikroyeşillikleri (Tunçtürk, 2021)
Birçok mikroyeşillik olgunlaşmış sebzelerine göre daha yüksek
miktarlarda C vitamini ile polifenolleri içerdiği ve daha yüksek oranda
serbest radikallerden koruyucu özelliğe sahip olduğu belirtilmektedir
(Moriyama ve Oba, 2004). Mikroyeşillerde beslenme karşıtı faktörlerin
içeriğinin düşük olduğu (Bora, 2014), polisakkaritler ve yağlar gibi
makro moleküllerin, oligosakaritler ve serbest amino asitler gibi küçük
moleküllere dönüştürülerek sindirilebilirliklerinin arttığını (Marton ve
18 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
ark. 2010) ve biyoaktif fitokimyasalları içeriği ve antioksidan
kapasitelerinde de artışların olduğu ortaya konulmuştur (Di Gioia ve
ark., 2017). Mikroyeşilliklerde bulunan en yüksek fitokimyasallar
arasında klorofil, fenolik bileşikler, antosiyaninler ve glukozinolatlar
olup (Choe ve ark. 2018; Kyriacou ve ark., 2019) klorofil (Chl) ve
karotenoidler, yeryüzünde en bol bulunan iki pigmenttir. Klorofil a (Kl
a) ve Klorofil b (Kl b), güneş ışığından bitkilerin enerjiyi absorbe
etmesine yardımcı olan birincil fotosentetik pigment olarak anahtar rol
oynayan yüksek bitkilerdeki baskın klorofil formlarıdır. Klorofiller
enfeksiyon oluşumunu önler, yarayı iyileştirir, iltihaplanmaya karşı
korur ve kanserojenlerin etkisini sınırlayarak anti kanser ajan olarak
görev yapmaktadırlar (Padalia ve ark., 2010; Wakeham 2013). Bu
nedenle pigmentlerin farklı bulaşıcı ve kronik hastalıklara karşı
koruyucu etkileri mevcuttur. Ayrıca kanser, kardiyovasküler
hastalıklar, cilt hastalıkları ve göz hastalıkları gibi bazı kronik
hastalıkların riskini de azaltmaktadırlar (Eldahshan ve Singab, 2013).
Karotenoidler ise klorofilden sonra doğada en yaygın olarak bulunan
renk pigmentleri olup karotenoidler bitkilerde fotosentez oluşumunu
destekler, ışığı soğurur ve yıkıcı ışık oksidasyonlarına karşı ışığı
absorbe ederek bitkiyi koruyucu görev yapmaktadırlar. Bu nedenle
oksijenli ortamda fotosentezin, karotenoid olmadan gerçekleşmesi
imkansızdır (Anonim, 2016).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 19
Resim 6: Mikroyeşilliklerde Sprey Sulama İşlemi (Tunçtürk, 2021)
Genel olarak, Brassicaceae sebzeleri (lahana, kırmızı pancar, turp vs.)
önemli miktarlarda fitokimyasallar, vitaminler ve mineral elementler
içerdiği için mikroyeşillik olarak tercih edilmekte ve
değerlendirilmektedirler (Xiao ve ark. 2016). Genellikle yüksek
seviyelerde fitokimyasallar biriktiren Brassicaceae mikroyeşillerinin
yüksek antioksidan içeriğine sahip olmalarından dolayı sağlıklı
beslenmede önemli bir yer almaktadırlar (Xiao ve ark., 2019).
Mikroyeşillikler (Raphanus sativus), filizlere ve bebek yapraklarına
benzer şekilde salata olarak yetiştirilip satışa sunulan taze bir tarım
ürünüdür. Genellikle, tohumdan 7 ila 21 günlük büyümeden sonra sap
ve kotiledonlar hasat edilir ve kök, büyüme ortamında bırakılır. İlk
gerçek yapraklar, büyüme hızına ve tercihe bağlı olarak mevcut olabilir
veya olmayabilir. Filizlerin aksine, mikroyeşilliklerin kökleri
yenilebilir değildir, bu da onları genel olarak daha güvenli kılar (Xiao
ve ark., 2015; Naserzadeh ve ark., 2018; Reed ve ark., 2018; Bayat ve
ark., 2019). Şefler tarafından daha çok garnitür, sos ve salatalarda
kullanılan mikroyeşillikler, yüksek miktarda vitamin, biyoaktif
20 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
bileşikler ve antioksidanlarla fonksiyonel bir gıda olarak ön plana
çıkmıştır.
Resim 7: Mikroyeşilliklerden Görüntüler (Tunçtürk, 2021)
Mikroyeşillikler biyoaktif bileşik kaynakları olup yüksek besin
değerleri nedeniyle günümüzde fazlaca ilgi görmektedir. Küçük
boyutlarına rağmen (5 ila 10 cm uzunluğunda), mikroyeşillikler gerek
görünümleri ve gerekse lezzetlerinden dolayı tercih edilmekte ve çeşitli
şekillerde tüketilmektedirler (Sun ve ark., 2013). Kırmızı pancar ve
amarant, yalnızca betalainler ve polifenoller içeren besleyici yoğun
özelliklerinden değil, aynı zamanda yoğun aromatik tatlarından dolayı
en popüler mikroyeşil çeşitlerindendir. Öte yandan, mikroyeşilliklerin
endüstriyel kullanımı, kısa raf ömrü nedeniyle sınırlıdır ve 10-14 günü
geçmemektedir (Paradiso ve ark. 2018). Amaranthus, sukabağı,
salatalık, jüt, kabak, turp ve su ıspanağı mikrofilizlerinde yapılan bir
çalışmada tüm türlerde K ve Zn konsantrasyonunun olgun sebzelerden
daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Yadav ve ark., 2019). Gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerdeki insanların beslenme programının Fe, Zn,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 21
Cu, Ca, Mg, I ve Se içermediği, dünyada ise nüfusun yaklaşık %60’
ında Fe, %30’unda Zn ve %15’inde de Se eksikliği olduğu
varsayılmaktadır. Önemli bir küresel sorun olarak görülen mineral
madde eksikliğinin giderilmesi noktasında alternatif ürün olarak
mikroyeşilliklerin değerlendirilme potansiyeli oldukça yüksektir.
Mikroyeşilliklerin mineral içeriğinin yüksek olduğu ortaya konulmuş
(White ve Broadley, 2009), marul mikroyeşillikleri ile olgun bitki
arasındaki besin içeriğinin karşılaştırıldığı bir çalışmada da, marul
mikro yeşillerinin kalsiyum, çinko, demir, magnezyum, manganez,
molibden ve selenyum bakımından yüksek, nitrat bakımından ise daha
düşük olduğu vurgulanmıştır ( Pinto ve ark., 2015).
Resim 8: Mikroyeşillikler (Tunçtürk, 2021)
Yapılan çalışmalarda, pek çok mikroyeşil türünün olgun versiyonlarına
göre; yüksek miktarlarda karotenoid (lutein, β- karoten, vezeaksantin),
vitamin (E, C ve K), mineral madde (Fe, Zn, Ca, Mg, Mn, Mo ve Se),
askorbik asit ve düşük miktarda nitrat içerdiği belirtilmiştir (Xiao ve
22 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
ark., 2012; Weber, 2016; Choe ve ark., 2018; Kyriacou ve ark. 2019).
Mikrofilizlerdeki kotiledon yapraklarında besin değerinin yüksek
olduğu ve bu yaprakların büyümesinde ışığın besin içeriğinde etkili
olduğu vurgulanmıştır (Xiao ve ark., 2012; Pinto ve ark., 2015). Ayrıca
iyi bir antioksidan kaynağı olduğu da belirtilmiştir (Treadwell ve ark.,
2010). Brassicaceae familyasına mensup 30 bitki türünde yapılan bir
çalışmada mikrofiliz çalışmasında, bu familyaya ait türler arasında
farklılık olmakla birlikte çok iyi bir antioksidan kaynağı olduğunu
(Xiao ve ark., 2019), ayrıca fenoliklerin ve flavonoidlerin sebzelerde
hem olgun hem de mikroyeşil aşamalarında bulunan ve antioksidan
potansiyelinden sorumlu olan baskın antioksidanlar olduğu
bildirilmektedir (Yadav ve ark., 2019). Ayrıca, fesleğen ve pazı
mikrofilizlerinin yüksek oranlarda K ve Mg içerdiği, özellikle mor
fesleğenin yüksek inokorbik asit, yeşil fesleğen ve kişnişin de beta-
karoten ve toplam polifenol kaynakları olduğu vurgulanmaktadır
(Kyriacou ve ark., 2019).
Mikrofilizlerde acılık, pH değeri ve toplam fenolik içeriğin lezzet
üzerinde etkili olduğu ortaya konulmuş (Renna ve ark., 2017),
mikrofiliz ve mikroyeşilliklerin sağlığı koruyan bileşikler içerdiğine
dair çok sayıda çalışma yapılmıştır (Janovska ve ark., 2010; Treadwell
ve ark., 2010; Xiao ve ark., 2012; Kou ve ark., 2014; Delia ve ark.,
2015; Pinto ve ark., 2015; Renna ve ark., 2017).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 23
Resim 9: Mikroyeşilliklerin Büyüme Dönemi (Tunçtürk, 2021)
Mikroyeşillikler; iç mekanlar, hidroponik (topraksız tarım) veya
seralarda farklı substratlarda yetiştirilmektedir (Renna ve ark., 2017).
Yetiştirilen bitkilerin gelişim koşulları türlere göre değişiklik
göstermekle beraber ortalama 7-21 günde ilk gerçek yaprakların
oluşmasıyla 5-10 cm’ ye ulaştığında hasat edilerek günlük olarak
tüketilmektedir (Treadwell ve ark., 2010; Kyriacou ve ark., 2016).
Üretim süreçleri farklılık gösteren mikroyeşillikler ticari üretimde ılık,
nemli ve karanlık koşullarda yetiştirilmektedir.
Kentsel çiftçilik endüstrisinin gelişmesiyle birlikte, yüksek değerli
ticari üretime ilgi de artmaktadır. Mikroyeşillikler, seralarda veya
yapay ışık kaynakları ile kapalı alanlarda (Choi ve ark., 2015) toprakta
veya en yaygın olarak organik yetiştirme substratları kaya yünü, kenaf,
kenevir ve jüt elyafı veya vermikülit, perlit ve turba yosunu (torf) gibi
hidroponik ortam kullanan topraksız sistemlerde
yetiştirilebilmektedirler. (Murphy ve Wallace, 2010; Murphy ve ark.,
24 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
2010; Di Gioia ve ark., 2015; Mir ve ark., 2017). Ayrıca bu ortamlarda
yetiştirilen mikroyeşillikler daha yeşil ve uzun yapraklı olmaktadırlar
(Janovska ve ark., 2010; Xiao ve ark., 2015a; Di Gioia ve ark., 2017).
Resim 10: Mikroyeşil Ekim İşlemi ve Laboratuvardan Görüntüler (Tunçtürk, 2021)
Mikrofiliz yetiştiriciliğindeki en önemli hususlar tür seçimi, yetiştirme
ortamı, sulama ve gübreleme, aydınlatma, biyotazeleme, sıcaklık,
mikrobiyal güvenlik ve paketleme süreçleridir (Kyriacou ve ark.,
2016). Yetiştiricilikte iyi bir çimlenme ortamının hazırlanması büyük
önem arz etmektedir. Optimal gelişimin sağlanması için ortamdaki kök
sisteminin iyi bir havalandırma düzeyine (toplam hacmin %20-30’ u),
su tutma kapasitesinin (toplam hacmin %55-70’ i) ve toplam hacmin %
85’ inin üzerinde bir gözenekli yapıya sahip olması gerekmektedir
(Kyriacou ve ark., 2016; Renna ve ark., 2017). Üretimde sulama
genellikle sprey sulama olarak çimlenme aşamasında kullanılmaktadır.
Tohumların ekimi sıra halinde veya serpme şeklinde yapılmaktadır.
Tohum ekiminin sık olması bitkilerin sapa kalkmasına ve hastalıklar
için ortam yaratacağından yoğun ekimden kaçınılması önerilmektedir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 25
Karanlıkta çimlendirilen bitkilerin gelişimlerini tamamlamaları için
aydınlık ortama aktarılmaları gerekmektedir. Mikroyeşil çalışmalarında
gübrelemeye fazla gereksinim duyulmamakla beraber bazı türlerde 80
ppm azottan oluşan besin solüsyonu kullanılmaktadır (Treadwell ve
ark., 2010). Gerçek yapraklar tam olarak ortaya çıktığında sap kısmının
toprakla olan bağlantı kısmından makas ile hasat edilerek tüketime
sunulmaktadırlar (Sun ve ark., 2013; Reed ve ark., 2018).
Mikroyeşilliklerin hasat sonrası raf ömrü oldukça kısa olduğundan
paketlemeye kadar olan sürecinin seri bir şekilde yapılması
gerekmektedir. Yüksek fiyatlara satışı yapılan bu mahsüllerin hasat
sonrası dayanımının yüksek olmaması pazarını sınırlandırmaktadır.
Hasat sonrası raf ömrünün uzatılmasına yönelik yapılacak olan
çalışmalar pazar payının artmasını sağlayacaktır (Kyriacou ve ark.,
2016).
26 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Resim 11: Farklı Türlere Ait Mikroyeşiller (Tunçtürk, 2021)
Son yıllarda mikroyeşillerin zengin besin içerikleri ve cezbedici
organoleptik özelliklerinden kaynaklı popüllariteleri gittikçe
artmaktadır. Yapılan çalışmalar besin değerini arttırmak, kaliteyi
korumak ve raf ömrünü uzatma konularına yoğunlaşmıştır (Turner ve
ark., 2020). Yapılan bir çalışmada 80 paneliste 6 türe ait mikrofiliz
örnekleri verilmiş ve orgonoleptik özellik bakımından
değerlendirmeleri istenmiştir. Çalışmanın sonucunda tüm
mikrofilizlerin beslenme kalitesinin iyi olduğu ve tüketici onayı aldığı
görülmüş (Xiao ve ark., 2015b) ve garnitür yeşillikleri olarak tuzlu ve
tatlı yemeklerde tüketilebileceği sonucuna varılmıştır (Renna ve ark.,
2017). Mikroyeşilliklerin ve olgun yaprakların karotenoid içeriklerinin
araştırıldığı çalışmada kıvırcık lahanada olgun yapraklarda daha yüksek
oranda karotenoid olduğu belirtilirken, brokoli ve karnabaharda tam
tersi bir durumun olduğu vurgulanmış, ayrıca mikrofilizlerin çok iyi
askorbik asit, filokinon, tokoferol, glukozinolat ve polifenol kaynakları
olduğu tespit edilmiştir (Xiao ve ark., 2019). Buğday ve arpa
mikrofilizlerinde 16. günde yapılan hasatta karotenoid miktarının
önceki günlerde yapılan hasatlara göre artış gösterdiği ortaya
konulmuştur. Buğdayda birikim hızının 7-10 gün, arpada 10-13 gün
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 27
arasında yavaşladığını, ancak son hasat gününde maksimum değerlere
ulaştığı görülmüştür (Niroula ve ark., 2019). İyi bir besin kaynağı
olduğu açıkça ortaya konulan mikroyeşillerin Brassica cinsinin 5
türünde yüksek miktarlarda glikosil, quercetin, kaempferol,
komplekshidroksisinnamik ve benzoik asit olmak üzere toplamda 165
polifenol bileşik içerdiği belirlenmiş ve yetişkin bitkilere kıyasla
mikroyeşillerin daha kompleks ve çeşitlilik gösteren polifenol
bileşiklere sahip olduğu belirtilmiştir (Sun ve ark., 2013). Ekmeğin
besin değerini artırmak için ekmek hamuruna bezelye ve acı bakla
mikroyeşillerinin eklendiği bir araştırma sonucunda; karotenoid ve
klorofillerdeki düşüşe rağmen flavonoid seviyelerinin pişirme sırasında
düşük kayıplarla muhafaza edildiğini ve önemli pheophytin oluştuğu
belirlenmiştir (Klopsch ve ark., 2018).
Ülkemizde mikroyeşilliklere büyük şehirlerdeki bazı büyük
marketlerde rastlanılmaktadır. Ayrıca satışı yapılan mikroyeşiller tür
sayısı bakımından da oldukça sınırlıdır. Yapılan çalışmaların
Brassicaceae, Gramineae ve Fabaceae familyalarındaki türlerin
yeşillikleri üzerine yoğunlaşmaktadır. Özellikle çeşitli sekonder
metabolitler içeren fonksiyonel gıda olarak tüketimi mümkün olan çok
sayıda tıbbi ve aromatik bitkilerde de mikroyeşillik olarak
kullanılabilme potansiyelleri araştırılarak literatüre katkı sağlanabilir.
Mikroyeşillikler gıda endüstrisinde ilk olarak 1996 yıllarında lüks
restoranlarda süsleme amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Daha
sonraki süreçlerde hızlı bir gelişim göstermiş ve birçok alanda
kullanılmıştır. Oldukça hassas olan mikroyeşillerin pazarda yeterince
28 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
yer almaması hasat sonrası dayanımının düşük olması ve patojen taşıma
riskinin yüksek olmasından kaynaklandığı bilinmektedir. Dolayısıyla
yapılan üretimler yerel pazar ile sınırlandırılmakta ve yüksek fiyatlar ile
satışa sunulmaktadır. Bu durum mikroyeşil endüstrisinin
geliştirilmesine yönelik hasat öncesi ve sonrası araştırılmaların
yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Özellikle Brassicacea familyasından
olan hardal, turp ve lahana mikroyeşillerindeki klorofil-b, karoten,
likopen, vitamin C ve antioksidan aktivitenin hasattan sonra hızla
bozulduğu ve mikroyeşillerden en etkili şekilde faydalanabilmek için
hasattan hemen sonra hızla tüketilmeleri gerektiği vurgulanmaktadır
(Polash ve ark., 2018). Çalışmalar modifiye atmosferik paketleme, ışık,
sıcaklık kontrolü ve kalsiyum uygulamaları gibi çözüm yollarına
yoğunlaşmıştır. Mikroyeşillerin potansiyel pazarını genişletmek için
hem üretim hem de depolama koşullarının optimize edilmesi
gerekmektedir (Turner ve ark., 2020).
Mikroyeşil üretiminde öncü ülkelerden olan Hollanda’ da üretim
seralarda ticari boyutlarda yapılmakta olup günden güne bu ürünlere
olan taleplerde artışların olduğu görülmektedir (Treadwell ve ark.,
2010; Kyriacou ve ark., 2016; Renna ve ark., 2017).
Restoranlarda sunumuyla göze çarpan özenle hazırlanmış tabaklar
sayesinde dikkat çekmeye başlayan mikroyeşiller; sahip
oldukları yüksek besin, vitamin ve mineral içeriği sayesinde sağlıklı
beslenme konusunda hassasiyet gösterenler ve veganlar arasında
kısa zamanda vazgeçilmez hale gelerek hızlı bir şekilde mutfaklardaki
yerini almıştır. Hem hoş görünümü hem de sağlığa faydaları ile bu
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 29
minik yeşillikler günün her öğününde tüketilebilmektedirler.
Tatlılarda ve servis aşamasındaki tabakların üzeri bu minik mucizeler
ile süslenebilmektedir. Doğrudan salata olarak tüketebildiği gibi
salatalara ilave edilerek lezzetlendirilebilir. Hatta, smoothielerin
içerisine konularak detoks karışımı daha verimli hale getirilebilir
(Anonim, 2021b).
SONUÇ
19. yüzyılın ortalarında Almanya ve İsviçre'de "doğaya dönüş"
sloganıyla başlayan "yaşam reformu hareketi" nde kepekli ekmek ve
çiğ meyve ve sebzelerin tüketimini vurgulayan beslenme reformları ön
plandaydı. Bu reformlar ile İngiltere ve Almanya’ da vejetaryenlik
yayılmaya başlamış ve bu eğilimler o dönemde haute (yüksek)
mutfağında bir canlanma ve genişlemeye neden olmuş ve şefler
tarafından, sağlıklı beslenme bilincine sahip, lüks tüketicilere sunulan
yemeklere egzotik tatlar, renkler ve yaratıcı sunumlar eklemek için
filizler, mikroyeşillikler ve yenilebilir çiçekler giderek daha fazla
kullanılmaya başlanmıştı. Daha çok yüksek yaşam standartlarına sahip
kişiler tarafından tüketimi tercih edilen bu mucizevi yiyecekler
ülkemizde ulaşılabilirliğinin zorluğu ve yüksek maliyetleri nedeniyle
henüz günlük yeme alışkanlıklarına dahil edilememiştir.
Mikroyeşillikler ve yenilebilir çiçekler, tüketicilere sunulan yemeklere
egzotik tatlar, renkler ve yaratıcı sunumlar ile daha çok gelişmiş
ülkelerde öne çıkan ve son zamanlarda da popülerliği artan ve talep
gören büyüyen bir pazar olma eğilimindedir. Yapılan yetiştiriciliklerde
tek türün mikroyeşillerinin üretilmesi ile başlayan sektör günümüzde
30 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
tohum karışımları kullanılarak pazarlanmaktadır. Farklı renk ve besin
içeriğine sahip olan türler hem cezbedici görselliklerinden kaynaklı
süslemelerde hem de zengin besin içeriğinden dolayı yemeklerde her
zaman kullanılabilmektedirler. Özellikle lüks restoranlarda ve
marketlerde yüksek fiyatlar ile satışa sunulduğu göz önüne alındığında
daha fazla ön plana çıkarılması gerekmektedir. Özellikle de
tüketicilerin ilgisini çekebilecek yenilebilir çiçekler arasında; begonya,
nergis, ebegümeci ve hanımeli gibi süs bitkileri; muz ve narenciye
çiçekleri gibi meyve çiçekleri; hodan, kişniş, rezene, zencefil, yasemin,
limon mineçiçeği, mercanköşk, nane, biberiye ve aspir gibi bitki
çiçekleri; alliumlar (pırasa, frenk soğanı, sarımsak), roka, enginar,
brokoli çiçekleri, bamya, bezelye, turp, kızıl fasulye ve kabak çiçekleri
gibi sebze çiçekleri ve mikroyeşillik olarak tüketimi yaygın olan
Brassicacea familyasından (lahana, brokoli, tere, hardal, turp) bitkiler
başta olmak üzere çok sayıda tahıl (arpa, mısır, yulaf, pirinç, çavdar,
buğday), baklagil (yonca, nohut, mercimek, maş (mung) fasulyesi, soya
fasulyesi), yalancı tahıllar (amarant, karabuğday, kinoa) ve yağlı
tohumlara (badem, fındık, keten tohumu, susam, ayçiçeği) ait
mikroyeşilliklerin hem yeşil yapraklı hem de tohumlarının pazarda yer
alması ve kolay ulaşılabilirliğinin sağlanması yeni bir sektör olma
aşamasında önemli bir potansiyel olarak görünmektedir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 31
KAYNAKLAR
Aksoy, A. 2017. Bitki kaynaklı doğal toksik bileşikler ve gıda zehirlenmeleri.
Türkiye Klinikleri Gıda Bilimleri-Özel Konular, 3(3): 181-187.
Anonim, 2016. Gıdalardaki pigmentler ve fenolik bileşikler. Milli Eğitim
Bakanlığı, Ankara, s: 36.
Anonim, 2021a. https://evrimagaci.org/mikro-yesillikler-microgreens-nedir-
ve-nasil-yapilir-8825 Erişim tarihi: 30.04.2021.
Anonim, 2021 b). https://gurmeninsepeti.com/blog/icerik/mikro-yesillik-
nedir Erişim tarihi: 30.04.2021.
Anonim, 2021 c. https://www.star.com.tr/yazar/guzellik-kralicesi-mikro-
yesiller-yazi-1378268/ Erişim tarihi: 30.04.2021.
Aune, D., Giovannucci, E., Boffetta, P., Fadnes, L. T., Keum, N., Norat, T.
2017. Fruit and vegetable intake and the risk of cardiovascular disease,
total cancer and allcause mortality—a systematic review and dose-
response meta-analysis of prospective studies. International Journal of
Epidemiology, 46: 1029–1056.
Aytemiş, Z. 2021. Turp mikro yeşilliklerinde Salmonella enterica
Typhimurıum ve Escherichia Coli O157:h7’nin klorlu su ile sprey
sulama sırasında dezenfekte edilmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Muş.
Barclay, E., 2012. Introducing microgreens: Younger, and maybe more
nutritious, vegetables. Alındığı Yer: WebMD.
Bayat, M., Chudinova, E., Zargar, M., Lyashko, M., Louis, K., Adenew, F.
K. 2019. Phytoassisted green synthesis of zinc oxide nanoparticles and
its antibacterial and antifungal activity. Res. on Crops. 20:725- 30.
Baysal, K. ve Saçılık, M. Y. 2018. Yiyecek-İçecek Tercihinde Çeşitlilik
Arayışı Davranışı: Üniversite Gençlerinin Balık Tüketimine Yönelik
32 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Bir Araştırma. III. Uluslararası Gençlik Araştırmaları Kongresi
Kongre Bildiri Kitabı 27 Haziran - 01 Temmuz 2018, Nahcivan.
Bora, P. 2014. Anti-nutritional factors in foods and their effects. Journal of
Academia and Industrial Research, 3: 285–290.
Butkute, B., Taujenis, L., Norkeviˇciene, E. 2019. Small-Seeded legumes as
a novel food source. variation of nutritional, mineral and
phytochemical profiles in the chain: Raw seeds-sprouted seeds-
microgreens. Molecules, 24 (1): 133.
Choe, U., Yu, L., Wang, T. T. Y. 2018. The science behind microgreens as
an exciting new food for the 21th century. Journal of Agricultural and
Food Chemistry, 66(44): 11519–11530. https://doi.org/10.1021/
acs.jafc.8b03096.
Choi, M. K., Chang, M. K., Eom, S. H., Min, K.. S., Kang, M. H. 2015.
Physicochemical composition of buckwheat microgreens grown under
different light conditions. J. Korean Soc. Food Sci. Nutr. 44 :709-715.
Di Gioia, F., Renna, M., Santamaria, P. 2017. Sprouts, microgreens and
“baby leaf” vegetables. In Food Engineering Series (pp. 403–432).
Springer. https://doi.org/ 10.1007/978-1-4939-7018-6_11.
Delia, E., Chira A., Badulescu L., Chira L. 2015. Insights into Microgreens
Physiology. Scientific Papers. Series B, Horticulture. Vol. LIX.
Di Gioia, F., Santamaria, P. 2015. Microgreens-Novel fresh and functional
food to explore all the value of biodiversity. Italy: Ecologica srl Bari,
118.
DiGioia, F., De Bellis, P., Mininni, C., Santamaria, P. Serio, F. 2017.
Physicochemical, agronomical and microbiologicale valuation of
alternative growing media forthe production of rapini (Brassica
rapa L.) microgreens. Journal of the Science of Food and Agriculture,
97: 1212-1219.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 33
Eryılmaz, G. A., Kılıç, O. 2018. Türkiye’de sürdürülebilir tarım ve iyi tarım
uygulamaları. Tarım ve Doğa Dergisi, 21(4): 624.
El, S. N. 1987. Taze tüketim için çimlendirilmiş mercimek ve mung
fasulyesinden elde edilen filizlerin besleyici değerinin araştırılması.
Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi. Ege Üniversitesi, Fen Bilimleri
Enstitüsü, İzmir.
Eldahshan, O. A., Singab, A.N.B. 2013. Carotenoids. J Pharmacogn
Phytochem 2:225-234.
Gutierrez, A. 2018. Microgreen production with sure to grow pads. Virginia
Tech, Department of Horticulture, U.S.A.
Işık, H., Topalcengiz, Z., Güner, S., Aksoy, A. 2020. Generic and Shiga
toxin-producing Escherichia coli (O157: H7) contamination of lettuce
and radish microgreens grown in peat moss and perlite. Food Control,
111, 107079.
Islam, M. Z., Park, B. J.,, Lee, Y. T. 2019. Effect of salinity stress on
bioactive compounds and antioxidant activity of wheat microgreen
extract under organic cultivation conditions. International Journal of
Biological Macromolecules, 140: 631–636. https://doi.org/10.1016/
j.ijbiomac.2019.08.090.
Janovska, D., Stockova, L., Stehno, Z. 2010. Evaluation of buck wheat
sprouts as microgreens. Acta Agriculturae Slovenica, 95 (2): 157-
162.
Klopsch, R., Baldermann, S., Voss, A., Rohn, S., Schreiner, M., Neugart, S.
2018. Breaden riched with legume microgreens and leaves–
ontogenetic and baking-driven changes in the profile of secondary
plant metabolites. Frontiers in Chemistry, 6: 322.
34 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Kou, L., Yang, T., Luo, Y., Liu, X., Huang, L. 2014. Pre-harvest calcium
application increase biomass and delays senescence of broccoli
microgreens. Post harvest Biology and Technology, 87: 70-78.
Kyriacou, M. C., Rouphael, Y., Di Gioia, F., Kyratzis, A., Serio, F., Renna,
M., Santamaria, P. 2016. Micro-scale vegetable production and the
rise of microgreens. Trends in Food Science & Technology, 57, 103–
115.
Kyriacou, M. C., Pascale, S De, Kyratzis, A., Rouphael, Y. 2017.
Microgreens as a Component of Space Life Support Systems: A
Cornucopia of Functional Food. Frontiers. Plant Science, 8(1587).
https://doi.org/10.3389/fpls.2017.01587.
Kyriacou, M. C., El-Nakhel, C., Graziani, G., Pannico, A., Soteriou, G. A.,
Giordano, M., Rouphael, Y. 2019. Functional quality in novel food
sources: Genotypic variation in he nutritive and phytochemical
composition of thirteen microgreen species. Food Chemistry, 277,
107-118.
Madenci, A. B. 2018. Yeni Trendler ve Ülkeler. Gastronomide Güncel
Konular, 1-10.
Marton, M., Mandoki, Z., Csapo-kiss, Z., Csapo, J. 2010. The role of sprouts
in human nutrition. A review. Acta Universitatis Sapientiae,
Alimentaria, 31, 318–324.
Mir, Z. A., Bharose, R., Lone, A. H., Malik, Z. A. 2017. Review on
phytoremediation : An ecofriendly and green technology for removal
of heavy metals. Crop Res. 52: 74-82.
Moore, L. V., Thompson, F. E. 2015. Adults meeting fruit and vegetable
intake recommendations-United States, 2013. MMWR. Morbidity and
Mortality Weekly Report, 64: 709-713.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 35
Moriyama, M., Oba, K. 2004. Sprouts as antioxidant food resources and
young people's taste for them, Bio Factors, Volume 21, Numbers 1-4,
p. 247-249.
Murphy, C. J., Wallace, G. P. 2010. Cultural practices to speed the growth
of microgreen arugula (roquette; Eruca vesicaria subsp. sativa). J.
Hort. Sci. Biotech. 85: 171-76.
Murphy, C. J., Kenneth, F. L., Wallace, G. P. 2010. Factors affecting the
growth of microgreen table beet. Int. J. Veg. Sci. 16: 253-66.
Naserzadeh, Y., Kartoolinejad, D., Mahmoudi, N., Zargar, M., Pakina, E.,
Heydari, M., Astarkhanova, T., Kavhiza, N. J. 2018. Nine strains of
Pseudomonas fluorescens and P. putida: Effects on growth indices,
seed and yield production of Carthamus tinctorius L. Res. on Crops.
19: 622-32.
Niroula, A., Khatri, S., Timilsina, R., Khadka, D., Khadka, A., Ojha, P. 2019.
Profile of chlorophylls and carotenoids of wheat (Triticum aestivum
L.) and barley (Hordeum vulgare L.) microgreens. Journal of Food
Science and Technology, 56, 2758–2763.
Oh, M. M., Carey, E. E., Rajashekar, C. B. 2010. Regulated water deficits
improve phytochemical concentration in lettuce. Journal of the
American Society for Horticultural Science, 135(3): 223-229.
https://doi.org/10.21273/jashs.135.3.223.
Oh, M. M., Rajashekar, C. B. 2009. Antioxidant content of edible sprouts:
effects of environmental shocks. Journal of the Science of Food and
Agriculture, 89(13): 2221-2227. https://doi.org/10.1002/jsfa.3711.
Okur, B. ve Madenci, B. A. 2019. Çiğ beslenme (raw food) akımında
çimlendirilmiş hububat ve baklagillerin önemi. Journal of Tourism
and Gastronomy Studies, 664, 675.
36 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Padalia, S., Drabu, S., Raheja, I., Gupta, A., Dhamija, M. 2010 Multitude
potential of wheatgrass juice (Green Blood): an overview. Chron
Young Sci 1:23-28.
Paradiso, V. M., Castellino, M., Renna, M., Gattullo, C. E., Calasso, M.,
Terzano, R. 2018. Nutritional characterization and shelf-life of
packaged microgreens. Food & Function, 9(11): 5629–5640.
Pinto, E., Almeida, A.A., Aguiar, A.A., Ferreira, I.M. 2015. Comparison
between the mineral profile and nitrate content of micro greens and
mature lettuces, Journal of Food Composition and Analysis, 37: 38-
43.
Polash, M.A. S., Sakil, M., A., Hossain, M.A. 2018. Post-harvest bio
degradation of bioactive substances and antioxidant activity in
microgreens. Journal of the Bangladesh Agricultural University,
16(2), 250-253.
Reed, E., Ferreira, C. M., Bell, R., Brown, E. W., Zheng, J. 2018.
Plantmicrobe and abiotic factors influencing Salmonella survival and
growth on alfalfa sprouts and Swiss chard microgreens. Appl. Environ.
Microbiol. 84: e02814-17.
Renna, M., Gioia, F. D., Leoni, B., Mininni, C., Santamaria, P. 2017.
Culinary assessment of self produced microgreens as basic İngredients
in sweet and savory dishes. Journal of Culinary Science &
Technology, 15 (2): 126-142.
Shah, S. H., Houborg, R., Mccabe, M. F. 2017. Response of chlorophyll,
carotenoid and SPAD-502 measurement to salinity and nutrient stress
in wheat (Triticum aestivum L.). Agronomy, 7: 61.
https://doi.org/10.3390/agronomy7030061.
Sivritepe, H. Ö. 2010. Tohum Filizi Teknolojisi. Bursa Tarım Kongresi, 07-
09 Ekim 2010, Bursa.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 37
Sun, J., Xiao, Z., Lin, L. Z., Lester, G. E., Wang, Q., Harnly, J. M. 2013.
Profiling polyphenols in five Brassica species microgreens by
UHPLC-PDA-ESI/HRMS n. Journal of Agricultural and Food
Chemistry, 61(46), 10960–10970.
Treadwell, D. D., Hochmuth, R., Landrum, L., Laughlin, W. 2010.
Microgreens: A new specialty crop. EDIS, 2010 (3).
Tuncturk, R. 2021. Van YYU, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü; iklim
kabininden resimler.
Turner, E. R., Luo, Y., Buchanan, R. L. 2020. Microgreen nutrition, food
safety, and shelf life: A review. Journal of Food Science, 85(4): 870-
882.
Warner, J. 2021. Tiny Microgreens Packed With Nutrients. Alındığı Tarih:
23 Nisan 2021, Alındığı Yer: WebMD
White, P. J., Broadley, M. R. 2009. Biofortification of crops with seven
mineral elements of ten lacking in human diets-Iron, zinc, copper,
calcium, magnesium, selenium and iodine. New Phytologist, 182: 49-
84.
Xiao Z., Lester, G. E., Luo, Y., Wang, Q. 2012. Assessment of vitamin and
carotenoid concentrations of emerging food products: edible
microgreens. Journal of Agricultural and Food Chemistry, 60: 7644-
7651.
Xiao, Z., Bauchan, G., Luo, Y., N. R., Wang, Q., Nou, X. 2015a.
Proliferation of Escherichia coli O157: H7 in soil-substitute and
hydroponic microgreen production systems. J. Food Prot. 78: 1785-
1790. doi: 10.4315/0362- 028X.JFP-15-063.
Xiao, Z., Lester, G. E., Park, E., Saftner, R. A., Luo, Y., Wang, Q. 2015b.
Evaluation and Correlation of Sensory Attributes and Chemical
Compositions of Emerging Fresh Produce: Microgreens. Post harvest
38 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Biology and Technology, 110, 140–148. https://doi.
org/10.1016/j.postharvbio.2015.07.021.
Xiao, Z., Codling, E. E., Luo, Y., Nou, X., Lester, G. E., Wang, Q. 2016.
Microgreens of Brassicaceae: Mineral composition and content of 30
varieties. Journal of Food Composition and Analysis, 49, 87–93.
Xiao, Z., Rausch, S. R., Luo, Y., Sun, J., Yu, L., Wang, Q., Chen, P., Yu, L.,
Stommel, J. R. 2019. Microgreens of Brassicaceae: Genetic diversity
of phytochemical concentrations and antioxidant capacity. LWT, 101,
731-737.
Xiao, J., Bai, W. 2019. Bioactive phytochemicals. Critical Reviews in Food
Science and Nutrition, 59(6): 827-829.
Wakeham, P. 2013. The medicinal and pharmacological screening of
wheatgrass juice (Triticum aestivum L.): an investigation into
chlorophyll content and antimicrobial activity. Plymouth Stud Sci
6:20-30.
Weber, C. F. 2016. Nutrient content of cabbage and lettuce microgreens
grown on vermicompost and hydroponic growing pads. J. Hortic. 3 :1-
5.
Yadav, L. P., Koley, T. K., Tripathi, A., Singh, S. 2019. Antioxidant
potentiality and mineral content of summer season leafy greens:
Comparison at mature and microgreen stages using chemometric.
Agricultural Research, 8(2): 165-175.
Yetim, H., Öztürk, İ., Törnük, F., Sağdıç, O. , Hayta, M. 2010a. Yenilebilir
bitki ve tohum filizlerinin fonksiyonel özellikleri. Gıda, 35(3): 205-
210.
Yetim, H.,Törnük, F., Öztürk, İ., Sağdıç, O. 2010b. Yenilebilir tohum
filizlerinin mikrobiyal güvenliği. Akademik Gıda, 8(2): 18-23.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 39
BÖLÜM 2
BİTKİ GELİŞİMİNİ TEŞVİK EDİCİ BAKTERİLERİN
(PGPR)
PAMUKTA KULLANIM OLANAKLARI
Doktora Öğrencisi Bedirhan SARİKURT1
Prof. Dr. Çetin KARADEMİR2
1Siirt Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Siirt ORCİD iD: 0000-0003-0389-0726 E-mail: [email protected] (sorumlu yazar) 2 Siirt Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Siirt, ORCID iD: 0000-0002-6370-2427 E-mail: [email protected]
40 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 41
Pamuk
Pamuk ülkemiz ticaretinde yer alan önemli ürünlerden biridir. Türkiye
518.634 ha’lık ekim alanı ve 976.600 tonluk lif üretimi ile pamuk üreten
en önemli on ülke arasında yer almaktadır (Anonim, 2018).
Artan dünya nüfusunun verimli ve kaliteli doğal life olan talebi sürekli
yükselirken, tarım alanlarının azalması, üretim maliyetlerinin
yükselmesi gibi nedenler, birim alandan elde edilecek ürün miktarının
yüksek olmasını gerektirmektedir. Gübreleme pamukta ürün artışını
pozitif etkileyen en önemli uygulamalardan biridir. Gübreler, organik
ve inorganik kaynaklardan elde edilebilmektedir. Organik gübrelerin
temin edilmesi uzun süre isterken, inorganik gübreler pamuk bitkisinin
tek yönlü, diğer bir anlatımla birkaç besin elementi yönünden ihtiyacını
karşılayabilmektedir. Ayrıca, inorganik gübreler aşırı kullanım, uygun
olmayan gübre cinsi seçimi gibi çeşitli nedenlerle toprağa tuzluluk, pH
değişimi gibi zarar da verebilmektedir. Bu olumsuzlukların
oluşmaması, bitkilerin doğal yollardan beslenmesi ve çevrenin
etkilenmemesi için son yıllarda bio-gübrelerin önemi daha çok
anlaşılmıştır. Biyo gübreler, tamamlayıcı, yenilenebilir ve çevre dostu
bitki besinleri kaynağı olarak tarımsal ekosistemlerde umut verici bir
araçtır. Bio-gübreler, canlı biyokütle veya etkili mikrobiyal suşların
hareketsiz hücrelerinden oluşan doğal gübrelerdir. Bio-gübreler çevre
dostudur, ucuzdur, bitkiler için önemli bir temel besin kaynağıdır ve
toprak verimliliğini artırmanın yanı sıra toprak besin durumunun ve
dolayısıyla mahsul verimliliğinin iyileştirilmesinde hayati bir rol oynar.
Rizosfer ile tohum veya toprak etkileşimleri yoluyla aktive olurlar,
42 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
böylece bitkiler için besin maddelerinin kullanılabilirliğini arttırırlar
(Alfa ve ark., 2014). Bio-gübre olarak azot sabitleyen toprak bakterileri
(Azotobacter, Rhizobium), azot sabitleyen siyanobakteriler
(Anabaena), fosfat çözücü bakteriler (Pseudomonas sp.) ve AM
mantarları dahil olmak üzere birçok mikroorganizma yaygın olarak
kullanılmaktadır. Benzer şekilde, fitohormon (oksin) üreten bakteriler
ve selülolitik mikroorganizmalar da biyo gübre formülasyonu olarak
kullanılır.
Biyo gübrelerin tarihi Nobbe ve Hiltner tarafından ilk defa 1895 yılında
bir Rhizobia laboratuvar kültürü olan "Nitragin" in tanıtılmasıyla
başlamış ve onu Azotobacter ile mavi yeşil alglerin keşfi izlemiştir
(Mazid ve Khan, 2015).
Bu çalışma bio-gübrelerin tanımı ve önemini anlatömak amacıyla
yürütülmüştür.
Bio Gübre Tanımı, Önemi Ve Etkileri
Tohum, bitki yüzeyi veya toprağa uygulandığında atmosferik azotu
fikseden, organik ve inorganik kaynaklardan mineral elementlerin
alınabilirligini artırarak veya sekonder metabolit üretimiyle bitkisel
gelişmeyi teşvik eden; rizosferde kolonize olabilen veya bitki
dokularına girebilen, canlı mikroorganizmalardan meydana gelen
materyale biyolojik gübre (BG) adı verilir (Karademir, 2019).
Biyolojik azot fiksasyonu (BNF) sürdürülebilir tarımın gelişmesi için
alternatif gübre kaynağı olarak dikkate alınmakta, değişen insan
gereksinimlerinin karşılanması, çevre kalitesinin artırılması, doğal
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 43
kaynakların korunması ve toprak erozyonunun azaltılmasını
sağlamaktadır (Karademir, 2017).
Biyo-gübreler, organik tarımın en önemli girdilerden biridir; sadece
mahsulün büyümesini ve verimini arttırmakla kalmaz, aynı zamanda
toprak sağlığını iyileştirir ve toprak verimliliğini sürdürür.
Biyo-gübre faaliyetlerinin toprak ekosistemini etkilemesi ve bitkiler
için ek madde üretmesi beklenmektedir. Biyo-gübreler ayrıca, mikro
organizmaların etkileşimi nedeniyle veya bitkilerle ilişkilerinden dolayı
mevcut bir formda üretilen organik gübreleri (gübre vb.) içerir (Sujanya
ve Chandra, 2011). Biyo-gübreler tohum veya toprak aşılayıcıları
olarak uygulandığında, çoğalırlar ve besin döngüsüne katılırlar ve
mahsul verimliliğine yararlar (Singh ve diğerleri, 2011).
Son yıllarda bitkisel gelişmeyi teşvik edici ve artırıcı Rhizobium,
Azotobacter, Bacillus, Azospirillum Pseudomonas, Enterobacter,
Klebsiella ve Staphylococcus gibi bakterilerin, bazı Aspergillus ve
Penicillium funguslarının biyolojik gübre olarak kullanımı üzerine
yoğun araştırmalar yapılmakta ve olumlu sonuçlar alınmaktadır
(Çakmakçı, 2004). Mansoori ve ark 2013’te pamukta solgunluk
hastalığına neden olan ve önemli verim azalmalarına yol açan
Verticillium dahliae Kleb. hastalığının inokule edilmiş olduğu alanda
yürüttükleri çalışmada pamuk tohumlarının ekimden önce P.
fluorescens ve Bacillus spp. ırkları ile muamele edildiklerinde
solgunluk hastalığı etkisinin azaldığını bildirmişlerdir.
44 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Yapılan birçok çalışmada bitki büyümesini teşvik edici bakteri (PGPR)
uygulamaları ile çimlenme oranı, kök gelişmesi, verim, yaprak alanı,
klorofil oranı, azot oranı, protein oranı, hidrolik aktivite, susuzluğa
tolerans, kök ve gövde ağırlığının arttığı, yaprakların yaşlanmasının
geciktiği ve bazı hastalıklara dayanıklılık sağlandığı tespit edilmiştir
(Çakmakçı, 2004). Ayrıca, Narula ve ark. (2005) Pseudomonas,
Azotobacter, Azospirillum ve Acetobacter çoklu ırklarını inokule
ettikleri pamukta bu bakterilerin azot tespit etme ve fosfor çözme
özelliklerinden dolayı bitki gelişimine, verime, koza ağırlığına pozitif
etki yaptığını bildirmiştir. Paul ve ark. (2011) ise azotobacter
chroococcum’u pamukta çimlenme, bitki gelişimi, bitki boyu, koza
sayısı ve koza ağırlığı özelliklerine katkı verdiğini saptamıştır.
Biyo-gübreler tohum veya toprak aşılayıcıları olarak uygulandığında,
çoğalarak, besin döngüsüne katılırlar ve mahsul verimliliğini
yükseltirler (Singh ve ark. 2011).
Biyo gübre azot fiksasyonu, fosfat ve potasyum çözündürme veya
mineralizasyon, bitki büyümesini düzenleyici maddelerin salınımı,
antibiyotik üretimi ve topraktaki organik maddenin biyolojik olarak
parçalanması yoluyla toprak ortamını her türlü mikro ve makro besin
maddesi bakımından zengin tutarken (Sinha ve ark. 2014 ), büyümeyi
teşvik eden hormonları ve anti-metabolitleri üretirler (Gharib ve ark.
2008), organik maddeyi ayrıştırırlar (Mahmoud, 2009; Ismail ve ark.
2014). Dahası, topraktaki azotu ve baklagillerin kök nodüllerini
sabitleyerek bitki için kullanılabilir hale getirirler (Ateia ve diğerleri,
2009). Trikalsiyum, demir ve alüminyum fosfat gibi çözünmeyen fosfat
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 45
kaynaklarını da alınabilir fosfor formuna dönüştürürler (Leithy ve ark.
2009).
Biyo gübreler tohuma ve toprağa uygulandığında, çevreye herhangi bir
olumsuzluk oluşturmadan verimi %10-20'ye kadar arttırırken, bitki
boyunu, dal sayısını, kök sayısını, kök boyunu, sürgün uzunluğunu,
bitki organlarında kuru madde birikimini ve canlılık indeksi önemli
düzeyde arttırmaktadır (Ezz El-Din ve Hendawy, 2010).
Biofertilizer Olarak Kullanılan Canlılar
a) Rhizobium, bitkisel kökleri kolayca kolonize edebilen ve çevresel
nitrojeni avantajlı bir şekile getiren bakteridir (Vinale, 2014).
b) Azospirillum lipoferum ve A. brasilense, topraktaki temel
kiracılar, rizosfer ve taneli bitkilerin kök korteksindeki hücreler
arası boşluklara yerleşirler. Graminaceous familyası ile uyumlu
bir bağlantı kurarlar (Vanek ve ark., 2016).
c) Cyanobacteria Heterositoz Nostoc, Anabaena, Aulosira ve
benzerlerine sahip BGA kompozit topluluğu, plaka, polietilen
kaplı kaplarda esansiyel inokulum olarak verilir ve daha sonra
tarlada 10 kg oranında toprak bazlı cips olarak kullanılmak üzere
çoğaltılan kütle kütlesi olarak verilir (Kefela ve ark., 2015).
d) Azolla, suda yüzen ve mavi yeşil algler Anabaena azolla'i
değiştiren azot ile ilişkili olarak barometrik azotu sabitleyen,
serbest sürüklenen bir su yeşilidir (Pandey, 2014).
e) Azotobacter serbest azotu yüksek derecede bağlar (Kalaycı,
2016). Baklagil olmayan pirinç, pamuk ve sebzelerde biyo-gübre
olarak kullanılır (Olubunmi ve Bernard, 2016).
46 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
f) Acetobaceter bir sakharofilik mikrop olup şeker kamışı, tatlı
patates ve tatlı sorgum bitkileriyle birlikte yaşar ve yılda hektara
30 kg azot sabitler. Bu bakteri şeker kamışı mahsulü için
pazarlanmaktadır (Kannan ve ark., 2011).
Biyogübrelerin rolü
Bitkilerin gerekli besin ihtiyacını karşılamak için kimyasal gübrelere ek
olarak kullanılırlar. Yılda 20–200 kg N / ha fayda oluşturabilir (örn.
Rhizobium sp 50-100 kg N / ha / yıl; Azospirillum, Azotobacter: 20-40
kg N / ha / yıl; Azolla: 40-80 kg N / ha; BGA: optimum toprak koşulları
altında 20-30 kg N / ha) ve böylece toplam verimi yüzde %15-25
oranında arttırabilirler.
Biyogübrelerin uygulanmasıyla mineraller artar ve su alımı, kök
gelişimi, vejetatif büyümesi azot fiksasyonu ile olur.
Biyo-gübreler olarak kullanıldığında Mycorrhiza veya VA-mycorrhiza
(VAM mantarları), fosfor, çinko, sülfür ve su alımını arttırır, verimin
artmasına neden olur ve kök hastalıklarına karşı bitki direnci arttırarak,
nakil stoklarının sertliğini yükseltirler.
Bazı biyo-gübreler (örneğin, Rhizobium BGA, Azotobacter sp) B-
vitamini, İdol asetik asit (IAA) ve Gebereli asitler gibi büyümeyi teşvik
edici maddelerin üretimini teşvik eder.
Fosfat mobilize eden veya fosfor çözen biyolojik gübreler /
mikroorganizmalar (bakteri, mantarlar, mikozsa vb.) çözünmeyen
toprak fosfatını, çeşitli organik asitleri salgılayarak çözülebilir formlara
dönüştürür ve optimum koşullar altında, mahsul veriminin% 10 ila% 20
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 47
artabileceği için yaklaşık 30-50 kg P2O5 / ha çözünür / mobilize
edebilirler. Büyümeyi teşvik edici madde ve vitaminleri özgürleştirir ve
toprak verimliliğini korumaya yardımcı olurlar.
Antagonistler gibi davranırlar ve toprak kaynaklı bitki patojenlerinin
görülme sıklığını bastırırlar ve böylece hastalıkların biyolojik
kontrolüne yardımcı olurlar.
Biyo-gübre içerisindeki azot fiksasyonu, fosfat mobiliz asyönü ve
selüloittik mikroorganizmalar topraktaki bitki besin maddelerinin
mevcudiyetini arttırmakta ve böylece tarımsal üretim ve tarım sistemini
sürdürmektedir. Bunlar daha ucuz, kirlilik içermeyen ve yenilenebilir
enerji kaynaklarıdır.
Toprağın sağlığının fiziksel özelliklerini iyileştirir, verimliliğini arttırır.
Bu nedenle, Nostoc, Anabaena ve Scytonema gibi mavi yeşil algler
alkali toprakların ıslahında sıklıkla kullanılır. Selülolitik ve lignolitik
mikroorganizmalar içeren biyo-aşılayıcılar, organik maddenin toprakta
bozulmasını / ayrışmasını arttırmanın yanı sıra kompost çukurunda
ayrışma hızını arttırır.
Baklagil olmayan birçok bitki türüne uygulandığında Azotobacter
aşılayıcıları, büyümeyi teşvik eden maddeler üreterek tohum
çimlenmesini ve bitki canlılığını arttırır. Azolla-Anabaena, su altındaki
pirinç tarlalarında yüzer bir bitki olarak yetişir ve üretilen yaklaşık 40-
60 ton biyo-kütlede 100 150 kg N / ha / yıl olarak sağlar.
48 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Sonuç olarak;
✓ Torakta doğal denge için,
✓ Değişen toğrağın yapısı için,
✓ Artan kimyasal gübelerin fiyatı için,
✓ Kullanılan gübrelerin alımını artırmak için,
✓ Doğal N vb. ürünler üretmek için,
✓ Bitkilerin stresini azaltmak için,
Verim artışı için biyo-gübre kullanımını artırmamız gerekir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 49
KAYNAKLAR
Alfa, M.I., Adie, D.B., Igboro, S.B., Oranusi, U.S., Dahunsi, S.O., Akali,
D.M., 2014. Assessment of biofertilizer quality and health implications
of anaerobic effluent of cow dung and chicken droppings. Renewable
Energy 63, 681–686.
Anonim 2018. Türkiye İstatistik Kurumu, Bitkisel Üretim İstatistikleri.
Biyo-gübre uygulamalarının pamukta veri ve bazı fizyolojik parametrelere
etkisi,2019
Çakmakçı R., 2004. Bitki Gelişimini Teşvik Eden Rizobakterilerin Tarımda
Kullanımı. Atatürk Univ. Zir.Fak.Derg.36 (1): 97-107, 2005 ISSN
1300-9036
Mansoori, M., Heydari, A., Hassanzadeh, N., Rezaee, S., Naraghi, L., 2013.
Evaluation of Pseudomonas and Bacillus antagonists for biological
control of cotton Verticillium wilt disease. Plant Protection Research 53
(2): 154e157.
Narula, N., Saharan, B.S., Kumar, V., Bhatia, R., Bishnoi, L.K., Lather,
B.P.S., Lakshminarayana, K., 2005. Impact of the use of biofertilizers
on cotton (Gossypium hirsutum) crop under irrigated agro-ecosystem.
Archives of Agronomy and Soil Science, 51(1): pp.69-77.
Paul, S., Rathi, M., Tygai, S.P., 2011. Interactive effect with AM fungi and
Azotobacter inoculated seed on germination, plant growth and yield in
cotton (Gossypium hirsutum). Indian Journal of Agricultural Sciences
81 (11): pp. 1041-1045.
TUIK. 2018. TUIK Veri tabanları (erisim https://biruni.
tuik.gov.tr/medas/?kn=92&locale=tr)
Semerci and Celik / Turkish Journal of Agriculture - Food Science and
Technology, 7(2): 246-252, 2019
50 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Sinha, R.K., Valani, D., Chauhan, K. 2014. “Agarwal S: Embarking on a
second green revolution for sustainable agriculture by vermiculture
biotechnology using earthworms: reviving the dreams of Sir Charles
Darwin”. International Journal Of Agriculture And Biology, 1:50–64.
Singh, G., Sekhon, H.S. and Sharma, P. 2011. “Effect of irrigation and
biofertilizer on water use, nodulation, growth and yield of chickpea
(Cicer arietinum L.)”. Archives of Agronomy and Soil Science. 57(7):
715–726.
Sujanya, S. and Chandra, S. 2011. “Effect of part replacement of chemical
fertilizers with organic and bio-organic agents in ground nut, Arachis
hypogeal”. Journal of Algal Biomass Utilization, 2(4): 38– 41.
Ateia EM, Osman YAH, Meawad AEA ,2009. Effect of organic fertilization
on yield and active constituents of Thymus vulgaris L. under North
Sinai Conditions. Res. J. Agric. Biol. Sci. 5(4):555-565.
Leithy S, Gaballah MS, Gomaa AM, 2009. Associative impact of bio- and
organic fertilizers ongeranium plants grown under saline conditions.
Int. J. Acad. Res 1(1):17-23.
Ezz El-Din AA, Hendawy SF, 2010. Effect of dry yeast and compost tea on
growth and oil content of Borago officinalis plant. Res. J. Agric. Biol.
Sci. 6:424-430.
Rashtriya Krishi., 2013. Importance of bio-fertilizers in agriculture, HIND
agricultural research and training institute, Vol. 8 (1):1-202
Mazid, M. and Khan, T.A., 2014. “Future of Bio-fertilizers in Indian
Agriculture: An Overview”, International Journal of Agricultural and
Food Research, 3, 10-23.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 51
BÖLÜM 3
Nanopartiküllerin Sucul Organizmalar Üzerindeki Genotoksik Ve
Sitotoksik Etkileri
Dr. Öğr. Üyesi Mine KÖKTÜRK1
Prof. Dr. Muhammed ATAMANALP2
1 Iğdır Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Organik Tarım İşletmeciliği Bölümü, Iğdır, Türkiye. [email protected]. ORCID ID: 0000-0003-4722-256X 2 Atatürk Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Su Ürünleri Yetiştiriciliği Bölümü, Erzurum, Türkiye. [email protected]. ORCID ID:0000-0002-2038-3921
52 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 53
Giriş
Nanoteknoloji, sosyal, ekonomik ve endüstriyel faydaları nedeniyle her
geçen gün daha da önem kazanmaktadır. Bununla birlikte
nanopartiküller, artan kullanımı nedeniyle doğal suları kirletmekte,
suda yaşayan organizmalar için olumsuz etkiler yaratmakta ve yaşam
ortamları için risk oluşturmaktadırlar (Lekamge ve ark., 2020).
Uluslararası Standartlar Örgütü (ISO) (2008) ve SCENIHR (2007)
yönergelerine göre, Tasarlanmış nanopartiküller (ENM), doğal
kaynaklı nanomalzemelerin aksine (Wigginton ve ark., 2007), en az bir
boyutu olan farklı yöntemler kullanılarak tasarlanmış, 100 nm den
küçük üretilmiş malzemeler olarak tanımlanmıştır (Auffan ve ark.,
2009). Tasarlanmış nanoparçacıklar yaygın olarak terapötik, elektronik,
mühendislik, teşhis cihazları ve kişisel bakım ürünleri alanlarında
kullanılmaktadır. Nanoparçacıklar deniz sedimentinde ve buzullarda
bulunduğundan, oluşumundan bu yana Dünya'da bulunan maddeler
olarak kabul edilirler ve birçok organizmanın bu tür malzemeye
tolerans ve adaptasyon mekanizmaları geliştirmiş olması muhtemeldir
(Rocco ve ark., 2015). Son on yılda, nanoteknolojinin yoğun gelişimi
nedeniyle, yapay nanoparçacıklar kasıtlı olarak veya yanlışlıkla çevreye
salınmıştır. Bu maddeler, doğal olarak bulunmayan yapısal formlarla
çevrede kalıcı olabilir ve ayrıca organizmaların bu nanopartiküllere
karşı doğal bir savunma sisteme sahip olmadıkları bilinmektedir
(Handy ve ark., 2008). Nanoteknoloji alanındaki gelişmelere paralel
olarak farmakoloji, elektrik vb. alanlarda kullanımı olan çeşitli
nanomateryaller sentezlenmeye başlanmıştır. Yeni sentezlenen bu
nanopartiüllerin toksik etkileri hakkında yeterli çalışma olmamakla
54 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
birlikte genotoksik ve sitotoksik etkileri hakkında da çok az çalışma
bulunmaktadır.
Nanopartiküllerin farklı yapı, boyut ve kimyasal bileşenlerinden dolayı
canlılardaki toksik etkileri ve bu etkileri kontrol eden mekanizmaları
tahmin etmek oldukça zordur. Nanoteknoloji alanındaki hızlı gelişme
farklı yapılardaki binlerce nanopartikülü hayatımıza dahil etmiştir.
Nanopartiküllerin sentezlenme ve kullanım hızındaki önlenemez artış,
ekosisitemin tüm alanlarına bu partiküllerin farklı yollarla girişi
özellikle akuatik çevre ve sucul organizmalar için gün geçtikçe
kontrolden çıkan birçok sorunu beraberinde getireceği
düşünülmektedir. Nanopartiküllerin akuatik canlılar üzerine mevcut
toksik etkilerinin ortaya konulması nanotoksikoloji açısından önemli
bir yaklaşımdır (Şekil 1). Yüzey kaplama değişiklikleri, homo ve hetero
toplama, ayrıştırma/çözülme, difüzyon, makromoleküllerle ve/veya
organizmalarla etkileşim ve biyolojik dönüşüm gibi çevresel süreçleri
ve NP'lerin kaderini etkiler (Rocha ve ark., 2017).
Şekil 1: Nanopartikül Toksisitesi Adımları
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 55
Nanopartiküllerin (NP) neden olduğu toksisitenin altında yatan en
yaygın mekanizmalar oksidatif stres, inflamasyon, immünotoksisite ve
genotoksisitedir (Magdolenova ve ark., 2014). NM'ler, döküm
malzemelere kıyasla tüm organizma boyunca daha yüksek bir taşınma
potansiyeline sahip oldukları için biyolojik sistemlerin hücreleri,
dokuları ve organları ile kolaylıkla etkileşime girmektedir (Senapati ve
ark., 2015). NM'lerin biyolojik sistemler ile etkileşimi sonrasında hedef
organlarda birikmesi sitotoksisiteye veya genotoksisiteye yol açabilir
(Sharma ve ark., 2012).
Günümüzde nanopartiküllerin sentezi için mikroorganizmaları ve
bitkiyi kullanan yeşil kimya prosedürü bilimsel gruplarda daha fazla
ilgi görmüştür. Çevre dostu NP'lerin sentezindeki gelişmeler
beraberinde özellikle mikroalgler, makroalgler ve siyanobakteriler gibi
sucul canlılardan NP sentezine yönelimleri getirmiştir (Uzair ve ark.,
2020). Son yıllarda altın ve magnezyum oksit nanopartikül, çevre dostu,
düşük maliyetli ve biyo-uygulanabilir olması nedeniyle kapsamlı bir
şekilde çalışılmıştır (Camas ve ark., 2019; Verma ve ark., 2020). Ancak
zebra balığı embriyolarında yeşil sentez altın nanopartiküllerin 100
μg/L yüksek toksisitesinin olduğu belirlenmiştir (Rajasekar ve ark.,
2020).
Zebra balığı embriyolarında yeşil sentezlenmiş ZnO nanopartiküllerin
teratojenite ve genotoksisitesinin olduğu da bildirilmiş olup bu durum
yeşil sentez nanopartiküllerin toksisitesi ile ilgili daha kapsamlı
çalışmalar yapılmasının gerekliliğini ortaya koymuştur (Suriyaprabha
ve ark., 2019). Bu kitap bölümünde nanopartiküllerin akuatik canlılar
56 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
üzerindeki genotoksik ve sitotoksik etkileri hakkındaki mevcut bilgiler
özetlenlenmiştir.
Sucul Organizmalarda Nanopartiklerin Genotoksisite Ve
Sitotoksisite Mekanizması
Nanomalzemelerin küçük boyutları, hücre zarlarından ve diğer
biyolojik engellerden daha kolay geçmelerine izin verir, bu nedenle
nanomateryaller canlı organizmalara kolayca alınabilir ve hücresel
işlev bozukluğuna neden olabilir (Nel ve ark., 2006; Xia ve ark., 2008).
Organizmalarda, hücresel ve fizyolojik mekanizmaların anlaşılması,
tasarlanmış nanomalzemelerin (ENM) toksisite oluşumu veya
davranışına ilişkin temel bilgiler sağlayabilir (Wang, 2018).
Nanopartiküllerin genotoksisitesinin mekanizmaları hala yeterince
anlaşılmamıştır ve DNA üzerindeki bir etkinin nano-spesifik olup
olmadığı genellikle net değildir (Magdolenova ve ark., 2014).
Genotoksisite, NP'lerin genetik materyal ile doğrudan etkileşimiyle,
NP'nin neden olduğu reaktif oksijen türlerinin (ROS) dolaylı hasar
görmesiyle veya çözünür NP'lerden salınan toksik iyonlarla üretilebilir
(Yu ve ark., 2013; Perreault ve ark., 2014; Boran and Şaffak, 2018).
İkincil genotoksisite, NP ile tetiklenen iltihaplanma sırasında aktive
fagositler (nötrofiller, makrofajlar) yoluyla ROS tarafından oksidatif
DNA saldırısının bir sonucu olabilir (Stone ve ark., 2009). Hücrelerin
mitokondrilerinde ATP, proton ve elektron transfer reaksiyonları
yoluyla moleküler oksijenin suya indirgenmesiyle sentezlenir. Bu işlem
sırasında, oksijenin küçük bir yüzdesi tamamen azalmaz ve bu kısım
süperoksit anyon radikallerinin ve ardından diğer oksijen içeren
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 57
radikallerin oluşumuyla sonuçlanır. Dolayısıyla, Reaktif oksijen türleri
(ROS), çoğunlukla mitokondride meydana gelen hücresel oksidatif
metabolizmanın yan ürünleridir (Yin ve ark., 2012). ROS, hidroksil
radikali (HO•), süperoksit anyon (O2•-), peroksil (ROO•) ve alkoksil
(RO•), nitrik oksit (NO) gibi serbest radikalleri (FR), aynı zamanda
oksijen, hidrojen peroksit (H2O2), hipokloröz asit (HClO) ve geçiş
metalleri (Cu ve Fe) gibi radikal olmayan bileşikleri içerir (Sorg, 2004).
ROS, hücresel sinyal sistemlerinde ve mitojenik yanıtların
indüksiyonunda yararlı fizyolojik roller oynamaktadır (Schieber and
Chandel, 2014; Pizzino ve ark., 2017). Ancak ROS'un aşırı üretimi
oksidatif strese neden olarak hücrelerin normal fizyolojik redoks
tarafından düzenlenen fonksiyonları sürdürmemesine neden olabilir
(Meng ve ark., 2009).
Hücre fonksiyonundaki ve gelişimindeki hasarlar; protein radikalleri
oluşturmak için proteinlerin oksidatif modifikasyonunu, lipid
peroksidasyonunun başlatılmasını, DNA ipliği kırılmalarını, nükleik
asitlerde modifikasyonu, redoksa duyarlı transkripsiyon faktörlerinin
aktivasyonu yoluyla gen ekspresyonunun modülasyonunu ve sinyal
iletimi yoluyla hücre ölümüne ve genotoksik etkilere neden olan
enflamatuar yanıtların modülasyonunu içerir (Liang ve ark., 2018;
Shakhristova ve ark., 2019; Chen ve ark., 2019; Bazlekowa-Karaban ve
ark., 2019). Nanomalzemeler tarafından doğrudan veya dolaylı olarak
indüklenen ROS üretimi, genotoksisitede hayati bir rol oynar. Oksidatif
DNA hasarı, insanlarda mutagenez, karsinojenez ve yaşlanmayla ilgili
58 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
hastalıkları içeren biyolojik mekanizmalarla ilişkilidir (Fu ve ark.,
2014).
Bazı nanopartiküller akuatik canlılarda ROS oluşumunu artırabilir,
oksidatif strese bağlı olarak DNA hasarı, lipid peroksidasyonu,
mitokodriyel bozukluklar ve protein denatürasyonu gibi değişiklikler
ile hücre ölümlerine yol açabilir (Şekil 2) (Zhao ve ark., 2016; Xiang
ve ark., 2020). Nükleer ve mitokondriyal DNA da 8-hidroksi-2-
deoxyguanosine (8-OHdG), serbest radikal kaynaklı oksidatif lezyonun
baskın bir şeklidir. Sucul canlılarda nanopartikül toksisitesinin
belirlenmesinde özellikle 8-OHdG, oksidatif hasarın DNA'ya olan
etkisini ölçmek için önemli bir belirteç olarak kullanılmaktadır (Ahmad
ve ark., 2016).
Şekil 2: Sucul Organizmalarda Nanopartiküllerin Genotoksik ve Sitotoksik Mekanizmaları
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 59
Sucul Organizmalarda Nanotoksik Etkiler
Balıklarda Nanotoksikoloji
Sentezlenmiş nanopartiküllerin artan kullanımı, sucul ortam üzerindeki
olumsuz etkileri nedeniyle dikkat çekmiştir. Nanopartiküllerin etkileri
formlarına, yapılarına, boyutlarına, şekillerine ve yüzey alanlarına
bağlıdır (Dhawan ve ark., 2009). Nanopartiküller genellikle endüstriyel
deşarjlar, atık su sistemleri veya topraktan yüzey akışı yoluyla su
sistemlerine yayılmaktadır (Smeraldi ve ark., 2017; Piplai ve ark.,
2018). Dünyada 7.4 milyon insanın balık tükettiği düşünüldüğünde
balıklardaki nanopartikül birikiminin ciddi bir sorun olduğu
düşünülmektedir (FAO, 2012; Clark ve ark., 2019).
Titanyum dioksit (TiO2-NPs) en yaygın kullanılan nanomalzemelerden
biridir. TiO2 nanopartikülleri, kozmetik, güneş koruyucuları, ilaçlar ve
gıdalar gibi bir dizi üründe ultraviyole ışık engelleyici veya katalizör
olarak kullanılan biyolojik olarak eylemsiz parçacıklardır (Musial ve
ark., 2020). TiO2-NP'ler, yüksek stabilitesi, korozyon önleyici
özellikleri ve yüksek fotokatalitik aktiviteleri nedeniyle en popüler imal
edilmiş nanopartiküller arasındadır (Weir ve ark., 2012). Bu metal
oksitler, karasal ve sucul ekosistemlere yoğun olarak salınmaktadır.
Organizmalara çeşitli yollarla girebilirler, burada organlarda
yoğunlaşırlar, çeşitli biyolojik reaksiyonlara neden olurlar ve farklı
hayvan gruplarının sistemlerinde ve dokularında fizikokimyasal
özellikleri değiştirirler (Osborne ve ark., 2015; Hoseini ve ark., 2016;
Canli ve ark., 2018). Sucul ve karasal canlılarda TiO2-NP'lere maruz
kaldıktan sonra, reaktif oksijen türlerinin artışına bağlı olarak bağışıklık
60 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
sisteminin uyarılması, lizozomal membranın hasar görmesi, protein
karbonillenmesi, lipit peroksidasyonu, DNA hasarı ve apoptoz gibi bazı
mekanizmaların aktive edildiği görülmektedir (Bobori ve ark., 2020).
Yüksek dozlarda TiO2-NP’lere maruz kalmış zebra balıklarında
spermatojenik hücreler ve testis morfolojisi olumsuz yönde etkilediği
bildirilmiştir (Kotil ve ark., 2017).
Sucul canlılarda NP'lerin genotoksisite değerlendirmesi mikronükleus
(MN) indüksiyonu, diğer kromozomal sapmalar, DNA parçalanması ve
DNA onarım mekanizmalarındaki değişiklikler gibi durumlar ile
yapılmaktadır (Vignardi ve ark., 2015). Balıklar (Poecilia reticulata),
21 gün boyunca demir nanopartiküllere (IONP) (0,3 mg/L) maruz
bırakılarak DNA hasarı (kuyruklu yıldız testi) ve mikronükleus (MN)
testi ile genotoksisite değerlendirilmiştir. Sonuç olarak IONP NPs akut
(3 ve 7 gün) ve uzun süreli maruziyetten (14 ve 21 gün) sonra P.
reticulata'da DNA hasarına neden olurken, mutajenik etkiler yalnızca
uzun süreli maruziyetten sonra gözlenmiştir (Qualhato ve ark., 2017).
Yine benzer şekilde mikronukles testi ile balıklarda çinko bulk and
çinko nano parçacıkların genotoksik etkilerin karşılaştırıldığında nano-
Zn, bulk-Zn lerden daha fazla genotoksik etki sergilediği bildirilmiştir.
Nano-Zn'ye maruz kaldıktan 14 gün sonra balıklarda çeşitli dokularda
DNA hasarı tespit etmişlerdir (Abdel-Khalek ve ark., 2020).
Metal ve metalik nanopartiküllerin kullanımı önemli ölçüde artmıştır.
Bundan dolayı sucul ortamların çeşitli trofik seviyelerinde metallerin
birikme ve deşarj olasılığını artırmıştır. Günümüzde, farklı bakır
formlarının spesifik kullanımları vardır, örneğin bakır sülfat, göllerde
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 61
ve havuzlarda yosun büyümesini kontrol etmek için kullanılan köklü
bir pestisittir. Bakır nanopartiküllerinin bu şekilde kullanımı endişe
verici olduğundan metallerin ve metalik nanopartiküllerin toksisite
mekanizmalarını, insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açmadan
önce anlamak önemlidir (Malhotra ve ark., 2020). Yer kabuğunda bol
miktarda bakır elementi bulunmaktadır (Förstner and Wittmann, 2012).
Bunların yanında bakır hem insanlarda hem de hayvanlarda hayatta
kalmak için gerekli vücut süreçleri ile ilgili kritik enzim
reaksiyonlarında kofaktör olarak önemli bir rol oynayan temel bir mikro
besindir (Lee ve ark., 2002; Stern, 2010). Bu nedenle, organizmalara
karşı bakır nanopartiküllerin toksisitesinin mekanizmasını anlamak
için, öncelikle bakırın canlının fizyolojik gereksinimleri için gerekli
miktarı ve nanopartikül sentezlenme aşamasında kullanılan miktarı
dikkate alınarak çalışmalar yapılmalıdır. Bakır nanopartiküllerin,
endoplazmik retikulum ve oksidatif stres yoluyla zebra balığı bağırsak
gelişimine zarar verdiği tespit edilmiştir (Griffitt ve ark., 2007). Bakır
nanopartikül stresi altında intestinal markör genleri (slc15a1b,
cyp3a65, cyp8b1, fabp2) için gen ekspresyonları önemli ölçüde azalmış
ancak zebra balığı bağırsaklarında endoplazmik retikulum (ER) stres
belirteci (bip) artmış olduğu bildirilmiştir (Zhao ve ark., 2020). Bakır
nanopartiküllere maruz bırakılan balık embriyolarının bağırsak
sisteminde bağışıklığa yanıt veren genlerden interlökin 1 beta (il1B) ve
immüno yanıt gen 1-Like (irg1L) mRNA ekspresyonu diğer dokulara
kıyasla önemli oranda azalmıştır (Brun ve ark., 2018). Alüminyum
nanopartiküllerin karaciğer ve kalbe özgü genlerin ekspresyonunu
değiştirmesi, alüminyum bazlı nanopartiküllerin karaciğerdeki
62 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
toksisiteden sorumlu olduğunu ve kardiyovasküler sistemi etkilediğini
göstermektedir (El-Hussainy ve ark., 2016; Morsy ve ark., 2016). Sucul
canlılarda da alüminyum bazlı nanopartiküllerin organogenez
üzerindeki etkilerini incelemek için kalp, karaciğer ve bağırsağa özgü
transkriptler incelendiğinde Danio rerio'da karaciğere özgü genler
ldrap1 ve fabp10a'nın ekspresyonunu azaldığı görülmüştür (Ismail ve
ark., 2019).
Bazı araştırma istatistikleri, silika nanopartiküller (SiNP'ler), yıllık 1
milyon tonu aşan tüketimiyle dünyada en yaygın kullanılan beş
nanomalzemeden biri olduğunu göstermiştir (Sun ve ark., 2015 En
verimli nanopartiküllerden biri olarak, benzersiz fiziksel ve kimyasal
özelliklere sahip SiNP'ler, kimya endüstrileri, gıda üretimi ve biyo-
izleme, teşhis ve ilaç dağıtımı alanlarında kullanılmıştır (Li ve ark.,
2012; van der Zande ve ark., 2014; Phillips ve ark., 2014).
Nanopartiküllerin partikül boyutu, biyolojik aktivitesi veya toksik
etkisinde anahtar rol oynamaktadır. Li ve ark., (2020) zebra balıklarında
yapmış olduğu çalışmada küçük boyutlu SiNP'lerin genel
nörodavranışsal profiller üzerinde nörotoksik etkisini ve Parkinson
hastalığına neden olma potansiyeli olduğu bildirmiştirler.
Çalışmalarında beyindeki nörodejeneratif genlerin (β-sinüklein, pink-1,
uch-l1) transkripsiyonel seviyesindeki değişikliklere bakıldığında,
nispeten düşük dozdaki (küçük aglomere partikül boyutu) SiNP'lerin
transkripsiyonel ifadeleri inhibe edebildiğini, buna karşın yüksek
konsantrasyonların (büyük aglomere partikül boyutu) bir dereceye
kadar transkripsiyonel ifadeleri teşvik edebildiğini göstermişlerdir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 63
Polietilen glikol (PEG)-modifiye edilmiş SiNP'lerin in vitro (HUVEC
hücre kültürü) ve in vivo (zebra balığı) olarak sitotoksisiteyi,
inflamasyonu ve vasküler endotel hasarını etkili bir şekilde azaltabildiği
gösterilmiştir. Ayrıca, ROS oluşumunun inhibisyonu, PEG ile modifiye
edilmiş SiNP'lerin apoptozu ve sitotoksisiteyi azaltmasının başlıca
nedeniydi (Liang ve ark., 2020).
Isı şoku proteini 70 (HSP70), stres proteinlerindendir. Roberts ve ark.,
2010). İnterlökin 1 ve beta (IL-1β) genleri ise bağışıklık tepkisinin
indüksiyonunda rol oynayan sitokinlerdendir (Wang ve ark., 2011;
Reyes-Cerpa ve ark., 2012). Astragalus membranaceus
nanopartiküllerinin (ANP) diyetle Oreochromis niloticus türü balıklara
uygulandığında HSP70 ve IL-1β gen ekspresyonlarının belirgin şekilde
yukarı regüle olduğu belirlenmiştir. Bu durum ANP’lerin farklı fiziksel
stres faktörlerine karşı koruma sağlama yeteneğine sahip olduğunu
göstermiştir (Elabd ve ark., 2020).
Grafen, iki boyutlu bir petek yapısına sıkıca paketlenmiş düz bir karbon
atomu tabakasıdır (Kumar ve ark., 2016; Jiang ve ark., 2018). Grafen
oksit (GO), benzersiz fizyokimyasal özelliklere sahip,
biyonanoteknoloji ve nanobiyotıp alanında büyük umut vaat eden
nanomalzemelerden biridir (Ozkan ve ark., 2019). Özellikle son
yıllarda ilaç dağıtım sistemleri ve hastalık tedavi/teşhisi için
biyomedikal alanlarda yaygın olarak kullanılmaktadır (Mousavi ve
ark., 2019; Pei ve ark., 2020). GO, biyolojik bilimlerde ve tıbbi
uygulamalarda yaygın olarak kullanılması ile akuatik çevrede
potansiyel bir kirletici haline gelmektedir (Deng ve ark., 2017; Hazeem
64 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
ve ark., 2017) Balıklarda GO nanopartiküllerin genotoksisite ve
sitotoksisitesi üzerine çok sayıda çalışma bulunmaktadır (Chen ve ark.,
2016; Lu ve ark., 2017; Soares ve ark., 2017; Clemente ve ark., 2019;
Sun ve ark., 2019; Xiong ve ark., 2020; Yan ve ark., 2020; Chen ve ark.,
2020). GO nanopartiküllerin zebra balığı embriyolarının beyinin
diensefalon bölgesine yerleşerek mitokondride yapısal ve morfolojik
hasara neden olduğu bulunmuştur. Bunun yanında hücre apoptozu ve
yaşlanmasını, kaspaz 8 ve-galaktosidazın yukarı regülasyon göstermesi
ile oksidatif stres yoluyla tetiklemektedir (Ren ve ark., 2016). GO'ya
maruz bırakılan larvalar, yüksek sinapsin IIa mRNA seviyeleri ve
dopamin taşıyıcı (dat) gen ekspresyonunda azalma tespit edilmiştir
(Soares ve ark., 2017). Synapsin IIa, sinaps oluşumunun bir belirtecidir
ve dopamin gibi katekolaminlerin salınmasında rol oynar. Bunun
genetik delesyonu, endojen negatif düzenleyici olarak işlev gören
ekzositotik olaylarda artış yoluyla nörotransmiter salınımında artışa yol
açtığı bilinmektedir (Villanueva ve ark., 2006). Zebra balığı larvaları
GO'ya yedi gün süreyle maruz bırakıldığında, lokomotor aktivitede
değişim olmamıştır. Ancak RT-PCR gen ekspresyon analizi AChE
ekspresyonunda bir artış olduğu ve GO, RNA'nın proteine dönüşümünü
engelleyebileceğini göstermiştir (Clemente ve ark., 2019). Gelişimsel
gecikmenin duyarlı bir belirteci olan AChE aktivitesi, kasların doğru
gelişimi ve sonraki aşamalarda hasara karşı korunma için gereklidir
(Behra ve ark., 2002). Oksidatif stres, su toksikolojisi araştırmalarında
aşağıdaki iki yöne dayalı olarak geniş çapta araştırılmıştır. Bir yandan,
tasarlanmış malzemelere maruz kaldıktan sonra oksidatif stres
oluşumu, hücrelere zarar verebilir. Öte yandan, oksidatif stres,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 65
tasarlanmış malzemelerin metabolizmasında önemli bir rol oynar
(Yang ve ark., 2019). Önceki çalışmalar, GO'nun yüksek
konsantrasyonlarda apoptoza neden olarak sitotoksisiteyi arttırdığını
göstermiştir (Dasmahapatra ve ark., 2018). GO'nun balık embriyolarına
girişi mitokondriye zarar vermesi ve aşırı ROS oluşumunu
indüklemekte buna bağlı olarakta oksidatif stresi artması, DNA hasarı
ve apoptoz ile sonuçlanmaktadır (Chen ve ark., 2016). Büyük bir DNA
onarım yolu olarak, DNA hasar görmüş bazlarını çıkarabilen baz kesip-
çıkarma onarımı (BER) yolu, oksidatif stres, deaminasyon ve
alkilasyonun neden olduğu DNA hasarının onarımında önemli bir
mekanizmadır (Bauer ve ark., 2015; Lu ve ark., 2020). Zebra balığı
embriyolarını 24 saat boyunca GO farklı konsantrasyonlarına (0, 5, 25,
50 µg/mL) maruz bırakıldığında BER yolu gen ifadelerinin (apex1,
ogg1, polb, creb1) 50 µg/mL’de önemli oranda arttığı bildirlmiştir (Lu
ve ark., 2017). GO nanopartiküllerinin farklı boyutlarına maruz kalan
zebra balığı embriyolarında BER yolu için önemli olan apex1 ve ogg1
genlerinin ekspresyonlarında artış belirlenmiş olup DNA hasarı yanıt
faktörü tp53 geninde de önemli ölçüde artışın olduğunu bildirmişlerdir
(Jia ve ark., 2019).
Fitoplankton ve Sucul Bitkilerde Nanotoksikoloji
Nanopartiküllerin çeşitliliği ve özelliklerinin araştırılması hakkında
zorlukların olmasına rağmen son yıllarda büyük ilerlemeler
kaydedilmiştir. Ancak ekotoksikolojik etkileri ve insan sağlığı üzerine
etkileri üzerine hala sınırlı çalışmalar vardır. Bu durum
nanopartiküllerin çevresel izleme verileri, biyolojik ve ekolojik etkileri
66 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
hakkında daha fazla araştırma yapılması gerekliliğini ortaya
koymaktadır (Domercq ve ark., 2018; Luo ve ark., 2018; Davarpanah
and Guilhermino, 2019). Mikroalgler, tüm su sistemlerinde ve trofik
zincirin en düşük seviyesinde bulunan çok yaygın organizmalardır
(Déniel ve ark., 2019). Su ekosistemlerinde, mikro algler birincil
üreticiler olarak belirleyici bir ekolojik işleve sahiptir ve insanlığa
önemli hizmetler sunmaktadır (Nguyen ve ark., 2018).
Altın nanopartiküller (AuNP) en önemli nanomalzemeler arasındadır
(von Moos and Slaveykova, 2014). Bu partiküller araştırma ve risk
değerlendirmesi yapılacak 13 öncelikli nanomateryallerden biridir
(OECD, 2010). Altın nanopartiküllerin mikro alglere üzerine toksik
etkileri özellikle tatlı sular olmak üzere sınırlı sayıda türde
araştırılmıştır. AuNP'nin literatürde bildirilen mikroalglerdeki toksik
etkilerine bakıldığında, genotoksisite (Renault ve ark., 2008),
sitotoksisite (Iswarya ve ark., 2016) ve oksidatif stres üzerine olumsuz
etkileri olduğu bildirilmiştir (von Moos and Slaveykova, 2014;
Moreno-Garrido ve ark., 2015).
Küresel olarak, ZnO nanoparçacıklar, silika dioksit ve titanyum
dioksitten sonra, yıllık olarak üretilen (yılda 550 ton) en yüksek üçüncü
nanoparçacıklardır (Piccinno ve ark., 2012). ZnO nanoparçacık tarımda
nano-gübreler (Dimkpa ve ark., 2020), tekstil ve kozmetik ürünlerinde
(Vujovic and Kostic, 2019), atık su arıtımı (Thirukumaran ve ark.,
2019), ambalajlama amacıyla gıda endüstrisinde nano-kompozit film
(Ejaz ve ark. 2018) ve ilaç dağıtımı için farmasötiklerde biyosensörler
olarak hemen hemen insanlığın ihtiyaçlarını oluşturan ana sektörlerde
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 67
kullanılmaktadır (Shetti ve ark., 2019; Ruenraroengsak ve ark., 2019).
Bu yaygın kullanımı ZnO nanopartikülleri sucul ekosistemlere
ulaşmasını kaçınılmaz hale getirmektedir. Nanopartiküllerin sucul
ekosistemlere girişi su ekosistemindeki birincil besin kaynağı alg
florasına zarar gelmesinin yanısıra tüm gıda zincirinde ve nihayetinde
su ekosisteminde olumsuzluklara yol açabilir (Nowack and Bucheli
2007). Önceki çalışmalar, ZnO nanopartiküllerinin 0,06 - 100 mg/L
konsantrasyonlar arasında alglerin çoğu için toksik olduğunu
bildirmiştir (Franklin ve ark. 2007; Miao ve ark. 2010; Chen ve ark.
2012; Li ve ark. 2017; Bhuvaneshwari ve ark. 2018). Coelastrella
terrestris (Chlorophyceae) türü algler ZnO nanopartiküllerine maruz
kaldığında oksidatif strese bağlı olarak laktat dehidrojenaz, lipit
peroksidasyonu ve katalaz aktivitesi gibi biyokimyasal parametrelerin
etkilendiği belirlenmiştir (Saxena, 2019). Kozmetik endüstrilerinde,
gıda endüstrilerinde, tekstilde, boyalarda ve güneş pillerinde kullanılan
bir fotokatalist olan Titanyum dioksit nanopartiküller (n-TiO2) yüzey
sularında 1.6 µg/L olduğu bildirilmiştir (Gottschalk ve ark., 2013;
Waghmode ve ark., 2019). Alg hücreleri n-TiO2 maruz kaldığında
hücrelerin agregasyonu ve hücre zarının bozulması gibi etkiler
gözlemlenmiştir (Thiagarajan ve ark., 2019).
Sucul bitkiler, oksijen üretimi, besin döngüsü, su kalitesi kontrolü, tortu
stabilizasyonu ve suda yaşayan organizmalar için yaban hayatında
barınak olarak önemlidir (Mohan ve Hosetti 1999). Sucul ekosistemin
temelini oluşturması sebebiyle su bitkileri üzerindeki nanopartiküllerin
toksikolojisi dikkate alınmalıdır (Glenn ve ark., 2012). Lemna cinsinin
68 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
üyeleri, çeşitli kirletici maddelere karşı hassas olmaları ve toksisite
deneyleri için küçük miktarlarda toksik örneklerin uygulanmasına
imkan sağladığı için ekotoksikolojik araştırmalarda yaygın olarak
kullanılan sucul vasküler bitkilerdir (Kumar and Han, 2010;
Žaltauskaitė and Norvilaitė 2013; Van Hoeck ve ark., 2015). Ayrıca
küçük boyutları, basit yapıları, kolay manipüle edilmeleri ve kültüre
alınmaları, yüksek büyüme hızı, küçük genom boyutu ve çevrede ilk
oluşturucular olması gibi özellikleri sebebiyle fitotoksisite testlerinde
en çok kullanılan akuatik bitki türlerindendir (Oros and Toma, 2012).
Nanopartiküllerin akuatik bitkiler üzerinde toksik etkileri olduğu ancak
bu partiküllerin sentezlenmesinde kullanılan iyonların tek başına çok
daha toksik olduğu çoğu çalışmada bildirilmiştir. Tarrahi ve ark.,
(2018) yapmış olduğu çalışmada çinko selenid nanopartiküllere ZnSe
NP'lere kıyasla Zn2+ iyonlarının daha yüksek toksisiteye neden olduğu
da doğrulanmıştır. Lemna minor bitkisi ZnSe NP’lere maruz kaldığında
bitkinin kök hücrelerinde bu partiküllerin lokalize olduğu belirlemiştir.
Ayrıca L. minor bitkisinde büyüme parametreleri ve fotosentetik
pigment içeriği gibi fizyolojik indeksleride azalttığını
gözlemlemişlerdir. Birlikte ele alındığında, yüksek konsantrasyonda
ZnSe NP'ler ve Zn2+ fitotoksisiteyi tetiklediği ve bunun da bitkilerin
savunma sistemini harekete geçirdiği belirlenmiştir. Savunma
sisteminin harekete geçmesi ile antioksidan aktivitelerde değişiklikler
meydana gelmiştir. Farklı şekilde ise CuO NP'ler, L. minor üzerinde
bulk CuO ile karşılaştırıldığında daha fazla toksisiteye sahip olduğu ve
bitki büyümesi, klorofil içeriği, antioksidan savunma enzim
aktivitelerinde (peroksidaz, katalaz, süperoksit dismutaz aktiviteleri),
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 69
malondialdehit (MDA) içeriğinde değişikliklerin meydana geldiği
bildirilmiştir (Song ve ark., 2016). Yine CuO NP lerin lemna minör
bitkisinde yapraklarda epidermisde ciddi şekilde hasara ve köklerde
hücre bütünlüğünde zarara neden olduğu belirlenmiştir (Yue ve ark.,
2018).
Movafeghi ve ark., (2018) su bitkisi Spirodela polyrrhiza tarafından
TiO2-NP'lerin (8 nm) alımı ve bunun bitki üzerindeki etkileri
değerlendirdiklerinde nanopartiküllerin fotosentetik pigmentlerin
seviyesinde azalmaya neden olduğu ve bunun fotosentez oranının
azalması nedeniyle büyüme ve gelişme süreçlerini olumsuz
etkileyebileceğini bildirmişlerdir. Yine benzer şekilde zinc oxide
nanoparticles (ZnO-NPs)(25 nm) ve silver nanoparticles (AgNPs)(6
nm) muameleleri altında S. polyrrhiza bitkisinin klorofil içeriğinde bir
azalma olduğunu belirlenmiştir (Jiang ve ark., 2012; Hu ve ark., 2013).
Tatlı su yosunu Pseudokirchneriella subcapitata hücreleri 4 mg/L
Nikel oksit nanopartiküller (NiO-NP) ile inkübe edildiğinde
fotosentetik performansın önemli ölçüde azaldığı ortaya konulmuştur
(Sousa ve ark., 2018). Chlorella vulgaris'in alg hücreleri 1-100 mg/L
NiO-NP'lere maruz bırakıldığında fotosentezin fotokimyasal
reaksiyonlarında önemli inhibisyon oluştuğu belirlenmiştir
(Oukarroum ve ark., 2017).
Reaktif oksijen türleri (ROS), biyomoleküllerle reaksiyona giren ve
biyolojik sistemin reaktif ara maddeleri detoksifiye etme veya hücresel
hasarı onarma yeteneğini inhibe eden nanopartikül toksisitesinin en
yaygın ürünüdür (Boxi ve ark., 2016; Mukherjee and Acharya, 2018).
70 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Metal nanopartiküller, hücre dışı reaktif oksijen türlerinin artışı ile
hücre zarında oksidatif hasara neden olurken, hücre içi reaktif oksijen
türlerinin artışı ile de DNA ipliği kırılmaları veya gen
ekspresyonlarında değişimlere neden olur (Chang ve ark., 2012) (Şekil.
3).
Şekil 3: Su Bitkilerinde Nanopartikül Toksisitesi
Algler gümüş nanopartiküllere (AgNPs) maruz kaldığında, bu
partiküllerin aşırı reaktif oksijen türlerinin (ROS) oluşumu ve hücre zarı
hasarına neden olduğu bildirilmiştir (Rogers ve ark. 2010; Dorobantu
ve ark. 2015; Sørensen ve ark. 2016). Algler, ROS'un neden olduğu
oksidatif stresi kendi kendine düzenlemek için katalaz (CAT) gibi
antioksidan enzimler üretmek için gelişmiş bir sisteme sahiptir (Dauda
ve ark. 2017; Lekamge ve ark. 2019). Nanotoksikolojideki ana
paradigmalardan biri, NP'lerin hücre içi ROS üretimini indükleme
eğilimidir (Nel ve ark., 2006; von Moos and Slaveykova, 2014).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 71
Raphidocelis subcapitata hücrelerinin nikel oksit nanopartiküllere
(NiO-NPs) maruz kalması, düşük bir konsantrasyonda bile (1,1 mg/L)
ROS üretiminin aşırı artmasına neden olmuştur (Sousa ve ark., 2018).
Cadmium-selenium nanopartiküllerin (CdSe NPs) denizel planktonlar
üzerine etkileri incelendiğinde yavaş büyüme, ROS seviyesinde artış,
hücre duvar hasarı, programlanmış hücre ölümünü tetiklendiği, hücre
konsantrasyonunda değişikliklere neden olduğu ve proteom üzerine
olumsuz etkileri olduğu belirlenmiştir (Morelli ve ark., 2015; Zhou ve
ark., 2016; Poirier ve ark., 2018). Diatom türlerinden Phaeodactylum
tricornutum 10 μM konsantrasyonunda CuNP'le maruz kaldıktan sonra
48 ve 96. saatte, demir-sülfür küme sentezinde yer alan iki geni
kodlayan (sufS ve IscU) proteinlerin yukarı regüle olduğu ve hücre
bölünmesiyle ilişkili gen ftsH aşağı regüle olduğu belirlenmiştir (Zhu
ve ark., 2017). Dunaliella tertiolecta türü algler 72 saatlik ZnO
nanopartikül maruziyetinden sonra, ilk olarak hücre bölünmesi
inhibisyonu (EC50: 2 mg Zn/L) gerçekleşmiş ve genotoksik etki sadece
5 mg/L konsatrasyonuda belirgin olarak tespit edilmiştir (Schiavo ve
ark., 2016).
Sucul Kabuklu ve Yumuşakça Türlerinde Nanotoksikoloji
Çift kabuklu yumuşakçalar, filte besleyici özellikleri ile farklı
dokularında birçok kimyasal maddeyi biriktirebilirler ve bu özellikleri
sudaki nanopartikül toksisitesini değerlendirmek için bu canlıları
önemli bir model organizma yapmaktadır. Bakır bazlı
nanomalzemelerin, farklı organizmalarda dokularda birikme, reaktif
oksijen türlerinin (ROS) artışı, enzimatik aktivitelerin inhibisyonu ve
72 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
sucul organizmalarda malformasyonlar gibi etkilere sahip olduğu
bildirilmiştir (Keller ve ark., 2017). Deniz ortamlarında, bakır oksit
nanoparçacıkları (nCuO) bentik organizmaları etkileyen sedimentte
kümeleşme ve birikme eğilimindedirler (Keller ve ark., 2010; Conway
ve ark., 2015). Midye gibi filtre besleyiciler, kümeleşmiş bakır
nanopartikülleri sudan süzerek alırlar ve bu da dokularda birikmeye,
beslenme hızlarının azalmasına, genotoksik ve sitotoksik etkilerin yanı
sıra bağışıklık sistemindeki değişikliklere de neden olabilir (Gomes ve
ark., 2013; Hanna ve ark., 2014; Ruiz ve ark., 2015; Katsumiti ve ark.,
2018; Torres‐Duarte ve ark., 2019). CuO NP'lere kısa süreli maruz
kalma oksidatif stres ve genotoksisiteyi tetiklemesini, ancak bu erken
olayların midyelerde kanser gelişimine yol açıp açmayacağını
belirlemek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır (Ruiz ve ark., 2015).
CuO NP'ler midye ve insan hücre kültürlerinde sitotoksisite ve ROS
artışına bağlı genotoksisiteye neden olmuştur. Bu durumda midye
hücreleri CuO NP maruziyetine bir dizi savunma mekanizmasını
tetikleyerek yanıt verdiği belirlenmiştir (Katsumiti ve ark., 2018).
Mytilus cinsi gibi çift kabuklular, filtre besleyicilerdir, uzun
ömürlüdürler ve deniz çevre kirliliği çalışmaları için iyi bir model
canlılardır (Sheir ve ark. 2013; Cremonte ve ark. 2015; Gedik ve
Eryaşar, 2020; Cammilleri ve ark., 2020). Yakın zamanda,
nanopartiküllerin toksisitesini değerlendirmek için Mytilus cinsine ait
midyeler yaygın olarak kullanılmıştır (Falfushynska ve ark., 2019;
Gonçalves ve ark., 2020; Duroudier ve ark., 2020). DNA hasarı,
organizmaların fizyolojik durumunu tanımlamak için büyük önem
taşıyan bir stres indeksidir (Cajaraville ve ark., 2000; Viarengo ve ark.,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 73
2007). Metalik NP'lere maruz kalan midye hemositlerinde DNA hasarı
sıklıkla kuyruklu yıldız testi ile değerlendirilmektedir (Gomes ve ark.,
2013; Katsumiti ve ark., 2014, Katsumiti ve ark., 2015). ZnO NP'lere
(<100 nm) maruz kalan Mytilus galloprovincialis antioksidasyon ve
apoptoz süreçlerinde önemli olan p53, PDPR, GSTα, CAT ve SOD gibi
genlerinin farklı transkripsiyon profili göstermesi ZnO NP’lerin DNA
hasarı, oksidan hasarı ve genel toksik etkilerinin olduğunu ortaya
koymaktadır (Li ve ark., 2018). Midyelerin diyetine poli-N-vinil-2-
pirolidon/polietilenimin (PVP/PEI) kaplanmış 5 nm boyutunda Ag
NP'ler farklı dozlarda (1 and 10 μg Ag/L Ag NPs) 21 gün maruz
bırakıldığında hemositlerde DNA iplik kopmaları önemli ölçüde
artmıştır ve mikronükleus frekansı artan bir eğilim göstermiştir
(Duroudier ve ark., 2020).
Buffet ve ark., (2013) çalışmalarında endobentik bir istiridye türü olan
Scrobicularia plana bakır oksit nanopartiküllere (CuO NP) çevresel
açıdan gerçekçi koşullar altında, dış ortam mezokozmlarında 21 gün
boyunca maruz bırakılmıştır. CuO NP'lere maruz kalan deniz çift
kabuklularında kuyrukluyıldız analizi ile DNA hasarı tespit edilmiş ve
CuO NP'lerin oksidatif stresinin sitozolik CSP'nin aktivasyonunu
tetiklediği, apoptotik süreçle sitotoksisiteye neden olduğunu
bildirmiştirler. Nano ZnO'nun (nZnO) Akdeniz denizkestanesi
Paracentrotus lividus'un sperm dölleme kapasitesini etkileyerek
düzenli larva gelişiminin erken bloke edilmesine neden olduğu rapor
edilmiştir (Manzo ve ark., 2013). ZnO NP'lere doğrudan maruz kalan
deniz kestanesi (Paracentrotus lividus) embriyolarında yüksek
74 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
konsantrasyonlarda (30 μM) mitotik aktivitede doza bağlı bir düşüş ve
hücre döngüsünü etkleyerek kromozomal anormalliklere neden olduğu
belirlenmiştir (Oliviero ve ark., 2017). Ayrıca ZnO NP'ler, deniz
kestanesi spermlerinde DNA hasarına neden olduğu ve spermleri daha
küçük ZnO NP'lerin (14 nm), daha büyük ZnO NP'lerden (100 nm) daha
fazla etkilediği bildirilmiştir (Oliviero ve ark., 2019). CuO NP'lerin
denizkestanesi Paracentrotus lividus'un spermatozoa üzerindeki
etkilerini değerlendirildiğinde, nanopartiküllerin sperm canlılığını
azalttığı, mitokondriyal aktiviteyi bozduğu, reaktif oksijen türlerinin
(ROS) üretimini arttırdığı ve DNA hasarına neden olduğu tespit
edilmiştir (Gallo ve ark., 2018).
Nanoteknolojide kadmiyum, boyut aralığı 2–100 nm olan yarı iletken
metaloid kristal yapılar olan kuantum noktaları (QD'ler) olarak bilinen
nanopartiküllerin (NP'ler) üretiminde kullanılır (Juzenas ve ark., 2008).
Kuantum noktaları (QD'ler), çeşitli biyomedikal, endüstriyel ve ticari
uygulamalara sahip tasarlanmış bir nanopartikül (ENP) sınıfıdır
(Michalet ve ark., 2005; Rizvi ve ark., 2010). Tatlı su midyeleri
(Elliptio complanata), kadmiyum-tellürid kuantum noktalarına (CdTe
QDs) (∼4 nm) 0, 1.6, 4 and 8 mg/L dozlarında 24 saat maruz kaldığında
solungaçlarda oksidatif stres ve sindirim bezlerinde DNA hasarı gibi
etkileri olduğu bildirilmiştir (Gagné ve ark. 2008). Benzer şekilde
kadminyum sülfit kuantum noktalarının (CdS QDs) (5 nm) farklı
konsantrasyonları (0.001–100 mg Cd/L) 24 saat Mytilus
galloprovincialis midye hücrelerine maruz kaldığında oksidatif dengeyi
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 75
değiştirerek hücrelerde DNA hasarına neden olduğu tespit edilmiştir
(Katsumiti ve ark., 2014).
Son yıllarda, grafen nanopartikülleri ve türevlerinin üretimin artmasıyla
deniz omurgasız grupları üzerindeki etkileri endişe uyandırmıştır (Khan
ve ark., 2019). Bununla birlikte, grafen ve diğer nanopartiküllerin diğer
kirleticilerle etkileşimine odaklanan nadir araştırmalar vardır
(Katsumiti ve ark., 2017; Meng ve ark., 2019; Josende ve ark., 2020;
Meng ve ark., 2020). Mytilus galloprovincialis midyelerinin
hemositlerinde oksidatif stres ve DNA hasarı grafene maruz kalan
grupta artmış, ancak grafen ve trifenil fosfat (TPP) kombine
maruziyetinden sonra önemli ölçüde azalmıştır. Grafen ve TPP'ye
birlikte maruz kaldıktan sonra NF-κB, Bcl-2 ve Ras gibi yukarı regüle
olan genler, azalan apoptoz ve DNA hasarı ile ilişkilendirilmiştir (Meng
ve ark., 2020). Titanyum dioksit nanopartiküller (TiO2-NP'ler) tek
başına ve kadminyum klorür (CdCl2) ile birlikte Mytilus
galloprovincialis midyelerine 4 günlük maruziyetten sonra genotoksik
potansiyeli değerlendirildiğinde tek olarak maruz bırakıldığında genom
şablon stabilitesinin (GTS) önemli ölçüde azaldığı ancak kombinasyon
halinde maruz bırakıldığında GTS'de daha hafif bir azalma olduğu
bildirilmiştir. Ayrıca her iki maddeye kombine maruziyetten sonra
hiçbir kromozomal hasar gözlenmediği de belirlenmiştir (Rocco ve
ark., 2015). Atık su arıtma tesislerindeki yüksek uzaklaştırma
oranından dolayı titanyum dioksit nanopartikülleri (TiO2-NP)
kullanılmaktadır. Ancak arıtılan atık sularda bu nanopartiküllerin tespit
edilmesi çevresel maruziyetinin ilerleyen zamanlarda sucul
76 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
organizmalar için sorun olacağını işaret etmektedir (Kiser ve ark., 2009;
Neal ve ark., 2011; Westerhoff ve ark., 2011; Cervantes-Avilés ve ark.,
2020). Mavi midye (Mytilus edulis) üzerinde titanyum dioksit
nanopartiküllerin (TiO2-NP) farklı konsantarsyonlarının (0.2 ve 2
mg/L) hemositlerde kromozomal hasara neden olduğu tespit edilmiştir
(Farkas ve ark., 2015).
Tasarlanmış nanoparçacıklar (ENP), çok geniş bir yüzey alanına sahip
olmalarından dolayı diğer yığın boyuttaki malzemelerden farklı
özelliklere sahiptir. Çok geniş yüzey alanına sahip nanopartiküller,
organik ve metal kirleticilere karşı daha yüksek afinite potansiyeline,
doğrudan reaktif oksijen türleri (ROS) üretimine ve hücrelere daha fazla
nüfuz etme yeteneğine sahiptir (Guldi and Prato, 2000). ENP'lerden biri
olan C60 fullerenes 3 gün boyunca midyelere muamele edildiğinde
hemositlerde Comet testi kullanarak ve 32P-etiketleme yöntemi
kullanılarak farklı organlarda DNA adduct analizleri yaparak
genotoksisik etkileri tespit edilmiştir. Comet analizi C60
nanopartikülünün doz artışına bağlı olarak DNA ipliği kopmalarının
arttığını göstermiştir. Bu çalışma, seçilen konsantrasyonlarda, hem C60
hem de fluoranenin toksik tepkiler ve genetik hasar uyandırdığını
göstermiştir (Al-Subiai ve ark., 2012). Mytilus galloprovincialis türü
midyeler demir oksit NP'lere ve zeolit içerisine dahil edilmiş demir
oksit NP'lere 1, 3 ve 7 gün maruz kalan midyelerin hemositlerinde
oksidatif strese neden olarak hayvan fizyolojisinde değişikliklere neden
olduğunu göstermiştir. Bu durum reaktif oksijen türlerinin (ROS)
artışı, protein karbonilasyonunda, lipid peroksidasyonunda, ubikitin
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 77
konjugatlarında ve DNA hasarında önemli artışları ile gösterilmiştir
(Taze ve ark., 2016).
Çinko oksit nanopartiküller (ZnO NP'ler) genellikle kozmetikte,
boyalarda, tekstil ürünlerinde, algılama cihazlarında, kauçukta ve
seramiklerde geniş bir uygulama yelpazesi olduğundan, çevreye
salınmaları ve organizmalar üzerindeki riskleri konusunda endişeler
oluşmuştur (Vale ve ark., 2016; Selck ve ark., 2016). ZnO'ya maruz
kalan Daphnia pulex'te farklı şekilde eksprese edilen enerji
metabolizması, oksidatif stres ve endoplazmik retikulum stresi ile
ilişkili proteinler tespit edilmiştir. Özellikle ZnO NP maruziyeti altında
histon (H3) ve ribozomal proteinler (L13) etkilenmiş olup h3 ve l13
genlerinin ekspresyon seviyeleri artmıştır (Lin ve ark., 2019). Çinko
iyonlarına ve ZnO nanopartiküllerine (2.2 ve 9.0 mg /L) maruz kalan
Daphnia magna'daki bazı gen ekspresyonlarında değişimlerin olduğu
tespit edilmiştir (Poynton ve ark., 2011).
Tatlı su kabukluları, çevresel stres faktörlerine moleküler tepkileri
incelemek için çok uygun toksikolojik ve ekolojik bir modeldir (Wu ve
ark., 2019; Chain ve ark., 2019; Harvey ve ark., 2020). Kuantum
noktaları (QD) reaktif oksijen türlerinin (ROS) oluşumunu ve ardından
oksidatif stresi indükleyebilirler (Clift ve ark., 2010). QD’ler Daphnia
magna türünde DNA hasarı ve DNA ipliği kırılmaları
değerlendirildiğinde yüksek genotoksisite oluşturduğu görülmüştür
(Galdiero ve ark., 2017). Farklı yüzey kaplamalı CdSe/ZnS QD'lere
maruz kalma sonrası D. magna'da reaktif oksijen türleri ve DNA hasarı
oluşturduğu belirlenmiştir (Lee ve ark., 2016). Kuantum noktaların D.
78 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
magna türününün farklı nesillerinde DNA hasarına ve Dhb
(hemoglobin), Vtg (vitellogenin) Cyp4 (sitokrom P450s CYP4 ailesi)
gibi genlerin ekspresyonlarında değişikliklere neden olduğu
bildirilmiştir (Maselli ve ark., 2017).
Gümüş nanopartiküller, antimikrobiyal özellikleri nedeniyle çok
popülerlik kazanmıştır (Jung ve ark., 2018; Vazquez-Muñoz ve ark.,
2019; Li ve ark., 2019; Wongkamhaeng ve ark., 2020). Ancak gümüş
nanopartiküllerin akuatik organizmalara özellikle kabuklu su canlıları
üzerine toksik etkilerinin olduğu da bilinmektedir (Ribeiro ve ark.,
2014; Khoshnamvand ve ark., 2020). Gümüş nanopartiküller farklı
maddelere bağlanarak sentezlendiğinde kabuklu canlılarda daha az
toksisite gösterdiği de belirlenmiştir (Falanga ve ark., 2020). Bazı
çalışmalar yeşil sentez yöntemi ile yapılan gümüş nanopartiküllerin,
güçlü antibakteriyel, antiviral ve antienflamatuvar etkiye sahip olduğu
bu durumun yeni ilaçların geliştirilmesinde bir temel oluşturabileceği
bildirilmiştir (Mori ve ark., 2013; Abdelhafez ve ark., 2020; Keshari ve
ark., 2020). Artemialara bergenia ciliata köksap ekstresi ile hazırlanmış
gümüş nanopartiküller maruz bırakıldığında, DNA bozulmasını
koruduğu belirlenmiştir (Zia ve ark., 2018). Zooplanktonlardan biri
olan Artemia salina, deniz ortamında besin ağının enerji akışında
önemli bir rol oynar (Parra ve ark.2001; Kanwar, 2007). Artemia
nauplii'de silver nanoparticles (AgNP) (30–40 nm) konsantrasyonu
(2 nM, 4 nM, 6 nM, 8 nM, 10 nM, and 12 nM) arttıkça ölüm oranı,
bağırsak bölgesinde agregasyon, apoptotik hücreler ve DNA hasarının
arttığını bildirilmiştir (Arulvasu ve ark., 2014). Calanus finmarchicus,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 79
Kuzey Atlantik'te ve Barents Denizi'nin batı kesiminde Atlantik morina
yavruları (Gadus morhua) ve Atlantik ringa balıkları (Clupea
harengus) için hayati bir besin kaynağı olan en yaygın zooplankton
türüdür ve mevsimsel olarak zooplankton biyokütlesinin% 90'ını
oluşturabilir (Sakshaug ve ark., 1992). Deniz kopepodu C. finmarchicus
polivinilpirolidon (PVP) kaplı gümüş nanopartiküller (AgNP) maruz
bırakıldığında, GST (glutatyon S-transferazlar ve SOD (süperoksit
dismutaz) gen ifadelerinde artış olduğu tespit edilmiştir (Farkas ve ark.,
2020). Ayrıca deneysel ve çevresel koşullar (artan su sıcaklığı, azalan
su tuzluluğu ve sürekli karanlık koşullarında) değiştiğinde A. salina
nauplii'deki AgNP'lerin toksisitesinin etkilediği bildirilmiştir (Lish ve
ark., 2019).
Sonuç
Nanopartiküller hayatımızın pek çok alanına hızlı bir şekilde giriş
yapmıştır. Sentezlenen bu sentetik nano boyuttaki maddeler özellikle
sucul ekosisitemlerdeki varlıklarını hızlı bir şekilde arttırmaktadır. Bu
nanopartiküller ile ilgili yapılan çok sayıda çalışmanın yeterli
olmamasının yanısıra özellikle sucul canlılardaki genotoksik ve
sitotoksik etkileri henüz tam olarak açıklığa kavuşturulmamıştır. Yine
literatürde sucul canlılar üzerine nanopartiküllerin toksik etkilerini
ortaya koyan çalışmalar genellikle belirli bir nanopartikül grubuna ait
olup mevcutta her gün sayısız farklı yapıda ve özellikle sentezlenen
nanopartiküller ile ilgili toksikolojik veri eksikliği vardır. Kısaca
sentezlenen nanopartikül sayısı ile bunların toksisitelerine dair
nanotoksikolojik çalışma sayısı birbirinden çok farklılık
80 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
göstermektedir. Sentezlenen nanopartiküllerden çoğunun toksik etkileri
hakkında bilgi yoktur. Nanotoksikoloji alanındaki bu eksikliklerin
giderilmesi için öneri bu partiküllerin sentezlenmesi ile birlikte in vivo
ya da in vitro toksisite testlerinin aynı anda literatüre verilmesi şeklinde
olacaktır.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 81
KAYNAKLAR
Abdelhafez, O. H., Ali, T. F. S., Fahim, J. R., Desoukey, S. Y., Ahmed, S.,
Behery, F. A., Kamel, M. S., Gulder, T. A. M., Abdelmohsen, U. R.
2020. Anti-inflammatory potential of green synthesized silver
nanoparticles of the soft coral Nephthea sp. supported by metabolomics
analysis and docking studies. International Journal of
Nanomedicine, 15, 5345.
Abdel-Khalek, A. A., Morsy, K., Shati, A. 2020. Comparative Assessment of
Genotoxic Impacts Induced by Zinc Bulk-and Nano-Particles in Nile
tilapia, Oreochromis niloticus. Bulletin of Environmental
Contamination and Toxicology, 104(3): 366-372.
Ahmad, F., Liu, X., Zhou, Y., Yao, H., Zhao, F., Ling, Z., Xu, C. 2016.
Assessment of thyroid endocrine system impairment and oxidative
stress mediated by cobalt ferrite (CoFe2O4) nanoparticles in zebrafish
larvae. Environmental toxicology, 31(12): 2068-2080.
Al-Subiai, S. N., Arlt, V. M., Frickers, P. E., Readman, J. W., Stolpe, B., Lead,
J. R., Moody, A. J., Jha, A. N. 2012. Merging nano-genotoxicology
with eco-genotoxicology: An integrated approach to determine
interactive genotoxic and sub-lethal toxic effects of C60 fullerenes and
fluoranthene in marine mussels, Mytilus sp. Mutation Research/Genetic
Toxicology and Environmental Mutagenesis, 745(1-2): 92-103.
Arulvasu, C., Jennifer, S. M., Prabhu, D., Chandhirasekar, D. 2014. Toxicity
effect of silver nanoparticles in brine shrimp Artemia. The Scientific
World Journal, 2014. https://doi.org/10.1155/2014/256919.
Auffan, M., Rose, J., Bottero, J. Y., Lowry, G. V., Jolivet, J. P., Wiesner, M.
R. 2009. Towards a definition of inorganic nanoparticles from an
82 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
environmental, health and safety perspective. Nature nanotechnology,
4(10): 634.
Bauer, N. C., Corbett, A. H., Doetsch, P. W. 2015. The current state of
eukaryotic DNA base damage and repair. Nucleic acids research,
43(21): 10083-10101.
Bazlekowa-Karaban, M., Prorok, P., Baconnais, S., Taipakova, S., Akishev,
Z., Zembrzuska, D., Popov, A. V., Endutkin, A. V., Groisman, R.,
Ishchenko, A. A., Matkarimov, B. T., Bissenbaev, A., Cam, E. L.,
Zharkov, D. O., Tudek, B., Saparbaev, M. 2019. Mechanism of
stimulation of DNA binding of the transcription factors by human
apurinic/apyrimidinic endonuclease 1, APE1. DNA repair, 82, 102698.
Behra, M., Cousin, X., Bertrand, C., Vonesch, J. L., Biellmann, D., Chatonnet,
A., Strähle, U. 2002. Acetylcholinesterase is required for neuronal and
muscular development in the zebrafish embryo. Nature neuroscience,
5(2): 111-118.
Bhuvaneshwari, M., Iswarya, V., Vishnu, S., Chandrasekaran, N., Mukherjee,
A. 2018. Dietary transfer of zinc oxide particles from algae
(Scenedesmus obliquus) to daphnia (Ceriodaphnia dubia).
Environmental research, 164, 395-404.
Bobori, D., Dimitriadi, A., Karasiali, S., Tsoumaki-Tsouroufli, P., Mastora,
M., Kastrinaki, G., Feidantsis, K., Printzi, A., Koumoundouros, G.,
Kaloyianni, M. 2020. Common mechanisms activated in the tissues of
aquatic and terrestrial animal models after TiO2 nanoparticles
exposure. Environment International, 138, 105611.
Boran, H., Şaffak, S. 2018. Comparison of dissolved nickel and nickel
nanoparticles toxicity in larval zebrafish in terms of gene expression
and DNA damage. Archives of environmental contamination and
toxicology, 74(1): 193-202.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 83
Boxi, S. S., Mukherjee, K., Paria, S. 2016. Ag doped hollow TiO2
nanoparticles as an effective green fungicide against Fusarium solani
and Venturia inaequalis phytopathogens. Nanotechnology, 27(8):
085103.
Brun, N. R., Koch, B. E., Varela, M., Peijnenburg, W. J., Spaink, H. P., Vijver,
M. G. 2018. Nanoparticles induce dermal and intestinal innate immune
system responses in zebrafish embryos. Environmental Science: Nano,
5(4): 904-916.
Buffet, P. E., Richard, M., Caupos, F., Vergnoux, A., Perrein-Ettajani, H.,
Luna-Acosta, A., Akcha, F., Amiard, J. C., Amiard-Triquet, C.,
Guibbolini, M., Risso-De Faverney, C., Thomas-Guyon, H., Reip, P.,
Dybowska, A., Berhanu, D., Valsami-Jones, E., Mouneyrac, C., 2013.
A mesocosm study of fate and effects of CuO nanoparticles on
endobenthic species (Scrobicularia plana, Hediste
diversicolor). Environmental science & technology, 47(3): 1620-1628.
Cajaraville, M. P., Bebianno, M. J., Blasco, J., Porte, C., Sarasquete, C.,
Viarengo, A. 2000. The use of biomarkers to assess the impact of
pollution in coastal environments of the Iberian Peninsula: a practical
approach. Science of the Total Environment, 247(2-3): 295-311.
Camas, M., Celik, F., Sazak Camas, A., Ozalp, H. B. 2019. Biosynthesis of
gold nanoparticles using marine bacteria and Box–Behnken design
optimization. Particulate Science and Technology, 37(1): 31-38.
Cammilleri, G., Galluzzo, P., Pulvirenti, A., Giangrosso, I. E., Lo Dico, G.
M., Montana, G., Lampiasi, N., Mobilia, M. A., Lastra, A., Vazzana,
M., Vella, A., La Placa, P., Macaluso, A., Ferrantelli, V., 2020. Toxic
mineral elements in Mytilus galloprovincialis from Sicilian coasts
(Southern Italy). Natural Product Research, 34(1): 177-182.
84 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Canli, E. G., Dogan, A., Canli, M. 2018. Serum biomarker levels alter
following nanoparticle (Al2O3, CuO, TiO2) exposures in freshwater fish
(Oreochromis niloticus). Environmental toxicology and pharmacology,
62: 181-187.
Cervantes-Avilés, P., Vargas, J. B. D., Akizuki, S., Kodera, T., Ida, J., Cuevas-
Rodríguez, G. 2020. Cumulative effects of titanium dioxide
nanoparticles in UASB process during wastewater treatment. Journal of
Environmental Management, 277, 111428.
Chain, F. J., Flynn, J. M., Bull, J. K., Cristescu, M. E. 2019. Accelerated rates
of large-scale mutations in the presence of copper and nickel. Genome
research, 29(1): 64-73.
Chang, Y. N., Zhang, M., Xia, L., Zhang, J., Xing, G. 2012. The toxic effects
and mechanisms of CuO and ZnO nanoparticles. Materials, 5(12):
2850-2871.
Chen, M., Yin, J., Liang, Y., Yuan, S., Wang, F., Song, M., Wang, H. 2016.
Oxidative stress and immunotoxicity induced by graphene oxide in
zebrafish. Aquatic toxicology, 174, 54-60.
Chen, P., Powell, B. A., Mortimer, M., Ke, P. C. 2012. Adaptive interactions
between zinc oxide nanoparticles and Chlorella sp. Environmental
science & technology, 46(21): 12178-12185.
Chen, X., Song, L., Hou, Y., Li, F. 2019. Reactive oxygen species induced by
icaritin promote DNA strand breaks and apoptosis in human cervical
cancer cells. Oncology reports, 41(2): 765-778.
Chen, Z., Yu, C., Khan, I. A., Tang, Y., Liu, S., Yang, M. 2020. Toxic effects
of different-sized graphene oxide particles on zebrafish embryonic
development. Ecotoxicology and Environmental Safety, 197, 110608.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 85
Clark, N. J., Boyle, D., Handy, R. D. 2019. An assessment of the dietary
bioavailability of silver nanomaterials in rainbow trout using an ex vivo
gut sac technique. Environmental Science: Nano, 6(2): 646-660.
Clemente, Z., Silva, G. H., de Souza Nunes, M. C., Martinez, D. S. T., Maurer-
Morelli, C. V., Thomaz, A. A., Castro, V. L. S. S. 2019. Exploring the
mechanisms of graphene oxide behavioral and morphological changes
in zebrafish. Environmental Science and Pollution Research, 26(29):
30508-30523.
Clift, M. J., Boyles, M. S., Brown, D. M., Stone, V. 2010. An investigation
into the potential for different surface-coated quantum dots to cause
oxidative stress and affect macrophage cell signalling in
vitro. Nanotoxicology, 4(2): 139-149.
Conway, J. R., Adeleye, A. S., Gardea-Torresdey, J., Keller, A. A. 2015.
Aggregation, dissolution, and transformation of copper nanoparticles in
natural waters. Environmental science & technology, 49(5): 2749-2756.
Cremonte, F., Puebla, C., Tillería, J., Videla, V. 2015. Histopathological
survey of the mussel Mytilus chilensis (Mytilidae) and the clam Gari
solida (Psammobiidae) from southern Chile. Latin American Journal of
Aquatic Research, 43(1): 248-254.
Dasmahapatra, A. K., Dasari, T. P., Tchounwou, P. B. 2018. Graphene-based
nanomaterials toxicity in fish. In Reviews of Environmental
Contamination and Toxicology Volume 247 (pp. 1-58). Springer,
Cham.
Dauda, S., Chia, M. A., Bako, S. P. 2017. Toxicity of titanium dioxide
nanoparticles to Chlorella vulgaris Beyerinck (Beijerinck) 1890
(Trebouxiophyceae, Chlorophyta) under changing nitrogen conditions.
Aquatic Toxicology, 187, 108-114.
86 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Davarpanah, E., Guilhermino, L. 2019. Are gold nanoparticles and
microplastics mixtures more toxic to the marine microalgae Tetraselmis
chuii than the substances individually?. Ecotoxicology and
environmental safety, 181, 60-68.
Deng, Y., Li, J., Qiu, M., Yang, F., Zhang, J., Yuan, C. 2017. Deriving
characterization factors on freshwater ecotoxicity of graphene oxide
nanomaterial for life cycle impact assessment. The International
Journal of Life Cycle Assessment, 22(2): 222-236.
Déniel, M., Errien, N., Daniel, P., Caruso, A., Lagarde, F. 2019. Current
methods to monitor microalgae-nanoparticle interaction and associated
effects. Aquatic Toxicology, 105311.
Dhawan, A., Sharma, V., Parmar, D. 2009. Nanomaterials: a challenge for
toxicologists. Nanotoxicology, 3(1): 1-9.
Dimkpa, C., Andrews, J., Fugice, J., Singh, U., Bindraban, P. S., Elmer, W.
H., Gardea-Torresdey, J. L., White, J. C. 2020. Facile coating of urea
with low-dose ZnO nanoparticles promotes wheat performance and
enhances Zn uptake under drought stress. Frontiers in Plant Science, 11,
168.
Domercq, P., Praetorius, A., Boxall, A. B. 2018. Emission and fate modelling
framework for engineered nanoparticles in urban aquatic systems at
high spatial and temporal resolution. Environmental Science: Nano,
5(2): 533-543.
Dorobantu, L. S., Fallone, C., Noble, A. J., Veinot, J., Ma, G., Goss, G. G.,
Burrell, R. E. 2015. Toxicity of silver nanoparticles against bacteria,
yeast, and algae. Journal of nanoparticle research, 17(4): 172.
Duroudier, N., Katsumiti, A., Mikolaczyk, M., Schäfer, J., Bilbao, E.,
Cajaraville, M. P. 2020. Cell and tissue level responses in mussels
Mytilus galloprovincialis dietarily exposed to PVP/PEI coated Ag
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 87
nanoparticles at two seasons. Science of the Total Environment, 750,
141303.
Ejaz, M., Arfat, Y. A., Mulla, M., Ahmed, J. 2018. Zinc oxide nanorods/clove
essential oil incorporated Type B gelatin composite films and its
applicability for shrimp packaging. Food Packaging and Shelf Life, 15,
113-121.
Elabd, H., Wang, H. P., Shaheen, A., Matter, A. 2020. Astragalus
membranaceus nanoparticles markedly improve immune and anti-
oxidative responses; and protection against Aeromonas veronii in Nile
tilapia Oreochromis niloticus. Fish & Shellfish Immunology, 97: 248-
256.
El-Hussainy, E. H. M., Hussein, A. M., Abdel-Aziz, A., El-Mehasseb, I.
2016. Effects of aluminum oxide (Al2O3) nanoparticles on ECG,
myocardial inflammatory cytokines, redox state, and connexin 43 and
lipid profile in rats: possible cardioprotective effect of gallic acid.
Canadian journal of physiology and pharmacology, 94(08): 868-878.
Falanga, A., Siciliano, A., Vitiello, M., Franci, G., Del Genio, V., Galdiero,
S., Guida, M., Carraturo, F., Fahmi, A., Galdiero, E. 2020. Ecotoxicity
Evaluation of Pristine and Indolicidin-coated Silver Nanoparticles in
Aquatic and Terrestrial Ecosystem. International Journal of
Nanomedicine, 15, 8097.
Falfushynska, H. I., Wu, F., Ye, F., Kasianchuk, N., Dutta, J., Dobretsov, S.,
Sokolova, I. M. 2019. The effects of ZnO nanostructures of different
morphology on bioenergetics and stress response biomarkers of the
blue mussels Mytilus edulis. Science of The Total Environment, 694,
133717.
88 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
FAO, Food 2012. The state of world fisheries and aquaculture. Opportunities
and challenges. Food and Agriculture Organization of the United
Nations.
Farkas, J., Bergum, S., Nilsen, E. W., Olsen, A. J., Salaberria, I., Ciesielski,
T. M., Bączek, T., Konieczna, L., Salvenmoser, W., Jenssen, B. M.
2015. The impact of TiO2 nanoparticles on uptake and toxicity of benzo
(a) pyrene in the blue mussel (Mytilus edulis). Science of the Total
Environment, 511: 469-476.
Farkas, J., Cappadona, V., Olsen, A. J., Hansen, B. H., Posch, W., Ciesielski,
T. M., Goodhead, R., Wilflingseder, D., Blatzer, M., Altin, D., Moger,
J., Booth, A. M., Jenssen, B. M. 2020. Combined effects of exposure
to engineered silver nanoparticles and the water-soluble fraction of
crude oil in the marine copepod Calanus finmarchicus. Aquatic
Toxicology, 227, 105582.
Förstner, U., Wittmann, G. T. 2012. Metal pollution in the aquatic
environment. Springer Science & Business Media.
Franklin, N. M., Rogers, N. J., Apte, S. C., Batley, G. E., Gadd, G. E., Casey,
P. S. 2007. Comparative toxicity of nanoparticulate ZnO, bulk ZnO,
and ZnCl2 to a freshwater microalga (Pseudokirchneriella subcapitata):
the importance of particle solubility. Environmental science &
technology, 41(24): 8484-8490.
Fu, P. P., Xia, Q., Hwang, H. M., Ray, P. C., Yu, H. 2014. Mechanisms of
nanotoxicity: generation of reactive oxygen species. Journal of food and
drug analysis, 22(1): 64-75.
Gagné, F., Auclair, J., Turcotte, P., Fournier, M., Gagnon, C., Sauvé, S.,
Blaise, C. 2008. Ecotoxicity of CdTe quantum dots to freshwater
mussels: impacts on immune system, oxidative stress and
genotoxicity. Aquatic toxicology, 86(3): 333-340.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 89
Galdiero, E., Falanga, A., Siciliano, A., Maselli, V., Guida, M., Carotenuto,
R., Tussellino, M., Lombardi, L., Benvenuto, G., Galdiero, S. 2017.
Daphnia magna and Xenopus laevis as in vivo models to probe toxicity
and uptake of quantum dots functionalized with gH625. International
journal of nanomedicine, 12, 2717.
Gallo, A., Manfra, L., Boni, R., Rotini, A., Migliore, L., Tosti, E. 2018.
Cytotoxicity and genotoxicity of CuO nanoparticles in sea urchin
spermatozoa through oxidative stress. Environment international, 118:
325-333.
Gedik, K., Eryaşar, A. R. 2020. Microplastic pollution profile of
Mediterranean mussels (Mytilus galloprovincialis) collected along the
Turkish coasts. Chemosphere, 260, 127570.
Glenn, J. B., White, S. A., Klaine, S. J. 2012. Interactions of gold
nanoparticles with freshwater aquatic macrophytes are size and species
dependent. Environmental toxicology and chemistry, 31(1): 194-201.
Gomes, T., Araújo, O., Pereira, R., Almeida, A. C., Cravo, A., Bebianno, M.
J. 2013. Genotoxicity of copper oxide and silver nanoparticles in the
mussel Mytilus galloprovincialis. Marine environmental research, 84:
51-59.
Gonçalves, J. M., Rocha, T., Mestre, N. C., Fonseca, T. G., Bebianno, M. J.
2020. Assessing cadmium-based quantum dots effect on the gonads of
the marine mussel Mytilus galloprovincialis. Marine Environmental
Research, 156, 104904.
Griffitt, R. J., Weil, R., Hyndman, K. A., Denslow, N. D., Powers, K., Taylor,
D., Barber, D. S. 2007. Exposure to copper nanoparticles causes gill
injury and acute lethality in zebrafish (Danio rerio). Environmental
science & technology, 41(23): 8178-8186.
90 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Guldi, D. M., Prato, M. 2000. Excited-state properties of C60 fullerene
derivatives. Accounts of chemical research, 33(10): 695-703.
Handy, R. D., Owen, R., Valsami-Jones, E. 2008. The ecotoxicology of
nanoparticles and nanomaterials: current status, knowledge gaps,
challenges, and future needs. Ecotoxicology, 17(5): 315-325.
Hanna, S. K., Miller, R. J., Lenihan, H. S. 2014. Accumulation and toxicity of
copper oxide engineered nanoparticles in a marine mussel.
Nanomaterials, 4(3): 535-547.
Harvey, E. F., Cristescu, M. E., Dale, J., Hunter, H., Randall, C., Crease, T. J.
2020. Metal exposure causes rDNA copy number to fluctuate in
mutation accumulation lines of Daphnia pulex. Aquatic
Toxicology, 226, 105556.
Hazeem, L. J., Bououdina, M., Dewailly, E., Slomianny, C., Barras, A.,
Coffinier, Y., Szunerits, S., Boukherroub, R. 2017. Toxicity effect of
graphene oxide on growth and photosynthetic pigment of the marine
alga Picochlorum sp. during different growth stages. Environmental
Science and Pollution Research, 24(4): 4144-4152.
Hoseini, S. M., Hedayati, A., Mirghaed, A. T., Ghelichpour, M. 2016. Toxic
effects of copper sulfate and copper nanoparticles on minerals,
enzymes, thyroid hormones and protein fractions of plasma and
histopathology in common carp Cyprinus carpio. Experimental and
Toxicologic Pathology, 68(9): 493-503.
Hu, C., Liu, Y., Li, X., Li, M. 2013. Biochemical responses of duckweed
(Spirodela polyrhiza) to zinc oxide nanoparticles. Archives of
environmental contamination and toxicology, 64(4): 643-651.
Ismail, T., Lee, H. K., Kim, C., Kim, Y., Lee, H., Kim, J. H., Kwon, S., Huh,
T. L., Khang, D., Kim, S. H., Choi, S. C., Lee, H. S. 2019. Comparative
analysis of the developmental toxicity in Xenopus laevis and Danio
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 91
rerio induced by Al2O3 nanoparticle exposure. Environmental
Toxicology and Chemistry, 38(12): 2672-2681.
ISO. 2008. Nanotechnologies – Terminology and definitions for nano-objects
– Nanoparticles, nanofibre and nanoplate. In: Iso, International
Standards Organization (ed.) ISO/TS 27687. Geneva, Switzerland:
International Standards Organization (ISO).
Iswarya, V., Manivannan, J., De, A., Paul, S., Roy, R., Johnson, J. B., Kundu,
R., Chandrasekaran, N., Mukherjee, A., Mukherjee, A. 2016. Surface
capping and size-dependent toxicity of gold nanoparticles on different
trophic levels. Environmental Science and Pollution Research, 23(5):
4844-4858.
Jia, P. P., Sun, T., Junaid, M., Yang, L., Ma, Y. B., Cui, Z. S., Wei, D. P., Shi,
H. F., Pei, D. S. 2019. Nanotoxicity of different sizes of graphene (G)
and graphene oxide (GO) in vitro and in vivo. Environmental Pollution,
247: 595-606.
Jiang, H. S., Li, M., Chang, F. Y., Li, W., Yin, L. Y. 2012. Physiological
analysis of silver nanoparticles and AgNO3 toxicity to Spirodela
polyrhiza. Environmental Toxicology and Chemistry, 31(8): 1880-
1886.
Jiang, J. H., Pi, J., Jin, H., Cai, J. Y. 2018. Functional graphene oxide as
cancer-targeted drug delivery system to selectively induce oesophageal
cancer cell apoptosis. Artificial cells, nanomedicine, and
biotechnology, 46(sup3), S297-S307.
Josende, M. E., Nunes, S. M., de Oliveira Lobato, R., González-Durruthy, M.,
Kist, L. W., Bogo, M. R., Wasielesky, W., Sahoo, S., Nascimento, J. P.,
Furtado, C. A., Fattorini, D., Regoli, F., Machado, K., Werhli, A. V.,
Monserrat, J. M., Ventura-Lima, J. 2020. Graphene oxide and GST-
omega enzyme: An interaction that affects arsenic metabolism in the
92 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
shrimp Litopenaeus vannamei. Science of The Total Environment, 716,
136893.
Jung, J., Kasi, G., Seo, J. 2018. Development of functional antimicrobial
papers using chitosan/starch-silver nanoparticles. International journal
of biological macromolecules, 112: 530-536.
Juzenas, P., Chen, W., Sun, Y. P., Coelho, M. A. N., Generalov, R.,
Generalova, N., Christensen, I. L. 2008. Quantum dots and
nanoparticles for photodynamic and radiation therapies of
cancer. Advanced drug delivery reviews, 60(15): 1600-1614.
Kanwar, A. S. 2007. Brine shrimp (Artemia salina) a marine animal for simple
and rapid biological assays. Journal of Chinese Clinical Medicine, 2(4):
236-240.
Katsumiti, A., Gilliland, D., Arostegui, I., Cajaraville, M. P. 2015.
Mechanisms of toxicity of Ag nanoparticles in comparison to bulk and
ionic Ag on mussel hemocytes and gill cells. PloS one, 10(6):
e0129039.
Katsumiti, A., Gilliland, D., Arostegui, I., Cajaraville, M. P. 2014.
Cytotoxicity and cellular mechanisms involved in the toxicity of CdS
quantum dots in hemocytes and gill cells of the mussel Mytilus
galloprovincialis. Aquatic Toxicology, 153: 39-52.
Katsumiti, A., Thorley, A. J., Arostegui, I., Reip, P., Valsami-Jones, E.,
Tetley, T. D., Cajaraville, M. P. 2018. Cytotoxicity and cellular
mechanisms of toxicity of CuO NPs in mussel cells in vitro and
comparative sensitivity with human cells. Toxicology in Vitro, 48: 146-
158.
Katsumiti, A., Tomovska, R., Cajaraville, M. P. 2017. Intracellular
localization and toxicity of graphene oxide and reduced graphene oxide
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 93
nanoplatelets to mussel hemocytes in vitro. Aquatic Toxicology, 188:
138-147.
Keller, A. A., Adeleye, A. S., Conway, J. R., Garner, K. L., Zhao, L., Cherr,
G. N., Hong, J., Gardea-Torresdey, J. L., Godwin, H. A., Hanna, S., Ji,
Z., Kaweeteerawat, C., Lin, S., Lenihan, H. S., Miller, R. J., Nel, A. E.,
Peralta-Videa, J. R., Walker, S. L., Taylor, A. A., Torres-Duarte, C.,
Zink, J. I., Zuverza-Mena, N. 2017. Comparative environmental fate
and toxicity of copper nanomaterials. NanoImpact, 7: 28-40.
Keller, A. A., Wang, H., Zhou, D., Lenihan, H. S., Cherr, G., Cardinale, B. J.,
Miller, R., Ji, Z. 2010. Stability and aggregation of metal oxide
nanoparticles in natural aqueous matrices. Environmental science &
technology, 44(6): 1962-1967.
Keshari, A. K., Srivastava, R., Singh, P., Yadav, V. B., Nath, G. 2020.
Antioxidant and antibacterial activity of silver nanoparticles
synthesized by Cestrum nocturnum. Journal of Ayurveda and
integrative medicine, 11(1): 37-44.
Khan, B., Adeleye, A. S., Burgess, R. M., Russo, S. M., Ho, K. T. 2019.
Effects of graphene oxide nanomaterial exposures on the marine
bivalve, Crassostrea virginica. Aquatic Toxicology, 216, 105297.
Khoshnamvand, M., Hao, Z., Fadare, O. O., Hanachi, P., Chen, Y., Liu, J.
2020. Toxicity of biosynthesized silver nanoparticles to aquatic
organisms of different trophic levels. Chemosphere, 127346.
Kiser, M. A., Westerhoff, P., Benn, T., Wang, Y., Perez-Rivera, J., Hristovski,
K. 2009. Titanium nanomaterial removal and release from wastewater
treatment plants. Environmental science & technology, 43(17): 6757-
6763.
94 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Kotil, T., Akbulut, C., Yön, N. D. 2017. The effects of titanium dioxide
nanoparticles on ultrastructure of zebrafish testis (Danio rerio). Micron,
100: 38-44.
Kumar, K. S., Han, T. 2010. Physiological response ofLemna species to
herbicides and its probable use in toxicity testing. Toxicology and
Environmental Health Sciences, 2(1): 39-49.
Kumar, R., Singh, R. K., Singh, D. P. 2016. Natural and waste hydrocarbon
precursors for the synthesis of carbon based nanomaterials: graphene
and CNTs. Renewable and Sustainable Energy Reviews, 58: 976-1006.
Lee, B. T., Kim, H. A., Williamson, J. L., Ranville, J. F. 2016.
Bioaccumulation and in-vivo dissolution of CdSe/ZnS with three
different surface coatings by Daphnia magna. Chemosphere, 143: 115-
122.
Lee, J., Petris, M. J., Thiele, D. J. 2002. Characterization of mouse embryonic
cells deficient in the ctr1 high affinity copper transporter Identification
of a Ctr1-independent copper transport system. Journal of Biological
Chemistry, 277(43): 40253-40259.
Lekamge, S., Ball, A. S., Shukla, R., Nugegoda, D. 2020. The toxicity of
nanoparticles to organisms in freshwater. Reviews of Environmental
Contamination and Toxicology Volume 248: 1-80.
Lekamge, S., Miranda, A. F., Trestrail, C., Pham, B., Ball, A. S., Shukla, R.,
Nugegoda, D. 2019. The Toxicity of Nonaged and Aged Coated Silver
Nanoparticles to Freshwater Alga Raphidocelis subcapitata.
Environmental toxicology and chemistry, 38(11): 2371-2382.
Li, J., Schiavo, S., Rametta, G., Miglietta, M. L., La Ferrara, V., Wu, C.,
Manzo, S. 2017. Comparative toxicity of nano ZnO and bulk ZnO
towards marine algae Tetraselmis suecica and Phaeodactylum
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 95
tricornutum. Environmental Science and Pollution Research, 24(7):
6543-6553.
Li, J., Schiavo, S., Xiangli, D., Rametta, G., Miglietta, M. L., Oliviero, M.,
Changwen, W., Manzo, S. 2018. Early ecotoxic effects of ZnO
nanoparticle chronic exposure in Mytilus galloprovincialis revealed by
transcription of apoptosis and antioxidant-related
genes. Ecotoxicology, 27(3): 369-384.
Li, W., Yang, Y., Zhang, H., Xu, Z., Zhao, L., Wang, J., Qiu, Y., Liu, B.
2019. Improvements on biological and antimicrobial properties of
titanium modified by AgNPs-loaded chitosan-heparin polyelectrolyte
multilayers. Journal of Materials Science: Materials in Medicine, 30(5):
52.
Li, X., Ji, X., Wang, R., Zhao, J., Dang, J., Gao, Y., Jin, M. 2020. Zebrafish
behavioral phenomics employed for characterizing behavioral
neurotoxicity caused by silica nanoparticles. Chemosphere, 240,
124937.
Li, Z., Barnes, J. C., Bosoy, A., Stoddart, J. F., Zink, J. I. 2012. Mesoporous
silica nanoparticles in biomedical applications. Chemical Society
Reviews, 41(7): 2590-2605.
Liang, J., Jahraus, B., Balta, E., Ziegler, J. D., Hübner, K., Blank, N., Niesler,
B., Wabnitz, G. H., Samstag, Y. 2018. Sulforaphane inhibits
inflammatory responses of primary human T-cells by increasing ROS
and depleting glutathione. Frontiers in immunology, 9, 2584.
Liang, S., Chen, Y., Zhang, S., Cao, Y., Duan, J., Wang, Y., Sun, Z. 2020.
RhB-encapsulating silica nanoparticles modified with PEG impact the
vascular endothelial function in endothelial cells and zebrafish model.
Science of The Total Environment, 711, 134493.
96 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Lin, L., Xu, M., Mu, H., Wang, W., Sun, J., He, J., Qiu, J. W., Luan, T. 2019.
Quantitative proteomic analysis to understand the mechanisms of zinc
oxide nanoparticle toxicity to Daphnia pulex (Crustacea: Daphniidae):
comparing with bulk zinc oxide and zinc salt. Environmental science &
technology, 53(9): 5436-5444.
Lish, R. A. D., Johari, S. A., Sarkheil, M., Yu, I. J. 2019. On how
environmental and experimental conditions affect the results of aquatic
nanotoxicology on brine shrimp (Artemia salina): A case of silver
nanoparticles toxicity. Environmental Pollution, 255, 113358.
Lu, C. J., Jiang, X. F., Junaid, M., Ma, Y. B., Jia, P. P., Wang, H. B., Pei, D.
S. 2017. Graphene oxide nanosheets induce DNA damage and activate
the base excision repair (BER) signaling pathway both in vitro and in
vivo. Chemosphere, 184: 795-805.
Lu, C., Luo, J., Liu, Y., Yang, X. 2020. The oxidative stress responses caused
by phthalate acid esters increases mRNA abundance of base excision
repair (BER) genes in vivo and in vitro. Ecotoxicology and
Environmental Safety, 208, 111525.
Luo, P., Roca, A., Tiede, K., Privett, K., Jiang, J., Pinkstone, J., Ma, G.,
Veinot, J., Boxall, A. 2018. Application of nanoparticle tracking
analysis for characterising the fate of engineered nanoparticles in
sediment-water systems. Journal of Environmental Sciences, 64: 62-71.
Magdolenova, Z., Collins, A., Kumar, A., Dhawan, A., Stone, V., Dusinska,
M. 2014. Mechanisms of genotoxicity. A review of in vitro and in vivo
studies with engineered nanoparticles. Nanotoxicology, 8(3): 233-278.
Malhotra, N., Ger, T. R., Uapipatanakul, B., Huang, J. C., Chen, K. H. C.,
Hsiao, C. D. 2020. Review of Copper and Copper Nanoparticle
Toxicity in Fish. Nanomaterials, 10(6): 1126.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 97
Manzo, S., Miglietta, M. L., Rametta, G., Buono, S., Di Francia, G. 2013.
Embryotoxicity and spermiotoxicity of nanosized ZnO for
Mediterranean sea urchin Paracentrotus lividus. Journal of hazardous
materials, 254: 1-9.
Maselli, V., Siciliano, A., Giorgio, A., Falanga, A., Galdiero, S., Guida, M.,
Fulgione, D., Galdiero, E. 2017. Multigenerational effects and DNA
alterations of QDs-Indolicidin on Daphnia magna. Environmental
Pollution, 224: 597-605.
Meng, H., Xia, T., George, S., Nel, A. E. 2009. A predictive toxicological
paradigm for the safety assessment of nanomaterials. ACS nano, 3(7):
1620-1627.
Meng, X., Li, F., Wang, X., Liu, J., Ji, C., Wu, H. 2019. Combinatorial
immune and stress response, cytoskeleton and signal transduction
effects of graphene and triphenyl phosphate (TPP) in mussel Mytilus
galloprovincialis. Journal of hazardous materials, 378, 120778.
Meng, X., Li, F., Wang, X., Liu, J., Ji, C., Wu, H. 2020. Toxicological effects
of graphene on mussel Mytilus galloprovincialis hemocytes after
individual and combined exposure with triphenyl phosphate. Marine
Pollution Bulletin, 151, 110838.
Miao, A. J., Zhang, X. Y., Luo, Z., Chen, C. S., Chin, W. C., Santschi, P. H.,
Quigg, A. 2010. Zinc oxide–engineered nanoparticles: dissolution and
toxicity to marine phytoplankton. Environmental Toxicology and
Chemistry, 29(12): 2814-2822.
Michalet, X., Pinaud, F. F., Bentolila, L. A., Tsay, J. M., Doose, S., Li, J. J.,
Sundaresan, G., Wu, A. M., Gambhir, S. S., Weiss, S. 2005. Quantum
dots for live cells, in vivo imaging, and
diagnostics. Science, 307(5709): 538-544.
98 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Mohan, B. S., Hosetti, B. B. 1999. Aquatic plants for toxicity assessment.
Environmental research, 81(4): 259-274.
Morelli, E., Salvadori, E., Basso, B., Tognotti, D., Cioni, P., Gabellieri, E.
2015. The response of Phaeodactylum tricornutum to quantum dot
exposure: Acclimation and changes in protein expression. Marine
environmental research, 111: 149-157.
Moreno-Garrido, I., Pérez, S., Blasco, J. 2015. Toxicity of silver and gold
nanoparticles on marine microalgae. Marine environmental research,
111: 60-73.
Mori, Y., Ono, T., Miyahira, Y., Nguyen, V. Q., Matsui, T., Ishihara, M. 2013.
Antiviral activity of silver nanoparticle/chitosan composites against
H1N1 influenza A virus. Nanoscale research letters, 8(1): 93.
Morsy, G. M., Abou El-Ala, K. S., Ali, A. A. 2016. Studies on fate and toxicity
of nanoalumina in male albino rats: oxidative stress in the brain, liver
and kidney. Toxicology and industrial health, 32(2): 200-214.
Mousavi, S. M., Soroshnia, S., Hashemi, S. A., Babapoor, A., Ghasemi, Y.,
Savardashtaki, A., Amani, A. M. 2019. Graphene nano-ribbon based
high potential and efficiency for DNA, cancer therapy and drug delivery
applications. Drug metabolism reviews, 51(1): 91-104.
Movafeghi, A., Khataee, A., Abedi, M., Tarrahi, R., Dadpour, M., Vafaei, F.
2018. Effects of TiO2 nanoparticles on the aquatic plant Spirodela
polyrrhiza: evaluation of growth parameters, pigment contents and
antioxidant enzyme activities. Journal of Environmental Sciences, 64:
130-138.
Mukherjee, K., Acharya, K. 2018. Toxicological effect of metal oxide
nanoparticles on soil and aquatic habitats. Archives of environmental
contamination and toxicology, 75(2): 175-186.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 99
Musial, J., Krakowiak, R., Mlynarczyk, D. T., Goslinski, T., Stanisz, B. J.
2020. Titanium dioxide nanoparticles in food and personal care
products - what do we know about their safety?. Nanomaterials, 10(6):
1110.
Neal, C., Jarvie, H., Rowland, P., Lawler, A., Sleep, D., Scholefield, P. 2011.
Titanium in UK rural, agricultural and urban/industrial rivers: Geogenic
and anthropogenic colloidal/sub-colloidal sources and the significance
of within-river retention. Science of the Total Environment, 409(10):
1843-1853.
Nel, A., Xia, T., Mädler, L., Li, N. 2006. Toxic potential of materials at the
nanolevel. science, 311(5761): 622-627.
Nguyen, N. H., Padil, V. V. T., Slaveykova, V. I., Černík, M., Ševců, A. 2018.
Green synthesis of metal and metal oxide nanoparticles and their effect
on the unicellular alga Chlamydomonas reinhardtii. Nanoscale research
letters, 13(1): 1-13.
Nowack, B., Bucheli, T. D. 2007. Occurrence, behavior and effects of
nanoparticles in the environment. Environmental pollution, 150(1): 5-
22.
OECD, E. 2010. List of manufactured nanomaterials and list of endpoints for
phase one of the sponsorship programme for the testing of
manufactured nanomaterials: revision. OECD Environ Health Saf Publ
Ser Saf Manufactured Nanomaterials, 27: 1-16.
Oliviero, M., Schiavo, S., Dumontet, S., Manzo, S. 2019. DNA damages and
offspring quality in sea urchin Paracentrotus lividus sperms exposed to
ZnO nanoparticles. Science of The Total Environment, 651: 756-765.
Oliviero, M., Schiavo, S., Rametta, G., Miglietta, M. L., Manzo, S. 2017.
Different sizes of ZnO diversely affected the cytogenesis of the sea
100 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
urchin Paracentrotus lividus. Science of The Total Environment, 607:
176-183.
Oros, V., Toma, A. 2012. Ecotoxıcologıcal Effects Of Heavy Metals On
Duckweed Plants (Lemna Minor). Iı. Tests For Growth Rate Reducıng
By The Zınc. Scientific Bulletin Series D: Mining, Mineral Processing,
Non-Ferrous Metallurgy, Geology and Environmental Engineering,
26(1): 15.
Osborne, O. J., Lin, S., Chang, C. H., Ji, Z., Yu, X., Wang, X., Lin, S., Xia,
T., Nel, A. E. 2015. Organ-specific and size-dependent Ag nanoparticle
toxicity in gills and intestines of adult zebrafish. ACS nano, 9(10):
9573-9584.
Oukarroum, A., Zaidi, W., Samadani, M., Dewez, D. 2017. Toxicity of nickel
oxide nanoparticles on a freshwater green algal strain of Chlorella
vulgaris. BioMed research international, 2017.
Ozkan, S. A., Dedeoglu, A., Bakirhan, N. K., Ozkan, Y. 2019. Nanocarriers
Used Most in Drug Delivery and Drug Release: Nanohydrogel,
Chitosan, Graphene, and Solid Lipid/Ilac Dagitim ve Ilac Saliminda En
Cok Kullanilan Nanotasiyicilar: Nanohidrojel, Kitosan, Grafen ve Kati
Lipit. Turkish Journal of Pharmaceutical Sciences, 16(4): 481-493.
Parra, A. L., Yhebra, R. S., Sardiñas, I. G., Buela, L. I. 2001. Comparative
study of the assay of Artemia salina L. and the estimate of the medium
lethal dose (LD50 value) in mice, to determine oral acute toxicity of
plant extracts. Phytomedicine, 8(5): 395-400.
Pei, X., Zhu, Z., Gan, Z., Chen, J., Zhang, X., Cheng, X., Wan, Q., Wang, J.
2020. PEGylated nano-graphene oxide as a nanocarrier for delivering
mixed anticancer drugs to improve anticancer activity. Scientific
reports, 10(1): 1-15.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 101
Perreault, F., Samadani, M., Dewez, D. 2014. Effect of soluble copper
released from copper oxide nanoparticles solubilisation on growth and
photosynthetic processes of Lemna gibba L. Nanotoxicology, 8(4):
374-382.
Phillips, E., Penate-Medina, O., Zanzonico, P. B., Carvajal, R. D., Mohan, P.,
Ye, Y., Humm, J., Gönen, M., Kalaigian, H., Schöder, H., Strauss, H.
W., Larson, S. M., Wiesner, U., Bradbury, M. S. 2014. Clinical
translation of an ultrasmall inorganic optical-PET imaging nanoparticle
probe. Science translational medicine, 6(260): 260ra149-260ra149.
Piccinno, F., Gottschalk, F., Seeger, S., Nowack, B. 2012. Industrial
production quantities and uses of ten engineered nanomaterials in
Europe and the world. Journal of Nanoparticle Research, 14(9): 1109.
Piplai, T., Kumar, A., Alappat, B. J. 2018. Exploring the Feasibility of
Adsorptive Removal of ZnO Nanoparticles from Wastewater. Water
Environment Research, 90(5): 409-423.
Pizzino, G., Irrera, N., Cucinotta, M., Pallio, G., Mannino, F., Arcoraci, V.,
Squadrito, F., Altavilla, D., Bitto, A. 2017. Oxidative stress: harms and
benefits for human health. Oxidative medicine and cellular longevity,
2017.
Poirier, I., Pallud, M., Kuhn, L., Hammann, P., Demortière, A., Jamali, A.,
Chicher, J., Caplat, C., Gallon, R. K., Bertrand, M. 2018. Toxicological
effects of CdSe nanocrystals on the marine diatom Phaeodactylum
tricornutum: The first mass spectrometry-based proteomic approach.
Ecotoxicology and environmental safety, 152: 78-90.
Poynton, H. C., Lazorchak, J. M., Impellitteri, C. A., Smith, M. E., Rogers,
K., Patra, M., Hammer, K. A., Allen, H. J., Vulpe, C. D. 2011.
Differential gene expression in Daphnia magna suggests distinct modes
102 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
of action and bioavailability for ZnO nanoparticles and Zn
ions. Environmental science & technology, 45(2): 762-768.
Qualhato, G., Rocha, T. L., de Oliveira Lima, E. C., e Silva, D. M., Cardoso,
J. R., Grisolia, C. K., de Sabóia-Morais, S. M. T. 2017. Genotoxic and
mutagenic assessment of iron oxide (maghemite-γ-Fe2O3) nanoparticle
in the guppy Poecilia reticulata. Chemosphere, 183: 305-314.
Rajasekar, T., Karthika, K., Muralitharan, G., Maryshamya, A., Sabarika, S.,
Anbarasu, S., Revathy K., Prasannabalaji, N., Kumaran, S. 2020. Green
synthesis of gold nanoparticles using extracellular metabolites of fish
gut microbes and their antimicrobial properties. Brazılıan Journal Of
Mıcrobıology.
Ren, C., Hu, X., Li, X., Zhou, Q. 2016. Ultra-trace graphene oxide in a water
environment triggers Parkinson's disease-like symptoms and metabolic
disturbance in zebrafish larvae. Biomaterials, 93: 83-94.
Renault, S., Baudrimont, M., Mesmer-Dudons, N., Gonzalez, P., Mornet, S.,
Brisson, A. 2008. Impacts of gold nanoparticle exposure on two
freshwater species: a phytoplanktonic alga (Scenedesmus subspicatus)
and a benthic bivalve (Corbicula fluminea). Gold bulletin, 41(2): 116-
126.
Reyes-Cerpa, S., Maisey, K., Reyes-López, F., Toro-Ascuy, D., Sandino, A.
M., Imarai, M. 2012. Fish cytokines and immune response. New
advances and contributions to fish biology, 3-57.
Ribeiro, F., Gallego-Urrea, J. A., Jurkschat, K., Crossley, A., Hassellöv, M.,
Taylor, C., Soares, A. M. V. M., Loureiro, S. 2014. Silver nanoparticles
and silver nitrate induce high toxicity to Pseudokirchneriella
subcapitata, Daphnia magna and Danio rerio. Science of the Total
Environment, 466: 232-241.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 103
Rizvi, S. B., Ghaderi, S., Keshtgar, M., Seifalian, A. M. 2010. Semiconductor
quantum dots as fluorescent probes for in vitro and in vivo bio-
molecular and cellular imaging. Nano reviews, 1(1): 5161.
Roberts, R. J., Agius, C., Saliba, C., Bossier, P., Sung, Y. Y. 2010. Heat shock
proteins (chaperones) in fish and shellfish and their potential role in
relation to fish health: a review. Journal of fish diseases, 33(10): 789-
801.
Rocco, L., Santonastaso, M., Nigro, M., Mottola, F., Costagliola, D.,
Bernardeschi, M., Guidi, P., M., Lucchesi, P., Scarcelli, V., Corsi, I.,
Stingo, V., Frenzilli, G. 2015. Genomic and chromosomal damage in
the marine mussel Mytilus galloprovincialis: Effects of the combined
exposure to titanium dioxide nanoparticles and cadmium
chloride. Marine environmental research, 111: 144-148.
Rocha, T. L., Mestre, N. C., Sabóia-Morais, S. M. T., Bebianno, M. J. 2017.
Environmental behaviour and ecotoxicity of quantum dots at various
trophic levels: A review. Environment international, 98: 1-17.
Rogers, N. J., Franklin, N. M., Apte, S. C., Batley, G. E., Angel, B. M., Lead,
J. R., Baalousha, M. 2010. Physico-chemical behaviour and algal
toxicity of nanoparticulate CeO2 in freshwater. Environmental
Chemistry, 7(1): 50-60.
Ruenraroengsak, P., Kiryushko, D., Theodorou, I. G., Klosowski, M. M., Taylor, E.
R., Niriella, T., Palmieri, C., Yagüe, E., Ryan, M. P., Coombes, R. C., Xie, F.,
Porter, A. E. 2019. Frizzled-7-targeted delivery of zinc oxide nanoparticles to
drug-resistant breast cancer cells. Nanoscale, 11(27): 12858-12870.
Ruiz, P., Katsumiti, A., Nieto, J. A., Bori, J., Jimeno-Romero, A., Reip, P., Arostegui,
I., Orbea, A., Cajaraville, M. P. 2015. Short-term effects on antioxidant
enzymes and long-term genotoxic and carcinogenic potential of CuO
nanoparticles compared to bulk CuO and ionic copper in mussels Mytilus
galloprovincialis. Marine environmental research, 111: 107-120.
104 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Sakshaug, E., Bjørge, A., Gulliksen, B., Loeng, H., Mehlum, F. 1992.
Økosystem Barentshavet.(The Barents Sea ecosystem). Norges
Allmennvitenskapelige Forskmingsrasd.
Saxena, P. 2019. Toxicity assessment of ZnO nanoparticles to freshwater
microalgae Coelastrella terrestris. Environmental Science and
Pollution Research, 26(26): 26991-27001.
SCENIHR (Scientific Committee on Emerging and Newly Identified Health
Risks). 2007. Opinion on the scientific aspects of the the existing and
proposed definitions relating to products of nanoscience and
nanotechnologies.
Schiavo, S., Oliviero, M., Miglietta, M., Rametta, G., Manzo, S. 2016.
Genotoxic and cytotoxic effects of ZnO nanoparticles for Dunaliella
tertiolecta and comparison with SiO2 and TiO2 effects at population
growth inhibition levels. Science of the Total Environment, 550: 619-
627.
Schieber, M., Chandel, N. S. 2014. ROS function in redox signaling and
oxidative stress. Current biology, 24(10): R453-R462.
Selck, H., Handy, R. D., Fernandes, T. F., Klaine, S. J., Petersen, E. J. 2016.
Nanomaterials in the aquatic environment: A European Union–United
States perspective on the status of ecotoxicity testing, research
priorities, and challenges ahead. Environmental Toxicology and
Chemistry, 35(5): 1055-1067.
Senapati, V. A., Kumar, A., Gupta, G. S., Pandey, A. K., Dhawan, A. 2015.
ZnO nanoparticles induced inflammatory response and genotoxicity in
human blood cells: A mechanistic approach. Food and Chemical
Toxicology, 85: 61-70.
Shakhristova, E. V., Stepovaya, E. A., Rudikov, E. V., Novitskii, V. V. 2019.
Oxidative Modification of Redox Proteins: Role in the Regulation of
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 105
HBL-100 Cell Proliferation. Bulletin of experimental biology and
medicine, 167(1): 30-34.
Sharma, V., Kumar, A., Dhawan, A. 2012. Nanomaterials: exposure, effects
and toxicity assessment. Proceedings of the National Academy of
Sciences, India Section B: Biological Sciences, 82(1): 3-11.
Sheir, S. K., Handy, R. D., Henry, T. B. 2013. Effect of pollution history on
immunological responses and organ histology in the marine mussel
Mytilus edulis exposed to cadmium. Archives of environmental
contamination and toxicology, 64(4): 701-716.
Shetti, N. P., Bukkitgar, S. D., Kakarla, R. R., Reddy, C., Aminabhavi, T. M.
2019. ZnO-based nanostructured electrodes for electrochemical sensors
and biosensors in biomedical applications. Biosensors and
Bioelectronics, 111417.
Smeraldi, J., Ganesh, R., Hosseini, T., Khatib, L., Olson, B. H., Rosso, D.
2017. Fate and toxicity of zinc oxide nanomaterial in municipal
wastewaters. Water Environment Research, 89(9): 880-889.
Soares, J. C., Pereira, T. C. B., Costa, K. M., Maraschin, T., Basso, N. R.,
Bogo, M. R. 2017. Developmental neurotoxic effects of graphene oxide
exposure in zebrafish larvae (Danio rerio). Colloids and Surfaces B:
Biointerfaces, 157: 335-346.
Song, G., Hou, W., Gao, Y., Wang, Y., Lin, L., Zhang, Z., Niu, Q., Ma, R.,
Mu, L., Wang, H. 2016. Effects of CuO nanoparticles on Lemna minor.
Botanical studies, 57(1): 1-8.
Sørensen, S. N., Baun, A. 2015. Controlling silver nanoparticle exposure in
algal toxicity testing–a matter of timing. Nanotoxicology, 9(2): 201-
209.
Sorg, O. 2004. Oxidative stress: a theoretical model or a biological reality?.
Comptes rendus biologies, 327(7): 649-662.
106 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Sousa, C. A., Soares, H. M., Soares, E. V. 2018. Toxic effects of nickel oxide
(NiO) nanoparticles on the freshwater alga Pseudokirchneriella
subcapitata. Aquatic toxicology, 204: 80-90.
Stern, B. R. 2010. Essentiality and toxicity in copper health risk assessment:
overview, update and regulatory considerations. Journal of Toxicology
and Environmental Health, Part A, 73(2-3): 114-127.
Stone, V., Johnston, H., Schins, R. P. 2009. Development of in vitro systems
for nanotoxicology: methodological considerations. Critical reviews in
toxicology, 39(7): 613-626.
Sun, B., Pokhrel, S., Dunphy, D. R., Zhang, H., Ji, Z., Wang, X., Wang, M.,
Liao, Y. P., Chang, C. H., Dong, J., Li, R., Mädler, L., Brinker, J., Nel,
A. E., Xia, T. 2015. Reduction of acute inflammatory effects of fumed
silica nanoparticles in the lung by adjusting silanol display through
calcination and metal doping. ACS nano, 9(9): 9357-9372.
Sun, J., Zhou, Q., Hu, X. 2019. Integrating multi-omics and regular analyses
identifies the molecular responses of zebrafish brains to graphene
oxide: perspectives in environmental criteria. Ecotoxicology and
environmental safety, 180: 269-279.
Suriyaprabha, R., Balu, K. S., Karthik, S., Prabhu, M., Rajendran, V., Aicher,
W. K., Maaza, M. 2019. A sensitive refining of in vitro and in vivo
toxicological behavior of green synthesized ZnO nanoparticles from the
shells of Jatropha curcas for multifunctional biomaterials
development. Ecotoxicology and environmental safety, 184, 109621.
Tarrahi, R., Khataee, A., Movafeghi, A., Rezanejad, F. 2018. Toxicity of ZnSe
nanoparticles to Lemna minor: Evaluation of biological responses.
Journal of environmental management, 226: 298-307.
Taze, C., Panetas, I., Kalogiannis, S., Feidantsis, K., Gallios, G. P., Kastrinaki,
G., Konstandopoulos, A. T., Václavíková, M., Ivanicova, L.,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 107
Kaloyianni, M. 2016. Toxicity assessment and comparison between
two types of iron oxide nanoparticles in Mytilus
galloprovincialis. Aquatic toxicology, 172: 9-20.
Thiagarajan, V., Natarajan, L., Seenivasan, R., Chandrasekaran, N.,
Mukherjee, A. 2019. Tetracycline affects the toxicity of P25 n-TiO2
towards marine microalgae Chlorella sp. Environmental research, 179,
108808.
Thirukumaran, P., Atchudan, R., Parveen, A. S., Kalaiarasan, K., Lee, Y. R.,
Kim, S. C. 2019. fabrication of Zno nanoparticles adorned nitrogen-
doped carbon balls and their application in photodegradation of organic
dyes. Scientific Reports, 9(1): 1-13.
Torres‐Duarte, C., Hutton, S., Vines, C., Moore, J., Cherr, G. N. 2019. Effects
of soluble copper and copper oxide nanoparticle exposure on the
immune system of mussels, Mytilus galloprovincialis. Environmental
toxicology, 34(3): 294-302.
Uzair, B., Liaqat, A., Iqbal, H., Menaa, B., Razzaq, A., Thiripuranathar, G.,
Rana, N. F., Menaa, F. 2020. Green and Cost-Effective Synthesis of
Metallic Nanoparticles by Algae: Safe Methods for Translational
Medicine. Bioengineering, 7(4): 129.
Vale, G., Mehennaoui, K., Cambier, S., Libralato, G., Jomini, S., Domingos,
R. F. 2016. Manufactured nanoparticles in the aquatic environment-
biochemical responses on freshwater organisms: a critical overview.
Aquatic toxicology, 170: 162-174.
Van Der Zande, M., Vandebriel, R. J., Groot, M. J., Kramer, E., Rivera, Z. E.
H., Rasmussen, K., Ossenkoppele, J. S., Tromp, P., Gremmer, E. R.,
Peters, R. J. B., Hendriksen, P. J., Marvin, H. J. P., Hoogenboom, R. L.
A. P., Peijnenburg, A. A. C. M., Bouwmeester, H. 2014. Sub-chronic
108 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
toxicity study in rats orally exposed to nanostructured silica. Particle
and fibre toxicology, 11(1): 8.
Van Hoeck, A., Horemans, N., Monsieurs, P., Cao, H. X., Vandenhove, H.,
Blust, R. 2015. The first draft genome of the aquatic model plant Lemna
minor opens the route for future stress physiology research and
biotechnological applications. Biotechnology for biofuels, 8(1): 188.
Vazquez-Muñoz, R., Meza-Villezcas, A., Fournier, P. G. J., Soria-Castro, E.,
Juarez-Moreno, K., Gallego-Hernández, A. L., Bogdanchikova, N.,
Vazquez-Duhalt, R., Huerta-Saquero, A. 2019. Enhancement of
antibiotics antimicrobial activity due to the silver nanoparticles impact
on the cell membrane. PloS one, 14(11), e0224904.
Verma, S. K., Nisha, K., Panda, P. K., Patel, P., Kumari, P., Mallick, M. A.,
Sarkar, B., Das, B. 2020. Green synthesized MgO nanoparticles infer
biocompatibility by reducing in vivo molecular nanotoxicity in
embryonic zebrafish through arginine interaction elicited apoptosis.
Science of the Total Environment, 713, 136521.
Viarengo, A., Lowe, D., Bolognesi, C., Fabbri, E., Koehler, A. 2007. The use
of biomarkers in biomonitoring: a 2-tier approach assessing the level of
pollutant-induced stress syndrome in sentinel organisms. Comparative
Biochemistry and Physiology Part C: Toxicology &
Pharmacology, 146(3): 281-300.
Vignardi, C. P., Hasue, F. M., Sartório, P. V., Cardoso, C. M., Machado, A.
S., Passos, M. J., Santos, T. C. A., Nucci, J. M., Hewer, T. L. R.,
Watanabe, I. S., Gomes, V., Phan, N.V. 2015. Genotoxicity, potential
cytotoxicity and cell uptake of titanium dioxide nanoparticles in the
marine fish Trachinotus carolinus (Linnaeus, 1766). Aquatic
Toxicology, 158: 218-229.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 109
Villanueva, M., Thornley, K., Augustine, G. J., Wightman, R. M. 2006.
Synapsin II negatively regulates catecholamine release. Brain cell
biology, 35(2-3): 125-136.
Von Moos, N., Slaveykova, V. I. 2014. Oxidative stress induced by inorganic
nanoparticles in bacteria and aquatic microalgae–state of the art and
knowledge gaps. Nanotoxicology, 8(6): 605-630.
Vujovic, M., Kostic, E. 2019. Titanium Dioxide and Zinc Oxide Nanoparticles
in Sunscreens: A Review of Toxicological Data. Journal of cosmetic
science, 70(5): 223-234.
Wang, D. 2018. Nanotoxicology in Caenorhabditis elegans. Singapore:
Springer. https://doi.org/10.1007/978-981-13-0233-6.
Wang, T., Huang, W., Costa, M. M., Secombes, C. J. 2011. The gamma-chain
cytokine/receptor system in fish: more ligands and receptors. Fish &
shellfish immunology, 31(5): 673-687.
Weir, A., Westerhoff, P., Fabricius, L., Hristovski, K., Von Goetz, N. 2012.
Titanium dioxide nanoparticles in food and personal care products.
Environmental science & technology, 46(4): 2242-2250.
Westerhoff, P., Song, G., Hristovski, K., Kiser, M. A. 2011. Occurrence and
removal of titanium at full scale wastewater treatment plants:
implications for TiO2 nanomaterials. Journal of Environmental
Monitoring, 13(5): 1195-1203.
Wigginton, N. S., Haus, K. L., Hochella Jr, M. F. 2007. Aquatic environmental
nanoparticles. Journal of environmental monitoring, 9(12): 1306-1316.
Wongkamhaeng, K., Wang, J., Banas, J. A., Dawson, D. V., Holloway, J. A.,
Haes, A. J., Denry, I. 2020. Antimicrobial efficacy of platinum‐doped
silver nanoparticles. Journal of Biomedical Materials Research Part B:
Applied Biomaterials, 108(8): 3393-3401.
110 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Wu, D., Liu, Z., Cai, M., Jiao, Y., Li, Y., Chen, Q., Zhao, Y. 2019. Molecular
characterisation of cytochrome P450 enzymes in waterflea (Daphnia
pulex) and their expression regulation by polystyrene nanoplastics.
Aquatic Toxicology, 217, 105350.
Xia, T., Kovochich, M., Liong, M., Mädler, L., Gilbert, B., Shi, H., Yeh, J. I.,
Zink, J. I., Nel, A. E. 2008. Comparison of the mechanism of toxicity
of zinc oxide and cerium oxide nanoparticles based on dissolution and
oxidative stress properties. ACS nano, 2(10): 2121-2134.
Xiang, Q. Q., Wang, D., Zhang, J. L., Ding, C. Z., Luo, X., Tao, J., Ling, J.,
Shea, D., Chen, L. Q. 2020. Effect of silver nanoparticles on gill
membranes of common carp: modification of fatty acid profile, lipid
peroxidation and membrane fluidity. Environmental Pollution, 256,
113504.
Xiong, G., Deng, Y., Liao, X., Zhang, J. E., Cheng, B., Cao, Z., Lu, H. 2020.
Graphene oxide nanoparticles induce hepatic dysfunction through the
regulation of innate immune signaling in zebrafish (Danio rerio).
Nanotoxicology, 14(5): 667-682.
Yan, J., Chen, S., Zuo, Z., He, C., Yi, M. 2020. Graphene oxide quantum dot
exposure induces abnormalities in locomotor activities and mechanisms
in zebrafish (Danio rerio). Journal of Applied Toxicology, 40(6): 794-
803.
Yin, J. J., Liu, J., Ehrenshaft, M., Roberts, J. E., Fu, P. P., Mason, R. P., Zhao,
B. 2012. Phototoxicity of nano titanium dioxides in HaCaT
keratinocytes—generation of reactive oxygen species and cell damage.
Toxicology and applied pharmacology, 263(1): 81-88.
Yu, K. N., Yoon, T. J., Minai-Tehrani, A., Kim, J. E., Park, S. J., Jeong, M.
S., Ha, S. W., Lee, J. K., Kim, J. S., Cho, M. H. 2013. Zinc oxide
nanoparticle induced autophagic cell death and mitochondrial damage
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 111
via reactive oxygen species generation. Toxicology in Vitro, 27(4):
1187-1195.
Yue, L., Zhao, J., Yu, X., Lv, K., Wang, Z., Xing, B. 2018. Interaction of CuO
nanoparticles with duckweed (Lemna minor. L): Uptake, distribution
and ROS production sites. Environmental Pollution, 243: 543-552.
Žaltauskaitė, J., Norvilaitė, R. 2013. Phytotoxicity of amidosulfuron
(sulfonylureas herbicide) to aquatic macrophyte Lemna minor L.
Biologija, 59(2).
Zhao, G., Zhang, T., Sun, H., Liu, J. X. 2020. Copper nanoparticles induce
zebrafish intestinal defects via endoplasmic reticulum and oxidative
stress. Metallomics, 12(1): 12-22.
Zhao, X., Ren, X., Zhu, R., Luo, Z., Ren, B. 2016. Zinc oxide nanoparticles
induce oxidative DNA damage and ROS-triggered mitochondria-
mediated apoptosis in zebrafish embryos. Aquatic toxicology, 180: 56-
70.
Zhou, C., Vitiello, V., Pellegrini, D., Wu, C., Morelli, E., Buttino, I. 2016.
Toxicological effects of CdSe/ZnS quantum dots on marine planktonic
organisms. Ecotoxicology and environmental safety, 123: 26-31.
Zhu, Y., Xu, J., Lu, T., Zhang, M., Ke, M., Fu, Z., Pan, X., Qian, H. 2017. A
comparison of the effects of copper nanoparticles and copper sulfate on
Phaeodactylum tricornutum physiology and transcription.
Environmental Toxicology and Pharmacology, 56: 43-49.
Zia, G., Sadia, H., Nazir, S., Ejaz, K., Ali, S., Ihsan, H., Iqbal, T., Khan, M.
A. R., Raza, A., Andleeb, S. 2018. In vitro studies on cytotoxic, DNA
protecting, antibiofilm and antibacterial effects of Biogenic silver
nanoparticles prepared with Bergenia ciliata rhizome extract. Current
pharmaceutical biotechnology, 19(1): 68-78.
112 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 113
BÖLÜM 4
Tarla Bitkileri’nde Azot Kullanım ve Geri Kazanım Etkinliği
Öğr. Gör. Dr. Sipan SOYSAL1
Arş. Gör. Dr. Özge UÇAR2
Arş. Gör. Dr. Abdurrahim YILMAZ3
1Siirt Üniversitesi, Kurtlana Meslek Yüksekokulu, Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü (Sorumlu yazar) Email: [email protected] 2 Siirt Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü 3 Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü
114 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 115
Giriş
Azot, doğada yaygın bulnan bir elementtir ki atmosferde, litosferde ve
hidrosferde bulunur (Mengel ve ark., 2001). Azot, girdiği doğal
ekosistemlerin bileşimini, verimliliğini ve diğer bazı özelliklerini
değiştirir (Vitousek ve ark., 2002). Nitrat, amonyum ve üre gübreleri
bitkisel üretimde temel azot gübresi formlarıdır. Bitkilerde kökten
alımları ve sinyalizasyon süreçleri farklılık göstermektedir. Nitratın
köklerde sitokinin sentezini uyardığı bilinirken, ürenin bir hormonal
etkisi henüz tespit edilememiştir (Heuermann ve ark., 2021).
Bitkilerin uygulanan azotu kullanma verimliliği, bitkisel türlerin çoğu
için %50 civarındadır. Kumlu topraklarda yıkanma ve sıcak iklim
nedeniyle buharlaşma, azot kaybının asli yollardır (Jalpa ve ark., 2021).
Kumlu topraklarda azotlu gübrenin aşırı süzülmesi, azotun geri
kazanımını azaltır ve buu durum bitkilerde düşük verimle sonuçlanır
(Shareef ve ark., 2019). Daha yüksek ürün verimi için aşırı azotlu
gübreleme yapılması yeraltı suyunun kirlenmesine neden olabilir
(Lenka ve ark., 2013). Üre hidrolizini yavaşlatmak ve nitrifikasyon
sürecini inhibe etmek, bitkisel üretimi artırmak ve azot kirliliğini
azaltmada umut verici bir yaklaşımdır (Ashraf ve ark., 2019).
Nitrifikasyon ve üreaz inhibitörleri azot kayıplarını azaltır ve bitkilerin
azot kullanım verimliliğini arttırır. Fakat bu etki koşullara göre değişim
göstermektedir (Abalos ve ark., 2014).
Azot, bitkisel üretimde verimi sınırlayan önemli bir besindir.
Gübrelerin düşük "Azot Geri Kazanım Verimliliği" (buharlaşma,
yıkanma, denitrifikasyon ve erozyon nedeniyle bitkisel ürünlerin çoğu
116 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
için %50'den düşüktür) bu sorunun önemli bir bölümünü temsil
etmektedir (Fageria, 2014). Çiftçi ve araştırmacı deneyimleri
göstermiştir ki, öngörülemeyen sık şiddetli yağışlar denitrifikasyon
veya yıkanma yoluyla önemli azot kaybına neden olmaktadır (Torbert
ve ark., 1993). Azot, bitkilerin büyümesi ve üretkenliği için sınırlayıcı
bir faktör olmasını yanı sıra gübre olarak aşırı miktarda uygulandığında
düşük azot verimliliği, artan üretim maliyetleri ve kirlilik ile
sonuçlanabilmektedir (Rahman ve ark., 2014). Azotlu gübrelerin
verimli kullanımı, özellikle sulama yapılan tarım alanlarında ekonomik
ve çevresel açıdan kritik öneme sahiptir (Erman ve ark., 2011; Janat,
2008). Salma sulama koşullarında azotlu gübrelerin aşırı kullanımı,
azot yıkanmasının artmasına ve azotun geri kazanım verimliliğinin
azalmasına neden olabilmektedir (Zhang ve ark., 2016).
Azot, bitkisel ürün veriminin oluşumunda çok önemlidir. Bununla
birlikte, günümüzde tarlalara uygulanan azotlu gübrelerin yarısından
fazlası tarımsal sistemlerin dışına çıkarak çevreye karışmakta, kaynak
israfına yol açmakta, hava, su, toprak ve biyoçeşitliliğe yönelik tehditler
üretmekte ve sera gazı salımına sebep olmaktadır. Geçtiğimiz 50 yılda
124 ülke tarafından verim ve toplam azot girdileri Lassaletta ve ark.,
(2014) tarafından değerlendirilmiştir. Genel olarak, sentetik gübre
yerine simbiyotik azot fiksasyonundan daha yüksek oranda azot
sağlayan ülkelerin daha iyi bir azot kullanım verimliliğine sahip olduğu
görülmüştür.
Mikroorganizmalar birçok organik ve mineral bileşikten azot
koparabilirler. Toprağa giren azotun çoğu polimer formundadır. Bu
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 117
polimerlerin ilk olarak hücre dışı enzimler tarafından daha küçük
birimlere ayrılmaları gerekir. Organik azotun çoğu topraktan
emilmeden önce mineralize edilir (NH₄⁺’ya dönüştürülür).
NH₄⁺yüksek konsantrasyonlarda mevcut olduğunda, alternatif azot
kaynaklarının (NO3- ve organik moleküller) kullanımı genellikle kısılır.
Bu yolak genellikle çözme-bağlama-devretme (mineralization-
immobilization-turnover, MIT route) yolağı olarak bilinir. Azot
alımında organik azot kullanımı, büyüme için hem enerji hem de karbon
tedarik etme avantajına sahiptir (Geisseler ve ark., 2010).
Kök nodül bakterileri ile simbiyotik azot indirgeyebilen bitkiler
tarafından çeşitli kaynaklardan azot alımını birçok faktör etkiler
(Wysokinski & Lozak, 2021). Örneğin, nohut ve Mezorhizobium
arasındaki simbiyoz, nohutların verimliği açısından çok önemlidir
(Esfahani ve ark., 2014). Ayrıca baklagillerle baklagil olmayan türlerin
karışık ekim sistemleri, biyolojik azot fiksasyonu ile azot girdi
gereksinimlerini azaltabilir (Du ve ark., 2020).
Toprağa azotlu gübre eklenmesi, “ilave edilen azot etkileşimi” (added
nitrogen interaction) adı verilen bir etki ile doğal toprak azotunun
emilimini uyarır. Topraktaki rezervlerin ikamesi nedeniyle, eklenen
azot etkileşimi, bitkilerin azot geri kazanım verimliliğini
etkileyebilmektedir. İzotopik yöntem veya karşılaştırma yöntemleri ile
topraklar veya uygulamalar için azot geri kazanım verimliliğinin
karşılaştırılmasının doğru yapılabilmesi için, ilave edilen azot
etkileşimi rolünün dikkate alınması gerekmektedir (Rao ve ark., 1991).
Azotlu gübrenin derin toprak katmanlarına verilmesi, tohum verimini,
118 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
azot geri kazanım verimliliğini ve kök özelliklerini etkilemektedir.
Azot içeren gübrelerin derine verilmesi, ürün verimini ve azot geri
kazanım verimliliğini artırmak için etkili bir uygulama haline gelmiştir
(Chen ve ark., 2020).
Tarla Bitkileri’nde Yürütülen Çalışmalar
Yaygın kullanılan nitrifikasyon inhibitörleri (dicyandiamide ve 3,4-
dimethylepyrazole phosphate (DMPP)) ve yaygın kullanılan üreaz
inhibitörü olan N-(n-butyl) thiophosphoric triamide (NBPT), Abalos ve
ark., (2014) tarafından karşılaştırılmıştır. Ürün verimi ve azot kullanım
etkinliği için ortalama artışlar nitrifikasyon inhibitörlerinde %7,.5,
üreaz inhibitöründe ise %12.9 oranında gerçekleşmiştir. Etki gücünün,
çevresel ve yönetsel faktörlere bağlı olarak değiştiği kanaatine
varılmıştır. Yüksek düzeyde tepkinin görüldüğü koşulların kaba yapılı
topraklar ve/veya yüksek düzeyde azot uygulamalarında gerçekleştiği
sonucuna varılmıştır. Aynı zamanda alkali toprak koşullarında (pH ≥
8), üreaz inhibitörü olan NBPT’nin en yüksek etkiy boyutunu
oluşturduğu görülmüştür.
Yüksek verim hedefiyle yapılan mısır (Zea mays) tarımında, mısır
bitkisi kısa sürelerde büyük miktarlarda azot almaya zorlanmaktadır
(Osterholz ve ark., 2017). Toprak azot mevcudiyetinde zamansal ve
mekansal değişkenlik, çiftçilerin mısır tarlalarını azotlu gübreler ile
aşırı gübrelemesine neden olmaktadır (Sela ve ark., 2017). Daha düşük
azot dengesi hedeflemek ve daha yüksek azot geri kazanım verimliliği
elde etmek, mısır yetiştirme sistemlerinde azot oksit emisyonlarını
azaltmaktadır (Omonode ve ark., 2017). Azotlu gübrelerin mısır
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 119
gereksinimlerine göre bölünmüş uygulamaları azot kullanım
verimliliğini artırmaktadır (Cueto-Wong ve ark., 2013). Mueller ve
ark., (2017) tarafından yapılmış bir çalışmada, azotun geç bölünmüş
uygulamaları mısır bitkisinde azot geri kazanımını artırmış ancak orta
ila yüksek azot dozları altında verimi artırmamıştır. Çalışmanın V12
aşamasında, yani geç dönem bölünmüş azot uygulamaları (bitkilerin 12
yapraklı olduğu büyüme aşaması), toplam azot alımını ve azot geri
kazanım verimliliğini artırmıştır. Çalışma sonucunda geç uygulanan
bölünmüş azot ile azot geri kazanımındaki kazanımların sebebinin,
püsküllenme sonrası artan azot alımı olduğu sonucuna varılmıştır.
Ayrıca R6 aşamasında artan tüm bitki azot birikimi oranını, dane
veriminin artmasına teşvik etmemiştir.
Doaei ve ark., (2020), nohutta tohum verimi ve azot kullanım
etkinliğinin değişimini dört azot oranında (0, 2, 4 ve 6 kg N/da), iki
ekim tarihinde (ocak başı ve şubat başı) ve iki biyolojik gübreleme
uygulaması altında (Mesorhizobium inokülasyonu aşılaması yapılan
veya yapılmayan) karşılaştırmışlardır. Tohum verimi, azot kullanım
verimliliği ve azot kullanım verimliliği değerlerinin en yüksek değere
ocak ayı başındaki ekimde eriştiğini bildirmişlerdir. Tohumda protein
içeriği ve samanda azot içeriği değerlerini en yüksek şubat başındaki
ekimde elde etmişlerdir. Denemede tohumun protein içeriği, bitkisel
artıkların azot içeriği ve tohum verimi artan azot uygulaması ile paralel
olarak artmış olsa da azot verimliliği ve azot kullanım etkinliği
azalmıştır. Çalışma sonucunda Mesorhizobium ile aşılama
uygulamasının verim ve azot kullanım etkinliğini pozitif yönde
120 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
etkilediği ancak azot verimliliği bakımından negatif yönde etkilediği
tespiti yapılmıştır.
Farklı toprak işleme yöntemleri ve bakiye azotun nohutta verim ve azot
kullanım etkinliğine etkisini araştıran Kayan ve ark. (2020), buğday-
buğday, buğday-nadas ve buğday-nohut ekim nöbeti sistemlerini ve
dört azot dozunu (0, 50, 100, 150 kg/da) değerlendirmişlerdir.
Çalışmada bitkide protein ve azot oranının, azaltılmış şekilde işlenen
topraklarda daha yüksek olduğu, azot kullanım etkinliğinin ise
geleneksel işlenen topraklarda daha yüksek olduğu sonucuna
varılmıştır. Artan azot dozları azot kullanım etkinliğini azaltırken, azot
alım etkinliğini artırmıştır. Tane verimi hariç incelenen tüm
özelliklerde yıllar arasında önemli farklılıklar görülmüştür.
Esfahani ve ark., (2014) Mesorhizobium ciceri'nin farklı suşlarını test
ettiği çalışmada, Mesorhizobium ciceri C-15 suşu ile oluşan nohut
simbiyotik ilişkisinde verimliliğin arttığını, bu durumun, organik asit
oluşumunun iyileşen kapasitesi ve nodül karbon ve azot
metabolizmasına bağlı anahtar enzimlerin faaliyetleri ile ilişkili
olduğunu bildirmiştir.
Bezelye’nin (Pisum sativum) Rhizobium aşılamasına verdiği yanıt
Solaiman ve ark., (2003) tarafından araştırılmıştır. Bulgulara göre
Rhizobium aşılaması sonucunda nodülasyon, büyüme, azot aktivitesi,
kuru madde üretimi ve azot alımı önemli ölçüde artmıştır. Nodül sayısı
ve kuru ağırlığı, kök nodül bakterilerinin azot aktivitesi, sürgün kuru
ağırlığı, azot içeriği ve azot alımı arasında, bitkilerin hem çiçeklenme
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 121
hem de bakla doldurma aşamalarında pozitif korelasyonlar
gözlenmiştir.
Heuermann ve ark., (2021) 2 yıl sürdürdükleri denemelerinde 15 adet
kolza hattını amonyum nitrat ve üreaz inhibitörü ile gübreleyip bu
hatları tohum verimi ve nitrojenle ilgili verim parametreleri bakımından
analiz etmişlerdir. Genotipe bağlı olarak tutarlı etkinin ortaya çıkmasını
engelleyen bireysel hatların performansı üzerinde önemli bir çevresel
etki oluşmasına, amonyum nitrat bazlı beslenmenin tüm hatlarda
ortalama olarak tohum verimini artırdığı görülmüştür. Çalışmada üreye
kıyasla, amonyum nitrat bazlı beslenmenin, sitokininlerle birlikte nitrat
veya toplam nitrojenin translokasyonunu arttırdığı görülürken, üre
muamelesindeki translokasyon oranları, üre toprak çözeltisinde sabit
kaldığı sürece daha düşük çıkmıştır. Daha sonraki gelişim
dönemlerinde (üre hidrolize olduğunda), nitrojen ve sitokinin
translokasyonu artmıştır. Sonuç olarak ürenin, sürgündeki azot
bölünmesini üretici organlara doğru artırma eğiliminde olduğu tespit
edilmiştir. Aynı zamanda filizlerdeki toplam nitrojen birikiminde
görülen farklılıklar, vejetasyon döneminin sonunda görülmemiştir.
Nitrojen alımı ve nitrojen kullanım verimliliğinin ise uygulanan iki
nitrojen formu arasında tutarlı bir şekilde farklı olmadığı sonucuna
varılmıştır.
122 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
SONUÇ
Bitki-toprak-iklim-gübre tipi kombinasyonlarının bir sonucu olarak
uçma, yıkanma, erozyon ve denitrifikasyon nedeniyle tarla bitkileri
üretiminde azot geri kazanım verimliliği mahsullerin çoğu için %
50'den düşük olmaktadır. Özellikle sulanan koşullarda düşük seviyede
olan azot geri kazanımı daha büyük ekonomik ve çevresel kayıplar
oluşturmaktadır. Kumlu topraklar, gübre bölme sayıları, yüzeye serpme
uygulamaları ve diğer birçok husus, azot geri kazanım verimliliği
açısından bu derlemede bakliyatlar ve diğer birkaç tarla bitkisi türü için
değerlendirilmiştir. Elde edilen araştırma sonuçlarına göre azotlu
gübrelerin yüksek maliyeti ve düşük verimliliği tarımda büyük endişe
arz etmektedir. Faydalı serbest veya simbiyotik bakteriler tarafından
sağlanan biyolojik azot fiksasyonu, azot geri kazanım verimliliğini
artırmanın çok iyi bir yoludur. Bu açıdan özellikle yemeklik dane
baklagiller ayrı bir öneme sahiptir ve ekim nöbetleri içerisinde yer
almaları gereken türlerdir. Özellikle geçirgen toprak koşulları altında
gübrenin birden fazla parçaya bölünmesi veya yavaş salınımlı gübreler
kullanımı sadece daha iyi azot geri kazanım verimliliği için değil aynı
zamanda daha yüksek verim ve daha düşük üretim maliyetleri için
kullanışlı ve faydalı yöntemlerdir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 123
KAYNAKLAR
Abalos, D., Jeffery, S., Sanz-Cobena, A., Guardia, G., Vallejo, A. 2014. Meta-
analysis of the effect of urease and nitrification inhibitors on crop
productivity and nitrogen use efficiency. Agriculture, Ecosystems &
Environment, 189: 136–144.
Ashraf, M. N., Aziz, T., Maqsood, M. A., Bilal, H. M., Raza, S., Zia, M.,
Wang, Y. 2019. Evaluating organic materials coating on urea as
potential nitrification inhibitors for enhanced nitrogen recovery and
growth of maize (Zea mays). Int. J. Agric. Biol, 22: 1102-1108.
Chen, Y., Fan, P., Mo, Z., Kong, L., Tian, H., Duan, M., ... Pan, S. 2020. Deep
placement of nitrogen fertilizer affects grain yield, nitrogen recovery
efficiency, and root characteristics in direct-seeded rice in South China.
Journal of Plant Growth Regulation, 1-9..
Cueto-Wong, J. A., Reta-Sánchez, D. G., Figueroa-Viramontes, U., Quiroga-
Garza, H. M., Ramos-Rodríguez, A., Peña-Cabriales, J. J. 2013. Forage
corn nitrogen recovery from a split 15N fertilizer application. Ingeniería
Agricola y Biosistemas, 5(1): 11-16.
Doaei, F., Moghaddam, A. N., karizaki, A. R., Aldaghi, M. 2020.
Environmental and nutritional effects on yield and nitrogen efficiency
of chickpea (Cicer arietinum L.) in a warm and semi-arid climate of
Iran. Journal of Plant Nutrition, 43(17): 2610–2621.
Du, Q., Zhou, L., Chen, P., Liu, X., Song, C., Yang, F., ... Yong, T. 2020.
Relay-intercropping soybean with maize maintains soil fertility and
increases nitrogen recovery efficiency by reducing nitrogen input. The
Crop Journal, 8(1): 140-152.
Erman, M., Demir, S., Ocak, E., Tufenkci, S., Oguz, F., Akkopru, A., 2011
Effects of Rhizobium, arbuscular mycorrhiza and whey applications on
some properties in chickpea (Cicer arietinum L.) under irrigated and
124 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
rainfed conditions 1-Yield, yield components, nodulation and AMF
colonization. Field Crops Res., 122 (1): 14-24.
Esfahani, M. N., Sulieman, S., Schulze, J., Yamaguchi-Shinozaki, K.,
Shinozaki, K., Tran, L.-S. 2014. Approaches for enhancement of N2
fixation efficiency of chickpea (Cicer arietinum L.) under limiting
nitrogen conditions. Plant Biotechnology Journal, 12(3): 387–397.
Fageria, N. K. 2014. Nitrogen harvest index and its association with crop
yields. Journal of plant nutrition, 37(6): 795-810.
Geisseler, D., Horwath, W. R., Joergensen, R. G., Ludwig, B. 2010. Pathways
of nitrogen utilization by soil microorganisms - a review. Soil Biology
& Biochemistry, 42(12): 2058–2067.
Heuermann, D., Hahn, H., Wirén, N. von. 2021. Seed yield and nitrogen
efficiency in oilseed rape after ammonium nitrate or urea fertilization.
Frontiers in Plant Science, 11: 608785–608785.
Jalpa, L., Mylavarapu, R. S., Hochmuth, G., Wright, A., van Santen, E. 2021.
Recovery efficiency of applied and residual nitrogen fertilizer in
tomatoes grown on sandy soils using the 15N technique. Scientia
Horticulturae, 278, 109861.
Janat, M. 2008. Response of cotton to irrigation methods and nitrogen
fertilization: yield components, water‐use efficiency, nitrogen uptake,
and recovery. Communications in Soil Science and Plant Analysis,
39(15-16): 2282-2302.
Kayan, N., Kutlu, İ., Ayter, N., Adak, S. 2020. Comparisons nitrogen use
efficiency in chickpea under different tillage systems and soil residual
nitrogen. ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, 8(1): 243–250.
Lassaletta, L., Billen, G., Grizzetti, B., Anglade, J., Garnier, J. 2014. 50 year
trends in nitrogen use efficiency of world cropping systems: the
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 125
relationship between yield and nitrogen input to cropland.
Environmental Research Letters, 9(10): 105011.
Lenka S, Singh AK, Lenka NK 2013. Soil water and nitrogen interaction
effect on residual soil nitrate and crop nitrogen recovery under maize-
wheat cropping system in the semi-arid region of northern India.
Agriculture Ecosystems and Environment, 179:108–115
Mengel, K., Kirkby, E. A., Kosegarten, H., Appel, T. 2001. Nitrogen in
principles of plant nutrition (pp. 397-434). Springer, Dordrecht.
Mueller, S. M., Camberato, J. J., Messina, C., Shanahan, J., Zhang, H., Vyn,
T. J. 2017. Late-split nitrogen applications increased maize plant
nitrogen recovery but not yield under moderate to high nitrogen rates.
Agronomy Journal, 109(6): 2689-2699.
Omonode, R. A., Halvorson, A. D., Gagnon, B., Vyn, T. J. 2017. Achieving
lower nitrogen balance and higher nitrogen recovery efficiency reduces
nitrous oxide emissions in North America's maize cropping systems.
Frontiers in plant science, 8: 1080.
Osterholz, W. R., Rinot, O., Liebman, M., Castellano, M. J. 2017. Can
mineralization of soil organic nitrogen meet maize nitrogen demand?.
Plant and Soil, 415(1): 73-84.
Rahman, M. M., Islam, M. A., Azirun, M. S., Boyce, A. N. 2014. Agronomic
and nitrogen recovery efficiency of rice under tropical conditions as
affected by nitrogen fertilizer and legume crop rotation. Plant Sci,
24(3): 891-896.
Rao, A. C. S., Smith, J. L., Papendick, R. I., Parr, J. F. 1991. Influence of
added nitrogen interactions in estimating recovery efficiency of labeled
nitrogen. Soil Science Society of America Journal, 55(6): 1616-1621.
Sela, S., van Es, H. M., Moebius‐Clune, B. N., Marjerison, R., Moebius‐
Clune, D., Schindelbeck, R., Young, E. 2017. Dynamic model improves
126 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
agronomic and environmental outcomes for maize nitrogen
management over static approach. Journal of environmental quality,
46(2): 311-319.
Shareef, M., Gui, D., Zeng, F., Waqas, M., Ahmed, Z., Zhang, B., ... Xue, J.
2019. Nitrogen leaching, recovery efficiency, and cotton productivity
assessments on desert-sandy soil under various application methods.
Agricultural Water Management, 223: 105716.
Solaiman, A. R. M., Khondaker, M., Karim, A. J. M. S., Hossain, M. M. 2003.
Responses of Pea Varieties to Rhizobium Inoculation: Nitrogenase
Activity, Dry Matter Production and Nitrogen Uptake. The Korean
Journal of Crop Science, 48(5): 361–368.
Torbert, H. A., Hoeft, R. G., Vanden Heuvel, R. M., Mulvaney, R. L.,
Hollinger, S. E. 1993. Short-term excess water impact on corn yield and
nitrogen recovery. Journal of production agriculture, 6(3): 337-344.
Vitousek, P. M., Hättenschwiler, S., Olander, L., Allison, S. 2002. Nitrogen
and nature. AMBIO: A Journal of the Human Environment, 31(2): 97-
101.
Wysokinski, A., Lozak, I. 2021. The dynamic of nitrogen uptake from
different sources by pea (Pisum sativum L.). Agriculture, 11(1): 81.
Zhang, A. P., Ji, G. A. O., Liu, R. L., Zhang, Q. W., Zhe, C. H. E. N., Yang,
S. Q., Yang, Z. L. 2016. Using side-dressing technique to reduce
nitrogen leaching and improve nitrogen recovery efficiency under an
irrigated rice system in the upper reaches of Yellow River Basin,
Northwest China. Journal of Integrative Agriculture, 15(1): 220-231.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 127
BÖLÜM 5
Farklı Tahıl Ve Baklagil Yem Bitkileri Yetiştiriciliği Ve Hayvan Besleme Açısından Önemi
Dr. Öğretim Üyesi Esra GÜRSOY1
Doç. Dr. Tugay AYAŞAN2
1Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Celal Oruç Hayvansal Üretim Yüksekokulu Hayvan Yetiştirme ve Besleme Anabilim Dalı, Ağrı, Türkiye. ORCID ID: https://orcid.org/0000-0002-4697-7365, [email protected] 2Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Kadirli Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Organik Tarım İşletmeciliği Bölümü, Osmaniye, Türkiye. ORCID ID: https://orcid.org/0000-0001-7397-6483, [email protected]
128 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 129
GİRİŞ
İnsan beslenmesinde hayvansal ürünlerin payı büyüktür. Ruminantlar
insanların değerlendiremedikleri kaba yemleri sindirebilme yeteneğine
sahip olup, bunları kaliteli hayvansal ürünlere dönüştürebilmektedir.
Kaliteli kaba yemlerin ucuz, kaliteli, baklagil ve buğdaygil yem
bitkilerinin çeşitliliği bakımından temin edilebildiği yerler çayır ve
meralardır. Çayır ve meraların aşırı, erken ve geç otlatılmaları nedeni
ile yetersiz hale gelmesi ile ruminant hayvanların kaba yem ihtiyacını
karşılayamayacak duruma gelmiştir. Kaba yem yetersizliğinde bu
eksikliği giderme amacı ile tarla tarımı yapılmaya başlanmış,
ruminantların ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. Son yıllarda bu
çeşitliği elde etme amacı ile saf ekimlerden ziyade karışık ekimlere yer
verilmeye başlanmıştır.
Karışık yem bitkisi ekim yöntemi artan nüfusla birlikte artan gıda
ihtiyacını karşılamak amacıyla yaygın olarak uygulamaya geçmiştir
(Çiftçi ve Ülker, 2005). Baklagil-hububat kombinasyonu, yem ve örtü
bitkileri de dahil olmak üzere çeşitli karışık ekim sistemlerinde
kullanılmıştır (Ramos ve ark., 2011). Yem bitkileri iki veya daha fazla
tür ile karışık olarak ekilebilmektedir.
Bu çalışmada farklı tahıl ve baklagil yem bitkileri yetiştiriciliği ve
hayvan besleme açısından önemi üzerinde durulmuştur.
130 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Baklagil-Tahıl Karışım Ekimlerinde Yem Kalitesini Ve Verimi
Etkileyen Faktörler
Karışımda Kullanılan Yem Çeşitleri Ve Oranlarının Etkisi
Karışım yem bitkilerinde verim ve kalite, tahıllar ile baklagillerin
türüne göre değişmekle birlikte karışım oranları da bu özellikleri
etkilemektedir (Carr ve ark., 1998). Karışımlarda bitkilerin rekabetleri
göz önünde bulundurularak çeşitler tercih edilmeli buna göre de karışım
oranları ayarlanmalıdır. Oranlar belirlenirken de tahıl-baklagil oranları
doğru bir şekilde ayarlanmalıdır. Çünkü karışımlarda tahılların rekabet
gücü baklagillerden daha yüksektir. Bitki türlerinin birçok yönden
benzerlik göstermesi gerekmektedir. Aksi halde rekabet nedeni ile
büyüme ve kuru madde birikiminin bastırılması ile sonuçlanabilir
(Chen ve ark., 2004). Türlerin kullanım amacına (biçme veya otlatma)
uygun, büyüme mevsimlerinin benzer ve birbirleri ile çok fazla rekabet
etmeden uzun süre birlikte kalabilecek türler olması gerekmektedir. Bu
nedenle türlerin seçimi oldukça önemlidir. İklim ve çevre şartları da
dikkate alınarak karışımda çeşit ve oranlar belirlenmelidir. Ekimi
yapılan baklagil-tahıl karışımında elde edilen otta ekim oranına göre
tahılların oranı daha yüksek olabilir. Çünkü tahılların kardeşlenme ve
verim oranı baklagillerden daha fazla olup; otun ham protein oranı ve
verimi daha düşüktür (Uzun ve Aşık, 2012). Karışımlardaki baklagiller
daha hızlı büyümekte, eşit şekilde olgunlaşma ve daha yüksek verim
stabilitesi göstermektedir (Staniak ve ark., 2012). Elde edilen otun besin
içeriği ile protein oranı, baklagil oranının azlığına bağlı olarak
düşmektedir (İptaş ve Yılmaz, 1999).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 131
Baklagil-tahıl karışımları hayvancılık için önemli protein ve
karbonhidrat kaynaklarıdır. Ot-baklagil bileşimi daha yüksek kuru
madde verimliliğinde anahtar rol oynar. Karışım oranlarının
belirlenmesinde bazı endeksler kullanılır. Arazi eşdeğer oranındaki
(AEO) ve parasal avantaj endeksi (PAİ) gibi çeşitli endeksler, birbirine
eklenme rekabetini ve olası ekonomik avantajını tanımlamak için
geliştirilmiştir (Banik ve ark., 2000; Ghosh, 2004). Bu matematiksel
endeksler araştırmacıların bitki rekabet denemelerinin sonuçlarının
özetlenmesine, yorumlanmasına ve görüntülenmesine yardımcı
olabilmektedir (Weigelt ve Jolliffe, 2003). Endeksler, bitki
topluluklarında rekabet yoğunluğu, rekabet etkileri ve rekabetin
sonuçları gibi çeşitli özelliklerini ifade edebilir (Jilani ve ark., 2018).
Karışık tohumlar arasındaki rekabeti değerlendirmek için kullanılan
endeksler arasında arazi eşdeğer oranı, karışık ürün ve tek ürün
karşılaştırmaları için en yaygın kullanılanıdır (Agegnehu ve ark., 2008).
Fiğ gibi bazı yem bitkilerinin yalın halde ekilmesi yerine diğer yem
bitkileri ile karışık ekimleri daha uygundur. Çünkü zayıf bedenlerinden
dolayı yatma eğiliminde olduklarından, yer ile temas ederek sap ve
yapraklarda çürümeye dolayısı ile yem kalitesinde düşüşe neden
olmaktadır. Karışık ekimle birlikte bitkinin yatmasına engel olunmakta
ve oluşabilecek yem kalite eksikliğinin önüne geçilebilmektedir
(Haynes, 1980). Özellikle, fiğ ile tahılların karışık ekimi yeşil ot, saman
ve silaj gibi yemlerde kalitenin artırılmasıyla beraber süt üretimi
açısından oldukça önemlidir (Hatipoğlu ve ark., 1990). Yem
karışımlarında fiğ, buğday ve arpanın birlikte ekimi ile daha yüksek
132 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
tohum ve proteinin elde edildiği bildirilmektedir (Caballero ve
Goicoechea, 1986; Jensen, 1996).
Jilani ve ark., (2018) yaptıkları bir çalışmada %40 arpa ve %60 fiğ
karışımı ile elde edilen yem ile, yüksek yem verimi ve kalitesi elde
edildiğini bildirmişlerdir. Yem kalitesini ve verimini iyileştirme amaçlı
olarak İtalyan çimi ve fiğ tohumu karışık ekimlerinin oranlarının
denendiği bir çalışmada, karışım olarak %75 çim ve %66 fiğ veya %50-
50 karışım oranlarında yapılan ekimin, yüksek kuru madde ve protein
verimi sağladığı tespit edilmiştir (Raetlah ve ark., 2013).
Yapılan bir çalışmada tüylü fiğ ile koca fiğ ve arpanın farklı karışım
oranlarının yem verimlerine etkisinin incelendiği diğer bir çalışmada
iki yılın yem verimleri ortalaması ile birlikte değerlendirildiğinde tüylü
fiğ + arpa karışımlarında en yüksek miktarda yeşil ot, kuru madde ve
ham protein verimleri F20 + A80 karışımından, kocafiğ + arpa
karışımlarında ise F80 + A20 karışımından elde edilmiştir (Altınok ve
Hakyemez, 2002).
Gülümser ve ark., (2017)’de macar fiği + arpa karışımları için tavsiye
edilen aynı zamanda da erken yapılacak hasat için önerilecek karışım
oranının sırasıyla %50 : 50 ve %75 : 25 olduğunu; geç yapılacak hasat
söz konusu olduğunda ise oranın %50 : 50 olduğunu ifade etmiştir.
Seydoşoğlu (2020) Diyarbakır ekolojik koşullarında, farklı karışım
oranları ve biçim dönemlerinin yem bezelyesi ile arpa karışımlarının ot
verim performansına etkileri çalışmasında; ot verimi yönünden %75 A+
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 133
%25 YB karışımı ile arpanın süt olum dönemi diğer uygulamalardan
daha üstün olduğunu tespit etmiştir.
Seydoşoğlu ve ark. (2020a) Diyarbakır ekolojik koşullarında, yem
bezelyesi ve tritikale karışımlarında karışım oranları ile biçim
dönemlerinin ot verimine etkileri çalışmalarında; bir yıllık sonuçlara
göre; ot verimi yönünden %25 YB +%75 T karışımı diğer karışımlara
göre daha üstün olduğunu rapor etmişlerdir.
Seydoşoğlu ve ark. (2020b) Siirt ekolojik koşullarında, bazı baklagil
yem bitkileri ile arpa karışım oranları belirlenerek yem verimi ve
kalitesine etkisinin araştırılmasında; karışımdaki yem bitkileri oranının
artmasıyla, ham protein veriminde artış olduğunu tespit etmişlerdir.
Carr ve ark. (2004), kurak alanlarda bezelye ile yulaf veya arpanın
karışık ekimi ile yem veriminin ve kalitesinin artırılabileceğini tespit
etmişlerdir. Eskandari ve ark., (2009), tahılların tek ekiminden
baklagillerle birlikte karışık ekiminde yem kalitesi ve kuru maddesinde
fazla bir artış olduğunu bildirmişlerdir.
Fiğin bir baklagil tane yemi olması nedeniyle içermiş olduğu tripsin,
tanin vb. içermesi nedeniyle tek mideli hayvanların karma yemlerinde
kullanımı sınırlı düzeydedir. Fakat ruminant hayvan beslemede
başarıyla kullanılabilmektedir.
Hayvan beslemede fiğ kullanımı konusunda çeşitli kaynaklara
rastlanılmıştır. Bu konuda yapılan bir çalışmada ivesi erkek kuzuların
rasyonlarına değişik seviyelerde katılan fiğin besi performansı ile
rumen üzerine olan etkisinin istatistiki olarak önemli olmadığı, fakat
134 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
karaciğer bağ dokusunda önemli değişikliklere yol açtığı saptanmıştır
(Gül ve ark., 2005). Eğritaş (2014), Ordu ekolojik koşullarında %50
yulaf + %50 fiğ ve %50 tritikale + %50 fiğ karışımlarının
yetiştirilmesini önermiştir.
Bazı macar fiğ hatlarının yem değerinin tespiti ile ilgili bir çalışma
yapan Haydar (2019), fiğ hatlarını %50 meyve bağlama ve tam
çiçeklenme dönemlerinde hasat ederek, besin madde düzeylerine
bakmıştır. Araştırma sonunda hasat zamanı ile çeşit farklılığının
yemlerin kimyasal bileşimi, in vitro organik madde sindirilebilirliği,
nispi yem değeri ile metabolik enerji değerini önemli düzeyde etkilediği
tespit edilmiştir. Araştırmada hasat zamanının ilerlemesiyle, eldeki
otların NDF, ADF ve selüloz içeriklerinin düştüğü, ham kül, in vitro
organik madde sindirilebilirlikleri ile nispi yem değerlerinin arttığı da
görülmüştür.
Sakman (2018), Siirt ekolojik koşullarına uygun ana ürün olarak
yetiştirilen bazı koca fiğ çeşitlerinin verim unsurlarını saptadıkları
çalışmalarında, ham protein oranının %17.6-20.8, NDF (Nötral deterjan
lif) oranının %37.4-44.2, ADF (Asit deterjan lif) oranının da %27.7-
32.9 olduğu görülmüş, gerek ot kalitesi gerekse de protein verimi
bakımından en uygun çeşidin Balkan çeşidi olduğu tespit edilirken,
protein oranı bakımından en uygun hattın IFVN575-SEL 2389 olduğu
tespit edilmiştir.
Yulaf çoğunlukla yeşil olarak tüketilen ancak yem eksikliği
dönemlerinde hayvan beslenmesi için silaja veya samana
dönüştürülerek kullanılan önemli bir kış yemidir (Suttie ve Reynolds,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 135
2004). Dünya Sağlık Örgütü tarafından yulaf proteininin, kalitesi
bakımından neredeyse soya proteinine eşdeğer olduğu, et, süt ve
yumurta proteinine eşit olduğu gösterilmiştir (Ahmad ve ark., 2014).
Yulaf yem olarak fiğ, bezelye veya İskenderiye üçgülü ile karışık
ekilebilir (Johnston ve ark., 1999; Undersander, 2003; Ross ve ark.,
2004a). Baklagillerle yulafın karışık ekilmesi ile hastalıkları azaltması,
yabani otların kontrol altına alınması, mevcut kaynaklardan daha fazla
faydalanılması ve kuru madde çok iyi olmasa da mahsulün sadece yulaf
ile karışık ekimi ile yemin besin değerinin iyileştirilmesi
sağlanmaktadır (Undersander, 2003). Gümüş ve Bayır (2020), farklı
oranlarda arpa tohumu, yulaf tohumu ve arpa tohumu + yulaf tohumu
karışımını kullandıkları çalışmalarında, arpa ile arpa + yulaf hasılı
karışımların yeşil hasıl özelliklerinin daha iyi olduğu saptanmıştır.
Genç ve Baytekin (2016), oluşturulan yulaf merasında Saanen
keçilerini kullanmışlardır. Saanenler münavebeli, sıralı ve serbest
otlatma gibi 3 otlatma sisteminde 2 ay otlatılmıştır. Araştırma sonunda
münavebeli otlatma sisteminin çeşitli özellikler bakımından en iyi
sonucu verdiği tespit edilmiştir. Yulafın en önemli etkilerinden birisi
yüksek besin değerine sahip olmasıdır. Bundan dolayı hayvan
beslenmesi sırasında süt verimini artırıcı etkisi ile hazmı kolaylaştırıcı
etkisi öne çıkmaktadır. Ayrıca yulaf, genç hayvanların gelişmesinde
önemli bir etki de yapmaktadır (Naneli ve Sakin, 2017).
Yem bezelyesi hastalık ve haşere döngülerini bozar, toprağa azot sağlar,
toprağı iyileştirir, toprak birikimini kolaylaştırır, mikrop çeşitliliği ve
aktivitesini azaltarak toprak suyunu korur ve ekonomik çeşitlilik sağlar
136 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
(Lupwayi ve ark., 1998; Biederbeck ve ark., 2005; Chen ve ark., 2006).
Tahıllar ile karışık ekiminde yem kalitesi artmaktadır (Barsila, 2018).
Karışık ekimi sırasında tohum oranları, yüksek verim ve yem değeri
için oldukça önemlidir. Çünkü tahılların bitki yoğunluğu, kardeşlenme
ve saman veriminden dolayı düşük olmasına karşın, ham protein oranı
ve verimi yüksektir (Kwabiah, 2004; Geijersstam ve Martensson,
2006).
Yem bezelyesi (Pisum arvense l.) - buğday (Triticum aestivum l.)
karışımlarının verim unsurları ve yem değerlerinin belirlenmesinin
araştırıldığı bir çalışmada, bu karışımın hayvanlar için kaliteli bir kaba
yem karışımı olduğu görülmüştür (Doğan, 2013). Yem bezelyesi-
buğday karışımındaki baklagil varlığı sebebiyle proteince zengin,
besleyici kaliteli bir karışım meydana gelmiştir. Yem bezelyesinin en
uygun biçim zamanı çiçeklenme dönemi olup; tahıllar, mısır ve
sorgumla birlikte silajı yapılabilmektedir. Yem bezelyesi tek başına
verildiğinde süt verimi ve kalitesi üzerinde olumsuz etkiye sahip olup;
Ca, P ve Fe bakımından zengindir (Garipoğlu, 2015).
Göçmen ve Parlak (2017), ot verimi ve kalitesi söz konusu olduğunda
yem bezelyesinin arpa ve tritikale ile %50:50 oranında ikili karışım
şeklinde yetiştirilmesini tavsiye etmişlerdir. Ay ve ark., (2017),
Kırklareli koşullarında yem bezelyesi + buğday karışımının en az
%50:50 oranında olmasını tavsiye etmişlerdir.
Tüylü Fiğ: Bingöl ekolojik koşullarında ot amaçlı yetiştiriciliği
yapılmakta olan tüylü fiğ için en uygun ekim zamanının 1-15 Ekim
arası olduğunu vurgulamışlardır (Çoşkun ve Çaçan, 2019). Çünkü Ekim
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 137
ayından sonra yapılacak ekimlerde gerek verim gerekse de kalite
düşmektedir. Tüylü fiğin en önemli özelliklerinden birisi de soğuğa
karşı dayanıklı olmasıdır. Ot üretimi için yetiştirilebildiği gibi, silaj
olarak tahıllarla karışık olarak da ekilebilmektedir.
Tüylü Meyveli Fiğ: Kaliteli kaba yem üretiminde, nadas alanlarının
değerlendirilmesinde önemli bir potansiyele sahip olup; aynı zamanda
da ot üretimi amacıyla da ekilmektedir.
İtalyan çimi: Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların suca zengin kaba yem
ihtiyacını karşılamak amacıyla yetiştirilen aynı zamanda da ülkemiz
koşullarına oldukça iyi uyum sağlamış olan İtalyan çimi, bir hayvanın
yaşama payı için gerekli olan protein, enerji, mineral ve vitaminleri
içermektedir. Enerji ve protein değeri yüksek olan İtalyan çimi, gerek
silajlık gerekse de kuru ot olarak kullanıldığı gibi yeşil ot olarak da
hayvanlara verilmektedir. İtalyan çimi iki yıllık kaba yem kaynağıdır
(Özkul ve ark., 2012). İnek, koyun, keçi ve at gibi büyükbaş ve
küçükbaş hayvanlara verilmektedir. İtalyan çiminin kuru madde
sindirilebilirliği (>%65), ham protein içeriği (>%20) ve metabolik
enerji (ME) değeri (10 MJ/kg KM) oldukça yüksektir (Özkul ve ark.,
2012). İtalyan çiminden elde edilen silajlar, süt inekleri ile besi
sığırlarında olumlu sonuçlar vermektedir. Farklı azot dozlarının İtalyan
çiminin ot verimi ve kalitesi üzerine etkilerini araştıran Özdemir ve
ark., (2019), Bursa koşullarında yüksek verim ve kaliteli yem elde
etmek için İtalyan çimi yetiştiriciliğinde 50 kg/da azot dozu
kullanılmasını önermiştir.
138 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Kılçıksız brom: Çok yıllık ve uzun ömürlüdür. Serin iklim buğdaygil
bitkisidir. Ot veriminin yüksek olması, otunun besin maddeleri
yönünden zengin olması sebebiyle, çok iyi bir kuru ot ve silaj bitkisi
olarak görülmektedir. Taşkın (2012), yonca (Medicago sativa L.) ile
kılçıksız brom (Bromus inermis Leyss) karışım oranlarının botanik
kompozisyon üzerine olan etkisinin önemli olduğunu bildirmiştir.
Kılçıksız brom, sıcaklık ve kuraklığa dayanıklıdır, uzun ömürlüdür,
yonca ve çayır üçgülü ile başarıyla yetiştirilmektedir, su alımı fazla
olup; tohumları ucuz, tohum üretimi ise iyidir (Milli Eğitim Bakanlığı,
2015).
Rodos otu: Toprağın organik madde içeriği ile yapısını iyileştirmek
amacıyla kullanılan Rodos otunun mera oluşturma yeteneği
bulunmaktadır. Hayvan beslemede silaj olarak kullanımı uygun
değildir. Rodos otu, besleyici özellikte olup, hayvanların önüne
konduğunda hayvanların yem seçimi ile yenilebilir. Çok yıllık bir
buğdaygil yem bitkisidir. Artan ve Polat (2019), yonca otunun biçilir
biçilmez hayvanlara yedirildiğinde şişkinliğe sebep olması nedeniyle,
diğer karışımlardan daha fazla kuru madde verimi ve ot kalitesine sahip
olması nedeniyle, yonca (%30) + Rodos otu (%70) ikili karışımını
önermişlerdir. Çınar ve ark., (2015), Rodos otunun ham protein
değerini ortalama %11, kuru madde verimini 1430.7 kg/da, yaş ot
verimini de 6480.7 kg/da olarak tespit etmişlerdir.
Köpekdişi ayrığı: Dünyada oldukça fazla kullanım alanı bulunan, ılık-
yağışlı, tropik ve subtropik iklimlere uyumlu sıcak iklim bitkisidir. Bu
yem bitkisi tuza çok dayanıklı yem bitkileri grubundadır. Ayrıca
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 139
ülkemizde yeşil alan yapımı için de kullanılmaktadır. Çınar ve ark.,
(2015), köpekdişi ayrığının ham protein değerini ortalama %10.3, kuru
madde verimini 838.4 kg/da, yaş ot verimini de 2695.7 kg/da olarak
tespit etmiştir. Yılmaz ve ark., (2018), hayvan beslemede kullanılan
bölge koşullarına uygun, ekonomik ve kaliteli olan köpek dişi hatlarının
belirlenmesi için bir çalışma yapmışlardır. Araştırıcılar kullanılan
hatların fizyolojik ve morfolojik yönden birbirlerinden farklı
olmalarından ötürü hayvan beslemede rahatlıkla kullanılabileceğini
ifade etmişlerdir.
Adi yalancı darı: Sıcak mevsim bitkisi olup; çiğnenmeye ve otlatmaya
karşı çok dayanıklıdır. Kaliteli yem üretimi bulunmaktadır. Besin
değerinin ve kalitesinin yüksek olması isteniyorsa, çiçeklenme öncesi
biçilmesi tavsiye edilmektedir. Çınar ve ark., (2015), adi yalancı darının
ham protein değerini ortalama %11.4, kuru madde verimini 1104.3
kg/da, yaş ot verimini de 4974.3 kg/da olarak tespit etmiştir. Bilgin ve
ark., (2019)’da iki yıllık ortalamalara göre en yüksek yaş ot ağırlığının
4578 kg/da olduğu, en yüksek kuru ot ağırlığının 1312 kg/da, en düşük
ADF oranının %40.53; en düşük NDF oranının %75.47 olduğu; en
yüksek ham protein oranının ise %11.81 ile 3 nolu çeşit adayından elde
edildiğini bildirmişlerdir.
Ekim Yöntemlerinin Etkisi
Karışım yem bitkilerinde ekim şekli ve dekara atılacak tohum
miktarının verim ve kaliteye etkisi önemlidir. Değişik türlerin
karışımında türler arası uyumu etkileyen en önemli faktörlerden birisi
de bitkilerin birbirlerine olan uzaklığıdır. Bu uzaklık ekim şekli ile
140 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
ayarlanmaktadır. Genel olarak ya serpme ya da sıraya ekim söz
konusudur. Ekim şeklini daha çok toprak rutubeti ile bitki köklerinin
faaliyet alanları belirlemektedir (Parlak, 2005).
Karışımların ekim şekli sulama sorunu olmayan ve yağışlı bölgelerde
çok önemli olmamakla birlikte kurak alanlarda etkilerinin olduğu
bilinmektedir (Açıkgöz, 2001). Ekim şekilleri genellikle, salt alternatif
ekim veya aynı sıraya karışık ekim gibi farklı çeşitlerle yapılmaktadır.
Derin işlenen ve derin karığa ekilen bitkiler ile yüzlek işlenen ve ekim
yapılan bitkiler karşılaştırıldığında verim daha yüksek olmaktadır.
Bunun sebebi, toprakta bitkiye faydalı olan suyun daha fazla
korunmasıdır (Aggarwall ve Sharma, 2002; Bauer ve ark., 2002;
Jodaugiene, 2002).
Ekim yöntemlerinde bazı zorluklarla karşı karşıya kalınmaktadır. Bu
zorlukların derecesini arazinin yapısı, eğim düzeyi, tohumların
büyüklüğü, alet-ekipman durumu vb. faktörler belirler (Çakmakçı ve
ark., 2005).
Adi fiğ + arpa karışımının aynı sıra üzerine arpa-fiğ ekimi, alternatif
sıralara arpa ve fiğin ekimi, önce arpanın ekildiği çapraz ekim ve önce
fiğin ekildiği çapraz ekim gibi 4 farklı ekim şeklinin uygulandığı
çalışmada, önce fiğ ekiminin yapıldığı çapraz ekim karışımlarının en
iyi performans gösterdiği bildirilmiştir (Topçu ve ark., 2013). Kilcher
(1969) ile Heinrichs (1971), alternatif ekim ile daha yüksek verim elde
edildiğini bildirirken, elde edilen ot içerisinde baklagil oranının da fazla
olduğunu tespit etmişlerdir. Çakmakçı ve ark., (2005), çaprazvari ekim
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 141
yönteminin diğer yöntemlerden daha uygun olduğu sonucuna
varmışlardır.
Mibzerle sıraya ekimde 15-20 kg/da yem bezelyesi kullanılmasını
öneren Gençkan (1983), sıra aralığının dane için 30-35 cm, ot için 15-
20 cm ve ekim derinliğinin de 5-6 cm düzeyinde olması gerektiğini
bildirmektedir. Yavuz (2005), ekim sıklığı ve yatma oranının; bitki
boyu, yeşil ot verimi, kuru ot verimi, ham protein verimi üzerine değişik
etkilerde bulunduğunu; yem bezelyesi ve adi fiğ bitkileri üzerinde
yatmanın olumsuz etkisinin olmadığını, yem bezelyesi için 100
tohum/m2, adi fiğ için 300 tohum/m2 ekim sıklığında en yüksek ot
verimi alındığını ortaya koymuştur.
Ekim Zamanının Etkisi
Çiftçiler tarafından kontrol edilmesi gereken tarımsal yönetimin
faktörlerinden biri de verimlilikte en önemli faktörlerden biri olan ekim
tarihidir (Sun ve ark., 2007). Uygun ekim tarihlerinin seçimi, büyüme
ve gelişmeyi, çimlenme yüzdesini, viskoziteyi ve soğuğa toleransı
etkiler (Schwarte ve ark., 2006). Farklı bölgelerdeki ekim tarihleri,
maksimum ve minimum sıcaklık, güneşin günlük radyasyonu, yağış,
büyüme dönemi ve tohumların genetik potansiyeli gibi farklı büyüme
koşullarından etkilenir (Dabre ve ark., 1993). İdeal büyüme
koşullarında optimum ekim zamanı, bitkiye güç sağlar ve kardeşlenme
aşamasında bitkinin soğuğa karşı toleransını artırır (Safdar ve ark.,
2013).
142 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Yüksek verimli ve kaliteli yem elde etmek için kültürel uygulamaların
doğru ve zamanında yapılması gerekmektedir. Bu kültürel uygulamalar
içerisinde bulunan ekim zamanı, yem değerini ve elde edilen yem
kalitesini etkilemektedir (Özyazıcı ve ark., 2019). Erken ekimlerde hem
yaş hem de kuru yem verimi daha fazla olmaktadır (Çaçan ve Kökten,
2017). Ekim zamanı geciktikçe baklagillerde tohum verimi, dane ham
selüloz oranı, dane ham protein ve ham selüloz verimleri, bitki boyu ve
bin dane ağırlığı düşmekte; buna karşın ham protein oranı ve bitkide
bakla sayısı artmaktadır (Soya ve ark., 1989). Tahıllarda ise ekimin
zamanında yapılması ile bitki boyu, başak sayısı, başak başına tohum
sayısı ve tane ağırlığı artar (El-Mahdi ve ark., 2007).
Optimum ekim zamanını seçerek maksimum verim ve minimum
hastalık sonucuna varılabilir. Bitkinin daha az hastalığa maruz kalması
ile o bitkinin kalitesinin düşmesine engel olacaktır. Yani daha erken
dönemlerde ekimler, mahsulü daha fazla yağmura maruz
bırakacağından hastalık riskini artıracak olaylarla karşılaşmasına neden
olur (Matthews ve McCaffery, 2011; Torkaman ve ark., 2017). Bu da
bitkinin verim ve kalitesine etki eder. Soya ve ark., (1989), Ege Bölgesi
koşullarında yem bezelyesinin Ekim sonu-Kasım başında ve 20 cm sıra
aralığı ile ekilmesini önermişlerdir. Emiroğlu ve ark., (1991), güzlük
olarak ekilen yem bezelyesinden ortalama 2717.0 kg/da yeşil ot, 417.7
kg/da kuru ot elde etmişlerdir. Konya’da Temmuz-Ekim ayları arasında
ana ürün hasadından sonra sulu şartlarda ikinci ürün olarak en iyi
karışımın %75 baklagil + %25 tahıl olduğu ifade edilmiştir (Acar ve
Özkaynak, 2000).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 143
Erzurum koşullarında farklı tarihlerde kışlık olarak ekilen yem
bezelyesi çeşitlerinin verim ve bazı özelliklerini araştıran Kadıoğlu ve
Tan (2018), ekim zamanlarının incelenen özelliklere önemli etkiler
yaptığını bildirmişlerdir. Erken yapılan ekimler bitki boyunu artırıp,
kıştan çıkış oranını artırırken; çiçeklenme süresini uzatmıştır.
Araştırıcılar kuru madde ile tohum veriminin en yüksek olduğu ekim
zamanının 25 Eylül tarihli ekimler olduğunu da açıklamışlardır.
Gübre Kullanımının Etkisi
Yem bitkilerinde kullanılacak gübrelerin cins ve miktarlarına bazı
faktörler etki etmektedir. Bunlar; bölgenin yağış miktarı, dağılışı,
sulama imkânları, toprağın fiziksel özellikleri ve reaksiyonu (pH)
olarak sıralanabilir. Ayrıca gübrenin cins ve miktarı, yem bitkilerinin
cinsi, ömrü, serin veya sıcak mevsim yem bitkisi olması, kurulan tesisin
amacı, bölgedeki yabancı ot sorunu gibi birçok faktöre göre de
ayarlanabilir (Karakurt ve Ekiz, 2000).
Bakliyatların tahıllarla birlikte ekilmesi, yem üretiminde çeşitli çevresel
faydalar sağlayan sürdürülebilir bir tekniktir (Lithourgidis ve ark.,
2007). Bu nedenle tahıllarla karışık ekim yapılması özellikle organik
yem üretim alanları için uygundur. Genellikle sığır gübreleri organik
üretim alanları için kimyasal gübreler yerine kullanılır. Gübre bitki
besinlerinin iyi bir kaynağıdır. Aynı zamanda toprağın kimyasal,
fiziksel ve biyolojik özelliklerini iyileştirir (Mkhabela, 2006).
Gübreleme bitkilerin, morfolojik, çeşit, verim, kalite, tür ve mineral
içeriklerini etkileyen önemli faktörlerdendir. Gübreleme, yem içeriğini
önemli ölçüde etkilerken (Krishna ve ark., 1998; Karaca ve Çimrin,
144 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
2002; Yolcu ve Serin, 2009) aynı zamanda ot kalitesi ile bu otu tüketen
hayvanların sağlığı açısından da önemlidir (Serin ve Tan, 1999).
Yem bitkileri yetiştiriciliğinde yüksek verim ve kaliteli ürün elde etmek
için, toprakta azotun varlığına dikkat etmek gerekmektedir.
Bakliyatların havanın serbest azotundan yararlanması mümkün olsa da
azotlu gübreleme, verimi ve kaliteyi artırmaktadır. Azot, bitki gelişmesi
için etkili bir besin elementidir. Topraktan alınan besinler içerisinde en
çok ihtiyaç duyulanı azottur. Çünkü azot bitkide protein, aminoasit,
amid, nükleik asit, klorofil gibi önemli fonksiyonları bulunan organik
bileşiklerin yapısına girmektedir. Bu nedenle topraklarda bitkilerin
yararlanabileceği kadar azot bulunup bulunmaması çok büyük önem
taşır (Yücel, 2019). Bitkilerde protein (proteinin %15-18’i azottan
oluşur), klorofil, enzim ve vitaminlerin yapısında yer almaktadır
(Zabunoğlu ve Karaçal, 1986). Toprağa yeterli miktarda azot
uygulaması bitkiye birçok fayda sağlar. Azot, bitkilerin kuvvetli bir
şekilde büyümesini sağlar. Verim artışında büyük bir öneme sahiptir.
Vejetatif gelişmeyi teşvik eder. Buğdaygillerde protein oranını artırır
(Tan ve Çomaklı, 2009). Topraktan yeterli miktarda azot alamayan
bitkilerde ise bazı bitkide olumsuz bazı durumlar ortaya çıkar. Vejetatif
gelişme duraklar, ileri dönemlerde yaprakta sarı renk oluşur. Azot
fazlalığında bitkide olgunlaşma gecikir, kök sistemi zayıflar, tane ve
meyve verimi düşer, kuraklığa ve hastalığa karşı direnç azalır
(Zabunoğlu ve Karaçal, 1986).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 145
Karışım yem bitkilerinde gübrelemede bazı zorluklara rastlanmaktadır.
Bu problemlerin giderilebilmesi için, ekim şekli, bitki sıklığı, ekim
oranı gibi bazı kültürel önlemler alınabilir (Kızılşimşek ve Erol, 2000).
Karışım yem bitkilerine verilecek gübrenin hesaplanmasında kullanılan
bir indeks geliştirilmiştir. Karışımdaki A ve B türleri için besin sağlama
indeksi saptanmıştır (Wahua, 1983; Kızılşimşek ve Erol, 2000).
BSIA %=100 (((KA + KB) / SA) - 1)
BSIA=Belirli bir element için A türünün besin alım indeksi.
SA =Saf A bitkisinin belirli bir birim alandaki besin alımı
KA = Karışımdaki A bitkisinin aynı birim alandan besin alımı
KB =Karışımdaki B bitkisinin aynı birim alandan besin alımı.
Soya ve ark., (1991), fosforlu gübrelemenin tek yıllık baklagillerde
verimi yükselttiğini bildirmişlerdir. Ay (2013), yalın yem bezelyesi güz
ve bahar dönemlerinde gübresiz olarak ekildiğinde daha fazla yeşil ot
elde edilirken; yalın buğday ise her iki dönemde de gübreli olarak
ekildiğinde yeşil ot verimi daha fazla olmuştur. Gübresiz ekimlerde
yem bezelyesinin yeşil otta bulunma oranı gübreli ekimlerden daha
yüksek çıkmıştır. Biçim dönemi ilerledikçe yem bezelyesi çiçeklenme,
buğday süt olum ve buğday sarı olum dönemleri boyunca yem
bezelyesinin botanik kompozisyonun giderek arttığını da tespit
etmişlerdir.
Hasat zamanının etkisi
Birlikte ekimde, karışımdaki uygun türlerin seçilmesinin yanı sıra
ekimde karışımların biçimdeki olgunlaşma dönemlerinin belirlenmesi
146 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
kuru ot ve silaj kalitesini etkilemesi açısından önem taşımaktadır. Her
bitkinin hasat zamanı, bitki türüne, yararlanılan bitki organına, hasat
edilecek bitki kısmına ve hasadın yapılış şekline göre değişir.
Bitkinin büyüme aşamaları ilerledikçe saman ağırlığı artar, ancak yem
değeri azalır. Bunun nedeni, tahılların karışımda daha çabuk
olgunlaşmasıdır. Bu nedenle, karışık ürünler için hasat zamanı, tahılın
büyüme aşamalarına göre belirlenmelidir (Açıkgöz ve Çakmakçı, 1986;
Droushiotis, 1989; Johnston ve ark., 2001). Karışımda içerisinde
bulunan buğdaygil bitki türünün çiçeklenme ile süt olum arası dönemde
hasat edilmesi gerekir. Böylece hem ot verimi yüksek olurken (dekara
2-3.5 ton yeşil ot veya 0.5-1 ton kuru ot) hem de kalitesi istenilen
düzeyde olur (%10-15 ham protein). Hasadın belirtilen bu süreden
erken olması, ot veriminin az olmasına neden olurken, geciktirilmesi
ise ot verimini artırır ancak lignifikasyonun artması ile otun kalitesini
düşürerek otun hayvanlar tarafından sindirilme derecesini düşürür
(Sayar ve Kendal, 2014).
Yem kalitesini etkileyen en önemli faktörlerden biri olgunluk
derecesidir. Hasat zamanının gecikmesi ile lignifikasyon artmaktadır.
Farklı zamanlar da hasat edilen otlarla beslenen hayvanların veriminde
değişiklikler görülür. Hasat zamanı ilerledikçe bitkide lif seviyeleri
artar, protein ve sindirilebilirlik düzeyi ise azalır. Bu yem ile beslenen
ineklerde kuru madde alımında ve süt üretiminde düşüşe neden olur
(Bates, 2007). Kaba yemlerde bitki olgunlaştıkça ham protein oranı,
toplam sindirilebilir besin maddeleri miktarı, kuru madde alımı,
sindirilebilir kuru madde oranı ve nispi yem değeri azalır. Buna karşın
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 147
yeşil ve kuru ot verimi ile ADF ve NDF oranı artar. Bu nedenlerden
dolayı, hasatta bitkilerin kullanım amacı göz önünde bulundurulmalıdır
(Gürsoy ve Macit, 2020).
Bezelyenin tahıllarla (arpa, buğday, yulaf, tritikale) karışım halinde
ekilebileceğini belirten Johnston ve ark. (1998), erken hasat ile yem
bezelyesinden daha yüksek protein yüzdesi elde edileceğini; ancak,
nem içeriğinin daha yüksek olacağını belirtmişlerdir. Bu durumun,
silajda, nemin dışarıya daha fazla akmasını ve zayıf fermantasyona
neden olacağını, bu yüzden solmanın silaj öncesi yapılması gerektiğini
belirtmişlerdir. Tekeli ve Ateş (2004), tam çiçeklenme döneminde
biçilen yem bezelyesinden 1417-2776 kg/da yeşil ot alındığını; ayrıca
uygun dönemde biçilen yem bezelyesinin kuru otundan %17.1–18.3
arasında ham protein alındığını bildirmişlerdir. Tekeli ve Ateş (2007),
2002-2005 yıllarında Edirne-Keşan’da yaptıkları üç yıllık çalışmada
yem bezelyesi tam çiçeklenme döneminde iken yem bezelyesi + buğday
karışımında %17.7 ham protein oranına sahip 2718.9 kg/da yeşil ot ve
654.1 kg/da kuru ot elde etmişlerdir. Tan ve ark., (2011) %50
çiçeklenme döneminde hasat edilen yem bezelyesi otunun %22.5 kuru
madde, %16.72 ham protein, lif oranın göstergesi olan %23.85 ADF ve
%37.02 NDF içerdiğini bildirmişlerdir. Mutlu (2012), yağışlı yıl ve
bölgelerde, gelişme dönemine göre en uygun biçim zamanı olarak,
macar fiğinin Tarm Beyazı-98 çeşidinde %50 ve tam çiçeklenme
dönemleri; tüylü meyveli fiğde ise Seğmen-2002 çeşidinde tam
çiçeklenme dönemini tavsiye etmişlerdir.
148 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Hayvan beslemede karışım yem bitkilerinin önemi
Hayvan performansı içerisinde yer alan süt üretimi ve büyüme oranı
yemlerin kalitesine bağlıdır. Yem kalitesinin ana belirleyicileri hayvan
yemi içerisinde bulunan ürünlerin konsantrasyonları (ham protein ve
lifler), yem tüketimi ve sindirilebilirliğidir (Juiler ve ark., 2001). Bu
özelliklerin çoğu bitkiden (türler, bitki morfolojik fraksiyonları,
çevresel faktörler ve olgunluk aşaması) güçlü bir şekilde etkilenir
(Papachristou ve Papanastasis, 1994). Yem kalitesi asla sabit olmayıp
olgunluğu değiştikçe bitkilerin yem kalitesi de sürekli değişir. Yem
kalitesini etkileyen en önemli faktör olgunluktur. Bitki hücre duvarı
içeriği bitki olgunlaştıkça artar, sindirilemeyen lignin birikir.
Ruminantlarda daha yüksek hücre duvarı bileşenleri konsantrasyonu,
düşük yem tüketimi ve düşük sindirilebilirlik ile ilişkilidir (Sarwar ve
ark., 1991).
Yem bitkilerinin verimini ve besin kalitesini iyileştirmek, hayvancılık
üretiminin olumsuz etkilerini hafifletmeye yardımcı olabilir (Capstaff
ve Miller, 2018). Yem bitkileri, hem besleyiciliği hem de çevresel
faydalar sağlamak için karışık olarak yetiştirilebilir. Çiftlik
hayvanlarına merada otlatılarak veya karma yemler şeklinde sunularak,
beslenme kalitesi artırılabilir. Örneğin, yonca yüksek verimli çok yıllık
bir baklagil yem bitkisidir. Birim alan başına diğer baklagil yem
bitkilerine göre daha fazla protein üretir ve bu nedenle tek başına veya
bir dizi farklı ot türü ile kombinasyon halinde yetiştirilebilir (Bélanger
ve ark., 2006).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 149
Karışık yem bitkileri; hayvan beslemede kaliteli yem açığını kapatma
açısından önemli bir yer tutar,
Hayvanlar severek tüketir,
Karbonhidrat ve protein açısından dengeli bir yemdir,
İlkbahar başı ve kış aylarında karma yemlerde kullanılırlar,
Hayvanların ihtiyacını karşılamak için besin elementleri önerilen
sınırlar içinde yer alır,
Tek başına tahıllara kıyasla artan protein içeriği ile tohum için
yetiştiriliyorsa tek mideli hayvanlar için yem üretiminde
kullanılabilirler,
İyi bir karışımla oluşturulan silajlar hayvanlara tek olarak verilebilir,
Arpa-bezelye karışımı ile beslenen süt inekleri sadece arpa ile beslenen
hayvanlara göre daha yüksek süt üretirler (Budak ve ark. , 2011; Sevim,
2013; Staniak ve ark., 2014; Gülümser ve ark., 2017).
Yem Karışımlarının Avantajları
Toprakta besin mevcudiyeti-her tür besinleri harekete geçirmek için
farklı stratejileri olabilir,
Patojen ve haşerelere karşı duyarlılıkları farklı olabilir,
Baklagiller toprağa N sağlayabilir,
Gölgelikte kök desteği sağlar,
150 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Gelişmiş toprak yapısı ve kök derinliği ile suya erişim sağlar (Capstaff
ve Miller, 2018),
Özellikle, fiğ ile tahılların karışık ekimi ile elde edilen yeşil ot, saman
ve silaj gibi yemlerin rasyonlarda kullanılması, süt üretimi açısından
çok önemlidir (Hatipoğlu ve ark., 1990),
Hayvan beslenmesinde, tahıllarla sağlanan karışım ekim ile oluşan
karbonhidrat ve proteinle dengeli bir yem elde edilir (Budak ve ark.
2011),
Karışık ekimler yalın ekime göre yulaf, buğday ve fiğ bitkilerinin
büyüme hızını, verim ve kalitesini etkiler (Lithourgidis ve ark., 2006),
Tohum üretimi yalın ekime göre artış sağlar (Çiftçi ve Ülker, 2005),
Alan başına üretimi artırır (Ghosh, 2004),
Karışık yem daha fazla besin elementi içerir ve kuru maddenin kalitesi
yalın ekimdeki baklagillerden daha iyidir (Staniak ve ark., 2012).
Zararlıların, hastalıkların ve yabancı ot zararlarının azaltılmasını sağlar
(Barsila, 2018),
Gübre ihtiyacını azaltarak, bir sonraki ürünün veriminde artış olmasını
sağlar (Ross ve ark., 2004b)
Yem Karışımlarının Dezavantajları
Büyüme oranları ve optimum hasat zamanları değişebilir,
Uzman ekipman gerekebilir,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 151
Kaynaklar için rekabet edilebilir,
Bir tür patojenleri barındırabilir,
İhtiyaçların karşılanmasında birden fazla türün izlenmesi gerekebilir
(Capstaff ve Miller, 2018),
Karışımların yönetiminde ve hasadında güçlükler görülebileceği gibi
yüksek tohum ve işçi maliyeti gibi olumsuzluklarla karşılaşılabilir
(Barsila, 2018),
Tahılların yüksek ham selüloz oranları ve düzensiz mineral madde
içerikleri nedeniyle kullanıldıkları karışımların yem kalitelerinde bazı
sorunlar ortaya çıkabilir (Şimşek, 2015).
SONUÇ
Bu derleme, farklı tahıl ve baklagil yem bitkileri yetiştiriciliğinin gerek
ülkemiz için önemine vurgu yapmak, gerekse de hayvan besleme
açısından önemini vurgulamak için düzenlenmiştir.
152 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
KAYNAKLAR
Acar, R., Özkaynak, İ. 2000. Sulu şartlarda ikinci ürün olarak bazı baklagil
yem bitkileri ve tahıl karışımlarının yetiştirilme imkanları. Selçuk
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 14(21):1-9.
Acikgoz, E., Cakmakci, S. 1986. Researches on forage yield and quality of
common vetch and cereals mixtures in Bursa conditions. Journal of
Uludag University Agriculture Faculty. 5: 67-73.
Açıkgöz, E. 2001. Yem bitkileri. Uludağ Üniv., Güçlendirme Vakfı Yayın
No:182, Bursa.
Aggarwal, P., Sharma, N.K. 2002, Water uptake and yield of rain fed wheat
in relation to tillage and mulch. Indian J. Soil Conservation, 30 (2): 155-
160.
Agegnehu, G., Ghizam, A. Sinebo, W. 2008. Yield potential and land-use
efficiency of wheat and faba bean mixed intercropping. – Agronomy
for Sustainable Development 28: 257-263.
Ahmad, M., Dar, Z. A. Habib, M. 2014. A review on oat (Avena sativa L.) as
a dual purpose crop. Scientific Research and Essays, 9(4): 52-59.
Altınok, S., Hakyemez, H.B. 2002. Ankara koşullarında tüylü fiğ (Vicia
villosa L.) ve koca fiğ (Vicia narbonensis L.)'in arpa (Hordeum vulgare
L.) ile karışımlarında farklı karışım oranlarının yem verimlerine
etkileri. Tarım Bilimleri Dergisi, 8(1): 45-50.
Artan, H, Polat, T. 2019. Şanlıurfa sulu koşullarında bazı çok yıllık sıcak
mevsim buğdaygil yem bitkisi türleriyle yoncanın saf ve karışık
ekimlerinde yem kalite değerlerinin belirlenmesi. Harran Üniversitesi
Veteriner Fakültesi Dergisi, 8(1): 85-92.
Ay, U., 2013. Kırklareli koşullarında yem bezelyesi (Pisum arvense L.) ve
buğdayın (Triticum aestivum L.) yalın ve karışımlarının ot verimleri ile
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 153
otun kalitesi üzerine bir araştırma (Yüksek Lisans Tezi). Namık Kemal
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Tekirdağ.
Ay, U., Altın, M, Şen, C. 2017. Kırklareli koşullarında yem bezelyesi (Pisum
arvense L.) – buğday’ ın (Triticum aestivum L.) farklı karışım oranları
ve biçim zamanlarının ot verimi ve kalitesine etkisi. Tekirdağ Ziraat
Fakültesi Dergisi, 14(3): 80-85.
Banik, P., Sasmal, T., Ghosal, P.K. Bagchi, D.K. 2000. Evaluation of mustard
(Brassica campestris var. Toria) and legume in 1:1 and 2:1 replacement
series system. Journal of Agronomy and Crop Science, 185: 9-14.
Barsila, S.R. 2018. The fodder oat (Avena sativa) mixed legume forages
farming: Nutritional and ecological benefits. Journal of Agriculture and
Natural Resources, 1(1): 206-222.
Bates, G. 2007. High-quality hay production. The University of Tennessee
Institute of Agriculture, Knoxville, SP437-A-3.5M-7.
Bauer, P.J., Frederick, J.R., Busscher, W.J. Santen, E. 2002. Optimizing
conservation tillage production: soil specific effects of management
practices on cotton, soybean, and wheat. Making conservation tillage
conventional: building a future on 25 years of research. Proceedings of
25th Annual Southern Conservation Tillage Conference for Sustainable
Agriculture, Auburn, AL, USA, 24-26 June, 2002: 382-385.
Bélanger, G., Castonguay, Y., Bertrand, A., Dhont, C., Rochette, P., Couture,
L., ve ark. 2006. Winter damage to perennial forage crops in eastern
Canada: causes, mitigation, and prediction. Can. J. Plant Sci. 86: 33–
47. doi: 10.4141/P04-171
Biederbeck, V.O., Zentner, R.P. Campbell, C.A. 2005. Soil microbial
populations and activities as influenced by legume green fallow in a
semiarid climate. Soil Biology and Biochemistry, 37(10:, 1775-1784.
154 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Bilgin, F.D., Hatipoğlu, R., Avcı, M., Yalçıntaş, D. Sevilmiş, U. 2019.
Akdeniz koşullarına uyumlu mera tipi bazı adi yalancıdarı (Paspalum
dilatatum Poir.) çeşit adaylarının verim ve kalite özelliklerinin
belirlenmesi. Türkiye 13. Ulusal, 1. Uluslararası Tarla Bitkileri
Kongresi, 01-04 Kasım 2019, Antalya.
Budak, F., Tukel, T. Hatipoglu, R. 2011. Possibilities of growing vetch (V.
Pannonica, V.Villosa, V. Dasycarpa,) and cereal (Barley, Oat,
Triticale) mixtures in fallow fields in Eskişehir conditions. The Journal
of Animal & Plant Sciences, 21(4): 724-729.
Caballero, R., Goicoechea, E.L. 1986. Utilization of winter cereals as
companion crops for common vetch and hairy vetch. In: Proceedings of
the 11th General Meeting of the European Grass. Fed. pp. 379-384.
Capstaff, N.M., Miller, A.J. 2018. Improving the yield and nutritional quality
of forage crops. Front. Plant Sci. 9: 535. doi: 10.3389/fpls.2018.00535.
Carr, M.P., Martin, G.B., Caton, J.S. Poland, W.W. 1998. Forage and nitrojen
yield of barley-pea and oat-pea intercrops. Agran. J. 90: 79-84.
Carr, P.M., Horsley, R.D. Poland W.W. 2004. Barley, oat, and cereal-pea
mixtures as dryland forages in the northern great plains. Published in
Agron. J. 96: 677-684.
Chen, C., Miller, P., Muehlbauer, F., Neill, K., Wichman, D. McPhee, K.
2006. Winter pea and lentil response to seeding date and micro-and
macro-environments. Agronomy Journal, 98(6): 1655-1663.
Chen, C., Westcott, M., Neill, K., Wichman, D. Knox, M. 2004. Row
configuration and nitrogen application for barley-pea intercropping in
montana. Agronomy J. 96: 1730-1738.
Çaçan, E., Kökten, K. 2017. Bingöl koşullarında yaygın fiğ ve koca fiğ
çeşitleri için uygun ekim zamanının belirlenmesi. Türk Doğa ve Fen
Dergisi, 6(1): 19-23.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 155
Çakmakçı, S., Aydınoğlu, B., Arslan, M. Bilgen, M. 2005. Farklı ekim
yöntemlerinin fiğ (Vicia sativa L.) + ingiliz çimi (Lolium perenne L.)
karışımlarının ot verimine etkisi. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Dergisi, 18(1): 107-112.
Çiftçi, V., Ülker, M. 2005. Effect of mixed cropping lentil with wheat and
barley at different seeding ratios. Journal of Agronomy, 4(1): 1-4.
Çınar, S., Hatipoğlu, R., Gündel, F.D., Aktaş, A. Avcı, M. 2015. Çukurova’da
bazı çok yıllık sıcak mevsim buğdaygil yem bitkilerinin verim ve
kalitelerinin belirlenmesi. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Dergisi, 32 (2): 41-54.
Çoşkun, N., Çaçan, E. 2019. Tüylü fiğde (Vicia Villosa Roth.) ekim
zamanlarının bazı verim ve kalite özelliklerine etkisi. Ispec Uluslararası
Tarım Ve Kırsal Kalkınma Kongresi 10-12 Haziran 2019, Siirt.
Dabre, W.M., Lall, S.B. Lngole, G.L. 1993. Effects of sowing dates on yield,
ear number, stomatal frequency and stomatal index in wheat. J.
Maharashatra Agri. Univ., 18: 64-66.
Doğan, B.İ., 2013. Yem bezelyesi (Pisum arvense l.)-buğday (Triticum
aestivum l.) karışımlarının verim unsurları ve yem değerlerinin
belirlenmesi (Yüksek Lisans Tezi). Namık Kemal Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Anabilim Dalı, Tekirdağ.
Droushiotis, D.N. 1989. Mixtures of annual legumes and small-grained
cereals for forage production under low rainfall. Journal of Agricultural
Science. 113: 249- 253.
Eğritaş, Ö., 2014. Ordu ekolojik koşullarında yetiştirilen yaygın fiğ+ tahıl
karışımlarının ot verimi ve kalitesinin belirlenmesi (Yüksek Lisans
Tezi). Fen Bilimleri Enstitüsü). Ordu Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü Müdürlüğü Tarla Bitkileri Anabilim Dalı, Ordu.
156 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
El-Mahdi, A.R.A., EI-Amin, S.E.M. Ahmed, F.G. 2007. Effect of sowing date
on the performance of sesame (Sesamum indicum L.) genotypes under
irrigation conditions in northern Sudan. African Crop Science
Conference Proceedings, 8: 1943-1946.
Emiroğlu, Ş.H., Alcan, N. Aygün, H. 1991. Ege bölgesinde kışlık ara ürün
tarımına uygun olabilecek alternatif yem bitkilerinin verim ve diğer
bazı özellikleri üzerinde araştırmalar. Türkiye 2. Çayır-Mer’a ve Yem
Bitkileri Kongresi (28-31 Mayıs 1991), 235-243, İzmir.
Eskandari, H., Ghanbari, A., Javanmard, A. 2009. Intercropping of cereals and
legumes for forage production. Not. Sci. Biol. 1: 7-13.
Geijersstam, L., Mårtensson, A. 2006. Nitrogen fixation and residual effects
of field pea intercropped with oats. Acta Agriculturae Scandinavica
Section B-Soil and Plant Science, 56(3): 186-196.
Garipoğlu, AV. 2015. Süt sığırlarının beslenmesinde alternatif kaba yem
kaynakları.
https://www.amasyadsyb.org/public/docs/Semp_Sut_Sigir_Besleme.p
df
Genç, S., Baytekin, H. 2016. Farklı otlatma sistemlerinin yulaf merasının
verim özellikleri üzerine etkileri. ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, 4(1):
37-42.
Gençkan, S.M. 1983. Yem bitkileri tarımı. Ege Üniv. Ziraat Fakültesi
Yayınları, No.467, 519s, İzmir.
Ghosh, P.K. 2004. Growth, yield, competition and economics of groundnut /
cereal fodder intercropping systems in the semi-arid tropics of India.
Field Crops Research, 88: 227-237.
Göçmen. N., Parlak, A.Ö, 2017. Yem bezelyesi ile arpa, yulaf ve tritikale
karışım oranlarının belirlenmesi. ÇOMÜ Zir. Fak. Derg, 5(1): 119–124.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 157
Gül, M., Yörük, M.A., Özüdoğru, Z. Timurkan, S. 2005. ivesi kuzu
rasyonlarına değişik oranlarda fiğ (Vicia sativa) ilavesinin besi
performansı ile rumen ve karaciğerin histo-patolojisi üzerine etkisi.
YYÜ Vet Fak Derg 2003, 14 (2): 6-9.
Gümüş, H., Bayır, A.M. 2020. Hasılmatikte üretilen arpa ve yulaf yeşil
hasılının farklı günlerdeki besin madde değerleri. MAKU J. Health Sci.
Inst., 8(2): 30-36.
Gülümser, E., Mut, H., Doğrusöz, M.Ç. Başaran, U. 2017. Baklagil yem
bitkisi tahıl karışımların ot kalitesi üzerinde ekim oranlarının etkisi.
Selcuk J Agr Food Sci, 31(3): 43-51.
Gürsoy, E., Macit, M., 2020. Hasat zamanının kaba yemin kimyasal
kompozisyonu ve kalitesi üzerine etkisi, Euroasia Journal of
Mathematics, Engineering, Natural & Medical Sciences International
Indexed & Refereed, 8(9): 168-177.
Hatipoğlu, R., Anlarsal, A.E. Tükel, T. Baytekin, H. 1990. The effect of
harvest time on hay yield and botanical composition relating vetch +
barley mixtures grown at the arid conditions of Cukurova region.
Çukurova Univ. J. Agric. Fac. 5(3): 173-182.
Haydar, E, 2019. Bazı macar fiğ hatlarının yem değerlerinin belirlenmesi
(Yüksek Lisans Tezi). Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri
Enstitüsü, Zootekni Ana Bilim Dalı. Tekirdağ.
Haynes, J. 1980. Competitive aspects of the Grass-Legume association. Adv.
in Argonomy. 33: 227-261.
Heinrichs, D.H. 1971. Legumes are the key to greater forage production.
Cattleman May. p. 6-7.
İptaş, S., Yılmaz, M. 1999. Tokat şartlarında yetiştirilen değişik macar fiği +
tritikale karışım oranlarının verim ve kaliteye etkileri. Ege Tarımsal
Araştırma Dergisi, 9(2): 105-113.
158 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Jensen, E.S. 1996. Grain yield, symbiotic N2 fixation and interspecific for
inorganic N in pea-barley intercrops. J. Plant Soil. 182: 25-38.
Jilani, M., Ajam, N.H., Faraji, A., 2018. Effect of bed planting on the quantity
and quality of hay in different mixing ratios of vetch and barley in the
north of Iran. Applıed Ecology and Envıronmental Research, 16(4):
4477-4490.
Jodaugiene, D. 2002. The peculiarities of underground and overground parts
of Triticum aestivum winter varieties 'Sirvinta 1' and 'Zentos' under the
conditions of different soil tillage. Zemdirbyste,-Mokslo-Darbai, 77:
59-69.
Johnston, J.B., Wheeler, S.D., Mckinlay, J. 1998. Forage production from
spring cereals and cereal-pea mixtures. Ont. Min. Agric. Food Rural
Affairs, Factsheet 98-141.
Johnston, J., Wheeler, B., McKinlay, J. 1999. Forage production from spring
cereals and cereal/pea mixtures. Ontario, Min. Agric. Food, AgDex
N120.
Johnston, J., Mckinlay, J., Wheeler, B. 2001. Forage production from spring
cereals and cereal-pea mixtures. Agdex no. 120. Ontario Ministry of
Agriculture. Food and Rural Affairs Toronto, Canada.
Juiler, B., Guines, F., Ecalle, C., Huyghe, C. 2001. From description to
explanation of variations in alfalfa digestibility. In: Proceedings of the
XIV Eucarpia Medicago sp. Group Meeting. Zaragoza, 45: 19-23.
Kadıoğlu, S., Tan, M. 2018. Erzurum şartlarında farklı tarihlerde kışlık ekilen
yem bezelyesi çeşitlerinin verim ve bazı özellikleri. Tarla Bitkileri
Merkez Araştırma Enstitüsü Dergisi. 27(1): 25-32.
Karaca, S., Çimrin, K.M. 2002. Adi fiğ (Vicia Sativa L.) + arpa (Hordeum
Vulgare L.) karışımında azot ve fosforlu gübrelemenin verim ve
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 159
kaliteye etkileri. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 12:
47-52.
Karakurt, E., Ekiz, H. 2000. Bazı buğdaygil yem bitkilerinde azotlu gübre
dozlarının önemli tarımsal karakterler üzerine etkileri. Tarla Bitkileri
Merkez Araştırma Enstitüsü Dergisi, 9: 1-2.
Kızılşimşek, M., Erol, A. 2000. Yem bitkilerini karışım olarak yetiştirmelerde
alan eşdeğerlik oranı, rekabet indeksi ve besin sağlama indeksi. Fen ve
Mühendislik Dergisi, 3(1): 14-22.
Kilcher, M.R. 1969. Establishment and maintenance of seeded forage crops.
In: K.F. Nielsen. (Ed.) Proc. Canadian Forage Crops Symp. Calgary
ALTA.
Krishna, A., Raikhelkar, S.V., Reddy, A.S. 1998. Effect of planting pattern
and nitrogen on fodder maize (Zea mays) intercropped with cowpea
(Vigna unguiculata). Indian Journal of Agron., 43: 237-240.
Kwabiah, A.B. 2004. Growth and yield of sweet corn (Zea mays L.) cultivars
in response to planting date and plastic mulch in a short-season
environment. Sci Hortic, 102: 147–166.
Lithourgidis, A.S., Vasilakoglou, I.B. Dhima, K.V. Dordas, C.A., Yiakoulaki,
M.D. 2006. Forage yield and quality of common vetch mixtures with
oat and triticale in two seeding ratios. Field Crops Res. 99: 106-113.
Lithourgidis, A.S., Dhima, K.V., Vasilakoglou, I.B., Dordas, C.A.,
Yiakoulaki, M.D. 2007. Sustainable production of barley and wheat by
intercropping common vetch. Agronomy for Sustainable Development,
27: 95-99.
Lupwayi, N.Z., Rice, W.A., Clayton, G.W. 1998. Soil microbial diversity and
community structure under wheat as influenced by tillage and crop
rotation. Soil Biology and Biochemistry, 30(13): 1733-1741.
160 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Matthews, P., McCaffery D. 2011. Winter crop variety sowing guide 2011,
NSW DPI Management Guide.
Mkhabela, T.S. 2006. A review of the use of manure in small-scale crop
production systems in South Africa. Journal of Plant Nutrition, 29:
1157-1185.
Milli Eğitim Bakanlığı. 2015. Hayvan yetiştiriciliği ve sağlığı.
http://megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller/Yem%20Tem
ini.pdf
Mutlu, Z. 2012. Bazı kışlık fiğ türlerinde biçim zamanının ot verimine etkisi
(Yüksek lisans tezi). Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü,
Tarla Bitkileri, 71.sayfa, Ankara.
Naneli, İ., Sakin, M.A. 2017. Bazı yulaf çeşitlerinin (Avena sativa L.) farklı
lokasyonlarda verim ve kalite parametrelerinin belirlenmesi. Tarla
Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü Dergisi, 26 (Özel Sayı), 37−44.
Özkul, H., Kırkpınar, F., Tan, K. 2012. Ruminant beslemede karamba (Lolium
Multiflorum cv. Caramba) otunun kullanımı. Hayvansal Üretim, 53(1):
21-26.
Özdemir, S., Çarpıcı, E.B., Aşık, B.B. 2019. Farklı azot dozlarının İtalyan
çiminin (Lolium multiflorum westerwoldicum Caramba) ot verimi ve
kalitesi üzerine etkileri. Tarım ve Doğa Dergisi, 22(1): 131.
Özyazıcı, M.A., Açıkbaş, S., Göler, M. 2019. Yem bezelyesi (Pisum sativum
ssp. arvense L. Poir)’nde farklı ekim zamanlarının ot verimi ve bazı
tarımsal özellikler ile ot kalitesi üzerine etkisi. ISPEC Uluslararası
Tarım ve Kırsal Kalkınma Kongresi, Siirt, 10-12 Haziran 2019, 702-
709.
Papachristou, T.G., Papanastasis, V.P. 1994. Forage value of Mediterranean
deciduous woody fodder species and its implication to management of
silvo-pastoral systems for goats. Agroforestry Systems, 27: 269-282.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 161
Parlak, A.Ö, 2005. Bazı yapay mera karışımlarında ekim yöntemleri ve azot
dozlarının yem verimi ve kalitesine etkileri (Doktora Tezi). Ankara
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Anabilim Dalı,
Ankara.
Ramos, M.E., Altieri, M.A., Garcia, P.A., Robles, A.B. 2011. Oat and oat-
vetch as rainfed fodder cover crops in semiarid environments: Effects
of fertilization and harvest time on forage yield and quality. Journal of
Sustainable Agriculture, 35: 726-744.
Rahetlah, V.B., Randrianaivoarivony, J.M., Andrianarisoa, B.,
Razafimpamoa, L.H., Ramalanjaona, V.L. 2013. Yields and quality of
ıtalian ryegrass (Lolium multiflorum) and common vetch (Vicia sativa)
grown in monocultures and mixed cultures under irrigated conditions
in the highlands of Madagascar. Sustainable Agriculture Research,
2(1): 15-25.
Ross, S.M., King, J.R., O'Donovan, J.T., Spaner, D. 2004. Forage potential on
intercropping berseem clover with barley, oat, or triticale. Agronomy
J., 96(4): 1013-1021.
Ross, S.M., King, J.R., O’Donovan, J.T., Spaner, D. 2004. Intercropping
berseem clover with barley and oat cultivars for forage. Agronomy J.
96: 1719-1729.
Safdar, M.E., Noorka, I.R., Tanveer, A., Tariq, S.A., Rauf, S. 2013. Growth
and yield of advanced breeding lines of medium grain rice as influenced
by different transplanting dates. The Journal of Animal and Plant
Sciences, 23(1): 227-231.
Sakman, H, 2018. Siirt ekolojik şartlarında ekilen bazı koca fiğ (Vicia
Narbonensis L.) çeşit ve hatlarının verim ve bazı verim unsurlarının
belirlenmesi (Yüksek lisans tezi). Siirt Üniversitesi, Fen Bilimleri
Enstitüsü, Tarla Bitkileri Anabilim Dalı, Siirt.
162 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Sarwar, M., Frikins, J.L., Eastridge, M. 1991. Effect of replacing NDF of
forage with soy hulls and corn gluten feed for dairy heifers. J. Dairy
Sci.74, 1006.
Sayar, M.S, Kendal, E. 2014. Tek yıllık baklagil yem bitkilerinin tahıllarla
karışık ekimi. Mardin Gıda Tarım ve Hayvancılık Dergisi, 4(11): 52-
54.
Schwarte, A.J., Gibson, L.R., Karlen, D.L., Liebmann, M., Jannink, J.L. 2006.
Planting date effects on winter triticale dry matter and nitrogen
accumulation. Agron. J., 97: 1333-1341.
Serin, Y., Tan, M. 1999. Buğdaygil yem bitkileri tarımı, çayır mera
amenajmanı ve ıslahı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı. No. 1, s. 35-39,
Ankara.
Sevim, T. 2013. Farklı tahıl-yem bezelyesi (Pisum arvense L.) karışımlarında
verim ve verime etkili karakterlerin belirlenmesi (Yüksek lisans Tezi).
Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri
Anabilim Dalı, Tekirdağ.
Seydoşoğlu,S. 2020. Farklı karışım oranları ve biçim dönemlerinin yem
bezelyesi ile arpa karışımlarının ot verim performansına etkileri. Iğdır
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 10(3): 2136-2142.
Seydoşoğlu, S., Gelir, G., Çam, B. 2020a. Yem bezelyesi ve tritikale
karışımlarında karışım oranları ile biçim dönemlerinin ot verimine
etkileri. Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 17 (1):
9-13.
Seydoşoğlu, S., Turan, N., Oluk, C.A. 2020b. Bazı baklagil yem bitkileri ile
arpa karışım oranları belirlenerek yem verimi ve kalitesine etkisinin
araştırılması. Akademik Ziraat Dergisi, 9(2): 289-296.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 163
Soya, H., Çelen, A.E., Tosun, M. 1989. Sıra arası mesafesi ve ekim zamanının
yem bezelyesi (Pisum arvense L.)’nde saman verimi ve özelliklerine
etkisi. Ege Üniversitesi Zir. Fak. Dergisi, 27(3): 11-21.
Soya, H., Avcıoğlu, R., Çelen, A.E., Sabancı, İ. 1991. Kimi tek yıllık baklagil
yem bitkilerinin hasat kalıntıları ile toprak verimliliğine katkıları.
Türkiye 2. Çayır-Mer’a Yem Bitkileri Kongresi (28-31 Mayıs1991):
416-423, Bornova/İzmir.
Staniak, M., Księżak, J., Bojarszczuk, J. 2012. Estimation of productivity and
nutritive value of pea-barley mixtures in organic farming. Journal of
Food, Agriculture & Environment, 10 (2): 318-323.
Staniak, M., Księżak, J., Bojarszczuk, J. 2014. Mixtures of legumes with
cereals as a source of feed for animals. http://dx.doi.org/10.5772/58358
Sun, H., Zhang, X., Chen, S., Pei, D., Liu, C. 2007. Effects of harvest and
sowing time on the performance of the rotation of winter wheat-summer
maize in the North China. Industrial Crops and Products, 25 (3): 239-
247.
Suttie, J.M., Reynolds, S.G. 2004. Fodder oats. A world overview. FAO,
ISBN: 92-5- 105243-3. http://www.fao.org/docrep/008/y5765e/y5765
e00.htm.
Şimşek, S. 2015. Kırşehir koşullarında farklı macar fiğ (Vicia
Pannonicacrantz) + italyan çimi (Lolium Multiflorumlam.) karışım
oranlarının verim ve kalite üzerine etkilerinin belirlenmesi (Yüksek
Lisans Tezi). Ahi Evran Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla
Bitkileri Anabilim Dalı, Kırşehir.
Tan, M., Çomaklı, B. 2009. Yem bitkileri tarımının genel özellikleri s.105.
Editör: R. Avcıoğlu, R. Hatipoğlu, Y. Karadağ. Yem Bitkileri Genel
Bölüm Cilt I. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Üretim ve
Geliştirme Genel Müdürlüğü, İzmir.
164 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Tan, M., Koç, A., Elkoca, E. 2011. Doğu Anadolu’nun Bazı İllerinde
Yetiştirilen Yem Bezelyesi Popülasyonlarından Ot ve Tohum Tipi
Hatlarının Geliştirilmesi. Araştırma Projesi Sonuç Raporu. TÜBİTAK
TOVAG, 107O134.
Taşkın, E. 2012. Yonca (Medicago sativa L.) ve kılçıksız brom (Bromus
inermis Leyss) karışım oranlarının ve jips uygulamalarının botanik
kompozisyon ve eşdeğer alan indeksine etkisi. KSÜ Doğa Bilimleri
Dergisi, 2(1): 75-82.
Tekeli, A.S., Ateş, E. 2004. Determination of some agricultural characters in
field pea (Pisum arvense L.) lines at Tekirdağ (Turkey) ecological
conditions. Cuban J.Agric. Sci. 38(3): 313–316.
Tekeli, A.S., Ateş, E. 2007. Farklı biçim dönemlerinin yem bezelyesi (Pisum
arvense L.) buğday (Triticum aestivum L.) karışımının yem verimi ve
kalitesi ile tetani oranına etkileri. Türkiye VII. Tarla Bitkileri Kongresi
(25-27 Haziran 2007), 106-109, Erzurum.
Topçu, G.D., Çelen, A.E., Akdoğan, H. 2013. Farklı ekim şekillerinin adi fiğ
(Vicia sativa L.) + arpa (Hordeum vulgare L.) karışımının verim ve
diğer özelliklerine etkisi. Türkiye 10. Tarla Bitkileri Kongresi, 10-13
Eylül, Konya, 355-358.
Torkaman, M., Mirshekari, B., Farahvash, F., Yarnia, M., Jafari, A.A. 2018.
Effect of sowing date and different intercropping patterns on yield and
yield components of rapeseed (Brassica napus L.) and chickpea (Cicer
arietinum L.). Legume Research, Print ISSN:0250-5371 / Online
ISSN:0976-0571.
Undersander, D. 2003. Pea and small grain mixtures. Univ. Wisconsin
Extension, Wisc. Team Forage, Focus on Forage, 5(7): 1-2.
Uzun, A., Asık, F.F. 2012. The effect of mixture rates and cutting stages on
some yield and quality characters of pea (Pisum sativum L.) + oat
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 165
(Avena sativa L.) mixture. Turkish Journal of Field Crops, 17(1): 62-
66.
Wahua, T.A.T. 1983. Nutrient uptake by ıntercropped maize and cowpea and
a concept of nutrient supplementation ındex (NSI). Expl. Agric., 19:
263-275.
Weigelt, A. Jolliffe, P. 2003. Indices of plant competition. J. Ecol, 91: 707-
720.
Yavuz, M, 2005. Üç farklı ekim sıklığında ekilen yem bezelyesi ve adi fiğde
yatmanın ot ve tohum verimi ile kalitesine etkileri (Yüksek Lisans
Tezi). Uludağ Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Ana Bilim
Dalı, Bursa.
Yılmaz, Ş., Hür, N., Ertekin, İ. 2018. Seçilmiş bazı köpekdişi ayrığı [Cynodon
dactylon(L.) Pers. var. dactylon] hatlarında ot kalitesinin belirlenmesi.
Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 23 (2): 232-241.
Yolcu, H., Serin, Y. 2009. The effects of nitrogen and phosphorus fertilization
and seeding patterns on chemical composition of lucerne and smooth
brome grass intercropping system. Asian J. Chem., 21: 1460-1468.
Yücel, N, 2019. Bazı tek yıllık baklagil yem bitkilerinde azotlu gübrelemenin
verim ve verim öğelerine etkisi (Yüksek Lisans Tezi). Harran
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Anabilim Dalı,
Şanlıurfa.
Zabunoğlu, S., Karaçal, İ. 1986. Gübreler ve gübreleme. Ankara Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Yayınları: 993, Ankara.
166 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 167
BÖLÜM 6
Bal Tozu: Üretimi, Fonksiyonelliği ve Endüstriyel Önemi
Dr. Abdullah BAYCAR1
1 Siirt Üniversitesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Gıda Teknolojisi Programı, Siirt, Türkiye, [email protected] ORCID ID: https://orcid.org/0000-0003-4995-2275
168 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 169
GİRİŞ
Türk Gıda Kodeksine göre bal; “bitki nektarlarının, bitkilerin canlı
kısımlarının salgılarının veya bitkilerin canlı kısımları üzerinde
yaşayan bitki emici böceklerin salgılarının, bal arısı tarafından
toplandıktan sonra kendine özgü maddelerle birleştirerek değişikliğe
uğrattığı, su içeriğini düşürdüğü ve petekte depolayarak
olgunlaştırdığı, doğası gereği kristalleşebilen doğal ürün” şeklinde
ifade edilmektedir. Bal, geçmişte gerek sağlık sağlayıcı gerekse de gıda
olarak kullanılmıştır (Ay ve Yiğit, 2016). Günümüzde de besin olarak
olarak kullanımının yanı sıra alternatif tıp, fonksiyonel gıda, destek ve
takviye gıdalarda kullanımı yaygınlık göstermeye devam etmektedir
(Ulusoy, 2012). Önceki yüzyıllarda bal gıdalarda ingredient olarak
tatlandırıcı amaçlı şerbetlerde, helvalarda, hoşaflarda ve tatlılarda
yaygın olarak kullanımı söz konusu olmuştur (Demir ve Kılınç, 2019).
Lakin rafine şekerin icadı ve kullanımın yaygınlık kazanması, balın
tatlandırıcı kullanımının öne geçmiştir. Fakat son zamanlarda rafine
şekerin obezite, kardiyovasküler rahatsızlıklar ve diyabet gibi sağlık
olumsuzlukları ile ilişkilendirilmesiyle birlikte tekrar balın tatlandırıcı
olarak kullanımına rağbeti artırmıştır. Ayrıca bal tatlandırıcı özelliğinin
yanında fonksiyonel gıda kapsamında değerlendirilen biyoaktif bileşen
mevcudiyeti de bu rağbeti biraz daha anlamlı kılmaktadır. Nitekim
rafine şeker sadece basit bir şeker (sakaroz) ihtiva ederken bal glukoz
ve früktoz dışından 25 çeşit oligosakkarit (disakkaritler, trisakkaritler,
tetrasakkaritler), antioksidanlar (pinocembrin, pinobanksin, krisin ve
galajin gibi), asitler (öncelikle glukonik asit), protein, mineraller,
170 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
flavonoidler, vitaminler ve enzimler de içermektedir (Kumar, ark.,
2010; Cianciosi, ark., 2018; Pasupuleti, ark., 2017; Demir ve Kılınç,
2019; Cui, ark. 2008; Cortés, ark., 2011). Hatta şeker ikamesi olarak
balın kullanımı ile geliştirilen birçok ürün fonksiyonel gıda kapsamında
değerlendirilmektedir.
Bal sağlık açısından her ne kadar iyi bir alternatif olarak sunulsa da
maalesef çikolata, kek vb. endüstriyel ürünler için yüksek nem miktarı,
yapışkan ve viskoz yapısı ile endüstriyel üretim için tolere
edilemeyecek problemler oluşturmaktadır. Bundan dolayı balın şeker
yerine kullanımı sınırlı kalmıştır (Demir ve Kılınç, 2019). Balın
endüstriyel kullanım için nem miktarının belli seviyelere indirgenmesi
yapının kullanılacağı ürüne uygun yapıya getirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu ve başka sebeplerden ötürü balın nem miktarının
düşürüldüğü, yapısının modifiye edildiği krem bal gibi ürünler
geliştirilmiştir. Vakum ve püskürtmeli kurutma yöntemiyle üretilen bal
tozu bu ürünlerden en çok bilinenidir. Bal tozunun bala göre taşıma,
depolama, raf ömrü ve işleme kolaylığı gibi üstünlükleri mevcuttur
(Cui, ark. 2008). Ayrıca toz gıdalar matrikse daha kolay karışabilme,
doz düzey kontrollü kolaylığı ve mikrobiyolojik stabilite gibi
avantajları da mevcuttur (Baysal ark., 2013).
Bu bölümde balın biyoaktif bileşenlerini büyük ölçüde koruyan ve
endüstriyel ürünlerde şeker ikamesi olarak kullanımına bala göre daha
fazla imkân sağlayan bal tozun tanımı, mevzuat durumu, ekonomik
önemi, bileşen yapısı, fonksiyonel ve fizikokimyasal özellikleri
anlatılmıştır.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 171
Tanım, Mevzuat Durumu ve Ekonomik Durumu
Bal Tozunun Tanımı:
Bal tozunun üretimi ve tüketimi yaygın olmadığı için ne ulusal ne de
uluslararası düzeyde düzenleme gerektirecek bir öneme sahip
olamamıştır. Nitekim ne ulusal ne de uluslararası mevzuat
kaynaklarında bal tozu şeklinde herhangi bir tanım mevcut değildir
(CODEX, 1987; TGK, 2020). Lakin ürünün özellikleri ve üretim
şekilleri göz önünde bulundurularak bal tozu; taşıyıcı ile beraber veya
bağımsız olarak kurutma yöntemleri kullanılarak baldan suyun
doğrudan kısmı olarak uzaklaştırılması ile elde edilen ürün olarak
tanımlanabilir (Demir ve Kılınç, 2019; Nurhadi, 2012). Daha özet bir
ifade ile bal tozu; mevcut saf sıvı balın nem içeriği %2,5'ten fazla
olmamak üzere kurutulmasıyla elde edilen ürün (Cui, ark. 2008) olarak
tanımlamakta mümkündür.
Bal Tozunun Mevzuat Durumu:
Bal tozu ile ilgili herhangi bir yasal düzenlemeye ne bal ve çeşitlerini
düzenleyen Türk Gıda Kodeksi Bal Tebliği (Tebliğ No: 2020/7) ‘ni de
ne de başka herhangi bir mevzuata rastlanmamıştır. Lakin spesifik bir
şekilde mevzuata düzenlenmeyen gıda maddeleri Türk Gıda Kodeksi
Yönetmeliği Sayı: 31044 ‘nin ve bu yönetmelikte atıfta bulunan diğer
genel yasal regülatörlere tabi olması esastır. Ayrıca fonksiyonel gıda
bileşeni olarak sunulması halinde ise ürün etiket yönetmeliğini
düzenleyen Türk Gıda Kodeksi Gıda Etiketleme ve Tüketicileri
Bilgilendirme Yönetmeliği (Sayı: 29960) ve bu yönetmeliğin atıfta
172 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
bulunduğu Türk Gıda Kodeksi Beslenme ve Sağlık Beyanları
Yönetmeliği (Sayı: 29960) gerekliliğini yerine getirmeleri zorunluluğu
mevcuttur.
Bununla birlikte bal tozu üretiminin artmasına pareler olarak
üreticilerin farklı amaç ve üretimleri ile ürettikleri bu tür ürünlerin
tüketicileri koruma adına Türk Gıda Kodeksi Bal Tebliği (Tebliğ No:
2020/7) ‘inde veya özel bir yasal düzenlemeyle zikretmesi artan bir
ürün olan bal tozundan doğabilecek çelişkileri önlemek için
gerekliliktir.
Bal Tozunun Ekonomik Durumu:
Yıllık dünya bal üretimi toplam şekerli ürünlerin içerisindeki payı
%1'den azdır (Alvarez-Suarez ark., 2010). Toplam şekerli ürünlerin
ticareti 2017 yılı verilerine 38 milyar $ (Amerikan dolar) ‘ı civarında
olduğu (Baycar, 2021) bal ve ürünlerinin payının %1’den az olduğu ve
bal tozunun payının ise toplam bal ticareti içinde verilere dahil
olamayacak kadar az olduğu hesaba katıldığında bal tozunun önemli bir
ekonomik değerinin olmadığı söylenebilir. Lakin balın, şeker olarak
ikamesine olan ilgi bal üretimini artıracağı beklentilerini doğurmaktadır
(Antony, ark., 2006). Balın gıda ve ilaç endüstrisinde şeker ikamesi
olarak kullanılmasına yönelik artan ilgiyi fiziksel özellikleri (yüksek
viskozite, yoğunluk ve yapışkanlık) bakımından karşılayamamasının
zorlukları balın farklı bir formu ve alternatifi olan bal tozuna
yönlendirecektir. Bununla beraber her yıl yaklaşık 150 milyon £
(İngiliz sterlini)’luk bal; çoğunluğu gıda olmak üzere ilaçlar,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 173
kozmetikler ve evcil hayvan yemleri gibi ürünlerde katkı olarak
kullanılmaktadır (Antony, ark., 2006).
Bal üretiminin halen talebi karşılamayacak düzeyde olması bakımından
açısından değerlendirildiğinde balın farklı formlarda işlenmesine gerek
olamadığı iddia edilse de bal tozunun daha kolay depolanma, taşınma
ve ambalajlanma avantajları olması açısından önemlidir. Bal tozunun
büyük ölçekte üretilmesinin önündeki hali hazırdaki zorlukların
aşılması bal tozuna olan yönelime daha büyük bir ivme kazandıracağı
tahmin edilmektedir.
Üretimi ve Kurutma Yöntemleri
Katı pulverize bal formundaki ürünler bal şekeri ve bal tozu olmak
üzere iki farklı kategoride incelenebilir. İlk grup olan bal şekeri, daha
düşük nem içeriklerinde kristalleşebilen bileşenlerin
kristalleştirilmesiyle bloklar veya pullar halinde katılaşan bal
şeklindeki ürün olarak tanımlanırken genellikle vakumda buharlaştırma
ile üretimi gerçekleştirilmektedir (Taizo, 1994; Cui, ark. 2008). Diğer
grupta olan bal tozu ise yüksek früktozlu mısır şurubu veya glikoz
şurubu ve diğer işleme yardımcıları ve/veya bileşenleri gibi diğer
tatlandırıcı katılar içeren veya içermeyen dekstrin, maltodeksrin, arap
zamkı ve peynir altı suyu proteinleri gibi taşıyıcıları içeren veya
içermeyen % 50-100 bal içeren ürünlerdi ki genellikle püskürtmeli
kurutma, tünel kurutma, vakumlu kurutucu, ve tamburlu (valsli)
kurutma gibi özel kurutma işlemleri kullanılarak üretilen ürünlerdir
(White, 1978; Cui, ark. 2008; Kılınç ve Demir, 2017; Nurhadi, 2012;
Mutlu, 2016; Suhag ve Nanda, 2015).
174 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Bal tozu gıda temel işlemleri açısından değerlendirildiğinde
kurutmanın ana birim işlem olduğu proseste üretilen ürün şeklindedir.
Kurutma işlemi gıda ve gıda dışı farklı sektörlerde yaygın olarak
kullanılmaktadır. Gıda endüstrisinde başlıca; süt sektöründe (peynir
suyu tozu, süt tozu üretimi), meyve-sebze ürünlerinde (meyveli tozlar,
kuru meyveler vb), et sektöründe (pastırma, et kurusu vb) ve özel
gıdalarda (hazır çorba, bebek mamaları vb.) sıklıkla
kullanılmaktadırlar. Azalan kütleyi taşıma, depolama, paketleme ve raf
ömrü avantajlarından dolayı sıkça tercih edilmektedir. Kurutma, tarihin
ilk dönemlerinden beri kullanılmakla birlikte gelişen teknoloji ile yeni
tekniklerde yapılması bugüne kadar vazgeçilmez işlemlerden olmasını
sağlamıştır. İlk dönemlerdeki kurutma sıcaklığın artırılması ile
buharlaşmanın hızlandırıldığı prensibe dayanan kurutma daha sonraları
yüksek sıcaklığın sağlık açısından önemli olan bileşenlere zarar
vermesinin bilinirliliği ile daha komplike prensiplerle kombine edecek
tekniklerle geliştirilmiştir. Vakum kurutucular, mikrodalgalı
kurutucular, dondurarak kurutma yapan sistemler ve birlikte
kullanımları tercih edilen yöntemler modern kurutma yöntemlerine
örnek olarak verilebilir. Bal tozu üretimi süt tozu ve peynir altı suyu
tozu ürünler gibi klasik kurutma yöntemleri üretilemeyecek bir yapıya
sahiptir. Nitekim bal yüksek viskozitesinden dolayı bal tozuna
işlemenin ortaya koyduğu endişelerin mevcudiyetiyle beraber vakumlu
buharlaştırma, püskürtmeli kurutma, tünel kurutucularda kurutma ve
tamburlu kurutucularda kurutma ile pilot ölçekli belirlenmiş proses ve
proses koşulları mevcuttur.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 175
Vakumda Buharlaştırma:
Vakum, buharlaşmayı kolaylaştırarak matriksten suyun daha kolay
uzaklaştırmasını sağlayarak düşük sıcaklıklarda kurutma işlemine
imkân tanımaktadır. Konveksiyonel kurutma yöntemlere alternatif olan
vakumlu kurutmanın daha kısa sürede gerçekleştirmesi sağlanmaktadır.
Nitekim biyoaktif bileşenlerin oksidiyonlardan (termal ve
fotooksidasyon) daha az etkilenmeleri için kurutmanın daha düşük
sıcaklıkta ve daha kısa sürede gerçekleşmesi gerekmektedir. Ayrıca
vakumlu ortamların gereği oluşan havasız ortam da daha az oksidasyon
reaksiyonları gerçekleşmekte daha az biyoaktif bileşen, renk, tekstür ve
aroma kaybı mümkün olma avantajı sağlamaktadır (Erbay ve
Küçüköner, 2008; Yongsawatdıgul, 1995). Mutlu ve Erbaş (2018)
tarafından vakum kurutma yöntemi ile balın biyoaktif bileşenlerini
koruyarak sade ve meyveli bal tozu (karadut, çilek ve portakal) üretimi
ve üretilen bal tozlarının soğuk içecek hazırlamak için bal tozu
karışımlarına dönüştürülmesi sağlanmıştır. Çalışmalarda bal tozu
üretiminde vakumlu kurutma koşulları belirlenmiştir.
Püskürtmeli Kurutucularda Kurutma:
Bal tozu üretme de en sık başvurulan yöntem olan püskürtmeli kurutma,
kabuk materyalin bir polimer çözeltisinin içerisinde çözündürülerek bir
atomizer vasıtasıyla sıcak hava bulunan bir hazneye aerosol şeklinde
püskürtülmesi prensibine göre çalışan bir kurutma yöntemdir. 1950’li
yıllarda gıdada kullanılmaya başlamış daha sonra farmakolojide
uygulamaları yayılmıştır (Bosnalı ve Ocak, 2019). Süt tozu, peynir suyu
tozu ve çorba tozları gibi belli bir nem seviyesine indirilmesi gereken
176 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
sıvı gıdaların kurutulmasında kullanılan püskürtmeli kurutma bal
tozunda aynı sıklıkta başvurulan yöntem olmuş bal tozu kurutması ile
geliştirilmiş kurutma koşulları belirlenmiştir (Nurhadi ark. 2012; Demir
ve Kılınç, 2017; Demir ve Kılınç, 2019). Bu çalışmalarda taşıyıcı olarak
genellikle dekstrin, maltodeksrin, arap zamkı ve peynir altı suyu gibi
ajanlar kullanılmış taşıyıcıların verim, biyoaktif madde koruyuculuğu
tespit edilen hususlar olarak sunulmuştur. Püskürtmeli kurutma
yöntemi, bal tozu hazırlanmasında en umut verici yöntemdir
(Samborska, 2019; Samborska, ark., 2019).
Mikrodalga ile Kurutma:
Bal tozu üretiminde sık başvurulan kurutma yöntemlerinden biri
mikrodalga ile kurutma yöntemidir (Cui ark., 2008; Scaman ark., 2014;
Sun ve Cui, 2007). Temel prensibi; materyaldeki polar molekülleri
etkileyerek elektromanyetik enerjinin termal enerjiye dönüşümünün
sağlanması olan mikrodalga kurutmanın meyveler, tahıl ürünleri ve
başlangıç nemi yüksek olan birçok gıda ürünlerde başarılı bir şekilde
kullanılmaktadır. Bal tozu üretiminde de pilot ölçekli çalışmaları
mikrodalga kurutmanın işlem, enerji verimliliği, maliyet ve kurutulmuş
üründe yüksek kalite gibi avantajları söz konusudur (Erbay ve
Küçüköner, 2008; Zhang, 2007; Vadivambal ve Jayas, 2007).
Valsli Kurutucular ile Kurutma:
Taşıyıcı vasıtasıyla veya olmaksızın sıvı, yarı sıvı gıdaların karşıt yönde
hareket eden sıcak iki tambur (vals) ‘un üzerine akıtılan kurutulmak
istenen maddenin tabura yapıştıktan sonra kazınmak suretiyle
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 177
tamburdan ayrılması ve öğütülmesi prensibine dayanan bir kurutma
yöntemidir. Valsli kurutuculara son zamanlarda kombine edilmiş
basınç, sıcaklık vb sistemleri ile daha az bileşen madde kaybı söz
konusu olabilmektedir. Buna rağmen halen püskürtmeli kurutuculara
nazaran daha fazla kayıplarına neden olmaktadır. Han-bing,
(2005)’deki çalışmasında bal tozunu valsli kurutucularda üretmiş ve
üretim koşullarını belirtilmiştir.
Dondurarak Kurutma:
Suyun süblimleştirilmesi prensibine dayanan dondurarak kurutma,
kurutmak istenilen materyalin en az hasar gördüğü en az bileşen
kaybının olduğu yöntemdir. Dondurarak kurutmada son ürün
kalitesinin önemli ölçüde korunduğu tespit edilmiştir. Bundan dolayı
ilaç ve gıda sektöründe kullanımı önerilen bir yöntemdir. Mikrobiyal
stabilite, bileşen korunurluluğu gibi faydaları vardır. Özellikle
filtrelenmemiş ham balın içerdiği biyoaktif bileşenleri korunması için
önemli bir yöntem olduğu ön görülmektedir. Sramek ark., (2016)
tarafından gerçekleştirilen çalışmada dondurarak kurutma ile bal tozu
üretimi gerçekleşmiş vakumlu kurutuculara göre kalite parametreleri
kıyaslanmıştır. Diğer yöntemlere göre daha maliyetli bir yöntem olması
dezavantajlarındandır.
Fonksiyonel Özellikleri ve Endüstriyel Kullanımı
Bal tozunun fonksiyonelliğini bala göre mukayese etmek işleme
kayıplarından dolayı anlamsızdır. Bal tozu ancak şeker ile mukayese
edildiğinde fonksiyonellik ifade eder. Bundan dolayı bal tozunun
178 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
fonksiyonellik amacıyla yapıldığı çalışmalara bakıldığında balın katı
formunun şeker ikamesi olarak fonksiyonellik sağladığı ifade edilmiştir
(Suhag ve Nanda, 2015; Mutlu, 2016; Tomczyk, ark., 2020; Kılınç ve
Demir, 2017). Bal tozu; hammadde olarak kullanılan balın varyetesi,
taşıyıcı olarak kullanılan maddenin cins ve miktarı, kurutma yöntemi
ve koşullarına göre değişmektedir. Bal tozuna fonksiyonellik
kazandıran biyoaktif bileşenler balın coğrafik ve botanik çeşitliliğine
göre değişiklik göstermekle beraber genel olarak balın muhteviyatından
(yaklaşık olarak yaklaşık; %82 karbonhidrat, %17 su, %0,7 mineral
madde, %0.3 protein ve vitamin, organik asit, fenolik bileşikler ve
serbest aminoasit gibi makro ve mikro bileşenlerden oluşmaktadır)
kaynaklanmaktadır (Mutlu, ark., 2016). Balın muhteviyatında 180'den
fazla besleyici ve biyolojik etkiye sahip bileşen (antimikrobiyal,
antioksidan, antiviral, antiparazitik, antiinflamatuar, antimutajenik,
antikanser ve immünosupresif mevcuttur. Bu etkiler flavonoidler,
fenolik asitler, enzimler, hidrojen peroksit, askorbik asit, karotenoid
benzeri maddeler, organik asitler, Maillard reaksiyon ürünleri, amino
asitler, proteinler ve diğer bileşenlerin) içermektedir. Ayrıca bal
kolondaki iyi bakterilerin büyümesini uyararak gastrointestinal sağlığı
iyileştirebilen oligosakkaritler adı verilen karbonhidratları içeren
prebiyotik bir gıda olduğu ifade edilmiştir (Samborska, 2019;
Samborska, ark., 2019). Ayrıca bal tuzu üretiminde kullanılacak taşıyıcı
ile fonksiyonelliği artırılabilir.
Ayrıca bal tozu yenilikçi ürün geliştirmede önemli bir hammadde olup
bileşiminin endüstri taleplerine göre kolayca değiştirilebilir olduğu
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 179
çalışılmıştır. Mesela bal tozunun antioksidant maddeler ile
zenginleştirilmesi kullanılan katkı maddesine bağlı olarak izotonik
enerji içeceğinde farklı renk ve tatta ürün elde edilmiştir. Bu ürün ile
gıda teknolojisinde, doğal bir tatlandırıcı olmanın yanında renklendirici
(renk etkisiyle körili) ve fonksiyonel gıda özelliklerini sağlayan çoklu
işlevi olan katkı maddesi olarak kullanılabilirliği tespit edilmiştir
(Tomczyk, ark., 2020). Bal tozu duyusal, teknolojik ve fonksiyonellik
amaçlı birçok farklı çalışmaya konu olmuştur (Tablo 1)
Tablo 1 Bal tozunun bazı gıda uygulamaları (Samborska, 2019)
Bal tozu
kaynağı İşlendiği
ürün
İlave oranı
Amaç Etki Kaynak
Ham bal Hindi parça etleri
0–20% Hindi göğüs etine bal tozu ile oksidatif stabilite üzerine etkisinin araştırılması
Bal tozu ilavesi, pişmiş hindi etinde oksidatif bileşiklerin gelişimini inhibe etti.
Antony ark., (2000)
% 70 bal valsli kurtucu ile %30 taşıyıcı (buğday nişastası topaklanmayı önleyici maddeler)
Hindi etleri
0–15% Bal tozu ile oksidasyonu ve oksidasyon kaynaklı olumsuz duyusal özellikleri azaltmak
Geliştirilmiş oksidatif stabilite, duyusal özellikleri geliştirilmiş daha stabil raf ömre sahip üren elde edilmesi
Antony ark., (2006)
Bal Ekmek 0–10% Şekerin ikamesi olarak bel tozunun hamur reolojisi ve ekmek kalitesi
Hamur reolojisinde gelişme, daha iyi duyusal özellikler ve uygun yapı
Tong ark., (2010)
180 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Bal tozu
kaynağı İşlendiği
ürün
İlave oranı
Amaç Etki Kaynak
üzerindeki etkisi
Püskürtmeli kurutucuda bal ve taşıyıcı (nişasta)
Ekmek 0, 50, 100% şeker ikamesi
Şeker ikamesi
% 100 sakkaroz ikamesi uygun bir seçenek olduğunu kanıtladı.
Sathivel ark., (2013)
Püskürtmeli kurutucu ile üretilmiş bal tozu
Süt ürünleri
20, 50%
Akıcılığın artırlması
Fiziksel özellikler iyileştirilmiş
Samborska, Sokołowska, ark., (2017)
Püskürtmeli kurutucu ile üretilmiş bal tozu
Kek 0, 20, 40, 60, 80, 100% şeker ikamesi
Şeker ikamesi
kurabiyelerin kimyasal ve besinsel özelliklerini iyileştirmiş, ideal lezzet miktarı belirlenmiş
Kılınç ve Demir (2017)
Bal tozunun diğer avantajları: uygunluk, serbest akış, taşıma ve tartma
kolaylığı, azaltılmış depolama alanı ve temizlik kolaylığı şeklinde
sıralanabilir (Cui, ark. 2008). Fonksiyonel gıda üretme amacıyla
yapılan çalışmada %100 bal tozu ile ikame edilmesinin, kurabiyelerin
kimyasal ve beslenme özelliklerini iyileştirmek için uygun olduğu ve
%60'a kadar duyusal ve fiziksel özellikleri korumak için uygun olduğu
bulunmuştur (Kılınç ve Demir, 2017). Demir ve Kılınç, (2019) bal
tozunu farklı oranlarda (%25, 50, 75 ve 100) şekerin yerine ikame
olarak kek üretiminde kullanımı bal tozunun etkilerini üretilen
keklerde; bazı fiziksel, kimyasal ve duyusal özellikler inceledikleri
çalışmalarında duyusal karakteristikler açısından ise, %50 şeker: %50
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 181
bal tozu en iyi kombinasyon olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak bal
tozunun sahip olduğu kimyasal ve besinsel özellikleri ile kek
üretiminde kullanılabilecek bir hammadde olduğu belirlenmiştir.
Antony ark., (2006) hindi parça etlerin oksidasyonuna bağlı ransidite,
kötü aroma ve tadı engellemek için bal tozu ilave etmiş ve 11 hafta
boyunca raf ömrü stabilitesini incelemişlerdir. Sonuç olarak duyusal
panelistler, bal ilave edildiğinde tatlılığın arttığını lakin hindi için kabul
edilebilirlik üzerinde olumsuz lezzet etkisi olmadığını ve balın
eklenmesiyle daha düşük TBA değerleri, heksanal içeriği ve oksidatif
stabilite indeksi gösterildiği gibi etin oksidatif stabilitesini arttırdığını
ortaya çıkarmışlardır.
SONUÇ
Bal geçmişten bugüne sürekli hem gıda olarak hem de sağlık sağlayıcı
olarak dikkat çekmiştir. Bal başlı başına bir gıda olarak tüketilmesinin
yanında şerbet, tatlı, hoşaf gibi gıdalara da tatlandırıcı olarak
kullanılmıştır. Lakin serbest şekerin icadı ile şekerin daha ucuz ve kolay
temin edilme gibi avantajlarla balın bu amaçla kullanılmasının önüne
geçmiştir. Son yıllarda ise şekerin obesite, diyabet gibi hastalıklarla
ilişkilendirilmesi ile tatlandırıcı olarak bala bir geri dönüşü sağlamıştır.
Lakin balın yapışkan, viskoz ve yüksek nemli yapısı endüstriyel
gıdalarda bu geri dönüşü zorlaştırmıştır. Bal tozunun bu
dezavantajlardan ari olması endüstriyel gıdalarda şeker ikamesi için
kullanılması açısından önemlidir. Bal tozu ilave edildiği ürüne bal
aroması ve bileşenleri kazandırmanın yanında neme karşı affinite
gösteren kuru bileşenlere, emülsiyon ve süspansiyonda kolayca
182 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
karıştırılabilme, ticari ürünlerde ve işlemlerde daha kolay kullanılabilir
olma gibi işlevleri ve avantajları mevcuttur. Nitekim bal tozu üretimi
ile ilgili çalışmalar her geçen gün artmaktadır. Buna rağmen hala
yüksek kapasiteli bal tozu üretimi yeterli olgunlukta değildir. Yeterli
seviyeye ulaşması için daha fazla yatırım gerekmektedir. Bilimsel
çalışmalar ve tüketici talepleri ile bal tozu gündemde kalmaya devam
edeceği görülmektedir. Bundan dolayı gelecekte oluşabilecek
muarazalara karşın bal tozu ile ilgili yasal düzenlemelerin yapılması
faydalı olacaktır.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 183
KAYNAKLAR
Alvarez-Suarez, J. M., Tulipani, S., Díaz, D., Estevez, Y., Romandini, S.,
Giampieri, F., ..., Battino, M. 2010. Antioxidant and antimicrobial
capacity of several monofloral Cuban honeys and their correlation with
color, polyphenol content and other chemical compounds. Food and
Chemical Toxicology, 48(8-9): 2490-2499.
S. Antony, J.R. Rieck, P.L. Dawson Effect of dry honey on oxidation in
Turkey breast meat Poultry Science, 79 (12) (2000), pp. 1846-1850
Antony, S., Rieck, J.R., Acton, J., Han, I.Y., Halpin, E.L., Dawson P.L. 2006
Effect of dry honey on the shelf life of packaged Turkey slices
Ay, Y. E., Yiğit, Y. 2016. Bal, beslenme ve sağlık. In 3rd International
Congress on Social Sciences, China to Adriatic, In congress book (pp.
27-30).
Baycar, A. 2021. Bazı Doğal Renklendiricilerin Beyaz Kokolin ve Sürülebilir
Krema Üretiminde Kullanımı ve Biyoerişilebilirliklerinin
Belirlenmesi, (Doktora Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi).
Baysal, T., Ergün, A. R., BOZKIR, H., Gedik, S. K., Özer, M. B., Demir, E.
2013. Valsli kurutmayla üretilen havuç ve balkabağı suyu tozlarının
kalite özellikleri. Akademik Gıda, 11(3): 27-32.
Bosnalı, S., Ocak, Ö. Ö. 2019. Gıda sanayiinde kullanılan uçucu yağların
mikroenkapsülasyon uygulamaları. Pamukkale Üniversitesi
Mühendislik Bilimleri Dergisi, 25(7): 846-853.
Cianciosi, D., Forbes-Hernández, T. Y., Afrin, S., Gasparrini, M., Reboredo-
Rodriguez, P., Manna, P. P., ... Battino, M. 2018. Phenolic compounds
in honey and their associated health benefits: A
review. Molecules, 23(9): 2322.
CODEX, S. 1987. Revised Codex Standard for Honey Codex Stan 12-1981.
184 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Cortés, M. E., Vigil, P., Montenegro, G. 2011. The medicinal value of honey:
a review on its benefits to human health, with a special focus on its
effects on glycemic regulation. International Journal of Agriculture and
Natural Resources, 38(2): 303-317.
Cui, Z. W., Sun, L. J., Chen, W., Sun, D. W. 2008. Preparation of dry honey
by microwave–vacuum drying. Journal of Food Engineering, 84(4):
582-590.
Demir, M. K., Kılınç, M. 2019 Bal Tozu İkamesinin Kek Kalitesi Üzerine
Etkisi. Necmettin Erbakan Üniversitesi Fen ve Mühendislik Bilimleri
Dergisi, 1(1): 53-58.
Erbay, B., Küçüköner, E. 2008. Gıda endüstrisinde kullanılan farklı kurutma
sistemleri. Türkiye, 10: 21-23.
Han-bing, Z. H. A. N. G. 2005. Study on the Production of Dried Honey with
the Method of the Drum Dryer. Journal of Anhui Agricultural Sciences,
03.
Kılınç, M., Demir, M. K. 2017. The facilities of spray dried honey powder use
as a substitute for sugar in cookie production. Food and Health, 3(2):
67-74. doi: 10.3153/JFHS17009
Kumar, K. S., Bhowmik, D., Biswajit, C., Chandira, M. R. 2010. Medicinal
uses and health benefits of honey: an overview. J Chem Pharm
Res, 2(1): 385-395.
Mutlu, C. 2016. Balın biyoaktif bileşenlerinin korunarak kurutulması ve
üretilen bal tozlarından soğuk içecek karışımı hazırlama imkanlarının
araştırılması.
Mutlu, C., Erbaş, M., Tontul, S. A. 2017. Bal ve diğer arı ürünlerinin bazı
özellikleri ve insan sağlığı üzerine etkileri. Akademik Gıda, 15(1): 75-
83.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 185
Nurhadi, B., Andoyo, R., Indiarto, R. 2012. Study the properties of honey
powder produced from spray drying and vacuum drying
method. International Food Research Journal, 19(3): 907.
Pasupuleti, V. R., Sammugam, L., Ramesh, N., Gan, S. H. 2017. Honey,
propolis, and royal jelly: a comprehensive review of their biological
actions and health benefits. Oxidative medicine and cellular
longevity, 2017.
K. Samborska, P. Sokołowska, K. Szulc Diafiltration and agglomeration as
methods to improve the properties of honey powder obtained by spray
drying Innovative Food Science & Emerging Technologies, 39 (2017),
pp. 33-41
Samborska, K., Wiktor, A., Jedlińska, A., Matwijczuk, A., Jamróz, W.,
Skwarczyńska-Maj, K., ..., Witrowa-Rajchert, D. 2019. Development
and characterization of physical properties of honey-rich powder. Food
and bioproducts processing, 115: 78-86.
Samborska, Katarzyna. 2019 "Powdered honey–drying methods and
parameters, types of carriers and drying aids, physicochemical
properties and storage stability." Trends in food science &
technology 88: 133-142.
S. Sathivel, A.K. Ram, L. Espinoza, J. King, R. Cuetov, K.M. Solval
Application of honey powder in bread and its effect on bread
characteristics Journal of Food Processing &
Technology, 4 (11) (2013), p. 279
Scaman, C. H., Durance, T. D., Drummond, L., Sun, D. W. 2014. Combined
microwave vacuum drying. In Emerging technologies for food
processing (pp. 427-445). Academic Press.
Sramek, M., Woerz, B., Horn, H., Weiss, J., Kohlus, R. 2016. Preparation of
high‐grade powders from honey–glucose syrup formulations by
186 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
vacuum foam‐drying method. Journal of Food Processing and
Preservation, 40(4): 790-797.
Suhag, Y., Nanda, V. 2015. Optimisation of process parameters to develop
nutritionally rich spray‐dried honey powder with vitamin C content and
antioxidant properties. International Journal of Food Science &
Technology, 50(8): 1771-1777.
Sun, L. J., Cuı, Z. W. 2007. Preparatıon of dry honey by mıcrowave-vacuum
dryıng [j]. Food research and development, 2.
Taizo, K. 1994. Process for production solid honey. US Patent 5,356,650.
Q. Tong, X. Zhang, F. Wu, J. Tong, P. Zhang, J. Zhang Effect of honey
powder on dough rheology and bread quality Food Research
International, 43 (9) (2010), pp. 2284-2288
TGK (TÜRK GIDA KODEKSİ), 2020. Resmî Gazete, Bal Tebliği, Tebliğ
No: 2020/7, Sayı: 31107, Tarım ve Orman Bakanlığı, Ankara
Tomczyk, M., Zaguła, G., Dżugan, M. 2020. A simple method of enrichment
of honey powder with phytochemicals and its potential application in
isotonic drink industry. Lwt, 125, 109204.
Ulusoy, E. 2012. Bal ve apiterapi. Uludağ Arıcılık Dergisi, 12(3): 89-97.
Vadivambal R, Jayas DS. 2007. Changes in Quality of Microwave-Treated
Agricultural Products: A review. B iosystems Engi neering, 98: 1 – 16.
White Jr, J. W. 1957. The composition of honey. Bee World, 38(3): 57-66.
Yongsawatdıgul J. 1995. Mıcrowave-Vacuum Drying of Cranberries: Part II.
Quality Evaluation.
Zhang M, Tang J, Majumdar AJ, Wang S. 2006. Trends in Microwaverelated
Drying of Fruits and Vegetables. Trends in Food Science and
Technology, 17: 524- 534
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 187
BÖLÜM 7
Afet ve Acil Durum Yönetimi
İmran SAKA1
Doç. Dr. Dilek ÖZTAŞ2
Prof. Dr. Aytunç ATEŞ3
1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, Türkiye, [email protected] 2 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı, Ankara, Türkiye, [email protected] 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Malzeme Mühendislik Bölümü, Ankara, Türkiye, [email protected]
188 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 189
GİRİŞ
Dünyamızın farklı yer şekilleri mevsimsel değişimleri nedeniyle,
deprem, sel, toprak kayması, endüstriyel kazalar savaşlar gibi insan
kaynaklı veya doğal olarak afet ve acil durumlar oluşmaktadır. Hızlı bir
şekilde teknolojik gelişmeler, sanayileşme, nüfusa bağlı olarak artan
kaynak tüketimleri, normal yaşam koşullarını ve doğal dengeyi
bozmuştur. Bunlara karşın sağlıklı yaşam koşulları oluşturmayarak
nüfus artışı ile birlikte afet ve acil durumların etkisini artırmaktadır. Bu
nedenle afet ve acil durumlara sebep olan ve yapılacak olan tüm
çalışmaların zararın en aza indirgenmesi ve olası afet ve acil durumlar
da tüm kurumlar ile koordineli olarak sistematik ve disiplinli bir şekilde
hareket geliştirmemizi şart kılar. Afet ve acil durum yönetim sistemi ile
Afet öncesi afet anı ve sonrasında müdahale etmek ve doğacak tüm
maddi manevi yıkımları en aza indirmek amaçlanır.
Afet ve Acil Durum Yönetim Sistemi
Afet; “Toplumun tamamı veya belli kesimleri için fiziksel, ekonomik ve
sosyal kayıplar doğuran, normal hayatı ve insan faaliyetlerini
durduran veya kesintiye uğratan, etkilenen toplumun baş etme
kapasitesinin yeterli olmadığı doğa, teknoloji veya insan kaynaklı olay.
Afet bir olayın kendisi değil, doğurduğu sonuçtur . Teknolojik ya da
insan kaynaklı büyük yıkım ve kayıplara neden olan olaylardır. (AFAD
2018) Acil durum ise; Toplumun tamamının veya belli kesimlerinin
normal hayat ve faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan ve acil
müdahaleyi gerektiren olaylara ve bu olayların oluşturduğu kriz haline
190 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
denir“ . (AFAD 2018) Afeti doğal afet, insan kaynaklı afet, ve
teknolojik afet olarak 3 gruba ayrılır:
Doğal afetler; “Deprem, Çığ, çekirge istilaları, çölleşme, deniz ve göl
su seviye değişimleri, dolu, heyelanlar, çamur akıntıları, hortumlar,
kuraklık, orman ve çalı yangınları, fırtınalar, seller ve tarımsal
zararlılar, toprak kayması, deprem dalgası (tsunamı), yıldırım, zemin
çökmesi, salgın“ gibi olaylardır.
Teknolojik afetler; uçak, demiryolu ve gemi kazaları radyasyon ve
nükleer santral kazaları, endüstriyel ve kimyasal kazalar , baraj
yıkılması ve benzeri olaylardır.
İnsan kaynaklı afetler; endüstriyel kazalar, bina tünel çökmeleri, gaz
ve kimyasal kaçaklar, göçler gibi olaylardır.
Acil durum daha çok küçük ölçekli olaylar iken, afet ise daha büyük
ölçekli ve daha fazla zarar veren olaylardır.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Aşamaları
Afetleri önlemek ve oluşacak tüm maddi manevi zararları en aza
indirgemek, Afeti meydana getiren tüm olaylara zamanında etkili ve en
hızlı bir şekilde müdahale edilmesi, afetin etkilerini bilinçli ve
Yaşanır çevre koşullarının oluşturulması için toplumun her kesiminin
birlikte verdiği mücadeleyi ifade eder.
Afet ve acil durum yönetimi süreklilik gerektirir ve bütünleşmiş iç içe
geçmiş sıralı sistematik bir yapıdır. Afet meydana gelmeden önce
yapılan yönetime afet öncesi yapılması gereken uygulamayı kapsar.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 191
Bu şekildeki tüm çalışmalara “risk”, afet meydana geldikten itibaren ve
sonraki tüm uygulama ve çalışmalara “kriz” denir.
“Afet ve acil durum yönetimi, her türlü afet ve krize hazırlıklı olma “
zararı en aza indirmek hemen müdahale ve müdahale sonrası yaşam
koşullarını düzeltmeyi kapsar.
Tablo1. Afet ve Acil Durum Yönetimi (Anadolu,2018)
“RİSK YÖNETİMİ“ KRİZ YÖNETİMİ
Koruma evresidir Düzeltme evresidir
Zararı azaltma Etki analizi
Hazırlık Müdahale
Afet İyileştirme
Tahmin ve erken uyarı Yeniden yapılandırma
Risk yönetimi ve kriz yönetimi iç içe geçmiş birbirlerini tamamlayan
aşamalardır
Afet ve Acil Durum Yönetiminde Genellikle Uyulması Gereken
Kurallar
• Afetlerin tümü dikkate alınmalıdır; Toplumun hepsi her türlü
afet ve krize karşı bilinçlendirilmelidir.
• ‘Müdahaleye gerekli ehemmiyet gösterilmeli, önceliğin hazırlık ile zararın en az seviyede sonuçlanmasına önem
verilmelidir; Risk yönetimi ve kriz yönetimi olarak ikiye ayırırız.
Her iki aşamaya da gerekli duyulan önem verilmelidir.
192 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
• “Tehlikeli doğa olaylarının oluşumu ile afet/acil durum yönetimi birbirine karıştırılmamalıdır“ ; Afeti oluşturan
olaylar ile afeti yönetme farklı uzmanlık ister.
• Her aşamada katılımcı olunmalıdır; Afetler ile acil durumlar
sırasında tüm kurumlar ve kuruluşlar ile koordineli hareket etmek
önemlidir.
• Çalışmalar bir sistem dâhilinde bütün olarak gerçekleştirilmelidir; Bütünleşik afet ve acil durum yönetimini
sürekli kontrol ve koordine ederek güncel tutulmalı.
• “Afetlere hazırlık birey, aile, kurum ve yerel yönetimlerden başlatılmalıdır“ ; Afetlere bireyleri bilinçlendirmek ve bunu
tatbikatlar ile uygulamalı öğretilmeli.
• “Afetlerin tahminine ve erken uyarı sistemlerinin oluşturulmasına önem verilmelidir“ ; Bireyleri haberdar
edebilmek için teknolojik faydalanmak ve erken uyarı
sistemlerini geliştirmeliyiz.
• Güvenli bir yaşam tarzı geliştirilmelidir; Afetlerden daha az
zarara ile koruna bilmek için döngüsel afet eğitimi ve
bilinçlendirme yapılmalı bu sayede kendisi ailesi ve afet anında
en az zarar ile korunabilmeli.
• Bilimsel çalışmalar sonucu elde edilen bilgi ve standartlar ele alınıp uygulanmalıdır; Bilimsel olmayan hiçbir bilgiye itibar
edilmemeli bu konuda ülkemizde Afat başkanlığının verilerine
itibar edilmeli.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 193
• Ortak fikir, mesaj ve dil geliştirilmelidir; Ülke ve bölge
genelinde tüm kurum kuruluşlar eşgüdümlü sistematik çalışması
düşünce birliğinin oluşması gereklidir.
Afet ve Acil Durum Yönetiminde Coğrafi Bilgi Sistemleri
“Afet öncesi önlemler almaya yardımcı olduğu gibi afet sonrası da
karar mekanizmalarına sağlıklı karar vermeleri için yardımcı
olmaktadır. Hasar tahmini yapabilmek, afet öncesinde gereken
önlemleri alabilmek, afetin zarara neden olan sonuçlarının
azaltılmasını sağlamak, yaşamların ve kaynakların korunmasına
yardımcı olmaktır“ . (Anadolu,2018)
“Coğrafi bilgi sistemi; yeryüzüne ait her türlü verinin, mekân ile
ilişkileri kurularak bilgisayar ortamına aktarılması ve bu verilerin
kullanılan özel programlar vasıtasıyla depolanması, ayrıştırılması,
birbirleriyle karşılaştırılması, analiz edilmesi, güncellenmesi ve
istenilen şekilde harita, grafik ve tablo olarak görsel hale getirilmesi
işlemlerini kapsamaktadır“ (Anadolu,2018)
• Arama kurtarma iyileştirme etkili ve çabuk bir şekilde müdahale
edilmesini sağlar.
• Veri toplama
• Veri depolama
• Veri yönetimi olmak üzere üç evreli bilgileri saklar değerlendirir
ve ihtiyaç halinde kullanırız.
194 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Coğrafi bilgi sistemi afet ve acil durumlarda bizlere çok yardımcı olur
başlıca;
• “Etkin bir veri paylaşım aracı olması,
• Güncellenebilmesi,
• Hızlı veri analizleri yapabilmesi ve kolay çözümler sunabilmesi,
• Çok yönlü görselleştirme imkânı sunması“
Ülkemizle birlikte dünyada kullanılan yaygın bir sistemdir.
Afet ve Acil Durum Organizasyonu
Afetler ile Acil durumlar gerçekleşmeden önce, gerçekleşirken ve
gerçekleştikten sonra yapılacak olan tüm faaliyetleri koordine edecek
sıralı birimler oluşturulup tüm oluşabilecek kötü senaryo düşünülerek
yapılması gereken görev ve sorumluluklar açık ve tam bir şekilde
belirlenmelidir.
“Olay Komuta Sistemi Organizasyonu”
“Olay Komuta Sistemi ya da başka adıyla Olay Komuta Merkezi“ acil
durumlar meydana geldiğinde yapılması gerekenleri organize edip
koordineli, bir şekilde kontrol etmek için kullanılır. Afet ve acil
durumlara yönelik önceden hazırlanmış yapılacak uygulamaları
hiyerarşik, modüler ve esnek bir yapı oluşturularak uygulanır.
Olay komuta sistemi 5 ana kola ayrılır ;
• Müdahale operasyon bölümü amiri
• Bilgi ve planlama bölümü amiri
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 195
• Lojistik bakım bölümü amiri
• Finans ve yönetim amiri
• Komuta personeli (İhtiyaç duyulduğunda) kendi içinde 3 kola
ayrılır:
-Güvenlik görevlisi
-Halkla ilişkiler görevlisi
-Kurumlar arası ilişkiler görevlisi
Operasyonel bölüm; önceden planlanmış uygulanacak olayları, olay
esnasında uygular
Bilgi ve planlama bölümü; önceden sahada uygulanacak bilgi ve
verileri toplar.
Lojistik bakım bölümü; afet veya acil durum sonrasında ihtiyaç
duyulan türlü malzemeyi temin eder.
Finans ve yönetim; zarar görülmüş her türlü ekonomik veriyi toplar ve
ihtiyacı karşılar.
Komuta personeli ;
Güvenlik görevlisi: sahada güvenliği sağlar
Halkla ilişkiler: basın sözcülüğü görevi üstlenir
Kurumlar arası ilişkiler: kurumlar arası iletişimi bilgi akışını sağlar.
196 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
“Acil Durum Yönetim Merkezi “(ADYM)
“ADYM; afet ve acil durum hazırlıklarını yasal olarak yürütmekle
yükümlü olan ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon ve iş
birliğini sağlamak ve yürütülen hizmetleri takip ve kontrol etmek, kriz
yönetimine esas olacak hazırlıkları bir merkezden koordine etmek üzere
oluşturulan bir yapılanmadır“. (Anadolu,2018)
Olay komuta sistemleri (OKS) olaylara bağlı bir şekilde oluşturulurken,
acil durum yönetim merkezleri yeri belli ve önceden oluşturulmuş bir
sistemdir.
ADYM’ler OKS’lerin tüm ihtiyaçlarını karşılar ve OKS’ler
ADYM’den izinsiz bir eylem yapamaz. Bilgi vermek ve yapılan
eylemleri tutanak altına almak zorundadırlar. OKS çalıştığı bölgesel
müdahaleden sorumlu iken ADYM’ler tüm müdahaleleri göz önünde
bulundurur. ADYM direk alana müdahale etmez. “ADYM’nin asıl
fonksiyonu iyileştirme sürecinin hemen başlamasını ve toplumun
normal yaşamına dönmesini sağlamaktır“
“Türkiye’de Afet ve Acil Durum Yönetimi“
“Ülkemiz bulunduğu coğrafi konum itibariyle afetlere maruz kalan ve
ciddi zararlar gören bir konumdadır. Geçmiş yıllarda meydana gelen
1939-1944 yılları arasında büyük kayıplara neden olan depremler ve
su baskınları, Ülkemizde doğal afetlere ilişkin politikaların
geliştirilmesinde büyük pay sahibidir. Bu yıllara meydana gelen
afetlerin en önemli gelişmesi, bugün de hala yürürlükte olan 7269 sayılı
Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 197
Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un çıkarılmasıdır. Yürürlüğe girme
yılı 1959’dır. Afetlerle ilgili yasal düzenlemeler 1988 yılında çıkartılan
ve afetlerde plan ve müdahale süreçlerinin çerçevesini çizen Afetlere
İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik
ile devam etmiştir“ (Anadolu,2018)
“Ülkemizde 1999 yılı sonrası afet yönetimi organizasyonu ve
yapılanmasının önemli gelişme ve değişimlere uğradığı bir dönem
olmuştur. Çok büyük bir afet olan çok sayıda can kaybına ve ciddi
ekonomik hasarlara neden olan 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi
dönemin çok fazla kurum tarafından afet yönetimi yapısının
değiştirilmesi, afet ve acil durumlarda yetki ve koordinasyonun tek bir
elde toplanması, kurumların afetlerle ilgili yetki ve sorumluluklarının
yeniden tanımlanması zorunluluğunu doğurmuştur“ (Anadolu,2018)
“Daha önce bu doğrultuda görev yapan İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil
Savunma Genel Müdürlüğü, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na bağlı
Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Başbakanlığa bağlı Türkiye Acil
Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kapatılarak 2009 yılında çıkarılan
5902 sayılı yasa ile Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı (AFAD) kurulmuş ve tüm yetki ve sorumluluklar tek bir çatı
altında toplanmıştır.
Böylelikle düzenlemeler kapsamında afet ve acil durum hizmetlerinin
koordinasyonu, eğitim politikalarının oluşturulması ve bu konularda
mevzuat düzenlemeleri yapılması sorumluluğu AFAD’a verilmiştir.
AFAD, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilgili
yapılan düzenlemeler kapsamında, 15 Temmuz 2018 tarihinde Resmî
198 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Gazete’de yayınlanan 4 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile
İçişleri Bakanlığına bağlanmıştır“
Türkiye’de afet ve acil durum yönetiminde görevli kurum ve
kuruluşlar
“Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle birlikte, 5902 Sayılı Yasa
yeniden düzenlenerek, merkezde İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve
Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ile Afet ve Acil Durum Danışma
Kurulu, taşrada ise İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri ile Afet ve Acil
Durum Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlükleri’nden oluşan bir yapı
oluşturulmuştur“
Merkez teşkilatı
-Afet ve Acil Durum Yönetimi başkanlığı (AFAD)
-Afet ve Acil Durum Danışma Kurulu
Taşra teşkilatı
-İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri - Afet ve Acil Durum Arama ve Kurtarma Birlikleri
-Yerel Yönetimler
Diğer kuruluşlar
-Kızılay
-Doğal Afet Sigorta Kurumu (DASK) -SİVİL Toplum Kuruluşları (STK) -TSK şeklinde görev yapmaktadırlar.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 199
SONUÇ VE ÖNERİLER
Afet ve acil durum yönetimi sırasında, risk ve kriz yönetimini en iyi şekilde koordine edip müdahaleyi en az hasarla atlatacak ve en hızlı şekilde onarmaya yönelik hareket ile tüm detaylar düşünülerek hazırlık yapılmalı. Bu hazırlık yapılırken Çoğrafi bilgi sistemi (ÇBS) yararlanmalıyız bu sayede hasarları en aza indirgemiş oluruz. Olay komuta sistemi ile daha çok belli bir alanda belli konularda müdahaleyi gerektir. Acil durum yönetim sistemi ile (ADYM) koordineli hareket ederler. “Afet ve Acil Durum Yönetiminin başarılı olması, OKS ile
ADYM’nin uyum, koordinasyon ve eşgüdüm içinde olmasına bağlıdır“
“İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Başbakanlığa bağlı Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kapatılarak 2009 yılında çıkarılan 5902 sayılı yasa ile Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kurulmuş ve tüm yetki ve sorumluluklar tek bir çatı altında toplanması ile işleyişin tek noktadan kontrolü daha verimli olmasını sağlamıştır“.
Afet ve Acil Durum yönetiminin; İlk orta ve lise eğitimi alınan çağlarda ve hayatın her döneminde toplumun her bir bireyini bilinçli hale getirmek için afet ve acil durumlar öncesinde, sırasında ve sonrasında neler yapılması gerektiğinin eğitimleri verilmeli gerek teorik gerekse simülasyonlar ile bu eğitimler pekiştirilerek bireylerin her türlü afet ve acil durumlarda nasıl koordine olup hareket edeceğini bilmesi zararların en aza indirgenmesini sağlar.
200 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
KAYNAKLAR
AFAD (2018) Açıklamalı Afet Yönetimi Terimleri Sözlüğü.
https://www.afad.gov.tr/aciklamali-afet-yonetimi-terimleri-sozlugu
Anadolu, Ü. (2018) Afet Durum Bilgisi ve Yönetimine giriş. Eskişehir. Anadolu
Üniversitesi
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 201
BÖLÜM 8
Tehlike ve Risk Analizi
Hasan MUMCU1
Doç. Dr. Dilek Öztaş2
Prof. Dr. Aytunç ATEŞ3
1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, Türkiye, [email protected] 2 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Bölümü, Ankara, Türkiye, [email protected] 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Malzeme Mühendislik Bölümü Ankara, Türkiye, [email protected]
202 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 203
GİRİŞ
Evrendeki fizik, mekanik ve termodinamik kurallar gereği dünyamız
sürekli bir hareket etme ve dengeye ulaşma gayreti içerisindedir. Bu
gayretler sonucunda rüzgâr, fırtına, yağmur, kar ve benzeri atmosferik
olaylarla birlikte depremler ve volkanik aktiviteler gibi birçok doğal
süreç meydana gelmektedir. Meydana gelen bu doğal süreçlerin
büyüklüğü ile şiddeti belirli seviyelerin üstüne çıktığı zaman boyutları
zarar verici olabilmektedir. Günümüzdeki teknolojik gelişmelerin
yardımıyla bu olayların özellikleriyle ilgili (büyüklüğü, konumu,
süresi…) bazı tahminlerde bulunabilmek bu olayların zarar verici
etkilerinin azaltılmasında önemli bir role sahiptir. Çünkü; “Günümüz
modern yaşama biçimine geçişle birlikte insan hayatındaki değişen
koşullar, karşılaşılan ve karşılaşılacak tehlike ve riskler sadece en
iyisini ummakla yetinilmemesini, bunun yanında en kötü şartlara da
hazırlıklı olunması zorunluluğunu getirmiştir (Lindell ark., 2007).” En
basit haliyle tanımlayacak olursak;
Tehlike: Hasar ve zarar verme potansiyeli olan bir olayın gerçekleşme
ihtimali,
Risk: Tehlikenin gerçekleşmesi durumunda meydana gelebilecek can
ve mal kayıpların bir ölçüsü şeklinde tanımlanmaktadır.
Ülkemizin toprakları dünyanın en önemli deprem kuşaklarından Alp-
Himalaya olarak adlandırılan deprem kuşağı üzerindedir.
Bunun yanı sıra ülkemiz topoğrafyası ve coğrafyası gereği dört
mevsimin tüm özelliklerinin yaşanmasına, çok çeşitli atmosferik
204 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
olayların ve aşırı kütlesel hareketlerin oluşmasına imkân tanımaktadır.
Tüm bunların sonucu olarak; ülkemizde sıklıkla tehlike, buna bağlı
olarak can ve mal kaybı meydana gelmekte ve bu kayıpların ülke
ekonomisine getirdiği yük son derece fazla olmaktadır.
Temel Kavramlar Ve Sınıflandırma
Tehlike Ve Risk
Tehlike, zarar ve hasar oluşturabilecek bütün olguları ifade eder. Risk
ise, bir tehlikenin gerçekleşmesi durumunda meydana gelen ölüm,
yaralanma ve ekonomik kayıpların tamamıdır.
Tehlike Türleri
Tehlike olgusunu iki farklı kategoride inceleyebiliriz. Bunlar doğal
tehlikeler ve teknolojik tehlikelerdir.
Doğal Tehlikeler
Doğal olaylar insanların yaşamlarına ve çevrelerine zarar vermeye
başladığında doğal tehlikeye dönüşmektedir. Geniş kitlelerde ve
toplumlarda büyük can ve mal kayıplarına neden olan doğal tehlikeler
“doğal afet veya felaket” olarak isimlendirilmektedir. “Gelişmemiş
ülkelerde, doğal tehlikelerin sebep olduğu can kayıpları artarken,
gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde ise genelde büyük ekonomik
kayıplar oluşmaktadır (Hyndman and Hyndman, 2009-2011).”
Kaydedilen verilere göre dünyada gerçekleşen doğal afet ve bunlardan
etkilenen insan sayısında artış yaşanırken, meydana gelen can
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 205
kayıplarında azalma yaşanmaktadır. Bu durumun bazı nedenleri
aşağıdaki gibi sıralanabilir:
• Dünya nüfusundaki artış ve büyüyen sanayileşme sonucunda
nüfusun merkezi bölgelerde yoğunlaşması,
• Teknolojik gelişmelerin neticesinde, özellikler iletişim
imkanlarının artmasıyla birlikte gerçekleşen bütün doğal
tehlikelerin ve sonuçlarının kaydedilmesi,
• Toplumların doğal tehlikeler hakkında bilinçlenmesi,
farkındalıklarının ve aldıkları önlemlerin artması neticesinde can
kayıplarının azalması,
• Ekonomik gelişmelerle birlikte alınan önlemlerle ilgili daha büyük
ve etkili yatırımların yapılması.
Doğal tehlikeler aşağıdaki gibi iki ana başlık altında sınıflandırılabilir:
• Meteorolojik Tehlikeler
- Yangınlar
- Kuraklık
- Şiddetli fırtınalar
- Kasırgalar
- Hortumlar
• Jeolojik Tehlikeler
- Depremler
- Taşkınlar
- Heyelanlar
206 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
- Volkanik aktiviteler
- Tsunamiler
Teknolojik Tehlikeler
Teknolojinin gelişmesiyle toplumlar daha farklı tehditlerle
karşılaşabilmektedir. Bunların başında genellikle insan hatası ya da
ihmalinden oluşan teknolojik tehlikeler gelmektedir.
Teknolojik tehlikelerin başlıcaları;
• Yanıcı ve patlayıcı malzemeler,
• Kimyasal atıklar ve toksinler,
• Radyoaktif maddeler,
• Biyolojik tehlikelerdir.
Tehlike Çözümlemeleri
“Tehlikeden etkilenen alana ait hayatların kurtarılması ve mülkiyetlerin
korunmasının önemi tehlikelerin değerlendirilmesi çalışmalarıyla
mümkündür (Pine, 2015).”
Toplumsal seviyede yapılan tehlike değerlendirmesi ve risk analizi
sırasıyla;
• Tehlikelerin tanımının yapılması,
• Hassasiyetlerin değerlendirilmesi,
• Risklerin değerlendirilmesi aşamalarından oluşan bir süreçtir.
Amacı topluluğu ya da ülkeyi etkileyen tehlikeleri ortaya koymak
olan tehlikelerin tanımlanması sürecini başlatmak için topluluk
profilini hazırlamak gerekmektedir. Topluluk profilinin
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 207
oluşturulması için de topluluğun aşağıda bahsedeceğimiz
bileşenlerinden tehlike altında olanların belirlenmesine ihtiyaç
duyulmaktadır.
Topluluk varlıkları
Doğal, insani, ekonomik ve inşa edilmiş varlıklar topluluk varlıklarını
oluşturmaktadır. Topluluk varlıklarının belirlenmesi ile aynı zamanda
topluluğun zayıf ve kuvvetleri yanları da belirlenmektedir. Böylece
olası bir afet durumunda topluluğun göstereceği tepkinin,
mukavemetinin ve vereceği kayıpların tespit edilmesi mümkün
olabilecektir.
Doğal varlıklar
Doğal varlıklar toplumu doğal afetlerden koruyan, tarım veya
ormancılık alanları, ticari ulaşım olanakları ve sosyal faaliyet imkanları
sağlayan varlıklardır. Örneğin; deniz kıyısında, dağlık bölgelerdeki ve
ormanlık alanlardaki yerleşim birimlerinin sırasıyla tsunami, toprak
kayması ve orman yangınlarına karşı son derece hassas olabileceğini
söyleyebiliriz.
Doğal varlıkların bizi tehlikelerden korumasına örnek verecek olursak,
ormanlık alanların varlığı hava kirliliğine, toprak kaymalarına ve sel
riskine karşı önleyici olmaktadır.
İnsani varlıklar
“İnsani varlılar toplumun sosyal, kültürel ve kalıtımsal varlıklarını
içermektedir. Bunlar; eğitim seviyesi ve işgücüne katılım için
208 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
uygunluk, nüfus dağılımı ve nüfus yoğunlukları, yoksulluk seviyesi,
gönüllülüğün doğası ve toplum ile etkileşim, suç oranları, eğitimde
başarı, sağlık hizmetlerinin ulaşılabilirliği ve kritik sağlık hizmetleri
oranları, hassas nüfus gruplarıdır. (çocuklar, yaşlılar, engelliler) (Pine,
2015).”
Olası bir afet durumunda ekonomik açıdan yetersiz, gecekonduların
yoğunlukta olduğu bir bölge ile ekonomisi nispeten gelişmiş, şehir
planlaması ve konut yapılaşması daha düzgün olan bir bölgeye
yapılacak müdahalelerin farklı şekillerde planlanması ve
gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Ekonomik ve inşa edilmiş varlıklar
Ekonomik varlıklar, insanlar tarafından topluma hizmet amaçlı,
sonradan inşa edilmiş fiziksel varlıklar olup aşağıdaki gibi
gruplandırılmaktadır:
• Konutlar, evler, prefabrik evler gibi yapılaşmaları içeren emlaklar,
• İtfaiye istasyonları, polis merkezleri, tarihi ve kültürel yapılar gibi
kritik tesisler,
• Altyapı Elemanları (Su, kanalizasyon, gaz hatları, yollar, köprüler,
demiryolları, havaalanları, limanlar gibi altyapı elemanları,
• Nükleer enerji santralleri, barajlar, askeri tesisler gibi yüksek
öneme sahip tesisler.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 209
Tehlike Modelleri
Model, fiziksel bir olgunun basitleştirilmiş bir sunumu olarak
tanımlanmaktadır. Tehlike tanımlamaları açısından incelendiğinde ise
bir tehlikenin boyutunu canlandıran, çeşitli girdiler ve matematiksel
denklemlerle çıktıların tahmin edilmesine imkan sağlayan, genellikle
bilgisayar yazılımları şeklinde karşılaştığımız sunumlardır. Tehlike
modelleri; istatistiksel, dinamik ve bileşke modeller olmak üzere üç
başlıkta incelenebilmektedir.
İstatistiksel Modeller
İstatistiksel modeller geçmişte yaşanan olayların verilerini kullanarak
gelecekte yaşanması beklenen olaylarla ilgili tahminlerin ve
değerlendirmelerin yapılabilmesini sağlayan modellerdir. Meteorolojik
ve jeolojik olayların tahminleri bu tip modellere verilebilecek
örneklerdir.
Dinamik modeller
Dinamik modeller oluşturulurken gerçek zamanlı, anlık veriler
kullanılmakta (rüzgârın yönü ve anlık hızı, basınç, rakım, sıcaklık, nem,
vb.) ve bu modeller genellikle meteorolojik tahminlerde
kullanılmaktadır.
Bileşke modeller
Bileşke modeller ise yeterli seviyede veri alma imkanının mümkün
olmadığı durumlarda istatistiksel modeller ve dinamik modellerin aynı
anda kullanılarak elde edilen bölgesel verilerin işlenmesini ve bu
210 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
işlenmiş verilerin sonucunda tahminler, değerlendirmeler ve çıkarımlar
yapılmasını sağlayan modeller olarak tanımlanmaktadır.
Tehlike profilleri
“Tehlike profilleri olası tehlikelerin sınıflandırılmasında
kullanılmaktadır. Toplumun sahip olduğu her bir risk için bir tehlike
profilinin bulunması topluluğun sahip olduğu risk seviyesinin açık
olarak belirlenmesini sağlamaktadır.
Karşılaşılacak her bir tehlike için tehlike profili aşağıdaki bilgileri
içermelidir:
• Tehlikenin tanımı
• Tehlikenin büyüklüğü
• Meydana gelme sıklığı
• Mevsimsel durum
• Süreklilik
• Başlangıç hızı
• Uyarıların varlığı
• Konum ve mekânsal kapsam (Pine, 2015).”
Risk Çözümlemeleri
Bir toplum üzerindeki risk değerlendirmesi o toplumun sahip olduğu
hassasiyetler ve o toplumun karşılaştığı risklerin değerlendirilmesiyle
yapılmaktadır.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 211
Hassasiyet
Topluluğun devamlılık arz eden bir şekilde tehlike ile başa çıkma ve
tehlikeden kurtulma kapasitesi olarak tanımlanmaktadır ve bu
hassasiyetler tehlikeye maruz kalındığında ortaya çıkmaktadır.
• Sosyal hassasiyetler
• Ekonomik hassasiyetler
• Ekolojik hassasiyetler şeklinde sınıflandırılmaktadır.
Sosyal Hassasiyetler
Sosyal hassasiyetler, topluluğu meydana getiren insan gruplarının
içerisinde bulundukları fiziksel ve sosyal çevreye bağlı olarak maruz
kaldıkları tehlikelerle başa çıkma ve bu tehlikelerden kurtulma
kapasiteleri olarak tanımlanmaktadır. Aşağıdaki örnekleri verebiliriz:
• Toplumun gelir düzeyi
• Yaşlılar
• Engelliler
• Çocuklar
• Azınlıklar
Ekonomik Hassasiyetler
“Ekonomik hassasiyetler belirlenirken özel ticari sektör ile kâr amacı
gütmeyen kamu sektörü tarafından sunulan ürünlerin ve servislerin
üretimleri, dağıtımları, tüketilmelerini etkileyen riskler bölge, ülke ve
dünya ölçeğinde dikkate alınmalıdır (Pine, 2015).”
212 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Ekolojik Hassasiyetler
Ekolojik hassasiyet, bir afetle karşılaşıldığında doğal varlıkların
kurtulma kapasitesi veya doğal varlıkların afet sırasındaki
kırılganlıkları olarak tanımlanabilir. Örnek olarak aşağıdaki faktörleri
verebiliriz:
• Toplumun nüfus dağılımı ve yoğunluğu
• Hava sıcaklıkları
• Belirli bir sıcaklıktan yüksek ortalamaya sahip günlerin sayısı
• Toplam yağış miktarı
• Yağışlı günlerin sayısı
• Kuraklık dönemleri
Risk Değerlendirmeleri
Risk değerlendirmesini bir afetin gerçekleşme ihtimalinin ve olası
sonuçlarının belirlenmesi olarak tanımlayabiliriz.
• Nicel Risk Değerlendirmesi
• Nitel Risk Değerlendirmesi şeklinde sınıflandırılır.
Nicel Risk Değerlendirmesi
Nicel risk değerlendirmesi yapılırken istatistiksel ölçümler kullanılarak
risk ile ilgili sayısal veriler oluşturulmaktadır. Örneğin “0.5/yıl” tehlike
frekansına sahip bir ölçüm, o tehlikenin her iki yılda 1 oluştuğunu
belirtmektedir. Sonuç bileşeni örneği verecek olursak; ABD’de
gerçekleşen Katrina Kasırgası sonucunda 1836 can kaybı ve yaklaşık
81 milyar dolarlık ekonomik zarar oluşmuştur.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 213
Tablo 1 : Nitel olarak riskin sonuç bileşeninin tanımlanmasına örnek
Kaynak: Pine. 2015
Nitel Risk Değerlendirmesi
Nicel risk değerlendirmesinden farklı olarak riskin olabilirlik ve sonuç
bileşeni sayısal veriler yerine belirli sayısal aralıkları temsil eden
ifadeler vasıtasıyla tanımlanmaktadır.
Tablo 2 : Nitel olarak riskin olabilirlik bileşenin tanımlanmasına örnek
Kaynak: Pine. 2015
Risk stratejileri
Risklere karşı planlanan eylemler bütünü risk stratejisi olarak
tanımlanmaktadır. Önce riskler önem miktarına göre sıralanmalı, daha
sonra hafifletme ve ortadan kaldırma yaklaşımlarını belirlenmesi
gerekmektedir.
Yaralanmalar Can Kayıpları Önemsiz Yok Yok İkincil Az sayıda ilk yardım
gerekli Yok
Orta Dereceli Tıbbi tedavi gerekli, bir kısmının hastanelere sevki gerekli
Yok
Ana Yaygın yaralanmalar, belirgin can kayıpları
Biraz
Felaket Büyük sayıda ciddi yaralanmalar
Biraz
Verilen Yıl İçerisinde Geçekleşme Olasılığı Kesin > % 99 Olası %50 - %99 Mümkün %5 - %49 Olasılıksız %2 - %5 Nadir %1 - %2 Aşırı Nadir <%1
214 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
• Kaçınılmaz Riskler (Müdahale zorunlu, göz ardı edilemez)
• Önemsiz Riskler (Müdahale yerine gözlemleme)
• Kabul Edilebilir Riskler (Kaynakların daha önemli farklı bir risk
için kullanılması uygun) şeklinde sınıflandırılır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Tehlike ve risk analizi, analizi yapılmak istenen alandaki tehlikelerin ve
risklerin belirlenip değerlendirilmesi ve bunun sonucunda koruyucu ve
engelleyici önlemlerin alınması ile sağlanır.
Yaşadığımız ülkede henüz çok bir geçmişi olmayan tehlike ve risk
analizi çalışmalarının daha ortak ve standart bir yapıya ulaşması,
çalışmalarda yaşanacak sorunlara çözüm önerileri geliştirilebilmesi,
sağlık ve güvenlik alanında çalışanlar için yöntem seçiminin ve
işlevselliğin önemi hakkında farkındalık kazanılması büyük önem arz
etmektedir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 215
KAYNAKLAR
Can, T., Nefeslioglu, H., A., Gökçeoğlu, C., Sonmez, H., Duman, T., Y. 2005.
Susceptibility Assessments of Shallow Earthows Triggered by Heavy Rainfall
at Three Catchments by Logistic Regression Analyses. Geomorphology 72
(2005): 250-271.
Haddow, G., Bullock, J., Coppola, D. 2014. Introduction to Emergency
Management. Butterworth-Heinemann 440p.
Hyndman, D., Hyndman, D., 2012. Natural Hazards and Disasters. Brooks/Cole
609p.Alexander, D. 2016. How to Write an Emergency Plan. Dunedin
Academic Press.
Lindell, M. K., Prater, C., Perry, R. W. 2007. Introduction to Emergency
Management. Wiley, 618p.
Pine, J. C., 2015, Hazard Analysis Reducing The Impact of Disasters Second Edition,
CRC Press, Boca Raton.
216 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 217
BÖLÜM 9
Farklı Azot Dozlarının Ayçiçeği (Helianthus Annuus L.)
Çeşitlerinde Verim ve Verim Unsurları Üzerine Etkisinin
Belirlenmesi
Doç. Dr. Tamer ERYİĞİT1, Yüksek Mühendis Talip YILDIZ2
1 Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Gevaş Meslek Yüksekokulu, Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü, Van-Türkiye, [email protected] 2 Kars İl Tarım ve Orman Müdürlüğü, Bitkisel Üretim ve Bitki Sağlığı Şube Müdürlüğü, Kars-Türkiye https://orcid.org/0000-0001-5069-8206 Not: Bu çalışma Iğdır Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’ Tarla Bitkileri Ana Bilim dalında 360664 numaralı yüksek lisans tezinden üretilmiştir.
218 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 219
GİRİŞ
İnsan beslenmesi açısından büyük önem taşıyan ve insanların yaşamsal
faaliyetlerini sürdürebilmesi için gerekli ana besin maddelerinden birisi
olan yağlar bitkisel ve hayvansal kaynaklardan sağlanmaktadır.
Hayvansal yağların sınırlı olması bitkisel yağların insan
beslenmesindeki önemini daha da arttırmaktadır (Demirer ve ark.,
2004).
Bitkisel yağların, insan vücudunda sentezlenemeyen oleik, linoleik,
linolenik yağ asitleri (Gürbüz ve ark., 2003) ile protein, karbonhidrat,
mineral içermeleri ve yağda eriyen mutlak gerekli A, D, E ve K
vitaminlerinin kullanımlarını sağlamaları nedeniyle beslenmedeki
katkıları oldukça yüksektir (Kolsarıcı ve ark., 2005). Yüksek protein
içeriği nedeniyle yağlı tohum küspeleri et, süt, yumurta üretimi için
hayvan beslenmesinde mutlak gerekli bir protein kaynağıdır (Uğur,
2010). Bu özelliklerinden dolayı yağlı tohumlu bitkiler hem bitkisel
yağ hem de karma yem sektörünün temel hammadde kaynağını
oluşturmaktadır (İlkdoğan, 2012).
Son yıllarda yağlı tohumlu bitkilerin sıkça gündeme geldiği bir diğer
sektör de biyodizel endüstrisidir. Sektörün temel hammadde
kaynaklarının başında yağlı tohumlu bitkiler gelmektedir. Enerji arzının
güvenliği ve sürekliliği, petrol-doğalgaz ve kömür gibi fosil kökenli
yakıt rezervlerinin yakın bir gelecekte tükenecek olması, önemi her
geçen gün artan çevre faktörü ve kırsal kalkınmanın
gerçekleştirilebilmesi gibi etkenler, alternatif enerji kaynağı olarak
biyodizeli dünya gündemine taşımıştır (İlkdoğan, 2012). Böylelikle
220 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
bitkisel yağlar gıda, enerji ve kimyasal sektörlerde yoğun olarak
kullanılan stratejik bir ürün halini almıştır (Taşkaya Top ve Uçum,
2012).
Dünyada belli başlı yağlı tohumlar denilince ilk akla gelenler; soya
fasulyesi, kolza, pamuk çiğidi, ayçiçeği, palm çekirdeği, yer fıstığı ve
hindistan cevizidir. Pamuk çiğidi bir yağlı tohum olmamasına rağmen
çiğidinden yağ elde edilmesi nedeniyle bu kategoride yer almaktadır.
Bunlardan dünya ticareti açısından en önemli olanları ise soya
fasulyesi, kolza ve ayçiçeğidir. USDA'nın 2020 yılı verilerine göre
dünya yağlı tohum üretiminde önemli bir yere sahip olan ayçiçeği, soya
ve kanoladan sonra 3. sırada yer almaktadır. Dünya bitkisel yağ
üretiminin yaklaşık %9'unu ayçiçek yağı oluşturmaktadır. Dünya
ayçiçeği üretiminde ise 2019/20 sezonunda üretim 54.976 milyon ton,
ekim alanı 26.378 milyon hektara ve verim 2.08 ton hektara
yükselmiştir.
Bitkisel yağ üretiminde dünyanın üretici ülkeleri arasında yer alan
Türkiye, zeytinyağı üretiminde dünyanın büyük üreticisi
konumundadır. Diğer önemli bitkisel yağ ürünlerinin başında ayçiçeği,
soya, mısır gelmektedir. Son yıllarda fındık ve diğer bazı tarım
ürünlerinden elde edilen bitkisel yağlar da tüketime sunulmaktadır.
Bitkisel yağ açısından zeytinyağının dışında, ülkemizde üretimi yapılan
yağlı tohumlar, ülkemizin bitkisel yağ ihtiyacını karşılamakta yetersiz
kaldığı için her yıl yurt dışından ham yağ ile birlikte yağlı tohum ithalatı
da yapılmaktadır (Aksoy ve Şener, 1998).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 221
Tarıma dayalı birçok sanayi sektörünün genelde büyük bir kapasitesi
olmasına karşılık, hammadde ve finansman yetersizliği nedeniyle
kurulu kapasitenin önemli bir kısmından yararlanılamamaktadır.
Özellikle son yıllarda artan nüfus ve endüstri bitkilerinin bir kısmında
görülen üretim düşüşü sonucu ortaya çıkan bitkisel yağ açığının
kapatılabilmesi için ülkemiz, petrolden sonra en fazla dövizi yağ ve yağ
bitkileri tohumluk ithalatına ödemektedir. Bu yüzden endüstri bitkileri
içerisinde yağ bitkileri öncelik verilmesi gereken ürünler grubuna
girmektedir. Özellikle tarımının iyi bilinmesi (Trakya Bölgesi) ve
Türkiye’deki bitkisel yağ sanayicilerinin öncelikli taleplerini
ayçiçeğinden yana kullanmaları ve bunun yanı sıra tüketici
alışkanlıklarının da büyük etkisiyle, bitkisel yağ ihtiyacı büyük ölçüde
ayçiçeğinden karşılanmaktadır. Ancak Türkiye’nin sahip olduğu arazi
ve iklim koşulları, farklı alternatifte yağlı tohum üretimine son derece
uygundur. Soya, kolza ve aspir Türkiye için alternatif yağlı tohum
kaynakları olarak ön plana çıkmaktadır (Kolsarıcı ve ark., 2005).
Türkiye, iklim ve toprak özellikleri dikkate alındığında, yağlı tohumlu
bitkilerin üretimi bakımından büyük bir potansiyele sahiptir. Ancak
yıllar itibariyle yağ ihtiyacını karşılayacak düzeyde üretim
gerçekleştirilememiştir. TÜİK 2020 yılı verilerine göre Türkiye'de son
20 yıl itibariyle yağlı tohum ekim alanlarında da önemli artış meydana
gelmiş, 2010 yılında toplam 6.36 milyon dekar olan yağlı tohum ekim
alanı 2020 yılında 8.95 milyon dekara ulaşmıştır.
Türkiye Ticaret Bakanlığı Esnaf, Sanatkârlar ve Kooperatifçilik Genel
Müdürlüğü'nce hazırlanan 2019 yılı ayçiçeği raporuna göre, ülkemizde,
222 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
bitkisel yağ üretiminin yaklaşık %50'si ayçiçeğinden geri kalanı ise
çiğit, zeytin, soya ve diğer (kolza, yerfıstığı, susam, haşhaş, keten ve
kenevir) yağ bitkilerinden sağlanmaktadır. Ülkemizde, ayçiçeği
çerezlik olarak da tüketilmesine rağmen, büyük oranda yağlık olarak
yetiştirilmektedir. Çerezlik ekim alanları Doğu ve İç Anadolu’da
yoğunlaşırken, yağlık tip ayçiçeğinin %70 den fazlası, Trakya
Bölgesinde ekilmektedir. Diğer ekim alanları ise, Güney Marmara,
Karadeniz, Çukurova, İç Anadolu ve Ege bölgesinde yer almaktadır
(Elmas, 2006; Tozlu ve ark., 2008). Ayçiçeği bitkisi geniş adaptasyon
kabiliyetine sahip olması nedeniyle ülkemizin birçok bölgesinde sulu
veya kuru şartlarda tarımı yapılabilmektedir. Çoğu diğer tahıl
ürünlerine göre kuraklığa daha dayanıklı, yüksek su tutma kapasitesi
olan, su- toprak ilişkisi bakımından son derece kuvvetli besin
elementlerini en iyi şekilde kullanabilen yağlık bir bitkidir.
Ülkemizdeki yağ üretimini artırabilmek için de bu bitkilerin ekim
alanlarının genişletilmesi, verimliliklerinin artırılması kuru şartlarda
yetiştirilmemesi gerekmektedir (Arıoğlu ve ark., 2010).
Doğu Anadolu Bölgesinde kendine has bir mikro klima özelliğine sahip
olan Iğdır ili, ülkemizin yağ açığının kapatılmasında iyi bir rol
alabilecek potansiyele sahiptir. Iğdır ilinde yapılan gözlemlerde daha
çok hayvan yemi olarak kullanılabilen yem bitkisi (yonca) ve hububatın
(buğday) tarımsal üretimde daha baskın olduğu görülmektedir. Iğdır
Ovasında alternatif ürünlere geçmek, üretim desenini çeşitlendirmek ve
tarımsal sanayi ürünlerinin ekimini teşvik etmek için bunlara ait
adaptasyon çalışmalarının yapılması ve bunun neticesinde ovaya uygun
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 223
endüstri bitkilerine ait tür ve çeşitlerin belirlenmesi elzemdir. Bugüne
kadar Iğdır ilinde endüstri bitkileri açısından önemli bir çalışma
yapılmamıştır. Yöre çiftçilerinin araştırmalar ışığında değil de
geleneksel yöntemler ile üretim bilincinden uzak duyumlar ve kısmen
de kurumların herhangi bir adaptasyon çalışması yapmaksızın
yönlendirmesi neticesinde tarım yaptıkları, bundan dolayı ildeki
üreticilerin, istatistiklere konu olmayacak miktarda, aile tüketimleri için
çerezlik ayçiçeği yetiştirdikleri gözlenmiştir. Iğdır Ovasında endüstri
bitkilerinin yetiştirilmesi ve bu bitkilere dayalı sanayinin geliştirilmesi
gerekmektedir. Özellikle ayçiçeği bitkisinin yetiştirilmesi hem bölge
ekonomisine canlılık kazandıracak hem de işsizlik oranını azaltacağı
öngörülmektedir (Eryiğit, 2011).
Ayçiçeğinde yağ oranının çevresel ve kültürel faktörlerin yanında
çeşitlerin genetik yapısı, bitkisel özellikleri, tohum verimi ve yağ
verimi açısından önem arz etmektedir (Shannon ve ark., 1972; Simpson
ve Wilcox, 1983). Besin maddeleri içinde azot metobolik gelişimler
için çok önemlidir (Nasim ve ark., 2012). Ayçiçeği üretimi için azot (N)
verim üzerinde sınırlayıcı bir etkiye sahiptir (Arıoğlu, 1999; Lauretti ve
ark., 2007). Bu gibi kültürel uygulamalar bitki gelişimi üzerinde etkili
olduğundan bu uygulamalara ait etkilerin çeşit ve bölgelere göre
değişmesi, bu tip araştırmaların her bölgenin ekolojik koşulları
içerisinde yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Iğdır ili koşullarında yürütülen bu araştırmanın amacı, farklı azot
dozlarının ayçiçeğinde verim ve verim unsurları üzerine etkilerini
224 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
belirlemeye çalışmak ve daha sonraki yıllarda ayçiçeği ile ilgili
yapılabilecek çalışmalara ışık tutmaktır.
1. MATERYAL ve METOT
1.1. Materyal
Bu çalışma, 2013 yılı bitki yetiştirme sezonunda Iğdır Üniversitesi
Tarımsal Araştırma ve Uygulama Merkezi tarımsal üretim alanında
yürütülmüştür. Çalışmada, Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsünden
temin edilen Turay ve Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsünden temin
edilen Tarsan 1080 ayçiçeği çeşitleri materyal olarak kullanılmıştır. Bu
çeşitlere ilişkin özellikler aşağıda verilmiştir.
Turay*
• Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsünün geliştirdiği orta erkenci bir
hibrit çeşittir.
• Kendine döllenmesi iyi olup tablasını ortaya kadar doldurur.
• Tablası eğik olup kuş zararına ve güneş yanıklığına dayanıklıdır.
• Çeşitli iklim koşullarına uyumludur ve kurağa dayanıklıdır.
• Kök sistemi güçlüdür ve bitki orta boyludur. Yüksek boylu
olmadığından sulu tarıma müsaittir. Sağlam saplıdır ve yatmaya
dayanıklıdır.
• Çeşidin verim potansiyeli çok yüksektir.
• Yağ oranı % 44-50’dir.
• Verem otunun bilinen ırklarına dayanıklıdır. Yeni ırklarına
toleranslıdır.
* Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 225
Tarsan 1018*
• Trakya Tarımsal Araştırmanın Enstitüsünün geliştirdiği
ülkemizin en erkenci hibrit yağlık ayçiçeği çeşididir.
• Kendine döllenmesi çok yüksek olup tablasını ortaya kadar
doldurur.
• Tablası eğik olup kuş zararına ve güneş yanıklığına dayanıklıdır.
• Yağ oranı % 46-52'dir.
• Çeşidin verim potansiyeli çok yüksektir.
• Erkenci özelliği ile ikinci ürün olarak da tercih edilen çeşittir.
• Verem otunun eski ırklarına dayanıklı, yeni ırklarına toleranslıdır.
*Trakya Tarımsal Araştırmanın Enstitüsü
1.2. Deneme Alanının Toprak Özellikleri
Denemenin yürütüldüğü Iğdır Üniversitesi Tarımsal Araştırma ve
Uygulama Merkezi tarımsal üretim alanı 39° 55' Kuzey enlemleri ve
44° 5' Doğu boylamları ile sınırlı olup denizden yüksekliği 851 m’dir.
Deneme alanından 0-30 cm derinlikte alınan toprak örnekleri Iğdır İl
Özel idaresi Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü Toprak Analiz
Laboratuvarında analiz edilmiştir. Deneme alanında ekim yapılmadan
önce 30 cm’lik derinlikten alınan toprak örneklerinin bazı fiziksel ve
kimyasal analiz sonuçları Çizelge 1’de verilmiştir.
226 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Çizelge 1. Deneme Alanı Toprağının Bazı Kimyasal ve Fiziksel
Özellikleri*
Tekstür Sınıfı
Toplam
Tuz
(mmhos/cm) pH
Kireç (CaCO3)
(%)
Organik Madde
(%)
Bitkiye Yarayışlı Besin Maddeleri
(kg/da) P2O5 K2O
Killi-tın 1.85 7.99 11.81 2.1 3.4 271
*Iğdır İl Özel İdaresi Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü Toprak Analiz Laboratuvarı
Çizelge 1.’de görüldüğü gibi, deneme alanı toprağı killi-tınlı tekstüre
sahip olup, pH’sı 7.99, tuz içeriği 1.85 (mmhos/cm)’dir. Bitkilere
yarayışlı besin maddeleri; P2O5 3.4 kg/da, K2O 271 kg/da, yarayışlı
kireç oranı (CaCO3) %11.81 ve organik madde içeriği %2.1’dir.
Deneme alanı orta düzeyde tuzlu, hafif alkali, orta derecede kireçli, K2O
içeriği açısından zengin fakat P2O5 ve organik madde içeriği
bakımından ise orta derecede olduğu görülmüştür.
1.3. Deneme Alanının İklim Özellikleri
Iğdır ilinin iklimi tipik karasal iklimdir. Ancak, ilin ovalık kesimleri,
Doğu Anadolu Bölgesi’nin öteki kesimlerinde görülen şiddetli karasal
ikliminden fazla etkilenmez. Bunun en önemli nedeni etrafının dağlar
ile çevrili olması ve çevresindeki illere göre oldukça alçakta olmasıdır.
Denizden yüksekliği ortalama 895 metre olan Iğdır ovasının
çevresindeki illerin denizden yüksekliği ise 1000 - 2000 m arasındadır
(Karaoğlu, 2011).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 227
Iğdır ili çevresindeki il ve ilçelerin yüksek alanlarından tamamen farklı
bir iklime sahiptir. Bu farklılıklar sıcaklığın yüksek ve yağışların az
oluşu sebebiyle yarı kurak bir iklime sahip olmasıdır. Bu durumda
bölge, Doğu Anadolu ölçüsünde kendine özgü iklim koşullarıyla bir
lokal mikro-klima alanı oluşturmaktadır. Kış mevsimi Aralık, Ocak ve
Şubat aylarının sıcaklık ortalamasının fazla düşük olmaması nedeniyle,
fazla soğuk geçmez. Sonbahar mevsiminde ortalama sıcaklık ilkbahar
mevsimi ile paralellik oluşturmaktadır. Genellikle don riski kış
mevsiminde Aralık, Ocak ve Şubat aylarında görülmektedir. Iğdır
ilinde Nisan ve Ekim aylarında don olayına seyrek rastlanır. Kış gününü
ifade eden şiddetli soğuklar ise, en fazla Ocak ve Şubat aylarında
görülmektedir. Iğdır Ovasının en önemli tarımsal açıdan sorunu yeterli
miktarda yağışın düşmemesidir. Ancak bu durum Akdeniz iklim
bölgesinde olduğu gibi yağış rejiminin düzensiz olmasından değil,
temelde yıllık yağış miktarının azlığından kaynaklanmaktadır. İlkbahar
mevsiminde sıcaklık ortalaması 14.5 °C’nin, yaz mevsimi sıcaklık
ortalaması ise 25°C’nin üzerine çıkmaktadır.
Iğdır ilinin 2013 yılı meteorolojik verilerine göre en düşük sıcaklık,
Ocak ayında minimum -6.3 °C, en yüksek sıcaklık Ağustos ayında
maksimum 32.1 °C olarak kaydedilmiştir. Ekimin yapıldığı Nisan
ayında ortalama sıcaklık 15.4 °C olup, Nisan ayında maksimum
sıcaklık 21.8 °C ve minimum sıcaklık 8.5 °C olmuştur (Şekil 1).
228 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Şekil 1. Iğdır ilinin 2013 yılı ve uzun yıllarına ait meteorolojik verileri
Vejetatif gelişmenin hızlandığı Mayıs ve Haziran aylarında tespit edilen
2013 yılı sıcaklık ortalamaları sırasıyla, 18.9 °C ve 23.3 °C’dir. Mayıs
ve Haziran aylarında ölçülen maksimum ve minimum sıcaklık
ortalamaları ise 25.5 °C, 12.7 °C ve 29.8°C, 15.8 °C’dir (Şekil 1).
Ayçiçeği bitkisinde çiçeklenmenin başladığı, döllenme olayının
gerçekleştiği, tohumların olgunlaştığı Temmuz ve Ağustos aylarına ait
2013 yılı sıcaklık ortalamaları sırasıyla 29.5 °C ve 25.4 °C, aynı aylara
ait maksimum ortalama sıcaklıklar 32.7 °C ve 32.1 °C ve minimum
sıcaklık ortalamaları 20.1 °C ve 18.3 °C olarak ölçülmüştür (Şekil 1).
0
10
20
30
40
50
60
Toplam Yağış Miktarı Ortalaması (mm)
UYO 2013
01020304050607080
010203040506070
Toplam Yağış Miktarı Ortalaması (mm)
2013 UYO
-10
-5
0
5
10
15
20
25
-10
-5
0
5
10
15
20
25
30
35
Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül
Aylık Ortalama Sıcaklık (°C)
Max. Min. Ort. UYO
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 229
Ayçiçeğinde ekimin yapıldığı 2013 yılı Nisan ayına ait aylık yağış
ortalaması 3.1 mm’dir. Çimlenme ve çıkışların gerçekleştiği Mayıs
ayına ait aylık ortalama yağış miktarı 4.2 mm, sapa kalkma döneminin
olduğu Haziran ayındaki aylık ortalama yağış miktarı 3.1 mm ve
çiçeklenme, döllenme ve hasadın gerçekleştiği Temmuz, Ağustos ve
Eylül aylarında tespit edilen aylık ortalama yağış miktarları ise sırasıyla
1.5 mm, 2.7 mm ve 1.6 mm olarak tespit edilmiştir. Bitkilerin yetişme
döneminde düşen aylık ortalama yağışın, Mayıs, Temmuz ve Eylül
aylarında uzun yıllar ortalamasının üstünde, Nisan, Haziran ve Ağustos
aylarında ise atında gerçekleştiği görülmüştür. Deneme yılında en
yüksek nisbi nem (71.9) ise Ocak ayında ölçülmüştür (Şekil 1).
2. Metot
2.1. Deneme Deseni
Iğdır Ovası sulu şartlarında Iğdır Üniversitesi Tarımsal Araştırma ve
Uygulama Merkezi tarımsal üretim alanında Tesadüf Bloklarında
Bölünmüş Parseller Deneme Deseni yöntemi ile farklı azot dozlarının
ayçiçeği (Helianthus annuus L.) çeşitlerinde verim ve verim unsurları
üzerine etkisinin belirlenmesi amacıyla yürütülen bu çalışmada, dört
farklı azot dozu (0, 10, 15, 20 kg/da Amonyum sülfat) ve iki ayçiçek
çeşidi (Turay ve Tarsan 1018) kullanılmıştır.
Araştırmada toplam 32 parsel (2 çeşit x 4 azot dozu x 4 tekerrür) yer
almıştır. Denemede yer alan 2 çeşit (Turay ve Tarsan 1018) ana
parsellere, 4 azot dozu (0, 10, 15, 20 kg N/da) ise alt parsellere gelecek
şekilde şansa bağlı olarak dağıtılmıştır. Her parsel, sıra arası mesafesi
60 cm ve sıra üzeri mesafesi 25 cm olan 5 m uzunluğunda 4 sıradan
230 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
ibaret olup, alt parseller arası 1 m, ana parseller ve bloklar arasında 2 m
aralık bırakılmıştır. Buna göre parseller arası yollar dahil toplam
deneme alanı 707 m2 olmuştur.
2.2. Toprak İşleme
Sonbaharda derin sürülerek kışa kesekli olarak terk edilen, deneme
alanı ilkbaharda yüzlek bir şekilde sürülmüş, ardından diskaro ve tapan
geçirildikten sonra tohum yatağı hazırlığı tamamlanmıştır.
2.3. Gübreleme
Tohum yatağı hazırlığı sırasında parsellere dekara 5 kg P2O5 fosforlu
gübre ekimden önce serpme olarak toprağa karıştırılarak verilmiştir.
Azotlu gübre ise yarısı ekimden hemen önce tohum yatağı hazırlığı
sırasında toprağa karıştırılarak, diğer yarısı da sapa kalkma döneminde
dekara toplamda 0, 10, 15, 20 kg olacak şekilde amonyum sülfat
parsellere serpilerek verilmiştir.
2.4. Ekim ve Bakım
Ekim, toprağın tava gelme durumu ve ilkbahar yağışları dikkate
alınarak, 24 Mayıs tarihinde 60 x 25 cm bitki sıklığı ile dört sıra halinde
ocak usulü yapılmıştır. Ekimde her ocağa 3 tohum atılmış ve ocaklar
kapatılarak yüzeyi bastırılmıştır. Bitkilerin toprak yüzeyine çıkışından
yaklaşık iki hafta sonra tekleme, bitki boyu 20 - 30 cm olduğunda ikinci
çapa ve yabancı ot mücadelesi yapılmıştır. Yetiştirme periyodu
boyunca gerekli görüldükçe parsellerde normal bakım işlemleri
yapılmıştır. Ekimden hemen sonra bir ve bitkiler yaklaşık 60 cm
boylanıncaya kadar üç kez yağmurlama sulama yapılmıştır.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 231
2.5. Hasat ve Harman
Hasat, olgunluk kriterleri olan bitkilerde, çiçek tabanının (komecin)
kenarındaki sarıçiçeklerin döküldüğü, tablaların dış kenarını kaplayan
koruyucu yapraklarının kahverengileştiği, tabla ortasındaki tohumların
kabuğunun sertleştiği ve bitki yapraklarının kahverengi olduğu dönem
göz önünde bulundurularak Ağustos ayının son haftasında yapılmıştır.
Hasatta her parselin kenarlarından birer sıra ve baş kısımlarından 50’şer
cm’lik bölüm kenar tesiri olarak değerlendirilip merkezde kalan 2 sıra
hasat edilmiştir. Daha sonra hasat edilen bitkiler serada kurutulduktan
sonra el ile harman edilerek tohumları çıkarılmıştır.
2.6. Araştırmada incelenen özellikler
Araştırmada, bitki boyu (cm), tabla çapı (cm), bitkide tane verimi
(g/bitki), bin tane ağırlığı (g), tohum verimi (kg/da), hasat indeksi (%),
ham yağ oranı (%), ham yağ verimi (kg/da) ve ham protein oranı (%)
gibi incelenen özellikler Esendal (1981) ve Pahlavani (2005)’e göre
belirlenmiştir.
2.7. Verilerin Değerlendirilmesi
Araştırma sonucunda elde edilen veriler, IBM SPSS istatistik versiyon
20.0 programı ile varyans analizine tabi tutulmuş ve ortalamalar
arasındaki farklılıklar Duncan çoklu karşılaştırma testine tabi tutularak
gruplandırılmıştır.
232 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
3. ARAŞTIRMA BULGULARI VE TARTIŞMA
Ayçiçeği çeşitlerinde farklı azot dozu uygulamaları sonucunda elde
edilen bitki boyu, tabla çapı, bitki başına tane verimi ve bin tane ağırlığı
ortalama değerlerine ilişkin varyans analiz sonuçları, uygulamalara
ilişkin ortalama değerler ve oluşan gruplar Çizelge 2’de verilmiş, tane
verimi, hasat indeksi, ham yağ oranı, ham yağ verimi ve ham protein
oranına ait varyans analiz sonuçları, uygulamalara ilişkin ortalama
değerler ve oluşan gruplar ise Çizelge 3’de sunulmuştur.
3.1. Bitki Boyu (cm)
Çizelge 2’de görüldüğü gibi varyans analizi sonuçlarına göre bitki boyu
ortalama değerleri üzerine çeşitler arasındaki farklılığın istatistiki
olarak önemli (P<0.05) çıktığı görülmüştür. Araştırmada en yüksek
bitki boyu ortalama değeri olan 171.03 cm Turay çeşidinden alınırken
en düşük ise Tarsan 1018 çeşidinde 165.39 cm olarak saptanmıştır.
Sağlam ve Ülger (1992) farklı çeşitler ile yaptıkları çalışmalarında bitki
boyları arasındaki farklılığın çeşitlerin genetik farklılığından
kaynaklandığını bildirmişler. Farklı azot dozu uygulamalarına göre
ayçiçeği çeşitleri arasında bitki boyu yönünden önemli farklılıklar
saptanmış ve uygulanan azot dozlarının bitki boyları üzerine olan etkisi
önemli (P<0.01) bulunmuştur. En düşük bitki boyu ortalama değeri
kontrol parsellerinden ortalama 158.73 kg N/da olarak alınırken en
yüksek bitki boyu ortalama değerleri ise diğer üç azot dozu
uygulamalarından sırasıyla 167.45, 171.66 ve 175.01 kg N/da olarak
elde edilmiştir (Çizelge 2). Denemede çeşit x azot dozu interaksiyonları
arasındaki farkların bitki boyu üzerinde istatistiksel olarak önemli
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 233
(P>0.05) etkileri olmamış ve bu bakımdan bitki boyu ortalama
değerlerinin 156.53 cm (Tarsan 1018 x 0 kg N/da) ve 176.93 cm (Turay
x 20 kg N/da) arasında değiştiği saptanmıştır (Şekil 2). Uygulanan
azotlu gübrenin bitkilerde vejetatif gelişmeyi arttırarak bitki boylarında
önemli artışlar meydana getirdiği saptanmıştır. Azot dozunun artışına
bağlı olarak bitki boyunun artması, bu elementin bitki gelişimiyle olan
olumlu ilişkisinin bir sonucu olabilir (Taha ve ark., 2001; Şaştı, 2007;
Polat, 2007). Bulguları genel olarak araştırma sonuçlarımız ile uyum
içerisinde olan Tunçtürk ve ark., (2005) azot uygulaması ile vejetatif
büyümenin arttığını bildirmişlerdir.
Sekil 1. Bitki boyuna ait çeşit x azot dozu interaksiyonu
3.2. Tabla Çapı (cm)
Çizelge 2'de görüldüğü üzere tabla çapı bakımından çeşitler arasındaki
farklılığın ve azot dozu uygulamalarının P<0.01 düzeyinde istatistikî
olarak önemli çıktığı, çeşit x azot dozu interaksiyonunun ise önemli
(P>0.05) olmadığı tespit edilmiştir. Çizelge 2’de çeşitlerin ortalama
değerleri incelendiğinde, en yüksek tabla çapı değeri 19.98 cm ile Turay
160,93
172,60 173,68176,93
156,53
162,30
169,65173,10
N1 N2 N3 N4
AZOT DOZLARI (N)
Bit
ki
boyu
(cm
)
TURAY TARSAN - 1018
234 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
çeşidinden elde edilirken, Tarsan 1018 çeşidinden ise 17.19 cm olarak
saptanmıştır. Azot dozu uygulamalarının tabla çapına etkileri
incelendiğinde, en düşük tabla çapı ortalama değeri 15.68 cm ile kontrol
parsellerinden ölçülürken, en yüksek tabla çapı ortalama değeri ise
dekara 15 ve 20 kg N uygulamalarından sırasıyla 20.83 ve 20.85 cm
olarak elde edilmiştir (Çizelge 2). Yörenin ekolojik koşulları çeşitlerin
azot ihtiyaçlarına bağlı olarak tabla çapında değişiklik meydana
getirebilmektedir. Çalışmada çeşit x azot dozu interaksiyonu
bakımından tabla çapı ortalama değerlerinin 14.91 cm (Tarsan 1018 x
0 kg N/da) ve 22.49 cm (Turay x 15 kg N/da) arasında değiştiği
saptanmıştır.
Sekil 3. Tabla çapına ait çeşit x azot dozu interaksiyonu
Tabla çapına ilişkin elde edilen bu veriler, uygulanan azot dozunun
artması ile tabla çapının arttığını açıklayan Bindra ve Kharwara, (1992),
Koç ve Altınel, (1997), Salehi ve Bahrani, (2000), Karasu ve ark,
(2006) ve ayçiçeğinde tabla çapının ekolojik koşullara, toprak yapısına,
yetiştirme tekniklerine, sulama durumuna ve çeşit faktörlerine bağlı
16,45
19,14
22,49 21,83
14,9116,19
19,17 18,47
N1 N2 N3 N4
AZOT DOZLARI (N)
Tabl
a ça
pı (c
m)
TURAY TARSAN - 1018
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 235
olarak çok farklılık gösterdiğini bildiren Gürbüz ve ark. (2003)’ün
bulguları ile uyum içerisindedir.
3.3. Bitkide Tane Verimi (g/bitki)
Çizelge 2’den anlaşıldığı üzere, varyans analizi sonuçlarına göre
bitkide tane verimi (g/bitki) ortalama değerleri üzerine etkileri
bakımından çeşitler arasındaki farklılığın P<0.05 ve azot dozu
uygulamalarının ise P<0.01 seviyesinde istatistiki olarak önemli çıktığı
görülürken, çeşit x azot dozu interaksiyonunun istatistiksel olarak
önemli (P>0.05) olmadığı saptanmıştır. Denemede en yüksek bitki
başına tane verimi ortalama değeri 52.64 g/bitki ile Turay çeşidinden
saptanırken, Tarsan 1018 çeşidinde ise 47.15 g/bitki olarak elde
edilmiştir (Çizelge 2). Araştırmaya konu olan çeşitlerin bitkideki tane
verimlerinin farklı olması, çeşitlerin genetik özelliklerinin farklı
olmasından kaynaklandığı gibi kültürel uygulamalara karşı çeşitlerin
farklı tepkilerinden de ileri gelmektedir. Çizelge 2’den azot dozu
uygulamalarının bitki başına tane verimine etkileri incelendiğinde,
parsellerden ölçülen bitki başına en yüksek tane verimi ortalama değeri
15 kg N/da (53.75 g/bitki) uygulamasından ve en düşük (44.08 g/bitki)
ise kontrol parsellerinden elde edilmiştir. Çalışmadan elde edilen
sonuçların, bitki başına tane veriminin uygulanan azot dozu ile doğrusal
ilişki içerisinde olduğunu bildiren Taha ve ark., (2001)’nın araştırma
sonuçları ile benzerlik gösterdiği saptanmıştır. Çizelge 2’den izlendiği
gibi çeşit x azot dozu interaksiyonu sonucu elde edilen bitki başına tane
verimi ortalama değerlerinin 42.00 g/bitki (Tarsan 1018 x 0 kg N/da)
ve 56.87 g/bitki (Turay x 15 kg N/da) arasında değiştiği tespit edilmiştir
236 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
(Şekil 4). Bulguları genel olarak araştırma sonuçlarımız ile uyum
içerisinde olan El-Naggar, (1991), Karasu ve ark., (2006) ve Tunçtürk
ve ark., (2005) azot uygulaması ile bitkide tane veriminin arttığını
bildirmişlerdir.
Sekil 4. Bitki başına tane verimine ait çeşit x azot dozu interaksiyonu
3.4. Bin Tane Ağırlığı
Çizelge 2’deki varyans analizi sonuçlarına göre bin tane ağırlığı (g)
ortalama değerleri üzerine çeşitlerin arasındaki farklılığın ve çeşit x
azot dozu interaksiyonuna ait etkilerin istatistiksel olarak önemli
(P>0.05) olmadığı görülürken, azot dozu uygulamalarının ise P<0.01
seviyesinde istatistiki olarak önemli çıktığı saptanmıştır. Çizelge 2’den
çeşitlere ait bin tane ağırlığı ortalama değerlerinin Turay çeşidinde
50.64 g, Tarsan 1018 çeşidinde ise 48.94 g olduğu tespit edilmiştir.
Çizelge 2 azot dozu uygulamalarının bin tane ağırlığına etkileri
bakımından incelendiğinde, en düşük bin tane ağırlığı ortalama değeri
(44.86 g) dekara 0 kg N uygulanmasından saptanırken, en yüksek bin
46,16
52,6656,87 54,88
42,0047,50
50,63 48,47
N1 N2 N3 N4
AZOT DOZLARI (N)
Boğu
m sa
yısı
(ade
t/bitk
i)
TURAY TARSAN - 1018
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 237
tane ağırlığı ortalama değeri ise (53.68 g) dekara 15 kg N
uygulamasından elde edilmiştir.
Çizelge 2. Ayçiçeği çeşitlerinde farklı azot dozu uygulamaları sonucunda elde edilen bitki boyu, tabla çapı, bitkide tane verimi, bin tane ağırlığına ait ortalama değerler, kareler ortalaması ve oluşan Duncan grupları
Azot
Dozları Bitki boyu
(cm) Tabla çapı
(cm)
Bitki başına tane verimi
(g/bitki)
Bin tane ağırlığı (g)
Tu
ray
N1 160.93 16.45 46.16 45.75
N2 172.60 19.14 52.66 50.08
N3 173.68 22.49 56.87 54.15
N4 176.93 21.83 54.88 52.59
Ort. 171.03 A 19.98 A 52.64 A 50.64
Tars
an
1018 N1 156.53 14.91 42.00 43.98
N2 162.30 16.19 47.50 47.33
N3 169.65 19.17 50.63 53.21
N4 173.10 18.47 48.47 51.24
Ort. 165.39 B 17.19 B 47.15 B 48.94
Azo
t
Doz
ları
O
rt.
N1 158.73 B 15.68 C 44.08 C 44.86 C
N2 167.45 A 17.67 B 50.08 B 48.70 B
N3 171.66 A 20.83 A 53.75 A 53.68 A
N4 175.01 A 20.15 A 51.67 AB 51.91 AB
SD K.O. K.O. K.O. K.O. ÇEŞİT (Ç) 1 254.251 * 62.608 ** 241.286 * 23.2903
Hata 1 3 8.367 0.342 7.21714 11.1212
AZOT (A) 3 396.631 ** 44.725 ** 138.265 ** 120.17 ** Ç × A 3 19.437 1.425 2.195 1.21475
Hata 2 18 50.970 0.788 4.768 6.969 *Aynı sütunda aynı büyük harfle gösterilen ortalamalar arasındaki fark önemli değildir (P<0.05) **Aynı sütunda aynı büyük harfle gösterilen ortalamalar arasındaki fark önemli değildir (P<0.01)
Deneme bulgularının, genel olarak azot dozlarının bin tane ağırlığına
pozitif etki yaptığını bildiren El- Naggar, (1991), Taha ve ark., (1999)
ve Mahal ve ark., (1998)’nın bulguları ile uyum içerisinde olduğu
görülmüştür. Çalışmada elde edilen bulgular çeşit x azot dozu
interaksiyonu açısından değerlendirildiğinde, bin tane ağırlığı ortalama
238 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
değerlerinin 43.98 g (Tarsan 1018 x 0 kg N/da) ve 54.15 g (Turay x 15
kg N/da) arasında değiştiği tespit edilmiştir (Şekil 5).
Sekil 5. Bin tane ağırlığına ait çeşit x azot dozu interaksiyonu
3.5. Tohum Verimi (kg/da)
Çizelge 3'ta görüldüğü üzere tabla çapına etkileri bakımından çeşitler
arasındaki farklılığın ve azot dozu uygulamalarının P<0.01 düzeyinde
istatistikî olarak önemli çıktığı, çeşit x azot dozu interaksiyonunun ise
önemli (P>0.05) olmadığı tespit edilmiştir. Çizelge 3’te çeşitlerin
ortalama değerleri incelendiğinde, en yüksek tohum verimi ortalama
değeri (400.50 kg/da) Turay çeşidinden elde edilirken, Tarsan 1018
çeşidinden ise 316.48 kg/da olarak saptanmıştır. Azot dozu
uygulamalarının tabla çapına etkileri incelendiğinde, en yüksek tohum
verimi ortalama değerleri (375.88 ve 365.93 kg/da) dekara 15 ve 20 kg
azot uygulanmalarından saptanırken, en düşük değer (337.83 kg/da) ise
dekara 0 kg azot uygulamasından elde edilmiştir (Çizelge 3). Birim
alandan maksimum verim alınabilmesi için bitki sayısı ile bitkilerin söz
konusu özellikleri arasında uygun bir dengenin sağlanması gerekir.
45,7550,08
54,15 52,59
43,9847,33
53,21 51,24
N1 N2 N3 N4
AZOT DOZLARI (N)
Bin
tane
ağı
rlığ
ı (g)
TURAY TARSAN - 1018
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 239
Belli bir doza kadar uygulanan azot miktarı arttıkça tohum veriminde
de artışın görüldüğü ve dekara 15 kg azot dozundan sonra tohum
veriminin azaldığını bildiren, Koç ve Altınel, (1997)’ın sonuçları ile
paralellik gösterdiği saptanmıştır. Yapılan araştırmaların birçoğunda
azot dozları arttıkça belli bir değere kadar tohum veriminin arttığını ve
bu değerden sonra ise tohum veriminde azalmaların olduğunu ortaya
koyan Mündel ve ark., (2002)’ının bulguları ile uyum içerisindedir.
Çizelge 3 ve Şekil 6’dan izlendiği gibi çeşit x azot dozu
interaksiyonlarına ait tohum verimi ortalama değerlerinin 298.37 kg/da
(Tarsan 1018 x 0 kg N/da) ve 423.50 kg/da (Turay x 15 kg N/da)
arasında değiştiği saptanmıştır.
Sekil 6. Tohum verimine ait çeşit x azot dozu interaksiyonu
Yapılan çalışmada, Turay ve Tarsan 1018 ayçiçeği çeşitlerinin azot
dozlarına benzer tepki gösterdikleri görülmüş ancak, kontrol
parsellerinde çeşitlerin genetik farklılığının öne çıktığı görülmüş ve
Turay çeşidinden daha fazla tohum verimi elde edildiği saptanmıştır
(Şekil 6). Bu da çeşitlerin genotipik özelliklerinden kaynaklı olarak
deneme alanının toprak özelliğinden ve iklim şartlarından farklı şekilde
377,30 392,56423,50 408,67
298,37 316,10 328,27 323,20
N1 N2 N3 N4
AZOT DOZLARI (N)
Toh
um
verim
i (k
g/d
a)
TURAY TARSAN - 1018
240 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
etkilendiğini göstermektedir. Bu yönüyle deneme sonuçlarının Koç ve
Altınel, (1997)’in araştırma bulgularına uyum gösterdiği tespit
edilmiştir.
3.6. Hasat İndeksi (%)
Çalışmada yapılan varyans analizi sonuçlarına göre hasat indeksi
ortalama değerleri üzerine etkileri bakımından çeşitlerin arasındaki
farklılığın P<0.05 ve azot dozu uygulamalarının ise P<0.01 seviyesinde
istatistiki olarak önemli çıktığı saptanmıştır. Denemede en yüksek hasat
indeksi ortalama değeri % 50.77 ile Turay çeşidinden saptanırken,
Tarsan 1018 çeşidinde ise % 44.63 olarak elde edilmiştir (Çizelge 3).
Araştırmaya konu olan çeşitlerin hasat indekslerinin farklı olması,
çeşitlerin genetik özelliklerinin farklı olmasından kaynaklandığı gibi
kültürel uygulamalara karşı çeşitlerin farklı tepkilerinden de ileri
gelmektedir. Farklı azot dozu uygulamalarına göre ayçiçeği çeşitleri
arasında hasat indeksi değerleri yönünden önemli farklılıklar saptanmış
ve en yüksek hasat indeksi ortalama değeri (%52.77) 15 kg N/da
uygulamasından, en düşük ortalama değer (% 42.91) ise kontrol
parsellerinden elde edilmiştir (Çizelge 3). Deneme bulgularının, hasat
indeksinin uygulanan N dozu ile doğrusal ilişki içerisinde olduğunu
bildiren Taha ve ark., (2001) ve Tomar ve ark., (1997)’nın araştırma
sonuçları ile benzerlik gösterdiği saptanmıştır. Çizelge 3 ve Şekil 7’de
görüldüğü gibi hasat indeksine etkisi bakımından çeşit x azot dozu
interaksiyonlarında istatistiksel (P>005) olarak önemli farklılıkların
meydana gelmediği ve hasat indeksi ortalama değerlerinin %40.56
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 241
(Tarsan 1018 x 0 kg N/da) ve % 55.51 ile (Turay x 15 kg N/da) arasında
değiştiği saptanmıştır.
Sekil 7. Hasat indeksine ait çeşit x azot dozu interaksiyonu
3.7. Ham Yağ Oranı (%)
Çizelge 3'te görüldüğü üzere ham yağ oranına etkileri bakımından
çeşitler arasındaki farklılığın P<0.01 düzeyinde istatistikî olarak önemli
olduğu, azot dozu uygulamalarının ve çeşit x azot dozu
interaksiyonunun ise önemli (P>0.05) olmadığı tespit edilmiştir.
Çizelge 3’te çeşitlerin ortalama değerleri incelendiğinde, en yüksek
ham yağ oranı ortalama değeri (%50.51) Turay çeşidinden elde
edilirken, Tarsan 1018 çeşidinden ise %47.42 olarak saptanmıştır.
Çalışmada azot dozlarının ham yağ oranı üzerinde önemli bir etkisi
gözlenmezken, azot dozu uygulamaları sonucunda ham yağ oranı
ortalama değerlerinin %48.45 (10 kg N) ve %49.30 (0 ve 15 kg N/da)
arasında değiştiği saptanmıştır. Bulguları genel olarak araştırma
sonuçlarımıza paralellik arz eden El-Naggar (1991), yaptığı
araştırmalar sonucunda, uygulanan azot miktarı arttıkça ham yağ oranın
45,2549,07
55,51 53,26
40,5643,48
49,9444,54
N1 N2 N3 N4
AZOT DOZLARI (N)
Has
at İn
deks
i(%
)
TURAY TARSAN - 1018
242 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
da kısmi bir düşüş-artışın olduğunu bildirmiştir. Çizelge 3 ve Şekil 8’de
izlendiği gibi çeşitlerin azot dozlarına reaksiyonlarının aynı olduğu
gözlenmiş ve çeşit x azot dozu interaksiyonu sonucu ham yağ oranı
ortalama değerlerinin %47.03 (Tarsan 1018 x 10 kg N/da) ve %51.13
(Turay x 0 kg N/da) arasında değiştiği saptanmıştır.
Sekil 8. Ham yağ oranına ait çeşit x azot dozu interaksiyonu
3.8. Ham Yağ Verimi (kg/da)
Çalışma sonucunda ham yağ verimine etkileri bakımından çeşitler
arasındaki farklılığın ve azot dozu uygulamalarının P<0.01 düzeyinde
istatistikî olarak önemli çıktığı, çeşit x azot dozu interaksiyonunun ise
önemli (P>0.05) olmadığı tespit edilmiştir. Çizelge 3’te çeşitlerin
ortalama değerleri incelendiğinde, en yüksek ham yağ verimi ortalama
değeri (202.23 kg/da) Turay çeşidinden elde edilirken, en düşük değerin
ise Tarsan 1018 çeşidinden 150.11 kg/da olarak elde edildiği
saptanmıştır.
Çalışmada azot dozlarının ham yağ verimine etkileri incelendiğinde, en
düşük ham yağ verimi ortalama değerlerinin (167.26 ver 172.20 kg/da)
51,13
49,86
50,7150,32
47,4747,03
47,8947,28
N1 N2 N3 N4
AZOT DOZLARI (N)
Ham
yağ
ora
nı(%
)
TURAY TARSAN - 1018
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 243
dekara 0 ve 10 kg N uygulanmasından, en yüksek ham yağ verimi
ortalama değerinin ise (185.94 kg/da) dekara 15 kg N uygulamasından
elde edildiği saptanmıştır (Çizelge 3). Artan azot dozlarının, ham yağ
oranında önemsiz bir azalış meydana getirmesine karşın tohum
veriminde önemli bir artış meydana getirmesi ham yağ verimini de
pozitif etkileyerek arttırdığı tespit edilmiştir.
Çizelge 3. Ayçiçeği çeşitlerinde farklı azot dozu uygulamaları sonucunda elde edilen tohum verimi, hasat indeksi, ham yağ oranı, ham yağ verimi, ham protein oranına ait ortalama değerler, kareler ortalaması ve oluşan Duncan grupları
Azot
Dozları
Tohum verimi (kg/da)
Hasat indeksi (%)
Ham yağ oranı (%)
Ham yağ verimi (kg/da)
Ham protein oranı (%)
Tu
ray N1 377.30 45.25 51.13 192.88 18.49
N2 392.56 49.07 49.86 195.68 19.88
N3 423.50 55.51 50.71 214.67 22.30
N4 408.67 53.26 50.32 205.69 20.21
Ort. 400.50 A 50.77 A 50.51 A 202.23 A 20.22
Ta
rsa
n 1
01
8
N1 298.37 40.56 47.47 141.63 18.76
N2 316.10 43.48 47.03 148.72 20.31
N3 328.27 49.94 47.89 157.20 22.46
N4 323.20 44.54 47.28 152.88 20.81
Ort. 316.48 B 44.63 B 47.42 B 150.11 B 20.59
Azo
t Doz
ları
O
rt.
N1 337.83 C 42.91 C 49.30 167.26 C 18.63 C
N2 354.33 B 46.27 BC 48.45 172.20 C 20.10 B
N3 375.88 A 52.72 A 49.30 185.94 A 22.38 A
N4 365.93 A 48.90 AB 48.80 179.29 B 20.51 B
SD K.O. K.O. K.O. K.O. K.O.
ÇEŞİT (Ç) 1 56478.2 ** 301.965 * 76.076 ** 21736.6 ** 1.059
Hata 1 3 33.397 14.8704 0.698 19.668 0.402
AZOT (A) 3 2138.38 ** 137.856 ** 1.401 534.745 ** 19.153 **
Ç X A 3 140.626 6.26427 0.316 37.605 0.076
Hata 2 18 93.345 15.118 0.904 24.854 0.826
*Aynı sütunda aynı büyük harfle gösterilen ortalamalar arasındaki fark önemli değildir (P<0.05) **Aynı sütunda aynı büyük harfle gösterilen ortalamalar arasındaki fark önemli değildir (P<0.01)
244 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Deneme bulguları, Koç ve Altınel, (1997)’in sonuçları ile paralellik
göstermekte olup, azot dozları arttıkça belli bir değere kadar tohum
veriminin ve buna bağlı olarak ham yağ veriminin de arttığını ve bu
değerden sonra ise tohum verimine paralel olarak ham yağ veriminde
de azalmaların olduğunu bildiren Mündel ve ark., (2002) ve Oyinlola
ve ark., (2010) bulguları ile uyum içerisindedir. Çizelge 3 ve Şekil 9’da
görüldüğü gibi ham yağ verimine ilişkin çeşit x azot dozu
interaksiyonunun ham yağ verimi üzerindeki etkisinin önemli olmadığı
saptanmış ve ham yağ verimi ortalama değerlerinin 141.63 kg/da
(Tarsan 1018 x 0 kg N/da) ile 214.67 kg/da (Turay x 15 kg N/da)
arasında değiştiği ve çeşitlerin azot dozlarına karşı benzer tepkiler
gösterdiği tespit edilmiştir.
Sekil 9. Ham yağ verimine ait çeşit x azot dozu interaksiyonu
192,88 195,68214,67 205,69
141,63 148,72 157,20 152,88
N1 N2 N3 N4
AZOT DOZLARI (N)
Ham
yağ
ver
imi (
kg/d
a)
TURAY TARSAN - 1018
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 245
3.9. Ham Protein Oranı (%)
Çizelge 3’te görüldüğü gibi, ham protein oranı ortalama değerlerine
etkileri bakımından çeşitler arasındaki farklılığın ve çeşit x azot dozu
interaksiyonunun istatistiksel olarak önemli (P>0.05) olmadığı
görülürken, azot dozu uygulamalarının ise P<0.01 seviyesinde
istatistiki olarak önemli çıktığı saptanmıştır. Çeşitlerin ortalamaları
değerlendirildiğinde, Turay çeşidinin % 20.22 ve Tarsan 1018 çeşidinin
ise %20.59 ham protein oranına sahip oldukları tespit edilmiştir.
Çizelge 3’ten azot dozu uygulamalarının ham protein oranına etkileri
incelendiğinde, en düşük ham protein oranı ortalama değeri (%18.63)
dekara 0 kg N uygulanmasından saptanırken, en yüksek ham protein
oranı ortalama değeri ise (%22.38) dekara 15 kg N uygulamasından
elde edilmiştir.
Sekil 10. Ham protein oranına ait çeşit x azot dozu interaksiyonu
Deneme bulgularının, genel olarak azot dozlarının ham protein oranına
pozitif etki yaptığını belirten Kumar ve ark., (1991)’ın bulgularıyla
uyum içerisinde olduğu görülmüştür. Çalışmada çeşit x azot dozu
interaksiyonlarının ham protein oranına etkisinin önemli olmadığı
18,4919,88
22,3020,21
18,7620,31
22,4620,81
N1 N2 N3 N4
AZOT DOZLARI (N)
Ham
pro
tein
ora
nı (%
)
TURAY TARSAN - 1018
246 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
görülmüş ve ham protein oranı ortalama değerlerinin %18.49 (Turay x
0 kg N/da) ve %22.46 (Tarsan 1018 x 15 kg N/da) arasında değiştiği
saptanmıştır (Şekil 10).
SONUÇ
Farklı azot dozu uygulamalarının Turay ve Tarsan 1018 ayçiçeği
çeşitlerinin verim ve verim unsurları üzerindeki etkilerini belirlemek
amacıyla 2013 yılında Iğdır Ovası sulu şartlarında yürütülen bu
çalışmanın sonuçlarına göre; incelenen özelliklerden bitki boyu, tabla
çapı, bitkide tane verimi, bin tane ağırlığı, tohum verimi, hasat indeksi,
ham yağ oranı, ham yağ verimi, bakımından Turay çeşidinden Tarsan
1018 çeşidine kıyasla daha yüksek değerler elde edilmiştir. Iğdır ovası
koşullarına Turay ayçiçeği çeşidinin, Tarsan 1018 çeşidine oranla daha
toleranslı olduğu saptanmıştır. Elde edilen sonuçlara göre, Iğdır ovası
koşullarında ayçiçeği bitkisinden maksimum verimin alınabilmesi için
yarısı ekimde diğer yarısı sapa kalkma döneminde uygulanmak üzere
dekara toplamda 15 kg azot miktarı tavsiye edilebilir. Bölgede ayçiçeği
çeşitleri ve uygun gübre dozunun belirlenmesi amacıyla çalışmaların
birkaç yıl tekrar edilmesi önerilmektedir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 247
KAYNAKÇA
Aksoy, Ş, Şener, A. (1998). Türkiye’de Bitkisel Yağ Üretimi ve Tüketimi, 4. Bitkisel
Yağlar Konferansı, Bitkisel Yağ Sanayicileri Dergisi, Yayınları, 6: 163-181.
Arıoğlu, H. (1999). Yağ Bitkileri Yetiştirme ve Islahı, Çukurova Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Yayınları, No. 220, Ders Kitapları No. A-70, Adana.
Arıoğlu, H.H., Kolsarıcı, Ö., Göksu, A.T., Güllüoğlu, L., Arslan, M., Çalışkan, S.,
Söğüt, T., Kurt, C. ve Arslanoğlu, F. (2010). Yağ Bitkileri Üretiminin
Artırılması Olanakları, Türkiye Ziraat Mühendisleri, VII. Teknik Kongre
Bildiri Kitabı I. Cilt, s 361-377. Ankara.
Bindra, A. and Kharwara, P.C. (1992). Response of Spring Sunflower (Helianthus
annuus L.) to Nitrogen Application and Spacing, Indian Journal of
Agronomy, Vol 37, No. 2, pp 283-284.
Demirer, T., Özer, I., Koçtürk, Ö.M. ve Yesilyurt, E.A. (2004). Effect of Different
Leaf Fertilizers on Yield and Quality in Sunflower (Helianthus annuus L.).
Pakistan Journal of Biological Sciences, Vol. 7, No. 3, pp 384-388.
Elmas, İ. (2006). Türkiye’de Yağlı Tohumlu Bitkilerin Üretim Hedefleri ve
Destekleme Politikaları, 2000’li yıllarda tarım sektörü, TMMOB Ziraat Müh.
Odası Yayınları, s 361-367, Ankara
El-Naggar, H.M.M. (1991). Response of Sunflower (Helianthus annuus L.) to
Irrigation and Nitrogen Fertilizer, Annals of Agricultural Science, Vol. 29,
No.1, pp 80-82.
Eryiğit, T. (2011). Iğdır İlinin Kalkınmasında Endüstri Bitkileri Tarımının Önemi ve
Geliştirilmesi İçin Bazı Öneriler, YYÜ Tarım Bilimleri Dergisi, Cilt. 21,
No.1, s 73-81.
Esendal, E. (1981). Aspir (Carthamus tinctorius L.)’de Değişik Sıra Aralıkları ile
Farklı Seviyelerde Azot ve Fosfor Uygulamalarının Verim ve Verimle ilgili
Bazı Özellikler Üzerine Etkileri, Basılmamış Doçentlik Tezi, Atatürk
Üniversitesi
Gürbüz, B., Kaya, M. D., Demirtola, A. (2003). Ayçiçeği Tarımı, Hasad Yayıncılık
Ltd. Şti. ISBN-975-8377-23-X, Ege Basım, s 100.
248 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
İlkdoğan, U. (2012). Türkiye’de Aspir Üretimi İçin Gerekli Koşullar ve Oluşturulacak
Politikalar Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarım Ekonomisi
ABD’nde yürütülmüş “Doktora Tezi”.
Karaoğlu, M. (2011). Zirai Meteorolojik Açıdan Iğdır İklim Etüdü. Araştırma
Makalesi, Iğdır Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, Cilt. 1, No.1, s
97-104, 2011.
Karasu, A., Uzun, A., Öz, M., Başar, H., Turgut, İ., Göksoy, A.T., Açıkgöz, E. (2006).
Kışlık Ara Ürün ve Azotlu Gübre Uygulamalarının Ayçiçeğinde (Helianthus
annuus L.) Verim ve Önemli Tarımsal Özellikler Üzerine Etkileri, Uludağ
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt. 20, No. 1, s 85-97.
Koç, H. ve Altınel, A. (1997). Aspir’de (Carthamus tinctorius L.) Farklı Ekim Zamanı
ve Azot Dozlarının Verim ve Verim Ögelerine Etkisi, Türkiye II. Tarla
Bitkileri Kongresi, s 251-255, Samsun.
Kolsarıcı, Ö., Gür, A., Başalma, D., Kaya, M. D. ve İşler, N. (2005). Yağlı Tohumlu
Bitkiler Üretimi, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Türkiye Ziraat
Mühendisliği VI. Teknik Kongresi, 3-7 Ocak 2005 Ankara, Cilt I, s 409-429.
Kumar, S., Dixit, R.S. and Tripathi, H.P. (1991). Effect of Nitrogen on Nutrient
Uptake and Oil Content of Sunflower (Helianthus annuus L.) under Different
Moisture Regimes, Indian Journal of Agricultural Sciences, Vol. 61, No.10,
pp 766-768.
Lauretti, D., Pieri, S., Vannozzi, G.P., Turi, M. and Giovanardi, R. (2007). Nitrogen
Fertilization in Wet and Dry Climate, Helia, Vol.30, No.47, pp 135-140.
Mahal, S.S., Uppal, H.S. and Mankotia, B.S. (1998). Performance of Spring
Sunflower (Helianthus annuus L.) under Different Levels of Soil Moisture
Regime and Nitrogen, Environment and Ecology, Vol.16, No.3, pp 599-602.
Mündel, H., Morrison, R.J., Blackshaw, R.E. and Roth, B. (2002). Safflower
Production on the Canadian Prairies, http://res2.agr.ca/Lethbridge/, (Erişim
tarihi: 10.12.2006).
Nasim., W, Ahmad., A, Banoi., A, Olatinwo., R, Usman., M, Khaliq, T, Wajid., A,
Hammad., H.M, Mubeen., M. and Hussain, M. (2012). Effect of Nitrogen on
Yield and Oil Quality of Sunflower (Helianthus annuus L.) Hybrids under
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 249
Sub Humid Conditions of Pakistan, American Journal of Plant Sciences, Vol.
3, No.2, pp 243-251.
Oyinlola, E.Y., Ogunwole, J.O. and Amapu, I.Y. (2010). Response of Sunflower
(Helianthus annuus L.) To Nitrogen Application in a Savana Alfisol,
Ahmadu Bello University, Faculty of Agriculture, Department of Soil
Science, Zaria, Nigeria. Helia, Vol. 33, No. 52, pp 115-126.
Pahlavani, M.H. (2005) Some Technological and Morphological Characteristics of
Safflower (Carthamus tinctorius L.) from Iran, Asian Journal of Plant
Science, Vol.4, No.3, pp 234–237.
Polat. T. (2007). Farklı Sıra Aralıkları ve Azot Seviyelerinin Kuru Şartlarda
Yetiştirilen Aspir (Carthamus tinctorius L.) Bitkisinin Verim ve Verim
Unsurları Üzerine etkisi. Doktora Tezi Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Tarla Bitkileri Anabilim Dalı, Erzurum.
Sağlam, C. ve Ülger, P. (1992). Trakya Bölgesinde, Ayçiçeği Verimi ve Verim
Unsurları Üzerinde Çapalama Yöntemlerinin Etkisi Üzerine Bir Araştırma,
T. Ü. Ziraat Fakültesi Dergisi, Cil.1 No.2, s 81-88.
Salehi, F. and Bahrani, M.J. (2000). Sunflower Summer Planting Yield as Affected
by Plant Population and Nitrogen Application Rates, Iran Agricultural
Research, Vol.19, No.1, pp 63-72.
Shannon, J.G., Wilcox, J.R and Probst, A.H. (1972). Estimated Gains from Selection
for Protein and Yield in The F4 Generation of Six Soybean Populations, Crop
Science, Vol.12, No.6, pp 824-826.
Simpson, A. M. and Wilcox, J.R. (1983). Genetic and Phenotypic Associations of
Agronomic Characteristics in Four High Protein Soybean Populations, Crop
Science, Vol.23, pp 1077-1081.
Şaştı, H. (2007). Kahramanmaraş Koşullarında Farklı Miktarlarda ve Zamanlarda
Uygulanan Azotun Aspir (Carthamus tinctorius L.)’de Tohum Verimi,
Verim Unsurları, Yağ Oranı ve Tohumun Makro Mikro Element İçeriğine
Etkisi. Yüksek Lisans Tezi (basılmamış). Sütçü İmam Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Tarla Bitkileri Anabilim Dalı, Kahramanmaraş.
250 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Taha, M., Mishra, B.K. and Acharya, N. (2001). Effect of Irrigation and Nitrogen on
Yield and Yield Attributing Characters of Sunflower, Annals of Agricultural
Research, Vol.22, No.2, pp 182-186.
Taşkaya Top, B. ve Uçum, İ. (2012). Türkiye’de Bitkisel Yağ Açığı, Tarımsal
Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü, 2012 1303-8346/14-2.
Tomar. H.P.S., Dadhwal, K.S. and Singh, H.P. (1997). Root characteristics and
moisture-use pattern of spring sunflower (Helianthus annuus L.) as
influenced by irrigation, nitrogen and phosphorus. Indian Journal of
Argonomy, Vol.42, No.3, pp 515-519.
Tozlu, E., Dizikısa, T., Kumlay, A. M., Okçu, M., Pehluvan, M. ve Kaya, C. (2008).
Erzurum-Pasinler Ekolojik Koşullarında Yetiştirilen Bazı Yağlık Ayçiçeği
(Helianthus annuus L.) Hibridlerinin Agronomik Performanslarının
Belirlenmesi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Bilimleri Dergisi,
Cil.14, No.4, s 359-364.
Tunçtürk, M., Eryiğit, T. ve Yılmaz İ. (2005). Van-Erciş Koşullarında Bazı Ayçiçeği
(Helianthus annuus L.) Çeşitlerinin Verim ve Verim Öğelerinin Belirlenmesi
Üzerine Bir Araştırma, Türkiye VI. Tarla Bitkileri Kongresi, 5-9 Eylül 2005,
Cilt I, s 41-44, Antalya.
Uğur, E. (2010). Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği Sunumu. Yağlı Tohumlu Bitkiler
ve Bitkisel Yağlar Konferansı. 15 Eylül. İstanbul.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 251
BÖLÜM 10
Şanlıurfa’da Bazı Serin İklim Çim Çeşitleri Karışımlarının Yeşil
Alan Performanslarının Belirlenmesi
Zir. Yük. Müh. Vedat ASLAN1
Prof. Dr. Tahir POLAT2
Doç. Dr. Mustafa OKANT3
1 Harran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Şanlıurfa 2 Harran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Şanlıurfa (Sorumlu yazar) Email: [email protected] 3 Harran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Şanlıurfa
252 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 253
GİRİŞ
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre; % 1.39 nüfus artış
hızına sahip olan Türkiye (Anonim, 2020a) Gayrı Safi Yurtiçi Hasılası
(GSYH) 2020 yılının ilk çeyreğinde % 4.5, aynı dönemde tarım sektörü
%3 oranında büyüme kaydetmiştir (Anonim, 2020b). Günümüzde artan
nüfusa paralel olarak tarım teknolojisinin gelişmesi (Açıkbaş ve ark.,
2017) yanında yeterli ve dengeli besleme sorunlarını da doğal olarak
beraberinde getirmiştir (Özyazıcı ve ark., 2020). Nüfusun artışının
getirdiği önemli sorunlardan biri de kentleşmede görülen artış olup,
kentleşme ile birlikte sanayileşmede artmış ve doğal alanlarda azalma
olmuştur. Kent içinde azalan doğal alanlar yaşam kalitemizi
düşürmektedir. Bunun için yaşam alanlarımızı iyileştirmek,
ferahlattırmak, güzel bir görüntü sağlamak ve boş zamanlarımızda
dinlenme alanları oluşturmak amacı için çim alan tesisine günümüzde
ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Yaşanabilir ortamlar için şehirlerde,
park ve bahçeler tesis edilmeye başlanmıştır (Varoğlu, 2010).
Çim bitkileri, çıplak toprak yüzeyini örten, sık dokulu bir gelişim
gösteren, üniform görünümde, düzenli aralıklarla yapılan biçimlere
uyum sağlamış, kısa boylu ve çoğunlukla buğdaygiller familyasına
dâhil olan bitki veya bitki gruplarının bulunduğu, insanlar tarafından
oluşturulmuş yeşil sahalardır. Çim alanlar kentlerde boş arazilerin
çıplak toprak yüzeylerini yeşil bir örtü ile kaplayarak bu arazilerin
ıslahına yardımcı olur. Ayrıca otoyol kenarları ve hava alanlarının
çevrelerinin yeşillendirilmesinde önemli rol oynar.
254 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Tek bir tür ile kaliteli bir çim alan oluşturma şansı çok düşüktür. Bunun
yerine ekolojiye uygun 2 veya daha fazla türden oluşan karışımlar daha
uygundur. Karışımlar, daha uniform bir çim alan oluşturma, soğuk,
sıcak ve kurak gibi farklı iklim koşullarına daha iyi uyum sağlama,
hastalık ve zararlılara karşı daha dayanıklı olma, basma ve çiğnenmeye
karşı daha dirençli olma gibi çok sayıda avantaja sahiptir (Watschke ve
Schmidt, 1992).
Gelişmiş ülkelerde bu çalışmalar çok uzun yıllar önce başlamış ve
birçok iklim ve toprak koşullarına uygun yalın veya karışım halinde
ekilecek çim türleri saptanmıştır. Ülkemizde ise henüz yeni yeni
başlayan çalışmalar doğrultusunda bölgelerimize göre uygun
karışımların performansları yavaş yavaş belirlenmektedir.
Bu çalışmanın amacını da Şanlıurfa’da bazı serin iklim çim çeşitleri
karışımlarının yeşil alan performanslarının belirlenmesi oluşturmuştur.
MATERYAL ve YÖNTEM
Araştırma; 2018-2019 yılları arasında Harran Üniversitesi Osman Bey
Kampüsü Ziraat Fakültesi araştırma ve uygulama arazisinde
gerçekleştirilmiştir.
Araştırmada özel tohumculuk şirketinden temin edilen bazı çim
türlerine ait çeşitlerin tohumları materyal olarak kullanılmıştır (Tablo
1).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 255
Tablo 1. Araştırmada kullanılan çim türleri ve karışımları
Karışım 1
Oran (%) Tür Çeşit %50 Lolium perenne
%40 Festuca arundinacea
%10 Festuca rubra L.sub sp. rubra
İntegra Rebel Xr Merlot
Karışım 2
%50 Lolium perene
%40 Festuca arundinacea
%10 Festuca rubra L.sub sp. commutata
İntegra Rebel Xr Survivor
Karışım 3
%50 Lolium perenne
%40 Festuca arundinacea
%10 Poa pratensis
İntegra Rebel Xr Evora
Karışım 4
%50 Lolium perenne
%40 Festuca arundinacea
%10 Festuca ovina
İntegra Rebel Xr Dumas 1
Karışım 5
%50 Lolium perenne
%30 Festuca arundinacea
%20 Festuca rubra L.sub sp. rubra
İntegra Rebel Xr Merlot
Karışım 6
%50 Lolium perenne
%30 Festuca arundinacea
%20 Festuca rubra L.sub sp. commutata
İntegra Rebel Xr Survivor
Karışım 7
%50 Lolium perenne
%30 Festuca arundinacea
%20 Poa pratensis
İntegra Rebel Xr Evora
Karışım 8
%50 Lolium perenne
%30 Festuca arundinacea
%20 Festuca ovina
İntegra Rebel Xr Dumas 1
Karışım 9
%40 Lolium perenne
%30 Festuca arundinacea
%30 Festuca rubra L.sub sp. rubra
İntegra Rebel Xr Merlot
Karışım 10
%40 Lolium perenne
%30 Festuca arundinace
%30 Festuca rubra L.sub sp. commutata
İntegra Rebel Xr Survivor
Karışım 11
%40 Lolium perenne
%30 Festuca arundinacea
%30 Poa pratensis
İntegra Rebel Xr Evora
Karışım 12
%40 Lolium perenne
%30 Festuca arundinacea
%30 Festuca ovina
İntegra Rebel Xr Dumas 1
Karışım 13
%40 Lolium perenne
%40 Festuca arundinacea
%20 Festuca rubra L.sub sp. rubra
İntegra Rebel Xr Merlot
Karışım 14
%40 Lolium perenne
%20 Festuca arundinacea
%20 Festuca rubra L. sub sp. commutata
İntegra Rebel Xr Survivor
Karışım 15
%40 Lolium perenne
%20 Festuca arundinacea
%20 Poa pratensis
İntegra Rebel Xr Evora
Karışım 16
%40 Lolium perenne
%20 Festuca arundinacea
%20 Festuca ovina
İntegra Rebel Xr Dumas 1
LP %100 Lolium perenne İntegra
FA %100 Festuca arundinacea Rebel Xr FR %100 Festuca rubra L. sub sp. rubra Merlot FC %100 Festuca rubra L. sub sp. commutata Survivor PP %100 Poa pratensis Evora
FO %100 Festuca ovina Dumas 1
256 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Deneme arazisinin toprak analiz sonuçları Tablo 2’de belirtilmiştir. Tablo 2. Deneme alanına ait toprak analiz sonuçları
Su ile
doymuşluk
(%)
Organik
madde
(%)
Toprak
bünyesi pH Kireç
Oranı (%)
Fosfor
(P2O5
kg/da)
Potasyum
(P2O
kg/da)
Azot
(N%)
71 0.28 Killi-tınlı 7.80 29.3 1.2 30.2 0.8
Toprak analiz sonucuna göre, kireç oranı yüksek killi bünyeli bir
yapıdadır. PH bakımından 7.80 ile bazik karakterlidir. Azot, fosfor ve
organik madde bakımından fakir, potasyum ve kireç bakımından
zengindir.
Şanlıurfa ili, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunan ve iklim olarak
karasal iklim bölgesine girmekle beraber, Akdeniz iklim etkisi az da
olsa kendini göstermektedir (Tablo 3).
Tablo 3. Deneme alanının iklim özellikleri
AYLAR
Ortalama Sıcaklık( ºC) Yağış (mm)
2018-2019 Uzun Yıllar 2018-2019 Uzun Yıllar Nisan 14.7 16.2 97.5 49.8
Mayıs 24.9 22.3 5.9 26.7
Haziran 29.1 28.2 4.1 4.4
Temmuz 35.1 31.9 0.1 2.0
Ağustos 33.2 31.2 0.0 3.4
Eylül 28.9 26.8 0.5 4.6
Ekim 22.7 20.2 39.4 26.5
Kasım 13.0 12.7 106.6 44.6
Aralık 8.7 7.5 259.7 81.7
Ocak 6.0 5.7 113.8 87.6
Şubat 8.4 7.0 83.8 69.5
Mart 10.6 11.0 202.1 62.8
Toplam/Ort. 19.60 17.47 913.5 463.6
Kaynak: Şanlıurfa Metroloji Genel Müdürlüğü Kayıtları 2019
Yaz mevsimi sıcak ve kurak, kış mevsimi ise ılık ve kısmen yağışlı bir
hava geçirmektedir. Yaz mevsiminde çoğunluk olarak Basra alçak
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 257
basınç merkezinde bulunan sıcak ve kurak tropikal hava kütlesinin
etkisi altında bulunup, yarı kurak olan bir iklim havası hüküm
sürmektedir. Gündüz sıcaklık derecesi 44 ºC nin üstüne çıkmaktadır.
Bağıl nemin çok düşük bir seviyede olması nedeniyle buharlaşan su
miktarı artmaktadır (Atalay ve Mortan, 2006). Sıcaklık ortalamalarına
bakıldığında 2018- 2019 yıllarında sıcaklık ortalaması (19.6) uzun
yılların ortalamasının (17.4) üzerin- dedir. 2018-2019 yılarında
gerçekleşen yağış miktarı (913.5) uzun yıllar ortalamasında gerçekleşen
yağış miktarının (463.6) üzerindedir.
Deneme, tesadüf blokları deneme desenine göre 6 çeşit 3 tekerrürlü
olacak şekilde kurulmuştur. Denemede kullanılan parsel boyutları
1x2=2 m2, parseller arası 0.5 m ve bloklar arasında 2'şer m olacak
şekilde kurulmuştur. Çalışmada 16 farklı karışım ve 6 yalın tür
kullanılmıştır.
Araştırmada ön ekim işlemleri 15 Nisan’da 2018 tarihinde, uygun hava
koşullarında gerçekleştirilmiştir. Ön ekim işlemlerinde çimlenme ve
çıkışta başarı sağlandığı için, Sonbaharda tekrardan ekim işlemleri
yapılmamıştır. Hazırlanan parsellerin yüzeyine 2-3 cm kalınlığında
kum+torf toprağa serilip karıştırılmış ve silindirle sıkış- tırılmış bu
işlemden sonra parselasyon işleri tamamlanmış ve tüm parsellerin
ekimleri aynı günde gerçekleştirilmiştir. Ekim işlemleri bittikten sonra
ekilen çeşitlerin başarılı bir çıkış sağlayabilmesi için deneme düzenli
olarak sulanmıştır. Ekim sırasında dekara 25 kg/da olacak şekilde
tohum kullanılmıştır. Kullanılan tohumlar her parsel için ekim
yöntemlerine ve karışım oranına göre hesaplanmıştır (Özaslan ve ark.
258 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
2007). Her parselin ilk ve son sırası ile her sıranın ilk ve son 50 cm’lik
kısımları kenar tesiri olarak atıldıktan sonra geriye kalan alan, hasat
alanı olarak belirlenmiş, 0.5mx1m=0.5m2 ve karakterlere ilişkin
gözlem ve ölçümler bu alanda yapılmıştır. Yetiştirme süresince sulama,
çapalama ve gerekli bütün bakım işlemleri yapılmıştır.
Araştırmada; çim yaş ot verimi (kg/da), çim kuru ot verimi (kg/da),
çıkış hızı (gün), kışa dayanıklılık, kaplama hızı (gün), kaplama derecesi
(%), yaprak dokusu, yaprak rengi, yenilenme gücü, genel görünüm,
yabancı ot oranı ve seyrekleşme derecesi parametreleri incelenmiştir.
Araştırmadan elde edilen gözlem ve ölçümler, yem bitkisi tarımsal
değerleri ölçme denemeleri teknik talimatına göre yapılmıştır (Anonim,
2001).
BULGULAR ve TARTIŞMA
Çim türleri ve karışımlarının yeşil ot verimi (kg/da) ve kuru ot verimine
(kg/da) ait ortalama değerler Tablo 4’te verilmiştir. Yeşil ot ve kuru ot
verimi bakımından %1 seviyesinde önemli farklılıklar bulunmuştur.
Tablo 4 incelendiğinde karışımlar içerisinde en yüksek değer 686 kg/da
ile 4 numaralı karışım (%50 Lolium perenne+ %40 Festuca
arundinaceae+ %10 Festuca ovina) olmuştur. En düşük sonucu veren
karışım ise; 541 kg/da ile 11 numa- ralı karışımdır (%40 Lolium
perenne+%30 Festuca arundinaceae+ %30 Poa pratensis). Yalın
ekimlere bakıldığında ise en yüksek sonucu veren 814 kg/da ile 18
numaralı parsel (%100 Festuca arundinacea) olup en düşük sonucu 394
kg/da ile 21 numaralı parsel vermiştir (%100 Poa pratensis).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 259
Yılmaz ve Avcıoğlu (2001), Tokat ekolojik koşullarında yürüttükleri
çalışmada; Lolium perenne’de 4410-4107 kg/da Festuca
arundinacea’da 5053 kg/da yeşil ot, verimi tespit edilmiştir. Bu
farklılığın oluşmasında Yılmaz ve Avcıoğlu’nun kışlık ekimi geç
yapmasından ve ekolojik farklılıklar yanında kullanılan çeşitlerin yem
tipi çim olmasından kaynaklanmış olabilir.
Tablo 4. Bazı serin iklim çim karışımlarının ortalama yeşil ot (kg/da) ve kuru ot
verimi (kg/da) değerleri ve oluşan gruplar
Buğdaygil Çim Karışımları Yeşil ot Verimi Kuru Ot Verimi
1 LP %50 FA %40 FR %10 671.00 bc 261.69 bc
2 LP %50 FA %40 FC %10 674.00 bc 262.86 bc
3 LP %50 FA %40 PP %10 669.00 bcd 260.91 bcd
4 LP %50 FA %40 FO %10 686 b 267.54 b
5 LP %50 FA %30 FR %20 617.00 bcde 240.63 bcde
6 LP %50 FA %30 FC %20 620.00 bcde 241.80 bcde
7 LP %50 FA %30 PP %20 615.00 bcde 239.85bcde
8 LP %50 FA %30 FO %20 631.00 bcde 246.09bcde
9 LP %40 FA %30 FR %30 543.00 ef 211.77 ef
10 LP %40 FA %30 FC %30 545.00 def 212.55 def
11 LP %40 FA %30 PP %30 541.00 ef 210.99 ef
12 LP %40 FA %30 FO %30 556.00 cdef 216.84cdef
13 LP %40 FA %40 FR %20 555.00 cdef 216.45 cdef
14 LP %40 FA %40 FC %20 558.00 cdef 217.62 cdef
15 LP %40 FA %40 PP %20 553.00 cdef 215.67 cdef
16 LP %40 FA %40 FO %20 567.00 bcde 221.13 bcde
17 LP %100 620.00 bcde 241.80 bcde
18 FA%100 814.00 a 317.46 a
19 FR %100 412.00 g 160.68 g
20 FC%100 440 fg 171.60fg
21 PP %100 394.00 g 153.66 g
22 FO%100 560.00 cdef 218.40cdef
Genel Ortalama 583.68 227.63
LSD (% 1) 125.16. 48.86
Benzer harf grubuna ait değerle TUKEY testine göre %5 düzeyinde farklı değildir.
260 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Tablo 4’te görüldüğü gibi kuru ot verimi özelliği bakımından en yüksek
verim 267.54 kg/da ile 4 numaralı karışım (%50 Lolium perenne+ %40
Festuca arundinacea+%10 Festuca ovina)olmuştur. En düşük kuru ot
verimi ise 210.99 kg/da ile 11 numaralı parseldir. Yalın ekimlere
baktığımızda ise; 317.46 kg/da ile 18 numaralı parsel olan Festuca
arundinacea ve 241.80 kg/da ile 17 numaralı parsel Lolium
perenne’dir. En düşük değeri 153.66 kg/da ile Poa pratensis olmuştur.
Yılmaz (2000)’ın İzmir’de yaptığı çalışmada kuru ot veriminin Lolium
perenne’de 1166-1171 kg/da, Festuca arundinacea’da ise 1353 kg/da
saptadığını belirtmiştir. Yaptığımız çalışmayla arasında oluşan
farklılığın ekolojik şartlar, kullanılan farklı çeşitler ve geç ekimden
kaynaklandığını söyleyebiliriz.
16 adet farklı karışım kombinasyonları ve 6 adet yalın ekilen çim
türlerine ait çıkış hızı (gün) ve kışa dayanıklık (1-9) özelliklerine ait
ortalama değerler Tablo 5’te verilmiştir. Çeşitlerin çıkış hızı ve kışa
dayanıklık özellikleri bakımından istatiksel fark %1 düzeyinde
önemlidir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 261
Tablo 5. Bazı serin iklim çim karışımlarının çıkış hızı (gün) ve kışa dayanıklık (1-9) özelliklerine ait ortalama değerleri ve oluşan gruplar
Buğdaygil Çim Karışımları Çıkış Hızı Kışa Dayanıklık
1 LP %50 FA %40 FR %10 19.33 cdef 8.0 a 2 LP %50 FA %40 FC %10 19.66 cde 7.5 ab 3 LP %50 FA %40 PP %10 19.33 cdef 7.2 abc 4 LP %50 FA %40 FO %10 17.00 def 7 abc 5 LP %50 FA %30 FR %20 13.00 f 7.7 ab 6 LP %50 FA %30 FC %20 15.00 ef 7.2 abc 7 LP %50 FA %30 PP %20 15.33 ef 6.9 abc 8 LP %50 FA %30 FO %20 17.00 def 7.0 abc 9 LP %40 FA %30 FR %30 17.33 def 7.0 abc 10 LP %40 FA %30 FC %30 16.33 def 7.2 abc 11 LP %40 FA %30 PP %30 22.00 bcd 6.5 abc 12 LP %40 FA %30 FO %30 14.33 ef 6.9 abc 13 LP %40 FA %40 FR %20 18.33 def 7.0 abc 14 LP %40 FA %40 FC %20 25.00 abc 7.0 abc 15 LP %40 FA %40 PP %20 19.33 cdef 6.3 abc 16 LP %40 FA %40 FO %20 19.33 cdef 6.9 abc 17 LP %100 14.33 ef 6.8 abc 18 FA%100 17.33 def 7 abc 19 FR %100 25. abc 6.5 abc 20 FC%100 26.33 ab 6.2 bc 21 PP %100 28.66 a 3.4 d 22 FO%100 27.33 a 5.5 c
Genel Ortalama 19.106 6.7636
LSD (% 1) 6.51 1.72
Benzer harf grubuna ait değerle TUKEY testine göre %5 düzeyinde farklı değildir.
Tablo 5 incelendiğinde çıkış hızı en yüksek karışımların başında 13 gün
ile 5 numaralı parsel (%50 Lolium perenne+%30 Festuca
arundinacea+%20 Festuca rubra) gelmektedir. Çıkış hızı en düşük
olan karışımların başında 25 gün ile 14 numaralı parsel (%40 Lolium
perenne %40 Festuca arundinacea %20 Festuca comutata)
gelmektedir. Yalın ekilen çeşitlerde ise çıkış hızı en yüksek olan çeşit
14 gün ile Lolium perenne olup çıkış hızı en düşük olan çeşit ise 28 gün
ile Poa pratensis’dir.
Arslan (2010), Tekirdağ sahil kuşağında bazı buğdaygil çim bitkileri ve
karışımlarının yeşil alan performanslarının belirlenmesi ile ilgili yaptığı
262 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
çalışmada ekimi yapılan buğdaygil çim bitkilerinden; Lolium
perenne’nin tohumlarının %50’si 20 gün sonra çıkış yaparken, Festuca
rubra var. rubra 25 gün, Festuca arundinacea 28 gün, Festuca rubra
var. commutata 27 gün ve Poa pratensis’in 27 sün sonra tohumlarının
%50’sinin toprak yüzeyine çıkış yaptığını saptamıştır. Çalışmasında
denediği karışım kombinasyonların ise ortalama 20-25 gün arasında
%50 sinin çıkış yaptığını saptamıştır. Yaptığı çalışma ile bizim
yaptığımız çalışma arasında çok büyük farklılıkların olmadığı küçük
farklılıkların ise çeşit, çeşit karışım oranları ve ekolojik özelliklerden
kaynaklandığını söyleyebiliriz. Araştırmanın sonuçlarına bakıldığında
küçük tohumlu olan çeşitlerin geç büyük tohumlu olan çeşitlerin ise
erken çimlendiği saptanmıştır. Varoğlu ve ark., (2015) yaptıkları bir
çalışmada çim türlerinin tohum boyutlarının küçüldükçe çıkış hızının
azaldığını belirtmiştir.
Tablo 5’te görüldüğü gibi kışa dayanıklık özelliğinin ortalama değerleri
incelendiğinde; kışa dayanıklık bakımından en yüksek puanı alan
karşım 8 puan ile 1 numaralı parsel (%50 Lolium perenne+%40 Festuca
arundinacea+%10 Festuca rubra) olmuştur. Kışa dayanıklık
bakımından en düşük puanı alan karışım ise 6.3 puan ile 15 numaralı
parsel (%40 Lolium perenne+%40 Festuca arundinacea+%20 Poa
pratensis) olmuştur. Yalın ekimlere bakıldığında ise en yüksek puanı
alan çeşit 7 puan ile Festuca arundinacea olurken en düşük 3.4 puanla
Poa pratensis olmuştur.
Arslan (2010), Tekirdağ Sahil Kuşağında yaptığı çalışmada yalın
ekimlerde en düşük puanı Poa pratensis’in aldığını diğer yalın ekim ve
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 263
karışım ekimlerinin ortalama 6-7 puan aldığını saptamıştır. Bizim
çalışmamızda da Poa pratensis en düşük puanı almış olup
çalışmalarımız arasında önemli farklılıkların olmadığı iki çalışma
arasında ki küçük farklılıkların ise çeşit farklılığı, çeşit karışım oranları
ve ekolojik özelliklerden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Denemede kullanılan çim türleri çeşitlerinin kaplama hızı (gün) ve
kaplama derecesi (%) ait ortalama değerler Tablo 6’da verilmiştir.
Çeşitlerin kaplama hızı (gün) ve kaplama derecesi (%) özelliklerini
sonuçlarına bakıldığında, çeşitler arasında hem kaplama hızı hem de
kaplama derecesi bakımından istatiksel fark %1 seviyesinde önemli
bulunmuştur.
Tablo 6. Bazı serin iklim çim karışımlarının ortalama kaplama hızı (gün) ve kaplama derecesi (%) değerleri ve oluşan gruplar
Buğdaygil Çim Karışımları Kaplama hızı Kaplama derecesi
1 LP %50 FA %40 FR %10 59.00 abc 9.00 a 2 LP %50 FA %40 FC %10 57.00 abc 8.00 abc 3 LP %50 FA %40 PP %10 61.00 abc 7.50 abc 4 LP %50 FA %40 FO %10 55.00 abc 8.20 abc 5 LP %50 FA %30 FR %20 57.00 abc 8.00 abc 6 LP %50 FA %30 FC %20 54.00 abcd 7.00 abc 7 LP %50 FA %30 PP %20 63.00 ab 7.00 abc 8 LP %50 FA %30 FO %20 51.00 bcd 7.00 abc 9 LP %40 FA %30 FR %30 56.00 abc 7.91 abc 10 LP %40 FA %30 FC %30 53.00 abcd 8.00 abc 11 LP %40 FA %30 PP %30 64.00 a 6.50 bc 12 LP %40 FA %30 FO %30 49.00 cd 7.30 abc 13 LP %40 FA %40 FR %20 60.00 abc 9.00 a 14 LP %40 FA %40 FC %20 59.30 abc 8.70 ab 15 LP %40 FA %40 PP %20 60.00 abc 7.00 abc 16 LP %40 FA %40 FO %20 54.00 abcd 7.20 abc 17 LP %100 42.00 de 7.40 abc 18 FA%100 49.00 cd 8.00 abc 19 FR %100 32.00 e 6.00 cd 20 FC%100 34.00 e 6.20 cd 21 PP %100 57.00 abc 4.00 d 22 FO%100 35.00 e 6.50 bc
Genel Ortalama 53.06 7.3371
LSD (% 1) 12.17 2.38
Benzer harf grubuna ait değerler TUKEY testine göre %5 düzeyinde farklı değildir.
264 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Tablo 6 incelendiğinde kaplama hızı özelliğinin ortalama değerleri in-
celendiğinde; kaplama hızı en düşük olan karşım 64 gün ile 11 numaralı
parsel (%40 Lolium perenne +%30 Festuca arundinacea+ %30 Poa
pratensis) olmuştur. Kapla- ma hızı en yüksek olan karışım ise 51 gün
ile 8 numaralı parsel ( %50 Lolium perenne+ %30 Festuca
arundinacea+%20 Festuca ovina) olmuştur. Yalın ekimlere
bakıldığında ise; kaplama hızı en yüksek olan çeşit 32 gün ile Festuca
rubra olurken kapla hızı en düşük olan 57 gün ile Poa pratensis
olmuştur. Çeşitler arasında 5 farklı grup olmuştur.
Erdoğan (2019), Aydın ekolojik kuşağında yürütülen çalışmaya göre;
Lolium perenne 30 günde %75’ ini kaplayarak en yüksek kaplama
hızına sahip olduğunu, Karışımlarda ise Festuca arundinacea ve
Lolium prenne’den oluşan karışımın kaplama hızının yüksek olduğunu
saptamıştır. En düşük kaplama hızı ise karışıma dahil olan Poa
pratensis’in dahil olduğu parsel saptanmıştır. Çalışmamızla
karşılaştırıldığında oluşan farklılıkların çeşit, çeşit kombinasyon
oranları ve ekolojik özelliklerden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Tablo 6’ya göre kaplama derecesi özelliği en yüksek 9 puanla 1
numaralı karışım (%50 Lolium perenne+%40 Festuca
arundinacea+%10 Festuca rubra) ve 13 numaralı karışım (%40 Lolium
perenne+%40 Festuca arundinacea+%20 Festuca rubra) iyi bir
kaplama derecesi sağlamıştır. En düşük kaplama derecesi puanı alan
karışım ise 6.50 puanla 11 numaralı karışım (%40 Lolium
perenne+%30 Festuca arundinacea+%30 Poa pratensis) olmuştur.
Yalın ekimlere bakıldığında ise; en yüksek kaplama derecesi 8 puan ile
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 265
Festuca arundinacea olurken en düşük kaplama derecesi 4 puanla Poa
pratensis olmuştur.
Arslan (2010) yaptıkları bir çalışmada kaplama derecesi ile ilgili
değerlendirmesinde Festuca arundinacea ve Lolium perenne’nin yer
aldığı karışımlarda çim bitkilerinin parsel alanını çok iyi kapladığını
ifade etmiştir.
Denemede kullanılan çim türlerin çeşitlerinin yaprak dokusu ve yaprak
rengi özelliklerine ilişkin ortalama değerler Tablo 7’de verilmiştir.
Tablo 7. Bazı serin iklim çim karışımlarının ortalama yaprak dokusu (1-9) ve yaprak rengi (1-9) değerleri ve oluşan gruplar
Buğdaygil Çim Karışımları Yaprak Dokusu Yaprak Rengi
1 LP %50 FA %40 FR %10 3.03 ab 6.06 ab 2 LP %50 FA %40 FC %10 2.76 ab 6.06 ab 3 LP %50 FA %40 PP %10 2.96 ab 5.56 ab 4 LP %50 FA %40 FO %10 2.83 ab 5.62 ab 5 LP %50 FA %30 FR %20 2.70 ab 6.06 ab 6 LP %50 FA %30 FC %20 2.63 ab 6.06 ab 7 LP %50 FA %30 PP %20 2.31 ab 5.30 b 8 LP %50 FA %30 FO %20 2.57 ab 5.40 b 9 LP %40 FA %30 FR %30 2.63 ab 6.00 ab 10 LP %40 FA %30 FC %30 2.63 ab 5.96 ab 11 LP %40 FA %30 PP %30 2.56 ab 5.03 bc 12 LP %40 FA %30 FO %30 2.66 ab 5.10 bc 13 LP %40 FA %40 FR %20 2.73 ab 6.10 ab 14 LP %40 FA %40 FC %20 2.73 ab 6.10 ab 15 LP %40 FA %40 PP %20 2.66 ab 5.33 b 16 LP %40 FA %40 FO %20 2.70 ab 5.43 b 17 LP %100 2.20 ab 6.70 ab 18 FA%100 3.90 a 7.20 a 19 FR %100 1.40 b 6.30 ab 20 FC%100 1.30 b 6.00 ab 21 PP %100 1.60 b 3.40 c 22 FO%100 1.40 b 3.50 c
Genel Ortalama 2.495 5.6489
LSD (% 1) 1.8590 1.7669
Benzer harf grubuna ait değerler TUKEY testine göre %5 düzeyinde farklı değildir.
266 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Çeşitlerinin yaprak dokusu ve yaprak rengi özelliklerini belirten
sonuçları incelendiğinde, yaprak rengi yaprak dokusu bakımından
istatiksel fark %1 düzeyinde önemlidir.
Tablo 7’ye bakıldığında yaprak dokusunun en kaba olduğu karışım
kombinasyonu 3.03 puanla 1 numaralı karışım parseli (%50 Lolium
prenne+%40 Festuca arundinacea+%10 Festuca rubra ) olurken,
yaprak dokusu en ince olan 2.31 puan ile 7 numaralı parsel (%50 Lolium
perenne+%30 Festuca arundinacea+%20 Poa pratensis) olmuştur.
Yalın ekimlere bakıldığında ise yaprak dokusu en kaba olan çeşit 3.90
puan ile Festuca arundinacea olurken, yaprak dokusu en ince olan 1.30
puan ile Festuca comutata olmuştur. Çeşitler arasında 2 farklı grup
oluşmuştur.
Erdoğan (2019), Aydın Ekolojik Kuşağında yaptığı çalışmada en kaba
yaprak dokusunun Festuca arundinacea en ince yaprak dokusu ise
Festuca rubra çeşidinde olduğunu saptamıştır.
Araştırıcılara göre Festuca arundinacea’nın kaba dokulu çimler
arasında yer aldığını belirten, Varoğlu (2010), Öztarhan (2010), Özkan
(2013), Erdoğan (2019)’un sonuçlarıyla, araştırmamızın sonuçları
benzerlik göstermiştir.
Tablo 7’ye göre yaprak renginde en yüksek değeri karışım kombi-
nasyonları içinde 6.10 (yeşil ve koyu yeşil arası ) puan ile 13 numaralı
(%40 Lolium perenne+%40 Festuca arundinacea+%20 Festuca rubra)
ve 14 numaralı karışım (%40 Lolium perenne+%40 Festuca
arundinacea+%20 Festuca rubra var. comutata) olmuştur. Yalın
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 267
ekimlere bakıldığında yaprak rengi puanı en yüksek olan 7.20 (koyu
yeşil) puanla Festuca arundinacea olurken en düşük puanı ise 3.40
(açık yeşil) puanla Poa pratensis olmuştur. Çeşitler arasında 3 farklı
grup oluşmuştur.
Eraşık (2014), Akdeniz ekolojisindeki çim kaliteleri üzerinde yaptığı
çalış- mada elde edilen verilere göre 4 mevsim sonucunda ortaya çıkan
verilerde en iyi sonucu veren Festuca arundinacea çim çeşidinin
olduğunu saptamıştır. Elde edilen sonuçlar çalışmamızı doğrular
niteliktedir.
Araştırmada kullanılan çim türleri çeşitlerinin yenilenme gücü (1-5) ve
genel görünüm (1-9) özelliklerine ilişkin ortalama değerler Tablo 8’de
verilmiştir. Çeşitler arasında; yenilenme gücü bakımından ve genel
görünüm bakımından istatiksel fark %1 seviyesinde önemli
bulunmuştur.
Tablo 8’de görüldüğü gibi yenilenme gücü en yüksek olan karışım
kombinasyonu 2.15 hızlı büyüme puanı ile 14 numaralı karışım ( %40
Lolium perenne+%40 Festuca arundinacea+%20 Festuca comutata)
çıkmıştır. Yenilenme gücü en düşük olan karışım ise; 3.10 puan ile 7
numaralı (%50 Lolium perenne+%30 Festuca arundinacea+%20 Poa
pratensis) ve 8 numaralı karışım (%50 Lolium perenne+%30 Festuca
arundinacea+%20 Festuca ovina) kombinasyonu çıkmıştır. Yalın
ekimlere bakıldığında ise yenilenme gücü en yüksek olan çeşitler 3.00
puan ile Lolium perenne, Festuca arundinacea, Festuca rubra, Festuca
comutata olurken, yenilenme gücü en düşük olan çeşitler 4.00 puan ile
268 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Poa pratensis ve Festuca ovina olmuştur. Çeşitler arasında 2 farklı
harflendirme grubu oluşmuştur.
Tablo 8. Bazı serin iklim çim karışımlarının ortalama yenilenme gücü (1-5) ve genel görünüm (1-9) değerleri
Buğdaygil Çim Karışımları Yenilenme gücü Genel görünüm
1 LP %50 FA %40 FR %10 2.66 b 6.33 a
2 LP %50 FA %40 FC %10 2.33 b 6.33 a
3 LP %50 FA %40 PP %10 3.00 b 5.66 ab
4 LP %50 FA %40 FO %10 3.00 b 5.83 ab
5 LP %50 FA %30 FR %20 2.76 b 6.16 a
6 LP %50 FA %30 FC %20 2.43 b 5.83 ab
7 LP %50 FA %30 PP %20 3.10 ab 5.26 abc
8 LP %50 FA %30 FO %20 3.10 ab 5.43 abc
9 LP %40 FA %30 FR %30 2.43 b 5.40 a
10 LP %40 FA %30 FC %30 2.43 b 6.06 a
11 LP %40 FA %30 PP %30 2.76 b 5.22 abc
12 LP %40 FA %30 FO %30 2.76 b 5.53 ab
13 LP %40 FA %40 FR %20 2.50 b 6.66 a
14 LP %40 FA %40 FC %20 2.15 b 6.33 a
15 LP %40 FA %40 PP %20 2.82 b 5.76 ab
16 LP %40 FA %40 FO %20 2.82 b 6.10 a
17 LP %100 3.00 b 5.00 abcd
18 FA %100 3.00 b 6.00 a
19 FR %100 3.00 b 4.00 bcde
20 FC %100 3.00 b 3.50 cde
21 PP %100 4.00 a 3.00 e
22 FO %100 4.00 a 3.20 de
Genel Ortalama 2.8662 5.4209
LSD (% 1) 1.8030 1.9506
Benzer harf grubuna ait değerler TUKEY testine göre %5 düzeyinde farklı değildir.
Erdoğan (2019), Aydın ekolojik koşullarda bazı buğdaygil çim bitkileri
ve karışımlarının yeşil alan tesislerinde kullanım olanaklarının
belirlenmesi adlı çalışmasında; yenilenme gücüne bakıldığında en hızlı
büyüme Festuca arundinacea çeşidinde olduğunu saptamıştır. Eraşık
(2014), Akdeniz iklim koşullarında, 12 aylık dönem tamamladığında
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 269
saptanan yenilenme gücü değeri en yüksek olan çeşidin Festuca
arundinacea olduğunu saptamıştır. Erdoğan (2019) ve Eraşık (2014)
elde ettiği sonuçlar çalışmamızla uyumlu sonuçlar olduğu görülmüştür.
Tablo 8 incelediğimizde genel görünüm özelliği en yüksek olan karışım
6.66 puan ile 13 numaralı karışım kombinasyonu (%40 Lolium
perenne+%40 Festuca arundinacea+%20 Festuca rubra) olurken, en
düşük genel görünüme sahip karışım 5.22 puan ile 11 numaralı karışım
kombinasyonu (%40 Lolium perenne+%30 Festuca arundinacea+%30
Poa pratensis) olmuştur. Yalın ekimler bakıldığında ise en yüksek
genel görünüm 6.00 puan ile Festuca arundinacea olurken en düşük
genel görünüm 3.00 puan ile Poa pratensis olmuştur. Çeşitler arasında
5 farklı harflendirme grubu oluşmuştur.
Araştırmanın genel görünümüne ilişkin veriler incelendiğinde, 4
mevsim boyunca en iyi genel görünüm oluşturan çeşit Festuca
arundinacea olduğu saptanmıştır. Bu sonuçlar Festuca
arundinacea’nın sıcak ve kurağa dayanıklılığını öne süren çoğu
araştırmacının bulgularıyla örtüşmektedir (Avcıoğlu, 1997; Açıkgöz,
1993; Beard, 1973).
Araştırmada kullanılan çim türleri çeşitlerinin yabancı ot oranı (1-5) ve
seyrekleşme derecesi (1-9) özelliklerine ait ortalama değerler Tablo
9’da verilmiştir. Çeşitler arasında, yabancı ot oranı bakımından
önemsiz seyrekleşme derecesi bakımından istatiksel fark %1
seviyesinde önemli bulunmuştur.
270 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Tablo 9’da görüldüğü gibi yabancı ot oranı en az olan karışım 4.16 puan
ile 2 numaralı karışım kombinasyonu (%50 Lolium perenne %40
Festuca arundinacea %10 Festuca comutata) olmuştur. Yabancı ot
oranı en fazla olan karışım ise; 2.66 puan ile 12 numaralı karışım
kombinasyonu (%40 Lolium perenne+% 30 Festuca arundinacea+%30
Festuca ovina) olmuştur. Yalın ekimlere baktığımızda ise yabancı ot
oranı en az olan 4.00 puan ile Festuca arundinacea olurken yabancı ot
oranı en fazla olan 2.00 puanla Festuca rubra olmuştur.
Yaptığımız çalışmadan elde ettiğimiz bulgularla Varoğlu (2010)’nun
elde ettiği sonuçların birbiriyle uyum içerisinde olduğu saptanmıştır.
Tablo 9 incelendiğinde seyrekleşme derecesi en düşük olan karışım
6.00 puan ile 2 numaralı karışım kombinasyonu (%50 Lolium
perenne+%40 Festuca arundinacea+%10 Festuca comutata) olurken
seyrekleşme derecesi en yüksek olan karışım ise 12 numaralı karım
kombinasyonu (%40 Lolium perenne+%30 Festuca arundinacea+%30
Festuca ovina) olmuştur. Yalın ekimlere bakıldığında ise seyrek- leşme
derecesi en düşük olan 8.00 puan ile Festuca arundinacea olurken
seyrekleşme derecesi en yüksek olan çeşit ise 2.00 puan ile Poa
pratensis olmuştur.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 271
Tablo 9. Bazı serin iklim çim karışımlarının yabancı ot oranı (1-5) ve seyrekleşme derecesi (1-9) özelliklerine ait varyans analiz sonuçları ve oluşan gruplar
Buğdaygil Çim Karışımları Yabancı ot oranı Seyrekleşme derecesi
1 LP %50 FA %40 FR %10 3.93 a 5.66 b
2 LP %50 FA %40 FC %10 4.16 a 6.00 ab
3 LP %50 FA %40 PP %10 3.76 a 5.33 b
4 LP %50 FA %40 FO %10 3.66 a 5.57 b
5 LP %50 FA %30 FR %20 3.50 a 5.16 bc
6 LP %50 FA %30 FC %20 3.66 a 5.16 bc
7 LP %50 FA %30 PP %20 3.33 a 4.83 bc
8 LP %50 FA %30 FO %20 3.16 a 5.00 bc
9 LP %40 FA %30 FR %30 3.00 a 4.66 bc
10 LP %40 FA %30 FC %30 3.00 a 4.66 bc
11 LP %40 FA %30 PP %30 2.83 a 4.33 bc
12 LP %40 FA %30 FO %30 2.66 a 4.16 bcd
13 LP %40 FA %40 FR %20 3.50 a 5.16 bc
14 LP %40 FA %40 FC %20 3.66 a 5.16 bc
15 LP %40 FA %40 PP %20 3.33 a 4.83 bc
16 LP %40 FA %40 FO %20 3.16 a 5.00 bc
17 LP %100 3.50 a 6.00 ab
18 FA%100 4.00 a 8.00 ab
19 FR %100 2.00 a 3.00 cd
20 FC%100 3.50 a 4.00 bcd
21 PP %100 2.30 a 2.00 d
22 FO%100 3.00 a 3.00 cd
Genel Ortalama 3.30 4.84
LSD (% 1) 2.90 2.17
Benzer harf grubuna ait değerler TUKEY testine göre %5 düzeyinde farklı değildir.
Arslan (2010), Tekirdağ Sahil Kuşağında yaptığı araştırma sonucunda
yalın ekimlerde seyrekleşmesi en düşük olan çeşitler Festuca
arundinacea ve Lolium perenne olduğunu saptamıştır. Karışımlarda ise
Festuca arundinacea ve Lolium perenne’in bulunduğu karışımlar da
daha iyi sonuç verdiğini gözlemlemiştir.
272 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
SONUÇLAR VE ÖNERİLER
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, Şanlıurfa Osman Bey Kampüsü
Ziraat Fakültesi Araştırma ve Uygulama Alanında yürüttüğümüz
araştırmanın sonuçlarına dayanarak, Karasal ikliminin hüküm sürdüğü
Şanlıurfa’nın ekolojik şartları için önerilebilecek en iyi ve en başarılı
çim türü; Kamışsı Yumak (Festuca arundinacea) olduğu tespit
edilmiştir. En başarılı karışım ise 1 numaralı (%50 Lolium perene, %40
Festuca aruandinacea, %10 Festuca rubra var. rubra) ve 2 numaralı
(%50 Lolium perene, %40 Festuca aruandinacea, %10 Festuca rubra
var. commutata) karışım kombinasyonu olduğu tespit edilmiştir.
AÇIKLAMA
Bu çalışma, ilk yazarın yüksek lisans tezinden üretilmiştir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 273
KAYNAKLAR
Açıkbaş, S., Albayrak, S., Türk, M. 2017. Doğal vejetasyondan toplanan bazı
yonca (Medicago sativa L.) genotiplerinin ot verim ve kalitelerinin
belirlenmesi. Türkiye Tarımsal Araştırmalar Dergisi, 4(2): 155-162.
Açıkgöz, E., 1993. Çim Alanlar Yapım ve Bakım Tekniği. Uludağ
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, Çevre Peyzaj
Mimarlığı Ltd. Şti. Bursa No: 4, 203s.
Anonim, 2001. Tarımsal Değerleri Ölçme Denemeleri Teknik Talimatı “ Yeşil
Alan Bitkileri”, TC Tarım ve Köy işleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol
Genel Müdürlüğü Tohumluk Tescil ve Sertifikasyon Merkezi
Müdürlüğü, Ankara. 22-36s.
Anonim, 2020a. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2019. TÜİK,
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü Haber Bülteni,
(http://www.tuik.gov.tr/PreHaber Bultenleri.do?id=33705), (Erişim
tarihi: 02.03.2021).
Anonim, 2020b. Ekonomik Veriler, Büyüme. Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı,
(http://www.sbb.gov.tr/buyume/), (Erişim tarihi: 02.03.2021).
Arslan, D., 2010. Tekirdağ Sahil Kuşağında Bazı Buğdaygil Çim Bitkileri ve
Karışımlarının Yeşil Alan Performanslarının Belirlenmesi, Namık
Kemal Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Anabilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Tekirdağ 5-35s.
Atalay, I. ve Mortan, K., 2006. Türkiye Bölgesel Coğrafyası. İnkılap
Yayınları, İstanbul, s.632.
Avcıoğlu, R., 1997. Çim Tekniği Yeşil Alanların Ekimi Dikimi ve Bakımı.
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü. Ege
Üniversitesi Matba- ası, Bornova- İzmir. 15-42s.
274 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Beard, J., 1973. Turfgrass Science and Culture, Printecehall International, Inc,
London, 672s.
Erdoğan, 2019. Aydın Ekolojik Koşullarında Bazı Buğdaygil Çim Bitkileri ve
Karışımlarının Yeşil Alan Tesislerinde Kullanım Olanaklarının
Belirlenmesi Üzerinde Araştırmalar, Adnan Menderes Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Aydın, 28-36s.
Eraşık, T. 2014. Yeni Kamışsı Yumak (Festuca arundinacea) Çeşitlerinin
Akde- niz Ekolojisindeki Çim Kaliteleri Üzerinde Araştırmalar. Ege
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Bornova
İzmir, 37s.
Özkan, G. 2013. Farklı Biçim Yüksekliklerinin Akdeniz Ekolojisinde
Yetiştirilen Bazı Çim Seçeneklerinin Performansına Etkileri Üzerine
Araştırmalar. Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, İzmir, 74s.
Öztarhan, H., 2010. Serin İklimlerde Yaygın Olarak Kullanılan Bazı
Buğdaygil- lerin Ege Sahil Kuşağına Adaptasyonu Üzerine
Araştırmalar. Ege Üniversite- si Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, İzmir,49s.
Özyazıcı, M. A., Açıkbaş, S., Turhan, M. 2020. Yemlik kolza (Brassica napus
L. ssp. oleifera Metzg)’da bazı tarımsal özelliklerin azotlu gübrelemeye
göre değişimi. ISPEC Journal of Agricultural Sciences, 4(2): 387-404.
Watschke, T.L., Schmidt, R.E., 1992. Ecological Aspects of Turf
Communities, Turfgrass American Society of Agronomy, Inc.
Agronomy, 32, 129-174 p.
Varoğlu, H., 2010. Bazı Yeni Kamışsı Yumak (Festuca arundinaceae), Çayır
Salkım Otu (Poa pratensis), Kırmızı Yumak (Festuca rubra), İngiliz
Çimi (Lolium perenne) Çeşitlerinin Çim Alan Özellikleri. Yüksek
Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir, 44 s.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 275
Yılmaz, M., 2000. Yeşil Alan ve Erozyon Kontrol Bitkisi Olarak Kullanılan
Bazı Buğdaygillerin Tokat Şartlarında Yeşil Alana Uygunlukları ve
Tohum Verim- leri Üzerinde Araştırmalar. E.Ü. Fen Bilimleri
Enstitüsü, Doktora Tezi, İzmir, 220s.
Yılmaz, M. ve AVCIOĞLU, R., 2001. Erozyon Kontrol Bitkisi Olarak
Kullanılan Bazı Buğdaygillerin Tokat Koşullarında Tohum
Verimlerinin Belirlenmesi, Türkiye 4. Tarla Bitkileri Kongresi, 17-21
Eylül, Tekirdağ, s.149-154.
276 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 277
BÖLÜM 11
Uzaktan Algılama Teknikleri Kullanarak Bitki Su İlişkisinin
Belirlenmesi
Dr. Engin GÖNEN1
1Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Erdemli/MERSİN, Orcid ID:0000-0002-0471-9376 Email: [email protected]
278 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 279
Giriş
Gıda güvenliği yüzyılımızın en önemli konularından birisidir. Bu
nedenle gıda güvenliği açısından tarım büyük önem taşımaktadır.
Beslenme ihtiyacının değişmeyecek olması, gıda güvenliği
düşünüldüğünde, doğal kaynakların korunması koşulu ile tarım ülkemiz
için de büyük önem arz etmektedir. Günümüzde insan nüfusunun hızla
artmasıyla üretime olan talebin artması, doğal kaynakların hızla
kirlenmesi, küresel iklim değişikliğinin sebep olduğu kuraklık, yağış
miktarı ve sıklığının değişmesi su kaynakları üzerindeki baskıyı giderek
artırmaktadır (Hamdy ve ark., 2003; Huntington, 2006; Mueller ve ark.,
2012; Oliver ve ark., 2013; Habtermariam ve ark., 2017). İklim
değişikliği ve uzun kuraklık dönemleri, özellikle Akdeniz bölgesinde
olmak üzere, yaz aylarında daha sık ortaya çıkabilmektedir (Giorgi ve
Lionello, 2008). Su kıtlığı ve sosyal baskının artması sonucunda
mevcut kaynakların daha ileri sulama ve karar destek sistemlerine
ihtiyaç duyulacaktır. Tarımda suyun bilinçli bir şekilde kullanılması,
başta toprak ve su olmak üzere doğal kaynakların sürdürülebilirliğinde
etkili olduğu gibi, gelecek nesillerin tarıma dayalı gereksinimlerinin
karşılanması ve gıda güvenliliğinin sağlanmasında da önemli bir yere
sahiptir (Köksal, 2007; Lei ve ark., 2016).
Su tasarrufunu ve tarımsal sürdürülebilirliği arttırmak için, uygun
sulama planlaması ve telafisi olamayan zarar ve verim kayıplarına
neden olmadan önce bitkilerde su stresi erken tespit edilmesi
gerekmektedir (Osroosh ve ark., 2015). Artan verimlilik taleplerini
karşılayabilmek bitki yönetim metotlarını geliştirebilmek için abiyotik
280 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
strese karşı bitkinin verdiği tepkileri doğru teşhis edebilmek
gerekmektedir (Ihuoma ve Madramootoo, 2017). Bitki su stresini
izlenmesinde kullanılan geleneksel yöntemler, belirli bir süre boyunca
bitki-toprak sisteminden kaybedilen su miktarını tahmin etmek için
toprak nem ölçümleri ve meteorolojik değişkenlere dayanmaktadır
(González-Dugo ve ark., 2006). Bitki kök bölgesinden gelen su
tüketimini değerlendirmek için düzenli olarak toprak örneği alarak, tüm
toprağın su tutma kapasitesinin tekdüze olduğu varsayılması ve su
tutma özelliklerini temsil etmek için yalnızca birkaç nokta ölçümü
kullanılmaktadır (Clarke, 1997). Bu yöntem fazla zaman alıcı, üniform
bir bitki yoğunluğu ve aynı alana sahip transpirasyon oranını bütün alan
üzerinde varsayar ki bu durum nadiren geçerlidir. Benzer şekilde,
evapotranspirasyon modelleri, tarla içerisinde üniform örtü ve toprak
yapısına sahip bir referans bitki varsayarak hesaplanmaktadır. Bu
yöntemler kullanılarak zaman alıcı ve alanın genel durumunu tam
yansıtmayan nokta bilgisi elde edilmektedir. Bitki su seviyesini
belirlemede kullanılan diğer yöntemler arasında, toprak suyu dengesi
hesaplamaları, bitki su durumunun bitki su stres indeksi, stoma
iletkenliği ve yaprak su potansiyeli doğrudan ve dolaylı olarak
ölçülmesi bulunmaktadır. Bu yaklaşımlar, güvenilir olmakla birlikte,
fazla iş gücü, tahrip edici, zaman kaybı, fazla insan gücüne ihtiyaç
duyulması toprak ve bitki örtüsünün heterojen olması nedeniyle
otomasyon içinde uygun değildir (Lelong ve ark., 2008; Xiang ve Tian,
2011; Zhang ve Kovac, 2012, Hunt ve ark., 2014).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 281
Son zamanlarda, bitki stres parametrelerinin geleneksel alan
ölçümlerine alternatif olarak uzaktan algılama verilerinin kullanımı
üzerinde çalışmalar yoğunlaşmıştır; bu sayede bitkilerin mekansal ve
zamansal değişkenliği hakkında bilgi sağlanabilmektedir (Suárez ve
ark., 2010; Rossini ve ark., 2013; Zarco-Tejada ve ark., 2013; Panigada
ve ark., 2014; Dangwal ve ark., 2015; Zhao ve ark., 2015; Leroux ve
ark., 2016). Uzaktan algılama verileri, bitkilerin sağlığını izleme
olanağı da sağlayabilmektedir. Multispektral uzaktan algılama, çıplak
gözle görülemeyen yansıyan ışığı belirleyebilir. Bitki yapraklarındaki
klorofil, güneşten gelen mavi ve kırmızı dalga boylu ışığı absorbe
ederken, yeşil ışığı yansıtır. Stresli bitkiler sağlıklı bitkilerden farklı
yansıma gösterirler. Bir başka deyişle sağlıklı bitkiler, stresli
bitkilerden daha fazla kızılötesi (infrared) enerji yansıtırlar. Bu
prensipten yararlanarak stresli bitkilerin bulunduğu alanlar gözle
görülebilir duruma gelmeden önce tespit edilebilmektedir. Böylelikle
üreticiler, sorunlu alanları analiz etmede ek bir zamana ve erken
müdahale etme şansına sahip olabilmektedirler (Covey, 1999). Su
stresinin, bitkisel üretimi sınırlayan başlıca etmenlerden biri olması
nedeniyle, spektral yansıma ölçümlerini kullanarak bitkideki su
stresinden kaynaklanan semptomların doğru tahmini uzaktan algılama
için önemli bir amaçtır (Jackson, 1986). Bu nedenle bitki su stresinin
uzaktan algılama ile belirlenmesi konusunda doğa bilimciler, bitki
bilimcileri ark. tarafından bir çok araştırma yapılmıştır (Köksal ve ark.,
2006; Jones ve ark., 2009; Turhan ve ark., 2008; Genç ve ark., 2010).
282 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Bununla beraber bilgi çağını yaşadığımız yüz yılımızda, tarım ile bilgi
ve teknolojiyi birleştirmek, yani akıllı tarım uygulamalarını
gerçekleştirmek ülkemiz için olmazsa olmazların başında gelmektedir.
Son 5 yıl içerisinde uzaktan algılama teknikleri kullanılarak bitkide
verim, abiotik (su stresi, sıcaklık ve tuzluluk), biotik (zararlılar ve
hastalıklara dayanım) stres ve hatta kalite özelikleri
belirlenebilmektedir (Li ve ark., 2014). Özellikle su stresi bitki su
içeriği ve yüzey sıcaklığı ile direkt, vejetasyon düzeyi ile dolaylı bir
biçimde, uzaktan algılama araçlarının termal (infrared termometre ile
eşdeğer), NIR ve RED bantları ile izlenebilmektedir (Köksal, 2006).
Tarım alanında mekânsal görüntülerin kullanımı son yirmi yılda pek
çok araştırmanın odak noktası olmuştur (Benedetti ve Rossini, 1993;
Stone ve ark., 1996; Franke ve Menz, 2007; Idso ve ark., 1977;
MacDonald ve Hall, 1980; Shanahan ve ark., 2001; Mathur ve Foody,
2008; Zuniga ve ark., 2016). Tarım alanlarında uzaktan algılama
uygulamaları henüz istenilen seviyeye gelememiştir. Bunun nedeni
yüksek mekânsal çözünürlüğe sahip, gerçek zamanlı veri eksikliği ve
yüksek maliyetlerden kaynaklanmaktadır (Kalluri ve ark., 2002;
Liaghat ve Balasundram, 2010). Otuz yıl önce kısıtlamaların çoğunun
üstesinden gelebilecek bir ekonomik insansız hava sistemlerini (İHA)
Jackson (1980) tasarlamıştır.
Uzaktan algılama tekniği gerçek zamanda yüksek çözünürlükte
görüntülerin alınmasında İnsansız Hava Araçları (İHA) geleneksel
uydu görüntülerine yeni alternatifler sağlamaktadır (Ballesteros ve ark.,
2014). Uydu görüntülerine potansiyel bir alternatif olan İHA yüksek
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 283
mekânsal çözünürlük görüntüleri (<1m) oluşturabilen gerçek zamanlı
mahsul ve arazi durumu hakkında bilgi verebilen bir teknoloji olarak
dikkat çekmektedir. İHA’lar diğer uzaktan algılama platformları ile
kıyaslandığında daha uygulanabilir, düşük maliyet, iklim durumuna
daha bağımsız ve yüksek çözünürlükte bilgi sağlama gibi avantajları
bulunmaktadır (Hardin ve Hardin, 2010; Aguera ve ark., 2011; Xiang
ve Tian, 2011b; Laliberte ve Rango, 2011; Zhang ve Kovacs, 2012;
Jones ve Sirault, 2014; Xue ve Su, 2017; Tunca ve ark., 2018). İHA
yardımıyla gerçekleştirilen çalışmalar yersel fotogrametrideki
hassasiyete yaklaşmakta ve çalışmaları kısa sürede tamamlayabilmesi
açısından birçok farklı alanda uygulanma olanağı bulmaktadır
(Eisenbeis, 2009). Ulaşımın zor olduğu arazilerde İHA teknolojisi insan
gücüne dayalı ölçümlere göre büyük avantaj sağlamaktadır (Padro ve
ark., 2018). Yüksek mekânsal ve zamansal çözünürlüğü daha elverişli
hale getiren IHA teknolojisi tarımsal uygulamalar için büyük avantaj
sağlamaktadır (Zhang ve Kovac 2012; Matesa ve ark., 2015). Bu
nedenle vejetasyon değişim gözlemleri için geleneksel uzaktan
algılama tekniklerinin sağlayamadığı imkânları İHA teknolojisi ile
gerçekleştirilebilmektedir. Hassas tarım su yönetiminde sensör
verilerinin uygulanabilirliği ve doğruluğu bitki su seviyesinin
belirlenmesinin temelini oluşturmaktadır (Espinoza ve ark., 2017).
Özellikle son birkaç yılda yaygınlaşan İHA platformu kullanılarak
alınan görüntüler ile bitki su stresi takibi uydu görüntülerine göre daha
güvenilir sonuçlar alındığı görülmüştür (Tian ve ark., 2017). Çizelge 1’
de bazı İHA sistemleri ile yapılan tarımsal çalışmalarda kullanılan
284 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
kamera, İHA tipi, bitki, alan, kullanılan indeks ve kamera çözünürlüğü
hakkında bilgiler verilmiştir.
İnsansız hava araçlarının (İHA) tarımda kullanımı
İnsansız hava araçları sistemleri; teknolojik gelişmeler sayesinde son
yıllarda yaygın olarak kullanılmaktadır (Hunt ve ark., 2018; Adão ve
ark., 2017; Bendig ve ark., 2012; Santesteban ve ark., 2017; Poblete ve
ark., 2017; Muchiri ve Kimathi, 2016; Abdullahi ve ark., 2015; Simelli
ve Apostolos, 2015; Whitehead ve ark., 2014; Whitehead ve
Hugenholtz, 2014; Manfreda ve ark., 2018). İHA sistemleri son
zamanlarda küçük ve hafif sensörleri taşımak için uygun hava
platformlarından oluşan yaygın bir uzaktan algılama teknolojisi haline
geldi. Tarımsal amaçlı kullanılan İHA özellikle sabit kanatlı ve
multikopter tiplerinden oluşmaktadır. Her iki İHA’larının da bazı
avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları;
multikopterler herhangi bir yönde seyahat edebilirken, sabit kanatlı
İHA’lar daha doğrusal ve sınırlı bir şekilde uçuş yapabilmektedir. Sabit
kanatlı İHA’lar, basit uçuş sistemlerine sahiptir ve multikopter
İHA’lara göre daha uzun süre uçabilirler. Multikopter İHA’ların daha
karmaşık uçuş sistemlerine sahiptir ve düşük hızda daha düşük uçuş
irtifalarda uçuş yapabilmektedirler. Bu nedenle sabit kanatlı İHA’lar
daha geniş alanları kapsama kapasitesine sahiptir, ancak uçuş
yükseklikleri daha yüksektir ve bu da görüntü çözünürlüğünü
düşmektedir. Ayrıca, sabit kanatlı İHA’ları, belirli pistlere veya en
azından iniş ve kalkış için yeterli açık alana ihtiyaç duymaktadır. Genel
olarak, İHA tip seçimi çalışmanın amacına ve istenen çıktı / sonucun
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 285
kalitesine bağlı değişkenlik gösterebilmektedir. İHA tiplerine ek olarak,
kamera sensörleri; elde edilen görüntülerin kalitesinin anahtarıdır.
Çizelge 1. Bazı İHA çalışmalarına ait sistem, arazi ve bitki özellikleri hakkında
bilgiler
Kamera tipinin seçimi de çalışmanın amacına bağlıdır. Tarımda en sık
kullanılan İHA sistemlerine yerleştirilen kameralar: termal,
multispektral, hiperspektral ve kırmızı-yeşil-mavi (RGB). Gago ve ark.
(2015), mahsul özelliği türüne/ilgilenilen duruma bağlı olarak farklı
No Referans İHA Tipi Kamera Bitki
Yükseklik (m)
Çözünürlük (cm/px)
Alan
(ha) Indeks
1 Kyratzis ve ark., 2017 Multikopter NIR,RGB Buğday 72 2.0 1.50
NDVI, RS and GNDVI
2 Zhang ve ark., 2019 Multikopter
Multispectral Mısır 70 8.0 1.13
NDVI, RDVI, SAVI, OSAVI,TCARI
3 Tunca ve ark., 2018 Multikopter
Multispectral Ayçiçeği 40 4 1.6 NDVI
4 Su ve ark., 2018 Multikopter RGB Buğday 20 4,4 4 NDI, GoR
5 Zhao ve ark., 2017
Multikopter NIR,RGB Nektarin 60 1.5 NDVI
6
Doughty ve Cavanaugh, 2019
Multikopter Multispect
ral - 90 6.10 35
GNDVI, NDRE, NDVI, EVI2
7 Irini ve ark., 2017 Sabit kanat NIR,RGB Bağ 3.5
GNDVI, RDVI, NDVI, MSR, OSAVI, TCARI
8 Zhao ve ark., 2016
Multikopter NIR,RGB Badem 60 1.6 NDVI, NNDVI
9 Sagan ve ark., 2019
Multikopter Multispectral, Thermal Soya 4 4.6
NDVI, NDRE,GNDVI
10 Matese ve ark., 2018 Multicopter Thermal Bağ 70 13 1.7 CWSI, Ig
11 Crusiol ve ark., 2019 Multikopter
Thermal, NIR, RGB Soya 125 13 NRCT, Tcor
12
Zarco-Tejeda ve ark., 2013 Sabit kanat
Multispectral, Thermal Bağ 150 20 1.4
TCARI/OSAVI, Temperature, CWSI, NDVI
13 Bajula ve ark., 2012 Sabit kanat
Multispectral, Thermal Bağ 200 30 5 CWSI, Ig, I3
14 Park ve ark., 2017 Multicopter Thermal Nektarin 90 10 0.97 CWSI
15
Hoffmann ve ark., 2016 Sabit kanat
RGB, Thermal Arpa 90 20 32 NGRDI, WDI
16 Poblete ve ark., 2018 Multikopter
Multispectral, Thermal Bağ 30 30 CWSI
286 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
kamera türleri önermiştir. Aşağıda bazı İHA çalışmalarına ait tip, arazi,
ve bitki özellikleri hakkında bilgiler verilmiştir (Çizelge 1).
Çizelgeye bakıldığında çalışmaların amacı, alan büyüklüğü ve bitkiye
göre farklı İHA sistemleri tercih edilebilmektedir.
Spektral İndeksler
Su stresine maruz kalmış bitkiler, stressiz bitkilere göre farklı dalga
boylarında farklı yansımalar göstermektedirler. Bu durumda, spektral
indeksler ile bitkinin fizyolojik göstergeleri (yaprak su içeriği, yaprak
su potansiyeli, yaprak alan indeksi, stoma iletkenliği, fotosentez oranı,
klorofil miktarı vb.) arasında istatistiksel ilişkilerden yararlanılarak su
stresinin olduğu alanlar belirlenebilir ve böylelikle olası zararlar
oluşmadan müdahale etme imkânı sağlanabilir (Çamoğlu, 2010).
Uzaktan algılama yöntemlerinden İHA’lar yüksek zamansal ve
mekânsal çözünürlüğü sayesinde bitki su stresini izlenmesinde büyük
avantaj sağlayan sistemlerdir (Gago ve ark., 2015b). Buna karşın,
geleneksel sulama yönetimi genel olarak zaman alıcı ve veri alabilmek
için sayısız gözlem yapılması gerekmektedir (Elsayed ve Darwish,
2017). İHA üzerine yerleştirilen kameralar ve sensörler, proksimal
uzaktan algılama olup, zamana bağlı arazi ölçümleri ile uydu / hava
gözlemleri arasındaki boşluğu doldurmada başarılı olduğu görülmüştür
(Gago ve ark., 2015a). İHA’lar çözünürlük bakımından uydulardan
farklı olarak, pikselleri ölçüm yapılan alanda önemli ölçüde detaylı
görüntülerin elde edilmesine ve arka plan yoğunluğuna bağlı hata
etkisini en aza indirebilmektedir (Jones ve Sirault, 2014). Bu avantajlar
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 287
ışığında, İHA’ların çoklu stres özelliklerini ve geniş popülasyonlarını
hızlı, hassas ve doğru bir yöntem olarak yeni yollar açması
beklenmektedir (Ludovisi ve ark., 2017). Sensörler, 20-40 cm’lik
mekansal çözünürlükte tarımsal ürünlerin kuraklık tepkisini
haritalamak için kullanılabilmektedir (Baluja ve ark., 2012; Sepulcre-
Canto ve ark., 2006, 2007; Zarco-Tejada ve ark., 2012). Ayrıca İHA’lar,
geleneksel yersel ölçüm tekniklerle karşılaştırıldığında hızlı ve
tahribatsız ölçümler yapılabilmektedir.
İHA üzerine yerleştirilen multispektral sensör kullanarak meyve
bahçelerinde su seviyesinin değişimini değerlendirmede NDVI,
GNDVI yansımadan dönüştürülmüş klorofil emilimi arasındaki oran
(TCARI) ve toprak yansımaları dikkate alınarak optimize edilmiş bitki
örtüsü indeksi (OSAVI) gibi indeksler stoma direnci ve yaprak su
potansiyeli, yaprak oransal su içeriği, yaprak alan indeksi gibi yersel
ölçüler arasında arasında (p<0.01) önem düzeyinde korelasyon
olduğunu ve bitki su stresinin izlenebilmesinde İHA teknolojisinin
büyük bir potansiyele sahip olduğunu birçok araştırmacı tarafından
bildirilmektedir (Baluja ve ark., 2012; Espinoza ve ark., 2017; Gomez-
Candon ve ark., 2017; Romero-Trigueros ve ark., 2017). Zhao ve ark.
(2016), İHA kullanılarak yüksek çözünürlükte zamansal ve mekânsal
alınan görüntüler almışlardır. Bu görüntüler kullanılarak spektral
yansıma indeksleri ile arazi ölçümlerinde bitki su stresi izlenmesinde
yaygın olarak kullanılan göarke su potansiyeli (SWP) arasındaki ilişki
incelemişlerdir. Farklı yükseklik ve açılardan alınan NDVI ile ortalama
NDVI arasında istatistiksel olarak doğrusal bir ilişki elde etmişlerdir.
288 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Araştırma sonucuna göre yersel olarak elde edilen SWP ile NDVI
arasında doğrusal bir ilişki kurulamadığını ancak NNDVI ile SWP
arasında daha iyi bir ilişki kurulduğunu bildirmişlerdir. Blanco ve ark.
(2020), İspanya’da yaptıkları çalışmada; İHA sistemlerinden elde
ettikleri görüntüleri kullanarak oluşturdukları spektral indeksler ile
yardımıyla kiraz ağaçlarının su stresi seviyelerini belirlemek
amaçlamışlardır. Çalışmada üç farklı sulama seviyesi (tam sulama, iki
farklı planlanmış kısıntılı sulama (RDI)) konularından
oluşturmuşlardır. Çalışmada İHA sistemlerinden elde ettikleri
görüntüler kullanarak farklı vejetasyon indeksleri (NDVI, OSAVI,
TRRVI) oluşturmuşlardır. Elde edilen indeksler ile bazı fizyolojik
ölçümler arasında yüksek korelasyonlar elde edilmiştir. Ayrıca
incelenen vejetasyon indeksleri kombinasyonu kullanılarak yapay sinir
ağları ile modeller oluşturularak, hasat için gereken iş gücü ve kiraz
verimini tahmin etmek için öğrenme modeli geliştirmişlerdir. Park ve
ark. (2017), İspanya’da yaptıkları çalışmada termal kamera bulunan
İHA kullanarak nektarin ve şeftali bahçelerinde bitki su stresini
belirlemeye amaçlamışlarıdır. Çalışmada görüntülerin doğruluğunu
model oluşturarak belirlemek amacıyla yersel olarak bazı fizyolojik
stoma iletkenliği, gövde su potansiyeli, ıslak ve kuru referans sıcaklık
ölçümleri) yapmışlardır. Çalışmada İHA sistemlerinden elde ettikleri
CWSI ile yersel ölçümler arasında yüksek korelasyonlar elde
etmişlerdir. Sonuç olarak şeftali ve nektarin bahçelerinde optimum
sulama programlamasında İHA sistemlerinin kullanılabileceğini
bildirmişlerdir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 289
İHA üzerine yerleştirilen multispektral sensör kullanarak tarla
bitkilerinde; mısır bitkisinde farklı sulama seviyelerinde ve gelişime
dönemlerinde vejetasyon indeksleri değişimi yüksek çözünürlüklü
multispektral kamera yerleştirilen İHA yardımıyla alınan görüntüler ile
vejetasyon indeksleri arasında en iyi SAVI, TCARI ve RDVI indeksleri
ile ilişki elde etmişlerdir ürün ve toprağın tarla değişkenliğini
değerlendirmek büyük bir potansiyele sahip olduğunu belirtmişlerdir
(Zhang ve ark., 2019). Yang ve ark. (2020), İHA sistemlerinde
multispektral kameradan alınan görüntüler kullanılarak (RNVI,
GNDVI, NDRE, RECI ve NGRDI) buğday bitkisi su kullanım etkinliği
(WUE) ile en yüksek korelasyon ilişkisi NGRDI indeksi ile tane verimi
istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler elde etmişlerdir. Tunca ve ark.
(2018), İHA sistemleri ile verim ve yaprak alan indeksi arasında da
yüksek korelasyon ilişkileri elde etmişlerdir. Sonuçta ayçiçeği bitki için
başarılı sonuçlar elde edildiğini bu tür yöntemlerin diğer bitkilere de
uygulanabileceğini bildirmişlerdir.
İHA’lar kullanılarak yüksek çözünürlükte alınan görüntülerin uzaktan
algılama uygulamalarında kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Yine
de bu konu halen olgunlaşmakta ve alınan verilerin doğruluğu ve
geçerliliği ile ilgili birçok soru işaretleri mevcuttur. Bu sebepten birçok
araştırmacı kalibrasyon ve veri alma yöntemlerini iyileştirmek için
araştırmalar yapmışlardır (Honkavaraa ve ark., 2013; Chilinski ve
Ostrowski, 2014; Salami ve ark., 2014; Stark ve Chan, 2016; Stark ve
ark., 2016). Yukarıda yapılan çalışmalar dikkate alındığında İHA
290 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
yerleştirilen spektral kameraların su stresi belirlenmesi ve izlenmesinde
kullanılabileceğini göstermiştir.
Termal İndeksler
Chang ve ark. (2020), pamuk bitkisinde su stresinin belirlenmesi
amacıyla, bitki yüzey sıcaklığını hem yersel olarak hem de İHA
sistemlerini kullanmışlardır. Çalışmada İHA sistemlerinde termal
kamera yersel ölçümlerde ise termal sensörler kullanılmıştır. Termal
indeks olarak Termal Stres Indeksi (TSI) hesaplamışlardır. İHA
sistemler ile yersel ölçümler arasında %5’ten az sıcaklık farkının
olduğu ve İHA ölçümlerinin daha kararlı olduğunu tespit etmişlerdir.
Çalışma sonucunda İHA sistemlerinin arazi koşularında bitki su stresini
izlemek için kullanılabileceğini ve hassas tarım uygulamaları için
yararlı çalışmalar olabileceğini bildirmişlerdir (García-Tejero ve ark.,
2018) ve asmalar (Bellvert ve ark., 2014; Bellvert ve ark., 2016;
Espinoza ve ark., 2017; Matese ve ark, 2018; García- Tejero ve ark.,
2016).
Termal indeksler stoma direncine hassasiyet gösterirken spektral
indeksler ise genellikle yaprak alanı ve klorofil içeriğini göstermektedir
(Jones, 2014). Bitki su tüketimi azalmaya başladığında stomalarda
kapanmalar olur bunun sonucunda ise buharlaşmanın neden olduğu
soğuma azalır ve yaprak sıcaklığında artışlar başlamaktadır (Jones ve
ark., 2002). Yine de bitki yüzey sıcaklığının artması yalnızca bitki su
seviyesinden değil ayrıca toprak biyosfer ve atmosfer interaksiyonunun
sonucudur (Diaz-Espejo ve ark., 2007). Bu nedenle sadece yaprak
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 291
yüzey sıcaklığının ölçümü bitki su stresinin belirlenmesinde yeterli
değildir (Jones ve ark., 1997). Termal görüntüler, bitki yaprakları
yüzeylerinden yayılan enerji hakkında mekânsal olarak veri
alınabildiğinden, TIR kameraları abiyotik stresin belirlenmesi
konusunda büyük potansiyel sahiptirler. Termal görüntüler, kuraklığa
bağlı stres durumunu tespit etmek ve yaprak enerji denge denklemi
yoluyla gs tahmininde kullanılabilmektedir (Jones, 1992, 1999). Bitki
yüzey sıcaklığı (Tc) uzun süredir bitki suyunun durumunun bir ölçüsü
olarak kabul edilmekte olup bir çok araştırmacı tarafından
kullanılmıştır (Jones ve ark., 2009). Bitki yüzey sıcaklıklarının
belirlenmesinde geliştirilen indekslerin İHA sistemleri ile
belirlenmesine yönelik çalışmalar son yıllarda yaygın olarak
yapılmaktadır (Zarco-Tejada ve ark., 2012; Sepulveda-Reyes ve ark.,
2016; Santesteban ve ark., 2017; Park ve ark., 2017; Poblete ve ark.,
2018; Bian ve ark., 2019). İHA üzerine yerleştirilen yüksek
çözünürlüğe sahip termal kameralardan elde edilen görüntüler
kullanılarak Jackson ve ark., 1981 yılında geliştirdikleri bitki su stres
indeksi (CWSI) göstergesinin bağ alanlarında (Bellvert ve ark.,
2014;2016), mısır bitkisinde (Zhang ve ark., 2019), şeftali bahçesinde
(Paltineanu ve ark., 2020), pamuk bitkisinde (Zhang ve ark., 2018) ve
daha birçok bitkide başarılı bir şekilde kullanılabileceğine
bildirmişlerdir (Möller ve ark., 2007; Baluja ve ark., 2012; Bellvert ve
ark., 2014; Santesteban ve ark., 2017). Ayrıca birçok araştırmacı İHA
sistemleri kullanılarak hesaplanan CWSI ile yersel ölçümler (stoma
iletkenliği, yaprak su potansiyeli ve yaprak oransal su içeriği) arasında
istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler elde etmişlerdir (Santesteban ve
292 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
ark., 2017; Martinez ve ark., 2017; Matese ve ark., 2018). Termal
indeksler bitki su stresi hakkında zamansal ve mekansal bilgi
sağlayabilmesine rağmen, bu görüntüleri kullanılırken bazı hususlar
dikkate alınmalıdır. Bunlar arasında (1) elde edilen görüntülerin
zamansal ve uzamsal çözünürlükleri, (2) atmosferik koşullar, (3) termal
sensörlerin irtifa ve görüş açısı ve (4) ürün türleri ve mahsul büyüme
aşamalarında varyasyon (Khanal ve ark., 2017) bulunmalıdır. Bu
kamera türleri arasında, termal görüntüleme kameraları su stresi tespiti
için yaygın olarak kullanılmaktadır (Khanal ve ark., 2017). İHA
kullanarak gerçek zamanlı su stresi izleme gerçekleştirme ve çiftçinin
karar verme sürecine yardımcı olma gereksinimlerinin şunlardır: (i)
sahadaki stres endeksleri ile gerçek su açığı arasında güçlü bir
korelasyon; (ii) karışık toprak / bitki piksellerinden kaçınarak saf
gölgelik piksellerinin hedeflenmesini sağlamak için yeterince yüksek
bir uzamsal çözünürlük; (iii) tek bir uçuşta tüm alanların
değerlendirilmesi; ve (iv) yarı gerçek zamanlı su durumu haritaları
sağlamak için daha hızlı geri dönüş alma ve işleme süreleridir.
Bazı çalışmalarda, bazı göstergeler kullanarak bitki su stresini
değerlendirmede multispektral ve termal kameraların bir
kombinasyonunu kullanmıştır (Zhou ve ark, 2018; Espinoza ve ark,
2017). Termal görüntüleme kameralarının bitki su stresinin hızlı tespiti
için yararlı bir araç olduğunu bildirmişlerdir. Maliyet, kullanılabilirlik
ve popülerlik göz önüne alındığında, termal görüntüleme kameraları
bitki su stresi tespit etmek için en uygun gibi görünmektedir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 293
SONUÇ
Bu çalışma ile bitkilerde su stresinin belirlenmesi ve izlenmesi için; son yıllarda yaygın olarak kullanılan İHA sistemlerinin kullanım olanakları, avantaj ve dezavantajları tartışılmıştır. Bitki su stresinin tespitinde yaygın olarak kullanılan geleneksel yöntemlere göre İHA sistemlerinin; hızlı, güvenilir, bitkiye zarar vermeden ve geniş alanlarda büyük avantajlar sağlamaktadır. Ancak İHA sistemlerinin; kalibrasyon işlemlerinin bölgesel olarak yapılması, ilk yatırım maliyetinin yüksek olması, iklimsel olaylardan fazla etkilenebilmesi gibi olumsuz yönleri bulunmaktadır.
İHA sistemlerine yerleştirilen spektral kameraların kullanımına bakıldığında; spektral ve termal indeksler ile geleneksel ölçümler arasında anlamlı ilişkiler elde edildiği görülmektedir. Bu durum sulama
programlarının oluşturulmasında spektral ve termal indekslerin başarılı bir şekilde kullanılabileceğinin bir göstergesidir. Ancak bu indekslerin başarılı bir şekilde kullanılabilmesi için; bölgesel olarak yaygın üretimi yapılan bitkilerde kalibrasyon ve modellerin geliştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca spektral, termal veriler ve iklimsel verilerin birlikte kullanılarak hesaplanan enerji denklemleri ve indekslerin sulama programı ve bitki su tüketimi hesaplamada çalışmaların yaygınlaşması gerekmektedir. Ülkemizde son yıllarda İHA sistemlerinin tarımsal sulamada kullanım olanaklarının belirlenmesi için yapılan çalışmalar bulunmaktadır. Ancak yeteli sayıda çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle İHA sistemlerinin tarımsal sulamada kullanım ile ilgili çalışmaların bölgesel düzeyde bilimsel tekniklere dayanarak yapılması ve kullanıcılara sunulması gerekmektedir.
294 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
KAYNAKLAR
Abdullah, A., Bakar, E. A., Pauzi, M. Z. M. 2015. Monitoring of traffic using
unmanned aerial vehicle in malaysia landscape perspective. Jurnal
Teknologi, 76(1).
Adão, T., Hruška, J., Pádua, L., Bessa, J., Peres, E., Morais, R., Sousa, J. J.
2017. Hyperspectral imaging: A review on UAV-based sensors, data
processing and applications for agriculture and forestry. Remote
Sensing, 9(11): 1110.
Aguera, F., Carvajal, F., Saiz, M., 2011. Measuring Sunflower Nitrogen Status
From An Unmanned Aerial Vehicle-Based System And On The
Ground Device, In International Archives of the Photogrammetry,
Remote Sensing and Spatial Information Sciences, XXXVIII-1/C22.
ISPRS ICWG I/V UAV-g2011 (unmanned aerial vehicle in geomatics)
conference, Zurich, Switzerland.
Ballesteros, R., Ortega, J.F., Hernández, D. And Moreno, M.A., 2014
Applications Of Georeferenced High-Resolution Images Obtained
With Unmanned Aerial Vehicles, Part II: Application to maize and
onion crops of a semi-arid region in Spain. Precis. Agric., 15: 593–614.
Baluja, J., Diago, M. P., Balda, P., Zorer, R., Meggio, F., Morales, F.,
Tardaguila, J., 2012. Assessment of Vineyard Water Status Variability
by Thermal And Multispectral Imagery Using An Unmanned Aerial
vehicle (UAV). Irrigation Science, 30(6): 511-522.
Baluja, J., Diago, M. P., Balda, P., Zorer, R., Meggio, F., Morales, F.,
Tardaguila, J., 2012. Assessment of Vineyard Water Status Variability
by Thermal And Multispectral Imagery Using An Unmanned Aerial
vehicle (UAV). Irrigation Science, 30(6): 511-522.
Bellvert, J., Marsal, J., Girona, J., Gonzalez-Dugo, V., Fereres, E., Ustin, S.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 295
L., Zarco-Tejada, P. J., 2016. Airborne Thermal Imagery to Detect the
Seasonal Evolution of Crop Water Status in Peach, Nectarine and
Saturn Peach Orchards. Remote Sensing, 8(1): 39.
Bellvert, J., Zarco-Tejada, P. J., Girona, J., Fereres, E., 2014. Mapping Crop
Water Stress Index in A ‘Pinot-Noir Vineyard: Comparing Ground
Measurements With Thermal Remote Sensing Imagery From An
Unmanned Aerial Vehicle. Precision agriculture, 15(4): 361-376.
Bendig, J., Bolten, A., BaretH, G., 2012. Introducing a Low-Cost Mini-UAV
For Thermal and Multi-Spectral-Imaging, International Archives of the
Photogrammetry, Remote Sensing and Spatial Information Sciences 39:
345–349.
Benedetti, R., Rossini, P., 1993. On the use of NDVI Profiles as a Tool for
Agricultural Statistics: The Case Study of Wheat Yield Estimate and
Forecast İn Emilia Romagna. Remote Sensing of Environment, 45:
311-326.
Bian, J., Zhang, Z., Chen, J., Chen, H., Cui, C., Li, X., ..., Fu, Q. 2019.
Simplified evaluation of cotton water stress using high resolution
unmanned aerial vehicle thermal imagery. Remote Sensing, 11(3): 267.
Çamoğlu, G., 2010. Farklı Su Stresi Düzeylerinde Mısır Bitkisinin Bazı
Fizyolojik ve Morfolojik Özelliklerinin Uzaktan Algılama Yardımıyla
Belirlenmesi. Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü, sayfa:5-10.
Chilinski, M. T., Ostrowski, M., (2014). Error Simulations of Uncorrected
NDVI and DCVI During Remote Sensing Measurements From
UAS,”Miscellanea Geographica, vol. 18, no. 2, pp. 35–45.
Clarke, T.R., 1997. An Empirical Approach for Detecting Crop Water Stress
Using Multispectral Airborne Sensors, Hort Technol. 7, 9–16.
Covey, R., 1999. Remote Sensing in Precision Agriculture: An Educational
296 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Primer, Iowa State University, Ames Remote, http://www.amesremote.
com/papers.htm. (Son erişim tarihi: 30.10.2018).
Crusiol, L. G. T., Nanni, M. R., Furlanetto, R. H., Sibaldelli, R. N. R., Cezar,
E., Mertz-Henning, L. M., ..., Farias, J. R. B. 2019. UAV-based thermal
imaging in the assessment of water status of soybean
plants. International Journal of Remote Sensing, 41(9): 3243-3265.
Dangwal, N., Patel, N., Kumari, M., Saha, S., 2015. Monitoring of Water
Stress in Wheat Using Multispectral Indices Derived from Landsat-TM,
Geocarto Int., 1–12.
Diaz-Espejo, A., Nicolas, E., Fernandez J.E., 2007. Seasonal Evolution of
Diffusional Limitations and Photosynthetic Capacity in Olive Under
Drought, Plant Cell Environ. 30(8):922–933.
Doughty, C. L., Cavanaugh, K. C. 2019. Mapping coastal wetland biomass
from high resolution unmanned aerial vehicle (UAV) imagery. Remote
Sensing, 11(5): 540.
Eisenbeis, H., 2009. UAV Photogrammetry. Zurich, Switzerland, ETH.
Elsayed, S., Darwish, W., 2017. Hyperspectral Remote Sensing to Assess the
Water Status, Biomass, and Yield of Maize Cultivars Under Salinity
and Water Stress. Bragantia, 76(1): 62-72.
Espinoza, C. Z., Khot, L. R., Sankaran, S., Jacoby, P.W., 2017. High
Resolution Multispectral and Thermal Remote Sensing-Based Water
Stress Assessment in Subsurface Irrigated Grapevines, Remote
Sensing, 9(9): 961.
Franke, J., Menz, G., 2007. Multi-temporal Wheat Disease Detection by
Multi-Spectral Remote Sensing. Precision Agriculture, 8(3): 161-172.
Gago, J., Douthe, C., Coopman, R., Gallego, P., Ribas-Carbo, M., Flexas, J.,
Medrano, H., 2015. UAVs Challenge to Assess Water Stress for
Sustainable Agriculture, Agricultural Water Management Journal, 153:
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 297
9-19.
García-Tejero, I. F., Rubio, A. E., Viñuela, I., Hernández, A., Gutiérrez-
Gordillo, S., Rodríguez-Pleguezuelo, C. R., Durán-Zuazo, V. H. 2018.
Thermal imaging at plant level to assess the crop-water status in almond
trees (cv. Guara) under deficit irrigation strategies. Agricultural Water
Management, 208: 176-186.
Genç, L., D., Saçan, M., Turhan, H., Demirel, K., Aşar, B., 2010. Su Stresi
Koşullarındaki Patates Bitkisinin Yansıma Karakteristiklerinin Hiper
Spektral Yöntemlerle Belirlenmesi, I. Ulusal Sulama ve Tarımsal
Yapılar Sempozyumu, 27–29 Mayıs, Kahramanmaraş.
Giorgi, F., Lionello, P., 2008. Climate Change Projections for the
Mediterranean Region. Global and Planetary Change 63(2-3): 90-104.
doi:10.1016/j.gloplacha.2007.09.005.
Gómez-Candón, D., Delalande, M., Vincourt, S., Mathieu, V., Crété, X.,
Labbé, S., Regnard, J.L., 2017. Contribution of High-Resolution
Multispectral and Thermal-Infrared Airborne Imagery to Assess The
Behavior of Fruit Trees Facing Water Stress: Proof of the Concept and
First Results in an Apple Variety Field Trial. In EFITA WCCA
CONGRESS (p. 131).
González-Dugo, M., Moran, M., Mateos, L., Bryant, R., 2006. Canopy
Temperature Variability as an Indicator of Crop Water Stress Severity,
Irrigation Sci. 24: 233–240.
Habtemariam, L. T., Kassa, G. A., Gandorfer, M. 2017. Impact of Climate
Change on Farms in Smallholder Farming Systems: Yield Impacts,
Economic Implications and Distributional Effects. Agricultural
Systems, 152: 58-66.
Hamdy, A., Ragab, R., Scarascia-Mugnozza, E., 2003. Coping with Water
Scarcity: Water Saving and Increasing Water Productivity. Irrig Drain
298 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
52(1): s:3–20.
Hardin, P.J., Hardin, T.J., 2010. Small-Scale Remotely Piloted Vehicles in
Environmental Research, Geography Compass, 4: 1297-1311.
Hoffmann, H., Jensen, R., Tomsen, A., Nieto, H., Rasmussen, J., Friborg, T.,
2016. Crop Water Stress Maps for an Entire Growing Season from
Visible and Thermal UAV Imagery. Biogeosciences, 13: 6545–6563.
Honkavaara, E., Saari, H., Kaivosoja, J., Polonen, I., Hakala, T., Litkey, P.,
Akynen, M.J., Pesonen, L., 2013. Processing and Assessment of
Spectrometric, Stereoscopic Imagery Collected Using a Lightweight
UAV Spectral Camera for Precision Agriculture,” Remote Sensing, vol.
5, no. 10, pp. 5006–5039.
Hunt, E., Daughtry, C., Mirsky, S., Hively, W., 2014. Remote Sensing With
Simulated Unmanned Aircraft Imagery For Precision Agriculture
Applications, IEEE Journal of Selected Topics in Applied Earth
Observations and Remote Sensing, PP (99), 1-6.
Hunt, E., Daughtry, C., Mirsky, S., Hively, W., 2014. Remote Sensing With
Simulated Unmanned Aircraft Imagery For Precision Agriculture
Applications, IEEE Journal of Selected Topics in Applied Earth
Observations and Remote Sensing, PP (99), 1-6.
Huntington, T. G., 2006. Evidence for Intensification of the Global Water
Cycle: Review and Synthesis. Journal of Hydrology Volume 319,
Issues 1–4, s:83–95.
Idso, S. B., Jackson, R.D., Reginato, R.J., 1977. Remote Sensing of Crop
Yields. Science, 196(4285): 19-25.
Ihuoma, S.O., Madramootoo, C.A., 2017. Recent Advances in Crop Water
Stress Detection, Computers and Electronics in Agriculture, 141: 267-
275.
Jackson, R.D., 1986. Remote Sensing of Biotic and Abiotic Plant Stress,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 299
Annual Review of Phytopathology, 24: 265-287.
Jackson, R.D., Pinter, JR., P.J., Reginato, R.J., Idso, S.B., 1980. Handheld
Radiometry. A Set of Notes Developed for Use at the Workshop on
Hand-Held Radiometry, Phoenix, Ariz., February 25–26.
Jones, H. G., 1992. Plants and Microclimate, 2nd Edn. Cambridge: Cambridge
University Press, 423.
Jones, H. G., 1999. Use of thermography for Quantitative Studies of Spatial
and Temporal Variation of Stomatal Conductance Over Leaf Surfaces,
Plant Cell Environ. 22: 1043–1055. doi: 10.1046/j.1365-
3040.1999.00468.
Jones, H. G., Sirault, X.R.R., 2014. Scaling of Thermal Images at Different
Spatial Resolution: the Mixed Pixel Problem. Agronomy 4: 380–396.
doi: 10.3390/agronomy4030380.
Jones, H. G., Serraj, R., Loveys, B. R., Xiong, L., Wheaton, A., Price, A. H.,
2009. Thermal Infrared Imaging of Crop Canopies for the Remote
Diagnosis and Quantification of Plant Responses to Water Stress in the
Field, Funct. Plant Biol. 36: 978–989. doi: 10.1071/FP09123.
Jones, H.G., Aikman, D.A., Mcburney, T., 1997. Improvements to Infrared
Thermometry for Irrigation Scheduling in Humid Climates. Acta
Hort.;449: 259–266.
Jones, H.G., Stoll, M., Santos, T., 2002. Use of Infrared Thermography for
Monitoring Stomatal Closure in the Field: Application to Grapevine. J
Exp Bot. 53:2249–2260.
Kalluri, S., Gilruth, P., Bergman, R., Plante, R., 2002. Impacts of NASA’s
Remote Sensing Data on Policy and Decision Making at State and Local
Agencies in the United States. In Geoscience and Remote Sensing
Symposium, IGARSS'02. 2002 IEEE International (Vol. 3, pp. 1691-
1693). doi:10.1109/IGARSS.2002 .1026223.
300 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Khanal, K., Khanal, S., Dhungana, S. M. 2017. Perspective Response of
Climate Change Impacts on Agricultural Crops in Sauraha-Pharsatikar
VDC, Rupandehi District, Nepal. International Journal of Applied
Sciences and Biotechnology, 5(3): 345-355.
Köksal, E., 2007. Sulama Suyu Yönetiminde Uzaktan Algilama Tekniklerinin
Kullanımı. J. Of Fac. Of Agric., Omu, 22(3): 306-315.
Köksal, E.S., Üstün, H., İlbeyi, A., Akgül, S., 2006. Effect of Different
Irrigation Treatments on the Spectral Reflectance Characteristic of
Green Bean, International Symposium on Water and Land Management
for Sustainable Irrigated Agriculture, 4-8 April, Adana-Turkey.
Kyratzis, A. C., Skarlatos, D. P., Menexes, G. C., Vamvakousis, V. F.,
Katsiotis, A. 2017. Assessment of vegetation indices derived by UAV
imagery for durum wheat phenotyping under a water limited and heat
stressed mediterranean environment. Frontiers in plant science, 8:
1114.
Laliberte, A.S., Rango, A., 2011. Image Processing and Classification
Procedures for Analysis of Sub-decimeter Imagery Acquired with an
Unmanned Aircraft over Arid Rangelands. GISci. Remote Sens., 48: 4–
23.
Lei, Y., Zhang, H., Chen, F., Zhang, L., 2016. How Rural Land Use
Management Facilitates Drought Risk Adaptation in A Changing
Climate. A Case Study in Arid Northern China. Sci. Total Environ. 550:
192–199.
Lelong, C. C., Burger, P., Jubelin, G., Roux, B., Labbé, S., Baret, F., 2008.
Assessment of Unmanned Aerial Vehicles Imagery for Quantitative
Monitoring of Wheat Crop in Small Plots, Sensors, 8(5): 3557-3585.
Leroux, L., Baron, C., Zoungrana, B., Traoré, S.B., Seen, D.L., Bégué, A.,
2016. Crop Monitoring Using Vegetation and Thermal Indices for
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 301
Yield Estimates: Case Study of a Rainfed Cereal in Semi-Arid West
Africa, IEEE J. Selected Topics in Appl. Earth Observations and
Remote Sens. 9: 347–362.
Li, H., Lee, W. S., Wang, K., Ehsani, R., Yang, C., 2014. Extended Spectral
Angle Mapping (ESAM) for Citrus Greening Disease Detection Using
Airborne Hyperspectral Imaging. Precision Agriculture, 15: 162–183.
Liaghat, S., Balasundram, S. K., 2010. A review: The Role of Remote Sensing
in Precision Agriculture. American Journal of Agricultural and
Biological Sciences, 5(1): 50-55.
Ludovisi, R., Tauro, F., Salvati, R., Khoury, S., Mugnozza Scarascia, G.,
Harfouche, A., 2017. UAV-Based Thermal Imaging for High-
Throughput Field Phenotyping of Black Poplar Response to
Drought, Frontiers in Plant Science, 8: 1681.
Macdonald, R. B., Hall, F. G., 1980. Global Crop Forecasting. Science,
208(4445): 670-679.
Manfreda, S., McCabe, M. F., Miller, P. E., Lucas, R., Pajuelo Madrigal, V.,
Mallinis, G., ..., Toth, B. 2018. On the use of unmanned aerial systems
for environmental monitoring. Remote sensing, 10(4): 641.
Martinez, J., Egea, G., Agüera, J., Pérez-Ruiz, M., 2017. A Cost-Effective
Canopy Temperature Measurement System For Precision Agriculture:
A Case Study On Sugar Beet, Precision Agriculture, 18(1): 95-110.
Matese, A., Toscano, P., DI, Gennaro, S.F., Genesio, L., Vaccari, F.P.,
Primicerio, J., Belli, C., Zaldei, A., Bianconi, R., Gioli, B., 2015,
Intercomparison of UAV, Aircraft and Satellite Remote Sensing
Platforms For Precision Viticulture, Remote Sensing. 7(3):2971-90.
Mathur, A., Foody, G. M., 2008. Crop Classification by Support Vector
Machine with Intelligently Selected Training Data for an Operational
Application, International Journal of Remote Sensing, 29: 2227-2240.
302 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Möller, M., Alchanatis, V., Cohen, Y., Meron, M., Tsipris, J., Naor, A.,
Ostrovsky, V., Sprintsin, M., Cohen, S., 2007. Use of Thermal and
Visible Imagery for Estimating Crop Water Status of Irrigated
Grapevine. J. Exp. Bot., 58: 827–838.
Muchiri, N., Kimathi, S. 2016, June. A review of applications and potential
applications of UAV. In Proceedings of sustainable research and
innovation conference (pp. 280-283).
Mueller, N. D., Gerber, J. S., Johnston, M., Ray, D. K., Ramankutty, N., Foley,
J. A. 2012. Closing yield gaps through nutrient and water
management. Nature, 490(7419): 254-257.
Oliver, M., Bishop, T., Marchant, B., 2013. Precision Agriculture For
Sustainability and Environmental Protection, Routledge, Abingdon,
UK.
Osroosh, Y., Peters, R.T., Campbell, C.S., Zhang, Q., 2015. Automatic
Irrigation Scheduling Of Apple Trees Using Theoretical Crop Water
Stress Index with an Innovative Dynamic Threshold. Comp. Electron.
Agric. 118: 193–203.
Padró, J. C., Muñoz, F. J., Ávila, L., Pesquer, L., Pons, X., 2018. Radiometric
Correction of Landsat-8 and Sentinel-2A Scenes Using Drone Imagery
in Synergy with Field Spectroradiometry. Remote Sensing, 10(11):
1687.
Paltineanu, C., Vrinceanu, A., Lacatusu, A. R., Lacatusu, R., Domnariu, H.,
Marica, D., Vizitiu, O. 2020. An Improved Method To Study Solute
Leaching In Large Undisturbed Soil Columns Near Field Capacity
Toward The Groundwater In Various Environments. Carpathian
Journal Of Earth And Environmental Sciences, 15(1): 93-102.
Panigada, C., Rossini, M., Meroni, M., Cilia, C., Busetto, L., Amaducci, S.,
Boschetti, M., Cogliati, S., Picchi, V., Pinto, F., Marchesi, A.,
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 303
Colombo, R., 2014. Fluorescence, PRI and Canopy Temperature for
Water Stress Detection in Cereal Crops, Int. J. Appl. Earth Observation
and Geoinformation 30: 167–178.
Park, S., Ryu, D., Fuentes, S., Chung, H., Hernández-Montes, E., O’connell,
M., 2017. Adaptive Estimation of Crop Water Stress in Nectarine And
Peach Orchards Using High-Resolution Imagery From An Unmanned
Aerial Vehicle (UAV), Remote Sensing, 9(8): 828.
Park, S., Ryu, D., Fuentes, S., Chung, H., Hernández-Montes, E. , O’connell,
M., 2017. Adaptive Estimation of Crop Water Stress in Nectarine And
Peach Orchards Using High-Resolution Imagery From An Unmanned
Aerial Vehicle (UAV), Remote Sensing, 9(8): 828.
Poblete-Echeverría, C., Olmedo, G. F., Ingram, B., Bardeen, M. 2017.
Detection and segmentation of vine canopy in ultra-high spatial
resolution RGB imagery obtained from unmanned aerial vehicle
(UAV): A case study in a commercial vineyard. Remote Sensing, 9(3):
268.
Roldan, I., del-Blanco, C. R., de Quevedo, Á. D., Urzaiz, F. I., Menoyo, J. G.,
López, A. A., ..., García, N. 2020. DopplerNet: a convolutional neural
network for recognising targets in real scenarios using a persistent
range–Doppler radar. IET Radar, Sonar & Navigation, 14(4): 593-600.
Romero-Trigueros, C., Nortes, P. A., Alarcón, J. J., Hunink, J. E., Parra, M.,
Contreras, S., Nicolás, E., 2017. Effects of Saline Reclaimed Waters
and Deficit Irrigation on Citrus Physiology Assessed by UAV Remote
Sensing, Agricultural Water Management, 183: 60-69.
Rossini, M., Fava, F., Cogliati, S., Meroni, M., Marchesi, A., Panigada, C.,
Giardino, C., Busetto, L., Migliavacca, M., Amaducci, S., Colombo, R.,
2013. Assessing Canopy PRI from Airborne Imagery to Map Water
Stress in Maize. ISPRS J. Photogramm. Remote Sens. 86: 168–177.
304 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Sagan, V., Maimaitijiang, M., Sidike, P., Maimaitiyiming, M., Erkbol, H.,
Hartling, S., ..., Fritschi, F. U. A. V. 2019. Uav/Satellite Multiscale Data
Fusion For Crop Monitoring And Early Stress Detection. International
Archives of the Photogrammetry, Remote Sensing & Spatial
Information Sciences.
Salami, E., Barrado, C., Pastor, E., 2014. “UAV Flight Experiments Applied
to the Remote Sensing of Vegetated Areas,” Remote Sensing, vol. 6,
no. 11, pp. 11051–11081.
Sepulcre-Canto, G., Zarco-Tejada, P., Jimenez-Munoz, J., Sobrino, J., DE
Miguel, E., Villalobos, F. J., 2006. Detection of Water Stress in an
Olive Orchard With Thermal Remote Sensing Imagery. Agric. For.
Meteorol. 136: 31–44. doi: 10.1016/ j.agrformet.2006.01.008.
Sepulcre-Canto, G., Zarco-Tejada, P., Jimenez-Munoz, J., Sobrino, J.,
Soriano, M., Fereres, E., 2007. Monitoring Yield And Fruit Quality
Parameters in Opencanopy Tree Crops Under Water Stress.
Implications for ASTER. Remote Sens. Environ. 107: 455–470. doi:
10.1016/j.rse.2006.09.014.
Sepúlveda-Reyes, D., Ingram, B., Bardeen, M., Zúñiga, M., Ortega-Farías, S.,
Poblete-Echeverría, C. 2016. Selecting canopy zones and thresholding
approaches to assess grapevine water status by using aerial and ground-
based thermal imaging. Remote Sensing, 8(10): 822.
Shanahan, J. F., Schepers, J. S., Francis, D. D., Varvel, G. E., Wilhelm, W.
W., Tringe, J. M., Major, D. J., 2001. Use Of Remote-Sensing Imagery
To Estimate Corn Grain Yield. Agronomy Journal, 93: 583-589.
Simelli, I., Tsagaris, A. 2015, September. The Use of Unmanned Aerial
Systems (UAS) in Agriculture. In HAICTA (pp. 730-736).
Stark, B., Chen, Y., 2014. Optimal Collection of High Resolution Aerial
Imagery with Unmanned Aerial Systems, in Unmanned Aircraft
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 305
Systems (ICUAS), 2014 International Conference on, pp. 89–94, IEEE.
Stark, B., Zhao, T., Chen Y., 2016. An Analysis of the Effect of the
Bidirectional Reflectance Distribution Function on Remote Sensing
Imagery Accuracy from Small Unmanned Aircraft Systems. (ICUAS),
2016 International Conference. Pp. 1342-1350., IEEE.
Stone, M. L., Solie, J. B., Raun, W. R., Whitney, R. W., Taylor, S. L., Ringer,
J. D., 1996. Use of Spectral Radiance For Correcting in Season
Fertilizer Nitrogen Deficiencies in Winter Wheat. Transactions of the
ASAE, 39: 1623-1631.
Su, J., Liu, C., Coombes, M., Hu, X., Wang, C., Xu, X., ..., Chen, W. H. 2018.
Wheat yellow rust monitoring by learning from multispectral UAV
aerial imagery. Computers and electronics in agriculture, 155: 157-166.
Suárez, L., Zarco-Tejada, P.J., Berni, J.A., González-Dugo, V., Fereres, E.,
2009. Modelling PRI for Water Stress Detection Using Radiative
Transfer Models. Remote Sens. Environ. 113: 730–744.
Tian, J., Wang, L., LI, X., Gong, H., SHI, C., ZHONG, R., LIU, X., 2017.
Comparison of UAV and WorldView-2 Imagery For Mapping Leaf
Area Index Of Mangrove Forest. International Journal of Applied Earth
Observation and Geoinformation, 61: 22-31.
Tunca, E., Köksal, E.S., Çetin, S., Ekiz, N.M., BALDE, H., 2018. Yield And
Leaf Area Index Estimations for Sunflower Plants Using Unmanned
Aerial Vehicle Images, Environ Monit. Assess. 190:682.
Turhan, H., Genç, L., Bostanci, Y.B., Sümer, A. Kavdir, Y., Türkmen O.S.,
2008. Assessment of the Effect of Salinity on the Early Growth Stage
of the Common Sunflower (Sanay Cultivar) Using Spectral
Discrimination Techniques, African Journal of Biotechnology,
7(6):750-756.
Whitehead, K., Hugenholtz, C. H. 2014. Remote sensing of the environment
306 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
with small unmanned aircraft systems (UASs), part 1: A review of
progress and challenges. Journal of Unmanned Vehicle Systems, 2(3):
69-85.
Whitehead, K., Hugenholtz, C. H., Myshak, S., Brown, O., LeClair, A.,
Tamminga, A., ..., Eaton, B. 2014. Remote sensing of the environment
with small unmanned aircraft systems (UASs), part 2: scientific and
commercial applications. Journal of unmanned vehicle systems, 2(3):
86-102.
Xiang, H., Tian, L., 2011b, Development of a Low-Cost Agricultural Remote
Sensing System Based on an Autonomous Unmanned Aerial Vehicle
(UAV), Biosystems Engineering, 108(2): 174-190.
Xiang, H., Tian, L., 2011a. Method for Automatic Georeferencing Aerial
Remote Sensing (RS) Images From an Unmanned Aerial Vehicle
(UAV) Platform. Biosystems Engineering, 108, 104e113.
Xue, J., Su, B., 2017. Significant Remote Sensing Vegetation Indices: A
Review of Developments and Applications. Journal of Sensors, 2017.
Yang, K., Yang, G. Y., Fu, S. I. H. 2020. Research of control system for plant
protection UAV based on pixhawk. Procedia Computer Science, 166:
371-375.
Zarco-Tejada, P. J., González-Dugo, V., Berni, J. A. J., 2012. Fluorescence,
Temperature and Narrow-Band Indices Acquired from A UAV
Platform for Water Stress Detection Using a Micro-Hyperspectral
Imager and A Thermal Camera. Remote Sens. Environ. 117: 322–337.
doi: 10.1016/j.rse.2011.10.007.
Zarco-Tejada, P.J., González-Dugo, V., Williams, L., Suárez, L., Berni, J.A.,
Goldhamer, D., Fereres, E., 2013. A PRI-based Water Stress Index
Combining Structural And Chlorophyll Effects: Assessment Using
Diurnal Narrow-Band Airborne Imagery And The CWSI Thermal
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 307
Index. Remote Sens. Environ. 138: 38–50.
Zarco-Tejada, P.J., González-Dugo, V., Williams, L., Suárez, L., Berni, J.A.,
Goldhamer, D., Fereres, E., 2013. A PRI-based Water Stress Index
Combining Structural And Chlorophyll Effects: Assessment Using
Diurnal Narrow-Band Airborne Imagery And The CWSI Thermal
Index. Remote Sens. Environ. 138: 38–50.
Zhang, C., Kovacs, J. M., 2012. The Application of Small Unmanned Aerial
Systems for Precision Agriculture: A Review. Precision Agriculture,
13(6): 693-712.
Zhang, G., Wu, Q., Cui, M., Zhang, R. 2019. Securing UAV communications
via joint trajectory and power control. IEEE Transactions on Wireless
Communications, 18(2): 1376-1389.
Zhao, T., Stark, B., Chen, Y., Ray, A. L., Doll, D., 2015. A Detailed Field
Study Of Direct Correlations Between Ground Truth Crop Water Stress
And Normalized Difference Vegetation Index (NDVI) From Small
Unmanned Aerial System (sUAS). Unmanned Aircraft Systems
(ICUAS), 2015 International Conference on IEEE.
Zhao, T., Stark, B., Chen, Y., Ray, A. L., Doll, D., 2016. More Reliable Crop
Water Stress Quantification Using Small Unmanned Aerial Systems
(sUAS). IFAC-Papers On Line, 49(16): 409-414.
Zhao, T., Stark, B., Chen, Y., Ray, A. L., Doll, D., 2016. More Reliable Crop
Water Stress Quantification Using Small Unmanned Aerial Systems
(sUAS). IFAC-Papers On Line, 49(16): 409-414.
Zhao, X., Yang, G., Liu, J., Zhang, X., Xu, B., Wang, Y., ..., Gai, J. 2017.
Estimation of soybean breeding yield based on optimization of spatial
scale of UAV hyperspectral image. Transactions of the Chinese Society
of Agricultural Engineering, 33(1): 110-116.
Zúñiga, C., Khot, L.R., Jacoby, P., 2016. Sankaran, S. Remote Sensing Based
308 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Water-Use Efficiency Evaluation in Sub-Surface İrrigated Wine Grape
Vines. Proc. SPIE 9866.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 309
BÖLÜM 12
Glütensiz Gıda Ürünlerinin Geliştirilmesinde Alternatif Bir
Kaynak: Yalancı Tahıl (Pseudocereal) Tohumları
Öğr. Gör. Zeynep NALE1
1 Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi, Susurluk Meslek Yüksekokulu, Gıda İşleme Bölümü, Balıkesir, Türkiye, [email protected] ORCID: 0000-0003-1700-8597
310 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 311
Giriş
Tüketiciler son yıllarda günlük rutinlerini daha sağlıklı bir yaşam
tarzına ve buna uygun beslenme alışkanlıklarına entegre etmeye
odaklanmaktadır. İnsan beslenmesinde kullanılabilecek çok zengin bir
bitkisel kaynak çeşitliliği olsa da çeşitli sağlık problemleriyle ilgili
oluşabilecek risklerden dolayı çok daha az tür besin kaynağı olarak
kullanılmaktadır. Son zamanlarda yapılan bir dizi araştırmadan elde
edilen sonuçlar, tahıl bazlı glütensiz ürünlerin beslenme kalitesinde bir
iyileştirmeye ihtiyaç duyduğunu vurgulamaktadır.
Günden güne artan nüfusun taleplerini karşılamak amacıyla diyetin
besinsel bileşimini iyileştirecek yeni gıda maddelerinin ve/veya
formülasyonlarının geliştirilmesine ve böylece daha az sağlık problemi
yaşayan bireylerden oluşan bir topluma ulaşmaya yönelik çalışmalar
yoğun şekilde devam etmektedir. Araştırmacıların ilgisi son birkaç
yıldır yoğun olarak halihazırda kullanılan mahsullerin kullanım
imkanlarının daha da artırılması ve yeterince kullanım alanı bulamayan
kaynakların çok çeşitli şekillerde kullanılabilirliğinin artırılmasını
sağlamaya odaklanmış durumdadır. Fenolik maddeler başta olmak
üzere biyoaktif bileşenler ve besinsel bileşim açısından zengin yapıları,
bunun yanı sıra yüksek fitokimyasal (hastalıkları önleyici ve koruyucu
bileşikler içeren bitki kimyasalları) profilleriyle yalancı tahıllara olan
ilgi artmaktadır. Ayrıca yalancı tahılların amino asit profili ve esansiyel
amino asit indeksi, biyolojik değeri, protein verimlilik oranı ve
beslenme indeksi gibi beslenme özellikleri, buğday, pirinç ve mısır gibi
geleneksel tahıllara kıyasla daha yüksektir. Yapılan son çalışmalar
312 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
yalancı tahıllarda bulunan fenolik maddelerin, oksidatif stresin
önlenmesinin ve/veya azaltılmasının sağlanması, anti-kanser, anti-
diyabetik, anti-inflamatuar, anti-hipertansif etki ve kardiyovasküler
hastalıkların önlenmesi gibi çeşitli sağlık yararları olduğunu
göstermiştir. Bu nedenle yalancı tahılların ticarileşme oranının
artırılmasıyla birlikte glütensiz ürünlerin daha lezzetli ve talep edilir
düzeye gelmeleri sağlanırken söz konusu ürünlerin formülasyonları
yeterli ve dengeli beslenmeye yardımcı olacak besinsel bileşim
zenginliğinde geliştirilecektir.
Yalancı Tahıl Tohumlarının Glütensiz Diyet Ürünlerinde Kullanımı
Yalancı Tahıl Tohumu Nedir?
İnsanlığın hayatta kalmasına yönelik en büyük tehdit, nüfus artışı ile
gıda arzı arasındaki sürekli artan uçurum olarak değerlendirilmektedir.
Birleşmiş Milletler’in son yaptığı nüfus tahmini raporuna göre;
günümüzde 7.7 milyon olan insan nüfusunun önümüzdeki 30 yıl
içerisinde 2 milyar kişi daha artarak 2050 yılına gelindiğinde 9.7 milyar
kişiye ulaşması beklenmektedir. Bununla birlikte gün geçtikçe artan bir
protein ihtiyacının olduğu yıllar öncesinden üzerinde durulmaya
başlanan önemli konulardan biridir (United Nations, 2019).
Proteinler, fizyolojik işlevlerde yer alan önemli bir biyo-makromolekül
grubu olup gıda kaynağı ve beslenme açısından bakıldığında, herhangi
bir tahılın insan gıdası olarak kullanışlılığı veya işlevselliği, öncelikle
proteinin miktarına ve kalitesine bakarak değerlendirilmektedir. Doğal
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 313
bitkisel proteinler, güvenirlikleri, yüksek biyo-uyumlulukları ve besin
değerleri ile düşük maliyetleri nedeniyle kullanışlı kaynaklar arasında
gösterilmektedir. Bu nedenle, temel amino asitler açısından zengin yeni
bitkisel proteinler bulmak, gıda ve ilaç endüstrileri için büyük önem arz
etmektedir (Kline ve ark., 2017).
Tahıl işlevselliği temelde tohumun genetik yapısına ve çevresel
faktörlerin karbonhidratlar, proteinler, vitaminler, mineraller ve fenolik
fitokimyasallar gibi tahılın temel bileşenleri üzerindeki etkisine
bağlıdır. Bu nedenle tahıl tanesi bir bileşen açısından çok zengin
olabilirken diğer bileşenler açısından yetersiz bileşime sahip
olabilmektedir. Bu durumun üstesinden gelebilmek için And Dağları
coğrafyasında yetişen yalancı tahıllar gibi kaynakların kullanım
imkanlarının geliştirilmesi yoluna gidilmektedir. Besin kaynağı olarak
sahip oldukları yüksek potansiyel ve fitokimyasal madde içeriği ile
glütensiz diyetlerde kullanılabilme imkanları söz konusu tahıllara olan
ilginin gün geçtikçe artmasını sağlamaktadır. Bu yeni bitki türlerinin
tarımsal ürünler ve gıda kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve
geliştirilmesi noktasında önemli bir role sahip olacağı
değerlendirilmektedir. Sağlık üzerine çok sayıda olumlu etkiye sahip bu
popüler tohumlardan yeni gıdaların geliştirilmesi toplum sağlığının
daha iyi bir seviyeye taşınmasında mükemmel bir fırsat sunabilir, bu
nedenle tüketiciler, gıda üreticileri ve bilim insanları açısından yalancı
tahıllarla ilgili gelişmeler dikkatle takip edilmektedir (Gul ve ark.,
2016).
314 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
American Heritage Dictionary of English'e göre, "yalancı tahıl (İng.
pseudocereal)” çim ailesine ait olmayan ancak ekmek ve diğer temel
gıdalar için un olarak kullanılan meyve ve tohumları üreten herhangi
bir bitki olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde en çok bilinen üç yalancı
tahıl; amarant (Amaranthceae familyası; Amaranth caudatus,
Amaranth cruentus, Amaranth hypochondriacus), kinoa
(Chenopodiaceae familyası; Chenopodium quinoa sub sp. quinoa), ve
karabuğday (arap darısı, sert buğday) (Polygonacea familyası;
Fagopyrum esculentum) olarak belirtilebilir (Alvarez-Jubete ve ark.,
2010).
Karabuğday, amarant ve kinoa gibi yalancı tahılların tanelerinin
flavonoidler, fenolik asitler, yağ asitleri, vitaminler gibi sağlık üzerine
olumlu etkileri bulunan önemli moleküller açısından zengin bir
bileşime sahip olduğu belirtilmektedir. Tam tahıl tüketiminin kanser,
kardiyovasküler hastalıklar, yüksek tansiyon, diyabet gibi hastalıkların
görülme sıklığının azalmasıyla ilişkili olduğu gözlemlenmiştir. Yüksek
kaliteli proteinleri, amino asitleri, fitokimyasalları ve minerallerine
rağmen, yalancı tahıl tanelerinin ve bu taneler kullanılarak geliştirilen
ürünlerin ticarileştirilmesi, besin bileşimleriyle ilgili araştırma
boşlukları ve ayrıca söz konusu tanelerin işlenmesi ve kullanımı ile
ilgili yeni teknolojilerin bulunmaması nedeniyle hala oldukça sınırlıdır
(Haros ve Schoenlechner, 2017).
Yalancı tahıllar endüstriyel uygulamalarda az kullanılan mahsuller
olmakla birlikte, glüten içermeyen ancak sayısız temel besin
maddesinin yanı sıra yüksek kalitede protein içeren tohumlardır. Ayrıca
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 315
sözde tahıllar yapılarında birçok tarımsal farmasötik ve endüstriyel
pratik alanına sahip saponinleri bulundurmaktadır. Saponinler
hemolitik ve antilipemik aktiviteye sahip moleküller olup kan
serumundaki kolesterol seviyesini düşürme yeteneğine sahiptir
(Valcárcel-Yamani ve Lannes, 2012). Yalancı tahıl tohumlarına ilişkin
bazı fizikokimyasal özellikler aşağıdaki tablolarda yer almaktadır.
Tablo 1: Amarant, karabuğday ve kinoanın bazı fizikokimyasal özellikleri (Collar ve Angioloni, 2014)
Parametre Amarant Karabuğday Kinoa
Nem (g/100 g un) 12,31±0,29 13,86±0,32 12,05±0,36
Yağ (g/100 g un) 5,08±0,18 2,52±0,09 3,44±0,19
Kül (g/100 g un) 1,59±0,05 1,67±0,09 2,10±0,10
Protein (g/100 g un) 11,00±0,23 13,07±0,15 11,32±0,16
Çözünmez Diyet Lifi (g/100 g un)
7,91±0,85 5,81±0,75 9,13±0,96
Çözünür Diyet Lifi (g/100 g un)
5,66±0,95 6,12±1,02 5,37±1,03
Toplam Lif (g/100 g un) 13,57±1,4 11,94±1,32 14,5±0,98
Sindirilebilir Karbonhidrat (g/100 g un)
56 56 57
Tablo 2: Amarant, karabuğday ve kinoanın esansiyel aminoasit içeriği (g aminoasit/100g protein) (Joshi ve ark., 2018; Nowak ve ark., 2016; Tien ve ark., 2018)
Aminoasit (g/100g protein) Amarant Karabuğday Kinoa Fenilalanin 3,7-4,7 1,3-7,2 3,0-4,7
İzolösin 2,7-4,2 1,1-4,1 0,8-7,4 Lisin 4,8-8,0 4,2-8,6 2,4-7,8 Lösin 4,2-6,9 2,2-7,6 2,3-9,4
Metiyonin 1,6-4,6 0,5-2,5 0,3-9,1 Treonin 3,3-5,0 3,9-4,0 2,1-8,9
Triptofan 0,9-1,8 1,83 0,6-1,9 Valin 3,9-5,0 2,3-6,1 0,8-6,1
316 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Tablo 3: Amarant, karabuğday ve kinoanın doymamış yağ asidi içeriği (% kuru madde) (Shukla ve ark., 2018; Tang ve ark., 2016; Vera ve ark., 2019)
Doymamış Yağ Asidi İçeriği (%kuru madde)
Amarant Karabuğday Kinoa
Erusik Asit 0,0-0,1 0,2-0,5 0,0-1,5
Gondoik Asit 0,2-0,3 1,8-3,1 0,6-1,6
Linoleik Asit (ω-6) 37,1-45,9 31,4-44,6 44,9-58,6
Linolenik Asit (ω-3) 0,6-1,4 0,0-5,3 3,0-11,1
Oleik Asit 22,7-31,8 35,7-47,9 15,7-31,1
Palmitoleik Asit - 0,15-0,2 -
Vaccenic Asit 1,4-2,00 - 1,3-1,7
ω-6/ω-3 33,0-68,9 - 4,7-19,6
Tablo 4: Amarant, karabuğday ve kinoanın mineral madde içeriği (% kuru madde) (Joshi ve ark., 2018; Nowak ve ark., 2016; Zhang ve Xu, 2017)
Mineral madde (mg/100 g kuru madde)
Amarant Karabuğday Kinoa
Potasyum 290-434 450 656-1475 Fosfor 441-455 330-395,3 140-530
Kalsiyum 175-206 46,5-50,4 27,5-148,7 Magnezyum 254-266 390 207-502
Sodyum 0,6 - 11,0-31,0 Demir 12-17,4 11,8-14,9 1,1-16,7 Çinko 3,7-5,2 2,1-2,4 0,8-4,8
Manganez 4 1,2-1,8 - Bakır 0,77 0,9-1,6 1-9,5
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 317
Tablo 5: Amarant, karabuğday ve kinoanın vitamin içeriği (% kuru madde)(Coelho ve ark., 2018; Joshi ve ark., 2019; Rybicka ve Gliszczynska-Swiglo, 2017; Tang ve
ark., 2016)
Vitaminler (mg/100 g kuru madde) Amarant Karabuğday Kinoa
Vitamin B1 (Tiamin) 0,01-0,1 0,1-3,3 0,3-0,4
Vitamin B2 (Riboflavin) 0,04-0,41 0,06-10,6 0,3-0,4
Vitamin B3 (Niasin) 0,01-8,04 2,1-18,0 1,1-1,5
Vitamin B6 (Pridoksin) 0,04-0,6 0,27-0,33 0,5
Folik Asit 0,05-0,07 - 0,18
Vitamin E (mg/kg kuru madde) 15,4 9,5-16,4 24,7
Toplam Karetenoid Madde (mg/kg kuru madde)
3,7-4,7 - 4,6-4,8
Lutein 3,6-4,4 3,71 5,8-12
Zeaksantin 0,3 - 0,3-5,4
β-karoten - 1,05 1,1
Glüten Nedir?
Buğday dünyada üretimi ve tüketimi en çok yapılan önemli gıda
bileşenlerindendir. Buğday çekirdeği %8-15 oranında protein
içermekte ve bu proteinin %10-15’i albümin/globülin, %85-90’ı
glütenden oluşmaktadır. Glüten başlıca gliadin ve glütenin
fraksiyonlarından oluşan kompleks yapıda bir protein çeşididir (Wieser,
2007). Glüten proteinleri insan gastrointestinal enzimlerine dirençli
yüksek glutamin (%26-53) ve prolin (%10-29) içerikleri ile karakterize
edilmektedir (Scherf ve ark., 2016).
Glüten proteini içerdiği kükürt miktarı veya moleküler ağırlığı temel
alınarak α-, β-, γ- ve ω- gibi alt gruplara ayrılabilir. Isıya dayanıklı bir
protein olan glüten genişletici bir faktör olarak hareket etme yeteneğine
318 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
sahiptir. İşlenmiş gıdalarda gelişmiş doku, lezzet ve nem tutma
kapasitesi sağlanması için önemli bir bileşendir (Kucek ve ark., 2015).
Glüten İntoleransı Nedir?
İnsanların beslenme rutininde binlerce yıldır yer alan ve temel
bileşenlerden biri olan tahıl grubu, günlük enerji ihtiyacının yaklaşık
%50’sini karşılamakta, pek çok toplulukta günlük protein ihtiyacının
neredeyse yarısını karşılayan bir konumda yer almaktadır. Bununla
birlikte bazı tahıl proteinleri hassas kişilerde aşırı duyarlılık
reaksiyonlarını tetikleyebilmekte, kronik hastalık koşullarının
oluşmasına sebep olabilmektedir (Jayawardana ve ark., 2019).
Glüten intoleransı dünya çapında büyüyen bir salgın halini almaktadır.
Çölyak hastalığı, buğday alerjisi, glüten hassasiyeti ve çölyak olmayan
glüten duyarlılığı glüten tüketimine bağlı olarak gelişen en önemli
rahatsızlıklardır. İnsan nüfusunun %0,3-0,6 oranı arasında yer alan
önemli bir kısmı söz konusu rahatsızların birinden muzdariptir
(Zevallos ve ark., 2017).
Glüten intoleransı, buğday, çavdar ve arpada bulunan prolamin alımıyla
tetiklenen bir enteropatidir. Glütenin yutulması, iltihaplanma, lenfosit
infiltrasyonu, villöz düzleşme ve kript hiperplazisi ile farklılaşan ince
bağırsak mukozasında ciddi hasara neden olmaktadır. Glüten
intoleransı rahatsızlıkları içerisinde en şiddetli ve ağır seyreden
seyreden çölyak hastalığıdır. İshal, karın ağrısı ve kilo kaybı, teşhis
edilmiş aktif çölyak hastalığının (CD) tipik gastrointestinal
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 319
semptomlarıdır; ancak çölyak hastalığının sessiz formu genellikle
yetişkinlerde görülmektedir (Sánchez ve ark., 2007).
Çölyak hastalığı buğdayın gliadin fraksiyonuna, çavdardaki prolamin
ve sekalin fraksiyonlarına, arpadaki hordein fraksiyonuna ve yulaftaki
avidin fraksiyonuna karşı ömür boyu süren bir çeşit intoleranstır.
Çölyak hastalığından muzdarip kişilerde glüten alımına tepki olarak
bağırsakta iltihaplanmalar ve bu iltihaplanma durumunun bir sonucu
olarak da demir, folik asit, kalsiyum, yağda çözünen vitaminler gibi pek
çok besinsel bileşimin emiliminde yetersizlikler yaşanabilmektedir.
Çölyak hastalığı için tek etkili tedavi hastanın yaşamı boyunca
glütensiz bir diyete sıkı sıkıya bağlı kalmasıdır, bu şekilde zamanla
mukoza dokusunda klinik iyileşmeler de gözlenebilmektedir. Glütensiz
bir diyette kesinlikle bulunmaması gerekenler;
• Buğday, çavdar, arpa, tritikale (buğday ve çavdar melezi), dinkel
(kavuzlu buğday), kamut (Horasan buğdayı, tetraploid bir buğday
türü) ve yulaf unu ve/veya katkı maddeleriyle yapılan ekmek,
tahıl ya da diğer yiyecekler ile bu tahıllardan yapılan yan ürünler
• Koyulaştırıcı ve dolgu maddesi olarak buğday ve glüten türevleri
içeren işlenmiş gıdalar, örneğin; sosisli sandviç, salata sosları,
konserve çorbalar/kurutulmuş çorba karışımları, işlenmiş peynir,
krema sosları vs
• Hap veya tablet bağlayıcı olarak glüten kullanan ilaçlar
(Gallagher ve ark., 2004)
320 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Glütensiz Gıda (ing. Gluten-free food) Kavramı
Glütensiz gıdalara yönelik standart, Codex Alimentarius Komisyonu
(Dünya Sağlık Örgütü) ile Gıda ve Tarım Örgütü tarafından 1976
yılında düzenlenmiş ve kabul edilmiştir. 1981 ve 2000 yıllarında revize
edilen Standart glütensiz gıdaları; buğday veya tüm Triticum
(buğdaygiller familyasından bütün dünyada ıslahı yapılmış tek yıllık
otsu bitki cinsi) çeşitleri içerisinden kılçıksız buğday, kamut (Horasan
buğdayı, tetraploid bir buğday türü), durum buğdayı, çavdar, arpa, yulaf
türlerinin herhangi birini hiç içermeyen veya bunların glüten seviyesi
20 ppm’yi geçmeyen melez çeşitlerini içeren bileşenler şeklinde
tanımlamıştır (Codex Alimentarius 2015).
Glüten, undaki ana iskeleti meydana getiren protein olup hamurun
elastikiyet özelliklerinden sorumludur. Birçok unlu mamulün
görünümüne ve iç yapısına katkıda bulunur. Glütenin uzaklaştırılması
özellikle fırıncılar için büyük sorunlar yaratmakla birlikte şu anda
piyasada bulunan birçok glütensiz ürün düşük kalitede olup kötü ağız
hissi ve lezzete sahiptir (Gallagher ve ark., 2004).
Ekmek yapımında yapısal bir protein görevi gören glüten nişasta ve
diğer küçük bileşenlerin çıkarılmasıyla birlikte akan su ile yıkanarak
undan ayrılabilmektedir. Glüten proteini alkol-su çözeltisindeki
çözünebilirliğine göre; hamur için viskozite ve uzayabilirlik sağlayan
çözünebilir gliadin formu ile hamurun tokluğunu, elastikiyetini ve
viskozitesini sağlayan çözünmeyen glütenin formundan oluşmaktadır
(Wieser, 2007).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 321
Glütenin özellikleri unun hidrasyonundan sonra belirgin hale gelmekte,
oluşan ağ yapı sayesinde gaz tutma kapasitesi artarken ekmek için
yüksek kaliteli bir iç yapı ile uzayabilir bir hamur oluşturmaktadır
(Rakkar, 2007).
Glüten yokluğunda üretilen hamur sıvı olmakta, bu da ekmeğin
piştikten sonraki renk ve kalite özelliklerinde zayıflıklara neden
olmaktadır. Makarna üretiminde pişirme işlemi sırasında dağılmayı
engelleyen sağlam bir yapı oluşturması sebebiyle glüten önemli bir
bileşendir. Sağlam ağ yapı gerektiren yarı tatlı bisküviler hariç olmak
üzere bisküvi ve kurabiye üretiminde glüten iskeletli bir protein yapısı
asgari düzeyde gerekli olduğu için, glütensiz unlardan bisküvi ve
kurabiye üretiminde kalite problemlerinin yaşanma riski daha düşük
ihtimalli olarak değerlendirilmektedir. Bisküvi üretiminde dokusal
kalite özelliklerinin iyileştirilmesinde nişastanın jelatinleşmesi daha
kritik bir roldedir (Gallagher, 2000).
Glütensiz Gıda Üretiminde Yalancı Tahıl Tohumlarının Kullanımı
Yalancı tahıl taneleri glüten proteini içermez ancak besinsel açıdan
yüksek değere sahip albümin ve globülin proteinleri açısından
zengindir. Amarant ve kinoa unu ile tatlandırıcı eklenerek üretilen
ekmeklerde buğday unuyla üretilen kontrol ekmeklerine benzer hacim,
dilim sertliği ve su aktivitesi değerleri gözlenirken; protein, lipit ve kül
miktarı açısından daha yüksek değerlerin bulunduğu belirtilmiştir
(Alencar ve ark., 2015).
322 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Amarant, kinoa ve karabuğday, glütensiz diyet formülasyonlarında
sıklıkla kullanılan ve aynı zamanda oldukça besleyici olan yalancı
tahıllardır. Yapılmış bir çalışmada mısır unuyla üretilmiş ekmeklere
kıyasla amarant unu kullanılarak üretilen glütensiz ekmeklerde protein
oranının %32, lif içeriğinin ise %152 arttığı ve iki un çeşidiyle üretilen
ekmeğin duyusal değerlendirmelerde benzer puanlar aldığı
belirtilmiştir (Gambus ve ark., 2002). Kinoa ve amarant unu birlikte
kullanılarak üretilen ekmeklerde ise ekmek dilimlerinin daha yüksek
hacme sahip olduğu ve lif miktarının arttığı belirtilmiştir (Schönlechner
ve Berghofer 2002).
Glütensiz diyetlerde buğday unu yerine pirinç unu kullanımı
gelenekselleşmiş bir uygulama sayılmaktadır. Bazı araştırmacıların
glütensiz un kullanarak geliştirdikleri ürünlerdeki kaliteyi artırmak için
çeşitli hidrokolloidler, emülsifiyerler ve enzimler kullanıldığı
belirtilmektedir (Preichardt ve ark., 2011, Sumnu ve ark., 2010).
Glütensiz un kullanılarak üretilen fırıncılık ürünlerinin glütenli un
kullanılarak üretilen ürünlere kıyasla daha düşük miktarda protein, B
grubu vitaminler ve diyet lif içerdiği belirtilmektedir. Bu sebeple
glütensiz un kullanılan ürünlerin besinsel bileşimini zenginleştirmeye
yönelik çeşitli uygulamaların geliştirilmesi gerektiği belirtilmektedir
(Dickey ve Kearney, 2006).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 323
Yalancı Tahıl Tohumları Kullanılarak Glütensiz Gıda
Üretilmesine Yönelik Gerçekleştirilmiş Bazı Akademik Araştırmalar
Yalancı tahıl tohumları kullanılarak glütensiz ekmek üretimine yönelik
yapılmış bir çalışmada amarant, karabuğday ve kinoa unları ile pirinç
ve patates nişastası (50:50) unları kullanılarak üretilen (kontrol grubu)
ekmeklerin çeşitli fizikokimyasal özellikleri karşılaştırılmıştır. Yalancı
tahıl tohumlarının unları kullanılarak üretilen ekmeklerin daha yüksek
protein, diyet lifi, kalsiyum, demir, E vitamini ve polifenolik madde
içerdiği belirtilmiştir (Alvarez‐Jubete ve ark., 2009).
Amaranthus spinosus ve Amaranthus hypochondriacus unları
kullanılarak ekmeğin besinsel ve teknolojik özelliklerinin
geliştirilmesine yönelik yapılmış bir çalışmada amarant unu
kullanımının son ürün olan ekmekte protein, lipit, diyet lifi, kül ve
miyo-inositol miktarını artırdığı görülmüştür. A. hypochondriacus unu
kullanılarak üretilen ekmeklerin kabul edilebilirliğinin daha yüksek
olduğu belirtilirken amarant unu takviyesiyle yetişkinlerdeki günlük
demir ve çinko minerali ihtiyacının karşılanabileceği ifade edilmiştir
(Miranda ve ark., 2019).
Glütensiz un kullanılarak ürün geliştirilmesine yönelik yapılmış bir
çalışmada; %70 sorgum unu yanında mısır, patates, pirinç ve manyok
nişastası unlarının kombinasyonları kullanılarak üretilen hamurların ve
bu hamurlardan pişirilen ekmeklerin fiziksel özelliklerinde belirgin
iyileşmeler gözlendiği belirtilmiştir (Onyango ve ark., 2011).
324 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Kinoa unu kullanılarak üretilen ekmeklerin besinsel ve fizikokimyasal
özelliklerinin incelendiği bir çalışmada 25g kinoa unu+75g buğday unu
ve 50g kinoa unu+50g buğday unu olacak şekilde deneme desenlerinin
oluşturulduğu ve bu formülasyonlara göre ekmeklerin üretildiği
belirtilmiştir. Kinoa unu kullanılan ekmeklerde hacimlerin, kırıntı
sertliklerinin ve kabul edilebilirliğin daha düşük olduğu ancak kinoa
unu miktarı arttıkça diyet lif miktarının, kalsiyum, demir ve çinko
miktarının da arttığı ifade edilmiştir. Çalışma sonucunda ürünlerin
duyusal kabul edilebilirlikleri göz önünde bulundurularak tamamen
kinoa unu kullanımından ziyade %25’lik bir katkının önerildiği
görülmektedir (Iglesias-Puig ve ark., 2015).
Glütensiz kurabiye üretimine yönelik yapılmış bir optimizasyon
çalışmasında farklı oranlarda darı unu, çiya tohumu unu, karabuğday
unu kullanıldığı, kontrol örneklerinin ise buğday unu ile üretildiği
belirtilmiştir. Analizler sonucunda darı unu kullanılan
formülasyonlarda protein oranının yüksek, kurabiye yüksekliğinin
düşük ve çapının daha geniş olduğu belirtilirken ideal kurabiye üretimi
için hamura %7,5 çiya tohumu unu+%40 darı unu ve %52,5 karabuğday
eklenmesi gerektiği ifade edilmiştir (Brites ve ark., 2019).
Pirinç ve karabuğday unu kullanılarak glütensiz kurabiye formülasyonu
geliştirmeye yönelik yapılmış bir çalışmada 90:10, 80:20 ve 70:30
(pirinç:karabuğday) oranlarında olacak şekilde un karışımları
kullanılarak kurabiye üretimlerinin gerçekleştirildiği belirtilmiştir.
Kontrol örneği kurabiyelerin buğday unu kullanılarak üretildiği çalışma
kapsamında pirinç ve karabuğday unu karışımı kullanılarak üretilen
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 325
kurabiyelerin ortalama partikül boyutunun daha büyük bulunduğu ifade
edilmiştir. Karışımlarda pirinç unu oranı arttıkça kurabiyelerdeki
parlaklığın arttığı, karabuğday unu oranı arttıkça rengin daha
koyulaştığı belirtilmiştir. Ayrıca yine kurabiyelerdeki karabuğday unu
oranı arttıkça duyusal değerlendirmelerde aroma, kırılganlık ve
çiğneme kriterlerinde puan artışı gerçekleştiği ifade edilmiştir (Torbica
ve ark., 2012).
Yalancı tahıl taneleri, dikotiledon bitki türlerine ait yenilebilir tohumlar
olup mükemmel besinsel değere sahip glütensiz (İng. gluten-free)
tahıllar olarak insan diyetlerinde güncel bir trend haline gelmektedir.
Besinsel bileşimlerinin zenginliği iyi bir nişasta, lif, protein, mineral,
vitamin kaynağı olmalarının yanı sıra biyoaktif bileşen (fenolik
bileşenler) ve fitokimyasallar (fitosteroller, fitosteroidler gibi)
açısından zengin olmalarından ileri gelmektedir (Martínez-Villaluenga
ve ark., 2020)
Kinoa ununun ekmek yapımında kullanılabilirliğinin araştırıldığı bir
çalışmada; kinoa, pirinç ve darı unlarından oluşan hammaddelerin
kullanıldığı ve kinoa ununun hamura %40-100 arasında değişen
oranlarda eklendiği belirtilmiştir. Kinoa unu kullanılan ekmeklerde
hacmin daha yüksek bulunduğu ve üretim sırasındaki fermantasyon
aşamasında oluşan gazın hamura daha homojen bir yapıda dağıldığı
ifade edilmiştir. Çalışmanın sonucu olarak çölyak hastaları için
geliştirilecek diyet ürünlerde kinoa ununun bir alternatif olarak
değerlendirilebileceği belirtilmiştir (Elgeti ve ark., 2014).
326 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Glütensiz kurabiye üretiminde ekşi (İng. tartary) karabuğday tohumu
unu kullanımının ürünün fizikokimyasal nitelikleri üzerine etkisinin
incelendiği bir çalışmada pirinç unu:karabuğday unu oranı 70:30 olacak
şekilde kurabiyelerin üretildiği belirtilmiştir. Analizler neticesinde
kurabiye hamuruna ekşi karabuğday tohumu unu eklenmesinin ürünün
fenolik madde (kuersetin) miktarını ve antioksidan kapasitesini
artırdığının, glisemik indeksini ise düşürdüğünün belirlendiği ifade
edilmiştir (Molinari ve ark., 2018).
Glütensiz kurabiye üretiminde kinoa ununun kullanılabilirliğinin
araştırıldığı bir çalışmada farklı oranlarda (%5,10,15) kinoa unu
kullanılarak kurabiye hamurlarının geliştirildiği ve pişirilen
kurabiyelere duyusal analizlerin yapıldığı belirtilmiştir. Çalışmanın
sonucu olarak %10’luk kinoa unu takviyesi yapılmış kurabiyelerin
duyusal değerlendirme puanlarının daha yüksek bulunduğu, tercih
edilirliği en yüksek bulunan kurabiyenin un kombinasyonunun
kinoa:pirinç:yulaf (10:45:45) şeklinde hazırlandığı ifade edilmiştir
(Kaur ve Kaur 2017).
Glütensiz makarna üretmeye yönelik yapılmış bir çalışmada ilk olarak;
Rcommander yazılımı kullanılarak hamura eklenecek amarant, kinoa
ve pirinç unu oranlarını belirlemeye yönelik bir optimizasyon çalışması
yapıldığı belirtilmiştir. Belirtilen içeriklerle geliştirilebilecek en iyi
makarna hamuru formülasyonunun %50 pirinç unu, %40 kinoa unu,
%10 amarant unu kullanılarak üretilebileceği ifade edilirken, bu
kombinasyonla üretilen makarnaların esneklikleri ve duyusal
değerlendirmelerinin yüksek bulunduğu belirtilmiştir. Ancak söz
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 327
konusu formülasyona sahip makarnaların sertlik niteliği açısından
geliştirilmesi gerektiği değerlendirilmiştir (Makdoud ve Rosentrater
2017).
Glüten intoleransı bulunan kişiler için “glütensiz tahıl bar” üretimine
yönelik yapılmış bir çalışmada hammadde olarak kinoa, kahverengi
pirinç, keten tohumu ile kuru meyveler, bağlama ajanı ve tatlandırıcı
olarak bal kullanıldığı belirtilmiştir. Değişik kombinasyonlarda
formülasyonların duyusal değerlendirmesi sonucunda %50 bal
kullanılan örneğin en beğenilen numune olduğu ve söz konusu
numunenin %8,53 nem, %1,34 kül, %10,5 protein, %2,89 yağ, gallik
asit eşdeğeri cinsinden 0,51 mg toplam fenolik madde, %33,87
antioksidan kapasite ve 0.384 µg/g β-karoten içerdiği ifade edilmiştir
(Kaur ve ark., 2018).
Sonuç
Gliadin ve glütenin fraksiyonlarından oluşan glüten, su ile
karıştırıldığında esnek hale gelen bir protein çeşidi olup pastacılık
ürünlerinde hamurun karakteristik özelliklerinden sorumlu olması
sebebiyle yapısal protein olarak da ifade edilmektedir. Glüten
yokluğunun genelde zayıf ve ufalanan bir dokuya, zayıf renge sahip
pişmiş ürüne ve pişme sonrası çeşitli kalite kayıplarına sebep olduğu
belirtilmektedir.
Glütensiz ürünlerle geliştirilecek formülasyonlar gerek tahıl
teknologlarını gerek fırıncılık sektöründe üretim yapanları
zorlamaktadır. Ayrıca glüten intoleransı olan kişilerin rahatsızlıklarının
328 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
şiddetine göre glütenli gıdaları hiç tüketememe durumları glütensiz
unlar kullanılarak “glütensiz gıdalar”ın geliştirilmesini zorunlu
kılmaktadır. Amarant, karabuğday, kinoa gibi yalancı tahıl (İng.
pseudocereal) tohumları bu ihtiyacın karşılanmasında en güncel akım
halini almıştır. Yapılmış çalışmalar yalancı tahıl tohumlarının,
kullanıldığı gıda ürününde fizikokimyasal nitelikleri geliştirdiğini
göstermektedir. Besinsel açıdan iyi bir alternatif olmakla birlikte
duyusal kalitenin geliştirilmesi için çalışmalar devam etmektedir.
Yapılmış ve yapılmakta olan çalışmaların neticeleri de göz önünde
bulundurularak önümüzdeki yıllarda glütensiz unlar kullanılarak
üretilmiş gıdaların gerek fizikokimyasal özellikler gerek duyusal kalite
açısından gıda piyasasında daha rekabet edebilir boyuta ulaşacağı
değerlendirilmektedir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 329
Kaynaklar
Alencar, N. M. M., Steel, C. J., Alvim, I. D., de Morais, E. C., Bolini, H. M.
A. 2015. Addition of quinoa and amaranth flour in gluten-free breads:
Temporal profile and instrumental analysis. LWT-Food Science and
Technology, 62(2): 1011-1018.
Alvarez-Jubete, L., Arendt, E. K., Gallagher, E. 2010. Nutritive value of
pseudocereals and their increasing use as functional gluten-free
ingredients. Trends in Food Science & Technology, 21(2): 106-113.
Alvarez-Jubete, L., Holse, M., Hansen, Å., Arendt, E. K., Gallagher, E. 2009.
Impact of baking on vitamin E content of pseudocereals amaranth,
quinoa, and buckwheat. Cereal chemistry, 86(5): 511-515.
Brites, L. T. G. F., Ortolan, F., Silva, D. W. D., Bueno, F. R., Rocha, T. D. S.,
Chang, Y. K., Steel, C. J. 2019. Gluten-free cookies elaborated with
buckwheat flour, millet flour and chia seeds. Food Science and
Technology, 39(2): 458-466.
Codex Alimentarius. Standard For Foods For Special Dietary Use For Persons
Intolerant To Gluten-CXS 118-1979. Adopted in 1979. Amended in
1983 and 2015. Revised in 2008. (Erişim Tarihi: 28.03.2021).
Coelho, L. M., Silva, P. M., Martins, J. T., Pinheiro, A. C., Vicente, A. A.
2018. Emerging opportunities in exploring the nutritional/functional
value of amaranth. Food & function, 9(11): 5499-5512.
Collar, C., Angioloni, A. 2014. Pseudocereals and teff in complex
breadmaking matrices: Impact on lipid dynamics. Journal of Cereal
Science, 59(2): 145-154.
Dickey, W., Kearney, N. 2006. Overweight in celiac disease: prevalence,
clinical characteristics, and effect of a gluten-free diet. American
Journal of Gastroenterology, 101(10): 2356-2359.
330 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Elgeti, D., Nordlohne, S. D., Föste, M., Besl, M., Linden, M. H., Heinz, V., ...
& Becker, T. 2014. Volume and texture improvement of gluten-free
bread using quinoa white flour. Journal of Cereal Science, 59(1): 41-
47.
Gallagher, E. 2000. The Aplication of Functional Ingredients in Short Dough
Biscuits (Doctoral dissertation, NUI).
Gallagher, E., Gormley, T. R., Arendt, E. K. 2004. Recent advances in the
formulation of gluten-free cereal-based products. Trends in Food
Science & Technology, 15(3-4): 143-152.
Gambus, H., Gambus, F., Sabat, R. 2002. The research on quality
improvement of gluten-free bread by amaranthus flour addition.
Zywnosc, 9(2): 99-112.
Gul, K., Singh, A. K., Jabeen, R. 2016. Nutraceuticals and functional foods:
The foods for the future world. Critical reviews in food science and
nutrition, 56(16): 2617-2627.
Haros, C. M., Schoenlechner, R. (Eds.). 2017. Pseudocereals: chemistry and
technology. John Wiley & Sons.
Iglesias-Puig, E., Monedero, V., Haros, M. 2015. Bread with whole quinoa
flour and bifidobacterial phytases increases dietary mineral intake and
bioavailability. LWT-Food Science and Technology, 60(1): 71-77.
Jayawardana, I. A., Montoya, C. A., McNabb, W. C., Boland, M. J. (2019).
Possibility of minimizing gluten intolerance by co-consumption of
some fruits–A case for positive food synergy? Trends in Food Science
& Technology, 94: 91-97.
Joshi, D. C., Chaudhari, G. V., Sood, S., Kant, L., Pattanayak, A., Zhang, K.,
..., Zhou, M. 2019. Revisiting the versatile buckwheat: reinvigorating
genetic gains through integrated breeding and genomics approach.
Planta, 250(3): 783-801.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 331
Joshi, D. C., Sood, S., Hosahatti, R., Kant, L., Pattanayak, A., Kumar, A., ...,
Stetter, M. G. 2018. From zero to hero: the past, present and future of
grain amaranth breeding. Theoretical and Applied Genetics, 131(9):
1807-1823.
Joshi, D. C., Sood, S., Hosahatti, R., Kant, L., Pattanayak, A., Kumar, A., ...,
Stetter, M. G. 2018. From zero to hero: the past, present and future of
grain amaranth breeding. Theoretical and Applied Genetics, 131(9):
1807-1823.
Kaur, R., Ahluwalia, P., Sachdev, P. A., Kaur, A. 2018. Development of
gluten-free cereal bar for gluten intolerant population by using quinoa
as major ingredient. Journal of food science and technology, 55(9):
3584-3591.
Kaur, S., Kaur, N. 2017. Development and sensory evaluation of gluten free
bakery products using quinoa (Chenopodium Quinoa) flour. Journal of
Applied and Natural Science, 9(4): 2449-2455.
Kline, K. L., Msangi, S., Dale, V. H., Woods, J., Souza, G. M., Osseweijer,
P., Clancy, J. S., Hilbert, J. A., Johnson, F. X., McDonnel, P. C.,
Mugera, H. K. 2017. Reconciling food security and bioenergy:
priorities for action. Gcb Bioenergy, 9(3): 557-576.
Kucek, L. K., Veenstra, L. D., Amnuaycheewa, P., Sorrells, M. E. 2015. A
grounded guide to gluten: how modern genotypes and processing
impact wheat sensitivity. Comprehensive Reviews in Food Science and
Food Safety, 14(3): 285-302.
Makdoud, S., Rosentrater, K. A. 2017. Development and testing of gluten-free
pasta based on rice, quinoa and amaranth flours. Journal of food
Research, 6(4): 91-110.
Martínez-Villaluenga, C., Peñas, E., Hernández-Ledesma, B. 2020.
Pseudocereal grains: Nutritional value, health benefits and current
332 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
applications for the development of gluten-free foods. Food and
Chemical Toxicology, 137, 111178.
Miranda-Ramos, K. C., Sanz-Ponce, N., Haros, C. M. 2019. Evaluation of
technological and nutritional quality of bread enriched with amaranth
flour. LWT, 114, 108418.)
Molinari, R., Costantini, L., Timperio, A. M., Lelli, V., Bonafaccia, F.,
Bonafaccia, G., Merendino, N. 2018. Tartary buckwheat malt as
ingredient of gluten-free cookies. Journal of Cereal Science, 80: 37-43.
Nowak, V., Du, J., Charrondière, U. R. 2016. Assessment of the nutritional
composition of quinoa (Chenopodium quinoa Willd.). Food chemistry,
193: 47-54.
Nowak, V., Du, J., Charrondière, U. R. 2016. Assessment of the nutritional
composition of quinoa (Chenopodium quinoa Willd.). Food chemistry,
193: 47-54.
Onyango, C., Mutungi, C., Unbehend, G., Lindhauer, M. G. 2011.
Modification of gluten-free sorghum batter and bread using maize,
potato, cassava or rice starch. LWT-Food Science and Technology,
44(3): 681-686.
Preichardt, L. D., Vendruscolo, C. T., Gularte, M. A., Moreira, A. D. S. 2011.
The role of xanthan gum in the quality of gluten free cakes: improved
bakery products for coeliac patients. International Journal of Food
Science & Technology, 46(12): 2591-2597.
Rakkar, P. S. 2007. Development of a gluten-free commercial bread (Doctoral
dissertation, Auckland University of Technology).
Rybicka, I., Gliszczynska-Swiglo, A. 2017. Gluten-Free flours from different
raw materials as the source of vitamin B1, B2, B3 and B6. Journal of
nutritional science and vitaminology, 63(2): 125-132.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 333
Sánchez, D., Tucková, L., Burkhard, M., Plicka, J., Mothes, T., Hoffmanová,
I., Tlaskalová-Hogenová, H. 2007. Specificity analysis of anti-gliadin
mouse monoclonal antibodies used for detection of gliadin in food for
gluten-free diet. Journal of agricultural and food chemistry, 55(7):
2627-2632.
Scherf, K. A., Koehler, P., Wieser, H. 2016. Gluten and wheat sensitivities–
an overview. Journal of Cereal Science, 67: 2-11.
Schoenlechner R, Berghofer E. 2002. Investigation of the processing aspects
of the pseudocereals amaranth and quinoa. In: Proceedings of the
International Association of Cereal Chemists Conference. (Montreal,
QC) (2002). p. 73–9.
Shukla, A., Srivastava, N., Suneja, P., Yadav, S. K., Hussain, Z., Rana, J. C.,
& Yadav, S. 2018. Genetic diversity analysis in Buckwheat germplasm
for nutritional traits.
Sumnu, G., Koksel, F., Sahin, S., Basman, A., Meda, V. 2010. The effects of
xanthan and guar gums on staling of gluten-free rice cakes baked in
different ovens. International journal of food science & technology,
45(1): 87-93.
Tang, Y., Li, X., Chen, P. X., Zhang, B., Liu, R., Hernandez, M., ..., Tsao, R.
2016. Assessing the fatty acid, carotenoid, and tocopherol compositions
of amaranth and quinoa seeds grown in Ontario and their overall
contribution to nutritional quality. Journal of agricultural and food
chemistry, 64(5): 1103-1110.
Tang, Y., Li, X., Chen, P. X., Zhang, B., Liu, R., Hernandez, M., ..., Tsao, R.
2016. Assessing the fatty acid, carotenoid, and tocopherol compositions
of amaranth and quinoa seeds grown in Ontario and their overall
contribution to nutritional quality. Journal of agricultural and food
chemistry, 64(5): 1103-1110.
334 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Tien, N. N. T., Trinh, L. N. D., Inoue, N., Morita, N., Hung, P. V. 2018.
Nutritional composition, bioactive compounds, and diabetic enzyme
inhibition capacity of three varieties of buckwheat in Japan. Cereal
Chemistry, 95(5): 615-624.
Torbica, A., Hadnađev, M., Hadnađev, T. D. 2012. Rice and buckwheat flour
characterisation and its relation to cookie quality. Food Research
International, 48(1): 277-283.
United Nations Department of Economic and Social Affairs. World
Population Prospects 2019: Highlights (2019). Çevrimiçi Erişim Linki:
https://www.un.org/development/desa/publications/world-population-
prospects-2019-highlights.html#:~:text=World%20Population%20
Prospects%202019%3A%20Highlights,-17%20June%202019&text
=The%20world's%20population%20is%20expected,United%20Natio
ns%20report%20launched%20today. (Erişim Tarihi, 01.04.2021)
Valcárcel-Yamani, B., Lannes, S. D. S. 2012. Applications of quinoa
(Chenopodium quinoa Willd.) and amaranth (Amaranthus spp.) and
their influence in the nutritional value of cereal based foods. Food and
Public health, 2(6): 265-275.
Vera, E. P., Alca, J. J., Saravia, G. R., Campioni, N. C., Alpuy, I. J. 2019.
Comparison of the lipid profile and tocopherol content of four Peruvian
quinoa (Chenopodium quinoa Willd.) cultivars (‘Amarilla de
Maranganí,‘Blanca de Juli’, INIA 415 ‘Roja Pasankalla’, INIA 420
‘Negra Collana’) during germination. Journal of cereal science, 88:
132-137.
Wieser, H. 2007. Chemistry of gluten proteins. Food microbiology, 24(2):
115-119.
Zevallos, V. F., Raker, V., Tenzer, S., Jimenez-Calvente, C., Ashfaq-Khan,
M., Rüssel, N., ..., Schuppan, D. (2017). Nutritional wheat amylase-
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 335
trypsin inhibitors promote intestinal inflammation via activation of
myeloid cells. Gastroenterology, 152(5): 1100-1113.
Zhang, Q., Xu, J. G. 2017. Determining the geographical origin of common
buckwheat from China by multivariate analysis based on mineral
elements, amino acids and vitamins. Scientific reports, 7(1): 1-8.
336 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 337
BÖLÜM 13
Bitkilerde Nanopartikül Kaynaklı Genotoksik Hasarlar
Öğr. Gör. Dr. Oksal MACAR1
Öğr. Gör. Dr. Tuğçe KALEFETOĞLU MACAR1*
1 Giresun Üniversitesi, Şebinkarahisar Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Gıda
Teknolojisi Bölümü, 28400, Giresun – Türkiye
ORCID ID Oksal Macar: 0000-0002-5067-8712
ORCID ID Tuğçe Kalefetoğlu Macar: 0000-0002-9946-8054
338 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 339
Giriş
Nanoteknoloji ve tasarlanmış nanopartiküller, son yıllarda dünya
çapında büyük ilgi görmektedir. Nanopartüküllerin herkes tarafından
kabul edilen kesin bir tanımı olmamasına rağmen, en az bir dış boyutu
1 nm – 100 nm arasında yer alan, doğal veya imal edilmiş materyallerin
nanopartikül özelliği gösterdiği kabul edilir (Rodriguez-Garraus ve
diğerleri, 2020). Bu boyuttaki çeşitli parçacıklar binlerce yıldır insanlık
tarafından kullanılmasına rağmen, bu materyallerin sentezlenebil-
mesinin ve özelliklerinin değiştirilebilmesinin başarılması oldukça
yenidir. Nano ölçekteki materyallerle ilgilenen Nobel ödüllü Richard P.
Feynman tarafından 1959’da sunulduğundan bu yana, “nanoteknoloji”
bilim dalında devrim niteliğinde gelişmeler olmuştur (Feynman, 1960).
Günümüzde, Tüketici Ürünleri Envanteri'nde (CPI) listelenen 622
şirkete ait 1800'ün üzerinde nanoteknoloji tabanlı ürün ticari olarak
mevcuttur (Vance ve diğerleri, 2015). Küresel nanoteknoloji endüstrisi
2020 yılına kadar 75,8 milyar ABD dolarına ulaşmıştır (Barabadi ve
diğerleri, 2019). Nano ölçekli malzemelerin yeni ve benzersiz fiziksel,
kimyasal, elektriksel ve optik özellikleri, bu malzemelerin geniş bir
kullanım alanı bulmalarını sağlamıştır. Yeni teknik gelişmeler
sayesinde, nano ölçekli malzemeler; elektronik, manyetik ve
optoelektronik, biyomedikal, farmasötik, kozmetik, enerji, çevresel,
katalitik ve malzeme uygulamaları gibi çeşitli farklı alanlarda kullanım
bulmaktadır (Biswas ve Wu, 2005). Ayrıca, nanopartiküllerin,
benzersiz özellikleri ve faydalı uygulamaları nedeniyle, tarım ve
340 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
bağlantılı sektörlerde büyük ilgi gördükleri de unutulmamalıdır (Rajput
ve diğerleri, 2018).
Nanopartiküllerin Sentezi ve Çeşitleri
Nanopartiküller boyut, şekil ve özelliklerine göre sınıflandırılabilmekle
beraber, en yaygın sınıflandırılmaları oluştukları malzemenin türüne
göredir (Liu, 2006; Khan ve diğerleri, 2019; Sur ve diğerleri, 2019):
1) Karbon-tabanlı (fulleren, tek duvarlı karbon nanotüp ve çok
duvarlı karbon nanotüpler)
2) Metalik (kuantum noktaları, nanoaltın, nanoçinko,
nanoaluminyum ve TiO2, Fe2O3, CuO, ZnO ve Al2O3 gibi nano
ölçekli metal oksitler)
3) Seramik
4) Yarı iletken
5) Polimerik (dendrimerler, ligand bazlı nanopartiküller, polimerik
miseller, polyethylene glycolle kaplanmış nanopartiküller).
Buna ek olarak, CPI'ye göre, nanomateryal bileşenler silikon, karbonlu,
metal, "ilan edilmemiş" ve "diğer" olmak üzere beş ana kategoride
sınıflandırılmıştır (Yazdimamaghani ve diğerleri, 2019).
Nanopartiküllerin sentezi için kullanılan yöntemler aşağıdan yukarıya
yaklaşım ve yukarıdan aşağıya yaklaşım olmak üzere iki ana sınıfa
ayrılır (Wang ve Xia, 2004; Iravani, 2011):
Aşağıdan yukarıya sentez yöntemi; nanopartiküller nispeten daha basit
materyallerden oluşturulur. Sol jel, yeşil sentez, eğirme ve
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 341
biyokimyasal sentezi de içeren sedimantasyon ve indirgeme teknikleri
kullanılır.
Yukarıdan aşağıya sentez yöntemi; başlangıçtaki daha büyük
materyaller küçük birimlere ayrıştırıldıktan sonra bu birimler uygun
nanopartüküllere dönüştürülür. Bu yöntemde öğütme, kimyasal buhar
biriktirme, fiziksel buhar biriktirme ve diğer ayrıştırma teknikleri
kullanılır.
Nanopartiküller ve Çevre
Nanopartiküller ile ilgili endişelerden biri, büyük miktarlarda
üretildikleri ve bazılarının yarı ömürleri uzun olduğu için, zamanla
çevresel koşullar altında birikebilecekleri ve bu partiküllerin giderek
daha tehlikeli unsurlara dönüşebilecekleri korkusudur (Remédios ve
diğerleri, 2012). Artan kullanım sıklığına bağlı olarak, her geçen gün
daha fazla nanopartikül çevreye bırakılmakta ve doğal sistemlerde
yayılmaktadır (Nowack ve Bucheli, 2007). Yılda 100 tonun üzerinde
üretildiği bilinen nanomalzemelerin %60-89’unun çöp depolama
alanlarına salındığı ve bu salınımın en yüksek miktarda Asya’da,
Avrupa’da ve Amerika’da olduğu belirtilmiştir. Salınım;
nanopartiküllerin üretimi, atık suların arıtılması, nanopartikül içeren
tarım ilaçlarının kullanımı ya da üretim sırasında gerçekleşen atık
tasfiyesi yolları ile doğrudan olabileceği gibi tüketici ürünlerinin
kullanımı ve bertarafı ya da geri dönüşüm birimleri yolları ile dolaylı
da gerçekleşebilmektedir (Şekil 1) (Ghosh ve diğerleri, 2019).
342 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Şekil 1: Nanopartikül Salımının Bitkileri Etkileyebilecek Potansiyel Yollarını Gösteren Şema (Ghosh ve diğerleri, 2019).
Nanopartiküllerin Toksisitesi
Nanomalzemeleri ilginç kılan özellikler, bu maddelerin, biyolojik
sistemlerle etkileşimleri durumunda, toksik potansiyellerini oluşturan
özelliklerdir. Pek çok endüstriyel ve tıbbi kullanım alanı olan
nanopartiküller ve diğer nanomalzemeler ile ilişkilendirilen bazı toksik
özellikler vardır. Çevreye bulaşan nanopartiküllerin organizmalara
taşınması beslenme ya da solunum yoluyla gerçekleşebilir (Khan ve
diğerleri, 2019). Küçük boyutları nedeniyle hücrelere kolayca giren
nanopartiküller; hücreler, dokular ve organlar arasında kolaylıkla yer
değiştirebilir (Foroozandeh ve Aziz, 2018). Materyallerin boyutları
küçüldükçe, yüzeylerinin toplam atom veya moleküllere oranı üssel
olarak arttığından, nanopartiküllerin daha büyük parçacıklarla
kıyaslandığında aynı kütle başına daha fazla biyolojik etkiye sahip
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 343
olması beklenir (Oberdörster ve diğerleri, 2005). Bu nedenle boyutları
nano ölçeğe indirgenmiş toksik materyallerin zararları artarken
normalde zararsız materyallerin de yeni toksik etkileri oluşabilmektedir
(Yokel ve Macphail, 2011). Hücrelerin nanopartiküllere maruz kalması,
istenmeyen indirgenme ve yükseltgenme reaksiyonlarının
aktivasyonuna yol açabilir. Bu reaksiyonlar, hücrelerde genomik ve
fizyoloji hasarlara yol açabilen reaktif oksijen türleri ve reaktif nitrojen
türlerinin (sırasıyla ROT ve RNT) üretimi ile ilişkilidir (Mortezaee ve
diğerleri, 2019). Nanopartiküllerin organizmalar üzerindeki toksik
etkileri; nanopartiküllerin çözünürlükleri, doğaları, yüzey yükleri,
termodinamik özellikleri ve yüzey özelliklerinin yanı sıra biotanın,
toprağın ve suyun fizikokimyasal özelleri ile de ilişkilidir (Sardoiwala
ve diğerleri, 2018). Ayrıca nanopartiküllerin toprak gibi farklı
ortamlarda gösterdikleri değişimler; toksisite için önemli oldukları
kadar takip edilmeleri de bir o kadar zordur.
Nanopartikül – Bitki İlişkisi
Nanopartiküllerin zirai amaçlarla kullanım potansiyellerini
değerlendirmek amacıyla bitkileri kapsayan çeşitli çalışmalar yapılmış
ve bu materyallerin bitkiler üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkileri
bildirilmiştir. Tohum çimlenmesini ve ürün verimini arttıran
nanopartiküllere ek olarak; fitotoksisiteye yol açan nanopartiküller
mevcuttur (Qu ve diğerleri, 2016). Bitkiler aerosollerde bulunan ve
boyutları 100 nm’den küçük olan nanopartikülleri stomaları yoluyla
havadan doğrudan da alabilirler. Bununla beraber nanopartiküllerin
büyük kısmı toprakta ya da suda birikir ve bu sebeple bitkilerin kök
344 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
sistemleri ile emilir ve translokasyon yoluyla depolanacağı organlara
gider (Giorgetti, 2019). Toprak ve bitki dinamikleri esas alındığında;
nispeten büyük nanopartiküller toprakta doğrudan ayrışarak bitkilerle
etkileşime girebilecek iyonlara dönüşebileceği gibi (1), önce daha
küçük nanopartiküllere (2) ve buradan da yine bitkilerle etkileşebilecek
iyonlara dönüşerek etkili olabilir (3) (Şekil 2) (Arruda ve diğerleri,
2015).
Şekil 2: Nanopartikül Maruziyetinde Bitki – Toprak Dinamikleri (Arruda ve diğerleri, 2015).
Nanopartiküllerin bitkiler üzerindeki genotoksik etkileri
Bitkiler, temel üreticiler ve besin zincirinin hayati birer parçası
oldukları için ekosistemin temel bileşenleridir (Sharma ve diğerleri,
2019). Nanopartikülleri topraktan, sudan ve havadan alabildikleri ve
biriktirebildikleri için nanotoksisiteye karşı oldukça hassastırlar. Bu
nedenle, bir model organizma olarak bitkiler, çeşitli nanomalzemelerin
olası toksisitesini tanımlamak için birinci düzey bir biyotest sistemi
olarak önerilmektedirler (Ghosh ve diğerleri, 2019).
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 345
Çeşitli nanopartiküller; bitkideki morfolojik, fizyolojik, moleküler ve
biyokimyasal reaksiyonları etkileyebilirler (Plaksenkova ve diğerleri,
2019). Çimlenme, uç meristemlerinde büyüme, biyokütle üretimi ve
fotosentetik verimlilik gibi basit fizyolojik parametrelerin
değerlendirilmesi, farklı nanopartiküller de dahil olmak üzere
kirleticiler tarafından indüklenen fitotoksik hasarın derecesi hakkında
anlık bilgi verebilir. Bahsi geçen fitotoksik hasarlar, bitkilerde hücresel
düzeydeki bozuklukları yansıtabilir (Siddiqi ve Husen, 2017).
Fitotoksik etkiyi yansıtan fizyolojik ve morfolojik parametrelere ek
olarak, mitotik aktivite ve hücre döngüsü üzerindeki (sitotoksik) etkiler
ile klastojenik ve mutajenik aktiviteden kaynaklanan DNA hasarlarının
(genotoksisite) ölçülmesine olanak sağlamaları, bitkileri,
nanopartiküllerin akut ya da kronik etkilerinin değerlendirilmesi
açısından eşsiz modeller kılar. Çimlenme ve kök uzaması akut
fitotoksik etkileri gösterirken; biyokütle, yaprak sayısı, fotosentez
verimliliği, kök ve gövde büyümesi uzun süreli maruziyetlerden sonra
görülen kronik etkileri yansıtır.
Nanopartiküllerin hücrelere girmesi için üç ana mekanizma mevcut
olup ilk mekanizmaya göre; küçük parçacıklar olan nanopartiküllerin
hücre membranlarından girişi doğrudan difüzyon sayesinde gerçekleşir.
İkinci mekanizma, nanopartiküllerin endositoz yöntemi ile hücre içine
bir kesecik ile alınmasını içerir. Kanallar ve taşıyıcı proteinler ise
nanopartiküllerin hücrelere alınmasını sağlayan üçüncü mekanizmayı
oluşturmaktadır (Şekil 3) (Mehrian ve De Lima, 2016). Hücre
membranlarında nanopartiküllerin mekanik etkisi ile membranlarda
346 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
yeni gözeneklerin oluştuğu bildirilmiştir (Schmidt, 2015).
Nanopartiküller; bitki hücresine bir kere alındıktan sonra, apoplastik
veya semplastik bir yolla, plazmodezmleri geçerek veya tüm bitki
boyunca ksilem boruları aracılığıyla taşınabilir (Giorgetti, 2019).
Şekil 3: Nanopartikül Giriş Mekanizmaları ve Nanopartikül Kaynaklı Doğrudan / Dolaylı Genotoksisite Yolları (Mehrian ve De Lima, 2016).
Hücreye giren nanopatiküller doğrudan ve dolaylı şekillerde genotoksik
etkiye yol açabilirler (Şekil 3). Bu yollardan ilki doğrudan yoldur;
nanopartiküllerden maruziyet ortamına salınan ağır metal iyonlarından
kaynaklanır. Ortaya salınan iyonlar hücre DNA’sında ve RNA’sında
hasara sebep olabilmektedirler. İkinci dolaylı yolda ise; ortama giren
Fe+2, Cu+, Ag+ gibi geçiş metali iyonlarının Fenton reaksiyonları
yoluyla oluşturduğu ROT’lara bağlı olarak DNA bazlarında oluşan
hasardır. (Şekil 4) (Mortezaee ve diğerleri, 2019). Arruda ve diğerleri
(2015), kromozomal anormallik sayısındaki artış ile NP
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 347
konsantrasyonundaki artış arasında doğrudan bir ilişki olduğu
bilirmiştir. Hücre içinde ROT birikimine bağlı olarak gerçekleşen
oksidatif stres; sadece DNA’ya değil aynı zamanda proteinlere,
enzimlere ve hücre zarlarına da hasar vermektedir (Fard ve diğerleri,
2015).
Şekil 4: Nanopartikül Kaynaklı ROT Oluşumu ve ROT’a Bağlı Sitotoksisite Mekanizmaları (Mortezaee ve diğerleri, 2019).
İkinci toksisite tipinde ROT oluşumu; nanopartikülün ortam ile yüzey
etkileşimlerine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu mekanizmanın en
iyi örneklerinden biri; hücre içinde gümüş bazlı nanopartiküller ile
hidrojen peroksit etkileşimine bağlı olarak ortayan çıkan Ag+ varlığıdır
(Asharani ve diğerleri, 2009). Üçüncü toksisite yolu nanopartiküllerin
hücrede bulunan genetik materyaller, membranlar ya da mitokondri
gibi organeller ile doğrudan etkileşimine bağlıdır (Mehrian ve De Lima,
2016).
348 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Öte yandan, genotoksisite analizleri, genellikle kök meristemlerinin
ışık mikroskobu ile incelenmesi esasına dayanır ve materyallerin
mitotik indeks, kromozomal anormallikler, mikronükleus oluşumu, iğ
bozukluğu, anöploidi ve poliploidi bakımından araştırılmasını mümkün
kılar (Barbafieri ve Giorgetti, 2016; Giorgetti, 2019). Potansiyel olarak
tehlike arz eden materyalin verilmesinden sonra mikronükleus testi
uygulanarak mitotik aktivitenin başarısını gösteren mitotik indeks (MI),
kromozom anormallikleri (KA) ve mikronükleus (MN) oluşumu gibi
parametreler belirlenebilir. Ayrıca tek hücre düzeyinde DNA hasarını
gösteren Comet testi veya genomik kararlılığı gösteren Rastgele
Çoğalmış Polimorfik DNA testi (RAPD) uygulanabilir (Mutlu ve
diğerleri, 2018; Dos Santos ve diğerleri, 2019; Liman ve diğerleri,
2019). Tüm bu sitotoksisite ve genotoksisite testleri için en yaygın
kullanılan bitki modelleri arasında Allium cepa (2n = 16), Vicia faba
(2n = 12), Zea mays (2n = 20, Nicotiana tabacum (2n = 48) ve Hordeum
vulgare (2n = 14) sayılabilir (Tablo 1).
Tablo 1: Nanopartiküllerin Genotoksik Etkileri. Nanopartikül Bitki Genotoksisite Referans
ZnO, CeO2 Glycine max Değişen RAPD bantları López-Moreno ve diğerleri, 2010
CO, ZnO Allium cepa. Artan DNA hasarı ve kromozomal modüller
Ghodake ve diğerleri, 2011
ZnO Allium cepa Azalan MI, artan KA Kumari ve diğerleri, 2011
Ag Allium cepa Azalan MI, artan MN ve KA, Uzayan Comet kuyruğu
Panda ve diğerleri, 2011
CuO Raphanus sativus,
Lolium perenne,
Lolium rigidum
DNA hasarı Atha ve diğerleri, 2012
Al₂O₃ Nicotiana tabacum Değişmiş microRNA ifadesi Burklew ve diğerleri, 2012
Ag Pitophora.
Oedogonium,
Chlorella vulgaris
Artan genetik hasar, kromozom dengesizliği
Dash ve diğerleri, 2012
Ag Allium cepa,
Nicotina tabacum
Uzayan Comet kuyruğu Ghosh ve diğerleri, 2012
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 349
Ag Vicia faba Azalan MI, artan KA ve MN Patlolla ve diğerleri, 2012
ZnO Allium sativum Azalan MI, artan KA Shaymurat ve diğerleri, 2012
Ag Vicia faba Azalan MI, artan KA Abdel-Azeem ve Awad Elsayed, 2013
NiO Solanum lycopersicum Uzayan Comet kuyruğu Faisal ve diğerleri, 2013
BO Allium cepa DNA hasarı Liman, 2013 CuO Fagopyrum
esculentum
Değişen RAPD bantları Lee ve diğerleri, 2013
Ag Triticum aestivum,
Hordeum vulgare
Artan KA ve MN Abou-Zeid ve Moustafa, 2014
Çok duvarlı karbon nanotüpler
Allium cepa Azalan MI, artan KA de Andrade ve diğerleri, 2014
TiO2 Allium cepa,
Nicotiana tabacum
Azalan MI, artan KA ve MN, Uzayan Comet kuyruğu
Pakrashi ve diğerleri, 2014
ZnO Allium cepa Azalan MI, artan KA Raskar ve Laware, 2014
In2O3, SnO2, Allium cepa Artan MI ve KA, uzayan Comet kuyruğu
Ciğerci ve diğerleri, 2015
Çok duvarlı karbon nanotüpler
Allium cepa Artan MI, KA ve MN, uzayan Comet kuyruğu
Ghosh ve diğerleri, 2015
CeO2, TiO2 Hordeum vulgare Azalan MI, değişen RAPD bantları
Mattiello ve diğerleri, 2015
Cu Allium cepa Artan KA Nagaonkar ve diğerleri, 2015
Al2O3 Allium cepa Azalan MI, artan KA Rajeshwari ve diğerleri, 2015
Zn Allium cepa Azalan MI, artan KA Taranath ve diğerleri, 2015
TiO2 Vicia faba Artan KA Castiglione ve diğerleri, 2016
Al2O3 Allium cepa Azalan MI, artan KA ve MN, uzayan Comet kuyruğu
De ve diğerleri, 2016
Co3O4 Solanum melongena Uzayan Comet kuyruğu Faisal ve diğerleri, 2016
Au Allium cepa Azalan MI, artan KA Rajeshwari ve diğerleri, 2016
Fe2O3 Raphanus sativus Uzayan Comet kuyruğu Saquib ve diğerleri, 2016
FeO Allium cepa Azalan MI, artan MN ve KA, uzayan Comet kuyruğu
Ghosh ve diğerleri, 2017
NiO Allium cepa, Allium
sativum, Allium
schoenoprasum,
Allium porrum, Allium
fistulosum
Azalan MI, artan KA ve MN Manna ve Bandyopadhyay, 2017
CdS, CuO Coriandrum sativum Artan MN, uzayan Comet kuyruğu
Pramanik ve diğerleri, 2017
Ag Triticum aestivum Azalan MI, artan MN ve KA Abdelsalam ve diğerleri, 2018
Ag Nicotiana tabacum Uzayan Comet kuyruğu Cvjetko ve diğerleri, 2017
Cu Cucumis sativus Değişen RAPD bantları Mosa ve diğerleri, 2018
350 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
TiO2 Zea mays Değişen RAPD bantları Mutlu ve diğerleri, 2018
Cu Coriandrum sativum Değişen RAPD bantları AlQuraidi ve diğerleri, 2019
Ag, Se Olea europaea DNA değişimi Hassan ve diğerleri, 2019
Polistiren mikroplastikler
Vicia faba Azalan MI, artan MN Jiang ve diğerleri, 2019
Ag Allium cepa Azalan MI, artan MN ve KA Scherer ve diğerleri, 2019
TiO2, SiO2 Vicia faba Artan KA Thabet ve diğerleri, 2019
Ag Arabidopsis thaliana Etkilenmiş homolog rekombinasyon genleri ve trankripsiyonel susturucu unsurlar
Wang ve diğerleri, 2019
ZnO Zea mays Etkilenmiş miRNA Adhikari ve diğerleri, 2020
TiO2 Lens culinaris
Allium cepa
Artan KA Bellani ve diğerleri, 2020
I2O3, TiO2, ZnO Allium cepa Azalan MI, artan Kromozomal anaormallikler
Debnath ve diğerleri, 2020
Ag Allium cepa Artan MN, KA ve hücre ölümü, Uzayan Comet kuyruğu
Heikal ve diğerleri, 2020
Fe3O4 Medicago falcata Azalan genom stabilitesi ve miRNA ifadesi, değişen RAPD bantları
Kokina ve diğerleri, 2020
ZnO Hordeum vulgare. Azalan genetik şablon stabilitesinde ve miRNA'ların düzenlenmesinde azalma
Plaksenkova ve diğerleri, 2020
Cu2O Lycopersicum
esculentum
Artan MN, uzayan Comet kuyruğu
Shobha ve diğerleri, 2020
ZnO Vicia faba Artan MN, KA Youssef ve Elamawi, 2020
WO3 Allium cepa Azalan MI, artan KA Liman ve diğerleri, 2021
ZnO Ipomoea obscura Azalan MI, artan apaptozis Murali ve diğerleri, 2021
Fe3O4, CuO Hordeum vulgare Azalan genom stabilitesi ve miRNA ifadesi, değişen miRNAlar
Petrova ve diğerleri, 2021
Sonuç
Nanoteknoloji çeşitli sektörlerde muazzam bir gelecek ve uygulama
alanı vaad etmekte; ancak bu hızlı yaygınlaşma pek çok endişeyi de
beraberinde getirmektedir. Kendilerine has fiziksel, kimyasal ve
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 351
biyolojik özellikleri sayesinde birçok bilim dalında da kullanım şansı
bulan nanopartiküller; biyolojik sistemlerde ve hücresel yapılarda
önemli hasarlara yol açmaktadır. Materyallerin nano boyutlara
küçülmesi; mevcut olan toksik özelliklerini artırabileceği gibi, önceden
görülmeyen yeni toksik etkilere de sahip olmaları ile
sonuçlanabilmektedir. Dünyada hızla artan üretimleri sonucunda doğal
ortamlarda birikmeleri kaçınılmaz olmakta ve bu durum nanopartikül
kaynaklı sağlık ve çevre problemlerine sebep olmaktadır.
Nanomateryallerin tarımda kullanılmalarının artması ve çevresel
kirlenme yüzünden bitkiler nanopartiküllerden giderek daha fazla
etkilenmektedirler. Birincil üretici olarak ekosistem için vazgeçilmez
olan bitkilerin nanopartiküllerden ne şekilde etkilendiği ciddi bir endişe
konusudur. Bitkiler, yaşam koşulları gereği, toprak, hava ve sudan aynı
anda kirleticilere maruz kalabilmektedirler. Bu hassasiyetleri, bitkileri,
toksik maddelerin değerlendirilmesi için ideal test materyalleri
kılmaktadır. Bu derlemede bahsedilen çalışmaların açıkça gösterdiği
gibi; nanopartiküller, bitkilerde genetik materyale doğrudan hasar
vererek ya da ROT oluşumunu arttırarak genotoksik zararlara yol
açmaktadırlar. Bu genotoksik etkiler bitki sağlığını ve ekosistemin
işleyişini olumsuz etkileyebildiği gibi nanopartiküllerin insan sağlığı
üzerindeki etkileri için önemli ipuçları vermektedirler. Bitki test
sistemlerinin memeli test sistemleri ile yüksek uyum oranı göstermesi
göz önüne alındığında nanopartiküllerin bitkiler üzerindeki genotoksik
etkilerini inceleyen çalışmaların arttırılması büyük önem taşımaktadır.
Bu konudaki çalışmalar sayesinde; nanopartiküllerin kullanımları ve
ortadan kaldırılmaları, biyolojik sistemler üzerindeki potansiyel riskleri
352 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
de hesaba katılarak, doğru bir şekilde düzenlenebilecek ve
denetlenebilecektir.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 353
KAYNAKLAR
Abdel-Azeem, E. A., Awad Elsayed, B. 2013. Phytotoxicity of silver
nanoparticles on Vicia faba seedlings. New York Science Journal, 6:
148-156.
Abdelsalam, N. R., Abdel-Megeed, A., Ali, H. M., Salem, M. Z., Al-Hayali,
M. F. Elshikh, M. S. 2018. Genotoxicity effects of silver nanoparticles
on wheat (Triticum aestivum L.) root tip cells. Ecotoxicology and
Environmental Safety, 155: 76-85.
Abou-Zeid, H. M. Moustafa, Y. 2014. Pysiological and cytogenetic response
of wheat and barley to silver nanopriming treatment. International
Journal of Applied Biology and Pharmaceutical Technology, 5: 265-
278.
Adhikari, S., Adhikari, A., Ghosh, S., Roy, D., Azahar, I., Basuli, D. Hossain,
Z. 2020. Assessment of ZnO-NPs toxicity in maize: an integrative
microRNAomic approach. Chemosphere, 249: 126197.
AlQuraidi, A. O., Mosa, K. A. Ramamoorthy, K. 2019. Phytotoxic and
genotoxic effects of copper nanoparticles in coriander (Coriandrum
sativum-Apiaceae). Plants, 8(1): 19.
Arruda, S. C. C., Silva, A. L. D., Galazzi, R. M., Azevedo, R. A., Arruda, M.
A. Z. 2015. Nanoparticles applied to plant science: A review. Talanta,
131: 693-705.
Arruda, S. C. Silva, A. L., Galazzi, R. M., Azevedo, R. A., Arruda, M. A.
2015. Nanoparticles applied to plant science: a review. Talanta, 131,
693-705.
Asharani, P. V., Low Kah, M. G., Hande, M. P., Valiyaveettil, S. 2009.
Cytotoxicity and genotoxicity of silver nanoparticles in human cells.
ACS Nano, 3(2): 279-290.
354 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Atha, D. H., Wang, H., Petersen, E. J., Cleveland, D., Holbrook, R. D., Jaruga,
P., Dizdaroglu, M., Xing, B., Nelson, C. B. 2012. Copper oxide
nanoparticle mediated DNA damage in terrestrial plant models.
Environmental Science & Technology, 46: 1819-1827.
Barabadi, H., Mahjoub, M. A., Tajani, B., Ahmadi, A., Junejo, Y., Saravanan,
M. 2019. Emerging theranostic biogenic silver nanomaterials for breast
cancer: A systematic review. Journal of Cluster Sciences, 30: 259-279.
Barbafieri, M., Giorgetti, L. 2016. Contaminant bioavailability in soil and
phytotoxicity/genotoxicity tests in Vicia faba L.: a case study of boron
contamination. Environmental Science and Pollution Research
International, 23: 24327e24336.
Bellani, L., Muccifora, S., Barbieri, F., Tassi, E., Castiglione, M. R., Giorgetti,
L. 2020. Genotoxicity of the food additive E171, titanium dioxide, in
the plants Lens culinaris L. and Allium cepa L. Mutation
Research/Genetic Toxicology and Environmental Mutagenesis, 849:
503142.
Biswas, P., Wu, C. Y. 2005. Nanoparticles and the environment. Journal of
the Air & Waste Management Association, 55(6): 708-746.
Burklew, C. E., Ashlock, J., Winfrey, W. B., Zhang, B. 2012. Effects of
aluminum oxide nanoparticles on the growth, development, and
microRNA expression of tobacco (Nicotiana tabacum). PLoS ONE,
7(5):e34783.
Castiglione, M. R., Giorgetti, L., Bellani, L., Muccifora, S., Bottega, S.,
Spanò, C. 2016. Root responses to different types of TiO2 nanoparticles
and bulk counterpart in plant model system Vicia faba L.
Environmental and Experimental Botany, 130: 11-21.
Ciğerci, İ. H., Liman, R., Özgül, E., Konuk, M. 2015. Genotoxicity of indium
tin oxide by Allium and Comet tests. Cytotechnology, 67(1): 157-163.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 355
Cvjetko, P., Zovko, M., Štefanić, P. P., Biba, R., Tkalec, M., Domijan, A. M.,
Vrcek, I. V., Letofsky-Papst, I., Šikić, S., Balen, B. 2018. Phytotoxic
effects of silver nanoparticles in tobacco plants. Environmental Science
and Pollution Research, 25(6): 5590-5602.
Dash, A., Singh, A. P., Chaudhary, B. R., Singh, S. K., Dash, D. 2012. Effect
of silvernanoparticles on growth of eukaryotic green algae. Nano-Micro
Letters, 4: 158-165.
de Andrade, L. R., Brito, A. S., de Souza Melero, A. M. G., Zanin, H.,
Ceragioli, H. J., Baranauskas, V., Cunha, K. S., Irazusta, S. P. 2014.
Absence of mutagenic and recombinagenic activity of multi-walled
carbon nanotubes in the Drosophila wing-spot test and Allium cepa test.
Ecotoxicology and Environmental Safety, 99: 92-97.
De, A., Chakrabarti, M., Ghosh, I., Mukherjee, A. 2016. Evaluation of
genotoxicity and oxidative stress of aluminium oxide nanoparticles and
its bulk form in Allium cepa. The Nucleus, 59(3): 219-225.
Debnath, P., Mondal, A., Sen, K., Mishra, D., Mondal, N. K. 2020.
Genotoxicity study of nano Al2O3, TiO2 and ZnO along with UV-B
exposure: An Allium cepa root tip assay. Science of the Total
Environment, 713, 136592.
Dos Santos, F. E., Carvalho, M. S. S., Silveira, G. L., Correa, F. F., das Graças
Cardoso, M., Andrade-Vieira, L. F., Vilela, L. R. 2019. Phytotoxicity
and cytogenotoxicity of hydroalcoholic extracts from Solanum
muricatum Ait. and Solanum betaceum Cav. (Solanaceae) in the plant
model Lactuca sativa. Environmental Science and Pollution Research,
26(27): 27558-27568.
Faisal, M., Saquib, Q., Alatar, A. A., Al-Khedhairy, A. A., Ahmed, M.,
Ansari, S. M., Alwathnani, H. A., Dwivedi, S., Musarrat, J., Praveen,
S. 2016. Cobalt oxide nanoparticles aggravate DNA damage and cell
356 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
death in eggplant via mitochondrial swelling and NO signaling
pathway. Biological Research, 49, 20.
Faisal, M., Saquib, Q., Alatar, A. A., Al-Khedhairy, A. A., Hegazy, A. K.,
Musarrat, J. 2013. Phytotoxic hazards of NiO-nanoparticles in tomato:
a study on mechanism of cell death. Journal of Hazardous Materials,
250: 318-332.
Fard, J. K., Jafari, S., Eghbal, M. A. 2015. A review of molecular mechanisms
involved in toxicity of nanoparticles. Advanced Pharmaceutical
Bulletin, 5(4): 447.
Feynman, R. P. 1960. There’s plenty of room at the bottom. Engineering
Science, 22: 22-36.
Foroozandeh, P., Aziz, A. A. 2018. Insight into cellular uptake and
intracellular tracking of nanoparticles. Nanoscale Research Letters, 13:
339-339.
Ghodake, G., Seo, Y. D., Lee, D. S. 2011. Hazardous phytotoxic nature of
cobalt andzinc oxide nanoparticles assessed using Allium cepa. Journal
of Hazardous Materials, 186: 952-955.
Ghosh, I., Mukherjee, A., Mukherjee, A. 2017. In planta genotoxicity of nZVI:
influence of colloidal stability on uptake, DNA damage, oxidative
stress and cell death. Mutagenesis, 32(3): 371-387.
Ghosh, M., Bhadra, S., Adegoke, A., Bandyopadhyay, M., Mukherjee, A.
2015. MWCNT uptake in Allium cepa root cells induces cytotoxic and
genotoxic responses and results in DNA hyper-methylation. Mutation
Research/Fundamental and Molecular Mechanisms of Mutagenesis,
774: 49-58.
Ghosh, M., Ghosh, I., Godderis, L., Hoet, P., Mukherjee, A. 2019.
Genotoxicity of engineered nanoparticles in higher plants. Mutation
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 357
Research/Genetic Toxicology and Environmental Mutagenesis, 842:
132-145.
Ghosh, M., Sinha, M. J, S., Chakraborty, A., Mallick, S. K., Bandyopadhyay,
M., Mukherjee, A. 2012. In vitro and in vivo genotoxicity of silver
nanoparticles, Mutation Research – Genetic Toxicology and
Environmental Mutagenesis, 749: 60-69.
Giorgetti, L. 2019. Effects of nanoparticles in plants: phytotoxicity and
genotoxicity assessment. Nanomaterials in Plants, Algae and
Microorganisms, 65-87.
Hassan, S. A. M., Mahfouze, H. A., Mahfouze, S. A., Abd-Allatif, A. M. 2019.
Genotoxicity assessment of nano-particles on micropropagated olive
(Olea europaea L.) plants using RAPD and DAMD markers. Plant
Archives, 19(2): 1985-1994.
Heikal, Y. M., Şuţan, N. A., Rizwan, M., Elsayed, A. 2020. Green synthesized
silver nanoparticles induced cytogenotoxic and genotoxic changes in
Allium cepa L. varies with nanoparticles doses and duration of
exposure. Chemosphere, 243, 125430.
Iravani, S. 2011. Green synthesis of metal nanoparticles using plants. Green
Chemistry, 13, 2638.
Jiang, X., Chen, H., Liao, Y., Ye, Z., Li, M., Klobucar, G. 2019. Ecotoxicity
and genotoxicity of polystyrene microplastics on higher plant Vicia
faba. Environmental Pollution, 250: 831-838.
Khan, I., Saeed, K., Khan, I. 2019. Nanoparticles: properties, applications and
toxicities. Arabian Journal of Chemistry, 12(7): 908-931.
Kokina, I., Plaksenkova, I., Jermaļonoka, M., Petrova, A. 2020. Impact of iron
oxide nanoparticles on yellow medick (Medicago falcata L.) plants.
Journal of Plant Interactions, 15(1): 1-7.
358 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Kumari, M., Khan, S. S., Pakrashi, S., Mukherjee, A., Chandrasekaran, N.
2011. Cytogenetic and genotoxic effects of zinc oxide nanoparticles on
root cells of Allium cepa. Journal of Hazardous Materials, 190(1-3):
613-621.
Lee, S., Chung, H., Kim, S., Lee, I. 2013. The genotoxic effect of ZnO and
CuO nanoparticles on early growth of buckwheat, Fagopyrum
esculentum. Water, Air., & Soil Pollution, 224(9): 1668.
Liman, R. 2013. Genotoxic effects of Bismuth III oxide nanoparticles by
Allium and Comet assay. Chemosphere, 93: 269-273.
Liman, R., Acikbas, Y., Ciğerci, İ. H. 2019. Cytotoxicity and genotoxicity of
cerium oxide micro and nanoparticles by Allium and Comet tests.
Ecotoxicology and Environmental Safety, 168: 408-414.
Liman, R., Başbuğ, B., Ali, M. M., Acikbas, Y., Ciğerci, İ. H. 2021. Cytotoxic
and genotoxic assessment of tungsten oxide nanoparticles in Allium
cepa cells by Allium ana-telophase and comet assays. Journal of
Applied Genetics, 62(1): 85-92.
Liu, W. T. 2006. Nanoparticles and their biological and environmental
applications. Journal of Bioscience and Bioengineering, 102(1): 1-7.
López-Moreno, M. L., de la Rosa, G., Hernández-Viezcas, J. Á., Castillo-
Michel, H., Botez, C. E., Peralta-Videa, J. R., Gardea-Torresdey, J. L.
2010. Evidence of the differential biotransformation and genotoxicity
of ZnO and CeO2 nanoparticles on soybean (Glycine max) plants.
Environmental Science & Technology, 44(19): 7315-7320.
Manna, I., Bandyopadhyay, M. 2017. Engineered nickel oxide nanoparticle
causes substantial physicochemical perturbation in plants. Frontiers in
Chemistry, 5, 92.
Mattiello, A., Filippi, A., Pošćić, F., Musetti, R., Salvatici, M. C., Giordano,
C., Vischi, M., Bertolini, A., Marchiol, L. 2015. Evidence of
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 359
phytotoxicity and genotoxicity in Hordeum vulgare L. exposed to CeO2
and TiO2 nanoparticles. Frontiers in Plant Science, 6, 1043.
Mehrian, S. K., De Lima, R. 2016. Nanoparticles cyto and genotoxicity in
plants: mechanisms and abnormalities. Environmental
Nanotechnology, Monitoring & Management, 6: 184-193.
Mortezaee, K., Najafi, M., Samadian, H., Barabadi, H., Azarnezhad, A.,
Ahmadi, A. 2019. Redox interactions and genotoxicity of metal-based
nanoparticles: a comprehensive review. Chemico-Biological
Interactions, 312, 108814.
Mosa, K. A., El-Naggar, M., Ramamoorthy, K., Alawadhi, H., Elnaggar, A.,
Wartanian, S., İbrahim, E., Hani, H. 2018. Copper nanoparticles
induced genotoxicty, oxidative stress, and changes in Superoxide
Dismutase (SOD) gene expression in cucumber (Cucumis sativus)
plants. Frontiers in Plant Science, 9, 872.
Murali, M., Anandan, S., Ansari, M. A., Alzohairy, M. A., Alomary, M. N.,
Asiri, S. M. M., Almatroudi, A., Thriveni, M. C., Singh, S. B.,
Gowtham, H. G., Aiyaz, M., Srinivasa, C., Urooj, A., Amruthesh, K. N.
2021. Genotoxic and cytotoxic properties of zinc oxide nanoparticles
phyto-fabricated from the obscure morning glory plant Ipomoea
obscura (L.) Ker Gawl. Molecules, 26(4), 891.
Mutlu, F., Yurekli, F., Mutlu, B., Emre, F. B., Okusluk, F., Ozgul, O. 2018.
Assessment of phytotoxic and genotoxic effects of anatase TiO2
nanoparticles on maize cultivar by using RAPD analysis. Fresenius
Environmental Bulletin, 27(1): 436-445.
Nagaonkar, D., Shende, S., Rai, M. 2015. Biosynthesis of copper
nanoparticles andits effect on actively dividing cells of mitosis in
Allium cepa. Biotechnology Progress, 31: 557-565.
360 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Nowack,, B., Bucheli, T. D. 2007. Occurrence, behavior and effects of
nanoparticles inthe environment. Environmental Pollution, 150: 5-22.
Oberdörster, G., Oberdörster, E., Oberdörster, J. 2005. Nanotoxicology: an
emerging discipline evolving from studies of ultrafine particles.
Environmental Health Perspectives, 113: 823-839.
Pakrashi, S., Jain, N., Dalai, S., Jayakumar, J., Chandrasekaran, P. T., Raichur,
A. M., Chandrasekaran, N., Mukherjee, A. 2014. In vivo genotoxicity
assessment of titanium di-oxide nanoparticles by Allium cepa root tip
assay at high exposure concentrations. PLoS One, 9, e87789.
Panda, K. K., Achary, V. M. M., Krishnaveni, R., Padhi, B. K., Sarangi, S. N.,
Sahu, S. N., Panda, B. B. 2011. In vitro biosynthesis and genotoxicity
bioassay of silver nanoparticles using plants. Toxicology in Vitro,
25(5): 1097-1105.
Patlolla, A. K., Berry, A., May, L., Tchounwou, P. B. 2012. Genotoxicity of
silver nanoparticles in Vicia faba: a pilot study on the environmental
monitoring of nanoparticles. International Journal of Environmental
Research and Public Health, 9(5): 1649-1662.
Petrova, A., Plaksenkova, I., Kokina, I., Jermaļonoka, M. 2021. Effect of
Fe3O4 and CuO nanoparticles on morphology, genotoxicity, and
miRNA expression on different barley (Hordeum vulgare L.)
genotypes. The Scientific World Journal, 6644689.
Plaksenkova, I., Kokina, I., Petrova, A., Jermaļonoka, M., Gerbreders, V.,
Krasovska, M. 2020. The impact of zinc oxide nanoparticles on
cytotoxicity, genotoxicity, and miRNA expression in barley (Hordeum
vulgare L.) seedlings. The Scientific World Journal, 6649746.
Pramanik, A., Datta, A. K., Gupta, S., Ghosh, B., Das, D., Kumbhakar, D. V.
2017. Assessment of genotoxicity of engineered nanoparticles
(cadmium sulphide-CdS and copper oxide-CuO) using plant model
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 361
(Coriandrum sativum L.). International Journal of Research in
Pharmaceutical Sciences, 8: 741-753.
Qu, Y., Duan, M., Zhang, Z., Dong, J., Wang, T. 2016. Overexpression of the
Medicago falcata NAC transcription factor MfNAC3 enhances cold
tolerance in Medicago truncatula. Environmental and Experimental
Botany, 129: 67-76.
Rajeshwari, A., Kavitha, S., Alex, S. A., Kumar, D., Mukherjee, A.,
Chandrasekaran, N., Mukherjee, A. 2015. Cytotoxicity of aluminum
oxide nanoparticles on Allium cepa root tip-effects of oxidative stress
generation and biouptake. Environmental Science and Pollution
Research, 22(14): 11057-11066.
Rajeshwari, A., Suresh, S., Chandrasekaran, N., Mukherjee, A. 2016. Toxicity
evaluation of gold nanoparticles using an Allium cepa bioassay. RSC
Advances, 6(29): 24000-24009.
Rajput, V. D., Minkina, T. M., Behal, A., Sushkova, S. N., Mandzhieva, S.,
Singh, R., Gorovtsov, A., Tsitsuashvili, V. S., Purvis, W. O.,
Ghazaryan, K. A., Movsesyan, H. S. 2018. Effects of zinc-oxide
nanoparticles on soil, plants, animals and soil organisms: a review.
Environmental Nanotechnology, Monitoring & Management, 9: 76-84.
Raskar, S. V., Laware, S. L. 2014. Effect of zinc oxide nanoparticles on
cytology andseed germination in onion. International Journal of Current
Microbiology and Applied Sciences, 3: 467-473.
Remédios, C., Rosário, F., Bastos, V. 2012. Environmental nanoparticles
interactions with plants: morphological, physiological, and genotoxic
aspects. Journal of Botany, 751686.
Rodriguez-Garraus, A., Azqueta, A., Vettorazzi, A., Lopez de Cerain, A.
2020. Genotoxicity of silver nanoparticles. Nanomaterials, 10(2), 251.
362 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
Saquib, Q., Faisal, M., Alatar, A. A., Al-Khedhairy, A. A., Ahmed, M.,
Ansari, S. M., Alwathnani, H. A., Okla, M. K., Dwivedi, S., Musarrat,
J., Praveen, S., Khan, S. T., Wahab, R., Siddiqui, M. A., Ahmad, J.
2016. Genotoxicity of ferric oxide nanoparticles in Raphanus sativus:
deciphering the role of signaling factors, oxidative stress and cell death.
Journal of Environmental Sciences, 47: 49-62.
Sardoiwala, M. N., Kaundal, B., Choudhury, S. R. 2018. Toxic impact of
nanomaterials on microbes, plants and animals. Environmental
Chemistry Letters, 16(1): 147-160.
Scherer, M. D., Sposito, J. C., Falco, W. F., Grisolia, A. B., Andrade, L. H.,
Lima, S. M., Machado. G., Nascimento, V. A., Gonçalves, D. A.,
Wender, H., Oliveira, S. L., Caires, A. R. L. 2019. Cytotoxic and
genotoxic effects of silver nanoparticles on meristematic cells of Allium
cepa roots: a close analysis of particle size dependence. Science of the
Total Environment, 660: 459-467.
Schmidt, J. 2015. Nanoparticle-induced membrane pore formation studied
with lipid bilayer arrays. Biophysical Journal, 108, 344ae345a.
Sharma, V. K., Sayes, C. M., Guo, B., Pillai, S., Parsons, J. G., Wang, C., Yan,
B., Ma, X. 2019. Interactions between silver nanoparticles and other
metal nanoparticles under environmentally relevant conditions: a
review. Science of the Total Environment, 653: 1042-1051.
Shaymurat, T., Gu, J., Xu, C., Yang, Z., Zhao, Q., Liu, Y., Liu, Y. 2012.
Phytotoxic and genotoxic effects of ZnO nanoparticles on garlic
(Allium sativum L.): a morphological study. Nanotoxicology, 6(3): 241-
248.
Shobha, G., Shashidhara, K. S., Naik, C. 2020. Cuprous oxide nanoparticles
induced antioxidant response and genotoxicity in Lycopersicum
esculentum. BioNanoScience, 10(4): 1128-1137.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 363
Siddiqi, K. S., Husen, A. (2017). Plant response to engineered metal oxide
nanoparticles. Nanoscale Research Letters, 12, 92.
Sur, S., Rathore, A., Dave, V., Reddy, K. R., Chouhan, R. S., Sadhu, V. 2019.
Recent developments in functionalized polymer nanoparticles for
efficient drug delivery system. Nano-Structures & Nano-Objects, 20,
100397.
Taranath, C., Patil, B. N., Santosh, T. U., Sharath, B. S. 2015. Cytotoxicity of
zinc nano-particles fabricated by Justicia adhatoda L. on root tips of
Allium cepa L.-a model approach, Environmental Science and Pollution
Research, 22: 8611-861.
Thabet, A. F., Galal, O. A., El-Samahy, M. F. M., Tuda, M. 2019. Higher
toxicity of nano-scale TiO2 and dose-dependent genotoxicity of nano-
scale SiO2 on the cytology and seedling development of broad bean
Vicia faba. SN Applied Sciences, 1(9): 1-10.
Vance, M. E., Kuiken, T., Vejerano, E. P., McGinnis, S. P., Hochella Jr., M.
F., Rejeski, D., Hull, M. S. 2015. Nanotechnology in the real world:
redeveloping the nanomaterial consumer products inventory. Beilstein
Journal of Nanotechnology, 6, 1769.
Wang, T., Wu, J., Xu, S., Deng, C., Wu, L., Wu, Y., Bian, P. 2019. A potential
involvement of plant systemic response in initiating genotoxicity of Ag-
nanoparticles in Arabidopsis thaliana. Ecotoxicology and
Environmental Safety, 170: 324-330.
Wang, Y., Xia, Y. 2004. Bottom-up and top-down approaches to the synthesis
of monodispersed spherical colloids of low melting-point metals. Nano
Letters, 4: 2047-2050.
Yazdimamaghani, M., Moos, P. J., Dobrovolskaia, M. A., Ghandehari, H.
2019. Genotoxicity of amorphous silica nanoparticles: status and
364 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
prospects. Nanomedicine: Nanotechnology, Biology and Medicine, 16:
106-125.
Yokel, R. A., Macphail, R. C. 2011. Engineered nanomaterials: exposures,
hazards, and risk prevention. Jounal of Occupational Medicine and
Toxicology, 6: 1-27.
Youssef, M. S., Elamawi, R. M. 2020. Evaluation of phytotoxicity,
cytotoxicity, and genotoxicity of ZnO nanoparticles in Vicia faba.
Environmental Science and Pollution Research, 27(16): 18972-18984.
DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ | 365
366 DOĞAL KAYNAKLARIN YENİLİKÇİ ÜRÜNLERE SÜRDÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞÜMÜ
ISBN: 978-625-7636-52-0