davet - urojinekoloji2017.com¼rojinekoloji kitap.pdf · histerektomi idi. Çoklu lojistik...
TRANSCRIPT
1
2
Davet
Değerli Meslektaşlarım,
Türk Ürojinekoloji ve Pelvik
Rekonstrüktif Cerrahi Derneği olarak “8.
Ulusal Ürojinekoloji Kongresi”ni 26 – 29
Ekim 2017 tarihleri arasında
İstanbul Harbiye Askeri Müze’de
gerçekleştireceğiz .
Ülkemizden ve dünyadan seçkin bilim
insanları ile birlikte pelvik taban sağlığı ve patolojilerini en
geniş çerçevede değerlendirme olanağı sunan ve iki yılda bir
gerçekleştirilen bu önemli organizasyonda bir arada olmayı
diliyorum. Kongremiz yerleşik bir uygulama haline geldiği
şekli ile birinci gün interaktif kurslar ile başlayacaktır. El
becerisini geliştirmeye yönelik, pratik ip uçları ile
zenginleştirilmiş bu kurslardan önemli kazanımlar elde
edeceğimizi düşünüyorum. Kongremiz multidisipliner bir
bakış açısı ile zenginleştirilmiş bilimsel program ile devam
edecektir.
Ülkemizin dört bir yanından ürojinekolojiye gönül vermiş siz
değerli meslektaşlarımızla buluşmak, sorunlarımızı konuşmak,
çözüm önerilerimizi değerlendirmek, birlikteliğimize güç
katmak ve daha çok çalışarak yeni ve büyük başarılara birlikte
ulaşmak dileği ile Ekim’de İstanbul’da buluşmak üzere sevgi
ve saygılarımı sunarım,
Türk Ürojinekoloji ve Rekonstrüktif Cerrahi Derneği Yönetim
Kurulu adına,
Yönetim Kurulu ve Kongre Başkanı
Prof. Dr. İsmail Mete İtil
3
Kurullar
BAŞKAN Prof. Dr. İsmail Mete İtil
BİLİMSEL SEKRETERYA Prof. Dr. Petek Kaplan
DÜZENLEME KURULU Prof. Dr. Fulya Dökmeci
Prof. Dr. Berna Haliloğlu Peker
Prof. Dr. Nezihe Kızılkaya Beji
Doç. Dr. Funda Güngör Uğurlucan
Doç. Dr. Orhan Ünal
Prof. Dr. Ömer Tarık Yalçın
Prof. Dr. Önay Yalçın
Doç. Dr. Özgür Yeniel
4
5
6
7
8
9
1 - MİNİ-SLİNG'İN ETKİSİNİN 12 AYLIK GÖZLEMİ
Poster Bildiri / Poster Abstract
Özlem ÖZYILMAZ1, Zehra Meltem PİRİMOĞLU
1, Murat
ÖZDAMAR1, Orhan ÜNAL
2,
1Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim Araştırma Hastanesi,
2Sakarya
Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Stress Üriner İnkontinans cerrahi tedavi yaklaşımlarından olan Mini-
Sling'in BMI(Body-mass-index), doğum sayısı ve menapoz durumuna
göre etkisinin 12 aylık süreçte değerlendirmek
Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim Araştırma Hastanesi'nde 2013 Mart ile
2016 Eylül tarihleri arasında SUI(Stress Üriner İnkontinans)
endikasyonu verilerek 60 hastaya Mini-sling(Ophira) uygulandı.
Hastalar post-operatif dönemde 3-6-9-12. aylarında objektif olarak
inkontinans açısından değerlendirildiler.
Post-operatif başarı 3.ayda 55/60(%92), 12.ayda 39/60(%65) olarak
izlendi. Daha sonra hastalar kendi aralarında BMI 25 ve üzeri - BMI
25'in altı, menapozda - menapozda değil, doğum sayısı 2 ve üzeri -
doğum sayısı 2'in altı olarak ayrıca değerlendirildiler. BMI 25'in
altında olan grupta 12. ay başarı oranının % 87, doğum sayısı 2'in
altında olan grupta 12. ay başarı oranının % 85, menapozda olmayan
grupta ise 12. ay başarı oranının % 76 olduğu izlendi.
Başarıya eki eden en önemli değişkenin BMI, ardından doğum sayısı
ve en son olarakta menapoz durumu olduğu düşünüldü. Mini-sling
BMI 25'in altında, doğum sayısı 2'in altında ve menapozda
olmayanlarda etkili bir cerrahi tedavi yaklaşımı olmakla beraber; obez
olanlar(BMI 25 ve üzeri), 2 ve üzerinde doğum sayısı olanlar ve
menapoz dönemindeki hastalarda öncelikli tercih nedeni değildir.
10
2 - ÜRİNER İNKONTİNANSIN KADIN SAĞLIĞINA
ETKİLERİ
Poster Bildiri / Poster Abstract
Süreyya GÜMÜŞSOY1,
1Ege Üniversitesi,
Dünyada ikiyüz milyondan fazla insan Üİ sorunu yaşamaktadır fakat
gebelik, doğum ve postpartum dönem gibi annelikle ilgili faktörlerin
yanısıra, ileri yaş, menopoz dönemindeki değişimler, pelvik organ
prolapsusları, fistüller, anatomiye bağlı faktörler, pelvik organlara
ilişkin geçirilmiş operasyonlar, üriner sistem enfeksiyonları, şişmanlık
ve genetik olarak uygun olma gibi sebeplerden dolayı üriner
inkontinans kadınlarda erkeklerden daha yaygın olarak görülmektedir.
Science Citation Index, ScienceDirect, Academic OneFile, Scopus
veri tabanlarında ve Google Akademik’te yer alan üriner inkontinans,
kadın sağlığı, yaşam kalitesi, cinsel fonksiyon gibi anahtar kelimeler
kullanılarak tarama yapılmış ve araştırma için uygun bulunan
makalelerden faydalanılmıştır.
Üİ, kadınların başta özsaygısı, sosyal durumu, cinsel aktivitesi olmak
üzere yaşamını her alanda olumsuz etkileyebilmektedir. Yapılan
çalışmalar, Üİ sorunu yaşayan her üç kadından ikisinin dışarı çıkarken
hijyenik ped kullandığını, ulaşım konusunda, fiziksel aktivitelerinde,
elbise tercihlerinde kısıtlamalar getirdiğini, ailesi ve arkadaşları ile
ilişkilerinde sorunlar yaşadığını göstermektedir. Bu sorunu yaşayan
kadınlarda kendini değersiz kusurlu, eksik hissetme, çekici bulmama,
utanma, vücut imajında bozulma, gibi duygular gelişmekte, ileri
dönemlerde sosyal yaşamda izolasyon ağır depresyon veya anksiyete
yaşamalarına neden olmaktadır. Aynı zamanda cinsel aktivite
sırasında idrar kaçırma utanma, fark edilme, koku ve ıslanma gibi
sorunlar nedeniyle cinsel yaşamı da olumsuz etkilemektedir. Üİ koku,
temizlik, cilt irritasyonu gibi sorunlar sebebiyle sık çamaşır değiştirme
11
ve yıkama, zaman kaybı gibi maddi ve manevi kayıplara da neden
olmaktadır.
Üİ, hastaların yaşamını her yönüyle olumsuz etkilediği için hastalar
fiziksel, psikolojik, sosyal ve çevresel etkenler yönünden
multidisipliner bir ekip yaklaşımı ile ele alınmalıdır. İyi bir tedavide
başarı ölçütü sadece fiziksel değil, psikososyal yönden de hastanın
kendisini iyi hissetmesi olmalıdır.
12
3 - MİDÜRETRAL SLİNG OPERASYONLARI SONRASI
GELİŞEN ERKEN POSTOPERATİF İŞEME
DİSFONKSİYONU İÇİN RİSK FAKTÖRLERİ
Poster Bildiri / Poster Abstract
Uğur Kemal ÖZTÜRK1, Mahmut Kuntay KOKANALI
1, Sabri
CAVKAYTAR1, Demet KOKANALI
1, Melike DOĞANAY
1,
Orhan Seyfi AKSAKAL1,
1Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Midüretral sling operasyonları (TVT ve TOT) sonrası gelişen erken
işeme disfonksiyonu için risk faktörlerini tanımlamak.
Bu çalışma, aynı cerrahi ekip tarafından 4 yıllık bir süre içerisinde
midüretral sling operasyonu uygulanan 167 tane hastayı içeren
retrospektif bir vaka-kontrol çalışmasıdır. Hastaneden taburcu
olmadan,persistan postoperatif işeme sonrası rezidü idrar volümü
≥150 ml olan ve/veya idrarı boşaltmada zorluk yaşayan ve bundan
dolayı yerleştirilen meş materyali cerrahi olarak gevşetilen hastalar
erken postoperatif işeme disfonksiyonlu hastalar olarak değerlendirildi
ve vaka grubunu oluşturdu. Böyle bir işlem gerektirmeyen hastalar ise
kontrol grubunu oluşturdu. Hastaların demografik, medikal ve cerrahi
özgeçmişleri, işeme semptomları, ürodinamik değerlendirme sonuçları
ve intraoperatif özellikleri hastane kayıtlarından toplandı. Gruplar
arasındaki univaryant analizler bağımsız Student t testi ve ki-kare testi
ile yapıldı. Çoklu lojistik regresyon analizi kullanılarak erken
postoperatif işeme disfonksiyonu için anlamlı risk faktörleri belirlendi.
167 hastanın, 29 (17.4%)’u vaka, 138 (82.6%)’i kontrol grubunu
oluşturmaktaydı. Univaryant analiz sonucunda erken postoperatif
işeme disfonksiyonu ile ilişkili olabilecek yedi tane olası değişken
belirlendi. Bunlar, yaş, menapozal durum, preoperatif valsalva
kaçırma nokta basıncı, preoperatif ≥ grade 3 pelvik organ prolapsus
varlığı, TVT operasyonu, eşlik eden anterior kolporafi ve vajinal
histerektomi idi. Çoklu lojistik regresyon analizi sonrasında bu
13
faktörlerden menapozal durum (OR=4.59; 95% CI =1.38-14.73;
p=0.013), TVT operasyonu (OR=16.26; 95% CI=4.12-64.37;
p<0.001) ve eşlik eden anterior kolporafi varlığı (OR=4.51; 95%
CI=1.05-20.05; p=0.043) erken postoperatif işeme disfonksiyonu
gelişimi için anlamlı risk faktörleri olarak belirlendi.
Erken postoperatif işeme disfonksiyonu TOT operasyonuna göre TVT
operasyonu sonrası daha sıktır. Menapozal durum ve eşlik eden
anterior kolporafi varlığı da erken postoperatif işeme disfonksiyonu
riskini arttırır. Bu risk faktörlerini bilme, cerraha bu komplikasyonu
azaltma olanağı sağlayabilir.
14
4 - KADINLARIN PELVİK TABAN KAS EGZERSİZLERİ
HAKKINDA BİLGİ VE UYGULAMA DURUMLARININ
ARAŞTIRILMASI
Poster Bildiri / Poster Abstract
Hatice KAHYAOĞLU SÜT1, Burcu KÜÇÜKKAYA
1,
1Trakya Üniversitesi,
Çalışmanın amacı, kadınların pelvik taban kas egzersizleri hakkında
bilgi ve uygulama durumlarının araştırılmasıdır.
Kesitsel tipte bu araştırma, Trakya Üniversitesi Sağlık Araştırma ve
Uygulama Merkezi Kadın Hastalıkları-Doğum Polikliniği ve Üroloji
Polikliniği’ne farklı sağlık problemleri nedeniyle başvuran n=559
kadın üzerinde yürütülmüştür. Veriler, araştırmacılar tarafından
literatür incelenerek hazırlanan, kadınların sosyo-demografik ve
pelvik taban kas egzersizi (PTKE) bilgi ve uygulama durumları ile
ilgili özellikleri içeren, 30 sorudan oluşan bir anket formu ile
toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistik, Ki-
kare ve Student T testi kullanılmıştır.
Kadınların yaş ortalaması 32.2±12.1 olup %53.7’sinin ilköğretim ve
altı eğitim durumunda olduğu bulunmuştur. İnkontinans durumları
incelendiğinde; %62.6’sının idrar kaçırdığını, %13.1’inin gaz
kaçırdığını, %1.1’inin ise gaita kaçırdığını sözel olarak ifade ettiği
belirlenmiştir. Kadınların PTKE bilgi ve uygulama durumlarını
incelediğimizde; %16.5’inin PTKE hakkında bilgisinin olduğunu
ifade ettiği ve yaş ortalamalarının (32.2±12.1) bilgisi olmadığını ifade
edenlerden (39.8±13.8) anlamlı olarak düşük olduğu bulunmuştur
(p=0.004). PTKE’ni bilenlerin sırasıyla internet (%33.7), öğrenci
hemşire (%25.0), kitap-dergi (%20.7), yakınları (%13.0), televizyon
(%7,6) kaynaklarından öğrendiği belirlenmiştir. PTKE’ni bilenlerin
%93.5’inin egzersizleri doğru tanımladığı, %68.3’ünün PTKE’ni
halen yaptığı, yapanların %94.6’sının pelvik taban kaslarını
güçlendirmek ve %62.6’sının pelvik taban yetersizliklerinde iyileşme
15
sağladığını düşündüğü için yaptığı belirlenmiştir . Ancak PTKE’ni
yapanların nasıl uyguladıkları açık uçlu olarak sorgulandığında;
kadınların birbirlerinden farklı ve yanlış şekillerde uyguladıkları
saptanmıştır.
Çalışmada, kadınların büyük çoğunluğunun PTKE hakkında bilgisinin
olmadığı ve PTKE’ni uygulamadığı tespit edilmiştir. PTKE hakkında
bilgisi olan ve uygulayanların, sırasıyla pelvik taban kaslarını
güçlendirmek ve pelvik taban yetersizliklerinde iyileşme sağlamak
amacıyla uyguladığı belirlenmiştir. Ancak uygulama biçimleri
sorgulandığında, farklı ve yanlış şekillerde uyguladıkları saptanmıştır.
16
5 - POLİKLİNİKLERE BAŞVURAN KADINLARDA PELVİK
TABAN KAS FARKINDALIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Poster Abstract
Nalan ÇAPAN1,
2, Ayşe KARAN
1,
1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp Ve
Rehabilitasyon Anabilim Dalı, 2Türk Ürojinekoloji Ve Pelvik
Rekonstrüktif Cerrahi Derneği, Non Cerrahi Çalışma Grubu,
Pelvik taban kas (PTK) disfonksiyonunun en önemli sonuçlarından
biri olan üriner inkontinans (Üİ) kadınlarda sık rastlanan ve yaşam
kalitesini etkileyen önemli bir sorundur. Çalışmamızın amacı
kadınlarda pelvik taban kas farkındalığını değerlendirmektir.
Türkiye Ürojinekolji ve Pelvik Rekonstrüktif Derneği, Noncerrahi
Çalışma Grubu aktivitesi olarak, 6 farklı merkezdeki Fiziksel Tıp ve
Rehabilitasyon (FTR) ve Kadın Hastalıkları ve Doğum (KHD)
kliniklerine başvuran 18 yaş üstü kadın hastalara, PTK ve Üİ
farkındalığını sorgulayan anket uygulandı.
Toplamda 1001 kadın hasta anket formu ile değerlendirildi.
Hastaların yaş ortalaması 44.3±15.2 yıl olup %80’2 si normal doğum
yapmıştı. %71.9 u doğum sırasında PTK’larının önemli olduğunu ve
% 78.6’sı PTK’larının zedelenebileceğini, % 77.2’si
PTK’larındakizedelenmenin Üİ’ya ve fekal inkontinansa sebep
olabileceğini bildiğini, % 97.3’ü PTK’larını korumak için çaba
gösterebileceğini, %91.2’si doğum sonrası daha önce PTK’larını
güçlendirme ile ilgili herhangi bir öneride bulunulmadığını ve egzersiz
gösterilmediğini belirtti. %26.4’ü egzersiz amaçlı PTK’larını
kasacağını bilmediğini, %91.1 i egzersiz ile PTK’larının
güçlenebileceğine inandığını, % 88.4 ü egzersizönerildiğinde düzenli
yapabileceğini, %83.8 i egzersizleri öğrenmek için hastaneye
gelebileceğini, % 82.8’ i PTK’larındaki güçsüzlüğün Üİ’ye sebep
17
olacağını bildiğini, % 17.1’ i ise bilmediğini, % 95.6’sı egzersizlerin
önemli olduğu belirtilirse uygulayabileceğini ifade etti
Hastaların % 79’u (n:791) idrar kaçırdığını, % 21’i Üİ şikayetinin
olmadığını, Üİ şikayeti olan kadınların % 84’ü Üİ’nın normal
olmadığını bildiklerini , % 77.9’u Üİ’nın yaşlanmanın normal bir
sonucu olduğunu söyledi. Üİ olan kadınların % 71.8’i önlem olarak
sık tuvalete gittiğini, % 57.5’i aile ve sosyal yaşamlarının çok
etkilendiğini söyledi.
Toplumda üriner inkontinans sık olmakla birlikte kadınlar şikayetleri
sebebiyle doktora başvurmayı geciktirmektedirler. Kadınların
çoğunluğu doğumun pelvik taban kaslarını etkilediğini bilmekle
birlikte öncesinde önlem amacıyla kendilerine bir öneride
bulunulmadığını belirtmişlerdir. Pelvik taban kas farkındalığını
geliştirmek üzere doğum öncesi dönemden itibaren yeni stratejilerin
geliştirilmesi önemlidir.
18
6 - LEFORT PARSİYEL VE TOTAL KOLPOKLEİSİS
OPERASYONU YAPILAN OLGULARIN YAŞAM
KALİTELERİNDE OLAN DEĞİŞİKLİKLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Poster Abstract
İbrahim Egemen ERTAŞ1, Ahkam Göksel KANMAZ
1, Alper
BİLER1, Aşkın DOĞAN
1,
1SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ TEPECİK EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ KADIN HASTALIKLARI VE
DOĞUM KLİNİĞİ,
Çok yüksek başarı oranları bildirilen kolpokleisis operasyonu;
günümüzde daha çok yaşlı, cinsel aktif olmayan ve birçok ko-
morbiditeleri olan hasta popülasyonunda tercih edilmesine karşın;
rekontrüktif cerrahiler ve vajinal histerektomiler kadar cerrahlar
tarafından tercih edilmemektedir. Bu çalışmadaki amacımız;
kliniğimizde uygulanan kolpokleisis operasyonunun başarısını ve pre -
post operatif dönemde hastaların yaşam kaliteleri üzerine olan
etkilerini analiz etmektir
Kliniğimizde 2014-2016 yılları arasında; yaşları 57 ila 90 arasında
değişen (ortalama 74.5) ve evre 4 uterin ve kaf prolapsusu nedeniyle
Lefort operasyonu yapılan 19 hasta retrospektif olarak incelendi.
Kontrollerde eksiklik ve hastalara ulaşılamaması nedeniyle 3 hasta
çalışmadan çıkarıldı ve çalışma 16 hasta üzerinden değerlendirildi.
Prolapsus yaşam kalitesi ölçeği (P-yk) ile operasyon öncesi ve
operasyon sonrası 3. ayda hastalar sorgulandı. Hastalara bu anket
yapılırken operasyon sonrasında de-novo inkontinans varlığı
sorgulanarak, gelişen hastalara UDİ-6 anketi uygulandı ve hastalara
operasyon geçirdikleri için pişman olup olmadıkları soruldu. Anket
sonuçları Wilcoxon Regresyon analiz testi yapılarak değerlendirildi. P
değerinin <0.05 olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
19
Hastaların genel sağlık algılarında ve prolapsusun yaşam kaliteleri
üzerine, işeme üzerine, defekasyon üzerine etkilerinde operasyon
sonrasında anlamlı iyileşme izlendi. Rol sınırlılıkları ile fiziksel ve
sosyal sınırlılıkların büyük bölümünün operasyon sonrasında iyileştiği
gözlendi. Prolapsusun kişisel hayat, duygular ve uyku/enerji üzerine
etkilerinde operasyon sonrası istatistiksel anlamlı iyileşme
saptanmadı. Prolabe olan kısmın eski haline dönmesi için hastaların
sık sık önlem almaya gittikleri saptandı ve hastalardan hiç biri
operasyondan ötürü pişmanlık duymadıklarını belirtti (p<0.05). Takip
süresince hiçbir olguda pelvik organ prolapsus rekürrensi olmadı.
Lefort kolpokleisis operasyonu özellikle komorbiditeleri olan yaşlı
hasta grubunda; genel anestezi ve abdominal/laparoskopik cerrahi
yükünden kaçınılarak; daha az komplikasyon ile oldukça yüksek
başarı oranları elde edilebilen, postop yaşam kalitesinde çok anlamlı
iyileşme sağlayabilen ve hastaların pişman olmayacakları obliteratif
bir operasyondur.
20
7 - SÖYLEYEMEM O BENİM YÜKÜM: ÜRİNER
İNKONTİNANSA YÖNELİK STİGMATİZASYON
Poster Bildiri / Poster Abstract
Özge SUKUT1, Resmiye ÖZDİLEK
2,
1İstanbul Üniversitesi,
2Kocaeli Üniversitesi,
Eski Yunancada“yara, iz, işaret”anlamına gelen stigma dilimizde ‘bir
kimsenin adını kötüye çıkaran, yüz kızartıcı durum” olarak ifade
edilmektedir.Damgalama konusunda çalışmaları bulunan Goffman,
damgalanmış kişiyi 'başkalarından farklı özelliklere sahip, daha az
istenen’ olarak tanımlamıştır.Kamu sağlığı bakış açısıyla damgalanma
özel bir önem taşımaktadır; kötüleşen sağlık sonuçlarıyla ilişkili
olduğu ve hastalığa stresli koşullar yaratarak kişinin bu koşullarla başa
çıkma becerisini zorladığı için genel bir risk faktörü olduğu
düşünülmektedir. İnkontinans hem kadınları hem de erkekleri
etkileyen kadınlarda daha sık görülen yaygın bir sağlık
sorunudur.İnkontinans yetişkinlerde utanma, kontrol kaybı, kaygı gibi
duygulara yol açtığı için tabu olarak görülen konular arasında yer
almaktadır. Birçok kişi utanma duygusunun doğası ve sosyal stigma
nedeni ile bu konuda yardım almak istememektedir.Araştırmacılar
görünür olan (paralizi gibi) ve görünmeyen kronik hastalıkların
(diyabet gibi) damgalanmasını ayırırlar.İnkontinansta bazı koşullar
hem görünür hem de gizlenebilir niteliktedir. İdrar kaçırmayı gizleme
konusunda yaşanabilecek başarısızlık sosyal izolasyonu beraberinde
getirebilir.Bu nedenle, kişi için damgalanma korkusu aslında
görünürlüğün korkusu olabilir. İdrar kaçırmada görünmez damgalama
yaratan bir mesele daha vardır ki; koku.Bir başka kişinin inkontinanslı
bireydeki idrar kokusunu algılaması, kişinin durumunu idare etmedeki
başarısızlığı şeklinde toplumsal yargılar bildirilmiştir.Kokunun fark
edilmesi durumunda bireye yöneltilen sessiz tepkilerin, kişinin
sorununu başkaları tarafından keşfedilemeyeceği şekilde yönetmesi
gerektiği yönündeki toplumsal bir beklentiyi yansıtır. İnkontinansta
21
idrarın kıyafetin dışına sızması durumunda lekenin idrar veya başka
bir şey gibi yorumlanabileceği için 'sorun' hala potansiyel olarak
gizlenebilir.Öte yandan, idrar kokusu derhal tiksinti ve damgalanmaya
yol açar.Damgalanmaya karşı savunma olarak sessizlik korunma
mekanizması olabilir ancak bu sessizlik yardım arayışında bir engel
oluşturur.İnkontinanstan ayrı olarak idrar sıklığında artış ve idrara
çıkmada yaşanan aciliyet durumları da bireylerde içselleştirilmiş
damgalamaya yol açabilmektedir.Kaygı, depresyon, stres, güçsüzlük,
sosyal izolasyon, idrar kaçırma korkusu, umutsuzluk gibi duygu ve
düşüncelere yol açmaktadır.Sağlık profesyonelleri, idrar yapma
sıklığı, acil idrar yapma ve inkontinans semptomları olan kişilerde
damgalama sonuçlarını (depresyon,kaygı vb) değerlendirilmeli ve
damgalanmayı önlemek için tedavi seçeneklerinin etkililiğini
tanımalıdırlar.
22
8 - PERİOPERATİVE COMPLİCATİONS İN ABDOMİNAL
SACROCOLPOPEXY, LAPAROSCOPİC
SACROCOLPOPEXY, VAGİNAL SACROSPİNOUS
LİGAMENT FİXATİON AND VAGİNAL İLİOCOCYGEUS
FİXATİON PROCEDURES
Poster Bildiri / Poster Abstract
Alper BİLER1, İ. Egemen ERTAŞ
1, Gökhan TOSUN
1, İsmet
HORTU2, Ahmet DEMİR
1, Cüneyt EFTAL TANER
1, Mehmet
ÖZEREN1, Fatih ŞENDAĞ
2,
1SBÜ Tepecik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
2Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi,
To investigate the differences in terms of the perioperative results and
complications of patients who underwent abdominal
sacrocolpopexy/sacrohysteropexy, laparoscopic
sacrocolpopexy/sacrohysteropexy, vaginal sacrospinous ligament
fixation, and vaginal iliococcygeus fixation due to apical prolapse.
Patients who underwent surgery performed by same surgeons for
apical prolapse between January 2011 and June 2017 were
retrospectively reviewed. Only symptomatic uterine or vaginal vault
prolapse patients with POP-Q stage II and above were included.
Totally, 145 patients underwent apical prolapsus surgery including 68
patients abdominal sacrocolpopexy (44 sacrocolpopexy and 24
sacrohysteropexy), 13 patients laparoscopic sacrocolpopexy (10
sacrocolpopexy and 3 sacrohysteropexy), 57 patients vaginal
sacrospinous ligament fixation, and 7 patients vaginal iliococcygeus
fixation. Patients’ perioperative complications, blood loss, operative
time, and hospital stay were analyzed.
Median age, BMI, and menopause status were statistically different
between the groups. Patients underwent vaginal iliococcygeus fixation
23
had higher median age, BMI, and menopause status than other groups
(p<0.01). Mean operating time was 179.62 min. in the laparoscopic
sacrocolpopexy group vs 122.89 min. in the vaginal sacrospinous
ligament fixation group, 117.35 min. abdominal sacrocolpopexy
group, and 107.14 min. vaginal iliococcygeus fixation group (p<0.01).
Furthermore; hospital stay was significantly shorter in the vaginal
iliococcygeus fixation group (1.86 days) when compared with the
other groups (p<0.01). The overall complications rate was not
statistically significant different between the groups (p=0.76).
Overall complications rates for abdominal sacrocolpopexy,
laparoscopic sacrocolpopexy, vaginal sacrospinous ligament fixation,
and vaginal iliococcygeus fixation were not satistically significant
different. However; minimally invasive approaches including vaginal
iliococcygeus fixation, vaginal sacrospinous ligament fixation, and
laparoscopic sacrocolpopexy are found to be less morbidity-related
procedures
24
9 - KADINLARDA ÜRİNER İNKONTİNANSIN CİNSEL
FONKSİYON ÜZERİNE ETKİLERİ
Poster Bildiri / Poster Abstract
Ekin İlke ŞEN1, Gülşah GULA
1, Gözde GÜRSOY
1, Funda
GÜNGÖR UĞURLUCAN2, Nalan ÇAPAN
1, Ayşe KARAN
1,
1İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp Ve
Rehabilitasyon Anabilim Dalı, 2İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp
Fakültesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum Anabilim Dalı,
Koital inkontinans, cinsel birleşme sırasında idrar kaçağının olmasıdır.
Bununla birlikte direkt olarak koital inkontinans yaşanmasa da üriner
inkontinansın varlığı kadınlarda cinsel fonksiyonu olumsuz yönde
etkilemekte ve önemli davranış değişikliklerine yol açmaktadır. Bu
durum libidoda azalma, vajinal kuruluk, disparoni, koital inkontinans
kaygısı gibi çeşitli etmenlerle ilişkilidir. Biz bu çalışmada üriner
inkontinansın kadınların cinsel fonksiyonlarını ne ölçüde etkilediğini
belirlemeyi amaçladık.
İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ürojinekoloji
Polikliniğinde stres/urge/mikst üriner inkontinans tanısı almış, cerrahi
öyküsü olmayan 41 hasta çalışmaya alındı. Hastaların cinsel
fonksiyonları 12 maddeden oluşan Pelvik Organ Prolapsusu/Üriner
İnkontinans Cinsel Fonksiyon Sorgulama Formu (PISQ-12) ve 19
maddeden oluşan Kadın Cinsel Fonksiyon İndeksi (FSFI) anketleri ile
değerlendirildi. PISQ-12 ve FSFI sorgulama formlarında yüksek
skorlar daha iyi cinsel fonksiyonu göstermektedir. İstatistiksel
analizlerde SPSS 22.0 programı kullanıldı.
Hastaların yaş ortalaması 47,17 ± 8,46 yıl idi. Hastaların %24,42’ünde
stres üriner inkontinans, %70,7’sinde mikst tip üriner inkontinans
mevcuttu. Hastaların %68,3’ünde evre 2 sistosel olduğu saptandı.
Çalışmamızda cinsel fonksiyon bozukluğu görülme sıklığı (FSFI
25
skoru ≤23) %63,4 olarak saptandı. Hastaların PISQ-12 toplam skor
ortalaması 19,95 ± 7,61 olarak saptandı.
Üriner inkontinansı olan hastalarda cinsel fonksiyon bozukluğunun sık
olduğu ve emosyonel, fiziksel ve partner bağımlı faktörlerin bu
bozukluğa katkıda bulunduğu görülmektedir. Üriner inkontinanası
olan hastaların klinik pratikte cinsel fonksiyon bozukluğu açısından
değerlendirilmesi önem taşımaktadır.
26
10 - SIKIŞMA TİPİ İDRAR KAÇIRMASI OLAN
KADINLARDA BİOFEEDBACK YARDIMLI PELVİK TABAN
KAS EGZERSİZLERİ VE ELEKTRİK STİMÜLASYONUNUN
ETKİNLİĞİ
Poster Bildiri / Poster Abstract
Şule FIRINCI1, Necmettin YILDIZ
1, Zafer AYBEK
2, Hakan
ALKAN1, Kadriye SAYAR
1,
1Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp Ve
Rehabilitasyon Anabilim Dalı, 2Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Üroloji Anabilim Dalı,
Sıkışma tipi idrar kaçırması (STİK) olan kadınlarda, biofeedback (BF)
yardımlı pelvik taban kas egzersizleri (PTKE) ve elektrik
stimulasyonunun (ES) ayrı ayrı ve birarada kullanımının
etkinliklerinin karşılaştırılması.
Ürodinamik olarak STİK tanısı konmuş 70 kadın, randomize olarak 4
gruba ayrıldı. Birinci gruba(n:18) mesane eğitimi (ME), ikinci gruba
(n:17) ME’ye ek olarak intravajinal basınç-BF yardımlı PTKE
(ME+BF), üçüncü gruba (n:18) ME’ye ek olarak intravajinal ES
(ME+ES) ve dördüncü gruba (n:17) ME’ye ek olarak intravajinal
basınç-BF yardımlı PTKE + intravajinal ES (ME+BF+ES) uygulandı.
Hastalar, tedavi öncesi ve tedavi sonunda (8.hafta) inkontinans şiddeti
(24 saatlik ped testi), PTK gücü (perineometre), 3 günlük işeme
günlüğü) (işeme sıklığı, inkontinans sayısı, nokturi ve ped sayısı),
sosyal aktivite düzeyi (VAS), yaşam kalitesi (IIQ-7), cinsel
fonksiyonlar (IFSF), tedaviden memnuniyet düzeyi (Likert skala) ve
tedavi başarısı (kür/iyileşme oranı) ile değerlendirildi.
Tedavi sonunda, ME+ES ve ME+BF+ES gruplarında diğer iki gruba
(ME ve ME+BF) göre inkontinans şiddeti, işeme sıklığı ve
inkontinans sayısı açısından anlamlı düzeyde daha fazla iyileşme
saptandı. Tedavi sonunda, tedavi başarısının ve hasta memnuniyetinin
ME+ES ve ME+BF+ES gruplarında ME ve ME+BF gruplarına göre
27
daha yüksek olduğu, her iki parametre açısından da ME+ES ve
ME+BF+ES grupları arasında fark olmadığı ve en az hasta
memnuniyetinin ME grubunda görüldüğü belirlendi. Tedavi sonunda,
noktüri ve yaşam kalitesi açısından ME+ES ve ME+BF gruplarında
ME grubuna göre, ME+BF+ES grubunda ise diğer üç gruba göre
anlamlı düzeyde daha fazla iyileşme olduğu belirlendi. Tedavi
sonunda, PTK gücü, ped sayısı, sosyal aktivite düzeyi ve cinsel
fonksiyonlar açısından dört grup arasında fark yoktu.
STİK’li kadınların konservatif tedavisinde ME’ye BF ve/veya ES’nin
eklenmesi tedavi etkinliği artırmaktadır. ES eklenen
kombinasyonlarda tedavi etkinliği (inkontinans şiddeti, sayısı, işeme
sıklığı), tedavi başarısı ve hasta memnuniyeti daha fazladır. Üçlü
kombinasyon noktüri semptomlarını azaltmada ve yaşam kalitesini
artırmada en etkili tedavi seçeneğidir. Bu nedenle, tedavi
kombinasyonunun seçiminde hastanın baskın olan semptomu ve
hastanın tercihi göz önünde bulundurulabilir.
28
11 - STRES ÜRİNER İNKONTİNANS BASKIN MİKST
ÜRİNER İNKONTİNANS TEDAVİSİNDE
TRANSABTURATOR TAPE OPERASYONU
BAŞARILIMIDIR?
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Fatih ÇELİK1,
1Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum Ana Bilim Dalı,
Transobturator tape (TOT) operasyonu, uzun dönem başarı oranlarının
yüksek olması, minimal invaziv bir girişim olması, operasyon
süresinin kısalığı ve komplikasyon oranlarının düşük olması nedeniyle
son yıllarda stres üriner inkontinansın cerrahi tedavisinde sık tercih
edilen bir cerrahi tekniktir. Çalışmamızda stres üriner inkontinans
baskın mikst üriner inkontinans hastalarında yapılan TOT
operasyonunun başarı oranları ve hasta memnuniyet düzeylerinin
tespiti hedeflenmiştir.
Çalışmamıza pür stres üriner inkontinans nedeniyle transobturator
tape operasyonu geçirmiş 39 hasta ile(Grup 1) stres üriner inkontinans
baskın mikst üriner inkontinans tanısıyla transobturator tape
operasyonu geçirmiş 27 hasta (Grup 2) olmak üzere toplam 66 hasta
dahil edilmiştir. Hastaların detaylı anamnezleri ve memnuniyet
değerlendirmeleri sonrası stres testi yapılarak başarı oranları
değerlendirilmiştir.
Tüm hastalar değerlendirildiğinde, hastaların %77,3’’ü ‘İdrar
kaçırmanız varmı?’ sorusuna yok veya daha iyi yanıtını verirken,
%22,7’si aynı yada daha kötü yanıtını vermektedir. Ayrıca idrar
kaçırma öyküsü veren hastaların %63’ünün stres testi negatif olduğu
halde idrar kaçırma tariflediği gözlenmiştir. 1. Gruptaki hastaların 9
(%22,5)’i idrar kaçırmasını aynı yada daha kötü olarak
değerlendirirken, 2.gruptaki hastaların 16 (%59)’ u idrar kaçağını aynı
yada daha kötü olarak tariflemektedir (p<0,05). Stres testi
değerlendirmesinde tüm hastaların 50 (%75,2)’ de negatif, hastaların 9
29
(%13,6) ‘de hafif yada zorlamakla pozitif, hastaların 5 (% 7,6) ‘ında
orta, hastaların 2(%3)’ünde şiddetli pozitif saptanmıştır. Stres testi 1.
Grupta 10 (%15) hastada pozitif saptanırken, 2. Grupta 6 (%9) hastada
pozitif saptanmıştır. 1. Gruptaki hastaların 5 (%12)’i postoperatif
detrusor overaktivitesi semptomları tariflerken, 2. Gruptaki hastaların
14 (%51) ‘ü detrüsör overaktivitesi semptomları tariflemektedir
(p<0,05).
Tüm veriler göstermektedir ki; stres üriner inkontinansın cerrahi
tedavisi için transobturator tape operasyonu planlanacaksa en uygun
hasta grubu pür stres üriner inkontinans olan hastalardır. Stres üriner
inkontinansı baskın olan mikst üriner inkontinans olan hastalar cerrahi
için seçildiğinde detrüsör overaktivitesinin düzelmemiş olması ve
operasyonun bir komplikasyonu olan de-novo detrüsör
overaktivitesinin de eklenmesiyle operasyon sonrası %50 oranlarında
idrar kaçırma tariflemektedirler. Ayrıca bu durum operasyon
memnuniyet oranlarını düşürmektedir.
30
12 - STRES ÜRİNER İNKONTİNANS HASTALARINDA
KEGEL EGZERSİZİNİN VE BİOFEEDBACK
UYGULAMASININ ÜRİNER İNKONTİNANSA, YAŞAM
KALİTESİNE VE CİNSEL FONKSİYONA ETKİSİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Aslı Kal Kaymaz1, Orhan Ünal
1, Hilal Uslu Yuvacı
1, Nermin
Akdemir1, Selçuk Özden
1, Serhan Cevrioğlu
1, Abdullah
Cevrioğlu 1,
1Sakarya Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi,
Biyofeedback tedavisi ve kegel egzersizleri stress üriner inkontinansta
uygulanan tedavi seçeneklerindendir. Bu çalışmada biyofeedback ve
pelvik taban kas egzersizi (kegel egzersizi) uygulamalarının pelvik
taban kas gücüne, yaşam kalitesine ve cinsel fonksiyonlar üzerine
etkisinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Sakarya Eğitim Araştırma Hastanesi(SEAH) Kadın Hastalıkları ve
Doğum Kliniği ürojinekoloji polikliniğine Ocak-Aralık 2016 tarihleri
arasında başvuran, stres üriner inkontinans tanısı alan hastalar kapalı
zarf usulu ile randomize edilerek 2 gruba ayrıldı. Bir gruba haftada 3
kez, 20 dakikalık, 12 hafta süre ile Neurotrac® Myoplus 4 Pro
cihazıyla biofeedback tedavisi(n=30) yapılırken, diğer gruba kegel
egzersizleri (n=30) günde 3 kez, 10'ar defa 12 hafta boyunca hergün
yaptırıldı. Bütün hastalara tedavi öncesi ve sonrası digital palpasyon
yapılarak pelvik taban kas gücü Modifiye Oxford Skalası ile
kaydedildi. Tedavilerin yaşam kalitesine etkisinin değerlendirilmesi
için Uluslararası İnkontinans Konsultasyon Anketi-Kısa Formu (ICIQ-
SF: International Consultation on Incontinence Questionnaire-Short
Form) ve cinsel fonksiyonların değerlendirilmesi için Kadın Cinsel
İşlev İndeksi formu (FSFI: Female Sexual Function Index)
doldurtuldu.
Hastaların yaş ortalaması ortalama 49.28±7.88, BMI 30.25±5.56
31
kg/m2 olup, iki grup arasında anlamlı fark izlenmemiştir. Olguların
sigara kullanımı, paritesi, epizyotomi ve menopoz durumları arasında
da gruplar arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Kegel egzersizi ve
biyofeedback uygulanan grupların tedavi öncesi ve sonrası pelvik
taban kas gücü skorlarında anlamlı artış izlendi. Her iki tedavi
grubunda da tedavi öncesi ve sonrası ICIQ-SF ve FSFI skorlarında
istatistiksel anlamlı iyileşme izlenmiştir(p<0,001). Uygulanan tedavi
yöntemleri karşılaştırıldığında, hastaların tedavi öncesi ve tedavi
sonrası pelvik taban kas gücü, ICIQ-SF ve FSFI skorları anlamlı
farklılık göstermemiştir (p>0,05).
Stres inkontinansta, biyofeedback tedavisi ve kegel egzersizlerinin,
hastaların yaşam kalitesine ve cinsel fonksiyonlarına etkisi açısından
birbirine üstünlüğü saptanmamıştır. Bu çalışmada her iki tedavi
yönteminin, hastanın pelvik taban kas gücünde, yaşam kalitesinde ve
cinsel fonksiyonlarında belirgin iyileşme sağladığı gösterilmiştir. Stres
üriner inkontinans tedavisinde birinci tercih olarak her iki tedavi de
önerilebilir. Ancak hasta uyumuna, işlemin maliyetine ve hastanın
tercihine göre tedavi bireyselleştirilmelidir.
32
13 - ULTRASONOGRAFİK MESANE VE DETRUSOR DUVAR
KALINLIĞI ÖLÇÜMÜNÜN ÜRİNER İNKONTİNANS
TANISINDAKİ ROLÜ
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Özge ŞEHİRLİ KINCI1, Mehmet Ferdi KINCI
2, Mahmut Kuntay
KOKANALI3, Yasemin TAŞÇI
3,
1Kızılcahamam Devlet Hastanesi,
2Sağlık Bilimleri Üniversitesi
Gülhane Tıp Fakültesi, 3Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve
Araştırma Hastanesi,
Transvaginal ultrason ile mesane duvar kalınlığı (MDK) ve detrusor
duvar kalınlığı (DDK) ölçümünün, üriner inkontinans tanısındaki ve
sınıflandırılmasındaki rolünü değerlendirmek.
Ürodinamik olarak tanısı konulmuş, 51 saf stres üriner inkontinanslı
(SUI) ve 53 detrusor aşırı aktivite inkontinanslı (DAAI) kadın ile
üriner inkontinansı olmayan 50 kadın (control grubu) bu prospektif
kesitsel çalışmaya dahil edildi. Transvajinal prob kullanılarak, her bir
kadının ultrasonografik MDK ve DDK ölçümü mesane kubbesinin,
trigonun ve mesane ön duvarının en kalın yerlerinden ölçüldü.
Ölçümler mesane 250-300 ml doluyken (dolu mesane) ve işeme
sonrası <50 ml hacme sahipken (boş mesane) yapıldı ve üç ölçümün
ortalaması, MDK ve DDK ölçümü olarak hesaplandı.
Boş ve dolu mesanede MDK ve DDK ölçümleri DAAI grubunda
kontrol grubuna göre anlamlı derecede daha kalın idi. Buna karşın
SUI ve kontrol grubu ölçümleri arasında ise anlamlı herhangi bir fark
tesbit edilmedi. ROC eğrisi analiz sonucuna göre 4.35 mm’lik dolu
MDK ölçümü 59% sensitivite ve 76% spesifite ile; 1.95 mm’lik dolu
DDK ölçümü 36% sensitivite ve 90% spesifite ile; 5.95 mm’lik boş
MDK ölçümü 51% sensitivite ve 90%spesifite ile; 2.25 mm’lik boş
DDK ölçümü 57% sensitivite ve 82% spesifite ile DOI grup hastayı
predikte edici en iyi eşik değerleri olarak bulundu.
Dolu ve boş mesanedeki MDK ve DDK'nın transvajinal
ultrasonografik ölçümü, düşük sensitivite ve nispeten yüksek spesifite
ile DAAI hasta grubunun tanısında değerli olabilir.
33
14 - ÜRİNER İNKONTİNANSLI KADINLARDA CİNSEL
SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE KANIT TEMELLİ
YAKLAŞIMLAR
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Nuriye Büyükkayacı DUMAN1,
1Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Çorum,
Pelvik organ prolapsusu ve üriner inkontinans kadın cinsel işlev
bozukluklarının başlıca nedenleri arasındadır. Konuyla ilgili
çalışmalar üriner inkontinansın disparanoyaya neden olarak cinselliğin
istek, uyarılma, orgazm boyutlarını olumsuz yönde etkilediğini
göstermektedir. Bu nedenle başta pelvik organ prolapsusuları olmak
üzere üriner inkontinansın tedavi edilmesi sekonder olarak cinsel
sorunların giderilmesine yardımcı olmaktadır. Kanıta dayalı
çalışmalar üriner inkontinanslı olgularda pelvik taban egzersizleri,
asiste pelvik taban egzersizleri, vajinal ağırlık, elekrik stimulasyonu,
sakral sinir stimulasyonu ve biyofeedback gibi uygulamaların cinsel
sorunların tedavisinde etkili olduğunu göstermekle birlikte konuyla
ilgili daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun sıra davraniş
terapisi ve psikoterapi cinsel sorunların tedavisinde önemli yer
tutmaktadır. Ancak üriner inkontinanslı olgularda bu uygulamaların
cinsel sorunlar üzerene etkisine ilişkin kanıtlar yetersiz düzeydedir.
34
15 - STRES ÜRİNER İNKONTİNANSI OLAN ÜREME ÇAĞI
KADINLARINDA PELVİK TABAN KAS EGZERSİZLERİ VE
ABDOMEN EGZERSİZLERİNİN ETKİNLİĞİ
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Burcu KÜÇÜKKAYA1, Hatice KAHYAOĞLU SÜT
1,
1Trakya Üniversitesi,
Çalışmada stres üriner inkontinansı olan üreme çağı kadınlarında
pelvik taban kas egzersizleri ve abdomen egzersizlerinin etkinliğinin
incelenmesi amaçlanmıştır.
Prospektif, randomize kontrollü özellikte bu araştırma da, Eylül 2016-
Mart 2017 tarihleri arasında T.Ü.T.F Hastanesi Ürojinekoloji ve
Üroloji Polikliniği’ne başvuran n=64 kadın randomize kontrollü
olgu=32 ve kontrol=32 olarak 2 gruba ayrılmıştır. Araştırma verileri;
hasta bilgi formu, PFDI-20, PFIQ-7, ürojinekolojik değerlendirme
testleri, işeme günlüğü kullanılarak toplanmıştır. Olgu grubuna kegel
ve abdomen egzersizi eğitimi; kontrol grubuna sadece kegel egzersizi
eğitimi verilmiştir.
Kegel ve abdomen egzersizi yapan olgu grubunun 8. hafta pelvik
taban kas gücü ölçüm sonucu (24,7±4,2) sadece kegel egzersizi yapan
kontrol grubundan (20,3±3,9) anlamlı olarak yüksek bulunmuştur
(p<0,001). Olgu grubunun 4. hafta stres test ölçüm sonucunun
negatiflik oranının (%93,8), kontrol grubundan (%53,1) anlamlı olarak
yüksek olduğu tespit edilmiştir (p<0,001). Olgu grubunun 0. hafta
stres test pozitiflik oranı %81,3 iken, 4. Hafta %6,3 ve 8. Hafta %0
olduğu ve değişimin anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0,001). Kontrol
grubunun 0. hafta stres test pozitiflik oranı %93,8 iken, 4. Hafta
%46,9 ve 8. Hafta %0 olduğu ve değişimin anlamlı olduğu
belirlenmiştir (p<0,001). Olgu ve kontrol grupları arasında 0. ve 8.
hafta stres test sonuçları açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır
(p>0,05).
Stres üriner inkontinansı olan üreme çağı kadınlarında kegel
egzersizine ek olarak abdomen egzersizinin yapılması pelvik taban kas
gücü artışında daha fazla etkili olmuş ve iyileşme daha erken dönemde
35
başlamıştır. Her iki egzersiz de stres üriner inkontinans iyileşme
sürecinde fayda sağlamıştır.
36
16 - LAPAROSKOPİK PEKTOPEKSİNİN KISA DÖNEM
SONUÇLARI VE YAŞAMKALİTESİ İLE SEKSÜEL
FONKSİYONA ETKİSİ
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Ali Emre TAHAOĞLU1, Mehmet Sait BAKIR
1, Nurullah
PEKER1, İhsan BAĞLI
1, ahter tanay tayyar
2,
1S.B.Ü. Gazi Yaşargil Eğ. Ar. Hastanesi,
2S.B.Ü. Zeynep Kamil Eğ.
Ar. Hastanesi,
This study examined the early outcomes of laparoscopic (LS)
pectopexy and determined its effects on female sexual function and
quality of life.
Twenty-two patients with apical prolapse who underwent LS
pectopexy were included. Outcomes of the procedure were noted; the
Female Sexual Function (FSFI) and Prolapse Quality of Life (P-QOL)
questionnaires were completed preoperatively and 6
monthspostoperatively.
The percentages of conversion to laparotomy, relapse of apical
prolapse, de novo stress urinary incontinence, de novo urgency, de
novo cystocele, and de novo rectocele were 4.55%, 0%, 4.55%,
4.55%, 9.09%, and 13.6%, respectively (mean follow up: 10.41
months). The FSFI and P-QOL scores improved significantly (p <
0.05) postoperatively.
LS pectopexy presents promising results for pelvic organ prolapse
(POP) surgery with comparable outcomes. It also improved the FSFI
and P-QOL scores in POP patients.
37
17 - MİDÜRETRAL SLİNG SONRASI MEŞ EROZYONU
GELİŞEN OLGULARIN SONUÇLARI
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Ahkam Göksel KANMAZ1, Abdurrahman Hamdi İNAN
1, Emrah
BEYAN1, İbrahim Egemen ERTAŞ
1,
1SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ TEPECİK EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ KADIN HASTALIKLARI VE
DOĞUM KLİNİĞİ,
Halen tartışmaların devam etmesine karşın; iyi sonuçları, operasyon
kolaylığı ve dayanaklılığı nedenleriyle stres üriner inkontinans
tedavisinde midüretral sling (MÜS) prosedürleri altın standart olarak
kabul edilmektedir. MÜS sonrası 2015 yılında Blavis ve ark. ile 2016
yılında Ross ve ark. yaptıkları çalışmalarda uzun dönem
komplikasyon oranlarının %15.3 - 23 olarak bildirmişlerdir ve uzun
dönem sonuçlarının dahil edilmediği araştırmalarda bias olabileceği
düşünülmüştür. Çalışmamızda, kliniğimizde izlediğimiz midüretral
sling sonrası kısa ve uzun dönemde gelişen meş erozyonu olan
hastaların sonuçlarını sunmayı amaçladık.
Kliniğimizde 2013-2016 yılları arasında; stres üriner inkontinans
nedeniyle 283 mini sling ve 146 TOT operasyonu yapılan toplam 429
hastadan 125 hasta takip edilememiş olup, takip edilen 304 hasta
içinden meş erozyonu saptanan 30 olgu araştırmaya dahil edildi.
Hastalar meş eksizyonu sonrasında en az 6 ay takip edildi ve kontrol
muayeneleri yapıldı; muayene için gelemeyen hastalara telefonla
ulaşıldı.
Hastaların operasyon sırasında yaş ortalamaları 44.9 (31-63) idi. 23
hastada (%76) kronik pelvik ağrı, 13 hastada (%43) disparoni
saptandı. 30 hastadan; 21’inde mini sling ve 9’unda TOT operasyonu
mevcuttu. Midüretral sling operasyonunun şekli ve aynı seansta
yapılan ek operasyonlar ile meş erozyonu süresi arasında istatistiksel
anlamlı sonuç saptanmadı (p=0.406-0.774). Histerektomize hastalarda
38
meş erozyonu süresinde anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.134). Meş
rezeksiyonunu takiben üç hastaya meş tightening, iki hastaya TOT, bir
hastaya üretrolisis ve 10 hastaya medikal tedavi başlandı. IIQ-7 ve
UDİ-6 skorları ikincil operasyon veya medikal tedavi kullanan grupta
daha düşük olmasına rağmen istatiksel olarak anlamlı saptanmadı
(p=0.124). Hastaların meş eksizyonu öncesinde ve sonrasında yapılan
IIQ-7 ve UDİ-6 skorları arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmadı (p:=0.516 - 0. 493)
Midüretral sling sonrası meş eksizyonu yapılan olgularda kontinansı
açısından belirgin farklılık saptanmadı ve yaklaşık her üç hastanın
birinde ek tedavi gerekti. Ancak erode meşin çıkarılması, hastaların
pelvik ağrı ve disparoni semptomlarında belirgin iyileşme ile
sonuçlandı.
39
18 - EVALUATION OF THE EFFECTIVENESS OF
INTRAVESICAL ONABOTULİNUM TOXIN A TREATMENT
İN OVERACTIVE BLADDER SYNDROME: RESULTS OF A
TERTIARY UROGYNECOLOGY CLINIC IN TURKEY
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Funda GÜNGÖR UĞURLUCAN1, Cenk YAŞA
1, Omer DEMİR
1,
Sema TAŞ1, Goksen AYVACIKLI
1, Önay YALÇIN
1,
1İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları Ve
Doğum Anabilim Dalı Ürojinekoloji Bilim Dalı ,
To investigate efficacy of intravesical OnabotulinumToxinA
(OnaBoNT-A) injection in patients with overactive bladder(OAB)
refractory to behavioral and antimuscarinic treatment.
Patients diagnosed as OAB and have not responded to behavioral and
two antimuscarinic treatment for 3-months and underwent intravesical
OnaBoNT-A were included. Urodynamics, pretreatment and
posttreatment bladder diary were performed. Pretreatment and post-
treatment quality of life was evaluated using King’s Health
Questionnaire(KHQ). Need for second injection, duration till second
injection and need for antimuscarinic agents after injection were
evaluated.
Total number of patients was 15. All underwent bladder training and
14 used two different antimuscarinic agents before injection. One had
glaucoma and couldn't use antimuscarinic treatment. 12(91.7%)
underwent pelvic floor physiotherapy. Procedure was performed under
general anesthesia as an outpatient procedure. All patients received
100Units of injection in 20sites. No complications developed. Patients
were discharged after normal voiding. Foley catheter was not inserted.
None suffered from complete urinary retention. All patients were
followed-up at 2-weeks, 1-month, 3-months posttreatment and every
3-months thereafter. There was significant decrease in maximum flow
rate, no significant difference in mean flow rate and postvoid residual
40
urine volume at 1-month posttreatment.(Table1) There was significant
improvement in number of urge incontinence episodes, there was no
significant difference in number of urgency episodes and nocturia,
although there was slight improvement in number of urgency episodes
at 1-month postreattment.(Table2) There was significant improvement
in all domains of KHQ except for personal relations.(Table3) Nine
patients were very satisfied and 3 were satisfied after treatment. 5
required re-injection. Injections were repeated 3-times in 2 patients
and 2-times in 3 which are summarized in Table4.
Intravesical OnaBoNT-A injection is a treatment choice for patients
who are intolerant of or refractory to antimuscarinics. It has a long
duration of action with minimal side effects. Consecutive injections
are effective as well.
41
19 - KUTANÖZ SİNUS TRAKTINA NEDEN OLAN
SİLİKONLU POLİPROLEPLEN MESH REAKSİYONU
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Nevin SAĞSÖZ1, Mahmut İlkin YERAL
1, Birhan AKTAŞ
1,
Cemile SAYAN1, Sema Zehra ÖZKAN
1, Murat BULANIK
2,
1Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi,
2Devrek Devlet Hastanesi,
Trans obturatör bant (TOT) prosedürü stres üriner inkontinansın (SUI)
tedavisi için 2001'de tanımlanmıştır. Meşler, idrar kaçırma
cerrahisinde kullanılır. Silikon ve silikonsuz meş çeşitleri
kullanılabilir. Bu ameliyatlardan sonra komplikasyonlar nadirdir. Meş
reaksiyonu, bu komplikasyonlardan biridir ve yıllar sonra ortaya
çıkabilir. Bununla birlikte bildiğimiz kadarıyla, daha önce
yayınlanmış bir TOT işlemi sonrası kutanöz sinusa yol açan silikon
reaksiyon vakası yoktur. Silikonlu poliprolen meş yerleştirildikten
sonra tespit edilen kutanöz sinüs olgusunu sunmaktayız.
On yıl önce ameliyat edilen 55 yaşındaki bir kadın, bilateral kasık
lezyonu ile başvurdu. İnguinal lezyonlar seröz akıntılı fistül traktı
benzeri lezyonlardı. Hasta bir yıl önce aynı şikayetle başka bir
merkezde ameliyat edilmiş ancak şikâyetleri düzelmemişti.
Manyetik rezonans görüntüleme ile yabancı cisim ve sinüs traktı ile
uyumlu görüntü elde edildi. Operasyonla bilateral yabancı cisim ve
sinüs traktı çıkarıldı. Bu yabancı cisimlerin silikon olduğu tespit
edildi. Patolojik incelemede kronik aktif inflamasyon bulguları
saptandı.
Transobturator bant işlemi sonrasında, silikona bağlı sinüs oluşumu
söz konusu oalbilmektedir. Tedavi yöntemi silikon kolonun
çıkarılmasıdır.
42
20 - BARİATRİK CERRAHİ VE KİLO KAYBININ
İNKONTİNANSI AZALTMADAKİ ETKİSİ
Sözel Bildiri / Oral Abstract
RUŞEN ÖZTÜRK1, OYA KAVLAK
1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ,
Obezite, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yağ dokularında sağlığı
bozacak ölçüde anormal veya aşırı miktarda yağ birikmesi olarak
tanımlanmaktadır. Morbit obezite son yüz yılda epidemik sorun haline
gelmiş olup, ölüme neden olan önlenebilir hastalıklar arasında
sigaradan sonra ikinci sıradadır. Obezite oranındaki bu artış obeziteye
bağlı kronik hastalıkların görülme sıklığını da artırmaktadır. Bu
yönüyle obezite inkontinans için de ciddi bir risk etmeni olarak kabul
edilmektedir. İnkontinans, ABD'de 13 milyondan fazla kadını ve
yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilemektedir, sağlık bakım
açısından 20 milyar dolardan fazla maliyete yol açmaktadır. Obesite
ve inkontinansın toplum sağlığı üzerindeki ciddi etkileri nedeniyle, bu
derleme de amaç; obesite ve inkontinans ilişkisini incelemek ve
bariatrik cerrahi ile kilo kaybının inkontinans üzerindeki etkisini
açıklamaktır.
Yapılmış çalışmalarda, kilo kaybı ve bariatrik cerrahinin inkontinans
sıklığı ve şikayeti azaltılmasında önemli ölçüde etkisi olduğunu
göstermektedir. Yapılan uzun süre takipli bir çalışmada, 6 aydan sonra
kilo kaybı programı uygulanan kadınlarda haftalık % 47.4, kontrol
grubunda ise % 28.1'lik oranla inkontinans epizodlarında azalma
olduğu saptanmıştır. Müdahale grubunun kontrol grubuna göre idrar
kaçırma sıklığında, %70 oranında istatistiksel olarak anlamlı azalma
olduğu tespit edilmiştir. Diyette yapılan değişiklikler sonrası üriner
inkontinans şikayetlerindeki azalma, benzer şekilde bariatrik cerrahi
sonrası dramatik kilo vermiş morbid obez kadınlarda da görülmüştür.
İnkontinanslı kilolu ve obez kadınlarla yapılan bir kohort
çalışmasında,% 5'ten daha fazla kilo kaybı olanların inkontinans
sıklığında en az % 50 oranında bir azalma olduğu görülmektedir.
43
Benzer bir çalışma da, bariatrik cerrahi sonrası hastaların üçte birinde
kontinans saptanmıştır. Özelllikle, SUI ile BMI'nın direk ilişkili
olduğu, ancak orta yaşta urge inkontinans ile ilişkili olmadığı
saptanmıştır.
İnkontinans için cerrahi dışı tedavinin bir parçası olarak, obez kadınlar
için kilo vermenin etkisi vurgulanmalı, özellikle stress inkontinansı
olan kilolu hastalarda tedavinin bir parçası olacak şekilde, cerrahi
öncesi diyet ve egzersiz programları ile kilo kaybı sağlanmalıdır.
44
21 - VAJİNAL HİSTEREKTOMİDE PROFLAKTİK
SAKROSPİNÖZ LİGAMAN FİKSASYONUNUN ETKİNLİĞİ
Sözel Bildiri / Oral Abstract
FUNDA KARATAŞ1, MESUT ÖKTEM
1,
1GAZİ ÜNİVERSİTESİ,
Vajinal histerektomi(VH) sonrası oluşabilecek vajinal apeks
prolapsusunu önlemek için VH ile eş zamanlı olarak uygulanan birçok
vajinal kaf süspansiyon tekniği bulunmaktadır. Uterosakral ve
sakrospinöz ligaman süspansiyonuyla 1. seviye vajinal destek
sağlanmaya çalışılır. Sakrospinöz Ligaman Fiksasyonu da en sık
uygulanan yaklaşımlardan biridir. Bu çalışmanın amacı VH sonrası
yapılan proflaktik sakrospinöz ligaman fiksasyonunun anatomik
iyileşme ve komplikasyon oranlarını değerlendirmektir.
Bu retrospektif ve tanımlayıcı çalışma Gazi Üniversitesi Hastanesi’
nde yapıldı. Yetmiş beş seksüel olarak aktif kadına Ocak 2010-Eylül
2015 tarihleri arasında evre 2 veya 3 uterin prolapsus rekonstrüktif
cerrahisi için VH ile proflaktik sakrospinöz ligaman fiksasyonuyla
tedavi edildi. Postoperatif anatomik düzelme ve komplikasyon
oranlarını inceledik.
Hastaların anatomik iyileşmesi % 90.7 olarak hesaplandı. Yedi
hastada(% 9.3) apikal prolapsusun anatomik rekürrensi oluştu. Ayrıca
sekiz vakada(% 10.7) anatomik kompartman defektleri saptandı .
Postoperatif disparenü ve üriner inkontinans sırasıyla % 16 ve % 23
oranındadır.
Vajinal apeks prolapsusunu önlemek için VH ile birlikte uygulanan
Proflaktik Sakrospinöz Ligaman Fiksasyonu yüksek oranda anatomik
iyileşme sağlar. Postoperatif komplikasyon oranları kabul edilebilir
düzeydedir ve 12-24. ay vizitlerde ise belirgin olarak azalmaktadır.
Sonuç olarak, VH esnasında yapılan proflaktik sakrospinöz ligaman
45
fiksasyonu kolayca uygulanabilen, yüksek başarı ve düşük rekürrens
oranlarına sahip bir tedavi seçeneğidir.
46
22 - MENOPOZAL DÖNEMDE CİNSEL DİSFONKSİYON;
DOĞAL VE CERRAHİ MENOPOZAL KADINLARIN
KARŞILAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Derya Yüksel KOCAK1,
1Hitit Universitesi Sağlık Yüksekokulu, Çorum,
Çalışmanın amacı, cerrahi ve doğal menopoz yaşayan evli kadınların
cinsel fonksiyonlarının karşılaştırılması ve cinsel fonksiyonlarını
etkileyen faktörlerin belirlenmesidir.
Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma Çorum il merkezine bağlı bir
hastanenin kadın doğum polikliniğinde yürütülmüştür. Araştırmanın
örneklemi 45-64 yaş aralığında, cerrahi ve doğal menopoz yaşayan,
evli, çalışmaya katılmayı kabul eden menopozal kadınlar
oluşturmuştur. Çalışmanın evrenini 33 doğal ve 19 cerrahi menopozal
kadın olmak üzere toplam 52 menopozal dönemdeki kadın
oluşmuştur. Veriler araştırmacı tarafından hazırlanan anket formu ve
19 sorudan oluşan Kadın Cinsel İşlev İndeksi (FSFI) kullanılarak
toplanmıştır. Uygulama öncesi kadınlardan sözel olarak izin alınmış
ve formlar kadınlarla yüz yüze görüşülerek kadın doğum
polikliniğinde araştırmacı tarafından doldurulmuştur. Çalışmada tüm
menopozal kadınların, cerrahi ve doğal menopoz yaşayan kadınların
toplam FSFI puan ortalamaları belirlenmiştir. Yaş, eğitim durumu,
eşin eğitim durumu, menopoz şekli, menopoz yaşı, menopoz süresi,
aylık gelir, yaşanılan yer, ilk adet yaşı, toplam gebelik sayısı, yaşayan
çocuk sayısı ve doğum şekli gibi faktörlerin cinsel işlevler üzerine
etkisi değerlendirilmiştir.
Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre tüm menopozal kadınların
%36,54’ünün 50-54 yaş aralığında olduğu, 63,46’ünün doğal menopoz
yaşadığı, 55,76’sının 45-49 yaşları arasında menopoza girdiği
belirlenmiştir. Kadınların %75’i 5 yıldan uzun süredir menopozdadır.
Kadınların jineko-obstetrik özellikleri incelendiğinde %42,30’unun
47
menarş yaşının 12-14 yaş aralığında olduğu, 51,92’sinin ilk gebeliğini
19-23 yaşları arasında yaşadığı, %48,07’sinin 2-3 gebelik yaşadığı,
69,23’ünün normal doğum yaptığı %46,15’inin 2-3 doğum yaptığı
belirlenmiştir.
Çalışmaya katılan tüm menopozal kadınlar ile doğal ve cerrahi
menopoz yaşayan kadınların FSFI ölçeğine göre cinsel işlevleri
karşılaştırıldığında cerrahi menopoz yaşayan kadınların FSFI ölçeğine
göre daha fazla lubrikasyon sorunları yaşadığı (p=0,033) ve cerrahi
menopoz yaşayan kadınların cinsel işlevlerinin daha kötü olduğu
belirlenmiştir (p=0,021). Yaş, eğitim durumu, çalışma durumu gelir
düzeyi, yaşanılan yer ve yaşayan çocuk sayısı değişkenlerinin
menopozal kadınların FSFI toplam ve alt boyut puanlarını etkilediği
belirlenmiştir.
48
23 - PELVİK TABAN HASARI İLE İLİŞKİLİ ÜLKEMİZDE
YAPILAN ARAŞTIRMALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Oral Abstract
ÖZLEM ŞAHAN BİLEN1, HATİCE ACAR BEKTAŞ
2,
1İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, DOKTORA
ÖĞRENCİSİ, 2KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışma, ülkemizde, son beş yılda pelvik organ hasarı ile ilgili
yapılmış çalışmaların değerlendirilmesi amacı ile yapılmıştır.
Pelvik taban anatomisinin relaksasyonu sonucu pelvik taban
fonksiyonlarının bozulmasıyla pelvik organ prolapsusu (POP), stres
üriner inkontinans (SÜİ), diğer alt üriner sistem ve boşaltım
bozuklukları, seksüel fonksiyon bozukluğu ve bazı kronik pelvik ağrı
sendromları ortaya çıkmaktadır. Gebelik ve doğumun tüm organ
sistemlerinde önemli derecede fizyolojik değişiklikler yarattığı
bilinmektedir. Literatürde en fazla hasarın özellikle ilk doğumda
meydana geldiği belirtilmektedir Yapılan çalışmalarda ise doğum
sayısı (parite), doğum şekli ve bebeğin doğum ağırlığının pelvik taban
yetersizlikleri üzerinde önemli risk faktörleri olduğu bildirilmektedir.
Gebelik ve doğumla olan ilişkili bu risk faktörlerinin pelvik taban
yetersizliklerinden olan üriner inkontinans, fekal inkontinans ve pelvik
organ prolapsuna yol açtığı yapılan çalışmalarda belirlenmiştir.
Hemşireler ve ebeler, kadınlara, risk faktörlerine bağlı pelvik taban
yetersizliklerinin önlenmesi ve korunma için eğitim ve danışmanlık
rollerini kullanarak sağlıklı yaşam biçimi davranışları konularında
bakım vermelidirler. Metod: “ Pelvik taban”, “inkontinans”, ve
“pelvik organ prolapsusu” anahtar kelimeler kullanılarak YÖK Ulusal
Tez Merkezi, Ulakbim, Google Akademik veri tabanlarında 2012-17
yılları arasında yayınlanan çalışmalarda tarama yapılmıştır. Tam metin
olarak ülkemizde yayınlanan çalışmalar incelemeye dahil edilmiştir.
Sınırlılıklar: Sadece tam metin yayınlanan makaleler incelenmiştir.
Tarama sonucu elde edilen çalışmalardan 14 tanesi incelemeye dahil
edilmiştir. Bu çalışmaların %43'ü (n=6) deneysel, %14'ü (n=2)
49
derleme, %29'u (n=4) tanımlayıcıydı. İncelenen çalışmaların %50
(n=6) doktorlar, %50 (n=6) hemşireler ve diğer sağlık çalışanları
tarafından yapıldığı tespit edilmiştir. Ayrıca hemşirelerin bu konu ile
ilgili daha çok anket ve ölçeklerle tanımlayıcı çalışmalar yaptığı fark
edilmiştir.
Mesleki bilgi ve beceriyi ortaya koyacak ve artıracak hemşirelik ve
ebelik bakımı ile ilgili deneysel araştırmalara ihtiyaç olduğu
görülmektedir.
50
24 - OBEZ KADINLARDA ALT ÜRİNER SİSTEM
ŞİKAYETLERİ
Sözel Bildiri / Oral Abstract
Arzu MALAK1, Ergül ASLAN
2, Nezihe KIZILKAYA BEJİ
3,
Önay YALÇIN4,
1Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik
Bölümü, 2İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik
Fakültesi, 3Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik
Bölümü, 4İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi ,
Bu çalışma obez kadınlarda alt üriner semptomları belirlemek
amacıyla planlandı.
Bu çalışma tanımlayıcı kesitsel niteliktedir.Araştırma bir Üniversiteye
bağlı Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde Nisan 2016-Nisan 2017
tarihleri arasında yürütüldü.Örneklem grubunu sağlıklı, 310 obez
kadın oluşturdu. Verilerin toplanmasında tanıtıcı bilgi formu ve
Bristol Kadın Alt Üriner Yol Semptomları
Ölçeği(BFLUTS)kullanıldı. Veriler yüz yüze görüşme yöntemi ile
elde edildi ve SPSS programında analiz edildi.
Çalışmaya katılan kadınların yaş ortalaması 46.16±11.64 ve beden
kitle indeksi (BKI) 35.44±4.77’dir. Grubun %57.7’si 1. derece obez
(BKI=30-34.99), %23.9’u 2. derece obez (BKI=35-39.99) ve %18.4’ü
3. derece obez (BKI=>40)’dur. Kadınların %46.5’i idrar yolu
enfeksiyonu geçirdiğini ve %28.7’si idrar kaçırma şikayeti olduğunu
bildirdi. BFLUTS puanları depolama=4.57±2.80; idrar
yapma=1.32±1.75; inkontinans=3.22±3.82; cinsel yaşam=0.29±0.85;
yaşamkalitesi= 3.31±3.75 ve toplam puan=12.70±9.80’dir. BFLUTS
toplam puanı 1. derece obez=11.63±8.93; 2. derece obez=12.84±9.82
ve 3. derece obez=15.89±11.70 olup, fark istatistiksel olarak anlamlı
değildi (p=0.072). BFLUTS alt boyutlarından yaşam kalitesi BKI’ne
göre anlamlı farklılık gösterdi (p=0.003). Bu fark 1. ve 3. derece obez
grupların puanlarından kaynaklanmaktadır.
51
Obez kadınlarda üriner semptomların yaygın görüldüğü, obezite
derecesi arttıkça alt üriner semptomların daha sıklıkla ve yoğun olarak
yaşandığı ve yaşam kalitesini olumsuz şekilde etkilediği belirlendi.