bİldİrİ kİtabi -...

55
BİLDİRİ KİTABI

Upload: letram

Post on 10-Apr-2019

224 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

BİLDİRİ KİTABI

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-001

Metastatik mide kanserinde sağkalım için yeni

prognostik faktörler: Modifiye Glasgow prognostik skoru,

prognostik nutrisyonel indeks ve ECOG skoru. Bülent Demirelli1, Nalan Akgül Babacan2, Özlem Ercelep2, Serap Kaya2, Mehmet Akif Öztürk2, Eda Tanrıkulu2, Süleyman Khalil2, Rahib Hasanov2, Özkan Alan2, Perran Fulden Yumuk2, Tuğba Telli2, Faysal Dane2 1Marmara Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 2Marmara Üniversitesi, Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Mide kanseri (MK) hastaları sıklıkla lokal ileri veya metastatik hastalıkla başvurur ve tedavide amaç palyasyonu sağlamaktır. Çalışmamızda metastatik MK vakalarında sarkopeni indeksi (SI), kaşeksi indeksi (KI) ve inflamatuar indekslerin

[ileri evre akciğer kanseri inflamasyon indeksi (ALI), modifiye Glasgow prognostik indeksi (mGPS), prognostik indeks (PI), prognostik nutrisyonel indeks (PNI) ve

nötrofil lenfosit oranı (NLR)] prognostik değerlerinin araştırılması amaçlandı. METOD: Marmara Üniversitesi Pendik EAH Tıbbi Onkoloji Polikliniğine Ocak 2011 ile Haziran 2016 tarihleri arasında başvuran metastatik mide kanseri tanılı hastaların demografik bilgileri ile tetkikleri restrospektif olarak tarandı ve gerekli verileri tam olan 87 hasta çalışmaya dahil edildi. Uzman radyolog tarafından evreleme amaçlı çekilen hasta bilgisayarlı tomografilerinin (BT) L3 seviyesindeki kas alanları ölçüldü

ve bulunan iskelet kas alanı (cm2) kullanılarak SI hesaplandı. SI cut-off değeri,

ülkemizde halihazırda çalışma olmadığı için hem batı (EGWSOP) hem de doğu (Harada ve ark.) kaynaklarına göre ayrı ayrı alınarak hesaplandı. Bu paramatereleri etkileyecek diğer nedenler ekarte edildi. İstatistiksel analiz, SPSS (v 23.0) programı ile yapıldı.Bağımsız prognostik faktörleri değerlendirmek için Kaplan-Meier ve Cox regresyon modelleri kullanıldı. İndekslerin mortalite öngörmedeki değerleri, ROC

analizi ile AUC hesaplanarak kaydedildi ve birbirleriyle kıyaslandı. BULGULAR: 87 hastanın ortanca takip süresi 9 ay (1-64 ay) olup, takipleri boyunca 78 hasta ölmüştü. Hastaların 59’u erkek (%68) ve medyan yaşı 62 (23-88) idi. Tek değişkenli analize göre artmış lökosit ve nötrofil sayısı, azalmış lenfosit sayısı, CRP artışı ve serum albümin değerinde azalmanın daha kısa sağkalımla ilişkili olduğu saptandı. Ayrıca yüksek mGPS ve PI skoru, PNI değerinin <45, NLR değerinin ≥3,41,

ALI değerinin <18, KI değerinin 35’in altında, SI (Harada ve ark.) erkek için ≤44,5 ve Kadın için ≤36,5 olması, ECOG skorunun ≥2 olması, son 3 ay içerisinde %10'un üzerinde kilo kaybı saptanması, VKİ’nin 24’ün altında olması, palyatif kemoterapi

uygulanmaması da kötü prognozla ilişkili bulundu. Yaş, cinsiyet, multipl organ metastazı, mide cerrahisi öyküsü, C-erb-B2 pozitifliği, SI (EGWSOP) erkek için ≤52,4 ve kadın için ≤38,4 olmasının prognoz üzerinde anlamlı bir fark yaratmadığı görüldü.

Çok değişkenli analize göre mGPS, PNI ve ECOG skorunun sağkalımı belirleyen

bağımsız prognostik faktörler olduğu görüldü.Ortanca sağ kalım süresi son nokta olarak kullanılıp tüm prognostik belirteçlerin AUC değeri hesaplandığında, mGPS'nin mortaliteyi öngörmede en prediktif skor olduğu saptandı.

SONUÇ: Çalışmamızda metastatik MK hastalarında mGPS, PNI ve ECOG skorunun düşük sağkalımı göstermede bağımsız göstergeler olduğu saptandı. Sadece CRP,

albümin ve hemogram verileri ile hesaplanabilen mGPS ve PNI klinik pratikte metastatik MK hastalarında genel sağkalımı öngörmede ucuz, kullanışlı ve yararlı yöntemler olabilir.

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Anahtar Kelimeler: Sarkopeni, kaşeksi, prognostik, prognostik nutrisyonel indeks, mide kanseri

Prognostik İndeksler

Çok değişkenli analize göre sağkalımı öngörmede bağımsız değişkenler

Prognostik Faktörler Hazard Ratio (%95 CI) p değeri

mGPS (0 vs.1 vs. 2) 2,494 (1,25-4,94) 0,02

PNI (0 vs. 1) 4,2 (1,73-10,1) <0.001

ECOG (0-1 vs. ≥ 2) 1,5 (1,08-4,2) 0,004

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-002

Trastuzumab ile Allerjik Deri Reaksiyonu ve Hemolitik

Anemi Gelişen Meme Kanseri Olgu Sunumu

Erkan Erdur, İrem Bilgetekin, Özgen Yıldırım, Ayşegül Kaplan, Güliz Zengin, Ece Esin, Ülkü Yalçıntaş Arslan Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Hastanesi,Medikal Onkoloji Kliniği, Ankara GİRİŞ Human Epidermal Growth Faktör Reseptör 2 (HER2 ) onkogeni primer invaziv meme

kanserli hastaların yaklaşık %15-20 sinde aşırı exprese edilmektedir.Her2 reseptör hedefli tedaviler arasında Trastuzumab ilk klinik kullanıma giren ajandır.Trastuzumab tedavisi alan hastaların %4 -18 inde alerjik deri reaksiyonları görülebilmektedir. Burada Trastuzumab ile tedavi sırasında makülopapüler deri döküntüleri ve hemolitik anemi gelişen meme ca lı bir olgu sunacağız.

OLGU 53y bayan hasta Temmuz 2016 da yaklaşık 3 aydır gelişen sol meme cildinde kızarıklık,meme başında kanlı akıntı ve sol memede üst dış kadranda ele gelen kitle şikayeti ile başvurdu. Trucut meme biyopsisi yapılarak hormon reseptörü negatif cerb-B2 skor 3 İnvaziv Ductal Karsinom tespit edildi. Çekilen Pet-BT incelemesinde yaygın kemik ve lenf nodlarında (servikal ve aksiller ) metastazlar tespit edilmesi nedeniyle Dosetaksel ile birlikte Trastuzumab tedavisi başlandı.On kür sonra gelişen

üst extremite yüz ve göğüste ödem ve deri döküntüleri ve trombositopeni nedeniyle vena cava süperior sendromu olabileceği düşünülerek tetkik edildi. Ancak tetkikler ile

bu tanı dışlandığında immünoloji kliniğine konsülte edildi.Yapılan değerlendirme ile ilaca bağlı alerjik reaksiyon düşünüldü..Bunun üzerine hasta da Dosetaksel tedavisi kesilerek Trastuzumab monoterapisi ile devam edildi.İki kür uygulamadan sonra döküntüler ve ödem şikayetinde artış ve anemi(Hgb:8.2 gr/dl) ve trombositopenide (plt:90000/mm3) derinleşme nedeniyle yatırılarak tetkik edildi.İlaca bağlı SLE

olabileceği düşünülerek ANA ve anti Histon antikorları gönderildi ANA+ ve Anti Histon antikorları negatifti. Çekilen Pet –BT incelemesinde primer ve metastatik lezyonlarda PR (parsiyel remisyon) mevcuttu Hastanın takiplerinde ortaya çıkan bilirubin değerlerinde artış (T.bil:3.8,İ.bil:2.1 mg/dl ),LDH yüksekliği (LDH:657 U/L ),retikülosit yüksekliği (Ret:% 8.5 ),haptoglobülin değerinde düşme( haptoglobülin:4 mg/dl ) nedeniyle hemolitik anemi olabileceği düşünülerek hematoloji kliniğine

danışıldı ve 32 mg Prednizolon tedavisi başlandı. Takiplerinde deri döküntülerinde ve ödem yakınmasında belirgin gerileme görüldü.. Hemoglobin ve Trombosit değerleri normal sınırlara yükseldi. Hemoliz göstergelerinde gerileme oldu. Hastanın

Trastuzumab tedavisine bağlı alerjik reaksiyon geliştirdiği düşüncesi ile tedavisiz izlenmesine karar verildi. Hasta halen PR ile kliniğimizce takip altındadır

SONUÇ

Trastuzumab tedavisi altındaki meme kanserli hastalarda akut infüzyon reaksyonlarının dışında da ilaca bağlı çeşitli immünolojik reaksiyonlar görülebileceği akılda tutulmalıdır

Anahtar Kelimeler: hemolitik anemi,makülopapüler döküntü,trastuzumab

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

yüzde makülopapüler döküntü

trastuzumab tedavisi sonrası yüzde gelişen makülopapüler döküntü

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-003

Kanserli Hastalarda Kemoterapi Öncesi HBs Ag, Anti-HBs

ve İzole Anti -HBc Pozitiflik Oranları ve Kanser Türüne

Göre Dağılımın İncelenmesi Özgür Açıkgöz1, Ayşe İnci2 1Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Onkoloji Kliniği,İstanbul 2Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Kliniği,İstanbul

AMAÇ: Kanser hastalarına uygulanan kemoterapi HBV reaktivasyonuna neden olabilmektedir. Klinik rehberler kemoterapi öncesi Hepatit B infeksiyonu açısından tarama testi önermektedir. Kemoterapi ile Hepatit B reaktivasyonu görülmekte ve bu durum kendini sınırlayabildiği gibi fulminan yetmezlik olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Bu reaktivasyon kemoterapinin sürdürebilirliğinde de sorun

yaratabilmekte ve zamanından önce sonlandırılmasına neden olabilmektedir.Hastanemizden 2015 yılında yapmış olduğumuz çalışmamızda ise bu

oranlar sırasıyla % 4.05 ve % 38.42 olarak belirlenmiştir(1). Bu çalışmada amacımız hastanemizde takip edilen ve kemoterapi alması planlanan hastalarda kemoterapi öncesi HBV infeksiyonu açısından yapılmış olan tarama sonuçlarını, tedavi durumlarını ve reaktivasyon oranlarını değerlendirmektir. GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmaya 01.Haziran 2015- 01.Haziran 2016 tarihleri arasında Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi medikal onkoloji polikliniğine

başvuran ve kemoterapi planlanan 183 hasta alındı. Hastaların yaş, tanıları, hepatit

infeksiyonu açısından HBs Ag, Anti-HBs, Anti-HBc, HbeAg, anti-Hbe ve HBV DNA sonuçları retrospektif dosya tarama yöntemi ile incelenerek kaydedildi. BULGULAR: Çalışmamıza dahil edilen kemoterapi planlanmış toplam 183 hastanın kanser türü dağılımı Grafik 1 de görülmektedir. Hastaların yaş, kanser türü dağılımı ve HBs Ag, Anti-HBs ve izole Anti-HBc pozitiflik oranları Tablo 1 de görülmektedir. HBs Ag pozitif

ve izole Anti-HBc pozitif olguların başvuru sırasındaki ALT, HBV DNA düzeyleri,Tablo 2’de görülmektedir.HBsAg (+) olgulara antiviral tedavi başlanmış olup hastaların takipleri devam etmektedir ve hiç birinde alevlenme görülmemiştir.Çalışmamızda kemoterapi alacak hastalarımızın dağılımına bakıldığında en sık görülen kanserlerin sırasıyla meme, over, kolorektal kanser olduğu ve HBsAg pozitiflik oranımızın tüm hastalarda(7/183) %3.8 ve Anti-HBs pozitiflik oranının (66/183) % 36.1,HbsAg(-),Anti-HBs(-),Anti-HBc (+) oranının(10/183) %5.4 olduğu belirlenmiştir. Sayılarımız

az olsa bile sonuçlarımıza bakıldığında HBsAg pozitiflik oranının en fazla KC kanserinde Anti-HBs pozitiflik oranın da kolorektal kanserde olduğu görülmüştür. Sonuç olarak Kemoterapi planlanan hastalarda reaktivasyon, karaciğer yetmezliği,

kemoterapiye ara verme gibi risk faktörleri de göz önüne alınarak bu hastalar HBV infeksiyonu açısından taranmalı ve konuyla ilgili ülkemizden daha fazla sayıda hastanın yer aldığı çalışmaların yapılmasının ülkemiz için önemli olduğunu

düşünmekteyiz.

Anahtar Kelimeler: HBs Ag, Anti-HBs, İzole Anti -HBc, Kemoterapi

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-004

Testis Metastazlı RCC Olgusu

Elanur Karaman1, Celal Alandağ1, Halil Kavgacı1, Sevdegül Mungan2 1Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Trabzon 2Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Trabzon GİRİŞ: Amerika’da erkeklerde 6. kadınlarda ise 8. sıklıkta görülen renal hücreli karsinom (RCC), tüm kanserlerin %3-5’ini kapsamaktadır1. Ana tedavisi cerrahi olan bu hastaların %20’sinde nüks görülmektedir. Hastaların %25-30’u ise tanı anında

metastatiktir2-4. En sık lenf nodu, akciğer, kemik, karaciğer ve beyine metastaz yapmaktadırlar. Testis metastazı ise oldukça nadir görülmektedir, tahmini insidans oranı %0.3-3.6’dır5. Metastatik renal hücreli karsinom tanısıyla izlenen hastada yeni testis metastazı saptanması üzerine olgu sunulmuştur. OLGU: 58 yaşındaki erkek hastada Mart 2006’da insidental olarak, sol böbrek tümörü saptandı ve opere edildi. Renal hücreli karsinom tanısı alan, uzak organ metastazı

olmayan hasta adjuvan tedavi almadı. Takiplerinde Haziran 2015’te çekilen PET-BT’de, akciğerde 2-3mm’lik, SUV-max 3.25-7.04, multiple parankim nodülleri saptandı (Resim-1). Operasyondan 9 yıl sonra ortaya çıkan multiple akciğer nodülleri etiyolojisi için hastaya bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopi normal, gönderilen sitoloji ise benign olarak geldi. Bunun üzerine, sol akciğer alt lobdaki nodüle wedge rezeksiyon uygulandı. Patoloji sonucu şeffaf renal hücreli karsinom metastazı, CD10

(+), Pax8 (+), RCC (+) olarak geldi. Metastatik böbrek şeffaf hücreli karsinom tanısı alan hastaya interferon alfa-2B tedavisi başlandı. İnterferon tedavisinin 21. ayında,

sol testiste ağrısız, sert kıvamlı yaklaşık 2cm’lik kitle ele geldi. AFP ve beta HCG normal olarak izlendi. Çekilen tomografilerinde büyüğü sol akciğer alt lob superior segmentte 40x32mm metastatik akciğer nodülleri, sağ sürrenal bezde 42x28mm kitle lezyonu (metastaz?), sağ böbrek alt polde 27x22mm ve orta kesimde 10x9mm heterojen kontrastlanma gösteren kitle lezyoları (RCC?) görüldü (Resim-2,3). Testis

USG’de sol testiste 2cm’lik solid komponentli kitle saptandı. Primer testis tümörü? RCC testis metastazı? açısından hastaya sol orşiektomi operasyonu uygulandı. Patoloji şeffaf hücreli renal hücreli karsinom metastazı, testis parankiminde sınırlı olarak raporlandı (Resim-3,4). İnterferon tedavisi altında progresyon gelişen metastatik renal hücreli karsinom olgusunun tedavisi sunitinib ile değiştirildi ve takibe alındı.

SONUÇ: Lösemi ve lenfoma tutulumu haricinde, testisin sekonder maligniteleri çok az görülmektedirler. Bunda testis-kan bariyerinin önemli rolü vardır. Testise metastaz

yapan tümörlerin başında prostat gelmektedir, bunu akciğer, melanom, cilt, kolon ve böbrekler izlenmektedir6,7. Primer testis tümörleri 15-35 yaş arasında görülmekte olup, testise metastaz yapan tümörlerin görülme yaşı ise 45-85’tir8. Renal hücreli

karsinom lenfatik ve hematojen yayılma özelliği göstermektedir ve nadir de olsa

testise metastaz yapabilmektedir. Primer tümör öyküsü olan ve testiste kitle saptanan hastalarda metastaz olma olasılığı akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Testis, metastaz, renal hücreli karsinom

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

resim-3

Testis dokusunda renal hücreli karsinom patoloji görünümü, Hematoksilen-Eozin boyanma

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-005

Yumuşak doku sarkomlarında prognostik faktörler ve

sağkalım analizi

Leman Bayramova1, Nalan Akgül Babacan2, Fulden Yumuk3, Özlem Ercelep3, Özkan Alan3, Tuğba Akın Telli3, M Akif Öztürk3, Rahib Hasanov3, Serap Kaya3, Zerrin Özgen4, Bülent Erol5, Faysal Dane3 1Marmara Üniversitesi Pendik EA Hastanesi, İç Hastalıkları ABD,İstanbul 2SB Marmara Üniversitesi Pendik EA Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, İstanbul 3Marmara Üniversitesi Pendik EA Hastanesi, Tıbbi Onkoloji BD,İstanbul 4Marmara Üniversitesi Pendik EA Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi ABD,İstanbul 5Marmara Üniversitesi Pendik EA Hastanesi, Ortopedi ABD,İstanbul AMAÇ: Sarkomlar ağırlıklı olarak embriyonik mezodermden kaynaklanan heterojen bir nadir tümör grubudur. Genellikle bir ekstremiteden kaynaklanan, ancak vücudun herhangi bir yerinde, özellikle gövde, retroperitonda veya baş-boyunda

asemptomatik bir kitle olarak görülürler. Tedavi öncesi radyografik görüntüleme, bir tümörün lokal boyutunu tanımlamak, hastalığı evrelemek, biyopsileri yönlendirmek ve tanıya yardımcı olmak için önemlidir. Çalışmamızda yumuşak doku sarkomlu hastaların demografik bilgileri, patoloji sonuçları, uygulanan tedavileri değerlendirilerek prognozu etkileyen faktörlerin belirlenmesi ve genel sağkalım analizi yapılması amaçlandı.

METOD: Merkezimiz Tıbbı Onkoloji Polikliniğine ocak 2000 - şubat 2017 tarihleri arasında başvuran ve yumuşak doku sarkomu tanılı, tüm hastaların dosya bilgileri ve

hastane kayıt sistemindeki bilgileri retrospektif olarak tarandı ve gerekli verileri tam olan 80 hasta çalışmaya dahil edildi. İstatiksel analiz, SPSS programı ile %95 güven aralığında yapıldı. Sağkalım analizleri Kaplan Meier, sağkalım üzerine etkili değişkenleri değerlendirmede long rank kullanıldı. Tek değişkenli analizde sağkalım açısından anlamlı farklılıkları bulunan faktörler Cox regresyon analizi modeline

yerleştirildi. P<0,05 değeri istatiksel anlamlı kabul edildi. BULGULAR: 80 hastanın ortanca takip süresi 24,5 (2-240) ay olup, takipleri boyunca 23 hasta exitus olmuştur. Hastaların 42’si (%52,5) erkekti. Ortalama yaş ise 51,1 (±14,5) idi. Tek değişkenli analize göre erkek cinsiyet (p<0.006), lenf nodu pozitifliğinin (p <0,0001), tanıda metastaz varlığının (p<0.001), tanıda yüksek LDH

değerinin (p<0.010), yükek nötrofil monosit oranının (p<0.003) sağkalımda azalma ile ilişkili olduğu saptandı. Tek değişkenli analizde adjuvan radyoterapi uygulanmasının sağkalımı iyi yönde etkilediği saptandı. Çok değişkenli analizde lenf

nodu pozitifliği ve yüksek LDH sağkalımı kötü yönde etkileyen bağımsız prognostik faktörler olduğu görüldü.

SONUÇ: Sonuç olarak 80 hastalık YDS serimizde çok değişkenli analizde sadece

LDH yüksekliği ve lenf nodu pozitifliği sağkalımı etkileyen faktörler olarak saptanmıştır. YDS oldukça heterojen bir grup olup, prognostik faktörlerin saptanması amacıyla yapılacak daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.

Anahtar Kelimeler: sarkom,kemoterapi, yumuşak doku

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-006

Multipl primet tümör olgusu

Ahmet Cihat Genç1, Özlem Özkul2, Ceyhun Varım1, Cemil Bilir2, İbrahim Vedat Bayoğlu2, İlhan Hacıbekiroğlu2 1Sakarya Üniversitesi / Tıp Fakültesi / İç Hastalıkları A.B.D 2Sakarya Üniversitesi / Tıp Fakültesi / Tıbbi Onkoloji B.D GİRİŞ: Multipl primer tümörler (MPT), aynı hastada eş ya da farklı zamanda birbirinden farklı gelişen tümörlerdir. Son yıllarda giderek artan yaşam süresi, günlük

hayatta kanserojenlerin artışı, erken tanı ve tedavi yöntemlerindeki gelişim, MPT görülme sıklığını artırmaktadır. Biz burada, birlikteliği nadiren görülen, üç primer tümörden oluşan metakronize, multipl primer tümörlü olgumuzu sunmayı amaçladık. OLGU: 71 yaşında erkek hasta, mart 2015 tarihinde kilo kaybı ve dispeptik yakınma şikayetlerine yönelik evre 3 mide adenokanseri tanısı almış. Total gastrektomi operasyonu geçiren hastaya adjuvan kemoradyoterapi planlandı. Takiplerinde, aralık

2015 tarihinde gelişen hematoşezya yakınmalarına yönelik yapılan tetkikler sonrası, evre 3 sigmoid kolon kanseri tanısı alan hasta, kolon rezeksiyonu operasyonu geçirdi. Adjuvan FOLFOX kombinasyon kemoterapisi planlanan hastada, tedavinin 5. Siklusunda oligüri, pollaküri ve disüri yakınmaları gözlendi. Üroloji ünitesinde yapılan tetkikleri sonrası prostat adenokanseri tanısı aldı. Düşük riskli prostat kanseri olarak değerlendirilen hasta yakın takibe alındı. Halen nüks ve progresyonsuz izlemi

kliniğimizde sürmektedir.

TARTIŞMA: MPT’ler, tüm karsinomaların %0,7-11,7’i oranında bildirilmektedir.Primer tümörlü olgularda ikinci bir kanser gelişme riski, sağlıklı bireylerle karşılaştırıldığında, 1,29 kez daha fazladır.Birinci kanser gelişim bölgesinde veya yakınında, sonradan diğer kanserlerin gelişim olasılığı yüksektir (Saha etkisi). Oluşum mekanizmaları tam olarak bilinmemektedir. Çevresel faktörler, genetik fonksiyon bozukluğu, gen

mutasyonu gibi patolojilerin MPTgelişiminini tetikleyebileceği öne sürülmektedir. Ayrıca antikanser tedavi uygulamaları ve yaşam süresinin uzaması da ikincil malignite gelişimini artırmaktadır. MPT’li hastalarda prognoz tek primer tümörü olan hastalara oranla daha kötüdür. Bu vaka,klinik onkoloji pratiğinde, hastalarda birden fazla tümöral lezyon saptandığında ayırıcı tanıda metastaz ya da nüksün yanısıra ikinci bir primer tümörün de gözönünde bulundurulması ve bu sayede küratif tedavi modaliteleri açısından değerlendirilmelerinin önemini vurgulamak açısından dikkate

değer bulunmuştur.

Anahtar Kelimeler: multipl primer tümör, mide, kolon, prostat

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-007

Renal Primitif Nöroektodermal Tümör; Olgu Sunumu

Abdullah Evren Yetişir, Semra Paydaş, Mahmut Büyükşimşek, Ali Oğul Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bölümü, Adana Renal primitif nöroektodermal tümör/ ewing sarkom (PNET/ES) ewing sarkom ailesinin nadir görülen, agresif seyir gösteren bir üyesidir. Genç erişkin ve çocuklarda gözlenmektedir. Klinik prezentasyonu ve görüntüleme nonspesifiktir. Tanıda immünohistokimyasal ve moleküler çalışmalar gereklidir. Sıklıkla lokal nüks ve

rejyonel lenf nodları, akciğer, karaciğer, kemik ve kemik iliğine erken dönemde metastaz yapar. Tedavide cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi kombinasyonları kullanılmaktadır. 5 yıllık hastalıksız sağkalım %45-55’tir. Abdominal ağrı ve ele gelen kitle şikayetiyle üroloji polikliniğine başvuran 36 yaşındaki erkek hastada renal kitle saptanmıştır. Hastaya radikal nefrektomi uygulandı. Hastanın patoloji sonucu periferal primitif nöroektodermal tümör, ekstraskeletal ewing sarkoma olarak raporlandı. Tedavide radikal nefrektomiden sonra kemoterapi uygulanmıştır.

Kemoterapi rejimi olarak hastaya ifosfamid, daktinomisin, etoposid, doksorubisin, vinkristin uygulanmıştır. Anahtar Kelimeler: Primitif nöroektodermal tümör, ewing sarkom, böbrek, nefrektomi, kemoterapi

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-008

Renal hücreli karsinom hastalarımızda nivolumab: Tek

merkez deneyimi

Nai ̇l Özhan, Umut Çakıroğlu, Gamze Gököz Doğu, Serkan Değirmencioğlu, Arzu

Yaren Pamukkale Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Denizli AMAÇ: İnsani erken erişim programı ile nivolumab tedavisi uygulanan renal hücreli karsinom tanılı hastalarımızın tedavi sonuçlarını değerlendirmek.

GEREÇ-YÖNTEM: Kliniğimizde 2016-2017 yılları arasında nivolumab tedavisi alan 10 renal hücreli karsinom tanılı hasta retrospektif olarak incelendi.

BULGULAR: Hastalarımızın 3’ü (%33) kadın, 6’sı (%66) erkek ve medyan tanı yaşı 58 yıldır (sınırlar 53-61). Histopatolojik olarak hastaların 5’i (%50) berrak hücreli

karsinom, 4’ü papiler tip karsinom ve 1(%10) tanesi sarkomatoid tip karsinom tanısı aldı. Kadın hastalarda sigara öyküsü yok iken 7 erkek hastanın 4 tanesi sigara içicisi idi. 1. Basamak tedavilerine bakıldığında 7 ( %77) hastada interferon, 3 (%33) hastada ise tirozin kinaz inhibitörleri ile tedaviye başlandığı görüldü. Nivolumab tedavisine 4 (%40) hastanın 2. Basamakta, 2 (%20) hastanın 3. Basamakta, 2 (%20) hastanın 4. Basamakta ve 2 (%20) hastanın 5. Basamakta geçiş yaptığı görüldü. Hastalarımızın tümü nivolumab tedavisi öncesi metastatik evrede idi.

Hastalarımızın hiçbirinde nivolumab tedavisine bağlı bir yan etki gözlemlenmedi. Nivolumab tedavisi altında medyan PFS 10 ay ( sınırlar 3-18 ay) olarak hesaplandı. 2(%20) hastada nivolumab sonrası progresyon gelişmesi nedeniyle başka bir tedavi ajanına geçildi. Takipte 2(%20) hastamız tedavi dışı sebepler ile exitus oldu. Diğer hastalarımızda mevcut nivolumab tedavisine devam edilmektedir. SONUÇ:

Renal hücreli karsinom tanılı hastalarımızda nivolumab tedavisinin iyi tolere edildiği ve tedavi açısından etkin olduğu görülmüştür. Anahtar Kelimeler: nivolumab, renal hücreli karsinom, tirozin kinaz

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-009

Çoklu Primer Tümör Olgu Sunumu

İlhan Yıldırım1, Didar Şenocak1, Deniz Çekiç1, Ceyhun Varım1, Özlem Özkul2, İlhan Hacıbekiroğlu2 1Sakarya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı 2Sakarya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı GİRİŞ: Çoklu primer tümörler (ÇPT), aynı hastada, senkron ya da metakron olarak gelişen tümörlerdir. Son yıllarda giderek artan yaşam süresi, kanserojenlere kronik

maruziyet, modern tanı ve tedavi yöntemlerindeki gelişimler sayesinde, çoklu primer tümör görülme sıklığını artırmaktadır. Biz burada, birlikteliği nadiren görülen ÇPT olgumuzu sunmayı amaçladık. OLGU: 68 yaşında bayan hasta, Kasım 2014 yılında düşük dereceli papiller üretelyal karsinom tanısı almış. Ürolojik girişimsel tedaviler sonrası takibe alınan hasta, ocak 2015 yılında hematüri şikayetlerine yönelik yapılan tetkikler sonrasında, mikroinvaziv

müsinöz berrak hücreli tümör tanısı alarak opere edilmiş. Evre 2 böbrek kanseri tanısı ile adjuvan tedavi verilmeden takibe alınan hastanın, haziran 2016 yılında Karın ağrısı yakınmalarına yönelik istenen tetkiklerinde, PET CT’ de sigmoid kolonda duvar kalınlaşmanın da eşlik ettiği, yaklaşık 5 cm’lik segment boyunca uzanım gösteren malignite düzeyinde hipermetabolik lezyon prime malignite lehine değerlendirilmiştir. Karaciğerde en büyüğü segment 6 düzeyinde olmak üzere iki

lobda çok sayıda hipermetabolik metastatik hipodens lezyon saptanmıştır. Yapılan tetkikler sonrasında metastatik kolon kanseri tanısı alan hasta palyatif sistemik

kemoterapisi düzenlenerek takibe alınmıştır. Halen kliniğimizde tetkik ve tedavi altında izlenmektedir. TARTIŞMA: Birinci kanser gelişim bölgesinde veya yakınında, sonradan diğer kanserlerin gelişim

olasılığı yüksektir (Saha etkisi). Oluşum mekanizmaları tam olarak bilinmemektedir. Çevresel faktörler, genetik fonksiyon bozukluğu, gen mutasyonu gibi patolojilerin ÇPT gelişiminini tetikleyebileceği öne sürülmektedir. ÇPT’li hastalarda prognoz tek primer tümörü olan hastalara oranla daha kötüdür. Bununla birlikte yapılan çalışmalarda malignitesi bulunan hastaların farklı organlarında yeni bir malignite gelişme sıklığı %1.7 ile 3.9'dur. ÇPT, tüm kanser olgularının %1.84'ünü oluşturur ve en sık birliktelik genitoüriner ile gastrointestinal sistem tümörlerinde izlenir. ÇPT %20

oranında senkron, %80 oranında metakron olarak gelişir. Bu vaka, klinik onkoloji pratiğinde, hastalarda birden fazla tümöral lezyon saptandığında ayırıcı tanıda

metastaz ya da nüksün yanısıra ikinci bir primer tümörün de göz önünde bulundurulması ve bu sayede küratif tedavi alternatifleri açısından değerlendirilmelerinin önemini vurgulamak açısından dikkate değer bulunmuştur.

Anahtar Kelimeler: Çoklu Primer,kolon, mesane,böbrek

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-010

Yumuşak Doku Sarkomunda İntraarteriyal İnfüzyonel

Kemoterapi UygulamasıI-Olgu Sunumu

Yeşim Yıldırım1, Muzaffer Sezer1, Kutlay Karaman2 1özel anadolu sağlık merkezi-johns hopkins tıbbi onkoloji departmanı 2özel anadolu sağlık merkezi-johns hopkins radyoloji departmanı İlerlemiş kanserde tedavi altında progresyonda standart yaklaşımların yetersiz kaldığı durumlarda arteriyal kemoterapi infüzyonu primer akciğer kanseri yada akciğere

metastatik vakalarda minimal yan etki, tekrarlanabilir olması ve yüksek doz uygulama imkanı nedeniyle denenebilir bir yaklaşımdır. OLGU: 44 yaşında kadın hasta, 2012 yılında pnömoni nedeniyle yapılan tetkiklerinde sağ akciğerde kitle saptanarak rezeksiyon yapılmış. Leiomyosarkom tanısı ile sisplatin-adriamisin uygulanan hastada nüks görülmesi üzerine pazopanib başlanmış. ASM’ye başvuran hastanın yapılan tomografisinde sağ akciğer bazalinde içerisinde en büyüğü 13cm

çapında kistik alanlar içeren tümöral kitle, sol akciğer de milimetrik boyutlu, iki adet, daha önceki incelemesinde izlenmeyen nodüler lezyonlar, sağ adneksiyal alanda yaklaşık 41mm çapında hipodens kitlesel lezyon, uterus da servikal stump düzeyinde 61x39mm boyutlarında konturları net demarke edilemeyen suspekt kitlesel görünüm izlendi. Patoloji konsültasyonu leiomyosarkoma ile uyumlu gelen hastanın pazopanip altında progresyon olduğu düşünülerek docetaksel ve gemsitabin başlandı progresyon nedeniyle hastaya Haziran 2016-Mayıs 2017 tarihleri arasında trabectidin

uygulandı. Yapılan kontrollerde sağ akciğerdeki kistik lezyonun zaman zaman sıvı ile dolduğunun görülmesi üzerine dış merkezde kist sıvısının drene edildiği ve alkol

enjeksiyonu yapıldığı öğrenildi. Nefes darlığı şikâyeti belirginleşen ve Haziran 2017 tarihinde tekrar hastanemize gelen hastanın lezyonlarının progrese olduğu görüldü. Yapılan torakal aortagrafi ve selektif sağ subklavian arteriografilerde sağ hemitoraks kitlesinin en belirgin sağ lateral torasik arterden geniş bir besleyici aldığı izlendi. Sağ IMA ve alt interkostal arterlerden üzerinden daha zayıf besleyiciler de izlendi.

Dominant besleyici sağ lateral torasik artere intraarterial kemoterapi uygulanması planlandı. Hastaya 2.7F progreat mikrokateter ile girilip uygun pozisyonda gemsitabin intraarteryal olarak yaklaşık 1 saat içerisinde tümör yatağına enjekte edildi. Tedaviden 3 gün sonra ateş ve pnomomi semptomları olan hastaya antibiyotik ve steroid tedavisi uygulandı. Ağustos 2017’de yapılan kontrolde kitlenin küçüldüğünün gözlenmesi üzerine ikinci kez intraarteriyal gemsitabin planlandı.

Tedavi öncesi reaksiyonları azaltmak amacıyla prednisolon ile profilaksi yapıldı. Tedavisi sorunsuz uygulanan hastanın, tedavi sonrası herhangi bir şikâyeti olmadı. İntraarteriyal infüzyonal kemoterapi sıklıkla ileri evre akciğer kanseri hastalarında

standart tedaviler için uygun olmayan yada nüks vakalarda kullanılmaktadır. Güvenliği ve klinik etkinliğini gösteren çalışmalar mevcuttur. Diğer solid tümörlerin akciğer metastazlarında da kullanıldığını gösteren çalışmalar mevcuttur. Seçilmiş

vakalarda anjiografi ile tümörü besleyen geniş bir besleyici arter varlığında standart

tedavi seçeneklerini kullanmış hastalarda tecrübeli merkezlerde güvenli bir şekilde uygulanabilir.

Anahtar Kelimeler: İntraarteryal kemoterapi, yumuşak doku sarkomu, akciğer metastazı

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Toraks BT

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-011

Metastatik Malign Periferal Sinir Kılıfı Olgusu: Tedavi

yaklaşımı

Meltem Baykara1, Ayşegül Tohumcu2, Davut Ceylan3, Şenay Kaplan4, Yasemin Gündüz5, Alihan Erdoğan6, Serbülent Gökhan Beyaz7, Jalan Şerbetçigil Ergönenç7, İbrahim Vedat Bayoğlu1 1Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Sakarya 2Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Sakarya 3Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahi Kliniği, Sakarya 4Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Sakarya 5Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Sakarya 6Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Kliniği, Sakarya 7Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Algoloji Kliniği, Sakarya

GİRİŞ: Malign periferal sinir kılıfı tümörleri (MPSKT) nadir tümörler olup Schwann hücreleri ya da puliripotent nöral krest hücrelerinden gelişirler ve yumuşak doku sarkomlarının %5’ini oluştururlar. Genel populasyonda insidans %0.001 olup nörofibromatoziste bu oran %2-42 arasında değişir. Bu tümörün pik insidansı 20-50 yaştır. Gövde, ekstremite, baş-boyun bölgesindeki periferal sinir köklerinden kaynaklanırlar. MPSKT'de beklenen 5 yıllık yaşam süresi %16-38’dir. Kemoterapi cevabı iyi değildir.

Biz burada nörofibromatozis dışında sporadik olarak gelişen metastatik bir MPSKT olan bir olguyu sunuyoruz.

OLGU: 53 yaşında erkek hasta Nisan 2015’de bel ağrısı ve her iki alt ekstremitede kuvvet kaybı nedeniyle doktora başvurduğunda yapılan değerlendirmede lomber vertebra BT ve MR’da L3 vertebrada fraktür ve L3 vertebra corpus sağ yarısını, sağ pedikülünü, sağ faset ekleme dek transvers proçesi destrükte eden sağ psoas kasına

invaze, nöral foremenden kanal içinde sağ yarısına kadar uzanan paravertebral 50x30 mm kitle (şekil-1), abdominopelvik BT’de karaciğerde multipl hemanjiyom ile uyumlu lezyonlar saptanması üzerine kliniğimize başvurdu. Beyin cerrahi kliniğince L3 vertebraya stabilizasyon cerrahisi ve eksizyonel biopsi yapıldı. Mikroskopisinde selüler, fasiküler paternde iğsi ve oval şekilli hücreler ve arada eozinofilik sitoplazmalı, iri çekirdekli, epiteloid veya rabdoid özellikte hücreler izlendi.

İmmunhistokimyasal incelemede tümöral hücrelerde S-100 ve vimentin ile yaygın kuvvetli pozitif, NSE ile fokal pozitif boyanma saptandı. CK7, CK20, kalretinin, üroplakin, desmin, napsin-A, melan-A, HMB45, PLAP, EMA, CD138, Heppar, CD117,

HMWCK ile reaksiyon saptanmadı. Patoloji sonucunda high grade epiteloid periferik sinir kılıfı tümörü tanısı kondu (şekil-2). Postoperatif dönemde hastaya Haziran 2015’de vertebra metastazına yönelik palyatif radyoterapi verildi. Palyatif radyoterapi

sonrasında takipte Eylül 2015’de hastaya çekilen PET BT de yeni gelişen karaciğer ve

kemik metastazları saptanınca hastaya IMA (ifosfamid, mesna, adriyamisin) kemoterapisi verildi. 3.kür IMA sonrası stabil cevap, 6.kür IMA sonrası ise karaciğer metastazlarında stabil cevap, kemik metastazlarında ise progresyon saptandı. İkinci basamak tedavide verilen 3 kür VDC (vinkristin, aktinomisin, siklofosfamid, mesna)

sonrasında hastanın çekilen PET BT’de progresyon saptandı. Hastanın ECOG performans statüsünün 3 olması nedeniyle tedavisine palyatif tedaviyle devam edildi. Hasta son kemoterapiden 7 ay sonra progresif hastalık nedeniyle kaybedildi.

Hastanın genel sağkalım süresi 18 aydı. SONUÇ: Bugün için tedavi hedefi lokal hastalık için negatif cerrahi sınır olacak şekilde

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

rezeksiyon yapılmasıdır. Metastatik MPKST bugün için kemoterapi ile sağkalım katkısı elde edilememiştir. Sonuçları iyileştirebilmek ve hedefe yönelik tedavilerin geliştirilebilmesi için prediktif biyobelirteçlerin tanımlanmasına ihtiyaç vardır.

Anahtar Kelimeler: malign periferal sinir kılıfı tümörü, sporadik, nörofibromatozis Şekil 1

L3 vertebrada fraktür ve L3 vertebra corpus sağ yarısını, sağ pedikülünü, sağ faset ekleme dek

transvers proçesii destrükte eden sağ psoas kasına invaze, nöral foremenden kanal içinde sağ yarısına kadar uzanan paravertebral 50x30 mm kitle

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-012

Peritoneal Mezotelyoma İçin Multimodalite Tedavisi: Tek

Merkez Deneyimi

Özgen Ahmet Yildirim1, Bülent Aksel2, Osman Uyar2, Yavuz Selim Kahraman2, Umut Demirci1 1Dr. Abdurrahman Yurtarslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Ana Bilim Dalı 2Dr. Abdurrahman Yurtarslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı

Giriş Peritoneal mezotelyoma (PM) nadir görülen bir peritoneal neoplazidir. Sitoredüktif cerrahi ve hipermetrik intraperitoneal kemoterapi (CRS + HIPEC), PM için önerilen tedavi yaklaşımıdır. Sistemik tedavinin PM hastalarının hayatta kalmasını iyileştirdiği gösterilmemiştir. Burada, merkezimizdeki PM deneyimimizi paylaşmak istedik.

Amaç - Yöntem Ocak 2009 ile Nisan 2017 arasında 31 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların klinikopatolojik özellikleri ve tedavi sonuçları geriye dönük olarak analiz edildi. Sonuçlar Ortalama yaşları 55.6 olan 31 hasta (% 58 kadın, 18 hasta) değerlendirildi. On altı hastaya (% 51.6) cerrahi uygulandı ve 11 hastada (% 35.5) CRS + HIPEC yapıldı.

HIPEC, 60 dakika süresince 42 ° C karın içi sıcaklığı olan açık teknik ile gerçekleştirildi. Sisplatin (80mg / m2 / l) ile mitomisin (12mg / m2 / l)

intraperitoneal olarak uygulandı. Postoperatif erken dönemde sepsis nedeniyle 3 hasta öldü. Bu hastalar diyabetikti ve preoperatif CA125 seviyeleri 1000 U / ml'nin üzerindeydi. Altı hasta (% 19.4) adjuvan kemoterapi aldı ve bir hastaya neoadjuvan kemoterapi uygulandı. Tüm grupta, istatistiksel olarak anlamlı OS farkı sadece adjuvan tedavi ile tedavi edilen hastalarda elde edildi. Ortalama OS, adjuvan tedavi

grubunda 62,5 ay (34-90,9 ay) ve adjuvan olmayan tedavi grubunda 21 ay (11,7-31,6 ay) idi (p = 0.03, Şekil 1a). Birinci basamak sistemik kemoterapi olarak, sisplatin artı pemetrexed ile tedavi edilen 18 hasta (% 58.1) vardı, 4 hasta (% 12.9) karboplatin artı pemetreksed aldı. İki hastanın her birinde tek ajan gemsitabin ve sisplatin uygulandı. Birinci basamak tedavi alan hastaların ortalama PFS ve OS'leri sırasıyla 6 ay (3,2-8,7 ay) ve 11,3 ay

(5,3-17,3 ay) idi. İkinci sıra kemoterapiler; gemsitabin (n = 3), sisplatin artı pemetreksed (n = 1) ve pemetreksed (n = 1) idi. İkinci basamak kemoterapi alan hastalar ortalama OS daha uzun sürdü (50,8 ay (18,8-82,7 ay) - 21,6 ay (9,9-33,4

ay) (p = 0.123, Şekil 1b). Tartışma

Sonuçlarımız, adjuvan kemoterapinin, CRS + HIPEC uygulanan PM'li hastalar için

OS'yi geliştirdiğini gösterdi. Bununla birlikte, diyabetes mellitus ve preoperatif CA125 düzeyleri 1000 IU / ml'nin üzerinde olan PM'li hastalarda multimodalite tedavisi dikkatle değerlendirilmelidir.

Anahtar Kelimeler: peritoneal, mezoteliyoma, multimodal tedavi, hipec, sitoredüktif cerrahi, kemoterapi

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

figür 1a, 1b

figür 1a figür 1b

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-013

Meme Kanserli Hastalarda Yaşam Analizi: Frailty Modeli

İsa Dede1, Şirin Çetin2 1Hatay Devlet Hastanesi 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi GİRİŞ-AMAÇ: Meme kanseri hastalarına ait heterojen yaşam verilerinin modellenmesi ve sağkalım süresini etkileyen faktörlerin belirlenmesi.

YÖNTEM-GEREÇLER: 181 meme kanseri hastasından retrospektif olarak elde edilen yaşam verilerinin 5 zayıflık modeli ile analizi yapıldı. BULGULAR: Analize alınan 181 meme kanserli hastanın ortanca genel sağkalımı 74 ay (%95 güven aralığı; 61.88-86.78) olarak bulundu. Tümör boyutu, lenf nodu sayısı, hormon reseptörünün negatifliği başarısızlığı etkileyen önemli bir faktör olarak

bulundu (p<0.05). Ayrıca cerrahi işlem ile kemoterapi başlama tarihi arasındaki sürenin uzatılması yaşam süresini etkileyen bir faktör olarak bulundu 10 (p=0.002). Herhangi bir meme kanseri hastasının belirlenen bir zamanda, tüm hastalar için belirlenen riskten yaklaşık 3 kat daha fazla risk taşıyabileceği bulundu (p<0.001).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Yapılan analiz sonucunda meme kanseri hastalarının yaşam süresini etkileyen tümör boyutu, lenf nodu büyüklüğü, hormon reseptörünün

negatifliği ve cerrahi müdahale ile kemoterapi başlama tarihi arasında geçen zamanın uzatılması gibi faktörlerin yanı sıra yaşam süresini etkileyen 15 çevresel ya da genetik gizli faktörlerin olduğu söylenebilir. Bu gizli faktör ya da faktörlerin herhangi bir meme kanseri hastasında 3 kat daha fazla risk olasılığı taşıdığını ifade edebiliriz.

Anahtar Kelimeler: Meme Kanseri, Yaşam Analizi, Zayıflık Modeli

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-014

Nadir Görülen Bir Non-Hodgkin Lenfoma Vakası: İskelet

Kası Lenfoması

Selim Yalçın1, Korcan Gültekin2 1Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,Kırıkkale 2Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı,Kırıkkale GİRİŞ

Malign hematolojik hastalıklarda komşu kemik veya lenf nodlarından sekonder kas infiltrasyonu sık görülür. Bununla birlikte, iskelet kas sistemi içerisinde malign lenfoma gelişimi çok nadirdir1. Primer iskelet kası lenfoması, esas olarak (>% 95) B-hücresi ve non-Hodgkin tipi lenfoma (NHL) içeren tüm ekstranodal lenfomaların sadece% 0.5'ini oluşturan nadir bir hastalıktır3.. Makalemizde bu nadir görülen non-hodgkin lenfoma türü ile ilgili bir vaka sunumu yer almaktadır.

OLGU 42 yaşında kadın hasta, sol bacak arkasında ağrı şikayeti ile polikliniğe başvurdu. Özgeçmişinde bilinen bir ek hastalık yoktu Hastaya çekilen sol diz MR tetkikinde osteomyelit ve derin doku infeksiyonu lehine bulundu. Hastanın lezyonundan yapılan kas biyopsi sonucunda;. diffüz büyük B hücreli (CD79a ve CD20 pozitifliği nedeniyle) lenfoma ile uyumlu olarak değerlendirildi. PET-CT de; sol bacaktaki kas dokusunu

kaplayan primer hadisede, karın arka duvarda sağ 11. Kosta komşuluğundaki yumuşak doku lezyonunda, sağ akciğer alt lob superıor ve kardiyak segmentteki

nodullerde patolojik F-18 FDG tutulumu saptanmıştır.Hastaya 6 kür R-CHOP uygulandı. Kemoterapi sonrası çekilen PET-CT’de: sol bacak proksimalindeki metabolik aktif odak sayı, boyut ve aktivitesinde azalma, sağ akciğerdeki nodüllerin kaybolması ile tedavi yanıtı söz konusudur. Hastaya toplam 40 GY eksternal radyoterapi uygulandı. Hastanın radyoterapi sonrası 3. Ayında çekilen PET CT de

patolojik aktivite izlenmedi. Remisyonda kabul edildi. TARTIŞMA Ekstranodal lenfomaların bir kısmi yumuşak dokulardan gelişmekte. NHL, lenfoid doku içeren herhangi bir ekstranodal bölgede gelişebilir, ancak iskelet kas sistemi dahil yumuşak dokuda gelişme çok nadirdir2. (İskelet kası lenfomaları tüm

ekstranodal lenfomaların % 0.5 ini oluşturmaktadır ). Klinik açıdan bu lenfomalar genellikle yumuşak doku kütlesi, şişme ve ağrı ile kendini gösterir. Hastalık osteomyelit ile karışmaktadır. İskelet kası lenfomalarının %95 i alt ekstremitelerde

lokalizedir. Bizim olgumuz da literatüre uygun olarak alt ekstremite yerleşimlidir. Ekstranodal bölgelerde lenfoma primer gelişmesi kronik enflamasyon, otoimmün proçes hipotezi ile açıklanabilir; tıpkı otoimmün tiroidit zemininde gelişen primer

tiroid lenfoması, çöliak zemininde gelişen intestinal lenfoma gibi. İskelet kası

lenfomasının da travvmatik inflamasyonla ilişkili olabileceiği ileri sürülmiştür. Bacak zedelenmesi sonrası, ilaç enjeksiyon bölgelerinde ve honmoseksüel erkeklerde rektumda görülen kas lenfomaları bu gibi durumlara örnektir. ) Buna rağmen hastamızda sorguda bacak travması öyküsü bulunmamaktadır.

1. June Chong, Peter M.Som, Adam R.Silvers, and Jack F.Dalton. Extranodal Non-Hodgkin lymphoma involving the muscles of mastication.AJNR Am J Neuroradial, 1998; 19:1849-1851

2. S.Suresh, A.Saifuddin, P.O’Donnell. Lymphoma presenting as a musculoskeletal soft tissue mass. Eur Radiol, 2008; 18:2628-2634

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Anahtar Kelimeler: Ekstranodal, Lenfoma, Diffüz B Hücreli.

CD79a and CD20 pozitif boyanan lenfoma hücreleri,kas dokusu

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-015

Periton Metastatik Kolorektal Kanserde Prognostik

Faktörler ve Tedavi Sonuçlarımız; Retrospektif Tek

Merkez Deneyimi Ayşegül İlhan, Umut Demirci, Bülent Aksel, Ferit Aslan, Lütfi Doğan, Berna Öksüzoğlu Ankara Dr Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji eğitim araştırma hastanesi

Amaç Metastatik kolorektal kanserde (mKRK) periton metastazı kısa sağkalım ile ilişkilidir. Sistemik tedaviler, sitoredüktif cerrahi ve hipertermik intraperitoneal kemoterapiler (HIPEC) tedavi uygulamalarıdır. Bu çalışmada periton mKRK hastalarında tek merkez deneyimizin sunulması amaçlanmıştır.

Materyal ve Metod Ankara Dr. A.Y. Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesinde 2012-2016 tarihleri arasında

periton mKRK nedeniyle takipli hastaların tanımlayıcı ve sağkalım verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Sonuç Otuzbiri (%51) kadın, 29’u (%49) erkek toplam 60 hastanın ortanca yaşı 61 idi. Ellibeş hasta (%91) tanıda periton metastatik iken, 37hasta (%61) sol kolon lokalizasyonlu idi. Otuzüç (%55) hastada tanıda periton metastazının yanında viseral

metastazı mevcuttu. Yedi hastada primer cerrahi sırasında periton metastazı

saptanmış ve RO rezeksiyon sonrası FOLFOX kemoterapisi uygulanmıştı. Metastatik hastalıkta birinci basamak tedavide 30 hastada (%50) hedefe yönelik tedavi uygulanırken 25 hasta (%41.6) anti-VEGF (bevasizumab), 5 hasta (%8.3) anti-EGFR (setüksimab/panitimumab) almıştı. Yedi (%11) hastaya HIPEC uygulanmıştı. Değerlendirmeye alınan hastaların ortanca progresyonsuz sağkalımı (PFS) 10 ay

(aralık, 0.5-53 ay), genel sağkalım (GS) ise 20 ay (aralık, 1-63 ay) olarak saptandı. HIPEC yapılan grupta ortanca PFS 16.6 ay (SH: 4.9; %95 GA 6.9-26.4), OS 28 ay (SH:7.1; 13.8-42.1) ile yapılmayan gruba göre sayıca daha iyi olmasına istatistiksel anlamlılığa ulaşılamadı. Periton metastazlı hastalarda primer tümör lokalizasyona, visseral metastaz varlığına göre istatistiksel anlamlı sağkalım farkı saptanmadı (Tablo 1). Hedefe yönelik tedavi alanlarda ortanca PFS’de 10 ay (SD: 1.1; %95 GA 7.7-12.2), OS 23 ay (SD: 3.8; %95 GA15.4-30.5), ile istatistiksel anlamlı farklılık

saptandı. Birinci basamak bevasizumab alanlarda PFS 11 ay (SH: 1.0; %95 GA 8.9-13 ay), ve GS 10 ay (SD: 1.1; %95 GA 7.7-12.2), ile istatistiksel anlamlı olarak iyi saptandı. Anti-EGFR alan hasta sayısı az olması nedeni ile analiz yapılmadı.

Tartışma Çalışmamızda periton mKRK hastaların prognozunun lokalizasyon (sağ kolon vs sol kolon) ve eşlik eden viseral hastalık varlığından bağımsız olarak kötü olduğu izlendi.

Hasta grubumuzda SRC ve HIPEC uygulanan hastaların sağkalımı uzun olsa da,

istatistiksel anlamlılığa ulaşmadı. Hedefe yönelik tedavi eklenen ve bevasizumab alan alt grupta istatistiksel anlamlı sağkalım farkı izlendi. Sonuç olarak periton metastazı kötü prognostik faktördür ve hastalarda tedaviye eklenen hedefe yönelik tedaviler ve lokal tedaviler sağkalım katkısı sağlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Periton Metastazı, Bevacizumab, HİPEC

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Tablo 1:Kaplan Meier Sağ Kalım Analizleri PFS OS

Sağ kolon vs sol kolon 10 ay vs 10 ay, p:0.97 21 ay vs. 18 ay, p:0.59

Sadece periton met vs Periton+ viseral met 8 ay vs. 10 ay, p:0.99 13 ay vs. 22ay, p:0.31

Hedefe Yönelik tedavi alan vs almayan 10 ay vs. 6 ay, p:0.04 23 ay vs. 11ay, p:0.04

Bevasizumab alan vs almayan 15 ay vs. 7 ay, p:0.04 26 ay vs. 11 ay, p:0.02

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-016

Elastofibroma Dorsi: Olgu sunumu

Erdem Sen1, İrem Öner2, Murat Çelik3, Ceyhan Uğurluoğlu3, Farise Yılmaz4, Özlem Ata2 1Çanakkale Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Çanakkale 2Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Konya 3Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi,Patoloji Ana Bilim Dalı, Konya 4Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi,Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı, Konya

AMAÇ: Elastofibroma Dorsi (ED), sıklıkla göğüs duvarının subskapular bölgesinde nadir görülen, yavaş büyüyen, kapsülsüz olduğu için sınırları iyi ayırt edilemeyen, benign, solid mezenkimal yumuşak doku tümörüdür. Beşinci-altıncı dekad kadınlarda, genellikle tek taraflı olarak görülür. Genellikle subskapular veya infraskapular alanda subskapularis, rhomboid, latissimus dorsi ve serratus anterior kasları ile çevrelenmiş yumuşak doku kitleleri şeklinde görülür. Bu tipik göğüs duvarı yerleşimi nedeniyle elastofibroma dorsi ismi verilmişse

de, elastofibromlara vücudun başka yerlerinde de rastlanabilmektedir. ED’nin etyopatogenezi hâlen tartışmalı olmakla birlikte, göğüs duvarı ve skapulanın tekrarlayan travma ve sürtünmeye maruz kalması sonucu, o bölgedeki kollejenin dejenerasyonu ve artan elastin proliferasyonun major rol oynadığı iddia edilmiş, ancak daha sonraki araştırmalarda tekrarlayıcı travma öyküsü olmayan kişilerde de görülmesi, ailesel olguların da bildirilmesi nedeniyle multifaktöryel etyopatogenez

günümüzde daha çok kabul görür hâle gelmiştir. Klinik olarak asemptomatik olabileceği gibi bazı hastalarda ağrı, şişlik, omuz

hareketleri ile oluşan atlama hissi, omuz ağrısı şeklinde bulgu verebilir. Sırt ağrısı yakınması olan ve görüntüleme yöntemlerinde malign görünümü andıran bir kitle saptanan hastanın tanı ve tedavi sürecini sunmayı amaçladık. BULGULAR: Yaklaşık olarak 4 yıldan beri sırt ağrısı ve sol skapula altında şişlik

yakınması olan, 66 yaşındaki kadın hasta, dış merkezde çekilen Torakal MRG’de sol skapula kas planları anteriorunda 25x56 mm boyutlarında, belirgin kontrastlanma izlenen, malign görünümlü kitle saptanması üzerine bölümümüze başvurdu. PET-CT’de bu kitlede patolojik FDG tutulumu (SUV max: 5.5) saptandı. Eksize edilen lezyonun patolojik değerlendirmesi Elastofibrom olarak rapor edildi. Tedavisiz takibe alınan hastanın izleminde sorun saptanmadı.

TARTIŞMA: ED nadir görülen ve yavaş büyüyen benign bir mezenkimal yumuşak doku tümörüdür. İlk defa 1961 yılında Jarvi ve Saxen tarafından bildirilmiştir.

Patogenezi tam olarak bilinmemektedir. Gerçek bir tümör olup olmadığı tartışmalı olup, daha çok reaktif bir lezyon olduğunun üzerinde durulmaktadır. Patogenezle ilgili diğer görüşler reaktif fibromatozis, vasküler yetersizliğe bağlı dejenerasyon, elastotik

dejenerasyon, enzim defekti ve sistemik tutulumdur. Yapılan bir çalışmada 170

olgunun %32’sinde pozitif aile öyküsünün olması, genetik yatkınlık olabileceğini düşündürmektedir. Elastofibroma dorsi ileri yaş grubu kadın hastalarda periskapüler alanda var olan, şişlik, ağrı oluşturan kitlelerde klinisyen, radyolog ve patologların akılda tutması gereken bir antitedir.

Anahtar Kelimeler: Elastofibroma Dorsi, PET-CT, MR

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Figür 1

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-017

Pertuzumab-Trastuzumab-Dosataksel Kombinasyonu ile

tam yanıt sağlanan metastatik meme kanseri olgusu

Erkan Bilen1, Nurhan Önal Kalkan1, Ali Fuat Gürbüz2, Erkan Doğan1 1Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,Van 2Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi,İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı,Van AMAÇ: Meme kanserinin yüzde 5'ine kadar olan kısmı tanı anında metastatiktir. Meme kanserinin yaklaşık % 20 ‘si ise HER 2 pozitiftir. HER 2 pozitif metastatik

meme kanserinde pertuzumab-trastuzumab-dosataksel kombinasyonunun etkinliği kanıtlanmıştır. Biz bu olguda pertuzumab-trastuzumab-dosataksel protokolü ile tam radyolojik ve metabolik yanıt sağlanan yeni tanı metastatik HER 2 pozitif vakayı sunmayı amaçladık. OLGU: 36 yaş bayan hastadan dış merkezde alınan sol supraklavikular lenf bezi

biyopsisi malign epitelyal tümör metastazı gelmiş. Yapılan meme ultrasonunda sol meme saat 3 hizasında 18x15 mm ebatlı lezyon ve sol aksillada büyüğü 15x12 cm boyutlu lenf bezleri tespit edilmesi üzerine tarafımıza yönlendirildi. Parafin blokları tekrar değerlendirildi. Tanı memenin invaziv duktal karsinomu olarak geldi, östrojen ve progesteron reseptörü negatif,HER 2 düzeyi 3 pozitif tespit edildi. Ocak 2017 tarihli PET/BT ' de sol memede malign lezyon, sol aksilla, sol infra-supraklavikülar metastatik lenf nodları, karaciğerde 3 cm boyutunda metastatik lezyon, bilateral

akciğer de multipl metastatik lezyonlar ve metastatik mediastinal lenf nodları görüldü. Hastaya pertuzumab+trastuzumab+dosataksel’ den oluşan protokol 8 kür

verildi. Temmuz 2017 de çekilen kontrol PET/BT' de tüm lezyonlarda tam metabolik ve radyolojik yanıt gözlendi. Hasta en son 10. kürünü almış olup tedavisi halen devam etmekte. SONUÇ: CLEOPATRA çalışmasının sonuçlarına göre pertuzumab, trastuzumab ve

dosetaksel tedavisi ile kontrol koluna göre daha iyi ortalama progresyonsuz sağ kalım ve daha uzun ortalama genel sağ kalım süresi sağlandığı gösterildi. Birinci basamakta bu 3’lü kemoterapi protokolünü alan hastaların yüzde 5 ila 10’ nunda tam radyolojik yanıt alınması beklenmektedir. Bizim olgumuzda karaciğer metastazı, bilateral akciğer metastazları ve lenf bezi metastazları ile primer lezyonda 8 kürün ardından tam radyolojik ve metabolik yanıt sağlandı.

Anahtar Kelimeler: meme kanseri, Metastaz, HER 2 pozitfliği

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-018

Setiksümab Tedavisine Bağlı Akneiform Erüpsiyonlu Olgu

Sunumu

Nurhan Önal Kalkan1, Erkan Bilen1, Nur Düzen Oflas2 1Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilimdalı 2Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilimdalı Setuksimab, epidermal büyüme faktör reseptörü (EGFR)’ne karşı geliştirilen yeni bir

monoklonal antikordur. Metastatik kolorektal karsinom dahil çok sayıda kansere karşı etkili olan bu tedavi, başta akneiform erüpsiyonlar olmak üzere deri ve mukozalarda lezyonlara neden olmaktadır. Olgumuzda metastatik kolorektal karsinom nedeni ile setuksimab tedavisi alan 31 yaşında bir erkek hastamızda gelişen akneiform erüpsiyonları sunmayı amaçladık.

OLGU SUNUMU 31 yaşında erkek hasta son iki aydır başlayan karın ağrısı ve kabızlık şikayetleri nedeniyle yapılan kolonoskopide rektosigmoid bölgede lümeni tamamen tıkayan kitle görünümü mevcuttu. Bu bölgeden alınan biyopsi sonucu taşlı yüzük hücreli karsinom olarak gelen hastaya evreleme amaçlı çekilen bilgisayarlı tomografide (BT); supraklavikular,paratrakeal,arkus aorta,karinal-subkarinal alanda ve bilateral hiler alanda büyüğü 22*14 mm lenfadenopatİler,sigmoid kolondan rektuma uzanan

yaklaşık 8cmlik segmentte malign duvar kalınlaşması görüldü.Hastaya çekilen PET BT de bu bölgelerin patolojik FDG tutulumların olması üzerine hasta metastatik

kolorektal karsinom olarak kabul edildi.Tedavi planlamadan önce barsak pasajına yönelik kolostomi açıldı.Hastanın moleküler genetik inceleme sonucu K -RAS wild tip olması üzerine hastaya birinci basamak tedavi olarak Folfiri-Setuksimab tedavisi başlandı. Tedavinin muhtemel dermatolojik yan etkileri hakkında bilgilendirilp topikal tedavi önerildi. Tedaviden 10 gün sonra hastanın alın orta kısımda, burun sırtında,

nazolabial kıvrımlarda, yanaklarda, kulak arkası ve boyun yan yüzlerinde yerleşen, komedonların eşlik ettiği, eritemli zeminde yaygın papül ve püstüller lezyonlar görüldü. Hastanın mevcut lezyonları grade 2 olarak kabul edilip setuksimab tedavisine devam edildi. Mevcut deri lezyonlarına yönelik ise topikal eritromisin, fusidik asit, klindamisin ve güneş koruma tedavisi ile lezyonları geriledi.

TARTIŞMA Setuksimaba bağlı olarak gelişen akneiform erüpsiyonların ve diğer dermatolojik yan etkilerinin patogenezinde, EGFR’nin foliküler keratinizasyon sürecinin

düzenlenmesindeki fizyolojik rolünün ortadan kalkmasının bağlı olduğu düşünülmektedir. Akneiform erüpsiyonların çoğu tedavi başlangıcının ilk iki haftasında gözlenmektedir.Lezyonlar genellikle tedavinin devam edildiği grade 1 ya

da grade 2 gibi hafif şiddette gözlenirken daha az olarakta tedavinin kesildiği grade 3

ve grade 4(%5-38) erüpsiyon şeklinde olabilmektedir. Her ne kadar bu tedavi sırasında ortaya çıkan akneiform lezyonların dramatik görüntüsü hekimi ve hastayı endişelendirse de aslında erüpsiyonun şiddeti ile tedaviye yanıt arasında bir korelasyon bulunduğu gösterilmiştir. Cilt lezyonlarının erken tanınarak tedavi

edilmesi, hastanın setuksimab tedavisi ile uyumu ve tedavideki devamlılığı açısından önem arz etmektedir. Bu sebeple dermatoloji ve onkoloji hekimleri setuksimab kullanımı sırasında akneiform erüpsiyon gelişebileceğini akılda tutmalı ve iletişim

içinde olmalıdırlar

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Anahtar Kelimeler: Setüksimab,Akneiform Erüpsiyon,kolorektal kanser

Resim1

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-019

Hepatik yetmezlikli ALK(+) akciğer adenokanserli

hastada crizotinib ile Lazarus benzeri etki

Nalan Akgül Babacan1, Özlem Balvan1, Serap Kaya1, M Akif Öztürk2, Özkan Alan2, Tuğba Akın Telli2, Rahib Hasanov2, Duygu Şahin3, Meryem Demir3, Atakan Topçu3, Faysal Dane2, P Fulden Yumuk2 1SB Marmara Üniversitesi Pendik EA Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, İstanbul 2Marmara Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji BD, İstanbul 3Marmara Üniversitesi, İç Hastalıkları ABD, İstanbul

GİRİŞ: EML4-ALK füzyon geni varlığı tüm küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) vakaları içinde %4 oranında görülmektedir. Sigara içmemiş adenokanserli olgularda ise sıklığı %33’lere varabilmektedir. Crizotinib, ALK, ROS-1 ve c-Met hedefleyen etkin bir tirozin kinaz inhibitörüdür ve bu mutasyonların varlığında metastatik hastalar için standart ilk seçim tedavidir. Crizotinib ile karaciğer fonksiyon testi bozukluğu %38

oranında görülmektedir ve hepatik yetmezlikli hastalarda dikkatle kullanılması tavsiye edilmektedir. Biz de burada hepatik yetmezlikli bir vakamızda crizotinib tecrübemizi paylaşmak istedik. VAKA: Elliyedi yaşında, 80 paket yıl sigara içme öyküsü ve DM tip II tanısı olan erkek hastanın, kilo kaybı (8kg/2ay) ve eklem ağrısı şikayetleri nedeniyle yapılan Torax BT incelemede sağ akciğer posterobazal ve medial bazal segmentte 5.5x4.5 cm çapında

kitle lezyonu ve sağda 4.5 cm plevral efüzyon saptanmış PET-BT incelemede en büyüğü sağ akciğer posterobazal-mediobazal segment sınırında yaklaşık 56x64 mm

boyutlarında olmak üzere her iki akciğerde çok sayıda primer veya metastatik lezyon, sağ akciğerde 5 cm’lik plevral efüzyon, özefagus alt kesimde 25 cm uzunluğunda hipermetabolik tutulum (endoskopi önerilir) karaciğerde çok sayıda hipermetabolik lezyon, torakal 5. Vertebrada 11mm çapında sklerotik lezyon (met?) saptanmış. Hastanın bronkoskopik biyopsi ve plevral sitolojisinden ‘KHDAK,

adenokarsinoma’ tanısı elde edilmiş. Solunum sıkıntısı ile merkezimize başvuran hastanın Fizik muayenesinde ECOG skoru 3, dispneik, NDS 110/dk, kaşektikti. Dinlemekle her iki akciğerde skapula altında solunum sesleri alınamıyordu ve 6-7 cm hepatomegalisi mevcuttu. Çekilen Toraks anjiyo-BT’sinde yaygın pulmoner emboli ve sağ hemitoraksta plevral aralıkta hava-sıvı seviyesi içeren (ampiyem?) görünüm saptandı. Toraks tüpü takılan ve pürülan mayi geleni olan hastaya tazobaktam

antibiyoterapisi ve DMAH tedavileri başlandı. Yatışının 1.ayında, AST ve ALT 1.5-2 kat, ALP ve GGT ise 20-26 kat yükseldi ve T bil’i 4.6, D Bil 2.7 mg/dl saptandı. Karaciğer biyopsisi ile ALK (+)liği saptanan hastaya ilk seri sisplatin (haftalık)

planlandı. 2 hafta tedavi sonrasında ototoksisite ve klinik yanıtsızlık nedeniyle sisplatin durduruldu ve klinik konsey kararıyla T bil 7 mg/dl düzeyinde iken crizotinib tedavisi başlandı. Tedavinin 2. Haftasında bilirubin normal sınıra indi. Hastanın 1.

ayında ECOG’u 1 idi ve muayenesinde hepatomegalisi tamamen gerilemişti. Hasta

halen tedavinin 7. ayında çok iyi parsiyel yanıt ile ECOG 0-1 olarak izlenmektedir. SONUÇ: Crizotinib, uygun mutasyonları taşıyan ileri evre KHDAK hastaları için standart bir tedavidir ve dramatik iyileşmeler elde edilebilir. Bu ilacın hepatik

yetmezlik durumunda güvenliği bilinmemekle birlikte kar/zarar oranı gözetilerek dikkatle uygunlandığında yüzgüldürücü sonuçlar alınabilir.

Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, ALK pozitif, hepatik yetmezlik, krizotinib

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Hastanın tedavi öncesi ve sonrası görünümü

Hastanın tedavi öncesi ve sonrası görünümü

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-020

Meme Kanseri Gebelik Birlikteliği Olan Genç Hasta: Olgu

Sunumu

Mehmet Bilici, Melih Şi̇mşek, Salim Başol Tekin

Atatürk Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Erzurum 34 yaşında bayan hastada FM’de sol memede ele gelen kitle ve meme USG’de sol memede büyüğü 40x24x15 mm olan solid lezyonlar tespit ediliyor. Eksizyonel biyopsi sonucu invaziv duktal karsinoma olarak geliyor (01.09.2014). FM’de sol memeyi

dolduran kitle, ciltte portakal kabuğu görünümü mevcuttu. Obstetrik USG’de hastada 22. haftasında gebelik tespit ediliyor. Onkoloji konsey kararıyla 2. trimestirde kemoterapiye başlanması sonrasında doğum kararlaştırıldı. 09.09.2014’de 1. kür FEC kemoterapisi başlandı. 3. kür sonrası sol üst çenede gözünde ağrı şikayetleri başladı.

Göz konsültasyonunda N. Abdusens paralizisi tespit edildi. Ayrıca diplopi ve pitoziside vardı. 06.11.2014’de beyin-orbita MR çekildi. Sol temporal lob infero medialde

ekstraaksiyal 27x23 mm metastatik lezyon izlendi. Lezyona riskli olduğundan operasyon önerilmedi. Hastaya 4. kür kemoterapisi uygulandı. 24.12.2014’de hasta sectio yapıldı. 05.01.2015’de çektirilen beyin-vertebral MRI sonucu T1, T12 vertabralarda, sakrumda ve temporal lobda ekstraaksiyel yerleşimli petroz kemik apeksine uzanan 30x21 mm ebatlı metastatik kitle lezyon tespit edildi. Tutulan alanlara palyatif radyoterapi uygulandı. Haftalık paklitaksel+Trastuzumab ve zoladronik asit şeklinde tedavi planlandı. Yanıt alındığından mevcut tedavi 30.

Hastaya kadar uzatıldı. Sadece tek odak karaciğer metastazı gelişen hastaya RFA uygulandı. Yapılan tekrar biyopside FISH negatif geldiğinden Kapasitabin+Vinorelbin tedavisine başlandı. Yanıt alındığından Kapasitabin+Vinorelbin tedavisi 10. Kür’e kadar uzatıldı (18.06.2016). Progresyon gelişen hastada FISH sonucu tekrar çalışıldı ve sonucun pozitif olduğu bildirildi. Hastaya TDM1 3.6 mg/kg başlandı. Mevcut tedavinin 8. ayında progresyon gelişen ve sonrasında genel durumu kötüleşen hasta 01.06.2017’de exitus oldu.

Anahtar Kelimeler: Meme kanseri, gebelik, kemoterapi, Tdm1

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-021

İmmunoterapiye bağlı nadir bir yan etki: immun ilişkili

hipofizit olgu sunumu

Rahib Hasanov1, Nalan Babacan2, Özlem Ercelep2, Tuğba Akın Telli1, Özkan Alan1, Mehmet Akif Öztürk1, Serap Kaya2, Eren İmre3, Eda Tanrıkulu Şimşek1, Faysal Dane1, P.fulden Yumuk1 1Marmara Üniversitesi,Tıbbi Onkoloji BD,İstanbul 2SB Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim Araştırmsı Hastanesi,Tıbbi Onkoloji Kliniği,İstanbul 3Marmara Üniversitesi,Endokrinoloji BD,İstanbul GİRİŞ: ilk olarak ipilimumab ile başlayan İmmünoterapiler, ileri evre malign melanom tedavisinde çığır açmakla birlikte, immün ilişkili yan etkiler (İİYE) kavramını da onkolojiye kazandırmıştır. İİYE, hastaların yaklaşık %60’ında görülmektedir, immün hipofizit ise nadirdir (%3). Biz de merkezimizde immün ilişkili

hipofizit tanısı alan malign melanomlu hastamızı sunmayı planladık. VAKA: 66 yaşında erkek hasta, sırtta sol skapula üzerinde cilt lezyonu şikayeti üzerine başvurdu. Yapılan kitle exizyonu ve aksiller diseksiyon cerrahisi sonrası patolojisi evre 2b (pT4aN0) M. Melanom olarak raporlandı. Hasta adjuvan interferon tedavisini kabul etmediğinden izleme alındı. Postoperatif 11 ay sonra inatçı kuru öksürük şikayeti üzerine yapılan incelemelerde bilateral akciğerde metastatik

lezyonlar tespit edildi. BRAF wild tip olan hastaya, 2 kür temozolamid sonrası progresyon saptanınca 4 kür ipilimumab tedavisi verildi. Tedavi bitiminden 3 hafta

sonra ortaya çıkan, bulantı, kusma, bulanık görme, halsizlik şikayetleri üzerine yapılan incelemesinde göz ve nörolojik muayenesi normal bulundu. Beyin MR’da da patolojik bulgu saptanmadı. Hipofizit ön tanısıyla istenen kan tetkiklerinde: ACTH: <5pg/ml, Kortizol: 1.73µ/dl, GH: 0.06ng/ml, IGF-1: 34ng/ml (↓) LH:

1.16mIU/ml(↓), T. Testosteron: <0.07ng/ml(↓), Prolaktin: 0.98ng/ml(↓), TSH:

0.14µIU/ml(↓), FT4: 0.45ng/dl(↓), FT3: 2.37pg/ml(↓) olarak saptandı.

Endokrinoloji bölümüyle konsulte edilen hastaya immün ilişkili hipofizit tanısı konularak, kortikosteroid ve levotiroksin replasman tedavileri başlandı. Tedavinin 3. Gününde hastanın semptomlarında dramatik iyileşme gözlendi. SONUÇ: M. Melanom tedavisinde immün ilişkili yan etkiler dikkatli izlenmelidir. İmmün ilişkili hipofizit nadir görülmekle beraber tedavi edilmediğinde mortal

seyredebilir. Klinik şüphe durumunda, radyolojik olarak hipofizit saptanmasa dahi hormon paneli mutlaka değerlendirilmelidir.

Anahtar Kelimeler: hipofizit, immunoterapi, melanom

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-022

Glioblastoma Multiformeli Hastalarda Tedavi Öncesi

Nötrofil/Lenfosit Oranının Prognostik Önemi

Ozlem Yersal Oltulu Adnan Menderes Üniversitesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Aydın Amaç; Glioblastoma multiforme (GBM) erişkinlerde en sık görülen ve en agresif primer beyin tümörüdür. GBM gelişimi, inflamasyon durumu ve immün yanıt ile yakından ilişkilidir. Nötrofil /lenfosit oranı (NLR) immün cevabın önemli bir

göstergesidir ve kolon, prostat, akciğer ve mesane kanserinde kötü bir prognostik faktör olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada GBM hastalarında cerrahi öncesi NLR oranının prognostik önemini değerlendirmeyi amaçladık YÖNTEM: 2012-2017 yılları arasında cerrahi sonrası adjuvan tedavi için başvuran 104 hasta değerlendirildi. Bu hastaların 80 tanesinin kortikosteroid kullanımı ve cerrahi

öncesi tam kan sayımı sonuçları mevcuttu. Bu hastalar değerlendirmeye alındı. BULGULAR: Ortanca tümör çapı 40 mm idi. tümörlerin %56 sı sol hemisfer yerleşimliydi, en sık tümör lokalizasyonu temporal lobdu(%27,5) Hastaların %85 i adjuvan kemoradyoterapi( temozolamid ile ) ve ardından temozolamid kullanmıştı. genel sağkalım 18.6 ay olarak bulundu. NLR<4 olan grupta genel sağkalım 16 ay iken, NLR>4 olan grupta 19.5 ay olarak bulundu ancak aradaki

fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.

SONUÇ: bulgularımız tedavi öncesi NLR değerinin GBM hastalarındaki prognozun belirlenmesinde önemli bir belirteç olabileceğini göstermekle birlikte, daha yüksek hasta sayılı çalışmalara ihtiyaç vardır.

Anahtar Kelimeler: Glioblastoma multiforme, Nötrofil–lenfosit oranı, glioblastoma

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-023

Nöroendokrin Tümörlerin Klinikopatolojik Özelliklerinin

ve Prognostik Faktörlerin İncelenmesi: 15 Yıllık Tek

Merkez Deneyimi Abdullah Sakin, Orçun Can, Nurgül Yaşar, Çağlayan Geredeli, Cumhur Demir, Şener Cihan Okmeyanı Eğitim Ve Araştıma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, İstanbul, Türkiye

GİRİŞ: Nöroendokrin tümörler (NET), sıklıkla gastrointestinal sistemden kaynaklanmakla birlikte vücuttaki tüm nöroendokrin hücrelerinden kaynaklanabilen heterojen bir tümör grubudur. NET tedavisinde multidisipliner yaklaşım gereklidir. Erken teşhisin yanı sıra hastaları uygun prognostik gruplara ayırma, tedavinin önemli bir bileşenidir.

Bu çalışmada, merkezimizde 2000-2016 yılları arasında takip ettiğimiz NET hastalarında rutin olarak kullanılan klinikopatolojik parametrelerin prognostik

önemini değerlendirdik. Materyal ve metod Çalışmaya Okmeydanı eğitim ve araştırma hastanesi tıbbi onkoloji kliniğinde 2001-2016 yılları arasında patolojik olarak nöroendokrin tümör tanısı olan ve kliniğimizde takip ve tedavisi yapılan hastalar alındı. Hastaların demografik verileri, klinik ve patolojik özellikleri retrospektif olarak dosyalarından elde edildi. İstatistiksel analiz

için SPSS 15.0 for Windows programı kullanıldı.

Sonuçlar Çalışmaya 25 (36,8) erkek 43 (63,2) kadın olmak üzere 68 hasta alındı. Yaş ortalaması 55,7 (27-83 arası) idi. Hastaların % 79,1’i gastoenteropankreatik sistem kökenli idi. En sık primer mide (% 29,4 ) idi. 15 yıllık takipte hastalarımızın 18’i

(%26,5) exitus oldu. 5 yıllık sağkalımı %75,2, 10 yıllık sağkalımı %67,8, 15 yıllık sağkalımı %60,3 dü. Exitus olan hastaların yaş, Ki67, Mitoz Sayısı, Metastaz sayısı, primer mide oranı, Uzak metastaz varlığı, Lenf nodu metastazı varlığı oranları yaşayan hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı yüksekti. Grade, Evre, Cerrahi Tipi oranlarında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı. Exitus olanların Nöroendokrin Karsinom, Evre 4 oranları yüksek, küratif cerrahi oranı düşüktü (Tablo 1)

Primer bölge mide olanların diğer bölgelere göre sağkalım oranları istatistiksel olarak anlamlı düşük saptandı (p=0,001). Diğer primer bölgelerinde kümülatif sağkalım oranlarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (Tablo 1)

Ki67% gruplarında sağkalım oranlarında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0,001). Ki67 yüzde için exitusu belirlemede incelenen kesim değeri %83,3 sensivite, %71,4 spesifite ile 6 ve üzeri olarak saptanmıştır. Ki67 yüzde 6 ve üstü

olan hastaların kümülatif sağkalım oranı Ki67 yüzde <6 olanlara göre istatistiksel

olarak anlamlı düşük saptandı (p<0,001). (Figür 1) Tartışma Son on yılda, Mevcut sınıflandırma sistemlerini geliştirmeye yönelik girişimler

olmuştur. NET'li hastalarda uzun süreli takip ve sağkalım ile ilgili veriler sınırlıdır. Birçok ülkede NET'li hastaların sağkalımını etkileyen faktörler eksiktir.

Çalışmamızda yaş, Ki67 yüzde, Mitoz Sayısı, Metastaz sayısı oranı arttıkça mortalite artmıştır. Primer lokalizayonun mide olması, tanı anında uzak metastaz varlığı, Lenf nodu metastazı varlığı olumsuz özelliklerdi.

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Anahtar Kelimeler: ki67, metastaz, nöroendokrin, sağkalım

figür-1

Ki67% göre sağkalım Tablo 1

Son Durum

Exitus

Yaşıyor

n % n % p

Cinsiyet Kadın 12 66,7 31 62 0,725

Erkek 6 33,3 19 38

Primer Akciğer 0 0 5 10 0,315

Mide 11 61,1 9 18 0,001

Pankreas 2 11,1 12 24 0,32

3

İnce barsak 1 5,6 6 12 0,666

Kolorektal 2 11,1 4 8 0,65

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

2

Apendiks 1 5,6 5 10 1,000

Primeri bilinmeyen 1 5,6 6 12 0,66

6

Diğer 0 0 3 6 0,560

Grade İyi Diferansiye NET 4 22,2 37 75,5

0,001

Orta Diferansiye NET 1 5,6 4 8,

2

Nöroendokrin Karsinom 13 72,2 8 16,3

Evre 1 1 5,6 21 42 0,016

2 1 5,6 3 6

3 3 16,7 6 12

4 13 72,2 20 40

Metastaz 13 72,2 21 42 0,028

Lenfnodu Metastazı 12 66,7 14 28 0,004

Cerrahi Tipi Cerrahi yok 10 55,6 14 28 0,00

7

Küratif 5 27, 34 68

Palyatif 3 16,7 2 4 Sağkalımı etkileyen faktörler

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-024

Panitumumab İlişkili Trikomegali: Olgu Sunumu

Yakup Ergün, Mutlu Doğan, Ozan Yazıcı, Öznur Bal, Gökhan Uçar, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği Giriş Anti EGFR tedaviler (monoklonal antikorlar ve tirozin kinaz inhibitörleri) onkoloji pratiğinde sık kullanılan ve cilt toksiteleri iyi bilinen ajanlardır. Panitumumab, EGFR

ye karşı geliştirilmiş saf hümanize monoklonal antikor olup metastatik kolon kanserinde PAN-RAS wild tipte 1. Basamakta onaylıdır. Anti EGFR tedavi alan hastalarda akneiform döküntü, kserozis, paronişi gibi dermatolojik yan etkilerle sıklıkla karşılaşılır. Panitumumab ilişkili kirpik uzaması (trikomegali) literatürde vaka bildirimleri şeklinde yer almaktadır. Bizde, panitumumab ilişkili trikomegali ve hipertrikozis gelişen olgumuzu sunmayı amaçladık.

Vaka 48 yaşında kadın hasta karın ağrısı nedeniyle dış merkezde Acil Servis'e başvurmuş. Tetkikler sırasında adneksiyal kitle saptanarak operasyona alınan hastanın peroperatif değerlendirmesinde sigmoid kolonda da kitle izlenmesi üzerine jinekolojik olarak planlanan cerrahiye sol hemikolektomi de eklenmiş. Patoloji sonucu kolon orta

derece differansiye adenokarsinom; omentum, mesane, her iki over, apendikste metastaz ile uyumlu gelmesi üzerine hasta merkezimize yönlendirilmiş. Fizik

muayenesinde belirgin patoloji izlenmeyen hastanın torakoabdominal BT'sinde karaciğerde ve dalakta multipl metastaz izlendi. K-RAS, N-RAS ve BRAF mutasyonu izlenmeyen hastaya evre 4 kolon kanseri tanısıyla hastaya FOLFOX ve panitumumab başlandı. Altı hafta sonra özellikle çene bölgesinde belirgin olmak üzere vücutta kıllanma artışı, sonraki uygulamaları takiben de kirpiklerde belirgin uzama görüldü.

Fizik muayenede; yüz bölgesinde akneiform döküntü, erkek tipinde kıllanmada artış, kaşlarda kalınlaşma ve kirpikler ise bilateral kalın, düzensiz, anormal uzun izlendi (Resim 1). Laboratuvar tetkiklerinde herhangi bir patoloji izlenmedi. 3 kür FOLFOX-panitumumab tedavisi ile parsiyel yanıt elde edilen hastanın tedavisi devam etmektedir. Tartışma

Anti EGFR monoklonal antikorların en sık görülen yan etkisi özellikle yüzde ve göz

çevresinde belirgin olan dermatittir, genellikle bu toksisite anti EGFR tedavi etkinliğinin dolaylı belirteci olarak kabul edilmektedir. EGFR inhibitörlerinin trikomegali patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır. EGFR kıl folikülünün dış

kılıfındaki keratinositlerde ekspresse edilir ve kıl folikülü gelişiminin

regülasyonununda rol oynayan önemli bir faktördür. Bu yolağın engellenmesi saç dökülmesi, kıvırcık saç, anormal saç uzaması gibi durumlara yol açtığı düşünülmektedir. Anti EGFR ile ilişkili trikomegali genellikle kozmetik problem dışında hafif seyirlidir, ancak bazı vakalarda kornea ülserine yol açacak kadar ileri düzeyde olabilir. Kozmetik olarak rahatsız olan vakalara periyodik kısaltma önerilebilir. Daha

komplike vakalar dermatoloji ve göz hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilmelidir. Trikomegali genellikle ilacın kesilmesinden 1-2 ay sonra

gerileme eğilimindedir.

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Anahtar Kelimeler: panitumumab, trikomegali, hipertrikozis

Kaş ve kirpiklerde uzama

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-025

Paratiroid karsinomlu, hiperkalsemik hastada perkutan

alkol enjeksiyonu seçeneği

Ali Oğul, Semra Paydaş, Abdullah Evren Yetişir, Mahmut Büyükşimşek, Cem Mirili Çukurova Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Adana GİRİŞ: Hiperkalsemi, kanserli hastaların yaklaşık% 20-30'unda görülür ve kötü prognozla ilişkilidir. Hastane ortamında hiperkalseminin en sık nedeni de malignitelerdir. Tedavisinde temel yaklaşım hastanın uygun hidrasyonunun

sağlanmasının yanında kalsitonin, bifosfonatlar ve denosumab kullanımını içerir. Bu olguda hiperkalsemi tedavisinde kalsitonin ve bifosfonat kullanılmasına rağmen yanıt alınamayan ve peruktan alkol enjeksiyonu uygulanan paratiroid karsinomlu olgu sunulacaktır. OLGU: 68 yaşında kadın hasta. Kasım 2013'de kemik metastazı mevcut olan

paratiroid karsinomu tanısı aldı. Hastaya birinci basamak tedavi olarak sisplatin, etoposid ve kemik metastazı nedeniyle zolendronik asit verildi. Takiplerinde parathormon seviyesinde artış olan hastaya çekilen PET-BT'de iskelet sisteminde yaygın olmakla beraber mandibula, kalvaryum ve pelvik kemiklerde daha belirgin olan metabolik aktivite artışı saptandı. Hastaya yapılan kemik iliği biopsisi sonucunda osteoklastik aktivite, fibrohistiyositik stroma (brown tümör ile uyumlu) olarak saptandı. Başvuru esnasında serum kalsiyum seviyesi 16,30 mg/dl (iyonize kalsiyum

2,17 mmol/L, albumin 2.8 mg/dl) olan hasta yatırıldı. Renal parankimal hastalık öyküsü mevcut hastanın kreatinin değeri 2.41 mg/dl saptandı. Hastaya uygun

hidrasyonla birlikte 8 İU/kg altı saatte bir olacak şekilde başlandı. Takiplerinde tedaviye rağmen serum kalsiyum seviyesi 15,7 mg/dl'ye gerileyen hastanın kreatinin seviyesi 1,7 mg/dl'ye geriledi. Hastaya kreatinin seviyesindeki yükseklik nedeniyle hastaya denosumab planlandı. Ancak geri ödeme kapsamında olmadığı için verilemedi.

Hastaya 4 mg zolendronik asit başlandı. Takiplerinde serum kalsiyum seviyesi 14,7 mg/dl'ye kadar geriledi ve bu değerde stabil seyretti. Hastaya çekilen paratiroid sintigrafisi sonucunda sol servikal infreior bölgede radyofarmositik tutulum ve sol sob alt polde kapsül dışında tutulum saptandı. Girişimsel radyoloji tarafından her iki lezyona perkutan alkol enjeksiyonu uygulandı. Enjeksiyon sonrası hastanın takiplerinde serum kalsiyum seviyesi 12,6 mg/dl'ye( iyonize kalsiyum 1,67 mmol/L)

kadar geriledi. TARTIŞMA: Hiperkalsemi sık karışılaşılan onkolojik acillerden olup sıklıkla hafif

hiperkalsemi şeklinde seyreder. Ancak şiddetli hiperkalsemi tedavinin geciktiği veya yetersiz olduğu durumlarda ölüme sebebiyet verebilmektedir. Asıl tedavi altta yatan hastalığın tedavisi olsa bile genelikle bu tedavi uzun bir süreci kapsar. Bunun için

tedavinin süratle yapılması gerekir. Altta yatan hastalığın tedavisinin geciktiği

durumlarda, uygun hiperkalsemi tedavisine rağmen serum kalsiyum seviyeleri normale dönmeyen hastalarda veya hasta ve sosyal güvenlik kurumu kaynaklı nedenlerle hiperkalsemi tedavisinin geciktiği durumlarda olgumuzda olduğu gibi perkutan alkol enjeksiyonu bir tedavi seçeneği olabilir.

Anahtar Kelimeler: Hiperkalsemi, paratiroid karsinomu, perkutan alkol enjeksiyonu

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-026

Kalp nakilli bir hastada baş-boyun kanseri tedavisinde

setuksimab kullanımı; literatürdeki ilk vaka

İsmail Beypınar1, Dilek Beypınar2, Mükremin Uysal1 1Kocatepe Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Afyonkarahisar 2Osmangazi Üniversitesi, Tıbbi Patoloji Bilim Dalı, Eskişehir Giriş Son dönem organ yetmezliği olan hastalarda transplantasyon çok önemli yer

tutmaktadır. Baş-boyun kanserleri transplantasyon uygulanan hastalarda sık görülen kanserlerden olup post-transplant kanserlerin %4-6’sını oluşturmaktadır. Literatürde kalp nakilli bir hastada setuksimab kullanımı ile ilgili herhangi bir tecrübe bildirilmemiştir. Bu bildiride setuksimab ve 5-FU kullanılarak güvenli ve başarılı bir şekilde tedavi edilen bir hasta sunulmuştur.

Olgu Sunumu 2006 yılında kalp nakli uygulanmış 67 yaşında erkek hasta 2016 yılında sol parotis lojunda kitle ile kliniğimize refere edildi. Hastanın nakil sonrasında takrolimus ve mikofenalat dışında kullandığı herhangi bir ilaç ve ek bir sistemik hastalığı yoktu. İlk değerlendirmesinde uzak metastaz saptanmayan hasta lokal invazyonu olması nedeniyle cerrahiye uygun kabul edilmeyip 1. sıra tedavi olarak kemoradyoterapi

başlanılmış. Kemoradyoterapi sonrasında yapılan değerlendirilmesinde rezidüel kitlesinde boyut artışı olması nedeni ile Haziran 2016 tarihinde kliniğimize

yönlendirilmiş. Hastanın ilk değerlendirilmesinin ardından takrolimus düzeyi ölçülerek kardiyoloji ile konsülte edildi. Hastanın kemoterapi almasında herhangi bir sakınca olmaması üzerine modifiye DCF (Sisplatin, Dosetaksel, Fluorourasil) rejimi 2. sıra olarak başlanıldı. Üç kür tedavinin ardından yanıt değerlendirilmesi yapılan hastada progresif hastalık saptanması üzerine 2. sıra paklitaksel tedavisi başlanıldı. Dokuz

haftalık tedavinin ardından yapılan değerlendirmede hastada stabil hastalık görüldü. Tedavisinin devamına karar verilen hastanın 15. haftadaki değerlendirilmesinde sternumun sol üst bölgesine uyan göğüs duvarında yeni lezyonlar saptanması üzerine hasta progresif hastalık olarak kabul edilerek 3. basamakta setuksimab fluorourasil (CF) tedavisine geçildi. Hastanın tedavi öncesinde sol parotis lojunda ve sol sternum üstünde 2 adet tümöral lezyonu mevcuttu. (Resim 1,2)

Hastada 3 kür CF tedavisinin ardından tümörlerde klinik küçülme görüldü. (Resim 3,4) Hastada setuksimaba bağlı olarak grade 3 cilt toksisitesi ve lökopeni saptandı. Doksisiklin tedavisi başlanıldı ve 5-FU dozu %20 oranında azaltıldı. Hastanın tedavisi

esnasında takrolimus dozu izlendi. Altı kür kemoterapinin tamamlanmasının ardından hastada tedaviye tek ajan olarak setuksimab ile devam edildi ve yanıtın devam ettiği görüldü.

Tartışma Setuksimabın kalp nakilli bir hastada baş-boyun kanserinin tedavisinde etkin ve güvenilir bir seçenek olduğu bu vakada görülmüştür. Özellikle renal transplant hastalarında sisplatinin böbrek üzerine yan etkilerinin

olması nedeniyle setuksimab yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Yakın zamanda yapılan bir çalışmada setuksimab tek ajan olarak kullanıldığında transplant hastalarında %69 hastalık kontrol oranı saptanmıştır. Bu hastada setuksimab tedavisi kalp nakilli bir

hastada herhangi bir kardiyak yan etkiye neden olmadan etkili ve güvenli bir tedavi seçeneği olmuştur. Anahtar Kelimeler: Setuksimab, Baş-boyun kanseri, Kalp Transplantasyonu

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-027

Regorafenib'in nadir görülen yan etkisi: ciddi immün

trombositopeni

Kadi ̇r Eser, Emel Sezer

MERSİN ÜNİVERSİTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI TIBBİ ONKOLOJİ BÖLÜMÜ, MERSİN Regorafenib, metastatik kolon kanserinde ve metastatik gastrointestinal stromal tümör (GİST)’de üçüncü basamakta kullanılan tedavi alternatifidir. En sık görülen

grade 3 ve üzeri yan etkisi hipertansiyon(%23,5),el ayak reaksiyonu (%19,7) ve diare (%5,3). Grade 4 trombositopeni sadece %0,4 oranında görülür. (1,2) Bu vakada biz 62 yaşında, 2006 yılında GİST tanısı konulmuş kadın hasta sunuyoruz. Hasta 2006’da opere olduktan sonra 2012’ye kadar tedavisiz takip edildi. Kasım

2012’de karaciğerde ve transvers kolonda 2 adet 10cm’lik lezyon tespit edildi ve GİST nüksü karaciğerden alınan biyopsi ile doğrulandı. Mart 2014’te imatinib 400

mg/gün başlandı ve 6 ay verildi. Takibinde kitlelerde progresyon gelişince doz 800 mg’a yükseltildi ve 2016 Eylül’e kadar devam edildi. Sonrasında yine progresyon gelişince sunitinib başlandı ve 4 ay verildi. Sonrasında progresyon gelişince Ocak 2017’de regorafenib 120 mg tedavisi başlandı. Başlangıçta platelet değerleri 189 bin/mL olan hastanın tedaviden 2 hafta sonra platelet değerleri 2 bin/mL’ye kadar geriledi. Regorafenib kesildi. Etyolojiyi saptamak için HBsAg, anti-HCV, anti-HIV, ANA (antinükleer antikor), periferik yayma, kemik iliği aspirasyonu yapıldı. Tüm testler

normal ve kemik iliği aspirasyonunda megakaryosit artışı saptanınca Karch-Lasagna algoritmine göre ilaç ilişkili ciddi trombositopeni tanısı konuldu. Hastaya 2 ünite trombosit aferez verildi ve sonrasında hastanın trombositleri 3 bin/mL saptandı. İlaç ilişkili immün trombositopeni düşünülerek prednisone 100 mg/gün 1 hafta verildi. Tedavinin 7.gününde platelet değerleri 32 bin/mL’ye yükseldi ve 1 ay içinde normal değerlerine yükseldi. Literatürde günümüze kadarki verilere ve klinik çalışmalara göre ilaç ilişkili immün

trombositopeni çok nadir ve ilacı zorunlu olarak kesmeyi ve başka bir tedavi ile değiştirmeyi gerektiriyor. Tedavide prednisonu göz önünde bulundurmak gerekir. Anahtar Kelimeler: Regorafenib, immün, trombositopeni

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-028

Gastroenteropankreatik Nöroendokrin Tümörlerde PDL-1

Ekspresyonu

Esin Oktay1, Gizem Yalçın2, Sümeyye Ekmekçi3, Dudu Karaman3, Abdullah Yalçın2, Mustafa Değirmenci4, Ahmet Dirican5, Zeynep Altın6, Özlem Özdemir5, Zeki Sürmeli4, Gülden Diniz2, Semin Ayhan7, Gülcan Bulut8, Atike Pınar Öner8, Murat Akyol9, Umut Varol10, Ruçhan Uslu8 1Aydın Atatürk Devlet Hastanesi,Tıbbi Onkoloji Bölümü,Aydın 2Adnan Menderes Üniversitesi,Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı,Aydın 3Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Anabilim Dalı,İzmir 4Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı,Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,İzmir 5Celal Bayar Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı,Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,Manisa 6Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı 7Celal Bayar Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı,Manisa 8Ege Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı,Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,İzmir 9Manisa Devlet Hastanesi,Tıbbi Onkoloji Bölümü,Manisa 10Katip Çelebi Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı,Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,İzmir AMAÇ: Nöroendokrin tümörler (NET) nadir görülen neoplazmlardır. Vücutta yaygın olarak bulunan nöroendokrin hücrelerden köken alırlar. Gastroenteropankreatik nöroendokrin tümörler (GEP-NET) NET’lerin 2/3’ünü oluşturur. Pankreatik NET'lerin

sunitinib ve everolimus gibi bazı onaylanmış tedavi seçenekleri olmasına rağmen, bu ilaçlar öncelikle hastalığı iyileştirmek yerine stabilize ederler. Ayrıca pankreatik

olmayan NET'ler için tedavi seçenekleri oldukça azdır. Bir çok çalışmada Programlı Ölüm Ligandı-1 (PD-L-1)'in meme, pankreas, böbrek tümörleri, gastrointestinal stromal tümörler, melanom ve küçük hücreli dışı de dahil olmak üzere farklı tümörlerde eksprese edildiği gösterilmiştir. En önemlisi, tümör dokularında PDL-1 ekspresyonu ve prognoz arasında güçlü bir korelasyon vardır. Bu çalışmanın amacı,

GEP-NET'lerdeki PD-L1 ekspresyonunu araştırmak ve yeni tedavi seçeneklerine ışık tutmaktır.YÖNTEM: Retrospektif olarak hasta dosyaları tarandı. GEP-NET tanısı almış hastalar belirlendi ve patoloji bölümünden parafin kaplı doku bloklarına ulaşıldı. Dokularda immünohistokimyasal (IHC) yöntem ve Real-Time Polimeraz Zincir Reaksiyonu (RT-PCR) ile PDL-1 ekspresyonu incelendi. BULGULAR: IHC yöntemi ile yanlızca 2 adet prepratta tümör dokusunun kendisinde (pankreas ve mide) ve 3 adet

mide,1 adet apendiks ve 1 adet incebarsak prepratında da tümör dokusunun çevresindeki stromada PDL-1 boyası ile pozitif boyanma görüldü.IHC ile klinik parametreler karşılaştırıldığında (cinsiyet, yerleşim yeri, anatomik sınıflama ve WHO

sınıflaması) sadece WHO sınıflamasının PDL-1 boyanması ile istatistiksel olarak ilişkili olduğu görüldü. IHC ile PDL-1 boyanması grad 3 tümörlerde daha yüksek bulundu (p=0.019). RT-PCR’da appendiks, mide ve ince bağırsak GEP-NET dokularında PDL-1

mRNA ekspresyonu kontrollere kıyasla daha yüksek bulundu. Pankreas ve kolonda

ise kontrol dokularında, tümör dokularına kıyasla daha yüksek PDL-1 mRNA ekspresyonu görüldü. Dokular WHO sınıflamasına göre gruplandırıldıklarında grad 3 tümörlerde PDL-1 mRNA ekspresyonunun daha fazla olduğu tesbit edildi (figür 1).

SONUÇ: İnterferon ile yapılan çalışmalara bakıldığında grad 3 NET’lerde interferona yanıt elde edilmiştir. Yani yüksek gradlı NET’lerin daha immünojenik olduğunu düşünebiliriz. Bizim çalışmamızdaki hem IHC hem de RT-PCR ile grade 3 GEP-

NET’lerde PDL-1 ekspresyonunu göstermemiz bu hipotezi desteklemiştir. Ayrıca heterojen bir hastalık grubu olan GEP-NET’lerde, IHC’ye göre daha hassas olan RT-PCR ile, PDL-1 ekspresyonunun yerleşim yerlerine göre farklılık gösterdiğini tesbit

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

ettik. Dolayısıyla PDL-1 ekspresyonu ile prognoz arasındaki ilişkinin ve PDL-1’i hedefleyen ajanlarla yapılacak tedavilerin yanıtlarının GEP-NET’lerin yerleşim yerlerine göre farklılık göstereceğini düşünüyoruz. Bu konuda daha fazla hasta

sayısına sahip prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.

Anahtar Kelimeler: PDL-1,Gastroenteropankreatik tümörler, Grad,RT-PCR figür 1

Dokulardaki PDL-1 Ekspresyonu (RT-PCR)

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-029

Metastatik Mesane Kanserinde PD-L1 İnhibitörü Sonrası

Hiperprogresyon Olgusu

Müge Karaoğlanoğlu, Nurcan Salman Duman Ordu Devlet Hastanesi AMAÇ: Mesane kanseri üriner sistemin sık görülen kanserlerindendir. Amerika'da tüm kanserler içerisinde beşinci sırada yer almaktadır. Her yıl onyedi bin kişi mesane kanserinden ölmektedir. Atezolizumab, ileri evre mesane kanserinde kullanılan yeni

ajan immun checkpoint inhibitörüdür. Burada immunoterapi sonrası hiperprogresyon gösteren metastatik mesane kanseri olgusu sunulmaktadır. OLGU: 72 yaşında erkek hasta 07/2016'da hematüri şikayeti ile başvurdu. Sistoskopi'de mesane sağ üreter orifisi üzerinde ve karşı duvarında hiperemik alanlar izlendi. TUR-M patoloji; invazive papiller ürotelyal karsinom olarak değerlendirildi.

Hastanın batın MR'ında mesane posterior duvarında primer kitle, parailiak ve paraaortik patolojik lenf nodları, rektum ve sigmoid kolon duvarlarında kalınlaşma tespit edildi. PET-BT'de her iki akciğerde multiple nodüllerde, batın içi lenf nodlarında, iskelet sisteminde birçok alanda metastaz mevcuttu. First line altı kür cisplatine+gemcitabine tedavisi sonrası tama yakın yanıt elde edildi. Üç ay sonra çekilen kontrol PET-BT'de; karaciğer sağ lob posteriorda BT'de sınırları net seçilemeyen üç adet hipodens lezyonda ve rektosigmoid bölgede metastazı

düşündüren FDG tutulumları görüldü. ECOG:1 performans statusu olan hastaya Atezolizumab 1200 mg/gün uygulandı. Tedavi sonrası halsizlik ve genel durum

bozukluğu olması üzerine tedaviye ara verildi. Yirmi gün sonra çekilen batın BT'de karaciğer metastazlarında ve diğer bulgularda %50 den fazla progresyon olması nedeniyle tedavi sonlandırıldı. SONUÇ: Checkpoint inhibitörleri kanser tedavisinde kullanılan ve hastaların uzun

dönem remisyonlar ile takip edilmesine olanak sağlayan immunoteröpatik ajanlardır. Ancak immunoterapi sonrası hiperprogresyon gösteren küçük bir hasta alt grubu mevcuttur. Literatüre bakıldığında bazı genomik markerların bu progresyon ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür. İmmunoterapi öncesi hastaların genomik profillerinin belirlenmesi bu riskin azaltılmasına yardımcı olabilir. Risk tayini için yakın zamanda daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: mesane kanseri, immunoterapi, hiperprogresyon

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-030

Metastatik Kardiyak Pleomorfik Sarkom: Nadir Bir

Olgunun Sunumu

Aydın Aytekin1, Erhan Kaya2, Ömer Işık2 1Mardin Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Mardin 2Pendik Bölge Hastanesi,Kalp ve Damar Cerrahisi,İstanbul GİRİŞ: Primer kardiyak sarkomlar oldukça nadir olup literatürde bununla ilgili sadece birkaç olgu serisi ve izole olarak bildirilmiş olgular vardır. Agresif doğası nedeniyle

yüksek lokal nüks ve uzak metastaz riski olmasına rağmen bu tümörlerin tedavileri ile ilgili yaklaşımlar tam olarak belirlenememiştir.Bu tümörler genellikle aritmiler ve lokal obstruksiyon gibi kardiyak problemlerle prezente olur. Biz burada başlangıç kardiyak semptomlarla tanı konulan ve tesadüfen metastaz saptanan kardiyak pleomorfik sarkom olgusunu paylaşmayı amaçladık.

OLGU: Ocak 2017’de mitral yetmezlik ve sol atriumda kitle saptanan hasta miksoma ön tanısı ile opere edilmiş.Patoloji sonucu indifferansiye pleomorfik sarkom olarak rapor edilmiş.Postoperatif PET-BT tetkikinde sol hemitoraksta minimal plevral effüzyon dışında bulguya rastlanılmamış ve takip kararı verilmiş.Mayıs 2017’de sol atrium içerisinde ileri derecede mitral stenoza neden olan kitle saptanmış ve sol atrial tümör çıkarılması+kriyoterapi+ mediastinal lenf nodu eksizyonu ve aort duvarından

eksizyonel biyopsi yapılmış. Sol atrumdaki kitle ve aort biyopsi sonucu high grade sarkom olarak rapor edilmiş. Hastaya ek cerrahi girişim düşünülmemiş.Haziran

2016’da yapılan MRG’de bilateral adrenal metastazlar (bakınız resim 1) saptanan hasta takip ve tedavi için kliniğimize başvurdu. Hastaya kardiyak fonksiyonları normale yakın olduğu için ifosfamid-MESNA-doksorubisin tedavisi başlandı. 3 kür sonra yapılan PET-BT değerlendirmesinde parsiyel yanıt alınan hasta kliniğimizde tedavisine devam etmektedir.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Primer kardiyak tümörler çok nadir görülmekte olup, genellikle benigndir.Yaklaşık olarak kardiyak tümörlerin % 15-20’si maligndir ve en sık yumuşak doku sarkomları görülmektedir.Tipik prezentasyonları kan akımında anatomik bir obstruksiyona yol açarak olmaktadır.Ayrıca kalp kapak fonksiyonlarında bozulma ve aritmilere de yol

açabilir.Başlangıcın uzak metastaza bağlı olarak ortaya çıkması çok nadir bir durumdur.Kardiyak sarkomlar sıklıkla ölümcül olup prognozları ekstrakardiyak sarkomlardan daha kötüdür.

Kardiyak sarkomlardada mümkün olduğunca tam cerrahi rezeksiyon en önemli tedavi seçeneğidir.Tanı anında metastaz olması prognozu etkilemektedir. 34 serilik bir raporda median sağkalım metastazı olmayanlarda 15 ay iken, metastatik hastalarda

5 ay olarak saptanmıştır. Adjuvan kemoterapi ile radyoterapinin etkinliğine dair net

veriler yoktur.Bu hastaların tedavisinde standart bir yaklaşım tarzı yoktur.İnkomplet rezeksiyon durumlarında kemoterapinin sağkalımı uzatmadığı bildirilmiştir.Bu nedenle agresif ve komplet cerrahi rezeksiyon sağkalım ve palyatif yaklaşımda en uygun seçenek olarak görünmektedir. Literatürde ifosfamid-MESNA-doksorubisin

tedavisi bu hasta grubunda en çok tercih edilen kemoterapi seçeneği olduğundan ve hastamızın belirgin kardiyak disfonksiyonu olmadığından 1.basamak kemoterapi seçeneği olarak başlandı ve parsiyel yanıt alındı. Hastanın kliniğimizde takibi devam

etmektedir.

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Anahtar Kelimeler: Kardiyak Pleomorfik Sarkom, IMA, adrenal metastaz, miksoma

Resim 1

Bilateral Adrenal Metastatik Kitle Görünümü

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-031

İleri Evre Skuamöz Hücreli Akciğer Kanserinde İdame

Racotumomab Tedavisi

Ersİn Özaslan1, Saadettin Kılıçkap2, Rüçhan Uslu3, Aydın Çiltaş4, Gülcan Bulut3, Metin Özkan1 1Erciyes Üniversitesi, Onkoloji BD, Kayseri 2Hacettepe Üniversitesi, Onkoloji BD, Ankara 3Ege Üniversitesi, Onkoloji BD, İzmir 4Gazi Üniversitesi, Onkoloji BD, Ankara

Giriş-AMAÇ: Racotumomab, melanom, meme ve akciğer kanserinde NeuGcGM3 gangliozidlerini hedefleyen bir murin anti-idiotip kanser aşısıdır. Bu çalışma, ileri evre skuamöz hücreli akciğer kanseri olan hastalarda ilk sıra tedavi sonrası idame tedavi olarak racotumomabın etkinlik ve güvenirliliğini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Hastalar ve METOD: Evre IIIB/IV skuamöz hücreli akciğer kanseri tanısı olan ve 1.

basamak palyatif platin bazlı kemoterapi veya küratif kemoradyoterapi sonrası stabil hastalık, parsiyel regresyon veya tam cevap alınan hastalara idame olarak racotumomab (başlangıçta 2 haftada bir 5 uygulama sonrasında 4 haftada bir, 1 mg/ml intradermal) verildi. RECIST kriterlerine göre 3 ayda bir yanıt değerlendirmesi yapıldı. Mart 2015 ile Mayıs 2016 tarihleri arasında aşı tedavisi verilen hastalar eylül 2017 tarihine kadar takip edildi ve sonuçlar retrospektif olarak incelendi.

SONUÇLAR: Çalışmaya alınan 26 hastanın 16’sı evre 4 ve 10’u evre IIIB idi. Onaltı hasta (evre IV) 1. basamak platin bazlı kemoterapi (KT) sonrası, 10 hasta (evre IIIB)

ise küratif kemoradyoterapi (platin bazlı KT ile) sonrası idame racotumomab tedavisini aldı. Hastaların çoğu erkek, < 65 yaş, ECOG PS skoru 0, halen veya eski sigara içicisi idi (tablo 1). Ortanca takip süresi 20 ay idi. Ortanca racotumomab siklus sayısı 7 (aralık, 1-18 siklus) idi. Onyedi hasta takip sırasında ex oldu. 2 hastada pireksi dışında yan etki görülmedi. Objektif cevap oranı % 19.2 ve hastalık kontrol

oranı % 50 idi (tablo 2). Racotumomab ile ortanca progresyonsuz sağkalım (PSK) 4.4 ay (95% CI, 1.14–7.65), ortanca sağkalım (OS) ise 11.53 ay (3.89-19.16) idi. Evre IIIB hastalarda ortanca PSK 14.06 (95 CI, 12.41-15.70) iken evre IV hastalarda 2.85 (1.18-4.53) idi (p < 0.001). Evre IIIB hastalarda yaklaşık 24 ay takibe rağmen ortanca sağkalıma ulaşılamazken evre IV hastalarda 5.71 (2.17-9.25) idi (p = 0.02). 18 aylık PSK % 15 ve 18 aylık genel sağkalım % 31 idi.

TARTIŞMA: Literatürde racotumomab tedavisi ile ilgili çalışma sayısı az olduğu için günümüzde kılavuzlara girmemiştir. İleri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserinde racotumomab ile ilgili 2014 yılında yapılan ilk ve tek randomize kontrollü faz II/III

çalışmada 1. basamak tedavi sonrası idame racotumomab tedavisi alan 87 hastada ortanca PSK 5.33 ay, plasebo alan grupta 3.9 ay olarak bulunmuştur (p=0.039). Bizim çalışmamızda özellikle evre IIIB skuamöz hücreli akciğer kanserlerinde etkili

olduğunu göstermiştir. Ayrıca yaklaşık 2 yıl geçmesine rağmen hastaların %

15.4’ünün halen progrese olmamış olması diğer immunoterapilere benzer bir durumdur. Bu nedenle racotumomab, ilk sıra tedavi sonrası yanıt elde edilen evre IIIB skuamöz akciğer kanserlerinde idame olarak uygun bir tedavi seçimi olabilir.

Anahtar Kelimeler: kanser aşısı, racotumomab, akciğer skuamöz hücreli kanser, anti-NeuGcGM3, vaxira

AuthorToEditor: Ülkemizde de sık sık gündeme gelen kanser aşısının gerçekten etkin olup olmadığını tecrübe ederek görmek ve bu tecrübeyi sizlere aktarmak

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

istedik. Literatürde de NSCLC ile ilgili faz 2 çalışması dışında retrospektif de dahil hiçbir çalışması olmayan bu tedavi ile ilgili azımsanmayacak kadar hasta ile böyle bir çalışmayı sizlere sunduk. Bu çalışmada en çok dikkatimizi çeken RT alan evre 3B

hastalarda aşı tedavisinin etkin olduğu idi. Bu durum diğer immunoterapi ile ilgili

çalışmalarda RT'nin immunoterapi etkinliğini arttırdığı tezini desteklemektedir. İlginiz için teşekkürler, Saygılar. Dr Ersin Özaslan

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-032

Metastatik Meme Kanserinde Trastuzumabın Etkinliği

M. Metin Şeker Bayındır Hastanesi, Medikal onkoloji Bölümü, Ankara Meme kanseri hem dünyada hem ülkemizde kadınlarda en sık görülen ve mortalitesi en yüksek kanserdir. Hastaların %5’i tanı anında metastatiktir, %30 vakada ise takipte metastaz gelişir. Metastatik HER-2 pozitif meme kanserinde tedavinin temelini kemoterapi oluşturur. Ancak etkin tedavilere rağmen prognoz kötüdür.

Vaka 1 65 yaş bayan. Nisan 2013’te akciğer ve mediastinal lenf nodu metastatik meme kanseri tanısı kondu. Östrojen reseptörü %5, progresteron reseptörü %0, HER-2 skor 3. Hastaya 4 kür adriamisin/siklofosfamid, sonrasında 4 kür paklitaksel/trastuzumab uygulandı. Ekim 2013’te yapılan PET-BT’de tam yanıt saptandı. Tedaviye trastuzumab + letrozol ile devam edildi. Aralık 2015’te kranial metastaz saptandı ve gama knife uygulandı. Sonrasında trastuzumab + letrozol

tedavisine devam edildi. Ekim 2016’da kranial lezyon progrese oldu ve cyber knife uygulandı. Sonrasında yine trastuzumab + letrozol devam edildi. Hasta halen trastuzumab + letrozol ile progresyonsuz izleniyor. Vaka 2 45 yaş, bayan. Mart 2013’te akciğer ve kemik metastatik meme kanseri tanısı kondu. Östrojen reseptörü %95, progresteron reseptörü %0, HER-2 skor 3. Hastaya

zoledronik asit başlandı ve 4 kür adriamisin/siklofosfamid, sonrasında 4 kür paklitaksel/trastuzumab uygulandı. Ekim 2013’te yapılan PET-BT’de iyi parsiyel yanıt

saptandı. Tedaviye trastuzumab + tamoksifen + zoledronik asit ile devam edildi. Eylül 2015’te yapılan PET’de tam yanıt saptanması üzerine sağ modifiye radikal mastektomi + aksiller lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Patolojik incelemede de tümör saptanmadı ve trastuzumab + tamoksifen + zoledronik asit tedavisine devam edildi. Hasta halen aynı tedavi ile progresyonsuz izleniyor.

Tartışma Metastatik HER-2 pozitif meme kanseri tedavisinde kemoterapi + HER-2’ye yönelik ajanlar kullanılır ve bu tedaviler ile yanıt oranları %60-70’lere ulaşmaktadır. Ancak bu tedavinin ne kadar süre devam etmesi gerektiği konusunda net bilgi yoktur. İlaca bağlı muhtemel yan etkiler nedeni ile belirli bir süreden sonra tedavinin kesilmesi düşünülmektedir. Ancak yapılan çalışmalarda progresyon olmadığı halde HER-2’ye yönelik tedavilerin kesildiği vakalarda progresyon ihtimalinin tedavinin devam edildiği

vakalara göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca bu vakalarda yan etki riskinde de belirgin bir artış saptanmamıştır. Bu nedenle tedaviye yanıt alınan

vakalarda HER-2’ye yönelik tedaviler devam ettirilmelidir.

Anahtar Kelimeler: Meme kanseri, tedavi, trastuzumab

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-033

Prephase tedavinin yüksek tümör yükü olan lenfomalı

hastalarda tümör lizis sendromunu önlemede etkinliği.

Ali Oğul, Semra Paydaş, Abdullah Evren Yetişir, Cem Mirili, Mahmut Büyükşimşek, Serkan Gökçay Çukurova Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Adana GİRİŞ: Tümör lizis sendromu (TLS), yaşamı tehdit eden metabolik bir bozukluktur. Tümör hücreleri spontan veya sitoredüktif tedaviye yanıt olarak hızlı şekilde

yıkıldığında tümör hücresi içeriği serbest kalması nedeniyle metabolik problemler ortaya çıkar. Önlenememesi ya da erken tanınmaması halinde hatta erken tanıda bile akut böbrek hasarı, nöbetler ve kardiyak aritmiler gibi klinik komplikasyonlara neden olur. TLS gelişimi tümörün türüne (özellikle hematolojik malignansiler), tümöre ait özelliklere (örn. yüksek hacimli tümör, yüksek hücresel proliferasyon oranı, sitoredüktif tedaviye duyarlılık) ve konakla ilgili organ fonksiyonları gibi faktörlere

bağlıdır. Bu çalışmada yüksek tümör yükü olan lenfomalı hastalarda prephase tedavinin TLS gelişimini önlemedeki etkinliği incelendi. YÖNTEM: Bu çalışmaya kasım 2015 - eylül 2017 tarihleri arasında yeni tanı almış DBBHL ve prekürsör T hücreli lenfoblastik lenfoma (PTHL) tanısı almış toplam 20 hasta dahil edildi. Hastalara prephase tedavi olarak tedavinin 1. gününde 1 mg

vinkristin ve 1-7. günler arasında ise 100 mg metilprednizolon verildi. Prephase tedavi bitiminde planlanan kemoterapi rejimleri verildi ve TLS gelişimi açısından takip

edildi. BULGULAR: Hastaların 7’si (%35) kadın, 13’ü (%65) erkek olup olguların yarısı 60 yaş üzerindeydi. Ortalama yaş 56,2 olup 16 hastada (%80) diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL), 4 hastada (%20) prekürsör T hücreli lenfoma (PTHL) vardı.

Hastaların 15’inde (%75) proliferasyon indeksi %70’in üstündeydi ve %10’unda kemik iliği dışında ekstranodal tutulum vardı. Hastaların 14’ü (%70) tümör lizis gelişim riski açısından yüksek riske sahipken 6’sı (%30) orta riske sahipti. Cairo-Bishop TLS kriterlerine göre bazal laboratuvar değerlerindeki %25 artış yanında laboratuvar üst limitlerine göre de değerlendirildiğinde 13 (%65) hastanın TLS’na girdiği saptandı. Ancak prephase tedavi öncesi değerler temel alındığında hastaların

sadece 2’si (%10)’unda TLS saptandığı, sadece laboratuvar üst limit değerlerine göre değerlendirildiğinde sadece 1’inde (%5) TLS saptandı.

TARTIŞMA: 20 olguluk serimizde prephase tedavi sonrası Cairo-Bishop sınıflamasına göre hastaların %65’inde TLS gelişti, ancak laboratuvar üst limitlere göre hastaların %5’inde TLS gelişti. Prephase tedavi yüksek tümör yükü ve/veya yüksek

proliferasyon hızı nedeniyle TLS riski yüksek olgularda kontrollü bir tümör hücre

yıkımının sağlandığı saptandı. TLS riski yüksek olgularda prephase tedavi ile tümör yükünün kontrollü azaltılması sonrasında geleneksel sitotoksik tedavinin daha emin koşullarda verilebilmesi prephase tedavinin önemli bir geçiş tedavisi olduğunu göstermiştir.

Anahtar Kelimeler: Lenfoma, prephase tedavi, tümör lizis sendromu

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Şekil 1: Prephase tedavi öncesinde, bitişinde ve kemoterapi sonrası dönemde hastaların ortalama LDH düzeyleri.

Tablo 1:Prephase tedavi verilen hastaların karakteristik özellikleri

No

% No

%

Yaş(yıl) LDH

<60 10

50

<245 1 5

≥60 10

50

≥245 19

95

Cinsiyet IPI skoru

Erkek 13

65

≤3 4 20

Kadın 7 35

≥4 16

80

Tanı Evre

DBBHL 16

80

II-III 5 25

PTHL 4 20

IV 15

75

B semptom

TLS riski

Var 18

90

Orta 6 30

Yok 2 10

Yüksek 14

70

Ki67 Kİ dışında ekstranodal tutulum

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

<70 5 25

Var 2 10

≥70 1

5

7

5 Yok

1

3

6

5

AuthorToEditor: Çalışmada isimleri bulunan tüm yazarlar Dr. İbrahim Türker Araştırma Ödülleri adaylığına onay vermiştir.

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

P-034

ALK pozitif bir skuamöz hücreli akciğer karsinomalı

hastada krizotinib'e yanıt:Olgu sunumu

Arif Hakan Önder, Erkan Kayi̇kçi ̇oğlu, Ali̇ Murat Tatli̇, Banu Öztürk

Arif Hakan Önder GİRİŞ-AMAÇ: Akciğer kanseri, tüm dünyada kanseri ilişkili ölümlerin önde gelen nedenidir. ALK tirozin kinaz inhibitörü olan Crizotinib, ALK-pozitif akciğer adenokarsinomalarında (ADC'ler) etkileyici tek ajanın aktivitesini zaten göstermiştir.

ADC'lerde, crizotinibe karşı objektif cevap oranı yaklaşık% 60'dır ve medyan progresyonsuz sağkalım yaklaşık 10 aydır.Günümüzde SCC hastalarının düşük bir yüzdesi ALK inhibitörünün etkinlik çalışmalarına alındığı için bu tedavinin squamoz hücreli akciğer kanserli hastalarda ki etkinliği net bilinmemektedir. Bizde ALK testi

yapılmış ve crizotinib tedavisi başlanmış Squamoz hücreli akciğer kanserli olgumuzu burada sunmak istedik.OLGU: 46 yaşında erkek hasta. 12.04.2016’da onkoloji

polikliniğine başvurdu. Bilinen öz ve soygeçmisinde özellik olmayan hasta 50 paket/yıl sigara içimi öyküsü mevcut olup nefes darlığı şikayetiyle gittiği dış merkezde çekilen Akciğer Grafisinde plevral effüzyon ve şüpheli opasite görülmesi üzerine üst merkeze refere edilmiş. Yüksek olasılıklı malignite şüphesiyle göğüs hastalıkları kliniğinde 11.03.2016’da PET-CT çekilen hastada; Akciğerde multpl tutulumlar, Sol plevral effüzyonda tutulum, Meidastinal LAP’lar,İnterkostal LAP’lar, Retrokrural LAP’lar ve multpl kemik metastazları saptanması üzerine onkoloji

polikliniğine refere edilmişti. Hastanı kabulünde P.S.:1 olup soolunum sesleri bilateral azlmış olarak bulundu. Hızla akciğere yönelik tanı amaçlı wedge bx yaptırılan hastanı 08.04.2016’da kötü diferansiye squamoz hücreli akciğer karsinomu ve malign plevral effüzyon olarak raporlandı. 13.04.2016’da Metastazik Squamoz Hücreli Akciğer Kanseri olarak kabul edilerek 1. Kür Cisplatin+Dosataksel KT’si başlandı. 6 kür kemoterapi sonrası mediastinel LAP’larında gerileme diğer lezyonalrı stabil izlenen hastaya idame tek ajan dosataksel kemoterapisyle devam edildi. Takiplerinde

random olarak ilerde tedavi planı açısından 09.11.2016’da driver mutasyonu tetkikleri istendi. Anaplastic lymphoma kinase (ALK) füzyon onkoogeni pozitif olarak raporlandı. Hastanı 3 kür idame Dosataksel Kemoterapsi sonrası yapılan 27.11.2016 PET-CT’sinde; Sağ akciğer üst lob nodüllerde ve Sağ Akciğer alt lob plevral tutulumunda progresyon diğer bölge tuutlumlarında stabil olan hastaya 29.11.2016’da Crizotinib tedavisi başlandı. Hasta Crizotinib tedavisi altında 9 aylık

sürede klinik ve radyolojik olarak stabil, yan etki görülmeksizin izlenmektedir.

SONUÇ: Özetle SCC hastalarda düşük de olsa EML4-ALK translokasyonu bulunabilmektedir. ALK testi daha çok kadın,genç ve sigara içmeyen hastalarda

pozitif çıkma olasılığı yüksek olsa da başlangıç tedavisine yanıt alınamayan bizim vakamızda olduğu gibi genç,sigara kullanan hastalarda da pozitif çıkabileceği akılda tutulmalıdır. Bu nedenle SCC li olup başlangıç kemoterapisine yanıt alınamayan

hastalarda ALK testi yapılarak Crizotinib tedavisi başlanması, Metastazlı Squamoz Akciğer kanserli vakalarda uzun progresyonsuz sağ kalım sağlayabileceği düşüncesindeyiz. Anahtar Kelimeler: Squamoz, ALK,Sigara,Yanıt

Ulusal İmmunoterapi ve Onkoloji Kongresi - 25-29 Ekim 2017, Antalya

Crizotinib sonrası PET

crizotinib yanıt sonrası

AuthorToEditor: pet görüntülerini bir dosya şeklinde toplayamdım ama öncesi sonrası görüntüleri posterde sunacağım