balzac tours papazi - foruq.com

43
BALZAC TOURS PAPAZI ÖNSÖZ TOURS PAPAZI'NIN ÇEVİRİSİ KONUSUNDA BİR İKİ SÖZ "Tours Papazı", Balzac'ın doğduğu kentte geçen, görünüşte sıradan, tekdüze bir konudur. Birçok romanında olduğu gibi, bize dar, karanlık bir çerçevenin içinden, insan ruhu denen uçsuz bucaksız okyanusu kimi zaman durgun, uyuyan, kimi zaman tatlı bir meltemle ürperip bürümcüklenen, çoğu zaman da homurtulu fırtınalarla kudurup köpüren "engin deniz"i seyrettiren bu yapıtta Balzac, papazlarla, evlenmeyen ve yaşı geçerek kocayan (Cousine Bette yüzlü) "kız kurusu" tipini ele almaktadır. Klasikler dizisi için kararlaşmış yapıtlardan birini çevirmek dileğiyle Milli Eğitim Bakanlığı'na başvurduğumda, Georges Sand'dan Daudet'den romanlar çevirmeye istekli olmuştum. "Tours Papazı"nın çevirisini üstlenince de, doğrusu, bu karara önce pek sevinmemiştim. Balzac'a özgü olan anlatım hokkabazlıklarını, o uzun, -nerdeyse bir sayfa süren- tümceleri Türkçeye olduğu gibi aktarabilmek zorluğundan başka, bu yapıtta, üstelik, karşılıkları bulunmaz birtakım papaz ve kilise terimleri vardı. "Tours Papazı"nın gücü, özellikle karmaşık tümce kuruluşlarındaki hünere ve beceriye dayandığı için, bunları bölmeden, uzunluklarını olduğu gibi koruyarak dilimize aktarmak zorluğu başta geliyor; sonra da, Türkçede yer etmemiş bir sürü kilise terimine, papaz rütbesine, açık ve kısa karşılıklar bulmak gerekiyordu. Birinci zorluğun çözümü, çeviride gösterilecek yeteneğe, Türkçe karşılıkları seçişteki titizliğe, kısaca söylemek gerekirse, yazara duyulacak saygı duygusuna bağlıydı. Bir çevirmen için gerekli olan bu özelliklere ne dereceye kadar yaklaştığımı söylemek bana düşmezse de, şuncasını açıklamadan geçemeyeceğim: Bir tümcenin üzerinde, -abartısız- bir saat çalıştığım zamanlar olmuştur. Bu tür bir çalışma biçimiyl e de, günde, sürekli yedi saat uğraşma sonunda, ortaya ancak iki sayfanın çevirisi çıkabilmiştir. İkinci zorluğun çözümüne, yani kilise terimlerine gelince: Ayaspaşa'daki Jésuite (Cizvit) Kilisesi ileri gelenleriyle, Kadıköy Saint-Joseph Lisesi frèreleriyle, yine Kadıköy Ermeni Kilisesi başpapazıyla görüşüp danıştım. Bu girişimlerimden büyük bir sonuç alamayınca, Fransızca'da tek bir sözcükle anlatılan kimi kilise terimlerine, Türkçe'de, -biraz uzuna, tanımlamaya kaçsa da- üç beş sözcüklük karşılıklar bulmak, açıkçası bağlamlarından yardım ummak zorunda kaldım. Başka türlü yapmaya olanak yoktu sanıyorum. Şunu da söyleyebilirim ki, "Tours Papazı"nın Türkçesi, şimdiye dek çevirdiğim -hem de iki üç katı uzunluktaki- yapıtlardan daha yorucu, daha üzücü bir emek harcamama yol açtı. Ortaya, kusursuz diyemezsek de, az kusurlu bir Balzac çevirisi çıktıysa; gençliğe, yapıtın aslıyla Türkçesini karşılaştırmak hevesini duyuracak değerde bir çeviri verebildikse, gösterdiğimiz çabanın titiz karşılığını bol bol almış, tatmış sayılabiliriz. Mebrure ALEVOK BALZAC'IN YAŞAMINA KISA BİR BAKIŞ

Upload: others

Post on 20-Oct-2021

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

BALZAC

TOURS PAPAZI

ÖNSÖZ

TOURS PAPAZI'NIN ÇEVİRİSİ KONUSUNDA

BİR İKİ SÖZ

"Tours Papazı", Balzac'ın doğduğu kentte geçen, görünüşte sıradan, tekdüze bir konudur. Birçok

romanında olduğu gibi, bize dar, karanlık bir çerçevenin içinden, insan ruhu denen uçsuz bucaksız

okyanusu kimi zaman durgun, uyuyan, kimi zaman tatlı bir meltemle ürperip bürümcüklenen, çoğu

zaman da homurtulu fırtınalarla kudurup köpüren "engin deniz"i seyrettiren bu yapıtta Balzac,

papazlarla, evlenmeyen ve yaşı geçerek kocayan (Cousine Bette yüzlü) "kız kurusu" tipini ele almaktadır.

Klasikler dizisi için kararlaşmış yapıtlardan birini çevirmek dileğiyle Milli Eğitim Bakanlığı'na

başvurduğumda, Georges Sand'dan Daudet'den romanlar çevirmeye istekli olmuştum.

"Tours Papazı"nın çevirisini üstlenince de, doğrusu, bu karara önce pek sevinmemiştim. Balzac'a özgü

olan anlatım hokkabazlıklarını, o uzun, -nerdeyse bir sayfa süren- tümceleri Türkçeye olduğu gibi

aktarabilmek zorluğundan başka, bu yapıtta, üstelik, karşılıkları bulunmaz birtakım papaz ve kilise

terimleri vardı.

"Tours Papazı"nın gücü, özellikle karmaşık tümce kuruluşlarındaki hünere ve beceriye dayandığı için,

bunları bölmeden, uzunluklarını olduğu gibi koruyarak dilimize aktarmak zorluğu başta geliyor; sonra

da, Türkçede yer etmemiş bir sürü kilise terimine, papaz rütbesine, açık ve kısa karşılıklar bulmak

gerekiyordu.

Birinci zorluğun çözümü, çeviride gösterilecek yeteneğe, Türkçe karşılıkları seçişteki titizliğe, kısaca

söylemek gerekirse, yazara duyulacak saygı duygusuna bağlıydı.

Bir çevirmen için gerekli olan bu özelliklere ne dereceye kadar yaklaştığımı söylemek bana düşmezse

de, şuncasını açıklamadan geçemeyeceğim:

Bir tümcenin üzerinde, -abartısız- bir saat çalıştığım zamanlar olmuştur. Bu tür bir çalışma biçimiyle de,

günde, sürekli yedi saat uğraşma sonunda, ortaya ancak iki sayfanın çevirisi çıkabilmiştir.

İkinci zorluğun çözümüne, yani kilise terimlerine gelince: Ayaspaşa'daki Jésuite (Cizvit) Kilisesi ileri

gelenleriyle, Kadıköy Saint-Joseph Lisesi frèreleriyle, yine Kadıköy Ermeni Kilisesi başpapazıyla görüşüp

danıştım.

Bu girişimlerimden büyük bir sonuç alamayınca, Fransızca'da tek bir sözcükle anlatılan kimi kilise

terimlerine, Türkçe'de, -biraz uzuna, tanımlamaya kaçsa da- üç beş sözcüklük karşılıklar bulmak,

açıkçası bağlamlarından yardım ummak zorunda kaldım. Başka türlü yapmaya olanak yoktu sanıyorum.

Şunu da söyleyebilirim ki, "Tours Papazı"nın Türkçesi, şimdiye dek çevirdiğim -hem de iki üç katı

uzunluktaki- yapıtlardan daha yorucu, daha üzücü bir emek harcamama yol açtı.

Ortaya, kusursuz diyemezsek de, az kusurlu bir Balzac çevirisi çıktıysa; gençliğe, yapıtın aslıyla

Türkçesini karşılaştırmak hevesini duyuracak değerde bir çeviri verebildikse, gösterdiğimiz çabanın titiz

karşılığını bol bol almış, tatmış sayılabiliriz.

Mebrure ALEVOK

BALZAC'IN YAŞAMINA KISA BİR BAKIŞ

Page 2: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Honoré de Balzac, 20 Mayıs 1799'da Tours kentinde doğdu; 1850'de, elli bir yaşındayken Paris'te öldü.

Büyükbabası Balssa adında Tarnlı bir çiftçi, babası (elli yaşındayken kendisinden otuz iki yaş küçük bir

kızla evlenmiş) görgülü, çalışkan bir adliyeci, annesi de Parisli, soylu, hırçın, kavgacı, alıngan ve aynı

zamanda mistik ruhlu bir kadındı.

Balzac iç sıkıcı bir çevrede büyüdü. 22 Haziran 1807'de, sekiz yaşındayken girdiği, Vendôme'da

Papazların yönetimindeki bir kolejde on dört yaşına dek okuyan Balzac, sıkınıtılı, tatsız bir okul yaşamı

geçirdi. Çocuk ruhuna derinden derine acısı işlemiş bu içezici günlerin izini, kimi yapıtlarında, özellikle

"Vâdideki Zambak"ta görüyoruz.

Balzac, bu ilk öğrenim döneminde pek çalışkan bir çocuk değildi. Dersleriyle uğraşacak yerde, sürekli

kitap okurdu. Doğuştan güçlü düşlemgücüne, böylelikle, daha engin ufuklar açmış oldu.

Babasının zoruyla Paris'te hukuk öğrenimine ve bir noter yanında çalışmaya başlayan Balzac, kendisini

hiç benimsemediği bu yazmanlık işine değil de, kafasında kaynaşıp duran büyük ve bambaşka hülyalara

vermişti.

Yaşamının bu döneminde onu anlayan tek insan, sık sık mektuplaştıkları kızkardeşi Laure'du. 1816'da,

yani on yedi buçuk yaşında, Sorbonne derslerini izlemeye başlayıp, 1819'da hukukun ikinci sınıfını

bitirerek noterlik yapma hakkını kazandı. Yine babasının zoruyla, az kalsın noter olacaktı da. Ama içinde

yanan ateş, ona yürüyeceği asıl büyük yolu; tırmanacağı, günün birinde de doruğuna ulaşacağı yüce

dağı gösteriyordu... Böylece yazı yaşamına ilk adımı attı; ama babasıyla da bozuştu. Bununla birlikte bir

süre sonra, babasından, Balzac'ın yazı alanında iki yıllık bir deneme yapmasına izin çıktı.

Lesdiguières sokağı 9 numarada, yıllığı altmış franga, kışın dondurma kutusuna, yazın fırına dönen

küçük, tamtakır bir tavanarası odasında durup dinlenmeden çalışan ve yazan Balzac; aç kaldı,

yakacaksız kaldı, yine de yılmak bilmedi. Bütün bu sıkıntılar, hele ilk doğan yapıtların değersizliği bile,

ruhundaki o sanat ve deha müjdeleyici meşalenin alevini söndürmedi; tersine coşturmaya,

güçlendirmeye yaradı.

Balzac, önündeki ulu onur dağının yalçın, çetin kayalarıyla cenkleştiği bu "ilk tırmanma döneminde"

dahi, tepeye varacağına inanıyordu.

"Yaşamda en büyük isteğim ünlü olmak, zengin olmak ve sevilmek..." diyen yazar, üne kolay

kavuşamayınca, para yapabilmek hevesine düşüp ticarete atıldı. Tanınmış kimi kalem üstatlarının

yapıtlarını bastırmak üzere, bir basımcıyla ortak oldu. İyi yürümeyen bu basımevi işi, yazara zarar,

üzüntü ve yüz bin franklık bir borçtan başka bir şey getirmedi.

Borcun yalnızca faizlerini ödeyebilmek, bir yandan da geçinmek için, yılda on bin frank kazanmak

zorundaydı. Bu uğurda ölesiye çalışması, günde on iki saat, durmaksızın yazması gerekiyordu!

Yazar iri yapılı, ateşli, coşkun yaratılışlı bir insandı. İçindeki duygu çağlayanını, söyleşiler,

mektuplaşmalar, ziyaretler, serüvenler, eğlencelerle taşırmak, harcamak gereksinmesinde bir varlıktı.

Parayı severdi, ama paranın sıcak yüzünü, deste deste istiflenmesini sevmek değildi bu; güzel yaşamayı,

çalımlı, gösterişli bir ömür sürmeyi sevdiği için bol kazançlar ister dururdu. Alacaklıların elinden

kurtulamadığı dönemlerde, gücünü aşan tasarılar kurar, Polonya'nın ormanlarını, Sardunya'nın

madenlerini işletmeye kalkışır; böylelikle de milyonların akın edeceğini umardı... Milyonlar gelmeyince,

bir zaman için bezen Balzac, hemen yine başını doğrultur, "Bir savaş alanındaki komutan gibiyim ben;

bu çarpışmayı yitirdik; iş ötekini kazanmakta!" derdi. "Napolyon'un kılıç gücüyle yapamadığını ben

kalemimle başaracağım," diye yazar, mektuplarından kimilerine "Bu benim Marengo meydan savaşım!

Ya da Champaubert savaşım!" gibi tümceler sıkıştırırdı.

Bu denli büyük bir amaca ulaşmak için de, hiçbir eziyetten, yorgunluktan kaçınmaz, kendisini "yazın'ın

pranga cezasına", "kalemle mürekkebin kürek mahkûmluğuna" uğratırdı.

1834'te Madam de Girardin'e şu satırları yazmıştı:

"Hocam, üstadım dediğiniz insan, köledir... siz saat altıda, süslü zarif yuvanızda bir bir mumları yakar,

zekânızın ışıklarını çevreye büsbütün saçarken, bu köle, bu tutsak, yatağa giriyor... sonra da gece yarısı

kalkıp, on iki saat sürecek bir çalışmaya koyuluyor..."

Yapıtlarını yetiştiredururken, altı hafta, kimi zaman iki ay pancurlarını, perdelerini kapatır; dört mumun

ışığında, sırtında papaz cüppesine benzeyen beyaz bir entari, hiç ara vermeksizin, on sekiz saat çalışırdı.

Uzun uzun düşünüp tasarladığı bir roman konusunu, çalakalem kâğıdın üstüne döker, sonra

Page 3: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

basımevinden düzeltiler gelince baştan başa değiştirir, bozar, çizer, türlü ekler yapar, dizgicileri çileden

çıkarırdı.

Yetmiş iki saatte yazdığı "Köy Hekimi", yazarı altmış gece süren bir düzelti işine girişmek zorunda

bırakmıştı. Romanın yayımından sonra da, her baskısında yeni yeni değişiklikler yapıp dururdu.

Evet, ün ve servet için çalışırdı; ama, aslında bütün bu çabaları çalışma zevki uğruna gösterirdi.

Borç derdi yüzünden zengin olma umudunu yitirmişti; ancak başka bir ülküsüne, ünlü olma amacına

kavuştu.

1829'da, o zamana dek kullanmamış olduğu kendi adıyla, "Les Chouans" (Şu anlar) adlı tarihsel

romanıyla ün kalesine saldırdı. Bu yapıt, "İnsanlık Güldürüsü"nün ilk cildi olacaktır. Ama yazarın

kafasında, henüz "İnsanlık Güldürüsü" diye bir "roman senfonisi" yaratma düşüncesi yoktur.

Aynı yıl içinde çıkan "Physiologie du Mariage" ile yazarın imzası büsbütün tanınmaya başladı. Bundan

sonra da Balzac, artık yirmi yıllık yazı yaşamının hiçbir yılını verimsiz bırakmamak üzere, ölene dek,

soluk almadan çalışacak, yayımcılara, gazetelere yazı yetiştirecektir.

İlk yapıtlardan sonra, daha kapsamlı bir plan üstünde yürüdü. Yaşadığı çağın "toplumsal roman tipini"

kurdu. Sanki Flaubertlere, Goncourtlara, Daudetlere, Zola ve Maupassantlara yolu, çığırı açtı. Araştırma

ve gözlem alanını gittikçe genişletti. Romanlarında yarattığı insanları ve bunlara uyacak adları bulmak

için Paris'i, taşrayı dolaştı, her türlü çevreye girdi çıktı.

1844'te bütün yapıtlarını İNSANLIK KOMEDYASI adı altında toplamaya karar verdiği zaman "Peau de

chagrin", "Médecin de campagne" (Köy Hekimi) ve "Eugénie Grandet" adlı ölmez romanlarından

birkaçını yazmış bulunuyordu. Bir de, "Revue Parisienne" adlı bir dergi çıkarmıştı.

Birçoklarının ileri sürdüğü gibi, şu güzel İNSANLIK KOMEDYASI başlığını ona, Dante'nin Tanrısal

Komedyası'yla ilgili yorum ve anılarla 1841'de İtalya'dan dönen dostu Marki de Belloy mu

esinlendirmişti? Olabilir. Nitekim, Balzac 1842'den 1846 yılına dek, on altı cilt tutan İNSANLIK

KOMEDYASI'nı yayımlamaya başladı. Bunlar ona yetmiyordu. 1845'te, kimi basılmış, kimi henüz taslak

ve düşünce halinde, ama aynı diziye, o görkemli ruh senfonisine sokmak istediği 143 yapıtın

kataloğunu yazıp hazırladı. Ne yazık ki bunların hepsini yazmaya ömrü yetmedi.

Balzac'ın yaşamının aşk ve serüven yönü de epey canlı geçti. İlk büyük sevgiyi, Vâdideki Zambak'a

yansıyan madam de Berny'ye karşı duydu. 1832'de Kontes Hanska adlı, soylu bir Polonyalı kadınla

mektuplaşmaya başladı ve bu gönül oyunundan Balzac'ın en büyük aşkı doğdu. Sevgilisiyle buluşmak

üzere İsviçre'ye, Viyana'ya, Roma'ya, Saint-Petersburg'a, Kiev'e "aşk kaçamakları" yaptı. Yıllarca sevdiği,

günün birinde de evlenmeyi düşündüğü Kontes'e layık bir yaşam kurabilmek için, üstelik eskisinden

çok çalıştı, düşleminde can bulan gelecekteki yuvasına, bu gezilerinde bir sürü güzel şey satın aldı.

İnsan gücünü aşan bir çalışmayla borçlarından da kurtuldu. Yalnızca, başkaları onun sayesinde, ceplerini

bol bol şişirdikleri halde, Balzac hiçbir zaman zengin olamadı.

Kontes'in kocası ölünce, yine epey üzüntülü beklemelerden sonra, ancak 14 Mart 1850'de, onunla

evlenebildi. Çok geçmeden de, 18 Ağustos 1850'de, ecel, Balzac denen koca meşaleyi söndürüverdi.

"Balzac güneşi"nin de tutularak karanlıklarda kaldığı, bu "dev" yazarın da türlü dokundurmalara,

yergilere uğradığı zamanlar oldu.

Bu değerbilmezlik döneminde, "Balzac biçemci değildir. Dili düğüm düğüm, dolaşık bir biçime

sokuyor..." denerek iyilikbilmez bir eleştiri akımı başgöstermişse de ona bir tanrı gibi tapanlar da

olmuştur. Bugünse, artık zaman yargısını vermiş, bu savaştan, "tanrı"nın ölmez, silinmez zaferiyle

çıkılmıştır.

Vikont de Lovenjoul, sonra da Marcel Bouteron gibi, yaşamlarını Balzac dinine vermiş adlar sayabiliriz.

Dünyanın bir ucunda, Uruguay'da, Santiago Gastaldi adında, yazın meraklısı ve Balzac tutkunu bir

insan; Montevideo'daki evini Balzac müzesi haline getirmiştir. Konferansları ve incelemeleriyle "tanrıyı"

Latin Amerika'ya öyle sevdirmiştir ki, uyandırdığı bu sevgi dalgası artık Avrupa'yı da yeniden sarsmıştır.

Bugün yazın dünyasında, Balzac'la ilgili olayları, haberleri, yazar için yazılmış kitapları, romanlarından

çekilen filmleri, New York'taki bir gece toplantısına çağrılılardan her birinin İNSANLIK KOMEDYASI

kahramanlarının kılığına bürünüp gelişlerini bildiren; "Peau de Chagrin", "Albay Chabert" gibi yapıtların

eski bir baskısının, filan arttırmada kaç paraya kadar yükseldiğini müjdeleyen "Balzakçılar Postası" diye

aylık bir dergi bile vardır.

Page 4: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

"Balzac Severler Derneği'nin" genel sekreteri mösyö Léon Gédéon, şimdi de, Balzac tarikatçılarının

önünde yeni bir sancakla yürüyor.

Yazarın yüzüncü ölüm yılının, yüz ellinci doğum yılının dönüm tarihi yaklaştığı şu günlerde, 20 Mayıs

1949'dan 18 Ağustos 1950'ye dek sürecek zaman aralığına "Balzac yılı" adının verilmesini öneriyor!

Ölmezliğe erişmiş büyük yazar için duyulan bütün bu duyguların en güzel yanı da şu:

Balzac müritlerinin hiçbiri kişisel bir amaç peşinde değil; yapılanlar, yazılanlar, söylenenler yalnızca

ruhsal bir zevk için.

Mebrure Alevok

İstanbul,1949

YAPITLARI

"İnsanlık Güldürüsü" üç büyük bölümden oluşur:

I. Etudes de Moeurs- Töre İncelemeleri.

II. Etudes Philosophiques - Felsefe İncelemeleri.

III. Etudes Analytiques - Çözümsel İncelemeler.

I. TÖRE İNCELEMELERİ. (Altı altbölüme ayrılır:)

1. Scénes de la Vie Privèe - Özel Yaşamdan Sahneler.

2. Scénes de la Vie de Province - Taşra Yaşamından

Sahneler.

3. Scénes de la Vie Parisienne - Paris Yaşamından

Sahneler.

4. Scénes de la Vie Politique - Siyaset Yaşamından

Sahneler.

5. Scénes de la Vie Militaire - Askerlik Yaşamından

Sahneler.

6. Scénes de la Vie de Campagne - Köy Yaşamından

Sahneler.

1. Özel Yaşamdan Sahneler (I. ciltten IV. cilde dek)

La maison du chat qui pelote - Top Oynayan Kedi Mağazası - Türkçesi: Necdet Bingöl.

Le Bal de Sceaux - Sceaux'da Verilen Balo.

Mèmoires des deux jeunes mariées - İki Yeni Gelinin Anıları - Türkçesi: N. Ataç.

La Bourse - Borsa.

Modeste Mignon - Türkçesi: O. Rifat.

Un début dans la vie - Yaşama Bir Başlangıç.

Albert Savarus.

La Vendetta - Kan Davası - Türkçesi: N. Ataç.

Une double famille - Çifte Aile.

La Paix du ménage - Evlilik Yaşamında Dinginlik.

Madame Firmiani.

Etude de Femme - Kadınlar Üzerine.

La fausse maîtresse - Sahte Metres.

Une fille d'Eve - Bir Havva Kızı.

Le colonel Chabert - Albay Chabert - Türkçesi: Yaşar Nabi Nayır.

Le message - İleti (Mesaj, Haber)

Page 5: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

La Grenadière.

La Femme abandonnée - Bırakılmış Kadın.

Honorine.

Beatrix.

Gobseck - Tefeci Gobseck - Türkçesi: V. Günyol.

La femme de trente ans - Otuz Yaşındaki Kadın - Türkçesi: M. Urgan (MEB); Cemil Meriç (Arif Bolat

Kitabevi)

Le père Goriot - Goriot Baba - Türkçesi: Nahit Sırrı Örik.

Pierre Grassou.

La Messe de L'Athée - Dinsiz Kadının Ayini.

L'Interdiction - Yasak.

Le Contrat de Mariage - Evlilik Sözleşmesi.

Autres etudes de femmes - Yine Kadınlar Üzerine.

2. Taşra Yaşamından Sahneler

(V. ciltten VIII. cilde dek)

La Lys dans la Vallée - Vadideki Zambak- Türkçesi: N. S. Örik (MEB); Cevdet Perin (Remzi Kitabevi)

Ursule Mirouet.

Eugenie Grandet - Türkçesi: Nasuhi Baydar.

Les Célibataires - Bekârlar. Bu bölüm üç kitaptan oluşur:

Pierrette.

Le Curé de Tours - Tours Papazı - Türkçesi: Mebrure Alevok.

Un ménage de garçon en Province - Taşrada Bir Bekâr Evi.

Les Parisiens en Province - Taşrada Parisliler. Bu bölüm iki kitaptan oluşur:

L'Illustre Gaudissart.

La Muse du département.

La Femme supérieure - Üstün Kadın.

Les Rivalités - Bu bölüm üç kitaptan oluşacaktı; ama yazar yalnız üçüncüsünü yazmıştır:

La vieille fille - Kız Kurusu.

Les provinciaux a Paris - Taşralılar Paris'te - Yazar, iki kitaptan oluşturmayı tasarladığı bu bölümün

yalnızca birincisini yazmıştır:

Le cabinet des antiques.

Illusions perdues - Kaybolan Hayaller - Bu bölüm üç kitaptan oluşmaktadır.

Les Deux poétes.

Un grand homme à Paris.

Les souffrances de l'inventeur.

3. Paris Yaşamından Sahneler

(IX. ciltten XII. cilde dek)

Histoire des Treize - On Üçlerin Öyküsü - Bu bölüm üç kitaptan oluşmaktadır:

Ferragus - Çeviren: Cemil Meriç.

La Duchesse de Langenis - Langenis Düşesi - Çeviren: Cemil Meriç.

La Fille aux yeux d'or - Altın Gözlü Kız - Çeviren: Cemil Meriç.

Les Employés - Memurlar

Sarrasine - Arap Kızı

César Birotteau - Çeviren: Cevdet Perin.

La Maison Nucingen.

Facino Cane.

Les secrets de la Princesse de Cadignan - Prenses Cadignan'ın Gizleri.

Page 6: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Splendeurs et Misères des courtisanes - Kibar Fahişelerin Görkemi ve Sefaleti - Bu bölüm dört kitaptan

oluşmaktadır:

Comment aiment les filles - Orospular Nasıl Sever.

A combien l'amour revient aux vieillards - Aşk Yaşlılara Kaça Mal Olur.

Ou menent les mauvais chemins - Kötü Yollar İnsanı Nereye Götürür.

La derniere incarnation de Vautrin - Vautrin'in Son Dirilişi.

Un Prince de la Bohème - Çingenelerin Bir Prensi.

Les Comèdiens sans le savoir - Bilgisiz Komedyenler.

Echantillons de causeries françaises - Fransız Söyleşilerinin Örnekleri.

Les petits bourgeois - Küçük Kentsoylular.

Envers de l'histoire contemporaine - Çağdaş Tarihin İç Yüzü.

4. Siyaset yaşamından sahneler

(XII. ciltten XV. cilde dek)

Un épisode sous la Terreur.

Une Ténébreuse Affaire - Gizemli Bir Olay.

Député d'Arcis.

Z. Marcas.

5. Askerlik Yaşamından Sahneler

(XVI. ciltten XIX. cilde dek)

Les Chouans.

Une Passion dans le désert.

6. Köy yaşamından sahneler:

Les Paysans - Köylüler.

Le médecin de campagne - Köy Hekimi - Çeviren: N. Baydar.

Le Curé de Village - Köy Papazı.

II. FELSEFE İNCELEMELERİ

(XX. ciltten XXIV. cilde dek)

La Peau de chagrin - Tılsımlı Deri - Çeviren: Hamdi Varoğlu.

Jésus-Christ en Flandre.

Melmoth réconcilié.

Massimilia Doni.

Le Chef-d'oeuvre inconnu - Bilinmeyen Şaheser: Çeviren N. S. Örik.

Mahvolan Şaheser - Çeviren: Adnan Benk.

Gambara.

La recherche de l'absolu - Mutlak Peşinde - Çevirenler: O. Rifat - S. Rifat.

L'enfant maudit.

Adieu - Hoşçakal.

Les Marana.

Le Réquisitionnaire - Kur'a Askeri - Çeviren: Adnan Benk.

El Verdugo.

Un drame au bord de la mer - Deniz Kıyısında Bir Dram.

Maitre Cornélius - Cornélius'un Elmasları - Çeviren: Cevdet Perin.

III. ÇÖZÜMSEL İNCELEMELER

(Bu bölümde bir tek yapıt vardır:)

Page 7: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Physiologie du mariage - Evliliğin Fizyolojisi

TOURS PAPAZI

(Le Curé de Tours)

1826 güzünün başlarında, bu öykünün başlıca kahramanı rahip Birotteau, akşam konukluğuna gittiği

evden dönüşte, hiç ummadığı bir sağanağa tutuluverdi. Bu yüzden de, Tours kentindeki Saint Gatien

Kilisesi baş kısmının (1) arkasına düşen le Cloître (2) adlı küçük, ıssız alanı, şişmanlığının izin verdiği

ölçüde hızla geçiyordu.

Kısa boylu, bodur yapılı, yapı bakımından inme inmesine elverişli, aşağı yukarı altmış yaşlarında olan

papaz Birotteau, zaten birçok kez yeğin nikris nöbetlerine tutulmuştu. Babacan rahibi, yaşamın birçok

küçük çilesi arasında en çok yıldıran şey, iri gümüş kancalı pabuçlarının ansızın ıslanıp, tabanlarının

sular içinde kalıvermesiydi. Din adamlarında görülen o can kaygısıyla, her zaman ayaklarına -sanki sarıp

sarmalarcasına- geçirdiği konçlu, içi fanilalı lastiklere karşın yine de biraz nem alır; ertesi günü de nikris,

inadından hiç şaşmaksızın ortaya çıkıp ona bağlılığının bir iki belirtisini gösterirdi. Böyle olmakla

birlikte, Cloître'ın kaldırımı her zaman kuru kaldığı ve rahip Birotteau, madam de Listomère'in evinde

oynanan whistte (3) üç gümüş parayla on metelik kazandığı için, yağmurun adamakıllı yağmaya

başladığı Archevêche (4) alanının ortasından beri "bu rahmet"e boyuneğmeyle katlandı. Zaten şu

dakika pek tatlı düşlere; artık on iki yılı bulmuş bir isteğe, bir papaz dileğine dalmıştı! Her akşam

yeniden tasarlanıp düşlenen bir isteğe belki de şu sıralar kavuşulacak, erişilecek gibi görünüyordu;

sözün kısası, "gelecekte elde etmesi olası, bir sürü vakıf gelirleri ve türlü rahatlıkları olan Piskopos

danışmanlığı"nın kukuletesine düşleminde öyle güzel bürünüp sarınmıştı ki, havanın kötülüğünü

hemen hemen hiç duyumsamıyordu. Akşam konukluğuna gittiği Madam de Listomère'de öteden beri

toplanmak alışkanlığında olanlar, ona, Saint-Gatien Kilisesi'nin "Başpiskoposluk Dinsel Meclis"inde şu

aralık açık bulunan "piskopos danışmanı papazlık"a yükselmesi ve atanması kesinmiş, olacak bir işmiş

gibi göstermişler; onca zamandır çiğnenen, yadsınmaz haklarıyla, artık bu yere hiç kimsenin kendisi

kadar layık olmadığını kanıtlamışlardı. Oyunda ütülmüş rakibi rahip Poirel'in, piskopos danışmanlığına

yükseldiğini öğrenmiş olsaydı, adamcağız elbette o sıra yağmuru pek soğuk bulurdu. Belki ömrün

böylesine atar tutardı da. Ama, sevinçli etki ve duygulanımlarla, insanın her şeyi unuttuğu o az görülür

yaşam cilvelerinden birine uğramıştı. İvedi ivedi yürürken, kendi istemi dışında, sanki makinemsi bir

devinime uyuyor; -bir dönemin, bir insan sınıfının göreneklerini ve yaşadıklarını anlatan öykülerde çok

önemli olan doğruluk tutumu şunu da söylemeyi gerektiriyor ki,- ne sağanağı, ne de nikrisi

düşünüyordu.

Bir zamanlar Cloître'da, Grand' Rue yönüne düşen yerde bir duvar bölmesiyle kuşatılarak birleşik

duruma getirilmiş, içinde "Dinsel Meclis" üyesi kimi kodamanların oturduğu, Katedral (5) malı birkaç ev

vardı. Din adamları topluluğunun mülklerinin satışa çıkarılışından beri, kent, bu evleri ayıran geçidi

Psalette adı verilen ve Cloître'dan Grand' Rue'ye geçmeye yarayan bir sokak durumuna getirdi. Bu ad

(6), bir zamanlar orada okullarıyla birlikte kilise okuyucularının başöğretmeni papazın ve onun buyruğu

altındaki insanların bulunmuş olduğunu yeterince belirtiyor. Bu sokağın sol yanını tek bir ev

kaplamaktadır; bir ev ki, küçük daracık bahçesine sanki temel kakmış olan Saint Gatien Katedrali'nin

kemerli payandaları, yer yer duvarlarını da yarıp geçmekte, insanı "Acaba koca kilise bu antika evden

önce mi, sonra mı yapılmış" diye kuşkuya düşürmektedir. Ama, bu evin pencerelerinin biçimini, dıştaki

oymaları, kapı kemerini, zamanla kararmış dış yüzünü inceleyen bir arkeolog, yani bir eski yapıtlar

bilgini, onun şu kaynaşıp kenetlendiği olağanüstü anıta öteden beri ait olan bir parça olduğunu görür.

Tours'da (Tours ki, Fransa'nın yazınsal işlerle en az ilgilenmiş bir kentidir) bir antika uzmanı bulunsaydı,

Cloître Alanı'na giren geçitte bile, bir zamanlar kilise emektarlarının evlerinin alay kapısı olmuş ve

katedral yapısının genel görünüşüne uygun olması gereken kemerden arta kalma bazı izler bulup

seçebilirdi. Saint Gatien'in kuzeyine düşen bu ev hep loşluklar içinde; üzerine yılların kara harmaniyesini

attığı, kırışıklarını bastığı, nemli soğuğunu, yosunlarını, boy salmış otlarını saçtığı bu büyük kiliseden

çöken gölgeler içinde kalır. Hem de bu yapıyı her zaman derin bir sessizlik sarmaktadır; yalnızca ara sıra

çanların gürültüsü, kilise duvarlarını aşıp geçen ayin ezgileri ya da çan kulelerinin tepesinde yuva

Page 8: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

kurmuş alacakargaların çığlıklarıyla bozulan bir sessizlik... Kentin bu noktası sanki bir taş çölüdür;

kendisine özgü bir ağırbaşlılığa bürünmüş öyle ıssız bir yalnızlık köşesidir ki, burada ancak, tam

anlamıyla "hiçliğe" yuvarlanmış ya da şaşılacak bir ruh gücü taşıyan insanlar yaşayabilir. Sözünü

ettiğimiz evde, öteden beri hep papazlar otururdu, sahibi de Matmazel Gamard adında bir "kız

kurusu"ydu.

Matmazel Gamard'ın babası, bu yapıyı "terör dönemi"nde (7), ulustan "sızdırma" yoluyla ele geçirdiyse

de, yaşlı kız burada yirmi yıldır papazları oturttuğu için düzeltim ve yeniden canlandırma dönemi olan

Restorasyon Hükümeti sırasında da dini bütün, sofu bir kadının ulusal mallardan sayılan bir yeri elde

tutmasını kimse hor görmeye kalkışmıyordu. Belki de din adamlarının, Matmazel Gamard'ın vasiyet

edip bu yapıyı Dinsel Meclis'e bırakmak niyetinde olduğu gibi bir kuruntuları vardı; dünyadan el etek

çekmemiş olanlar da, böylelikle evin ilerde ne olacağı konusunda pek farklı düşünmüyorlardı.

Rahip Birotteau, işte iki yıldır oturduğu bu eve doğru gidiyordu. Bu dairesi, tıpkı şimdi bütün emel ve

isteklerinin yöneldiği geliri olan, rahatçacık Danışman Papazlığı gibi, on iki yıldır içi titreyerek istediği bir

şey, ömrünün "hoc erat in votis"iydi (8). Matmazel Gamard'ın pansiyoneri olmak, Piskopos

Danışmanlığı rütbesine ulaşmak, yaşamının en büyük iki sorunu durumunu almıştı. Hoş, belki de sorun

durumunu alan bu iki amaç, kendisini sonsuza doğru yolculuğa çıkmış sayarak, şu ölümlü dünyada

güzel bir konut, iyi bir sofra, temiz giysiler, gümüş kancalı pabuçlar, yani hayvansal gereksinmelere

yetecek şeylerle, bir de gururunu ve onurunu; söylenenlere bakılırsa ölümden sonra bile yakamızı

bırakmayacak, erenler arasında da sanlar ve rütbeler olduğuna göre Tanrı'nın huzuruna çıktığımızda

dahi peşimizden ayrılmayacak o tanımlanamaz duyguyu tatmin için de onurlu, geliri olan, rahat bir

konumdan başkaca dileği olmayacak bir papazın tutkusunu tümüyle özetlemektedir. Ama rahip

Birotteau'nun artık kavuştuğu bu daireyi hırsla ve şiddetle istemesi; dünyayla ilgisini kesmemiş

insanların gözünde küçümsenecek olan bu duygu, bir zamanlar bizim papaz için, başlı başına bir tutku,

engellerle dolu, en suçlu tutkular gibi umutlar, zevkler, azaplarla dolu bir tutkuya dönüşmüştü. Evinin iç

bölümlenmesi ve sığışma olanağı, Matmazel Gamard'a iki pansiyonerden çoğunu almaya olanak

vermemişti. Papaz Birotteau'nun bu kız kurusuna kiracı olabilmek mutluluğuna erdiği günden aşağı

yukarı on iki yıl önce, matmazel cenapları, Rahip Troubert Efendi'yle Rahip Chapeloud Efendi'ye kanat

germek görevini almış bulunuyordu.

O sırada Rahip Troubert yaşıyordu. Rahip Chapeloud rahmetli olmuş, Birotteau da hemen onun

dünyalık yerine geçmişti.

Bu ölümlü dünyadayken Saint Gatien'in piskopos danışmanlığını yapan, toprağı bol olası rahip

Chapeloud, rahip Birotteau'nun yakın dostuydu. Bizim yardımcı papaz, dostu piskopos danışmanının

yanına her girişinde, bıkmaz usanmaz, hep bu daireye, eşyalara, kitaplığa imrenirdi. Günün birinde, bu

imrenme ve hayranlıktan bütün bu güzel şeylere sahip olma hırsı doğdu. Rahip Birotteau, içindeki bu

isteği boğamaz, susturamaz duruma geldi; üstelik bu gizli ama gittikçe artan mal hırsını, ancak en aziz

dostunun ölümüyle tatmin edebileceğini düşündükçe de büyük bir acı çekiyordu. Rahip Chapeloud ile

"can dostu" Birotteau, zengin değildiler. Köy çocuğu olan bu iki papazın da, rahiplere verilen küçücük

aylıklardan başka gelirleri yoktu; zar zor biriktirdikleri birkaç para da devrimin o kötü zamanlarını

geçirebilmek uğrunda harcandı. Napoleon, Katolik mezhebini yeniden kurup eski durumuna getirince,

rahip Chapeloud, Saint-Gatien'in piskopos danışmanlığına, Birotteau da katedralin yardımcı papazlığına

atandı. İşte o zaman Chapeloud, Matmazel Gamard'ın evine pansiyoner olarak girdi. Birotteau,

piskopos danışmanı papaz dostunu yeni evinde ziyarete geldiğinde, bu katın oda düzenini pek güzel

buldu; ama başka bir şey görmedi. Bu eşya tutkunluğunun ilk belirtileri, köklü, gerçek bir tutkunun

başlangıcına benzedi; o derin duygu ki, kimi zaman genç bir erkekte, sonradan hep seveceği kadına

karşı duyulmuş soğuk bir hayranlıktan doğar.

Taş bir merdivenden çıkarak girilen bu kat, evin güneye bakan bölümüne düşüyordu. Sokak üstündeki

asıl yapının yer katında, öteki kiracı papaz Troubert; birinci katında da Matmazel Gamard oturuyordu.

Chapeloud kendi bölüğüne ayak bastığı zaman, odalar bomboş, tavanlar da dumandan kararmış bir

durumdaydı. Epey biçimsiz olan taş şöminelerin pervazları, hiç boya yüzü görmemişti. Piskopos

danışmanı papaz efendi, önce buraya, sözde eşya diye topu topu bir karyola, bir masa, birkaç

iskemleyle elindeki üç beş kitabı koydu.

Page 9: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Koca daire, çullar, paçavralar içindeki güzel bir kadına benziyordu. Ama iki üç yıl sonra, yaşlı bir hatun,

rahip Chapeloud'ya iki bin frank vasiyet edip göçünce, adamcağız bu parayla, Kara Çete'nin (9)

parçalayıp yıktığı bir şatodan düşme ve sanat tutkunlarının hayranlığını çekecek oyma, kabartma

süsleriyle gerçekten göz çelen, meşe bir kitaplığı satın aldı. Rahibin bunu satın almasının nedeni,

kitaplığın ucuzluğundan çok, ölçü olarak, galeri adını verdikleri dehlizimsi odanın eninin uzunluğuna

tam tamamına uygun düşmesiydi.

Bunun üstüne, kendi parasından artırıp biriktirebilmiş olduğu toplam da, o zamana dek bomboş,

yüzüstü bırakılmış olan galeriyi baştan başa onarımdan geçirebilmesini sağladı. Parkesi güzelce ovuldu,

tavan badana edildi, tahta kaplamalar meşenin rengine, budak yerlerine özenen bir biçimde boyandı.

Mermerden yapılmış yeni bir şömine eskisinin yerine kondu. Piskopos danışmanı papaz efendi,

cevizden yapılmış, oymalı ve kabartmalı eski koltuklar arayıp bulacak denli de zevk olgunluğu gösterdi.

Sonra, abanozdan uzun bir masayla iki Boule (10) mobilyası da, galeriye özellikli ve ağırbaşlı bir

görünüm verme işini tamamladılar. Aradan iki yıl geçince, bazı dini bütünlerin eliaçıklıkları ve günah

çıkarıp tövbe etmeye taşınmış sofu kadıncağızların (ufak tefek de olsa) birtakım vasiyetleri, bir zamanlar

boş duran kitaplık raflarını, cilt cilt kitaplarla doldurdu.

Sonunda Chapeloud'nun bir amcası (eski vaizlerden bir papaz) ona "Kilisenin Babaları" adlı

koleksiyonuyla, bir kilise emektarı için değerli sayılan daha birçok başka güzel yapıt bıraktı. Bir zamanlar

tamtakır duran bu galerinin üst üste süren değişiklikleri karşısında gün geçtikçe büsbütün şaşalayan

Birotteau, elinde olmayan bir imreniş duydu; bu imreniş, giderek hırslı bir isteğe dönüştü. Kilise

emektarlarının ağırbaşlılıklarına ve ciddiliklerine pek yakışan bu odaya sahip olmak tutkusuna kapıldı.

Bu tutku günden güne arttı. Şu gönül dinlendirici yerde, sabahtan akşamlara dek çalışmakla görevli

olan papaz yardımcısı, önceleri odaların bölünüş biçimindeki uygunluğa, güzelliğe hayran kaldıktan

sonra, bu kez de burada kavuşulan sessizlik ve dinginliğin tadını almaya, tiryakisi olmaya başladı.

Sonraki yıllarda, Rahip Chapeloud, küçük odayı, dini bütün "hatun kişilerin" güzelleştirmek merakına

düştükleri bir dua hücresi biçimine soktu. Daha sonraları, bir "hanım kadın", piskopos danışmanı papaz

efendinin odası için, uzun zaman, hem de ona hiç haber vermeden, bu nazik ve terbiyeli adamın gözü

önünde, kendi elceğiziyle işlediği halı taklidi kanaviçe kaplı bir eşya parçasını armağan etti. O zaman,

yatak odası da galeri gibi, papaz yardımcısının gözlerini kamaştırdı. Sonunda, rahip Chapeloud,

ölmeden üç yıl önce, salonu da döşeyip süsleyerek, oturduğu katın güzel, rahatçacık halini tamamlamış

oldu. Yalnızca kırmızı Utrecht kadifesi (11) kaplanmış olmasına karşın, Birotteau bu mobilyaya da

gönlünü kaptırdı. Piskopos danışmanı papaz efendinin "can dostu", yeni boyanmış bu geniş odayı

süsleyen kırmızı ipek perdeleri, akaju eşyaları, Aubosson halısını gördüğü günden beri, Chapeloud'un

dairesi, zavallı için, gizli bir takanak, delice bir tutkuyla düşünülen, bir an bile akıldan çıkarılamayan tek

ve inatçı bir konu durumunu aldı. Orada yaşamak; piskopos danışmanının yattığı koca ipek perdeli

karyolada yatmak; Chapeloud'ya nasip olduğu gibi, dört bir yanında insanı tiryakisi kılan bütün

rahatlıkları bulmak, Birotteau'nun gözünde eksiksiz bir mutluluk olarak tütmeye başladı: Bundan üstün,

bundan aşkın birşey göremiyordu. Başka erkeklerin yüreğinde, dünya nimetlerinin yarattığı bütün

hırslar, bütün yeğin istekler; papaz Birotteau'da, rahip Chapeloud'nun "kendi sevgili canı" için kurup

oluşturduğu eve benzer bir yere sahip olmak uğruna beslenen gizli, derin duygunun içinde toplandı.

Dostu hastalandığında, evine candan bir sevginin etkisiyle geliyordu, ama piskopos danışmanının

keyifsizliğini öğrendiğinde ya da yanıbaşında oturup ona arkadaşlık ederken, elinde olmadan, ruhunun

ta derinliklerinden, hep en sıradan biçimi "Chapeloud ölüverse, şu kat benim olurdu" düşüncesiyle

özetlenebilecek olan bin türlü düşünce yükseliyordu. Bununla, birlikte, Birotteau'nun çok iyi bir yüreği,

dar bir görüşü, bönce bir kafası olduğu için, işi, arkadaşının kitaplığını, eşyalarını kendisine bıraktırma

yollarını tasarlamaya değin vardırmıyordu.

Nefsine düşkün, ince davranışlı, zarif, geniş yürekli bir adam olan papaz Chapeloud, arkadaşının

tutkusunu sezmişti; aslında bu sezilmeyecek gibi de değildi. Üstelik onu içinden bağışlamış, hoş

görmüştü; bu her papazın gösterebileceği bir tepki değildi. Ama, dostluk duygusu hiç değişmeyen

papaz yardımcısı da, her Tanrının günü, arkadaşıyla birlikte aynı "Mail de Tours" yolunda, hem de yirmi

yıldır bu gezintiye verdiği zamanı bir an bile yanındakinin başına kakmadan gezinme alışkanlığını elden

bırakmamıştı. Elinde olmadan, isteklerini birer suç sayan Birotteau, pişmanlıkla karışık bir hüznün

etkisiyle, sanki suçunu bağışlatmak gereksinmesiyle, rahip Chapeloud uğruna en büyük özverileri

Page 10: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

yapabilirdi. Öteki de bu denli saflıkla içten olan "kardeşçe dostluğa" karşı duyduğu gönül borcunu,

ölümünden birkaç gün önce kendisine Quotidienne gazetesini okuyan papazcığa, "Bu kez dairem artık

senin olacak. Benim için her şeyin bittiğini duyumsuyorum," diyerek ödedi.

Rahip Chapeloud, gerçekten de kitaplığını ve bütün eşyasını, vasiyet ederek Birotteau'ya bıraktı. Bu

denli tutkuyla istediği bu şeylere sahip olmak ve Matmazel Gamard'ın yanına pansiyoner girmek

umudu, Birotteau'nun, piskopos danışmanı dostunun ölümü yüzünden duyduğu acıya epey merhem

oldu. Belki onu diriltmezdi, ama arkasından göz yaşı döktü. Birkaç gün boyunca, Gargantua'ya (12)

döndü; Pantagruel dünyaya gelirken karısı ölen, oğlunun doğmasına mı sevineceğini, yoksa cancağızı

Badbec'i gömdüğüne mi yanacağını bilemeyen ve yanlışlıkla karısının ölümüne bayram edip,

Pantagruel'in dünyaya gelişine ilençler yağdıran Gargantua'ya döndü. Rahip Birotteau, yasının ilk

günlerini, ne yazık ki notaya alınmamış bir edayla "Zavallı Chapeloud!" diye diye, kendi kitaplığındaki

kitapları incelemek, kendi eşyalarını kullanmak ve onlara dokunmakla geçirdi. Sözün kısası, sevinci ve

üzüntüsü zamanını ve kafasını öylesine almıştı ki, rahmetli Chapeloud'dan boşalan piskopos

danışmanlığına onun ardılı olarak kendisinin atanacağını ummuş olan Birotteau, o göreve bir

başkasının geçirildiğini öğrenince, hiçbir üzüntü duymadı. Matmazel Gamard, papaz yardımcısını

pansiyoner olarak sevinerek evine soktuğu için de, adamcağız o gün bugündür, rahmetli dostunun

ballandıra ballandıra anlatmış olduğu dünyasal ve bedensel yaşam mutluluklarının hepsine karışıp,

hepsinden pay alıyordu. Sayılmakla bitmez nimetler! Toprağı bol olası Chapeloud'nun anlattıklarına

göre, Tours'da yaşayan papazların hiçbiri, başpiskopos efendi de içlerinde olmak üzere hiçbiri,

Matmazel Gamard'ın iki kiracısına bol bol gösterdiği zarif, ince, dikkatli özeni görmezlerdi. Mail yolunda

gezerlerken, piskopos danışmanının arkadaşına söylediği ilk sözcükler, hemen hep biraz önce atıştırmış

olduğu nefis yemeklerin ayrıntılarıyla ilgili olur ve haftanın yedi gezintisinde de, hiç değilse on dört kez,

"Bu kutlu hatunda, kiliseye hizmet aşkı, kesinlikle bir hidayet-i Rabbaniyedir!" demediği pek az

görülürdü.

Rahip Chapeloud, Birotteau'ya:

- Düşünsenize bir kez, derdi, aralıksız tam on iki yıl, sakız gibi çamaşır, apak ayin giysisi, ak harmaniye,

ak yaka; hiçbiri, hiçbir zaman eksik olmadı. Her şeyimi yerli yerinde, yeterince, üstelik susam çiçeği

kokuları içinde buluyorum. Eşyalarım ovulup parlatılıyor; her zaman öyle güzel bakılıyor ki, artık

yıllardır, toz denen şeyi bilmez oldum. Evimde tozun zerresini görüyor musunuz? Dahası var, seçtiği

odun bile iyi türden, en ufak ayrıntıya dek her şey pek iyi; kısacası, Matmazel Gamard'ın bir gözü sanki

hep benim odamda. Şu on yıl içinde, herhangi bir şey istemek için çıngırağa iki kez uzandığımı

anımsamıyorum. İşte yaşamak diye buna derler! Hiçbir şeyi, terliklerini bile aramak zorunda kalmamak.

Her zaman alev alev bir ocak, nefis bir sofra. Örneğin odamdaki körüğe sinirleniyordum; tık nefes mi

olmuştu nedir; soluğu iyi işlemiyordu; iki kez yakınmaya kalmadı. Bir kez söylemek yetti efendim, yetti;

hemen ertesi gün hatuncağız bana pek güzel bir körükle, hani ateş karıştırırken elimde

görmüşsünüzdür, işte o maşayı verdi.

Birotteau'nun ağzından, yanıt ola ola:

- Susam çiçeği kokuları içinde! tümcesi çıkardı. Bu "susam kokuları içinde" sözü, onu hep etkilerdi.

Piskopos danışmanının sözleri; derli toplu olmamak yüzünden ak yakalarını, ak ayin giysisini bulup bir

araya getirene dek başı dönen, çoğu zaman yemeğini ısmarlamayı unutan zavallı papaz yardımcısı için,

akıllara sığmaz, sanki düşlemsel bir mutluluğu açığa vururdu. Bundan dolayı da, kilisede yardım toplar

ya da dua okurken, Matmazel Gamard'ı gördü mü, kadına, ancak azizelerden Sainte Thèrèse'in

gökyüzüne dikebileceği denli sevecen, iyilik dolu bir bakışla bakmaktan asla geri kalmazdı.

Her yaratılmışın dilediği ve kendisinin de ne çok düşlemini kurduğu rahatlık ve mutluluğa böylece

kavuşmak nasip olduğu halde; herkes için, bir papaz için bile "tutturup dert edilecek bir şey" olmaksızın

yaşamak zor geldiğinden, rahip Birotteau da doyurulmuş olan iki tutkusunun yerini, piskopos

danışmanlığına yükselmek isteğiyle doldurmuştu. "Piskopos danışmanı papazlık konumu", onun

gözünde, halk sınıfından bir bakan için senato üyeliği neyse, öyle bir durum almıştı. Bu nedenle de,

gözünde tüten yere en sonunda atanması olasılığı ve biraz önce Madam de Listomère'in evinde

belirtilen umutlar kafacağızını öyle bir döndürmüştü ki, şemsiyesini unutmuş olduğunu ancak evine

vardığı zaman anımsadı. Çarşamba akşamlarını salonunda geçirdiği Madam de Listomère'in, bu kibar

ve yaşlı hanımefendinin konuklarından, atanma konusunda işittiği bütün güzel şeyleri için için yineleme

Page 11: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

zevkine o denli dalmıştı ki, o dakika yağmur pek artmamış olsa, olasılıkla bunu anımsamayacaktı bile.

Papaz yardımcısı, sanki hizmetçi kadına, bekletilmemesini söylemek ister gibi, hızla çıngırağı çaldı.

Sonra da elinden geldiğince az ıslanmak için, kapının köşesine büzüldü; ama damdan süzülen sular,

tersliğe bakın ki, tam pabuçlarının burnuna aktı, rüzgâr da zaman zaman, (duş altındaki durumu

oldukça anımsatan bir biçimde) esintili yağmur püskürtülerini üzerine doğru savurdu. Mutfaktan

çıkmak ve gelip kapının altındaki ipi çekmek için yetecek zamanı hesapladıktan sonra, ortalığı çıngır

çıngır, pek anlamlı kaçan sürekli sesler bürüyecek biçimde, çıngırağı bir daha çaldı. İçerden ses seda

duyulmayınca, kendi kendisine, "Evden çıkmış olamazlar ya!" dedi. Kapıyı üçüncü kez, yeniden çalmaya

başladı. Çıngıraktan, evin içinde çın çın öten; koca kilisenin duvarlarında yankılanan o denli sert ve acı

sesler yükseldi ki, bu allak bullak edici gürültüden, uyanmamak olanaksızdı. Nitekim bir iki saniye sonra,

doğrusu öfke karışık bir sevinçle, hizmetçinin küçük taşlıkta tıkırdayan nalınlarını duydu. Hoş, ayakları

nikrisli adamcağızın çektiği bu eziyet, yine de umduğu gibi çabuk bitmedi. Marianne yalnızca ipe

asılacak yerde, koca anahtarla kapının kilidini açmak, sürgüleri çekmek zorunda kaldı.

Kadına:

- Bu havada, nasıl olur da bana üç kez kapı çaldırırsınız? dedi.

- Öyle ama efendim, kapının kilitli olduğunu görüyorsunuz. Herkes çoktan yattı, saat handiyse on biri

çalacak. Belki matmazel de sokağa çıkmadınız diye düşünmüş olacak.

- Ya siz, siz benim dışarı çıktığımı pekâlâ gördünüz! Zaten her çarşamba, Madam de Listomère'e

gittiğimi matmazel de bilir.

Marianne, bir yandan kapıyı kaparken:

- Vallahi, matmazel ne buyruk verdiyse, onu yaptım efendim, dedi.

Bu sözler, Rahip Birotteau'ya, biraz önceki güzel düşlemlerin verdiği eksiksiz mutluluk üstüne, büsbütün

dokunaklı kaçtı. Sustu; her zamanki yerine konmuş olduğunu düşündüğü şamdanını almak üzere

Marianne'ın peşi sıra mutfağa girecek yerde, Marianne rahip efendiyi dairesine doğru yürüttü ve

papazcağız şamdanını, orada, kırmızı salonun kapısı önünde, rahmetli piskopos danışmanının büyük bir

câmekanla ayırtıp kapatarak küçük bir bekleme odası biçimine soktuğu merdiven sahanlığında, bir

masanın üstünde durduğunu gördü. Şaşkınlıktan dili tutulmuş durumda, çabucak odasına girdi; ocakta

ateş görmeyince, henüz aşağı inmemiş olan Marianne'a seslendi.

- Ateş yakmadınız mı kuzum?

Kadın:

- Kusura bakmayın rahip efendi. Sönmüş olacak, diye karşılık verdi.

Birotteau yine ocağın içine baktı, ateşe sabahtan beri ilişilmemiş olduğunu gördü.

- Ayaklarımı kurutmak istiyorum, ateş yakın, dedi.

Marianne bu buyruğa, uymak isteğinde olan bir insanın zoraki çabukluğuyla boyun eğdi. Papaz efendi

de, bir zamanlar çevrildikleri yerde, karyola önündeki halının ortasında bulamadığı terliklerini ararken,

bir yandan da kafasında, Marianne'ın giyimiyle ilgili olarak, "öyle, kadının ileri sürdüğü gibi, yataktan

çıkmış olamayacağı" kesin sonucuna varan düşünceler döneniyordu. O zaman, on sekiz aydır, yaşamını

tatlı bir biçime sokmuş olan bütün ufak tefek özenlerden, şöyle böyle on beş günden beri yoksun

bırakıldığını anımsadı. Kafalarını büyük konularda işletemeyen insanların yaratılışı, en küçük ayrıntıları

sezmeye yatkın olduğu için de, herhangi bir kimsenin gözünden kaçıp gidecek, ama onun gözünde

önemli olan dört olay konusunda, birdenbire, pek derin düşüncelere daldı. Terliklerin unutulmasında,

Marianne'ın ateş için kıvırdığı yalanda, şamdanın hiç de alışılmış değilken ara odanın masasına

götürülüp konmasında, şakır şakır yağmur altında kapı önünde bekletilmesi için kurulan düzende,

kuşku yok ki, mutluluğunun kökten, temelden yok olup gitmesi söz konusuydu.

Ocakta alevler parlayınca, gece lambası yakılınca ve Marianne bir zamanlar yaptığı gibi, "Başka bir

buyruğunuz var mı efendim?" diye sormadan çekilip gidince, rahip Birotteau, rahmetli dostunun yüksek

arkalıklı geniş koltuğuna usulca kendini bırakıverdi; ama, bu düşercesine oturuşta, üzünçlü bir durum

vardı. Adamcağıza, birtakım öncü duyguların etkisi altında, ürkünç bir yıkımın korkusu çökmüştü.

Gözlerini birinden ötekine çevirerek, güzel duvar saatine, konsola, koltuklara, perdelere, halılara, kumaş

geçme tavanının ön bölümü aşağı doğru eğimli, dört yanı perdeli, etekli karyolaya, kutsanmış suyun

durduğu süslü kaba, üstünde Mesih gerili çarmıha, Valentin'in fırçasından çıkma Meryem'e, Lebrun'ün

yapıtı İsa tablosuna, sözün kısası bu odanın nesi var nesi yoksa hepsine, bir bir baktı; sonra da

Page 12: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

yüzündeki anlatım; bir âşığın ilk sevgilisine ya da yaşlı birinin dikmiş olduğu son ağaçlara içi yana yana

veda ederken duyabileceği acıyı açığa vurdu.

Papaz yardımcısı, Matmazel Gamard'ın, yapmaya şöyle böyle üç aydır başladığı ve kötü niyetle

yapıldıklarını, zeki ve açıkgöz bir insanın kendisinden çok daha önce sezebileceği o gizli, o için için

eziyetlerin, cefaların belirtilerini, doğrusu biraz geç, ama artık adamakıllı anlamaya başladı. Evlenmeden

kocamış "kız kurularının" hepsinde de kin duygusundan esinlenerek yaptıkları ve söyledikleri şeyleri

daha etkili kılma konusunda bambaşka bir hüner yok mudur? Kediler gibi tırmık atarlar. Üstelik yalnızca

yaralamakla kalmaz, yaralamaktan ve ellerine düşmüş zavallıya, "Oh, seni yaraladım ya!" demekten haz

duyarlar. Dünya işlerine alışkın bir erkeğin, kendisine ikinci tırmığı attırmayacağı bir konuda, babacan

Birotteau'nun, ortada kötü bir niyet olacağını anlayana dek, suratına birkaç pençe yemesi gerekliydi.

Durum bu kerteye gelir gelmez de, rahip Birotteau, günah çıkarılan kuytu hücrelerin dibinde vicdanlara

yol göstermeye, hiçten şeyleri derinden derine eşeleyip kazmaya alışmış papazların gitgide edindikleri

inceden inceye araştırıcılık anlayışı ve becerisiyle, sanki ortada dinsel bir "tartışma" varmış gibi, şöyle bir

önermeye ulaştı: "Matmazel Gamard'ın, Madam de Listomère'de toplandığımızı anımsamadığını ve

Marianne'ın ocağı yakmayı unutmuş olduğunu düşünsek, o saate dek eve dönmüş olduğumu sandılar

desek dahi, şamdanımı!!! bu sabah aşağıya kendim indirdiğime göre, Matmazel Gamard'ın bunu

salonunda gördüğü halde, beni yatmış sanabilmesi olanak dışıdır. İmdi (13), Matmazel Gamard beni

yağmurun altında kapıda bırakmak istedi; şamdanımı kendi katıma göndermekle de bana şunu

bildirmek istedi..."Gerekli nedenlerin önemi ve tehlikesiyle" coşarak yüksek sesle, "Neyi?" dedi; bir

yandan da ıslak giysilerini çıkarmak, robdöşambrını giymek, başına gece takkesini geçirmek için ayağa

kalktı. Bunun üstüne, el kol devinimleri yaparak, her biri sanki ünlem imlerinin yerini tutmak ister gibi

inceye kaçan seslerle bitip türlü ses perdelerine bürünen şu aşağıdaki tümceleri fırlatarak,

karyolasından şömineye yürüdü:

- Tövbeler olsun Tanrım, bu kadına ne yaptım ben? Zoru nedir? Marianne ateş yakmayı unutmuş

olamaz! Yakma diye uyaran kendisidir! Takındığı tavırlardan, benimle konuşurken sesinin aldığı acayip

tondan, matmazel cenaplarına karşı bir kusur işlemek yıkımına uğradığımı anlamamak için, çocuk

olmalı! Chapeloud'nun başına, asla bu türlü bir şey gelmedi! Böyle eziyet ve sıkıntı içinde yaşamama

olanak kalmayacak... Hem de bu yaşta...

Nice zaman özlemini çektikten sonra, iki yıl kadar da tadını çıkardığı bir mutluluğu, artık bir daha ele

geçmemecesine yıkıp yok etmekte olan kinin nedenini ertesi sabah açıklayıp aydınlatabilmek umuduyla

yatağa girdi. Ne yazık! Matmazel Gamard'ın kiracısı için beslemekte olduğu duygunun gizli etkenleri,

zavallı için sonsuza dek bilinemeyecekti; bunun nedenini de, böyle bir durumu anlamanın zorluğunda

değil; yalnızca umarsız adamın, kararlılık ve duyarlık sahibi olanlarla, kurnazlıktan yana şeytana taş

çıkarır türünden insanların kendi içgüdülerine karşı koymayı ve davranışlarını mantıklı bir akıl

yürütmeden geçirmeyi bilmelerine yarayan o "kendine güven" denen duygudan yoksun bulunuşunda

aramak gerekirdi. Yalnızca, zekâdan yana deha derecesine varan bir insanla dolap çevirmeyi iş edinmiş

bir kimsedir ki, kendi kendine, "Kusur bende," demesini bilir. İnsanoğlunun doğru, vicdanlı öğüt

vericileri, yalnızca çıkarla kararlılıktır. İmdi, Rahip Birotteau'ya; yürek temizliğini ve saflığı budalalığa

vardıran, eğitimi öğretimi ancak sürekli ve zorlu çalışmalarla sanki "altı başka üstü kaplama" türünden

edinmiş olan, dünya işleri bakımından kör acemi denecek denli deneyimsiz bulunan, kentin kız yatılı

okullarıyla, kendisini beğenen birkaç soylu ruhlu kadının günah çıkarma papazlığını yaptığı için, ömrü

dua kürsüsüyle günah çıkarma hücresi arasında mekik dokumak, en basit şeylerden de doğsa, "vicdan

sorunlarını" çözümleyeceğim diye uğraşıp paralanmakla geçen rahip Birotteau'ya; tıpkı toplumsal

davranış ve ilişkilerin önemli bir bölümüne yabancı kalmış koca bir çocuk gözüyle de bakılabilirdi.

Yalnızca, insanoğullarının hepsinde görülen o doğa vergisi bencillik, papaz takımına özgü ve taşra

kentlerinde sürülen yaşamın yarattığı bencillikle de güç bulup artan "bu can benim canımdır,"

duygusu, onun benliğinde kendisi farkına varmadan, belli belirsiz gelişip büyümüştü. Biri çıkıp da ona

yaşayışının pek küçük ayrıntısı, yaşamının en önemsiz görevleri arasında, meslek edinmiş olduğunu

sandığı o özverili olma duygusundan tümüyle yoksun bulunduğunu kanıtlamak için, papaz

yardımcısının ruhunu didikleyip araştıracak denli bir ilgi duymuş olsaydı, kesindir ki Birotteau da tam bir

inançla kendini cezalandırır, tövbenin en acı verici biçimlerine katlanmaktan kaçınmazdı. Ama,

bilmeden ya da fark etmeden kırdığımız, gücendirdiğimiz kimseler, bu işteki suçsuzluğumuzu pek öyle

Page 13: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

hesaba katmazlar, öç almak isterler, üstelik bunun yolunu da bilirler. Nitekim, ne denli güçsüz olursa

olsun, bizim Birotteau da, hani kimi budalalarca yaşamın çileleri diye adlandırılan karar ve yargılarının

yerine getirilmesini dünyaya yükleyerek yürüyüp giden o denli kısmet dağıtıcı ve Adaletli Feleğin

yazdıklarını çekmeye mahkûm edildi.

Rahmetli rahip Chapeloud ile papaz yardımcısının arasında şu fark vardı ki, biri, zeki, usta bir bencil;

ötekiyse özü sözü bir, beceriksiz bir bencildi. Rahip Capeloud, Matmazel Gamard'ın yanına pansiyoner

olarak girdiği zaman, ev sahibesinin huyu suyu konusunda, dosdoğru bir akıl yürütmesini bilmişti.

Günah çıkartma hücresi ona, toplumsal yaşam dışında kalma yıkımının, kocayıp gitmiş bir kız

kurusunun yüreğine nasıl buruk bir acı çökerttiğini öğretmişti; bu sayede de, Matmazel Gamard'ın

evinde nasıl davranacağını akıllıca hesaplayarak belirledi. O zaman, ancak otuz sekiz yaşında bulunan

ev sahibesinin, bu gibi içten pazarlıklı insanlarda zamanla dehşet verici bir "kendisini beğenmezlik"e

dönen kimi düşünceleri ve "hüsnü kuruntuları" vardı. Piskopos danışmanı, Matmazel Gamard'la hoş

geçinmek için ona hep aynı ilgileri, aynı gurur okşayıcı pohpohlama siyasetini göstermek, "kusursuz ve

yanlışsız" olma bakımından Papa hazretlerinden daha ileri olmak gerektiğini anladı. Böyle bir sonucu

elde etmek için de, ev sahibesiyle kendi arasında, azı çoğu olmamak üzere, ancak inceliğin gerektirdiği

ve aynı çatı altında yaşayanlar arasında ister istemez ortaya çıkan ilişki sınırlarından başka bir şeyin yer

almasına meydan vermedi. Nitekim kendisi de, Rahip Troubert gibi günde düzenli olarak üç öğün

yediği halde, Matmazel Gamard'ı yatağına bir fincan kremalı kahve yollamaya alıştırarak, ortak

kahvaltıyı paylaşma konusunda kendini tuttu. Sonra, ikindi üstü konukluğuna gittiği evlerde, her akşam

çay sofrasına konarak, akşam yemeği derdinden de kurtulmuştu. Böylece, ev sahibesini koca gün

içinde, öğle yemeği zamanı dışında seyrek olarak görüyor; ama, her zaman kararlaşmış bulunan saatten

birkaç saniye önce geliyordu.

Bu sözüm ona nazik ziyaret anı süresince, Matmazel Gamard cenaplarına, çatısı altında yaşamış olduğu

on iki yıl boyunca, ondan da aynı yanıtları alarak hep aynı soruları sormuştu. Bu gündelik konuşmanın

bütün konusu; Matmazel Gamard'ın geceleyin nasıl uyuduğu, nasıl kahvaltı ettiği, ufak tefek ev işleri,

sağlığı, havanın durumu, ayinlerin ne kadar sürdüğü, dua sırasında geçen küçük olaylar, filan ve falanca

rahibin sağlık ya da keyifsizlik haberiydi. Sofra başında da, bir balığın özelliğinden, yemek üstüne

dökülü terbiyenin ya da salçanın seçimindeki doğruluktan başlayıp Matmazel Gamard'ın iyi huylarına,

ev kadınlığındaki artamlarına geçerek, açıktan açığa değil de dolambaçlı bir yol tutturan

pohpohlamalara girişirdi.

Reçellerinin, hıyar turşularının, konservelerinin, hamur işlerinin, mideyle ilgili daha ince başka icatların

yapılış ya da hazırlanışındaki sanatı bol bol övmekle, kocamış kızın bütün gurur duygularını okşadığına

emindi. Sözün kısası, piskopos danışmanı sanını taşıyan bu kurnazlık oyuncusu, ev sahibesinin

salonundan, Tours kentinin hiçbir evinde, o sıralar tadının keyfine vardığı bu kahve kadar iyisinin ve

güzelinin içilmediğini söylemeden, kesinlikle dışarı çıkmamıştı. Matmazel Gamard'ın ahlakı konusunda

gösterilen bu üstün anlayış gücü ve piskopos danışmanı tarafından on iki yıl boyunca iş güç edinilen bu

yaşam bilimi sayesinde, aralarında hiçbir zaman tartışma konusu yaratacak en ufak bir "iç disiplin

sorunu" olmadı.

Rahip Chapeloud, her şeyden önce bu kız kurusundaki (çarpmaya, değmeye gelmez) köşeleri,

yalçınlıkları, sertlikleri tanıladı ve varlıklarının arasındaki kaçınılmaz ilişki çizgisini, yaşamının dinginliği,

mutluluğu için gerekli olan ayrıcalıkları kadının elinden kolayca koparabilecek bir biçimde hesaplayıp

çizdi. Öyle ki, üstelik Matmazel Gamard cenapları, Rahip Chapeloud'nun çok nazik, terbiyeli, son derece

kolay geçinilir, uysal ve pek zeki bir insan olduğunu söylerdi. Öteki kiracısı rahip Troubert'e gelince,

dindar kadın, onun hakkında hiçbir şey demezdi. Bir uydunun bağlı olduğu gezegenin çekim alanı

içinde kalışı gibi, yaşamının davranış biçimine tümüyle uyup gitmiş bulunan Troubert, onun gözünde,

insan türüyle köpek türü arasında bir yerde olan bir yaratık gibiydi sanki; ev sahibesinin yüreğindeki

yeri, dostlara ayrılmış olan yerin altında, kadının gerçekten içli bir sevecenlikle sevdiği, yassı ve kara

burunlu, tüysüz, tıknefes, koca köpeğin tuttuğu yerden hemen önce gelen bir yerdeydi. Adamı tümüyle

avucunun içine almıştı ve türleri değişik çıkarların iç içe karışıp kaynaşması öyle göze batar bir duruma

gelmişti ki, Matmazel Gamard'la ahbap geçinenlerden birçoğu, Rahip Troubert Efendi'nin kocamış kızın

parasına puluna göz diktiğini, sürekli bir sabır siyaseti güderek hiç sezdirmeden onu kendisine

bağladığını, yaşlı matmazeli dilediği yolda yürütme konusunda en ufak bir isteğini açığa vurmadan,

Page 14: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

sanki kadına hep kendisi boyun eğiyormuş gibi görünerek, onu daha ustalıkla kullanıp yönettiğini

düşünüyorlardı.

Rahip Chapeloud ölünce, yumuşak başlı, kendi halinde bir kiracı isteyen kız kurusunun aklına, doğallıkla

papaz yardımcısı geldi. Henüz zamanı dolup piskopos danışmanının vasiyetnamesi öğrenilmişti ki,

Matmazel Gamard hemen "bodrum katında oturmasını" pek rahatsız, pek yakışıksız bulduğu rahip

"Troubertciği"ne, rahmetlinin dairesini verme işini düşünmeye koyuldu. Ama Rahip Birotteau, pansiyon

koşullarını, yaşlı kızla kararlaştırıp resmî onaylara, mühürlere kalkışmadan, yalnızca özel bir senetle

saptamaya geldiği zaman, adamı bu daireye karşı (artık ne çılgınca oldukları açığa vurulabilecek

isteklerle, hem de ne zamandır) öylesine tutkun gördü ki, ona bir değiş tokuş yapmak konusunu açmayı

göze alamadı ve içindeki sevgiyi, çıkar duygusunun zoruyla susturdu. Yaşlı matmazel sevgili, gözde

papazcığını avutmak için de, bodrum katındaki dairenin beyaz Chateau-Renaud tuğlasıyla kaplı

taşlığına, Macar usulü denen geometrik resimlerle süslü bir parke geçirtti ve şömineyi yeni baştan

yaptırdı.

Rahip Birotteau, "canciğeri" Chapeloud'yu, Matmazel Gamard'la olan ilişkilerindeki aşırı sağgörünün ve

temkinin nereden ve neden ileri geldiğini asla araştırmak düşüncesine kapılmaksızın, tam on iki yıl

boyunca görüp durmuştu.

Bu kutlu kızın evine yerleşmeye gelirken muradına ermek üzere bulunan bir sevdalının durumundaydı.

Zaten zekâsı yaratılış bakımından kıt olmasaydı bile, gözleri Matmazel Gamard'ı ölçüp biçmesine ve

aralarında geçecek gündelik ilişkileri ölçülü bir biçime sokmayı düşünmesine olanak bırakmayacak

derecede kamaşmıştı.

Matmazel Gamard, uzaktan ve papaz yardımcısının bu hatun kişi yanında tatmayı düşlemlediği maddî

mutlulukların (aldatıcı renkler yaratan) prizması ardından bakılınca, ona, yaşamın üstüne tanrısal bir

cennet kokusu yayan, alçakgönüllü erdemlerle kuşatılmış kusursuz bir varlık; Hıristiyan dininin yetkin bir

simgesi, yaratılışça sevecen, acıma dolu bir insan, İncil-i Şerîf'te övülen o kutsal kadın; namuslu ve

olgun erden [bâkire Meryem] gibi görünmüştü. Bunun için de uzun zamandır özlenen bir amaca

erişmiş erkeğin bütün duygusal coşkunluğuyla; bir çocuk saflığı ve dünya işlerinde hiç deneyimi

olmayan yaşlı bir adamın aptalca aymazlığıyla, Matmazel Gamard'ın yaşamına, tıpkı bir sineğin

kendisini örümcek ağına kaptırışı gibi girdi. Böylece de yaşlı kızın evinde yemek yiyip yatmaya geldiği

ilk gün, ev sahibesiyle tanışmak isteğine kapıldığı denli, utangaç insanları şaşırtarak kızartıp bozartan ve

onları odadan dışarı çıkmak için bir konuşmayı kesmekle "kabalık yapmış olacağım" korkularına

uğratan o tanımlanmaz kararsızlığa da tutularak, kadının salonunda epey oyalandı kaldı. Yemekten

sonra oturma ve söyleşi saatlerini hep orada geçirdi. Akşamleyin, Birotteau'nun ahbabı, Matmazel

Salomon de Villenoix adında başka bir kız kurusu daha geldi. O zaman da Matmazel Gamard cenapları

evinde bir boston (14) partisi kurmak sevincine erdi.

Papaz yardımcısı, yatağına girerken çok keyifli bir gece geçirmiş olduğunu düşünüyor, bu kanıyı

taşıyordu. Matmazel Gamard'la rahip Troubert Efendi'yi henüz pek üstünkörü tanıdığı için özyapılarının

ancak dış yüzünü görmüştü. Kusurlarını, hemen b#irdenbire açığa vuranların sayısı azdır. Genellikle

herkes kendisini göz alıcı bir kabuk altında tutmaya çabalar. Rahip Birotteau, işte böylece, akşamlarını

dışarda geçirecek yerde, Matmazel Gamard'la birlikte geçirmek gibi parlak bir tasarı kurdu.

Birkaç yıldır, ev sahibesinin içinde de, gün geçtikçe daha güçlenerek can bulup büyüyen bir istek

doğmuştu. Yaşlı kimselerin, dahası, güzel kadınların bile besledikleri bu dilek, zavalı kız kurusunda, tıpkı

Birotteau'nun, dostu Chapeloud'nun dairesi için duyduğu tutkunluğa benzer bir tutku durumunu almış

ve yeryüzü insanlarında bütün öteki şeylerden önce gelen gurur, bencillik, özlem ve kurumsatıcılık gibi

duygularla yaşlı kızın yüreğine dalıp kök salmıştı.

Bu öykü, her dönem ve zamana uyan türdendir: Şu önümüzdeki kahramanların, içinde bocaladıkları dar

çemberi azıcık genişletmek, toplumun en yüksek çevrelerinde olagelen olayların örnek nedenini

bulmaya yeter. Matmazel Gamard, akşam yemeğinden sonraki saatlerini, sıraya konmuş bir yöntemle,

başka başka, sekiz on evde geçirirdi. İster insan yüzü görmek için kalkıp bir başka dünyanın ayağına

gitmek zorunda kalışından üzüntü ve pişmanlık duyduğu, artık bu yaştan sonra kendisini de kimi

karşılıklar dilemekte haklı gördüğü için olsun, ister çevresinde belirli bir konuk topluluğu

yaratamamaktan gururu incindiği için olsun; ya da kısacası, ahbaplarının tatlı tatlı keyfine vardıkları

iltifatlara, pohpohlara, onurlandırmalara yüreğinin o kurumsatma isteklisi duygularıyla imrendiği için

Page 15: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

olsun; bütün hırsı, isteği, şu bildiğimiz salonunu belirli birtakım insanların her akşam zevkle geldikleri

bir söyleşme ve buluşma merkezi durumuna getirebilmek amacında toplanmıştır.

Birotteau ile "sevgili ahbabı" Matmazel Salomon, sadık ve sabırlı rahip Troubert'in de eşliğiyle birkaç

akşamı Gamard'ın bu konuk yoksunu kalmış konuk odasında geçirince, matmazel cenapları da tuttu, bir

ikindi üstü kiliseden çıkarken, o zamana dek kendisini köleliklerine düşmüş bilen sevgili ahbaplarına,

artık onu görmek isteyenlerin, bir boston partisine bol bol yetecek sayıda "eşin dostun" toplandığı

"fakirhanesine", haftada bir, pekâlâ gelebileceklerini söyledi; yeni kiracısı rahip Birotteau'yu yalnız

bırakmaması gerekiyordu; Matmazel Salomon, şimdiye dek haftanın bir gününü bile kaçırmamıştı;

herkes bilir ya, bu kibar kadın baş dostlarındandı, şöyleydi, böyleydi... daha da birtakım lâflar...

Matmazel Salomon de Villenoix'nın Tours'taki en kibar, en soylu sınıftan olması, Matmazel Gamard'ın

sözlerindeki, alçakgönüllülüğe bürünmüş gibi görünen cakayı ve bir sürü tatsız, yapmacıklı incelik

numaralarını artırmaya büsbütün elverişli geliyordu. Matmazel Salomon her ne kadar sırf papaz

yardımcısına karşı duyduğu dostluk duygusuyla gelmişse de, Gamard cenapları onun ziyaretini

sağlamayı bir zafer bildi ve Madam de Listomère'in Matmazel Merlin de la Blottière'in, kısacası

Tours'daki dini bütünler tabakasını ağırlamayı kendi kişiliklerine mal edinmiş daha birtakım başka kutlu

hatunların elde ettikleri konuk topluluğu denli kalabalık, hoş bir çevre kurabilme konusundaki büyük

isteğine, sonunda rahip Birotteau sayesinde kavuşmak üzere olduğunu gördü.

Ama ne yazık ki, Birotteau, Matmazel Gamard'ın bu umudunu suya düşürdü.

İmdi, yaşamlarında uzun zaman özlemi çekilmiş bir mutluluğa kavuşmanın tadına, keyfine eren bütün o

insanlar, papaz yardımcısının, Chapeloud'nun yatağına girmekle duyabileceği sevinci anladılarsa,

Matmazel Gamard'ın can damarı tasarısının tepetaklak edilmesiyle uğradığı üzüntü konusunda da,

küçük bir bilgi sahibi olmalıdırlar.

Birotteau, altı ay süregelen mutluluğunu az çok sabırla kabullendikten sonra, yanı sıra Matmazel

Salomon'u da ayartarak, akşamları eve gelmeyi savsaklamaya başlamıştı. Gözü yükseklerde olan

Gamard, büyük çabalarına karşın sürekli gelecekleri pek kuşkulu olan beş altı kişiyi, o da zar zor çelip

toplayabilmişti; üstelik bir boston partisi kurmak için, hiç değilse toplantılara sürekli gelen dört insana

gerek vardı. Böylelikle de, suçunu bağışlatmak kaygısıyla diller döküp, eski ahbaplarının evlerine

dönmek zorunda kaldı; çünkü kuru başlarına kalakalmak yaşlı kızları öyle kötü eder ki, toplumsal

yaşamın kuşkulu, bulanık zevklerini aramaktan geri duramazlar.

Papaz efendinin evden uzaklaşma nedenini anlamak kolaydır. Birotteau cenapları her ne denli Akıl

yoksulu kullar, mutlulardandır! (15) sözü uyarınca bir gün "cennet-i âlâ"ya girecek olanlardan biriyse de,

adamcağız, gene birçok aptallar gibi, başka aptalların kendisine verdiği can sıkıntısına dayanamazdı.

Akılları, zekâları kıt olan kimseler, güzelim topraklardan hoşlanan zararlı otlara benzerler; kendi

başlarına kalınca duydukları can sıkıntısı nasıl büyükse, eğlendirip oyalamayı da öyle çok severler.

Hışmına uğradıkları "iç sıkıntısı cinleri", kendi kendilerinden sürekli bir ayrılıp uzaklaşma gereksinimiyle

de birleşerek, bu gibilerle duygulanma yeteneğinden yoksun kalmış insanlarda, amaçlarına

erişememişlerde ya da kendi yanlışları yüzünden acı çekenlerde görülegelen o devinim aşkını,

bulundukları yerde duramayıp hep başka bir yerde olmak gereksinmesini ve dileğini doğurur.

Umarsız Papaz Birotteau, Matmazel Gamard'ın boşluğunu, değersizliğini iyice kurcalayıp anlamaya, ne

de bu tamtakır kafadan çıkma düşüncelerin yavanlığını, sıradanlığını kendi kendine açıklamaya

kalkışmadan, onun bütün kız kurularıyla paylaşmakta olduğu ve ayrıca kendine özgü kıldığı eksiklerini,

talihsizliğe bakın ki, biraz geç anladı. Başkalarındaki kötülük, iyiliğe o denli baskın çıkar ki, hemen her

zaman, daha bizi incitip kırmadan önce gözümüze çarpar. Bu ahlaksal gariplik, bizi az çok dedikoduya

doğru sürükleyen eğilimi, sırası düştü mü, bağışlatabilir. Toplumsal bakımdan düşünülürse, başkalarının

eksikleriyle alay etmek öylesine doğaldır ki, kendimizdeki gülünçlüklerin izin verdiği alaycı

boşboğazlıkları bağışlayıp, yalnızca uğrayabileceğimiz karalamalara şaşmalıyız.

Ama tonton papaz yardımcısının gözlerinde; hiçbir zaman, dünya işlerine alışık insanların, komşudaki

yanaşmaya, sürünmeye gelmez yalçınlıkları görüp bunlardan hemen sakınmayı, korunmayı olanaklı

kılan o derin, uzak görüş özelliği yoktu; bundan dolayı da, ev sahibesindeki eksiklerin kafasına dank

etmesi için, doğanın her yaratığına yaptığı uyarıya, yani, acıya uğraması gerekti!

Kız kuruları, kadınların uymaya yazgılı oldukları kuralın dışında kalarak yaşamlarını ve ahlaklarını başka

bir yaşama, başka ahlaklara bağımlı kılmamış ve onlara boyun eğmemiş olduklarından, çoğunda da,

Page 16: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

çevrelerindeki her şeyi kendilerine boyun eğdirme merakı vardır. Bu duygu Matmazel Gamard'da

niteliğini değiştirerek "baskıcılık" niteliğini almıştı; ama, bu başkaları üstünde baskı kurma isteği, ancak

birtakım eften püften şeyleri parmağına dolayabiliyordu. İşte binlerce örnek arasından biri: Rahip

Birotteau için boston masası üstüne konan fiş ve marka sepeti, kadının koyduğu yerde durmalıydı;

papaz efendinin bu sepete ilişmesi, yerini bozması, matmazelin canını pek sıkıyordu; üstelik adamcağız

bu marifeti her akşam yapıyordu. Aptalca bir titizlikle, hiçten şeyler için gösterilen bu gücenip

öfkelenme huyu nereden çıkıyor, ne gibi bir amaç güdüyordu? Bu sorunun karşılığını kimse veremezdi;

"aslını faslını" Matmazel Gamard'ın kendisi de bilmezdi; her ne denli yeni kiracı, yaratılışından dolayı

koyun gibi uysalsa da, gene tıpkı kuzular gibi, çoban değneğini, hele ucu da çivili oldu mu, sürekli

sırtında duymaktan hoşlanmazdı.

Birotteau, rahip Troubert'in gösterdiği büyük sabra akıl erdirmeye çalışmadan, Matmazel Gamard'ın

kendi söylediğince adama bol bol tattırdığına inandığı mutluluktan kurtulup savuşmak istedi. Matmazel

Gamard'ın söylediğince diyoruz, çünkü kadın, mutluluğu da reçelleri gibi bir şey sanıyordu. Yalnızca,

zavallı papaz efendi, bönlüğü ve saflığı yüzünden beceriksizlik gösterdi. Bu ayrılık, Birotteau'nun aldırış

etmemeye çalıştığı birtakım gerginlikler, iğnelenmeler ortaya çıkmadan gerçekleşemedi.

Matmazel Gamard'ın çatısı altında geçen birinci yılın sonunda, papaz yardımcısı, haftanın iki akşamını

Madam de Listomère'de, üçünü Matmazel Salomon'da, öteki iki akşamı da Matmazel Merlin de la

Blottière'de geçirerek eski alışkanlıklarını yeniden ele almış oldu. Bu insanlar, Tours kentinin soylular

tabakasından, Matmazel Gamard'ın kabul edildiği kibarlar sınıfındandılar. Bundan dolayı da, Rahip

Birotteau'nun, ev sahibesine değersizliğini duyumsatan bu "evden kaçma" suçu, kadına pek ağır, pek

kötü geldi; "seçim yapma"nın her türlüsünde, geri çevrilen nesne için bir "aşağı görme" de vardır.

Matmazel Gamard evindeki toplantılardan vazgeçmek zorunda kalınca, Rahip Troubert, yaşlı kızın

ahbaplarına:

- Mösyö Birotteau'ya kendimizi beğendiremedik. Akıllı ve düşünceli bir adam, üstelik boğazına da

düşkün! Zengin bir çevre, gösteriş, nükteli söyleşiler, kent dedikoduları arıyor, dedi.

Bu sözler Matmazel Gamard'ı hemen her zaman, gözde kiracısı Birotteau'nun özyapısındaki

olağanüstülüğü, onu yererek kanıtlamaya yöneltiyordu:

- Hiç de öyle akıllı makıllı değil, diyordu. Rahip Chapeloud olmasa, Madam de Listomère'in evine zor

ayak basardı! Ah Ah! Rahip Chapeloud'yu yitirmekle neler yitirdim neler... O ne ince, ne uysal adamdı!

Uzatmaya ne gerek, tam on iki yıl ondan yana en ufak bir yakınmam, en ufak bir hoşnutsuzluğum

olmadı.

Matmazel Gamard rahip Birotteau'nun portresini öyle kötüler biçimde çizdi ki, suçsuz, günahsız kiracı,

soylular sınıfının gizliden gizliye düşmanlığını güden bu orta halliler arasında, yaratılış gereği her işte

bir zorluk çıkaran, geçimsiz mi geçimsiz bir adam olarak tanındı. Sonra da kız kurusu birkaç hafta

boyunca, ahbabı hatunların "vah vah"larını işitmek zevkini tattı; bunlar ağızlarından çıkan sözlerin bir

tekine bile inanmadan, durmadan şu sözleri yineliyorlardı: "Nasıl olur da sizin gibi halim selim, melek

yaratılışlı biri, karşısındakinden nefret görebilir?" Ya da "Üzülmeyin Matmazel Gamardcığım, herkes sizi

öyle iyi biliyor ki..." vb.

Ama haftanın bir gününü Tours'un merkezi sayılan mahallelerden en uzak, ıssız mı ıssız bir yerde, adı

üstünde Cloître'da (16) geçirmek derdinden kurtuldukları için hepsi de yardımcı papaza dua ediyorlardı.

Birbirinden hiç ayrılmayan kimseler arasında, kin ve sevgi duyguları her zaman artarak büyür; insan, her

an birbirini sevmek ya da birbirine daha beter diş bilemek için nedenler, bahaneler bulur. Nitekim

böylece rahip Birotteau da Matmazel Gamard için çekilmez, dayanılmaz bir yaratık oldu çıktı. Papazı

evine aldıktan on sekiz ay sonra, adamcağızın, bir zamanlar, kinin suskunluğu içinde hoşnutluğun huzur

ve dinginliğini görmek aymazlığına düştüğü ve Latince kökenli bir sözcük (17) kullanıp, Kocamış kızla

pek güzel uyuşmasını bildim! diyerek kendi kendini alkışladığı bir sırada, acımasız ev sahibesinin elinde

soğukkanlılıkla hesaplanıp güdülen bir öç ve içten içe didiklenen bir işkence hedefi olduğuna kuşku

yoktu. Bu ürkütücü düşmanlık, kafacağızına yalnızca kapalı kapı, unutulan terlikler, yakılmayan ateş,

odasının önüne götürülen şamdan gibi önemli dört nedenle "dank edebilirdi"; bir düşmanlık ki,

sonuçlarının ancak onarılamaz duruma gelecekleri anda beynine inmesi kesindi. Uykuya dalarken,

Matmazel Gamard'ın garip denecek denli kaba davranışını açıklayabilmek için papaz efendi işte

böylece, ama ne çare ki boş yere, beynini oya kurcalaya kafasının ta derinliklerine dek dalmak istiyor,

Page 17: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

kuşkusuz çabucak da bunun dibine varıvermiş oluyordu! Şurası kesindi ki, önceleri bencilliğinin doğal

yasalarına boyun eğerek pek akılcı davranmış olduğu için, ev sahibesine karşı işlediği kusurları ve

suçları anlamasına olanak kalmıyordu. Yaşamın büyük şeylerinin anlaşılması ve anlatılması kolaysa da,

küçük şeyler pek çok ayrıntıyı ve açıklamayı gerektirir. Orta halli insanlar arasında geçen bu dramın,

tiyatroda perde açılmadan önce gösterilen ön oyunda olduğu gibi, içinde bir sürü tutkunun büyük

çıkarlardan doğuyormuşçasına buluşup karşılaştığı olaylarını anlatmak zorunluluğu, bütün bu uzun

başlangıcı gerekli kılıyordu; doğruluk düşkünü bir tarihçi için, olayların önemsiz ve küçük göründükleri

halde derinden derine dikkat isteyen gelişme aşamalarını daha kısa anlatmak zor olurdu.

Ertesi sabah uyandığında, Birotteau cenapları piskopos danışmanlığına yükselme konusunu öyle güçlü

olarak düşünmeye koyuldu ki, bir akşam önce içlerinde yıkımlarla dolu bir geleceğin uğursuzluk

başlangıcını görüp okuduğu dört konuyu, artık anımsamaz oldu.

Yardımcı papaz, ateş yakılmadan kalkacak adamlardan değildi, Mairanne'a uyandığını haber vermek,

kadını odasına getirtmek için çıngırağı çaldı; sonra da her zamanki gibi, uykuyla uyanıklık arası

düşlerine daldı gitti. Bu öyle bir mahmurluk ve uyku sonu anıydı ki, bu durumdan, hizmetçinin ocağı

alev alev tutuşturduktan sonra şunu bunu sormasından, ordan oraya yürümesinden doğan uğultuyla, o

hoşlandığı, sanki kulağına müzik gibi gelen sesle, tatlı tatlı sıyrılıp açılmaya alışıktı. Marianne ortalarda

görünmeden bir yarım saat geçti, piskopos danışmanlığı konumuna yarı yarıya ulaşmış papaz

yardımcısı, yeniden çıngırağı çekmeye hazırlanıyordu ki merdivende bir erkeğin ayak sesini duyarak,

elinden çıngırağının kordonunu bıraktı.

İşittiği gerçekti; kapıya hafifçe vurduktan sonra, Birotteau'nun "buyurun" demesi üzerine Rahip

Troubert içeri girdi. İki rahibin, oldukça düzenli olarak ayda bir kez birbirlerinden esirgemedikleri bu

ziyaret, yardımcı papazı hiç de şaşırtmadı. Piskopos danışmanlarından olan Rahip Troubert, odadan

içeri adımını atar atmaz, nerdeyse kendisinin eşiti sayılabilecek dostunun ocağını o zamana dek

yakmamışlar diye şaşkınlık gösterdi. Bir pencereyi açtı; sert sesle Mairanne'ı çağırarak Birotteau'nun

odasına gelmesini söyledi, sonra da "kardeşi"ne dönerek, "Matmazel odanızda ateş olmadığını duyacak

olsa Marianne'ı azarlar," dedi.

Bu tümceden sonra Birotteau'ya hal hatır sordu ve tatlı bir sesle, piskopos danışmanlığına atanmasını

umduracak yeni haberler alıp almadığını yoklayan sorular yöneltti. Papaz yardımcısı yapmış olduğu

başvuruları anlattı; üstelik büyük bir saflıkla, Madam de Listomère'in başvurduğu yüksek kimselerin

kimler olduğunu söyledi; Troubert'in değil danışmanlık, piskoposluğa bağlı dinsel yönetimde genel

papaz yardımcısı olmak için iki kezdir atanma hakkı kazanmış "koskoca rahip" Troubert'in, bu

hanımefendinin evine kabul edilmemeyi bir türlü bağışlayamamış olduğunu bilmeden, düşünmeden

olanı biteni ortaya döktü.

Şu iki papazın yüzleri gibi karşıtlıklar gösteren iki yüze raslamak olanaksızdı. Uzun boylu, kupkuru

Troubert'in sapsarı, "safra gibi" bir rengi vardı; oysa papaz yardımcısı, alışık olduğumuz bir sözcük

kullanmamız gerekirse yuvarlak, tombul tombalak bir adamdı.

Birotteau'nun testekerlek, kırmızı yüzü, çapraşık düşüncelerden uzak kalmış, yalın ve babacan bir

kişiliğin aynasıydı; oysa Troubert'in derin kırışıklarla oyuk oyuk olmuş upuzun suratı, kimi zamanlar alay

ve küçümsemeyle dolu bir anlatımın kasılmalarını taşırdı. Yalnızca şurası da kesin ki, bu iki duyguyu

anlayıp sezebilmek için bu yüzü dikkatle incelemek gerekirdi.

Piskopos danışmanlığına ulaşmış olan kuru papaz efendi, göz kapaklarını, isteğine, huyuna göre

bakışları kimileyin dupduru, kimileyin keskin bir görünüş alan o bir çift portakal rengi gözlerinin

üstünde hemen her zaman inik tutarak genellikle tam bir dinginlik içinde görünürdü. Çatkın ve önemli

düşüncelerin insan yüzüne örttüğü o peçeyle durmadan kararan bu karanlık yüz, kızıl saçlarla

tamamlanmış oluyordu. Birçok kimse, önceleri onu yüksek ve derin bir hırs, makam ve ün hırsı içinde

bocalıyor sanabilmişlerdi; ama adamı herkesten iyi tanıdığını ileri süren kimi "hatun kişiler", papaz

efendiyi Matmazel Gamard'ın baskısı altında şaşkına dönmüş ya da uzun oruçlarla yorgun düşmüş bir

durumda göstererek bu düşünceyi yok etmişlerdi. Az konuşur, hiçbir zaman da gülmezdi. Nasılsa

hoşlandığı bir şey karşısında duygulanıvermek fırsatı düştükçe de yüzünün kırışıkları arasında yiten hafif

bir gülümsemeyle, güya gülerdi.

Birotteau ise tersine, içi dışı bir, apaçık, yemeğin, içkinin iyisine bayılan bir adamdı; kine ve kötülüğe aklı

ermeyen bir insanın yalınlığıyla, en sıradan ve en saçma sapan şeyleri kendine zevk ederdi. Rahip

Page 18: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Troubert, ilk bakışta insanın içine, elinde olmadan bir korku duygusu verir; papaz yardımcısıysa, yüzünü

gören herkesi hemen o saniye tatlı bir gülümsemeyle gülümsetirdi. Uzun boylu papaz, Saint-Gatien

Kilisesi'nin kemerleri ve sütunlu dehlizleri arasında dinsel bir törende kendisinden geçmiş olduğu

duygusunu veren adımlarla, başı eğik, gözleri sert, yürür ve dolaşırken, insana saygı aşılardı; arkaya

doğru bükülü boyu, kilisenin sarımtrak kubbe ve kemerlerinin çukurlu, eğimli biçimiyle nasıl da uyuşur,

cüppesinin kıvrımları yontucu eline layık, sanki anıtımsı bir görünüm alırdı.

Papaz yardımcısına gelince, o aynı yerlerde, hiç de ürkütücü, sert tavırlar takınmadan, teker meker

yuvarlanıyormuş duygusunu veren bir yürüyüşle, ayaklarını şap şap vura vura gezer dolaşırdı.

Hoş, bu iki adamda yine de benzeyen bir yan vardı: Troubert'in açgözlü, kendinden emin görünümü,

nasıl insanların kendisinden ürkmesine neden olarak onu belki de sıradan bir danışmanlık rolüne yargılı

kılmakta etkili olduysa, Birotteau'nun özyapısı ve davranışları da, zavallıyı yıllar yılı katedralin yardımcı

papazlığına adayacak gibi görünüyordu.

Bununla birlikte, artık elli yaşını bulan rahip Troubert, korkunç yüzü ve herkesçe kestirilen yeteneği

dolayısıyla, üstlerinde uyandırmış olduğu kaygıları; hesaplı, ölçülü davranışı; ün, makam hırsı gibi

şeylerden tümüyle sıyrılmış görünüşü ve evliyalara yakışır yaşam biçimiyle bütün bütüne silip

dağıtmıştı. Bir yıldır, sağlığı da adamakıllı bozulduğu için, başpiskoposluk merkez yönetimine bağlı

piskopos vekilliğine yükselmesi olası bile görünüyordu. Troubert'in bu yere atanmasını, kendi rakipleri

bile diliyor, süreğen bir hastalığın bağışına kalmış üç beş günlük ömrü arasında, aynı makama

kendilerini geçirtmenin yolunu daha iyi, daha rahatça hazırlayabilmek amacıyla, üstelik bu işi yürekten

istiyorlardı.

Birotteau'nun bu tür umutlar vermekten pek uzak duran üç katlı gerdanıysa, adamcağızın elinden

piskopos danışmanlığını kapmak için didişen rakiplerin gözüne, dört başı mamur bir sağlığın

belirtilerini sokmuş oluyor; nikris derdi de, bilinen atasözü uyarınca, uzun bir ömrün "verilmiş sağlam

sözü" yerine geçiyordu.

Toplantıların tuzu biberi sayılan birtakım hoş sohbet insanlara, başpiskoposluğun türlü türlü üst düzey

memuruna inceliğiyle her zaman kendisini aratmasını bilmiş, pek akıllı, düşünceli bir adam olan rahip

Chapeloud, keşiş Troubert'in yükselmesine her zaman için engel kesilmiş, ama bu işi gizliden gizliye ve

büyük bir kararlılıkla yapmıştı; Troubert Efendi, ona her zaman büyük bir saygıyla yaltaklanmış, her

fırsatta en derin saygıyı göstermişse de, rahmetli papaz, Tours kentindeki kalburüstü tabakanın

toplandığı bütün salonları, pek kurnazca bir yol tutturarak, adama yasak etmesini bilmişti.

Troubert'deki o sürekli yazgıya boyun eğme ve söz dinleme durumu; son gezintilerinde bile,

Birotteau'ya dönüp, "Şu kuru sırık Troubert'den sakının, bu adam Sixte-Quint'in (18) küçük bir

taslağıdır!" diyen rahmetlinin düşüncesini değiştirmişti.

Ev sahibesinin, deyim yerindeyse, zavallı Birotteau'ya savaş ilan ettiği günün ertesi sabahında,

adamcağıza sanki konukluğa ve dostluğunu göstermeye gelen Matmazel Gamard yardakçısı ve "sadık

dostu", işte böyle bir insandı.

Piskopos danışmanı, hizmetçinin odaya girdiğini görünce:

-Marianne'ın kusurunu bağışlamalısınız. Galiba işe benim odamdan başladı. Alt kat çok rutubetli oluyor

da... hem bütün gece öksürdüm... dedi; sonra da gözlerini kornişlere dikerek, sağlık bakımından, buraya

diyecek yok! diye ekledi.

Birotteau gülümseyerek:

- Ya, öyle! Burada piskopos danışmanı gibi yaşıyorum; dedi.

Azla yetinmesini bilen alçakgönüllü rahipse:

- Bendeniz de papaz yardımcısı gibi, yanıtını verdi.

Herkesin mutlu olmasını isteyen iyi yürekli, tonton papaz efendi:

- Öyle ama, yakında başpiskoposluk konağında oturacaksınız, dedi.

- Ya da mezarlıkta. "Tanrı'nın yazdığı" neyse öyle olsun!

Ve Troubert cenapları Tanrı'ya boyun eğiş gösteren bir tavırla gözlerini gökyüzüne kaldırdı, sonra da

şunları ekledi:

- Ziyaretimin nedenini açıklayayım; piskoposlarla ilgili "vakıf ve mallar çizelgesi"ni, daha sonra geri

vermek üzere ricaya gelmiştim. Bu yapıtı Tours'da zatıâlînizden başka kimseden bulma olanağı yok da...

Piskopos danışmanının son tümcesiyle yaşamının bütün sevinçlerini, zevklerini anımsayıveren Birotteau:

Page 19: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

- Buyurun buyurun, kitaplığımdan alın, yanıtını verdi.

Sırık boylu piskopos danışmanı kitaplığa geçti ve papaz yardımcısı yanına gelene dek orada kaldı.

Arası pek uzamadan, kahvaltı çıngırağı duyuldu. Nikrisli papaz efendi, "Troubert'in şu sabah

konukluğuna gelmesi olmasaydı, yataktan çıkınca ateş yüzü göremeyeceğini" düşünerek, kendi

kendisine, "İyi adam, sonuç olarak!" diye fetva yürüttü.

İki papaz, her birinin elinde birer "büyük defter"le, yan yana aşağı indiler. Bunları yemek odasındaki

konsollardan birinin üstüne koydular.

Matmazel Gamard, ekşi bir sesle Birotteau'ya seslenerek:

- Bunlar da neymiş? diye sorduktan sonra, daha yanıt verilmesine meydan kalmadan, umarım yemek

odama eski partal kitaplarınızı yığmak niyetinde değilsinizdir! sözünü yapıştırdı.

Rahip Troubert:

- Bu kitaplar bendenize gerekti de, rahip efendi ödünç vermek lûtfunda bulundular, dedi.

Kız kurusu, yüzünde küçümseyen bir gülümseyişle:

- Bunu anlamalıydım; mösyö Birotteau'nun bu koca ciltleri öyle sık sık açıp okuduğu mu var ki! yanıtıyla

sözü gediğine koydu.

Kiracı efendi, şekerliye kaçan bir sesle:

- Nasıl matmazel, sağlığınız iyidir inşallah? diyerek konuyu tatlıya bağlamak istedi.

Ev sahibesiyse, sert sert:

- Doğrusu pek iyi değilim. Henüz dalmışken, sizin yüzünüzden uyandım. Uykumu kaçırmanızın zararı

bütün geceme dokundu, yanıtını verdi; sonra da masanın başına oturarak:

- Efendiler, süt soğuyacak; diye ferman buyurdu.

Ev sahibesinin özür dilemesini beklerken, böylesine soğuk, haşin bir davranışla karşılanmaktan

afallayan, ama hele konu ve hedef kendi kişilikleri olunca bir tartışma kapısı açılmasından, bütün

utangaç ve ürkek insanlar gibi, korkup çekinen zavallı papaz yardımcısı, hiç sesini çıkarmadan yerine

oturdu. Sonra da Matmazel Gamard'ın suratında "açık seçik" görünen öfke belirtilerini bir bir

keşfettikçe, bir yandan özyapısı gereği kavgadan kaçınmaya bakarken, bir yandan da ev sahibesinin bu

saygısızlığını sineye çekmemeyi buyuran mantığıyla sürekli bir çekişme içinde kaldı. Birotteaucuk, bu iç

sıkıntısıyla bocalarken, Matmazel Gamard'ın ne aşınmış kenarlarına ne de sayısız yara bere izlerine

acımadan, yıllardır alıştığı gibi sofrada tuttuğu muşamba örtünün kalın yüzünde oluşmuş koca yeşilimsi

çatlakları ciddî ciddî incelemeye başladı.

Ev sahibesinin, yastıklarla süslü arkasını sobaya vererek masanın baş köşesine kurulduğu büyük

iskemlesinin tepesinden "egemen" olduğu bu kare biçimi görkemli masanın iki ucunda, karşı karşıya

çifte hezaren koltuklarda, evin çifte kiracısı otururdu.

Bu oda, bir de ortaklaşa kullanılan salon, birinci katta; Birotteau'nun odasıyla salonun altında

bulunuyordu. Papaz yardımcısı, daha önceleri Matmazel Gamard'ın elinden şekerli kahve fincanını

aldığı zaman, yaraTılışı ve alışıklığı gereği hep güle söyleye geçirdiği kahvaltı süresini, bugün nasıl derin

bir sessizlik içinde atlatmak zorunda kaldığını görerek, sanki iliklerine kadar dondu. Ne Troubert'in

kupkuru suratına, ne de kocamış kızın kavgaya hazır çatkın yüzüne bakmayı göze alamayarak,

durumunu açığa vurmama kaygısıyla, sobanın yanındaki bir yastık üstünde yatan ve her zaman

solunda tatlı türünden abur cubur doldurulmuş küçük bir tabak, sağında da tertemiz su dolu bir kâse

bulduğu için hiçbir zaman kımıldamayan, yağ tulumu kesilmiş, basık burunlu, tüysüz, koca köpeğe

döndü:

- Anlaşıldı nazlı bebek, kahveni bekliyorsun; dedi.

Evin bu en önemli, ama artık havlamaktan vazgeçtiği ve söz hakkını hanımına bıraktığı için kimseye pek

tedirginlik vermeyen kişisi, Birotteau'ya, şaşırtıcı suratının yağdan kat kat olmuş kırışıkları arasında yitip

giden küçücük gözlerini kaldırdı; sonra da bunları, sinsi sinsi yeniden yumdu. Umarsız papaz

yardımcısının içezincini anlamak için, şunu da söylemek gerekir ki, adamcağız, bir balonun patlaması

gibi boş ve çın çın kulakta öten türünden bir konuşkanlık, gevezelik hünerine sahip olduğundan, çene

çalmanın sindirime çok yararlı olduğunu, hekimlere bu kuramının hiçbir zaman tek bir nedenini ve

kanıtını bile gösteremeyerek, ileri sürer dururdu.

Page 20: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Bu sağlık inancını paylaşmakta olan matmazel cenapları, aralarındaki anlaşmazlığa karşın; şimdiye dek

yemeklerde bol bol konuşmaktan geri kalmamıştı; ama papaz yardımcısı, birkaç sabahtan beri, kadının

dilini çözebilmek sevdasıyla, aldatıcı sorular bulmak uğruna boş yere kafa patlatmıştı.

Bu öyküyü dört bir yandan kapayan dar sınırlar izin verip de, çoğu zaman, papaz Troubert Efendi'nin acı

ve alaycı gülümsemelerine yol açan bu karşılıklı konuşmalardan, birini bile aktarabilseydik, önümüze,

taşralıların yavan yaşamı konusunda, her bakımdan eksiksiz, renkli bir resim serilmiş olurdu.

İnce zekâ oyunlarını seven kimileri, belki de, rahip Birotteau ile Matmazel Gamard'ın siyaset, din ve

yazın konularında, kişisel görüş ve düşüncelerindeki gariplikleri öğrenmekten hoşlanmayacak da

değillerdir. Örneğin, gerek 1826 yılında, her ikisini birden Napoléon'un ölümünden hâlâ ciddî olarak

kuşkulandıran nedenleri, gerekse koca bir ağaç kütüğünün kovuğunda bulunup kurtarıldığı

varsayımıyla XVII. Louis'in hâlâ yaşadığına onları eni konu inandıran şaşırtıcı kestirim ve olasılıkları bir

bir ortaya dökmenin, elbette gülünç bir tuhaflığı olurdu... Onların, kuşkusuz, sırf kendi söyledikleriyle

sınırlı kanıtlar ileri sürerek, bütün vergilerin tek başına Fransa kralının keyfi için alındığını; Millet

Meclisi'nin, papazlar topluluğunu yok etmek amacıyla toplandığını; devrim zamanında yüz otuz binden

çok insanın idam sehpasında can verdiğini kanıtlama çabasıyla çene yormalarını duyup da kim

gülmezdi ki?

Bununla da kalmaz, gazetelerin sayısını bilmeden, bu çağdaş silah konusunda en ufak bir bilgileri

olmadan, dillerine basını dolarlardı. Sözü uzatmayalım, Birotteau cenapları, Matmazel Gamard'ın

savuradurduğu bütün hikmetleri dikkatle dinler, kadının örneğin "her sabah bir yumurtayla beslenen

kişi, yıl sonunda kesinlikle öbür dünyayı boylarmış"; "birkaç gün, hiçbir şey içmeden yumuşak francala

içi yenirse, siyatik hastalığı şıp der geçermiş!"; "Saint-Martin Manastırı'nın yıkılma işinde çalışan bütün

işçiler, altı ay geçmeden öbür dünyaya yollanmışlar!"; "Bonaparte döneminde bilmem hangi vali, Saint-

Gatien'in kulelerini yıkmak için elinden geleni yapmışmış..." gibi öykülerine, daha nice fetva ve

masallarına canla başla kulak kesilirdi.

Ama şu dakikada, Birotteaucuk dilini döndürecek gücü bulamıyordu. Bundan dolayı da konuşmaya

kalkışmadan yemeğe katlandı. Ancak çok geçmeden, bu suskunluğu midesi için tehlikeli buldu ve bir

cesaret atılımı göstererek:

- Kahve olağanüstü! dedi.

Bu yiğitlik boşa gitti. Saint-Gatien'in, bahçenin üzerine dikilen iki kapkara kemer payandası arasında

kalan küçük açıklıktan gökyüzüne baktıktan sonra, papaz yardımcısı bir kez daha ağzını açıp şunu

söyleme çabasını gösterdi:

- Bugün hava dünden güzel olacak...

Bu boş sözün üstüne, Matmazel Gamard, en anlamlı, cilveli bakışlarından birini rahip Troubert Efendi'ye

çevirmekle yetindi; sonra da, bereket versin, gözlerini önüne indirmiş olan Birotteau'yu ürkütücü bir

hışımla, sert sert süzdü.

Kocamış kızların gamlı ve yaslı yaratılışını anlatabilmek ve resmedebilmek için, kadın cinsinden hiçbir

varlık yoktu ki, Matmazel Sophie Gamard'dan daha yetenekli olabilsin; ama özyapısıyla bu dramın

küçük olaylarına ve canlandırdıkları oyun kişilerinin önceki yaşamlarına çok büyük bir önem katan bir

kişiyi iyice çizmek, renklendirebilmek için, belki de kocamış kızın benliğinde canlı anlatımını bulan

düşünceleri burada şöylece özetlemek gerekir: Alışılmış yaşam biçimi, ruha biçim verir, ruh da yüzü

biçimlendirir. Her şeyin, gerek toplumda gerekse evrende her şeyin, bir amaç ve isteği olması

gerekiyorsa, kesindir ki şu ölümlü dünyada hedefi ve yararı açıklanması olanaksız kalan bazı var oluşlar

da vardır. Zaten "ahlak bilgisi" ve "siyasal iktisat bilimi"; üretmeden yani yaratmadan harcayarak

tüketen kimseyi, çevresine ne iyilik ne de kötülük saçmadan dünya yüzünde yer tutan kişiyi, el birliğiyle

geri çevirmektedir. "Kötülük" dedik, çünkü kötülük de, kuşkusuz sonuçları hemen tezi tezine ortaya

çıkmayan bir tür iyiliktir. Kocamış kızların, bu verimsiz yaratıklar sınıfına kendiliklerinden

çekilmeyişlerine az rastlanır.

İmdi, iş gördüğünü ve emek verdiğini bilmek inancı, çalışan bir insana, yaşama dayanabilmesi için

yardımcı olacak hoşnutluk duygusunu verirse; şuna buna yük olmak, gereksiz bir insan olarak görülmek

kanısının da tam tersi bir etki yaratması; aylak ve cansız bir ömür süren bu yaratığa, çevresindekilerde

uyandırdığı kendini aşağılama duygusunu, kendi kendisi için duyurtması gerekir. Acı gelen bu

toplumsal suçlama, yüzlerinin gösterdiği üzüncü ve üzüntüyü, kendileri de bilmeksizin, bu kız

Page 21: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

kurularının ruhlarına da çökerten nedenlerden biridir. Belki de içinde gerçek payı bulunan bir boşinanç;

dünyanın her yerinde, özellikle her yerden çok Fransa'da, evlenmeden kocayıp kalmış kadının üstüne, -

hiç kimsenin, yaşamın ne nimetlerini ne de güçlüklerini paylaşmak üzere baş başa vermeyi

kabullenebildiği o kız kurusunun üstüne- aşağı görmenin çamurunu sıçratır durur. Böylelikle de, eninde

sonunda öyle bir yaşa gelirler ki, bu evlenmemiş kızlara, haklı ya da haksız, zaten uğruna kurban

gittikleri beğenilmezliklerine bakarak, herkes suçlu yargısını basıp çıkar.

Çirkinseler, huy güzelliği, yaratılıştan gelen kusurların pahası, zarar bedeli sayılmalıydı; güzelseler,

yıkımlarının temeli önemli nedenlere dayanıyordu, demektir.

Hangileri, bunlardan hangileri aşağı görülüp istenmemeye daha layıktır bilinemez. Evlenmeyişlerinin

nedeni tasarlanıp düşünülerek kararlaşmış bir şeyse, yani başa buyruk yaşamak isteğiyse, hemcinslerini

nasıl da o hüzün verici duruma sokan o yana yana aşklardan kendilerini uzak tutmakla kadına özgü

özveri duygularına ihanet etmiş oldukları için, onları ne erkekler, ne de anneler bağışlar; kadınlığın

yazgılı olduğu içezinçlerinden vazgeçmek, şiirinden de el çekmek, bir annenin her zaman, karşı

çıkılamaz biçimde hak kazandığı tatlı avuntulara, bütün ömür boyunca layık görülmemek demektir.

Hem dahası da var, özveri duyguları, yani kadına özgü o olağanüstü değer ve üstünlükler, ancak sürekli

alıştırmalarla gelişir; kadın türünden bir kimse, kız kalmakla anlam ve hikmetini yitirmiş bir şey olur;

bencilleşir, buz gibi soğuklaşır, herkeste nefret ve tiksinti uyandırır. Bu şaşmaz yargı, ne yazık ki

nedenleri kız kurularınca bilinmemesine olanak bırakmayacak denli doğrudur. Gamlı ömürlerinin etki ve

sonuçları yüzlerinde nasıl tıpkı tıpkısına çiziliyor, resimleniyorsa, bu düşünceler de aynı kolaylık ve

doğallıkla zavallıların yüreklerinde filiz salıp büyümektedir. İş böyle olunca da kendi kendilerine solar

bozulurlar; çünkü kadın yüzünü nurlandıran ve davranışlarına tatlı bir yumuşaklık veren mutluluk ya da

sürekli duygu açıklığı, bunlara hiçbir zaman nasip olmamıştır. Gitgide hırçın, neşesiz bir duruma girerler,

çünkü kendi yakışığına, doğal eğilimine ulaşamamış bir insan, mutsuzdur; acı çeker, acı da kini ve

kötülüğü doğurur. Açıkçası, dünya evine girememiş bir kadın, yalnızlığından ötürü kendisini

ayıplamadan önce, bu suçu epey bir zaman, başkalarının sırtına yükler. Suçlamaktan, öc almak isteğine

geçmek için yalnızca bir adımlık yol vardır. Aslında varlıklarını saran sevimsizlik de, gene sürdükleri

yaşamın zorunlu görünümlerinden biridir. Hiçbir zaman beğenilmek gereksinmesini duymadıkları için,

incelik, zevkli olmak gibi şeylerle alış verişleri olmamıştır. Benliklerinde, yalnızca kendilerini görürler. Bu

duygu, onları yavaştan yavaşa, başkalarının hoşuna gidebilecek şeyleri hiçe sayıp, kendilerine rahat

gelenleri seçmeye yönlendirir. Öteki kadınlarla aralarındaki benzemezliğin bilincine iyice varamadan, er

geç farkı sezer, bu yüzden de acı çekmeye başlarlar. Kıskançlık, kadın yüreklerinde giderilmez bir

duygudur. Gelgelelim, kız kuruları boşu boşuna kıskançtırlar; erkeklerin, onurları okşandığı için, "lâtif

cins"te hoş görüp bağışlayabildikleri bu tek tutkunun, yalnızca üzüntülerini, acılarını öğrenmiş olurlar.

Böylece, her türlü isteklerinin mengenesinde kıvranıp acı çekerek, yaratılışlarının gittikçe büyüyüp artan

belirtilerine uymama zorunluluğu içinde, asla alışamadıkları bir içsel işkenceyi her zaman çeker dururlar.

Dört bir yanında, gönüllerde, ancak iç açıcı duygular uyandırmak gibi güzel bir alınyazısıyla

yaratılmışken, hangi yaşta olursa olsun, hele kadın kısmı için, karşısındaki yüzlerde tiksinti sezmek çok

acı bir şey değil midir?

Nitekim, kocamış bir kızın bakışı her zaman yana, eğriye kaçar; bunda alçakgönüllülüğünden çok

korkunun, utancın payını aramak gerekir. Bu yaratıklar, kuşkulu, iğreti durumlarının günahını

toplumdan bilir; bu yüzden kendilerini bağışlayamadıkları için, toplumu da bağışlamazlar.

İmdi, her an kendi benliğiyle çatışan ya da yaşamla çekişip zıtlaşan bir insanın, başkalarına huzur

vermesine, onların mutluluğunu hoş görmesine olanak yoktur. Bütün bu gamlı düşünceler dünyası,

Matmazel Gamard'ın gümüşsü, donuk gözlerine sanki tümüyle sığmıştı; çevrelerini saran koca kara

halkalar da yapayalnız geçen ömrünün uzun savaşımlarını acımasızca açıklıyordu. Yüzündeki kırışıkların

hepsi düz, doğru çizgiler durumundaydı. Alnının, kafasının, yanaklarının kemik yapısında, sertliğin,

kabalığın belirtileri vardı. Çenesindeki birkaç serpme benin bir zamanlar kumral olan tüylerini, artık işi

umursamazlığa döktüğünden, alabildiğine uzatıyordu. İnce dudakları, beyazlıktan yana beyaz olan

upuzun dişlerini ancak zar zor kapatabiliyordu. Esmerdi, bir zamanlar siyah olan saçları, dehşetli yarım

baş ağrılarıyla ak pak olmuştu. Bu nedenle kafasına bir yalancı bukle çemberi takmak zorundaydı; ama,

bunu başlangıç noktasını saklayarak oturtmasını bilmediğinden, hotozunun kıyısıyla bukleleri çarpık

çurpuk olan yarım perukayı tutan siyah şeridin arasında, çoğu kez, hafif aralıklar kalıyordu. Yazın

Page 22: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

taftadan, kışın ince yünlüden, ama her zaman karmelit rahibelerinin giydikleri renkten seçilen giysisi,

kazık kesilmiş vücudunu, sıska kollarını iyice sıkardı. Buruşuk boynunun kırmızı derisi, hep aynı biçimde

olan büzmeli, devrik yakasından, ışıkta bakılan bir meşe yaprağının göründüğü gibi görünürdü.

Soyu sopu, kişiliğinin oluşmasındaki talihsizlikleri iyi kötü açıklayabiliyordu. Bir odun tüccarının,

sonradan görme bir köylü ailesinin kızıydı.

On sekiz yaşındayken taptaze, tombul tombul olabilirdi; ama, geçmişini anlatırken övünüp durduğu ne

o duru beyaz tenden, ne de pembe pembe yanaklardan, hiçbir iz kalmamıştı. Rengi, işi dindarlığa,

sofuluğa vuran kadınlarda sık sık raslanan o soluk, kirli beyaz durumu almıştı. Yüzünün bütün çizgileri

arasında, onun başkalarını baskı altında tutan özyapısını, en iyi gaga burnu anlatıyordu; tıpkı, alnının

yamyassı biçiminin de, zekâsının kıtlığını pek iyi açıkladığı gibi. Devinimlerinde eda ve sevimlilikten pek

uzak; şaşırtıcı, beklenmedik, apansız haller vardı; onun, olanca gücüyle burnunu sümkürmek üzere, sırf

çantasından mendil çekişini görmek, huyunu, alışkanlıklarını keşfetmenize yeterdi.

Epey boyluydu; dimdik, kazık gibi durur; "eklem yerlerinin yapışıp oynamaz olduğunu" ileri sürerek

bütün kız kurularının yürüyüş biçimini fizik yoluyla açıklamaya kalkışmış olan bir doğalcının kuramını

haklı çıkarırdı.

Davranışılarında, devinimlerinde kadınlarda gördüğümüz o hoş, o çekici dalgalanışlar yoktu. Deyim

yerindeyse, tepeden tırnağa "yekpare" biçimde adım atar, sanki her adımda, Komandörün yontusu(19)

gibi, birdenbire ortaya çıkmaya niyetlidir sanılırdı.

Keyifli anlarında, bütün kız kurularının yaptığı gibi, şimdiye dek çoktan evlenmiş olacağını, "ille ve lâkin"

sevdiğinin hayırsız çıktığını, bereket versin bunu zamanında sezdiğini, bilgi olarak aktarır; böylelikle de

her işi hesaba kitaba dökmek yeteneğini överken, suçu ve günahı, bilmeksizin kendi gönlüne yüklemiş

olurdu.

Kız kurularının bu tipik örneği, yemek odasının duvarlarını süsleyen ve sözüm ona Türk görünümleri

gösteren parlak duvar kâğıtlarının o doğal olmayan, gülünç düzmeleriyle pek güzel

çerçevelenmekteydi. Matmazel Gamard, çoğu zamanını iki konsol, bir de barometreyle süslenmiş olan

bu odada geçirirdi. İki papazın her zaman oturdukları iki yerde, renkleri solmuş birer kanaviçe işi küçük

yastık dururdu. Konuklarını kabul ettiği ortak salon da, tam ev sahibesine uygun bir yerdi.

Sarı salon diye adlandırdığını söylemekle, bu salonu çarçabuk tanıtmış olabiliriz. Perdeleri sarıydı,

eşyalar ve duvar kâğıtları sarıydı; şamdanlar ve billûrdan koca bir saat, yaldız çerçeveli bir aynayla süslü

şöminenin üstünden insanın gözüne sert bir parıltıyla çarpardı. Matmazel Gamard'ın bu evdeki özel

köşesine, yani yatak odasına gelince; oraya kimsenin ayak basmasına izin verilmemişti. Yalnızca bu

odanın, bütün kız kurularının dört yanlarını kuşatan, üstelik öylesine büyük bir güçle bağlı oldukları o

kullanım ömrü geçmiş giysiler, kumaş parçaları, o aşınmış eşyalar, o eski püskü paçavralarla dolu

bulunduğu kestirilebilirdi.

Rahip Birotteau'nun, yaşamının son zamanlarına en büyük etkilerle karışması yazılmış olan insan, işte

böyle biriydi.

Yaşama sevincini göstermekten yoksun kalınca, doğanın dileğince kadın türüne nasip edilmiş işleri,

içindeki davranış gücünü, aşağılık dolap çevirmelere; bütün kocamış kızların en sonunda özellikle bütün

zamanlarını veredurdukları mahallevari, taşra usulü çançanlara; bencilce tasarlanmış önlem ve

girişimlere dönüştürdü. Birotteau'nun bahtsızlığına bakın ki, adamcağız Sophie Gamard'da bu kısır

yaratığın duyabildiği tek duyguyu; kinden, düşmanlıktan doğan duyguyu, kavruk benliği için ufku

büsbütün daralmış bir taşra yaşamının dinginlik ve tekdüzeliğiyle o zamana dek gizli kalmış, sinsi sinsi

uyumuş duyguyu geliştirdi; öyle bir duygu ki, daracık bir çemberin ortasında, küçük, anlamsız şeylerle

didişeceği için, daha beter kızışıp artan bir şiddet kazanacağı besbelliydi.

Birotteau, cefanın her türlüsünü çekmek nasibiyle doğmuş insanlardandı; çünkü, bunlar hiçbir şeyi

göremedikleri için hiçbir şeyden de korunup kaçamazlar; başlarına belanın her türlüsü yağar durur.

Piskopos danışmanı sıska papaz, bir süre sonra dalgınlığından sıyrılıp incelik kurallarına uymak ister gibi

bir edayla:

- Evet, hava güzel olacak, dedi.

Birotteau, kendi sözüyle aldığı yanıtın arasında geçen zamandan ürkmüş bir durumda -çünkü ömründe

ilk kez olarak konuşmadan kahvaltı etmişti- yüreğinin mengene içinde kalmış gibi ezilip sıkıldığı yemek

odasından çıktı. İçtiği kahvenin midesine, bir kurşun ağırlığıyla çöktüğünü duyumsayarak, bahçede

Page 23: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

yıldız biçimli, kıyıları şimşirli, daracık, küçük yollarda, üzgün üzgün dolaşmaya kalkıştı. Ancak bu

yürüyüşün ilk turundan sonra dönüp bakınca, salon kapısının eşiğinde, Matmazel Gamard'la keşiş

Troubert'in sessizce dikilmiş olduklarını gördü; erkek, kolları göğsünde çaprazlamasına bağlanmış, bir

mezar yontusu gibi kıpırdamadan duruyordu; kadın, kapı pancuruna dayanmıştı. Her ikisi de gözlerini

ona dikmiş, sanki adımlarını sayıyorlardı. Zaten yaratılıştan utangaç, çekingen bir insan için meraklı bir

incelemenin hedefi olmak gibi sıkıcı bir şey yoktur; ama bu, bir de düşmanlık ve kinin gözleriyle

yapılırsa, verdiği acı dayanılmaz bir işkence olur. Çok geçmeden rahip Birotteau'nun kafasına,

"Matmazel Gamard'la danışmanın gezintisine engel oluyorum," diye bir kurt girdi. Hem korku hem de

iyi yürekliliğin esinlendirdiği bu düşünce kafasında öyle büyüdü ki, ona "alanı bıraktırdı." Yaşlı kızın,

adamı canından bezdiren hainliklerini düşünmeye öylesine dalmış bir durumda yürüyüp gidiyordu ki,

artık yükselme konusu bütün bütüne aklından çıkmıştı. Raslantıyla, Saint-Gatien'de -buncacık olsun

talihi gülerek- uğraşılacak bir sürü iş buldu; birkaç cenaze, bir düğün, iki de vaftiz töreni yapıldı. O ara

dertlerini unutabildi. Midesi yemek zamanının geldiğini haber verince, saatini, hele dördü birkaç dakika

geçtiğini de görür görmez, doğrusu epey bir korkuyla cebinden çekti. Matmazel Gamard'ın her işi

dakikası dakikasına görmek merakını bildiği için, ivedilikle eve yollandı.

Mutfağa baktığında birinci yemeğin tabaklarının kalkmış olduğunu anladı. Bunun üstüne yemek

odasına girince, kız kurusu ona bir azarlamanın sertliğini, aynı zamanda kiracısının suçunu yakalamak

sevincini taşıyan ses tonuyla şöyle dedi:

- Saat dört buçuk, Mösyö Birotteau. Birbirimizi beklemememiz gerektiğini biliyorsunuz.

Papaz yardımcısı, yemek odasındaki duvar saatine bir göz attı, bu mübarek nesnenin tozdan

korunmasını sağlayan tül kılıfın takılış biçimi, adamcağıza ev sahibesinin o sabah bunu, Saint-Gatien'in

saatinden daha ileri almak keyfini tada tada kurmuş olduğunu kanıtladı.

Ağız açıp düşüncesini belirtmesi olanaksızdı. Papaz yardımcısının, içine düşen kuşkuyu sözlü olarak

bildirmesi, Matmazel Gamard'ın -böyle bir olay karşısında kendi düzeyinden ve türünden olan bütün

kadınlar gibi- ustalaştığı en korkunç, hem de sanki en haklı şirretlik patlamalarına yol açabilirdi. Bir

hizmetçinin efendisine ya da yaşamının özel alışkanlıkları arasında bir kadının kocasına uygun

görebildiği bin bir tersliğin hepsi, Tanrı'nın hikmeti, Matmazel Gamard tarafından bir bir keşfedildi ve

cadaloz, zavallı kiracısına bütün bu bilgilerle "donamış" olarak çullanıp yüklendi.

Zavallı papazın ev mutluluğunu baltalayacak planları kurarken, bir tür hazla tutturduğu yöntem, yezitce,

hınzırca şakacı, uğursuz bir dehayı gösterdi. Hiçbir zaman haksız görünmemenin yollarını tasarlayıp

buldu.

Bu öykünün başladığı dakikadan sekiz gün sonra, bu evde oturmak durumu ve rahip Birotteau'nun

Matmazel Gamard'la olan ilişkisi, adamcağıza, ortada altı aydır kurulup düzenlenen, gizli kasıtlarla dolu

bir dolap döndüğünü anlattı. Kız kurusu, öcünü belli belirsiz, için için güdedurduğu ve papaz yardımcısı

da çevresinde kötü niyetler beslenebileceğine inanmak istemeyerek sanki gönül rızasıyla aymazlık

içinde yaşadığı sürece, hazretin mânevî derdi pek az artmıştı. Ancak, yukarı götürülen şamdan, ileri

alınan saat konusundan beri, Birotteau, kendisini hep göz hapsine almış bir kinin egemenliği ve baskısı

altında yaşamakta olduğundan kuşkulanamayacak duruma gelmişti.

Bu kanıyı edindiği andan sonra da, Matmazel Gamard'ın, kiracısının yüreğine batmaya, dalmaya hazır

çengel gibi eğri, ipince parmaklarını her vesileyle görerek, çabucak ürkütücü bir umutsuzluğa düştü.

Heyecandan yana böylesine bereketli, verimli olan öç gibi bir duyguya dayanarak yaşamanın

mutluluğunu tadan kız kurusu; bir yırtıcı kuşun, bir tarla faresinin üstünde, onu paralayıp yemeden önce

kanatlarını kımıldatmaksızın havada duruşuna, yüksekten duyumsattığı ağırlığıyla onu çökertip ezişine

benzer keyif verici oyunu, papaz yardımcısına uyguluyordu.

Şaşkın, sersem papazın anlayamayacağı bir planı uzun zamandır tasarlayıp durmuştu; nitekim bunu, çok

geçmeden, gerçek dindarlığın yüceliklerini duyumsama yeteneğinden yoksun ruhlarını koyu sofuluğun

bir sürü ıvır zıvır ayrıntısına bağlayıp saplamış yalnız insanların, anlamsız ufak şeylerde göstermeyi

bildikleri üstün dehayı göstererek ortaya serdi.

Papaz yardımcısı için eza ve acının son, ama en korkunç evresi! Kendini acındırmaktan, avutulmaktan

hoşlanan açık yürekli bir adam olduğu halde, üzüntülerinin türü ve niteliği, Birotteau'yu bunları

dostlarına anlatmakla duyacağı küçücük zevkten bile yoksun bırakıyordu. Utangaç yaratılışına borçlu

Page 24: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

olduğu az buçuk ağırbaşlılık duygusu, ona, bu gibi saçma sapan şeylerle uğraşmak yüzünden

"elâlemin maskarası olacağım!" korkusunu aşılıyordu.

Oysa bu saçma sapan şeyler, bütün ömrünün, "boşluk içinde uğraşlar" ve "uğraşlar içinde boşluk"tan

oluşan o canım ömrünün bileşenleriydi. Donuk, kapanık yüzlü bir yaşam ki, içinde geçecek aşkın taşkın

duygular birer yıkım, her türlü heyecan yokluğu da mutluluktu. Zavallı papazın cenneti, işte böylece

cehennem olup çıkıverdi. Uzun sözün kısası; çilesi, üzüntüsü dayanılmaz bir durum aldı. Matmazel

Gamard'la karşı karşıya geçip konuşmak kuruntusundan duyduğu korku günden güne büyüdü;

ömrünün son zamanlarının saatlerini hırpalayıp örseleyen gizli derdi, sonunda sağlığına da dokundu.

Bir sabah, çizgili mavi çoraplarını giyerken, bunlardan birinin baldıra gelen yerinde sekiz çizgilik bir

erime gördü. Reddedilmesi olanaksız olan bu içler acısı tanılamanın karşısında afallayarak, Matmazel

Gamard'la kendi arasında dostça bir aracılıkta bulunmasını rica etmek üzere rahip Troubert'e

başvurmaya karar verdi.

Birotteau'yu tamtakır bir odada kabul etmek amacıyla, kimsenin ayak basmadığı ve dört duvarı

arasında durmadan çalıştığı, yığın yığın kâğıtlarla dolu bir çalışma hücresinden ivedilikle çıkan heybetli,

ağırbaşlı danışman efendinin karşısında kalınca, zavallı papaz bu denli ciddî işlerle uğraşır görünen bir

adama, Matmazel Gamard'ın vırvırlarından söz etmeye utandı. Ama alçakgönüllü, ikircikli ya da zayıf

özyapılı insanların, önemsiz şeyler için bile içten içe duydukları o kuruntuların bütün heyecanını

çektikten sonra, yine de yüreğinin şaşırtıcı atışlarla şişip sıkışmasına engel olmadan, rahip Troubert'e

durumunu anlatmaya karar verdi. Piskopos danışmanı, belki de zeki gözlere gizli bir hazzın heyecanını

açıklayabilecek gülümsemesini göstermemeye çabalayarak, ama bu işi bütün bütüne de başaramadan,

ciddî, soğuk bir edayla onu dinledi. Birotteau, yaşamın kendisine nasıl zehir edildiğini, gerçek

duyguların verdiği coşkun bir konuşmayla söyleyip anlatırken, sıska rahibin göz kapaklarından alevli bir

pırıltı kaçar gibi oldu; ama Troubert, az çok düşünürlere özgü olan bir devinimle elini gözlerinin üstüne

koydu ve her zamanki ağırbaşlı görünümünü sürdürdü.

Papaz yardımcısı, sözünü bitirdiğinde, bu kuşku kumkuması rahipte uyandırmış olduğu duyguların

birkaç belirtisini karşısındaki irin rengi yüzde, hele o dakika her zamankinden daha da sarı lekelerle

hârelenen bu yüzde, aramaya kalkışsaydı, epey zorluk çeker, bocalardı.

Bir an suskun durduktan sonra, piskopos danışmanından; genişliğinin ve kapsamının tümüyle ölçülüp

anlaşılabilmesi için bütün sözcüklerinin uzun uzadıya incelenmesi gereken, ama "enine boyuna

düşünen" insanlara, bu adamdaki şaşırtıcı ruh derinliğini, zekâ gücünü aradan bir süre geçtikten sonra

kanıtlayan yanıtlardan biri geldi. Açıkçası, Birotteau'yu şu türlü tümcelerle ezdi, hırpaladı:

"Bu işler, kardeşinin açıklamaları olmasa asla ayrımına varamayacağı içindir ki, onu büsbütün şaşırtmıştı;

zekâdan yana gösterdiği bu kusuru önemli uğraşlarına, sürekli çalışmasına, yaşamın ayrıntılarına dönüp

bakmak fırsatını vermeyen yüce düşüncelerin altında ezilip gidişine veriyordu". "Yaşı ve bilgisiyle kesin

olarak saygıya layık bir adamın davranış biçimini eleştirmek gibi olmasın ama..." kaydıyla, şöyle

düşünceler de yürüttü:

"Yalnızlık köşesine çekilmeyi seçmiş olanlar, bir zamanlar eski Mısır'ın çöllerindeki yalnızlık köşelerinde

mutlu iç hesaplaşmalarına dalarken, yiyeceklerini, başlarını sokacak yerleri binde bir akla getirirlerdi; ve

kuşku yok ki, şu günlerimizde de bir rahip, nerde olursa olsun, düşünce yoluyla kendisine bir yalnızlık

çölü kurabilirdi." Bunun üstüne sözü, Birotteau'nun konusuna döndürerek, savurduğu şu hikmetleri

ekledi: "Bu gibi tartışmalar, kendisi için yepyeni bir konuydu. On iki yıl boyunca Matmazel Gamard'la

'rahmetli ve tanrının acımasına kavuşmuş' rahip Chapeloud arasında, asla böyle şeyler olmamıştı.

Kendisine gelince, ev sahibeleriyle papaz kardeşinin arasında elbette ki hakemlik edebilirdi." Şu noktayı

ısrarla vurguladı: "Çünkü, matmazele karşı duymakta olduğu dostluk duygusu, kilise yasalarının, bu

yasalara içtenlikle bağlanan kimselere buyurduğu sınırları aşmış değildi; yalnızca böyle olmakla, hak ve

adalet, Matmazel Gamard'ı da dinlemesini gerektiriyordu. Hem zaten bu kadında, bir değişiklik

görmüyordu, şimdi nasılsa, onu hep öyle görmüştü; kutlu hatunun iyiliğin ve sevecenliğin bir örneği

olduğunu bildiği için de, bir iki kaprisine öteden beri, seve seve boyun eğmişti; aslında, onun

davranışlarındaki gizli değişmeleri, kimseye sözünü etmediği ve gerçek bir Hıristiyan ruhuyla yazgıya

boyun eğerek sabrettiği 'akciğer hastalığının' verdiği acıya bağlamak gerekirdi..."

Sonunda Birotteau'ya şunu salık vererek sözünü bitirdi: "Matmazelin yanında daha bir iki yıl oturacak

olursa, bu yetkin kişinin hazinelerini daha iyi anlayacak, böyle bir insanın değerini daha iyi bilecekti."

Page 25: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Rahip Birotteau, danışman efendinin yanından allak bullak bir durumda çıktı. Artık öğüdü kendi başına

vermek gibi tehlikeli bir zorunluluk içinde, Matmazel Gamard'ı kendi aklınca yargıladı.

Tonton papaz, "Birkaç gün evden uzaklaşmakla, kadının kinini -değil mi ki bunu körükleyecek neden de

ortadan kalkıyordu- söndürürüm!" diye düşündü. Bunun üzerine, güz sonunda, Touraine ilinin

genellikle açık bir gök ve ılık havayla geçen bu mevsiminde, Madam de Listomère'in gitme

alışkanlığında olduğu bir yazlıkta, eskiden yaptığı gibi birkaç gün geçirmeye karar verdi.

Zavallı hazret, korkunç düşüncelerine ancak bir keşiş sabrıyla set çekilebilecek korkutucu düşmanın gizli

niyet ve dileklerini, nasıl da tastamam yerine getiriyordu; ne çare ki, hiçbir şeyi sezemeyerek, kendi

davasını kendisi bilmez bir durumda, kasabın ilk vuruşunu yiyen bir kuzu gibi can vermesi kaçınılmaz

yazgıydı.

Madam de Listomère'in, Tours kentiyle Saint-Georges tepelerinin arasındaki yüksekçe yerde, doğuya

karşı yapılmış, kayalıklarla çevrili kır konağı, insana hem kırlık, açıklık yerlerin zevkini, hem de kentin

bütün eğlencelerini tattırabiliyordu. Tours köprüsünden tutturup, Alouette [Çayırkuşu] adlı bu evin

kapısına varmak için, on dakikadan çok yürünmezdi. Neden olursa olsun, kalkıp bir eğlenceye gitmek

uğruna bile, kimsenin tatlı canını eziyete sokmak istemediği bir ülkede, doğrusu bu yakınlık, hatırı

sayılır bir kolaylıktı. Rahip Birotteau, on günden beri Alouette'teydi ki, bir sabah, kahvaltı ederken,

kapıcı gelip Mösyö Caron'un kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Mösyö Caron, Matmazel

Gamard'ın işlerine bakan bir avukattı. Bu noktayı anımsamayan ve dünyada hiç kimseyle, "çözümlenip

bitirilecek", davalı, çekişmeli bir pürüzü bulunacağına akıl erdiremeyen Birotteau, avukatı görmek üzere,

yürek çarpıntılarıyla sofradan kalktı; adamı, işi alçakgönüllülüğe döküp, terasın trabzanına oturmuş bir

durumda buldu.

Avukat hemen söze başlayıp dedi ki:

- Artık Matmazel Gamard'ın yanında oturmamak niyetinde olduğunuz açıklık kazandığına göre...

Rahip Birotteau, sözünü keserek:

- Bu da nereden çıktı! Oradan ayrılmayı aklımdan bile geçirmedim... diye bağırdı.

Avukat konuşmasını sürdürdü:

- Öyle ama, değil mi ki matmazel burada daha uzun süre kalıp kalmayacağınızı öğrenmek üzere

bendenizi yolluyor, öyleyse bu konuda kendisiyle kararlaşmış kimi konuların bulunması gerek. Uzun

süre ortada görünmeme durumu, aranızdaki sözleşme hükümlerinde, önceden düşünülüp

belirtilmediğine göre bir anlaşmazlık nedeni yaratabilir. Bundan dolayı, matmazelin görüşüne göre

pansiyon konusu...

Şaşıran ve yeniden avukatın sözünü kesen Birotteau:

- Doğrusu mösyö... şey... şey için, kalkıp da hukuksal, yasal yollara başvurmak gerekeceğini

düşünmemiştim... dedi.

Caron:

- Her türlü anlaşmazlığın önünü almak isteyen matmazel, sizinle görüşüp anlaşmak üzere bendenizi

yolladı, diye yineledi.

Rahip Birotteau:

- Hı! Peki, yarın bir daha gelmek lûtfunda bulunursanız, ben de o zamana dek bir akıl sorup danışmış

olurum, yanıtını verdi.

Caron, selâm verip:

- Baş üstüne, dedi.

Kâğıt düşmanı kırtasiyeci başı, öylece çekildi gitti.

Matmazel Gamard'ın bir türlü peşini bırakmamak konusunda gösterdiği ısrar ve kararlılıktan adamakıllı

korkmuş olan zavallı papaz yardımcısı, allak bullak bir yüzle yemek odasına girdi. Durumunu görür

görmez herkesi bir meraktır aldı:

- Ne var, ne oldunuz Mösyö Birotteau? diye sormaya başladılar.

Papaz efendi, yıkımının anlaşılmaz belirtileriyle beyninden vurulmuşa döndüğü için, bitkin bir durumda,

yanıt vermeden, çöküverdi. Ancak kahvaltıdan sonra, dostlarından birkaçı salonda alev alev yanan

ocağın başında toplanınca, Birotteau onlara başına gelen işi bütün saflığıyla bir bir anlattı.

Yazlıkta geçen günlerden sıkılmaya başlamış olan dinleyicileri, taşra yaşamına böylesine uyan bu

dolantıya, sıcak bir ilgi gösterdiler. Her biri kız kurusunu yerden yere vurup papazdan yana çıktı.

Page 26: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Madam de Listomère:

- Kuzum Tanrı aşkına! Oturduğunuz kata rahip Troubert'in geçmek istediğini apaçık görüp anlayamıyor

musunuz? dedi.

Öykümüzün şu noktasında, bu kadının portresini çizmek, gerçi olayları yazanın hakkıdır; ama Sterne'in

cognomotogie dizgesini bilmeyenlerin bile, şu üç sözcüğü; "Madame de Listomère" adını söylerken,

onu, "soylu, ağırbaşlı bir hatun, dindarlığın sert ve ateşli yandaşlarını saray usulü ve klasik göreneklerin

eski tarz inceliğiyle, kibar tavırlarla uzlaştırıp hafifletmesini bilen; iyi yürekli ama biraz haşin; hafifçe

genizden konuşan; kendisine "Nouvelle Heloïse" (20) yapıtını okumak, tiyatroya gitmek, hâlâ da

saçlarının üstüne bir şey takmamak ayrıcalıklarını bağışlayan bir hanımefendi"den başka türlü

canlandıramayacağını düşündü.

İznini geçirmek üzere yengesine konuk gelmiş olan deniz binbaşısı Mösyö de Listomère, coşarak:

- Rahip Birotteau'nun bu cadaloza boyun eğmemesi gerekir. Papaz efendi biraz gözüpeklik gösterip

benim söyleyeceğim gibi davranmayı kabul ederse, çok geçmeden rahata kavuşacağına senet veririm;

diye bağırdı.

Sözü uzatmayalım, her biri, insan davranışlarındaki en gizli nedenleri ve amaçları ortaya çıkarma

biliminden yana pek hünerli olduklarını yadsıyamayacağımız dışarlıklılara özgü derin görüşle, Matmazel

Gamard'ın "yapıp ettiklerini" incelemeye koyuldu.

Ülkeyi karış karış tanıyan, mal mülk sahibi, yaşlı başlı biri:

- Yok yok, bildiğiniz gibi değil; dedi. Bunun altında henüz akıl erdiremediğim önemli bir şeyler, bir

çapanoğlu var; Rahip Troubert, öyle bir çırpıda anlaşılmayacak kadar derindir. Sevgili Birotteaumuz

çilesinin daha başında. Hem önce şunu düşünelim: oturduğu daireyi Troubert'e bıraksa bile, acaba

mutluluğa, rahata kavuşacak mı? Doğrusu ben kendi hesabıma kuşkuluyum.

Sonra büsbütün afallamış olan keşişe dönerek şunu ekledi:

- Eğer Caron gelip, size Matmazel Gamard'ın yanından çıkmak niyetinde olduğunuzu söylediyse, lamı

cimi yok, matmazel cenapları sizi kapı dışarı etmek niyetinde demektir... Bana sorarsanız, ister istemez

oradan çıkacaksınız. Bu türlü insanlar, hiçbir zaman bir işe, "kader kısmet" diyerek girişmezler; oyunu

ancak sağlam kozla oynarlar.

Voltaire, döneminin ruhunu nasıl tümüyle özetlediyse, Mösyö de Bourbonne adındaki bu yaşlı soylu da

taşranın düşüncelerini aynı bütünlükle özetliyordu. Bu kuru, zayıf, yaşlı adam, giyim kuşam konusunda,

toprak ve mülk bakımından varlık değeri resmî dairesince rakama vurulmuş, geliri tıkırında bir insanın

bütün kayıtsızlığını göstermekten çekinmezdi. Touraine ilinin güneşiyle bakırımsı bir renk almış olan

yüzü zekî ve anlamlı olmaktan çok, kurnaz bir yüzdü. Sözlerini tartmaya, davranışlarını önlemle

düzenlemeye alışık olduğu için, derin kavrayışını, aldatıcı bir "saflık" altında gizlerdi. Nitekim, en ufak bir

dikkat, onun tıpkı Normandiyalı köylüler gibi her işten hep kazançlı çıktığını anlamaya yeterdi.

Toureanelilerin baş uğraşı olan şarapçılık işinde kimse onun eline su dökemezdi. Mülklerinden birinin

çayırlarını, hükümetle mahkemelik olmamanın yolunu bularak, Loire Irmağı'nın araziden kazandığı

yerler zararına genişletip büyütmesini bilmişti. El çabukluğuna getirip çevirdiği bu dolap, onu becerikli,

hünerli bir adam olarak tanıtmıştı.

Mösye de Bourbonne'ın söyleşisinden zevk alıp da herhangi bir Toursluya onun ne biçim bir adam

olduğunu sormaya kalkışsanız, onu çekemeyenlerin hepsinden -#hani, kıskananı da, çekemeyeni de bol

mu boldu!- atasözü gibi söylenen şu yanıtı alırdınız:

- Ha, o mu! Yaman ihtiyardır.

Touraine'de birçok taşra kentinde olduğu gibi, kıskançlık duygusu, dilin iç yapısını, gizli yönünü

oluşturur.

Mösyö de Bourbonne'un ileri sürdüğü düşünce, bu küçük topluluğu oluşturan kimseleri düşünceye

daldıran bir suskunluğa yol açtı. O aralık Matmazel Salomon de Villenoix'nın "konağı onurlandırdığı"

haber verildi. Kadıncağız, Birotteau'ya yararlı olabilmek isteğiyle eyleme geçmiş, Tours'dan geliyordu.

Hem oradan getirdiği haberler, işlerin görünümünü büsbütün değiştirdi. Yeni konuğun içeri girdiği

dakika, odadakilerin her biri, emlak sahibinden başka herbiri, Birotteau'ya, kendisine arka çıkacak olan

soylular tabakasının koruması altında, Troubert ve Gamard'la savaşmayı salık vermekteydi.

Matmazel Salomon şunları söyledi:

Page 27: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

- Çalışanların sorunlarıyla uğraşan piskopos vekili hastalandı, başpiskopos onun işini Rahip Troubert'e

verdi. Şimdi danışmanlığa yükselme konusu artık tümüyle onun kararına, keyfine kalmış bir iş. Üstelik

dünkü günde, rahip Poirel, Matmazel de la Bolttiere'in evinde rahip Birotteau'nun, Matmazel Gamard'a

karşı işlediği kusurlardan söz etmiş; bizim iyi yürekli papazımızın uğrayacağı talihsizliği haklı göstermek

ister gibi birtakım sözler söylemiş,"Sağ olsun, rahip Birotteau'nun, her bakımdan rahip Chapeloud'ya

gereksinme duyan bir adam olduğu ortaya çıktı; o olgun ve erdemli insanın ölümünden beri göze

batan bir gerçek varsa..." diye tutturmuş; arkasından da varsayımlar, kara çalmalar akın etmiş. Durumu

anlıyorsunuz değil mi?

Mösyö de Bourbonne, ağzından keramet çıkar gibi ciddî bir edayla:

- Anlaşılmasına anlaşıldı; Troubert piskopos vekili olacak, dedi.

Madam de Listomère de gözlerini Birotteau'ya dikip, sesini yükselterek:

- Baksanıza kuzum! Siz neyi yeğliyorsunuz; danışmanlığa geçmeyi mi, yoksa Matmazel Gamard'ın

evinde kalmayı mı? diye sordu.

Hep bir ağızdan:

- Danışmanlığa geçmek, diye bir çığlık basıldı.

Madam de Listomère, sözünü sürdürerek:

- İyi ya, öyleyse rahip Troubert'le Matmazel Gamard'a haklarını vermek gerek. Caron'un ziyaretiyle size,

yanlarından çıkmaya razı olursanız, danışmanlığa yükseleceğinizi çıtlatmadılar mı? Her şey karşılıklı olur,

verene verilir!

Madam de Mistomère'in anlayış ve zekâsını övmek için her kafadan bir ses çıktı; yalnızca bu övgülere

yeğeni Baron de Listomère katılmadı; üstelik Mösyö de Bourbonne'un yanına sokularak, gülünç bir

tavırla:

- Doğrusu ben Gamard'la Birotteau arasında savaş yandaşıydım; dedi.

Ama papaz yardımcısının talihsizliğinden olacak ki, rahip Troubert'in desteklediği kız kurusuyla kibarlar

sınıfı arasındaki güçler hiç de denk değildi.

Çatışmanın daha açığa vurulup iyice büyüyeceği an, çok geçmeden gelip çattı. Madam de Listomère ve

taşra köşesinde geçen ömürlerinin boşluğu içine fırlatılıvermiş, bu dolantıya ateşli bir ilgi göstermeye

başlayan kafadarlarının kararıyla Mösyö de Caron'a bir uşak gönderildi. Avukat efendi, yalnızca Mösyö

de Bourbonne'u ürküten dikkate değer bir hızla, yeniden çıkageldi. Toursluların yaşam satrancında

gösterdikleri olağanüstü düzenleri, derin derin düşünerek anlamak yeteneğini kazanmış olan bu sivil

kılıklı "kurmay", düşüncesini "incelememizi tamamlayana dek bütün kararları ertelemeliyiz" diyerek

belirtti. Birotteau'yu da durumunun tehlikeleri konusunda aydınlatmak istedi. Yaman ihtiyarın akıllı uslu

düşünceleri, o aralık ortalığı kaplayan coşkunluk havasına uymuyor, yaramıyordu. Nitekim adamın

sözlerine pek aldıran da olmadı. Avukatla Birotteau'nun arasındaki toplantı kısa sürdü. Papaz yardımcısı

yel yepelek, yelken kürek içeri girip, şu haberi verdi:

- Fekk-i râbıtada bulunduğumu tebeyyün ettirecek bir senet istiyor benden...

Deniz binbaşısı:

- Bu çetrefil söz de neymiş? dedi.

Madam de Listomère:

- Yani bu ne demeye geliyor? diye bağırdı.

Mösyö de Bourbonne, elindeki kutudan bir çekimlik burunotu alarak;

- Ne demeye gelecek, pek kolay: Papaz efendi, Matmazel Gamard'ın evinden çıkmak istediğini

belirtecek, diye yanıt verdi.

Madam de Listomère, Birotteau'ya bakarak:

- Bu kadarcık mı? Öyleyse imza edin! Kadının evinden çıkmayı gerçekten aklınıza koydunuzsa, karar ve

isteğinizi açıklamakta ne sakınca olacak ki!

Birotteau'nun karar ve isteği!

Mösyö de Bourbonne, burunotu kutusunu, sözle anlatılamayacak, başlı başına bir söz anlamı ve gücü

taşıyan sert bir devinimle kapatarak:

- Orası doğru, dedi.

Sonra da papaz yardımcısının ödünü koparan bir edayla kutusunu şöminenin üstüne koyarak:

- Ancak, yazmak her zaman tehlikelidir, diye ekledi.

Page 28: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Birotteau, bütün düşüncelerinin altüst olması; korunma önlemine zaman bırakmadan üzerine çullanan

olayların hızı; kimsesiz ömrünün en değerli sorunlarını dostların böylesine kolayca ele alması karşısında

öylesine afallamıştı ki, kendisinden geçmiş durumda, bir şey düşünmeden, ama herkesin bol keseden

veredurduğu ivedi, telaştan doğan öğütleri dinleyip anlamaya çalışarak, hiç kıpırdamadan, taş gibi

duruyordu.

Mösyö Caron'dan senedi alıp, sanki avukatın yazdıklarını anlayacakmış gibi şöyle bir okudu; ama bunu

bilinçli olmaksızın yaptı. Sonra da, Matmazel Gamard'ın evinde oturma ve aralarında önceden

kararlaşmış sözleşme koşulları gereğince orada bakılıp beslenme haklarından, gönül rızasıyla

vazgeçtiğini onaylayıp belirten bu senede imzasını bastı.

Papaz yardımcısı, imzalama işini bitirince, sözü geçen Caron Efendi, senedi ondan alıp, "Sayın rahibe ait

eşyanın, müvekkilesi tarafından hangi mahalle bırakılması gerekiyor?" diye sordu. Birotteau, "böyle bir

yer" olarak, Madam de Listomère'in evini gösterdi. Bu kibar hatun, papazın yakında piskopos

danışmanlığına atanacağından kuşku duymayarak, göz işaretiyle birkaç gün için kendisini ağırlamayı

kabul etmişti.

Emlak sahibi yaşlı kişi; bu bir tür el çekme belgesi sayılacak kâğıdı görmek istedi; Mösyö Caron da bunu

kendisine uzattı.

Okuduktan sonra, papaz yardımcısına:

- Demek, Matmazel Gamard'la aranızda, yazılı sözleşme koşulları, öyle mi? Nerede bu? Ne gibi

hükümler taşıyor, bunları biliyor musunuz?

Birotteau:

- O senet evde; dedi.

Emlâk sahibi, avukata dönüp:

- Bu sözleşmenin metni konusunda bilginiz var mı? diye sordu.

Mösyö Caron uğursuz kâğıdı almak için elini uzatarak:

- Hayır efendim, dedi.

Yaşlı adam, kafasının içinden, "Hah, tamam! Sen avukat efendi, o senette neler yazılı olduğunu bal gibi

biliyorsun ama, paranı, bize bunu yetiştiresin diye vermiyorlar ya!" sözlerini geçirdi. El çekme belgesini

de avukata geri verdi.

Birotteau zavallısı:

- Eşyalarımı nereye koyacağım ben? Kitaplarımı, güzel kitaplığımı, canım tablolarımı, kırmızı salon

takımımı, onca mobilyamı nereye sığdıracağım? diye bağırmaya başladı.

Deyim yerindeyse, başka bir yere dikilmek üzere kökünden çıkarılmışa dönen zavallının üzüntüsünde

öyle bir çocuksuluk; yaşayışının saflığını, dünya işlerine olan bilgisizliğini öyle iyi anlatan bir durum

vardı ki, Madam de Listomère ile Matmazel Salomon onu avutmak için, çocuklarına bir oyuncak söz

veren anaların takındıkları ses tonuyla şöyle dediler:

- Bu boş şeylerle ne diye kendinizi üzüyorsunuz canım? Haydi haydi merak etmeyin... nasıl olsa size

Matmazel Gamard'ın kara evinden daha sıcak yüzlü, daha aydınlık bir yer buluruz. Hoşunuza giden bir

ev çıkmazsa, ne olacak kuzum, ikimizden biri, sizi yanına alır. Haydi uzatmayın, gelin bir tavla atalım.

Yarın da rahip Troubert'e gider, yükselme konusu için aracılığını istersiniz; göreceksiniz, sizi ne iyi

karşılayacak!

Zayıf yaratılışlı insanlar nasıl kolayca korkuya kapılırlarsa, yine öylece, çarçabuk rahatlayıp yatışırlar!

Nitekim, Madam de Listomère'in yanında oturmak umuduyla gözleri kamaşan zavallı Birotteau da, nice

zamandır istediği ve ne zevkle, keyifle, tadına varmış olduğu mutluluğun, artık bir daha ele

geçmemecesine yıkılıp gittiğini unutuverdi. Ama gece olunca, uykuya dalmadan önce, adamcağız,

üstüne üstlük taşınma ve yeni alışkanlıklar edinme derdini gözünde büyüttükçe büyüten bir insanın

içezinciyle, kitaplığına daha önce sözünü ettiğimiz galeri kadar elverişli bir yeri nerede, nasıl bulacağını

düşünme uğruna, beynine işkence etti durdu. Kitaplarını oradan oraya sürünür, eşyalarını parça parça

dağıtır, yuvasını karmakarışık bir durumda görür ve düşünürken, Matmazel Gamard'ın evinde yaşadığı

ilk yılın neden o denli safalı, ikincinin de neden o derece cefalı geçtiğini kendi kendisine belki bin kez

soruyordu. Başına gelen bu garip iş, boyuna aklının, mantığının yuvarlanıp gittiği dipsiz bir kuyu olup

çıkıyordu. Piskopos danışmanlığını, artık bunca yıkıma yetecek bir karşılık gibi görmüyor ve yaşamını,

kaçmış tek bir iplik nedeniyle bütün ilmikleri çözülüp kaçan bir çoraba benzetiyordu. Gerçi elinde,

Page 29: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Matmazel Salomon kalıyordu; kalıyordu ama, zavallı papaz, gün görmüş, yaş yaşamış, hülyalarını

yitirmekle, artık yeni, taze bir dostluğa inanma cesaretini bulamıyordu.

Kız kurularının acılar beldesinde, özellikle Fransa'dakiler arasında, yaşamları her gün soylu duygulara

mertçe bağışlanmış bir özveriden başka bir şey olmayan, nice yaşamın haksızlık ettiği kişilere raslanır.

Kimileri, ecelin ellerinden zamansız aldığı bir yüreğe bağlı kalırlar; bu aşk şehitleri, ruh yoluyla kadın

olmanın gizine ererler. Kimileri, kendilerinin bu duruma düşmelerine neden olanlar için, günden güne

utanç duygusuna dönüşen bir aile gururuna boyun eğip, varlıklarını ya bir ağabeyin talihine ya da

yetim kardeş çocuklarına adarlar; böyleleri, erden [bâkire] kalarak, kendilerini ana kılarlar.

Bu kocamış kızlar, bütün kadınlık duygularını yıkımın kulluğuna adamakla, cinsiyetlerinin en üstün

kahramanlığına ulaşmış olurlar. Hemcinslerinin ulaşacakları ödüllerden el çekip yalnızca eziyetleri

kabullerek, kadınlığın simgesini ülküselleştirirler. Bu aşamaya vardıktan sonra, sınırsız özverilerinin

ışığıyla kuşatılmış bir durumda yaşarlar ve erkekler, onların solmuş, kırışmış yüzleri önünde saygıyla

eğilirler.

Matmazel de Sombreuil'e (21) ne kadın, ne de kız çocuk diye bakabiliriz; o canlı bir şiirdi, her zaman da

böyle kalacak. Matmazel Salomon da işte bu kahraman yaratıklardandı. Ömür boyu sürecek bir acıya

dönüşen büyük özverisi, artık zaferi de tadamayacağı için, dinsel bir yücelik taşıyordu. Güzellik ve

gençlik döneminde sevildi, sevdi; nişanlısı, günün birinde çıldırdı. Beş yıl boyunca, aşkın verdiği

gözüpeklikle kendisini bu zavallının bilinç, istem gibi şeylere dayanmayan, sanki makineleşmiş olan

mutluluğuna adadı; üstelik bu insanın ruhsal durumuyla öylesine özdeşleşmişti ki, onu hiç de deli

yerine koymuyordu. Aslında hali tavrı yalın, düşündüğü gibi konuşan, biçimli ve solgun yüzü ruh ve

anlamdan yoksun bulunmayan bir insandı. Hiçbir zaman yaşamını etkileyen olaylardan söz etmezdi.

Yalnızca, korkunç ya da üzücü bir serüven anlatılırken, kimi zaman engellemeyi başaramadığı ani

ürpetti ve titreyişler, zavallının yüreğinde büyük acıların geliştirdiği üstün artamları [meziyetleri]

açıklamış olurdu. Yaşam arkadaşını yitirdikten sonra, gelip Tours'a yerleşmişti.

Burada, onun tam olarak değerlendirilmesi olanaksızdı; ondan söz açılınca, "iyi insan" denilip

geçiliyordu. Pek çok hayır işliyordu, yaratılışı gereği zayıflara, güçsüzlere bağlanıyordu. Bu bakımdan,

papaz yardımcısı, doğaldır ki, kadıncağızda derin bir ilgi uyandırmıştı.

Hemen ertesi sabah kente dönen matmazel Salomon de Villenoix, Birotteau'yu da yanında götürüp,

katedral alanında bıraktı; adamcağız da, uğradığı yıkım tufanı içinde, hiç değilse psikopos

danışmanlığını sağ salim kurtarmak ve eşyalarının toplanmasına göz kulak olmak için, bir an önce

ulaşmaya can attığı Cloître'a doğru yollandı. On dört yıldır eşiğine bastığı, içinde yaşadığı ve kutlu çatısı

altında dostu Chapeloud'nun ardından huzurla ölüme kavuşma düşlerini kurduktan sonra şimdi

sonsuza dek ayrılmak zorunda kaldığı bu evin kapısını, yüreciği güm güm atarak çaldı.

Marianne, papaz yardımcısını görünce şaşalar gibi oldu. Kadına, rahip Troubert'le konuşmak için

geldiğini söyledi ve danışmanın oturduğu giriş katına doğru yürüdü; ama Marianne:

- Rahip Troubert artık orada değil mösyö, sizin eski dairenize geçti, diye seslendi.

Bu sözler; Troubert'i Chapeloud'nun kitaplığına yerleşmiş, Chapeloud'nun gotik biçimli koltuğuna

kurulmuş, kesinlikle Cpapeloud'nun karyolasında yatmak nimetine kavuşmuş, Chapeloud'nun

eşyalarına zevkle konmuş; kısacası, sanki Chapeloud'nun yüreğine girmiş; Chapeloud'nun

vasiyetnamesini ayaklar altına almış ve işte sonuç olarak, onca zaman her türlü yükselme olanağına

engel olup Tours salonlarını kendisine kapalı tutarak onu Matmazel Gamard'ın evine sanki hapsetmiş

bir adamın, şu Chapeloud olacak kişinin, dostunu da yediği mirastan yoksun kılmış bir durumda

bulunca; sıska keşişin özyapısını, ağır ağır ve sinsi sinsi hesaplanıp hazırlanan öcün derinliğini sonunda

anlayan papaz yardımcısının ciğerine işledi; zavallıyı şaşkınlıkla karışık büyük bir korkuya düşürdü.

Bu akıllar durduran değişikliğe, nasıl bir sihirli masal değneğiyle ulaşılmıştır? Yoksa artık bütün bunlar

Birotteau'nun elinden gitmiş miydi? Herhalde Troubert'in şu kitaplığı seyrederken takındığı iblisce

alaycı edayı görmekle; talihsiz Birotteau, gelecekteki Piskopos vekilinin ne denli nefretle diş bilemiş

olduğu iki insandan, (can düşmanı saydığı Chapeloud'dan ve benliğinde hâlâ Chapeloud'yu bulduğu

için de Birotteau'dan) kalma malları, ne yapıp edip ele geçirme konusunda pek güvenli olduğunu iyice

anladı. Bu durum karşısında, zavallının sızım sızım sızlayan yüreciğinden bin türlü duygu ve düşünce

geçti; adamcağız bu düşüncelerle, sanki düşe dalmış gibi kalakaldı.

Troubert'in, sert sert yüzüne dikilmiş gözlerine bakarken, büyüye uğramışçasına taş kesildi.

Page 30: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Sonunda dile gelebilip dedi ki:

- Sanırım, beni kendimin olan şeylerden yoksun etmek istemiş olacağınızı sanmıyorum mösyö. Gerçi

Matmazel Gamard, sizi daha rahat bir yere geçirmek konusunda sabırsızlık duymuş olabilir; yalnızca

kitaplarımı ayırıp toplamak, eşyalarımı taşıtmak için de bana zaman tanıyacak kadar insaf göstermesi

gerekir.

Rahip Troubert, yüzünde hiçbir heyecan belirtisi olmaksızın, soğuk bir edayla:

- Mösyö, dedi, Matmazel Gamard, dün bana, henüz bilmediğim bir nedenle buradan ayrıldığınızı haber

verdi. Buraya geçmek konusuna gelince; bu odaya, gerekli olduğu için geçtim. Rahip Mösyö Poirel de

benim daireme yerleşti. Buradaki eşyaların Matmazele ait olup olmaması konusunda bir şey

bilmiyorum; ama, eşyalar sizinse, ev sahibemizin iyi niyetli, doğruluk örneği bir insan olduğunu

bilirsiniz; onun kutsal yaşamı, doğru bir insan olduğunu yeterince gösterir. Bana gelince, bir lokma bir

hırka sözünce, ne denli yalın ve basit yaşadığımı bilmez değilsiniz. On beş yıldır tamtakır bir odada, en

sonunda sağlığıma, yaşamıma mal olan rutubete aldırmadan yatıp kalktım. Bununla birlikte, yeniden bu

dairede oturmak isterseniz, size burasını sevinerek bırakabilirim.

Bu korkunç sözleri duyunca, Birotteau danışmanlık konusunu unuttu; Matmazel Gamard'ı bulmak üzere

bir delikanlı çevikliğiyle aşağı indi; kadına merdivenin alt başında, yapının iki bölüğünü birleştiren geniş

taşlıkta rasladı.

İvedilikle selam verip, ne kadının dudaklarındaki alaycı, buruk gülümsemeye, ne de bakışlarına kapılan

gözlerindeki parıltıyı ele veren o şaşırtıcı ışıltıya aldırmaksızın:

- Matmazel, dedi, doğrusu anlamıyorum, nasıl oldu da beklemediniz, eşyalarımı kaldırana dek...

Kadın, sözü onun ağzına tıkayarak:

- Ne gibi! dedi. Bir eksik mi var, bütün eşyanız Madam de Listomère'e teslim edilmemiş mi?

- Onlar başka, ben asıl eşyalarımı, mobilyalarımı söylüyorum...

Kız kurusu:

- Kuzum, senedinizi okumadınız mı siz? dedi.

Bunu, kinin ve öfkenin her sözcüğün söyleniş biçimine ne çok ayrıntılar katma gücünde olduğunu

anlatabilmek için, insana musiki diliyle, notayla yazma yollarını aratacak bir güçle söyledi.

Bu tümceyle birlikte, Matmazel Gamard'ın boyu sanki daha büyüyor gibi oldu, gözleri daha parladı,

yüzüne sevinç ışıltıları yayıldı, bütün varlığından keyif ve haz ürpertileri geçti. Rahip Troubert, sözde,

elindeki koca cildi, aydınlığa tutup daha rahat okumak niyetiyle, yukardan bir pencere açtı. Birotteaucuk

yıldırımla vurulmuşa dönmüştü. Matmazel Gamard, borazan sesi gibi cırlak bir bağırışla, kulağının

dibinde şu tümcelerle uğursuzluk borusunu öttürüyordu:

- Rahmetli Rahip Chapeloud'dan aldığım pansiyon ücretiyle sizin vermenizi kararlaştırdığımız kira payı

arasındaki fark yüzünden uğradığım zararı karşılamak için, evimden çıktığınızda bütün mobilyanızın

bana kalacağı konusunda anlaşmamış mıydık? Durum böyle olduğuna göre, rahip Poirel Efendi'nin de

piskopos danışmanlığına atanması üzerine...

Birotteau, bu son sözcükleri işitince, sanki kız kurusuyla esenleşir gibi hafifçe eğildi, sonra da ivedilikle

dışarı sıvıştı. Daha fazla kalırsa, bayılıp yere yıkılmaktan, böylelikle de bu amansız düşmanlara daha

büyük bir zafer sevinci vermekten korkuyordu. Yollarda sarhoş gibi yürüyerek, Madam de Listomère'in

evine vardı ve orada, basık tavanlı bir odada, tek bir sandığa sığmış olan çamaşırlarını, giysilerini,

darmadağın kâğıtlarını buldu. Bahtı kara papazcağız, eşyasının bu "kılıç artıkları"nın, onca şeyden elde

avuçta kalan şu döküntülerin karşısında bir köşeye çöktü, göz yaşlarını kimsecikler görmesin diye

ellerini yüzüne kapadı.

Demek, rahip Poirel piskopos danışmanlığına geçmişti! Kendisi, Birotteau ise, evsiz, barksız, parasız

pulsuz, eşyasız kalmıştı! Bereket versin, Matmazel Salomon'un, arabayla oradan geçeceği tuttu. Evin

kapıcısı, zavallı papazın sonsuz üzüntüsünü anlamış olduğu için, arabacıya bir işaret yaptı. Bunun

üzerine, yaşlı kızla kapıcının arasında geçen kısa bir konuşmadan sonra, papaz yardımcısı, kollarına

girilip yarı ölü, yarı baygın bir durumda, kendisine sevgi ve bağlılık duyan bu yaşlı kızın yanına

götürülmesine ses çıkarmadı; kadını görünce de ancak birbirini tutmaz birkaç söz söyleyebildi.

Matmazal Salomon, zaten pek güçlü olmayan bir kafanın, geçici olarak da olsa böylesi bir perişanlığa

uğramasından korkarak, bu bilinç bozukluğu (daha açık söylemek gerekirse, bu delilik) başlangıcını

Page 31: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

rahip Poriel'in danışmanlığa atanması yüzünden duyulmuş üzüntüye yorarak, adamı hemen tezi tezine,

Madam de Listomère'in köşküne, Allouette'e götürdü.

Birotteau'nun Matmazal Gamard'la yapmış olduğu sözleşmenin maddelerinden, (zaten bunların

kapsamını ve ayrıntısını adamcağızın kendisi de bilmediğinden) hiç haberli değildi. Gülünçlüğün en

acıklı şeylere karışmış bulunması kimi zaman doğanın cilvelerinden olduğu için de, Birotteau'nun acayip

yanıtları, Matmazel Salomon'u nerdeyse gülümsetecekti.

Zavallıcık şöyle diyordu:

- Chapeloud'nun hakkı varmış. Herif canavar!

Kadın:

- Kim? diye soruyordu.

- Chapeloud. Her şeyimi aldı.

- Poirel demek istiyorsunuz sanırım?

- Yok canım, Troubert... Troubert.

Sonunda "Çayırkuşu"na varabildiler; dostları papaz efendiye öyle candan davrandılar ki adamcağızı

akşama doğru iyice yatıştırdılar; ertesi sabah da olup bitenlerin öyküsünü ağzından alabildiler.

Soğukkanlı Mösyö de Bourbonne, doğal olarak hemen sözleşmeyi görmek istedi; çünkü avukatın bir

gün önceki ziyaretinden beri, bütün bu bilmecenin anahtarının eski senette bulunabileceğini

duyumsuyordu.

Birotteau, üstüne pul yapıştırılmış uğursuz kâğıdı cebinden çıkardı, yaşlı adama uzattı. Mösyö de

Bourbonne bunu hızla okumaya başladı, çok geçmeden, sözcüklere şöyle dökülmüş bir maddeye geldi:

"Mezbure Sophie Gamard'ın balâda mukarrer şartlar mucibince hanesine kabul ettiği mumaileyh

François Birotteau'nun tediye ile mükellef bulunduğu icar bedeliyle, merhum Mösyö Chapoloud'nun

sabıken vermekte olduğu pansiyon ücreti arasında senevî sekiz yüz franklık bir fark mevcut bulunması

sebebiyle zirde vâzı-ı imza François Birotteau'nun, hane sahibi matmazel Gamard'a, diğer

pansiyonerleri ve alelhusus rahip Troubert tarafından tediye edilegelen meblağ-ı icarı, daha birçok

seneler devamınca ödemek iktidarında bulunamıyacağını maaziyadetin kabul ve teslim eylemekte

olması hasebiyle, hülâsa-yı kelâm, zirde vâzı-ı imza Sophie Gamard tarafından mumaileyh F.

Birotteau'ya ödünç olarak verilmiş muhtelif meblağların da nazar-ı itibara alınması dolayısiyle, müstecir

Birotteau; hîni vefatında, veya herhangi bir sebeple, herhangi bir zamanda olursa olsun, hâlen kiraladığı

işbu mahalli kendi rıza ve arzusiyle terk eylediği ve bu suretle Matmazel Gamard tarafından balâda

tekeffül edilmiş taahhüdat mündericatında mukarrer istifade ve menfaatlerden müstefit ve müntefi

olmaktan fariğ kaldığı tarihte sahip bulunacağı bilcümle eşya-yı beytiye ve kâffe-i emval-i menkûlesini,

makam-ı tazminatta, mucir Sophie Gamard'a terk eylemeyi kabul ve taahhüt eder..." (22)

Emlak sahibi yaşlı adam:

- Vay vay, alın size dörtdörtlük bir senet! "Mezbure Sophie Gamard cenapları"nın pençesine öyle bir

silâh verilmiş ki! dedi.

Zavallı Birotteau, çocuksu kafacağızından, günün birinde, kendisini Matmazel Gamard'dan ayırabilecek

bir neden geçiremediği için, bu kadının evinde güzel güzel yaşayıp, rahatça ölmeyi tasarlamıştı. Bu

dokuncalı maddeyi anımsamıyordu bile; zaten o zaman da sözleşme maddeleri üstünde tartışmaya,

konuşmaya kalkışmış bile değildi. Başını kız kurusunun kanadı altına sokmak isteği içinde bütün bu

maddeleri öylesine haklı bulmuştu ki, önüne hangi kâğıdı koysalar, imzasını basardı! Adamcağızın bu

saflığı ne denli saygıdeğerse, matmazel Gamard'ın davranışı da o denli yılancaydı. Zavallı altmışlık

adamın acıklı yazgısı öyle acıma duygusu uyandırıyor; zavallılığı ve umarsızlığı ona öyle yürekler acısı

bir görünüş veriyordu ki, Madam de Listomère, ilk üzüntü ve kızgınlık anı içinde, hemen şöyle bağırdı:

- Elinizden varınızı yoğunuzu alan ikinci senedin imzalanmasına ben neden oldum. Sizi yoksun kıldığım

mutluluğa kavuşturmak, boynuma borç olsun.

Yaşlı soylu söze karışıp:

- Size bir şey söyliyeyim mi, o senet, hileli bir nitelik taşıyor, dava için bir neden oluşturabilir, dedi.

Baron de Listomère atılıp:

- İyi ya işte! Birotteau da dava açar. Tours'da yitirirse, Orleans'da kazanır. Orleans'da yitirirse Paris'te

kazanır, diye bağırdı.

Mösyö de Bourbonne, soğuk edasıyla:

Page 32: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

- Dava açmak istiyorsa, katedraldeki papaz yardımcılığı görevinden istifa etmesini salık veririm, diye

buyurdu.

Madam de Listomère, sözünü sürdürerek:

- Avukatlara danışırız, dedi, dava açmak gerekirse açarız. Ama bu sorun Matmazel Gamard için o denli

çirkin bir şey ki... Üstelik Rahip Troubert için de öyle zararlı bir biçim alabilir ki, nasıl olsa, bir uyuşma

yoluna yanaşmak zorunda kalacaklardır.

Enine boyuna konuşmaların sonunda, her biri, rahip Birotteau'ya, kendisiyle bütün düşman takımı

arasında açılacak savaşımda yardım sözü verdi. Şaşmaz bir öncü duyguyla, tanımlanamaz bir dışarlıklı

içgüdüsüyle, her biri de, Gamard ve Troubert diyerek, bu iki ismi birleştirmek zorunda kalıyordu. Ama o

aralık Madam de Listomère'de bulunanlardan hiçbiri, yaman yaşlı adamdan başka hiçbiri, böyle bir

savaşımın önemini tam olarak bilmiyordu. Mösyö de Bourbonne, zavallı tombalak papazı bir köşeye

çekti, yavaşça:

- Şimdi şurada hazır bulunan on dört kişiden, on beş güne varmaz, sizden yana konuşacak bir tek insan

kalmayacak. Birini yardımınıza çağırmak gereği duyarsanız; belki de o zaman, benden başka, sizi

savunmayı göze alacak denli gözüpek birini bulamayacaksınız; çünkü ben taşrayı, insanları, işlerin

gidişini, hele hepsinden çok da çıkar çatışmalarını bilirim! Ama, bütün dostlarınız, iyi niyetlerine karşın,

sizi içinden çıkamayacağınız yanlış bir yola sürüklüyorlar. Gelin, öğüdümü dinleyin. Rahatça ömür

sürmek istiyorsanız, Saint-Gatien'in papaz yardımcılığından da, Tours'dan da ayrılın. Nereye

gideceğinizi söylemeyin; ama, Troubert'in size raslayamayacağı uzak bir kilisede iş bulmaya bakın.

Papaz yardımcısı, tanımlanamaz bir korkuyla:

- Tours'dan ayrılmak mı? diye bağırdı.

Hiç ötesi yok, bu onun için ölmek gibi bir şeydi; dünyaya bağladığı, saldığı bütün kökleri koparmak,

sökmek değil miydi bu? Bekârlar, duyguların yerini birtakım alışkanlıklarla doldururlar. Onların gerçek

anlamıyla yaşam sürdürmelerini engelleyip, yalnızca yaşamın gelip geçici yolcuları ve konukları kılan bu

manevi yaşama, üstelik zayıf bir özyapı da katışınca, dünya işleri, bu ruh gurbetine çıkmış kişilerde,

şaşırtıcı bir etki yaratır. Nitekim Birotteaucuk da, rasgele bir bitkiye dönmüştü; onu yerinden çıkarıp

başka bir yere dikmek, yok yere meyve verimini tehlikeye düşürmek demekti. Nasıl ki, yaşamak için, bir

ağaç her saat aynı özsuyunu bulmak, kıl gibi ince ince köklerini aynı toprakta tutmak isterse, Birottteau

da, tombiş tombiş, her zaman Saint-Gatien'de dolaşmalı, her zaman alıştığı gezi yeri olan Mail

çevresinde piyasa adımıyla yürümeli, aynı sokakları bir kez daha arşınlamalı, her Tanrının akşamı da

whist ya da tavla oynamak için dadandığı o üç salona taşınıp durmalıydı.

Mösyö de Bourbonne, karşısındaki papaza bir tür acımayla bakarak:

- Ya! Orasını düşünmedim, yanıtını verdi.

Çok geçmeden, Tours kentinde herkes, bir tümgeneralden dul kalmış olan Madam La Baronne de

Listomère'in, Saint-Gatien'de papaz yardımcılığı eden rahip Birotteau'yu evine almış olduğunu öğrendi.

Birçok kimsenin inanamayıp kuşkuyla karşıladıkları bu olay, özellikle ilk olarak Matmazel Salomon

cesaret gösterip de hileli senetten ve davadan söz edince, bütün soruları kestirmeden önlemiş ve

çarpışacak partileri tümüyle belirlemiş oldu.

Matmazel Gamard, kız kurularına özgü o buluttan nem kapmaya hazır bir kendini beğenmişlik duygusu

ve bu gibilerin başlıca niteliklerinden sayabileceğimiz benlik davasını aşırıya kaçırma merakıyla, Madam

de Listomère'in tuttuğu yol karşısında son derece gücenip kırıldı. Madam La Baronne sağbeğenisi, ince

tavırları, dindarlığı yadsınamaz; yüksek tabakadan, her yönüyle zarif bir kadındı. Birotteau'yu kabul

etmekle, Matmazel Gamard'ın bütün savlarını en kesin biçimde çürütmüş ve papaz yardımcısına karşı

davranışını, dolaylı olarak, ayıplamış oluyor; böylelikle de, adamın eski ev sahibesinden ötürü, yana

yakıla sayıp döktüğü yakınmaları haklı bulmuş görünüyordu.

Bu öykünün daha açık olarak anlaşılabilmesi için, kız kurularının başkalarının davranışlarını anlama

konusunda gösterdikleri o seziş ve kavrayış yeteneği sayesinde, Matmazel Gamard'ın nasıl bir güç

edinebildiğini ve partisinin ne gibi kaynaklara dayandığını şurada anlatıvermemiz gerekiyor.

Gamard cenapları, sessiz sedasız Troubert Efendi'yle birlikte, durumlarındaki benzerlik ve aynı içgüdüsel

eğilimler dolayısıyla hepsi de birbirine kenetlenip bağlanmış bir düzine kadar insanın toplandığı dört

beş eve, akşam konukluğuna gidiyordu. Bunlar, hizmetçilerinin çançanları ve ruhsal tutkularıyla haşır

neşir olan bir iki kocakarı bozuntusu erkek; bütün günlerini komşularının ve toplumsal yaşamda

Page 33: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

kendilerinden üstün ya da daha alt düzeyde olduklarına inandıkları insanların sözlerini elemek,

davranışlarını iskandil etmekle geçiren beş altı kız kurusu; bir de özellikle dedikoduları imbikten

çekmek, bütün servetlerin tastamam çizelgesini tutmak ya da el âlemin yapıp ettiğini denetlemekle

uğraşan birkaç acuzeydi. Hele bu sonuncular, yapılacak evlenmeleri, falcı örneği, önceden keşfeder,

düşman kesildikleri kadınların davranışlarını nasıl dillerine doluyorlarsa, "dost hemşireciklerini" de aynı

zehir zemberek yöntemle yererlerdi.

Hepsi de bir bitkinin özsu yollarına benzer biçimde kentin içine yerleşip kök salmış olan bu insanlar, bir

yaprağın çiy tanelerine karşı duyduğu susuzlukla bütün haberleri, ev gizlerini emercesine içlerine

çekerler; sonra da bunları, yaprakların içtikleri serinleme damlacıklarını doğal olarak sapa verişleri gibi,

birer birer keşiş Troubert'e aktarırlardı. İşte böylece, haftanın her akşamında, bütün insanoğullarının

benliğinde tazelenip duran o heyecan gereksinmesiyle fitili almış olan bu "hayırsever" sofular alayı,

kentin durumu konusunda, "Onlar Konseyi"ne (23) taş çıkartan bir kavrayışla, tastamam bir bilanço

çizer ve tutkuların yarattığı o bir tür (sağlam mı sağlam!) casus örgütünün silahlı polis kolunu

oluştururlardı.

Sonra da bu kadınlar bir olayın gizli nedenini keşfettikleri zaman, her biri karşılıklı "bölgelerinde"ki

çançanlara güç ve ruh katabilmek için, kendilerine özgü gururun da itkisiyle, eski İsrail mahkemelerinde

görev yapan "Yargıçlar kurulu"nun olgun bilgiçliğini anımsatan bir bilgiçlik takınırlardı. Bu hem aylak,

hem çalışkan; hem görünmez, hem görür; hem dilsiz, hem de çenebaz "kurul", işte o zaman, anlamsız

niteliğiyle görünüşte zararsız sanılan ama ağır basan bir çıkar duygusundan hız aldı mı, korku verici bir

güç ve etki kazanırdı.

İmdi, çok zaman vardı ki, ömürlerinin döngüsü içinde, rahip Troubert ile matmazel Gamard'a karşı

Madam de Listomère'in desteklediği Birotteau savaşımı gibi ciddî, üstelik her biri için de bu denli genel

anlamda bir olay çıkmamıştı.

Gerçekten, Madam de Listomère, Merlin de La Blottiere ve de Villenoix gibi gösterişli ad sahiplerinin üç

salonu, Matmazel Gamard'ın gelip gittiği evler tarafından, "düşman cephesi" sayıldığı için, bu kavganın

içyüzünde birlik düşüncesiyle birlik ruhuna uyan o anlamsız gururlar toplanıyordu. Bu, bir köstebek

yuvasında sanki ulusla Roma Senatosu'nun kavgası; ya da "astığım astık kestiğim kestik" yöntemiyle

yönetimi ele almanın kolaylığı yüzünden, hükümet buyruklarının ve devlet memurluklarının ancak bir

gün sürebildiği Saint Marin Cumhuriyetinden söz ederken, (Montesquieu'nün dediği gibi) bir bardak su

içinde fırtına yaratıyor; ruhlarda, en büyük toplumsal çıkarları yönetmeye yetecek güçte tutkular

geliştiriyordu.

Zaman dediğimiz sürecin, ancak yaşamı karıştırıp kaynatacak büyük tasarılara kapılmış yürekler için pek

çabuk geçtiğini kabul etmek yanlış olmaz mı? Rahip Troubert'in saatleri de tıpkı bir yükselme

tutkununun, bir kumarbazın, bir sevdalının üzüntülü saatleri derecesinde, büyük bir canlılık içinde

geçiyor; yine o türden kaygılarla yüklü bir durumda uçup gidiyor; aynı derin umutsuzluk ve umutla

karışıp örseleniyordu.

Türdeşlerimize, birtakım şeylere ve kendi benliğimize karşı; saklı yollardan kazandığımız zaferlerin bize

nasıl bir enerjiye mal olduğunu, yalnızca Tanrı, o tek sırdaşımız bilir. Nereye gittiğimizi her zaman

bilmezsek bile, yolculuğun yorgunluklarını hep biliriz. Yalnızca, bu satırları yazanın, bir an için

eleştirmenlik rolünü oynamak üzere, anlatmakta olduğu dramdan ayrılma yetkisini kullanışını; bu kız

kurularıyla iki papazın varlıklarına (onların asıl cevherlerini kemirip çürüten uğursuzluğun nedenini

aramak amacıyla) sizleri bir göz atmaya çağırışını; insanoğlunun varlığına ruhsal soyluluğu verecek, dar

yaşam çemberini genişletecek ve her varlıkta yaratılıştan gelen kökleşmiş bencilliği uyuşturacak

artamları benliğinde geliştirebilmek için kimi tutkular duymasının gerekli olduğunu (belki de tam

anlamıyla) kanıtlayabilmek dileğini gütmekte oluşuna vermelisiniz.

Madam de Listomère, beş altı günden beri dostlarından birçoğunun, kendisi için yayılan ve ayrıntılarını

bilmiş olsa kahkahalarla güleceği bir savı; yeğenine karşı gösterdiği sevgiye çirkin ve suç sayılan

anlamlar yükleyen kötü bir dedikoduyu engellemek için epey dil dökmek zorunda kaldıklarını

bilmeksizin, kente döndü.

Birotteau'yu kendi avukatına götürdü. Adam, böyle bir davayı hiç de kolay görmedi. Papaz

yardımcısının dostları, yasal bir hakkın verdiği güven duygusuna kapıldıkları ya da doğrudan doğruya

kendi kişiliklerini ilgilendirmeyen bir davaya karşı isteksiz davrandıkları için, mahkemeye başvurma işini,

Page 34: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Tours'a dönecekleri güne bırakmışlardı. Bu sayede de Matmazel Gamard'ın kafadarları atiklik edip,

konuyu rahip Birotteau'ya hiç de uygun gelmeyecek bir biçimde anlatmaya zaman buldular.

İş bu duruma varınca, zaten müşterilerini özellikle kentin dindar tabakasından devşirmiş olan hukuk

adamı, böyle bir davaya kalkışmamasını salık vererek, Madam de Listomère'i pek şaşırttı. Üstelik

"söylevini" şu anlama gelecek sözlerle bitirdi: "Doğrusu aranırsa, böyle bir davayı üstlenmek niyetinde

değildi; çünkü senette yazılanlara göre Matmazel Gamard hukuksal olarak haklı bulunuyordu; doğruluk

bakımındansa, yani konu adalet ve yasa yolunun dışından ele alınırsa, Rahip Birotteau, mahkemenin ve

dürüst insanların gözünde, şimdiye dek kendisinde bulunduğu varsayılan "barışçı ve dingin",

"uzlaşmacı", "doğruluğa düşkünlük" gibi ruh özelliklerinden yoksun bir insan olarak görünecekti; üstelik

yumuşak huyluluğu ve uysallığıyla tanınmış bulunan Matmazel Gamard, Birotteau'ya Chapeloud'nun

vasiyetnamesi dolayısıyla ortaya çıkan veraset hakkı masrafları için gerekli parayı, karşılığında alındı

belgesi filan almaksızın ödünç verip yardımda bulunmuştu; sonunda Birotteau, bir senedi, içinde ne

yazılı olduğunu bilmeden, önemini anlamaksızın imzalayacak yaşta da değildi ya... Üstelik Matmazel

Gamard'ın yanında iki yıl kaldıktan sonra (hem aynı yerde, dostu Chapeloud on iki; Troubert de on beş

yıl oturmuşken)... Şimdi tutup buradan çıkmış bulunuyorsa, elbette bunun nedenini ve amacını kendisi

biliyordu; dolayısıyla, kız kurusunun dava edilmeye kalkışılması, iyilik bilmezlik olarak görülecekti...".

Şöyleydi böyleydi gibi bir sürü lâf daha...

Avukat efendi, önden gitsin diye Birotteau'yu merdivene yönlendirdikten sonra, Madem de Listomère'i

uğurlarken hafifçe yana çekti ve rahatını kaçırmak istemiyorsa bu işe karışmamasını salık verdi.

Böyle olmakla birlikte, o akşam oyuna başlamadan önce, konuklar Madam de Listomère'in şöminesi

başında halka olup oturdukları sırada, Bicêtre'in (24) daracık zindanında yargıtaydan gelecek bozma

kararını bekleyen ölüm mahkûmu denli üzüntü ve acı çeken zavallı papaz yardımcısı, yine de dostlarına,

o ziyaretinin sonucunu bildirmekten kendisini alamadı.

Mösyö de Bourbonne sesini yükseltip:

- Tours'da, Liberal Parti'nin savunmanı dışında, bu davayı yitirmeyi göze almaksızın üstlenecek; yalan

dolana, yaygaraya şerbetli tek bir insan tanımıyorum. Doğrusu o yola başvurmanızı da salık vermem,

dedi.

Deniz binbaşısı:

- Olur şey değil, şuna apaçık rezalet desenize! Öyleyse, rahip efendiyi bu avukata ben götürürüm, dedi.

Mösyö de Bourbonne sözünü keserek:

- Karanlık basmadan gitmeyin, diye uyardı.

- Neden?

- Rahip Troubert'in, önceki gün ölen hazretin yerine geçtiğini, yani piskopos vekilliğine atandığını

öğrendim.

- Rahip Troubert falan vız gelir bana.

Otuz altı yaşındaki Baron de Listomère, ne yazık ki ağzından çıkan söze dikkat etmesi için Mösyö de

Bourbonne'in, belediye meclisi üyelerinden, Troubert'in dostu olarak tanınmış birini göstererek yaptığı

işareti anlayamadı.

Nitekim deniz binbaşısı onunla da kalmayıp şunu ekledi:

- Eğer Troubert Efendi, hilecinin biriyse...

Mösyö de Bourbonne hemen atılıp onun sözünü kesti:

- Yoo, bu olmadı işte! Rahip Troubert Efendiyi, tümüyle dışında olduğu bir işe sokmanın anlamı var mı?

Baron sözünü sürdürerek:

- Öyle ama, hazret şu dakika, rahip Birotteau'nun eşyalarına konmuş bulunmuyor mu? dedi. Bir kez

Chapeloud'yu ziyarete gitmiştim, orada iki değerli tablo gördüğümü anımsıyorum. On bin frank

değerinde olduklarını varsayın? Aslında kitaplıkla mobilyaların değeri aşağı yukarı bu toplamı bulurken;

Mösyö Birotteau, şu Gamard olacağın yanında iki yıl oturmak için on bin frank vermeye niyetlenmişti

diye mi kabul edeceksiniz?

Elinde böyle büyük bir serveti tutmuş olduğunu öğrenince, Birotteaucuğun gözleri fal taşı gibi açıldı.

Baron cenapları ateşli ateşli sözlerini sürdürerek şunları ekledi:

Page 35: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

- Akla sığar şey mi efendim! Paris Müzesi'nin eski uzmanı Mösyö Salmon, kaynanasını görmek üzere

buraya, Tours'a gelmiş bulunuyor. Bu akşam rahip Birotteau ile kendisine gidip, tablolara değer

biçmesini rica edeceğim. Oradan da, dostumuzu dediğiniz avukata götürürüm.

Bu konuşmadan iki gün sonra, dava konusu tam kıvamını bulmuştu. Birotteau'nun savunmasını

üstlenen Liberal Parti savunmanı, papaz yardımcısının işine epey zarar veriyordu. Hükümet karşıtı

geçinenler, öte yandan papazları ya da dini (birçok kimsenin birbirine karıştırdıkları bu iki şeyi),

sevmemekle tanınmış olanlar, bu konuyu dillerine doladılar. Böylece de Birotteau-Gamard davası,

bütün kentin diline düşmüş oldu. Müzenin eski uzmanı, Valantin'in "Meryem Ana"sına ve Lebrun'ün

"Mesih"ine, bu önemli sanat yapıtlarına, on bir bin frank değer biçmişti. Kitaplıkla gotik mobilyaya

gelince; bu gibi şeylere karşı Paris'te günden güne artan heves ve merak modası, bunlara şimdilik on iki

bin franklık bir değer kazandırıyordu. Uzun sözün kısası, uzman efendi inceleme ve tahminleme işinin

sonunda, bütün eşyaya on bin ekülük bir fiyat biçti.

İmdi, Birotteau Efendi, koşula bağlı zarar karşılığı gereğince Matmazel Gamard'a borçlu sayılabileceği

az bir para için, böyle pek büyük bir para ödemeyi amaçlamış olamayacağına göre, ortada, sözleşme

maddelerinin hukuksal ve adlî bakımdan değiştirilmesi, düzeltilmesi konusunda gerçek nedenler vardı;

yoksa, ev sahibesi, hırsızlıkla suçlanabilirdi.

Liberallerin savunmanı, konuyu Matmazel Gamard'a karşı dava başlangıcı oluşturacak hazırlık

çalışmasıyla mahkemeye götürdü. Kimi yasal maddelerin ve yüce hükümlerin ileri sürülmesiyle

desteklenip güçlendirilmiş olan bu dilekçe, her ne denli buruk ve atak bir dille yazılmışsa da, hukuksal

mantığın bir başyapıtı olmaktan geri kalmıyor ve kız kurusunu öyle açık olarak mahkûm ediyordu ki,

bunun otuz kırk kopyası kentin içinde, muhalif parti tarafından hınzırca bir el çabukluğuyla

dağıtılıverdi.

Kız kurusuyla Birotteau arasındaki düşmanlık kavgasının resmen başlamasından birkaç gün sonra, epey

zamandır Deniz Bakanlığı'nda müjdesi dolaşan ilk yükselme listesine yarbaylıkla gireceğini uman Baron

de Listomère, bir arkadaşından, kendisinin eylemli kadrodan çıkarılacağı konusunda, dairede kimi

söylentiler döndüğünü bildiren bir mektup aldı. Bu haber karşısında etekleri tutuşarak hemen Paris'e

doğru yola çıktı; Baron de Listomère'in sayıp döktüğü kaygılara şaşıran ve bol bol gülen bakanın ilk

gece toplantısına koştu.

Baron, bakan cenaplarının verdiği söze "bakmayarak", ertesi günü ilgili kalem odalarını bir kolaçan etti.

Bazı üstlerin, eş dost uğruna kolayca yapabildikleri boşboğazlık yanlışlığı sayesinde, bir yazman

arkadaşı, kendisine bir genel müdürün hastalığı dolayısıyla henüz bakana sunulmamış ve uğursuz

haberi pek iyi doğrulayan, her noktası tamam ve hazır, koca bir yazı destesi gösterdi.

Bunun üstüne Baron de Listomère, hemen bir koşu, milletvekilliği konumu sayesinde bakan cenaplarını

hemen, sıcağı sıcağına Meclis'te görebilecek bir amcasına koştu, bakan hazretlerinin düşüncesinin ve

amacının ne olduğunu araştırsın diye ricada bulundu; çünkü şakası yok, baron için geleceğinin yok olup

gitmesi söz konusuydu!

Nitekim amcasının arabasında oturup meclis toplantısının sonunu büyük bir üzüntüyle bekledi.

Milletvekili amca, toplantı sona ermeden önce, hem de epey önce çıktı ve konağına gidene dek, yol

boyunca yeğenini şu sözlerle haşladı:

- Kuzum Tanrı aşkına, nerden aklına eser de, papazlara savaş açar, burnunu bu türlü işlere sokarsın!

Bakan söze nasıl başladı, biliyor musun... Siz efendimizin, Tours'da, Liberal Parti'ye elebaşılık ettiğini

haber vermekle! Suç sayılacak düşünceler taşıdığını, hükümetin çizdiği yolda yürümediğini daha da

buna benzer birtakım şeyler söyledi. Sanki Meclis kürsüsünde konuşuyormuş gibi lastikli, karmakarışık

tümceler kullandı. Bunun üstüne ben de, "Yoo, olmadı, şöyle açık açık konuşacak mıyız?" dedim. O

zaman, hazret bin dereden bin su getirmeyi bırakıp, senin başpapazlık makamıyla bozuşmuş olduğunu

söyledi. Kısacası, arkadaşlara da sorup danışınca, şunu öğrendim: Rahip Troubert adında biri için ileri

geri sözler ediyormuşsun; bu adam görünürde sıradan bir piskopos vekili; ama, rahipler topluluğunun

temsilcisi olarak bulunduğu ilin en önemli kişisiymiş. Bakanın karşısında, her sorumluluğu üstlenmek

koşuluyla sana kefil oldum. Bak efendi oğlum, ilerlemek istiyorsan din adamlarıyla aranı açacak işlere

kalkışayım deme. Hemen Tours'un yolunu tut, o piskopos vekili denen iblisle barış görüş olmaya bak.

Piskopos vekillerinin bozuşmaya gelir yaratıklardan olmadıklarını öğren. Ne diyeyim, Tanrı cezanı

kaldırsın emi! Hepimiz din işlerini yeniden kurup yoluna koyalım diye uğraşır çabalarken, yarbaylığa

Page 36: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

yükselmek isteyen bir deniz binbaşısının papaz takımına aşağı gözle bakması gibi saçma, anlamsız bir iş

olamaz! Rahip Trousbert'le barışmanın yolunu bulamazsan, bundan sonra bana güvenme. Senin gibi bir

yeğenim yoktur der, çıkarım. Din İşleri Bakanı, demin, bu adamdan, gelecekteki bir piskopostan söz

eder gibi ağız kullanarak konuştu. Troubert keşişi ailemize kancayı takarsa, gelecek senato üyesi

listesine beni geçirtmemenin yolunu da bulabilir. Anlıyor musun oğlum?

Bu sözler, deniz binbaşısına, Troubert'in sinsi ve gizli uğraşlarını açıklamış; saf Birotteau'nun bön bön

sorduğu, "Bu adam da uzun geceleri geçirecek ne işler bulur bilmem ki..." sorusunun yanıtını da vermiş

oluyordu.

Piskopos danışmanının, şu koca eyaletin kolluk görevini nasıl da ustalık ve kurnazlıkla, sanki pîr aşkına

gören "kadınlar senatosu"ndaki konumu ve kişisel yeteneği, rahipler topluluğuna, kentin bütün kilise

emektarları arasından seçilip Touraine yöresinin "adı bilinmeyen prokonsülü" (25) olarak el üstünde

tutulmasına yol açmıştı. Başpiskopos, general, belediye başkanı, küçük büyük herkes, onun sanki

gücünü gizilbilimlerden alan gizli ve örtülü egemenliği altında bulunuyordu.

İşte böylece, Baron de Listomère'e de tez elden kesin kararını vermek düştü.

Amcasına dönüp:

- Papaz güruhunun ikinci bir yaylım ateşine hedef olmak niyetinde değilim. İçiniz rahat olsun, dedi.

Amcayla yeğen arasındaki bu diplomatik görüşmeden üç gün sonra, ivedi posta iletimiyle görevli

arabayla, hiç beklenmediği bir sırada Tours'a dönen denizci, hemen geldiği akşam yengesinin karşısına

geçti, her ikisi de "şu salak" Birotteau'yu desteklemek inadından caymazlarsa, de Listomère ailesince

beslenen en yüce umutların ne gibi tehlikelere uğrayacağını bir bir açıklayıp anlattı. Yaşlı soylu, whist

partisinden sonra ayrılıp gitmek üzere bastonuyla şapkası için arandığı sırada, Genç Baron Mösyö de

Bourbonne'ı durdurup alıkoymuştu. Listomère gemisinin içine dalıp sıkıştığı su yüzüyle tehlikeli

kayalıkları aydınlatabilmek için, kesinlikle bu "yaman yaşlı adam"ın tutacağı ışıklara gereksinmesi vardı;

aslında bu hinoğluhin, sırf onu kulağına, "Kuzum siz kalın, konuşacak şeylerimiz var," dedirtmek için,

zamanından önce bastonuna ve şapkasına uzanmıştı.

Baron'un çabucak dönüşü, zaman zaman yüzüne çöken çatkınlık ve ciddîlikle hiç uyuşmayan hoşnutluk

cakası, Mösyö de Bourbonne'a, binbaşının Gamard'la Troubert'e karşı çevirdiği savaş manevrasında bir

bozguna uğramış olduğunu az çok belli etmişti. Genç baron, din dalaverelerinin kurdu olmuş piskopos

vekilindeki gizli gücü sayıp dökerken, hiç de şaşkınlık göstermedi.

- Biliyordum, dedi.

Madam La Baronne:

- Aşkolsun! Öyleyse bizi neden uyarmadınız? diye bağırdı.

Adam da, eni konu bağırarak şu yanıtı verdi:

- Madam, bu papazın görünmez etki gücünü keşfetmiş olduğumu unutun; ben de bunun artık sizlerce

de bilindiğini unutayım. Birbirimizin gizini tutmazsak, bu adamın suç ortakları olur çıkarız; herkesi

kendimizden ürkütür, tiksindiririz. Benim gibi yapın; kolay aldanan, kolay yutan biri gibi görünmeye

bakın; ama çürük tahtaya basmayın. Ayağınızı atacağınız yeri iyi bilin. Sizi yeterince uyarmıştım;

anlamıyordunuz ki, doğrusu ben de kendime söz getirmek istemedim.

Baron:

- Şimdi nasıl bir yol tutturmalı? dedi.

Birotteau'yu yüzüstü bırakıvermek, söz konusu değildi. Nitekim, bu karar; danışma için kafa kafaya

vermiş üç insanın açıkça söylemeden anlaştıkları ilk konu oldu.

Mösyö de Bourbonne, baronun sorusuna şu yanıtı verdi:

- Sancağı, topu tüfeğiyle geri çekilmek, her zaman en becerikli generallerin hüneri diye kabul edilmiştir.

Troubert'e boyun eğin; kini onurundan üstün değilse, onunla el ele verebilirsiniz. Ama gereğinden çok

eğilirseniz, sizi çiğneyip geçebilir; çünkü, Boileau'nun (26) dediği gibi:

Yıkılmaktansa yık'tır, kilisenin ilkesi.

Bu adamı, askerlikten çekilmek niyetinde olduğunuza inandırın Mösyö le Baron, böylelikle elinden

kurtuldunuz demektir. Siz de papaz yardımcısını evinizden savmaya bakın madam; Gamard cadalozuna

hak vermiş olursunuz. Başpiskoposun yanında, Troubert'e whist oynamasını biliyor mu diye sorun, size

"evet" diyecektir. Kendisini, kabul olunmak istediği bu salona, bir oyun partisine katılmak üzere çağırın;

kesinlikle gelecektir. Kadınsınız, bu papazı kendi çıkarlarınızdan yana çevirmeyi bilin. Baron, yarbay;

Page 37: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

amcası da senato üyesi, Troubert de piskopos olunca, Birotteau'yu gönül rahatlığıyla danışmanlığa

geçirebilirsiniz. O zamana dek eğilin; yalnızca kararını kaçırmadan, hem de tehdit ederek eğilin. Çünkü

Troubert'i onun sizi destekleyebileceği denli kayırmak, ailenizin elindedir; bu adamla iyice uzlaşıp

anlaşmak için olanaklarınız var. Siz de denizci bey, elde iskandille yürüyün!

Madam la Baronne:

- Zavallı Birotteau! dedi.

"Yaman yaşlı", giderayak:

- Ha, onun hesabını hemen görmeye bakın; Tanrı korusun, kurnaz bir liberal bu boş kafayı ele geçirecek

olursa, başınıza türlü dertler çıkarabilir. Mahkeme de ondan yana karar verecek gibi görünüyor;

Troubert de bu kararın korkusunu çekiyordur. Sizleri, savaşa önayak olduğunuz için, haydi neyse deyip

bağışlayabilir; ancak, bozguna uğradıktan sonra amana gelir yanı kalmayacaktır. Benden söylemesi, işte

bu kadar.

Burunotu kutusunu çat diye kapattı; kaloşlarını giydi ve çekip gitti.

Madam La Baronne, ertesi sabah kahvaltıdan sonra, papaz yardımcısıyla yalnız kaldı ve adamcağıza,

kızara bozara, şöyle dedi:

- Mösyö Birotteau, sevgili dostum, şimdi sizden isteyeceğim şeyleri, biliyorum, pek haksız ve yersiz

bulacaksınız; ama emin olun ki, hem sizin hem de bizim çıkarımız için, daha önce ileri sürdüğünüz hak

ve savlardan vazgeçerek Matmazel Gamard'a karşı açtığınız şu davayı durdurmanız, sonra da evimden

çıkmanız gerekiyor.

Bu sözleri duyunca, zavallı papazın beti benzi atıverdi. Soyluluk simgesi hanımefendi, sözlerini

sürdürerek:

- Başınıza gelen dertlerin, suçsuz yere de olsa, nedeni benim; şunu da biliyorum ki, yeğenim işe

karışmasaydı bugün size ve bize üzüntü kaynağı olan şu davayı açmayacaktınız. Ama bakın, beni

dinleyin!

Bu konunun ortaya çıkardığı sakıncaları enine boyuna adamcağızın önüne serdi ve sonucunun

ciddiliğini ve önemini açıkladı. O gece daldığı derin düşünceler, Madam La Baronne'a Troubert'in

yaşamında, akla yakın gelen birtakım geçmiş şeyler olacağını keşfettirmişti: bu sayede de Birotteau'ya,

nasıl da ustalıkla ağını örüp hazırlamış olan bu kinin, onu nasıl bir pusuya düşürdüğünü, noktası

noktasına gerçekten kanıtlayabildi; Birotteau'yu dört yandan kuşatan kini, bu korkunç duygunun

nedenlerini anlattı; Troubert yılanını, on iki yıl boyunca Chapeloud'nun önünde uyur gibi çöreklenmiş,

şimdi de rahmetlinin dostunda, yine Chapeloud'yu ısırır, Chapeloud'yu zehirler bir durumda

göstererek, adamcağıza düşmanının üstün gücünü, yüksek yeteneğini anlatmak olanağını buldu.

Masum Birotteau, tertemiz yüreciğiyle, hiçbir zaman anlayamayacağı bu insan kötülükleri karşısında,

sanki duaya varmış gibi ellerini kenetledi, üzüntüsünden ağladı. Uçurum kıyısında kalmışçasına bir

korkuyla, yaşlı gözleri bir noktaya dikili, ama ağzını açıp tek bir düşünce yürütemeden, koruyucusunun

nutkunu dinliyordu. İyiliksever dostu, işte şu sözleri ekleyerek, sözünü tamamlıyordu:

- Sizi yüzüstü bırakmakla işlediğimiz kötülüğü biliyorum, ama sevgili rahip, aile görevleri dostluğun

yükümlülüklerinden ağır basıyor. Bu boraya siz de benim gibi boyun eğin; minnet borcumu her

bakımdan kanıtlamaktan geri kalmayacağım. Maddî çıkarlarınızdan söz etmiyorum; bunları karşılamayı

üstüme alıyorum. Geçim derdi diye bir üzüntünüz olmayacak. Görünüşü kurtarmasını bilecek olan de

Bourbonne aracılığıyla hiçbir şeyden yana eksiğiniz kalmamasını sağlayacağım. Aziz dostum, size ihanet

etmek hakkını verin bana. Şu yalancı dünyanın koyduğu kurallara uymakla birlikte, size hep dost

kalacağım. Karar verin.

Uğradığı şaşkınlıkla büsbütün alıklaşan zavallı keşiş:

- Chapeloud'nun yerden göğe kadar hakkı varmış... diye haykırdı; boşuna, "Ayaklarımdan çekip beni

mezarımdan sürümeye gücü yetse, bu Troubert kafiri onu bile yapar!" dememişti; hakkı varmış! Hem

baksanıza, Chapeloud'nun yatağında yatıyor.

Madam de Listomère:

- Yanılıp yakılmanın sırası değil; çok vaktimiz de yok. Kararınızı verdiniz mi onu söyleyin! dedi.

Birotteau, öyle altın yürekli bir adamdı ki, yaşamın büyük bunalımlarında, ilk anın, o düşünmeksizin

içten kopup gelen özveri duygularına hemencecik boyun eğeceği, besbelli bir şeydi. Ömrü de artık can

Page 38: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

çekişmeye dönüşmüştü. Koruyucusuna, onun da yüreğini sızlatan umutsuz ve içler acısı gözlerini

çevirerek:

- Kendimi size emanet ediyorum. Artık ben "çiğnenti"ye döndüm! dedi.

Tourslu ağzıyla söylenen bu sözcüğün, "saman çöpü"nden daha uygun bir karşılığı yoktur. Ama

çocukların gönüllerini, yüzlerini ışıldatan sarı, parlak, pırıl pırıl, minicik saman çöpleri vardır; oysa

"çiğnenti"; rengini atmış, çamurlanmış, su akıntılarında sürünüp gitmiş, rüzgârla savrulmuş, gelip

geçenin ayaklarıyla basılıp kıvrılmış olan "saman çöpü"dür.

Adamcağız, sözünü sürdürdü:

- Yalnızca şunu söyleyeyim madam, Rahip Troubert'e, Chapeloud'nun portresini bırakmak istemiyorum;

o benim için yapıldı, benim malımdır; bu resmin bana geri verilmesini sağlayın, geri kalanlar onların

olsun.

Madam de Listomère:

- Pek iyi, Matmazel Gamard'a giderim; dedi.

Bu sözcükler, Madam de Listomère'in, kız kurusundaki gururu okşamak pahasına uğrayacağı alçalışa

katlanmak için gösterdiği çabayı belirten bir tonla söylendi. Sonra da şunları ekledi:

- Her konuyu çözümlemeye çalışacağım. Doğrusu sonuç alabileceğimi beklemiyorum. Hemen kalkıp

Mösyö de Bourbonne'a gidin, davanızdan vazgeçtiğinizi bildiren yazıyı hazırlasın; bu kâğıdı, resmî

ayrıntıları neyse yaptırıp bana getirin. Sonra da, inşallah başpiskopos hazretlerinin yardımıyla, belki bu

işi bitiririz artık.

Birotteau, büyük bir korku içinde evden çıktı. Troubert Efendi, gözünde, bir Mısır piramidinin yüceliğini

almıştı. Bu adamın elleri Paris'te, dirsekleri Saint-Gatien dehlizindeydi!

Kendi kendisine:

- Akıllar durur; Mösyö le Marki de Listomère'in senato üyeliğine bu adam engel olsun ha? Üstelik,

başpiskopos hazretlerinin yardımıyla, belki artık bu iş bitermiş, ha! diye söyleniyordu.

Bu kadar büyük çıkarların karşısında, Birotteau kendini devede kulak yerine koyuyor, kendi suçluluk

yargısını ve cezasını yine kendi veriyordu.

Birotteau'nun Madam la Baronne'un evinden taşınıp çıkma haberi, nedeninin bir türlü anlaşılamaması

yüzünden, büsbütün şaşkınlık uyandırmıştı. Madem de Listomère, yeğeninin evlenmek ve askerlikten

ayrılmak istemesi üstüne, kendi dairesini büyütmek zorunda kaldığından, papaz yardımcısının oturduğu

bölüğe gerek duyulduğunu söylüyordu.

Birotteau'nun davadan vazgeçtiğini henüz kimse bilmiyordu. Böylece, Mösyö de Bourbonne'un

söyledikleri, yolu yordamınca yerine getirilmişti. Bu iki haber piskopos vekilinin kulağına gidince,

Listomère ailesinin, tam anlamıyla teslim olmuyorsa da yansız kaldığını, papaz topluluğunun görünmez,

sezilmez, gizemli gücünü dolaylı olarak kabul etmiş bulunduğunu belirterek, keşiş efendi hazretlerinin

onurunu okşamış olacaktı: bu yüce gücü kabul etmek, ona boyun eğmek sayılmaz mıydı? Ancak dava,

daha doğrusu yasanın eli, henüz "sümen altında" duruyordu. Bu da hem eğilmek, hem de korkutmak

değil miydi?

Böylelikle Listomerèler, bu savaşımda tastamam piskopos vekilinin durumuna benzer bir tavır takınmış

oluyorlardı; konunun dışında kalıyor ve her şeyi yönlendirebilme gücünü elde tutuyorlardı. Ama araya

önemli bir olay karıştı ve Gamard-Troubert cephesini yatıştırmak için Mösyö de Bourbonne ile

Listomèrelerin inceden inceye tasarladıkları düzenin başarıya erişmesi büsbütün zorlaştı.

Bir gün önce, Matmazel Gamard katedralden çıkarken üşüterek yatağa düşmüştü; adamakıllı hasta

olduğu söyleniyordu. Bütün kent halkı, sahte bir acımanın kızıştırdığı sızlanmalarla dövünüp duruyordu.

"Matmazel Gamard'ın duyarlığı bu dava rezaletine dayanamamıştı. Yerden göğe kadar haklı olduğu

halde, üzüntüsünden ölüyordu işte... Birotteau, velinimetini öldürüyordu..."

Kadınlar Derneği adsız yandaşlarının, bu yüceler yücesi örgütün, kılcal damar örgülerini anımsatan

dedikodu borularından fırlattıkları ve Tours'un da bol keseden yineleyip durduğu tümcelerin mayası,

işte bu düşüncelerle yoğrulmuş bulunuyordu.

Madam de Listomère, kız kurusuna, (ziyaretinin ürününü toplayamadan) başvurmuş olmanın utancına

uğradı. Renk vermeden, "pek büyük bir incelikle" piskopos vekiliyle konuşmak isteğinde bulundu.

Page 39: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Kendisini küçümsemiş olan bir kadını, Chapeloud'nun kitaplığında, tartışma konusu o iki tabloyla süslü

şöminenin başında kabul etmekle belki gururu okşanmış olan Troubert, Madam la Baronne'u iki dakika

bekletti; sonra konuğu huzura almaya rıza gösterdi.

Hiçbir kral "nedim"inin, hiçbir diplomatın, kişisel çıkarları için yaptıkları çekişmede ya da ulusal bir

tartışmayı yönetmede; La Baronne'la Keşiş efendinin, karşı karşıya oyun sahnesinde kaldıkları an

gösterebildikleri becerinin, ikiyüzlülüğün, "bilmezden gelme"nin ve "düşünceleri derinleştirme"

gücünün eline su dökemeyeceğini söyleyebiliriz.

Ortaçağda, savaş alanına gireceği sırada şampiyonun (27) eline silahını kalkanını veren, üstelik değerli

öğütlerle onu kışkırtan yardakçı gibi, "yaman yaşlı" da, Madam La Baronne'a şu öğütleri sunmuştu:

Rolünüzü unutmayın; siz, düşmanları uzlaştırmak amacını güdüyorsunuz; konuyla kişisel olarak ilgili

değilsiniz! Troubert'i de yalnızca aracı olarak görüyorsunuz. Sözünüzü tarta tarta söyleyin! Piskopos

vekilinin sesinde belirecek değişikliklere dikkat edin; çenesini sıvazlarsa, onu elde ettiniz demektir.

Kimi ressamlar, insanın söylediğiyle düşündüğü arasında, çoğu zaman var olan karşıtlığı karikatür

olarak canlandırmakla gönül eğlendirmişlerdir. Keşiş hazretleriyle kibar hanımefendi arasında geçen söz

düellosunun önemini iyice kavrayabilmek için, burada da, önemsiz tümceler altında, karşılıklı

saklayadurdukları düşünceleri açığa vurdurmak gerekiyor.

Madam de Listomère, Birotteau davasından ötürü duyduğu üzüntüden dem vurmakla başlayıp, sözü bu

konunun her iki yanı da hoşnut edecek bir yöntemle bitmesi dileğinde olduğuna getirdi.

Rahip Troubert yaşlı ve ağır aksak bir sesle:

- Artık olan oldu madam; erdem ve namus simgesi Matmazel Gamard şu dakika ölümle pençeleşiyor;

dedi. (Düşündüğüyse şöyleydi: Bu alık kıza metelik verdiğim yok, ama ölümünü sizin sırtınıza

yüklemeye, bu ölümü kendinize dert edecek denli aptalsanız, böyle bir silahla vicdanınıza çullanmaya

can atmıyor da değilim.)

Bir sessizlik anı oldu.

Papaz efendi, içinde kabaran heyecanı örtüp peçelemek için, gepgeniş göz kapaklarını kartal gözlerinin

üzerine indirerek, sonunda şöyle buyurdu:

- Matmazel Gamard'ın dünyasal işleri beni ilgilendirmez. (Bu ara aklından geçirdikleri: Yağma yok! Beni

faka bastıramazsınız! Ama neyse, Tanrıya şükürler olsun! Yerin dibine batası savunmanlar üzerime çirkef

sıçratabilecek bir işi artık dillerine dolayamayacaklar. Şu halde, Listomèrelerin böyle karşımda kul köle

olmak için ne zorları var? Acaba ne istiyorlar?)

Madam La Baronne:

- Efendi Hazretleri, diye yanıt verdi; Matmazel Gamard'ın çıkarları sizi nasıl ilgilendirmiyorsa, Mösyö

Birotteau'nun işleri de beni öylece ilgilendirmemektedir. Yalnızca, ne yazık ki bu konunun dillere,

mahkemelere düşmesi yüzünden din zarar görüp incinebilir; aslında, sırf ara bulmak amacıyla karıştığım

böyle bir konuda, zatıalinizi de ancak bağışlayıcı bir arabulucu olarak görmekteyim... (Bir yandan da

şöyle düşünüyordu: Ne sen beni aldatabilirsin Troubert efendi, ne de ben seni. Şu yanıttaki yergi

oyununu anlayabiliyor musun?)

Piskopos vekili:

- Hiç din zarar görüp incinir mi madam! diye buyurdu. Dinin, örseleyici insan ellerinin ulaşamayacağı

denli yüce bir konumu vardır. ("Din, yani ben" diye düşündü).

Ve ek olarak şu hikmeti savurdu:

- Yüce Tanrı, biz kullarını yanılmadan yargılamasını bilecektir; ben ancak onun mahkemesini tanır,

bilirim.

Kadın:

- İyi ya mösyö, öyleyse, insanların yargılarını Tanrı'nın yargılarıyla uzlaştırıp bağdaştırmaya çabalayalım,

yanıtını verdi. (Biliyoruz, din demek sen demeksin!)

Rahip Troubert sesinin tonunu değiştirerek:

- Yeğeniniz beyefendi Paris'e gitmediler mi? (Şöyle düşünüyordu: Benim kim olduğum, orada kafanıza

dank etmiştir. Beni aşağı görmüştünüz, ama şimdi de sizi ayaklarımın altında ezip çiğneyebileceğimi

anlıyorsunuz. Teslim bayrağı elde, uzlaşmaya geldiniz.).

- Evet mösyö, kendisini sorarak gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederim. Bu akşam Paris'e dönüyor; bize

karşı pek iyi davranan ve yeğenimin askerlikten ayrılmasını bir türlü istemeyen bakan hazretleri onu

Page 40: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

resmen çağırdı da... (Düşüncesi: Seni iki yüzlü zangoç bozuntusu seni, bizi çiğneyemeyeceksin; alay

ettiğini anlamadık sanma.).

Bir sessizlik ve sözün arkası:

- Yeğenimin bu konudaki davranışını uygun bulmuyorum. Ancak bir denizcinin, hukuk işlerine akıl

erdirememesini bağışlamak gerek. (Asıl düşüncesi: Gel el ele verelim, çekişmekten bir şey

kazanacağımız yok.).

Keşiş efendinin "lûtfettiği" hafif bir gülümseme, yüzünün kırışıkları arasında yitip gidiverdi. Gözlerini,

sözünü ettiğimiz tablolara dikerek:

- Bize, şu iki yapıtın değerini öğretmek bakımından, yardımı dokunmuş oldu diyebiliriz; bu tablolar,

Meryem Ana mihrabını ne güzel süsleyebilir. (Bu arada düşündükleri: Bana bir yergi oku fırlattınız, işte

size iki tane karşılığı; ödeştik madam!)

- Bunları Saint-Gatien'e vermek niyetindeyseniz, konacakları yere ve yapıtın değerine uygun çerçeveleri

kiliseye armağan etmek zevkini bana bırakmanızı rica edeceğim. (Bir yandan da şöyle düşünüyordu:

Elimde olsa da Birotteau'nun eşyalarına, hem de nasıl göz dikmiş olduğunu sana bir bir söyletebilsem!)

Hep tetikte duran rahip:

- Kendi malım değil ki, dedi.

Madam de Listomère:

- İşte, her türlü tartışmayı gideren ve onları Matmazel Gamard'a geri veren resmî bir kâğıt, dedi;

vazgeçme belgesini masanın üzerine koydu. (Aklından şu sözleri geçiriyordu: Bakın hazret, size nasıl da

güven gösteriyorum.)

Beri yandan şöyle sürdürdü sözünü:

- İki Hıristiyanı barıştırıp uzlaştırmak size uygun, dindar ahlakınıza yaraşır bir iş olacak mösyö; gerçi artık

rahip Birotteau'yla pek ilgim yoksa da...

Keşiş hemen onun sözünü keserek:

- Ama onu evinizde oturtuyorsunuz, dedi.

- Hayır efendim, artık evimde değil. (Hem bu yanıtı veriyor, hem de, Kayınbiraderimin senato üyeliği,

yeğenimin yükselme konusu bana epey alçaklığa mal oluyor, diye düşünüyordu).

Keşiş efendi taş gibi durdu, ama durgun oluşu, onun pek heyecanlandığını gösterirdi. Bu görünüşteki

dinginliğin gizine varmış olan, yalnızca Mösyö de Bourbonne'du. Diyecek yok; hazret zafere ulaşmıştı!

Bir kadını, duyduğu iltifatları yinelemeye yönelten duygunun benzeri bir isteğe kapılarak:

- Bu kâğıdı kendi elinizle getirmek zahmetine niçin katladınız? diye sordu.

- İçimden gelen bir acıma duygusuna karşı koyamadım. Zayıf özyapısı sizce de bilinen Birotteau çok

yalvardı, Matmazel Gamard'la konuşmamı ve davadan vazgeçmesine ve...

Keşiş efendi kaşlarını çattı.

- ...seçkin, güçlü savunmanların kabul edip desteklediği hakkından el çekmesine karşılık olarak istediği

bir portre varmış da...

Rahip, Madam de Listomère'e gözlerini dikti.

Kadın sözünü sürdürerek:

- Rahmetli Chapeloud'nun portresi... İşte bunun verilmesi konusunda aracılığımı rica etti.. Bu isteğinin

değerlendirilmesini, artık size bırakıyorum... (Aynı zamanda, Davayı yürütmek istese, hüküm giyerdin,

orasını da aklında çıkarma! diye düşünüyordu).

Madam La Baronne'un, seçkin ve güçlü avukatlar derken sesinin aldığı ezgi ve bu sözcükleri söyleyiş

biçimi, papaz efendiye, karşısındaki kadının, düşmanının güçlü ve zayıf yönlerini bildiğini gösterdi.

Epey zaman, hep bu ton üstünde sürüp duran konuşma süresince, Madam de Listomère, şu insan

sarraflığında ömür çürütmüş kurnazlık ustasına öyle hünerler gösterdi ki, keşiş efendi, yapılan barış

önerisine ne yanıt vereceğini öğrenmek üzere, Matmazel Gamard'ın yanına indi.

Çok geçmeden döndü.

- Madam, ölmek üzere olan zavallının sözlerini, işte size aynen yineleyeyim: "Rahip Mösyö Chapeloud

bana karşı öyle dostça duygular göstermişti ki, portresinden ayrılmaya gönlüm elvermez." Böyle dedi;

bana gelince, resim benim malım olsaydı, onu hiç kimseye vermezdim. Merhum ve aziz dostuma öyle

kalıcı duygularla bağlıydım ki, resminden yoksun kalmamak için kendimde herkesle çekişmek hakkını

görürdüm.

Page 41: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

- Rica ederim mösyö, anlamsız bir resim için anlaşmazlık konusu açmaya kalkışmayalım. (Aklından da

şöyle geçiriyordu: Bu kutlu şeye ne senin metelik verdiğin var, ne de benim!) Zarar yok, burada kalsın,

bir kopyasını yaptırırız. Bu üzücü, yakışıksız davanın önünü aldığım için, doğrusu övünüyorum.

Dolayısıyla sizinle tanışmaktan onur duyma zevkini de, kendi kazancım olarak sayıyorum. Whistte pek

usta olduğunuzu işittim; (gülümseyerek) meraklı olmayı bir kadına bağışlarsınız sanırım. Ara sıra oyun

toplantılarımızı onurlandırırsanız, nasıl hoşnutlukla karşılanacağınızdan kuşkunuz yoktur, sanırım.

Troubert çenesini sıvazladı.

Madam de Listomère, Ele geçirdik! De Bourbonne haklıymış; gururunun da belirli bir sınırı, ölçüsü

varmış! diye düşündü.

Gerçekten de piskopos vekili şu dakika, Mirabeau'nun (28) bir zamanlar yüzüne kapalı kalmış konak

kapılarının, güçlü ve etkili olduğu günlerinde arabasının önünde ardına dek açıldıklarını gördüğü

zaman, kendisini kaptırmaktan alıkoyamadığı, o tadına doyulmaz duyguyu yaşıyordu.

- Madam, işlerim öylesine çok ki, toplumsal yaşama katılmak olanağını bir türlü bulamıyorum; ama sizin

için, insan ne yapmaz? diye yanıt verdi. (Aklından da şu hesabı geçiriyordu: Kocakarı geberecek;

Listomèrelere el atarım, işime yararlarsa ben de onlara yararım! Bu insanlarla düşman olmaktansa, dost

geçinmek yeğdir!)

Madam de Listomère, bu kadar hayırlı bir biçimde başlayan barış işini, başpiskopos hazretlerinin

tamamlayacağını umarak evine döndü. Ancak, haklarından vazgeçmiş olsa da Birotteau'nun bundan bir

yararı olmayacağı kesindi. Madam de Listomère, ertesi sabah, Matmazel Gamard'ın öldüğünü haber

aldı. Kız kurusunun vasiyetnamesi açıldığında, Troubert'i genel mirasçı olarak seçtiğini öğrenenler, hiç

de şaşırmadı. Servetine yüzbin ekülük bir değer biçildi. Piskopos vekili "can dostunun" cenaze duası ve

töreni için Madam de Listomère'e iki çağrı kâğıdı göndermişti; biri kendisi, biri de yeğeni için.

Madam La Baronne:

- Gitmek gerekir, dedi.

Mösyö de Bourbonne da sesini yükselterek:

- Aslında bunun başka bir anlamı yok ki. Mösyö Troubert bu fırsattan yararlanarak sizleri denemek

istiyor, diye atıldı. Sonra da, henüz Tours'dan ayrılmamış olmak belasına çatan binbaşıya dönerek:

- Hele siz, kabristana kadar gitmelisiniz baron, öğüdünü ekledi.

Cenaze duası görkemli bir kilise töreniyle yapıldı. Onca insanın içinde tek bir kişi göz yaşı döktü; o da

Birotteaucuktu. Kimselere görünmeden, yalnız başına kuytu bir köşeye çekilmiş, bu ölümden kendisini

suçlu tutarak ağlıyor, ölen kadınla helalleşip, suçlarının bağışlanmasını sağlayamamış olmanın acısı

içinde yana yana, bütün içtenliğiyle, ölünün ruhuna dualar okuyordu.

Rahip Troubert, "can dostunun" cenazesini gömüleceği mezarın başına dek götürdü; kabrin

yanıbaşında bir söylev verdi ve söylev yeteneği sayesinde vasiyet sahibi hatunun sürülmüş bilinen

yaşam tablosu anıtsal ölçülere büründü; söylevin sonundaki şu sözler, oradakilerin dikkatini çeldi:

- Şu hufre-i ebediyyetin kenarında, bilcümle âlâm ve ekdârımızın, biz âciz kullara, Cenab-ı Hak

tarafından irsal buyurulduklarını unutabilmiş olsak; Allah-ı azîmüşşâna ve onun evâmir-i dîniyyesine

vakfedilmiş eyyâm ile meşhun bulunan bu hayat, sâkitâne ifa olunmuş nice hasenât, nice

mahviyetperver ve nâmâlûm fazâil ve hasâyille mütetevviç bulunan bu hayat, nabümahal bir ıstırap

yüzünden söndü gitti, diyebilirdik. Esasen bu mübeccel insanın asâlet ve iffet-i ruhiyesine âşinâ birçok

dostları, merhumenin hayatını kâmilen ihlâl eden suîzanlar müstesnâ, her nekbete tahammül

edebilecek bir hilkatte olduğunu derk ve istidlâl ediyorlardı. Nitekim pek muhtemeldir ki, kudret ve

hikmet-i Rabbaniye, onu, bizim süfliyyâtımızdan kurtarıp almak için sine-i ilâhiyyesine çekmiş

bulunuyor. Ne mutlu o insanlara ki, bu fânî dünyada, tıpkı şu dakika, libâs-ı mâsûmânesi içinde,

mesken-i suadâda, Sophie kulunun kemâl-i huzurla yatışı gibi bir ruhî sulh ü sükûna ulaşmışlardır!''(29)

Oyun partileri bitip, kapılar kapanıp, baronla birlikte üçü yalnız kalınca, cenaze töreninin ayrıntılarını

Madam Listomère'e anlatan Mösyö de Bourbonne, sözünü şöyle sürdürdü:

- Bu gösterişli söylevi bitirir bitirmez, bizim cüppe giymiş XI. Loius (30) taslağı efendi hazretlerini, elinde

okunmuş su sıçratan o asayla, çevreye son bir kez kutsal su damlalarını serperken, şöyle bir gözünüzün

önüne getirin.

Mösyö de Bourbonne, ocak maşasını aldı ve rahip Troubert'i öyle bir taklit etti ki, baronla yengesi,

kendilerini tutamayıp gülümsediler.

Page 42: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

"Yaman yaşlı adam" sözünü sürdürerek:

- Yalnız bu işte foyasını da açığa vurdu. O dakikaya dek kusursuzdu; ama şurası kesindi ki, sonsuz

derecede aşağı gördüğü, belki de Chapeloud'ya olan kini derecesinde nefret ettiği şu kız kurusunu

mezardan içeri tıkıp üstünü de sonsuza dek örterken, belli ki artık elinde olmayan bir davranışla,

sevincini az buçuk belli etmekten kaçınamadı.

Ertesi sabah Matmazel Salomon, Madam de Listomère'e kahvaltıya geldi ve içeri girer girmez büyük

bir heyecanla, kadına şu haberi verdi:

- Zavallı papaz Biroteaucuğumuz demin öyle korkunç bir sille yedi ki... Yakasını bırakmayan

düşmanlığın, ne inceden inceye hesaplar, niyetlerle kitaba uydurulduğu artık apaçık ortada. Düşünün,

Saint- Symphorien papazı oluyor.

Saint-Symphorien, köprünün öte yanında, Tours kentinin bir dış mahallesiydi; Fransız mimarisinin güzel

anıtlarından biri olan bu köprünün uzunluğu bin dokuz yüz ayaktı ve iki yakasındaki iki alan birbirinin

tıpkı tıpkısına eşiydi. Kadıncağız, bu haberin karşısında Madam de Listomère'in gösterdiği

soğukkanlılığa şaşarak sözünü şöyle sürdürdü:

- Durumu anlıyor musunuz? Rahip Birotteau orada, Tours'dan, dostlarından, her şeyden upuzak, yüz

saatlik bir yere atılmış gibi yapayalnız kalacak. Gözlerinin her gün göreceği, ama artık kolay kolay ayak

basmayacağı bir kentten koparılıp atılmak... Doğrusu bu, sürgünden de besbeter bir şey... Başına gelen

yıkımlardan beri, adım atacak gücü bile kalmamışken, demek bizi görmek için bir saat taban tepecek.

Zavallı, şu dakika ateşler içinde yorgan döşek yatıyor. Saint-Symphorien'in o eski papaz evi soğuk,

rutubetli bir yer; topluluğu da burasını onarttıracak denli paralı değil. Hiç ötesi yok, zavallı adam diri diri

mezara gömülecek demektir. Çok korkunç bir dalavere çevrildi, çok korkunç.

Şimdi bu öyküyü bitirmek amacıyla, yalnızca kimi olayları aktarmak ve son bir tablo çizmek, sanırım

bizim için yetecektir.

Beş ay sonra, piskopos vekili, piskoposluğa atandı. Madam de Listomère ölmüş, rahip Birotteau'ya

vasiyetnamesiyle bin beş yüz franklık bir gelir bırakmıştı. Madam la Baronne'un vasiyeti duyulup

öğrenildiği gün, Troyes piskoposu Hyacinthe hazretleri (31), kendi dinsel görev yöresine yerleşmek

amacıyla Tours'dan ayrılmak üzere bulunuyordu; ancak yola çıkışını erteledi. Dostça el uzattığı, ama öte

yandan da düşman gözüyle gördüğü bir adama gizliden gizliye el uzatmış bir kadın tarafından

aldatılmasının öfkesi içinde ateş püsküren Troubert, baronun geleceğiyle Marki de Listomère'in senato

üyeliğini yeniden tehdit etti. Başpiskopusun holünde, meclis toplantısında bulunanların hepsinin

ortasında, yumuşak huyluluk, uysallık ikiyüzlülüğüne bürünen, bir yandan da her hecesinden buram

buram öç alma tutkuları tüten o papazca sözlerden bir ikisini söyledi. Yükselme tutkunu denizci,

sanırım kendisine ağır koşullar öne sürmüş olan bu amansız keşişle görüşmeye koştu; çünkü baronun

davranışı, korkunç papazın istek ve tutkularına tam anlamıyla baş eğdiğini, ona teslim olduğunu

gösteriyordu.

Yeni piskopos, Matmazel Gamard'ın evini pullu mühürlü bir senetle katedral dinsel meclisine geri verdi.

Chapeloud'nun kitaplığıyla kitaplarını rahip okuluna bağışladı; çekişme konusu olmuş iki tabloyu

Meryem Ana mihrabına armağan etti; ama Chapeloud'nun portresini alıkoydu. Matmazel Gamard'dan

yediği mirası, böyle hemen tümüyle denecek biçimde elden çıkarmasına kimseler akıl erdiremedi.

Mösyö de Bourbonne, kurnaz piskoposun, ulusal meclisteki piskoposlar topluluğuna alınırsa, Paris gibi

bir yerde kendi durumuna yakışır biçimde yaşayabilmek için bu mirasın nakit bölümünü gizlice elinde

tutmakta olduğunu tahmin ediyordu. Sonunda Monsenyör Troubert hazretlerinin hareketine bir gün

kala, "yaman yaşlı adam" bu bağışlama dalaveresinin gizlediği son amacı, acı çekenlerin en umarsızına,

öçlerin en inatçısının indirdiği son ölüm vuruşunu keşfetmek isteğine erebildi.

Madam de Listomère'in Birotteau'ya bıraktığı miras konusu, "hileyle ele geçirilmiştir" bahanesiyle Baron

de Listomère tarafından mahkemeye verildi! Dava başlangıcını oluşturan dilekçenin sunulmasından

birkaç gün sonra, baron cenapları yarbaylığa yükseldi.

Saint-Symphorien papazı, güvenlik önlemi olarak aforoz edilmiş, "âyin yönetme görevinden çıkarılma"

yargısı giymişti. Kilise uluları, böylece, davanın son yargısını peşin peşin vermiş oluyorlardı. Merhume

Sophie Gamard'ın ölümüne yol açan papaz, demek bir hileciydi! Monsenyör Troubert hazretleri, kız

kurusunun mirasını elinde tutsaydı, Birotteau'yu böyle bir cezaya uğratması elbette zor olurdu.

Page 43: BALZAC TOURS PAPAZI - foruq.com

Troyes piskoposu Monsenyör Hyacinthe hazretleri Paris'e gitmek üzere posta arabasıyla Saint-

Symphorien rıhtımı boyundan geçerken, zavallı Birotteaucuk da, bir koltukta, taraçaya, güneşe

çıkarılmış bulunuyordu. Başpiskoposun hışmına uğramış olan bu papazcağız solgun ve zayıftı. Yüz

çizgilerinde yer eden üzüntü, bir zamanlar nasıl da güleç olan yüzceğizini tümüyle bozup değiştirmişti.

Bir zamanlar iyi yiyip içmek keyfi içinde, üstelik kafacağızına derin, ağır düşünceleri uğratmamak

sayesinde çocuksu bir dirilik taşıyan gözlerine, şimdi hastalıkla yalancı bir düşünce perdesi çökmüştü.

Bu, bir yıl önce Cloître alanında nasıl da bomboş, ama nasıl da hoşnut bir durumda, yuvar yuvar

yürüyüşüyle giden Birotteau'nun artık iskeletinden başka bir şey değildi.

Piskopos efendi, ona aşağılayıcı bir acımayla şöyle bir baktı, sonra da zavallıyı unutmak lûtfunda

bulunup, geçti gitti.

Hiç kuşku yok ki, Troubert efendi başka zamanlarda olsaydı ya Hildebrandt ya da VI. Alexandre olurdu.

Bugünkü günde artık kilise, siyasi bir güç taşımıyor; bu sayede de yalnızlık kösesine çekilenler

alayındaki gücü ve yeteneği bütün bütüne kendisine çekip almıyor. Böyle olunca da, bekârlık niteliği,

erkekteki özellikleri tek bir tutkunun, bencillik duygusunun üzerine toplamak gibi önemli bir ahlak

özrüne yol açarak, bekârları ya zararlı ya da yararsız insanlar durumuna getiriyor. Öyle bir zamanda

yaşıyoruz ki, devletlerin yanılgısı; toplumu insanoğlu için hazırlamış olmaktan çok, insanoğlunu toplum

için hazırlamış olmasından ileri geliyor. Kişiliğini kötüye kullanmak isteyen, beri yandan onun da kendi

çıkarına geldiğince kötüye kullanmaya çabaladığı kurulu düzenle birey arasında durmadan sürüp giden

bir savaşım; oysa, bir zamanlar, gerçekten daha serbest olan erkek, kamuyla ilgili konularda daha da

mert davranıyordu. Orta yerinde insan oğullarının bocalayıp durdukları çember, belli belirsiz genişleyip

açıldı; bunu içine sindirebilecek vicdan, her zaman yüce bir kuraldışı olarak kalmaya yargılıdır. Çünkü

fizikte olduğu gibi, genellikle ahlak biliminde de, davranış; genişlik bakımından kazandığını, güçten

yana yitiriyor demektir. Toplum, kuraldışı durumlar üzerine kurulmamalıdır. İlk önceleri, erkek yalnızca

baba oldu; yüreği, aile denen dairenin merkez noktasında durarak, sevecenlik ve sıcaklıkla çarptı.

Sonraları, bir boy ya da küçük bir topluluk için ömür tüketti; oradan Yunanistan'ın ya da Roma'nın

büyük, tarihsel özverilerine geçildi. Daha sonra, bir ırkın, bir sınıfın ya da bir dinin müjdecisi oldu ve

güttüğü amacın yükselmesi uğruna, çoğu kez yücelik ve görkem aşamasına ulaşmış olarak göründü;

ama iş bu aşamaya varınca, kendi çıkar alanı da, bütün dinsel makam ve derecelerle büyümüş,

genişlemiş oldu.

Bugün, yaşamı büyük bir yurda bağlanmış bulunuyor; gidişe bakılırsa, ailesi yakında bütünüyle evren

olacak. Hıristiyan Roma'nın umudunu oluşturan bu ahlaksal ve manevî "evrencilik" (32), acaba yüce bir

yanılgı değil midir? Soylu bir kuruntunun gerçeklemesine ve insanların kardeşliğine inanmak ne denli

doğal bir şeydir. Ama, yazık! İnsan makinesinden bu derece yüce uygunluk ölçüleri çıkmaz. Ulu

insanoğullarına vergi olan sınırsız bir duyarlığı benimseyecek denli engin ruhlar, hiçbir zaman ne

sıradan, "yalın kat" yurttaşlara, ne de aile babalarına nasip olacaktır. Bazı fizyolojistler, insan aklı bu

türlü genişleyip büyüyünce, yürek daralıp küçülür diye düşünürler. Ne büyük yanlış!

Yüreklerinde bir bilim, bir ulus ya da yasalar taşıyan insanların görünüşteki bencillikleri, tutkuların en

soylusu ve bir dereceye kadar kitlelere analık etmek değil midir? Yeni uluslar yaratmak ya da yeni

düşünceler doğurmak için, güçlü kafalarında, dişinin memelerini Tanrı'nın gücüyle birleştirmek zorunda

değil midirler?

Troubert'in Saint-Gatien'deki kuytu manastır hücresinde canlandırdığı bu görkemli ilkeyi; gerekirse,

Innocent III'lerin (33), Büyük Petroların; çağına ya da ulusuna önderlik etmiş bütün uluların öyküsü, -

çok üstün bir düzen içinde de olsa- kanıtlamaya yarayabilir düşüncesindeyiz.