aylik sİyasİ dergİ Şubat 2018 seÇim bacayı sardı · 22 yo soy fidel! 24 fatih akın’ın...

15
SeÇim Bacayı Sardı ROSA VE LENİN Sosyalizm günceldir CELALETTİN KESİM Devrim için düşenler DEVLERİN DÜĞÜNÜ Krizin üstünde kalanlar SOSYAL DEMOKRASİ SPD’nin Erdoğan düşleri AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018

Upload: others

Post on 07-Jun-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

SeÇim Bacayı Sardı

ROSA VE LENİNSosyalizm günceldir

CELALETTİN KESİM Devrim için düşenler

DEVLERİN DÜĞÜNÜKrizin üstünde kalanlar

SOSYAL DEMOKRASİ SPD’nin Erdoğan düşleri

AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018

Page 2: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

2 3

4 Almanya’da da Boyun Eğme

Kemal Okuyan

5 Seçim Bacayı Sardı

Tevfik Taș

8 LLL ve Rosa Konferansı

10 Sosyalizm Türkiye’ye Yakıșacak

Barıș Erdem Gürkan

12 Ekim Devrimi

14 Celalettin Kesim’i Anıyoruz

Ahmet Yıldırım

17 Sosyal Demokratların Erdoğan’la İmtihanı

19 Memleket mi, “Yıldızlar” mı?

Ekin Solmaz

20 ‘Devlerin Düğünü’ ve Altında Kalanlar

Cemil Fuat Hendek

22 Yo Soy Fidel!

24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zamanı”

Tevfik Taș

27 Büyük Ekim 100 Yașında

Boran Behiç

28 İstemez misiniz?

HER ZAMAN SOSYALİZM! Evet, artık elimizde “Boyun Eğme-Almanya” var...“Boyun Eğme-Almanya”, Alman kapitalizminin Türkiye’den

yarım asır önce ucuz işgücü olarak ithal ettiği milyonluk emekçi kitleye hitap etmeyi hedefliyor. Emeğin Türkiye kapi-talizmine göre daha fazla paraya satılabildiği bir ülke, “nis-peten daha iyi” olarak görülüyor. Kötü ile daha kötü arası-na sıkıştırılan emekçi kitleler için iki devletin mukayesesi, “ehven-i şer”e tav olmakla eşanlamlı.

İki devletin ortak niteliği olan emek sömürüsü/kapitalizm ekseninin gözden kaçırılarak milli, dini, kültürel farkları bin defa abartarak emekçiler arasında düşmanlık tohumu ekme çabalarını deşifre etmek “Boyun Eğme-Almanya”nın en önce-likli ödevi olacak.

Türkiyeli emekçilerin Almanyalı emekçiler ile birleşik mü-cadelesini teşvik edip örgütlemek de bir başka hedefimiz ola-cak. Dergimiz, Alman emperyalizmi ile AKP gericiliği arasın-da sıkışmış Türkiyeli kitlenin bu sıkışmışlığına son verme ko-nusunda militan bir tutum takınacak.

Alman devletinin AKP yönetimi ile yaşadığı gerilimi çözme aracı olarak namluya sürülen ’’projeci’’ yapılar ile de hesap-laşmaktan geri kalınmayacak. Sorosçu, Batıcı, Avrupa Birlik-çi uğursuz çetelerin ipliklerini pazar çıkarma gayreti içinde olduğumuzu buradan bir kez daha ilan edelim.

Alman Kasım Devrimi’nin 100’üncü yıldönümünde Almanya’da “Boyun Eğme-Almanya” adında aylık periyotla çıkan bir dergi için kolları sıvadık. Yuvarlak rakamlara olan merakımızdan değil, Alman sosyalizminin epeydir derin don-durucuya attığı “Devrim” talebinin güncelliğine inandığımız için buradayız. 1918’de açılan devrim parantezi Alman top-rağında da kapatılacaktır. “Buralarda öyle şeyler yapılmaz” diyen bir teslimiyetçilikle işimiz olmaz.

İhanete uğrayarak yıkılan Alman Demokratik Cumhuriyeti (ADC) 1918 Kasım’ının devamıydı. “Boyun Eğme-Almanya”, ADC’nin yalanlarla saptırılmaya çalışılan muazzam tarihi-ne sahip çıkacak. Bir ödevimiz de bu olacak.

“Boyun Eğme-Almanya”, düzen içi “sol” ile solun ayrışma-sında da işlev sahibi olacak. Kapitalizme sargı bezi üreten-ler ile kapitalizmin çanına ot tıkamak isteyenlerin aynı ad ve sembolleri kullanmasına itiraz ediyoruz. Sahte mumları tek tek üfleyeceğiz.

Sosyalizm için buradayız.

EDİTÖR

Editörden...

İçindekiler‘devam ediyoruz...

ya

Serasker cad. Osmancık sokak Betül Han No: 9/13 Kadıköy - İstanbul

Tel: 0216 338 52 59yazilama.com / [email protected]

Yazılama Yayınevi Hizmetleri Ltd. Şti.

Standart Abonelik 60 €Seçmeli Abonelik 80 €

Detaylar için: www.yazilama.com YAYINCI / VERLEGERNazim Hikmet Kulturzentrum e.V.c/o Ballikaya Schritsetzerweg 23, 12355 BerlinSorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P.)Tevfik TaşYayın Kurulu Cemil Fuat Hendek, Bora Bayrakçı, Tevfik Taş

Schutzgebühr: 3 Euro

Page 3: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

4 5

Almanya’da da boyun eğmeyiz

923 sonunda bir süreliğine yasa dışı ilan edildiğinde Almanya Komünist Partisi’nin (KPD) 400 bin üyesi var-dı. Avrupa’nın diğer işçi partilerin-

den farklıydı, militanca bir mücadelenin için-deydi, devrimi kovalıyordu. Ağır baskı ve faşist teröre rağmen sokak gücünü 1920’ler boyunca korudu, 1933’te Hitler emekçi halka öldürücü darbesini vurduğunda arkasında 5 milyonluk seçmen desteği olan, yetersizliklerine, zaafları-na, hazırlıksız yakalanmasına rağmen devrimci bir partiydi KPD.

Bugün Almanya’ya baktığımızda başka, çok farklı bir manzara görüyor olabiliriz. Keskin sı-nıf mücadelelerinin üzeri örtülmüş gibidir; 14 milyon örgütlü proleterin grevlerle, sokak gös-terileriyle patronlara korku saldığı günler geri-de kalmıştır. Dresden’de ya da Thuringia’da ne 1920’lerin başındaki işçi hükümetinden ne de Demokratik Almanya günlerinden iz bırakma-mış gibidir kapitalizm.

Ancak nasıl bugünkü “demokrasi”nin altını azıcık kazıyınca ortaya Hitler’in uğursuz suratı çıkıyorsa, nasıl dikkatle bakınca tıpkı 1920’ler-de olduğu gibi devrim korkusuyla Nazi örgütle-rinin düzen güçleri tarafından el altından bes-lendiği fark ediliyorsa, Almanya’da işçi sınıfı gerçeği de post-modern siyasal kültürün kalın örtüsünün altında var olmaya devam etmekte.

İşçi sınıfının olduğu her yer devrime gebedir.Almanya’da burjuva düzeninin kendini kalı-

cı bir biçimde sağlama alabilmesi mümkün de-ğildir. Bu emperyalist ülke üçüncü kez “hakkı”nı aramaya çalışmaktadır. İlk ikisi dünya savaşına yol açtı, bu üçüncü arayış ise emperyalist dün-yanın bütün ayarlarının bozulduğu bir evrede Almanya’nın giderek karmaşıklaşan iç dinamik-leri de hesaba katıldığında sürprizlere açıktır.

Hep söylüyoruz, 1916 yılında Rusya’da dev-rim bir hayal gibiydi, 1917 Kasım’ında gerçek oldu, işçi sınıfı iktidardaydı. Bir yıl sonra bu kez

söz Alman Kasımındaydı. Bahriyeliler ayak-landı, işçi sınıfı sahne aldı. Almanya’da Dev-rim mümkün müydü diye tartışılır, bu yanlış bir tartışmadır. Almanya’da 1918-1919’da bir devrim gerçekleşti ama bu devrimi yaşatıp sos-yalist iktidara taşıyacak biricik güç olan Alman işçi sınıfı 1924’e gelindiğinde yenilmişti; Alman Devrimi de…

Türkiye’den gelenler dahil milyonlarca göçme-nin yaşadığı Almanya böyle bir ülkedir. Ve Al-manya bölünmüş bir ülkedir.

Bir tarafta hırslı, güçlü ama yaşadığı iki boz-gun nedeniyle tedirgin emperyalist Almanya… Kollarını her tarafa uzatmış dev Alman tekelle-ri, ihanetin tarihini yazmış olan sosyal demok-rasi, ırkçı-faşist çeteler buradadır.

Bizim yerimiz ise emekçilerin Almanyasıdır. Sesi çıkmayan, umudu kırılmış, dağınık, örgüt-süz… Şimdilik…

Nerede bir komünist varsa TKP oradadır.Evet, TKP Türkiye partisidir. Mücade-

lesi Türkiye’dedir, ruhu Türkiye’dedir, aklı Türkiye’dedir. Ama

TKP aynı zamanda Almanya’daysa illa ki emekçilerin Almanyası’nda saf tutacak, düzen-le devrim arasında bitmeyen kavgada rol üst-lenecek, Alman yoldaşlar ile omuz omuza mücadele edecek, Türkiye’deki köhne düze-nin Almanya’daki propaganda ve örgütlenme-sini etkisizleştirecek, Alman emperyalizminin Türkiye’de soyunduğu “siyaset mühendisliği”ni boşa düşürecek ve Türkiye devrimine partizan-ca enerji aktaracaktır.

Bütün bunlar ham hayaller mi?Geçiniz… Alman gericiliğinin kalesi

Münih’te, Hitler’in ünlü Bürgerbräukeller Birahane Darbesi’nden dört yıl önce sosyalist bir devlet kurulmuştu.

Yenildi…

Her zaman yenilmeyecektir Devrim.

1

KEMAL OKUYAN

tilerinin sınıfları değil, bir bü-tün olarak burjuvazinin partileri vardır. Ayrı renkte bayraklarının olması, ayrı seçim kampanyala-rı örgütlemeleri, ayrı programla-ra sahipmiş gibi görünmeleri, bir bütün olarak düzenin yedek un-surlar ile güvenceye alınması ge-reksiniminin ürünüdür.

Yıpratan “iktidar” olmadığı gibi, yıpranan da sömürücü sı-nıf değildir. İktisadi olarak üre-tim aracına sahip olamayan tüm toplum kesimleri “yıpranan” ka-tegorisinde yer alır.

Almanya örneğine geri döner-sek, SPD’nin tarihsel yenilgisin-de esas olan, bir düzen partisi olarak SPD adındaki parti değil, SPD’ye umut bağlamış milyon-larca emekçidir, halktır. SPD’nin yedeği var; keza SPD’nin ken-disi bizatihi yedek olandır. Peki, SPD’ye oy veren, umut bağlayan emekçilerin yedeği var mı? Ha-yır, yok! Çünkü onlar bu düzenin çarkını çevirmekle yükümlü olan asıl öznedir. Bu bağlamda da, ye-deksizdirler.

Pek çok düzen enstrümanı gibi seçim-sandık oyunu da içi bo-şaltılmış bir tarihsel kazanımı

SEÇİM BACAYI SARDI24 Eylül seçimlerinin Alman

siyasetinde yarattığı kriz atmos-ferinin dağılacağına dair somut bir veri henüz orta yerde görün-müyor. Seçimlerden üç aya ya-kın süre geçti ama federal dev-let halen bir hükümetten yok-sun. Geleneksel düzen partile-ri ile verili düzen lehine düze-ni değiştirmeye aday yeni parti arasındaki gerilim, 24 Eylül se-çimleri sonrası ortaya çıkan si-yasi tablonun ana eksenini oluş-turuyor.

“Almanya için Seçenek” (AfD) adındaki çiçeği burnundaki fa-şist parti, kısa süre içinde kitle-selleşerek ülkenin üçüncü partisi konumuna yerleşmeyi başardı.

Hiç kuşku yok ki, 24 Eylül se-çimlerinin galibi AfD’dir. Kaybe-denleri ise, bir bütün olarak yer-leşik düzen partileri oldu. Ülke-nin en köklü partisi sosyal de-mokrat SPD, tarihinin en ağır yenilgisini alarak, yüzde 20 bandına çekildi.

Yerleşik düzenin sağ bacağını oluşturan Hıristiyan Birlik Par-tileri CDU ve CSU da İkinci Dün-ya Savaşı sonrasının en büyük oy erimesine maruz kaldı. 2013 se-

çimlerinde yüzde 41,5 oy oranına sahip olan Hıristiyan Birlik Par-tileri, 2017 seçimlerinde 32,9’a kadar gerilediler.

Nazizmden beri seçim ve san-dıkla sorunu olan Alman siya-setinde, marjinal olduğu iddia edilen faşist hareket güçlene-rek bir kez daha seçim ve san-dık üzerinden kendisini tahkim etme olanağı buldu. Alman fa-şist hareketinin çekirdek parti-si Almanya Nasyonal Demokrat Partisi (NPD), yüzde 5’lik barajın çok gerisinde iken, faşist hare-ketin yeni kitle partisi AfD, yüz-de 12,6’lık bir oy oranıyla federal meclise 94 milletvekili taşımayı başardığı gibi, “muhalefet teke-lini” de eline geçirmiş oldu.

TUHAF BİR REPLİK‘‘İktidar yıpratır’’ repliğini dile

dolayanlar, iktidarın niçin yıp-rattığını izah etmekten yüksü-nüyorlar.

Sahi, iktidar niçin yıpratır?Burjuva siyasetinde iktidar,

emekçi sınıfların sistematik bi-çimde ve olabilen en azami dü-zeyde sömürülmesinin yönetil-mesinden ibarettir. Düzen par-

Almanya’da yaşayan milyonlarca göçmenin için-de Türkiyeli emekçiler 50 yılı aşkın tarihleri ve iki

milyonu aşkın kitlesi ile etkin bir konuma sahiptirler. Türkiye kökenli emekçilerin AKP tarafından piyon ola-rak kullanılmak istendiği açıktır. Aynı şekilde, kapitalist Alman devletinin bu kitleden kendisine velinimet gibi bakmasını istediği de bilinen bir gerçektir. Göçmen ol-duğu için 50 yıldır Almanya’da yaşayan, ama bir kez bile olsun oy kullanamamış milyonlarca insan mev-cuttur. Demokrasi kavramı, Antik Yunan’dan sonra bir kez daha mülkiyet rejimi ile doğrudan ilintili bir kavram

olduğunu Almanya örneğinde göstermiştir.AKP gericiliğinin Türkiye kökenli göçmenleri siya-

si baskı aracı olarak kullanma çabaları da, emek sö-mürüsünü her şeyin üstünde sayan kapitalist Alman-ya düzeninin sadakat talebi de, reddedilmelidir. Eşitlik olmadan gerçek anlamda kardeşliğin asla olmayacağı Almanya örneğinde bir kez daha kanıtlanmıştır. Emek-çilere, etnik ve dini kökenlerine göre muamalede kaçın-cı sırada olacakları gösterilmek istenmektedir.

Çare, hangi etnik ve dini kökenden olursa olsun, emekçilerin birlik ve dayanışmasındadır.

TÜRKİYELİ EMEKÇİLER VE BÜTÜN EMEKÇİLER

Page 4: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

6 7

temsil eder. Burjuva siyasetinde düzenin konsolide olması aracı-na dönüşen seçim-sandık oyu-nu, emekçi sınıfların genel ve eşit oy hakkı mücadelesinin ta-rihsel bir kazanımı olarak el-bette değersiz değildir. Genel ve eşit oy hakkı, uzun ve bede-li ağır mücadelelerin sonucunda kazanılmış bir tarihsel haktır. Emekçi sınıfların, içinin boşal-tılmasına ve bağlamının değiş-tirilmesine bakarak bu haktan vazgeçmesi beklenmemelidir.

Ancak siyasi partilerin birbi-riyle rekabet eden ticari şirket-lere, siyasetçilerin de “politi-kacı” denilen ayrı bir “meslek” erbabına dönüştüğü emperya-lizm çağında, düzeni yönetme krizinin sorumlusu olarak bu “meslek”ten olanların öne çı-kartıldığına, dolayısıyla mesele-nin özünün saptırılmak istendi-ğine de dikkat çekilmelidir.

Siyasi krizin sebebi, “politika-cılar” mıdır?

Politikacı diye bir meslek türü olmadığı gibi, düzenin yönetme krizinin sorumlusu da bu olma-yan meslek grubu değildir. On-lar yalnızca para babalarının kapı kuludurlar. İnsanın insan tarafından sömürüldüğü kapi-

talist düzeni sorgulamadan, fa-turayı politikacılar adı verilen insan grubuna çıkartmak, olsa olsa düzenin meşrulaştırılmasını savunma gayretidir. Siyasetçinin çıkarı, hizmet ettiği sınıfın çıka-rından ibarettir.

DÜZENİN YÖNETİLMESİ GÜÇLEŞİYOR: KRİZ

24 Eylül seçimlerinin stabil Al-man siyasetinin ezberini bo-zan bir çıktısı oldu. Bu tesbit, en azından İkinci Dünya Sava-şı sonrası için geçerli bir belirle-medir.

İki buçuk partili Alman dü-zen siyaseti (geleneksel Hıris-tiyan demokrat sağ, sosyal de-mokratlar ve sarılı-yeşilli libe-raller), uzun bir süredir sahip ol-duğu istikrar ortamından ar-tık yoksun. 24 Eylül 2017, yerle-şik siyaset kalıplarının bunalıma girerek, “geri” ülkelerde olduğu varsayılan yönetme krizinin Al-man siyasetine de sirayet etme-sinin miladı oldu.

Yer yer başbakanı değişse de, düzenin ana parametrelerinin değişmediği koalisyonlu gün-ler geride kaldı. Düzenin iktida-rı, düzenin muhalefeti tarafın-dan topa tutuluyor. Daha az li-

beralizm, daha çok faşizm talep ediliyor.

Yapboz tahtasına dönen koalis-yon görüşmelerinde, Jamaika ko-alisyonu, büyük koalisyon, işbir-liği koalisyonu, azınlık hüküme-ti ve seçimlerin yenilenmesi se-çenekleri test ediliyor. Test edi-liyor ve hızla tüketiliyor. Emper-yalist Almanya’nın düzen içi me-kanizmalarının sigortası olarak görevlendirilmiş cumhurbaşkan-lığı makamı da dahil olmak üze-re, pek çok mekanizma devreye girmiş durumda.

Amaç, “aşırıları” merkez diye tanımlanan alandan uzak tut-mak. İç siyasetin hızla istikra-ra kavuşturularak Alman emper-yalizminin Avrupa’da işgal etti-ği konumu koruyabilmek. Bun-dan dolayıdır ki, 24 Eylül seçimi iktidarın değil muhalefetin kim olacağına karar verilen bir seçim oldu.

“BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfDAlman siyasetinde liberal eği-

limin devamını savunanlarla fa-şizan bir çizginin egemenliğin-de ısrar edenler arasında bir ya-rılmanın giderek görünür ol-maya başladığı görüşü doğru-dur. Ancak bu yaklaşım, serma-

yenin her iki eğilimin dizginle-rini de elinde tuttuğu gerçeğinin üzerini örtme gerekçesi yapıla-maz. Düzenin geleneksel parti-leri de, AfD adındaki faşist kitle partisi de sermayenin hizmetin-dedir. Emek sömürüsü konusun-da hemfikirdirler; Almanya’nın emperyalist politikaları konu-sunda aralarında çok küçük ve ayrıntı sayılabilecek boyutlar-da bir fark var. Birinci grup daha dolaylı yöntemler konusunda ıs-rarlı iken, ikinciler daha doğru-dan müdahalelerden yanadırlar. Her iki eğilim de, sermayenin yakın ve uzak çıkarlarında rol almak için çaba harcamaktadır.

Çarpıcı bir örnektir: 24 Ey-lül seçimleri öncesinde iki par-ti özellikle yüksek “bağış” aldı. 2013 seçimlerinde yüzde 5’lik barajı aşamayıp, federal mec-lis dışında kalan liberal Hür De-mokrat Parti (FDP), açık aray-la en fazla bağış alan parti oldu. FDP’nin sözüm ona “en kar-şı uçtaki rakibi” AfD ise en faz-la “anonim” bağış alan par-ti oldu. Oysa AfD “küçük insan-ların partisiyiz” diye demagoji yapmaktan geri kalmıyordu.

Sermaye, iki elden iki has ev-ladını beslemeyi ihmal etme-

di. Bölgede ve dünyada ortaya çı-kabilecek olası durumda konum-landırıp, işlevlendirebilmek için...

Bu bağlamda, merkez-marjinal ayrımının anlamsızlığı ortadadır.

SOSYAL DEMOKRASİ VE SOL PARTİSosyal demokrasi, kendisin-

den daha sağın yükselişinde çö-ker. Solun yükselişinde yükse-lir. Bu, İkinci Enternasyonal’den beri sınıf siyasetinin temel ku-rallarından biri haline gelmiş-tir. Sovyetler Birliği çözülmeden önce sosyal demokrasi Avrupa’da oldukça güçlüydü. Ne zaman ki reel sosyalizm çözüldü, sosyal demokrasi de dibe vurdu. Sosyal demokrasi, faşizme karşı mahir değildir, hiç de olmamıştır. Ama komünizme karşı tam bir düzen bekçisi olagelmiştir.

İşte sosyal demokrasinin Almanya’daki amiral gemi-si SPD’nin içine düştüğü durum, sözü geçen çerçeveye “cuk diye” oturmaktadır.

SPD’nin açıktan sermaye saf-larına geçmesine paralel Sol Parti de kendisini emekçilerin umudu diye pazarlayarak sahne aldı. Mevcut işleviyle, yeni sos-yal demokrasiyi temsil etmek-tedir.

Düzen cephesinde bacayı sa-ran seçim ateşi, 2018 başlarında kısmen ve geçici olarak söndü-rülecek olsa dahi, Pandora’nun kutusu Almanya için bile açıl-mıştır artık. Demokrasi adı-na türetilen danışıklı dövüşlerin sonuna gelinmiş, “Ya sosyalizm ya barbarlık!” ikilemi sahte saf-laşmalara son vermiştir.

Almanya’da yaşayan bütün emekçilere Kasım Devrimi’nin 100’üncü yıldönümünde yarım kalan devrimlerini tamamla-mak için sosyalizm mevzisin-den başka bir seçenek kalma-mıştır.

Asıl seçim de bu değil midir?

TEVFİK TAŞ

SOL PARTİ: ALMANYA’NIN SYRİZA’SIAlmanya’nın Syriza’sı olarak Sol Parti, nerede koalis-

yon ortağı olduysa, orada piyasaya tabi işler yaptı. Al-man Demokratik Cumhuriyeti’ne ve onun kazanım-larına sahip çıkmadı, dinle uzlaştı, emperyalist Alman devletine emperyalist diyemedi...

NATO karşıtlığında AfD’nin gerisine düştüler. Av-rupa Birliği’ne emperyalist bir oluşum olarak baka-madıkları için, AfD’nin korporatist söylemi karşısında kolları kanatları kırıldı…

Sol Parti, adı sol, çizgisi düzen ufku ile sınırlı bir par-ti olarak ana muhalefet iddiasını da yerine getireme-yecektir. Bu konuda AfD’nin eline su dökemeyecektir. Şimdiye kadarki icraatları bu acı gerçekten daha başka bir şey göstermemektedir.

Foto

ğrafl

ar: c

omm

ons.w

ikim

edia

, org

Page 5: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

8 9

Berlin bu yıl 1996 yılından beri dü-zenli olarak ocak ayının ikinci cumar-tesi günü gerçekleştirilen Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı’nın 23’ün-cüsüne ev sahipliği yapacak.

Günlük sosyalist gazete Junge Welt’in örgütlediği etkinliğin amacı, ulusla-rarası işçi sınıfı hareketinin gündemi-ni esas alan sunumlara platform yarat-mak. Bir bütün olarak sözü geçen kon-feransın bu hedefi ete kemiğe büründü-rüp büründüremediği tartışma konusu olsa da, uluslararası sol hareketin tar-tışma platformu olarak işlevsel olduğu-nun altı çizilmelidir.

XXIII. Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı’nın bu yılki gündemi, Afri-ka kıtasındaki toplumsal direniş hare-ketleri. Asırlar boyu sömürgeciliğin ve emperyalizmin iliğine kadar sömürüp yağmaladığı kara yazgılı bu kıta, konfe-ransın dosya konusunu teşkil ediyor.

Bundan dolayı konferansın ana belgi-si, “Amandla! Awethu!”, yani “İktidarı talep edin” olarak belirlendi.

Kamerunlu siyaset bilimcisi Achil-le Mbembe’nin, “Dünyanın Afrikalı-laştırılması. İnsanlar gerçekten eşitler mi?” başlıklı sunumu ile başlayacak et-kinliğin diğer katılımcıları arasında Fil-dişi Sahili’nin eski Sosyal İşler Baka-nı Clotilde Ohouochi, “Emperyalizmin Afrika’ya müdahalesi üzerine” konuşa-cak. Clotilde Ohouochi, özellikle Fran-sız emperyalizminin Afrika’da yarattığı muazzam tahribata odaklanacak.

Şanghay Üniversitesi’nden akademis-yen Ding Xiaoqin, “Çin’in Afrika’daki rolü ile emperyalist büyük güçler ara-sındaki fark” üzerine çok tartışma gö-

türecek bir sunum yapacak. Keza, Çin’in Afrika siyaseti her ne kadar geleneksel emperyalist stratejilerden ayrı gibi gö-rünse de, emek sömürüsü ve piyasa ku-ralları üzerine şekillenen startejinin yeterince açık olarak görünürlük ka-zandığı da biliniyor.

Kübalı gazeteci Enrique Ubieta, Afrika kıtasının samimi dostu olarak Küba’nın bölgede yaptığı faaliyetleri anlatacak.

Alman gazeteci ve yazar Jörg Krona-uer, Alman emperyalizminin 1871’den 2017’ye kadar Afrika’ya dönük strateji-lerini ana başlıklarıyla ele alacak. Yazı-lama Yayınevi tarafından Türkçeye ka-zandırılan ‘‘Yeni Alman Dünya Politi-kası. Her Zaman Tetikte’’ kitabının da yazarı olan Jörg Kronauer, sığınmacı meselesinde köke inmek gerektiğini; bu kökün de emperyalist saldırganlık ol-duğunu belirten bir sunum yapacak.

Nijeryalı şair, çevreci ve 2010 Alterna-tif Nobel Ödülü sahibi Nnimmo Bassey, uluslararası sermayenin ucuz işgücü ve ucuz hammadde için Afrika’yı yağma-layarak doğayı tahrip etmesi üzerine odaklanacak.

Amerikalı tutsak gazeteci Mumia Abu-Camal, tutsak olduğu için konfe-ransa video konferans yöntemiyle katı-lacak. Abu-Cemal’in ‘‘Yeni yüzyılda si-yah direniş’’ başlıklı sunumunun ilgi odağı olacağını şimdiden belirtmekte yarar var.

Otuzdan fazla örgüt, kurum, yayınevi ve derginin yer alacağı etkinlikte, Tür-kiye Komünist Partisi Almanya Örgü-tü on yıldır olduğu gibi bu yıl da stand açıp, parti yayınlarını tanıtacak.

XXIII. Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı

LUXEMBURG-LIEBKNECHT-LENİN (LLL) YÜRÜYÜŞÜ

Luxemburg-Liebknecht-Lenin Yürüyüşü, 1919 yılının 15 Ocak’ında katledilen iki komünist önder adına her yıl ocak ayının ikinci hafta sonu yapılan yürüyüşün adı olarak tarihe kazınmıştır.

21 Ocak 1924’de Lenin’in yaşamını yitirmesi üzerine KPD (Almanya Komünist Partisi), Lenin’in adı-nın da LL yürüyüşüne dahil edilmesine karar vermiştir. O günden beri yürüyüşün adı, Liebknecht-Luxemburg-Lenin (LLL) olarak kullanılmaktadır.

Hitler faşizmi koşulları dışında geleneksel olarak her yıl gerçekleştirilen yürüyüşe, binlerce insan katılmaktadır. Frankfurter Tor’da başlayan yürüyüş, Fredrichshain’deki “Sosyalistler Mezarlığı”na karanfil bırakılarak sonlanmaktadır.

Alman Devrimi olarak tarihe geçen Kasım Devrimi arefesinde başlayan devrimci kaynamada, sosyal demokrasinin büyük ihaneti sonucu pekçok komünist hayatını kaybetmişti.

Spartakist İsyanı olarak da tarihsel kayıtlara geçen devrimci kalkışma, genel grev ve ardından yükselen barikat savaşları ile doruğuna ulaşmıştı. Direniş, 5 Ocak’tan 12 Ocak 1919’a kadar sür-müş, yüzlerce komünist burjuvazinin kurşunlarıyla hayatını kaybetmişti.

GELENEKSEL LUXEMBURG-LIEBKNECHT-LENİN (LLL) YÜRÜYÜŞÜ

Alman Devrimi’nin celladı, dönemin Sa-vunma Bakanı SPD’li Gustav Noske, Rosa ve Karl’ların da katlinin birinci derecede sorum-lusudur.

Rosa ve Karl’ların katliamının birinci dere-cede sorumlusu olan sosyal demokrasi, gü-nümüzde de komünist harekete benzer saldı-rıları sürdürmekten geri kalmayacağını bel-li etmektedir.

Berlin’in soğuğuna rağmen binlerce insa-nın LLL Yürüyüşü’ne katılarak, Sosyalist-ler Mezarlığı’na karanfil bırakmasını engelle-meye dönük provokasyonların en sonuncu-su, Friedrichshain Belde Belediye Başkanı’nın “terör saldırısı olabilir” gerekçesiyle etkinlik-leri yasaklamaya yeltenmesidir.

Bir başka provokasyon, Sosyalistler Me-zarlığı girişine birkaç yıl önce “Stalin Kurban-ları Anıtı” adında bir taş parçasının dikilmesi oldu. Polis koruması altındaki bu sözde anıt,

Hitler faşizmi ile ona en şanlı direnişi göste-ren Sovyetler Birliği’nin efsanevi komutanını aynı kefeye koyarak itibarsızlaştırma çabası olarak ortaya çıktı.

KARL, ROSA VE LENİN’DEN ÖĞRENMEK

Yenilgiye uğramış Alman Devrimi’nin 100. yıldönümünde Rosa’nın, “Ya sosyalizm, ya barbarlık” sözü ilk günkü güncelliği kadar değerini korumaktadır.

Karl’ın, burjuvaziyi göstererek ettiği, “Asıl düşman senin kendi ülkendedir” sözü sosya-list iktidar mücadelesinin olmazsa olmaz kri-terlerinden birini vermektedir.

Karl, Rosa ve Lenin’den, günümüzde de güncelliğini korumakta olan üç ders var:- Barbarlığa karşı sosyalizm.- Burjuvaziye karşı ikircimsiz işçi sınıfı iktidarı.- Bolşevik Parti’nin olmazsa olmazlığı.

SOSYAL DEMOKRASİNİN BÜYÜK İHANETİ

Page 6: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

10 11

2017 yılının bitmesine sayılı günler kala, 28 Ekim tarihinde Türkiye Komü-nist Partisi’nin gerçekleştirdiği “Sosya-lizm Cumhuriyete Çok Yakışacak” bu-luşmasını bir kez daha hatırlamak acaba ne ifade ediyor? Hiç şüphesiz bu sorunun yanıtı, önümüzdeki süreçte Türkiye’de emekçi halkı süratle siyaset sahnesine çağıran siyasi mücadelede gizli.

Ekim Devrimi’nin 100’üncü ve Türki-ye Cumhuriyeti’nin 94’üncü yılında, iki tarihsel olayın öyküleştirilmesiyle İzmir Fuar Atatürk Açık Hava Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen etkinlik, yoğun yağmura rağmen büyük bir katılımla gerçekleşti. Etkinlikte gerek Ekim Devrimi’nin, ge-rekse Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve varlık serüveni şiir, müzik, gösteri ve konuşmalarla görsel bir şölene çevrildi.

Etkinlikte ön plana çıkarılan nokta-ların başında hiç şüphesiz iki devrim arasında kurulan tarihsel köprü geldi. 1917’nin 7 Kasımı’nda, Rusya’da emekçi-leri iktidara taşıyan sosyalist devrim ile bundan altı yıl sonra yine bir devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin fark-lı karakter ve doğrultular taşımalarına rağmen aralarında kurdukları dayanış-ma ilişkisi bugün de vurgulanmayı hak ediyor.

Öte yandan bu vurgu sadece nos-taljik değeri olan tarihi bir olay ola-rak da görülemez. Varlığını genç Sov-yet cumhuriyetine borçlu olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ayakta kalma mücade-lesi, dünyanın sosyalizmsiz kaldığı geri-cilik döneminde süratle yara aldı. Öyle ki içinden geçtiğimiz süreçte, sermaye ege-menliğinin “cumhuriyet” kavramının kendisine ve meşruiyetine dönük saldı-rıları da bir o kadar hız kazandı.

Türkiye ve Sovyetler Birliği arasındaki köprünün ötesinde sosyalizm ile cumhu-riyet kavramları arasındaki bağın önemi ve her ikisi arasında sadece komünistle-rin sağlıklı bir ilişki kurabileceği gerçe-

ği, etkinlikte ısrarla altı çizilen bir diğer nokta oldu. TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan etkinlikte yaptığı konuşmada da bu noktaya değindi. “Komünistler ne za-mandan beri Cumhuriyetçi oldu?” so-rusunun yanlış olduğunu dile getirirken “Biz hep buradayız!” cevabını verdi.

1789 Fransız Devrimi’nden başlayarak Almanya, İspanya gibi ülkelerde serma-ye düzeninin sahiplerinin, ihtiyaç duy-dukları her dönemde cumhuriyeti yık-ma konusunda hiçbir tereddüt göster-mediklerini, oysa işçi sınıfı ve emekçi-lerin her daim cumhuriyet olgusunun gerçek koruyucu ve kollayıcısı olduğu-na işaret etti. Bu açıdan Türkiye’de cum-huriyetin ortadan kalkması ile serma-ye egemenliği arasında bir neden-sonuç ilişkisi olduğunu bir kez daha söylemek-te fayda var.

Komünistlerin tarihe bakarken olduğu gibi, bugün de cumhuriyetçi olduğu ger-çeğiyle hareket etmek, yakın gelecek-te Türkiye siyasetindeki gelişmeler kar-şısında sağlıklı yanıtlar üretmek için bir gereklilik haline gelmiş durumda. Tek adam diktatörlüğü karşısında, halk ira-desi olarak tarif edebileceğimiz cum-huriyet fikrini benimsemeden bir mü-cadele yürütmek ne kadar olanaksızsa, gericilikle mücadele karşısında aydın-lanmacılığın olmazsa olmaz bir unsuru olan laikliği de yine cumhuriyet fikrin-den bağımsız ele alamıyoruz. Bu ve daha bir dizi mücadele başlığında da böyle-si bir karşılıklı bağ kurulabilir. Peki ek-sik olan ne, sorusunun cevabı ise işçi sı-nıfında. Bugün cumhuriyet, attığı kimi ileri adımlara sahip çıkıp onları gelece-ğe taşımak için sosyalizme ihtiyaç du-yuyor. Çünkü artık cumhuriyet, sosya-list cumhuriyettir. Sosyalizm ise bir tek şeye ihtiyaç duyuyor. İşçi sınıfının ör-gütlü gücüne.

BARIŞ ERDEM GÜRKAN

BAŞLADIĞIMIZ İŞİ BİTİRECEĞİZ!

Cumhuriyet artık

sosyalist cumhuriyettir

TKP, cumhuriyet artık sosyalist cumhuriyettir derken, soyut bir hedef ortaya koymanın ötesinde iradesini en yalın ve somut bir şekilde ortaya ko-yuyor. İlk kez 2007 yılında hazırlanıp kamuoyuna sunulan “Toplumcu Anayasa”nın temel hükümleri nasıl bir düzen, nasıl bir cumhuriyet sorularına en net yanıtları veriyor.

Madde 1 Türkiye Cumhuriyeti, dil, din, ırk ve cinsiyet

ayrımı gözetmeksizin, Türkiye’de yaşayan işçilerin, köylülerin ve tüm emekçilerin ortak iradesini temsil eden ve çıkarlarını savunan egemen bir sosyalist devlettir.

Madde 2 İnsanın insanı sömürmesine yol açacak hiçbir iş,

işlem, eylem ve düzenleme yapılamaz; bunu güvence altına alacak önlemlerin tasarlanıp uygu-lanması, devletin birincil görevleri arasındadır.

Madde 3 Siyasal yaşam ve devlet işleri, tümüyle ya da bir

bölümüyle, dine ve din kurallarına dayandırılamaz. Dini inanç bireysel bir tercihtir; her yurttaş herhan-gi bir dine inanmakta ya da hiçbir dine inanma-makta, bunları açıklayıp açıklamamakta özgürdür.

Madde 4 Farklı ulus ve halkların özgürce bir arada yaşadı-

ğı Türkiye Cumhuriyeti’nde bütün yurttaşlar etnik ya da ulusal kökenlerine bakılmaksızın eşit haklardan yararlanırlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin egemen bir sosyalist devlet olarak örgütlenmesin-de ve eşitlikçi toplumsal düzenin kurulması ve korunmasında hiçbir halk ya da ulus diğerlerinden daha fazla rol ve sorumluluğa sahip değildir.

Madde 5 Anayasanın ilk dört maddesindeki

hükümlerin dokunulmazlığı, örgütlü toplumun güvencesi altındadır.

EŞİTLİKÇİ BİR TOPLUMSAL DÜZEN

Page 7: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

12 13

Yüzüncü yılını doldurdu! İşçi sı-nıfının bilinçli kesimleri kıvanç-la, heyecanla anıyor. Sermaye sa-hipleri ve onların düzenine hizmet eden politikacılar da nefretle. Ka-pitalist sisteme uşaklık eden ide-ologlar ve tarihçilerse, tüm güç-leriyle yalanlar ve saptırmalar-la süslü karşı propagandalar üret-meye devam ediyor. Gün geçmiyor ki, yayın dünyasında, medyada bu tarihsel olayı en incesinden en ka-basına her türlü iddialarla karala-maya çalışan bir makale, bir kitap, bir sözde araştırma yayımlanma-sın, televizyonlarda bir program yer almasın.

Nedir Ekim Devrimi ile alıp ve-remedikleri? Nedir yüz yıl önce-ki bu olay karşısındaki nefretle-ri? Gayet basit: Rus Çarlığı sınır-ları içinde yaşamakta olan bilinç-li işçiler ve emekçiler, komünist-lerin öncülüğünde iktidara el ko-yarak çarlık sistemini alaşağı et-tiler. Sistemin her sınıf ve tabaka-dan destekçilerini ve çeşitli sol gö-rünüm altında sistemi ayakta tu-tan kesimleri, devrim kaçkınlarını da etkisizleştirerek asillerin, ser-mayedarların, büyük toprak sa-hiplerinin ve kilisenin iktidarına son verdiler.

İşçi sınıfı, onu destekleyen yok-

sul köylüler, askerler ve emekten yana aydınlar el ele vererek yep-yeni bir düzen kurdular. O yıllarda alabildiğine geri kalmış, her çeşit-ten mütegallibenin ağır sömürü ve baskısı altında ufukları kararmış, işsiz, aç ve sefil insan sürülerinin dolaştığı ülkeyi ışığa boğdular.

ZOR BAŞLANGIÇBu yeni düzeni kurmak için yola

çıkan işçi sınıfının işi hiç de ko-lay olmadı. Günümüzde bile Ekim Devrimi’ni bir saray darbesine in-dirgemeye çabalayanlar devrimi yenilgiye uğratmak için ellerin-den geleni artlarına koymadılar. Komünistlerin, iktidarı ele geçir-dikten hemen sonra Birinci Dün-ya Savaşı’na son vermesine kar-şın, ülke Batılı kapitalist devlet-lerin el birliğiyle destekledikle-ri bir iç savaşa sürüklendi. Emper-yalist ülkelerin silah, cephane ve para desteği ile kurulan Beyaz Or-dular ülkeyi ateşe vermekten çe-kinmediler. Ne var ki, Komünist Parti önderliğinde örgütlenen işçi ve emekçiler büyük fedakârlıklar göstererek tüm saldırıları püs-kürtmeyi, emeğin düşmanlarını yenmeyi başardılar. “Saray darbe-si” imiş! Geniş emekçi yığınların desteği olmaksızın böylesine bir

ülkenin tahıl ürünleri yok pahası-na batılı emperyalist ülkelere ih-raç ediliyordu. Buna rağmen ta-şıyamayacağı ağır dış borçlar al-tında beli bükülen Rus Çarlığı bu borçları, faizlerini ve faizlerin fa-izini sadece parayla da ödemiyor-du. Bu ödemede, emperyalistlerin çıkarlarına uygun olduğu için gi-rişilen savaşlarda halkın çocukla-rının akan kanı da vardı. Bunların en ağırı da 1914’de Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanmaya başlamış-tı. Kısacası, Rus Çarlığı yarı sö-mürgeci bir imparatorluk olması-na karşın, Avrupa’nın en dışa ba-ğımlı ülkesi durumundaydı.

KISA ZAMANDA GERÇEKLEŞEN MUCİZE

İktidarı ele alan komünist-ler, işçi sınıfı ve emekçi yığınların desteğiyle giriştikleri sosyalizm kuruculuğuyla birlikte kısa za-manda mucizevi başarılara imza attılar:

- Mütegallibenin iktidarıyla bir-likte emeğin sömürüsüne de ke-sinlikle son verildi.

- İşçiler kimi yerde 12, 14, 16 saat çalışmaya zorlanmaktan kur-tuldu: 8 saatlik işgünü yasalaştı.

- İşsiz yığınların sefalet içinde oradan oraya sürüklendiği ülke-de tüm yurttaşlara çalışma hak-kı tanındı.

- Yeri yurdu olmayan, köp-rü altlarına, mağara kovukları-na sığınan insan kalmadı. Sosya-lizm tüm yurttaşlara konut hak-kı tanıdı.

- İnsanca yaşamak için gerekli emekli aylığıyla birlikte emekçile-rin gelecek korkusu silinip atıldı.

- Kadın ve erkek eşitliği de ülke anayasasında ifadesini buldu.

- Avrupa’nın okuma-yazma oranı en düşük ülkesinde açı-lan kampanyalarla birlikte, 20 yıl içinde ülkenin en ücra köşeleri-ne dek kadın ve erkek okur-yazar oranını yüzde 98’e çıkarmayı ba-

şardılar. Gençler, ülkenin her ye-rinde kurulan ve bilimsel eğitim veren okullarda, üniversitelerde bedava eğitim olanağına kavuştu-lar. Sistemin kilisenin de yardımıy-la yoksulluk ve cehaleti kader ola-rak kabul ettirip boyun büktürdüğü işçi ve yoksul ailelerin gençlerinden profesörler, bilim insanları, aydın-lar yetişmeye başladı.

- Sadece mütegallibenin, asiller ve para babalarının tekelinde olan her türlü kültürel etkinlik, tiyatro-lar, opera ve baleler, konserler, ser-giler kapılarını emekçilere açtılar. Yoksulların çocuklarından ünlü sa-natçılar yetişir oldu.

- 20’nci yüzyıl başlarında tifo, ti-füs, kolera, verem ve difteriden her yıl on binlerce insanın kırıldığı, ba-taklık bölgelerde sıtmadan ölümle-rin güncel olay kabul edildiği ülke, 20 yıl içinde bu belalardan kurta-rıldı. Rusya halkı bu ölümlerin ka-der olmadığını öğrendi. Bir zaman-lar büyük kentler de içinde olmak üzere 100 doğumdan sadece iki-sinin ebe yardımı alabildiği ülke-de, en uzak bölgelerde yaşayan in-sanlar bile kimi zaman uçak ve he-likopterlerle düzenli olarak gelen ekiplerden bedava sağlık yardımı alır oldu.

Sosyalizmin kazanımlarını tek tek sayarsak bu sayfalara sığdıra-mayız. Özetle: Ekim Devrimi’nin kazanımları sayısız parlak örnek-lerle günümüzde bile tüm kapitalist ülkelerde işçi sınıfının mücadele-sine yol gösteriyor. Kapitalist dün-ya ona düşman olmayıp da ne ya-pacak?

Bir zamanlar emperyalistle-rin dayatmasıyla ve Çar’ın emriyle bütçeden alması gereken payın Or-todoks Kilisesi’ne devredilmesiyle sürekli engellenen sanayileşme dev adımlarla ilerledi. Her yerde kuru-lan fabrikalar ve işletmelerle ileri bir endüstri ülkesi yaratıldı.

Kurulan kolhozlarla, tarım ve

zafer kazanılabilir miydi? Batılı kapitalist devletlerin Rus Komü-nist Partisi, onun önderi Lenin ve devrim sonrası kurulan sosyalist ülke karşısındaki aşağılık komp-leksi ve kurtulamadıkları korku işte o günlere dayanır.

Rus işçi sınıfı, Ekim Devri-mi ile birlikte, tamamen dışa ba-ğımlı, işsizlik, açlık ve sefaletin kol gezdiği bir ülke devraldı. Bir-kaç örnek vermek gerekirse, ülke bankalarında mevcut sermaye-nin yüzde 50’sinden fazlası İngi-liz, Fransız ve Alman bankalarına aitti. Ve tabii bunlar yatırım alan-larını, ne üretileceğini, o ürünle-rin nereye satılacağını ve nereden ne alınacağını da belirliyorlar-dı. Donezk kömür yatakları, Lena altın madenleri, Bakû petrolleri, bunların yüzde 50’sinden fazlası-nın sahibi görünen emperyalist-lerin kontrolündeydi. Demir, ba-kır, asbest, mangan ve platin ma-denlerinin gelirleri Çar’ın sarayı-na ve bir avuç işbirlikçisiyle bir-likte emperyalistlerin kasalarına akıyordu.

Yeraltı-yerüstü zenginlikle-ri herkesçe bilinen uçsuz bucak-sız ülke her tarafından talan edi-liyordu. Açlık kol gezerken ve yı-ğınsal ölümlere neden olurken,

hayvancılık alanında yapılan ye-niliklerle, ülke kısa zamanda ta-rım ürünlerinde kendine ye-ter hale geldi. Dahası, ürün faz-lasını ihraç edebilecek verimlili-ğe ulaştı.

“Halkların zindanı” olarak bili-nen Rus Çarlığı, Avrupa’da en çok ulus ve halkın aynı sınırlar içinde yaşadığı ülkeydi. Irkçılığın, mil-liyetçiliğin körüklendiği bu zin-dan da yerle bir edildi. Sosyalizm, bir zaman birbirine karşı kışkır-tılan, kimi zaman birbirlerini kı-ran uluslara kendi sınırları içinde özgürce ve diğer ulus ve halklar-la kardeşçe bir arada yaşayabile-ceğini öğretti.

Ekim Devrimi ile birlikte em-peryalistler alabildiğine yağma-ladıkları ve sömürdükleri uçsuz bucaksız toprakları kaybettiler. Rus Çarlığının kalıntısından tüm ülke değerlerinin, emeğin yarat-tığı her ilerleme ve başarının hal-kın yaşamına doğrudan yansıdı-ğı bağımsız bir ülke yaratıldı. Üs-telik bu ülke vakit geçirmeksizin emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi veren ulusların yardı-mına koşmakta gecikmedi. Tür-kiye Cumhuriyeti de bunların ilk-lerindendi.

O yıllarda ülkeyi her taraftan kıskaca alarak yağmalayan em-peryalistler, komünistlerin dev-rim sonrasında ülkelerinin böy-lesi dışa bağımlılığına son ver-melerini nasıl hazmetsinlerdi ki? Acısını bugün bile içlerinde duyu-yorlar.

Korkunun ecele faydası yok! Ta-rihin tekerleği ileriye doğru dön-mekte. Gün gelecek, tek tek ülke-lerde işçi sınıfı ve emekçi yığınlar artık zincirlerinden boşanan ka-pitalist baskı ve sömürüye karşı örgütlenerek iktidara yürüyecek. Ekim Devrim’inin, reel sosyaliz-min dersleri daha da mükemmel bir sosyalizm kuruculuğunun yo-lunu aydınlatacak.

İNSANLIK TARİHİNİN BÜYÜK KAZANIMI

Ekim Devrimi

Page 8: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

14 15

5 Ocak 1980’de öldürülen Celalettin Ke-sim, her yıl Berlin’in Kreuzberg ilçesin-de, öldürüldüğü yer olan Kottbusser Tor meydanında, onun adına dikilen anıtın önünde anılıyor. Boyun Eğme (Alman-ya) olarak, bu yıl yapılacak anmanın ha-zırlıklarını sürdüren Celalettin Kesim’in mücadele arkadaşları Murat Alp ve Tur-gay Eriçok ile söyleştik.

- Celalettin Kesim anmaları ne zaman-dan beri yapılıyor?

MURAT ALP - Celalettin Kesim yoldaşı-mızın öldürülmesinden sonra anmaları organize etmeye başladık. 1989’a kadar anmalar Türk Merkezi tarafından dü-zenlendi. Sonra 4-5 yıllık bir süre anma-lar yapılmadı.

- Peki bu boşluktan sonra anmaları kim düzenledi?

MURAT ALP - Anmaları Çarşamba Platformu olarak düzenledik.

- Bize Çarşamba Platformu hakkında bilgi verir misi-niz?

MURAT ALP - 1984’de parti yönetimine Hay-dar Kutlu’nun gelmesiy-le, partinin Almanya örgü-tünden kopmalar başladı. Liki-dasyona giden süreçte ayrılmalar devam etti. Partinin kapanmasından sonra, bu durumu kabullenemeyen, benim de için-de olduğum bazı kadroların inisiyati-fiyle diğer sol yapılara da açık, düşün-ce ve tartışma platformu olarak Çarşam-ba Platformu kuruldu. Her hafta düzenli olarak toplanarak Türkiye siyasetini tar-tıştık, sosyalizmi ve Sovyetler Birliği’ni savunmaya devam ettik. İşte bu platfor-mun katılımcıları partinin çözülmesin-den sonra da anmalara devam etti.

- Çarşamba Platformu’nun dışında, başka bir örgüt bu anmaları düzenlemedi mi? Sadece siz mi düzenlediniz?

MURAT ALP - Bizim dışımızda hiçbir örgütsel yapı bu anmalara sahip çıkma-dı. Çarşamba Platformu olarak yalnız-dık. Ancak 2003 yılından itibaren, ye-niden kurulan (2001) TKP’nin üyeleri de bizimle beraber anmalara katılma-ya başladılar.

- Celalettin Kesim anmalarını ne za-mandan beri TKP düzenliyor?

MURAT ALP - Çarşamba Platformu’-ndan benim ve tanıdığım bazı eski par-tililerin yeniden kurulan TKP’ye katıl-masıyla (2011), anmalar TKP adına dü-zenlenmeye başlandı. Ancak anmaya, Celalettin Kesim’in ideallerine sahip çı-kan, saygı gösteren herkes gelebilir.

- İnternet ortamı dışında, mücadele-de görünmeyen bazı oluşumla-

rın, Celalettin Kesim anmala-rına sahip çıkmak isteme-

si konusunda ne düşünü-yorsunuz?

MURAT ALP - Bugün an-maların düzenlenmesin-

de hak ve yetki talep eden-lerin, öncelikle uzun yıllar nerede

oldukları sorusuna yanıt vermeleri ye-rinde olurdu.

TURGAY ERİÇOK: EŞİT VE ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN

Celalettin Kesim’in öldürüldüğü 5 Ocak 1980 cumartesi günü, Murat Alp gibi Turgay Eriçok da onunla birliktey-di. Turgay Eriçok’a o gün neler yaşandı-ğını sorduk.

TURGAY ERİÇOK - Berlin’de, uzun süre-dir gerici-faşist örgütlerle aramızda bir

gerginlik vardı. Celalettin öldürülmeden bir gün önce, 4 Ocak Cuma günü Türki-yelilerin pazar kurduğu Maybachufer’de yaklaşan darbe tehdidine karşı bildi-ri dağıttık. Mevlâna Camii’nde örgüt-lenmiş dinci-faşist grup da pazar yerin-de el ilanı dağıtıyordu. O gün aramız-da bir sürtüşme oldu. Herhalde kalabalık olmamız nedeniyle ve hazırlıksız olduk-ları için bize saldırmadılar. Aramızda-ki sürtüşmeden sonra 50-60 kişilik bir grup halinde Demokratik İşçi Derneği’ne gittik.

Celalettin’in öldürüldüğü gün olan 5 Ocak cumartesi günü saat 9.30’da De-mokratik İşçi Derneği’nde yeniden bu-luştuk. Saat 12’de darbe tehdidine kar-şı basın açıklaması yapmak için konso-losluk önüne gidecektik. Ancak konso-losluk önüne gitmeden önce, Kottbusser Tor meydanında bildiri dağıtmaya karar verdik. Derneğimiz Kottbusser Tor’a çok yakındı.

Dernekten çıktık. Soğuk, ama güneşli bir gündü. Gökyüzü maviydi. Bildirileri-mizle dernekten Kottbusser Tor’a gittik.

Biz bildiri dağıtırken, bir VW mini-büs caminin önüne, çok yakınımıza ge-lip park etti. Minibüsün kapılarını açtı-lar. Minibüsün içinde, sopaların ucuna takılmış çok sayıda uzun bıçak olduğu-nu gördüm. Bizim üzerimizdeyse kendi-mizi savunabileceğimiz hiçbir şey yok-tu. Minibüs oradayken de biz bildirileri-mizi meydanda dağıtmaya devam ettik. Saat 11.00 gibi bildiri dağıtmayı bıraktık.

Konsolosluğun önüne gitmek için yürü-meye başladık. Celalettin’in içinde bu-lunduğu bir grup arkadaşımız lambaları geçerek metronun altına geldi. Bu sırada benim de olduğum grup, Celalettinlerin yanına gitmek için ilk lambaya vardı-ğında kırmızı ışık yandı. İşte tam o anda, Mevlâna Camii’nden çıkan dinci-faşist güruh koşarak metronun altında bekle-yen arkadaşlarımıza saldırdılar.

Biz de saldırganların arkasından yol-daşlarımızı savunmak için koştuk. Kav-gaya tutuştuğumuzda, bazı saldırganla-rın ellerinde demir zincirler gördüm. Bir süre sonra saldırıyı püskürttük. Dinci-faşist güruh cami önüne çekildi.

Ortalık sakinleşince, Celalettin Kesim’in yaralı olduğunu gördüm. Ben ve birkaç kişi daha Celalettin’i bugün anıtının olduğu yere taşıdık, ilgilenmesi için bir arkadaşımıza teslim ettik. Dinci-faşist güruh dağılmamıştı ve her an yeni bir saldırı olabilirdi. Nitekim çok geçme-den ikinci saldırı başladı. Bu saldırıyı da püskürttük. Dinci-faşistler geri çekilip sokağı terk ettiler.

Ardından anıtın arkasındaki bir so-kakta yaralı olarak yatan Celalettin’in yanına gittik. O sırada Celalettin gibi bı-çaklanmış olan başka bir yaralımızı da getirdiler. Celalettin’in başını dizime ya-tırdım. Ambulansın gelmesini bekliyor-duk. O sırada yanımıza Celalettin’in kar-deşi Hasan geldi ve Celalettin’le ilgilen-meye başladı. Her şey bir anda olup bit-mişti. Olayın sıcaklığından olsa gerek,

DÜŞENLERİ UNUTTURMAMAK BİR SİYASİ TUTUMDUR

“Celalettin Kesim’i anmak,benim ve hâlâ sosyalizm mücadelesi verenyoldaşlarım içinbüyük anlama sahip”

Celalettin Kesim’i Anıyoruz

Page 9: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

16 17

SOSYAL DEMOKRATLIKTAN DESPOTLUĞA İTELEMEK

Avrupalı sosyal demokrat-ların Erdoğan’ı “ılımlı İslamcı ama demokrat” diye 5 yıl önce-sine kadar yere göğe sığdıra-madıklarını çoğu kişi hatır-lıyor olsa gerek. Peki, baş-ta SPD olmak üzere önde gelen sosyal demokrat partilerin, Erdoğan’ı sosyal demokrat ola-rak kabul edip, CHP’yi Sosyalist Enternasyonal’den atmak için harekete geçtikleri de hatırlanı-yor mu?

Denebilir ki, emekten yana olan solun, burjuva partileri olan sosyal demokratlar arasındaki kavgayla ilgilenmesi gerekli mi? Eğer solun, sınıf hareketini esas alan kesimleri dışındaki bölü-mü, ellerinde kızıl bayrak sosyal demokrasinin peşinde koşmu-yor olsalardı, bu konuyu günde-mimize almak gerekmeyebilir-di. Ama durum, ne yazık ki böy-le değil!

Şimdi biraz geriye dönelim. ABD’de gerçekleşen 11 Eylül sal-dırılarından sonra emperya-lizmin Türkiye’deki İslamcı-lara verdiği destek yoğunlaş-tı. Türkiye’ye “ılımlı İslam” bir model olarak dayatılırken, Erdoğan’a da açık destek veril-meye başlandı.

Avrupa Birliği de, Almanya’da SPD-Yeşiller hükümetinin öna-yak olmasıyla 2005 yılında Tür-

kiye ile tam üyelik müzakerele-rine başladı. İşte Erdoğan’ın sos-yal demokratlığı da bu tarihler-de resmiyet kazandı. 2006 yılının mart ayında Erdoğan, hükümetin sağlıkta özelleştirme politikala-rına yapılan eleştiriler karşısın-da “Bunlar sosyal demokrat filan olamaz. Sosyal demokrat biziz” diyordu.

2005 yılı sonunda Almanya’da, Türkiye ile AB arasındaki tam üyelik müzakereleri başladık-tan sonra yapılan seçimler-de SPD-Yeşiller hükümeti, yeri-ni CDU/CSU-FDP arasında-ki muhafazakâr-liberal koa-lisyona bıraktı. Hemen 2006 yılında Almanya’da, Başbakan Erdoğan’ın adının da iddiana-mede geçtiği “Deniz Feneri Der-neği” yolsuzluk davası başladı. Alman emperyalizmi, dava ara-cılığıyla Erdoğan’ı sıkıştırırken, muhalefetteki SPD aracılığıyla da hem Erdoğan’a hem CHP’ye yol gösteriyordu!

SOSYAL DEMOKRAT ERDOĞANSPD, 2007 yılında “21. Yüzyıl-

da Sosyal Demokrat Dış Politika” adlı bir kitap yayınladı. Kitap-ta dış politikanın yanı sıra birçok konuda sosyal demokrat politika-ların nasıl olması gerektiği tar-tışılıyordu. Alman politikasın-da hâlâ aktif rol oynayan SPD’li siyasetçilerin yanı sıra, Avrupalı sosyal demokrat liderlerin yazıla-

rı da kitapta yer alıyordu. Toplam 47 yazı içinde bir tanesinin yazarı Türkiye’den sürpriz bir politika-cıydı: Recep T. Erdoğan. Erdoğan adına yazılan makalede, bir barış projesi olarak AB’ye Türkiye’nin üyeliği savunuluyordu.

Kitabı derleyen SPD’lilere neden CHP’den değil de Erdoğan’dan yazı alındığını soran gazete-ci Yalçın Doğan’a verilen yanıt-ta “Türkiye’de CHP’yi artık sos-yal demokrat kabul etmiyoruz” deniliyordu. Aynı tarihlerde, 7 Kasım 2007 seçimlerinin önce-sinde, solcu-liberal-sağcı, kimi utangaç kimi açık AKP’li şahıs-ların, sol görünümlü antikomü-nizmin o zamanki amiral gemi-si olan ve SPD güdümünde-ki Sosyalist Enternasyonal’e (SE), CHP’yi üyelikten atın diye dilek-çe verdikleri ortaya çıktı.

Bu süreçte, CHP’nin sosyalist politikalarla ilişkisi olmadığı-nı açıklayan SE’nin, CHP’ye kar-şı girişime hazırlandığı duyu-ruluyordu. CHP bunun üzerine 2008’deki SE toplantısına SE’den gelen “tavsiye” sonucu katıl(a)madı. CHP’nin demokratlığı vb. konular anlamlı tartışma baş-lıkları olmamakla birlikte, Arap Baharı sürecinde SE’den atıla-cak olan Mısır’da Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in başkanlığını yaptığı DVP ile Tunus’ta Devlet Başkanı Zeynel Abidin’in yöne-

Avrupalı sosyal demokratların Erdoğan’la imtihanıambulans ne

kadar süre sonra geldi, bilmiyo-rum. Ambulans görevlilerinin itirazına rağmen iki yoldaşımı-zı da ambulansa aldırdık. İki ağır yaralımızın dı-şında, birçok ar-kadaşımız da al-dıkları darbeler-le hafif şekilde yaralanmışlardı.

Ardından gruplar halinde derne-ğe doğru yürümeye başladık. Yol-da annemle karşılaştım. “Ne oldu oğ-lum?” diye sordu üzgün bir yüz ifade-siyle. “Ben geldim” dedim. “İyi de oğ-lum, öbür evlatlarım nerede?” diye sor-du bu kez. “Hepimiz iyiyiz” demek zo-runda kaldım.

Dernekte toplandığımızda kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. O sırada herke-sin aklı iki ağır yaralı arkadaşımızdaydı. İçimizden bir kişi durum değerlendir-mesi yaptı. Sonra beklemeye başladık. Saat 18.00 gibi sorumlu arkadaşımız, önemli bir açıklama yapacağını söyledi. O bunu söylediğinde, ben de çoğumuz gibi korkulan haberin geldiğini hisset-tim. Hepimiz dikkat kesildik. Celalettin yoldaşımızın öldüğü, diğer yoldaşımızın komada olduğu söylendiğinde gözleri-

min önüne Celalet-tin, oğlu, hamile eşi geldi. Anlatması zor bir acı bu. Hepimiz çökmüş durumdaydık.

Hatırladığım ka-darıyla, hemen ora-da iki hafta son-ra protesto yürü-yüşü yapmayı ka-rarlaştırdık. O ak-şam kaleme alı-nan yürüyüşe çağrı

metnini, ben ve bir arkadaşım Kurtuluş Gazetesi’nin matbaasında basmaya gö-türdük. Ertesi günden başlayarak protes-to yürüyüşünün olacağı güne değin ar-kadaşlarımızla Türkiyelilerin yoğun ol-duğu her yerde, sabah ve akşam olmak üzere günde iki defa, yürüyüşe çağrı bil-dirileri dağıttık.

Protesto yürüyüşüne yaklaşık 15 bin kişi katıldı. Ama Celalettin’i yitirme-nin acısını ne bu yürüyüş, ne de anma-lar hafifletti. Celalettin’in öldürüldüğü gün hayatımın en kara günlerinden biri olarak kaldı. Her yıl 5 Ocak’ta Celalettin Kesim’i anmak, benim ve hâlâ sosyalizm mücadelesi veren yoldaşlarım için büyük anlama sahip. Celalettin eşit ve özgür bir dünya için hayatını verdi. Bu mücadele bugün de sürüyor ve sürecek.

AHMET YILDIRIM

Page 10: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

18 19

Yurtdışına hem iltica başvuru-larının sayısı, hem de iş, eğitim gibi nedenlerle göç edenlerin sa-yısı önceki yıllara göre çok art-tı. Herkesin kendine göre bir ge-rekçesi var; ama “Çok gericileşti artık duramam…”, “Çocuklarımı bu ülkede yetiştiremem…” diye-rek ülkeden ayrılmaya karar ve-renleri son bir iki yılda daha çok duyuyoruz. Bu cümleleri, duy-mayı hiç beklemediğimiz, orta-lamanın üstünde duyarlılığı ol-duğunu bildiğimiz, birkaç yıl önce Gezi’de heyecanla karşılaş-tığımız, okuduklarına hiç değil-se eleştirel gözle bakan ağızlar-dan da duyuyoruz. Bu kaygıların hepsinin bir gerçekliği var, ne yazık ki ülkemizde her gün ne-fes almak daha zorlaşıyor. Aka-demisinden, yargısından, med-yasından, sokaklarından yayı-lan çürümüşlük kokusu üstümü-ze sinmesin, içimiz de dışımız gibi kararmasın istiyoruz. Fizi-ken uzaklaşmak bizi bu kokular-dan arındırır mı? Çocukların öz-gür düşünen bireyler olarak ye-tişeceğinin garantisi yok olmak-ta mıdır?

YURTDIŞINDA “ÖZGÜR” YAŞAMAK Böyle olmadığını anlamak

için oradaki günlük hayatın na-sıl olduğuna bakmak yeter. Ör-neğin, daha özgür, daha ra-hat koşullar için göç edilen ül-kede, Türkiye’de olan biten-ler aleyhinde paylaşım yapmak-tan, düşüncelerini özellikle ra-

dikal olabilecek sözlerle ifade et-mekten kaçınma eğilimi sürüyor. Yeni yerleşilen yere uyum süre-cinde, bunlar bireyin gündemin-den yavaş yavaş çıktığı, memle-ketten haberlerle daha az karşı-laşıldığı ve duyarlılık da böyle-ce azaldığı için. Ama bir yanıy-la da otosansür devam ediyor; açık ya da örtük ırkçılık, yabancı düşmanlığı, istihbarat çekince-leri yön veriyor sözlere, eylemle-re. Ve kalabilmek, tutunabilmek adına verilmesi ihtimal dahilinde olan tavizler bununla sınırlı de-ğil. Türkiye’de ofiste yapılamadı-ğından şikayet edilen siyasi tar-tışmalar, Almanya’da AfD’ye oy veren iş arkadaşıyla mı yapıla-cak? İleri fizik yapmak için gidi-len laboratuvarda alternatif tıbba inandığını söyleyen hocanın bi-limselliği sorgulanacak mı? Sie-mens, Philips gibi büyük şirket-lerin toplu işten çıkarmalarına karşı koymak ne kadar mümkün olacak? Ya da, Almanya’ya giden sığınmacıların önemli bir bölü-münün önümüzdeki beş yıl işsiz kalacağını Alman kurumlarının kendisi ifade ederken, kayıtdışı çalıştırılmalarına ses çıkarmak?

GİTMEK VE KALMAK Artık birçok ülke göçmenli-

ğe kabul kriterlerini değiştiriyor, eğitim, dil gibi başlıklarda eşi-ği yükseltiyor. Evet, belki bu ve başka eşikleri atlayabilenler gitti, gidiyor; ama gidemeyen, gitme olanağı olmayan gençler, çocuk-

Memleket mi, “yıldızlar” mı?lar kalmaya ve yaşamı üretmeye devam edecek. Daha dar bir çev-re içinde, bireysel sorunlarına ve kendini ispatlamaya daha odaklı, daha yalnız -eğer orada örgüt-lü değilseniz- olmayı kabullen-mekse, bayraktaki yıldızlardan birinde daha iyi bir gelecek vaa-dinin bir bedeli olacak.

Türkiye’den umudu kesip baş-ka bir ülkeye gitmek, başka bir dünyanın orada ya da burada var olabileceğine dair umudunu-zu artırmayacak. Umudu tama-men kaybetmenin sebebi, aslında başka başka yüzlerini görmekten bunaldığımız çelişkiyi doğru çö-zümleyememektir. Çözümlemek iç rahatlatır oysa, ve bir çıkış yolu sunar. Çıkışsızlığa ise çoğu zaman insan tek başına kaldı-ğında kapılır.

Aslında kaçtığınız o çelişki, gittiğiniz her yerde sizi kovala-maya devam ediyor. Ta ki, kova-laması gerekenin siz olduğunu-zu fark edene dek. Eğer bu der-gi elinizdeyse, bilin ki bu hâlâ mümkün, hâlâ sorumluluk almak ve çaresiz, seçeneksiz olmadığı-nı hissetmek mümkün. Gerçek-ten “yurdunu değiştirmek”, an-cak yurdunu değiştirmek irade-siyle mümkün.

ELÇİN SOLMAZ

timindeki ADB gibi birçok parti-nin SE’nin “sosyalist” ilkeleriyle çelişmeden üyeliklerini o tarih-te sürdürdüklerini hatırlatmak-ta yarar var.

Peki o zaman sorun neydi? Gerek SE gerek AB’li diğer sosyal demokrat liderler, içeride tutar-lı olmamakla birlikte laikliğe vurgu yapan Baykal yönetimin-deki CHP’nin, dışarıdaki tem-kinli, klasik dış politika çizgisi-nin emperyalizmin Orta Doğu’yu karıştırıp, yeniden düzenleme politikasına engel olduğunu sap-tamışlardı.

CHP’de Deniz Baykal’ın yeri-ne Kemal Kılıçdaroğlu’nun gel-mesi ve laikliğin tehlikede olma-dığı söyleminin benimsenme-siyle, Avrupalı sosyal demokrat-lar da rahatladılar. 2010 yılın-da SE toplantısından izlenimle-rini aktaran gazeteci Aslı Aydın-taşbaş şunları yazıyordu: “Bura-da tanıştığım Avrupalı siyasi-ler, eski CHP (ile-y.n.) ilgili kor-ku hikâyeleri anlatıyor. (...) Şim-di ise yeni bir CHP ve humma-lı bir dönüşüm gayreti var. (...) Eski CHP dış politikada katı mil-liyetçi, hatta izolasyonist, içer-de ise sosyal demokrattan ziyade tek sesli bir ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ korosuydu.”

Emperyalizm ve Türkiye bur-juvazisi, sermayenin yeni ara-yışları için artık ayak bağı hali-ne gelen laikliğin ve cumhuriye-

tin ölüm fermanını imzalamış, cellat ve yardımcısını da kurba-nının bile gözlerini kamaştıra-cak bir şekilde süsleyerek sahne-ye sürmüşlerdi.

Kılıçdaroğlu’nun gelmesi, CHP’yi kardeş partilerin şerrin-den korumaya yine de yetme-di. Avrupa Parlamentosu Sosya-list Grup Başkanı Hannes Swo-boda, Haziran Direnişi’ne gün-ler kala, başkanlığını yürüttüğü grubun üyesi CHP Genel Başka-nı Kılıçdaroğlu’yla yaptığı görüş-mede, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı Suriye Devlet Başkanı Esad’la kıyaslaması üzerine, CHP baş-kanını protesto ederek toplantıyı terk etmekten çekinmeyecekti.

İki direniş, Suriye halkı-nın dış müdahaleye direnişiyle, Türkiye’de on milyonları sokağa döken Haziran Direnişi, emper-yalizm ile AKP ve dolayısıyla AB sosyal demokrasisi ile Erdoğan arasındaki ilişkinin geleceğine dair ciddi şüphelere neden oldu.

DESPOT ERDOĞAN Böylece yumuşak İslamcı, sos-

yal demokrat Erdoğan’dan, des-pot Erdoğan dönemine girili-yordu. Sosyal demokratlar için Erdoğan’la kıyaslanmak hakaret kabul edilir olmuştu.

Erdoğan’ın gittikçe despot-laşmasının bu değişime neden olduğunu düşünmek aldatıcı olur.

Kısa bir süre öncesine kadar

SPD Başkanlığını sürdü-ren, Alman Dışişleri Bakanı Sig-mar Gabriel, Erdoğan’ı uygula-maları nedeniyle eleştirirken, Erdoğan’dan farkı, önce dar-be yapıp sonra seçim kazan-mak olan Mısır Devlet Başkanı el Sisi’yi ziyaretinde “Çok etkileyi-ci bir başkanınız olduğunu düşü-nüyorum” diye övüyordu. Asıl etkileyici olan, Alman tekelleri-nin Mısır’dan aldığı milyarlar-ca avroluk ihalelerdi. Erdoğan’ın desteklenmesinin en önemli nedenlerinden biri de kamuya ait büyük işletmelerin yüzde 90’ının onun döneminde sermayeye peş-keş çekilmesi değil miydi?

Emperyalizm, Erdoğansız Erdoğan politikalarını sürdüre-cek temsilci arayışını sürdürür-ken, bu arayışı Yunanistan’daki Syriza deneyiminden sonra Tür-kiye soluyla da kotarmak isteyen sosyal demokrasiye yedeklenme-mek için bağımsız bir hatta, sos-yalizmi hedefleyen bir mücadele stratejisine ihtiyaç var.

Bunun en önemli adımı işçi sınıfının burjuvaziden, dolayısıy-la sosyal demokrasiden bağımsız örgütsel-siyasal hattını oluştur-maktan geçiyor.

HALUK ARICAN

Page 11: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

20 21

Almanya bir süredir iki devin “düğün” haberleriyle çalkalanı-yor. Çelik devi Thyssen-Krupp, merkezi Hindistan’da bulunan bir devle, İngiliz-Hint ortaklı-ğı Tata Steel ile birleşiyor. Elekt-ronik alanındaki bir dev, Sie-mens de Fransız ALSTOM’la bir-likte hızlı tren üretimini tek çatı altına alıyor. Sermaye çevrele-rine “hayırlı haber” olarak su-nulan bu birleşmeler sonucu, Thyssen-Krupp-Tata diğer çelik devleriyle rekabet şansını artıra-cak ve dünya üçüncülüğüne tır-manacakmış. Merkezi Amster-dam kentine kurulacak olan yeni ortaklık böylece yılda yakla-şık 71 milyon ton çelik üretecek, 42 milyar avro ciro yapacak, ona göre de kârlarını yükseltecekmiş. Siemens’in “düğünü” ertesinde kurulan ortaklık ise şehirler ara-sı hızlı tren üretiminde giderek güçlenen Çin’le rekabet şansını elde edecekmiş. Böylece bu fir-maların borsa değerleri de hızla yükselecekmiş.

Sermaye çevrelerine seslenen

ekonomi gazetesi Handelsblatt’ın bunu “hayırlı haber” olarak du-yurması kadar doğal bir şey ola-bilir mi? Bu şirketlerin serma-ye ortakları, kasalarında sak-ladıkları kağıtlardan (hisse se-netlerinden) başka üretime hiç-bir katkısı olmayan tufeyli para babaları kuşkusuz şimdi bayram ediyordur. Öyle ya köşklerinde, lüks yatlarında vakit geçirirken kârlarına kâr katacak, servetleri-ni kat kat artıracaklar. Şirketle-rin binlerce işçi ve emekçi ailesi-ni işsizliğe ve yoksulluğa sürük-leyecek olan bu anlaşmaları ko-taran ve artık çoktan kendileri de birer kapitalist haline gelmiş kâhyalarına (üst düzey yönetici-lerine) gelince… Onlar da alacak-ları primleri çoktan hesaplamış-lardır.

BİR DE İŞÇİLERE SORALIMTufeyliler bayram ederken bin-

lerce işçi ve bu firmaların bü-rolarındaki çalışanlar korkudan tir tir titriyor. Çünkü sonun baş-langıcı şimdiden belli: Thyssen-

Krupp-Tata ortaklığı ilk ham-lede, 2000’i Almanya’da olmak üzere 4000 kişiyi sokağa koya-cak! Ardından ne geleceği ise şimdilik belirsiz.

Thyssen-Krupp işçileri işyerle-rini savunmak için Aralık başın-da bir direniş başlattılar. Ne var ki, kapitalizmin yasalarına karşı ne denli etkili olacakları meçhul. Hele solun bunca zayıf, sendika-ların bunca sistemle barış çaba-sında olduğu bu dönemde. Nite-kim, Siemens işçi temsilciliğinin Alstom’la birleşmeyi memnuni-yetle karşıladığı söyleniyor.

Anımsamadan edemeyeceğim: Bundan 30 yıl önce Thyssen ve Krupp birleşme kararı verdiğinde de aynı şey olmuştu. Duisburg’un kuzeyinde konuşlanmış ve Ober-hausen kentine doğru uza-nan Krupp fabrikasında işçi-ler çok güçlü bir direniş başlat-tılar. Aynı anda, kentin kuzeyin-de, Ren Nehri’nin karşı yaka-sındaki Thyssen’de de grev baş-ladı. Sadece bu fabrikaların ça-lışanlarıyla sınırlı kalmayan ve

tüm Ruhr havzasındaki kentler-den dayanışma alan bu direnişle-re tam 164 gün boyunca sabahtan akşama her gün on binlerce kişi katıldı. Ren’in iki yakasını birleş-tiren köprü işgal edildi. Sadece bir dayanışma konserinde 30 bin kişi hep bir ağızdan dayanışma türküleri söylediler. İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’daki bu en büyük ve uzun direniş yine de birleşmeyi ve Rheinhausen’daki Thyssen fabrikasının kapatılma-sını önleyemedi.

Şimdi o günlerden geri kalan, Krupp’un her tarafı pas kaplamış ve bir müzeye dönüştürülmüş haddehahaneleri ve işgal edilen köprüye o günlerde konan “Brüc-ke der Solidarität” (Dayanışma Köprüsü) adıdır. Thyssen’in Rhe-inhausen semtindeki fabrikası-nın yerinde ise yeller esiyor. Orası şimdi bir TIR toplanma merkezi. Bir zamanların neşeli işçi sem-ti Rheinhausen’a gelince... Genç işsizleri, titrek ihtiyarları, yeni yerleştirilen mültecileri ve bol-ca yoksullarıyla giderek köhneyen ve artık “toplumsal sorun merke-zi” haline dönüşen bir yıkıntı.

TEKELLERİN ABLUKASIUluslararası tekeller bir yan-

da birbirleriyle kıyasıya rekabet ediyor, bu mücadelede casusluk-tan, rüşvetten ve her türlü kirli yöntemden geri kalmıyorlar. Ama öte yanda kimi zaman birbirle-rini yutarak, kimi zaman birle-şerek daha da devleşiyor, her şe-yin üretimini tek elde topluyor-lar. Ve bu süreç sadece endüstri-de değil. Tarımda, hayvancılık-ta, sağlık sektöründe… Kısacası, insan evladının gereksindiği akla gelebilecek her alanda hızla iler-liyor. Tarladaki tahılın, bostan-daki ürünlerin, ağaçlardaki mey-velerin tohumları, bunlar için ge-reken tarım ilaçları ve gübreler

tekeller tarafından patentleniyor. Ağıldaki, otlaktaki, kümesteki hayvanlardan başlayarak göller-de ve nehirlerdeki balıkların bile cinslerine müdahale ediyorlar. Tatlı su kaynaklarını teker teker satın alıyorlar. Tek tek ülkelerde endüstri ve tarıma müdahale edi-yor, emperyalist devletlerin des-teğinde yasaklar uyguluyor, kimi ürünleri dayatıyorlar.

BU GİDİŞ NEREYE?Uzatmayalım: Emperyalizmin

kıskacındaki dünyamız, ulusla-rarası tekellerin mülkiyeti altında tam bir felaketin eşiğine, bugün-künden beter bir işsizlik, açlık ve sefalete doğru sürükleniyor. Bu tekeller, halkın sözde demokratik sisteme uygun olarak seçip par-lamentolara gönderdiği temsilci-leri satın alarak, doğrudan çıkar-larının temsilciliğini yapan “lobi çalışanı” haline getiriyor. Gözden uzak tutulan “uluslar ötesi” ku-ruluşlarda dünya politikasını be-lirlemek üzere teoriler üretiyor, komplolar düzenliyorlar.

Günümüz dünyasında sadece G-20 ve benzeri oluşumların top-lantıları yok. Sadece bir örnek ol-sun: Bir zamanlar David Rocke-feller tarafından bir araya ge-tirilen “Trilateral Komisyon” gibi, Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya’dan en etkin 400 temsil-cinin katıldığı ve sözde tesadü-fen, aslen düzenli olarak biraraya gelen ve “dünya hükümeti” ro-lüne soyunan kuruluşlar da var. G-8’leri, G-20’leri asıl bunların yönlendirdiğini kim biliyor? Med-yanın bunlarla ilgili ayrıntılı bilgi paylaşımına konan yasaklar kim-seyi şaşırtmamalı.

Böylece dünyamız bazı bilim-kurgu filmlerindekine benzer bir esarete doğru sürükleniyor: Bir yanda küçük bir mutlu azınlık ve onlara hizmet eden köleler, öte

yanda kalın duvarlar ardına ka-patılmış, kanalizasyonlara dol-durulmuş ya da çöllere sürül-müş sefiller! Bu tekellerin serpi-lip gelişmesine olanak sağlayan emperyalist odaklar arasında-ki anlaşmazlıklardan doğan –ve şimdilik taşeron ülkeler arasın-da çıkarılan- milyonlarca insa-nın ölümüne, kasaba ve köylerin yıkımına, yığınsal göçlere neden olan savaşlar da cabası.

TARİHİN SONU MU?80’li yıllarda, liberalizmin bü-

yük saldırısıyla birlikte birileri kapitalizmi „tarihin sonu“ ilan etmiş, kimi eski solcu dönekler de o koroya katılmıştı. Akılların-ca bu ekonomik sistemin insan-lığın geldiği son aşama olduğunu iddia ediyorlardı. Ancak bilerek sakladıkları iki gerçek var:

Birinci gerçek, bu sistemin ni-hai düşmanını, işçi sınıfını ve emekçi yığınları kendi içinde ba-rındırdığı idi... Sistemin hakim-leri onlar olmaksızın üreteme-yeceği için de onlarsız edemeye-cekti. Emekçilerin ise bu tufey-li takımlarına hiç mi hiç ihtiya-cı yoktu.

İkincisi, bu dünyada insan-lar var oldukça tarihin de süre-ceği idi... Tarih boyunca insalık iniş-çıkışlarla hep ilerlemedi mi? Bundan sonra da öyle olacak: Bu “düşman” örgütlenecek. Emper-yalizme ve tekellere karşı sava-şımı, barış ve haklar uğruna mü-cadeleyi genel olarak kapitaliz-me karşı mücadele ile birleştir-meksizin bu gidişe dur deneme-yeceğinin bilincine varacak. Ve sonuçta bu sisteme son vererek kendisini felâketten kurtaracak. İnsanlık, böylece sömürüsüz, sa-vaşsız ve adil bir toplum düze-ninde, sosyalizmde gelişmesini sürdürecek!

CEMİL FUAT HENDEK

‘ Devlerin Düğünü’ ve altında kalanlar

ULUSLARARASI TEKELLERİN FELAKET YATIRIMLARI

Page 12: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

22 23

Doksan yıllık dolu dolu müca-deleyle geçen bir yaşam ve yal-nızca sosyalizm mücadelesinin iki yüzyılı aşkın mirasına değil, insanlık tarihine de bir daha asla silinmeyecek derin bir iz bırak-mak. Fidel Castro’yu ve mücade-lesini ciltler dolusu kitaplara bile sığdırmak zorken, 2016 yılın-da aramızdan ayrılmasının ar-dından onu cümlelere sığdırmak çok daha zor. Zaten amacımız bir anma yazısından öte Küba’yı ve Fidel’i anlamak üzerine birkaç noktaya işaret etmekten ibaret.

Bu açıdan belki de onu en iyi anlayan ve anlatan Küba halkı-nın, Commandante’yi uğurlarken

dudaklarından dökülen “Yo soy Fidel” (Ben Fidelim) sloganını bir kez daha düşünmemiz gereki-yor. Bu slogan, Küba devriminin lideri olarak Fidel Castro’ya du-yulan bağlılığın ötesinde Küba’da sosyalizme duyulan bağlılığı en yalın biçimde ifade ediyor. Küba halkı halen yaşadıkları ekonomik ve siyasi ablukaya rağmen top-lumsal olarak elde ettikleri ka-zanımların ve ilerlemenin sos-yalizm sayesinde gerçekleştiğini çok iyi biliyor. Tüm engellemele-re rağmen eğitimden sağlığa, bi-limden sanata yaşamın her alan-da katedilen ilerlemelerin em-peryalizme karşı bağımsızlık ve kapitalizme karşı sosyalizm mü-

cadelesinde zaferle elde edildi-ğini biliyor Kübalılar. Tam da bu yüzden, Küba halkı Fidel’e sahip çıktığı kadar sosyalizme de sa-hip çıkıyor. Geçmişten öğreniyor Küba. Tıpkı Fidel gibi ve bu güçle geleceğini kendi elleriyle kuruyor özgür Küba halkı.

18 Kasım 1971 tarihinde Şili’deki Concepción Üniversite-si öğrencileri ile yaptığı söyleşi-de bu öğrenme sürecini şöyle an-latıyor: “Sonra bir gün Komünist Manifesto’nun, o meşhur Ko-münist Manifesto’nun bir kop-yası elime geçti ve hiç unutma-yacağım şeyler okudum. Ne ifa-deler, ne gerçekler! Bu gerçekle-

ri her gün görüyorduk! Anlama-dığı bir ormanda doğmuş küçük bir hayvancık gibi hissettim ken-dimi. Sonra birden bu hayvancık ormanın haritasını buluyor, açık-lamasını, ormanın coğrafyasını ve içindeki her şeyi…. İşte o za-man duruşumu belirledim. Şimdi dönün bakın, Marx’ın düşüncele-ri yalnızca doğru ve ilham verici değildir. Mücadelemizi o düşün-celer üzerine kurmasaydık, şim-di burada olmazdık! Burada ol-mazdık!”

TARİH ONU AKLADI!Vasiyetinde heykelinin hiç-

bir yere dikilmesini istemedi. Ve ölümünün ardından Küba Ulu-

sal Meclisi’nin ilk icraatı bu vasi-yetin gereğini yasal güvence altı-na almak oldu. Birçokları için bu Fidel’de somutlanan devrimci ah-lak ve alçakgönüllülüğün somut bir ifadesiydi. Oysa Küba’nın ken-disinden sonra ve hatta başkanlık görevini devralan Raul Castro’dan sonra bile sosyalizme olan bağlı-lığını sürdüreceğini Fidel çok iyi biliyordu.

6 Ekim 1953’te, Moncada Kışla-sı baskınının ardından yakalanıp yargılandığı davada yaptığı ola-ğanüstü savunmada “Sizler beni mahkûm edebilirsiniz, umurum-da değil. Çünkü, beni, tarih akla-yacaktır” demişti. Yaşanan tüm

“Küba’nın ülke ekonomisi ve halk sağlığı için attığı en önemli adımlardan biri biyoteknoloji sektörüne yatırım yapmaktı. Küba’nın bu alandaki başarıları kendisi ölçeğinde bir ülke açısından gösteril-miş büyük bir cüretin ve özgüvenin sonucuydu. Fikir babası ve en ateşli taraftarı Başkumandan Fidel Castro’ydu. Devrimin ilk yılların-da Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nin kuruluşuna öncülük etmiş-ti. 1980’lerin başında “Biyolojik Cephe”yi kurarak Küba biyoteknolo-jisine emekleme adımlarını attıran da Fidel’den başkası değildi. Kan-sere karşı etkili bir ajan olan interferonun Kübalı bilim adamlarınca küçük bir laboratuvarda üretilmesini gün gün izledi. Bu gelişmele-rin ardından Küba biyoteknolojisini bütün dünyanın gıpta ile baktı-ğı düzeye taşıyan adımlar geldi. 1982’de Biyolojik Araştırma Merke-zi, 1986’da Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi kuruldu. Küba’nın biyoteknoloji yatırımları özel dönemde de hız kesmedi. Bu yatırımlardan verilmeyen ödün Küba’nın zor zamanlarda çok önem-li bir gelir kaynağı yaratmasını sağlamakla kalmadı. Bugün BioCuba-Farma 32 kuruluşu, 78 üretim tesisi ve 22 bin çalışanı ile dev bir orga-nizma. Kanserin de içinde olduğu pek çok sağlık sorununa çözümler üretmeye devam ediyor.”FİD

EL VE

BİYO

TEKN

OLOJ

İ

zorluklar, hatta reel sosyaliz-min çözülüşünün yarattığı ağır tahribat ve ardından gelen ka-pitalist barbarlık dönemi bile Fidel’e ve bıraktığı mirasa gölge düşüremedi. Tarih, Fidel’i ak-ladı.

En büyük mirası sosyalist Küba’ydı. Ve hiç şüphesiz sı-nıfsız ve sömürüsüz bir dün-ya inancına duyduğu sarsılmaz güven. Küba sosyalizmde ısrarı-nı büyük bir kararlılıkla sürdü-rüyor. Ve sosyalizm mücadelesi-ni sürdüren tüm dünya halkla-rı bu mirastan güç alarak yolu-na devam ediyor.

Çünkü biz Fideliz... Yo SoyFidel !

Page 13: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

24 25

Alman sineması, Günter Grass’ın “Teneke Trampet” ro-manındaki büyümeyi reddeden kahramanı Oskar Matzerath gibi, eril ama güdük kalmıştı. Ba-lık hafızasını kendine rakip sa-yan Sinderella kıvamındaki “He-imat” filmleri, ne uzayıp ne kı-salan iddiasız “Tatort” polisiye-leri vs. derken solgun Alman si-nemasına gürbüz bir yönetmen doğdu: Fatih Akın.

Fatih Akın’ın son filmi “Aus dem Nichts” (Türkçe adlandır-masıyla “Paramparça”) Alman polisinin göçmenlerle ilgili her-hangi bir soruşturmada ilk ağız-dan dile getireceği birkaç stan-dart soru ile başlıyor: “Eşiniz dindar mıydı? Eşiniz Kürt müy-dü? Eşiniz siyasi olarak aktif miydi? Eşinizin uyuşturucu ile ilişkisi var mıydı?”

Bombalı bir saldırıda ölen ko-casının katillerinin peşine düşen Katja Şekerci’nin (Diana Krüger) çabalarını işleyen filmin senar-yosunu yazan Fatih Akın ve Hark Bohm ikilisi, “Aus dem Nichts”i, NSU davasını esas alarak kur-guladıklarını açıklamışlardı. Ni-tekim Katja’nın kocasının öl-düğü sahne, faşist yeraltı örgü-tü NSU’nun 2004 yılında Köln’de gerçekleştirdiği “Keupstrasse Saldırısı” ile oldukça uyumlu. Ne var ki, esas alınan CDU davasıyla benzerlik bu kadarla kalmakta. Dava sürecinde yaşanan istihba-rat skandallarının zerresi filme uğramamış!

Buna karşın film bağlarından arıtılmış bir dizi şablonla süs-

lenmiş: Katja Şekerci’nin maktul eşi Nuri (Numan Acar), dört yıl uyuşturucudan “kodeste” kal-mıştır. Katja’ya uyuşturucu sa-tan Nuri, daha sonradan ona âşık olmuş, içerideyken işletme oku-yarak muhasebeci diploması al-mış ve Hamburg’un göçmeni bol bir semtinde tercüme, muhase-be bürosu, uçak bileti satan se-yahat acentası karışımı bir işlet-me kurmuştur.

Göçmenlerin yoğun yaşadığı, işlek bir sokağa bomba düzenekli bir bisiklet bırakılmıştır. Beş ya-şındaki oğulları Rocco’yu baba-sının bürosuna bırakan Katja, te-sadüfen bomba düzenekli bisik-leti kilitlemeden sokak lambası-nın direğine dayayan Neo-Nazi kadına dönerek, “Bisikletini-zi bağlamayı öneririm. Keza, bu-rada çalınabilir” der. Göçmenle-rin yoğun yaşadığı yerde bisiklet ya da bir başka şeyin çalınması-nın yüksek ihtimal dahilinde ol-duğu şablonu, böylece filmde, bir kez de eşi göçmen olan Katja ta-rafından dillendirilmiş olur.

Yardımsever başkomiserimiz, Katja Şekerci’nin evine baskın düzenletir. Katja Şekerci, kara-rınca uyuşturucu kullanmakta-dır. Başkomiserimizin genelle-meleri doğrulanmak üzere iken Katja Şekerci, “Saldırıyı yapan-lar Nazilerdi” der. Başkomiserin ezberi bozulur gibi olur. Ama tam da bozulmaz gibi(dir)...

Eylemcilerin eşgali belirtilir; hayırsever bir Alman olan Jürgen Möller (Ulrich Tukur) Neo-Nazi eylemci kadının kayınpederi, oğ-

lunu polise ihbar eder. Jürgen Möller “Adolf Hitler fikriyatı ile uyumlu” olmamakla birlikte, tu-tarlı bir anti-faşist de değildir.

Sıska Alman sinemasına gür-büzlük aşısı yapan Fatih Akın, Alman adaletinin art arda gelen skandallarla yaldızlarının pul pul döküldüğü siyasi bir davayı, acılı anne/eş eğreltilemesi üzerinden gayri siyasi bir düzleme taşımış.

Gerçekten de, NSU davası-nı esas alan bir kurguda yapıla-bilecek en büyük saptırma, ger-çekliğin içini boşaltmak olabilir-di. Fatih Akın, filmde iki kafadar Nazi ile hesaplaşırken, Nazizmin siyasal, toplumsal bağlarını es geçmiş. Böylece tam da davanın resmi yorumuna uygun bir kur-guyu beyaz perdeye aktarmış. Nazizmin düzene içkin bağlarını açığa çıkartmak yerine, düzenin değirmenine su taşımış.

Gerçek NSU davasında üç kişi-den müteşekkil olan NSU örgütü, Akın-Bohm filminde de, karı-koca kafadar bir çiftten, And-re ve Edda Möller’den ibarettir! Yunanistan’daki Altın Şafak fa-şistlerinden Niko’nun “dayanış-ması” dışında, ortada örgüt falan yoktur! Fatih Akın’ın NSU davası okuması, Katja Şekerci’nin avu-katına, uluslararası faşist ha-rekete atfen söylettiği, “Bunlar karşılıklı olarak birbirlerini dü-zerler” cümlesinden ibarettir.

Filmin ikinci bölümü olan “Adalet”te, sıkıcı hukuki kelime oyunları, duygusuz ifadeler, ka-nıt tanrısına tapma ayinleri iş-lenirken bile Fatih Akın’ın yar-

gısı net değildir: Mahkeme as-lında işini yapmaktadır; ne yap-sındı hâkim ve mahkeme heyeti? Sanıkların avukatı sıkı bir adam-dı. Mahkeme heyetine şüphe to-humları ekmeyi başardı ve onlar da beraat verdiler! Fatih Akın-Hark Bohm ikilisi burada da bize liberal masal okumaktadır.

Fatih Akın, NSU davası gibi reel sosyalizmin çözülme sonrasının en önemli antikomünist para-militer yapılanmasını konu edi-nen bir filmi, melodram yüklü bir polisiyeye dönüştürmüş olması-nı “Belgesel değil, film çektim” diyerek açıklamaya çalışıyor. Fa-tih Akın-Hark Bohm ikilisinin bu filmde işlediği en büyük suç, “sa-natsal üretimin özgünlüğü” ba-hanesi adına, dikkatleri düzen içerisinde güçlü bağları olan ör-gütlü faşist örgütlenmeden çe-kip bireysel intikam ateşiyle ya-nıp tutuşan bir bağlama oturt-maya çalışmasıdır.

Fatih Akın, bu filmde acı kav-ramını, “Bruce Lee’nin yumruğu

FATİH AKIN’IN “LİBERAL MASALLAR ZAMANI”

SİNEMANIN OSCAR’I MI, ALMAN SİNEMASININ OSKAR MATZERATH DURUMU MU? gibi etkili yapıp, hedefe giden en kestirme yol” olarak kurgula-dığını iddia ediyor. Sözü geçen yumruk, kendi çağına tanık-lık edip taraf olmaya çalışan bir sanatçının vuruşundan ziyade, “izleyici” adı verilip nesneleşti-rilen topluma dönük algı rütuş-ları gibi durmaktadır.

Bir göçmen çocuğu olan Fa-tih Akın’ın soluksuz ve sol-gun Alman sinemasına en bü-yük katkısı, Almanya’da yaşa-yan göçmenlerin “dünyasını” Bio-Alman izleyiciye açmasıdır. “İşgücü diye ithal edilmişken insan çıkan bu varlıklar ne me-nem şeylerdir” diye bakan, hali vakti yerindeki orta sınıfa, göç-menlerin egzantirik dünyasını sunmaktadır. Ancak bu sunum, belgesel harbiliğinde değil, or-yantal tadında verilmiştir. As-lına bakılırsa, Fatih Akın’ın ilgi odağı olması burada başlar.

Fransız Yeni Dalga’sı gibi işe başladı Fatih Akın. Düşük büt-

çeli, büyük konulu filmler... Ta-nınmamış oyuncular... Bütün-lüklü senaryo... Büyümeye dire-nen güdük Alman sinemasının Oskar Matzerath’ını aşmak için kolları sıvamamış mıydı? Oysa o çıkışsızlığı, bireyciliği, kasvetli güz yağmurlarını öylesine sev-di ki, her şey tam tersine döndü: Bütçe büyüdü, konu küçüldü... Tanınmış oyuncular transfer edildi... Senaryo bütünlüğünü yitirerek, Bruce Lee’nin yumru-ğu gibi, izleyici avına çıktı...

Son söz: Sinema sanatçısı top-lumsal gerçekliği elmadaki gıda gibi saklar, onu kendi bağla-mında yeniden üretir. Elma ol-maktan çıkartılmış bir kurgu-yu sanatsal yaratım diye pazar-layamaz.

TEVFİK TAŞ

Faşist örgütün harekete geçtiği 1998’den 2011’e dek 10 cinayet (8’i Türkiyeli, biri Yunan ve biri de Alman polisi), 15 silahlı banka soygunu, 2 bombalı saldırı düzenlemek-le suçlanan üç kişinin yargılandığı dava beş yıldır sürü-yor ve bir türlü karar aşamasına gelemedi. Duruşma sa-yısı 400’ü aştı. 814 tanık, 42 uzman dinlendi. Her biri fa-şist örgütlenmede aktif olduğu bilinen en önemli tanık-lardan 6’sı (ikisi aynı zamanda sanıktı) ya “aniden” öldü ya da intihar etti. Bunlardan gizli şekerden öldüğü söylenen Thomas Richter adındaki Neonazinin, aynı zamanda ma-aşlı olarak devlete çalıştığı ve kod adının “Corelli” olduğu ortaya çıktı. Kod adı “Lothar Lingen” olan üst düzey bir iç istihbarat elemanı davaya ilişkin en önemli delilleri “yan-lışlıkla” imha etti. Zanlıların evinde 20 silah ele geçiril-mesine rağmen, yalnızca üç silah için inceleme başlatıldı, geri kalan 17 silah dava dosyasından saklandı.

Mahkeme heyeti, tüm delillere karşın faşist yeraltı ör-gütüne dokunmakta çekinerek davayı üç kişiyle sınırla-dı. Dava süresince, beş yıl NSU adında bir örgütün varlı-ğının mahkeme tarafından kabul edilmesi ile geçti. Evet, örgüt vardı ama bu kez de yalnızca üç kişiden müteşek-

kildi! Bunlardan ikisi de şüpheli bir şekilde ölünce, geriye bir tek Beate Zschäpe kaldı.

Aslında Federal Savcılık, reel sosyalizmin çözülme sonrasının Alman coğrafyasındaki ilk kontrgerilla örgüt-lenmesi olan ve devletin gizli haber alma teşkilatlarıy-la bağı şüphe götürmeyen NSU’yu üç kişiden müteşek-kil bir örgüt olarak görmekte ayak direyerek, mali kay-nakları, istihbarat ağı, kadro birikimi olan paramiliter bir faşist örgüt olduğunu gözlerden saklamaya, olduğun-dan küçük ve önemsiz göstererek de, devlet ayağını giz-lemeye çalıştı. Faşist örgütün katlettiği ilk kurban En-ver Şimşek’in ailesinin avukatı Seda Başay Yıldız’ın yoru-mu meseleyi çok iyi özetliyor: “Nihayetinde başsavcılık da bir devlet kurumudur. Devlet yine devleti, polislerini, memurlarını korumak istiyor.”

NSU davası, kapitalizmin ileri olduğu sözde örnek bir demokratik ülkede işlerin nasıl yürüdüğünü gösterme-si açısından çarpıcı bir örnek sundu. Parlamento da için-de olmak üzere bütün devlet kurumları faşist hareket ile devlet ilişkisini herkesin bildiği ama dile getirmeye kork-tuğu bir “sır” olarak saklamaya özen gösterdi.

Alman yakın tarihinin en önemli siyasi davası

Page 14: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

26 27

Birey, verili bir zaman dilimi içerisin-de ortaya çıkan maddi koşulların ürü-nüdür. Ama aynı zamanda bu maddi ko-şulları bireyin kendisi (ya da bireyle-rin oluşturduğu toplum) değiştirebi-lir. Marx’ın düşünce sistemimize kattı-ğı belki de en önemli buluşudur; insanın kendi kaderini elinde tutması ve belirle-yici olanı değiştirebilme iradesi! İnsan-lık 100 yıl önce içinden geçmekte olduğu tarihsel ve toplumsal koşulları, denk-lemi doğru yerden kurarak değiştirmek için büyük bir irade ortaya koydu. Bu irade o kadar şiddetliydi ki başlangıcın-dan itibaren -içinde yaşadığımız toplum da dahil olmak üzere- sayısız sömürü-len ve ezilen halklara umut ışığı oldu.

Bugün kapitalist toplumlar içinde de-ğişmesi imkansız varsayılan, aslın-da son kırk yıldır yavaş yavaş törpüle-nen pek çok sosyal hak yine bu benzer-siz deneyimin hayatta olduğu dönem-lerden günümüze miras kaldı. İnsanlığın sınıfsız topluma giden uzun yolculuğun-da atılan bu önemli adım ne yazık ki ya-rım kaldı; Sovyetler Birliği artık yok.

SOSYALİST SİSTEMSİZ BİR DÜNYADA KRİZAncak bugün kapitalist/emperyalist

hegemonyanın siyasi ve ekonomik kri-zi giderek derinleşirken, hangi gözlükle bakacağını bilenlere, Büyük Ekim Dev-rimi yeni olanakları işaret ediyor. Eli-nizde tuttuğunuz derginin ilk sayısının Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılına sayfa-larında geniş yer ayırması bir anma ey-leminden çok bu amacı taşıyor. Bugün insanlığın yaşadığı tüm krizlerin altın-da, krizleri yaratanların üzerini örtmek için harcadığı tüm çabaya rağmen, sı-nıfsallığın yattığı gerçeğini çekip çıkar-mak için, elimizdeki bu çok değerli kay-nağa, Sovyetler Birliği deneyimine yeni-den başvurmak gerekiyor.

BÜYÜK EKİM 100 YAŞINDAEkim Devrimi insanlığın bugün yaşadığı karanlık döneme ışık tutuyor

Yazılama Yayınevi’nin yeni derleme ki-tabı “100. Yılında Büyük Ekim Devrimi” tam da bu ihtiyaca yanıt verme iddasıy-la geçtiğimiz kasım ayında yayımlandı. Editörlerinin ifadesiyle kitaba katkı ko-yan yazarlar Sovyetler Birliği deneyimini olumlu ya da olumsuz, geçmiş ya da bit-miş, muhasebesi yapılması ve rafa kaldı-rılması gereken bir tarihsel vaka olarak değil, insanlığın geleceğine ışık tutan büyük bir deneyim olarak görüyorlar. Bu bağlamda onu geçmişe doğru değil, ge-leceğe doğru bir yönelimle ele alıyorlar.

Üç bölümden oluşan kitabın birinci bö-lümü, devrimin koşullarını hazırlayan dünyadaki ve Rusya’daki siyasi krizin nasıl sosyalist karakterli bir işçi sınıfı

devrimine evrildiğine odaklanıyor. Aynı zamanda devrim sürecinin kronolojik bir sentezini içeren birinci bölüm, Rusya’da Çarlık Rejimi’nin statükosunu koru-mak için atmak zorunda kaldığı adım-larla meşruiyet kazanan değişim tale-bi ve ardından gelen demokratik dev-rim dönemiyle devam eden reform süre-cini ele alıyor. Devamında, Birinci Dün-ya Savaşı’nın yarattığı koşullar nedeniyle kaynamakta olan halkın, öncü partisiy-le iktidara el koyma iradesini gösterme-sine kadar uzanan süreci işliyor. Sonra-sında, komşu Türkiye topraklarında ye-şermekte olan burjuva devrimi ile Ekim Devrimi’nin kurduğu zorunlu dostluğu ele alıyor.

SOSYALİZMİN KURULUŞ YILLARI İkinci bölüm kuruluş dönemini, geliş-

tirilen iktisadi ve toplumsal politikala-rı inceliyor. Bu bölümde mülkiyete dayalı feodal bir düzenden devralınan bir top-lumun adım adım sosyalist bir topluma dönüşmesinin izlerini sürüyoruz. Top-rağın el değiştirmesi, mülkiyetin payla-şımı ve devrimin korunması için atılan

stratejik adımlardan Sovyetler Birliği’nin halklar politikasına kadar pek çok alanda işçi diktatörlüğünün başarıyla gerçekleş-tirdiği toplumsal dönüşümleri de, sıkış-ma yaşadığı başlıkları da sosyalizmin öl-çütleriyle bakarak değerlendirme olana-ğı buluyoruz.

Kitabın üçüncü bölümü ise benzersiz Sovyet deneyiminin insanlığa kazandır-dıklarını ele alıyor. Bu bölümde, sinema-dan Sovyet avangard sanatına, müzikten eğitime kadar işçi diktatörlüğünün ken-di kültürünü yaratma, daha iyiye, daha insanî olana dair tutkulu arayışından günümüze devrolmuş mirasın bir kolajı-nı okuma şansı buluyoruz.

Dünya son 25 yılda sosyalizmin ger-çek bir seçenek olarak varlığını sürdür-mediği, ancak buna rağmen tarihin so-nunun bir türlü gelmediği, sınırların in-sanlar için değil tek yönlü meta akışı için ortadan kalktığı, dünya barışının sadece kara mizah konusu olabildiği bir dönemi deneyimliyor. Oysa ki, vaat edilen bunun tam tersiydi: Şu komünistlerden kurtu-lursak ne iyi olacaktı; tüm dünya huzur ve refah içinde yaşayacaktı…

GÜNÜMÜZÜN BOĞAZLAŞMALARIReel sosyalizmden kurtulmuş emper-

yalizm sadece çeyrek yüzyıl içinde tüm insanlığın sonunu getirebilecek bir bo-ğazlaşmanın sinyallerini vermeye baş-ladı. Tam da bu nedenle yaşananla-rı daha iyi anlamak için, gelmekte ola-na daha iyi hazırlanmak için bugünden Ekim Devrimi’ne yeniden bakmak, on-dan bugüne taşıyacağımız izdüşümleriy-le yolumuzu çizmek gerekiyor. Bugün tel tel dökülmekte olan geleneksel ulus dev-let yapılarının yaşadığı krizi Sovyetler Birliği’nin halklar politikasına bakmadan anlamamız mümkün değildir örneğin.

Tüm dünyada büyük tekeller her yıl kâr rekorları açıklarken, devletler her yıl bü-yüme oranlarını üç-beş puan arttırıyor-ken, bunların yeni istihdam yaratama-masına, alım gücünü artıramamasına akıl erdirmek için, Sovyetler Birliği’nin merkezi planlama politikalarına bakmak gerekir.

Sanatın, asıl ağırlık merkezi olması gereken toplumsal dinamiklerden uzak-laşıp, giderek toplumu tüketim nesnesi haline dönüştürmesini değiştirebilmek için, Sovyetler Birliği’nin işçiyi opera ve tiyatro ile buluşturan planlama strateji-lerini yardıma çağırmamız gerekir.

Bu örnekler çoğaltılabi-lir ancak denklemi hangi de-ğişkenlerle kurarsak kuralım, sabitimizin sosyalizm oldu-ğunu tarih kanıtladı. Ekim Devrimi doğrularıyla, yan-lışlarıyla, deneme ve yanıl-malarıyla insanlığın bugün yaşadığı karanlık döneme ışık tutmaya devam ediyor.

BORAN BEHİÇ

Bu kitabın yayımlandığı günlerde, Büyük Ekim Devrimi’nin üzerinden bir asır geçmiş olacak. Ki-tabımız bu vesileyle yazılıyor, bu vesileyle derleni-yor ama onu yâd etmek için yazılmıyor. Bu kitaba emeği geçen insanların tümü Sovyetler Birliği de-neyimini insanlığın geleceğine ışık tutan büyük bir deneyim olarak görüyor, bu bağlamda onu geçmi-şe doğru değil, geleceğe doğru bir yönelimle ele alı-yorlar.

Bunun salt bir tercih değil, günümüz koşulların-da Ekim’e tek doğru bakış olduğunu düşünüyoruz. Eğer nostaljiyle uğraşmayacaksak ya da yazdıkla-rımız tarihe kayıt düşmekten ibaret kalmayacaksa, dünyanın ve insanlığın bugün içinde olduğumuz karanlıktan çıkışının yeni Ekim’lerde, sosyalizmde olduğunu düşünüyorsak, Sovyetler Birliği’nde ya-şanmış olan sosyalizm deneyimi bizim için benim-senerek aşılacak bir miras olmalıdır.

Eleştirisi de övgüsü de ancak bunun için yapıldı-ğında doğru ve anlamlıdır.

100. Yılında Büyük Ekim Devrimi

Page 15: AYLIK SİYASİ DERGİ ŞUBAT 2018 SeÇim Bacayı Sardı · 22 Yo Soy Fidel! 24 Fatih Akın’ın “Liberal Masallar Zaman ... “BAĞIŞÇILAR”: FDP VE AfD Alman siyasetinde liberal

İstemez misin? Senin gibi ülkedeki milyonlarca işçi ve emekçi, başkalarını sömürmek-sizin yaşamını kazanan insanlar çalışma hakkına sahip olsun. Asla işsiz kalma korkusu yaşamasın. İş bulmak için yaban ellere göçmek zorunda da kalmasın.İstemez misin? Ülke yurttaşlarının ayrımsız tümü insanca yaşanacak bir konut hakkı-na sahip olsun. Kent varoşlarına yığılan sağlıksız gecekondularda, bodrum köşelerinde, kimi kaçak elektriğe muhtaç, kanalizasyonsuz, susuz, yolsuz, dam altlarına sığınmaktan kurtulsun.İstemez misin? Emeği karşılığında herkesin eline geçen para, onu ve ailesini onurlu ve refah bir yaşam sürdürmesini olanaklı kılsın. Kadın ve erkek işçi ve emekçiler her alanda eşit işe eşit ücret temelinde çalışsın. Hiç kimse ayın son günlerinde kara kara düşünmek, yüzünü kızartarak ona buna borçlanmak zorunda kalmasın. İstemez misin? Fabrikalarda, madenlerde, her türden işyerinde iş sağlığını gözeten yasalar titizlikle uygulansın. İşçilerin artık cinayete dönüşen iş kazalarında can kaybına ya da sakatlanmasına kesinlikle son verilsin.İstemez misin? Devlet tüm yurttaşları eşit ücretsiz sağlık koruması altına alsın. Doktor-ilaç-hastane parası bulamadığı için sağlık sorunları karşısında iki eli yanına düşmesin.İstemez misin? Senin ve tüm emekçi halkın çocuklarına ücretsiz, bilimsel eğitim hakkı tanınsın. Her biri eğilimlerine, yeteneklerine ve isteklerine göre her türden meslek okullarından, en üst düzey üniversitelere dek tüm eğitim olanaklarından eşit olarak yararlanabilsin. Bilgili, meslek sahibi, aydın ve topluma yararlı insanlar olarak yetişsinler. Ülkende okuma-yazma bilmeyen tek bir kişi kalmasın.İstemez misin? Ülkendeki tüm insanlar etnik kökenlerine, dinsel inançlarına, cinsiyetlerine ve cinsel eğilimlerine göre hiçbir ayrıma uğramaksızın eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşasınlar.İstemez misin? Ülkenin yasaları karşısında tüm yurttaşlar eşit hak ve görevlere sahip olsun. Bağımsız yargıç ve savcılar karşısında hiç kimse servetine, tanıdık ve akrabalarına ya da politik konumuna güvenerek kayırılmayı aklından bile geçiremesin.İstemez misin? Ülkende emek sömürüsü temelden yasaklansın. Rant spekülasyonlarına, borsa oyunlarına, faiz vurgunlarına ve benzerlerine son verilsin.İstemez misin? Din ve devlet ilişkileri kesinlikle birbirinden ayrılsın. Laik ve aydınlanmacı değerleri reddeden, toplumsal yaşamı yüzyıllar öncesi ilişkilere geri götürmeye çabalayan, dinsel inançları siyasete alet eden gericilik, yobazlık, her türden karanlık tarikat ilişkilerine son verilsin. İstemez misin? Ülkenin tüm yeraltı-yerüstü zenginlikleri bir avuç parababasına ve onların yabancı ortaklarına peşkeş çekilmesin. Sadece ve sadece ülke halkının refahı için kullanılsın.İstemez misin? Üç tarafı denizlerle çevrili ve her alanda kendisine yetecek yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip olan ülkenin sanayi ve tarım politikaları hiçbir dış yaptırıma boyun eğmeksizin düzenlensin. Ülken gıdadan sanayi ürünlerine dek her alanda dışa bağımlı olmaksızın kendi kendisine yetebilsin.

Eğer bunları istiyorsan...

Sen aslında sosyalizmi istiyorsun!

İstemez misin?