aylik İlİm kÜltÜr ve edebİyat dergİsİ yil: 22 • sayi: 186 ... · pİrİ reİs’İn...

90
AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ www.somuncubaba.net AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 • NİSAN 2016 • Fiyatı: 8 TL 00186 Mihrimah Sultan Camii Mihrimah Sultan, Kanûnî Sultan Süleyman’ın hayatta kalan tek kızıdır. Kanûnî’de Hz. Peygamber (s.a.v.) Sevgisi “Muhibbi” mahlasıyla naatlar yazmıştır. 186

Upload: others

Post on 02-Jun-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

www.somuncubaba.net

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 • NİSAN 2016 • Fiyatı: 8 TL

00

18

6

Mihrimah Sultan CamiiMihrimah Sultan, Kanûnî Sultan Süleyman’ın hayatta kalan tek kızıdır.

Kanûnî’deHz. Peygamber (s.a.v.) Sevgisi“Muhibbi” mahlasıyla naatlar yazmıştır.

186

Page 2: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

başyazı Kemal DEMİR

Bir Peygamber Âşığı: Kanûnî Sultan SüleymanOsmanlı hükümdarlarının hepsi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e muhabbet ve bağlılıkta adeta kendi-

leriyle yarışmışlardır. Bunlardan birisi de Kanûnî Sultan Süleyman’dır. Öyle ki, Osmanlı klasik eserlerinde şöyle nakledilir: “Kanûnî rüyasında Hazreti Peygamber (s.a.v.)’i görür. Peygamber Efendimiz kendisine: ‘Belgrad, Rodos ve Bağdat Kalelerini fethedesin; sonra da benim şehrimi imar edesin!’ diye emir buyurur. Bu emir üzerine, Kanûnî hemen Harameyn’i imar ve iskân projelerine başlar. Kutsal toprakların güvenliği için çok önemli tedbirler alır. Yedi yıllık bir çalışmanın ardından Medine’yi çepeçevre kuşatan surları inşa ettirir. Mescid-i Nebevî’de kurulan ilim halkalarında ders veren âlimler için kendi devrinden itibaren tah-sisat ayrılmasını emreder. Bu halkalar vesilesiyle, Medine’deki kütüphanelerin ve medreselerin etrafında canlanan tasavvufî düşünce, uzun bir süre varlığını korur.”

Kanûnî Sultan Süleyman; Mescid-i Nebevî’nin doğu ve batı duvarlarını yeniden inşa ettirir ve Süley-maniyye olarak bilinen kuzeydoğu minareyi ekletir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mihrabı Şafi’iyya’nın yanına, Ahnaf adında yeni bir mihrab bina eyler. Ayrıca Hücre-i Saadet’in üzerine çelik saçla kaplı yeni bir kub-be yerleştirilmesini sağlar. Babürrahme (batı kapısı)’yi yenileterek sağ ve sol taraflarına Hz. Muhammed (s.a.v.)’in âlemlere rahmet olarak gönderildiğini bildiren ayet ile Osman Bey’den Kanûnî’ye kadar olan Osmanlı sultanlarının isimlerini yazdırtır.

Kanûnî’nin sevgili kızı Mihrimah Sultan da Peygamberimiz (s.a.v.)’in şefaatini kazanma için kendi adına kurduğu vakıfla, mukaddes topraklarda hizmet yapar. “Ayn-ı Zübeyde” suyolu 1560’lardan sonra sel ve kum fırtınaları sebebiyle kullanılamaz hâle gelir. Devrin Mekke şerifi, Dersaâdet’e gönderdiği bir raporla suyollarının tamir edilmesini talep eder. Bunun üzerine Mihrimah Sultan, devlet bütçesine yük getirme-den, söz konusu paranın iki katına yakın bir kaynak hazırlar. 1563’te başlayan çalışmalar, 1573’e kadar 10 yıl devam eder. 1573’te onarımın bitmesi üzerine bir açılış merasimi düzenlenir ve Devlet-i Osmaniye’ye dualar edilir. Arafat’la Mekke arasındaki kayalık tepeler delinerek su, şehrin merkezine getirilir. Yapılan bu çalışmaların ardından Mekke’ye ulaştırılan ve başka kaynakların da eklenmesiyle daha da çoğalan su, şehrin her mahallesine çeşmeler vasıtasıyla ulaştırılır. Böylece bu hizmet sadece bir yenileme değil aynı zamanda “Ayn-ı Zübeyde”yi ihya ve geliştirme faaliyeti olur. Çünkü Zübeyde Hatun’un inşa ettirdiği suyolu, sadece Arafat’a kadar getirilmiş, mahallelere ulaştırılamamış iken; Mihrimah Sultan’ın yaptırdığı suyolu vesilesiyle bütün mahallelere su verilmiş olur.

Peygamber sevgisiyle dolu bir Nisan ayı ve dergimiz sizlere “Kutlu Doğum” hediyesi olsun… Selam ile…

A True Lover of Prophet: Kanuni Sultan Suleyman (Suleiman the Magnificent and the Lawgiver)

All of the Sultans of the Ottomans always loved the Prophet (saw) with an extreme love and attachment . One

of those is Suleiman the Magnificent, the Lawgiver. Such that, it is said in the Ottoman Classics: “ Kanuni saw the

Prophet (saw) in his dream. Our Prophet (saw) said to him: “ Conquer Belgrade, Rhodes and Baghdad Castle and then

reconstruct my city!”. Upon this order, he immediately started the reconstruction of the Harameyn.”

He had the Baburrahme (the West Door) restored and written the ayah about the Prophet’s (saw) being sent to the

world “as a source of mercy and compassion to all creation” besides the names of the former 9 Sultans on it.

His beloved daughter Mihrimah Sultan also founded a foundation (wakf) named after herself to serve the Holy

Lands to get his shafaa’ah (intercession).

An issue full with the love of Prophet (saw), a present for the “Holy Birth” week... Best regards,

somuncubaba 1

Page 3: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

KurucusuA. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

Yıl: 22 Sayı: 186 - Nisan 2016

Basım Tarihi: 01 Nisan 2016

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adınaİmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniKemal DEMİR

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİMusa TEKTAŞ

Kapak FotoğrafOrhan DİNÇ

Yönetim Yeri-Basım-Yayım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mahallesi Hacı Hulûsi Efendi Caddesi No: 71 44700, Darende / MALATYA Tel: (0422) 615 15 54 • Faks: (0422) 615 28 79 www.somuncubaba.net • [email protected]

Yapım

www.grafiturk.com.tr

Genel Sanat YönetmeniSerkan ÖZTÜRK

Sanat YönetmeniEnes İSLAM

Baskı ve ÜretimSalmat Basım Yayıncılık Ambalaj San. Ltd. Şti.Sebze Bahçeleri Caddesi Arpacıoğlu İşhanıNo: 95/1 İskitler/ANKARATel: (0312) 341 10 24 • Faks: (0312) 341 30 50

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAKProf. Dr. Ali YILMAZProf. Dr. Sebahat DENİZProf. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMANProf. Dr. Ali AKPINAR

Danışma KuruluProf. Dr. Mehmet AKKUŞProf. Dr. Mehmet SOYSALDIProf. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİLProf. Dr. Kadir ÖZKÖSEProf. Dr. Mahmut YEŞİLProf. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır.

Kurum Abone : 140 Yurtdışı 1 Yıllık Abone : 72 EURO Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası : TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01 - Vakıf Bank: TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

/SomuncuBabaDergisi

Somuncu Baba Dergisi’nin içeriğinde bulunan yazılar ile ilgili çıkabilecek olan hatalı bilgilerden dolayı dergi herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına ilanların sorumluluğu ise rek-lam verenlere aittir. Dergimizde bulunan fotoğrafların ve görsellerin kullanılması ve kopyalanması yasaktır. Yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Somun-cu Baba Dergisi’nin bütün telif hakları VİSAN İktisadi İşletmesi’ne aittir.

künye

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

ABONE İLETİŞİM HATTI

Page 4: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

içindekiler

6

50

26

74

4414

İSMAÎL PEYGAMBER’İN (A.S) TESLİMİYETİ

BURSA’NIN KUTBU:EMİR SULTAN HAZRETLERİ

KANÛNÎ’DEHZ. PEYGAMBER (S.A.V) SEVGİSİ

EDİRNEKAPIMİHRİMAH SULTAN CAMİİ

KANÛNÎ SULTANSÜLEYMAN HÂN

PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA

Ali AKPINAR

Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı peygamberlerin

hayatlarını başından sonuna bizlere anlatmaz. ..

İsmail ÇOLAK

Haritayı inceleyen Harita Albayı Sabri Tümer, haritada geçen Ekvator Çizgisi’nin bugünkü ile...

Mustafa ÖZÇELİK

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in her adı, şefaat sebebidir. Dahası o ismin mana ve tecellisine göre farklı...

Bilal KEMİKLİ

Kutbun kalb ile olan rabıtası malumunuzdur… Caminin yerinin tespiti, imamın görevlendirilmesi...

Ahmet ŞİMŞİRGİL

Kanûnî Sultan Süleyman ömrünü saray eğlencesinden uzak, ilim, gazâ ve memleketlerini...

M. Nihat MALKOÇ

Yedi tepeli İstanbul’un altıncı tepesi üzerinde Mihrimah Sultan tarafından Mimar...

Allah Rasûlü’nün Ebeveyninin Uhrevî Durumu 10 • Bir Güzel İnsan Darendeli Hacı Hasan Efendi’yi Beyan 22 • Devlet-i Ebed Müddet 29 • Cemâli İsteyenler Dünyaya İtibar Etmezler 30 • Yuva Kurmak, Yuvayı Dağıtmak 36 • Medine Müdafaası: Gerçek Bir Kahraman; Ömer Fahreddin Paşa 40 • Efendiler Efendisi’ne 49 • En Önemli İki Namaz: Sabah ve İkindi 54 • Ahmet Yesevîve Dîvân-ı Hikmet 56 • Dinin Kırmızı Çizgileri: Haramlar ve Helaller 60 • Tüm Zemmedilmiş Sıfatları Terk Etsinler 66 • Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin (k.s.) Hutbeler’inde Hz. Peygamber’e (s.a.v.) Sesleniş Cümleleri 70 • İnsanoğlunun Tahakküm Hırsı 78 • Gül Mevsimi 81 • Peygamberimiz’in (s.a.v.) Bir sünneti Hediyeleşmek 82 • Televizyonun Olumsuz Etkileri 86

Page 5: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Şeyh Hamid-i Velî Minberinden Hutbeler

Doksansekizinci Hutbe

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

Page 6: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Muhterem Cemâat-ı Müslimîn!

Bundan ondört asır önce de yeryüzünde yine insanlar yaşıyordu, dünya yine bu-günkü dünya idi. Yine öfkeleri, kavgaları vardı. İnsanların dünyası karanlık, insanlar câhildi. Halkın kendisiyle, halkın âmirleri ile arası iyi değildi. Yanlış inanmalar almış yürümüş idi. En içten duygular, en mutlu gülücükler unutulmuştu. İnsanlar, sonu kur-tuluş olmayan bir çıkmaza düştüklerinin farkında değildiler. Yeryüzünde karanlık, karamsarlık hâkimdi. Devrin ünlü ediplerinde, şairlerinde bile kardeşlik konusu yer almıyordu. Kadın, sadece zevkin, düşkünlüğün sembolü idi. Kuvvetli olan haklı çıkı-yordu. Kısacası kin ve öç alma duygularının beğenildiği her çeşit ahlâksızlığın hoş görüldüğü, bir toplum yaşıyordu. Dünyada bu toplum yalnız Arap Yarımadası’nda ya-şamıyordu. Sapıklık her yeri sarmıştı. Bütün bu olaylar ve kötü durum, aydınlık bir günün belirtisi idi. Gecelerin sonu sabah olduğu gibi karanlığın bir ucu da aydınlığa çıkardı ve öyle oldu.

Bir ışık demeti nasıl yırtarsa karanlıkları ve bir güneş nasıl doğarsa zulmet üstüne, birdenbire Hazret-i Muhammed de öylesine doğuvermişti yeryüzüne. Nisan yağmuru gibi, rahmet, ışık ışık, salât ve selâm ona olsun.

O iyi, yararlı işler yapanları kurtuluşla, mutlulukla müjdelemiş, uyuyanları uyandır-mış, günah işleyenleri sakındırmıştır. İnsanları en güzel bir biçimde doğru yola davet etmiştir. Bu çağrıyı yaparken kendisi bir şey eklemediği gibi hiçbir şey de eksiltme-miştir. İnsanlara insanlık değerini ve şerefini bildirmiş, insana tapınmaya değil, bu yüce Yaratıcı’ya tapmaya memur olduğunu anlatmıştır. Tanrılar fikrini, tek Allah, yani tevhid inancını getirmiştir. Kendisi bütün davranışları ile bütün insanlara örnek olmuş, çok zor şartlar içinde bulunduğu zamanlarda bile doğruluktan iyilikten ayrılmamıştır. En üstün ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini söylemiş, en faziletli yola çağırmıştır. Miskinliği, tembelliği yıkan, onun yerine çalışmayı, hareketi koyan kurallar getirmiştir.

Onun insanlara tebliğ ettiği İslâm dini; bilgine, bilgiye en üstün yeri vermiştir. Bilenle bilmeyeni bir tutmamış “Oku!” onun yüce Allah’tan aldığı ilk emir olmuştur. Huzur ve barış, onun getirdiği dinin temel düşüncelerinden birisidir. Çünkü İslâm’da insan en şerefli bir varlıktır. O, sevgiyi, merhameti getirmiştir. Hak’tan yardımlaşmanın en güzelini getirmiş ve “İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.” bu-yurmuşlardır. Onun getirdiği kuru dünya değil, inanç dolu, hareket dolu bir dünyayla kaçınılmaz olan âhirettir.

İslâm önce kalp işidir, yürek işidir. Doğru ya da yanlış işlerin mihenk taşıdır. Yürek, başka bir deyişle yüreğin çizdiği yolun doğruluğu veya eğriliği hareketlerle işlerle kendisini gösterir. Kurtuluş savaşında Mehmetçiği ölmezler arasına katan ve onun eri-şilmez üstünlüğünü cihana tanıtan yine onun getirdiği esaslardır. Mehmetçik, inancı ile Mehmetçik olmuştur.

Kısaca belirtmek gerekirse, Hazret-i Muhammed (s.a.v.) neyin gelmesi gerekse, in-sanlığa onu getirmiştir. Hak’tan, hayatı pahasına da olsa insanları mutluluğa götürme gayretinden bir an geri durmamıştır. En üstün insan, en son O’dur. Âlemlere rahmet olarak gelmiş.

Salât ona, selâm ona.

Page 7: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

İLİM VE HAYAT / Ali AKPINAR*

İSMAÎL PEYGAMBER’İN (a.s.)TESLİMİYETİ

“Bizler, Peygamberimiz (s.a.v.)’den öğrendiğimiz salavât duâlarında günlük olarak İbrahim Peygamber’i ve âlini defalarca

anarız. Hz. İsmaîl de andığımız İbrahim âlindendir.”

6 NİSAN 2016

Page 8: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Her şeyden önce bizler, Peygamberimiz (s.a.v.)’den öğrendiğimiz salavât duâlarında günlük olarak İbrahim Peygamber’i ve âlini de-falarca anarız. Hz. İsmaîl de andığımız İbrahim âlindendir. Aslında onu bu aile içerisinde anar-ken, onun örnekliğini hatırlamamız ve bunu kendi hayatımıza şiar edinmemiz gerekmekte-dir. Zira saygıyla andığımız bu kahramanların güzelliklerini kendi hayatımızda yaşarsak, onla-rı anmamız anlamlı hâle gelecektir.

İki Teslîmiyet Örneği: Baba ve Oğlu

Hz. İsmaîl Peygamber, Kur’ân’da, daha çok babası İbrahim Peygamberle birlikte anılır. Şöy-le ki, Kâbe temelleri üzerine yeniden inşa edi-lirken bu hayırlı işte Hz. İsmaîl de vardır. Yine mâbedin yapımının tamamlanmasından sonra, yapılan ibadetin kabulü için yapılan kapsamlı duâda oğul İsmaîl de vardır:

“İbrahim ve İsmaîl, Kâbe’nin temellerini yük-seltiyordu. ‘Rabb’imiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir hem bilirsin.’ dediler.

Rabb’imiz! İkimizi Sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da Sana teslim olanlardan bir üm-met yetiştir. Bize ibadet yollarımızı göster, tevbe-mizi kabul buyur, çünkü tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak Sensin.

Rabb’imiz! İçlerinden onlara Senin ayetlerini okuyan, Kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kö-tülükten arındıran bir peygamber gönder. Doğru-su güçlü ve Hakîm olan ancak Sensin.”1

Duâda teslîmiyet isteği dikkat çekicidir. “Rabb’imiz! İkimizi Sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da Sana teslim olanlardan bir üm-met yetiştir.” Baba oğlun bu teslîmiyet duâsı ka-bul olmuş ve onlar insanlığa en güzel teslîmiyet örnekleri sunmuşlardır. İbrahim Peygamber hem oğlunu kurban ederken, hem de inancı uğ-runa ateşe atılırken bu teslîmiyetin örnekliğini sunmuştur. Oğul İsmaîl de, çocuk yaşta kurbana giderken teslîmiyetin zirvesinde olduğunu gös-termiştir.

Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı peygam-berlerin hayatlarını başından sonuna biz-lere anlatmaz. Onların hayatından, bize

ders olacak kesitler sunar. Bu bazen çok uzun olur, bazen de oldukça kısa. Ancak Kur’ân’da adı açıkça geçen her kahramanın, bize verece-ği çok önemli mesajları vardır. Bu mesajlar bir genel anlamda mesajlardır, bir de o kahrama-nın ismiyle özdeşleşmiş özel mesajlardır. İşte bu büyük kahramanlardan biri de Hz. İbrahim Peygamber’in oğlu Hz. İsmaîl (a.s.)’dır. Onun is-miyle özdeşleşen özel mesajı da teslîmiyette ulaştığı zirve noktadır.

somuncubaba 7

Page 9: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Kâbe’nin ibadet için mü’minlerin hizmetine sunulması emrinde Hz. İsmaîl’in de ismi geçer:

“Kâbe’yi, insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. ‘İbrahim›in makamını namaz yeri edi-nin.’ dedik. ‘Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için temiz tutun.’ diye İbrahim ve İsmaîl›e ahd verdik.”2

Yürüme Çağındaki Çocuğun Teslîmiyeti

Hz. İsmaîl’in kurban edilişi ise onun teslîmiyet örnekliğinde en bâriz özelliğidir. Zira o, her şeyi ile Yüce Yaratıcı’ya teslim olan Hz. İbrahim Peygamber’in oğludur ve onun mek-tebinde yetişmiştir. “Rabb’i İbrahim’e: ‘Teslim ol.’ buyurduğunda, ‘Âlemlerin Rabb’ine teslim oldum.’ demişti.”3 Kâbe’nin inşasından sonra da teslîmiyet duâsına duruşta Hz. İsmaîl de vardır. Ama İsmaîl’in asıl teslîmiyeti, daha çocuk yaşta iken, babasının, kurban etme emrini kendisine ilettiğinde gösterdiği teslîmiyettir:

“İbrahim, çocuk kendisinin yansıra yürümeye başlayınca: ‘Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?’ dedi. İsmaîl, ‘Ey babacığım! Ne ile em-rolundunsa yap, Allah dilerse, sabredenlerden ol-duğumu göreceksin.’ dedi.”4

Hz. İsmaîl bu teslîmiyeti ile her konuda ve en zor şartlarda Yüce Allah’ın emirlerine teslim olmanın örnekliğini sundu. Zira insanın en kıy-metli şeyi canıdır. Ama gerektiğinde mü’min, canını da O’nun yolunda vermesini bilmelidir. Çünkü insanın sahip olduğu her şeyin asıl sahi-bi Yüce Allah’tır. O’nun verdiğini O istediğinde O’nun yolunda feda etmek ise O’na kulluğun göstergesidir. Hz. İsmaîl de bunu yapmıştır.

Kaynaklarımız o sırada onun 13 yaşında ol-duğunu söyler. Çocuk yaşta biri için böyle bir teslîmiyet, gerçekten büyük bir teslîmiyettir. Onun bu seviyeye nasıl geldiği oldukça düşün-dürücüdür. O bu seviyeye geldiğinde henüz bir çocuktur ve kendisine peygamberlik de veril-memiştir. Bugün anne baba olarak çocukları-mıza, onların hayrına ve yararına olan şeyleri emrettiğimizde onların bu emirleri yerine getir-mekte gösterdikleri tavırları düşündüğümüzde, İsmaîl’in o yaşta kurban edilme emrine göster-diği bu teslîmiyet, dillere destan bir duruştur. O, bu duruşu, teslîmiyet örneği babasından almıştır. Peygamber babasının emirlerinin ilâhî olduğunun bilincindedir. Yoksa İsmaîl, baba-sına “Emrolunduğunu yerine getir.” dediğinde kurban edilmekten kurtulacağını bilmiyordu.

8 NİSAN 2016

Page 10: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Dipnot* Prof. Dr. Ali AKPINAR

1. 2/Bakara, 127-129.2. 2/Bakara, 125.3. 2/Bakara, 131.4. 37/Sâffât, 102.5. 19/Meryem, 54-55.

Elbette çocuğunu kurban etme emri baba Hz. İbrahim için de zordu, oğul için de. Baba için zordu, zira Hz. İsmaîl, yıllarca süren çocuk özle-minden sonra ihtiyar yaşında kendisine bahşe-dilmiş biricik oğuldu. Oğul için de kolay değildi. Zira yıllarca elinde terbiye edilip yetiştiği baba eliyle kurban edilecekti. Ama baba da oğul da Yüce Yaratıcı’ya teslim olmanın ne demek oldu-ğunu biliyorlardı.

Demek ki çocuk da iyi yetiştirilirse böyle bir teslîmiyet sahibi olabilir. Bunun için helal rızıkla beslenme, iyi bir eğitim, güzel örneklik ve duâ elbette önemlidir. İsmaîl’de bunların hepsi bir araya gelmişti. O, İbrahîmî mektepte eğitilmişti, helal rızıkla yetiştirilmiş, babası Hz. İbrahim’in hayatından en güzel teslîmiyet örnekliğini al-mış ve hayır duâlara mazhar olmuştu.

Hz. İsmaîl de öteki peygamberler gibi kendi-sine vahyedilen ve âlemlere üstün kılınan seç-kinlerdendi ve kitapta anılmayı hak edenlerden-di. Onun ismi Kur’ân’da on iki defa geçmekte-dir: “Kitap’da İsmail’e dair anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözünde doğru bir kimse idi, tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdi. Çevresinde bulu-nanlara namaz kılmalarını, zekât vermelerini em-rederdi. Rabb’inin katında hoşnutluğa ermişti.”5

İyiliklerimizi Çevremize Taşıyabilmek

Doğru olmak, sözünde durmak, kendisi na-maz kıldığı gibi, çevresindekilere namazı em-retmek; kendisi infâk ettiği gibi çevresindekile-re infâk etmelerini emretmek Rabb’in katında rızâya ermenin gereklerindendi. Demek ki iyi olmak yetmiyor, doğru olmakla, bedenî ve malî ibadetleri yerine getirmekle iş bitmiyor. Bütün bunlar önemlidir, ancak daha önemlisi iyilik-lerimizi çevremize taşıyabilmektir. Yani iyiliği kendinde kalan pasif iyilerden olmak yeterli değildir. Asıl olan iyiliklerini çevresine taşıyan aktif iyilerden olmaktır. Hz. İsmaîl de bunu ba-şaran kahramanlardandır.

Hz. İsmaîl, annesinin kucağında ‘ekin bitme-yen taşlık Mekke Vadisi’ne bırakılan, yıkılan ve izleri kaybolmaya yüz tutan’ Kâbe’nin yanı ba-

şında minik ayaklarının ucunda zemzemin fış-

kırdığı bir güzel çocuktu. O, küçük yaşta annesi

Hacer’in yanında yetişirken de Yüce Allah’ın

emrine boyun eğmenin ve O’na razı olmanın

ne demek olduğunu Hacer Ana’dan dinlemiş ve

onun şahsında da bunu görmüştü. Yine İsmaîl,

küçük yaşlarda Kâbe’nin yapımında babasına

yardım eden ve onunla beraber kabul duâsına

duran bir seçkin kişiydi.

Biz de onu saygıyla anmaya devam edece-

ğiz. Onun bu teslîmiyet duruşunu okumaya,

anlamaya ve anlatmaya devam edeceğiz. Hem

kendi hayatımızda, hem aile hayatımızda ve

çevremizde onun teslîmiyet örnekliğini gör-

meye ve onu izlemeye devam edeceğiz. Hz.

İsmaîl’e ve onun izinde giden teslîmiyet örnek-

lerine selâm olsun!

somuncubaba 9

Page 11: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

İTİKAT / Ramazan ALTINTAŞ*

ALLAH RASÛLÜ’NÜN EBEVEYNİNİN

UHREVÎ DURUMU“Bütün rivâyetler ve Ehl-i sünnet’in iki kolunu temsil eden Eş’arî

ve Mâtürîdîlerin görüşleri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in anne ve babasının fıtrat üzere vefat ettiği üzerinde birleşmektedir. O halde ahlâkilik açısından her Müslümanın ister gizli, isterse

açık olsun, bütün yönlerden Hz. Peygamber (s.a.v.)’in aziz hâtırasını ve şerefini ihlâl edecek olan her şeyden kalbini ve

dilini tutması gerekir.”

10 NİSAN 2016

Page 12: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

İslâm düşünce tarihinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in anne ve babasının âhiretteki duru-muyla ilgili olarak birçok risâle yazılmıştır. Bu

meselenin arka planında Kur’an’da “müşriklerin necis”1 olduğuna dair bilgi ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in anne-babasının bu bağlamdaki du-rumunun nereye oturduğu meselesine açıklık getirme düşüncesi vardır. Hiçbir Müslümanın zihin ve gönül dünyasında mülevves bir bede-nin Muhammedî nûrun mecrâsı olabileceğini kabul etme inancı yoktur. Bundan dolayı, Kelâm tarihinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ebeveyninin dinî durumunu temize çıkaran çok sayıda çalış-ma yapılmıştır.

Fetret Neye Denir, Kimler Fetret Ehlidir?

İslâm kelâm âlimleri bu meseleye “ehl-i fetret” açısından yaklaşmışlardır. Fetret kelimesi sözlükte, “bir şeyin şid-detini kaybedip gevşemesi ve zayıfla-ması” anlamındaki “fütûr” mastarın-dan isim olup, “zaaf, gevşeme, gücü-nü ve tesirini kaybetme” mânâsına gelir. Fetret daha çok, Hz. İsa (a.s.)

ile Hz. Muhammed (s.a.v.) arasın-da geçen tebliğsiz dönem için kullanılır. Bu dönemde yaşayan topluluklara da “fetret ehli” de-nir.2 Şu âyette açıkça fetret

kelimesinin hem sözlük ve hem de geleneksel ta-

nımdaki anlamları teyit edilmektedir:

“Ey ehl-i Kitab! P e y g a m b e r l e r i n arası kesildiği/bili-nemez bir hâle gel-diği bir fetret zama-nında, bakınız size Rasûlümüz geldi;

tatlı ve acı hakikatleri size beyân ediyor. Bize, ne, beşâretle sevindirecek bir müjdeci, ne ihtar ile go-cunduracak bir uyarıcı gelmedi!’ demeyesiniz. İşte size hem beşîr/müjdeleyici, hem nezîr/uyarıcı bir peygamber geldi ve Allah her şeye kadîrdir.”3

Akâid ve Kelâm literatüründe fetret, bir pey-gamberin ortaya koyduğu tahrife uğramamış bir davetle karşılaşma imkânından mahrum ka-lan insanların dinî sorumluluğu açısından ele alınmıştır. Bu meseleye dair tartışmalar hicrî II./(m. VIII) yüzyıla kadar uzanır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in davetinden yeterince haberdar olduk-ları hâlde iman etmeyenlerin sorumlu tutula-cakları hususunda ittifak eden İslâm âlimleri fetret ehlini çeşitli gruplara ayırmışlardır.4 Bun-ları üç grupta toplamak mümkündür:

1- Allah’ın birliğini zekâsıyla düşünüp bu-lan kimselerdir. Bu durumda olan insanlardan bir kısmı hiçbir dine dâhil olmamışlardır. Kus b. Saide, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl gibi... Bir kısmı bir dine dâhil olmuşlardır. Tübba’ ve kavmi gibi.

2- Bu sınıftakiler ise, tevhîdi tebdîl ve tağyîr edip şirki kabul eden ve kendisi için bir din uy-durup tahlîl ve tahrîm edenlerdir. İlk defa put-çuluğu ortaya koyan Amr b. Luhay gibi.

3- Ne müşrik ve ne de muvahhid olup bir peygamberin şerîatine dâhil olmayan, kendi-si için bir şerîat, bir din icat ve ihtira’ etmeyip bütün ömrünü gafletle geçiren ve zihni böyle metafizik düşüncelerden tamamıyla hâlî bulu-nan kimselerdir. İşte bunlardan bu üçüncü grup hakîkî fetret ehlidir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in anne ve babaları da bu grupta değerlendirilir.5

Farklı Bir Bakış Açısı

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in anne ve babası ile ilgili bu meselenin bir başka boyutu, “Allah’ı bilmek sem’î delille midir yoksa aklî delille mi-dir?” çevresinde düğümlenir. Eş’arîler, Allah’ı

bilmenin aklî değil, sem’î delile dayalı oldu-ğunu iddiâ ederler, delil olarak da, “Biz rasûl göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz.”6 âyetini getirirler. Bu âyete göre insanlar,

somuncubaba 11

Page 13: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

kendilerine peygamber gönderilmeden önce azaptan emindirler. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’in anne ve babası da Allah’ı bilip bilme-mekten sorumlu değildir. Mâtürîdîlere göre ise, şâyet Allah bir rasûl göndermemişse ya da bir rasûlün mesajı ulaşmamışsa, o kimseler, akıl-ları ile Allah’ı bilmek zorundadırlar. Bu konuda Mâtürîdîler, naklî delil olarak, “Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu, kulak, göz ve kalb (akıl), bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.”7 âyetini getirirler. Dikkat edilirse burada kulak ve gözün akıldan müstağnî kalamayacağı vurgulanmak-tadır. Çünkü kulak organı, hem doğruyu ve hem de bâtıl şeyleri işitebilir. Göz, hem bakılması helal ve hem de haram olan şeyleri görebi-lir. Her iki organ da bağımsız olarak doğru ve yanlış olanı birbirinden ayıramaz. Ancak doğ-ru ve yanlış akıl/kalb yoluyla ayırt edilebilir. O hâlde tahkîkî olarak bilginin kaynağı, akıldır. Bu görüş zâviyesinden baktığımız zaman Hz. Pey-gamber (s.a.v.)’in ebeveyni, ehl-i fetret de olsa, akıllarıyla Allah’ı bilmek zorundadırlar.8 İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe de ebeveyn-i Rasûlullah’ın dinî durumuna böyle bir bakış açısıyla yakla-şarak, İslâm davetinin kendilerine ulaşmadığı kimselerin akılla Allah’ı bilmekten sorumlu ol-duklarını dile getirmiştir.9 Her ne kadar başta

Mâtürîdiler böyle bir görüşü savunmuş olsa-lar da Mâtürîdî çizgide yürüyen Hanefî bilgin-lerden bazıları, bi’setten önce iman ve küfrü bilmenin akılla gerekli olmadığını söyleyerek Eş’arîler gibi düşünmüşlerdir.10

Diğer taraftan, İslâm düşünce tarihinde ebeveyn-i Rasûlullah’ın dinî durumu hakkında olumsuz kanaat sergileyen bazı kimseler üze-rinde şu rivâyet etkili olmuştur: Ebû Hureyre (r.a)’den rivâyet edildiğine göre bir gün Hz. Pey-gamber (s.a.v.), annesi Âmine’nin Ebvâ köyünde bulunan kabrini ziyaret ederek ağladı, yanında bulunanlar da ağladılar. Sonra Allah elçisi şöy-le buyurdu: “Annem için istiğfarda bulunmak hususunda Rabb’imden izin istedim. Fakat buna izin verilmedi.”11 Bu rivâyeti senet açısından tahlil eden İbnü’l-Cevzî (ö.597/1218), hadisin senedinde geçen Muhammed b. Ziyad’ın güve-nilir bir râvî olmadığını söylemektedir. Ayrıca yine bu hadisin râvî zincirinde geçen Ahmed b. Yahya ve Muhammed b. Yahya’nın meçhul olduklarını da zikreder.12 Görüldüğü gibi senet bakımından illetli olan bu hadis üzerine nasıl bir akîde formüle edilir? Şâyet edilmiş olsa bile, böyle bir ilke geçersizdir. Çünkü zan ifade eden bir rivâyetle akîde/itikad oluşturulamaz.

12 NİSAN 2016

Page 14: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Sonuç ve Değerlendirme

Sonuç olarak, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in anne ve babasının durumuna dinî açıdan bak-tığımız zaman, gerek Eş’arîlerin ve gerekse Mâtürîdîlerin görüşleri arasında şöyle bir uzla-şıdan bahsetmek mümkündür: Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ebeveyni, Eş’arî düşünceye göre ehl-i fetrettir. Zira her ikisi de Rasûlullah’a risâlet görevi verilmeden önce vefat etmişlerdir. Mâtürîdîlere göre ise her ikisinin de aklî yönden Allah’a inandıklarına dair sözlerine rastlanmak-tadır. Meselâ, Peygamberimiz (s.a.v.)’in annesi Hz. Âmine, vefat etmeden az önce beş yaşına girmiş olan Muhammed Mustafâ’nın başucunda otururken, bir müddet kemâl-i şefkat ve dikkat-le oğlunun yüzüne bakar ve ona, “Yaratılışında acı vermek olan şeylerin şerrinden Celâl sahibi olan Allah’a sığınırım.” Bir başka rivâyette: “Her

türlü hasetçinin şerrinden biricik olan Allah’a sığınırım.” diye duâ eder.13 Hz. Muhammed (s.a.v.)’in annesi gibi babası Abdullah’ın da tevhîde delâlet eden şiirleri vardır. Tarih kitap-larının kaydettiğine göre o, Hz. Âmine ile nişan-lanmadan önce, Benî Esed Kabilesi’nden bir kadın Kâbe’nin yakınında ona îlân-ı aşkta bulu-nur. Hatta eğer kendisiyle evliliği kabul ederse, bütün servetini ona hibe edeceğini de söyler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.)’in babası Abdullah o kadına, muhtevâsında tevhîd kokan şu mısraları terennüm etmiştir: “Haram o kadar acıdır ki, ölüm acısı ondan çok hafiftir. Helâl ise çok tatlıdır. Var kadın, sen açıkça helâlini ara. İz-zet ve şeref sahibi olan ırzını ve dinini himâye ve muhâfaza eder. İffetsizlik demek olan bir işe nasıl cesâret gösterir?”14 Anlaşıldığı kadarıyla bütün bu rivâyetler ve Ehl-i sünnet’in iki kolunu tem-sil eden Eş’arî ve Mâtürîdîlerin görüşleri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in anne ve babasının fıtrat üzere vefat ettiği kanaatinde birleşmektedir. O halde ahlâkîlik açısından her Müslümanın ister gizli, isterse açık olsun, bütün yönlerden Hz. Peygamber (s.a.v.)’in aziz hâtırasını ve şerefini ihlâl edecek olan her şeyden kalbini ve dilini uzak tutması gerekir.

Dipnot* Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

1. 9 et-Tevbe 28.

2. Bk. İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul, 1986, s. 558; İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, Beyrut, ts. V, 43-44; Yurdagür, Metin, “Fetret”, DİA, İstanbul, 1994, XII, 475.

3. 5 el-Mâide 19.

4. Yurdagür, “Fetret”, DİA, XII, 475.

5. Zebîdî, Tecrid-i Sarih, IV, 544-547.

6. 4 en-Nisâ 165.

7. 17 el-İsrâ 36.

8. Bk. Ebû Azbe, Hasan b. Abdülmuhsin, Ravzatü’l-Behiyye Fîmâ beyne’l-Eş’ariyye ve’l-Mâtürîdiyye, Beyrut, ts. s. 93-99.

9. Bk. Ebû Hanîfe, “el-Fıkhu’l-Ebsat”, s. 45.

10. Ebû Azba, a.g.e., s. 99.

11. Müslim, Cenâiz 108.

12. İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahmân, Kitâbu’l-Mevzûât, (tahk. Nureddin Boyacılar), Riyad, 1997, II, 12.

13. Bk. İbn Hişam, es-Sîratü’n-Nebeviyye, (tahk. Cemal Sabit, M. Mahmud, Seyyid İbrahim), Kahire, 1995, I, 141; İbn Sa’d, Tabakât, Beyrut, ts., I, 111,

14. İsfehânî, Ebu Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, (tahk. M. Ravvas Kal’aci-Abdülberr Abbas), Beyrut, 1986, I, 132,

somuncubaba 13

Page 15: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

MİHRİMAH SULTAN EDİRNEKAPI

CAMİİ

CAMİİ GÜZELLEMESİ / M. Nihat MALKOÇ

Foto: Orhan DİNÇ

“Yedi tepeli İstanbul’un altıncı tepesi üzerinde Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Mihrimah Sultan Camii tek

kelimeyle naif ve nadide bir abidedir. Bir sanat eseri hüviyeti de taşıyan bu mabet, bilge Mimar Sinan tarafından nakış nakış

işlenmiştir. ”

14 NİSAN 2016

Page 16: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Denge Peşinde Koşan Bir Hanım Sultan: Kanûnî’nin Kızı Mihrimah Sultan

Bir cihan imparatorluğu olarak altı asır bo-

yunca dünyaya hükmeden Osmanlı Devleti’nin

en şaşalı dönemlerinden biri de Kanûnî Sultan

Süleyman’ın tahtta kaldığı yıllardır. Osman-

lı tahtında 46 yıl gibi uzun bir süre kalan bu

yükselme dönemi padişahı, zamana damgasını

vurmuştur. Batılıların “Muhteşem Süleyman”

dediği Kanûnî Sultan Süleyman, aile hayatı ve

çocuklarıyla da asırlardan beri hep konuşul-

maktadır. Onun çocuklarından biri de yaptığı

hayırlı hizmetlerle ve vakıf çalışmalarıyla tanı-

nan, Mihrimah Sultan’dır.

Mihrimah Sultan, 1522’de, Kanûnî Sultan Süleyman ile eşi Hürrem Sultan’ın Şehzade Mehmed’den sonraki ilk çocuğu olarak dünya-ya gelmiştir. “Mihr ü mah” Farsçada “Güneş” ve “Ay” anlamına gelmektedir. Mihrimah, 17 yaşı-na geldiğinde, Diyarbakır Beylerbeyi Rüstem Paşa ile evlendirilmiştir. Düğünleri 11-26 Ka-sım 1539 tarihinde kardeşleri Şehzâde Bâyezîd ve Cihângir’in sünnet düğünleri ile birlikte ya-pılmıştır. Mihrimah Sultan’ın bu evliliğinden Ayşe Hümâşah Sultan adında bir kızı ile genç yaşta ölen iki oğlu olmuştur.

Güzel ahlâkıyla melekleri andıran Mihrimah Sultan, Kanûnî Sultan Süleyman’ın hayatta ka-lan tek kızı olması hasebiyle babası tarafından

somuncubaba 15

Page 17: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

çok sevilmiştir. Mihrimah Sultan, annesi Hür-rem Sultan’ın gayretleriyle çok iyi eğitilmiş-tir. Mükemmel bir İslâmî terbiye almıştır. Daima mevcut yaşından daha olgun tavır ve davranış-lar sergilemiştir.

Devlet-i ebed müddet Osmanlı’nın sınırları-nı en geniş noktaya taşıyan Kanûnî’nin biricik kızı Mihrimah Sultan, Osmanlı’nın en güçlü ve kudretli hanım sultanlarından biriydi. Bu önem-li simanın, konumu itibariyle hem ayrıcalıkları hem de önemli sorumlulukları vardı. Mihrimah Sultan; annesi Hürrem Sultan, babası cihan pa-dişahı Kanûnî Sultan Süleyman ve kocası Rüs-tem Paşa arasında daima bir denge unsuru ol-muştur. O; hiç kimseyi üzmeden, kırmadan ve de dengeleri sarsmadan bunu ustaca yerine getirmiştir. Bunun yanında, kardeşleri arasında geçen taht kavgalarında da onu orta yolu bul-maya çalışan iyi niyetli bir sultan olarak görü-yoruz. Fakat bütün gayretlerine rağmen yine birçok olumsuzluğun önüne geçememiştir.

Hayır İşlerinde Sınır Tanımayan Bir Hanım Sultan: Mihrimah Sultan

İslâmî bir terbiyeyle yetiştirilen Mihrimah Sultan çok hayırsever ve dindar bir kadındı. Dinine bağlılığı ile tanınan Mihrimah Sultan, bütün servetini hayır işlerine tahsis etmiş-tir.  Önce Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’ni Mimar Sinan’a yaptırmış, bununla da yetinme-miş, onun ardından 1562-1565 yılları arasında  Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’ni yine Mi-mar Sinan’a inşa ettirmiştir. Böylece ölmeden evvel adını ölümsüzleştirmiştir.

Mihrimah Sultan hayır işleriyle uğraşan pek çok vakfın bâniliğini üstlenmiştir. Onun en bariz özelliği cömertliği, iyiliği ve yardımseverliğiydi. Osmanlı Devleti zamanında kutsal topraklara (Haremeyn) hizmet etmek çok önemliydi. Dev-rin padişahları, sadrazamları ve hanım sultanla-rı bu konuda adeta birbiriyle yarışmıştır. Fakat bunu asla bir kibirlenme vesilesi yapmamış-lardır. Mihrimah Sultan da Haremeyn’e ve bu-ralarda yaşayan insanlara yardım edebilmek için büyük bir gayret sarf etmiştir. Bu bağlamda Foto: Orhan DİNÇ

16 NİSAN 2016

Page 18: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

somuncubaba 17

Page 19: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Mekke-i Mükerreme’nin önemli su kaynakları-nın başında gelen Ayn-ı Zübeyde tesislerini ta-mir ettirmiştir. Mihrimah Sultan, bu iş için kendi gelirlerinden elli bin altın vermiştir. Böylece Mekke susuz kalmamıştır.

Eli açık bir sultan olarak tüm dünyaya nam salan Mihrimah Sultan’ın Mekke’ye yardımları Ayn-ı Zübeyde’nin tamiriyle sınırlı kalmamış, kendi vakfiyesinden surre emini aracılığıyla 2500 altın Mekke’deki fakirlere, 2500 altın da Medine’deki fakirlere göndermiştir. Cömert Sultan, Tatarpazarı’ndaki mülklerinden elde ettiği üç bin sikkesinin Mekke ve Medine’deki ihtiyaç sahiplerine, miskin ve düşkünlere dağı-tılmasını sağlamıştır.

Dünyanın tanıdığı en cömert sultanlardan biri olan Mihrimah Sultan, Mekke, Medine ve

Halilürrahman’da görevli 93 kişiye 189 akçe tahsis etmiştir. Bunun yanında Kur’an oku-yanlara ve Kur’an-ı Kerim’i öğretenlere önemli miktarlarda nakdî yardımlarda bulunmuştur. O, daha bunun gibi nice hayır hizmetinde hep başrolde yer almıştır. Osmanlı Sultanları ve ha-nım sultanlar hac farizalarını daha çok vekâlet yoluyla yerine getirmişlerdir. Mihrimah Sultan da kendisine vekâlet edecek üç kişiye yıllık altı bin akçe tahsis etmiştir.

Siyasî zekâsı hep konuşulan ve takdir edilen Mihrimah Sultan, sarayda çok güçlü bir konuma sahipti. Sarayda büyük bir itibar gören Mihrimah Sultan 1558’de annesi Hürrem Sultan’ı kaybet-miştir. Bilindiği gibi annesi de sarayda çok mühim bir figürdü. Onun ölümü hem Mihrimah’ı hem de babası Kanûnî Sultan Süleyman’ı derinden etkile-miştir. Hürrem Sultan’ın ölümünden sonra Mihri-mah Sultan’ın saraydaki nüfuzu daha da artmıştır.

Mihrimah Sultan, kıymetli eşini yitiren ve büyük bir boşluğa düşen muhterem babası-nın her işine koşmuştur. Onun adeta sağ kolu olmuştur. Bu arada Mihrimah Sultan, kardeşi Sultan II. Selim’in ve yeğeni Sultan III. Murad’ın taht zamanını da görmüştür. Yeğeni Sultan III. Murad’ın taht zamanında yaşadığı için “Hala Sultan” diye de anılmıştır.

18 NİSAN 2016

Page 20: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Servetini Ümmetin Yetimlerine ve Gariplerine Pay Etmiştir

Mihrimah Sultan, Osmanlı sultanları içerisin-de çok zengin bir kadındı; hatta kendisine sul-tanların en zengini de diyebiliriz. Zira o, büyük bir servetin sahibiydi. Bu servet ona babasından ve çok zengin olan eşi Rüstem Paşa’dan, bunun yanında Rüstem Paşa’nın kardeşi Kaptan-ı Der-ya Sinan Paşa’nın çocuğu olmadığı için, kayın-biraderinden intikal etmişti. O, elindeki büyük miktarlardaki bu serveti ümmetin yetimlerine ve gariplerine pay etmiştir.

Annesi Hürrem Sultan’ın ölümünden sonra babasına gönüllü müşavirlik yapan Mihrimah Sultan’ın çok güzel konuştuğu ve yazdığı tarih-çiler tarafından söylenir. Kendisi Avrupalılarca “Camaria” adıyla anılmaktaydı. Annesini, baba-sını ve eşini kaybettikten sonra hüzünlü ve mü-tevazı bir hayat yaşadı. Daha sonra da bu dünya meydanından çekip gitti.

Osmanlı saltanatında 46 yıl gibi uzun bir süre kalarak bu döneme damgasını vuran Kanûnî, biricik kızı Mihrimah’ı çok seviyordu. Mihrimah da babasına çok değer verirdi. Bu ha-yırsever sultanın kabri Süleymaniye Camii’nin bahçesinde, babasının türbesinin yanında

bulunmaktadır. Bazıları “Mihrimah Sultan ma-dem böyle iki güzel cami yaptı, acaba niçin o camilerin hazirelerine gömülmeyi vasiyet et-medi?” diye düşünebilir. Bunun birinci nedeni Edirnekapı’daki külliyenin bütün birimleriyle tamamlan(a)mamış olması sayılabilir. Diğer bir neden de canından çok sevdiği ve kader arka-daşlığı yaptığı babasına yakın olma arzusudur.

Sultanü’ş-Şuâra (Şairler Sultanı) Bâkî’nin Mihrimah Sultan Mersiyesi

Şairler yaşadığı toplumun sesidir. Onlar hal-kın ortak duygularına tercüman olurlar. Divan edebiyatının güçlü şairi Bâkî, Muhteşem Sü-leyman için muhteşem bir kaside yazmıştı. Za-manının sultanü’ş-şuarası Bâkî, vefalı olduğu-nu bir kere daha göstererek Kanûnî’nin biricik kızı Mihrimah Sultan’ın ölümü üzerine uzun ve içli bir mersiye kaleme almıştır. Bu uzun ve içli mersiyeden bir bölümü dikkatlerinize sunmak istiyorum: “Bir yire cem’ olalum hâtırı mahzûnlar ile /Zâr zâr aglaşalum dîde-i pür-hûnlar ile//Gül-menün oynamanun âlemi gitdi şimdi/Hâlümüz söyleşelüm hâli diger-gûnlar ile//Şöyle bî-hûş u harâb eyledi efsâne-i gam/Aklumuz başumuza gelmeye efsûnlar ile//Nakd-i vaktoldı bize eşk-i sefîd ü ruh-ı zerd/Derd ü gam tâlibiyüz akçeler

somuncubaba 19

Page 21: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

altunlar ile//Ni’met-i rahmet-i Rahmân’a yitişdi o velî/Biz ciger hûnı yirüz bunda ciger-hûnlar ile//Kondı sahn-ı çemene ravza-i firdevs içre/Sâyebânlar kurılup çetr-i hümâyûnlar ile// Kapu-sında işigi hidmetin eyler gılmân/Hûriler karşu-turur atlas u eksûnlar ile//Minnet Allâha kemâl-i kerem-i Rabbânî/Eyledi iki cihân devletini erzânî”

Mihrimah Sultan’ın ölümüne çok üzülen Bâkî, mersiyesinin sonunda Mihrimah Sul-tan için şu dua ve temennilerde bulunmak-tadır: “Lâyık-ı magrifet-i Hazret-i Gaffâr olsun/Devlet-i nâ-mütenâhîyesezâvâr olsun//Hıl’at-i fâhiresidâmen-i afv-i Settâr /Rûh-ı pâkinegıdâ lezzet-i didâr olsun//Merkad-i pâkinidüp şem’-i hidâyetrûşen/Meşhed-i tâhiri müstagrak-ı envâr olsun//Âkıbet yoklık imiş kâr-ı cihan ey Bâkî/N’idelüm Şâh-ı cevân-baht-ı cihân var olsun”

Altıncı Tepenin Manevî Süsü: Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii

Çok dindar ve hayırsever bir kadın olan Mihrimah Sultan, dünyanın en güzel kenti olan İstanbul’a kendi adını taşıyan iki güzel cami kazandırmıştır. İkisi de birer şaheser hükmün-de olan bu camilerin biri Üsküdar’da, diğeri

ise Edirnekapı’dadır. Her iki Mihrimah Sultan Camii’nin mimarı da, Osmanlı’ya yüzlerce kıy-metli eser kazandıran Mimar Sinan’dır.

Malum olduğu üzere Mimar Sinan, Osmanlı’ya birçok eser kazandırmıştır. Hayırse-ver bir şahsiyet olarak temayüz eden Mihrimah Sultan’ın Mimar Sinan’la aynı dönemde yaşa-ması onun şanslı yanlarından biridir. Zira onun Mimar Sinan’la yolları birçok kez kesişmiştir.

Hayır işlerinde hep öne çıkan bu mütedey-yin sultan, İslâm’a nice güzel hizmetlerde bu-lunmuştur. Onun hizmetlerinin en kalıcı olanla-rı da İstanbul’da kendi adıyla anılan camilerdir. Onun biri Üsküdar’da, diğeri Edirnekapı’da yer alan iki harikulade hayır eseri mevcuttur. Bu eserlerin bu kadar ince işçilikle yapılması ve bir abide gibi bugünlere gelmesi Mimar Sinan sayesindedir. Şayet Mimar Sinan gibi dünya çapında bir usta olmasaydı Mihrimah Sultan’ın İstanbul’un iki önemli tepesine kondurduğu o iki büyük hayratı olan cami de bugün olmaz-dı. Belki yine buna benzer eserler yapılabilir-di; ama bu kadar güzel nadide eserler ortaya konulamazdı. Çünkü bu iki camiyi gezenler buradaki titiz işçiliği mutlaka görmüşlerdir. Bu

20 NİSAN 2016

Page 22: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

durum Mihrimah Sultan’ın bu açıdan bahtlı bir sultan olduğunu gösterir.

Mimar Sinan’ın ince hesaplar sonucunda inşa ettiği Üsküdar’daki caminin iki minaresi olması-na rağmen Edirnekapı’daki caminin tek minaresi vardır. Mihrimah Sultan gece ve gündüz sürele-rinin eşit olduğu bir günde, 21 Mart’ta dünyaya gelmişti. Sinan’ın yaptığı cami belli ki bu konuda bir mesaj veriyordu. Zira belirtilen zaman dilimin-de Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin tek minaresi üzerinde güneş batarken, Üsküdar’daki iki minarenin arasından ay doğuyordu. Böylece bilge Mimar Sinan, Mihrimah Sultan’ın adından yola çıkarak (zira mihr güneş, mâh ay demektir) onun doğum günü olan bu anlamlı günü adeta ölümsüzleştiriyordu. Böyle bir şeyi gerçekleştir-mek mimarî açıdan büyük hesaplar gerektiriyor-du. Bu durum bir kısım tarihçiler tarafından Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan’a duyduğu büyük aşk olarak yorumlanmıştır. Oysa Kanûnî’nin gözbebe-ği Mihrimah Sultan, Rüstem Paşa’yla evlendirildi-ğinde henüz 17 yaşındadır. O sırada Mimar Sinan 50 yaşındadır ve evli bir insandır. Hayırsever bir şahsiyetin merhametini ve Allah sevgisini görmek istemeyenler (veya göremeyenler) böyle kutlu bir hizmeti de sulandırma yoluna gitmişlerdir. Bu, bazı tarihçilerin ve İskender Pala’nın yakıştırma-sıdır. Bunun hiçbir ciddi delili yoktur.

Yedi tepeli İstanbul’un altıncı tepesi üzerin-de Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Mihrimah Sultan Camii tek kelimeyle naif ve nadide bir abidedir. Bir sanat eseri hü-viyeti de taşıyan bu mabet, bilge Mimar Sinan tarafından nakış nakış işlenmiştir.

Üç yıl gibi kısa bir sürede yapılan ve 1565 yılında ibadete açılan İstanbul’un bu güzel ma-bedi sadece bir cami değildir. Zira caminin et-rafında medrese, sıbyan mektebi, çifte hamam ve çarşı da bulunmaktaydı. Yani burası caminin ötesinde tam teşekküllü bir külliyeydi. Fakat değişik zamanlarda meydana gelen depremler ve yol açma maksatlı yıkımlar nedeniyle bugün sadece cami kısmı kalabilmiştir. Diğer kısmı ne yazık ki yok olup gitmiştir.

Zarif bir bibloyu andıran Mihrimah Sultan Camii gezilip görülmeye değerdir. Caminin dış kısmında çok güzel bir şadırvanı ve kubbelerle çevrili geniş bir avlusu vardır. Kare planlı cami-nin 37 metre yüksekliğinde, 20 metre çapında hoş bir kubbesi mevcuttur. Dünyanın en aydın-lık camiidir o. Bu ferah cami, aydınlığını 161 penceresinden süzülen ışığa borçludur.

Tarihî Fatih semtindeki kadim surların he-men dibinde yer alan Mihrimah Sultan Camii’nin mihrabı ve minberi beyaz bir mermerdendir. Hoş bir kitabesi mevcuttur. Mukarnasları altın yaldızlıdır. Mihrabın süslemeleri görülmeye değerdir. Öte yandan caminin duvar ve kubbe süslemeleri tek kelimeyle harikadır. Caminin 38 metre uzunluğundaki minaresi tektir, son derece ince ve zariftir. Oysa selâtin camilerin, âdet olduğu üzere iki minaresi olurdu. Rivayet-ler odur ki o yıllarda eşini kaybeden Mihrimah Sultan, yalnızlığını ve dul kalışını ifade etmek için, adını taşıyan bu güzel camiyi tek minareli yaptırmıştır. Bu caminin avlusunda Mihrimah Sultan’ın kızının ve damadının mezarları bulun-maktadır.

somuncubaba 21

Page 23: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

DARENDELİHACI HASAN

EFENDİ’Yİ BEYAN

BİR GÜZEL İNSAN

“Eserde Hacı Hasan Efendi’nin özel notları okuyucuyla paylaşılırken onun özellikle inanç esaslarına önem verdiği, Ehl-i sünnet ve’l-cemâat çizgisinde sahih İslâm inancını telkin ve takdim ettiği

belirtilmektedir.”

SÛFİ PERSPEKTİF / Kadir ÖZKÖSE*

22 NİSAN 2016

Page 24: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Bu makalemde, yayınlandığı ilk andan iti-baren okumak isteyip de ancak kavuşabil-diğim ve okuyup inceleme fırsatı buldu-

ğum bir eseri sizlere tanıtmak istiyorum. “Gönül İlim ve İrfan Ehli” Darendeli Hacı Hasan Akyol Efendi adıyla Nasihat Yayınları arasında 2015 yılında yayınlanan bu eser, oldukça kıymetli bir çalışma. Eserin ismi ve konusu kadar eseri hazırlayan isim de Aziz Dost Prof. Dr. Abdullah Kahraman olunca can dostumun kaleminden bir âbide şahsiyetin terceme-i hâlini okumak, bir o kadar da zevkli olmaktadır. Oldukça öz-verili ve titiz çalışma sonucunda böylesi özel bir çalışmanın hazırlanmasındaki büyük kat-kılarından dolayı Sayın Kahraman’a şükran ve minnettarlığımı sunuyorum. Eline, kalemine ve yüreğine sağlıklar olsun.

Özel Hatıraları Gün Yüzüne Çıkarmak

Büyükler “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn.” der-ler. Her dönemde beldelerimizi iman, ilim, edep, hizmet ve muhabbet boyutunda mâmûr kılan mümtaz şahsiyetler yetişmiştir. Musta-fa Hâkî Efendi (k.s.), Mustafa Takî Efendi (k.s.), İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s.) ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’nin hizmet-lerinde bulunan, himmetlerinden istifade eden muhabbet bağının has güllerinden biri de Da-rendeli Hacı Hasan Efendi’dir. Eseri kaleme alan kıymetli dostum Abdullah Kahraman, Hacı Hasan Efendi’nin Sivas’taki metrûkesinden ha-reketle kaleme aldığı notlarını bizimle paylaş-makta, özel hatıraları gün yüzüne çıkarmakta, içimizden çıkmış somut bir şahsiyetin ahlâk-ı hamidesini günümüz insanıyla paylaşmaktadır.

Eserde mürşidi İhramcızade İsmail Hakkı Efendi (k.s.) ve Hulûsi Efendi (k.s.)’nin betimle-meleriyle Hacı Hasan Efendi’nin ahlâk ve edep numûnesi, gönül insanı olduğu belirtilmekte-dir. İlme susayan, ilmî birikimini geliştirme ça-basında olan Hacı Hasan Efendi, kitap dostu bir ilim yolcusu olarak tanıtılmakta, kendi özel gay-retleriyle teşekkül eden özel kütüphanesinde-ki 685 eserden hareketle, onun ilmî, tasavvufî, edebî ve felsefî eserlerden beslendiği belirtil-

mektedir. İlim, iman, amel ve ahlâk bütünlüğünü şahsında gerçekleştiren Hacı Hasan Efendi, bir süre imamlık yapmış olsa da ticaret hayatının içine atılmıştır. Zor dönemde dervişlikle ticârî hayatı birlikte yürütmüş, helal kazancın, dürüst ticaretin gözde bir örneği olmuştur. Okuduğu eserlerden tuttuğu notlarda akletmenin gereği, tefekkür geleneğinin anlamı, akl-ı selîme erme-nin önemi, ilim ve irfana duyduğu özlemi yan-sıtan sözleri, eserde özel yer almaktadır. İlim ve irfana duyduğu özlemi yansıtan seçme ayetleri serlevha edinen Hacı Hasan Efendi’nin istinsah ettiği Mustafa Takî Efendi(k.s.)’ye ait Kırk Hadis kitabının sonuna, sevenlerin ricasıyla eklediği kendi seçtiği hadisler takdim edilmektedir. Akı-cı bir üslupla, anlaşılır bir ifadeyle, her kesimin okuyabileceği bir edebî zevkle kaleme alınan bu eserde sunulan Hacı Hasan Efendi’nin hadis seçkileri, sevenlerinin gönül dünyasına İslâm’ın rengini yansıtmakta, onun her fırsatta hem ken-dini geliştirdiği hem de beslendiği kaynakları sevenleriyle paylaştığı görülmektedir.1

Özel Notları Okuyucuyla Paylaşmak

Eserde Hacı Hasan Efendi’nin özel notları okuyucuyla paylaşılırken onun özellikle inanç esaslarına önem verdiği, Ehl-i sünnet ve’l-cemâat çizgisinde sahih İslâm inancını telkin ve takdim ettiği belirtilmektedir.2 Hayatı boyunca ibadet

somuncubaba 23

Page 25: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

dirisi bir yaşam süren Hacı Hasan Efendi’nin ibadet hayatındaki hassasiyetleri, notlarından aktarımlarla namaz, oruç, zekât ve hac ibadet-lerinin hikmetleri okundukça okuyucuyu Allah’a kurbiyete davet ettiği görülmektedir.3 Onun sözlerinden ve notlarından hareketle Hacı Ha-san Efendi’nin gıybet, haset, rüşvet, koğuculuk, yalan yere yemin, yalan yere şahitlik gibi ahlâkî bozuklukları, komşuluk, arabuluculuk, emânete riâyet, adalet ve hukuk gibi ahlâkî yükümlülük-leri çok önemsediği, kendinin ve sevdiklerinin ahlâkî olgunluğa ermesini hedeflediği, kâmil bir insan, ahlâklı bir şahsiyet, tutarlı bir isim, örnek bir şahsiyet olarak güzel ahlâkın görünen bir sîmâsı olduğundan bahsedilmektedir.

Eserde, Hacı Hasan Efendi’nin notlarında ve hutbelerinde bazı toplumsal meselelere par-mak bastığı ve dikkat çektiği hususuna işaret edilmektedir. Onun vatan savunması, ağaç dik-menin önemi, temizlik alışkanlığının kazandırıl-ması, bulaşıcı hastalıklardan sakınılması, içkinin yol açtığı toplumsal felaket ve yıkımlara dikkat edilmesi, haşerâtla mücadele, İslâm’da tedavi-ye verilen önem, din duygusunun toplumdaki yapıcı rolü, çalışma hayatının düzenlenmesi, dizanteri ve ishal, göz değmesi gibi bireysel ve toplumsal konulara dikkat çektiği, etrafına ışık saçtığı, yapıcı rol oynadığı anlatılmaktadır.4

Tasavvufî Hayatın İnceliklerine Dair

Eserde, tasavvufî hayatın içindeki bir isim olarak Hacı Hasan Efendi’nin istifade ettiği mürşidlerinin hâllerini bizlerle ne denli paylaş-tığından, büyüklerin hâllerine dair yerinde de-ğerlendirmelerinden sözedilmekte, tasavvufî hayatın inceliklerine dair kaydettiği özel notlar okuyucuyla paylaşılmaktadır.

Allah aşkıyla dolup taşan Hacı Hasan Efendi’nin muhabbetullâhı hayatının mih-veri edindiğinden dem vurulmakta ve onun muhabbetullâha dair şu notlarının hayat çizgi-sini çok özel bir şekilde yansıttığından bahse-dilmektedir:

“Muhabbet, hakikatte bir zevk işi ve bir şevk nurudur. Bu nur, gerçek bir ve tek olan Allah’ın zatını zatıyla idrak etmekten doğar ve bir ışık gibi saçılır.

Muhabbet bir şirin hâldir ki, onunla acılar tatlı baldır.

Muhabbet bir devâdır ki onunla her illet şifa bulur.

Muhabbet bir cilâdır ki, onunla her keder sâfî olur.

Muhabbet bir şirin haldir ki, onunla her ma-raz sıhhattedir.

Muhabbet Allah’ı tanımanın yani marifetullâhın bir sonucudur ve Allah’a yaklaş-ma vesîlesidir.”5

“Aşk ise muhabbetin nihâyeti ve zirvesidir ve Hakk’ın dostlarına yardımıdır.

Aşk, bir kâmil üstaddır ki, onunla yüz bin ruha tesir edilir.

İnsan aklı olan cüz’î akıl ve aşk Hak emrine hayrandır.

Aşkın meşrebi her meşrepten ayrıdır.

Aşkın meşrebi vahdet ve mezhebi Hudâ’dır.

24 NİSAN 2016

Page 26: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Aşkın baharı pejmürde olmaz, şevkin kıvılcı-mı vücud bulmaz.”6

Allah’ın Hukukuna Saygılı Hayat

Eserde onun bu denli içten Allah sevgisini Allah için sevme düsturuyla taçlandırdığından bahsedilir. “Beyne’l-havf ve’r-recâ/Korku ile umut arasında olmak” düsturunu şiâr edinirken Allah’ın sevgisini kaybetmekten, Allah’a yaraşır kul olamamaktan, ilâhî azaba maruz kalacak acı hallerden çok sakınıp Allah’ın azamet ve hey-betinden çok korktuğundan, Allah’ın hukukuna saygıyı hayat ilkesi haline getirdiğinden bahse-dilmektedir.

Bizleri Allah’tan gereğince korkan ve Allah’ı hakkıyla seven Allah dostlarını ziyarete davet eden Hacı Hasan Efendi’nin şu hatırlatması eserdeki çok özel notlardan bir tanesidir: “Allah dostlarını ziyaret gerçekten dünya mutlulukla-rının en büyüğüdür. Pîrân-ı ızâm hazerâtının zi-yaretine varmak şifâdır, rahmettir. Cenâb-ı Hak ile meşgul olmanın sebeplerindendir.”7

Müdekkik bir ustanın kaleminden çıkan ve özveriyle hazırlanan bu eser, Hacı Hasan Efen-dinin notları arasında yer alan 117 vecize, 68

ayrı vasiyeti ve oğlu Sabit Akyol’a yapmış oldu-

ğu vasiyetle tamamlanmaktadır. 8

Kıymetli dostlar, “Güzel insanlar beyaz atla-

ra bindiler gittiler.” diye hayıflanmayalım. Pey-

gamber Efendimiz’in “kardeşlerim” diye vasfet-

tiği kendisinden asırlar sonra yaşayan ümme-

tinin arasından da nice âşıklar, sâdıklar, ârifler

ve Hak dostları gelmiş ve gelmeye devam

edecektir. İddia makamından uzak, kendinden

bahsedilmesini sevmeyen, hayatı boyunca bü-

yüklerinin isimleri altında kendini gizleyen ha-

miyetperver bir ismin mânâ serüvenine siz de

şahitlik etmek dilerseniz şayet, bu eserle tanış-

mak, bu eserle buluşmak, eserin kıymetli satır-

larını okumak gerekmektedir.

Dipnot* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE

1. Abdullah Kahraman, Gönül İlim ve İrfan Ehli Darendeli Hacı Hasan

Akyol Efendi, Nasihat Yayınları, Malatya 2015, s. 55-126.

2. Kahraman, Hacı Hasan Akyol Efendi, s. 126-128.

3. Kahraman, Hacı Hasan Akyol Efendi, s. 174-188.

4. Kahraman, Hacı Hasan Akyol Efendi, s. 171-174.

5. Kahraman, Hacı Hasan Akyol Efendi, s. 144.

6. Kahraman, Hacı Hasan Akyol Efendi, s. 152.

7. Kahraman, Hacı Hasan Akyol Efendi, s. 149.

8. Kahraman, Hacı Hasan Akyol Efendi, s. 188-209.

somuncubaba 25

Page 27: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

TARİH / Ahmet ŞİMŞİRGİL*

KANÛNÎ SULTAN SÜLEYMAN HÂN

“Kanûnî Sultan Süleyman ömrünü saray eğlencesinden uzak, ilim, gazâ ve memleketlerini imar faaliyetleri içinde geçirdi. Kırk altı

yıllık uzun saltanat döneminde, sarayı dünyanın en güzel, en alımlı ve cazibeli kadınları ile dolu iken, onun neredeyse bir tek Hurrem

Sultan’la olması bu tezi açık bir biçimde ortaya koymaktadır.”

Resim: Ertuğrul Ateş

26 NİSAN 2016

Page 28: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Annesi Aişe Hafsa Hatun ve ninesi Gülbahar Hatun’un terbiyesinde büyüyen Şehzâde Süleyman, yedi yaşından sonra ilim

öğrenmeye başladı. Kastamonu yakınlarındaki Daday Kasabası’ndan Evhadoğlu Hayreddin ismiyle bilinen mübarek bir zat, şehzâdeye hoca tayin edildi. Hayreddin Efendi, Şehzâde Süleyman’a aklî ve naklî ilimleri öğretti.

Her şehzâde gibi, onun da bir sanat sahibi olması arzu edildi. Devrin tanınmış kuyumcularından biri hoca tayin edildi ve kuyumculuk sanatını öğrendi. Yaşı ilerledikçe değişik ilimlerde çeşitli hocalardan ders aldı.

Askerlik, idare ve komutanlık bilgilerini öğrendi. On beş yaşına kadar babasının yanında kalan Şehzâde Süleyman, kanun gereği sancak talep etmesi üzerine, önce Karahisar-ı Şarkî, oradan Bolu Sancağı’na verildi. Fakat bu sancaklara amcası Ahmed’in itirazı üzerine Kefe Sancakbeyliği’ne gönderildi (1509).

Şehzâde Süleyman, annesi ile birlikte gittiği Kefe’de lalası nezaretinde devlet idaresinde tecrübe sahibi oldu. Çevresinde meydana getirilen ilmî havadan hiç bir zaman uzak kalmadı. Âlimlerin ders ve sohbetlerine devamlı katıldı. Onların nasihatlerini dinleyerek, ilim ve feyizlerinden istifade etti. Özellikle fıkıh bilgilerinde çok yükseldi.

Yavuz Sultan Selim’in 1512’de tahta geçmesi üzerine İstanbul’a çağrılan Şehzâde Süleyman, babasının kardeşleri ile mücadeleleri sırasında İstanbul’da babasına vekâlet etti. Babası, kardeşlerine karşı üstün gelip, Osmanlı tahtına rakipsiz olarak geçtikten sonra, genç Şehzâde, merkezi Manisa olan Saruhan Sancakbeyliği’ne gönderildi. Burada da, lalası Kasım Paşa’nın nezaretinde, devlet idaresini iyice öğrendi.

Annesinin İstanbul’daki meşhur velî Sünbül Efendi’den bir talebesini istemesi üzerine, o da Manisa’ya Merkez Efendi’yi gönderdi. Şehzâde Süleyman önce Manisa’da sonra da İstanbul’da Merkez Efendi’den çok istifade etti. Sultan olduktan sonra, İstanbul’da Topkapı dışında bir dergâh yaptırıp emrine verdi.

Yavuz Sultan Selim’in 1514 İran ve 1516 Mısır Seferleri sırasında Şehzâde Süleyman Rumeli’nin muhafazası ile vazifelendirilerek Edirne’de oturdu. Babası Mısır Seferi’nden dönünce, tekrar Saruhan Sancağına döndü. Selim Han, Çorlu yakınlarında Sırt Köyü’nde vefat edince Sadrazam Pîrî Mehmed Paşa’nın gönderdiği silahdarlar kethüdası Süleyman Ağa’nın Manisa’ya getirdiği haber üzerine İstanbul’a geldi. Şehzâde Süleyman, yirmi altı yaşında bir delikanlı iken 30 Eylül 1520’de Osmanlı tahtına geçti.

Kanûnî Sultan Süleyman yuvarlak çehreli, elâ gözlü, arası açık kaşlı, doğan burunlu, uzun boylu, mevzun ve yakışıklı idi. Söz ve hareketleri ölçülü ve nazikti.

Âlim, şair ve hâkimlerle bulunmaktan hoşlanır, hoş sohbet, hulâsa, maddî ve manevî bütün iyi hasletleri şahsında toplamış bir padişah olduğunda bütün tarihçiler müttefiktir.

Sanatkârdı. Özellikle şehzâdeliğinde öğrendiği kuyumculukta çok mahirdi. İyi kılıç kullanır ve avlanmaktan hoşlanırdı. Arapça, Farsça, Sırpça ile Tatar lehçesini iyi bilmekteydi. Doğu İslâm kültürüne vâkıf olduğu gibi Batı kültürünü de çok iyi tanımaktaydı. Kadirşinas ve iradesi kuvvetli olup istidat sahiplerini bulup himaye ederdi. Az konuşur ve söylediği söz kati olup sözünden asla dönmezdi.

Babası Selim Han kadar asabi değil ise de çok ciddi ve vakur idi.

Devrinde İstanbul’da iki yüz kadar şair ün kazanmış ve bunların bazıları dönemlerini aşarak günümüze kadar ulaşmışlardır. Bu kişiler arasında Zâtî, Bâkî, Hayâlî, Hayretî ve Fuzûlî gibi üstatları sayabiliriz. Türk Divan şiiri bunlar sayesinde en yüksek seviyeye ulaşmıştır.

Kanûnî Sultan Süleyman siyasî hayatında gösterdiği başarıyı sanat hayatında da gösterebilmiş bir padişahtır. Onun ilim ve sanat adamlarını koruması, sık sık meclislerinde bulunması, şiire olan ilgisi ve şair yaradılışlı bir kişi olması en fazla şiir yazan padişah olmasını

somuncubaba 27

Page 29: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

sağlamıştır. Divanı torunlarından II. Mahmud’un kızı Âdile Sultan tarafından bastırılmıştır.

Dillerde meşhur olmuş çok güzel beyitleri vardır.

Kimi ar’ar dedi kadd-i dildâra kimi elif

Cümlenin maksûdı bir ammâ rivâyet muhtelif

Yârin muhteşem endamını görünce bazıları ardıç ağacına, bazıları da elif harfine benzetti. Aynı şeyi söylemek istiyorlar tabii amma, üslûp âlimde başka cahilde başka olmaktadır. Yani herkes meşrebince ifâde ediyor. “Üslûb-i beyân, ayniyle insân!”

Bî-vefâ yârin Muhibbî cevrini ma’zûr tut

Yârsız kalır cihânda ayıpsız yâr isteyen

(İnsanları eksikleri ile beraber sev. Zira kusursuz dost arayan dostsuz ve arkadaşsız kalmaktadır.)

Mülk-ü dünya kimseye bâkî değil, akıbet berbâd olur

Ey Muhibbî, “Şöyle farz et kim Süleyman olmuşuz”

Kanûnî Sultan Süleyman ömrünü

saray eğlencesinden uzak, ilim, gazâ ve memleketlerini imar faaliyetleri içinde geçirdi. Kırk altı yıllık uzun saltanat döneminde, sarayı dünyanın en güzel, en alımlı ve cazibeli kadınları ile dolu iken, onun neredeyse bir tek Hurrem Sultan’la olması bu tezi açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Kanûnî Sultan Süleyman’ın, Mahıdevran, Gülfem ve Hurrem Sultan isminde üç hanımı bilinmektedir. Bu hanımlarından Abdullah, Murad, Mahmud, Mustafa, Mehmed, Cihangir, Bayezid, Selim isimlerinde sekiz oğlu ve Mihrimah Sultan isimli bir kızı olmuştur.

Şehzâde Abdullah, Murad ve Mahmud küçük yaşlarda iken vefat etmişlerdir. Şehzâde Mehmed yirmi iki yaşında iken vefat etti. Şehzâde Cihangir çok sevdiği ağabeyi Veliahd Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesi üzerine, üzüntüsünden kısa süre sonra yirmi iki yaşında iken öldü. Şehzâde Mustafa, saltanat davasına kalkıştığı gerekçesi ile idam edildi. Şehzâde Bayezid ise açıkça isyan ederek kardeşi Selim ile yaptığı mücadele neticesinde mağlup olduktan sonra İran’a kaçtı ise de geri gönderildiğinde yolda öldürüldü.

28 NİSAN 2016

Page 30: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Bundan 1444 yıl önce, sene: 571, Vilâdet611’de 40 yaşında iken, vahiyle müjdelenen RisâletNâmûs-u Ekber vâsıtasıyla indirildi Kur’ân, âyet âyetÖz yurdunda barınamayınca, nûra susayan Yesrib’e HicretKutsal görevi ikmâlden sonra, 632’de Rıhletİlk iken sonda gelen peygamber, O’nunla mühürlendi Nübüvvet40 yaşından 63’e kadar, 23 sene Asr-ı SaâdetRâşid Halîfeler devrini de, Mutluluk Asrı’na ilâve etO’na inanan 40 kişi iken, bir buçuk milyarı bulan ümmetHamd Sancağı altında toplanmak, Kevser’den içmek ne büyük devletO Sonsuz Nûr’un kutsal varlığı; ilme, sanata, ahlâka hizmetO’nunla başlar İslâm Tarihi, Hilye, Şemâil, Mevlid, Na’t, SiyretO’nunla sona erdi cehâlet, O’nunla yükseldi medeniyyetYolundan gitmek en büyük izzet, O’ndan mahrumluk en büyük zillet Yâ Rabbî zorlu mahşer gününde, bizi Yüce Habîb’inle haşret…

Bekir OĞUZBAŞARAN

Devlet-i Ebed Müddet

somuncubaba 29

Page 31: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

CEMÂLİ İSTEYENLERDÜNYAYA İTİBAR

ETMEZLER

EDEBİYAT / Musa TEKTAŞ

Yârin cemâlin seyridir kâr u vârımızYokdur cihânın varına i’tibarımız

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

30 NİSAN 2016

Page 32: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Mutasavvıflar Allah’ın lütuf ve rızâsını gösteren sıfatlarını cemâl tabiriyle ifade etmişlerdir. Yaklaşma ve açılma

cemâlin özelliği olduğundan burada Hak açı-sından lütuf ve rahmet, kul açısından neşe ve üns söz konusudur. Âlem, ilâhî güzellikleri yan-sıtan bir ayna olduğundan İbnü’l-Arabî âlemi ve ondaki güzelliği sevmeye lâyık bulur. Güzel olduğu için Allah’ı sevenin âlemi de sevmesi, aynı şekilde güzel olan âlemi sevenin de Allah’ı sevmesi gerektiğine işaret eder.

Maddî âlemde görülen güzeller mutlak gü-zelliğin çeşitli derecedeki tecellileri olduğun-dan bunları temaşa ede ede ilâhî güzelliğe ve Hakk’a ermek mümkündür. En yüksek ve en de-rin ruhî hazlar ilâhî güzelliğin temaşa edilme-sinden hâsıl olduğu için cennette Allah’ın mut-lak güzelliğini (cemâl-i bâ-kemâl) seyretmek en büyük gaye olmuştur.

Mutlak ve yegâne güzelliğin Allah ve tecellîlerinden ibaret olduğunu vurgulayan İslâm âlimleri ilâhî ve beşerî sevgiyi de bununla açıklamışlardır. Gazâlî şekil ve sûret güzelliğini “Bir şeyin, kendisine yaraşan ve mümkün olan kemâle sahip olmasıdır.” şeklinde tarif ettikten sonra mânevî ve ruhî güzelliklerden de bahse-der ve her iki güzelliğin sevgi sebebi olduğunu anlatır. Ona göre güzel, sırf güzel olduğu için in-

san tarafından tabii olarak sevilir. İnsan maddî ve hissî güzelleri beden gözü, mânevî ve ruhî güzelleri ise kalp gözüyle idrak eder. Kâmil in-san için önemli olan mânevî güzelliktir. Özellik-le gönül ehli buna önem verir. 1

Hz. Mevlânâ insanı, “Cemâl-i şâhi’nin ayna-sı” olarak niteler2 ve Hz. Âdem’e secdeyi ilâhî tecellîlere mazhar olma ile izah eder:

“İblis, senin hakikatini görmedi de; ‘Niçin topraktan yaratılana secde edeyim?’ dedi. İn-san topaktan yaratıldı ama göründüğü gibi bir suretten bir gölge varlıktan ibaret değildir! Gözlerini oğuştur da iyi bak; onda celâl nuru, ilâhî nur parlamada, göz kamaştırmadadır.”

“Onu, can olarak gör; ona; ‘can beyi’ de! Onu beden, cisim olarak görme; onu öz bil, iç ola-rak tanı; onu etten ve kemikten ibaret sanma! Güneşin yol arkadaşına ‘yarasa’ deme; kendi-sine secde edileni, secde eden sanma! Bunlar akislere benzer ama akis değildir; bunlar, akis şeklinde Hakk’ın görünüşleridir!”3

“(Âdem’i) teni, bedeni görmede, o sağır, dil-sizler gibi, kendilerine doğru bir şey söylenince inkâr edenlerden olma! Kâmil insana hizmet, Hakk’a hizmettir; kâmil insanı görmek, ilâhî nuru görmek, ilâhî nurla aydınlanmak demek-tir!”4

somuncubaba 31

Page 33: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Hakiki görmeyi bilenler iki göz ile yetinmez-ler. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Dîvân’ındaki bir beytinde şöyle buyurur:

Başka yerden bir göz aç ki göresin sevdiğini

Bakıp ol sâf cemâle mest ü hayrân olagör

  ‘Bilinen iki gözden başka, gönül gözünü aç ki sevgilinin yüzünü görebilesin. O nazarla bakışın seni hayranlık içerisinde o saf güzel-liği mest bir şekilde seyretmeye müyesser kı-lacaktır.’ Bütün sırlara vakıf olmanın yolunu tarif eden Hazret’in sözlerine kulak verip yine Dîvân’dan iki beyit okuyalım:

Bu Hulûsî’nin dinle sözünü

Cehd eyleyip gör dîdâr yüzünü

Görmeğe anı aç cân gözünü

Vâkıf ol cümle esrâra gönlüm

Göz Ancak Sevgiliyi Görene Denir

Mevlânâ Celaleddin Rûmî bakalım bu konu-da ne diyor, görmeyi nasıl tarif ediyor:

“İki parmağının ucunu iki gözüne koy, bir şey görebilir misin dünyadan...

Görememek ayıbı, gösterememek kusuru uğursuz nefsin parmağına ait işte... Parmağını

gözünden kaldır ilkin, sonra gör dilediğini böy-le... Göz ise ancak Sevgiliyi görene denir...’’

Ne güzel söyletmiş Hakk’ı bilen gözlere gör-meyi...

Sevgiliyi görmek, kat kat perdeleri açmak, her şeyi hakiki veçhesiyle temaşa eylemek. Ve gözdeki ‘yük’ü kaldırıp gönlü agâh eylemek... Zulmü ve karanlığı nura çevirirken kendinden öte yolculukta ‘öte’leri izlemek... Bir çiçeğin nazenin yaprağından nûranî parlaklığı seyret-mektir bakarken görmek. Yüreğimizdeki ilâhî sevginin tezahüründen hakiki sevgiliyi sezer görebilenler bakınca. O’nun sırrı inceden ince-ye güzelliği fısıldar duyan kulaklara, şah dama-rından da yakınca.

Bir Hikâye

Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğunu kendi kendine sormaya başlar. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmez ve başkalarına sormaya karar verir. Ama aldığı cevaplar da ona yetmez. Fakat mutlaka bir ce-vabı olmalı der. Ve dolaşıp herkese bunu sor-maya karar verir. Köy, kasaba, ülke dolaştığı bu arada zaman da durmaz tabi ki.

Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuş-tuğu insanlar ona:

- Şu karşıki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git, belki o sana aradığın cevabı verebilir, derler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin ya-şadığı eve ulaşır adam. Kapıdan içeri girer ve bil-geye ‘hayatın anlamının ne olduğunu’ sorar... Bil-ge; sana bunun cevabını söylerim ama önce bir imtihandan geçmen gerekiyor, der. Adam kabul eder. Bilge bir kaşık verir adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurur. “Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin.” der. Adam gözü kaşıkta bahçeyi turlayıp gelir. Bilge bakar: “Evet, kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı?” der.

32 NİSAN 2016

Page 34: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Adam şaşkındır... Ama der, ben kaşıktan baş-ka bir yere bakmadım ki... “Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun yağ dolu kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel.” der Bilge... Adam tekrar bahçeye çıkar, muhteşem bir bahçede gördüğü güzellikler karşısında hayran hayran etrafı seyreder. Geri geldiğinde bilge, adama “Bahçe nasıldı?” diye sorar. Adam gördüğü gü-zellikler karşısında çok etkilendiğini anlatır.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri bir beytinde şöyle buyurur:

Yârin cemâlin seyridir kâr u vârımız

Yokdur cihânın varına i’tibarımız

(Sevgilinin güzelliğini seyretmek bizim için en büyük kazançtır. Onun için dünyevî hiçbir şeye itibar etmeyiz. Dünyanın varlığına değer vermeyiz.)

Cenab-ı Hakk’ın cennetteki cemal tecellîsinin dünyaya yansıması olarak insan-ı kâmillerin görmüş oldukları her güzellikte veya iç âlemlerine olan ilâhî cemal huzmeleriyle tecellîleri müşahede etmeleri, onların manevi derecesidir. Onun için de nihai hedefi bildikle-rinden geçici dünya hevesiyle oyalanmazlar.

Halife Harun Reşid’e, o zamanın yabancı bir ülke kralı bir gülfidanı hediye eder. Harun Re-şid, o gülfidanına çok itibar göstererek bahçı-vana verir ve:

-Buna iyi bak. Bahçeye dik. Yetiştiği zaman da ilk çiçeğinden bana getir, der.

Bahçıvan gülü bahçeye diker. Gül çok güzel olmuştur. Aradan zaman geçer, çok güzel bir gül açar. Bahçıvan gülü koparmak için o tarafa doğ-ru giderken, gülün dalına konmuş bir bülbülün yanık yanık öttüğünü görüp onu seyre dalar.

-Nasıl olsa uçar gider. Ben de ondan sonra koparırım, der. Fakat yazık ki, bülbül bir hayli öttükten sonra gülü darmadağın eder. Bahçıvan çok üzülmüştür. Ne diyecektir şimdi padişaha... Doğru padişahın huzuruna çıkıp meseleyi anla-

tır ve üzüntüsünü bildirir. Halife üzülmemesini söyledikten sonra:

- Bu dünya etme bulma dünyası derler. Bu dünya bülbüle de kalmaz, canın sağ olsun, der ve bahçıvanı affeder.

Aradan zaman geçer. Bahçıvan bir gün o bül-bülü bir yılanın yutmakta olduğunu görüp doğ-ru halifenin huzuruna çıkıp vaziyeti anlatır.

- Efendim, keramet gösterdiniz. Hakikaten dünya bülbüle kalmadı, der.

Padişah yine aynı söyleri tekrarlayarak:

- Bu dünya yılana da kalmaz. O da bir gün belasını bulur, der.

O yılan bahçe sulamakta olan bahçıvanın ayaklarına doğru hücum eder. Bahçıvan yılan-dan daha çabuk davranıp elindeki kürekle yı-lanı ortadan ikiye böler ve öldürdükten sonra halifenin huzuruna çıkıp meseleyi anlatır. Hali-fe yine aynı şekilde:

-Bu dünya sana da kalmaz. Sen de bulursun bir gün belanı, der.

Olacak ya, bir suçundan dolayı padişah bah-çıvana kızıp idamına karar verir. Cellatları ça-ğırtır, bahçıvanı ellerine vererek kellesini kes-melerini söyler. Cellatlar adamı alıp götürürler. Fakat hüküm infaz edilmeden önce bir isteği olup olmadığını sorarlar. Bahçıvan:

-Var bir isteğim ama onu ancak padişaha söylerim, başkasına söylemem hiçbir mana ifa-de etmez, deyip padişaha götürmelerini ister.

Bahçıvanın bu isteği cellatların çok acayibi-ne gitmiştir. Durumu halifeye haber verirler. O da görüşmeyi kabul edip ne diyeceğini sorar.

Bahçıvan:

-Sultanım, mesele malumunuzdur. Bu dünya bülbüle, yılana ve bana kalmadığı gibi sana da kalmayacak. Sen beni en ufak bir sebepten cel-latlara teslim ettin. Bu yalancı dünyanın sana

somuncubaba 33

Page 35: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

kalacağını mı sanıyorsun? Bu dünyaya etme-

bulma dünyasıdır, derler diyen sendin, der ve

söyleyeceğinin bundan ibaret olduğunu bildi-

rir.

Bu hatırlatma halifeye çok tesir etmiştir. Bu

adamı öldürüp de elime ne geçecek, diyerek

adamı affeder. Adam da bu şekilde ölümden bir

müddet için kurtulmuş oldu.

Dünyaya İtibar Etmemek

Birçok Allah dostuna, manen simya ilmi veril-

miş olmasına rağmen, onlar zahiren bu çok mü-

him olan nesneye en ufak bir meyil gösterme-

miş, alınlarının teri ile maişetini şereflice temin

etmişlerdir. Kendilerine intikal eden pek büyük

servete dahi itibar etmemişler, el sürmemişler-

dir. Bu konuda Hulûsi Efendi Hazretleri’nin nak-

lettiği bir kıssayı anlatalım:

Darendeli Hacı Aziz Baba

Hazret bir sohbette şöyle anlatırlar: “Daren-

deli Hacılar Mahallesi’nden Aziz Baba adında

bir zat varmış, büyük tüccarmış. Develerle mal

getirir satarmış. Bir gün ticarete dalmış, bakmış

ki güneş batmak üzere, hâlâ ikindi namazını

kılmamış. Hemen kalkmış, bari ikindinin farzını

olsun kılayım, demiş. Namaza durunca karşısı-

na bir seyyah geçmiş: ‘Güya Aziz Baba’da Allah

(c.c.) yolunda çalışıyor, ikindinin sünnetini terk

etti haberi yok’ demiş ve kaybolmuş. Aziz Baba

namazı bitirir bitirmez, kalkmış: ‘Aziz Babanın

malları yağma!’ demiş. O anda mallarını yağma

etmişler. Çocukları da o anda ne aldılarsa miras

olarak o kalmış. Ondan sonra Aziz Baba ibadet-

le taatle ömrünü geçirmiş. Bir gün bir seyyah

evine misafir olmuş. Yemek vakti bir kuru ek-

mek, bir tas da su koymuş sofraya. Ekmeği suya

banıp yemişler. Misafir demiş ki: ‘Böyle kuru

ekmekle gün geçer mi, ben kimyagerim, biraz

altın yapayım, onu götürüp satalım, bir şeyler

alıp yiyelim.’ Bir şeyleri katmış karıştırmış, ce-

binden de, küçücük bir madde çıkarıp katmış.

Biraz sonra ‘Altın hazır, sen bana sarrafı göster,

bunu satalım.’ demiş. Beraberce dışarı çıkmış-

lar, hava yağışlı, yerler ıslakmış. Aziz Baba yer-

den bir avuç toprak almış, seyyah onu görmüş,

fakat bir anlam verememiş. Aziz Baba elini arka-

Darendeli Hacı Aziz Baba’nın Kabri

34 NİSAN 2016

Page 36: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

sına saklayarak sarrafa varmışlar. Seyyah elinde-

ki maddeyi sarrafa uzatarak ‘Şunu mihenge vur

bakalım.’ demiş. Sarraf bakmış, mihenge vurmuş,

‘On dört ayar altın.’ demiş. O anda Aziz Baba eli-

ni uzatmış, elindeki toprak hani köfte sıkarlar ya

onun gibi parmaklarının izi üzerinde: ‘Oğul bir

de şunu mihenge vurur musun?’ demiş. Sarraf

toprağı almış, mihenge vurmuş, şaşırarak: ‘Yirmi

dört ayar altın.’ demiş. O anda seyyahın da şaş-

kınlığını gören Aziz Baba: ‘Oğul biz nemiz varsa

Allah (c.c.) yolunda sarf ettik, Cenabı Allah (c.c.)

da bize bütün hazinelerini açtı, fakat bizim bun-

lara ihtiyacımız yok.’ diye buyurmuş. Seyyah da

yaptığına, söylediğine pişman olmuş. Oğul, Allah

(c.c.) dostlarının dünyaya itibarları yoktur.”5

Hz. Ali (r.a.) Hazreti Ebu Bekir Efendimize hi-

taben:

- Ya Eba Bekir sen hepimize tekaddüm edi-

yorsun! Bunun sebebi nedir, sualine cevaben:

- Halkı iki kısım gördüm. Bir kısmı dünyayı is-

ter, bir kısmı da ahireti. Ben ise yalnız Mevlâ’mı,

Mevlâ’mın rızasını isterim, buyurmuşlardır.

Gerek ashabı kiram, gerek evliyaullah ha-

zeratından bunun gibi yüzlerce, hatta binlerce

misaller getirilebilir.

Gene bir gün İbrahim Ethem Hazretleri, çöl-

de giderken bir kuyu kenarına gelir. Abdest al-

mak için kovayı kuyuya sallar. Yukarı çektiğin-

de kova altın ile dolmuştur. Geri döker. Tekrar

sallar bu defa da kova ağzına kadar en nadide

mücevherle doludur. (Belki bugünkü değeri ile

milyarları aşmaktadır.) ellerini semaya kaldırıp:

- Ya Rab! Bana hazinelerini mi gösteriyor-

sun? Abdest için su istiyorum, niyazında bulu-

nur. Kovayı kuyuya bırakır. Bu sefer çektiğinde

kova su ile dolmuştur. Abdestini alır, namazını

kılar. Gönül sultanları nazarında bir abdest alıp

namaz kılmak bütün dünya ve mafîhadan daha

önemli ve değerlidir.

Oldukça fakir bir derviş yaşarmış vaktiyle.

Zenginliğe hiç itibar etmez, daha çok fakirlerle

oturup kalkarmış. Halk arasında o kadar sevilir-

miş ki, eğer istese küçük bir işaretiyle zengin-

ler ona tüm cömertliklerini gösterirlermiş; ama

o bu yola hiçbir zaman başvurmamış. Bir gün,

dostlarından biri dervişe sormuş: “Servet ayak-

larının altında olduğu hâlde neden bu kadar

yoksulsun? Hiç olmazsa diğer fakirlerle payla-

şırdın onu, neden istemezsin?”

Derviş mütebessim bir şekilde cevap vermiş:

“Ona ulaşmak için eğilmek gerekir de ondan!”

Kalplerin Üç Şey ile Kapanması

İbrahim Edhem Hazretleri şöyle diyor:

“Kalplerimiz üç perde ile kapanmıştır. Bu

perdeler kalkmadıkça kişi, yakîn (hakikatin ger-

çeğini tam anlamıyla kavramak, anlamak) kuv-

vetine ulaşamaz. Bunlar, var olan ile sevinmek,

rağbet olana üzülmek, övülmeye sevinmektir.

Var olan ile sevindiğin zaman açgözlü, rağbet

edilen şeye üzüldüğün zaman sıkıntı çeken

olursun, övülmeye sevindiğin zaman da kendi-

ni beğenmiş olursun ki, buna kibir derler. Bu da

ameli mahveder.”

Yiğit odur ki, bir dünyalık elde ettiğinde

buna gönlünü bağlamaz; bir dünyalık elinden

gittiğinde de bundan dolayı feryat etmez. Zira

bilir ki, mülkün gerçek sahibi Allah’tır. Hiçbir

şey bizim değildir; olsa olsa birer emanettir.

Eğer bizim olsaydı, öldüğümüzde de onları gö-

türürdük.

Dipnot1. İslam Ansiklopedisi, Cemal mad, Süleyman Uludağ, C.7, s. 296.

2. Mehmet Göktaş, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:

38, Erzurum 2012, s. 149-150.

3. Mevlâna Celaleddin-i Rûmî, Mesnevî (Haz. Şefik Can), İstanbul, 2002,

c. VI. s. 570, (3187-3190).

4. Mevlâna, age. c. VI. s. 571, (3196-3197).

5. İsmail Palakoğlu, Gönüller Sultanı Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi,

2005, s.459.

somuncubaba 35

Page 37: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

KÜLTÜR / Enbiya YILDIRIM*

YUVA KURMAK,

“Çocuklarımızı evlendireceğimiz insanların yuvalarına sahip çıkacak insanlar olmasına, değerlerimizin düşmanı

olmamalarına dikkat etmeliyiz. Bunu yapmazsak sonrasında sıkıntı çekilecektir.”

YUVAYI DAĞITMAK

36 NİSAN 2016

Page 38: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Allah insana fıtrî olarak bazı arzular ve duy-gular vermiştir. Bunlar, bülûğ çağından itibaren daha belirgin olmaya başlar. Cin-

sellik bunların başında gelir. Özellikle delikan-lıların bu yöndeki meyillerinin ergenlik döne-minde fazla olduğu görülür. Buna çocuk sahibi olmak da eklenir. Bu yüzden her erkek ile her kızın hayalinde bir yuva hayali, başlarını öpüp koklayacakları yavrulara sahip olma emeli var-dır. Bu gerçek aynı zamanda evliliği geciktirme-den yapmanın önemini de ortaya koymaktadır.

Evlenme Yaşı Büyüyor

Yaşadığımız dönemde eğitim hayatının uza-ması, kezâ iş güç sahibi olup yeterli maddî ha-zırlığı yapabilmenin zorluğu sebebiyle evlilik yaşı otuza doğru yaklaşmış durumdadır. Nite-kim Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye’de 2014 yılında ortalama ilk evlenme yaşı, erkekler için 26,9, kadınlar için de 23,7 ol-muştur. Bu, hayatın getirdiği zarûrî durumun bir sonucudur. Ancak durumu müsait olanların bu kadar geciktirmemeleri gerekir. Çünkü hem ruh hem de beden sağlığı açısından evliliğin erte-lenmesi çeşitli sıkıntılara sebep olabilmektedir.

Bununla birlikte, insan her türlü imkâna sa-hip olsa bile evlatlarını çocuk denecek yaşta evlendirmekten sakınmalıdır. Çünkü evliliği “evcilik oynamak sanmak” ile “evliliği anlamak” arasında büyük fark vardır. Bu nedenle ileride büyük problemler yaşamamak için, yavruları-mızın evliliğin ne anlama geldiğini anlayacak olgunlukta olup olmadıklarına dikkat etmemiz gerekir. Buna dikkat edilmeden çocuk yaşta veya olgunluk düzeyi çocukluk seviyesinde seyrederken evlendirilen gençlerin, evlilikleri-nin uzun sürmediğine çok şahit olmaktayız.

İslâm Evlenmeyi Teşvik Eder

Evlilik fıtrî ihtiyacın karşılanması ve nesille-rin devam etmesi açısından elzemdir. Rabb’imiz Kur’an’ında evliliği teşvik etmektedir. Bir âyette evlilikteki güzelliklere dikkat çekerek şöyle bu-yurmaktadır: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda

bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (var-lığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”1

Bunun yanında Rabb’imiz evliliği teşvik et-mektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde var olan câriye ve köleler de dışarıda bırakılmaksı-zın bekârların evlendirilmesi hususunda şöyle buyurmaktadır:

“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zen-ginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.”2 Bu âyette maddî durumu yerinde ol-mayanların da evlendirilmesi için çaba gösteril-mesi, onlara yardımcı olunması emredilmekte-dir. Çünkü bekârlığın uzaması pek çok sıkıntıyı da beraberinde getirecektir. En başta da harama düşme tehlikesi baş gösterecektir. Günümüzde genç erkeklerin zinâ batağına düşmesinin en büyük sebebi cinsel ihtiyaçlarını helal yoldan karşılayamamalarıdır. İmânî duyguları zayıfsa bu yola çok kolay bir şekilde girebilmekte ve bu, başka haramları da peşinden getirmektedir. En kötüsü de insanın dininden uzaklaşmasına sebebiyet vermektedir.

Şu hadiste anlatılanlar ise evliliğin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır: Üç kişi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in eşlerinin evlerine ge-lirler ve Hz. Nebi (s.a.v.)’nin ibadetlerinden so-rarlar. Kendilerine Rasûlullah’ın evde ne kadar ibadet yaptığı haber verilince, bunu azımsarlar. Sonra da, “Biz nerede, Hz. Peygamber nerede? Şüphesiz Allah onun geçmiş ve gelecek gü-nahlarını bağışlamıştır. (O affedildiği için fazla ibadet yapmasına gerek yok. Ama biz öyle de-ğiliz, daha fazla ibadet yapmamız lazım)” der-ler. İçlerinden biri, “Ben geceleri daima namaz kılacağım!” der. Diğeri ise, “Ben her zaman oruç tutacağım ve hiç orucumu açmayacağım!” diye karşılık verir. Başka birisi de, “Ben de kadınlar-dan ayrı yaşayacağım ve hiç evlenmeyeceğim!” diye karar alır.

somuncubaba 37

Page 39: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

O esnâda çıkıp gelen Hz. Peygamber (s.a.v.) onların bu sözleri üzerine şunu söyler: “Siz-ler şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz! Dikkat edin! Allah’a yemin ederim ki, şüphesiz ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en muttakî olanı-nızım. Buna rağmen bazen oruç tutarım bazen oruçsuz olurum. Gecenin bir kısmında namaz kı-larım bir kısmında uyurum ve kadınlarla da evle-nirim. Bu benim sünnetimdir! Her kim benim sün-netimden yüz çevirirse o kimse benden değildir!”3

Evlenemeyenlere Düşen Görev

Allahu Teâlâ evlenme imkânı olmayanların sabırlı olmalarını ve yanlış yola düşmemelerini ferman ederek şöyle buyurmaktadır: “Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendi-lerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusun-lar.”4 Çünkü bu o kadar tehlikelidir ki, zinâya düşenlerin, haramın câzibesi sebebiyle evlilik-lerinden sonra da bu yanlıştan kendilerini ko-ruyamadıkları olmaktadır. Bu sebeple insanın kendisine sahip olması ve harama düşmekten şiddetle kaçınması gerekmektedir. Hz. Peygam-ber (s.a.v.) evlilik imkânı bulamayan gençlerin

oruç tutarak nefislerini dizginlemelerini tavsi-ye etmişler ve şöyle buyurmuşlardır: “Ey genç-ler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yeten ev-lensin! Çünkü evlenmek gözü haramdan çok iyi korur, iffeti iyi muhâfaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun! Çünkü oruç onun için bir kalkandır!”5

Biz Müslümanlara düşen görev, etrafımızda tanıdığımız ve ahlâklarını beğendiğimiz genç-lerin evlenmelerine yardım etmektir. Bu, sosyal sorumluluklarımızdandır. Onları haramlardan korumak ve mutlu bir yuva sahibi olmalarına aracılık etmek durumundayız. Bu yüzden de gerek maddî destek vererek ve gerekse evle-necekleri münâsip eşleri bularak yardım elimizi uzatmalıyız. Bu İslâm kardeşliğinin gerektirdiği bir ödevdir.

Eş Seçiminde Gözetilmesi Gereken Önemli Bir Husus

Çocuklarımızı evlendireceğimiz insanların yuvalarına sahip çıkacak insanlar olmasına, değerlerimizin düşmanı olmamalarına dikkat etmeliyiz. Bunu yapmazsak sonrasında sıkıntı çekilecektir.

Boşanmalar

Evlilik Allah ve Rasûlü’nün teşvîk ettiği bir durum olmakla birlikte ülkemizin sosyal haya-tının en büyük problemlerinden birisi boşan-malardır. Gerek Türkiye’de olsun ve gerekse yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızda olsun, boşanma oranı hızla artmaktadır. Türkiye İsta-tistik Kurumu’nun verilerine göre, 2014 yılında boşanmalar bir önceki yıla göre % 4,5 artmış-tır. Başka bir ifadeyle 130 bin 913 aile yuvası-nı dağıtmıştır. Boşanmaların %39,6’sı evliliğin ilk 5 yılı, %21,8’i ise evliliğin 6-10 yılı içinde gerçekleşmiştir. Bu korkunç bir durumdur ve rakamın artarak devam edeceği aşikârdır. Oysa insanlar yuvalarını mutlu olmak, aynı yastıkta bir ömür sürmek ve kucaklayacakları çocukları olsun diye kurmaktadırlar. Ancak bazen bir yıl bile dolmadan yuvaların dağıldığı olmaktadır.

38 NİSAN 2016

Page 40: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Yuvaların dağılma sebepleri elbette pek çoktur, ancak en büyük sorun eşlerin sınırla-rını bilmemeleridir. Durulması gereken hudut aşıldığı zaman evlilik kurumu yürümemektedir. Bunun yanında şu hususlar da yuvanın dağıl-masında etkili olmaktadır:

1- Millî ve manevî değerlerimizden uzakla-şılması. Aile kutsiyetinin insanların gözünde de-ğersizleşmesi. Oysa mü’minin İslâm’ın belirle-diği çizgideki her ameli ibadettir ve aile yuvası da bunun bir parçasıdır. Bu sebeple bu ibadetin içindeki her şey sevaptır. İnsanın helal yoldan cinsel ihtiyacını gidermesinden tutun da, eşinin ağzına koyduğu lokmaya varıncaya kadar her bir şey buna dâhildir. Çünkü yuva kurulurken çok güzel niyetlerle bir araya gelinmiştir. Ancak bu değerlerden uzaklaşıldığı zaman, yuvanın mânevî büyüsü kaybolmakta ve her şey maddî düzleme inmektedir. Böyle olduğunda da en küçük problem dayanılmaz hâle gelmekte ve hemen mahkemeye koşulmaktadır.

2- Önceleri toplumumuzda ailenin geçimi tamamen erkeklerin omuzundaydı ve bu durum bazı şuursuz erkeklerin eşlerini hakir görmesi-ne, onlara köleleriymiş gibi davranmasına se-bebiyet veriyordu. Erkek, “parayı ben kazanıyo-rum, her dediğim olacak” anlayışında olduğun-dan, kadına bakışı onu bir eş olarak görmenin çok altında kalıyordu. Kadınlar da alternatifleri olmadığından, sığınacak yer bulamadıklarından bir ömür boyu bu zulme katlanmak zorunda ka-lıyordu. Ancak ekonomik özgürlükleri kazanan bayanların artık böylesi bir baskıya tahammül etmek yerine boşanmayı tercih ettiklerini görü-yoruz. Ancak üzücü olan şu ki: Maddî özgürlüğü kazanmak bayanlardaki sabır duygusunu bazen törpülemekte ve kazandıkları paranın gücüyle eşlerinden ayrılmak için mahkemenin yolunu tutabilmektedirler. Oysa karşılıklı olarak bazı yanlışlara sabredilebilse yuvayı ayakta tutmak mümkün olacaktır. Dolayısıyla duygusallıkla aceleci davranılmaktadır.

3- Günümüzde ailelerin dağılmasının bir sebebi de maddî açgözlülüktür. Değerlerden

uzaklaşmamıza paralel olarak kanaat duygu-muz da zayıfladı. Etrafımızdaki insanların şaşalı yaşantıları bizleri derinden etkilemekte kezâ hep daha fazlasını istediğimizden dolayı yuva-mızı dağıtıp özgür kalmayı ve istediğimiz gibi harcama yaparak hayatın tadını çıkaracağımızı sanmaktayız. Ancak yuvalarını dağıtıp da sonra-sında huzur bulanların sayısı hayatı kararanlara göre çok azdır. Bunu etrafınızdaki boşanmış in-sanların hayatında görebilirsiniz. Yaşamlarında-ki düzen dağılmakta ve amaçsız bir ömrün içine sürüklenmektedirler.

Unutmamak gerekir ki, evlenmek nasıl insânî bir eylem ise boşanmak da aynı şekilde insânî bir eylemdir. Ancak yuvanın dağıtılması dinimizin aslâ arzulamadığı bir durumdur. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v.), “Allahu Teâlâ nazarında, helallerin en sevimsizi talâktır.”6 bu-yurmuşlardır. Bu yüzden şu üç günlük dünya-da eşlerimizin kusurlarına tahammül gösterip yuvamızı korumalıyız. Boşandıktan sonra haya-tımızın eskisinden büyük ihtimalle daha kötü olacağını unutmamalıyız. Her şeyden önemlisi, varsa çocuklarımız, onlar için yuvamıza sahip çıkmalıyız. Aksi takdirde boşanma sonrası ço-cuklarımız her aklımıza geldiğinde veya onları her gördüğümüzde zihnimize gelecek olan tek şey hüzün olacaktır.

Rabb’imizin âyeti ile Sevgili Peygamberimiz’in hadisi hayat rehberimiz olmalıdır: “Onlarla (ka-dınlarla) güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoş-lanmıyorsanız (sabredin). Hoşlanmadığınız bir şeyi Allah, çok hayırlı kılmış olabilir”7, “Bir kimse, hanımına kızmasın, kin tutmasın. Onda hoşlan-madığı huylar varsa, ona mukâbil, memnun ola-cağı huylar da vardır.”8

Dipnot*Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM1. 30/Rûm, 21.2. 24/Nûr, 32.3. Buhârî, 5063.4. 24/Nûr, 33.5. Buhârî, 5065.6. Ebû Dâvûd, 2178.7. 4/Nisâ, 19.8. Müslim, 1469.

somuncubaba 39

Page 41: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

TARİH / Resul KESENCELİ

MEDİNE MÜDAFAASI: GERÇEK BİR KAHRAMAN;

ÖMER FAHREDDİN PAŞA“Fahreddin Paşa, elinde kalan az sayıda kuvvetle hem bu çöl yolunu,

hem de Medine’yi müdafaaya devam etti.”

40 NİSAN 2016

Page 42: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Anne tarafından Akıncı Beyi Bali Bey’in soyundan olan Ömer Fahreddin Paşa, 1868’de Tuna Nehri kıyısında Rusçuk’ta

doğmuş, Cihan Harbi’nin sonunda, bütün Anadolu’nun “Eyvah bunca şehitlere, bunca fedakârlığa rağmen, artık her şey bitti.” ferya-dıyla karanlıklara gömüldüğü günlerde, uzak-lardan, Ravza-i Mutahhara’dan bir fecir yıldızı gibi parlamıştır.

Fahreddin Paşa ve Medine Müdafaası başta olmak üzere cephelerde bulunan askerler, sa-dece düşmanla değil, nereden geleceğini bil-medikleri ihanetlerle, hainliklerle, casuslarla da savaşıyorlardı. Lâkin tüm bunlardan da önemli-si, belki de, açlık tehlikesiyle, hastalıkla ve yok-lukla da savaşmalarıydı. Fahreddin Paşa, demir-yolunda nöbet tutan askerlerin her gün üçer beşer güneş çarpmasından öldüğünü görür. Önce nöbet saatini yarım saate kadar indirir. Sonra, her nöbetçi askerin yanına bir saka ko-yar. Yani nöbete iki kişi çıkılır, biri saka… Bir de “samyeli” korkusu, tehlikesi vardır. Serinlemek için akşamları göğsünüzü açtığınızda; vücudu-nuza giren mızrak gibi yel, öldürücü hastalıkla-ra dönüşüyor. Bir de incecik, sıcacık çöl kumu, boğaz ve burun deliklerinden kupkuru tabaka oluşturup, nefes almayı imkânsızlaştırır… Her karakolumuza günde ancak birkaç matara su verilebiliyordur. Hurma sepetleri şemsiye diye kullanılır!...

Fahreddin Paşa’nın günlük emirlerine bak-tığımızda, başta sıtma olmak üzere yüzlerce hastalığın kol gezdiğini anlıyoruz: “Ağız yara-larından diş etleri çürüyor ve dişler dökülü-yor. Yemekler lâyıkıyla öğütülemiyor. Mide ve

bağırsak hastalıkları, hazımsızlıklar, ishaller baş gösteriyor. Vücut zayıf düşüyor. Her hafta bütün erlerin ağızları doktorlar tarafından mu-ayene edilecek. Ağız yaralarının tesirleri erlere akılları ereceği gibi anlatılacak. Ağızları kirli ve yaralı askerlere günde iki üç defa koku giderici ilaçlar ile sulandırılmış tentürdiyot gibi karışım-larla gargaralar yaptırılacak…”

Medine Müdafaası

Fahreddin Paşa’nın savunduğu Medine dı-şındaki hemen hemen bütün merkezler, asile-rin eline geçmişti. Medine kuşatma altındaydı. Fahreddin Paşa komutasındaki Hicaz Seferî Kuvvetleri, Medine kuşatmasını püskürttü. İngi-lizlerin büyük ümit bağladığı isyancı kuvvetler sayıca üstünlüklerine rağmen bozguna uğra-mış, Fahreddin Paşa fiilen katıldığı savunma-nın ardından Medine’yi kontrol altına almıştı. Osmanlı’nın, Filistin ve Hicaz’ı aynı anda savu-nacak gücü kalmayınca; Kudüs’ü kurtarmak için Medine’deki kuvvetlerin Filistin’e kaydırılma-sına karar verilmişti. Medine’nin boşaltılması haberini alan Fahreddin Paşa, Cemal Paşa’ya şu telgrafı çekmiştir: “Bu mukaddes şehri, Hazret-i Peygamber’in  Ravza-i Mutahhara’sını mühim ağırlıkların sevkinden sonra,  son dakikaya ka-dar muhafaza ile ecdadımızın Medine’ye, ana-vatanın kıblegâhına yerleştirmiş oldukları bay-rağımızın bana kaldırtılmamasını kemâli hür-metle istirham ederim.” 

Fahreddin Paşa, hiç değilse Medine’nin sa-vunması için kendisine bir piyade alayı ve bir batarya bağışlanmasını taleb edecek; askerî strateji gereği Medine’nin boşaltılması kararını verenlerden Cemal Paşa, Fahreddin Paşa’nın; Enver Paşa da, Talat Paşa ve Padişah’ın etkisiyle kararlarını değiştireceklerdi. Bu biraz da hissî bir tavır anlamına geliyordu. Enver Paşa ile Cemal Paşa ilk önce istemeye istemeye, harp durumu gereği verdikleri boşaltma kararından, sadece kalplerinin sesini dinleyerek vazgeçmişler, Fah-reddin Paşa’nın çığlığına kayıtsız kalamamışlar-dı. Medine boşaltılmayacak ve sonuna kadar da savunulacaktı.

somuncubaba 41

Page 43: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Bu yeni durum karşısında yeni tedbirler alın-ması gerekiyordu. Medine’de silahlı kuvvet dı-şında bulunan ve artık beslenmeleri güçleşen kimselerin, fazla yük olmamaları için çıkarılıp Şam’a gönderilmeleri gerekiyordu.  Fahreddin Paşa yağma ihtimaline karşı Medine’de Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in kabrinde bulunan “Mukad-des Emanetler”in İstanbul’a nakledilmesini tek-lif etti. Çünkü Medine’nin İstanbul’la irtibatını sağlayan demiryolu kısmen yağmacıların eline geçmiş, ulaşımın zorlaşması ve Anadolu’yla ir-tibatın kesilmesi söz konusu olmaya başlamıştı. Paşa, bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettiği mukaddes emanetleri, sağ salim İstanbul’a ulaş-tırıyordu. Mukaddes emanetlerin yanında, hasta ve tebdili havalı erler, subay ve memur aileleri, bin kadar subay, er, memur, Mevlevî sıhhiye bö-lüğü, 130. Alay’ın bir taburu da Medine’den gi-diyordu. Yerli ahalinin de bir kısmı şehir dışına çıkınca, toplam nüfus 40 bin eksilmişti.

Rahmet - Bereket

Fahreddin Paşa, elinde kalan az sayıda kuv-vetle hem bu çöl yolunu, hem de Medine’yi mü-dafaaya devam etti. Fakat Hicaz Demir Yolu’nun Medine’ye yakın olan Tebük-Medain arasındaki istasyonunun düşman eline geçmesinden son-ra Medine Kalesi isyancılar tarafından kuşatıl-dı. Hiçbir yerden yardım alamaz durumda olan halk ve asker arasında açlık ve hastalık hüküm sürmeye başladı. Hurmadan başka yiyebilecek hiçbir şey kalmamıştı. Medine açlıkla boğuşur-ken birden bire gökyüzünden çekirge yağmaya başladı. Herkes elde kalan bir avuç tahılın, hur-ma ağaçlarının mahvolacağını düşünerek çekir-gelere korkuyla bakıyor; “Eyvah, Medine şimdi bitti!” diye ah çekiyordu. Fahreddin Paşa ise Afrika’dan Sina’yı geçerek Medine’ye musallat olan çekirgelerini nimet olarak değerlendirmiş-ti. Ona göre bu bir afet değil, göklerden gelen bir ikramdı. Paşa, okuduğu eski kitaplar arasın-da, Hazret-i Peygamber (s.a.v.) döneminde de Hicaz’da böyle bir çekirge istilasının olduğunu ve Peygamberimiz’in çekirge ile ilgili birtakım hadislerinin bulunduğunu hatırladı. Bu ha-

disleri arayıp bulan Fahreddin Paşa, buradan hareketle çekirge yemenin sünnet olduğuna hükmederek bunu askerlerine aktardı. Çekirge kurusunu çerez gibi yerken, çekirge unundan ekmek yapıp günlerce bu şekilde beslendiler. Gökten yağan çekirgeler, rahmet ve bereket ol-muş, müdafaaya büyük katkı yapmıştı.

Askerlerine şöyle diyordu Paşa: “Serçe ku-şundan ne farkı var? Yalnız tüysüzdür. Fakat serçe gibi kanatlı ve uçar ve yeşilliklerle besle-nir. Serçe gibi huysuz, serçe kadar asabi, yediği şeyleri titizlikle seçer, temiz ve taze şeyler yer. Hem de tiryaki ve keyif sahibidir. Tütün ve li-mondan pek zevk alır. Sonra topluca yaşamayı sever. Nereye gitse, hep beraber, kafile hâlinde gider, birbirinden ayrılıp, dağılmazlar. Tıpkı ser-çeler gibi... Hicaz ve Yemen Araplarının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlık ve çe-vikliklerini çekirgelere borçludurlar. Fahreddin Paşa, askerin hem moralini yüksek tutmak, hem de açlığını gidermek için tüm bilgi ve birikimini ortaya koyuyordu. Kavurucu sıcak altında, düş-manla ve yoklukla mücadele de böylece sürü-yordu.

Mondros Ateşkesi’ne Karşı Örnek Mücadele

Şam işgal edilmişti. Osmanlı İmparator-luğu Filistin, Lübnan, Suriye, Irak ve bütün Arabistan’ı fiilen kaybetmişti. Bir tek Medine direniyordu. İşte böyle bir durumda, 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesi imzalandı. Sadra-zam Ahmet İzzet Paşa imzalı acele bir telgraf-la Osmanlı Ordularına şöyle duyuruldu: “Dört seneden ziyade din ve namus uğrunda akıllara sığmayacak fedakârlıklar gösterildikten sonra, içinde bulunduğumuz devletler birliğinin mağ-lubiyet ve büyük güçsüzlüğe uğraması Osmanlı Devletimizi, İtilâf Devletleri’yle antlaşma yap-maya zorladı.”

Antlaşmanın bir maddesinde Hicaz ve Yemen’de bulunan Osmanlı Kıtaları ve garni-zonlarının en yakın İtilâf Devletleri kumandanı-na teslimi şartı bulunmaktaydı. Mütareke habe-

42 NİSAN 2016

Page 44: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

ri değişik kanallardan Medine’ye yayıldığında, Fahreddin Paşa askerlerini ve Medine’nin ileri gelenlerini Harem-i Şerif’te topladı. Topluca kı-lınan öğle namazından sonra, Fahreddin Paşa, Ravza-i Mutahhara’nın gümüş parmaklığı önün-de, bir müddet durup kendinden geçmişçesine dua ettikten sonra, büyük bir al sancağı göğsü-ne dolayarak, minbere çıktı. Nefesler tutulmuş, tüm dikkatler Paşa’ya verilmişti. “Ey Nas! Size bin üç yüz yıl öncenin bu kubbeleri çınlatan ilâhî, mukaddes sesiyle hitap ediyorum. Ve mübarek kabrinde diri olan Peygamberi Zişa-nımızı Hazret-i Muhammed (s.a.v.) huzurunda ahd ü peyman ederek diyorum ki: ‘Biz ne ka-dar kuvvetli düşmanlar karşısında bulunur-sak bulunalım, Allahu Teâlâ’nın izni ve O’nun Rasûlü Ekrem’inin şefaati ile zerre kadar fütur getirmeden mukaddes bildiğimiz mücadelemi-ze devam edeceğiz. İngiliz altınlarına karşılık, İslâm kanı dökmekten zevk alan karşımızdaki-ler Medine’nin Suriye ile yegâne bağlantısı olan demiryolunu muhtelif yerlerden kestikten son-ra Bedevilerin şehre erzak getirmelerini men ile Medine’yi cebren alacaklarından bahisle, şim-diden teslim olmamızı teklif ediyorlar.

Ey Nâs! Malûmunuz olsun ki, şecî ve kahra-man askerlerim, bütün İslâm’ın sırtını dayadığı yer, mânevî gücünün desteği, Hilâfetin göz-bebeği olan Medine’yi son fişeğine, son dam-la kanına, son nefesine kadar muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Bu asker Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-i Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saa-det minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teâlâ bizimle beraber-dir. Şefaatçimiz O’nun Rasûlü Peygamberimiz Efendimiz’dir. Ey bütün tarihi eşsiz kahramanlık-lar, şan ve şereflerle dolu Osmanlı Ordusu’nun yiğit zabitleri! Ey her cenkte cihanı tir tir titret-miş, asla kimseye boyun eğmeyerek daima na-mus ve din borcunu kanıyla ödemiş kahraman Mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlatlarım! Gelin, hep beraber Allah’ın ve işte huzurunda huşû ve

vecd içinde gözyaşları döktüğümüz Peygambe-rinin karşısında hep beraber, aynı yemini tekrar edelim ve diyelim ki, Ya Rasûlullah, biz seni bı-rakamayız!”

Bir ânda sanki gökler gürlemiş, yer yerinden oynamıştı. Kubbeler yeminlerle çınlıyordu. Son sözünü gözyaşları içinde haykıran Paşa, min-berden ağır ağır inerken kendisini Mehmetçiğin kollarında buldu. Allah Rasûlü’nün huzurunda, kumandan da, subay da, er de Allah Rasûlü’nün ümmetiydi. Âdeta bir bayram sabahı gibi neşe vardı, herkes birbiriyle kucaklaşıyordu. Fahred-din Paşa, 6 Kasım 1918’de Ahmet İzzet Paşa’dan gelen emre net bir cevap vermemişti. Paşa oralı bile değildi. Askerleri gerekli müdafaa tedbir-lerini almaya sevk ediyordu. Fahreddin Paşa gökyüzünü bir alev gibi kaplayan güneş altın-da, bir damla su için çatlak dudaklarıyla mata-ra ağızlarına yapışan Mehmetçikle birlikte bir destan yazıyor; Medine’den Millî Mücadele’ye de taşınacak olan bir meşale yakıyor, teslim ol-muyordu!

Osmanlı Devleti’nin silâh bıraktığı Mondros Ateşkesi’nden sonra, 70 gün Medine’nin savun-masını terk etmeyen Ömer Fahreddin Paşa, “Ya Rasûlallah! Ben seni nasıl bırakırım.” yakarışla-rıyla Ravza-i Mutaharra’nın başında bekliyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’le son kez veda-laşmaya giden Paşa, birdenbire yaverine “Bura-da kalacağız!” dedi. Ancak; İngilizlerin, Paşa’nın teslim olması yönünde artık çok büyük bir bas-kısı vardı. Kaderdi... Takdir-i İlâhî idi.  Bunlara rağmen; Paşa, kılıcını düşmana teslim etmiyor, Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in mescidine ema-net olarak bırakıyordu.

Kaynakça

Feridun Kandemir,  Fahreddin  Paşa’nın Medine Müdafaa-sı “Peygamberimizin Gölgesindeki Son Türkler”, 4. Basım, Yağmur Yayınları, İstanbul 2006.

Hayreddin Soykan, “Halkın Kahraman veya Rol Modeli İhtiyacı Üzerine”, İstanbul 2010.

Bkz. Mondros Ateşkesi Maddeleri…Necip Fazıl Kısakürek, Hitabeler, 9. Basım, Büyük Doğu Yayın-

ları, İstanbul 2007.Necip Fazıl Kısakürek, Kanlı Sarık, 10. Basım, Büyük Doğu Ya-

yınları, İstanbul 2007.

somuncubaba 43

Page 45: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

KÜLTÜR / Bilal KEMİKLİ*

BURSA’NIN KUTBU:

EMİR SULTAN HAZRETLERİ

44 NİSAN 2016

Page 46: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Sultanu’ş-Şu’arâ Ahmet Paşa’nın,

Ey hâce yüz kez ağzımı yursam gül-âb ile

Layık değil ki yâd-ı gedâ neyleyem senin

beytiyle ifade ettiği acziyeti hatırda tutarak Emir Sultan’ı konuşacağız… Uludağ’ı, gördüğü-müz noktadan tavsif etmeye kalkışacağız.

Bu acziyetin farkında olarak şu soruyu sora-lım: Emir Sultan kimdir?

Emir Sultan, Bursa’nın kutbudur… Ulu Camii ise, Bursa’nın kalbi.

Kutbun kalb ile olan rabıtası malumunuz-dur… Caminin yerinin tespiti, imamın görevlen-dirilmesi, ilk sohbeti yapacak olan şehrin sırlı sakinlerinden Somuncu Baba’nın tespiti…

Zaviyesi ile şehri genişletmesi... Kurucu şah-siyet. Yeni bir şehir, yeni bir idrak

Şehre dokunan kâmil… Ruhaniyetli şehri tanzim eden bir “kurucu şahsiyet”.

Bir ilim, irfan ve sanat muhiti inşa eden mer-kez şahsiyet. Kutup, merkez şahsiyet…

Sufiler kutup kavramını iki şekilde anlar:

Kutb-i ebdal (kutb-i medar), kozmik âlemin, âlem-i kebirin merkezi olan insan, Kutb-i irşad, âlem-i sagîr olan insanı merkeze dönüştüren mürşid.

Emir Sultan bu iki anlamda da bir kurucu merkez şahsiyet; şehre değer kattı, şehri inşa etti, şehri yeniledi… İlim ve irfan muhiti inşa ederek insanı yeniledi.

Emir Sultan, Şehre Rahmettir

Sözümüzün başında adını andığımız, bir beytini okuduğumuz Ahmet Paşa, Fatih’in ho-casıdır. Kaderin Bursa’ya sürgün olarak gönder-diği bir büyük zat… Bursa Beylerbeyi, Sultanu’ş-şuarâ Ahmet Paşa, bir dönem Emir Sultan Vakfı mütevellilerinden olarak dergâha da hizmet et-miştir. Emir Sultan’ı şehrin kutbu olarak görmüş ve şöyle tavsif etmiştir:

Ey âlem-i vilâyete sultân olan Emir

V’ey milk-i Rûm’a rahmet olan Emir

Sultanlık vasfı, kutb-ı medâr olduğuna işa-rettir. Rahmet ise, kutb-ı irşâd demektir.

Erguvan; birlik dili…

Emri Sultan, yaşayan yönüyle bize Erguvan’ı hediye etti… Erguvan Bayramı.

Eğirdir’de, o vakitki adıyla Cennetâbâd’da sırlanmış olan Şeyhülislam Berdaî ve ahfâdı, Er-guvan zamanı Bursa’ya gelirlermiş.

Şeyhülislam Berdâî’den sonra, onun halife-si olan Eğirdirli Pîrî Halife, Abdüllatif Kudsî’ye misafir olarak Konya’da ikamet ederken, ondan feyz almıştır. Şimdi Emir Sultan’a komşu olan Abdüllatif Kudsî, Zeynüddin Hâfî’nin halifesidir. Bu irfan yolunu Anadolu’ya getirmiştir.

Daha başka gelenler de olmuştur… Erguvan, Emir Sultan’ın dokunuşuyla dervişlerin buluş-masına sem-bol olmuştur.

Sembol oluşturmak, varlığı yeniden isimlen-dirmektir.

Sembolü kim oluşturur? İnsan-ı kâmil… İnsan-ı kâmil, bilge kişi.

Bu bilge kişiler kültür çekirdeğidir. Daha doğrusu, sözleri, sükûtları ve davranışları çekir-dektir; onlar bu çekirdeği, insan toprağına eken çiftçilerdir.

Bu çekirdeğin özünde, iyilik ve güzellik var-dır. Bu çekirdeğin özünde, hüsn-i niyet, hüsn-i zân var. Bu çekirdeğin özünde, zevk-i selîm, akl-ı selîm, kalb-i selîm ve hiss-i selîm var.

Anadolu toprağını mayalayan büyük ruh-lar, bilge şahsiyetler, erenler, medeniyetimizin kurucu şahsiyetleridir. Varlığı hikmet nazarıyla okuyup yeniden isimlendirerek sembole hayat verenler onlardır.

Erguvan’ı birlik ve beraberlik, hoşgörü ve sevginin sembolü hâline getiren bilge şahsiyet, Emir Sultan’dır.

somuncubaba 45

Page 47: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Kimdir Bu Büyük Ruh?

Bir gezgin derviştir.

Asıl adı Şemseddin Muhammed olan Emir

Sultan, seyyid olduğu için Emir, çömlekçilik ya-

parak geçimini sağladığı için de Külâl unvanıy-

la anılan Buharalı tanınmış sûfîlerden Seyyid

Ali’nin oğludur.

Tasavvuf tarihi içerisinde Emir Külâl unvanıy-

la anılan bir başka sûfî daha vardır; Bahâeddin

Nakşîbend’in mürşidi Emir Külâl. Ayını unvanı

taşıyan bu iki şahsiyeti bir biriyle karıştırma-

mak gerekir.

Bu iki “emir” seyyiddir; ancak yakınlıkla-

rı var mıdır? Onu bilemiyoruz… Şu var ki, Emir

Buharî’nin babası olan Emir Ali, Kübreviyye

Tarikatı’na mensuptur. Emir Kulâl ise, Hâcegân

Tarikı’ndandır.

Burada açıkça ortaya çıkan husus şudur; Emir Sultan tarihi tam olarak tespit edilemese de –bazı araştırmacılar 770/1368’de doğdu-ğunu söyler- dönemi içerisinde ilim, kültür ve sanat merkezi olan Buhara’da sûfî bir aile içine doğmuştur.

Menâkibnâmeler’de verilen silsileye göre, soyu yedinci imam Mûsâ Kâzım’ın oğlu İbrahim’in soyundan gelmektedir.

Şemsedin Muhammed, ilim ve irfan yolunda genç bir çömlekçi olarak hayatını idame ettirir-ken genç yaşta babasını kaybetmiştir.

Bu hadise onun hayatında önemli bir dö-nüm noktasıdır.

46 NİSAN 2016

Page 48: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Şemseddin Mehmet de babasının ölümün-den sonra, Seyyid Usûl, Seyyid Nâsır, Seyid-Ni’metullah ve Baba Zâkir gibi dostlarını yanına alarak, hacca gitme arzusuyla, muhtemelen ba-basından kalan çömlekçi dükkânından çıkmış ve doğup büyüdüğü ata yurdundan ayrılmıştır.

İki Rüya ve İki Yol

Şemseddin Mehmet’in Emir Sultan olma sürecinde hayatında etkili olan iki rüya vardır. Bu iki rüya sebebiyle yola çıkmıştır. İlkinde Buhara’dan Medine’ye, ikincisinde Medine’den Bursa’ya gelmiştir.

İlkinde genç çömlekçi rüyasında babasını görmüş, babası ona Medine’yi ziyaret etmesini söylemiştir. Bir rüyayla başlayan yolculuk, aynı zamanda Şemseddin Muhammed’in ruhanî yol-culuğu anlamına da gelir.

İkinci rüya, Bursa’ya gelmesiyle ilgilidir. Medine’de gördüğü bu rüyaya göre, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından insanlara İslâm ahlâkını öğretmek üzere Diyâr-ı Rûm’a gelmesi istenmiştir.

Tarihî kaynaklar onun, Yıldırım Bayezid za-manında Bursa’ya geldiğini söyleseler de açık bir tarih vermezler. Ancak, onun 1394 yılları ci-varında Bursa’ya geldiği düşünülmektedir.

Bursa’ya yerleşmesine ilişkin farklı menkı-beler de rivayet edilir. Her ne ise, artık Buharalı genç derviş Seyyid Şemseddin Muhammed’in, artık bir Bursalı, bir Osmanlı olduğu kesindir. Nitekim kısa zamanda şöhreti bütün bir Bursa’yı kaplamış olmalı ki, onun Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun ile evlendiğini görüyoruz.

Daha sonraki dönemlerde o, dönemin hali-fesi tarafından Yıldırım’a “Anadolu’nun Sultanı” unvanı verildiğinde, ona kılıç kuşatacaktır. Bu demektir ki, saray nezdinde de kısa zamanda önemli bir mevkie ulaşmıştır.

Çelebi Mehmed’e ve II. Murad’a da kılıç ku-şattığı malumdur.

Sadece halk nezdinde değil, şehrin kültür ve ilim hayatına yön veren, siyasî ve sosyal olay-lara müdahil olan, dönemi itibarlı şahsiyetleri olan ulema ve meşâyih tarafından da takdir edilmiştir. Bu dönemin meşhur simaları olan Molla Fenarî, Molla Yegân ve Alî-i Rûmî gibi ze-vatla yakın ilişki içerisinde olduğu söylenir.

Bir süre Molla Fenarî’den Sadreddin-i Konevî’nin Miftâhu’l-gayb isimli eserini okudu-ğu da rivayet edilir.

Bir gezgin derviş olarak geldiği Bursa’da Şemseddin Mehmed, yeni bir unvana daha doğrusu yeni bir ada kavuşacaktır. Buhara’dan Mekke ve Medine’ye oradan Bağdat yoluyla Bursa’ya gelen bu dervişin adı, artık Emir Sul-tan, Emir Seyyid veya Emir Buharî olarak anıla-caktır.

Erguvanın Gölgesinde Üç Kandil

Gezgin derviş, Medine’de gördüğü bir rüya üzerine Bursa’ya gelmiş ve burada Emir Sultan olarak anılır olmuştur. Onun Medine’de gördü-ğü rüyada, Diyâr-ı Rûm’a gitmesini salık veren Hz. Peygamber (s.a.v.), onun bu yolculuk süre-sinde önünde üç kandilin belireceğini ve bun-ları nerede gözünde kaybederse orada yerleş-mesini tembih etmiştir.

Menkabevî anlatımdaki bu üç kandilin sem-bolik değeri neye tekabül eder? Bunun üze-rinde ayrıca durmak gerektir. Rivayete göre bu kandiller, onunla birlikte Bursa’ya kadar gelmiş-tir. Hatta Evliya Çelebi, onun Bursa’ya gelişiyle rüyasında gördüğü bu kandilleri ilişkilendirir. Şöyle ki, Çelebi’nin ifadesiyle, Bursa’ya gelindi-ğinde kandiller sönmüştür.

Emir Sultan, yanındaki dostlarına, “Ey kar-deşler, bizim ömrümüzün kandili bu şehirde sönecektir. Makamımız bu şehir olacak. Seçkin atamızın işareti böyledir.” demiştir.

Çelebi, devamla şunu da rivayet eder: Bu üç kandil Bursa’da üç gün üç gece görünmüştür. Bütün şehir halkı buna şahit olmuş, Şemseddin

somuncubaba 47

Page 49: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Muhammed’in kervanı Bursa’ya yerleşme kararı alınca, şehirde bay-ram sevinci yaşanmıştır.

Bütün bu anlatılanlar Çelebi’nin kurgusal di-line uygundur.

Lâkin yukarıda zikredilen rüya menkıbesiyle de uyumludur. Şu hâlde, üç kandilin sembolik de-ğerinin bilinmesi daha da önem arz ediyor. Çünkü bu kandiller dolayısıyla Şemseddin Muhammed, Emir Sultan’a dönüşüyor; Bursa’da köklü ve derin bir itibar sürecinin başlangıcı teşekkül ediyor. Ne-dir bu üç kandille anlatılmak istenen?

Kanaatimiz o ki, kandil, nurdur. Nur ise, Muhammedî hakikat anlamına gelir. Muhammedî hakikat, irfanî bilgi demektir. Bu ise, ilmî birikim, ahlâkî kemâl ve murakabe ve müşahede gibi keşfî bilgi yollarıyla elde edilir. Mamafih, ilmî birikime sahip olan bu gezgin derviş, uzun ve çileli yolculukta ahlâkî kemâle ulaşmış, hayatı farklı renkleriyle görerek te-fekkür etmiş, sabretmeyi, yaşadığı olaylardan dersler çıkarmayı öğrenmiş, dünyanın farklı hâllerine şahit olmuş, farklı coğrafyalar, insan-

lar, diller ve davranışlar tanımıştır. Bütün bunlar ondaki keşfî bilgi kanallarını açmıştır.

Mamafih üç kandil bu olmalıdır: İlim, ahlak ve irfan.

Yahut bir başka tasnif ile: İlim, ahlak ve asa-lettir.

Bu üç kandille, Bursa’ya hâkim bir tepeden şehri tenvir etmiş, içine düşülen ruhî ve aklî karanlıklardan insanları aydınlığa çıkarmış ve davranış ve tutumuyla onlara örnek olmuştur.

Bursa bu üç kandilin altında aydınlanmış ol-malıdır.

Bursa’ya geldiğinde Pınarbaşı’nda -Bursalı Hüsameddin menakıbında “Gökderebaşı” diye kaydeder burayı- Gâr-ı âşıkân denilen bir mağa-rada (savma) kısa bir süre kaldığı rivayet edilir.

Nitekim onun zaviyesi etrafında kısa zaman-da büyük bir mahalle oluşmuştur. Halk burada ikameti manevî bir değer olarak görmüştür. Bugün bile Emir Sultan’da yaşamak Bursalı-ların temel tercihleri arasındadır. Halkın Emir Sultan’a karşı beslediği saygı ve bağlılık, sırf bu mahallede oturanlar için bir “muâfnâme-i hümâyûn”un yayınlanmasına sebep olmuştur. Bu muâfnâme dolayısıyla mahalle sakinleri, uzunca bir dönem, her türlü “avârız-ı dîvâniyye ve tekâlif-i örfiye”den muaf tutulmuşlardır.

Kültür Çekirdeği

Emir Sultan bir kültür çekirdeğidir. Buhara’dan, Medine’ye oradan da Bursa’ya gelinen süreç içerisinde bu tohum kemâle er-miş ve Bursa’nın bereketli topraklarında asırlar boyu meyve verecek bir ağaca dönüşmüştür. Bu muhit içerisinde yetişen şairler, yazarlar, musikişinaslar, mimarlar, devlet adamları, esnaf ve sanatkârlar vardır. Bu insanlar burada bir üst idrak düzeyine ulaşarak şehrin sosyal, iktisadi ve siyasî hayatına yön vermişlerdir.

Dipnot*Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ

48 NİSAN 2016

Page 50: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

-Kutlu Doğum Haftası nedeniyle-

İzin ver ummâna, ben de dalayım Efendiler, efendisi Efendim. Kalem âciz, yazan âciz, dil âciz Efendiler, efendisi Efendim.

İnsanoğlu Sen’i, her dem okusun Gergefinde ilmik ilmik dokusun Güller bile Sen’den alır kokusun Efendiler, efendisi Efendim.

Seninle yayıldı mârifet, sanat Nedir küfürdeki bu kadar inat? Zulümle dolmuştu bütün kâinât Efendiler, efendisi Efendim.

Neler çektin neler, ehl-i küfürden Sağırdan, dilsizden, kalp gözü körden Medet umanlar var, hâlâ o şerden Efendiler, efendisi Efendim.

İlimle, îmanla, şefkatle… doldun Nur olarak doğdun, gül gibi soldun Hem inse, hem cinne peygamber oldun Efendiler, efendisi Efendim.

Hendek’te ağladın, Bedir’de güldün İrşatla, tebliğle durmadan yeldin Garip, gurebânın gözyaşın sildin Efendiler, efendisi Efendim.

Sana hasret kaldı mihrapla/minber Vahiyle yayıldı, o misk-i amber Gönüller Sultanı ufuk Peygamber Efendiler, efendisi Efendim.

Efendiler Efendisi’ne

Ne kadar methetsem az gelir seni Aşkınla gark eyle, ne olur beni İnsanlığa sundun, en “ekmel” dini Efendiler, efendisi Efendim

Olan güzelliği, ben sende gördüm Ümmetin olunca, murâda erdim Tek örnek, tek önder Sen’sin Efendim Efendiler, efendisi Efendim.

Yanık yüreklerde gül oldun açtın Sevgi tohumunu kalplere saçtın Sonunda, “Refik-i âlâ”ya uçtun Efendiler, efendisi Efendim…

Bir canım var, Sana kurban Efendim… Canımın Cânân’ı, Sen’sin Efendim… En sevgili Sen’sin, Sen’sin Efendim… Doğum günün, kutlu olsun Efendim...

Hanifi KARA

somuncubaba 49

Page 51: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

TARİH / İsmail ÇOLAK

MUCİZE HARİTASI ve AMERİKAPİRİ REİS’İN

“Haritayı inceleyen Harita Albayı Sabri Tümer, haritada geçen Ekvator Çizgisi’nin bugünkü ile aynı

konumda olduğunu, okyanustaki adaların doğru konumda gösterildiğini belirtmiştir.”

50 NİSAN 2016

Page 52: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Asıl adı Ahmed Muhyiddin Pîrî olan Gelibo-lulu ünlü Osmanlı denizcisi, coğrafyacısı ve harita bilgini Piri Reis (1465/1470-

1554), Osmanlı’da haritacılığın öncüsü olarak kabul edilmiştir. Amcası Kemal Reis’in yanında 1487-1495 arasında geçirdiği yıllar onu, deniz-ler, denizcilik ve haritacılık konularında tecrü-beli hâle getirmiştir.

Haritadaki Akıl Almaz Ayrıntılar

Piri Reis, bugün üzerindeki esrar perdesi he-nüz kalkmamış olan “mucizevî” haritasını hazır-larken 34 haritadan yararlandığını belirtmiştir. Haritayı 1513 yılında çizen Piri Reis, Kolomb ta-rafından 1498’de çizildiği belirtilen, ama elde olmayan dünya haritasını, muhtemelen daha da geliştirmiş ve 1517’de Mısır’da, Yavuz Sul-tan Selim’e takdim etmiştir.

Bu ilk harita, enlem ve boylam çizgileri ye-rine rüzgârgülü ve yön çizgileriyle, efsanevî ve gerçekçi resimlerle süslenmiştir. İspanya, Atlas Okyanus’u, Doğu Afrika ve Amerika’nın bilinen(orta ve kuzey) kısımlarını içine almak-tadır. Güney Amerika hakkında oldukça ge-niş bilgiler barındırmaktadır. Haritanın coğrafî keşifler bakımından en önemli kısmı ise Orta Amerika’dır.  Fakat 21 veya 22 parça olduğu tahmin edilen haritanın bazı parçaları kayıptır.

1528 yılında Gelibolu’da çizerek devrin pa-dişahı Kanûnî Sultan Süleyman’a takdim ettiği ikinci haritanın ise, sadece Kuzey Amerika, Grön-land sahillerini gösteren parçası ele geçmiştir. Harita, deve derisi üzerine sekiz ayrı renk kul-lanılarak çizilmiştir. Günümüz ölçülerine büyük oranda uymaktadır. Birinci haritaya bakarak yeni bilgilere göre, daha iyi ve özenle çizilmiştir.

Bu harita, Amerika Kıtası’nın keşfinden yakla-şık 10 yıl sonra çizilen en eski Amerika haritasıdır. Üzerinde daha sonra yapılan incelemeler netice-sinde Akdeniz, Kuzey ve Güney Amerika haritala-rının doğru olduğu anlaşılmıştır. Arapça, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca dillerini bilen Piri Reis, hari-tada, Amerika’nın doğu kıyılarını da göstermiştir.

İlk haritada bulunan bazı hayali adaların bu haritada yer almaması; Yengeç Dönencesi’nin çi-zilmiş olması; Amerika kıyılarının daha da isabetli çizilmesi, Piri Reis’in birinciye göre daha doğru bir harita oluşturma amacı taşıdığını ortaya koymak-tadır. Yansıra Piri Reis’in, Kolomb’tan sonra yapı-lan keşif gezilerini de izleyip, haritalarına yansıttı-ğı da açıkça görülmektedir. Ayrıca Piri Reis, dünya üzerindeki bilinmeyen yerleri, günümüz tekniği-ne uygun olarak boş bırakmıştır.

Ülkemizin bilim tarihi otoritelerinden Prof. Fuat Sezgin’in haritanın gerçekliği ve bilim-sel kıymetiyle alakalı tespitleri şöyledir: “Piri Reis’in haritasını bilgisayar yardımı ile modern bir haritayla karşılaştırdığımızda, Güney Ame-rika sahillerinin hemen hemen çok iyi, kısmen içerilere doğru nispeten iyi çizildiğini, Afrika ile aradaki boylam derecelerinin, Avrupa kartog-rafyacılığında ancak 18. ve 19. yüzyılda müm-kün olan bir doğruluğa ulaştıklarını görüyoruz.”

Bilimsel Gerçeklik ve Çözülemeyen Sırlar

ABD’nin George Town Üniversitesi, 1956 yılında harita üzerinde yaptığı incelemeler so-nucunda “haritanın bilimsel olduğunu” kabul etmiştir.

Bugün, Dünya haritalarının yapımı işinde Washington’daki National Geographic Society, özel bir projeksiyon (dünyanın yüzey şekille-rinin orantılı şekilde kâğıda aktarılması)1 olan trimetrik (üç ölçekli) sistemi2 kabul etmiştir. Bu sistem dâhilinde, birçok uzman çok duyarlı âletlerle çalışmaktadır. Oysa Piri Reis’in 21 par-ça deri üzerine yaptığı harita, resimlendirilmesi dâhil, tamamen kendi elinden çıkmıştır ve pro-jeksiyon sistemi tam anlamıyla mükemmeldir.

Dünyanın etrafını dolaşan ve sözde yuvarlak olduğunu ispatlayan ünlü Portekizli kâşif Ferdi-nand Macellan (1480-1521), Amerika’nın gü-ney ucuna ancak 1519’da gidebilmiştir. Hâlbuki Piri Reis, 1513’te yaptığı haritada Amerika’nın güney ucunu göstermiştir.

somuncubaba 51

Page 53: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Haritada gösterilen La Plata Nehri 1515’te keşfedilmiş; fakat Piri Reis, La Plata Nehrini, keşfedilmesinden iki sene önce göstermiştir.

Piri Reis, haritasının yanına Amerika’nın keş-fiyle ilgili 5 de not düşmeyi ihmal etmemiştir. Bu notlar, harita uzmanlarınca hâlâ incelen-mektedir.

Haritada, çağlar boyu buzullarla kaplı olarak kalan Antarktika Dağlarının son derece doğru bir şekilde göstermesi de haritaya olan hay-ranlığı bir kat daha artırmıştır. Çünkü bu dağlar ancak 1952 yılında ses yansıtıcı âletlerle keş-fedilebilmiştir.

Haritayı inceleyen Harita Albayı Sabri Tümer, haritada geçen Ekvator Çizgisi’nin bugünkü ile aynı konumda olduğunu, okyanustaki adaların doğru konumda gösterildiğini belirtmiştir.

Burada zikrettiğimiz bütün bu özelliklerin-den dolayı Piri Reis ve mucize haritası dünyada büyük bir hayranlık uyandırmıştır. O zamanın şartları, ulaşım ve haberleşme imkânları çer-çevesinde, başta Amerika Kıtası olmak üzere dünyanın fazla bilinmeyen, el değmemiş coğ-

rafyalarını daha önce gidip görmediği hâlde adeta gidip (hatta bugünkü anlamda uzaydan/uydudan) görmüş gibi net ve gerçeğe yakın bir şekilde nasıl isabetle çizdiği, bununla da kal-mayıp o bölgelerle ilgili önemli bilgileri nere-den elde edip not düştüğü hâlâ bir muamma olarak ortadadır ve cevabı henüz tam anlamıyla bulunamamıştır.

Prof. Afet İnan, haritayla ilgili çalışmaları ve üzerindeki sır perdesi hakkında şu önemli bil-gileri vermiştir: “Genova Üniversitesindeyken ilk Amerika haritalarını incelemiştim. Genova Coğrafya Kurumu’na Piri Reis’in haritasının bir kopyasını vermiştim. Olay çok ilgi çekti. 1937 yılında çeşitli ülkelerin gazetelerinde yayım-landı. Fakat o gün bugündür bu haritanın esrarı çözülememiştir.”

Harita, 9 Kasım 1929’da Topkapı Sarayı’nda yapılan düzenleme esnasında yeniden fark edilmiştir. Amerika haritasını 1933 yılında bi-lim dünyasına ilk tanıtan Alman oryantalist Paul Kahle olmuştur. Türkçe olarak 1945 yılında Yu-suf Akçura’nın açıklamalarıyla birlikte Türk Ta-rih Kurumu tarafından yayımlanmıştır.3

52 NİSAN 2016

Page 54: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Kitab-ı Bahriye ve Antilya (Amerika)

Dünyanın ilk denizcilik kılavuzu kitabı özel-liğine sahip olan Kitab-ı Bahriye’yi toplam 743 sayfa olarak 1521’de nazım ve nesir halinde telif eden Piri Reis, 1525’de eserini genişle-terek ikinci kez kaleme almıştır. Kitab-ı Bahri-ye, Sadrazam Makbul İbrahim Paşa aracılığıyla Kanuni’ye sunulmuştur.

Eserde, denizcilikten bahsetmekte, tehlikeli deniz yolları, sahiller, adalar, limanlar, kaleler ve kayalık yerler anlatmaktadır. Yansıra liman ve kıyıların su derinlikleri, demir atma yerleri, kıyı bitki örtüsü, içme suları, gemi inşaatına ait imkânlar, insan toplulukları, dinler, politik güç dengeleri, arkeoloji, şehir haritaları, önemli bi-nalar hakkında ayrıntılı bilgilere de yer veril-miştir. Eser, benzersiz bir Akdeniz Seyahatna-mesi olarak değerlendirilmiştir. 

Kitab-ı Bahriye, Osmanlı’nın Akdeniz’deki egemenliğinin de önemli göstergelerinden bi-ridir. Eserde ayrıca, Portekizlilerin denizlerdeki başarısı anlatılarak Padişah Kanuni, üstü kapalı bir şekilde uyarılmıştır.

Prof. Afet İnan, Kitab-ı Bahriye’de geçen bilgilere dayanarak, Amerika’nın Osmanlılar adına keşfinin Hicri 870/Miladi 1465 yılında, Kolomb’dan 27 sene önce olduğunu belirtmiş-tir.

Piri Reis, kitabın Önsöz’ünde, Antilya’nın yani Amerika’nın keşfinden söz etmiş, 77-85. sayfalar arasında bu kıtayı anlatmıştır. Eserde, Antilya isminin geçtiği metin nazım olarak ay-nen şöyledir:

Lodos üstünde bulundu bir diyar,

Septe’den dört bin mil öte uzar,

Hangi tarihte bulundu işbu yer,

Şerh edeyim ehl-i tarih gör ne der,

Tarih-i hicret buydu ol zaman,

Ta sekizyüz dahi yetmişdi ol an,

İşbu tarih de bulundu ol zemin,

İsmine “Antilya” dediler hemin...

Kitab-ı Bahriye, 2612 numaralı Ayasofya nüshası esas alınarak önce tıpkıbasımı 1935 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından yapılmış; daha sonra da 1988-1991 yılları arasında Türk-çe, İngilizce ve orijinal metin olarak dört cilt ha-linde basılmıştır.4

Dipnot1. Geometride, bir nokta, doğru ve düzlemin taşınmak sure-tiyle diğer bir nokta, doğru ve düzlemde meydana getirdiği izdüşüme denir. Haritacılıkta ise, küre biçimindeki kütlelerin veya dünyanın yüzey şekillerinin düz bir kâğıt üzerine oran-tılı bir şekilde aktarılma işlemine denir.

2. Perspektif eksenlerinin resim düzlemiyle yaptığı açıların değişik ölçülerde ve perspektif eksenleri üzerindeki kenar-ların kısalma oranlarının birbirinden farklı olduğu üç ölçekli sisteme denir.

3. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, Yeni Kütüphane, No: 1633, 2754-9357; J. H. Kramers, “Coğrafya”, İslam Ansiklopedisi, MEB Yayınları, c.3, s.216; Mahmut Ak, “Coğrafya”, “Osman-lılar Dönemi”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.8, İstanbul, 1993, s.63; Ekmelettinİhsanoğlu, “Eğitim ve Bilim”, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, c.1, Editör: E. İhsanoğlu, İstanbul, 1999, s.273; S. MaqbulAhmad, “Coğrafya” maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.8, İstanbul, 1993, s.55-62; İrfan Yılmaz, Yi-tik Hazinenin Kâşifi Fuat Sezgin, Genişletilmiş 4. Baskı, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul, 2014, s.140, 149; İslam Ansiklo-pedisi, MEB Yayınları, c.3, s.208-209; Şaban Döğen, İslam ve Coğrafya, İstanbul, 1997, s.35-48; Sabri Tümer, Kara Kuvvet-leri Dergisi, KKK Harekât Dairesi Başkanlığı Neşriyat Şubesi, Sayı: 23, Ağustos 1965; Hasan Tahsin Fendoğlu, “Amerika’nın Keşfi Sorunu”, (2002), http://www.hasantahsinfendoglu.com, Erişim: 28.04.2014.

4. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, Türk Tarih Kurumu, İstanbul, 1935; Kramers, “Coğrafya”, İslam Ansiklopedisi, c.3, s.216; Ak, “Coğrafya”, “Osmanlılar Dönemi”, Diyanet İslam Ansiklo-pedisi, c.8, s.63; Afet İnan, Piri Reis’in Hayatı ve Eserleri, An-kara, 1974, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s.38-39; Fendoğlu, “Amerika’nın Keşfi Sorunu”, (2002), http://www.hasantah-sinfendoglu.com. Erişim: 28.04.2014.

somuncubaba 53

Page 55: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

HADİS / Bünyamin ERUL*

SABAH ve İKİNDİEN ÖNEMLİ İKİ NAMAZ:

“Özellikle bu iki namaz üzerinde durulmasının hikmeti, sabah namazının uyku sebebiyle, ikindi namazının ise iş yoğunluğu sebebiyle birçok kimse tarafından

kaçırılmasından dolayıdır.”

54 NİSAN 2016

Page 56: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Müslümanlar üzerine her gün farz olan beş vakit namazdan ikisinin, yani sa-bah ve ikindi namazının fazileti üzerin-

de durulmasına işareten Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:

“Gece ve gündüz melekleri, nöbetle yanınıza gelip giderler. Sabah ve İkindi namazlarında top-lanıp nöbet değiştirirler. Sonra geceyi yanınızda geçiren melekler, Allah’ın huzuruna çıkarlar. Alla-hu Teâlâ da bildiği hâlde meleklere: ‘Kullarımı ne halde bıraktınız?’ diye sorar. (Melekler de): ‘Yan-larından namaz kılarlarken ayrıldık, yanlarına geldiğimizde namaz kılarken bulduk.’ cevabını verirler.”1

Bu iki vakit namazın diğerlerine nispetle önemi, meleklerin şahitliği ile anlatılmaktadır. Hadiste anlatılan bu tablo, aslında şu ayetler-deki anlatım ile uyum içerisindedir:

“Namazlara ve orta namaza devam edin; gö-nülden boyun eğerek Allah için namaza durun.”2 Burada “orta namaz” olarak ifade edilen nama-zın genellikle sabah veya ikindi namazı olduğu üzerinde durulmaktadır.

“Güneşin batıya yönelmesinden gecenin ka-rarmasına kadar namaz kıl; bir de sabah nama-zını, zira sabah namazına melekler şahit olur.”3

Peygamber (s.a.v.) bir gece, ayın on dördü olan bedir gecesi aya baktı da, şöyle buyurdu: “Sizler şu ayı, hiçbiriniz mahrum olmaksızın zah-metsizce gördüğünüz gibi, Rabbinizi de öylece göreceksiniz. Artık güneşin doğmasından ve bat-masından evvelki namazları gücünüz nispetinde kılınız.” Sonra şu âyeti okudu: “Rabbini, güneşin doğuşundan evvel ve batışından önce hamd ile tesbîh et!”4

Özellikle bu iki namaz üzerinde durulması-

nın hikmeti, sabah namazının uyku sebebiyle,

ikindi namazının ise iş yoğunluğu sebebiyle

birçok kimse tarafından kaçırılmasından dola-

yıdır.

Birçok âlim hadiste bahsedilen melekle-

rin, hafaza melekleri olduğunu söylerken, bazı

âlimler de, başka melekler olabileceğine işaret

etmişlerdir.

Ayrıca Yüce Allah’ın, kullarının ne yaptıkları-

nı çok iyi bildiği hâlde onların durumunu o me-

leklere sorması, namaz kılanlara nasıl şahitlik

yaptıklarını bizzat meleklerin kendilerine söy-

lettirmek içindir.

Hadis melekleri, gece ve gündüz melekleri

şeklinde iki grup hâlinde göstermekte ve nö-

betleşe görev yaptıklarından bahsetmektedir.

Buna göre nöbet değişimi sabah ve ikindi na-

mazlarında gerçekleşmektedir. Yüce Allah’ın

sorusuna verdikleri cevapta, ayrılırken de, tek-

rar geldiklerinde de Müslümanların namaz kıl-

dıklarını haber vermektedirler.

Bütün bu anlatılanlar ile verilmek istenen

mesaj ise, Müslümanların bilhassa sabah ve

ikindi namazlarının cemaatine devam etmeleri,

meleklerin haklarında şahitlik yaptığı kimseler

arasında olmalarıdır.

Dipnot*Prof. Dr. Bünyamin ERUL1. Muvatta, Kasru’s-salat, 82; Buhârî, Mevâkît, 16, Bed’u’l-

halk, 6, Tevhid, 33; Müslim, Mesâcid, 210; Ahmed b. Han-bel, Musned, II. 312.

2. 2/Bakara, 238.3. 17/İsra, 78.4. 50/Kaf, 39; Buhârî, Mevakit, 16, 26.

somuncubaba 55

Page 57: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

AHMET YESEVÎVE DÎVÂN-I HİKMET

EDEBİYAT / Vedat Ali TOK

“Ahmet Yesevî, samimî inanç ve davranışlarından dolayı etrafında geniş bir halka oluştu. Türk dünyasının Alp-ereni

sayıldı, çünkü o Türk milletinin gönlünü fethetti.”

56 NİSAN 2016

Page 58: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Türklerin İslâmiyet’e geçiş dönemi eserlerin-den biri de Dîvân-ı Hikmet, eserin yazarı ise Ahmet Yesevî’dir. Ahmet Yesevî, Anadolu’ya

tasavvuf tohumlarını atan ilk büyük erendir.

Yesevî’nin hayatı hakkında yeterince bilgimiz yoktur. 12. asrın başlarında Kazakistan’da bulu-nan Sayram kasabasında doğmuştur. Bazı kay-naklarda 126 yaşında vefat ettiği belirtilmekte-dir. İbrahim adında bir şeyh olan babasını kay-bettikten sonra ablasıyla Yesi şehrine göçetmiş ve burada tasavvuf terbiyesini Arslan Baba’dan almıştır. Daha sonra Buhara’ya giderek büyük âlim ve mutasavvıflardan ders görmüş, meşhur sufi Şeyh Yusuf-ı Hemedanî’nin müridi olmuş-tur. Şeyhinin vefatı üzerine onun postuna geç-miş, sonra Yesi’ye tekrar dönmüş vefatına kadar da burada, Türkistan’ın dört bir yanından gelen talebeleri yetiştirmekle meşgul olmuştur.

Ahmet Yesevî, samimî inanç ve davranışla-rından dolayı etrafında geniş bir halka oluştu. Türk dünyasının Alp-ereni sayıldı, çünkü o Türk milletinin gönlünü fethetti. Türk dünyası onu erenler katına çıkarıp şanını efsanelerle donat-tı. Anadolu ve Türkistan evliyaları Hoca Ahmed’i “Pir” saydılar.

Anadolu’da ve Rumeli’de Türk varlığının kök-leşmesinde en büyük hisselerden biri, Yesevî takipçilerinindir. Osmanlı Devleti’nin manevî kurucuları olan Şeyh Edebâli, Hacı Bektâş Velî, Geyikli Baba; Ahmed Yesevî’nin takipçileridir. Ahmed Yesevî’nin Anadolu’ya gönderdiği Hacı Bektaş Velî, Osmanlı Ordusunun belkemiği olan Yeniçeriliğin piriydi. Yine, Ahmed Yesevî’nin Hacı Bektaş’a yardımcı olarak gönderdiği Sarı Saltuk, Balkanlarda Müslümanlığı kökleştiren kişidir. Bursa’nın fethini hazırlayan Geyikli Baba, bir başka Yesevî takipçisidir. Yesevî öğrencile-ri, Anadolu’nun Türkleşmesi yıllarında, XII’nci, XIII’üncü ve XIV’üncü yüzyıllarda, gerektiği za-man savaşçı dervişler olmuşlar “Alperen” adını almışlar, savaşmışlar ve savaşın ruhu olmuşlar-dır. Gerektiği zaman ticarete ahlak ve disiplin getiren ahlâk savaşçıları olmuşlar “Ahî” adını almışlardır. Kadınların aydınlanması yolunda

uğraşmışlar “Bâcıyân” olmuşlardır. Boş arazileri canlandırmak ve yeşertmek işini üstlenmişler, yolların güvenliğini sağlamışlardır. Gönüllerde inanç, zihinlere bilgi ışığını saçan aydınlatıcılar olmuşlardır. Osmanlı’nın temeli Gâziler, Ahîler, Bacılar ve Abdal’lardır.

Menkıbeler

Ahmet Yesevî ile ilgili pek çok menkıbe an-latılmaktadır.

Arslan Baba’ya, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in emanet ettiği hurmayı Ahmed Yesevî’ye ulaştır-ma görevi verilmiştir. Mezâr-ı Şerif’te bulundu-ğu bir dönem, İmâm Rızâ’nın öğrencisi olduğu belirtilen Arslan Baba’nın, Yesevî’nin manevî yücelmesinde önemli bir yeri vardır. Dîvân-ı Hikmet’te bu hadise şöyle dile getirilir: “Yedi yaşta Arslan Bab’a selam verdim/ Hak Mustafa emanetini lutfedin dedim/ Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim/ Nefsim ölüp lâ-mekâna yük-seldim işte”. Bir rivayete göre de Arslan Baba, Hoca Ahmed’e Hz Muhammed (s.a.v.)’in verdiği hırkayı giydirir.

Onun hâlden anlar bir öküzü vardı. Bu ökü-zün sırtına bir heybe asar, içine de yaptığı kaşık ve kepçeleri koyup, Yesi çarşısına salıverirdi. Kim kaşık ve kepçeden alırsa ücretini heybenin gözüne bırakırdı. Mal alıp da ücretini verme-yen olursa, öküz o kimsenin peşini bırakmaz, nereye gitse peşinden o da giderdi. Adam üc-reti heybeye koymadıkça, o kimsenin yanından ayrılıp başka yere gitmezdi. Akşam olunca da Hâce Ahmed Hazretleri’nin evine gelirdi. Hattâ heybenin gözüne fazla para bırakanlar da olur-du. Hâce Hazretleri bunları ve kendisine gelen sayısız hediyeleri muhtaçlara ve bilhassa tale-belerine sarf ederdi.

Horasan erenleri, Ahmed Yesevî’nin büyük-lüğünü ve kıymetini takdir etmekle beraber, ulaştığı mertebeyi tespit edemiyorlarmış. Bir toplantı düzenleyerek Hoca Ahmed Yesevî’yi davet etmeye karar vermişler. Haber vermek için de içlerinden bir kaçı turna kılığına gire-rek yola çıkmış. Bâtın kuvveti ile bu durumdan

somuncubaba 57

Page 59: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

haberli olan Ahmed Yesevî müridlerine yedi velînin kendisini ziyarete geleceğini bildirerek bazı dervişleri ile turna kılığına bürünüp kar-şılamaya çıkmış. Semerkand sınırında, büyük bir nehrin üzerinde her iki taraf karşılaşmış. Hâce’nin bu kerametini gören Horasan erenle-ri âciz kalıp, mahcup olmuşlar. Nehir üzerinde sohbet ettikleri sıra Ahmed Yesevî suya nazar salınca bir bezirgânın suda çırpındığını, malla-rının ise suda sürüklendiğini görmüş. Bezirgân bu felâketten kurtulur ve mallarına kavuşursa, yarısını bağışlayacağı yolunda adakta bulun-makta imiş. Hoca Ahmed Yesevî elini uzatarak bezirgânı sudan çekip kurtarmış. Mallarına da kavuşan bezirgân, o sırada insan kılığına dönen Hoca Ahmed Yesevî’nin ellerine sarılıp kurtulan mallarının yarısını bağışlamış. Ahmed Yesevî de bu malları Horasan erenlerine dağıtılmak üze-re gelenlere vermiş. (Bu keramet Hacı Bektaş-ı Velî’nin Velâyetnâme’sinde yer almaktadır.)

Ahmet Yesevî Hazretleri 63 yaşına gelmiş-ti. O, çocukluğundan bu âna gelinceye kadar Rasûlullah Efendimiz’in sünnet-i seniyye-sine yapışmakta hiç gevşeklik göstermedi. Rasûlullah Efendimiz’in âhirete teşrif buyur-duğu andan itibaren yeryüzünde bulunmayı kendilerine münasip görmediler. Bu sebeple dergâhın bahçesine derin bir yer kazdırdı ve içini kerpiçle ördürdü. Nihayet hazırlıklar ta-mamlanınca talebelerini dergâhın avlusunda toplayıp: “Ey gönül dostları, Allahu Teâlâ’nın en sevgili kulu olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa Hazretleri 63 yaşında bu dünyâdan ayrıldı. Ben de şimdi 63 yaşındayım. Artık şu gördüğünüz çilehâneye çekilecek, ömrümün kalan günlerini bu hücrede tamamlayacağım.” buyurdu.

Müridlerinin gözleri yaşlı olarak: “Ey sulta-nımız, bizim hâlimiz nice olur?” sözlerine karşı;

“Sizi Allahu Teâlâ’ya emânet ediyorum.” de-dikten sonra merdivenle çilehâneye indi.

Ahmet Yesevî Hazretleri mezar misâli olan o yerde, vefât edinceye kadar, devamlı ibâdet,

tâat ve Allahu Teâlâ’yı düşünmekle meşgûl oldu. Talebelerine ilim öğretmeye orada da de-vam etti.

Hikmetleri ve Etkileri

Ahmet Yesevî’nin rahle-i tedrisinden geçen talebeleri Türkistan’dan, bütün Türk yurtların-da Hoca Ahmed Yesevî’nin Türkçe söylenmiş hikmetlerini yaydılar. Bu hikmetler yeni Müslü-man olmuş Türk milletinin İslâmiyet’i daha iyi tanımaları ve sevmeleri için önemli bir vesile olmuştur. Çünkü Hoca Ahmet Yesevî’nin hik-metlerinde İslâm’ın samimî, hoşgörülü, Allah ve insan sevgisine dayalı hakiki cephesi lirik bir şekilde dile getiriliyordu. Bir bakıma bu hik-metler, Arapça veya Farsça yazılmış ağır fıkıh kurallarının yüklü olduğu kitaplara yaklaşmaya cesaret edemeyen, savaş ve göçlerle meşgul olmuş Türk insanının imdadına yetişen bir eser-dir. Çünkü hikmetlerde şeriatten taviz verme-yen ancak tasavvufun yumuşak üslubu ile dinî ve ahlakî kurallar samimi bir iman ve aşk ile dile getirilmekte idi.

Dîvân-ı Hikmet’te şiirlerin hepsi de Ahmed Yesevî’ye ait değildir. Halifeleri tarafından ya-zılmış pek çok şiir ona mâl edilmiştir. Hikmet-ler teknik bakımdan çok da sağlam olmamakla beraber birçoğunda lirik ve özgün söyleyişler kendini hissettirir.

Ömrüm âhir bolganda ne kılgaymin Hudâyâ

Cân alguçı kilgende ne kılgaymin Hudâyâ

(Ömrüm sona erdiğinde ben ne eylerim Allah’ım, can alıcı (Azrail) geldiğinde ne eylerim Allah’ım?)

Cân birmekni vehmidin Azrâilni zahmıdın

Şefkat bolmasa sendin ne kılgaymin Hudâyâ

(Can vermenin korkusundan, Azrail’in zah-metinden… Senden şefkat olmasa ne eylerim Allah’ım?)

Cân birmek işi düşvâr âsân kılgıl yâ Cebbâr

Sendin özge yok gamhâr ne kılgaymin Hudâyâ

58 NİSAN 2016

Page 60: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

KaynakçaM. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, DİB, 1987.Kemal Eraslan, Dîvân-ı Hikmetʼten Seçmeler, KTB, 1983.Hikmet Özdemir, Türklere İslam’ın Yolunu Açtı: Hoca Ahmed Yesevî,

www.tded.org.tr/images/logo/x/hoca_ahmed_Yesevî.pdf

(Can vermek işi zor, yâ Cebbâr kolay eyle. Senden başka gam gideren yok, ne eylerim Allah’ım?)

Cânım cüdâ bolganda tenim munda kalganda

Tahta üzre alganda ne kılgaymin Hudâyâ

(Canım tenimden ayrıldığında ve bedenim burada kaldığında, tahta üzerine alındığında ne eylerim Allah’ım?)

Âciz bolup yatkanda ferişteler kirgende

“Men rabbük” dip sorganda ne kılgaymin Hudâyâ

(Aciz olup (mezarıma) yattığımda, melekler girdiğinde, “Rabbin kimdir?” diye sorduğunda ne eylerim Allah’ım?)

İltip gûrga koyganda yitti kadem yanganda

Sorguçılar kirgende ne kılgaymin Hudâyâ

(Götürüp kabre koyduğunda, yedi adım dön-düğünde, sorgu melekleri girdiğinde ne eyle-rim Allah’ım?)

“Men Rabbük” dip turganda kara kündüruş anda

Rabbın kimdür digende ne kılgaymin Hudâyâ

(“Rabb’in kimdir?” deyip durduğunda, kara gündür o anda, “Rabb’in kimdir?” dediğinde ne eylerim Allah’ım?)

Kul Hâce Ahmed sin bende nefs ilgide şermende

Mahşer küni bolganda ne kılgaymin Hudâyâ

(Ey Kul Hâce Ahmed, sen nefsin elinde piş-mansın. Mahşer günü olduğunda ne eylerim Allah’ım?)

Birtakım hikmetleri ise kendinden sonra ge-len şairlere örnek olmuştur. Hatta bu bakımdan Ahmet Yesevî’nin tasavvufî şiir için çığır açan bir mutasavvıf şair olduğunu söylenebilir. Mesela

Işkıng kıldı şeydâ mini

Cümle âlem bildi mini

Kaygum sin sin tüniküni

Minge sin ok kirek sin

(Aşkın kıldı şeyda beni, cümle âlem bildi

beni, kaygım sensin dünü günü, bana sen ge-

reksin sen.)

Âlimlerge kitâb kirek

Sûfilerge mescid kirek

Mecnûnlarga Leylâ kirek

Minge sin ok kirek sin

(Âlimlere kitap gerek, sûfilere mescit gerek,

Mecnun’lara Leylâ gerek, bana sen gereksin sen.)

Hâce Ahmed minim atım

Tüni küni yanar otum

İki cihanda ümîdim

Minge sin ok kirek sin

(Hâce Ahmed’dir benim adım, dünü günü

yanar odum, iki cihanda ümidim, bana sen ge-

reksin sen.)

Yunus Emre ise âdeta Hoca Ahmed Yesevî’ye

şöyle bir nazire yazarak Ahmed Yesevî’yi çok iyi

okuduğunu ifade eder.

Işkun aldı benden beni

Bana seni gerek seni

Ben yanaram düni güni

Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinürem

Ne yokluğa yirinürem

Işkunıla avınuram

Bana seni gerek seni

Yûnus çağururlar adum

Gün geçdükçe artar odum

İki cihânda maksûdum

Bana seni gerek seni

somuncubaba 59

Page 61: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

DİNİN KIRMIZI ÇİZGİLERİ: HARAMLAR ve HELALLER

FIKIH / Abdullah KAHRAMAN*

“Özellikle toplum hayatı ve toplumdaki düzeni sağlamak açısından düşünüldüğünde dinde “haram” adı verilen yasakların

ne kadar gerekli olduğu daha iyi anlaşılabilir.”

60 NİSAN 2016

Page 62: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Din, bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Bu hayat biçiminin içerisinde insanın insan-ca yaşamasını sağlayan bilgi, rehberlik ve

irfan mevcuttur. Dinin sahibi Yüce Allah’tır. Din, bütün insanları kapsayan, üstün, değişmez ve kutsal bir yapı olduğu için insan müdâhalesine kapalıdır. İnsan eli değen şeyler, insan aklının bir ürünü olacağı için ister istemez bir takım ek-siklikleri beraberinde getirir. Her insana verilen akıl nimeti potansiyel olarak farklılık taşır. İn-sanların akıllarını kullanma biçimleri de farklılık arzeder. Bunun için din insan yapısı olsaydı ne-redeyse insan yapısı kadar dinin çıkma ihtimali olurdu. Üstelik insan yapısı olan dinin bağlayı-cılığı ve dokunulmazlığı da tartışmalı hâle ge-lirdi. İnsan aklına bırakılan ictihâd alanı sonucu birden çok mezhebin ortaya çıkması bunun bir göstergesidir. Bundan dolayı insanları yaratan Yüce Allah geçici olarak yaşayacağı bu dünyada insanı başıboş bırakmadı. Kendi dinini kendisi-

nin yapmasına da müsaade etmedi. Dini belir-leme, esaslarını oluşturma ve peygamberleri vasıtasıyla gönderme yetkisini de kendisine ait kıldı. Dinin en önemli kısmı haramların be-lirlenmesidir. Çünkü haramlar dinin ve o dine inananların kırmızıçizgileridir.

Mutluluğa Götüren Yolları Göstermek

Yüce Allah yeryüzünü sayısız nimetlerle donatmış ve insanın emrine vermiştir. Pek çok nimetle donatılmış üstün bir varlık olan insana verilmiş nimetlerin en büyüğü ve mühimi akıl-dır. İnsanın yaratılışının özü ve temel amacı, yaratanını tanıması ve O’na ibadet etmesidir. Nitekim âyette şöyle buyurulmuştur: “Ben cin-leri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”1 Dünya ve âhiret mutluluğunu elde edebilmek Allah’ın rızâsını kazanmaya, hayatını ve insânî ilişkilerini O’nun istediği doğrultuda düzenlemeye bağlıdır. Yüce Allah bu konuda

somuncubaba 61

Page 63: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

insan aklına rehberlik ederek, vahiy adı verilen özel bir iletişim yoluyla rızâsının nasıl kazanı-lacağının yolunu göstermiştir. İşte bu yol Allah yolu olup bu onun genel adıdır; özel adı ise İslâm’dır. Dinin temel amacı, insanı hem dün-yada hem de âhirette mutluluğa götüren yolları göstermektir.

İnsan, aklı sayesinde genel olarak doğruyu bulabilir, iyi-kötü, yararlı ve zararlıyı ayırt ede-bilir. Ancak insanda akıl yanında, onu pek çok felâkete sürükleyebilecek nefis ve süflî duygu-lar da vardır. Aynı zamanda insan denilen varlık birçok zaafın da sahibidir ve bunların baskısı altındadır. Bu nefis, ihtiraslar ve zaaflar, onun dünyasını, sonu gelmeyen cehenneme çevire-bilecek durumdadır. Din adı verilen ilâhî sis-tem, içerdiği hükümlerle insana bir yol haritası çizmektedir. Bu hükümlerin bir kısmı emir bir kısmı da yasak (nehiy) kabîlindendir. Din, insan aklının ilk değerlendirmede güzel gördüğü, ya-rarlı bulduğu bir takım şeyleri sonucunu dikka-te alarak yasaklar. Yine onun ilk değerlendir-mede zararlı ve yararsız kabul ettiği bazı şeyleri de aynı gerekçe ile emreder. İnsan aklının iyi ve güzel gördüğü her şey gerçekte iyi, güzel ve

hayırlı değildir. Yine onun aklıyla kötü, zararlı ve hayırsız gördüğü her şey de zararlı değildir. Onun için insan iyi ve kötünün belirlenmesin-de Allah’ın belirlemesine muhtaçtır. Nitekim bir âyet bu durumu şöyle ifade eder: “Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş gör-mezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”2 Bunun yanında geniş bir alan daha vardır ki, getirdiği ilkelere aykırı olmadıkça, din o alana müdahale etmemektedir.

Haram ve Helal Alanları

Dinin insan için koyduğu yasaklar “haram alanı”nı, müdâhale etmeden insanı serbest bı-raktığı geniş kısım ise “helal alanı”nı oluştur-maktadır. Din insan için bir hayat programıdır. İnsan için yapılmış bu programda ve onun için hazırlanmış bir reçetede, yapması gereken-ler yanında, yapmaması lazım gelenler de yer almıştır. Bütün sistemlerin emir ve yasakları vardır. İnsanların akılları ile ihtirasları arasında denge kurmak için emirler kadar yasaklara da şiddetle ihtiyaç duyulmuştur. Özellikle toplum hayatı ve toplumdaki düzeni sağlamak açısın-

62 NİSAN 2016

Page 64: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Dipnot*Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

dan düşünüldüğünde dinde “haram” adı ve-rilen yasakların ne kadar gerekli olduğu daha iyi anlaşılabilir. Durum böyle olmakla birlikte İslâm yine de ilke olarak helal alanı geniş bırak-mıştır. Ancak şu durumlardan birisi söz konusu olduğunda yasaklama getirmiştir:

1. İnsanlar yetkilerini kötüye kullandıklarında,

2. Hadlerini aşıp başkalarının haklarına tecavüz ettiklerinde,

3. Genel ilkelere aykırı davrandıklarında,

İşte bu durumlarda helal alana yasak koya-rak müdâhale etmiştir. Nitekim “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.”3, “Göklerdeki ve yer-deki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) si-zin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.”4 gibi âyetlerden hareketle fakihler tarafından oluşturulmuş olan “Eşyada aslolan, mubah oluştur.” kuralı da bunu anlatmaktadır. İslâm dinî hayatı bütün yönleriy-le ve bir bütün hâlinde ele almış ve her alanda bireye yardımcı olmayı, ona kılavuzluk etmeyi ve mutluluk kazandırmayı hedeflemiştir. Bu sebeple, kişilerin inanç dünyası ve ibadet ha-yatı yanında, yeme içme, giyinme ve süslenme, eğlence, aile içi ilişkiler ve cinsel hayat, sosyal hayat ve beşerî ilişkiler gibi değişik alanlar da dinin ilgi sahasına dâhildir.

“Allah’ın Sınırları/Hudûdullah”

Din, rehberliğini ve yönlendirmesini bu alanlarda da sürdürmüştür. Onun için “din vicdan işidir” şeklindeki ifade hem yanlış ve hem de eksiktir. Çünkü din vicdanda yer eder, orayı besler, ancak orada kalmaz. Dış dünyaya yansır ve sosyal hayata müdâhale eder. Bu-nun için dinin temel unsurlarından biri olan ibadetlerin hazzını alabilmek helal-haram sı-nırları konusunda da dine uygun bir hayat ya-şamaya bağlıdır. Helal ve haram dinin aslına dâhildir. Kur’ân’da yer yer haramlar ve helaller “Allah’ın sınırları/Hudûdullah” ifadesiyle anılır.5

Onun için bunlara riâyet etmek dindarlığın en

önemli göstergelerindendir. Buna göre iman ve

ibadetler ferdin Yaratan’ına karşı kulluğunu ve

bağlılığını simgeleyen bir anlama sahiptir. Aynı

zamanda, dinin bir takım gayelerle koyduğu ya-

saklara ve sınırlara uymak da yine dindarlığın,

Allah’a karşı gösterilmesi gereken bağlılık ve

kulluğun bir gereği ve sonucudur. Bunun içindir

ki, hadislerde ve fıkıh kitaplarında haramlardan

kaçınma ile farzları yerine getirme aynı düz-

lemde ele alınmıştır. Hatta birçok yerde haram-

lardan kaçınmak daha önemli sayılmıştır.

Fıkıh âlimlerimiz, konuyla ilgili âyetleri, ha-

disleri ve dinin genel hedeflerini dikkate alarak

helal ve haramları belirlemeye çalışmış, bunlar-

la ilgili genel ilkeler de oluşturmuşlardır. Fıkıh

kitaplarında bu konular daha çok “Kerâhiye ve

istihsân” veya “Hazr ve ibâha” gibi özel başlıklar

altında ele alınmaktadır. Bu bölümlerde yiye-

cek, içecek, giyim-kuşam, insanlar arası ilişkiler

gibi pek çok konuda helal ve haram hususlar

ele alınmaktadır.

somuncubaba 63

Page 65: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Tasavvuf terimi ola-

rak silsile; hâl-i hâzırda

intisap edilen şeyh-

ten Hz. Peygamber

(s.a.v.)’e kadar uzanan

mürşitlerin isimlerini

içeren isnad için silsile

kavramı kullanılmak-

tadır. Genellikle bu

silsilelerin hakikatte Hz. Peygamber (s.a.v.) ve

Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla Allah (c.c.)’a ulaştığı ka-

bul edilir. Böylece silsile adeta manevî açıdan

feyz-i ilâhînin aktığı bir kanal olarak kabul edil-

miştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’den itibaren gelen

Nakşbendî şeyhleri istihlâk, inikâs ve insibâğ

(bu kavramlarla kişinin kendi nefsî huylarını

terk edip şeyhinin ona yansıttığı ilahî sıfatlara

ve ahlâka sahip olması kastedilimektedir) yön-

temiyle bu ilmi kendilerinden sonraki nesillere

aktarmışlardır. Bazı kaynaklarda şeyh olarak gö-

rülen kişinin sahih bir silsile isnâdının olması

onun mürşid-i kâmilliğine işaret kabul edildiği

zikredilmektedir.

Hemen her tarikatın kendisini Hz. Peygam-

ber (s.a.v.)’e dayandıran bir silsilesi mevcut

olup bunlar hakkında pek çok eser yazılmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in soyundan gelenlerin

içinde bulunduğu isnâd “silsile-i zeheb” (al-

tın silsile) “silsile-i sâdât” (seyyidler silsilesi)

diye adlandırılmıştır. Nakşbendiyye silsilesi

iki koldan Hz. Peygamber (s.a.v.)’e isnâd edi-

lir. Bunlardan biri Hz. Ebu Bekr (r.a.) diğeri ise

Hz. Ali (r.a.) vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’e

ulaşmaktadır. Ancak bunlardan meşhur olan ve

s i l s i lenâmelerde

sıkça zikredileni Hz.

Ebu Bekir (r.a.)’e ula-

şan silsiledir.

Alışılmışın dı-

şında ama örnek

olabilecek bir ça-

lışma yapan fotoğ-

raf sanatçısı Orhan

Durgut; Silsile- i Âliye’de bulunan Pîran-ı ızam

Hazeratı’nın bugün mevcut bulunan türbe-i şe-

riflerini fotoğraf karelerine alıp bunları bazen

her birini bir aya bazen de bir aya iki tane ola-

cak şekilde serpiştirerek ön yüzünde fotoğraf

arka yüzünde ise o pir ile ilgili Prof. Dr. Necdet

Tosun’un kaleminden bilgiler verilmek suretiy-

le bir takvim hazırlamış. Takvim, tek seferde 27

aylık (iki yıl üç ay) olarak hazırlanmış ve 50X45

boyutlarındadır.

Bu yıl ki çalışmasında (2016 yılı için) birin-

ci ay; Ocak ayında ilk olarak Peygamberimiz

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’in

türbe-i saadetlerini, Şubat ayına Hz. Ebu Bekir

Sıddık Efendimiz’i, Mart ayına Selman-ı Farisî

Hazretleri’ni, Nisan ayına Kasım bin Muham-

med ve Cafer-i Sadık Hazretleri’ni, Mayıs ayına

Bayesizd-i Bistamî Hazretleri’ni, Haziran ayına

Ebu’l-Hasan Harakanî Hazretleri’ni, Temmuz

ayına Ebu Ali Farmedî Hazretleri’ni, Ağustos

ayına Yusuf Hemedanî Hazretleri’ni, Eylül ayına

Abdulhalık Gucdüvanî Hazretleri’ni, Ekim ayına

Arif Rivgerî Hazretleri’ni, Kasım ayına Mahmud

Ercirfağnevî Hazretleri’ni ve bu yıl için son ola-

KİTAP / Mustafa BAŞ

SİLSİLE TAKVİMİ

64 NİSAN 2016

Page 66: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

rak da Aralık ayına Ali Ramitenî Hazretleri’ni

konu etmiş.

2017 yılı için hazırlanan kısma baktığı-

mızda ise aylara serpiştirilen türbe-i şerif-

ler şu şekilde: Ocak ayına Muhammed Baba

Semmasî Hazretleri’ni, Şubat ayına Emir Kü-

lal Hazretleri’ni, Mart ayına Bahaeddin Nakş-

bend Hazretleri’ni, Nisan ayına Alaeddin At-

tar Hazretleri’ni, Mayıs ayına Yakub Çerhî

Hazretleri’ni, Haziran ayına Ubeydullah Ahrar

Hazretleri’ni, Temmuz ayına Muhammed Zahid

Hazretleri’ni, Ağustos ayına Derviş Muham-

med Hazretleri’ni, Eylül ayına Hacegi İmkenegî

Hazretleri’ni, Ekim ayına Muhammed Baki Bil-

lah Hazretleri’ni, Kasım ayına İmam-ı Rabbanî

Hazretleri’ni ve 2017 yılı için son olarak Aralık

ayına Muhammed Masum Hazretleri ile Seyfed-

din Sirhindî Hazretleri’ni konu etmiş.

2018 yılı için hazırlanan kısma baktığımız

da ise Ocak ayına Nur Muhammed Bedayunî

Hazretleri’ni, Şubat ayına Mazhar Can-ı Canan

Hazretleri ile Abdullah Dehlevî Hazretleri’ni,

son olarak Mart ayına ise Mevlana Halid-i

Bağdadî Hazretleri’ni konu etmiş.

Orhan Durgut Bey’le yapılan görüşme sonu-

cunda Mevlâna Halid-i Bağdadî Hazretleri’nden

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’ye kadar olan

pirlerimizin kabir fotoğraflarının olacağı bu tak-

vimin yeni nüshası da inşaallah hazırlanacaktır.

somuncubaba 65

Page 67: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

KÜLTÜR / Mürsel GÜNDOĞDU

TÜM ZEMMEDİLMİŞ SIFATLARI TERK ETSİNLER

Somuncu Baba Hazretleri’nin Nasihatleri 7

“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen ise ziyan etmiştir.”

(Şems, 9.)

Foto: Orhan DİNÇ

66 NİSAN 2016

Page 68: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Maddenin bütün ihtişamıyla bedenimizi, vaktimizi, ufkumuzu ve hatta ruhumuzu kuşattığı bu dünyada biz âdemoğulları

zemmedilen pek çok kötü huyun kıskacındayız.

Gönül pencerelerimizi göklerin rahmet ve bereket pınarlarına kapattığımızdan beri kö-tülüğü emreden nefsimizin ve dahi gelip ge-çici olan bu dünyanın müebbet esiri olmuşuz. Gönüllerimiz susmuş heva ve heveslerimiz bülbül–i şeyda kesilmiş. Eşsiz mana incileri de-ğersiz olmuş ama insanlar dünyalık inciler yü-zünden birbirleriyle savaşır hâle gelmiş.

Yusuf Suresi 53. ayette geçen Yüce Rabb’imizin buyruğu beden hapishanesine teş-ne olan insanı ne güzel de tasvir ediyor: “Nefsi-mi temize de çıkarmıyorum, çünkü nefis kötülüğü emreder; meğer Rabbim rahmetiyle bağışlaya. Çünkü Rabbim çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” Yüce Mevla’mızın katından dünyaya sürgün olduğumuzdan beri kötülüğü emreden bir nefsin elinde zemmedilmiş nice sıfatların oyuncağı hâline gelmişiz Ya Rabbi.

Gündelik meşgalelerin kuşatıcılığı altında çoğu zaman kendi durumumuzun farkına bile varamıyoruz. Ayet-i kerimede buyrulduğu gibi

eğer Rabbimizin merhameti ve bağışlayıcılığı olmasaydı hâlimiz nice olurdu?

Çare nedir? Deva nerededir? Şüphe yok ki tek çıkar yolumuzun “nefsini kötülüklerden arın-dıran kişinin kurtuluşa ereceğini” müjdeleyen Yüce Mevla’mızın önümüze açtığı bu felah yo-lunda emin adımlarla yürümek olduğu aşikârdır. Zira ruhunu zemmedilmiş sıfatlarla donatanın bu dünyadan tonlarca kir ve pas ile berrak gök-lere kanatlanma şansı yoktur. Şüphesiz ruhumu-za yapışan her kötü sıfat, ayaklarımızı bu dünya bataklığına daha da sabitleyecek ve bizleri sanki bu dünyaya aitmişiz gibi sonsuzluğun manevî iklimlerinden mahrum bırakacaktır.

Dünya, Oyalanma Yeridir

Hayat, sonsuza doğru akıp giderken hakika-ti ancak yaşadığı hayatın farkına varanlar idrak edebilir.

Nefsimizin emrettiği onlarca kötü huy ve sı-fat varken yaşadığı hayatı idrak edemeyenler nefsin bu tuzakları karşısında elbette çaresiz kalmış demektir. Nefsimiz, oyalanma yeri olan bu dünyada daha eğlenceli bir hayat yaşamak için bize maddî zenginliği emreder. Bunu elde etmek için de bizi fakirlik illetiyle korkutmaya yeltenir. Nefsimizin bu desisesinin farkına var-mayıp da hiçbir sınır tanımadan hile ve aldat-ma yoluyla bu tuzağa düştüğümüzde bir anda onlarca zemmedilmiş sıfatla ruhumuzu kıskaca almışız demektir. Yine haset, gözü yükseklerde olmak, övülmeyi sevmek ve kibir gibi bunu des-tekleyen pek çok zemmedilmiş sıfat, nefsin bu çetin tuzağıyla birlikte ruhumuzu kuşatmaya çalışan cehennemin en sadık askerleridir.

Kin de zemmedilmiş bir sıfattır, riya ve cim-rilik de. Kendini beğenmek, zulüm, başkalarının ayıplarını araştırmak ve düşmanlık beslemek de nefsin insanı perişan edecek gizli silahla-rındandır. Ne yazık ki bu ve benzeri sinsi düş-manlarımızın pek çoğu hemen her gün bir ve-sileyle karşımıza çıkıp bizleri esareti altında bulundurmak istemektedir. Eğer bunların far-kında olmadan yaşamaya devam eder isek işte

somuncubaba 67

Page 69: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

o zaman vay halimize! Nur Suresi 21. ayette Rabbimiz bizi bu ve benzeri tuzaklar karşısında şöyle uyarır; “Ey iman edenler! Şeytanın adımla-rını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, şunu bilsin ki o, edepsizlikleri ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde Allah’ın lütuf ve mer-hameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.”

Sevgili Peygamberimiz de pek çok hadisin-de zemmedilmiş sıfatlar hususunda ümmetini uyarmaktadır;

Nitekim O, bir hadis-i şerifinde şöyle buyu-rur: “Kıyamet gününde Allah’ın, mahlûkatı içinde en çok buğz ettiği kimseler şunlardır: Yalancılar, kibirliler ve din kardeşlerine karşı kalplerinde (gizli) kin besledikleri halde, onlarla buluştuk-larında kendilerine (görünüşte) iyi muamele ya-panlar, bir de Allah ve Rasûlü’ne çağrıldıklarında yavaş davranan, fakat şeytan ve onun emrine çağrıldıklarında ise süratle hareket edenlerdir.”

Yine Peygamber Efendimiz bazı kötü huyla-rı ruhunda barındırmanın Müslümanlığın değil münafıklığın özelliklerinden olduğunu buyurur: “Münafığın alameti üçtür: Söylediği vakit yalan söyler, va’dinde durmaz ve emanete hıyanet eder.“

Allah Dostları, Yaşadıkları Asrın Uyarıcılarıdır

Yüce Rabb’imizin dinini en güzel şekilde insanlara tebliğ eden Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hayatı şüphesiz biz Müslümanlar için en güzel örnektir.

Peygamberler, sözleriyle, davranışlarıyla hat-ta ikrarlarıyla yaşadıkları dönemde Rabb’imizin buyruklarının yaşayan canlı temsilcileri olmuş-lar ve ümmetlerine bu noktada sönmeyen bir ışık kaynağı vazifesi görmüşlerdir. Onların va-risleri ve yollarının yılmaz temsilcileri ise İslâm âlimleri ve gönül üstatları olagelmiştir. Bu se-bepledir ki Allah dostları, yaşadıkları asrın te-mel direkleri olarak kalmamış aynı zamanda örnek yaşantıları ve sohbetleriyle Yüce Allah’ın zemmedilmiş sıfatların karargâhı olmama nok-tasında insanları uyardığı çıplak hakikatlerin çağdan çağa aktarılmasında köprü olma vazife-si de ifa etmişlerdir.

Osmanlı’nın manevî mimarlarından olup Os-manlı kültürünün ruh ve gönül denizini şekil-lendiren önemli talebeler yetiştirmeyi başaran Şeyh Hamid-i Velî Hazretleri gibi gönül erleri, Rabb’imizin diğer buyruklarında olduğu gibi Müslümana sirayet edebilecek kötü huylar ko-nusunda da azami titizlik göstermiştir.

68 NİSAN 2016

Page 70: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Nitekim Somuncu Baba Hazretleri, arkadaş-larına ve yolundan gidenlere “Tüm zemmedil-miş sıfatları terk etsinler.” tavsiyesinde buluna-rak ihvanlarına dün olduğu gibi bugün de in-sanoğlunun kurtuluş yolculuğunda ayaklarına dolanacak ve Rab’lerine iltica seyahatlerinde kanatlarına ağırlık yapacak tehlikeler konusun-da çıplak bir uyarıcı olmuştur. Şeyh Hamid-i Velî Hazretleri’nin gönül sohbetleri, ırmağın serin sularının biteviye akışının sert taşları mükem-mel bir işçilikle tesviye edişi gibi ihvanlarının gönüllerini billur dokunuşlarla olanca zemme-dilmiş sıfatlardan arındırmıştır.

Ancak Arınanlar Kurtuluşa Erer

Gerçek mü’min, sıklıkla nefis muhasebesi yapmalı, nefsi ve biriktirdikleriyle hesaplaşma-ya girmeli ve kendisini sigaya çekmelidir. Bu ne-fis muhasebesi neticesinde zemmedilmiş sıfat-lardan temizlenmenin yolu açılacak ve bu saye-de mü’min cümle günahlardan temizlenmenin karşılığı olarak cennet ve onun yüksek dere-celerine nail olacaktır. Nefsin tezkiye edilme-si Yüce Allah’tan başkasının gönülde karargâh kurmaması demektir ki bunun da mükâfatı cen-netin ötesinde bir nailiyet olan “Cemalullah” ni-

metidir. Peygamber Efendimiz’in 24. kuşaktan

torunu olan Şeyh Hamid-i Velî Hazretleri’nin ıs-

rarla yolundan gidenlere zemmedilmiş sıfatları

terk etme çağrısı, bütün insanlığın bu feyiz ve

bereketlerden istifade edebilmeleri içindir.

Kahir ekseriyetle maddeye ram olup nefsi-

mizin direktifleri doğrultusunda ruhlarımızı ka-

rarttığımız bu modern asırda biz âdemoğulları,

nefsin her türlü tuzağını bilen Allah dostlarının

önderliğine ve huzur efsunlayan tavsiyeleri-

ne her zamankinden daha fazla ihtiyaç hisset-

mekteyiz. Hiç şüphe yok ki nefsimizin hileleri

karşısında gönül tabiplerinin eşsiz nasihatleri

kalplerimizi ihya etmenin yanında maddenin

tahrip ettiği ruhlarımıza bir şifa meltemi olarak

dokunacaktır.

Dün olduğu gibi çağımızdaki insanın ni-

hai kurtuluşu da “küçük cihattan büyük ciha-

da geçiş”le olacaktır. Elbette bu hususta Şeyh

Hamid-i Veli Hazretleri’nin arkadaşlarına ve

yolundan gidenlere “Tüm zemmedilmiş sıfatla-

rı terk etsinler.” tavsiyesi önümüzü aydınlatan

gür bir kandil olacaktır.

somuncubaba 69

Page 71: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

EĞİTİM / Fatih ÇINAR

HZ. PEYGAMBER’E (s.a.v.) SESLENİŞ CÜMLELERİ

ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN (k.s.) HUTBELER’İNDE

Foto: Orhan DİNÇ

70 NİSAN 2016

Page 72: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Kur’ân’ı, Allahu Teâlâ’dan vahiy yoluyla alıp insanlara ulaştıran/tebliğ eden Hz. Pey-gamber (s.a.v.) her mü’min için çok değer-

lidir. Onun (s.a.v.) değeri hem Kur’ân’ı bizlere ulaştırması hem de onun ilk mübeyyini/açıkla-yıcısı olmasından kaynaklanmaktadır. Bunlarla birlikte Rabbimizin Efendimiz (s.a.v.)’e verdiği değer ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in örnek hayatı dolayısıyla bir mü’min için O’nu (s.a.v.) sevmek aksi düşünülemeyen bir gerçeklik/ihtiyaçtır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’i Rabbimizin katında-ki değerinden dolayı sevmek ve onun gibi bir kimliğe/kişiliğe sahip olmakla ilgili şiir, nesir ve denemelerle zengin bir birikime/kültüre sahip olduğumuzu ifade edebiliriz.1 Nâbî’nin, ayak-larını Medine-i Münevvere istikâmetine uzatan kimseye; ‘Sakın terk-i edepten kûy-i mahbûb-i Hüdâ’dır bu/Nazargâh-ı ilahîdir makâm-ı Mustafâ’dır bu’ dizeleri bu sevgi ve hürmetin bir nişanesi olarak sarf edilmiştir. Yine, Hassan b. Sabit’in; ‘Ben sözlerimle Hz. Muhammed (s.a.v.)’i övemedim; Hz. Muhammed (s.a.v.)’i övmekle sözlerime değer ve kıymet kazandırmış oldum.’ nakli ve ‘Muhammedün beşerün lâ-ke’l-beşer/ Bel hüve yâkûtün beyne’l-hacer.’ ‘Muhammed bir beşerdir ancak herhangi bir beşer gibi değildir. O, taşlar arasında yakut gibidir.’ ifadeleri Hz. Pey-gamber (s.a.v.)’e ümmetin duyduğu derin sevgi ve hürmetin şiire ve nesre yansıtılmış halleri-dir.2 Hz. Peygamber (s.a.v.)’e duyduğu derin sevgiyi her fırsatta dile getiren isimlerden birisi de son dönemin etkili isimlerinden olan Daren-deli Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’dir. O, ‘Divan’ında, ‘Mektubat’ında ve diğer çalışmala-rında birçok vesileyle, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e duyduğu sevgi ve hürmeti ifade etmiştir. Bu çalışmamızda Hulûsi Efendi’nin ‘Hutbeleri’nde duyduğu derin sevginin bir yansıması olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) için kullandığı hitap cüm-leleri üzerinde durmaya çalışacağız. Cuma, bay-ram ve daha başka vesilelerle Hulûsi Efendi’nin mü’minlere hitap imkânı bulduğu ‘Hutbeler’i içerisinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bahseder-ken veya O’nun (s.a.v.) hadis-i şeriflerini payla-şırken Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ilgili kullandığı

hitap cümleleri bir sûfînin O’na (s.a.v.) duyduğu derunî sevgi ve saygının numunesi niteliğinde-ki ifadelerdir. Bununla birlikte Hulûsi Efendi’nin Hz. Peygamber (s.a.v.)’den söz ederken kullan-dığı bu ifadeler Kur’ân’dan birçok ayete dela-let etmesi açısından da önemlidir. Denilebilir ki Hulûsi Efendi, bu hitap cümleleriyle Kur’ân ve Sünnet’in ruhunu insanların bilinçaltında bir şuur oluşturacak şekilde kullanmıştır. Hulûsi Efendi’nin bu tavrı mü’minlerin neredeyse her şeylerini (iman, ibadet ve ahlak açısından) ken-disine borçlu oldukları Hz. Peygamber (s.a.v.)’e karşı ‘Mü’minin takınması gereken nazik, içten ve vefalı tavrın nasıl olması gerektiği?’ sorusu-na bir cevap niteliğindedir.

Hulûsi Efendi (k.s.)’nin Hutbelerinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ‘Nebi ve Rasûl’ Yönüne Vurgu Yaptığı Hitap Cümleleri

Hulûsi Efendi, ‘Peygamber’, ‘Nebî’ ve ‘Rasûl’ sıfatlarını çokça Peygamberimiz (s.a.v.) hak-kında kullanarak O’nun (s.a.v.) risalet görevine gönderme yapmış ve mü’minlerin Hz. Peygam-ber (s.a.v.)’in bu konumuna dikkatlerini çekme-yi hedeflemiştir. Özellikle konuları açıklarken

somuncubaba 71

Page 73: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

kullandığı hadis-i şeriflerden önce bu ifadele-re yer vererek zımnen Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hüküm koymadaki konumuna işaret etmiştir. Bu noktada Hulûsi Efendi, en çok ‘Peygamberi-miz Efendimiz’, ‘Sevgili Peygamberimiz’, ‘Rasûl-i Ekrem Efendimiz’, ‘Nebî-i zî-şân Efendimiz’, ‘Nebiyy-i Efham Efendimiz’, ‘Nebiyy-i Erham u Eşfak Efendimiz’ ‘Rasûlullah Efendimiz’, ‘Allah’ın Rasûlü’, ‘Rasûl-i zî-şânımız’, ‘Hz. Nebiyy-i Ekrem’, ‘Nebiyy-i Muhteremimiz Efendimiz Hazretleri’ ve ‘Cenâb-ı Rasûlullah’ gibi ifadelere yer vermiştir.

Hulûsi Efendi’nin bu ifadelerinde Hz. Pey-gamber (s.a.v.)’e ‘Şanı Yüce’, ‘En Değerli Nebi’, ‘Yüce Rasûl’, ‘En merhametli ve en şefkatli’ ve ‘En Övülmüş Nebi’ gibi kalıplarla seslendiğine şahit olmaktayız. Aslında onun bu ifadeleri Kur’ân ayetlerinden ilham alınarak oluşturulmuş hi-tap cümleleridir. Kur’ân-ı Kerim’de “Muhakkak sen yüce bir ahlak üzeresin.”3 ayetiyle Hz. Pey-gamber (s.a.v.) övülmüştür. Bizatihi Kur’ân-ı Kerim’in kendisine indirilmiş olması dahi O’nu (s.a.v.) Allahu Teâlâ’nın ne kadar üstün bir ko-numla insanlara takdim ettiğinin bir göstergesi niteliğindedir. Nebiler içerisinde “Sen olmasay-dın âlemleri yaratmazdım.”4 hitabına mazhar olan başka bir nebi/rasûl bulunmamaktadır. Bu da O’nu (s.a.v.) en değerli nebi/rasûl konumuna yükseltmektedir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gönderilişiyle birlikte diğer dinlerin hüküm-lerinin kaldırılması ve kendisinin bu yönüyle en önemli/değerli nebi/rasûl olduğu hakikati-ni hatırlatır niteliktedir.5 Hulûsi Efendi’nin Hz. Peygamber (s.a.v.) için kullandığı bu cümleler kendisinin zengin tasavvuf kültüründen en üst seviyedeki istifadesine bir alâmet olarak kabul edilebilir. Yine bu ifadeler, Kur’ân ve Sünnet’te Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ilgili dile getirilen hakikatleri Hulûsi Efendi’nin ustaca kullanma-sı hususuna da bir dayanak niteliğindedir. Bu ifadelerin yanı sıra Hulûsi Efendi’nin ‘Sallallahu aleyhi ve sellem’ ve ‘Efendimiz’ sıfatlarını mut-laka kullandığını görmekteyiz. Bu cümlelerle Hulûsi Efendi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bah-sederken onun değerine ve şanına yakışır bir hitap anlayışla hareket etmeye çalıştığını göz-

ler önüne sermiştir. Bir başka ifadeyle Hulûsi Efendi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bahsederken sıradan/herhangi bir kimse gibi bahsetme-miş, O’nun (s.a.v.) Allah katındaki değerine ve mü’minlerin O’na (s.a.v.) karşı göstermeleri ge-reken tavra uygun bir şekilde hareket etmiştir. Günümüzde Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bahse-derken Hulûsi Efendi’nin kullandığı bu ifade-leri (özellikle ‘s.a.v.’ ve ‘Efendimiz’ ifadelerini) kullanmaktan imtina eden hatta bu ifadeleri kullanmayı gereksiz veya bu ifadeleri kullanan-ları peygamberlere iman ilkesine ters hareket etmekle itham eden mü’minlerin (?) olduğunu görmek gerçekten çok acıdır. Onların gözünde Hulûsi Efendi’ye ve onun gibi gönül dostlarına bakıldığında ‘bu kimselerin gereksiz (?) detay-larla çok fazla meşgul oldukları’ iddiasıyla kar-şı karşıya kalınmaktadır. Ancak gönül gözüyle olayları değerlendiren Hulûsi Efendi ve onun yolunu takip ettiği insanların gözünden tartış-maya bakıldığında Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ilgili nakledilen bu ifadeleri kullanma gerekçe-lerini anlayamayacak kadar pozitivist, madde-ci, Kur’ân-Sünnet derinliğinden ve bu alandaki kültürel birikimden uzak bir anlayışın varlığına üzüntüyle şahit olunmaktadır.

Bu konuda Hulûsi Efendi’nin ‘Peygamberimiz’ ve ‘Efendimiz’ gibi cümleleri bütün mü’minleri işin içerisine katarak ifade etmesi de önemlidir. Bu tavrıyla Hulûsi Efendi’nin kendisini dinleyen muhatap kitleye Hz. Peygamber (s.a.v.)’in söz, fiil ve takrirlerinin inanan herkesi ilgilendirdiği mesajını vermeye çalıştığını söyleyebiliriz.

Hulûsi Efendi (k.s.)’nin Farklı Gerekçelerle / Hedeflerle Hz. Peygamber (s.a.v.) ile İlgili Kullandığı Hitap Cümleleri

Hulûsi Efendi’nin yukarda zikredilen hitap cümlelerinin dışında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ismini zikrederek, bazı sıfatlarını vurgulayarak, Allahu Teâlâ’ya Hz. Peygamber (s.a.v.)’i izafe ede-rek ve diğer nebiler arasındaki konumuna işa-ret ederek dile getirdiği hitap cümlelerinden de bahsedebiliriz. ‘Hz. Muhammed’, ‘Peygamber-i

72 NİSAN 2016

Page 74: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

zî-şânımız Seyyidünâ Muhammedeni’l-Mustafa Efendimiz Hazretleri’, ve ‘Peygamberimiz Hz. Mu-hammed Efendimiz’ gibi ifadelerle Hulûsi Efen-di, ismini zikrederek Efendimiz (s.a.v.)’e seslen-miştir. Hulûsi Efendi’nin diğer hitap cümleleri-ne oranla ‘Muhammed’ ismini kullanarak zikret-tiği hitap cümlelerinin az olması Hz. Peygamber (s.a.v.)’e duyduğu derin sevgi ve hürmetin bir göstergesidir. Hulûsi Efendi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ismini zikrederek O’nu (s.a.v.) anmaktan imtina etmiş bundan dolayı, ‘Muhammed’ is-minden ziyade Hz. Peygamber (s.a.v.)’in birçok isim ve sıfatıyla onu gündeme getirmeyi uygun görmüştür. Bununla birlikte Hulûsi Efendi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ‘Muhammed’ ismini vur-gulanmasını zaruri gördüğü birkaç yerde yine edep ve nezaket kokan bazı desteklerle bu is-mini kullanma yoluna da gitmiştir.

Hulûsi Efendi, ‘Fahr-i Kâinat Efendimiz’, ‘Rah-meten li’l-âlemin’, ‘Seyyidü’l-Kevneyn Efendimiz’, ‘Habîb-i Edib ve Resûl-i Necib’, ‘Çok Şefkatli Peygamberimiz’, ‘İki Cihan Güneşi Peygam-ber Efendimiz’, ‘Zât-ı Akdesi Risâlet Penâhî’, ‘Zât-ı Risâlet Penâh Efendimiz’, ‘Fahr-i Âlem’, ‘Seyyidü’l-kevneyn Efendimiz Hazretleri’, ‘Haz-reti Fahrü’l-Kevneyn’ ve ‘Cenâb-ı Risâlet-meâb Efendimiz’ gibi bazı sıfatlarıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’e seslendiği de olmuştur. Bu ifadelerde de Hulûsi Efendi’nin engin Kur’ân ve Hz. Pey-gamber (s.a.v.)’le ilgili mü’minlerin birikimleri-ne/kültürlerine olan hâkimiyetine şahit olmak-tayız. Bu hitap cümlelerinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ‘âlemlere rahmet’6 ve ‘şefkatli’7 oldu-ğunu belirten ayetleri referans olarak kullan-dığı görülmektedir. Hulûsi Efendi’nin diğer ifa-deleri ise Süleyman Çelebi’nin ‘Mevlîd-i Şerif’i başta olmak üzere birçok kaynakta Hz. Peygam-ber (s.a.v.)’le ilgili kullanılan hitap cümlelerini anımsatmaktadır.8 Bu durum, Hulûsi Efendi’nin bu alandaki kültürel birikimi özümseyen kişili-ğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Hulûsi Efendi, ‘Hâtemü’l-Enbiyâ’, ‘Server-i Enbiyâ Muhammed Mustafa Efendimiz’, ‘Hazreti Seyyidü’l-Enbiyâ’ ve ‘Seyyidü’l-beşer şefî-i arsa-i mahşer’ gibi ifadelerle diğer nebiler/rasûller ile

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in konumuna dair bazı hi-tap cümlelerine de yer vermiştir. Bu ifadelerde de Hulûsi Efendi’nin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in özel konuma dikkat çektiğini söyleyebiliriz. Malum olduğu üzere O’nun (s.a.v.) bu konuma Kur’ân-ı Kerim ve bazı hadis-i şerifler işaret etmektedir. ‘Son Nebî’9, ‘Nebilerin En Üstünü’10 ve ‘Büyük Şefaatçi’ nitelendirmeleri Hulûsi Efendi’nin İslâm kültürüne hâkimiyetini göste-ren ifadelerdir. Hulûsi Efendi’nin, Hz. Peygam-ber (s.a.v.)’in risalet görevinin önemine binaen O’nu (s.a.v.) Allahu Teâlâ’ya izafe ederek bazı hitap cümleleriyle andığı da olmuştur. ‘Habîb-i Hüdâ’, ‘Cenâb-ı Habîb-i Kibriyâ Efendimiz’ ve ‘Cenâb-ı Vâhibü’l-âtâyâ’ gibi ifadeleri bu kabil-den seslenişlerdir.

Sonuç Yerine

Netice olarak ifade etmemiz gerekirse bu çalışmada Hulûsi Efendi örneğinde sûfîlerin bütün görüşlerini Kur’ân ve Sünnet’i referans alarak temellendirdiklerini gözlemleme fırsatı-mız olmuştur. Ayrıca Hulûsi Efendi’nin bu ifade-leri bir kere daha sûfîlerin, her konuda olduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e hitap konusunda da nezaket, zarafet ve derunî hislerini işin içe-risine katarak hareket ettiklerini gözler önüne sermiş oldu. Bir başka hakikat de bu hitap cüm-lelerinin sûfîlerin yetiştikleri ortamların kültü-rel birikimlerini özümseyen kişiliklerine şahitlik etmesidir.

Dipnot1. Geniş bilgi için bkz., Hüseyin Algül, Osmanlı Kültüründe

Hz. Peygamber Sevgisi, Risale Yay., İstanbul 2008. 2. Bu konuda geniş bir kültür birikiminden bahsetmemiz

mümkündür. Detaylı bilgi için İslam Ansiklopedisi’nin Mersiye maddesine bakılabilir. Bu konuda Hassan b. Sâbit’in Hz. Peygamber’e (s.a.v.) mersiyeleri başlı başına yeterli örnek niteliğindedir. Bkz., Faruk Çiftçi, ‘Hassân b. Sabit’in Hz. Peygamber İçin Söylediği Mersiyeler’, KSÜ. İla-hiyat Fakültesi Dergisi 4 (2004) s.79-95.

3. 68/Kalem, 4. 4. Acluni, Keşfu’I-Hafa, Beyrut 1985, c.II, s.214, no:2123. 5. ‘Allah’ın Rasûlü’ ifadesi de Kur’ânî bir ifadedir. Bkz., ‘Mu-

hammed, Allah’ın Rasûlü’dür.’ Fetih 48/29. 6. 21/Enbiya, 107. 7. 9/Tevbe, 128. 8. M. Fatih Köksal, Mevlid-nâme, TDV Yay., Ankara 2011, 786 s.9. 33/Ahzab, 40. 10. 4/Nisa, 41.

somuncubaba 73

Page 75: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

EDEBİYAT / Mustafa ÖZÇELİK

“Hz. Peygamber (s.a.v.)’in her adı, şefaat sebebidir. Dahası o ismin mana ve tecellisine göre farklı farklı nimetlere nail olmaktır.”

“Hamdülillah Muhammed ümmetiyizCan ile Mustafa’yı kim sevmez.”

Muhibbî

KANÛNÎ’DEHZ. PEYGAMBER SEVGİSİ

74 NİSAN 2016

Page 76: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Osmanlı padişahlarından pek çoğunun şair olduğunu ve yazdıkları şiirler içinde münacatların, tevhitlerin yanında naat-

lara da mutlaka yer verdiklerini biliyoruz. Bu sadece Divan şiiri geleneğinin bir sonucu ola-rak da gerçekleşmez. Bu durum aynı zamanda onların samimi Allah ve Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisinin bir sonucu olarak tezahür eder. Za-ten Divan şiiri geleneğinin bu şekilde inşası da aslında aynı niyetin ürünüdür. Yani durum pa-dişah olmayan Divan şairleri için de söz konu-sudur. Bu sebeple zengin naat edebiyatımızın en güzel örneklerinden çoğunda şair padişah-ların imzalarını da görürüz.

Naat yazan şair padişahlardan biri de Kanûnî Sultan Süleyman’dır. “Muhibbi” mahla-sıyla şiirler yazan şairin bu türde yazdığı naat-lardan biri:

Nûr-ı âlemsin bugün hem dahî mahbûb-ı Hudâ

Eyleme âşıkların bir lahza kapından cüdâ

beytiyle başlayan şiiridir. Bu ilk beyitte Hz. Pey-

gamber (s.a.v.)’in “Nûr-ı âlem” ve “mahbûb-ı

Hudâ” yani “âlemin nûru” ve “Cenab-ı Hakk’ın

Sevgilisi” olarak gören şair, ondan bir niyazda

bulunmaktadır. O da sevenlerini kapsısından

ayrı tutmamasıdır. Burada “O ki o yüzden varız”

diyen Necip Fazıl’ı da hatırlayabiliriz. Zaten o

da bu söyleyişi “Eğer sen olmasaydın âlemleri

yaratmazdım.” kudsî hadisine bağlı olarak söy-

lemektedir. Bu ifade âlemin yaratılış sebebinin

Hz. Peygamber (s.a.v.) olduğuna dair inanışın

ifadesidir. Durum böyle olunca mü’min olarak,

varlığımızı O’na borçlu olduğumuzun, O’nun

kapısında bir geda oluşumuzun bir an bile unu-

tulmaması esastır.

Şair, şiirine yine niyaz diliyle söylenmiş şu

beyitle devam eder:

Gitmesin nâm-ı şerîfin bu dilimden dem-be-dem

Dertli gönlüme devâdır cân bulur ondan safâ

somuncubaba 75

Page 77: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Şair, bu beytinde de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in

“nâm-ı şerîfin” dilinde devamlı olarak anmaya

konu olmasını arzu eder. Zira Esmayı söylemek

nasıl devamlı olarak Cenab-ı Hakk’ı anmak, ha-

tırda tutmak ise salâvat da yani Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in adını anmak ve yüceltmek de yine di-

lin ve gönlün gıdasıdır. Mü’minin mutluluğu bu

hatırlayışla mümkün olur.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şefaatine nail ol-

mak, her mü’min için sevinçlerin en büyüğüdür.

Şair, bu sebeple üçüncü beyitte bunu belirtir.

Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in her adı, şe-

faat sebebidir. Dahası o ismin mana ve tecel-

lisine göre farklı farklı nimetlere nail olmaktır.

Şair, bunu belirttikten sonra Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in isimlerinden (Esma-yı Nebi) bazılarını

zikreder:

Umarım her bir adın başka şefâ’at eyleye Ahmed-ü Mahmûd Ebü’l-Kâsım Muhammed Mustafâ

Kur’an-ı Kerim’deki surelerden biri de Şems Suresi’dir. Onun ilk ayetinde geçen “Veşşemsi veduhâ” ifadesi Türkçe anlam olarak “Güneş’e ve onun parıltısı” anlamına gelir. İşte, şair, bir son-raki beytinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’i “Güneş”e benzeterek anlatır. Güneş, nasıl dünyayı ay-dınlatmışsa Hz. Peygamber (s.a.v.) de insanlığı aydınlatan bir güneş hükmündedir. Ay da aynı şekilde aydınlatıcı bir gezegendir. Şair, işte bu iki unsurdan hareketle bu defa da onu güneşin yanında ay benzetmesiyle ifade eder.

Çünki denildi ona ‘Ve’ş-Şems’ dahi ‘Ve’d-Duhâ

Rûyuna alnına mihr ü mâhı benzetsem n’ola

Bir sonraki beyitte ise şair kendi gönlüne seslenerek şöyle der:

Bu libâs u hâyhûy u tantana nedir dilâ

Eğnine hil’at yeterken bir palâs u bir abâ

Yani “Ey gönül! Sana sadece bir elbise ye-terken sen değerli ve güzel elbiseler peşinde-sin. Bunun için de gürültü koparıyorsun.” diyor. Bu söyleyiş, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in karşısında mü’minlerin daima tevazu ve saygı içinde hare-ket etmeleri gerektiğine bir ikaz mahiyetinde-dir. Yine peşinden gelen:

Cürm ü isyânım bir birundur gerçi hadden serverâ

Sen şefâ’at kânısın geldim sana şefkat uma

beytinde de bunu tamamlayıcı bir ifade ola-rak kendisinin suçlu, asi, günahkâr biri olarak bu halde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e iltica ederek O’ndan şefaat ümit ettiğini dile getirir.

Bu Muhibbî tevbe eyler tevbesin eyle kabûl

Fitne-i şeytândan sakla onu yâ Rabbenâ

şeklindeki son beyit de aynı anlam çerçevesin-dedir. Buna göre; kusurlardan arınmanın yolu tevbe etmektir. Bu konuda yöneleceğimiz yüce

76 NİSAN 2016

Page 78: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

makam ise Cenab-ı Hakk’tır. Kişiyi kusura ça-ğıran şeytanın fitnesi olduğu için bundan uzak olmak adına Rabb’e iltica etmek gerekir. Böy-lece Hz. Peygamber (s.a.v.) övgüsüyle başlayan naat, Cenab-ı Hakk’a niyaz ile nihayet bulur.

Kanûnî’nin Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisi sa-dece bu naat ile de kalmaz. Şiirlerinde yazımı-zın başına aldığımız “Hamdülillah Muhammed ümmetiyiz/Can ile Mustafa’yı kim sevmez.” şeklinde başka ifadelere de rastlarız. Mesela yine onun:

İdelüm biz de Muhibbî çü ezel eyledi Hak

Ana vü âline ashâbına bin kerre dürûd

Umaruz bize şefâat ide ol yevm-i cezâ

Tâ ola menzilümüz dâr-ı sürûr ile hulûd

dörtlüğü de aynı temada söylenmiş bir şiirdir. Şair, burada da “Allah, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in soyunu her zaman var eyledi. Ey Muhibbî, O’na, soyuna ve ashabına bin kere dua edelim. Uma-rız şefaat eder bize o ceza gününde. Sonsuza dek mekânımız; huzur mekânı olsun.” diyerek sözünü ettiğimiz natındaki duygular çerçeve-sinde bir söyleyiş içerisindedir.

Diğer yandan hemen her naatın bir hikâyesi vardır. İzahına çalıştığımız bu naat de rivayetle-re göre böyle bir hikâyeye sahiptir. Buna göre Kanûnî Sultan Süleyman, rüyasında Hz. Pey-gamber (s.a.v.)’i görür. Efendimiz ona: “Belgrad, Rodos ve Bağdat Kalelerini fethedesin sonra da benim şehrimi imar edesin!” diye emir buyu-rur. Kanûnî, bu emir üzerine, önce adı geçen yerlerle ilgili fetihleri gerçekleştirir. Ardından Harameyn’i imar ve iskân etmek için çalışma-lara başlar. Vasiyetinde şahsî servetinden hacı-lar için su getirecek bir vakıf kurulmasını ister. Böylece bu vasiyete göre gerekli hizmetler ya-pılır. O da Hz. Peygamber (s.a.v.)’e işte bu naatla hâlini arz eder ve şefaat talebinde bulunur.

Burada Kanûnî’nin şairliği ile de ilgili birkaç söz söylemek uygun olacaktır. Kanûnî, askerî ve idarî dehasının yanında sanat yönü ile dikkat-leri üstüne çeken büyük bir şairidir. Şiirlerinde

genel olarak kahramanlık, aşk, dinî, tasavvufî,

hikemî ve rindane temalar mevcuttur. Şiirleri-

ni ihtiva eden çok geniş bir  Divan’ı vardır. Şi-

irlerinin bir özelliği de şairin bunlarda kendi iç

dünyasını, hayata bakışını çok iyi yansıtmasıdır.

Siyasî konumu itibariyle çok ihtişamlı görün-

se de o insan olarak dünyevî olan hiçbir şeye

önem vermez. Şu iki beyit, adeta onun hayat

görüşünün özeti gibidir:

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi 

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi 

Saltanat didükleri ancak cihan kavgasıdır 

Olmaya baht u saadet dünyada vahdet gibi

somuncubaba 77

Page 79: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

EĞİTİM / Mukadder Arif YÜKSEL

İNSANOĞLUNUN TAHAKKÜM HIRSI

78 NİSAN 2016

Page 80: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Âdem babamızdan bugüne kadar insanların yeryüzünde çıkardıkları bütün marazaların temelinde insanoğlunun tahakküm hırsı

hatta tanrısallaşma temayülü vardır. Düşünebi-liyor musunuz, Kabil, altı kişi olarak yaşadıkları koskoca dünyayı kardeşi Kabil ile paylaşamadı ve onun canına kastetti. Kavimler ve devletler ta-rafından tarih boyu sürdürülen savaşlar, istilalar, işgaller, gasplar ve soykırımlar tahakküm hırsı ile icra edildi. Halen faklı ve başka olana, yabancıya, kendinden olmayana tahammül edilemiyor.

  Güvenlik, insanın en temel ihtiyacıdır. İn-san, önce can ve mal güvenliği olan bir yere sığınmak sonra da kendini güvende hissettiği yerde huzur içinde yaşamak ister. Bunun için insan, kendisine güven veren güç odaklarına sı-ğınır, bağlılığını izhar eder, güç odağına aidiyet duygusu ile bağlanır, onun kulu kölesi olur. Bir süre sonra, sığındığı ve yanaştığı gücü birtakım kurnazlıklarla ele geçirip sahiplenmeye çalışır.

Gelmiş Geçmiş En Kudretli Kral

Otorite sahibi güçler, eğer İslâmî, ahlakî ve insanî değerleri benimseyen kimseler değilse-ler tanrısallaşma sapkınlığına evrilirler. Kur’an, tanrısallaşma sapkınlığına dalanların piri ve sembolü konumunda olan Nemrut ve Firavn’un kıssalarını anlatır. Bunlar insanlara “Ben sizin Rabb’inizim.” diyecek kadar ileri gitmişler, sa-hip oldukları gücün kendilerine tanrısal nitelik-ler kazandırdığını sanmışlardı. Allah, gönderdiği peygamberlerle insanları, gücün gerçek sahibi-ne kulluk etmelerini emretmiş, insanlığı kula kulluktan men ederek kendine kulluk yapma-larını istemiştir. Peygamberler, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu, kısmî bir gücü tasar-ruf etmenin de ilâhî bir lütuf olduğunu öğret-mişlerdir. Çok güçlü bir saltanata ve zenginliğe sahip olmasına rağmen, bunun gerçek sahibi-nin Allah olduğunu bilmeye en güzel örnek Hz. Süleyman’dır. Süleyman (a.s.), dünya tarihinin gelmiş geçmiş en kudretli kralı olmasına rağ-men, görevinin insanlığı hidayete davet etmek-ten ibaret olduğunu, tasarruf ettiği mülkün de bir emanet olduğunu çok iyi biliyordu.

İslâm, insanlara dünya ve ahiret huzuru vaat ediyor. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yaşadığı çağ, in-sanlığa kazandırdığı erdemler sebebiyle “Asr-ı Saadet” (mutluluk çağı) olarak adlandırıldı. Bu çağda bile insanın sabrını zorlayan, kutsal şehir Mekke’yi yaşanmaz hâle getiren Ebu Cehil, Ebu Lehep, Ümeyye b. Halef, Velit b. Muğirevd azılı İslâm düşmanları vardı. İslâm’ın ferdî ve sosyal hayata ilişkin bütün güzelliklerinin en güzel ör-neklerinin sergilendiği Medine döneminde de İslâm toplumunun başını ağrıtan Abdullah b. Übey’in başını çektiği münafıklar ve İslâm’a düş-manca yaklaşan Yahudiler bulunuyordu. Abdul-lah b. Übey, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’ye hicreti ile kaybettiği Medine krallığının hazım-sızlığı ile Yahudiler de İsrailoğullarından olma-yan birinin peygamber oluşunun hazımsızlığı ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’e düşman olmuşlardı. Müslüman olmayanların İslâmî ve insanî değer-lere düşmanlığını anlayabiliriz. Ya Müslüman olanların tahakküm hırsı ile kendi Müslüman kardeşlerine zulmetmesine ne demeli? 

 Paylaşmaya Yanaşmama Sorunu

Günümüz Müslümanlarının en temel soru-nu kanaatimce İslâm dinini ve coğrafyasını sa-hiplenme ve kendinden olmayanlarla bunları paylaşmaya yanaşmama sorunudur. İslâm ül-kelerinde belli bir coğrafyada nüfuzu olan grup ve etnik yapıların kanaat önderlerine göre dini

somuncubaba 79

Page 81: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

en iyi kendileri bilirler, Kur’an’ı en doğru ken-dileri anlarlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gerçek manevî mirasçıları da kendilerinden başkası değildir. Hidayete ermek, doğru yolu bulmak isteyenler bunlara tabi olmak zorundadır. İslâm coğrafyasında söz sahibi olanların çoğu ister ulema isterse ümera sınıfından olsun insanla-rı ve Müslümanları kendi meşreplerine davet ederler. Eğer ellerinde zorlayıcı bir güç varsa, kendilerine tabi olmayanları, ileride varlıklarını tehdit edebilir vehmi ile imha etmeye kalkar-lar. Yıllarca savaşırlar, birbirlerini bitirirler, ar-dından uluslararası başka güçler onları kolayca kendi hükümranlık alanına dâhil ederler. 

 Sıradan insanların beşerî ve sosyal ilişkiler-deki yaklaşım tarzı, tıpkı platonik aşk yaşayan delikanlının yaklaşımına benziyor. Ya benimsin ya da kara toprağın. İmanla şereflenmiş olan kişi ve toplumların, böylesine zihinsel sorunu olan-lardan bir farkı olması gerekmez mi? İslâm’ın insana kazandırdığı meziyetler, Müslümanlarda tezahür etmiyorsa, Müslümanlar İslâm’ın nere-sinde diye sormamız gerekmiyor mu?

Fitne Ateşini Söndürebilmek

 12.yy.’da Moğolların İslâm coğrafyasını ko-layca istila etmesinin temel sebebi, iç ihtilaflar sebebiyle İslâm ümmetinin iyice zaafa uğra-masıydı. 19.yy.’dan itibaren İslâm coğrafyasına Batılıların musallat olmasının sebebi de yine İslâm ümmetinin, basit siyasî ihtilaflar sebe-biyle sürekli birbiri ile çatışması ve ümmet ol-manın gereğini yerine getirememesidir. İslâm coğrafyasını yaklaşık 200 yıldır kasıp kavuran fitne ateşi henüz söndürülememiştir. Öncelikle İslâm coğrafyasında, sonra da bütün dünyada barış ve huzurun sağlanabilmesi için evvela fitne ateşinin söndürülmesi gerekiyor. Fitne ateşini de ancak, gücün gerçek sahibinin Allah olduğunu bilen, itfaiyeci ruhu ile hareket eden güçlü bir ordu ile söndürülebilir. 

 Huzursuzluğun yaşandığı kurum ve kuruluş-lardaki problemleri inceleyin. Sivil toplum kuru-luşlarındaki iç sorunlara bakın. Uzağa gitmeye gerek yok, ailenize bakın. Sorun, kimin söz sahibi olacağı, gücü kimin kullanacağında düğümlenir. Peygamberimiz (s.a.v.), fikir ayrılığının derinleş-memesi ve birlikteliğin sağlanması için “Üç kişi yola çıkmışsanız içinizden birini imam/lider se-çin.” buyurmuştur. Lider, kararları istişare ile alır, kendisini o göreve getirenler adına yetki kulla-nır. Lider ve üyeler, birbirinin sahibi değil, belli bir misyonun mensubudur. Lider ve üyelerin, üstlendiği görev kadar sorumluluğu vardır. 

  Müslümanlar, İslâm’a ve üzerinde yaşadı-ğı coğrafyaya sahip olduğu vehmi ile hareket ettiklerinden, harici bir düşmandan ziyade en büyük zararı birbirlerine vermektedir. Belli bir güce ulaşan Müslüman gruplar da tahakküm etme sapkınlığından hatta tanrısallaşma tema-yülünden kendisini alamamaktadır.  

 Müslümanlar, tıpkı hâricîler gibi İslâm’a tabi olmak yerine onu sahiplenmeye, kendine mâl etmeye ve kendilerinden olmayanı yok etmeye çalıştığı sürece İslâm âleminin huzur ve barış ortamına kavuşması kısa ve orta vadede müm-kün gözükmüyor maalesef. 

80 NİSAN 2016

Page 82: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Gün dönümü ufuktaki hâleye, Gül yüzünü desen desen işledim. Saçlarından renk düşürdüm lâleye, Kahverengi gözlerini düşledim,

Gül mevsimi karanfiller allandı, Kır çiçeği ebrûlendi, pullandı, Papatyalar beyaz giydi sallandı, Gelinciğin yaprağında kışladım.

Menekşeler pembelere büründü, Mor leylâklar kokuları süründü, Sarıçiğdem yaylalarda göründü, Kardelenle yürümeye başladım.

Su üstünde nilüferler yüzerken, Akzambaklar vadilerde gezerken, Sarmaşıklar duvarları bezerken, Umarsızca zorlukları döşledim.

Kar çiçeği, kış boynuzu, siklamen, Karlı dağın etekleri buz, çimen, Safran sarı duygularla gel hemen, Karlı kalker kayaları taşladım.

Gonca gülü kahverengi, sarıdır, İlkbaharın habercisi arıdır, Yaban gülü Nedimî’nin yâridir, Bülbül gibi yüreğimi haşladım. Nedim UÇAR

Gül Mevsimi

somuncubaba 81

Page 83: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

KÜLTÜR / Mehmet DERE

BİR SÜNNETİHEDİYELEŞMEK

PEYGAMBERİMİZ’İN (s.a.v.)

82 NİSAN 2016

Page 84: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Sözlüklerde hediye, insanlar arasında sev-gi, saygı ve yakınlığa vesile olan ve birine karşılıksız verilen eşya, armağan olarak

tanımlanmaktadır.1

İslâmî literatürde ise hediye, insanlar arasın-da sevgi ve dostluk nişanesi olarak veya mu-aşeret kaidesi gereği karşılıksız olarak verilen nesne, eşya demektir.2

Hemen her toplumda görülen hediyeleşme-nin insanlık tarihi kadar eski bir geçmişi vardır. Modern antropoloji çalışmalarında iptidaî top-luluklarda karşılık beklemeden hediye verme-nin yanı sıra, hediye değişimi ve hediye ile sos-yal bağ kurma, sosyal itibar ve onur kazanma amaçlı hediye şekillerinin de bir hayli yaygın olduğundan söz edilmektedir.3

Kur’an-ı Kerim’de iki yerde hediye kelimesi geçmektedir.4 Bu ayetlerde bildirildiğine göre Sebe Melikesi Belkıs, Hz. Süleyman (a.s.)’dan aldığı ve onun hâkimiyetine girmesini isteyen bir mektup üzerine; Belkıs, Hz. Süleyman (a.s.)’a bazı hediyeler göndermişse de siyasî amaç ta-şıdığı için bu hediyeler geri çevrilmiştir.5

Muhabbet Bağlarını Geliştirir

Müslüman olarak bütün hususlarda oldu-ğu gibi hediye hususunda da Hz. Peygamber (s.a.v.) bizlere en güzel örnek olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) hediyeleşmenin insanlar arasındaki sevgi, dostluk, muhabbet bağlarını geliştirdiğini; kıskançlık, bencillik, cimrilik gibi kötü huyları giderdiğini ve rızkın genişlemesi-ne vesile olduğunu bildirmiş ve hediyeleşmeyi teşvik etmiş, verilen hediyenin -haklı bir sebep yoksa- kabul edilmesini istemiştir.6

Peygamberimiz (s.a.v.), çeşitli vesilelerle aile fertlerine, arkadaşlarına, komşu ülke hüküm-darlarına hediyeler vermiş, peygamberlik gö-revinin bir görevi olarak sadakayı geri çevirmiş, fakat hediyeleri temiz ve helal olduğu sürece kabul etmiş ve hediyelere yine hediye ile kar-şılık vermiştir.7

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilen bir ha-diste, Peygamberimiz (s.a.v.): “Ben bir koyun pa-çası yemeğine çağrılsam giderim, bana böyle bir paça hediye edilse küçük görmez kabul ederim.”8 buyurmuştur. Bu hadisten de rahatça anlaşıla-cağı üzere, verilen hediyeler karşı tarafı minne-te sokacak kadar pahalı olmamalıdır. Zira hedi-yenin azı sevgiye daha çok delil olur, yükü daha hafifletici olur, hediye verene hediye vermek daha kolay olur. Halkımız bu konudaki ölçüyü “Çam sakızı çoban armağanı” diyerek çok güzel ifade etmiştir.9

Hediyeyi Karşılıksız Bırakmazdı

Peygamberimiz (s.a.v.), en basit bir hediyeyi bile karşılıksız bırakmaz ve karşılığını verirdi.10 Bu hususla ilgili olarak Peygamberimiz: “Size herhangi bir iyilikte bulunana mukabele ediniz. Verecek bir şey bulamazsanız ona dua ediniz ki, kendisine mukabelede bulunduğunuz bilinmiş olsun.” buyurmaktadır.11

Hediyeden karşılık beklemek veya verilen hediyeyi geri istemek doğru değildir. Nitekim bir hadiste, bu şekilde davranabilecek kimse-lerden hediye almanın uygun olmadığı bildiril-miştir.12

somuncubaba 83

Page 85: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

İslâm ahlâkına göre hediye, helal maldan verilmelidir. Devlete ait olan bir maldan hediye kabul etmek uygun değildir. Nitekim Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in vergi tahsildarı olarak gö-revlendirdiği bir kişinin, görev dönüşünde: “Şu sizin zekât mallarınız, bunlar da bana hediye olarak verildi.” demesi üzerine, Peygamberimiz (s.a.v.): “Bu kimseye ne oluyor ki, ‘Şunlar sizin, bunlar da bana hediye olarak verildi.’ diyor. Bu kişi evinde otursaydı, kendisine bu hediyeler ve-rilir miydi?” buyurmuş böyle bir hediyenin uy-gun olmadığını bildirmiştir.13 Bundan dolayıdır ki birçok İslâm ahlâkçısı, malına haram karışmış olabileceği kaygısıyla devlet görevlilerinden hediye almayı sakıncalı bulmuşlardır. Aynı şe-kilde rüşvet olarak değerlendirilme ihtimali göz önüne alınarak, devlet görevlilerine hediye ve-rilmesi de uygun görülmemiştir.14

Hediyeleşmek Sünnettir

Zengin olsun fakir olsun İslâm’da hediyeleş-mek sünnettir. Özellikle günümüzde giderek zayıflayan ailevî ve sosyal bağların yeniden güçlenmesinde, birlik beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma duygularının güçlenmesinde; sevgi, saygı ve dostluk ortamının kurulmasında;

haset, cimrilik, kibir, bencillik gibi olumsuzluk-

ların tedavisinde hediyeleşmenin rolü çok bü-

yüktür. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.): “Hediye-

leşiniz, zira hediyeleşmek kalpteki kin ve nefreti

yok eder.”15 buyurarak hediyeleşmenin yukarda

bahsettiğimiz işlevine işaret etmiştir.

Hediyeleşmede Dikkat Edilecek Hususlar

• Hediyeleşme sadece Allah rızası için olmalı.

Asla rüşvet mahiyetinde olmamalıdır.

• Hediyeye, hediye ile mukabelede bulunmak

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in güzel sün-

netlerindendi.

• Hediye, bir karşılık beklenmeden, menfaat

gözetmeksizin verilmelidir.

• Hediye verme işi bir gösteriş ve yarışma

hâline getirilmemelidir.

• Hediye helalinden ve temiz olanından veril-

melidir.

• Hediye, haklı bir sebep olmadıkça geri çev-

rilmemelidir.

84 NİSAN 2016

Page 86: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Dipnot1. Komisyon, Türkçe Sözlük, c. 1, TDK. Yay., Ankara 1988, s.

630;İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, c. 2, Kub-bealtı Neşriyat, 2. basım, İstanbul 2006, 1235; Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yay., İstanbul 1996, s. 480

2. Mehmet Canbulat, “Hediye”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, DİB. Yay., 5. Baskı, Ankara 2010, s. 251

3. Ali Bardakoğlu, “Hediyeleşme”, DİA., c. 17, TDV. Yay., İstan-bul 1998, s. 151

4. 27/Neml, 35-36.5. Mustafa Çağrıcı, “Hediye”, İslam’da İnanç, İbadet ve Gün-

lük Yaşayış Ansk., c. 2, İFAV. Yay., İstanbul 1997, s. 2256. Tirmizî, Velâ, 6; Mâlik, Muvatta, Husnu’l-Huluk, 16; Ahmet

bin Hanbel, Müsned, II, 405.7. Buhârî, Hibe, 5.8. Tirmizî, Ahkâm, 10.9. İsmail Lütfi Çakan, Ashabının Dilinden Peygamberimiz

(s.a.v.), Rağbet Yay., İstanbul 2004, s. 3910. Buhârî, Hibe, 11; Ebû Davud, Buyû, 87; Tirmizî, Birr, 34.11. Ebû Davud, Zekât, 8.12. Tirmizî, Menâkıb, 73.13. Buhârî, Zekât, 67; Ahkâm, 24, 41; Hibe, 17; Hiyel, 15;

Cihâd, 189; Eymân, 3; Ahkâm 24; Müslim, İmâre, 26-29; Ebû Davud, İmâre, 11

14. Zeki Duman, Kur’an-ı Kerim’de Adab-ı Muâşeret, Tuğra Neşriyat, İstanbul 1994, s. 309; Çağrıcı, age., s. 225.

15. Tirmizî, Velâ, 6.

• Hediyeyi herkes kendi maddî imkânları öl-çüsünde vermelidir. Karşıdakini minnet al-tına sokmamalıdır. Aynı değerde bir hediye verilmesi şart değildir.

• Hediyeleşmenin, kişinin yakınından başla-yarak uzağa doğru olması daha uygundur.

• Hediyenin verildikten sonra tekrar geri alın-ması uygun değildir.

Sonuç olarak söylemek gerekirse; hediye-leşmek insanlar arasındaki sevgi, dostluk, mu-habbet bağlarını geliştirir; kıskançlık, bencillik, cimrilik gibi kötü huyları giderir ve rızkın geniş-lemesine vesile olur. Bizim için her hususta en güzel örnek olan Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) de hediye ve hediyeleşme konusuna çok önem vermiştir. O (s.a.v.) gerek Müslümanlardan, ge-rekse gayrimüslimlerden gelen hediyeleri ka-bul etmiş, aynı zamanda hediyelere hediyelerle mukabelede bulunmuş ve böylece Müslüman-ları da hediyeleşmeye teşvik etmiştir.

Özellikle günümüzde, giderek zayıflayan aile ve toplum bağlarının güçlenmesinde; sosyal yardımlaşma, sevgi, kardeşlik ve dostluk bağ-larının oluşturulmasında; cimrilik ve bencilliğin tedavisinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in söz ve davranışlarıyla teşvik ettiği ve örnek olduğu hediyeleşmenin ayrı bir katkısı ve önemi vardır.

Bu sebeple Müslümanların, hediyeleşmenin

sünnet olduğu bilinciyle hareket edip, çeşitli

vesilelerle bu güzel uygulamayı geliştirmesi

ve yaygınlaştırması zamanımızda daha da bir

önem kazanmıştır. Fakat insanların gurur ve

övünmek için kendi maddî güç ve imkânlarının

üstünde harcama yaparak hem kendilerini,

hem de hediye verdikleri kişileri mânen ezerek

sıkıntıya düşürmeleri doğru değildir.

somuncubaba 85

Page 87: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

PSİKOLOJİ / Mustafa Doğan KARAÇOŞKUN*

TELEVİZYONUNOLUMSUZ ETKİLERİ

“Son yıllarda oldukça artan sayıda yayınlanan magazin programları da genellikle toplumun değerlerinden uzak

sanatçıların yaşantılarını cazip göstermek suretiyle olumsuz modeller sunmaktadırlar.”

86 NİSAN 2016

Page 88: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Günümüz çekirdek aile yapısında, çocu-ğun yanı başında olmayan, neşeli ge-celerin, masalların mimarı nineler aile-

de değillerdir. TV’ler ve özellikle reklamlar, bu boşluğu dolduracak bir işlev görmektedirler. Kapferer (1991)’e göre, reklamların başında ve sonunda yer alan kısa görüntü ve müzik, masal-ların başlangıç ve sonuç cümlelerinin görevini üstlenmiştir.1

Çocuğun sosyalleşmesi ve zihinsel gelişi-minde önemli yeri olan masal dinleme ve so-rular sorma gibi bir eğitim ve gelişim süreci-nin yerini alan TV, çocuk kuşağı programları ve özellikle günün her saati yinelenen reklamlarla, çocukları gerçek dünyadan koparıp, zihinsel durağanlık ve yetersiz sosyalleşme problemi doğurmaktadır.

Filmlerdeki Dindar İnsan Karakterleri !

Bunların dışında son yıllarda oldukça artan sayıda yayınlanan magazin programları da ge-nellikle toplumun değerlerinden uzak sanat-çıların yaşantılarını cazip göstermek suretiyle olumsuz modeller sunmaktadırlar. Bu model-leri taklit etmek, maddî imkânların iyi olması-nı da gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla toplumda sabır, kanaat, şükür vb. kavramlar gündelik ya-şantımızdaki anlamını kaybederek, yerine “Ne şekilde olursa olsun, neleri feda etmek gere-kirse gereksin, yeter ki ben de zengin olayım.” anlayışının özlemi körüklenmektedir. Bütün bu program çeşitlerinin her biri içerisinde rastla-yabileceğimiz bazı dinî motifler ve özgün dinî programları da değerlendirmek gerekmekte-dir. Çünkü bireysel ve toplumsal dönüşümün en etkili araçlarından biri olan TV yayınlarının, hâlen toplumun genelinin birçok tutum ve dav-ranışında ve az ya da çok gündelik yaşamında yeri olan dine de bir enstantane olarak yer verdiği görülmektedir. Bunu yaparken çoğu za-man gerek haber içerikli programlarda, gerekse filmlerde toplumun din görevlileri ve dindar-ların olumsuz birtakım davranışlarına yönelik tepkilerini istismar ederek, din görevlilerine dönük genel bir olumsuz kanaat oluşumuna

yol açmakta2 ve onların şahsında dinî değerleri alaya alabilmektedir. Üstelik filmlerdeki dindar insan karakterleri, genelde ya ahlâktan yoksun, dürüst olmayan ve insanları aldatan veya en iyi ihtimalle sosyal statü olarak alt sınıftan birisi olarak (aşçı, temizlikçi vb.) canlandırılmaktadır. Bununla, topluma verilen mesajın, dindar in-sanların ancak böyle sosyal statüsü düşük ko-numlarda olabileceği şeklinde olduğu aşikâr bir durumdur.

Değer Kaymaları

Halkın birtakım değer kaymalarına maruz kalmasına karşın, kaybetmemekte direndiği Ra-mazan ayı algısına, bir şekilde belki zorunluluk-la ortak olan TV’lerin, Ramazan programları da ayrı bir ilginçliğe sahiptir. İftar nedeniyle oruç açmak için bekleyen ve o anda dinî duyguların zirvesinde yaşayan insanlara, doğru, gerçekçi, hurafelerden arındırıcı ve zengin dinî motifli programlar yapmak yerine, zaman zaman ma-gazin programı görünümünde iftar programları yapılmakta ve bu değer bile yozlaştırılmaya ça-lışılmaktadır. Genellikle bu programlarda diğer pek çok programda olduğu gibi, çeşitli ses ve film sanatçıları çağrılarak, yeni çalışmaları vb. üzerinde sıradan konuşmalar yapılmaktadır. Hatta geçtiğimiz yıllarda iftar açmak için okunan ezan dahi ses sanatçılarına okutulmuştur. Bunu yaparken de en azından uzman olmadıkları bir alanda sanat icra eden bu sanatçıların, anlamı-nı bozarak ezanın özgünlüğünü ve kutsallığını yok ettikleri okuma biçimlerini, işi bilen birine dinletme ve yanlışlarını düzeltme yoluna bile gitmemeleri, seyirciye verilen değer ve saygı açısından doğru gözükmemektedir. Dolayısıyla televizyonlardaki dinî yayınlar, niyet ne olursa olsun bazen dinî değerlerin önemsenmediği ve aşağılandığı izlenimi vermektedir.

Dipnot

* Prof. Dr. Mustafa Doğan KARAÇOŞKUN1. Jean Noel Kapferer, Çocuk ve Reklam, Çev. Şermin Önder,

Afa Yayınları, İstanbul 1991, s.75.2. Hüseyin Peker, Din ve Ahlak Eğitimi (Psikolojik ve Metodik

Esaslar), Aksi Seda Matbaası, Samsun 1998, s. 100.

somuncubaba 87

Page 89: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.

No: 71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00

Gsm: (546) 544 60 44 Faks: (422) 615 28 79

[email protected] www.somuncubaba.net

2016 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Aile ve ÇocukEkiyle Birlikte

Yıllık Abone Bedeli

95

2016 Yılı

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58Halkbank TR 49 0001 2001 4740 0010 1000 23

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir

Telefon:

Faks:

E-posta:

Vergi Dairesi: Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi: İmza:

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Türkiye : 95 Avrupa: 72 Euro ABD: 102 USD

(0422) 615 15 54444 36 61

ABONE İLETİŞİM HATTI

(0546) 544 60 44

Page 90: AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 22 • SAYI: 186 ... · PİRİ REİS’İN MUCİZE HARİTASI ve AMERİKA Ali AKPINAR Yüce Rabb’imiz, Kur’ân’da andığı

Tevhit ve VahdetGelin Birlik Olalım

Cansever DOKUZ

Çöle İnen NurEmine Büşra YÜKSEL

Rasûlullah’ın GülleriSümeyye Büşra YILDIZ

Sinir Küpü OlmuşAnne ve Babalar

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net - [email protected]

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44