piri reis ve nostradamus - reservation.no · piri reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga...

153
Piri Reis ve Nostradamus

Upload: others

Post on 10-Sep-2020

9 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

Piri Reis ve Nostradamus

Page 2: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

POSTİGA YAYINLARI: Roman:

Kitabın adı: Piri Reis ve Nostradamus Yazar:

Genel Yayın Yönetmeni: Nurettin HacıkurtişEditör: Nursel Calap

Sayfa Tasarımı: Ceyda Çakıcı BaşKapak Tasarım: Duygu Serin

ISBN:

Birinci Baskı: Aralık 2014

Sertifika No: 12992

Baskı ve CiltKurtiş Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.Maltepe Mah. Litros Yolu Fatih San. Sit.

No: 12/74 Topkapı İSTANBULTel: 0 212 613 68 94www.kurtis.com.tr

POSTİGA YAYINLARIMaltepe Mah. Litros Yolu Fatih San. Sit.

No: 12/74 Topkapı İSTANBULTel: 0 212 613 68 94 Faks: 212 613 68 96

[email protected]

© Sercan Leylek/ Postiga Yayınları (2014)Yayınevinden yazılı izin alınmaksızın hiçbir yolla

çoğaltılamaz

Piri Reis ve Nostradamus

Alamet-i Hacer

Sercan Leylek

Page 3: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

5

1512, 7 Eylül, Piri Reis

Açık denizlerle son kez kucaklaşmasının üzerinden bir yıl geçmişti. Adalar Denizi’ne1 açılmasıyla, düzen-leyeceği seferin haberi Akdeniz’in en ücra kıyılarına ulaşan bu cevval denizcinin üzerine adeta ölü toprağı serpilmişti. Babasından daha yakın bulduğu ve yaşadı-ğı her gün kendisine olan hayranlığı bir kat daha artan amcası Kemal Reis’in ölüm haberi, bu gözü pek adamı Gelibolu’daki birkaç kaleye hapsetmişti. Yüreğinden sö-küp atamadığı elem ve pişmanlık hissi Muhiddin Piri’yi bir buçuk yıla yakın bir süredir yavaş yavaş öldürmek-teydi. Bu köşeye sıkışmışlığın üstesinden nasıl gelece-ğini tahayyül etmeye bile yeltenmiyordu. Sıkıntısından haberdar olup muhabbetiyle derdine ortak olmak iste-yen dostları kendisine yaklaşınca, bir bahane uydurup küçük bir kayıkla koyun dingin sularına aklındaki bin-bir soruyla birlikte açılmayı adet edinmişti.

Bu sonbahar gününden aylar önce, Muhiddin Pi-ri’nin amcası Kemal Reis’in ölümüyle ilgili söylentiler tüm sahil kasabalarına bir anda yayılmıştı. O tarihlerde kendisini taht mücadelesine kaptırmış olan devlet erkâ-nı, Kemal Reis’in amansız bir fırtınaya kapılıp batan ka-dırgasıyla birlikte kaybolduğunu beyan etmişti. Haçlı sempatizanı denizciler ise Kemal Reis’in St. Jean Şöval-yeleri2 tarafından kıskıvrak yakalanıp günlerce süren 1 Adalar Denizi: Ege Denizi’nin eski adı.2 St. Jean Şövalyeleri: Rodos Şövalyeleri olarak da adlandırılan

Page 4: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

6 7

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

ki tüm hengâmenin sorumlusu bu iki adam mı?” diye sordu.

“Hayır. Yanlarında bir de…” Sesi titreyen Yusuf daha cümlesini bitirememişti ki,

kale önünden bir aslan kükremesi duyuldu. Beklenmedik sesin kale içinde yankılanmasıyla bir-

likte Muhiddin Piri’nin göz bebekleri büyüdü ve diş-lerini sinirle sıktı. O anda sedef kaplamalı kılıcının kabzasını hiç düşünmeden kavrayıp bir hışımla ayağa fırladı. Duyduğu aslan harlayışı birkaç saniye içerisinde gardını almasına yetmişti. Eskiden kalma bir hesap gö-rülecekmiş gibi kılıcını sallayıp Yusuf’un bugüne kadar duymadığı bir ismi andı.

“Bitli El…”Paşa’nın gösterdiği anlık tepkiyle ne yapması gerek-

tiğini şaşıran Yusuf ekledi. “İsimleri Candar Bekir ve Bitli El. Avlumuza silahsız

girmek istediler. Yanlarında boynuna tasma vurulmuş devasa bir erkek aslan var. Ayrıca küçük bir de sanduka taşıyorlar.”

Muhiddin Piri, artık amcası Kemal Reis’in gemisin-de görev alan bir tayfa değildi. Kırklı yaşlarına ulaşmış, deryada hatrı sayılır bir kumandandı. Hararetli ruh ha-linden sıyrılıp bu adamlarla görüşmeliydi. Bu yüzden, eski husumetleri bir kenara bırakıp, kalesine misafir olan denizcilere gereken nezaketi göstermesi gerektiği-ne zor da olsa kanaat getirdi.

“Sandukalarını teftiş etmenize lüzum yok. Bırakın gelsinler.”

Yusuf, paşanın yanından yıldırım gibi ayrıldı. Mu-hiddin Piri ise yuvarlak odasında elleri ardında tur at-maktaydı. Yıllar sonra yüz yüze geleceği güvenilmez adamların ne istediğini çözebilmek için sakin davran-ması gerektiğinin bilincindeydi. Bu yüzden, odanın

işkenceler sonucunda öldürüldüğünü söylüyorlardı. Fakat ellerinde Kemal Reis’i kaçırdıklarına dair hiçbir kanıt bulunmuyordu. Muhiddin Piri, anlatılanların ço-ğunun tevatür olduğunun farkındaydı. Ömrünü deni-zin koynunda kimsesiz uykularda geçiren korsanların, olmadık hikâyeleri gerçekmiş gibi anlatmalarına ilk kez şahit olmuyordu. Ama diğer yandan yüreğini kemiren gerçeğin ne olduğunu da bir türlü çözemiyordu.

“Amcam nasıl öldü?”İnzivaya çekilen Muhiddin Piri’nin bu soruya cevap

bulmadan açık denizlere yol almaya niyeti yoktu. Piri Reis’in aheste günleri uyumaya alışmak istemediği ru-tubetli kalelerde geçerken, ömrünün sonuna dek bir daha görmeyi hiç beklemediği iki adam kendisine ulaş-mak için rüzgârla yarışmaya devam ediyordu.

Sıcak bir ikindi vakti, Piri Reis’in bir süredir ikamet etmekte olduğu Kilitbahir Kalesi’nin surlarından disip-linsiz birkaç askerin sesi duyuldu. Yükselen sesler her ne kadar Piri Reis’in dikkatini çekse de, uzun sürme-yeceğini tahmin ettiği patırtının nöbetteki askerler ara-sındaki bir anlaşmazlıktan ibaret olduğunu farz etti ve olası sürtüşmenin avludaki komutanlar tarafından kısa sürede çözüleceğini düşündü. Fakat surlardan yükselip Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi.

Piri Reis, yerinden kalkmaya niyetlenmişti ki odasına koşar adımlarla yaklaşan bir erin ayak seslerini duydu. Kaledeki en güvenilir adamı olan Yusuf şaşkınlık dolu gözlerle çalışma odasına girdi. “İki denizci sizi görmek için kale kapısına dayandılar efendim!”

Yusuf’ta, Piri Reis’in henüz çözemediği bir hal vardı. Nefes nefese kalan adamına dönüp merakla “Dışarıda-

tarikat mensuplarına verilen isimdir. St. Jean Şövalyeleri, Rodos’un 1522’deki fethiyle birlikte Malta’ya göç etmişlerdir.

Page 5: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

8 9

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

gizlemeye çalışsa da karşısındaki sinsi adam tarafından zihninin her köşesinin altüst edilmeye çalışılacağını bi-liyordu.

Yaşı elliye yaklaşan Candar Bekir’in boyu iki metreye yakındı. Kendisini geminin kıç tarafına yürürken gören tayfalar aralarında, “Mizana direği yerine dönüyor,” diye fısıldaşırlardı. Alçak kapıdan içeriye girmek için iki büklüm olması gereken Candar Bekir, ne zaman yolu bir kaleye veya bir hana düşse o bildik lafını söyleyip, kahkahayı basardı.

“Sırf bu kale kapıları yüzünden denizci olmayı yeğ-ledim.”

Kasvetli havayı dağıtmak istediği her halinden belli olan kurnaz adam, sözlerini çıkarına göre biçmede us-taydı.

Candar Bekir’in birkaç adım gerisinde, tahta kutuyu elinde taşıyan iri adam ise aksine nezaketten ve diplo-matik tavırlardan yoksun bir edayla ilerliyordu. Karan-lık koridordan çıkıp Piri Reis’in odasına varmadan önce attığı ağır adımlarda, arkasından vuran ışığın aksinden sol baldırının sağ bacağına nazaran ne kadar ince oldu-ğu rahatlıkla görülüyordu. Muhiddin Piri, “Bu gelen de Bitli El olmalı,” diye düşündü.

Parlak bir gülleyi andıran kafasını öne doğru eğmiş, perdelemeye gerek duymadığı düşmanca bakışlarını doğruca Muhiddin Piri’ye yöneltmiş yürüyordu. Can-dar Bekir, daha fazla konuşmadan kenara çekilip orta-ğına yol verdi.

Bitli El, avuçlarındaki hafif sandukayı kaba adımlarla taşıdı. Kutuyu Muhiddin Piri’nin önündeki tepsiye bı-rakıp, arkasını paşaya dönmeden geri gitti ve Candar Bekir’in yanındaki yerini aldı. Konuşma görevini yaşlı adama bırakması gerektiğini biliyordu ama aldığı her nefesle yükselip alçalan geniş göğsü aniden lafa gire-cekmiş izlenimi veriyordu. Başka biri bu tavırları yadır-

içinde dolanmayı bıraktı ve gösterişli kaftanını sağ eliyle toparlayıp köşesine kuruldu.

O sırada, kalenin içine buyur edilen denizcilerin attı-ğı her adım şaşkın askerler tarafından takip edilmektey-di. Nöbetçi kale muhafızı avlunun sağ ve sol tarafındaki yükseltilere üçer okçu yerleştirmişti. Denizcilerin önün-den yürüyen aslanın boynuna kalın bir tasma vurulmuş olsa da, zincire bağlanmış değildi. Atından inen, siyah giyimli dev adam aslanı bağlayacak bir köşe aramaya koyuldu. Sonunda taş duvardaki kopçalardan birini gözüne kestiren ziyaretçi, hayvanı zincirlemek üzere yanına çağırdı. Bu sahneyi izleyen muhafızlardan biri meslektaşına, “Biz Âdem’den olma insanları bir araya getirip hükmetmeyi beceremiyoruz, bu adam aslan ve atı eğitmiş,” diye fısıldadı.

Kalabalıktan huzursuz olan aslan avlunun dört bir yanındaki askerlere hırlıyordu. Cahil adamların göster-diği ilgiyle iyice tahrik olan hayvan bir anda arka ayak-larının üzerinde yükseldi ve hayatında ilk kez bir aslan gören genç adamların ağızları, hayvanın haşmetli cüsse-si karşısında açık kaldı. Bu gösteriden rahatsız olan Bit-li El, kollarını aslanı gibi açıp başını hayvanın göğsüne şefkatle yasladı. Kulağına sahibi tarafından birkaç keli-me fısıldanmasından sonra kükremeyi kesen dev, bağ-landığı köşede voltalar atmaya başladı. Bu sahne kar-şısında büyülenmiş olan kalabalığın sarf edecek tek bir kelimesi kalmamıştı. Tek bir kucaklama tüm şamataya bir son vermeye yetmişti.

Doğrudan Muhiddin Piri’nin odasına buyur edilen denizciler arkalarında bıraktıkları aslana tereddüt dolu bir bakış bile bırakmadan Yusuf’u takip ettiler.

Birkaç dakika içinde, Candar Bekir’in ince silueti merdiven karanlığında belirdi. Gelenleri karşılamak için ayağa kalkmaya bile tenezzül etmeyen Piri, ince yapılı adamı keskin bakışlarıyla süzdü. Öfkesini her ne kadar

Page 6: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

10 11

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Kellelerinizi uçurmalarını emretmeden evvel anlatın bildiklerinizi!” diyerek korsanları tehdit etti.

Tam o sırada, meraklı birkaç asker hayvanın sabrının sınırlarını zorluyorlardı ve saçma oyunlara daha fazla dayanamayan aslanın kükreme sesi duyuldu. Başını bir şahin gibi sola döndüren Bitli El sessizliğini bozup gür sesiyle bağırdı:

“Al Cebbar!”Haykırışı, aslanın sesini bastırıverdi. Bu azar yüzün-

den haksızlığa uğradığını düşünen hayvan, yakınırca-sına inleyip suçlu bir kedi gibi köşesine kuruldu ve ye-lesini yalamaya başladı. Bitli El’in gösterdiği tepkiden sakınan askerlerin çekingen bakışları ise yüksekte du-ran adamın üzerindeydi. Güçlü denizcinin boynundaki geniş damarlar, avludaki her asker tarafından görülebi-lecek kadar iriydi.

Candar Bekir ise ne Muhiddin Piri’nin tehdidine ku-lak asmış ne de Bitli El’in apansız çıkışına şaşırmıştı. Sanki başka bir dünyada yaşıyormuşçasına gösterişli kaftanının üzerinde duran incilerden biriyle oynamak-taydı. Muhiddin Piri’nin öfke ve hayret dolu yüzüne bakmıyordu bile. Sarıya çalan kumaşıyla yeterince oya-lanan Candar Bekir konuşmasını sürdürdü:

“Senin gibi ilim sahibi bir komutana böyle fevri söz-ler hiç yakışmıyor. Duymak istediklerini elbet anlataca-ğız. Ama önce sana getirdiğimiz emaneti neden incele-miyorsun? Ölmeden önce Kemal Reis bu kutuyu teslim etmemiz için bizi görevlendirdi. İçinde sana bıraktığı miras bulunuyor.”

Muhiddin Piri, kutunun içinden hoş olmayan bir sürprizin çıkabileceğini aklından geçirmişti. Hatta kor-sanların kendisine zarar vermeye yeltenebileceği ih-timalini bile göz önünde bulundurdu, fakat böyle bir davranışın sonucunda kaleden sağ çıkamayacaklarını

gayabilirdi ama Muhiddin Piri, bu adamın beklenmedik hallerine amcasının gemisinden alışıktı.

Candar Bekir, Bitli El’i ayak işlerine koşturtmayı se-verdi. Kolay öfkelenen adamın damarına basmadıkça olayları arzu ettiği gibi yönlendirirdi. Muhiddin Piri’nin de tahmin ettiği gibi söze ilk olarak Candar Bekir girdi:

“Osmanlı tebaası sana yaramış Muhiddin. İstediğin mevkiye yükselmişsin. Hakkındaki havadisleri duy-dukça göğsümüz kabarıyor. Ne de olsa beraber kılıç sal-lamışlığımız var.”

Korsanların varlığından hoşnut olmayan Muhiddin Piri donuk bir ses tonuyla konuştu:

“Hoş geldin Bekir! Lafı dolandırmadan gir konuya. İkinizin de öldüğü haberi yayılmıştı.”

“Bırak, ölmemizi isteyenler bizi ölü bilsinler.” Gü-lümsedikten sonra başını öne eğdi. “Bilir misin? Hep, hangi gün öleceğimi merak etmişimdir. Haftada bir gün yaşıyorum o günü. Hepimiz öyle değil miyiz?”

Candar Bekir, fırsatını bulduğu anlarda hitabet sa-natının inceliklerini göstermekten çekinmezdi. Son so-rusuyla birlikte kulları günaha davet eden şeytan gibi kollarını iki yana açtı. Etkileyici sözlerini söylerken haş-metli duruşuyla pahalı elbisesini de sergiliyordu.

“Tam tarihi de merak ediyorum aslında. Kaçarım yok! Yılda bir kez uyanıyorum öleceğim tarihin sabahı-na. Peki ya söyleyeceğim son kelime? Gayriihtiyarî kul-lanıyorum mutlaka o kelimeyi de. Kim bilir sevdiğim kelimelerden hangisi olacak söyleyeceğim son söz? Bitli El, Kemal Reis’in son sözünü hatırlıyor musun?” Can-dar Bekir, buyur edilmemiş olmasına karşın girişin ya-nında duran geniş yastıkların üzerine salıverdi kendini.

Sorduğu son soru ile Muhiddin Piri’nin damarına basmıştı. Oturduğu köşeden bir anda ileriye atılan paşa, yüksek sesle, “Demek amcam ölürken yanındaydınız.

Page 7: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

12 13

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

üçü Yunanca, biri Farsça, biri Arapça ve iki tanesi de La-tince,” dedi.

Diğer ruloları da hızla inceleyen Muhiddin Piri me-rakla “Peki ya diğerleri? Onları kim hazırlamış?” diye sordu.

“O kâğıtlar öyle eski ki, çizimleri kimlerin hazırladığı bilinmiyor. Kaybolan insanlara ait olan unutulmuş dil-ler. Bitli El’le birlikte Hint Okyanusu’ndan Cebelitarık Boğazı’na kadar tüm dünyayı dolaştık, ama bu kâğıtlar-dakine benzer yazıları daha önce hiç görmedik. Zaten Bitli El okuma yazma bilmez. Onun için hepsi aynı,” di-yerek ağız dolusu bir kahkaha attı, Candar Bekir.

Bu alaycı sözlerin ardından Bitli El öfkeli bakışlarını Candar Bekir’e döndürdü. Kendisini haklı çıkarmaya çalışan Candar Bekir, ellerini iki yana açıp, “Ne var yani yalan mı?” diye sordu.

Seyahat hasretiyle yanıp tutuşan Muhiddin Piri’nin gönlü ise haritalarda anlatılan saklı diyarlara çoktan yel-ken açmıştı ve ikilinin tartışmasına aldırmıyordu. “De-mek bilinmeyen kavimler tarafından çizilmiş ha? Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği gibi, onu sayma-yan milletler tarih sahnesinden nasıl da siliniyor.”

Muhiddin Piri’nin yüreği eline geçen dokümanlar sayesinde yumuşamıştı ama ortada hesabı sorulması gereken düzinelerce hadise vardı. Belgeleri sandukaya bırakıp sol elini bağdaş kurduğu dizinin üzerine koydu. Bu duruşu, sahip olduğu gücü resmediyordu. Kahve-rengi gözlerindeki keskin bakışlarını, mindere kaykılan korsana yöneltti.

“Başınızdan neler geçti anlatın bakalım. Sabırla din-liyorum.”

Sivri sakalıyla oynayan Candar Bekir ince ses tonuyla konuşmaya başladı:

“Kucaklaşma faslı sona erdi, artık sadede gelmemi-zi istiyorsun. Rahmetli amcamız Kemal Reis seni on bir

biliyor olmalıydılar. Üstelik Candar Bekir tek hamlelik planların adamı değildi. Muhiddin Reis, uzun zaman sonra ortaya çıkan bu ikilinin başka birşeyin peşinde olduğundan adı gibi emindi. Bu yüzden, paranoyak ih-timallerin üstüne daha fazla kafa yormadan kutuyu ku-cağına aldı. Mineli sanduka Muhiddin Piri’nin tahmin ettiğinden daha hafifti. Kapağını yavaşça kaldırdı.

Kutunun içi rulolanmış eski kâğıtlarla doluydu. Mu-hiddin Piri, renkleri sarımtıraktan beje doğru değişen farklı tipteki kâğıtlardan birini eline aldı. Parmak uçla-rının sert sayfaya temasıyla birlikte, kâğıdın ne kadar kuru olduğunu hissetti. Bu his, dokunduğu kâğıdın tah-min ettiğinden de eski olduğunu Piri’ye söyler gibiydi.

Ruloyu kırmızı kurdelenin içinden sıyırıp, kâğıdı dikkatle açtı. Sayfa, farklı ebatlardaki adaların ve koy-ların çizimleriyle donatılmıştı ve çizimlerin yanında yer alan yazılar paşa için hiçbir anlam arz etmiyordu. Gözlerini kısıp kelimelerden birkaçını okumaya çalıştı, fakat sayfada yazılı alfabeyi bile çıkaramadı. Ne de olsa kutunun içerisinde daha fazla oyuncak vardı. Hevesle elindeki kâğıdı bırakıp hemen yeni bir rulo daha açtı. Bu seferki diğerine nazaran daha büyüktü ve kâğıttan yapılmamıştı. Harita parçasının yapımında hayvan de-risinin kullanılmış olabileceğini düşündü ve renklendi-rilmiş sayfayı incelemeye başladı. Bu sayfanın üzerine de bir önceki çizimlere benzer şekiller nakşedilmiş ve avucunun içi gibi bildiği Kuzey Afrika sahilleri başarılı bir şekilde resmedilmişti. Parşömen üzerindeki dili de rahatlıkla tanıdı. Ağzından dökülen kelimeye hâkim olamayarak hayretle, “Yunanca…” diye fısıldadı.

Sükûnete gömülen Piri’yi ukala bakışlarla seyreden Candar Bekir, kendisini harita parçalarına kaptıran pa-şanın misafirlerinin varlığını bir anda unuttuğunu dü-şündü ve “Evet, Yunanca! Sana miras bırakılan kutuda otuz dört farklı harita parçası bulunuyor. Dokümanların

Page 8: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

14 15

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

an duraksayıp, Muhiddin Piri’den bir yanıt alamayınca konuşmaya devam etti.

“Ne amcan Kemal Reis fırtınaya kapılıp boğulacak bir adamdı, ne de Göke Adalar Denizi’nin dalgalarına boyun eğecek bir kadırgaydı. Amcamız taht oyunlarına kurban gitti. Babasına isyan eden Selim’in yandaşları, Sultan Bayezid’in denizlerdeki kolunu da kesmek iste-di. Rodos Şövalyeleri’yle işbirliği ederek, bize hain bir tuzak kurdular.

Yola çıktığımızda sekizi kürekli, toplamda kırk ka-dırgaydık. Daha sonra gemilerin on üçünü arkada bı-rakıp yolumuza devam ettik. Nakşa Düklüğü’nden ayrılmamızın üzerinden sadece birkaç gün geçmişti ki, kendimizi bir anda ateş çemberinin içinde bulduk. Neye uğradığımızı anlayamadık. Dört bir yandan top atılıyor-du ve çok çetin bir kavgaydı.

Kemal Reis nasıl öldü bilmiyorum. Ölüm haberi kavga esnasında kadırgadan kadırgaya yayıldı. Türk gemilerindeki haberleşmenin ne kadar güçlü olduğu-nu bilirsin. Kaptanın bir gemiden verdiği emir, hattın sonundaki gemiye anında ulaşır. Bu yüzden, biz de va-kit kaybetmedik. Ben ve Bitli El, reisin şehit düştüğünü öğrendiğimiz vakit hemen dümen kırdık. Cenk hattın-da nice badireler atlatıp, Göke’nin yamacına bir halat uzunluğu bordaladık5. Pruva’nın önüne Rum Ateşi düş-müştü ve alevlerin gemiye ulaşması an meselesiydi.

Kaybedecek zaman yoktu ve kurtuluşumuzun Gö-ke’nin hızına bağlı olduğunu biliyordum. Kemal Reis’in sözünü bilirsin. Bu kadırga öyle süratlidir ki, hareket halindeyken baş tarafından ileriye doğru top atsan gülle geminin arkasına düşer. Ben de geminin kumandasını devraldığım gibi hareket emrini verdim. Gemim Kara Çingene, kaçışımıza yol açmak için dümen kırdı. Açılan

5 Bordalamak: Bir gemiye yandan yaklaşmak.

yaşındayken gemisine getirdiği günden bu yana bir-birimizi tanırız. Tüm Frenk kıyılarını gezdik, pek çok kâfirin bağrını ezdik. Denizlerde senden daha kıdemli olmama rağmen, amcan seni benden hep yüce tuttu. Le-vent eratına3 başbuğ olman için gerekli her türlü ilmi öğ-renebilmene önayak olup, sana özel hocalar tahsis etti. Fakat tüm bunlara rağmen sen denizlerdeki krallığımızı bırakıp Osmanlı tebaasına sığındın. Elbette ki bize sırt çevirmedin ama Göke’den4 ayrıldığın gün herkes ara-mıza birşeylerin girdiğini hissetti. Sen sanki Muhiddin değildin artık ve amcamızın son anına dek yanında olan bendim. Herkesin Candar lakabını taktığı şeytan Bekir!

Yüzünü hemen ekşitme! Gemiden koptuğun günden beri sen de içten içe hissediyordun bu durumu. Varsın gâvur oğlu devşirme Bekir doğruyu söyledi diye bir kere daha yuhalansın! Kan bağımız olmasa da Kemal Reis senin kadar benim de amcamdı.”

Dayanamayıp, Candar Bekir’in sözünü kesen Paşa tehditkâr tavırlarla, “‘Amcanın mirasında benim de hakkım var!’ demeye mi çalışıyorsun? Yüreğime sok-maya çalıştığın fitnelere alışkınım, ama amcamı bu saç-malıklarından ırak tut! Yaşananları kendince çarpıtarak anlatıyorsun. Amcamın üzerimdeki emeği çoktur, ama ben ondan öğrendiklerimle onun takdirine nail oldum,” diyerek sadakatini savundu.

Yüzündeki acıklı gülümsemeyle ‘ah’ çeken Candar Bekir, “Tabii öylesin. Miras konusuna gelince, düşün-düğün gibi bir niyetim olsaydı, kılıcının altına kellemi koyup varır mıydım kalenin avlusuna?” diye sordu. Bir

3 Erat: Erden çavuşa kadar sıralanan askerlere verilen ad. 4 Göke: Sultan II. Bayezid döneminde Kemal ve Burak Reisler için yapılmış olan savaş gemileri. Kemal Reis’in Gökesi 700 asker taşıyabilme kapasitesindeydi ve o dönemin en güçlü toplarına sahipti. Ayrıca, donanma savaşlarında uzun menzilli topları ilk kez kullandığı söylenen kaptan Kemal Reis’tir.

Page 9: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

16 17

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

“Göke konusuna geri dönecek olursak… Göke ar-tık bizimdir Muhiddin.” Öksürmek için duraksadı, “O gemi bizim hakkımız. Üstelik Kara Çingene’yi kaybet-miş olmamız da cabası! Cömert davranıp sana sandu-kayı verdik!”

Candar Bekir’in küstah sözleri karşısında celallenen Muhiddin Piri yerinden doğrulduğu gibi kılıcını kının-dan çıkardı. Daha metal sesinin odadaki yankısı dinme-den, kılıcını yaşlı korsanın boynuna doğrulttu. “Peki, se-nin pis boğazını şuracıkta kesersem, geminin yeni sahibi kim olacak?”

Kılını dahi kıpırdatmayan Candar Bekir, “Ah Muhid-din!” diyerek iç çekti ve devam etti, “Eski günler geldi aklıma. Yüzün, bakışların, tavırların pek bir mülayim ama nasıl da barut gibi parlayıveriyorsun? İkimizden birinin kılına dahi zarar gelirse, gemiyi toptan kaybet-miş olursun. Göke, açıkta bir yerde bizi bekliyor. Mar-kus’a dönüş tarihimizi verdim. Bir gün dahi gecikirsek, gemiyi batıracak.”

Duyduğu sözlerin ardından kılıcını hafifçe indiren Muhiddin Piri, kesik bir nefes alıp yüksek sesle, “Ke-çileri kaçırmışsınız! Bir gün mutlaka yakalanacaksınız. Göke devasadır! Yüzen bir ordudur! Hiçbir deniz o ge-minin yüceliğini saklayamaz! Sizi ben yakalayamazsam, Osmanlı Donanması mutlaka avucuna düşürecektir. O gemi Osmanlı’nın malı!” diyerek adeta kükredi.

“Birşeyi unutuyorsun. O gemi Osmanlı için batması gereken bir gemiydi ve battı. Libya6 hala bizim. Bizler de orada barınmaya devam ederiz,” diyen Candar Bekir, Muhiddin Piri’nin kılıcına aldırmadan ayaklandı.

Paşa ise donup kalmıştı. Markus isimli korsanın Can-dar Bekir’e duyduğu bağlılığı biliyordu ve o adamın ge-

6 Libya: Eski zamanlarda Kuzey Afrika kıyıları Libya ismiyle anılırdı ve bu kıyılar 1500’lerin başında Osmanlı egemenliği altında olmasa da Türk Korsanların denetimindeydi.

koridordan yol aldık, fakat Kara Çingene’nin aldığı ağır darbelere daha fazla dayanabildiğini sanmıyorum. Bi-zim çetenin evlatları da Kemal Reis kurtulur umuduyla kendilerini feda etti.

St. Jean Şövalyeleri gemilerden biri hariç hepsini ba-tırdı. Denizler aslanının terekesinin de nerede olduğunu kimse bilmiyor.”

Candar Bekir’in anlattıklarını metanetle dinleyen Muhiddin Piri’nin ağzından ilk soru döküldü:

“Peki, ya amcamın naaşı nerede?”Başını öne eğen Candar Bekir anlatacaklarını tamam-

ladı: “Nasıl öldüğü hakkında bir bilgimiz yok. Duman ve kargaşanın içinde leventlerden birkaçı reisin şehit düştüğünü görmüş olmalı. Hiçbir yakın adamı sağ kal-madı. Gemiyi ve geriye kalan birkaç adamın hayatını kurtarabilmek için Kemal Reis’in naaşından feragat et-memiz gerekti. Allah günahımızı affetsin!”

Bir an sessizlik oldu. Dindar bir insan olan Muhiddin Piri’nin içinden ettiği dualar duyuldu. Hüzünlü bakışla-rını, ilgisiz bir edayla boşluğa kaydırıp tekrar gözlerini açtı.

“Buraya varışınız neden bu kadar uzun sürdü? Göke nerede?”

Bu soruyla birlikte Candar Bekir ve Bitli El birbirle-rine baktılar. Dil çabukluğuyla konu değiştirmeye kal-kan Candar Bekir, “Ortalık yatışıncaya kadar kimseyle irtibata geçmedik. Muhtemelen görüldüğümüz yerde kellelerimiz vurulurdu ve gemi de batırılırdı. Osmanlı erkânı için ölmüş olması gereken askerlerdik. Devlet adamlarının çoğu ve yeniçeriler babasına karşı ayakla-nan Selim’i destekliyordu. Sultan Bayezid bile olanlara güç yetiremezken, biz nasıl ortaya çıkardık?” diye ha-yıflandı.

Muhiddin Piri, dişlerini sıkarak sorusunu tekrarladı, “Göke nerede?”

Page 10: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

18 19

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

verdiğin haritaların işimize yarayacağını sonradan fark edersek ne olacak?”

Atını aheste aheste güden Candar Bekir, “Öyle bir-şey olursa, gelip haritayı Piri’den almanın bir yolunu buluruz. Meraklanacak birşey yok. O haritaları Muhid-din’den başka hiç kimse onun kadar iyi saklayamaz! Ayrıca, bizim anlayamadığımız birçok şeyi O, tek bir bakışla çözer,” dedi.

Hala Candar Bekir’in planından hiçbir şey anlama-mış olan Bitli El, “Senin aklına uyup iş yapıyoruz ya! Hadi hayırlısı…” diyerek her zamanki gibi şikâyet etti.

Atını tek hamleyle dehleyip, birkaç adımla Bitli El’in yolunu kesen Candar Bekir açıklamaya devam etti, “Hala anlamıyorsun, değil mi kas kafalı? Yeni Padişah Selim gözünü doğuya dikmiş. Adamın tutkusu bu… Yepyeni bir çağa giriyoruz. Doğunun fethedileceği çağ başlıyor. Muhiddin’e verdiğimiz haritalarda batının yeni yeni keşfetmeye çalıştığı kıytırık toprakların hari-taları bulunuyor. Buz ülkeleri, yamyam sofraları, vahşi diyarlar… Selim gibi bir lider bu topraklarla ilgilenmez. Onun gözü kutsal emanetlerde. Hem kaynayan kuyuyla alakalı olan çizimler hala bizim elimizdeki haritalarda.”

Candar Bekir’le daha fazla tartışmak istemeyen Bitli El, “Bu işi batırırsan, kulaklarını keserim Bekir,” diyerek ortağını tehdit etti ve ikili kaleden uzaklaşmaya devam ettiler.

14 Kasım 2012, 23:37, Tuna

Şehir, sergilemeye alışık olmadığı yüzünü Tuna’ya göstermekteydi. Bu şehir fırtınaların, dövüşlerin, çekiş-melerin hüküm sürdüğü bir başkent değildi. Diğer yan-dan, bu şehir ne bunaltıcı yaz günlerini konuk etmeyi severdi ne de hiç bitmeyecekmiş gibi sonu düşünülme-den yaşanan mutlulukları. Bu şehir, yağmurun gök gü-

miyi gerçekten batırabileceğinden de kuşku duymuyor-du. Bir adım geri atıp kılıcını yerine soktu.

“Tekrardan böyle bir gerginlik yaşamamızı hiç iste-mezdim Muhiddin. Umarım sen de paylaşım yöntemi-mizi adil buluyorsundur. Müsaadenle ayrılmak isteriz.”

Candar Bekir’in bu sözlerine karşılık tek bir kelime dahi sarf etmek istemeyen Piri, elinin tersiyle ‘Gidin!’ işareti yaptı. Uygulamak istediklerini gerçekleştirmişe benzeyen korsan, uyuşuk adımlarla kapıya yöneldi ve tahta kapıyı iki kere tıklattı. Geldiğinden beri neredey-se hiç konuşmamış olan Bitli El’in sesi odadan ayrılmak üzereyken duyuldu. “O haritalara iyi çalış Muhiddin! Hepsini bir araya getirmenin bir yolunu bul! Allah’a ıs-marladık.”

Penceresinden Candar Bekir ve Bitli El’in ayrılışını izleyen Muhiddin Piri’nin aklından binbir türlü şey ge-çiyordu. Surlardaki adamlarına emir verip, korsanların ikisini birden oklatmak için hala vakti vardı. İçi içini yi-yordu ama amcası Kemal Reis’ten yadigâr kalan o şa-heser gemiyi riske atmayı göze alamıyordu. Adamları izletmenin de bir işe yaramayacağını biliyordu. Candar Bekir’in arkasından göndereceği adam ya sağ dönemez-di ya da bir hain olarak ocağına girerdi.

Kaleye vardıkları andaki haline göre daha uysal ta-vırlar sergileyen Al-Cebbar’ın altın zincirini çözen Bitli El, aslanı kale kapısından saldı. Hızla kale kapısından çıkarak dışarıyı kolaçan eden eğitimli hayvan, özgürlü-ğün tadını çıkarırcasına birkaç tur attı.

Kilitbahir Kalesi’nden atlarıyla ayrılmak üzere olan korsanlar ise Muhiddin Piri tarafından izlendiklerinin farkındaydılar, fakat bakışlarıyla onu aramaya tenezzül etmediler.

Kale kapısından uzaklaşır uzaklaşmaz aklındaki so-ruları sıralayan Bitli El kısık sesle, “Sanduka’yı Piri’ye kendi ellerimizle verdiğimize inanamıyorum. Ya ona

Page 11: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

20 21

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

gaları seyretmeye devam etti. Kaynarcasına köpüren deniz, sahille evinin arasında kalan tren raylarının bile üstüne çıkmıştı. Deniz, sanki Tuna yere düşmeden önce bahçesine ulaşıp onu kurtarabilmek için kara toprak ile bitmek bilmeyen bir mücadeleye girişmişti.

Yorgun bakışlarını sahilden kaydırıp, sokağa yöneltti. Dairesinin tam karşısında bulunan apartmanlarda göz gezdirdi. Birkaç aydır mutfağındaki pencereden denk geldiği sürekli kitap okuyan yaşlı kadının balkonunda duran sardunyalar çoktan kaldırım taşlarını boylamıştı. Binalar arasına çekilen ipin ucundaki sokak lambası fır-tınanın kucağında beşik gibi sallanmaktaydı ve yerinde durmak bilmeyen sarı renkli sokak aydınlatması ortam-daki gerilimi bir kat daha arttırmaktaydı.

Tuna, bir an rüzgârın etkisiyle sandalyenin üzerinde sendeleyip düşeceğini sandı ve reflekslerinin yardımıy-la balkonun köşesine tutunuverdi. İçinden ‘Az daha dü-şüyordum!’ diye geçirdi. Biraz duraksayıp, gök gürültü-süyle beraber kahkahalar atmaya başladı.

“Zaten intihar etmeye çalışıyorum. Düşüversem ne ziyanı olurdu ki?”

Yüzündeki yersiz gülümseme kendi kendine aynı cümleyi defalarca tekrar etmesiyle soldu. Bir adım daha atarak yuvarlak masanın üzerinde durmaya yeltendi. Sandalyelerle uyumlu olan masa oldukça dengesizdi ve bir ayağı diğerlerinden sürekli kısa kalıyordu. Ayakta güçlükle duran Tuna, bu durumun farkında dahi değil-di. Dengesini sağlayabilmek için kollarını iki yana açtı. Artık dert ettiği her şeye kendince bir son vermek için hazırdı.

Oysa ne umutlarla gelmişti bu ülkeye? Norveç’e ayak bastığı ilk günün tarihi zihnine kazılıydı. Ara ara anardı bu günü. “7 Ağustos 2003, bir Perşembe günü…” diye mırıldandı.

Kendisini balkondan bırakmak için atması gereken

rültüsü olmadan usulca yağmayı tercih ettiği, hasımla-rın birbirini kanatmadan savaştığı bir kentti.

Her ne hikmetse şehir, Tuna’nın hayatının son anları-nın olmasını dilediği bu akşam vaktinde şiddetli borala-ra esir düşmeyi yeğlemişti. Fırtınanın tam ortasında bit-kin ve karanlık bir adam ağzında kalan eski bir şarkının sözlerini mırıldanıyordu.

Sevgiden yana şansım olmadı… Sen de yoksun, bilmiyor-sun… Halim kalmadı…

Aldığı alkolün etkisinden çok, yaşadığı duygusal çö-küntünün verdiği sarhoşlukla evinin balkonunda sal-lanmaktaydı. ‘Nerede yanlış yaptım ki?’ diye sormayı bırakalı çok olmuştu. Bunun yerine kendisine uzun sü-redir ‘Demek ki böyle son bulması gerekiyormuş,’ gi-bisinden teselli bulmasına yardımcı olacağını umduğu yalanlar söylüyordu.

Yaz günlerinde küçük balkonundan sahili izleyeceği günlerin hayaliyle, sonbaharın ortasında mavi renkli bir çift sandalye ve yuvarlak bir masa almıştı. Fakat yazın gelişine kadar sabredemeyeceğine karar veren Tuna, şu kasım akşamında sandalyelerden birinin üzerine çıkma-ya çalışıyordu.

Sarhoş haliyle tahta sandalyenin üstüne çıktı ve sahil manzarasını bir kez daha adam akıllı seyretmek istedi. Sahil boyunun fırtınayla tarumar edilmiş vaziyeti sanki kendi ruh halini gözler önüne sermekteydi. Güçlü dal-gaların tokatladığı zavallı tekneleri izledi. Karanlık su-ların içinde azgın dalgalara karşı asil bir beyaz at gibi direnen Norveç Kralı’nın gözdesi gemiyi fark etti. Hala anlam verememişti ama her akşamüzeri bu meşhur gemi Tuna’nın evinin bulunduğu koyda sessiz sedasız beliriyordu.

Tuna, kralın gemisine daha fazla aldırış etmeden dal-

Page 12: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

22 23

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

siydi. Artık sona iyice yaklaştığını sezdiği o anda esra-rengiz kâğıt parçası kapının üzerindeki kırık pencereye abandı ve üstünde yazılanları Tuna’nın görmesine izin verecek kadar kendisini gösterip, ters yöne esen bir rüz-gârla delikten oturma odasına doğru uçuverdi.

Tuna, gazete parçasının üzerinde gördüklerini aklın-da toparlamaya çalışıyordu. Anlam veremediği bir ma-kale başlığını ve kupürün üzerine elle yazılmış alakasız bir cümleyi okuyabilmişti.

Marksist Ressamın Yaşattığı Mucize

Babamı kurtaracak şifa saklı durur ….in arkasında

Sanat makalesinin başlığı Tuna’nın dikkatini çek-memişti ama el yazısındaki bir kelime oldukça ilginçti. Şifa…

“Neyin şifasından bahsediliyor olabilir ki?” diye sor-du kendi kendine.

Merak içinde düşüncelere dalarken Tuna’nın sol eli balkonda asılı kalmaya daha fazla tahammül edemedi ve ıslak parmakları paslı demirden kayıverdi. Sağ eliyle balkon demirine tutunmuş, çaresiz bir vaziyette çırpın-maktaydı. El yazısındaki manasız cümle aklında birçok şeyin hızla dönmesine sebep olmuştu.

‘Bu tablo kime ait? Hiç tanışmadığım ev sahibi Eski Belediye Başkanı’na mı? Simon Jacobsen’in kendisi zaten çok yaşlı. Bahsedilen adam da çoktan ölmüştür. Babası da kanser miydi acaba? Şifa… Ya doğruysa? Bu ülkede kanser dışında normal yollardan ölen kim var ki artık? Ya babası da kansere yakalanmışsa?’

Sol elinin tutunacak bir yer aradığı gibi, Tuna’nın paranoyak zihni de hayata tutunmasını sağlayacak bir umut kapısı arıyordu.

Ne yaparsa yapsın sol kolu, haki renkli balkon demi-

adımı atmaya hala cüret edememişti. O sırada, her yeri aydınlatan bir şimşek çaktı ve kendisini karşılamak için var gücüyle yol olan gök gürültüsüne açtı kucağını. Gökten inen ses öyle şiddetliydi ki, narin masanın üze-rinde durmaya çalışan Tuna’nın dengesini bir kez daha kaybetmesine neden oldu ve sarhoş adam balkondan aşağıya yuvarlandı.

Ne var ki, intihar adımını hala kendisi atmamıştı. Bu yüzden, güçlü elleri bedenini, binanın altıncı katından aşağıya salmaya izin vermemişti. Balkonun tırabzan-larından hayata tutunmaya çalışan bir adam acımasız yağmurun altında gözyaşlarına hâkim olamıyordu. İçinde bulunduğu karmaşık ruh hali sebebiyle bir tür cinnet geçirmekteydi ve kontrolünü kaybedip bağırma-ya başladı:

“Umut! Sadece bir umuda ihtiyacım var! Sadece bir tane!”

Tüm gücüyle esen rüzgâr, Tuna’yı tırabzanlardan koparmaya yeminliydi. Açık bıraktığı beyaz renkli bal-kon kapısı ise savruluşlarla çarpmaktaydı. Nefesini bir kez daha üfüren rüzgâr son seferinde oturma odasında asılı duran yağlı boya tabloyu yere çalıverdi. Eski tablo büyülenmişti sanki. Tuna odadaki sahneyi balkon kapı-sının açılıp kapanmasıyla birlikte aralıklarla izliyordu.

Çerçeve, ilk esen rüzgârla ahşap zeminin üzerine tek parça oturdu. Ardından Tuna’nın gözleri önünde ba-şını eğip arkasında yıllardır sakladığı gizemi, ölümün eşiğine tutunan adamın seyrine usulca sundu. Sallanan sokak lambasının ışığı, tablonun ardına gizlenen gazete kupürünü aralıklarla aydınlatmaktaydı.

Beyaz kapının daha güçlü çarpmasıyla üzerindeki pencerelerden biri daha kırıldı ve gazete kupürü de tab-lonun arkasına iliştirildiği yapıştırıcı banttan kopuver-di. Zor durumdaki Tuna, bu sahneyi şaşkınlıkla takip ediyordu. Kollarındaki dermanın tükenmesi an mesele-

Page 13: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

24 25

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

patıp, içeri girebilmişti. Rüzgârla birlikte odanın içinde tur atan gazete kupürü Tuna’nın kendisine ulaşmasını bekler gibi ahşap zeminin üzerine uzanıvermişti. Pence-reden giren ışık, kâğıt parçasının yerini belli ediyordu. Tablonun ardında saklı duran makale, sahnelere yıllar sonra dönen yaşlı bir tiyatro sanatçısı gibi sahne ışığını gururla taşıyordu.

Sendeleyerek kâğıda yürüyen Tuna, etrafa damlalar saçmaktaydı ve elleri hala ıslaktı. Kâğıdı eline almadan önce üzerindeki pamuklu süetere ellerini silmeyi dene-di. Ama ne çare! Baştan aşağıya sırılsıklam bir haldeydi. Kâğıdın önünde diz çöküp etrafta ellerini kurulayabile-ceği birşey aradı. Yakınında duran sandalyenin minde-rine aceleyle sildi ellerini ve nihayetinde itinayla kesil-miş gazete parçasına el sürdü.

Pencereden uzanan ışığın yardımıyla kâğıttaki el yazısını tekrar okumayı denedi. Daha sonra, makaleyi incelemeye başladı. Kültür-sanat köşesi oldukça sıkıcı bir yazıya benziyordu ve Tuna bitap bir halde yazının devamını okuma umuduyla yere uzandı. Daha ikinci paragrafın satırlarına ulaşamamıştı ki, bilinci iflas etti. Elindeki notla beraber odanın orta yerinde sızıp kaldı.

1513, 2 Mayıs, Piri Reis

Bitli El ve Candar Bekir’in ziyaretlerinin üzerinden aylar geçmiş ve Muhiddin Paşa, amcasının ölümüyle ilgili hikâyeden kimseye bahsetmemişti. Korsanların sandukayla birlikte Muhiddin Piri’ye ne teslim ettiğini kaledeki hiçbir asker bilmiyordu. İlk haftalar kimsenin yardımına ihtiyacı olmadığına inanan paşa, anladığı dil-lerdeki haritaların çözülümlerini rahatlıkla tamamladı. Daha sonra eski diller konusunda uzman olan dostların-dan bazı noktalarda yardım alma yoluna gitti. Tercüme

rine yetişmiyordu. O sırada, aklına yıllar önce babasıy-la beraber izlediği eski bir olimpiyat müsabakası geldi. 1980 senesiydi ve Tuna daha o zamanlar dokuz yaşın-daydı. Televizyondan izlediği haltercilerin, ağırlıkları kaldırırken bağırmalarına bir anlam verememişti. Baba-sına “Neden kaldırırken bağırıyorlar ki?” diye sordu.

Kanepeye sırtını yaslayan yetişkin adam gülümse-yerek “Güç almak için tabii, oğlum. Sporcular ihtiyaç duyduklarında var güçleriyle bağırarak hedeflerine ula-şırlar,” dedi.

Babasının sözünü hatırlayan Tuna, sol kolunu bir kez daha haykırarak savurdu ve bu sefer demire tutunmayı başardı. Var gücüyle kendisini yukarı çekip, sağ ayağını da balkonun kenarına uzatmayı başardı. Parmaklıkların dış yüzeyine iyice yaslanarak ayağa kalktı ve derin bir oh çekti. Balkon demirinin üzerinden atlayıp güvenli zemine ayak basmadan önce bedenini dinlemek üzere durdu bir an. Sırtı hala sokağa dönüktü ve yüzünü az önce düşmek üzere olduğu boşluğa tereddüt dolu hare-ketlerle çevirdi. Derin bir nefes daha alıp, “Şimdi değil. Böyle olmamalı,” diye fısıldadı.

Yaklaşık beş ay önce geçirmiş olduğu ameliyat, hala ilerlemekte olan kanser hastalığı ve daha da kötüsü dep-resif ruh hali sebebiyle daha önce hiç olmadığı kadar bitkin düşmüştü. Vücudunun atletik görüntüsüne rağ-men, balkon demirlerinden birkaç dakikalığına sarkmış olmak kollarını incitmeye yetmişti. Kol kaslarının iki ge-miyi birbirine bağlayan bir halat gibi gerilmiş olduğunu hissetti. Üstelik sırılsıklam olmuştu ve esen her rüzgârla birlikte feci soğuğu ciğerlerinde daha derinden hissedi-yordu.

Balkon demirinden atlayıp, oturma odasına yöneldi. Cam kırıklarına basmamaya özen gösteriyordu, fakat sarhoş bir adamın -özellikle karanlıkta- bunu başar-ması hiç de kolay değildi. Sonunda, çarpan kapıyı ka-

Page 14: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

26 27

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

gelecek olan nesillere bir kılavuz olabilmek ve onların hayır dualarını alabilmekti. Sabrın sınırlarının merakla sınandığı günlerin ardından çizimlerdeki birçok esra-rı deşifre etmeyi başarmıştı. Nihayetinde, 1513 yılının Mart ayında haritayı kullanıma hazır hale getirdi. Öl-çeklendirmeleri ve çizimleri defalarca kez kontrol edip, elindeki kopyayı temize çekmeye karar verdi. 180x140 cm ebatlarındaki ceylan derisine geçirdiği nüshayı en-lem ve boylamlara bölmek yerine, 1380 Katalan Harita-sından beri Orta Çağ haritacılığına damgasını vuran pu-sula güllerini kullanarak haritayı süsledi. Eşsiz eserini ilk olarak Osmanlı haritacı eşrafına sundu.

Çıkardığı başarılı çalışma Muhiddin Piri’nin özgüve-nini tekrar kazanmasına yardımcı olmuştu ve en önem-lisi amcasının yokluğunun ardından üstüne çöken kara bulutların dağılmasını sağlamıştı. Elindeki antik harita-lar gibi değeri yüzyıllar sonra çok daha iyi anlaşılacak olan haritasını döneminin denizcilik camiasına tanıta-rak, amcası Kemal Reis’in takdirini hak eden bir amiral olduğunu herkese kanıtladı.

Geçirdiği bu mutlu günlerin ardından açık deniz-lerdeki seferlerine kaldığı yerden devam etmeye karar verdi ve artık en büyük yaşam gayesi amcasının gemi-sine el koyan korsanlara haddini bildirmek ve Göke’yi ellerinden almaktı. Piri Reis gemiyi ve Candar Bekir’in adamlarını Akdeniz’de yıllarca köşe bucak kovaladı. Kaçak korsanlara leventlik ettiğini öğrendiği birkaç tay-fayı yakalamış olsa da kaçırılan gemiyle burun buruna gelmeyi bir türlü başaramadı. Yakaladığı adamlardan ve diğer görgü tanıklarından Göke’nin St. Jean Şöval-yelerinin egemenliğinde olan Rodos Adası’na sıklıkla uğradığını öğrendi.

Göke, sekiz yılın ardından kendisiyle ilgili tüm söy-lentileri de yanına alarak sırra kadem bastı. 1520 yazın-dan bu yana kadırgayı Ege Denizi’nde gördüğünü iddia

ettiği yazılardaki kritik noktaları elinden geldiğince ha-ritasına aktarıyordu.

Bu on dokuz haritanın da kendilerinden daha eski zamanlarda hazırlanmış başka haritalardan derlenmiş olduğunu birkaç gün içinde öğrendi ve haftalar süren çalışmaları sayesinde, her haritanın bir diğerine nasıl bağlanması gerektiğini tahlil etti. Eski çizimlerdeki bazı hataları da düzelterek doğruluğu en yüksek olan bütün haritaya ulaşmak için kendisini Kilitbahir Kalesindeki odasına kilitleyip aylarca ter döktü.

Antik haritaların yardımıyla, Afrika Kıtasının kuzey kıyılarının neredeyse tamamını ve daha önce hiç git-memiş olmasına rağmen Afrika’nın batı kıyılarının da Ümit Burnu’na kadar varan kısmını tüm ayrıntılarıyla beraber resmedebilmeyi başardı. Daha sonra Britanya ve İspanya kıyılarını tüm hatlarıyla çizdi ve nihayet sıra zorlayıcı kıyıların çizimine gelmişti. Batı Avrupalıların yeni yeni keşfetmekte oldukları Amerika Kıtalarına ait çizimleri yorumlamaya başladı.

Son olarak da buz ülkesinin çizimlerini incelemeye koyuldu. Geriye elini sürmediği beş adet harita kalmıştı. Bunlar da Afrika ve Amerika kıtalarının güneyine düşen bölgeyi temsil ediyor olmalıydılar. Haritaları yüzyıllar önce temize çekmeye çalışan kaptanların notlarına göre bu bölgelerin bilinmeyen vakitlerde yaşanabilir kıyılar olduğunu okudu ve ilimde ilerlemiş olan kavimlerin bir zamanlar bu topraklara nasıl hükmettiğini öğrendi. Hakkında çok az şey bilinen bu insanların devasa yapı-lar üzerine şehirler kurduklarını ve daha sonra tüm me-deniyetlerinin bir depremle birlikte yerle bir olduğunu anlatan efsaneleri inceledi.

Bu zor çizimlere devletin ileri gelen adamları tarafın-dan değer verileceğini elbette ki umuyordu ama Muhid-din Piri için asıl önem arz eden şey kendisinden sonra

Page 15: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

28 29

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

bir bakış attı ilk önce. Daha sonra güçlükle doğrulabildi. Geceyi rahatsız zeminde uyuyarak geçirmiş olduğu için kasları acıyordu. Üstelik dün gece, bir süreliğine balkon demirinden sallanmış olması rahatsızlığına tuz biber ek-mişti.

Telefona cevap verme telaşında değildi. Zeminden doğrulduktan sonra bir süre kambur vaziyette oturdu. Her sabah yaptığı gibi uyanır uyanmaz belini yokladı. Parmak uçlarını narin hareketlerle belindeki ameliyat izleri üzerinde gezdirdi. Bu kadar evhamlı olmasını ge-rektiren bir sebep yoktu, fakat her sabah böbreklerini denetlemekten kendini alamıyordu.

Ayağa zorlukla kalkıp, telefona uzandı. Arayan kişi tıp araştırmacısı Raul idi. Telefonun cevaplama tuşuna basar basmaz kitaplığın bitişiğinde bulunan yumuşak kanepenin üzerine kendini bıraktı. Bıkkın bir ses tonuy-la “Evet, Raul!” diyerek ameliyatından sorumlu arkada-şına seslendi.

Raul sözlerini sabırsızlıkla sıraladı:“Tuna? Yolda mısın? Doktor Marianne ile seni bekli-

yoruz. Nerede kaldın?”Sağ gözünü ovuşturmakla meşgul olan Tuna ise,

“Daha yeni kalktım. Haftalık buluşmalarımızı saat 10:00’a almıştık, değil mi? Birazdan evden çıkarım,” diye cevap verdi.

Tuna’nın hem doktorun hem de kendisinin daha faz-la vaktini çalmasına izin vermek istemeyen Raul, “Evine bir taksi yollamamı ister misin?” diye sordu ve ekledi: “Hem rahat edersin, hem de buraya daha çabuk ulaşmış olursun.”

“Yo hayır! Zahmet etmene gerek yok. Söz veriyorum, en geç kırk dakikaya oradayım.”

Telefonu kapatan Tuna, hemen üzerindeki giysileri yokladı. Görünümüne uzun süredir aldırış etmiyordu ama rezil bir halde olduğunu fark etmek pek de zor de-

eden tek bir balıkçı dahi ortaya çıkmamıştı. Daha da kö-tüsü Muhiddin Piri, 1521 yılının kış aylarına gelindiğin-de efsanevi gemiden ümidini büsbütün kesti. Göke’nin Candar Bekir ve Bitli El tarafından Kuzey Afrika’daki Osmanlı Tebaasını tanımayan korsanlara ait kıyılara çe-kildiğini tahmin ediyordu. Aradan geçen yıllar boyun-ca, Piri Reis’in hasta yüreğine ekilen vesvese tohumları kederinin en kuytu köşelerine kök salmıştı ve Reis’in derdine çare olacak yegâne şeyin görünce bir bakışta tanıyacağı hakikat olduğunu biliyordu. Bu hakikat de Candar Bekir tarafından saklı tutuluyor olmalıydı. Mu-hiddin Piri, gücünün tükendiğine inandığı günlerde ak-lına bir dervişin sözünü getirdi:

“Birşeyden gerçekten gönül rızanla vazgeçtiğin gün, o şey yedi denizi gezer dolaşır ve gelir senin olur.”

15 Kasım 2012, 10:19, Tuna

Oturma odasındaki duvara diklemesine yaslanmış, kare şeklindeki hücrelerden örülü siyah kitaplığın en üst rafında bulunan cep telefonu aniden titremeye baş-ladı. Sessiz durumda olmasına rağmen, kitaplık rafının ahşap zemini üzerindeki sürtünmesiyle çıkardığı aman-sız ses, Tuna’nın irkilerek uyanmasına sebep oldu.

Elbiseleri hala nemliydi. Neden salonun ortasında uyuyakaldığına anlam verebilecek vaziyette değildi ve dün geceye dair hatırladığı tek şey intihar etmek üze-re olduğuydu. Yine beceremediğini görüp kendisine küfretti. Diğer yandan bir gece önce almış olduğu fazla miktardaki alkol, kafasını kütük gibi hissetmesine ne-den oluyordu ve çalan telefonun titreşiminin sebep ol-duğu sinir bozucu ses baş ağrısını her defasında biraz daha dayanılmaz bir hale getirmekteydi.

Uzandığı yerden, arkasında duran kitaplığa rahatsız

Page 16: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

30 31

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

olsun topladığına şahit olmamıştı. İşten eve erken dön-düğü bir akşam karısına bir sürpriz yapmayı düşündü. Çantasına sokaktan topladığı bir torba dolusu kestaneyi koyup, evinin yolunu tuttu. Daha önce hiç kestane şe-keri yapmamıştı ama evdeki malzemeler ve internetten rahatlıkla edinebileceği bir tarif yardımıyla karısı eve gelmeden tatlıyı hazırlayabileceğini düşündü.

Çiğ halindeyken kestanelerin tadına bakmayı aklın-dan geçirmedi. Tarifte anlatıldığı gibi toz şekeri suyun içinde eritip, soyulmuş kestaneleri uzun bir süre pişirdi. Birkaçının suyun içinde parçalandığını fark edince, kes-tanelerin yeterince yumuşayıp kıvama geldiğine karar verdi.

Çok geçmeden bir tanesinin tadına bakmayı denedi. Soğuk suyun üzerinden geçirmesi kestanenin içini so-ğutmaya yetmemişe benziyordu. Isırır ısırmaz, dişle-rinin yandığını fark etti ve telaşla bu kestaneyi yuttu. Tatlının tadında bir gariplik olduğunu sezmişti ama bu durumu vanilya kullanmamış olmasına bağladı. Karısı eve gelesiye kadar, çoktan üç tane kestaneyi fazla çiğne-meden yutmuştu.

Tuna, eşi Carina eve ulaşıncaya kadar tatlıyı servis edilebilecek hale getirmişti. Karısı eve gelir gelmez, ta-bağı kendisine uzattı. Carina “Bu ne tatlısı böyle?” diye sorunca da övünerek, “İşte siz Norveçliler ancak hazıra konmayı bilirsiniz. Evdeki biraz şeker ve sokaktan top-ladığım kestanelerle bir iki saat içinde bir tatlı yaptım. Kültür mirası böyle birşey…” dedi.

Kestanelerden birini denemek üzere olan Carina ani-den durdu ve sesini yükselterek “Ne! Sokaktan topladı-ğın kestanelerle mi?” diye sordu.

Tuna, eşinin titiz bir bayan olduğunu çok iyi bili-yordu ama soyulmuş birkaç kestaneye böyle bir tepki gösterebileceğine ihtimal vermemişti. “Sokaktan top-lamışsam ne olmuş? Sanki süpermarketlerden aldığın

ğildi. Duş alacak vakti yoktu. Zaten bir gece önce epey ıslanmıştı. Kanepeden kalkıp, seri adımlarla odasına ulaştı. Uzun kollu siyah süeterini ve gri gömleğini çıka-rıp yatağa bıraktı. Gardırobu açar açmaz gözüne ilişen beyaz gömleği giydi ve kot pantolonunu değiştirmeye lüzum görmedi. Birkaç dakika içinde kapının önündey-di.

Hastalık iznine ayrılmadan önce, her sabah işe gider-ken aksi istikamette bulunan Türk marketine bir simit veya börek almak için uğramaya üşenmezdi, fakat son birkaç ayda Tuna hayatındaki pek çok şeyi yitirmişti. Sabahları apartmandan dışarıya adımını attığında, te-miz havayı içine çekmesiyle birlikte canlanan iştahı da bunlardan biriydi.

İki yanı kestane ağaçlarıyla donatılmış geniş ve sakin sokakta yürüdü. Tramvay durağına yöneldi. Son anda tramvaya binmekten cayıp, bir sonraki durağa kadar yürümeye karar verdi. Nasıl olsa evden çarçabuk ayrıl-mıştı ve diğer duraktan daha fazla taşıt geçiyordu.

Oslo’da kasım ortasının yılın en kötü zamanı olduğu hususunda birçok kişi gibi Tuna da hemfikirdi. Tram-vay hatlarıyla döşeli sokaktaki ağaçlar, yılın bu zama-nı kestane kozalaklarını döküyorlardı. En azından, bu manzaranın ve ağaçların kokusunun tadını çıkarmak is-tedi. ‘Kim bilir, belki bir sonraki kasıma kalamam,’ diye geçirdi içinden ve yürümeye devam etti.

Yolu yarılamıştı ki, rüzgârın etkisiyle kestanelerden biri birkaç metre önüne düşüverdi. Dikenli kozalağın-dan çıkardığı kestaneyi eline aldı. Yüzeyi pürüzsüzdü. Başparmağını kestanenin parlak yüzeyine sürtüp, bir hayale daldı. Aklına geçen yıl aynı günlerde kendisini nasıl zehirlemek üzere olduğunu hatırladı.

Kilolarca kestanenin her yıl toplanmadan ziyan oldu-ğunu düşünüyordu. Bunca zamandır, aynı sokakta ya-şayan hiçbir Norveçlinin yere düşen kestaneleri bir kez

Page 17: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

32 33

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

sekiz yaşını yeni doldurmuş bir gencin katır sahibi ol-ması lüks sayılacak bir hadiseydi. Michel’in gururla ta-şıdığı hayvan birkaç hafta önce hayatını kurtarmış oldu-ğu bir aristokratın cömert hediyesiydi ve katıra Joseph ismini vermişti.

Veba salgının patlak vermesiyle birlikte, bir süredir eğitim gördüğü tıp okulu hastalığa yakalanmaktan kor-kan hocalar tarafından kapatılmıştı. Güney Fransa’nın en saygın tıp okuluna ev sahipliği yapan Montpellier şehrinden ayrılmasının üzerinden neredeyse beş ay geç-mişti. Montpellier’den, doğduğu kasaba olan Avignon’a varması bir buçuk ayını aldı. Esasen iki yerleşim biri-mi arasında taş çatlasa beş günlük bir mesafe vardı ama yoluna çıkan her kasabada Michel’in yardımına muhtaç veba mağduru yüzlerce insan yaşıyordu ve çaldığı her kapıda kendisini bekleyen bir başka hikâye saklı duru-yordu. İyilikseverliği ve eczacılık bilimine duyduğu irsi aşk sayesinde vebanın pençesine düşmüş olan onlarca insanın hayatını kurtardı. Bir o kadarının da, hastalığa yakalanmasını engelleyecek önlemler almasına yardım-cı oldu.

Yaklaşmakta olduğu köyün doğu yakasından yük-selen dumanları fark etti. Bu, iyiye işaret değildi. Ne zaman yeni bir köye yaklaşırken tek bir bölgeden tüten koyu dumanları görse, bu, o köyde toplu ölümlerin baş-ladığı anlamına geliyordu. Son tümseği de aştıktan son-ra köyün girişine iyice yaklaştı.

Genç doktorun, tıbbi malzemelerle yüklediği hay-vanıyla birlikte yükseltinin tepesinde belirdiğini gören köylü çocuklardan ergen olanları “Fransız doktor ge-liyor! Fransız geliyor!” diye bağıra çağıra koşarak köy meydanın yolunu tuttu. Geriye kalanlar ise hoplayıp zıplayarak Michel’e doğru koşuyorlardı.

Birkaç dakika sonra at sırtındaki iki adamın Michel’i karşılamak üzere köyün girişinde duran viran haldeki

o kestaneler de çamura düşmüyor mu? Bu kadar pim-pirikli olmanın ne âlemi var? Ayrıca, yerden en temiz olanlarını seçtim.”

Ayakkabılarını çıkarmaktan vazgeçen Carina “De-lirmiş olmalısın. O kestaneler yabanidir. Hemen mide-ni yıkatmamız gerekiyor. Bu kestanelerden ne zaman yemeye başladın? Hadi montunu al hemen! Hastaneye gidiyoruz! Üstelik tadından nasıl şüphelenmezsin? Ço-cuklar bile bu kestanelerden yenmemesi gerektiğini bi-lir. Ah Tuna!” diye söylenmekteydi.

Duyduklarıyla şaşkına dönen Tuna “Aslında, son ye-diğimi daha iyi çiğneyince bir gariplik hissettim ama… Şekerini de biraz fazla kaçırmışım,” diyerek kendini ak-lamaya çalışmıştı. O akşam, karısının kullandığı arabay-la aynı sokaktan geçip yine aynı hastanenin yolunu tut-muşlardı ve kavşakta bulunan eski kütüphane binasına vardıklarında Tuna’nın midesi ağrımaya başlamıştı.

Aynı kavşağa, geçen sene yaşanan bu olayın hayaliy-le vardı ve işlek duraktan bir otobüse atlayıp hastanenin yolunu tuttu. Bu kez yolda kendisine eşlik eden, hatırın-da kalan kısa bir şiirin dizeleriydi.

GidişinKelimelerin güzelliğini unutturur.Sevdiğim şarkıları bilmediğim dillere bürür.O ne lanettir.Babil hikayesi yanında peri masalı kalır.

1521, 2 Mart, Doktor Michel

Katırıyla birlikte kırsal yöreleri köy köy dolaşan pra-tisyen hekim, adını daha iki gün önce öğrenmiş olduğu bir İtalyan köyüne varmak üzereydi. O dönemlerde, on

Page 18: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

34 35

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

duğu bitki özlü haplardan dağıtmaya başladı. Sevinçten çılgına dönen çocuklar ballı şurupla kavrulmuş çiçek to-humlarından ve polenlerden üretilen hapları kapışıyor-lardı. Michel’in her iki dedesi de tıp dünyasında hatrı sayılır botanikçilerdi ve bilhassa anne tarafından dedesi olan Jean De St. Remy, Michel’in gelecekte iyi bir eczacı olması için ona çok iyi bir eğitim vermişti. Genç doktor, cılız çocuklara dağıttığı hapların hastalıklara karşı bağı-şıklıklarını güçlendireceğini biliyordu.

Michel’i karşılayan adam yol boyunca susmamıştı ve veba salgının son birkaç ayda köylerine verdiği zararı anlata anlata bitiremiyordu. Köyün etrafını çevreleyen yıkık duvardan geçmeleriyle birlikte kendilerini köy meydanına çıkaracak olan dar sokağa girdiler. Sokakta-ki kapılardan bazıları kireçle işaretlenmişti. Michel, ka-pısına çarpı işareti koyulmuş olan hanelerin tecrit altına alındığını düşündü.

Çocukların sevinç çığlıklarının duyulmasıyla bera-ber, beklenen doktorun nihayet köylerine ulaştığını dü-şünen bazı hastalar kapılarını aralayıp, karanlık sokak-tan geçenleri gözlüyorlardı. Kumaşlar içindeki hasta bir kadının Michel’i daha iyi görmek için evinden çıktığını gören şişman adam, kırbacını yere vurarak yaşlı kadını azarladı. Zavallı kadın kırbacın havaya yükselişini gö-rür görmez evine geri döndü. Bu durumu izleyen diğer sokak sakinleri de kırbaç sesini duymalarıyla birlikte araladıkları kapı ve pencerelerini kapattılar.

“Tüm hastaları neden belirli bir yere toplamadınız? Hanelerine kapanmaları, durumu daha da vahim bir hale getirecektir.”

Ne diyeceğini bilemeyen İtalyan, “Burası büyük bir kasaba sayılmaz. Hem evlerinde durduklarında hastalık sokaklara yayılmamış oluyor,” diye cevap verdi.

“Tam tersine!” diyerek çıkışan Michel, sözlerine de-vam etti; “Tecrit ettiğiniz hastaları ölüme hapsetmiş olu-

taş girişten çıktıkları görüldü. Adamların yüzlerindeki umut dolu ifade doktora yaklaşmalarıyla beraber bir anda söndü. Yüzlerindeki hayal kırıklığı ifadesini her ne kadar saklamaya çalışsalar da, Michel dörtnala koşturan atlıların aniden yavaşlamasından durumu sezmişti. Za-ten yeni ulaştığı köylerde karşılaştığı bu tür önyargılara alışıktı. Atın üzerindeki köylüler, kendisini karşılamak için atlarından inmeye dahi gerek duymadılar.

Adamlardan kilolu olanı sorgular bir ifadeyle, “Bu civardan geçeceği söylenen Fransız Doktor sen misin?” diye sordu. Fransızca konuşuyordu.

Köylülerin tam arkasında parlayan sabah güneşi Mi-chel’in gözlerini rahatsız ediyordu. Katırının ipini sağ eliyle tutmakta olan doktor, ipi sol eline aldı ve sağ elini gözlerini perdelemek üzere alnına dayadı.

“Evet! Bahsettiğiniz doktor ben olmalıyım. Birkaç günlüğüne köyünüzde kalıp hastalarınıza yardımcı ol-mak isterim. Aynı zamanda yörenizdeki kırsalda ot top-lamak istiyorum. Tabii izniniz olursa…”

Bu sözlerin ardından seyisine dönüp İtalyanca ko-nuşan kaba adam laflarını ağzının içinden geveleyerek söylendi: “Millet abartmayı ne çok seviyor. Çıka çıka yeni yetme bir züppe geldi kapımıza!”

Yabancı dil konusunda hayli yetenekli olan Michel, at üzerindeki adamın kullandığı ağır şiveye rağmen ar-kadaşına söylediklerini anlamıştı. Vakit kaybetmeden, adamın şivesini ahenkle abartarak karşılaştığı patavat-sızlığa cevap verdi: “Denemesi bedava efendim. Ayrıca Montpellier Piskoposu’ndan almış olduğum pratisyen-lik lisansım da var.”

Aldığı cevap karşısında şaşkına dönen adam yüksek sesle güldü ve atından inip, “Bakalım söyledikleri kadar yaman çıkacak mısın delikanlı?” dedi.

Köye varasıya kadar kendisine eşlik eden çocukların gönlünü almak için kesesinden, daha önce hazırlamış ol-

Page 19: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

36 37

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

ta güçlük çekiyorum. Üstelik bu hafta görüşme saatini de değiştirince, tümden dengemi şaşırdım.”

Soğuk bir ifadeyle Tuna’yı selamlayan Doktor, “Hoş geldin Tuna, saat 09:00’da gerçekleştirdiğimiz rande-vularımızı, geç kalman sebebiyle saat 10:00’a almıştık. Umarım geç kalmanın sebebi rahatsızlığınla ilgili değil-dir,” dedi.

Bu haklı tavırdan rahatsızlık duyan Tuna, odadaki-lerin intihar maceralarını duymasından korkuyordu ve son istediği şey yeniden doktor hapsine alınmaktı. Bek-lemeden cevap verdi, “Hayır, hayır! Tamamen mevsim-sel birşey… Neredeyse on yıldır buradayım, fakat hala günlerin bu kadar hızlı kısaldığı döneme ayak uydura-mıyorum,” deyip hafifçe gülümsedi ve bakışlarını Ma-rianne’den kaçırdı. Tuna’nın sözlerinde hak verilir bir yan elbet vardı ama özel hayatıyla ilgili rahatsızlıklarını saklıyor olduğu her halinden belliydi.

İnce çerçeveli gözlüklerinin üzerinden doğrulttuğu şüpheli bakışlarını elindeki notlara yönelten doktor ha-nım toplantıya giriş yaptı, “Neyse, artık bu gecikmenin pek de önemi yok. Bu boşluğu fırsat bilip araştırmacı arkadaşımız Raul ile devam eden çalışmalar üzerine tar-tıştık. Senden aldığımız tutarlı geri bildirimler sayesin-de geliştiriciler epey yol aldı. Birkaç ay içerisinde yeni bir mikro robotun sunumu gerçekleşecekmiş. Listeye bir göz attım da mikro robotların yetenekleri oldukça etkileyici görünüyor. Yeni robotları yerleştireceğimiz hasta senden daha şanslı olacak.”

Bu esnada gülümseyen Raul iltifatları kabul edercesi-ne başını salladı ve Marianne konuşmasına durmaksızın devam etti, “Senin durumun nasıl? Hafta boyunca her-hangi bir rahatsızlık yaşadın mı?”

“Duyduklarıma sevindim. Gelecekte benim düştü-ğüm duruma düşebilecek yüzlerce hastaya yardımcı olabileceğimi ve onların duasını alacağımı bilmek beni

yorsunuz. Ayrıca, hepsi aileleriyle birlikte aynı odada yaşıyorlar. Veba ailelerdeki her ferde bulaşmadan önce hastaları bir araya getirmeliyiz. Hem muayeneleri daha rahat olur hem de sağlıklı bireyleri korumuş oluruz.” Genç doktor boşluğa düşünceli gözlerle dalıp birkaç adım daha attıktan sonra, “Hastalar hıyarcıklı vebaya7 yakalanıyorlar değil mi?” diye sordu.

“Evet!”

“Tahmin ettiğim gibi. Hemen kilisedeki oturakları boşaltın ve tecrit ettiğiniz hastaları kiliseye yerleştirin. Kilise bahçesine çocukların yaklaşmasına engel olun. Bahçe, hastaların temiz hava alması için kullanılacak. Ayrıca… ”

“Ama…” diyerek Michel’in sözünü kesen adam, “ama kiliseye hastalıktan kurtulmamız için dua etmeye giden insanlar var. Hem Peder Marco bağışları kilisede topluyor,” dedi.

Genç yaşına aldırmadan bir lider gibi davranan dok-tor, kısa ve net konuştu, “Beyefendi! Dediklerimi harfi harfine yapmazsanız, geriye bir daha o kilisede dua ede-cek hiçbir Hıristiyan kalmayacak.”

15 Kasım 2012, 11:02, Tuna

Ullevål semtindeki modern hastaneye ulaşan Tuna koşar adımlarla Doktor Marianne’nin kapısına vardı. Aceleyle odaya girdi ve deri ceketini çıkarmakla meşgul olduğu sırada özür diledi.

“Selamlar! Beklettiğim için beni affedin. Kış aylarına yaklaştıkça günler daha da hızlı eriyor. Erken uyanmak-

7 Hıyarcıklı veba: Vebanın en yaygın türlerinden biri. Hastalığın son evrelerinde iç organlarda kanamaya sebep olur ve deri altında biriken kan sebebiyle, vücudun çeşitli bölgelerinde kanın birikmesi sonucu ciltte koyu lekeler gözlenir.

Page 20: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

38 39

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

“Sağ böbreğimdeki robot son on gündür çok hareket ediyor. Ben genelde sağıma dönerek uyurum. Sanırım bundan vazgeçmem gerek. İç organlarımın uyguladığı basınç robotun hareketlerini kısıtlıyor olmalı,” diye akıl yürüttü Tuna.

Duyduğu sözlere gülen Marianne, “Bu gidişle mesle-ği elimizden alacaksın Tuna!” diyerek adamla hafiften dalga geçti.

Bu diyalogdan hoşnut olmayan Raul, “Tuna’nın sözlerine bir bakıma hak veriyorum. Çünkü bu tür bir yönelme, organların konumlanmasında bir miktar deği-şikliğe sebep olabilir. Bu da robotun içeride kör olma-sına neden olacaktır. Cihazlardaki yapay zekâ benzer durumlarla karşılaşıp, herhangi bir çıkmaza girdiğinde olasılıkları tekrar gözden geçiriyor ve bu sürünceme robotun içeride daha fazla hareket etmesine yol açıyor. Eminim ilgili birimdeki meslektaşlarım bu şikâyetini kayda değer bulacaklardır ve robotun yön bulmasını sağlayan programların işleyişinde bazı değişikliklerin yürütülmesine karar vereceklerdir.” dedi.

İlgili konu açılmışken aklındaki başka bir soruyu dile getiren Tuna, “Ne zamandır sana soracaktım ama hep unutuyorum. Robotların hareketleriyle ilgili dikkatimi çeken başka bir husus daha var. Bahsettiğin gibi sağdaki robot sanırım tedaviye başladı. Hatta bir keresinde tam sokakta yürüyordum ki sağdaki robot bir anda hare-kete geçti. Yolun ortasında öylece durup sağ avucumu boşluğuma dayadım. İçeride birşeyler yapıyordu. Fakat haftalar geçmiş olmasına rağmen, sol boşluğumdaki ro-botun hareketlerini hiç hissetmedim. Bozulmuş olabilir mi?” diye sordu.

Tuna’nın yönelttiği soruyla birlikte, Raul ve Doktor birbirlerine baktılar. Raul ağzında bir cevap gevelemeye çalışırken, Marianne kendinden emin bir tavırla konuş-maya başladı.

mutlu ediyor. Yaşanabilecek onca zamansız matemi erteleyebilmek harika bir duygu. Durumuma dönecek olursak; bu hafta herhangi ciddi bir sancı yaşamadım. Hatta tavsiyeniz üzere, spor salonuna tekrar gittim. Bi-raz koştum.”

Tuna’nın sözlerini dinleyen doktor araya girerek, “Evet, fizyoterapist arkadaşım haberini verdi. Notlarım arasında bulunuyor. Pazartesi günü üç kilometreyi dü-şük tempoda zorlanmadan koşmuşsun. Bu, iyi bir baş-langıç. Çarşamba günü, akşamüzeri de gelmeni tavsiye etmiş ama daha sonra senden haber alamamış. Bir önce-ki çalışma seni zorladı mı?” diye sordu.

Çarşamba akşamını, yani bir önceki geceyi sıkıntıyla geçiren Tuna’nın sevimsiz fizyoterapisti görmeye niyeti yoktu ve bu yüzden çalışmayı ekmişti. Tabii, bunu dok-tora söyleyemezdi ve hemen bir bahane uydurdu:

“Birkaç arkadaşıma daha önceden sözüm olduğunu çok geç hatırladım. Bu yüzden, ayrılmam gerekti.”

Söz alan Raul ise, “Zaten fiziksel idman testleri bi-zim için henüz pek önem teşkil etmiyor. Yaraların hızla iyileşiyor ve robotlar da bu süre zarfında bölgesel doku haritanı bitirmek üzere. Bu idmanlara birkaç hafta sonra daha fazla ağırlık verebileceğimize inanıyorum. İsterse-niz şikâyetlerine geri dönelim. Robotlarınla aran nasıl?” deyip kahkaha attı.

Konunun değişmiş olmasından memnun olan Tuna deneyimlerinden bahsetmeye devam etti: “İçimde neler döndüğünü sanırım siz daha iyi biliyorsunuz. Bu hafta herhangi bir ciddi sancı çekmedim ve sağ böbreğimden sorumlu robot geçtiğimiz haftalara nazaran çok daha aktifti. Geceleri bazı vakitler hareket ettiğini hissediyo-rum.”

Masadaki not defterini eline alan Raul, “Hmm, de-mek cihaz uykunda seni rahatsız etti. Gecenin bir vakti seni hiç uyandırdığı oldu mu?” diye sordu.

Page 21: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

40 41

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

bazı kimyasal ilaçlarla yüklüyoruz. Mikro robotlar, ha-rekete geçmeden önce veya tümörleri tespit edip lazerle-riyle yakmaya başlamadan önce bu ilaçların yardımıyla dokudaki o bölgeyi uyuşturuyor. Böylece hastalarımız hareketler sebebiyle herhangi bir rahatsızlık duymamış oluyor.

Büyük ihtimalle soldaki robotumuz görevini şimdi-lik tamamladı ve deposundaki anestezi seviyesi düşük seviyelere ulaşmadan önce uyku moduna geçti. Diğer robotumuzun ise bitirmesi gereken çok şey var ve anes-tezi deposu boşalmak üzere olabilir. Bu yüzden, sağdaki robotu daha fazla hissediyorsun. Birazdan anestezi se-viyesini kontrol edeyim. Çantamda birkaç tüp ilaç bu-lunuyor. Toplantımızın ardından, karnına iki tüp kim-yasal enjekte etmek suretiyle sağ boşluğundaki robotun uyuşturucu deposunu doldurabilirim.”

Raul’un sözlerini dikkatle dinleyen Tuna hesap so-ran bir tavırla, “Anlıyorum, bu söylediklerin ilk sorumu cevaplıyor. Peki, ikinci sorum ne olacak? Soldaki cihaz neden tarama gerçekleştirmedi?” diye sordu.

Gülümseyen araştırmacı, “Bu sorunun cevabı çok daha basit sevgili arkadaşım! Sen de bir bilgisayar prog-ramcısısın ve yapılan işin tekrar yapılmaması gerektiğini bilirsin. İnsan anatomisinin belli simetri esasları üzerine kurulu olduğunu biliyorsun. Sağdaki robotun çıkardığı harita, sol tarafta da kullanılıyor. Sağdaki robot işini bi-tirince, soldakine harita bilgilerini iletti. Bedenine daha fazla delik açmamıza sebep yok. Öyle değil mi?” dedi.

Aldığı cevaplardan tatmin olan Tuna yavaşça arkası-na yaslandı ve Raul’a teşekkür etti.

Doktor Marianne, Tuna’nın her mimiğini dikkatle ta-kip ediyordu. Yüzündeki yorgunluğu ve ciddiyeti tüm ayrıntılarıyla deşifre etme derdindeydi. İçinden bir ses, projeye hasta seçimi esnasında bu adamı kullanmanın bir hata olduğunu söylüyordu ama Tuna’nın geçirmek-

“Bunun cevabı çok basit! Biliyorsun, yaklaşık altı ay önce yapılan muayene sonucunda böbrek kanserine ya-kalandığın ortaya çıkmıştı ve yaptığımız incelemeler sonucu sağ böbreğinin iflas etmek üzere olduğunu fark ettik. Sağ böbreğin kanserin dördüncü evresini geçiri-yor. Yani, tümör böbreğini çevreleyen ipliksi dokuyu aşmış durumda ama pankreasa doğru ilerleyebileceğini düşünmüyoruz.

Sol böbreğin ise hala işe yarar durumdaydı ama kan-ser oraya da çoktan sıçramıştı. Yani soldaki robotun böbrek civarında tespit edebileceği ciddi bir tümör yok.”

Bu sözlerle durumu biraz daha kavrayabilmiş olan Tuna, aklını kurcalayan diğer soruyu da beklemeden yöneltti: “Açıklaman gayet mantıklı görünüyor, fakat hala tam olarak anlayamadığım birkaç şey daha var. Birincisi, sol böbreğimdeki tümörler yeni olabilir ama neticede orada da tümörler bulunuyordu. Daha fazla zaman kaybetmeden yok edilmeleri gerekmez mi? Di-ğer yandan, Raul ameliyattan sonraki ilk birkaç ay ro-botların pek hareket etmeyeceğini söylemişti ve iyileş-me süreci tamamlandıktan sonra devam eden günlerde de robotların ilk etapta sadece doku taraması yapacağı söylenmişti. Sağdaki robot vızır vızır gezip, tüm haritayı çıkardı, ama soldaki robot neredeyse hiç hareket etmedi. Neden?”

Tuna’nın ses tonundaki heyecanı fark eden Raul, tel-kin edici bir ses tonuyla teknik açıklamalara daldı: “İlk günlerde farkına varmamış olabilirsin Tuna, ama solda-ki robot küçük tümörleri mutlaka temizlemiştir. Zaten önümüzdeki hafta yeni bir taramadan daha geçeceksin. Her iki cihazın gidişatını belli aralıklarla takip ediyoruz. Sen de bu ayrıntıları biliyorsun. Telaşlanacak hiçbir şey yok. Soldaki robotu neden hissedemediğine tekrar dö-necek olursak; cihazları bedenine yerleştirmeden önce ‘uyuşturucu depoları’ isimli ünitelerini anestezi amaçlı

Page 22: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

42 43

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Vakit kaybetmeden Raul’un endişelerine cevap ver-mek isteyen Tuna da düşük sesle konuşmaya başladı: “Hadi ama! Şimdi de iyi polis kötü polis mi oynuyor-sunuz? İnan Marianne’nin şapşal hareketleri hiçbir za-man umurumda olmadı. Ayrıca, bu işe de kendi rızamla girdim ve şirketinin hazırladığı anlaşmayı imzaladım. Korktuğum tek birşey var, o da beni yine sıkı gözlem al-tına almanız. Fark ettiysen, şirin görünmek için elimden geleni yapıyorum.”

Tuna’nın ruh haliyle empati kuran Raul, “Dert etme! Karantina saçmalığının bir yararı olabileceğine artık on-lar da inanmıyor,” dedi ve Marianne’nin ayak seslerini duyunca yavaşça ardına yaslandı. Sandalyesinin yanına bıraktığı deri çantasını eline alıp daha yüksek ve neşeli bir ses tonuyla, “İlacı enjekte ederken canın baya acıya-cak ama Türklerin bizler gibi maço adamlar olduklarını duydum. Bugün kimin daha sert olduğunu göreceğiz,” dedi ve gülmeye başladı.

Raul, otuz beş yaşlarında şişman ve orta boylu bir adamdı. Kucağına aldığı siyah çantasındaki teçhizatı kurcalarken, aletleri yere düşürmemek için zorlanıyor-du. Deri çantasından çıkardığı birkaç cihazı bir süreliği-ne tutması için Tuna’ya uzattı. Raul, çantasındaki kuyu-da kendisini kaybetmişti ve kendi kendine anadilinde söylenerek radyo cihazını aramakla meşguldü.

Tuna’nın soru sormaya yeltendiği anda, Marianne odaya vardı. Ardından süzülerek ofise giren doktor ha-nıma bir bakış atıp, “Benim dışımda, izlemekte olduğu-nuz başka hastalar da bulunuyor mu?” diye sordu.

Çalışma arkadaşının meşgul olduğunu gören Mari-anne, masasına hafifçe yaslanıp, “Elbette!” dedi.

Raul’un çantasından çıkarmaya devam ettiği cihazla-rı kucağına yerleştiren Tuna, “Peki, böbrek kanseri teş-hisi koyulmuş olan tek hasta ben miyim?” diye sordu.

te olduğu kanser seyri hem hastanenin hem de Raul’un şirketinin araştırmaları için mükemmel bir örnekti. Odadaki rahatsız edici sessizliği fark eden Marianne boşluğu değerlendirip söz aldı: “Evet, Sanırım birçok şeyi açıklığa kavuşturduk. Haftalık testlere hazır mısın Tuna?” diye sordu.

Tuna hiç oralı görünmüyordu ve isteksiz bir ses to-nuyla konuştu: “Tamam, bu sefer kan örneği alma işle-mini sona bırakmanızın sakıncası bir var mı?”

Döner sandalyede bacak bacak üstüne atarak otur-makta olan Marianne ellerini kavuşturdu ve “Anlaştık! Nasıl istersen öyle olsun. Tükürük ve deri örneği testi için yardımcı olacak hemşire arkadaşımı çağırayım. He-men gelirim,” deyip yerinden fırladı.

Marianne’nin odadan ayrılmasını fırsat bilen Raul, Tuna’yla konuşmak istiyordu. Yaşı elliye merdiven da-yamış olan bakımlı kadının topuklu ayakkabılarının ko-ridorda çıkardığı abartılı sesi, Raul ve Tuna rahatlıkla takip edebiliyordu. Raul, doktorun adımları yeterince uzaklaştığında fısıldayarak konuşmaya başladı:

“Marianne’nin ukala tavırlarını lütfen bağışla. Nor-veçli kadınları sen benden daha iyi tanıyorsun. Ne ka-dar küstah olabileceklerini bilirsin. İnan ben de Marian-ne ile çalışmayı hiç istemiyorum. Pointron orta boylu bir şirket. Araştırmaları sürdürebilmek için tıbbi personel ve mühimmat ihtiyacı duyduk. Sözün kısası, seni bu işe ben soktum. Umarım pişmanlık duymuyorsundur.”

Raul tam bir kitap adamıydı ve bulunduğu ortam-daki herhangi bir gerginlikten ötürü büyük rahatsızlık duyuyordu. Belki de bu mülayim mizacı yüzünden ül-kesi Meksika’dan kopup, Norveç’e rahatlıkla ayak uy-durabilmişti. Tuna’nın rahatsızlığı gün yüzüne çıkma-dan önce de Tuna ve Raul birbirlerini tanıyorlardı, ama yakın arkadaş oldukları söylenemezdi.

Page 23: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

44 45

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

gösterdi ve gülümseyerek konuşmaya başladı: “Bazen son teknolojileri kullanmak işe yaramaz. Bilişim dün-yasında da nostaljiyi yaşaman gerekebilir dostum. Ro-botların, şirketteki sunucularla iletişime geçebilmesi için daha anlamlı bir teknik kullandık: Radyo dalgaları! Giysilerine yerleştireceğimiz bu modüllerin yardımıyla, robotların bize rapor vermeye başlayacaklar. Sence de dâhiyane bir fikir değil mi? Radyo frekanslarını tekrar kullanmak kimin aklına gelirdi?”

Yeni bir oyuncak görmüş bir çocuk kadar sevinen Tuna, Raul’un avucundaki yassı çiplerden birini eline aldı ve incelemeye başladı. Raul ise gururla çipleri öv-meye devam etti: “Bu suya dayanıklı çipleri giysilerinin bir kenarına dikmeni istiyoruz. Üzerlerinde dikmene yardımcı olacak delikler bulunuyor. Atletine, kot pan-tolonlarındaki çakmak ceplerine, gömleklerinin yaka-larına dikebilirsin çipleri. Ayrıca, görmüş olduğun gibi birkaç tanesinin üzerinde yapıştırıcı yüzler var. Onları da kemerlerine yapıştırabileceğini düşündük. Kot pan-tolon giymeyi sevdiğini biliyorum.”

Raul, çipleri Tuna’nın elinden alıp kilitlenebilen bir naylon poşete koydu ve masanın üzerine bıraktı.

1521, 16 Mart, Doktor Michel

Michel’in Fransa sınırındaki İtalyan köyüne varması-nın üzerinden sadece iki hafta geçmişti. Vaatleri köyde-ki birçok hastaya umut ışığı olmuştu, fakat varlığından memnun olmayan insanlar da yok değildi. Bu insanla-rın başında kilisesi elinden alınmış olan Peder Marco ve saygınlığını yitirmiş olan yaşlı Doktor Enrico bulunu-yordu.

Kilisenin tahta kapıları iki yana çarpılarak açıldı ve iki yetişkin adam girişe hücum ettiler. Her ikisi de hep bir ağızdan konuşuyordu. Peder Marco, “Sizin bu köy-

“Evet! İşin aslı, kanser çalışmalarına yeni adım attık ve böbrek kanserinin daha rahat tedavi edileceğine ka-rar kıldık. İlk kanser hastamız sensin. Daha önceki ça-lışmalarımızdaki robotlar çok daha basit tasarımlara sa-hipti. Örneğin, kalp krizini önleme sistemleri gerçekten çok iyi sonuçlar verdi.”

Tuna gözlerini kısarak hayretle, “Kalp krizini önle-mek mi?” diye tekrarladı.

Başını öne eğerek ofiste turlamaya başlayan Marian-ne eski çalışmalardan bahsetmeye devam etti, “Tabii ki, kardiyoloji benim uzmanlık alanım değil. Ama diğer doktor arkadaşlarımdan tüm hikâyeleri dinledim ve çalışmalardan oldukça etkilendim. Geçen yıl da ameli-yatlardan birine katıldım. Pointron şirketinin desteğiy-le, operatör arkadaşlarım hastalarımızdan birkaçının vücuduna hap robotlardan yerleştirdiler. Bu böcekler sayesinde hastaların vücutlarındaki birçok faaliyet in-celenmeye başlandı. Kalp krizi öncesinde vücudun ne tür sinyaller sergilediğini zaten biliyoruz. Robotların yardımıyla daha önceden kalp krizi geçirmiş olan yaş-lı hastaların vücutlarını izlemeye aldık. Kan basıncını, şeker oranını ve diğer birçok parametreyi düzenli ara-lıklarla ölçmekte olan hap robotlar, kalp krizi meydana gelmeden önce şirketteki sorumluları ve hasta yakınları-nı uyarıyorlar. Böylece, kalp krizi gerçekleşmeden yirmi dakika öncesinde hastayı kurtarmak için harekete geçil-miş olabiliyor. Bu bir devrim!”

Doktorun anlattıklarından etkilenen Tuna’nın aklına hemen bir soru geldi: “Anlattıkların sahiden de inanıl-maz. Peki, vücuda yerleştirilen robotlar bilgilendirme mesajlarını nasıl gönderiyorlar? Robotların internete veya 3G türündeki bağlantılara erişmeleri mümkün mü?”

Bu sorunun ardından Raul yüksek sesle, “İşte bun-larla!” diyerek avucundaki çipleri meraklı arkadaşına

Page 24: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

46 47

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

karşı verilen mücadelede, doğada bulunan bitkilerden üretilen ilaçların kullanılması gerektiğini dedelerinden çocuk yaşta öğrenmişti ve kullandığı bitkiler sayesinde bağışıklık sistemini daha dirençli kılıyordu.

Peder ve doktorun ani çıkışına hiçbir tepki gösterme-yen Michel’in kendisinden neredeyse üç kat daha yaşlı olan adamların sergilediği taşkınlığa diyecek sözü yok-tu. Sadece baktı ve onlar sanki hiç yokmuşçasına arka-sındaki yatağa uzanan hastasına yöneldi. Bu görmezden gelişe büsbütün öfkelenen Doktor Enrico hışımla Mic-hel’in üstüne yürüdü ve zayıf genci sağ kolundan tutup kendisine çekti. Yerinden fırlayacak gibi duran gözleri Michel’in üzerindeydi ve burnundan zorlukla soluyor-du. Enrico, burun deliklerine takmış oldukları sünger parçalarıyla kendisini hastalıktan koruyacağına inanan bağnaz doktorlardan biriydi. Veba mikrobunun ağız yoluyla kendisine bulaşmasını engellemek için de diş-lerinin arasında iki diş sarımsak tutuyordu. Ağzından verdiği her nefes ile yaydığı dayanılmaz koku Michel’i rahatsız etmekteydi.

Pis kokuyu solumasıyla birlikte yüzünü ekşitip, ken-disini Enrico’dan sakınmaya çalışan Michel, “Kahretsin! Bu ne pis bir koku böyle? Deri ceketinin kokusu, ağzın-daki sarımsakla karışmış. Benden uzak dur!” diyerek yaşlı adamı itti.

Michel’e kene gibi yapışan doktor, “İşte bu yüzden deri ceket giyip, ağzımızda sarımsak taşıyoruz. Senin gibi asalakların biz sağlıklı insanlara yanaşmasını engel-lemek için,” dedi.

Michel’i iki yakasından tutup üstünü başını çekiştir-meye başladı. Uzun sürmeyen mücadelenin ardından, Doktor Enrico’nun ellerinden kendisini kurtaran Mic-hel, yaşlı adamdan birkaç adım uzaklaştı ve “Çek elleri-ni üzerimden! Hasta adam!” diye bağırdı.

de hiçbir yasal yetkiniz bulunmuyor. Montpellier Pis-koposu’ndan almış olduğunuz pratisyenlik lisansı beni bağlamaz. Hemen kiliseyi terk edin! Burası dünyevi iş-lere alet edilecek bir mekân değildir,” diye bağırırken, aynı zamanda Doktor Enrico’nun da hararetle:

“Sen bir sahtekârsın Michel! Alternatif tıp yöntem-leriyle bu insanları uyutuyorsun. Herkes bir hastanın bakımının en iyi yapıldığı yerin evinin olduğunu bilir. İnsanları kandırıp onların parasını cebine atmana daha fazla müsamaha gösteremem. Salgını fırsat bilen bir asa-laksın. Bu kiliseyi ve köyü derhal terk et! Seni şarlatan, seni…” dediği duyuluyordu.

1500’lü yılların alışılagelen doktorları günümüzdeki tıp yöntemlerinden çok uzak olan tekniklerle hastaları tedavi etmeye çalışıyorlardı. Dinsel tabulardan başka dayanakları olmayan müdahaleleri sonucu basit rahat-sızlıklara yakalanan binlerce hastanın da yok yere ölü-müne sebep olmuşlardı. Eczacı dedelerinden edindiği kıymetli mirası daha ileri bir noktaya taşımak isteyen Michel gibi doktorların muameleleri ise çoğunluk tara-fından alternatif tıp ismiyle anılarak, hor görülüyordu.

Hâlbuki Michel, modern tıp adıyla tabir ettiğimiz esasları daha o günlerde uygulamaya çalışan nadir he-kimlerden biriydi. Salgın haline gelen hastalıkların başlı-ca sebebinin Orta Çağ Avrupa’sında yaşayan insanların temizlik ihtiyaçlarına yeterince özen göstermemesiydi. Genç doktor, belli aralıklarla temiz havaya çıkarılan hastaların tedavi sürecinin kısalacağını biliyordu. Diğer meslektaşları veba mikrobunun vücutlarına yayılma-sını önlemek için kalın deriden yapılmış, hareketlerini kısıtlayan ceketler giyerken, Michel ince ve beyaz renk-li kumaştan dikilmiş olan önlüğünü hastalarıyla haşır neşir olduktan sonra değiştirip, kumaşı mikroplardan arındırabilmek için kaynayan suda uzun süre yıkama-sı gerektiğinin farkındaydı. En önemlisi, hastalıklara

Page 25: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

48 49

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Pederin kararını bildirmesinin ardından odaya ses-sizlik hâkim oldu. O an için duyulan tek şey nefes al-makta güçlük çeken birkaç hasta adamın öksürüğüydü. Düşünceli tavırlarla hastaların arasında birkaç adım dolaştı ve daha sonra Michel’e, “Peki ayrıldıktan sonra nereye gideceksin?” diye sordu.

Başını öne eğip, daha önceden hazırlamış olduğu de-zenfekte tozlarını kucağından zemine doğru serpmeye devam eden Michel, “Korsika Adası’na uzanıp, oradan da Sardinya Adası’na çıkmak istiyorum. Adalarda daha önce karşılaşmadığım bitki türlerini araştırmayı umut ediyorum. Ama katırım Joseph yüzme bilmiyor ve beni adaya götürecek bir denizci dostum yok,” dedi. Bir yan-dan da dezenfekte tozunu Enrico’nun etrafına iyice ya-yıp sinirli adamı huzursuz ediyordu.

Sonunda istediğini elde etmiş olan yaşlı doktor, lanet olsun dercesine kiliseden uzaklaştı. Burnunu kaşıyarak bir süreliğine düşüncelere dalan Peder Marco, Doktor Enrico’nun sessiz gidişini umursamadı. Asi doktor me-selesini tam anlamıyla çözmeden kiliseden ayrılmak is-temiyordu.

Tozu etrafa yaymakla meşgul görünen Michel, sırtı-nı pedere döndü. Kendi kendisine konuşuyormuş gibi görünen genç muzip bir edayla tozu etrafa serpip, bir yandan da sesli düşüyordu.

“Keşke Korsika Adası’na varabilseydim. Bir kere git-sem, herhalde tüm bir yıl orada kalırdım. Araştırmak istediğim öyle çok bitki türü var ki! Seyahatimin deva-mına param yetmeyeceği için birkaç hafta içinde Avig-non’daki evime dönmek zorunda kalacağım ve dönüş yolunda tekrar köyünüzden geçmem gerekecek.” Keli-meler Michel’in ağzından döküldükçe gözleri velfecri okuyordu. “Köylülere hediye ettiğim haplar ve bitki jel-leri o zamana dek etkisini göstermeye başlar. Eğer tavsi-yelerime de kulak verirlerse, hastalığı hafif seyredenler

Nefes nefese kalan Enrico tam Michel’in üzerine yü-rümek üzereydi ki Peder Marco’nun sesi duyuldu.

“Yeter!”Haykırışı tüm kilisede yankılandı. Devam eden tan-

tanaya rağmen hala uyumakta olan hastaların birkaçı bu sesle birlikte irkildiler. Yuvarlak şapkasını çıkarıp, bir-kaç adım atan rahip tehditkâr bir ses tonuyla, “Seninle tartışmak zorunda bile değiliz Michel. Ya bu köyü üç gün içerisinde terk edersin ya da sonuçlarına katlanır-sın,” dedi.

İnsanlar kendilerine yardım edilmesini istemedikçe, onlara gerçekten yardım edilemeyeceğini uzun zaman önce öğrenmiş olan Michel, bu köyden de ayrılma vak-tinin gelmiş olduğunu anladı.

“Bana en azından üç gün daha mühlet verin. Yöreniz-de bol miktarda biberiye bitkisi bulunuyor. Civardaki kırlardan toplamış olduğum diğer bitkilerle yoğurdu-ğum merhemin biberiye yağına ihtiyacı var ve merhe-min kıvamına gelmesi için kapalı bir odada en azından iki gün daha beklemesi gerekiyor. Söz veriyorum, üçün-cü gün köyü ve kiliseyi terk edeceğim.”

Hafif kamburu olan Doktor Enrico, kudurmuş bir köpek gibi ağzından salyalar dökerek, “Hayır! Hemen gideceksin. Bugün!” diye bağırdı ve buruşmuş elleriyle gencin yakasına tekrar yapışmak için kollarını kaldırıp iki adım atmıştı ki, pederin vakur sesi duyuldu.

“Kabul edildi!”Peder Marco’nun kararıyla birlikte şaşkına dönen

kambur adam, bir anda ardına dönüp pedere baktı ve kırık ses tonuyla, “Ne?” diye bağırdı.

Yaşlı doktoru hayal kırıklığına uğrattığının bilincin-de olan peder uzun bir “Ama…” deyip, bir süre bekledi ve sözlerine kaldığı yerden devam etti:

“Ama üçüncü gün buradan ayrılıyorsun.”

Page 26: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

50 51

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

binek hayvanlarıyla birlikte geminin depo bölümünde seyahat etmesi yerine, bir metreden kısa bir iple bağ-lanmak suretiyle güvertede tutulmasına izin verilmişti. Michel, hayvanın ortalığı pisletmesi halinde, güverteyi temizleyeceğini temin etmişti.

Gün boyu süren yolculuk sebebiyle birşeyler yeme-ye fırsat bulamayan Michel, katırının yamacına oturup köylülerin hediye ettiği yolluğu çantasından çıkardı. Mütevazı akşam yemeğinin ardından, havanın karar-masıyla birlikte oturduğu yere rahat bir kilim serip, erken bastıran uykusuna daldı. Beşik gibi sallanan ge-minin gıcırdayan güvertesi, günlerdir yorgun düşmüş olan vücuduna rahat bir döşek gibi gelmişti. Kendisini bekleyen tehlikeden habersiz, dalgaların ve uğuldayan rüzgârın ninnisiyle uyumaya çalışıyordu.

O sırada, tüccar gemisinin güzergâhının üzerinde bulunan Capri Adası açıklarında demirleyen kadırgada hararetli bir hazırlık devam etmekteydi. Candar Bekir, geminin kıç tarafından adayı gözlüyordu. Güvertedeki tayfaları azarlayan Bitli El, kasaranın8 üzerinde duran Candar Bekir’i izlemekteydi.

“Güvertede daha fazla sallanmayın! Pişmiş toprak bulamıyorsanız, el bombalarını camdan hazırlayın! Alt kattaki şişeleri kullanın. Siz ikiniz de güvertenin tam or-tasına ocağı kurun, ama odunları ateşe vermeyin. Güne-şin ufku öptüğü vakit ocağı yakacaksınız. Hadi!”

Adamları işlerinin başına yolladıktan sonra, kasara-nın üzerine yavaş adımlarla çıkan Bitli El, suç ortağı olan dostuna seslendi: “Geminin geçeceğinden emin misin?”

Sakalını okşayan Candar Bekir, arkasına dahi dön-meden, “Emin olmasaydım, bunca yolu tepip gelmez-dik,” diye cevap verdi.

8 Kasara: Yelkenli gemilerin baş, orta ve kıç kısımlarında güverteden daha yüksek olan alana verilen isimdir. Kıç kasarasının üzerinde geminin dümeni bulunur.

iyileşmiş bile olur. Geri döndüğümde, bana kucak aça-caklarından eminim. Gücünü halktan alan hiçbir hare-ket durdurulamaz.”

Michel’in olası geri dönüşünden endişe duyan peder, cazip bir teklifte bulundu: “İstersen seni Korsika Ada-sı’na ücretsiz ulaştırmanın bir yolunu bulabilirim. Kom-şu köylerden alışveriş yapan tüccarlar, buradan aldıkla-rı malları adaya götürüyorlar. Eğer rica edersem, seni de gemilerine alırlar. Beni kıracaklarını sanmıyorum.”

Hayretle, “Gerçekten mi?” diyerek sesini yükselten Michel bir anda pedere döndü ve elindeki bir avuç tozu sevinçle havaya fırlatıp kahkaha attı. “Harika! Peki, gemi ne zaman kalkıyor?”

“Yanılmıyorsam, adaları ziyaret eden tüccar gemile-rinden biri haftada bir geri geliyor. Hangi gün limandan ayrılır bilmiyorum ama gemiye kadar sana eşlik edebi-lirim.”

1521, 19 Mart, Korsika açıkları

Genç doktoru başından güç bela defeden Peder Mar-co, Michel’in gemisinin limandan ayrılışını izledikten sonra köyünün yolunu tutmuştu. Hava kararmadan önce evine dönmeyi planlıyordu.

Peder’e uzun uzun el sallayan Michel ise mutluluktan havalara uçuyordu. İşler sonunda istediği gibi gitmeye başlamıştı. Adadan anakaraya nasıl döneceğini henüz bilmiyordu ama Korsika’da geçireceği süre zarfında bu-nun da çaresini bulacağından emindi. Tırabzanlara sırtı-nı dönüp, ellerini iki yana yaslayarak kaykıldı. Akşamü-zeri güneşinin tatlı sıcaklığını yüzünde hissediyordu.

Keyfi yerinde olan Michel, katırı Joseph’in ensesini okşayıp kulağına, “Sonunda başardık Joseph!” diye fı-sıldadı. Gemiye binmesine yardımcı olan tüccarın ısra-rına rağmen Michel’i kıramamışlardı ve katırının diğer

Page 27: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

52 53

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Liderlerin arasında cereyan eden bu anlık sürtüşme güvertedeki birkaç genç denizcinin hemen dikkatini çekmişti.

Dişlerini sıkarak konuşan Candar Bekir sinirle, “Beni iyi dinle taş kafa! Bu işe bir son vermeyi senden daha çok istiyorum ama kuyuyu hala bulamıyoruz. Yıllarca aradık ama böyle birşeyin izine rastlayan bir âdemoğ-luyla dahi tanışamadık. Benim sana katlanmak zorunda olduğum gibi, sen de bana katlanmak zorundasın. Ara-dığımız şeye ulaştığımızda bu ortaklık son bulacak, üs-telik gemiyi de sana bırakacağım,” dedi.

“Dokuz yıldır aynı vaatleri dinliyorum. Artık para-mız da bitti. Bahsettiğin tüccar gemisi çabuk gelse iyi olur,” diyen Bitli El, Candar Bekir’in yakasını bıraktı.

Üstüne çeki düzen veren Candar Bekir, Bitli El’in öfkesini görmezden geliyordu. Bakışlarını iri adamın giysilerine kaydırıp muzip bir tavır takınarak gerilimli havayı dağıtmayı denedi:

“Daha saldırıya geçmemize saatler var. Erken hazır-lanmışsın.”

“Vurgun yapmayalı epey oldu Bekir. Açım! Aç!” diye homurdanan Bitli El burnundan soluyordu. Sert adım-larla Bekir’in yanından uzaklaştı. Bitli El’in kasaradan ayrıldığını fark eden denizciler öfkeli denizcinin yoluna çıkmamak için kaçışıyorlardı.

Candar Bekir, sinirli ortağına hak vermiyor da değil-di. Yıllar süren arayış uğruna tüm birikimlerini yitirmiş-lerdi ve iz sürme, harita okuma, kılavuzluk etme konula-rında da başarılı olmadığını içten içe kabul ediyordu. Bu tür görevlerin esas uzmanı Muhiddin Piri’ydi. Düşünce-lerinin arasında içinden, ‘Türk korsanlarına Libya kıyı-larının yolunu açan önder denizci Kemal Reis’in yeğeni Muhiddin Piri Reis… Denizcilik ilmini öğrenmesi için hocalar tuttuğu kıymetli yeğen. Piri…’ diyerek eski dos-tunun ismini hasetle defalarca kez andı. Yedi iklim, dört

Şüpheli soruları bitmek bilmeyen kaba adam, “Ber-beri korsanının bu hattı bileceği ne malum?” diye sordu.

“Biliyorlar. Çünkü bu gemileri yağmalayarak hayat-ta kalıyorlar. Geçen ay Libya’da tanıştığın adamlar, bu yörenin en korkusuz korsanlarıdır. Diğer denizciler Si-cilya’daki tüccar gemileriyle yetinirken, o adamlar en kuzeydeki gemi hatlarına kadar uzanıyor. Sadece nam-ları yürüsün diye sahil şeridinde boy gösterdikleri bile olur.” Kendinden emin görünen Candar Bekir, gözlerini ufka dikip açıklamaya devam etti: “Hem Korsika tüccar-ları yıllardır aynı tarifeyle mal taşır.”

Candar Bekir’in yanına varan Bitli El, “Peki, bu kıyı-larda daha ne kadar avlanacağız? Sahil şeridindeki köy-ler veba salgınıyla kıvranıyormuş. Halkın cebinde para yok. Üç ayda yeterli ganimet toplayabilir miyiz sence?” diye sordu.

Bitli El’e yüzünü dönüp, kendinden emin bir ifadeyle cevap veren Bekir, “Zenginler her zaman zengindir Bitli El. Onlar krizlerden etkilenmezler, çünkü dünyadaki al-tın miktarı hiçbir zaman değişmez ve köleler her zaman çalışmaya mahkûmdurlar. Para sadece el değiştirir ve zenginler bizim avucumuza düşer,” dedi.

“Kemal Reis’in haritalarını elimize geçirdiğimizde de bu kadar kesin konuşuyordun. Tüm koyları yıllarca taradık. Ama elimize hiçbir şey geçmedi. Peki, buna ne diyeceksin?” diyerek serzenişte bulunan Bitli El’in he-sap sorar gözleri Candar Bekir’in mimiklerini takip edi-yordu.

Bu kinayeye kulak asmamışa benzeyen sivri sakal-lı korsanın, “Aklının yetmediği işlere neden burnunu sokarsın ki?” diye söylenmesiyle beraber deliye dönen Bitli El, kendisinden yaşça büyük olan ortağının iki ya-kasına yapıştı.

“Sana kendini benden üstün görmemeni kaç kere söyleyeceğim? Ha?”

Page 28: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

54 55

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

mek istediğini söyledi. Bu durumu fırsat bilip Tuna’yla biraz daha baş başa konuşabilmeyi dileyen Raul, “Aslın-da ben de hastaneden hemen ayrılmayı düşünüyordum. Geç olmadan ofise uğramam gerekiyor. İstersen tramva-ya beraber bineriz Tuna, ne dersin?” diye sordu ve çok geçmeden ikili, Marianne’nin odasından ayrıldı.

Asansörden ayrılıp hastanenin kapısına yönelme-leriyle birlikte Raul, dost canlısı tavırlarıyla söze girdi: “Söylediğim gibi, çipleri bir sonraki görüşmemize kadar dikersen çok iyi olur. Haftaya bildiri servisinden sorum-lu arkadaşlardan senin radyo frekansını da izlemeye al-malarını rica edeceğim. Bu arada karınla ilgili olan dava ne âlemde?”

Tam giriş kapısına varmışlardı ki, Tuna bu soru kar-şısında aniden durup bakışlarını Raul’a çevirdi. Yanlış bir konuya girdiğini fark eden Raul bir an duraksayıp, “Hassas bir mevzu olduğunu anlıyorum ama sosyal ha-yatın da bu işi etkiliyor,” dedi.

Bakışlarını yere kaydırıp döner kapıya yönelen Tuna alçak sesle “Geçen salı resmen boşandık,” dedi.

Bu sözlerin ardından Raul sadece, “Bunu duyduğu-ma gerçekten de çok üzüldüm. Olaylara biraz da iyi tarafından bakmaya çalış. En azından çocuk sahibi ol-madınız. Bu yüzden kendini biraz daha rahat hissediyor olmalısın. Şu anki durumun, daha fazla sorumluluk al-tına girmenden çok daha iyidir. Öyle değil mi?” diyerek Tuna’yı teselli etmeye çalıştı, fakat her şeyi daha beter ettiğinin farkında bile değildi.

Hâlbuki Tuna ve Carina’nın sahip olabilecekleri kü-çük bir çocuğun hem evliliklerini hem de Tuna’nın ha-yatını kurtarabileceğini akıl edememişti. Oysa Tuna bu olasılığı düşünmeden bir gün dahi geçiremiyordu ve ar-kadaşını kırmamak için, “Haklısın! Zararın neresinden dönülürse kardır,” dedi.

bucağı dolaşmış olan usta kaptandan yardım istemeye, Candar Bekir’in yüreğindeki halis kibir engel oluyordu. Bu yüzden, kendilerine sunulan başka bir çare şimdilik yoktu ve bir süre daha erdemsiz haydutlar gibi yağma yaparak hayatlarını daim ettirmek zorundaydılar.

Oysaki deniz mevsimine girilmemişti bile. Deniz mevsimi, Akdeniz Korsanları tarafından uygulanan bir tür sefer takvimiydi. Korsanlar saldırılarına nisan ayın-da başlar, geriye kalan bahar ve yaz ayları boyunca se-ferlerini sıklaştırırdı. Fırtınaların başladığı Ekim ayında ise liman kasabalarına dönülür, deniz seyahatinin el vermediği günler kıyılarda geçirilirdi. En alçak eşkiyalar bile bu takvime riayet ederlerdi. Bu yüzden, daha nisan ayı gelmeden yük gemilerine saldırıyor olmak Candar Bekir ve Bitli El gibi tecrübeli denizciler için onur kırıcı bir durumdu.

Huysuzluğunun asıl sebebi bu olan Bitli El, ortalıkta daha fazla görünmek istemediği için güverteden uzak-laştı. Uzun bir aradan sonra görev alacağı deniz tecavü-züne şimdiden hazırdı. Bitli El, düzenleyecekleri baskı-nın şartlarına göre farklı giysiler tercih ederdi ve bu kez gece saldırılarında gözdesi olan siyah takımını giymişti. Bu şekilde, cenk esnasında dövüşten dövüşe koşan dev bir kara bulut gibi kurbanlarının peşine düşüyordu. Bir-çok kıyafetinde olduğu gibi, bu takımda da giysinin gö-ğüs bölgesi tamamen açıktı. Geniş göğsü yoğun bir kıl tabakasıyla kaplı olduğu için, uzaktan bakan bir göze kumaşın bittiği yeri ayırt etmek oldukça zordu. Üstelik bileklerinde ve omuzlarında taşıdığı sürprizler kavga esnasında kahkahalar atmasına sebep olurdu.

15 Kasım 2012, 14:05, Tuna

Haftalık testleri yaklaşık bir saat içinde tamamlayan Tuna, hava tam anlamıyla kararmadan önce biraz yürü-

Page 29: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

56 57

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Tuna hiçbir şey alacak olmasa da bazı zamanlar bu dükkânların birine dalıp, hiç tanımadığı yerlerden gelen bu garip eşyaları incelerdi. Raflardaki binbir çeşit mal-zemeyi pür dikkat seçen müşterileri hayretle izliyordu. Pilavı Asya usulüne göre pişiren tencereleri ve Tayland yapımı kaşıkları dakikalarca didik didik eden Malezya-lılar, üzerinde ‘Somali’yi Seviyorum’ yazılı abartılı renk-lerle tasarlanmış tişörtleri deneyen Afrikalı gençler ve daha birçokları… Birbirinden kopuk bir ton farklı dün-yanın nasıl bir bakış mesafesinde toplanabildiğine bu pasajda tanıklık ediyordu.

Yer altı pasajındaki yürüyüşünü tamamlayıp, son merdivenleri çıktı. Metro çıkışına ulaşmasıyla birlikte yaşadığı ülkenin gerçekliğiyle tekrar yüz yüze geldi. Bi-raz kafasını dağıtabilmek için Türk İşçileri Derneği adı altında kurulmuş olan kahvehane benzeri salona gitme-yi planlıyordu. İşlek kavşaktan karşıya geçti ve çukur-ları yağmur sularıyla dolu ara sokaklardan birine daldı.

Puslu havanın hafif hafif kararmaya başladığı öğle vaktinde, Uşaklı Ramazan ağabeyin şen sesi sokağı dol-durmaya yetiyordu.

“Murat sen aklı başında adamı kudurtursun ya! Dev-letin buza yatıracağı tuzun parası senin ne derdine?” Belli ki, derneğin önüne kaykılarak oturmuş olan Rama-zan ağabey, çaycı Murat’la dalgasını geçmekteydi.

Çevredekilerin kahkahasına aldırış etmeyen Çorum-lu Murat iddiasını sürdürdü: “Gâvur dinime dönsün ki bu işler böyle kardeş! Kar ne kadar geç düşerse, devlet o kadar kâr yapıyormuş bu memlekette. Arkadaş sen bana şunu söyle hele! Bu ülkenin yarısından yukarısı kutup dairesinin içinde kalmıyor mu? Bu ülkenin ya-rısında adam yaşamıyor mu? Kar yağmayınca devlet bunca yolun tuzlanmasına para harcamıyor işte kardeş! Bakarsın daha az vergi alırlar. Hem yolları çok tuzladık-

Tuna aslında hastaneden ve testlerle ilgili her türlü konudan mümkün olduğunca hızlı bir şekilde uzakla-şabilmek için can atıyordu ve biraz yalnız kalmaya ihti-yacı olduğuna inanıyordu. Birkaç durak boyunca yürü-mek istediğini söyleyip, tramvay durağında beklemekte olan arkadaşından ayrıldı.

15 Kasım 2012, 14:15, Ramazan

Hastaneden ayrılmış olan Tuna, biraz yürüdükten sonra metroya atladı. Aşağı yukarı yarım milyon nüfusa sahip olan Oslo’da, altı adet metro hattı şehrin neredeyse tamamını kaplamıştı ve doğu yakasındaki meşhur sem-te birkaç dakika içinde ulaştı. Filmlere dahi Türk Ma-hallesi namıyla konu olan bu semtin ismi Grönland’tı. Grönland, Norveççe ‘Yeşilyurt’ anlamına gelmekteydi ve bu rastlantı doğduğu şehir İzmir’deki Yeşilyurt sem-tini aklına getiriyordu.

Yetmişli yıllarda, alt yapı çalışmalarında kullanıl-mak üzere ülkeye getirilen ilk yabancılar Türkler ve Pa-kistanlılar olmuştu. Göçmen ofisi o günlerde zorlukla ikna edilip çalışmak için Norveç’e getirilen bu insanları Grönland civarına yerleştirmeyi yeğlemişti. Bu gelenek sonraki yıllarda da süregeldi. Son birkaç yılda ise so-kaklar turist vizesi alıp daha sonra ülkede kaçak çalışan gençler, oryantal süpermarketler, camiler ve alternatif yaşamı seçen Norveçli gençlerle dolup taştı. Grönland ülkedeki yabancıların sembolü haline gelen bir yerleşim merkezine dönüşmüştü.

Porsche marka metrodan inen Tuna, merdivenlere yöneldi ve göçmen butikleriyle donatılmış yer altı pa-sajına daldı. Pasajdaki bir Hint restoranından yayılan baharat kokusu, uzak doğudan getirilen ucuz malların satıldığı dükkânların havasıyla harmanlanıyor, ortamı rengârenk bir cümbüşle dolduruyordu.

Page 30: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

58 59

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

nisin buralarda. Biz Allah’ın izniyle otuz yıldır yaşıyo-ruz bu ülkede.’

Tuna, ara sıra derneğe uğrayıp bu tarz adamlar-la sohbet etmekten zevk alıyordu. O insanların hayata bakış açıları, bitmeyen maceraları, beklentileri Tuna’yı bulunduğu yerden koparıp bambaşka diyarlara sürük-lüyordu. Şahitlik etmiş birinden duymadıkça gerçek-leşmesine ihtimal veremeyeceği olayları dinleyebilme şansını yakalıyordu. Bir keresinde, Ramazan’ın evlilik macerasını dinlemişti ve kırsal yerleşim birimlerinden küçük yaşta ayrılan genç erkeklerin yurtdışında ne tür travmalara maruz kaldığını öğrenmişti. İlk tanıştıkları gün, yaşlı adamın anlattıkları hala aklındaydı.

“Askerden yeni gelmiştim. Bizim köyden herkes zaten bir yolunu bulup gidiyordu Norveç’e. Babamın hatası yüzünden böyle oldu aslında. Ben çocukken buraya gelmemiz daha ko-laydı.

Norveçliler petrolü bulunca; yol, köprü yaptıracak, kanali-zasyon kazdıracak adam aramaya başlamışlar. Farklı bir sürü ülkenin belediyesine telgraflar çekmişler. Davetiyeler yolla-mışlar. O vakitler bizim belediyede çalışan uyanık bir öğret-men vardı. Telgraftan haberdar olunca, adam milletin hayrına köy köy dolaştı. Kimsenin adını dahi duymadığı bir ülkeyi öve öve bitiremiyordu. Millet öyle habersizdi ki! Köyün yaşlıla-rından hacı olanlar çok gezip görmüşler ya! ‘Norveç Mekke’ye yakın mı?’ diye soruyorlardı. Fesuphanallah! Öğretmen, ‘Siz hele bir gidin. Bir iki yıl çalışın. Gör bak ilerde ölmüşlerimin ruhuna nasıl dua edeceksiniz?’ dediydi. Allah nur içinde ya-tırsın, bak yine rahmet istedi.

Velhasıl bizim rahmetli peder bey, gitmem diye inat etti. Aradan on yıl geçti. Her mevsim Sivaslı’nın köyleri daha da tenhalaştı. Askerliğimi yaptım, geldim. Tezkereyi alıp, eve vardık daha bismillah babam sabahına, ‘Haftaya seni Yusuf amcanın kızı Hanife’yle nişanlıyoruz,’ dedi. Daha ‘Hangi

ları için sokaklardaki asfalt patlıyor. Daha bir sene önce asfaltlamışlardı bu sokağı, bak yine her yer çukur oldu.”

Dayanamayıp tekrar söze dalan Ramazan, “Senin sanki vergi ödediğin mi var? Çaycılık yapıyorsun şura-da. Yürü git işine bak, adamı hasta etme!” diye söylendi babacan tavırlarıyla.

Kısa boylu olduğu kadar da bıçkın bir delikanlı olan çaycı Murat elindeki yuvarlak tepsiyi soluna alıp, “Bak kardeş, benim memleketim Çorum, ben adamın ense-sine böyle korum!” deyip tıknaz bir adam olan Rama-zan ağabeyinin ensesine bir şamar patlattı ve daha yaşlı adam yerinden kalkamadan içeriye tüyüverdi.

Tokadı ensesine yemiş olmasına rağmen gülümse-yerek yerinden doğrulan Ramazan, yaklaşmakta olan Tuna’yı gördü. İki eliyle kavradığı baba yadigârı tespi-hiyle gerindi. Lokalin önünden gelip geçen tanıdıklara takılmadan duramazdı. Vakit kaybetmeden Tuna’ya seslendi:

“Ne o İzmirli! Derneğin yolunu unuttun sandıydık.”Bu nüktedan seslenişin hakkını vermekte gecikme-

yen Tuna, “Seni unutmak ne mümkün Ramazan abim?” diye cevap verdi yüksek sesle.

Herkesin dostu Ramazan ağabey ellisini geçmiş, hafif kel, zamanını dernekteki boş muhabbetlerle geçirmeyi seven, namaz vaktini kaçırmayan, boğazına düşkün, hayat dolu bir Anadolu insanıydı. Zamanında Uşak’ın Sivaslı kasabasından kopup, Norveç’e aile tavsiyesiyle evlendirilerek göç etmiş olan yüzlerce adamdan biriydi.

Ramazan, bu soğuk ülkeye yeni göç etmiş gençlerle tanışıp, onlara tecrübelerinden bahsederdi. Yeni yetme-nin biriyle karşılaşır karşılaşmaz şu soruyu sormaya ba-yılırdı: ‘Kaç sene oldu bakayım sen buraya geleli?’

Karşısındaki delikanlı ister iki yıl desin, isterse beş yıl. Söyleyeceği zaman miktarı her ne olursa olsun, Ra-mazan’ın vereceği cevap belliydi: ‘Eeeeeh! Sen daha ye-

Page 31: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

60 61

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

hiç dinmeyecek gibi gelen sessizliğe kendilerini çoktan teslim etmişti. Geminin oyuklarından birine dolup bo-şalan deniz suyu ise yavruları uyanmasın diye parmak uçlarında yürüyen bir anne gibi boşluğa tırmanıp sakin dalgalar arasındaki yerine geri dönmekteydi. Kış ayla-rından miras kalan serinliği sırtında taşıyan mart ayının bu serin sabahında, nereden geldiği bilinmeyen bir sis kümesi dalgaların üzerinde epeyce uzun bir süredir sü-rünmekteydi.

Derken gözlem kulesinde nöbet tutmakta olan Fe-derico’nun feryadı duyuldu ve sükûnet dolu sahne bir-denbire alt üst oluverdi. Federico bir yandan bağırıyor, diğer yandan da tutacaklara bağlı duran zili var gücüyle çalıyordu.

“Uyanın! Yabancı gemi! Uyanın!”Daha zili birkaç kez bile çalamamıştı ki, gemilerinden

yaklaşık üç km uzaklıkta bulunan meçhul yelkenlideki parlamayı gördü. Sıra halindeki dört toptan tüccar ge-misine art arda ateş açılmıştı ve Federico daha topların sesi kendilerine ulaşmadan, sallamakta olduğu zili bıra-kıp cenin pozisyonuna geçti. Kendisiyle beraber kuleye tırmanmış olan dostu Andrea da hemen yamacındaki dar bölmeye kıvrıldı.

Korkuyla yerinden fırlayan Michel, uzaktan gelen top sesleriyle derin uykusundan uyandı. Daha ne oldu-ğunu anlayamamıştı ki devam eden atışların gümleyen sesi duyuldu ve bu seferki gülleler çok daha yakına isa-bet etmişti. Tüccar gemisine ateş açan devasa kadırga-nın haşmetli görüntüsü, atılan her topla birlikte denizin ortasında kıvılcımlanan bir çakmak gibi kendisini belli edip, sönüyordu.

Michel’in geceyi geçirmek üzere uzandığı güverteye ise tam bir kargaşa hâkim olmuştu. Top seslerinden ür-ken Joseph’in sesi, güvertede koşuşan denizcilerin bağı-rışmalarına karışarak curcunanın dozunu arttırıyordu.

Yusuf amca?’ diyemeden, kahvaltı sofrasında içeceğim çorba ciğerime kaçtı. Öksür Allah öksür… Evden çıkar ayak olan babam, ‘Vurun şu oğlanın sırtına! Norveç’e göçen Bakkal Yu-suf’un kızını alıcaz sana. Hadi sakatlanmadan yemeğini yi de, meydana gel ardımdan. Tetik ol!’9 dedi. Kapıyı vurdu, gitti gamsız adam.

Hanife’yle nişanlandık, evlendik. Norveç’e yerleşeceğiz diye üç ay kağıtları bekledik. O zamanlar kolaydı ha! Şimdi bir- bir buçuk yıl bekletiyorlar adamı. Neyse, geldikten son-ra ne iz biliyorum ne dil! Yusuf babam ne derse onu yaptım. Beni börek imalathanesine bir verdi, köle oldum orda gayri! Türkiye’den bu ülkeye damat getiren her aile yapıyor böyle şeyler. Getirdikleri oğlanın gözü açılmasın diye veriveriyorlar bir ustanın yanına, bir kelime Norveççe öğrenmeden yaşıyor insan. Hatta sonradan öğrendim, yevmiyemin yarısı kayın-babama gidiyormuş. Bunu öğrendiğim gün bir kafam attı. Fırlattım önlüğümü, fırladım börekçi fırınından. Gidip çın-gar çıkaracaktım. Sonra yolun yarısında durdum düşündüm. Kayınpederle ters olursam, nereye giderim? Kaçacak yerim de yok. Geri döndüm imalathaneye. İşte o gün gizlice Norveç-çe öğrenmeye başladım. Bir yıla kalmaz söküverdim dillerini. Postanede iş bulduktan sonra istifayı da bastım börekçiye. Al-dım Yusuf Ağa’nın kızını, yürüdüm gittim evlerinden. Böyle kızın ailesi iç güveysi diye üç yıl sömürdü beni bu ülkede. İstismar edilen hala çok çocuk var böyle. O yüzden, burala-ra yeni bir delikanlı gördüğümde hemen tanışırım kimin nesi diye. Yardımcı olmak için elimden geleni yaparım.”

1521, 21 Mart, Korsika açıkları

Saat sabahın dördüydü ve parçalı bulutların arkasın-da gezinen dolunay denizi seyreden her göze ayrı bir ya-kamoz armağan etmekteydi. Denizin göbeğinde birkaç saatlik uyku için yolculuğuna mola veren tüccar kafilesi

9 Tetik ol!: Uşak ağzında “Çabuk ol!” anlamına gelir.

Page 32: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

62 63

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

dırganların kim olduklarını anlatan birer hüviyet nite-liğindeydi. Bayrağın rengi ise korsanların saldırı amacı hakkında bilgi verirdi.

Göke’nin gönderinde ise alışılagelen korsan bayrak-larından biri bulunmuyordu. Ana direğin âlemi boştu. Dürbününü geniş yelkenlerin arasında gezdiren Federi-co’nun, gözden kaçırdığı kumaş parçasını fark etmesiyle birlikte nutku tutuldu. Emsaline az rastlanır bir bayrak-la karşılaşmıştı. Gözüne dayadığı dürbünü o anda yü-zünden uzaklaştırıp, hayret dolu bakışlarını arkasında dikilen dostuna yöneltti.

Federico’nun ne gördüğünü merak eden Andrea, “Ne gördün? Kaptan bir yanıt bekliyor. Bu herifler de kim?” diye sordu.

Tüccar gemisine saldırmak için hazırlanan korsan ge-misi öyle heybetliydi ki, yelkenlerden biri bayrak niyeti-ne salınmıştı. Bayrağın üzerinde yaldızlı iplikle işlenmiş devasa bir hilal şekli bulunmaktaydı ve kadırganın gü-vertesinden ateşlenen toplarla birlikte ağır ağır dalgala-nan, iki adam boyunu aşan bayrağın hilali bir yıldız gibi parıldıyordu.

Elindeki dürbünü bir kez daha kullanarak, kadırgayı kontrol eden tayfa gözlerini bayraktan almayı becerip kaptana cevap verdi: “Bu çok büyük bir gemi patron! Ne bayrak şekli, ne de geminin görüntüsü tanıdık.” Fe-derico, titreyen sesini kaptana duyurabilmek için çabalı-yordu, “Fakat boyuna karavana atışlar yapıyorlar.”

Tayfasının sözlerini dikkatle dinleyen Kaptan Alber-to, kafasını kadırgaya çevirip aralarındaki mesafeyi tart-tı. Başını öne eğip, biraz daha düşündükten sonra tayfa-ya tekrar seslendi:

“Peki ya sancak rengi nedir? Bu karanlıkta, seçebile-cek misin?”

Gemiyi bir kez daha kontrol etmeye gerek duymayan

Ne yapması gerektiğini bilmeyen Michel, paniğe kapı-lıp ipini koparmaya çalışan hayvanını sakinleştirmeye çalıştı ve güverteye isabet edecek olası bir top mermi-sinden kendisini ve katırını sakınabilmek için yatmakta olduğu yere iki büklüm uzandı. Hayvanının daha fazla heyecana kapılmasına mani olmak için katırın boynuna sarıldı. Diğer yandan dehşet dolu gözlerle gemilerine saldıran yelkenliyi güverte parmaklıkları arasından sey-rediyordu.

Kaptan köşkünden güverteye fırlayıp, tayfalarını or-ganize etmeye gayret eden Kaptan Alberto’nun sözleri şokta olan Michel’in olup biteni daha iyi kavramasına yardımcı oldu.

Kaptan, “Hey kuledekiler! Korsan bayrağını seçebi-liyor musunuz?” diye sorarak ana direğin üzerindeki nöbetçilere seslendi.

Korku salan kelimeyi duyan Michel iç çekip, “Kor-sanlar mı?” diye fısıldadı. Sert bir tokat gibi inen tek bir kelime, toy doktorun kahverengi gözlerini kocaman açmaya yetmişti. Deniz yolculuğuna çıkmayı aklına koyduğu uçarı günlerde kendisini böyle bir facianın or-tasında bulabileceği ihtimali aklının ucundan dahi geç-memişti.

Kuledeki adamlar kaptanın seslenişini duymamışlar-dı bile. Alberto, gözlerini kadırgaya dikmiş olan iki ada-ma daha yüksek sesle bir kez daha seslendi: “Heey! Fe-derico! Bayrakları neye benziyor? En azından rengi ne?”

Saldırıya geçen gemiyi dürbünüyle takip eden tayfa Federico, gelişen olaylara kendisini öyle kaptırmıştı ki kaptanın gür sesini hala işitememişti, fakat çıplak gözle olup biteni seyreden dostu Andrea kaptanı fark eder et-mez yanındaki arkadaşını dürterek uyardı ve kaptanın sorusunu Federico’nun kulağına fısıldadı.

Korsanlar bayraklarını genellikle ana direğin gön-derine çekerlerdi ve bayrağın üzerindeki semboller sal-

Page 33: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

64 65

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Dur durak bilmeyen korsan gemisi süratle yaklaş-maktaydı. Ufkun güneybatı kesimini kontrol eden kap-tan, Korsika açıklarındaki sis bulutlarını gördü. Eğer yeterli hıza ulaşabilirlerse, sisin içerisinde izlerini kay-bettirebileceklerini akıl etti. Daha fazla zaman kaybet-meden dümeni güneybatı istikametine kırdı. Aceleyle verdikleri karar sebebiyle yelkenleri çoktan açmışlardı, fakat rüzgârın yeterince güçlü olmadığını bir süre sonra fark etti. Rüzgârın en azından ters yöne esmiyor olma-sıyla kendisini avuttu. Yelkenlerden istifade edemeye-ceklerine göre var güçleriyle küreklere asılmalıydılar.

Göke’de ise sabırsız bekleyiş devam etmekteydi. Can-dar Bekir, tüccar gemisindeki beyhude çırpınışı zevkle izliyordu. Kaptanın yelkenleri bu kadar kısa sürede in-direbilmesi, Bekir’i hem şaşırtmış, hem de keyiflendir-mişti. Rüzgârın yönünü eliyle bir kez daha kontrol etti ve daha sonra ‘Ne gerek var ki?’ diye fısıldadı, ‘Her ha-lükarda elime düşecekler. Rüzgâr nereden eserse essin!’

Top atışını Candar Bekir’in planladığı doğrultuda yö-neten Markus, adamların atışlara devam etmesi emrini verip Göke’nin pruva10 kısmına doğru yürümeye baş-ladı. Candar Bekir’e iyice yaklaştığında korsanın kendi kendine mırıldandığı sözlerin bir kısmına kulak misafiri olan adam, “Saldırı emrini vereli çok oldu Bekir Reis! Aklın hala rüzgâr hesaplarında mı?” diye sordu.

Sol omzunu hafifçe geriye kırıp, kendisine yaklaşan denizciye bir bakış atan Candar Bekir cevap verdi: “Sa-dece eski günlerden kalma bir el alışkanlığı Markus… ”

İtaatkâr bir işçi olmaktan zevk duyan Markus, “Top menzilini arttıralım mı efendim?” diye sordu.

Tüccar gemisinin kaçışını dürbünüyle takip etmek-te olan reis, “Top atışlarınızdan daha fazla ürkmelerini istemiyorum. Yoksa bu sersem kaptan, gemisini batıra-

10 Pruva: Geminin burun kısmına verilen ad.

Federico’nun korku dolu ağzından dökülen tek kelime duyuldu.

“Kızıl!”Aldığı cevapla mimikleri ansızın gerilen Alberto’nun

gözleri öyle açılmıştı ki, irislerinin renkli yuvarlakları artık göz kapaklarına değmiyordu. Avuçlarıyla yüzünü sıvazlayıp, adamlarına geri döndü ve ilk emrini verdi: “Antonio! Demir al! Tüm fenerleri söründürün, karan-lıktan yararlanarak kaçmamız gerekiyor. Siz kuledekiler de hemen inin oradan. Herkes silahlansın!”

Güvertedeki tayfaların çatışma hazırlıklarına devam ettiği sırada endişeye kapılan kaptan, dümenin kontro-lünü almak için harekete geçti. Böylesine güçlü ve kala-balık bir korsan gemisinden kaçarak canlarını kurtarabi-leceklerine inanmıyordu ama saldırıyı denizin ortasında keklik gibi beklemek yerine, gemisine farklı bir manevra kazandırıp düşmanın kendilerine rahatça yaklaşmasına engel olabilirdi. Üstelik denizin ortasında gafil avlanmış olan ekibi saldırıya daha iyi hazırlanabilmek için zaman kazanmış olacaktı. Bunun için ilk yapmaları gereken şey ise hızlanmaktı.

Geceleri demir atmadan önce geminin yelkenleri top-lanırdı. Başını havaya kaldıran kaptan yelkenlerin açıl-ması için tam emir verecekti ki, olası hamlesini önceden tahmin eden birkaç deneyimli tayfanın erken davranıp yelkenlere tırmanmış olduğunu gördü. Tayfalar, daha fazla vakit kaybetmemek için halatları baltalarıyla kesti-ler ve yelkenleri teker teker salmaya başladılar. Bu sah-neyi izleyip, emir vermekte tereddüt eden genç kaptan nefesini tekrar ciğerlerine doldurup ortalıkta ne yapa-cağını bilmeden dolaşan uyku sersemi birkaç adamını azarladı:

“Sizler de mizana direğinin yelkenlerini sökün! Hadi!”

Page 34: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

66 67

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

palamar boyu arttır!” diye bağırarak adamlarına seslen-di.

Tüccar gemisinin takibini bir an için bırakan reis, göz ucuyla Markus’un sağlamış olduğu emir-komuta zin-cirindeki kusursuzluğu izledi. Bu adamı ister istemez Bitli El ile karşılaştırmaktan kendisini alamıyordu. Bit-li El belki de kontrolü güç olan bir adamdı ama yarını düşünmeden hareket eden fedai ruhlu yaradılışı tam da herkesin en çok ihtiyaç duyduğu şeydi. Bitli El’in kendi canının güvenliği için en zayıf olan yönü, takımının güç noktasıydı ve Candar Bekir de bugünkü saldırının pla-nını takımının en güçlü yönünü esas alarak tasarlamıştı.

Atlattıkları ilk şokun ardından, Kaptan Alberto’nun gemisine bir miktar umut ışığı düşmüştü. Bu mücade-lede tarafsız kalmayı yeğleyen rüzgârdan umudunu kesen denizciler, canlarını dişlerine takıp küreklere sa-rıldılar ve korsan gemisi daha kendilerine ulaşamadan sisin içerisinde sırra kadem basacaklarına inanıyorlardı.

Gidişattan umutlanan Kaptan Alberto, kısa sürede en doğru kararı vermiş olduğuna inandı. Gemisindeki fenerleri söndürüp karanlıktan yararlanarak kaçmaya çalışmak, denizcilik geleneğine göre korkaklık ve şeref-sizlik anlamına gelen bir eylemdi, fakat savaş halinde her yola başvurmak da mübahtı. Temkini elden bırak-mamak için, geriye kalan birkaç adamın tüm silahların hazırlıklarına ara vermeden devam etmelerini istedi ve son on dakika içinde haydutlarla aralarındaki mesafeyi en azından üç kez kontrol etti. Göke, tüccar gemisinden çok daha hızlıydı ama kapamaları gereken hatrı sayılır bir uzaklık korsanları bekliyordu. Daha onlar mesafeyi bir kilometreye indirmeden, Kaptan Alberto sis içinde izlerini kaybettireceklerine inanıyordu. Ağır yük dolu gemisini sığlık bölgeye fütursuzca sokmuş olduğunu bi-raz geç idrak etmişti ama bu canlarını ve mallarını kur-tarmak için almak zorunda oldukları bir riskti.

cak. Biraz daha bekledikten sonra menzili bir palamar uzunluğu11 kadar arttırmanız kâfidir,” diye emretti.

Candar Bekir’in yorumuna anlam veremeyen Mar-kus, aklına takılan soruyu hemen kaptanına yöneltti. “Peki, efendim! Fakat adamın, gemisini batırabileceğini söylediniz. Attığımız toplardan darbe almadıkları müd-detçe bu nasıl mümkün olabilir? Açık ve yufka sulu bir denizde seyrediyoruz.”

Sakin ses tonuyla cevap veren Candar Bekir, genç adamına vermesi gereken bir ders daha olduğunu gör-dü:

“Bir gemiyi sadece suyun üzerindeki şeyler batırmaz sevgili Markus. Fırtına, dalgalar, düşmanların isabet et-tirdiği gülleler… Bir geminin açık denizde ve sakin bir suda ilerliyor olması onun batmayacağı anlamına gel-mez. Suyun altında bulunanlara da dikkat etmen ge-rekir ve gerçek bir kaptan bilmediği bir suya gemisini bodoslama sokmaz. Hele ki adalar civarında… Hoş! Tüccar kaptan bu suları çok iyi tanıyor ve nerelerin sarp olduğunu biliyor. Ya uyku sersemliğiyle unuttu, ya da bizden çok korktuğu için bu riski göze alıyor. Gün batı-sındaki sisli bölge sığlık alandır ve gemisi de mal yüklü. O taşlıktan bu hızla geçmesi makbul değildir.”

Kaçmakta olan tüccar gemisini izleyen Markus, yü-zündeki şaşkın ifadeyle bir soru daha sordu, “Onların gemisi bile bu sığlıktan rahat geçemeyecekse, gemimizi bu alana sürmemiz intihar değil mi?”

Gülümseyen Candar Bekir, “Oyunu güzel yapan da bu ya!” dedi ve ekledi, “Hadi menzili değiştir ve sen işin o kısmını bana bırak.”

Candar Bekir’den aldığı emirle birlikte güverte bo-yunca sıralanan topçulara yönelen Markus, “Menzili bir

11 Bir Palamar Uzunluğu: Denizin milinin onda biridir. 185 metreye tekâmül eder.

Page 35: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

68 69

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

düm. İşte! Bakın! Orada uzun ve ince bir şalopa13 duru-yor sanki.”

Belli belirsiz seçilen sahnede ters giden birşeyler ol-duğunu Kaptan Alberto da seziyordu ama henüz net bir görüntü yakalayamamıştı. Sabahın bu vaktinde yor-gunluğa iyice yenik düşen gözleri kendilerine bir oyun oynuyor olabilirdi.

Gecenin karanlığıyla yoğrulan sisi bir süre daha iz-leyen Kaptan, ortalıkta ters giden birşeyin olmadığına kendisini ikna etmişti. Sonunda arkasına kaykılıp, “Ha-yal görmüş olmalısın evlat. Bu haftaki mal yükleme devrimiz aceleye geldiği için dinlenmeye vakit bulama-dık,” dedi ve ısrarla aynı bölgeyi gözleyen delikanlıya gülleleri yüklemeye devam etmesini tembihledi.

Yere eğilip ahşap zemin üzerindeki gülleleri bir araya getirmeye çalışan tayfa hala şüphe içindeydi ve gözleri iskele yönünü ara ara kolaçan etmekteydi.

Göke’yle aralarındaki mesafeyi ve dümeni kont-rol etmek için geminin kıç tarafına dönmek üzere olan Kaptan Alberto henüz birkaç adım atmıştı ki, yüreklere korku salan bir borazan sesi duyuldu tüccar gemisinin sancak14 tarafından. Hemen soluna dönüp korsan gemi-sine baktı ama görünürde değişen birşey yoktu. Alber-to birkaç dakika içinde gemisini sise gömmek üzereydi. Derken cılız gencin feryadı bir kez daha duyuldu.

“Pusu!”Şaşkınlıkla kendi etrafında tur atan kaptan, bu kez

bakışlarını iskele tarafına yöneltti ve karşılaştığı sahneyi aklında yorumlamasıyla birlikte sinsi bir tuzağın içine koşuyor olduklarını anladı. Karanlığın içindeki siyah

13 Şalopa: Derin olmayan gövde yapıları sayesinde, büyük gemilerin girmekte zorlandığı sığ bölgelerde kullanılan, manevra kabiliyeti yüksek ve de genellikle tek direği bulunan yelkenli türü. 14 Sancak: Geminin sağ tarafı.

Göke’deki korsan takımı için su gibi geçen, fakat kendilerini kovalayan Azrail’den kaçan denizciler için bitmek bilmeyen zaman kendisinin karar kıldığı ölçüde ilerlemeye devam ediyordu. Süregelen kovalamaca so-nunda korsanlar aradaki mesafeyi yarıya indirmişlerdi ama topyekûn saldırıya geçebilmeleri için bu kadarı ye-terli değildi.

Saldırıdan bir çizik dahi almadan paçayı kurtara-caklarına inanan Kaptan Alberto’nun keyfi yerindeydi. Biraz sonra kendilerine meleklerin hediye ettiğine inan-dığı görünmezlik pelerinini üzerlerine geçireceklerini düşünüyordu.

Tüccar gemisinin daha hızlı hareket edebilmesi için kürek çekebilecek her adam geminin gövde kısmına yol-lanmıştı ve ana kuledeki gözcüler de çoktan yerlerinden ayrılmışlardı. Geminin seyri, kaptanın ve de güverte-deki donanımı yüklemekle meşgul olan birkaç tayfanın gözlerine teslim edilmişti. O sırada yükselen bir feryat Alberto’nun kaçış planını alt üst etti. Geminin iskele12 tarafındaki toplara barut ve gülle taşımaya devam eden bir tayfa kollarını kaldırmış, avazı çıktığı kadar bağırı-yordu.

“İskele tarafında düşman! İskele tarafında düşman!”“Nasıl olur!” diyerek dümeni terk eden Kaptan he-

men tayfanın yanına vardı. Omzundan tuttuğu çocuk yaştaki topçu yamağına, “Ne düşmanı? Nerede gör-dün?” diye sordu.

Cılız genç, sisin içerisine öyle dalmıştı ki yanına va-ran kaptanı fark etmemişti. Gözlerini kısarak eğilmiş, hareket halindeki dumanı gözlüyordu. Heyecanla ko-lunu sise doğru uzatıp işaret parmağıyla boşluktaki bir yeri gösterdi.

“İşte ordalar! Karanlığın içerisinde bir gemi saklı bek-liyor. Az önce güvertede koşuşan bir insan silueti gör-

12 İskele: Geminin sol yanı.

Page 36: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

70 71

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Son tayfanın güverteden ayrılmasının üzerinden sadece birkaç dakika geçmişti ki, Alberto kendilerine yaklaşmaya devam eden kadırgadan yükselen borazan sesiyle bir kez daha irkildi ve daha borazanın uluyan sesi sona ermeden, kendisini hayrete düşüren bir başka olayla burun buruna geldi.

Sisin içerisinde beklemeye devam eden siyah yelkenli şalopada buğulu görüntüyü yırtan bir alev belirdi. Kor-sanların dikeltmiş olduğu tel tezgâhın üzerindeki meşa-le benzeri yuvalarda yakılan ateş, katrana bulanmış bir halat aracılığıyla meşaleden meşaleye hızla yayılıyordu. Meşalelerdeki ateşin güçlenmesiyle, tel örgü üzerine resmedilen figür daha da belirginleşti. Meşale yuvaları karşıdan bakan bir göze, gülümseyen bir kuru kafa gö-rüntüsü sergiliyordu. Kaptan Alberto, uzaktan duyulan kahkaha sesleri arasında korsanların kendileriyle nasıl dalga geçtiklerini seyretti.

renkli şalopa artık çok daha belirgindi ve geniş yelke-ninin önünde telden örülmüş bir nevi duvarın sise sak-lanmış korsanlar tarafından dikeltilmekte olduğunu iz-ledi. Bir alt katta yılmadan kürek çekmeye devam eden adamları ise olup bitenden habersizdi. Kaptan Alber-to’nun dümen kırmak için kıç tarafına yöneldiği sırada genç tayfa elindeki gülleleri bırakıp kürekçilerin bulun-duğu bölmeye inmek üzere bağıra çağıra koştu.

Alberto cilalı dümeni sıkıca tutup, bir an bekledi ve azami hızda seyreden gemisini hangi yöne hareket ettir-mesi gerekir diye düşündü. Eğer iskele tarafına kırarsa, hızlarının verdiği eğimle pusudaki şalopayla burun bu-runa geleceklerdi. Sancak yönüne tam bir tur döndük-lerinde ise, sisten uzaklaşıp yaklaşmakta olan Göke’ye açık hedef haline geleceklerdi. Bu yüzden, geminin yö-nünü hafifçe sancağa kırıp, hem her iki gemiden uzak-laşmaya devam etmeyi hem de sisin güçlendiği bölgede bir müddet seyredip, iskele yönüne yapacağı sert bir dö-nüşle gözden kaybolabileceklerini planladı. Bu şekilde güç de olsa her iki gemiden de sıyrılabilme şansı doğa-bilirdi.

Dümenin açısını ayarladığı sırada güvertede kalan son tayfasını da gövde kısmına yollayan kaptan, “Şu şaşkının ardından git ve alt kattakileri galeyana gelme-meleri için uyar! Son süratle yol almamız gerekiyor. Sen ve güvertedeki doktor çocuk dâhil herkes kürek çekme-ye devam etsin,” diye seslendi.

Aceleyle Michel’i yerinden kaldıran delikanlı, gü-vertenin artık güvenli olmayacağını söyleyip doktorun kendisini takip etmesini söyledi.

Yazılı olmayan denizcilik adabında batan bir gemiyi terk edecek olan son kişinin kaptan olduğu söylenirdi, fakat bu kez geminin zarar görmemesi için güverteyi terk edecek olan son adam Kaptan Alberto’ydu.

Page 37: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

72 73

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Yerinden hafifçe doğrulup başka bir kanca kafilesi üzerlerine fırlatılıyor mu diye göz attı. Görünürde bir hareketlilik yoktu. Basit bir şalopadaki bir avuç adamın, yük dolu gemisini seksen metre boyunca kol gücüyle kendilerine çekemeyeceğini akıl etti ama bu bağlantı tüccar gemisinin yavaşlamasına sebep olacaktı. Bu yüz-den hâlihazırda pamuk ipliğine bağlı gördüğü hayatını tümüyle risk ederek, saklandığı yerden fırladı ve güver-teye isabet eden kancaların halatlarını kılıcıyla kesmek için harekete geçti.

Tüccar gemisindeki can pazarını ateşle oynayan ya-ramaz bir çocuğun gözleriyle Göke’den takip eden Can-dar Bekir, yabancı kaptanın umutsuz direnişini keyifle izliyordu. Kim olduğunu dahi bilmediği zavallı adamın tek başına kaldığı güvertede gemisini kurtarabilmek için halatların arasında nasıl koşuşturduğunu dudakla-rını ısırarak takip etmekteydi.

Aralarındaki mesafeyi yaklaşık beş yüz metreye in-dirmiştdi ve sis şeridi üzerindeki seyrine devam eden gemiyi durdurmak üzere olduklarını da hesaba kata-rak saldırıya geçmelerinin an meselesi olduğuna karar verdi. Yüksek sesle Markus’a seslenip, “Top atışını kes! İki palamar boyu sonra kürek bırak! Herkes silahlansın! Bitli El gemiye ayak basmak üzere…” diye bağırdı.

Bitli El’in gemiye ayak basmak üzere olduğunu du-yunca şaşkınlıktan ne yapacağını şaşıran Markus, aldı-ğı emri güverteye iletmekte gecikti. Top atışlarının hala devam ediyor olmasına sinirlenen Candar Bekir, arka-sını dönüp, “Markus!” diye bağırdı. “Sağır mısın? Top atışını kesmeni söyledim!”

Korsanların saldırıdan saatler önce yaptıkları toplan-tıda Kara Çingene’deki tayfa grubunun tüccar gemisine saldırmadan önce Markus’un adamlarını beklemeleri kararlaştırılmıştı. Bu plansız değişiklik Markus’un canı-

Daha sonra bu oyundan sıkılan devasa bir adamın güvertede yükselip, elindeki kasaturayı havaya kaldır-dığını gördü. İri kolunu aşağıya indirdiğinde, artık ok yaydan çıkmıştı. Gülen yüz şeklindeki meşaleler yakla-şık seksen metre uzaklıktan bırakılmış, gemisine doğru yol almaktaydı ve her şey birdenbire oldu. Kara Çinge-ne’den havalanan ok uçlu demir kancalar karanlıkta sü-zülüp tüccar gemisindeki farklı noktalara isabet etti.

Kendisini sakınmak için yere kapaklanan kaptan, ani saldırıdan yara almadan kurtulmuştu. Fakat kancaların birkaçı kürek çeken tayfaların bulunduğu bölmeye isa-bet etmişti ve ilk saldırı dalgası diner dinmez, yaralanan adamların acı nidaları duyuldu. Şalopadaki korsanların sevinç çığlıkları ise tek bir ritimle yükseliyordu:

“Hey!… Hey!… Hey!”Alberto daha yerinden doğrulamadan serbest bırakı-

lan ikinci kanca takımının havada süzülmekte olduğunu görüldü. Korsanlar bu kez daha yüksek bir atış gerçek-leştirmişlerdi ve demir mızraklar çoğunlukla güverteye isabet etti. Okların kanca uçları, tüccar gemisinin devam eden hareketiyle birlikte birkaç saniye içinde geminin çeşitli yerlerine tutundular ve Kaptan Alberto, bir bu-çuk metre uzunluğundaki okların güvertesindeki çeşitli yerlere isabet etmesiyle gemisinin ne hale geldiğini izli-yordu. Kancalardan bazıları salık bıraktıkları beyaz yel-kenlerine denk gelmişti ve kuru kumaş üzerine yayılan alevler direklerini de tutuşturmak üzereydi.

Kaptan, tüm bunları çaresiz bakışlarla seyrederken daha ciddi bir tehlikenin kucağına düşmek üzere ol-duklarını fark etti. Demir kancaların uçları halatlara bağlanmıştı. Saldırıya rağmen, henüz hız kaybetmemiş olan gemisi ucu şalopaya bağlı halatların gerilmesiyle birlikte belki de hareket edemez hale gelecekti ve daha da kötüsü korsanlar tüccar gemisini kendilerine çekme-ye başlayabilirdi.

Page 38: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

74 75

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

şıyor, diğer yandan da Türkçe küfür öğrettiği Somalili gençlere laf yetiştirmeye çalışıyordu.

Bu sakil kahvehaneye soğukla arası iyi olan hiçbir ülke insanı uğramazdı. Dernekteki ağır sucuk kokusuna rağmen, herkes kapı ve pencerelerin kapalı tutulmasın-da hem fikirdi.

Derneği bir kez ziyaret etmiş olan bir insanın, abartılı boyutlardaki bayrakları fark etmemiş olması imkânsız-dı. Girişin sağında bulunan duvara çerçevelenerek asıl-mış Türk ve Norveç bayrakları bir metreye bir buçuk metre boyutlarındaydı. Bayrakların bu denli gösterişli olması, gurbetçilerin ülkelerine ne kadar bağlı olduk-larının bir göstergesiydi. Ayrıca, bayrakların eşit ebat-larda olması Türklerin ekmek yedikleri ülkeye ne kadar vefalı olduklarının da bir sembolüydü adeta.

Türklere ait olmasına rağmen, sadece erkekler tara-fından kullanılan salonun başka ülkelerden de birçok müdavimi bulunuyordu. Pakistanlılar, Türkler, Somali-liler, Mısırlılar, Bosnalılar, … İnsanlar bu iki bayrak al-tında toplanmaktan hoşnuttular.

Tuna, Çorumlu Murat’tan iki çay istedi. Şeytana pa-bucunu ters giydirecek kadar kurnaz olan muzip adam, çayları uzatırken deli gözlerini Tuna’ya doğrultmuştu. Ağzından kelimeler aheste dökülüyordu, “Ne zamandır derneğe uğramıyordun? Afiyettesin inşallah?”

Küçük adamın cinaslı hallerini eğlenceli bulan Tuna, kibarca gülümseyerek, “Sorduğun için sağ ol! İyiyim. Bu aralar biraz meşguldüm. Çaylar on kron15 ediyor, değil mi?” diye sordu.

Vahşi batıdaki bir barmeni andıran tavırlarıyla cevap veren Murat, “O Ramazan ne başkasına çay ısmarlar ne de ikram kabul eder. Huysuzun önde gidenidir. İçtikten

15 Kron: Norveç para birimi. On kron günümüz koşullarında yaklaşık üç lira ediyor.

nı sıktı ve bir müddet duraksadıktan sonra topçularına kaptanın emrini iletti.

Kara Çingene’deki on iki adamıyla beraber saldırı için hazır bekleyen Bitli El ise çaydanlıktan taşan kaynar su kadar sabırsız ve öfkeliydi. İşler her ne kadar yolun-da gidiyor olsa da, bu aksi adam olmadık sebeplerden ötürü kendisini sinirlendirerek, kan dökmeden önce bir nevi transa geçiyordu. Bilincine yerleştirdiği sebepsiz öfke, kollarındaki damarların genişlemesini sebep olu-yor, dazlak başından aşağıya ter damlaları boşalıyordu. Ölüm kalım cephesine çıkmak için bekleyen her erin vücudunda tarifi güç değişiklikler yaşanır. Kimisinin heyecandan dizleri boşalır, kimisi kendisini öyle gerer ki azı dişlerini kıracak kadar sıkmış olduğunu fark ede-mez, kimileri de korkudan altına kaçırırdı. Böyle anlar-da, Bitli El’in ise kanı fokurdamaya başlardı ve birçok kereler canını sıkan adamlarını sudan sebeplerle tam da saldırı öncesi boğazlamıştı.

Kaptan Alberto’nun timsalini duymadığı mızraklı saldırı, Kara Çingene’de kendisini bekleyen sürprizin yanında ufak bir Ali Cengiz oyunuydu. Çaresiz adam okların ucundaki halatları kesmeye devam ediyordu.

15 Kasım 2012, 14:57, Tuna

Tuna derneğin girişinde arkadaşlarıyla sohbet etmek-te olan Ramazan ağabeyini selamladıktan sonra, çay al-mak için derneğin girişine yöneldi. Karşısındaki bildik manzarayı bir kez daha seyretti. Kapının tam karşısında bulunan bilardo masasının etrafında birkaç hırslı Türk ve Somalili son topun hangi deliğe sokulması konusun-da tartışıyorlardı. Oyunun seyrine müdahale etmek is-teyen Çorumlu çaycı ise bir yandan tezgâhın üzerindeki tost makinesinde sucuklu ekmekleri sıkıştırmakla uğra-

Page 39: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

76 77

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

de zaten yayılacağı belliymiş. Bir umut sağdaki böbreği kurtarırlar diye düşündüm. Kemoterapiyi de göze al-mak istemedim. Ölürsem ölürüm, geriye annem babam parasız kalmasın diye kontratı imzaladım. Bundan son-ra ölsem de aynı, kurtulsam da. Onlara kim bakar?”

Kafasını kederle eğen Ramazan, “Senin gibi hayırlı evlat zor bulunur be Tuna oğlan,” dedi. Konuyu dağıt-mak için bir hikâye anlatmayı düşündü: “Dur bak ak-lıma ne geldi! Takkeci İbrahim Ağa’nın hikâyesini hiç duydun mu?” diye sordu.

Bu ismi daha önce hiç duymamış olduğu her halin-den belli olan Tuna, dudağını büzerek, “Valla bilemi-yorum. Duymadım herhalde…” dedi ve aldığı cevapla daha da heveslenen Ramazan ellerini dizinin üstüne ko-yarak hikâyeyi anlatmaya başladı:

“Öyleyse güzel dinle beni. Geçen gün takvim yapra-ğından okudum.”

“Osmanlı zamanında İstanbul’da yaşayan takke ustası bir zat-ı muhterem varmış. Adı da İbrahim Ağaymış. Öyle ismini ağa diye andığıma bakma! Önceden ne han sahibiymiş ne de bir hamam. Biraz varlıklıymış ama zengin de değilmiş hani. Hayattaki en büyük arzusu, nefesi kesilmeden önce bir cami inşa ettirmekmiş. İçinden sürekli ‘Ah biraz param olaydı da, bir caminin en azından minaresini ayaklandırabilseydim,’ diye geçirip eseflenirmiş.

Tuzlu şekerli gelmiş geçmiş günleri… Bir gün anlam ve-remediği bir rüya musallat olmuş Takkeci İbrahim Ağa’ya. Rüyasında yolu Bağdat’a düşüyormuş. Büyük bir meydan-da yürürken duyduğu bir ses ‘Senin kısmetin bu meydandaki köprünün yanında seni bekler. Hurma ağacına sarılmış asma-da yolunu gözler,’ diyormuş her sabah rüyasında.

Böyle günler devam etmiş. Baktı olacak gibi değil, rüyada-ki sesi dinleyip düşmüş Bağdat yollarına. Bir kervana katılıp haftalar sonra Bağdat’taki o meydana varmış. Bir bakmış ki,

sonra köy ağası gibi çay bardağının kenarına beş kron bırakmazsa, ben de neyim!” dedi.

Murat’ın sözlerine daha fazla kulak asmayan Tuna, kapıdan dışarı çıktı ve girişte tek başına oturan Rama-zan’ın yanına ilişti. Az önce şen şakrak gülen adam git-miş, sanki yerine apayrı biri gelmişti. Oturmakta olan Ramazan, Tuna’nın ellerinin çayı uzatırken nasıl titre-diğini fark etti. Bu durumun Ramazan’ın dikkatinden kaçmadığını gören Tuna, tiyatro sahnesinde maskesi yüzünden düşen bir aktör gibi rahatsız hissetti kendini.

Ramazan, sıcak çayı ağzına götürdü ve dudaklarını büzerek içmeyi denedi. Fakat ağzı yanacak diye bardağı hemen tabağa bıraktı ve “Görmeyeli ne çok zayıflamış-sın be Tuna oğlan!” dedi.

“Hastalık yüzünden biraz kilo kaybedeceğimi söyle-mişti doktorlar. Normal herhalde.”

Ramazan, “Can boğazdan gelir Tuna. Haftaya bizim mescitte mevlit okunacak. Pilav köfte dağıtılacak, gel sen de!” dedi ve şekersiz içtiği çayından bir yudum aldı.

Bu davete karşılık “Duruma göre denk gelirse uğra-rım,” diye cevap verdi ama Tuna aslında söyleniyordu: ‘Zaten köfte-kebap servisi yapmaktan başka dernek ne işe yarıyor ki?’

Başını ısrar eder bir ifadeyle sallayan adam, “Gel gel! Senin gibi bekâr delikanlılara yardım olsun diye hazırlı-yorlar böyle şeyleri,” dedi ve biraz durup daha kısık bir ses tonuyla, “Doktor işleri ne âlemde? Var mı bir geliş-me?” diye sordu.

“Hastaneden geliyorum şimdi. İyi diyorlar. Rahatsız-lığım yok çok şükür.”

“Benim aklım senin kadar ermez elbet ama neden usulüyle tedavi olma yolunu seçmedin be oğlum? Ya birşey olursa?”

“Olan olmuş be Ramazan ağabey! Çürük olan böb-reği tamamen almamız gerek dediler. Ama soldakine

Page 40: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

78 79

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

“Demek istediğim, kısmetse gelir Hint’ten Ye-men’den, kısmet değilse elde ki de gider elden. O yüz-den ihtiyar ananla babanın kısmetini sen değil, ancak Allah verir. Kim bilir? Belki senin evinde de nasibin yıl-lardır seni bekliyordur da, sen hala farkına varmamış-sındır.”

Hikâyeye dalmış olan Tuna, Ramazan’ın son cümle-siyle irkildi. Aklına aniden bir önceki akşam yaşadıkları geldi ve oturduğu iskemleden fırladı. Yerinden doğrul-masıyla birlikte ağzından dökülen kelimeye hâkim ola-madı, “Tablo!”

Tuna’nın aklından neler geçtiğini kestiremeyen Ra-mazan, “Ne tablosu?” diye sordu.

Yerinde duramayan Tuna aceleyle, “Çok haklısın Ramazan ağabey. Anlattığın hikâye de çok güzeldi, ağzına sağlık. Ama ben evde yapmam gereken birşeyi unuttum. Hemen gitmem gerekiyor. Sonra görüşürüz,” deyip, çay tabağını sandalyenin üzerine bıraktı. Koşar adımlarla metro istasyonuna geri döndü.

15 Kasım 2012, 15:25, Tuna

Metrodan inip, evine gitmek üzere tramvaya binen Tuna, dün gece yaşadıklarının nasıl oldu da bir anda aklından silindiğine bir türlü anlam veremiyordu. Ra-mazan’ın anlattığı hikâye sayesinde, bir gece önce ya-şadıkları tüm netliğiyle gözünde canlanmıştı. Başını tramvayın camına yavaşça vurarak, tablonun arkasında yazılı olan kelimeleri mırıldanıyordu. Babamı kurtaracak şifa saklı durur ….in arkasında. Babamı kurtaracak şifa saklı durur ….in arkasında.

Tramvaydan indi ve aceleyle evine daldı. Eve girin-ce ayakkabılarını çıkarmayı bile es geçti, kapıyı çarpıp salona girdi. İşte ordaydılar. Tablo ve gazete kupürü ahşap zeminin üzerinde Tuna’nın eve ulaşmasını bek-

harbiden köprünün yanındaki hurma ağacına bir asma sarı-lı duruyor. Asma salkım salkım üzüm vermiş. İbrahim Ağa hurma ağacını görür görmez koşmuş. Belindeki hançerini çı-karıp, bir salkım üzümü kesip almış. Üzümün tadına baktık-tan sonra, ağacın dibine oturup beklemiş. Yolculuktan ötürü öyle yorulmuş ki, hurma ağacının gölgesinde uyuyakalmış.

İbrahim Ağa’nın sefil haline üzülen ihtiyar bir esnaf, halini sormak için Takkeci İbrahim’i değneğiyle dürtüp uyandırmış. ‘Ne diye burada uyursun? Yolsuz mu kaldın?’ diye sormuş.

Uykusundan uyanan İbrahim, yaşlı adama halini anlat-mış: ‘Seferiyim. İstanbul’dan bu meydanı bulmak için yola düştüm.’

Neden illa ki bu meydanı bulmak için İbrahim Ağa’nın yola düştüğünü merak eden ihtiyar, ‘Bu meydandaki bir es-nafla alıp vereceğin mi var? Aradığını bulamadıysan, yardım-cı olalım sana.’ demiş.

Neden yola düştüğünü söylemekte biraz çekinen İbrahim, ‘Aslında ardına düştüğüm nasibimi buldum. Rüyamda bana bir ses falanca meydandaki ağacın üzümünde kısmetin var dedi diye geldim bu yolu,’ deyince ihtiyar adam kahkahayı ko-parmış;

‘Ah be şaşkın adam! Bir rüya uğruna bunca yol tepip gelinir mi? Mesela ben de bir zamanlar bir rüya görüp du-rurdum. Rüyamda bir ses bana ‘İstanbul’da Takkeci İbrahim Ağa diye bir adam var. O adamın evinin kömürlüğünde iki küp altın yatar. Senin kısmetin budur.’ derdi de, bir kez olsun gitmek aklımın ucundan geçmedi. Ben iki küp altın için yola düşmezken, sen bir salkım üzüme mi tav oldun?’ deyip güle-rek ağaçtan uzaklaşmış.

Takkeci İbrahim duyduklarıyla şaşkına dönmüş. Apar topar başka bir kervana yazılıp, İstanbul yoluna koyulmuş. Nefes nefese evine varıp, kömürlükteki altınlara kavuşmuş. Camisini inşa ettirip, muradına ermiş.”

Page 41: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

80 81

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

yazıyı daha fazla okuyamayacağını anlayınca, Simon Ja-cobsen tarafından yazılmış olduğunu umduğu el yazı-sına yöneldi hemen. Fakat bu yazının da can alıcı kısmı silinmişti ve her ne kadar yakından incelese de, silinen kelimeyi okumayı bir türlü beceremiyordu.

Gazete kupürünü masaya bırakıp, yerde duran tab-loyu incelemek üzere harekete geçmişti ki, siyah renkli antika ev telefonu çalıverdi. Ayakta olan Tuna, telefon daha ikinci kez çalmadan saatini kontrol etti ve ‘Kah-retsin! O deli kadın arıyor yine!’ diye söylendi. Tuna, telefonun her çalışında ‘Bu sefer cevap vermeyeceğim!’ diyerek yeminler ediyordu ama sonra yine dayanama-yıp ahizeyi kaldırıyordu. Bu sefer de öyle oldu.

“Alo!”“Bayan? Ne dediğinizi anlamıyorum. Lütfen Yeni

Norveççe16 konuşmayın. Bokmål dilini konuşun! Ben bir yaban-

cıyım. Aloo! Aman be!” diyerek telefonu kapattı. Daha önceki tecrübelerine dayanarak, kadının bu kez de inat edip tekrar arayacağını tahmin etti. Bu yüzden, ahizeyi yuvasına bırakır bırakmaz, telefonun kablosunu bir sü-reliğine söktü.

Telefon sapığından kurtulup, tekrar tabloya yönel-di. Tuna ve eşi Carina, bu daireyi uzun zaman önce bir emlak şirketi aracılığıyla kiralamışlardı ve meşhur ev sahibiyle daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Daireyle il-gili teknik aksaklıklar, kontrat üzerindeki değişiklikler, aidat ve diğer tüm ayrıntılar için sadece emlak şirketin-deki sorumluyla görüşülüyordu. Ev sahibinin bu tür bir yöntemi takip etmesinin sebebini, adamın yaşlılığına bağlamışlardı.

16 Norveç’te resmi olarak kullanılan iki anadil mevcuttur. Bunlardan biri Yeni Norveççe (Nynorsk), diğeri ise Bokmål dilidir. Bokmål’ın kullanımı, Nynorsk’a göre daha yaygındır.

liyor gibiydi. Elindeki anahtarları girişteki tahta masa-nın üzerine bırakıp, hemen gazete kupürünü aldı eline ve makaleyi kana kana okumaya başladı. Bir yandan da deri ceketini çıkarmak için çabalıyordu. Yazılanlara ale-lacele göz attı.

Marksist Ressamın Yaşattığı Mucize

‘Bugünün genç sanatçıları da bizler gibi ölümsüzlük yolundaki davalarına devam ediyorlar,’ diyen ünlü Res-sam Magnus Roland, geçtiğimiz hafta altmışıncı yaş gü-nünü kutladı. Altmış yıllık bir Marksist ve aynı zamanda hala genç bir adam olduğunu belirten ressam, sanat ta-rihimizdeki yerini nasıl aldığını bizlere anlattı.

Gunvor Martinsen’in Röportajı

O kendisini hala yolun yarısında kabul ediyor. Yaşıtla-rı emeklilik zamanının gelmesi için gün sayarken, Res-sam Roland bu günlerde Oslo Üniversitesi Siyasal Bilim-ler Fakültesinde ders vermeye hazırlanıyor.

Altmışıncı yaş günü için gösterdiğimiz ilgiyi anlamsız bir yaygara olarak nitelendiren ressam şu sözlerle bizi evinin kapısında karşılıyor:

“Çoktan akıp geçmiş olan zamanı insanlar neden kut-larlar hiç anlamam. Mühim olan yarınlarımızdır. Yarın başaracaklarımı dinlemek için buraya geldiyseniz, buyu-run,”

….

Sıkıcı röportajı sabırsızlıkla okumaya çalışan Tuna, büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. İlgisini çekmeyen

Page 42: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

82 83

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

ğerli olabileceğini düşündü. Ama belediye başkanı ne-den bu adama haddinden fazla ilgi göstermişti ki?

Ev sahibi Simon’un ressam Magnus’ün bir hayranı olabileceğini düşündü. Eğer öyleyse, tablonun akıbetini neden hiç tanımadığı kiracılarına bıraksın ki? Simon’un böyle eski bir parçayı geride bırakmış olmasının başka bir sebebi olmalıydı.

Eski Belediye Başkanı Simon Jacobsen ve Ressam Magnus Roland hakkında neredeyse hiçbir şey bilmi-yordu. İşe bu adamların özgeçmişlerini inceleyerek baş-lamayı düşündü.

1521, 21 Mart, Korsika açıkları, Kara Çingene Şalopası

Tüccar gemisiyle şalopa arasındaki uzaklığı takip eden Bitli El, uygun zamanın gelmesi için beklemeye de-vam etti. Fırlattıkları mızraklara bağlı olan halatlar Kara Çingene’nin ana direğine kurulmuş olan bir demir dü-zeneğin yardımıyla tek elde toplanıyordu. Bir araya ge-len halatlar birbirine sarılarak tek bir dev halata dönü-şüp geminin iskele tarafına uzanıyordu. Burada birkaç makaranın içinden geçen kalın halat uygun açıyla birkaç metre yükseliyordu ve halatın bitiş noktası yaklaşık on beş cm çapındaki paslanmış bir demir yüzüğe bağlan-mıştı. Demir yüzüğün ucunda şimdilik boşta duran bir kanca salınmaktaydı.

Makaralarla yükseltilen halat, geminin iskele tarafına geçici olarak monte edilmiş bir demir tezgâha bağlıydı ve iki metrelik tezgâhın tepesinde, Kara Çingene’nin ta-şıması gereken bir çapanın beş katı ağırlığa sahip devasa bir gemi demiri sallanmaktaydı. Saldırı planının bir par-çası olarak içindeki gereksiz ağırlıklardan arındırılmış olan şalopa, çapanın ağırlığı sebebiyle bir miktar sola yatmıştı.

Eve yerleştiklerinde, tablo sobanın üzerinde asılı dur-maktaydı ve resmin karanlık bir görüntüye sahip olma-sından mıdır bilinmez, her ne hikmetse bu resim daha önce eve giren hiç kimsenin dikkatini çekmemişti. Bir buçuk yıl boyunca ne idüğü belirsiz olan tablonun bah-si dost sohbetlerinde bile açılmamıştı. Yeni yerleştikleri evi boyatmaya gerek duymadıkları için, tabloya doku-nulmamıştı da. Ta ki fırtınalı gecede çerçeve rüzgârın etkisiyle kendiliğinden yere düşene dek…

Tuna’nın sanattan anlayan bir adam olduğu söylene-mezdi. Bu yüzden elindeki resmi, daha önce görmemiş olduğu deney araçları eline verilmiş bir maymunu andı-ran tavırlarla kusursuz bir sükûnete teslim olarak ince-lemeye devam etti.

Resimdeki tema iç karartıcı bir havayı sergilemektey-di. Sahne sadece siyah ve koyu yeşil renkler kullanılarak canlandırılmıştı ve tasvirler kabaca resmedilmişti. Aşa-ğı yukarı eşit ölçülere sahip dört karanlık adam, ormanı kesen dar bir yolda yürüyorlardı. Adamların sırtları res-me bakanlara dönüktü.

Kasketli adamlardan biri sağ omzunda bir çapa ta-şımaktaydı. En solda duran adam ise elindeki küreğiy-le yürüyordu. Ortada duran adamlardan birinin yüzü diğerlerine dönük vaziyetteydi ve bu ayrıntı resimdeki adamların sohbet ettikleri izlenimini veriyordu. Tas-virlerdeki sadelik sayesinde ressamın çizmek istediği sahneyi kavramakta zorlanmadı; ‘havanın kararmasıyla birlikte evlerine dönmekte olan dört yorgun işçi...’

Dikkatini resimdeki adamlardan ressamın imzasına kaydırdı. Yeşilin karanlık tonları arasında kaybolan im-zayı okumak hiç de kolay değildi. Yavaşça, “M. Roland, 1959,” diye fısıldadı. Tablonun röportajda adı geçen res-sama ait olması tabii ki de şaşırtıcı değildi ve bu kadar eski olması sebebiyle resmin tahmin ettiğinden de de-

Page 43: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

84 85

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

haldeki bakırla dolduran genç tayfa, yerde uzanan Bitli El’e dönüp, “Tek ölçek akıtıyorum,” dedi.

Devam et, dercesine başını sallayan çılgın adam ne-fesini tutup, göğsünü sabitledi. Elindeki derin kepçeyi düzgün tutmaya çalışan Hızır, eriyik haldeki bakırı önce sağ eliyle tuttuğu ölçeğe boşalttı ve sol elindeki kepçe-yi kazana bırakıp yere uzanmış olan Bitli El’e bir adım yanaştı. Çapa aksamındaki dengesizlik, güvertede bek-lenmedik hareketlere sebep oluyordu ve ani sarsıntılar Hızır’ın ince saplı ölçeği sabit tutmasına engel oluyor-du. Genç tayfa eğilmeden önce nefesini tutup, elindeki ölçekle birlikte çömeldi. Bitli El’in üzerine düşüreceği tek bir damla bakır suyu Hızır’ın hayatına mal olabilir-di. Bu yüzden, ölçeğin sapını iki eliyle kavradı ve kızgın bakırı Bitli El’in göğsünde duran hilal şeklindeki metal yuvaya tek bir hamlede boşalttı.

Usta bir çelik işçisi gibi ölçeği Bitli El’in koynundan uzaklaştıran Hızır, ayağa kalktı. Yüz yüze geldiği ateşin sıcağından ziyade, hata yapma korkusu ile damla dam-la ter döken burnunu elindeki deri eldivenle sildi. Bit-li El’in göğsündeki kalın kemerin üstüne yerleştirilmiş olan hilale akıttığı erimiş bakırın oluğa nasıl yayıldığını bir süre izledi ve bir oh çekip ocağa yöneldi.

Aldığı derin nefesi bir dakikayı aşkın süredir tut-makta olan Bitli El ise soluğunu yavaş yavaş salıp nefes almaya başladı. Aksesuarlarına bakır suyu akıtma işini gerçek bir kavgadan önce ilk kez yapan tayfasına, “Afe-rin oğlan! Sen bu işi kaptın,” diyerek genci takdir etti ve ayağa kalktı.

Kazandan birer ölçek daha erimiş bakır alan Hızır, metalin geriye kalan kısmını da Bitli El’in taşıdığı deri bilekliklerin üzerindeki demir yuvalara döktü. Böylece Bitli El, bileklerinde ve göğsünde kızgın kor parçaları ta-şıyan acımasız bir cellâda dönüşmüş oldu.

Uygun mesafenin sağlandığına karar kılan Bitli El, çapanın yamacına vardı ve demir tezgâha tırmanarak yükseldi. Bunu gören bir avuç korsan, reislerinin önün-de toplandı. Kılıcını kınından çıkaran Bitli El konuşma-ya başladı.

“Dinleyin yiğitler! Birazdan çapayı serbest bırakıyo-rum. Gemidekiler Göke’nin kırmızı bayrak açtığını öğ-renmiş olmalılar. Bu yüzden, dövüşeceğiniz adamların hiçbiri teslim olmayacaktır. Kaptan hariç güvertedeki herkesi öldürün. Candar Bekir sünnetsiz kaptanı esir et-mek istiyor.”

Bitli El sözlerini bitirmek üzereydi ki, borazan sesi üçüncü ve son kez duyuldu. Bakışlarını havaya kaldı-ran reis, “Hayde bre gâvur kanı dökmeye!” diye bağırıp adamlarını ateşlendirdi. Bitli El’in levyeyi kaldırmasıyla birlikte boşalan dev çapa, denizin derinliklerine doğru yol almaya başladı ve makaraların arasından hızla sıyrı-lan halat gürültüyle akmaya başladı.

Çapayı serbest bırakır bırakmaz demir tezgâhtan inen Bitli El, heyecanlı gözlerle halatın akışını takip edi-yordu. Makara sistemindeki ufak bir tıkanıklık destek noktalarını paramparça edip halatın açısını bozabilirdi. Kuvvet dengesindeki bu hesapsız değişiklik ise Kara Çingene’nin sonunu bile getirebilirdi. Bu yüzden, hare-ket halindeki halatı bir süre daha dikkatle izledi ve sis-temin sorunsuz çalıştığından emin olduğunda tayfalar-dan birine seslendi:

“Hızır oğlan! Bakır suyu hazır edildi mi?”Şalopanın ortasına kurulmuş olan ocaktan sorumlu

tayfanın sesi duyuldu. “Hazırdır reis!”Makaralardan gözünü ayıran Bitli El yerinden fırla-

yıp ocağın başına vardı ve Hızır’ın yanına uzandı. Oca-ğın üzerine oturtulmuş olan küçük bir kazanda saatler-dir bakır eritilmekteydi. Elindeki metal kepçeyi erimiş

Page 44: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

86 87

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

sanlar tarafından fark edilmemek için şapkasını çıkardı. Arkasından gelen ay ışığının dağınık haldeki saçlarına düşmesiyle birlikte başının, korsanlar tarafından daha rahat seçilebileceğini düşündü. Beyaz tenli adamın dal-galı saçları omuzlarına dokunacak kadar uzundu. He-men güverte üzerindeki çukur zemine biriken sudan avuçlarına bir miktar alıp saçlarını iki yana yatırdı.

Geçen her saniye korsan gemisi kendilerine yaklaşı-yor olmasına rağmen, uzaktan konuşmalarını duyduğu adamların da artık sesinin kesildiğini hissetti. Şu anda duyduğu tek şey bir süre önce kürek çekmeye yolladığı adamlarının savaşmak için sürdürdüğü hazırlıktı. Fakat Kaptan Alberto’nun Hıristiyan fedailerinden hiçbiri he-nüz güverteye geri dönememişti. Genç adam, sağ elinin parmak uçlarını cilası yıpranmış tahta tırabzanın üzeri-ne koydu ve kimsenin ruhu duymadan şalopadaki de-nizcileri sayabilmek için başını hafifçe yükseltti.

Başını kaldıralı daha bir an bile geçmemişti ama bur-nunun ucuna doğru hareket eden okun havada süzü-lüşünü gördü. Şalopadan fırlatılan ok neyse ki Alber-to’nun arkasına sığındığı kalın tırabzana denk gelmişti ve yüreği ağzına gelen adam anlık bir refleksle başını sakınıp kıç üstü oturdu. Aksi şeytan, Alberto’yu tam da az önce saçlarını yatırmak için kullandığı su birikintisi-nin üzerine denk getirmişti. Kıçının ıslandığını hisseden kaptan, arkasından atılan diğer okların geminin tahta yüzeyine saplanmasıyla çıkardığı sesleri duydukça irki-lip, güvertenin kenar kısmından uzaklaştı. Çok geçme-den, geminin gövde kısmından güverteye aceleyle çık-makta olan adamlarının merdivenlerdeki ayak sesleri ve bağrışmaları duyuldu. Çaresiz yere uzanmış olan adam yüksek sesle güverteye çıkmak üzere olan adamlarını uyardı:

“Korsan gemisi bordalamak üzere... Güverte par-maklığından uzak durun! Ok atılıyor!”

Bitli El’in hazırlığı sürerken, dev çapanın halatı ak-maya devam ediyordu ve iki gemiyi bağlayan halatın boşta kalan gevşek kısmı tükenmek üzereydi. Adam-larının arasındaki yerini alan reis, güvertenin orta bö-lümüne doğru ilerlemekteydi ve o sırada iki gemi ara-sındaki halat grubunun birdenbire gerilmesiyle birlikte, Kara Çingene bir miktar sarsıldı. Dengesini yitirir gibi olan iri cüsseli adam, birkaç adım sendeledikten sonra toparlandı ve halatın güverte üzerinde kalan gergin kıs-mına doğru yürümeye devam etti.

Tüccar gemisinin hızının ve ağırlığının bileşiminden oluşan tepki kuvveti, Kara Çingene’nin dirayetine bir süre karşı koydu ve halat bir anda durdu. Saldırmak üzere oldukları gemiye yanaşmak için sabırsızlanan Bit-li El durumu hemen fark etti ve halatın iki yanına ay-rılan adamlarına seslenip, “Halat tutuldu. Herkes ipe tutunsun! Üç dediğimde çekiyoruz,” diye bağırdı.

“Bir! İki! Üç! Hoooop!”Kara Çingene üzerindeki on üç adam, hep bir ağızdan

‘Hop!’ diye ritim tutarak halatı çekmeye başlamışlardı. Korsanların halat çekme işlemi gerçekleşmeden önce,

kürek çekmeyi bırakan tüccar gemisi korumaları da ge-milerinin gövde kısmından ayrılmak üzereydi. Alt kat-taki adamlar büyük ihtimalle saldırı öncesi hazırlıklara yönelmişlerdi. Bu süre zarfında Kaptan Alberto sadece yedi adet kancanın halat bağını gemisinden ayırabilmiş-ti ve bu beyhude girişimin sonuçsuz kalacağını geç de olsa idrak etmişti. Tüccar gemisindeki kürek kuvveti yok olunca, şalopadan salınan çapa denizin dibine yap-tığı salınımı hızlandırdı ve iki gemi arasındaki mesafe kısa süre içinde otuz metreye indi.

O sırada, nefes nefese kalmış olan genç Kaptan, eği-lerek tırabzanlara yanaştı. Artık, korsanların konuşma-larını duyabiliyordu. Tırabzana usulca sokulup, göz ucuyla şalopadaki korsanları görmek istiyordu. Kor-

Page 45: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

88 89

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

hale gelen korumalar, ateşten bir ipi andıran kırbacın şaklama sesini duyunca hep birlikte irkildi ve hala yerde duran kaptanları da korkuyla birkaç adım geriye gitti.

Bitli El’in üzerlerine doğru yürüdüğünü gören feda-ilerden biri cesaretini toplayıp, saldırıya geçmeye karar verdi ve sağ elindeki baltasını havaya kaldırıp, gücü yet-tiği kadar bağırmaya başladı. Korkudan mı, yoksa güç almak için mi bağırdığı fark edilemeyen adam bir anda arkadaşlarının arasından sıyrılıp naralar atarak güver-tede koşmaya başladı ve belinden çıkardığı bıçaklardan birini eline alıp Bitli El’e fırlattı, fakat karavanaydı. Şansı yaver giden korsan bu küçük saldırıdan sıyrılmıştı.

Deliye dönüp koşmaya devam eden adam yaklaş-maya devam ediyordu. Yerden doğrulmak üzere olan Alberto’nun birkaç adım yakınından hızla geçti ve sağ eliyle tuttuğu baltasını iki eliyle kavrayıp saldırı po-zisyonunu aldı. Daha Bitli El’in üç metre yakınına bile erişememişti ki, amansız korsan kırbacını savuruverdi. Bitli El’in yakıcı halatı zavallı adamın boynuna dolama-sıyla birlikte tüm tantana aniden sona erdi. Hedefini ıs-kalamayan Bitli El, işgüzar adamı kıskıvrak yakalamıştı.

Erimiş haldeki bakır parçaları adamın boynunu dağ-lamaya devam ediyordu. Acı içinde kıvranan adamın bayılmasına fırsat vermeden kırbacını kurtarmak iste-yen Bitli El, kıvrak bir hamleyle baltasını düşürmüş olan savunmasız denizciyi kendisine çekti ve karnına sıkı bir tekme indirdi. Boğazına dolanan kırbaçtan kurtulan adam topaç gibi dönüp, yere düştü. Tekrar nefes almaya başlar başlamaz acıyla inlemeye başladı. Refleks gereği yanan boğazına dokunmak için hamle etmeye kalkışan adam yerde birkaç kez debelendi ve çok geçmeden sesi kesildi.

Sıradaki adamı davet edercesine kırbacını art arda iki kez yere çalan Bitli El, kimin şansını denemeye ni-yetleneceğini merak ediyordu. Fakat bunun gerçekleş-

Alberto’nun sesini yükseltmesinin ardından Kara Çingene’deki sabırsız korsanların ‘Hu!’ sesleri duyuldu.

“Hu! Hu! Hu! Hu! Hu!”O sırada yere kapaklanmış olan kaptan yükseklerden

bir ip sesi duydu ve şalopadaki korsanlar Alberto’nun anlamadığı birkaç kelimeyle hece hece tezahürat ediyor-lardı.

“Bit-li el! Bit-li el! Bit-li el!”Tüccar gemisinin fedaileri birer ikişer güverteye ula-

şırken, genç kaptan dehşet verici sahneyle karşılaştı. Yer yer gözlenen sisin ve karanlığın içinde gerçeküstü bir varlık yükselmekteydi. İblis görünümlü bir karartıydı bu ve yükselen insan siluetinin üzerinde bir volkandan koparılmışa benzeyen kor parçaları bulunmaktaydı. Al-berto’nun nasıl olduğunu çözemediği bir halde havada sallanarak güvertenin burnuna doğru aniden inen bu adam karanlığın içinde kendini belli ediyordu.

Adamı fark eden diğer Hıristiyan korumalar da ge-minin kıç tarafında dona kalmışlardı. Adamlardan biri dayanamayıp korkuyla bağırdı:

“Bu bir iblis!”Güvertedeki fedaileri hareket etmeden izlemeye de-

vam eden iblis görünümlü adamın sol elinde uzun bir kırbaç bulunmaktaydı. Sisin de etkisiyle geminin öbür ucundan bakıldığında adamın elindeki kırbaç sanki kuyruğuymuş gibi görünüyordu ve üstelik kırbacın son bir metresi kor halindeki bakır taneleriyle donatılmıştı. Dev adamın göğsünde ve kollarında bulunan ateş par-çaları ise ürkütücü görünümünü daha da korkutucu bir hale getiriyordu.

Karanlığı fırsat bilerek şeytan kılığına giren adam el-bette ki Bitli El idi. Sadist ruhlu adam şaşkın denizcilerin yüreğine korku saldığı bu benzersiz dakikalardan keyif alırdı. Şaşkın denizcinin bağırdığı ‘iblis’ kelimesini du-yar duymaz, kırbacını savurdu. Ne yapacağını bilmez

Page 46: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

90 91

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Bitli El’in karanlıktan sıyrılıp çatışmanın ortasında-ki yerini almasıyla birlikte tüm meraklı gözler üzerine çevrilmişti. Karşılarındaki adamın bir iblis olmadığını gören Kaptan Alberto, savaşmak üzere güverteye çık-makta tereddüt eden bir adamının yakasına yapıştı ve öfkeyle “Sadece bir avuç adam var. Bizim sayımız ise otuzdan fazla! İblis falan yok,” diyerek adamını azar-ladı. Bununla yetinmeyip sesini daha da yükselterek, “O sadece bir insan! Gemide iblis yok! Biz kırk kişiyiz. Hepsini öldürün! Güvertede iblis yok!” diye bağırarak adamlarını sakinleştirmeye çalıştı.

Kaptan’ın sarf ettiği sözler, savaşmakta olan adamla-rının yüzüne birer tokat gibi inmişti. Alberto’nun sözle-rini güvertenin dört bir yanında savaşan birkaç güveni-lir adamı da tekrarlamaya devam etti:

“Gemide iblis yok! Şeytan değiller!”Tipik Orta Çağ insanının yersiz korkularından sıyrı-

lıp kendine gelen Hıristiyan fedailer kılıçlarını daha cü-retkâr savurarak, leventleri birkaç adım geriye çekilme-ye zorladılar. Sayıca üstünlüğünü daha etkili bir şekilde kullanmaya başlayan korumalar nihayetinde Bitli El’in adamlarından birinin kolunu kesip, oracıkta canına kıy-dı. Savaşçı gücünün düşman tarafından ikiye ayrılabile-ceğini gören Bitli El, yere düşmek üzere olan adamının feryadını duyar duymaz ilk emrini verdi.

“Hilal!”Hilal parolasını duyan leventler hayatını kaybeden

arkadaşlarını düşman arasında bırakıp yeni hat kurdu-lar ve uygun adımlarla geriye çekildiler. Kısa süre için-de yeni bir gard ile savaşmak için hazırdılar.

Bitli El, bir önceki savaş diziliminde en uç noktada bulunan kişiydi. Hilal adı verilen duruşa geçtiklerinde ise en geride duran adam konumuna geçti. Sağında ve solunda bulunan adamları birer adım mesafeyle birbi-rinden ayrılarak tam bir hilal pozisyonu sağlamışlardı.

mesine izin vermeyen tayfaları, Bitli El’in hayatını daha fazla riske etmesine razı olmayıp tüccar gemisine ayak basmak için hareketlendiler. Kara Çingene’deki adamla-rın birkaçı geminin burun tarafından usulca yüzüp san-cak tarafından tırmanmaktaydılar ve iskele tarafındaki adamların güverteye çıkması ise an meselesiydi.

Tayfalardan biri hücum için hazır olduklarına inan-dıkları bir vakit ıslık çaldı ve naralar atan on adam ge-minin tırabzanlarından güverteye fırlayıverdi. Birkaç saniye içinde Bitli El’in önünde bir set kurup, ok ucu şeklini alarak dizildiler.

Kaptan Alberto kendisini toparlayıp, çoktan tayfala-rının arasındaki yerini almıştı. Adamlarına daha saldır komutunu vermeden, kılıca erken davranan beş fedaisi Türk denizcilerinin üzerine düzensiz bir şekilde atılmış-tı. Bu beş adamın da ağır şekilde yaralandığını gören di-ğer Hıristiyanlar kendilerini tutamayıp gemilerine sal-dıran korsanlara öfkeyle girişti.

Çıkması beklenen kavga sonunda başlamıştı. Bitli El’in usta savaşçıları, neye uğradığını şaşıran denizci sürüsünün hakkından gelmekteydi, fakat alt kattan gel-meye devam eden korumalarla birlikte güvertedeki Hı-ristiyan sayısı da hızla artmaktaydı. Karanlığın ve sisin ortasından yükselen kılıç sesleri yaralanan adamların acı haykırışlarıyla ara ara bastırılıyordu.

Çatışmanın gerisinde kalan Bitli El, adamlarının mu-hafaza etmeye çalıştığı ok şeklinin bozulmaması için hattın tam merkezindeki yerini aldı. Üstüne adeta ateş suyu dökülmüş olan kırbacını korumaların üzerine sa-vurmaya başladı. Kırbacına doladığı düşmanlardan bi-rini kılıç tutan kolundan yakalayıp kendilerine doğru çekti. On bir adamdan oluşan ok şeklindeki hattın sağ tarafına savurduğu Hıristiyan muhafız, Bitli El’in bir adamı tarafından tek bir hamleyle kılıçtan geçirildi.

Page 47: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

92 93

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

rının tam ortasında savaşan Bitli El’in omuzlarındaydı. Reis’in sebep olacağı bir hata, savunma hattının tam or-tasından bölünmesine sebep olabilirdi. Bu da etrafı hızla kuşatılacak olan denizcilerin sonu demekti.

O hengâme içerisinde kürek çekme katından fırlamış olan Michel, neyse ki hala hayatta olan katırının yanı-na vardı. Bu hayvan yoksul doktorun bir bakıma tüm mal varlığıydı. Korsan gemisinden fırlatılan kancaların Joseph’in vücuduna denk gelmemiş olması büyük bir mucizeydi. Hayvanının üstünü örterek yamacına uza-nan Michel, endişeli gözlerle güvertedeki çatışmayı izli-yordu. Hemen soluna döndüğünde artık gemilerine so-kulmasına ramak kalan efsanevi kadırga Göke’yi gördü.

Korsanların bir adam daha kaybederek geriye çekil-mesinden yüreklenen Kaptan Alberto çığırtkanlık yap-maya devam ediyordu:

“Hadi aslanlarım! Şu haydutları ikiye bölün! Üstleri-ne yürüyün! Haydi!”

Korsanları yıldırdığını sanan muhafızlar şevkle hila-lin içine doğru ilerlemişlerdi. Zayıflayan düşmanı rahat-lıkla yenebileceğini düşünen bir grup adam kontrolsüz bir biçimde korsanların üzerine çullandılar. Ne de olsa arkalarından gelecek bir tehdit bulunmuyordu.

Durumun artık kırılma noktasına ulaştığına kanaat kılan Bitli El, Hıristiyan muhafızları can evinden vura-cak olan emrini verdi.

“Ay yıldız!”Bu kelimeleri yüksek sesle üç kere tekrar eden Bitli

El, emrinin, şalopada bıraktığı iki adamına ulaştığından emin oldu.

Reisin seslenişine aldırış etmeyen muhafızlar, avın-dan et koparma derdindeki sırtlanlar gibi korsanların üzerine gelmeye devam ediyorlardı. Savunma disiplini-ni yitirmek üzere olan korsanların hattı tam ikiye ayrıl-

Bu şekilde, dövüşe hırçın başlayan korsan grubu bir anda geriye çekilerek düşmanı kıskaca almaya çalışı-yordu. Elbette ki on adam, yaklaşık otuz adamın etrafını sarmak için yeterli değildi. Bu yüzden, Bitli El’in gözde-si olan savaş pozisyonuna geçmenin vakti yaklaşmıştı.

Devam eden dövüşü izlemekte olan Kaptan Alberto, güverteye çıkardığı son adamıyla birlikte geminin bu-run tarafından uzaklaşıp adamlarının arasındaki yerini aldı. Kılıç tutan kaptanın bir anda ön saflara ilerlediğini gören korsanlardan biri Alberto’yu yaralayarak diğer adamların moralini bozabileceğini düşündü ve düşün-meden hareket ederek birkaç adım ileri atıldı. Alber-to’nun korsan tarafından yaralanabileceğini gören iki adam, hemen gardını alarak levendin üzerine yürüdü. Savunma hattından uzaklaşan korsan, üstüne çullanan adamların birkaçını defetmeyi bilmişti ama arkasından yaklaşan üçüncü adamın boşluğuna savurduğu kılıcı göremedi. Böbreğinden yaralanan ihtiyatsız korsan al-dığı diğer darbelerle hayatını kaybetti.

Son emri vermek için ciğerlerini dolduran Bitli El, bir adamının daha hayatını kaybettiğini görerek dehşe-te kapıldı. Aldığı nefesi öfkeyle salan reis, adamlarına yüklendi.

“Neyiniz var sizin? Köpekler gibi ölüyorsunuz! İki adım geri çekilin!”

Korsanların verdiği son kayıpla birlikte hilal pozis-yonunda yeni bir gedik daha açılmıştı. Uygun adımlar-la geri çekilen korsanlar, geminin kıç tarafına doğru bir miktar daha yaklaşarak tekrar pozisyon almak üzerey-diler. Adam sayısı azalmasına rağmen hilalin çapında bir küçülme olmamıştı. Hayatını kaybeden adamların yarattığı boşluklar geriye kalan korsanlar tarafından pay ediliyordu ve bu yüzden savunma her geçen daki-ka daha da yıpranıyordu. Kavga esnasındaki en büyük yük ise saldırının başından beri ok ve hilal pozisyonla-

Page 48: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

94 95

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

kip eden iyi eğitilmiş hayvan, bir adım dahi kımıldama-dan bekledi. Andrea’nın ardından denize atlamak üzere tırabzanlara yönelen iki adam, Kaptan Alberto tarafın-dan kılıç zoruyla durduruldu.

“Atlamaya kalkanın boğazını keserim!”Tüm bunlar gerçekleşirken, kurbanlarının korkak

hallerini izlemekten keyiflenen Bitli El, evcilleştirdiği hayvanına gıpta eder ses tonuyla seslendi, “Aslanım be-nim!” Daha sonra bir anda ateşlenerek kılıcını havaya kaldırdı ve avazı çıktı kadar bağırdı:

“Haydi bre aslanlar! ”Bitli El’in son savaş pozisyonu olan Ay-Yıldız, Al

Cebbar’ın takımın yıldızı olarak güverteye ayak basma-sıyla tamamlanıyordu. Sahibinden aldığı işaretle bulun-duğu yüksek kasaradan inen Al Cebbar, temkinli adım-larla çaresiz denizcilere doğru yürümeye başladı.

Bu dakikadan sonra, Kaptan Alberto’nun korkuyla titreyen adamlarına söz geçirmesi olanaksızdı. Kendi gemisinin güvertesinde küçük bir grup korsan ve vahşi bir hayvanın oluşturduğu bir çembere hapsolmuşlar-dı. Çil yavrusu gibi dağılmak üzere olan adamlarından birkaçı aynı anda koşuşturarak güverteden atlayabile-ceğini düşündü. Avını dikkatli gözlerle izlemekte olan aslan bir anda yavaşladı ve ön ayaklarını birbirine yakın tutarak zemine kapandı. Uygun anı yakaladığında kük-reyerek hamlesini yaptı ve koşuşan adamlardan birini boğazladı. Muhafız grubundan ayrılıp iki yana koşan diğer adamlar ise korsanlar tarafından öldürüldü.

Bu sahnenin ardından, kendisini bir an önce topar-layıp adamlarına hükmetmesi gerektiğini bir kez daha fark eden Kaptan Alberto denizcilerine seslendi:

“Herkes sırt sırta vererek dövüşsün. Büyük bir halka oluşturun. Kendi başına kaçmaya çalışan ölür.”

Kaptan Alberto ve adamlarının beklenilenden daha dirayetli çıkması sonucu, Bitli El’in sıradan geçmesini

mak üzereydi ki, Al Cebbar’ın göğe yükselen kükremesi geminin burun kısmından duyuldu.

Korsanları köşeye sıkıştırdıktan sonra daha küstah ve şımarık hareketlerle dövüşmeye başlayan fedailer, kük-reme sesiyle irkildiler. Kılıç mücadelesi bir anda duru-vermişti ve donakalmış olan denizcilerin hiçbiri arkasını dönmeye cesaret edemiyordu. Nidasına hâkim olama-yan tayfa Andrea ağzından dökülen sözlerle sessizliği bozuverdi.

“Mamma li Turchi!”17

Titreyerek arkasını dönen tayfa, geminin burun kıs-mında heybetli görüntüsünü sergileyen aslanı gördü. Bitli El’in salladığı kırbaç gibi kuyruğunu havada savu-ran Al Cebbar, reisin vereceği saldırı komutunu bekli-yordu.

Aslan kükreyişini duyar duymaz karşılarındaki adamın Kemal Reis’in öğrencisi Bitli El olduğunu id-rak eden tayfa Andrea bir anda boşaldı ve korumaları umutsuz telaşın kollarına sürükleyecek sözleri ağzın-dan döküldü.

“Bu adamlar sıradan haydutlar değil. Kemal Reis’in öğrencileri! Sadece itibar olsun diye Hıristiyan korsan-larının boğazını keserler. Aslanlarının elinden hiçbir denizci kurtulamaz. Bu denizlerden ayrılmışlardı, geri dönmüşler. Canınızı kurtarın!”

Basit söylentilere kolaylıkla tamah eden bir denizci olan Andrea, çıkardığı yaygaranın dozunu arttırarak tırabzanlara yöneldi ve kendisini denizin sularına bıra-kıverdi. Şaşkın denizcinin suya atlayışını bakışlarıyla ta-

17 Mamma li Turchi: İtalyanca “Anneciğim Türkler! ” anlamına gelen deyim. Güney İtalya kıyılarındaki etkinliğini 16. yy’da iyice arttıran Türk korsanlarının yaygınlaşmasına sebep olduğu bir ünlemdir. Bu deyimdeki ‘anne’ sözünden kasıt, Katoliklerin neredeyse Tanrı’nın kendisi kadar kutsal gördüğü Meryem Ana’ya hitap ettikleri yakarıştır.

Page 49: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

96 97

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Kaptan Alberto, Candar Bekir’in merdivenden inişini göz ucuyla takip ediyordu.

Candar Bekir’in güverteye ulaştığını fark eden Al Cebbar da tertip alması gerektiğini bilen bir asker gibi Bitli El’e yanaştı ve büyük kaptanı karşılamak üzere ye-rini aldı.

Yüksek sesle konuşan Candar Bekir neşeli ses tonuy-la Bitli El’e sesleniyordu:

“Bu ne güzel bir gece, bu ne güzel bir sessizlik! Cen-gin bittiği ana bayılıyorum. Ey düşmana diz çöktüren cengâver savaşçı, çehren gece kadar güzel, güneş kadar aydınlık! Bende yarattığın bu çelişkinin esbab-ı mucibe-si18 nedir? Söyle aziz dostum!”

Güvertede hareketsiz duran Bitli El’in dazlak kafa-sı gerçekten de ay ışığıyla parlıyordu. Candar Bekir’in alaycı ses tonundan rahatsızlık duyan adam homurda-narak konuştu:

“Sözlerinin arasında anlamadığım lafları katmasan olmaz mı be adam! Dalga mı geçiyorsun, takdir mi edi-yorsun anlamıyorum.”

Cinaslı sözleriyle Bitli El’i kasten huzursuz eden adam, “Ah dost! Denize açıldığımız günleri kedinle oy-nayarak geçirmek yerine, biraz edebiyata merak salmış olsaydın, dostluğumuz kardeşliğe dönüşmüş olurdu,” dedi.

Bu sözlere kulak asmayan Bitli El, kendisine demir-den yapılmış siyah bir leğen içinde su getiren adamına yöneldi ve kan içindeki kollarını temizlemeye koyuldu. O sırada güverteye ayak basan Candar Bekir sola dönüp mağlup kaptan ile yüz yüze gelecekti ki, sağ tarafından gelen inleme sesi dikkatini çekti.

Karanlığın içerisinde yere uzanmış bir adam, cılız bir gencin kucağında can çekişmekteydi. Göğsüne aldığı kı-lıç darbesiyle iman tahtası baştan aşağıya yarılmış olan

18 Esbab-ı Mucibe: Gerekçe

beklediği çatışma basit bir kavga olmaktan çıkmış, ade-ta bir gladyatör dövüşüne dönmüştü. Bu dövüşte hem izleyici hem de bir savaşçı olan sadist ruhlu reis, kur-dukları çemberi daraltarak düşmanının daha kısıtlı bir alana hapsedilmesiyle birlikte daha fazla zayiat verece-ğini biliyordu. Bu yüzden adamlarına, “Bir adım ileri!” emrini verdi.

Saldırdığı adamın hakkından geldiğine emin olan Al Cebbar, bakışlarını zavallı adamın kan içindeki boynun-dan biraz öteye yönelttiğinde korkudan titreyen Mic-hel’in gözlerine rast geldi. Nasıl olduysa vahşi hayvan Joseph ve Michel’e sadece bakıp, görmezden gelmişti. Öldürdüğü adamdan hışımla uzaklaşan aslan, grubun içerisine dalıp yeni kurbanlarının peşine düşmeye ko-yuldu. Ay-Yıldız taktiğine daha fazla direnemeyen Hı-ristiyan savaşçılar birer birer can vermeye başladı ve yaralanan adamların attıkları çığlıklar sanki hiç kan dö-külmemiş gibi sessizliğin koynuna gömülmeye başladı.

1521, 21 Mart, Kaptan Alberto

Kaptan Alberto’nun son adamı da korsanlar tarafın-dan katledilmişti. Kan ve ter içinde kalan çaresiz adam başını öne eğdi ve kılıcını bitkin düşen parmaklarının arasından salıverdi. Mücadelenin bu şekilde son bula-cağı daha başından belliydi, ama yine de kaçarak veya savaşarak hayatta kalma şansını denemeliydi. Mağlup kaptanın ölmeden önce bilmek istediği şey korsanların sahip olduğu bu anlaşılmaz kinin sebebiydi.

Dünyadaki kadırgaların en yücesi olan Göke, çatış-manın tamamiyle son bulduğu dakikalarda tüccar ge-misine bordaladı. Kadırgadaki acemi korsanların alela-cele uzattıkları tahta merdiven, yüksekliği daha alçak olan tüccar gemisinin güvertesine ulaştırıldı. Korsanla-rın kendisini zorlamadan önce kendi rızasıyla diz çöken

Page 50: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

98 99

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

rum. İç organları zarar görmemiş olan tek adam bu,” diye cevap verdi.

Aldığı cevabı yeterli bulmayan Candar Bekir bir kez daha sordu: “Açık konuş! Kurtarabilecek misin? Yoksa ölecek mi?”

Bu baskı karşısında iyice gerilen genç, sesini öfkeyle yükseltti:

“Evet, bu adamı kurtaracağım! Hayatta kalacak!”Candar Bekir’in sessizliğiyle hiddeti dinen Michel bir

süre sonra kendine geldi ve acıyla kıvranan adama geri döndü. Daha sonra, elindeki merhemi kenara bırakmak üzere sağına döndüğü sırada, ayakta duran korsan seri bir hareketle kılıcını çıkardı ve zavallı adamın kalbine saplayıverdi. Can verirken gıkı bile çıkmayan muhafı-zın kolları bir anda gerildi ve çok geçmeden gözlerini yumdu. Neye uğradığını şaşıran Michel kollarını iki yana açarak, “Hayır!” diye bağırdı ama artık çok geçti.

Adeta fısıldayarak konuşan Candar Bekir, gence so-kulup, “Öyle görünüyor ki, bu iddiayı kaybettin Sevgili Michel,” dedi.

“Katiller!” diye bağırarak veryansın eden Michel hı-şımla ayağa kalktı. Gencin daha hamle etmesine izin vermeyen Candar Bekir, direnmeye yeltenen doktorun şakağına kılıcının kabzasını indirdi. Aldığı darbeyle ba-yılan Michel yere kapaklandı.

Adamlarına seslenen Candar Bekir, “Bu çocuğu Gö-ke’deki kodeslerden birine hapsedin. Daha sonra doktor olarak işimize yarayabilir,” diye emretti.

Baygın haldeki Michel’i omuzlayan korsan, iki gemi arasında kurulmuş olan merdivene adımını attığı sırada tam arkasına yönelen Candar Bekir, Kaptan Alberto’ya doğru yürümeye başladı. İki kaptanın nihayet bir araya geleceğini fark eden Markus daha hızlı adımlarla hare-ket edip, diz çökmüş esirin arkasındaki yerini aldı. Ada-mın iki elini de ensesinde tuttuğunu gören Bekir, kapta-

adamın bilinci hala yerindeydi. Nefesi kesilmek üzere olan muhafız mucizevî bir şekilde hayatta kalmayı başa-rabilmişti. Yaralı adamın başını baldırına dayadığı genç ise zavallı adamın kulağına bir yandan birşeyler fısılda-yıp, diğer yandan yanına açmış olduğu mühimmat bo-hçasından aldığı tıbbi gereçlerle yaralıyı kurtarmak için çabalıyordu.

Gencin sergilediği asil davranışı içten içe takdir eden Candar Bekir birkaç adım yaklaşıp, “Nasıl oldu da ha-yatta kalmayı becerebildiniz genç beyefendi?” diye sor-du. İtalyanca konuşuyordu.

Soru soran kişinin korsan takımının kaptanı olduğu-nu kolaylıkla fark eden delikanlı, yüreğindeki tarifsiz korkuyu yaşlı adamdan her ne kadar gizlemeye çalışsa da istemsiz bir şekilde attığı seri bir bakış ile kendisini ele vermişti. Kaçak bir ifadeyle, “Ben bir doktorum. Si-lahsız olduğum için kendi halime bırakıldım,” diye ce-vap verdi.

Ellerini arkasına alarak birkaç adım atan korsan, “Peki, isminiz nedir Doktor Bey?” diye sordu.

Genç doktor, muhafızın göğsündeki yarayı titreyen elleriyle dikmeye çalışıyordu. Bu işkenceye daha fazla dayanamayıp içindeki korkuyu öfkeye dönüştürmeyi beceren genç, gözlerini uzun boylu adama dikti ve ağır Fransız aksanıyla konuştu, “Eczacı Michel de Nostreda-me. Saint-Rèmy-de-Provence kasabasından Michel!”

Cesur, fakat bir o kadar da küstah bulduğu tavır kar-şısında keyiflenen Candar Bekir hem bir oyun oynamak, hem de gence bir ders vermek istedi:

“Memnun oldum Michel. Benim adım da Candar Be-kir. Bir iddiaya girmeye ne dersin? Sence bu adamın ha-yatını kurtarabilecek misin?”

Dikiş atmaya ara verip, yaralının göğsüne kanamayı durdurucu antiseptik merhem sürmeye çalışan Michel, “Kurtarabileceğime inandığım için bu kadar çabalıyo-

Page 51: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

100 101

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

kavganın gerekçesini önceden bilirdi. Siyah bayrak ise korsanların sıradan hırsızlık ve fidye olaylarında kul-landığı bir araçtı. Esir düşen adamların canlarına zarar verilmeyeceği anlamına gelirdi. Böylece, yenileceğini gören denizciler daha kolay silah bırakırlardı.

Kaptan’ın serzenişine usulüyle cevap vermek isteyen Candar Bekir vakit kaybetmeden söze girdi:

“Kavga boyunca attığın her adımı gemimden takip ettim. Eğer daha kavganın başında adi bir korkak gibi fenerlerini söndürüp, sisin içinde sıvışmaya kalkışma-saydın, belki de hayatını bağışlardım. Elli beş yaşına gelmiş bir korsanım ve senin gibi bir korkağın denizler-de dolanıyor olması kanıma dokundu. Pis hayatın umu-rumda bile değil.”

Alevlenen tartışmaya birkaç adım öteden kulak ka-bartan Bitli El olup biteni dikkatle takip ediyordu. Can-dar Bekir’in sözü biter bitmez haykırmaya başlayan Kaptan Alberto ağzından tükürükler saçarak bağırmaya başladı:

“Korsan mı? Kendine korsan mı diyorsun? Sen bir haydut bile değilsin.”

Sarf ettiği sözler, belki de Candar Bekir gibi bir adama söylenebilecek en ağır hakaretti. Kaptan Alberto, Latin dilinin veliahdı olan İtalyancayı kullanıyordu. ‘Haydut’ ve ‘korsan’ kelimelerine İtalyancadaki karşılıkları olan ‘pirato’ ve ‘corsario’ sözcükleriyle atıfta bulunuyordu.

Sanıldığının aksine deniz haydutları ve korsanlar arasında büyük farklar vardı. ‘Pirato’ denen kimseler, kendi nefislerinden başka bir amaca hizmet etmeyen ba-şıbozuk eşkıyalar olarak bilinirdi ve resmi otoriteler ta-rafından yakalandıklarında en ağır cezaya çarptırılırlar-dı. Denizciler arasındaki en aşağı mertebe haydutluktu.

‘Corsario’ olarak tanınan gerçek korsanlar ise belli bir inanç uğruna dövüşen denizcilerdi. Korsanlık etkin-liğini sadece ülkesinin veya inancının düşmanı olanlara

na yönelerek, “Buna gerek yok Kaptan. Lütfen ellerinizi indirin. Bizler medeni insanlarız,” dedi.

Ellerini başından indirip dizlerinin üzerine koyan Alberto sinirle gülüyordu: “Medeni mi? Siz mi? Yaralı adamları bile öldüren bir avuç serseriden başka birşey değilsiniz,” diye çıkıştı. Ölümün kendisine yaklaştığının farkındaydı ve sarf edebildiği her kelimenin yanına kar kalacağını düşünüyordu.

Candar Bekir’in yüzündeki sert kırışıklıklar duydu-ğu sözlerle daha da belirgin hale geldi. Ele geçirilen ge-minin yeni sahibinin artık kendisi olduğunu Kaptan Al-berto’ya vücut diliyle ima etmeye çalışan Candar Bekir, güverte zemininin üzerinde bulduğu bir oyuğu kendi-sine meşgale edinmişti. Önündeki gediği sivri burunlu ayakkabısının ucuyla birkaç kez kazıdıktan sonra, diz çökmüş vaziyetteki adama küçümseyici gözlerle baktı:

“Ölmüş eşeğin kurttan korkusu olmaz derler. Ne gü-zel sözdür o öyle!”

Galibiyet haklarını sonuna dek kullanan Candar Be-kir, yenik kumandanın ezilişini seyrediyordu. Dişlerini sıkan Kaptan Alberto, başını yavaşça öne eğdi ve daha fazla dayanamayıp sesini yükseltti:

“Siyah bayrak açabilirdiniz. Size gereken fidyeyi ödemeye razı olurduk. Anlaşabilirdik! Ne için böyle bir vahşete kalkıştınız? Eski bir husumetin intikamı mı bu? Yoksa niyetin sadece nam salmak mı? Geriye tek bir adam bile bırakmadın. Dehşet dolu hikâyeni kim anla-tacak?”

Candar Bekir, siyah bayrak yerine kırmızı bayrak açılması emrini vermişti ve bu yazılı olmayan korsan-cılık adabında düşman gemisindeki her adamın öldü-rüleceği anlamına geliyordu. Kırmızı bayrak kullanımı, az rastlanır bir durumdu ve sebebi genellikle intikama dayanan bir hesabın görüleceğini işaret ederdi. Kırmızı bayrağı açan da, kendisine kırmızı bayrak açılan da bu

Page 52: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

102 103

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

fark etti. Kaptan Alberto’nun duyduğu son cümle, Bitli El’in vermiş olduğu cevaptı.

Artık duyulan tek şey öfkeyle nefes alan Bitli El’in so-luklarıydı. Bakışları sabitlenmiş, aldığı her solukla bera-ber geniş omuzları alçalıp yükselen adam hala kendine gelememişti. Soğukkanlılığını muhafaza eden Candar Bekir’in ağzından sadece tek bir kelime döküldü.

“Hain…” Bir müddet duraksadıktan sonra bir kez daha iç çe-

kip, biraz bekledi ve “İsmini seyir defterinden öğrenece-ğimiz kâfir kaptanın söylediği son kelime buydu. Hain,” diyerek sözlerini noktaladı.

Candar Bekir’in sinir bozucu derecede huzur dolu olan ses tonu Bitli El’i daha da öfkelendiriyordu:

“Gâvur tüccarın gemisi Kara Çingene’den üç kat daha büyük. Hali hazırda süratle ilerliyordu. Beni ilk fark ettiği anda şalopamın gövdesine bodoslama dalsay-dı, gemimi ikiye yarabilirdi. Geberttiğim adam üçüncü sınıf beceriksiz bir kaptan ve adamları ise yüreksizler ordusuydu. Senin sayende bu korkağın bile hakaretine uğradık.”

Kılıcını tekrar çıkarıp tafrayla yere fırlatan Bitli El, Candar Bekir’in yanından uzaklaşarak Göke’nin yo-lunu tuttu. Kılını dahi kıpırdatmayan sinsi adam yeşil gözlerini yerdeki kılıca kaydırdı. Çoğu korsan fidye gelirlerinin yanı sıra şöhreti daha hızlı yayılsın diye ele geçirdikleri esirlerin çoğunu sağ bırakırdı. Candar Bekir ve adamları ise tam tersine şöhretlerinin zedelen-memesi için esirlerin hepsini öldürmek zorunda kal-mıştı. Sardunya açıklarına haydutlar gibi avlanmak için geldiklerinden kimsenin haberi olmamalıydı, özellikle de Muhiddin Piri Reis’in.

karşı yürütürlerdi. Kemal Reis gibi adları sanları belli korsanlar Akdeniz’de seyahat eden hacıları, Rodos Şö-valyelerinin gazabından koruyabilmek için veya İslam’ı kabul etmeyen diyarlardaki toplumlara baskınlar dü-zenleyip güçsüz durumda bırakarak Müslümanlığın yayılmasına vesile olabilmek için seferler düzenlerlerdi.

Kaptan Alberto’nun ettiği hakaretin ardından Can-dar Bekir sessiz kaldı ve o sözleri duyan Bitli El hemen ayağa kalktı. Kaptan Alberto, bir an için haydutluk it-hamıyla biraz ileri gitmiş olduğunu düşündü ve aşağı-layıcı sözler karşısında tahrik olup ayağa fırlayan dev adamı fark etti, fakat geri dönüşün olmadığını biliyor-du. Candar Bekir ile tekrar göz göze gelip bağırmaya devam etti:

“Saldırı şekliniz bile adiceydi. Ancak hainler pusu kurarak savaşırlar. Bir grup hain …”

Mağlup kaptanın hakaretlerine daha fazla tahammül edemeyen Bitli El kılıcını kaptı ve koşar adımlarla ya-nına ulaştı. Adamın cümlesini bitirmesine izin verme-den kılıcını sol omzuyla boynu arasında kalan bölgeye çaprazlama sokup çıkardı, daha sonra kılıcı yere paralel savurarak adamın kafasını gövdesinden ayırdı.

Kaptanın tam arkasında bulunan Markus, Bitli El’i engellemek için gecikmişti ve kurbanın şahdamarından fırlayan bir miktar kanın üzerine denk geleceğini gören Candar Bekir atik bir hareketle bir adım geriye çekilip, üstünün kirlenmesine mani oldu.

Görevi biter bitmez kılıcı kınına sokan Bitli El, çok-tan hayatını kaybetmiş olan Kaptan Alberto’ya cevabını verdi:

“Aslanlar pusu kurmadan avlanmaz!”Alberto’nun yere düşen başına daha dikkatli bakan

Candar Bekir, hala hareket eden gözlerinden zaval-lı adamın bilincinin birkaç saniye daha açık olduğunu

Page 53: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

104 105

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

tiriyordu ama aynı zamanda Tuna’nın casusluk aktivite-lerine de hizmet ediyordu.

Birkaç ay önce, Doktor Marianne’nin kendisi hakkın-da yazdığı raporları kafasına takmıştı ve hastanedeki üst kurula kendisinden nasıl bahsettiğini merak ediyor-du. Marianne’nin başının Excel dosyalarıyla dertte ol-duğunu fark etmişti ve kendisine küçük bir fonksiyon yazılımı hazırlayıp, kadının programı bilgisayarına kur-duğundan emin oldu. Böcek programı, Marianne’nin içinde ‘Tuna’ ismi geçen her postasını, Tuna’nın hesabı-na da gizlice iletiyordu. Doktor Marianne’nin kendisin-den hoşnut olmadığını, meslektaşlarıyla yaptığı yazış-malardan takip etmekteydi.

Neticede Raul da bilişim sektörüne paralel bir alanda uzmandı ama üst seviyedeki programlama dilleriyle ha-şır neşir olan biri değildi. Tuna, araştırmacı arkadaşının Norveççe kelime bilgisini ilerletmek istediğini fark edip, onun bilgisayarına da, Norveççe öğreten bir oyun prog-ramı yerleştirmişti.

İnsanları bu yöntemlerle takip eden Tuna, kendi mahremiyetine de oldukça düşkündü. Ekranının tepe-sinde, dizüstü bilgisayara gömülü duran web kamera-sının üzerini de bir yara bandıyla kapalı tutmaktaydı. O farkına varmadan bilgisayarına sızmış olabilecek her-hangi bir kişinin evini izlemesine izin vermemek için bu yola başvurmuştu.

Divana bilgisayarıyla oturmasıyla birlikte, alışkanlık gereği ilk iş olarak böcek programlarından gönderilen uyarılara bir göz attı. Tuna’yı ilgilendirecek kayda de-ğer bir hareketlilik yoktu. Bu pencereyi kapatıp, hemen internetteki araştırmasına yöneldi. Ansiklopedi siteleri-nin birinde belediye başkanının biyografisini kolaylıkla buldu ve üstünkörü okumaya koyuldu.

15 Kasım 2012, 16:12, Tuna

Tuna ne eline geçirdiği esrarengiz gazete parçasın-dan ne de tablodan bir ipucu elde edememişti ama için-den bir ses yaşadıklarının sadece bir rastlantıdan ibaret olmadığını söylüyordu. Hastalığı yüzünden çalışmıyor olduğu için, ‘Bu merakımı giderecek yeterli vaktim var,’ diye düşündü. Tablo ve gazete kupürünü masaya bırak-tı ve kucağına dizüstü bilgisayarını alıp, kitaplığın ya-nındaki divana kuruldu.

Yürütmekte olduğu bir takım gizli faaliyetler sebe-biyle, bu bilgisayarını sürekli çalışır vaziyette tutuyor-du. Arka planda çalışmakta olan bazı programlar yardı-mıyla takip etmek istediği insanların bilgisayarlarındaki ekran görüntülerine ulaşabiliyordu. Bu insanlardan ba-zıları: boşandığı eşi Carina, Meksikalı arkadaşı Raul, Doktor Marianne ve ofiste çalıştığı günlerden kalma kendisine rakip gördüğü birkaç iş arkadaşıydı. Hafif pa-ranoyak bir kişiliğe sahip olması sebebiyle, bir tür inter-net korsanına dönüşmüştü. Kötü bir niyeti yoktu ama yaptığının yasal olmadığını da adı gibi biliyordu.

Tuna çok basit bir yöntem izleyerek, hayatındaki kilit insanların bilgisayarlarına böcek adını verdiği program-lar yerleştirmekteydi. Çevresindeki insanlar, bilgisayar mühendisi olduğunu öğrendikleri anda zaten teknik birçok konudaki saçma sorularıyla Tuna’yı bunaltıyor-lardı: yazıcım bazen çalışmıyor, yeni bir ekran kartı al-dım ama sürücü yazılımını kuramıyorum, internetim çok yavaş…

Tuna, öncelikle bilgisayarıyla yaptıklarından emin olmak istediği insanların esas derdini tespit ediyordu. Daha sonra, ihtiyaçlarını giderecek bu programı kendi-si geliştirip bilgisayarlarına kuruyordu. Bu kötü amaçlı yazılımlar elbette ki kurbanlarının isteklerini yerine ge-

Page 54: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

106 107

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

rekâtı’ndaki başarıları sebebiyle kamuoyunda ön plana çıkan Jacobsen, Savunma Bakanlığındaki görevinden istifa etti ve 1992 yerel seçimlerine Sosyalist Demokrat Parti’den aday oldu. %38,6’lık gibi ciddi bir oy desteğiy-le, belediye başkanlığı koltuğuna oturdu.

Simon Jacobsen, 1997 yazında şehirdeki müze ve kü-tüphaneleri modernize etmeye yönelik bir proje başlattı ve çalışmaları kış sonuna doğru tamamlandı.

Oslo’daki yerel bir gazetenin 1998 baharında başlat-tığı bir yazı dizisi yüzünden zor günler geçiren belediye başkanı, gazetenin müzelerdeki çalışmalarla ilgili orta-ya koyduğu sorulara ve iddialara cevap veremedi. SDP partisinin de desteğini kaybedince başkanlık görevin-den sessiz sedasız istifa etti. Fakat istifası, hakkındaki iddiaların unutulmasına yardımcı olmadı. Müzeler için harcanan paralar hakkında yolsuzluk ve çeşitli sanat eserlerinin çalışmalar esnasında yurtdışına kaçırılması-na sebebiyet vermek suçlarıyla hakkında dava açıldı. İki yıl boyunca tutuksuz yargılanan eski belediye başkanı hakkındaki tüm davalar 2000 yılının Temmuz ayında düşürüldü.

Özel Hayatı

… Gazeteci Anette Jacobsen’in babası olan Simon Ja-cobsen, 2000 yılında önce eşi Marie Jacobsen’i ardından da babasını kaybetti. Hakkındaki yolsuzluk davalarının devam ettiği günlerde yaşadığı bu dramatik olaylar se-bebiyle babasının cenaze töreninde ‘Eşimin ve babamın ölümlerini engelleyebilmek tabii elimde değildi, ama en azından biraz olsun erteleyebilmek için sahip olduğum her şeyi vermeye hazırdım. İsmimi bile…’ dedi.

Simon Jacobsen

Simon Jacobsen 26 Şubat 1934 tarihinde Tromsö’de dünyaya geldi. 1992 yılında Oslo Belediye Başkanı oldu ve başkente altı yıl boyunca hizmet etti. Basın tarafından hakkında çıkarılan bazı yolsuzluk ve kaçakçılık iddiala-rı sebebiyle görevinden istifa eden Jacobsen, politik ka-riyerine 2002 yılında nokta koydu.

Profesyonel Kariyeri ve Başarıları

Erken yaşta mezun olduğu denizcilik yüksekokulu-nun ardından, eğitim hayatına Deniz Kuvvetleri Harp Okulunda devam etti. Harp Okulundaki eğitimi biter bitmez, Kraliyet Muhafızı19 olarak iki yıl sarayda bekçi-lik yaptı.

Soğuk savaş döneminde Norveç Donanmasına sekiz yıl hizmet eden Subay Jacobsen, 1968 yılında görevin-den istifa etti ve beklenmedik bir kararla güzel sanatlar okumak üzere Kaliforniya’ya göç etti. Buradaki eğitimi-ni dört yılda tamamlayan Simon Jacobsen, tekrar yurda döndü ve denizcilik üzerine özel bir şirkette çalışmaya başladı.

1987–92 yılları arasında Savunma Bakanlığı’nda da-nışman olarak çalıştı. 1990 Körfez Harekâtında görev alan Norveçli denizcilerin lojistik ihtiyaçlarını sağlamak üzere görevlendirildi. Harekâtın ilk günlerinde sadece gözlemci olarak çalışan Jacobsen, daha sonraları sivil kimliğine rağmen daha etkin roller üstlendi. Körfez Ha-

19 Kraliyet Muhafızı: Norveç Kraliyet ailesini korumaktan sorumlu olan temsili askeri birliğe verilen ad. Bu muhafızlar, Oslo’daki sarayın etrafında sürekli nöbet halindedirler.

Page 55: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

108 109

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

dındaki asıl sebebin Amerika’daki savaş karşıtı politik gösterilere katılmak olduğunu yazdılar. Kaliforniya’da geçirdiği iki yılın ardından, Roland’ın eserlerinde Viet-nam Savaşı ve sosyalizmle ilgili öğelere sıkça rastlanır oldu.

Siyasal Bilimler Fakültesinde bir süredir ders ver-mekte olan Magnus Roland, aşırı sağcı bir genç tarafın-dan 2000 yılının 22 Eylül sabahı ders vermekte olduğu kürsüde kurşunlanarak infaz edildi. Feci olayın üzerin-den yıllar geçmiş olmasına ve cinayetin gözler önünde işlenmiş olmasına rağmen katile ait herhangi bir iz hala bulunamadı. Altmış yaşında hayata gözlerini yuman ressamın son anlarına öğrencileri tanıklık etti ve Ro-land’ın son sözlerini duyduklarını iddia eden öğrenci-leri şu kelimeleri basına aktardılar: “Babam bana ken-dimi düşmanlarımdan nasıl sakınacağımı öğretti, ama sevdiklerimden nasıl korunacağımı öğretmedi.”

15 Kasım 2012, 16:27, Tuna

İnternette yapmış olduğu küçük araştırma ve tab-lodaki ipuçları sayesinde Tuna, eski belediye başkanı Simon ve ressam Magnus hakkında birçok fikre sahip olmuştu. Ama daha güvenilir delillere ulaşmadan, her-hangi bir hükme varması mümkün görünmüyordu. İki yaşlı adamın özgeçmişlerini yan yana koyup, aklındaki bazı sorulara yanıt aramaya başladı:

“Simon, NATO destekçisi, Sovyet karşıtı eski bir as-ker. Ressam ise aksine Amerikan politikalarını kınayan, sosyalist gönüllüsü, sol görüş sahibi bir adam. Aynı nes-

2011 yılında babası gibi böbrek kanserine yakalandığı tespit edilen eski belediye başkanı uzun süredir müşa-hede altında tutuluyor. Yaşı seksene yaklaşan Simon Ja-cobsen, Ullevål Hastanesinde hala tedavi görmektedir.

Okuduğu son paragraf Tuna’nın aklını başından al-mıştı. O cümleyi tekrar tekrar okudu: ‘Babası gibi böb-rek kanserine yakalandığı tespit edilen eski belediye başkanı…’ Simon Jacobsen acaba gerçekten saklı kalmış bir şifa türünü mü keşfetmek üzereydi? Elde ettiği son ipucuyla birlikte daha da heyecanlandı ve hemen Res-sam Magnus Roland’ın özgeçmişini araştırmaya koyul-du. Araştırma sonuçlarının üst sıralarında bulduğu bir-kaç paragraflık metni okumaya başladı. Yaşlı ressam ve eski belediye başkanı arasında güçlü bir bağ bulacağına emindi.

Magnus Roland

Büyük Norveç Ansiklopedisi > Sanat ve Estetik > Görsel Sanatlar > Ressamlık

Norveçli ressam ve grafik sanatçısı, ünlü Heykeltı-raş Per Roland’ın oğlu. 21 Eylül 1940 tarihinde dünya-ya geldi. Oslo Ulusal Sanat Akademisi’ndeki eğitimine 1957 yılında başladı. Eğitimine 1960–62 yılları arasında Paris’te devam etti. Bu yıllarda, Roland soyut kompo-zisyonlarında güçlü materyalist cisimler kullanarak dışa vurumculuğun sınırlarını zorladı. 1962 yılında yurda dönmesinin ardından, yurtdışındaki başarıları sebebiy-le Sanatçılar Odası’nın yönetim kuruluna adını yazdır-ması zor olmadı.

1968’de, kendisine yeni ufuklar açabilmek adına Ka-liforniya’daki güzel sanatlar okuluna yazıldı. Bu ani kararı yakın çevresindeki birçok kişi tarafından fark-lı şekillerde yorumlandı. Kendisini tanıyan bazı sanat eleştirmenleri Magnus’ün Kaliforniya’ya gidişinin ar-

Page 56: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

110 111

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

dı. İlk emrinde Michel’in kodese kilitlenmesini isteyen Candar Bekir, gencin vücudunun ne kadar bitkin gö-ründüğünü gün ışığıyla fark edince, genç doktorun göz önünde bulunması için güverteye yığılmış eşyaların önüne bağlanmasını uygun gördü.

Michel, başına aldığı darbenin üzerinden saatler geç-miş olmasına rağmen hala kendisine gelememişti. Yerde kendini bilmez halde yatan doktor, günün erken saatle-rinde başlayan kutlamadan habersizdi. Tüm güverteye yayılan sabah güneşi tam arkasından yükselmeye de-vam ediyordu. Üstü çarşafla örtülü eşyaların üzerinden yükselen ışık demetleri adım adım Michel’in gözlerine doğru ilerlemekteydi. Birkaç dakika içinde güneşin göz-lerine rast gelmesinden rahatsızlık duyan genç, sonun-da uyanır gibi oldu ve başını sağa sola hareket ettirme-ye başladı. Nemli tahta üzerinde duran kafasını iki kat büyümüş gibi hissediyordu. Elini alnı üzerinde gezdir-diğinde, parmakları şakağının sağ tarafında bulunan ceviz büyüklüğündeki şişliğe denk geldi. Şişliğin sebep olduğu şiddetli zonklamalar, kafasının içerisinde davul çalınıyormuş gibi hissetmesine sebep oluyordu.

Gözlerini açtığında gördüğü tek şey güneşti. Bakış-larını ışıktan sakınmak için başını hemen sola çevirdi. Birkaç saniye içinde kendine gelmesiyle birlikte güver-tedeki koşuşturmaya kulak kabarttı. Daha yerinden doğrulamamıştı ki, katırı Joseph’in anırma sesini duydu.

Michel’in başucundan koşan tayfalar geminin burun kısmında halka şeklinde dizilerek toplanmışlardı ve omuz omuza vermiş adamlar halkanın ortasına itekle-nen katırı kahkahalar atarak izliyordu. Ayak direyen hayvanın başındaki çuvalı aniden çıkaran Bitli El adam-larına bakarak hayvanla dalga geçiyordu. Karşılaştığı sahneyle şaşkına dönen hayvanın ön ve arka ayakları birbirine bağlanmıştı. Hareket kabiliyeti büyük ölçüde kısıtlanmış olan Joseph, etrafındaki tayfalara çifte atma-

lin bireyleri olmalarına rağmen, dünya görüşleri birçok anlamda zıt olmalı.

Her ikisi de aynı tarihlerde Kaliforniya’daki sanat okulunda eğitim görmüşler. Mutlaka birbirlerini tanı-yorlardı ve Simon’un ressam Magnus hakkındaki röpor-tajı saklamış olduğuna bakılacak olursa büyük ihtimalle Amerika’da ahbap olmuşlardı. Fakat Kaliforniya dışın-da başka bir bağlantıları yok. Tarihlere bir kez daha göz atayım. 2000 senesi belediye başkanı için tam bir buhran yılıymış. Karısını ve babasını kaybediyor, hakkında de-vam eden bir dava var. Sonrasında arkadaşı bir cinayete kurban gidiyor. Ama bir dakika! Simon ve Magnus’ün can ciğer kuzu sarması dostlar olduklarını farz edemem. Bu konuyu araştırmanın bir yolunu bulmalıyım.

Belki de en iyisi, direk hastaneye gitmek ve Simon Jacobsen ölmeden önce onunla görüşmek. Gazete kupü-ründeki el yazısı ona ait olmalı! Yazının silinen kısmını ona göstermeliyim. Bir yolunu bulup, hasta adamla yüz yüze gelmem lazım.

Emlak şirketinin çalışanı Sverre, evin sahibiyle bir araya gelebildiğinden bahsetmişti. Kira kontratlarının imzalanması sürecinde bile o aracılık etmişti. Sverre’ye ‘Eski belediye başkanıyla görüşmek istiyorum,’ desem, sinameki adam oralı bile olmaz. Bir kurnazlık etmeliyim. Yaşlı adamın refakatçiliğini üstlenen bir yakını mutlaka hastanede bulunuyordur. Eğer emlak şirketinin ve Sver-re’nin adını verirsem, kiralık daire ile ilgili bir hususu en azından beş-on dakikalığına Simon’la konuşmama mü-samaha gösterecektir. Yarın sabah bu işe koyulayım.”

1521, 21 Mart, Doktor Michel

Baskının yapıldığı bölgede daha fazla vakit kaybet-mek istemeyen korsanlar, tüccar gemisinden yağma-lanan değerli malları Göke’nin güvertesine taşımışlar-

Page 57: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

112 113

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Bitli El, Michel’in ayıldığını görünce bir an duraksadı ve daha sonra hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etti. Hemen arkasındaki Al Cebbar da genci, gün ışığın-da bir süre süzdü. Hayvanın normalden daha uzun süre duraksadığını fark eden Bitli El, zinciri hoyrat bir ha-reketle çekerek aslanını uyardı ve Al Cebbar, sahibini takip etmeye devam etti.

Al Cebbar, kendisiyle yüz yüze gelen her insanı hay-retler içinde bırakan bir hayvandı. Aslan, hayvani dür-tülerinden şaşılacak derecede uzaklaşmıştı ve gözlerin-deki derin ifade onunla göz göze gelen insanlara sanki her şeyin farkındaymış izlenimini veriyordu. Michel, vahşi hayvanları evcilleştirmeyi deneyen sıra dışı adam-ların hikâyelerini dedelerinden duymuştu. Çitaları tazı gibi kullanmak isteyen köylüler, gergedanlardan oluşan ordu kurmaya çalışan çılgın komutanlar ve daha nicele-ri… Fakat bu aslan, emsali görülmemiş bir örnekti. Tanı-madığı insanlara emir verilmedikçe saldırmayan, deniz-de seyahat etmekten korkmayan, üreme ve bir bölgeye sahip olma içgüdülerine karşı koyabilen, sahibine sadık bir erkek aslan. Bu inanılmazdı.

Bir arkadaşının omuzlarına tırmanmış olan sıska bir tayfa, Bitli El’in aslanıyla birlikte çembere yaklaşmakta olduğunu gördü ve “Yol verin! Reis geliyor,” diye ba-ğırdı.

Bu uyarının ardından ürkek bakışlarla arkasına dö-nen bir grup adam, Al Cebbar’dan sadece birkaç adım ötede olduğunu fark etti. Aslanın önünde bulunan tay-falar apar topar açıldı ve acemi adamlardan birkaçı ke-nara çekilirken telaştan yere kapaklandı.

Sahnenin açılmasıyla birlikte katırı Joseph’i tayfa çemberinin tam ortasında gören Michel, Bitli El’in neyin peşinde olduğunu anladı. Ayağındaki halatı çekiştire-rek serbest kalmaya çalıştı ama fazladan bir adım ileriye bile hareket etmesi mümkün değildi.

ya yeltense de başarılı olamıyordu. Çaresiz kaldığı du-rumdan kurtulamayacağını idrak edince kendi etrafın-da dönerek anırmaya başladı.

Tayfaların arasından ayrılan Bitli El, şamatacı grubu kendi haline bıraktı. Halkayı oluşturan adamlar kaçış yolu arayan zavallı hayvanla oynamaya devam edi-yordu. Al Cebbar’ı zincire vurulduğu yerden alan Bitli El, gruba aslanıyla birlikte geri dönmek üzere geminin kıç tarafından burnuna doğru ağır adımlarla yürüme-ye başladı. Gözdesi olan askerinin ödüllendirilme vakti gelmişti.

Uzandığı yerden ayaklanan Michel, katırı Joseph’in sesini bir süredir duyuyordu fakat hayvanı çevreleyen kalabalık yüzünden katırını görmemişti ve ortalıkta tam olarak ne döndüğünü hala kestirememişti. Yoğun baş ağrısı yüzünden tek hamlede ayağa kalkmasının müm-kün olmadığını gördü. Çömelip, arkasında duran fıçıla-rın birinden parmak uçlarıyla destek aldıktan sonra aya-ğa kalktı. Hiç düşünmeden kalabalığa doğru yürümek istedi, fakat ayağını yerden kaldırır kaldırmaz bileğine vurulan metal kelepçeyi fark etti. Paslı bir kelepçe ve yo-sun tutmuş kalın bir halat ile eşyalardan birine bağlan-mıştı. Halat, eşyalardan bir metre ileriye uzaklaşmasına engel oluyordu.

Halatı yerinden sökmekle meşgul olan Michel, eşya-ların arkasından gelen zincir sesini işitti. Aslanın boynu-na bağlı olan zincirin bol gelen kısmı güverte yüzeyine sürtmekteydi.

Yüklerin ardına sinerek kendisini meraklı bir bek-leyişe kaptıran Michel, Bitli El’i karşısında buldu. Dev adamın bir anda yüklerin ardında belirmesiyle korkuya kapılan genç, sökmeye çalıştığı halatı telaşla elinden bı-rakıverdi ve Bitli El’in iki adım daha ilerlemesiyle bir-likte yanı başında beliren aslanla burun buruna gelince arkasındaki fıçılara yaslandı.

Page 58: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

114 115

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

nün aksi bir eyleme bir an olsun yeltenmeyen hayvanıy-la gurur duyuyor ve aslanın karnını doyuruşunu zevkle izliyordu.

Michel’in görmediği bir açıdan kendisini izlemekte olan Candar Bekir ise genç adamı tartmaktaydı. İnsan-ların karakterinin güç durumda kaldıkları zaman rahat-lıkla gözlemlendiğini bilen adam, gencin her mimiğini ilgiyle takip etti. Belki de şu dünyadaki tek mülkü olan katırını kaybedişini nasıl karşılayacağını merak ediyor-du. Daha önceleri her şeyini bir gecede kaybeden nice güçlü adamın nasıl yalvardığını midesi bulanarak iz-lemişti. Fakat bu korkusuz ve kararlı gencin direnişini gıptayla izledi.

Acaba Candar Bekir, bu çocuğun yerinde olsaydı, esir düştüğü gemide sesini bu kadar yükseltmeye cesaret edebilir miydi? Hakkına sahip çıkmak için haykırabilir miydi? Doktor gencin aklından şu anda kim bilir neler geçiyordu? Eline bir kılıç tutuşturup serbest bıraksalar, Bitli El’i boğazlamaya yeltenecek kadar cesur muydu?

Al Cebbar’ın tatmin olduğunu gören Bitli El, hayvanı yalnız bırakıp kodese yöneldi. Ganimet kutlaması tam gaz devam etmeliydi. Şafak vakti yük taşıyan tayfalar, tüccar gemisindeki malların arasına saklanmış olan yaş-lı bir adam ve genç kızını esir etmişlerdi. Korsan eğlen-cesine biraz renk katmak isteyen Bitli El, bu zavallıları Göke’nin güvertesine kılıç zoruyla çıkardı. Daha kor-sanlar tüccar gemisine ayak basmadan önce, tutsakların akıbeti belirlenmişti. Candar Bekir’in kimseyi sağ bırak-mak istemediğini biliyordu ama genç kızın hayatının bağışlanabileceğini düşündü.

Kolundan sürüklenip, güverteye savrulan yaşlı adam ölüme çoktan razı olmuştu. Güvertedeki diğer tayfalara yalvarmaya başlayan adam, kızına zarar verilmemesi karşılığında vereceği fidyeyi yakasına yapıştığı her de-nizciye anlatıyordu. Hatta cebindeki bir kese altını çıka-

Saldırı pozisyonunu alan Al Cebbar’ın gözleri avına kenetlenmişti ve sahibinden gelecek olan işareti bekli-yordu. Korkudan titreyen katır ise hareket etmeye çalı-şırken tökezleyip yere düştü. Joseph’in ne kadar kork-muş olduğu nefes aldıkça genişleyip küçülen karnının hareketinden gözlenmekteydi.

Hareketlerinde tereddüdün izine bir an bile rastlan-mayan Bitli El, aslanının tasmasını saldıktan sonra altın zinciri bir köşeye fırlattı ve birkaç adım ilerleyip ellerini kalçasının üzerine koydu.

Al Cebbar’ın kılı dahi kıpırdamıyordu. Başı ön ayak-larının üzerindeydi. Tüm vücudunu güverte zeminine kenetlercesine bulunduğu yere yatmıştı. İçgüdülerine gem vurmaya çalışan aslan, belki de kendisini bir ovada avlanıyormuş gibi düşlüyordu.

Bakışlarını avından bir an olsun ayırmayan itaatkâr hayvanını keyifle izleyen Bitli El, sol elini havaya kaldır-dı ve Al Cebbar’ı daha fazla sabırsızlandırmadan saldır komutunu verdi.

Dazlak adamın havaya kaldırdığı elini serbest bırak-tığını gören hayvan koca bir sıçrayışla katırın üzerine çullandı. Hayvan hiçbir yere kaçmıyor olduğu halde ilk başta pençelerini Joseph’in baldırlarına geçirdi ve zaval-lı hayvan ile adeta güreşmeye başladı. Nihayetinde katı-rın boğazına yapışıp, canını aceleyle aldı.

Michel defalarca bacağını kurtarma girişiminde bu-lunmuş da olsa, elinden birşey gelmeyeceğini biliyordu. Ama yine de Bitli El’e ve adamlarına avazı çıktığı kadar bağırdı. Joseph’i rahat bırakmaları için yok canıyla teh-ditler savurdu, ama nafile. Katırının aslanın elinden sağ kurtulamayacağını görünce beyhude çabasına bir son verip, bağlı tutulduğu yere çaresiz diz çöktü.

Bitli El, Michel’in sarf ettiği hakaretleri duymuyordu bile. Onun şu an için önemsediği tek şey kıymetli aslanı Al Cebbar’ın aldığı muntazam terbiyeydi. Bitli El, sözü-

Page 59: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

116 117

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

dığına zincir vurulduğu esnada gözlerini sıkıca yumup, dua etmeye başladı.

Kızın ve adamın infaz emrini verdikten sonra kalaba-lığın içinde kaybolan Candar Bekir, genç doktoru izle-meye devam etti.

Hazin sahnenin her anına şahitlik eden Michel’in nut-ku tutulmuştu. Boğazına düğümlenen ağırlık hissedilir derecede büyüyordu. Elinden birşey gelmeyecek olsa da, haksızlığa kayıtsız kalamayacağını biliyordu. Fakat boğazındaki düğüm bırak bağırmayı, çenesini nefes al-mak için açmasına bile izin vermiyordu. Kendilerinden af dileyen iki masuma bu cezayı veren haydut takımı, iki dakikada bir isyan gösterileri yapan bir ergene kim bilir ne eziyetlerde bulunurdu? Sandığın omuzlara alın-masıyla birlikte, dozu iyiden iyiye artan çığlık sesinden kendisini sakınmak isteyen Michel, kulaklarını elleriyle tıkadı. Duyduğu yalvarışların ömrü boyunca zihninin bir köşesinde yankılanmasından korkuyordu.

Hareket halindeki Göke’den bırakılan sandık, suyun üzerinde bir müddet kaldı. Kızın gemiden atıldığı esna-da, kendisini tutan tayfaların boşluğundan yararlanan yaşlı adam da kendinden beklenmeyecek bir çeviklikle adamların arasından sıyrılıp, kendisini dalgaların koy-nuna bıraktı. Sandığın ve adamın art arda düşüşünü gö-ren tayfa takımı geminin iskele tarafındaki tırabzanlara bir sıra halinde üşüştü. Suyun içine dalıp çıkan ihtiyar, kulaçlar atarak dalgalar arasından sandığa ulaşmaya ça-lışıyordu.

Yaşananların devamını bağlı olduğu yerden görmek-te zorlanan Michel, soluna dönüp arkasındaki fıçının üzerine çıkarak yaşlı adamın kızını sandıktan çıkarıp çıkaramadığını izledi. Bir buçuk metre boyundaki ge-niş fıçıya tırmandığında, Göke’nin hızıyla küçülen yaşlı adamı ve neredeyse tamamı batmış, zincirli sandığı gö-rebildi. Sandığın battığı yere ulaşmakta geciken telaş-

rıp, korsanlardan birinin avucuna sıkıştırmayı denedi. Altınları kabul etmesinin reis tarafından hoş karşılan-mayacağını bilen korsan, çelimsiz adamı ittirip, yere dü-şürdü.

Güverte zeminine saçılan birkaç altını toplamaya ça-lışan adamın arayış içindeki gözleri bir çift pahalı pabu-ca rastlayınca duruverdi ve bakışlarını havaya kaldırdı. Karşısında duran adam, görünümüyle ve duruşuyla tayfa takımından ayrılan bir kimse olduğunu ilk bakışta belli ediyordu. Candar Bekir’i görür görmez canlarının bağışlanmasını dileyen ihtiyar, ağlamaklı ses tonuyla, “Lütfen efendim. En azından kızımı serbest bırakın. Çok varlıklı bir adam değilim, ama size elimden geldiğince yüklü bir fidye öderim. Hayatta sahip olduğum tek ha-zinem kızım,” dedi. Adamın endişeyle çatallanan sesi, Candar Bekir’in nezdinde kapı gıcırtısı kadar dayanıl-mazdı.

Alaycı bir kibirle yaşlı adama umulmadık bir şefkat gösteren Bekir hemen cevap verdi, “Demek güzel kızın bir hazine ha? Nasıl olur da böyle bir hazineyi harami-lerin arasında ulu orta bırakırsın?” Bu sözün ardından yüzünü tayfalarına yöneltti ve aniden kalınlaşan ses tonuyla adamlarına seslendi: “Hazineyi hemen bir san-dığa koyup, denize atın! Sahibini de definesinin başına dikin.”

Candar Bekir’in pervanesi olan iki dalkavuk bir an bile düşünmeden harekete geçti. Ganimet malları ara-sında bulunan kumaş yüklü sandığı aceleyle boşalttılar ve genç kızı yaka paça kucaklayıp sandığa yatırdılar. Var gücüyle ayak direyen kız perişan halde çırpınıyor-du ve tabutu olacak olan sandıktan çıkmak için elinden geleni yaptı. Hatta kendisini tutan korsanlardan birinin kolunu ısırdı. O sırada, kızına koşmak isteyen ihtiyar adam diğer denizciler tarafından engellendi. Kızın san-

Page 60: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

118 119

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Candar Bekir, gencin üzerine eğildi. Kendi kabuğu-na çekilmiş olan Michel’i iki eliyle itekliyor, kollarından tutup ayağa dikmeye çalışıyordu ve o sırada kimsenin aklına gelmeyecek birşey gerçekleşti. Herkesin yabana attığı delikanlı o gemideki hiçbir adamın yeltenemeye-ceği bir harekete kalkıştı. Michel nereden aldığını bil-mediği bir cesaretle, işgüzarlığının kurbanı olmak üzere olan Candar Bekir’in boşluğuna sağlam bir yumruk attı ve çömeldiği yerden fırlayıp üstüne abanan adamı be-linden ittirdi.

Aldığı sert darbeyle nefesi kesilen Candar Bekir, her ne kadar ıstırabını belli etmemeye çalışsa da gözlerin-deki şaşkınlık ifadesi ne kadar afallamış olduğunu tüm tayfaya açık etti. İster istemez bir adım geri çekildi. Sol boşluğundaki kaburga kemiğini iki eliyle tutuyordu.

Kaşla göz arasında ikinci hamlesini gerçekleştiren Michel, geri çekilen adamın üstüne gidip hançerini kap-tı ve hiç düşünmeden karnına saplamak için atıldı. So-ğukkanlı hareketi kendisini de şaşırtmıştı.

Gözleri büyüyen Candar Bekir bu kadarını tahmin bile edemezdi, fakat hiç de hafife alınacak bir adam değildi. Belinden kaptırdığı hançerin karnına yaklaşı-yor olduğunu görür görmez Michel’in bileğine çevik bir darbe indiren adam, gencin dengesini yitirerek öne doğru savrulduğunu görünce, sol kolunun tersiyle dok-torun çenesine ağır bir tokat attı. Çenesinin kırıldığını zanneden Michel elindeki hançeri yere düşürmüş, iki kolu olabildiğince açık bir vaziyette fıçıların üstüne yı-ğıldı. Candar Bekir, asi delikanlıyı masa tenisi topu gibi fıçılara çarpmıştı.

Bir anda gerçekleşen bu sıra dışı olay, tüm denizcile-rin gözü önünde meydana gelmişti. Adamların birkaçı, Michel’in saldırdığını görünce refleks gereği bir adım ileri atılmışlardı ama hızla gerçekleşen olayların geri kalanını uzaktan seyretmekle yetindiler. Nasıl olur da

lı adamın alelacele aldığı nefeslerle suya dalıp çıkışını üzüntüyle izledi.

Sallantıda duran fıçının üzerinde güçbelâ duran de-likanlı, S harfini bir yılan gibi vurgulu kullanmayı adet edinen Candar Bekir’in soğuk kelimelerini duydu.

“Şimdi sıra size geldi tabip efendi.”Candar Bekir, Michel’e bir nefes kadar yakındı. Acı-

masız adamın sesinden ürken gencin tüyleri diken di-ken olmuştu. Bir iç çekmesine bile fırsat tanımayan adam, Michel’in ince ayak bileğinden kavrayıp sıska vücudunu yere savurdu. Michel’in yere düşme sesini duyan tayfalar gemiden az önce atılan zavallıları o anda unutup, arkalarını döndüler ve Michel’in haliyle dalga geçmeye başladılar.

Sert zemine düşen delikanlı omurga kemiklerinden birine fena bir darbe almıştı. Kemiğindeki acı hisle göz-lerini kapatıp yüzünü ekşitti. Solunda bulunan gürültü-cü denizcilerin varlığından habersizdi sanki.

Olayı bir çeşit gövde gösterisine dönüştürmekte ka-rarlı olan Candar Bekir, kükreyerek adamlarını sustur-du.

“Kesin şamatayı!”Candar Bekir’in nidasıyla canının bir kez daha yakı-

lacağını zanneden Michel, yattığı yerden kalkıp korkuy-la fıçının yamacına sığındı. Sağ dizini başının hizasına çeken genç adam, ardına saklandığı bacağını toparladı ve istemsiz bir hareketle kollarını başının üzerine perde-leyerek oturduğu yere kapandı.

Gencin bu iki büklüm haline öfkelenen Bekir, köpür-dü, “Seninle konuştuğumda adam gibi dikil karşımda!” Bu sözlerini söylerken genci biraz da tartaklayarak pazı kemiğinden tutup ayağa kaldırmaya çalıştı, “Erkek ol, kalk ayağa!” İtip kakmaya devam ettiği çocuk inat et-mişti, hareket etmiyordu bir türlü.

Page 61: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

120 121

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

yanacağını sezdi. Bu yüzden, solak olmasına rağmen sağ eliyle Michel’in yakasına yapıştı. Bu kez ayağa kalk-mak için ayak diremeyen gençle burun buruna gelen adam konuştu:

“Sana kırk adamlık fidye biçiyorum. Yaralı kırk ada-mın hayatını kurtardığın gün azat edileceksin. Vadenin dolduğu güne ben karar veririm. Emrime uymazsan, kendini ölmek için yalvarır halde bulursun. Unutma! Kırk adam!”

Parmak uçlarında duruyor olmasına rağmen, boyu dev adamın çene hizasına bile denk gelmeyen Michel, Candar Bekir’in nefes almakta zorlandığını fark etti. Yaşlı adamın sözlerini dikkatle dinlemekten ziyade, alıp verdiği kesik nefeslere odaklanmıştı ve zihnini kurcala-yan başka meseleler vardı.

‘Acaba dalağı yırtılmış olabilir mi? Sağlık durumu kötüye giderse, gemiyi kıyıya çıkarmaları gerekecektir. O sırada kirişi kırabilirim… Keşke solak olsaydım. Sol kolumla indirebileceğim güçlü bir darbe karaciğerini yaralayabilirdi… Aynı yere bir kez daha vursam mı? Hayır. Taşkınlığın bu kadarı fazla gelir, beni yaşatmaz-lar.’

İlerlemiş yaşına rağmen zinde olan adam, Michel’den bir cevap alamayınca yakasından tuttuğu genci şöyle bir sarstı.

“Bir cevap ver!”Düşünce âleminden uzaklaşan Michel pazarlık etme-

ye kalkışmadan cevap verdi: “Anlaştık!”Her söylenene kafasını sallamaya hazırdı. Emredilen-

leri kabul etmekten başka bir seçeneğinin bulunmadığı-nı biliyordu. Fakat bir yolunu bulup gemiden kaçmayı da şimdiden kafasına koymuştu.

tüysüz bir çocuk Candar Bekir gibi amansız bir korsanın canına kastetmeyi aklından geçirebilirdi? Hem de tüm tayfaların gözü önünde.

Sağ eliyle kaburga kemiğini kontrol eden Candar Be-kir, kendisini hınç dolu bakışlarla izleyen gence hiçbir şey söylemeden baktı. Yere düşen hançer Michel’in uza-namayacağı bir mesafeye düşmüştü. Buna rağmen, gen-cin yine de göz ucuyla hançeri yokladığını gören adam kendi kendine, “Tövbe estağfurullah!” diyerek baş sal-ladı.

Elindeki kırbacıyla tayfaların arasından çıkan Bitli El’i fark eden Candar Bekir, sol elini, ‘Dur!’ dercesine kaldırdı. Yüzünü vakur bir ifadeye teslim etmişti. Bitli El, Candar Bekir’in hareketlerinde bir nebze olsun inti-kam kokusu almış olsa, Michel’i ölesiye kırbaçlardı ama yaşlı adamın kendinden emin tavrı bir adım daha ileri gitmesine engel oldu.

Michel’in gözleri hançerden uzaklaşıp, yaşlı korsanın kaburgasını tutan eline odaklanmıştı. Ne yaptığını bilen bakışlarla, ayakta duran adamı kesiyordu. Uzun zaman sonra ilk kez bir adam Candar Bekir’i bakışlarıyla rahat-sız edebilmekteydi. Michel’in aklından geçenleri çöz-mek isteyen Bekir, delikanlının gözlerine bir süre baktı. Hala kaburgasını yokluyordu. Çok geçmeden, Michel’in ne yaptığını çok daha iyi kavradı. Sol alt kaburga ke-miği kırılmıştı. Küçük yaşlardan beri anatomi çalışan delikanlının savurduğu yumruk beyhude bir darbe de-ğildi. Belli ki daha önceden aklında kurduğu kasıtlı bir hareketti.

Candar Bekir’in kaburgasının kırıldığını fark ettiği anı gözlerinden okuyan Michel, manidar bakışlarla ada-mı izlemeye devam etti. ‘Neyi sakladığını biliyorum,’ dercesine bakarak yaşlı korsana gülümsedi.

Gencin yakasına yapışıp haddini bildirmek isteyen Bekir, önce sol eliyle hamle etmeyi denedi fakat canının

Page 62: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

122 123

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Yaşlı kadın, “Sorumlu hekimden izin almanız gere-kebilir. Bir saniye! Kendisini bir arayayım,” deyip ahi-zeyi eline aldı. Bankın altında yazılı telefon numaraları-na bir göz atıp, dâhili numarayı tuşladı ve konuşmaya başladı: “Alo! Doktor Lars, değil mi? Ben hemşire Lisa. Umarım iyisinizdir… Teşekkürler! Şu anda resepsiyon-dayım ve bir ziyaretçimiz hastanız Simon Jacobsen ile görüşmek istiyor. Kendisi Simon Bey’in kiracısıymış... Tamam! Teşekkür ederim. Görüşmek üzere!” deyip te-lefonu kapattı. Gözlüklerini indirip Tuna’ya yöneldi. “Simon Bey müsaitmiş ve Doktor Lars kısa bir görüşme yapmanıza izin veriyor. Fakat refakatçilerin de tanıdığı başka bir referans kişisinin ismini ve cep numarasını şu formda belirtmeniz gerekiyor,” deyip ziyaretçi formunu Tuna’ya uzattı. “Yandaki sehpalarda kalem bulunuyor. Lütfen formu orada doldurup, kimliğinizle birlikte bana teslim edin.”

Yuvarlak sehpaya yaslanan Tuna, hiç düşünmeden referans kişi kısmına emlak şirketinin çalışanı Sver-re’nin ismini yazdı. Neyse ki, adamın numarası hala cep telefonunda kayıtlıydı. Formdaki gerekli diğer alanları da doldurup, elindeki kâğıdı hemşireye teslim etti.

Formu kontrol eden kadın, “Tamam! Oda numarası üç yüz on dört. Refakatçilerin yanı sıra, Simon Bey’in odasında bekleyen bir hemşiremiz bulunuyor. Kendisi size yardımcı olacaktır,” deyip ziyaretçi kartını Tuna’ya verdi.

Asansörle üçüncü kata çıkan Tuna, çok geçmeden Si-mon’un odasına ulaştı. Görünürde yaşlı adamın yanın-da kitap okuyan genç bir hemşireden başka kimse yok-tu. Tuna’nın elektronik kilidi ziyaretçi kartıyla açmakta zorlandığını fark eden kız kapıyı içeriden açıp, gülüm-sedi, “Az önce gelen ziyaretçi olmalısınız. Doktor Bey, en fazla on dakika kalmanızı rica etti. Ben bir kahve al-

16 Kasım 2012, 10:00, Tuna

Tuna, hastane resepsiyonunda sırasını beklemek-teydi. Tuna’nın önünde duran Uzakdoğulu adama sıra gelmişti ve adamın sorduğu sorular bitmek bilmiyordu. Ellerini sabırla bağlamış, ‘İşte şimdi en kötü kombinas-yona denk geldik. Hizmet bekleyen bir Çinli ve onun sorularını cevaplayan bir Norveçli… Birinin soracakları hiç bitmez, diğerinin de cevap verirken sabrı tükenmez,’ diye yüksek sesle Türkçe söylendi.

‘Nasıl olsa dediklerimi kimse anlamaz,’ diye düşü-nürken, bir bayan hemşirenin sesi bankın ardından du-yuldu.

“Buyurun beyefendi, ben yardımcı olayım size!”Tuna bu kez baltayı taşa vurmuştu ve Türkçe bilen

bir hemşireye denk gelmişti. Mahcup bir edayla banka yanaştı.

“Hiç Türk’e benzemiyorsunuz. Dilimizi konuşmanız beni şaşırttı.”

Yaşlı hemşire, “Yıllardır Türk bir adamla evliyim. O yüzden biraz anlıyorum. Türkçe şikâyet dinlemeye alış-kın olduğum için, özellikle tafralı sözleri hemen duya-rım beyefendi,” dedi kinayeli bir ifadeyle.

Rahatsız edici bu diyalogu daha fazla sürdürmek istemeyen Tuna, Norveççe konuşmaya başladı, “Ev sa-hibim olan beyin bu hastanede tedavi gördüğünü öğ-rendim. Kendisiyle görüşmem gereken bir mevzu var. Acaba kayıtları kontrol edebilir misiniz? Hastanın adı: Simon Jacobsen.”

Önündeki bilgisayardan ismi aratmaya gerek bile duymayan hemşire hemen cevap verdi, “Evet, Simon Bey birkaç aydır bu binada ağırlanıyor. Eski belediye başkanını kastediyorsunuz, değil mi?”

Aldığı cevapla gözleri parlayan Tuna, “Evet evet! Ta kendisi,” dedi.

Page 63: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

124 125

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

diye sordu ve gazete kupürünü deri ceketinin cebinden çıkarıp yataktaki adama gösterdi.

Simon’un kâğıt parçasını görmesiyle birlikte gözle-rindeki ifadenin heyecandan öte, tedirginliğe büründü-ğünü fark eden Tuna, yaşlı adamın bakışlarıyla sürekli girişi kontrol ediyor olmasına bir anlam veremiyordu. Yine de konuşmaya devam etti.

“Burada ‘Babamı kurtaracak şifa saklı durur ….ın geri-sinde’ diye yazılı. Kelimelerden birini seçemiyorum. Si-linmiş. Bu yazdığınız sadece bir şiir denemesi gibi bir-şey mi? Yoksa…” diye sordu.

Tuna’nın son sorusuyla birlikte yerinden doğrulma-ya çalışan eski belediye başkanı sert bir ‘Hayır!’ dercesi-ne başını iki yana salladı ve titreyen ellerini maskesine götürdüğünde hemşire kız cam kapıda göründü. Görü-nüşe bakılırsa, acemi hemşire odadan ayrılırken yanına elektronik anahtarı almayı unutmuştu ve Tuna’dan ka-pıyı açmasını işaret ediyordu.

Simon’un birşeyler söylemek üzere olduğu aşikârdı. Maskesini zorlukla indirip titreyen sesiyle tek bir kelime söyleyebildi: “Kalp!”

Tuna’nın kapıyı hala açmıyor olması hemşireyi sinir-lendirmişti. Genç bayan, yaşlı adamın konuşmaya ça-lışırken fenalaştığını da fark edince büsbütün telaşa ve öfkeye kapıldı.

Cam girişin önünde bir anda Pakistanlı iki adam belirdi. Onlar da durumu fark edip cam pencereyi hiç düşünmeden yumruklamaya başladılar. Tuna ise hala Simon Jacobsen’in son sözlerini fısıldamaktaydı. Bu adamla tekrar yüz yüze gelme fırsatına erişemeyeceğini biliyordu.

Girişteki üç kişiyi daha fazla tutamayacağını fark edince, kapıya yöneldi. Kapının açılmasıyla birlikte hemşire, Tuna’yı itekleyip odaya daldı. Simon’un mas-kesini yerine takacak mecali yoktu ve yaşadığı küçük he-

mak için çıkıyorum. Birkaç dakikaya dönmüş olurum,” deyip odadan ayrıldı.

Tuna, ürkek adımlarla hasta adama yaklaştı. Si-mon’un durumu tahmin ettiğinden de ciddi görünü-yordu. Yüzündeki maske ve yanında duran tüpler yü-zünden solunum yetmezliği çektiğini düşündü. İlk kez karşılaşan iki adam bakışlarıyla birbirlerini süzüyorlar-dı.

Yaşlı adam, ‘Sen de kimsin?’ dercesine bir ifadeyle ayakta duran yabancıyı izliyordu. Tuna bu hesap sorar bakışlar yüzünden belki de hastaneye hiç gelmemesi gerektiğini düşündü bir an. Ama işin içine girmişti bir kere. Daha fazla zaman kaybetmeden konuya girmeliy-di.

“Buraya gelerek sizi rahatsız ettiğim için çok özür dilerim. Adım Tuna Ustaoğlu. Skillebekk semtindeki dairenizi kiralamıştım. İsmimi hatırlamakta zorluk çeki-yor olabilirsiniz. Sizinle daha önce hiç karşılaşmamıştık. Emlak şirketindeki bağlantı aracılığıyla kontratı imzala-mıştık.”

Bu takdim konuşmasının ardından Simon karşısında duranın kim olduğunu anlar bir ifadeyle Tuna’yı takip etmeye başladı.

“Sanırım ciğerlerinizle ilgili bir sorununuz var. Bu yüzden konuşmamızı çok uzun tutmayacağım. Sizden kiraladığım dairede bir yağlı boya tablo bulunuyor. Hani şu şömine benzeri sobanın üstünde duran… Baya eski birşey. Geçen gün…”

Tuna henüz tabloyla ilgili sadece birkaç kelime sarf etmişti ki, yaşlı adamın bakışlarından bir anda ne kadar heyecanlandığını fark etti ve duraksadı.

“Geçen gün tablonun arkasına yapıştırılmış bir gaze-te parçası buldum. Kâğıdın üzerinde de el yazısıyla ge-çirilmiş birkaç kelime yazılmış. Bu el yazısı size mi ait?”

Page 64: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

126 127

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

ginliğin son bulmasıyla birlikte, odalarından ayrılan meraklı refakatçiler de yerlerine döndüler.

Yaşlı gangster, Tuna’nın asansöre binişini son anına kadar izledi ve kabinin kapıları kapanır kapanmaz ya-nındaki gence Urdu20 dilinde seslendi, “Wasif! Hemen merdivenlere koş! Bu adamı takip edeceksin. Nerede yaşadığını, kim olduğunu iyice öğren!”

1521, 5 Mayıs, Doktor Michel’in Göke’de tutmaya başladığı günlük

Dün akşam esir geçen günlerimin altıncı haftasını doldurdum. Kurtardığım adam sayısını defterime not düşeceğim yerde, neden Göke’de geçirdiğim günleri saydığımı bilmiyorum. Belki de kendimi hapishaneye düşmüş olarak gördüğüm içindir. Duvarları olmayan bir açık hava hapishanesi.

İlk günler kırk adamın hayatını kurtarasıya kadar bu gemide yıllarımı harcarım diye düşünüyordum. Ama bu korsanlar tahmin ettiğimden de faal ve aynı zamanda dikkatsiz. Bu sayede şimdiden ağır yaralı yedi levendin hayatını kurtardım. Üç adam ise günler süren uğraşla-rıma rağmen hayatını kaybetti. Onları da kurtarabilmiş olsaydım, yolun çeyreğini bitirmiş olacaktım. Herhalde bu gidişle Eylül başına doğru azat edilirim.

Birkaç hafta oluyor, Candar Bekir’den güverteye ge-çici sıhhiye yeri tayin etmesini istedim. Tayfalar saldırı-dan önce hazırlanırken, ben de tıbbi müdahale çadırımı kuruyorum. Çadır demek biraz abartı olur, ama neyse. Şu kadere bak! Baştabibi olarak çalıştığım ilk hastane bir korsan gemisi oldu.

Yaralılara müdahale ettiğim ana gelecek olursak, işte o vakitlerde Candar Bekir’in gözünü üzerimde hissedi-

20 Urdu Dili: Hindistan ve Pakistan’da kullanılan resmi dillerden biri. Hintli Müslümanlar tarafından kullanımı yaygın olan dildir.

yecan yorgun ciğerlerini krize sokmaya yetmişti. Odaya giren hemşire ve adamlar hep bir ağızdan Tuna’ya söy-lenmekteydi: “Kapıyı neden açmadın? Gerizekalı mısın ha? Hem sen de kimsin?”

Hemşire bayan hastasıyla ilgilenirken, Pakistanlı adamlar da Tuna’yı kollarından tutup odadan zorla çı-karmaya yeltendiler. Kendini savunmaya çalışan Tuna, aptal rolü kesmeyi denedi, “Kapıyı açmayı denedim. Ki-lidi içeriden açmak için hemşirenin unuttuğu anahtarı kullanmam gerekir sandım. Neden kapının açılmasını kasten geciktireyim ki?”

Bir yandan Simon’a müdahale etmekle meşgul olan hemşire, diğer yandan hırçın bir tavırla, “Yalan söylü-yor. Az önce ben odadan çıkarken kapıyı nasıl açtığımı gördü. İçeriden kırmızı tuşa basılması gerektiğini bili-yor,” dedi.

Pakistanlılardan yaşlı olanı, “Yürü bakalım Pinokyo efendi! Hele bir dışarı çıkalım, derdinin ne olduğunu anlarız,” deyip Tuna’yı kolundan çekmeye çalıştı.

Tuna’yı koridorda tartaklamaya devam etmek iste-diler ama artık sabrı tükenen adam kollarını kurtarmak için hamle etti ve yüksek sesle, “Kimsiniz lan siz! Bıra-kın be!” diye bağırdı. Tuna adamların ellerinden bir çır-pıda kurtuluverdi ve çevredeki insanların da dikkatini çekmesiyle birlikte Pakistanlılar geri adım attılar.

Gangster görünümlü adamlardan genç olanı suçlu-luk duygusuyla etrafı kolaçan eden bir bakış attı. Daha yaşlı görünen Pakistanlı ise dikkatle Tuna’yı izliyordu. İşaret parmağını doğrultup, tehditkâr bir ses tonu kul-landı, “Jacobsen Bey bize emanet edildi. Kendisinden biz sorumluyuz. Buraya bir kez daha gelirsen polis çağı-rırız. Şimdi buradan uzaklaş!”

Olayı daha fazla uzatmak istemeyen Tuna, arkasına bile bakmadan asansöre doğru yürümeye başladı. Ger-

Page 65: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

128 129

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

için uzun süre köy köy dolaştım. Düzinelerce hastanın hayata tutunmasına yardımcı oldum. Bir çiftçinin sa-yemde vebadan kurtulup, hayatına devam ettiğini gör-düğümde nasıl mutlu olurum kimse bilemez. Kurtardı-ğım bir canla, iki dünyamın da kurtulmasına yardımcı olduğumu düşünürdüm. Çünkü yaşamasına sebep ol-duğum insanların işleyeceği sevaplar sayesinde, Tanrı nezdinde kendimin de nasipleneceğini hayal ederdim. O hasta insanların bir ordu gibi bir araya gelip yıllarca kiliseye gitmeye devam etmesini gözümde canlandırır, Tanrı’nın duacı sayısını arttırdığımı düşünürdüm. Bu gemide yaptığım ise tam tersi. Hayatta kalmasına vesile olduğum her can ile yeryüzünde işlenecek günah sayısı-nı körüklüyorum. Şeytanın hesabına çalışmak zorunda kalan bir kazazedeyim artık. Omuzlarıma yüklenen gü-nahlar çok ağır. Bu sayede güçleniyorum. Ama zaman her geçen gün daha da yavaşlıyor. Taşımak zorunda olduğu günahların altında ezilen bir inanan için zaman yavaşlıyor. Ama bir gün bu iş bitecek.

İlk birkaç hafta gemiden kaçmak için çok hırs yap-mıştım. Gerçi hala fırsatını bulsam sıvışırım ama eskisi gibi niyetim yok artık. Şahit olduğum bunca şiddet gös-terisinden sonra daha makul davranmam gerektiğini iyi anladım. Tayfanın yardımını almadan Göke’den sağ sa-lim kaçabilmek neredeyse imkânsız. Gemi çok kalabalık ve nöbetçi erleri şahin gibi… Daha ilk günden peşime taktıkları Muharrem Efendi de cabası.

Candar Bekir, ben gemiden ayrılasıya kadar bekçilik etsin diye yaşlı bir adamı yardımcım olarak atadı. Mu-harrem Efendi’nin adı günlüğümde daha önce de geç-mişti. Hakkında uzun uzadıya birşeyler yazarak kâğıt israf etmeye lüzum görmemiştim, fakat son birkaç gün-dür adamın dili çözüldü sanki.

Muharrem Efendi, yaşı elliye ulaşmış, bir ayağı ak-sayan, yüzünde sürekli anlamsız bir tebessüm taşıyan

yorum. Yeterli vakit geçtikten sonra - genelde bu saldırı sonrası üçüncü günün sabahı oluyor- Muharrem Efen-di’yle konuşurken buluyorum kendisini. Fısıldaşmaları bittikten sonra yüzüme bakıyor ve “Bu sefer iki adamı-mızı kurtarmışsın. Yola devam et. Kurtardığın her can, karaya attığın bir adım,” diyerek kendince hakkımı öde-yip, yanımızdan uzaklaşıyor.

Candar Bekir beni bir evlat gibi mi seviyor, yoksa bir düşman olarak mı belliyor, kestiremiyorum. Kimi gün olmadık şeyler için yanıma kadar gelip beni takdir etti-ğini söylüyor, diğer bir gün ise gemisini kemiren böcek-lerden farksızmışım gibi davranıyor. Ama ilk günden beri emin olduğum birşey var, o da Bitli El’in benden nefret ediyor olması. Candar Bekir ne kadar anlaşılmaz bir adamsa, Bitli El de o kadar açık ve kesin. Farklı olan veya aklına yatmayan her şeye bir anda parlıyor ve vu-rup kırmaya başlıyor. Bitli El’in dünyasında bulutlar yok. Her şey ya ortada ve ayakta ya da çoktan tarumar edilip yere serilmiş. Candar Bekir’in âleminde ise üzeri-ne örtü serilmeyen hiçbir şey yok. Yanına yaklaştığı her birşeyin sır perdesini şöyle bir aralıyor, daha sonra gör-düklerini kimseye söylemeden uzaklaşıyor. Birbiriyle bu denli çelişen iki adam bu devasa gemiyi yönetiyor. Anlaşılacak iş değil!

Neredeyse haftada bir vurgun düzenliyorlar; bu za-mana dek beş saldırı gördüm. Saldırılardan önce nasıl hazırlandıklarını, kimlerin cengâver takımına seçilece-ğini, saldırı sonrası sergiledikleri adetleri ayrı kâğıtlara not düşüyorum. Kim bilir belki bu gemiden sağ kurtula-mam ve notlarımı bu sulardaki Hıristiyan denizcilerine bir şekilde ulaştırabilirim. Böylece bu haydutların yaka-lanmasına belki vesile olabilirim.

Bu gemide başka bir hal var. Burada zaman her ge-çen gün daha da yavaş akıyor. Anlamıyorum. Daha fazla bilgi, daha fazla görgü ve yaşanmışlık kazanmak

Page 66: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

130 131

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

esir düşen yeni yetmeleri sınarmış böyle ve benim iyi bir evlat olduğuma karar kılmış. Neticesinde asistanım ol-mak istiyormuş. Benden edineceği tıp görgüsüyle Can-dar Bekir’in gözüne girmek istiyor. Astronomiden de anladığımı söyledim, ama ilgilenmedi. Bu hizmetimin karşılığında soracağım sorulara cevap vereceğini söyle-di. Etraflıca düşünmeye gerek duymadan kabul ettim. O da bugün, gemideki vaziyeti genel olarak tarif etti bana.

O konuştukça, gözlerimin önündeki tül perdeler bir bir kalktı adeta. Nöbet değiştiren tayfalar arasındaki sürtüşmeleri, yemek paylaşımı sırasında birbirini kesen kem gözleri, genellikle siyah renkli giyinen cengâver grubunun ayrı duruşunu daha net görmeye başladım. Göke’nin kalbinde devam eden bir soğuk savaş vardı ve ben burada kaldığım süre boyunca bu savaşı bir an olsun sezememiştim. Kale almadığım bu küçük adam geminin tüm şifrelerini kulağıma fısıldıyordu. Az önce de Bitli El ve aslanıyla ilgili hikâyeyi anlattı. Hikâyenin ne kadarı abartılı bilemiyorum ama anlattıklarında bir gerçeklik payı mutlaka olmalı. Kulaktan dolma bilgile-re tamah etmememi tembihleyen sevgili dedemin sözü kulağımı çınlattı.

“Bilgiye erişmenin iki emin yolu vardır: Okuyarak veya yaşayarak.”

Bu seferlik beni affet dede!

16 Kasım 2012, 12:11, Tuna

Tuna, Wasif tarafından evine kadar takip edildiğini fark etmemişti. Hastanede yaşadığı hengâme yüzün-den morali biraz bozuktu. Simon’un gazete kupürünü gördüğünde nasıl heyecanlandığı dikkatini çekmişti ama yaşlı adamın verdiği ipucundan elle tutulur hiçbir şey çıkaramamıştı. Aklında birden fazla soruyla evine döndü. ‘Şifa kalbimin gerisinde mi? Ne anlamsız bir ifade!

tuhaf bir adam. Gemideki ilk birkaç günümü sürekli onu sınayarak geçirdim. Hızlı yürüdüğümde - bilhassa katlar arası merdivenlere tırmanırken- bana yetişemi-yordu. Eğer Muharrem Efendi’nin göz hapsinden ka-çarsam, bir yolunu bulup denize atlayabilirim diye dü-şünüyordum. Ne budalaymışım. İyi ki o günlerde firara teşebbüs etmemişim.

Babam yaşındaki bu adamın en acayip huyu ise soru sormaması. Kasten sergilediğim bunca garipliğe karşın bir kez olsun, ‘Neden böyle yaptın?’ diye sormuyor. Gerçekleşen olaylara tepki göstermiyor. Mesela göz göre göre bir sırça kâseyi yere düşecek şekilde bıraksam, uyarmıyor. Sadece gülümsüyor. Hem gözü sürekli ben-de, hem de hareketlerimi umursamıyor gibi.

Fark ettiğim bir diğer gariplik ise konuşmasıyla il-gili. Yemek yerken, başka ihtiyaçlarını görürken diğer tayfalarla sorunsuz bir adam gibi sohbet ettiğini çoğu kereler gözlemledim. Ama sıra bana gelince Muharrem Efendi’nin dili tutuluyor sanki. Türkçe’den başka bir dil bilmediğini farz etsem bile, yine de diğerleri gibi ara-da sırada birşeyler söylemesi gerekirdi. Bir ünlem, bir sitem… Bu yüzden haftalar boyunca ihtiyarın Candar Reis’in acıyıp da gemisine aldığı bir deli olduğunu dü-şündüm. Çünkü benimle neredeyse hiç konuşmuyordu.

Ne diye fikrini değiştirdi bilmiyorum ama geçen gün Muharrem Efendi’nin dili çözüldü ve aklı veli bir insan gibi benimle konuşmaya başladı, hem de akıcı bir İtal-yanca ile. Kimi vakitler ne kastettiğini anlamak zor, çün-kü Kuzey’de alışık olmadığımız Sicilya ağzı ile konuşu-yor ama söylediklerinin çoğunu anlıyorum. Meğerse haftalardır beni takip ederek tıp bilgimden faydalanma-ya çalışmış.

Son iki günümün hatrı sayılır bir kısmını Muharrem Efendi’yle sohbet ederek geçirdim. Bilmek istediğim ne varsa çekinmeden anlatıyor. Bazı vakitler benim gibi

Page 67: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

132 133

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

liyordu. Ağır balyozu eline alıp, oturma odasına götür-dü. Sobanın arkasına yasladı.

Balyozu geçici yerine bıraktıktan sonra, toz alma işine geri döndü. Elektrikli süpürgeyi tekrar çalıştırdı. Köşede kalan tozları daha iyi alabilmek için, makinenin başlığını duvar pervazlarına hesapsızca sürtüyordu. Mutfak ve oturma odası arasında kalan kolonun per-vazına makineyi sürttüğünde, iğreti pervazın yerinden oynadığını sezdi. Tekrar denemek maksadıyla süpürge-nin başlığını bir kez daha beyaz pervaza dokundurdu ve ahşap parçanın neredeyse dökülmek üzere olduğunu gördü. Elektrikli süpürgeyi hemen durdurup, antrenin köşesine diz çöktü.

Tahta parçası yerinden oynamıştı ve pervazın üze-rindeki çivileri duvara daha fazla zarar vermeden oyuk-larına yerleştirmeyi düşündü. Diz çöktüğü loş köşede duvar deliklerini el yordamıyla seçemezdi. Daha rahat hareket edebilmek için ayağa kalkıp giriş lambasını yak-tı.

Işığı yaktıktan sonra, pervazın arkasında kalan kısma tekrar baktığında gözlerine inanamadı. Tahta parçasının arkası boşluktu. Kolonun içerisine ustaca saklanmış gizli bir bölmeyi keşfetmişti. Tuna’nın kalbi deli gibi çarpma-ya başladı. Hemen eğilip, sağ elini dikdörtgen oyuğun içerisine hiç düşünmeden arsızca daldırdı. Heyecanla dört bir yanı yokladı, ama nafile. Ele alınır hiçbir şeye tutunamamıştı. Elini delikten çıkardığında, dört parma-ğının da baca külüne bulandığını gördü.

Oyuğu iyice yoklamak için kirlettiği elini bir tur daha daldırdı. Bu kez parmak uçlarıyla zemini taradı narin-ce ve deliğin her iki kenarında bulunan yay benzeri bir çift metale denk geldi. Paslı yayları parmaklarıyla takip ettiğinde içeride bir çeşit düzeneğin kurulu olduğunu sezdi ama önemli birşeyin içeride onu beklediğini bil-miyordu.

Hem Simon Jacobsen’in başında bekleyen o Pakistanlı adamlar da kimdi? Yine saçma bir uğraş buldum ken-dime…’

Eve dönmesiyle birlikte, tablodaki notun ve diğer bir-çok ayrıntının anlamsız olduğuna kendisini inandırma-ya çalışan Tuna, dün geceden beri hiçbir şey yemediğini hatırladı. Kendisine hızlıca birşeyler hazırladı ve karnı-nı doyurduktan sonra oturduğu divandan evinin haline baktı. Tuna’nın monologları bitmek bilmiyordu:

“Şu evin rezilliğine bak! Saçma şeylerin peşinden koşuyorum ve yaşadığım yer pislik içinde. Hayata tu-tunabilmek için olmadık rastlantıları ciddiye alıyorum. Tutunmam gereken şey esrarengiz bir umut olmamalı. Hayatın kendisine tutunmalıyım.”

Yüreklendirici sözlerle kendisini motive etti. İşe ya-rıyordu da. Enerjik bir sıçrayışla divandan fırladı. Evi-ni baştan aşağı temizlemeye koyuldu. Temizliğe önce kendi odasından başladı. Evin her köşesini didik didik etmeye niyetliydi. Gardırobunun en ücra köşesinde ay-lardır görmediği gömleklerini bile bulmuştu. Daha son-ra mutfak, banyo, oturma odası derken zamanın nasıl geçtiğinin farkında bile değildi.

Tam evin tamamiyle temizlendiğine ikna olmak üze-reydi ki, antreyi elektrikli süpürgeyle temizlemeyi es geçtiğini hatırladı. Mutfağa dönüp, buzdolabı ve duvar arasındaki kör noktaya bıraktığı süpürgeyi aldı. Genel-de antreyi süpürürken sehpanın yanında duran ayakka-bıları kaldırmaya üşenirdi. Bu kez kılı kırk yaracak bir şevkle işe girişmişti ve sehpayla beraber yerde duran her şeyi ayaklandırdı. Birkaç ay önce mutfak seramikle-rini kırmak için ödünç aldığı balyoz, hala antrede duru-yordu. Apartmanın bodrum katında tutulan kar küreği, tırmık, kazma gibi aletlerin yanına bırakması gerekiyor-du onu. Fakat üşengeçliği yüzünden bu işi aylardır erte-

Page 68: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

134 135

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

fakat yine geç kalmıştı ve tuğla kendi kendine kapanan bir çekmece gibi yuvasına oturmaktaydı. Parmağını du-vara kaptırmaktan korkan Tuna, tuğlayı bir kez daha açmak üzere çömeldi. Artık bu oyundan zevk almaya başlamıştı. Alâeddin’in sihirli lambasını ovması gibi, önce aceleyle pervazı itekliyordu, daha sonra da tuğla-nın çıkışını seyrediyordu.

Siyah poşeti kapmaya kararlıydı. Bu kez çömeldiği yerden doğrulmadı. Tahta parçasını iki eliyle itekleyip, tuğlayı bir kez daha boşluğa çıkardı ve sol elini ani bir hareketle tuğlanın içine şahin gibi daldırıp poşeti kaptı. İşte bu kadar!

1521, 5 Mayıs, Muharrem Efendi

Akşam yemeğinin verdiği rehavet ile tayfaların çoğu ya bir yere kıvrılmış uyukluyordu, ya da dostlarıyla ha-fif demde sohbet ediyordu. Anlatacaklarına diğerlerinin kulak kabartmasını istemeyen Muharrem Efendi çorba-sını bitiren Michel’in kolundan tuttu ve ‘Ardımdan gel!’ dercesine başıyla işaret ederek gaz lambasının ışığının ulaşmakta zorlandığı köşeye doğru yürümeye başladı.

Yere uzanan birkaç adamın ayağına basmamak için adımlarını atarken her ne kadar dikkat etse de aksayan sol bacağı kimseyi rahatsız etmeden ilerlemesine engel oluyordu. Neyse ki uykusuna yeni dalan tayfalardan hiçbirinin dikkatini çekmeden geniş kamaranın köşesine ulaşmayı başarmıştı. Muharrem Efendi iki adım ötedeki tahta tabureyi altına alıp kuytuluğa yerleşti. Kamarada-ki adamları bir kez daha kolaçan etti ve daha sonra ya-malı bir minderi altına çekmekle meşgul olan Michel’e yöneldi. Fısıldayarak, “Şimdi sana Al-Cebbar hadisesini anlatacağım,” dedi ve konuşmaya devam etti:

“Rivayet edilen hadise bundan on üç- on dört yıl önce vuku bulmuş. Candar Bekir ve Bitli El o vakitler yüce

Köşedeki kolonun tam arkasında duran kömür so-bası aklına geldi; büyük ihtimalle kolonun içerisine gömülü bacaya elini atmıştı. Yaşadığı bu küçük hayal kırıklığının ardından, ellerini baca kurumuna nasıl bu-ladığına baktı kendinden utanarak. Üzeri çivi dolu tah-ta parçasını eline alıp, çıkardığı yere yerleştirmenin bir yolunu arıyordu. Nedense pervaz bir türlü yerine otur-mak bilmedi. Parçanın sağından ittirse, sol tarafı atıyor; solundan yerleştirmeye çalışsa, sağ tarafı fırlıyordu. Du-varı küle bulanmış elleriyle daha da kirletme pahasına, iki başparmağını birden kullanarak pervaza yüklendi. O an, oyuğun içerisinde beklenmedik bir hareket sezdi.

Pervaz bir tür anahtardı sanki. İki tarafından eşit miktarda baskı yapınca, oyuğun içindeki birşeye kenet-lenivermişti, fakat parça hala tam olarak yerine oturmuş değildi. Tuna ellerini ovuşturup, bir kez daha denedi. Başparmaklarıyla ittirmeye devam etti ve bu kez ko-lonun içinden bir tıkırtı duyuldu. İçeride uzun süredir uyumakta olan birşeyler kımıldamaktaydı adeta.

Bakışlarını tuğla örülü duvarın tabanına odaklayan Tuna, tıkırtıyla birlikte başından aşağıya birşeyler dö-küldüğünü hissetti. Kulağından, ensesinden toz parça-ları kaçtı. Rahatsız edici bir ürpertiyle geri çekiliverdi ve bakışlarını biraz yukarıya kaldırdığında duvardaki tuğ-lalardan birinin yerinden nasıl oynadığını gördü. Hay-rete düşmüştü. Tuna bağdaş kurduğu yerden doğrula-sıya, yerinden çıkan tuğla zeytinyağının üzerinde kayar gibi saklı durduğu yuvaya kaçıverdi.

Tuna, kolonun içine bir çeşit pompa düzeneğinin ku-rulu olduğunu seziyordu ve pervazın da anahtar oldu-ğundan adı gibi emindi. Çocuksu bir hevesle pervaza geri döndü. Tahta parçasını hızla tekrar tekrar ittirip, tuğlanın yerinden süzülüşünü izledi ve bu kez atik dav-ranıp tuğla yerine dönmeden ayağa dikiliverdi. Tuğla-nın içindeki cebe siyah bir poşetin bırakıldığını gördü,

Page 69: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

136 137

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

gemilerine tayin olmuşlar. Kervan misali yol alan gemi-ler Hıristiyan bir kralın emrindeki denizciler tarafından korunuyormuş. Gemilerde Afrika’nın ücra köşelerin-den toplanan türlü zenginlikler gizlice taşınmaktaymış.

Libya kıyıları o vakitlerde de bu zamanki kadar başı-boştu. Kralların gücü güneydeki kıyılara erişmeye yet-miyordu. Hatrı sayılır birkaç korsan tüm Libya’ya hâ-kimdi.

Kemal Reis, Hıristiyanların düzenlediği bu gizli sefe-rin haberini alınca hırsından deliye dönmüş. Ne yapıp edip, krala giden o mallara el konulmalıydı. Dökülecek olan kan fani kazançlar için değil, Libya kıyılarına hük-meden İslam askerlerinin ve korsan hükümranlığının onuru için akıtılacaktı.

Hırsla yola çıkan yiğitler şimale doğru ilerleyen ge-mileri daha yolu yarılamadan yakalamışlar. Peşinde Ke-mal Reis’i bulan Hıristiyan Kaptan da esaslı adammış. Korsanları görür görmez cenk için dümen kırmış. Zaten niyetleri Afrika’dan mal kaçırmaktan ziyade, bizim hay-siyetimize meydan okumakmış. O günü görmüş olan bir babayiğitten dinlemiştim, ‘Ne ara gemiler birbirine kavuştu da, biz kavgaya tutuştuk? Bilemedim,’ demişti.

Velhasılıkelam, o kavgada yeni yetme reis Bitli El de varmış. Sen şu gemide gördüğün sürtüşmelere bakıp, tayfalar arasındaki husumeti üç günlük olay sanma! Candar Bekir ve Bitli El’in çekişmesi ta eskilere dayanır. Gözünden kaçmamıştır muhakkak. Candar Bekir, Bitli El’den beş on yaş büyüktür. Bu yüzden de deryada ken-disinden kıdemlidir. Bekir Reis’in bilgeliği ve görgüsü altında ezilmek istemeyen Bitli, her defasında kaba kuv-vetine ve deli cesaretine sarılır. O gün de öyle yapmış. Böyle çetin bir kavgada, karşısına çıkan Hıristiyan ka-dırgalarının cüssesine aldırış etmeden aralarına borda-lamış. Kavga ama ne kavga!

Kaptan Kemal Reis’in adamlarıydı. Kemal Reis, Candar Bekir ve Bitli El’i daha bıyıkları terlemezden evvel ge-misine almış. İkisini de evladı gibi büyütüp denizlerde yetiştirmiş. Yaşları kemale erince de kendi gemilerini kurup, kendi adamlarına reislik yapmalarına önayak olmuş.

Bu ikili, kerahet vakti gelesiye kadar Kemal Reis’in seferlerinde görev aldılar. Ömür boyu yanında çarpı-şıp beraber ayak basmadık ada bırakmamışlardı. Başka gemilerin bayraklarını Kemal Reis’in bayrağı zanneden kâfir denizciler keklik gibi donakalırdı, talebelerinin ad-larını güvertede duyan seferi hamile kadınlar çocukla-rını düşürürlerdi. Bu denizler Kemal Reis gibi bir önde-ri bir daha görmedi. Neyse ki benim gibi fakire de son demlerini görebilmek vasıl oldu.”

Lambanın ışığı Muharrem Efendi’nin ömrü boyunca güneşte kavrulan yüzüne vuruyordu. Hikâyenin nabzı-na göre ileri geri eğildikçe yüzü aydınlıktan çıkıp, ka-ranlığa gömülmekteydi. Seyrek ama kıvırcık siyah saç-ları görünmez olmuştu artık. Muharrem Efendi, Kemal Reis’i öven sözlerinin ardından hikâyedeki heyecanını yitirip, düşüncelere daldı. İhtiyatsız bir tavırla konuşur-ken sesini yükselten Michel, Kemal Reis’in adını anar anmaz Muharrem Efendi’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. İki eliyle birlikte gencin omuzlarına yüklenen adam et-rafa bakınıp kimsenin dikkatini çekip çekmediklerini kontrol etti ve Michel’i susturdu.

“Sen ne edersin akılsız oğlan! Hiç öyle Kemal Reis’in ismi ulu orta ağıza alınır mı?” diye çıkıştı. Michel’in om-zunun üzerinden kamaraya bir kez daha kaçamak bir bakış atıp konuşmaya devam etti:

“Bundan gayri Kemal Reis’in adını anma. Neden diye de sorma! Hikâyenin o kısmını boş ver, zaten ben Al-Cebbar’ı anlatacaktım sana... Yıllar evvelinde, Kemal Reis, Candar Bekir ve Bitli El Tunus’tan yola çıkan sefer

Page 70: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

138 139

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

topçu takımına karışmış olacak ki barut fıçılarını ateşe vererek büyük bir patlamaya sebebiyet vermiş olsunlar.

Bitli El, patlamadan saatler sonra bir kayalığa sürük-lenmiş halde bulmuş kendini. Koca kadırgaya ait tek tük eşyalar etraftaymış. Ayak tabanlarını kesecek kadar keskin olan taşlara basa basa kayalıkta bir yere uzanmış. Bir bahçe büyüklüğünde olan taşlık karasında üç adet keçiboynuzu ağacından başka birşey yokmuş. Kahrolası kayalığın üzerinde bir tutam yeşil ot bile bitmemiş.

Ada demeye dilinin varmadığı kara parçasının üze-rinde küçük bir tur atan Bitli El, kayalığın batı yakasın-da kadırga enkazından arta kalan başka eşya parçalarını görmüş. Batı yakasındaki kıyının bir bölümü kumsalmış ve kıyıya biraz daha yaklaşınca daha önce hiç görmediği iki hayvan leşine rastlamış. Büyük ihtimalle boğularak ölen dört bacaklı hayvanların karnı çoktan davul gibi şişmiş. Daha önce esamesini bile duymadığı rengi griye çalan hayvanın burnunda tek bir boynuz bulunuyor-muş. Diğer hayvan ise eşekten irice olan bir mahlûkat-mış.

Boşluğundaki açık yaraya merhem olabilecek birşey-ler bulma umuduyla kumsala vuran eşyaları inceleyen Bitli El, leş kokusuna daha fazla tahammül edememiş. Tam kıyıdan uzaklaşacakken, tiz bir çığlık sesi duymuş. İlk başta ağlayan bir çocuğun sesini duyduğunu sanmış. Hemen durup geri dönünce, sesi yine işitmiş. Ağlama sesine yönelip, sarı renkli yosunlara gözünü diktiğinde onu görmüş.”

Hikâyenin bu noktasında durup Michel’in merakını arttırmak isteyen Muharrem Efendi mum ışığında par-layan kahverengi gözlerini her zamankinden daha fazla açıp, gence yaklaştı ve vurucu sözleri tane tane söyleye-rek sözlerini bitirdi.

“Çöl fırtınası, deniz gazisi, aslan kılığındaki kral!

Bitli El, düşman kadırgalarından birine üç beş adam ile çıkmış. Nefes alır gibi can almaya başlamışlar. Lakin gemisindeki adamları reislerine ihanet etmiş. Ardına bakmadan saldırdığı geminin güvertesinde ilerleyen yoldaşlarını yüzüstü bırakıp, geminin bordalandığı yer-den kaçmışlar. Devam eden kargaşa içinde Kemal Reis ve Candar Bekir kervanın yarısını batırınca, Bitli El’in hücum ettiği uç noktadaki iki kadırga kaçmaya başla-mış. Kaderine terk edilen Bitli El ve yanındaki iki gazi ise hala dövüşmekteymiş.”

Dinlediği destansı öyküye kendisini kaptıran Michel atıldı. “Peki, Bitli El nasıl sağ kurtulabilmiş?”

“İşte hikâyenin geri kalanına şahitlik eden tek bir adam var: O da Bitli El. Yarenlerinin birkaçını kaybeden Bitli, iki gaziyle beraber dövüşe dövüşe ilerleyerek ka-dırganın alt katlarına inmeyi başarmış.

Kaidedir. Müslüman korsanlar, Hıristiyanları fersah eder. Hıristiyanlar da Müslümanları kürek esiri olarak kullanır.

Nihayetinde fersahlara ulaşan Bitli El esirleri serbest bırakmış. Hürriyete susamış garipler bilinçsiz bir hınçla geminin dört bir yanına dağılıp dinmek üzere olan kav-ganın ateşini bir anda harlandırmışlar. Çatışma naraları, kapısı açılan yangın yeri gibi taşmaya başlamış, fakat bu ateş de pek uzun sürmemiş. Kaçan esirler gemide infi-ale sebep olsa da, besili denizciler fersahları çerez gibi haklamış.

İşte Bitli El o kavga anlarından sonrasını hatırlaya-mıyormuş. Meğerse fersahlara ulaşasıya vücudunun birkaç yerinden yaralanmış. Kendisini fersahları serbest bırakmaya şartlandırdığı için boşluğunu sıyırarak ge-çen okun açtığı yarayı esirler, özgürlüğüne kavuştuktan sonra fark etmiş. Kendisini toparlamaya çalıştığı sırada kıyamet kopmuş. Üst katlara erişen başıbozuk fersahlar

Page 71: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

140 141

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Ruloyu bütünüyle açınca kâğıdın üst satırlarında bü-yük harflerle yazılmış olan başlığı gördü ama okumaya başlamadan önce kâğıdı gergin tutacak birşeyler aradı. Hemen masanın yanı başında duran kitaplıktan iki ge-niş kitap kaptı ve ruloyu tekrar gerip kitapları kıvrılan kenarların üzerine özenle yerleştirdi.

Saatler 15:00’i gösteriyordu ve masanın başucunda bulunan geniş pencereye rağmen oda yeterince karan-lıktı. Tuna hala günlerin bu denli kısalmasına bir türlü ayak uyduramamıştı. Masa lambasının sarı renkli ışığını kâğıda biraz daha yaklaştırıp, en azından başlığı oku-maya çalıştı ve hecelediği kelimelerden birine kendisi de inanamadı.

Başlığı okuduktan sonra hayretle, “Nostradamus mu?” diye fısıldadı. Fransızca bilgisi zayıf olmasına rağ-men başlıkta yazılan birkaç kelimenin ne anlama gel-diğini anlamakta zorlanmamıştı: “M. Nostradamus’un Kehanetleri, 1521”

Tuna, şans eseri keşfetmiş olduğu bu hazineden ötü-rü sevinçli olduğu kadar tedirgindi de. Gelmiş geçmiş en ünlü kâhine ait bir pusula, çalışma masasının üzerin-de duruyordu ve belli ki bu paha biçilemez belge eski belediye başkanı tarafından yıllardır bu apartman dai-resinde saklanmaktaydı.

Ama neden? Simon Jacobsen bu belgeyi birilerine el

Al-Cebbar! İşte Bitli El ve Al-Cebbar’ın tanışması böyle gerçekleşmiş evlat. ”

16 Kasım 2012, 14:53, Tuna

Tuna, sahipsiz bir hazineyi keşfetmiş kadar sevinç-liydi. Ağzı kilitli torbanın içerisinde metal benzeri bir cisim saklı mı diye poşeti açmadan önce parmaklarıyla yokladı. Poşet kuş gibi hafifti ve elle tutulur hiçbir şey hissetmemişti. Heyecanla torbanın kilidini açtı ve için-dekileri ahşap masanın üzerine boca etti. Şeffaf plastik maddeyle ciltlenmiş eski bir kâğıt parçası siyah torbanın içinden narince süzülüverdi.

Rulo şeklinde düşen kâğıdın belki de yüz yıldan daha eski olabileceğini ilk görüşte sezen Tuna’nın soluğu o anda kesildi. Kâğıda zarar verme korkusuyla rulonun plastik çeperlerine bile el sürmekte tereddüt etti. Rulo-nun kenarlarından çekiştirerek kâğıdı incelemeye ko-yuldu ve üzerinin el yazısıyla donatılmış olduğu gözün-den kaçmadı. Siyah mürekkeple yazılmış olan cümleleri okumaya kalkışsa da, ilk bakışta süslü bir yazı stiliyle işlenmiş kelimeleri hecelemesi bile mümkün görünmü-yordu.

İçindeki merak duygusuna daha fazla söz geçireme-yen Tuna, rulonun kenarlarından dikkatle tutup kâğıdı açmayı denedi. A4 sayfası ebatlarından biraz büyük-çe olan kâğıdın üzeri el yazması dörtlüklerle doluydu. Dörtlüklerin kenarları sade süslemelerle donatılmış, kâğıdın dört köşesine bulutlardan süzülen bebek kılı-ğında koca yanaklı melekler resmedilmişti. Bu figürler Tuna’nın aklına hemen Rönesans dönemindeki eserleri getirdi ve heyecandan alnının damla damla ter bastığını fark etti. Masasının üzerine düşürdüğü kâğıt parçası en azından dört yüz elli yaşında olmalıydı.

Page 72: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

142 143

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Ürkek hareketlerle kâğıdı tutan kitapları kaydırıp, kâğı-dın arka yüzünü incelemeye yeltendi. Sayfanın arka yü-züne bir çizik dahi düşürülmemişti. Bu belge beş dörtlü-ğü bir yerlere itinayla not etmek için hazırlanmıştı.

Tuna, Nostradamus hakkında etraflı bir araştırmaya girişmeden önce yazılanları internetteki çevirme prog-ramları sayesinde Fransızcadan Türkçeye çevirmeyi de-nedi. Zorlukla ayırt ettiği sözcükleri tek tek bilgisaya-rına geçirdi ama bu çabanın pek de yararlı olmadığını gördü. Zaten harfleri doğru okuduğundan dahi emin değildi ve hâkim olmadığı bir dildeki harf hatalarını fark etmesi de bir hayli zordu. Daha dörtlüklerden ilkini tamamlamadan, bu yöntemden vazgeçti.

Bilgisayarını bir kenara bırakıp, arkasına yaslandı. Ne Nostradamus’un hayatı ne de Orta Çağ Fransızcası üzerine bilgi sahibi olduğu söylenebilirdi. Tüm bilgi bi-rikimi birkaç yıl önce televizyonda göz ucuyla izlediği eski bir Nostradamus filmi ve öğrenci olduğu günlerde takip etmeye çalıştığı Fransızca dil okulundan öğrendiği birkaç havalı kelimeden ibaretti. Tattığı küçük mağlu-biyetin ardından şehir kütüphanesinde Nostradamus’la ilgili kitaplar aramaya koyuldu.

Dünyanın belki de en güçlü kütüphanecilik sistemi-nin kurulmuş olduğu şehirde yaşıyordu ve araştırdığı herhangi bir konudaki bilgi kaynağına erişmesi çocuk oyuncağıydı. Genellikle DVD filmi ödünç almak için kullandığı Deichmanske Kütüphanesi22 üyeliğini kul-lanarak Nostradamus envanterine internetten göz attı. Karşısına onlarca farklı arama sonucu çıktı ve sayfa-nın sağ tarafında bulunan bir etkinlik Tuna’nın hemen dikkatini çekti: 29 Ekim – 13 Kasım tarihleri arasındaki Nostradamus sergisine katılın! Hiç düşünmeden ilana tıkladı ve sayfa yüklendiği sırada bugünün tarihine de

22 Deichmanske Kütüphanesi: Oslo Belediyesine ait olan kütüphane ağlarından biri.

altından pazarlamayı mı planlıyordu? Yoksa Simon, bir-çok zengin koleksiyoncu gibi bazı tarihi gerçekleri in-sanlığın geri kalanından saklayarak kendini tatmin etme derdinde olan ego hastası yaşlılardan biri miydi? Tuna şimdilik bunların üzerinde durmadı. Şu anda emin ol-mak istediği tek şey kâğıdın gerçekten de Nostradamus tarafından yazılıp yazılmadığıydı.

Kâğıt güçlü bir plastik kaplayıcıyla korunuyor olma-sına rağmen, Tuna kâğıda zarar vermemek için masanın yakınında soluduğu nefese dahi dikkat ediyordu. Ha-yatında bu denli eski bir dokümana daha önce hiç bu kadar yaklaşmamıştı. En azından şimdiye dek bu kadar yakın olduğundan haberdar değildi.

Sararmış kâğıdı baştan sona sakin kafayla bir kez daha inceledi. Her harfi siyah mürekkeple yazılmış olan dörtlüklerin kuş tüyüyle bir zamanlar ünlü kâhin tara-fından özenle işlenmiş olduğunu hayal etti. Sayfanın tam ortası Barok21 Dönemdeki motifleri andıran süsle-melerle iki kolona ayrılmıştı ve her kolonda iki dörtlük bulunuyordu.

Tuna dörtlüklerdeki her satırı tek tek inceledi. Yazı-lanlardan birşeyler anlaması gerçekten de çok zordu. Sadece birkaç kelimenin anlamı hakkında fikir sahibi olabilmişti, ama dörtlüklerin esasen ne anlattığı tam bir muammaydı.

Sayfa tasarımından edindiği izlenim sayesinde kâ-ğıdın başlı başına bir belge olduğunu sezdi ve kâğıdın herhangi bir çalışmadan veya başka bir kitaptan kopa-rılmış bir parça olmadığı hissine kapıldı. Gel gelelim, sayfadaki yazım düzeni bir mektubu da andırmıyordu.

21 Barok, mimari, edebiyat, dans, resim, heykelcilik ve tiyatro gibi sanat alanlarında duygu ve hareketleri abartarak, öğeleri ihtişamlı göstermeye yarayan bir sanat akımıdır. Bu tarz, 1600’lü yılların başında Roma’da ortaya çıktı ve daha sonraları Avrupa›nın geneline yayıldı.

Page 73: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

144 145

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

leceğini biliyormuş, fakat göz göre göre bu zavallı hay-vanın ölecek olması yüreğine dokunmuş.

Adadaki üçüncü gün Bitli El için de zor geçmiş. Ada-nın her köşesini adım adım dolaşmış, fakat içecek bir damla su bulamamış. Kızgın güneşin altında, kayalıkla-rın arasında kavrularak geçen iki günün ardından Bitli El de hülyalar görmeye başlamış. Serinlemek için denize dalıp çıkmak susuzluğunu daha da arttırıyormuş. Ak-deniz’in acı tuzu adeta vücudundaki emanet canı em-mekteymiş. Yine de Bitli El’in aklı yaşam mücadelesi veren aslan yavrusundaymış. Eğer birşeyler yapmazsa, dördüncü günün şafağı sökmeden aslanın öleceğini dü-şünmüş.

Bir umut, yavru için keçiboynuzu çiğnemeye başla-mış. Kuru ağzından zorla gelen tükürüğü, iyice çiğne-diği keçiboynuzuna harç edip hayvanın ağzına vermeye çalışmış ama nafile. Nöbetler içindeki yavru, ağzına ça-lınan nahoş marmeladı yutkunamamış bile.

Üçüncü gecenin sabahında hayvanın ölüsünü bula-cağını ve belki de ertesi gün kendisinin de susuzluktan baygınlıklar geçirmeye başlayacağını düşünen Bitli El, Allah’ın ihsan ettiği bir lütuf ile uyanmış. Eylül ayının başında yağmur düşmeyen adaya su sel gibi boşalmış. Kayalıkların arasındaki çukurlar öbek öbek su dolmuş. Kim bilir? Belki bu hikmet, Bitli El’in ağzında kalan son iki damlayı aciz olana sadaka olarak vermesinin hediye-si… Yüce Allah’ın fikri takdirinden sual sorulmaz.

Dördüncü günün sabahı düşen yağmur, aslan yavru-sunun canlanmasına yardımcı olmuş, fakat daha fazla dayanabilmesi için yeterli değilmiş. Bitli El keçiboynu-zunu hayvana yedirebilmek için günlerce uğraşmış ama çabaları her defasında kayıtsız kalmış.

İşte o koca adam onuncu günün sabahında bir gönül divanı kurmuş. Bir lokma yiyecek bulamadığı hayvanın ölümüne izin vermek veyahut canından feragat edece-

bir göz attı. Ne yazık ki sergi üç gün önce sona ermişti. Tuna, bu rastlantıyı yine de büyük bir fırsat olarak gör-dü ve etkinlik programını incelemeye koyuldu.

“Ünlü Kâhin Nostradamus’un ölümünün ardından oğlu tarafından çoğaltılmış olan kitaplara ait birkaç nüs-ha Ulusal Kütüphane ziyaretçilerine sunuluyor. İtalyan Kütüphaneci Matteo Sapienza aracılığıyla Roma’dan Oslo’ya getirilen nadide eserler 29 Ekim – 13 Kasım ta-rihleri arasında ziyaret edilebilir. Aynı zamanda, Matteo Sapienza serginin son gününde 1994 yılında Roma Mer-kez Kütüphanesinde gazeteci Enza Massa tarafından tesadüfen bulunmuş olan kayıp Nostradamus resimleri üzerine bir de konuşma yapacak.”

1521, 5 Mayıs, Muharrem Efendi

Bitli El’in adadan nasıl kurtulduğunu merak eden Michel, Muharrem Efendi’den hikâyenin devamını an-latmasını istedi. Duyduklarını bire bin katarak aktarma-ya dünden razı olan yaşlı adam tahta oturağı üzerinde tekrar yer edindikten sonra sözlerine kaldığı yerden de-vam etti.

“Bitli El, sararmış yosunlar arasında yarı baygın yarı topal yalpalayan hayvancağızı fark etmiş. Köpek bü-yüklüğündeki yavruyu kucaklayıp kıyıdan uzaklaşmış.

Dünya’nın en azılı katili de olsa, insan insandır ve her insanın kalbinde temiz kalan köşeyi merhamet duygusu korur. Bitli El de aslan yavrusunun perişan halini görüp içerlemiş. Kendi yarasının derdini unutup, hayvanın ha-yatta kalması için birşeyler yapmaya çalışmış ama taş-lık adada işe yarar hiçbir şey bulamamış. Kuru zemine yatırdığı aslan yavrusu iki gün boyunca baygın yatmış. Gecenin olmadık anlarında sayıklar şekilde uyanıp, Bitli El’i uyandırmış. Aslanın derdi karşısında biçare kalan adam bir süre daha keçiboynuzu yiyerek hayatta kalabi-

Page 74: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

146 147

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

isim verip, Al-Cebbar diye çağırmıştır ve o yiğit hayvan şu gemide senden benden daha kıdemlidir.

Bana kalırsa evlat, bu dinlediğin gerçek bir cömertlik destanıdır. Cömertlik varlıklı insanların erişebileceği bir erdem değildir. Fırın sahibi bir adamın bir kasa dolusu ekmeği fukaraya dağıtması ile aç bir dilencinin güçbelâ edindiği iki lokma ekmeği kimsesiz bir çocukla paylaş-ması bir midir? Söyle hangisi daha cömert bir davranış-tır?”

17 Kasım 2012, 08:45, Tuna

Tuna, Cuma akşamı internetten ayırmış olduğu ki-tapları kütüphaneden almak üzere erkenden yola çık-tı. Evi, serginin birkaç gün önce düzenlenmiş olduğu Ulusal Kütüphaneye sadece yedi yüz metre uzaklıkta bulunuyordu. Kahvehanedeki Ramazan ağabeyinin de-dikleri bir bir çıkıyordu: “Kim bilir? Belki senin evinde de nasibin yıllardır seni bekliyordur da, sen hala farkına varmamışsındır.”

Yarım günlüğüne de olsa, kütüphanenin cumartesi günleri açık olması Tuna’nın tüm hafta sonunu sabır-sızlıkla geçirmesini engellemişti. Kütüphanenin sabah 09:00’da açıldığını biliyor olmasına rağmen, gösterişli binanın kapısına on beş dakika önce vardı. Görünürde kimse yoktu. Çaresiz, girişteki taş merdivene oturup beklemeye başladı. Bir gün önce evinde bulduğu tarihi kâğıt parçasının resimlerine cep telefonundan bakarak kendisini oyalamaktaydı ki, kütüphane kapısından bir tıkırtı geldiğini duydu. Heyecanla ayağa kalkıp merdi-venleri birer ikişer tırmandı. Yaklaşık üç metre uzunlu-ğunda olan kahverengi kapıları yaşlı bir güvenlik gö-revlisi açmaya çalışıyordu. Yaşlı adam, Tuna’nın hızla merdivenleri çıkışını görünce dayanamayıp, “Aman Tanrım! yirmi yıldır bu kütüphanede çalışıyorum ama

ği bir miktar acıya karşılık yavrunun hayatta kalmasını sağlamak. Bazı insanlar için akla getirilmesi dahi müm-kün olmayan bir seçenek, Bitli El gibi deliler için yegâne olandır.

Aç geçirdiği günlerin ardından her şeyi daha net dü-şünmeye başlayan adam gönül divanında kendi kendi-sini şu sözlerle yargılamaya başlamış: ‘Böyle cesur yü-rekli bir hayvanın ölümüne izin vermek ya da bir miktar acıyı göze alıp yaşamasını sağlamak. Kılıç sanatını ve denizciliği yüce reisten öğrendikten sonra, cenk yerinde ha on adam öldürmüşsün, ha elli! Ne farkı var? Bu mu cesaret? Acıya sebat etmeyi göze alamayıp, bu asil yara-dılışlı hayvanın ölümüne izin verirsem eğer adım Bitli El’dir diyerek nasıl göğüs gererim bunca âleme? Nerede delilik? Nerede o bitli kan!’

Bitli El, bu sözleri söylerken kendinden geçmiş. Be-lindeki kasaturasını çıkarıp, baldır etini usul usul yüz-müş. Kendi canından kopardığı eti, yavrucağıza lokma edip yedirmiş. Bir ana yavrusuna nasıl analık ediyor, nasıl canını kanını hiçe sayarak öne atılıyorsa, Bitli El de evlat bellediği bu aslan yavrusunu kendi canıyla besle-miş. Sıradan insanlar evlenip çocuk sahibi olurlar. Çün-kü ihtivası birkaç çocuğa sahip olmaktan öteye gitmez. Ama ülke kuran, devran değiştiren adamların hepsine bak! Çoğunun öz evladı yoktur. Çünkü bu tür insanlar, bir toplumu kendilerine evlat edinmeyi yeğlemişlerdir. Hayatlarını, babalık ettikleri kitleler için harcarlar. Bitli El’in durumu da buna benzer. Cesarete ve atılganlığa bu kadar ehemmiyet gösteren bir adamın oğlu da ancak bir aslan olabilirdi.

Bu yüzdendir ki, Bitli El’in sol bacağı sağ baldırına göre daha incedir. Ama yüce Allah ona bir sol bacaktan çok daha üstün olan bir evlat bağışlamıştır. Bitli El, as-lanın anayurdu Tunus olduğu için toprağına yaraşır bir

Page 75: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

148 149

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Genç kadın “Beni korkuttunuz,” deyip utangaç ta-vırlarla gülümsedi. Daha sonra hiçbir şey olmamış gibi, sandalyesine oturdu. “Buyurun! Size nasıl yardımcı ola-bilirim?”

— Dün akşamüzeri internet servisi üzerinden birkaç kitap siparişi vermiştim. Kitapları bugün almam müm-kün mü?

— Elbette! Kartınızı şu elektronik tablete okutur mu-sunuz? … Evet, dün iki kitap siparişi vermişsiniz. Fakat kitaplar hala depoda bulunuyor. Siparişleri üst kata ge-tiren sorumlu da saat 11:00’den önce depoya inmez. İki saat daha beklemeniz gerecek.

— Acaba kitapları daha erken almam mümkün mü? Yardımcı olamaz mısınız?

— Özür dilerim ama elimden birşey gelmez. — Neyse. Birkaç gün önce kütüphanenizde bir Nost-

radamus sergisi düzenlendiğini öğrendim. Acaba Mat-teo Sapienza hala Norveç’te mi? Kendisiyle tanışmayı çok isterdim.

— Matteo Bey sergi vasıtasıyla Norveç’e gelmiş olan biri değil. Yaklaşık beş yıldır kütüphanemizde çalışıyor. Aslında, bahsettiğim depo sorumlusu da kendisi.

— Öyle mi? Bu çok güzel bir haber. Peki, şu anda bi-nada mı?

— Az önce alt katta kahvaltısını yapıyordu. Büyük ihtimalle güvenlik görevlisi Per’in yanındadır. Genelde sabahları muhabbet ederler. Alt kattaki resepsiyondan bilgi alabilirsiniz.

İkinci katta daha fazla zaman kaybetmeyen Tuna merdivenlere yöneldi. En kısa sürede İtalyan araştır-macıyla tanışmak istiyordu. Hole geri döndüğünde gi-rişi birkaç dakika önce açan yaşlı adamın yanında kısa boylu ve konuşkan bir adam buldu. Matteo’nun resmi-ni daha önce hiç görmemişti ama kütüphaneci kızın az önce bahsettiği sahneyle karşı karşıyaydı. Birkaç adım

bu zamana dek Cumartesi sabahı kapı açıldığında içeri koşarak dalan başka bir adam daha görmedim,” dedi.

Güvenlik görevlisi diğer kapıyı henüz açmamıştı ve hala girişin tam ortasında duruyordu. Tuna, yaşlı ada-mın sağından sıyrılıp binaya adımını atmak istedi, fakat yaşlı adam kol saatine bir bakış attı ve kollarını iki yana açıp, “Hoooop! Saat daha 08:51. Kütüphanenin açılma-sına dokuz dakika daha var. Görevliler hala yerini alma-dı,” dedi.

Tuna, serzenişte bulunmanın işe yaramayacağını çok iyi biliyordu ve çaresiz bir müddet daha beklemeye de-vam etti. Yaşlı adam ise aheste tavırlarla diğer kapıyı da araladı. Daha sonra içerideki döner kapının kilidini açıp, holdeki yerini aldı. Masasına kurulur kurulmaz, kasap kapısında kedi gibi bekleyen Tuna’ya seslendi, “Artık kütüphane açık! İçeri girebilirsiniz!”

Tuna, koşar adımlarla binaya daldı. Dış görünümü kadar, iç mimarisi de gösterişli olan kütüphanenin ikin-ci katına çıktı. Ortalıkta hala kimsecikler yoktu ve birkaç gün önce kaldırılmış olan sergi alanının yeni bir sunum için hazırlanmak üzere olduğunu gördü. İşaretleri ta-kip ederek, ikinci kattaki holü geçip sipariş teslim alma masasına vardı. Masanın önündeki tabureye oturup, so-rumlu kişinin gelmesini bekledi ve çok geçmeden büro-nun arkasındaki koyu kahverengi kapı aralandı

Tuna’nın varlığından habersiz olan kütüphane çalı-şanı kadın sırtıyla kapıyı açmaya çalışıyordu. Hayli ki-lolu olan sarışın bayan bir elinde geleneksel bolle23 çö-reğini, diğer elinde de kahvesini tutmaktaydı. Tuna’nın aniden, “Günaydın!” demesiyle birlikte irkilerek çörek-lerden birini yere düşürdü.

23 Bolle: Çikolata damlaları veya kurumuş üzüm içeren tatlı hamurun fırına verilmesiyle hazırlanan, Norveçlilerin yemeye alışık olduğu bir tür basit çörek.

Page 76: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

150 151

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Nostradamus’a ait saklı mektuplar veya kitaplar var mı?”

İtalyan mimiklerini abartarak kullanmaktan rahat-sızlık duymayan Matteo ellerini kavuşturarak bakışla-rını Allah’a yalvarırcasına yukarı dikti ve “Ah! Umarım öyledir. Hayatımdaki en büyük temennilerden biri de bu. En nihayetinde Nostradamus bir bilim adamıydı ve öldüğünde altmış üç yaşındaydı. Ardında, bulmuş olduğumuzdan çok daha fazla miktarda doküman bı-rakmış olmalı. Ayrıca, sizi bir konuda uyarmak isterim. 1994 yılında bulunan sayfaları bence bir kitap olarak ad-landıramayız. Bu isim olaydan para kazanmak isteyen yayın kuruluşları tarafından ortaya atıldı. Sanki Nostra-damus’tan kalma kayıp bir büyü kitabı bulunmuş gibi. İnsanlar Harry Potter dünyasında yaşamayı gerçeklere yeğliyorlar,” dedi üzülerek.

“Demek istediğinizi anlıyorum ama son sözünüz bi-raz aklımı kurcaladı. Sizce Nostradamus kehanetlerin-de gerçekçi bir yan yok mu?” Tuna’nın son sözleriyle birlikte, Matteo bulunduğu yere çivi gibi çakılıverdi ve bakışlarını nüktedan bir gülümsemeyle Tuna’ya dikti:

“Sizce Nostradamus benim gibi bir akademisyeni de kandırmayı başarmış olabilir mi?” diye sordu.

Matteo bulunduğu yerden kımıldamıyordu. Sorusu-na henüz cevap alamamıştı ve Tuna ağzını açmadıkça bir adım daha atmaya niyeti de yok gibi görünüyordu. Bu rahatsız edici sessizlikten huzursuz olan Tuna kaça-mak bir cevapla yetindi, “Bilemiyorum…”

Aldığı cevaptan tatmin olmayan Matteo, koridor-da tekrar yürümeye başladı, “Hadi ama! Sen de mi şu 2012 kehanetçilerindensin? Bir kişi de çıkıp şu adamın hayatını ciddiye alarak incelemez mi? Yaklaşık on yıldır Nostradamus araştırmalarının içindeyim ve şunu göz-lemledim: İnsanlar meşhur bir gizemin ardındaki man-tıklı açıklamayı dinlediklerinde inan ki hayal kırıklığı

ötede Per’in yanında duran kısa boylu ve seyrek saçları olan adamı süzdü. Tuna, bu adamın aradığı kişi olup olamayacağını tartıyordu.

Tuna’nın masaya yaklaştığını fark eden Per, muhab-bete ara verip “Buyurun!” diye seslendi.

Tuna’nın, “Depo sorumlusu Matteo Sapienza’yı arı-yorum,” demesiyle birlikte yaşlı adam bakışlarını ayak-ta duran iş arkadaşını işaret edercesine sola döndürdü.

Bu beklenmedik ilgiye biraz şaşıran Matteo, “Buyu-run benim! Ne istiyordunuz?” diye sordu.

Sıcak bir gülümsemeyle Matteo’nun elini sıkan Tuna kendisini birkaç cümleyle tanıttı: “Merhaba, benim adım Tuna. Ulusal kütüphaneye üyeyim. Üç gün önce sona eren Nostradamus sergisinden ne yazık ki dün ak-şam haberdar olabildim. Kâhinin hayatına ve yaptıkları-na meraklı bir okurum. Sergiyi ve konuşmanızı kaçırmış olsam da, sizinle tanışmak istedim.”

Sandalyesine kurulmuş olan güvenlik görevlisi bir Norveçli için fazla boşboğazdı ve Matteo’nun daha ce-vap vermesine bile izin vermeden söze daldı, “Sabahın köründe kütüphane kapısını neden tırmaladığın şimdi anlaşıldı.”

Matteo, gerçek bir akademisyenin kanını taşıyordu ve ayaküstü sohbet havasından ustalıkla sıyrılıp araştır-macı kimliğine büründü, “İlginize çok teşekkür ederim Tuna Bey. Beni hem şaşırttınız, hem de sevindirdiniz. İsterseniz sizi çalışma odama alayım. Size bir kahve ik-ram etmek isterim.”

Tuna ve Matteo birlikte çalışma odasına doğru yürü-meye başladılar ve Tuna bu durumu fırsat bilerek aklına gelen ilk soruyu sordu: “Kahve için şimdiden teşekkür ederim. Aslında size sormak istediğim birkaç şey var. Gazeteciler tarafından Roma Merkez Kütüphanesin-de bulunan Nostradamus kitabıyla ilgili birkaç makale okudum. Sizce hala bir yerlerde bulunmayı bekleyen

Page 77: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

152 153

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

ve daha rahat bir hayat sürmek için insanlara usturuplu yalanlar söylemeye başladı. Böylece Kraliçe ve asiller sı-nıfı tarafından korundu. Sırtı sıvazlandı. İşte Nostrada-mus’un gerçek hikâyesi bundan ibaret.”

Tuna, Nostradamus hakkında sergiler düzenleyen bir araştırmacıdan bu denli keskin ifadeler duymayı hiç beklemiyordu.

“Nostradamus hakkındaki objektif açıklamalarınız benim gibi bir adam için fazla iddialı. Sanırım sayeniz-de yeni ufuklara yelken açmış olacağım ama şimdilik kütüphanenizden ödünç alacağım Nostradamus kitap-ları benim için yeterli olacaktır. Üst kattaki bayan, depo sorumlusu olduğunuzu söyledi. Saat 11:00 gibi depoya iniyormuşsunuz. Acaba, rica etsem ısmarladığım kitap-ları bana şimdi getirebilir misiniz?”

“Kimden ne istemen gerektiğini iyi biliyorsun Tuna! Eğer karşında Norveçli bir depo sorumlusu duruyor ol-saydı, eminim böyle bir isteği aklından bile geçirmez-din. Kurallara ne kadar bağlı olduklarını bilirsin. Merak etme! Kitaplarını birazdan getiririm.”

1521, 27 Ağustos, Candar Bekir

1521 yazını Tiran Denizi, Sicilya kıyıları ve Korsika Adası arasında korsanlık yaparak geçiren Candar Bekir ve adamları, yaşamlarını rahatlıkla daim ettirebilecekle-ri kadar ganimeti birkaç ayda toplamıştı. Kemal Reis’in ölümünden sonra sekiz yıldır süren arayış sebebiyle kaynakları tükenmişti ve verimli geçen sezon sayesinde adamlarını besleyecek kadar altını beş aydan daha da kısa bir sürede yağmalayabilmişlerdi. Bu gelir sayesin-de, Kemal Reis’in notlarında belirtilen sıra dışı hazine-nin yerini Göke’deki tayfa grubuyla birlikte birkaç yıl daha aramaya devam edebileceklerine kanaat kılmıştı.

yaşıyor. Birkaç yıl önce birileri çıkıp Bermuda Şeytan Üçgeninde uçakların ve gemilerin nasıl kaybolduğunu güzelce açıklamıştı. Meğerse bölgede büyük doğalgaz yatakları bulunuyormuş ve basıncın yoğunlaştığı bölge-lerden gökyüzüne devasa gaz balonları yükseliyormuş. Bu talihsizliğe kurban giden gemi ve uçakların bölgede iz bırakmadan kaybolabileceğini söylediler. Ortada üç-gen falan yok! Üçgeni icat eden, Nostradamus’un birkaç resmini kitap diye pazarlamaya kalkan şarlatanların ta kendisi. Bilim adamlarının yaptığı bu tutarlı açıklama, dünyadaki binlerce komplo teorisyeninin keyfini kaçır-dı. Hatta teorisyenlerin birçoğu bu fikri çürütebilmek için yüzlerce blog sayfasını makaleleriyle doldurdu. Çünkü insanlar esasen gerçeği öğrenmek istemiyor.”

“Öyleyse, Nostradamus da sizce bir şarlatan mıydı?”“Elbette! Adam bence herkesten daha akıllıydı. Ca-

dılıkla suçlanan onlarca masum insanın nasıl diri diri yakıldığına şahit oldu. Gençliğini Ortaçağ’daki Avrupa-lılara doğruyu anlatmaya adadı. Yıllarca köy köy gezip veba salgınının kökünü kazımak için uğraştı ama karşı-lığında ne aldı? Yolunu kesen onlarca keşiş, Şeytanla iş-birliği içinde olan bir cadı olduğunu iddia eden yobazlar ve daha neler neler… Kendisini suçlayan rahiplerin ara-sında hastalığın pençesinden kurtarmış olduğu insanlar bile vardı. Nostradamus Güney Fransa’daki veba salgı-nını önlemesiyle ün salmıştı, fakat hastalık tekrar ortaya çıkıp oğlunun ve karısının ölümüne sebep olunca, Nost-radamus’un hakkındaki asılsız söylentiler kasabalardan en ücra köylere kadar yayıldı. Dahi doktor, minnettar olmasını beklediği halkı tarafından bir kez daha hançer-lenmişti. Türlü güçlüklerle geçen yılların ardından, yaşı ilerledikçe daha kurnaz bir adam haline geldi. Bir yer-lerde okumuştum. Aynen şöyle diyordu: ‘Ya bir kahra-man olarak ölürsün ya da kötü bir adam haline geldiğini görecek kadar uzun yaşarsın.’ Nostradamus da yaşlandı

Page 78: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

154 155

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Sicilya’nın batısından çıktıkları yolda, Akdeniz’in nere-deyse yarısını bir hafta içinde aşarak Ege’ye ulaşmışlar-dı ve yolculuktan sarhoş olan Markus, başıboş kaldığı birkaç günü de şarabın vereceği sarhoşlukla geçirme-mek için kendini zor tutuyordu. Ne de olsa eski bir İs-kandinav’dı ve sarhoş olunmadan geçirilen bir kutlama bir Viking için kabul edilemez bir durumdu. Gemideki rutinlerden uzak geçireceği birkaç günün kutlanılası bir hadise olduğunu düşündü, fakat yıllar önce kabul ettiği yeni hayat anlayışı bu tür yersiz eğlenceleri yasaklıyor-du.

Akdenizliler gibi şarap üretmeyi beceremeyen atala-rının alkole erişebilmek uğruna idrar içmeyi bile göze aldığı yılları aklından geçirdi. Barbar Vikingler, sefere çıkmadıkları yaz günlerinde güneyden tadını öğrendik-leri şarabın sarhoşluğunu düşlerler ve alkol bağımlısı adamlar bazı günlerini ormanda özel bir tür mantarı arayarak geçirirlerdi. İçlerinden biri gün boyunca bu renkli mantarları yiyip, fazla miktarda su içerdi. Mantar yiyen adamın idrarı dikkatle biriktirilir ve akşam vakti gelince, testiye doldurulan sidik çetenin gediklileri tara-fından pay edilerek tüketilirdi.

Küçüklüğünde şahit olduğu benzer olaylara ve alış-kanlıklarına rağmen, şu anda özgür iradesiyle bir hana girip bir testi şarabı içmiyor olması Markus’un yıllar önce aldığı radikal kararda ne kadar dirayetli olduğu-nun göstergesiydi. Herhangi bir Türk korsan, belli ara-lıklarla alkol alabilirdi ve bu hareketi toplum tarafından acımasızca yadırganmazdı ama renkli gözlere sahip Hı-ristiyan kökenli bir denizcinin içeceği iki kadeh şarap, ayyaş yaftasını yemesine sebep olmaktaydı. Bu yüzden, içki içtiği günlere kalın bir perde çeken Markus daha dikkatli olmayı düstur edindi. Nihayet, farklı görünü-müne ve alışkanlıklarına rağmen Akdeniz’deki saygın bir grup insan tarafından kabul edilmişti ve artık karan-

Birçok insan bir liderin sahip olması gereken en önem-li unsurun yönettiği insanlara korku veren bir güce sa-hip olması gerektiğini zanneder, fakat Candar Bekir, bir liderin sahip olması gereken başlıca özelliğin tebaasının ihtiyaçlarını karşılayacak kaynakları bulup getirmesi ol-duğunu düşünürdü. Aksi takdirde isyan çıkardı ve pat-lak veren bir başkaldırının ya iktidarın elden gitmesiyle veyahut baskıcı liderin güç kaybetmesiyle sonlanacağı-nı defalarca kez yaşayarak görmüştü. Keza, liderleri Ke-mal Reis’in başına da bu sonuçlardan ilki gelmişti.

Geçen yılların ardından, Kemal Reis’in miras bıraktı-ğı notlarla daha fazla inatlaşmaması gerektiğini anladı. Yardım istemek için Piri Reis’e yaklaşmanın tehlikeli ol-duğunu biliyor fakat geç kaldığı her gün ölüme bir adım daha yaklaştığını da biliyordu. Ya sabrı tükenen Bitli El bir gün Candar Bekir’i ve has adamlarını kesip denize atacaktı ya da bir hain tarafından uykusunda boğula-caktı. Göke’de daha fazla kaldığı takdirde başına bir bela geleceğinden emindi.

Aklına gelen çareyi birkaç gün boyunca etraflıca irde-leyen Candar Bekir sonunda karar verdi ve Bitli El’in ağ-zından girip burnundan çıktı. Sonunda geminin rotasını tekrar doğuya, Piri Reis’e yöneltti. Sekiz yıl önce yap-tıkları gibi, Kilitbahir Kalesi’nin kapılarına dayanmanın intihar olacağını biliyordu, bu sebeple İskandinav dev-şirmesi, sadık adamı Markus’u Piri Reis ile anlaşmak üzere karaya yolladı.

1521, 27 Ağustos, Korsan Markus

Candar Bekir Çanakkale kıyılarına varır varmaz, Markus’u Piri Reis’e ulaşmak üzere karaya yollamıştı. Karaya adım attığı ilk birkaç günü bir handa dinlenerek geçiren Markus karada özgür dolaşmanın tadını çıkar-dı. Yoğun geçen bir deniz mevsiminden henüz çıkmıştı.

Page 79: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

156 157

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

nanmanın durumunu ve Piri Reis’in seferlerini pazar-yerindeki insanlardan, cami avlusundaki kalabalıktan edindiği malumatlar ile pekiştirdi ve karada geçirdiği dördüncü günün sabahında elçi kılığına girip, Piri Re-is’in karargâhına doğru yola çıktı.

Karşısına çıkan ilk nöbetçiler Markus’un Piri Reis ile görüşmek istediğini duyar duymaz kendisiyle dalga geçmeye yeltenmiş olsalar da kahkahaları uzun sürme-di. Okuma yazma bilmeyen askerler Markus’un heybe-sinden çıkardığı mektuptaki donanma mührünü görün-ce afalladı. Cahil adamların bu hallerini gören Markus yarı umursamaz yarı hınzır bakışlarla gülümsedi.

Daha ilk nöbetçilerle karşılaşmasının üzerinden ya-rım saat geçmeden, Piri Reis’in huzuruna getirilmişti. Osmanlı donanmasına mensup bir derya beyine24 eski bir mektup yardımıyla bu kadar kısa sürede ulaşmanın mümkün olabileceğini beklemiyordu.

Piri Reis, elinde Kemal Reis’in mektubunu taşıyan bir adamın kendisiyle görüşmek istediğini öğrenince, çalışmalarına ara verdi ve adamı bir tül ardından izle-mek istedi. Markus’un aksan hissettirmeyecek derecede iyi olan Türkçesine rağmen, gözleri ve ten rengi Avru-pa asıllı bir elçi olduğunu apaçık ortaya koymaktaydı. Nöbetçilerin getirdiği elçiyle görüşen subay, Markus’un cesur bir dolandırıcı olduğunu düşünüyordu. Subayın yürüttüğü aklı bir an olsun dikkate almayan Piri Reis, gizemli adamdan gözlerini alamadı. Diğer olasılıkları bir bir sayan subayın sözünü kesen Piri, “Adı neymiş?” diye sordu ve adının, Markus olduğunu duyunca hay-retle “Ne kadar da değişmiş!” deyip, aradaki tülü kal-dırdı ve yavaş yavaş hatırlamaya başladığı adama doğ-ru yürümeye başladı.

Muhiddin Piri’nin, Markus ile son kez karşılaşması-nın üzerinden belki de on yıl geçmişti. Markus’u son kez

24 Derya Beyi: Deniz Albayı.

lık memleketinde yaşamak zorunda değildi. Markus’un sahip olduğu hayat, güneye göç etmek için can atan her Viking erkeğinin düşlediği bir cennetti. Bugünün güney ülkelerinden kaçak veya yasal yollarla Avrupa’ya yer-leşmek isteyen göçmenlerin hayalini kurduğu türden bir cennet…

Daha eski çağlarda Akdeniz’deki sahil kasabalarına saldırılar düzenleyen Vikingler ganimetin yanı sıra, re-hine toplamaya da özen gösterirdi. Hamile bırakabile-cekleri her genç kız, bu haydutların arzuladıkları yeni hayata kesilen bir bilet demekti. Tecavüz ederek hamile bıraktıkları kızları türlü oyunlarla etkileyip birkaç ay sonra baba ocağına geri yollarlardı. Kızlarının eve sağ salim dönüşünden minnettar olan aileler, bebeği zor da olsa evlatları gibi kabul ederdi.

Sular durulunca çıkagelen barbar adam, kızın ve do-ğacak olan çocuğun onurunu korumak adına çoğunluk-la aile tarafından kabul edilirdi. İç güveysi olarak alın-dıkları ailede ya bir çiftçi ya da bir işçi olarak yaşamaya başlayan yabancı damatlar ayak uydurmaya çalıştıkları yeni toplum karşısındaki sorunlarını da sineye çekerdi. Birkaç ay önce köylerini yağmalayan barbarlardan biri olan bu yeni komşu, yerli halk tarafından hoş karşılan-mazdı. Hatta Yunanlar ve Türkler tarafından sıkça kulla-nılan nazar boncuğunun bu renkli gözlü yabancılardan sakınmak amacıyla ortaya çıktığı rivayet edilmekteydi.

Markus, yeşile çalan mavi gözlerinden rahatsızlık duyan insanlarla yüz yüze gelmekten kaçınırdı. Taşı-makta olduğu emanet sebebiyle de dikkat çekmemek için elinden geleni yapıyordu. İhtiyacı olan son şey batıl inançlara sahip bir hancının gözlerini hatırlamasıydı. Bu yüzden, renkli gözlerini siyah bir kapüşonun gölgesin-de saklıyordu.

Bu şekilde tedbiri elden bırakmayan genç adam, yer-li halk ile üç gün boyunca her fırsatta sohbet etti. Do-

Page 80: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

158 159

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

— Affedersiniz? Tuna Ustaoğlu’nun evi mi?Arayan kişi belli ki kendisini tanıyordu. Telaşa kapı-

lan Tuna ne diyeceğini bilemedi ve yüzü utançtan kıp-kırmızı kesiliverdi. Arayan kişinin bir reklam sorum-lusu olmasını umuyordu. Sesini toparlayıp, gecikerek cevap verdi:

— Alo! Şey… Evet! Beni uzun süredir rahatsız eden biri var da, yine o malum kişi aradı sandım. Telefonu açış şeklimden dolayı özür dilerim.

— Ben de yanlış numara çevirdiğimi düşündüm. Önemli değil. Sizinle daha önce tanışmadık. Benim adım Anette Jacobsen. Ev sahibinizin kızıyım.

— Ooo! Memnun oldum. Sanırım dünkü tatsızlık ku-lağınıza gitti. Babanız umarım iyidir.

— Durumu iyi. Aslında ben de babam hakkında ko-nuşmak üzere sizi aradım. Kendisini ziyaret ettiğinizi öğrendim. Dün sabah hastanede tam olarak ne oldu? Yaşananları sizden de duymak isterim.

— Öncelikle, dün sabah büyük bir yanlış anlaşılmaya kurban gittiğimi belirtmek isterim Anette Hanım…

— Bana lütfen Anette diye hitap edin.— Teşekkürler! Dediğim gibi. Kiralık apartman dai-

resiyle ilgili bir konuyu babanızla görüşmek istedim ve Simon Bey’in doktorundan izin aldım. Babanızın odası-na girdikten sonra, sorumlu hemşire bir süreliğine oda-dan ayrıldı ve geri döndüğünde kapıyı açamadım. Daha sonra, Pakistanlı adamlar beni tartaklamaya kalktı ama olayı uzatmak istemedim. Yaşananlar bundan ibaret. Babanıza verdiğim rahatsızlıktan ötürü çok özür dile-rim.

— Neyse ki babamın durumu iyi. Fakat hala aklıma takılan bir mevzu var: Babamla konuşmak istediğiniz konu gerçekten bu kadar önemli bir mesele miydi? Ne-den kalkıp hastaneye gittiniz?

gördüğünde, Türkçesi aksayan, cılız fakat irade sahibi bir genç olduğu aklına geldi. Karşısında duran elçi ise yaşı otuza ermiş, gür sakalları olan, omuzları dik, ye-tişkin bir adamdı. Aradan geçen on yıl, Muhiddin Pi-ri’yi madden güçsüzleştirip, manen sağlamlaştırmıştı. İki adama da eşit dağıtılan zamanın, Markus’u madden güçlendirdiği ise aşikârdı. Ama geçen bu on yılın Mar-kus’u manen ve ilmen ne kadar doldurduğunu kestir-mek kolay olmayacaktı. Bedava olduğu halde hiçbir zaman yetmeyen, kula ve padişaha şaşmaz eşitlikte da-ğıtılan zaman, bu iki adamı birbirini tanımaz iki insan haline getirmişti.

17 Kasım 2012, 14:57, Tuna

Tuna, tüm günü evinde kütüphaneden aldığı kitap-ları okuyarak geçirdi. Birkaç saat içinde ünlü kâhin hak-kında daha önce hiç bilmediği kadar çok şey öğrenmiş-ti, ama giriştiği hummalı çalışma günün akşamüzerine ermesiyle birlikte başını ağrıttı. Kitaplardan bunaldığı vakitlerde, internete girip Nostradamus’a ait eski belge-lerin resimlerini inceliyordu.

Aradan geçen birkaç saatin ardından, oturma odası-nın sessizliğini antika ev telefonu bozdu. Akşamüzerleri çalan telefonlar Tuna’nın bir tür refleks geliştirmesine sebep olmuştu ve zil sesini duyar duymaz kol saatini kontrol ediyordu. Saatin 15:00’a yaklaştığını gördü ve sinirle sıktığı dudaklarından iki kelime döküldü: “Yine o!” Siyah ahizeyi hışımla kaldırıp, bağırdı: “Yine ne var be çatlak kadın?”

— Affedersiniz? Tuna bu kez baltayı taşa vurmuştu. Telefondaki kişi-

nin yerli yersiz aramalarıyla kendisini haftalardır delir-ten yaşlı kadın olacağını zannediyordu ama öyle değil-di. Telefondaki bayan kibar ses tonuyla tekrar seslendi:

Page 81: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

160 161

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

tekrar aranmasına lüzum görmeyen derya beyi, genç adamı çadırına buyur etti.

Geçen zamanın ne kadar değerli olduğunu bilen Markus hemen konuya girdi ve Candar Bekir’in günler önce söylemesini tembihlediği sözleri sıraladı:

“Size iletmem gereken bir emanet taşıyorum. Candar Bekir, sizinle yeni bir anlaşma yapmak istiyor. Eğer ka-bul ederseniz, …”

Markus’un sözünü pervasızca kesen Piri Reis, rahat döşeğine kurulurken elini havaya savurdu ve “Bekir daha önce bir anlaşma yapmadı ki yenisini diliyor?” di-yerek serzenişte bulundu.

Sitem dolu soruya aldırmayan Markus duraksama-nın ardından sözlerine devam etti:

“Birazdan dile getireceğim talepleri sıra dışı ve an-laşılmaz bulabilirsiniz, fakat getirdiğim emaneti incele-dikten sonra Candar Bekir’in teklifini kabul edeceğinize inanıyorum.

Talep Bir: Kemal Reis’ten miras kalan yüce gemi Göke, Candar Bekir ve Bitli El’in ortak malıdır. Osmanlı Tebaası’na bağlı Derya Beyi Muhiddin Piri’nin, Göke üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Yürüteceği-miz pazarlığa, tarafınızın Göke’yle ilintili hiçbir hususu dile getirmemesi rica olunur.

Talep İki:Pazarlığın son bulduğu an itibariyle, derya beyi Muhiddin Piri’nin sorumlu olduğu donanma birliğini bir süreliğine bırakıp gizli bir koyda kalafata yatırılmış olan Göke’ye erişmesi niyaz edilmektedir.

Tuna bu sorunun ardından yumruğunu ısırdı ve için-den, ‘İşte şimdi çuvalladın!’ dedi. Tereddüt etmeden bir bahane üretmesi gerekiyordu, ama her halükarda yala-nının ortaya çıkacağından emindi. Daha fazla gecikme-den cevap vermeyi denedi, fakat yalan söylemek üzere olduğu apaçık ortadaydı.

— Yani… Görüşmek istediğim konu o kadar da önemli birşey değildi aslında. Yok yere sizin de zamanı-nızı alıyor olmak beni mahcup ediyor.

— Kiraladığınız dairede bulmuş olduğunuz birşey yüzünden babamı görmek istemiş olabilir misiniz?

Anette’nin ses tonu bir anda değişivermişti. O anla-yışlı ve kibar kadının yerini, sanki bir istihbarat subayı devralmıştı. Bu beklenmedik soru karşısında Tuna’nın nutku tutuldu ve sözlerini toparlayamadı.

— Efendim? Evde bulduğum birşey mi? Tekrar eder misiniz?

— Evde ne buldun?— Hiçbir şey görmedim. Neden bahsettiğinizi anla-

mış değilim. — Lütfen yalan söylemeyin Tuna Bey! Babam ve ben

köşeye sıkışmış durumdayız. Yardımınıza ihtiyacımız var. Eğer evde birşeyler bulduysanız, lütfen söyleyin.

Tuna bu yakarış karşısında ne diyeceğini şaşırmıştı ve daha fazla direnmemeye karar verdi.

— Eve gelmeniz mümkün mü? Yüz yüze konuşma-mız gerekebilir.

— Sizden uzakta olduğum söylenemez. En geç on beş dakika içinde oradayım.

1521, 27 Ağustos, Korsan Markus

Kısa süren selamlaşmanın ardından Markus, Piri Reis ile baş başa görüşmeleri gerektiğinden bahsetti. Elçinin

Page 82: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

162 163

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

derken Muhiddin Piri ayaklandı ve gence doğru yürü-meye başladı.

Başından beri misafirperver tavırlar sergilemeyen derya beyi, mektubun haznenin içinden süzüldüğünü görür görmez kâğıt parçasını genç korsanın elinden kaptı ve sırtını elçiye dönüp mektubun satırları arasın-da kayboldu.

Yeğenim, Muhiddin Piri, Aralık, 1510

Hayati ehemmiyet taşıyan bu nameyi sana Göke’nin çadı-rından yazmaktayım. Devlet-i Aliyyemiz karanlık sulara gark olmak üzeredir. Ne yazıktır ki, Padişahımız Bayezid’in şu fakir kulu olan Kemal Reis de durumdan neredeyse ümidini kesmek üzeredir. Yüce Allah’ın kapısından başka tüm umut kapılarının kapandığını gördüğüm vakit, sana bu mektubu yazmaya başladım çünkü çocuk halkın ümididir ve sen de be-nim için oğuldan da öte bir evlat oldun.

Devleti meydanda fethedemeyeceğini bilen bir düşman, sa-vaşı arka odalara taşır ve evvela devletin sadık beyleri hedef se-çilir. Bu kaide bugün bana sirayet etmektedir, yarın da senin kapını çalması beklenir. Öyleyse, benim yaşadıklarımdan ibret al ve uzun bir ömre nail ol inşallah.

Şehzade Selim, sonunda kaybedeceğini bilse bile elbet bir gün Sultanımız Bayezid’in karşısına çıkacaktır. Bayezid’in en büyük oğlu Selim, bu meydan savaşının tarihi gelmeden önce Sultanımıza sadık olan her beyi kendisine düşman bellemiştir ve taht yolunda karşısına çıkan her engeli yok etmeye adeta yeminlidir. Sultan Bayezid’in denizlerdeki kolunu kesmek için alaşağı etmek isteyeceği bey de benim! Senden başlıca ricam kendi güvenliğine ziyadesiyle dikkat etmendir, zira yüklene-ceğin görev senin ve benim canımdan dahi daha kıymetlidir.

Bir ömrü Akdeniz kıyılarında dolaşarak geçirdim. İslam bayrağını bizden önceki denizcilerin hayal edemediği diyar-lara taşıdım ve bizden sonra gelecek olanlara önderlik ettim.

Talep Üç:İşbirliği yapmak üzere Göke’ye ulaşan Muhiddin Piri, yanına tek bir kılıç alarak gemimizde misafir edilmeyi ve bazı haritaların üzerinde çalışmayı kabul etmelidir.

Piri Reis’in istenen yardımı başarıyla tedarik etmesi sonucunda, kendisine merhum Kemal Reis’in mirasın-dan pay verilecektir. Verilecek pay sayesinde Muhid-din Piri, uçsuz bucaksız ummanların en ücra köşelerine ait haritaların yegâne sahibi olup, Dünya’nın ilk bütün ve kusursuz haritasını çizme şerefine nail olacaktır. Mektupta belirtildiği üzere, Merhum Kemal Reis’in de vasiyeti bu yöndedir.”

Pusulasındaki mesajı son kelimesine kadar okuyan Korsan Markus, rulo halindeki kâğıdı kurdeleye sarıp belindeki hazneye yerleştirdi. Gözlerini kâğıttan ayırıp, Muhiddin Piri’ye yönelttiğinde ise sanki karşısındaki adamın başka biri olduğunu sezdi. On dakika önce sıra-dan gününü yaşamaya devam eden derya beyi gitmiş, yerine gözleri sabırsızlıkla bir cevap bekleyen hınç dolu bir adam gelmişti.

Sağ bileğini dizinin üstünde tutan Muhiddin Piri yumruğunu sıkıyordu. Genç adamla göz göze gelir gelmez, “Yoksa emanetten kastın, amcam Kemal Re-is’in yıllar önce bana ithafen yazmış olduğu bir mektup mu?” diye sordu.

Piri’nin bu hızlı akıl yürütmesi Markus’u bir an şa-şırtmıştı ama taşıdığı şeyin bir mektup olduğunu anla-masına da hayret etmemeliydi. Sonuçta yanında getirdi-ği küçük bir sanduka bile yoktu. Üstelik Candar Bekir’in notu da Kemal Reis’in vasiyetinden bahsediyordu. Bir anlık tereddüdün ardından kemerinin diğer yakasın-daki haznede tuttuğu mektuba yönelen Markus, “Evet. Doğru bildiniz. Size mektubu hemen takdim edeceğim,”

Page 83: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

164 165

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

ritaları düzgün bir şekilde birleştirebilirsen, dünyanın merke-zini de keşfetmiş olacaksın. Dionides’in rivayetine göre orası dünyanın kalbidir. Nasıl ki bir ok kadar keskin olan bir bakış bir kulun kalbine sirayet edip yüreği hasta eder, dünyanın kalbine saplanan bu taş da deryayı perişan etmiştir. Nasıl ki aşığın gönül yarası bazı bazı kıpraşır da can yakar, bu taş da yılın bazı günü en derinlerde kaynamaya başlar. Görevin ha-zinenin yerini tayin etmenle sonlanmayacak, aynı zamanda doğru zamanı da tespit etmelisin.

Sandıktaki haritaların arasında bulunmayan diğer belge-lerde taşla ilintili onlarca efsane okudum, benden yaşlı gazi-lerden bir o kadar hikâye dinledim. Farklı dildeki birçok kay-nağın hemfikir olduğu birkaç husus bulunuyor.

● Taşı 28. boylam boyunca aramalısın. Taşın Akde-niz’de bir yerde olduğu biliniyor ama doğru enlem boyunu haritaları birleştirince bulacaksın. Büyük ihtimalle Rodos’un güneyinde bir yerde ikamet ediyor.

● Güneş, Mars ve Venüs’ün akrep burcuna girdiği ge-celerde taş yerini belli eder. Yüzeyindeki suyu fokur fokur kay-natırmış. Isının sebep olmadığı bir kaynama olduğu rivayet edilir. O bölgede kaynayan su insan tenini yakmazmış, fakat içine dalan koca bir kadırgayı tam ortasından yarabilecek ka-dar güçlüymüş. Suyun gecenin hangi deminde kaynamaya başladığı tam olarak bilinmiyor. Doğru günü ve noktayı tayin edip tüm gece başında beklemelisin.

● Antik Yunanlar yazılarında bu taşa ‘ayna’ diye hi-tap etmişler. Sebebi bilinmiyor. Fakat bilinen birşey var ki, taş kendisine ulaşan kişiye çektiği acı kadar yücelik bağışlıyor. İbrani kayıtları bu yüceliğin âdemoğluna üç şekilde sirayet et-tiğinden bahsediyor: Ruhi, akli ve maddi. Her yücelik insana bir başka imtihan sunarmış.

● Kaynayan suyu bulduğunda hiç korkma! Hemen ku-cağına atıl ve öze ulaşmak için yol al. Nice krallar, beyler bu taşı bulmak için ömürlerini heba ettiler. Taşın bahşettiği hedi-

Kâfirlerin din kardeşlerimize zulmettiği kıyılarda gün geldi huzur sağladık gün geldi can kurtardık. Bunca yıl boyunca, gazilerle birlikte düzinelerce hazineye el koyduk. Adet gereği ganimetlere ilk el süren ben oldum ve bizden önceki kâşiflerin göz nuruyla hazırladığı eserlerini bir araya getiren ilk denizci de benim.

Sana bırakacağım hazine ne altından, ne zümrütten, ne de inciden bir dağdır. Eline geçecek olan miras yüceliğinden derya altına bile sığmaz da derinliklerde fokur fokur kaynar. Gel gör ki mirasım senin kalbinin genişliğinde huzura erecek. Sana düşen miras benim vasiyetimdir.

Mektubumu sana ileten güvenilir dost, sana bir sandık dolusu harita verecek. Bu haritaların kimisinin Nuh Aley-hisselam çağından geldiği söylenir, kimisinin de ilk korsan Dionides25 tarafından resmedildiği rivayet edilir. El koy-duğum haritalar hatalar, efsunlar ve artık var olmayan kıyı şehri çizimleri ile dolu. En güvenilir olanlarını bu derlemeye katabilmek için sandıktaki harita kadar haritayı ayrıca yakıp yok ettim. Eğer sana miras bıraktığım bu haritaları doğru bir şekilde yorumlayıp, hatasız bağlayabilirsen, dünyanın ilk at-lasını çizen denizci sen olacaksın. Keşfedilmemiş dünyayı ve bilinen toprakları Devlet-i Aliyye’ye bir tepsi gibi sunabilir-sin. Senden vasiyetim bu yöndedir. Dediğim gibi benim vasi-yetim senin mirasındır. Benim ömrüm bu haritaları toplama-ya adandı, senin ömrün de atlası çizmeye adansın. Bilgim, takatim ve ömrü vaktim bu görevi üstlenmeye kâfi değildir.

Mirasım sana bir atlas hediye etmekle kalmıyor. Eğer ha-

25 Dionides: Büyük İskender tarafından yargılandığı rivayet edilen korsan. Büyük İskender kendisine, “Neden denizlerdeki insanları yağmalıyorsun?” diye hesap sorduğunda, “Ben, en azından kendi ihtiyacım olan miktarı çalıyorum, sen ise koca bir imparatorluğa sahip olmana rağmen hala tüm Dünya’yı yağmalıyorsun. Beni senden farklı kılan sadece bir unvan, ” cevabını vermiştir. Dionides’in sözlerinden etkilenen Büyük İskender, tarihin bilinen en eski korsanı olan Dionides’i affetmiştir.

Page 84: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

166 167

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Türkiye’de yaşadığı günlerden kalan bir alışkanlık gereği, kapı dürbününe yöneldi. Fakat Norveç genelin-de olduğu gibi, evinin kapı dürbünü olmadığını tekrar hatırladı. Suç işleme oranının bu kadar düşük olduğu bir ülkede, ev yapımında kullanılan benzer araçlar gör-mezden gelinerek tasarlanıyordu.

Kapıyı ardına kadar açtı ve nihayet Anette ile yüz yüze geldi. Tuna’yla aşağı yukarı aynı boydaydı, fakat ince vücudu, dik duruşu ve insanı yukardan süzen göz-leri yüzünden daha uzunmuş izlenimi veriyordu. Bir-birlerini daha fazla süzmeden önce Anette söze girdi: “Merhaba Tuna Bey, ben telefondaki bayanım. Anette Jacobsen.” Elini uzattı. “Memnun oldum. Damdan dü-şer gibi ziyaret ettiğim için özür dilerim. Biraz konuş-mamız mümkün mü?”

Başını öne eğen Tuna, kadının elini sıktıktan sonra içeri buyur etti.

“Yo yo! Hiç önemi yok. Lütfen içeri girin.” Anette’nin sivri topuklu ayakkabılarını çıkardıktan

sonra, izin almadan oturma odasının kapısına yönelme-si Tuna’yı şaşırtmıştı. Garipsediği bu düşüncesiz davra-nış sayesinde kadının evi ne kadar iyi tanıdığına şahit oldu ve onun da bir zamanlar bu dairede yaşamış oldu-ğunu düşündü.

Anette, seçim propagandası çalışmalarından kopup gelmiş bir siyasetçi gibi giyinmişti. İnce beyaz çizgiler taşıyan siyah takımını beyaz fuları süslüyordu. Küt ke-silmiş düz saçları keskin bir çizgiyle kulak memelerini örtüyordu ve saçlarının kumral rengi arasına karışan be-yazlar fark edilmeyecek kadar seyrekti. Teni ay yüzeyi kadar beyaz ve bir o kadar da mattı. Yukarıya doğru ha-fif çekik gözleri donuk bakışlarının da etkisiyle etrafın-dakilere sürekli yukardan bakıyormuş hissi veriyordu. Sert yaratılışlı simasını, gamzeli çenesi tamamlıyordu. Yaşı kırka yaklaşmış olan kadın, iki eliyle tuttuğu siyah

ye paha biçilemez. İtimadımdan şüphe duymayasın.

Sıra en mühim mevzuya geldi. Candar Bekir ve Bitli El’e zinhar güvenme! Sana bıraktığım emanetlerden haberdar dahi olmasınlar. Evladım bildiğim bu oğulların biri zalim yaradı-lışlıdır, diğeri de âlim. Bu ikisi beraber hareket ettiğinde, iha-netin en şiddetlisi peydah olur.

Zalimin âlimliğinden sakın, âlimin zalimliğinden kork.

Amcan Kemal Reis

17 Kasım 2012, 15:30, Anette

Tuna, Anette’yi beklerken zamanın nasıl geçtiğini fark edememişti. Ne yapacağını bilmeden oturma oda-sında tur atıyordu. Nasıl oldu da Anette, Tuna’nın evle ilgili birşeyi sakladığını bu kadar çabuk çözebilmişti? Eski belediye başkanına çok fazla şey sormuştu. Ada-mın kızına bir şekilde haber uçurduğunu düşündü. Ama hala aklında yerine oturmayan birçok parça var-dı ve düşünecek vakit de yoktu. Anette evine gelmeden önce kendisine ne kadar bilgi vermesi gererktiğine kafa yormalıydı. En iyisi hiçbir şey söylememekti. Evde bul-duğu emaneti saklamasının bir tür hırsızlık olduğunu kabul ediyordu ama Tuna bu durumu şimdilik bir nevi ödünç alma olarak görüyordu.

Daha fazla vakit kaybetmeden Nostradamus’a ait ol-duğunu düşündüğü kâğıt parçasını odasına sakladı ve çalışma masasına yaymış olduğu kitap ve notları da bir kenara kaldırdı. Odayı tam da sunulabilir bir şekle sok-muştu ki zil çaldı. Kapıda bekleyenin Anette olduğun-dan şüphesi yoktu. Çeki düzen vermeye çalıştığı oda-dan ayrılmadan önce son bir kez daha çalışma masasına ve kitaplığına göz attı. Her şey yerli yerindeydi.

Page 85: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

168 169

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

mek için ayağa kalktı ve başını yana yatırarak birkaç ki-tabın ismini okumaya başladı. Michael Jackson’ın Hayat Hikâyesi, Harry Potter, İklim Değişikliği Sendromu... Dikkatini tam da kitaplardan uzaklaştıracaktı ki raflar-dan biri gözlerini çaldı. Tuna, Nostradamus’la ilgili bir-kaç kitabı sıra sıra dizmişti ve kitapların arasına aceleyle sıkıştırılmış karalama kâğıtları sırıtmaktaydı. Kahveleri getirmekte olan adamın ayak seslerini duyunca hemen kitaplıktan uzaklaştı.

Birkaç saniye sonra, elindeki tepsiyle kapıda görünen Tuna oturma odasına girdi. Tepsiyi masaya bırakmak üzereydi, fakat antika telefon çalmaya başladı. Telefon sesi duyulur duyulmaz her ikisi de kol saatlerini kontrol ettiler. Karşısındaki kadının da aynı reflekse sahip ol-ması Tuna’yı şaşkına çevirdi. O daha adımını atamadan, Anette telefona atıldı ve ahizeyi kaptı.

1521, 27 Ağustos, Piri Reis

Sırtı Markus’a dönük olan Muhiddin Piri, mektubun son cümlesini bir kez daha okudu.

“Zalimin âlimliğinden sakın, âlimin zalimliğinden kork.”

Gözlerinden sessizce süzülen iki damla yaşın sakal-ları arasında kaybolmasını bekledi önce ve daha sonra Markus’a dönüp kayıtsız bir ifadeyle, “Haritalarım ner-de?” diye sordu.

“Nameyi size arz etmeden evvel, Candar Bekir’in ta-leplerini sıralamıştım efendim. Buraya haritalar için pa-zarlık etmek üzere yollandım. Eğer Göke’de misafirimiz olursanız, hem Kemal Reis’in size bıraktığı mirasa ka-vuşmuş olacaksınız, hem de vasiyetini yerine getirmiş olacaksınız.”

“Ya gelmezsem?”

çantasını önüne alıp oturma odasında birkaç adım attı.Anette’nin arkasından odaya süzülen Tuna, “İsterse-

niz önce size bir kahve hazırlayayım, daha sonra bolca konuşuruz,” dedi ve mutfağa geçti.

Oturma odasını incelemeye koyulan Anette, duvar-ları ve diğer eşyaları müfettiş edasıyla süzüyordu. Ren-gi griye çalan siyah divana oturdu. Tam karşısındaki beyaz duvara dikkatlice baktığında, duvarın iki yıldır evlerinde oturan kiracıları tarafından boyatılmamış ol-duğunu fark etti. Ebeveynlerine ait olan eski model tüp-lü televizyonun duvarda bıraktığı belli belirsiz iz hala görülüyordu.

Bakışlarını balkon kapısına doğru kaydırınca, büyük dedelerine ait olan belki de yüz yıllık fotoğrafların asılı durduğu oval çerçevelerin duvar üzerinde bıraktığı iz-leri fark etti. Kıstığı gözlerini balkon kapısından uzak-laştırıp, tekrar duvarın orta bölümlerine doğru yöneltti. Bu kez de babasının tutkunu olduğu büyük yağlı boya tabloların duvarda bıraktığı karartılar dikkatini çek-ti. İzleri sola doğru birer birer takip ederken, antreye açılan kapının hemen bitişiğinde bulunan altmış yıllık yağlı boya tabloyu gördü. Dört işçinin resmedildiği bu eser nasıl olduysa babasının kiraya verdiği bu dairede unutulmuştu. Babasının -diğerlerine nazaran- değersiz bulduğu bu tabloyu depoda yer bulamadığı için geride bıraktığını düşündü ve bu konu üzerine daha fazla kafa yormadı.

Mutfakta kahve hazırlamakla meşgul olan Tuna’nın tıkırtıları duyuluyordu. Etrafa bakınmaya devam eden Anette, aslında Tuna hakkında ne kadar az şey bildiğini anımsadı ve bakışlarını divanın hemen bitişiğinde bulu-nan siyah renkli kitaplığa kaydırdı. Birkaç film DVD’si, dini kitaplar, romanlar ve Norveççe öğrenme yayınla-rı bulunuyordu. Kitaplığın uzaktan bakan bir göz için şüphe uyandıran hiç bir tarafı yoktu. Kitapları incele-

Page 86: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

170 171

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

dan anlatın ya da evimi derhal terk etmenizi rica edece-ğim.”

“Kusura bakmayın Tuna Bey. Tuhaf davranışımı mazur görmenizi isteyeceğim. Ne tür bir belanın içinde olduğumu tahmin etmeniz mümkün değil. Buraya da sizden yardım istemek için geldim,” diyen Anette tele-fondan uzaklaşıp, divana geri döndü.

“Sizin için ne yapabilirim bilmiyorum. Ne tür bir yar-dımdan bahsediyorsunuz?” Tuna’nın sesi biraz olsun yumuşamıştı.

“Nasıl oldu bilmiyorum ama babam Simon yıllar önce bir grup suçlunun ağına düştü. Babamdan bir ta-kım tarihi belgeleri tedarik etmesini istediler, o da bazı sebeplerden ötürü tehditlere boyun eğmek zorunda kaldı. Bir süreliğine bu karanlık adamlarla işbirliği içi-ne girdi. Belediye Başkanlığı yaptığı günlerde onlar için çalıştı.

Elinden geleni yapmış olmasına rağmen, adamlar ba-bamı eksik belgeler yüzünden suçladılar. Fakat babam bu kez karşı çıktı ve artık onlar için çalışmayacağını söy-ledi. Tehditlerine daha fazla kulak asmadı. Aradan aylar geçti. Her şeyin sona erdiğini düşündüğümüz bir gün, arkadaşının ölüm haberini aldık. Babamın yakın arka-daşı Magnus infaz edilmişti. Zavallı Magnus, ders ver-diği üniversitenin salonunda beyni yıkanmış aşırı sağcı bir öğrenci tarafından kurşunlandı.”

Tuna dinlediği son cümle ile bu hikâyeye aşina ol-duğunu fark etti. Anette’nin bahsettiği yakın arkadaş, Ressam Magnus Roland olmalıydı. Oturma odasındaki tablonun sahibi olan ressamın hayat hikâyesini birkaç gün önce internetteki kaynaklardan incelemişti. Eski Be-lediye Başkanının bu adama neden bu kadar değer ver-diğini şimdi daha iyi anlıyordu. Öyle ki Simon Jacobsen, dostu Magnus ile ilgili çıkan gazete kupürünü tablonun arkasına yapıştırarak muhafaza etme gereği duymuştu.

“O halde haritalara el süremezsiniz.”Bu cevabın karşısında bir süre suskun kalan Muhid-

din Piri, yerdeki kilim motifleri üzerinde göz gezdirdi ve duygusuz bir sesle, “Çık dışarı! ” diye emretti.

Markus, Paşa’nın kararını bildirmeden önce bir başı-na kalıp, düşünmek isteyeceğini tahmin ediyordu. Piri Reis’in karşısında saygıyla eğilip, çadırından uzaklaştı.

17 Kasım 2012, 15:45, Anette

Tuna ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Anette’nin, telefondaki kadının sözlerini dinlediği zaman boyunca her ikisinin de gözleri birbirine kenetlenmişti. Bir süre öylece birbirlerine baktılar. Daha sonra, Tuna konuş-mak için ağzını açmaya yeltendiğinde, Anette sol işaret parmağını dudaklarına götürerek susmasını işaret etti ve telefondaki yaşlı kadının söylediklerini dinlemeye devam etti. Konuşması hiç bitmeyen kadının sesi hala duyuluyorken telefonu kapattı. Sağ eli ahizenin üzerin-de kaldı. Sol elini ise şakaklarına götürüp, gözlerini ka-pattı.

Uygunsuz bir rahatlık içinde bulunan misafirini uyarmanın vakti geldiğine inanan Tuna sesini yükseltti:

“Bu kadarı da fazla! Tam olarak neyin peşinde oldu-ğunuzu söyler misiniz Anette Hanım? Garip tavrınız beni rahatsız etmeye başladı. Ne hakla evime yapılan bir aramayı alıkoyuyorsunuz?”

Kollarını bağlamış olan bayan düşünceliydi ve du-daklarını ısırıyordu. Bakışlarını kaldırıp, “Bu kadınla daha önce konuştun mu? Nerede olduğunu biliyor mu-sun?” diye sordu.

Bu küstah tavır karşısında büsbütün deliye dönen Tuna tepkisinin dozunu arttırarak çıkıştı: “Sana ne! Sen de kimsin?” Tuna, sinirle söylenerek birkaç adım attı ve masadan uzaklaştı, “Ya makul bir şekilde olanları başın-

Page 87: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

172 173

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

aşağıya soğuk su dökülmüş gibi titredi. Birşeylerin far-kına varan Anette başını sola çevirip, bir an hareketsiz kaldı. Gözleri duvar üzerindeki manasız bir noktaya kilitlenmişti. Daha sonra parmak uçlarıyla duvar yüze-yindeki bölgeyi yoklamaya başladı. Hala aynı kelimele-ri mırıldanıyordu. Tam önünde duran düşük televizyon sehpası, duvara daha da yakınlaşmasına engel oluyor-du. Bu yüzden önce sol ayağını sehpanın üzerine koyup ağırlığını ahşap yüzeye verdi. Mobilyanın dayanıklılı-ğından emin olunca iki ayağıyla sehpanın üzerine çıktı.

Anette büyülenmişti sanki. Duvarın kireçle kaplan-mış olan yüzeyiyle bir süre burun buruna kaldı ve par-mak uçlarıyla zemini yoklamaya devam etti. Ustalıkla gizlenmiş yuvarlak katmandan emin olunca etrafa ba-kınmaya başladı. Şaşkınlık içindeki Tuna’ya, “Büyük bir çekicin var mı? Tamir aletlerini kiler de mi saklıyorsun?” diye sordu. Sabırsız bir şekilde etrafa bakınıyordu.

Duraksayan Tuna, “Yani… Evimde pek tamir aleti yok,” diyebildi.

Tilki gibi odayı kolaçan eden Anette, sehpanın üze-rinden aceleyle indi. Sobanın tam arkasında duran bal-yozu gözüne kestirmişti. Sesi sevinçle odada yankılandı, “Endişelenmene gerek yok. Daha iyisini buldum bile!” Bir misafirden çok, ev sahibi gibi davranan Anette eline geçirdiği balyozun sapını iki eliyle kavradı. Bacaklarını dar kesimli eteğine rağmen genişçe açtı ve kibar giyimi-ne aldırmadan balyozu havaya kaldırıp duvara indiri-verdi.

“Dur! Aklını mı kaçırdın?” diye haykırdı Tuna ve kadını omuzlarından yakalayıverdi. Dengesi bozulan Anette yeni bir hamle için havaya kaldırdığı balyoz ile geriye gitti. Etrafında bir tur atıp yüzünü Tuna’ya dön-dü, “Geri çekil! Ne yaptığımın farkındayım. Birazdan anlarsın.”

Hayretler içindeki adam, kadının gözlerindeki karar-

“… Adamlar bu ölümün ardından sıranın bize gele-ceğini söylüyordu. Fakat babam daha da öfkelendi ve arkadaşının katili olan mafya bozuntularıyla asla uzlaş-mayacağını söyledi. Kötülüğe karşı tek başına savaş aç-mıştı.”

Devam eden hikâyenin daha da karışacağını sezen Tuna, Anette’nin sözlerini bir soruyla böldü, “Peki, te-lefondaki kadın kim?”

Başını kederle öne eğen Anette’nin ağzından bir itiraf gibi dökülen kelime duyuldu: “Kuzenim.”

Aldığı cevap ile birlikte, Tuna’nın kafasında yepyeni sorular türemişti. “Neden sürekli bu evi arıyor ve Yeni Norveççe dilini konuşuyor?”

“Siz yanlış anlamışsınız. Yeni Norveççe konuşmuyor. Sami diliyle ağzında birşeyler geveliyor. Babam hasta-landıktan sonra bu evde bir süre ben de yaşadım. Eski-den de böyle arayıp dururdu. Kendisini en son beş-altı yıl önce görmüştüm. Akli dengesi yerinde değil ve göz-lerinde de garip bir fizyolojik sorunu var. Nerede oldu-ğunu, nasıl yaşadığını kimse bilmiyor. Hala evi arıyor olmasına bir anlam veremedim. Bir süre önce bu huyun-dan vazgeçtiğini duymuştum.”

Bu açıklamanın ardından Anette’nin gözleri düşün-celere dalar gibi oldu, fakat Tuna beklemeden yönelttiği sorusuyla kadının ilgisini tekrar kendine çekti.

“Duyduklarıma üzüldüm, fakat sizin için ne yapabi-lirim? Benim bu yaşananlarla hiçbir alakam yok.”

Anette, Tuna’nın bıkkınlıkla dolu yüzüne bir an ba-kıp tekrar kendi iç dünyasına döndü. Alt dudağını ısırı-yordu. Kollarını bağlayıp, tablo izi dolu duvar önünde birkaç adım attı. Adeta kendi kendine fısıldıyordu. Sırtı Tuna’ya dönüktü ve bölük pörçük mırıldanmaları du-yuluyordu.

“… Şifa saklı durur… Kalbimin arkasında…”Henüz bir dakika bile geçmemişti ve kadın başından

Page 88: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

174 175

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

açıldığı her santimetre ile yüzündeki gülümseme daha da büyüdü.

Ürkek tavırlarla Anette’nin arkasından yaklaşan Tuna, kadının omuzları üzerinden masayı izliyordu. Masaya bir adım daha yaklaştığında deri parçası üzeri-ne neyin işlenmiş olduğunu tüm çıplaklığıyla gördü ve hâkim olamadığı kelimeleri ağzından döküldü.

“Bu bir harita!”Sağ omuzu üstünden arkasındaki adama bir bakış

atan Anette, “Evet, bu bir harita,” diyerek Tuna’nın şaş-kın ifadesini doğruladı. Kiracısının varlığından hoşnut olmadığı izlenimini veren ses tonu ile konuşmaya de-vam etti: “İşte size bahsettiğim tarihi belgelerden biri de bu Tuna Bey. Ne şanslıyız ki bu ruloyu sizin vesilenizle saklı tutulduğu yerde bulabildim. Evde benzer bir dö-kümana siz de rastladınız mı?”

Bu soru karşısında Tuna’nın duyduğu rahatsızlık her halinden belli oluyordu. Konuyu ustalıkla değiştirme-nin bir yolunu aradı.

“Hala aklıma yatmayan bazı noktalar var. Neden bu haritanın yerini babanızdan öğrenemediniz?”

“Babam hastalığı kötülediğinden beri uzun süredir mafyanın elinde tutsak. Yıllardan beri rahatlıkla konu-şamıyor, beslenemiyor. Beni endişelendirmemek için olayların iç yüzünü bana daha önce hiç anlatmadı.”

Kadının anlattıklarından biraz ikna olan Tuna sol gö-zünü kısarak bir soru daha sordu: “Peki, haritada ne bu-lunuyor? Bir tür hazine mi?”

“Komik olma! Aslında ne olduğunu ben de tam ola-rak bilmiyorum. Bir tür mucizeden bahsediyorlar. Ha-ritayı ortaçağda yaşamış olan bir deniz amirali çizmiş.”

“Rulonun duvara gömülü olduğunu nasıl çözdün?” Tuna, kadının bir noktada yalan söylediğinden emindi.

“Yarı Sami’yim ve Sami dilini çok iyi konuşamasam da anlayabiliyorum. Telefondaki kadın sana aylardan

lılığı görünce bir adım geriye çekildi ve Anette’nin du-varı hırsla harap etmesine seyirci kaldı.

Anette, darbeleri ardı ardına indirdi. Çok geçmeden tuğla ve kireç parçaları arasından göz kırpan poşet, bal-yozun dördüncü darbesiyle birlikte televizyon sehpası-nın üzerine düşüverdi. Nefes nefese kalmış olan Anette ağır balyozu apartman zeminine gürültüyle savurdu ve alnındaki ter damlaları aracılığıyla gözlerine süzülen beton tozlarını elinin tersiyle sildi. Kiremit parçaları ara-sında bulduğu şeffaf poşeti aceleyle eline alıp, içinde-kilere göz attı. Hemen ardında duran Tuna’ya yüzünü dönüp, parmak uçlarıyla tuttuğu poşeti havada salladı. Hala nefes nefese olduğu için söylemek istediklerini dile getiremiyordu, fakat manidar bakışlarındaki ifade Tu-na’ya aklındaki birçok şeyi açıklamayı bilmişti.

Yorgun ve küstah hareketlerle kitaplığın hemen ya-nında bulunan tahta masaya yöneldi ve poşetin içindeki rulolanmış kâğıtları masanın üzerine boca ediverdi. Po-şetten dökülen kâğıt parçalarını incelemeye koyulma-dan önce, cep telefonunu siyah deri çantasından çıkardı ve birkaç kelimelik kısa bir mesaj yazıp, telefonu çanta-sına geri attı. İki eliyle masanın üzerine ağırlığını verdi ve bir süre kâğıt parçalarını izledi.

Poşetin içinden dökülen rulolardan biri A4 ebatların-da biraz sararmış bir kâğıt parçasıydı. Üzerinde el ya-zısıyla karalanmış kısa bir mektup bulunuyordu. Diğer rulo ise Tuna’nın daha önce hiç görmediği türden bir malzemeydi. İlk başta rulonun eski bir kâğıt parçası ol-duğunu sansa da, masaya yaklaşınca A4 ebatlarından çok daha büyük olan bez parçasının deriden imal edil-miş olduğunu fark etti.

Sararmış kâğıda hızlıca göz atan Anette, mektubu çantasına katlayıp yerleştirdi. Sıra deriden yapılmış ru-loya gelince daha temkinli hareket etti ve çantasından çıkardığı dolma kalemi kullanarak ruloyu açtı. Rulonun

Page 89: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

176 177

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

kaç saniye boyunca gürültünün ardı kesilmedi. Sanki bi-rileri Tuna’nın mutfağını baştan sonra tarıyordu. Geniş pencereden mutfağa yağdırılan kurşunlar dolabındaki porselen tabakları ve kadehleri paramparça etmekteydi.

Refleks gereği kollarını başının üzerine doğrultan Tuna ve Anette masanın yanı başındaki kitaplığın ar-kasına saklandılar. Mutfağa açılan ateş kısa sürede son buldu ve kırılan eşyaların çıkardığı gürültünün yerini arabaların ötmeye başlayan alarm sesleri aldı.

Korkuyla bulunduğu yere çömelmiş olan Tuna otur-ma odasındaki balkon ve pencereden yaklaşık beş met-re uzaklıktaydı. Arkasına sığındıkları kitaplığın rafları arasından karşı binanın terasını gözlüyordu. Dairesine ateş açmış olan iki adamın terasta aceleyle koşuştuğu-nu izledi. Yanına sokulan Anette başını kaldırmaya dahi cesaret edememişti. Korkudan titreyerek ağlıyordu.

“Şimdi neden yardımına ihtiyacımız olduğunu an-ladın mı? Dairede birşey bulduysan bana ver. Lütfen! Yoksa senin de başın belaya girecek.”

Bir yandan Anette’nin sözlerini dinleyip, diğer yan-dan terastan bir düzine kurşun yağdıran adamları göz-leyen Tuna yavaş hareketlerle doğruldu. Sol koluna sımsıkı sarılan Anette, adamı aşağı çekiyordu.

“Hemen eğil! Duymuyor musun? Bu işe daha fazla bulaşmaman lazım.”

Ayağa kalkmış olan Tuna, temkinli adımlarla kitap-lıktan uzaklaşıp cama doğru birkaç adım attı. Anette’nin uyarılarına kulak asmıyordu. Dizüstü bilgisayarını bı-rakmış olduğu cam sehpaya eriştiğinde, dört koldan yaklaşmakta olan polis araçlarının siren seslerini duy-du. Hala tek bir kelime dahi etmemişti.

Tuna’dan umudunu kesen Anette gözyaşlarını silip ayağa kalktı,“Canın cehenneme! Ben gidiyorum.” Bozu-lan eteğini düzeltip, geniş adımlarla kapıya yöneldi.

Dikkatini bir anda Anette’ye yönelten Tuna oturma

beri ‘Babamı kurtaracak şifa saklı durur, kalbimin arkasın-da…’ diyordu. Tabii bu cümleyi Sami dilinde söylemiş olduğu için anlamana ihtimal vermiyorum. Gerçi anla-mış olsan da birşey fark etmezdi ya. Neyse…”

“Neden?”“Anlamazdın, çünkü bu annem ve babam arasındaki

bir tür espiriydi. Oturma odasındaki bu duvar, tablolar ve eski aile resimleriyle doluydu. Balyozu tam vurdu-ğum yerde kalp şeklinde küçük bir çerçeve bulunuyor-du. Annemin gençlik resminin asılı durduğu bu çerçe-veye babam hep ‘Kalbim’ derdi.”

Olup biteni biraz daha kavrayan Tuna düşünceli bir şekilde, “Anlıyorum,” demekle yetinebildi. Biraz daha düşününce Anette’nin babasının hastanede neden sade-ce “Kalp” dediğini daha iyi anladı. Belli ki, eski belediye başkanı Simon Jacobsen haritanın bulunmasına vesile olacak bu anahtar cümleyi yağlı boya tablonun arkasına not düşmüştü.

Anette’nin kendisiyle ilgili kuşkularını bir nebze ol-sun dindirmek isteyen Tuna, hemen şömine tarzı soba-nın üzerinde duran tabloyu eline aldı. Tarihi haritanın nereye saklandığının gizemi nasıl olsa çözülmüştü. Yağ-lı boya tabloyu duvardan alıp, arkasındaki gazete kupü-rünü Anette’ye gösterdi.

“Kalple ilgili söyledikleriniz bu tablonun arkasında bulduğum gazete kupürünü hatırlattı. Gazete parçası üzerindeki yazıyı üç gün önce şans eseri keşfettim.”

Tuna’nın uzattığı kâğıt parçasını inceleyen Anet-te’nin buz mavisi gözleri yalvarırcasına Tuna’ya baktı.

“Evde rast geldiğiniz başka ipuçları da var mı? Lüt-fen yardımcı olun!”

İkisi bir süre samimiyetlerini tartarcasına birbirleri-nin gözlerini ziyaret ettiler. Derin bir nefes alıp, başını masaya yönelten Tuna tam söze girecekti ki mutfaktan gelen şangırtı sesi ile neye uğradıklarını şaşırdılar. Bir-

Page 90: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

178 179

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

bak! Olayı mutlaka ırkçı gruplara bağlayacak,” dedi ve radyonun sesini tekrardan yükseltti.

— Tuna Bey’i yakından tanırız. Kendisi için endi-şeliyiz. Umuyoruz ki güvenlik güçlerimiz arkadaşımıza sağ salim erişecek. Olayın sebebi bariz!

— Olayın sebebi bariz mi? Saldırı hakkında bir bil-giniz mi var Yusuf Bey?

— Şimdilik hem var hem yok. Geçtiğimiz aylarda bizim derneğimize de üzerinde gamalı haç işareti olan mektuplar yollanmıştı. Aşırı sağcı, ırkçı gruplardan şüpheleniyoruz.

— Teşekkürler Yusuf Bey…Tuna’nın tahmininin şaşmadığını gören Anette gü-

lümsedi ve haber bülteninin ardından müzik yayınına devam eden radyonun sesini iyice kıstı. Yaklaşık bir saattir karanlık otoyolda ilerlemekteydiler. Yaşadıkları olayın şokunu atlatan ikilinin ruh hali, nihayet etraflıca bir sohbete girişebilecek kıvama gelmişti. “Yaşlı kadının bahsettiğin kasabada olduğundan emin misin?” diyerek söze girdi Tuna.

Sağ kaşını kaldırarak cevap veren Anette kısaca, “Öyle olmalı!” dedi.

Yüzünü buruşturan Tuna daha tok bir sesle, “Bu ka-darı fazla!” diye sitemde bulundu. “Neyin içinde oldu-ğumu bilmek istiyorum. Arabayı sağa çek! Hemen!”

Anette, “Daha fazla zaman kaybedemeyiz. Kuze-nim…” diyerek itiraz etmeyi denese de Tuna’nın göz-lerine bakınca durumun ciddiyetini daha iyi anladı ve daha fazla direnmeden lüks cipini karşılarına çıkan ilk acil durum park yerine çekti. Yüzünü Tuna’ya dönüp anlayışlı bir tavırla, “Seni dinliyorum,” dedi.

“Yaşlı kadına kafayı neden bu denli taktın? Neyin içi-ne sürükleniyoruz? Polise neden hala haber vermedik? Her şeyi baştan anlatmanı istiyorum.”

odasını terk etmekte olan kadını kolundan yakaladı, “Dur! Neden gidiyorsun?”

“Bırak kolumu!” diyerek Tuna’nın elinden kurtulan Anette, “Birkaç dakikaya burası polis kaynıyor olacak. Evi didik didik edecekler. Yıllar sonra bulduğum bu ha-ritayı polise kaptırmaya niyetim yok. Ayrıca, Türk oldu-ğun için radikal İslamist, uyuşturucu taciri veya göçmen kaçakçısı şüphesiyle seninle birlikte beni de sorgulaya-caklar,” dedi ve topuklu ayakkabılarını aceleyle giyme-ye koyuldu.

“Bekle biraz! Ben de geliyorum,” diyen Tuna oturma odasına döndü. Sehpa üzerindeki bilgisayarını kaptı. Sırt çantasının içine Nostradamus’la ilgili kitap ve not-larını koydu. Daha sonra yatak odasına koşar adımlarla geçip, ünlü kâhin tarafından yazılmış tarihi belgeyi de çantasına yerleştirdi.

“Artık gitmek için hazırız.”

17 Kasım 2012, 16:00, Tuna

“Akşamüzeri saatlerinde kurşunlanan apartman da-iresinin Tuna Ustaoğlu adındaki bir Türk göçmene ait olduğu ortaya çıktı. İlk belirlemelere göre Ustaoğlu’nun evinde kan izine rastlanmadı. Oslo’da son yıllarda artış gösteren benzer suç olayları sebebiyle eleştiri okların-dan kurtulamayan polis departmanı bu sefer olay yerine zamanında ulaşarak kamuoyundan tam not aldı.

Şimdi ise olay yerindeki muhabir arkadaşımız Paul’a bağlanıyoruz. Kendisi Norveçli Türk Dernekleri Fede-rasyonu Başkanı Yusuf Aşkın Bey’in görüşlerini bizlere aktaracak…”

Anette’nin hemen yanında oturan Tuna araç radyo-sunun sesini biraz kısarak, “Bu adamı tanıyorum. Arıza-nın tekidir. Irkçılık olayına maruz kalmaya bayılır. Gör

Page 91: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

180 181

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

sebebiyle 1998 yılında belediye başkanlığından istifa et-mişti…”

Yayında duyulan son cümlenin ardından radyonun ses ayarını sert bir hareketle sola çevirip, kısan Anette, “Bu bilgiye nasıl eriştiler? Polis böyle bir bilgiyi basına asla vermez!” diye sordu.

Şaşkınlığı her halinden okunan Tuna boş bakışlarla ellerini iki yana açtı, “Bilemiyorum. Belki de gazeteciler kapı zilindeki ismi okumuşlardır.”

“Babam o evden taşınalı yıllar geçti. Hala kapıda onun adı mı yazıyor?”

“Ben üşengeç bir adamım. Ne bileyim! Değiştirmeye gerek duymadım,” diye kendini savunan Tuna, sağ eliy-le saçlarını karıştırmaya başladı.

Sıkıntıyla of çeken Anette’ye yönelen Tuna, kısık ses-te çalmaya devam eden radyoyu kapattı. “Radyoda söy-lenenler için elimizden gelen birşey yok. Dediğim gibi, olayları başından anlatıyordun.”

Daha fazla zaman kaybetmemek için konuşmaya ka-rar veren Anette kendini sakinleştirdi.

“Tamam! Anlatıyorum. Babam Sami asıllı bir kuzeyli. Gençliğinde Tromsö’den Oslo’ya göç etmiş. Şimdilerde siz yabancılar ırkçılıktan şikâyet ediyorsunuz ama sizin yaşadıklarınız babam gibilerinin yaşadıklarının yanında bir hiç kalır. 1950’lilerde ülkenin kuzeyinden güneyine göç eden bir Norveçli kiralık daire bulmakta dahi zorla-nırdı. Gazetelere verilen kiralık ev ilanlarında, ‘Kuzey-lilerin başvurmaması rica olunur!’ gibisinden ırkçı iba-relerle alenen not düşmek doğal karşılanırdı. Toplum eskiden daha da içine kapanıktı.

O zor günlerde nasıl olduysa babam kendine çok gü-zel ve gurur verici bir iş bulmuş. Kraliyet muhafızı ola-rak bir süre sarayda çalışmış.

Bir gün, dondurucu bir kış gününde saray bahçesin-

Derin bir iç çeken Anette iki eliyle direksiyona yasla-narak gerindi. Ağzını hiç açmak istemiyormuşçasına alt dudağını ısırdı ve sola döndürdüğü bakışlarını sisli ha-vanın karanlığında gezdirdi. Küçük iç hesaplamasının ardından konuşmaya hazırdı.

“Polisin karşısına birkaç saat geç çıkmanın bir mah-suru yok. ‘Evde değildim, üstelik olaydan çok geç ha-berim oldu,’ diye açıklamada bulunarak yoluna devam edebilirsin. Fakat kamuoyunun ve polisin benim evinde olduğum sırada kurşunlanmanın gerçekleşmiş olduğu-nu öğrenmesi işimizi daha da güç bir duruma sokar. Ye-rel basında tanınan bir kimseyim. Bu yüzden, alelacele evden kaçtık. Hala seni polise emanet etmeyişimin se-bebi ise kuzenim Laila. Kalp şifresinin yanı sıra, aylardır telefonda adresini söylüyormuş. Eğer şanslıysak, onu hemen bulabiliriz. Acelemizin sebebi de bu!”

Konuşmaya devam ettikçe anlayışlı tavrından uzak-laşan Anette, son kelimeyi söylerken sağ avuç içiyle di-reksiyona hafifçe vurdu. Bu tafralı hareketten etkilen-memişe benzeyen Tuna, kadının nefes dahi almasına izin vermeden yeni bir soru daha sordu:

“Sadece bugün yaşadıklarımızı anlattın. Neyin peşin-desin? Ya her şeyi başından anlatırsın ya da…”

Tuna’nın yarı tehditkâr ifadesine sinirlenen Anette, “Ya da ne?” diyerek çıkıştı. Bir çıkmazın içinde kal-dıkları o anda kısık seste çalışmaya devam eden radyo yayınına kulak kabartan kadın sitem dolu bakışlarını Tuna’dan alıp radyoya yöneltti. Yuvarlak butonu bir miktar sağa çevirdi.

“Bu akşamüzeri Oslo’nun batı yakasında gerçekle-şen kurşunlama olayıyla ilgili elimize geçen son daki-ka gelişmesini tekrarlamak istiyorum sayın dinleyiciler! Kurşunlanan evin, eski belediye başkanı Simon Jacob-sen’e ait olduğu tespit edildi. Kendisi, hakkında çıkan yolsuzluk iddiaları ve tarihi eser kaçakçılığı suçlamaları

Page 92: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

182 183

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Anette’nin sigarasından nefes aldığı anı fırsat bilen Tuna yine araya girdi, “Yaşananları açıkladığın için te-şekkür ederim, fakat anlamadığım birşey var. Tüm bu ölümlerin asıl sebebi nedir? Bu dört adamın arkadaşlığı ne zaman bozuldu?”

“İlk başta her şey oldukça masumdu. Zaman zaman bir araya gelip beraber vakit geçiriyorlardı. Magnus’un sanat çalışmaları, Prens Henrik ve Babam Simon’un sa-ray bahçesinde yaşadığı ilginçlikler ve genç Jardar’ın ba-badan kalma armatörlük kulübü üzerine sohbet ediyor-lardı. Birkaç yıl sonra, Prens Henrik Oslo’ya okumak için gelen teyzem Ingvild ile tanışmış. En yakın arkadaşının kız kardeşine âşık olan Prens ne yapacağını bilememiş. Teyzem ve Prens, ilk aylar babamdan gizli görüşmüşler ve daha sonraları diğerlerinin de bu durumdan haber-dar olmasını sağlamışlar.

Birazdan söyleyeceğim skandala inanmayacaksın ama yine de anlatacağım. Birilerine anlatsan bile nasıl olsa sana kimse inanmaz. Teyzem Ingvild hiç hesapta yokken Prens Henrik’ten hamile kalmış. O günden son-ra masum beraberliklerinin boyutu tamamiyle değiş-miş. Prens Henrik, teyzemin hamile olduğu gerçeğini ailesinden saklamış. Kızları Laila dünyaya gelince de anne babasına durumu açıklamak zorunda kalmış. Her kraliyet ailesinde bir skandal vardır. Norveç Kraliyet Ailesinin gizli skandalı da işte bu olay…

Bu tür bir hadise, bugünün kraliyet ailelerinin bile altından kolaylıkla kalkamayacağı küçük düşürücü bir paparazzi hikâyesi… Bundan elli yıl önceki tutucu dö-nemde yaşayan Kral ve Kraliçenin gösterdiği tepkiyi tahmin edebileceğini sanıyorum. Prens Henrik ve Ing-vild arasındaki ilişkiyi saklamak için ellerinden geleni yapmışlar. Dahası kuzenim Laila talihsizlik sonucu ge-netik bazı bozukluklarla dünyaya gelmiş. Göz kapakla-rında yapısal bir bozukluk var ve bu yüzden gözlerini

de nöbetteymiş. Gecenin bir vakti çalılıkların arasından bir ses işitmiş. Durumdan şüphelenen babam, el fenerini çalılara doğrultup yaklaşmış ve genç bir adamın fısılda-yan sesini duymuş: ‘El fenerini söndür!’ Işığı, fısıldaya-rak konuşan adamın yüzüne tuttuğunda, çalılar ardında gizlenen kişinin o zamanlar bir prens olan Kral Henrik olduğunu görmüş. Meğerse buluğ çağını yeni atlatmış olan genç prens geceleri saraydan kaçıp çevredeki bar-larda gizlice vakit geçiriyormuş.

Babam, kendisinden üç-dört yaş küçük olan pren-si ele vermemiş ve daha sonraları aralarında sıkı bir dostluk bağı gelişmiş. Birkaç ay sonra arkadaş grubuna babamın iki dostu daha katılmış ve bu dört genç adam ömür boyu sürecek olan arkadaşlıklarının en güzel gün-lerini o tarihlerde yaşamış.

Oturma odasındaki eski tabloyu hatırlıyorsun değil mi? Hani şu dört işçinin eve dönüş sahnesinin resme-dildiği tablo… İşte o resim, babamın arkadaşı Magnus Roland tarafından 1959 senesinde yapılmış. Resimdeki dört adamdan en soldaki babam, yanındaki ressamın kendisi, diğeri Kral Henrik ve en sağdaki ise o meçhul adam.”

Anette’nin hikâyeyi anlatırken sürdürdüğü sevgi dolu ses tonu bilinmezliklerle dolu adamı anımsamasıy-la birlikte soldu. Resimdeki dördüncü adam hakkında daha fazla şey öğrenmek isteyen Tuna, “Peki bahsetti-ğin dördüncü adam kim?” diye sordu.

“Ressam Magnus’un cinayetini azmettiren hasta ruhlu bir kişi!” Duraksayan Anette arabanın içinde ol-duklarını umursamadan bir sigara yaktı ve konuşmaya devam etti, “Bundan on yıl kadar önce aşırı sağcı bir gencin eline silah tutuşturup, Magnus amcayı öldürttü. Tabii delil yetersizliğinden beraat etti. Ayrıca, babamı yıllardan beri tehdit eden kişi de bu adam. İsmi Jardar Hansen.”

Page 93: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

184 185

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

şey umurumda değil. Tek istediğim birşey var; o da ba-bamı bu ateş çemberinden kurtarmak. Tarihi belgeleri, haritaları, bulduğum her şeyi Jardar’a teslim edeceğim.”

“Elbette bu senin kararın, fakat bu konuyu daha sonra bir kez daha konuşuruz.” Eline geçirdiği Nostradamus belgesini tanımadığı adamlara kaptırmaya niyeti olma-yan Tuna, sözlerine politik bir havayla devam etmişti. Biraz bekledikten sonra sözü tekrar Laila’ya getirdi.

“Kral Henrik, kızıyla ne sıklıkla görüşüyor?”Omuzlarını, “Bilmiyorum,” diyerek silken Anette,

“Babam, Laila’yı sadece uzaktan tanımamıza izin ver-di. Sanırım kral ve kızının gizli görüşmelerini babam aracılığıyla kralın yatında düzenliyorlardı,” diyerek fi-kir yürüttü. Anette’nin anlattıkları, bir süredir Tuna’nın aklında yer etmiş olan birçok garipliğe teker teker ışık tutuyordu.

“Meşhur Kraliyet Yatı mayıs-eylül ayları arasında Skillebekk koyuna demirler. Babamı birkaç kere uzak-tan, Laila’yı yata götürürken görmüştüm. Epey zaman önceydi. Daha sonra kız –bir başka deyişle kayıp pren-ses– tamamen kayıplara karıştı. Eve akşamüzerleri saç-ma telefon aramalarında bulunuyordu. Bir süredir be-nim evimi de arıyor. Fakat bana adresini söylemiyordu.”

Anette hala birşeyler söylemek üzereymiş gibi kapa-dı dudaklarını. Tuna artık tepkisizdi. Bir süre sessiz kal-dılar, daha sonra Anette, “Şunu da ekleyeyim: Laila’nın evinde ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorum. Maruz kal-dığı sıra dışı hayat sebebiyle akli dengesi yerinde değil,” diyerek sözlerini noktaladı.

Dinlediklerinden oldukça etkilenmişe benzeyen Tu-na’nın gözleri otoyolu şaşkın bakışlarla takip ediyordu. Sesi git gide kısılarak, “Bunu anlamak o kadar da zor değildi,” diye fısıldadı.

Kısa süren sessizliği Tuna’nın cep telefonu yırttı. Ara-yan Raul idi. Telefona cevap vermekte tereddüt eden

tamamen açamıyor. İnsanlarla konuşurken başını kaldı-rarak önünü görmeye çalışıyor. Zavallı, acınası bir hayat yaşadı. Aşağılamalara dayanamayan annesi, genç yaşta intihar etti. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Prens Hen-rik’in annesi torununu ilk kez görüp çocuğun gözlerin-deki genetik bozukluğu fark edince ‘İşlediğiniz günahın vebalini bu çocuk çekiyor,’ diyerek genç adamın yarası-na tuz basmış.

Bu noktadan sonra yaşananları ben de tam olarak bil-miyorum. Bildiğim birşey var; o da babamın son on beş yılını bazı tarihi belgeleri arayarak geçirmiş olması.”

Dinlediği hikâyenin karmaşıklığından muzdarip olan Tuna tekrar araya girip, “Babanın sakladığı tarihi belgelerin gayrimeşru çocuk dosyasıyla ilişkisi nedir?” diye sordu.

Sigara izmaritini camdan fırlatan Anette arabayı ça-lıştırmak için kontağa hamlede bulundu.

“Babam eline geçirdiği tarihi kâğıtları son birkaç yıl içinde farklı güvenilir yerlere saklamış. Harita ve mek-tupların birkaçını kiraya verdiği eski dairelerde bul-dum. Senin oturduğun evi kiraya vermeden önce her yeri taramıştım ama tabloyu atlamış olmalıyım. Ayrıca, sanırım senin evinde bulduğumuz haritanın muhafaza-sına daha fazla özen göstermiş.”

Tuna, arabayı tekrar çalıştırıp yola çıkmak için dikiz aynasından otobanı gözleyen Anette’ye bir soru daha sordu: “Haritaların yerini neden babandan öğrenerek aramıyorsun? Felçli olması buna engel değil.”

Bu soru karşısında Tuna’ya kaçamak bir bakış atan Anette ilgilenmiyormuş gibi yaparak gözünü tekrar di-kiz aynasına döndürdü.

“Babam bu belgelerin Jardar’ın eline geçmemesi için on beş yıl köşe kapmaca oynadı. Az süresinin kaldığını biliyor ve o aşağılık adama tatmin duygusunu bir dam-la dahi tattırmak istemiyor. Bana soracak olursan, hiçbir

Page 94: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

186 187

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

“Hadi ama rol yapmayı kes! Evden çıkmadan önce odana koştun ve belgeyi sakladığın yerden çıkarıp çan-tana yerleştirdin. Yatak odandaki boy aynasından her şeyi gördüm,” diyen Anette sakin bir ses tonuyla konuş-maya devam etti, “Seninle samimiyetle konuşuyorum. Belgelerin hepsini bir araya getirdiğimizde tekrar tartı-şırız. Şimdilik çantandaki dökümana sahip çık, yeter.”

Sessiz kalmayı tercih eden Tuna, sol eliyle sırt çanta-sını daha sıkı tutup otoyolun hızla akan şeritlerini izle-meye devam etti.

1521, 27 Ağustos, Piri Reis

Karar vermeden önce, mektubu birkaç kez daha oku-yan Piri Reis ret cevabı verdiği takdirde, Candar Bekir’in kendisine daha iyi şartlar sunarak tekrardan bağlantıya geçmeye çalışacağını biliyordu. Zorunda kalmamış ol-saydı, böyle bir teklifte bulunmazdı. Fakat aradan ne-redeyse on yıl geçmişti ve Amcası Kemal Reis’in vasi-yeti bunca süredir yerine getirilmeyi beklemekteydi. Bu tarihten sonra, bir günlük gecikmenin bile amcasının ruhuna ızdırap vereceğini düşündü ve harekete geçme-ye karar verdi. Üstelik Sultan Süleyman’ın yakında Ro-dos’u fethetmek üzere harekete geçeceğini tahmin ettiği halde…

Aniden çıkagelen bir sefer emri, atlas üzerine yapa-cağı çalışmaları en azından bir yıl daha ertelemesi de-mekti. Böyle bir riski göze alamazdı. Bu yüzden, tered-dütlerle geçen birkaç saatin ardından kararını verdi ve ayaklandı. Harita çizimi için ihtiyaç duyacağı eşyalarını topladığı sırada nöbetçi askerine seslendi: “Hüseyin!”

“Emredin efendim!”Aceleyle içeri giren nöbetçi asker, şaşkın bakışlarla

derya beyini izliyordu.

Tuna’nın başparmağı huzursuz bir halde cevap verme tuşunun karşısında gerildi. Merakla, “Polis mi?” diye soran Anette’ye bir bakış attı.

“Hayır, bir arkadaşım. Aslında bir bakıma dokto-rum.”

Amirane tavırlarını esirgemeyen Anette, “Telefonu-nu çoktan kapatmalıydın,” dedi ve devam etti, “Ne ce-vap ver ne de meşgule al! Aramanın bitmesini bekle ve daha sonra hemen telefonunu kapat.”

Anette’nin lüzumsuz patronluğundan daha şimdi-den sıkılmaya başlayan Tuna, sessizce ‘Fesuphanallah!’ çekerek tipik bir Türk hareketiyle başını salladı.

“Bak! Bu işten ve hatta benden de hoşlanmadığını biliyorum. Ama bu yolu sen seçtin. Evin kurşunlandığı vakit elindeki belgeyi bana verip, hayatına kaldığın yer-den devam edebilirdin. Bunun yerine…”

Anette’nin son cümlesiyle kendi düşünce âlemine dalan Tuna içinden adeta kendisiyle konuşuyordu. ‘Ha-yatına kaldığın yerden devam etmek mi? Zaten bir iki yıla öleceğim. Şans eseri elime geçen bu gizemli hikâye, biletime piyango vurmasından bile daha değerli benim için. Nasıl olsa öldüğümde anne babama yeterince para kalacak. Pointron şirketiyle yaptığım kontrat sayesinde onlar için endişelenmeme gerek yok artık…’

Arabasındaki adamın kendisini dinlemediğini fark eden Anette, sesini yükselterek, “Hey! Sana diyorum. Beni dinliyorsun, değil mi?” diye seslendi.

Bacakları arasında tuttuğu sırt çantasını çekiştirerek irkilen Tuna, “Elbette! Elbette!” diyerek sözlerini yine-ledi.

“Sırt çantanda babama ait olan tarihi bir belgeyi ta-şıdığını biliyorum. Bunun şimdilik bizim için bir önemi yok.”

Anette’nin sözleriyle neye uğradığını şaşıran Tuna hiçbir şey bilmiyormuşçasına kadına baktı.

Page 95: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

188 189

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

cihazına giren Anette, varış yerinden yaklaşık iki buçuk kilometre uzaklıkta olduklarını gördü.

Norveç’in birçok yerleşim biriminde de olduğu gibi terk edilmiş bir kasaba izlenimi veren Fredrikstad, gri ve ilgisiz yüzünü heyecanlı ziyaretçilerine sunmakta ge-cikmedi.

“32 numaralı ev bu olmalı” diyen Tuna, bahçesi diz boyu sararmış yapraklarla dolu olan bakımsız evi gös-terdi. Ahşap evin dışındaki doğramalar çetin geçen kışlar ve bakımsızlık sebebiyle boyasını dökmüştü. Bir zamanlar beyaz renkli olduğu tahmin edilen kutu şek-lindeki iki katlı evin rengi iyice griye dönmüş ve gökteki yağmur bulutlarına uyum sağlamıştı.

Üçgen şeklindeki tavan yapısı ve ahşap doğrama-larıyla geleneksel Norveç mimarisinin tipik bir örneği olan evin çatısı, toprakla örtülüydü. İskandinav kırsa-lında sıkça rastlanan bu yöntem sayesinde üzerinde çi-men yetiştirilen toprak örtülü çatılar, evlerin ısı yalıtımı-nı artırıyordu.

Norveç Kraliyet Ailesine mensup olan bir kişinin böyle bir köy evinde yaşıyor olduğuna akıl sır erdireme-yen Tuna, örümcek ağı tutmuş olan posta kutusuna göz attı. Tam bahçe kapısından içeriye gireceklerdi ki, yük-sek sesle konuşan iki adamın onlara doğru yürüdüğünü işittiler. Anette, Tuna’yı kolundan yakalayıp, susmasını işareti etti ve çalıların arkasına çekti. Birkaç saniye son-ra bahçe kapısında beliren adamların yarı Norveççe yarı Pencap26 dilindeki diyaloglarına kulak misafiri oldular.

“… Kadını bulsak bile ne olur ki? Eski halter şampi-yonu gibi onun da başparmağını kıracak değiliz ya!” di-yen Hint asıllı adam yürümeye devam etti.

Yanındaki arkadaşı sigarasını yakmak için duraksadı ve “Rumen şampiyon, değil mi?” diye sordu. Sigarasın-dan aldığı ilk nefesi soğuk havaya savurdu. “Adamın

26 Pencapça: Pakistan ve Hindistan’da konuşulan bir dil.

“Yusuf Efendi’yi hemen otağıma çağır. Ayrıca, elçiye de haber ver. Hazırlansın. Birazdan yola çıkıyoruz.”

“Peki efendim!”Çadırdan ayrılmak üzereyken Yusuf Bey’le karşıla-

şan Piri Reis büyük bir kararlılıkla konuştu. “Hoş geldin Yusuf! Bir süreliğine donanmadan uzak-

laşmam gerekiyor. Belki bir hafta, belki bir ay! Eğer üç ay içinde dönemezsem, kaybolduğumu bildir. Eğer daha önce beni soran olursa, ‘Piri Reis, Rodos için keşif yoluna gitti, ’ dersin. Anlaşıldı mı?”

Piri Reis’in ayrılışını engelleyebilmek için ne yapma-sı gerektiğine şaşıran Yusuf Bey ellerini iki yana açıp, “Ama efendim, yalnız mı gideceksiniz?” diye sordu.

“Evet. Birazdan bu sabah görüştüğüm elçiyle yola re-van olacağız. Ben dönesiye kadar kaleden ve diğer kıyı-lardan sen sorumlusun.”

Yusuf Bey’in daha fazla üstelemesine izin vermeyen Piri Reis çadırından ayrıldı ve bakışlarıyla Markus’u aradı. Elçinin bir grup askerin arasında oturduğunu gö-ren paşa, genç adama doğru yürümeye başladı ve “Se-nin atın yok mu?” diye sordu.

Markus’un, “Hayır, yaya geldim,” diye cevap verme-si üzerine sesini yükselten Muhiddin Piri hemen iki at getirilmesini istedi.

Atına binip, hazırlıklarını tamamladığı sırada etra-fında pervane olan Yusuf Bey’in uyarılarını duymazdan gelen Piri Reis, Markus’u da yanına alıp donanma yer-leşkesinden uzaklaştı.

17 Kasım 2012, 17:30, Laila

Bir buçuk saatten az bir süre içinde Fredrikstad kasa-basına ulaşan Anette ve Tuna, sakin sokakları seyredi-yordu. Laila’nın telefonda söylediği adresi navigasyon

Page 96: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

190 191

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

eden Laila’nın yüzünde şuursuz bir gülümseme vardı. Her ikisi de sadece birkaç saniye içinde kadının akli so-runlarının epey şiddetli olduğunu idrak etti.

Karanlık evin içinde küçük bir tur atan Anette, du-varların baştan sona gazete kâğıtlarıyla kaplanmış ol-duğunu gördü. Tuna ise kadının muhtemelen konserve pişirmek için kullandığı minik ocağı gördü. Bir döşek, birkaç battaniye ve oturma odasının ortasında duran bidon benzeri sobadan başka neredeyse hiçbir eşyası olmayan ev, Laila’nın sefil hayatını gözler önüne seri-yordu.

Sanki bu sefilliği yaşayan kendisi değilmişçesine gü-lümseyen yaşlı kadın, kapıyı kapatıp oturma odasının köşesine yöneldi. Çömeldiği köşede eski birkaç kırık plak, gazete, ansiklopedi ve torba yığını içinden bir rulo çıkarıp yüzünü Tuna’ya döndü. Kadının hemen yanın-da bulunan Anette, ruloyu Laila’nın elinden kaptığı gibi pencereye koştu.

Ruloyu açtığında çığlığına hâkim olamayan Anet-te’nin yüzünde güller açıyordu.

“Harika! İşte burada! Hint Körfezi haritası…”Anette’ye koşar adımlarla yaklaşan Tuna, “Bir başka

harita mı?” diye sordu.Ruloyu aceleyle düren Anette, “Diğer adamlar bura-

ya her an dönebilirler. Evi derhal terk etmeliyiz,” dedi ve kapıya yöneldi. Tam çıkmak üzereyken Laila’nın bir adım uzağında duran Tuna elini zavallı kadının omzu-na koydu ve “Peki ya kuzenin ne olacak? Onu bu izbe yerde mi bırakacaksın?” diye sordu. Yaşlı kadının gü-lümseyen yüzü tuhaf bir biçimde solmuştu.

Kapıda duran Anette arkasını dönüp, “Onun duru-munda herhangi bir aciliyet bulunmuyor. Aylardan beri burada yaşıyor olmalı. Onunla daha sonra ilgilenirim,” dedi ve evden ayrıldı.

Başının aynı gün içinde yeterince belaya bulaşmış ol-

başparmağı kırılınca kariyeri bitiverdi. Şimdi manavlık yapıyor,” diyerek hızlı adımlarla arkadaşını yakaladı.

Anette ve Tuna gizlendikleri yerden gangster görü-nümlü adamların sokağı terk edişini izledi. Tuna, “Bu adamları birkaç gün önce hastanede görmüştüm. Baba-nı ablukaya alan tipler bunlardı işte. Bizden önce buraya gelmeyi nasıl becerdiler?” diye sordu.

Çalılıktan ayrılarak tekrar bahçe kapısına yönelen Anette, “Jardar’ın istihbarat kaynakları sınırsızdır,” dedi ve ekledi, “Umarım geç kalmamışızdır.”

İkili bahçedeki patikayı geçip eve vardı. “Kapı zor-lanmamış,” diyen Tuna, ahşap pervazın bitişiğinde bu-lunan yuvarlak kapı ziline bastı. Fakat evde herhangi bir yaşam izine rastlayamadılar. Anette, Tuna’nın tekrar zile yönelmesini beklemeden kapı tokmağını sabırsızca yokladı.

“Hadi aç şu kapıyı!”Kapıda birkaç dakika bekledikten sonra evin etrafını

kolaçan etmek için birkaç adım uzaklaşmışlardı ki kapı açıldı. Sesi duyar duymaz arkasını dönen Tuna ve Anet-te, Laila ile yüz yüze geldi.

Üzerinde pembe bir mont olan kadın haddinden de yaşlı görünüyordu. Bakımsızlık, terk edilmişlik ve zor hayat şartları sebebiyle vücudu hızla çökmüştü. Gözleri Anette’nin de daha önce söylediği gibi genetik bazı so-runlara sahipti ve göz kapaklarını yeterince açamadığı için başını arkaya atarak bahçesindeki misafirlerini gör-meye çalışıyordu.

Tuna’nın dikkatli gözleri kadının pembe montu üze-rindeki yanık izlerini bir bakışta yakaladı. Bu izlerin muhtemelen evindeki sobasına sürterek oluştuğunu dü-şündü. Anette, birşey söylemeden önce, kuzeninin sey-rek saçlarına takıldı. Rengi platine kaçan saçlar kısacık kesilmişti.

Geriye doğru birkaç adım atarak ikiliyi evine buyur

Page 97: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

192 193

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Yani, eski haritalara dayalı yeni haritamın hesapları-na göre en doğudaki ve en batıdaki noktaların tam or-tasında kalan boylam Rodos’un da üzerinde bulunduğu yirmi sekizinci doğu boylamıdır.

Benzer bir hesaptan yola çıkıp, eldeki verilere daya-narak enlem hesaplamasını da gerçekleştirdim ve Can-dar Bekir’in aslında bunca zamandır aradığı noktanın otuz beşinci enlem üzerinde olduğunu tespit ettim. Yani bahsedilen taş, yirmi sekizinci boylam ve otuz beşinci enlemin kesiştiği noktada bizi bekliyor olmalı.

Taşın koordinatlarının tespitinden sonra, sıra zaman-lama tespitine geldi. Amcamın notlarında, taşın Mars ve Venüs’ün Akrep burcunda bir araya geldiği bir gecede ortaya çıktığından bahsediliyor. Candar Bekir’e bunca zamandır neden astronomi bilgisine sahip olan biriyle bağlantıya geçmediğini sordum. O da haritayı çözdük-ten sonra, yıldız bilimi konusunun işin kolay kısmı ola-cağını söyledi. Fakat bu hesap Candar Bekir’in tahmin ettiği kadar kolay değildi. An itibariyle, Rodos’un güne-yinde bir yerlerde, yani taşın bulunduğu sulardayız ve tarih şems takvimine göre onuncu ayın yirmi dördüncü günü. Mars ve Venüs her an aynı anda bir araya gele-bilir ve bizim hala hangi gecenin doğru vakit olacağını tahmin edecek bir astronomumuz yok. Kıyıya gidip, bir

duğunu düşünen Tuna, haline acıdığı kadının sol om-zunu sıktı. Ayrılmadan önce onun için yapabileceği tek iyilik buydu.

1521, 24 Ekim, Piri Reis

Sekiz yıl önce çizdiğim haritanın verdiği görgü ve deneyim sayesinde atlasın, geri kalanını tamamlamakta zorlanmadım. 919 yılının Muharrem Ayı’nda27 çizdiğim harita daha önce hiç gitmediğim sulardaki kıyıları işaret ediyordu. Bu haritalar Akdeniz’den başlıyor ve olabil-diğince doğuya uzanıyordu. Haritaların dayanak nok-tasının bildiğim sulardan başlaması benim için büyük bir avantaj oldu. Tanıdığım kıyıları rahatlıkla çözdükten sonra doğuya doğru fersah fersah açıldım. Haritaların gösterdikleri yöreler, kanımca Basra Körfezi’ni ve Hint diyarını aşıp, belki de Dünya’nın en doğusundaki kara parçalarına kadar dokunuyor. Bu noktaya kadar şaşı-lacak birşey yok. Atlası oluşturma hesabımdan şaşma-dım ve yaklaşık beş haftalık bir çalışmanın neticesinde gerekli mihenk taşlarını doğrulukla belirledim. Geriye kalan haftalarımı yirmi sekizinci boylama yoğunlaşarak geçirdim.

919 yılı haritasının batıda ulaştığı en uç nokta yetmiş birinci boylam olmalı. Yeni haritanın doğuda ulaştığı en uç nokta ise yüz kırk yedinci boylam üzerinde. Öyley-se, amcam Kemal Reis’in mektubunda bahsettiği yirmi sekizinci boylam, yani Rodos üzerindeki meridyen, ger-çekten de bu haritalara göre dünyanın merkezi oluyor. Çünkü;

71° Batı Boylamı + 28° Doğu Boylamı = 99°’lik bir fark oluşturur.

147° Doğu Boylamı - 28° Doğu Boylamı = 9 9 ° eder. 27 Miladi takvime göre 1513 yılının Nisan ayına tekabül eden tarihtir.

Page 98: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

194 195

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Üstelik tanışmamızın üzerinden sadece birkaç saat geç-miş olmasına rağmen…”

Başını belirgin bir hareketle Anette’ye döndüren Tuna, “Piri Reis haritalarının Oslo’da ne işi var?” diye sordu.

Yavaşça, “Anlaştık,” diyen Anette, başını, duyduğu soruyu zihninde sindirircesine aşağı indirdi. “Haritala-rın Oslo’ya nasıl ulaştığını bilmiyorum. Piri Reis’in adı-nı sadece iki yıl önce duydum.”

Araya giren Tuna, “Benim de konu hakkında derin-lemesine bir bilgim yok. Sadece gizemli bir dünya ha-ritasını yüzyıllar önce çizmiş olduğunu biliyorum. O kadar…” dedi.

“Öyle. Fakat fazlası da var. İstanbul’daki harita aslın-da bütün bir atlastan koparılmış küçük bir parça. Birileri hançerle atlasın Güney Amerika-Antarktika bölümünü kesip çalmış. Atlasın geri kalan bölümleri de aynı şekil-de parçalara ayrılmış. Bugün senin evinde bulduğum parça sanırım Kuzey Amerika-Grönland kısmını göste-riyordu. Laila’nın evinde bulduğum parçaya ise Doğu Afrika-Hint Körfezi geçirilmiş. Benzer ebatlarda altı adet harita var.”

Hayretle kekeleyerek konuşan Tuna, “Bu… Bu de-diklerin tüm tarih otoritelerini yerinden sarsacak cinsten birşey,” dedi ve ekledi. “Bugün yaşadığım bunca tuhaf-lıktan sonra üstüne bir de haritalar uzaylılar tarafından çizildi dersen şaşırmayacağım.”

Gülümseyen Anette, “Söylediğin kadar bilgisiz de-ğilmişsin. Tanrıların Arabaları’nı sen de okumuş olma-lısın,” diyerek Tuna’yı yüreklendirdi.

Koltuğuna tekrar yerleşen Tuna, “Bu kadarını Türki-ye’deki herkes bilir,” dedi.

“Evet. Haritalar muazzam. Beş yüz yıl önce yaşamış olan bir adamın Antarktika’yı mükemmel bir oranla haritaya geçirmiş olması tam bir muamma. Harita buz

astronom bulup gelsek, Akrep burcu tarihlerini kaçıra-cağımız muhakkak. Benim sahip olduğum yıldız bilgisi ise ancak yön tayinini sağlayacak seviyede. Bize astro-nomi deneyimi olan biri lazım.

Candar Bekir’in yanında sansar gibi dolaşan bir adam var. Adı Muharrem. Kıç kasarasında, astronomi tartış-masını sürdürdüğümüz sırada birkaç adım ötemizde duruyordu. Densiz bir tavırla kasaraya adım atıp, tar-tışmamızı böldü. Bekir’in kulağına birşeyler fısıldadı ve yanımızdan koşarak uzaklaştı. Nasıl olduysa, Candar Bekir’in keyfi yerine gelmişti. Birkaç ay önce esir ettikle-ri bir Hıristiyan gencinin astronomi tecrübesi olduğunu söyledi. Bekir, delikanlıyla önce kendisi görüşecekmiş. Şu anda çalışmalarımı tamamladığım odadayım ve hala astronom gencin takdimini bekliyorum.

Hainlerle işbirliği yapmak kanıma dokunuyor, fakat gerçeği öğrenebilmek için bu derde katlanmalıyım.

Allah sonumuzu hayır eylesin.Muhiddin Piri Reis

17 Kasım 2012, 19:30, Anette

Erken inen akşamın karanlığında hızla yol alan araç Oslo istikametine doğru ilerliyordu. Fredrikstad yolun-da sorularıyla Anette’yi sıkboğaz eden Tuna, dönüş yo-lunda bir hayli suskundu. Sessizlikten huzursuz olan kadın göz ucuyla Tuna’yı yokladı. Yarı soru sorar yarı hüküm verir bir tavırla, “Sessizsin,” diyen Anette it-hamkar bir bakış attı.

“Yok birşey. Sadece düşünüyorum,” diye cevap ve-ren Tuna taşları yerine koymaya çalışıyordu.

“Bana duyduğun güvensizliği tahmin edebiliyorum. Ama biliyorsun ki olaylar hiç beklemediğimiz şekilde değişti. Yanımda olman ilk başta beni tedirgin etmişti ama sanırım artık kendimi daha rahat hissediyorum.

Page 99: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

196 197

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Gözleri yerinden fırlayacakmış gibi irileşen Anette az daha aracın hâkimiyetini kaybedecekti. Bir anlık heye-can ile direksiyon hâkimiyetini kaybeden kadın saatte yüz km hızla ilerleyen cipin otoyolda savrulmasına se-bep oldu. Neyse ki, başlarına bir kaza gelmemişti.

Bu sefer şaşırma sırası Anette’deydi. Aracı tekrar to-parladıktan sonra, “O kâğıt Nostradamus’a ait bir belge mi? Skillebekk’teki evde buldun değil mi?” diye sordu.

Kendinden emin bir tavırla gülümseyen Tuna, “Ay-nen öyle,” diye yanıtladı.

Sağ avuç içiyle direksiyona vuran Anette, “Biliyor-dum!” dedi.

“Peki, bu iki adamın buluşmasını bu kadar önemli kılan nedir?”

Tuna’nın haklı merakını giderip güvenini iyice ka-zanmak isteyen Anette konuşmaya başladı: “Babamın elinde Deniz Kumandanı Piri Reis tarafından yazılmış ilginç bir günlük var. Kumandan bu günlükte başından geçmiş olan sıra dışı bir seferi tüm ayrıntılarıyla anlatı-yor. Günlüğün ilk bölümlerinde daha yirmisine erişme-miş olan Michel isimli genç bir pratisyen hekimden bah-sediliyor, fakat soyadının Nostradamus olduğu açıkça söylenmiyor. Gencin veba salgınından kaçmış olan Sa-int Remy’li bir Fransız olduğunu söylüyor. Buraya ka-dar anlatılanlar günlükte bahsedilen kişinin Michel de Nostradamus olabileceğine işaret ediyor.”

Hikâyenin devamını merak eden Tuna, “Diyelim ki öyle, ya sonra?” diye sordu.

“Piri Reis, bir grup korsanla birlikte Rodos yoluna düşüyor ve sefer esnasında mucizevî haritalarını nasıl çizdiğini anlatıyor. Dünya atlasını çiziyor olmak Piri Reis gibi bir kartograf için elbette hayati bir olay, fakat Piri’yi maceraya sürükleyen asıl sebep nereden geldiği bilinmeyen bir taş. Gökten indiği sanılan bir tür taşın belirli günlerde ortaya çıktığı ve kendisine ulaşan insan-

kaplı kıyıları göstermiyor, karasal kıyıları tüm ayrıntıla-rıyla resmediyor. Bu inanılmaz birşey!”

Anette’nin son sözlerini tam olarak anlayamayan Tuna, “Bir dakika! Bu ne demek oluyor? Yani, karasal kıyı ne demek?” diye sordu.

“Antarktika’nın yüzeyindeki buz tabakası öyle kalın ve geniştir ki, bazı kıyılar aslında karanın bitmiş olduğu yerden kilometrelerce içeridedir. Yani birisi beş yüz yıl önce Güney Kutbuna inip tüm kıyıları haritasına geçir-miş olsa dahi, karasal kıyıları resmedememiş olacaktı. Buz tabakasının altında kalan kısmı çizebilmesi için kı-zılötesi görüşe ihtiyaç var. Amerikalılar, Antarktika kı-yıları üzerinde kızılötesi kameralı bir uçak ile görüntü almayı başarınca, buz kıtasının gerçek kıyıları ilk kez resmedilmiş oldu. Yani, Piri Reis’in haritası Antarkti-ka’nın buz çağından önceki halini gösteriyor.”

Kendi ülkesinin tarihine ait olan önemli bir deniz adamı hakkında bu kadar az şey bildiğinden utanan Tuna, koltuğuna sindi ve bir süre otoyolu izledi.

“Peki, şu bahsettiğin adam, Jardar, bir tür koleksi-yoncu mu?”

Anette, “Keşke öyle olsa…” diyerek iç çekti. “Bu mü-cadele tahmin ettiğinden çok daha derin. Sana skandal bir bilgi daha vereyim: Nostradamus ve Piri Reis’in ta-nışmış olduğuna dair güçlü bulgular var.”

Başını umursamaz bir tavırla sallayan Tuna kendi kendine, “Yok artık daha neler…” dedi.

“Bahsedildiği gibi Nostradamus’un geleceği gören biri olduğuna ben de şahsen inanmıyorum ama bu iki adamın geçmişte bir şekilde bir araya gelmiş olması muhtemel.”

Anette’nin sergilediği açık yürekliliği ödüllendirmek isteyen Tuna, kadın hala konuşuyorken sırt çantasının fermuarını açtı ve elindeki tarihi belgeyi göstererek ko-nuştu: “Sakın bulgulardan biri de bu olmasın?”

Page 100: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

198 199

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Bir yandan yola konsantre olmaya çalışan Anette, “İyi de Nostradamus’un yazdığı şiiri kime çözdürecek-sin?” diye sordu.

“Adamı çoktan tanıdığını zannediyordum.”Anette hiç beklemeden sordu: “Kim?”“Şu İtalyan kütüphaneci… Adam birkaç hafta önce

bir Nostradamus sergisi açtı. Duymadın mı?” “Haftalardır perişan bir haldeyim Tuna.” Anette, Tu-

na’ya ilk kez ismiyle hitap ediyordu. “Gözümden kaç-mış olmalı. Şu İtalyan, belgeyi çözebilecek kadar iyi olsa bile, sence bizi ele vermeye kalkmaz mı?” diye sordu Anette. Şehir merkezine yaklaşmak üzereydiler.

“Elbette bu bir risk… Fakat Norveç’te bu adamdan başka bir Nostradamus uzmanı bulunduğunu sanmıyo-rum. Ayrıca, tüm belgeleri yanımızda sınır dışına çıkar-maya kalkmak çok daha riskli.” Tuna tüm yapılacaklar-dan sorumluymuş gibi konuyu ele almıştı.

Ciddi tavrından uzaklaşan Anette, “Bakıyorum da işi birkaç saat içinde benden devraldın ha?” diye sordu.

Mütevazı bir gülümsemeyle karşılık veren adam, “Ne diyorsun?” diye sorarak Anette’nin tepkisini ölç-meye çalıştı.

“Doğrusu sözlerine hak veriyorum. Fakat dedikleri-ni gerçekleştirebilmemiz için biraz zamana ihtiyacımız var. Şu anda şehrin bir numaralı aranan adamı olduğu-nu hatırlatmak isterim. Oslo’da her akşam birilerinin evi kurşunlanmıyor. Ortaya çıkmak için haddinden faz-la geç kaldın. Saldırıya uğramış olan kişi sen olduğun halde, hali hazırda Polis yabancı olduğun için senden şüphelenecektir. Eminim evinin her yerini çoktan didik didik etmişlerdir. Bu iş için kendimize birkaç gün ve-relim. Bırakalım şu duman dağılsın ve gazeteler senin yerine Alanya, Yunan adaları haberlerini manşetlere taşımaya başlasınlar.” Tuna’yı arabasından indireceği kavşağa yaklaşan Anette bir anlık sessizliğin ardından

lara bazı güçler bahşettiği söyleniyor. Haritalar ve bazı eski yazıları bir araya getiren kişi taşın yerini tespit ede-bilirmiş. Babam yıllar önce taşı hasta babası için kullan-maya çalışmış, fakat ummadık şeyler yaşanmış.”

“Ne gibi?”“Babam taşın insan vücudundaki bazı hastalıklı or-

ganları tamir edebildiğine inanıyordu. Kanser hastası dedemin bu yolla iyileşebileceğini düşündü. O günlerde arkadaşı Jardar’dan yardım alıyordu, fakat daha sonra-dan işler sarpa sardı.”

Anette’nin son sözleri Tuna’yı heyecanlandırmıştı. Balkondan atlamak üzere olduğu gün tutunduğu para-noyak düşüncenin belki de doğru olabileceğine ilk kez inanmaya başlamıştı. “Gazete kupüründeki yazı, ‘Baba-mı kurtaracak şifa saklı durur, kalbimin arkasında,’ bu taşı kastediyordu değil mi?”

“Sanırım öyle…” dedi Anette düşünceli bir şekilde. Merakı iyice artan Tuna, kısa süren sessizliğin ardın-

dan konuşmaya başladı: “Bak aslında ben de bir kanser hastasıyım ve hayatım son bir yıldır gerçekten de çok tatsız. Bu durumun sadece kanserle bir ilgisi yok. Bir tür gizli bunalım yaşıyorum. Garip gelebilir ama bugün uzun zamandır yaşadığım en eğlenceli gündü.” Tu-na’nın sözleri Anette’nin gülümsemesine sebep olmuş-tu. “Sanırım haritayı çoktan birleştirdik. Tek yapmamız gereken elimdeki Nostradamus belgesi üzerine yoğun-laşmak, öyle değil mi?”

Tuna ile hemfikir olan kadın başını sallayarak, “Emin veya umutlu değilim, ama teorik olarak evet,” dedi.

Hevesli ses tonuna kendini kaptırmış olan Tuna ihti-yari planını anlatmaya devam etti: “Elimizde somut ka-nıtlar var. Günlük, harita parçaları ve Nostradamus’un bilinmeyen kehaneti… Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Bu belgeleri iyice araştırmalıyız ve bunu yapar-ken Jardar’a yakalanmamalıyız.”

Page 101: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

200 201

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

“Cahil olduğunu kabul et! Hem cahilsin, hem de yap-tığım her işi eleştiriyorsun. Yaptığım iş hakkında hiçbir bilgin olmadığı halde beni eleştiriyorsun.”

Ayağa kalkıp üstünü silkelemekle meşgul olan genç, daha sakin bir ses tonuyla Piri’nin yüzüne dahi bakma-dan konuştu:

“Yıldızlar hakkında ne bilmek istiyorsun?”Gencin sefil haline acıyan Muhiddin Piri öncelikle

genci yatıştırması gerektiğini düşündü. Düşkün durum-daki bir köle de olsa, gemide tarafına çekeceği bir kişiye ihtiyacı vardı. Hem Michel’i geminin kasvetli ve huzur-suz ortamından kurtarmak hem de kendisiyle yakınlık kurabilmek için bir hikâye anlatmaya karar verdi. Gen-cin aylardır nezaketten mahrum bir hayat sürdürdüğü aşikârdı.

“Yıldızlar bizi bekleyebilir. Şu rahat mindere otur da sana bir lokum ikram edeyim. Candar Bekir, Göke’ye teşrifimden önce gül lokumu aldırtmış. Daha önce hiç tattın mı?”

Ürkek bir hayvan gibi minderdeki yerini alan Mic-hel, bu esrarengiz adamın gemideki güruhla bir alakası olamayacağını sezmişti ama gemideki deneyimleri se-bebiyle insanlara kolaylıkla güvenmeyen biri haline gel-mişti. Bu yüzden başını hayır anlamında sallayıp, kolla-rını dizleri üzerinden bağladı.

Michel’in hala iletişime açık olmadığını fark eden Piri Reis, lokum gümüşlüğü bir kenara bırakıp, “Seninle bir kıssa paylaşayım. Derviş ile bedevinin hikâyesini duy-dun mu hiç?” diye sordu. Delikanlıdan bir cevap alama-yınca, konuşmaya devam etti.

“Dervişin biri ilden ile yürüyerek dünyayı gezermiş. Vakit gelmiş, yolu çöllere düşmüş. Bir dostu, ‘Etme, eyleme! Sen in-san hayatından feyiz alan bir garip dervişsin. Çölde ne insan bulunur ne de bir mahlûkat! Uçsuz bucaksız bir boşluktur.

konuşmaya devam etti: “Bana güvenmen gerek. Eğer seni bu tarihi belge ile polisin kucağına yollarsam, hapsi boylarsın. Birkaç gün boyunca görüşmemeye çalışalım ve daha sonra şu bahsettiğin İtalyan kütüphaneciyi bu-lalım. Ne diyorsun?”

Elindeki tek koz olan tarihi belgeyi Anette’ye teslim etme düşüncesi Tuna’yı tedirgin etmiş olsa da ruloyu sırt çantasından çıkarıp aracı kullanmakta olan kadına uzattı. Başka bir çıkar yolunun olmadığını biliyordu.

Kâğıdı dikkatle eline alıp güvenli bir yere koyan Anette minnettar bir ifadeyle, “Teşekkür ederim,” dedi. Çok geçmeden Tuna’yı bırakabileceği sokağa gelmişler-di. Tuna kapıyı açıp arabadan ayrılırken eğilen Anette, “Polis geceyi bir otel odasında geçirmeni tavsiye ede-cektir. Şehir merkezindeki lüks bir otelde kalmaya çalış. Para mühim değil,” diyerek tavsiyelerde bulundu. “Üç gün sonra salı sabahı saat 08:00’de kütüphane civarın-da buluşuruz. Bu arada, sanırım seni 19:30 haberlerine yetiştirmeyi başardım,” deyip gülümsedi ve aracıyla uzaklaştı.

1521, 24 Ekim, Piri Reis

Piri Reis, imzasını günlüğüne düşürdüğü sırada, ça-lışma odasının önünde yükselen bağrışmalara kulak ka-barttı. Defterini kapatıp, yerine kaldırdığı anda odasının kapısı izinsiz açıldı ve sıska bir delikanlı adeta içeriye fırlatıldı. Genci itekleyerek odaya getiren korsan Bitli El’den başkası değildi. Belli ki Bitli El, Piri Reis ile yüz yüze gelmekten kaçınıyordu. Bu yüzden, Michel’in oda-ya teslim edildiğinden emin olup, kapıyı çarptı.

Katır Joseph hadisesinden bu yana Bitli El ve Mic-hel’in yıldızları hiç uyuşmamıştı. Yerden doğrulan genç elini havaya kaldırmış bağırıyordu:

Page 102: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

202 203

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Olduğu yere devriliverir. Buğdayı dengeleyecek bir yük ile de-veyi denk ederim ki, yolu dosdoğru gitsin.’

Aldığı cevapla iyice keyiflenen derviş, bir kahkaha atmış. ‘Buğday yükünün tamamını sağından sarkıtacağına, buğ-

dayın yarısını şu kum çuvalına pay edip yükünü taşısaydın ya! Böylelikle hem devenin dengesini sağlardın, hem de yükün yarıya inerdi.’

Ahmaklığı gün yüzüne çıkan bedevi tabii mahcup olmuş ama o da dervişi birkaç sual ile sınamaya niyetlenmiş.

‘Derviş Efendi, sen böyle yaya gezdiğine göre çalışmaya ihtiyacın yok. Bağlarında çalışan çok adam var herhalde?’

Derviş kafasını sallamış, ‘Benim bağım, bahçem yok.’ De-miş ki, ‘Benim şu dünyada sahip olduğum toprak miktarı üze-rinde durduğum ayaklarımın kapladığı alan kadardır.’

‘Öyleyse altının çoktur senin,’ demiş bedevi. ‘O yüzden yük taşımıyorsun, değil mi?’

Derviş yine cevap vermiş, ‘Param pulum da yok benim.’‘Eee fukaranın serveti çocuktur,’ demiş bedevi. ‘O halde

sende evlat çok. Onlar çalışıp sana bakıyor olmalı ki sen böyle rahat dolaşıyorsun,’ diye dervişin ağzını son kez yoklamış ve bir kez daha ‘Hayır,’ cevabını almış. En sonunda ‘Peki, sen ne yaparsın be adam? Ne ile daim ettirirsin ömrünü?’ diye sormuş kinayeyle.

Ellerini iki yana açan derviş, ‘İnsanların yaptıkları işleri izlerim. Onlarla sohbet ederim. Dilim de biraz sivridir, be-ğenmediğim yanlarını pat diye yüzlerine vururum. Kasabın terbiye edemediği eti nasıl dövmesi gerektiğini gösteririm, bahçıvanın yanlış suladığı gül bahçesini nasıl coşturacağı-nı anlatırım. Eşraf da irfanıma değer verir, kelamım dinler, gönlüm kırmaz. Hayatımı daim ettirmek için Müslümanların lütfunu beklerim. Hayırsever bir tüccar dergâha bir eşek geti-rirse, onu keser yerim. O da kısmet olmazsa, yarı aç yarı tok gezerim,’ diye cevap vermiş.

Dervişin haddini bildirmek için sabırsızlanan bedevi baş-lamış konuşmaya:

Çölde hikmet ne gezer?’ deyip, dervişi yolundan alıkoymaya çalışmış.

Derviş de, ‘Çölü güzel kılan, yürüdükçe elbet bir gün son bulmasıdır. Acı ve keder dolu bir hayat da ancak takat sahi-bi kimselerce yürünebilir. Bu hayatın bir çöl gibi boş olduğu, ömrün sonuna varıldığında anlaşılabilir. Çöl bir hiçlik ise, ben hiçliğime dalmak için sabırsızlanmaktayım,’ demiş.

Bir başka yoldaşı ise, ‘Çöl, tehlikelerle doludur. Sen savun-masız bir âdemsin. Akreplere, akbabalara, aslanlara yem olur-sun,’ diyerek inatçı dervişin gözünü korkutmayı denemiş.

Arkadaşını telkin eden adam, ‘Öyleyse ebe kadınlar ne diye ana karnındaki bebekleri sıvazlar? Bebek kendisini ana kar-nında bulur ve orada ilelebet yaşayacağını sanar, lakin ora-dan çıkınca öğrenir ki, hayat denen çölün sonunda elbet ölüm vardır. Sonunda ölüm olacağını bilen insan neden çıkar bu yola? Ben ise ölür müyüm, ölmez miyim bilmeden giriyorum bu yola,’ demiş ve eşi, dostuyla helalleşip yola çıkmış.

Dudakları iki kere deri değiştiresiye kadar bir kuyudan di-ğerine günlerce yürümüş. Derken bir gün hayli yorgun düş-müş ve bir kuyunun başında istirahat halindeymiş. Ufuktaki kum tepelerinin üzerinde devesinin sırtında boy gösteren ka-ralar içindeki bir bedeviye rast gelmiş.

Kuyunun başında bir âdem gören bedevi, devesini daha hızlı sürmüş ve dervişin yamacına ulaşmış. Bedevi dost can-lısı bir selam ile yaklaşmış, fakat derviş daha adama Allah’ın selamını verip, kimsin nesin diye sormadan söze girmiş: ‘Ey çölün yolcusu bedevi, sağ çavulunda ne taşımaktasın?’

Bedevi, ‘Sağımda buğday yükü bulunur,’ diye cevap ver-miş. Ukala derviş, ‘Peki ya solunda ne taşımaktasın?’ diye so-runca da, ‘O çuvalda da kum taşırım,’ demiş.

Bu cevaba şaşıran derviş alaycı bir tavırla, ‘Ne diye diğer yanında kum taşırsın?’ diye sormuş.

Çölü vatan belleyen bedevi emin konuşmuş. ‘Ah be kel derviş! Aklını yarı yolda bırakan ermiş! Deve-

nin soluna yük koymazsam, bu hayvan bir adım bile atamaz.

Page 103: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

204 205

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

“Her zaman bir kaçış yolu vardır delikanlı,” dedi Piri Reis.

Köşeye sıkışmışlığı her halinden belli olan Michel ça-tallaşan ses tonuyla birkaç kelime sarf edebildi. “Kaçış yolunu biliyorum, ama…” Gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Yüzü gölgelendi.

“Cesaretinin olmadığını söylemekten çekinme. Bu korkak olduğun anlamına gelmez.”

Gözyaşlarına boğulmamak için kendisini zor tutan Michel ayağa kalkıp kendisini tanıttı.

“Benim adım Michel, efendim. Michel De Nostre-dame. Gemiye esir düşmeden önce geçimini eczacılık yaparak sağlayan bir tabiptim. Aynı zamanda, astroloji bilgisine de sahibim.” Sağ koluyla gözündeki nemi sil-diği sırada, sol eliyle de dizinin üzerindeki deliği ört-meye çalışıyordu. “Muharrem Efendi ve Candar Bekir yıldızların hareketini yorumlayabilen birine ihtiyacınız olduğunu söyledi.”

Michel’in sol yanağını sıvazlayan Piri Reis, delikanlı ile göz göze gelip umut verici son bir cümle daha söy-ledi.

“Yıldızlar kaçış yolun olabilir.”

17 Kasım 2012, 19:45, Tuna

Arabanın kapısını kapatıp araçtan uzaklaşan Tuna sırt çantasıyla birlikte karanlık sokakta yürümeye başla-dı. Telefonunu hala kapalı tutuyordu. Yaklaşık altı yüz metre yürüdükten sonra köşeyi dönüp evinin bulun-duğu sokağa girdi. Apartman dairesinin sakin bahçesi adeta bir panayır alanına dönmüştü. Medyanın ve polis departmanının olay yerine göstermiş olduğu abartılı ilgi Tuna’nın gözünü korkuttu, fakat başka bir çıkar yolu yoktu. Cesaretini toplayıp kaosun içine doğru yürüdü.

‘Derviş Efendi! Belki benim aklım kıt, yüküm ağır. Ama ağır aksak ilerleyip, yol almaktayım. Sen ise ince aklın ve gü-zel görüşünü kendi hayrına kullanmak yerine, başkalarını yermeye adamışsın,’ demiş bedevi.”

“Bedevi aslında güzel özetlemiş, ama ben de sana bir hisse çıkarayım bu hikâyeden. Dünyanın hiçbir yerinde ömrünü başkalarını eleştirerek geçiren bir insanın ma-bedi dikilmemiştir. Başkalarını eleştirmeyi görev bilen-leri kimse hatırlamaz. İşleyen kişi ister karınca olsun, ister Peygamber Süleyman! Çalışan adamın yaptığı iş elbet ondan sonrakilere yadigâr kalır. Bu yüzden, sen de bundan böyle seni eleştirenlerle ağız dalaşına girme.”

Muhiddin Piri’nin anlattığı hikâye sayesinde gergin halinden uzaklaşan Michel, “Siz kimsiniz?” diye sordu. Piri Reis, Michel’in tanışmak için yönelttiği sorunun iyi-ye işaret ettiğini düşündü.

“Ben Osmanlı Donanmasından sorumlu Derya Beyi Muhiddin Piri Reis’im. Aynı zamanda, kartografım. Se-nin ismin nedir delikanlı? Fersah olmadan evvel ne işle meşgul olurdun?”

Fersah kelimesini küçümseyici bir unvan olarak gö-ren genç adam beklemeden sıraladı kelimelerini.

“Fersah değilim. Anlaşmalı bir mahkûmum. Son altı ayda otuz iki denizcinin hayatını kurtardım. Sayıyı kır-ka tamamladığımda, serbest bırakılacağım. Candar Be-kir deniz sezonunu kısa kesmeseydi, herhalde kış gel-meden hürriyetime kavuşacaktım. Ama nasip olmadı. Mart sonuna kadar beklemek zorundayım.”

Ağzının içinden konuşan Piri Reis aymaz bakışlarla, “Demek Candar Bekir’in seni gerçekten serbest bıraka-cağına inanacak kadar safsın…” dedi.

Piri Reis’in kinayesine bozulan delikanlı kollarını sı-kıca bağlayıp arkasına yaslandı, “Başka bir çarem yok ki!”

Page 104: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

206 207

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

karşı olan tutumunu adeta frenlemişti. Merdivenleri çı-karken daha ağır hareket ediyor, sorularını daha yavaş soruyordu. Tecrübesiz polisin tavrındaki bu ani değişik-lik Tuna’nın gözünden kaçmamıştı ve kadının bir anda kitaba göre hareket etmeye çalıştığını sezdi.

“Olayın üzerinden saatler geçtiği halde size ulaşa-mamış olmak hepimizi endişelendirdi. Öncelikle bunu açıklayabilir misiniz? Tüm gün boyunca nerdeydiniz?”

Tuna’nın daha ilk sorudan yalan söylemesi gereki-yordu. “Kurşunlama olayı gerçekleştiğinde evimde de-ğildim. Şehir dışında yaşayan bir arkadaşımın yanına gitmiştim. Bahçesinde oyalandık. Dış dünyadan tama-miyle izole bir haldeydim.”

“Arkadaşınızın kim olduğunu sorabilir miyim? Ken-disinin de ifadesine ihtiyacımız var.”

Amirin ikinci sorusunda tökezleyen Tuna küçük bir blöf denedi ve merdivenleri çıkarken aniden durup, “Bir dakika! Bugün benim evim kurşunlandı ve siz bana şüp-heli listesinin başındaymışım gibi davranıyorsunuz. Bu kabul edilebilir bir durum değil!” dedi. Kadının tavrını merak ediyordu. Eğer sert çıkışırsa, hemen çözülecekti. Fakat nasıl olduysa blöf işe yaramıştı.

“Özür dilerim Tuna Bey. Yalan söylüyor olduğunu-zu ima etmek istemedim. Bu sadece prosedür gereği bir talepti. Neyse… Zaten kurşunlanma olayıyla ilgili daha ciddi meselelerimiz var. İsterseniz, şimdilik bu konulara yoğunlaşalım.”

Polis Amiri Linda’nın eşliğinde evine giren Tuna bir suçlu gibi etrafa bakındı.

“Evinizin sadece mutfağı kurşunlanmış. Görmüş olduğunuz gibi karşı binadaki ekibimiz ateş açılan bi-nanın çatı katını araştırıyor.” Yeniden eldivenlerini giymekle meşgul olan Linda parmak ucuyla terastaki adamları işaret etti ve önlerinden geçen bir meslektaşı-na, “Beyefendiye de bir çift eldiven verir misin?” diye

Gazetecilerin arasından Tuna’nın bahçeye yaklaş-tığını gören Federasyon Başkanı Yusuf yüksek sesle, “Tuna!” diye bağırınca, kendi halindeki basın mensup-ları bir anda Tuna’ya doğru koşmaya başladı. Yayın için bahçeye jeneratör bile getirilmişti ve kamera arkasındaki ekip Tuna’nın belirdiği karanlık köşeyi fark edince spot lambalarını yorgun adamın yüzüne doğrulttular. Hep bir ağızdan Norveççe konuşan onca gazetecinin arasın-da umarsızca Türkçe sorular soran gözlüklü ve bıyıklı Yusuf, sanki o dünyaya ait olmadığını belli ediyordu. “Tuna! Irkçılar seni de tehdit ettiler mi? Tuna! Bir cevap ver kardeşim!”

Basının sorularına aldırış etmeyen Tuna başını öne eğerek yürümeye devam etti ve polis kontrolündeki bahçe kapısına ulaştı. Siyah polis üniformalı dev gibi bir memur, kapıyı Tuna için açtı ve yorgun adamı bahçeye buyur etti.

Apartman girişi, asansör kabini ve merdivenler dahi olay yeri inceleme ekiplerinin çalışması altındaydı. Tu-na’nın geldiğini öğrenen ilgili polis amiri binadan ace-leyle fırladı. Karşısında duran adamın elini sıkmadan önce elindeki beyaz eldiveni bir çırpıda çıkarıverdi ve elini uzattı. “Merhaba! Ben Komiser Linda. Siz Tuna Us-taoglu olmalısınız.”

Ortalama bir Norveçlinin ‘Ğ’ harfinden habersiz ol-duğunu kanıksadığı için kadının telaffuzundaki hatayı önemsemedi. İsminin bu garip halini benimsemişti bile. Hatta o da artık kendi soyadını ‘G’ harfiyle telaffuz edi-yordu. “Evet, Tuna Ustaoglu benim. Memnun oldum.”

“Ben de,” dedikten sonra işgüzar bir tavırla ellerini beline götüren kadın polis, “İsterseniz önce bir evinizi gezelim. Ortalığı biraz dağıttık kusura bakmayın,” de-dikten sonra, Tuna’yla birlikte apartman girişine yönel-di ve beraber merdivenlerden çıkmaya başladılar. Ka-dın, oldukça enerjik bir giriş yaptıktan sonra Tuna’ya

Page 105: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

208 209

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

olmamış. Hoş, çoğunluğu ilerlemiş yaşları sebebiyle ne balyoz sesini ne de kurşunlama olayını işitmişler, ama temiz bir insan olduğunuz her halinizden belli. Fakat bu olay teşkilattan ve politik camiadan birçok kişinin midesini bulandırdı bile. Bizimle işbirliği içinde olma-nızı tavsiye ederim. Aksi takdirde, hoş olmayan birşeyle karşılaştığımızda en çok zararlı çıkan siz olursunuz.”

1521, 27 Ekim, Piri Reis

Piri Reis ve Michel de Nostredame yaklaşık üç gün boyunca yer ve gök haritaları üzerine konuştular. Gün-de sadece birkaç saat uyku ile bıkmadan usanmadan tartışıp, yeni şeyler öğrendiler. Muhiddin Piri sahip ol-duğu bilgiyi içtenlikle genç adam ile paylaştı. Müteva-zı Reis, amcası Kemal Reis’in yıldız hareketleriyle ilgili notlarını Michel’in rahatlıkla anlayabilmesi için Farsça-dan İtalyancaya çevirdi. Buna karşılık, Michel de güçlü Latince bilgisi ile Piri Reis’in elindeki eski haritaların birkaçını farklı bir gözle inceledi ve Piri’nin haritaları çizerken kabul ettiği varsayımların ne kadar tutarlı ol-duğunu onayladı. Çalışma odasına kapanan iki adam, birbirlerinin yeterliliklerinden ustaca faydalanıp, doğru iz üzerinde olduklarından emin oldu.

Ne ilginçti ki, farklı donanımlara ve mevkilere sahip bu iki ilim insanı aynı konu üzerine yıllardır kafa yor-maktaydı. Yaşı, dini, makamı, boyu, posu, anadili apay-rı iki adamı bir odada günlerdir kilitli tutan ortak bir payda vardı: Haritalar. Söz yerindeyse, sırtındaki giysisi çuval parçalarıyla yamanmış incecik bir delikanlı ile Ka-radeniz ve Marmara’nın kilidini elinde tutan bir derya beyi birbirine hem ustalık hem de çıraklık ediyordu.

Sanki sema, Piri Reis ve Michel’in uğraş dünyalarını ikiye ayırmaktaydı. Biri yer atlasına ömrünü adamıştı, diğeri ise gök atlasına. Biri semanın üzerindekileri ha-

sordu. İkili daha sonra oturma odasına yöneldi. “Tek bir kurşun dahi oturma odanıza isabet etmemiş. Ayrıca çalışma masanızda iki adet fincan bulunuyor. Olay es-nasında bir arkadaşınızla birlikte evde bulunmadığınız-dan emin misiniz?”

Sert tavrını koruması gerektiğine inanan Tuna yalanı sürdürmeye devam etti: “Biraz pasaklı ve üşengeç bir adamım. Fincanlar geçen geceden kalma. Dediğim gibi evde değildim.”

Tuna konuşurken adamı gözlerini kısarak izleyen Linda, Sherlock Holmes tavrıyla arkasını dönüp duvarı işaret etti: “Peki, bu nedir? Duvarınızda garip bir delik var.”

“Kurşunlanma sırasında oluşmuş olamaz mı?” diyen Tuna soruya soruyla karşılık vermeyi denedi.

“Mümkün değil. Adamlarımız önce duvara açılan deliği araştırdı. Şu televizyon sehpası üzerindeki balyoz ile duvarınızdaki tuğlaların birkaçı parçalanmış. Kapı zorlanmış olsa ve duvarın bu bölümünde gizli bir ka-sanız olsa, evinize hırsız girdiğini düşünürdüm ama bu çok garip. Bunu neden yaptınız ve neden şu anda yalan söylüyorsunuz?”

Tuna birkaç dakika içinde köşeye sıkışmıştı ve ne de-mesi gerektiğini bilemiyordu. Bir süre kem küm ettikten sonra, “Aslında, bu sabah küçük bir tadilata başlamış-tım. Balyozla kırdığım yere küçük bir bölme yapmayı düşünüyordum. Arkadaşımla buluşmama geç kaldığım için işi yarıda bırakıp evden çıktım. Bu absürt durum-dan utandığım için şu anda size söylemek istemedim. Hepsi bu kadar,” diye konuştu.

Tuna’nın cevabından bir nebze dahi tatmin olmamışa benzeyen Amir Linda, adamla ilgili küçük bir özet geç-ti. “Tuna Bey, siciliniz temiz. Toplum tarafından saygı gören bir insansınız. Bir süredir bu nezih semtte oturu-yorsunuz. Komşularınız bir kez olsun sizden şikâyeti

Page 106: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

210 211

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Tuna ise rahat tavırlar içindeydi. Kaşkolünü dürüp arka koltuğa koydu. “Komiser Linda dün akşamüzeri benimle otel lobisinde buluştu. Yarı tehditkâr yarı işbir-likçi bir hava içinde konuşuyor işte. Kadın işin yapılma-sından daha çok, medya ve politika baskısına yoğunlaş-mış durumda. Yanlış giden birşeye sebebiyet vereceğini sanmıyorum. Medyanın olaydan uzaklaşmasıyla birlik-te, Linda’nın göz hapsi de son bulacaktır. Dün lobide gözümün içine bakıp, ‘Ne karıştırdığını bilmiyorum ama gözümüz üzerinde,’ dedi.”

“Telefonlarını dinlemeye başlamışlardır. Beni arama-maya çalış. Sadece yüz yüze olduğumuzda konuşalım. Ayrıca, …” derken sözünü yarıda bırakan Anette heye-canla, “Bu o mu?” diye sordu.

Kütüphanenin girişine odaklanan Tuna, kadının işa-ret ettiği kişinin bir başkası olduğunu görünce, “Hayır, bu o değil,” deyip tekrar arkasına yaslandı, “Biraz sakin olmayı dene. Öncelikle adama nasıl yaklaşacağımızı ko-nuşmamız gerek.”

İki eliyle tuttuğu direksiyonun üzerine çenesini da-yayarak yaslanan Anette düşünceli bakışlarla, “Kütüp-hanecinin karakteri hakkında bilgimiz yok. Bu adamı hiç tanımıyoruz. Haritalara ve Nostradamus’un kayıp mısralarına sahip olduğumuzu öğrenir öğrenmez bizi polise şikâyet edecektir,” dedi.

“Bu kadar karamsar olma. Eğer onu can evinden ya-kalarsak, işbirliğine sıcak bakacaktır.”

Başını direksiyonun üzerinden kaldırıp Tuna’ya dön-düren Anette, buz mavisi bakışlarını ortağına yöneltti: “Nasıl?”

Yanında getirdiği kâğıt poşetten kahvesini ve böreği-ni çıkartan Tuna fikir yürütmeye başladı: “Matteo’nun bu konuya ne kadar tutkun olduğunu gördüm. Öyle veya böyle, mısraların müzeye teslim edileceğini ona söyleyeceğiz. Eğer belgeleri bir anda ortaya çıkarırsa,

ritaya geçirme derdindeydi, diğeri ise semanın altında-kileri.

Her ikisinin de bilmediği bir diğer ortak noktaları daha vardı, o da şiirdi. Amcasının ölümünden sonra Muhiddin Piri’nin şiir yazma yetisi daha da güçlenmiş-ti, çünkü şiirin özü ayrılık acısıydı. Kalbe yumruk gibi inen hicrandı.

Michel ise henüz bu yönünün farkında değildi ve is-mini yüzyıllar boyunca tüm dünyaya duyuracak olan meziyetinden habersiz yaşamaya devam etmekteydi. Bu yönünü ortaya çıkarabilmesi için daha uzun yıllar bekleyecekti ve şiirin, yazana bir meşakkat değil de şai-rin bir ihtiyacı olduğunu elbet o da öğrenecekti. Çünkü kelimeler kalbe geldiğinde şaire zulmeder, duyulmak isterler. Yazılmadıkları takdirde zihnin duvarlarında yankılanırlar. O vakitlerde, şairin gözü ne uyku görür, ne de susuzluktan kuruyan ağzı bir damla su ister. Mic-hel henüz on sekiz yaşında bir delikanlıydı ve şiire dair birçok şeyi öğrenebilmesi için önünde uzun bir ömür vardı.

20 Kasım 2012, 08:05, Anette

“Buluşmamızı kütüphanenin açılış saatinden bir saat önceye alman iyi oldu. Matteo ile nasıl bağlantıya ge-çeceğimizi tartışalım.” Anette’nin aracına henüz binmiş olan Tuna eldivenlerini çıkarmakla meşguldü. Dev kü-tüphane binasının tam karşısına park etmiş oldukları cipten girişi gözlüyorlardı.

“Önce polis sorgusundan bahset. Kurşunlanma ola-yıyla ilgili bir gelişme var mı?” diye soran Anette’nin gözleri pür dikkat kütüphanenin girişindeydi. İrtibata geçecekleri adamı binaya girmeden önce görmek isti-yordu.

Page 107: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

212 213

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

ve gelen maillerini incelemeye koyuldu. Mail kutusun-da yaratmış olduğu ayrı bir klasör üzerinden doktoru Marianne ve robot araştırmacısı Raul’un maillerini ta-kip ediyordu. Her ikisinin de bilgisayarına aylar önce yerleştirmiş olduğu böcek programlar sayesinde bu iki-linin kendisinden bahsettiği her mail, Tuna’ya da iletil-mekteydi. Kurşunlanma olayının gerçekleştiği günden bu yana ikilinin arasındaki yazışmalar hararetlenmişti. Bu maillerde Doktor Marianne başından beri Tuna’nın denek olarak kullanılmasına karşı olduğunu defalarca kez yinelemişti. Tuna’nın yaşanan son şiddet olayına karışmasıyla kendisinin bir kez daha haklı çıktığını söy-lüyordu. Buna karşın Raul, –kendisini savunmak adına- Tuna’nın avukatlığını üstlenmişti.

Benzer maillerdeki tartışmaları son üç gündür kah-kahalarla takip eden Tuna, siber korsan hayatının tadını çıkarıyordu. Fakat bu sabah okuduğu mail, Pointron şir-ketinin elindeki bir kobay hayvanından farksız olduğu-nu anlamasını sağladı.

Gönderen:[email protected] Alıcı: <Raul Chavez Neruda> [email protected] CC: <Martin Soberg> [email protected] Konu: Tuna Ustaoglu – Denek Sorunu

Sevgili Raul,

Araştırma projesi boyunca sergilemiş olduğun per-formansı, enerjini ve çözüm odaklı tutumunu her zaman takdir ettim. Senin Tuna’yı savunmuş olduğun gibi ben de seni ve şirketinizi kendi hastanemin yönetim kurulu karşısında savunuyorum. Bundan emin olabilirsin. Fa-kat denek seçimi, prosedürsel aksaklıklar sebebiyle bazı ciddi hatalara kurban gitti. Lütfen sözlerimi suçlayıcı ifa-deler olarak algılamayın.

Dünya’nın en saygın araştırmacıları Oslo’ya toplana-cak. Belgeyi bir bakıma keşfeden kişi kendisi olduğu halde, Matteo diğer meşhur tarihçilerin arasında kaybo-lacağını görecek. Bize gizlice yardımcı olduğu takdirde, tüm araştırmayı dingin bir kafayla istediği gibi yürüte-bilecektir. Ona bir ay, üç ay, hatta altı ay vereceğimizi söyleriz. Dünya, Piri Reis ve Nostradamus’un bir araya geldiğini bilmeden beş yüz yıl yaşadı, birkaç ay daha dayanabilir.”

Dudak büken Anette, “Mantıklı,” demekle yetindi. Kütüphanenin gösterişli merdivenlerine yönelen başka bir adamı işaret edip bir kez daha, “Bu o mu?” diye sor-du. Bu kez, doğru kişiyi göstermişti.

Matteo, soğuk ve rüzgârlı bir kasım sabahında mer-divenleri ağır adımlarla çıkıyordu. Sağ elinde muhteme-len çalışmalarını taşıdığı kahverengi deri çantası bulun-maktaydı ve sol eliyle ceketinin iki yakasını bir arada tutmaya çalışıyordu.

Kısa boylu adamı girişe kadar takip eden Anette, Matteo’nun görünümündeki her ayrıntıdan bir pay çı-karmaya çalışıyordu. Tuna’ya, “Ne zamandır Oslo’da yaşıyor?” diye sordu.

“Sanırım dört-beş yıldır.”Ukala bir gülümsemeyle konuşan Anette “Hıh! Ben

de yeni geldiğini düşünmüştüm. Baksana, kasım orta-sında incecik bir ceketle dışarı çıkmış,” dedi.

“Ortalama bir Akdenizli, bu ülkede otuz yıl yaşasa dahi, kasım ayında eksi derece görmeye alışamaz,” di-yerek, Norveç’teki iklimi kendisinin de hala yadırgadı-ğını vurguladı.

Aldığı savunmacı cevap karşısında gülümsemesi so-lan Anette, “En azından Norveççesi iyi olmalı,” diyerek konuyu kapattı.

Kahvaltısını bitirdikten sonra, “Bence bir yarım saat daha bekleyelim,” diyen Tuna dizüstü bilgisayarını açtı

Page 108: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

214 215

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

lıştı. Sol böbreğinde robotun olup olmadığını kendi ba-şına fark etmesi neredeyse imkânsızdı.

Sergilediği garip tavırlar yüzünden Anette’nin dikka-tini çekmişti. Şoför koltuğundaki kadın, “Bir sorun mu var?” diye sorunca, “Birşey yok,” dedi ve muayenesine bir son verip arkasına yaslandı.

1521, 27 Ekim, Doktor Michel

“Bu inanılmaz bir rastlantı!” diyerek hayret eden Mi-chel ellerini çalışma kâğıdının üzerinden kaldırdı. “Ha-yır, bu bir tesadüf olamaz. Bu kader olmalı,” diye ekledi ve tamamlamak üzere olduğu çizimden uzaklaşıp, şaş-kın gözlerle çalışmasına bir kez de uzaktan baktı.

Odanın diğer köşesinde haritasıyla meşgul olan Mu-hiddin Piri, çalışma masasından kalkan Michel’e dönüp, “Ne oldu?” diye sordu.

Yüz yüze geldiği gerçekle beti benzi atan genç, başını usulca döndürüp paşaya cevap verdi: “Buluşma nokta-sı yarını işaret ediyor.” Güçlükle yutkundu ve sözlerini tamamladı. “Güneş, Mars ve Venüs tam da yarın gece Akrep burcuna girecek.”

Yerinden doğrulan Piri Reis, Michel’in yanında du-rup yıldız haritasına baktı. “Peki, bu hal kaç gün süre-cek?”

Tedirgin bakışlarını yanında duran paşaya yönel-ten genç adam ürkek ses tonuyla konuştu: “Sadece bir gece… Eğer yarın gece kaynayan kuyunun yerini tespit edemezsek, altı yıl beklemeniz gerekecek. Gezegenler ve Güneş bu konuma tam altı yıl sonra dönüyor.”

Siyah sakalını düşünceli bir halde karıştıran Muhid-din Piri başını öne eğdi. “Talihli miyiz, yoksa bahtsız mıyız bilemedim. ” Michel’in yanından uzaklaşıp, oda-nın köşesindeki sedire çekildi.

Hasta deneği şirketiniz Pointron yerine, hastanemiz tarafından belirlenmeliydi. Tuna Ustaoglu’nun riskli bir kişilik yapısında olduğunu ilk haftalarda belirttim. Fakat uyarı maillerimi göz ardı edip, doğruca kontrata yöneldi-niz. Elbette kontratla ilgili maddeler şirketinizin sorumlu-luğu altında ama denekle yapmış olduğunuz anlaşmayı kendi açımızdan riskli buluyorum. Tuna’yı ikna etmek adına ortaya atmış olduğunuz iktisadi garanti daha önce görülmüş cinsten değil. Hastanın herhangi bir sebep-ten ölümü karşılığında bile milyonlarca kron ödemekle yükümlüsünüz. Bu anlaşılır birşey değil. Ya Tuna kur-şunlanma olayı esnasında hayatını kaybetmiş olsaydı? Deneğin Türkiye’deki ailesine ciddi bir meblağ ödeye-cektiniz. Üstelik tüm çalışma da sonuçsuz kalacaktı.

Daha da kötüsü, Tuna yaşanan olayın ardından med-yatik bir kişi haline geldi. Basından uzak durmak için elinden geleni yaptı ama eve dönüş akşamındaki görün-tüleri tüm ana haber bültenlerine yansıdı. Şaşkın bakış-larını her sabah gazetenin ilk sayfasında görüyorum. Bu durum işimizi daha da güçleştirecek. Hele bir de sol böb-reğine henüz robot takılmadığını fark ederse, kendisini susturmanız artık çok daha zor olacak. Adamı, bir sorun çıktığında hakkını aramayı beceremeyecek, kimsesiz bir yabancı umuduyla seçtiniz ama sahipsiz yabancıların hakkını savunan bir tür halk kahramanına dönüşmesi işten bile değil.

Okuduğu son paragraf ile Tuna’nın beyni daha hızlı çalışmaya başladı. Doktor Marianne ve uzak arkadaşı Raul’un davranışlarındaki birçok tuhaflığı, yazılanlar sayesinde anımsıyordu. Sol elini acilen beline götürdü ve sol boşluğunu parmak uçlarıyla yoklamaya koyuldu. Daha sonra belinin her iki tarafını da karşılaştırmaya ça-

Page 109: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

216 217

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

adam sağ elini kaldırıp denizin üzerindeki bir noktayı işaret etti. Candar Bekir’in hemen yanında yer alan Bitli El de elindeki dürbün ile denizi gözlüyordu.

Bulunduğu alçak zeminden ve önünde duran deniz-ci kalabalığından birşey göremeyen Piri Reis, kasaraya doğru yürüdü. Basamaklar üzerinde attığı her adım ile koyu gri, siyah ve lacivert tonlarındaki pürüzsüz taş parçasının suya kavuşan kısımlarını daha net görmeye başladı. Kasaranın üzerine çıktığında ise üzerinde bir adet bile kayalık bulunmayan taş parçası karşısındaydı. Takriben elli-altmış metre genişliğinde olan kara parça-sı, Göke’ye yaklaşık iki yüz metre uzaklıktaydı.

Güçlü rüzgârda saçları savrulan Candar Bekir, gu-rurla dikiliyordu. Küçümseyici gözlerinde paşayı tiye alan bir parıltı vardı.

Şiddetli rüzgâr sebebiyle gözlerini kısarak konuşan Piri Reis, “Bahsedilen taş bu mu?” diye sordu. “Ben ta-şın yer altında olduğunu sanıyordum.”

“Taş mı?” Küstah bir kahkaha atan Bekir, Bitli El’in elindeki dürbünü kaptı. “Çok hızlı yaşlanıyorsun Mu-hiddin! Gözlerin uzakları iyi seçemiyor artık.” Elindeki dürbünü birkaç metre gerisinde duran paşaya fırlattı.

Taşın tam arkasında bulunan ikindi güneşi, Muhid-din Piri’nin çıplak gözlerinin görüntüye odaklanmasını daha da zorlaştırıyordu. Buna ek olarak, dozunu arttıran rüzgâr da gözlerinin yaşarmasına sebep olmuştu. Sol eliyle gözlerini ovuşturan paşa, tek parça olan dürbünü sağ gözüne götürdü ve taş civarını gözlemeye koyuldu.

Güneş ışığına uyum sağlayan gözü sonunda tüm sahneyi gözler önüne sermişti. Uzaktan bakınca taş zan-nettiği cisim bir kayalığı andırmıyordu. Yassı cismin yüzeyinde bir süre daha göz gezdirdi ve dörtgen şek-lindeki nizami parçaların güneş ışığını yansıttığını fark etti. Hatta yansımalardan biri Piri’nin gözünü aldı ve dürbünü gözünden uzaklaştırmak zorunda kaldı.

“Ne düşünüyorsunuz?” diye soran Michel ellerini ovuşturuyordu.

“Elimizde sadece iki gemi var ve tarayacağımız alan çok büyük. Bir gecede kuyuyu bulmamız çok zor bir ih-timal. Altı yıl sonrasına da zaten kim öle, kim kala!”

Piri Reis’in sözlerini bitirdiği sırada gemi koridorla-rında yükselen bir nida duyuldu. Kamaralar arasında koşan bir korsan avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

“Alamet-i hacer! Alamet-i hacer! Yetişin leventler! Nihayet görüldü. Alamet-i hacer görüldü.”

Bağırışları duyan Muhiddin Piri oturduğu yerden fır-layıp, kamaranın kapısında soluğu aldı. Hemen ardında duran Michel, Paşa’nın omuzlarından koridorda koşu-şan korsanları izlemeye çalışıyordu. Kapının önünden koşarak geçmekte olan bir korsanın kolundan yakala-yan Piri, kaşlarını çatarak sordu:

“Bu koşuşturma da ne böyle?”Nefes nefese kalan adam heyecanla sıraladı kelime-

leri. “Taşın izi görülmüş. Candar Reis yıllardır anlatıp durur. Taşa yaklaştığımızda bazı alametler ortaya çıka-cakmış. Tellal böyle bağırdığına göre, güvertedekiler bir alamete rast gelmiş olmalı,” diyen adam Piri’nin elinden kurtuldu ve güverteye uzanan merdivenlere sarıldı.

Ne döndüğünü anlamak isteyen Piri Reis hemen oda-sına dönüp kaftanını üzerine aldı ve Michel’e seslendi: “Gel benimle! Biz de güverteye çıkıyoruz.”

Türkçe bilgisi, Farsça ve Arapça sözleri rahatlıkla kavrayacak seviyede olmayan Michel, “Alamet-i Hacer nedir?” diye sordu.

Heybetli duruşuyla gencin yanından yel gibi geç-mekte olan Piri Reis cevap verdi: “Taş izi.”

Güverteye çıkar çıkmaz ekim ayının serin rüzgârını yüzünde hisseden Muhiddin Piri, yüzündeki mutlu ifa-deyle kendisini izleyen Candar Bekir ile göz göze geldi. Emeline ulaşmak üzere olduğundan şüphe duymayan

Page 110: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

218 219

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

duğunu anladı. Solumaya devam eden dev balık, seyrek aralıklarla ağzını ve solungaçlarını açıp kapatmaktay-dı. Akdeniz’de sıklıkla görülen Akya balığının boyu iki metreyi geçmezdi, bu hayvanın elli metre uzunluğunda olması büyük bir mucizeydi.

Bitli El’in yanından uzaklaşan Candar Bekir, Piri Re-is’in karşısında durdu. Büyük bir zafer yaşıyorlarmış gibi davranan adam paşanın fikrini sordu: “Ne diyor-sun?” Alt dudağını ısırıyordu.

“Demek alamet-i hacer dediğiniz şey bu balık. Taşın bulunduğu bölgede bu tür efsanelerin yaşandığını ne-reden duydun? Amcamın mektubunda böyle bir bilgi yoktu.”

“Nereden duyduğumun ne önemi var? Üstelik ef-saneyi bilen tek kişi ben değilim. Sana dokuz yıl önce hediye ettiğim haritalarda yazılı bu hikâyeyi sen de oku-muş olmalısın. Öyle ki, haritana bu efsaneyi resmetme gereği duymuşsun.”

Piri Reis’in 1513 haritasını çizmesi için bırakılan not-ları, Candar Bekir’in çoktan deşifre etmiş olmasına şaş-mamak gerekiyordu, fakat ilginç olan Candar Bekir’in 1513 haritasındaki bu ince ayrıntıyı önceden bilmiş ol-masıydı. Kuzey ve Güney Amerika’yı, Batı Afrika’yı, Antarktika’yı ve İspanya kıyılarının bir bölümünü res-mettiği haritasında bulunan devasa balık resmi ve ra-hip hikâyesi demek ki Candar Bekir’in kulağına kadar gitmişti. Piri Reis bu bilgi ile adamları arasında Candar Bekir için çalışan bir muhbirin varlığından şüphe etti. Birileri, sayılı devlet adamına gösterdiği bu haritasını tüm ayrıntılarıyla Göke’ye iletmiş olmalıydı, hatta ha-ritasının bir kopyasını gizlice hazırlayıp Candar Bekir’e yollamış bile olabilirdi. Candar Bekir, belki de bu muh-birin yardımıyla yıllar süren seferleri boyunca bir kez olsun Piri Reis’e yakalanmadan Ege Denizi’ni turlaya-bilmişti.

Sevimsiz gülümsemesiyle Piri Reis’ten gözünü ayır-mayan Candar Bekir, alaycı tavrıyla bir kez daha Paşa’ya seslendi: “Hadi Muhiddin, söylesene! Ne görüyorsun?” Kibirli adam, Bitli El ile dikildiği yüksek mevkiden paşa-yı aşağı mertebedeki bir denizciymiş gibi seyrediyordu.

Kırmızı renge boyanmış rulo şeklindeki dürbünü sağ gözüne bir kez daha oturtan Piri Reis, hala ne olduğuna akıl erdiremediği cismi boydan boya hızla taradı ve gö-züne hareket eden bir ayrıntı takıldı. Taşın üzerindeki bir bölge sanki kalkıp inmişti. İlk başta bunun bir göz aldanması olduğunu düşündü, fakat cismin sol yakasın-daki bölgeye odaklanmasıyla hareketi bir kez daha fark etti. Sanki bir kapak yükselip alçalıyordu.

İyice emin olmak için bakışlarını aynı bölgeye kilitle-di ve elindeki dürbünün titrememesi için derin bir nefes aldı. Daha birkaç saniye bile beklememişti ki, gerçekle yüz yüze geldi. Az önce göğsüne doldurduğu nefes, bir şaşkınlık nidası olarak istemsizce boşaldı.

“Aman ya Rabbi! Bu bir balık!”Göke’ye ayak bastığı ilk günden beri Piri Reis ile bir

kelime dahi konuşmamış olan Bitli El, paşayı düzeltti: “Sıradan bir balık değil. Bu bir Akya balığı… ” Ses tonu dostane bir halden uzak olan Bitli El, bakışlarını tekrar denize döndürüp, balığı izlemeye devam etti.

Konuşurken yüzünden uzaklaştırdığı dürbünü bir kez daha gözüne yaklaştıran Piri Reis, Bitli El’in ukala müdahalesini umursamadı ve aceleyle hayvanın dört bir yanını daha ayrıntılı bir gözle incelemeye koyuldu. Heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Ne tür bir balık bu büyüklüğe ulaşabilirdi ki?

Balığın dürbünle bakıldığında zorlukla seçilen sol gözü suyun dışındaydı. Ölmek üzere olduğu her halin-den anlaşılan havyan, su yüzeyinde can çekişmekteydi. Balığın bir anlık hareketini fark eden Piri Reis, az önce görmüş olduğu hareketli cismin de balığın solungacı ol-

Page 111: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

220 221

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Balığı görmek için rotadan sapmanın zaman kaybına sebep olacağını düşünen Piri hemen cevap verd: “Balık-tan alacağımız hiçbir şey yok. Az önce Michel, yıldız tak-vimini tamamladı. Sadece bir gecelik hakkımız olacak. Eğer bu fırsatı değerlendiremezsek, altı yıl beklememiz gerekecek. Süremiz kısıtlı. En kısa sürede önceden tayin ettiğim mevkiye ulaşmalıyız. Balıktan beklediğin nedir ki?”

“İnanç!” Hırs küpüne dönen adamın ağzından tek bir kelime döküldü ve devam etti: “Göke’nin lideri benim. Altın ve değerli eşyaların yanında adamlarıma sağla-mam gereken bir başka şey daha var. O da inanç! Oraya balığı görmeye gitmiyoruz. Oraya…”

Kadırga ve balık arasındaki mesafe bu süre zarfı için-de kapanmıştı. Devasa balık artık çıplak gözle seyredi-lebilir uzaklıktaydı. Candar Bekir’in sözlerine devam ettiği sırada bir tür gaz sesi duyuldu. Balığın parlak de-risi balon gibi şişmeye başlamıştı ve civarından yükse-len hava kabarcıkları kendini belli ediyordu. Dikkatini tartışmakta olduğu Piri Reis’ten balığa kaydıran Candar Bekir, endişeli gözlerle denizi izlemeye başladı.

Mucizevî yaratık sanki denizin içinde kaynamakta olan bir halkanın tam ortasındaydı ve büyümeye devam ediyordu. Hızla büyüyen derisinin hızına ayak uydura-mayan pulları arasında bir avuç büyüklüğünde boşluk-lar oluşmaya başlamıştı ve balığın solungaç hareketleri daha da hızlandı.

Balığa ne olduğunu anlayamayan denizciler olup bi-teni şaşkın gözlerle takip ediyordu. Yükselen hava çıkışı sesleriyle merakı artan Muhiddin Piri de tırabzanlara koştu. Göke’nin balık ile arasındaki mesafe artık otuz metreden azdı ve gemi, balığa her saniye bir adım daha yaklaşmaktaydı.

Piri’nin tırabzanlara varmasının üzerinden bir an geçmemişti ki, balığın derisinde torbayı andıran kabartı-

Piri Reis ve Candar Bekir’in sessizliğini fırsat bilerek araya giren meraklı Michel sorusuyla tartışmayı sona erdirdi. “Balık efsanesi de nedir?”

“Hadi bildiklerini oğlana anlatıver Paşam!”Bir nefes süresi beklemeden cevap veren Candar Be-

kir, yarı emrivaki yarı teklifkâr bir ifadeyle Piri’ye ses-lendi ve paşanın yanından ayrılıp kasaradaki yüksek basamağına geri döndü.

Candar Bekir ve Bitli El’in küstahlıklarına gösterdiği sebat kadar, Michel’in bitmek bilmeyen sorularına da sabır gösteren Piri Reis balık efsanesini açıklamaya baş-ladı.

“Rivayetlere göre eski çağlarda yaşamış bir rahip olan Santo Brandan, yedi denizi gezmiş, dolaşmış. Bir akşam vakti yol alıyormuş. Şu gördüğün mahlûkat gibi deva-sa bir balığa rast gelmiş, lakin hayvanı sarp bir kayalık zannetmiş. Balık öyle genişmiş ki kıyısına sandalını de-mirleyip, üstüne çıkmış. Gecenin soğuğundan korun-mak için balığın sırtında ateş yakınca, hayvan uyanıver-miş ve kıpırdamaya başlamış. Korkudan ne yapacağını bilmez olan Santo Brandan sandalına yetişip, gemisiyle kaçmış.” Duraksayan Piri sözlerine devam etti: “Bu ef-sanenin, bahsettikleri taş ile bağdaşacağı aklımın ucun-dan bile geçmezdi.”

Dinlediği hikâyeden etkilenen Michel büyülenmiş gibi yavaş adımlarla ilerleyip geminin tırabzanlarına vardı. Geminin hareket yönünü batan güneşin yardı-mıyla kabaca tayin eden Muhiddin Piri bulunduğu yer-den Bekir’e seslendi:

“Ne diye günbatımına doğru yol alıyoruz? Kuzeyde-ki istikamete doğru yol almanızı tembihlemiştim!”

Arkasını dönen Candar Bekir şeytandan çaldığı göz-lerle Paşa’ya baktı. “Herhalde balığı yakından görme-den uzaklaşacak değiliz.”

Page 112: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

222 223

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

avucunu açmıştı ki, dümenin başından kendisini izle-yen Piri Reis seslendi:

“Sakın evlat! Hastalıklıdır. Zinhar dokunmayasın!”Yaramazlık yapmak üzere yakalanan küçük bir ço-

cuk gibi el sürmekten vazgeçen Michel, kırmızı renkli iğne üzerinde bir gariplik gözlemledi. Yüksek sesle ko-nuşan Michel, “İğneler hareket ediyor!” diye bağırdı.

Sıkıntıyla dişlerini sıkan Piri Reis keyifsizce başını salladı. “Ah! Uzaklaş oradan! Bırak o adamları.”

Piri Reis’in tavsiyesiyle sadece bir iki adım geri çeki-len Michel, yerde kıvranan iki adamı izlemekteydi. O sı-rada sıra dışı bir olay daha meydana geldi. Korsanların göğüslerine saplanan iğnelerin üzerinde denizyıldızla-rının kollarını andıran küçük bacaklar ortaya çıktı. Usul usul hareket eden bacaklar iğneleri daha derine göm-mek için ilerliyordu.

Çaresizce ellerini başına götüren Michel haykırdı: “Birşey yapmalıyız! Bu iğneler canlı.”

Müdahalede geciktiğinin farkına varan Candar Be-kir, yardımcı kaptanı Bitli El’in yakasına yapıştı.

“Hemen bu iki adamı öldür ve denize at!”Nasıl olduysa aldığı emri bir an olsun sorgulamayan

Bitli El, hemen harekete geçti. Dev korsanın hızla yak-laştığını gören Michel, yaralı denizcilerden birkaç adım daha uzaklaştı. Kılıcını korsanların göğsüne soğukkan-lılıkla saplayıp çıkaran Bitli El adamları yaka paça kaldı-rıp, denize savuruverdi. Tam kılıcını kınına sokacaktı ki, Piri Reis’in sesi duyuldu.

“Dur! Kılıcını da suya at!”Bitli El, “Olmaz!” diye köpürdü, fakat kılıçtaki kan

hala yere damlamaktaydı.Araya giren Candar Bekir, “Ne diyorsa öyle yap!

Hadi!” diyerek paşanın emrine arka çıktı. Bunun üzerine, daha fazla ayak diremeyen Bitli El kı-

lıcını isteksizce dalgalara savurdu.

lar yükselmeye başladı ve sarkmaya başlayan kabartıla-rın bazıları patladı. Torbaların içinden kırmızı-turuncu renkli yılanı andıran hareketli solucanlar suya dökülü-yordu. Bu olay denizcilerin korkmasına sebep oldu ama kimse tırabzanlardan uzaklaşmayı göze alamıyordu. Balığın bir parazitin kurbanı olduğunu düşünen Piri Reis gördüklerinin iyiye işaret olmadığını sezdi ve sez-gilerine güvenip dümenin başına geçti.

“Cümleni tamamlayayım Candar Bekir! Oraya balığı görmeye değil, belanı bulmaya gidiyorsun.”

Gözünü balıktan bir an olsun ayıramayan Candar Bekir ve Bitli El olayın şokunu hala üzerlerinden atama-mışlardı fakat soğukkanlılığını koruyan Piri Reis balığa yaklaştıkları takdirde başlarına bir musibetin çöreklene-ceğinin bilincindeydi. Bu yüzden hemen dümen kırıp Göke’nin rotasını Kuzeydoğu istikametine oturttu ve denizcilere seslendi: “Sersemler! Hemen kürek başına! Uzaklaşıyoruz,” diyerek hareket emri verdi.

Paşa daha sözünü bitirmemişti ki olan oldu. Balığın dört bir yanından insan kolu büyüklüğünde iğneler etrafa saçılmaya başladı. İğnelerin bir dalgası Göke’yi boydan boya kapladı. Turuncu ve kırmızı renkli iğne-lerin birkaçı Michel’in hemen yanında duran iki deniz-cinin göğsüne saplandı, bir bölümü ise geminin gövde-sine denk geldi. Geriye kalan üç adet iğne de yelkeni yırtıp geminin sancak tarafından tekrar suya ulaştı.

İğnelerden sağ kurtulan denizciler korkuyla eğildi ve hala tırabzanlarda olduğu halde ayakta duran sadece iki kişi vardı: Bitli El ve Candar Bekir.

Nihayet şoku atlatan Candar Bekir de adamlarına seslendi: “Haydi, kürek başına!”

İğnelerle yaralanan diğer iki adam Michel’in yanı ba-şında kıvranmaktaydılar. Ne yapması gerektiğini bile-meyen delikanlı bir an iğneleri çıkarmaya yeltendi. Tam

Page 113: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

224 225

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

kurtulamayacaklarına ikna olan Bitli El de Rum Ateşi getirmek için aceleyle depoya indi.

Yaklaşık yarım saat içinde ateşi kontrollü bir şekilde alevlendirip, iğnelerin yanışını izlediler. Bir kibrit çöpü gibi kavrulan çubukların külleri suya savruldu. Bu bela-dan en az hasar ile kurtulduklarından emin olmak için Göke’nin dört bir yanına adam salan Candar Bekir, göz-den kaçabilecek bir iğnenin fark edilip yok edilmesi için gemiyi adamlarına gün kararıncaya dek tarattı.

Atlatılan tehlikenin ardından yoluna devam eden Göke Kadırgası, Piri Reis’in öğütlediği rotaya sadık ka-larak tembihlediği mevkiye 28 Ekim sabahından önce varmayı başardı.

20 Kasım 2012, 09:12, Tuna

Kütüphane binasının ikinci katına çıkmış olan Tuna ve Anette, Nostradamus araştırmacısı Matteo’yu arıyor-du. Çalışma salonunu ve bilgisayar odasını geçip tarihi kitapların bulunduğu salona doğru ilerlediler. A’dan Z’ye sıralanmış kitaplıkları tek tek kontrol eden ikili, L koridorunda tek başına çalışan adamı buldular.

Sırtı Anette ve Tuna’ya dönük olan Matteo, cildi ye-nilenmiş olan kitapları tekrar raflara dizmekle meşgul-dü. Kendisini izleyen ikiliden habersiz önündeki metal merdiveni kaydırıp basamakları üzerinde birkaç adım attı. Tek eliyle zorlukla tuttuğu üç kitabı rafa yerleştir-di ve diğerlerini almak için merdivenden indi. Arkasını döndüğünde, kendisini bekleyen kadın ve adamı fark etti.

Tuna, Anette’nin bir adım önünde duruyordu ve hiç-bir şey söylemeden Matteo’ya birkaç saniye baktı.

On metrelik kitap koridorunun sonunda bulunan adamı gözü bir yerden ısıran Matteo, “Buyurun! Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu.

Öldürülen adamların kan damlalarının da temizlen-mesi gerektiğini fark eden Michel ana direğin dibinde tutulan tahta kovalardaki suyu yerdeki kanın üzerine savurup, güverteyi arındırma işine koyuldu. Birkaç kova su döktükten sonra elindeki kovayı yere fırlatan Michel, Candar Bekir ve Piri Reis’e yönelip, “Güverteye saplanan iğnelerden nasıl kurtulacağız?” diye sordu.

“Kaç tane var?” Dümeni kilitlemekle meşgul olan Piri Reis hızlı adımlarla kasaradan iniyordu.

Tırabzana ürkerek yaklaşan Michel, iğneleri kontrol etti. “Beş tane, ama hareket halinde değiller.”

Sancak tarafına ulaşan paşa kimsenin beklemediği bir emir verdi. “Yakın!”

“Göke’yi yakmak mı? Bu benim gemim, yaktırmam!” Hayretle konuşan Bitli El, düşünmeden sarf ettiği sözler sebebiyle Candar Bekir ile yaptığı anlaşmayı bir bakıma ele vermiş oldu.

“Meraklanma! Kıymetli geminin tamamını yakacak değiliz. İğneler bir dalga boyu savrulmuş. Biraz Rum Ateşi getirin. Önce iğnelerin etrafını sirke ile ıslatalım, daha sonra o bölgeyi yakar söndürürüz,” diyerek akıl veren Piri Reis, Michel’in getirdiği bir kova suyu reddet-ti. “Dur! İğnelerin bulunduğu bölgeye su dökme! Burayı Rum Ateşiyle yakacağız. Eğer su ile ıslanırsa, ateşi sön-dürmemiz daha zor olur.”

Michel, hiç düşünmeden sordu: “Neden?” “Su, Rum Ateşini daha beter körükler. Ya toprakla,

ya bekletilmiş idrarla veyahut yoğun sirke ile söndüre-biliriz.” Piri Reis, yeni yetme delikanlıya verdiği dersten sonra, hala güvertede beklemekte olan Bitli El’e yöneldi. “Daha ne bekliyorsun?”

Bakışlarını Piri’nin arkasında duran Candar Bekir’e kaydıran Bitli El, yaşlı adamın emri onaylayan bakışla-rını gördü. Gemilerine musallat olan illetten başka türlü

Page 114: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

226 227

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

bir yarım saat ara verebilirim,” deyip koridorun sonuna döndü. Birkaç kitabı rafların arasına fark edilmeyecek şekilde alelade dizip, merdivenle birlikte L koridorun-dan çıktı. “Zaten sabahları bu salonda pek kimse bulun-maz. Birazdan çıkabiliriz.”

1521, 28 Ekim, Muhiddin Piri Reis’in Göke’de tuttuğu günlük

Yüce Allah’ın niyazı ile taşı arayacağımız mevkinin sınırına vaktinden evvel nail olduk. Az önce, öğle nama-zını Göke’deki kamaramda eda edip, muteber amcam Kemal Reis’in namesini bir kez daha okudum. Ruhuma, cismime, zihnime nasıl bir yücelik katacağından bihaber olduğum bu taşı görmeye kalben bir niyetim yoktur. La-kin amcamın öğüdü üzere bu cefayı çekmekteyim.

Haritamda, taş mevkisi adını verdiğim bölgenin giri-şine Göke Kadırgası ve Kara Çingene Şalopası ile demir attık. Seher vakti bir araya geldiğim haydut önderlerine taşı nasıl aramamız gerektiğini izah ettim. Benim malu-matımdan sonra, Candar Bekir’den icazet alan Bitli El öğle vakti gemisi Kara Çingene’ye bir kayık vasıtasıyla geçti ve tembihlediğim mevkiye varmak üzere şimdiden yola çıktı. Hava kararmadan evvel aramayı başlatacağı noktaya ulaşması lazım gelmektedir.

Yıldızların belirlediği günlerde alametleri gün yüzü-ne çıkan taşın, Güneş battıktan sonra suyu köpürttüğü söyleniyor. Fokurdattığı alan bir kayık boyu mu, bir kale çapı mı, bilmiyorum. Ama bahtımızın yüzümüze sadece tek bir geceliğine güleceğini biliyorum. Bu yüzden, gece boyunca gözlerimizi dört açıp deniz üzerindeki her ha-reketi kolaçan etmeliyiz.

Göke ve Kara Çingene’yi taş mevkisinin şimaline yer-leştirdim. Yılın bu vakti, bu civardaki rüzgâr şimalden cenuba doğru akar. Böylece gemilerimiz zahmetsizce

Sol omzu üzerinden Anette’ye bir bakış atan Tuna, hızlı bir hareketle burnunu kaşıyıp elini tekrar cebine soktu ve Matteo’ya dönüp, “Selamlar Matteo Bey, sizin-le daha önce de karşılaşmıştık. Birkaç dakikanızı almayı umut ediyordum,” dedi.

Elindeki birkaç kitabı rafa bırakan Matteo tozlu elle-rini çırpıp, koridorun sonuna doğru yürümeye başladı. Gözlerini kısıp, “Sanırım sizi çıkardım. Adınız balık is-miydi, değil mi?” Günün çok erken bir saati olduğu için, kütüphanede olduklarını umursamadan yüksek sesle konuşuyorlardı.

Gülümseyen Tuna, “Evet, öyle,” deyip duraksadı. Daha sonra adeta heceleyerek ismini yineledi: “Tuna!”

İkiliye iyice yaklaşmış olan Matteo, Tuna’nın yüzü-nü bir kez de yakından görünce ifadesi bir anda değişti. “Bir dakika! Siz osunuz.” Ses tonu kelimelerini şaşkın-lıkla taşıdı. “Siz geçen hafta evi kurşunlanan adamsınız. Geçmiş olsun Tuna Bey,” deyip elini sıktı ve daha sonra Anette ile tanıştı.

“Sizinle konuşmamız gereken çok önemli bir konu var. İşinizden yarım saatliğine izin alıp, bizimle civar-daki bir kafeye gelmeniz mümkün olur mu?”

Koridorun sonuna yığılmış kitapları gösteren Matteo, “Burada bitirmem gereken bir ton işim var. Öğle yeme-ğine kadar bekleyemez misiniz?” dedi.

Anette, “Konuşacağımız konu kayıp Nostradamus belgeleriyle ilgili…” diyerek araya girince, Matteo’nun gözleri parladı.

Anette’nin çıkışının ardından, aralarındaki masum diyalog farklı bir boyuta taşınıvermişti. Matteo, Anet-te’nin giyim ve kuşamına göz atıp varlıklı bir kimse ola-bileceğini fark etti ve aklında binbir türlü soru belirdi. Bu soruların başında ise karşısında duran kadının bir tür tarihi eser kaçakçısı olup olmadığıydı. Ses tonunu daha vakur bir havaya bürüyerek cevap verdi: “Belki

Page 115: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

228 229

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Tuna’nın sözleri karşısında, Anette’nin gözlerini de ziyaret eden Matteo arkasına yaslanıp güldü, “Bu da ne-dir? Bir tür televizyon şakası falan mı?”

Matteo’nun tepkisini önceden tahmin etmiş olan Tuna ciddi bir ifadeyle bacakları arasındaki sırt çantası-nı kucağına alıp, fermuar arasından şeffaf plastik içinde-ki ruloyu hızlıca gösterip yerine soktu.

Kâğıdın gerçekçi görünümü yüzünden içine bir anda kurt düşen Matteo’nun nutku tutulmuştu.

“Bakın Matteo Bey, sözlerimiz elbette ki size absürt geliyor, fakat gördüğünüz gibi her ikimiz de yetişkin insanlarız. Sizin Oslo’da bulunuyor olmanız bizim için büyük şans. Aksi takdirde belgeyi gizlice yurtdışına çı-karmamız gerekebilir.”

Anette’nin açıklaması sayesinde durumun ciddiyeti-ni bir kez daha değerlendiren Matteo pantolonunu dü-zeltip sandalyesine bir kez daha yerleşti ve boğazını te-mizleyip, “Belgeyi görmem mümkün mü?” diye sordu.

“Bu çok riskli bir hareket olur. Önce sizinle anlaşma-mız gerek.” Anette çetin ceviz rolünü oynamayı çok iyi biliyordu.

“Belge dediğiniz gibi Nostradamus’a aitse, önerece-ğiniz her şartı şimdiden kabul ediyorum.”

1521, 29 Ekim şafak vakti, Göke

Gecenin şafak vaktine ermesine bir saatten daha az bir vakit kalmıştı. Akşamın ilk dakikalarında şevkle baş-lanan derya gözleme görevi, sessiz geçen dokuz saatin ardından tam bir işkenceye dönmüştü. Tüm gece gözü-nü kırpmayan korsanlar, tek bir işarete rastlamamıştı. Geçen her dakika ile Kara Çingene’deki tayfanın huzur-suzluğu katlanmakta, şalopanın çeşitli yerlerinden dal-gaları izleyen denizcilerin arasındaki fısıldaşmalar art-maktaydı. Berrak gece, şafağı karşılamadan önceki son

bölgeyi taramış olacaktır. Ne talihliyiz ki, sema aydın-lık, rüzgâr kıvamında, hava da soğuk değil. Eğer Michel hesaplamalarında bir hata yapmamışsa, taşın yerini bu gece bulacağımız kanaatindeyim.

Bitli El’e şalopasını kâfi mertebede ırak tutmasını ve fenerlerini söndürmemesini tembih ettim. Kara Çinge-ne, bizim gözümüzde ufuktaki bir kıvılcım tanesi bü-yüklüğünde görünür olmalı ki, yerini bilelim. İki gemi-nin aynı anda yola koyulması için Göke’den iki el top atışı yapılacak. Top atışımızı duyan Kara Çingene de gecikmeden iki el top atıp bizi takip ettiğini bildirecek. Böylece, iki gemi yola çıkıp tüm mevkiyi tarayabiliriz. Ayrıca kaynayan bölgeyi fark eden gemi üç el top atışı yapıp, taşın bulunduğunu haber edecek. Bu sayede, di-ğer gemi aynı bölgeye intikal ettirilebilir. Planımı makul bulan Candar Bekir ve Bitli El görüşmemiz esnasında hiçbir zorluk çıkarmadı.

Nasıl olduysa Candar Bekir, etraflıca araştırmadan Michel’in tayin ettiği güne itibar etti. Delikanlı ile odam-da çalıştığım üç gün boyunca sadece bir kez bizi ziyaret edip, malumat aldı. Belki de yersiz vesveselere kapılıyo-rum. Michel’in hesaplamalarına itimat etmekten başka bir çaresi olmadığı için böyle davranmış olmalı.

Allah sonumuzu hayır eyleye.Muhiddin Piri Reis

20 Kasım 2012, 09:33, Tuna

“İşi kısa yoldan halletmeye çalışacağım. Elimizde Nostradamus tarafından yazılmış olan kayıp bir keha-net belgesi bulunuyor. Belgenin tercümesi ve doğru bir şekilde yorumlanabilmesi için yardımınıza ihtiyacımız var.”

Page 116: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

230 231

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

etti: “Candar Bekir’in yalakaları Piri Paşa hakkında atıp tutuyor ama o geldiğinden beri Bekir Reis’in fiyakası bozuldu aslında. Muhiddin Piri, Göke gibi otuz tane kadırgayı aynı anda yönetir de, başı bile ağrımaz. Hem deryayı tanıyor, hem rotayı çözüyor, hem de herkesin dilinden anlıyor. Haza paşa efendi, haza!”

Sohbetin koyulaşmasıyla birbirine iyice yaklaşan üç adam, hep birlikte kafa salladı. Fıçıların üzerinde otur-makta olan Orhan, Göke’ye doğru beyhude bir bakış sa-vurmuştu ki, su üzerinde bir gariplik sezinledi. Durgun dalgalar üzerindeki su hareketini hisseder hissetmez, söz almak üzere nefes çeken arkadaşının sol kolunu ani-den tuttu. Soluğu yarıda kesilen adam, Orhan’ın takip ettiği bölgeye yüzünü çevirip, dalgaları yokladı.

Kolunu tuttuğu arkadaşından destek alıp, fıçının üzerinde ayağa kalkan Orhan ortalığı velveleye ver-meden önce iyice emin olmak istiyordu. Su üzerinde alışılagelmedik bir hareketlilik olduğunu sezinlediği bölgeyi, gözlerini kısarak takip etti. Bitli El’in gün bat-madan önce taahhüt ettiği hediye kalbinin daha da hızlı atmasına sebep oluyordu. Kara Çingene’nin reisi Bitli El, kuyuyu ilk kez görecek olan adamın bundan böyle ganimetlere dokunacak ikinci adam olacağını vaat et-mişti. Fakat göz aldanmasına kurban gidip yersiz yere Kara Çingene’yi rotasından aksatacak olan korsanın da ağır şekilde cezalandırılacağını söyleyerek adamlarına gözdağı vermişti.

Hareketli bölgeyi daha iyi görebilmek için parmak uçlarının üzerinde yükselen Orhan, bir süre daha bek-ledi ve sonunda emin oldu. “Kuyu görüldü. Kaynayan kuyu sancak istikametinde! Kuyuyu gördüm. Topu ha-zırlayın!” Çığlığı güvertede yankılandı.

Karanlığın içinde adımları, yere düşen gülle sesi gibi duyulan Bitli El, daha Orhan fıçının üzerinden inmeden önce adamlarının yanında bitivermişti. Diğer iki tayfa-

saatte en karanlık halini üzerine çekiyordu ve yüceliğini karanlığa borçlu olan ay ışığı, umudunu yitirmek üzere olan korsanların en güçlü ışıldağı haline gelmekteydi.

Bitli El’in güvenilir adamlarından biri olan denizci Murat, şalopanın kıç tarafında oturmakta olan arkada-şının duyabileceği yükseklikte kendi kendine söylendi: “Gâvur bir veledin sözüne aldanıp yola çıkarsan olacağı budur işte!” Başı yerde, ellerini arkadan bağlamış yürü-mekteydi.

Gece boyunca güverteyi turlamaktan yorulmuş olan diğer denizci Orhan, birkaç fıçının üzerine kurulmuş dalgaları izliyordu. Murat’ın serzenişine kulak kabar-tıp sözlerine arka çıktı. “He ya! El kadar çocuğun aklına uyup, koca kadırga rotasından çıkarılır mı hiç?” Cahil korsan, sanki ne yapılması gerektiğini daha iyi biliyor-muş gibi ahkâm kesmeye devam etti: “Lafa gelince orta-lıkta ben Göke’nin reisi Candar Bekir’im diye naralar at-mayı biliyor. Ama icraata gelince fıs! Madem en büyük reis sensin, öyleyse tedbirini önceden alsana! O tüysüz Markus’u, Piri Paşa’nın izine takmadan evvel, gemiye yıldızlardan anlayan bir müneccim getirt. Önce bir bi-lene sor, soruştur ne vakit bu kuyu kaynayacak diye.” Yakınmaya devam eden Orhan, başını denize yöneltip, aheste bir el hareketiyle sözlerini noktaladı. “Aman, her işimiz ezbere zaten.”

Orhan ve Murat’ın, reisleri çekiştirmek üzere bir ara-ya geldiğini gören bir diğer denizci de dedikodu sofra-sına katıldı. “Valla öyle! Hem ne malum o sıska oğlanın bizi kandırmadığı? Aylardır tabip oğlana etmediklerini bırakmadılar. İlk günden beri köle gibi yaşıyor. Karava-nada ekmeği çalınıyor, önüne gelen itekliyor. Yok yere hır çıkarıp, iki kere dişini kırdılar oğlanın. Ben olsam, ben de itliğine yanlış tarih söylerdim valla! Niye diye sorarlarsa da, güvenmeseydiniz derdim.” Etrafı kolaçan edip, ses tonunu terbiye eden adam sözlerine devam

Page 117: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

232 233

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Kuyuya daldıktan sonra başına gelecekleri bilmiyor-du. Aslında kaynayan kuyudan tam olarak ne istediğini de bilmiyordu. Yolun başındayken, Bitli’nin arzuladığı yegâne şey Göke’nin hâkimi olmaktı. Zaten Candar Be-kir’in Kemal Reis’e kurduğu hain tuzağa da bu yüzden dâhil olmuştu.

Kemal Reis, ölümünden aylar önce Bitli El’e hiçbir zaman tek başına hareket edebilen bir kaptan olamaya-cağını söylemişti. Paşaya göre Bitli El, tek başına doğru kararlar verebilecek karakterde bir önder değildi. Bir denizci olarak eşi bulunmaz bir savaşçı, vazgeçilmez bir silahtı. Bir grup adamı istediği gibi yönetebilecek kapasitede bir asker, kısa sürede kimsenin başarama-yacağı tahribatı düşman hatlarında gerçekleştirebilecek bir cengâverdi. Ama Kemal Reis’in gözünde büyük ka-dırgaları yönetebilecek bir kumandan olması mümkün görünmüyordu.

Paşa, sözleriyle Bitli’nin geleceği için nasihatlerde bu-lunmuştu, fakat aldığı öğütler genç adamın hem şevkini kırmış, hem de kabiliyetine olan inancını zedelemişti. Bitli El’deki hayal kırıklığını fark eden Candar Bekir, bu durumdan istifade etmek için harekete geçti. Bitli El’i ihanet planlarına ortak etmek üzere gözü pek adamı belli aralıklarla paşaya karşı kışkırttı.

‘Paşa sende kendi gençliğini görüyor, ama o yaşlarda senin kadar cesur olamadığı için seni kıskanıyor…

Adamlarının senden bu denli çekiniyor olması Kemal Re-is’i korkutuyor. Çünkü senin sahip olduğun emir komuta zin-cirini o hiçbir vakit kuramadı…

Herkes savaşmak istiyor ama Kemal Reis bu kavgaya da girmedi. Neden? Çünkü o birçok şeye doydu. Ama diğer de-nizciler aç ve başlarında senin benim gibi zafere ve ganimete kanmak isteyen birer reis görmek istiyor...

Kemal Reis, kendisine karşı isyana kalkışabileceğimizden çekindiği için herkesin karşısında sana bu sözleri söyledi.

yı omuzlarından yakalayıp iki yana savurdu ve hedefe diktiği gözleriyle Orhan’ın işaret ettiği alanı taradı. “Ne-rede? Göremiyorum. Nerede!” Bakışlarını sabırsızlıkla bir dalgadan diğerine doğrultuyordu.

Fıçının üzerinde dizüstü vaziyette bulunan Orhan, kaptanın hizasına eğildi. “İşte reis! Şu bölgede buğulu bir alan var. Yakamozun sağına düşüyor. Taş çatlasa üç palamar boyu mesafeden bize göz kırpıyor.” Bakışlarını hedefe odaklayıp, bir süre sessiz kalan reisin de kayna-yan kuyuyu gördüğünü farz eden Orhan fıçının üzerin-den atladı ve topa doğru koşturdu.

Gözlerini hedeften ayırıp, ortalıkta koşuşturan ada-mına diken Bitli El, Orhan’ı takip etti. İşgüzar adamın, emir almadan top ateşini gerçekleştireceğini gören kap-tan, fark ettirmeden Orhan’a yaklaştı ve ensesine bir to-kat indirdi. “Bırak o gülleyi yere, sersem!”

Aldığı darbe ile yüzündeki tebessüm, kaygı dolu bir ifadeye dönüşen Orhan, elindeki gülleyi yere düşürdü. Nerede yanıldığını anlamaz bir ifadeyle Bitli El’in yüzü-ne çekinerek bakan denizci sadece, “Ama…” diyebildi.

“Kim dedi sana topu ateşle diye? Ahmak!”Yere kapaklanan adamının üzerine öfkeyle eğilen

Bitli El, Orhan’ı azarladıktan sonra güvertedeki tayfala-rına yöneldi.

“Gemiyi hedefe doğru sürüyoruz. Ben emir etmeden, tek el top atışı dahi yapılmayacak!”

Bitli El, dürüst olmasını gerektiren bir oyunun içinde yer almadıklarını biliyordu. Bu dakikadan sonra karar vermek için ne küstah Candar Bekir’in önderliğine ne Muhiddin Piri’nin derin harita bilgisine ne de ukala Mi-chel’in yıldız fallarına ihtiyacı vardı. Şimdilik yapması gereken tek şey, Kara Çingene’yi yaklaşık altı yüz metre uzaklığa sürmekti. Daha sonra, kendisini Kemal Reis’in mektubunda tembihlediği kuyuya salıverecekti. Peki ya sonra?

Page 118: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

234 235

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

ufka göz attı. Güneşin yüzünü göstermesine çok az bir süre kalmıştı ve eski yazılarda anlatılanlara göre, kuyu güneşin ufukta görülmesiyle birlikte kaynamayı durdu-racaktı.

Göz yordamıyla, kalan zamanı ve Göke’nin mesa-fesini son kez ölçtü. Eğer kadırgadakilere şimdi haber vermezlerse, Candar Bekir’in kuyuyu altı yıl daha bek-lemesi gerekecekti. Bu da Bitli’nin Göke’ye ulaşabilmek için altı yıl daha sabretmesi anlamına geliyordu.

Hedefe daha fazla yaklaşmadan önce dur emrini ve-ren Bitli El, bölgeyi işaretleyecek olan taşların atılması emrini verdi ve suyun başında bir süre daha bekledi. Ya suya şimdi tek başına atlayacaktı ya da Candar Be-kir’e kuyuyu bulduğunu haber edecekti. Kendi kendine fısıldayarak, “Altı yıla kalmadan Bekir’i gırtlaklayıveri-rim,” diye söylendi. Suya atlamayı göze alamayan Bitli, gizemli meziyetlerden vazgeçti ve yakınında bulunan iki adamına seslenip, top atışlarının gerçekleştirilmesini emretti.

“Top atışına başlayın. Unutma! Peşi sıra üç el atıla-cak.”

O sırada, Göke’de bulunan Piri Reis dikkatle Can-dar Bekir’i takip ediyordu. Kaynayan kuyuyu keşfetme umutları suya düşmek üzereydi, fakat sinsi adamın yü-zünde hala tedirgin bir hal yoktu. Gayet rahat tavırlar içinde olan Bekir, parmaklıklar civarında ağır adımlarla volta atıyordu.

Piri Reis’in bir adım gerisinde dikilmekte olan Michel ise adeta ayakta uyukluyordu. Aylardır yetersiz besle-nen delikanlı, birkaç gecelik uykusuzluğa dayanama-mıştı ve iyice bitkin düşmüştü. Uykusuzluğun sebep olduğu gözaltı torbaları bembeyaz cildinin altında kah-verengiye çalan izler bırakmıştı. Michel ister istemez uy-kuya daldığı sırada top sesi duyuldu ve delikanlı, gülle sesiyle irkildi.

Çünkü niyeti, sen Göke’nin başına geçsen dahi, işleri düzen-li bir şekilde yürütemeyeceğini herkese ispat etmek. Farkında değil misin? Nasıl da sindirdi seni!’

Bitli El’in kulağına aralıklarla fısıldanan bu ihanet du-aları, birkaç hafta geçmeden sonuç vermeye başlamış-tı ve nihayetinde Bitli El ile Kemal Reis’in arası açıldı. Paşanın emirlerine ters cevaplar vermeye başlayan Bitli El, emre itaatsizlikten ötürü birkaç kez de adamlarının gözü önünde cezalandırıldı. Yaşanan son olaylar, Bitli El’in öfkesine tuz biber olmuştu ve sonunda Candar Be-kir’in planlarına ortak olacağını söyledi.

Kemal Reis’in notlarını gizlice okuduğunu söyleyen Bekir, o gün ilk kez kaynayan kuyudan bahsetti ve Bit-li El’in kendisine sağlayacağı yardım karşılığında Gö-ke’nin yönetimini bu başıbozuk denizciye bırakacağını taahhüt etti. Fakat kuyu bulunasıya kadar Göke’nin li-deri Candar Bekir olacaktı.

Bitli El, Candar Bekir’in kuyuyla ilgili anlattığı şeyle-re pek kulak asmamıştı. Efsanelerde sözü geçen yücelik bir insana ne katabilirdi ki? Kuyunun bahşedecekleri Göke’den daha kıymetli olabilir miydi? İstediği her şeye sahip olmasına bu kadar yaklaşmışken, fokur fokur kay-nayan suyun içine atlayıp bilinmez bir sona doğru yol almak pek akıl kârı görünmüyordu. Ama yine de efsa-neye tek başına bu kadar yakın olmak içindeki merak duygusunu uyandırdı. ‘Daha fazlasına erişebilecekken, neden tek bir kadırgayla yetineyim?’ diye düşündü.

Kara Çingene kuyuya yaklaştıkça içi içini yiyordu ve karışık duygulara esir düşmüştü. Bir gözü Göke’nin üzerindeydi. Rotalarında yaptıkları değişiklik sebebiy-le neredeyse aksi yönde hareket etmeye başlamışlardı ve bu durumun Göke’deki gözlemciler tarafından fark edilmesi an meselesiydi. Çok geç olmadan, korku ve endişeleriyle yüzleşip kuyuya tek başına atlayıp atla-maması gerektiğine karar vermeliydi. Diğer yandan da

Page 119: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

236 237

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

bekleyemem…” Bekir’in sessizliğinden yüz bulan Bitli, sitem dolu sözlerinin dozunu hakaret boyutuna ulaştır-mıştı.

Gemilerin karşılıklı bordalamasıyla beraber, kadır-gadan şalopanın güvertesine bir merdiven uzatıldı ve hala tek bir kelime dahi etmemiş olan Candar Bekir, ağır adımlarla Kara Çingene’ye indi. Bitli El’in haklı gö-rünmek için yok yere kendisini öfkelendirdiği gün gibi ortadaydı. Bakışlarını Bitli El’in omuzlarından tayfalara kaydıran Bekir, birşeylerin saklandığını rahatlıkla fark etti. Bitli El, ne zaman Candar Bekir’den gizli bir işe kal-kışsa adamlarının yüzü gölgelenirdi.

Öfkeli adama iyice sokulan sivri sakallı kaptan adeta fısıldayarak konuştu: “Köpek gibi havlamayı kes! Bana geç haber veren sensin. Lakin geldik işte. Şimdi söyle bakalım, işaret taşları nerde? Kuyu hangi cenapta bulu-nuyor?”

Hiddet perdesini usulca indiren Bitli El, sağ kolunu kaldırarak bölgeyi işaret etti. Göke’nin tahmini bölge içinde olabileceğini düşünen Candar Bekir, kadırgadaki adamlarına seslendi:

“Markus! Hemen demir alın. Göke’yi şalopanın san-cak tarafına çekin.”

Köprü kaldırılmadan önce şalopa güvertesine inen Piri Reis ve Michel ortalığı kolaçan ettiler, fakat görü-nürde hiçbir gariplik yoktu. Açık yeşile boyanmış şa-mandıralar durgun su yüzeyi üzerinde salınmaktaydı.

“Aklındaki nedir Bekir? Kuyunun tekrar hareket geç-mesi için altı yıl bekleyecek misin?”

Tam arkasında duran Piri’ye omzunun üzerinden ters bir bakış atan Candar Bekir konuştu.

“Sence bekler miyim?”İki geminin ileri gelenleri arasındaki bu gergin hava

artık dağılmalıydı ve meseleyi daha fazla uzatmak iste-meyen Candar Bekir sözlerine devam etti:

Top atışını duyar duymaz yerinde dönen Candar Be-kir gülle seslerini bir refleks gibi saymaya başladı.

“Bir!”Koşarak dürbününe yöneldiği sırada ikinci patlama

sesi duyuldu. “İki!”Dürbünü gözüne oturttuğunda ise Kara Çingene’yi

gözlemeye başlamıştı bile ve son patlama sesini neşeyle karşıladı.

“Üç! İşte, bulduk.” Daha dürbünüyle kaynayan bölgeyi gözlemeden dü-

menin başına geçen Candar Bekir, Markus’a seslendi: “Forsaları uyandır Markus! Rüzgâr ters yönden esiyor. Hemen geri dönüp, geceyi yakalamalıyız. Haydi, kürek başına!”

Temkini elden bırakmayan Muhiddin Piri, geç gelen habere sevinememişti. Güneş, ufukta belirmek üzereydi ve Kara Çingene ile aralarındaki mesafe hayli açıktı. He-defe zamanında yetişemeyeceklerinden adı gibi emindi.

1521, 29 Ekim, Candar Bekir

“Nerde kaldın be adam! Güneşin doğmak üzere ol-duğunu görmüyor musun? Senin yüzünden takvimi ka-çırdık…”

Öfkeyle gürleyen Bitli El, bulunduğu alçak mesafe-den sesini karşı kadırgadaki Bekir’e duyuruyordu. Gös-terdiği abartılı tepkinin sebebi elbette ki kendi hatasını örtmekti. Göke, demir atmış olan Kara Çingene’ye hala yaklaşmaktaydı ve Candar Bekir duyduğu serzenişlere hala bir cevap vermemişti. Kılı kıpırdamadan Bitli El’i izliyordu.

“Güneşin doğmak üzere olduğunu gördüğün vakit, çoktan bize doğru harekete geçmeliydin. İlla top atışı-nı beklemek zorunda mısın? Ahmak! Altı yıl daha seni

Page 120: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

238 239

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Aradan saatler geçti ve günbatımından önce kamara-sından çıkan Bitli El ve Candar Bekir sabırsızlıkla suyu izlemeye koyuldu. Geçmek bilmeyen dakikalar Bitli El’e zulmetmekteydi. Yerinde duramayan adam bir gözü su yüzeyinde, diğer gözü ufukta kaybolmak üzere olan güneşin üzerinde meraklı bir bekleyiş içindeydi. Buna karşın Candar Bekir, bulunduğu yere çivi gibi çakılmış hiçbir acziyet belirtisi göstermeksizin suyun harekete geçeceği anı bekliyordu.

Güneşin ufukta kaybolmasının üzerinden henüz bir-kaç dakika geçmişti ki, Bitli El homurdanmaya başladı. Sabırsız adamın sinir bozucu hareketlerini ve gemisin-deki bağırışmalarını göz ardı eden Bekir, hala dalgaları izliyordu.

Aradan bir yarım saat daha geçti ve bu belirsiz bekle-yişe daha fazla dayanamayan Bitli, sesini yükseltti: “Ne-rede!” Boğazı yırtılacakmış gibi bağırıyordu.

Suç ortağına akşam boyunca ilk kez cevap veren Can-dar Bekir kendinden emin bir tavırla, “Sabret!” diye ses-lendi. Endişe ve meraktan kavrulan Bitli El’in bulundu-ğu yöne yüzünü dahi çevirmiyordu.

Sinirini etrafındakilerden çıkarmaya çalışan Bitli, ku-durmuş gibiydi. Yok yere bahanelerle etrafındaki bir-kaç adamını tokatladı. Gerilmiş kollarını iki yana açıp güvertesinde kükrüyordu: “Nerede Allah’ın belası! Ne-rede? Tarihlerden emin olduğun halde ne diye zaman geçirirsin be adam! Ne diye işi son güne bırakırsın? Ne malum tarihte bir gün yanılıp yanılmadığın? Kuyunun başına elinden geldiğince erken varıp, işi sağlama alsa-na! Cevap ver, sersem!”

Bitli’nin geçirdiği sinir krizinin tam ortasında gü-lümseyen Candar Bekir, yanında duran Markus’a eğilip fısıldadı, “Neden olacak? Ertesi gün, ardımdan sen de kuyuya atlama diye…”

“Endişelenmene lüzum yok Muhiddin. İşler tahmin ettiğinizden biraz daha farklı yürüyecek. Aslında bir şansımız daha var.”

“Nasıl?” Sıradan bir esir olduğunu unutup, tartışma-ya katılan Michel’in sesiydi bu.

“Ömrümü adadığım planı senin gibi bir yeni yetme-nin ellerine bırakacak değilim.” Bakışlarını şalopanın öbür ucunda bulunan Michel’e yöneltmiş olan Candar Bekir, tekrar Piri Reis’e döndü. “Bir günümüz daha var, Muhiddin. Kuyu son bir haftadır hareketli ve yarın sa-bah gezegenler beklenen pozisyondan uzaklaşacaklar. Hastalıklı zannettiğimiz balık da birkaç gün önce taştan etkilenmiş olan bir hayvan olmalı.”

“Peki, nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” Candar Bekir’in sözlerini bu kez Muhiddin Piri Reis kesiyordu.

“Yıllar önce, Libya’dan, Rodos’tan, Kahire’den mü-neccimlerle görüştüm. Kuyuyu aramadan önce müspet tarihlerden emin oldum. Meşhur yıldız bilimcimiz Mi-chel de Nostredame Efendi takvimi elimize verdiğinde de hatayı fark ettim ama size ses etmedim. Herkesin her şeyi bilmesine gerek yok. Ama bu küçük numarama al-danıp, endişelenmeyin! Sizi yarı yolda bırakacak deği-lim. Verilen sözler tutulacak.”

1521, 29 Ekim Gün batımı, Bitli El

Kara Çingene ve Göke daha gün öğle vaktine erme-den önce, aralarında yaklaşık yirmi beş metre mesafe kalacak şekilde demir atmışlardı. Su yüzeyindeki deği-şiklikleri daha yakından incelemek isteyen Muhiddin Piri, Bitli El’in şalopasında kalmayı tercih etti. Piri Re-is’ten ayrı düştüğü takdirde can güvenliğini riske ataca-ğını düşünen genç Doktor Michel de Kara Çingene’nin güvertesinde akşam vaktini bekliyordu.

Page 121: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

240 241

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Bekir, kovuğunu Markus’a uzattı. Gözlerini kıvılcımın parladığı noktadan alamıyordu.

Kovuğunu bıraktıktan sonra, saçlarının serbest kal-masıyla birlikte deniz yüzeyinden yukarılara doğru yükselen anlık bir esinti yüzünü yaladı. Yükselen ha-vayı ciğerlerine kutsal bir nimetmiş gibi çeken Candar Bekir, gözlerini kapayıp esintiyi iyice soludu.

“Misk-i amber gibi kokuyor.” Büyülenmişe benzeyen adam, üzerindeki fazlalıkları

çıkarmaya devam ediyordu. Kılıcını, yanından hiç ayır-madığı kıymetli hançerini birer yükmüş gibi güverteye fırlatıverdi.

Yaşanan mucizeyle birlikte, üstüne bir tas su dökü-len hararetli ateş gibi sönen Bitli El ise herkes gibi do-nakalmıştı. İki gemideki bunca insan arasında hareket etmekte olan tek insan Candar Bekir’di. Önceleri fısıltı gibi, daha sonra ise konuşma sesi tonunda söylediği ke-limeleri tekrar etmekte olan kaptan etrafındaki insanla-ra bir bakış attı.

“Sadece inananlar kendini suya bırakabilecek... Sade-ce inananlar kendini suya bırakabilecek…”

Sanki kimse Bekir’i görmüyordu. Sanki herkes don-muştu ve ilk andan bu yana hareket halinde olan tek kişi kendisiydi. Dua gibi andığı kelimeleri artık bağıra bağıra tekrar eden Candar Bekir, tırabzanların üzerine çıktı ve nihayetinde kendisini kaynar haldeki dalgaların kollarına saldı. Candar Bekir’in suya düşüşüyle beraber çıkardığı ses adamları için tokat etkisi yarattı ve reisin beyaz bedeninin karanlık sular içinde kayboluşunu izle-mek için harekete geçen korsanlar sıra halinde gemileri-nin sancak tarafına dizildiler.

Fokurdayan suyun derinliklerine direnmeksizin çe-kilen Candar Bekir’i en yakından takip eden Bitli El’in içi içini yiyordu. Artık Göke ona aitti, fakat Bekir’den bir adım aşağıda kalma düşüncesi haset bağlamış yüreği-

İkilinin alaycı tavırlarla kahkaha atması, Bitli El’i büs-bütün çileden çıkarmıştı. Aylardan beri, Candar Bekir’in canını almanın hayalini kuran Bitli El, şalopanın dire-ğine doğru koştu ve tahta tezgâha sıralanmış mızrak-lardan birini kaptı. Etrafındaki adamların kendisini en-gellemesine imkân vermeyecek kadar seri hareket eden korsan, hızla ilerleyip mızrağı tüm gücüyle fırlattı.

“Geber!”Bitli El’in bu mesafeden bir adamı mızrak ile öldür-

mesi işten bile değildi. Mızrağın Bitli’nin elinden çıktı-ğını göresiye kadar bakışlarını sağına döndürmüş olan Candar Bekir havadaki cismi göz ucuyla fark eder gibi oldu. Refleks gereği kendisini geri çekmek üzere hare-kete geçen Candar Bekir yolu yarılamış olan mızrağı ar-tık daha net görüyordu. O anda zaman durmuş gibiydi ve mızrak Bekir’in göğsüne saplanmak üzere yol almak-taydı. Fakat bir gariplik vardı. Mızrak sanki yavaşlayıp, yön değiştirmeye başlamıştı. Kontrolsüz bir şekilde geri çekilip Markus’un kucağına düşen Candar Bekir, çoktan göğüs hizasından geçmiş olması gereken mızrağın, ken-disine ulaşmadan metreler önce kavislenip ucunu suya doğrulttuğunu düşmek üzereyken fark etti. Bu doğaüs-tü bir andı.

Olup biteni Kara Çingene’nin kıç tarafından takip eden Michel iki gemi arasında hareket eden mızrağın sergilediği aykırı manevrayı tüm çıplaklığıyla takip etmişti. Mızrak adeta Candar Bekir’in göğsüne saplan-maktan vazgeçip, suyun derinliklerine doğru yola çık-mıştı.

Yerinden doğrulan Candar Bekir, Markus’un da yar-dımıyla tırabzanlara tutunarak yükseldi ve hayret dolu bakışlarını tekrar dalgalara yöneltti. Su içinde hareket etmekte olan mızrak derinlere doğru yol almaktaydı. Birkaç saniye sonra da denizin dibinde bir kıvılcım tane-si görüldü. Hiç düşünmeden kaftanını çıkaran Candar

Page 122: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

242 243

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Şalopa Kaptanı Bitli El’in de gözden kaybolmasıyla birlikte birbirine bakışan denizciler artık ne yapmaları gerektiğini bilmiyordu. Birbirleriyle yıllardır pasif bir çatışma içinde olan iki grubun başındaki liderler ardı ardına kaybolmuştu ve gitmeden önce yönetimi kime bıraktıklarını söylememişti.

İdari boşluğun sebep olduğu anı değerlendirmesi gerektiğini fark eden Piri Reis, parmaklarını boğazına dayalı kılıçların üzerine usulca kondurdu. Hatırı sayı-lır kumandanı durdurmakla görevli olan korsanlar çok geçmeden kılıçlarını indirip, Piri Reis’i serbest bıraktı. Boynunun üzerindeki tehdit düğümü çözülür çözülmez geminin burnuna doğru hareket eden Paşa, bir acı nida dahi atmadan suya gömülen üç adamı görebilmek için fokurdayan suyu dikkatle inceledi. Fakat görünürde hiç kimse yoktu. Ekim sonunda hızla kararan hava, sır per-desini yitirilen adamların üzerine kat ve kat sermişti.

İçinden ‘Bunca vakittir hava almadan hayatta kala-bilmelerine imkân yok,’ diye hayıflanan Piri Reis, arka-sında duran adamların bir kaçına yönelip, “Fener geti-rin!” diye emretti. O sırada, fener getirme bahanesiyle Muhiddin Piri’nin yanına iyice sokulan Tayfa Murat, bir çırpıda tırabzanın üzerine çıkıp kendisini suya fırlattı. Murat’ı durdurmak üzere sol eliyle hamle eden Muhid-din Piri, meraklı adamı sol bileğinden yakalamak üze-reydi, fakat elinden kaçtı.

Fırsattan istifade edeceğini uman serkeş korsan neye uğradığını anlamadı. İlk etapta acıyı algılayamayan si-nirleri, bir an için su üzerinde tepkisiz uzanmasına se-bep olmuştu. Daha sonra farkına vardığı acı ile bağır-maya başladı. Tenine değen su taneleri cildini tarifsiz acılarla dağlamaktaydı. Diğer üç adam gibi suyun de-rinliklerine gömülmemişti. Acı nidaları her iki gemideki korsanlara bir ibret sahnesi sergileyen Murat, kendinden geçesiye dek bağırdı. Tenini yakan deniz suyu herkesin

ni kemiriyordu. Bulunduğu yerden mermi gibi fırlayıp geminin kıç tarafına doğru koşturan Bitli El, Michel’e yöneldi. Kolundan yakaladığı delikanlıyı şalopanın burnuna doğru sürüklemeye yeltendi. Kendisine mani olmak üzere harekete geçen Piri Reis daha kılını kıpır-datamamıştı ki, gırtlağına dayanan kılıcı fark etti. Bitli El’in adamları tarafından durdurulan Piri Reis, “Bitli El, çocuğu serbest bırak! Olan oldu,” diye haykırdı, fakat sarf ettiği kelimeler Bitli El tarafından sanki hiç duyul-mamış gibiydi.

Kendisini yere salıp, Bitli El’e tekmeleriyle ayak di-reyen Michel devasa adama karşı koymaya çalışıyordu. Yere kapanıp güverteye tutunmaya çalıştığı sırada, Bit-li El’in zayıf olan sol baldırını birkaç kere yumrukladı. Fakat tüm çabaları Bitli El’i sadece birkaç saniyeliğine geciktirmeye yetmişti. Kolu ve bacağından yakaladığı genci hafif bir çantaymış gibi havada savuran acımasız korsan genci yerden kaldırıp yürümeye devam etti. Şa-lopanın en uç kısmına ulaştığında da, Michel’i birkaç metre ötede kaynamakta olan esrarengiz dalgalara fır-latıverdi. Suya düşmesiyle birlikte çığlıkları bir anda ke-silen delikanlı tüm çırpınışlarına rağmen su yüzeyinde kalmaya güç yetiremiyordu.

Karanlık dalgalara ağır ağır gömülen delikanlının yi-tişini an ve an izleyen Bitli El gözlerini iyice kısıp suyu incelemeye devam etti, fakat hiçbir şey olmamıştı. Ne bir ışık, ne bir başka esinti yükselişi, ne de bir başka gariplik gözlenmişti. Yaklaşık elli metre çapındaki geniş bir alan fokurdamaya devam etmekteydi ve aradan dakikalar geçmiş olmasına rağmen suyun derinliklerine gömülen kaptan ve delikanlıdan hala bir haber yoktu.

Tereddütle geçen dakikalara bir son vermek isteyen Bitli El, daha fazla düşünmeden sırtındaki siyah gömle-ği çıkardı ve çevresindeki adamlara tek bir kelime dahi etmeden kendisini arsız sulara sırtüstü bırakıverdi.

Page 123: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

244 245

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Beş yüz yıl boyunca anılmayacak adı, aldırmayacak kimse ona.

Oysa süsüydü çağının ve de geri dönecek kurtarmak için balık isimli hastayı.

Hain adam ise çok yakın,Attik toprağından ırakta, karanlıklar ardında.

Üç yerine, dört adam var resimde bu kez.Biri kurban, biri katil, biri hasta,

diğeri de ölüme adanmış âşık bir kral.Hasta adam ışığa kavuşturacak saklı gerçeği,

Yağarken tuğla tozları omuzlarına…

Yüreği şeytana ait,Gözleri iblislerin boğazladığı bir melekten çalınmış.

Saçları Medusa’dan yolunmuş,Kemikleri ihanete uğramış yedi kralın lahitinden

toplanmış bir hain.

POΔOΣ kıyısında yolunu şaşırmış üç kişi.Hristiyanya’dan ayrılacak.

Menzilde üç pay, Ya kan, ya gençlik, ya giyotin.

Matteo sade çeviri raporlarını divanda oturan Tuna ve Anette’ye sunduktan sonra salonun bir köşesine çe-kildi ve ikilinin satırları rahatlıkla okumasına izin verdi. Bir dakikadan az bir süre içinde onlarca soru ile geri dö-neceklerini biliyordu. Bu yüzden, daha fazla bekleme-den söze daldı. Ellerini çırpıp konuşmaya başladı:

“Bu dakikadan itibaren soru sormanızı yasaklıyo-rum. Açıklamamı bitiresiye kadar beni sükûnetle dinle-yeceksiniz.” Anette’nin şık çantasından çıkardığı dolma kalemi elinden kapan Matteo sözlerine devam etti: “Not almanız da yasak. Bir süreliğine tüm dikkatinizi istiyo-

gözü önünde derisinin parça parça kopmasına sebep ol-maktaydı. Birkaç saniye içinde kendini kaybeden adam, huzura kavuşup hareketsiz kaldı ve cansız bedeni çok geçmeden suyun derinliklerine kabul edildi.

Yaşanan korkunç tecrübenin ardından konuşan Mu-hiddin Piri Reis, adamları yanlış bir harekete kalkışma-maları için uyardı.

“Kimse suya atlamasın! Arkadaşınız Murat’ın akıbeti hepinize ders olsun. Kuyu demek ki sadece üç kişiyi ka-bul ediyor. Gördünüz. Atlamaya kalkışanlar acılar için-de ölür. Sabaha kadar suyun başında bekleyip, adamla-rımızı gözleyeceğiz.”

14 Mart 2013, 19:34, Matteo

Matteo, Anette ve Tuna’nın bir araya gelmesinin üzerinden yaklaşık dört ay geçmişti. Bu süre zarfında, mısraları dikkatlice yorumlayan Matteo çeviriyi birkaç hafta önce kabaca tamamlayabilmişti. Ayrıntılar üzerine bir süre daha kafa yorup, doğruluğundan emin olduğu manzum yazıyı Tuna ve Anette’ye bir cuma akşamı sun-du.

Page 124: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

246 247

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

bir hain adamdan bahsediyor. Dördüncü mısrada de-ğindiği yeri tahmin etmek hiç de zor değil. ‘Attik top-rağı’ diye tabir ettiği yer Yunanistan olmalı. Benzer kul-lanımları ‘Centuries’ isimli kitabında farklı ülkeler için defalarca kez uygulamıştı.

Üç yerine, dört adam var resimde bu kez.Biri kurban, biri katil, biri hasta, diğeri de ölüme

adanmış âşık bir kral.

İkinci kıta da şaşırtıcı birçok şifreye rastladım. Do-lambaçlı yollara girmeden bahsettiği kişileri not düş-müş. Tuna’nın oturma odasındaki tablodan ve Simon Jacobsen’in hikâyesinden yola çıkarak aşağıdaki eşleş-tirmeyi gerçekleştirdim.

Kurban – Aşırı sağcı tarafından öldürülen Ressam Magnus RolandKatil – Mafya bağlantılı Armatör Jardar HansenHasta – Eski Belediye Başkanı Simon Jacobsen

(veya Tuna)Âşık Kral – Norveç Kralı Henrik

Hasta adam ışığa kavuşturacak saklı gerçeği,Yağarken tuğla tozları omuzlarına…

Bu iki satır tüyleri diken diken edecek türden… Üçüncü mısrada sözü gecen hasta adam Tuna olmalı. Aslında bu yüzden ikinci mısrada anlatılan kişinin de Tuna olabileceğini düşündüm ama zaman dilimindeki ayrılık sebebiyle hasta adamın Anette’nin babası Simon Jacobsen olabileceğine kanaat kıldım. Bunun bir önemi yok. Şaşırtıcı olan şey, Nostradamus’un geleceği bir re-sim karesi gibi görebilmiş olması. Tuna, duvarın içine saklanmış olan tarihi belgeyi bulduğunda omuzlarına

rum.” Anette’nin yanından uzaklaşıp, oda içinde birkaç adım attı. “Satır satır ilerleyerek size yorumlarımı ilete-ceğim.” Eline aldığı çeviri kâğıdındaki ilk satırı okudu.

Beş yüz yıl boyunca anılmayacak adı, aldırmayacak kimse ona.

“Dört kıtanın neredeyse tamamında Nostradamus’un sergilediği tipik şifreleme metotları göze çarpıyor. Bi-rinci satır bize hangi tarihten bahsedildiği konusunda ipucu vermesi açısından oldukça önemli. Zira dikkat ederseniz, diğer satırlarda zamanla ilgili başka hiçbir açıklama not düşürülmemiş. Her kâhinin yazılarında ol-duğu gibi Nostradamus kehanetlerinde aranan üç temel unsur vardır: Zaman, Mekân ve Kişi.

Bana kalırsa birinci satırın işaret ettiği tarih günü-müz, yani 2013. Bahsettiğiniz Piri Reis adındaki amira-lin meşhur haritası 1513 yılında çizilmiş. Beş yüz yıl bo-yunca adı anılmayacak olan şey haritanın kendisi veya haritanın işaret ettiği gizemli yer olmalı. Bu görüşümü ikinci satır da destekliyor.

Oysa süsüydü çağının ve de geri dönecek kurtarmak için balık isimli hastayı.

Nostradamus, haritayı on altıncı yüzyılı süsleyen bir nimet olarak görüyor ve bu objenin beş yüz yıl sonra geri döneceğini müjdeliyor. ‘Balık isimli hasta’ ibaresi ise muhteşem bir tespit! Burada sözü geçen kişi kuşku-suz Tuna olmalı.

Hain adam ise çok yakın,Attik toprağından ırakta, karanlıklar ardında.

Kâhin nedense mısraların genelinde ihanetlerden ve

Page 125: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

248 249

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

şeyler çıkarmak oldukça güç. Yorumum bu kadar, söz sizde.”

Elleri başının üzerinde olan Tuna saçlarını karıştıra-rak gerindi ve bir öf çekip cam masa üzerinde bulunan çeviriye yöneldi. Bacak bacak üstüne atmış olan Anette ise heykel gibi hareketsizdi. “Yorumların ve çevirin emi-nim ki başarılı, fakat bu şiirsel satırlar tam olarak nere-ye gideceğimiz konusunda bir işaret taşımıyor,” diyen Tuna yüzünü Anette’ye döndürdü.

Bağlı tuttuğu kollarını çözen Anette, “Nostrada-mus’un yazdıkları beni de hayal kırıklığına uğrattı, ama yine de işaret ettiği birçok kişi ve olay doğru yolda iler-lediğimizin birer göstergesi,” dedi.

Hiç beklemeden “Mesela?” diye soran Matteo diva-nın karşısında bulunan tahta iskemleye kuruldu.

“En önemli delil Rodos Adası’nı işaret etmiş olması. Senin çeviri üzerine çalışmış olduğun zaman içinde ben de haritaları bir araya getirdim ve gizemli deliğin yerini birkaç hafta önce tespit ettim.”

Anette’nin sözleri ile ufak bir şaşkınlık yaşayan Tuna afalladı. “Gerçekten mi?”

Başını yanında duran adamı onaylarcasına sallayan Anette kendi cephesindeki gelişmeleri döktü. “Size bu konuyu daha önce de çıtlatmıştım ama her ikiniz de ke-hanet çevirisine bel bağlamıştınız. Biliyorsunuz, deniz-cilik benim için bir nevi baba mesleği. Haritaları tekrar tekrar inceledim ve bir zamanlar Piri Reis’in tamamla-mış olduğu hesaplamaları kâğıda geçirdim. Üstelik ken-disinden çok daha şanslıydım, çünkü haritalar üzerinde hali hazırda Piri Reis’in notları bulunuyor. Bu bilgileri ve kendi ölçümlerimi günümüzün teknolojisini kulla-narak sentezlediğimde kaynayan kuyu denen bölgenin Rodos civarında bir yer olduğunu tespit etmem hiç de zor olmadı.”

tuğla tozları dökülmüş. Bu tespit Nostradamus’la ilgili birçok görüşümü altüst etti.

Üçüncü kıta ise başlı başına bir yapboz…

Yüreği şeytana ait.Gözleri iblislerin boğazladığı bir melekten çalınmış.

Saçları Medusa’dan yolunmuş,Kemikleri ihanete uğramış yedi kralın lahitinden

toplanmış bir hain.

Nostradamus kehanetlerinde nefret öğelerine sık sık rastlanır, fakat bu mısralarda tek bir kişinin üzerine yo-ğunlaştırılmış, şiddet içerikli mesajlar var. Son kelime dışında yorumlayabileceğim hiçbir referans noktası bu-lunmuyor. İhanet eden bir adam, ama kim ve neden? Bu yüzden, üçüncü kıtayı hızla geçiyorum.

POΔOΣ kıyısında yolunu şaşırmış üç kişi.

Dördüncü kıta mekân ve kişi sorularımızı cevaplar nitelikte. Nostradamus’un Yunan mitolojisine duyduğu hayranlık tüm araştırmacılar tarafından bilinir. Yunan harflerini kullanarak daha ilk kelimede açıkça Rodos Adası’na dikkatimizi çekiyor. Rodos kıyısında yolunu şaşırmış olan üç kişi belki de biziz, bilemiyorum. Çünkü devam eden mısrada bu üç kişinin Hristiyanya’dan yola çıkacağını söylüyor.

Hristiyanya’dan ayrılacak.

Bildiğiniz gibi Hristiyanya, Oslo’nun eski isimlerin-den biriydi. Bence kâhin peş peşe gelen bu iki satırda Rodos’a gideceğimizi söylüyor. Son iki mısradan ise bir-

Page 126: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

250 251

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

durdurmaya çalıştı, fakat daha sonra faydamın doku-nabileceğine ikna olunca, bana destek oldu. Görüyorum ki Candar Bekir bu efsunlu hadiseyi yıllarca araştırmış ve ilgili her kaynağı toplayıp, incelemiş. Lakin kuyuya atlayanların akıbeti hakkında yeterli bilgi bulunmuyor. Tüm kaynakların ağızbirliği ettiği husus, elde edilecek olan hikmetle alakalı: Ruhi, akli ve maddi yücelik.

İtiraf etmeliyim ki Göke’deki son günlerimi yaşıyo-rum. Amcam Kemal Reis’ten yadigâr kalan bu gemiyi, Osmanlı Donanması’na kazandırmayı çok isterdim la-kin bir başıma bunu gerçekleştirmem mümkün değil. Bekir’in tecrübeli adamları en az kendisi kadar kurnaz ve Osmanlı Donanması’nın tercih ettiği rotaları çok iyi öğrenmişler. Göke’yi göz göre göre bu sulara sürmezler. Bu yüzden, geminin Osmanlı tebaasına döndürülmesi oldukça zor görünüyor. Diğer yandan, Candar Bekir or-tadan kaybolduktan sonra Markus kendisine yakın olan bir tayfayı serdümen28 ilan etti. Bu atamayı gerçekleşti-rerek yeni kaptanın kendisi olduğunu ima ediyor. Gö-ke’nin şimdilik bir yere gideceği yok, fakat genç adam gücünü altındakilere ispat etme endişesi içinde.

Markus’un çabaları henüz bir sonuç vermedi ve de-nizciler arasındaki gruplaşma eskiye nazaran iki katına çıktı. Yaşımdan ve ismimden ötürü bana duydukları bir saygı var, fakat ciddi bir çatışma anında kimsenin sözü-mü dinleyeceğini sanmıyorum. Dün akşam peydah olan yersiz kavgayı şu sözlerle savabildim:

Husumetiniz olan kişi gözlerinizin önünde öz kar-deşinizin kanını içmiş kanlı bıçaklı hasmınız dahi olsa, deryada birbirinize yardım etmekle yükümlüsünüz. Vakti gelince, kavganız her ne ise karada hesaplaşmakta hürsünüz, lakin Göke’de ikilik istemem.

28 Serdümen: Baş dümenci. Kaptandan aldığı seyir emrini uygulamakla görevli olan tayfa.

Matteo, “Öyleyse hemen yola çıkalım!” dedi heye-canla.

“O kadar erken değil. Kuyunun aktif hale geçtiği ge-celeri beklememiz lazım. Yanılmıyorsam, dokuz-on bir Kasım tarihleri arasında Güneş, Mars ve Venüs Akrep burcuna girecek. İşte o zaman kuyunun izini sürmek üzere yola çıkacağız.”

1521, 2 Kasım, Piri Reis’in notları

Az önce, dördüncü günün sabahına uyandım. Ne Mi-chel’den, ne de o iki hain hayduttan hala bir haber yok. Derya günlerdir ipek gibi düz, mehtap kadar sessiz. Korkarım, suya atlayan adamların üçü de helak oldu. Diğer iki arsıza acımam da, o gariban doktor çocuğa üzülürüm. Genç dostum, Saint-Remy’li Doktor Michel de Nostredame.

Tayfalar günlerdir suya dalıp çıkıyor, lakin ne bir kumaş izine rastlayabildik, ne de kaybolan adamlara ait herhangi bir eşyaya. Kaynayan kuyu bir su hortumu oluşturup adamları denizin dibindeki bir yere hapsetti sanki. Yüzeye çıkmış olsalardı çoktan izlerini bulurduk. Ayrıca, denizin dibine dalmamız mümkün görünmü-yor. Bulunduğumuz alandaki derinlik muazzam, fakat birkaç tayfa birkaç kulaç boyu daldıklarında, deryanın dibini görebildiklerini iddia ettiler. Suyun en derin nok-tasında halka şeklinde bir delik olduğunu ve bu karan-lık hattın daha da derinlere uzandığını söylediler.

Benzer tünellere daha önce de Akdeniz’in sığ kıyıla-rında rastlamıştım, fakat deryanın bu kadar derin olduğu bölgelerde de bu tür karanlık kuyuların olduğunu daha önce işitmedim. Bu deliklerin fezadan indiği söylenen taşlar tarafından açıldığı rivayet edilir. Mevzu hakkında fazla bir bilgim olmadığı için Candar Bekir’in kütüpha-nesine yöneldim. Karşıma çıkan Markus ilk başta beni

Page 127: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

252 253

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

dar dönmezsen, anlaşmayı iptal etme hakkına sahibiz. İki yıldır çektiğin bunca meşakkat boşa gidecek. Bu sana son uyarım. Beş gün içinde kafanı topla ve Oslo’ya geri dön.” Ültimatomun ardından Raul’un ses tonu biraz daha sakinleşti. “Şu anda nerdesin? Ne yapıyorsun? Ar-kadan dalga sesi duyuluyor.”

“Birkaç arkadaşımla beraber balık avlamak için koya açıldık,” diye yalan söyledi Tuna.

“Neyse, kendine dikkat et. Yanına çip takılı kemer ve gömleklerinden aldın değil mi? Sana verdiğimiz akse-suarları üzerinde bulundurmaya özen göster. Oslo’da bulunmasan dahi, radyo dalgalarıyla robotların rapor-larını okuyabiliyoruz.” Raul ikna olmuşa benziyordu.

“Tabi tabi! Bilhassa kemerim her zaman üzerimde.”“Güzel! Söyleyeceğin başka birşey yoksa kapatıyo-

rum. Seni yarın akşam tekrar arayacağım.”Tuna bu gece başına neler geleceğini tahmin edeme-

diği için, “Telefon operatörümle bazı sorunlar yaşıyo-rum. Her aradığında cevap veremeyebilirim. Fakat ben seni iki günde bir mutlaka ararım,” diyerek yeni bir ya-lan için şimdiden zemin hazırlamıştı. “Görüşmek üze-re.”

Homurdanarak, “İyi geceler…” diyen Raul telefonu kapattı.

Görüşmenin ardından bir oh çekip arkasını dönen Tuna, “Raul’u bugün de atlatmayı başardım,” diye övü-nerek Anette ve Matteo’ya yöneldi.

Orta yaşlı iki adam ve bir kadın, Ege Denizi ve Ak-deniz’in birbirine kavuştuğu sularda anlaşılması güç bir yolculuğa çıkmışlardı. Gecenin karanlığında ne göre-ceklerini bilmeden beklemeye devam ediyorlardı. Mat-teo ve Anette’nin yanındaki sandalyeye oturan Tuna sessiz bekleyişe eşlik etti.

“Kuyu denen şeyin burada belireceğinden emin-

Gerçekçi olmak gerekirse, daha fazla geç kalmadan Göke’den ayrılmalıyım. Birkaç güne kalmaz, gemideki kavga ateşlenecek ve baskın olan taraf kontrolü ele ge-çirmek için harekete geçecek. Kan gövdeyi götürmeden evvel, haritaları ve diğer kayıtları elime geçirip, karaya dönmeliyim.

Muhiddin Piri Reis

9 Kasım 2013, 22:24, Tuna

“Kasım ayında tamamlanması gereken bir ton test vardı. Araştırma çalışmalarının sonuna geldik. Sen ise bize haber dahi vermeden Yunanistan’a gittin. Yaptığın kabul edilebilir birşey değil.” Telefondaki Raul, Tuna’yı azarlamakla meşguldü.

“Haber vermekte geciktiğim için üzgünüm. Fakat daha ilk günlerden moralimin yüksek tutulması gerek-tiğini söyleyen sendin. Oslo’nun kasvetli havasından kaçıp yazdan kalma bir gün yaşamak istedim. Ne var bunda? Hafta ortasına doğru dönerim,” diyen Tuna dal-galar arasında sallanan küçük bir yatın üzerindeydi.

“Hafta ortasına doğru dönerim de ne demek?” Ra-ul’un sesi telefonun hoparlörü açıkmışçasına dışarıdan duyuluyordu. “Kesin dönüş tarihin belli değil mi se-nin?”

“Biliyorsun, turizm sezonu neredeyse kapandı. Ro-dos’tan Oslo’ya direk uçuş yapan bir şirket yok. Belki Türkiye’ye deniz yoluyla geçip oradan geri gelirim.” Tuna, lafı ağzında geveleyerek zaman kazanmanın bir yolunu bulmaya çalışıyordu. “Veya buradan Atina’ya uçarım. Bir şekilde yolunu bulup zamanında geri döne-ceğim. Endişelenme.”

“Kontratındaki işbirliği maddesinde bu durumun açıkça belirtilmiş olduğunu biliyorsun. Bizim iznimizi almadan ülkeyi terk etmen yasak! Eğer 15 Kasım’a ka-

Page 128: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

254 255

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

O da şapkasını salladı, güler yüzüyle yolcu etti bizi ka-naldan.”

“Ne güzel!” diyerek iç çekti Matteo.“Sizce de tuhaf değil mi?” diye sordu Tuna.Tuna’nın tavrını garipseyen Anette, “Garip olan da

nedir?” diye sorarak karşılık verdi.“Birbirimizi hiç tanımadığımız halde güler yüzle se-

lam verebiliyoruz. İki gemi birbirine yaklaşsa yolcuları birbirine el sallar, gülümser. Diğer yandan, yine birbiri-ni tanımayan insanlar türlü sebeplerden ötürü internette yüz yüze geliyor, fakat siber âlemde birbirlerine etme-dikleri küfür kalmıyor. Kim bilir? Belki de YouTube’da-ki Erovizyon şarkısı altında birbirine küfürler yağdıran insanlar, yaz tatilinde gemilerden birbirini selamlıyor. İnsanları anlamak çok güç…”

“Az önce, tek ayak üzerinde kırk yalan söyleyen bir adam için fazla derin bir hikâye bu.” Ayağa kalkan Anette gülümseyerek Tuna’yı tiye aldı.

Bu söze pek aldırış etmemişe benzeyen Tuna omuz silkip arkasına yaslandı.

Yüzünü tekrar denize dönen Anette serin deniz esin-tisini yüzünde hissediyordu. Gözlerini kapatıp, temiz havayı ciğerlerine çekti. Yüzündeki tebessüm sıcaklığını hala koruyordu. Gözlerini tekrar açtığında su üzerinde hareket eden bir bölge olduğunu sezdi. Gülümseme-si ciddiyete bürünüp gözlerini kıstığında karşısındaki sahneden iyice emin oldu. Derhal motorun başına geçip demir almak üzere harekete geçti. Hareketlenmesiyle ayaklanan Tuna ve Matteo’ya, “Orada!” demekle yetin-di.

Henüz iki dakika geçmemişti ki, Anette yatı, fokur-damakta olan deniz suyunun yaklaşık beş metre yakını-na yanaştırdı ustalıkla ve tekrar demir attı. Eline telsizi alıp, birkaç kelime söyledi ve ahizeyi tekrar asılı olduğu yere bıraktı.

sin, değil mi?” diye sorarak Anette’yi denetleyen Mat-teo’nun dalgın bakışları dalgaların üzerindeydi.

Sebepsiz yere kısık sesle konuşan kadın, “Önümüz-deki elli metrekarelik alan içinde olduğundan eminim,” diye fısıldadı. Sanki çıkaracakları ses gizemli kuyuyu el-lerinden kaçırmalarına sebep olacakmış gibi… Avcılar bir süre daha sessiz kalarak dalgaları izlemeye devam etti.

Rodos Adası’ndaki evlerden yayınlan ışıklar yatın manzarasını süslüyordu. Kendilerinden epeyce uzakta bulunan ada, sakin gecenin güzelliğini perçinliyordu. Bu görüntü Tuna’nın aklına birkaç yıl önce eşiyle bera-ber çıktığı Yunanistan seyahatini getirdi. Birden, “Hiç evlendin mi Anette?” diye soruverdi.

Beklenmedik soru karşılığında başını Tuna’ya doğru döndüren Anette “Hayır,” demekle yetindi.

“Ben evlendim. Boşandım.” Sorulmadığı halde ce-vap veren Tuna sohbet etmeye hevesliydi. “Bu acayip seyahatin aklıma eski karımı getireceğini tahmin ede-mezdim. Ne garip… Birkaç yıl önce Yunanistan turuna çıkmıştık. Gemimiz Korint Kanalı diye garip bir yerden geçti.”

Tuna’nın hikâyesini bölen Anette, “O kanalı bilirim,” dedi.

“Çok ilginç bir yer. Kanal yarım saat içinde Adriya-tik’ten Ege Denizi’ne geçmenizi sağlıyor. Neyse, bizim gemiyi küçük bir kılavuz motoruna halatla bağladılar. İlerlemeye başladık. Kanalın civarındaki köylerden çocuklar gemimizin geçeceğini duymuş olmalı, kanal duvarlarında beliriverdiler. Hepsinin yüzü güleç… El sallıyorlar, şakalaşıyorlar… Biz de hiç düşünmeden ço-cuklara el salladık. Kanalın sonuna doğru beyaz şapkalı bir adamı fark ettik. Yaşlı adam iskemlesine kurulmuş, elleri bastonunun üzerinde gemimizi bekliyordu adeta.

Page 129: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

256 257

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Birkaç saniye önce yanında duran adam, Tuna arkası-nı dönesiye kadar geçen süre içinde bir hiç oluvermişti. Elleri başının üzerinde kendisini sakınan Tuna, refleks gereği eğildikten sonra çömelmeye yöneldi.

“Hareket etme!” Sert ses tonuyla emreden Anette, “Kalk! Ayağa kalk!” diye seslendi. Bir yandan da ışık halkasının yarı yarıya dışında kalan Tuna’yı yakalama-ya çalışıyordu. Sağ eliyle tuttuğu tabancanın namlusu bu kez Tuna’yı işaret etmekteydi. Projeksiyonu sol eliyle çevirerek Tuna’yı güçlü ışık yağmurunun tam merkezi-ne soktu.

Gözleri kapalı, elleri yarı yarıya havada olan Tuna esefle, “Neden? Neden?” diye yineliyordu.

“Kes sesini!” Anette’nin çığlığı sert bir tokat gibiydi. “Kaldır ellerini! Avuç içlerini göster ve ışığın dışına çık-ma! Bir süre böyle bekleyeceksin.”

Sorgulanan bir sanık gibi ışığın altında duran Tuna, sıkıntıdan dudaklarını ısırıyordu. “Onu öldürdün! Sen bir katilsin!”

Öfkeyle cevap veren Anette, dominant tavrını sür-dürmeye çalıştı. “Kapa çeneni! Sessiz kal!”

“Onu öldürdün!” Konuşmaya devam eden Tuna se-sini her defasında yükseltti. “Onu öldürdün!” Deliye dönmüştü ve gözlerini tüm gücüyle yummuş aynı keli-meleri tekrarlıyordu.

“Onu öldürdün! Onu öldürdün!”Tuna’nın yarattığı gerilime daha fazla dayanamayan

Anette, bu saçmalığa bir son vermek için boşluğa bir el ateş etti. Kadının bu boşluğundan yararlanan Tuna ise ışık hattından eğilerek kaçtı.

Çılgına dönen Anette, karanlığa doğru yarımşar met-re aralıklarla üç el daha ateş etti, fakat Tuna çoktan göz-den kaybolmuştu. “Geri dön! Seni öldürmek istemiyo-rum. Derhal ışığa geri dön!” diye seslendi. Projeksiyon aletini bir o yandan bir bu yana savuruyordu. Bir ara

Mucizenin şaşkınlığından neler döndüğünü anlaya-mayan Tuna ve Matteo kaynayan kuyuya ışık tutuyor-du.

Bir yılı aşkın süredir bu anı bekleyen Tuna, mucizevî keşif gerçekleştiğinde ayaklarının bağı çözüldü. Boş gözlerle yuvarlak bir hat içinde fokurdayan suyu seyre-diyordu. Şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş olan Matteo ise temkinli davranıp yüzünü fokurdayan bölgeden ka-çırıyordu.

“Aman tanrım! İşte başardık!” diyerek sevinç çığlığı atan Matteo’nun gözleri Anette’yi aradı, fakat bir süre-dir güvertede koşuşan kadın hala ortalıkta yoktu. Bu durumu daha fazla sorgulamadan sağ elini Tuna’nın omzuna atan adam sevincini yanında duran arkadaşıy-la paylaşıyordu.

Yüksek sesle, “Matteo!” diye seslendi Anette. Yatın teras bölümüne çıkmıştı.

Yüzü Tuna’yla birlikte denize dönük olan Matteo, yavaşça arkasını döndü. Anette’nin suyun fokurdayan kısmını daha iyi görmek için projektörü aydınlatmakla meşgul olduğunu düşündü. Anette’nin silueti bir karal-tıdan ibaretti ve iki eliyle projektörü kurcalıyordu. Çok geçmeden ışığı yakmayı başardı. Yüzü dalgalara dönük olan güçlü projeksiyon aletini doğruca Matteo ve Tu-na’nın üzerine doğrulttu.

Güçlü ışık ile gözleri kamaşan genç adam, “Çevir şunu! Gözlerimi alıyor,” diyerek yakındı.

Işığın bir adım solunda bir karaltı gibi beliren Anette, “Işığa doğru yürü Matteo. Işığa doğru…” deyip elinde-ki susturuculu tabancayı Matteo’ya doğrulttu ve üç el ateş etti. Zavallı adamın göğsüne vuran kurşunlar bir-kaç saniye içerisinde ölmesine neden olacaktı.

Aldığı kurşun darbeleri ile geriye doğru savrulan Matteo suya düştü.

Page 130: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

258 259

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

doğru yol almaktaydı. Ellerini havaya kaldırıp bağırma-ya başladı.

“Hey! Beni kurtarın! İmdat!”Kaptan köşkü üzerindeki iki adet lambayı yakan kap-

tan motoru durdurup, Tuna’ya yaklaştı. Güvertede bu-lunan iki adamın silueti rahatlıkla seçiliyordu. Tekneye doğru kulaç atmaya başlayan Tuna, İngilizce konuşarak “Lütfen sudan çıkmama yardımcı olun,” diye seslendi. Teknedeki beyaz tenli iki adam Tuna’yı sudan çıkarıp bir battaniye verdiler. Nefes nefese kalmış olan adam soluklanmaya çalışıyordu. Zaman kaybetmeden tekrar motoru çalıştıran kaptan, Anette’nin yatına doğru ilerle-meye başlayınca Tuna, heyecanla ayaklandı ve “Hayır! O gemiden uzak durun. Burayı hemen terk etmeliyiz. O kadın bir katil!” diye bağırdı.

Güvertedeki adamlardan biri elini Tuna’nın omzuna koyup sakinleşmesini istedi. “Burada güvendesiniz, hiç-bir şey olmayacak.” Balıkçı kılığındaki adamın aksanı bir Yunan’ın konuşma şekline benzemiyordu.

O sırada kaptan köşkünün siyah bant çekilmiş oto-matik kapısı açıldı ve ahşap güverteye tekerlekli san-dalyede oturan yaşlı bir adam girdi. Oldukça seyrek olan saçları beyaz pamuk şekeri anımsatan adamın cildi kupkuruydu ve neredeyse kemikleri sayılacak derecede zayıftı. Sağ başparmağıyla ittirdiği piston sayesinde te-kerlekli sandalyesine yön veriyordu. Güvertede yanan tek lambanın altına kadar gelip, Tuna’dan birkaç adım uzaklıkta durdu ve battaniye altında titreyen adamı süzdü.

Tuna’nın siyah ve uzun saçları görüşünü perdeliyor-du. Soğuk suyun ve ardından gelen dondurucu esinti-nin sebep olduğu üşüme sebebiyle dudakları ve burnu morarmıştı.

Perişan haldeki adama bir kelime dahi etmeyip başını hafifçe sağa yatıran yaşlı adam, başparmağıyla yönettiği

nefesine hâkim olup Tuna’nın adımlarını dinlemeye ça-lıştı. Ortalığı deli gibi tarıyordu fakat bir süredir yüksek dozda ışığa maruz kalmış olan gözleri karanlıkta hiçbir şey göremiyordu.

Birden suya birşey düştüğünü duydu ve projeksiyon aletini hemen o yöne döndürdü. Turuncu renkli can si-mitlerinden biri birkaç metre ötede dalgaların üzerinde salınıyordu. Tuna belli ki hedef şaşırtmak için can simit-lerinden birini denize fırlatmıştı.

“Hadi ama Tuna! Çık dışarı. Konuşup anlaşabiliriz. Matteo’nun ölmesi gerekiyordu. Sadece bu kadar…”

Anette, Tuna her an her yerden üzerine saldıracak-mış gibi hissediyordu. Sessizlik kadını iyice korkutmuş-tu. 9mm’lik Taurus Slim tabancasında geriye sadece iki el mermi kalmıştı. Hafifliği yüzünden tercih ettiği ta-bancanın en büyük sorunu birinci ateşlemeden sonra art arda kurşun sıkımını kolaylaştırmasıydı. Titreyen elleri yüzünden şarjörü değiştirmeye korkuyordu. Sıkı sıkı tuttuğu tabancasıyla gözlerinin karanlığa bir süre daha uyum sağlayabilmesi için bekledi.

Bu durumdan faydalanan Tuna ise ağır adımlarla yatın kıç bölümüne ulaştı ve yüzerek canını kurtarabi-leceğini düşündü. Bedenini serin sulara yavaşça saldı ve hızla birkaç metre derinliğe dalıp sualtında kulaç atmaya başladı. Bu şekilde yol alarak yattan yaklaşık otuz metre uzaklığa erişmeyi başarmıştı. Bir süre sonra dinlenmek için kulaç atmaya ara verdi ve yüzünü yata döndü. Yatın hala teras bölümünde bulunan Anette’nin projeksiyon aletiyle suyu tarıyor olduğunu gördü. Ney-se ki, aksi istikameti gözlüyordu. Bu durumdan istifade edip daha güçlü kulaçlar atmaya başladı ve yat ile ara-sındaki mesafeyi altmış metreye çıkardı.

Yüzmeye devam ettiği sırada adeta bir mucize ger-çekleşti. Meçhul bir tekne, karanlığın içinde Tuna’ya

Page 131: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

260 261

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

bir grup tayfa tarafından boğazlanacağı endişesiyle uy-kuya dalmakta tereddüt eden haydutlar, şafak vaktiyle beraber mutlak bir sükûnete bürünmüştü. Kamarasında sessiz bir cinayete kurban gitmek istemeyen tayfanın bir bölümü, reislerini gözleme bahanesiyle günlerdir gü-vertede sabahlamaktaydı.

Tüm mürettebatın uykuda olduğu dakikaları Piri Reis’in tavsiyesiyle nöbette geçiren Tayfa Orhan ve Mu-harrem Efendi bir sandalın üzerinde sallanmaktaydı. Orhan’ın bir kez daha uyuklamakta olduğunu gören Muharrem Efendi sandalı aniden sarsıp, adamı ürküttü ve nefesini bastırarak gülmeye başladı. “İşte! Yine uyuk-larken yakaladım seni. Bu sefer de inkâr et bakalım! Na-sıl da ürktün.” Tiz bir ıslık gibi duyulan sinir bozucu gülüşü kesilmek bilmiyordu.

Başındaki iğreti sarığı eliyle düzelten erişkin adam, “Meczup musun be adam! İnsana bir huzur vermez misin sen? Uyuduysam, uyudum. Sana ne!” diyerek si-nirle söylendi. Daha sonra sandalın iki ucunda bulunan fenerlerin hala yanıyor olduğunu fark edip, Muharrem Efendi’ye yüklendi. “Madem baykuş gibi nöbettesin, görmüyor musun? Hava aydınlamaya başlamış. Benim uykumu gözetleyeceğine, kalkıp şu fenerleri söndürse-ne! Gaz yağımız bitti, bitecek.”

Yersiz yere gülme krizine girmiş olan sıska adamı sol eliyle ittiren Orhan ayağa kalktı ve sandal üzerinde dengesini sağladıktan sonra hafifçe gerilip, sırtını es-netti. Feneri söndürmek üzere tam arkasını dönmüştü ki, ışık ile burun buruna geldi ve lambanın zayıf ışığı, yeni uyanmış adamın yorgun gözlerini etkilemeye yetti. Kamaşan gözlerini elleriyle ovuşturan Orhan, denizin üzerine gayri ihtiyari bir bakış attı ve sakin dalgalar ara-sında salınan duba benzeri birkaç eşyayı fark etti. Daha dikkatli bakınca, gördüğü cisimlerin Candar Bekir, Bitli El ve Michel’in hareketsiz bedenleri olduğunu idrak etti

pistonu bu kez sağa doğru yatırıp yüzünü Anette’nin yatına döndürdü.

Korkudan soluk soluğa kalmış olan Anette’nin sesi duyuldu. “Herifi yakaladınız mı?”

İki araç birbirine bordolamak üzereyken yaptığı ha-tayı fark eden Tuna ayağa kalkmayı denedi, fakat başın-da bekleyen adam elini omzuna bastırıp Tuna’yı yerine oturttu. Daha sonra belinden çıkardığı el tabancasının kurşununu bir çırpıda namlusuna sürüp, tabancayı Tu-na’nın göğsüne bastırdı.

Anette’nin yatına atlamak üzerine olan diğer adam ise cevap verdi: “Evet, güvertede.”

İkilinin konuşmasına kulak kabartan Tuna diğer yat-taki konuşmaları dinlemeye devam etti. Norveççe konu-şuyorlardı.

“Jardar’ın durumu nasıl?”“Onun için endişelenmene gerek yok. Buluşma için

hazır. Diğer adam ne oldu? Hani şu kütüphaneci olan…”“İkisine birden hâkim olamayacağımı düşündüğüm

için Matteo’yu vurdum. Zaten ölmesi gerekiyordu.” “Sanki diğerine hâkim olabilmişsin gibi…” diyen

adam lafı ağzında geveledi.“Kapa çeneni sersem!” Bu tavra sinirlenen Anette, se-

sini yükselterek hakaret etti. “Jardar’ın teknesinde ola-cağım. Dümene hâkim ol.”

1521, 4 Kasım, Göke

Candar Bekir ve Bitli El’in hayatlarından ümidini tümden kesmiş olan korsan takımı, serin bir kasım sa-bahına uyanmak üzereydi. İlk birkaç gece ateş yakıp, sabaha kadar reislerinin izini ellerindeki fenerlerle ara-yan tayfalar artık sadece kendi canlarının derdindeydi. Son güne gelindiğinde, denizcilik adabına biat eden korsan sayısı yok denecek kadar azalmıştı. Her an diğer

Page 132: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

262 263

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Orhan’ın kaybolan adamları fark etmesinin üzerin-den henüz birkaç saniye geçmiş olmasına rağmen Gö-ke’deki mürettebatın neredeyse tamamı durumdan haberdar olmuştu. Güvertedeki ve geminin koridorla-rındaki patırtıyla uyanan Piri Reis de ayaklanıp, kama-rasından ayrıldı.

Sandalı ilk olarak Bitli El’in yamacına çeken Orhan, koca adamı kolundan yakaladı ve Muharrem Efendi’nin de yardımıyla karga tulumba kaldırdı. Bölgeye erişen ikinci sandaldaki nöbetçiler ise Candar Bekir ve Michel’i kurtardılar. Adamların üçü de baygın haldeydi ve na-bızlarını aceleyle kontrol eden denizciler güvertedekile-re sevinçle seslendi: “Yaşıyorlar! Hepsi hayatta!”

Üç adam da birkaç dakika içinde güverteye çıkarıl-mıştı. Kaptanların etrafına toplanan meraklı denizciler, Markus’un emriyle açıldı ve bir süre sonra Candar Bekir gözlerini açıp, “Su!” diye seslendi. Daha bir testi su ge-tirilmeden uzandığı yerden zorlukla doğrulan Candar Bekir, Bitli El’i kontrol etti. “Hayatta mı o?” Konuşurken sol gözü seğiriyordu.

Kaptanın yanına çömelen Markus hemen cevap ver-di: “Evet efendim! Nefes alıyormuş. Siz nasılsınız?”

Mimikleriyle etrafındakilere sarhoşmuş izlenimi ve-ren Candar Bekir, Markus’un yakasına yapışıp, “Beni odama götürün,” diye emretti kaşlarını çatarak.

Bekir’in isteğini şaşkınlıkla karşılayan genç adam, “Fakat efendim günlerdir kayıpsınız…” diye karşılık verdi.

Duyduğu sözlerle alnındaki kırışıklık bir anda dağı-lan Candar Bekir, “Gün mü?” diye sordu inanmayarak.

Reis’e yaşananları anlatan Markus, “Beş gündür ka-yıptınız. Siz suya atladıktan sonra Bitli El, doktor çocuğu ardınızdan suya fırlattı. Daha sonra dayanamayıp, o da peşinizden suya daldı. Bitli El’in adamı Murat’ı bilirsi-niz. Durumdan istifade etmek isteyen adam da kimseye

ve ilk önce hayretle, “Reis?” diyebildi, daha sonra, “Bu reis olmalı! Valla O ya! Bu reis!” diye yineledi defalar-ca. Daha fazla vakit kaybetmeden, bir yandan sandalın ince direğine asılı çanı aceleyle çalmaya diğer yandan da avaz avaz bağırmaya başladı.

“Reis görüldü! Reis görüldü!”Candar Bekir’e yaranmak umuduyla küreklere ya-

pışan Muharrem Efendi, sandalı döndürmeye yeltendi. Çelimsiz adamın ellerine bir tokat atıp kürekleri ellerin-den kapan Tayfa Orhan, eli işe yatkın bir denizci edasıy-la küreklere tüm gücüyle asıldı.

Kürekleri elden kaptırınca, reisi Candar Bekir’i gözle-mek için güçlükle ayağa kalkan Muharrem Efendi, den-gesini kaybetmemek için direğe tutundu ve çanı çalıp güvertedeki tayfalara seslendi:

“Candar Reis kurtuldu. Candar Reis kurtuldu. Kal-kın! Uyanın!”

“Bitli El’in de kurtulduğunu görmez misin bre? San-ki bizim reis eşekbaşıymış gibi… Tövbe estağfurullah!” Oturduğu yerden kısık sesle Muharrem Efendi’yi tersle-yen Orhan, Bitli El’in şalopası Kara Çingene’ye mensup bir korsandı. Korsan grupları arasındaki çekişmeden haberdar olan Piri Reis, her nöbetçi sandalına iki farklı gruptan birer denizci yerleştirmişti.

Sandaldaki nöbetçi tayfaların çıkardığı gürültüyle uyanan korsanlar birer ikişer güvertede boy gösterdi. Bulundukları yüksek mevkiden, su üzerinde salınan li-derlerini gören tayfaların birkaçı hiç düşünmeden suya dalıp, kaptanlarını kurtarmak için kulaç atmaya başladı. Su yüzeyinde cansız bir şekilde yatmakta olan üç adam, Göke’den yaklaşık otuz metre uzaklıktaydı. Kadırganın farklı bölgelerinde nöbet tutan diğer denizciler de kap-tanlarının bulunduğu mevkiye intikal etmek üzere kü-rek çekmeye başlamıştı.

Page 133: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

264 265

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Ellerindeki çaputları, dizüstü vaziyette duran Or-han’ın yamacına yığan genç denizcilere seslenen de-neyimli tayfa, “Hemen koşun yine! Biriniz bir testi su, diğeri de bir parça temiz kumaş getirsin,” diye emretti. Islatılmış kumaş ile kaptanın kuruyan dudaklarındaki tuzu silip, ağzına su damlatmayı düşündü.

Güvertede yaşanan bu sahnenin kıyısında bulunan Michel’in başında ise Piri Reis’ten başka kimse bulun-muyordu. Baygın haldeki delikanlı, gözü reislerinden başka kimseyi görmeyen korsanlar tarafından ıslak bir hayvan yavrusu gibi güvertenin bir köşesine bırakılmış-tı. Akıbeti kimsenin umurunda olmayan gence sahip çıkan Piri Reis, gencin hayatta kalabilmesi için hareke-te geçti. Önce Michel’in sırtındaki ıslak hırkayı çıkarıp bir kenara fırlattı. Gencin sıska vücudunun tırnak izle-ri, çeşitli sıyrıklar ve onlarca iğne iziyle dolu olduğunu görünce dehşete kapıldı. Suyun altında geçirdikleri dört gün boyunca, başlarına ne geldiğini sorgulayacak kadar vakit yoktu. Genç adamın daha fazla üşümesine ma-hal vermemek için kaftanını çıkarıp Michel’i sarmaladı. Yeni yetme doktorun kamarasında daha iyi bakılacağını düşünüp, delikanlıyı kucakladı ve odasının yolunu tut-tu.

9 Kasım 2013, 23:44, Tuna

Yabancı bir teknenin güvertesinde silah zoruyla tu-tulmakta olan Tuna, tekerlekli sandalyede oturan adamı süzüyordu. Anette’nin bahsettiği ve Nostradamus’un kehanetinde sözü edilen ‘hain,’ bu ihtiyar adam olma-lıydı.

Başını zorlukla kaldıran hasta adam, renkli gözleriy-le Tuna’yı izliyordu ve burnuna takılı aparat sayesinde solumaktaydı.

sormadan kaynayan suya atıldı, fakat sağ çıkmayı ba-şaramadı. Suyun içinde kıvranarak can verdi,” diyerek yaşananlar hakkında kısaca malumat verdi.

Dinlediği sözlerin ardından bir süre düşüncelere da-lan Candar Bekir, Markus’un yakasını gevşetti ve bakış-larını güvenilir adamına bir kez daha yöneltip, “Omuz ver, ayağa kalkacağım,” diye fısıldadı. Yorgun düşmüş bedenini titreyen bacaklarına rağmen kaldırmayı bilen Bekir, müsabakadan galip ayrılmış bir boksör edasıyla yerde cansız uzanan Bitli El’e bir bakış attı ve sırtını dö-nüp, kamarasına gitmek üzere yürümeye başladı.

Candar Bekir’in çevresini saran tayfaları, reisin ağır adımlarla güverteden ayrılmasının ardından irili ufak-lı gruplara ayrılıp, sakin bir şekilde dağıldı. Fakat Bitli El’in etrafındaki denizciler için endişeli bekleyiş hala devam etmekteydi. Kara Çingene’nin mürettebatı ara-sında, Markus gibi diğer adamlardan sıyrılan bir yar-dımcı lider yoktu ve her korsanın kafasından bir ses çıkmaktaydı. Neyse ki, soğukkanlılığını korumayı ba-şaran Orhan, birkaç gence söz geçirmeyi becerip, reisin kurutulması için çaput getirilmesini emretti. Daha sonra başını Bitli El’in göğsüne yaslayıp, göğüs kafesini dinle-meye koyuldu, fakat etraftaki gürültü sebebiyle Bitli’nin kalp atışlarını işitemiyordu. Bir an başını kaldırıp, kap-tanın başının nasıl tutulması gerektiği üzerine tartışan adamlara sessiz olmalarını işaret etti. Başını, Bitli’nin ıslak göğsüne tekrar yasladığında bir hareket sezer gibi oldu, nefesini tutup beklediğinde boğuk sesi bir kez daha duydu ve bir süre sonra kalp atışını bir kez daha hissedince iyice emin oldu.

“Reis’in kalbi hala çarpıyor. Çok yavaş atıyor ama hala hayatta.”

Bu haberin ardından Bitli’nin etrafında bağdaş kura-rak oturan denizciler, reislerinin uyanacağı anı bekle-meye koyuldu.

Page 134: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

266 267

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

şeyi baştan anlatabilirdin. Matteo ölmek zorunda değil-di,” diye bağırdı.

Gözlerini kapatıp yutkunan Anette hala kendini hak-lı çıkarmanın yollarını arıyordu. “Evini kurşunlattığı-mız gün her şey sona erecekti, fakat sen farklıydın.”

Taşlar Tuna’nın zihninde oturmaya başlamıştı. Göz-lerini birkaç saniye boyunca ahşap güverte üzerinde gezdirdi. “Demek evimi kurşunlatan sendin…”

“Gözünü korkutup elindeki belgeyi bana teslim et-meni sağlayacaktık; ama olmadı. Benimle gelmek için inat ettin ve daha sonra Jardar ile konuştum. Aradığımız üçüncü kişinin sen olduğuna kanaat kıldık. ‘Sadece ina-nanlar kendini suya bırakabilecek’ Eski yazıtlar böyle söy-lüyor. Sen bu işe ilk günden bu yana gönlünü koydun. Bizimle birlikte suya atlaması gereken kişi sensin Tuna.”

Tuna gözlerini kırpmadan Anette’ye bakıyordu. “İki-niz de hastasınız!”

Aldığı cevap ile uzlaşmacı tarzından uzaklaşan Anet-te ayağa kalkıp, “Keyfin bilir! Önce suya sen atlaya-caksın,” dedi ve yüksek sesle kaptan köşküne seslendi, “Kaptan! Tekneyi kuyuya yanaştırıp demir at.”

1521, 5 Kasım, Bitli El

Tüm günü Piri Reis’in döşeğinde uyuyarak geçiren Michel’in yaşadığı travmanın üstesinden gelmesi ko-lay olmayacağa benziyordu. Gencin hayatta kalabilme-si için elinden geleni yapan paşa, sabretmekten ve de Allah’a dua etmekten başka bir çaresinin olmadığının farkındaydı. Saat sabahın dördüydü. Aradan geçen bir gün boyunca tüm namaz vakitlerini kaçırmış olan derya beyi, kadırganın salt sessizliğe teslim olduğu dakikala-rı ibadet ederek geçirmek üzere harekete geçti. Usulca abdest alıp, kıble yönünü dikkate almadan seccadesini

Yüksek yattan inip teknenin güvertesine ayak ba-san Anette çenesini kibirle kaldırdı. Az önce, karanlıkta Tuna ile yalnız başına kaldığında yalvarırcasına konu-şan kişi kendisi değilmiş gibi karşısında rehin tutulan adama yüksekten bakıyordu. Gözlerini perdeleyen bir tutam saçı kulağının arkasına atıp bir sandalye istedi.

“Öz babana ihanet edecek kadar alçak bir insan olabi-leceğini tahmin edemezdim.”

Tuna’nın sitem dolu sözlerinin ardından iri cüsseli adam, rehinenin göğsüne dayadığı tabancayı havaya kaldırdı ve Tuna’nın ağzına vurdu. Aldığı darbeyle üst dudağı patlayan Tuna sol eliyle ağzını sildi. Bir kez daha konuşmaya yeltenince tartaklandı.

Jardar’ın durumdan duyduğu hoşnutsuzluğu belir-ten inleme sesleriyle itişmeye müdahale etmesi gerekti-ğini düşünen Anette, kararlı bir ses tonuyla, “İkiniz de kesin şunu!” diye emretti ve ekledi, “Rahat dur Tuna! Sana zarar vermek istemiyoruz.”

Anette’nin sözlerinin ardından Tuna’nın yakasını bırakan gangster, bir adım geri çekildi. Üstünü başını düzelten Tuna ise yine sitemle, “Sen onu külahıma an-lat! Gözlerimin önünde Matteo’yu öldürdün. Eninde so-nunda beni de öldüreceksiniz,” diyerek çıkıştı.

“Babama ihanet edip etmediğim seni ilgilendirmiyor. O dar görüşlü bir adamdı. Jardar ise sınırsız ideallerin peşinde… Elimize geçen bu ender fırsatı nasıl değerlen-dirmem gerektiğini düşündüm ve bir tercihte bulun-dum. Sayemizde, kaynayan kuyu yaklaşık beş yüz yıllık bir uykudan uyandı. Babama kalsa, elindeki tüm harita-ları ve diğer önemli bulguları evinin çekmecesinde sak-layıp, mutlu bir hayat sürerdi, fakat ben öyle değilim.”

Oturduğu tabureden ayağa kalkmamak için kendisi-ni zor tutan Tuna, ellerini iki yana açarak sinirle, “Beni ne diye hasta ideallerinizin peşinden sürükledin? Her

Page 135: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

268 269

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

ter bitmez ayağa kalkıp gencin yanına vardı. Hiçbir şey sormadan önce, şaşkın gözleri Michel’in solgun yüzü-nü süzdü. Delikanlının mimiklerini daha iyi görebilmek için odanın köşesinde bulunan gaz lambasını döşeğin yanındaki sehpanın üzerine koydu.

“Geçmiş olsun. Karnın aç olmalı. Toparlanman için tavuk çorbası hazırlattım,” diyen Piri Reis masaya yö-neldi ve tahta kâseyi eline aldı. “Çorba baya soğuk ama şimdilik can verir sana.”

Tavuk çorbası, korsanların sefer esnasında sıkça ha-zırladığı bir yiyecekti. Mürettebatın birkaç gün önce yediği tavuğun kemikleri yemekten sonra toplanırdı. Kurutulan kemikler daha sonra çorba yapımında kulla-nılmak üzere kırılıp un ufak edilirdi. Uzun süren seya-hatler boyunca protein, vitamin ve değerli mineral ek-sikliği çeken tayfalara tavuk çorbası ikram edilirdi.

Lapa haline getirilmiş olan çorbadaki iri kemikleri ağzında kıracak kadar gücü olmayan genç, paşanın yar-dımıyla birkaç kaşık içti. Yattığı yerden doğrulmak üze-re kollarına yaslanan genç adam, “Biraz da su alabilir miyim?” diye sordu ve tahta kâseyi eline alıp çorbadan içmeye devam etti.

Piri Reis sormadıkça Michel’in başından geçenleri anlatacağı yoktu. Tecrübeli kumandan, genç doktorun canını sorularıyla sıkmamaya karar verdi ve sadece dav-ranışlarını izlemeye koyuldu. Michel olduğundan daha içine kapanık görünüyordu ve mümkün mertebe eğik tuttuğu başı ürkek bakışlarını kaçırmaya çabalıyordu. Bir ara kaşığını kâseye bırakıp sağ elini alnına götürdü ve gözlerini kapatıp öylece kaldı. Belli ki başı dönü-yordu. Daha sonra derin bir nefes aldı ve yaşananları unutmak ister gibi bir ifadeyle gözlerini açtı. Hiçbir şey söylemeyip kâsedeki kemik parçalarıyla meşgul olan Michel suskunluğunu bozdu. “Nasıl kurtuldum?”

“Sandalda nöbet tutan Muharrem Efendi ile Orhan su

serdi. Kaza ettiği sabah namazının henüz ikinci rekâtına ermemişti ki, Michel’in yorgun sesi odada duyuldu.

“Paşam?” Tek başına bir soru cümlesi gibi yankılanan kelime,

genç doktorun şüphe dolu düşünce sessizliğiyle kesil-di. Ardından elleri bel hizasından bağlı, bakışları yerde olan paşanın fısıldadığı birkaç kutsal kelime odadaki sükûneti tehdit etti ve ansızın yere eğilen adam bir kez daha doğrulup tekrar secde etmek üzere yere kapandı. Paşa, secde hareketiyle beraber Michel’in görüş açısın-dan çıkınca, Piri Reis’in namaz kılmakta olduğunu idrak eden genç adam sonunda gemiye döndüğüne kanaat getirdi. Paşayı daha önce de namaz kılarken görmüş-tü ve namazın gerekliliği üzerine kendisiyle münazara etmişti. Bakışlarını tavanda gezdiren Michel aralarında geçen konuşmaları aklından geçirdi.

‘Dosdoğru kılınan namaz insanı kötülüklerden ko-rur,’ diyen paşanın kastettiği manayı anlayamayan genç adam,

‘Hıristiyanlıkta böyle birşey yok. Namaz kılmıyor olmam, illa kötülüğe yöneleceğim anlamına gelmiyor. Nedir bu namaz?’ diye sormuştu tenkit edici bakışlarla.

Gencin bu basit çıkarımını bir gülümsemeyle karşı-layan Piri Reis, sorduğu soruyu bir hafta önce şu şekil-de yanıtlamıştı. ‘Namaz samimiyettir. Bizler namaz ile günde beş vakit Yüce Allah’ın huzuruna çıkmaktayız. Kıldığımız her namazla ondan hem af dileriz, hem ona şükrederiz, hem de onun yüceliğini ikrar ederiz. Şim-di söyle bana, tüm kâinatın en yüce varlığının karşısına günde beş kere çıkıp, ona söz veren bir insan kötülüğe rahatça sapabilir mi? Hem namaz kılıp hem de haram işlere karışıyorsa, zaten o insan samimi değildir. İşte bu yüzden namaz samimiyettir. Namazı dosdoğru kılan in-san yanlış yollardan uzak durur.’

Michel’in uyandığını işiten Muhiddin Piri, namazı bi-

Page 136: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

270 271

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

tenindeki iğne izlerini görünce afallayan Michel’in sesi hayretle yükseldi: “Yüce İsa! Bunlar da nedir?”

Sakin olması için genci telkin eden paşa elini Mic-hel’in sol omzuna koydu. Fakat paniğe kapılarak vücu-dundaki izleri yoklamaya koyulan genç adam, Piri Re-is’in kendisine dokunuyor olduğunu hissetmemişti bile. Heyecanla vücudundaki izleri taramak üzere üstündeki giysileri çıkarmaya koyuldu ve altındaki şalvarı da çıka-rıp çırılçıplak kaldı. Ayak tabanından, koltuk altındaki tırnak izlerine kadar bedenindeki tüm kızarıklıkları tek tek inceledi.

“Bu da neyin nesi böyle! Derinliğe çekildikten son-ra başıma gelenleri hatırlamıyorum.” Nefesleri sıklaştı. “Yosunlar kollarımı ve bacaklarımı gerdi ve bedenimi bir çember haline getirdi. Öylece karanlığın içinde yu-varlandım. Daha sonra ne oldu, bilmiyorum.”

Başını ellerinin arasına alan Michel dehşete kapılmış-tı ve karanlığa gömülmüş olan hafızasını yerine getire-bilmek için çabalıyordu. Boğazına düğümlendiğini his-settiği bir sezgi, deniz altında geçen zaman içinde birçok şey yaptığını söyler gibiydi, fakat şu an için hiçbir şeyi hatırlamaya güç yetiremiyordu. Ellerini başına vurarak sallanmaya başladı. Kendi kendine “Hatırlamıyorum. Hatırlamıyorum,” diye yineliyordu.

Piri Reis eğer Michel’i sakinleştirmenin bir yolunu bulamazsa, genç adamın aklını kaçırabileceğini düşün-dü. Vücudu çizikler ve kızarıklıklarla dolu, ergen deni-lebilecek yaşta olan çıplak bir genç, ciddi bir travmayla mücadele etmekteydi. Ne yapması gerektiğini şaşıran Piri, ister istemez birkaç adım geri çekildi.

Michel’in panik içinde geçen dakikaları, güverteden gelen bir nara sesi ile bozuldu.

“Heeeyt! Uyanın be miskinler! Bitli geri döndü!”Gecenin bir vakti, kadırgadaki herkesi kahkahası ile

uyandıran Bitli El, güvertenin altını üstüne getirmektey-

yüzeyinde görmüş sizi. Dün sabah bulundunuz. Candar Bekir hemen uyandı, lakin Bitli’nin sesi hala çıkmadı. Hayatta kalmayı nasıl başardınız?”

“Demek bir gündür uyuyorum ha!” diyen Michel şaşkın ve bir o kadar da dalgın bakışlarını kamaranın zeminine düşürdü. “Ne olduğunu hatırlamıyorum. Bit-li denen alçak beni yaka paça suya attıktan sonra çok farklı hisleri tecrübe ettim. Su yüzeyinde kalabilmek için deli gibi çırpındım ama sanki fokurdayan suyun altında bacaklarıma tutunan yosun dalları vardı. İrili ufaklı on-larca yumuşak dal tutundu vücuduma ve beni aşağıya çekmeye başladı. Bir girdaba kapılmış gibi döne döne ilerledim. Karanlıktı, fakat hala dönerek ilerlediğimi hissediyordum.”

Piri Reis, “Peki, nasıl nefes aldın?” diye sorarak kesti Michel’in sözlerini.

“Yosunumsu uzuvlar göbek deliğime yöneldi. Kar-nıma sinsi bir varlığın dört bir koldan hücum ettiğini hissettim. Birşey göbek deliğime girdi. Karanlıktı, hiçbir şey görmedim, hiçbir ses duymadım. Daha sonra bacak-larım geriye doğru gerilmeye başladı. Tüm vücudumu kaplayan yumuşak uzuvlar omuzlarımı kaldırmaya yel-tendi. İlk başta güçlü değillerdi, kolayca karşı koydum. Tabi ya! Şimdi hatırlıyorum, hatta zannedersem birkaç tanesini elimle koparıp öldürdüm. Lakin etrafımda üre-meye devam ediyorlardı. Bir süre korkuyla ve iğrenme duygusuyla çırpındım. Karnımı ve koltukaltlarımı tır-naklayıp, uzuvları yırtmaya çalıştım.”

Başından geçenleri bir kez daha yaşıyormuşçası-na anlatan Michel ellerini açıp tırnak uçlarına göz attı. “Ama nasıl olur? Tırnaklarım yeterince uzundu. Arala-rında mutlaka yosun izleri olmalı.” Hafızası yavaş ya-vaş yerine gelen genç hareketlendi ve üzerindeki geniş gömleği aceleyle çıkarıp fırlattı. Peynir kadar beyaz olan

Page 137: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

272 273

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

“Kesin sesi! Herkes buraya baksın! Şimdi iman gü-cünün insanı nasıl yenilmez kıldığına şahitlik edeceksi-niz. Bu gâvur da benimle birlikte aynı suya düştü. Lakin beni her geçen gün güçlendirecek olan hikmet, bu kâfiri gözlerinizin önünde sabun gibi eritecektir.” Michel’in zayıf direnişiyle sözlerine ara veren Bitli El boynundan tuttuğu genci tartakladı. “Rahat dur deyyus!”

Güverteye adımını atan Piri Reis de karşılaştığı sahne karşısında sesini yükseltti ve Bitli El’in üzerine yürüdü. “Şu garip oğlandan ne istersin be Bitli? Madem bu kadar aşağılık bir insan bu çocuk, öyleyse sen de bırak, ne hali varsa görsün.”

Piri Reis, genci Bitli El’in elinden almaya yeltendi fa-kat sert bir hamleyle Michel’i kaçıran iri cüsseli adam paşayla burun buruna geldi. Piri Reis, o anda Bitli El’in eskiye nazaran daha uzun boylu olduğu izlenimine ka-pıldı. “Sen bu işten uzak dur paşa!” diyerek seslenen azılı haydut tehditkâr bakışlarını kumandana yöneltti ve birkaç adım geri çekilip, sözlerine kaldığı yerden de-vam etti:

“İbretlik bir sahne ile karşılaşacaksınız aslanlarım. Göreceklerinizi çocuklarınıza da anlatın ki, burada ya-şananlar bir daha unutulmasın. Yakasından tuttuğum bu serseri Hıristiyan tohumudur, yani bizler gibi iman sahibi değildir. Gönlünde bir kuşkuyla büyümüş bir kimsedir.

Yerde yarım arşın eninde bir yol olsa, insan, hiç kuş-kuya kapılmadan rahatlıkla yürür. Fakat yüksek bir du-varın üstünde gitsen, yolun genişliği iki arşın da olsa, yine de eğri büğrü gidersin. Hatta gönlüne düşen kuşku yüzünden belki de düşersin. İşte bu gâvur da gönlünde-ki vehim yüzünden derbeder oldu.

Taş, bizim gönlümüzdeki kusursuz imanı görünce ışıldadı. Göğsümüze nur indirdi, ama bir de şu çelim-sizin haline bakın şimdi,” diyen Bitli El, genci kendisine

di. Daha fazla gürültü çıkarmak için güvertedeki fıçıları sağa sola fırlatmaya başladı ve sebep olduğu patırtı ile etrafında uykuya dalan adamlarını ayağa kaldırdı. Re-islerinin dimdik ayakta olduğunu gören korsanların se-bep olduğu uğultu yavaş yavaş dozunu arttırıyordu ve tüm bu gürültünün üstüne sahibinin sesini tanıyan Al Cebbar’ın kükreyişleri de eklendi. Bitli’nin uyanmasının üzerinden henüz bir dakika geçmemişti ki, tüm kadırga bir panayır alanına dönüverdi.

Bitli El’in sesini duyar duymaz yerinden fırlayan Mi-chel, yangın yerinden kaçar gibi kapıya atıldı. Öyle ki, çıplak vaziyette olduğunu büsbütün unutmuştu. Genci durdurmak üzere ayaklanan Muhiddin Piri, “Dur! Dışa-rı çıkmadan evvel üzerine şu entariyi al!” diye seslendi ve kolundan yakaladığı Michel’in üzerine beyaz entari-yi geçiriverdi.

Piri Reis ve Michel de Nostredame güverteye çıktık-larında kendilerini bir kutlamanın ortasında buldu. Bitli El, kendisini tebrik eden adamlarına şarap dağıtıyordu ve korsanların birkaçı ellerine aldıkları enstrümanları çalmaya çoktan başlamıştı. Etrafındaki adamlarına vü-cudundaki birkaç sıyrığı gösteren Bitli El’in çenesi düş-müştü ve başından geçen olayları hararetli bir şekilde anlatıyordu.

Güvertenin öteki yakasında boy gösteren Michel’i bembeyaz entarinin içinde rahatlıkla fark eden Bitli El, sözlerine ara verdi ve gence doğru yürümeye başladı. Piri Reis henüz güverteye uzanan merdivenlerdeydi ve Bitli’nin gence yaklaşmakta olduğundan habersizdi.

Dev korsanın kendisine doğru yürümekte olduğunu gören Michel de tereddüt etmeksizin harekete geçti ve iki adam yol ortasında buluştular. El hareketiyle güver-tedeki müziğe ve şamataya son veren Bitli El, Michel’i ensesinden yakalayıp adamlarına seslendi.

Page 138: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

274 275

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

“Kişiye özel dinin çıktığı nerede görülmüş? Şeriat yağmur gibidir. Altında duran herkesi ıslatır. Kalkmış bir de imanım kusursuz diye haykırıyorsun!”

“Neyse ne!” diyerek tartışmayı kestirip atan Bitli El, Candar Bekir’e doğru birkaç adım attı ve işaret parma-ğıyla adamı işaret ederek, “Taşı bulduk. Yücelik dediğin şey neyse aldın. Anlaştığımız gibi gemiyi terk etme vak-tin geldi,” diye seslendi.

“Bu meseleler uluorta konuşulmaz. Kaptan köşküne gel!” diyen adam tam arkasını dönüp çekilecekti ki, ka-labalığın içinde, sıradan elbiseleriyle amiyane bir tayfa gibi görünen paşayı fark edip duraksadı. “Odamda sizi de görmek isterim Muhiddin Efendi.”

10 Kasım 2013, 00:12, Tuna

Korsanlar tarafından timsahlara yem edilmek üzere suya itilen bir kurban gibi teknenin kıç tarafına yaklaşan Tuna, isteksiz adımlarla ilerliyordu. Son bir kez etrafına bakındı. Ufukta yardımına yetişebilecek ne bir gemi, ne de bir işaret vardı. Başka bir çıkış yolunun bulunmadığı-nı iyice kabullenince, birkaç adım ötesinde fokurdayan deniz suyuna düşürdü bakışlarını.

Aslında yolun başından beri ulaşmak istediği şeye erişmişti. Esrarengiz kuyu tam karşısında duruyordu, fakat Tuna’yı asıl rahatsız eden şey olayların bu şekil-de sonuçlanacak olmasıydı. Bu hedefe Matteo ölmeden, Anette’nin ihanetine uğramadan varmayı planlıyordu. Ama olmadı.

Bir kobay gibi suya itilen ilk kişi kendisi olacaktı. Yüzünü bir kez daha sıkıntıyla arkasına döndü. Mafya bozuntusu adam elindeki silahı Tuna’ya doğrultmuştu ve namluyu sağa doğru savurarak, ‘Hadi!’ dercesine bir bakış attı. Ayakta duran Anette ve tekerlekli sandalye-

doğru çekti ve Michel’in entarisini yakasından tutup iki-ye ayırdı. “Şu hale bakın! Göğsü yara bere dolu. Küfrü-nün bedelini işte böyle ödedi.” Daha sonra kendi göğsü-nü açıp adamlarına gösterdi. “Ya bendeki mucizeye ne diyeceksiniz? Göğsümün daha da genişleyebilmesi için meme uçlarım yok oldu. Bakın,” dedi ve ağır adımlarla yürümeye başladı. İki eliyle açtığı göğsünü etrafındaki adamlarına gösteriyordu. Başı öne eğik duran Michel ise zavallı bir mahlûkat gibi sergilenmekteydi.

“Sadece bununla da kalmıyor!” diyen Bitli El, heye-canını yeniden alevlendirip Michel’in üzerine yürüdü ve yakasına bir kez daha yapıştı. Göğsüne kadar yırttığı entariyi biraz daha yırtarak gencin vücudunun geri ka-lanında meydana gelen çeşitli yaraları adamlarına gös-terdi. “Bakın işte ne halde! Bakın da ibret alın. Peki ya ben? Taş beni nasıl etkiledi diye soracak olursanız, işte kanıtı burada!” dedi ve belindeki kasaturayı kınından çıkarıp sol bacağını örten kumaşı boylu boyunca yırttı.

“İşte size bir mucize daha! Sol bacağımdaki eksiklik kayboldu. Bu bana Allah’ın bağışladığı bir lütuf. Baldı-rımdaki eksik et parçaları yerine kondu ve her geçen an daha da güçlendiğimi hissediyorum. Candar Bekir’in suya dalmadan önce söylediği sözleri hatırlasanıza! Sa-dece inananlar kendini suya bırakabilecek… Taşın hikmeti bana sirayet etti!” diyerek gücünü ilan etti.

Ellerini iki yana açmış, naralar atmaya devam eden Bitli’nin sesini, yıldırım gibi inen bir soru kesti.

“Su gibi şarap içiyorsun. Bu nasıl iman böyle Bitli?” Soruyu soran elbette ki Candar Bekir’di. Yanında

duran Markus’un yardımıyla ayakta duruyordu. Nefes almak için duraksayan adam küstah tavrının dozunu arttırdı. “Senin imanın da bitli olmasın sakın?”

Gözleri yuvalarından çıkacak gibi duran Bitli El, Can-dar Bekir’e yöneldi. “Sana ne be adam! O Allah’la benim aramdaki bir mesele. Sana söz düşmez.”

Page 139: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

276 277

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

1521, 8 Kasım, Piri Reis notları

Yazdığım son günlüğün üzerinden neredeyse bir haf-ta geçmiş. Bu zaman zarfında yaşanan birçok hadiseyi notlarıma geçirme fırsatını bulamadım. En mühim mev-zudan başlayarak, gelişmeleri aktarmam lazım gelmek-tedir.

Nasıl olduysa, Candar Bekir sözüne sadık kaldı ve yıllardan beri biriktirdiği tüm evrakı bana teslim etti. Çi-zimleri, eski haritaları, bazı çeviri yazılarını ve amcama ait bir takım kaydı bu sabah nizami bir şekilde balya-layıp hazır ettim. Diğer kıymetli eşyalarımı da heybe-me yerleştirdim. Olur da harita ve emanetler kaybolur ve de bu fakir kul olan Muhiddin Piri’nin, canını devlet erkanına ulaşmazdan evvel teslim etmesi gerekirse, bir ihtimal bu günlük notu sayesinde emanetlerin tedariği sağlanabilir. Allah hepimizi emanete riayet eden kulla-rından eylesin.

Kaptan köşkünde bir araya gelen Candar Bekir ve Bitli El, anlaşmaları üzerinde mutabık kaldı. Bu sebeple Göke’nin rotası eski kaptan Candar Bekir’i adaya bırak-mak üzere Rodos’a çevrildi. En geç yarın sabah, şafak sökerken adaya varmamız icap etmektedir. Oradan, Halikarnas istikametinde ilerleyecek olan Göke ve Kara Çingene Yelkenlileri yolun ortasında ayrılacaktır. Ertesi günün sabahı Doktor Michel de Nostredame ile bindi-rileceğim Kara Çingene şalopası bizi Osmanlı mülküne sağ salim ulaştırmak üzere yola devam edecektir.

Son birkaç gün içinde, Göke’de vuku bulan diğer hadiselere değinmek isterim. ‘Ruhi, akli ve maddi yü-celik’ adı verilen meziyetlerin, suya dalan bu üç adam arasında nasıl taksim edildiğini hala tam olarak çözmüş değilim.

Candar Bekir, kadırgaya döndüğü günden beri adeta kamarasında saklanıyor. Kendisini son kez beni misafir

sinden Tuna’yı izleyen Jardar merakla olacakları bekli-yordu.

Gözünü karartıp suyun içine sıçrayan Tuna kendini esrarlı dalgalara bıraktı. İçindeki korkuya hâkim olması elbette güçtü. Kalbi kaburga kemiklerini kıracak kadar güçlü atıyordu ve teninin her zerresi diken diken olmuş-tu. Korkudan yumduğu gözlerini açamadı ve jakuzi his-si veren suya bedenini teslim etti. Bir adak gibi Tuna’nın vücudunu kabul eden kuyu, çaresiz adamı yavaş yavaş içine çekti.

Denizin derinliklerine sırtüstü batmaya devam eden Tuna yaklaşık otuz saniyedir nefesini tutuyordu. Gözle-ri hala kapalıydı. Nefesini daha fazla tutamayacağını bi-liyordu, fakat yine de elinden geldiği kadar direndi. Ha-reketsiz kalmaya çalışarak oksijen ihtiyacını azaltmaya çalıştı ve her iki saniyede bir dudaklarının ucuyla nefes salıyordu. İki yana açtığı hareketsiz kollarında aşağıya doğru çekildiğini hissediyordu.

Bir kez daha nefes saldı. Bir kez daha ve bir daha… Artık ciğerleri tükenmek üzereydi ve suyun derinlikle-rine doğru gömülüşü hızlanıyordu. Saldığı son nefesin ardından uzun bir süre daha direndi ve nihayet tekrar nefes almak için ağzını açmak zorunda kaldı. Ağzına dolan yüksek kabarcıklı su doğruca ciğerlerine aktı. Ref-leks gereği öksürmeye kalkıştı ve deniz suyunu bir kez daha ciğerlerine çekmiş oldu. Boğularak öldüğünü dü-şünüyordu. Fokurdayan suyu dördüncü kez soluduk-tan sonra bayıldı ve hareketsiz bir şekilde dipsiz karan-lığa gömülmeye devam etti.

Tuna’nın ardından suya atlayan Anette ve Jardar da aynı merhaleden geçerek kaynayan kuyunun dibine ulaştılar.

Page 140: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

278 279

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

bunun dışında hiçbir şey söylemiyor. Michel, Bitli’nin de dediği gibi bir lanete tutulduğuna inanmaya başladı.

Ona nasıl yardımcı olabilirim bilemiyorum. Dün ak-şam benimle beraber yemek yerken yeni bir nöbet daha geçirdi. Gözleri döndü ve ağzına götürmek üzere oldu-ğu kaşığı elinden salıverdi. Nöbet halinde birilerine ses-lenir gibi sözler söyledi. Daha sonra ellerini kulaklarına götürüp yere kapandı. Anadilinde korkuyla bağırdı.

Belli ki su altında yaşananlar Michel’e ağır geldi ve ruh hali feci bir vaziyette. Anakaraya vardığımızda ken-disini ıslah evine emanet etme niyetindeyim. Belki ora-daki hekimlerimiz huzur bulmasına yardımcı olur.

Göke’nin Rodos’a varacağı düşüncesi beni heyecan-landırıyor. Yüce Padişahımız Sultan Süleyman’ın bu ada üzerine çok yakın bir tarihte sefer düzenlemesini bekliyorduk, lakin seferden evvel adanın limanına de-mirleyecek olan kadırgada bulunmam sakıncalı bir du-rum yaratabilir. Bu sebeple görüntüme dikkat ettim ve sade kıyafetler giymeye özen gösterdim. Candar Bekir limana girişimize izin verilmeden önce, Rodos Şöval-yeleri tarafından Göke’nin teftiş edilebileceğini söyledi. Aynı zamanda, kimliğimin ifşa edilmeyeceğini de temin etti. Zira bu tür bir istihbarat sızıntısı adaya esir düşme-me sebebiyet verecektir.

Gelibolu’dan ayrılışımın üzerinden neredeyse üç ay geçti. Yusuf Efendi’ye üç ay içinde geri dönemezsem, kaybolduğumu bildirmesini söylemiştim. Eli kulağın-dadır.

Muhiddin Piri Reis

Tarih ve zaman bilinmiyor. Tuna, Jardar ve Anette taşa ulaşırlar.

Sabahın gecenin içine akmaya başladığı anKimi zaman uyanırsın ya hani; ağzın kupkuru.

ettiği kaptan köşkünde gördüm. Bunun haricinde, oda-sından çıktığına şahitlik eden yok. İhtiyaçlarının Mar-kus tarafından tedarik edildiği söyleniyor. Buna karşın, Bitli El ise tam tersi bir duruş sergilemeye devam etmek-te. Etrafındakilere her fırsatta kendisini daha önce hiç olmadığı kadar güçlü hissettiğini söylüyor.

Hatta bu sabah aslanı Al Cebbar ile güvertede güreş-miş. Gününün büyük bir bölümünü güvertedeki adam-larıyla beraber geçiren Bitli, gelecek planları üzerine vaazlar veriyor. Kadırganın iktidarını bütünüyle eline geçireceği günün yaklaşması sebebiyle kendisini des-tekleyen adam sayısı hızla artıyor.

Bitli El ile ilgili diğer önemli bir husus dün akşam dikkatimi celp etti. Candar Bekir’in hizmetime adadığı adamı kumanya almak için göndermek yerine, yemek dağıtılan kamaraya bizzat intikal ettim. Bitli El ile bir kez daha burun buruna geldik ve adam eskisinden de iri göründü gözüme. Taşın sağlamış olduğu hikmet gün-lerden beri gücüne güç kattı.

Michel’in durumu ise diğer iki adama göre çok daha karmaşık bir hal aldı. Aradan geçen beş günde, otuz yıl yaşlanmış gibi geri döndü. Gözlerindeki o çocuksu ifa-de tamamiyle silinip yok olmuş. Gündüzleri kamaradan çıkmıyor ve geceleri de uykusuz geçiriyor. Kuyuya dal-madan önce çalışmalarımla çok ilgiliydi ve hatta bazı vakitler sorularından bunalırdım.

Lakin artık ketum bir hale büründü. En kötüsü de, kendisinin, ‘trans’ adını verdiği baygınlık nöbetleri. Ge-cenin umulmadık anlarında kendisinden geçiyor ve geri döndüğünde, dili çözülmüş gibi gördüklerini anlatıyor. Kule kadar yüksek binalar arasındaki açık pistlerde koş-turduğunu, kalabalıklar içinde bir hayalet gibi kaybol-duğunu anlatıyor.

Açıklamakta zorlandığı yüzlerce şeyden bahsediyor. Her gece binbir türlü hikâyeyle bilinci geri dönüyor ve

Page 141: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

280 281

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

yabancı adamın şiiri sona erdi ve bu sesi tanıyan Anet-te’nin seslenişi salonda yankılandı.

“Jardar?”Anette ve Tuna’nın uyandığını henüz fark edememiş

olan Jardar aceleyle arkasını döndü. Mizansen bir tavır-la, “Hoş geldiniz dostlarım! Biz de sizi bekliyorduk,” dedi.

Öğle uykusundan uyanan iki çocuk gibi Jardar’ın yamacına ulaşan Anette ve Tuna’nın hafızaları silinmiş gibiydi. Nerden geldiklerini, kim olduklarını, neden bu salonda bulunduklarını sorgulayacak farkındalığa sa-hip değillerdi.

Jardar’ın yüzüne dikkatle bakan Anette hayretle, “Bu inanılmaz!” ve duraksayarak, “Sen… Sen çok güzelsin,” dedi. Uzun boylu adamın yüzünde adeta güller açıyor-du. Hoş gülümsemesi ve iyilik dolu bakışları bir meleği andırıyordu. “İyi insanların öldükten sonra ulaşacakları yer işte bu denli güzel olmalı,” diye düşündü. Üçünün de kalbi huzur doluydu.

Jardar’ı incelemeye devam eden Anette her iki eliyle adamın sakallı yüzünü tuttu ve gözlerinin içine baktı. “Sen genç ve güzelsin. Ben çocukken evimize ziyarete geldiğin günleri hatırlıyorum. O zamanlar sağlık prob-lemlerin yoktu. Yürüyebiliyordun. Benim gözümde se-nin en genç halin o günlerdeydi. Fakat şu anda gördük-lerim büyüleyici. Gençleşmişsin! Üstelik o halinden de gençsin.”

Jardar’ı inceledikten sonra elleriyle kendi bedenini ve yüzünü yoklayan Anette teninin daha gergin olduğunu hissetti. Gözlerindeki ve alnındaki kırışıklıklar yok ol-muştu. Bedenini daha dinç ve hafiflemiş buldu.

“Şaşırma!” Jardar telkinde bulunurcasına konuştu. “Kaynayan kuyuyu geçip bu odaya ulaşan herkes tek-rar otuz üç yaşına geri döner. Taşla ilgili yazılmış olan safsataları unut. Birazdan her şeyi öğreneceksin.”

Yataktan doğrulup bir bardak su almaya üşenirsin.Elin IV. Murat’ın gürzü gibi ağır...Kolunu güç bela kaldırıp komodinin üstüne atarsın.Dibinde birkaç damla su kalıntısına mahpusluk eden kristal bardağa uzanırsın.Ve bilirsin,O birkaç damla susuzluğunu gidermeyecek.Aksine ateşini daha beter körükleyecek.Ama o an yine de yenik düşersin çaresizliğine,Bardağı ağzına dikersin, uzatırsın kuru dilini.Su damlası biliyor ya yangınını,Unutulduğu saatlerin intikamını almak için naz eder sana,Salmaz öyle kendini kolayca kavrukluğuna.Lakin sonunda dayanamaz. Akıverir, kavuşur sana.

Sen ile ben de böyleyiz işte.Ben senden bihaber uykudayım.Yanı başına uzanmış türlü rüyalardayım. Geçen her dakika ile sana susamaktayım.Sen ise bana naz eden su damlasısın.

Anette ve Tuna aynı anda açtılar gözlerini. Ütopik bir salondaydılar ve kendilerinden birkaç metre uzaklıkta bulunan uzun boylu bir adam şiir okumaktaydı. Ada-mın karşısında ise sicim gibi akan bir ışık demeti bulu-nuyordu.

Yerden bir adım yükseklikte narince havada tutulan Tuna, bilinci tam anlamıyla yerine gelince serbest bıra-kıldığını hissetti ve çıplak ayakları zemine değdi. Şaşkın gözlerle ortalığı kolaçan etti. Yüksek tavanlı bir tür oval salonun içindeydiler. Arkası kendilerine dönük olan yabancı adama doğru yürümeye başladı. Hemen arka-sından ise Anette ağır adımlarla hareket etti. O sırada

Page 142: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

282 283

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

bütün olarak gösterdikten sonra yüzünü tekrar filmin başladığı turuncu gezegene döndürdü. Gezegenin se-masına yüzlerce mekik fırlatıldı. Daha sonra bu mekik-lerden kopan parçalar defalarca kez birleştirilip daha büyük üsler oluşturuldu. Bu uzay üsleri de gezegenin atmosferinde onlarca kez yok edilip, yerine daha bü-yükleri inşa edildi.

Çok geçmeden, atmosfer üzerinde havai fişek pat-lamasını andıran ışımalar oldu. Belki de bu patlamalar turuncu gezegende gerçekleşmiş olan ilk uzay savaşla-rını resmediyordu. Patlamaların öncesinde inşa edilmiş olan muazzam uzay üssü de atmosferde un ufak edildi ve nihayet uzun süren bir bekleyişin ardından küçük mekikler yeniden gezegenin etrafını sarmaya başladı. Son uzay inşası çok daha sistematik bir şekilde gerçek-leştiriliyordu ve gezegenin etrafında sürekli tur atan ya-rım çember giderek genişliyordu. Satürn’ün halkalarını andıran çember büyüdü, büyüdü ve büyüdü. En sonun-da tam bir halka haline gelince üzerindeki spor benzeri hücreleri aynı anda dört bir yana salmaya başladı. Belki de bir milyar adet hücre salınmıştı ve her biri kendi doğ-rultusunda ilerlemeye devam ediyordu.

Uzay seyahatine çıkan hücrelerden birine odaklanan kamera, metal görünümlü hücrenin kendisine nasıl yak-laştığını ve tam altından geçtiğini izletti. Objektif, daha sonra hücrenin arkasına takılıp onunla birlikte yol al-maya başladı. Kamera hücreye daha fazla yaklaştıkça uzayda ilerlemekte olan kutunun aslında bir tür metalik kapsül olduğunu fark etti.

Kapsülün peşine takılan kamera, hızını arttırdıkça görüntüdeki yıldızlar birer çizgi haline gelmeye başladı ve uzay aracı uzun bir süre karanlığın içinde ilerlemeye devam etti. Kapsülün sonunda güneş sistemine ulaştığı-nı resmeden film, bir anda Samanyolu galaksisinin kuş-bakışı görüntüsünü yayınladı ve turuncu gezegenden

Jardar ve Anette’nin konuşmasına kulak kabartan Tuna, bir yandan da tavandan zemine akan güçlü ışı-ğı inceliyordu. Işığa bakmanın verdiği huzur kendisini mutlu etmekteydi, fakat bilinci yerine gelmeye başla-dıkça yüreğindeki endişeler göğsünden bir yerden ken-disine seslenir gibiydi.

O sırada, oval salonun duvarında baştan uca bir gö-rüntü akmaya başladı. Tuna yüzünü duvarın neresine çevirirse çevirsin gözleri aynı görüntüye odaklanıyor-du. İzledikleri sahne hızla akan bir film şeridi olarak de-vam etti.

İlk kareler tropikal bir ormanı andıran hayatı göste-riyordu. Gözleri önüne serilen karelerde çok eski çağ-lardakine benzer yaratıklar hızla canlandırılıyordu. Kabuklu canlılar, böcek benzeri yaratıklar ve teni horo-zibiğini andıran devasa primatlar.

Bu ilkel canlıların ardından bizdekine benzer büyük meydan savaşları, görkemli tapınakların inşası ve dep-remlerle yıkımı, sel felaketleri ve medeniyetin gelişmesi devam etti. Görüntülerde anlatılanlar bir belgeseli an-dırıyordu, fakat ayrıntılardaki farklılıklar görüntülerin apayrı bir dünyadan geldiğini belli ediyordu.

Kuşbakışı sahnelerde daha geniş kapsamlı savaşların şehirleri nasıl yok ettiği, yok olan yerleşim birimlerinin daha sonra ivme kazanarak büyüdüğü ve büyüyen şe-hirlerin en sonunda birbiriyle kavuştuğu resmedildi.

Kuşbakışı sahne görüntüyü daha da yükseklere çı-kararak anlatımı yapılan turuncu renkli gezegenden uzaklaştı. Gezegen yüzeyi daha net gösterildikçe, Tuna gezegenin Jüpiter’e benzediğini düşündü. Yükselmekte olan kamera yüzünü atmosferik bir tabakanın içinden geçirerek objektifini gökyüzüne döndürdü ve gezegenin birbirine bağlı iki güneşi olan dev bir yıldız sisteminin ufacık bir parçası olduğunu gösterdi.

Objektif, komşu gezegenleri ve yıldız sistemini bir

Page 143: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

284 285

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

parmaklarının üzerinde insan tırnağını andıran soluk renkli birer pul bulunuyordu.

Diz kapaklarının üzeri resimlerdeki bazı yaratıkları andıran horozibiği dokusuna benzeyen bir deriyle kap-lıydı ve teninin tamamı koyu turuncu renkte olmasına rağmen dizlerinin rengi kırmızıya çalıyordu.

Cinsel organının bulunması gereken yerde ise, kafa-tası kemiğini andıran oval bir sertlik bulunmaktaydı.

Elleri de ayakları gibi üç parmaklıydı ve başparma-ğının diğer parmaklarına göre çok daha güçlü olduğu görülüyordu.

Omuzlarından dirseklerine kadar olan bölgede, onar santimetre uzunluğunda onlarca yarık vardı. Düz ha-valandırma ızgaralarını andıran yarıkların üzeri yine horozibiğine benzeyen derisel uzuvlarla örtülüydü. Ya-ratık nefes alıp verdikçe bu delikler açılıp kapanıyordu.

Bu muhteşem mahlûku baştan aşağıya inceleyen Anette ve Tuna hayretler içindeydi, fakat Jardar eski bir dostu görmüşçesine mutluydu. Birkaç adım atıp ikili-den sıyrıldı.

Jardar’ın kendisine yaklaştığını gören canlı, sağ eli-ni kaldırıp durmasını işaret etti ve konuştu: “Seni tanı-dım!”

“Şiirimi dinledin mi? Işığa yüzyıllardan beri hasret kaldım. Tekrar kavuşmuş olmamıza ne kadar sevindim, bilemezsin. Umarım şiirimi beğenmişsindir,” diyen Jar-dar’ın sözlerine, yapmacık bir gülümseme eşlik etmek-teydi.

“Benim beğeni duygum yoktur. Sadece prensibe hiz-met için burada olmaya devam eden bir düşüm. Şimdi bir adım geriye çekil ve adil davranmama izin ver. Di-ğerleri gibi eşit mesafede dur!”

Bu uyarının ardından geri adım atan Jardar, Anette ve Tuna’nın arasındaki yerini aldı.

başlayıp Dünya’ya kadar çizmiş olduğu kırmızı hilal ile uzay aracının kat ettiği yolun haritasını resmetti. Daha sonra görüntü tekrar kapsülün arkasına takılıp aracın Dünya’ya nasıl indiğini aktardı.

Tam ortasından ikiye ayrılarak içindeki objeyi dışarı salan kapsül onlarca kez bölündü ve her defasında ka-buk değiştirip daha da küçüldü. Geriye kalan büyükçe bir taş, Akdeniz’e ulaşıp denize düştü. Taşın denize isa-bet etmesiyle birlikte alandaki su tabakası tamamıyla çe-kildi ve yer kabuğunu da bir miktar delmiş olan göktaşı ardında büyük dalgalanmalar yaratarak denizin derin-liklerine gömüldü.

İzledikleri filmin süresi belki de sadece bir dakikaydı, fakat zihinlerine kazınan görüntüleri yorumlayabilecek-leri kadar zaman geçmiş olduğunu hissediyorlardı.

Görüntülerin ardından kendisiyle ilgili endişelerine daha fazla kulak veren Tuna da vücudunu yoklamaya başladı. Üzerinde ışıktan yapılmış bir çeşit beyaz entari bulunuyordu ve elini karnı üzerinde gezdirdiğinde ab-dominallerinin fark edilebilir netlikte olduğunu gördü. Mutluluk hissi veren bu an ile gülümsedi. Yaşadıkları mucize, düşsel bir yolculuktu.

Daha birkaç saniye geçmemişti ki, tavandan tabana doğru akan ışığın içinden bir yaratık çıkageldi. Boyu üç metrenin üzerinde olan canlının teni yarı metal yarı deriydi. Çıplak vücudunun bazı bölümleri parlak me-tal parçalar ile doldurulmuştu. Siyah saçları ise uzun bir atkuyruğu halindeydi ve teniyle tamamıyla temas içindeydi. Ensesinden sol koltuk altına ulaşan saçlar göğsünden geçip tekrar belini sarıyordu ve devamında incelerek göbek deliğinden içeriye akıyordu.

Ayaklarının anatomik yapısı, güvercinlerin ayakları-nı andırıyordu. Parmakları bileklerinden ayrılarak uza-yan canlının, üç tane ayak parmağı bulunmaktaydı ve bu parmaklardan biri topuk görevi görmekteydi. Kalın

Page 144: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

286 287

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

başaramadı. “Sen işe yaramaz bir parazitsin Candar Bekir!” Bulun-

duğu yerden uzaklaşıp Jardar’a doğru yürümekte olan varlık konuşmaya devam etti: “Sana verilen bu şansı pis işler için harcadın. Üstelik öyle aptalsın ki, buraya tekrar dönüp bana methiyeler düzerek beni kandırabileceğini düşündün. Seni zavallı… Yok olacaksın! Dünyanın beş yüz yıl daha harap edilmesine sebep oldun.”

Hala yerde sürünen Jardar, “Dur! Ne olur dur!” diye-rek yalvardı. “Anlaşabiliriz. Çok şey öğrendim. Çok şeyi tecrübe ettim. Beni yok ettiğin anda evrene yararı doku-nacak büyük bir kaynağı imha etmiş olacaksın. Her yüz yılda bir isim değiştirerek, farklı milletler altında yaşa-dım. Tıp, politika, denizcilik ve edebiyat eğitimi aldım. Sana tekrar ulaşmak hiç de kolay olmadı. Lütfen dikkatli düşün! Pişman olduğum için sana döndüm. Hatalarımı telafi etmek için…”

“Bu sözlerinle ancak kendi insanlarını aldatabilirsin Candar Bekir. Yok ol!” diyen yaratık, sol avucunu Can-dar Bekir’in yüzüne doğrulttu. Avucundaki ışıma hala yalvarmakta olan adamın bedenini yakarak yok etti. Birkaç saniye içinde Candar Bekir’e ait hiçbir şey kalma-mıştı. Piri Reis’in yardımıyla keşfettiği kaynayan kuyu nihayet hain adamın sonu oldu.

Yaşanan infazın ardından konuşan yaratık, “Bu ceza ona ödül sayılır,” deyip yüzünü Tuna’ya döndü ve bu sahnenin bir tür sanrı olduğuna inanan adama doğru ağır adımlarla yaklaştı.

“Seni de bu kadın gibi daha önce hiç görmedim ya-bancı. Korkma, canını yakmayacağım,” diyerek güven aşılayan yaratık, avucunu Tuna’nın alnına dayadı ve bir süre sonra şaşkın adamı kendi haline bıraktı. “Barışa hizmet eden insan sayısı ilk kez bu beş yüz yıllık dilim-de artmaya başladı. En azından bu umut verici…”

“Siz insanlar son beş yüz yıl içinde neler yaptınız bil-miyorum. Tek tek yaklaşmanızı isteyeceğim.” Tok sesli dev yaratık bakışlarını Anette’ye çevirdi. “Kadın olan! Önce sen gel. Bir adım ötemde dur.”

Yüreğinde korku denen şey, sanki hiç var olmamış gibi yürüyen Anette hipnotize edilmişe benziyordu. Böyle bir sahne karşısında kim olsa çığlık atardı, fakat yaşadıkları tecrübe bir tür düş idi.

Tereddüt etmeksizin yürüdü ve yeterli mesafeye ula-şınca durdu.

Sağ avucunu Anette’nin alnına dayadı. Yaratığın baş-parmağı kadının çenesine erişirken diğer iki parmağı kafatasını ensesine kadar kaplıyordu. Bir süre gözlerini kapayıp Anette’nin başını bir tenis topu gibi avucunun içinde tuttu ve daha sonra kadının gitmesine izin verdi.

Burnu olmayan canlı gözlerini tekrar açtığında derin bir nefes aldı ve daha sonra ciğerlerine çektiği havayı hem geniş ağzından hem de kollarındaki solungaçlar-dan saldı. Bakışlarını salonun zemininde gezdirip acım-sayıcı bir ses tonuyla, “Ne kadar çok acı…” diyerek in-sanlığı kınadı.

Anette’nin beynindeki kayıtları, düşünceleri, hisleri ve tarihi gerçekleri resim resim zihnine kopyalamıştı. Uykuda geçirdiği son beş yüz yılın kayıtlarını büyük öl-çüde yakalamıştı.

Sırada Jardar vardı. Elini uzun boylu adamın alnına dayar dayamaz yüzünü ekşitti ve art arda nefesler alma-ya başladı. Göğsü hızla alçalıp yükseliyordu. Bu duru-ma daha fazla katlanamayan mahlûkat, alt ve üst çene kemikleriyle birleşik halde olan iki adet dişini hışımla sıktı ve iki eliyle yakaladığı Jardar’ı öfkeyle havaya kal-dırıp zemine doğru fırlattı. Yaratığın, “SEN!” diye inle-yen sesi tüm salonda yankılanmıştı.

Anette ve Tuna’nın tam ortasından geçip yerde yu-varlanan Jardar güçlükle ayağa kalkmayı denedi, fakat

Page 145: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

288 289

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Son savaş, beraberinde milyarlarca canı bizden aldı ve koca gezegende yapayalnız kaldığımızı fark ettik. Savaş, üstün teknolojik gelişmelerimizi de baltalamıştı, fakat bu sefer felsefi gelişimimiz hızla inşa ediliyordu.

Sizin zamanınızla yaklaşık iki yüz yıl içinde medeni-yetimiz kendisini toparladı ve yepyeni bir değer üzerine her şeyi inşa etmeye başladık. Bu değere ‘Barışçıl Mede-niyet Kanunu’ adını verdik.

“Bir uygarlık, tamamıyla barışçıl hale gelmedikçe yıl-dızlara ulaşamaz.”

Benim sizin karşınızda olmamı sağlayan teknoloji işte bu kadar basit bir kanuna dayanıyor.

Zihinlerinizde gördüğüm kadarıyla hala anahtar üre-tiyorsunuz. Demek ki, uygarlığınız henüz bu kanunun ışığını dahi göremiyor. Bir medeniyetin anahtar, para, silah gibi araçlar üretiyor olması, bireyleri arasında gü-ven tesis edilemediğini kanıtlayan başlıca unsurdur.

Uzaydan gelen bir uygarlığın, kaynaklarınızı çalmak için istilaya kalkışacağına inanıyorsunuz. Çünkü bilin-çaltınızda yapmak istediğiniz şey bu. Aslında biz, sizler için bir tehdit teşkil etmiyoruz; aksine siz bizim uygar-lığımız için birer tehditsiniz. Çünkü felsefi olgunluğa ulaşmadan elimizdeki teknolojiyi sizlere aktarırsak ilk iş olarak, bize ve başkalarına saldıracaksınız.

Uygarlığımız bu tehlikenin farkına çok önceden va-rıp, milyarlarca hücre kapsülünü uzayın derinliklerine saldı. Galaksinin farklı köşelerinde gelişimini sürdür-mekte olan diğer doksan iki medeniyeti izleyip felsefi gelişimlerine katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

Sözü geçen doksan iki medeniyet de sizler gibi kendi gezegeninden çıkıp yıldızlara ulaşmak için savaş veri-yor. Bu süreç içinde kırk altı diğer tür ve uygarlık ba-şarıya ulaşamadan çoktan yok oldu. Çoğu sorumsuz teknolojik gelişmelerinin sebep olduğu çevre felaketleri içinde kendilerini yok etti.

Yorgun adımlarla yürüyen dev, Anette ve Tuna’nın arasından geçip ışığın yanındaki yerine geri döndü. “Size kendimi tanıtayım. Benim adım Yuşu Mansube. Dünya’ya düşürülen taşın hakemiyim. Aslında bun-dan yüz binlerce yıl önce kendi gezegenimde hayatımı kaybettim, fakat kapsül içine yüklenen zihnim sizlerle iletişimde kalmama yardımcı oluyor. Sevgi, korku, nef-ret, kıskançlık gibi birçok duygusal kavramdan uzak bir varlığım. Canlı olduğumu düşünüyorsunuz ama deği-lim.

Eğer yeterince zeki varlıklarsanız, izlediğiniz görsel sayesinde hikâyenin özetini anlamış olmalısınız. Ga-laksinin öteki ucundaki medeniyetimiz milyonlarca yıl önce var oldu. Siz insanların da son yüz yıldır yapmış olduğu gibi uzun bir süre turuncu gezegen dışındaki yaşamın izini sürdük. Savaşlar, salgınlar, doğal afetler ve benzeri felaketler içinde yoğrulduk ve nitekim hayat-ta kalmayı başardık.

Bizim gezegenimiz, sizin dünyanızdan yaklaşık üç yüz bin kat büyüklüğünde devasa bir gök adası. Mede-niyetimiz birkaç kez kendisini tamamen yok etmenin eşiğine geldi. Her büyük savaşın ardından yepyeni fel-sefi görüşler türedi ve eski toplumları bir arada tutan değerler modern görüşlerle değiştirildi.

Sizler gibi uzay üsleri inşa etmeye başladığımız çağ-larda ise son savaşı gerçekleştirdik. Bu savaş esnasında tüm teknolojik yapılar, yörüngedeki uzay tesisleri, ener-ji üniteleri ve tarım alanları yok edildi.

Bilimsel gelişmelerimiz hızla doruğa ulaşmıştı, fakat felsefi gelişimimiz yetersiz olduğu için yok olmanın eşi-ğine geldik.

Savaştan sonra herkesin hemfikir olduğu bir konu vardı:

“Bu son olmalıydı.”

Page 146: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

290 291

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Başını öne eğen güçlü yaratık, “Ruhunuz taşa nasıl cevap veriyorsa, o yücelik size beş yüz yıl boyunca sira-yet edecek. Ruhi, akli veya maddi… Candar Bekir gibi bir korsanın ruhu ancak hayatta kalma ateşiyle yanar, o yüzden ona beş yüz yıllık bir ömür bahşedildi.

Nostradamus gibi bir bilim adamı ise bilginin pe-şinden sürüklenir, bu yüzden geleceği görme yetisine eriştiğini görüyorum. Kimi zaman yücelik sirayet ettiği insanın kötü niyetini önceden yakalar ve o kişinin bede-nine bir parazit gibi kendisini salar. Önce güçlenmesine sebep olur ve daha sonra vücudunu paramparça eder. Bu kontrolü kötülüğe engel olmak için taşa ekledik, fa-kat görüyorum ki Candar Bekir gibi melek yüzlü hainle-rin önüne geçemiyoruz,” dedi.

Bir süre düşüncelere daldıktan sonra kaşlarını kaldı-rıp, “Neyse, dediğim gibi yücelik vücutlarınıza yerleşe-cek,” diyerek sözlerini noktaladı.

Bu durumun adaletsiz olduğuna inanan Tuna, “Ama o kadın bir katil! Buraya erişebilmek için arkadaşımı öl-dürdü!” diye itiraz etti.

Anette’nin gözlerine bakan Yuşu vakur bir bakışla kadını izledi. Gözlerindeki korkuyu rahatlıkla okuyor-du. Umursamaz bir bakış atıp, Tuna’ya döndü.

“Büyük İskender de deliğe ulaşmak için on binler-ce insanı katletmişti. Taş, her insana tek bir şans verir. Daha önceden kim olduğunuz veya ne yapmış olduğu-nuz beni ilgilendirmiyor. Yüceliği nasıl kullanacağınıza bedeniniz karar verecek. Ne olursa olsun sahip olacağı-nız güç, insanlığı en azından beş yüz yıl etkileyecek. Bol şans!”

Anette ve Tuna için yapacağı birşey kalmadığına ka-rar veren Yuşu Mansube, yüzünü son kez ışığa döndü ve yeni bir uykuya daha dalmak için adımlarını atmaya başladı. Gizemli salonun tavanından zemine doğru ince bir ip gibi akan ışığın içinde yavaşça kayboldu.

Geriye kalanlar ise yarattıkları savaşlar ve sosyal adaletsizlikler içinde türünü tüketti. Şu ana dek sizin-le beraber yüz kırk üç medeniyetten sadece dört tanesi gezegeninden çıkıp yıldızlara ulaşmayı başardı. Bu dört adet barışçıl medeniyetle bağlantıya geçip federasyo-nun temellerini attık. Onların da yardımıyla tehlike un-suru arz eden yarı barışçıl medeniyetleri takip ediyoruz.

Kaynayan kuyu bu zamana dek altı kez siz dünyalı-lar tarafından ziyaret edildi ve sadece birkaç kişinin ger-çekten olumlu işler başardığına şahit olduk. Bu kişilerin arasında; Buda, Konfüçyüs, Mevlana gibi düşünürlerle beraber, Michel de Nostradamus gibi astrologlar ve hat-ta Cengiz Han gibi imparatorlar da bulunuyor.

Bu kişilerden bazıları yüceliği, öngördüğümüz amaç-lar doğrultusunda kullandı, bazıları da kendi çıkarları için… Gördüğüm kadarıyla sevgili Michel, yüceliği ge-lecek kuşakları kehanetleriyle uyararak kullanmayı yeğ-lemiş. Sizin nasıl bir yol izleyeceğinizi ben de bilmiyo-rum, fakat önünüzde birkaç seçenek bulunuyor: Ruhi, akli veya maddi yücelik…

Şimdi ayrılıyorum.” Görevini tamamladığını düşünen Yuşu, yüzünü tek-

rar ışığa döndü. Anette ve Tuna o sırada endişeyle bir-birine baktı. “Dur! Sana sormak istediğimiz daha birçok şey var,” diye seslendi Anette.

Bu sorunun ardından duraksayan dev yaratık arkası-nı döndü. Kalın sesiyle, “Dinliyorum,” dedi.

Sesi titreyen Anette, “Bahsedilen yüceliğe nasıl erişe-ceğiz?” diye sordu.

“Benim yaptığım gibi ışığın içinden geçmeniz yeter-li.”

Yuşu acelesi varmış gibi tekrar sırtını dönünce, Anet-te bir soru daha sorma gereği duydu. “Fakat bahsettiğin seçimi nasıl sağlayacağız? Bu konu hakkında hiç konuş-madın. Lütfen biraz daha kal!” dedi sabırsızca.

Page 147: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

292 293

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Göke’de geçirdikleri her saniye ölümle burun burunay-dılar.

Koridordan ve güverteden gelen bağrışma sesleri ilk top atışından beri süregelmekteydi. Bu kargaşadan istifade edip denize atlayabileceklerini düşündü. Gö-ke’yi top ateşine tutan Osmanlı donanmasının güver-teyi hedef alması an meselesiydi. Güllelerini, iki gemi arasındaki kara parçasının üzerinden aşırarak Göke’nin bulunduğu koya düşüren donanma gemisi, hareket ha-lindeydi ve birkaç dakika içinde burnun etrafını dolaşıp, Göke’yle yüz yüze gelecekti.

Osmanlı topçularının bu mesafeden Göke gibi büyük bir gemiyi ıskalaması imkânsızdı. Piri Reis, aradaki coğ-rafi engel kalkar kalkmaz, daha ilk atışta vurulacaklarını biliyordu. Neyse ki, bir gece önceden tüm haritalarını ve diğer çizim araçlarını toplamış olduğu için kamarayı Michel ile terk etmekte gecikmedi.

Göke’yi savunmak üzere güverteye doğru koşan kor-sanlarla birlikte hareket ettiler ve bir dakikadan az bir süre içinde güverteye ulaştılar. Göke’deki mürettebat hala demir almak ile meşgulken, iskele tarafında hare-kete geçmiş olan Kara Çingene Şalopası çoktan saldırı için hazırlanmıştı. Yaklaşık üç yüz metre açıklıkta, do-nanma gemisi ile yüz yüze gelmiş olan kıyı yelkenlisi savunmasız bir şekilde ilerliyordu.

Donanma gemisine çok yakın durdukları takdirde top atışlarından etkilenmeyeceğini bilen korsanlar, dal-gaları yara yara hızla yol almaktaydı. Kara Çingene’nin güvertesini gözleyen Piri Reis, adamların Bitli El olma-dan hareket ettiklerini gördü. Siyah şalopadaki korsan-lar, büyük ihtimalle donanma gemisine ayak basmaya çalışıp, savaşarak hayatta kalma mücadelesine girişe-cekti. Böyle bir durumda yapabilecekleri en mantıklı hamle de buydu. Liderlerinin onayını beklemeden hare-kete geçmek zorundaydılar.

Anette ile bir başına kalan Tuna’nın gördüklerinden etkilenmemesi mümkün değildi. Fakat Matteo’nun kat-lini kabullenemiyordu. Tuna’nın suçlayıcı bakışlarından rahatsızlık duyan kadın eski ortağıyla uzlaşmaya çalıştı.

“Geriye sadece biz kaldık Tuna. Matteo için gerçekten çok üzgünüm, ama bazı fedakârlıklarda bulunmamız gerekiyordu. Her ikimiz de bundan sonra ne olacağını bilmiyoruz. Kendi yoluna gitmeni tavsiye ediyorum. Sa-kın peşime düşme!”

Anlaşma yanlısı gibi başlayan sözleri tehditkâr ifade-lerle noktalanmıştı.

“Tekrar görüşeceğiz…” diyen Tuna aynı sertlikte ce-vap verdi.

Tuna’dan kaçarcasına koşmaya başlayan Anette, Yuşu Mansube’nin de yapmış olduğu gibi ışığın içinden geçti ve gözden kayboldu.

1521, 9 Kasım, Göke

Şafak vakti top atışlarıyla uyanan Piri Reis ve Nost-radamus, yataklarından fırladı. Kamaranın penceresine yönelen Piri, geminin karşısında duran burnun arkasın-dan yükselen gemi direklerini gördü. Gövdesini göre-mediği geminin gönderinde Osmanlı bayrağını görünce bir yandan sevince diğer yandan da endişeye kapıldı.

Rodos seferi ya tahmin ettiğinden daha erken başla-mıştı ve Osmanlı donanması çoktan güney sahillerini kontrolü altına almıştı, ya da şans eseri adanın kuzeyin-de bulunan Rodos şehrini fethetmek üzere yola çıkmış olan bir grup gemiye denk gelmişlerdi.

Aceleyle çalışma masasını kontrol etti ve tüm eşyala-rın yerinde olduğunu gördü. Korku içinde olan Michel’e dönüp, “Michel! Hemen gemiyi terk etmeliyiz. Eşyala-rımı toplamama yardımcı ol!” diyerek yardım istedi.

Page 148: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

294 295

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

dan güverteye saçılan gaz yağı, çoktan zemini ateşe ver-mişti ve şarapnel parçalarıyla yaralanan birkaç levent, şehit düşmüştü.

Korsanlar, güverteye birkaç el bombası daha savura-rak donanmadaki kayıp sayısını artırdı ve birkaç dakika içinde gemiye tırmanmaya başladı. Sürdürdükleri saldı-rı intihardan başka birşey değildi. Donanma gemisinde ciddi kayıplara ve yıkıma sebep olmuşlardı fakat on bir adamın tek başına koca gemiyi ele geçirmesi, bu şartlar altında imkânsızdı.

Tütmeye başlayan duman yüzünden donanma gemi-sinde neler döndüğünü görmekte zorlanan Piri Reis, he-men yanında duran Michel’e, “Bu adamlar ölüme gitti,” dedi.

Öfkeli sesi Göke’nin koridorlarında yankılanan Bit-li El, nihayet güverteye ulaşmıştı. Gözleri yerinden çı-kacak gibi duran adam, Kara Çingene’yi ve teker teker can vermekte olan korsanlarını gördü. “Kıpırdayın be!” diye bağırarak adamlarını azarladı. Bir gece öncesine nazaran vücudu daha da büyümüştü. Güvertedeki top-lardan birini önüne katıp, bir başına namluyu donanma gemisine doğrulttu ve fitili hiç düşünmeden ateşledi.

Bitli El’in isabetli atışı donanma gemisinin kıç bölü-münü hedef aldı ve geminin dümen aksanı zarar gördü. Bu büyük başarı karşısında adamlarıyla birlikte çılgınca naralar attı. “Hadi! Herkes silah başına!”

Boyu yaklaşık üç metreyi bulan dev reis, Göke’nin yegâne kaptanı olarak ilk kez bir savaş yönetmekteydi ve onun varlığını hisseden adamlar işe daha bir şevkle saldırmaya başlamıştı. Göke’yi ve Kara Çingene’yi ba-san donanma gemisi Rodos sahillerini keşfe çıkmış olan bir öncü olmalıydı.

Savaş halindeki adamlarına daha fazla zaman kazan-dırmak için donanma gemisini batmayacak şekilde kıç tarafından tehdit etmeye devam eden topçular, güllele-

Şalopanın hızla kendilerine doğru yaklaştığını fark eden Osmanlı subayı, derhal hedef değiştirdi. Başın-dan beri Göke’yi vurmak üzere ateş açan topçular, ateşi kestiler ve donanma gemisi birkaç saniye içinde hatırı sayılır bir manevraya girişerek burnunu iskele yönüne doğru sürüp, açığa doğru yol almaya başladı.

Böylece donanma gemisindeki topçular, yüzünü ken-dilerine doğru yaklaşmakta olan şalopaya dönmüş ola-caktı. Kara Çingene mürettebatı, resmen ateşin kucağına koşuyordu.

Aynı anda toplarını ateşleyen donanma topçuları, ani manevra sebebiyle ilk seferde şalopayı ıskaladı. Donan-ma gemisine nazaran yüksekliği çok daha düşük olan şalopa, hızlanarak ilerlemekteydi ve siyah giyimli on bir korsan, güverteye savuracakları el bombalarını avuç-larında tutuyordu. Başarısız atışlar, Kara Çingene’de-ki korsanları daha da yüreklendirdi. Yaşanan heyecan dolu sahneyi Göke’den izleyen kalabalık korsan grubu da, naralar atarak arkadaşlarını destekledi. Bu on bir adamın sergilediği kahramanlık, Göke’nin hazırlanma-sına zaman kazandırıyordu.

Toplarını bir kez daha hazır hale getiren Osman-lı leventleri, gülleleri son kez ateşledi ve bu sefer Kara Çingene’nin geniş yelkenini sallandıran direk vuruldu. Güllelerden biri yelken direğini adeta havada uçurmuş-tu. Şalopa güvertesinde savrulan korsanların hiçbiri ya-ralanmamıştı fakat bu darbe ile Kara Çingene’nin hızı büyük oranda kesilmişti.

Birkaç metre daha yaklaştıkları takdirde yüksek do-nanma gemisinin topçu menzilinden çıkacağını bilen korsanlar, hemen küreklere sarıldı ve atılan birkaç ku-lacın ardından istedikleri mevziye erişmiş oldular. Os-manlı leventleri, korsanlara ok atmaya başlar başlamaz şalopadaki adamlardan biri, fitilini ateşlediği ilkel el bombalarını gemiye doğru savurdu. Patlayan bomba-

Page 149: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

296 297

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

etrafındaki adamlara dönüp “Bu arada, o nerde?” diye sordu.

Bitli El’in arkasında beliren bir korsan, güverteye az önce çıkmıştı. Güvertedekilere haber verircesine konuş-tu: “Candar Bekir ve Markus ortalıkta yok. Dün gece Göke’yi terk etmiş olabilirler.”

Michel’in boğazına tuttuğu kılıcı gencin boynu üze-rinde sürüyen Bitli El, “Bak sen şu işe…” dedi sinsice. “Candar Bekir, çoktan Kahire yolunu tuttu Piri Efendi!”

Candar Bekir tarafından Bitli El’in inisiyatifine bıra-kıldıklarını anlayan Piri Reis yutkundu. Göke’yi topa tutan donanma gemisi, belki de kurtulmak için tek şans-larıydı ve bu fırsatı kaçırmışlardı. Durumu bir kez daha gözden geçiren Piri, fetih hareketinin henüz başlamadı-ğını düşündü. Denk geldikleri Osmanlı kadırgası, Ro-dos’un güneyindeki sakin sahillerde keşfe çıkmış olan bir donanma gemisiydi sadece.

Pis pis kahkaha atmaya başlayan Bitli El, genç Mi-chel’e işkence etmekten zevk alıyordu, fakat o sırada birşeyler ters gitmeye başladı. Gürültülü kahkahası bir anda kesilen Bitli’nin yüzü ekşidi ve Michel’i serbest bı-raktı. Elindeki kılıcı da yere düşüren dev adam, iki elini karnına götürdü. “Ah!” diye bağırdı. Birden zehirlen-miş gibi kıvranmaya başladı. Kimse ne olduğunu an-lamıyordu. Bitli’nin yanından uzaklaşan Nostradamus koşarak Piri’ye yanaştı. “Acıyor!” diyerek inleyen de-nizci sancılar içindeydi.

Etrafında toplanan adamları, ne yapacağını bilmez halde birbirlerine bakarken korsanlardan biri öne çıkıp, “Tabip olan sen değil misin? Yardım et hadi reise!” diye seslendi. Michel’in kolundan tutup genci çekiştirmeye başladı.

Michel de Nostradamus’u çelimsiz adamın elinden kurtaran Piri Reis’in sözleri ders gibiydi: “Hiç kimse cel-lâdının hayatını kurtarmak zorunda değildir.”

ri ateşlemeye devam etti. Kara Çingene mürettebatının akıbetini merak eden Bitli El emretti: “Forsaları kamçıla-yın! Donanmayı tepelemeye gidiyoruz!”

Göke’yi dosdoğru çatışma halindeki donanma gemi-sine süren Bitli El, endişeli bakışlarla güverteyi gözlü-yordu. Dumanların içinden çıkan siyah giyimli bir kor-sanın, kırmızı yelekli iki levent tarafından sıkıştırıldığı görüldü. Bitli’nin korsanının önce kılıç tutan elini kesen leventler karnına indirdikleri bir darbe ile adamı suya savurdu. Bu korsanın ölümünden sonra daha sakin bir duruş sergileyen leventlerin tutumu, güvertedeki son korsanın da öldürülmüş olduğunu belli ediyordu.

Bu sahne karşısında büsbütün deliye dönen Bitli El, “Atış serbest! Batırın şu gemiyi!” diye bağırdı.

Yeni kaptana hünerlerini göstermek için yarışan top-çular, ufak rötuşlar ile hedeflerini düşman gemisinin kıç bölümünden gövdesine doğrulttu ve gülleler ateş-lenmeye başladı. Daha ilk seferde donanma gemisinde derin yarıklar açan korsanlar, ateşe hiç ara vermeden gülleleri savurmaya devam ettiler. Birkaç dakika içinde Osmanlı kadırgası batırıldı.

Derin bir oh çeken Göke mürettebatı, hayatlarını Kara Çingene korsanlarına borçlu olduklarını biliyordu. Koca bir gemi batırılmış olmasına rağmen kimse sevinç nidası atmamıştı. Korsanlar başlarını öne eğip hayatını kaybeden on bir adam için hüzünlendi.

Atlatılan tehlikenin ardından doğruca Piri Reis ve Nostradamus’un üzerine yürüyen Bitli El, “Ne o? Bir yere mi gidiyordunuz?” diye sordu. İkilinin eşya balya-larını işaret etti. “Gemiyi ilk önce fareler terk eder.”

Öfkesini her zaman olduğu gibi Michel’den çıkarmak üzere harekete geçen Bitli El, delikanlıyı bileğinden ya-kalayıp kendine doğru çekti.

“Dur Bitli! Candar Bekir, çocuğa ve bana zarar veril-meyeceğini söyledi,” diyen Muhiddin Piri Reis, başını

Page 150: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

298 299

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Acı sahneyi korkuyla izleyen Michel, “Bilmiyorum,” diye cevap verdi. “Zehir türleri konusunda uzman deği-lim ama hali çok garip. Rahatsızlığı zehre benzemiyor. Onun için yapabileceğim hiçbir şey yok.”

Birkaç dakika içinde Bitli El’in sancıları daha da art-tı ve adam zeminde yuvarlanmaya başladı. Üzerindeki elbisesini de yırtıp karnını izlemeye başladı. Bitli El’in karnı gözle görülür bir hızda büyümeye başlamıştı. Kar-nında sanki bir balon şişiyordu.

O sırada aklına, birkaç gün önce gördükleri dev balık gelen Nostradamus bağırdı: “Balık gibi patlayacak!”

Piri Reis ile birlikte bulundukları yerden koşarak uzaklaştılar. Ateş hattının tam ortasındaydılar ve gülle-ler artık güvertenin üzerinde uçuşuyordu. Göke çoktan iki farklı bölgeden vurulmuştu.

Güvenli mesafeye ulaşan genç doktor ve reis, Bitli El’i izlemeye devam etti. Nostradamus haklı çıkmıştı. Balı-ğın başına gelen şey birazdan bu kötü ruhlu haris ada-mın bedenine de sirayet edecekti. Michel de Nostrada-mus, taşın hakemi Yuşu Mansube tarafından söylenen sözleri hatırladı.

“Kimi zaman yücelik sirayet ettiği insanın kötü niye-tini önceden yakalar ve o kişinin bedenine bir parazit gibi kendisini salar. Önce güçlenmesine sebep olur ve daha sonra vücudunu paramparça eder. Bu kontrolü, kötülüğe engel olmak için taşa ekledik.”

Bitli El’in acı haykırışları büyük bir patlama sesiyle kesildi. Karnından saçılan turuncu renkli dikenler orta-lığa saçılmıştı ve etrafındaki birkaç adamın vücuduna saplanmıştı.

“Haklı çıktın Michel…” diyen Piri Reis, hayretle aya-ğa kalktı. Bitli El’in paramparça olmuş cesedini izliyor-du. Fakat yakınlarından geçen bir başka gülle ile hemen eğildi. “Donanma gemileri Göke’yi birazdan batıracak. İskele tarafından suya atlayalım.”

Bitli El zamansız sancılar içinde kıvranırken, tüm korsan takımının tüylerini diken diken eden bir ses du-yuldu. Koyun öteki tarafından top atışları başlamıştı. Hep birlikte ardını dönen adamlar, işte şimdi başlarının gerçekten belada olduğunu anladı. Burnun arkasında kendilerine yaklaşmakta olan üç adet Osmanlı kadırga-sı daha vardı ve büyük ihtimalle öncü kadırganın, Göke tarafından batırıldığını fark etmişti.

Bu kez başlarında liderleri ve kendi hayatlarını hiçe sayarak cenge atılan Kara Çingene cengâverleri yan-larında yoktu. Adamlardan biri “Haydi silah başına!” diye bağırarak korsanları harekete geçirdi. Korku için-deki haydut sürüsünün dikkatini çekmek istemeyen Piri Reis, Nostradamus’u yanına alarak korunaklı bir köşeye sığındı.

Bitli El, güvertenin ortasında bir başına bırakılmıştı ve hala anlaşılmaz bir acı içinde kıvranıyordu. Kargaşa-dan yararlanarak aklındaki son soruya bir cevap alabi-leceğini fark eden Piri adama yaklaştı, “Amcam Kemal Reis’i tuzağa düşürdünüz değil mi?”

Dişlerini sıkmış güverteyi yumruklayan Bitli, acıdan gözlerini açamıyordu. “Yardım et Muhiddin! Ne olur yardım et! Bekir beni zehirledi.”

“Konuşursan yardımcı olurum. Bu ihanet kimin fik-riydi?”

Yüzü kıpkırmızı olan Bitli El’in alnındaki damarlar bir parmak kalınlığında kabarmıştı. “Bekir girdi kanı-ma. Ada şövalyeleriyle işbirliğini sağlayan da oydu!” Bademciklerini güverte zeminine kusacakmış gibi ba-ğırdı: “Aaaah! Çocuğa söyle Muhiddin! Yardımcı olsun! İlaç versin.”

Piri Reis yavaş adımlarla Bitli’nin yanından uzaklaş-tı. Nostradamus ile çekildiği köşeden, dev adamın aciz halini izlediler. “Zehirlenmiş mi?” diye sordu Piri Reis.

Page 151: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

300 301

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

emniyet kemerini çözen Raul, Tuna’ya yanaştı, “Tuna! Sesimi duyuyor musun? Tuna!” diye bağırıyordu.

Duyduğu tanıdık ses sayesinde zihnini daha iyi to-parlayan Tuna gözlerini araladı, “Raul?”

“Evet benim. Vücudunda kırık yok değil mi?”“İyiyim,” dedikten sonra etrafına bakındı. “Beni nasıl

buldunuz? Anette nerde?”Helikopter pervanelerinin çıkardığı gürültü sebebiy-

le bağırarak konuşmaya devam eden Raul, “Anette dün gece bulundu. Kaza yaptığınızı söyledi. Yatın enkazına ulaşılmaya çalışıyor. Arandığın haberi Norveç basının-da çıkar çıkmaz Doktor Marianne ile yola çıktık. Seni muayene için Rodos Havalimanı’nda bekliyor olmalı. Ha bu arada, kemerini taktığın için teşekkür ederim. Ke-merindeki çip sayesinde yerini kolaylıkla tespit ettik,” dedi.

Raul’u daha iyi duymak için kaldırdığı başını geriye atan Tuna, “Ben teşekkür ederim,” diyerek kendini sal-dı.

“Adaya ulaşıncaya kadar uyumaya çalış.” Elini Tu-na’nın sağ omzuna koyan şişman adam sedyeden uzak-laştı.

Tuna gözlerini tekrar açtığında, havalimanının kli-niğindeydi ve koluna serum bağlanmıştı. Yanı başında yine Raul’u buldu. Serum takviyesi sayesinde Tuna’nın kendine geldiğini fark eden araştırmacı, oturduğu yer-den fırlayıp odadan ayrıldı ve koridorda bulunan Dok-tor Marianne’ye seslendi: “İçeri gelin! Tuna uyandı.”

Raul’u arkasında bırakarak odaya giren Doktor so-luğu Tuna’nın başucunda aldı. “Herhangi bir ağrın var mı? Nasıl hissediyorsun?” diye sordu.

Daha Tuna cevap vermeden Raul’a yönelen Marian-ne, “Kapıyı kapat ve tarayıcı aletini bir kez daha çalış-tır,” dedi.

Kargaşadan yararlanan Piri Reis ve Nostradamus önce eşyalarını suya savurdu ve daha sonra üzerlerin-deki fazla giysileri çıkarıp suya daldılar. Kaçışlarını fark eden birkaç korsan peşlerine düşmeye çalışsalar da, on-lar da bu savaşın içinden sağ çıkamayacaklarını anlayıp aksi istikamete doğru yüzmeye başladılar. Piri Reis ile birlikte sahile ayak basan Michel de Nostradamus, ara-dan geçen zorlu onca günün ardından sonunda özgür kalmanın yolunu bulmuştu.

13 Kasım 2013, 9:48, Tuna

Kolları iki yana açık bilinçsiz bir şekilde su üzerinde uzanmakta olan Tuna, bir süredir helikopter sesi duyu-yordu. Hala bir tür rüyanın içinde olduğunu düşünen bilinci, gözlerini açmasına engel oluyordu. Helikopter pervanesinin yüzüne savurduğu güçlü rüzgâr sayesin-de kendisini toparladı ve gözlerini açtığında yaklaşık otuz metre yüksekliğinde bulunan kırmızı renkli bir he-likopterden aşağıya inen kurtarma görevlilerini gördü.

Tuna’yı boynundan yakalayan adamlardan biri hız-la nabzını yokladı ve yakasındaki mikrofona konuştu, “Yaşıyor!”

Tuna’nın solunda bulunan diğer kurtarma görevlisi de bulunduğu yüksekliği ayarlayıp, beline kadar suyun içine daldı. Sırtındaki metal sedyenin parçalarını birleş-tirip bir bütün haline getirdi ve diğer görevlinin de yar-dımıyla Tuna’yı sedyeye bağladılar.

Yaka mikrofonuna bir kez daha konuşan adam, “Ha-zır!” diyerek işaret verdi ve helikopter yükselmeye baş-ladı.

Birkaç dakika içinde helikopterin geniş kapılarından yukarı çekilen adamlar, dışarı sarkan eşyalarını topla-yıp Tuna’yı da kabine taşıdı. Kapılar kapandıktan sonra

Page 152: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

302 303

Sercan Leylek Piri Reis ve Nostradamus

Sağ elini böbreğinin üzerinde gezdiren Tuna, gözünü kısarak arkasında bulunan araştırmacılara döndü. “Ne-den beni dava etmiyorsun?”

Pointron şirketi Tuna’nın vücudunu bir kobay faresi gibi kullanmaya çalışmıştı ve Tuna’ya karşı kullanabi-lecekleri hiçbir koz bulunmuyordu. Bu soru karşısında güçlükle yutkunan Raul, başını öne eğdi.

Çok geçmeden klinikten ayrılan Tuna da robota ne olduğunu merak ediyordu. Vücudu tarafından mı yok edilmişti? Bunun yanında aklında daha birçok soru vardı. Anette’yi bir kez daha görebilecek miydi? Yuşu Mansube’nin bahsettiği yüceliklerden hangisi vücudu-na hükmedecekti? Yücelik, kanser hastalığının üstesin-den gelmiş olabilir miydi?

Bu soruların ve daha fazlasının cevaplarını bulabil-mek için yapması gereken şeyin ne olduğunu iyi biliyor-du. Hayatta kalmaya devam etmek.

1521, 10 Kasım, Michel de Nostradamus’un günlüğü

Bir gemi dolusu adam Göke’den arta kalan eşyaları toplamakla görevlendirildi, fakat geminin büyük bölü-mü Rodos’un güneyindeki o koyda denizin derinlikleri-ne gömülmüştü. Kıyıda benimle birlikte yüce kadırga-nın batışını izleyen Muhiddin Piri Reis, aynen şu sözleri söyledi: “Göke Kadırgası, Devlet-i Aliyye’nin nezdinde zaten yıllar önce batmıştı.”

An itibariyle batıya doğru yol almaktayım. İskender Reis komutasındaki bir gemi ile Korsika Adası’na bıra-kılacağım. Muhiddin Piri Reis, yanıma zararımı karşıla-yacak miktarda altın verdi. Bitli El’in aslanına yem olan zavallı Joseph’in yerini dolduramayacak olsa da, bu pa-rayla yeni bir katır alabilirim. Ayrıca, Göke’de kilitli tu-tulan Al-Cebbar da boğularak ölmüş olmalı.

Elindeki cihaz ile yatağın solunda olmasına rağmen Marianne’nin bulunduğu tarafa geçen Raul, daha kısık bir sesle konuştu. “Robotun yerini hala tespit edemiyo-rum. Cihazda bir arıza gerçekleşmiş olmalı. Oslo’ya geri döndüğümüzde bir kontrol daha gerçekleştiririz. Kont-rol araçları laboratuar ortamında kullanılmak üzere ta-sarlandı. Yolculuk esnasında zarar gördükleri için böb-rek üzerindeki robotu tanımıyor olabilir.” Açıklamasına rağmen yine de Tuna’nın karnını açıp, elindeki cihazın aparatlarını adamın sağ böbreği üzerindeki bölgeye ya-pıştırmaya başladı.

“Raul?” diye seslenen Tuna, kurnaz bir soru yönelt-ti. “Neden sol böbreğim üzerinde arama yapmıyorsun? Gördüğün gibi sağ kolum seruma bağlı ve çalışmak için yeterli alana sahip değilsin. Hadi sol tarafa geçsene!”

Tuna’nın hemen yanında diz çökmüş olan Raul, suç-layıcı bakışlarını Doktor Marianne’ye yöneltti.

Marianne’nin bu soruyu geçiştirmesine izin verme-den konuşmaya devam eden Tuna alaycı bir tavırla, “Yoksa sol böbreğime robot yerleştirmeyi unuttunuz mu?” diye sordu ve sağ kolundaki serum bağını kopa-rıp attı.

Ellerini iki yana açan Marianne telaşla, “Dur! Ne ya-pıyorsun? Bu düşünceye nereden kapıldın? Yanlış gi-den hiçbir şey yok. Tedavine devam ediyoruz,” diyerek durumu toparlamaya çalıştı.

“Kimsesiz ve hakkını aramayı beceremeyecek bir ya-bancı olduğum için bu hisse kapıldım,” diyen Tuna ya-taktan kalkmak için doğruldu.

Artık kartların açık oynandığını fark eden Raul, elin-deki cihazı yatağın üzerine bırakıp ayağa kalktı ve suç-layıcı sözlerle, “Sağ böbreğine yerleştirdiğimiz robot ye-rinde yok. Daha da ilginci ameliyat izin de kaybolmuş. Robotumuzu rakip firmalara sattın değil mi?” diye sor-du.

Page 153: Piri Reis ve Nostradamus - reservation.no · Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürül-tüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yüksel-mekteydi. Piri Reis,

304

Sercan Leylek

İstemeden çıktığım yolculuk beni apayrı bir insan haline getirdi. Bilhassa, Muhiddin Piri Reis gibi bir âli-me yarenlik etmiş olmak bana çok şey kattı. Onu en son Akdeniz’in koynunda kaybolurken gördüm. Madalya kabul etmek üzere boynunu eğen asil bir şövalye gibi düşürdü başını ve ben de onu kendisine yaraşır bir şe-kilde selamladım. Benim küçük savaşım burada son bulmuştu ama o kahraman bir denizciydi ve karşısında fethedilmeyi bekleyen koca bir ada bulunuyordu. Can-dar Bekir ve Bitli El’e karşı verdiği mücadele biter bit-mez, yeni bir savaşa atılmak üzere yüzünü yine deryaya döndü ve ufukta kayboldu.