anna karenina - fatimə kərimli..."anna karenina benim okuduğum en mükemmel, en kusursuz, en...

3757

Upload: others

Post on 29-Aug-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • Anna Karenina

    Lev NikolayeviçTolstoy

    Rusça aslından çeviren: Ergin Altay

    Vladimir Nabokov'un Sonsözüyle

  • İletişim Yayınları

  • "Anna Karenina benim okuduğum enmükemmel, en kusursuz, en derin ve enzengin roman. Tolstoy'un her şeyi gören,herkesin hakkını veren; hiçbir ışığı,hareketi, ruhsal dalgalanmayı, şüpheyi,gölgeyi kaçırmayan; inanılmayacakkadar dikkatli, açık, kesin ve zekicebakışı, bu romanın sayfaları çevirdikçeokura, "Evet, hayat böyle bir şey!"dedirtir. Yarıştan önceki bir atındiriliğini, mutsuz bir bürokratın yavaşyavaş düştüğü yalnızlığı, bir kadınkahramanının üst dudağını, bir büyükailedeki dalgalanmaları, hep birlikteyaşanan hayatlar içinde tek tek insanlarıninanılmaz ve hayattan da gerçek kişisel

  • özelliklerini, Tolstoy, mucizeye varanbir edebi yetenek, hoşgörü ve sanatlaönümüze seriverir. Roman sanatıkonusunda eğitim için okunacak,defalarca okunacak ilk roman AnnaKarenina'dır, Nabokov'un bu büyükroman hakkındaki sonsözü ise Tolstoy'unmirasçısı bir başka büyük yazarınedebiyat, roman ve hayat konusundavazgeçilmez bir dersi niteliğinde."

    Orhan Pamuk

  • "Tolstoy, düzyazıda Rusların en büyükyazarıdır. (...) Şunu keşfetti Tolstoy:(Hiç kuşkusuz, kendisi de bilemedikeşfini) Yaşamı, çok hoşa gidecek birbiçimde, tastamam, biz insanoğullarınınzaman duygusuna denk düşecek biçimdecanlandırmanın yöntemini... Saati sayısızokurlarının saatiyle aynı giden, bildiğimtek yazar odur."

    Vladimir Nabokov'un sonsözünden

  • Lev NikolayeviçTolstoy

    9 Eylül 1828'de Tula'da bulunan,ailesine ait Yasyana PolyanaMalikânesi'nde zengin bir topraksahibinin oğlu olarak doğdu. Küçükyaşta öksüz ve yetim kalınca, eğitimiiçin Kazan'a, halalarının yanına,gönderildi. Daha bu yaşta Pascal,Platon, Dickens gibi klasikleri okumayabaşladı ve kendine bir yaşam felsefesibelirlemeye karar verdi. 1843'te Doğudilleri okumak üzere KazanÜniversitesi'ne girdi, kısa süre sonraHukuk Fakültesi'ne geçti. 1847'de burayı

  • da yarım bırakarak Yasyana Polyana'yageri döndü. 1851'de, yirmi üçyaşındayken, düzensiz hayatının yarattığıboşluk duygusuna son vermek vealacaklılarından kurtulmak için orduyayazıldı ve 1854-55 arası Kırım'da topçuteğmeni olarak savaştı. Bu dönemdeotobiyografik eserler olan Çocukluk veGençlik Yılları'nı, ayrıca Tipi, İkiSüvari Subayı ve Toprak AğasınınSabahını yazdı. Bu ilk başarılarındansonra kendini edebiyata adamaya kararverdi. Savaştan sonra St. Petersburg'agitti, fakat burada birini radikaldemokrat N. Çernişevski, diğerinimuhafazakâr liberal I. Turgenyev'intemsil ettiği iki edebi kampla daanlaşamayarak 1857'de İsviçre, Fransa

  • ve Almanya'yı kapsayan bir seyahateçıktı. Bu dönemde eğitim kuramlarıylailgilenmeye başladı ve Rusya'ya dönerekköylü çocukları için bir okul açtı.1860'ta ikinci bir Avrupa seyahatineçıkarak buradaki eğitim kuramlarınıayrıntılı şekilde inceledi. Aynı dönemdeBatı nın yapay ve maddeci uygarlığınıinsanı bozan bir etken olarak görmeyebaşladı.

    Rusya'ya döndüğünde serflikkaldırılmıştı. Tolstoy kendi bölgesindeeski serilerle toprak sahipleri arasındakitoprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmeküzere yargıç oldu. 1862'de komşuçiftliğin sahibi olan bir doktoran kızıSofya Andeyevna Bers'le evlendi. Bu

  • evlilikten on üç çocuğu oldu. Mutlu biraile hayatı sürdüğü bu dönemde,Kazaklar, Sivastopol Hikâyeleri ve ilkbüyük romanı olan Savaş ve Barış'ıyazdı. Ancak aile hayatının sevinçleriTolstoy'u huzura kavuşturmayayetmiyordu. 1875'ten sonra yıldan yılaartacak bir bunalıma girdi. 1877'deyayımlanan ikinci büyük romanı AnnaKarenina bu bunalımın izlerini taşır.

    Tolstoy 1880'den sonra OrtodoksKilisesi'ni, Hıristiyanlık'taki ölümsüzlükdüşüncesini ve her türlü siyasal iktidarıyadsıyan, kendine özgü bir türHıristiyanlık anarşizmi geliştirmeyebaşladı. Düşüncelerini açıkladığı"Dogmatik Teolojinin Eleştirisi", "O

  • Halde Ne Yapmalıyız?" ve "Tanrı'nınHükümdarlığı Kendi İçimizdedir" adlımakalelerinin yayımlanmasından sonra1901'de Kilise tarafından aforoz edildi.Bu dönemde yazdığı İvan İlyiç'in Ölümü,Kroyçer Sonat, Hacı Murat, Diriliş gibieserleri, aynı manevi arayışa,ahlâksızlıkla suçladığı sanatı vedogmalar ve mucizeler üreten Kilise'yiyadsıyışına işaret eder. 1900'lerdenitibaren bir yandan mülkiyetkonusundaki radikal fikirleri nedeniyleailesiyle arası açılırken, diğer yandanaydın Rus gençleri arasında giderekdaha çok tanındı. Bu ikisi, derinbunalımını ve manevi yalnızlığınıartırdı. 1910'da ailesini terk etmeyekarar vererek yanında en küçük kızı ve

  • doktoruyla yola çıktı. Ancak birkaç günsonra Astapovo tren istasyonundazatürreeden öldü.

  • İçim nefretle dolu, öcümü alacağım.

  • Birinci Bölüm

  • I

    Mutlu aileler birbirine benzerler, hermutsuz aileninse kendine özgü birmutsuzluğu vardır.

    Oblonskilerin evinde durum kötüydü.Oblonski'nin karısı, kocasının, evlerindeçalışmış eski Fransız mürebbiyesiylegizli ilişkisi olduğunu öğrenmiş, artıkkocasıyla aynı çatı altındayaşayamayacağını kendisine bildirmişti.Bu durum üç gündür böyle sürüpgidiyor, karı kocaya da, ailenin bütünüyelerine de, ev halkına da büyük acıveriyordu. Aile bağlarının artıkkoptuğunu, herhangi bir handa karşılaşan

  • insanların birbirlerine Oblonski ailesiüyelerinden daha bağlı olduğunuhissetmeyen yoktu evde. Hanımefendidairesinden çıkmıyor, kocası ise üçgündür evde kalmıyordu. Çocuklar kendibaşlarına koşuşup duruyorlardı eviniçinde. İngiliz mürebbiye, kâhya kadınlakavga etmiş, bir arkadaşına, kendisineyeni bir iş bulması için mektup yazmıştı.Aşçı, tam yemek saatinde başını alıpgitmişti. Hizmetçi kadınla arabacı,hesaplarının görülmesini istiyorlardı.

    Kavgadan üç gün sonra Prens StepanArkadyeviç Oblonski –sosyetedekiadıyla Stiva– her zamanki saatte, yanisabahın sekizinde karısının yatakodasında değil de, kendi çalışma

  • odasında maroken kanepesinde uyandı.Toplu, bakımlı bedenini gene uykuyadalmak, uzun uzun uyumak istiyormuşgibi kanepenin yaylan üzerinde biryandan öte yana döndürdü. Yastığınasımsıkı sarıldı. Yanağını kuvvetlicebastırdı üzerine, sonra birden fırladıyerinden, kanepeye oturdu, gözleriniaçtı.

    Gördüğü düşü anımsamaya çalışarak:"Evet, evet, nasıldı?" diye düşünüyordu."Evet, nasıldı bakayım? Darmstad'daakşam yemeği veriyordu Alabin. Yoo,Darmstad değil de bir Amerikankentiydi. Tamam, DarmstadAmerika'daydı sözde. Evet. Alabin cammasalarda yemek veriyordu, şarkı

  • söylüyorlardı masalar! Il mio tesero...hayır, hayır, Il mio tesero değil, başka,güzel bir şarkıydı. Küçük küçüksürahiler vardı sonra, sözde kadındıbunlar..."

    Stepan Arkadyeviç'in gözlerinin içineşeyle parladı. Gülümseyerekdüşünmeyi sürdürdü: "Evet, hoş, çokhoş bir düştü. Pek güzel şeyler dahavardı orada, uyanıkken bile, sözle deanlatamıyor insan, düşünemiyor da."Kumaş perdelerden birinin arasındansızan ışığı görünce kanepeden neşeylesarkıttı ayaklarını. Karısının altınişlemelerle süslediği (geçen yılın yaşgünü armağanı) deri terliklerini ayağımdolaştırarak buldu. Dokuz yıllık

  • alışkanlığıyla ayağa kalkmadan, yatakodasında robdöşambrının asılı olduğuyere elini uzattı. Niçin karısının yanındadeğil de çalışma odasında yattığını oanda anımsadı. Dudaklarındakigülümseme kayboldu, alnı kırıştı.

    Olanlan anımsamıştı. "Ah, ah, ah! Ah!"diye mırıldandı. Karısıyla kavgası genebütün ayrıntılarıyla geldi gözlerininönüne. Durumunun çaresizliğini, suçluolduğunu –kötü olan da buydu zaten–düşündü.

    "Evet" diye geçirdi içinden."Bağışlamaz beni, bağışlayamaz. İşin enkorkunç yanı, bütün suçun bendeolmasına karşın suçsuz olmam.Üzüldüğüm bu..." Karısıyla kavgasını,

  • kendisi için en ağır yanlarıyla anımsayıpumutsuzluk içinde, "Ah, ah, ah!" diyemırıldandı.

    En tatsızı da o ilk andı: Elinde, karısınagetirdiği kocaman bir armut, pek neşeli,keyfi yerinde dönmüştü tiyatrodan.Karısı salonda yoktu. Onu odasında dabulamayınca çok şaşırmış, sonunda yatakodasında görmüştü onu. Her şeyi ortayaçıkaran o uğursuz mektup elindeydi.

    Umutsuzluk içinde kendi kendine, "Peki,ne yapmalıyım? Ne yapsam?" diyemırıldanıyordu. Bilemiyordu neyapacağını.

  • II

    Stepan Arkadyeviç aslında dürüst birinsandı. Bu davranışı yüzündenpişmanlık duyduğuna kendiniinandırmaya çalışması, kendini bile bilealdatması olanaksızdı. Otuz dörtyaşında, onun gibi yakışıklı, şıpsevdi birerkek, kendisinden ancak bir yaş küçükolan, beşi sağ, ikisi ölü yedi çocukannesi karısını sevmiyor diye pişmanlıkduyamazdı. Sırrını karısındansaklayamadığına üzülüyordu yalnızca.Ama durumunun ne denli ağır olduğunuanlıyor, karısına, çocuklarına, kendineacıyordu. Bu durumun karışım böylesinesarsacağını bilseydi belki daha dikkatli

  • de olurdu. Bu konuyu hiç düşünmemişti.Ama karısının çoktandır bu ilişkinintarlanda olduğunu, onu hoş gördüğünüsanıyordu. Hatta artık işi bitmiş, yaşıgeçmiş, güzelliğini yitirmiş, göz alıcıhiçbir yanı kalmamış, saf, yalnızca temizbir ev kadını olan karısının, insaflıdavranarak onu hoş görmek zorundaolduğunu düşünüyordu. Oysa hiç de öyleolmamıştı.

    Stepan Arkadyeviç kendi kendine, "Ah,çok fena, çok fena," diye yineleyipduruyor, başka bir şey düşünemiyordu."Bugüne dek ne güzel geçinipgidiyorduk! Her şey ne hoştu!Çocuklarıyla mutlu, yaşamındanhoşnuttu. İşlerine karışmazdım.

  • Çocukları da evi de istediği gibiyönetirdi. Doğrusu, onun bu evdemürebbiye olması hiç iyi değildi!Kötüydü! İnsanın, evindekimürebbiyeyle ilişki kurmasında iğrenç,alçakça bir şey var! Ama nemürebbiyeydi! (Matmazel Roland'ınçapkın bakışlı siyah gözlerini, tatlıgülümseyişini bütün canlılığıylaanımsamıştı.) Ama doğrusunu söylemekgerekirse, evimizdeyken hiçilgilenmedim onunla, işin kötü yanı daonun artık... Bütün talihsizlikler inadınaüst üste geldi sanki! Ay... of! Neyapsam, ne etsem?"

    Yaşamın en çapraşık, en zor sorularaverdiği ortak yanıttan başka yanıtı yoktu

  • bu sorunun. Şuydu bu yanıt: Gününkoşullarına göre yaşamalı, yanidüşüncelerden, üzüntülerdenkurtulmanın yollarını aramalı. Oysa –hiçdeğilse geceye kadar– uykuya dalıpdüşüncelerini unutamazdı. Sürahi gibikadınların söylediği şarkılarıdinleyemezdi. Öyleyse yaşam uykusunadalıp unutmalıydı...

    Stepan Arkadyeviç kendi kendine,"Bakalım neler olacak?" diyemırıldandı. Kalktı. Mavi ipek astarlı griropdöşambrını giydi, kemerini bağladı.Derin bir soluk aldıktan sonra, tombulbedenini öylesine rahatlıkla taşıyan,hafifçe dışa dönük bacaklarının çevikyürüyüşüyle pencereye gitti, perdeyi

  • kaldırdı, çıngırağın ipini çekti. Çıngıraksesine eski dostu, uşağı Matyev geldi.Efendisinin giysileri, kunduraları, bir detelgraf vardı elinde. Matyev'inarkasından tıraş takımlarıyla berbergeldi.

    Stepan Arkadyeviç telgrafı aldı, aynanınönünde otururken:

    — Mahkemeden evrakları getirdiler mi?diye sordu.

    Matyev, efendisinin yüzüne soru dolubakışıyla içtenlikle bakarak:

    — Masanın üzerindeler, dedi.

    Bir an bekledikten sonra kurnaz bir

  • gülümsemeyle ekledi:

    — Arabacı patron adam yolladı.

    Stepan Arkadyeviç bir şey söylemedi.Aynada Matyev'e baktı yalnızca. Aynadabirleşen bakışlarından birbirlerini çokiyi anladıkları belliydi. StepanArkadyeviç bakışıyla şöyle soruyordusanki: "Niçin söylüyorsun bunu bana?Bilmiyor musun durumu?" Matyevellerini ceketinin cebine soktu. Birayağını geri attı. Hafifçe gülümseyerek,sessiz, sevgiyle baktı efendisine.

    — Pazar günü gelmesini, daha önce sizirahatsız etmemesini, kendisinin deboşuna yorulmamasını söyledim, dedi.(Bu cümleyi önceden hazırladığı

  • belliydi.)

    Stepan Arkadyeviç, Matyev'in şakaetmek, dikkati kendi üzerine çekmekistediğini anlamıştı. Telgrafı açtı, herzaman olduğu gibi, eksik yazılmışharfleri tahminle çıkarmaya,tamamlamaya çalışarak okudu, yüzüaydınlandı.

    Uzun, kıvırcık favorisinde pembe birayrık yapmaya çalışan berberin parlak,tombul elini bir an tutup:

    — Matyev, dedi, yarın kız kardeşimAnna Arkadyevna geliyor!

    — Tanrı'ya şükürler olsun efendim!

  • Matyev böylece, bu gelişin önemini onunda anladığını, yani AnnaArkadyevna'nın, Stepan Arkadyeviç'insevgili kız kardeşinin karı kocayıbarıştırabileceğini umduğunugöstermişti.

    — Yalnız mı, kocasıyla mı geliyorlar?diye sordu.

    Berber üst dudağında çalıştığı içinkonuşamıyordu Stepan Arkadyeviç.Parmağını kaldırdı yalnızca. Matyevaynada başını salladı.

    — Yalnız geliyor demek. Üst katta mıhazırlayayım odasını?

    — Darya Aleksandrovna'ya sor, o

  • nerede söylerse orada hazırla.

    Matyev biraz kuşkulu:

    — Darya Aleksandrovna'ya mı? diyesordu.

    — Evet, telgrafı da al, ona ver; bakalımne diyecek?

    Matyev, "Denemek istiyorsunuz onu!"diye geçirdi içinden.

    — Başüstüne efendim, dedi.

    Matyev telgraf elinde, gıcırdayançizmeleriyle ağır ağır yürüyerek yenidenStepan Arkadyeviç'in yanına geldiğindeStepan Arkadyeviç yıkanmış, taranmış,

  • giyinmeye hazırlanıyordu. Berbergitmişti. Matyev:

    — Darya Aleksandrovna evi terkedeceğini size bildirmemi emretti, dedi.Canı nasıl isterse öyle yapsın, diyor.

    Elleri cebinde, başını hafifçe yanaeğmiş, gülümseyerek efendisinebakıyordu. Stepan Arkadyeviç bir şeysöylemedi. Güzel yüzünde içten, birazacı bir gülümseme belirdi. Başınısallayarak:

    — Ee? dedi. Ne olacak şimdi Matyev?

    — Hiç efendim, düzelir.

    — Düzelir mi?

  • — Elbette efendim.

    Stepan Arkadyeviç:

    — Öyle mi? diye sordu.

    Kapının dışında bir kadın elbisesihışırtısı duyunca seslendi:

    — Kimdir o?

    Kararlı, tatlı bir kadın sesi duyuldu:

    — Benim efendim.

    Çocuklarının dadısı MatryonaFilimonovna sert görünüşlü, çiçekbozuğu yüzünü gösterdi kapıdan. StepanArkadyeviç yanına gitti.

  • — Ee, ne var ne yok bakalım Matryoşa?diye sordu.

    Stepan Arkadyeviç, karısına karşı baştanaşağa suçlu olmasına karşın –bunu kendide biliyordu– evde hemen herkes, DaryaAleksandrovna'nın en yakın dostu dadıbile ondan yanaydı. Stepan Arkadyeviçüzgün:

    — Bir şey mi var? diye sordu.

    — Gidip özür dileyin ondan efendim.Belki Tanrı yardımcınız olur. Çok acıçekiyor. İnsanın yüreği parçalanıyor.Evin içinde dirlik düzenlik kalmadı.Çocuklara acıyın hiç olmazsa efendim.Gidip özür dileyin. Ne yaparsınız, gülüseven...

  • — Ama kabul etmez...

    — Siz görevinizi yapın bir kez. Tanrıbağışlar! Yalvarın Tanrı'ya efendim, duaedin...

    Stepan Arkadyeviç birden kızardı.

    — Pekâlâ, dedi, hadi şimdi git sen!

    Matyev'e döndü:

    — Giyinmeme yardım et.

    Kararlı, ropdöşambrını çıkardı.

    Matyev, üzerinde görülmez bir şeylerisilkelediği gömleğini bile hazırlamıştı.Efendisinin bakımlı bedenine gözle

  • görülür bir hazla giydirdi onu.

  • III

    Stepan Arkadyeviç, giyindikten sonrakokular süründü, gömleğinin kollarınıdüzeltti. Alışılmış hareketlerlesigarasını, cüzdanını, kibriti, çiftköstekli, maskotlu saatini ceplerineyerleştirdi Mendilini silkeledi. Kendinitemiz, hoş kokulu, uğradığı felaketekarşın sağlıklı, mutlu hissediyordu.Adım atarken üzerine bastığı bacağınıhafifçe iterek yemek odasına doğruyürüdü. Kahvesiyle mektuplar,mahkemeden gelen evraklar masanınüzerinde onu bekliyorlardı.

    Mektupları okudu. Biri pek tatsızdı.

  • Karısının malikânesindeki koruyu satınalmak isteyen tüccardan geliyordu.Satmalıydı bu koruyu. Gel gelelim,karısıyla barışıncaya dek hiçbir şeyyapamazdı bu konuda. Canını en çoksıkan da, ileride söz konusu olacakkarısıyla barışması işine böyleliklemaddi bir çıkarın karışmasıydı. Kendiçıkarını düşünerek hareket ettiğinin,karısıyla bu koruyu satmak içinbarıştığının düşünülebileceği olasılığıgururuna dokunuyordu.

    Mektupları okuduktan sonramahkemeden gelen evrakları çektiönüne. İki dosyaya aceleyle şöyle birgöz gezdirdi. Elindeki büyük kurşunkalemle birtakım notlar aldı. Sonra

  • evrakları bir yana itip kahvesini aldı.Kahveden sonra da sabah gazetesini açtı,okumaya başladı.

    Stepan Arkadyeviç liberal –ama aşırıliberal olmayan– görüşlerini çoğunluğuntuttuğu bir gazeteyi okurdu. Yakından nebilimle, ne sanatla ne de politikaylailgilenmesine karşın, çoğunluğun vegazetesinin savunduğu düşünceleresımsıkı bağlıydı. Ancak çoğunluk onlarıbıraktığı –daha doğrusu bıraktığı değilde, onlar kendiliklerinden değiştiği–zaman o da bırakırdı bu düşünceleri.

    Stepan Arkadyeviç kendiliğinden birdüşünce edinmez, bir görüş seçmez,bağlandığı düşünceler de görüşler detıpkı çoğunluğun giydiği şapkanın,

  • giysinin biçimi gibi kendiliklerindengelirdi ona. Oysa sosyeteye girmiş,toplumda bir yeri olan onun gibi birinsanın genelde olgunluk çağında gelişendüşünce canlılığı için birtakım görüşleribulunması, bir şapkası olması kadarzorunluydu. Çevresinde gene birçokkimsenin savunduğu tutucu görüşe,liberal görüşü yeğlemesinin bir nedenivardıysa, liberal görüşü akla, mantığadaha uygun bulduğu değil, bunuyaşayışına daha uygun bulduğu içindi.Liberal Parti Rusya'da her şeyin kötüolduğunu söylüyordu. Gerçekten de,Stepan Arkadyeviç'in çok borcu vardı.Parayı bir türlü yetiştiremiyordu.Liberal Parti evlilik kuruntunun artıkeskidiğini, değiştirilmesi gerektiğini

  • söylüyordu. Gerçekten de aile yaşamıartık pek az zevk veriyordu StepanArkadyeviç'e. Yalan söylemeyezorluyordu onu. Oysa onun yaradılışındabir insan için iğrenç, utanılacak bir şeydiyalan söylemek. Liberal Parti dinin,azgın insanları yola getirmeye yarayandizginden başka bir şey olmadığınısöylüyor, daha doğrusu, ima ediyordu.Gerçekten de, Stepan Arkadyeviç enkısa süren bir ayinde bile bacaklarındamüthiş ağrılar hissediyor, bu dünyada dapekâlâ güzel yaşayabilecekken ötekidünya için böylesine korkunç, ürkütücüsözlerin niçin söylendiğine bir türlü akılerdiremiyordu. Şaka yapmayı pek sevenStepan Arkadyeviç, insanoğlununatalarıyla övünmesi gerekiyorsa, öyleyse

  • Rurik'te kalmayıp daha gerilere,maymuna kadar gitmenin daha doğruolacağını söyleyerek takılırdı dostlarına.Bu yüzden Stepan Arkadyeviç'in göze ençok çarpan özelliklerinden biri, onun buliberal düşünceleriydi. Aslındagazetesine de, başım hafiftendumanlandıran yemek sonrası purosugibi alışmıştı. Gazetenin başyazısınıokudu. Yazar günümüzde radikalizminbütün tutucu unsurları yutmakla tehditettiği, yedi başlı devrim yılanının başınıhükümetin ezmesi gerektiği konusundakoparılan yaygaranın bütünüyle boşolduğunu anlatmaya çalışıyor, şöylediyordu: "Oysa bizim düşüncemize göreasıl tehlike yedi başlı devrim yılanındadeğil, bazı çevrelerin geleneklere

  • bağlılıkla gösterdikleri, ilerlememizifrenleyen ısrarlı direniştedir..." Onunpeşinden, mali konularla ilgili bir yazıokudu. Burada ise Bentham'ın, Mill'inadlan geçiyor, bakanlığa taşlaratılıyordu. Stepan Arkadyeviç oynakzekâsıyla bu taşların kimlere hanginedenlerle atıldığını hemen anlıyor, herzaman olduğu gibi bundan hazduyuyordu. Ne var ki, bugün bu hazMatryona Filimonovna'nın öğüdünü,evin içindeki huzursuzluğu anımsadıkçaazalıyordu. Sonra küçük haberlere şöylebir göz gezdirdi: Kont Beyst'inWiesbaden'e geçtiği, bundan böyle aksaç diye bir şeyin olmayacağı, birbayanın küçük kupa arabasını satmakistediğini yazıyordu. Ancak, bu haberler

  • eskisi gibi sakin, neşe dolu bir hazvermiyorlardı ona.

    Gazetesini okuyup bitirdikten, ikincifincan kahvesini içip tereyağı sürülmüşbir dilim ekmeğini de yedikten sonrakalktı, yeleğindeki ekmek kırıntılarınısilkeledi, geniş göğsünü öne çıkararakkeyifle gülümsedi. Bir şeyesevindiğinden değil, karnı doyduğu içingülümsemişti.

    Ama bu neşeli gülümsemesi bir anda herşeyi anımsattı ona. Düşünceye daldı.

    Koridorda iki çocuk sesi duyuldu(Stepan Arkadyeviç, oğlu Grişa ilebüyük kızı Tanya'nın seslerini tanımıştı.)Çocuklar taşıdıkları bir şeyi

  • düşürmüşlerdi.

    Tanya, İngilizce:

    — Üste yolcu alınmaz diye söylemiştimsana, diye bağırıyordu. Gördün müşimdi? Hadi topla bakalım hepsini.

    Stepan Arkadyeviç, "Her şeykarmakarışık oldu," diye geçirdi içinden."Çocuklar da kendi başlarına kaldılar."Kapıyı açıp onlara seslendi. Çocuklar,tren diye oynadıkları kutuyu bırakıpbabalarının yanına koştular.

    Stepan Arkadyeviç'in gözdesi Tanyacesaretle koşmuş, babasına sarılmıştı.Her zamanki gibi, gülerek boynunaasılmış, öyle kalmışa. Babasının

  • favorilerinin, çok sevdiği lavantakokusunu hazla ciğerlerine çekti. Kızsonunda, babasının öne eğilmektenkızaran, sevgiyle ışıldayan yüzünü öpüpkollarını açtı, geri koşmak istedi; amababası bırakmadı onu. Kızın yumuşacıkensesini okşayarak

    — Annen ne yapıyor? dedi.

    Öne eğilerek selam veren oğlunagülümsedi:

    — Merhaba.

    Oğlunu daha az sevdiğinin farkındaydı.Ama çocuklarının hepsine her zamanaynı davranmaya çalışırdı. Ne var kioğlu, babasının onu ablasından az

  • sevdiğini hissediyordu. Bu yüzden,babasının soğuk gülümsemesine karşılıkvermedi. Tanya:

    — Annem mi? Kalktı, dedi.

    Stepan Arkadyeviç derin bir soluk alıp"Demek gene sabaha kadar uyumadı,"diye geçirdi içinden.

    — Nasıl, keyfi yerinde mi?

    Kız, babasıyla annesinin kavgalıolduklarını, annesinin neşeliolamayacağını, bunu babasının da pekâlâbildiğini, bunu böylesine önemsemez birtavırla sorarken numara yaptığınıbiliyordu. Babası hemen fark etti bunu, oda kızardı. Tanya:

  • — Bilmiyorum, dedi. Ders çalışmamızı,Miss Gul ile anneanneme gitmemizisöyledi.

    Stepan Arkadyeviç:

    — Peki Tanyacığım, dedi, git. Durbakayım...

    Durdurup kızın küçücük elini okşadı.Dünden şöminenin üzerine koyduğuşeker kutusunu aldı, kızının çok sevdiğiçikolatalı ezme şekerden iki tane verdiona. Tanya parmağıyla kutuyugöstererek:

    — Grişa'ya? diye sordu.

    Stepan Arkadyeviç:

  • — Evet, evet, dedi.

    Kızının omzunu okşadıktan, saçlarıylaboynunu öptükten sonra serbest bıraktıonu. Tam bu sırada Matyev girdi yemekodasına.

    — Araba hazır, efendim... Sizinlegörüşmek isteyen bir bayan var dışarıda.

    — Çok oluyor mu geleli?

    — Yarım saat kadar.

    — Gelenden hemen haberim olsun diyekaç kez söyledim sana!

    Matyev, insanın istese de kızamayacağıkaba bir senli benlilikle:

  • — Hiç olmazsa kahvaltınızı rahat yapın,dedi.

    Oblonski can sıkıntısından yüzünüburuşturdu.

    — Hadi, çabuk söyle, gelsin, dedi.

    Gelen Yüzbaşı Kalinin'in karısıydı.Anlamsız, olmayacak bir şey istiyordu.Ama Stepan Arkadyeviç –her zamanyaptığı gibi– ilgilendi kadınla; sözünükesmeden, anlattıklarını sonuna dekdinledi. Ne yapması, kime başvurmasıgerektiğini uzun uzun anlattı. Kadına, buişinde ona yardıma olabilecek kimseyeverilmek üzere iri, güzel, okunaklıelyazısıyla bir de pusula yazıp verdi.

  • Stepan Arkadyeviç, yüzbaşının karısınıyolcu ettikten sonra şapkasını aldı. Birşey unutmuş olmamak için durdu.Unutmayı istediği şeyden –karısından–başka bir şeyi unutmadığını anlayınca,"Ah, evet!" diye geçirdi içinden. Başınıöne eğdi. Güzel yüzünü derin bir kederkaplamıştı. Kendi kendine, "Gitsem mi?"diye sordu. İçinde bir ses karısınınyanına gitmemesini, bunun kendi kendinialdatmaktan başka bir şeyeyaramayacağını; karısının artık hoş,karşısındakilerde sevgi uyandıran birkadın olamayacağı, kendisinin de sevmeyeteneğini yitirmiş bir ihtiyaryapılamayacağı için aralarının artıkdüzelemeyeceğini fısıldıyordu kulağına.Yapmacık, yalan olurdu hepsi. Oysa

  • Stepan Arkadyeviç yapmacıktan dayalandan da nefret ederdi.

    Cesaretim toplamaya çalışarak, "Amabir gün olacak bu," diye mırıldandı."Böyle sürüp gidemez ya!" Göğsünü öneçıkardı gene, bir sigara yaktı, bir solukçektikten sonra sedefli kül tablasına attısigarasını, hızlı adımlarla konuk odasınageçti. Karısının yatak odasının kapısınıaçtı.

  • IV

    Darya Aleksandrovna, üzerinde bluz, birzamanlar gür, güzel olan seyrelmişsaçlarını ensesinde toplamış, açıkşifonyerin önünde, yerlere saçılmışeşyaların ortasında ayakta duruyor, birşeyler arıyordu. Üç gün içinde iyicesüzülmüştü. Zayıflamış yüzünde daha birdikkati çeken iri, ürkek bakışlı gözleriniodanın içinde dolaştırıyordu. Kocasınınayak sesini duyunca kapıdan yanadönmüş, durmuş, yüzüne sert, nefret dolubir anlatım vermeye çalışmıştı.Kocasından, onunla görüşmektenkorktuğunu hissediyordu. Üç gündürbelki on kez, annesinin yanına giderken

  • yanına alacağı kendisinin, çocuklarınıneşyalarını toplamaya kalkışmış, sonravazgeçmişti. Şimdi de kendi kendinebunun böyle bırakılamayacağını, birşeyler yapmak, Stepan Arkadyeviç'icezalandırmak, ondan öcünü almak,kendisinin çektiği acının hiç değilsebirazını da ona çektirmek zorundaolduğunu düşünüyordu. Hâlâ,"Gideceğim," diyordu; ama bununolmayacak bir şey olduğunu dahissetmiyor değildi. Çünkü StepanArkadyeviç'i kocası olarak tanımış,sevmişti. Şimdi her şeyi unutmak elindedeğildi. Sonra, beş çocuğuyla burada,kendi evinde istediği gibiilgilenemezken, onları alıp nereyegiderse gitsin, çocuklarının durumunun

  • çok daha kötü olacağını biliyordu. Bu üçgün içinde en küçüğü, bozuk et suyuverildiği için hastalanmıştı bile.Ötekilerse dün öğle yemeğiyememişlerdi Bu nedenlerden gitmesininolanaksız olduğunu hissediyor; ama genede kendini kandırmaya çalışıyor,eşyalarını topluyordu. Gidecekmiş gibiyapıyordu.

    Kocasını görünce bir şey arıyormuş gibişifonyerin içine soktu elini. StepanArkadyeviç tam yanına gelinceye dek hiçbakmadı ona. Sert, kararlı bir anlatımvermek istediği yüzünde umutsuzluk, acıvardı. Stepan Arkadyeviç sakin,çekingen:

    — Doli, dedi.

  • Başını içeri çekmişti. Acınacak, uysalbir tavır takınmak istiyordu; ama gene dedinçti, sağlık doluydu. Karısı hızlı birbakışla yukarıdan aşağıya süzdü onu."Evet," diye geçirdi içinden. "Keyfiyerinde, hayatından memnun; ya ben?Herkesin beğendiği, övdüğü bu iyiyürekliliğinden nefret ediyorum."Dudaklarını sıktı. Soluk, sinirli yüzününsağ yanında kaslar çekiliyordu.Kendisininkine hiç benzemeyen boğukbir sesle çabuk çabuk konuşarak:

    — Ne istiyorsunuz? dedi.

    Stepan Arkadyeviç titrek bir sesle:

    — Doli, diye yineledi. Bugün Anna

  • geliyor.

    Karısı yüksek sesle:

    — Bana ne? diye sordu. Kimseyleuğraşacak durumum yok benim!

    — Ama olmaz ki, Doli...

    — Gidin buradan, gidin, gidin!

    Darya Aleksandrovna bir yanısızlıyormuş gibi bağırıyordu.

    Stepan Arkadyeviç karısını düşünürkeniçi rahat olabilir, Matyev'in deyimiyleher şeyin düzeleceğini umabilir, sakinsakin gazetesini okuyabilir, kahvesiniiçebilirdi. Gel gelelim, karısının bu

  • perişan durumunu, acıyla kaplı yüzünügördükten, kadere boyun eğmiş umutsuzsesini işittikten sonra soluğu kesilir gibioldu, boğazına bir şey düğümlendi sanki,gözleri yaşardı.

    — Tanrım, ne yaptım ben! Doli! Tanrıaşkına! Zaten...

    Konuşmasını sürdüremedi. Bir hıçkırıkkesti sözünü. Karısı şifonyerin gözünükapadı, dönüp yüzüne baktı.

    — Doli, ne söyleyebilirim sana? Yalnızbir şey söyleyebilirim: Affet beni...Düşün ki... Dokuz yıllık evliliğimizbağışlatamaz mı bu... bu...

    Darya Aleksandrovna başını önüne

  • eğmiş, içindeki kuşkulan dağıtması içinkocasına yalvarıyormuş gibi dinliyordu.

    — Çocukluğumu...

    Stepan Arkadyeviç konuşmasınısürdürmek istiyordu; ama ağzından busözcük çıkınca karısının dudakları, biryerine çivi batmış gibi sıkıldı gene, sağyanağındaki kaslar çekilmeye başladı.Daha tiz bir sesle:

    — Gidin, gidin buradan! diye bağırdı,çocukluğunuzdan da, adiliklerinizden debir daha söz etmeyin bana.

    Geri çekilmek istedi; ama sendeledi,düşmemek için sandalyeye tutundu. Yüzübüyümüş, dudakları şişmiş, gözleri dolu

  • dolu olmuştu.

    Stepan Arkadyeviç hıçkıra hıçkıraağlıyordu.

    — Doli! Çocukları düşün Tanrı aşkına,onların suçu ne? Suçlu olan benim, benicezalandır. Kendimi affettirmek için neyapabilirim, söyle yapayım. Her şeyehazırım! Suçluyum, ne kadar suçluolduğumu anlatmaya sözcükler yetmez,biliyorum. Ama sen gene de affet beni,Doli!

    Darya Aleksandrovna oturdu. StepanArkadyeviç onun derin derin solukaldığını duyuyor, içi sızlıyordu. Karısıbir şey söylemek için ağzını birkaç kezaçacak olmuş; ama sesi çıkmamıştı.

  • Stefan Arkadyeviç bekliyordu. Sonundaçıktı sesi:

    — Onlarla oynamak için anımsayacaksınsen çocuklarını, bense zavallılarınmahvolduklarını düşüneceğim hep.Mahvolduklarını biliyorum...

    Bu cümlenin, son üç gün içinde kendikendine birçok kez yinelediğicümlelerden biri olduğu belliydi.

    Karısının ona "sen" demesi üzerineStepan Arkadyeviç sevgiyle baktıyüzüne, elinden tutmak için uzandı; amaDarya Aleksandrovna nefretle çektielini.

    — Hep çocuklarımı düşüneceğim.

  • Onları mahvolmaktan kurtarmak içinyapamayacağım şey yoktur. Ama nasılkurtarabileceğimi bilmiyorum. onlarıbabalarından kaçırmakla mı, yoksaonları ahlâksız –evet, ahlâksız...– birbabanın yanında bırakmakla mı? Bütünbu... olanlardan sonra bir arada, birçatının altında yaşayabilir miyiz,söyleyin! Olanak var mı böyle bir şeye?(Sesini yükselterek yineledi:) Söyleyin,olanak var mı? Kocam, çocuklarımınbabası olan insan, onlarınmürebbiyesiyle yattıktan sonra...

    Stepan Arkadyeviç, ne söyleyeceğinikendi de bilmeden, acıklı bir sesle:

    — Ama elden ne gelir? dedi. Şimdi neyapabilirim?

  • Başını gittikçe daha çok öne eğiyordu.Darya Aleksandrovna iyice öfkelenmişti.

    — İğreniyorum sizden, tiksiniyorum!diye bağırdı. Gözyaşlarınızın sudan farkıyok benim için. Hiç sevmediniz beni.Kalp, soyluluk diye bir şey yok sizde.Tiksinti veriyorsunuz bana, yılan gibigörüyorum sizi karşımda, yabancı gibi...evet bütünüyle yabancısınız bana!

    Darya Aleksandrovna kendisi için çokkorkunç olan bu yabana sözcüğünü acıduyarak, nefretle söylemişti.

    Stepan Arkadyeviç karısına baktı,yüzündeki öfke korkuttu onu, şaşırttı.Ona acımasının karısını

  • sinirlendirdiğinin farkında değildi.Darya Aleksandrovna kocasında sevgiyerine acıma buluyordu. StepanArkadyeviç, "evet," diye düşündü."Nefret ediyor benden. Bağışlamayacak."

    — Korkunç bir şey bu, korkunç, diyemırıldandı.

    Tam o anda yan odada bir çocuk –galibadüştüğü için– ağlamaya başladı. DaryaAleksandrovna kulak kesildi, yüzünübirden yumuşak bir anlatım kapladı.Nerede olduğunu, ne yapması gerektiğinibilemiyormuş gibi bir an düşündü, sonrahızla kalktı, kapıya yürüdü.

    Stepan Arkadyeviç, karısının, çocuğunun

  • ağladığını duyunca yüzündeki değişikliğigördüğü zaman, "Ama çocuğumuseviyor," diye geçirdi içinden. "Benimçocuğumu seviyor. Öyleyse nasıl nefretedebilir benden?" Karısının arkasındanyürüdü.

    — Doli, bir şey daha söylememe izinver.

    — Peşimden gelirseniz hizmetçileri,çocukları, çağırırım buraya! Alçağın biriolduğunuzu öğrenirler! Ben ayrılıyorumbu evden, varın istediğiniz gibi yatınkalkın sevgilinizle!

    Kapıyı hızla çarparak çıktı.

    Stepan Arkadyeviç göğüs geçirdi.

  • Yüzünü ovuşturdu. Sessiz adımlarlakapıya yürüdü. "Matyev düzeleceğinisöylüyor; ama nasıl? Hiç sanmıyorum.Ah, ne müthiş, korkunç bir şey bu!"Karısının, "alçak", "sevgiliniz"sözcüklerini söylerken nasıl bağırdığınıanımsayınca, "Ne öfkeydi o öyle, nenefretti!" diye geçirdi içinden. Yüzdeyüz duymuştur hizmetçiler. Korkunç birşey bu, korkunç!" Kapıda bir an durdu,derin bir soluk alıp gözlerini sildiktensonra odadan çıktı.

    Günlerden cumaydı. Alman saatçi yemekodasında saatleri kuruyordu. StepanArkadyeviç bu çıplak başlı, çalışkansaatçi için eskiden yaptığı şakayıanımsadı: "Saatleri kurması için Tanrı

  • onu doğuştan kurmuş," demişti.Gülümsedi bunu anımsayınca. Yerindeşakayı severdi Stepan Arkadyeviç. "Kimbilir, belki de düzelir," diye geçirdiiçinden. Hoş bir sözcük şu düzelir.Arkadaşlara anlatmalı..."

    — Matyev, diye seslendi.

    Yanına gelen uşağa:

    — Mariya ile gidin, AnnaArkadyevna'ya bir oda hazırlayın, dedi.

    — Başüstüne efendim.

    Stepan Arkadyeviç kürklü paltosunugiyip kapıya koştu. Onu geçiren Matyev:

  • — Yemeğe gelmeyecek misiniz? diyesordu.

    — Galiba.

    Stepan Arkadyeviç cebinden on rubleçıkarıp uşağa verirken ekledi:

    — Al bakalım şunu, gereken yerlereharcarsın. Yeter, değil mi? Matyev,arabanın kapısını kapayıp merdivenlereçıkarken:

    — Yetse de yetmese de idare etmekgerek, dedi.

    Darya Aleksandrovna bu arada çocuğususturmuş, arabanın sesinden kocasınıngittiğini anlayıp yatak odasına dönmüştü.

  • Ev telaşından kaçıp sığındığı tek yerburasıydı. Çocuğun yanına çıktığı obirkaç dakikada bile İngilizmürebbiyeyle Matryona Filimonovna,hemen yanıt bekleyen bir sürü sorusormuşlardı ona. Darya Aleksandrovnayalnızca gezmeye çıkarken çocuklara negiydirsinler, sütlerini versinler mi,başka bir aşçı aratsınlar mı, gibisorulara yanıt vermiş, sonra:

    — Ah, bırakın beni, bırakın, demişti.

    Yatak odasına dönüp kocasıylakonuşurken oturduğu koltuğa oturdu.Kemikli, ince parmaklarında yüzüklerbol duran zayıf ellerini birbirinekenetleyip biraz önce kocasıyla arasındageçen konuşmayı düşünmeye başladı.

  • "Gitti," diye düşündü. "O kadınla ilişkisinasıl sona erdi acaba? Kim bilir, belkihâlâ görüşüyorlardır! Niçin sormadımona bunu? Hayır, hayır, eskisi gibi yakınolamayız birbirimize artık! Aynı çatıaltında yaşasak bile, bundan böyle ikiyabancıyız. (Kendisi için korkunç biranlamı olan bu sözcüğü üzerine basabasa bir kez daha yineledi.) Yabancıyızbundan böyle! Ah, ne çok seviyordumonu! Tanrım ne çok! Nasıl seviyordum!Şimdi sevmiyor muyum acaba?Eskisinden daha çok sevmiyor muyumonu? En korkunç olanı da bu zaten..."Sözünün sonunu getiremedi. MatryonaFilimonovna uzatmıştı başını kapıdan.

    — Ne dersiniz efendim, kardeşime

  • haber salayım mı? diye sordu. Yemeğihazırlasın bari, yoksa dünkü gibi altıyakadar aç kalacak çocuklar.

    — Pekâlâ, şimdi geliyorum. Taze sütalmaya adam yolladınız mı?

    Darya Aleksandrovna böylece günlükişlere daldı, o telaş arasında daüzüntüsünü bir zaman için unuttu.

  • V

    Yetenekli bir çocuk olduğu içinöğrencilik yıllan çok rahat geçmişti.Ama çalışmayı sevmeyen haşan biröğrenci olduğundan bilgisiyle önsıralara geçememişti hiç. Ne var ki,başıboş yaşayışına, küçük rütbesine,genç yaşına karşın, Moskovamahkemelerinden birinin başkamydışimdi. Önemli bir mevkiydi bu. Maaşıda yüksekti. Stepan Arkadyeviç'i bugöreve, mahkemenin bağlı olduğubakanlıkta çok önemli bir görevi olan,kız kardeşi Anna'nın kocası AlekseyAleksandroviç Karenin getirmişti.Aslında, Karenin kayınbiraderinin bu

  • göreve atanmasına yardım etmemişolsaydı Stiva Oblonski aynı yere ya dagene altı bin ruble maaşlı başka bir yere–gereksinimi vardı bu altı bin rubleye,çünkü karısı hayli zengindi; ama gene debozuktu durumu– evet, Stiva Oblonskiaynı yere ya da gene altı bin rublemaaşlı başka bir yere, sayılan yüzleribulan yüksek mevkilerdekiakrabalarının, kardeşlerinin, kızkardeşlerinin, kuzenlerinin, dayılarının,teyzelerinin, halalarının, amcalarınınbiri yardımıyla atanmasınıyaptırabilirdi.

    Moskova'nın ve Petersburg'un yarısıStepan Arkadyeviç'in akrabası ya daarkadaşıydı. Kısacası, bu dünyanın

  • güçlü insanları arasında doğmuştu.Devlet örgütünün sıralarındabulunanların üçte biri babasının yakındostuydu. Stiva'nın çocukluğunubilirlerdi. Öbür üçte bir ile "senlibenli"ydi. Geri kalan üçte birle ise yakınarkadaştı. Bu yüzden, dünya nimetlerinimevki, imtiyaz, rütbe biçiminde dağıtaninsanların tümüyle dost sayılırdı. Buinsanlar kendi dostlarını gözetmedenedemezlerdi kuşkusuz. İyi bir mevkiedinmek için Oblonski hiç de çalışmak,didinmek zorunda değildi. Ayağına gelennimetleri tepmemesi, şununla bununlakavga etmemesi yeter de artardı. Zateniyi yürekli temiz bir insan olduğu içinhiçbir zaman yapmamıştı böyle bir şey.Altı bin ruble maaşlı bir göreve

  • atanamayacağını söyleselerdi gülerdi.Öyle büyük bir şey değildi çünküistediği. Akranlarının elde ettiğiniistiyordu o kadar... Üstelik, bu görevi enazından, başkaları kadar da iyi yapardı.

    Bütün tanıdıkları Stepan Arkadyeviç'ionun her zaman neşeli oluşundan, temizyürekliliğinden, herkesin bildiğidürüstlüğünden ötürü yalnızca sevmeklekalmaz, onun güzel, içten görünüşünde,gülen gözlerinde, simsiyah saçlarında,kaşlarında, yüzünün pembe beyazlığındacandan, onlara haz veren bir şeybulurlardı. Onunla karşılaşan hemenherkes sevinçle gülümseyerek, "O! StivaOblonski!" derdi. Onunlakonuşmalarında pek neşeli bir şey

  • bulamamış olsalar bile –kimi zamanbulamazlardı çünkü– öbürsü, dahaöbürsü günler karşılaştıklarında StepanArkadyeviç'i gördüklerine genesevinirlerdi.

    Üç yıldır mahkeme başkamydı StepanArkadyeviç. Çalışma arkadaşlarının,emri altındaki memurların, amirlerinin,iş gereği ilgisi bulunan herkesinsevgisinden başka saygısını dakazanmıştı. Stepan Arkadyeviç'in işhayatında herkesin saygısını kazanmasınısağlayan başlıca üç özelliği vardı.Birincisi: Kendi noksanlarını bildiğiiçin herkese karşı hoşgörülü davranırdı.İkincisi: Gazetelerde okuduğunabenzemeyen, yaradılıştan bir serbest

  • düşünürlüğü vardı; bu yüzden, kimolursa olsun, herkese karşı eşitdavranırdı. Üçüncüsü: –en önemlisi debuydu– Görevini pek önemsemezdi.Bundan dolayı da kendini hiçbir zamanona kaptırmaz, yanlışlık yapmazdı.

    Stepan Arkadyeviç dairesine gelince,elinde çantasıyla arkasından saygılıyürüyen hademenin önünden küçükçalışma odasına girdi. Resmi giysilerinigiydikten sonra salona geçti. Yazıcılar,memurlar hep birden ayağa kalktılar, öneeğilerek saygıyla gülümseyerekselamladılar onu. Stepan Arkadyeviç herzamanki gibi hızlı adımlarla yerine geçti,mahkeme üyeleriyle tokalaştı sonraoturdu. Yeterince şakalaştıktan,

  • konuştuktan sonra çalışmaya başladı.Dairedeki işlerin iyi yürümesi içinamirle astlar arasında bulunması gerekensaygı ve resmiyet sınırının yerini StepanArkadyeviç kadar iyi hiç kimsebilemezdi. Sekreter, StepanArkadyeviç'in emrindeki bütünmemurlar gibi rahat bir tavırla –StepanArkadyeviç'in kendi, isteyerek yaratmıştıbu havayı– elinde evraklarla yanınageldi.

    — Penza İl İdaresi'nden gerekli bilgileriyolladılar efendim sonunda, dedi.Görmek ister miydiniz?

    Stepan Arkadyeviç elini kâğıtlarınüstüne koydu.

  • — Nihayet, digye mırıldandı. Baylar...

    Duruşma başladı. Stepan Arkadyeviç,raporu dinlerken başını önüne eğmiş,düşünüyordu: "Başkanlanmn yarını saatönce karısının dilediğini bilseler!"Dinlerken gülümsüyordu. Saat ikiye dekhiç ara vermeden sürecekti çalışmaları.Saat ikide yemek için ara vereceklerdi.

    Saat ikiye yaklaşmıştı ki, salonun büyükcam kapısı birden açıldı. Biri daldıiçeri. Başlarını işten kaldırmalarınafırsat çıktığına sevinen mahkeme üyeleriportrenin altından Prizmanın[1]arkasından kapıya baktılar. Ama kapıdabekleyen nöbetçi, adamı kolundan tutupdışarı çıkarmış, cam kapıyı gene

  • kapamıştı.

    Dosyanın okunması sona erince StepanArkadyeviç ayağa kalktı, gerindi,duruşmaya ara verildiğini bildiripcebinden bir sigara çıkardı. Odasınagitmek üzere salondan çıktı. İki arkadaşı(emektar Nikitin ile saraylı Grineviç) dearkasından çıktılar. Stepan Arkadyeviç:

    — Yemekten sonra bitireceğiz galiba,dedi.

    Nikitin:

    — Elbette!

    Grineviç, incelemekte olduklarıdosyanın kahramanlarından biri için:

  • — Şu Fomin denen adam amma anasınıngözüymüş, dedi.

    Stepan Arkadyeviç, Grineviç'in busözüne karşılık, önyargıya saplanmanın,henüz bir şey bilinmiyorken şu suçludur,bu suçsuzdur demenin doğru olmadığıanlamına yüzünü buruşturdu. Bir şeysöylemedi. Nöbetçiye:

    — Kimdi o içeri giren? diye sordu.

    — Efendim, arkamı bir an dönmüştüm,biri sormadan daldı içeri. Sizi arıyordu."Duruşmaya ara verilincegörüşürsünüz," dedim kendisine...

    — Nerede şimdi?

  • — Dışarıda efendim, bir aşağı bir yukarıdolaşıp duruyor. Ha, işte geliyor...

    Nöbetçi, basamakları aşınmış taşmerdiveni rahatça koşarak çıkan, kürklüşapkası başında, kıvırcık sakallı, sağlamyapılı, geniş omuzlu bir adamı gösterdi.Merdivenlerden inen çantalı, zayıf birmemur durmuş, adamın ayaklarına tuhaftuhaf bakıyordu. Sonra soru dolubakışlarını Oblonski'ye doğrulttu.

    Stepan Arkadyeviç merdivenin başındaduruyordu. Resmi giysisinin içindesevgiyle parlayan yüzü, merdivendençıkmakta olan adamı tanıyınca daha daaydınlandı. yanına gelen arkadaşımsevgi dolu, şakacı bir gülümsemeyleyukarıdan aşağı süzdükten sonra:

  • — Gelebildin demek! dedi. SonundaMoskova'yı onurlandırdı Bay Levin!

    Yalnızca tokalaşmakla yetinmeyipdostunu öptükten sonra ekledi:

    — Beni bu çirkefte gelip aramaktaniğrenmedin mi bakalım? Ne zamangeldin?

    Levin çevresine öfkeyle, endişeylebakarak sıkılgan:

    — Şimdi geldim, dedi, seninlekonuşmalıyım.

    Arkadaşının öfkeli, gururlu sıkılganlığınıbilen Stepan Arkadyeviç:

  • — Hadi odama gidelim, dedi.

    Levin'i kolundan tutup –onutehlikelerden uzaklaştırıyormuş gibi–çekerek götürdü.

    Stepan Arkadyeviç tanıdıklarının hemenhepsiyle birbirlerine "sen" diyecekkadar samimiydi. Altmış yaşındaihtiyarlarla, yirmi yaşında delikanlılarla,artistlerle, bakanlarla, tüccarlarla,yüksek rütbeli generallerle. Öyle ki,onunla bu derece senli benli olaninsanlar arasında toplum merdivenininen üst ve en alt basamaklarındabulunanlar vardı ve bu insanlar Oblonskiaracılığıyla ortak bir yanlarınınolduğunu öğrenseler buna şaşıpkalırlardı. Birlikte şampanya içtiği

  • herkesle hemen senli benli olurdu. Herönüne gelenle de şampanya içtiği içinşakayla benim yüzkarası "sen"lerimdediği arkadaşlarının çoğuyla dairesindekarşılaştığı zamanlar, astlarının bukarşılaşmadan duydukları şaşkınlığısıcakkanlılığıyla dağıtmaya çalışırdı.Levin böyle "sen"lerden değildi. AmaOblonski kendisine vergi sezgi gücüyleLevin'in, astları yanında arkadaşının onayakınlık göstermek istemeyebileceğinidüşündüğünü fark ettiğinden, onuodasına götürmek için acele etmişti.

    Oblonski'yle yaşıt sayılırdı Levin.Aralarındaki yakınlık yalnızca şampanyaarkadaşlığından gelmiyordu. Çocuklukarkadaşıydılar. Her çocukluk arkadaşı

  • gibi onlar da yaradılış ve zevkayrılıklarına karşın, birbirini severlerdi.Öte yandan, hayatta ayrı yol tutmuşinsanlarda çoğunlukla görüldüğü gibi,birbirinin yaşayışını, yaptığı işiküçümsemekle birlikte iyi, doğruolduğunu da kabul ederlerdi. İkisi deasıl güzel, olumlu olanın kendiyaşayışları olduğu, arkadaşınınkinin iseyalancı bir hayattan başka bir şeyolmadığı inanandaydılar. Levin'igörünce Oblonski'nin içindengülümsemek gelirdi. Köyde yaşayan,orada bir şeyler yapan Levin –StepanArkadyeviç onun orada ne yaptığınıhiçbir zaman anlamaz, bununlailgilenmezdi bile– arada bir Moskova'yagelirdi. Her gelişinde heyecanlı, telaşlı,

  • biraz sıkılgan, bu sıkılganlığından ötürüde sinirli olurdu. Çoğunlukla yeni birdünya görüşüyle gelirdi. StepanArkadyeviç bu durumu gülünç bulur,severdi. Levin de arkadaşının kentyaşamını, saçma saydığı göreviniküçümser, gülünç bulurdu. Ama bir farkvardı aralarında: Oblonski kendindenemin, içten bir hava içinde yapardı bunu,Levin ise kendinden emin değildi, bazende sinirlenirdi.

    Stepan Arkadyeviç, çalışma odasınagirdiklerinde, tehlikenin artık geçtiğinibelirtmek istiyormuş gibi Levin'inkolunu bırakıp:

    — Çok daha önce bekliyorduk seni,dedi. Geldiğine çok sevindim, çok...

  • Eee... daha nasılsın bakalım? Ne zamangeldin?

    Levin susuyor, Oblonski'nin yanındakitanımadığı iki arkadaşına bakıyordu.Gözlerini çıtkırıldım Grineviç'in beyaz,ince parmaklı ellerinden, uçlan kıvrık,uzun, san tırnaklarından, parlak,kocaman kol düğmelerindenayırmıyordu. O anda bunlardan başka birşey düşünecek durumu yoktu sanki.Oblonski hemen fark etti durumugülümsedi.

    — Ah. evet, dedi. İzninizle tanıştırayımsizi. Arkadaşım Flipp İvanoviç Nikitin...Mihail Stanislaviç Grineviç... Levin'edönüp ekledi:

  • — Tek elle yüz kiloyu kaldıran, eskiliseli, yeni bölge yöneticisi, çiftçi, avcıdostum Konstantin Dmitriyeviç Levin,Sergey lvanoviç Koznışef'in kardeşi.

    Emektar mahkeme üyesi:

    — Memnun oldum efendim, dedi.

    Grineviç, uzun tırnaklı, zarif eliniLevin'e uzattı.

    — Ağabeyiniz Sergey İvanoviç'letanışıyoruz, dedi.

    Levin kaşlarını çattı. Kendisine uzatılaneli soğuk bir tavırla sıktıktan sonrahemen Oblonski'ye döndü. Rusya'daherkesin tanıdığı, anneden bir, babadan

  • ayrı ağabeyi yazar Sergey İvanoviç'ekarşı büyük saygısı olmasına karşın onaKonstantin Levin değil de ünlü yazarKoznışef'in kardeşi dediklerinde canıçok sıkılırdı. Oblonski'ye:

    — Hayır, dedi. Bölge yöneticisi falandeğilim artık. Hepsiyle kestim ilişkimi.Toplantılarına da gitmeyeceğim birdaha.

    Oblonski gülümsedi:

    — Ne çabuk! Peki, ama neden?

    — Uzun hikâye, başka zaman anlatırım...

    Levin böyle söyledi; ama gene deanlatmaya başladı:

  • — Kısaca söyleyeyim: İlerlemek için birşeyler yapmak, uğraşmak istemiyorlar,yanaşmıyorlar buna (birisi gururunuincitmiş gibi heyecanlıydı) bir kere...oyun oynuyorlar, bense zamanımı oyunlageçirecek kadar ne yaşlıyım ne de genç.Sonra (yutkundu) bölge coterie'si içindünyalık edinmekten başka bir işe deyaradığı yok bunun... Eskiden ağalar,mahkemeler vardı, şimdi ise bölgeyönetimi aldı onların yerini. Günümüzderüşvet alınmıyor; ama hak edilmeyenmaaş...

    Birisi itiraz ediyordu ona sanki, iyicecoşmuştu. Stepan Arkadyeviç kestisözünü:

    — O! Bakıyorum yeni, tutucu bir dünya

  • görüşü edinmişsin. Neyse, sonrakonuşuruz bunları.

    Levin, Grineviç'in ellerine nefretlebakarak:

    — Evet, dedi, sonra konuşuruz.Konuşmam gerek seninle zaten... StepanArkadyeviç hafifçe gülümsedi.Arkadaşının bir Fransız terziyediktirdiği besbelli takım elbisesinebakarak:

    — Yanılmıyorsam bir daha Avrupalıgiysisi giymeyeceğini söylemiştin, dedi.Anlaşılıyor! Yeni bir dünya görüşüedinmişsin kendine.

    Levin birden kızardı; ama yetişkinler

  • gibi hafiften, kendi de farkında olmadandeğil de, sıkılmakla gülünç durumadüştüğünü hissedip daha da utanan,kulaklarına kadar kızaran çocuklar gibi...Bu zeki, erkeklik okunan yüzün böylekızardığını görmek korkunç bir şeydi.Oblonski daha fazla dayanamadı, başınıöte yana çevirdi Levin:

    — Oldu, dedi nerede görüşeceğiz?Seninle konuşacağım çok şey var.

    Oblonski bir an düşünceye daldı sanki.

    — Bak ne diyeceğim, dedi. Gurin'inlokantasına gidip orada yiyelimyemeğimizi. Hem konuşuruz. Üçe kadarserbestim.

  • Levin bir an düşündükten sonra:

    — Olmaz, dedi, şimdi bir yere gitmemgerek.

    — Pekâlâ, öyleyse akşam yemeğinibirlikte yeriz.

    — Akşam yemeğini mi? Zaten öyle uzunboylu anlatmayacağım, yalnızca ikisözcük söyleyip bir şey soracağım,gerisini sonra konuşuruz.

    — Söyle iki sözcüğünü bakalım.Gerisini akşam yemeğinde konuşuruz.

    — Söyleyeyim... Aslında önemli bir şeydeğil.

  • Sıkılganlığını yenmek için kendinizorladığından yüzü öfkeyle kaplanmıştı.

    — Şçerbatskilerden ne haber? dedi. Birdeğişiklik var mı?

    Levin'in, Darya Aleksadrovna'nın kızkardeşine âşık olduğunu çoktan beribilen Oblonski belli belirsiz gülümsedi.Gözlerinin içi neşeyle parladı.

    — Sen iki sözcük söyledin; ama ben ikisözcükle yanıt veremeyeceğim, dedi.Çünkü... bir dakika izin ver...

    Tam o sırada yılışık bir tavırla sekretergirmişti içeri. Bütün sekreterler gibi oda, işleri amirinden daha iyi bildiğinianlatan alçakgönüllü bir tavırla, elinde

  • evraklar, Oblonski'ye yaklaştı, birkonuyu, karşılarına çıkan bir sorunusoruyormuş gibi açıklamaya başladı ona.Stepan Arkadyeviç sonuna dekdinlemedi. Elini sekreterin kolununüzerine koyup gülümseyerek, yumuşakbir tavırla:

    — Hayır, dedi. Benim söylediğim gibiyapın.

    Kendi düşüncesini kısaca anlattıktansonra:

    — Böyle yapın Zahar Nikitiç, diyeekledi. Böyle yapın.

    Bozulan sekreter çıkıp gitti. Bu kısakonuşma sırasında kendini toparlayan

  • Levin dirseklerini sandalyeninarkalığına dayamış, anlamlı anlamlıgülümsüyordu.

    — Anlamıyorum, anlamıyorum, dedi.

    — Neyi anlamıyorsun?

    Stepan Arkadyeviç, Levin in tuhaf birşey söyleyeceğini bekliyordu. Berikiomuz silkti.

    — Ne yaptığınızı, dedi. Nasıl daciddisiniz!

    — Neden?

    — Çünkü... ortada yapılacak bir şey yokda ondan.

  • — Sen öyle diyorsun; ama biz işten başkaldıramıyoruz.

    Levin arkadaşının sözünü kesti:

    — Kırtasiyecilikten kuşkusuz...Evraklardan... Doğrusu bu işlerde desenin üstüne yoktur hani...

    — Bir eksikliğim olduğunu mu imaetmek istiyorsun?

    Levin:

    — Belki, dedi. Ama senin gibi kelli fellibir arkadaşımın olması çok hoşumagidiyor. Gurur duyuyorum. Büyükadamsın...

  • Kendini zorlayarak Oblonski'ningözlerinin içine baktı:

    — Ama soruma yanıt vermedin hâlâ.

    — Pekâlâ, pekâlâ, sabırlı ol biraz, onada gelecek sıra. Önce söyle bakalım.Karazinsk ilindeki üç bin hektarlıkaraziden ne haber? Adalelere bak hele!On iki yaşında bir kız kadar da dinçsin.Bize uğrayacaksın, değil mi? Sorunagelince: Bir değişiklik yok... Ama buncazaman görünmemen iyi olmadı.

    Levin ürkek:

    — Bir şey mi var? dedi.

    — Yoo, bir şey yok... Neyse sonra

  • konuşuruz bunları. Söylesene, niçingeldin Moskova'ya?

    Levin gene kulaklarına kadar kızardı.

    — Şey... bunu da sonra konuşuruz.

    Stepan Arkadyeviç:

    — Pekâlâ, dedi. Anladım. Bak nediyeceğim, seni eve davet ederdim; amakarım biraz rahatsız da... Beni dinle:Onları görmek istersen, sanırım bugünsaat dörtten beşe kadar hayvanatbahçesinde olacaklar. Kiti patenkayıyor, sen oraya git, ben de gelirim,bir yere gider, akşam yemeği yeriz.

    — Güzel. Hadi hoşçakal.

  • Stepan Arkadyeviç, Levin'in arkasındanseslendi:

    — Seni bilirim, bakarsın sözleştiğimiziunutmuş, birden köye dönmüşsündür!

    — Unutmam.

    Levin tam kapıdan çıkıyordu ki,Oblonski'nin arkadaşlarına "Hoşçakalın"demediğini anımsadı. Ama geri dönmedibir daha. O gittikten sonra Grineviç:

    — Çok hareketli bir insan galiba, dedi.

    Stepan Arkadyeviç başını salladı.

    — Öyledir, dostum. Mutlu insan diyebuna derim ben! Kazanisk'te üç bin

  • hektar arazisi var, gelecek endişesi yok,sağlığı yerinde... Bir de bizim halimizebakın.

    — Ne o Stepan Arkadyeviç,hayatınızdan şikâyetçi misiniz? StepanArkadyeviç derin bir göğüs geçirdi.

    — Evet... kötü, iğrenç bir hayatımız var.

  • VI

    Oblonski, Levin'e niçin geldiğinisorduğunda, Levin kızarmış, kızardığıiçin de kendi kendine kızmıştı. Çünküarkadaşına –gelişinin tek nedeniolmasına karşın– "Baldızını istemeyegeldim" diyemezdi.

    Levinlerin ailesiyle Şçerbatskilerinailesi, Moskova'nın eski, soyluailelerindendi. Bu iki aile arasındailişkiler her zaman dostça, çok yakınolmuştu. Bu dostluk, Levin'in öğrenciliğizamanında daha da güçlenmişti. Levin,Doli ve Kiti'nin erkek kardeşi gençPrens Şçerbatski ile üniversiteye birlikte

  • hazırlanmış, üniversiteye gene birliktegirmişti. O sıralar Levin, Şçerbatskilerinevine sık sık gelirdi. şık olmuştuŞçerbatskilerin ailesine. Gerçi pektuhaftır ya, Konstantin Levin,Şçerbatskilerin özellikle ailesine âşıktı.Bu aileye, daha çok da, bu aileninkadınlarına âşıktı. Annesinianımsamıyordu Levin. Tek kız kardeşiolan ablası da ondan çok büyüktü. Öyleki, anne ve babasının ölümüyle yoksunkaldığı soyluların eski, kültürlü, dürüstaile çevresiyle ilk kez buradakarşılaşmıştı. Bu ailenin bütün kişilerini,özellikle kadın ve kızlarını gizem, şiirdolu bir perdeyle örtülü gibi görüyordu.Onlarda hiçbir noksan yan görmediğigibi, onları örten bu şiir dolu perdenin

  • altında en yüce duyguların, olabilecekher türlü kusursuzlukların, yüceliklerinbulunduğunu hayal ediyordu. Niçin bu üçbayan sık sık Fransızca ya da İngilizcekonuşmak zorundaydılar? Niçin gününbelirli saatlerinde sırayla piyanoçalarlardı? –piyanonun sesi üst kata, ikiarkadaşın ders çalıştıkları, ağabeylerininodasına kadar gelirdi– Bu Fransızedebiyatı, müzik, resim, dansöğretmenleri niçin gelip giderlerdi?Günün belirli saatinde bu üç bayan atlaskürkleri içinde –Doli'ninki uzun,Natalya'nınki orta, Kiti'ninkiyse, kırmızıçoraplarının sımsıkı sardığı düzgünbacaklarını açıkta bırakacak kadarkısaydı-evet, niçin günün belirli saatindebu üç kız atlas kürkleri içinde, Matmazel

  • Linon'un eşliğinde kupa arabasıylaTversk Bulvarina çıkarlardı? Şapkasınınkokardı altın yaldızlı bir uşakla, TverskBulvarinda dolaşmaları niçin gerekliydibu üç kızın? Bütün bunları da, bu esrarlıdünyada olup biten daha birçok şeyi deanlayamıyordu Levin. Ama bu dünyadaolup bitenlerin güzel olduğunu biliyordu.Bu olup bitenlerin gizemine de âşıktı.

    Üniversitedeyken en büyük kıza, Doli'yeâşıktı. Ama kısa bir süre sonraOblonski'yle evlendirdiler Doli'yi.Sonra ortanca kıza tutuldu. Bu kızkardeşlerden birine âşık olmak zorundahissediyordu kendini sanki. Amahangisine âşık olacağını bilmiyordu.Gelgeldim, Natali'yi de sosyeteye çıkar

  • çıkmaz diplomat Lvov'la evlendirdiler.Levin üniversiteden ayrıldığında Kitiçocuktu daha. Genç Şçerbatskidonanmaya girdikten sonra BaltıkDenizi'nde boğulunca, Levin ileOblonski arasındaki dosduğa karşın,Levin ile Şçerbatskiler arasındaki ilişkidaha bir gevşedi. Ama Levin bu yıl –kışın başında– köyde bütün bir yılkaldıktan sonra Moskova'ya gelip deŞçerbatskileri görünce gerçekte kızkardeşlerden hangisine âşık olmasınınalnına yazılı olduğunu anlamıştı.

    Soylu bir aileden gelen, yoksul olmaktançok zengin, otuz iki yaşında Levin'ingörünüşte Prenses Şçerbatski'yeevlenme önerisinden daha doğal bir şey

  • olamazdı. Ne olursa olsun, hemen iyi birkısmet olarak karşılayacaklardı onu.Ama Levin âşıktı. Bu yüzden de Kitionun için her yönden kusursuz bir insan,dünyadaki her şeyden çok çok yüce biryaratıktı. Levin kendisini ise bu dünyayaait, küçük bir yaratık olarak görüyordu.Öyle ki, başkalarının da Kiti'nin de onubu evliliğe layık görebileceklerinidüşünülemeyeceği inanandaydı.

    Moskova'da rüyadaymış gibi kaldığı ikiay Kiti'yi, onunla karşılaşmak içinözellikle gittiği sosyete toplantılarındahemen her gün gördükten sonra bununolmayacak bir şey olduğuna birdenkararını vermiş, köye dönmüştü.

    Levin'in, bunun olmayacak bir şey

  • olduğuna kesinlikle karar vermesininnedeni, Kiti'nin anne babasının gözündeonun cici Kiti için hiç de iyi bir kısmetolmadığına, Kiti'nin de onusevemeyeceğine inanmasıydı. Kiti'ninanne babasının gözünde o, alışılagelmişbelirli bir işi olmayan bir insandı. Otuziki yaşındaydı, arkadaşlarından kimialbay, Çarlık yaveriydi, kimi profesör,kimi banka ya da demiryolu müdürüydü,bazıları da Oblonski gibi mahkemebaşkanıydı. O ise (başkalarının gözündenasıl bir insan olduğunu çok iyibiliyordu Levin) toprak sahibiydi. Sığıryetiştiriciliğiyle, çulluk avıyla inşaatlauğraşan, yani sosyete anlayışına göre birişe yaramayan insanların yaptığını yapanyeteneksiz bir adamdı.

  • Şiir dolu güzel Kiti de böylesine çirkin–Levin çirkin görüyordu kendini– enönemlisi de basit, dikkati çeken birözelliği olmayan bir insanı sevemezdi.Üstelik, onun Kiti'ye karşı eski davranışı–ağabeyinin arkadaşı olduğundançocukmuş gibi davranırdı önada aşk içinbaşka bir engel olarak görünüyordu ona.Levin gibi çirkin, iyi yürekli bir insanancak bir dost gibi sevilebilir diyedüşünüyordu. Oysa onunki gibi birsevgiyle sevilebilmek için yakışıklı, enönemlisi de dikkati çeken bir erkekolmak gerekirdi.

    Kadınların çirkin, basit erkeklere böylebir şeye tutulduklarının çok olduğunuduymuştu. Ama inanmıyordu böyle bir

  • şeye. Kendinden pay biçiyordu çünkü:Kendi ancak güzel, şiir dolu, dikkatiçeken bir kadına âşık olabilirdi.

    Ama köyde iki ay yalnız başına kaldıktansonra bu aşkın, onun için gençlikyıllarında kapıldığı aşklarabenzemediğine, bu duygudankurtulamayacağına, Kiti'nin onun karısıolup olmayacağı sorununu çözmedenyaşamayacağına, bu huzursuzluğununönerisinin reddedileceğini gösterenhiçbir kanıtı bulunmadığından geldiğineinanmıştı. İşte şimdi Kiti'yi istemeye,kızı verirlerse onunla evlenmeye kesinkararlı gelmişti Moskova'ya.Vermezlerse... önerisi reddedilirse, neyapacağını düşünemiyordu.

  • VII

    Levin, Moskova'ya sabah treniyle geldi.Anneden bir babadan ayrı ağabeyiKoznışef'in evine indi. Üstünüdeğiştirdikten sonra, Moskova'ya niçingeldiğini ağabeyine anlatmak, ondan akılalmak için doğru onun odasına girdi.Ama ağabeyi yalnız değildi. Yanındaünlü bir felsefe profesörü vardı.Profesör, oldukça önemli bir felsefekonusunda aralarında çıkan anlaşmazlığıaçıklamak amacıyla Harkof'tan gelmişti,Profesör, materyalistlere karşı basınyoluyla oldukça ateşli bir mücadeleyiyürütmekteydi. Sergey Koznışef de bumücadeleyi, ilgiyle izlemekteydi.

  • Profesörün son yazısını okuduktan sonra,yazıda yer verilen görüşlere karşıtgörüşlerini bir mektupla profesörebildirmişti. Materyalistlere gereğindenfazla taviz verdiği için sitem etmişti ona.Profesör de konuşup anlaşmak içinhemen gelmişti. Günün konusu üzerindekonuşuyorlardı: İnsan davranışlarındapsikolojik olaylarla fizyolojik olaylararasında bir sınır var mıdır, varsanerdedir bu sınır? Sergey lvanoviçkardeşini herkese karşı takındığı herzamanki dostça, soğuk gülümsemesiylekarşıladı. Onu profesörle tanıştırdıktansonra konuğuyla konuşmasını sürdürdü.

    Dar alınlı, gözlüklü, ufak tefek biradamdı profesör. Levin'le, selamlaşmak

  • için konuşmasını bir an kesmiş, sonrakonuşmasını, Levin'le ilgilenmedensürdürmüştü. Levin oturdu. Profesörüngitmesini bekliyordu. Ama biraz sonrakonuşmanın konusu ilgilendirmeyebaşlamıştı onu.

    Söz konusu yazıyı dergide görmüştüLevin. Üniversitede doğal bilimlerokuduğu için doğal bilimlerin, iyi bildiğiözündeki yenilikler olarak bu yazıyıilgiyle okumuştu bile. Ama insanın bircanlı olarak nereden geldiği, refleksler,biyoloji, sosyoloji konularında varılanbu bilimsel sonuçlarla, aklını sonzamanlarda giderek daha sık gelen,yaşam ve ölümün onun için anlamıarasında hiçbir bağlantı kuramamıştı.

  • Ağabeyinin profesörle konuşmasınıdinlerken onların, bilimsel sorunlarıruhsal sorunlara bağladıklarını farkediyordu. Birkaç kez çok yaklaşmışlardıbu sorunlara; ama hep en önemli olanatam anlamıyla yaklaşmak üzereykenacele ayrılmış, uzaklaşmışlardıonlardan. Gene küçük şeylere, yanılgıya,başkalarının sözlerinden bölümlere,imalara, otoritelerin bu konudagörüşlerine dalmışlardı. Öyle ki, nedensöz ettiklerini anlamakta güçlükçekiyordu Levin.

    Sergey İvanoviç her zamanki anlatışaçıklığıyla duruluğuyla tane tanekonuşarak:

    — Keiss'in düşüncesini asla

  • paylaşamam, dedi. Dış dünya üzerinebütün düşüncelerimin izlenimlerdenoluştuğu savını benimseyemem. Varolmabilincinin aslını duyguyla edinmedimben. Bunun algılanması için özel birorganım yok.

    — Öyle, ama onlar –Wurst da, Knaustda, Pripasov da– size, varolmabilincinizin, duyguların bir sonucuolduğu yanıtını vereceklerdir. Wurst,duygular olmazsa varolma bilincinin deolmayacağını bile söyleyecektir.

    Sergey İvanoviç:

    — Ben de bunun tersini söyleyeceğim,diye başladı.

  • Ama Levin, onların en önemli olanayaklaşıp gene geri çekildiklerini farkedip profesöre bir soru sormaya kararvermişti:

    — Demek duygularım yok edilmişse,bedenim artık canlı değilse, varolmamdiye bir şey yoktur?

    Profesör, felsefeciden çok, ağır işçiyebenzeyen bu tuhaf adama, konuşmayıkestiği için canı sıkılmış, kafası karışmışgibi baktı, sonra Sergey İvanoviç'edöndü. "Ne dersiniz?" diye sorar gibibaktı yüzüne. Ama profesör gibi zoraki,tek yanlı konuşmaktan uzak, kafasındahem profesöre yanıt verecek hem de busoruyu sorduran basit doğal düşünceyianlayacak kadar genişlik olan Sergey

  • İvanoviç gülümsedi.

    — Bu sorun üzerine düşüncelerimizisöylemeye hakkımız yok şimdilik, dedi.

    Profesör:

    — Elimizde yeterince bilgi yok, diyedoğruladıktan sonra sürdürdükonuşmasını: Hayır. Şunu söylemekistiyorum; her ne kadar

    Pripasov duyguların aslının izlenimolduğunu savunuyorsa da, bu iki şeyibirbirinden kesin olarak ayırmakzorundayız.

    Levin artık dinlemiyordu onları.Profesörün gitmesini bekliyordu.

  • VIII

    Profesör gidince Sergey İvanoviçkardeşine döndü:

    — Geldiğine çok sevindim. Çok kalacakmısın? Çiftlik işlerin nasıl?

    Levin, ağabeyinin işlerini hiç deumursamadığım, ona yakınlık göstermişolmak için bunu sorduğunu bildiğinden,yalnızca buğdayı sattığını söyledi,paradan söz etti.

    Levin ağabeyine, evlenmek niyetindeolduğundan söz etmeyi, ondan aküdanışmayı istiyordu. Buna kesinliklekararlıydı da: Ama ağabeyini gördükten,

  • onun profesörle konuşmasını dinlediktensonra nedense, ağabeyiyle evlenmekkonusunda konuşamayacağını anlamıştı.Bunda ağabeyinin, çiftlik işlerinisorarken (annelerinden kalan malıayırmamışlardı. İkisininkini de Levinişletiyordu) takındığı, kendiliğindengelen onu gözetiyormuş tavrı da etkiliolmuştu. Ağabeyinin bu konuda onunistediği gibi düşünemeyeceğimhissetmişti.

    Bölge yönetimiyle çok ilgilenen buişlere büyük önem veren Sergeyİvanoviç:

    — Sizin oranın bölge yönetimi neâlemde? diye sordu.

  • — Vallahi haberim yok...

    — Nasıl? Yönetim kurulu üyesi değilmisin?

    — Değilim artık. Çıktım üyelikten.Bundan böyle toplantılarına dagitmeyeceğim.

    Sergey İvanoviç yüzünü buruşturdu.

    — Yazık! diye mırıldandı.

    Levin, kendini temize çıkarmak için onunbölgesinde yönetim kurulutoplantılarında nelerin olup bittiğim, nedalaverelerin döndüğünü anlatmayakoyuldu.

  • Sergey İvanoviç sözünü kesti:

    — Her zaman böyledir bu zaten! BizRuslar her zaman böyleyizdir.Eksiklerimizi görmek bir özelliğimizdirbelki; ama çok ileri gideriz, dilimizinucunda hep hazır bekleyen alaylaavunuruz. Sana bir şey söyleyeyim mi,bizim bölge yönetiminin elindekiyetkileri Avrupa'nın herhangi bir ulusunaversen... Almanlar, İngilizler bundanözgürlük yaratırlar, oysa biz gülüyoruzyalnızca.

    Levin, suçlu gibi:

    — Peki, ama elden ne gelir? dedi.Benim son deneyimimdi bu. Bütünkalbimle vermiştim kendimi bu

  • deneyime. Yapamıyorum, yeteneğim yok.

    Sergey İvanoviç:

    — Yeteneğin var; ama, dedi, durumugerektiği gibi değerlendiremiyorsun.

    Levin üzgün:

    — Olabilir, dedi.

    — Biliyor musun, Nikolay gene burada.

    Nikolay, Konstantin Levin'in özağabeyiydi. Sergey lnvanoviç'in de annebir baba ayrı kardeşiydi. Nikolay,malının mülkünün büyük bölümünüelden çıkarmış, çok kötü, olumsuzinsanlarla düşüp kalkan, kardeşleriyle

  • kavgalı, talihsiz bir insandı.

    Levin dehşet içinde:

    — Ne diyorsun? diye sordu. Neredenbiliyorsun?

    — Prokofiy sokakta görmüş onu.

    Levin, hemen gitmeye hazırlanıyormuşgibi kalktı oturduğu sandalyeden.

    — Burada, Moskova'da ha?Neredeymiş? Biliyor musun?

    Sergey İvanoviç, küçük kardeşininheyecanına başını salladı.

    — Bunu sana söylemek zorunda olduğum

  • için üzgünüm, dedi. Nerede kaldığınıöğrenmesi için adam yolladım. Trubin'everdiği; ama ödemediği, benim ödeyipgeri aldığım senedi de yolladım ona.Bak ne karşılık verdi.

    Sergey İvanoviç, prespapyenin altındançekip aldığı bir pusulayı kardeşineuzattı.

    Levin, tuhaf bir elyazısıyla yazılmış –tanıyordu bu elyazısını– pusulayı okudu:"Beni rahat bırakmanızı saygılarımlarica ediyorum. Sevgili kardeşlerimdenistediğim tek şey budur. NikolayLevin."

    Levin bunu okuduktan sonra, başınıkaldırmadan, pusula elinde, Sergey

  • İvanoviç'in karşısında ayakta kalakaldı.

    İçinde, zavallı ağabeyini şimdilikunutmak isteğiyle bunun sonunun kötüyevaracağı düşüncesi cenkleşiyordu.

    Sergey İvanoviç anlatıyordu:

    — Belli ki beni gücendirmek istiyor;ama gücendiremez. Bütün varlığımlayardım etmek isterdim ona; amaolanaksız olduğunu biliyorum.

    Levin:

    — Evet, evet, diye yineledi. Ona karşıtutumunu anlıyor, değerli buluyorum.Ama gideceğim yanına.

  • Sergey İvanoviç:

    — İstiyorsan git, dedi. Ama ben gitmederim. Yani kendi hesabımakorkmuyorum bundan: Seninle aramıbozamaz; ama senin için söylüyorum,gitmesen iyi edersin. Yardım edilemezona artık. Ama nasıl bilirsen öyle yapsen.

    — Belki haklısın, yardım edilemez onaartık; ama özellikle şu anda –neyse, buayrı bir konu– huzur içindeolamayacağımı hissediyorum.

    Sergey İvanoviç:

    — Bunu anlayamıyorum işte, dedi.

  • Bir an sustuktan sonra ekledi:

    — Ama bunun bir alçakgönüllülük dersiolduğunu biliyorum. Nikolay bu durumageldikten sonra, alçaklık denen şeyi dahahoşgörüyle karşılamaya başladım... Neyaptığını biliyorsun.

    Levin:

    — Ah, korkunç bir şey bu, korkunç!dedi.

    Levin, ağabeyinin adresini Sergeylvanoviç'in uşağından aldıktan sonrahemen gidiyordu ki, bir an düşünüporaya akşam gitmeye karar verdi. Ruhbakımından sakin olabilmek için herşeyden önce, Moskova'ya gelişinin

  • nedeni olan işi bir sonuca bağlamalıydı.Levin, ağabeyinden doğru Oblonski'yegitmiş, Şçerbatskiler üzerine gereklibilgiyi alıp Kiti'yi bulabileceğiniöğrendiği yere yollanmıştı.

  • IX

    Levin, saat 4'te hayvanat bahçesininönünde faytondan inip tepeye, patenalanına doğru yürüdüğünde kalbi küt kütvuruyordu. Kiti'yi orada bulacağınıbiliyordu çünkü. Şçerbatskilerin kupaarabasını kapıda görmüştü.

    Güneşli, soğuk bir gündü. Kapıdaarabalar, kızaklar, kiralık arabalar,jandarmalar sıra sıra dizilmişlerdi.Şapkaları parlak güneşin altındaparlayan kibar bir kalabalık, girişte vetahta oyma süslü küçük Rus evleriarasındaki tertemiz yollardakaynaşıyordu. Karın ağırlığı altında

  • dallarını sarkıtmış lüle lüle kayınağaçlan bayramlıklarını giymişlerdisanki.

    Levin paten alanına doğru yürürkendüşünüyordu kendi kendine:"Heyecanlanmaman gerek, sakinolmalısın. Ne oluyor sana? Yeter be,aptal! Kes artık küt küt vurmayı!"Kalbine söylüyordu bunu. Gelgelelim,heyecanını bastırmaya uğraştıkça dahaçok kesiliyordu soluğu. Bir tanıdıkgördü onu. Seslendi. Ama Levin, onaseslenenin kim olduğunu bile farkedememişti. İnip çıkan el kızaklarınınzincir şakırtısının, kayan kızaklarıngürültüsünün, neşeli insan seslerininduyulduğu tepeye yaklaştı. Birkaç adım

  • daha atınca paten alanı açıldı karşısında.Paten kayanlar arasında Kiti'yi gördü.

    Onun orada olduğunu, yüreğini birdendolduran sevinç ile korkudan anlamıştı.Alanın öteki ucunda duruyor, bir bayanlakonuşuyordu. Görünüşte giyinişinde de,duruşunda da bir olağanüstülük yoktu;ama Levin için onu bu kalabalığınarasında seçmek, ısırgan otlan arasındabir gülü seçmek kadar kolay olmuştu.Her şeyi aydınlatan oydu çünkü.Çevresindeki her şeye ışık saçan birgülümsemeydi. Levin, "Oraya, buza inipyanına yaklaşabilir miyim acaba?" diyegeçirdi içinden. Kiti'nin bulunduğu yerulaşılmaz, kutsal bir tapınak gibigörünüyordu ona. Bir an oldu, az kaldı,

  • dönüp gidecekti: öylesine büyük birkorku kaplamıştı içini. Kiti'ninçevresinde her çeşidinden bir sürü insanolduğuna, kendisinin de oraya gidipkayabileceğine kendi kendiniinandırabilmesi için hayli çabaharcaması gerekti. Aşağı indi. İnerkenKiti'ye –genç kız bir güneşmiş gibi–uzun süre bakmamaya çalışıyordu. Ama–güneş gibi– bakmadan da görüyorduonu.

    Haftanın bu gününün bu saatinde buzunüzerinde aynı çevrenin insanlarıtoplanmıştı. Birbirini tanıyorlardı.Yetenekleriyle dikkati çekmeye çalışankayak ustaları da vardı burada, sopalarlakaymayı öğrenmeye çalışan acemiler de,

  • sağlık nedeniyle kayan ihtiyarlar da,çocuklar da... Levin bütün bu insanlarınçok mutlu olduklarını düşünüyordu:Kiti'nin yakınındaydılar çünkü.Görünüşte herkes son derece soğukkanlıkayarak geliyordu arkasından, genesoğukkanlı geçiyorlardı yanından, onunlakonuşurken bile pek ilgisizdiler onakarşı. Hatta son derece güzel buzdan,nefis havadan yararlanarak, onu hiçumursamadan gülüp eğleniyorlardı.

    Dar pantolon, kısa ceket giymiş Kiti'ninkuzeni Nikolay Şçerbatski, ayağındapatenlerle bir bankta oturuyordu. Levin'igörünce seslendi:

    — Oo! Rusya'nın bir numaralı kayakçısı!Ne zaman geldiniz? Buz çok güzel,

  • geçirin ayağınıza patenleri de kayınbiraz.

    Levin, Kiti'nin bulunduğu bir yerde budelikanlının gösterdiği cesarete,laubaliliğe şaşarak:

    — Patenim yok, diye karşılık verdi.

    Kiti'ye bakmadan, onu bir saniye gözdenkaçırmamaya çalışıyordu. Güneşin onayaklaşmakta olduğunu fark etti birden.Köşedeydi. Kiti, yüksek botlarınıniçinde ince ayaklarını beceriksizce yanaaçmış, düşmemek için çok dikkatli, onadoğru geliyordu kayarak. Rus ulusalkıyafeti giymiş küçük bir çocuk, öneiyice yatmış, elini kolunu çılgıncasallayarak arkasından gelip geçti onu.

  • Kiti'nin kayması pek sağlam değildi. Birkurdeleye asılı manşonundan çıkardığıellerini hazır durumda tutuyor, uzaktangörüp tanıdığı Levin'e gülümsüyordu.Dönüş bitince narin ayağının birvuruşuyla doğru Şçerbatski'nin yanınakaydı, kolundan yakalayıp Levin'ibaşıyla selamladı. Levin'in hayalettiğinden çok çok güzeldi.

    Levin, Kiti'yi düşündüğü zamanlar onuher şeyiyle kolayca canlandırıyorduhayalinde. Onu düşünürken, gelişmiş kızomuzları üzerinde öylesine uyumluyerleşmiş küçük, san saçlı başınınçocuksu açıklığının, sevimliliğiningüzelliğini görür gibi oluyordu. Kiti'ninyüzündeki çocuksu anlatım bedeninin

  • zarafetiyle birleşimce, Levin'in çok iyianladığı bir güzelliği oluşturuyordu.Ama onun insanı en çok şaşırtan şeyigözlerinin, sevimli uysal, içtenlik okunangözlerinin anlatımıyla Levin'i her zamanbir masal dünyasına götürengülümsemesiydi. Levin bu dünyadakendini, çocukluğunun pek seyrekgünlerinde olduğu gibi huzur içinde,mutlu hissediyordu.

    — Ne zaman geldiniz?

    Levin, genç kızın manşonunun içindendüşen mendilini yerden alıp onaverirken, Kiti;

    — Teşekkür ederim, diye ekledi.

  • Levin;

    — Ben mi ne zaman geldim? dedi. Yenigeldim, dûn... şey, yani bugün geldim.

    Heyecanından soruyu ilk andaanlayamamıştı.

    — Size gelmek istiyordum, diye ekledi.

    Ama Kiti'yi iyi niyetle görmek istediğinidüşündü birden, şaşırdı, kızardı.

    — Sizin paten kaydığınızı bilmiyordum,dedi. Çok güzel kayıyorsunuz.

    Kiti, Levin'in yüzüne, niçin kızarıpbozardığını anlamaya çalışıyormuş gibidikkatti dikkatli baktı. Sonra,

  • manşonunun üzerine düşen kırağıiğnelerini siyah eldivenli küçücük eliylesilkelerken:

    — Sizin bu övgünüzün değerinibilmeliyim, dedi. Burada herkes sizin enbüyük paten ustası olduğunuzu söyler.

    — Evet, evet, bir zamanlar büyük birtutkuyla vermiştim kendimi bu işe.Patinaj ustası olmak istiyordum.

    Kiti gülümsedi:

    — Galiba her şeyi tutkuyla yaparsınızsiz. Nasıl kaydığınızı görmeyi çokistiyorum. Paten takıp gelin, birliktekayalım.

  • Levin, Kiti nin yüzüne bakarak, "Birliktekaymak! Olacak şey mi bu?" diye geçirdiiçinden.

    — Şimdi takıyorum, dedi.

    Paten takmaya gitti.

    Patenci, Levin'in ayağını tutup tabanınapateni vidalarken:

    — Çoktandır görünmüyordunuz efendim,dedi. Siz gittikten sonra usta kalmadıburadaki baylar arasında. (Pateninkayışını sıkarken sordu:) Böyle iyi miefendim?

    Levin, elinde olmadan yüzünü kaplayanmutluluk gülümsemesini güçlükle

  • tutmaya çalışarak:

    — İyi, iyi, dedi. Lütfen biraz çabuk ol.

    "Hayat bu işte," diye geçiriyorduiçinden. "Mutluluk bu! Birlikte, dedi,birlikte kayalım. Şimdi mi söylesemacaba? Şu anda mutlu olduğum, hiçdeğilse içimdeki umut bana mutlulukverdiği için söylemeye korkuyorumona... Ya o zaman? Ama mecburum!Mecburum! Mecburum! Güçlüolmalıyım!"

    Levin ayağa kalktı, paltosunu çıkardı,kulübenin önündeki pürtüktü buzda hızalarak düz buza çıktı. Gidişini istediğigibi yavaşlatarak, hızlandırarak,rahatlıkla yön değiştirerek kaymaya

  • başladı. Korkarak yaklaştı Kiti'ye; amagenç kızın gülümsemesi cesaretinitoplamaya yetti.

    Kiti elini verdi ona, yan yana kaymayabaşladılar. Gittikçe hızlanıyorlardı.Hızlandıkça daha çok sıkıyordu Levin'inelini Kiti.

    — Sizinle çalışsam, hemen öğreneceğimbu işi, dedi. Nedense size karşı birgüven var içimde.

    Levin:

    — Siz bana yaslanınca benim dekendime güvenim artıyor, dedi.

    Ama kendi söylediğinden kendi korktu.

  • Gerçekten de, o bunu söyler söylemezgüneş birden bulutların arkasına kaymışgibi, Kiti'nin yüzü o sevimliliğiniyitirmişti. Levin, onun yüzündekidüşüncesini zorladığını gösteren, çok iyibildiği değişikliği fark etmişti. Kiti'nindümdüz alnında bir kırışık belirmişti.Levin hemen:

    — Canınız bir şeye sıkılmıyor ya? diyesordu. Ama sormaya hakkım yok bunu.

    Kiti soğuk:

    — Niçin? dedi. Hayır, bir şeyesıkılmıyor canım.

    Bir an sustuktan sonra ekledi:

  • — Mile, Linon'u görmediniz mi?

    — Henüz görmedim.

    — Hadi onun yanına gidin, çok seversizi.

    Levin, "Ne oluyoruz?" diye geçirdiiçinden. "Canını sıktım. Tanrım, senyardım et bana!" Bir bankta oturan, aksaçları bukleli yaşlı Fransız kadınınyanına gitti. Kadın, takma dişlerinigösteren bir gülümsemesiyle eski birdost gibi karşıladı Levin'i. GözleriyleKiti'yi gösterdi.

    — Büyütüyoruz, dedi. Biz deihtiyarlıyoruz.

  • Fransız kadın gülümseyerek sürdürdükonuşmasını:

    — Tiny bear[2] kocaman oldu artık!Anımsıyor musunuz, bir zamanlar böylederdiniz.

    Kadın, Levin'in bir İngiliz masalındanesinlenerek "ayı" diye ad taktığı üç kızkardeş için yaptığı şakayı anımsatmakistemişti.

    Levin unutmuştu bu şakayı; ama Fransızkadın çok hoşlandığı bu şakayıanımsadıkça gülerdi on yıldır.

    — Hadi gidip kayın, gidin. Bizim Kitide öğrendi artık kaymayı, değil mi?

  • Levin, Kiti'nin yanına geldiğinde gençkızın yüzünde biraz önceki sertlik yoktu.Gözlerinin içi gülüyordu gene, bakışıyumuşaktı. Ama Levin, onun buyumuşaklığında içten pazarlıklı durgun,değişik bir şeyin olduğunu sezinlemişti.İçine bir hüzün çöktü. Kiti yaşlımürebbiyesinden, onun tuhaflıklarındansöz ettikten sonra, Levin'in işlerininnasıl olduğunu sordu.

    — Kışın köyde sıkılmıyor musunuz?

    Levin, Kiti'nin onu, kış başında olduğugibi şimdi de, kurtulmaya gücününyetmeyeceği kendi sakin havasınasokmakta olduğunu hissediyordu.

    — Hayır, sıkılmıyorum, dedi. Çok işim

  • var çünkü.

    Kiti:

    — Çok kalacak mısınız Moskova'da?diye sordu.

    Levin, ne söyleyeceğini hiç düşünmedenkarşılık verdi:

    — Bilmiyorum.

    Kiti'nin bu sakin dostluk havasınakendini kaptırırsa, köye yine bir sonuçalamadan, eli boş döneceği düşüncesigeçti aklından. Atak olmaya karar verdi.Kiti:

    — Nasıl? dedi Bilmiyor musunuz?

  • — Bilmiyorum. Size bağlı bu...

    Levin, söylediği şeyden dehşete kapıldıbir an.

    Kiti onun bu söylediğini duymamışmıydı, yoksa duymak mı istememişti; herneyse; ama düşecek gibi oldu, ayağınıyere iki kez vurup uzaklaştı Levin'inyanından. Mile. Linon'un yanına gitti,ona bir şeyler söyledi, sonra bayanlarınpatenlerini çıkardıkları kulübeyeyöneldi.

    Levin kendi kendine, "Tanrım, ne yaptımben! Tanrım! Sen yardım et bana, bir yolgöster!" diye mırıldanıyor, dua ediyor,bir yandan da sert hareketler yapmakgereksinimi duyduğu için hızla iç ve dış

  • daireler çizerek dolanıyordu.

    Bu sırada, zamanının en iyipatinajcılarından bir genç, ağzındasigarası, ayağında patenleri, gazinodançıktı, hızını artırdıktan sonrabasamaklardan aşağı gürültüylesıçrayarak inmeye başladı. Kollarınınserbest duruşunu bile bozmadanuçarcasına aşağı indi, buzun üstündekaymaya başladı. Levin:

    — Ah, yeni bir numara bu! dedi.

    Aynı şeyi yapmak için hemen yukarıkoştu.

    Nikolay Şçerbatski seslendi ona:

  • — Bir yanınızı incitirsiniz, alışkanlıkisteyen bir harekettir bu.

    Levin yukarı çıktı, orada alabildiğikadar hız aldıktan sonra, ilk kez yaptığıbu numarada dengesini sağlamak içinkollarını iki yana açıp aşağı bıraktıkendini. Son basamakta ayağı takıldı;ama eliyle buza hafifçe dokunarak çabukbir hareketle toparladı kendini.Gülümseyerek kaymaya başladı buzunüstünde.

    Bu sırada, yanında Mlle. Linon ilekulübeden çıkmakta olan Kiti ona sakinbir şefkatle, bir kardeşe bakar gibisevgiyle bakarak içinden şöylegeçiriyordu: "Ne iyi bir çocuk! Suçlumuyum acaba, kötü bir şey mi yaptım?

  • Cilve diyorlar buna. Sevdiğimin oolmadığını biliyorum; amaneşeleniyorum yanında gene de. Öyleüstün yetenekleri var ki! Ama niçinsöyledi öyle?"

    Yaptığı hızlı hareketlerden yüzükıpkırmızı olmuş Levin, Kiti'nin,kendisini merdivenlerde karşılayanannesiyle gitmekte olduğunu görüncedurdu, bir an düşündü. Patenleriniçıkarıp ana kıza bahçenin dış kapısındayetişti. Prenses:

    — Sizi gördüğüme çok sevindim, dedi.Perşembeleri her zamanki gibi kabulgünümüzdür.

    — Yani bugün?

  • Prenses soğuk:

    — Sizi evimizde görmek bizi çoksevindirecektir, dedi.

    Annesinin bu soğuk tavrı Kiti'yiüzmüştü. Onun bu soğukluğunu gidermekisteğini yenemedi. Levin'e dönüpgülümsedi.

    — Bekliyoruz, dedi.

    Tam o sırada, yüzü, gözlerinin içi ışılışıl Stepan Arkadyeviç, şapkasını yanayatırmış, neşeli, mutlu bahçeyegiriyordu. Ama kaynanasının yanınagelince, prensesin, Doli'nin sağlığıüzerine sorduğu sorulara, üzgün, suçlubir yüz anlatımıyla yanıtlar verdi.

  • Kaynanasıyla alçak sesle, neşesiz, birsüre konuştuktan sonra göğsünü öneçıkardı. Levin'in koluna girdi.

    — Ee, gidiyor muyuz? diye sordu.

    Arkadaşının gözlerinin içine anlamlıanlamlı baktıktan sonra ekledi:

    — Hep seni düşünüyordum. Geldiğinene çok sevindiğimi bilemezsin.

    "Bekliyoruz" diyen ses kulaklarında hâlâçınlayan, bu sese eşlik eden gülümsemegözlerinin önünden hâlâ gitmemişsevinçli Levin:

    — Gidelim, gidelim, dedi.

  • — "İngiltere"ye mi, yoksa "Ermitaj"a mıgidelim?

    — Benim için fark etmez.

    — Öyleyse "lngiltere"ye gidelim.

    Stepan Arkadyeviç'in "lngihere"yiseçmesinin nedeni, oraya "Ermitaj"dandaha çok borçlu olmasıydı. Onun için buotelden kaçmayı kendineyakıştıramamıştı.

    — Araban var mı? diye sorduarkadaşına. Güzel. Kendi arabamıgönderdim çünkü.

    İki arkadaş, yol boyunca hiçkonuşmadılar. Levin, Kiti'nin yüzündeki

  • o değişikliğin ne anlama geldiğinidüşünüyor, kâh kendi kendini mutluolabileceğine inandırıyor, kâhumutsuzluğa düşüyor, beslediği umudunbir çılgınlık olduğunu görüyordu. Biryandan da kendini, Kiti'ningülümsemesinden "Bekliyoruz"demesinden önceki Levin'den bambaşkabir insan hissediyordu.

    Stepan Arkadyeviç de yol boyuncayemek listesini hazırladı kafasında.Otelin kapısına geldiklerinde Levin'e:

    — Kalkan balığını sever misin? diyesordu.

    Levin:

  • — Efendim? dedi. Kalkan mı? Ha, evet,çok severim.

  • X

    Otele girerlerken Stepan Arkadyeviç'indavranışlarıyla yüzündeki, tutmayaçalıştığı neşesi Levin'in gözündenkaçmamıştı. Oblonski paltosunu çıkardı,yana yatık şapkası başında, lokantabölümüne yürüdü. Yürürken bir yandanda, fraklı, iki elinde peçetelerle yanınasokulan Tatar garsona emirler veriyordu.Her yerde olduğu gibi burada da onusevinçle karşılayan tanıdıklarına, sağasola eğilerek, selamlar vererek büfeyegitti. Bir bardak votka içti, biraz balıkyedi. Bölmenin arkasında oturan,kurdelelerle, dantellerle süslenmiş, yüzüboyalı, saçları ondüleli Fransız kıza

  • öyle şeyler söyledi ki, kız bile kahkahayıbastı. Oysa Levin sırf poudre de riz ilevinaigre de toilette'ten,[3] bu Fransızkızdan, onun takma saçlarından,tiksindiği için votka içmemişti büfede.Pis bir şeyden kaçar gibi uzaklaşmıştıyanından. Kiti'nin anısı bütün varlığınıdoldurmuştu. Gözlerinin içinde zafer vemutluluk gülümsemesi parlıyordu.

    Oblonski'ye ötekilerden çok sokulangeniş kalçalı, frakının etekleri ayrık aksaçlı, yaşlı bir Tatar garson:

    — Bu yana buyrun, efendim. Buradadaha rahat edersiniz.

    Sonra Levin'e döndü. StepanArkadyeviç'e saygısını, onun konuğuna

  • gösterdiği ilgiyle belli etmek isteğiyle:

    — Buyrun efendim, dedi.

    Bronz bir aplik altındaki, saten örtülüyuvarlak bir masaya çabucak yeni birörtü yaydı, kadife kaplı sandalyeleriçekti, bir elinde peçete, bir elinde liste,Stepan Arkadyeviç'in karşısında durdu.Emir bekliyordu.

    — Ayrı bir oda isterseniz şimdiboşalacak efendim, Prens Galitsin birbayanla yemek yiyor... İstiridyemiz yenigeldi.

    — Ah İstiridye mi?

    Stepan Arkadyeviç düşündü. Parmağını

  • listenin üzerinde bir yerde durdurup:

    — Planımızı değiştirsek mi dersinLevin? dedi.

    Yüzünde ağırbaşlı bir kararsızlık vardı.Garsona:

    — İstiridyeler güzel mi? diye sordu. Senbir bak.

    — Flensburg istiridyesi efendim.Osten'de istiridye yok.

    — Flensburg istiridyesi olsun varsın,taze ya?

    — Dün geldi efendim.