isamveri.org › pdfdrg › d230620 › 2014 › 2014_ozdemirm.pdf · vi. dİni yaylnlar kongresi -...
TRANSCRIPT
VI. DİNi YAYlNLAR •
KONGRESI
. . -ISLAM, SANAT VE ESTETIK-
(29-30 Kasım-Ol Aralık 2013 1 İSTANBUL)
Eıidülüs Sanat ve Mimarisine Dair
Prof. Dr. Mehmet Özdemir
Ankara üniversitesi ilahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalı "' Öğretim üyesi
Müslürnanlar, büyük fütuhat dalgası neticesinde ayak bastıkları her yerde ya yeni
şehirler kurmuşlar ya da eskilerini ıslah etmişlerdir. Doğuda Küfe, Basra, Bağdad,
Sarnarra; batıda Kahire, Kayrevan, Mehdiyye, Merakeş, Fas, Tabert onların bu şekilde
inşa ettikleri bir çok şehirden baztlandır. Müslüman fatihlerin yıkıcı değil, yapıcı; kıncı
değil tamir edici bir irade ile hareket etmeleri, diğer fetihler gibi Endülüs'ün fethinin de
bir işgal hareketine dönüşmesine rnani olmuştur. Bu irade sayesinde, fetih esnasında
harap vaziyette bulunan beldeler marnur hale gelmiş, ufacık köyler büyük şehirlere
dönüşmüş ve bu şehirlerden bazıları , bünyelerinde bulunan çok sayıda han, hamam,
cami, medrese, saray, sivil ve askeri mimariyi temsil eden diğer yapılacia Ortaçağ dün
yasının büyük medeniyet merkezlerinin arasına girmeye muvaffak olmuştur. Nitekim
Endülüs'ün fethine kadar Kurtuba, dünya coğrafyasının diğer bölgelerinde pek bilinen
bir şehir değildi. Ancak fetihten iki asır sonra bu şehir 113 bin hanesi, 21 dış malıallesi,
70 kütüphanesi, çok sayıdaki (bir rivayete göre 2 birlin üzerinde) cami ve mescidi, bir o
kadar han ve hamarru, muhteşem saray ve konaklan, 1 nihayet yarım milyona yaklaşan
nüfusu ile Bağdat ve İstanbul'un yanında dünyanın en büyük üç rnedeİıiyet merkezin
den biri haline gelmiş ve bu şekilde adını her tarafa duyurrnuştu. O derecede ki, mesela
miladi onuncu yüzyılda Alman hanım şair Hroswitha'nın mısralarında, Kurtuba 'yeryüzünün pzrlantası'12 olarak vasıtlandırtlabilmekteydi. Bu "pırlanta" nitelernesinin, elbette,
şehirde sanatla hayatın iç içe olması gerçeği ile çok yakın alakası vardı. XI. yüzyılda
İşbiliye, Ma.Iaka, Meriyye, Batalyevs, Thleytula, Sarakusta, Oclniye, Gırmita, Belensiye
ei-Makkati, Ndlzu't-tfb (nşr. i. Abbas), Beyrut 1988, ı, 540.
2 İmamuddin, S. M., Muslim Spain, 189.
169
VI. Dini Yayınlar Kongresi
g{bi Endülüs şehirleri de, Kurtuba benzeri birer merkeze dönüştüler. Bu gelişmeye bağlı olarak Endülüslü şairler, mensubu bulundukları şehirlerinin nezihliğini ve güzelliğini Cennet'in güzellikleriyle mukayese etmek suretiyle anlatabiliyorlardı.
İster yeni kurulanlar isterse eskileri olsun şehirlerde saray ve bilhassa ulucami, hayatın merkezi, bütün yolların çıktığı ana kavşak konumundaydı. Çarşılar, hamam
lar, hanlar bunların çevresinde inşa. edilmiş, keza eğitim kurumları, zekat ve sadaka gelirlerinin toplandığı beytülmal ve başka bazı önemli sosyal ve dini faaliyetler hep bu merkezde ve etrafında cereyan etmiştir. Bu forıksiyon çeşitliliğine bağlı olarak camiler tezyin edilirken masraftan kaçınılmamıştır. Bir rekabet atmosferi içerisinde görkemli saraylar ve köşkler inşa edilirken, mimaride ve dekorasyanda din farklılığını dikkate almaksızın gerek Müslüman gerekse Müslüman olmayan sanatkarlar istihdam edilmiş
lerdir. Süsleme sanatı, bu ortam içerisinde insanın estetik zevkini doyuran asil bir öge haline gelmiştir.
Sanata ve tabiata düşkünlüğün Endülüslülerin ortak hususiyederinden biri olduğu söylenebilir. Onların gerek mimari alanında ortaya koydukları eserlerinde gerekse sa
nadarında bu yanlarını açıkça görmek mümkündür. Endülüslü idareciler saraylarında büyük şairterin ve edipterin bulunmasından iftihar ettikleri gibi camiler, saraylar, kanallar, köprüler, yollar, bahçeler ve kaleler yapmış olmalanyla da aynı şekilde iftihar etmişlerdir. Endülüslü şairler güzel kadırılar, çiçekler, ağaçlar, dağlar, dere ve nehirler, gezegenler, gökyüzü ve ay için şiirler söyledikleri gibi büyük mimari eserleri de duygu yüklü beyiderine konu edinmişlerdir.3 Endülüs'teki mimari eserler hem büyüklükleri
hem de güzellikleri ile dikkat çekmekteydi. idareciler bu gibi yapılar yanında kaliteli kumaşların, güzel giysilerin, takıların ve değişik türden kutu ve sandıkların imal edilmesini de teşvik etmişlerdir. Yöneticilerin himayesinde Doğu'daki gelişmelerden de ilham almak suretiyle mlıİıari ve elsanatlan, edebiyatla atbaşı götürülmüştür. Endülüs Emevi Devleti'nin kuruluşuyla başlayan ve gelişen mimari, sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Endülüs'te Müslüman idaresinin son temsilcisi olan Nasriler (Ahmeriler/ Beni Ahmer), Müslüman İspanya'nın mimari alandaki dehaslnın bir göstergesi olan
Elhamnl gibi bir güzellik şahikasını bize miras bırakmışlardır.
Endülüs'te mimari ese~lerin güzelliği yapıların dışında değil içinde müşahede edilir. Mübalağa derecesine ulaşan dekorasyon çalışmalarında Endülüs'e ait hayvan ve bitki figürleri, bol miktarda geometrik şekiller ve hatlar kullanılmıştır. Sanatkarlar, herhangi
bir geleneği körü körüne taklit etmek yerine kendi dönemlerinde ve daha önce var olan dekorasyon tekniklerini ve stillerini incelernişler, bunlara kendi dehalarını da katarak Endülüs tarzını geliştirmişlerdir. Eserlerine vücut veren sentezci anlayış, bu suretle dünya çapında ün kazanmıştır.
3 el-Makkari, I, 120 vd.; Chejne. 320.
170
İkinci Oturum
XI. yüzyıldan itibaren Endülüslüler mimaride ve sanatta kendi asaletlerinin ve özgün
yanlarının farkına varmış durumdaydılar. Müellifler, Endülüs'ün güzel sanatlarda ve
mimaride ortaya koyduğu başarıyı ve inceliği nakledegelmişlerdir. xvn. yüzyıl müel
lifler.iı\den el-Makkari, XI. yüzyıldan itibaren birçok müellifin yaptığı gibi, Endülüs'Ün
üstünlüklerine ve güzelliklerine geniş yer ayırır. Bu bağlamda Kurtuba'yı, bucanın ko
numunu, mahallelerini, mescitlerirıi, saraylarını, mezralarını, mesire yerlerini, hamamla
rını, kanallarını ve köprülerini genişçe tasvir eder. Kurtuba'nın Endülüs'te sahip olduğu
üstün konumu, bir bedende başın sahip olduğu konumla karşılaştırı.r-4, şehrin şöhretirıi
ve harikuladeliklerini zikrederken burada tahsil edilen ileri düzeydeki muhtelif ilimlere,
birer saltanat şehri olan Medinetüzzehra ve Medinetüzzahire'ye dikkat çeker.
Kurtuba yanında Endülüs'ün başka şehirleri de kendilerine has cezbedici yönlere
sahiptiler. Şekundi, Endülüs'ün üstünlüklerine dair Risale'sinde,5 Endülüs'ün Kuzey
Afrika'ya olan üstünlüklerini sıralarken bunlara değinir: İşbiliye, "zeytinlikler sema
sındaki yıldızlar" ı andıran sağlam yapılmış büyük binalar, musiki aletleri ve bunların
etrafında toplananlar ile nam yapmıştı. Muvahhid Halife Yakub el-Mansfir tarafından
inşa ettirilen İşbiliye Ulucamü'nin minaresi, İslam dünyasında inşa edilenlerin en dik
kat çekici alanıdır. Kaleleriyle de meşhur olan Ceyyan'a "ipek şehri" denir. Buradan
çok uzak olmayan Übbede (Übeda), mesire yerleriyle ve dansçıları.yla; Gırnata, eşsiz
mimari eserleri, bahçeleri ve hamamlarıyla; Maleka, gökteki yıldızlan andıran evleriyle
meşhurdur.
Şehirler, Endülüs içinde ve dışında ahşap, merrner, fildişi, deri, tekstil, değerli metal
işçiliği ile de ün salmıştı. Kurtuba, kaliteli ayakkabı lan, ceketleri, kemerleri, kalkarılan,
ciltçiliği, dağlarından çıkarılan kırmızı ve beyaz mermerleriyle tanınrnaktaydı. Musi
ki aletleri ve çelikten mamul muhtelif araç gereçler, işbUiye'nin adını duyurmaktaydı.
Maleka'da imal edilen süslü seramikler, bordürler, altın işlemeli ipek giysiler idarecilere
ve zenginlere satılmaktaydı ve bunlar Meriye ve Mürsiye'de de imal edilmekteydi. Belensiye, brokar kumaşlanyla dikkat çekmekteydi.6
Ortaçağ müellifleri haklı olarale Endülüslülerin sanatsal kabiliyederini ve inceliklerini
zikrederler. Onların ortaya koyduğu eserlerin çoğu yok olsa da ayakta kalanlar, Endü
lüslülerin sanatsal ve mimari dehalarının güzel birer kanıtıdır. Harici birçok elemana
ve İslami gelenekteki eserlerle olan benzerliklerine rağmen hispano-morisco adıyla bilinen kendi hususi tarzına ve özgünlüğüne de sahiptir. Mimari, en mümtaz ifadesirıi,
mescitlerde, saraylarda ve kulelerde buldu. Bunların çoğu, zaman ilerledikçe tahriba-
4 el-Makkarl, I, 461; Chejne, 322.
5 Bu nsalenin tam metni için bkz. el-Makkari, m. 186-222.
6 el-Mak.kari, m, 212vd. (Elogio delislam espaiiol (İsp. Çev. E. Garcia G6mez) , Madrid 1934, s. 106-110).
171
VI. Dini Yayınlar Kongresi
ra· uğrasa da, geriye kalan kısımlan ilgi odağı olmayı hak eden bir cazibeye sahiptir. Kurtuba Ulucamil, Alcazar, Giralda, Generalife ve Elhamra bunlar arasında yer al
maktadır. Zikredilen eserler değişik dönemlerde inşa edilseler de, vnı. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar bir mimari devamlılığı yansıtmaktadırlar. Dahası bu mimari geleneğin İspanyol ve Avrupa mimarisine de dikkate değer tesirleri olmuştur. Endülüs mimari geleneği özellikle İspanya'da Müslüıp.an varlığı süresince devam etmiştir. Daha sorıra çağdaşları olan Hristiyanlar için saraylar, kiliseler ve evler inşa eden Musta'ribler ve Müdeccenlerce de takip edilmiştir. Sadece mimarlık alanında değil, elsanatları alanında da madenden, tekstilden, fildişinden ve tahtadan harika eserler imal etmişlerdir. Bunlar
hayvan, insan ve mahalli çiçek figürleriyle ve hatla mübalağalı bir biçimde süslerırnişlerdir. En dikkat çeken sanatsal tezahürlerden biri, Kur'an ayetlerini, hadisleri ve şiirleri içeren Arapça hatlardır. Hattatın ve eseri yaptıranın isimlerini, eserin yapılış tarihini ihtiva eden bu kompleks ve karmaşık hatlar, mimari eserlerde, çiniler, seramikler, fıldişi, altın, bronz ve kumaş üzerine yazılırdı. İnsan figürleri tam olarak belli olmasa da, resimlerde av sahnelerine, çiçeklere, meyvelere; kuşlara ve diğer bazı hayvanlara yer verilmiştir. Mecitlerde, saraylarda ve hamarnlarda mozaik yaygın biçimde kullanılmıştır.
Bazı kitaplarda resme ve minyatüre de yer verilmiştir. Bu uygulama, "kitap sanatı"nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Buna bağlı olarak mesela Kelile ve Dimne'de, Hariri'nin Makamat'ında, Dioscorides'in De Materia Medica'sında ve başka eserlerde çok sayıda minyatür ve resim yer almıştır. 7
İslam toplumunda. resim ve heykelin sınırlandığı doğrudur, ancak Müslüman sanatkarların bu başka alanlarda kendilerini ispat ettikleri de bir vakıadır; "Müslüman dehasının elsanatları alanında ortaya koyduklarının en gözdesi" olarak kabul edilen harikuHide süsleme sanatında mükemmel hakkaklar (oymacılar) ve kabartma ustaları olarak temayüz ettiler. Altın, gümüş, bronz, bakır, pirinç, demir, çelik değişik türden pek çok objenin yapımında kullarıılan madenlerdi. Saltanat tahtının, gerdanlıkların, küpelerin, bileziklerin, parfüm kutularının, mürekkepliklerin, mj.icevherlerin ve mücev
herliklerin tezyininde altın ve gümüşü ustalıkla kullandılar. Ara~ça hatların, geometrik ve bitkisel şekillerin işlenmesinde oymacılık sanatı öne çıkmaktaydı. Kılıç ve benzeri alet edevatın yapımında demirden; aslan, ceylan ve diğer hayvanlarının heykellerinin yapımında ise·bronz madeninden yararlanılmaktaydı.
Venedikte Müslümanların imal ettikleri metal eserler mahalli sanatkarları öyle etkisi altına almıştı ki, Doğu tarzı bir Venedik ekolü oluşmaya başladı. Bu ekol bünyesinde Müslümanların teknikleri ve desenleri mahalli olanlara adapte edildi.8
7 Chejne, 324-325.
8 T. w. Arnold-Alfred Guillaume, The Legacy qf Islam, Oxford 1928, s. 121; Chejne, 324.
172
İkinci Oturum
Ahşap oymacılığı en saf ve güzel örneklerini, bazılarında fıldişi oymacılığım da
kapsayacak şekilde minberler, mihraplar, duvar kaplamaları, sandıklar ve diğer bazı ev eşyalarında ortaya koydu. Seramikten barikulade süslü vazolar, tabaklar, taslar, çiniler imal edildi; bitki motifleriyle, hatlarla süslenen renkli parlak camlarla vazolar, şişeler, kandiller, çanaklar ve başka bazı objeler üretildi. Oyma sanatının icra edildiği ftldişiler kabartma hayvan ve bitki fügürleri ve hatlarla birlikte silindir biçiminde yuvarlak parfüm ve mücevher kutularının yapınunda kullanıldı. Bu sanat X. yüzyll Kurtubası'nda
parladı; İspanya, Sicilya ve Mısır'da moda oldu.
islam camiasma mensup bütün toplumları, Orta Çağın önde gelen kumaş dokuyuculan ve ipek tacirleri haline getiren dokuma sanayinin gelişmesinde Endülüs Müslümanları da bariz bir paya sahip olmuştur. Halıcılık alanında Endülüslülerin İranlılarla rekabette geride kaldıkları söylenebilirse de diğer dokumalarda, özellikle ipek imalinde yaygın bir şöhrete malik bulunuyorlardı. Tekstil sanayi, özellikle de ipek imali deği
şik şehirlerde gerçekleştirilmekteydi; canlı renklerle boyanmış kumaşların üzerinde geometrik ve bitkisel şekiller, kompleks kuş ve diğer hayvan figürleri yer almaktaydı.
Tıraz (nakışlı kumaş), tekstil alanındaki dekorasyon hususunda en mükemmel örnektir. ipekten imal edilen, devlet ricalinin ve ileri gelenlerin giydiği tırazın üzerinde altın ve gümüş iplikle işlenmiş bat örnekleri ve başka nakışlar yer alırdı. Endülüs'te yü n halılar da dokundu, ancak bunların doğudakileri geçtiği söylenemez. Konfeksiyon ürünleri Akdeniz havzasında geniş bir pazar buldu; "Granadina (Gırnata dokuması)" örneğinde olduğu gibi Batı dillerine bu alarıda geçen bir çok kelime, Endülüs ürünlerinin etkisirti
gösteren en bariz delillerdir. Kitapların ciltlenmesi ve resimlendirilmesirtirt önemli bir zanaat ve aynı zamanda sanat alanı olduğunu hatırlatmak gerekir. Kökeni Greklere dayanan usturlabı Müslümanla[ almışlar ve bunu gerek denizcilik alanında gerekse namaz vakitlerinin ve ktblenirt tayirtirtde kullanmışlardır. Usturlab, Müslüman ustaların elinde zarif görüntüsüyle ve üzerirtdeki zarif süslemelerle gerçek bir sanat eserine dönüşmüştür.9
El sanatlan kapsamında Endülüs'e ait eserlerin resimleri, bunların özgünlüğünü gösterir niteliktedir. Aynı durum mimari eserler içirt de geçerlidir. Bu, Müslümanların çöl ortamından rafıne bir hayatın yaşandığı şehir merkezlerine doğru yolculuğunun tabü bir sonucu olsa gerektir. Bu değişim, İslam mimarisirlin temeli, yüzyıllarca ictimai ve
din! hayatın, keza eğitim faaliyetlerinin merkezi olarak kabul edilen mescitte çok bariz biçimde göze çarpmaktadır. Mescit başlangıçta dikdörtgen şeklinde içi boş dört duvarlı basit bir yapıdan ibaret iken zamanla içi ve dışıyla cazip bir mimari komplekse tahavvül etmiştir. Mescidirt ana özellikleri (üstü açık, revaklarla çevrili avlu: sahn, minber,
9 P. K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İsliİITI Tarihi (Türkçe çev. s. TUğ), İstanbul1980, m. 940; Chejne,
324-325.
173
VI. Dini Yayınlar Kongresi
maksfira: Parmaklıklı kısım, mihrab, minareler, kubbeler, iç mekandaki sütunlar, renkli mozaikler, renkli camlar) zamanla iyice zarifleşmiştir. Bu dönüşüm Doğu'da meydana geldi ve en gözde örneğini Kudüs'teki Kubbetüssahra'da ve Şam ümeyye Camii'nde sergiledi. Bunlar Endülüs'ün de içinde bulunduğu bütün İslam mescitlerine model oldular.
Endülüs tarihinin ilk döneminin, belki de bütün Endülüs camilerinin en fazla temsil kabiliyetine şamil olan eseri, Kurtuba Ulucamü'dir. el-Makkaıi, kendisinden önceki müelliflerin, bu caminin bütün camiierin en önemlisi ve mükemmeli olduğuna dair hayranlık dolu sözlerini nakleder. Bu müelliflere göre söz konusu caminin güzelliğini kelimelerle anlatmak mümkün değildir. I. Abdurrahman, Kurtuba UluCamii'nin inşasını 786 yılında 100.000 dinar ödeyerek satın aldığı San Vicente Kilisesi'nin yerirıde başlattı. Endülüs'ün olduğu kadar bütün İslam dünyasının da birkaç büyük şaheserinden biri olan bu eser, n. Abdurrahman (822-855), III. Abdurrahman (912-961), ll. Hakem (961-976) ve başvezir el-Mansur (977 -ı 002) zamanlarında gerçekleştirilen genişletme ve ilavelerle X. yüzyılın son çeyreğinde son şeklini almıştır.
Kurtuba Ulucamii, son halini aldığında, Endülüs sanatını bünyesinde cem eden bir eser olarak temayüz etti. Bazı müellifler, senenin her günü güneş ışıklarını içeri süzen 360 kemerin bulunduğunu söyler. üzerinde 1445 kandil taşıyan büyük bir kandillik mevcuttu. Çatıyı taşıyan 1293 mermer sütun vardı. Çok sayıdaki geniş kapıları güzelce işlenmiş bakır levhalarla kaplıydı. 50 m uzunluğunda 20 m genişliğinde ve 7.25 m yükseklikteki üç kapılı maksüre fevkalade süslenmişti. 7.25 uzunluğunda 6.80 genişliğinde ve 12.20 m yüksekliğinde olan milırabın duvarları da altın kaplama idi. Minberi Hint meşesi ve abanozdan kündekar! tekniğiyle yapılmıştı. el-Mansfir'un idarede olduğu yıllarda camiinin hizmetleri 159 kişi tarafından yerine getirilmekteydi, ayrıca burada Hz. Osman Musbafı'nın bir nüshasının da bulunduğu rivayet edilir.
Pek çok araştırmacı, Kurtuba Ulucamü'ni, çatısı sütunların taşıdığı çift katlı kemerler üzerine otııran ve kemerli sütunların ihtiyaç hissedilen sayıca çoğaltılmasıyla mekan genişliğinin sağlandığı eserlerin bir prototipi olarak görür. X. ~dan itibaren özellikle Mağrib ve Endülüs'de çok sayıda cami, çatıları sütunların üzerine otııran bu modele göre inşa edilmişlerdir. Fakat Kurtuba Ulucamü'ni sadece, iyi bilinen bu geleneğin başka bir örneği ol~ak görmek, eserin hususi özelliklerini yanlış değerlendirmek anlamına gelir. Günümüzde pek çok mimarın ve mimari alanında'söz sahibi olmuş eleştirmenin işaret ettiği gibi, bu cami, daha önce bilinmeyen birden fazla özelliğe sahip bulunmaktadır. Kolonlarla at nalı kemerler arasındaki mükemmel uyum, kemerierin statik bir yük taşıyıcıdan ziyade bakana dirı.lendirici bir his veren geometrik manzarası, tek tek taşıyıcılarla sahınlar şeklinde tezahür eden genel görüntü arasındaki denge, yukarısındaki üç kubbeyle birlikte göz kamaştıran mihrap, zikredilen karakteristik özellikler kapsamında sıralana bilir. Mihrap, bitki motiflerini ve ktifi hat örneklerini içeren yüksek düzeyde bir
174
İkinci Oturum
kompozisyon oluşturmak için kullanılan zengin mozaikleriyle göz kamaştıru, ayrıca
mibrabın gizemli derin nişi, sanki insanlık aleminden başka bir aleme açılan bir kapı
hissini uyandırır.
Cfunide çatı yüksekliğini temin etmek için sütunlar üzerinde çift katlı kemer siste
minin kullanılmasında, Maride şehrinde Romalılar döneminden kalma çift katlı kemerli
köprünün ilham kaynağı olduğu ileri sürüise de, iki sistemin fonksiyonları itibariyle bir
birinden farklı oldukları muhakkaktır. Kurtuba Ulucamii, sadece mahalli etkiyi taşımaz,
Doğu'dan da esintiler vardır. Bu durum Endülüs'deki yeni mimari ve sanat anlayışının
gerisinde Doğu'yu yahut Endülüs'de daha önceki dönemlerden kalan mahalli mirası ol
duğu gibi taklit etmek yerine farklı kaynaklardan beslenerek bunlardan yeni ve orijinal
bir tarz ortaya koyma arzusunun yattığını göstermektedir.
Daha soma 951-952'de m. Abdurrahman tarafından 20 metre yüksekliğindeki önce
ki minarenin yerine her kenan 8.48 olan muhteşem bir kare minare yaptırıldı. Aşağıdan
yukarıya hatlarla ve çizgi süsleriyle örtülü bulunan bu kesme taşla kaplı minarede, bir
iç bölme duvarının birbirinden ayırdığı iki merdiven yükselmekte ve ancak yukarıda
birleşmekte idi.10 Endülüs Emevileri'nin halifelik döneminde ortaya koydukları eserierin
bir bölümünün, Kuzey Afrika'da kurulan Şü Fatımiler'e karşı koyma ve onların nüfu
zunun yayılmasını engelleme ihtiyacından kaynaklandığını belirtmek gerekir. Fatımiler,
canillerde minarenin bulunmasına kesinlikle karşıydılar. m. Abdurrahman'ın söz ko
nusu minareyi daha görkemli bir biçimde yaptırmasının sebebi, Fatımiler'in bu tavnydı
ve Endülüs Emev1 halifesi bu minareyi yaptırmakla devletinin Sünlli karakterini vur
gulamış olmaktaydı. öte taraftan bu minare bundan soma başta günümüzde "Giralda"
diye bilinen işbUiye Ulucamii'nin minaresi, hem Endülüs hem de Mağrib'deki bir çok
IDinareye ilham kaynağı olmuştur.
Kurtuba Ulucamii'ne özgü iki hususa daha işaret etmekte yarar vardır: Birincisi,
bu cami hakkında bol miktarda tarihi malumatın kayıt altına alınmış olmasıdır. Hatta
Kurtuba, Hristiyan hakimiyeti altında girdikten soma yazan muahhar tarihçiler, coğ
rafyacılar, seyyahlar bile bu esere ilgi duymaktan kendilerini alamarnışlardır. camiyle
ilgili gerek Müslümanlar gerekse Hristiyanlarda adeta müşterek bir hafıza oluşmuştur.
Bu olguyu başka bir camiyle alakalı olarak gözlemlemek mümkün değildir: İkinci husus
ise, bir bütün olarak caminin içine giren bir kimsede duygusal yoğunlaşmayla birlikte
hasıl ettiği görsel estetik ve ahenk algısıdır. Camide spmaki dönemlerdeki genişletme-
. lerde, hatta Hristiyan hakimiyetine geçtikten soma yapılan bazı değişikliklerde (mesela
şapellerin inşası gibi) bile hep IX. yüzyıldaki ilk örneğe sadık kalınması, başka pek az
camide karşılaşılabilecek bir durumdur.
10 Suut Kemal Yetkin, İslam Mimlirfsi, Ankara 1959, s. 61.
175
VI. Dini Yayınlar Kongresi
Kurtuba Ulucamii'nde ancak iki kişinin kaldırabildiği, oldukça büyük bir Kur'an
nüshası bulunmaktaydı. Rivayete göre Hz. Osman'a ait Kur'an nüshalarından birine ait dört yaprak da bu nüshasının içinde yer atmaktaydı ve bu yaprakların üzerinde Hz.
Osman'ın katledilmesi sırasında sıçrayan kan damlaları da görülebilmekteydi.11
Endülüs Emevileri'nden günümüze intikal eden bir diğer önemli dini eser, Tuleytula'daki Babu'l-Merdüm Camii (Bib Mardom)'dir. Eser, mimari özellikleri bakırnından
Bizans kiliselerini anırnsatırcasına her bir kenarı 8 metre bir kare plana sahiptir. Tuleytula'daki diğer binalarda olduğu gibi bu eserde de esas itibariyle taş ve tuğla kullanılmıştır. Bina, dört sütun tarafından taşınan, biçimleri birbirinden farklı dokuz kubbeyle örtülüdür. Kubbelerin dayanağını oluşturan kaburgalı kemerierin kullanılış biçimi, Endülüs mimarisine has özellikler göstermektedir. Cephe duvarında geçmeli kemerler şeklinde ilginç ve gösterişli tuğla süslemeler bulunmaktadır. Cami, ı 085'te Tuleytula'nırı Kastilya Krallığı'nın eline geçmesinden iki sene sonra, verilen taahhütlere aykırı olarak
kiliseye çevrildi, ayrıca doğu tarafına Santa Cruz adıyla müdeccen tarzı bir kubbe ilave edildi. Daha sonra Kastilya krallarından vrn. Alfonso, bu binayı El Cristo de la Luz adlı bir dini cemaate bağışladı. Günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. 12 •
Endülüs, sivil mimari alanında şairlere ilham kaynağı olan ve dizelerinde güzel
liklerinin anlatıldığı eserleriyle de ünlüdür. Kaleler ve yüksek surlardan ibaret olan askeri mimariye dair eserler yanında çok sayıda köprü, kanal, geçit, mesire yerleri de mevcuttu. Fakat bu alanın en gözde eserlerini, sarayların ve hisariarın teşkil ettiğini bilhassa belirtrnek ger~kir. Kurtuba'da ve diğer şehirlerde pek çok saray vardı. Bunların en görkemlileri Medinetüzzelm1 ve Medinetüzzahire'dir ki, Ortaçağ müelliflerinin hayallerini süsleyen bu eserleri, büyüklüklerini dikkate alarak birer saltanat şehri olarak
vasıflandırrnak daha doğrudur. '·
Medinetüzzehra'nın inşası, adını kalıcı eserlerle tarihin unutulmazları arasına kay
dettirrnek arzıısu taşıyan III. Abdurrahman tarafından 936 yılında başlatıldı. Saray için Kurtuba'nın kuzeydoğusundaki Arfis Dağı (Cebelü'l-AIUs/Sierra Morena) 'nın
. ' Vadilkebir'e bakan yamacını seçti. Saraya, gözdelerinden bir'i olan Zelıra'nın adını verdiği söylenir. Mamafıh ismin kaynağı konusunda başka görüşler de mevcuttur.13
Medinetüzzehra; esas itibariyle birden fazla köşkten, camiden, biri hayvanlara, diğeri bitkilere ait bahçelerden, silah atölyelerinden müteşekkil geniş bir kompleksti. İnşaat 25 yıl sürdü ve tamamlandığında haklı olarak "Şehir" olarak adlandırıldı. Bir rivayete göre III. Abdurrahman, inşaat esnasında 10.000 usta ve işçi, 1500 yük hayvanı çalış-
ll Oleg Grabar, '"1\vo Paradoxes in the Art of Spanish Peninsula", The Legacy Q{ Muslim Spain,
Brilll992, I, 583-91.
12 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanlan (Kültür ve Medeniyet Thrihi) , Ankara 2012, s. 297.
13 Bkz. özdemir, 301.
176
İkinci Oturum
nnn.ış. her gün 6000 taş yontulmuştur. Bunlar ona 300.000 dinara malolmuştur. Beyaz mermerler Meriye'den, kırnuzı mermerler ise cartago'dan getirilmiştir. istanbul ve suriye' den deniz yolu da kullanılmak suretiyle m ermer sütunlar taşınmıştır. Tavanlar altın ve gümüşle kaplanmıştır. Yakındaki dağlardan su getirilmiştir.
Medinetüzzehra'nın en önemli özelliklerinden biri, üzerine inşa edildiği arazi yapı
sıyla uyumlu bir plan dahilinde inşa edilmiş olmasıdır. XII. yüzyıl başlarında Kurtuba'yı ziyaret eden coğrafyacı el-idrisi'nin verdiği şu bilgi tam da bunu göstermektedir:
Medinetüzzehra (teras şeklinde), üç kat olarak kurulmuş büyük bir şehirdi. Öyle ki üst şehrin zemini, orta şehrin; orta şehrin de· zemini aşağı şehrin çatıları hizasına
düşüyordu. Her üç şehir de dikdörtgen kulelerle takviye edilmiş surlarla kuşatılmıştı. Yukarı kısımda saray yükseliyor, orta kısımda bahçeler yayılıyor, cami ile şahıslara ait evlerde aşağı kısımda bulunuyordu14
Medinetüzzehra'daki saray, ahşap işçiliğinin en güzel örnekleriyle, bitki motifleri
ve geometrik şekillerle süslenmişti. Değerli taşlarla dekare edilen on iki adet hayvan ve kuş heykeli mevcuttu. İhtiva ettiği muhteşem salonlardan (meclis/mecaiis) birinin tavanı saf kristalle kaplıydı ve güneş ışıkları vurduğunda içeride adeta bir gökkuşağı oluşmaktaydı. Keza altın ve değerli taşlardan kakmalarla birlikte fildişi ve abanozdan mamul sekiz kapısı bulunmaktaydı.
Medinetüzzehra'ya rakip olmak hatta onu geçmek amacıyla 368/979'da yapırnına başlanan Medinetüzzahire, iki yıl gibi kısa bir sürede tamarrılandı. Köşkleri, cami ve mescitleri, çarşısı, bahçeleri bünyesinde barındıran bu saray kompleksi tamamlanınca devletin idari birimleri buraya taşındı. Saray kompleksinin civarında devlet ricaline tahsis edilen arsalarda malikaneler ve köşkler-yükseldi. Saray, hayatın can damarının attığı bir merkeze dönüştüğünde etrafına yerleşmek ve iş kurmak için insanlar yarışmaya başladı. 15
Ne var ki, görkemli saraylar Medinetüzzehra ve Medinetüzzahire fazla kalıcı olmadılar, zira büyük fitne yaşanırken 1010 senesinde halk tarafından yağmalandı ve tahrip edildi; hatta hatta ileriki yüzyıllarda yeri, ne zaman ve kim tarafından yaptınldığı bile
unutulur oldu. İlk defa XIX. yüzyılın ortalarında yeri ve tarihçesi tespit e~ildikten sonra eserin kalıntıları kısmen ortaya çıkarıldı. Günümüzde çok yavaş iledese de Endülüs medeniyetinin bu büyük eserinin restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Bu yıkım ve talan sonucu sadece bazı bölümler kısmen ayakta kalabildL
1031 senesinde Emeviler'in yıkılışının ardından gerek Mülükü't-Tavılif gerekse Murabıtlar ve Muvahhidler bir rekabet atmosferi içinde görkem bakırnından ona benze-
ı 4 Yetkin, 63-64.
15 Chejne, 330.
177
VI. Dini Yayınlar Kongresi
yen saraylar inşa ettiler. Buna mukabil Musta'ribler ve Müdeccenler ise Endülüs mimari geleneğini kiliselerde, malikanelerde ve saraylarda devam ettirdiler.
Zehra ve Zahire'den başka Sarakusta'daki caferiye, işbUiye'deki Aleazar ve Gırnata'daki Elharnra Sarayı da Endülüs saray mimarisinin gözde eserlerindendir. Mülükü'tThvaif dönemi saray mimarisi hakkında ipuçları veren caferiyye Sarayı, Hüdl enılrlerden Ebü cafer Ahmed b. Muktedir (1049- 1082) tarafından yaptırılan, dikdörtgen şeklinde bir bina olup, kulelerle takviyeli taş ve tuğladan örülmüş bir duvarla çevrilidir. Kuzey
güney doğrultusunda inşa edilen sarayın içinde, etrafı çok zengin tezyinata sahip bir revakla çevrelenmiş olan ve sarayın bütün bölümleriyle bağlantı kuran merkezi avlunun önemi büyüktür. Bu sarayın taht odasının yanındaki küçük cami, özellikle dikkat çekicidir. Dikdörtgen bir ana şema içinde sekizgen bir plana göre inşa edilen Cami, kaburgalı bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin arabesk alçı tezyinatı çok gösterişlidir ve çeşitli ayetlerle daha etkileyici bir özelliğe kavuşturulmuştur. 16
işbUiye'deki Aleazar (Arapça el-Kasr'dan gelmekte) ise, ilk önce xn. yüzyılın sonuna doğru Muvahhidlerce inşa edildi. Ardından Müdeccen ustalarca restore edildi ve en sonunda 1353'te I. Zalim Pedro'nun sarayı oldu. Çok renkli mozaikler, alaca renkli mermerler, aşırı tezyinatı ve bol miktardaki hatlar bu sarayın göze çarpan bariz
özelliklerindendir. Çok sayıdaki salon ve odaları arasında Elçiler Salonu (Salon de Embajadores), Doncellas Avlusu (el Patio de Doncellas) ve Mufiecas Avlusu (el Patio de las Mufiecas) 'nu hasseten zikretrnek gerekir. Sarayın etrafında özenle tanzim edilmiş,
portakal ve limon ağaçlarını keza yasemin ve diğer çiçekleri içinde barındıran bir bahçe bulunurY
Aleazar kadar önemli olan bir diğer eser, Muvahhidler'in inşa ettiği Ulucamii'nin ' minaresidir (Giralda). Bu eserin yapımı 25 yıl sürmüş ve hen'ı minare hem de gözetierne
kulesi olarak kullanılmıştır. 269 m2'lik bir kaide üzerine oturan eser, orijinalinde yetmiş metreyi aşan bir yüksekliğe sahipti ve zirvesinde çok uzak mesafelerden görülebilen
ve çapları yukarı doğru yükseldikçe küçülen üst üste dört küre pulunmaktaydı. Arıcak bunlar bir deprem sırasında yıkıldılar ve 1568 yılında minarenin' üzerine rüzgarın esinti yönünü gösteren bir rüzgar gülü (giraldillo) yerleştirildi. Bugün sonradan yapılan ilave kısırnla 92 metre yüksekliğinde ve Katedralin çan kulesi olarak görev yapmakta olup, en tepesinden Vadilkebir'i ve şehrin genel manzarasıru bütünüyle görmek mümkündür. Kütübiyye ve Hasan Camillerinin minareleri Giralda'yla çağdaş ve benzer tarzda inşa edilmiş eserlerdir. Yalnız bunlar kullanılan malzeme bakırnından birbirinden ayrılır-
16 Engin Beksaç, "Endülüs", DİA, XI, 222.
17 Hitti, m. 946-947; Chejne, 331-332; Özdemir, 318-320. İşbiliye Aleazarı hakkında geniş bilgi için bkz. R. A. De los Rios, Jnscripdones arabes de Sevilla, Seville 1988; J. Gestoso y Perez, Gfa hist6rico-descnptiva de Aleazar de Sevilla, Seville 1899.
178
İkinci Oturum
lar. Kütübiyye'nin zarif minaresi kırma taştandır, Hasan camü'ninki ise pembe renkli kesme taştandır. Giralda ise süslerinin cazibesini bakiava dilimi şeklinde bir görüntü yansıtan sebka tekniğiyle örülmüş tuğlaya borçludur.18 Bu teknik ileride Nasri sanatına nüfuz-edecek ve bilhassa Elhamra'da görünür bale gelecektir. ispanya'da Carmona ve Lebrija'daki çan kuleleri de Giralda model alınarak inşa edilmişler; bu nedenle de halk arasında Giraldillas şeklinde anılmışlardır. Dahası Amerika Birleşik Devletleri'nde bile birden fazla Giralda benzeri kule dikilmiştir. Bunlardan biriMadison Square Garden'da bir diğeri ise Kansas'da idi. San Fransisco'daki Ferry Building Saat Kulesi de Giral'da modeUenerek inşa edilmiştir. Bu tespit, Puerto Rico Üniversitesi'nin Rio Piedras Kampüsü'ndeki saat kulesi ile Mirırıeapolis'deki Railroad Dep ot Saat Kulesi için de geçerlidir.
Endülüs mimarisi zirve noktasına, Nasriler tarafından inşa edilen ve zamanın tahribatından kaçabilen az sayıdaki eserden biri olan Elhamra Sarayı ile ulaşmıştır. Elhamra, Gırnata'nın güneydoğusunda daha önce üzerinde el-Hamra adındaki kalenin bulunduğu bir tepe üzerinde zarif bir şekilde yükselmektedir. İnşaatı ilk Nasri Emici Muhammed b. el-Ahmer (1232-1272) tarafından başlatılınıştır. Başlangıçta mütevazi bir yapı olmakla birlikte zamanla mükemmeUeştirilmiş ve 1492 yılına kadar Nasriler'in daimi ikametgahı olmuştur. Zelıra ve Zahire gibi bir saltanat şehri olan Elhamra'nın çevresi büyük surlarla çevrilmiş, surların üzerinde belli mesafelerle burçlar yükseltilmiş, ayrıca dışandan su getirilmiştir. Avluların etrafına yapılrruş olan birçok saray (köşk) birbirine koridorlarla bağlanmıştır. Gözde bölümlerden bazıları Meşveret Salonu, İbn Serrac Salonu, İki Kızkardeş Salonu, Aslanlı Avlu ve Mersin Ağaçlan Avlusu, Elçiler Salonu ve yazlık saray Generalife'dir. Elhamra;
• kapılarda, ikiz pencerelerde, harnarnda estetik amaçlı atrıalı kemerler,
• harika mukarnaslı kemerler ve kubbeler,
• tırtıllı kemerler,
• alçı üzerinde stilize edilmiş zarif bitki motifleri,
• göz kamaştırıcı kufi ve neshi hat sanatı örnekleri,
• kuursuz ahşap/tavan ve mermer işçiliği,
• değişik renklerdeki geometrik şekilleri taşıyan göz kamaştırıcı sera.rrıWer,
• bazı bölümlerinde uygulanan altın oran
• ve matematik simeteinin uygularnaya yansıtılıruş 17 çeşidi ile birlikte hem geçmişin h~m de bugünün dünya çapında nadir eserlerinden biri olma özelliğine sahiptir. Bugün nasıl ilk kez görenleri kendine hayran bırakıyor ise, dün de aynı etkiyi hasıl etmekteydi. 1492'de Elliamca teslim alındığında içine giren Katolik kralın devlet ricalinden Pedro
18 Bkz. Marlam Rosser-Owen, Arte iskimicode Espana (İsp. Çev. Gloda Mengual), 1\ırner 2010,
s. 41-42.
179
VI. Dini Yayınlar Kongresi
Martir'in hayranlık ve şaşkınlıkyüklü şu cümleleri tam da bu gerçeği teyit etmektedir: "Ey
Elhamra! ölümsüz tannça! Bu nasıl bir sarayı Dünyada bir eşi yok."19
Elhamra'nın iç mekanları, boşluk kalır endişesiyle mübalağalı biçimde tezyin edilmiştir. Tezyinatta geometrik şekiller, stilize bitki motifleri, kı1fı ve neshi olarak yazılmış ayetler ve şiirler kullanılıruştır. Bunların yanında Kraliar Salonu'nda av sahnesi, Nasri sultanlannı temsil ettiği ileri sürülen insan suretleri de kullanılan tezyinat unsurları
arasındadır.
Elhamra'nın süsleme formülü belkide en canlı biçimde Brockelman'ın şu satırlarında
ifadesini bulmaktadır:
"Sarayın duvar, tavan, sütun, kemer, niş gibi bütün kısımlan son derece zengin ve değişik süslerle örtü/müştür. Azul~oslar binbir şekilde birbin" içine girerek arabesk/er çizer. Mennerler de türlü şekillerde yontulmuştur. Yıldız, sekizgen, bitkı; pırlanta gıöi
kaleydoskopik şekil/en· andtran binbir kzvnmlı çizgiler, stüko üzenne kabartma olarak işlenmiştir. Bu tezyınatm yanı başmda.ftiz boyunca uzanan, insanı hqyrette bırakacak sayıda, neshf üslupta yazılar bulunmaktadır. Bunlar kemerleri, pencereleri ve nişle
ri çevreler veya simetrik bir şekt1de konmuş olan mada{yonlann içinde birleşir ve bu tezyınata alışık olmayan gözlere arabesk süslerdenJarkszz gözükür. Bu yazılar başka yapılarda olduğu gibi bir takım kuru vakzalan bildinnez, aksine manzum meth{yeleri ve Arap şiirine has tişıkane gazelleri ihtiva eder. Nihayet bütün bu tezyınatm l{)'andzrdtğı intiba, bijyük bir zevk/e yapılmış sayısız nakzşlarla bir kat daha zenginleşerek göz kamaştına bir haf.alır. Sarayın bütün salon ve odalan renklerin parlak ihtişamz ile isrqf edifireesine do/durulmuştur. Yukan kısımlarda daha kuvvetli bir tesir yarattığı içzn koyu kznnlZl, altın sansz ve mavi renk; aşağı kısımlarda ise menekşe, erguvanı; , turuncu renkler terdh edilmiş& Zemtni kaplayan dört köŞe levhalann bile evvelce boyalı olduğu anlaşıltyor. "20
Endülüs kültürü ve mimarisinin gerisinde saklı olan dehayı temsil eden Elhamra, dünya mimarlık tarihinin en güzel anıtlarından biri olarak değ4rlendirilmektedir. "Bu şekilde Nasıi sanatı bize kendi klasik döneminin başyapıtını, mimarisinin ve sanatsal süslemesinin en önemli kanıtını bırakmıştır. Elhamra hiç şüphesiz, Endülüs sanatını sevenler ve çiçek açtığı son baharında onu keşfetmek isteyenler için bir ziyaretgaha dönüşmüştür.''2 1 ·
Endülüs sanatı ve mimadsi, Hristiyan hakimiyeti altında kalan ve "Müdeccenler" olarak bilinen Müslümanlar tarafından da devam ettirilmiştir. Bugün bu sanat ve mimari tarzı için Batı literatüründe "müdeccen sanatı" manasında arte mudf!iar denmektedir.
19 Rosse.r-Owen, 75.
20 Yetkin, 312-313.
21 Chejne, 335-336. Aynca bkz. Yetkin, 306-313.
180
İkinci Oturum
Hristiyan idaresi altındaki bir zamana denk düştüğü için Müdeccen sanatı dikkat çekicidir. Gerçekte Müdeccen kelimesi, Hristiyan hakimiyeti altında yaşayan Müslüman
Iann sanatını ima eder. XII ve XIII. yüzyıllarda Hristiyan idarecilerin siyasi-askeri alanda I<azartdıkları başacılara paralel olarak önceki dönemlerde görülen kültürel savunınacılık hali gevşemiş, buna bağlı olarak da İslami sanatlara yönelik beğeni yaygınlık kazanmaya başlamıştır.
Kastilya topraklarında Müdeccen sanaemın yaygınlaşması ve Hristiyan projeleri
içinde destekleyici bir faktör olarak yer alması, Reconquista'run gelişmesiyle paralellik arzediyor olmalıdır. Kastilya'ya Müslüman ustalar yerleşmişler, onların bazıları bizzat Hristiyan krallar tarafından getirilerek iskan politikası çerçevesinde sınır bölgelerine yerleştirilmişlerdi. Onların ortaya koyduğu işçiliğin maliyeti, Romanesque üslubu nda yapılan eserlerdekinden daha ucuzdu. San 1irso de Shagun kilisesinde görüldüğü gibi bazen eserin Fransa'dan İspanya'ya intikal eden Romanesque usUlünce hazırlanan kesme taşlarla başlayıp, Müdeccen tarzı tuğla işçiliğiyle bitirildiği olurdu.
1221 yılında inşa edilen Tuleytula'daki San Roman Kilisesi'nde biz Müdeccen sanatınm başka bir veçhesini görmekteyiz. Yapırn tekniği bakımında Babu'l-Merdüm camii'ni hatırlatan bu kilisede iç duvarlar büyük resimlerle donatılmıştı. Mamafıh, Yeni Abit'ten temaları işleyen bu resimlerin etrafı, Hristiyan eserlerinde görülenden ziyade,
İslami eserlerdeki stile benzer biçimde yazılacia çerçevelenmiştir. Daha da ilginç olan husus, atnalı kemer taşlarının tıpkı Kurtuba Ulucamii'nde görüldüğü gibi bir sıra beyaz bir sıra kırmızı olarak almaşık biçimde sıralanması, ayrıca Latince yazılara Arapça hat örneklerinin de ilave edilmesidir. Bu durum, binanın ustalarıyla binayı ibadet mekanı olarak kullananlar arasında müşterek bir kültürün varlığına delalet etmektedir. Gerçekten de Müslüman fethinden sorıra yaklaşık dört asır Müslümanlarla Hristiyanların
iç içe yaşadığı, Arapça'nın Müslümanlar kadar Musta'ribler (İsp. Mozarab/Mozarabes) olarak bilinen zirnmi Hristiyanların da yazı ve konuşma diline dönüştüğü bu şehirde mimari alanda da müşterek bir zevkin oluşması normal ve makul olmayan bir gelişme sayılamaz.
Hristiyanlar için yapılan bu tespit aynen Tuleytula'daki Yahudiler için de geçerliydi. Nitekim şehirdeki sinagogların da Müdeccen tarzında tezyin edildiği ' görülmektedir. Bunlardan ilki, XII. yüzyıla ait Santa Maria la Blanca Sirıagogu'dur. Bu eser daha sonra kiliseye çevrilse de, bugün asli hatini muhafaza eden kısımlardan Cami benzeri bir plana sahip olduğu fark edilebilmektedir. 1360 yılında Samuel Halevi Abulafla
tarafından inşa edilen El Transite Sirıagogu'nda Müdeccen tesiri daha kolaylıkla görülebilmektedir. Kastilya kralı I. Pedro'nun maliye bakanı ve müsteşarı olan Abulafia, bu sinagogu herkese açık bir ibadethane şeklinde değil de özel bir mabed olarak yaptırmıştı. Mabedin duvarlarında, bir önceki sinagogda göze çarpan Muvahhid etkisirıden
181
VI. Dini Yayınlar Kongresi
ziyade Elharnra Sarayı'nın duvarlarındaki süsleme tarzını çağrıştıran dekoratif unsurlar
hakimdir. Ayrıca sinagogda İbranice ve Arapça hat örnekleriyle de karşılaşılmaktadır.
Bu durum, yani söz konusu sinagogda Elharnra'yı çağrıştıran süsler ve hat örnekleriyle
karşılaşılması keyfiyeti, o dönemde bir saraylı Yahudinin kendisine bir Hristiyan kral
dan ziyade bir Müslüman emici model olarak seçtiğini göstermesi bakımından bilhassa
dikkate değerdir.
Mamafih bu noktada hemen şunu da söylemek gerekir: Aslında Abulafla'nın patro
nu I. Pedro da Müdeccen sanatının tutkunu olan bir kraldı. Nitekim inşası onun tara
fından başlatılan işbUiye'deki Alcazares, değişik bölümleriye birlikte Elharnra'yı çağ
nştıran tam bir Müslüman sarayı görüntüsü sunmaktadır. Atnalı kemerleri, geometrik
desenli parlak seramikleri, bitki motifleri, küfı hat örnekleri, planı ve odaların diziliş
biçimiyle bu saray bize tıpkı Abulafla örneğinde olduğu gibi, I. Pedro örneğinde de
İspanya'nın o döneminde Hristiyan kralların, krallık misyonunun tam olabilmesi için
kendilerini Elhamra'da ortaya konan saltanat ortamına referanstabulunmak zorunda
hissettiklerini göstermektedir.
Kültürel gücü bir virtüöz gibi kullanmanın cephede kazanılan bin savaştan daha
etkili bir saltanat imajı üretmesiyle Elharnra adı adeta ebedileşmişti. Bu nedenle I. Pedro
İşbiliye'de Elharnra'yı çağrıştıran bir gayeetin içerisinde oldu. Aynı neden başka bazı kraliyet eserlerinde de Müdeccen üslubunun egemen olmasına yol açtı. Mesela X. Alfonso Leön'da Fransa'daki Reims Katedrali'nirı bir benzerirıi yaptırmayı planlarnıştı,
fakat aynı kral idaresi altındaki toprakların değişik yerlerinde birden fazla Müdeccen
tarzı mimari eserin yapılmasına da bizzat öncülük etti. Bunlardan biri, Kurtuba Ulucamii
içinde yaptırdığı kare planlı şapeldi. Bu şapel, kemerlerinden geometrik süslemelerine
kadar tamamen Müdeccen üslubunu yansıtmaktadır. Leön'daki Gotik katedral onun
İspanya sınırlarını aşan imparatorluk beklentilerini yansıtırken Müdeccen tarzındaki yapılar, İspanya i~erisinde farklı etnik ve dini gruplarla birlikteliğini ve onların kralı
olduğu mesajmı vermekteydi. i Aragon da Müdeccen tarzı eserlerin yoğunlaştığı bir bölgedir.' Burada görülen xıv.
yüzyıldan kalma birçok güzel kule, geometrik desenleri, çift kemerli pencereleri, yuka
nda birbirine g~çrneli zarif t<emerleri ile Muvahhid minarelerini çağnştırmaktadırlar.
Müdeccen mimarisi, İspanya kültürünün biçimlerrmesinde yaratıcı bir devrenin sa
natsal tanığı olarak karşırruzda durmaktadır. Bu tarz etnik ve politik aidiyetin değişimi
ne de tanıklık etmektedir. Bu değişim çerçevesinde Müdeccen sanatı önce İslami olarak
görülmüş, daha sonra ülkenirı kendi yerli mirası olarak benimsenmiştir. Dahası, pek
çok kez de İspanyol egemenliğiyle eş anlamlı kabul edilmiştir. Bu sebepledir ki, Orta
182
İkinci Oturum
ve Güney Amerika'daki kolonyal döneme ait İspanyol mimarisi, "müdeccen" olarak
adlandınlmıştır. 22
Buraya kadar verilen bilgilerden şu sonuçlara ulaşmamız mümkündür:
1) Endülüs Müslümanlan, İslam medeniyetinin Doğu'daki ilk ve önemli merkezlerin
den kopmadan, kendi coğrafyalannın yerel birikim ve elemanlarını da değerlendirrnek
suretiyle kendi özgün sanat ve mimarilerini geliştirmeye muvaffak olmuşlardır.
2) Doğu'da olduğu gibi Endülüs'te de sanatta üsluplaştırma, dolayısıyla natüralizm
den kaçınma genel bir tavır olarak tezahür etmiştir. Bu tavrın arka planında İslam'ın
temel referanslannın ve tevhid anlayışının yattığı muhakkaktır.
3) Dini mimaride olmasa da, sivil mimaride {bilhassa saray ve köşklerde) insan ve
hayvan figürlerinin varlığı bir vakıadır.
4) Endülüs sanatının ve mimarisin özgünlüğü, onu önemli bir cazibe kaynağına
dönüştürınüştür. Müdeccen sanatı, bunun en bariz göstergesidir.
Teşekkür ediyorum.
Oturum Başkam: Biz de teşekkür edjyoruz.
Şimdi de Prof. Dr. Haşim Karpuz hocamız bize "Selçuklu Döneminde Sanat ve Este
tik" başlıklı tebliğini sunacaklar. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi hocamız.
Hocaların hocası Haşim hocam buyurun.
Hocam yerinde sunacaklar.
22 Geniş bilgi için bkz. J. Ynn Dodds, "The Mudejar Tradition in the Architecture", The Legaqy Q/ MuslimSpain, Brill1992, I, 592-7.
183