2014 - nisan 2014 yıl : 1 5 sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/d02036/2014_60/2014_60_kayaalpi.pdf ·...

26
2014 - Nisan 2014 : 1 5 : 60 February 2014 - April 2014 Volume : J 5 Number : 60

Upload: others

Post on 01-Apr-2021

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

Şubat 2014 - Nisan 2014

Yıl : 1 5 Sayı : 60

February 2014 - April 2014

Volume : J 5 Number : 60

Page 2: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

Akademik Araştırmalar Dergisi - 2014, Sayı 60, Sayfalar 69-94

İLETİŞİM ORTAMLARINDA . TÜRKÇE ve DİN DİLİNİN SERÜVENİ

İsa KAY AALP1

Özet

Dil insanla birlikte var olagelmiştir. İnsanın olduğu her yerde de iletişim vardır. Bu yüzden iletişim ortamının en etkili arac(dildir. İnsanın serüveni, bir balama dilin serüvenidir. Tarih boyunca insanın geçirdiği evreleri "dil" sayesinde izleyebiliyoruz.

İliil~f dinlerin, dilin hayatın içinde yer almasında ve belli bir kıvama kavuşmasında çok önemli katkıları olmuştur. Bu yüzden tabii hayatın dili ile din dili başat gitmiştir. Tabii hayat ile din dilinin birbirinden ayrıldığı zamanlarda ise bireylerde ve toplumlarda ''yabancılaşma" baş göstenniş ve türlü "sorunlar" ardı ardına sökiin etmiştir.

Türk milletinin İsliimiyet'i benimsemesiyle birlikte Türkçe yepyeni bir _işlevsellik kazanmıştır. Bu sürece, İslamiyet 'in dil hassasiyeti çok önemli katkılar sağlamıştır. Bu makalede, Türkçe'nin geçirdiği badireli evreler ve din dili ile olan iç içeliği anlatılırken, din dilinin "ortak dil" ile etkileşimi ve bıı bağlamda din dilinin serüveni güncellenerek ifade edilmeye çalışılmıştır.

_ Anahtar Sözcükler: Dil, İletişim, Türkçe, Din Dili, Ortak Dil.

The History Of Turkish Language And The Religious Language In Communication

Abstract

Language and lıııman society are inseparable. Wlıerever humans exist, _ comınunication exists. And langııage is the most effective instnıment of communication. Therefore the Jıist01y of Jıumanity is alsa the hist01y of

1 Yrd. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, Uzunköprü Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu; e­posta: [email protected]

69 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 3: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

langııage. It is via langııage tlıat we follow wlıat stages lıumanity went tlıroııgh. In tlıis process tlıe ınonotlıeist religions lıave significantly contribııted to tlıe development of langııage witlıin daily life and its refineınent. The langııage of daily life, tlıerefore, goes in para/lef to tlıe langııage of religion. And wlıenever tlıey differ, it results in alienation among individııals and even witlıin tlıe wlıole society, and concoınitant problenıs occıır. Wlıen tlıe Tıırkic comınıınities adopted tlıe religion of Jslam, tlıe Tıırkish langııage gained a wlıole new jimction. Tlıe contribution of Islam to this, witlı its special sensitivity on langııage, was iınportant. This paper aims to discııss tlıe probleınatic stages tlıat tlıe Turkislı langııage went through and its iıitimacy witlı tlıe religioııs langııage. By so doing tlıe interaction of tlıe religious langııage and tlıe coınınon langııage andan ııpdate stoıy of tlıe former are also related

Key wortf.s: laııgııage, lııımans, comınunication, religion, nation, Turkislı,

religioııs langııage, coınınon langııage.

ı. GİRİŞ

Mevlana Ceıaleddin-i Rfım1 (ö. 672 / 1273) .Mesııevf'sinde dille- ilgili şöyle bir hikaye anlatİr: Biri Türk, biri Arap, biri Acem, biri de Rum olmak üzere dört kişi yeni arkadaş olmuşlar, bir yerde· oturuyorlardı. Henüz birbirlerinin dilini de anlamıyorlardı. Yolu oradaJ?. · geçen zengin bir adam onlara bir dirhem verir ve ''Yiyecek bir şey alıp kamınızı doyurun" der. Türk olan, "Ben üzüm isterim" der. Arap olan, \'Ben inep severim" diye tutturur. Acem olan, "Ben engurdan başkasına razı olmam" der. Rum olan ise "BırakıU: bu saçmalıkları, bu mevsimde en iyi istafil gider" der'. Aslında inep, engur, istafil de üzüm demekti ve hepsi de aynı şeyi istiyorlardı, fakat birbirlerinin dilini anlamadıkları için anlaşamıyorlardı. Derken her biri, farklı şey istediğini zannederek kendi söylediği şeyde diretince tartışmaya başlarlar, sonra da kavgaya tutuşurlar.

Nihayet yolu oradan geçen akıllı ve dil bilen bir adam onları ayırır ve her birini tek tek dinledikten sonra gülerek, "Parayı verin, ben hepinizin istediği şeyi size getireceğim" der. Parayı ona verirler ve merakla beklemeye başlarlar. Akıllı adam manavdan yeterince üzüm alıp gelir. Herkes birbirinin yüzündeki sevinci görünce aynı şeyi istediklerini anlayıp şaşırırlar ve boşuna kavga edip birbirlerini üzdüklerine hayıflanırlar. Böylece dört arkadaş, birbirlerini üzdükleri için özür dilerler.2

"Mevliina Celfiledd!n-i Rum!. (1973). Mesnevi ve Şerhi, II (şerheden: Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul: Devlet Kitapları, beyit: 3690.

70 Journal of Academic

Studies

Page 4: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014 - Nisan 2014

*** İlk insanla birlikte var olduğunu kabul ettiğimiz dil, konuşabilme ve

anlaşabilmenin en önemli vasıtasıdır. Her ne kadar dilin nasıl doğduğu ve geliştiği gibi hususlar ilim çevrelerinde her zaman tartışma ve araştırma konusu olmuş, olmaya da devam etmekteyse de; dil bir "araç" olmasına rağmen "insan"ın serüvenini ortaya çıkaran en önemli belge niteliğini

taşımaktadır.

İnsanlık tarihinde yazılı hayatın tari~sel olarak ne zaman başladığı kesin olarak bilinmese de Allah'ın peygamberlerine gönderdiği kitaplar vasıtasıyla yazılı hayatın başladığı ve devam ettiği malumdur. Bu açıdan bakıldığında Hz. Adem'e gönderilen on (10) sayfa (suhiıf), kitaplı hayatın başlangıcını oluşturmaktadır. Peygamber odaklı süreç suhuf ve kitaplarla son peygambere kadar tekrarlanarak devam ederken, aynı zapmnda peygamberler vahiy kaynaklı kitaplarla "medeniyet"in odağında yer almışlardır ..

Bütün ilah! dinler birbirinin devamı ve mütemmimi olup hepsi de "İslam" olarak anılırken, bilahare Allah tarafından din, Kur'an'a has kılınıp "İslam" olarak . adlandırılmıştır. İslam uygarlığında bütün ilmi, fikri ve sanatsal faaliyetlerin temeli Kur'an merkezlidir. Kur'an'ın, deri ve benzeri malzemeler üzerine yazılması suretiyle "yazı"ya geçirilmesi kitabi hayatı başlatmıştır.

Başka bir ifade ile İslam dünyasında kitap haline getirilen ilk metin Kur'an-ı Kerim'dir. Ancak yazı malzemelerinin yetersizliği, pahalı ve elde edilmesinin zahmetli oluşu gibi sebepler, kitabın yaygınlaşmasının önündeki önemli engellerdir. 751 yılında yapılan Talas Savaşı, İslam dünyasında her bakımdan bir "dönüm noktası" olmuş,. bu devirde Çinli esirlerden kağıt imalinin öğrenilmesiyle birlikte başta Kur'an olmak üzere, ihtiyaç duyulan konularda kitapların yazılmaya ve çoğaltılmaya başlanması, "dilin kullanımı"nı insanlar arasında yatay ve dikey hale getirmiştir.

Zaman içerisinde kağıt imali gelişti ve yaygınlaştı. Önceleri güçlükle elde edilebilen ve sadece özel kişilerin evlerinde bulunan kitaplar, kağıdın keşfi ve imal edilmesi sayesinde geniş halk kitlelerine ulaşma imkanı buldu. İslam coğrafyasının günden güne genişlemesi sonucu, bu yeni dinle tanışarak müslüman olan- toplulukların öğrenme heyecanı "kitaplı hayat"ı neredeyse "zorunlu" hale getirdi.

Özellikle IL (VIIL) yüzyılın ikinci yansından itibaren Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması ve anlatılması bağlamında yeni ilimler ortaya çıkmış, bunlarla ilgili bilgilerin geniş kitlelerle paylaşılması ihtiyacı doğmuştıır. İslam dünyasında Beytülhikme ve Darülhikme gibi eğitim öğretimi önceleyen kurumlar oluşmaya başlamış, buralarda eski uygarlıklara ait kitapların tercüme edilmesi gibi faaliyetler yazı malzemelerine duyulan ihtiyacı arttırmıştır. Bu durum,

71 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 5: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

kütüphanelerin sosyal hayatın içine girmesine de ön ayak olmuş ve kitabın yaygınlaşmasını sağlamıştır.

Bu bağlamda, Allah'ın "sözlü" (Kur'an) ve "sözsüz dili"ni (kainat / evren) doğru biçimde anlaması, bilmesi ve kullanması gereken halkla ilişkiler alanının çeşitli kademelerinde "görev yapanlar"ın, yaptıkları konuşmalarda, verdikleri derslerde, yazdıkları makale ve kitaplarda anlaşılır bir dil kullanmaları, "millet ile birlikte yürüme"nin temel şartını oluşturmuştur.

Toplumlar, sosyal katmanlarıyla bir bütünü oluştururlar. Bu süreçte "bütün"ü ve "bütünlüğü" oluşturan değerler, insanları birbirlerine yaklaştırıp kaynaştırmış, "güvenli" bir geleceğe umutla birlikte yürümelerini sağlamıştır. Hiç kuşkusuz sanatçıların da eserlerinde, sanatın gereği olarak doğru ve tabii olanın ortaya çıkmasına katkı sağlamaları doğal bir beklenti halini almıştır. Çünkü anlamsız tartışmaların ve sürtüşmelerin önüne ancak bu şekilde geçilebilir.

"Allah güzeldir ve güzelliği sever."3 Bu yüzden Allah'ın yarattığı her şey insan için bir "ömek"tir. İlahi talimi kendine kılavuz edinen 'kişiler, öncelikle "dil" gerçeğini görmek durumundadırlar. Allah, "en güzel biçimde yarahlan insan" ile (T'ın 95/4), Kur'an yoluyla sözlü iletişim kunnak istemektedir. Allah'ın keliimı bu açıdan güzel bir örnektir. Dilin tevkifiliği de (vahye dayalı, vahyi) buradan gelmektedir.

Türkçe'de dilin estetik boyutunun önemini vurgulamak için kullanılmış olsa gerek ki, sanki yenilen, içilen tadına bakılarak anlaşılan maddi bir şeymiş gibi "tatlı dil" ve "tatlı dilli" ifadeleri oldukQa anlamlı ve önemlidir. İnsanın fıtratında potansiyel olarak mevcut olan "dil yetisi"nin, kişinin karakterine paralel olarak iyi bir eğitimle geliştirilmesi her zaman mümkUndür.

2. TÜRKÇE'NİN İKİ AYRI SERÜVENİ

Her milletin kendine özgü birtakım hususiyetleri vardır. Bu bağlamda Türk milletinin gelenek ve göreneklerine bağlılığı, gittikleri yerlerde benliklerine ve dillerine sahip çıkmalarını sağlamıştır. Ancak zaman içerisinde kurdukları büyük devletlerde ihtişam ve debdebeye kapılmaları, hakanları farklı bir yöne çekmiştir. Saray hayatının ihtişamına kolayca alışan bazı yöneticilerin "maddi hayat"a esir olmaları, neticesinde .yabancı hayranlığının had safhaya çıkmasına sebep olmuş; bunun bir göstergesi olarak da yabancı sanatçı ve şairlerin kendi dilleriyle yazdıkları eserlere / şiirlere büyük ihsanlarda bulunmaları yabancı kültürlere hayranlığı körüklemiştir.

3 Ahmed b. Hanbel. (1313). Miisned, I, Kahire, s. 399.

72 Journal of Academic

Studies

Page 6: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014- Nisan 2014

Hakanların bu tür yaklaşımları, onları halktan koparmış, fakat halk kendi diliyle yazıp konuşmaya devam etmiştir. Yöneticiler halkın gelenek ve göreneklerine, dillerine bağlı bir şekilde yaşamalarına karışmamışlar, ancak yöneticilerin halktan kopuk bir hayat sürmelerinin önüne de geçilememiştir. · Üst kesimde, yukarıdan aşağıya doğru yabancı unsurlara karşı "özenti hayatı" belirgin bir vaziyet almıştır. Saray ve çevresinde yaşayanlar tarafından, halk küçül<: görülmüş, dolayısıyla halkın gelenek ve görenekleri, konuştuğu dil de hor görülmüştür. Bir suda iki defa yıkanılmayacağı bir kazıyye-i muhkeme iken, aynı hataların tekrarlanmaktan geri durulmaması onların sonunu hazırlamıştır. Böylece toplumda ayrıcalıklı (imtiyazlı) sınıfların türemesine zemin hazırlanmıştır.

Önceki eğitim kuruınları gibi Osmanlı dönemi medreselerinde de durum bundan farklı olmamıştır. Kendi ana dillerini ikinci plana iten eğitim anlayışı yüzünden, Arapça öğrenim gören öğrenciler, - birlikte yaşadıkları halkı küçümsemeye, Türkçe'den başka dil bilmeyen halkla alay etmeye başlamışlardır. Arapça bilgileri yükseldikçe gurura kapılmışlar, onlar da yöneticiler gibi kendilerini halktan üstün ve ayn tutmuşlardır. Hatta hazan halkın içinde bulunmamak bir övünç vesilesi olmuştur. Ancak ulemadan ehl-i insaf ve ehl-i tarik olanlar düşüncelerini yayabilmek için halka yaklaşmışlar, dolayısıyla da halkın dilini kullanarak "halkla iletişim" yolunu seçmişlerdir.

İlerleyen yüzyıllarda yönetici kesim ile medreseden yetişen bilginlerin aynı kulvarda yollan kesişmiş, onlar da saray ve benzeri yerleri mekan edinmişlerdir. Hatta ilmin, bir "güç" olduğunun farkına varan "ilmiye

· sınıfı"nın da hazan sesini iyice _yükselttiği döneınler olmuştur. "Havas"laşan bu ayrıcalıklı sınıflar karşısında, halkın da "avaınlaşması"na tanık oluyoruz. Her türlü üst değer "havaslar"ın hakkı haline gelirken; vergi verme, asker olma; olanla yetinme, kanaatkarlık gibi hususlar da "avam"ın payına düşmüştür.

Avam, sanat eserlerini okumaz, sanatsal faaliyetlere ilgi duymaz, saraylarda yaşamaz. Dolayısıyla avam diye adlandırılan "halk / millet" kendi kulvarında hayatını sürdürüiken kendi dilini kullanmaya devam etmiştir. Yönetici kesim zaman içinde çeşitli iniş çıkışlar göstermesine karşın halk, hayat çizgisini hiç değiştirmemiştir. Halkın dili asırlar boyunca gelişen

çizgisiyle "halk dili" olarak varlığını sürdürmüş ve olgunlaşmıştır. Halk "millet olma" bilindyle, kimliklerini koruyarak varlıklarını sürdürmüştür. Yöneticilerin, halkın değerlerinden uzaklaşmaları milleti sıkıntıya sokarken, halkıyla bütünleşen yöneticiler ülkenin maddi ve manevi refahının artmasına sebep olmuşlardır.

Tarihsel süreçte "eyleınli hayat"ın odağında yer alan yönetici ve imtiyazlı sınıflar ülkenin maddi ihtişamına paralel olarak halktan ayn ihtişamlı ve ..

73 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 7: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

depdebeli bir hayat sürmüşlerdir. Bu gidiş, zaman içerisinde saray ve çevresi, yeniçeriler / askerler ve bunlara ilave olarak ilmiye sınıfının el ele vererek, halk ile aralarındaki mesafenin açılmasına sebep olmuştur. Bugün de benzer ayrılıkları görmemiz mümkündür. Halk vergi verecek, vatan için "asker/er" yetiştirecek hatta gerektiğinde ölecek, imtiyazlı sınıflar ise halkın sağladığı imkanlarla güya halkı yönetme adına "yaşayacak"tır.

Böylece hayat, iki ayrı kulvarda devam etmeye, milletle kültürel anlamda ara açılmaya başlamıştır. Dolayısıyla bunların dilleri vardır halkın diline benzemez, değerleri vardır halkın değerleriyle örtüşmez. Halk adetleriyle, menkıbelerle, efsanelerle, birtakım insanların olağanüstülüklerini dinleyerek veya anlatarak hayat sürecektir. Toplumsal hayat iki farklı kulvarda seyrettiği için yönetici ve elit kesim, "toplumsal değer" kaygısı taşımadıkları için, içinde bulundukları "toplum"a lokomotif olma gibi bir işlevi de üstlenememiştir.

Durum böyle olunca, halk da kendine tepeden bakanları hiçbir zaman affetmemiş ve zamanı geldiğinde onlara dersini vermekten geri durmamıştır. Asırlar içinde oluşturduğu diliyle, kültürüyle, örf ve adetlerini kesintisiz bir şekilde sürdüren kurumlaşmış milletin asaleti de buradan gelmektedir. Toplum, tepesinde bulunup da zalimlik yapanlara acımamıştır. Çünkü Zl'lmün bedelleri hep ağır olmuş; ne yazık ki millet, zulmün maddi ve manevi sonuçlarını yıllarca çekmek zorunda kalmıştır.

Tarih boyunca sosyal hayat gibi Türkçe de iki ayn kulvarda seyretmiştir. Biri yöneticiler ve aydınlar gibi halktan kopuk elitlerin dili, diğeri de halkın kendi arasında konuştuğu ve asırlar içinde ypğurarak kalıcı bir şekil almasına katkı sağladığı sosyal hayatın yaşayan ·dili. Birincisi çok özel kalıp arkaikleşirken, diğeri asırlar içinde kendini yenileyerek devamlılık kazanmıştır. Millet, diliyle var olmuş ve var olagelmiştir.

2.1. İslamiyet Döneminde Türkçe

Türkler, İslam dini ile tanışmalarıyla birlikte, yerleşik hayata geçmeye başlamışlar, kültür ortamları genişledikçe, şehir hayatı öne çıkmış ve bu süreçte "ifade" sıkıntısı çektikleri alanlarda, ihtiyaç duydukları kelimeleri Arapça'dan, ilerleyen zamanlarda da ilişki halinde oldukları Farsça'dan kendi dillerine kelime almakta bir beis görmemişlerdir. Özellikle de "ümmet-i Muhammed"e dahil olma şuuru, "Türk olma" bilincinin önüne geçtiği zamanlarda Arapça ve Farsça'dan Türkçe'ye kelime akışı daha da hızlanmıştır.

Türk milletinin kültür ve medeniyette zirve yaptığı Osmanlı dönemi, zaman içerisinde iniş çıkışlara sahne olmuş, başarı ile başarısızlığın başat gittiği bir devir yaşanmıştır. Osmanlı döneminde "sosyal hayat" ile "dil"

74 Journal of Academic

Studies

Page 8: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014- Nisan 2014

paralellik gösterir. Sosyal hayatta iki sınıf insan vardır: Müslim ve gayri müslim. Müslimler hakim unsuru oluşturmaktadırlar. Gayri müslimlerin de birtakım hakları var, fakat onlar azınlıkta oldukları içih kendi içlerinde, hakim unsurdan farklı bir hayatı yaşamışlardır. Bunların, aynı inancı paylaştıkları ülkelerle dış bağlantıları her zaman var olagelmiştir. Kendi dillerini konuşmalarının, çocuklarını kendi açtıkları okullarda okutmalarının önünde de her~angi bir engel de olmamıştır.

Osmanlı ülkesinde yaşayan azınlıklar asimile olmadan varlıklarını koruyarak hakim unsurla "birlikte" yaşadılar. Bu hal devletin güçlü olduğu dönemlerde sorunsuz devam etti, fakat devlet, dış dünyadaki özellikle Batı'daki "gelişmeler"den habersiz kalmaya başliıyıp, kendisi de yeni atılımlar yapamayınca; Batılı ülkelerle rekabet edemez duruma geldi, böylece zayıflama sürecine girildi. İşte bu sırada ülkede yaşayan azınlıklar, hakim unsurların sahip oldukları haklardan yararlanmayı dillend1mı.eye, yani "eşit haklar" istemeye, dolayısıyla devlet yönetiminde görev almak gibi taleplerde bulunmaya başladılar. Bu istekler, ülkenin en önemli sorunu haline geldi ve ciddi anlamda önlemler alınması için çareler aranmaya başlandı. Batılı

devletlerin baskı ve istekleri doğrultusunda Osmanlı yönetimi "tanzimat" ve "ıslahat" gibi girişimlerde bulunmak zorunda kaldı.

Bu gelişmeler, geç de olsa Osmanlı aydınlarını ve hakim unsurun aklını başlarına getirmeye başladı. Osmanlı aydını yeni süreçte kimlik arayışına

girişti. Çünkü dünyadaki gelişmelere paralel olarak toplumda farklı sesler yükselmeye başlamıştı. Böylece söz konusu "sesler"in muhatap kitlelere

· ulaştırılabilmesi için, "dil" uns!-ffilnun önemi ortaya çıktı. Düşünceni, kendi toplumuna anlatmak zorunda kaldığın bir zamanda "anlaşma"nın esas malzemesi olan dilde "ortak dil" arayışı belirdi. Bu da, aydınları halk arasında asırlardan beri konuşulan dile götürdü. Milletin kültürüyle yoğrulmuş olan halkın dili ilim adamlarının, yazarların, şairlerin dili olmaya başladı. Halkın dili "milll birlik"in en temel unsuru haline geldi.

Bu süreçlerin sonunda, millet "kllrtuluş mücadelesi" vermek zorunda kaldı. Böylesine önemli bir' zamanda halk dili, hayatın bütün alanlarının

kurtuluş simidi _ oldu; "Ortak dil"in çok ihmal edildiği anlaşıldı. Bu gelişmelerden cami de nasibini aldı. Vaaz ve hutbelerde kullanılan Arapça dua ve metinler yerini önemli ölçüde Türkçe dua ve metinlere bıraktı. Mehmed Akif olgusu bu halin somut bir göstergesini oluşturmaktadır. Bu dönemden itibaren halkın dili caminin de dili olmaya başladı. Cami halk ile, halk da cami ile bütünleşti. Eskiden "Hoca ne dedi" diye sorulmazken, artık bu tüt sorular sorulmaya başlandü Toplumda insanların birbirini anlama ve anlaşılması

olgusu önemli bir gösterge haline geldi.

75 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 9: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

Hiç kuşkusuz "millet dili"nin oluşumu ve zenginleşmesi uzun zaman isteyen bir süreçtir. Öyle her istenildiğinde gerçekleşebilecek bir husus değildir. Toplumun önünde konuşan ve yazan insanların yetiştiği ortamlardan tutun da, yetişme biçimlerine kadar birçok faktör dil açısından önem arzetmektedir. Aynı amaca yönelik, aynı niyetle hareket eden insanların

kullanacağı "ortak dil"e ihtiyaç duyulmakiadır. Çünkü dil canlıdır, onu diri tutacak ve yaşatacak şuurlu nesillerin varlığı dilin hayatı damarını

oluşturmaktadır.

Her milletin kendine özgü bir dilinin olması garipsenmiş, din ile dil birbiriyle kavga eder hale getirilmiştir. Oysa her milletin kendine özgü bir dilinin olması kadar tabii bir şey olamazdı. Bu hal ilılhl kurguya da uygundu. Ancak Türk vatanında din yani İslam karşıtlığı yapacağız diyerek din bağlamlı kelimelerin dışlanması gayreti ve dini değerlerin hed~f alınması, ister istemez bu alanda bir çekişmenin· yaşanmasına sebep olmuştur. Hatta bu yüzden dil, din gibi kutsal bir hüviyet kazanmıştır.

Bu arada tarih boyunca Türkler'iri alfabe değişikliği ik.din ve medeniyet değiştirmelerinin paralellik göstermesi de dikkate alınması gereken önemli bir husustur. Dil, inanç ile birlikte milletin "medeniyet" ortakliğına sebep olmaktadır. Bir milletin hangi medeniyet dairesinde yer alacağı "inanç" eksenli bir tercihtir, hiç kuşkusuz dil bu anlamda önemli bir belirleyicidir. Dil ile dinin kardeşliği burada kendini iyice belli etmektedir.

"Din dili" ile "resm1 dil"in .aynı olmadığı durumlarda, din dili milletin diliyle buluşmakta ve "ortak dil"e büyü!<: ölçüde "ruh" vermektedir. Başka bir ifade ile milletin günlük diline ve hayatına din dili ruh vererek tatlandırmaktadır. Türk milletinin Tanzimat'la başlayan sosyal hayata ilişkin sürecini, Batı toplumları bugün yaşamaktadır. Ne yazık hBatı ülkelerindeki müslüman / Türk vatandaşlarına veya mukimlerine dil, din, kültür, yaşam tarzı gibi tabii haklar konusunda oldukça temkinli ve cimri davranılmaktadır.

Batılı yöneticiler, kendi toplumsal hayat tarzlarını ve değerlerini

"insanlığın ortak değeri" imiş gibi merkeze almakta ve sadece bu değerleri "çağdaş" görmekte ve kendileri gibi hareket etmeyen insanların yaşam

tarzlarını aşağılayarak "öteki"leştirmektedirler. Bu yüzden sorunu sadece bir "dil" meselesi olarak görmek yanlış olur, çünkü dil bir ~·vasıta"dır. Vasıtada ne taşıyacağınız önemlidir.

Osmanlı dönemi öncesinde, Arapça ve Farsça kelimelerin kullanımının yoğunluğuna karşı, 1277 yılında Karamanoğlu Mehmed Bey'in sarayda ve hükümet dairelerinde Türkçe'den başka bir dilin kullanılamayacağına dair bir ferman yayımlaması söylemi (ya da söylentisi), Türkçe'de köklü olmasa da yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Fermanın ifade ettiği "dil

76 Journal of Academic

Studies

Page 10: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014- Nisan 2014

hassasiyeti"nin bürokraside ve "münevver" kesimde yeteri kadar gönüllü takipçileri olmadığı için olsa gerek ki Türkçe, yine halkın sosyal hayatında mılkes bulmaya devam etmiştir.

Bu süreçte irade kullanma makamındaki söylem sahiplerinin ömürlerinin kafi gelmemesi, "Türkçe söyleme ve yazma" düşüncesinin eyleme dönuştürülememesi sonucunu doğurmuştur. Aslında bu husus her dönemde rastlanabilecek bir özelliktir. Yöneticiler ve onların yakınında bulunan "zümreler" her zaman kendilerine göre bir dil kullanıp, ha_lkın diline ve yaşam tarzına karşı küçümseyici bir eda içinde olmuşlardır.

Ancak bu dönemlerden itibaren "Türkçe söyleme ve Türkçe seslendirme" rüzgarlan esmeye başlamıştır. Bunun bir göstergesi olarak Aşık Paşa'nın (ö. 733 / 1332) meşhur dörtlüğü bu dönemin havasını yansıtması bakımından belirleyici bir örnektir:

Türk diline kimseler bakmaz idi

Türkler'e hergiz gönül alanaz idi

Türk dahi bilmez idi bu dilleri

İnce yolu, ol ulu menzilleri.4

Türkçe'nin öne çıkarılmasıyla ilgili bu gayretler, daha sonra XV ve XVI. yıllarda Aydınlı Visall, Tatavlalı Mahrenıl, Edirneli Nazmi gibi şairleri ortaya çıkartır. Fakat bu çizgideki gelişmeler istikrar göstermez. Hatta yönetici ve

. aydın elitlerin dili gittikçe ağdalı bir hal almaya başlar, milletin dili ile ara iyice açılır. Geniş kitlelere hitap etme ihtiyacının belirginleşeceği Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) fermanlarının ortaya çıkışına kadar "sade Türkçe" konusundaki duyarsızlık kendini hep hissettirir.

XVI. yüzyıl ve sonrasında Osmanlı Türkçesi, önceki yüzyıllardan gelen eski Anadolu Türkçesi özelliklerini kısmen devam ettirmesine rağmen, dil Arapça ve Farsça kelimelerin yoğunlaşan etkisiyle agrr bir havaya bürünmüştür. Türkçe kelime ve deyimler, yerlerini anlaşılması güç Arapça ve Farsça tamlamalara bırakmıştır.5

Türk toplumunda ilk zamanlar nazım, sultanın normatif gücünü ve dilini; nesir ise halkın yaşam biçimini ve dilini yansıtır olmuştur. Nesir, ilim dili olmanın yanı sıra hikiiye, kıssadan hisse, eğlendirerek bilgilendirme, ahlak! ve dillı amaçlı bilgilendirme amacıyla kullanılır hale gelmiştir. Şiirle birlikte boy

4 Aşıkpaşa, Garibniime (çev. Bedri Noy~n), Ankara: Ardıç Yayınlan, 1998, s. 21. 5 İnalcık, Halil. (2003). Şair ve Patron: Patrimoııyal Devlet ve Sanat Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme, Ankara: Doğu-Batı Yayınlan, s. 9. .,

77 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 11: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

gösteren "süslü nesir" belli bir alana hapsolurken; nesir, zaman içerisinde halk dilini esas alarak klasik hikaye kitaplarının yazılmasını vesile olmuştur. ·

Ancak öğretici (didaktik) eserlerdeki şiir dilinin Türkçe kelimelerle ifade edilmesi, halk söyleyişine yakınlığı, akıcılığı ve sadeliği gerekli kılmıştır. Kültür düzeyi yüksek şiirler, halkın seviyesinin çok üstünde olduğu için, bu tür eserler halkın eline geçmediği gibi halk içinde itibar da görmemiştir. Zaten bunların hiçbiri halk için yazılmamıştır. Bu anlamdaki şiirler zaman içerisinde bir tür güç gösterisine dönüşmüştür.

Şiir, şairin veya toplumun kültür seviyesinin bir göstergesidir. Bu arada Kur'an-ı Kerim'in şiirselliğinin hatırlanması gerekir. Müslüman yazarlar ve şairler kendilerine Kur'an yolunu ve üslubunu örnek aldıkları için, söylemek istediklerini şiir yoluyla veya şiirsel bir üslupla söylemeyi tercih etmişlerdir. Meselii Mehmet Akif bu yöntemi en güzel icra edenlerden biridir; onda şiir, irşat kürsüsünde bir "vaaz" olmuştur. Şiir, yazıldığı dilin ürünüdür. Yazıldığı dilde okunmak şartıyla şiirsel bir güzelliğe sahiptir. Şiir, yazıldığı dilin özüdür, iliğidir, kokusudur, rengidir, lezzetidir. Şairin elinde şiir, dilin musikiye dönüşmesidir.

Arap dil alimi Halll b. Ahmed (ö. 175 / 791) "Şairler söz eınlrl~ridir, onlar diledikleri gibi tasarrufta bulunabilirler. Başkaları için caiz olmayan şeyler onlar için caizdir. Bu sebeple onlar manayı mutlak veya mukayyet olarak ifade edebilirler"6 der.

Özellikle yükselme ve devletin güçlü olduğu dönemlerde Osmanlı sultanlarından bazılarının da şiir yazdığı J:ıilinmektedir. Sultanların yazdığı

şiirleri (divan) halkın edinmesi, okuması, anlaması mümkün değildir. Diğer yandan da, genellikle şairlerin müderris olmak, mansıp elde. edebilmek uğruna, geçim derdi yüzünden, bürokrasi ve patronaj ağı içinde mücadele veren şairlerin, velinimet olarak bildikleri sultanların, paşaların iltifatına mazhar olabilmek için yazdıkları şiirler, sanatı, "mülk sahibi"ne mahkı1m hale getirmiştir. Bu şiirlerde esas maksat padişahı yüceltmek olmuştur. Aksi ise hak mahrumiyeti ya da "had bilmezliğin bedeli" olarak kelle vermek şeklinde uygulandığı zamanlar olmuştur. Meselii büyük şair Nef'i'nin şiirlerinin padişahı rahatsız etmesi gibi ...

Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren "büyÜk devlet olma" olgusu, yönetici sınıf ve sanatçılar arasında zorunlu olarak "öykünmek" yerine, "içe dönme / kendini ifade etme" dönemi olarak da görülebilir. Arapça ve Farsça'nın, tam olmasa da saltanatı saiıanmaya başlamıştır. Millllik şuuru

6 Kartiicenni, Hazım. (1981). Minlıiicü 'l-biilegii ve siriicü 'l-üdebii (nşr. M. Habib İbnü'l-Hoca), Beyrut, s. 143-144.

78 Journal'of Academic

Studies

Page 12: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

isa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014 Nisan 2014

baskın çıkmış, dolayısıyla "Türkçe söyleme" eğilimi hissedilir bir vaziyet almıştır. Genellenemese de XV ve XVI. yüzyıl Osmanlı şiirinde, Türkçe'ye özgü deyimler ve atasözlerinin bilinçli bir biçimde kullanıldığı taze ve orijinal bir üslup çabası görülmektedir.7 Bu dönemde Baki, sanatıyla bireysel anlamda. "ben varım" derken, toplumsal boyutta da "biz varız" anlamında bir güç odağı olmı,ıştur. ·

,Matbaanın icadı ve yaygınlaşmasıyla geniş kitlelere şiirin yanı sıra eğitici maksatlarla yazılan kitapların ulaşması kolaylaşmış ve yepyeni bir dönem başlamıştır. Bu gelişme sayesinde sanatçı ve yazarlar irade ve inisiyatif gösterme konusunda daha özgür olmuşlardır.

"Bilgiçlik taslama" nasıl bugün de "lugat parçalama" şeklinde arzıendam ediyorsa, dün de bundan farklı değildi. Bilimcilik adına ;ve aynca halktan farklı görünmek için bir kısım aydın ve yazarların özel!ikle Batı kökenli kelimeleri yoğun biçimde kullanmaları günümüzde de oldukça revaçtadır.

Dilin doğru ve anlaşılır bir şekilde kullanımı daha çok edebi eserlerde kendini belli etmektedir. Ancak bunun yanında din dili gibi önemli bir alanın da gönnezden gelinmesi mümkün değildir. Halka, dini içerikli eserler, edebi içerikli eserlerden daha yakındır. Ancak dini bilgilerin edebi bir üslupla sunulmasıyla durum daha farklı bit ivme kazanmış ve Yümıs Emre Divanı, Dfvan-ı Hikmet gibi eserlerin ölümsüzleşmesine vesile olmuştur.

Bu süreçte dini bilgilerin, halka anlaşılır bir dille anlatılabilmesi için hasbi gayretler gösterilmiş ve halkın anlayacağı bir dille pek çok eser kaleme

. alınmıştır. Bunların özellikle önemli bir kısmının edebi / tasavvufi bir anlayışla insanların gönüllerine hitap e·derek bilgilendirmeyi yeğlediği görülür. Bu damarın ilk akla gelen isimleri Ahmed Yesevl (ö. 562 / 1166), Haklın Ata (ö. 582 / 1186), ardından da Yfınus Emre (ö. 720 / 1320-21) ve Mevliina gelmektedir.

Pek tabiidir ki halk, günlük hayatında Arapça ve Farsça kelimelerden ve tamlamalardan oluşan bir dille konuŞmuyordu. Birbirleriyle anlaştıkları dil, günlük hayatın sade yani külfetsiz dilini oluştıırmaktaydı. Türk kültüründe yazılı ürünlerden ziyade "sohbet - konuşma" geleneği daha yaygındır. Bunun sosyolojik sebebinin ne olduğu da önemlidir. Mesela günümüz Türkiye'sinde kolay yoldan temin edilip okunacak birçok kitap, dergi, gazete varken, okuma oranının dünya standartlarının gerisinde oluşu nasıl açıklanabilir?

Geçmişte teknik anlamda kitap yazmanın çok zahmetli olmasının yanı sıra, elde etmek de oldukça güçtü. Bu sebeple, bilen bilgisini, bilge kişi bilgi ve görgüsünü, hoca dini bilgisini sözlü olarak ifade ediyordu. Dolayısıyla

7 İnalcık, Şair ve Patron, s. 21.

79 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 13: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Seıiiveni

kullandığı dilin, karşısındaki insanlar tarafından anlaşılması gerekiyordu, çünkü insanın anlamadığı bir sohbeti dinlemesi mümkün değildi.

Bu çerçevede din dilinin halkın anladığı bir dil olmasından daha doğal bir şey olamazdı. İnsan dini bilgisini doğuştan getirmiyor, asırlarca İslamlığını sürdürmesinin ve bu anlayışla hayatını biçimlendirmesinin başka türlü izahı mümkün değildir. Bu yüzden şitahi bilgi ve şifahi bilgi edinme yöntemleri, kitabi bilginin ve kitabi bilgi edinme yöntemlerinin önündeydi.

Geçmiş bazı dönemlerde din dilinin edebi bir kimliğe bürünmesiyle üslübunun ağırlaştığını söylemek de mümkündür. Çünkü yazarın "tasannu" kaygısı ön plana geçmektedir. Fakat şiirlerinde doğrudan halka hitap edenlerin dil kullanımında böyle bir kaygı söz konusu değildir. Toplumsal hayatı sadece yazılı ürünlerin bütünüyle, yani tek bir damarla değerlendirmek sağlıklı sonuçlar vermez. Türk tarihinin önemli bir kesiti olan Cumhuriyet öncesinin değerlendirilmesinde dini yaşantının ve din dilinin görmezden gelinmesi ya da bu alanın inkar edilmesi kimseye yarar sağlamaz.

Saf iman! kaygı ile yazılan kitapların asırlarca elderl ele dolaştığı da bilinen bir gerçektir. Din dilinin öğrenilmesi ve anlaşılması kolay olmasaydı, insanlar o dili konuşan vaizleri dinlemek için camilere gitmez, yazılan kit~plan elden ele dolaştırmazlardı. Din dili maddi hayat ile manevi hayatı birleştirmiş, dilin anlaşılması ve ortak dilin oluşması istikametinde önemli hizmetler görmüştür. Çünkü din bilginleri toplumun bütün kesimleriyle iç içe olma gibi bir özelliğe sahiptiler. Bilgi ve görgü bakımından da toplumun önünde bulunuyorlardı.

Din dilinin asli hüviyeti, dünyayı ideali~e etmeden onu bir vasıta olarak görüp "insanca" yaşamayı örgütlemekte ve öngörmektedir. Ruhun maddeyi kuşattığı bir dünyada, geçic.i hiçbir "insan"ın önüne geçemez. Ancak bunun tersi olduğunda, "insan" müthiş bir kayıpla karşı karşıya kalmakta ve ziyanla yandaş ve yoldaş olmaktadır.

Din dilinde dünya, idealize edilen bir "yer" olmaktan ziyade, sınav

merkezli bir anlayışla kontrollü bir şekilde yaşanacak yerdir. Özgürlük "insanca"dır; insanca özgürlüğün sınırlan zorlandığında karşımıza eşyanın özgürlüğü çıkmaktadır. Bu anlayışta, madde kutsandığı için eşya insanı insana düşman etmektedir. Bu durumda "zarf' aşırı bir şekilde süslenmekte ve "mazruf'u esir almaktadır. Zarfı gören mazrufu unutmaktadır. Oysa dinin, dil vasıtasıyla ortaya koymak istediği mesaj mazruftur.

80 Journal of Academic

Studies

Page 14: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014- Nisan 2014

2.2. Yazılı Hayat: Sözün Görselleşmesi

Yazılı hayat yani yazının görselleşmesi, dile farklı bir işlevsellik

kazandırmıştır. Bu da ancak yazının gazete, dergi, kitap, bilgisayar ve İnternet gibi malzemelerin yaygınlaşmasıyla mümkün olmuştıır. Çünkü dil, sürekli hareket halinde olan hayatın, sosyal ve teknik anlamdaki yeni oluşumlarına kelimeler bulmak zorundaydı. Bulunan ve kullanılan bu kelimelerin yaygınlık kaza.nması için de, ortak kullanıma girmesi gerekiyordu. · Bu yüzden gazetecilik, dilin görselleşmesi ve yaygınlaşması açısından önemli bir işlevi üstlenmiştir.

XIX. yüzyılın ortalarında başlayan Türk gazeteciliği geniş halk kitlelerine ulaştığı ölçüde dile katkı sağlamıştır. Elbette ilk gazetelerin çıkmasıyla Türkçe ortak dil haline gelmemiştir. Çünkü bazı gazetelerde de oldukça ağdalı bir üslfrbun yer aldığını görmekteyiz. Zamanla gazeteciyi anlaşılır olmaya zorlayan şey sosyal ve ekonomik sebepler olmuştıif.

Gazetenin ve gazetecinin amacı geniş halk kitlelerine ulaşmak olduğuna göre halkın anladığı dilin yani "ortak dil"in kullanılması gerekiyordu. Bu sebeple. kamuoyu oluştıırma arzusu Türk dilinin sadeleşmesinin en önemli sebeplerinden biridir. Aksi biçimde hareket edenler ise marjinal kalmışlardır. Türk gazeteciliğinde Türkçe, özellikle Arapça ve Farsça tamlamalardan kurtuldukça kendi kimliğine ka".llşmuştıır.

Bu anlamda başlangıç dönemi Türk gazeteciliğinin yüz akı durumunda olanlardan biri de Ahmet Mithat Efendi'dir (ö. 1912). Oldukça sade ve

. anlaşılır bir dil kullanan Ahmet Mithat, okuyucu ile iletişim kurmakta büyük başarı elde etmiştir. Bir hocanın öğrencisini karşısına alıp, konunun bütün ayrıntılarını anlaşılır biçimde örneklerle anlatmasındaki samimiyetin ve bilgeliğin numunesini Ahmet Mithat'ta görmekteyiz.

Bu çerçevede Ahmet Mithat'ın şu sözleri oldukça manidardır: "En evvel kalem sahiplerine şunu sormak isterim ki, bizim kendimize mahsus bir lisanımız yok mudur? Türkistan 'da söylenmekte bulunan Türkçe 'yi gösterecekler, öyle değil mi? Hayu~ o lisan bizim lisanımız değildir. O Türkçe . bizim lisanımız olmadığı gibi Arabf ve Fiirisf dahi bizim lisanımız değildir.

Amma denilecek ki, bizim lisanımız herhalde bunlardan hariç olamıyor. Hariç olamadığı gibi dahilinde de sayılamıyor. Türkistan 'dan bir Türk ve Necid'den bir Arap ve Şfraz'dan bir Acem getirsek, edebiyatımızdan en güzel bir parçayı bunlara karşı okusak hangisi anlar?. Şüphe yok ki hiçbirisi anlayamaz. Tamam, işte bunlardan hiçbirisinin anlayamadığı lisan bizim lisanımızdır diyelim. Hayır, onu da diyemeyiz. Çünkii o parçayı bize okudukları zaman biz de anlayamıyoruz. Pekiilii, ne yapalım? Lisansız mı

..

81 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 15: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

kalalım? Hayır, halkımızın kıtllandığı bir lisan yok mu? İşte onu millet lisanı yapalım ...

Arapça ve Farsça'nın ne kadar izafetleri ve ne kadar sifatlarz varsa kaldırıversek, yazdığımız şeyleri bugün yedi yüz kişi anlayabilmekte ise yarın mutlaka yedi bin kişi anlar. "8

Bir buçuk asır öncesine ait olan bu dil ve üslı1bun yanı sıra, ifade edilen düşünceler bugün de açık ve seçik bir biçimde anlaşılmaktadır. Ahmet Mithat'ın dili, halkın konuştuğu dildir. Bu dil zaten hep vardı; dil birtakım müdahalelerden ve yapaylıklardan soyutlandınça ortaya anlaşılır bir Türkçe çıkmaktadır.

Türk gazeteciliği ile birlikte dilin sorgulanmaya başladığı dönemden itibaren dilin "Türkçe" olarak öne çıktığını görmekteyiz. Bunun neticesi olarak 1876 anayasasında, "Tebaa-i Osmiiniyye 'nin hidemiit-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisiin-ı resmfsi olan Türkçe 'yi bilmeleri şarttır" hükmü yer almıştır.

" Haziran 1908 tarilıinde aralarında Ahmet Mithat'ın da bulunduğu Türk Demeği'nde, çok değişik görüşlere sahip yazarların Türkçe'nin nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusundaki tartışmaları, Cumhuriyet dönemindeki tartışmaların ve dil inkılabının da zeminini oluşturmuştur. Söz konusu demekte dilde "tasfiyecilik" hareketinin liderliğini Fuat Kösearif yapmaktaydı. Türk Demeği'nin fonksiyonunu icra etmesiyle birlikte Türkçe konusunda daha ileri seviyede 1911 'de Selanik'te yayımlanan ve aynı adla anılan Genç Kalemler ortaya .çılanıştır.

Osmanlı' da sosyal hayata dönük ıslahatları zorlayan sebeplerin başında, Osmanlı vatandaşı olan "hıristiyan azınlıklar"ın Batılı devletler nezdindeki girişimleri doğrultusundald isteklerine çözümler üretme arzusu gelmektedir.

Osmanlı güç kaybetmeye başladığı ve dünyadaki yeni gelişmelere

çözümler üretemediği için kendini yenileyen Batı karşısında "tavır" alamamıştır. Sosyal hayata ilişkin dilini dahi yenileyemediği gibi geliştirememiştir de. Azınlıkların "istekleri" doğrultusunda alınan önlemler ise adım adım Osmanlı'nın sonunu hazırlamıştır. Devlet zayıf düştükçe gayrimüslim tebaa güçlenmiş, Batı'daki sosyal gelişmeler azınlıkların

palazlanmasına sebep olmuştur. Devletin başı düştükçe, ayrılıkçı sesler yükselmeye başlamıştır. Devlet öylesine hırpalanmış ki, devletin güçlenmesi için önlemler almaya çalışan padişah (iL Abdülhamid) bile derdest edilmiştir. Özellikle yabancıların elinde olan basının da güçlenmesiyle, "yerli olduğu

8 Basiret, 4 Nisan 1871; Lewis, Geoffrey, Trajik Başarı Türk Dil Reformu (çev. Mehmet Fatih Uslu), İstanbul: Gelenek Yayıncılık, 2004, s. 32.

82 Journal of Academic

Studies

Page 16: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014- Nisan 2014

düşünülen birtakım güçler" bile azınlıklarla birlikte hareket eder hale gelmişlerdir. İş işten geçtikten sonra her şey anlaşılmış fakat yapılacak bir şey kalmamıştır.

Bütün bu olumsuzluklar karşısında millet geçmişten beri getirdiği "ortak bir dil" etrafında birleşmiş, bu arada "din dili" de en büyük kaynaştırma vasıiası olmuştur. Uzun yıllar süren ve milletin varlık yokluk sebebine dönüşen Milli Mücadele de bu ruhla yapılmış ve kazanılmıştır. Birçok görünmez kalıramanın yanı sıra "Mehmed Akifin dili" temsili anlamda büyük önem arzetmiştir. Bu arada milletin kendi içindeki yapay ayrılıklar, "ayırıcılar"ın

· ekmeğine yağ sürmüştür.

"Din dili"nin yoğun bir şekilde kullanıldığı divan edebiyatı, değişen

dünyada kendine yeni bir mecra bulamamıştır. Oysa divan edebiyatı, sonraki dönemlerde sesleri gür çıkmaya başlayan Batım "karalayıcılar" tarafından "belirli bir azınlığın dili" dense de, o, Türk milletinin hayatını aksettiriyordu. Batı medeniyetinin ürünleri Türk toplumunun sosyal hayatında baskın bir şekilde yer almaya başlayınca da, karşı duran ve savunmacı yaklaşımlar

toplum~ dinamiklerini diriltmeye ve ayakta tutmaya çare olamadı. Savaşların ve silahlı mücadelelerin hüküm sürdüğü "ortam"a sessizlik bakim oldu. Bu dönemde millet hayatının en önemli dinamiği olan "din olgusu" görülmeye çalışıldı, fakat İttihatçılar'ın din karşıtı yaklaşımları onun da toplumsal işlevini zayıflattı.

Sosyal hayatta ve edebiyatta toplumun temsilcileri ve bunların hayatı . algılayış biçimleri değişti. Batı düşüncesi ve Fransız edebiyatının ürünleri taklit edilmeye başlandı. Tanzimat döneminde Şinasi, Şemseddin Sami, "eski edebiyatı düşman olarak gören ve bundan kurtulmak gerektiğini söyleyen" Namık Kemal9

, Yahya Kemal gibi yazarlar belirleyici önderler konumuna yükseldiler. Oysa hiç kuşkusuz şöyle ya da böyle eski edebiyat işlevini yerine getirmişti, artık ona söylenecek bir şey yoktıı; esas yapılmasi ve söylenmesi gereken, yeni hayat şartları karşısında ,"yeni şeyler" söyleyebilmekti, geçmişe düşmanlık etmek değil. ·

Eski edebiyata savaş açanlar, görebildikleri Fransız kültürü önünde eğilmekten başka çıkar yol aramayıp Fransızca ile yatıp kalkanlardı. Fransız kültürü ve Fransız edebiyatından öğrendiklerini hazmedip de, onu yerlileştiremeyenlerin tavrı acınacak bir haldi. Gördükleri "şaşaa" karşısında dilleri tutulmuş, Türkçe'yi bile unutmuşlardı. Artık onlar için Fransa "medeniyet", Fransızca da "medeniyet dili" idi! · ·

9 Namık Kemal. (1969). Celdleddiıı Harzemşalı (haz. Hüseyin Ayan), İstanbul: Hareket Yayınlan, s. 8. .,

83 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 17: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

Osmanlı'nın son yüzyılı çok ciddi çekişmelerle geçmişti. Bir yandan savaşlar bir yandan da içeride azınlıkların da etkisiyle yaşanan zıtlaşmalar, birlik ve beraberliği zedeleyen, yeni şeyler üretmeyi, birlikte hareket etmeyi · engelleyen önemli etkenlerdi. Bunlar görmezden gelinerek toplum geri bırakılmış, ahlak zayıflamış demek çok da anlamlı değildir. Dünle ilgili söylenenlerin aynısını üÇ aşağı beş yukarı bugün de söylemek mümkündür. Önemli olan fikir, sanat ve bilim adına yeni bir şeyler üretebilmekti. Bu süreçte yaşanan ve aklın kullanımını en asgari düzeye indiren kavga, zaman kaybettirici ve düşmanca bir tavırdı. Esas marifet, kavga etmek yerine. bayrağı kapıp ilerilere daha ilerilere götürebilmekti.

Dilde sadeleşmeyi istemek veya dillendirmek, halk ile ve halkın değerleriyle birlikte hareket etmeyi istemek demektir. Çünkü dil bir anlaŞma ve iletişim aracıdır. Emir vermek yerine iletişim kurma niyet ve olgusu hayatı kuşattıkça geniş kitlelere ulaşma isteği, mesajın anlaşılır olmasını zorun hale getirmişti. Özellikle "gazete dili", konuşma dilini öncelemiştir. Tanzimat döneminde, toplumda Batı düşüricesinin rekabete girmesiyle birlikte, tarafların, halkın kendilerinin yanında yer almasını istemesi veya mesajlarını halka anlatabilme kaygısı dilde sadeliği gerekli kılmıştır.

Bunun neticesinde Ali Suavi'nin Londra'da çıkardığı Muhbir (İ Ocak 1866) gazetesinde ve 1869-70 yıllarında Paris'te yayımladığı Ulum (ilk sayı 1869 [Rebiüliihir 1286]) gazetesinde; Ziya Paşa'nın 1868'de Londra'da Namık Kemal ile birlikte çıkardıkları Hün·iyet (29 Haziran 1868) gazetesinde yayımladığı "Şiir ve İnşa" başlıklı yazısında; Ahmet Midhat'ın önce Basfret (ilk sayısı 1869), daha sonra kendiı çıkardığı Tercüman-ı Hakfkat gazetelerinde; Şemseddin Sami'nin 1880 yılında çıkardığı Hafta (ilk sayısı 1880) dergisinde yayımlanan "Lisan-ı Türk!" başlıklı yazısında Türkçe'nin sadeleşmesi ger~ği savunulmuştıır. 10

Zaman içerisinde düşünce hayatı değişirken, işlenilen konularla birlikte dilde de Batı tarzı bir söylem benimsenmiştir. Artık Recaizil.de Ekrem, Halit Ziya (Uşaklıgil), Hüseyin Cahit (Yalçın), Cenab Şahabeddin, Tevfik Fikret, Mehmet Emin (Yurdakul) gibi edebiyatçılar sanatlarıyla ve dolayısıyla düşünceleriyle toplumda yön belirleyici olmaya başlanmıştır. Dini düşüncenin omurgasını oluşturan Gazzali gibi İslam düşünürleri, II. Abdülhamid gibi devlet adamları, Mehmed Akif (Ersoy) gibi İslam inancını merkeze alan sanatçılar saf dışı edilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla din dili, "öz"den "kabuğa" yönelıniştir. Batılılaşma süreci ile birlikte "dini düşünce" yerine "din

ıo Levend, Agah Sım. (1961). "Türkçülük ve Milli Edebiyat'', Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 2. baskı, Ankara 1988, s. 164-165.

84 Journal of Academic

Studies

Page 18: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

isa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014- Nisan 2014

aromalı düşünceler" topluma servis edilmeye başlanmıştır. Daha sonraki dönemlerde bu anlayışın adına "muhafazakarlık" denecektir.

İnsan, tabii şartlarda din dilinde kendini bulurken, daha sonraki dönemlerde din diliyle sunulan mesajların insanı tatmin etmediği görüldü için kapitalizm, sosyalizm hatta İslam sosyalizmi gibi farklı adlarla arayışlara girişilmiştir.

Dünyada hızlı bir değişim söz konusuydu. Siyasi gelişmelerle fikri tartışmalar at başı gittiği için Batı' dan kaynaklanan ve bütün dünyayı saran "milliyetçilik" akımları ön planda yer almaya başladı. Bu gelişmeler,

Türkçe'nin tartışılmasına ve dolayısıyla halkın konuştuğu dilin "ortak dil" haline gelmesini zorunlu hale getirmiştir. Çünkü artık "birlik ve beraberlik" zamanıydı. I. Dünya Savaşı ve sonuçlan, bütün dünya için çok acı neticeler doğurmuştu ve dünyada özellikle de İslam dünyı;ısında bütün taşlar yerinden oynamıştı. Elbette bu gelişmelerde Batı 'nın yönlendirmesi vardı, fakat "düşmanın uyumadığı ve uyumayacağı" kuralının da her zaman hatırda tutulması gerekirdi.

Osmanlı tebaası olan milletler, "Osmanlılık" bağından birer birer ayrılarak bağımsızlıklarını ilan edip her .biri bağımsız birer devlet kurmuşlardı. Yeni bir dünya kuruluyordu. Bu dünyada üç kıtada toprakları bulunan Osmanlı Devleti küçülerek yerini Türkiye Cumlıuriyeti'ne bırakıyordu. Azınlıklar da dahil olmak üzere birçok unsur "Osmanlılık"ta sebat edelim diye herhangi bir gayret göstermediler. Demek ki "ortak değerler" gerçek anlamda oluşmamıştı.

Türkler de kendi aralarında "güç mücadelesi"ne girince, güçlü olanın dediği oldu ve İttilıatçı zilıniyet, Cumlıuriyet'in dolayısıyla yeni devletin felsefesinin belirleyicisi oldu. Her ne kadar Milll Marş'ı yazan bir İslamcı şair ise de, bu marşta "milletin felsefesi" yansıtılıyor deniyorsa· da, olup bitenler hatta bu marşı yazan da bu ülkede istediği ve mücadelesini verdiği sonucu elde edememiştir. Din dili de bu.siyasi süreçten nasibini almıştır.

2.3. Cumhuriyet Döneminde Türkçe ve Din Dili

Cumlıuriyet döneminde durum kültür tasfiyesi içerikli siyasi bir boyut kazanmış ve halkın inanç değerleriyle paralellik gösteren "ortak dil"den, "annma, tasfiye" adıyla bir "kaçma faaliyeti" başlatılmıştır. Bu durum elbette birden bire olan bir hal değildi. Geçmişten beri tartışılan ve dönemin materyalist anlayışına paralel bir şekilde yoğrularak gelen bir süreçti.

Cumlıuriyet döneminde Atatürk'ün dil konusundaki ilk icraatı, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçmekti. Türk dil reformunun amacı, uzun zamandan beri dilin bir parçası durumunda olan Arapça ve Farsça'ya ait dil

85 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 19: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlannda Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

bilgisi özelliklerini ve dillerden ödünç alınmış binlerce kelimeyi tasfiye etmekti. Dil reformu iki eylem düzeyindeki iki ayn aşamaya sahiptir: Birincisi, XIX. yüzyılın ortasından itibaren devam eden çoğunlukla bireylerin ve grupların üstlendiği özel çabalar; ikincisi de, 1930'larda başlayan ve devletin ilham verdiği seferberliktir. Türkler giriştikleri bu faaliyete dil devrimi deseler de, Batılı yazarlar bunu her zaman dil reformu diye adlandırmışlardır. 11

İbadet dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarının dil politikaları içinde ayrı bir yeri vardır. 1 Mart 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Türkçe hutbenin önemi üzerinde duran Mustafa Kemal (Atatürk), 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zağanos Paşa Camii minberinde yaptığı konuşma ile bu konuda önderlik etmiştir. ·

Bütün camilerde hutbelerin Türkçe olarak okunmaya başladığı 1927'den sonra Türkçe Kur'an .çalışmaları başlatıldı ve ·yer yer Türkçe namaz denemeleri de görüldü. 1932 yılında . ezan ve namazın Türkçeleştirilmesi gündeme geldi ve 7 Şubat 1933 'teki bir tebliğle Türkçe ezan ve kamet resm'ileştirildi. Yönetici irade ile millet iradesinin ayrışmasının tipik bir örneği olan bu uygulamaya ancak 16 Haziran 1950'de son verilebildi.

3 Şubat 1928'de cuma günleri camilerde verilen vaazların Türkçe yapılması emredildi. 21 Kasım 1932'de Diyanet İşleri Reisliği, bütün cami ve mescit hademelerine, ezanın Arapça yerine Türkçe okunması için kendilerini hazırlamaları yolunda bir talimat verildi. Sultan Ahmet Camii imamı Hafız Sadettin Kaynak tarafından doldurulanbir gramofon kaydı, bütün müezzinlere örnek olarak dağıtıldı. ıı

Ezan ilginç bir gelişmeye de sebep teşkil ediyordu. Celal Bayar'ın ezanın, "Tanrı uludur, Tanrı uludur" şeklinde resmi uygulaması. yerine asli şekline dönüştürülmesine karşı ·çıkması üzerine, Adnan Menderes başbakanlık görevinden istifa edip Aydın'a gitti. Bunun üzerine Celal Bayar isteğinden vazgeçtiğini belirtti ve arkadaşlarını devreye sokarak Menderes'e ulaşıldı ve istifa dilekçesinden üç gün sonra görevinin başına dönmesi sağlandı. Celal Bayar'ın ezanın asll şekliyle okunmasına müsaade edilmesine karşılık da bir şartı vardır: Atatürk'ü Koruma Kanunu'nun çıkartılması... 25 Temmuz 1951 tarih ve 5816 sayılı Atatürk'ü Koruma Kanunu, Demokrat Parti hükümeti tarafından çıkartıldı.

9 Haziran 1933'te kullanımı uygunsuz bulunan bütün Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe karşılıklarının bulunmasının kolay olmayacağı anlaşılınca

11 Lewis, Trajik Başarı ve Tiirk Dil Reformu, s. 17. 12 Lewis, Trajik Başarı ve Tiirk Dil Reformu, s. 61, 66.

86 Joumal of Academic

Studies

Page 20: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014- Nisan 2014

Hiikimiyet-i Milliye'de halk arasında şu an kullanılan bütün kelimelerin kökenlerine bakılmaksızın Türkçe sayılacağı ilan edilmiştir. 13

"Atatürk gururlu bir insan ve kendi dilinin ustası bir kişi olarak, bu kendi kendini kanatan yaradan rahatsız olmuş olmalıdır. O, Osmanlıca'da az bulunur· bir doğaçlama kabiliyetiyle, diğerlerinin hazırlamak için saatler harcayacağı upuzun konuşmaları hazırlıksız yapar. Açık sözlü ve çoğunlukla renkli bir konuşma diline aşinadır ve bunu sohbetleriyle gayri resmi konuşmalarında kullanır.

1 Kasım 1934'te Büyük Millet Meclisi'nin yeni döneminin açılışında

yaptığı konuşma ise, İsveç prensinin tercümanının becerisini, asıl Osmanlıca metne göz atmasına izin verilmemiş olsa, bir ay öncesinden sınayacak kadar çok sayıda öztürkçe kelime içermektedir. 1935 yılının sonuna doğru öyle görünüyor ki Atatürk, çok iyi kullanabildiği .bli aracı daha fazla yok saymamaya karar vermiştir. Bunun delili, daha sonraları halk içinde sarfettiği sözlerde kullandığı dildir. Dil reformu için harcadığı onca çabadan sonra, reformun içine düştüğü durum dolayısıyla ne kadar çile çektiği tahmin edilebilir."14 Öztürkçe, Atatürk'ün sevilen "öz Türk dilimiz" ifadesinden türemiş bir terimdir.

Agop Dilaçar, Akşam gazetesi yazı işleri müdürü Necmeddin Sadak'a 1934 yılında yaptığı bir ziyareti anlatır: Sadak gazetenin başyazısını yazmıştı: Osmanlıca. Zile bastı, gelen odacıya yazıyı vererek "Bunu ikameciye götür" dedi. Karşı odadaki ikameci, Tarama Dergisi'ni açtı ve yazının söz dizimine hiç bakmadan Osmanlıca kelimelerin yerine bu dergiden beğendiği Türkçe karşılıkları "ikame" etti. Başka bir gazete bürosunda başka bir ikameci aynı Osmanlıca kelimelere başka karşılıkları seçmiş olabilirdi. İşte Atatürk'ün ilk bunalımı bu kargaşadan doğdu. 15

Tarama Dergisi'nin yayınını takip eden kaos sırasında Mustafa Kemal Atatürk, Falih Rıfkı Atay'a, "Çocuğum beni dinle! Türkçe'nin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Bir çıkmaza girmişizdir. Dili bu çıkmazd~ bırakırlar mı? Bırakmazlar. Biz de çıkmazdan kurtarma şerefini başkalarına bırakmayız" 16 der.

Mustafa Kerİıal'in Osmanlı Devleti'nin sonu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu üzerine, 1927 yılında altı günü aşan bir sürede okuduğu Nııtuk'un, 1960'ların başında "günün diline çevrilmek" zorunda kalındığı güne kadar gençler için gitgide daha az anlaşılır olmasıdır. 1960'lardan sonra da dil

13 Lewis, Trajik Başarı ve Türk Dil Reformu, s. 67. 14 Lewis, Trajik Başarı ve Türk Dil Refolwıı, s. 77. 15 Lewis, Trajik Başarı ve Tiirk Dil Reformu, s. 71. 16 Lewis, Trajik Başarı ve Tiirk Dil Reformu, s. 73. ..

87 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 21: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

hareketsiz kalmadı. Aradan yirmi yıl geçmeden son değişiklikleri kapsayan Nutuk'un daha yeni bir sürümüne ihtiyaç duyuldu. 17

Bugüne kadar dil mühendisliğine başvurmuş başka birkaç ülke daha yok değildir. Dil mühendisliği ile, insanların konuşma alışkanlıklarını ve yazma şekillerini değiştirmeyi güden açık bir hedef doğrultusunda dille oynanmasını kastediyorum. Bununla birlikte, diğerlerinin yanında çeşitli zamanlarda Almanlar'ın, İsveçler'in, Macarlar'ın, Finliler'in ve Arnavutlar'ın milliyetçi eğilimlerle yürüttüğü, dillerindeki yabancı kelimeleri tasfiye edip yerlerine yerli olanları koyma şeklindeki bilinçli seferberliktir. İngilizce'yi aqndırma yönünde de teşebbüsler yapılagelmiştir. 18

Bu dönemde dini muhtevalı kelimelerin yerine yeni üretimlere geçilmiştir. Mesela "ulus" kelimesi bunlardan biridir. Dm! muhteva taşıyan "millet" kelimesi yerine önerilen bu kelime, Türkçe "uluş" (devlet) kelimesinin Moğolca telaffuzudur. Kelime Moğolca'ya erken dönemlerde geçmiş ve "halklar birliği" (konfederasyon) anlamında kullanılmıştır. 19 XIV. yüzyıldan itibaren Türkler kelimeyi geri almışlar ve :xyı:ı. yüzyıla kadar Moğolca' da kullanıldığı biçimiyle "ulus" olarak işlevsellik kazanmıştır. Bugün de aynı anlamda kullanılmasına rağmen, son yıllarda "devrimler"i önceleyen siyasi bir söyleme ad olmuş durumdadır.

Yazılı . malzeme, günümüzde öylesine zenginleşmiştir ki takibi bile güçleşmiştir. Hele de İnternet ortamı gibi sanal bir dünya kendi başına yepyeni bir pencere oluşturmuş durumdadır. Farklı ırmaklar gibi aynı denize, aynı okyanusa doğru akmakta ve farklı renkleri bünyesinde barındıran müthiş bir havuz oluşturmaktadır. Bu arada kitap, dergi gibi görsel malzemeler önemini korurken, intemette sanal bir dünya ve "sanal bir ortak dil" meydana gelmiş bulunmaktadır. Hiç kuşkusuz din dili de bundan nasibini almaktadır.

3. SONUÇ ve DEGERLENDİRME

Curnhuriyet'in ilk yillarından itibaren müslümanların "kimlikleri" ile kendilerini görünür kılmalarına imkan verilmemiştir. Konuştuğu ve yazdığı dilden tutun da. kılık kıyafet başta olmak üzere müslümanların kamusal alandaki yapıp etmelerine kadar, birtakım semboller üzerinden yapılan resmi okumalarla müeyyidelere bağlanmıştır. Mesela 1928 yılında gerçekleştirilen harf devriminden önce kullanılan Osmanlı kültürünün yazı dili o.lan "Arap

17 Lewis, Trajik Başarı' ve Türk Dil Reformu,~· 18. 18 Lewis, Trajik Başarı ve Türk Dil Reformu, s. 15, 16. . 19 Claudson, Gerard. (1972). Aıı Etymological Dictionmy of Pre-Tlıirteeııth Centwy Tıırkislı, Oxford, s. 152.

88 Journal of Academic

Studies

Page 22: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014 - Nisan 2014

alfabesi", bir medeniyet dilinin yazısı olarak değil de, İsliim dininin sembolü olarak tanımlanmış; kadınların giysisi gibi Arap alfabesi de ideolojik muameleye tabi tutulmuştur. Bu arada, Arap alfabesinin Türk milletinin "yazı dili" haline gelmesi, onların Müslümanlığı kabulüyle doğru orantılı olduğunun hatırlanması gerekir.

'Cumhuriyet döneminde Osmanlı'ya "yabancı" gözüyle bakılmış ve bütün kültürel kazanımları ya inkar edilmiş ya da yok sayılmıştır. Hatta adlandırma konusunda bile yabancıların kullandığı biçim esas alınmıştır: Osmanlı

İmparatorluğu. Oysa Osmanlı, kendini hiçbir zaman bir imparatorluk olarak görmemiş ve böyle bir adla da anmamıştır. Onun adı Devlet-i Aliyye'dir. Devletin başında da hiçbir zaman "imparator" bulunmamıştır. Osmanlı'nın kullandığı dili ve kurumsal adlandırmaları kendi kültür değerleriyle paralellik göstermektedir. Batılılaşma sürecinde toplumun geçmişten beri getirdiği

değerlerden öylesine kaçılmıştır ki, bu şekilde ve bu tür kültür dayatmalarıyla Batılı olunacağı zehabına kapılmışlardır.

Oysa dilin, sosyal hayatın bütün unsurlarıyla iç içe olması gerekir ki, yeni gelişmeler ve diğer diller karşısında zaafa düşmesin ve kendini ifade edebilme gücüne sahip olabilsin. Türkçe, Latin alfabesine geçildikten sonra da, yani Batılılaşma süreci boyunca da ikinci planda kalmaya mahkfım bırakılmıştır. Tenkit edilen Arapça hakimiyetinden daha vahim bir hal almıştır. İngilizce'nin gölgesinde kalmıştır. Ne yazık ki Türkçe'ye "kültür ve medeniyet dili" gözüyle bakılmamış, bugün de bakılmamaktadır. Ekonomiden tıbba, hukuktan teknolojiye kadar her alanda varlık göstermesine fırsat verilmemiş ve

-verilmemektedir. Hatta "Türkçe medeniyet dili değildir" gibi bir anlayışa dahi muhatap olmuş ve Türk üniversitelerinde layık olduğu ilgiyi bir türlü yakalayamamış, yabancı dil, her zaman Türkçe'nin ve "bilim"in önünde yer almıştır. -

Türk üniversitelerinde akademisyenlerin, "bilimsel kimliği"nden önce "yabancı dil" bilme şartı aranır ol~uştur. B_aşka bir ifade ile söylemek gerekirse, "müstemleke ülkesi" gibi ilgili ilgisiz her alanda yabancı dil "bilim"in önüne geçirilmiştir. Kendi kültür ve medeniyet değerlerini ve yadigarlarını bilmeden, anlamadan "yabancı dil" marifetiyle farklı kültürler ve değerler, bilimsellik -adı altında zaman ve beyin israfına sebep olmuş ve olmaktadır. Kendi kültürümüzün temelini oluşturan Osmanlı Türkçesi'ni (Osmanlıca) bilme şartı söz konusu edilmediği gibi akla bile getirilmemiş ve getirilmemektedir. Osmanlı dönemi edebiyatında, tarihinde Osmanlıca en önemli şart olması gerekirken bu alanda da İngilizce engeli aşılamamış ve aşılamamaktadır.

Ön yargısız olarak Türkçe'ye sahip çıkması gereken Türk Dil Kurumu, ne yazık ki kurulduğu günden itibaren niyet ve uygulamalarıyla "tartışma" konusu

89 Akademik Araştırmalar

Dergisi

Page 23: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlarında Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

olmuş, zaman içerisinde de siyasi çekişmelerden hatta kültürel tarafgirlikten uzak kalamamıştır. Sadece "Türkçe ve Türk dili" merkezli bir kurum olması gerekirken, kurumdaki yönetim değişiklikleri, her seferinde birbirine zıt dil /

· imla uygulamalarının çekişme alanı haline gelmiştir.

Türk Dil Kurumu "dil" konusunda güven vermediği için diğer devlet kurumları (mesela Milli Eğitim Bakanlığı) kendilerine göre bir imlii / sözlük oluşturmak zorunda kalmıştır. Mesela Arapça ve Farsça'dan alınan kelimeler dolayısıyla Türkçe'de bir "inceltme işareti"(/\) olgusu/ sorunu vardır. Bunun, değişen yönetimler tarafından zorunlu olarak kullanılması gereken nikah, lale, kar, kağıt, kamil, hala gibi kelimelere inceltme işaretinin bir kaldırılıp bir konması, Milli Eğitim Bakanlığı gibi kurumların bu uygulamaları

benimsemesiyle birlikte yeni yetişen ve Türkçe'yi okulda öğrenen çocukların / gençlerin ciddi anlamda "seslendirme" sorunları yaşamasına sebep olmuştur.

Dil bir ifade ve aktarım vasıtadır. "Vasıta"yı yabancı dilin / dillerin değerleriyle doldurmaya kalkışınca "ilim adamı" yerine "intihalciler"e gün doğmuş oldu. Hiç kuşkusuz insan en özgün düşünce ve duygularını "ana dili" ile tefekkür eder ve dile getirir. Herhangi bir yabancı dilin inceliklerini, ana dili gibi öğrenmek ve anlamak mümkün değildir. ·

"Ana dili" bilinmeden ilim olmaz, ilmi ve tefekküri üretim yapılamaz. İlmin, birtakım bilgilerin tekrarı olmaktan çıkarılabilmesi için tefekküri bir özellik. ve boyut kazanması gerekir. Bu da ancak "ana dili"nin iyi bilinmesi yani dile hakimiyetle mümkündür. Sözlüklere bakarak dil öğrenilemediği gibi, sözlüklere bakılarak öğrenilen dil ile ilim de olmaz, "mütefekkir alim" de . \ yetışmez.

"Din dili"nin de vazgeçilmezi hiç kuşkusuz ."ana dili"dir. Ana dili "din" kadar, din de ana dili kadar kişiye ve topluma özgüdür. Ana dili fıtridir, din de fıtridir. Din dili evrenin dilidir. Evrenin dilini anlayabilmek için öncelikle evreni anlamak ve evreni ana dilinde anlamlandırmak gerekir. Bir toplum için ilim de, sanat da, teknik de ana dili sayesinde anlam kazanır. Başkalarının söylediğini aktarıyor ve başkalarının yaptığını seyrediyor veya kullanıyor olmak, iddiası olan bir insan / toplum için iyi bir gösterge değildir.

Böyle bir sürecin kaçınılmaz sonucu olarak, mij.slüman bireylerin dini kimliklerini, aynı zihniyetin uydurduğu tanımlamalarla "kamusal alan"da görünür kılacak her şey, baskı rejiminin müeyyidelerine bağlanır. Mesela bir dönem "talep yok" diye İlahiyat fakülteleri kapatılmış, okullardan "din dersleri" kaldırılmış, 28 Şubat 1997 tarihini takip eden yıllarda da ilköğretimin (14 yaş) sonuna kadar Kur'an öğretimine yaş sınırlaması getirilmiştir.

Müslüman aileler yaz tatillerinde çocuklarına Kur'an öğrenmeleri için farklı yolları aramak ve denemek zorunda kalmışlardır. Yıllarca gergin bir

90 Journal of Academic

Studies

Page 24: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014- Nisan 2014

şekilde süren ve yaz aylarında camilerde açılan "yaz kursları" suçluluk psikolojisi içinde hazan gizli hazan da aleni bir şekilde uygulanabilmiştir. 2012'de de bu "yasak" kaldırıldığı gibi devlet okullarında Kur'an ve siyer dersleri seçmeli dersler arasına alınarak eğitim öğretimde yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Bu hal, din dilinin sosyal hayatta yerini alması dem~ktir.

·Bir müslüman "dini hayat"la ilgili zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için Kur'an'a muhtaçtır. "Zorunlu formel ibadetler"ini yerine getirebilmek için küçük çapta da olsa Kur'an'la doğrudan iletişim kurmak durumundadır. Bu da

· Kur'an'ın, müslümanın günlük hayatına girmesi ve "yaşayan bir kitap" olması demektir.

Engellemeler yüzünden İslam'ın, dolayısıyla müslümanların sosyal hayatla ilgili dili, özel alana çekilme mecburiyetinde bırakılmıştır. Bu da yetmiyormuş gibi azınlık durumundaki "hakim ve egemen zihniyet" tarafından, özel alanda bile dini kimliğin yaşanıyor olmasından korku ve endişe duyulmuştur. Din dili. "ortak dil"den koparılmak istenmiş, önemli ölçüde de kontrolsüz ve işlevsiz bırakılmıştır.

Din dilinin yoğun bir şekilde kullanıldığı akademik çevrelerde de tutarlı olmayan bir yazım dili hüküm sürmekte, her kurum veya hoca kendine göre farklı bir imla uygulamaktadır. Ne yazık ki bu çevrelerde de ya Türkçe yazımlarda Arapça kelimelerin imlası öncelenmekte ya da "bilimselliğini

arttırır" düşüncesiyle İngilizce kelimeler yoğun biçimde kullanılmaktadır. Türkçe'nin sağlam bir zemine oturabilmesi için özellikle dini tahsil alanında ·Osmanlıca'nın bilinmesi şarttır. ·Bu alanı'n temel kaynakları Osmanlıca olarak yazıldığı için bu eserlere bakmak ve onlardan istifade etmek ilmi bir zorunluluktur.

Bütün bu uygulamalarda, kompleksin mi yoksa başka faktörlerin mi etkili olduğu pek anlaşılamamaktadır. Arıcak görülen o ki, buralarda da "halkın konuştuğu dil" hafife alınmakta, Türkçe kelime kullanımı ve .imla birliği, bir türlü uygulama alanında kendine yer bulamamaktadır. Akademisyenlerin özellikle bildiri veya benzeri tezlerde kullandıkları dil sanki anlaşılmaması için hazırlanmış gibidir. Yine bunların yazdıkları bilimsel kitap ve makalelerde neredeyse yazarının dahi anlamayacağı bir dil kullanılmaktadır. Bu konuda yapılac;ak bir dil araştırması ilim adına ne gibi garipliklerin işlendiğini gözler önüne sermeye yetecektir.

Türkiye' de ilahiyat alanında yüzlerce "tez" çalışması yapılmış ve hala da yapılmaktadır, fakat bunları okumaya kalktığınız zaman, "Bu tez hangi dilde yazılmış" demekten kendinizi alamadığınız zamanlar olmaktadır. Yoğun bir emek mahsulü olduğu belirtilen birçok çalışmada "tez" de bulamıyorsunuz.

91 Akademik Araştırmalar Dergisi

Page 25: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

İletişim Ortamlannda Türkçe ve Din Dilinin Serüveni

Tezlerin biçimsel bir formatı var, yani tezler kurumsal formata uyuyor mu uyuyor mu diye baktığınızda, aynen uyduğunu görüyorsunuz. "Yeni bir tez" olduğuna göre böylesi "bilimsel bir tezi" okumak ve anlamak istiyorsunuz, okumaya başlıyorsunuz fakat anlamak ne mümkün! Geçmişte tahfif için söylenen "Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur" ironisi bugün de güncelliğini korumaktadır. Elbette bunca tezin arasında, olması gereken

. Türkçe tezler de var.

Bu arada bilim ve kültür alanında olduğu kadarıyla "din dili" ve "ortak dil"in kullanım biçimi konusunda önemli bir "kaynak faaliyet"i olan Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan İslam Ansiklopedisi (DİA), bu hususta dikkate alınması gereken ciddi ve önemli bir çalışmadır. Üniversite ve araştırma kurumları ile bilhassa İliihiyat fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayın faaliyetleri tarafından örnek alındığı takdirde zaman içerisinde gelişerek, ciddi ve tutarlı bir dil anlayışına önemli ölçüde katkı sağlayacağı muhakkaktır.

Türkçe İslamlaşma yani medenlleşme süreciyle birlikte kendi kulvarında ilerlerken, ona değişik zamanlarda birtakım saldırılar, saptırmalar, yozlaştırmalar olmuşsa da, dil kendi ekseninde asli varlığını korumuş ve korumaktadır. Din dili için de, bilim dili için de, tıp dili için de "kendini- ifade edebilen bir Türkçe" şarttır. Ne yazık ki günümüzde insanlar dinlerini öğrenmek iStediklerinde dahi onların önüne İngilizce çıkarılmaktadır. Bu yüzden de Türkçe ve din dili, İngilizce'nin "herkes tarafından kullanılan dil", "dünya dili" anlayışının kurbanı olmaya devam etmektedir.

Halkın tarihl süreçte oluşturduğu ve geliştirdiği dil "İstanbul Türkçesi" adıyla kimlik kazanırken, günümüz Türkçesi'yle ilgili yazılımlarda ve seslendirmelerde esas alınan dil İstanbul Türkçesi olmuştur. Halkın geçmişten beri konuşa konuşa / yaza yaza bir kıvama kavuşturduğu İstanbul ağzı hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek bir güzelliğe sahiptir. Batı ve Doğu

medeniyetlerine merkezlik etmiş bir kültür şehri olan İstanbul'a da yakışan böyle bir "ağız birliği"ne ad olmasıdır.

Bugün Türkçe'nin bir dünya dili olarak varlığını sürdürmesinde, geçmişte Türk halkının kendi arasında konuştuğu dilin katkısı büyük olmuştur. Halk, "millet" olmanın bir gereği olarak kendi dilinin izini sürmüş, hor ve hakir görülmeye rağmen dilini korumuştur. Türkçe'nin üzerinin küllenmesi için başvurulan yöntemler, her seferinde savuşturulmuş ve esas damar kesintisiz bir şekilde günümüze kadar sürdürülmüştür. Bunun temel dayanağı ise milletin

· sağlam bir inanca sahip olması ve bu inançla bütünleşmiş bir sosyal hayatın yaşanmasıdır. ·

92 Journal of Academic

Studies

Page 26: 2014 - Nisan 2014 Yıl : 1 5 Sayı : 60isamveri.org/pdfdrg/D02036/2014_60/2014_60_KAYAALPI.pdf · 2020. 12. 7. · lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014-Nisan 2014 Hakanların

lsa KAYAALP Yıl: 15, Sayı: 60 Şubat 2014- Nisan 2014

Bibliyografya Ahmed b. Hanbel. (1313). Miisııed, I, Kahire.

Aşıkpaşa. (1998). Garibııame (çev. Bedri Noyan), Ankara: Ardıç Yayınlan.

Basiret, 4 Nisan 1871.

Claudson, Gerard. (1972). An Etymological Dictioııaıy of Pre-Tlıirteenth Centıııy Turkislı, Oxford.

İnalcık, Halil. (2003). Şair ve Patron: Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme, Ankara: Doğu-Batı Yayınlan.

Kartacenni. ( 1981 ). (Hazım el-Kartacenni, Miııhôcü 'l-biilegö. ve siracü '!-üdeba (nşr. · M. Habib İbnü'l-Hoca), Beyrut.

Kayaalp, İsa. (2011 ). "İletişim Açısından Dini Değerlerin Toplum Hayatındaki Yeri -Türkiye Özelinde-", Akademik Araştırmalar Dergisi, XIII/49, İstanbul. .

Köprülü, M. Fuad. (1933). "Anadolu'da Türk Dil.i ve Edebiyatının Tekamülüne Umumi Bir Bakış'', Yeni Türk Mecmuası, V4, İstanbul.

Levend, Agiih Sım. (1988). "Türkçülük ve Milli Edebiyat", Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 1961, 2. baskı, Ankara.

Lewis, Geoffrey. (2004). Trajik Başarı Türk Dil Reformu (çev. Mehmet Fatih Uslu), İstanbul:'Gelenek Yayıncılık.

Mevlana Celiileddin-i Rfuni. (1973). Mesııevf ve Şerhi, II (şerheden: Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul: Devlet Kitapları.

Niimık Kemal. (1969). Celaleddin Harzemşalı (haz. Hüseyin Ayan), İstanbul: Hareket Yayınlan.

93 Akademik Araştırmalar Dergisi