yılmaz güney siyasal yazılar cilt 1-2-3

453

Upload: alihaydar-erdem

Post on 02-Dec-2015

263 views

Category:

Documents


38 download

DESCRIPTION

YILMAZ GÜNEY'İN SİYASAL YAZILARI, CİLT 1-2-3

TRANSCRIPT

Page 1: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3
Page 2: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

KÜTÜPHANE | Yılmaz Güney

Yılmaz Güney Siyasal Yazılar I-III

Cilt I • TOPLUMSAL DEVRİM SÜREKLİ BİR DEĞİŞME VE DEĞİŞTİRME

HAREKETİDİR• SANAT VE DÜŞÜNCENİN YASAK KARŞISINDAKİ TUTUMU NE OLMALIDIR?• EN TEHLİKELİ OPORTÜNİZM KALESİ: AYDINLIK• İÇTEN ÇÜRÜK OLAN HİÇBİR ŞEY DIŞA KARŞI BAŞARILI OLAMAZ• FİLİSTİN TÜFEĞİ YENİLMEZ - FİLİSTİN HALKI YENİLMEZ• YAŞASIN KOMÜN, YAŞASIN DEVRİM• 1917 EKİM DEVRİMİ DÜNYA PROLETARYASI VE DÜNYA HALKLARINA

ÖLÜMSÜZ BİR IŞIK VE SONSUZ BİR EĞİTİM KAYNAĞIDIR• BİR KÜÇÜK BURJUVA İLLETİ OLAN GRUPÇULUK DEVRİM DÜŞMANLARINA

DEVRİMİN GÜÇLERİNİ KUNDAKLAMA FIRSATI VERİR• GRUPÇULUĞA KARŞI MÜCADELE ÖZÜNDE FELSEFİ İDEALİZME KARŞI

MÜCADELEDİR• AEP-MK ÜYESİ FİKRET ŞEHU’NUN ÇKP DEĞERLENDİRMESİ ÜZERİNE• İNSAN BİLİNCİ VESTİYER DEĞİLDİR• AYDINLAR, MAVİ DEMOKRASİ VE DEVRİM• ANTİ-FAŞİST MÜCADELEDE BAŞARININ TEMEL DAYANAĞI FAŞİZMİN SINIF

İÇERİĞİNİN DOĞRU KAVRANMASIDIR• SANAT, SİNEMA, SİYASET SÖYLEŞİLERİ (KAYSERİ CEZAEVİ) MEKTUPLAR

KAYSERİ KONUŞMALARI —I • KAYSERİ KONUŞMALARI —II• KAYSERİ KONUŞMALARI —III• KAYSERİ KONUŞMALARI —IV• KÜLTÜR VE SANAT SİLAHLARININ NAMLULARI DEVRİM YOLUMUZU

AYDINLATACAKTIR• TEMEL UĞRAŞIM HALKIMIN HAYATİ SORUNLARIDIR• SEN BİZİM DOSTUMUZSUN… BABAN DOSTUMUZDUR…

O “HEYECANLI ARKADAŞLAR” DOSTLARIMIZDIR

Cilt II• DEVRİMCİ SARSINTI VE YENİ GÜÇLER• EMPERYALİZM, SAVAŞ VE DEVRİM• PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ ALTINDA SINIF MÜCADELESİ• SÖMÜRGE VE BAĞIMLI ÜLKELERDE FARKI DEVRİM TİPLERİ• NE İÇİN SAVAŞIYORUZ?• DEVLET, DEMOKRASİ VE DEVRİM• İRAN-IRAK SAVAŞI ÜZERİNE• KENDİSİYLE HESAPLAŞAMAYAN DEVRİM KARŞI DEVRİMLE

HESAPLAŞAMAZ

Page 3: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Cilt III• NEDEN MAYIS?• DEVRİMCİ KÜLTÜRÜN ANLAMI VE MAYIS’IN GÖREVLERİ…• İDEOLOJİK-KÜLTÜREL CEPHEDE SINIF MÜCADELESİNİ DERİNLEŞTİRELİM• YENİ TİPTE BİR DEVRİMCİ ÖRGÜTLENMENİN ZORUNLULUĞU VE BİZİ

BEKLEYEN ACİL GÖREVLER• KÜÇÜK BURJUVA TUTARSIZLIĞI VE PROLETER DEVRİMCİ KARARLILIK• MAYIS’IN BİR YILI VE YENİ YAYIN POLİTİKASI• FAŞİZM ÜZERİNE BİR KEZ DAHA• BİLDİRİLER, MESAJLAR, MEKTUPLAR

YILMADAN MÜCADELE EDEN DEVRİMCİLERE• YAŞASIN KIBRIS, TÜRKİYE VE YUNANİSTAN HALKLARININ KARDEŞLİĞİ• BİR ZALİME SIRT VEREREK BAŞKA BİR ZALİME KARŞI SAVAŞILMAZ• ACILARDAN, YENİLGİLERDEN DERS ÇIKARTMADAN KURTULUŞUN YOLU

AÇILAMAZ• SİLAHLARLA KURULAN ANAYASA ANCAK SİLAHLARLA YIKILACAKTIR• YENİ YILA GİRERKEN YENİ TİPTE PARTİ• KÜRT SORUNU BİR BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK SORUNUDUR• TÜRKİYE’DE YAŞANAN FACİAYA KULAK VERİLMELİDİR• AÇLIK GREVLERİNDE YÜKSELEN ÇIĞLIĞA KULAK VERİN!• “FAŞİZME KARŞI BİRLİK” SORUNU ÜZERİNE NOTLAR• TÜM AYDIN VE SANATÇILARA ÇAĞRI• DEVRİM VE DEMOKRASİ DAVASI MUTLAKA ZAFER KAZANACAKTIR• NEVROZ: ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK İÇİN MÜCADELENİN SEMBOLÜ• BİR ÜLKE DÜŞÜNÜN Kİ…• YAŞASIN 1 MAYIS, YAŞASIN KOMÜNİZM• FAŞİZMİ ÇATINIZ ALTINDA TUTMAMALISINIZ• GÜNÜ GELDİĞİNDE HERKES EKTİĞİNİ BİÇER• FAŞİZM BÜTÜN HALKLARIN DÜŞMANIDIR• ZULMÜN OLDUĞU HER YERDE HALK, ER YA DA GEÇ SİLAHLI

MÜCADELEYİ SEÇECEKTİR• GELECEĞİN TÜRKİYESİ’NİN BİR YAPI TAŞI: “DUVAR”!• “DUVAR”IN ÇEKİMİ BİR SAVAŞTI• “YOL”: HALKIMIZIN YÜREKLERİ SARSAN ÇIĞLIĞI• “DÜŞMAN”: GERİCİLERİN DÜŞMANI• “SÜRÜ”: HALKIMIZIN İSYAN DOLU ÇIĞLIĞI• “YOL”: HALKIMIN SUSTURULAMAYAN SESİDİR• 19 MAYIS 1985: YILMAZ GÜNEY HAFTASI

ARAMIZDA OLMAYIŞININ ACISI VE İÇİMİZDEKİ ÖLÜMSÜZ ANISIYLA (FATOŞ GÜNEY)

(Kaynak: Siyasal Yazılar, I-II-III, Mayıs Yayınları, Birinci Baskı, Eylül 1985) Genis bilgiler icin http://www.guneydergisi.com/

Page 4: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Devrimci Kütüphane2.7k likesLike PageLike Page

Page 5: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

TOPLUMSAL DEVRİM SÜREKLİ BİR DEĞİŞME VE DEĞİŞTİRME HAREKETİDİRArkadaşlarım,Toplumsal devrim, sınıfsal temelleri olan, kesintisiz bir değişme ve değiş-tirme hareketidir. Çeşitli zorluklarla dolu, uzun, sancılı bir tarihi dönemi kapsar. Acıları, sevinçleri, başarıları, yenilgileri, yükseliş ve düşüş devrele-rini içerir.Toplumsal devrimleri zorunlu kılan, uzlaşmaz boyutlara ulaşan toplumsal çelişmelerdir. Sınıflı her toplum, uzlaşmaz sınıf çelişmelerini bağrında taşır. İşte devrimleri gündeme getiren bu çelişmeler, çelişmelerin çözümü için gerekli olan sınıf güçlerini, bütün mücadele silahlarıyla karşı karşıya getirir. Sınıf siyasetlerini, ideolojilerini, taktik tavır ve davranışlarını da bu süreç içerisinde biçimler.Toplumumuz da, günden güne berraklaşan bu saflaşma süreci içindedir. Biliyoruz ki, insanlık tarihi sınıfların mücadeleleri tarihidir. Tarihin itici gücü halklardır. Yani, tarihi gelişmeler, üstün yetenekli insanların eseri değil, üstün özelliklere sahip insanlar toplumsal çelişmelerin ve gelişmele-rin eseridir. Toplumsal gelişmelerin nesnel yasalarını ve halkların tarihi eğilimlerini özünden kavrayan insanlar, nesnel koşullara uygun düşen doğru önerileri, fedakârlıkları ve cesaretleriyle kitlelerin bilinçlenmele-rinde, devrim hedeflerine yönelmelerinde önemli roller oynamışlar ve tarih, onları layık oldukları yerlere oturmuştur. Tarihi akışa ve toplumsal

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 6: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

eğilimlere ters düşen, toplumsal gerçeklikten kopar ve halkın devrimci eği-limlerini çiğneyen insanlar ise, bir zamanlar halk tarafından nasıl yüceltil-mişlerse, yine halk tarafından alaşağı edilmişlerdir, edilmektedirler ve dileceklerdir. İşte bu tarihi ve evrensel gerçeklerden hareketle, sınıf saflaş-malarının yoğunlaştığı günümüzde kendi yerimizi saptamak göreviyle karşı karşıyayız.Kimin saflarında olacağız?Bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük isteyen; insanın insana kulluğuna son verilmesini isteyen halkların devrimci saflarında mı, yoksa bağımsızlığa ve demokrasiye karşı çıkan, sömürüyü bir tasma gibi halkların boğazına geçi-rip onları köleleştiren ve düzeni korumak için her türlü baskı ve zülmü “meşru” gören halk düşmanı saflarda mı?Hangi safları seçersek seçelim, seçtiğimiz saflar bize çeşitli görevler yükler. Bu görevlerin yerine getirilmesi, bizi sınıfsal değerlere göre adlandırır. Ya ezilen halkların ve sınıfların fedakâr, yiğit, bilinçli, unutulmaz savaşçıları olarak, bilinen-bilinmeyen kahramanları olarak tarihe geçeriz… ya da halk düşmanları olarak, nefretle anılarak tarihin kara safyalarına, tarihin çöplü-ğüne. Ya anamıza, babamıza, karımıza ve çocuklarımıza, bizden sonraki kuşaklara şerefli insanların mirasını bırakırız… ya da onların, yakınlarımı-zın, uzun bir süre utanacakları, hatırladıkça yüzlerini kızartacak acı bir miras. Biz, çocuklarımıza şerefli, onurlu bir miras bırakmalıyız.Arkadaşlarım, Şerefli bir miras bırakmanın birinci koşulu, ezilenlerin yanında bilinçli bir biçimde saf tutmak ve kendimizi, ezen sınıfların gerici ideoloji ve kültürel etkilenmelerinden, düşünce biçimlerinden, alışkanlıklarından kurtarmak için sabırlı çaba sarfetmektir.Safımız, her türlü sahteliği, grupçuluğu aşarak, başta işçi sınıfı olmak üzere, ezilen, sömürülen bütün emekçi kitlelerin birliği doğrultusunda, dev-rimci proletaryanın mücadele safları olmalıdır.Bu safı içtenlikle ve inanarak seçmişsek, bu saflara karşı olan bütün gerici güçlere ve bu güçlerin ideolojik, siyasi, kültürel ve toplumsal etkilerine karşı, bilimsel sosyalizmin ilkeleri temelinde savaşmalıyız.Bu görev, kendimizi ve çevremizi değiştirmeyi emreder.

Page 7: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bu görev, devrimci fedakârlığı, bilgi edinmeyi, yiğitliği ve alçakgönüllü olmayı emreder.Bu görev, devrim saflarını seçmiş insanların, eleştiri, özeleştiri temelinde birliğini emreder.Bu görev, devrim yolunu seçmiş insanların kardeşliğini, kitlelerle birleşme-sini emreder.Arkadaşlarım,Yeni bir yaşa girdiğim bu gün, gerek bana gerekse sizlere, geçmişe eleştirici bir gözle bakmanın, hatalarımızın sınıfsal köklerini araştırmanın, bizi halka güvensiz, bireyci, tembel yapan ana nedenlerin araştırılmasının vesilesi olsun.Gerçekten devrim istiyorsak, devrimin çıkarlarını birinci plana almalıyız. Gerek kendi, gerekse arkadaşlarımızın zaaflarına, yapıcı ve arındırıcı bir biçimde, bu açıdan bakmalıyız.Bizi zor görevler bekliyor. Başarılı olmak, en küçük ayrıntının bile doğru sınıfsal ilkeler ışığında titizlikle irdelenmesini zorunlu kılar. Sizlere, önü-müzdeki çeşitli engellerin aşılmasında gücüm oranında yardımcı olmak için çalışacağım; olumlu yanlarımızın vazgeçilmez dostu, zaaflarımızın amansız düşmanı olarak her zaman yanınızda olacağım. Bütün eksiklik ve yetmezlik-lerinize karşın sizlere inanıyorum ve güveniyorum. Bu inancım, kaynağını halkıma duyduğum güvenden alıyor. Devrimin gerektirdiği bilgiler ve yete-nekler kazanılabilir şeylerdir. Halkımız mutlaka başarıya ulaşacaktır. Bağımsızlığın, mutluluğun ve özgürlüğün düşmanı emperyalizm ve sosyal emperyalizm yenilecektir. İnsanlık düşmanı faşizm yenilecektir! Reformizm ve revizyonizm yenilecektir! Her türlü sağ ve “sol” sapmalar aşılacaktır! Ve halkımız kendi eseri olacak Demokratik Halk Devrimini ve buradan geçerek sosyalizmi kesin zafere ulaştıracaktır. Bu, tarihin yazgısıdır. Yaşasın devrim!..Yılmaz Güney, bu konuşmayı, Kayseri Cezaevi’nde, 1 Nisan 1977’de “doğum günü” dolayısıyla Komün Arkadaşları önünde yaptı, daha sonra Güney Der-gisi’nde yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 8: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“Biz işçi sınıfının birleşik cephesinden yana ve sınıf düşmanına karşı oldu-ğumuz süre, ne şahıslara, ne bir örgüt ya da partiye, hiç kimseye saldırma-yacağız. Buna karşılık, işçilerin eylem birliğini köstekleyen şahısları, örgütleri ve partileri eleştirmek, proletaryanın ve onun davasının menfaati icabıdır, görevimizdir.”DİMİTROV1. GRUPÇULUĞUN SINIF KÖKLERİDevrimci hareket içinde, gerçekten devrim isteği taşıyan ve bu doğrultuda mücadele eden bütün içten unsurları rahatsız eden siyasi grupçuluğun, özellikle de bu örgütsel anlayıştan canalan sekterliğin, kendini beğenmişli-ğin toplumsal ve ideolojik dayanaklarını küçük burjuva yapısında aramalı-yız. Grupçu olmak ya da olmamak isteğe bağlı bir olay değildir; belirleyici olan maddi koşullardır, grup yapısında ısrar edenlerin sınıfsal içeriğidir. Küçük burjuvazinin örgütlenme anlayışındaki kısırlık ve bağnazlık, kayna-ğını, küçük üretim temelinde biçimlenmiş küçük burjuva dünya görüşünden alır. Çöken ve eriyen bir sınıf, doğası gereği telaşlı, kaypak ve saldırgan olur. Küçük burjuva, işçilere, emekçi kitlelere karşı küçümseyici, kendini beğenmiş ve bağnazdır. O, hiçbir zaman proleterleşmeyi ve proletaryanın davasını bir amaç olarak önüne koymaz. Zengin olma, sınıf değiştirme

BİR KÜÇÜK BURJUVA İLLETİ OLAN GRUPÇULUK DEVRİM DÜŞMANLARINA DEVRİMİN GÜÇLERİNİ KUNDAKLAMA FIRSATI VERİRwebmasterhalkcephesi.net

Page 9: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

umudu ise süreklidir; bu umut ise onu zenginlere karşı yardakçı ve teslimi-yetçi yapar. Onlarla, en küçük çıkarları için uzlaşmalara girmekten çekin-mez.Bütün dünya devrimlerinin deneyimleri, çöken sınıflardan biri olan küçük burjuvazinin, tutarlı bir örgütlenme anlayışına sahip olmadığını, disiplinli ve sağlam bir tutumu benimseyemediğini göstermektedir. Bir yanda emper-yalistlerin, büyük burjuvazinin, toprak ağalarının baskısı, öte yanda gelişen ve güçlenen, şu ya da bu sınıfın kuyruğuna takılmanın çıkmazını kavrayan ve bağımsız bir güç olarak kendini vareden devrimci proletarya hareketi arasında kendine yer arayan küçük burjuvazinin saflarında süreli çözülme-ler olur; bu süreçte proletaryanın devrimci saflarına yüzeysel devrimci heveslerle ve binbir hayallerle katılan bir takım unsurlar, beraberinde küçük burjuva özelliklerini ve zaaflarını da birlikte götürürler. İlişki kur-dukları emekçi unsurları, kendi kavrayışları temelinde biçimlemeye çalışır-lar fakat proletaryanın maddi koşulları, proletaryanın tarihi mücadelesinin bilimsel mirasları, küçük burjuva anlayışları mahkûm edecek değerli dene-yimleri ve bilgileri proletaryaya ve onun devrimcilerine ulaştırır.Küçük burjuva siyasi çizgi, örgütsel alana görünümü ve adı ne olursa olsun, içeriği anlamında grup biçiminde yansır. Yani adı “parti” de olsa, öz itiba-riyle gruptur, siyasi olarak grupçudur. “Parti” adı, kendi grubunu, kendi kendine parti ilan etmesinden başka bir şeyi ifade etmez. Grupçuluk anla-yışı, küçük burjuva mülkiyet ve rekabet anlayışı temelinde, küçük burjuva-ziye özgü hastalıklı duygularla beslenir. Dünya devrimci hareketi bize, küçük burjuva anlayışını aşamamış unsurların, çoğu kez partinin oluşturul-ması ve inşası süreci içinde bile kariyerist ve grupçu yapılarını ve eğilimle-rini sinsice koruduklarını ve parti içinde siyasi hiziplerin kaynağını oluşturduklarını öğretir. Bugün, grupçu bir ruhla eğitilen grup taraftarları içinde, grup içinde grup oluşturma eğilimleri açıkça görülmektedir. Grup-ları sürekli huzursuz kılan nedenlerin başında, grup içi çelişmelerin keskin-leşmesi gelmektedir. Her grup, bir diğerinin çöktüğünün, kendilerinin ise geliştiğinin propagandasını yapmaktadır. Kişiler, bir gruptan diğerine geç-tikçe, nitelikleri ne olursa olsun övgüye layık görülmekte ve itibar sahibi edilmektedir. En olumsuz, en cüruf unsurlar için bile grup kapıları ardına kadar açıktır. Devrimci proletarya, proletarya devrimi ve proletarya diktatörlüğü müca-delesi yolunda, uzun bir tarihi dönemi ve toplumsal pratiğin her alanını

Page 10: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kapsayan sınıf savaşları içinde, her tipten özel mülkiyet duygusunu, bu duyguların etki ve kalıntılarını ve bu duygu ve düşüncelere tekabül eden ve aynı zamanda bu duygu ve düşüncelerin örgütsel temelini oluşturan grup-laşmaları, hizipleşmeleri, canaldıkları mülkiyet biçimleriyle birlikte bir daha hortlamamak üzere yerle bir ederek zafere ulaşacaktır. Bunun için zorunlu ilk adım, grup yapılarını parçalamak doğrultusunda, tutarlı ve ilkeli bir ideolojik mücadele vermek olacaktır. Çünkü devrimci proletarya, düşmanlarını yenebilmek için grup öncülüğünü değil, partinin öncülüğünü zorunlu önkoşul olarak görür. Ayrıc, yalnızca proletaryanın öncülüğü ile de düşmanı yenemeyeceğini çok iyi bilir.2. GRUPÇULUK, DÜŞMANI TAKTİK PLANDA KÜÇÜMSEYEN, ÖZÜNDE SAĞ BİÇİMDE “SOL” KÜÇÜK BURJUVA ANLAYIŞIN İFADESİDİRSınıf mücadelesinin yükselişi, bütün sınıfları, özellikle de burjuvaziyle pro-letaryayı, son hesaplaşma için her konuda hazırlığa, cepheler kurmaya, mücadele organ ve silahlarını yeniden gözden geçirmeye iter. Devrimci saf-larda, mücadelenin belli bir aşamasına dek grupların varlığı doğaldır; hatta kaçınılmazdır. Grupları yetersiz kılacak, onları birleşmeye zorlayacak nes-nel koşullar henüz gelişmemiştir. Bu dönem, kavrayış, arayış ve geçiş döne-midir. Gruplar, olanakları elverdiğince, sınıf mücadelesinin yaygınlaşmasına, siyasal ve toplumsal gerçeklerin açıklanmasına yardımcı da olurlar. Ve kabaca da olsa —olumlu ve olumsuz anlamda— safların ber-raklaşmasına hizmet ederler. Ama öyle bir tarihi dönem gelir ki, bir siyasi grup, adı ister “parti”, ister “dernek”, isterse bir yayın çevresinde “örgüt-lenmiş” insanlar topluluğu olsun, içeriği anlamında, gerçek bir proletarya partisi karşısında, onun gelişmesinin ve mücadelesinin önünde bir grup olarak kaldıkça, proletaryanın ve ezilen emekçi kitlelerin devrimci mücade-lesine zarar verir. Doğaldır ki, devrimci süreç içerisinde, bütün istek ve dileklere karşın, birtakım gruplar varlıklarını sürdürmeye çalıçacaklardır; birden çok “parti” de olacaktır. Hatta bazı grupların varlığı, olumsuz, bireyci, anarşist, bozguncu unsurları bağrında toplayacağı için, devrimci hareketin safından atılmışları, bir mıknatıs duyarlığıyla kendi çevresinde toparlayacağı için, devrimin güçlerinin arınması açısından yararlı da ola-caktır. Kuşkusuz, değişmez tek gerçek, devrime damgasını vurabilecek par-tinin tek olacağıdır. Öte yanda, devrim kendisine yararlı olan her kıpırtıyı, her eylemi ve katkıyı, hangi biçimsel yapıdan gelirse gelsin, özenle kucakla-yacaktır. Bu kucaklama işlemini doğru ve her eylemi birbiriyle bağlantısı

Page 11: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

içinde değerlendirecek olan partidir. Parti, ilk elde, çeşitli grup yapıları içine dağılmış proleter devrimcilerin grup yapıları içine sığmamaları sonucu kitleler içinde önderlik niteliklerini kazanmış ileri unsurlarla, bağımsız devrimcilerle, devrimci bir program temelinde ilkeli birleşimini emreder. Parti, proletaryanın yeni bir dünya kurma savaşımı içinde pişmiş (başlangıçta çeşitli zaaflar taşımış olsalar bile) en ileri, en bilinçli, en deney sahibi fedakâr unsurların, Marksist-Leninist ideoloji ve teori temelinde bir-liği demektir. Devrimini gerçekleştiren bütün ükelerde genellikle böyle olmuştur. Küçük küçük Marksist gruplar, bağımsız kişiler, mücadele içinde birleşmişler ve proletaryanın partisini oluşturmuşlardır. Burjuvaziye ve her türden gericiliğe karşı mücadelede, olumsuzluklardan ve zaaflardan olabil-diğince arınarak, siyasi, ideolojik ve örgütsel inşayı gerçekleştirmişlerdir. Kitlelere önderlik etme görevini yerine getirerek devrimi başarıya ulaştır-mışlardır.Bir partinin ya da bir grubun siyasi çizgisinin niteliğini belirleyen temel ölçüt, partinin (ya da grubun) ülkedeki toplumsal, ekonomik ve siyasi yapıyı doğru değerlendirip değerlendirememesi, objektif koşullara en uygun subjektif etkenleri oluşturup oluşturamaması, bu doğrultuda sağlıklı adımlar atıp atamaması, sınıflararası ilişkileri ve çelişkileri doğru değer-lendirip değerlendirememesi, sloganlarının doğruluğuna kitleleri kendi deneyimleriyle inandırıp inandıramaması, ulusal sorun karşısında doğru tavır takınıp takınamaması, kitlelerle canlı bağlar kurup kuramaması, kısa-cası, Marksizm-Leninizm’in evrensel gerçeği ile ülkenin somut devrimci durumunu yaratıcı bir biçimde birleştirip birleştirememesidir.Bir parti, doğru bir siyasi çizgiye ve bu çizgiyi hayata geçirecek, emekçi kit-lelere götürebilecek ve onları örgütleyebilecek kadrolara sahipse, er geç devrimi gerçekleştirmeyi başarır; bir grup, doğru bir siyasi çizgiye ve bu siyasi çizgiyi özümlemiş sağlıklı kadrolara sahipse, belli bir mücadele süreci içerisinde, diğer grupları, siyasi, ideolojik ve örgütsel değişime uğra-tır; o grupların en ileri unsurlarını kendi bayrağı altında toplar ve partileş-meyi sağlar. Ya da bir grup gerçekten doğru siyasi bir eğilime sahipse, kendi siyasi çizgisinin eksik ve zaaflarını kavrar, bağnazlığa düşmeden diğer grupların doğrularıyla kendi doğrularını birleştirir; bu yeni siyasi, ideolojik ve örgütsel bileşim, partinin çekirdeğini oluşturur.Siyasi çizginin doğruluğu ya da yanlışlığı, subjektif değerlendirmelerle belirlenmez. Bir grubun ya da kişinin kendisi için yaptığı değerlendirmeler,

Page 12: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

bizim için değerlendirmenin sadece bir yönünü oluşturur. Kağıt üzerinde genel doğrular yeterli değildir. Asıl değerlendirme, toplumsal pratik içeri-sinde, sadece grupların ve kişilerin kendi istemleri doğrultusunda değil, üretim mücadelesi, sınıf mücadelesi temelleri üzerinde yükselen hayatın yeni güçleri tarafından, bizzat hayatın içinde yapılacaktır. Çeşitli değerlen-dirmeler ve tesbitler arasındaki farklılıkların kökleri bir yanıyla Marksizm-Leninizmin kavrayış düzeyi, özellikle ve öncelikle de ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısının derinliklerinde aranmalıdır.Değişmek ya da değişmemek isteğe ve iradeye bağlı değildir; istemek ve irade, değişimin sadece bir unsurudur. Tayin edici olan, hayatın maddi zorunluluklarıdır, gereksinimleridir. Her sınıf, tarihi zorunluluk gereği, kendi çıkarları doğrultusunda siyasal ve toplumsal değişimi ya da değişme-meyi amaçlayan bir mücadele içinde yer alır. Bu nedenle, her sınıf, değişimi —ya da değişmemeyi— kendi yararına gerçekleştirebilecek örgütlenmelere, çalışma ve mücadele biçimlerine, sınıf dayanaklarına ve çeşitli ittifaklara ihtiyaç duyar. Sınıf mücadelesi, toplumsal yapıyı temelinden sarsar. Bu alt üst oluş içinde, küçük burjuvazi, kendi dar dünyasına tekabül eden grupçu örgütlenmede ve bir avuç insan yığınıyla yetinmede ısrar edecektir. O, örgütsel başarısızlığın ana nedenlerini araştırmak, hatalarının köklerini bulmak yerine, körü körüne, hırçınlığını ve bağnazlığını sürdürecek, gözle-rindeki perdeyi aralamakta direnecektir. Öte yanda, proletaryayı modern üretim koşullarından ötürü en devrimci sınıf haline getiren özelliklere ve nedenlere baktığımız zaman, proletaryanın grupçuluğa ve her türden dar anlayışa ve idealizme karşı mücadelesinin içeriğini anlayabiliriz. Proletar-yanın yalnızca öncüsüyle (parti ve sınıf olarak proletarya) devrimi gerçek-leştiremeyeceğinin temel nedenlerini kavradığımız zaman, proletaryanın dünya görüşü, buna uygun düşen örgütlenme ve ittifaklar anlayışı ve müca-dele biçimleri ile grupçuluk ve grupçuluğun mücadele biçimleri ve birlik arasındaki uzlaşmaz çelişmeleri de görürüz.Grupçuluk, devrim güçlerini hayatın her alanında böler, cılız düşürür. Gençlik kesimlerinde, sendikalarda, demokratik kitle örgütlenmelerinde ve hatta cezaevlerinde durum böyle değil midir? Grubun çıkarları ile devrimin çıkarlarını özdeş görenler, kendi geçmişlerine ve bugüne kadar temel sorunlarda bile kaç kez görüş değiştirdiklerine bakmalıdırlar. Bu arkadaş-lara göre “En temel siyasetler bile, değişir, fakat gruplar değişmez.”

Page 13: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Grupçuluk, özde sağ, biçimde “sol” bir anlayışın sonucudur. Çünkü küçük burjuva örgüt anlayışı, düşmanı taktik olarak küçümseyen siyasal ve örgüt-sel anlayışın ifadesidir. Mao, emperyalizmi konu edinirken, onun ikili tabi-atını belirtir; onun hem kağıttan kaplan, hem de gerçek kaplan olduğunu özellikle vurgular. Bu iki yanı, hem kof hem de güçlü yanı birlikte ele almak, fakat birbirlerine karıştırmamak gerekir. Emperyalizmin ve her tür-den gericiliğin, uluslararası proletaryanın ve ezilen ulus ve devrimci halkla-rın devrimci ulusal kurtuluş savaşları ve toplumsal kurtuluş mücadeleleriyle yıkılacağına inanmamak, sağ oportünizmin teorik temelle-rini oluşturur. Diğer yanını, yani, günümüz koşullarında, emperyalizmin uluslararası örgütlenme düzeyini, askeri, ekonomik ve siyasal gücünü, bir yığın yenilginin deneyimlerinden çıkardığı dersleri, karşısındaki güçlerin mücadele tecrübesizliğini (ulusal anlamda) hesaba katmamak da maceracı-lığın teorik temellerini oluşturur. Maceracılar, bir vuruşta emperyalizmin ve işbirlikçilerinin güçlerini yıkacaklarını sanırlar, küçücük başarıları abar-tırlar, devrimci ruhun ve kararlılığın tekbaşına tayin edici olduğunu düşü-nürler. Nesnel koşularla, öznel koşulların uyumunun gerekliliğini ve belirleyici olduğunu unuturlar. Bu nedenlerle, grupçulukta ısrar, örgütsel anlamda maceracılık sayılmak gerekir.Emperyalizmi ve işbirlikçilerini taktik olarak önemsemeliyiz. Onlardan korkmalıyız. Gerek emperyalistlerin kendi aralarındaki, gerek yerli gericili-ğin iç çelişmelerini, gerekse ezen ülkenin burjuvazisi ile ezilen ülkenin bur-juvazisi arasındaki çelişmeleri doğru değerlendirmeli ve bunlardan devrimci bir tarzda yararlanmalıyız. Faşistlerin kendi aralarındaki çelişme-lerin doğru değerlendirilmesi de devrime yarar sağlar. Grup yapıları içinde hapsolmak değil, çok güçlü, geniş kitleleri kucaklayacak siyasi bir örgütlen-meye gitmeliyiz. İşi çok ciddiye almalıyız. Kitlelerin içinde kök salmalıyız; faşist-revizyonist-reformist ve her türden gerici ideolojilere karşı yılmadan usanmadan savaşmalıyız. Sayıca az olmak grupçuluğu belirleyen ölçü değil-dir. Kadroları çok dar olan bir parti bile devrime önderlik edebilir. Önemli olan siyasi çizginin doğruluğu ve çizginin kadrolarca kavranıp kavranama-masıdır.Düşmanın taktik gücünü küçümsemek bizi, kendi gücümüzü abartmaya ve dolayısıyla da yenilgiye götürür. İşte küçük burjuva düşmanı küçümsediği için, kendini olduğundan güçlü görür ve gösterir. Yaptıklarıyla övünme ve gösteriş hastalığı, onu sırlarını saklayamaz hale getirir ve legalizmin batak-

Page 14: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lığına batar. Deve kuşu örneği, kafasını kuma sokunca kendisini gizlediğini sanır ve gövdesini unutur.3. GRUPÇULUK, KENDİNİ “EN DOĞRU” KABUL EDEN SUBJEKTİF ANLAYIŞIN İFADESİDİRBugün ülkemizde bazı siyasi grupları, diğer gruplardan ayıran temel ve ortak sav şudur: “En doğru benim, birlik isteyen safıma gelsin.” Bu anlayış, ülkemiz devrim sürecine, dink beygirlerinin gözbağıyla bakmanın ve topye-kün inkarcılığın bir sonucudur. Onlar, her dönemde, bütün yanlışlarına kar-şın kendilerini “en doğru” görmeye alışıktırlar. Onların bir kısmı, yakın bir gelecekte “proletaryanın mücadele platformu” diyerek sundukları ve tek doğru olarak kabul ettikleri temel görüşlerinin bir kısmını değiştirecekler, fakat doğruluk savından vazgeçmeyeceklerdir.Marksizm-Leninizmin, küçük burjuva temellerine sahip ve kendilerini bu temelde biçimlemiş unsurlarca, proletarya adına sahiplenilmesi ve kavran-mak istenmesi, onları ya gerçekten değiştirecektir ya da Marksizm-Leniniz-min doğru çözümlenememesi ve ülke gerçeğinin kavranmaması, onları çeşitli grupçuklar halinde, proleter devriminin önünde bir engel haline geti-recektir. Bu nedenle, onlar kitlelerle birleşmek, devim yolunda mücadele eden devrimcilerle birleşmek yerine, birleşebileceği fakat grupçuluğu yıka-cağından korktukları güçlere saldıracaklardır.Marksizm-Leninizmi, küçük burjuvazinin elinde proletaryaya ve onun çeşitli alanlardaki savaşçılarına karşı bir silah olarak kulanmak isteyenler yanılırlar. Çünkü Marksizm-Leninizm, ancak proletaryanın ve onun dev-rimci savaşçılarının elinde, gerçek partisinin elinde devrimin bir silahı olur ve sınıfsız toplum doğrultusunda verilecek mücadelelerin yolunu aydınlatır. Marksizm-Leninizm, henüz ülkemizde proletaryanın ve yoksul köylülüğün elinde bir silah olmaktan çok, küçük burjuva aydınların çeşitli kesimlerinin elinde, kısır çekişmelerin aracı olarak kullanılmak istenmektedir. Mark-sizm-Leninizm kısır çekişmelerin, kariyerizmin aracı olamaz. O, başta işçi sınıfı ve yoksul köylülük olmak üzere ezilen ulus ve halkların elinde, prati-kte somutlaşan devrimin bir silahı olabilir.Grupçuluğa karşı, gerçek anlamda bir proletarya partisi için mücadele, pro-letarya ile burjuvazi arasında varolan uzlaşmaz çelişmenin partileşme süreci içindeki yansımasıdır. Burjuva kökenli etkilenme ve eğilimlerle, bu anlayışların biçimlediği parti anlayışlarıyla proletaryanın anlayış ve irade-sinin çarpışmasıdır. Grup ve “parti” yapısını kendi varlığının nedeni ve

Page 15: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mücadelesinin amacı gören küçük burjuva, bu dar bataklığı korumak için ölümcül bir mücadele yürütecektir ve gerçek anlamda bir proletarya partisi istedikleri için grup yapılarıyla çelişen herkesi, barışçı ya da barışçı olma-yan yolarla ve çeşitli suçlamalarla yok etmeye çalışacaklardır. Onlar, her zaman için, geçerli ve değişmez tek harekettir. Marsiszm-Leninizm, yalnız onların elinde bir silahtır. Oysa devrimin pratiği gösterir ki, Marksizm-Le-ninizm hiçbir zaman gericiliğin elinde, proletaryanın elindeki Marksizm-Leninizm silahını yenemez. Oportünizmin ve revizyonizmin temel hedefi her zaman Marksizm-Leninizm olmuştur ve olmaktadır.Onlar, kendi dışlarındaki devrimci hareketlere karşı kör ve sağırdırlar. Ve tarih, onlarla başlar ve onların inisiyatifinde gelişir. Kendi dışlarında hiç kimsenin devrime, devrimci mücadeleye katkısı olamaz. Kendi dışlarındaki hareketler zararlıdır. Ve bu anlayış taraftarlara yerleştirilmek istenir. Bunun sonucu olarak da, taraftarlar, devrimci mücadeleyi kendi dışlarında yok sayarlar.Grupçuluk, bir anamda, dar ulusalcılıktan kaynaklanan toplumsal şoveniz-min de ifadesidir. Şoven burjuva anlayış, ezilen bir ulusun mücadelesini de kendi tekelinde görür, kendi dışında onun varlığına tahammül edemez. Bu anlamda grupçuluk, Kürt devrimcilerini milliyetçi örgütlenmeler içinde, grup karakterli örgütlenmeler içinde mücadeleye götürmüştür. Türk solu-nun yanlış siyasi çizgisi Kürt devrimcileri arasındaki grupçuluğun temel nedenlerinden biridir. Oysa Kürt, Türk ve diğer azınlıkların kurtuluşunu sağlayacak bir devrim bu halkların birlikte mücadelesini ve birlikte örgüt-lenmesini emreder. Kendilerini subjektif niyetleri temelinde “önder” ilan eden ve kendi dışlarına karşı kör ve sağır olmakta direnen, körlük ve sağır-lıkta da birbirleriyle yarışan her türden grup ve “parti” ile halkımızın çıkar-ları doğrultusunda mücadele verecek bir partinin oluşması için mücadelede ve demokratik halk devrimi için bütün ezilenleri birleştirecek bir parti yapısında ısrar edeceğimizi herkes bilsin.4. ZORUNLU BİR GÖREV:GRUPÇULUĞA KARŞI MÜCADELEGrupçuluğu yenebilmek için öncelikle grupçuluğun içeriğini kavramamız gerekir. Grupçuluğu küçümsemek, dudak bükmek, grupların taktik gücünü hesaba katmamak bizi ideolojik mücadelede körlüğe, zaaflara, arkadan han-çerlenmelere götürür. Grupçuluğun kendiliğinden yıkılacağını düşünmek de kesinlikle yanlıştır. Grupçuluğu var eden sınıfsal, siyasal, teorik ve felsefi

Page 16: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

temelleri sarsmadan, bu temelleri yerle bir etmeden grupçuluğun zararlı etkilerini kıramayız. Bu sözümüzden, küçük burjuvaziyi bir sınıf olarak yerle bir etmek istediğimizi anlayanlar çıkacaktır. Biz, küçük burjuvazinin var olduğu müddetçe, çeşitli hastalıkların kaynağını oluşturacağının bilin-cindeyiz. Fakat bu sınıfı yok etmek değil, değiştirmek amacını taşıyoruz. Bu, özünde devrim, sosyalizmin inşası ve sınıfsız topluma geçiş sürecinin mücadeleleri sonucudur. Bununla birlikte, küçük burjuvazinin siyasi ve ide-olojik etkinliğinin etkisiz hale getirilmesi için mücadele, grupçuluğa karşı mücadele ile birleştirilmelidir. Grupçuluğa gelişigüzel, siyasetsiz bir biçimde saldırmak, küfretmek, onu yıkmak bir yana, aksine onu güçlendi-rir. Grupçuluğun panzehiri bilgi, devrimci içtenlik, pratik mücadelede ve olabildiğince eylemde birlik için esneklik, proleter alçakgönüllülük ve dev-rimin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmaktır. Marksist-Leninist bilgi, kitle-lere kavratılabilirse, grupçuluğu yerle bir edecek bir silah olur. Cenaze törenlerinin bile, gruplar arasında çıkar mücadelesinin bir alanı haline geti-rildiği günümüzde, grupçuluğa karşı kör olanlar halka hesap vermek zorunda olduklarını akıldan çıkartmamalıdırlar.Grupçuluk, düşünen, inceleyen, en doğru örgütlenme ve mücadele biçimle-rini araştıran anlayışa, araştıran ve inceleyen anlayış da grupçuluğa düş-mandır. Grup, kendi içinde, gruba ve grup yönetimine eleştiri yönelten unsurları, özellikle de grupçu işleyişi ve bunun sakıncalarını iyi bilen unsurları, “ihanet”le, “döneklik”le suçlar ve onları “afaroz” eder. Bunun yanı sıra, demokratik merkeziyetçilik, demokrasi, eleştiri, özeleştiri, cere-yanların göğüslenmesi gibi sözleri de ağızlarından düşürmezler. Kuşkusuz yeni bir dünya özleyen ve bu özlemi hayatın içinde proleter anlamda değişme ve değiştirme olarak kalıba dökmek isteyenler, gelişmenin önün-deki engellerden biri olan grup yapılarını yıkmak için mücadele edecekler-dir. Amaç grup yapılarını yıkmak değil, devrimdir. Grup yapılarının yıkılması, bu mücadele sürecinin yan ürünleri olarak değerlendirilmelidir.Grupçuluğa karşı mücadele ederken, karşılaşılacak en önemli engellerden biri de, grup yapılarını korumada ısrarlı olanların kullanacakları grupçu şiddettir. Grup çıkarlarını korumak için gösterilen tepki, kimi zaman ide-olojik ve teorik yetmezlik nedenleriyle kaba bir şiddete dönüşür. Devrimci-lere ve halka karşı da kullanılan bu şiddete bazı gruplar, “devrimci şiddet” adını takarlar. Oysa bu, devrimci şiddet değil, devrime karşı bir şiddettir. Küçük burjuvazinin, çöken bir sınıf olmasından kaynaklanan, proletarya ve tüm emekçi halka karşı kullandığı gerici bir şiddettir.

Page 17: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Şiddetin başlıca iki türü vardır.1) Çöken sınıfların gerici şiddeti;2) Gelişen güçlerin, gelişmelerinin önündeki engelleri aşmak için kullan-mak zorunda kaldıkları, kitlelerin gücüne ve bilincine dayanan şiddet; dev-rimci şiddet. Şiddetin devrimci ya da karşıdevrimci olmasını belirleyen esas etmen, onun sınıf içeriği ve şiddettin yöneldiği hedefin niteliğidir.Biz, çökenlerin, burjuvazinin ve toprak ağalarının gerici şiddetini değişik biçim ve nitelikleriyle her gün çevremizde soluyoruz; özellikle de son gün-lerde. Bu şiddetin içinde, kendilerine “proleter devrimci” diyenlerin katkı-sını da görürsek şaşmayız. Çünkü bu şiddet de özünde çöküşün çaresizliğinden kaynaklanmaktadır. Tepedeki bir avuç “bilgin”in dar, bağ-naz anlayışları tabana yansıdıkça, daha da daralmakta, gericileşmektedir. Tepedekiler, grupçuluğu teorik, felsefi ve ideolojik kılıfla ayakta tutmaya çalışırlarken, tabandakiler grupçuluğu, ideolojik ve teorik yetmezlikleri nedeniyle gerici bir şiddetle, yaymaya ve korumaya çalışıyorlar.Partileşme süreci içinde bulunan ülkemiz proleter devrimci hareketi bağ-rında taşıdığı Marksist-Leninist eğilimli gruplar arası ideolojik ve siyasi mücadele sonucu, yanlış çizgilerin aşılması, doğru birikimlerin, tahlillerin ve tesbitlerin birleştirilmesi ile işçi sınıfının en ileri unsurlarının bu temelde birliğinin sağlanması üzerine, doğru çizginin oluşturulması ve doğru çizgi çevresinde toparlanılması ve çizginin geliştirilmesi temelinde, devrimci partisine kavuşacaktır ve emekçi kitlelerin birliğini sağlayacak doğru adımları atacaktır. Doğru bir mücadele ve doğru birikimler temelinde sağlanmamış birlikler, ilkesiz birlikler, adına “parti” de dense, hayatın ger-çekleri karşısında çöker, dağılır. 1978 Aralık’ında, Güney’in 12. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 18: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yiğit, fedakâr ve kararlı Filistin Halkına!..1936 yılından bu yana emperyalizme, siyonizme ve gerici Arap yönetimleri-nin çeşitli hile, tertip ve komplolarına karşı sürdürdüğünüz şerefli Ulusal Kurtuluş ve işgal altındaki anavatan topraklarına dönüş mücadelenizin er geç zafere ulaşacağına inancımız tamdır.Yiğit Filitsin halkı, FKÖ önderliğinde, kendi ulusal toprakları üzerinde ırk, din ve inaç ayrımı yapmayan, Hıristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanla-rın, adalet, eşitlik ve kardeşlik temeli üzerinde birlikte yaşayacağı, başkenti Küdüs olan Bağımsız Demokratik Filistin Devleti’ni mutlaka kuracak, bu kutsal amaçlarını engellemek, çarpıtmak, zaafa uğratmak isteyen her türlü girişimi, nereden gelirse gelsin yenilgiye uğratacaktır.Filistin devriminin, emperyalizmin siyonizmin ve gerici Arap yönetimleri-nin ortak bir ifadesi olan Carter-Begin-Sedat planlarını boşa çıkartacağın-dan da hiç kuşkumuz yoktur.Filistin davası, sadece ezilen kardeş Filistin halkının davası değildir; bütün dünyanın ezilen halklarının vazgeçilmez davası, dünya proleter-sosyalist devriminin ayrılmaz bir parçasıdır.Arap halklarının, cesaret, kararlılık ve inancının ifadesi olan Filistin Devri-mi’nin kararlı destekçisi ve savunucusuyuz. Daima Filistin halkıyla omuz omuza olacağız.Dökülen kanlar, çekilen acılar boşa değildir. Zafer Filistin halkının ve ezilen Dünya halklarının olacaktır.

FİLİSTİN TÜFEĞİ YENİLMEZ FİLİSTİN HALKI YENİLMEZwebmasterhalkcephesi.net

Page 19: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Filistin tüfeği yenilmez!..Filistin halkı yenilmez!..Selam size Filistin Devrimi’nin yılmaz savaşçıları, selam size, bin selam!..Filistin halkının mücadelesini desteklemek amacıyla 9 Ocak 1978’de verilen bu demeç Güney’in 2. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 20: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

SANAT VE DÜŞÜNCENİN YASAK KARŞISINDAKİ TUTUMU NE OLMALIDIR?Önce düşünceyi ele alalım.İnsanın doğal ve toplumsal pratiği beyne yansır. Daha önce yansımış ve pratik süreç içerisinde algılama aşamasından geçerek kavramsal bilgi haline gelmiş birikimlerle ya da hâlâ algısal bilgi halinde bekleyen, biçim-lenmesini henüz tamamlamamış birikimlerle çatışarak ya da birleşerek yeni bir senteze ulaşır. Bu sentez, şeylerin iç ve dış ilişkilerinin, şeylerle şeyler arasındaki bağların şeylerin kendi içlerinde ve dışlarında var olan zıtlıkla-rın ve benzerliklerin değişen oranlarda kavranması için yapılan zihinsel yargılama ve çıkarsama işlemlerinin sonuçlarını içerir. Akıl-madde, teori-pratik diyalektiğinin ürünü olan bu zihinsel işleme, düşünme; beynin bir işlevi olan düşünmenin ürünü bileşimlere de düşünce diyoruz. Düşüncenin karakterini belirleyen, taşıyıcısının, yani insanın toplumsal varlığı, yani üretim faaliyeti içindeki yeri, mensup olduğu sınıf ilişkileridir. Sınıf müca-delesi, siyasi hayat, bilimsel, kültürel sanatsal uğraşlar, insanın toplumsal pratiğinin unsurları olmakla birlikte, üretim faaliyeti, bütün diğer faaliyet-lerinin temeli ve belirleyicisidir.Düşüncenin temeli, doğasal ve toplumsal ilişkilere ve esas olarak da maddi üretimdeki faaliyetine dayanır. Yansıma olgusu, nesnel gerçekliği ne derece tam ve bütün boyutlarıyla ifade ediyorsa, yansıyan şeylerin iç ve dış bağ-ları, aralarındaki ilişkiler ne denli kavranıyorsa, düşünce o denli gerçeğe yakın olur. Yansıma ne denli eksik ve yetersizse, düşünce de o denli yeter-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 21: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

siz olur. Yansıyan şeyler arasındaki bağlar ve ilişkiler ne denli kavranamı-yorsa, düşünce o denli sağlıksızdır; yüzeysel kalır. Hangi konuda olursa olsun, insan düşüncesi başlangıçta sığdır, yüzeyseldir. Şeyler arasındaki bağlar kavrandıkça, düşünceler adım adım derinleşir, çokyanlılığa ulaşır.İnsanları düşünmeye iten, doğalsal ve toplumsal ihtiyaçlardır. İnsanlar can-ları istedikleri için şöyle ya da böyle düşünemezler. Onları, birbirlerinden farklı düşünmeye iten maddi zorunluluklar vardır. Bu nedenler, insan ira-desinden bağımsız, varolan nesnel koşulların ürünüdürler. Bu koşullardan kaynaklanan zorunluluklar da düşünmenin, düşüncenin, tutum ve davranış-larımızın maddi temelidir.Bilim ve siyaset, kitlelere ulaşmak için çeşitli araçlardan ve organlardan nasıl yararlanıyorsa, sanat da çeşitli biçimdeki düşünceleri, kendi özgül yapısı, kuralları ve araçları aracılığıyla kitlelere ulaştırır. Sanat, alıcısını ve vericisini biçimleyen nesnel koşulların bizzat kendisidir. Bu yaklaşım, ira-deyle koşullar ve bilinçle koşullar arasındaki karşılıklı etkileşimi gözardı etmez. İrade ile onun maddi temeli arasında sürekli bir alışveriş, değişme, değiştirme işlemi vardır.Toplumsal düşünce ve sanat, kültürel süreç içerisinde yerlerini alırlar. Kül-tür, insanın yaşamını sürdürmek için yürüttüğü üretim mücadelesi süre-cinde, tarih boyu kazandığı ve geliştirdiği, yaşamın her alanını ve her boyutunu ilgilendiren bilgi ve tecrübelerin tümüdür. Ekonomik, toplumsal, siyasal, tıbbi, felsefi, sanatsal vb. alanları da kapsamına aldığı gibi, gelenek, görenek, alışkanlık vb. şeyleri de içerir. Küçük büyük bütün insan topluluk-larına bu topyekün bilgiler yumağı yön verir; insan ilişkilerini düzenler, kurallar getirir, yargılar, besler, büyütür ve süreç içerisinde gelişmesini sürdürür. Her ulus, kendi ulusal kültürüne dayandığı gibi, uluslararası kül-tür olanaklarından da uluslararası ilişkiler oranında yararlanır. Kültür alış-verişi, uluslararası planda, ekonomik ve siyasi ilişkilere bağımlı olarak ele alınmalıdır.Ulusal kültür, uluslararası kültürün, evrensel kültürün temelidir. Ulusal kültür olmadan evrensel kültür olmaz, olamaz. Ulusal ve evrensel kültürün, sınıfsal niteliklerinden gelen ikili tabiatlarından —ilerici ve gerici yanların-dan— bu yazımızda, konuyu dağıtmamak için söz etmeyeceğiz.Düşünce ve sanat, üretim sürecinde sıkı sıkıya bağlıdır ve üretim mücadele-sinin, toplumsal ve siyasal mücadelenin hem etkileyicisi, hem de onlardan

Page 22: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

etkilenendir. Üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişme, toplum-sal düşüncenin ve sanatın gelişmesinin temelidir. Bu çelişme, hayatın her alanını etkiler. Düşünce ve sanat alanlarında varolan, düşünce ve sanatı geliştiren temel çelişmeler, kaynağını üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki sınıfsal çelişmelerden alırlar. Üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çelişme yok edilebilir mi? Hayır!.. Öyleyse, üretim güçleriyle bir-likte zorunlu olarak gelişen ve aynı zamanda üretim güçlerinin gelişmesini etkileyen düşünce ve sanat da önlenemez; gelişmesi belli bir süre önlenebi-lir belki, fakat durdurulamaz. Baskı altındaki birikimler günün birinde ışığa kavuşur. Çünkü düşünce ve sanat alanındaki başlıca çelişmeler, kaynağını, doğayla toplum arasındaki çelişmelerden, toplumsal çelişmelerden alırlar. Doğa ile toplum arasındaki çelişmeler, kaçınılmaz olarak üretim güçlerini, özellikle de insanı teorik ve pratik alanlarda geliştirir. Ve giderek, gelişen üretim güçleriyle çelişen toplum biçiminin parçalanmasını mutlaklaştıran birikimleri oluşturur.Her toplum biçimi, kendine özgü bir kültür yapısına sahiptir. Her toplum biçimi, kendisini değiştirecek ve yok edecek güçlerini yaratır. Ancak, üre-tim güçleriyle üretim ilişkilerinin sürekli uyumunu sağlayabilecek toplum biçimi, kendi içinde gerekli değişimleri uygulayarak varlığını sürdürebilir. Bu sınıfsız toplumdur.Tarih, bugüne dek beş toplum biçimi tanımıştır. Bu toplum biçimleri şun-lardır:İlkel komünal toplum.Köleci toplum.Feodal toplum.Kapitalist toplum.Sosyalist toplum.Her toplum biçimine özgü üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çelişmeler, belli bir süre uzlaşır niteliktedir. Buna, üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki uyum diyoruz. Her toplum biçiminin belli bir aşama-sında, gelişen üretim güçleriyle, bu gelişmeye artık uyum gösteremez hale gelen üretim ilişkileri arasındaki çelişme giderek uzlaşmaz niteliğe dönü-şür. Düşüncenin ve sanatın gelişimi, ekonomik ve toplumsal gelişmenin önündeki engellerin aşılması sürecinde, sınıflar arası mücadele açısından değerlendirilmelidir. Gelişen güçlerin düşüncesi ve sanatı, sınıf mücadelesi-nin birer unsurları olarak kendi içlerinde birbirleriyle ve kendi dışlarında

Page 23: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sınıf düşmanı güçlerin düşünce ve sanatıyla savaşır. İlkel komünal üretim ilişkileri, sınıflaşmayı doğuran üretim güçlerinin geli-şimi sonucu parçalanır. Yeni üretim güçlerine uygun düşen bir üretim biçimi oluşur. Bu, tarihin tanıdığı ilk sınıflı toplum olan köleci toplumdur. Köleci toplum, ilkel komünal topluma göre, daha ileri ve gerekli bir toplum biçimidir. Köleci toplumda, köle sahipleri ve köleler sınıfı, toplumsal yaşa-mın temelidir. Köle sahipleri, kendi sınıf çıkarlarını korumak, ekonomik ve toplumsal ilişkilerini düzenlemek için bir güce, bir iktidar gücüne gerek-sinme duyarlar. Bu güç, sınıflaşma hareketiyle birlikte, adım adım, en ilkel biçimiyle de olsa kendini doğurmuş olan devlettir. Devletin görevi, egemen-lerin sınıf çıkarlarını korumak için yasalar çıkartmak, kurallar koymak, yasaklar getirmek ve uyum göstermeyenleri, değişen oranlarda şu ya da bu biçimde cezalandırmaktır. Devlet, sınıf baskısının ifadesi olan şiddeti ve şiddetin organlarını gerekli hallerde işleten bir sınıf aygıtıdır. Sürekli ordu ve bürokrasi, devletin iki ana unsurudur. Bu iki unsur, özünde şiddetin uygulayıcılarıdırlar. Şiddetin niteliğini, egemen sınıfları tehdit eden eylem ve davranışların niteliği, egemen sınıfların güçlülüğünün ve güçsüzlüğünün oranı, egemen sınıflara karşı koyan sınıfların güçlülüğünün ve güçsüzlüğü-nün oranları belirler. En açık biçimiyle, egemen sınıfların şiddeti, gelecek-leri konusundaki güvensizliklerin, korkuların ve güçsüzlüklerinin ifadesidir. Bu, her toplum biçiminde, değişen görünüm ve biçimlerde, öz iti-bariyle böyledir. Şiddet uygulayabilmek, bir açıdan da, güçlülüğün ifadesi-dir. Bu güçlülük geçicidir.Tarihi süreç içinde biçimlenmesini tamamlayan sınflaşma hareketiyle bir-likte, düşünce, sanat ve kültür de sınıf özelliklerini en ayırdedici biçimle-riyle kazanırlar. Sınıflaşma berraklaştıkça sınıf düşünceleri de berraklaşır. Çıkarları çelişen sınıfların düşünceleri de birbirleriyle çelişir. Çelişmelerin derinleşmesi, egemenlerin şiddetini artırır. Sınıfsal yasaklar sınıflarla bir-likte adım adım ortaya çıkar. Yasak olgusu, egemen sınıfların ezilen sınıf-lara karşı kendilerini korumak için getirdikleri, yasalarla beslenen, koruyucu ve gelişeni önleyici, değişik nitelikteki şiddeti içeren önlemler bütünüdür. Köleci toplumda köle sahiplerinin devleti, kölelerin düşüncesini ve sanatını; feodal toplumda feodal beylerin devleti, serflerin, işçilerin; ve gelişen bur-juvazinin devleti, işçilerin, köylülerin ve geniş emekçi kitlelerin düşünceleri ve sanatı üzerinde baskı kurar. Emperyalist burjuvazinin devleti, hem kendi halkı, hem de bütün dünyanın ezilen halkları ve milletleri üzerinde, kendi-

Page 24: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sinden daha güçsüz kapitalist ülkeler üzerinde baskı kurmak ister ve bu doğrultuda ilişkilerini düzenler. Bizimki gibi yarı sömürge bir ülkede, bur-juvazinin ve toprak ağalarının devleti emperyalizme bağımlıdır. Baskısı, kendi çıkarlarıyla birlikte, emperyalizmin çıkarlarını da korumayı amaçlar. Çünkü kendi varlığı ile emperyalizmin varlığı arasında binlerce bağ vardır.Sosyalist toplumda da, işçilerin köylülerin demokratik diktatörlüğü, burju-vazinin düşüncesini ve sanatını baskı altında tutar. Sömürü düzenini yeni-den hortlatmak isteyen her türlü girişimi ezer.Bu arada belirtilmesi gereken bir nokta da, kendini sosyalist gösteren, özünde revizyonizmin iktidarda olduğu ülkelerdeki devletin durumudur. Oralarda da, revizyonist burjuvazinin diktatörlüğü, geniş emekçi yığınlar üzerinde, her alanda baskısını uygular.Anlaşılacağı gibi, yasak ve şiddet birbirini tamamlayan iki unsurdur. Bizim konu edindiğimiz yasak, sırtını burjuvazinin ve toprak ağalarının “yasal” şiddetine dayayan gerici yasaktır. Şiddete dayanmayan yasak geçerli bir yasak değildir. İster burjuva, isterse proleter karakterde olsun bu böyledir. Toplumsal, düşünsel, sanatsal, siyasal vb. her eylem, egemenlere getirdiği ve getirebileceği zararlar ölçüsünde şiddeti içeren bir yasakla karşılaşır. Yasağa uyulmaması halinde, eylemin niteliğine göre, şiddet şu ya da bu biçimleriyle kendini gösterir. Yasağı ve şiddeti birlikte ele almak gerektiği için, yasaklara karşı direnirken ve yasakları aşmaya, geçersiz kılmaya yönelirken, yasaklara tekabül eden şiddeti de göze almak gerekir. Yasağın ardındaki şiddet göze alınmadan, şiddetin tahribatına karşı hazırlıklı olun-madan yasaklar aşılamaz. Şiddeti göze alan, gerekli disiplin, bilinç ve örgütlenme hazırlıklarını da yapmak zorundadır. Şiddeti göze alan, yasağı şu ya da bu oranda geçersiz kılar. Ya da şiddeti göze alamayan yasak karşı-sında boyun eğer, teslim olur. Bugün belli demokratik ve siyasi haklar kaza-nılmışsa, bu, binlerce demokrasi savaşçısının çeşitli baskıları göğüslemesi, işkenceleri yiğitçe aşmasının sonucudur. Kazanılmış her mevzide kan ve acı vardır. Ve bir bütün olarak gelişen sınıf güçleri, başta proletarya olmak üzere, bugünkü demokratik ve siyasi hakların yaratıcılarıdır.Yasağın bir biçimi olan sansürü ele alalım. Sansür nedir? Kabaca ele alırsak sansür, bir eleme, ayıklama, budama hareketidir ve düşünceyi, düşüncenin somutlaşmış hali olan sanat eserlerini, özellikle de sinema sanatını, egemen sınıfların kabul edebileceği bir hale getirmekle yükümlüdür. Yani egemen sınıflar için sinema sanatını zararsız hale getirmektir. Yasaklar ve sansür iç

Page 25: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

içedir. Sansür yasağın özel bir uygulanış biçimidir. Fakat topyekün yasağı ifade etmez. Kısmi yasak sayılır. Ancak sansür, yani kısmi yasak, bir sanat ürünü karşısında çaresiz kalırsa genel yasağa başvurur.Örneklerle açıklayalım: Sansür, bir filmin belli bölümlerini sakıncalı görür, o bölümleri keser. Yani sadece belli bölümlerin, sakıncalı bölümlerin göste-rilmesini yasaklar. Kesme ve budama işlemi filmi egemenler için zararsız hale getirebilirse, orada sergilenen şeyler egemenler için kabul edilebilir duruma getirilebilirse, film, kuşa dönmüş biçimiyle de olsa sansürden çıkar. Kesme ve budama işlemi yetersiz kalırsa, yapılacak iş, filmi toptan yasaklamaktır. Burada önemli olan nokta, genel anlamıyla yasakların önünde eğilmemek olmakla birlikte, kimi zaman bilinçli bir tutumla yasalarla sınırlanmış yasak duvarları arkasında da, hedefi yasağı parçalamak olan birikimlerin yaratılması için her alanda çalışmanın gerektiğidir. Yani tek başına şiddeti hiçe sayarak, yasağı çiğneyerek çalışmak ya da tek başına yasaklara rıza gösterip, yasal sınırlar içinde boğulmak yanlış olur. Yasal sınırlar içinde çalışmak, özünde yasakları parçalayacak birikimlerin yaratılmasına hizmet ettiği müddetce olumlu ve gereklidir; vazgeçilmezdir. Yasal sınırlar, aslında mücadeleye kazanılmış alanlardır ve bu alanlarda çalışmayı reddetmek, küçümsemek, bu olanakları son kertesine kadar kullanmamak “sol”culuk-tur, kesinlikle yanlıştır. Böylesine bir tavır, geçmişin mücadelesini hiçe say-maktır, geçmişin olumlu miraslarına sahip çıkmamaktır.Çelişme, şeylerin doğasında varolan evrensel bir şeydir. Her şey, zıtların mücadelesini ve birliğini içerir. Çelişmelerin temel yasası budur. Yasak ve yasağa karşı mücadele, özünde sınıf mücadelesi demektir. Sınıflı toplum-larda sınıf mücadelesi evrensel ve mutlaktır. Sınıflı toplumlarda sınıflar bütün olanakları ve çeşitli nitelikteki mücadele organlarıyla karşı karşıya gelirler. Ve hayatın her alanında, hiç durmaksızın savaşırlar. Sanat ve düşünce alanları da, sınıfsal savaş alanlarının ayrılmaz bir parçasıdır.Ülkemizde, emekçi kitlelerin ekonomik, demokratik, toplumsal ve siyasal taleplerini içeren mücadeleleri çeşitli nitelikte resmi ve resmi olmayan gerici baskılarla ezilmek, engellenmek istenmektedir. Emekçi yığınların mücadelesine omuz veren, bu mücadelenin ürünü ilerici, devrimci, kültür, sanat ve düşünce akımları da, kuşkusuz gerici baskılarla karşılaşacak, engellenmek istenecektir. İşte sansür, sınıf mücadelesinin egemen sınıflar

Page 26: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

safında görev yapan bir kurum olarak özünde faşist bir baskı ve yıldırma aracıdır.Sansür ve yasaklarla aramızdaki çelişme, sınıfsal bir çelişmedir. Bu çelişme, emperyalizme bağımlı işbirlikçi burjuvazi ve toprak ağalarının siyasi iktidarı ile emekçi halk yığınları arasındaki çelişmenin, ilerici ve dev-rimci sanat ile devletin gerici faşist yöntem ve araçları arasındaki çelişme-nin, sinema planına yansıyan biçimidir. Sansürün niteliğini değiştirmek ve emekçiler çıkarına giderek ortadan kaldırmak, sansürün bir devlet organı olması hesabıyla, ancak devletin niteliğinin değiştirilmesiyle mümkündür. Sansürün gittikçe ağırlaşması, aslında gerici burjuva ve toprak ağaları dev-letinin, anti demokratik burjuva diktatörlüğünün, faşist diktatörlük devleti biçimine dönüştürülmesi çabalarını ifade eder. Bu, kazanılmış birtakım hakların gaspedilmesidir. Devletin niteliğini değiştirmeden, devletin niteli-ğine dokunmadan, tek başına sansürü değiştirmeyi düşünmek, bu konuda hayaller yaymak aptallığın ötesinde halkı aldatmaktır. En kanlı faşist dikta-törlüklerde bile, ne denli zor olursa olsun, yasadışı mücadelenin yanı sıra kuşa döndürülmüş biçimiyle de olsa yasal olanaklardan yararlanmak ve gaspedilmiş hakları geri almak için mücadele edilmelidir. Bu mücadele, faşizmin temellerini yıkmak için gerekli birikimler yaratır. Fakat devlet yetkililerinden bu konuda şefaat beklemek, onların “iyi niyet” gösterilerine aldanmak yanlış olur. Bu nedenle sansüre karşı mücadele ile anti demokra-tik gerici burjuva diktatörlüğüne karşı mücadele birleştirilmelidir. Anti demokratik burjuva diktatörlüğüne karşı mücadele veren sınıf güçleri ara-sına bizzat katılmadan sansüre karşı başarı elde edilemez.Sonuçta düşüncelerimi şöyle özetleyebilirim: Düşünce, insan iradesinden bağımsız doğal ve toplumsal çelişmelerin ürünüdür. Doğa-insan, toplum-in-san, sınıf-sınıf ilişkileri varoldukça, bu ilişkilerden kaynaklanan çelişmeler, bu çelişmelerin ürünü olan düşünceler de var olacaktır. Önlemlerle, baskı-larla çelişmeler engellenemeyeceğine, yok edilemeyeceğine göre, düşünce-ler ve düşüncelerin gelişmeleri de engellenemezler. Gelişen üretim güçleri, gelişmelerinin önünde bir engel olan üretim ilişkilerini parçalayacaktır. Buna bağlı olarak, gelişen üretim güçlerine tekabul eden düşünceler ve sanat eylemleri de önlerindeki yasak duvarlarını parçalayacaktır. Parça-lama işlemi, ileri ve devrimci düşüncelerin kitleleri örgütlü olarak harekete geçirmesiyle, onları, maddi bir güç haline dönüştürmesiyle mümkündür. Bu nedenle, devrimci düşünce, doğası gereği, çeşitli araçlarla kitlelere ulaşma tarihi görevini yerine getirirken yasak tanımaz. Yasağı ilke olarak kabul

Page 27: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

etmek, ona uymak, teslimiyettir. Yasağa rıza gösteren kişiler olabilir; bu, gelişen düşüncenin yasağı tanıması ve önünde eğilmesi anlamına gelmez. Bu, kişilerin sınıf niteliklerinden, bilinç düzeylerinden, deney eksikliklerin-den gelen kişisel zaaftır. Devrimci düşünce zaafla uzlaşmaz, zaafın niteli-ğini kavrar, onunla mücadele eder. Geçici bir süre, yasak sınırları içinde yasal eylemini bilinçle sürdürebilir, fakat kendini taşıyacak, koruyacak ve geliştirecek insan unsurunu yaratarak, kitlelere malolarak engelleri aşar. Yasaklar, ancak çiğnenerek aşılabilir. Bugüne dek de böyle olmuştur.Devrimci düşüncenin ve sanatın yasak karşısındaki tavrı, teslimiyetçi değil, çiğnemek biçiminde olmalıdır. Akar su yolunu bulur. Önündeki engelleri aşar, dağları deler, denize ulaşır.Devrimci sanat ve düşüncenin yasak karşısındaki doğal tavrı budur.1 Eylül 1977’de kaleme alınan bu yazı, Güney’in 5. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 28: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

EN TEHLİKELİ OPORTÜNİZM KALESİ: AYDINLIKSevgili arkadaşlar,Erkan Yücel, Osman Şahin ve Nezih Coş’tan, ortak yazdıkları bir mektup aldım. Düşüncelerimi bilmenizde yarar görüyorum.Diyorlar ki:“Sana ortak bir mektup yazmak istememizin nedeni, çıkarmayı düşündüğün (dikkat edin, çıkarmayı düşündüğünüz değil de, “çıkarmayı düşündüğün”) Güney Sanat dergisi hakkındaki görüşlerimizi belirtmek ve yeni çıkacak günlük Aydınlık gazetesinin sanat sayfası hakkında sana bilgi vermek.”Görüşleri de şu:“Güney’in hazırlanması için şimdiye kadar yapılan çalışmaları aşağı yukarı izledik sayılır. Bu konudaki görüşlerimiz ise pek olumlu değil. Her şeyden önce Güney’in belirlenmiş bir siyasi çizgisi olmadığını gördük. Böyle bir derginin neden, hangi ihtiyaçtan dolayı çıkarılmak istenebileceğini ara-mızda tartıştık.”Neyi tartışıyorlar? Şunu: “… Gerçekten de bir süredir proleter devrimci mücadeleye sanat alanında katkıda bulunabilecek bir dergi ya da gazete yayınının gereği vardı. Özel-likle revizyonist-burjuva sanat ürünlerinin sosyalist maskesiyle halka yut-turulmasıyla mücadele büyük önem taşıyordu. Türkiye’de devrimci sanatı geliştirmek, revizyonist sanat ve kültürle mücadele etmek, üçüncü dünya sanatını tanıtmak, revizyonist olmayan yurtsever ve demokrat yazarları ilkeli bir şekilde dergi çevresinde toplamak çok çok önem taşıyordu. Böyle

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 29: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

bir derginin iki süper devlete, revizyonizme, oportünizme ve maceracılığa karşı verilen kararlı mücadeleyi sanat alanında bütünleştirmesi vazgeçil-mez bir şarttı. Biz devrimci bir sanat dergisini böyle düşünüyorduk. Bugün ise, Güney’ın bu ihtiyacı karşılayacak bir dergi olmayacağı bizce kesin görü-lüyor. Güney, bize, umudunu, savunacağı kararlı siyasi çizgiye değil, senin ününe ve ismine bağlamış kuru bir derleme dergisi gibi görünüyor.”Ve soruyorlar:“Tek başına böyle bir serüvene hangi amaçla atılmış olabileceğini de birbi-rimize sorup duruyoruz. Bugün en başta, sanatı siyasetten kopuk, bağımsız bir şey olarak gören burjuva anlayışıyla mücadele etmemiz gerekmez mi?Tam bunu kıralım derken devrim isteyen Yılmaz Güney’in bu tür bir giri-şime tek başına atıldığını görüyoruz.”Eleştirilerini özetleyelim.1. Güney, belli bir siyasi hedefi olmayan, siyasi çizgisi belli olmayan, bir adamın tek başına atıldığı bir serüven dergisidir. “Umudunu kararlı bir siyasi çizgiye” değil “Yılmaz Güney”in ününe ve ismine bağlamış “kuru bir derleme dergisi”dir.2. Güney, sanat ve kültür alanında Türkiye devriminin ihtiyaçlarına karşılık veremeyecektir. 3. Güney, sanatı siyasetten kopuk görmektedir.Eleştirileri bu noktalarda toplanmaktadır. İstek ve önerileri şu:“Biz sanat konusuna kafa yoran kişiler olarak seni de Aydınlık çevresi içinde görmek istiyoruz. Yazılarının ayrı bir dergide ya da başka gazete-lerde yayınlanması yerine, günlük devrimci Aydınlık gazetesinde değerlen-dirilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz. Bu tür bir çalışmanın hem devrimci sanatçıların birliğine, hem de genel olarak Türkiye devrimine daha yararlı olacağına inanıyoruz.”İşte sorunun özü, mektuplarının asıl amacı, eleştirilerinin, suçlamalarının gerçek nedeni budur.Ne istiyorlar?1. Güney çıkartılmamalıdır.2. Yılmaz Güney ayrı bir dergide değil, Aydınlık saflarında olmalı ve Aydın-lık gazetesinde yazmalıdır.Ben bu çağrıya “hayır” cevabını veriyorum. Çünkü ben Aydınlık hareketini, Türkiye devrimine zararlı, Türkiye devriminin yolunda bir engel, proleter

Page 30: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devrimcilerin birliği önünde bir engel, proletarya partisinin önünde bir engel olarak görüyorum. Aydınlık, ülkemizde en tehlikeli oportünizm kalesi, sığınağıdır.(Bu konularda farklı düşündüğümüzü sanıyorum. Taner arkadaş, Aydınlık siyasetinin kendisine doğru geldiğini, kendisine yakın bulduğunu, fakat önderliğin burjuva olduğunu söylemişti. Bu değerlendirme yanlıştır, anti Leninist’tir. Bir siyasi hareketin önderliği hem burjuvaların elinde olacak, hem de burjuvalar doğru proleter devrimci siyaseti uygulayacak ve gelişti-recekler. Bu mümkün değildir.)Yukarıda, bu arkadaşların, devrimci bir sanat dergisinin siyasi temeli saya-bileceğimiz düşüncelerini aktarmıştık.Neler diyor (idi) arkadaşlar?1. Proleter devrimci mücadeleye sanat alanında katkıda bulunacak bir dergi ya da yayının gereği var (idi).2. Özellikle revizyonist-burjuva sanat ürünlerinin sosyalist maskesiyle halka yutturulmasıyla mücadele büyük önem taşıyor (idi).3. Türkiye’de devrimci sanatı geliştirmek, revizyonist sanat ve kültürle mücadele etmek, üçüncü dünya sanatını tanıtmak, revizyonist olmayan yurtsever ve demokrat yazarları ilkeli bir şekilde dergi çevresinde toplamak çok önem taşıyor (idi.).4. İki süper devlete, revizyonizme, oportünizme ve maceracılığa karşı veri-len kararlı mücadelenin sanat alanında da sürdürülmesi şart (idi).Biz, bu “idi”lerin üzerinde durmak zorundayız. Gerekli gördükleri bu müca-dele görevlerinin (idi) olmasının sebebi hikmeti nedir? Nedeni açıktır: Aydınlık gazetesi çıkıyor. “Güney’in bu ihtiyacı karşılayacak bir dergi olma-dığı bizce kesin görülüyor.” Neden? Çünkü bu ihtiyacı ancak ve ancak gün-lük Aydınlık gazetesinin sanat sayfası başarabilir.İşte arkadaşların mantığı budur. Kendileri bu görevi yerine getirecekleri için, kendi dışlarında kimsenin mücadele etmesine gerek yoktur. Bizim ve bizim gibilerin yapacağı tek şey, Aydınlık saflarına katılmak olmalıdır. Katılmayı reddediyorsanız, “oportünist” damgasından tutun da “karşı dev-rimci” damgasına dek, çeşitli damgaları yersiniz. Bu arkadaşlar için “Aydın-lık” Türkiye devrimci hareketinin yöneticisi ve yönlendirici merkezidir; ve en tutarlı, en doğru proleter siyaset, (kültür, sanat alanları da içinde) ken-dilerinin izlediği siyasettir. Bu nedenle, kendi dışındaki unsurlara tepeden

Page 31: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

bakmak, onlara bir ağabeyi tavrıyla yaklaşmak, bilgiçlik taslamak alışkan-lıkları haline gelmiştir. Kendi dışlarındaki devrimcileri Aydınlık’a takınılan tavra göre belirleme durumundadırlar…Bizim cevabımız açıktır: 1. Proleter devrimci mücadeleye sanat alanında hizmet edecek, proletarya partisinin oluşmasına ve inşası görevlerine katkıda bulunacak bir kültür-sa-nat dergisine ihtiyaç vardır.2. Önümüzdeki devrim, proletaryanın öncülüğünde gerçekleştirilecek Demokratik Halk Devrimi’dir. Başta proletarya olmak üzere, DHD’ye katıla-bilecek bütün sınıf ve tabakaların aydınlarını, yazarlarını, sanatçılarını, ayrıca hangi sınıftan, hangi ulustan olursa olsun DHD’ye hizmet etmek iste-yen, yazar ve aydınları, sanatçıları ilkeli bir biçimde dergi çevresinde topla-mak, onlarla dayanışma kurmak, onların yalnızca sanatsal çabalarıyla değil, aynı zamanda toplumsal ilişkileriyle de DHD’ye hizmet etmelerini sağlamak enerjilerini en yararlı biçimde, edebiyat, sinema, müzik, tiyatro vb. alan-larda (kolektif ve bireysel) değerlendirmek ve en geniş kitlelere ulaşmaları-nın yolunu açmak derginin başta gelen görevidir.3. Dergi, emperyalizme, sosyal emperyalizme, uluslararası gericiliğin şu ya da bu biçimine karşı, dünya halklarıyla birlikte mücadele etmeyi görev sayarken, özellikle iki süper devleti dünya halklarının baş düşmanı olarak görür. Bu noktadan hareketle, ABD ve Sovyetler Birliği halkları da dahil olmak üzere, bütün dünya halklarının devrimci sanatına ilgi duyarken, özellikle proletarya diktatörlüğü altındaki sosyalist ülkelerin ve Asya, Afrika, Latin Amerika’nın ezilen halklarının sanatını birinci derecede tanıt-mayı başta gelen amacı bilir. Ayrıca, dünya proleter sosyalist hareketinin ürünü olan sanat eserlerini ve sanatçılarını halkımıza tanıtmak, onların geniş kitlelere ulaşmalarını sağlamak görevimizdir. Kapitalizmin yeniden kurulduğu eski sosyalist ülkelerin devrimci geçmişlerine ve geçimişin dev-rimci ürünlerine saygıyla sahip çıkarız.4. Konumuz gereği, çeşitli sınıf ve tabakalarla, çeşitli siyaset ve ideolojile-rin etkisi altında bulunan, hatta bize karşı olan siyaset ve ideolojileri savu-nan unsurlarla bağlarımız vardır. Bu nedenle, Türkiye’de devrimci sanatı geliştirmek, ancak, faşizmin, revizyonizmin, oportünizmin, reformizmin, şovenizmin, her türlü gericiliğin ve feodal düşüncelerin kültür sanat alanın-daki uzantıları üzerine yürümekle, onların maddi köklerini yok edebilecek siyasetin öncülüğüne kavuşmakla mümkündür. Mücadelemiz, sadece reviz-yonizme, oportünizme, maceracılığa karşı olmakla sınırlı olamaz.

Page 32: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

5. Özelikle, ezilen Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyetler ve halkların sanatı-nın tanıtılmasına önem verilmelidir.6. Dergi, kitlelerle daha sıkı bağlar kurmak için, kitlelerin eleştirici solu-ğunu üzerinde duyabilmek için, gece, toplantı, yürüyüş, açık oturum, semi-ner vb. gösterilerin düzenlenmesinde, kendi sınırlarını taşmayacak biçimde çalışmalar yürütülmelidir.7. Dergi, içten eleştirilere sayfalarını açmalı, okuyucu mektuplarını değer-lendirmeli, güdümlü eleştiri ve mektuplara karşı uyanık olmalıdır.8. Dergi, kitle eğitiminde, sanat ve kültür görevlerinin daha iyi anlaşılması için, bilimsel yazılara ve yayınlara yer vermelidir. Ayrıca, roman, hikaye, şiir, senaryo yarışmaları düzenleyerek kitlelerin sanatsal ve kültürel hare-ketini teşvik etmelidir.Bu görevler bizim için (idi) değildir. Dergimiz bu görevleri yerine getirmek için çalışacaktır ve bu doğrultuda eksiklerini gidermek için çaba harcaya-caktır…Gözlerinizden öperim…Aydınlık Gazetesi sorumlularının Yılmaz Güney’e gönderdikleri bir mektup konusundaki düşüncelerini içeren ve Güney çalışanlarına hitaben 7 Ocak 1978 tarihinde yazılan mektup, Temmuz 1978’de Güney’de yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 33: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

İÇTEN ÇÜRÜK OLAN HİÇBİR ŞEY DIŞA KARŞI BAŞARILI OLAMAZSevgili arkadaşlarım,Devrimci mücadele, binbir alanda, kökleri toplumsal-ideolojik ve siyasi anlamda çok derinlere varan binbir başlı bir ejderle sürdürülen zorlu ve uzun vadeli bir savaştır. Birey olarak, grup olarak, parti olarak, binbir başlı canavarın şu ya da bu biçimdeki etkilerinin, alışkanlıklarının, eğilimlerinin baskısı altındayız. İnsan bilinci, varlıklarını kendi iradesinden bağımsız sürdüren nesnel koşullarca belirlenir. Üretim faaliyetleri, sınıf ilişkileri, bu nesnel süreç içerisinde yerlerini alırlar. Bütün yüreğimizle devrim isteme-mize karşın devrim yapamıyorsak, bunun nedeni, nesnel koşullara cevap verecek uygunlukta ve bu koşulları geliştirip hızlandırmada rol oynayacak öznel koşulların yetersizliği ve devrimci inisiyatifin, yeterli devrimci kadro-ların yokluğudur. Çünkü emperyalizm ve proletarya devrimleri çağında, genel olarak bütün dünyada, özellikle de ülkemizde devrimin nesnel koşul-ları vardır.Öznel koşulların yaratılmasına katkıda bulunabilecek ve hatta kitlelerin devrimci saflarda toparlanmasında çok büyük bir rol oynayacağına inandı-ğım siyasi bir yayın organı için, yaklaşık üç yıldır çırpınmaktaydım. Ne yazık ki, çevremi saran bir yanda faşist, gerici, öte yanda da, oportünist, revizyonist, reformist çemberi, içinde bulunduğum nesnel koşullar nede-niyle kıramadım. Gücüm yetmedi buna. Birtakım bağımlılıklar, özellikle de Güney Film’in oportünist, revizyonist yöneticileri elimi kolumu bağladılar. Gazete ve dergi konusunda çeşitli engeller çıkardılar. Siyasetle uğraşma-mam için, sanat alanının dar sınırları içinde kalmam için, ellerinden geleni

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 34: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yaptılar. Çünkü onlar, arayış içinde yenileşen Yılmaz Güney’den korkuyor-lardı. Onlara göre ben “Lenin” olmak istiyordum; oysa ben “Lenin değil Maksim Gorki” olabilirmişim. Gerçekte ise ben ne Lenin olma, ne de Mak-sim Gorki olma heveslisi değildim. Çünkü Lenin, Maksim Gorki, yaşadıkları tarihi dönemin nesnel koşullarının yarattığı devlerdir. Onların mücadelele-rini öğrenmek, onların deneylerini ve miraslarını kendimize yol gösterici almak, onları birer öğretmen olarak tanımak başkadır, bizzat Lenin olmak, Maksim Gorki olmak istemek başkadır. Şu bir gerçektir ki, her ülkenin bir Lenin’i olacaktır. Ama bu “Lenin” o Lenin değildir. Bir ırmakta nasıl iki kez yıkanmak mümkün değilse bir dünyada da iki Lenin, üç Mao, dört Dimitrov olamaz. Ama onların deneyimlerini ve mücadelelerini, ideoloji ve teorilerini özümleyen, kendi ülkelerinin somut gerçeğiyle birleştiren, kitleleri etkile-yip kucaklayan liderler mutlaka yaratılacaktır. Devrimci mücadele içinde bulunan her insanın da böyle bir sevdası olmalıdır, olması gerekir. Ben bu anlamda bir Lenin olmak isteyebilirim; bundan doğal bir şey de olamaz.Bir kişinin, grubun, partinin ya da küçük olsun, büyük olsun, herhangi bir siyasi hareketin, ciddiye alınmasının temel ölçütlerinden biri, hataları kar-şısında takındığı tutumdur. Hatalarına cesaretle sahip çıkan, hatalarının kaynağını içtenlikle araştıran hareketler, gelişmelerinin önündeki engelleri tek tek açığa çıkartırlar ve hayatın çeşitli zorluklarını adım adım yenerek en geniş kitlelerle devrimci bir biçimde birleşirler. Onları kitlelerle birleş-meye götüren önemli noktalardan biri, kitleler karşısında özeleştiri yap-maktan kaçınmamaları ve hatalarını kaynaklarıyla birlikte kabul etmeleri ve hatalarını yok etmede içten davranmalarıdır. Sağlıklı bir ideoloji ve teori temelinin inşasında bu, ilk adımdır. Özeleştiriye yol gösterecek bir siyaset ve doğru bir ideoloji yoksa, özeleştirinin hedefini bulamayacağı konusu ise ayrı bir sorundur.Ben içinden geldiğim sınıf ve üretim faaliyetlerinden ötürü, çeşitli nitelikte zaaflar taşıyan bir adamım. Geçmişimde, siyasi sınıf bilinç yetersizliğim nedeniyle, bilimsel sosyalizme ters düşen görüşlerim, tavır ve davranışla-rım olmuştur. O zamanlar da bu olumsuzlukların bilincindeydim. Fakat neyi nasıl yapacağımı bir türlü bilemiyordum. Özellikle Selimiye, aklımın başına gelmesinde önemli bir yer tutar. Selimiye’nin dar olanakları içinde bile olsa, olumsuzluklarımın kökünü kurutmak için, kendi içimde amansız bir sınıf mücadelesi vermeye koyuldum. Yine biliyordum ki, devrimden önce, sosyalist bir bilinç ve ahlaka tam anlamıyla, arı bir biçimde sahip olmak mümkün değildi. Çünkü gerçek anlamda sosyalist bilinç ve ahlaka sahip

Page 35: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

olmak için bizzat sosyalist üretim ilişkileri içinde olmak ve bu ilişkilerin özüne inanmak gerekir. Bu konuda özel bir çaba bile gerekir… Sınıflar var oldukça, onların kalıntıları var oldukça, o kalıntılara tekabül eden anlayış-lar da varlığını sürdürecektir.Uzun ve titiz çalışmalarım sonunda, Yılmaz Güney’i bir bütün olarak, olumlu ve olumsuz yönleriyle ele alıp değerlendirdiğimde, olumlu yönleri-nin ağır bastığını ve gelişen yönün bilimsel sosyalizmden yana olduğunu gördüm.Özellikle Selimiye’nin son günlerinde ve Selimiye sonrası, Ankara ceza-evinde olsun, Kayseri cezaevinde olsun, halkıma nasıl daha çok yararlı ola-cağım konularında titiz bir arayışa yöneldim. Ve kendime dedim ki: “Gerçeğe uygun olmayan temeller üzerine kurulu olan her şey, gerçeğin ateşi karşısında erir, yıkılır. Hayatındaki yalanları, zaafları, o yalanlara ve zaaflara tekabül eden bütün ilişkileri, nesnel koşulların elverdiği oranda temizle. Yalnız kalmaktan korkma. Gerçek seni güçlendirecektir.”Zaaflarım üzerinde bu denli titizlikle durmamın nedeni şuydu: Dışa karşı mücadelenin temel koşullarından biri iç birlik ve sağlamlıktır. İçten çürük, tutarsız ve zaaflarla dolu olan hiçbir şey dışa karşı başarılı olamaz. Bu nedenle, toplumsal-siyasal mücadele, kişi, grup ve parti kendi içinde sınıf mücadelesini esas almalıdır. Ben de, bu doğru ilkeyi kendi alanımda gerçek-leştirmeye çalışıyorum. Çeşitli hatalar yapmış bir insan olarak, bir zaman-lar oportünist, revizyonist, reformist görüşlerden etkilenen, bir yığın burjuva pisliklerle iç içe olan ve hâlâ da bu olumsuzluklardan tam anla-mıyla kurtulamamış bir insan olarak, hatalardan arınmanın, ancak ve ancak sınıf mücadelesinin ilkelerine sarılarak, eleştiri-özeleştiri süzgecin-den geçilerek mümkün olacağına inanıyorum. Örneğin revizyonizmle uzlaşma eğilimleri taşıyorsa bir devrimci, bu, içindeki revizyonist yanla, dıştaki revizyonist kutupların birbirini çekmesi, birbirine yakınlaşması demektir. Revizyonizmle uzlaşma, süper benzinle çalışan bir arabanın deposuna gaz ya da mazot doldurmaya benzer. Bu bileşimde bir akaryakıta sahip araba yürüyemez, yürüse bile yolda kalır; hedefine ulaşamaz.Bu olumsuz yanlarım, Güney Film’deki arkadaşlarla ilişkilerime de yansıdı. Kendine proleter devrimci diyenlerin sekter ve yanlış tutumları ve özellikle de cezaevi koşullarının etkisiyle, onların, yani Güney Film’deki arkadaşla-rın zaaflarıyla ve yanlış tutumlarıyla uzlaşmak zorunda kaldım. Başka çarem de yoktu. Bu nedenle Güney Film, sinema alanında bile kendine

Page 36: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

düşen görevleri tam anlamıyla yerine getiremedi. İç tutarlılığını sağlaya-madı. Ben başka şeyler düşünüyordum, onlar başka. Benim niyetlerim baş-kaydı, onların başka. Ne zaman patlayacağı belli olmayan lastikle, bol dönemeçli, inişli çıkışlı dağ yolları aşılamazdı. Bu siyaset ve kadroyla yarı yolda kalmamız, dağılmamız kaçınılmazdı. Güney Film yamalı bir bohça olmaktan kurtarılamadı; olumlu ve gelişen yanlarımla, oradaki arkadaşlar arasında bağ sağlanamadı. Onlar gerileyeni ve çökeni temsil ediyorlardı… Güney Film’e egemen olmaları, Güney Film’in de gerileyeni ve çökeni temsil etmesini getirdi. Oysa ben, gelişeni ve yeniyi temsil ediyordum, ama üzerle-rinde etkinliğim yoktu. Adım ordaydı, fakat düşüncelerim uygulanamıyordu ve düşüncelerimi uygulayacak kadrolarımız yoktu. Bu konuda, tayin edici hata benim olmakla birlikte, bütün hataları yüklenmemin gereksiz bir alçakgönüllülük olacağı açıktır.Çeşitli zamanlarda, çeşitli siyasetlere bağlı, kendilerine “proleter devrimci” diyen arkadaşlarla Güney Film’le aramdaki çelişmeleri konuştum. Onlara en açık biçimiyle durumları anlattım. Bana yardım etmelerini istedim. Onlar, beni daha da yalnız bıraktılar. Güney Film’le benim aramdaki çeliş-menin, kişisel bir çelişme değil, Marksizm-Leninizm ile revizyonizm ve her türden oportünizm arasındaki çelişme olduğunu görmediler. Ve hatta, bir kısmı benim bu çelişmeler içinde boğlup, kendi gruplarına katılacağımı bile hayal ettiler. Ve o sıralar benimle birlikte olmayı düşünen bir arkadaşı etki-leyip yanımdan çektiler ve kendi siyasetlerinin bir unsuru yaptılar. O arka-daş şimdi nerdedir, hangi siyasi çalkantı içindedir bilemiyorum. Çünkü korkak ve kararsızlar, kendine güvenemeyenler, cereyanları göğüslemeyi göze alamayanlar devrime yararlı olamazlar ve kararlı bir çizgi izleyemez-ler.Güney Film’deki arkadaşlarla, düşündüğüm nitelikte siyasi bir gazetenin çıkartılması koşullarının kesinlikle ortadan kalktığı bir dönemde, en azın-dan proleter devrimci eğilimlere sahip siyasetlerle ortaklaşa bir kültür-sa-nat ve siyaset dergisi düşündüm. Bu, ham bir hayaldi. Aslında olmayacak bir şeydi. Fakat, mutlaka denenmesi gereken bir şeydi. HK-HB-HY (Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği, Halkın Yolu) ve Kürt Marksist-Leninistlerinin bu konuda neler düşündüklerini öğrenmek istedim. Haber gönderdim. Bu konuyla ilgilenmeyi HY’den, L. A. adlı bir arkadaş üstüne aldı. Olumlu bir sonuç alamadık. HK’dan bazı arkadaşlarla konuştum sonra. Onlar soruna, yanlış bir biçimde, sadece HK perspektifinden bakıyorlardı. “HK’nin birlik anlayışı bellidir” diyorlardı. Oysa ben HK siyaseti temelinde bir dergi

Page 37: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

düşünmüyordum. Böyle bir düşüncem olsaydı HK siyasetini siyasetime uygun görseydim, hiç çekinmeden o saflara katılırdım.Bu arkadaşlarla, düşündüğü en azından düşündüğüme yakın bir dergi çıkarma olanakları da ortadan kalkınca, ben yine Güney Film’deki arkadaş-lara yaklaşmak, onlardan yardım istemek zorunda kaldım. Onlar, bir kültür sanat ve siyaset dergisinden bile ürküyorlardı. “Dergi çıkarmanın koşulları yok” diyorlardı. Sonunda, dergi çıkartılmadığı takdirde, birlikte yürüyeme-yeceğimiz, yani Güney Film’in oportünist-revizyonist çatısı altında bile bir-likte olamayacağımız anlaşılınca, bunlar göstermelik bile olsa bir dergi çıkartmaya razı oldular. Bunların düşündüğü dergi haftalıktı. Bir çeşit magazin dergisiydi. Oysa benim düşüncelerim ile onların düşünceleri temelden çelişiyordu. Onlar başlangıçta 40-50 bin basacaklardı, ilanlarla, reklamlarla “ortalığı birbirine katacaklardı.” Adım yine bir ticaret aracı olarak kullanılacaktı. Oysa ben, başlangıçta zayıf bile olsa, giderek güçlene-cek aylık bir dergi düşünüyordum. Başarılı olunursa, kitlelerle bağları geli-şirse, haftalığa ve en sonunda günlük bir gazeteye dönüşebilirdi. Aramızdaki çelişmeler, devrimle-karşı devrim arasındaki bir çelişme niteli-ğine bürünmeye doğru hızla ilerliyordu. İşte bu noktada, derginin çıkartıl-ması görev ve sorumluluklarını yüklenecek arkadaşların seçiminde, Güney Film’in “büyük şefi” son rolünü oynadı. Öyle arkadaşlar seçti ki, bu arka-daşlarla belli bir noktadan sonra birlikte yürümemiz mümkün değildi. Pra-tikte bir yığın ayrılıklar çıkacaktı karşımıza; bir bataktan çıkıp başka bir batağa düşecektim. Bana diyordu ki, “bunlardan başka sana yardım edecek kimse yok.” Öylesine zor koşullar altındaydım ki, öylesine yanlız bırakıl-mıştım ki, denize düşen yılana sarılır örneği, kabul ettim. Dergi mutlaka çıkmalıydı. Yanlış yunluş da olsa çıkmalıydı. Dergi bir süre sallanacak, çeşitli saldırılara uğrayacak, benden bir yığın şey götürecek, fakat sonunda mutlaka rayına oturacaktı. Mutlaka düzeltecektim işleri. Bana yardım ede-bilecek arkadaşlar bulacaktım. Düşüncelerim açıklandıkça, çevremizde toparlanacak arkadaşlar çıkacaktı. Böyle düşünüyordum.Derginin sorumluluğunu yüklenen arkadaşlardan biri, derginin daha birinci sayısının çıkartılması sırasında, en zor günlerimizde, derginin gecikmesine de neden olarak, bizi yüzüstü bırakıp Aydınlık saflarına katıldı; ki ben onla-rın gideceği yerin kaçınılmaz olarak Aydınlık oportünizmi olacağını biliyor-dum. Bu noktada bir mektup da yazmıştım. Fakat, mektubu verdiğim arkadaş, bu düşüncelerimin onlarca o koşullarda bilinmesinin yararlı olma-yacağını söyledi. O arkadaşlarla ayrılığımız kaçınılmazdı. Fakat üç adım

Page 38: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sonra ayrılacağımızı bile bile onlarla birlikte yürümeye çalışmak zorunday-dım. Çünkü kendilerini proleter devrimci ilan eden siyasetler bana ve çıkartmayı düşündüğümüz dergiye karşı öylesine yanlış, öylesine sorumsuz bir tavır takındılar ki, bunun adına ancak oportünizme ve revizyonizme hiz-met diyebilirim.Derginin sorumlu yönetmenliğini yüklenen arkadaş, bazı düşüncelerimin dergiye yansımaması için özel bir çaba gösterdi; bir süre, düşüncelerimin kelepçesi görevini ustalıkla yürüttü. Onların düşündüğü dergi ile benim ve arkadaşlarımın düşündüğü dergi çok farklıydı. Biz, kültür-sanat ve siyaset dergisi derken, onlar, içeriğini de hedefleyerek “siyaset” sözcüğünü siliver-diler. Onlardan biri diyordu ki: “Bugün anti revizyonist olduğunu savunan dört siyaset ve gazete var. Güney dergisi beşinci olmamalı düşüncesindeyim. Biz her şeyden önce dev-rimci, yurtsever ve demokratların birliğini sağlamlaştırmalıyız.”Bu yazıya şöyle karşılık verdim:“… dört siyaset ve gazete var. Güney Dergisi beşinci olmamalı, düşünce-sinde olduğunu söylüyorsun. ‘devrimci, yurtsever, demokratların birliğini’ sağlamlaştırmak için ‘beşinci’ olmak zorundayız. Ancak ‘beşinci’ olunarak birlik yolunda mücadele edilebilir. Amacımız ‘beşinci’ olarak kalmak değil, tek bir hareketi yaratma süreci içinde yok olmaktır, o tek hareketin parçası olmaktır.”İşte bu arkadaşların “beşinci” olmamak için direnmeleri —ki bunun çeşitli siyasi nedenleri vardır— dergiyi cansız, hayattan kopuk, suya sabuna dokunmayan bitkisel bir içerikle kitlelere sundu. Böyle bir dergi yaşaya-mazdı. Çünkü gelişen hayat ve mücadeleyle bağları yoktu. Derginin böyle gitmesine “dur” demek gerekiyordu ve biz bu görevi yerine getirdik. Onlara “dur” dedik.Bu mektubumda, birinci sayıdan başlayarak, derginin bütün sayılarını ve bazı yazılarını ele alarak görüşlerimi belirtmek istiyorum. Çünkü, bazı konularda görüş ayrılıkları dergiye yansımış, bazı arkadaşların kendine özgü düşünceleri derginin görüşleri havasında sunulmuştur. Benim ne düşündüğümü, nasıl düşündüğümü bilmeyenlerce, orada konulan görüşler bir bakıma benim de düşüncelerim gibi anlaşılabilir. Bu nedenlerle, dergi-nin gerek biçim, gerekse içerik açısından eleştirilmesi ve düşündüklerimin açıklığa kavuşması gerekiyor. Bu bir zorunluluktur.

Page 39: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Dergimiz, yeniden inşa süreci içerisindedir. Böyle bir süreç içerisindeki bir dergi, geçmişi kısa da olsa, geçmişine doğru sağlıklı ve eleştirel bir gözle bakmalıdır.Derginin 6. sayısında denir ki:“Dergi Yılmaz Güney’in adını taşımakta, onun kuruculuğunda çıkmaktadır. Fakat bugüne dek, Yılmaz Güney’in siyasi ve ideolojik kavrayışı temelinde yönlendirilmedi. Düşündük ki, öncelikle Yılmaz Güney’in görüşleri kabaca da olsa açıklanmalıdır. Bu görüşlerin ışığında, derginin bugüne kadar çıkan sayıları, yani Mayıs sayısına dek olanları, Yılmaz Güney’in görüşleri temel alınarak eleştirilmelidir.”Bazı arkadaşlar bu açıklamaları çeşitli biçimlerde yorumladılar.Dediler ki:“… Yılmaz Güney’in görüşleri temel alınarak eleştirilmelidir… demek yanlı-tır. Yılmaz Güney’in görüşleri eşittir Marksizm-Leninizmin ilkeleri teme-linde eleştirilmelidir… demek daha doğru olurdu.”Bazı arkadaşlar da, “Yılmaz Güney’in görüşleri” demenin, Yılmaz Güney’i putlaştırma eğilimlerinin ifadesi olabileceği kuşkusundaydılar.Soruna bakalım.Yılmaz Güney, uzun bir süre köşeye sıkıştırılmış olduğu koşullarda, bu koşulları yarıp açacak, devrimci mücadeleye katkıda bulunacak nitelikte bir dergi düşünmüştür. Var olan siyasetlerden farklı görüş ve düşüncelere sahiptir. Birlikte dergi çıkartmanın koşulları ortadan kalkmıştır. Böyle bir zamanda, farklı düşüncelere sahip arkadaşlarla yol arkadaşlığı yapmak zorunda kalmış ve dergi çatısı altında dağılmaya mahkûm da olsa bir birlik oluşturmuştur. Bu koşullarda oluşturulan bir birliğin çıkartacağı derginin çeşitli zaafları olacağı daha işin başından bellidir. Buna bile bile razı olun-muştur.Öncelikle derginin ilk sayılarına bakarken, şu noktayı açıklığa kavuşturmak gerekiyordu. Bu sayılarda çıkan yazılar, aynı zamanda Yılmaz Güney’in görüş ve düşüncelerini de mi yansıtıyor?Yılmaz Güney’in görüşlerine yol gösteren Marksizm-Leninizmdir. Elbette ki, şu aşamada, Yılmaz Güney’in görüşleri eşittir Marksizm-Lenimizm değildir. Bazı eksiklikler, aksaklıklar, tam anlamıyla kavranamayan nokta-lar vardır. Bu durumu çeşitli yazılarımda belirttim. Yılmaz Güney’in görüş-

Page 40: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

leri , kavrayabildiği oranda, özümleyebildiği oranda, Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeğini ülkemizin somut devrimci pratiğine uygulayabildiği oranda, Marksizm-Leninizmi içerir ve derginin eleştirisi de ancak bu kavra-yış oranı temelinde ele alınabilir. Derginin Marksist-Leninist ilkeler teme-linde eleştirilmesi gerektiğini getirseydik. yanlış olurdu; çünkü, böyle desek bile, gerçekte, Marksizm-Leninizmi kavrayış sınırlarımız içinde kalacaktık.“Putlaştırma” sorununa gelince, bu yaklaşım küçük burjuva kaygıları ifade ediyor. Biz Yılmaz Güney’in putlaştırılmasına da, ona “eleştiri” adı altında gelişigüzel saldırılmasına, yıpratılmasına da karşıyız. Yılmaz Güney’in yeri, onlarca yıllık mücadele ile kazanılmış bir yerdir. Bilimsel temellere dayalı her türlü eleştiriye açığım, bunun yanında Yılmaz Güney’i eleştirmiş olmak için eleştiriye yeltenenlerin hastalıklı yanlarını tatmin etmeye de pek niyetli değilim.Yazılarımı okuyan ve zaaflarım karşısında nasıl tavır takındığımı gören bazı okurlar, putlaştırmanın aksine, zaman zaman gereksiz alçakgönülülük düzeyine düştüğüm sansına bile kapılmaktadırlar.Derginin, 1. 2. 3. 4. sayılarını eleştirirken özelikle ağrlığı 1. sayıya vermek gerekiyor. Çünkü kitlelerle ilk bağı kuran ve dergi hakkında, derginin gele-ceği hakkında ilk bilgileri veren budur. Özellikle de, bana en yanlış gelen düşünce ve görüşleri içeren sayıdır.1. Öncelikle derginin fiyatına değineceğim. Onbeş lira çok paradır. Emekçi kitlelere gideceğini söyleyen bir dergi, emekçi kitlelerin içinde bulunduğu maddi koşulların zorluğunu düşünmek zorundadır. Derginin fiyatını on liraya düşürmenin koşulları yaratılmalıdır.2. Derginin dili yalın, anlaşılır olmalıdır. İşçilere, köylülere ve geniş emekçi kitlelere gitmeyi amaçlayan bir dergi dil sorununa titizlikle eğilmelidir. Her sayıda kullanmak zorunda olduğumuz anlaşılması zor sözcüklerin karşılık-ları dip notlarda açıklığa kavuşturulmalıdır.3. Genel olarak bütün sayılarda, okuru rahatsız edecek boyutlara ulaşan baskı ve dizgi hataları vardır. Düzeltmeler gerektiği biçimde titizlikle yapıl-mamakta, birçok yazıda, anlam değişikliklerine varan yanlışlara rastlan-maktadır. Bu önemli bir zaaftır. Bu zaafın üzerine duyarlılıkla gidilmelidir. Düzeltme işlemleri, mutlaka bu işin uzmanlarınca yapılmalıdır.4. Özelikle, sorumsuzluk örneği sayabileceğim bir duruma değinmek istiyo-rum:Mart-Nisan sayısında, “Bütün Dünya İşçilerinin Birlik, Dayanışma ve Müca-dele günü, 1 Mayıs İşçi Bayramı” yazısında önemli bir dizgi yanlışı olmuş-

Page 41: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

tur. Yazının bir yerinde: “İşçi sınıfı bir tanedir. Ona yol gösterecek olan bilimsel sosyalizm de bir tane olacaktır.” denilmektedir. Burada bir baskı-dizgi hatası vardı. Bence çok önemli olan bu yanlışı düzeltmelerini istedim. Beşinci sayıda şöyle bir düzeltme yazısı çıktı: “DÜZELTME: Geçen sayı-mızda ‘1 Mayıs İşçi Bayramı’ başlıklı yazıda bir cümle düşmüştür. Doğrusu şöyledir: İşçi sınıfı bir tanedir. Onun partisi tektir. Ona yol gösterecek olan bilimsel sosyalizm de bir tane olacaktır.”Bu, bir işi düzelteyim derken, daha da berbat etmekten başka bir şey değildi. Bir düzeltme yapılırken, bunun sorumluluğunu üzerine alan arka-daşın, en azından metnin aslına bakması, yanlışla doğruyu karşılaştırması gerekir. Bu yapılmıyor ve ezbere, üstelik ciddi bir biçimde üzerinde düşün-meden bir düzeltme işlemine giriliyor. Bu sorumsuzluk, dergiye egemen olan genel sorumsuzluğun bir parçasından başka bir şey değildi.Oysa yazıda şöyle demiştim: “İşçi sınıfı bir tanedir. Ona yol gösterecek olan bilimsel sosyalizm de bir tanedir. Onun devrimci partisi de bir tane olacak-tır.”5. Derginin yaşamla canlı bağları yoktur. Aylık bir derginin olanakları içinde, kitlelerin ilgisini çeken sanat ve kültür olaylarına, toplumsal ve siyasal olaylara bakışımız kısaca da olsa dergiye yansımalıdır. Dergiyi eline alan bir okur, o ayın iz bırakmış bütün olayları karşısında bizim ne düşün-düğümüzü kabaca da olsa bilmelidir. Özellikle de revizyonizme ve onun uluslararası dayanağı olan sosyal emperyalizme karşı derginin ilk sayıla-rında suskun kalınmıştır.Bu görevleri yerine getirecek kadrolarımız henüz yoktur. Dergi çevresinde, kitlelerin sorunu haline gelmiş, ihtiyaçlarına cevap verecek kadrolar oluş-turulmalıdır. Öyle sanıyorum ki çok kısa bir zamanda, çevremizde genç, dinamik, cesur ve dürüst yurtsever demokrat unsurlar, yurtsever devrimci-ler oluşacaktır.6. Derginin kapak düzeni bir bütün olarak kötüdür. Derme-çatmadır. Yaşamdan kopuktur. Bunu, iç tutarsızlığımızın, geçici fikri karmaşamızın, dergi siyasetimizin berraklaşma süreci içindeki çalkantıların ifadesi olarak değerlendiriyorum; bundan sonraki sayılar için tutarlı bir kapak düzenle-mesi yapılmalıdır.7. Derginin hazırlık dönemi iyi değerlendirilememiş, derginin hangi matba-ada basılacağı, kâğıdın nasıl temin edileceği, derginin nasıl dağıtılacağı

Page 42: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

konuları üzerinde gerektiği gibi düşünülmemiştir. Ta başından bu yana, basım ve dağıtım işlerimiz aksak gitmekte idi; ancak beşinci sayıdan itiba-ren derginin kendi gücüne dayanma ilkesi temel alınmış ve aksaklıklar halen sürmekle birlikte, sorunun adım adım köküne inmeye çalışılmaktadır. Son gelişmeleri, derginin toparlanma ve gelişme süreci olarak değerlendi-rebiliriz.8. Aylık bir dergi, her ayın birinde okuruna ulaşabilmelidir. Oysa daha birinci sayıda başlayan düzensizlik tam anlamıyla giderilmiş değildir.Birinci sayı, yoğun bir ilan-reklam kampanyasının ardından, Ocak sonla-rında çıkmıştır. Oysa birinci sayı, gözle görülen aksaklıklar nedeniyle, Ocak yerine Şubat’ta çıksa, Şubat’ın 1’inde okurunda olsaydı, yani dergi Ocak sayısıyla Ocağın sonunda değil de, Şubat sayısıyla Şubat’ın başında oku-runda olsaydı, en azından zamanlama olarak karşılaştığımız aksaklıklar belli oranda önlenmiş olurdu. Daha üçüncü sayıda derginin çıkmaması, 3. ve 4. sayılarının birlikte Nisan’da çıkması okurun güveninin sarsılmasına, dergiye kuşkuyla bakılmasına neden olmuştur.9. Derginin programı en azından ikinci sayıda yayınlanabilirdi. Bu yapıl-madı. Programı belli olmayan bir dergi mücadele hayatında başarılı olabilir mi? Hayır… Programı belli olan, fakat bu programı hayata geçirebilecek nitelikte kadrolardan yoksun olan bir dergi başarılı olabilir mi? Yine hayır!..Kesinlikle inanıyorum ki, bir çeşit program niteliğini taşıyan 7 Ocak 978 tarihli mektubumdan sonra, orada belirtilen ilkeler temelinde saflarımıza yeni arkadaşlar katılacaklar ve karşılaştığımız zorluklara omuz verecekler-dir.10. Özellikle derginin ilk sayılarında yazarlar arasında siyasal ve ideolojik birlik kesinlikle yoktu. Oysa en azından ortak noktaları olan yazarların bir-liğini sağlamak gerekir. Derginin bel kemiğini meydana getiren arkadaşlar bu zaafın bilincindedirler.Şimdi de, özellikle derginin birinci sayısından başlayarak, bazı yazılar üze-rinde durmak istiyorum.Kemal Bilbaşar’la yapılan konuşmada denir ki:“Emekçi halk yığınlarından yetişmiş gerçek devrimci yazarlar şiir, roman ve oyunlarıyla kurulu düzeni yıkma, halktan yana yeni bir düzen kurma savaşımına öncülük ederler.”

Page 43: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Gerçek devrimci yazarlar ve sanatçılar, halkın devrimci mücadelesi içinde yetişirler; sanatları da, mücadeleye bağlı olarak gelişir, zenginleşir. Bu mücadeleye önderlik eden, işçi sınıfının ve emekçi halkın iktidar mücadele-sine ve onların yanında yer alan aydınların mücadelesine önderlik eden proletaryanın siyaseti ve ideolojisidir. Düzenin emekçi kitleler yararına değiştirilmesinde öncülük bizzat işçi sınıfının ideolojik, siyasi ve örgütsel önderliği altında mümkündür. İşçi sınıfının öncülüğünden kopuk olarak aydınların öncülüğünden söz etmek, bunu ima etmek, küçük burjuva dünya görüşünün, küçük burjuva ideolojisinin ifadesidir. Bu yazıda, açık olma-makla birlikte, işçi sınıfının öncülüğü gözardı edilmemektedir. Aydınlar ve yazarlar işçi sınıfına ve emekçi kitlelere bilinç taşırken, bilinç taşıma görevlerini yerine getirirken onların bağlı olduğu dünya görüşü ve dayan-dıkları sınıf temelleri önemlidir. Hangi dünya görüşü ve hangi sınıflar adına bilinç taşıdıklarına bakarız…“Bugünkü ortamda halkı yüreklendirmek coşturmak onların savaşım gücünü artırmak için devrimci edebiyatımızın destan türünden yararlanma-sından yanayım” der Kemal Bilbaşar.Halkı yüreklendirmek ve coşturmak, mücadelenin sadece bir yönüdür. Yüreklendirme ve coşturma eyleminin dayanacağı maddi bir temel, yani sınıf kinini, sınıf bilincini içeren, devrimin gerekliliğine inanmış bir temel olmalıdır. Küçük burjuva devrimcileri, halkı “yüreklendirmek ve coştur-mak” için silahlı eylemlere varıncaya dek bir yığın yol denerler; fakat kitle-leri eğitmek, onlara sınıflarının siyasal bilincini götürmek, devrimin dostlarını ve düşmanlarını iyice tanıtmak için, kitlelerin bizzat içinde yapıl-ması gereken çalışmaları, onları kazanacak sabırlı çalışmayı pek göster-mezler. Çünkü onlar için bir avuç yüreklendirici yeterlidir ve kitleler günü gelince onların ardından gidecekler ve devrimi gerçekleştireceklerdir. Bu görüş yanlıştır; idealizmin yoğun etkilerini taşır. Kitleleri yüreklendirmek ve coşturmak doğru mücadele hedefleri doğrultusunda sadece bir adımdır. Bu yön, mücadelenin sadece bir adımı olarak özellikle vurgulanmıyorsa, getirilen görüşler eksik kalır, küçük burjuva dünya görüşünün sınırları içinde kalır. Cemo ile Memo’ya gelince… Kürt ulusal sorununa doğru bir yaklaşımla eğil-memektedir… burada yüreklendirme ve coşturma ne adına, kime karşı geçerlidir, bu da ayrı bir eleştiri konusudur.

Page 44: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Lu Sun’un, “Devrimci Bir Dönemin Edebiyatı” başlıklı yazısı, edebiyatı ve sanatı küçümseyen, “sol” anlayışlı bir yazıdır. Özelikle derginin ilk sayıla-rında böyle bir yazının yer alması olumsuzluktur. Bu yazı, Lu Sun’un Mark-sizm-Leninizmle yeni tanıştığı bir döneme ait olması nedeniyle, birçok tesbitte idealizmin etkilerini taşır.Birkaç örnekle açıklarsak, der ki Lu Sun:“Devrim için devrimcilere gerek vardır. Devrimci edebiyat bekleyebilir, çünkü devrimci edebiyatın varolması için devrimcilerin yazmaya başlaması zorunludur. Yani bana göre edebiyatta büyük rol oynayan şey devrimdir.”Edebiyatta devrim nasıl büyük bir rol oynuyorsa, devrimci bir edebiyat da devrim için büyük roller oynayabilir, oynamaktadır, oynamıştır da. Dev-rimci sanat ve edebiyat, devrimci mücadelenin hem etkileyen, hem de etki-lenen ayrılmaz bir parçasıdır. Lu Sun soruna tek yanlı bakmaktadır. Sadece devrimin, edebiyatta büyük rol oynayacağını görmekte, sanatın ve edebiya-tın devrimde oynayacağı rolü küçümsemektedir.“Günümüz yazarlarının hepsi aydındır ve kurtulacakları güne kadar işçileri-miz ve köylülerimiz aydınlarla aynı şekilde düşünmeye devam edeceklerdir. Onlar kurtuluşlarını elde etmedikçe gerçek bir halk edebiyatı olamaz.”Örneğin bu yaklaşım da mekanik, anti diyalektik yaklaşımdır. İşçiler ve köylüler kurtuluşa kadar aydınlar gibi düşünmeye devam edeceklerse, dev-rim nasıl olacak ki? Ki burada söz edilen burjuva ve küçük burjuva aydınla-rıdır. İçşiler ve köylüler, hayatın çeşitli alanlarında, hayatın canlı dersleriyle eğitilerek, bizzat kendi deneyleriyle, burjuva aydınlarının görüş-lerinden kuşkuya düşerler ve bir arayışa yönelirler, giderek onların etkile-rinden sıyrılan kesimleri, işçi sınıfının ideoloji ve siyasetini adım adım kavrarlar. Bu kavrayışları derinleştikçe, bu kavrayışa sahip olanlar çoğal-dıkça devrim gelişir güçlenir. Burada Lu Sun, işçilerin ve köylülerin ancak devrimden sonra değişebileceklerini ifade eden bir dil kullanıyor. Bu yanlış-tır. İşçiler ve köylüler ve emekçi yığınlar devrimci mücadele süreci içeri-sinde değişime uğrarlar. Geçmiş devrimlerin ve hayatın bize öğrettiği budur. İşçiler ve köylüler şu gün etkisi altında bulundukları burjuva düşünce ve önyargılardan kurtulamazlarsa devrimi nasıl gerçekleştireceğiz ki? Kuşkusuz işçi, köylü ve emekçi yığınların bir kesimi, uzun bir süre bur-juva dünya görüşünün etkisinden devrimden sonra bile kurtulamayacaklar-dır. Fakat devrimi gerçekleştirecek olan kitlelerin büyük bir kesimi, devrim

Page 45: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

öncesi eskimiş düşünceleri bir kenara atacak ve kendi dünya görüşlerinin yol göstericiliğinde devrime koşacaklardır.“Çin’in şimdiki durumu öyledir ki, sadece fiili devrimci savaş bir işe yarar. Bir şiir Sun Çuang-Fang’ı (bir savaş ağası) korkutamazdı, ama bir top mer-misi onu korkutup kaçırdı. Bazı kişilerin, edebiyatın devrim üzerinde büyük etkisi olduğuna inandığını biliyorum, ama ben şahsen bundan şüpheliyim.”Zalimler ve sömürücüler, nerede olurlarsa olsunlar, hangi koşullar altında olurlarsa olsunlar, saltanatlarına yönelen, onların sarsılmalarının biriki-mini yaratan en küçük bir çizgiden bile korkarlar. Bir şiirden, bir hikaye-den, bir karikatürden korkarlar; türküden, masallardan korkarlar. İran’lı masal yazarı Behrengi neden öldürüldü? Neden bir yığın ozan cezaevlerini doldurmaktadır? Nâzım Hikmet’e neden komplo düzenlendi? Pir Sultan Abdal’ın türkülerinden neden korkuyorlar? Devrimi silahlı devrim haline gelene kadar besleyen çeşitli etkenlerden biri de devrimci müzik, sanat ve edebiyattır. Lu Sun, bu konuda “sol” düşünceler taşımaktadır.Bu yazı, özellikle devrimci edebiyat ve sanatı küçümseyen, devrime sadece namluların ucundan bakmaya heveslileri sevindirir, onların düşüncelerine destek olur. Ama devrimci edebiyatın ve sanatın devrime katacağı katkılara inananları da düşündürür. Lu Sun’un bu yazısındaki, görüşlere katılmış olsaydım, bu dergiyi çıkartmanın gereği kalmazdı. Bu yazı, Marksizme geçiş dönemine tekabül eder; bu nedenlerle “sol” görüşlerin ve idealizmin etkile-rini taşımaktadır. Güney Dergisi imzasıyla yayınlanan “Otobüs” yazısında, “Bu film için bilim-sel kurgu (Sciens-Fiction) filimdir diyebiliriz” denilmektedir. Bu tanımlama yanlıştır. Bilimkurgu bilimin verileriyle hayal gücünün bileşimi sonucu meydana getirilen filmlere denir. Yazı film için açık, anlaşılır, sınıfsal yak-laşımı olan bir eleştiri getirmemektedir. Karşı duruşlarının gerekçeleri de açık değildir.Filmi gördüm. Bazı yanlış yaklaşımları ve değerlendirmeleri içermekle bir-likte, genel olarak bir yönetmenin ilk filmi oluşu, yapım zorlukları, değişik ve sinemasal değerleri vb. nedenleriyle iyi buldum. Güney’deki arkadaşları Otobüs’e küçümseyerek baktıran aslında küçük burjuva duygularıdır. En azından “Otobüs” yazısı, sorumluluk taşıyan bir imza ile sunulurdu, dergi-nin görüşü olarak, derginin imzası altında sunulmazdı.

Page 46: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“Ye! Ye! Elvis” yazısı, öz itibariyle yanlış bir yazıdır. Bu yazıya göre, emper-yalizm her şeye muktedirdir. Toplumsal patlamaları önleyici bir takım önlemleri, uzmanları kanalıyla düzenlemekte, toplumsal tepkileri istediği biçimde, istediği yöne kanalize etmektedir. Sınıf mücadelesi ve toplumsal patlamalar insan iradesinden bağımsız gelişir. Oysa yazıya göre:“… Siyasal ve ekonomik baskılar altında bunalan Amerikan gençliğinin düzene karşı duyduğu direnme eğilimi (bu direniş kendiliğinden ve yarı bilinçli de olsa) birçok kimseyi tedirgin etmektedir. O halde hem bu diren-meyi düzene zararlı olmayacak biçimde saptırmak, hem de bu durumdan para kazanmak için yararlanmak gerekir. Kapitalizmin üstün yetenekli danışmanları olayı böyle saptarlar.”Bu bakış bana Erol Toy’un “İmparator”unu anımsattı.Egemen güçler her zaman, kitlelerin tepkisini şu ya da bu yolla bastırmak ve asıl hedeflerinden saptırmak için çaba gösterirler. Fakat emperyalizmin gücünü küçümsemek “sol” oportünizme götüreceği gibi, gücünü abartmak, onun her şeye kadir olduğu hayalini yaymak da bizi sağ oportünizme, sağ teslimiyetçiliğe götürür. Bu yazıda, emperyalizmin mutlak denetiminin var-lığına değinilmek isteniyor ki bu yanlıştır. 12 Mart Sıkıyönetim Mahkemele-ri’nde bu yanlışa birçok arkadaşımız düşmüştür. İnsan iradesinden, sınıfların iradesinden kesinlikle bağımsız varlıklarını sürdüren nesnel koşulların rolü ikinci plana atılmıştır. Bu idealizmdir. “Melike Demirağ ile Bir Söyleşi”de Melike, şöyle der: “Sanatımı halk için yapıyorum, yasalar benimle. Korkacak ve çekinecek bir şeyim yok.”Emperyalist, kapitalist ülkelerde, revizyonist ülkelerde, bizim gibi yarı sömürge ülkelerde yasalar, genelikle egemenlerin çıkarları doğrultusunda işler. Yasalar, özellikle de toplumsal ve siyasal konularda, sanatsal konu-larda halkın mücadelesini engelleyici içeriklere sahiptirler. Halktan yana değildirler. Sanıyorum ki, Melike burada, başka bir şeyi anlatmak istemiş-tir. Konuşmayı yapan arkadaşın, konuyu açması, yanlış anlam veren bir ifa-deye açıklık getirmesi gerekirdi.Bence, göze batan önemli yanlışlardan biri de, derginin arka kapağındaki ilanlardır. Biz ilan alabiliriz, bunun ilkelerini açıklarız. Fakat özellikle, ilk üç ay ilan alınmaması konusunda arkadaşları uyardım. İlan siyasetimizi açıklamalıydık, ilkelerimize uygun düşen ilanlara yer vermeliydik.

Page 47: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Kapak içlerinin boşluğu ilgimi çekti. Bir tek boş sayfa bile bırakmamalıyız. Söylenecek sözü olanlar dergi çıkartırlar.“Oğluma Hikayeler”de resimlere çok yer verilmiştir.Ayrıca bazı yazılarda geçen “faşist diktatörlük” “yarısömürge, yarıfeodal” tesbitleri, o yazıyı yazanların görüşleridir. Ben bu tesbitlere katılmıyorum. Bu konulardaki görüşlerimi daha ileriki sayılarda açıklamaya çalışacağım.Güney Dergisi’ne yönelik eleştirileri içeren bu yazı, Güney’in 8 ve 9. sayılarında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 48: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

YAŞASIN KOMÜN, YAŞASIN DEVRİM Arkadaşlarım,Yeni bir yıla giriyoruz. Bugüne dek burjuvazi bize, yeni bir yıla eğlenerek, kumar oynayarak, içki içerek… yani, gerçek sorunlarımızdan olabildiğince uzak, tüm sorunlarımızdan kaçarak girmeyi öğretti ve öğütledi. Radyosu, TV’si, basını ile bizleri hep bu yönde koşullandırdı. Geçmişi unutmak, çeliş-kilerimizin üstünü örtmek, hiçbir şey üzerinde ciddiyetle düşünmeden, hesaplaşmadan yeni yılın yolunu tutmak.Biz, bir yılın bitmek, yeni bir yılın başlamak üzere olduğu bu gece, öyle yap-mayacağız; burjuvazinin tuzağına düşmeyeceğiz.Biz, bilincimizi kendi sınıf çıkarlarına hizmet doğrultusunda biçimlemeye çalışan burjuvaziye, siyasi iktidar ortağı toprak ağalığına ve yardakçılarına hesap sorarak, her türlü yoz etkilerden silkinerek yanlışlarımızı, zaafları-mızı, eksiklerimizi ciddiyetle ele alarak, yeni yıla hesaplaşma temelinde adım atarak girmek istiyoruz. Bayramlarda, doğum günlerinde, evlilik yıl-dönümlerinde de böyle yapmalıyız. Çünkü biz, ancak hatalarımızı doğru saptayabilirsek, hatalarımızdan kurtulma doğrultusunda cesaretli davrana-bilirsek, hedefimizi bir proleter devrimcisine yaraşır biçimde tayin edebilir-sek halkımıza yararlı olabileceğimize inanıyoruz. Geçmişle hesaplaşmadan yeni yılın yolunu tutamayız.Sevgili arkadaşlarım, neden buradayız, hiç düşündünüz mü?Gerek siyasi, gerekse toplumsal suçlardan olsun, burada bulunmamızın temel ve tayin edici nedeni, sömürüye, insanın insana kulluğuna dayanan, varlığını emekçi kitleler ve geniş halk yığınları üzerinde baskı kurarak koruyabilen köhnemiş, yarı sömürge, geri kapitalist düzenin bizzat kendisi-dir. Bu düzende suç işlememizin toplumsal, ekonomik, siyasal, psikolojik

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 49: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

bütün koşulları vardır. Bizi yargılayanların, hiçbir zaman gerçek suçluları, yani suçun esas kaynaklarını yargılamayı düşünmediklerini biliyoruz; düşü-nemezlerdi de. Çünkü onlar —birkaç istisnanın dışında— genellikle düzeni korumakla —dolayısıyla kendi varlıklarını korumakla— görevlidirler. Onlar, tavuk çalanı aşağılayarak “hırsız” diye suçlarken, bir kalem oyunu ile mil-yonları yutanı “beyefendi” diye selamlarlar. Onlar, başlık parası veremediği için kız kaçıran adamı “namus düşmanı” diye damgalarken, lüks randevu evlerinde parayla “namus” satanları “saygıdeğer” olarak nitelerler. Onlar, bir öfke anında istemeden adam öldürmüş insanları “katil” diye lanetler-ken, cinayet şebekelerini yönetenlerin, kitle katliamları düzenleyenlerin önünde esas duruşa geçerler. Ama bizler, en ağır cezaların altında, en doğal insani haklarımızdan yoksun olan bizler, bizi biçimleyen, suça iten, suçlu olmaya zorunlu kılan düzeni, emekçi kitlelerle birlikte yargılayacağız ve mutlaka layık olduğu cezaya, idama mahkûm edeceğiz.Bu yetkiyi kim verecek bize?Bu yetkiyi, halk, kendi bilincinin ve kollarının gücüyle, örgütlü ve disiplinli mücadelesiyle, proletaryanın ve onun devrimci partisinin önderliğinde kazanacaktır. Bizler de, halkın birer parçası olarak, bu yetkinin kazanılması ve icrasında inançla yer alacağız. Bu, beş günlük, on günlük bir mücadele sorunu değil, hayatın bütün ceplelerinde verilmesi gereken uzun bir müca-dele sorunu, yani kesintisiz devrim sorunudur. Cezaevleri de bu cepheden biridir ve bizler de bu cehpelerde savaşı ihmal etmemek zorunda olan erle-riz.Sorunun esası şudur:Ya devrim yolunu seçeceğiz… ya da, bu düzenin baskılarına, haksızlıklarına boyun eğerek, şu ya da bu biçimde teslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit bir seçiş, yok olmanın bir biçimidir.Devrim yolunu seçenler ise zor, fakat şerefli yolu seçenlerdir. Devrim yolunu seçenler, hayatın her alanında ve yaşamın her anında devrim düş-manı olan sınıf güçlerine ve onların ideolojik, kültürel, siyasal ve toplumsal etkilerine, alışkanlıklarına karşı, günün koşullarınca belirlenecek olan mücadele araçlarını kullanarak savaşmak zorundadırlar. Savaşmadığımız bir an, savaşı yavaştan aldığımız bir an, bizi ezenlere teslim oluruz, onların işlerini kolaylaştırmış, onlara yardım etmiş oluruz. Mücadelede tarafsızlık olmaz. Biz tarafız ve devrimin emrettiği sorumluluk ve görevleri harfiyyen

Page 50: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yerine getirmekle yükümlüyüz. İçinde bulunduğumuz koşulların esnemeye, gevşemeye tahammülü yoktur.Arkadaşlar, Devrim bir ölüm kalım savaşıdır. Şu sözlerimi anımsayınız!.. “Biz, yaşaya-nın varlık nedeni, gelişenin gelişme nedeni, yok olmanın ve ölümün kaçınıl-maz nedeni olmalıyız. Bu temel ilke, bize, günlük yaşayışımız sürecinde, her olaya, duruma ve ilişkiye, bilinçli olarak bakmayı, seçmeyi, müdahaleyi, uymayı ya da uymamayı emereder.”Burada, insan unsurunu ve insan iradesini toplumun objektif koşullarından kopuk ele aldığım sanılmasın. Biz, neyin varlık ve gelişme nedeni, neyin yokolmasının ve ölmesinin kaçınılmaz nedeni olacağız?Açıktır ki, bu sorunun cevabı, devrimin dostlarını ve düşmanlarını saptaya-rak verilebilir… gelişen sınıf güçlerini kavrayarak verilebilir.Yeni yıla girerken dostlarımızı ve düşmanlarımızı yeniden anımsayalım.Biz, feodal kalıntıları ve bir sömürgeyi bağrında taşıyan, emperyalizme bağımlı kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu, yarı sömürge bir ülkenin çocuklarıyız. Ülkemiz çok uluslu bir ülkedir. Önümüzdeki devrim, yarı sosyalist karakterli, anti emperyalist halk devrimidir. İşçiler, köylüler, şehir küçük burjuvazisi, orta burjuvazinin emperyalizme karşı duracak kesimleri, ezilen Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyet ve halklar, bağımsızlık-tan yana olan herkes devrimin güçleridir. İşçi sınıfı, ideolojik, politik ve örgütsel alanlarda devrimin önder gücüdür. İşçi-köylü ittifakı devrimin temel gücüdür. Demokratik devrimi, sosyalist devrime ulaştıracak olan da bu ittifaktır.Görevimiz, emperyalizmi, sosyal emperyalizmi ve onların faşist, revizyo-nist, gerici işbirlikçilerini yenilgiye uğratmak, feodalizmden kaynaklanan her türlü gericiliğe ve halkın gelişen mücadelesini çarpıtan reformizme, özellikle de “Üç Dünya Teorisi”ni savunan sağ oportünist reformist çizgiye hayat hakkı tanımamak, “sol” oportünist siyasetleri mahkûm etmek ve sınıfsız toplumun koşullarını yaratacak sosyalist devrimin yolunu açacak olan demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır.Ülkemizde devrimin düşmanları bunlardır. Düşmanlarımızı belirledikten sonra, bunlar arasında kimleri birinci plana alacağımızı da doğru saptamak zorundayız.

Page 51: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ABD emperyalizmi ve Rus sosyal emperyalizmi, bu iki süper devlet, gerek bizim, gerekse bütün dünya halklarının baş düşmanlarıdır. Baş düşmanlarla bilinçli ilişkiler içinde olan, varlıklarını onların varlığına bağlayan faşistler ve sosyal faşistler de baş düşmanlarımızla birlikte ele alınmalıdırlar. Ve esas olarak, hedefimiz bu iki süper devlet olmakla birlikte, diğer emperya-listler ve gerici güçler mücadelenin dışında tutulamazlar.İki baş düşmandan, ülkemiz için asıl darbe, ABD emperyalizmine ve onların çıkarlarını saldırgan bir bağlılıkla savunan faşistlere vurulmalıdır.Faşizme ve ABD emperyalizmine karşı mücadele ancak ve ancak, Rus sosyal emperyalizmine ve revizyonizme karşı tutarlı bir mücadele temelinde başarı kazanabilir. Bu anlamda, revizyonizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadele, temel olmak zorundadır.Bu ne demektir?Bu demektir ki, devrimin düşmanlarına karşı mücadelede: Bireyler, grup-lar, partiler, kendi içlerindeki sınıf mücadelesini temel alarak, revizyonist, reformist, oportünist etkilerden, her türlü burjuva alışkanlık ve eğilimler-den, feodal davranış biçimlerinden, şovenizmin etkilerinden, liberalizmin etkilerinden kurtulmak için, bilimsel sosyalizmin öncülüğünde savaşmalı-dırlar.Kirli bir sabun, el yıkanırken temizlenir arkadaşlar. Bizler de olumsuzlukla-rımızdan, ancak iş görerek, yani devrimci mücadele içinde yer alarak temizlenebiliriz. Kirli bir sabunu suyun altına tutun, temizlenmediğini göreceksiniz. Pisliklerle kaynaşmış sabun, ancak elimizi yıkarken temizle-nir. Başlangıçta elimiz de pislenir, fakat sonunda hem sabun hem de elimiz temizlenir. Bizler de, sadece teorik çalışma yaparak, okuyarak arınamayız. Böyle bir tutum Troçkist kadro eğitim anlayışıdır. Su ile el yıkama hareketi birleşecektir. Yani teori ile pratik birleştirilmelidir. Teorinin kavranıp kav-ranmadığı pratikte belli olur. Teorinin kitleleri eğitip eğitmediği de kitle hareketlerinin niteliğinden belli olur.Bu konuda, eleştiri-özeleştiri temel silahımızdır. Ancak özeleştiri teme-linde, özeleştirimize uygun davranışlarımız temelinde eleştiriye hakkımız vardır.Silkinelim… üzerimizdeki pislikleri atalım… yarına gelişerek, arınarak hazırlanalım. Günlük görevlerimizi küçümsemeyelim … en küçük günlük

Page 52: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

görev bile, devrimin hazırlığında rol oynar. Örneğin, bulaşık yıkamakla, yorganımızı yüzlemekle, bir arkadaşımıza küçük bir yardım yapmakla dev-rim arasında canlı bağlar vardır. Teorik sözler etmek, düzgün konuşmak, siyasi görüşler konusunda belli bir oranda bilgi sahibi olmak yeterli değil-dir. Nöbetimizi de iyi tutmalıyız. Hücremizi temiz tutmalıyız, kitaplarımızı korumalıyız, yerlere tükürmemeliyiz, çay bardaklarını gelişi güzel ortalığa bırakmamalıyız, arkadaşlarla iyi geçinmeliyiz, TV’ye karşı uyanık olmalıyız. Hem “Çarli’nin Sürtükleri”ne hayran olmak, hem de “emperyalizme karşı-yız abi” demek birbirleriyle çelişir… Hem Ajda Pekkan’a, Emel Sayın’a ağzı-nın suyunu akıtacaksın, sonra kalkıp “biz burjuva ideolojisine karşıyız abi” diyeceksin. Kim insanır size? Bu sözler benim bir kulağımdan girer, öbür kulağımdan çıkar… kendimizi aldatmayalım.Önemli noktalardan biri de, arkadaşlarımızla, eski arkadaşlarımızla ilişkile-rimizi devrimcileştirmeliyiz. Mektup yazabileceğimiz her yere mektup yaz-malı ve onları bilinç düzeylerine göre eğitmeye, uyarmaya çalışmalıyız. Kendi deneylerimizi onlara ulaştırmalıyız. Mahkûmlar içinde örnek insan-lar olmalıyız. Çelişmelerimizi devrimcilere yaraşır biçimde çözmeliyiz.Arkadaşlar,İyice araştırırsanız göreceksiniz ki, kişisel sürtüşmelerin özünde yatan şey, bireysel yer kapma hırsıdır. Dışarda ve içerde, her türlü grupçu eğilimlere karşı, birliği ve partiyi savunmalıyız. Partiyle bizim ilişkimiz ne olabilir demeyin; şu gün, devrim için mücadele, parti için mücadele demektir.Arkadaşlar,Gruplar da kendi içlerinde sınıf mücadelesini temel almalı, proleter dev-rimci harekete ters düştüğü andan itibaren grup duvarlarını parçalamalı-dırlar. Grup çıkarlarını devrimin çıkarlarından üstün tutmak, devrimci bir tavır olamaz. Grupların harcı olan kariyerizm, imtiyaz hastalığı, şoven duy-gular yenilgiye uğratılmalı, birliğin, kaynaşmanın, partinin yolunu açacak ideolojik, teorik ve pratik çalışmalara önem verilmelidir. Gruplar, grupçu eğilimlere karşı savaşırken, her şeyden önce, kendi içlerindeki grupçu eği-limlere karşı da savaşmalıdırlar ki başka grupları eleştiriye hakları olsun. Bireyler de kendi bireyci yanlarını eleştirmelidirler ki başkalarının bireyci yanlarını eleştirebilsinler.Bir bütün olarak devrimci hareket, ancak partinin inşa edilmesiyle önder-liğe kavuşabilir. Her türden oportünizme, revizyonizme, reformizme ve çeşitli zaaflara karşı mücadele temelinde parti inşa edilebilir. İnşa süre-

Page 53: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

cinde, geçmişin mücadelesi ve olumlu mirasına sahip çıkılmalıdır. Parti de, kendi iç mücadelesini tutarlı verdiği ölçüde arınabilir ve kitlelerle bağlar kurabilir, kitlelere önderlik edebilir.İç mücadele, görüleceği gibi temeldir ve zincirleme birbirine bağlıdır. Çeliş-meler yasası, iç çelişmelerin tayin edici olduğunu öğretir. Kendi içinde siyasi ve ideolojik yakınlığı olan unsurlar, gruplar, pratik eylem temelinde, birbirlerini sınayarak, mücadele içinde birleşecek ve partiyi yaratacaklar-dır. Bizim amacımız da budur: Partinin yaratılmasına çalışmak, katkıda bulunmak, kolaylaştırmak ve onun çalışkan bir unsuru olmak.Arkadaşlar,Devrim isteyenler partiyi istemelidirler, bu uğurda çabalarını birleştirmeli-dirler. Bunun için de, şu günün koşullarında, atacğımız her adımı bu doğ-rultuda değerlendirmeliyiz.Arkadaşlar,Bu genel doğrular ışığında kendimize dönelim. Bugün, kendi aramızda temel alacağımız hedefler nelerdir? Lümpen eğilim, alışkanlık, değer yargı-ları, tutum ve davranış biçimleri, çalışmamız ve gelişmemiz önündeki en büyük engellerden biridir. Bu engeli köklü bir biçimde aşamadan devrimci saflarda, devrimci adına layık adımlar atamayız.İkincisi, kişisel sürtüşmelerin özünde yatan yer kapma duygularının, birli-ğimize verdiği zararlardır. Bu tutum, temizlik sorumlusu, mutfak sorum-lusu, sessizlik sorumlusu vb. çeşitli görevdeki arkadaşlara, çeşitli biçimlerde tepki gösterileriyle açığa çıkmaktadır. Bu davranışlar disiplini bozuyor. Olumsuz birikimlerin çoğalmasına yol açıyor.Üçüncüsü, liberalizmin, az ya da çok bütün arkadaşlarda kendini gösterme-sidir. Mao’nun liberalizmle ilgili makalesini yeniden ve yeniden okumalıyız.Dördüncüsü, acelecilik, sekter tutum ve tahakküm biçiminde kendini göste-ren “sol” hastalıklardır.Beşincisi, bazı arkadaşlarda gördüğümüz kıskançlık duygularıdır. Bu duy-gular, burjuva rekabetçiliğinden kaynaklanan, proleter duygulara ters düşen duygulardır. Bazı arkadaşlar, bazı arkadaşların çalışmalarını ve gelişmelerini, mevkilerini hazmedemezken, bazı mevki sahibi arkadaşlar da, gelişen arkadaşlara gizli tepkiler göstermektedirler. Onlara tepeden bakıyorlar. Tepeden bakan bir insan devrimci olamaz, bunu kafanıza iyice

Page 54: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sokun. Bazı arkadaşlar da, eğitim çalışmalarına önceden başlamış olmayı, bazı konuları biliyor olmalarını üstünlük aracı biçiminde değerlendirmekte-dirler. Bu yanlıştır. Yeni başlayan bir arkadaş, eski bir arkadaşı geçebilir.Altıncısı, bazı arkadaşlarda gördüğümüz gönülsüzlük belirtisidir. Gönülsüz-lük, özünde devrim istememektir. Hem devrim istemek, hem de gönülsüz davranmak birbirleriyle çelişir.Arkadaşlar,Yeni yıla, hatalarımızı kavramaya çalışarak gireceğiz. Arkadaşlarımızın özeleştirilerini can kulağıyla dinleyelim ve eleştirilerimizi en yararlı olacak biçimde sunalım.Yeni yılda, spor çalışmalarını, eğitim çalışmalarını üst düzeylere çıkartaca-ğız ve birliğimizin siyasi ve ideolojik temellerini derinleştireceğiz.Sizlere güveniyorum. Yaşasın Komün!..Yaşasın Devrim!..31 Aralık 1977’de Kaseri cezaevinde, “Yılbaşı Gecesi”nde Komün arkadaşları önünde yapılan bu konuşma daha sonra Güney Dergisi’nde yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 55: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

1917 EKİM DEVRİMİ DÜNYA PROLETARYASI VE DÜNYA HALKLARINA ÖLÜMSÜZ BİR IŞIK VE SONSUZ BİR EĞİTİM KAYNAĞIDIR1917 Büyük Ekim Devrimi, Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Partisi’nce yön-lendirilen Rusya’nın işçileri, yoksul köylüleri ve ezilen ulus ve halklarının, sadece Rus burjuvazisi ve burjuvalaşmış toprak beyliğine karşı kazandıkları bir zaferin değil; sadece işçi sınıfı hareketi içindeki küçük burjuva partile-rine karşı ve özellikle parti içinde yuvalanmış menşevik ve oportünist akımlara, anti leninistlere karşı zaferin değil, aynı zamanda, “emperyaliz-min dünya egemenliği”ne karşı kazandıkları zaferin simgesidir. Marx ve Engels’in öğretileri ve diyalektik materyalist felsefenin yol gösterdiği eko-nomik, siyasi ve askeri mücadelenin bir ürünü olan Ekim Devrimi, yeni bir dönemi, “emperyalizmin ülkeleri”nde proleter devrimleri; sömürge ve yarı sömürge ülkelerde de ulusal kurtuluş ve demokratik halk devrimleri döne-mini başlatmıştır.Bu nedenle, bütün dünyanın uyanık ve sınıf bilincine sahip işçileri, yoksul köylüleri, emekçi kitleleri, ilerici aydınları ve demokratları ve ezilen ulus ve halkları, uluslararası kapitalizmin yenilmezliği efsanesini ilk kez Rus-ya’da yerle bir eden ve insanlığın önünde yeni ufuklar açan Ekim Dev-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 56: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

rim’ine ve onun getirdiği devrimci kazanımlara ve derslere, coşkun ve içten bir bağlılıkla sahip çıktılar. Artık sömürge ve yarı sömürgelerde, emperya-lizme, feodalizme ve her cinsten yerli gericiliğe karşı verilen bütün ulusal kurtuluş ve demokratik halk devrimleri, dünya proleter sosyalist devrimi-nin birer parçası olmuştur. Ekim Devrimi’yle birlikte, insanlık tarihinde ezilen ve sömürülenler yararına köklü değişimlere gebe yeni bir çağ başla-mıştır. Eski kapitalist dünya, en zayıf olduğu noktada ölümcül bir yara almıştır ve sosyalist proletarya burjuvazinin siyasi iktidarını her türden karşıdevrimci müdahaleye karşın zor yoluyla ele geçirmiştir. “İktidarın bir sınıftan ötekine geçişi kelimenin salt biçimsel anlamıyla olduğu kadar, poli-tik ve pratik anlamıyla da bir devrimin birinci, başlıca ve en esas belirtisi-dir.”(1)Stalin, Ekim Devrimi’ni daha önceki devrimlerden ayırdeden özellikleri anlatırken şöyle der:“Eskiden devrimler genellikle devlet yönetimine bir sömürücüler kümesinin getirilmesiyle sonuçlanırdı. Kölelerin kurtuluş hareketleri sırasında da böyle oldu. İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da bilinen ‘büyük’ devrimler döneminde böyle oldu. Ama proletaryanın, tarihi, kapitalizme karşı yürüt-mek amacını taşıyan, ilk kez zafere erişen, kahraman, ama buna karşın sonuçsuz kalan ilk girişimi olan Paris Komünü’nden söz etmiyorum.“Ekim Devrimi, bu devrimlerden ilkesinde ayrılmaktadır. O, kendine amaç olarak, bir sömürü biçiminin yerine bir başka sömürü biçimini, bir sömürü-cüler grubunun yerine başka sömürücüler grubunu getirmeyi değil, insanın insan tarafından her türlü sömürülmesini ortadan kaldırmayı, kim olursa olsun bütün sömürücü grupları ortadan kaldırmayı, bu güne dek varolan bütün ezilen sınıflar arasında en devrimci sınıfın iktidarını kurmayı, yeni bir toplum, sınıfsız sosyalist toplumu örgütlemeyi almaktadır.“İşte bu yüzden Ekim Devrimi’nin zaferi insanlık tarihinde köklü bir döne-meci; dünya kapitalizminin tarihsel kaderinde köklü bir dönemeci; dünya proletaryasının kurtuluş hareketinde köklü bir dönemeci; bütün dünyanın sömürülen yığınlarının mücadele yöntemlerinde ve örgütlenme biçimle-rinde, yaşama tarzı ve geleneklerinde, kültür ve ideolojilerinde köklü bir dönemeci kaydetmektedir.”(2)Ekim Devrimi, büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin mülklerine el koyarak burjuva mülkiyetine köklü bir darbe indirdi ve bunun yerine sosya-list mülkiyetin temellerini attı. Böylece, sosyalizmin inşası için gerekli eko-

Page 57: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nomik ve siyasal koşulları sağladı. Ekonomik temelin yeniden biçimlenmesi üstyapı kurumlarını da değişikliğe uğrattı. O güne dek egemenliğini sürdür-müş bulunan feodal ve burjuva ideoloji ve kültür anlayışları, devrimci mücadele süreci içinde yaratılmış devrimci birikimler temelinde parça-landı. “Kitlelerin ideolojik ve kültürel gelişimi, sosyalizmin maddi temelinin kurulmasıyla el ele yürüyordu. Eski, gerici burjuva ideoloji ve kültürü, bur-juva toplumunun değerli kültürel kazançları yok edilmeksizin, radikal bir biçimde parçalandı. Proletaryaya yararlı olduğunca, eski kültürde ilerici olan ne varsa değerlendirildi. Sosyalist topluma uyan daha yüksek bir kül-tür doğdu. Emeğin yaratıcı niteliği, proleter kültürün yaratıcı gelişmesinde yansıdı. Proleter kültür, işçi sınıfının maddi, pratik ve manevi çalışmasıyla sıkı bir bağ içindeydi.”(3) Büyük Ekim Devrimi dünyadaki ilk proleter devrimdir ve daha önce gerçek-leştirilmiş bulunan burjuva devrimlerinden başlıca şu noktalarda farklılık gösterir:“1. Burjuva devrim, feodal toplumun bağrında büyümüş ve olgunlaşmış kapitalist düzen biçimleri, devrim açıkça patlak vermeden önce, az çok hazır olduğu zaman başlar; proleter devrim ise, sosyalist düzenin hazır biçimleri, ya hiç yokken ya da hemen hemen yokken başlar.“2. Burjuva devrimin ana görevi iktidarı almak ve onu var olan burjuva ekonomisiyle birleştirmekten ibarettir; proleter devrimin ana görevi ise, iktidarı aldıktan sonra, yeni bir sosyalist ekonomi kurmaktan ibarettir.“3. Burjuva devrim, iktidarın ele geçirilmesiyle sona erer, proleter devrim ise iktidarın ele geçirilmesi, bu iktidar eski ekonomiyi yeni bir kalıba sok-mak ve yenisini örgütlendirmek için bir kaldıraç olarak kullanacağına göre, ancak bir başlangıçtır.“4. Burjuva devrim, elinde iktidarı tutan bir sömürücü grubun yerine bir başka sömürücü grubu koymakla yetinir; bu bakımdan eski devlet makina-sını parçalamaya gereksinme duymaz; proeleter devrim ise, iktidardan, kim olursa olsun, bütün sömürücü sınıfları uzaklaştırır ve iktidara, emekçilerin ve sömürülenlerin önderi olan proleter sınıfı getirir; bundan dolayı, eski devlet makinasını parçalamaktan ve onun yerine yenisini koymaktan vazge-çemez.“5. Burjuva devrim, emekçilerin ve sömürülenlerin milyonluk kitlelerini bir dereceye kadar uzun bir dönem için burjuvazinin çevresinde birleştiremez; ve bu, onlar özellikle emekçiler ve sömürülenler olduğu için bu böyledir; proleter devrim ise, proletarya iktidarını güçlendirmek ve yeni bir sosyalist

Page 58: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ekonomi kurmak olan temel görevini yerine getirmek istiyorsa, özellikle emekçiler ve sömürülenler oldukları için, onları sürekli bir ittifak ile prole-taryaya bağlayabilir ve bağlamalıdır.”(4)Ekim Devrimi, Lenin’in önderliğinde Bolşevik Partisi’nin, Marksizmin evrensel tezlerini Rusya’nın somut devrimci durumuna doğru biçimde uygulamasının sonucu doğdu. Bu tezlerin en önemlilerinden ve devrimin tayin edici özelliklerinden biri, emperyalizme, toplumsal hayatın her ala-nında her türden gericiliğe karşı mücadele, çağımızın en devrimci sınıfı olan proletaryanın, ideolojik, politik ve örgütsel önderliğinin hayata geçiril-mesi ve proletarya ile yoksul köylülüğün ittifakı temelinde emekçi bütün sınıf ve tabakaların bir cephe içinde toplanmasıdır. Proletaryanın ideolojik, politik, ve örgütsel önderliği, Marksist-Leninist teoriyle silahlanmış parti-sinde ifadesini bulur. Başta Lenin olmak üzere, Rusya’nın gerçek Marksist-leri; proletaryanın devrimdeki hegemonyası ve proletaryanın devrimci partisi için yoğun bir mücadele yürüttüler. Ülkemizde bu evrensel gerçeği reddeden, proletaryanın sadece ideolojik öncülüğünün sözünü eden ve modern revizyonist tezlere sahip çıkarak “öncü savaş” görüşünü savunan küçük burjuva siyasal akımların varlığı, proletarya devrimi ve proletarya diktatörlüğü için mücadele eden Marksist-Leninistler önünde, modern revizyonizme, yeni oportünizme ve her türden dar görüşlülüğe, grupçuluğa, amatörlüğe ve sağ hastalıklara karşı mücadelenin yanında, ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Özellikle toplumsal dayanaklarını öğrenci gençlik kesimlerinde ve küçük burjuva çevrelerde bulan bu siyasi ve toplumsal anlayışın Marksizm-Leninizmle, Marksizm-Leninizm’den kabaca etkilenme-sinin ve esinlenmesinin ve bazı tezlerine yüzeysel sarılmasının dışında hiç-bir ilgisi yoktur. Proletaryanın devrimci mücadele ve devrimde hegemonyası karşısındaki tutum, Marksist-Leninistlerle her türden oportü-nistler ve küçük burjuva devrimcileri arasındaki ayrımın en önemli ölçütle-rinden biridir. Örneğin TKP de, TİKP de proletaryanın “hegemonyası” sözünü ederler. Onlar bunu revizyonist ve oportünist yüzlerini gizleyebil-mek için bir maske olarak kullanırlar.Proletaryanın devrimdeki önder rolünün gerçek boyutunu göremeyen küçük burjuva “sol” çizgiler, teoride ne söylerlerse söylesinler; pratikte bir avuç aydının öncülüğünü hayata geçirmeye çalışanlar, bireysel terörü tek ve kendi başına yeterli temel bir biçim olarak savunanlar, Çarlık Rusyası’ndaki Narodnikler, proletaryayı, devrimde öncü bir sınıf olarak görmüyorlar, esas devrimci gücün aydınların öncülüğündeki köylüler olduğunu söylüyorlardı.

Page 59: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bugün ülkemizde de köylülüğü temel güç alarak proletaryanın önder rolünü bir avuç aydına yüklemeye çalışanlar, özünde, ülkemizdeki toplumsal, eko-nomik ve siyasi gelişmeleri ve çağımızın niteliğini doğru kavrayamamakta-dırlar. “Narodniklerin insanlık tarihinin bütününe ilişkin görüşleri yanlış ve zararlıydı. Toplumun iktisadi ve siyasi gelişiminin kanunlarını ne bili-yor, ne de anlıyorlardı. Bu konularda bir hayli geriydiler. Onlara göre tarih, sınıflar ve sınıf mücadeleleri tarafından değil, fakat kitlelerin, ‘sürü’nün, halkın, sınıfların körü körüne izlediği olağanüstü bireyler —’kahramanlar’— tarafından yaratılmıştı.”(5)Bu idealist anlayışın benzer biçimleri ve doğurduğu acılara, devrimci biri-kimlerin çarçur edilişine, 1971’lerde en açık biçimiyle THKO ve THKP-C hareketleriyle tanığız ve 1971’in deneylerinden doğru dersler çıkartamayan ve yenilgiyi taktik nedenlere bağlayanların sürdürdükleri “sol” eylemlerde hâlâ tanık olmaktayız. Yine büyük bir tarihi benzerlik, Çarlık Rusyası’nda olduğu gibi, bu anlayışın doğruya en yakın ve inandırıcı eleştirileri, bu hareketlerin bizzat içinden gelen ve mücadele sürecinde Marksizmi incele-yen ve kavramaya çalışan arkadaşlar tarafından yapıldı. (Tabii ki maceracı-lık kendisinin tam karşıtı olan dönekliği de körüklemiştir…)Narodnikere karşı kesin ideolojik darbeyi Lenin vurdu; fakat ilk Marksist muhalefeti, eski bir Narodnik olan Plehanov ve onun “Emeğin Kurtuluşu” grubu yürttü. Plehanov, Çarlık hükümetinin baskıları sonucu Rusya’dan kaçıp Cenevre’ye sığınmıştı. Dışarıda Marksizmi inceledikten sonra, Narod-nizm’den kopmuş ve “Marksizmin önde gelen bir propagandacısı olmuştur.”Ekim Devrimi sürecinde açıkça burjuvazinin saflarında yer alan, Lenin tara-fından dönek olarak nitelenen Plehanov, 1883’lerde Marksizmin öğretilerini savunarak, bu öğretilerin Rusya’da tam olarak uygulanabileceğini ve köylü-lerin sayıca üstünlüğüne ve proletaryanın nisbi zayıflığına rağmen, devrim-cilerin başlıca umutlarını proletarya ve onun gelişmesine bağlamaları gerektiğini gösteriyordu.Niçin özellikle proletarya? Çünkü proletarya, hâlâ sayıca az olmasına rağmen, ekonominin en ileri biçimine, büyük çapta üretime bağlı bir emekçi sınıftı ve dolayısıyla önünde büyük bir gelecek duruyordu.“Çünkü bir sınıf olarak proletarya her geçen gün büyüyordu, siyasal bakım-dan gelişiyordu, büyük çapta üretimde hakim olan çalışma şartlarından

Page 60: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

dolayı kolayca örgütlenebiliyordu ve proleter durumundan dolayı en dev-rimci sınıftı, çünkü devrimde zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktu.”(6)Bütün dünya devrimleri, ancak işçi sınıfının emeğin nihai kurtuluşu müca-delesine önderlik edebileceğini, siyasi ve toplumsal devrimi zafere ulaştıra-bileceğini, bu zaferde önderliği devrimci partisi aracılığıyla gerçekleştirebileceğini bize öğretir. Yalnız dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta şudur: Tek başına “…Öncüyle hasmı yenmek mümkün değildir. Bütün sınıf, büyük yığınlar, öncüyü doğrudan doğruya destekleme duru-muna gelmedikçe ya da öncüye karşı hayırhah bir tarafsızlık tutumunu benimseyerek karşı tarafı desteklemeleri olasılığı kesin olarak ortadan kalkmadıkça, öncüyü kesin savaşa sürmek sadece ahmaklık olmakla kal-maz, bir cinayet olur. Oysa bütün sınıfın, sermayenin ezdiği geniş emekçi yığınların, gerçekten böyle bir tutumu benimseyebilmeleri için sadece pro-paganda, sadece ajitasyon yetmez. Bunun için bu yığınların kendi öz siyasi deneyimleri gereklidir.”(7)Bu Leninist ilkenin ışığında Bolşevik Partisi, bütün mücadele boyunca yap-tığı gibi, Şubat Burjuva Demokratik Devrimi ile Ekim Devrimi arasındaki süreçte işçi sınıfının ve milyonlarca köylünün desteğini kazanmak, askerle-rin desteğini kazanmak ve birer burjuva partisi haline gelmiş olan ve kapi-talist sistemi koruyan Sosyalist-Devrimcilerin, Menşeviklerin ve Anarşistlerin kitleler üzerindeki siyasal etkilerini kırmak için sıcak savaşın sürdüğü cephelerde ve cephe gerilerinde çok yoğun siyasi kitle çalışmaları yürütü ve çeşitli mücadele biçimleriyle kitlelere önderlik ederek, onları Bol-şeviklerin siyasetlerinin doğruluğuna inandırdı.Bir partiye önderlik niteliğini veren şey nedir? Önder olabilmek neyi gerek-tirir?“Kapitalizme karşı zafer kazanmak, öncü (komünist) parti, devrimci sınıf (proletarya) ve kitleler, yani emekçilerin ve sömürülenlerin tümünün ara-sında doğru ilişkilerin bulunmasını gerektirir. Sadece Komünist Parti, eğer devrimci sınıfın gerçekten öncüsü ise, eğer bu sınıfın seçkin temsilcilerinin tümünü içine alıyorsa, eğer sebatlı devrimci mücadelenin tecrübesi ile eği-tilmiş ve çelikleşmiş, tamamiyle bilinçli ve sadık komünistlerden meydana geliyorsa ve eğer kendisini sınıfın bütün hayatıyla ve bu yolda sömürülen kitlenin tümüyle ayrılmaz bir şekilde bağlamayı ve bu sınıfın ve kitlenin güvenini tamamen kazanmayı başarmışsa, ancak böyle bir parti kapitaliz-

Page 61: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

min bütün güçlerine karşı girişilecek nihai, amansız ve tayin edici mücade-lede proletaryaya önderlik etme yeteneğine sahiptir.”(8)Ekim Devrimi’ne önderlik eden Bolşevikler, işçi sınıfı hareketi içinde, dev-rime zararlı olabilecek bütün anlayış ve siyasetlere karşı amansız bir müca-dele yürüttüler. “Her şeyden önce ve özellikle 1914’te belirgin bir biçimde sosyal şovenizm biçimine bürünen ve kesin olarak proletaryaya karşı burju-vazinin saflarına geçen oportünizme karşı savaşarak.”(9) çelikleşen Bolşe-vizm, oportünizmi, işçi sınıfı hareketi içinde ve uluslararası planda baş düşman olarak görüyordu. Öte yanda “Marksizmi yadsıyarak herhangi bir siyasal eyleme girişmeden önce, sınıf güçlerini ve bu güçler arasındaki iliş-kiyi kesin bir nesnellikle hesaba katmanın gereğini anlamamakta” direnen “bireysel terörizmi, suikastları doğru bir eylem olarak tanımayı kendi dev-rimci ruhunun, ya da ‘solculuğunun’ özel bir belirtisi”(10) sayan küçük bur-juva devrimcilerine karşı amansız bir mücadele sürdürülüyordu. Marksizm-Leninizm, kendi zıtlarına ve sapmalarına karşı mücadele içinde gelişir ve kitleleri kucaklayarak onları devrim hedefleri doğrultusunda eğitir ve önünde durulmaz bir sel haline getirir. Tarih, Demokratik Halk Devrimi süreci içinde bulunan ve bütün Marksist-Leninist grupları ve kişileri bir parti çatısı altında toplama göreviyle yükümlü ülkemiz proleter devrimcile-rinin önüne de, farklı koşullarda benzer görevleri koyarken, dünya dev-rimci hareketinin paha biçilmez derslerini de birlikte sunmaktadır.Bugün ülkemizde, sınıf mücadelesi, Marksist-Leninist merkezi bir önderlik-ten, yani başta işçi sınıfı olmak üzere, yoksul köylülüğü, şehir küçük burju-vazisini kucaklayan ve onların mücadelesini örgütleyebilen bir proletarya partisinden yoksundur. Hiçbir “parti” ve grup, kitlelere önderlik edecek teorik ve siyasi olgunluğa sahip olmadığı halde, kitlelerin ihtiyaçlarına cevap veremedikleri halde, kendilerini “önder” ilan etmekte ve bu konuda eleştiri dahi kabul etmemektedirler.Üstelik, rekabetçi tutumları temelinde gruplar arası düşmanlık duygularını körükleyen bazı gruplar, bu tutumlarının sonucu olarak halk içindeki çeliş-melerle, düşmanlarla halk arasındaki çelişmeleri de birbirine karıştırmak-tadırlar. Ve bu yanlış anlayış kimi zaman silahlı çatışmalar biçimine dönüşmekte, bu da devrim düşmanlarının işine yaramaktadır.Somut durumların zorunlu kılmasıyla, yer yer kısmi ve mahalli önderlikleri de içeren kendiliğinden halk hareketleri, faşizme ve burjuva gericiliğinin çeşitli biçimlerine karşı, silahlı ya da silahsız türleriyle sürmekte ve geliş-

Page 62: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mektedir. Mücadele, bir yanıyla çıplak burjuvaziye (yani kendisi şu ya da bu biçimde Marksizmle örtünmemiş, açıkca anti komünist burjuvaziye, gerici, reformist, faşist burjuvaziye) karşı, ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri alanlarda verilirken; bir yanda da, kendisini değişik oranlarda “Marksizm”le boyamış (ve sahtekâr tabiatından dolayı daha tehlikeli olan) burjuvaziye karşı verilmektedir. (Bu noktada burjuvazinin değişik kesimle-rine karşı mücadelenin de değişik biçimler taşıyacağı gözden kaçırılmama-lıdır.) Birinci tip mücadelenin odağını anti faşist mücadele oluştururken, ikinci tip mücadelenin odağını anti revizyonist mücadele oluşturmaktadır. Birinci tip mücadelenin odağında, silahlı örgütlenmesini artan bir şiddetle olgunlaştıran, AP destekli MHP vardır. İkinci tip mücadelenin karşıdevrimci odağında ise, T“K”P ve TİKP vardır. Birinci tip mücadelenin karşıdevrimci odağının arkasında ABD emperyalizmi durmaktadır. İkinci tip mücadelenin karşıdevrimci odağının arkasında TKP açısından Sovyet sosyal emperyalizmi, TİKP açısından ise hegemonyacılığın yeni bir heveslisi; başta ABD olmak üzere emperyalizmin yeni işbirlikçisi Çin durmaktadır. İşte üle-mizde sağcılığın uluslararası kaynakları bunlardır. Görünüşte ne denli “sol” olursa olsun, uluslararası temellerinde emperyalizm ve hegemonyacılığın yattığı bütün hareketler özünde sağcıdırlar, devrim düşmanıdırlar.Sağcılığın bir biçimi de, uluslararası proleter sosyalist hareketin tezlerine sahip çıkan, ideolojik ve teorik alanlarda revizyonizme, oportünizme ve reformizme karşı mücadele veren Marksist-Leninist eğilimli hareketlerin yapılarında, anti faşist mücadelede hantallık biçiminde kendini göstermek-tedir. Faşist çetelerin gelişigüzel adam öldürdükleri, kaçırıp işkence yaptık-ları, evleri bastıkları, intikam çığlıkları atarak onlarca insanı kurşuna dizdikleri bir dönemi yaşıyoruz. Koşullar halkın düzene karşı mücadelesi yanı sıra, “açık faşist diktatörlük” özlemi içindeki mihraklara karşı aktif mücadeleye hayati derecede önem kazandırmıştır. Görünen kadarıyla, sözünü ettiğimiz bu arkadaşlar, sadece propaganda, ajitasyon ve faşistleri teşhir etmenin yeterli olduğunu sanmaktadır. “…Hareket geliştikçe, yığınla-rın sınıf bilinci arttıkça, iktisadi ve siyasi bunalımlar kesinleştikçe, savunma ve saldırının yeni ve daha değişik yöntemlerinin sürekli biçimde doğmasını sağlayan ilerleme içindeki kitle mücadelesine karşı dikkatli bir tutum takınılmasını gerektirir. Bu nedenle, Marksizm, kesin olarak her-hangi bir mücadele biçimini reddetmez. Marksizm mevcut toplumsal durum değiştikçe, kaçınılmaz olarak, bu döneme katılanlarca bilinmeyen yeni mücadele biçimleriyle kendini hiçbir koşul altında sınırlamaz.”(11) Silahlı

Page 63: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

eylem de siyasi mücadelenin bir biçimidir ve düşmana karşı en etkili yön-temdir.Her düşüncenin ve eylemin olduğu gibi, terörün de bir sınıf karakteri var-dır. Biz, kitlelerin devrimci atılımını geliştiren, şu an güçsüz de olsa zamanla gelişebilecek ve geniş şehirli ve köylü emekçi kitlelerin güvenip başvurabileceği ve sahip çıkacağı zorunlu ve doğal şiddetin yanındayız ve gerekliliğine inanıyoruz. Özellikle devrimci kitle çalışmalarının, örgütlen-menin ve kitle hareketlerinin önüne dikilen faşist ve gerici engellerin silahlı hareketlerle aşılması gereken noktalara vardığı an, bu konuda göste-rilecek en küçük tereddüt, gericilere hizmet edecektir. Yalnız böyle zaman-larda, “1. Yığınların duyguları hesaba katılmalıdır; 2. O yöredeki işçi sınıfı hareketinin koşulları hesaba katılmalıdır; ve 3. Proletaryanın kuvvetlerinin ziyan olmaması konusunda dikkat gösterilmelidir.”(12)Devrimci içerikli bu şiddet, ilerde halk hareketlerinin önderlerini bizzat halkın kendi mücadelesi içinden çıkartacak okuldur. Halkı, emekçi kitleleri ve devrimcileri, hiçbir siyasi görüş ayrılığı gözetmeksizin gelişigüzel hedef alan sivil faşist terör ve gerici burjuva terörü, devletin resmi güçlerinin izleyiciliği ve tanıklığı önünde sürerse ve halkın can güvenliği sağlana-mazsa, devrimcilerin, emekçi kitlelerin ve geniş halk yağınlarının başlan-gıçta zorunlu savunma gereksinimi giderek de muhtemel saldırı odaklarını baskı altında tutmak istemesinden doğal bir şey olamaz. Çünkü emekçi kit-leler, ezen ve sömüren sınıfların diktatörlüğünden kendilerini korumasını bekleyemezler. Onların yasalarına kendilerini teslim edemezler. Bu nedenle halkın savunmasını, bizzat kendi güçleriyle yapmak ve örgütlemek zorunlu-luğu vardır. Bu görev, bizzat devrimcilere düşmektedir.Siyasal bunalımın silahlı mücadele boyutlarına ulaştığı günümüzde, hayat pahalılığı, açlık, işsizlik, güvensizlik de alabildiğine yoğunlaşmaktadır. Bu koşularda, Türkiye’nin Marksist-Leninistleri, Türkiye için özel ve yeni olanı bulmak zorundadırlar. Bunun için de, bilinçlerini koşullandıran dogmalar-dan kaba etkilenmelerden, ezbercilikten ve bağnazlıktan kendilerini kurtar-mak ve ülkemizin somut gerçeğinin özünü kavrayarak, devrimin kapısını aralayacak “püf” noktasını bulmak görevi ve sorumluluğunu yerine getir-melidirler.Devrimin objektif koşullarının varolduğu ülkemizde devrimin yolunu bula-mamamızın temel nedenlerinden biri “korkaklığımız”dır. Bu korkaklık dev-rimin yolunu bir reçete berraklığıyla devrim ustalarının yapıtlarında

Page 64: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

aramamızdan kaynaklanmaktadır. İyi bilmemiz gereken Marx ve Engels de içinde olmak üzere, bütün ustaların yapıtlarında, kendi ülkelerini devrime götüren tahlil ve teorilerde, eğer o yaratıcı ve bütünlüklü bir tarzda kavra-nırsa, devrimin; eğer o bir dogma olarak ve bütünselliğinden parçalanmış bir tarzda ele alınırsa revizyonizm, opürtünizm ve karşı devrimin silahları vardır. Sovyetler Birliği’nin revizyonist yönetici ve ideologları karşı dev-rimci teorilerine dayanak olarak; Çin revizyonizminin teorisyenleri sınıf uzlaşmacısı, emperyalist yardakçısı tezlerine dayanak olarak, ustaların yapıtlarından bölümler göstermiyorlar mı? Ayrıca belli tarihi dönemler için doğru olan, değişik tarihi koşullarda yanlış olabilir.

Marksizmin özü, yaşayan hayatın diyalektiğidir. Bugün, devrim ve revizyo-nist karşı devrim, ideolojik ve teorik dayanaklarını aynı kaynaklarda ara-maktadır. Çünkü Marksizm-Leninizm, bütün ezilen dünya halklarının gözünde büyük bir güven kaynağıdır. Bu nedenle Marksizm-Leninizmin saf-lığını koruması ve geliştirilmesinde, tayin edici mücadele; dünya devrimi-nin yolunu aydınlatacak olan ideolojilerin korunmasındaki esas mücadele, öncelikle başını Sovyet revizyonistlerinin çektiği modern revizyonizmle, başını Çin’in çektiğj yeni oportünizmle, dünyanın çeşitli ülkelerindeki Marksist-Leninistler arasındaki mücadele haline gelmiştir. Ve özellikle de bu nedenle, Çin’in başını çektiği oportünizm daha tehlikeli ve birinci plana alınması gereken bir engeldir. Bu engel doğru bir mücadele ile aşılmadan, Sovyet sosyal emperyalizmine karşı doğru bir mücadele verilemez; başını ABD’nin çektiği emperyalizme karşı doğru bir mücadele verilemez. Yeni oportünizm, sosyal emperyalizme ve emperyalizme karşı verilen mücade-leyi, dünya çapında, dünya komünist hareketinin birliğine büyük bir darbe indirerek çelmelemiş, su katmıştır.Çin’li oportünistler, “bir emperyaliste karşı mücadelede diğerleriyle bütün-leşme” anlamı taşıyan siysetlerinin bir sonucu olarak, başını ABD’nin çek-tiği emperyalizmle uzlaşmış, sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki halk hareketlerine büyük zararlar vermiştir.Ekim Devrimi’nin şanlı mirasına sahip çıkan proleter devrimcilerin günü-müzdeki en önemli görevleri arasında şunlar bulunmaktadır:1. Dünya gericiliğinin en köklü ve en deneyli emperyalistlerine, başta ABD olmak üzere, Avrupalı ve Asyalı emperyalistlere karşı savaşmak.2. 1950 sonlarında, Lenin’in ve Stalin’in proleter Rusyası’nı, adım adım değiştirerek sosyal emperyalist bir ülke haline getiren modern revizyo-

Page 65: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nizme ve onun hegemonyacı ve sosyal emperyalist emellerine karşı savaş-mak.3. Marksizm-Leninizmin en temel tezlerini, çağın değiştiği gerekçesiyle red-deden yeni oportünizmin temsilcisi Çin yöneticilerine ve onun uluslararası uzantılarına karşı savaşmak.4. ABD ve Rus sosyal emperyalistlerinin ve diğer emperyalistlerin yerli işbirlikçilerine karşı savaşmak.5. Proletarya hareketinin içinde varlığını sürdüren çeşitli revizyonist, opor-tünist ve reformist etkilere karşı savaşmak. Bütün mücadeleleri belirleye-cek olan budur. Yani devrimci hareket kendi iç sorunlarını çözemeden düşmanlarla arasındaki sorunları çözecek mücadeleyi başarıya ulaştırmaz. Gerek “devrimciler birbirlerini yiyorlar” diye sevinen devrim düşmanları ve gerekse onlara bu “sevinç” zeminini hazırlayanlar bilmelidir ki, er ya da geç ama sonucunda mutlaka, yenilen proleter saflara sızmış olan devrim düşmanı etkiler ve onların temsilcileri olacaktır. Marksizm-Leninizmin arı-lığını ve devrimci ilkelerini korumak göreviyle yükümlü bulunan ülkemiz devrimcileri de, Ekim Devrimi’nin 61. yıl dönümünde bu görevlerin bilin-cindedirler.Tarihi dersler bize “üç dünya” oportünizmini ve onların siyasi temsilcilerini ulusal ve uluslararası planda işçi sınıfı hareketi içinde, modern revizyonist-lerin hemen yanında, en tehlikeli düşmanlarından biri olarak ele almayı emrediyor. Onlar, “iki süper devletin, özellikle Sovyetler Birliği’nin kışkırt-tığı gerici bir iç savaşı önlemek ve ülkemizin bağımsızlığını savunmak için CHP’yi, AP’yi, MSP’yi ve bütün devrimci ve demokratik örgütleri güç birliği yapmaya çağırıyoruz.”(13) diyecek kadar “cesaret” sahibidirler. “Bir Mark-sist kendini sınıf mücadelesine dayandırır, toplumsal barışa değil. Belirli keskin siyasal ve iktisadi bunalım dönemlerinde, sınıf mücadelesi doğrudan bir iç savaş, yani toplumun iki kesiti arasında silahlı mücadeleye doğru gelişme gösterir. Böyle dönemde Marksistler, iç savaştan yana yerlerini almak zorundadırlar. İç savaşın herhangi bir moral suçlaması, Marksist açı-dan kesenkes benimsenemez.”(14)Onların anlayışına göre gelişen sınıf mücadelesi, sadece sosyalemperyalist-ler ve işbirlikçilerinin isteğine göre biçimlenmektedir. Oysa sınıf mücade-lesi, şu ya da bu partinin, şu ya da bu sınıfın isteğine göre değil, toplumun objektif sosyal ve ekonomik yasalarına göre biçimlenir. “Üç dünyacı” Aydınlık oportünizmine göre, faşist bir parti, ABD emperyalizminin yeminli savunucusu olan bir parti, yani MHP’nin hamisi AP, ülkemizin bağımsızlığı-

Page 66: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nın “korunması”nda rol oynayacaktır. Çünkü onlar için ülkemiz “bağımsız” bir ülkedir. Ve bu nedenle, bağımsızlığımızı kazanmak yerine, ülkemizdeki her tipten emperyalistleri ve onların uşaklarını yerle bir etmek yerine, “ülkemizin bağımsızlığını savunmak” gereklidir. Bu, ülkemizdeki gerici burjuva diktatörlüğünün devamı, yarı sömürge yapının devamı, emekçi kit-lelerin sömürülmesinin devamı, kitle katliamlarının devamı için, halk düş-manı gericilerle işbirliğinden başka hiçbir anlama gelmez. Ülkemizin ve halkımızın bugünkü noktaya gelmesinin baş sorumlularından biri işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak ağalarının partisi AP değil midir? AP’dir… fakat dünya halklarının baş düşmanlarını, iki süper devleti tek süper devlete indirgersen, onların işbirlikçileriyle bir diğer süper devlete karşı ittifak çağrıları yapmaktan doğal ne olabilir? Bugün her türden emperyalizme karşı teslimiyetçi bir siyaset izleyen; faşist kutupların üstüne yürürken denge politikası izlemek için bütün sola ağır darbeler indirme hazırlığında olan CHP, ülkemizin bağımsızlığının önündeki engellerden biri olarak ken-dini her geçen gün biraz daha belirginleştirirken, onlara çağrı yapmak, ÇKP’nin ABD, Japon ve Alman emperyalistleriyle işbirliğini yoğunlaştırdığı, dünya barışını bunlarla birlikte “korumaya” hazırlandığı bir döneme rast-larsa buna şaşmamak gerekir.Doğası gereği muhalefetteki CHP ile iktidardaki CHP arasında büyük farklar vardır. Muhalefetteki CHP (değişik zamanlarda defalarca belirttiğimiz nedenlerden ötürü) ilerici, demokrat görünümlü idi. İktidardaki CHP gerici-dir, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak ağalarının temsilcisi olma yolunda büyük adımlar atmıştır ve “umut”un anlamını halka göre değil, burjuvaziye göre şekillendirmektedir. Bu “siyasi rejim” anlayışları ne olursa olsun, sınıfsal temelini burjuvazide bulan partiler için kaçınılmaz bir sonuçtur.Bugün TİKP-Aydınlık oportünizmi de bu anlamdan olarak kendisini burju-vaziye kabul ettirmek için çaba harcıyor.Soruyoruz:Ezilen ve sömürülen sınıf ve tabakaları ezen ve sömürenlerle aynı cepheye çağırmak ne anlama gelir?Bu, “sınıf uzlaşmacılığı” siyaseti, son çözümlemede sınıf mücadelesini bur-juvazinin safında ve onun yararına sürdürmeyi getirmiyor mu? Bu, sosyal-emperyalistlere karşı mücadele adı altında, başta ABD olmak üzere, diğer emperyalistlerle aynı saflarda yer almak ve halkların devrim davasına iha-net anlamına gelmez mi? Bu, ezilen Kürt ulusunu, ulusal ve demokratik

Page 67: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

haklarını aramaktan vazgeçmeye, ezen ulusun burjuvazisinin bayrağı altında toplanmaya çağırmak değil midir? Çin’li revizyonistler, Kürt ulusu-nun mücadelesine “engel olun” diye talimat verirken kime hizmet ediyor ve kendi uzantılarını kimlerin yanına yerleştiriyor?Bir zamanlar HK ve HY gazetelerini “Faşist Diktatörlük” tanımını kulanma-dıkları için en ağır dille yaylım ateşine tutan, onları kendi görüşleri karşı-sında kolayca boyun eğdiren; bugün ise günlük gazetelerinde “Faşist dikta heveslilerinin yeni tertibi”(15) diyen Aydınlık oportünizmi, bir zamanlar etkilediği kesimlere baskıyla kabul ettirdiği “faşist diktatörlük” tanımından bugün kendisi vazgeçmiştir ve devletin faşistleştirilmesi süreci içinde kurumlaştırılan 1971 temelli kontrgerilla için, “devlet içindeki kanunsuz kontrgerilla” demekle yetinmekte ve fakat öte yandan çeşitli devlet kurum-ları içindeki faşist güçleri ve bizzat faşistleşmenin odağı olan burjuva dikta-törlüğünü “meşru” saymaktadır.Ekim Devrimi bize uzlaştırıcı partilere karşı mücadeleyi ve onların her alanda tecrit edilmesi gerektiğini öğretiyor. Çünkü bu tip mihraklar yenil-meden, kitlelerin önünde bunların maskeleri düşürülmeden devrimi başa-rıya ulaştırmak mümkün değildir.Bolşevikler, devrimin bütün aşamalarında oklarının hedefini, işçi sınıfının hareketi içindeki düşmanlara, halkın sahte dostlarına yöneltmişlerdir. Bu, genel bir kuraldır ve Marksizm-Leninizmin evrensel doğrularından biridir. Bolşevikler de devrimin harekete geçirilmesi döneminde en tehlikeli grup-laşmalar olarak uzlaştırıcı partilerin tecrit edilmesi yolunu izledi. Leninizmin stratejik kurallarını oluşturan nedir?Bu kural şunları kabul etmeye dayanır:1. Pek yakında olacak olan devrimin harekete geçirilmesi döneminde, dev-rim düşmanlarının en tehlikeli toplumsal dayanağını uzlaştırıcı partiler oluşturur.2. Bu partiler tecrit edilmeden, düşmanı (çarlığı ya da burjuvaziyi) devir-mek olanaksızdır.3. Dolayısıyla, devrimin hazırlanması döneminde okların en önemli hedefi, bu partileri tecrit etmek, büyük emekçi kitleleri bu partilerden koparmak-tır.

Page 68: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Çarlığın karşı mücadele döneminde, burjuva demokratik devriminin hazır-lanması döneminde (1905-1916), Çarlığın en tehlikeli toplumsal dayanağı liberal-monarşist parti, Kadet partisi olmuştu. Neden? Çünkü bu parti uzlaştırıcı bir partiydi. Partinin o zaman başlıca darbelerini Kadetlere yöneltmesi doğaldı, çünkü Kadetleri tecrit etmeden, köylülükle Çarlık ara-sında bir kopmaya güvenilemezdi; ve bu kopmayı sağlamadan da devrimin zaferine güvenilemezdi. Birçok kimse, o zaman Bolşevik Parti’nin bu özelli-ğini anlamıyor ve Bolşevikler için, Kadetlere karşı mücadelenin, baş düş-mana, Çarlığa karşı mücadeleden “önce geldiği”ni söyleyerek, Bolşevikleri aşırı bir “Kadet düşmanlığı” ile suçlamalar, baş düşmana karşı zaferi kolay-laştırmak, yakınlaştırmak amacıyla uzlaştırıcı partinin tecrit edilmesini gerektiren Bolşevik stratejinin apaçık olarak anlaşılmaması gerçeğini açığa vuruyordu.”[16]5 Haziran 1977 genel seçimlerinde, “Seçimlerde Neden CHP Desteklenmeli-dir?” adlı broşürümüzde gerekçelerini ortaya koyarak, CHP’nin desteklen-mesi gerektiğini savunduk. Bazı siyasi akımlar da, CHP’ye karşı, AP, MHP, MSP’ye “kayıtsız” bir tutum içinde “mücadele” yürüttüler. Yerli gericiliği bir bütün olarak ele aldılar ve yerli gericiliğin kanatları arasındaki çelişki karşısında “kayıtsız” kaldılar. Adını açıkça koymamakla birlikte seçimleri boykot ettiler. Taktik farklılıklarına karşın, temelde birleştiğimiz nokta aynıydı; uzlaşıcı ve uzlaştırıcı bir parti olan CHP’nin kitlelerden tecriti. Biz, Marksizm-Leninizmin temel yasalarından biri olan, kitlelerin kendi deney-leriyle öğrenmeleri gerektiğinden hareket ederek, bir CHP iktidarının, kitle-leri daha çabuk uyandıracağını, CHP’ye ve onun önderlerine olan bağlılığın zayıflayacağını, aynı zamanda AP ve özellikle MHP tarafından temsil edilen faşsit güçlerin iktidar ihtimaline karşı, devletin olanaklarını halka karşı en hayasızca kulanmalarına, faşist örgütleri kuvvetlendirmelerine karşı, CHP’nin desteklenmesinin daha doğru olacağını düşündük. Çünkü “biz, anarşist değiliz ve belli bir ülkede nasıl bir siyasi rejimin mevcut olduğu meselesi karşısında, yani demokratik hak ve hürriyetler çok büyük ölçüde kısıtlanmış da olsa, burjuva demokrasisi şeklinde görülen bir burjuva dikta-törlüğü mü, yoksa açık faşist biçimiyle bir burjuva diktatörlüğü mü mese-lesi karşısında kayıtsız kalamayız. Sovyet demokrasisinin savunucuları olarak uzun yıllar inatçı mücadelelerle işçi sınıfının elde ettiği demokratik kazançların her katresini sonuna kadar savunacağız ve bunların genişletil-mesi için kararlılıkla mücadele edeceğiz.”[17]

Page 69: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Hayat bizim düşüncelerimizi bir iki biçimselliğin dışında öz itibariyle doğ-ruladı. Kısa bir zaman içinde bile olsa, kitleler CHP’den umduklarını bula-madılar. Milyonlarca insan düş kırıklığına uğradı. CHP’nin nasıl bir düzen değişikliğinden yana olduğunu kendi acı deneyleriyle gördüler. Hayat paha-lılığı, artan işsizlik, emperyalizme bağımlılığın yoğunlaştırılması, demokra-tik hakların kısıtlanması, devrimciler ve yurtseverler üzerinde yoğunlaştırılan baskılar, kısa zamanda geniş bir halk kitlesinin gözünü açtı. Öte yanda, bir CHP hükümetine bile hayat hakkı tanımak istemeyen açık faşist diktatörlük yanlısı güçler, kitle katliamları, sabotajlar, mezhep çatış-malarını kışkırtmak gibi hile ve tertiplerden tutun da, bölgesel ayaklanma-lara varıncaya dek çeşitli yolları denemekten geri durmadılar. Halk kitleleri, bizzat kendi deneyleriyle gördüler ki reform vaadleri yapan bir CHP’ye bile hayat hakkı tanımayan güçler, gerçek bir halk iktidarının parla-menter yollarla kurulmasına, kapitalisitlerin ve toprak ağalarının mallarına el konulmasına kendi gönül rızalarıyla evet demeyeceklerdir. Egemen sınıf-ların, kendi çıkarlarına zarar verecek en küçük değişikliğe bile tahammül-leri yoktur. Özellikle bu dönemde barışçı yol hayalleri, seçimle iktidar hayalleri, oldukça ağır darbeler yedi.Yurdumuzda, CHP’nin kitlelerce kavranan uzlaşıcılığının yanı sıra, daha tehlikeli olan bir parti ortaya çıktı. Bu burjuva özünü “Marksizm”le boya-mış olan TİKP’tir. Çin revizyonizmi ve büyük devlet hegemonyacılığının ülkemizdeki temsilcisi olan bu parti, en az Rus sosyal emperyalizmi yardak-çısı ve savunucuları olan partiler kadar tehlikelidir ve kitlelere gerçek yüz-lerini açıklamak ve kitleleri bu akımın siyasi ikiyüzlülüğüne karşı uyanık tutmak en temel görevlerimizdendir.Aydınlık oportünizmine ve onun “proleter devrimcilik” boyası altındaki devrim düşmanı özüne en iyi cevabı Ekim Devrimi’nin dersleri vermektedir.“Ekim’in hazırlanması döneminde, mücadele halindeki güçlerin ağırlık mer-kezi, yeni bir plan üstüne kaymıştı. Artık Çar yoktu. Kadet partisi, uzlaştı-rıcı güç halinden emperyalizmin yönetici bir gücü haline gelmişti. Mücadele, artık Çarlık ile halk arasında değil, burjuvazi ile proletarya ara-sındaydı. Bu dönemde, emperyalizmin en tehlikeli toplumsal dayanağı, demokratik küçük burjuva partilerden oluşuyordu. Neden? Çünkü bu parti-ler o zaman uzlaştırıcı partilerdi, emperyalizm ile emekçi kitleler arasında uzlaştırıcı partilerdi. Bolşeviklerin başlıca darbelerini bu partilere yönelt-miş olması doğaldır, çünkü bu partileri tecrit etmeden, emekçi kitlelerin

Page 70: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

emperyalizmden kopmasına bel bağlanmazdı; oysa bu kopmayı sağlama-dan, Sovyet devriminin zaferine güvenilemezdi. Birçok kişi o zaman Bolşe-viklerin taktiğinin bu özelliğini anlamıyorlardı; onları, Sosyalist-Devrimciler ve Menşeviklere karşı ‘aşırı bir kin’ beslemekle ve baş hedefi ‘unutmakla’ suçluyorlardı. Ama Ekim’in hazırlanması döneminin bütünü, Bolşeviklerin, Ekim Devrimi’nin zaferini sağlayabilmesinin ancak bu taktik sayesinde olanaklı olduğunu güzel bir biçimde göstermektedir.”(18)Sonuç olarak özetlersek, Ekim Devrimi, sınıflararası mücadelenin zorunlu sonucu olarak doğmuştur. Bu mücadele içinde devrim, karşı devrime, top-lumsal, siyasal, kültürel, ve sanatsal her alanda yıkıcı darbeler indirdi. Ekim Devrimi sınıf mücadelesinin hem tarihi bir sonucu, hem de sınıfsız topluma ulaşma mücadelesinde proletarya diktatörlüğünün ilk adımı idi. Leninizmin düşmanları, oklarını sürekli olarak bu noktaya, proletarya dik-tatörlüğüne yönelttiler. Leninizmin özü olan proletarya diktatörlüğünü yık-maya çalıştılar. SBKP içinde, taa kurulduğu günden beri süren iki çizgi arasındaki mücadele, yani proleter yol ile burjuva kapitalist yol arasındaki, burjuvaziyle proletarya arasındaki mücadele, Stalin’in ölümünden kısa bir süre sonra, burjuvazinin lehine değişti. Lenin’in, Stalin’in ve milyonlarca komünistin emeğiyle inşa edilmiş proletarya partisi, Kruşçev kliği tarafın-dan gaspedildi. Proletarya partisini, “bütün halkın partisi”, proletarya dik-tatörlüğü devletini de “bütün halkın devleti” olarak değiştirdiler. Bu değişim sinsice, adım adım gerçekleştirildi. Artık, dünyanın ilk proleter sosyalist ülkesi Sovyetler Birliği revizyonizmin ülkesi, giderek de sosyal emperyalizmin ülkesi oldu.Bugün aynı yolda Çin revizyonistleri yürüyor. Sovyetler Birliği’ndeki geriye dönüşten tarihi dersler çıkartmış olan dünya proletaryası bu kez gaflete düşmedi, uyanık davrandı, onların karşı-devrimci yüzünü kısa zamanda bütün çıplaklığıyla görmeye başladı.Bugün, dünya karşı devrim cephesi güçlüdür ve çok çeşitlilik göstermekte-dir. Devrimin güçleri ise, dağınık ve bölük pörçüktür. Karşı devrim cephesi, Çin revizyonistlerinin getirdiği taze kanla köhnemiş gövdelerini ayakta tut-maya çalışıyor.Ekim derslerine, Sovyetler Birliği’ndeki ve Çin’deki geriye dönüşün tarihi ders ve deneylerine sahip dünya devrimci proletaryası, Marksizm-Leninizm kaldıracıyla, her türden emperyalistleri, emperyalizmin yardakçılarını,

Page 71: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

onların şu ya da bu tipteki gerici uşaklarını alaşağı edecektir. Tıpkı 1917 Ekim’inde Rusya’da olduğu gibi.1978 Kasım’ında, Güney’in 11. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 72: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

GRUPÇULUĞA KARŞI MÜCADELE ÖZÜNDE FELSEFİ İDEALİZME KARŞI MÜCADELEDİR“Kaynaşmış bir grup halinde, sarp ve zorlu bir yolda birbirimizin ellerine sıkı sıkıya sarılmış olarak ilerliyoruz. Düşman ateşi altında yürümek zorun-dayız. Özgürce benimsediğimiz bir kararla düşmanla savaşmak amacıyla, daha başında kendimizi tek başına bir grup olarak ayırdığımız için, uzlaşma yolu yerine mücadele yolunu seçmiş olduğumuz için, bizi suçlayan kimsele-rin bulunduğu yakınımızdaki bataklığa çekilmemek amacıyla birleşmiş bulunuyoruz.”LENİNÇağımız emperyalizm ve proletarya devrimleri çağıdır. Emek ile sermaye arasındaki temel çelişme, esas olarak, sistemli bir biçimde, emperyalizmin toplumsal güçleri ile sosyalizmin toplumsal güçleri arasında sürmektedir. Bu mücadele, değişik toplumsal ve siyasal yapılara sahip çeşitli ülkelerde farklı siyasi ve toplumsal sistemlere sahip ülkeler arasında, temelini sınıf-sal özün oluşturduğu, ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel, sanatsal, este-tik, felsefi vb. çalışmalar ve çatışmalar biçiminde, değişik koşullarda, barışçı ya da barışçı olmayan mücadele biçimlerine tabi olarak, hiç durmak-sızın gelişerek, zayıflayarak ya da çökerek sürer. Bir yanda emperyalist, kapitalist, revizyonist güçler, varlıklarını ve “gelişmelerini” bunların varlı-ğında gören işbirlikçiler, çeşitli sınıf ve tabakalara mensup uşaklar ve yar-dakçıları, yani köhnemiş dünya ve bunların —içte ve dışta— çeşitli toplumsal dayanakları; diğer yanda, uluslararası proletarya, ulusal ve top-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 73: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lumsal kurtuluş hareketleri, devrimci halklar ve sosyalizmin ülkeleri var-dır. Kapitalist sistem ile sosyalist sistem arasındaki çelişmede merkezi ifa-desini bulan bu çelişmeler, çağımızın evrensel gerçeğidir. Bu aynı zamanda, çağımızdaki sınıf mücadelelerinin merkezinde itici ve devindirici bir güç olarak devrimci proletaryanın bulunduğunu gösterir.Emperyalizmin güçleri ile sosyalizmin güçleri arasındaki mücadele, karşı karşıya saflaşmış, merkezi yönetimlere sahip düzenli ordular ve silahlı cep-heler biçiminde anlaşılmamalıdır. Bu mücadele, tek tek ülkelerde ve ulusla-rarası planda, karmaşık, çok cepheli ve iç içe sürer.Çağımızda, proletarya emeğin nihai kurtuluşunun değişmez ve en kararlı öncüsüdür; ezilen halkların ve ulusların her türlü sınıf baskılarından ve milli baskılardan —ki milli baskılar da özünde sınıf baskılarıdır— kurtulma-larının, sosyalizmin inşasının ve sınıfsız toplumu kurmanın ideolojik, siyasi ve örgütsel yol göstericisidir ve çağımızın en devrimci sınıfıdır.Bu tesbit, toplumsal olaylara, her türden toplumsal çelişmelere, uluslara-rası ilişkilere bakışımızın belirleyicisi ve ölçütüdür. Biz, her olayı, her öne-riyi her siyasal ve örgütsel biçimlenişi, başta proletarya olmak üzere, bütün emekçi kitlelere, ezilen ulus ve halklara yararları ya da zararları açısından ele alırız; devrime katkıları ya da kattığı zaafları açısından değerlendiririz.Dünyanın neresinde olursa olsun, devrimci işçi ve köylü hareketleri, dev-rimci ulusal kurtuluş ve bağımsızlık hareketleri, demokratik halk hareket-leri, onların gücünü ve etkinliğini yıpratan her hareket, her çelişme, sosyalizmin güçlenmesine hizmet eder; dünya gericiliğini zayıflatır.Dünyanın neresinde olursa olsun, devrim güçlerine zarar veren, devrimci gelişimi yavaşlatan, proleter sınıf bakışından uzaklaşan her tutum ve dav-ranış da dünya gericiliğini geçici de olsa güçlendirir; sosyalizmin güçlerini geçici de olsa zayıflatır.Grupçuluğa duyduğumuz tepki, bazılarının sandığı gibi “grup balığı” avlama niyetimizden değil, devrime ve devrimci gelişmeye verdiği zararları açıkça görmemizden ve bu olumsuzluğa kayıtsız kalmak istemeyişimizden kaynaklanmaktadır. Devrimci sorumluluğumuz, devrimimizin çeşitli temel sorunlarında, bizimle benzer bilinçli rahatsızlıkları duyan devrimcilerle sıkı sıkıya kaynaşmamızı, bizi dörtbir yandan sarmaya çalışan devrimin gizli ve açık düşmanlarına karşı birlikte savaşmamızı emrediyor. Biz bu kavgada yalnız olmadığımızı biliyoruz. Bizi, kendi gruplarına eleştirici bir gözle bak-

Page 74: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

tığımız için “bireycilik”, “kariyerizm” vb. sıfatlarla suçlayanlar, kendileriyle uzlaşma yerine mücadele yolunu seçmiş olmamızı hayıflanarak karşılıyor-lar. İyice bilincindeyiz ki, devrimin temel yasalarından en küçük sapmanın bizi götüreceği yer oportünizm ve revizyonizmdir.Oportünizmin bir göstergesi olan grupçuluk, Marksizm-Leninizmin evrensel ilkelerinin her ülkenin somut devrimci pratiğiyle yaratıcı bir tarzda birleş-tirilmesi temel yasasını reddeden anlayışı ifade eder. Grupçulukta ısrar, grup içerikli “parti”de ısrar, sadece isimle —addaki değişiklikle— grupçulu-ğun gizleneceğini sanmak, sınıf mücadelesinin özü ve mücadele araçlarının doğru biçimde kavranmamasının bir sonucudur. Sınıf mücadelesini, sadece sömürücü sınıflardan ekonomik ve siyasi haklar isteme, halk düşmanlarını basmakalıp sözlerle teşhir, kabaca ajitasyon ve propaganda ile yetinme, keskin “siyasi devrim” nutuklarıyla kadroları kızıştırma, katledilen devrim-cilerin cenazalerini kaldırma biçiminde anlayanlar, ne söylerlerse söylesin-ler, sonuçta, siyasi iktidarın şiddet yoluyla ele geçirilmesi mücadelesinin en temel unsuru ve yol göstericisi olan ideolojik mücadeleyi özü itibariyle yerli yerine oturtamaz ve devrim davasındaki anlamını kavrayamazlar. İdeolojik mücadeleden, siyasi karşıtlarına küfretmeyi, laf cambazlığını, polemiği ve demagojiyi anlayanlar, şatafatlı sözlerle taraftarlarının gözlerini boyamaya çalışanlar iyi bilmelidirler ki, yaptıkları sonuç olarak halk düşmanlarının işine yaramakta ve kendilerini değil, bir yığın samimi unsuru da içinde bulundukları bataklığa doğru çekmektedirler.Bugün, devrimci ve yurtsever saflarda, kendiliğindenliğin, küçük burjuva bireyciliğin, dedikodu ve asılsız karalama çabalarının yaygın ve yıkıcı etki-lere sahip olduğunu görüyoruz; bu, sınıf mücadelesini ideolojik planda, devrimci ve yurtsever saflarda, grupların bizzat kendi içlerinde ve bilinçle-rinin dokusunda dürüstçe, bilimsel temellere dayalı biçimde, her türlü önyargıdan uzak sürdüremedikleri içindir. Burjuva ideolojisinin çeşitli görünümlerine karşı mücadeleyi yalnızca kendi dışlarına karşı anlayan, küçük burjuvaca bir yanılmazlık ve kendini beğenmişlik duygusu ile kendi içlerindeki burjuva etki ve eğilimlere karşı gözlerini kapayan, bu nedenlerle bireyci yan ve hastalıkları yenememiş, Marksist olmayı, temel bazı sorun-ları “Kur’an ezberciliği” biçiminde anlayan, Marksist-Leninist kurama, diyalektik bir kavrayışla hayatiyet kazandırma yeteneğinden yoksun “grup önderleri”, grupçuluğun parçalanması mücadelesinin önündeki en önemli engellerdir. En geniş halk kitleleri ve devrimciler ve grup taraftarlarının önünde, onların devrime zararlı tutumlarını mahkûm etmediğimiz sürece

Page 75: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

onlar, devrim isteğiyle dolu yüzlerce, binlerce iyi niyetli insana grupçuluk mikrobu aşılamaya devam edeceklerdir; grup çıkmazının doğal bir sonucu olarak da, gruba inancın yitmesi, devrim inancın yitmesine, grup önderle-rine güvensizlik, genel olarak devrimcilere güvensizliğe dönüşecektir ve çok sayıda emekçinin umutsuzluğa ve karamsarlığa kapılmalarına, yılgın-lığa düşmelerine, revizyonizmin ve oportünizmin kucağına itilmelerine neden olacaklardır. Onların niteliği iyice açığa vurulmalıdır ki, kitleler kimin ardından gidileceği, gerçek önderlik, sahte önderlik konularında açık bir fikre sahip olsunlar.Bireyciliğe karşı, her alanda toplumcu ve kolektif çabayı ve biçimlenmeleri hayata geçirmeye çalışanlar, her türden açık gericiliğin yanı sıra karşıla-rında Marksizm-Leninizmle onarılmak istenen küçük burjuva ideolojisini ve savunucularını da bulurlar. Toplu olarak çalışan ve güçlüklerin ortak müca-deleyle aşılacağını pratikten öğrenmiş olan proletaryada ve en ileri unsur-larında ortak mücadele ve birlik ruhu gelişirken, küçük burjuva, kendisini ve taraftarlarını çeşitli göstergelerle aldatarak, bireysel dünyasının köhne-miş çatısında ısrar eder. Çünkü küçük burjuva, objektif gerçeği ve bu ger-çeği vareden zıtlıkları kavrayamadığı için karşısına çıkan siyasi ve örgütsel sorunlara doğru çözüm ve önerileri getiremez. “İstek”in ve eklektik biçimde şurdan burdan topladığı bilgilerin yeterli olacağını düşünerek yola çıkar, sonuç alamayınca telaşa kapılır, şaşırır ve halka karşı da, düşüncelerini kavrayamayanlara karşı da zora baş vurur; kaçınılmaz olarak yenilir. Mace-racılığın özünde, objektif iç ve dış koşulları kavrayamamak, bu koşullara uygun subjektif koşulları yaratmada yetmezlik ve acelecilik yatar. Örneğin, 1971 hareketleri, özellikle de THKO hareketi, bu aceleciliğin, sorumsuzlu-ğun, devrimde “önderlik” kapma küçük burjuva telaşının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ve bugün “parti” adıyla ortaya çıkanlar, öz itibariyle yine bu mantıktan hareket etmektedirler. Çünkü onların özleri değişmemiştir.Küçük burjuva bireyciliğinin kaynağından canbulan ve bu temelde biçim-lenmiş ve örgütlenmiş gruplar, kendilerine ne ad takarlarsa taksınlar, özleri gereği, ulusal planda proletaryanın “düşünce ve eylem” birliğini oluş-turamazlar; proleter enternasyonalizminin birinci koşulu olan bu görevi yerine getirmezler. Onlar, işçi sınıfının en ileri, en bilinçli, en fedakâr unsurlarını kendi bayrakları altında toplayamazlar; çünkü o bayrağın göl-gesinde kendilerinden başkasının olmasını bile hoşgörüyle karşılayamazlar. Tabiatları gereği onlar, kitleleri devrime yönlendiremezler. Kendi ülkele-rinde devrim güçlerinin birliğini yaratmayanlar, kaçınılmaz olarak, kendi

Page 76: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

gücüne güven temel ilkesini hayata geçiremezler. Çünkü grupçulukta ısrar, bireycilikte, mevki düşkünlüğünde ısrardır; grupçulukta ısrar amatörlükte ısrardır. Onlar, halkın ve devrim güçlerinin kendilerine güvenmelerini sağlayacak teori ile pratiğin birliğini sağlayamazlar; gericiliğin şiddetini altedecek devrimci şiddetin toplumsal ve örgütsel dayanaklarını oluştura-mazlar. Umutlarını dış destek ve yardımlara bağlarlar, “yaşasın proleter enternasyonalizmi” çığlıklarını, temel görevlerini hayata geçirmekten kaç-manın örtüsü olarak kullanmaya çalışırlar. “Bir ülkenin özgürlük ve bağımsızlığı ona hediye edilemeyeceği gibi, devrim ve sosyalizm de ithal edilemez. Biri ve öteki, her ülke, başta işçi sınıfı olmak üzere, Marksist-Leninist partinin yönetiminde geniş emekçi kitlele-rin kararlı devrimci mücadelesinin sonucudur. Kendi güçlerine dayanma ilkesi, proletaryanın, devrimcilerin ve sosyalist ülkelerin enternasyonalist yardımını bir kenara atmak demek değildir. Bununla beraber dış etken, uluslararası dayanışma ve yardım büyük önemine rağmen yardımcı ve tamamlayıcı bir unsurdur ve belirleyici değildir.”(19)Proleter enternasyonalizmi, emperyalizme, sosyal emperyalizme, bir bütün olarak uluslararası kapitalist revizyonist sisteme ve bu sistemlerden kay-naklanan her türden gericiliğe karşı mücadelede, kapitalist ve revizyonist dünyayı şiddet yoluyla devirmek, bu sistemlerin toplumsal ve siyasal daya-naklarını temellerinden yıkmak için “özel olarak her ülke proletaryasının ve genel olarak da dünya proletaryasının düşünce ve eylem birliğidir.”(20)Bu temel ilke, ulusal ve uluslararası planda, proletaryanın tarihi görevlerini yerine getirmesiyle çelişen örgütlenme biçimlerine, devrimi zaafa uğratabi-lecek her türden dar ve sekter anlayışlara karşı, bu anlayışların kaynaklan-dığı dünya güçlerine karşı kararlılıkla mücadele etmemizi emreder. Kendi ülkelerinde, proletaryanın “düşünce ve eylem” birliğini sağlayacak nitelikte bir örgütlenmede değil, küçük burjuva bireycikler toplamından başka bir şey olmayan, taraftarlarının gözlerini şablonlar, grup dogmaları, içeriksiz sloganlarla boyamaktan başka bir anlama gelmeyen tepeden inme “parti”lerde ısrar edenler, “proleter enternasyonalizmi” ve “devrim” çığlık-ları atmakta ne denli birbirleriyle yarışırlarsa yarışsınlar, son çözümle-mede proletaryayı ve emekçi kitleleri, emperyalizmin, sosyal emperyalizmin ve her türden iç ve dış gericiliğin, baskı, sömürü ve saldırı-ları karşısında, örgütsüz bırakmanın yarışını yapmaktan başka bir anlama gelmez. Parti için mücadeleyi, devrim mücadelesinden kopuk, daha şimdi-

Page 77: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

den, oluşturulacak “parti”nin gaspı biçiminde anlayanlar bizi düşündür-mektedirler. Parti, paylaşılması gereken bir beylik değil, bayrağı altında birleşilmesi gereken önderliktir. Parti, kaç tane önderi varsa, o kadar da grup tohumunu bağrında taşıyan bir hizipler bileşimi değil, en ileri, en fedakâr unsurları birleştiren, kitlelere güven veren devrim korunağıdır.Marksizm-Leninizmin en temel ilkelerinden biri de, proletaryanın devrimde hegemonyası ilkesidir. Devrimci proletarya ve onun bilinçli önderleri, önle-rine koydukları Demokratik Halk Devrimi’ne önderlik, egemen sınıfların siyasi iktidarlarının alaşağı edilmesi, yenilen sınıfların, toplumsal, siyasal, kültürel, ideolojik kalıntılarını ortadan kaldırmak, insan bilincinin derinlik-lerine sinmiş gerici eğilimlerin kökünü kazımak için proletarya diktatörlü-ğünü kurma görevini yerine getirmek için, hiç zaman kaybetmeden proletaryanın, partisi aracılığıyla hegemonyası temel yasasını, grup hege-monyasına, “parti” hegemonyasına, bir avuç mevki düşkününün hegemon-yasına indirgeyen dar grupçu anlayışlara ve grupçuluğun yarattığı bölücülük ve yıkıntılara karşı kesin tavır alma zorundadır. Grupçuluğa karşı mücadele, proletaryanın, yoksul köylülüğün, geniş emekçi kitlelerin birliğini sağlayacak olan partinin oluşturulması için mücadele doğrultu-sunda olmalıdır. Yoksa bir grubun güçlenmesi adına bir diğerinin yıpratıl-ması değil; grupların yıpratılması sonucu yeni bir grup yaratmak için hiç değil.Ülkemizde grupçuluktan yakınmayan bir tek grup bile yoktur. Herkes, “grupçuluk var” diyor. Fakat suçu tespitten sonra suçluyu dışarıda arıyor. Bunların çoğunluğunun yakınması, grup çıkarlarını korumayı temel alan yakınmalardır. Bunların savı, grupçuluk hastalığının dışlarında varolduğu-dur. Soruna böyle bakınca, grupçuluğa karşı mücadele, sadece dışa karşı grup yapısını korumanın mücadelesidir. İşte, temel yanılgılardan ve körlük-lerden biri budur.Devrimin üç temel silahı, parti, ordu ve birleşik cephedir. Küçük burjuva “parti” ne proletaryayı ne de diğer halk kitlelerini birleştirecek güce hiçbir zaman ulaşamaz. Onlar, kendi içlerinde bile birlik sağlayacak güçte değil-lerdir. Onlar, halk ordusunu değil, ancak küçük küçük bireysel terör grup-ları örgütleyebilirler. Onların nasıl bir “ordu” kurduklarına ülkemizde yakın geçmişte tanığız. Birleşik cepheden anladıkları da, kendi gruplarının hegemonyasındaki temelsiz ve tabansız grupçu cephelerdir. Bu tipteki grup cephelerinin neye hizmet ettikleri ve nasıl iflas ettikleri de yakın geçmişte

Page 78: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

izlenmiştir. Ki onlar, eylem birliklerinin bazı grupları güçlendireceği kaygı-sıyla, küçük çaptaki eylem birliklerinden, yardımlaşmalardan yana bile olmamışlardır.Sonuç olarak diyebiliriz ki:Ülkemiz devrimci hareketi, emperyalizme, sosyal emperyalizme ve onların yerli uşaklarına karşı, pratik öneriler ve pratik adımlarda birlik sağlamanın hayati derecede zorunlu olduğu bir dönemi yaşıyor. Kimden gelirse gelsin, hangi gruptan gelirse gelsin, devrime uzun ya da kısa vaddede yararlı, dev-rimin güçlerini pekiştiren, devrim düşmanlarını zayıflatan her eyleme, niteliğine göre sahip çıkmak ve değerlendirmek zorundayız. Faşizme, reviz-yonizme, reformizme ve uluslararası oportünizme karşı halk güçlerini bir-leştirme çabası yerine, devrimciler arasında düşmanlık duygularını körükleyerek ömürlerini uzatmaya çalışan, birlik noktalarını değil, ayrılık noktalarını ön plana çıkartan ve ayrılıkları derinleştirecek taktikler gelişti-ren anlayışları yıkmak bugünün en temel devrimci görevidir. Biz, birlik noktalarını ön plana çıkartıp, ayrılıkları olabildiğince birlik içinde ve tam demokrasi koşulları altında tartışmaktan yanayız. “Sınıf mücadelesinde sadece çelişkileri kabul edip birliği tanımamak, teoride metafiziğin bir başka türüne ve siyasette maceracılığa ve sekterliğe düşmek demektir.”(21) Bu nedenle, grupçuluğa karşı mücadele, özünde felsefi idealizme ve onun yöntemi metafiziğe karşı mücadeledir. Grupçuluğa karşı mücadelede onu doğuran sınıfsal, siyasal, ideolojik ve felsefi kökler kavranmazsa, başarı mümkün değildir. Gruba karşı mücadele derken, yeni bir grup anlayışı doğar.Bugün hiçbir grup, tek başına ülkemiz devrimci hareketinin karşı karşıya olduğu felsefi, teorik, siyasal sorunlara, gelişen halk hareketlerinin zorunlu ihtiyaçlarına, uluslararası planda varolan karmaşık sorunlara doğru cevap-lar verebilecek nitelikte değildir. Çeşitli gruplar içine dağılmış en ileri unsurların, sendikalarda, demokratik derneklerde ve hayatın çeşitli alanla-rında, kendi dallarında uzman niteliklere sahip proleter devrimcilerin, karşı karşıya olduğu sorunların çözümü için diyalog geliştirmeleri ve olumlu adımlar atmaları gerekmektedir. “Onlar, gerek dar, sekter ve subek-tif tavırlara karşı, gerekse bunca zorluk ve çabayla kurulmuş olanı da tehli-keye düşürebilecek ‘birlik için birlik’ kavramına karşı mücadele” etmeli ve “ilkelerden ve devrimci eylemlerden kopuk birliği veya partiye oportünizm, liberalizm, dogmatizm ve sektarizm ruhu getirebilecek birliği”(22) de kabul etmemelidirler.

Page 79: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Siyasi, ideolojik ve pratik anlamda çeşitli zaaflar taşımalarına ve yer yer de sırf bilgisizlikten Marksizmle çelişmelerine karşın yöneliş ve seçiş olarak proleter devrimci saflarda gördüğümüz siyasi güçlerin mücadele platform-larına temel dayanak yaptıkları tahlil ve tespitleri, önyargılardan uzak, cid-diyetle gözden geçirmelerinin, devrimcilerin birliği ve ülkemiz devriminin çıkarları açısından yararlı olacağı inancını taşıyoruz. Biz, varlıklarını şu ya da bu siyasi ve toplumsal tespitler temelinde sürdüren grupların aynı temelleri ve mantık biçimlerini korudukları sürece birleşebileceklerini san-madığımız gibi, böyle bir hayale kapılmamız da söz konusu değildir. Biz, grupları kendilerinin varlık nedeni saydıkları siyasal ve toplumsal tespit-lere, Marksizm-Leninizmin ışığında, ülke gerçeklerinin verileri temelinde, eleştirici bir gözle bakmalarını, yapay ayrılık noktalarını parçalamalarını, devrimin çıkarlarının emrettiği doğru tutumda birleşmelerini öneriyoruz. Marksizm-Leninizmin bilimi tektir. Ülke gerçeği de tektir, işçi sınıfı da tek-tir, devrimi yönetip yönlendirecek ve devrime damgasını vuracak parti de tek olacaktır. Bu gerçeği kavramayan, kendilerini “tek doğru” gören bütün gruplar yıkılacaktır. Ve biz bu yıkılış sürecini hızlandırmak için bütün gücü-müzle çalışacağız.Kuşkusuz, “dünya devriminin güçleri, ancak komünist bir platform üze-rinde örgütlenebilir.”(23) Ülkemiz devriminin güçlerinin örgütlenmesi de aynı temel ilkeden hareket edecektir. Bu nedenle, bazı temel tespitlerini mutlak, kutsal ve değişmez doğrular olarak ele alan anlayışları diyalektiğe aykırı buluyoruz. Örneğin, grupçulukta baş köşeyi kimseye bırakmayan ve taraftarlarının bilincini vestiyer sanan HK’nın, çok yakın bir gelecekte, “Ve eğer birileri, bir ‘kültür cephesi’ ya da herhangi bir başka mücadele plat-formu önerecek, kuracak, onun mücadelesini verecekse, önce bu temeli (yani PARTİ BAYRAĞI’ında, sergiledikleri temel görüşleri, Y. G.) reddebil-melidir; yanlış olduğunu kanıtlayabilmelidir.”(24) dediği temeli, şurasın-dan burasından hissettirmeden değiştirme yoluna gideceklerini iddia ediyoruz ve hatta en temel konularda değişiklik arefesinde olduklarını izli-yoruz. Özellikle sosyal-ekonomik yapı, devletin siyasi rejim biçimi, halk savaşı gibi temel bazı sorunlarda, şu anda basılı olanlara oranla değişik görüşler getireceklerini söylüyoruz. Bu yargıya varmamızın temel nedeni, başta HK olmak üzere grupların, hiçbir zaman ülkemizin gerçeğini temel alarak siyasi yönlerini çizmemiş olmalarıdır. Onlar, varlıklarını ilk biçimle-nişinden son biçimlenişine dek, kendilerini uluslararası etkilere göre biçim-lendirmişler, varlıklarının ve “tek doğru” oluşlarının ispatını uluslararası

Page 80: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

bir “merkez”in desteğinde aramışlardır. Onlar, Marksizm-Leninizmi, hiçbir zaman, yaratıcı bir tarzda kavramamamış, Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeğini, ülkemiz devrimci pratiğine uygulama temel yasasını ciddi biçimde ele almamışlardır. Onlar, varlıklarının bütün dönemlerinde en temel sorunlarda bile yanlış düşünürken, “en doğru” olarak hep kendilerini görmüşler, hayatın gerçeğine karşı kör olmayı seçmişlerdir.Yazımızı Devrimci Halkın Birliği’nden bir alıntıyla bitiriyoruz. İçten dileği-miz odur ki, gerek sayfalarından bu alıntıyı aldığımız arkadaşlar, gerekse diğer gruplardan arkadaşlar bu gerçeği görebilsinler:“Devrimciler, yurtseverler, demokratlar, tüm emekçiler, devrimci yurtsever saflardaki görüş ayrılıklarının faşizme, sosyal faşizme karşı, halk demokra-sisi mücadelesinde eylem birliğini engellemeyeceği, aksine değişik sınıf ve tabakalara mensup tüm halk kitlelerinin en geniş kesimlerinin eylem birli-ğinin sağlanması gerektiğinin bilinciyle hareket edelim. Halk güçlerinin birleştirilmesinin önünde baş engel olan grupçuluğa, sektarizme karşı mücadelede kararlı olmalı, grupçu tavırlarında ısrar edenleri teşhir ve tec-rit etmeliyiz.”(25)1979 Ocak’ında Güney’in 13. sayısında bir önceki sayıdaki makalenin devamı olarak yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 81: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

AEP-MK ÜYESİ FİKRET ŞEHU’NUN ÇKP DEĞERLENDİRMESİ ÜZERİNEHK’nın 131. sayısında, AEP-MK (Arnavutluk Emek Partisi - Merkez Komite) üyesi Fikret Şehu’nun bir konuşması yayınlandı. Bu konuşma, uluslararası proleter sosyalist hareketin tartıştığı bazı temel sorunlara, ÇKP (Çin Komü-nist Partisi) eleştirisi vesilesiyle açıklık getirme savını taşımanın yanı sıra, uluslararası komünist hareket içinde muhtemel yeni bölünmelerin de habercisi olma özelliğine sahiptir. Bizim kanımız o ki bu konuşma, aynı zamanda AEP’nin de eleştirici bir süzgeçten geçirilmesi sorununu, bütün dünya Marksist-Leninistlerin önüne getirmiştir. Fikret Şehu, “Avrupa komünizmi diye adlandırılan revizyonist akımın kurulması ve Çin revizyo-nizminin sahneye açıkca çıkması”nı(26) şöyle izah ediyor:“Uluslararası burjuvazi ve emperyalizm, buhran dönemlerinde her zaman yükünü hafifletmek için Marksizm-Leninizme döneklik edenleri kullanmaya çalışırlar. Kapitalist dünya sistemini içine alan ve sadece ekonomik olma-yan, fakat toplumsal ve siyasi, ideolojik ve ahlaki buhran olan ağır buhra-nın bugünkü şartlarında Avrupa komünizmi diye adlandırılan revizyonizminin sahneye açıkça çıkması bununla izah edilebilir.”(27)Görüleceği gibi, uluslararası burjuvazinin ve emperyalizmin, Marksizm-Le-ninizme döneklik edenleri kullanmaya çalışmaları, Avrupa komünizmi ve Çin revizyonizminin ortaya çıkmasının nedeni olarak gösterilmektedir. Çeviri yanlış yapılmamışsa, bu anlayış idealizmin ifadesidir. Avrupa komü-nizmi ve Çin revizyonizmi, ancak kendilerini var eden özgül koşullar incele-nebilirse ortaya çıkış nedenleri açıklanabilir. Avrupa komünizmi ve Çin revizyonizmi, uluslararası burjuvazinin ve emperyalizmin, Marksizm-Leni-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 82: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nizme döneklik edenleri kullanmak istemeleri nedeniyle ortaya çıkmamış-tır; Avrupa konünizmi ve Çin revizyonizmi tarihi bir süreç içerisinde ortaya çıktıktan sonra, uluslararası burjuvazi ve emperyalizm tarafından kullanıl-mak istenmektedir ve kullanılmaktadır.Konuşmanın son bölümünde ÇKP değerlendirmesi yer alır. Denir ki:“… Çin’e gelince, teori ve pratikte Çin yönetimi, gerek Çin devrimi sırasında gerekse devrimden sonra liberal ve burjuva demokratik tutumlar takınmış-tır. O, proletaryanın hakim rolünden ve sınıf mücadelesinin işçi sınıfının yararına yürütülmesinden yana asla olmamıştır. Küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmaları için faliyet göstermiştir.“Devrimden sonra Çin revizyonist yönetimi, sınıfsal uyumun ve sınıf olarak burjuvazinin varlığına izin vermenin çizgisini izlemiş ve Enver Hoca yolda-şın söylediği gibi sömürücü sınıflara karşı iyiliksever, oportünist bir tutum takınmış ve pratikte iktidarı onlarla bölüşmüştür.“Çin revizyonistleri, hiçbir zaman, gerçekten proleter partisi, Leninist tipte bir parti olan partinin önder ve ayrılmaz rolünden yana olmamışlardır.“Onlar uzun zamandan beri, Marksist-Leninist ideolojinin bir sosyalist ülkede yegane hakim ideoloji olmasından yana değillerdir. Tersine bugün ‘Avrupa komünistlerinin’ tantanalı bir şekilde propaganda ettikleri ideolo-jik çoğulculuğu öğütlemişlerdir.”(28)Bu konuşmadan çıkardığımız sonuç:1. ÇKP, teoride ve pratikte, gerek Çin devrimi sırasında, gerekse devrimden sonra liberal ve burjuva demokratik tutumlar takınmıştır.2. ÇKP, proletaryanın hakim rolünden ve sınıf mücadelesinin işçi sınıfının yararına yürütülmesinden yana asla olmamıştır.3. ÇKP, proletaryanın değil, küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin dev-rimde hakim role sahip olmaları için faaliyet göstermiştir.4. ÇKP, hiçbir zaman gerçekten proleter partisi, Leninist tipte parti olan partinin önder rölünden yana olmamıştır.5. ÇKP, uzun bir zamandan beri, ideolojinin Çin’de yegane hakim ideoloji olmasından yana değildir.6. ÇKP, bugün “Avrupa Komünistlerinin” tantanalı bir şekilde propaganda ettikleri ideolojik çoğulculuğu öğütlemektedir.

Page 83: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bizce bu konuşma, hem daha önceki AEP değerlendirmeleriyle, hem de kendi mantık örgüsü içinde gözle görülür çelişmeler ve tutarsızlıklar taşı-maktadır.Şöyle ki:ÇKP, gerek devrim sırasında, gerekse devrimden sonra revizyonist bir yapıya sahipse, yani Çin halkına devrim mücadelesinde önderlik eden siya-set ve ideoloji revizyonist ideoloji ve siyaset ise, neden Çin’deki siyasal ve toplumsal değişiklikliği “devrim” olarak niteliyoruz ve “sosyalist bir ülke”den söz ediyoruz. Marksizm-Leninizm bize öğretiyor ki, revizyonistler devrim yapamazlar; onların “devrim” dediği şey özünde karşı devrimdir.ÇKP, devrimde proletaryanın hegemonyasını değil de, küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmaları için faaliyet gös-termişse, küçük burjuvazinin ve orta burjuvazininin devrimde egemen olmasını engelleyen toplumsal güç neydi ve bu güç hangi siyasi örgütlen-mede ifadesini buluyordu. Eğer ÇKP, bütün hayatı boyunca revizyonist idiyse, Marksist-Leninist ideolojinin hakim ideoloji olmasına karşı çıktıysa, onun bu alandaki faaliyetlerini sonuca ulaştırmayan neydi? İktidarı bu nite-likte bir parti ele geçirdiyse, neden Sovyetler Birliği’ndeki duruma benzer bir durum daha önce gerçekleşmedi?Öte yanda, Çin gericiliğine, Japon emperyalizmine ve Amerikan emperyaliz-mine ve onların uşağı Çan Kay Şek kliğine karşı mücadelede, daha sonra modern revizyonizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadelede Çin hal-kına, “küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmaları için faaliyet” gösteren ÇKP mi önderlik etti?Gerçek böyleyse, emperyalizme ve uşaklarına karşı, proletaryanın öncülüğü olmadan, gerçek anlamda bir komünist partinin öncülüğü olmadan, prolar-yanın siyaseti ve ideolojisi olmadan da, zafer kazanma olasılığı var demek-tir; ki bu anlayış, burjuva ve reformcu hayallerin, oportünist ve revizyonist görüşlerin yayılmasına hizmet eder. Emperyalizm ve proletarya devrimleri çağında, proletaryanın dışında hiçbir sınıfın önderliği kesin ve kalıcı zafer sağlayamaz.Stalin, 1927’lerde ÇKP’yi şöyle değerlendiriyor:“… Eğer Çin Komünist Partisi, kısa zamanda iki bin üyeli bir grup olmaktan çıkıp 60.000 üyeli bir yığın partisi durumuna gelmişse; eğer Çin Komünist Partisi, bu dönem içinde, üç milyon proleteri sendikalar içinde örgütlemeyi

Page 84: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

başarmışsa; eğer Çin Komünist Partisi, milyonlarca köylüyü uyuşuklukla-rından kurtarmayı ve onlarca milyon köylüyü devrimci köylü birlikleri içine çekmeyi başarmışsa; eğer Çin Komünist Partisi, bu dönem içinde, ulusal ordunun birçok alay ve tümenlerini kendine kazanmayı başarmışsa; eğer Çin Komünist Partisi, bu dönem içinde, proletarya hegemonyası düşünce-sini, bir istek olmaktan çıkartıp bir gerçek durumuna dönüştürmeyi başar-mışsa; eğer Çin Komünist Partisi, kısa bir süre içinde, bütün bu başarıları gerçekleştirmeyi başarmışsa, bu durum, başka şeyler yanında, onun, Lenin tarafından çizilmiş yolu izlemiş olmasıyla açıklanabilir.”(29)Stalin bu değerlendirmesinde yanılmış mıdır?“Onlar uzun zamandan beri, Marksist-Leninist ideolojinin bir sosyalist ülkede yegane hakim ideoloji olmalarından yana değillerdir” denirken, dolaylı olarak Çin’in bir sosyalist ülke olmadığını kabul etmiş oluyor Fikret Şehu. Peki, “hiçbir zaman”, “asla” proletaryanın hakim olmasından yana olmayan bir parti mi sosyalizmi gerçekleştirdi? Devrime önderlik eden parti sosyalizmden ve işçi sınıfından yana değilse, sosyalizmden nasıl söz edile-bilir? Bu sosyalizm burjuva ya da küçük burjuva sosyalizmi ise, neden yıl-larca ÇKP’ye, Çin’e, Çin yönetimine karşı açık tavır izlenmedi.Bütün tarihi boyunca “liberal ve burjuva demokratik” tutum izleyen, “pro-letaryanın ve partisinin önder rolünden yana” “asla” olmayan ve bütün faaliyetini “küçük burjuvazinin ve orta burjuvazininin devrimde hakim role sahip olmaları” için gösteren bir parti, “Komünist Parti” adına, “proletarya-nın devrimci partisi” adına layık olabilir mi? Doğaldır ki, olamaz. AEP-MK üyesi Fikret Şehu’ya ve dolayısıyla AEP’ye göre, ÇKP, hayatının hiçbir döne-minde, gerçek anlamda bir Komünist Partisi olmayı “asla” başaramamıştır.Bu değerlendirmeye göre, ÇKP yöneticileri de bütün parti tarihi boyunca “revizyonizmin ve opotünizmin” temsilcileri olarak ele alınmak gerekir.ÇKP’yi Mao Zedung’dan ayrı ve bağımsız ele alabilir miyiz? Hayır… Ama bu değerlendirme, kaçınılmaz olarak bizi Mao Zedung’un da “oportünist ve revizyonist” olduğu değerlendirmesine kadar götürecektir.ÇKP önderliğinin zaman zaman sağ ya da “sol” oportünistlerin eline geçtiği doğrudur. Ama bu, ÇKP’nin bütün hayatı boyunca revizyonist ve oportünist olduğu anlamına gelmez. Marksistler, şu ya da bu konuda değerlendirme yaparlarken gerçek olgulardan hareket ederler; tarihi koşulları gözönünde bulundururlar. Örneğin ÇKP tarihi incelenirken, iki çizgi arasındaki müca-dele ve bu mücadelenin siyasi sonuçları doğru değerlendirilmelidir. Bir

Page 85: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

zamanlar “Çin Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri olan Cen Du-Siyu bir burjuva radikal demokratıydı. Marksizm-Leninizmi hiç kavramamıştı. (…) Cen Du-Siyu, o günkü aşamasında burjuva demkoratik nitelikte olan Çin devriminin kaçınılmaz bir şekilde burjuva cumhuriyetle sonuçlanacağını ve bu yüzden de burjuvazinin önderlik edeceğini söylüyordu.”(30) Buna karşı-lık Mao Zedung, ÇKP içinde Marksizm-Leninizmi temsil etmiştir. Zaman zaman parti önderliğini ele geçiren ya da yönetimde etkin duruma gelen burjuva radikallere, sağ ve “sol” oportünistlere karşı, Mao Zedung Mark-sizm-Leninizmi savunmuştur. Mao Zedung’un da çeşitli dönemlerde hata-ları olabilir. Hataları tarihi zorluklar ve koşullar içinde ele almak gerekir. Özellikle ölümünden sonra Mao Zedung’a yeni Çin yönetimi tarafından yöneltilen “eleştiriler”in içeriğini ve amacını iyi kavramak ve bu konuda çok dikkatli olmak gerekir.Yazımız ÇKP’nin ve Mao Zedung’un değerlendirmesini hedef almamaktadır. Bu konulara ileride değineceğiz. Biz, bu yazımızda başka bir noktaya, AEP’nin ÇKP’yi değerlendirme öz ve biçimine değinmek istiyoruz.Bugün, uluslararası alanda, komünist hareketin genel çizgisini kaba hatala-rıyla da olsa savunan gruplar ve yeni tipte Marksist-Leninist partilerin göz-leri ve kulakları Tiran’a çevrilmiştir. Tiran’dan çıkan her ses, dikkatle izlenmekte ve dünya gelişmesinin sorunları üzerine geliştirdikleri yeni tez-ler, yeni ve can alıcı tartışmalara yol açmaktadır. Bazı gruplar ve kendi kendilerini “parti” ilan eden bazı siyasetler, eski alışkanlıklarını, siyasi alanda yön değiştirdikleri halde hâlâ bağnazca sürdürmektedirler. Daha düne kadar kulaklarını Pekin’den ayırmayanlar, bu kez de, aynı küçük burjuva anlayıştan kaynaklanan yaranma, göze girme çabası, onaylanma ve kölece bir ruh haliyle ezberciliklerini sürdürmektedirler ve çeşitli tutum ve davranışarıyla kendi içeriklerini sergilemektedirler. Başta HK, DHY ve HB olmak üzere, bu konuda birbirleriyle amansızca yarışıyorlar. Onlar, asıl tayin edici şeyin, ülkemiz devrimci hareketinin niteliği olduğunu unutuyor-lar. Onlar, yalnız başına Tiran’ın onayının devrimci mücadelemiz için tayin edici olacağını sanıyorlar; yanılıyorlar. Kitlelere gitmeden, kitlelerce kabul edilmeden, kitlelerin önderi olmadan Tiran’ın onayını bekliyorlar. Bu nedenle, AEP’nin gözle görülür yanlış değerlendirmeleri karşısında “AEP eleştirilemez” mantığı ile susuyorlar ve eleştiri yönelten siyasetlere karşı da bağnazca saldırıyorlar.

Page 86: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bize göre, eleştirilemeyecek hiçbir parti, önder, hareket olamaz. Biz eleştiri özeleştiri mekanizmasını Marksist-Leninistlerin vazgeçilmez bir silahı ola-rak görüyoruz ve bu silahı işletmeye kararlıyız.AEP’nin son zamanlarda yayınlanan bazı görüşleri, devrimci saflarda kafa bulanıklığına neden olacak yanları içermektedir. Parti içinde sınıf mücade-lesinin ifadesi olan iki çizgi arasındaki mücadelenin reddi, aslında diyalek-tiğin reddidir. İmtiyazlar ve krediler konusu, sömürge ve yarı sömürge, yarı feodal ülkelerde, kırların ve köylülüğün devrimdeki rolü vb. konularda Marksizm-Leninizm ile çelişen görüşler görmekteyiz. Bize bulanık ve anla-şılmaz gelen her konuyu, bundan böyle, olanaklarımız nispetinde açıkla-maya çalışacağız. Görüşlerimizi ve eleştirilerimizi sunarken, Enver Hoca’nın şu sözlerini anmadan geçemeyeceğiz:“Eleştirilerimizi Sovyet yoldaşların ve diğerlerinin doğru bir biçimde onay-layacakları konusunda iyimseriz; buna inancımız tamdır. Eleştirimiz sert, fakat açık ve samimidir ve ilişkilerimizi sağlamlaştırmaya yöneliktir.”(31)Biz de, eleştirilerimizin Arnavut yoldaşlar tarafından böyle karşılanacağına inanıyoruz.Şimdi konumuza gelelim:AEP, 81 Komünist ve İşçi Partisi’nin Moskova’da 16 Kasım 1960’ta yaptığı toplantıda, Sovyetler Birliği önderliğinin“… gerçeğe dayanmayan ve hiçbir temeli olmayan hatalardan dolayı Çin Komünist Partisi’nin uluslararası Komünist hareket tarafından mahkûm edilmesini”(32) sağlama girişimlerinin karşısına dikildi. Çünkü “AEP’nin bütün üyelerinin ortak görüşü ÇKP’yi Marksizm-Leninizm’den sapmakla, 1957 Moskova Bildirisi’ni çiğnemek ve ondan ayrılmakla haksız yere suçla-yan Sovyet yoldaşların ağır bir hata işledikleri”(33) yolundaydı. Sovyet yöneticileri, ÇKP’yi “doğmatik”, “sekter”, “savaştan yana”, “barış içinde bir arada yaşama ilkesine karşı”, “sosyalist kamp içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olmayı istemek”, “hizipçi ve Troçkist”, “Komünist hareket için büyük bir tehlike” vb. suçlamalarıyla mahkûm etmeye çalışıyorlardı.Bir zamanlar modern revizyonizmin saldırılarına karşı ÇKP’yi savunan AEP, bugün Fikret Şehu’nun konuşmasıyla ÇKP’yi hiçbir zaman ve “asla” Mark-sist-Leninist olmayı başaramamış bir parti olarak değerlendirmektedir. Oysa AEP tarihi bize ÇKP için çok farklı şeyler öğrenmiştir.

Page 87: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

AEP tarihi der ki:“Devrimci saflarda yer alan sosyalist ülkeler ve hürriyet, bağımsızlık ve sosyalizm uğruna müadele eden bütün güçler, ABD emperyalizminin ve Sov-yet revizyonist emperyalizminin esas ve ortak düşmanlarıydı. Onların en büyük düşmanı, ABD kapitalistlerinin ve modern revizyonistlerin hegemon-yacı emellerinin karşısına dikilen aşılmaz engel, Çin Halk Cumhuriyeti’ydi. Esas darbelerini Çin Halk Cumhuriyeti’ne yöneltmeleri işte bu yüzden-dir.”(34)“Çin Halk Cumhuriyeti’nin ve başta büyük Marksist-Leninist Mao Zedung’un bulunduğu Çin Komünist Partisi’nin dünya devrimci komünist ve kurtuluş hareketinde oynadığı muazzam rolü gözönünde bulunduran AEP şunu ortaya koydu:“Bütün Marksist-Leninist partiler ve güçler, eşit ve bağımsız bir şekilde, Çin Komünist Partisi ve Çin Halk Cumhuriyeti’yle sıkıca birleşmeli ve düş-manlarımızın çarpıp parçalanacakları çelikten bir blok meydana getirmeli-dirler.”(35)AEP tarihi 1971’de yayınlanmıştır. Enver Hoca 1960’ta: “Marksizm-Leninizmin ilkelerini ve Moskova Bildirisi’ni (1957) tahrif eden akıma karşı Marksist ilkeleri açıkça savunan partiler, Bükreş’te sadece Çin Komünist Partisi ile Emek Partimiz…”(36)Yine diyordu ki:“Biz Bükreş’te Marksizm-Leninizmi savunduk, partinin çizgisini savunduk. Biz bu ilkeli ve yürekli mücadeleyi verirken, bir yandan kendimizi Çin’li yoldaşlarla aynı safta bulduk, çünkü onlar da tıpkı bizim partimiz gibi Marksizm-Leninizmin saflığını korumak için mücadele eden şanlı partile-rini savunuyorlardı.”(37)“Partimiz, Çin’li yoldaşlarla ve aynı şekilde doğru tavır alan başka partiler-den yoldaşlarla birlikte Marksizm-Lenenizmin öğretilerini sağlam kanıtlar getirerek savundu.”(38)Fikret Şehu ile Enver Hoca’nın birbirleriyle taban tabana zıt bu iki değer-lendirmesi bizleri düşündürmektedir. Çünkü biz biliyoruz ki bu görüşler sadece Fikret Şehu’nun görüşleri değildir.1970’te, Lenin’in doğumunun 100. yıldönümünde, AEP-MK üyesi Ramiz Alia şöyle diyordu:

Page 88: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“Leninizmin gerçek mirasçıları ve savunucuları, onu uygulayanlar ve geliş-tirenler, Lenin’in öğretilerinin devrimci özüne ve ruhuna sadakatla bağlı kalan hareketlerinin her adımında Lenin’in ölümsüz fikirlerini rehber alan Çin Komünist Partisi, Marksist-Leninist partiler ve sağlıklı güçlerdir; dünya komünizm davasını ilerletenler, zaferle dolu Marksizm-Leninizmin öğretile-rinin saflığını tutarlı bir şekilde ve yılmadan savunanlar, burjuvaziye, emperyalizme ve oportünizme karşı kararlılıkla mücadele edenlerdir.“Lenin’in doğumunun yüzüncü yıldönümünde sosyalizmin bayrağı yüce Çin halkı üzerinde gururla dalgalanmaktadır. Başında büyük Marksist-Leninist Mao Zedung yoldaş bulunan Çin Komünist Partisi, Çin halkına Lenin’in yolunda rehberlik etmektedir. Rusya’daki Ekim Devrimi’nden sonra en önemli dünya olayı olan Çin Devrimi, sosyalizme ve komünizme zaferle ilerlemektedir. Çinli komünistler, proletaryanın devrimci teorisine sadaka-tın ve düşmanlarına karşı amansızca mücadelenin parlak bir örneğini ver-mişlerdir. Mao Zedung’un yaratıcı düşüncesi, Marksizm-Leninizm hazinesine, eleştirici ve devrimci ruhunun korunması ve yeniden geliştiril-mesine muazzam katkılarda bulunmuştur.”(39)1971’de, AEP’nin 6. Kongre Raporları’nda Enver Hoca Çin için şöyle diyordu:“Halk Çin’i ve Arnavutluk, Marksist-Leninist çizgiyi tutarlı bir şekilde izle-yen ve sosyalizmi inşa eden bu iki ülke, devrimci hareketi önemli ölçüde etkilemekte, genişlemesi yönünde devrimci harekete coşkunluk veren, teş-vik edici bir örnek olmakta ve halkların devrim ve kurtuluş mücadelelerini destekleyen sağlam bir dayanak teşkil etmektedir.”(40)“Devrimci harketin bütün dünyada güç kazanmasında ve büyümesinde dev-rimin ve sosyalizmin kudretli kalesi Çin Halk Cumhuriyeti özellikle önemli bir rol oynamıştır.”(41)Yine Enver Hoca şöyle der:“Arnavutluk Konünistleri ve Arnavutluk halkı, kardeş Çin halkının Çin Komünist Partisi’nin önderliği altında, Çin’deki sosyalist devrim ve sosya-list kurtuluşta proletarya diktatörlüğünün sağlamlaştırılması, anavatanın güçlendirilmesi ve ilerletilmesi için yürütülen sınıf mücadelesinde kazan-dığı başarıları sonsuz bir sevinçle karşılamaktadır.” (…) “Çin halkının şanlı devriminde ve sosyalizmin inşasında kazandığı tarihi zaferler, yeni halk Çin’inin yaratılması ve onun bugün dünyada sahip olduğu büyük itibar, büyük devrimci Mao Zedung yoldaşın adına, öğretilerine doğrudan bağlıdır.

Page 89: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bu ünlü Marksist-Leninistin eseri, proletaryanın devrimci teorisinin ve pra-tiğinin zenginleştirilmesine yapılmış bir katkıdır.”(42)Övücü bu sözlerden sonra Fikret Şehu’nun değerlendirmesi üzerine ciddi-yetle eğilmek ve düşünmek gerekiyor. Mao Zedung’un ölümünden sonra Çin’de meydana gelen değişimlerin kökleri Çin tarihinin derinliklerinde aranmalıdır. Yeni oportünizme karşı mücadele ederken “sol” hatalara düş-mekten kaçınılmalıdır. Çin’in geçmişi değerlendirilirken, özellikle modern revizyoninstlere fırsat verilmemeli ve modern revizyonizme teslimiyetçilik izlenimi uyandıracak tutumlardan uzak durulmalıdır. Ve en önemlisi, salt kendi görüşleri içinde tutarlı olabilmesi için bile geçmişin değerlendirilmesi sağlıklı bir özeleştiri biçiminde ele alınmalı, eleştiri maddi dayanaklar üze-rine oturtulmalıdır.Şunu belirtelim ki, bu sorunlar üzerinde Marksist-Leninist olmanın gerek-tirdiği sorumlulukla durulmazsa, bu tutum yeni olumsuzlukları da peşi sıra getirecektir. Evet düşünmemiz gerekiyor; sözgelimi bugün AEP, “halk savaşı” anlayışı üstüne ne düşünmektedir? Eğer o “halk savaşı” anlayışını “anti Marksist” buluyorsa ve onun bu yorumlayışı halk savaşı kuramcısı ve önderlerinin (örneğin Mao’nun) utangaç bir biçimde “anti Marksist” ilan edilişiyse, AEP’i “Marksizm-Leninizmin uluslararası merkezi” sayan ve de “dervim platformları esas olarak halk savaşı anlayışı üstüne kurulu” olan siyasetlerin (diyelim ki HK’nın) tutumları nasıl açıklanabilir? Hem “halk savaşı” demek, hem de “Marksizm-Leninizmin uluslararası merkezi” sunu-şuyla, AEP’nin “halk savaşı”na ilişkin görüşlerini yayınlarında (üstelik yorumsuz olarak) yayınlamak nasıl açıklanabilir? (bkz. HK, s. 134) Ve yine ÇKP’ye “hiçbir zaman komünist olmadı” diyen ve bu sözle kendi geçmişine, hem Stalin’e, hem birçok örgüte ve komünist öndere “tekzip’ çıkaran AEP’nin, bu tutumuna ilişkin olarak, şimdi onu “uluslararası Marksizm-Le-ninizm merkezi” sayan gruplar ya da partilerin açık değerlendirmeleri nedir? AEP’nin, yeni Çin revizyonist yönetiminin “Mao’yu eleştiri” kampan-yaları için açık tutumu nedir? AEP’e sadakatle bağlılığı bilinen kimi örgütle-rin (diyelim ki KPD-ML’nin) Mao’ya yönelttiği “nitelemeler”e karşı AEP’nin tutumu nedir? Ve ayrıca bu örgütlerin özellikle bu konudaki tutumları AEP’den bağımsız olabilir mi? Bugün siyasi akımlar, taraftarlarına Mark-sizm-Leninizmi öğretmede eğitim kitapları olarak hem “ÇKP dünya komü-nizminin önderi”, hem “ÇKP hiçbir zaman komünist olmadı” diyen AEP’nin görüşlerini önerirken (sözgelimi P.B. Sayı 9) kendine neyi kıstas almakta, taraftarlarına bu uyumsuzluğu nasıl açıklamaktadır? AEP’ye çelişkileri,

Page 90: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

olumsuzlukları, uyumsuzlukları da dahil, her şeyiyle teslim, her şeyinin kopya siyasetini mi? Bu ve benzeri sorular uzatılabilir. Bizim üzerinde durup hatırlatmamız gereken şey bu sorunun demogoji konusu edilmemesi-dir. Yapılması gereken devrimci eleştiri, özeleştirinin bu soruna ilişkin özünü ve biçimini tesbittir. Yoksa tek tek ülkelerde, devrimin kendi özgü-lünü bulma çabası yeni engellerle karşılaşacaktır.Bizim özel noktaları önümüzdeki sayılarda açacağımız AEP eleştirisi, genel hatlarıyla bu merkezdedir.1978 Aralık’ında Güney’in 32. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 91: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

İNSAN BİLİNCİ VESTİYER DEĞİLDİR“Her organik varlık her an hem aynı şeydir, hem de aynı şey değildir; her an dışarıdan aldığı maddeleri özümlerken, daha başka maddeleri de dışarı atmaktadır; her an bedenindeki hücreler ölmekte ve yeni hücreler oluşmak-tadır; gerçekte, belirli bir süre içinde her organik varlığın bedeninin mad-desi tepeden tırnağa yenilenir ve yerini başka madde atomları alır, dolayısıyla her organik varlık her zaman hem kendisidir, hem de kendisin-den başka şeydir.”(43)Şeylerin, toplumsal ve siyasal olayların, insan bilincine objektif içeriklerine uygun olarak yansıması, duyum organlarının sağlığına, insan bilgisinin ve bilincinin düzeyine, içinde yaşadığı durumun —kişisel ve toplumsal— objek-tif ve subjektif niteliğine bağlıdır. İnsan, duyumları ve bilinci aracılığıyla, şeyleri ve olayları, yani bilinçten bağımsız olarak varolan şeyleri ve bu şey-lerin hareketlerini, asıllarına uygun bir biçimde algılayacak olgunluk, bilgi ve sağlığa sahipse, doğru bilgilenmenin ilk koşulu yerine gelmiş olur. Duyum organlarındaki yetmezlik ve sakatlıklar, algılamanın sağlıksız ve aslına uygun olmamasına yol açar. Örneğin, gözü bozuk bir insanın, her-hangi bir nesneyi algılaması bulanıktır. Kulağı iyi duymayan ya da hiç duy-mayan birinin, hareketin bir yönünü —ses hem hareketin bir biçimidir hem de hareketin bir sonucudur— aslına uygun algılaması düşünülemez. Yazıla-rımıza gözlerini kapayarak bakanlar, sesimize kulaklarını tıkayarak ilgi gösterenler, sığındıkları grupların kaba önyargılarıyla koşullanmış olarak düşüncelerimize yaklaşanlar, anlatmak istediklerimizi bulanık görecekler-dir. Onlar Marksizmi “bir dünya görüşü olarak değil, siyasal eylemin yöne-tici bir zinciri olarak”(44) ele alanlardır ve bunu da tam anlamıyla başaramayanlardır. Çünkü Marksizmi bütünlüğüyle kavramayanlar, bir dünya görüşü olarak ele almayanlar, yenilirler.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 92: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Toplumsal ve siyasal ilişkilerin düzeyi, bilginin ve bilincin niteliği, algıla-manın ve kavramanın biçimlenişini belirleyen etkenlerdir. Şeyleri ve olay-ları inceleme yöntemi ve teorisi de, bilginin ve bilincin derinleşmesinde, şeyler ve olaylarla bilinç arasındaki karşılıklı ilişkide tayin edici bir öneme sahiptir. Algılanan şeyler arasındaki bağları, karşılıklı etkileşimi doğru biçimde kavramak, şeyleri yalnız dış görünümleriyle değil, şeylerin iç bağ-lantılarıyla, şeylerin şeylerle bağlantılarını, bir bütün olarak içerikleriyle, gelişim eğilimleriyle birlikte kavramak, şeylerin hareket yasalarını, yani çelişmenin yasalarını, materyalist diyalektik temelde bilmekle mümkündür.İnsan, her an hem aynı şeydir, hem de aynı şey değildir. Biyolojik anlamda olsun, bilgilenme ve bilinçlenme anlamında olsun, bu böyledir. Örneğin, bil-gilenme süreci içinde insan, toplumsal pratiği aracılığıyla çeşitli bilgiler edinir. Bilgiler gereklilik oranına göre özümsenir. Bilgilerin özümsenmesi, bir besinin sindirilmesine benzer; sindirim sürecinde, bir kısmı bedenin çeşitli hücrelerinin yenilenmesini, beslenmesini sağlarken, bir kısmı da dış-talanır. Yaşamamız ve eylemimiz için gerekli olan bilgi de benzer işlemler-den geçer. Bilginin yaşamamız için gerekli olan kısmı özümlenip hayata geçerken, bir kısmı da kullanılamaz, açıkta kalır. Özümleme, yararlının alınması, yararsızın atılması demektir. Bilinçsiz seçimler, ilgisizlik, yediği-miz şeyleri incelememek, temizliğe bakmamak, organlarımızdaki rahatsız-lıkları hesap etmemek, nasıl küçük rahatsızlıklardan zehirlenmelere yol açarsa, bilgilenme alanında gelişigüzel seçimler de, siyasal saflaşmadaki gelişigüzel seçimler de, toplumsal, siyasal ve kültürel rahatsızlıklara ve zehirlenmelere yol açabilir.Bir besin maddesinin özümlenmesinde, hem besinin niteliği, hem de sindi-rim organlarının niteliği söz konusudur. Hasta bir mide görevlerini yapa-maz; salgı bezleri görevlerini yerine getirmiyorsa, besinin özümlenmesinde rolleri olan organlar görevlerini yerine getirmiyorlarsa, getiremiyorlarsa, besinin yararlı maddeleri hücrelere tam ulaşamaz. İnsan bilincinin sağlığı, bilgi edinme yöntemi, deneyim olgunluğu da edinilen bilgilerin hayata geçi-rilmesinde önemli ve tayin edici bir rol oynar. Bilginin yararlılığını ya da yararsızlığını ya da oranını belirleyen, o an içinde bulunduğumuz objektif ve subjektif durum, üretim içindeki yerimiz ve bilinç düzeyimizdir. Öyle bil-giler vardır ki, esas itibariyle yararlı ve gereklidir fakat o an için gerekli olmayabilir. Ya da bir başkası için gerekli olduğu halde bize gerekli değil-dir. Örneğin bir doktora gerekli olan bilgilerle bir avukata gerekli olan bil-

Page 93: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

giler —mesleki anlamda— farklıdır. Ama hem doktor, hem de avukat için gerekli olan ortak bilgiler de vardır.Bilgi de, besin gibi yaşamamızın sürmesi ve gelişmesi için gerekliyse, zorunlu bir ihtiyaçsa, hayatımıza katılır; toplumsal, siyasal, kültürel, sanat-sal vb. çalışmalarımızı etkiler, eylem ve ilişkilerimize yön verir; toplumsal konumumuza, içinde bulunduğumuz objektif ve subjektif koşullara ve bilgi-nin gereklilik ve acillik durumuna göre, her türden ilişkilerimizi ve sonuçla-rını etkiler. Özümlenmiş bilgi, toplumsal pratiğimize karışan, ilişkilerimizi ve sonuçlarını şu ya da bu ölçüde etkileyen, değiştiren, başka bir şey olan bilgidir. Elektrik akımı ışık oluyor, bir şeyi çalıştıran enerjiye dönüşüyor, ısı veriyor vb. ise, bilgi de işlenerek başka bir şeye dönüşüyor. Bilginin başka bir şey olması, işlenerek biçim değiştirmesi, somut ya da soyut biçimleriyle yararlı ya da zararlı olması demektir. Her bilgi yararlı sonuçlar doğurmaz. Öyle bilgiler vardır ki, insanları olumsuz eğilimlere sürüklerler. Öte yanda, genel anlamıyla yarar ve zarar, sınıflara, kişilere ve zamana göre değişkenlik gösterebilir. Bizim yararlı dediğimiz şeye bir başkası zararlı diyebilir. Örneğin, işçi sınıfının siyasal ve sınıfsal bilincinin derin-leşmesi bizim için yararlı iken, egemen sınıflar için zararlıdır. Bu konuya, anlatmak istediklerimizi dağıtmamak için değinmeyeceğiz.Elma yiyoruz, ekmek yiyoruz, su içiyoruz; yediklerimiz ve içtiklerimiz sin-diriliyorsa, başka bir şey olurlar. Elmayı, ekmeği, daha dişlemeye başladığı-mız andan itibaren, elma ve ekmek, başka bir şey olmaya başlamışlardır. Elmadaki vitaminler, glikoz, su vb. yararlı şeyler bedenimize katılırken elmalığı yiter. Bilgi de hayata karışırken başka bir şey olur; ya da başka bir şey olarak hayata karışır. Örneğin bir doktorun edindiği bilgiler hayata bilgi olarak değil, bilginin özümlenmesinin sonuçları olan birtakım tahliller ve tesbitler biçiminde, tedavi yöntemi biçiminde, mesleki çabanın olgunlaş-ması ve gelişmesi biçimlerinde yansır. Bir diş doktorunun edindiği bilgiler eyleme dönüşür; diş çekme, dolgu yapma vb. biçiminde yansır. Soyut bilgi, üretilen şeylerde somutlaşır ya da yeni, gözle görülmeyen elle tutulmayan hizmetler biçimine dönüşür. Bu nedenledir ki, Marksizm bir eylem kılavu-zudur. Bilgiler de toplumsal, siyasal vb. ilişkilerimizi yönlendirirler. İnsan eli değen her şey bilgiyi içerir ve bilginin zenginleşmesinin kaynağını oluş-turur. Bir anlamda, bilgiyi içermeyen ya da bilginin kaynağını oluşturma-yan tek şey bile yoktur. Edindiğimiz bilgiler, gerçekten özümleniyorsa, en küçük günlük ilişkilerimizden tutun da en geniş toplumsal ilişkilerimize dek, insanlığın kaderini değiştirecek her şeyi etkiler.

Page 94: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bu arada, insan idaredesinden bağımsız varlıklarını sürdüren şeylerin ve olayların insan bilincini etkilemesi, bu etkilenmenin denetimi, yönlendiril-mesi üzerinde durmayacağız. Örneğin hava kirliliğinin yoğun olduğu Anka-ra’da ya da bir tabakhanede, kömür ocağında, havanın solunumu denetimimiz dışındadır. Yani insan iradesine bağlı değildir. İçki içen bir insanın, sarhoş olması kendine bağlı bir şey değildir. Konumuz bu olmadığı için, değinmeden geçeceğiz.Sindirilmeyen şeyler, çoğu kez biçimsel yapılarını da koruyarak dışa atılır-lar. Örneğin bir zeytin çekirdeğini yutsak, olduğu gibi çıkacaktır. Bir tesbih tanesini yutsak, olduğu gibi çıkacaktır. Ezberlenen, şemalar, formüller halinde akılda tutulan, fakat hayata karışmayan bilgiler de böyledir; vesti-yerdeki bir askıya asılmış bir şapka, bir palto vb. gibidir. Bir şapka gider bir başka şapka gelir. Şapkaların renklerinin, biçimlerinin değişik olması vesti-yerin niteliğini değiştirmez. Şapkalar değişir vestiyer değişmez. Ve hatta, vestiyerci değişir, vestiyer değişmez. Sözünü ettiğimiz değişmezlik vesti-yerlik anlamındadır. Yoksa, belli bir süre içinde vestiyerin boyaları döküle-cektir, eskiyecektir, nicel birikimler onun niteliğini de değiştirecektir. Bu ayrı.Bugün, bazı grupların bazı taraftarları vestiyere ve vestiyerdeki askılara benziyorlar. Grup önderleri “A” diyorsa, taraftarların büyük bir çoğunluğu da bir askı suskunluğu ve katılığıyla “A” diyorlar. Grup önderleri bir süre sonra “B” diyor… Grup önderleri için, “A” ile “B” yer değiştirirken, iki ayrı görüş arasında köklü olmasa da bir mücadele olmuş ve “A” yerini bazı kalıntılarla da olsa, “B”ye bırakmıştır. Fakat vestiyer taraftarın, vestiyer kafası bu mücadeleyi geçirmeden, “A”yı kaldırıyor, “B”yi bilincinin askısına takıyor. “A” derken de, “B” derken de öz itibariyle aynıdır. Değişen, söyle-diği formüllerdir; eskiden “A”yı ezberlerken, şimdi “B”yi ezberleyecektir. Çünkü “A”yı hayata geçirmemiştir, ilişkilerini “A”ya göre yeniden düzenle-memiştir. Bu nedenle “A” ile “B” arasında var olan değişim, onun hayatında belli bir değişime yol açmamıştır. Daha sonra “C” dendiği zaman da onun için pek büyük değişiklik olmuyor. Çünkü onlar için bilgi ve bazı “görüşler” sindirimi gayet zor şeylere benzer. Onlar, zeytin çekirdeğini, bir tesbih tanesini nasıl yuttukları gibi çıkartıyorlarsa, bir yığın temel görüşü de aynı kolaylıkla, sancısız, alt üst oluş olmadan kabul edebilirler ve yine alt üst oluşsuz, sarsıntısız, hayatlarından çıkartabilirler. Çünkü onların edindiği görüşler, askıya asılmış şapka gibidir. Hayatlarına geçirilmeden dışarı atı-lırlar, yerine başka “şapka”lar gelir.

Page 95: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yakın geçmişimize bakarsak, anlatmak istediklerimizi somutlayacak bir yığın örnek bulabiliriz. Örneğin modern revizyonizmin sınıf içeriğinin kav-ranması, modern revizyonizmin iktidarda olduğu ülkelerde meydana gelen değişimler, Sovyetler Birliği’nin sosyal emperyalist bir ülke olması ve hege-monya emellerinin kavranması, bu anlamda modern revizyonizme karşı mücadelenin hayata geçirilmesi, toplumsal, siyasal, örgütsel, kültürel, sanatsal vb. bütün ilişkilerimizde, ulusal ve uluslararası planda köklü deği-şikliklere yol açmıyorsa, mücadelenin teorik ilkelerinin hayata geçirildiğin-den kuşku duymak gerekir. “Üç Dünya Teorisi”nin kabulü ya da reddi de böyledir. Çünkü bir teorinin kabulü, o teorinin hayatı değiştirme doğrultu-sunda hayata geçirilmesi demektir.Herhangi bir konuda, bir görüşün kabulü ve hayata geçirilmesi, daha önce varolan ve toplumsal, siyasal, kültürel, örgütsel, vb. ilişkiler biçiminde hayata geçirilmiş olan görüşün ve buna bağlı olarak, en azından temel bazı ilişkilerin ve tutumun değiştirilmesi demektir. Değişim, bir şeyin başka bir şey olma sürecinin yani zıtların birliği ve birlikte olan zıtların mücadelesi sürecinin sonucudur; bu mücadele içinde birlikte olan zıtlardan biri yenilir ve giderek yokolur, bu yokoluş sonucu varolan yeni şey içinde yeni bir zıtla-rın birliği ve mücadelesi doğar. Toplumsal, siyasal anlamda iki çizgi arasın-daki mücadelenin felsefi temeli budur: Zıtların birliği ve mücadelesi. Sürecin sonu, genel anlamda mücadelenin sonu değildir. Mücadele mutlak-tır. Çünkü çelişme ve bunun zorunlu sonucu hareket ve değişim mutlaktır.Bu dünya görüşünün ya da çok önemli derecede siyasal ve toplumsal tahlil ve tespitlerin değişmesi, bunların yerine yeni bir dünya görüşünün geçiril-mesi ve de yeni bazı tahlil ve tespitlerin kabulü, farklı iki değerlendirme, farklı iki kavrayış arasındaki mücadeledir; buna bağlı olarak toplumsal ve siyasal yaşamı etkileyecek nitelikte değişikliklerin hayata geçirilmesidir. Daha doğrusu hayata geçirilen yeni tahlil ve tespitlerin kendilerine bağlı alanlarda, değişiklik yaratmasıdır.Yaşamımız, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel, sanatsal, vb. ilişkileri-mizin toplamıdır. Edindiğimiz görüşler ilişkilerimizde hiçbir değişiklik, köklü hiçbir etkilenme yapmıyorsa, uzun bir süreç içerisinde bile olsa ren-gimizi değiştirmiyorsa, yeni görüşlerimiz eski görüşlerimizin temelleri üze-rinde biçimlenmiş ilişkilerimizi sarsmıyorsa, görüşler ve yeni bilgiler karşısında vestiyer rolü oynuyoruz demektir. Vestiyer kafa Marksizmi kav-rayamaz.Şimdi vestiyer kafalara soruyoruz:

Page 96: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Daha düne kadar, “Mao Zedung çağımızın en büyük Marksist-Leninistidir” diyordunuz. “Yaşasın Marksizm-Leninizm Mao Zedung Düşüncesi” diyordu-nuz. “Mao Zedung düşüncesi” demeyenleri Marksist kabul etmiyordunuz. Mao Zedung’u beşinci usta olarak görüyordunuz. Ve kendinizi bu öğretiler doğrultusunda biçimlemeye çalışıyordunuz. Şimdi Enver Hoca, “Mao Zedung ve şürekası” diyor, “…Marksist-Leninist yolu izlemediler”.(45)Ne diyeceksiniz şimdi? Bir çırpıda “Mao Zedung oportünisttir” mi diyecek-siniz? Uzun bir süre, ÇKP’nin gözüne girmek için, tel canbazlarına taş çıkartacak numaralar yaptınız, şimdi de, aynı öz ve tutumla, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin ve AEP’nin gözüne girmek için parendeler atıyorsunuz. Komünistler içten, dürüst ve açık yürekli olurlar. Hile ve entrikalarla uğraş-mazlar. Bir şeyin doğru olduğunu kabulün göstergesi, ona körü körüne sadakat yemini değildir. Eleştirel olma temelinde kavramak ve özümlemek-tir.Yine vestiyer kafalara soruyoruz; Enver Hoca diyor ki: “Amerikan emperyalistleriyle, Sovyet sosyal emperyalistleriyle ya da faşist devletlerle diplomatik ilişkilerimiz yoktur ve olmayacaktır.”(46)Sizler, Türkiye’deki siyasi rejim biçimini “faşist diktatörlük” olarak niteli-yorsunuz. Bu değerlendirmenizde hatalı değilseniz, Enver Hoca, Türki-ye’deki siyasi rejim biçimini “doğru değerlendirmiyor” demektir. İki değerlendirme de aynı anda doğru olamayacağına göre, hangisi yanlıştır? Sizin değerlendirmeniz mi, Enver Hoca’nın değerlendirmesi mi? Siz Tür-kiye’deki siyasi rejim biçimini faşist diktatörlük değil, anti demokratik, gerici burjuva diktatörlüğü olarak niteleyen devrimcileri, bundan ötürü “revizyonistlik”, “anti Marksistlik”, “devrime zararlı olmak”la suçladınız. Peki şimdi ne yapacaksınız?Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin Türkiye ile diplomatik ilişkileri vardır. Üstelik Enver Hoca diyor ki: “Türkiye ile de dostça ilişkilerimiz, iyi ticari, kültürel ilişkilerimiz var; bunları daha da geliştirmek istiyoruz.”(46)Enver Hoca, “faşist diktatörlük” altındaki Türkiye ile mi dostça ilişkilerden ve bu ilişkilerin geliştirilmesinden söz ediyor acaba?

Page 97: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Vestiyer kafalar değişmelidir!.. Yalnız unutulmasın ki, gerçeğe çarpınca değişen kafa sağlıklı bir kafa değildir. Önemli olan çarpmadan gerçeği görebilmektir.Vestiyer kafaların değiştirilmesi için ideolojik mücadeleyi yoğunlaş-tıracağız. Çünkü vestiyer kafalar devrimimizin önündeki temel engellerden biridirler.1979 Ocak’ında Güney’in 13. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 98: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

AYDINLAR, MAVİ DEMOKRASİ VE DEVRİM“Her dönemde, hakim düşünceler hakim sınıfın düşünceleridir. Başka bir deyişle, toplumun maddi hakim gücü olan sınıf aynı zamanda toplumun hakim düşünsel gücüdür. Maddi üretim araçlarını elinde tutan sınıf aynı zamanda zihinsel üretim araçlarının denetimini de elinde tutar. Dolayısıyla, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri genellikle hakim sınıfa bağımlıdır. Hakim düşünceler, hakim durumda bulunan maddi ilişki-lerin eksiksiz bir yansımasıdır.”MARKS-ENGELSHK’nın 136. sayısında, “Aydınların Yeri, İşçilerin, Emekçi Halkın, Demok-rasi Mücadelesinin Saflarıdır” başlıklı, genel anlamda yüzeysel doğruları içeren, aynı zamanda HK’nın ideolojik ve teorik sığlığını, sorunları nasıl da sorumsuzca, geçiştirmek için ele aldığını gösteren bir yazı yayınlandı. HK’nın kendisi, işçilerin, emekçi halkın ve demokrasi mücadelesinin safla-rında henüz yerini tam olarak belirleyememişken, “Doğruları bulamamış, halkın çıkarlarının bilincine yeterince varamamış olan bir demokrat, ilerici, yurtsever aydın”a, “yıllardır savundukları ideolojilere uygun davranış”ta bulunmaları konusunda “uyarıda” bulunuyor. “Doğruları bulamamış” ve “halkın çıkarlarının bilincine yeterince varamamış”lara yol gösterebilmenin birinci koşulu, doğruları bulmuş olmayı, halkın çıkarlarının bilincine ger-çekten varmayı, bu bilincin nasıl, hangi yöntem ve kadrolarla kitlelere ulaş-tırılması gerektiğini saptamayı, pratik içinde güvenilir olmayı kanıtlamayı, kısacası önderliğin gereklerini yerine getirmeyi emreder. Oysa, daha HK’nın kendisi, pratiğinin açıkça belirlediği gibi, henüz “doğruları bulama-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 99: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mış… halkın çıkarlarının bilincine yeterince varamamış”tır. Demokrasi mücadelesi ile sosyalizm mücadelesi arasındaki diyalektik ilişkiyi kavraya-mamıştır. Çelişmeler yasasını özümleyememiştir; halk içindeki çelişme-lerle, düşmanlarla halk arasındaki çelişmeleri sürekli bir biçimde karıştırmaktadır. Yerli gericiliğin iç çelişmeleri diye bir meseleleri yoktur.Onlar “tek doğru” olduklarını kanıtlamak için çırpınmaktadırlar. Eleştiriye dayanaksızdırlar. Bu anlamda onlar, halk saflarında demokrasi anlayışına bile karşıdırlar. Onlar, öyle bir “önderlik”tirler ki, siyasi tesbitleriyle bugün vardıkları çizgi “hizip” diye saflarından attıkları “Devrimci Proletarya”nın çizgisidir.Onların kavradıkları tek şey, “yağmasan da gürle” burjuva mantığıdır. Bu nedenle onlar, yağmayı değil “gürlemeyi” temel mücadele yöntemleri haline getirmişlerdir. 136. sayılarına kadar, aydınlar konusunda dişe doku-nur bir şey yazmamışken, aydınları akıllarına bile getirmemişken, bu konuda da “gürlemek” gereğini şu sıralar duymalarının nedenini biz çok iyi anlıyoruz. Çünkü “Her küçük burjuvanın temel özelliği kendisinin ‘bir tek’ ‘eşsiz’ olduğuna inanmasıdır. Bu yüzden o, her merasimde bulunur: Bütün düğünlerde nişanlı, bütün gömmelerde ölü olan odur.”(47) Bu anlayıştır ki, herhangi bir sorundan, ad olarak söz etmek bile onun için “önderlik” görev-lerinin yerine getirilmesidir; “patent” ona aittir.HK, “doğruları bulamamış” “halkın çıkarlarının bilincine yeterince varama-mış” aydınların, “yıllardır savundukları ideallere” ters düşmemelerini isterken, materyalizmi bir türlü kavrayamadığını, idealizmin bataklığında çırpındığını bir kez daha açıkça gösteriyor. Bu nasıl bir idealdir ki, doğru-ları bulamamış ve üstelik halkın çıkarlarının bilincine yeterince varamamış aydınlarca savunulmaktadır ve HK bu ideallere ters düşülmemesini iste-mektedir. Bir ideal, doğru bir dünya görüşünden kaynaklanmıyorsa, doğru bir siyaset ve ideoloji temeline dayanmıyorsa, toplumsal dayanağını, geli-şen ve tarihi olarak devrimci sınıflar oluşturmuyorsa, biz bu ideali kim adına ve nasıl savunuruz? Bizim yapacağımız şey, bu idealin bir bütün halinde savunulmasını istemek değil, bu idealin, felsefi ve sınıfsal niteliğini ve buna bağlı olarak tutarsızlığını ve yanlışlığını ortaya koymaktır. Bu ide-allere sahip aydınlara, içinde bulundukları çıkmazı kavratmak için doğru bir yöntemle ve doğru siyasi ideolojik önderlikle mücadele etmek gerekir. Açıktır ki, HK’nın sözünü ettiği aydınlar, burjuva ve küçük burjuva aydınla-rıdır. HK, sözünü ettiği aydınların ideallerini onların ideolojik ve sınıfsal

Page 100: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

temellerinden koparmaktadır. Sınıf yaklaşımını ve devrimci sorumlulukları bir kıyıya iten HK, aydınlara seslenirken, “gürleme” sevdasına kapıldığı için yüzeysel kaldığının, burjuva ve küçük burjuva ideallere bel bağladığının farkında değildir. HK için, aydınlar ve aydınların devrimdeki olumlu ve olumsuz rolü, devrim saflarına taşıyabilecekleri zaaflar ve yararlar berrak değildir. HK’nın kafasında “yurtsever aydın”, “yurtsever demokrat aydın” kavramları bile berrak değildir. Onlar, burjuva, küçük burjuva, yurtsever demokrat ve proletaryanın aydınları arasındaki temel ayrımlardan da habersizdirler.HK’ye göre, sözünü ettiği “kişilerin hepsi de faşizme ve emperyalizme karşı olan kişilerdir.” Fakat onlar, “CHP mi? MC mi?” sorusuna doğru cevap ver-medikleri ve bu ikilemin dışında başka çözümlerin de varolduğu bilincine varamadıkları için şaşkındırlar. Ecevit hürümetinin aldığı gerici ve faşizme hizmet eden tedbirler karşısında suskunlukları, “anarşi” ve “anarşiye karşı tedbirler” konusundaki tutarsız tavırları anlatılırken, bu tutarsızlıkların kaynağı hakkında HK’nın kendisi suskun kalmaktadır. HK yazarları, yurtse-ver demokrat aydın olmanın temel ölçütlerinden birinin de, ezilen ve ulusal baskı altında tutulan uluslar ve halkların mücadelesi karşısındaki tavır olduğunu görmezlikten geliyorlar. Onlar emperyalizmden, sosyal emperya-lizmden, İMF’den, “anarşi”den, “toplumsal anlaşma”dan, “DGM ve ihtisas mahkemeleri”nden bol bol söz ediyorlar. Gelgelelim, yurtsever demokrat aydınların ulusal sorun karşısında alması gereken tavır konusunda susu-yorlar. Bu konuda, bizden önce düşüncelerini açıklamış olan Devrimci Hal-kın Birliği yazarlarının görüşlerini aynen aktarmakla yetiniyoruz:“İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin emperyalistlere ve onların uşaklarına karşı sürdürdüğü devrimci-demokratik mücadeleyi vargücüyle destekleme-yenler, tersine onlara çelme takmaya çalışanlar, emperyalistlerin yurdu-muzu yağmalamasına ve halkımızı sömürmesine karşı, komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının sınıfsal sömürü ve zulmüne karşı vargü-cüyle mücadele etmeyenler, aksine bu mücadeleye seyirci kalanlar, Türk hakim sınıflarının Kürt ulusu üzerinde uyguladığı zorla özümleme, sin-dirme ve soykırım siyasetine karşı vargücüyle mücadele etmeyenler, ter-sine giderek gözlerini kapatıp kulaklarını tıkayanlar, tutarlı demokrat olamazlar ve giderek demokrat olmaktan da çıkarak hakim sınfların söz-cüsü durumuna düşerler.”(48)

Page 101: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Devrimci Halkın Birliği 47. sayısında, “Demokrat Aydınlar Hangi Safta Yer Almalılar?” yazısında, bu soruna daha köklü yaklaşmaktadır. HK yazarları ve taraftarları, bu yazıyı, en azından kendi yazılarıyla karşılaştırmak ama-cıyla bile olsa mutlaka okumalıdırlar.HK, koca bir sayfayı, aydınların CHP ve uygulamaları karşısında suskun ve teslimiyetçi tavırlarını eleştirmek için ayırmışken, sözünü ettiği aydınların tutumlarına kaynaklık eden temel nedenler, sınıfsal, siyasal ve ideolojik kökleri hakkında, tek söz etmiyor. Yalnızca yakınıyorlar… Aydınları, işçile-rin, emekçi halkın ve demokrasi mücadelesinin saflarına çağırmayı amaçla-yan bir yazı, öncelikle, aydınlara içinde bulundukları çıkmazın sınıfsal, teorik ve felsefi nedenlerini kavratmalı, eleştirmekle yetinmemeli, aynı zamanda önerisini de beraberinde sunmalıdır. İşçilerin, köylülerin devrim saflarına kazanılması daha kolaydır. Aydınların kazanılması daha zordur. Fakat bu zorluğun yenilmesi, aydınların gerçekten proleter devrimci saflara kazanılması, devrimin hızında tayin edici bir yükselişe neden olur. Çünkü devrimin gerçek anlamda proleter aydınlara ihtiyacı vardır. HK’nın amacı, aydınların, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin saflarına kazanılması değil, HK “önderliği”nin hegemonyasına teslimiyetleridir ki, bu da bir hayaldir…HK aydınlara diyor ki:“Bu düzen onların düzenidir. Ve bu düzen içindeki her ‘sözde’ çözüm onla-rın çıkarları doğrultusunda olacaktır. Bu insan iradesinden bağımsız bir kanundur.”Bu, mekanik, tek yanlı bir anlayıştır ve HK kafasının işleyiş biçimini çok iyi anlatır. Sınıf mücadelesi bütün sınıflı toplumlar için kaçınılmazdır. Uzlaş-maz çelişmelerin yarattığı fırtınalar hayatın bütün kesimlerini etkiler. Sınıf mücadelesinin, doğru bir önderlik altında, proletarya diktatörlüğünü hedef alması, devrimin aşamaları ne olursa olsun, mücadele süreci içerisinde bir yığın yan ürün ve mevzi kazandırır. En gerici düzenler içinde bile bazı çözümler, halkın çıkarları doğrultusunda olabilir. Mücadele ile kazanılan hiçbir mevzi bağış değildir. “Bu düzen içindeki” her çözümü onların çıkar-ları doğrultusunda saymak, halkın örgütlü mücadelesinin —hatta kendili-ğinden mücadelenin— halk yararına hiçbir siyasal, demokratik, ekonomik kazanımlara ulaşmadığını söylemektir. Bu anlayış, sınıf mücadelesinin, sınıf çelişmelerinin gelişmesinin, toplumsal ilerlemenin itici gücü olduğu gerçeğinin reddidir. Çünkü onlar, devrimi gökten zembille indirecek bir

Page 102: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

anlayışa sahiptirler. Sınıf mücadelesi, ekonomik, siyasal, demokratik ve ideolojik alanlarda halk adına başarılar kazanmakta, demokratik kurum ve demokratları etkilemekte, devrimi gündeme getirecek sonuçlar doğurmak-tadır. İşte bu gelişme, insanların, sınıfların, partilerin iradesinden bağımsız olan bir gelişmedir. Yoksa “her sözde çözüm”ün egemenlerin çıkarları doğ-rultusunda olacağını vaazeden anlayışı doğrulayan gelişme değildir.Devrime yarayışlı her reform, özünde bu düzenin temellerini sarsan bir niteliğe de sahiptir. HK bunları görmez. Çünkü onlar, nitel değişikliklerin, nicel birikimlerin sonucu olduğu temel yasasını yalnızca kağıt üzerinde ve siyasi karşıtlarına caka yaparlarken akıllarına getirirler.Onlar, “devrimci” olabilmenin temel ölçütü olarak “keskinliği” alırlar. Kes-kin öneriler getirmemişlerse kendilerini oportünist sanırlar. İşte bu tutum-ları onları opornünizmle iç içe, zaman zaman da sınır komşusu yapar. Onlar, tam da Dimitrov’un tespit ettiği hastalığa sık sık düşerler. Düşme-mek ellerinde değildir. Çünkü onlar, Marksizm-Leninizmi bir dünya görüşü olarak tam anlamıyla özümleyememişlerdir.Dimitrov diyor ki:“Bir zamanlar birçok komünist, sosyal demokratların her kısmi talebine karşı iki misli daha radikal taleplerle karşı çıkmadıkları takdirde oportü-nizme kayacaklarından korkarlardı. Mesela sosyal demokratlar faşist örgüt-lerin feshedilmesini isteseler, bizim kalkıp da devlet polisi de dağıtılsın dememize hiç de gerek yoktur.”(49)İşte HK’yı sağ oportünizmden kaçarken, özünde sağ, biçimde “sol” oportü-nizme düşüren istekleri: “Faşist propagandanın ve faşist örgütlerin yasak-lanması, MİT, kontrgerilla, siyasi polis örgütleri, toplum polisi, jandarma komando birlikleri gibi resmi kurumların” dağıtılması…Sınıf mücadelesinin yükseldiği, bütün sınıf ve tabakaları bir yol ayrımına getirdiği dönemlerde, egemen sınıfların etkisinde kalan aydınlar saflarını belirlemek için düşünürler. Biz, bugün bu anlamda bir yol ayrımında deği-liz, fakat Marx ve Engels’in, Komünist Parti Manifestosu’nda tespit ettikleri evrensel doğruları dikkate almak zorundayız ve bu doğrultuda kendimizi hazırlamalıyız.Diyorlar ki: “Hakim sınıf içinde (aslında bütün bir eski toplumun içinde) süregelen dağılma süreci sınıf mücadelesinin belirleyici anının yaklaştığı

Page 103: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

zamanlarda öylesine şiddetli ve belirgin bir niteliğe bürünür ki, hakim sını-fın küçük bir kesimi kendini o sınıftan koparır ve devrimci sınıfa, geleceği elinde tutan sınıfa katılır. Bu nedenle, bir zamanlar soyluların bir kesimi nasıl burjuvazinin safına geçtiyse, bu kez de burjuvazinin bir kesimi, özel-likle de tarihi hareketi teorik bakımdan bir bütün olarak kavrama düzeyine erişmiş bulunan burjuva ideologlarının bir kesimi proletaryanın safına geçer.”(50)Biz diyoruz ki, bugün yurdumuzda aydınlar sorununa ilişkin olarak, dev-rimcilerde son derece yanlış ve devrimci gelişime zararlı bir bakış tarzı egemendir. Kimisinde tam “sol”, “reddedici”, kimisinde ise tam sağ, “uzla-şıcı” bir tutum olarak yansımaktadır. Aydınlar sorununa sağlıklı bir yakla-şım proleter devrimci mücadelenin son derece önemli bir sorunudur. Özellikle de anti faşist, anti emperyalist mücadelenin Marksist bir anlamda kavranması için sorunun sağlıklı bir çözümü gerekir.Kimileri “aydın” katlarda varolan egemen ideolojilerin karşısında umutsuz-luğa ve öfkeye kapılıp aydınlara karşı bir “red cephesi” oluşturuyor; kimi-leri ise “aydınlardan destek” için kolaycı bir tarzda “uzlaşma” yolunu tutuyor. Bu iki yaklaşım da, Marksizmi kavrama sorunundaki acizliğin bir ifadesidir.İşte bugün özellikle de başta HK olmak üzere çeşitli grupların soruna yakla-şımları bu merkezdedir. Onlar “aydın” derken neyin anlaşılması gerektiğini dahi bilememektedirler. Onlar, proletaryanın aydını, demokrat aydın, yurt-sever aydın, yoldaşlar, yol arkadaşları, sosyal demokrat aydın, kendi dalında uzman aydın kıstaslarından ve ilişkiler yöntemlerinden bihaberdir-ler. Teoride, bol “alıntılı” yazılarında ne derlerse desinler, hayata pratik yaklaşımları devrimci mücadelenin gelişimine darbe vuran sektarizmin ve sonuç olarak da pasifizmin bir ifadesidir. Aydınlar sorununa karşı bilgisiz-likleri, egemen ideolojilerle mücadeledeki cehaletleri, onlarda “mücadele hantallığı” olarak ifadesini bulurken, bu soruna karşı “reddedici”, “sekter” bir biçimde dışa yansıyor.Onların “tek bütünlüklü siyasetiz” nitelemeleri, bir dizi temel soruna karşı olduğu gibi, aydınlar sorununa karşı da tutarsızlık ve kavrayışsızlıkları üstündeki “cazibeli” bir örtüdür.

Page 104: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bu nasıl bir “tek doğru”luk ve “bütünlüklü oluş” ki, yıllardır böyle olduğu halde, hayatın hiçbir alanında bir nebze dahi, aydınlar üzerinde önderlik kazanamamıştır!Onların çalakalem, kolayca tekrarladıkları “bendensen devrimcisin, benden değilsen burjuvazinin hizmetindesin” nakaratları, birçok temel soruna karşı olduğu gibi, aydınlar sorununa karşı da, pratik hayat içinde devrime zararlı bir tutum olarak ifadesini bulmaktadır.Yaşadığı topluma devrimin menfaatleri açısından değil, grubun menfaatleri açısından bakanların, kendi dar çevrelerinin dışını görebilmeleri de olası değildir. Onların aydınlar sorununa yaklaşımları da işte bunun kanıtların-dan sadece biridir.1979 Ocak’ında Güney’in 13. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 105: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ANTİ-FAŞİST MÜCADELEDE BAŞARININ TEMEL DAYANAĞI FAŞİZMİN SINIF İÇERİĞİNİN DOĞRU KAVRANMASIDIR“Sekterlik, özellikle kitlelerin reformculuğun saflarını terkedişlerini oldu-ğundan hızlı görür ve hareketin zor aşamalarını ve karmaşık görevlerini bir sıçrayışta geçmeye kalkışır. Pratikte, kitleleri yönetme metotlarının yerine çoğu zaman dar bir parti grubunun yönetme metotları konulmuştur. Kitle-ler ile onların örgütleri ve yönetimleri arasındaki geleneksel bağların gücü küçümsenmiş ve kitleler bu bağları hemen koparmadıkları zaman da onlara karşı onların gerici önderliğine takınıldığı kadar sert bir tavır takınılmıştır. Her ülkedeki gerçek kurumun kendine has özellikleri dikkate alınmamış, taktik ve sloganlar bütün ülkeler için basmakalıp hale getirilmiştir. Güve-nlerini kazanmak için kitlelerin içinde verilmesi gereken inatçı mücadele küçümsenmiştir. İşçilerin kısmi talepleri uğrundaki mücadele ve reformcu sendikalar ve faşist kitle örgütleri içinde çalışma ihmal edilmiştir.”DİMİTROVFAŞİZM, FAŞİZMİN SINIF İÇERİĞİ VE FAŞİZMİNKİTLESEL-TOPLUMSAL DAYANAKLARIFaşizm, emperyalizm ve proleterya devrimleri çağına özgü, emperyalizmin güçleri ile proletaryanın güçleri arasındaki tarihi ve uluslararası mücadele-nin, ekonomik-siyasi-ideolojik vb. alanlardaki topyekün mücadelenin ürünü

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 106: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

olan, siyasal-toplumsal bir olgudur. Bütün dünyayı ilgilendiren ve emperya-list dünya sistemini temellerinden sarsan 1917 Büyük Ekim Devrimi, emperyalist burjuvaziyi, yükselen devrim dalgası karşısında, varlığını ve çıkarlarını korumak için, daha etkin ve şimdiye dek hiç denenmemiş yöne-tim biçimleri aramaya yöneltmiş ve tarihi koşullar onları bu noktaya zorla-mıştır. “Bu uluslararası gelişmeye karşı koymak ve kapitalist sistemi, akla gelebilecek tüm araçlarla dengeye getirebilmek, saldırgan emperyalist güç-lerin hedefiydi. Bu güçleri, 1933 Ocak’ında Almanya’da faşist diktatörlüğün kurulması sonucunda demokrasinin ortadan kaldırılması ile iç ve dış politi-kada kaba güce yönelik keskin dönüşümlerin, bunalıma bir çıkış yolu oluş-turduğu inancındaydılar.”(51) Onlar, özellikle hain ve halk düşmanı oldukları için değil, içinde bulundukları ekonomik-toplumsal-siyasal buna-lımların kaçınılmaz sonucu yeni bir arayışa yönelmişlerdir. Faşist diktatör-lük, esas olarak, proleter devrimine, bu doğrultuda gelişen devrimci hareketlere, uluslararası komünist hareketin o zamanki kalesi Sovyetler Birliği’ne, dünya proleter sosyalist hereketinin birer parçası olan ulusal kurtuluş ve devrimci halk hareketlerine karşı tarih sahnesine çıkmıştır; emperyalist sistemin genel bunalımı, emperyalistler arası çelişmelerin derinleşmesi ve dünyanın hammadde kaynakları ve nüfus alanlarının yeni-den paylaşılması zorunluluğunun gündeme gelmesi, emperyalistlerin en gerici kesimlerine, özelikle de Birinci Paylaşım Savaşı’ndan yenik çıkan emperyalistlere, egemenliklerini daha etkin biçimde sürdürecek ve yeni bir emperyalist savaşta kendilerini daha güçlü kılacak yönetim biçimlerini gerektirmiştir. İşte, kaynağını emperyalizmin oluşturduğu çağdaş gericiliğe en uygun düşen yönetim biçimi; faşist diktatörlük…Faşist diktatörlükler, ilk önce İtalya, Almanya, Avusturya ve Balkan ülkele-rinde ortaya çıkmışsa, bu raslantısal değildir. İtalyan ve Alman emperya-listlerini, özellikle Alman emperyalizmini diğer emperyalistlerden daha gerici ve saldırgan yapan maddi nedenler vardır. Bunun temel nedeni, kapi-talist bunalımın en yoğun olduğu ve genel dünya ekonomik bunalımından en çok etkilenmiş ülkeler olmalarıdır. Komintern’in 13. Oturumu, Alman-ya’da faşizmin kuruluşunu, sadece Almanya’daki sınıf farklılaşmalarının bir sonucu olarak değerlendirmemiş, aynı zamanda dünyadaki güç dengele-rinde ortaya çıkan değişikliğin sonucu olarak da ele almıştır. Kapitalistler, diktatörlüklerini, artık parlamentarizmin eski yöntemleri ve burjuva demokrasisinin genel kurallarıyla yürütemez olmuşlardır. Bundan dolayı da, ülkenin içinde açık terörist diktatörlüğe yönelirken, dış politikada

Page 107: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

emperyalist savaşların doğrudan hazırlığı niteliğindeki sınırsız şovenizme kaymışlardır.“13. Oturum’da faşizm, tekelci sermayenin saldırgan kesimlerinin bir giri-şimi olarak ele alınmış, kapitalizmin genel bunalımından kurtuluşun yolu, aynı zamanda komünistlere karşı, işçi sınıfına ve yeni çağın belirli güçle-rine karşı bir silah olarak değerendirilmiştir. Bununla tanımlanmak iste-nen, faşizmin saldırgan, anti komünist ve karşı devrimci işlevidir.”(52)Faşist diktatörlük, burjuva diktatörlüğünün özel bir biçimidir; burjuva geri-ciliğinin ve gelişen karşı devrimin en son aşamasının, emperyalist gericili-ğin sistemli siyasi ifadesidir. Burjuva diktatörlüğünü bu noktaya getiren tarihi koşullara kabaca bakarsak görürüz ki:Devrimci burjuvazi, feodal sistemi yıkıyor ve dönem için en ileri toplum biçimini, kapitalist toplum biçimini oluşturuyor. Kapitalizmin serbest reka-betçi dönemi, burjuva demokrasisine tekabül ediyor; o demokrasi ki, sömü-rücü azınlık için demokrasi, sömürülen çoğunluk için diktatörlüktür. “Kapitalist toplumda özgürlük, her zaman eski Yunan cumhuriyetlerinde olduğu gibi kalmaktadır; köle sahiplerinin özgürlüğü.”(53)Kapitalizmin tekelci aşaması, yani emperyalist aşaması, yoğun bir siyasi gericiliğe tekabül ediyor; “siyasal gericilik her zaman emperyalizmin ken-dine has bir özelliğidir.”(54)“Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulduğu; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün top-rakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.”(55)Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Üretim yoğunlaşmış ve bu yoğunlaşma sonucu ortaya çıkan tekeller serbest rekabeti ortadan kal-dırmıştır. Bu, aynı zamanda serbest rekabete tekabül eden burjuva demok-rasisinin, tekellerin gelişmesine bağlı ve tekellerin gelişmesine ters orantılı olarak, siyasi gericilik tarafından ortadan kaldırılması anlamına da gelir. Yani tekeller gelişirken, serbest rekabet adım adım geriliyor, buna bağlı olarak siyasi gericilik adım adım gelişirken burjuva demokrasisi biçim değiştiriyor. “Emperyalizm hem iç, hem dış siyasette demokrasiyi yıkmaya doğru mücadele eder. Bu anlamda emperyalizm söz götürmez bir biçimde

Page 108: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

genel olarak demokrasinin, bütün demokrasinin ‘inkârı’dır. (…) Genelinde demokrasiyi ‘inkâr’ eden emperyalizm ulusal meselede de (yani ulusların kendi kaderini tayin hakkı meselesinde) demokrasiyi ‘inkâr’ eder; demokra-siyi yıkmaya bakar.”(56)Faşizmin siyasal ve sınıfsal içeriğinin kavranması, Leninist emperyalizm ve devrim teorilerini kavramadan mümkün değildir. Çünkü faşizm, yalnız başına emperyalizm çağına özgü değil, emperyalizm ve proletarya devrim-leri çağına özgü bir olgudur.“Kapitalizmin genel bunalımdan ve uluslararası sınıf savaşımı diyalektiğin-den ayrı olarak faşizm olgusunu açıklamak, tarihsel açıdan olanaklı değil-dir. Faşizm, öncelikle çağı belirleyen güçlere —işçi sınıfı, komünist partiler ve Sovyetler Birliği— karşı, bir karşı devrimdir. Varoluşu raslantı değildir. Emperyalizmin özünden fışkırmıştır. Tekelci kapitalizm, faşizmle kendine bir “çıkış yolu” aramıştır. Bu gerçek, tekelci kapitalizmin ekonomisiyle, emperyalizmin her türlü politik ve ideolojik görüngüleriyle tanıtlanmıştır. Faşizmin kökleri işte bu toplumsal ve ekonomik temelde yatmakta ve onun sınıfsal niteliğini bu etkenler belirlemektedir.”(57)1917 Ekim Devrimi’yle yeni bir çağ başlıyor; emperyalizm ve proletarya devrimleri çağı… Bu tarihi olay, proletarya diktatörlüğünü hayal olmaktan çıkartıyor. Emperyalist sistem temellerinden sarsılmıştır; ölümcül bir yara almıştır. Marx’ın ve Lenin’in proletarya diktatörlüğü teorisi hayata geçiril-miştir. Burjuva diktatörlüğü düzeninin yıkılmazlığı efsanesi artık geçersiz-dir. Yeni bir sistem, bütün ezilen sınıfların örnek alacağı bir sistem, sosyalist bir sistem ortaya çıkmıştır. Buna karşı, ulusal ve uluslararası planda faşizm, “mali sermayenin en gerici kesimlerinin, tarihin çarkını geri döndürmek amacıyla başvurdukları bir deneydir. İşçi sınıfının anti faşist savaşımı için faşizmin anti komünist, gerici ve halk düşmanı işlevlerle donatılmış olduğu”(58) bilinmelidir.Kapitalizmin genel bunalımının devrimci gelişmelere yol açacağı korku ve telaşına kapılan emperyalist burjuvazinin, yarı sömürge ve bağımlı ülke-lerde işbirlikçi burjuvazi ve gerici ortaklarının, istedikleri an faşist dikta-törlüğü kurmaları mümkün müdür?Değildir…Nasıl ki devrimin belirleyici koşulları varsa, karşı devrimin ve yönetim biçimlerinin oluşmasının da koşulları vardır ve bu sonuca ulaşmak için

Page 109: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

belirleyici koşulların bir araya gelmesi gerekir. “… devrim olabilmesi için, sömürülen ve ezilen yığınların, eskiden olduğu gibi yaşamının olanaksız olduğu bilincine varmaları ve değişiklik istemeleri yetmez.”(59) Faşist dik-tatörlüğün oluşturulması için de, sömüren ve ezen sınıfların, eskiden olduğu gibi, eski yöntemlerle yönetimi sürdüremeyeceklerinin bilincine varmaları ve değişiklik istemeleri yetmez. “Devrim olması için, sömürücü-lerin eskiden olduğu gibi yaşayamaz ve hükümeti yürütemez duruma düş-meleri gerekir.”(60)Bu nokta, hem devrimci mücadelenin hem de karşı devrimin yeni biçimleri-nin gerçekleşmesi açısından önemli koşullardan biridir. “…sömürücülerin eskiden olduğu gibi yaşayamaz” olmaları “ve hükümeti yürütemez duruma düşmeleri” sonucu, gelişen halk hareketlerini, devrimci hareketleri bastıra-cak yeni bir yönetim biçimi arayacakları açıktır. Aynı zamanda, sömürülen ve ezilenler de kendi sınıf çıkarlarına uygun yeni bir yöntem ve düzen biçimi isteyeceklerdir. Sömürenler, sınıfsal öz itibariyle aynı biçimde deği-şik ve daha etkin bir baskı aracı —devlet biçimi— ararken, ezilen ve sömü-rülenler de, öz ve biçimi ile yeni bir düzen ve bu düzene uygun yeni kurumlar isterler. Ve hayat onlara dilediklerinin gerçekleşmesi için şidde-tin ebeliğine gerek olduğunu öğretir. Karşıt ve uzlaşmaz nitelikteki istekle-rin hayata geçirilmek istenmesi sırasında, sınıf mücadelesinin gelişmesinin belli bir aşamasında, güç dengesi kimin yararına bozulursa, o dileğini ya da dileğine en yakınını gerçekleştirebilir. Güçler birbirini alt edecek durumda değil de, geçici de olsa mücadele dengede ise, belli bir süre, ne devrim ne de karşı devrim zafer kazanır. Bu denge uzun bir zamanı da kapsayabilir. Barışçı ya da savaşçı, (barış da savaşın bir biçimidir) uzun ya da kısa da olsa, bu durum geçicidir. Er ya da geç, taraflardan biri ağır basacak ya dev-rim ya da karşı devrim kazanacaktır. Ya da güçler, ağırlıkları oranında ödünler alacak-verecek ve geçici bir uzlaşma sağlanacaktır. Yani devrim gerçekleşmeyecek, fakat karşı devrim de dilediği biçime ulaşamayacaktır. Ezienler çok ileri düzeyde haklar elde edecekler, fakat asıl hedeflerine ula-şamayacaklardır. Ya da devlet, geçici olarak bağımsız ve “sınıflar üstü” bir görünüm kazanacaktır.“Devlet, sınıf karşıtlarını frenleme gereksinmesinden doğduğuna, ama aynı zamanda, bu sınıfların çatışması ortamında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü olan sınıfın, ekonomik bakımdan egemen olan ve bunun sayesinde siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın

Page 110: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devletidir…”(61) Antik devletle feodal devlet, kölelerle serflerin sömürül-mesinin organları oldular; ama yalnızca onlar değil, “modern temsili devlet de, ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesi aletidir. Bununla bir-likte istisna olarak, savaşım durumundaki sınıfların dengede tutmaya çok yaklaştıkları öyle bazı dönemler olur ki, devlet gücü, sözde aracı olarak, bir zaman için bu sınıflara karşı belirli bir bağımsızlık durumunu korur”…(61) Yani, 17. ve 18. yüzyılların mutlak hükümdarlıkları gibi, Fransa’da birinci ve ikinci imparatorluğun Bonapartizmi gibi, Almanya’da Bismark gibi.Buna, Sovyetlerin, küçük burjuva demokratlar tarafından yönetilmeleri nedeniyle henüz güçsüz, buna karşılık burjuvazinin de Sovyetleri dağıtmak için henüz yeterince güçlü olmadığı bir anda, devrimci proletaryayı ezmeye başladıktan sonra, “Cumhuriyetçi Rusya’daki Kerenski hükümeti gibi diye ekleyeceğiz.”(61)Devam edelim.“Ancak ‘aşağıdakilerin’ eski tarzda yaşamak istemedikleri ve ‘yukardakile-rin’ de eski tarzda yaşayamadıkları durumdadır ki, ancak bu durumdadır ki, devrim başarıya ulaşabilir. Bu gerçeği başka bir biçimde şöyle ifade edebili-riz: (sömürüleni de, sömüreni de etkileyen) bir ulusal bunalım olmadan devrim olanaksızdır. Böylece bir devrim olabilmesi için, ilkin, işçilerin çoğunluğunun (hiç değilse, bilinçlenmiş olan ve aklı eren, siyasal bakımdan etkin işçilerin çoğunluğunun) devrimin gereğini tam olarak anlamış olma-ları ve devrim uğruna hayatlarını feda etmeye hazır olmaları gerekir; bun-dan başka yönetici sınıfların en geri yığınları bile siyasal hayata sürükleyen, hükümeti zayıf düşürür ve devrimcilerin onu devirmesini mümkün kılan bir hükümet bunalımından geçmekte olması gerekir.”(62)Sömürüleni de, sömüreni de etkileyen bir ulusal bunalım;‘aşağıdakilerin’ eski tarzda yaşamak istemedikleri;‘yukarıdakilerin’ eski tarzda yaşayamadıkları;eskiden olduğu gibi hükümeti yürütemez oldukları durum; devrim durumu-dur.Böyle bir durumda:“Bazı yoldaşlar, devrimci bunalım olduğu bir anda, burjuvazi çaresiz bir durumda bulunmalıdır; dolasıyla burjuvazinin sonu, önceden belirlenmiş-tir; devrimin zaferi, bu yüzden sağlanmış, güven altına alınmıştır ve şu halde, kendilerine bir tek burjuvazinin düşüşünü beklemek ve görkemli kararlarını kaleme almak kalıyor diye düşünüyorlar. Bu çok büyük, ağır bir

Page 111: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yanılgıdır. Devrimin zaferi hiçbir zaman kendiliğinden gelmez. Onu hazırla-mak ve ele geçirmek, kazanmak gerekir. Ve onu hazırlayabilecek ve kazana-cak olan da yalnız, kuvvetli bir proletarya partisidir. Öyle zamanlar olur ki, durum devrimci durumdur, burjuvazinin iktidarı temellerine kadar sarsıl-mıştır ama gene de devrimin zaferi gelmez, çünkü proletaryanın devrimci bir partisi, yığınları arkasından sürekleyecek ve iktidarı alacak kadar gücü ve yetkisi olan bir parti yoktur. Bu gibi ‘durumların’ meydana gelmeyece-ğini sanmak mantıksızlıktır.”(63)Görüleceği gibi, devrimde objektif koşulların uygun düşmesi halinde, belir-leyici olan proletaryanın devrimci partisi ve yığınların mücadelesidir. Karşı devrim dalgasının kabardığı bir dönemde de, faşist diktatörlüğün kurul-ması, diğer etkenlerin yanı sıra, başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi kitle-lerin mücadlesinin güçlülüğü ya da zayıflığına bağlıdır. Yalnız, faşizmin zaferini “…yalnızca, işçi sınıfının zayıflığının işareti olarak ve faşizme karşı ihanetlerin sonucu olarak düşünmemek gerekir. Bu aynı zamanda, burjuva-zinin zayıflığının işareti, burjuvazinin artık eski parlamentarizm yöntem-leri ile iktidar eyleyebilecek durumda olmadığını gösteren bir işaret saymak gerekir, burjuvaziyi, iç politikasında terörcü hükümet yöntemlerine başvur-maya zorlayan budur; faşizmin zaferini, ayrıca, burjuvazinin artık barışçı bir dış politika temeline dayanarak güncel duruma bir çıkış yolu bulabile-cek güçte olmadığını gerçekleşen bir işaret olarak kabul etmek gerekir, bur-juvaziyi bir savaş politikasına başvurmaya zorlayan da budur.”(64)Proletarya diktatörlüğü, Paris Komünü’nde cenin iken, 1917 Ekim Devri-mi’yle ilk kez Rusya’da tarih sahnesine çıkmıştır; o güne dek değişen bütün toplum biçimlerinde, sömürücü sınıflardan biri alaşağı edilmiş, bir başka sömürücü sınıf siyasi iktidarı almıştır; Ekim Devrimi’nde ise ilk kez, o güne dek sömürülen ve ezilen sınıflar, işçiler ve emekçi kitleler iktidarı ele geçir-diler. Proletarya devrimi ve proletarya diktatörlüğü ile karşı devrim ve faşist diktatörlük olgusu arasında, neden sonuç ilişkileri açısından diyalek-tik bir bağ vardır.Lenin’e göre:“Proletarya diktatörlüğü, emekçilerin öncüsü proletarya ile emekçilerin proleter olmayan çok sayıdaki tabakası arasındaki (küçük burjuvazi, küçük partonlar, köylülük, aydınlar vb.) ya da bu tabakaların çoğunluğu arasın-daki sınıf ittifakının özel bir biçimidir; bu ittifak, sermayeye karşı bir biçi-midir; bu ittifak, sermayeye karşı yönelmiş, sermayenin tam yıkılışını,

Page 112: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

burjuvazinin direncinin ve canlanma çabalarının tamamiyle ezilmesini hedef almış, sosyalizmin kesin kuruluşunu ve sağlamlaştırılmasını amaçla-mış bir ittifaktır.”(65)Proletarya diktatörlüğünün yönetimi konusunda Lenin şöyle der:“Latince, bilimsel, tarihsel ve felsefi bir deyim olan proletarya diktatörlü-ğünün, daha basit bir dile çevrildiğinde anlamı şudur; emekçilerin ve sömü-rülenlerin bütün kitlesini, sermayenin boyunduruğunun yıkılması mücadelesinde, yıkılış sırasında; zaferin korunması ve sağlamlaştırılması mücadelesinde; sınıfların tamamiyle ortadan kaldırılması için verilen bir mücadelede, yalnız belirli bir sınıf —kent işçileri, ve genel olarak, fabrika işçileri, sanayi işçileri— yönetebilir.”(66)Açıkça görüleceği gibi, proletarya diktatörlüğü,• sanayi proletaryasının öncülüğündeki proletaryanın; • küçük burjvazi, küçük patronlar, köylülük, aydınlar vb. ile ittifakı teme-line dayalı;• sermayenin tam devrilmesi ve sosyalizmin kesin olarak kurulması ve sağ-lamlaştırılmasını amaçlayan bir yönetim biçimidir.Sınıfların tamamiyle ortadan kaldırılması, proletarya diktatörlüğünün nihai amacıdır; sınıfların ortadan kaldırılması, aynı zamanda, önce proletaryanın kendi varlığını, sınıfları ortadan kaldırması ve sonra da diktatörlüğünü sön-dürmesidir.Burada, üzerinde önemle durulması gereken bir nokta, proletarya diktatör-lüğünün kendi içinde geçireceği değişim ve aşamaların kavranması sorunu-dur. Proletarya diktatörlüğünün sınıfsal özü ile toplumsal dayanaklarını birbirine karıştırmamak gerekir. Bu nokta kavranmazsa, bize şöyle bir soru yöneltilebilir. Denebilir ki, küçük burjuvazi, küçük patronlar ve köylülük, sınıfların tam olarak ortadan kaldırılmasını mı amaçlıyorlar?Onların, aynı sınıf özellikleri taşıdıkları sürece, böyle bir dilekleri olamaz. Ancak proletarya diktatörlüğü, onları uzun bir süreç içerisinde şu ya da bu yolla değiştirmeyi başarabilirse, onları proletarya diktatörlüğünün temel hedefleri doğrultusunda biçimleyebilirse, bu söz konusu olabilir. Bu görevi başaramıyorsa, zaten kendi varlığı da, proletarya diktatörlüğü de tehlikede-

Page 113: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

dir. Bugün Sovyetler Birliği’nde, Doğu Avrupa ülkelerinde Çin’de gördüğü-müz gibi, geriye dönüş kaçınılmaz olur. Bu sorun, konumuz dışına taştığı için üzerinde durmayacağız.Sınıf içeriğinin kavranması sorunu, faşizm ve faşist diktatörlük için de çok önemli bir noktadır. Faşizmin sınıfsal özü ile onun kitlesel dayanaklarının toplumsal bileşimlerini birbirine karıştırmak faşizme karşı mücadeleyi karartır, zaaflara uğratır. Bugün ülkemizde, faşizme karşı mücadelede “faşist diktatörlük” tanımını gelişigüzel kullanmanın yanı sıra en büyük yanılgılardan biri de budur. Faşizmin sınıfsal özü ile kitlesel-toplumsal dayanaklarını birbirine karıştıran siyasi gruplar faşizme karşı mücadeleye ağır darbeler indirmişlerdir.Faşist diktatörlük, emperyalist kapitalist ülkelerde, tekelci burjuvazinin en şoven, en gerici kesiminin, başta proletarya olmak üzere, emekçi kitleleri, orta sınıflar, küçük burjuvazi ve aydınlar üzerindeki en kanlı, en zorba dik-tatörlüğüdür. Komintern, faşist diktatörlüğü şöyle tınımlar: “… finans kapi-talin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü…”(67)Proletarya diktatörlüğünün yönetici gücü sanayi proletaryasıdır; proletarya diktatörlüğünün içeriğini belirleyen proletaryanın ideolojisi, siyaseti, örgütsel anlayışı, toplumsal-ekonomik anlayışıdır.Faşist diktatörlüğün yönetici gücü ise, emperyalist ülkelerde emperyalist burjuvazinin en gerici kesimidir; yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde de emperyalizme, özellikle de en gerici emperyalistlere bağlı işbirlikçilerin yönlendiriciliği söz konusudur.“Komünist Enternasyonal, Alman burjuvazisinin kendi iktidarını kurması sırasında değişik gruplar arasında yöntemden doğan görüş ayrılıklarının bulunduğunu göstermiştir. Varga’nın kanıtlarına göre, özellikle ağır sanayi tekelleri, hiçbir sınır tanımayan bir diktatörlük zorlarken, tüketim sanayi ve ticari kesime egemen olan tekeller, o zamana değin uygulaya geldikleri baskı yöntemlerinden ayrılmak istememişlerdir.“Bir yanda derinleşen ekonomik ve politik bunalım, öte yanda kitlelerin artan devrimci bilinci sonucunda, faşist yöntemlere yönelen tekelci kapita-lizmin en saldırgan kesimleri isteklerine kavuşmuşlardır. Bunlar ‘kapitalist yoldan bunalımdan çıkmayı ve kendi özel çıkarları doğrultusunda proletar-

Page 114: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yayı zalimce baskı altına almayı’ denemişlerdir. Sosyal Demokrasiden yana bir bölük Alman burjuvazisi ise, bu zalim uygulamanın, tekelci kapitalizmin tek yolu olup olmadığını tartışmış ve kendi özel çıkarlarından, ağır sanayi-nin çıkarları uğruna feda edilip edilmemesi yönünde kararsız kalmıştır. “Bu tahliller Komünist Enternasyonali, faşizm tehlikesinin aslında büyük sermayeden değil, tekelci sermayenin en saldırgan kesimlerinden kaynak-landığı görüşüne götürmüştür. Bu tekel kesimleri ülkedeki çelişkileri açık terörle çözmede, işçi sınıfı ve onun devrimci partisi ile diğer ilerici güçleri sindirmede ve özellikle Sovyetler Birliği’ne karşı genişleme emellerini ger-çekleştirmede tek yol olarak faşist diktatörlüğün kuruluşunu görmüşler-dir.”(68)Emperalizm, kapitalizmin ve genel olarak kapitalistlerin egemenliğini değil, mali sermayenin egemenliğini ifade eder. Faşizm ve faşist diktatörlük, sınıfsal özü bakımından mali sermayeye dayanmakla birlikte, en gerici, en saldırgan kesiminin ideolojisi ve yönetim biçimidir. Faşizmin sınıfsal nite-liği ve faşist kitle eylemlerinin sınıfsal yapılarını ve bileşimlerini birbirle-rine karıştırmamak gerekir.“Faşizmin, mali sermayenin en saldırgan kesimlerinin açık diktatörlüğü olarak saptanmasından sonra bir başka nokta daha belirlenmiştir: Faşizm, tekelci sermayeye kitle tabanı oluşturmak amacıyla küçük burjuvaziye güven vermekle işe başlamaktadır. Küçük burjuvazi içinde ilk anda kitle tabanı sağlandıktan sonra faşizm, bu kez köylülere, küçük esnafa, memur-lara ve özellikle büyük kentlerde hiçbir sınıfa girmeyen öğelere —lümpen proletaryaya, Y. G.— yönelmektedir. İşçi sınıfı içine sızma yönünde de büyük ölçüde isteklidir.”(69)Yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde de faşist diktatörlük, özü bakımından emperyalist burjuvazinin çıkarlarının korunmasına hizmet eder. Bu nedenle, yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde faşizm, bir bütün olarak ege-men sınıfların değil, emperyalizme en bağımlı burjuvazinin çıkarlarını onların varlığında gören gerici ortaklarının yönlendiriciliğinde, emperyaliz-min çıkarlarını temel alır. İşbirlikçi burjuvazi, en bağımlı olduğu emperya-lizmin çıkarlarını temel alır. İşbirlikçi burjuvazi, en bağımlı olduğu emperyalizmin çıkarlarını öne çıkarmak zorundadır. Kendi çıkarları emper-yalizmin çıkarlarına bağlıdır. Çünkü “Mali sermaye, ekonomik ve uluslara-rası ilişkilerde o denli önemli ve büyük bir güçtür ki, siyasal anlamda tam bağımsızlığa sahip devletlere bile boyun eğdirebilir; zaten eğdirmektedir de

Page 115: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

(…) Ama, kuşku yok ki, mali sermayeye en büyük ‘rahatlığı’, en büyük üstünlükleri sağlayan şey, o boyun eğmiş bulunan halkların ve ülkelerin siyasal bağımsızlıklarını da yitirmekte olmasıdır.”(70)Bir ülkenin siyasal bağımsızlığını adım adın yitirmesi ne anlama gelir?Her şeyden önce, ülkenin, ekonomik ve mali açıdan emperyalizme bağımlı-lığının en yoğun noktaya ulaştığı, emperyalist “yardım” olmaksızın içine düştüğü ekonomik-toplumsal-siyasal bunalımdan çıkamadığı anlaşılır. Bunalımın ana nedenlerine bakılırsa görülür ki, yaratıcısı bel bağlanan emperyalist “yardım”lardır. “Yardım”sız yürümesi de olanaksızdır. Çünkü bütün ekenomisini buna göre biçimlemiştir. Emperyalizmin “yardım”ı, eroin satıcısının, insanları eroine alıştırmasına ve bu alışkanlık temelinde kendini ayakta tutmasına benzer. Böylesine bir çıkmaz içine girmiş bir ülkenin siyasal bağımsızlığı biçimseldir. Böyle bir ülkede egemen siyaset, o ülkenin egemen sınıflarının çıkarlarını koruyan ve onların çıkarlarını temel alan bir siyaset olmaktan çok, o ülkenin egemenlerini de pençesi altına almış olan emperyalistlerin çıkarlarını koruyan bir siyasettir. Bu siyaseti belirleyen de ekonomik ve mali bağımlılık koşullarıdır. Yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde, devletin siyasal biçimini daha da gericileştiren ve faşist-leştiren temel neden budur. Sermaye girdiği her ülkeye kendi yasalarını da beraberinde götürür. Sermaye ihracı, aynı zamanda faşizmin, ideolojik, siyasi ve toplumsal tohumlarının da ihracıdır.Yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde, faşist diktatörlükler, birinci derecede emperyalizmin, ikinci derecede de işbirlikçilerinin çıkarlarını temel alır. Faşizmden çıkar uman küçük burjuvazinin bir kesimi, köylülüğün bir kesimi, orta sınıfların bir kesimi, lümpen proletarya, hatta sınıf bilincine varmamış, siyasi olarak geri proletarya, faşizmin kitlesel dayanaklarını oluştururlar.“Faşizmin gelişmesi ve faşist diktatörlük, ülkelerin tarihi, sosyal ve iktisadi şartlarına, milli özelliklerine ve uluslararası durumlarına göre çeşitli ülke-lerde çeşitli biçimlere bürünür.” (71) Bunun yanı sıra, bir ülkedeki faşizmin gelişmesi ve faşist diktatörlüğün niteliği, tüm dünyada gelişen siyasal-top-lumsal-ekonomik ilişkiler ve çelişkilere sıkı sıkıya bağlıdır. Özellikle yarı sömürge ülkelerde faşizmin gelişmesi ve faşist diktatörlük, emperyalistler arası çelişmelere de sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü emperyalistler arası reka-bet, rakipleri birbirlerinin kaynaklarını kurutmaya yöneltir.

Page 116: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Lenin der ki: “Ekonomik olarak emperyalizm tekelci kapitalizmdir. Tam tekele sahip olabilmek için, bütün rekabetin yok edilmesi gerekir ve sadece iç pazarda (belli bir devletin) değil aynı zamanda dış pazarlarda, bütün dünyada yok edilmesi gerekir. ‘Finans kapital çağında’ yabancı bir ülkede dahi rekabeti yoketmek ekonomik olarak mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Bu rakibin mali bağımlılığı yoluyla ve onun hammadde kaynakla-rına ve sonunda bütün işletmelerine el koyulması yoluyla yapılmakta-dır.”(72)Emperyalist ülkelerde, faşist diktatörlük, emperyalist burjuvazinin en gerici kesimlerinin çıkarlarını doğrudan savunmayı temel alırken, yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde, varlığı ve gelişmesi emperyalistlere bağlı işbirlikçiler aracılığıyla, yine emperyalizmin, özellikle de en gerici ve sal-dırgan emperyalistlerin çıkarları savunulur. Sonuç bakımından, faşist dik-tatörlük, ister emperyalist ülkelerde olsun, ister yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde olsun, temel olarak emperyalizmin çıkarlarını savunur ve bu doğ-rultuda kendini biçimler.Özetlersek:Faşizm ile emperyalizm arasında sistemli bir ilişki vardır.Faşizm, emperyalizm ve proletarya devrimleri çağına özgü bir olgudur.Faşizm, en gerici en emperyalist burjuvazinin ideolojisi ve siyasetini ifade eder.Faşizm, ulusal ve uluslararası planda, azgınlaşmış karşı devrimdir. Çünkü faşizm, emperyalizmin ve emperyalizme bağımlı ülkelerin içine düştükleri genel ekonomik-toplumsal bunalımın ağır yükünü, özellikle sömürge ve bağımlı ülke halklarının sırtına yıkmanın bir aracı olarak, açık gelişmesini yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde göstermektedir.“Pazarların, hammadde kaynaklarının ve nufüz alanlarının yeniden payla-şılmasıyla buhrandan çıkış yolu arayan burjuvazi (emperyalist burjuvazi Y.G.) yoğun bir şekilde yeni savaş hazırlığı içindedir. Silahlanma hummalı bir şekilde artmakta, ekonomi savaş görevleri için donatılmakta, işçiler için yeni askeri zindanlar kurulmaktadır. vs.“Burjuvazinin iktisadi ilerleyişi ve savaş hazırlıkları, geniş kitlelerin güçle-nen direnişine yol açıyor. Birçok ülkede gittikçe büyüyen işçi kitleleri, komünist partilerin önderliğinde, devrimci mücadele yolunu seçiyor.

Page 117: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“Bu şartlar altında burjuvazi (özellikle iki süper devletin emperyalist burju-vazisi Y. G.) emekçi kitleleri soymak ve savaş hazırlığı siyasetini daha iyi sürdürebilmek için bütün ülkelerde diktatörlüğünü daha kuvvetlendiriyor ve demokratik hak ve hürriyetlerin son kalıntılarını da yok ederek burjuva diktatörlüğünün faşist şekline daha sık başvuruyor. Faşizmin esas görevi, proletaryanın sınıf örgütlerinin ezilmesi, devrimci proleter öncünün maddi olarak yok edilmesi, bir terör rejiminin, kanunsuzluk rejiminin ve milyon-larca emekçi için karanlık bir kölelik rejiminin kurulmasıdır.“Burjuvazinin en emperyalist ve en şoven unsurlarının temsilcisi olan faşizm, dünyanın yeniden paylaşılmasıyla buhrandan bir çıkış yolu ara-makta ve milliyetçi veya ırkçı kışkırtmayla geniş kitleleri aldatmaya, birbi-rine düşürmeye ve yeni bir emperyalist savaş çıkartmaya uğraşmaktadır.”(73)1979 Şubat’ında Güney’in 14. sayısında yayınlandı. Bu makalenin devamı 15. sayıda yayınlanacaktı, ancak Güney sıkıyönetim makamlarınca kapatıl-dığı için yayınlanamadı.

halkcephesi.net

Page 118: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

SANAT, SİNEMA, SİYASET SÖYLEŞİLERİ (KAYSERİ CEZAEVİ)MEKTUPLAR

KAYSERİ KONUŞMALARI —ISoru: TV’de reklam filmlerine çıkan ünlü oyuncular var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?Yılmaz Güney: Bu sorunu parçalarına ayıralım, her parçasını ayrı ayrı ince-leyelim ve aralarındaki bağları kuralım. Bir, TV. İki, reklam filmleri. Üç, reklam filmlerinde çalışan ünlü ve ünsüz oyuncular. Dört, ben ne düşünüyo-rum?Ülkemiz, yarı-sömürge tipi kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu, bağrında feodal kalıntıları taşıyan bir yarı sömürgedir. Her şeyin olduğu gibi, TV’nin de ikili tabiatı vardır. Esas olarak TV bu yapının yani yarı sömürge yapının hizmetinde, bu yapının korunmasında çıkarları olan sınıf-ların hizmetinde, ideolojik, kültürel ve siyasal alanda onların çıkarları doğ-rultusunda işleyen çok büyük etkinliği olan bir araçtır. TV ve benzeri kurumlar, hangi sınıfların elindeyse, onların siyasetleri doğrultusunda işler. Bugün ülkemizde TV, emperyalist-faşist-gerici kültürün, ideoloji ve siyasetin yayılmasına, kitlelerin etkin biçimde uyutulmasına, yanıltılmasına hizmet etmektedir. Bugün için esas yönü, toplumsal çelişkilerin yansıma-sını belli oranlarda içermesi sonucu, orada çalışan unsurların bir kısmını, TV’nin esas yönünden ayrı olarak, bu yöne karşı niteliğiyle ele almak gere-kir. Yani TV’nin esas yönüne karşın, orada mücadele veren demokrat, yurt-sever unsurlar, olanakları nisbetinde olumlu şeyler yapmaya

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 119: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

çalışmaktadırlar ve zaman zaman başarılı da olmaktadırlar. TV’de görülen olumlu kıpırtılar bu arkadaşların çabalarıyla kazanılmış şeylerdir. Onların çabaları ve direnişleri, yurtsever demokrat unsurların mücadelesi etkinleş-tikçe, daha da olumlu noktalara ulaşacaktır.TV’nin esas yönü, yani esas niteliği gerici olduğuna göre, ilerici ve demok-rat unsurların böyle gerici bir kurumda çalışmaları doğru mudur?Doğrudur… TV gerici niteliktedir diye ayrılmak ve böylesine etkinliği olan bir kurumu gericilerin egemenliğine bırakmak yanlış olur. İlerici ve demok-rat unsurların, en dar olanakları bile değerlendirmeleri için orada kalıp mücadele etmeleri ve olanakları geliştirmeye çalışmaları gerekir. Olumlu ne yapılırsa kârdır. Gericilerin buradaki etkinliği geçicidir, çünkü onların iktidarı geçicidir. TV izleyicileri, en küçük ilerici ve demokrat kıpırtıyı, orada çalışan ilerici ve demokrat unsurların gerçekleştirdiklerini seziyorlar ve TV’nin içinde sürdürülen mücadelenin yansıması olduğunu biliyorlar. Sağcı ve gerici gazetelerin zaman zaman TV’ye yönelttikleri saldırıların esas amacı, oradaki ileri arkadaşları yıpratmak ve olanaklarını daraltmak ve hatta tasfiye edilmelerini sağlamaktır. İlerici arkadaşlar, bütün gerici saldırıları göğüslemeli ve bu tip çalışmalarını sürdürmelidirler. Sürdürü-yorlar da. Bu çok iyidir.İsterseniz konuyu dağıtmadan asıl sorunumuza dönelim. Birincisi TV’nin niteliği idi. İkincisi de reklam filimleri diyorduk…Evet, ikincisi reklam filmleri…Reklam, kapitalist toplumun en karakteristik özelliklerinden biridir. Rek-lam, kapitalizmin azgın sömürüsünün yaygınlaştırılmasının, kolaylaştırıl-masının bir aracıdır. Reklam filimlerini buna bağlı olarak değerlendirmek gerekir. Bilgi, yetenek, güzellik, ün, tüketici kitleleri yönlendirmede, onları askerileştirmede ve koşullandırmada etkin bir rol oynar.Kapitalist, malını kitlelere duyuracak her araçtan yararlanır, tüketimi yoğunlaştırmak için her olanağı seferber eder. Halkın değer ölçülerini, hal-kın sempatilerini soygunun bir aracı olarak kullanır. Bir malın iyiliği, kötü-lüğü artık reklamın düzeyiyle ölçülüyor. Değer yargıları değişiyor. Markası duyulmadık bir mal, reklamı bolca yapılmamış, adı iyice duyulmamış bir mal değersiz görülüyor. Örneğin, reklamı yaygın biçimde yapılmamış, geniş kitlelerce bilinmeyen bir saat, gerçekte iyi de olsa, iyi saat sayılmıyor. Her şeyin ünlüsü aranıyor.

Page 120: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

TV reklam filmlerinde oynayan oyunculara gelince, bunların çoğu reklam emekçileridirler. Geçimlerini bu yolla sağlamaktadırlar. Birkaç kişinin dışında, onlar da yoğun bir sömürünün altındadırlar. Bunların büyük bir kısmı, emeklerinin karşılığını tam alamazken, sivrilen bir kesimi ya da sinema-tiyatro-spor-mankenlik vb. çalışmalarıyla üne kavuşmuş bir kesimi, kendi geleceklerini kapitalist toplumun varlığına bağlayan bir kesimi; yürek hoplatan güzellikte kızlar, yakışıklı, alımlı erkekler, ünlü ve yetenekli sanatçılar, güzelliklerini, yeteneklerini, ünlerini ve toplumsal ilişkilerini kapitalist çetelerin emrine vereceklerdir. Kapitalist toplumda her şey alınır, satılır. Şeref, ahlak, namus, ün, her şey. Geçerli tek değer ölçüsü paradır. Ünlü olan, ününü şu ya da bu biçimde paraya çevirmek isteyecektir. Kapita-list toplumda olağan ve doğaldır bu. Kadının ve erkeğin, cinslerine ve cins-lerinin avantajlarına göre ünlerini değerlendirme yolları vardır. Üstelik çeşme akarken kovasını doldurmayan “enayi”dir.Şu ya da bu daldakiler için değil, genel anlamıyla, bir sanatçı için sorun, sömürüden yana mı, yoksa karşısında mı yer alması sorunudur. Sorun, sömürü çarkının süslü bir vidası mı, yoksa sömürü çarkını kırmanın yağlı, gerekirse kanlı bir vidası mı olmaktır. Kendi varlığını ve rahatını, sömürü çarkının işlemesinde görenler, elbette ki bu düzenin türküsünü söyleyecek-ler, ünlerini, yeteneklerini ve güzelliklerini, toplumsal ilişkilerini kapita-listlerin emrinde, kendilerine çeşitli nedenlerle yakınlık duyan, sınıf bilincine henüz ermemiş halk kitlelerini aldatmak için bir etki aracı olarak kullanacaklardır. Burada tayin edici olan, sanatçının niteliğidir.Bir sanatçının niteliğini belirleyen ölçü sizce nedir?Genel anlamıyla sanatçının niteliğini belirlerken, toplumsal pratiğinin, yani siyasal ve kültürel çalışmalarının, toplumsal tutum ve ilişkilerinin ve eser-lerinin hangi sınıfların hizmetinde olduğuna bakmalıyız. İşçi sınıfının, yok-sul köylülüğün sorunlarına, toplumsal kurtuluş mücadelesi doğrultusunda hizmet ediyorsa, emekçi kitlelerin eylemleriyle yakından ilgileniyorsa, bu eylemlere maddi ve manevi destek oluyorsa, onların devrimci sınıf bilincini yükseltiyorsa, devrimci ruh ve kararlılığını kabartıyorsa, onlara bütün dünya emekçilerinin kardeşlik duygularını götürüyorsa, bilimsel sosyaliz-min ideolojisi ve teorisini kendisine kılavuz ediyorsa, bu sanatçı proleter devrimci bir sanatçıdır. eksikleri, zaafları, yetmezlikleri olsa bile halkın sanatçısıdır.

Page 121: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Güzellikleri, bilgileri, yetenekleri sanatları ve eserleriyle ve en önemlisi toplumsal ilişkileri ile büyük burjuvazi, büyük toprak ağaları ve büyük top-rak kapitalistlerine, soyguncu ve vurguncuların her türden sınıf çıkarlarına, gizli ya da açık, dolaylı ya da dolaysız toplumsal dayanaklar oluşturarak hizmet ediyorlarsa; kitlelerin sınıf mücadelesine yönelmelerini engelleyen, hafifleten, onları söz, yazı, müzik, demeç, şaklabanlık, gösteri, toplantı vb. çalışmalarıyla, sınıf çıkarlarını savunmaya değil de kölelik uzlaşmalarına çağırıyorsa ya da uzlaşmalarını kolaylaştırıyorsa, sanat çalışmalarını ve ünlü olmanın avantajlarını sömürünün niteliğini gözlerden saklamaya yara-yacak biçimde sunuyorlarsa, bu sanatçılar öz itibariyle karşı devrim yanlısı-dırlar, özünde halk düşmanıdırlar. Bunlar kendi aralarında da, gerici, faşist, tutucu gibi sınıflamalara ayrılabilirler. Fakat devrime karşı birleşir-ler.Demokrat, yurtsever sanatçıların yanı sıra bir de karşı devrimle devrim arasında bocalayan sanatçılar vardır. Bilinç yetmezliklerinden ötürü, ne yaptıklarını, yaptıklarının kime hizmet ettiğini bilmeyen sanatçılar vardır.Ülkede ne kadar sınıf ve tabaka varsa, o denli değişik siyaset ve ideolojilere sahip sanatçılar da olacaktır. Bunların rengi, daha çok toplumsal ilişkileri, siyasal ilişkileriyle açığa çıkmaktadır. Örneğin birtakım sinema oyuncula-rını, yaptıkları işle pek açık olarak kavrayamayız.Tarihi olarak, dünya çapında gelişen toplumsal ve siyasal hareketler, kapi-talizmin güçleriyle sosyalizmin güçlerini hayatın her alanında karşı karşıya getirmektedir. Ülkemizde de böyledir. Toplumsal saflaşmaların, yani sınıf saflaşmalarının netleşmeye doğru gittiği günümüzde, saflarını belirlememiş sanatçıların da yerlerini belirlemeleri gerekir.Kimden yana olacaklardır?En azından, kısıtlı da olsa, gericileşmiş de olsa, burjuva demokrasisi ile faşizm arasında bir tercih yapmalıdırlar.Bilgi, bilinç, toplumsal pratik ve ilişkileri geliştikçe, daha üst düzeydekiler için sorun şudur: Kendilerini üne, paraya kavuşturan emekçi kitlelerin yanı mı? Yoksa halkın sırtından geçinen burjuvazinin, toprak ağalarının yanı mı? Emekçi kitlelerin safına geçen sanatçı için yeni soru şudur: Revizyo-nist, reformist bir ideoloji ve siyaset mi? Her türden oportünizm mi? Yoksa Marksizm-Leninizm mi? Kabaca sorun budur.

Page 122: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Proleter devrimci sanatçı olabilmek için, sadece işçi sınıfı ve yoksul köylü-lüğün, emekçi kitlelerin sorunlarına eğilmek, onların yaşamını konu edin-mek yeterli midir?Değildir… toprak ağalarının, büyük burjuvazinin yaşamı da konu edilebilir. Önemli olan soruna biçimsel değil, sınıf açısından bakabilmektir. İşçiyi, köylüyü, dar gelirli emekçi kitlelerin yaşamını konu edinen, fakat bu konu-lara yaklaşım biçimleri revizyonist, reformist, küçük burjuvaca olanlar, faşist ve gerici olanlar vardır. Proleter devrimci sanatçıyı diğer sınıf sanat-çılarından, diğer siyasetlerden ayıran, sınıf yaklaşımının niteliğidir. Sınıfsal bakış açısıdır. Sınıf açısından bakmak ne demektir?Her toplumsal olay, şu ya da bu sınıfın çıkarlarına hizmet eden bir ürün, bir olay dizisi yaratır. Sınıf mücadelesini içermeyen tek bir toplumsal olay mümkün değildir. Her olay bir çelişmenin ürünüdür. Her toplumsal olay da toplumsal çelişmelerin, yani sınıf çelişmelerinin ürünüdür. Ve bu çelişmele-rin sonucu meydana gelen olay, şu ya da bu sınıfın güçlenmesine ya da zayıflamasına yol açar. Bizim için, yani proleter devrimciler için olaylara sınıf açısından bakmak, olaylara devrimci siyasi bir gözle, yani işçi sınıfı-nın, yoksul köylülüğün, emekçi halkın ve proleter sosyalizminin çıkarlarını, ulusal ve uluslararası planda temel alarak bakmak, her olayın hangi sınıf-lara yararlı, hangi sınıflara zararlı olduğunu kavramak, her olayın hangi sınıflara yararlı, hangi sınıflara zararlı olduğunu kavramak, olayların sınıf-sal özünü kavramak demektir. Bu gerçeğin kavranması, revizyonistlerin, reformsitlerin, ağızlarından “halk… Marksizm-Leninizm” sözünü düşürme-yen her tipten oportünistlerin, halkın sahte dostlarının sınıf özünü anlama-mızı kolaylaştırır. Örneğin şu sıralarda kendilerine devrimci diyen bazı unsurların, kitlelerden kopuk olarak sürdürdükleri bombalı dinamitli, silahlı eylemleri oluyor. Hayat pahalılığının yükseldiği, ekonomik bunalı-mın alabildiğine derinleştiği, egemen sınıflar arasındaki çelişmelerin iyice keskinleştiği şu günlerde, halkın siyasi iktidarı elinde bulunduran faşist-ge-rici güçlere duyduğu tepkilerin yoğunlaştığı şu günlerde halkın kendiliğin-den tepkisini örgütlemek, siyasileştirmek, demokratik halk devriminin gerekleri doğrultusunda yönlendirmek gerekirken, bireysel terör eylemle-riyle kimlere hizmet ediyorlar? Halkın dikkati ve tepkisi, soygun ve sömü-rünün ana kaynaklarına yöneltilecekken, Intercontinental Oteli’nin camlarına yöneltiliyor. Arkadaş filminde otomobil lastiklerini patlatan,

Page 123: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

camlarını kıran ve böylece bir tatmin duygusu edinen gençten farkı yok bunların. Egemen güçlere, havada ararken tavada buldukları faşist baskı ve tedbirler için maddi dayanak olanakları veriliyor. Bir dinamiti bu insanlar patlatıyorsa, beşini de polis patlatıyor. Proleter devrimcileri, emekçi kitle-leri, onları acil ve somut talepleri doğrultusunda örgütleyerek, onların gün-lük hayat mücadelesine siyasi önderlik ederek, örgütlü, disiplinli bir kitle gücü oluşturarak, siyasi sınıf bilincinin oluşturulmasına yarayacak kitle eylemlerini gerçekleştirerek görevlerini yerine getirebilirler. Olaylara sınıf açısından yaklaşırsak, bu tip eylemlerin kimlere hizmet ettiğini daha iyi görürüz.Bir noktayı aydınlığa kavuşturalım. “Kendilerine devrimci diyen bazı unsur-ların…” dediniz. Bu sözden, bu arkadaşları devrimci kabul etmeme gibi bir anlam çıkartılabilir mi?Hayır… bu arkadaşlar da devrimcidir. Fakat proleter devrimciler değil, küçük burjuva devrimcileridirler. Bunların içinde, proletaryanın davasına inanmış, gerçekten yiğit unsurlar vardır. Fakat sadece inanmak yetmiyor, bu işin bilimini kavramak gerekiyor. Zaten Marksizmi ve Leninizmi kavra-dıklarında, yaptıkları işin devrime ne kadar zararlı olduğunu da kavraya-caklardır. Dileğimiz, küçük burjuva yiğitliklerini, kitlelerin yiğitlikleriyle birleştirmeleri ve gerçekten proleter devrimci saflarda yer almalarıdır.Anlaşıldı… biz yine konumuza dönelim. Proleter devrimci bir sanatçının görevlerini saptarken ölçümüz ne olmalıdır?Herhangi bir ülkede, devrimci bir sanatçının görevlerini ve sorumlulukla-rını saptarken, o ülkenin tarihi, toplumsal, ekonomik ve siyasi yapısını, o ülkedeki toplumsal kurtuluş mücadelesinin düzeyini, kitlelerin sanat ve kültür ilişkilerinin düzeyini doğru kavramak gerekir.Devrimci sanatçı, devrimci tabiatı gereği militandır, yenileştirici ve değişti-ricidir. Toplumsal kurtuluş mücadelesinden ayrı düşünülemez, devrimci mücadeleyle organik bir biçimde bağı olmalıdır. Bu nedenle devrimci bir sanatçı, o ülkenin devrimci mücadelesinin hedefleri ve görevleri doğrultu-sunda görevlerle yüklüdür. O her şeyden önce bir devrimcidir, militandır, sanatı devrimin bir aracıdır, bir silahıdır.Genel olarak ifade etmek gerekirse, devrimci sanat, halkın yaşamını, halkı ezen sınıf baskılarını, bu baskılara karşı halkın mücadelesini, yeni bir top-

Page 124: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

luma duyduğu özlemleri, ezen sınıflara duyulan kini, nefreti temel almalı, onların devrimci mücadele ruhunu geliştirmeli, halk kahramanlığını, halk için fedakârlık ruhunu derinleştirmeli, olumlu ve olumsuz insan örneklerini karakterize ederek mücadeleyi bütün boyutlarıyla konu edinmelidir.Sanatın ana konusu, işçiler, köylüler, halk aydınları, devrimci militanlar, kısaca sosyalist mücadele süreci olmalıdır. Bu süreç içerisinde, olumlu olumsuz, sınıf dayanaklarıyla birlikte işlenmelidir. İşçiyi anlatırken pat-ronu, köylüyü anlatırken toprak ağasını, toprak kapitalistini; devrimci mili-tanı anlatırken kaypak küçük burjuva unsurları, polisi, bürokrasiyi ve devlet mekanizmasının işleyişini de birlikte, sınıf gerçeklerine bağlı olarak anlatmalıdır.Sadece toplumun objektif tanımlanması, sadece eleştirel gerçeklik yeterli değildir. Devrimci sanat, toplumun gelişen güçlerinin sanatıdır, bu güçlerin gelişmesini ve mücadelesini sergilerken, aynı zamanda yol gösterici olmalı, fakat kuru slogancılığa düşülmemelidir, işi basite indirgememelidir.Toplumun gelişen güçleri önündeki engelleri, engellerin ideolojik, siyasi, kültürel, toplumsal niteliklerini kavratmada devrimci sanata büyük görev-ler düşmektedir. Devrimci sanat, sosyalist ve ilerici olanı ele alırken, gerici ve olumsuz güçleri gerçeğe ters düşecek biçimde ele alırsa, küçümserse ya da olduğundan çok önemserse hayalci olur, oportünizme kayar, devrimci görevleri yerine getiremez. Aynı zamanda, devrimin zaaflarını vurgularken, bu zaafları da ne abartmalı, ne de küçümsemelidir. Devrimci sanat, devrim güçlerinin yarına duydukları inancı pekiştirirken, devrimin önündeki zor-lukları da objektif olarak belirtmelidir.Sanat ve kültürde, yaratıcı çalışmamızın kaynağı halktır, halkın devrimci mücadelesidir. Devrimci sanat kaynağını halktan alır, ürünlerini halka götürür. Karşılıklı etkileme ve etkilenme süreci içerisinde halk sanatın, sanat da halkın gelişmesine yardımcı olur. Önemli noktalardan biri de şudur:Devrimci sanat, halkın ve özellikle gençliğin bilincini yozlaştıran, halka zararlı düşüncelere karşı verilen mücadelede etkin ve güçlü bir temizleme silahıdır. Kendinden olan şeyleri küçümseyen, kendinden olan her şeye güvensizlik duyan, yabancı şeyler karşısında kölece eğilen, yabancı olan şeylere hayranlık duyan bir anlayışın yıkılmasında, bu anlayışın maddi temellerinin kavranmasında, kendine ve kendinden olanlara güven duygu-

Page 125: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sunun geliştirilmesinde devrimci sanata büyük görevler düşmektedir. Yabancı sigaraya, yabancı damgalı giysiye, yabancı müziğe, sanata, edebi-yata, körü körüne bağlanan, kendi sigarasını, giysisini, kendi sanat ve fikir adamlarını hor gören bir anlayış, emperyalizmin bilincimize yerleştirdiği organik ajanlardır.Bu anlayış, kaynağı aynı olmakla birlikte farklı biçimlerde siyaset ve dev-rimci mücadele alanında da belirgin biçimde kendini göstermektedir. Biçimsel olarak taklit etmek, benzemeye çalışmak; hatta devrim yapmış ülkelerin halk deyimlerini kullanmak, onlardan örnekler vermek… Her ülkenin tarihi ve toplumsal koşulları kendi devrimini ve devrimcisini biçim-ler. Bu nedenle, şu ya da bu ülkenin devrimcilerine biçimsel olarak özen-mek, taklit etmek, ezbercilik, kopyacılık gibi şeyler yanlıştır. Bir ağacın gölgesinde ağaç yetişmez. Yetişse bile o ağacın gölgesinde kalır, kendini bulamaz. Kendini küçük gören, kendi öz gücüne, kendi işçisine köylüsüne, kendi siyasetine ve siyasal önderlerine, kendi sanatçısına, kendi kültürüne dayanmayan, umudunu dıştan gelecek yardımlara bağlayan bir halk, kesin-likle ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal boyunduruktan kurtulamaz. Sözün kısası devrim yapamaz… yapsa bile devrimini yaşatamaz.Köylümüz darda kaldığında elini havaya açar, havaya bakar, havaya konu-şur. Ama ürünü topraktan, toprağı işleyerek, toprağın kahrını çekerek alır. Bitkilerin, ağaçların kökü topraktadır, havada değil. Din kitaplarında, kökü havada olan ağaç resimleri vardır. Oysa asıl dayanağımız kendi toprağımız-dadır. Hava havadır. Umut dışta değil, içtedir. Umut kendi toprağımızda ve kendi halkımızdadır.Her türlü olumsuz eğilimlere karşı yürütülecek ideolojik mücadelenin bir unsuru olarak devrimci sanat, doğru bir ideolojik ve teorik temele dayan-malıdır. Sanatçı, sanatsal kaygı ve titizliğinin yanı sıra bir devrimci oldu-ğunu akıldan çıkartmamalıdır.Sanatçının, devrimci görevleri temel alması gerektiğini söylediniz. Bir dev-rimcinin görevleri nelerdir?Bir devrimcinin temel görevi, bilimsel sosyalizmin bilimini özümlemek ve öğretilerinin propagandasını yapmak ve bilimsel sosyalizmin ilkelerine uygun bir pratik içinde yaşamaktır. Yani içinde bulunduğumuz toplumsal ve ekonomik yapıyı doğru kavramayı başarmak, buna bağlı olarak sınıflar ara-sındaki ilişkileri doğru biçimiyle değerlendirmek, sınıf mücadelesini günlük

Page 126: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yaşayış içinde sürdürmek, sömüren sınıfları ve temsilcilerini, onların iç dış, maddi manevi toplumsal dayanaklarını, sömürülen kitlelere devrim hedef-leri olarak göstermek, işçi sınıfının tarihi rolünü, yani devrimin önder ve itici gücü olduğunu anlatmak, kitlelerde devrim isteği ve heyecanını kabar-tacak propaganda ve ajitasyon çalışmaları yapmak, emekçi kitlelerin ekono-mik, demokratik, siyasi hareketlerine katılmak, hem kendisini, hem de kitleleri örgütlemektir. Ayrıca emekçi kitlelerin dikkatini sınıf hedeflerin-den şaşırtmak için girişilen gizli kapaklı oyunları bozmak, onlara günlük isteklerini en doğru bir biçimde ifade edebilmeleri için yardımcı olmak, bütün çalışanların, ulusal ve uluslararası planda çıkarlarının birliğini, dev-rimin dostlarını ve düşmanlarını kavratmak, bir devrimcinin genel görev-leri arasında sayabileceğimiz çalışmalardır.İşte, proleter devrimci sanatçı da çalışmalarını, devrimci mücadelenin organik bir unsuru olan sanatının araçlarıyla gerçekleştirecektir. Sanatın yaptığını herhangi bir bilim dalı gerçekleştirseydi, sanata gerek kalmazdı. Demek istediğim şudur: Sadece doğru fikirlerin kabaca aktarılması değil, yeni toplumsal süreç içerisinde insanın çalkantılarını, umutlarını, acılarını, coşkularını, sanatının hamuruyla yoğurararak anlatabilmek; yani sanatçı sezgi ve duyarlığını, yeteneğini katabilmek.Size proleter devrimci bir sanatçı denebilir mi?Bir sanatçının kendisine “ben proleter devrimci bir sanatçıyım” demesi ya da yakınlarının ona “proleter devrimci sanatçı” adını yakıştırması, onun proleter devrimci bir sanatçı olduğunu göstermez. Sanatçının niteliğini pra-tiği belirler. Amacım proleter devrimin bir savaşçısı olmaktır. Proleter dev-rimci saflardayım. Pratiğim adımı ve yerimi belirleyecektir.Devrimci sanatçı, devrimin hedefleri doğrultusunda görevlerle yüklüdür dediniz.Evet… Devrimci sanatı, devrimin hedefleri doğrultusunda sürdürülen mücadeleden bağımsız düşünemeyiz. Mücadelenin dışında devrimci sanat olamaz. Bu nedenle, devrimci sanatçı, her şeyden önce teorik ve ideolojik bir sağlamlığa ulaşmak için çaba göstermelidir. Yani bilimsel sosyalizmin temel yasalarını öğrenmeli ve toplumsal, sanatsal mücadelesinin kılavuzu yapmalıdır. Devrimci teoriyi kavramadan devrimci sanat yapılamaz.

Page 127: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Sadece teoriyi bilmek sanatçı olmak için yeterli değildir. Sanatçının doğru bir dünya görüşü kazanması, sanatsal işlevini doğru bir temele oturtması için gereklidir. Ancak bu temel üzerinde sanatının ustası olmalıdır. Seçtiği sanat dalında sanatının inceliklerini, pratik zorunluluklarını öğrenmeden, disiplinli ve ilkeli bir biçimde çalışmadan, fedakârlıklara katlanmadan, top-lumun insanlarını tanımadan sanatçı olunamaz. Sanatçı yetenekleri, duyar-lığı, ustalığı, sabırlı bir çalışma içerisinde kazanılabilir şeylerdir. O, kitlelerin içinde erimek, halkının organik bir parçası olmak zorundadır. Sadece doğru fikirleri ve toplumsal yaşamı, hikaye, şiir, roman, film vb. kalıplar içinde kabaca yansıtan, sanatı kuru slogan düzeyine indiren tutum, niyeti ne olursa olsun, devrimci sanat adına layık olamaz. Böylesi ucuzluk-larla çok karşılaşacağız. Ve böylesi ucuzluklarla mücadele etmek devrimci görevdir.Sosyalizm, boyunduruk altına alınmış, insani yetenekleri prangalanmış emekçi kitleleri her türden sınıf baskılarından kurtarmayı amaçlar; onları özgür, bütün yönlerini geliştirme olanaklarına sahip kılmayı amaçlar. Sadece ekonomik bakımdan değil, aynı zamanda zihinsel, ruhsal ve kültürel zenginliğe kavuşturmayı da hedefler. İnsanın duygularını, düşüncelerini geliştirir; çağdaş bilimin ve tekniğin olanaklarını onların emrine sunar. İnsanları, her yönüyle eski dünyanın etkilerinden kurtarır, bütün boyutla-rıyla geliştirir ve bu gelişmenin sürekliliğini sağlayacak maddi koşulları hazırlar, sınıfsız topluma geçiş aşamasının gereklerini yerine getirrir.İşte devrimci sanat, sosyalist toplumu kuracak insanların duygularını, düşüncelerini ve bilincini eğitmede büyük ve önemli bir rol oynar; ilk bakışta göze batmayan, ama bir bütünü oluşturan ayrıntılara dikkati çeker, ayrıntıların önemini kavratır. Onları uyanık, kavrayış yetenekleri yüksek, geniş ufuklu insanlar haline getirmeye yardımcı olur.Siz bu görevleri eserlerinizde yerine getirdiniz mi?Tam anlamıyla değil… kısmen. Özellikle Salpa; Hücrem; Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz; Umut; Arkadaş; Endişe, bu kaygılarımın ürün-leridir. Eksiktirler tek tek… ama birbirlerini tamamlarlar. Yönleri geleceğe dönüktür. Hayat o denli çok boyutludur ki, bir sanatçının ömrü tek başına hayatı aktarmaya yetmez… Yüzlerce, binlerce sanatçının ortak çabası gereklidir.Kitaplarınızın edebiyat çevrelerinde yoğun bir suskunlukla karşılandığını görüyoruz. Siz bu suskunluğu nasıl yorumluyorsunuz?

Page 128: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Onların suskunluğu sadece bana karşı değil, bir bütün olarak devrimci sanatçılara karşı. Bu tutumlarını öncelikle bir sınıf tepkisi olarak, eriyen bir sınıfın tepkisi olarak değerlendiriyorum. İkincisi, onların yabancısı olduğu bir süreci anlatıyoruz. Her yeni süreç, yeni sanatçılarıyla birlikte yeni ve güçlü eleştirmenlerini, yeni ve denetleyici izleyicilerini yetiştirecek-tir. Sanatın yeni izleyicileri kavganın yüreğinde çarpan bir sanat istiyorlar. Burjuva ve küçük burjuva aydın ve sanatçılarının bir kesiminin, kendileri-nin de farkında oldukları gibi, ayaklarının altından toprak kayıyor. İçkile-rini artık eskisi gibi rahat içemeyecekler. Yeni bir dünya, sancılı bir doğumla, eski kabuğunu parçalayarak kendisini yaratıyor. Eskiyi silkeliyor, sarsıyor. Ben ve benim gibiler, bu yeni dünyanın çoşkusu; onlar da, bu karanlık, umutsuz ve küf kokan dünyanın yitirilme kaygısı içindeler. Kavga-nın bağrında gelişen sanatçıları görmezlikten gelmek, umursamazlık, kimi zaman küçümsemeye varan tutum, objektif gerçeği yok edemez. Biz yeni dünyanın savaşçılarıyız! Şu duvar nasıl varsa, öyle… İstedikleri kadar gör-mezlikten gelsinler, suskunlukları ile kendilerini avutsunlar, biz varız… Onlar suskunluk içinde boğulacaklar; bizlerse, gelişen güçlerin savaşçıları olduğumuz sürece varolacağız.

halkcephesi.net

Page 129: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

KAYSERİ KONUŞMALARI —IISoru: Devrim nedir?Yılmaz Güney: Kısaca, ezilen ve sömürülen sınıfların, egemen sınıfların siyasal iktidarı devirmesi, devlet mekanizmasının burjuva özünü parçalaya-rak, ezilen sınıflar yararına devleti yeniden örgütlendirmesi olayıdır. Yani devrim, emperyalist işbirlikçilerin yenilmesi, dolayısıyla emperyalistlerin ulusal planda yenilmesi ve bu mücadele süreci içerisinde, devrim düşmanı gerici akımların, revizyonizmin, reformizmin, oportünizmin yenilmesi ve işçi-köylü demokratik halk iktidarının kurulması ve sağlamlaştırılması ola-yıdır. Devrim, ezilen ve yoksul kitlelerin kurtuluşu demektir.Daha geniş anlatmak gerekirse devrim, gelişen üretici güçleriyle ve bunlara tekabül eden kurumlar, sınıflar, fikirler vb. ile bu güçlerin gelişmelerini önleyen üretim ilişkileri ve bunlara tekabül eden kurumlar, sınıflar, fikirler vb. arasındaki çelişmelerin, üretim güçlerine tekabül eden sınıf güçleri tarafından zor yoluyla parçalanması ve yeni üretim güçlerine uygun, geliş-meye yardımcı ve sürekli uyum sağlayabilecek nitelikte yeni üretim ilişkile-rinin ve devlet biçiminin yaratılması ve yeni bir üretim ve toplum biçimine geçiş olayıdır. Sınıflararası mücadelenin varacağı zorunlu sonuç budur.Marx şöyle der: “…bütün sınıf ayrılıklarının kaldırılmasına, bu sınıf ayrılık-larının dayandığı bütün üretim ilişkilerinin kaldırılmasına, bu üretim ilişki-lerinin karşılığı olan bütün topmlumsal ilişkilerin kaldırılmasına, bu toplumsal ilişkilerden kaynaklanan bütün fikirlerin devrimcileştirilmesine zorunlu geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğü…”Devrim isteğinin özünde yatan itici güç nedir?

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 130: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Devrim zorunlu bir ihtiyaçtır. Kaçınılmaz oluşunun nedeni budur. Devrim isteği gereklilikten doğar.Her insanı hangi sınıf ve tabakaya mensup olursa olsun, kendi çıkarları doğrultusunda ekonomik, demokratik, siyasi, kültürel vb. mücadeleye iten, mücadele biçim ve araçlarını geliştiren, değiştiren ana amaç aynıdır: Yaşa-mak… Daha iyi yaşamak. İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek, daha iyi hale getirebilmek ve çok boyutlu yapabilmek için çalışırlar. Bazı insanlar, bazı insanların daha kötü yaşaması pahasına daha iyi yaşabilirler. Bir kısım insanlar —ki, bunlar çoğunluktadır— yoksullaşırken, küçük bir azınlık ise sürekli zenginleşir. Yaşama isteği, bir kısm insanı devrimcileştirirken, bir kısmını da karşı devrimin saflarına, karanlığına atar.En küçük toplumsal tatsızlığın da, en büyük toplumsal kargaşanın da kök-leri araştırılırsa, ana nedenin, insanca, özgür ve dünya nimetlerinden, çağın kültürel, teknik, bilimsel olanaklarından yeterince yararlanarak yaşa-mak isteyenlerle, bunların önündeki gerici engeller arasındaki çelişme olduğu görülür. İnsanı köleleştiren, baskı altında tutan, gelişmeyi engelle-yen, insanı insana kulluğa zorlayan ve bu tip ilişkileri meşru göstermeyi amaçlayan, baskıyı ve sömürüyü yasallaştıran irili ufaklı bütün ilişkilerden kurtularak, sınıf baskılarından bağımsız yaşamak isteyenlerle bunun önün-deki gerici engeller ve baskılar arasındaki çelişme, devrimi zorunlu kılar. İşte, dünyayı ve toplumları sürekli değişime iten, sınıflar arası mücadeleyi kanlı kansız biçimleriyle geliştiren, savaşların, isyanların, başarıların ana nedeni budur.Daha iyi ve daha özgür yaşamak isteyen sınıflar, kendilerini daha iyi yaşa-maktan ve özgür olmaktan alıkoyan sınıfların, her türlü sınıf baskılarından ve baskı araçlarından kurtulmak ister. Devrim isteğinin özünde yatan itici güç budur. Devrime yol açan koşullar, üretim ve sınıf mücadelesi süreci içe-risinde çalışan insanın bilincini, özellikle bir sınıf olarak proletaryanın bilincini eğitir. Bu mücadelede sınıflar karşı karşıya gelirler. Siyasi iktidarı ve baskı organlarını elinde bulunduran sınıf ya da sınıflar, üretim ilişkile-rine kendi sınıf çıkarları doğrultusunda yön vermeye ve bu ilişkileri koru-maya çalışırlar. Egemen sınıfların devlet biçimlerini daha baskıcı ve zorba biçimleriyle değiştirmeye iten, burjuvazinin gerici diktatörlüğünü faşist diktatörlük biçimine dönüştüren de, emekçi kitlelerin gelişen örgütlü müca-deleleri karşısında çaresiz kalmalarıdır; eski biçimde yönetemez hale gel-meleridir.

Page 131: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Günlük ekonomik mücadele pratiği içinde kazanılan bilinç ve bu sınırlar içinde kalan bilinç, egemen sınıfların siyasi dalaverelerini kavrayamaz, devrim yapacak güç niteliğine ulaşamaz. Ancak bilimsel sosyalizmin ideolo-jisiyle birleştiğinde, çalışan insanın bilinci –özellikle proletaryanın bilinci– zenginleşir, devrimcileşir ve devrimin gerekliliğini kavrar. Biz buna, işçi sınıfı hareketi ile sosyalizmin aynı mecradan akması diyoruz. Ekonomik ve demokratik mücadele, siyasi ve ideolojik mücadele ile birleşerek, kitleleri, gelişmelerini önleyen kabuğu parçalamaya götürür. Onları yalnızca ulusal planda değil, uluslararası planda da ortak mücadele hedeflerine yöneltir; enternasyonalist bir ruh kazandırır.Enternasyonalist ruh nedir?Enver Hoca diyor ki: “Proleterya enternasyonalizmi, her ülke proletaryası-nın ve bütünüyle dünya proletaryasının eski kapitalist dünyayı şiddet yoluyla devirmek, burjuva iktidarını temellerinden yıkmak, üretim araçları-nın ve insanın insan tarafından sömürülmesinde kapitalistlere hizmet eden her şeyin efendisi olmak uğruna verdikleri mücadeledeki düşünce ve eylem birliğidir.”Herhangi bir ülkede verilen devrimci mücadele, dünya proleter devriminin bir parçasıdır. Görevlerimizi yerine getirirken, özel olarak ülkemiz prole-taryasına ve halkına, genel olarak da dünya proletaryasına ve devrimci halklarına karşı sorumluyuz.Bir ülkedeki gerici sınıflar, iktidarını korumak ve halk hareketlerini ezmek için nasıl uluslararası sermayenin ve dünya gericiliğinin desteğini alıyor-larsa, revizyonistler nasıl dünya revizyonist hareketinin uluslararası mer-kezlerinden destek buluyorlarlarsa, oportünistler uluslararası dayanaklarından güç alıyorlarsa, dünya halkları ve devrimci proletaryası da, uluslararası dayanışmalarını sürdürecekler ve birbirlerine düşünce ve eylem alanlarında yardım edeceklerdir. Proleterya enternasyonalizminin özü, bir ülkedeki devrimci hareketin çıkarlarını, dünya proleter hareketinin çıkarlarından koparmamak ve dünya proleter hareketinin çıkarlarını temel almaktır. Bu temel ilkeyi özümleyen ruh enternasyonalist ruhtur; birinci enternasyonalist görev de, kendi ülkemizde devrimi gerçekleştirmektir.Bunun için ne yapılmalıdır?

Page 132: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Devrimin gerçekleştirilmesi, üç temel silahın oluşturulması, işletilmesi ve sağlamlaştırılmasına bağlıdır. Bunlar, parti, yurtsever birleşik cephe ve ordudur.Devrimci mücadelede, objektif koşulların doğru değerlendirilmesi teme-linde, tayin edici rolü devrimci parti oynar. Partiyi de koşullar zorunlu kılar. Çünkü devrim, sınıfların, partilerin iradesinden bağımsız olan koşula-rın zorunlu ürünüdür.Günümüzün acil görevi, devrimci grup, kişi ve örgütlerin birleştirilerek proletarya partisinin yaratılmasıdır. Benim amacım da budur. Bu sürece katkıda bulunmaktır. Birliği gerçekleştirmek için, temel görüşlerimizi, acil siyasal görevlerimizi bütünüyle ortaya koyan siyasal bir program üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Parti, kitlelere ve bilimsel sosyalizmin ideolojik ve teorik temellerine dayanmalıdır.Lenin der ki:“Bütün sosyalistleri birleştiren ve onların inançlarına kaynak olan, müca-dele yöntemlerinde ve eylemlerinde uyguladıkları devrimci teori olmadan güçlü bir sosyalist parti olamaz.”Ülkemizde, kendilerine “proletaryanın partisiyiz” diyen beş-altı tane parti var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?Proletaryanın sınıf birliğinin en yüksek biçimi olan proletaryanın devrimci partisi için Lenin “…bu parti, önderleri, sınıfı ve yığınları homojen ve bölünmez bir bütün içinde birbirine bağlamayı başarmadan böyle bir ada layık olamaz” der. Ben, bu tanımı örnek alarak, ülkemiz bugüne dek bu ada layık bir partiye sahip olamamıştır diyorum. Proletaryanın adına layık olmasının en önemli belgesi de, bence, devrime önderlik edebilmesi ve der-vimi başarıya ulaştırabilmesidir. Bu görevi yerine getirememiş bir parti, yaşamının belli bir döneminde, doğru bir yol izlemiş olsa bile, doğru fikir-leri kağıt üzerine geçirmiş olsa bile, bu ada layık değildir. Önemli olan, kağıt üzerine değil, doğruları hayata geçirmektir.Dünya devriminin tarihine bakarsak, görürüz ki birçok parti, ülkesini dev-rime götürmüş, objektif koşulların devrime uygun olmasına karşın, birçok parti de devrimi gerçekleştirmek bir yana, partilerini oportünizmin, reviz-yonizmin bataklığına düşürmüştür.

Page 133: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Türkiye devrimi, mutlaka, tek bir partinin damgasını taşıyacaktır. Üç, beş, elli parti de olabilir. Önemli olan, devrime damgasını vuracak partinin nite-liğidir. Bana göre, devrim süreci içerisinde, revizyonizm, oportünizm ve her türden gericileğe karşı, benim de içinde yer alacağım, uluslararası devrimci proletarya hareketinin tezlerini temel alan, modern revizyonizme, üç dünya oportünizmine, maceracılığa karşı olan siyasi hareketlerin belli bir müca-dele süreci içerisinde, ideolojik mücadele süzgecinden geçerek, eleştiri öze-leştiri sonucu oluşturacakları birleşik proletarya partisi, Türkiye devrimine damgasını vuracaktır.Ülkemiz devrimi, hiçbir ülkenin devrimini kopya edemez. Koşulları gereği hiçbir ülkenin devrimine de benzemeyecektir. Bizim için, tek başına ne Sov-yet tipi “ayaklanma”, ne de Çin modeli “halk savaşı” biçimleri geçerli değil-dir.Amacımız, proletaryanın siyasi iktidarını kazanması, çalışan insanların tam olarak kurtulması için sosyalist toplumun örgütlenmesi ve sınıfsız topluma geçişin koşullarının yaratılmasıdır. Önümüzdeki görevler, proletaryanın sınıf kavgasını örgütlemek, bu savaşın ateşini diğer emekçi kitlelere taşı-mak ve bu ateş içinde emekçi kitleleri kaynaştırmak ve bu savaşın sağlıklı yürütülmesini sağlayacak yöntemleri ve ülkemiz devriminin özgül yasala-rını bulmaktır. Ülkemiz gerçeği, kendi yolunu, tarihi, ekonomik ve toplum-sal yapısına göre çizecektir.Bir ülkede, devrimin hedeflerini, görevlerini, dostlarını ve düşmanlarını, mücadele biçim ve araçlarını saptarken, o ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısının belirlenmesi gerekir. Farklı yapılar farklı çelişmeleri içerirler ve her farklı çelişme farklı yöntemlerle çözülür. Siz ülkemizi ve ülkedeki baş-lıca çelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?Ülkemiz karmaşık bir gelişme süreci içindedir. Değişik nitelikte birçok çelişmeyi bağrında taşır. Ancak bu çelişmelerden bir tanesinin varlığı ve gelişmesi, öteki çelişmelerin niteliğini belirler ve etkiler. Görevimiz, tayin edici rol oynayan bu çelişmeyi saptamak ve devrimci sınıf güçlerini bu hedef doğrultusunda, diğer çelişmeleri de gözden uzak tutmadan ve onlar-dan da yararlanarak, yönetmektir.Varlığı ve gelişmesi, diğer çelişmelerin varlığını ve gelişmesini tayin eden çelişmeye baş çelişme diyoruz. Her gelişme sürecinin belirli bir aşamasında baş çelişme tektir. İki ya da üç tane baş çelişme olmaz.

Page 134: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Ülkemizdeki başlıca çelişmeler dünyamızdaki temel çelişmelerden kaynak-lanır ve etkilenir. Dünyamızdaki başlıca toplumsal çelişmeler şunlardır:Burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişme.Sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişme.Kapitalist ve emperyalist ülkelerle, sömürge ve yarı sömürge ülkeler ara-sındaki çelişme.Emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmeler.Bu çelişmeler birbirlerini etkiler, birbirlerine bağlıdır. Ancak bir tanesi, diğerleri üzerinde tayin edici rol oynar. Bu, baş çelişmedir. Dünyamızdaki baş çelişme, iki süper devlet ile dünya halkları arasındaki çelişmedir. Ülkemize bakalım:Ülkemiz, feodal kalıntıları bağrında taşıyan, ABD’nin başını çektiği emper-yalizmin hegomonyası altında, Sovyet sosyal emperyalizminin siyasi, eko-nomik ve kültürel etkinliklerinin günden güne arttığı, yarı sömürge bir ülkedir. Feodal üretim ilişkilerini belli bir oranda bağrında içermekle bir-likte, emperyalizme bağımlı kapitalist üretim ilişkileri egemendir.Ayrıca ülkemiz, bağrında bir sömürge (Kürdistan’ın bir bölümü) taşımakta ve Kıbrıs’ın bir bölümünü işgal altında bulundurmaktadır.Ülkemizde, demokratik devrim görevleri yerine getirilmemiş, Kürt ulusu-nun demokratik, siyasi ve ulusal hakları baskı altındadır.Önümüzdeki devrim Anti Eperyalist Demokratik Halk Devrimidir.Demokratik devrim mücadelemizin hedefi, başta ABD ve AET emperyalizmi-nin hegemonyasını kaldırmak, Sovyet emperyalizminin hegemonya adımla-rını yok etmek ve yayılmacılığını önlemek ve her türden emperyalist sömürüye son vermek için emperyalizmin işbirlikçilerinin maddi ve manevi güçlerini ezerek demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır.Bu mücadelede, devrimci proletaryanın partisi, milli bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde halka önderlik etmelidir.Yabancı emperyalist devletlere olan her türlü ekonomik ve siyasi bağımlı-lığa son verilmeli ve tam milli bağımsızlık elde edilmelidir.Halk devrimi, anti emperyalist demokratik aşamada durmaksızın, sosyalist aşamaya ilerletilmelidir. Sosyalist sanayi kurulmalı ve geliştirilmelidir. Tarım kolektifleştirilmeli, geliştirilmeli ve makinalaştırılmalıdır. Mücadele

Page 135: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ile kazanılmış sosyalist anavatanımız ve diğer gerçek sosyalist ülkeler, emperyalistlerin, revizyonistlerin ve onların uşaklarının düşmanca emelle-rine ve faaliyetlerine karşı korunmalıdır. Eşitlik, milli bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı, içişlerine karışmama ve karşılıklı yarar temeli üzerinde, diğer ülkelerle yeni ilişkiler kurulmalıdır.Kürt ulusunun bağımsız bir devlet kurma hakkı kayıtsız şartsız tanınmalı-dır.İdeolojik ve kültürel alanlarda devrimler yapılmalı, eski dünyanın olumsuz mirasları bir süreç içerisinde yok edilmelidir.Anlaşılacağı gibi, yarı sömürge yapının parçalanabilmesi için emperyalizme karşı, emperyalistleri ve işbirlikçilerini ve bunların dayandıkları maddi ve toplumsal ilişkileri hedef alan bir mücadele yürütülmelidir. Burada asıl hedef, dünya halklarının baş düşmanı iki süper devlet ve onların işbirlikçi-leridir.Emperyalizmin çıkarlarını, ekonomik bağımlılığından ötürü kendi çıkarla-rıyla birlikte savunan işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak ağalığı içteki somut hedeftir. Yani emperyalizmi tasfiye etmeye yönelen bir hareket, emperyalizme bağımlı işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve toprak ağalarının, toprak kapitalistlerinin siyasi iktidarını devirmelidir. Böyle bir hareket, emperyalizmin çıkarlarını da tasfiyeye yönelmiştir, dolayısıyla emperya-lizmi karşısında bulacaktır.Öte yandan, ABD’nin başını çektiği emperyalist hegemonyaya karşı yürütü-lecek bu mücadele, Sovyet emperyalizmine ve onların işbirlikçilerine karşı yürütülecek mücadele ile birleştirilmelidir. Faşizme karşı mücadele, sosyal faşizme karşı mücadele ile; emperyalizme karşı verilecek mücadele sosyal emperyalizme karşı mücadele ile birleştirilmeden anti emperyalist müca-dele verilemez. Anti emperyalist mücadelenin özü budur. Ülkemiz feodal kalıntıları bağrında taşıyor. Bu, feodal kalıntılara ve buna tekabül eden toplumsal-kültürel ilişkilere karşı, siyasi ilişkilere karşı müca-delenin gündemde olması demektir. Ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesi-nin hayata geçirilmesi, büyük toprakların topraksız ve az topraklı köylülere dağıtılması, feodal ilişkilerin tasfiye edilerek, köylülerin siyasal hak ve özgürlüklere kavuşturulması… Demokratik mücadelenin özü de budur.

Page 136: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Proletarya, sömürü düzeninden rahatsız olan bütün sınıf ve tabakaları, sınıf mücadelesinin ateşi içinde birleştirmek, onları demokratik halk devrimi hedefleri doğrultusunda eğitmek, örgütlemek ve onlara önderlik etmek zorundadır.Önderliği nasıl tanımlayabiliriz?Önderlik görevini yerine getirmenin birinci koşulu partidir. Bu konuda Sta-lin şöyle der:“Önderlik… kitleleri partinin çizgisinin doğru olduğuna ikna etme yeteneği, kitleleri partinin durumuna getirecek ve onları kendi tecrübeleriyle parti-nin siyasetinin doğru olduğunu kavramada yardımcı olacak sloganları ortaya atma ve uygulama yeteneği, kitleleri partinin siyasi bilinç düzeyine yükselterek kitlelerin desteğini kazanma ve belirleyici mücadeleye onları hazırlama yeteneği demektir.”Bu işlemler ve ilişkiler, uzun bir mücadele sürecini gerektirir. Devrimci mücadele süreci budur.Ülkemizde baş çelişme, faşizmle halkımız arasındadır. Bu çelişmenin pra-tikteki çözümü, faşizme karşı mücadele, ancak ve ancak sosyal faşizme karşı mücadele temelinde mümkündür. Buna bağlı olarak, ABD emperyaliz-mine karşı mücadele, faşizme karşı mücadele ile birleşirken, sosyal faşizme karşı mücadele, sosyal emperyalizme karşı mücadele ile birleşmek zorunda-dır.Devrim, şu temel çelişmelerin çözümüyle zafere ulaşacaktır.Emperyalizm ve sosyal emperyalizmle halkımız arasındaki çelişme,Burjuvaziyle proletarya arasındaki çelişme,Feodal kalıntılarla köylülük arasındaki çelişme,Ve bir bütün olarak, emperyalist ve sosyal emperyalist devletlerin işbirlik-çileri ile halkımız arasındaki çelişme…Ve uzun devrimci mücadele, bu süreç içerisinde Marksizme ters düşen bütün siysi akımları yenilgiye uğratmak zorundadır. Sapmaları yenilgiye uğratmayan bir hareket yenilir. Çağımızda, özellikle de ülkemizde, Sovyet emperyalizmini hedef almayan bir devrim, devrim adına layık olamaz.Anlaşıldığı kadarıyla, devrim, şu temel çelişmenin çözümü sonucu olacak-tır:

Page 137: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Emperyalizm ve sosyal emperyalizm ve onların yerli işbirlikçileri ile halkı-mız arasındaki çelişme.Burada, esas darbenin faşizme ve ABD emperyalizmine vurulması gerekti-ğini anlıyoruz. Neden?Bir çelişmede çelişen iki yön bulunur. Bu yönlerden biri esas, diğeri talidir. Çelişen yönler eşit olarak ele alınamazlar. Yönlerin hangisi egemense, süre-cin niteliğini belirler. Örneğin ülkemiz temel çelişmesini ele alalım. Bu çelişmede eğemen yön, emperyalizm ve işbirlikçilerinin (sosyal emperya-lizm ve işbirlikçileri de içinde) bulunduğu yöndür. Bu nedenle ülkemize yarı sömürge diyoruz.Bir yanda emperyalizm, sosyal emperyalizm ve işbirlikçileri. Diğer yanda halkın güçleri.Bir çelişmenin karşıt yönleri de içlerinde özgül çelişmeler taşırlar. Biz bu çelişmenin düşman yönünü, kendi iç çelişmeleriyle birlikte ele almak ve asıl darbeyi, bu çelişmenin içinde bulunan hangi noktaya vuracağımızı sapta-mak zorundayız. Şimdi düşman yöndeki çelişmeleri ele alalım:Emperyalizmin güçleri ile sosyal emperyalizmin güçleri arasındaki çeliş-mede, gelişen yön sosyal emperyalizm olmakla birlikte, egemen durumda olan ABD ve AET emperyalizmidir. Bu nedenle, darbenin asıl hedefi, günü-müz koşullarında özellikle ABD emperyalizmi ve faşist işbirlikçileridir. Hal-kın güçleri esas darbesini bu noktaya indirmeli, fakat ABD ve AET’nin gerilemesi ve yok olması halinde Sovyetlere de gelişme ve yerleşme hakkı tanımamalıdırlar. Çelişmenin bir yönü içinde asıl darbeyi bir noktaya vurmak ve onunla reka-bet eden yanın emellerini görmemek, düşmanın bir kanadını geriletirken bir kanadının güçlenmesine yol açar. Bu nedenle, vurulacak darbenin, düş-manın bir kanadının işine yaraması değil, halkın güçlerinin büyümesine ve gelişmesine yardımcı olması gerekir.Bu konuda şöyle düşünüyoruz:Bu aşamada hedefimiz ABD emperyalizmi ve faşist işbirlikçileridir. Bu hedef doğrultusunda mücadelenin başarısı, revizyonizmin, oportünizmin, her türden gericiliğin ve maceracılığın yenilmesine bağlıdır. Yani emperya-lizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadele, bir sürecin birbirine sıkı sıkıya bağlı iki temel hedefidir. ABD yenilmeden devrim mümkün olmadığı

Page 138: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

gibi, Sovyet emperyalizmi yenilmeden de devrim mümkün değildir. Sözünü ettiğimiz yenilgi ulusal planda ele alınmaktadır.Türkiye özgülünde en önemli sorunlardan biri de, Kürt ulusal sorununun ele alınış biçimidir. Bu soruna doğru bakmadan devrim mümkün değildir.

halkcephesi.net

Page 139: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

KAYSERİ KONUŞMALARI —IIISoru: İçinde bulunduğumuz şu tarihi aşamada, hedefimizin ABD emperya-lizmi ve onların en azgın işbirlikçisi faşistler olduğunu söylüyorsunuz. Bunun yanında, mücadelenin başarısını, revizyonizmin, oportünizmin, her türden gericiliğin ve maceracılığın yenilgisine bağlıyorsunuz. Burada, sizce en başta ele alınması ve mücadele edilmesi gereken tehlike olarak neyi sap-tıyorsunuz?Yılmaz Güney: Proleter devrimci hareketin önünde engel olarak bulunan modern revizyonizm… revizyonizm, sağ ve “sol” oportünizm, reformculuk, doğmatizm, sekterizm, maceracılık, subjektivizim gibi tehlikeleri içinde, en başta ele alınması gereken modern revizyonizmdir. Özellikle bazı ülkelerde devlet olanaklarını da elinde bulundurmuş olmasından gelen avantajlarını da hesaba katarsak, uluslararası proleter devrimci hareket için en tehlikeli düşman olma özelliğini hâlâ korumaktadır.Revizyonizme, onların gizli açık uzantılarına karşı, kültür-sanat alanları da içinde olmak üzere, bütün alanlarda tutarlı bir mücadele sürdürülmeden, ideolojik ve siyasi bakımdan yönlendiriciliği ve etkinliği yenilgiye uğratıl-madan, diğer sapmalara karşı olsun, faşizme ve emperyalizme karşı olsun başarı kazanılamaz, devrim hedeflerine sağlıkla ulaşılamaz.Sınıf kökleri var oldukça revizyonizm her zaman ciddi bir tehlike olarak var olacaktır. Ve biz, revizyonizmle, sınıfsız topluma dek, iç içe, yan yana olaca-ğız ve onun maddi köklerini, yani ulusal ve uluslararası plandaki köklerini kurutmak için mücadele edeceğiz. Revizyonizme karşı mücadele, sınıfsız toplumun inşasına dek sürecektir. Revizyonizm, türlü kılık ve görünüm-lerde, geriye dönüşün teorilerini tezgahlamaktadır ve kendisini Marksist-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 140: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Leninist genel doğrularla gizlemeye çalışmaktadır. Her türlü sapmanın kay-nağı revizyonizmdir.Bu arada belirtmek isterim ki, mücadele edilmeyen ya da küçümsenen her-hangi bir sapmanın da en tehlikeli hale gelebileceğini unutmamak gerekir. Sağ ve “sol” oportünizmin, maceracılığın, doğmatizmin, sekterizmin ve reformculuğun da proleter devrimci hareket önünde yarattığı engeller mücadele ile kaldırılmalıdır.Yalnız, sözlerimden şu yanlış anlam çıkartılmamalıdır. Nasılsa esas tehlike modern revizyonizmdir. Öyleyse, faşizme ve emperyalizme karşı mücadele talidir. Böyle bir siyaset izleyenler teoride ne denli keskin olurlarsa olsun-lar, pratikte ABD ve AET emperyalistlerinin ve işbirlikçilerinin ekmeklerine yağ sürerler ve giderek onların saflarında yerlerini alırlar; böyle unsurlar vardır. Bu sağ oportünizmdir. Faşizmi ve her türden emperyalizmi ve geri-ciliği yenebilmemiz için, bu nedenle, revizyonizme ve oportünizme karşı mücadele esastır diyoruz. Revizyonizme karşı mücadele etmeksizin, diğer sapmalara karşı mücadele edilemez. Çünkü bütün sapmalar, özünde reviz-yonizmin şu ya da bu biçimi, veya şu ya da bu tondaki biçimleridir. Kısaca, her türden sapmanın anası revizyonizmdir. Ayrıca faşizme ve emperya-lizme karşı mücadele ancak ve ancak, modern revizyonizme ve onun ulusla-rarası köklerine, onların çeşitli kılıktaki yardakçılarına karşı mücadele temelinde başarı kazanabilir. Yani faşizme ve emperyalizme karşı müca-dele, revizyonizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadeleden kesinlikle ayrılamaz. Faşizm ve sosyal-faşizm, zaman zaman aynı pınarlardan su içer-ler. Aralarındaki rekabet ve çelişmelerin içeriği gözden ırak tutulmamak kaydıyla, bunlara karşı verilecek mücadele mutlaka birleştirilmelidir. Deği-şen tarihi koşullarda, birinden birine yaslanmamak ve onların ekmeğine yağ sürmemek kaydıyla, aralarındaki çelişmelerden yararlanmak gerekir.Şu noktayı önemle belirtmeyi gerekli görüyorum. Bugün revizyonist saf-larda, öylesine dürüst ve içten insanlar vardır ki, maceracı saflarda öyle-sine yiğit ve kararlı insanlar vardır ki, bunlar sahip oldukları siyasetlerin içeriğini kavramadıkları için oradadırlar. Onlara karşı, devrimci esnekliği göstermemek, onları kazanmak için gayret göstermemek büyük bir hata olur.Şu bir gerçektir ki, proleter devrimci düşünce ile halkın çeşitli kesimlerinin etkisinde kaldığı revizyonist, reformist ve benzeri her türlü burjuva düşünce ve eğilimler arasındaki çelişme, uzlaşmaz sınıf çelişmeleridir. Bu

Page 141: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

tip düşünce biçimlerine karşı uzlaşmaz mücadele verilmelidir. Fakat öyle insanlar vardır ki, en içten duygularla halkın kurtuluşu amacını taşıyorlar, gerçekten devrim isteğiyle doludurlar. Gelgelelim, bilgi, deney, araştırma ve inceleme yetersizlikleri nedeniyle, proleter devrimci ideolojiye aykırı düşüncelere ve eğilimlere sahiptirler. Bu insanlarla, proleter devrimci düşünceye sahip insanlar arasındaki çelişmeler, genellikle uzlaşmaz çeliş-meler değildir. Çoğunlukla halk arasındaki uzlaşır çelişmelerdir. Bu nedenle, yanlış düşüncelere karşı tavrımız ile sağ olsun “sol” olsun, yanlış düşüncelere sahip insanlara karşı almamız gereken tavrı birbirine karıştır-mamalıyız. Yanlış düşüncelere karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütürken, yanlış düşüncelere sahip arkadaşlarla, onları yanlışlardan arındırabilmek için uzlaşmalı ve onları sabırla eğitmeliyiz, ikna etmeye çalışmalıyız.Şu nokta iyice aklımıza yazılmalıdır: Uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarından kay-naklanan ideolojiler ve siyasetler uzlaşamazlar. İki çizgi arasındaki siyasi mücadelenin sonucunu en sonunda silahlar belirleyecektir. Bu noktayı iyi kavramalıyız. Yanlış görüşlü arkadaşları eğitmek, onları kazanmak için gerekli sabrı göstermemek, onları namluların ucuna teslim etmek demektir ki, bu tavır, cinayete başında seyirci kalmakla, boğulma olasılığı bulunan bir insana yüzme öğretme olanağımız varken, bu olanağı kullanmama ile benzerlik gösterir.Halktan insanları, arkadaşlarımızı, en son umut kırıntısının yok olacağı ana dek, yanlış siyasetlerin etkisinden kurtarmak için yoğun, bilime dayalı bir çaba göstermeliyiz. Bu çabayı göstermemişsek, içimizde kuşku varsa, karar anında elimiz titreyebilir. Tereddüte düşmemek için, geçtiğimiz ve geçece-ğimiz yolun doğruluğuna, taktik ve çalışma biçimlerimizin doğruluğuna bize düşen sorumluluk ve görevleri sonuna dek yerine getirdiğimize kesin-likle kuşkumuz olmamalıdır.Sınıflar mücadelesi soyut bir şey değildir. Sınıf mücadelesi, emperyalistlere ülkemizi ve halkımızı sömüren sınıflara, onların siyaset, ideoloji, kültür ve yarattıkları toplumsal alışkanlık ve eğilimlere karşı ve bunların maddi ve toplumsal temellerine karşı yürütülen bir mücadeledir. Sömürücü sınıfları ve onların ekonomik, anti demokratik siyasi ve toplumsal dayanaklarını ortadan kaldırmayı amaçlar. Bunun için, Marksizme yabancı ne varsa, feodal, küçük burjuva ve burjuva fikirlere karşı mücadeleyi içerir. Revizyo-nist, reformist ideolojilere karşı, sağ ve “sol” oportünist eğilimlere karşı

Page 142: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mücadeleyi içerir. İçimizde yürüttüğümüz sınıf mücadelesi ile dışa karşı yürüttüğümüz sınıf mücadelesini canlı biçimde birleştirmeliyiz.Öte yandan, revizyonizme karşı mücadele adı altında, geçmişte ve günü-müzde her şeyin olumlu ve olumsuz yanlarını doğru değerlendiremeyen, yanlış tutumları yüzünden bir yığın iyi niyetli ve dürüst unsuru ürküterek revizyonizme ve oportünizme hizmet eden kişiler ve gruplar, izledikleri sekter, tek yanlı siyasetleriyle, revizyonistlerden daha çok devrime zarar vermişlerdir, vermektedirler. Bu siyasetler, bir yığın dürüst unsuru reviz-yonizmin ve oportünizmin karanlığına değil, bilimsel sosyalizmin aydınlı-ğına çekmekle görevlidirler.Revizyonizmin etkisinde kalan aydınlara, sanatçılara, işçilere, köylülere ve tüm emekçilere karşı, esnek, anlayışlı, öğretici, onları uzun bir süreç içinde revizyonizmin sınıfsal içeriğini kavratarak eğitmeyi, kazanmayı amaçlayan bir siyaset izlenmesi gerekliliğine inanıyorum ve bunu başarmaya çalışıyo-rum. Bu nedenle bana yöneltilecek, muhtemel “revizyonizmle uzlaşıyor”, “oportünizmle uzlaşıyor” ve hatta “revizyonist”, “oportünist” vb. suçlama-larını da umursamıyorum.Ve hatta, açıkça şunu bile söylemekten çekinmiyorum: Bazı insanlar ve gruplar, benim düşündüğüm gibi düşünmüyor olabilirler, özellikle de Sov-yetler Birliği’nin şu gün içinde bulunduğu durumu kavramamış olabilirler, benim düşündüğüm programı bile kabul etmiyor olabilirler. Eğer hayatın bana kazandırdığı deneyler ve yetenekler, belli konularda o insanlarla bir-likte davranmamı, birlikte yürümemi uygun görüyorsa, ben o insanlarla birlikte yürümekten zerre kadar çekinmem. O insanlarla, birliğim üç gün sonra bitecek bile olsa, ben o üç günü birlikte yürümek için gerekli esnek-liği gösterir ve gerekli adımları atarım ve böyle de yapıyorum, böyle yap-maya da devam edeceğim. İnanıyorum ki, o insanların devrim isteyen özleri, bizi, ortak eylemler, ortak çabalar sürecinde, proleter devrimci saf-larda birleştirecektir.İzin verirseniz, Lenin’den bir bölüm okumak istiyorum: “…Bugün binlerce çevre bizim yardımımız olmadan, kesin bir program ve amaç saptamadan sadece olayların etkisiyle her yerde ortaya çıkmaktadır. Sosyal-Demokrat-lar bu çevrelerin mümkün olduğu kadar çoğuyla doğrudan ilişki kurmayı ve güçlendirmeyi, bunlara yardım etmeyi, kendi bilgi ve deneylerinden onları yararlandırmayı ve kendi devrimci inisiyatifleriyle onları harekete geçir-meyi kendilerine görev edinmelidirler. Açıkça anti sosyal demokrat olanlar

Page 143: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

hariç, böyle çevrelerin ya doğrudan doğruya Parti’ye katılmalarını ya da kendilerini Parti ile aynı çizgiye getirmelerini sağlayın. İkinci durumda onlardan, programımızı kabul etmelerini ve bizimle mutlaka örgütsel ilişki-lere girmelerini istememeliyiz. Sosyal demokratların bunlar arasında etkin bir şekilde çalışmaları şartıyla, bunların uluslararası devrimci sosyal demokrasi davasına sempatileri ve protesto havaları yalnız başına bile yeterlidir; çünkü bu sempatizan çevreler olayların etkisi altında önce demokratik yardımcılar ve daha sonra da sosyal demokrat İşçi Sınıfı Parti-si’nin inanmış üyeleri haline geleceklerdir.”(1)Yalnız burada, Lenin’in kemikleşmiş unsurlarla, sempatizan ve yeni unsur-ları birbirinden ayrı ele aldığını unutmamak gerekir.Bir devrimci başlıca nelere dikkat etmelidir?Birincisi teoridir. Devrimci teori olmadan devrimci pratiğin olmayacağı açıktır. İkincisi amaç, üçüncüsü bu amaca kimlerle, nasıl ulaşılacağı konu-larının berraklaştırılması, dördüncüsü de çalışma biçimi ve yöntem sorunu-dur.Bir devrimci, bilimsel sosyalizmin temel ilkelerine, bütün hayatı boyunca sadık olmalıdır. Bir devrimcinin yurdunu ve halkını sevmesi, yurdunun bağımsızlığı ve halkının özgürlüğü, mutluluğu için hayatını ortaya koyması, onun en doğal özelliğidir. Halkının değerlerine, tarihinin ulusal ve demok-rat çevrelerine sahip çıkması beklenir. Onu devrim yoluna iten ilk adım, bu sevgi ve istek, sömürücü sınıflara duyduğu soylu kin ve nefrettir. O her zaman toplumun ve halkın çıkarlarını kendi çıkarlarının üstünde tutacak ve birleşebileceği en geniş kitlelerle, pratik mücadele içerisinde birleşecektir.Bir devrimci bu temeller üzerinde, disiplinli ve ilkeli bir çalışma yöntemi uygulamalı, geniş bir kültüre, yüksek inanca ve siyasi olgunluğa sahip olmalıdır. Açık yürekli, açık sözlü ve dürüst, adil, yiğit ve fedakâr, kitle içinde erime yeteneğine sahip ve örgütleyici olmalıdır.Bir devrimci, hem teorik düzey bakımından yüksek, hem de pratik alan-larda işinin ve görevinin ustası olmalıdır. Sadece genel propaganda ve aji-tasyon ölçüleri içinde ağzının laf yapması yeterli değildir. Bize iş yapan adam gereklidir. Acılar, zorluklar ve baskılar karşısında dirençli olmak zorundadır. Yalan, ikiyüzlülük, lafazanlık, lauballik, ahlaki yozlaşma, kibir-lilik, tembellik, gösteriş, dar görüşlülük, derme çatma bilgi, mevki hırsı,

Page 144: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devrimciliği bir imtiyaz gibi görme, adam kayırma, grupçuluk, eleştiri öze-leştiriden kaçınma, devrimci esneklikten uzak olma, yabancı şeylere karşı körü körüne tapınma, taklitçilik ve kendi değerlerini küçümseme gibi olum-suzluklara karşı, gerek kendi içinde, gerekse kendi dışında uzlaşmasız bir savaş verilmelidir.Ayrıca bir devrimci, zamanı, yeri, koşulları iyi değerlendirmek, zaman, yer ve koşullara uygun esnek taktikleri belirlemek, dünyayı, toplumu ve kendi-sini bir civciv sabrıyla değiştirmekle görevlidir. Bu nedenle, neyi, nasıl, kimlerle ve ne zaman, ne kadar zamanda, ne için, kimler için, kimler yara-rına değiştireceğini bilmelidir. Yani, hedefini, dostlarını ve düşmanlarını, mücadele araçlarını ve zamanını doğru saptamalıdır.Civciv sabrı nedir?Bir yumurtanın, kuluçkaya yatmış bir tavuğun altında ya da kuluçka maki-nasında, çürük ve hastalıklı değilse, özündeki çelişkilerin, kendisini civcive dönüştürecek ısı ve zaman koşulları sağlanırsa, yirmibir günde civcive dönüştüğünü biliyoruz. Bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir bu. Yumurtanın iç çelişmeleri, ısı ve zaman koşulları sonucu olgunlaşıyor ve yumurtanın kabuğunu içten, gagasıyla parçalayarak dışarı çıkıyor. Bu çelişme içtedir, çelişme yenileştirici ve değiştiricidir; bilimsel tezlerin kanı-tıdır.Biz, civciv sabrından, herhangi bir işi yaparken, iç ve dış koşulların uyumu-nun hesaplanmasını, acelecilikten sakınmayı, oluşumun gereklerini sabırla ve esneklikle yerine getirmeyi, inisiyatifin gerektirdiği korkusuzluğu ve kendine güveni anlıyoruz. Civcive zamanından önce yapılacak herhangi bir müdahale örneğin zamanından önce civcive yardım amacıyla yumurtanın kabuğunu kırmak, civcivin ölümüne neden olur.Civcive yardımcı olmak amacıyla aslında iyi niyetle, civcivi bir an önce kabuğundan kurtarmak için kabuğu kıranlar, kırmaya çalışanlar, zamansız ve gereksiz müdahalelerle o ana dek var olan birikimleri çarçur ederek civ-civin ölümüne neden olan haylaz çocuklar vardır.Devrimciler, haylaz çocuklar olmamalıdırlar. Tarih ve toplumsal koşullar kuluçkaya yatmış tavuktur. Toplumlar yumurtadır. Bir farkla ki: Toplumlar tam tamına yumurta örneğine benzemezler. Toplumların ortak iradesi ve

Page 145: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

gelişen bilinci vardır. Toplumsal değişimlerde şiddet ve şiddetin örgütlü bir parçası olan sabır, inat ve disiplin, toplumsal devrimlerin ebesidir.Sınıflı toplumlarda, uzlaşmaz karşıtlığı olan sınıfların mücadelesi, yumur-tayı civcive dönüştüren iç çelişmelere benzer. Devrim günü geldiği zaman, gelişmenin önünde bir engel olan toplumun, gününü, tarihi ve siyasi olarak doldurmuş kabuğunu, toplumun itici güçleriyle, gelişen güçleriyle içten parçalayacak, yeni bir toplum yaratacaktır. İşte bu noktada, demin söyledi-ğim gibi, şiddet ve şiddetin bir parçası olan sabır ve anlayış, güçlü bir disip-lin ve örgütlenme, devrimin ebesi olacaktır.Haylaz çocuklar, yumurtanın hangi evrelerden geçerek civciv olabileceğini, bu evreler içindeki görevlerini doğru bilmiyorlar. Onların büyük bir kısmı, haylaz abilerinin yanlışlarından olumlu dersler çıkartarak civcive nasıl yar-dımcı olunacağını öğrenmişlerdir ve bir kısmı da öğreneceklerdir.Hiç hata yapmadan devrim başarıya ulaşabilir mi?İş yapan hata da yapar. Devrimci hareket düz bir yol izlemez… izleyemez. Devrimci hareketin zaaf ve yanlışlıklarını görüp umutsuzluğa kapılmamak gerekir. Ayrılıklardan paniğe kapılmamak gerekir. Böyle bir tutum, küçük burjuva bir tutum olur. Hangi konuda olursa olsun, her usta, belli bir süre çeşitli acemilikleri içeren çıraklık dönemlerinden geçmiştir. Her devrim başlangıçta acemidir; mücadele içinde olgunlaşır, zaaflarından arınır; ulu-sal ve uluslararası deneylerden dersler çıkartır ve er geç zafere ulaşır…Dikkat edilmesi gereken şudur: Her şeyi kendi deneylerimizle öğrenmeye kalkışırsak, dünya devrimci hareketinin pratiğini gözardı edersek, devrim yapamayız. Dünya gericiliği de her ülkenin burjuvazisi de en az bizim kadar, dünyadaki devrim ve karşı devrim hareketlerinden dersler çıkart-maktadır.Ülkemiz devrimini zamanlayabilir miyiz?Şoförler arasında bir söz vardır. “Yolla pazarlık olmaz” derler. Kaza olur, lastik patlar vb. Buna karşın, örneğin derler ki, “bir aksilik olmazsa akşama doğru varırız.” Akşama doğru saat vermezler; ikindi ile akşam arasında bir zamandır bu. Devrim için de pazarlık olmaz, şu yılın falan ayında, falan gününde diyemeyiz ama “akşama doğru”sunu söyleyebiliriz. Türkiye dev-rimi, yirminci yüzyılın son beş yılı ile, yirmibirinci yüzyılın ilk beş yılı ara-sında, devrimci hareketimiz vahim hatalar işlemezse gerçekleşecektir.

Page 146: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“Türkiye özgülünde en önemli sorunlardan biri de Kürt ulusal sorununun ele alınış biçimidir. Bu soruna doğru bakmadan devrim mümkün değildir” dediniz. Özellikle ayrı örgütlenme konusunda ne diyorsunuz?Kürt ulusunun bağımsızlık talebi en doğal hakkıdır. Bu talabe karşı çıkmak anti Marksist, sosyal şoven bir tutumdur. Kürt ulusunun bağımsızlık için bağımsız örgütlenmesi de reddedilemez; fakat teşvik de edilemez. Bilindiği gibi ulus kavramı, burjuvazi ve proletaryayı, toprak ağalarını ve köylülüğün çeşitli tabakalarını, diğer emekçi kesimleri, kısaca ezeni ve ezileni, sömü-reni ve sömürüleni de içerir. Bu nedenle, ulusal nitelikli bir örgütlenme, içerik olarak, özellikle de şu koşullarda, burjuvazinin damgasını taşır. Bur-juvazinin bağımsız örgütlenmesi, Kürt proletaryasının ve köylülüğünün de bu örgütlenme içinde bulunması, burjuvazinin kuyruğuna takılması, kendi sınıf çıkarlarını, Kürt burjuvazisinin çıkarlarına tabi kılması anlamını taşır. Kürt burjuvazisi, Kürt proletaryası ve köylülüğüne, toplumsal kurtuluş geti-remez; Kürt feodal beylerine ve yabancı emperyalistlere ve sömürgecilere karşı tutarlı bir tavır koyamaz.Ayrı örgütlenme konusunda Lenin şöyle der: “…belirli bir devlet içinde hangi milliyetten olursa olsun, her topluluğun örgütlenmesi dahil, her türlü örgütlenme özgürlüğünü asla reddetmemekle birlikte, sosyal demokratlar, böyle bir şeyi isteyemezler ve böyle bir birliğe arka çıkamazlar.”(2)Herhangi bir ulusun proletaryasının, kendi ulusal burjuvazisinin çıkarlarını desteklemesi halinde Lenin diyor ki:“Eğer, herhangi bir ulusun proletaryası ‘kendi’ ulusal burjuvazisinin ayrıca-lıklarını en hafif şekilde de olsa desteklerse, bu kaçınılmaz olarak, öteki ulusun proletaryası arasında güvensizlik yaratacaktır; işçilerin uluslararası sınıf dayanışmasını zayıflatacak, onları bölecektir ve böyle bir duruma sevi-necek olan ancak burjuvazi olacaktır. Ve ulusların kendi kaderlerini tayin etme ya da ayrılma hakkının reddedilmesi, uygulamada kaçınılmaz olarak, egemen ulusun ayrıcalıklarının desteklenmesi anlamını taşır.”(3)Bugün, Kürt devrimcileri arasında ayrı örgütlenme isteklerinin temelinde yatan ana neden, Türk proletaryasının ve Türk Solunun, Kürtlere bu güven-ceyi pratikte verememiş olmasındandır. Fakat yanlış bir tutuma, yanlış bir tutumla karşılık vermek, aynı derecede yanlışlığa düşmek olur. Türk prole-taryası revizyonizmin ve reformizmin, sosyal şovenizmin etkisi altındadır. Çok küçük bir azınlığı ulusların ayrılma hakkını tanımakla birlikte, genel

Page 147: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

olarak bu konuda açık ve Kürtlerin güvenini kazanacak bir tavır ortaya konulmamıştır. Bu durumda, Kürt proletaryasının ve Kürt Marksist-Leni-nistlerinin yapacağı şey kendi burjuvazisiyle birlikte olmak değildir. Ayrı örgütlenme söz konusu olsa bile Kürt Marksist-Leninistleri, Kürt proletar-yası ve yoksul köylülüğünün bağımsız siyasi hareketini oluşturmak ve koru-mak zorundadırlar. Ama burada da sekterizme düşmemek gerekli.Bu konuda Lenin der ki:“Ezilen uluslar arasında proletaryanın bağımsız bir parti biçiminde ayrı olarak örgütlenmesi, bazan o ulusun burjuva milliyetçiliğine karşı öyle sert bir savaşıma neden olmaktadır ki, perspektifler bozulmakta ve ezen ulusun milliyetçiliği unutulmaktadır. Ama bu perspektif bozulması uzun sürmez. Ayrı ayrı ulusların proleterlerinin ortak savaşımının deneyi, siyasal sorun-ları, ‘Krakov’ açısından değil bütün Rusya açısından formüle etmemiz gerektiğini göstermiştir.”(4)Burada, Lenin, ezilen ulus proletaryasının, bağımsız bir parti biçiminde örgütlenebileceğini belirtmekle birlikte, sorunu her iki ulusun proletaryası-nın çıkarları temelinde ele almanın zorunluluğunu, ezilen ulusun proletar-yasının ayrı örgütlenmesi halinde, kendi burjuva milliyetçiliğine karşı mücadelenin yanında, ezen ulusun milliyetçiliğini esas hedef alması gerek-tiğini vurguluyor. Kürt proletaryasının ayrı örgütlenmesi, pratik zorunlu-luklardan ötürü, doğru temeller üzerinde yürütülecek mücadele içinde, adım adım Türk emekçileriyle birlikte, ortak örgütlenmeye, birleşik partiye gidecektir. Bu birlik, ezen ulusun proletaryasının, ulusların tam hak eşitli-ğini ve ayrılma hakkını yürekten ve inandırıcı biçimde savunmasıyla müm-kündür. Özellikle Türk proletaryası, bu güveni şimdiye dek verememiştir…Günümüz koşullarında bir ulusal hareket, her iki emperyalizme karşıysa, her iki emperyalizmin işbirlikçilerine karşıysa, feodal kalıntılara devrimci bir biçimde karşıysa, sosyalizm yolunda ilerleme doğrultusunda kesin kararlıysa devrimcidir. Aksi durumda, kaçınılmaz olarak gericiliğe hizmet eder ki, böyle bir hareketi devrimci proletarya destekleyemez. Devrimci proletaryanın görevi, bağımsızlığını, ezen ve ezilen ulusların burjuvazileri ve her türlü emperyalizme karşı korumak olmalıdır. Bu görev, Kürt prole-taryasının mücadelesini sürdürürken, uluslararası devrimci proletaryanın çıkarlarını birincil almayı gerektirir. Çünkü bütün dünyada, proletaryanın düşmanları ortaktır. Çıkarları ve amaçları da ortaktır. Emperyalistleri yen-mek, demokratik devrimi gerçekleştirmek —kapitalist ülkelerde sosyalist

Page 148: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devrimi gerçekleştirmek— sosyalizmi inşa etmek ve sınıfsız topluma ulaş-mak. Bu nedenle, Kürt proletaryası ve Kürt devrimcileri ortak düşmanlara karşı enternasyonalist ilkeleri yerine getirmelidir. Yani Kürt proletaryası ve devrimcileri, kendi burjuvazisiyle ortak örgütlenmeye değil, Türkiye’de Türk proletaryası ile İran’da İran; Suriye’de Suriye; Irak’da Irak proletar-yası ile ortak örgütlenmeye gitmelidir. Ortak örgütlenmenin objektif koşul-ları özellikle ülkemiz için vardır. Böyle bir örgütlenme, Marksist-Leninist ilkeler temelinde, her iki emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı olmalıdır. Kürt milli burjuvazisiyle ittifak, ancak bu siyasi ve örgütsel temeller üze-rinde devrimci bir netilik taşır. Milli burjuvaziyle ittifakın da belli koşulları vardır.Lenin der ki: “… biz, sömürge ülkelerin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları taktirde, bu hareketlerin temsilcilerinin o ülkedeki köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri devrimci bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz. Eğer bu koşullar yerine getirilmezse, bu ülkelerde reformcu burjuvaziye karşı (ki bunlara II. Enternasyonal kahramanları da dahildir) mücadele ederiz.”(5)Devrimci proletaryanın programı, şu üç temel ilkeyi içermelidir: Bütün uluslar için tam hak eşitliği.Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı.Bütün ülkelerin işçilerinin birleşmesi.Bu ilkeler temelinde ortak örgütlenmenin reddi, Kürtler açısından burjuva-ziye hizmet olur. Bu ilkeleri tanımayan bir örgütlenmeye girmek, ezen ulu-sun burjuvazisine hizmet olur.Kürdistan’ın özgül bir durumu vardır. Türkiye, İran, Irak ve Suriye milli sınırları içinde bölüşülmüş bir sömürgedir Kürdistan. Doğaldır ki, Kürt pro-letaryası ve devrimcileri, öncelikle kendi ulusundan proletaryanın ve emek-çilerin birliği doğrultusunda adımlar atacaklardır. Birleşik Bağımsız Demokratik Kürdistan hedefinde, bölünmüşlüğü birliğe çevirmek isteyecek-lerdir. Bu amaç, uzun ve zor mücadeleler sonunda, aşamalı olarak gerçek-leştirilebilinir. Her ülkenin devrimcileri Kürdistan’ın özgül durumunu —kendi sınırları içinde— somut olarak kavramalıdırlar. Her ülkenin ezilen ve ezen ulustan proleter devrimcileri, aralarında sıkı bağlar kurmalı ve militan dayanışmalarını pekiştirmelidirler. Kürdistan’ın özgül durumu, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin devrimci proletaryasına özgül görevler yüklemektedir.

Page 149: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Birleşik Bağımsız Demokratik Kürdistan hedefi için, dört ülkenin devrimini beklemek gerekli midir?Herhangi bir ülkedeki Kürtler, kendi kaderlerini kendileri tayin etme hak-kına sahiptirler. Bu hakkın tanınması ya da tanınmaması söz konusu değil-dir. Çünkü ezilen uluslar, kendi kaderlerini tayin hakkı için kimsenin şefaatini beklemezler. Kendi kaderlerini tayin etme haklarına sahiptirler ve bu görevin yerine getirilmesi onların birinci enternasyonalist görevidir.Görüşümüzün daha açık anlaşılabilmesi için bir örnekle açıklamaya çalışa-lım. Bu dört ülkeden herhangi birinde devrimin gerçekleştiğini varsayalım. Böyle bir durumda, o ülkedeki Kürtler isterlerse bağımsız bir devlet kurabi-lirler. Diğer ülkedeki Kürtler de isterlerse, bağımsız devletini kuran Kürt-lere katılabilirler. Bu nedenle, Kürdistan’ın kurtuluşu için dört ülkenin devriminin gerçekleştirilmesi beklenemez. Kürtlerin, bir ülkedeki devrim sonucu bağımsız devletlerini kurmaları halinde, diğer ülkedeki Kürtlerin bu bağımsız devlete katılma talebi, diğer ülkelerin devrimci proletaryası ve yurtsever demokratları tarafından savunulmalıdır. En az bir ülkede devri-min gerçekleşmesi koşulunu, birliğin zorunlu şartı görüyoruz.

halkcephesi.net

Page 150: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

KAYSERİ KONUŞMALARI —IVSoru: Sık sık “proleter devrimci” deyimini kullanıyorsunuz. Kimlere prole-ter devrimci diyebiliriz?Yılmaz Güney: Kısaca, proletaryanın, yani işçi sınıfının gerçek sınıf dikta-törlüğü için Marksizm-Leninizminin yol göstericiliğinde yürekten savaşan kişilere proleter devrimci diyoruz. Daha geniş ve özünü daha açık anlatmak gerekirse, diyalektik materyalist felsefeyi bilen, tarihin materyalist yoru-munu yapabilen, yani diyalektik materyalizmin yasalarını toplumsal olay-lara uygulayabilen, kapitalist toplumun temeli olan artı-değer kavramının özünü kavrayan, sınıf mücadelesi görüşünü savunan, sosyalizm anlayışını bu temeller üzerine oturtarak bilimsel anlamda özümleyen, sınıf mücadele-sini, dünya devrimci hareketlerinin pratiğiyle zenginleştirerek, Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeği ile ülkesinin somut pratiğini yaratıcı biçimde birleştirebilen ve bu noktadan hareketle, proletaryanın ideolojik, siyasi ve örgütsel önderliğinde, emperyalizme ve sosyal emperyalizme karşı mücade-lede tüm emekçi kitleleri seferber ederek proletarya diktatörlüğü davası uğrunda, hem teorik hem pratik alanlarda savaşan kimselere proleter dev-rimci diyebiliriz. Proleter devrimci ile Marksizm-Leninizm aynı anlama gelir. Yani “Proleter devrimci” yerine “Marksist-Leninist” deyimini de kul-lanabiliriz.“Emperyalizm ve sosyal emperyalizme karşı mücadele” dediniz. Bazıları, sadece emperyalizme, bazıları da sözde ne derlerse desinler, sadece sosyal emperyalizme karşı mücadele veriyorlar. Ve bunların bir kesimi Sovyetler Birliği’ni baş düşman kabul ederken diğer emperyalistleri unutuyorlar; bir kesimi de, Sovyetler Birliği’ni sosyalist bir ülke olarak görüyorlar ve sadece

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 151: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ABD’nin başını çektiği emperyalizme karşı duruyorlar. Bunlar da proletar-yanın diktatörlüğü için mücadele ettiklerini söylüyorlar.Emperyalizm ve sosyal emperyalizm ve bütün ülkelerin her türden gerici-leri dünya halklarının devrimi önündeki engellerdir. Özellikle de ABD ve SSCB dünya halklarının baş düşmanlarıdır. Günümüz koşullarında proleter devrimcileri revizyonistlerden, orta yolculardan ve küçük burjuva devrim-cilerinden ayıran en temel ölçüt, Sovyetler Birliği’nin niteliği konusunda takınılan tavırdır. Emperyalist bir ülkeyi sosyalist göstermeye çalışanlar ya da revizyonizmi sosyalizmin bir biçimi olarak kabul edenler proleter dev-rimciler olamazlar. Öte yandan, dünya halklarının baş düşmanını iki süper devletten tek süper devlete ve “özellikle” de Sovyetler Birliği’ne indirgeyen bu doğrultuda diğer emperyalistlerle ve “üçüncü dünya”nın gericileriyle işbirliği yapanlar da proleter devrimciler olamazlar.Marksizm-Leninizm nedir?Genel olarak, emperyalizm ve proleter devrimleri çağında, proletarya dev-rimlerinin teori, strateji ve taktiklerinin bilimi, sınıf mücadelesinin ideolo-jik ve teorik yol göstericisi, bir eylem kılavuzudur. Özel olarak da proletarya diktatörlüğünün teori ve taktiklerinin bilimidir.Marksizm-Leninizm sadece kitap okunarak öğrenilebilir mi?Sadece kitap okunarak Marksizm-Leninizmin teorik temel ilkeleri, yani diyalektik ve tarihi materyalizm, sınıf mücadelesi, Marksist ekonomi poli-tik, Marksist devlet anlayışı, Leninist parti, ütopik sosyalizmden bilimsel sosyalizme nasıl geçildiği vb. konular, kabaca da olsa öğrenilebilir. Fakat bu bilgiler hayata geçirilmezse Marksist-Leninist olunamaz. Bilme ile yapma arasındaki, yani teori ile pratik arasındaki bağı kurmadan gerçek anlamda öğrenmeden söz edemeyiz. Otomobil kullanmasını pratikten kopuk, sadece kitap okuyarak öğrenmek nasıl mümkün değilse, Marksizm-Leninizm de sadece kitap okunarak öğrenilemez. Marksizm-Leninizm teorik çalışma yapılmadan da, yani bilimsel sosyalizmin temel eserleri okunmadan, ince-lenmeden sadece pratik mücadeleyle de öğrenilemez. Teorinin yol göstere-ceği bir pratik gereklidir. Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz der ustalar. Bu bilimi öğrenmenin tek yolu, teori ile pratiği adım adım, yaşamın canlılığı içinde birleştirmekten, hatalardan dersler çıkartmaktan, yılmadan usanmadan mücadelenin içinde pişmekten geçer. Yani, emekçi halkın günlük hayat mücadelesine etkin bir biçimde katılarak, günlük

Page 152: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mücadeleleri devrimin genel çıkarlarına bağlayarak, teorinin ışığında sınıf mücadelesinin gereklerini kesinlikle yerine getirerek, emperyalist, revizyo-nist ve her türden oportünist kuşatmaya karşı hayatın her alanında kararlı bir tutumla savaşarak öğrenebiliriz. Proletaryanın davasına yürekten inan-mayanlar, halkın devrimci gücüne güvenmeyen ve dayanmayanlar feodal, burjuva ve küçük burjuva yanlarına karşı uzlaşmaz mücadele vermeyenler, eleştiri özeleştiri silahını kullanmaktan kaçınanlar, Marksizm-Leninizmi öğrenemezler.Marksizmin üç temel unsuru, sosyalizm, felsefe ve ekonomi politiktir, diyo-ruz. Bunların temelinin de sınıf mücadelesi olduğunu belirtiyoruz. Peki, sınıf nedir, sınıf mücadelesi nedir?Sınıfı şöyle tanımlayabiliriz: Üretim araçları karşısındaki durumları, yani üretim araçlarının sahibi mi, yoksa o araçlar üzerinde bizzat çalışan mı? Sahipse, üretim araçlarının nicel ve nitel durumu; üretim içindeki yerleri, yani iş ve görevleri, konumları, toplumsal zenginliklerden aldıkları maddi pay ve unvanları birbirine benze-yen, çıkarları birbirlerinin çıkarlarına siyasi, ideolojik ve ekonomik bağ-larla bağlı, ruhi şekillenmeleri birbirlerine çok yakın insan topluluklarına sınıf diyoruz. Örneğin, toplumsal üretim araçlarının sahibi ve ücretli eme-ğin kullanıcısı olan çağdaş kapitalistlere burjuvazi ya da burjuva sınıfı diyo-ruz. Yaşamak için iş güçlerinden başka satacak şeyleri olmayan çağdaş ücretli işçilere de proleterler, bunların oluşturduğu sınıfa da proletarya ya da işçi sınıfı diyoruz. İşte bu iki sınıf arasındaki mücadele, çağımızdaki bütün toplumsal mücadelelerin odak noktasını oluşturur.Sınıflar, ilkel komünal toplumun son dönemlerinde, üretim güçlerinin geliş-mesi sonucu ortaya çıkmıştır. Üretim güçlerinin gelişmesi, komünal üretim ilişkilerini zorlamış ve yeni bir üretim biçimini zorunlu kılmıştır.Sınıf mücadelesini de şöyle anlatabiliriz:Üretim güçleriyle, üretim ilişkileri arasındaki çelişmenin toplumsal alana yansıması, kendini sınıf mücadelesi biçiminde gösterir. Örneğin kapitalist toplumun temel çelişmesi emek ile sermaye arasındaki çelişmedir. Bu çelişme, üretim sürecinde, üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçları-nın kapitalist özel mülkiyeti arasındaki çelişme biçiminde görünür. Bu da toplumsal plana, kapitalist toplumun iki ana sınıf olan, burjuvazi ile prole-tarya arasındaki sınıf çelişmesi olarak yansır. Burjuvazi ile proletarya ara-

Page 153: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sındaki çelişme uzlaşmaz niteliktedir ve er ya da geç, şiddet yoluyla çözüle-cektir.Sınıf mücadelesi, sınıfların nicel ve nitel durumlarına göre, değişik zaman ve koşullarda, değişen taktik amaçlar taşır. Fakat, her sınıf mücadelesinin temel hedefi, siyasal iktidarı ele geçirmek ve yaşamı kendi sınıf çıkarları doğrultusunda değiştirmektir. Sınıf mücadelesi başlıca üç alanda, birbirle-rine sıkı sıkıya bağlı olarak, aralıksız, hiç durmadan sürer. Ekonomik, siya-sal ve ideolojik alanlarda sürdürülen bu mücadele, sınıfsız topluma ulaşıncaya dek durmaz. Sosyalist toplumda da sınıflar vardır, sınıf mücade-lesi vardır. Sınıf mücadelesi sınıfsız toplumda yoktur. Sınıf mücadelesinin nihai amacı, sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmak değil, bu farklılıkların temel kaynağı olan sınıfları ortadan kaldırmaktır.Sınıflı toplumlarda toplumsal devrimler kaçınılmazdır…Siz Marksist-Leninist misiniz? Yöneliş olarak evet… seçiş olarak evet… fakat henüz tam anlamıyla deği-lim… olmaya çalışıyorum. Eksiklerim, yetmezliklerim vardır. Ben prole-tarya devriminin gerekliliğine inanan, Marksizm-Leninizmin ideolojisini ve teorisini kavramaya çalışan, bu uğurda yoğun bir çaba harcayan bir dev-rimciyim. “Ben Marksist-Leninistim” demekle kimse Marksist-Leninist ola-maz. Bir insanın Marksist-Leninist olduğunu, ya da olmadığını pratiği belirler. Derin eksiklerim ve zaaflarım vardır. Marksizm-Leninizm bilimini kavrayış düzeyim henüz yeterli değildir… Köklü biçimde öğrenebilmem için, özümleyebilmem için, proletaryanın devrimci mücadelesi içinde uzun bir süre yoğrulmam gereklidir. Her ne kadar cezaevlerinde devrimci müca-delenin gereklerini yerine getirmeye çalışıyorsam da bu yeterli değildir. Ben, Selimiye’de kendi gerçeğinin farkına varmış bir adamım; altı yıldır cezaevindeyim; mücadele pratiğim çok sınırlıdır. Bu konuda daha çok gen-cim ve çırağım. Evet bir çırak. Kendini yanılmaz Marksist-Leninistler ola-rak sunan ve ahkam kesen, yanlış siyasetleriyle devrimci birikimleri çarçur eden, bir yığın genç insanın ölümüne, bir yığın genç insanın gereksiz acı-lara boğulmalarına neden olan küçük burjuva devrimcilerinin, devrimciler arasına düşmanlık duyguları yayan “sol” oportünistlerin, küçük ayrılıkları abartan, bir bardak suda fırtınalar kopartan, küçük burjuva milliyetçi ve darbeci görüşleri Marksizm-Leninizm olarak sunanların, kendilerinden başka Marksizm-Leninizm tanımayan, fakat sık sık görüş değiştirdikleri halde Marksizm-Leninizmi kendilerinden başkalarına uygun görmeyenle-

Page 154: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

rin, Marksizm-Leninizme saygılı olmaları gerekir. Ama onların sınıf karak-terleri böylesine dürüst bir tutuma engeldir.Peki Marksizm-Leninizmi kavramada henüz tam anlamıyla yeterli olmadığı-nızı söylemenizle, bazı konularda açıklama yapmanız, önerilerde bulunma-nız, hatta kesin eleştiriler getirmeniz çelişmiyor mu?Kesinlikle çelişmez. Ben, doğruluğu hayat tarafından kanıtlanmış, dünya devrimci hareketinin acı deneyimleriyle kazanılmış derslerden çıkardığım sonuçları anlatıyorum ve anlattıklarım, önerilerim yüzde doksan doğrudur. Konuşma koşullarıyla sınırlı olduğumuz için, biraz eksik olabilir. Kendi etimle kemiğimle acısını duyduğum bazı olumsuzluklar da öğretmen olmuş-tur bana.Ayrıca, Marksizm-Leninizmi iyice öğrendikten sonra konuşayım, iyice öğrendikten sonra mücadeleye girmeliyim, demek yanlıştır. Mao, bir yazı-sında, devrim yapmaya başladıklarında karşılaştıkları şeyin Marksizm-Le-ninizm değil, oportünizm olduğunu, gençliğinde Komünist Manifesto’yu bile okumamış olduğunu söyler. Yine bir yazısında, Komünist Partisi’ne katıldı-ğında, devrim yapılması gerektiğini bildiğini, ama neye karşı, nasıl yapıla-cağını kavrayamadığını belirtir. Emperyalizme ve eski topluma karşı harekete geçilmiştir. Fakat “Emperyalizmin ne menem bir şey olduğunu pek kavrayamıyordum, ona karşı nasıl devrim yapabileceğimizi ise, daha az kavrıyordum” diyerek, mücadelenin başlarında içinde bulundukları duruma, bütün devrimcilerde olması gereken alçakgönüllülükle açıklık geti-rir.Lenin, akıllı adam hiç hata yapmayan adam değil, hatalarını kavrayan ve hatalarından dersler çıkartan adamdır, biçiminde bir söz eder. Zaten bizzat mücadeleye katılmadan Marksizm-Leninizm öğrenmek mümkün değildir. Marksizm-Leninizm, tam anlamıyla, ancak mücadele içinde öğrenilebilir. Bildiğimiz kadarıyla konuşuruz, bildiğimiz kadarıyla mücadeleye katılırız, hata payımızın olacağını akıldan çıkartmadan, bu süreç içinde eksiklikleri-mizi ve yanlışlıklarımızı öğrenir, düzeltir ve gelişiriz. Devrimin önündeki engelleri kaldırma, onları yenme mücadelesi içinde, eksikliklerimiz ve yet-mezliklerimizle karşılaştıkça, bu eksiklik ve yetmezliklerin teorik ve ideolo-jik köklerini araştırırız ve hastalıklarımızı gidermenin yollarını buluruz; bulamazsak çiğnenir, ezilir gideriz.

Page 155: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Düşüncelerimi açıklamak, aynı zamanda eleştiriye açık tutmak demektir. Derdini söylemeyen derman bulamaz, derler. Düşüncelerdeki yanlışlık ve eksikliklerin giderilebilmesinin ilk koşulu, düşünceleri açıklamaktır.Marx’ın, Lenin’in, Mao’nun hiç eksiklikleri yok muydu? Vardı. Yok demek diyalektiğe aykırı olur. Marx bile başlangıçta Marksist değildi, bir idealistti. Mao, bir yazısında, hangi yazı olduğunu tam anımsamıyorum, geçmişte anti Marksist görüşler taşıdığını söyler. İnsan gelişen ve değişen düşünce süre-cinin taşıyıcısıdır, elbette hataları ve eksiklikleri olacaktır. Mükemmel insan yoktur, olamaz da. Her zaman, içinde bulunduğumuz koşullara bağlı zaaflarımız olacaktır. Her zaman zaaflarımızla mücadele edecek ve onlarla iç içe olacağız. Önemli olan, sınıf mücadelesini bir an bile olsa durdurma-maktır. Zaaflar ancak böyle yenilir, yeni süreç içinde yeni zaaflar ortaya çıkar; onlar da mücadele içinde yenilir, yenileri çıkar ve mücadele böylece sürer gider.Mao, Stalin’den söz ederken, O’nun büyük bir Marksist-Leninist olduğunu söyler; fakat hatalı yanlarını eleştirmekten de geri kalmaz. Hatta, başarıları ve hatalarını ölçüye vururken, başarılarının yüzde yetmiş, hatalarının da yüzde otuz olduğunu söyler. Böyle bir yaklaşım tartışılabilir belki, yalnız, hatalarını tarihi zorunlulukları da hesaba katarak ele alır. Ve bir kısım hataların tarihi olarak kaçınılmazlığı biçiminde bir ifade kullanır. Hatalar-dan mutlak olarak kaçınılabilir mi? Birçok hatadan kaçınılabilir, en aza indirilebilir, fakat öyle tarihi koşullar vardır ki, bazı hataları da kaçınılmaz yapar. Hatalardan bir bütün olarak, mutlak bir biçimde kaçınılabileceğini söylemek anti diyalektik bir görüştür.Şimdi ben düşünüyorum:Devrim ustalarının teori ve pratikleri uzun bir süreci içeriyor. Bu süreç içinde yanlışlar vardır, doğrular vardır. Örneğin, Stalin’i okuyoruz. Ve bazı konularda, görüşlerimizi hayata geçirmeye çabalarken, bazı çelişmeleri çöz-meye girişirken, Stalin’i örnek alıyoruz. Acaba, kendi pratiğimize Stalin’in yüzde yetmiş başarısından, yüzde otuz yanlışından yansıyanlar nedir? Yani düşüncelerimizin ve pratiğimizin yüzde kaçı devrim ustalarının doğrularına ve yüzde kaçı da yanlışlarına tekabül ediyor? Temel ilkelerden biri, dünya devrimci pratiğinin derslerini, somut tarihi koşullar içinde değerlendirmek ve kendi ülkemizin yaşayan pratiğine uygu-larken eleştiri süzgecinden geçirmektir. İşte bunu başarabildiğimiz zaman,

Page 156: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Marksizm-Leninizmi yaratıcı biçimde hayata geçirmeyi başardığımız zaman devrimin yolunu açmış olacağız. Sorun budur.Devrimci mücadele içinde bir yeriniz olduğu bir gerçektir. Kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?Bazı siyasi akımlara göre ben devrimci bile değilim, bazı siyasi akımlara göre ben “karşı devrim”e hizmet ediyorum, bazı akımlara göre de “revizyo-nist, oportünist vs.”yim. Bazı akımlara göre de, kendini bir şey zanneden, aslında ise “klinik” bir olayım…Bir insanın ne olup olmadığını pratiği belirler. İt ürür, kervan yürür!Gereksiz alçakgönüllülüğe düşmeyelim. Nesnel bir gerçek, işçi, köylü, öğrenci, memur, çalışan milyonlarca insanın, kadını erkeğiyle birlikte, benim kişiliğimde adını açıkca koymamış bile olsalar, öncülerde olması gereken nitelikleri bende görmüş olmalarıdır. Benim kişiliğimde bir şeylere inanıyorlar. Devrim isteyen bütün güçlerin, faşistlerin, revizyonistlerin, reformistlerin, ortayolcuların ve kendilerine “proleter devrimci” diyen bazı hastalıklı unsurların örtbas etmeye çalıştıkları bu gerçeği görmeleri ve kav-ramaları gerekir. Bu konuda özellikle proleter devrimci güçlerin, sınıf bilin-cine varmış işçilerin ve yoksul köylülerin, devrimci gençliğin, yurtsever demokrat bütün unsurların, içinde bulunduğum gerici faşist, revizyonist ve oportünist kuşatma zincirini de göz önünde bulundurarak, bana yardımcı olmaları, haksız saldırılar karşısında bana sahip çıkmaları, beni savunma-ları ve gerekli eleştirileri dostça yapmaları onların da tarihi sorumlulukları ve ödevleridir. Beni zayıflatmak, yıpratmak devrime hizmet etmez.Bugün bana duyulan yakınlığın ve bağlılığın içeriği, bütün unsurları kapsa-yacak biçimde, tam anlamıyla devrimci olmayabilir, değildir de; fakat bu içerik ezilen halkımızın özelliklerini taşır, en azından devrimcileştirilmeye hazır bir içeriktir; devrimcileştirilmeye ve geliştirilmeye en uygun bir içe-riktir. İşte bu nedenlerden ötürü, kendimi, bana yakınlık duyan milyonların konumunu da hesaba katarak arındırmaya ve yeniden inşa etmeye çabalıyo-rum.Lenin’in bir sözü var, diyor ki: “Ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ide-oloji. Orta yol yoktur. Bu yüzden, sosyalist ideolojiyi herhangi bir biçimde küçümsemek, en ufak bir biçimde ondan ayrılmak burjuva ideolojisini güç-lendirmek demektir.”

Page 157: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Benim korkularımın ve kaygılarımın kaynağı budur. Tutumum ve davranış-larımla bilimsel sosyalizmin ilkelerine ters düşmemek için çırpınıyorum. Bu nedenle, iç mücadelemi, dış mücadeleden koparmadan temel alıyorum…Güney Dergisi’nin bir muhabiri ile Yılmaz Güney arasında Kayseri ceza-evinde yapılan bu mülakat, GÜNEY’in 6, 7, 8 ve 9. sayılarında (1978 Hazi-ran-Temmuz-Ağustos-Eylül aylarında) yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 158: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

KÜLTÜR VE SANAT SİLAHLARININ NAMLULARI DEVRİM YOLUMUZU AYDINLATACAKTIRSevgili Fuat Karakuş Arkadaş, Düşüncelerinin eleştirisine geçmeden önce, devrimci bir görev ve sorumlu-luk duygusunun ifadesi olarak değerlendirdiğim uyarılarını sevinçle karşı-ladığımı söylemek isterim. Arkadaşlarımdan beklediğim de budur. “Güney”i yaşatmak ve geliştirmek ancak onun devrimci pratiğine katılmakla müm-kündür. Eleştiri yöneltmek, öneriler sunmak, araştırma, inceleme, şiir, hikaye vb. katkılarda bulunmak, dergiyi okutmak, kitlelerin düşüncelerini özetlemek, gerici saldırılara karşı direnmek, kendilerini “proleter dev-rimci”, kendi dışındakileri “oportünist” ilan eden kendini beğenmişlerin safsatalarına karşı uyanık olmak, ortak iradenin yaratılması çabasına atıl-mış ileri adımlar olacaktır. Ortak iradenin yaratılması —ki bu partidir—, ideolojik ve siyasi nitelikte çeşitli engellerin ve sapmaların kararlılıkla aşıl-masını emreder. Engel, çözümlenmesi gereken bir çelişme demektir. Çelişme zıtların mücadelesidir. Her çelişmenin iki yönü vardır. İşte biz, emekçi kitlelerin çıkarlarının savunulduğu yönde, karşı yöndeki güçlere karşı, doğru bir teori ve kitle siyaseti temelinde savaşmak için yola çıktık.Kültür-sanat alanındaki mücadele, devrimci müadelemizin sadece bir yanı-dır. Eski bir dünyayı yıkmak, yeni bir dünya kurmak isteyenler, hayatın irili ufaklı bütün cephelerinde topyekün, örgütlü, kararlı bir ölüm kalım savaşı vermek zorundadırlar. Görevlerimizin bilincindeyiz. Zaman, neler düşündü-ğümüzü, neler yapmayı tasarladığımızı bütün ayrıntılarıyla gösterecektir.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 159: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Niyetimiz kültür-sanat alanında bir tekke kurmak değil, aksine devrimcile-rin ve en geniş kitlelerin devrim için ortak bir irade çevresinde birleşmele-rinin önünde birer engel olan bütün tekke ve grupları, bireysel kaleleri kendimiz de içinde olmak üzere yerle bir etmektir. “Güney”, düşünceleri-mizi hayata geçirebilirse, eksik ve hatalı yanlarımızı pratik içerisinde düzeltebilirsek gerçekten birlik ve devrim isteyen halkımızın irade ve istek-lerinin yansıdığı bir dergi olacaktır. Bizi biçimleyecek ve başkalarını etkile-yecek olan da budur. “Güney”in mücadele alanını genişletecek olan da yine bu gelişme olacaktır. Bu konuda kimsenin kuşkusu olmasın.Sevgili arkadaş,Bugüne dek, bütün gücümle devrimci hareketin birliğinden yana oldum. Bundan sonra da böyle olacaktır. Birlik isteği taşımak, birlik için önemli bir adım olmakla birlikte, yeterli değildir. Teorik planda “birlik” istemeyen tek bir devrimci gösteremeyiz. Oysa pratik, bizleri umutsuzluğa düşürecek denli acı ve açıktır. Yine hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki bu dağınıklığı ve bölünmüşlüğü, bütün karşı koymalara karşın, mutlaka birliğe çevireceğiz. Halkımızın isteği, tarihin isteği bu yöndedir. Birliğin somut ifadesi partidir. İşçi sınıfının birliği, işçi-köylü temel ittifakı, bu temelde gerçekleştirilecek halkın yurtsever birleşik cephesi, birliğin devrimci süreç içerisinde birbi-rine bağlı biçimleridir.En geniş birliğe, gelişmeye açık en dar birliklerin kurulması ve hayat içinde işlerlik kazandırılması temelinde varılabilir. Fakat şu ilke akıldan çıkartıl-mamak koşuluyula: En küçük birlikle en geniş birlik, aynı sürecin birbirine bağlı, iç içe geçmiş görevleridir. Ancak, “halk cephesinin öncü gücü olan işçi sınıfının eylem birliği gerçekleştirilmeden”(74) bu görevler bütünüyle yerine getirilemez.Birlik uğruna her türlü uzlaşmaya girebilir miyiz?Bu sorunun cevabı “evet” olamaz. “Uzlaşmaz devrimciler” değiliz. İlkemiz şudur: Devrimci hareketimizi nihai hedefleri doğrultusunda güçlendirecek, devrimin düşmanlarını zaafa uğratacak uzlaşmalara, siyasi ve örgütsel bağımsızlığımızı korumak koşuluyla “evet”.Devrimin düşmanlarını güçlendirecek, ajitasyon, propaganda, örgütlenme vb. görevlerimizi zedeleyecek, devrimci hareketimizi zaafa uğratacak uzlaş-malara “hayır”.

Page 160: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

İşte bu noktada:Devrimden, devrimci çalışmadan ne anladığımız, devrimin dostları ve düş-manları, devrimin hedefleri ve görevleri, devrimin karakteri ve temel mücadele biçimleri konularının berraklık kazanması gerekiyor.Şimdi senin yazdıklarına bakalım. Diyorsun ki: “Derginin izlemesi gereken ilk yol, bence şu olmalıdır; içinde bulunduğumuz dönem, bir karmaşa döne-midir. Herkes, sol yelpazedeki her görüş, birbirini amansızca suçlamakta, ‘ajan’ diyerek karşıtlarını zan altında bırakmaktadır. Kurulan ve adlarına, görüşlerine ‘sosyalizm’ sözcüğünü sokan partiler arasında kökleri geçmişe uzanan bir bölünme vardır. Onun için gerek fraksiyonlaşmalar ve gerekse ‘sosyalist’ partiler için bir değerlendirme yapmak, bir Anayasa hukuku doçentinin de dediği gibi ‘henüz pek erken’(75) dir. Güney gibi uzun ömürlü olacağına, geniş bir okur kitlesince benimseneceğine ve sanat çevrelerince (bu çevrelerin önemli bir kısmı, son çözümlemede burjuva kökenli aydın-lardan da oluşsa önemsenmelidir.) ciddiye alınacağına inandığımız bir dergi, elden geldiğince uzlaştırıcı olmalıdır. Zaten bu konuya değinilmiş de: ‘Devrimcilerde sürekli en güçlü bir biçimde bulunması gereken birleşme isteğiyle birleşebileceğimiz bütün olumlu unsurlarla birleşeceğiz.’(76)“Bir okur olarak ve derginin uyarılarımızı dikkate alacağına inanarak, konunun önemini özellikle belirtmek istiyorum. Konuyu biraz daha açalım: Bugün kuramsal alanda, yukarıda da değindiğim gibi, tam bir karmaşa var-dır. Dergi çevrelerinde toplanan taraflar, Marksizm-Leninizm adına, Mao Zedung adına birbirlerini sözümona eleştirmektedirler. Bu dergilerin ve grupların sayısı ne kadar? Yanılmıyorsam Zekeriya Sertel, kendisiyle bu konuda röportaj yapan bir gazeteciye bir yandan dağınıklıktan yakınmış; bir yandan da 22 dergi ve 50 kadar da fraksiyonun olduğunu söylemiştir. Birbirleriyle ‘Rusya mı Çin mi?’ ‘AEP mi, ÇKP mi?’ tartışmaları yapanların ‘önemli bir kesimi için söylüyorum’ Marx’ı, Mao’yu doğru olarak yorumla-dıklarını söylemek güçtür. Onun için diyorum ki zorunluluk varsa kanımca ilk dikkat edilecek ilke, bu olmalıdır. Hemen ekleyelim, temennimizin başka başka arkadaşlardan da geleceğini ve benimseneceğini umuyorum.”Yanlış anlamıyorsam derginin yaşama koşulunu, revizyonizm ve oportü-nizmle uzlaşması koşuluna bağlıyorsun. Bir dergi gerçekten bu uzlaşmaları ustaca sürdürerek yaşayabilir, ama devrimci adına layık olamaz. Özellikle benim konumumda bir insan için böyle bir tutum izlemek, devrime ihanet-ten başka bir anlama gelmez.

Page 161: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yazından çıkardığım sonuçları şöyle özetliyebilirim: “Güney, farklı görüşler taşıyan geniş bir okur kitlesince benimsenecek, çeşitli nitelikteki sanatçıları içeren sanat çevrelerince ilgiyle karşılancaktır. Bu nedenle elden geldiğince uzlaştırıcı olmalıdır.”İşçi sınıfının ideolojik, siyasi ve örgütsel önderliğinde gerçekleştirilecek Demokratik Halk Devrimi hareketinin hizmetinde bir kültür-sanat dergisi-nin dikkat etmesi gereken en önemli noktalardan biri, birleşebileceği sınıf ve tabakalar genişledikçe belirecek olan sağ sapma tehlikesidir. “Elden gel-diğince uzlaştırıcı” olmanın bir sınırı vardır. “Elden geldiğince uzlaştırıcı” olmak, sağ ve “sol” sapmalara karşı gerek bizim, gerekse bizim etkimizdeki kitlelerin uyanıklığını ve mücadele gücünü azaltırsa, özellikle de sağ eğilim-ler devrimci ruhumuzu törpülerse, bizi yolumuzda yavaşlatabilir ve giderek düzenin sınırları içine hapsedebilir. Oysa biz devrim istiyoruz… Çalışan kit-leleri ezen, onları köleleştiren eski dünyayı yıkmak, çalışanları mutluluğa kavuşturacak güzel bir dünya kurmak istiyoruz.Devrim yapmak isteyenler hiç uzlaşmazlar mı? Asıl devrim yapmak isteyen-ler uzlaşır. Ama “kimlerle?” “kimlere karşı?” “ne için?” “nasıl?” “ne zaman?” “nereye kadar?” sorularına doğru cevaplar vererek.Biz, sağ ve “sol” hatalara düşmemek, düşsek de kısa zamanda hatalarımız-dan sıyrılabilmek ve hataların yol açtığı zararları giderebilmek için bu sorulara doğru cevaplar bulacağımıza inanıyorum.“Güney, Rusya ile Çin, AEP ile ÇKP arasında bir yol, uzlaştırıcı ve uzlaşıcı bir yol bulmalıdır.” Bu uyarı ve dileklerin iyi niyetinden kuşku duymuyo-rum. Üstelik kesinlikle devrimin çıkarlarına hizmeti amaçladığına inanıyo-rum. Fakat böyle bir yolun izlenmesi halinde, devrime zarar verecek pratik sonuçlar doğuracağı bizce açık ve kesindir. Bu konuda seni ve senin gibi düşünenleri uyarmak borcumuzdur.Biz, Rusya ile Çin arasında bir yol, yani orta yol izlemeyiz. Çünkü Rusya ile Çin arasındaki ayrılıklar bir ilke ayrılığı, iki ayrı dünya görüşünden kaynak-lanan ayrılıklar sorunudur. Biz bu konuda kesin bir tavra sahibiz. Rusya’yı bir sosyalizm ülkesi olarak görmüyoruz. Üstelik devrimimizin yıkmak zorunda olduğu engellerden biri, dünya gericiliğinin iki ana merkezinden biridir diyoruz. Bu konuda uzlaşma, orta yol yoktur, olamaz. Revizyonizmin sınıf içeriğini kavramayan devrimcilere, yurtseverlere bu gerçeği anlatmayı ve kavratmayı da başta gelen görevlerimiz arasında sayıyoruz.

Page 162: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Arnavutluk Emek Partisi ile Çin Komünist Partisi arasında da bizim için orta yol yoktur. Stalin der ki: “İlke sorunlarında ‘orta yol’, görüş ayrılıkla-rını örtbas etme, gizleme ‘yoludur’, partinin ideolojik yozlaşmasının ‘yolu-dur’, partinin ölümünün ‘yoludur.’ ”(76)Üstelik biz henüz bir partiye de sahip değiliz, partinin oluşturulması sava-şımı içindeyiz. Bu nedenle ilke ayrılıklarına gereken duyarlılığı göstermek zorundayız. Devrim, devrim isteyen güçlerle devrim istemeyen güçleri karşı karşıya getirir. Devrim, gerçekten devrim isteyen güçlerle devrim istiyor görünen güçleri de karşı karşıya getirir. Bu konuda da özellikle benim tav-rım açıktır; ÇKP gittikçe sağa kayan, oportünizmi sistemleştiren bir siyaset izlemektedir. Üç Dünya Teorisi buna bir örnektir. Öte yandan bize yansıyan bilgiler oranında AEP’ye de eleştirilerimiz vardır. Yine de, uluslararası planda, eleştiri hakkımızı saklı tutmak kaydıyla, AEP yönünde saf tutmanın doğruluğuna inanıyorum. “Güney, sol yelpazede bulunan grupların küfürleşmeye, birbirlerini ‘ajan-lık’la suçlamaya varan tartışmaları dışında kalmalı ve elden geldiğince uzlaştırıcı olmalıdır.”Bugün Türkiye solunda var olan karmaşayı, sağlık belirtisi, gelişim süreci-nin doğal bir aşaması olarak değerlendirmek gerek. Ayrılıkları, bölünmeleri yadırgamamalıyız. Fakat teşvik de edemeyiz. Dünün ve bugünün pratiğine ışık tutacak nitelikteki tartışmalar en yoğun biçimde sürmelidir. Birliğin temelleri, çoğunun gereksiz gördüğü kuramsal tartışmalar ve pratik öneri-lerde anlaşmalar ve bu önerilerin hayat tarafından doğrulanması sonunda atılacaktır. “Kanımızca, sosyalizmin içine düşeceği bunalım, en azından gerçek sosya-listleri, kurama iki kat özen göstermek, çok daha belirgin tavır almak, ken-dileriyle güvenilmez, tutarsız unsurlar arasında kesin çizgi çekmek zorunluluğuna yöneltmelidir.”(77) Bu temel ilke bizim için de geçerlidir… Kendimize yakın bulduğumuz siyasetlerle, Marksizme ters siyasetler ara-sında ayırım yapmak, çizgi farklarını belirginleştirmek zorundayız. Daya-nışma yapabileceğimiz, geçici de olsa ortak davranabileceğimiz siyasetlerle birlik noktalarından yola çıkarak diyalogu geliştirmemiz, mücadeleyi bir-leştirme doğrultusunda geliştirmemiz gerekir… Aramızda derin ilke ayrılık-ları olan siyasetlerle de, kitleleri onların etki alanından kurtarmak için savaşmalıyız. Herkese şirin görünmek gibi bir tavrımız olamaz. Tartışmala-rın dışında kalma isteği, kendini sınıflar üstü görmenin, oportünizmin ifa-

Page 163: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

desidir. Biz, Marksizm-Leninizm ile oportünizm ve revizyonizm arasındaki mücadelede tarafız. Fakat, gereksiz hırçınlıkların, devrimci ahlaka uyma-yan suçlamaların da kesinlikle karşısındayız. Taraf olduğumuz yöndeki çelişmelerin uzlaşır çelişmeler olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle, birliğin gerektirdiği esneklik ve yumuşaklık, ilkelere bağlı ilişkiler sürdürülürken devrimin önünde engel kabul ettiğimiz sapma ve eğilimlere karşı da aman-sız olacağız.Sevgili arkadaşım,“Genellikle devrimci gençler arasında yaygın olan bir görüş vardır” diyor-sun. Bu görüşe göre “öğrenciler, gençler, bilimsel kitapları okumalıdır, yazın ürünleri onlar kadar önemsenmemelidir, hatta hiç önemsenmemeli-dir.”Evet, gençler öncelikle bilimsel kitapları okumalı, doğru bir dünya görüşü edinmelidir ki, kültür ve sanat ürünlerini hangi ölçüler temelinde özümle-yeceklerini kavrasınlar. Fakat, sanatı küçümseyen anlayış kesinlikle yanlış-tır ve devrime zararlıdır. Kültür ve sanat ürünleri dünyayı, insanı daha derinden ve bütün boyutlarıyla kavramamıza yardım eder. Devrimi sadece namlunun ucundan görmek devrim yapmamız için yeterli değildir. Kültür ve sanat silahlarının namluları devrim yolumuzu aydınlatacaktır…Düşüncelerini bana yaz.Sevgiyle gözlerinden öperim…27 Ocak 1978 tarihli bu mektup, Güney’in 6. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 164: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

TEMEL UĞRAŞIM HALKIMIN HAYATİ SORUNLARIDIRAsiye kardeşim,26 Nisan tarihli mektubunu aldım. Yine kırık ve sitem dolusun. Durumu kavrayabilmen için, mümkün olduğunca geniş bir biçimde yaşadığım koşul-ları anlatmaya çalışacağım. Umarım ki beni anlayacaksın, gereksiz kurun-tularından kurtulacaksın ve her mektubuna neden cevap vermediğime hak vereceksin.Öncelikle, bilincinde olduğunu sandığım sorumluluklarıma değinmek iste-rim. Ben, ülkemin tüm sorunları üzerine düşünmek, araştırma yapmak, gerekli kitapları okumak, bazı konularda yazı yazmak, günlük siyasal ve toplumsal gelişmeleri izlemek zorunda olan ve kendisini geleceğin daha zor, daha karmaşık sorunlarına hazırlamakla yükümlü, siyasal yanı ağır basan bir sanatçıyım. Ne düşündüğü, ne söylediği, milyonlarca insan tara-fından merakla izlenen bir adam, bu öneme uygun bir ciddiyetle çalışmasını sürdürmek zorundadır.Halkımı seviyorum. Halkı sevmek, içinde bulunduğumuz zor günlerin sorunlarına ciddiyetle eğilmemizi emrediyor. Halkı sevmek, tek tek insanla-rın, tanıdıkların, arkadaşların çıkarlarını halkın genel çıkarlarına tabi kıl-mayı gerektirir. Halkı sevmek, mektup yazarak, tek tek kişileri memnun etmeyi değil, büyük çoğunluğun gerçek çıkarlarını temel alan çalışmaları ön palana almayı gerektiriyor.Onbinlerce arkadaştan mektup alıyorum. İçten, üzüntülü, sıcak, dost ve duygulu mektuplar çoğu. Dokuz yaşından, yetmişbeş yaşına dek, kadın

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 165: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

erkek, genç kız ve delikanlı ve çocuk; halkımın insanları hepsi. Benimle yazışmak, mektupla arkadaşlık kurmak, bilgi alışverişi yapmak, tartışmak istiyorlar. Acıma, sevincime, mücadeleme ortak olmak istiyorlar. İçtenlikle-rine yürekten katılıyorum. Resim istiyorlar, hayatımı anlatmamı istiyorlar, bazı filimlerim hakkında görüşlerimi bilmek istiyorlar. Kimi zarfın içinde, üzerine adı soyadı yazılı cigaralar gönderiyor… Kimi arkadaş kurutulmuş çiçek, kimisi kurutulmuş arnavut biberi, kimisi pul, kurşun kalem gönderi-yor. Şiir, hikaye, roman, senaryo, anı gönderiyorlar. Kimi mektuplar çiçek, kuş resimleriyle dolu… Genç kızlar kolonya, esans döküyorlar mektup kağıtlarına, kimisi saçından teller gönderiyor. Yazdıklarını okumam ve düşüncelerimi yazmamı istiyorlar. Bir kısım arkadaşlar kendileri için şiir yazmamı, roman yazmamı, senaryo yazmamı istiyorlar. Aslında çok güzel şeyler… Sevindirici, umut edici. Gelgelelim tam anlamıyla karşılık vermek ve bütün istek ve dileklere aynı sıcaklıkta ve aynı uzunlukta yanıt vermek benim için olanaksız. Evet, üzücü ama olanaksız…Mektuplara, fotoğraflara, yazılara özel bir itina gösteriyorum. Bütün mek-tupları ve yazıları dikkatle okuyorum… Bir çeşit kitle haberleşme aracı olu-yor benim için. Cevap yazdığım arkadaşlardan, kendi bölgelerinin ekonomik yapısını, türkülerini, o bölgelerde yaygın olan efsaneleri işçilerin köylülerin durumunu soruyorum. Çoğu yoksul kesimin çocukları. Doğal olan da budur. Milyoner çocukları beni arayacak değiller ya! Her milliyet-ten, her siyasi kanattan arkadaşlar var yazanlar içinde. İster revizyonist olsun, ister faşist eğilimli, ister gerici. Hiçbirini ayırdetmiyorum aslında… Bana mektup yazan ülkücüler var örneğin; mektuplarına, “bismillahirrah-manirrahim” diye başlayanlar var. Bunlar hepsi benim halkımın çocukları. Şu an taşıdıkları düşünce hayat tarafından değiştirilecektir. Örneğin Adıya-man’dan Mustafa Öncel adında bir arkadaş tam kırkbeş parşömen sayfası mektup yazmış bana. Ne sağcı, ne solcu… Bu arkadaş tipik Yılmaz Güney sevenlerin bütün özelliklerini taşıyor. Dürüst ve açık yürekli. Halkının değerlerine bağlı. Yozlaşmamış. Bana yöneltilen suçlama ve kötüleme kam-panyaları karşısında direniyor. Onun mektubu çok şeyler öğretti bana.Mektupların hiçbirini atmadan saklıyorum. Niyetim, özgürlüğüme kavuş-tuktan sonra, mektup yazan, tel çeken, pusula gönderen bütün arkadaşlarla fırsatını bulup konuşmak ve onları daha yakından tanımak. Gerekirse onlarla çalışmak, onları eğitmek, öğrenebileceğim şeyleri onlardan öğren-mek. Çünkü onlar beni hiç yalnız bırakmadılar, bırakmayacaklar da… Onla-rın gerçek arkadaşlarım olduklarına inanıyorum. Onların içinde var olan

Page 166: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

köklü sevgi cevheri ve inaç işlenirse, kopmaz bağlarla birbirimize ve halkı-mızın mücadelesine bağlanabiliriz. Bir örnek olarak sen kendini al. Birbiri-mizi hiç görmedik. Üstelik farklı siyasi anlayışlarımız da söz konusu. Ama duyduğun dostça sevginin içtenliğine ve senin de dediğin gibi, “Çok erkek-ten erkek” olduğuna inanıyorum. Bu dostluk mutlaka değerlendirilmelidir.Bazı arkadaşlar siyasi görüşlerimi bütün yönleriyle bilmek istiyorlar. Ben de isterim öğrenmelerini; ne var ki, tek tek her arkadaşa bu konularda yazabilmem mümkün değil. Örneğin öyle konular var ki, yüz arkadaş iki yüz arkadaş aynı soru ve isteklerde birleşiyor. Şimdi bu arkadaşlara ayrı ayrı aynı konuları cevaplayan yazılar yazmak söz konusu. Yazamıyorum. Mektupların ancak çok az kısmına günü gününe cevap verebiliyorum. O da iki satırı geçmiyor. Bir selam ve imza. Ne yazık ki, her gelen mektubu anında cevaplandırma olanağım yok. Cezaevindeki bir insanın, mektuplara cevap verme olanağının bile olmaması, zaman bulamaması başlangıçta yadırgatıcı gelebilir. Aslında yadırganacak bir şey yok. İçinde bulunduğu-muz durumu bilmedikleri için farklı düşünmeleri ve kimi arkadaşların sub-jektif kızgınlıkları ve öfkeleri ve çocukça alınganlıkları hoşgörülebilir. Öyle yapıyorum zaten; bunlardan biri de sensin. Sana yazmama durumumu çeşitli olasılıklara dayandırıyorsun. Örneğin diyorsun ki: “…acaba çalıştı-ğım yer Yılmaz tarafından biliniyor da, onun için mi kardeşim aramıyor. İşyerim sana ters, tamam. Bu bir nedense Ağustos 1977’de işten ayrılıyo-rum.”Bu çok yanlış bir yaklaşım. Biz her yerde çalışabiliriz. Bildiğim kadarıyla ticari bir kurumda sekretersin. Benim arkadaşlarımın çoğu, işçiler, memur-lar ve emekçiler, hayatlarını kazanmak için zengin sınıfa, onların fabrikala-rında, bürolarında, bankalarında, tarlalarında, hatta polis örgütlerinde çalışarak hizmet ederler… Şimdi ben herhangi bir burjuvaya, burjuva kuru-muna hizmet ediyor diye, arkadaşlarıma olumsuz tavır gösterebilir milim? Hayır, kesinlikle yanlıştır. Biz her yerde çalışacağız. Gericilerin, faşistlerin hepsinin içinde ve işyerlerinde. Biz gerici arkadaşlarımızla da bağlarımızı koparmayacağız. Bazı arkadaşlar, işi öylesine ileri götürüyorlar ki, ailesini gericilikle ya da burjuva olmakla suçlayıp evden ayrılıyorlar. Varlıklı akra-balarını hasım olarak görüyorlar. Bütün bunlar yanlıştır. Sekterce bir tutumdur. Biz sadece ideolojik anlamda, gerici faşist ideolojiyle, revizyonist olsun, reformist olsun, burjuva ideolojisinin her çeşidiyle bağlarımızı kesin-likle kopartırız. Fakat işimizle, arkadaşlarımızla, ailemiz ve akrabalarımızla bağlarımızı sürdürürüz. Örneğin, bir arkadaşımız gerici bir düşünceye

Page 167: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sahip ise bu nedenden ötürü ilişkimizi kesmemiz değil, onu eğitmek ve değiştirmek için daha çok çaba göstermemiz gerekir. Fakat ilişkiler öyle bir noktaya gelir ki, artık onunla beraber olmak gericiliğe hizmettir, o zaman ilişkimizi keseriz. Ben böyle bakıyorum olaylara ve senin işin ile ilgili ola-rak kötü bir şey düşünmüyorum.Bir noktaya değinmek istiyorum. Bazı arkadaşlar, uzun uzun, sayfalarca mektup yazıyorlar. Ben de, kısaca bir cevap ya da iki satırlık resim arkası yazarak cevaplıyorum. Bir hafta geçmeden bir mektup geliyor o arkadaşlar-dan birinden. Kızgınlık ve öfke dolu. Kırıklık dolu. Niye kendisi gibi uzun yazmamışım? Cevap yazmadıklarım da şöyle düşünüyorlar. Yılmaz Güney’in işi yok da bize cevap mı verecek, kim bilir mektubumuzu okumadan bile yırtıp atmıştır. Ne denli bir yanlış düşünce. Bu ruh halini çok iyi bilirim. “Tenezzül edip” iki satır bile yazmadı derler. Bir kısım arkadaşlar da, pul ve kağıt masraflarından kaçındığım için yazmadığımı düşünüyorlar. Ve kendi-lerine göre akla uygun gelen çeşitli nedenler buluyorlar. Onların neler düşünebileceklerini biliyorum. İçim yanarak söylüyebilirim ki, onların içten ve tertemiz sevgi ve yakınlıklarına gölge düşürmemek için elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum. Bütün isteklerime karşın yazamıyorum. Yetemiyorum. Bazı arkadaşlar kızgınlıklarını, bir daha bana yazmayacakla-rını, bir daha filmlerime gitmeyecekerini, biriktirdikleri resimlerimi yırta-caklarını söyleyerek ifade ediyorlar. Bu tip, yakınlıkları kısa zamanda, nefrete ve kızgınlığa dönüşen arkadaşlar, özünde bana karşı bilinçsiz sevgi duyanlardır. Böylesi kırıklıklarla dolu arkadaşların sayısı oldukça az olmakla birlikte, yine de önemli. Sadece bu kırık arkadaşlara, değil uzun mektup, normal mektup yazmaya kalkışsam bile, inan cezam yetmez. Kaldı ki, hepsini gerçekten sıcak bir duyguyla karşılamama rağmen, benim işim sadece mektup yazmak değil, gerçekten halkımızın büyük çoğunluğunu hayati derecede ilgilendiren sorunların çözümü için çalışmak, örneğin 1 Mayıs gösterilerinde çıkan olaylar. TV, radyo ve burjuva basın, kitleleri, olayı yanlış aksettirerek aldatıyorlar. Faşist çetelerin komplosunu örtbas etmeye çalışıyorlar. İşte ben, bütün kırıklıklara, yanlış düşünmelere göğüs gererek, bir kısım arkadaşların benden kopması pahasına da olsa, ikinci şıkkı seçmek, halkın çıkarlarını zedeleyen şeylerle mücadele etmek ve ken-dimi hazırlamak zorundayım. Bugün bana kızanlar, alınanlar, kendilerine mektup yazmadığım için hakkımda olumsuz düşünenler, ilerde beni anlaya-caklar ve hak vereceklerdir.

Page 168: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Normal aylarda, ortalama ikibin mektup alıyorum. Bayramlarda ve yılbaş-larında bu sayı beşbine kadar çıkıyor. Binlerce arkadaşa, bir insanın tek tek mektup yazarak cevap vermesi, bütün zamanını mektup okumaya ve yaz-maya vermesi halinde bile mümkün değildir. Ama ben canımı dişime taka-rak bayramlarda, yılbaşlarında, ayın bazı haftalarında, mektup yazmaya, resim göndermeye zaman ayırarak, gücüm oranında cevap vermeye çalışı-yorum. Zarf üstlerini yazması için arkadaşlarımdan yardım istiyorum. Zarf-taki yazıyla mektuptaki ya da resimdeki yazı farklılığını gören arkadaşlar da soruyorlar mektuplarında: “Zarfımızın üzerine adres yazmaya tenezzül etmedin mi?” diyorlar. Böylesine bencil ve düşüncesiz tavırlar karşısında ne diyeceksin şimdi… nasıl baş edeceksin, söyle bakalım. Örneğin sana, bayramlarda, yılbaşlarında hiç değilse ara sıra, üç dört mektubuna bir tane de düşse, kısa da olsa cevap verdim. Ama son mektubun yine sitem dolu. Unutma ki, cevap isteyen yanlız sen değilsin…Şimdi hesap edelim. Ortalama 6 saat uyuyorum günde. Üstelik uykuya da öylesine ihtiyacım var ki… Ama zamanım yok. Zaman kazanmak için uyku-dan çalmak zorundayım, iki saat spor. Birbuçuk saat de kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeklerine ayıralım. Yemeklerden sonra onar dakika volta attığımı düşün. Bir saat de TV izlediğimizi kabul edelim; haberlerden başka bir şey izlemiyorum, bir de, Heidi çizgi filmini izliyorum; çünkü oğlum onu çok seviyor, ben de oğlumu çok seviyorum; hiçbir iş yapmadan onbir saat gitti mi? Kaldı onüç saat. Günlük gazeteleri gözden geçirmek en az birbuçuk saatimi alıyor. Günde en az bir saat dergilere ayırmak zorunda-yım. Günlük mektupların okunması, bir kısmının cevaplanması iki saat tutuyor. Kaldı mı sekiz saat? Bu sekiz saat içinde düşüneceksin, okuyacak-sın, arkadaşlarla günlük sorunlarını konuşacaksın, nöbetçi isen yemek yapıp bulaşık yıkayacaksın, temizlik yapacaksın. Açıkçası gün yetmiyor. Bir sonraki güne, üst üste yığılmış bir yığın işle giriyorsun ve bu birikimler günden güne çoğalıyor.Arkadaşlar şöyle düşünmeli bence: “Yılmaz arkadaşa benim gibi binlerce arkadaş mektup yazıyor. Ondan benim gibi binlerce arkadaş cevap bekliyor. Bir insanın bu koşullarda bütün mektuplara cevap yetiştirmesi mümkün değil. Kaldı ki, bu arkadaşın yapacağı, bütün halkımızı ilgilendiren, çok daha önemli sorunlar var. Benim yaptığım biraz bencillik, yalnızca kendimi düşünmek oluyor. O her zaman bizi düşünüyor. Onun bizi ve sorunlarımızı daha iyi düşünmesi için zamana ihtiyacı var” demeli.

Page 169: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Mektuplarda en çok kullanılan cümle şu: “Biliyorum” diyorlar. “Sana benim gibi binlercesi mektup yazıyor, ama sen benim mektubuma mutlaka cevap yaz.” Ayrıcalık istiyor. Ah, ne kadar isterim hepsine yazmayı. Kimseyi ayır-detmeden. Hele askerdekilere, cezaevlerindekilere, okulların adreslerini verenlere —okulları tatil olmadan— yazabilsem.Bir hesap yapalım: Şu an cevap için bekleyen onbini aşkın mektup var. Mektupları donduralım, yani artık mektup gelmediğini varsayalım. Elli mektubu yeniden okuyup, elli mektuba bir günde cevap yazsam. Kısaca, selam kelam, imza… tam ikiyüz gün tutar, yani altı ay yirmi gün. Bu altı ay yirmi gün içinde gelenleri ve yazdığın cevapların karşılığını hesap et; üste-lik yazdığın hiçbir mektup ve yazı doyurucu olmaz… hepsi de, neden kısa yazmış diye kırıklık ve soğukluk duyar. Bu bir koyunu bin kişi arasında pay-laştırmaya benzer; kimsenin karnı doymaz, eti dağıtan da hiçbir şey kaza-namaz. Ne sevgi ne saygı… Ne yapmalıyım, haydi bir çıkış yolu göster ki, bütün arkadaşlarımızı memnun edelim.Kızan arkadaşların bir kısmı da, para isteklerine cevap verilmeyenler. Mek-tupla para istiyorlar. Kimi evlenmek için, kimi iş kurmak için, kimi borcunu ödemek için; kimi elbise, ayakkabı istiyor, kimi saat istiyor. İsteklerini top-lasan milyonlar tutuyor. Biliyorum ki, hayat pahalılığı ve içinde bulunduk-ları çaresizlik onları böyle davranmaya itiyor. Bir kısmı gerçekten çeresizlik içindedir, fakat bir kısmı sözde açıkgöz. Ama ne olursa olsun, düşüncesizlik değil midir bu? Ben ancak film çevirdiğim zaman para kaza-nabilen bir adamım. Beş yıldan beri de cezaevindeyim. Ne fabrikam var, ne çiftliğim. Bunları düşünen yok. Güney Film ortaklıktır… oradan ayda bana ikibinbeşyüz lira gelir… Ayda beşyüz-altıyüz lira gazeteye, dergiye gider. Ayda bin lira, telfraftı, mektup puluydu, zarftı vb. gider… Cezaevinde ihti-yaç içinde olan, mutlaka yardım edilmesi gereken arkadaşlar var. Bu koşul-larda, dışardaki adam beş yıldan beri cezaevlerinde yatan bir adamdan para istiyor. Öyle tanıdık filan da değil… ilk mektup ve para! Öyle az falan da değil; beşbin isteyenler var, onbin isteyenler var. Düşünmüyorlar ki bu adam parayı nereden bulsun? Param olsa da, her mektup yazana, üstelik neci olduğunu bilmediğim adamlara neden para göndereyim ki? Dışarday-ken binlerce adama yardım ettim… kimini evlendirdim, kiminin hayatını kurdum, kimine işyeri açtım, kimine yıllarca baktım; onların hiçbiri bu beş yıldır, ne bir mektup yazdı bana, ne de bir paket cigara gönderdi. Kişisel yardımlarla kimseyi içinde bulunduğu çaresizlikten kurtarmak mümkün değil. Adam askerlik yaptığı, vergi ödediği, her türlü angaryasına katlandığı

Page 170: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devletten, hükümetten yardım istemiyor da, benden istiyor. Göndermediğin zaman da kendisini bu çaresizlik ve yoksul duruma sokanlara değil de, sana kızıyor…Göndermediğin zaman şöyle diyor: “Hani sen sosyalisttin, fakirleri sever-din. Filmlerinde onları anlatırdın. Bize neden yardım etmiyorsun?” İşte böyle diyorlar. Düşünmüyorlar ki, ülkemizin insanlarının otuz milyonu ger-çekten yoksul ve muhtaç durumda. Bunlara birer lira yardım etsen, otuz milyon eder. Onar lira yardım etsen, üçyüz milyon eder. Yüz lira versen üçmilyar eder. Bir liralık, beş liralık, on liralık, yüz liralık yardımlarla kim-senin hayatını kurtaramazsın, değiştiremezsin. Bu tip yardımlar havaya atı-lmış sayılır… hiçbir işe yaramaz. Sosyalistler kişisel maddi yardımlarla insanların kurtulacağına inanmazlar. Sorun, yoksulluğu var eden bütün koşulları yok etmektir. Bunu anlamıyorlar ve hep kendilerini temel alarak düşünüyorlar. Üstelik bu tip adamlara yapılan yardım, parayla düşman kazanmak anlamına gelir. Hakedilmemiş yardım, hakedilmemiş sevgi, hakedilmemiş iyilik gösterileri en kısa zamanda düşmanlığa dönüşür. Benim hayatımda, kendilerine maddi yardım yaptığım, fakat bugün bana olan borçlarını ödemedikleri gibi düşman olan adamlar var. Kendilerini çamurdan, bataklıktan çıkardığım adamlar var… İşte bu tip insanlar bana, daha gerçekçi ve hayatın yasalarına daha bağlı davranmam gerektiğini öğretiyor. Biz burada fasulyeye, nohuta kaşık sallıyoruz, karavanaya talim ediyoruz, bundan kimsenin haberi yok, o başka.Bazı arkadaşlar da şaşkın. Resim istiyor, cevap istiyor; fakat ya adresi unu-tuyor, ya da adını soyadını. Kimi adres yazıyor, ama ilini, ilçesini yazmıyor. Çoğu yeri, pula vurulmuş PTT damgasından bulmaya çalışıyorum. Sonra sitem dolu bir mektup: “Neden cevap yazmadın?” Nasıl yazayım aslan kar-deşim, istesem de yazamam ki… Bir kısım arkadaşlar kendi adreslerini tam bilmiyorlar. Yazdığım mektupların bir kısmı geri geliyor. Zarfın üzerinde şöyle bir yazı. “Burada böyle bir sokak yoktur.” “Bu adreste böyle bir şahıs oturmuyor” gibi.Bazı arkadaşlar da senin gibi, ilk mektuba bir adres yazıyor. Sonraki mek-tup adressiz. Yazdı ya bir defa adresini, tamam sanıyor. Üç-dört mektup üst üste aynı arkadaştan gelince, diyorsun ki şu arkadaşa bir mektup yazayım. Daha önce binlerce mektubun arasından, adres yazılı mektubu bulmak mümkün mü? Mümkün ama bir günün gider. Benim de öyle her mektup için bir günüm yok işte.

Page 171: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Mektup yazan arkadaşların benim durumumu anlamaları gerçekten zor. İki satır yazsa ne olur denir. Acaba kendileri benim yerimde olsa ne yaparlardı. Mutlaka benim yaptıklarımın aynısını…Bana mektup yazan her arkadaş benim arkadaşım olmaya adaydır. Ama zaman içinde birbirimizi tanıyarak, bir kısmını eleyerek, halkımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirerek…İşte böyle sevgili kardeş. Gözlerinden öperim…Yılmaz Güney’in 14 Mayıs 1977’de bir arkadaşa yazdığı bu mektup, Güney’in 1. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 172: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

SEN BİZİM DOSTUMUZSUN… BABAN DOSTUMUZDUR…O “HEYECANLI ARKADAŞLAR” DOSTLARIMIZDIRAyşe Şahin Kardeşim, Diyorsun ki:“Bizim burda, birtakım heyecanlı gençler var. Geçenlerde babamların otur-duğu kahveyi basıp babamın elinden kağıtları fırlatmışlar. Ona bağırmışlar. Babamın talebeleri hem de bunları yapanlar. Babam da ‘tartışalım, niye bağırıyorsunuz?’ demiş. Sonrasını şöyle anlattı:“ ‘— Niye kağıtlarımı fırlattınız öğrenebilir miyim?“ ‘— Sen yozlaşmış bir burjuvasın, bir giydiğin gömleği bir daha giymezsin, burada kitap okunacak artık, kağıt oynamak yok anladın mı?“ ‘— Yavrularım, biz buraya kafa dinlemeye geliriz, ayrıca kitap okuyacak-sak, evde sakin sakin okuruz, burası kahve.“ ‘— Sen pis burjuvasın o kadar.“ ‘— Siz tartışmanın kaderini baştan çizdiniz. Ben size yaşınız küçük olma-sına rağmen ‘siz’ diye hitap ediyorum, sizse bana ‘sen diyorsunuz’ demiş ve eve gelmiş.“Bu olaya çok kırılmıştı, gözleri yaşlarla doluydu.“ ‘Daha dün okuma yazma öğrettiğim biricik öğrencilerim bunlar hanım; bak kızım, sizin solculara bak.’

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 173: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“Bu olay beni çok çok üzdü. Size anlattığım gibi, babam ne burjuvadır, ne de bağnaz. Bir anlam veremedim. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Eğer vaktiniz olur da bana yazarsanız, gerçekten sevineceğim.“Yılmaz abi, belki size yazmama gülüp geçecek, önemsemeyeceksiniz bile…”Hayır… gülüp geçmeyeceğim… gülüp geçilecek bir olay değil çünkü. Anlattı-ğın olay (gerçekten böyleyse) özü bakımından günümüzde çok sık ve çeşitli biçimleriyle rasladığımız “sol” çocukluk hastalıklarının, özellikle de gençlik kesimlerinde kendini gösteren maceracı anlayışın ifadesidir.Olayı üç açıdan değerlendirmek gerek: Birincisi, olayın niteliği. İkincisi, olaya niteliğini veren arkadaşların tutumu. Üçüncüsü, babanın olay içindeki yeri.Ayşe kardeşim, burjuvaziye kin duymak, burjuvalardan nefret etmek, güzel, soylu bir duygudur. Burjuvaziden, halkın değerleriyle çelişen burjuva yaşama biçiminden, yozlaşmış, çürümeye yüz tutmuş burjuva ahlak ve alış-kanlıklardan nefret etmeyen bir insanın devrimci olması zordur, hatta imkansızdır. Fakat genel anlamda burjuvaziye duyulan nefretten kaynakla-nan tepkiyi, kültürel, sanatsal, toplumsal, siyasal vb. her alanda, emperya-lizmin suç ortağı işbirlikçi tekeci burjuvaziye yöneltmek yerine, orta burjuvaziye (ki bunlara mili burjuvazi de diyoruz.), küçük burjuvaziye, gerici burjuvazinin ve toprak ağalarının toplumsal ve siyasal etkilerinde kalmış halktan insanlara yöneltmek, ki bunlar faşist ideolojinin etkisinde bile kalmış olsalar, özellikle de şiddet kullanarak yöneletmek, yanlıştır. Bu ve benzeri davranışlar, devrime yarar değil, zarar getirir. Devrimciler, asıl darbeyi kimlere, nasıl, ne zaman, kimlerle birleşerek vuracaklarını iyi bil-mek zorundadırlar. Bu ilkeleri, hayatımızın en küçük toplumsal ve siyasal ilişkilerinde bile uyguluyamamak, devrim saflarında yer alabilecek insan-ları ürkütür, devrimin güçlerini böler, devrimcilere karşı güvensizlik yara-tır. Hele hele, şiddeti yanlış biçimlerde, yanlış hedeflere yöneltmek gerici güçlerin amaçlarına hizmet eder. Devrimcilerin şiddetiyle karşılaşan halk-tan insanlar kime, nereye sığınacaklardır? Bu tip davranışlar, faşistlerin işine yarar; faşist zorbalarla devrimcileri aynı sepete koymak isteyen anla-yışa hizmet eder. Kendilerine “sosyalist” “proleter devrimci” adlarını yakış-tıran revizyonistlerin, oportünistlerin sağcı ekmeğine yağ sürer. Baban bile “…sizin solculara bak…” diyerek, solculara duyduğu tepkiyi ifade etmiyor mu?

Page 174: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Sevgili kardeşim, devrimci mücadelenin esas hedefi devlet iktidarını ele geçirmektir. Yoksa devrim adına yuvarlak sözler etmek, kitaplardan gelişi güzel parçalar ezberlemek, bilgiçlik taslamak, keskin devrimci sözlerle, hedefsiz, pusulasız, ona buna “oportünist”, “revizyonist”, “burjuva” diyerek saldırmak devrimci tavır değildir. Bunun adı, “devrim adına devrime düş-manlıktır.” Daha açığı “devrimci” serseriliktir. Devrimci mücadeleyi bilmek, değişen ülke ve dünya koşulları göz önünde tutularak, hangi sınıf ve tabakaların, hangi sınıf ve tabakalara karşı, nasıl, hangi ilkeler temelinde, hangi araçlarla mücadele edeceğini bilmek demek-tir. Bu görevler dururken, halktan insanlara saldırmak, onlar üzerinde baskı kurmak, zor uygulamak yanlıştır. Devrimciler, devrimin çıkarları adına bile olsa halka saldırmazlar, halkı küçük görmezler. Halktan insanla-rın onurlarını incitmekten sakınırlar. Çünkü devrimi, kendini “devrimci” ilan eden bir avuç adam değil, hem dış gericiliğin (emperyalizm, sosyal emperyalizm) hem de iç gericiliğin (işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak ağalığı) altında ezilen ve bu baskılardan kurtulmak isteyen halk, devrimin gerekliliğinin bilincine varan örgütlü halk yapacaktır.Halk sınıf ve tabakalarına mensup insanların büyük bir çoğunluğu, gerici propagandaların etkisi altındadırlar. Devrimciler geniş emekçi kitlelere düşüncelerini doğru bir biçimde henüz ulaştıramamaktadırlar. Halk kitlele-rinin çoğunluğu, devrimci mücadelenin amaçlarını ve niteliğini bileme-mekte, bu yüzden devrime ve devrimcilere düşman bile olabilmektedirler. Biz, meselenin özünü kavrayamadıkları için düşüncelerimizi reddeden hatta devrimcilere düşman sözüyle bakan bu insanlara saldırabilir miyiz? Kesin-likle hayır!.. Onlar bize ne denli düşman olurlarsa olsunlar, bizim görevi-miz, gerçek çıkarları, toplumsal kurtuluşları ve ülkemizin bağımsızlığı için, bizimle beraber olmaları gerektiğini onlara kavratmaktır.Devrim istiyorsak, halkımızın büyük bir çoğunluğunu devrim ister duruma getirmeliyiz. Bunun için ne yapacağız? Kahve basıp kağıtları yırtacak, zor kullanarak kitap mı okutacağız. Devrimi zor yoluyla mı kabul ettireceğiz halka? Hayır!.. Biz devrimi gerçekleştirdikten sonra bile halka karşı zor kullanmayız… Zor, ancak ve ancak devrimin yeminli düşmanlarına karşı, halkı aldatan halk düşmanlarına ve onların çanak yalayıcılarına karşı kulla-nılır… Ve kulanacağız da!Arkadaşların tavrını açıklamak için babanı ele alalım.Baban ilkokul müdürüdür. Sınıf olarak küçük burjuvazinin aydın kesimine

Page 175: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mensuptur. Devrimin hedefi değil, devrimin müttefikidir. Kişi olarak birta-kım olumsuz alışkanlıkları olabilir. Kağıt, tavla vb. oyunlar oynayabilir, içki içebilir, hatta şu gün devrime taraftar olmayabilir… karşı bile olabilir. Babanın bu yanları değişebilir… değişecektir de. İşte bizim görevimiz bu değişikliği sağlamak için, hızlandırmak için doğru bir siyaset ve doğru bir yöntemle hareket etmektir. Kişilerde görülen birtakım zaaflara, yanlış eği-limlere bakarak onları “düşman” gibi suçlamak yerine, bu zaaflarını yok edebilmelerini, yanlış eğilimlerini yenebilmelerini ve halkın kurtuluş müca-delesine sahip çıkmalarını sağlayacak yolları göstermeliyiz. Babanı, devri-min gerektirdiği görevlere sahip çıkmaya, toplumsal ilişkilerini bu doğrultuda kullanmaya itecek yardımları yapmalıyız. Yoksa birtakım zaaf-larını sınıfsal eğilimlerinden öne çıkartarak, yani hergün bir gömlek değiş-tirdiğini söyleyip, kağıt oynaması vb. nedenleri göstererek “burjuva” suçlaması yapmak yanlıştır. Üstelik baban istese de hergün bir gömlek değiştiremez. Kaldı ki bizim sorunumuz, üç elbisesi, on gömleği, beş çift ayakkabısı olan bir öğretmenle, üçyüz dönüm, beşyüz dönüm tarlası olan zengin köylüye, iki üç otobüsü ya da kamyonu olan bir işadamıyla, küçük bir fabrikası ya da kamyonu olan orta sınıflara mensup insanlarla, bunları hedef haline getirip uğraşmak değildir. Diyelim ki, bir memur uzun yıllar çalışıyor ve emekli oluyor. Eline geçen parayla, biraz da borç harç ederek, kendine bir ev alıyor, bir otomobil alıyor ve küçük bir iş kuruyor. Şimdi bu emekli, devrimin düşmanı mı oluyor? Hayır!… Almanya’da türlü çileler çekerek para biriktiren bir işçi, yurda döndüğünde bir iş kursa, bu işçi bur-juva olmaya özense bile devrimin düşmanı mı olur? Hayır!… Emperyalizmle dolaylı bağları olan burjuvalar bile, bir bütün olarak devrimin düşmanları safında görülebilir mi? Hayır!… Bu unsurları bir bütün olarak ele almak ve “halk düşmanı” diye suçlamak yanlıştır. Böyle bir tutum devrimin önümüz-deki aşamasının Demokratik Halk Devrimi olduğunu bilmemektir… devrime zarar verir, emperyalizme ve gerici egemen sınıflara hizmet eder. Biz hiçbir zaman bu insanların ikili tabiatları olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Yani bu unsurlar hem devrimden korkarlar, hem de emperyalizmin ve işbirlik-çisi tekelci burjuvazinin baskıları altında ezilirler. Biz onların ezilen yanla-rına, emperyalizmle ve işbirlikçi tekelci burjuvaziyle, feodal kalıntılarla çelişen yanlarına sahip çıkmak, onlarla uzlaşan yanlarına karşı ise müca-dele etmek zorundayız. Kazanabileceğimiz kadarını devrim saflarına kazan-maya, tarafsızlaştırabileceğimiz kadarını tarafsızlaştırmaya, iflah olmazlarını da açıkça karşımıza almaya bakarız. Yoksa gömleğine bakıp,

Page 176: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kağıt oynayışına bakıp onlara kötü davranırsak devrime zarar vermiş olu-ruz. Kendimden örnek vereyim. Bugün beni sevenler var, sevmeyenler var. Şimdi ben insanları değerlendirirken beni sevip sevmemelerini ölçü alabilir miyim? Kesinlikle hayır!… Eğer beni sevmeyen insanların emperyalizmle, sosyal emperyalizmle, işbirlikçi tekelci burjuvaziyle ve toprak ağalarıyla çelişmeleri varsa, ben beni sevmeyen bu insanlarla, bağımsızlığımızın ortak düşmanlarına karşı birlikte mücadele etmek ve omuz omuza olabilmek için her türlü çabayı harcarım. Ve benimle olan çelişmelerini ikinci, üçüncü, beşinci plana iterim… Çünkü onlarla aramdaki çelişme halk içindeki çeliş-melerdir ve uzlaşır niteliktedir. Yok, benimle çelişmelerinin asıl nedeni benim emperyalizme, sosyal emperyalizme, faşizme, revizyonizme ve top-rak ağalığına karşı olmam ise, yani halkımızın düşmanlarının çıkarlarını bilinçli bir biçimde savundukları içinse ya da bizzat bu gerici güçlerin tem-silcileriyse, o zaman iş değişir; onlarla aramdaki çelişme kişisel bir çelişme değil, ulusal ve toplumsal karakterdeki bir çelişmedir ve uzlaşmaz nitelikte-dir. Bu çelişmelerin çözülmesi ancak devrim meselesidir, bu nedenle onlarla, sonuna dek her türlü silahı kuşanarak ve halkımızın büyük bir çoğunluğuyla birleşerek savaşırım. İşte mesele budur…Emperyalizm ve sosyal emperyalizm, özellikle iki süper devlet, yani ABD ve Sovyetler Birliği bütün dünya halklarının ve aynı zamanda halkımızın en büyük düşmanlarıdır. Bu iki süper devletin dünya hegemonyası emellerine hizmet eden en küçük eğilim bile dünya halklarına ve halkımıza zarar verir. Ülkemizde de bu süper devletlerin bilinçli işbirlikçileri vardır. Onlar da düşmanlarımızdır. Devrimin dostlarını ve düşmanlarını bu ölçüler teme-linde tayin ederken, günlük ilişkilerimizi de bu ölçülere göre ayarlamak zorundayız.Şimdi babanın tavrını inceleyelim.Baban kahveye “kafa dinlemek” amacıyla gidiyor ve diyor ki “… ayrıca kitap okuyacaksak evde sakin sakin okuruz… burası kahve.”Bu değerlendirme ve anlayış sakattır. Biz hayatın büyük altüst oluşları, sar-sıntıları, görültüleri ve karmaşası içindeyiz. Hayat durağan, sakin değil, tersine çırpıntı içinde değişmekte ve gelişmektedir. Değişimin sarsıntısı bütün dünyayı sarmıştır… bütün dünya köklü bir değişimin sancılı arefesini yaşamaktadır. Ülkemiz bu çatırtının tam da göbeğindedir… Ve işin acısı baban, her yanı saran bu devrim fırtınasının farkında değildir. Çağımızda

Page 177: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“sükünet” arayan, “sakin sakin” kitap okumayı düşleyen anlayış hayatın gerçekliğiyle çelişir. Baban, şu gün ülkemizin ulaştığı toplumsal yükselişin çok çok gerisinde kalmıştır. Bu nedenledir ki, “Daha dün okuma yazma öğrettiğim biricik öğrencilerim” diyerek yakınıyor. Onlara “okuma yazma” öğretmiş olmanın avantajını tutucu bir anlayışla değerlendirmekte ve onları böyle heyecanlı davranmaya iten asıl nedeni, toplumsal değişimi gündeme getiren ve özlelikle gençleri etkileyen topumsal çelişmeleri göre-memektedir. O çocuklar bugün genç insanlar olmuşlardır. Okuma yazma devri gerilerde kalmış, çağın gerçekliğiyle bağ kurmuşlar, ülkemizde büyük boyutlara ulaşan sınıf mücadelesinden etkilenmişler ve yanlışlıklar yapmış ve eksikliklerle dolu olsalar da sorumluluklarını aramaya çıkmışlardır. O arkadaşlar, pratik mücadele içinde “sol” sekter yanlarını, maceracı anlayı-şın etkilerini yeneceklerdir. Onlar, eskiyi, köhnemişi yıkmak için harekete geçen tarihin yeni güçlerinin parçasıdırlar. Baban da, sen de, hayatın geli-şen yanına sahip çıkmalı ve sınıfınızın sorumluluğuna uygun davranmalısı-nız. Babanın küçük burjuva değer yargılarıyla sızlanması, yani “ben size ‘siz’ diye hitap ediyorum sizse bana ‘sen’ diyorsunuz” biçiminde “heyecanlı arkadaşlar”a karşı durması, aslında tartışmayı burjuva kuralları içine çek-mek istemesinin gerici ifadesidir. Mesele “sen” meselesi, “siz” meselesi değildir. Meselenin özü hayatın her alanına hızla yayılan ileri ile geri, yeni ile eski arasındaki sınıf mücadelesi meselesidir. Baban, o genç arkadaşların sadece “sol” sekter yanlarını görmekte, o arkadaşların hareketlerinin özünde varolan ilerici ve devrimci yanları görememektedir. Babanın gözle-rine dolan yaşların nedeni nedir? O yaşlar, o genç arkadaşların bir çırpıda geçersiz kıldıkları küçük burjuva sığınakların yitirilmesi adına değil midir?Evet böyledir… baban o genç arkadaşların saygısını kazanabilmek için eski-miş değer yargılarını yıkmalı ve yeni, devrimci saygınlık ölçüleri kazanma-lıdır. Ayşe Kardeşim, arkadaşların tavırları yanlıştır… Buna karşın bir yanı seç-mek gerekirse ben, yanlış yunluş da olsalar, o “heyecanlı arkadaşlar”ın yanını seçerim. Çünkü bu yan, gelişen ve devrim isteyen yandır. O arkadaş-lar hayata kulak vereceklerdir ve yanlış olan çalışma biçimlerini eleştiri, özeleştiri temelinde düzelteceklerdir, çünkü, devrimin önündeki irili ufaklı binlerce engeli yıkmamız buna bağlıdır.Sevgili kardeşim, biz, eleştiriyi, eleştiriyle birlikte sunulan öneriyle birlikte değerlendirmek zorundayız. Öneri yoksa eleştiri eksik ve karanlıktır. Çünkü öneri, eleştirinin niteliğini belirler. Eleştirinin, ilerici, devrimci mi, yoksa

Page 178: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

gerici mi olduğu, önerisiyle belli olur. Senin ve babanın yapması gereken de budur. Yanlışı görüyorsunuz… söyleyin ne yapalım? İşte bu noktada anlaş-maya çalışalım…Evet sevgili kardeş… sen bizim dostumuzsun… baban dostumuzdur… o “heyecanlı arkadaşlar” dostlarımızdır… Anlaşacağız…Sevgiyle gözlerinizden öperim…Şahin ailesine selam… bin selam…14 Ocak 1978’de Kayseri cezaevinden yazılan bu mektup Güney’in 5. sayısında yayınlandı.

halkcephesi.net

Page 179: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

DEVRİMCİ SARSINTI VE YENİ GÜÇLERTürkiye devriminin siyasal-toplumsal güçlerinin en ileri unsurları, gelişme-lerinin bu aşamasında, daha önce içinde hareket ettikleri siyasal-örgütsel ilişkilerin, gelişmeler karşısında yetersiz kaldığını, devrimci mücadelenin kendi içinde bir devrim yapması gerektiğini ve böylesine bir devrim arife-sinde olduklarını görüyorlar. Çeşitli siyasi grupların bünyesinde varolan, kimisi açığa çıkmış derin sarsıntılar, devrimci öze sahip bu gelişmeyle eski örgüt yapısı, eski siyasi-toplumsal tesbitler, o ana kadar izlenen tutumlar ve Marksizmi kavrayışları arasındaki çelişmelerin sonucudur. Bu sarsıntı-lar, yeni devrim güclerini doğuracaktır; biz, bu devrimci sarsıntının yeni ürünleriyiz. Eski kabuğumuzdan sıyrılıyoruz; ve biliyoruz ki, bizi dış tehli-kelere karşı koruyacak yeni kabuğumuz oluşana dek varlığımız bile tehlike-dedir.İnsanlar, yeni bir giysiyi ilk giydiklerinde, yeniliğin getirdiği bir yabancılık, bir tedirginlik duyarlar. Alıştıkları zaman, o giysi zaten eskimeye yüz tut-muştur… yeni bir yabancılık, yeni bir tedirginlik gündemdedir. Sürekli değişen, akışan, her an yeni yenileri gündeme getiren hayat, bizden her an uyanık olmamızı ister, yeni yenilere hazır olmamızı ister. Gelişen ile gelişe-nin gerek kıldığı yeni ile uyumsuzluğa düştüğümüz an, gelişene doğru cevap veremediğimiz, geride kaldığımız ya da işi geçiştirmeye çalıştımız an, hayat gözümüzün yaşına bakmadan bizi bırakacak, kendisine uyum göste-renlerin koluna girecektir.Hayat her zaman düşüncelerin önünde gider ve yeni düşünceleri, yeni düşüncelere uygun biçimleri doğuracak maddi koşulları beraberinde yara-tır. Hayatın yeni maddi güçlerini iyi tanımalıyız. Ekonomik-toplumsal haya-tın etkin güçlerini “bilmediğimiz ve hesaba katmadığımız sürece, tıpkı

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 180: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

doğal güçler gibi, körü körüne, zorla, yıkıcılıkla işler. Ama onları bir defa anladığımız, işleyişlerini, yönlerini, etkilerini bir defa kavradığımız zaman, onları öz isteğimize gittikçe daha çok bağımlı kılmak ve onların aracılığıyla öz amaçlarımıza varmak, yalnız bizim kendimize bağlıdır.”(1)“Materyalist tarih kavramı, insanın yaşamını sürdürmesine yarayan araçla-rın üretiminin ve üretimin yanı sıra üretilen nesnelerin değişiminin bütün toplumsal yapının temeli olduğu; tarihte ortaya çıkmış her toplumda, zen-ginliğin dağıtıldığı ve toplumun sınıflara ya da takımlara bölündüğü tarzın, neyin üretildiğine ve ürünlerin nasıl değişildiğine bağımlı olduğu önerme-sinden hareket eder. Bu görüş açısından, bütün toplumsal değişmelerin ve politik devrimlerin ereksel nedenleri, insanların kafalarında, insanların sonrasız gerçeği ve adaleti daha iyi kavramalarında değil, ama üretim ve değişim tarzlarındaki değişmelerde aranmalıdır. Bunlar felsefede değil, her söz konusu çağın ekonomisinde aranmalıdır.”(2)İşte bizi, mücadelenin yeni biçimine, yeni mücadele organ ve araçlarına gereksinme duymaya götüren şey, varolan değiştirmeyi amaçladığımız dünya ve ülke çapında egemen ekonomik-toplumsal temelin, bu temelde yükselen felsefi-siyasi-ideolojik olguların kavranışı konusunda, bu hedefe karşı yürütülen felsefi-ideolojik-siyasi mücadele biçimleri konusunda, daha önce içinde hareket ettiğimiz ufku dar siyasi-örgütsel ilişkilerle, eski bilin-cimizle, yeni bilincimiz ve nesnel sürecin gerekli gördüğü siyasal-örgütsel gereklilikler arasındaki çelişmelerde aranmalıdır. Gün ışığına çıkan, artık eski ilişkiler içinde çözümü mümkün olmayan ayrılıklardan kurtulmanın araçları da, bizi değişime iten maddi ilişkilerimiz içinde saklıdır. Çünkü biz-leri, felsefi-siyasi bilincimizle hesaplaşma noktasına ve bunun sonucunda eski ilişkilerimizi gözden geçirme noktasına, ayrılık noktasına iten, sadece soyut devrim isteği değil, aynı zamanda, pratik çalışmalardaki, maddi iliş-kilerdeki farklılıklarımızdır. Bu farklılıkları, sadece kısa bir zaman içindeki pratik-maddi ilişkilerdeki farklılıklarda değil, bir hayata damgasını vuran temel farklılıklarda aramalıyız. Tek tek toplumsal varlığımızın evrimini incelersek, sürtüşmelerin, farklı kavrayışların, farklı pratik adım istekleri-nin, temel ayrılıkların esas nedenlerini, daha açıklıkla görebiliriz. Yine, yeni zorunlu ayrılıklarla —olumlu olumsuz da olsa— yüz yüze kaldığımızda, yöntemimiz bu olmalıdır. Her çelişmenin mutlak biçimde bir sınıf temeli ve sınıfsal açıdan doğru bir çözümü vardır.

Page 181: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Çeşitli siyasi hareketlerden kopma, kendi içimizde arınma ve yeni bir biçimlenme sürecimiz, bu kaygılarla doludur; ve devrimci içeriğe sahip bu kaygılarımız, bizleri aynı yüce amaçlar için, farklı noktalardan hareket etmemize karşın bir noktada bir araya getirdi. Bir kısmımız, daha önce içinde bulunduğumuz oportünist saflardan, revizyonist-oportünist orta-yolcu saflardan, felsefi-siyasi kavrayışımızda meydana gelen olumlu deği-şimler sonucu koptuk; artık o saflarda devrime yararlı olma olanaklarımız kalmadığı için, özgürce benimsediğimiz bir kararla, yeni bir güç olarak, devrim düşmanlarına ve devrim zararlılarına karşı mücadele yolunu seçtik. Sistemleşmiş, örgütlü oportünist saflarda, gücümüz, oportünizm pisliğinin üstesinden gelecek nicel-nitel yeterliğe sahip değildi; bir süre daha uzlaş-mayı seçmek, oportünizmle özdeşleşmemize yol açabilirdi; en kısa zamanda uzaklaşmak, oportünizme karşı dıştan savaşmak gerekiyordu, öyle yaptık.Faşizm Niçin Kazandı?Egemen sınıflar, kavganın ilk raundunu kazandılar. Çeşitli milliyetlerden ezilen halkımız ve onların yurtsever devrimci-demokratik güçleri, en ileri unsurları, geçici de olsa yenilgiye uğradılar; koşullar faşist gericiliğin yara-rına bir gelişme gösterdi; faşist diktatörlük kuruldu.Biliyoruz ki, faşist diktatörlüğün kurulması, bir yanıyla burjuvazinin güç-süzlüğünün, bir yanıyla da proletaryanın, devrimci-demokratik güçlerin öznel ve nesnel açılardan zayıflığının sonucudur.Dünya kapitalizminin genel bunalımı, bütün dünyayı sarsan sınıf mücadele-leriyle daha da derinleşmektedir. Anti emperyalist ulusal, demokratik ve toplumsal kurtuluş rüzgarlarının keskinleşerek estiği Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın sömürge ve yarı sömürge ülkelerinde, bağımlı ülkele-rinde emperyalizmin ve işbirlikçilerinin çıkarları tehlikededir. Emperyaliz-min ve gerici ortaklarının çıkarlarını, eski yöntemlerle koruması artık mümkün görünmemektedir. Yükselen ulusal-toplumsal muhalefet kanla bastırılmalıdır. Halkların uzun yılların mücadelesiyle, kanları pahasına, karşılığında çeşitli acılara katlanarak kazandıkları demokratik-ekonomik haklar gasbedilmelidir; Afrika’da, Zimbabwe ve Ortadoğu’da, İran ve Latin Amerika’da Nikaragua örnekleri yenilenmemelidir. Hele hele devrimci bir Vietnam, Kamboçya örneği, asla!..“İdeolojik mücadele ile partinin içindeki oportünist öğelerin ‘yenilebilec-eği’ni, parti çerçevesi içinde bu öğelerin ‘üstesinden gelinebileceği’ni savu-

Page 182: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nan teori, partiyi felce ve kronik sakatlığa mahkum etmenin belirtisi olan çürük ve tehlikeli bir teoridir; bu teori, partinin oportünizme peşkeş çekil-mesi tehlikesini doğurur; proleteryayı devrimci partisinden, emperyalizme karşı mücadelesinde, başlıca silahından yoksun bırakmakla tehdit eder. Eğer saflarında Martov’lar ve Dan’lar, Potressov’lar ve Akselrod’lar bulun-saydı, partimiz, doğru yolu tutamaz, iktidarı ele alıp proleterya diktatörlü-ğünü örgütleyemez, iç savaştan zaferle çıkamazdı. Eğer partimiz, iç birliğini ve saflarının eşsiz birliğini sağlayabildiyse, bu, her şeyden önce oportünizm pisliğinden kendini zamanında korumayı bilmesinden ötürü-dür. Proleter partilerin gelişme ve güçlenme yolu, oportünistlerden ve reformistlerden, sosyal emperyalistlerden ve sosyal şovenlerden, sosyal yurtseverlerden ve sosyal pasifistlerden saflarını arındırmaktan geçer. Parti, saflarını oportünist öğelerden arıtarak güçlenir.”(3)Ve, Lenin, ihraçlar konusunda der ki:“Herkesin kabul ettiği gibi, İtalya’da, devlet iktidarını ele geçirmek için proleterya ile burjuvazi arasında kesin savaşlar yakındır. Böyle bir anda partiden ihraçları mutlak zorunlu olan yalnız Menşevikleri, reformcuları, Turaticileri kovmak yetmez; duraksamaya eğilimli olan reformcularla ‘bir-liği’ bozmamak için bunları bütün mevkilerden uzaklaştırmakta duraksama eğilimi gösteren kusursuz komünistleri de, partiden çıkarmak yararlı olabi-lir… Devrimin arefesinde, devrimin zaferi için en çetin savaşlar sırasında, parti içindeki en ufak duraksama her şeyi kaybettirebilir.”(4)Biz, proleterya devrimi için yola çıkarken, daha ilk adımları atarken, ataca-ğımız her siyasi-örgütsel adımın, geleceğimizi belirleyecek birikimleri oluş-turacağının az çok bilincindeydik. Fakat hangi adımların içeriği gerçekten doğru, hangi adımların oportünizmden, revizyonizmden esinlenmiş oldu-ğunu, ancak bir zaman içinde Marksizme danışarak bulmaya çalıştık. Mark-sizm bize, mutlak doğru, kesin, kutsal, dokunulmaz hiçbir şeyin olmadığını, hayata, özellikle siyasi hayata, eleştirel bir kaygıyla bakmamız gerektiğini öğretti.Dünya ölçeğinde ve tek tek ülkelerde, emek ile sermaye arasındaki çelişme-nin toplumsal ifadesi olan, burjuvaziyle proletarya arasındaki, emperyalizm ile dünya halkları arasındaki, emperyalistlerle emperyalistler arası çelişme-nin özel bir biçimi olan, emperyalizmle sosyal emperyalizm arasındaki çelişmelerin artan bir hızla derinleşmesinin sonucu gelişen dünya kapitaliz-minin genel bunalımı, Türkiye’de de etkilerini gösterdi. Uluslararası buna-

Page 183: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lım, ulusal bunalımı etkiledi, derinleştirdi. Devrimcu durumu anımsatan rüzgarlar esmeye başladı. Yöneticilerin artık hükümet edemez duruma düş-tükleri görüldü. Halk da artık eskisi gibi yaşamak istemiyor, egemenler de, istedikleri halde eskisi gibi yaşayamıyorlar ve eskisi gibi yönetemiyorlardı. Bu durum, 1980 başlarında kendini açıkça belli etti.Teorik olarak, emperyalizm ve proletarya devrimi çağında, devrimin nesnel koşullarının her zaman varlığı kabul edilmekle birlikte, devrimci durumla-rın da hiç beklenmedik bir zamanda ortaya çıkabileceği, buna göre hazır-lanmak gerektiği, kitleleri devrime hazırlama görevleri, devrimci siyasetlerce, teoride ne denirse densin, pratikte yeteri kadar ciddiye alın-madı, alınamadı; ve hatta “devrim” için yola çıkan bir yığın “siyaset” bu olguyu görmedi bile. Dar çekişmeler, genel mücadele içinde önemsiz, tayin edici olmayan dar pratik çalışmalarla yetindiler ve dar pratik, ufuklarını kararttı.Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı faşist işgali, ABD gericiliğinin başını çek-tiği dünya gericiliğinin bir kanadına bulunmaz bir fırsat yarattı; dünya çapında, kendine bağlı mevzileri güçlendirmeyi, İran olaylarıyla kendine çevrilmiş İslam namlularını ve tepkilerini, Sovyetler Birliği’ne doğru çevir-meyi başardılar. Bu arada, Türkiye’de de, faşist diktatörlüğün dış koşulları belli ölçülerde tamamlanmış oldu.Görülen şuydu:Faşist diktatörlüğü devreye sokmak isteyenler için, iç ve dış koşullar uygundu.Uzun yıllar, iktidar olanaklarının kulanılmasıyla yaratılan faşist kadrolar, devletin faşistleştirilmesi çabaları, kilit noktaların tutulması, son bir atı-lımla oldukça belirleyici bir düzeye ulaşmıştı. Yukarıdan aşağıya doğru, resmi baskılarla da desteklenen faşizme uygun kitle tabanı oluşturma çalış-maları, kitle içinde süren, gizli ve açık faşist siyasi çalışmalarla, yıldırıcı ve yokedici terör eylemleriyle belli ölçülerde sağlanmıştı. Faşizm, kitle içinde, işçi, memur, vb. kesimlerde örgütlü bir güçtü artık.ABD, Batı Alman ve diğer emperyalistler, mali ve askeri “yardım”a hazırdı-lar; çünkü onların en sadık uşakları siyasi iktidarı ellerinde tutuyorlardı ve kilit noktaları ele geçirmişlerdi. Emperyalizmin çıkarlarına uygun “cesur” uygulamalar yapılabilirdi. Yani halk, alabildiğine soyulabilirdi.

Page 184: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Afganistan işgali, anti komünist, anti Sovyet siyasi bir hava yaratmıştı. Sov-yet tehlikesi bahane edilerek halk güçleri üstünde, iç gerici baskılar yoğun-laştırılabilirdi. Kazanılmış ekonomik demokratik haklar geri alınabilirdi.Revizyonist, “sol”, oportünist, maceracı eylemler halkı usandırmıştı. Dev-rime karşı sempati yaratmak yerine, devrime ve devrimcilere karşı tepki yaratacak boyutlara ulaşmıştı. Faşist gerici çevrelerin eline, “anarşi… terör…” için yeterli anti propaganda malzemesi verilmişti.Reformizme ve onun önderi Ecevit’e halk kitlelerinin bağladıkları umutlar yerle bir olmuştu. CHP ve MSP’nin özgül yapıları, yakın bir zamanda iktidar alternatifi yaratamazdı. İktidar olsalar bile, devletin yeni biçimini değişti-remezlerdi. Bunların yürütecekleri bir muhalefet üzerine de anti faşist bir mücadele temellendirilemezdi.Ve en önemlisi: Emekçi kitleler merkezi bir yönetim ve örgütlenmeden yok-sundular; faşizm tehlikesi karşısında onları birleştirecek siyasi örgütlenme-leri, yani devrimci bir partileri yoktu. Varolan revizyonist, oportünist, devrim zararlısı örgütler, Marksist-Leninist eğilimli gruplar da, emekçi kit-leleri birleştirmekten çok, onları bölmekteydiler.Sonuçta, merkezi anlamda örgütsüz halk, faşizmin merkezi örgütlü güçleri ve ittifakları karşısında yenilgiye uğradı.Türkiye, 1979 Aralık, 1980 Ocak-Şubat aylarını kapsayan, devrimci duruma uygun bir dönemi yaşadı ve bu fırsat kaçırıldı. Devrimci durumun bir dev-rime dönüştürülme olanağı öznel nedenlerden dolayı yoktu, ama en azından kazanılmış demokratik mevzilerin korunmasının ötesinde, ekonomik, demokratik yeni haklar ve mevizlerin kazanılması, faşist güçlerin geriletil-mesinin olanakları vardı. Yenilgiyle sonuçlansa bile, kitlelerin devrimci girişkenliğini geliştirecek bir olanak, siyasi körlükler yüzünden, yıllardır işlenen grupçuluk hastalıklarından dolayı, örgütlenmelerin esas itibariyle bir savaş örgütü değil, bir düzen örgütü olmalarından dolayı kaçırıldı ve faşist diktatörlüğün kurulmasına sessiz kalındı ve üstelik birçok konuda, onların dolaylı yardımcıları durumuna düşüldü.Faşist diktatörlüğün kurulması ve halkın yenilmesi, Marksist-Leninist ide-oloji ve siyasetin başarısız kalması ve yenilgisi değildir; revizyonizmin, oportünizmin, küçük burjuva maceracılığının, doğmatizmin, grupçuluğun yenilgisi, siyasi körüklerin yenilgisi olarak değerlendirilmelidir… Mark-

Page 185: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sizm-Leninizm, bu yenilgiden güçlenerek, Marksist-Leniristler, bu yenilgi-den arınarak, yeni deneyimler kazanarak çıkmıştır.Faşist diktatörlüğün kurulması ve halkın geçici olarak yenilgisinin siyasi sorumluları halka hesap vermek zorundadırlar. Daha ileride yapacağımız açıklamalarla yenilginin sorumluları üzerinde özenle duracağız.Yalnız, bazı sorunlara en azından başlıklar halinde değinmeden geçemeye-ceğiz:a) CHP yönetiminin, faşist diktatörlüğü önleme diye bir sorunu olmadı ve hatta faşist diktatörlüğün ön hazırlıklarına gücü oranında katkıda bulundu, faşist elebaşıları kolladı. Faşizme değil, faşizme karşı mücadele veren güç-lere karşı amansız bir savaş verdi.b) Aydınlık-TİKP karşı devrimcilerinin faşizme karşı olma, faşist diktatör-lüğü engelleme diye bir sorunları gerçekten yoktu. Ve hatta faşist diktatör-lükten yanaydılar. Siyasi hasımlarını gerici faşist güçlerin yardımıyla ezme planları vardı ve bu nedenle faşist diktatörlükten yanaydılar. MHP’ye karşı yönelttikleri sözde mücadele, esas itibariyle faşist diktatörlüğün asıl siyasi-toplumsal güçlerini gözardı etmeye, onları gözlerden gizlemeye, ABD ile faşist diktatörlük arasındaki kopmaz bağı karartmaya yönelikti. Dikkatleri, faşist diktatörlüğün esas güçlerine değil, tali güçlerine çekmeye çalıştılar. Ayrıca, faşizme karşı, tutarlı ya da tutarsız olsun, mücadele veren güçleri, burjuvaziye karşı olan güçleri, karalamak için ellerinden gelenleri yaptı-lar… ihbarcılık, polisle dolaylı işbirliği temel mücadele yöntemlerinden biri haline geldi.c) Faşist diktatörlük tespiti yapanlar için, doğaldır ki, faşist diktatörlüğün önlenmesi değil, faşist diktatörlüğün yıkılması sorunu gündemdeydi. Nes-nel olarak olmayan bir diktatörlüğe karşı mücadele, havanda su dövmekten farksızdı. Onlar, ellerindeki devrim güçlerini yanlış hedeflere yönelttikleri için, devrim enerjisinin bir bölümünü heba ettiler. Siyasi mücadelenin ve buna bağlı olarak siyasi eğitimin merkezini doğru tayin edemediler. Mark-sizmin temel yasalarını, ülke somutu temelinde kavrayamadıkları için, siyasi yanlışlıklardan kurtulamadılar; 1973’ten bu yana, sürekli bir biçimde, seçimlerde, boykotun nesnel koşulları bulunmadığı halde, boykot taktiği izlediler. Asıl hedefi hep gözden kaçırdılar; örneğin, CHP reformizmine karşı savaşırken, AP-MHP faşizmini unuttular… iktidarı gördüler, iktidara geleceği unuttular. Boykotun, özünde bir iç savaş çağrısı olduğunu, bunun da, kitlelerin içinde bulundukları nesnel ve öznel koşullara sıkı sıkıya bağlı

Page 186: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

olduğunu göremediler. Demokrasi ile sosyalizm mücadelesi arasındaki derin bağı göremedikleri için, legal olanakları yeterince değerlendiremedi-ler ve dolaylı olarak faşist diktatörlüğün yardımcıları durumuna düştüler.d) Maceracı akımların kitleden kopuk, devrimci-demokratik çalışmalara zarar veren, kitlelerin içinde bulundukları ruh halini hesaba katmayan bireysel nitelikli şiddet eylemleri faşistlerce çok iyi kullanıldı. Az sayıda doğru cezalandırma, kamulaştırma ve şiddet eylemleri dışında, çoğunluğu yanlış olan şiddet eylemleriyle gerici burjuvazinin ve faşistlerin en zor zamanlarında “hızır” gibi yardımlarına koşuldu. Ekonomik-siyasi bunalım-ların, en yoğun olduğu dönemlerde, kitlelerin dikkatlerini başka yanlara çeken tutumlar izlendi. Faşizme karşı kitle eylemlerinin en geniş biçimde örgütlenmesi gereken dönemlerde faşizme karşı bireysel şiddet eylemleri öne çıkartıldı.e) Faşizm tehlikesini küçümseyen, onun gelişim eğilimini doğru hesaplama-yan, reformizm ile faşizm arasındaki ilişkiyi kavrayamayan küçük burjuva demokratları, her direnişi “faşizm gelir” mantığıyla karalamaya, engelle-meye çalıştılar… Kitleleri sabırlı olmaya çağırdılar ve faşist diktatörlüğün kurulmasına yardımcı oldular.f) Hâlâ, faşist diktatörlüğü görmeyen ve hâlâ “faşizm tehlikesi”nin sözünü eden, revizyonist-oportünist gruplar, faşist diktatörlüğü ancak Hitler tipi faşizm biçiminde kavrayan körler, emekçi kitlelerin mücadelesini sadece ekonomik sınırlar içinde, daha yüksek ücret ve daha iyi iş ve yaşam koşul-ları isteklerinin sınırları içinde tutmaya çalışan sosyal-faşistler, revizyo-nist-ekonomist anlayışlarını, geniş propaganda araçlarıyla kitlelere iletip, onları kayıtsızlığa sürüklediler. Faşizmin amca çocukları olan bu hainler, kitleleri siyasi gaflete çekerek, faşizmin diktatörlük yolunda ilerlemesine yardımcı oldular.g) Emekçi kitleleri, onların somut acil taleplerinden hareketle, kendi dene-yimlerine dayanarak siyasileştirmek, doğru hedeflere seferber etmek, siyasi eğitimin odak noktasını açıkça belirleyerek devrim saflarına kazanmak yerine, daha ilk adımda gruba kazanma anlayışını hayata geçiren, bilinç düzeyleri az çok ileri olanları böldükleri yetmiyormuş gibi siyasi bilinç düzeyi geri emekçi kitleleri de bölen devrim zararlıları gruplar, birliğin öznel etkenlerinden biri olan birlik ruhunun yaratılması yerine, dar grup çıkarlarını, grup ruhunu kitlelere yayanlar, faşizme, revizyonizme düşman-

Page 187: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lıktan çok, kendi grubundan olmayanlara düşmanlık duygularını aşılayan-lar, faşizmin dolaylı yardımcıları oldular.Burada önemle vurgulanmalıdır ki, her siyasi örgütlenme içinde bulunan ileri, dürüst, gerçekten devrim isteyen unsurlar; somut durumları yanlış tahlil eden ve somut durumlara uygun düşmeyen mücadele görevleri tespit eden, yanlış siyasi bir tutum izlemeye önayak olan önder kadrolardan, Marksizm-Leninizmin araştırılması temelinde, hesap sormalıdırlar. Çünkü sorun, şu ya da bu grubun iç sorunu değil, son tahlilde, yanlış siyasetle doğru siyaset, Marksizm-Leninizm ile revizyonizm, devrim ile karşı devrim arasındaki bir sorundur.Yeni Dönem ve Yeni BiçimlenmelerÖyle bir tarihi dönemi yaşıyoruz ki, siyasal alanda, nesnel olarak varlıkla-rını sürdüren toplumsal-siyasal güçler, esas yönlerini, gelişim eğilimlerini belirlemişlerdir. Önümüzdeki günler, yönlerin ve eğilimlerin alabildiğine netleştiğini, öz olarak aynı, biçim olarak farklı olan hareketlerin, özlerine uygun değişimlere uğrayacağını, bir araya geleceklerini gösterecektir. Net-leşme süreci kimi zaman şiddete varan çatışmaları da içerecektir. Devrimle karşı devrim arasındaki siyasi hesaplaşma, devrimin ve karşı devrimin etki alanında bulunan kitlesel-toplumsal güçleri de derinden etkileyecek, bilinç değişimlerine, buna bağlı olarak siyasi tercihlerde meydana gelecek deği-şimlere yol açacaktır. Her kesimde, ekonomik-siyasi bunalımlara ve bu nes-nel sürece uygun mücadele yöntemlerinin seçiminde ve uygulanmasında çıkacak ayrılıklara göre, ittifaklarda da ayrılıklar ortaya çıkacaktır. Daha önce, soyut teorik değerlendirme farklılıkları olarak ele alınan, esasa ilişkin görünmeyen bir yığın sorun pratik mücadelenin yoğunlaşmasıyla birlikte iç mücadeleleri derinleştirecek ve güçler, gerçek özlerinin belirleyeceği bir niteliğe bürünecektir. Bu nedenle bugün, belli ad ve etiketler altında varlık-larını sürdüren siyasi hareketler, etkileri altında tuttukları kitlelerin gerçek sınıf çıkarlarına uygun çözümler getirmedikleri sürece, o kitleleri safla-rında tutamayacaklardır. Bu nedenle, biz Yurtsever Devrimci Demokratlar, bugün özellikle de gerici faşist burjuva partilerinin saflarında bulunan emekçi kitlelerin, siyasi sınıf bilinçlerinde meydana gelecek değişimlere bağlı olarak, revizyonist-oportünist grup ve partilerin saflarında bulunan emekçi kitlelerin, Marksizm ve sınıf mücadelesi kavrayışlarında meydana gelecek değişimlere bağlı olarak, siyasi tercihlerinde değişimler olacağını

Page 188: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ve giderek, büyük bir çoğunluğunun gerçekleri göreceğini ve toplumsal-de-mokratik halk devrimi saflarında toparlanacakları inancını taşıyoruz.Gerek devrim, gerekse karşı devrim saflarında varolan, keşmekeş azalma-yacak, aksine dünya ve ülke çapında varlığını sürdüren, ekonomik-toplum-sal-siyasal-idelojik ve ahlaki bunalımlara paralel olarak şiddetlenecektir. Bu keşmekeşe son verecek filizlenmeleri bizzat kendi rahminde doğuracak-tır. 1970’ler, nasıl ki kitleleri, özellikle de en ileri unsurları yeni siyasal ara-yışlara ittiyse, 1980’ler bu arayışı, yeni koşullarda daha derinlere indirecektir. Yeni bölünmeler, yeni yeni birleşmeler birbirini kovalayacak-tır. Daha önce kutsal bir dokunulmazlıkla savunulan bir yığın “teori” ve “tesbit” de temellerinden sarsılacaktır. Bütün saflar bir alt üst oluşu yaşa-yacaklardır. Geniş emekçi kitleler, özellikle de sanayi proletaryası, ortak çıkarlarını el yordamıyla bulacaktır. Marksizm-Leninizmin bilimiyle donan-mış siyasetlerle karşılaştıkça, sahte devrimcilerle gerçek devrimciler ara-sındaki, Marksizm-Leninizm ile revizyonizm arasındaki farkları göreceklerdir. Toplumsal-demokratik halk devriminin güçlü mıknatısı, dev-rim isteyen bütün güçleri, merkezi bir noktada, işçi sınıfının en ileri unsur-larının irade birliği dolayısıyla bütün emekçilerin ve ezilen ulus ve halkların irade birliğinin ifadesi olan partinin çevresinde toparlayacak ve örgütleyecektir. Özellikle son on yılın siyasi çalkantıları, ekonomik bunalımları, emekçi kit-lelerin bilincinde oldukça önemli değişikliklere yol açmıştır. CHP refor-mizmi ağır darbeler yemiş, yeni bir umutla, denize düşenin yılana sarılması örneği bel bağlanan AP faşizmi, kitlelerin burjuvaziye olan güvenini oldukça sarsmıştır. Öte yanda Sovyet emperyalizminin ve ona bağlı sosyal faşist partilerin etkileri, kabul etmek gerekir ki düne oranla daha da güçlenmiş-tir. MHP de, gerek örgütlenme düzeyi, gerek kitle ilişkileri, gerekse ideolo-jik etkileri açısından, düne göre daha da güçlüdür. Bütün bunlara karşın, şimdilik halk güçleri ve devrim güçleri olarak gördüğümüz çeşitli siyasi grupların bünyesinde bulunan kitleler açısından olsun, çeşitli milliyetler-den emekçi kitlelerin devrim isteği, düne oranla on kat yirmi kat daha yük-sektir. Ezilen ulus ve halk saflarında, ulusal ve toplumsal bilinç oldukça gelişmiş, doğru değerlendirilebilinirse, devrimin kilidi haline gelmiştir. Bize düşen devrimci görev, “toplumu yeniden biçimlendirmek için planlar kurmak değil, işçilerin aldığı payı iyileştirmek konusunda kapitalistlere ve onların çanak yalayıcılarına öğüt vermek değil, komplo planları hazırlamak değil, ama proletaryanın sınıf mücadelesini örgütlemek ve nihai amacı pro-

Page 189: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

letaryanın siyasal gücü ele geçirmesi ve sosyalist bir toplumun örgütlen-mesi olan bu mücadeleye önderlik”(5) etmektir; bu temelde, kitlelerin dev-rim isteğini maddi bir güç haline, devrimci enerji haline dönüştürecek örgütlenmeleri yaratmaktır. Biz, dünya proleter sosyalist devriminin bir parçası olabilecek nitelikte bir devrimi, toplumsal devrimi amaçlıyoruz. Lenin, toplumsal devrimi, 1902’de hazırladığı, “Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisinin Program Taslağı”nda şöyle tanımlıyor:“İşçilerin kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olacaktır. Bugünkü toplumun bütün diğer sınıfları, mevcut ekonomik sistemin temellerinin korunmasın-dan yanadırlar. İşçi sınıfının gerçek kurtuluşu —kapitalizmin iç gelişimi tarafından hazırlanan— bir toplumsal devrimi gerektirir; yani, üretim araç-larının özel mülkiyetinin kaldırılması, bunun toplumsal mülkiyete dönüştü-rülmesi bütün toplum üyelerinin tam refahının özgür ve her yönlü gelişmesini sağlamak amacıyla kapitalist mal üretiminin yerini ihtiyaç maddeleri üretiminin bütün olarak toplum tarafından sosyalist örgütlenme-sinin alması.“Bu proleter devrimi, toplumun sınıflara bölünmesine, dolayısıyla, bu bölünmeden kaynaklanan bütün toplumsal ve politik eşitsizliğe tamamiyle son verecektir.“Bu toplumsal devrimi başarmak için proletarya, onu duruma hakim kıla-cak ve büyük amacına giden yol üzerindeki bütün engelleri aşmasını sağla-yacak olan politik iktidarı elde etmelidir. Bu anlamda proletarya diktatörlüğü toplumsal devrimin zorunlu koşuludur.”(6)Marx da şöyle der:“Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ilanıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.”(7)Amaç olarak, toplumsal devrimi önümüze koymamıza karşın, gündemimiz-deki devrim, toplumsal devrimin ilk aşaması olan Toplumsal Demokratik Halk Devrimi’dir. Siyasi talebimiz, proletarya diktatörlüğünün özgül bir biçimi olan, Toplumsal Demokratik Halk Diktatörlüğü’dür.

Page 190: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Kısaca, Toplumsal Demokratik Halk Devrimi, emperyalizme ve sosyal emperyalizme karşı, ülke bağımsızlığını kazanma ve koruma görevlerini içeren, Türk, Kürt ve ezilen halkların anti emperyalist birleşik ulusal, sos-yalist ve demokratik devrimidir. Daha ilerde bu konuya geniş yer vereceğiz.Görevlerimiz oldukça ağır ve zordur. Başta proletarya ve yoksul köylülük olmak üzere, en geniş emekçi kitleleri, ezilen ulus ve halkları emperyaliz-min, işbirlikçi burjuvazi ve toprak ağalarının ve onların çanak yalayıcıları-nın boyunduruğundan kurtarmak; sosyal emperyalist tuzağa düşmekten kurtarmak, Çin revizyonist karşı devrimcilerine ve her türden gericiliğe karşı ezilen kitleleri uyanık tutabilmek ve çıkarlarını savunabilmek ve onları yönlendirebilmek için, devrim zararlılarına karşı da savaşabilmek; devrimci gelişmeye zarar veren, kitlelerin birleştirilmesine engel olan her türlü ideolojik-politik engelleri aşabilmek için, Marksist-Leninist ilkeler temelinde örgütlenmekten başka silahımız yoktur.Açıktır ki, böylesine ağır görevlerin üstesinden gelebilecek bir örgüt, ancak mücadele içinde gelişebilir; mücadelenin zorlukları altında ezilen ve sorun-lara cevap veremeyen bir örgüt, zaten doğal ayıklanmanın kurallarına göre ayıklanır ve hayat hakkını yitirir.Devrimci Bir Örgütlenmenin GerekliliğiBazılarına göre, içinde bulunduğumuz koşullarda, yeni bir grup oluşturma-nın ve bu temelde yeni bir örgütlenmeye gitmenin olanağı yoktur. Oysa biz, tam da bu noktada tam tersini düşünüyoruz. Koşullar, doğru ideolojik-si-yasi temellerde yeni bir örgütlenmeye her zamankinden daha çok elverişli-dir. Çünkü gerçekten devrim isteyen milyonların isteği bu doğrultudadır; nesnel süreç de buna uygundur. Düşüncelerimize karşı bir anlayışa sahip olanların bize karşı ortak bir tavır izleyeceklerini biliyoruz. Bu konuda hazırlıklı olmak gerekir. Onların bu mekanik anlayışları, idealizmin yön verdiği kavrayışlarının ve devrim zararlısı grupçu, kariyerist yapılarının doğal bir sonucudur. Grup kurmak ya da kurmamak kimsenin iznine, irade-sine bağlı değildir.Nasıl ki devrim kimsenin iradesine bağlı bir olay değilse, siyasi gruplaşma-lar da kimsenin iradesine bağlı değildir. Biz, tarihin bize yüklediği devrimci görevlerimizi ancak bağımsız bir grup olarak yürütmekten başka bir çare-miz kalmadığı için bu yolu seçiyoruz. Devrimci mücadeleyi felç eden siyasal körlüklere, grup rekabetlerinin yarattığı yıkıntılara ve yobazlıklara, kapita-list üretim biçiminin doğal bir sonucu olan siyasal anarşiye ve bir bütün

Page 191: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

olarak devrim düşmanlarına ve devrim zararlılarına karşı mücadele yolunu seçiyoruz. Biliyoruz ki, burjuvaziye ve onun ideolojisinden esinlenmiş her tipten gericiliğe, revizyonizme ve kendisini “devrimci” gösteren her türden sapmaya karşı mücadelenin tayin edici sonuçları, son çözümlemede, ancak savaş alanlarında, silahlar tarafından karara bağlanacaktır. Bize, şimdilik eleştiri silahlarını yöneltmekle yetinecek olanlar, öyle bir dönem gelebilir ki, silahların eleştirisini yöneltebilirler. Bize yönelen her silaha, eğer hak-lıysak, doğru yoldaysak, daha güçlü silahlarla karşılık vereceğiz. Amacımız açıktır; devrim isteyen toplumsal güçleri, başta sanayi proletaryası omak üzere, bütün proletaryayı, en geniş anlamda köylülüğü, özellikle yoksul köylülüğü, şehir küçük burjuvazisini ve en geniş emekçi kitleleri, dağınık Marksist-Leninist eğilimli grupları ve kişileri, yani, Kürt, Türk ve diğer mil-liyetlerden halkları, birleşik-ulusal-toplumsal kurtuluşa, en geniş halk demokrasisine götürecek kavga için, devrimci proletarya partisinin çatısı ve Marksizm-Leninizm bayrağı altında toplamaktır. Görevlerimizin ne denli zor, karşılaşacağımız engellerin ne denli çetin ve çeşitli olduğunun bilincin-deyiz. Bir eylem kılavuzu olarak önümüze koyduğumuz Marksizm-Leniniz-min bilimi, sınıf mücadelemizin yolunu aydınlatacak, devrim düşmanı ve devrim zararlısı ideoloji ve siyasetleri yerle bir etmemizin kılıcı olacaktır. Bir mücadele silahı olan Marksizm-Leninizm, zaferin; halka ve devrime iha-net demek olan revizyonizm ve oportünizm ise uşaklığın simgesidir.Neden Yurtsever-Devrimci Demokrat?İçinde bulunduğumuz aşamanın özgül görevleri, sahip olduğumuz siyasi-felsefi bilinç düzeyi, devrimci deneyimlerimizin niteliği, devrimci ahlak ve tutum anlayışımız, kendimizi, Yurtsever Devrimci Demokrat adıyla tanımla-mamızı gerekli kılıyor. Nasıl ki, Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi, top-lumsal devrimin bir ön aşamasıdır. YDD olmak da, “proleter devrimci” olabilmenin “komünist” olabilmenin ön aşamasıdır. Bir insanın kendisi için yaptığı değerlendirme, ancak pratiği tarafından doğrulanmalıdır ki, o değerlendirmeye kendi dışındakiler de katılabilsin. Öyle olmasaydı, bol keseden kendilerine “devrimci proleter”, “komünist” adlarını yakıştıranla-rın etiketleriyle pratikleri arasındaki çelişkileri hesaba katmadan, kendileri için yaptıkları öznel değerlendirmelere katılmamız gerekirdi.Belirtmeliyiz ki, “yurtsever” tanımını kullanmamız, bazı çevrelerce “şoven” olduğumuz biçiminde bir suçlamayı da beraberinde getirebilir. Ancak

Page 192: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kısaca açıklamalıyız ki, “ulusal”ı nasıl “birleşik ulusal” anlamda ele alıyor-sak, “yurtsever” tanımlamasını da, aynı içerikten yola çıkarak ele alıyoruz.Marksizmin ABC’sini bilen herkes bilir ki, “yurtsever”, “devrimci”, “demok-rat” olmanın, her sınıf için farklı bir ölçüsü, anlamı ve içeriği vardır. Biz, proleter yurtseverliğini, proleter demokrasisini, proleter devrimciliğini kendimiz için ölçü alıyoruz. Çünkü biz, gerçek proleter devrimciler olmak için çalışıyoruz.Neden Yurtsever-Devrimci Demokrat?Emperyalizme, sosyal emperyalizme ve Çin hegomanyacılığına ve bunların işbirlikçilerine karşı olma temelinde, çeşitli milliyetlerden halkın barındığı (*) yurdun bağımsızlığını savunmak. Bu anlamda bağımsızlığı savunmadan yurtsever olunamaz.Faşizme, sosyal faşizme, her türden ulusal baskı ve şovenizme, feodalizmin kalıntılarına ve sömürgeciliğe; milliyet, ırk, renk, dil, din, mezhep tarikat farkı gözetmeksizin inanç ve siyasal özgürlüklerin önünde varolan bütün engellere; kadınların ezilmesine; her türden grup ve hotzotçuluğa karşı mücadele vermek, en geniş anlamıyla ulusların kaderlerini tayin ilkesini savunmak; sekter, dogmatik olmamak, eleştiriye dayanıklık göstermek; demokrat adına layık olmak isteyenlerin temel alacağı ilkelerdir. Ezilen ulustan bir kimse, yukarıdakilere ek olarak, dar ulusalcılığa karşı değilse, demokratlığı tutarlı sayılamaz.Devrimci adına layık olmak için; diyalektik materyalist dünya görüşünü benimsemek, diyalektik materyalizmin yasalarını toplumsal olayların ince-lenmesinde kılavuz edinmek; sınıf mücadelesinin, proletaryanın zaferiyle sonuçlanacağına inanmak ve bu doğrultuda mücadele yürütmek; devrimde proletaryanın partisi aracılığı ile hegomanyasını ve proletarya diktatörlü-ğünü savunmak ve devrimin kitlelerin eseri olacağına inanmak; her türden revizyonizm, oportünizm ve reformizm ile arasına kesin bir çizgi çekmek; ülke devrimini, dünya proleter sosyalist devriminin bir parçası saymak ve kendi ülke proletaryasının çıkarlarını, dünya proletaryasının çıkarlarına bağlı görmek; kısaca, Marksizm-Leninizmin ölümsüz ilkelerine sarılmak ve bu ilkeleri ülkenin somut devrimci pratiğine yaratıcı bir biçimde uygula-mak.Yukarda belirttiğimiz ölçüler içinde bir devrimci olabilmek, aslında yurtse-verliği de, demokratlığı da içerir. Doğaldır ki, bu düzeye ulaşabilmek, hem

Page 193: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

teorik, hem de pratik anlamda uzun yılların inatçı, sabırlı çabasını gerekli kılacaktır.* Marks, “işçilerin vatanı yoktur” der. O, burjuva ulusal anlamda, ulusal sınırlara proletaryanın karşı olduğunu belirtir. Fakat nasıl ki proletarya, sınıf farklılıklarına karşı olduğu halde, sınıfları ortadan kaldırmak için, kendisini, kendiliğinden bir sınıf olmaktan çıkartıp kendisi için bir sınıf olmak zorundaysa, ezilen bir sınıf olmaktan sıyrılıp egemen bir sınıf olmak zorundaysa, son çözümlemede devleti söndürmek görevini yerine getirebil-mek için, devlete karşı olduğu halde, proletarya diktatörlüğü devletini oluş-turmak ve sağlamlaştırmak zorundaysa, her türden ulusal sınırları ortadan kaldırmak için de proleter görevlerini yerine getirebilmek için de, belli sınırları olan bir yurda (vatan) ihtiyacı vardır. İşte bu nedenledir ki, Kürt, Türk ve diğer milliyetlerden halkların, Türk egemenlerinin baskı ve talanı altında bulunan, Kürt, Türk ve ezilen halkların yurdunu ele geçirmeleri gerekir. Ancak emperyalizmin, işbirlikçi kapitalizmin, toprak ağalığının ve bunların çeşitli milliyetlerden toplumsal dayanaklarının yenilmesi, siyasi iktidarlarının ve mülklerinin ele geçirilmesi sonucunda, varolan burjuva ulusal sınırlar içindeki Kürt, Türk ve ezilen halkların yurdunun kurtulma-sıyla mümkündür ve ancak bundan sonradır ki, ulusların kaderlerini tayin ilkesi hayata geçirilebilir ve yeni yurtlar oluşabilir. Açıklamak gerekir ki, sınırların varlığı, sınırların korunması, özünde burjuva sınıf karaktere sahiptir. Ülke sınırları, özünde özel mülk edinmenin bir biçimini ifade eder. Komünizmin ilk aşaması olan sosyalizm döneminde komünizme varıncaya dek, burjuva-proleter zıtlığı, varlığını değişen oranlarda koruyacaktır. Komünizme varma, kapitalizmin etkilerinden kurtulma demektir ki, bu aynı zamanda her çeşitten sınıf sınırlarının da kalkması demektir. Sınıfların sönmesi, aynı zamanda sınıf özelliklerinin de sönmesi demektir. Eğer sınıf-lar yoksa, uluslar da olmayacaktır. Bu konuları başka yazılarımızda derin-leştireceğiz. [geri dön]

halkcephesi.net

Page 194: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Devlet, sınıf egemenliğinin bir ifadesidir. Sınıfsal özü ve biçimi ne olursa olsun, devlet egemen sınıfın ya da sınıfların devletidir; egemen sınıfların ekonomik, siyasal toplumsal çıkarlarını korumak, geliştirmek ve savunmak için, elindeki bütün organ ve olanaklarla, diğer sınıf ve tabakaları zor altında tutar; onlara baskı uygular ve çeşitli yöntem ve araçlarla onları koşullandırmaya çalışır. Burjuva diktatörlükleri için de bu böyledir. Ancak burjuva diktatörlükleri sömüren egemen azınlığın sömürülen bağımlı çoğunluk üzerindeki sınıf diktatörlüğü iken, proletarya diktatörlüğü, devleti ele geçirmiş bulunan ve yeni baştan örgütleyen eski ezilen çoğunluğun pro-letarya önderliğinde eski sömürücü azınlık üzerindeki diktatörlüğüdür. Sınıf temeli olmayan bir devlet, sınıflar üstü bir devlet, sınıf mücadelesinde taraf olmayan bir devlet yoktur; olamaz da. Türk devleti de, gerek ulusal gerekse uluslararası planda süren hegomanya ve sınıf çatışmaları içinde, sınıfsal içeriğine uygun bir biçimde, taraftır.Türk devleti kimden taraftır? Türk devleti, Dünya ölçeğinde varlıklarını sürdüren başlıca çelişmeler ele alındığında, görülecektir ki: Emperyalizm ve sosyal emperyalizm ile dünya halkları arasındaki çelişmede, başta kendi halkı ve Kürt halkı olmak üzere, ezilen dünya halklarına karşı emperyalizm safında yer almaktadır.Emperyalizm ile sosyal emperyalizm arasındaki çelişmede, yine emperya-lizmin yanındadır ve sosyal emperyalizme karşı tavır almıştır.Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki çelişmede, çelişmenin kapitalizm yönünde yerini almıştır.Burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişmede, başta çeşitli milliyetlerden oluşan kendi proletaryası olmak üzere, dünya proletaryasına karşı dünya burjuvazisinin saflarında yerini almıştır.

DEVLET, DEMOKRASİ VE DEVRİMwebmasterhalkcephesi.net

Page 195: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Neden?Devletin, sınıf egemenliğinin bir ifadesi ve aracı olduğu, doğru bir tanımla-madır. Ancak yarı sömürgelerde devlet egemenliğini elinde tutanların sınıf-sal ve ulusal yapıları ile gerçek anlamda bağımsız ve egemen burjuva devletlerin egemenlerinin sınıfsal ve ulusal yapıları birbirlerinden farklıdır. Örneğin ABD, gerçekten Amerikan tekelci burjuvazisinin; İngiltere, İngiliz tekelci burjuvazisinin; Fransa, Fransız tekelci burjuvazisinin bağımsız ve egemen devletidir; sınıf diktatörlükleridir. Bu nedenle Amerikan, İngiliz, Fransız devletleri, esas olarak bu ülkelerin tekelci burjuvalarının sınıf çıkarlarına ulusal ve uluslararası planda hizmet eden birer araç iken, Türk devleti ve demokratik devrimini tamamlamamış yarı sömürge benzerleri için aynı şeyleri söyleyemeyiz; çünkü Türk devleti, tek başına Türk egemen sınıflarının devleti değildir. Bir yanıyla, Türk egemen sınıfları ekonomik ve siyasal anlamda kendi başlarına bağımsız ve egemen değildir. Türk devleti bu nedenle, başta ABD emperyalistleri olmak üzere, Türkiye ile yoğun iliş-kiler içinde bulunan emperyalist ülkelerin burjuvazisinin de işbirlikçileri ile ittifakı temelindeki devletidir. Öte yandan Türk devleti, aynı zamanda Kürt işbirlikçi hainlerin de devletidir. Bu nedenledir ki Türk devleti, yalnızca Türk egemen sınıflarının yani büyük burjuvazi ve toprak ağalarının çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdistan proletaryası, köylülüğü, şehir küçük burjuvazisi ve milli burjuvazisi üzerindeki baskı aracı değil, aynı zamanda emperyalist baskı ve boyunduruğun da bir aracıdır. Sömürgeci terör ve zul-mün de bir aracı olan Türk devletinin, yalnız kendi halkına değil, ezilen dünya halklarına karşı da bir mücadele aracı olmasının nedeni budur. 1950’lerde Kore Devrimi’ne karşı, Kore’nin devrimci işçilerine, yoksul köy-lülerine karşı “hür demokratik rejim”i korumak safsataları ile Kore gericili-ğinin ve onun destekleyicisi olan dünya gericiliğinin saflarında savaşa katılması, emperyalist saldırı örgütü NATO’nun vurucu güçlerinden biri olarak açıkça tutum belirlemesi bu nedenledir. Görüleceği gibi Türk ordusu, yalnızca kendi halkına karşı değil, devrim isteğiyle başkaldıran diğer halk-lara karşı da kullanılmaktadır. Türk devleti, emperyalistler arası bir çatışma söz konusu oduğu zaman, yeni bir paylaşım savaşı söz konusu olduğu zaman, bağlı bulunduğu emperyalist saflarda, NATO saflarında “hür demokratik rejim” için savaşa katılacaktır. Bağımsız ve egemen bir iradeye sahip olmadığı için, emperyalizmin çıkarlarına göre tutum belirlemekten başka yolu yoktur.

Page 196: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

12 Eylül darbesi, gecekondu anlayışı ile faşistleştirilmiş devletin yeni baş-tan, sağlam temeller üzerinde örgütlenmesini, yani restorasyonunu günde-mine alırken, devlet egemenliğini işbirliği ve ittifaklar temelinde elinde bulunduran sınıf güçlerinin konumlarında da köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Eski egemen sınıfların, yeni işbirlikçi burjuvazi ve toprak ağa-larının devlet iktidarından dıştalanmaları söz konusu değildir. Ancak yöne-timdeki ağırlık belirgin biçimde, komprador-asker-bürokratlar eliyle ABD’nin eline geçmiştir. Buna bağlı olarak, Kürdistan’ın sömürge statüsü değişmemiş, yalnız eskiye oranla ABD’nin Kürdistan üzerindeki etkilerinin çoğalmasının yolu açılmıştır. Kürt işbirlikçi hainler daha önce işbirlikçi burjuvazi ile ittifak içinde iken, bu kez eski ittifakı sürdürmenin yanı sıra esas olarak yeni yönetimde söz sahibi olan asker-bürokrat-kompradorlarla ilişkilerini geliştireceklerdir.Şöyle ki: 12 Eylül öncesi devlet yönetimi, toprak ağaları ile ittifak içinde bulunan emperyalizmin işbirlikçisi olan büyük burjuvazinin elindedir. İşbirlikçi burjuvazi ve toprak ağaları, egemen sınıflar ittifakını oluşturmak-tadırlar. Bu egemenlik emperyalizmden can almaktadır ve ona can katmak-tadır. Devlet, görünürde siyasi bağımsızlığı olan egemen bir devlettir. Oysa gerçek böyle değildir. Türk devleti biçimsel bir egemenliğe ve siyasi bağım-sızlığa sahiptir. Ekonomik, askeri ve siyasi olarak kendi başına bağımsız ve egemen bir devlet değildir. Başta ABD ve Batı Alman emperyalizmi olmak üzere, emperyalizme bağımlıdır. Bu nedenle devlet, sadece işbirlikçi burju-vazinin ve toprak ağalarının Kürt işbirlikçi hainleri ile ittifakına dayanan devleti değil, ekonomik bağımlılığı ve bu bağımlılığın diğer alanlara yansı-ması oranında emperyalizmin de devletidir. Yani Türk devleti söylendiği gibi ulusal egemenliği olan bir devlet değildir. Ancak devletin yönetimine egemen olan esas güç, toprak ağaları ve Kürt işbirlikçi hainlerine de ege-men olan işbirlikçi burjuvazidir; ordu ve bürokrasi onun denetimi altında-dır.Emperyalizmin, işbirlikçi kapitalizmin ve feodal kalıntıların devlet yapısı içindeki yerlerine bakılırsa, işbirlikçi burjuvazinin hem emperyalizmle, hem de toprak ağalığı ile işbirliği ve ittifak içinde olduğu görülür. Öte yanda işbirlikçi burjuvazi, hem emperyalistlerle, hem de toprak ağalığı ile çelişme içindedir. Özellikle de Kürt işbirlikçileri ile. Emperyalizmin de hem işbirlikçileri ile hem de toprak ağalığı ile aralarında çıkar çelişmeleri var-dır. Emperyalizmin dayattığı programın uygulanması, daha doğrusu isten-diği gibi uygulanması çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Fakat

Page 197: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

emperyalizmin, işbirlikçi kapitalizmin ve feodal kalıntıların, esas olarak başta proletarya olmak üzere Türkiye-Kürdistan halkı ile arasındaki çelişme, içine düştükleri derin bunalım, onları birbirlerine muhtaç kılmak-tadır. Emperyalistler işbirlikçilerine, işbirlikçiler de emperyalistlere muh-taçtır. Buna karşın, halkın devrim ve demokrasi mücadelesi geliştikçe, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi geliştikçe, Kürt ulusunun ulusal ve demokratik devrim mücadelesi geliştikçe, kendi aralarındaki çelişmeler de derinleşmektedir. Ancak yarı sömürge yapının tasfiyesi, emperyalizmin, işbirlikçi kapitalizmin ve feodal kalıntıların tasfiyesini zorunlu kıldığı için bu güçler, ulusal demokratik ve toplumsal devrim görevlerini yerine getir-meye çalışan güçlere karşı birleşmek zorundadırlar. Ama yine de devrime karşı mücadelenin yönetimini, ekonomik hayatın yönetimini, yeni düzenle-melerin yönetimini, kısacası devletin yeniden örgütlenmesi görevlerini doğ-rudan doğruya kim eline alacaktır, sorusu cevap bulmalıdır… Siyasal ve toplumsal muhalefetin gelişmesi, ekonomik ve siyasal bunalımın günden güne derinleşmesine yol açmaktadır; emperyalizmin sömürü programı aksamaktadır. İşbirlikçi egemen sınıflar hem kendi iç çelişmelerini, hem de halkın gelişen mücadelesini çözecek ve önleyecek güçte değildir. Aciz kal-maktadırlar. “Ekonomik istikrar programı” uygulanamamaktadır. Emperya-lizmin zararına gelişen toplumsal siyasal muhalefetin zamanında gereken müdahaleyi görmemesi, emperyalizmin dünya ölçeğinde, özelikle de Orta-doğu’da, giderilmesi zor zararlara uğramasına yol açacaktır. Bu nedenle; Emperyalizm ile Rus sosyal-emperyalizmi arasındaki çeliş me;Başta ABD ve Batı Alman emperyalistleri olmak üzere, em- peryalistlerle işbirlikçileri arasındaki çelişme;Emperyalizmin işbirlikçileri ile başta proletarya olmak üze- re, en geniş halk kitleleri arasındaki çelişme;Feodal kalıntılar ile emperyalizm ve işbirlikçileri arasındaki çelişme;Emperyalizm ile çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdistan halkı arasındaki çelişme;Başta ABD olmak üzere emperyalizm yararına çözülmeliydi. Bunun için de ordunun ve bürokrasinin önde gelen güçlü adamlarının emperyalizm tarafına kazanılması ve ağırlıklarını emperyalizmin çıkarla-rından yana koymaları gerekiyordu. İdeolojik kılıf ve siyasi nedenler zaten hazırdı. İş maskeleri takınacak unsurları bulmaya kalıyordu. İşte 12 Eylül darbesi bu hesaplarla, ordu ve bürokrasinin önde gelenleri ile ABD emper-yalizminin anlaşması sonucu ortaya çıktı. Komprador-asker-bürokrat-tek-

Page 198: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nokrat bir tabaka, devlet yönetiminde, eski işbirlikçilerin yerini aldılar. Evren-Özal ikilisinde somutlaşan komprador-asker-bürokrat koalisyonu, ABD’nin, komprador-asker-bürokratlar eliyle, ordu ve bürokrasi içindeki egemenliğinin ifadesi olarak anlaşılmalıdır. Bülent Ulusu kabinesi de bu uzlaşmanın bir yansımasıdır. Devlet, yine emperyalizmin, işbirlikçilerin ve toprak ağalarının devletidir. Ancak devlet yönetiminin ipleri, komprador-asker-bürokrat ittifakı temelinde ABD emperyalizminin eline ve denetimine geçmiştir. Emperyalistler, yarı sömürge ülkelerde, devlet yönetiminde açıkça yer almazlar; bu işi kendilerine bağlı işbirlikçiler görür. Türkiye-Kürdistan’da yeni bir dönem başlamıştır. ABD yanlısı komprador-asker-bürokrat ittifakı temelinde gerçekleştirilen askeri faşist diktatörlük dönemi. Askeri faşist diktatörlük bir amaç değil, bir araçtır. Bu araç hangi amaçlar için kullanılacaktır? Devrim ve demokrasi güçleri bu soruya doğru cevap bulmalıdırlar; mücadele görevlerini ve taktiklerini doğru hesaplaya-bilmek için bu sorunun cevabı doğru bir biçimde verilmelidir. Eski işbirlik-çiler de ABD yanlısı idiler. Ancak komprador-asker-bürokratların yanlılığı, yanlılıktan öte, bizzat ABD’nin çıkarlarının temsilcileri, ABD’nin memurları biçiminde ele alınmalıdırlar.Devleti meydana getiren iki temel unsur, sürekli ordu ve bürokrasidir. Dev-let bir taraf olduğuna göre, onu meydana getiren unsurların tarafsızlığın-dan ve bağımsızlığından söz edilebilir mi? Kuşkusuz hayır!.. Tarafsız ordu, tarafsız bürokrasi olamaz. Devlet, baskı ve zulmünü ordu, polis ve bürok-rasi eliyle, bunlara bağlı organlar ve kurumlar eliyle uygular. Bu nedenledir ki, devlet egemenliğini elinde bulunduranlar arasındaki çelişmeler, siyasi ve toplumsal alana yansırken, devlet egemenliğini ele geçirmenin kavgası da, gizli ve açık olarak sürer. Egemen sınıflar arasındaki ya da devlet ege-menliğini elinde bulunduran sınıfın kendi içindeki çelişmeler, çeşitli klikle-rin mücadelesi biçiminde dışa yansır. Çelişmeler barışçı yollarla çözümlenemez ise taraflar silahlı çatışma içinde olmak üzere her yolu kul-lanabilirler. Tarafların siyasi çalışmaları, halk kitlelerini kandırmanın yanı sıra esas olarak ordu ve bürokrasi içinde sürer. Klikler, bu iki temel unsuru saflarında tutmak için çırpınırlar. İşte 12 Eylül darbesi, böylesi bir çelişme-nin sonucu ve ürünüdür. Ordu ve bürokrasinin kilit noktaları, kilit adamları aracılığıyla açıkça ABD emperyalizminin eline geçmiştir. Darbe sonrasının Türk devleti, Türk egemenlerinin devleti olmaktan çok, Türkiye ile yoğun ilişkiler içinde bulunan emperyalist burjuvazinin devleti haline dönüşmüş-tür. Bülent Ulusu’nun, NATO ve ABD ile ilişkilerin geliştirileceğini açıkça

Page 199: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

söylemesi, Şah’ın devrilmesinden sonra kaybedilen İran karakolu yerine Türkiye karakolunun kurulacağını ifade etmektedir.12 Mart muhtırası ile 12 Eylül darbesi, aynı özden yola çıkmış, amaçları ve doğuş koşulları birçok konuda benzer ve birbirlerine bağlı iki karşı devrim hareketidir. 12 Mart, 12 Eylül’ün provasıdır, denilebilir. 12 Mart’ta ekilen tohumlar, uygun siyasi ekonomik ortamı bulunca 12 Eylül biçiminde can bulmuştur. Her iki hareket de, başta ABD olmak üzere, emperyalist çıkar-ları birinci plana almışlardır; işbirlikçilerin çıkarları eskiye oranla daha da geriye itilmiştir. Her iki hareket de işçi sınıfı başta olmak üzere geniş emekçi kitlelerin daha yoğun biçimde sömürülmesini, kazanılmış hakların gaspının ve başta gerçek komünistler olmak üzere, küçük burjuva devrimci-ler de içinde olmak üzere, yurtsever, devrimci ve demokrat işçileri, köylü-leri, aydınları, ilerici halk önderlerini baskı ve zor altında tutmayı hedeflemiştir. Bölücülüğe karşı savaş çığlıkları altında Kürt ulusu üzerin-deki terör ve baskı, her iki hareket için de değişmez bir görev olmuştur; siyasi programlarına, adına ne denli karşı çıkar görünürlerse görünsünler, askeri faşist diktatörlüğü koymuşlardır. Çünkü, sivil faşist diktatörlük, hal-kın mücadelesini durduramamıştır; emperyalistlerle işbirlikçileri arasın-daki çelişmeler de derinleşmektedir. Gerek Türkiye-Kürdistan’da, gerekse Ortadoğu ve Balkanlar’da, Rus sosyal emperyalistleri ile ABD emperyalist-leri arasındaki hegemonya kavgası kızışmaktadır. İran elden çıkmış, Afga-nistan Sovyet işgaline uğramıştır; askeri faşist diktatörlük zorunludur artık. 12 Mart’çılar bu işi başaramamışlardı. Bir yandan halkın muhalfeti, bir yandan egemenler arasındaki sürtüşmeler ve emperyalistler arası çeliş-meler ve demokrat dünya kamuoyunun tepkisi, 12 Mart’çıların askeri faşist diktatörlük denemesini başarısızlığa uğrattılar. Yine de, 61 Anayasası’nda önemli değişiklikler yaparak, devletin faşistleştirilmesi doğrultusunda önemli adımlar attılar.Diyebiliriz ki, 12 Mart’çıları başarısızlığa uğratan ulusal ve uluslararası koşullar, biçimsel bazı farklılıkların dışında 12 Eylül’cüler için de geçerlidir. 12 Eylül’ün Maskeli Beşler’i de, 12 Mart’ın generalleri gibi, kurmaya çalış-tıkları düzeni yıkacak koşulları esas olarak kendileri yaratacaklardır. Daha şimdiden, Demirel’in ekonomi siyasetinin doğru olduğunu, bunu uygula-maya koyacaklarını söylemekle niteliklerini sergilemektedirler. Bu, Demi-rel’in ekonomik programı değil, İMF’nin programıdır. İMF programı işçilerin, köylülerin, geniş emekçi kitlelerinin daha yoğun sömürülmesini öngörmektedir. Yeni zamlar, yeni devalüasyonlar kapıdadır. 12 Eylül’cüle-

Page 200: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

rin devraldıkları ekonomik, siyasal ve toplumsal koşullar, Toplumsal-De-mokratik Halk Devrimi’ni zorunlu kılan çelişmelere sahiptir; devrimci-de-mokratların mücadele görevlerinin esas çizgisi değişmemiştir. 12 Eylül Cuma sabahından bu yana, Maskeli Beşler’in askeri faşist diktatörlüğünün yıkımını sağlayacak birikimler, eskilerinin üzerine eklenmeye başlamıştır; en azından siyasi bir devrimin nesnel ve öznel koşulları dokunmaktadır.Eylül’cülerin görünürdeki başı Evren, askeri faşist darbenin amaçlarını şöyle sıralıyor:“1. Milli birliği korumak,“2. Anarşi ve terörü önleyerek, can ve mal güvenliğini tesis etmek,“3. Devlet otoritesini hakim kılmak ve korumak,“4. Sosyal barışı, milli anlayış ve beraberliği sağlamak,“5. Sosyal adaleti, ferdi hak ve hürriyete ve insan haklarına dayalı laik ve cumhuriyet rejimini işlerli kılmak,6. Ve nihayet makul bir sürede yasal düzenlemeleri tamamladıktan sonra sivil idareyi yeniden tesis etmektir.“Bu amaçlara ulaşmak için bize yol gösterecek olan ışık, her zaman olduğu gibi Atatürkçülük ve ilkeleridir.”Açıkça görüleceği gibi, amaçları içinde “bağımsızlık”, “demokrasi”, “özgür-lük” sözleri, içi boşaltılmış kavramlar halinde bile yoktur. Onlara göre “özgürlük veya bağımsızlık” isteği anarşinin kaynaklarından biridir. Özgür-lük ve bağımsızlık düşüncelerine karşı duydukları kin ve nefret gözlerini o denli karartmıştır ki, düşmanlıklarını gizlemeye bile gerek duymuyorlar. “Özgürlük veya bağımsızlık adı altında anarşinin ne okullarda ne üniversi-telerde ne de sendikalarda serpilip boy atmasına imkan verilmeyecektir” diyebilmektedirler. Onlar, özgürlüklerin, bağımsızlığın ve demokrasinin yeminli düşmanlarıdırlar.Evren’in siyasi-ideolojik yapısı iyi kavranılmalıdır. O’nun kafasında “demokrasi” diye bir kavram hiç oluşmamıştır. Diyor ki: “Türkiye’de otuz yılı aşkın bir süredir demokrasi rejimi vardır.”Yani 1946’dan bu yana. Evren’in burjuva demokrasisinin içerik ve anlamını bilmediğini, bu anlamda Türkiye’de burjuva demokrasisinin hiç var olma-dığı gerçeğini bir kıyıya bıraksak bile, Evren açıkça kabul ediyor ki, Türki-ye’de 1946’dan önce demokrasi yoktu. Yani, Kemalizm ile demokrasinin bağdaşmadığını itiraf etmiş oluyor. 1946’ya kadar olan dönem Kemalist

Page 201: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

diktatörlüğün en koyu, en baskıcı, en zorba olduğu dönemdir. Değil işçile-rin, köylülerin, ekonomik, siyasi ve demokratik hakları, burjuvazinin muha-lefetteki kanadına bile hiçbir hak tanımıyordu. Burjuva muhalefet de aynı despotizmin baskısı altındaydı. Kemalist diktatörlük çeşitli milliyetlerden işçilere, köylülere kan kusturmuştur. En küçük demokratik kıpırtıyı süngü ile bastırmıştır. Aydınların ağızlarına kilit vurmuştur. Kürt ulusu üzerinde kitle katliamları gerçekleştirmiştir. Her fırsatta Atatürkçülük ve ilkelerin-den söz eden Evren, böylesi bir dönemi yeni koşullarda yinelemeyi düşünü-yor. O’nun Atatürkçülükten anladığı, baskı ve terördür. En küçük hak ve özgürlüklerin bile tanınmamasıdır. Grevlerin, söz ve düşünce özgürlükleri-nin olmadığı bir ortam; tek parti egemenliği; silahların gölgesinde bir düzen; geniş yetkilerle donatılmış devlet başkanlığı kurumu… yani tek şef-lik sistemi!Evren’in demokrasi anlayışına bakılırsa neler yapmak istediği daha açık anlaşılır: O’na göre, “demokrasi faziletler rejimidir.” “Demokrasi fertten ferde faziletli insanların varlığı ile yaşar.” “Demokrasinin bütün özgürlük-leri ona inananlar içindir. Demokrasi rejimini yıkmak, yerine başka bir rejim kurmak isteyenler, hele demokrasinin hak ve hürriyetlerini kullana-rak emellerine ulaşmak isterlerse, demokrasiye inanmış milyonlarca fazi-letli insanın hak ve hürriyetleri nasıl korunacaktır.”Peki, demokrasiye can veren demokratik kuruluş ve organlar olmadan, her sınıf ve tabakanın ekonomik, demokratik ve siyasi hakları tanınmadan, en temel insan hak ve özgürlükleri kullanılmadan burjuva demokrasisinden nasıl söz edilebilir? Evren’in kafasındaki “demokrasi”, demokrasinin hiçbir unsurunu taşımayan bir demokrasidir, yani anti demokrasidir.Burjuva demokrasisi, esas olarak modern köle sahiplerinin demokrasisi ise de yine de burjuva toplumunun içerdiği bütün sınıf ve tabakalara, ekono-mik, demokratik, kültürel, siyasal vb. her alanda, sınıf çıkarlarına uygun örgütlenmeler yapma hakkı tanır. Çünkü burjuva demokrasisi, burjuva top-lumunu vareden zıtların demokrasisidir. Yani zıtlar, güçleri ve mücadele-leri oranında demokratik hak ve özgürlüklerden yararlanabilirler. ABD, İngiltere, Fransa, Batı Almanya, İtalya vb. ülkelerde burjuva demokrasisi işler. Bu ülkelerde burjuva demokrasisini savunanlar bu ülkelerin işçileri, emekçileri, küçük burjuvaları ve aydınlarıdır. Çünkü burjuva demokrasisi sosyalizme geçmenin bir aracı olarak kullanılmaktadır. Elinden gelse burju-vazi demokratik hak ve özgürlükleri tanımaz; ama burjuva demokrasisi

Page 202: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

bağış değil, kan ve ateş içinden geçilerek kazanılmış bir haktır. İşte Evren’in anlamadığı budur. Bu yaklaşımla Evren’in neler getireceği yaban-cımız değildir.“Milli birliği korumak” diyor Evren. Ne demek istiyor? Ulus, ezen ve ezilen sınıfları da içinde taşıyan toplumsal bir kategoridir. Burjuvaziyi de, proletaryayı da bağrında taşır. Toprak ağası ve köylülük ve küçük burjuvazi ulusun içindedir. Bu anlamda Evren diyor ki, biz sınıfsız bir toplumuz. Burjuvazi proletarya diye bir şey yoktur. Ezen ve ezilen yoktur. Sınıf mücadelesi diye bir şey tanımıyorum.Sınıf mücadelesi ve onun temeli olan sınıfların varlığı Evren’in iradesine bağlı değildir. O bir taraf olarak işçilerin, köylülerin, küçük burjuvazinin ve geniş emekçi kitlelerin devrimci sınıf mücadelesine karşı çıkacaktır. O, sömürülen sınıfların sömüren sınıflara karşı direnişini ezerek, ezenle ezilen arasındaki birliği sağlamak istiyor. Yani ezilen sınıfların teslimiyetini isti-yor. O, ezilen Kürt ulusunun ulusal varlığını inkâr ederek emperyalizmin ve uşaklarının çıkarlarını egemen kılmak istiyor. O’nun dediği “milli birlik”, ezen sınıflarla ezilen sınıfların, ezen ulusla ezilen ulusun, ezen sınıf ve ezen ulus çıkarına birliğidir. Evren’in gücü, ne sınıf mücadelesini durdurmaya yetecektir, ne de Kürt ulusunun ulusal uyanışını ve bağımsızlık savaşını. O’nun görevi şudur: Emperyalist köleliğe başkaldıran, “özgürlük… bağım-sızlık…” diyen gerçek ulusal güçleri silah zoruyla ezmek; Kürt halkı üze-rinde baskıları artırmak; sınıf uzlaşmacılığına karşı çıkanları cezalandırmak, cezaevlerine doldurmak ya da temizleyerek ayıklamak, dev-rimci önderleri ezmek, devrimci örgütlenmeleri yok etmek. “Sosyal barışı milli anlayış ve beraberliği sağlamak” derken de anlatmak istediği budur.Milli olmanın birinci koşulu anti emperyalist olmaktır. Ülkenin bağımsızlı-ğını savunmadan milli olunamaz. Hem ABD emperyalizminin uşaklığını yapacaksın, hem de “milli” olmaktan söz edeceksin. Hem bağımsızlığın, özgürlüğün, demokrasinin azılı düşmanı olacaksın hem de “milli birlik”ten söz edeceksin. Bu, “milli birlik” çağrısı değil, “milli birlik düşmanlarına tes-lim olma” çağrısıdır. Bu çağrıya uymayanları ezecektir Evren; bunun için de devlet otoritesini “hakim kılmak” gereklidir. O’nun devlet otoritesini hakim kılmak derken anlatmak istediği, halkın mücadelesi ve egemenlerin kendi aralarındaki çelişmeler nedeniyle sarsılmış bulunan baskı organlarını yeniden örgütlemektir. Yeni bir anayasayı hazırlayarak, yeni yasalar çıkar-tarak, yeni baskı kurumları oluşturarak, halkı baskı ve terör altında tutmak

Page 203: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

istiyor Evren. Ancak, tasarladıklarını gerçekleştirme olanağını hiçbir zaman bulamayacaktır Evren.Askeri faşist diktatörlüğün gerçek amaçlarını şöyle formüle edebiliriz:1. Başta ABD olmak üzere, emperyalistlerin ekonomik, askeri ve siyasi çıkarlarını korumak, savunmak ve geliştirmek. Ortadoğu ve Balkanlar’da bir ABD ön karakolu olarak, devleti, bütün organ ve kurumlarıyla yeniden örgütlemek.2. Türkiye-Kürdistan’ın yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin, doğal kaynakla-rının emperyalistler tarafından sömürülmesinin önünde varolan her türlü engeli, engellerin niteliklerine göre, çeşitli yöntemlerle kaldırmak. Eski işbirlikçilerle emperyalist efendileri arasındaki çıkar ilişkilerini koordine etmek ve yeniden düzenlemek.3. Muhalefet yürütebilecek burjuva kesimler de içinde olmak üzere, askeri faşist diktatörlüğe karşı yürütülecek her türden toplumsal-siyasal muhal-efeti değişen oranlarda ezmek ve baskı altında tutmak. Bunun için gerekli “yasal” önlemleri almak. Ordu ve bürokrasi kademelerinde bulunan “sakın-calı” unsurları ayıklamak.4. Başta 61 Anayasası ve bu Anayasa’dan can alan haklar olmak üzere, işçi-lerin, köylülerin ve şehir küçük burjuvazisinin kazanılmış ekonomik-de-mokratik haklarını çeşitli bahaneler uydurarak gaspetmek; insan hak ve özgürlüklerini son derece kısıtlamak. Anayasa’yı, partiler ve seçim yasala-rını yeniden düzenleyerek paremento çoğunluğuna dayalı sivil faşist dikta-törlük için gerekli önlemleri almak.5. Kürt ulusu ve ezilen halklar üzerinde zaten varolan baskıları yoğunlaştır-mak ve ulusal kurtuluş isteklerini en kanlı bir biçimde ezmek; asimilasyonu hızlandırmak.6. Toplumsal ve kültürel hayatı, faşist ideoloji ve siyaset temelinde yeniden düzenlemek, eğitim kurumlarını buna göre yeniden örgütlemek; “sakın-calı”, “tehlikeli” unsurları ayıklamak.7. Devlet olanaklarını kullanarak, “tarafsızlık” maskesi altında, askeri faşist diktatörlüğe kitle tabanı oluşturmak; ve tabanı alabildiğince eğiterek ve koşullandırarak, gelecekte düşünülen sivil faşist diktatörlüğün esas kitlesel dayanağı haline getirmek. Siyasi bilinç düzeyi geri, sınıfının bilincine var-mamış milyonlara, burjuva partilerinin kısır çekişmelerinden yılmış, yorul-

Page 204: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

muş, güvenlerini kaybetmiş milyonlara, ilk bakışta hoş görünecek ekono-mik, siyasi önlemler alırken, diğer yanda devrimci-demokratik hareketi ve hareket içinde yer alan örgütlenmeleri ezebilecek, açığa çıkartabilecek, etkisiz kılabilecek yeni baskı organ ve kurumlarını oluşturmak; hem aldatma yöntemlerini hem de şiddet otoritesini tam anlamıyla egemen kıl-mak.8. Başta Maskeli Beşler olmak üzere, komprador-asker-bürokrat burjuvazi-nin siyasi-ekonomik geleceklerini garanti altına almak, onların sivil faşist diktatörlük halinde bile görevlerini sürdürmelerinin “yasal” düzenlemele-rini yapmak.9. Ve “nihayet” emperyalizmin, işbirlikçi kapitalizmin çıkarlarını güvence altına alan düzenlemeleri yaptıktan sonra, devrim ve demokrasi güçlerini ve ayrıca Sovyet yanlısı revizyonist ve sosyal faşist güçleri, uzun bir süre toparlanamayacak biçimde ezdikten ve etkisiz kıldıktan, kitleleri olduğunca öndersiz ve örgütsüz bıraktıktan sonra, “makul” bir biçimde askeri faşist diktatörlüğü, sivil faşist diktatörlükle değiştirmek. İşte Maskeli Beşler’in görevi budur.Askeri faşist diktatörlük, anti faşist güçlere karşı, aralarında varolan önemli görüş ayrılıklarına bakmaksızın, baskı ve terör uygulayacaktır. Mücadele biçimlerindeki farklılıklar ne olursa olsun, askeri diktatörlüğü kaçınılmaz bir biçimde gündeme getiren siyasal-toplumsal güçler, amaçla-rına ideolojik içeriklerine ve mücadele biçimlerine göre değişen oranlarda askeri faşist diktatörlüğün düşmanları sayılacaktır. Bu nedenle, askeri faşist diktatörlüğün yalnızca devrimcileri, özellikle de “proleter devrimci-ler”i hedef alacağını söylemek yanlış olur. Yanlışlığın ötesinde “kuruntu” olur. Kabul etmek gerekir ki, Demirel-Türkeş faşist diktatörlüğü, yalnızca devrimcilerin, demokratik halk güçlerinin siyasi, ekonomik, toplumsal mücadelesi ve muhalefeti ile değil, revizyonistlerin, sosyal faşistlerin, Çin yanlısı “üç dünya”cı karşı devrimcilerin, CHP’nin, MSP’nin, ve hatta halkın kendiliğinden yükselen mücadelesinin de katkılarıyla yerini (esasta Demi-rel-Türkeş faşist diktatörlüğünün bir biçimi olan) askeri faşist diktatörlüğe bırakmıştır. Demirel-Türkeş diktatörlüğünü “proleter devrimciler” yıktı ya da yıkılışa “önderlik” etti demek siyasi sahtekârlık olur. Önemle belirtilme-lidir ki, orta yolcu maceracı akımların bu değişiklikte payları oldukça büyüktür. Biz, küçük burjuva maceracı akımların faşist diktatörlüğe karşı mücadelesini, niyetlerinin tarihi doğruluğu açısından, yani emperyalizme

Page 205: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ve ABD’ci faşist diktatörlüğe karşı olmaları açısından, demokratik devrim için savaşıyor olmaları açısından desteklerken, siyasetlerinin maceracı niteliğine, eylemlerinin sonuçları açısından halka ve devrime verdiği sayı-sız zararlara karşı çıkıyoruz. İşçi sınıfının devrimci önderliğini reddeden, onun yerine küçük burjuvazinin önderliğini koyan, nesnel koşullara uygun öznel koşulların yaratılmasını reddeden, kitlelerin içinde bulundukları ruh halini hesap etmeyen siyasi hareketler kendilerine ne denli “Marksist-Leni-nist” adını uygun görürlerse görsünler, Marksizm-Leninizme ters düşmek-ten ve devrim zararlısı olmaktan kendilerini kurtaramazlar. Bu hareketler, kitlelerin bilimsel sosyalizm konusundaki bilgisizliklerinden, siyasi gerilik-lerinden, iyi niyetle devrim arzulayan coşkulu yanlarından ne denli yararla-nırlarsa, çevrelerine ne denli fedakâr yiğit insanları toplayabilirlerse, devrime o denli zararlı olacaklardır. Çünkü çevrelerine toparladıkları insanları Marksizm-Leninizmin bilimiyle donatamayacaklar, üstelik küçük burjuva ideoloji ve siyasetin hastalıklarıyla sakatlayacaklardır.Denebilir ki, Demirel-Türkeş faşist diktatörlüğü, değişik ve hatta birbirle-rine zıt siyasi, toplumsal ve ideolojik noktalardan hareket eden ve değişik amaçlara sahip siyasal güçlerin yıkmayı ya da değiştirmeyi tasarladıkları bir hedefti. Ancak bu diktatörlüğün yıkılması halinde yerine nasıl bir top-lumsal-siyasal düzen konulacaktır; nasıl korunacaktır; bu mücadelede pro-letaryanın, emekçi köylülüğün yerleri ne olacaktır; dünya gericiliğine karşı nasıl bir tavır alınacaktır sorularında birbirleriyle çelişen ve hatta uzlaşma-ları mümkün olmayan görüşler vardı. Amaçlarının özü bakımından birbirle-riyle uzlaşmaz çelişmeler taşıyan siyasal-toplumsal güçlerin aynı hedefe namlularını çevirmiş olmaları yadırganmamalıdır. Farklı siyasi, toplumsal, ideolojik amaçlar taşıyor olmalarına karşın, değişik içeriklere sahip siyasi hareketlerin mücadele hedeflerinin çakıştığı tarihi dönemler olabilir. Ancak hedefin aynı olması, bu hedefe karşı savaşanların eylem birliği yapması için yeterli bir neden değildir. Örneğin askeri faşist diktatörlüğe karşı savaşmak zorunda olan Sovyet yanlıları ile bizim eylem birliğimiz düşünülemeyeceği gibi, onlara karşı mücadelemizi çok yönlü şiddetlendirmek özel bir görev olacaktır. Çünkü bizim amacımız önümüzdeki aşamada gerçekten bağımsız, demokratik ve yarı-sosyalist karekterli bir toplum kurmaktır. Biz buna top-lumsal-demokratik düzen diyoruz. Oysa Sovyet yanlısı revizyonistlerin amacı, ülkeyi Sovyet hegemonyası altına sokmaktır; onların toplumsal dev-rim diye bir amaçları yoktur.

Page 206: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Çeşitli gruplarla aramızda varolan siyasi-ideolojik kavrayış farklılıklarına, devrim anlayışlarımızda varolan farklılıklara karşın, nasıl ki Demirel-Tür-keş faşist diktatörlüğüne karşı farklı konumlarda, farklı noktalardan, farklı mücadele biçimleri ile savaştıysak, askeri faşist diktatörlüğe karşı da öyle savaşacağız. Ancak devrim ve demokrasi güçleri arasındaki birlik eksikliği-nin, dayanışma eksikliğinin kimlerin işine yaradığı acı deneylerle görül-müştür. Grupçuluğun yarattığı yıkıntılar, güvensizlikler onarılmalıdır. Bu konuya devrimci bir biçimde yaklaşılmalıdır. Grupçuluğa karşı mücadele, karşı devrime karşı mücadelenin en önemli bir parçasıdır. Grupçuluğu yen-meden, etkisini en aza indirgemeden karşı devrimi yenmemiz zor olacak-tır… İkinci olarak; kendi yapımızı gözden geçirmeliyiz.Hareketimiz henüz komünist bir hareket, Marksist-Leninist çizgiyi bütün içeriği ve özü ile hayata geçiren proleter devrimci niteliğe sahip bir hareket değildir. Marksizm-Leninizmi kendimize kılavuz edindiğimizi söylemek hareketimizin komünist olduğu anlamına gelmez. Hüreketimiz içinde tek tek komünistlerin bulunması da “komünist” adını kullanmamız için yeterli bir neden değildir. Açık yüreklilikle kabul edilmelidir ki, ne denli iyi niyetli olursak olalım, ideolojik ve siyasi tesbitlerimizin doğruluğu ne denli hayat tarafından onaylanıyor olursa olsun, hareketimiz henüz örgütsel yapısı gereği “devrimci-demokrat” adına layık olabilecek pratik çalışmalar bile gösterememiştir. Bu yapı değişmediği sürece devrim görevlerimizi yerine getirebilmemiz mümkün olamayacaktır.Devrimci bir örgütlenme doğrultusunda gelişebilmemizin birinci koşulu, saflarımızı, sağ olsun, “sol” olsun oportünistlerden, kararsızlardan, kariye-rist ve sekter unsurlardan arındırmak olmalıdır. Hareketimizin gelişebil-mesi, onun gelişmesine ayak bağı olan unsurlardan kurtulmasıyla mümkün olacaktır. İçinde sağ ya da “sol” oportünist unsurları barındıran, onları dış-talamayan bir hareket, saflarını oportünistlere kapalı tutamaz. Oportü-nizmle gerek kendi içlerinde, gerekse kendi dışlarında barış içinde bir arada yaşayanlar devrim yapamayacakları gibi, devrimin engeli olmaktan da kendilerini kurtaramaz. Askeri faşist diktatörlüğe karşı mücadele, bir yönüyle emperyalizme, işbirlikçi kapitalizme, feodal kalıntılara ve kompra-dor-askeri-bürokrat burjuvaziye karşı hayatın her alanını kapsayan bir mücadele iken; bir yönüyle de kendi içimizde, revizyonizme, reformizme, oportünizme ve her türden burjuva anlayışlara karşı mücadele olmalıdır. Siyasal ve toplumsal olayları doğru değerlendirmek yeterli değildir. Önemli olan teorik doğruları doğru bir biçimde pratiğe aktarabilmektir. Devrim,

Page 207: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devrimci teori ve devrimci pratiğin birliği ile mümkündür. Bunun bilincinde olmayan kadrolar devrime zarar verecektir. Bu nedenle, karşı devrim karşı-sında bizi zayıf düşüren her şeye karşı da acımasız olmak zorundayız.Sonuç OlarakAskeri faşist diktatörlüğe karşı mücadele görevlerimizi şöyle formüle edebi-liriz:1. Başta ABD olmak üzere, emperyalistlerin ekonomik, askeri ve siyasi çıkarlarına karşı savaşmak. Onların emperyalist tabiatlarının içeriğini, askeri faşist diktatörlük ile ilişkilerini, somut olay ve belgelere dayanarak kitlelere açıklamak. Bunların ulusal bağımsızlığımız önünde engel oldu-ğunu, kurtuluşun ancak ve ancak devrim yoluyla olacağını kavratmak; yıl-madan, sabır ve inatla emekçi kitlelere, anti emperyalist ulusal-demokratik ve sosyalist bilinç taşımak. Bu görevleri yerine getirirken, silahlı eylemler de içinde olmak üzere, her mücadele biçim ve organından yararlanmak. Ancak kitlelerin içinde bulunduğu ruh halini, işçilerin ve yoksul köylülerin somut durumlarını dikkate almayan silahlı eylemlerden kaçınılmalıdır. Polis, jandarma ve askere gelişigüzel ateş açılmamalı, bombalı pankratlar asılmamalı, halka zarar verecek bombalı eylemlerden sakınılmalıdır. Her eylem siyasi sonuçları açısından halka hizmet etmelidir.2. Başta sanayi proletaryası olmak üzere, proletaryanın en geniş kitlesiyle bağ kurabilmek için her olanak değerlendirilmelidir; bilinç düzeyi ileri, çev-relerinde sevilen, güvenilen işçi önderlerinin kazanılmasına özel bir önem gösterilmelidir. İleri işçileri kazanmadan proletaryayı örgütlememiz müm-kün değildir.Proletarya, devrimimizin ideolojik-siyasi ve örgütsel önderidir. İşçi-köylü ittifakı devrimimizin temel gücüdür. Bu temel üzerinde, devrime katılacak güçler kazanılmalıdır. Proletaryanın devrimci partisi, devrimci ordu ve bir-leşik halk cephesi çalışmaları, birbirine bağlı olarak yürütülmelidir.İlk aşamada, askeri faşist diktatörlüğe karşı olan bütün halk güçlerini bağ-rında taşıyan ve en geniş halk kitlelerinin iradesini temsil eden eylem bir-liği çalışmaları sürdürülmeli ve bu çalışmaların başarısı halinde demokrasi için devrimci direniş ordusu kurulmalıdır.3. Askeri faşist diktatörlüğün ekonomik, siyasi, ideolojik eylemleri ve prog-ramlarının içeriği, bunların doğuracağı sonuçlar, sürekli bir biçimde kitle-

Page 208: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lere açıklanmalıdır. Legal ve illegal olanaklar kullanılmalı, özellikle illegal yayın ve dağıtım bütün ülke çapında örgütlenmelidir. Bildiri, broşür ve gazetelerin çok merkezli basım ve dağıtım işleri önemle ele alınmalıdır.4. Yeni anayasa çalışmalarına, partiler ve seçim yasalarına faşizmin amaç-ları sergilenerek karşı çıkılmalı ve emekçi kitleler ve en geniş halk yığınları bu konularda aydınlatılarak faşist diktatörlüğe karşı seferberlik ilan edil-melidir.Biz demokratik bir anayasa istiyoruz. En geniş siyasi özgürlükler istiyoruz. Kazanılmış hakların gaspını değil, hakların daha da genişletilmesini istiyo-ruz. Daha geri bir parlamento değil, daha ileri, devrimci-demokratik nite-likli bir halk meclisi istiyoruz. Meclise girişte işçilerin, köylülerin, küçük burjuvazinin, milli burjuvazinin zararına bir sınırlama değil, tersine sınır-lamaların kaldırılmasını istiyoruz. Sınırlamalar faşizmin, gericiliğin önüne konulmalıdır.5. Kürt ulusu ve ezilen halklar üzerindeki baskılara karşı çıkmak, Kürt ulu-sunun bağımsız siyasi devletini kurma hakkı da içinde olmak üzere, ulusal ve demokratik bütün haklarını savunmak görevimizdir… Bu görev anti emperyalist, anti faşist, anti feodal, anti sömürgeci mücadele görevleri ile birlikte yürütülmelidir. Kürt, Türk ve ezilen halkların düşmanları ortaktır; ortak örgütlenme, zaferin en temel koşuludur.6. Toplumsal-kültürel hayatın faşistleştirilmesine ve eğitim kurumlarının gericileştirilmesine karşı mücadele edilmelidir. Askeri faşist diktatörlüğün kitleleri aldatmasına karşı mücadele etmek, sürekli ajitasyon, propaganda ve siyasi eğitim çalışmasını gerekli kılar. Kılcal damarlar halinde, kitlenin en derinlerine kök salınmalıdır. Halkın bulunduğu her yer çalışma alanımız olmalıdır. Aydınların, yazar ve sanatçıların faşizme karşı kazanılması çok büyük bir öneme sahiptir. Aydın, sanatçı ve yazarlardan güçlü bir ordu kur-malıyız.7. Faşistlerin dışında, siyasi görüşleri ne olursa olsun, askeri faşist dikta-törlüğün darbesini yiyen, bütün unsurlara yakın ilgi göstermeliyiz. Tutukla-nan, öldürülen, yaralanan ve çeşitli zararlara uğrayanların aileleriyle sıkı bağlar kurmalı ve yardımlaşma çalışmalarını hayata geçirmeliyiz.

Page 209: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

8. Başta Maskeli Beşler olmak üzere, emperyalist uşağı komprador-asker-bürokratların kişiliklerini, niyetlerini kitlelere açıklamalı, onların halk düş-manı niteliklerini gözler önüne sermeliyiz.9. Askeri faşist diktatörlüğün yerini sivil faşist diktatörlüğe bırakmasına izin verilmemeli, faşist devlet otoritesi hem kitleleri eğitip bilinçlendirerek, hem de ona karşı haklı zeminlerde silahlı eylem yürüterek sarsılmalı ve yıkılmalıdır. Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi’ni gerçekleştiremeyişi-miz halinde bile, en azından siyasi bir devrimin ön koşulları yaratılmalıdır.10. Yukarda belirtiğimiz görevlerin yerine getirilebilmesi, ögrütlenmemizin niteliğine bağlı olacaktır. Leninist örgütlenme ilkeleri hayata geçirilmeden proletaryanın zaferi mümkün değildir.Sarsılmaz inancımız o ki;Askeri faşist diktatörlüğü yıkacağız; Toplumsal-Demokratik halk diktatörlü-ğünü kuracağız!..Askeri faşist diktatörlüğe karşı olan yurtsever, demokrat, devrimci işçiler, köylüler, emekçiler, aydınlar… “Demokrasi Bayrağı” altında güçlerimizi birleştirelim… enerjimizin her damlası düşmanımıza bir tokat haline geti-rilmelidir… Zafer güçlü kollarımızın olacaktır…

halkcephesi.net

Page 210: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

EMPERYALİZM, SAVAŞ VE DEVRİMİçinde bulunduğumuz ülke ve dünya koşulları, içerdikleri ekonomik-top-lumsal kökenli çeşitli çelişmelerin derinleşme eğilimlerinden ötürü, her an devrimci bir patlayışa, devrimci bir duruma gebedir; bütün dünyada, özel-likle de sömürge ve yarı sömürgelerde varolan gelişmelere bağlı olarak Türkiye’de de, devrim, çözümü gündemde olan nesnel bir sorun olarak önü-müzde duruyor. Proleter hareket açısından esas görev, devrimi çabuklaştır-mak değil, nesnel koşulları, bir devrimci durum olanağında, devrime çevirebilecek öznel koşulların yaratılmasına, pekiştirilmesine hız vermek; yani proletaryanın siyasi iktidarı ele geçirmesi için, eğitilmesi ve örgütlen-mesi ve diğer emekçi sınıf ve tabakalarla ilişkilerinin devrimci anlamda derinleştirilmesi ve tarihi önderlik görevlerini yerine getirebilmesi için hazırlanmasıdır; Türk, Kürt ve diğer milliyetlerden emekçilerin ve devrim-cilerin, Marksist-Leninist eğilimli grup ve kişilerin, tek bir devrimci partide birleştirilmelerinin sağlanmasıdır. Bu görevler gereği gibi yerine getiril-mezse, ne denli devrimci durumlar doğarsa doğsun, emperyalizmin dünya ölçeğinde toplumsal dayanaklarından biri olan işbirlikçi egemen sınıfları, içine düştükleri bunalımda boğmak olanağı yoktur.Proleter devrimini amaç olarak programlarına alan bütün siyasetler için yukarda belirttiklerimiz ancak genel doğrular olarak geçerlidir. Fakat bugüne kadar gelen pratik çalışmalar ve sorunlar açıkça göstermiştir ki, çeşitli siyasi hareketlerle aramızda değişik oranlarda varolan ayrılıklar genel hedeflerde değil, genel hedeflere varmak için uymamız gereken temel ilkelerde izleyeceğimiz yolda, pratik, siyasi-felsefi değerlendirmelerde, dev-rimin önündeki engellerin niteliklerinin tanımlanmasında kendini göster-mektedir.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 211: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Teoride ve Pratikte BirlikAynı ülkede, aynı somut koşullar altında olmamıza karşın somut olguları farklı değerlendiriyoruz; farklı tutum ve davranışlar içine giriyoruz. Aynı kitaplara, kimi zaman aynı alıntılara başvurduğumuz halde, farklı sonuç-lara varıyoruz. Marksizm kavrayışlarımızda varolan köklü ayrılıklar, doğal olarak siyasi ve toplumsal pratiğimize de yansıyor. Marksizm-Leninizmin bilimi bir tane, işçi sınıfı bir tane, Kürt ulusu bir tane; somut durumlar aynı olmakla birlikte, elliyi aşkın grup, yüzden çok farklı anlayış ve bu anlayış temelinde biçimlenen siyasi görüşler vardır. Biz, farklı grup yapılarından can bulan ve siyasal-toplumsal mücadelemize de yansıyan bu çelişmeleri, burjuva ve küçük burjuva görüşlerle proleter görüşler arasındaki, özü itiba-riyle uzlaşmaz olan çelişmelerin bir biçimi olarak değerlendiriyoruz. Lenin bize, başlangıçta yalnızca teorik değerlendirme farklılığı gibi görünen, baş-langıçta pek önemsenmeyen, fakat gelişmeleri sonucu farklı siyasi çizgile-rin oluşmasına yol açan farklı kavrayışların, daha belirti halindeyken gereken müdahaleyi görmesi gerektiğini öğretir. Dünya devrimci pratiği, farklı sınıf görüşlerinden can bulan siyasetlerin, belirleyici karar anlarında, aralarındaki çelişmeleri, silahlar aracılığıyla çözmek zorunda kaldıklarını göstermiştir. Bu nedenledir ki, ideolojik-siyasi kavrayışta özde birlik, teorik-felsefi bakışta, yaklaşımda özde birlik, güncel olaylar karşısında, toplumsal-siyasal tepkilerde atılması gereken pratik adımlarda pratik birlik sağlanmadan, kısaca teorik-pratik sorunların çözümü için Marksiszm-Le-ninizmin temel ilkelerinde ve bu ilkelerin somutlanışında azami birlik sağ-lanmadan, bir siyasi hareket için temel olan iç düzen ve disiplin sağlanamaz ve siyasal anarşinin maddi güçleri, devrim zararlıları ve devrim düşmanları yenilgiye uğratılamaz. Bunun için, YDD’ler, birleşik, ulusal, demokratik ve sosyalist görevlerini yerine getirebilmek için ve Top-lumsal Demokratik Halk Devrimi’ni zafere ulaştırabilmek için, hem devrim zararlılarına, hem de devrim düşmanlarına karşı yürütecekleri birleşik mücadelenin ana hatlarını, ilke ayrılıklarını, ayrı ayrı özelliklerine göre belirlemek zorundadırlar.YDD’lerin temel görevlerini formüle eden, bunların yerine getirilmesinin yollarını gösteren devrim programlarını; devrim strateji ve taktiklerini dayandırdıkları teorik tespitlerini, hiçbir bulanıklığa yer vermeyecek biçimde belirlemek zorundadırlar. Mücadelenin genel çizgisini, ilkelerini, yakın ve uzak hedeflerini ve bunlara bağlı görevlerini kaba hatlarıyla belir-ledikten sonra, mücadelenin çeşitli biçimlerinin ateşi içinde, bir ressam

Page 212: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

titizliğiyle, sorunların derinliğine, sorunların en ince ayrıntılarına inilmeli-dir. Her konuda izlenecek siyaset ve kullanılacak araçlar gösterilmelidir. Biz, sadece ülkemizde bir devrim yapmak değil, aynı zamanda dünya çapında, devrimde devrim yapmak görevleriyle de karşı karşıyayız. Çünkü içinde bulunduğumuz nesnel durum buna uygundur. Bunun içindir ki, YDD’ler, kendilerini kuşatan faşist, revizyonist, feodal, reformist, oportü-nist vs. gericiliğe olduğu kadar, kendilerini Marksizm-Leninizmin genel tez-leriyle gizleyen en sinsi gericiliğe karşı da, sorunlara burjuvaca, küçük burjuvaca bir dar görüşlükle yaklaşan Kürt dar ulusalcılarına karşı da, gerek kendi içlerinde, gerekse kendi dışlarında, her cephede, her an Mark-sizm-Leninizme danışarak çarpışmak zorundadırlar.Oldukça karmaşık, birbirine bağlı, birbirini etkileyen, iç içe geçmiş onlarca temel sorunla karşı karşıyadırlar. Hangi sorun nerde başlar, nerde biter, nasıl sonuçlar doğurur, bunları bir eczacı tartısıyla daha işin başında değer-lendirip etiketlemeliyiz. Mücadele derinleştikçe, Marksizm-Leninizmi kav-rayışımız derinleştikçe, devrimci deney ve uzak görüşlülüğümüz arttıkça, ufukumuz genişledikçe, daha önce göremediğimiz, farkına bile varamadığı-mız bir yığın yeni sorunun bilincine varacağız. Siyasi-ideolojik uyanıklığı-mızı geliştiremediğimiz, gaflete düştüğümüz an, bilelim ki, egemen sınıfların yedeğine düşmüşüzdür. Devrimci proletarya, kendisini dar bir ufukta, dar ulusal görevler içine hapsedemez; o, dünya devriminin geniş açılı görevleriyle yükümlü olduğunu unutmamalıdır. Oysa bugüne kadar tanığı olduğumuz gelişmeler, ülkemizde gerçek anlamda proletarya partisi adına layık bir partinin olmadığı gibi, bu doğrultuda bir eğilimi içeren geniş açılı, geniş ufuklu grupların da bulunmadığını göstermiştir. Tek tek, Mark-sizm-Leninizmin genel doğrularının şu ya da bu yanına sahip çıkan, kavra-yışlarının dar sınırları içinde bocalayan hareketler vardır. Teorik olarak Marksizm-Leninizme eğilimli olmakla birlikte, siyasi pratikleri, felsefi kav-rayışları, henüz proleter devriminin ağır görevlerini yüklenecek durumda ve düzeyde olmadıklarını ve böyle bir eğilimin belirtilerinden de henüz yok-sun olduklarını göstermektedir. Bu nedenledir ki, varolan grupların bir kısmı kendi kendini çözerken, büyük bir çoğunluğu devrimin çözmek zorunda olduğu önemli sorunlardan birisini oluşturacaklar. Bu konulara sırası geldikçe daha derinden değineceğiz.Somut Gerçekliğin İncelenmesinin Gerekliliği

Page 213: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Marksizmin büyük ustaları, karşılaştığımız sorunların çözümü için diyalek-tik materyalizmin yol göstericiliğinde, somut olguların incelenmesinden hareket etmemiz gerektiğini öğretirler; çünkü her sorunun çözümü için gerekli maddi koşullar, dışta değil, bizzat o sorunları vareden maddi koşul-ların ve sonuçlarının içinde aranmalıdır. Her sorun, ancak kendisini çözüme ulaştıracak maddi koşullarla birlikte önümüze çıkabilir. Yalnız, inceleme, araştırma, bilgi ve deney eksikliğinden ötürü, şeyler arasındaki ilişkileri yeterince kavrayamamaktan ötürü, henüz çözümü bulunmayan, çözüm için gerekli öznel koşulları henüz yaratılamayan sorunlar olabilir… Bu tip çözümsüzlükler, geçicidir. Sorun, çözümlenmemiş çelişmeler yığını demektir. İster siyasal, ister toplumsal, her ne ise, her sorun, kendini vare-den iç ve dış koşulların, çelişmelerin incelenmesiyle, çelişen yönlerin ayrı ayrı incelenmesiyle çözüm için gerekli bilgileri ve maddi güçleri bize göste-recektir.Türkiye devrimi farklı karekterlerde toplumsal-siyasal ve ulusal çelişmeleri içermektedir. Farklı içeriklere sahip çelişmelerin farklı yöntemlerle çözüle-ceği bilinen bir gerçektir. Emperyalistler arası çelişmelerin alabildiğine derinleştiği, özellikle iki süper devletin, ABD’nin ve SSCB’nin, dünyanın sömürge, yarı sömürge ve etki alanlarını, dünyanın hammadde kaynakla-rını, dünyanın stratejik bölgelerini yeniden paylaşmak için hazırlandıkları, henüz hegemonyaları altında bulunan ülkelerde, siyasi ve askeri güçlerini yeni gelişmelere göre ayarladıkları ve bir üçüncü dünya savaşına hazırlan-dıkları bir sırada, anti emperyalist, anti sosyal emperyalist birleşik ulusal görevlerin, demokratik ve sosyalist görevlerin başarıyla yerine getirilebil-mesi, faşizme ve sosyal faşizme, reformizme, Çin revizyonizminin karşı devrimci takipçilerine ve her türden oportünizme ve dar ulusalcılığa karşı verilecek mücadelenin başarısına bağlıdır. Üstelik dünya çapında, işçi sınıfı ve komünist hareketin içine düştüğü son derin ideolojik bunalım, sorunları-mızın çözümünü oldukça güçleştirmektedir. Mao Zedung ve Stalin konu-sunda yapılan ve gerçeği açıklamaktan çok karartan öznel değerlendirmeler, “parti” tayinleri ve sırası geldikçe açıklayacağımız bazı temel sorunlar, devrim güçlerinin yeni bölünmelerine ve devrim saflarında, devrim güçlerinin zayıflamasına neden olan mücadeleleri derinleştirmiştir ve derinleştirmeye de devam edecektir. Belirtmeliyiz ki, gerçekten Mark-sizm-Leninizme dayanan devrim güçleri, bu mücadeleden de güçlenerek, kendisini revizyonizmden ve oportünizmden arındırdığı gibi, dogmatizm-

Page 214: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

den, sekterizmden de ve gizli ulusalcılıktan, dar görüşlülükten, kendine güvensizliklerden de arındırarak çıkacaktır.Gerek Türkiye’de gerekse bütün dünyada, revizyonizm, modern revizyo-nizm (Sovyet ve Çin türleri), reformizm, oportünizm, dogmatizm, sekterizm ve dar grupçu anlayışlar, dünya devrim sürecini oluşturan, siyasi ve ekono-mik hak ve özgürlüklerin kazanılması, ulusal ve demokratik halk devrimleri toplumsal kurtuluş mücadelelerinin yolunu karartmaya devam ediyor.* Ve cesaretle kabul etmek gerekir ki, etkileri ve güçleri, yenilmez olmakla bir-likte oldukça önemli yıkıntılara yol açmaktadır. Devrim, yakın bir zaman öncesine oranla bile, hem daha zor, hem daha kolay hale gelmiştir. Zordur; karşısına almak zorunda kaldığı güçler, nicel olarak artmıştır, taktik anlamda güçlüdür; üstelik bunların bir kısmı Marksizm-Leninizmin silahla-rıyla Marksizm-Leninizme karşı döğüşmektedirler. Tarihi daha ileriye götürmenin bir silahı olan Marksizm-Leninizmi, tarihi gelişimi yavaşlatma-nın bir silahı olarak kullanmaya çalışmaktadırlar. Devrimin, eskiden dış destekleyicileri olan güçler, bugün “devrim” adına devrimlerin karşısına geçmişlerdir. Kolaydır, çünkü, devrime karşı dövüşenler, devrimi hızlandı-racak, devrimi başarıya götürecek bir yığın temel nedenin de doğurucusu olacaklardır. Ve aynı zamanda devrim, eskiye oranla daha uyanık, daha arı ve daha çok deney sahibidir. Ve ufku, eskiye oranla daha geniştir ve dün-yayı sarsacak yeni yeni gelişmelere, Marksizm-Leninizme yeni katkılarda bulunacak öze sahiptir.Görüldüğü gibi, sorunumuz yalnızca emperyalizm, sosyal emperyalizm, Çin karşı devrimi ve bunların işbirlikçilerinin yenilmesi sorunu değil, aynı zamanda, bunlara karşı mücadeleyi zayıflatan gruplara, anlayışlara ve en önemlisi, uluslararası komünist hareketin içine düştüğü ideolojik, siyasi bunalımdan nasıl çıkılacağı, Marksizm-Leninizme katkıda bulunma sorunu-dur da. Türkiye ölçüsünde varolan karmaşık sorunların çözümü, uluslara-rası planda varlıklarını sürdüren sorunlarla birlikte ele alınmalıdırlar. Bunun içindir ki, devrimlerde de devrim yapma görevlerini yüklenen devri-mimizin hedeflerini, çok yönlü görevlerini, niteliğini, itici güçlerini, yakın ve uzak gelişim eğilimini belirlerken, devrimi gündeme getiren iç ve dış koşullara, uluslararası ekonomik-siyasi durumlara ve uluslararası komünist hareketin kısa tarihine değinmeden geçemeyeceğiz.Çağımızın Temel Özellikleri

Page 215: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Çağımız, emperyalizm ve proletarya devrimleri çağıdır; bu demektir ki, çağımıza niteliğini veren esas mücadelenin merkezinde, uluslararası emperyalist burjuvazi ile uluslararası devrimci proletarya bulunmaktadır.Bu aynı zamanda, dünyamızın esas olarak iki ana kampa bölündüğünü, bir yanda, uluslararası emperyalist burjuvazinin başını çektiği sömürücülerin ve ezenlerin, dünya gericiliğinin kampı, diğer yanda, başında uluslararası devrimci proletaryanın bulunduğu ezilen insanlığın, emekçi insanlığın ile-rici kampı. Devrim kampı ile karşı devrim kampı. Bu iki kamp arasında bir üçüncü kamp, tampon kamp yoktur.Lenin, emperyalizmi tanımlarken der ki: “Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulduğu; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.”(8)Bu tanımlamaya dayanarak, emperyalizmin, iç ve dış siyasetini, amaçlarını ve yenilgisini kaçınılmaz kılacak gelişiminin esas noktalarını açıklığa kavuşturabiliriz.Emperyalist bir ülkeyi ele alırsak, görürüz ki, bu ülkede:1. Tekellerin ve mali sermayenin egemenliği kurulmuştur; sermayede ve üretimde meydana gelen yoğunlaşma sonucu ekonomik egemenliği ele geçi-ren tekeller, mali sermaye temeli üzerinde yükselen mali oligarşinin ege-menliğini, siyasal alanda da gerçekleştirmişlerdir; devlet, mali sermaye oligarşisinin devletidir; diktatörlüğüdür.2. Sermaye ihracı, birinci derecede önem kazanmıştır, meta ihracı ikinci planda kalmıştır. Esas kâr, sermaye ihracı ile sağlanmaktadır.Tekelci devletin iç ve dış siyasetini belirleyen temel olgular bunlardır; ulus-lararası planda, tekelci kapitalist birliklerin, dünyayı aralarında bölüşmek için anlaşmaları, dünyanın sömürge, yarı sömürge ve etki alanlarının, yerli işbirlikçiler aracılığıyla paylaşılması, iç olgunun doğal sonuçlarıdır. Emperyalizmin çöküşünü sağlayacak temel olgu da, dünyadaki bütün top-rakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış olmasıdır. Yani emperyalizm, sömürmek için girdiği ülkelerin egemenlerini kendine bağlarken, yeni yeni işbirlikçiler yaratır ve bunlarla bütünleşme doğrultusunda adımlar atarken, öte yanda, sömürge ve yarı sömürge halk-

Page 216: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

larını da ister istemez devrimcileştirecek, kendine karşı bir silah haline getirecektir.Bu olgu, aynı zamanda, emperyalizmle dünya halkları arasındaki; emperya-listlerin kendi aralarındaki; tek tek ülkelerde, burjuvaziyle proletarya ara-sındaki; ve kapitalizmle sosyalizm arasındaki çelişmelerin derinleşmesinin de temel dayanağını oluşturur.Yine bu olgu, sömürge, yarı sömürge ve bağımlı ülkeler proletaryasının ve halklarının neden daha devrimci olduklarını, emperyalist ülkeler proletar-yasının ve halklarının, neden esas itibariyle oportünist, revizyonist, refor-mist, sosyal emperyalist, sosyal yurtsever vs. olduklarının da açıklanmasının temel dayanağıdır. Çünkü emperyalizm dünya halklarını ezerek elde ettiği yüksek kârların bir kısmını kendi ülkesinin proletaryası ve halklarına dolaylı yollarla paylaştırmaktadır. Bu, iç çelişmeleri derinleş-tirmemek için izlenen bir yoldur ve acısını sömürge ve yarı sömürge ülkele-rin halkları çekmektedir.Engels, daha 7 Ekim 1858’de Marx’a şöyle yazar: “Gerçekte, İngiliz prole-taryası gitgide daha fazla burjuvalaşmaktadır, öyle görünüyor ki, başka uluslara göre daha burjuva olan bu ulus, kendi burjuvazisinin yanı sıra bir burjuva aristokrasisi ve bir burjuva proletaryası yaratmaya yönelmekte. Bütün dünyayı sömürmekte olan bir ulus için bu elbette, bir dereceye kadar mantıksal bir şeydir.”(9)İşte bu “mantıksal şey”, İngiliz proletaryasını, İngiliz emperyalist burjuva-zisinin, yüz milyonlarca sömürge halkı, çeşitli geri ülkeleri sömürmesi, en insanlık dışı uygulamalarda bulunması, milyonlarca sömürge askerini İngi-liz İmparatorluğu’nun çıkarları için savaş alanlarına sürmesi karşısında sessiz bıraktı; son Zimbabwe örneği, bu “mantıksal şey”in uzantılarını, İngiliz proletaryasının nasıl da titizlikle koruduğunu göstermesi bakımında ibret vericidir.Lenin de bu konuya değinir: “… bir avuç çok zengin ülkeye çok yüksek tekel kârları sağlamak demek olan emperyalizm, proletaryanın üst tabakalarına ekonomik bakımdan rüşvet verme olanağı yaratmıştır; bu yolla oportünizmi besler, ona vücut verir ve güçlendirir.”(10)Özellikle dünya kapitalizminin bunalım dönemleri, uluslararası sosyal demokrasisinin, burjuva diktatörlüklerinin temel toplumsal dayanakların-

Page 217: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

dan biri olduğunu açıkça göstermiştir. Emperyalist ülkelerin proletaryası ve halkları, emperyalizmin yarattığı acıları, kendi bünyelerinde, en açık, dayanılmaz biçimiyle, ancak derin bunalım dönemlerinde, savaş anlarında tadabilmişlerdir. Ne yazık ki, bu acılardan köklü kurtuluşun, bu acıların temel kaynağı olan kendi burjuvalarına karşı, devrim savaşında olduğunu oportünist çıkarları gözlerini kararttığı için henüz kavramamışlardır; ve kavrayamadıkları için de, kendilerini de kurtuluşa götürecek olan sömürge, yarı sömürge ülkelerdeki kurtuluş savaşlarına gereken desteği sağlamaktan uzaktırlar.Ve hâlâ, birçok emperyalist ülke proletaryası, dünyanın ezilen çeşitli ülkelerinden gelen proleterlerin, kendi ülkelerinde yaşadıkları insan-lık dışı koşullara seyircidirler… O ülkelerde iki sınıf proletarya vardır; ezen emperyalist ülkelerin proletaryası ve ezilen ülkelerin proletaryası. Esas hedefi dünya egemenliği olan, fakat bu amacını gerçekleştirmeye hiç-bir zaman fırsat bulamayacak olan emperyalizm, “dünya kapitalizminin üretici güçlerini çok yüksek bir düzeye ulaştırmıştır. Toplumun sosyalist örgütlenmesi için gerekli olan bütün maddi ön koşulları yaratmıştır. Emperyalist savaşlar, dünya ekonomisinin üretici güçlerinin emperyalist devletin sınırlarını aştığını ve ekonomisinin, bütün dünyayı kucaklayacak şekilde uluslararası çapta örgütlenmesi gerektiğini göstermektedir. Emper-yalizm, bütün dünya ekonomisini örgütleyecek, birleşmiş devlet kapitaliz-mine dayanan tek bir dünya tröstünün yolunu kan ve ateşle açarak bu çalışmayı çözmeye çalışıyor. Sosyal demokrat ideologlar bu kanlı ütopyayı yeni ve ‘örgütlü’ kapitalizmin barışçı bir yöntemi olarak göklere çıkarmak-tadırlar. Gerçekte ise bu ütopya öylesine büyük, aşılmaz, nesnel engellere çarpmaktadır ki, kapitalizm artık kendi içinde taşıdığı çelişmelerin ağırlığı altında kaçınılmaz bir şekilde çökmek zorundadır. Kapitalizmin, emperya-list aşamada kendini daha da şiddetli bir şekilde hissettiren eşit olmayan gelişme yasası, emperyalist devletlerin uluslararası alanda, sürekli ve sağ-lam bir birlik kurmalarını olanaksız hale getirmektedir. Diğer yandan, dünya savaşlarına dönüşen ve sermayenin merkezileşmesinin tek bir dünya tröstü hedefine ulaşmak için seçtiği yol olan emperyalist savaşlar, o kadar çok yıkıma yol açmakta, işçi sınıfının ve sömürgelerdeki milyonlarca prole-ter ve köylünün omuzlarına öylesine ağır yükler bindirmektedir ki, kapita-lizm bu hedefe ulaşamadan proletarya devriminin darbeleri altında çökmeye mahkumdur.”(11)Komintern’in uzak görüşlülüğünün bir belgesi olan bu tesbitler, emperyaliz-min, ikinci paylaşım savaşından, çok sayıda sömürge ve yarı sömürgesini

Page 218: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kaybederek çıkışıyla, bir dizi ülkede halk demokrasilerinin kurulmasıyla doğrulanmıştır. Yine bu tesbitlerin, yeni koşullarda bir ifadesi ve doğruları olarak, emperyalizmin kaderini belirleyecek ve onları kendi ülkelerinin proletaryası ve halklarıyla son hesaplaşma sınırına getirecek olan toplum-sal güçler, sömürge, yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde bulunmaktadır. Çünkü emperyalist baskı ve sömürünün asıl acılarını ve kapitalizmin genel bunalımlarının ağır yüklerini çekenler bu tip ülkelerin emekçi halklarıdır. Aynı zamanda emperyalizmin ve işbirlikçi kapitalizmin yarattığı çelişmeler onları eğitmekte, devrimcileştirmektedir. “Emperyalizm, bu ülkeleri sömü-rürken, buralarda demiryolları, fabrikalar ve yapımevleri, sanayi ve ticaret merkezleri kurmak zorundadır. Bu ‘politika’nın kaçınılmaz sonuçları, bir proletarya sınıfının ortaya çıkması, yerli aydınların yetişmesi, ulusal bilin-cin uyanması, kurtuluş hareketinin güçlenmesidir. İstisnasız ve bütün sömürgelerde ve bütün bağımlı ülkelerde devrimci hareketin güçlenmesi, bu gelişmenin belirgin bir kanıtıdır. Sömürgeleri ve bağımlı ülkeleri, emperyalizmin yedek gücü olmaktan çıkartıp, proletarya devriminin yedek gücü haline getirerek, kapitalizmin mevzilerini temelden yıkmak, prole-tarya için önemlidir.”(12) Ve bu görevleri başarmak için, proleter devrimi-nin ön koşullarını bizzat emperyalizmin sömürüsü yaratır.Gelişmeler göstermektedir ki, emperyalizme karşı ezilen dünya halklarının ortak mücadelesi, dünya proleter sosyalist devriminin bir parçasıdır ve tek tek ülkelerin emperyalist boyunduruktan kurtulmalarıyla güçlenmektedir. Tek tek sömürge ve yarı sömürgelerin kurtuluşu, emperyalizmin sömürü alanlarının daralmasına, gerek darlaşan alanlarda, gerekse kendi ulusal sınırları içerisinde sömürüsünün yoğunlaşmasına, derinleşmesine, iç dış toplumsal çelişmelerin keskinleşmesine yol açacaktır.Görüşümüz o ki, dünya devrimi, aşağıdan yukarıya doğru yani sömürge ülkelerdeki devrimci ulusal kurtuluş, yarı sömürgelerde, ulusal-demokratik, toplumsal-demokratik kurtuluş hareketlerinin gelişmesiyle, metropolleri kuşatan, onların can damarlarını kesen bir seyir izleyecektir.* Bu gelişme-ler, muhtemeldir ki, emperyalist ülkeleri daha da azgınlaştırsın, bağımsızlı-ğını kazanmış ülkeleri, yeniden silahlı işgallere kadar götürsün. Sovyetlerin Afganistan’ı faşist işgalini, bakışımızı doğrulayan bir olgu olarak görüyo-ruz. Bu nedenle, her devrim kendisini pekiştirecek bir yol izlemelidir; kesintisiz gelişimini sağlayamayan bir devrim kendisini koruyamaz, dünya gericiliğine karşı koyamaz. Bunun garantisi ise, devrimci proletaryanın öncülüğü, Marksizm-Leninizmin ölümsüz ilkelerinin hayata geçirilmesi

Page 219: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

zorunluluğudur. Özellikle, sömürge, yarı sömürge ve bağımlı ülkelerin dev-rimci proletaryası ve devrimci halkları, dünya gericiliğinin her biçimine karşı, daha etkin yepyeni mücadele ve dayanışma biçimleri bulmak ve hayata geçirmek görevleriyle yükümlüdürler. Her yenilgide yeni deneyler edinen emperyalist gericilik, darbeler yedikçe, çıkarlarından oldukça, daha da azgınlaşacak, bir yandan da dünya halklarını aldatma ve bölmenin yeni, en ince, şimdiye kadar denenmemiş biçimlerini bulacaktır. Tek tek ülkele-rin işbirlikçi egemenlerini içine düştükleri bunalımlarda boğacak güce sahip değilsek, onlar her bunalımdan daha da güçlenerek, yeni deneyler edinerek çıkacaklardır. Devrimi hep burnumuzun ucunda görme hastalığı, Marx da içinde olmak üzere, Lenin’in Stalin’in, bütün devrimcilerin, kendi-lerini kurtaramadıkları bir hastalıktır. Dünyanın bütün ülkelerinin devrimci proletaryası, dünya devriminin görevlerini yerine getirebilmek için kendi-sini daha da devrimcileştirmek, burjuvaziyle iç içe, yan yana yaşıyor olmak-tan gelen gizli burjuvalaşmaya karşı savaşmak, kendisini burjuva, küçük burjuva önyargılarının etkisinden ve aynı zamanda sağ ve “sol” hastalıkla-rın mikroplarından silkelemek zorundadır. Bunun için de, dünya komünist hareketinin tarihi, tek tek ülkelerin zengin deneyimleri en radikal biçimde eleştirel bir gözle yeniden incelenmeli, bu temelde emperyalizmi, burjuva-ziyi, gericiliği ve kendi ülkelerinin özgü yapısını en titiz bir biçimde yeni-den gözden geçirmeli ve zaafları ele alınmalıdır.Emperyalizmin Krizi ve SavaşDünyanın esas olarak iki ana kampa ayrıldığını, bir kampın başında ulusla-rarası emperyalist burjuvazinin, diğer kampın başında da, uluslararası dev-rimci proletaryanın bulunduğunu belirtmiştik.Dünya gericiliği, kendi içinde de iki ana kutba ayrılır. Kutbun birinin başında ABD emperyalizmi, diğerinin başında da Rus sosyal emperyalizmi bulunmaktadır. Anti emperyalist görevlerle de yükümlü olan devrimimiz, emperyalist dünya gericiliğini, kutuplarının özgül yapısını, uluslararası iliş-kilerini ve iç çelişkilerin toplumsal temellerini iyi tanımak zorundadır. Çünkü biçimi ne olursa olsun, emperyalizm ve her türden gericilik, emekçi insanlığın mutlaka yok etmek, kökünü kurutmak zorunda olduğu düşmanla-rıdır.1870’lerde belirgin hale gelen kapitalizmin tekelleşme eğilimi, üretimde ve sermayede meydana gelen yoğunlaşma ve merkezileşme sonucu, 20. yüzyı-lın başlarında, dünya ekonomisine egemen oldu. Birinci derecede önem

Page 220: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kazanan sermaye ihracı, kapitalist dünya ekonomisinin çeşitli parçaları arasındaki birliği pekiştirirken, aynı zamanda da uluslararası planda, dünya halklarının sömürülmesini derinleştirdi; gittiği her yere, emperyaliz-min gerici ve yıkıcı özeliklerini de beraberinde götürdü; kapitalist gelişme-nin en yüksek aşaması olan tekelci kapitalizm, yani emperyalizm, kapitalizmin tabiatında varolan eşit olmayan gelişme yasasını, hem ekono-mide, hem de siyaset alanında, en belirgin biçimiyle gözler önüne serdi. Dünyanın çehresini değiştirecek olan çelişmeleri, burjuvaziyle proletarya, emperyalizm ile dünya halkları, emperyalistlerin kendi aralarındaki çeliş-meleri, ulusal ve uluslararası planda alabildiğine keskinleştirdi ve gelişme-ler sonucu, emperyalistler arası çelişmeyi, diğer çelişmelerin varlığını ve gelişmelerini belirleyecek düzeye yükseltti. Çünkü en gelişmiş kapitalist ülkelerde büyük çapta yoğunlaşan üretim, yeni dış pazarları ve hammadde ve enerji kaynaklarını gerektirmekteydi. “Daha önceleri özgür olan bütün sömürgelerin artık paylaşılmış bulunduğu bu dönemde sömürgelerin ve nüfuz alanlarının yeniden paylaşılması konusundaki çatışmalar giderek daha fazla silahlı mücadele niteliği kazandı.”(13)Emperyalist dünya ekonomik sisteminin, kendi bağrında geliştirdiği çeliş-melerin doğal sonucu olarak patlak veren ekonomik buhran, en büyük emperyalist devletleri ve taraftarlarını iki kutup halinde birinci paylaşım savaşında karşı karşıya getirdi. 1914-1918 yıllarını kapsayan ve bütün dünyayı ekonomik, siyasi, toplumsal ve ideolojik alanlarda, devrimci bir biçimde etkileyen ve sarsan savaş, emperyalist dünya sistemini içine düş-tüğü buhrandan kurtarmak bir yana, kapitalizmin genel buhranı dönemini başlattı; aynı zamanda dünyaya egemen tek ekonomik sistem olma niteli-ğini de parçaladı; dünyanın ekonomik ve toplumsal yüzünü bir daha eski halini alamayacak bir biçimde değiştirdi. Genel olarak kapitalist dünya gelişmesinin, özel olarak da onun emperyalist aşamasının ürünü olan ilk proleter sosyalist devrim, dünya emperyalist zincirinin en zayıf halkasını oluşturan askeri-feodal emperyalist Çarlık Rusyası’nı, 1917 Ekim Devri-mi’yle, emperyalist dünya ekonomisinden koparttı ve ilk olarak, dünya sos-yalist ekonomi sisteminin temellerini attı. Eskiden bir tek dünya ekonomisi varken, şimdi iki karşıt sistem, uzlaşmaz niteliklere sahip iki karşıt sistem vardı; sosyalizm ve kapitalizm.Dünyanın uzlaşmaz nitelikte iki temel kampa bölünmesi ve yeni bir çağın, emperyalizm ve proleter devrimleri çağının başlaması; dünya emperyaliz-mini oldukça zor durumda bıraktı; tarih, uluslararası planda varlıklarını

Page 221: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sürdüren, emperyalistlerle dünya halkları arasındaki, emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmeye ek olarak, yeni bir çelişmeyi gündemine alı-yordu; kapitalist sistemle sosyalist sistem arasındaki çelişme.Daha önce, dünya çapında baş çelişme durumunda olan ve ancak silahları aracılığıyla çözülebilen emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişme, yerini yeni bir çelişmeye bırakmıştı. Birbirleriyle ölüm kalım savaşına girmiş olan emperyalistler, kendilerini yeni duruma göre ayarladılar ve çeşitli cephe-lerden, dünya proletaryasının anavatanına saldırdılar. İç savaş üç yıl sürdü. Emperyalistlerin her açıdan destekledikleri burjuva ve feodal iç gericilik, maddi olarak yenildi fakat burjuvazinin eski cennetini ele geçirme hayal-leri, emperyalizmin proletarya diktatörlüğünü yıkma, sosyalist ekonomiyi yıkma ve kapitalizmi Rusya’da yeniden kurma umutları ve hayalleri yenile-medi.Bugün, dünya gericiliğinin iki ana merkezinden birisini oluşturan ABDemperyalizmi, birinci paylaşım savaşından güçlenerek çıktı. O güne kadar en güçlü emperyalist devlet olarak bilinen İngiltere, savaştan galip çıkmış olmasına karşın savaş sonrası gelişmeler, Avustralya, Kanada, Güney Afrika, Çin, Hindistan vb. ülkelerdeki ayaklanmalar ve merkezden kopma eğilimleri, onu oldukça sarstı. Emperyalist büyük devletlerden biri olan Fransa da, benzer durumlarla karşılaştı. Kapitalizmin genel bunalımı, tarih sahnesine yeni bir sistemin adım atmış olması, bütün dünyada devrimci bir altüst oluşun nesnel koşullarını olgunlaştırdı. Dünya ekonomisinin birliği, devrimin uluslararası niteliğini belirlerken, farklı parçalarının eşitsiz gelişmesi devrimin farklı biçimlerde ortaya çıkmasına neden oldu. Devrim darbeleri en çok Almanya’yı sarstı. “1918 Kasımı’nda, Avusturya’da ve Almanya’da, yarı feodal krallıkları yıkan devrimler; 1919 Nisanı’nda Bavye-ra’da Sovyet hükümeti; 1921 Martı’nda, Almanya’da proletarya öncüsünün ayaklanması; 1923 Sonbaharında Almanya’da devrimci buhran”(14); onu, diğer emperyalist devletlerin karşısında, yeni kurulan Sosyalist Sovyetler Birliği karşısında, eski sömürge ve yarı sömürgeleri karşısında ve kendi ülkesinin devrimci proletaryası karşısında güçsüz bıraktı. Önemle vurgulanmalıdır ki, Alman emperyalizmini diğer emperyalist dev-letlere karşı, Sosyalist Sovyetler Birliği’ne karşı, kendi ülkesindeki Yahudi-lere karşı ve kendi proletaryasına ve emekçilerine karşı, diğer emperyalistlerden farklı, o güne kadar denenmemiş bir mücadele biçimi ve organları aramaya iten nedenler; onu, Amerikan, İngiliz, Fransız vb. emper-yalistlerden daha gerici, daha saldırgan, daha şoven ve milliyetçi yapan

Page 222: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nedenler; birinci paylaşım savaşından yenik çıkmasında, ekonomisinin içinde bulunduğu farklı bunalım koşullarında aranmalıdır. Alman emperya-listlerini, İtalyan, Japon emperyalistleri ile benzeştiren şeyler, bu ülkelerin ekonomik koşullarındaki, toplumsal gelişmelerdeki ve aynı savaştan yenik çıkmalarının benzeşmelerinden gelmektedir. Genel olarak bütün emperya-listlerin, özel olarak da Alman, İtalyan ve Japon emperyalistlerinin, esas hedef olarak Sovyetler Birliği’ni ortadan kaldırma amaçları, burjuvazinin asıl düşmanına, genel olarak bütün dünya proletaryasına ve ezilen halkla-rına, özel olarak da proletarya diktatörlüğünün Rusyası’na duydukları sınıf kininin, birinci paylaşım savaşının köklerini attığı intikam duygularının bir ifadesiydi. İşte bunun doğal sonucu olarak gerek içte, gerekse dışta asıl amacı proleter öncüyü ezmek olan faşist diktatörlük, yeni bir dünya savaşı-nın en etkili hazırlık organı olarak tarih sahnesine çıkmış oldu.1929 genel bunalımı, ikinci bir paylaşım savaşının en belirgin habercisiydi. Emperyalizmin eşitsiz gelişme yasaları işliyor, Almanya, Japonya, İtalya, dünyanın yeniden paylaşılması talepleriyle ortaya çıkıyorlar, Lenin’in emperyalizm varoldukça emperyalist savaşların kaçınılmazlığı teorisi, ken-disini bir kez daha doğrulamaya hazırlanıyordu. Emperyalistler arası çelişme, silahlı çatışmaya dönüştü.İkinci paylaşım savaşı, emperyalistlerin kendi aralarında hesaplaşmalarının yanı sıra esas hedef olarak, proleter sosyalist Rusya’nın ve devrimin şah-landığı Çin’in paylaşılmasını ele alıyordu; ilk proleter devlet yenilmeli ve sosyalist ekonominin yerine yeniden kapitalist ekonomi kurulmalıydı. Özel-likle İngiltere’nin hesapları, hem Hitler Almanyası’nın, hem de Sovyetler Birliği’nin çökeceği, kendisinin de eski gücüne ulaşabileceği varsayımlarına dayanıyordu. Fakat emperyalistlerin açık hesapları tutmadı; proleter Rus-ya’yı dize getiremediler, Çin’i paylaşamadılar. Üstelik Asya’da, Avrupa’da bir dizi halk demokrasilerinin ortaya çıkışını, bir dizi ülkede de ulusal kur-tuluş ve bağımsızlık savaşlarının zaferini önleyemediler. İkinci Dünya Savaşı, dünyanın yüzünü ve özünü büsbütün değiştirdi, devrimci altüst oluş, dünya ülkelerinin temellerini dibinden sarstı. Dünya emepryalizmi, dünya proletaryasının ve ezilen halklarının darbeleriyle bir kez daha sar-sıldı. Uluslararası planda, burjuvaziyle proletarya arasındaki, emperya-lizmle ezilen dünya halkları arasındaki uzlaşmaz kavganın ikinci raundu da, proletaryanın ve ezilen halkların üstünlüğü ile sona erdi.

Page 223: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

İkinci paylaşım savaşının en önemli sonuçlarından biri de, kuşkusuz, ABD emperyalizminin konumunda meydana gelen değişiklikti.Alman, Japon, İtalyan emperyalistleri, savaştan yine yenik, sömürge ve yarı sömürgelerini kaybederek, parçalanarak, yıkıntı içinde çıktılar. İngiliz, Fransız emperyalistleri, savaştan yine galip çıkmışlardı, fakat onlar da, bir dizi sömürge ve yarı sömürgelerdeki eski egemenliklerini yitirmişler, eko-nomileri temellerinden sarsılmış, eski sömürgecilik sistemleri yıkılmıştı. ABD ise savaştan askeri-ekonomik-siyasi, her açıdan güçlenerek çıktı. Yük-sek bir prestij kazanarak, dünya imparatorluğunun yolunu açtı. Diğer emperyalistlerin içine düştükleri yıkıntı, ABD’yi gerçekten kısa zamanda yeni sömürgeciliğin imparatorluğuna yükseltti. “Hür Dünya”nın kovboyu Amerika, güçlü bir dünya sistemi haline gelmiş bulunan sosyalizmin ve yak-laşık dünya nüfusunun üçte birini oluşturan sosyalist ülkelerin oluşturduğu blok karşısında, güçlü müttekfiklere muhtaçtı. Bütün diğer emperyalist ülkeleri himaye etmek, kapitalist dünya ekonomisini canlandırmak, başında Sovyetler Birliği’nin bulunduğu dünya sosyalizmini, dünya proletaryasını ve ezilen dünya halklarını kuşatmak için harekete geçti. ABD, tartışmasız biçimde, dünya kapitalizminin, ekonomik, askeri, siyasi ve ideolojik önderi ve yönlendiricisi idi. Düşman kardeşler, bir kez daha işbirlikçilerinin de katılımıyla, dünya proletaryasına ve ezilen dünya halklarına ve sosyalizmin ülkelerine karşı, askeri ve ekonomik örgütlenmelere giriştiler… Bu girişim-ler, ezilen dünya halkları ve devrimci dünya proletaryası, Asya’da, Afri-ka’da, Latin Amerika’da, insan emeğine göz dikenlerin, ne denli silahlı olursa olsunlar, ne denli birbirlerine yaslanırsa yaslansınlar, halkların yenilmez gücü karşısında dize gelmeyecek hiçbir gücün olmayacağını kanıt-ladılar. Fakat öte yanda, dişinden tırnağına kadar silahlı faşizmi yenen, dünya tarihine destanlar yazan, dünyanın en güçlü orduları karşısında yiğitçe direnen, olağanüstü fedakârlıklar gösteren şanlı Sovyet proletaryası, kendi içinde çıkan revizyonist hainlere yenildi… ve insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek gelişmeler karşısında sessiz kaldı.

halkcephesi.net

Page 224: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ ALTINDA SINIF MÜCADELESİKapitalist toplumdan sınıfsız komünist topluma geçiş, zikzaklarla, geçici yenilgilerle dolu uzun bir tarihi dönemi kapsar. Proletaryanın hegomanyası altında sınıfsız topluma geçişin çeşitli aşamaları, doğaldır ki, içinden çıktığı kapitalist toplumun ekonomik, siyasal, kültürel, toplumsal, hukuksal, ide-olojik vb. etkilerini giderek azalarak da olsa bağrında taşıyacaktır. Bu dönem içinde burjuvazinin çeşitli tipleriyle, burjuva dünya görüşünün çeşitli görünümleriyle proletarya arasındaki mücadele ulusal ve uluslara-rası planda durmaksızın sürecektir. Siyasi iktidarın proletaryanın eline geç-mesi ile sınıf mücadelesi durmaz, yeni bir biçimde, proletarya diktatörlüğü altında daha da şiddetlenerek sürer. Proletarya, sınıfsız topluma sürekli başarılar kazanarak, düz bir hat izleyerek varamaz. Yeni bir toplum biçimi, yeni, şimdiye dek karşılaşılmamış çeşitli nitelikteki sorunlarla doludur. Lenin, proletarya diktatörlüğünün karşılaşacağı zorluklara değinirken, çeşitli olasılıklar üzerinde durmuş ve proletaryayı muhtemel bir geriye dönüş tehlikesine karşı uyarmıştır.Proletarya, karşılaştığı yeni sorunları çözerken, kaçınılmaz yanlışlıklara da, yenilgilere de düşecektir. Zaman zaman geriye de çekilecektir. Hatta, örneklerini gördüğümüz gibi, iktidardan da düşecektir. Ama o, Marksizm-Leninizme bağlı kaldığı sürece, Marksizm-Leninizmin ilkelerini yeni koşul-lara yaratıcı biçimde uyguladığı sürece, yenemeyeceği hiçbir zorluk, aşamayacağı hiçbir engel olamaz. Yenilgisi geçici, zaferi mutlaktır.1917 Ekim Devrimi’yle açılan proleter sosyalist yolda ilerleyen Sovyet pro-letaryası, Stalin’in ölümünden sonra devrimi sürdüremedi, tökezledi; Par-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 225: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ti’nin Kruşçev revizyonist kliği tarafından gaspına yol açan yozlaşma, bazı-larının dediği gibi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle de Stalin’in ölü-münden sonra ortaya çıkan bir olay değildir. Bize göre Sovyet modern revizyonizminin kökleri ve ekonomik-toplumsal dayanakları derinlerde aranmalıdır. Kruşçev revizyonist kliğinin iktidarı bir sonuçtur. SBKP (B) tarihi incelendiği zaman görülecektir ki, bir yönüyle parti tarihi revizyo-nizmle Marksizm-Leninizm arasında süren mücadelenin tarihidir. Bu müca-dele, iki çizgi arasındaki, burjuvaziyle proletarya, kapitalizmle sosyalizm arasındaki mücadeledir.Devrim için yola çıkan her ülke proletaryası, Yugoslav deneyiyle başlayan, fakat asıl yıkıcı etkilerini Sovyetler’de gösteren ve Arnavutluk dışında, bütün Balkan ve Doğu Avrupa halk demokrasilerini saran, giderek Vietnam, Kore, Küba ve Çin’i de kapsamına alan modern revizyonist yozlaşmayı, eko-nomik, toplumsal, ideolojik, siyasi, felsefi yönleriyle incelemelidirler; bu yenilgilerden, proletaryanın yeniden zaferi için gerekli dersleri çıkartmalı-dırlar. Ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde, “devrim” adına yola çıkan siyasi hareketlerin çoğu, daha ilk adımlarında revizyonist bataklığa saplan-mışlardır. Birçoğu revizyonizmin kucağında doğmuştur ve revizyonizm tarafından emzirilmiştir, eğitilmiştir. Yenilginin ve yozlaşmanın deneyimle-rini gereği gibi, çok yönlü incelemeyen, proleter devrim için zorunlu yasa-ları, yeni koşullara uygun biçimde kavrayamayan devrim hareketleri, sağa ve “sol”a yalpalamaktan, eklektizme düşmekten kendini kurtaramaz ve giderek yozlaşır, yenilir ve devrimin önüne bir engel olarak dikilir.Proleter hareketin yenilgisinin iki ana biçimi vardır: Birincisi, proleter hareket, emperyalizmin ve gergici ortaklarının maddi gücü karşısında, siyasi çizgisi genel hatlarıyla doğru olduğu halde, maddi güç olarak yetersiz kalır; siyasi düzeyi, örgütsel yapısı, kitle ilişkileri, mücadele deneyimleri yetersizdir; yenilir… ve hatta ezilir. Böyle bir durumda, Marksizm-Leni-nizme radikal bir biçimde sarılan, hatalarının üzerine cesaretle giden, hata-larından dersler çıkartan ve siyasi çizgisinin genel hatlarıyla doğruluğunu, hayatın bütün ilişkilerinde de, özel durumlarda da, doğru hale getiren pro-leter hareket, eksiklerini, yetmezliklerini kavrayabilir ve bir süreç içeri-sinde giderebilir; yenilgiyi zafere çevirebilir.İkincisi, başlangıçta proleter olan bir hareket, emperyalizme ve gerici ortaklarına karşı mücadelede, kendi içinde başkalaşıma uğrar, Marksist-Le-ninist bir hareket iken, revizyonist bir hareket haline dönüşür. Sorun, bu

Page 226: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

dönüşümünün temel nedenlerini ve sonuçlarını doğru kavramak ve dersler çıkartmaktır. Revizyonist yozlaşma, siyasi iktidarı ele geçirme sürecinde olabileceği gibi, proletarya diktatörlüğünü sürdürürken de ortaya çıkabilir. İkinci Enternasyonal partilerinin çoğu, iktidarı ele geçirmeye fırsat bulama-dan yozlaşan, yozlaştıkları için de iktidarı ele geçiremeyen partilere örnek verilebilir. İkinci tip yozlaşmanın ilk örneği Yugoslav partisidir. Onu takip eden SBKP (B)’dir. Bu tip yozlaşmaların son örneği Çin Komünist Partisi’dir.Köleci toplum kendi bağrında feodal toplumun ön koşullarını yarattı; yine aynı biçimde, feodal toplum da, kapitalist toplumun ön koşullarını kendi bağrında oluşturdu. Kapitalist toplum da üretimi alabildiğine toplumsallaş-tırarak, üretim düzeyini dev boyutlara ulaştırarak, üretim güçlerini gelişti-rerek, güçlü bir proletarya yaratarak, sosyalizmin ön koşullarını hazırladı. Diyalektik gelişme yasası sonucu, sosyalist toplum tarih sahnesine çıktı.Sosyalist Toplumda Sınıf Mücadelesive Bürokratik YozlaşmaProletarya diktatörlüğü, komünist toplumun birinci aşaması olan sosyalist toplumda, amaç olarak tüm toplum üyelerinin tam refahını ve her yönlü özgür gelişimini sağlamak için, toplumun proletarya partisi önderliğinde, toplum tarafından her alanda sosyalist örgütlenmesi görevini önüne koyar. Toplumu vareden bireylerin her alanda sosyalist siyasi eğitimi, proletarya diktatörlüğünün, sınıfsız topluma ulaşabilmek için, ekonomik, toplumsal, siyasal, ideolojik, kültürel, bilimsel, teknik vb. her alanda önüne koyduğu görevlerin üstesinden gelebilmesinin temel koşuludur. Siyasi çalışma, bütün çalışmaların can damarıdır. Sosyalist çok yönlü eğitimi gereği gibi göremeyen, görse de gereği gibi özümleyemeyen emekçi kitleler, emeğin nihai kurtuluşu için gerekli maddi ve kültürel zenginlikleri yaratamazlar; kendilerini Marksizm-Leninizmin parlak sözleri ardına gizleyen hainleri açığa çıkartamazlar; sömürü düzeninin kalıntılarına karşı gerektiği gibi çok yönlü savaşamazlar. Sınıf mücadelesinin ekonomik, siyasi ve ideolojik alan-ları arasındaki bağı gereği gibi kavrayamazlar. Sosyalizmin çok yönlü kuru-luş ve derinleşme görevlerini, sosyalizmin üretici güçlerinin gelişimini başarıyla gerçekleştiremezler. Ne yazık ki. Sovyetler Birliği’nde, sosyaliz-min çok yönlü kuruluşu, kitlelerin çok yönlü sosyalist eğitimi, ideolojik-si-yasi-kültürel ve felsefi eğitimi, Marksizm-Leninizmin ilkelerine bağlı kalınarak derinlemesine ve en yaygın biçimde gerçekleştirilemediği için, kitlelerin devlet ve parti bürokrasisini denetleme görevleri layıkiyle yerine

Page 227: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

getirilemediği için, emekçi kitlelerin devlet yönetimine layıkiyle katılımı sağlanamadığı için, sosyalist toplumda, kapitalizmin yeniden kuruluşunun maddi ön koşulları filizlendi… parti ve devlet bürokrasisi, sanayi ve tarım işletmeleri yöneticileri, aydınlar ve sanatçılar arasından ayrıcalıklı bir tabaka doğdu.Sovyetler Birliği’nde, kapitalizme geriye dönüş, sosyalizmin yadsınması sonucu değildir; yani modern revizyonistlerin, “sosyalizmin bir üst aşa-ması, komünist topluma geçişin ön aşaması” biçiminde yutturmaya çalıştık-ları yeni tipteki kapitalizm, sosyalist üretim güçlerinin gelişmesi sonucu varılan bir üst aşama değildir; tersine, sosyalist kuruluş görevlerinin, eko-nomik, toplumsal, siyasal, ideolojik, kültürel vb. alanlarda, komünist top-luma geçişin Marksizm-Leninizm yasalarına uygun olarak yerine getirilememesi, proletaryanın, yeni doğan bir sınıf olan bürokrat burjuva-ziye yenilmesinin sonucudur.Lenin 1918’de demişti ki: “Ülkemizdeki burjuvazi yenilgiye uğratılmıştır; ama henüz kökü kazınmamış, henüz yokedilmemiş, hatta tam olarak alte-dilmemiştir. Burjuvaziye karşı yeni ve daha yüksek bir mücadele biçiminin; kapitalistlerin daha da fazla mülksüzleştirilmesi gibi çok basit bir görev-den, burjuvazinin varolmasının ya da yeniden doğmasının mümkün olama-yacağı şartların yaratılması gibi çok daha karmaşık ve çetin bir göreve geçişin gündemde olmasının nedeni de budur. Bu görevin çok daha önemli olduğu açıktır ve bu görev tamamlanmadığı sürece sosyalizm diye bir şey yoktur.”(15)Lenin açıkça belirtiyor: “… burjuvazinin varolmasının ya da yeniden doğ-masının mümkün olamayacağı şartların yaratılması görev(leri) tamam-lanma(dan) sosyalizm diye bir şey yoktur.”Geriye dönüş sorununda, esas olarak kavranacak nokta budur: burjuvazinin yeniden doğmasının mümkün olamayacağı şartların yaratılması…Lenin, proletarya diktatörlüğünün temellerini doğru dürüst atmaya fırsat ve olanak bulamadan öldü. Lenin’in ölümüne yolaçan küçük burjuva suikastçılığı, proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz sınıf karşıtlığının özel bir biçimi olan, proletarya ile küçük burjuva uzlaşmaz sınıf karşıtlığı-nın bir ifadesi ve sonucu, küçük burjuvazinin proletarya diktatörlüğüne sal-dırısının bir ifadesi ve sonucu olarak değerlendirilmelidir. Troçki, Zinoviev ve Buharin’in karşı devrimci girişimleri ile Lenin suikastçıları arasında özde bağlılık vardır. Stalin’in ölümünden kısa bir süre sonra, parti ve devlet

Page 228: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

iktidarını gaspeden revizyonist bürokrat burjuvazi, özleri bakımından Lenin suikastçılarının ve Zinoviev-Buharin karşı devrimcilerinin bir deva-mıdır. İktidarlarının daha ilk adımında, hedef olarak seçtikleri Stalin, Lenin’in öğrettiklerine ve ilkelerine içtenlikle bağlı kalarak, (bütün hatala-rına karşın) proletarya diktatörlüğü altında Lenin’in eserini devam ettir-meye çalıştı, bunun için saldırılara uğradı. Lenin’e yapılan suikast ile Stalin’e yapılan revizyonist saldırılar, öz bakımından aynı namlulardan çık-madır.Burjuvazi proletaryaya karşı, her zaman iki ağızlı kılıçla saldırmıştır; onu hem dıştan, hem de içten vurmaya çalışmıştır. Lenin, revizyonizmi, işçi sınıfı hareketi içinde boyveren burjuva ideolojisi olarak tanımlar ve reviz-yonistleri de burjuva ajanları olarak niteler. Oysa günümüzde revizyoniz-min konumunda köklü değişiklikler olmuştur; eski revizyonizm silahlarını yeni koşullarda geliştiren modern revizyonizm, artık iktidar sahibi bir sını-fın, tekelci bürokrat burjuvazinin ideolojisi haline gelmiştir. Bu durumda, modern revizyonistleri, genel anlamda burjuva ajanları olarak tanımlamak gerçeği ifade etmez. İktidarda bulundukları ülkelerde, modern revizyonist-ler burjuvazinin ajanları değil, dünyaya egemen olmak isteyen yeni tekelci burjuvazinin bizzat kendisidir. Sömürge, yarı sömürge ve gelişmiş kapita-list ülkelerde ise modern revizyonistler, Sovyet sosyal emperyalizminin işbirlikçileridirler; onları, eski tip revizyonistlerden ayırmak gerekir.Devrim, düşmanlarını iyi tanımak zorundadır. Hangi kılıkta olurlarsa olsunlar, devrim, onları sergilemek ve gerçek yüzleriyle emekçi kitlelere göstermek zorundadır.“Proletarya devrimi ve proletarya diktatörlüğü teorileri Marksizm-Leniniz-min özüdür. Devrimi istemek ya da devrime karşı çıkmak, proletarya dikta-törlüğünü savunmak ya da proletarya diktatörlüğünü reddetmek, her zaman Marksizm-Leninizm ile her türden revizyonizm arasındaki mücade-lenin odak noktası” olmuştur. “Revizyonist Kruşçev kliği SBKP’nin 22. Kongresi’nde revizyonizmini bütünüyle sistemleştirdi. Karşı devrimci “barış içinde birlikte yaşama”, “barış içinde birlikte yarışma”, “iktidarı barışçı yoldan ele geçirme” teorilerini biçimlendirdi. Sovyet Rusya’da artık proletarya diktatörlüğüne gerek kalmadığını ilan etti ve “bütün halkın dev-leti”, “bütün halkın partisi” gibi(16) teorileri ileri sürdü. Bu teoriler, burju-vaziyle proletarya arasındaki, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişmelerin uzlaşmaz karakterlerinin reddini ifade ediyordu. Aynı

Page 229: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

zamanda, Marksist-Leninist sınıf mücadelesi, devlet ve devrim teorilerinin de reddi demekti. Marksizm-Leninizmin alfabesini bilen herkes, SBKP’nin Marksizm-Leninizm yolundan ayrıldığını açıkça görebilirdi. 1963’te Çin’li komünistler şöyle diyordu:“… onlarca yıldır sosyalizmi inşa yolunda ilerleyen Sovyetler Birliği’nde, kapitalizmin yeniden ihyası tehlikesi vardır. Bu, Çin dahil bütün sosyalist ülkelere, ÇKP dahil bütün işçi ve komünist partilerine tehlike işareti olmalı-dır.”(17) Bu uyarıdan ondört yıl sonra, Çin’de revizyonizmin açıkça iktidara gelişi ve kapitalizmin yeniden kuruluşu, Çin’li komünistlerin Sovyet dene-yinden gerekli dersleri çıkartmadıklarını gösteriyor.Proletarya diktatörlüğünün reddi ve onun yerine “bütün halkın devleti”nin geçirilmesi, kitleleri aldatmaktan başka bir anlam taşımaz; sınıflı bir top-lumda hele hele Sovyetler Birliği’ndeki gibi “parti ve devlet örgütlerinin, işletmelerin, kolhozların yönetici kadroları arasındaki yoz unsurlardan ve burjuva aydınlardan”(18) meydana gelen ayrıcalıklı tabakanın, bürokrat tekelci burjuvazinin egemen sınıf haline geldiği bir toplumda, devletin sınıf karakterini gözardı etmeye çalışmak, devlete sınıflarüstü bir görünüm sağ-lamaya çalışmak, burjuva demagojisidir… Aynı zamanda bu durum, kitlele-rin ne denli Marksist-Leninist siyasi eğitimden yoksun olduğunun da, ne denli edilgen hale getirildiğinin de göstergesidir. Devlet, varolduğu ve varo-lacağı süre, her zaman bir sınıfın devleti olmuştur ve olmaya devam ede-cektir; devlet, bir sınıfın diğer sınıf ve tabakalar üzerindeki baskı aracıdır. Sınıflar varoldukça da varlığını korur.Marx, Engels ve Lenin, proletarya diktatörlüğünün, sınıfsız topluma dek, biçimi değişse de, özü bakımından geçiş döneminin tek devlet biçimi oldu-ğunu önemle vurgulamışlardır. Hem Marksizm-Leninizm adına sığınmak hem de onun temel teorilerini revize etmek her zaman proletaryanın sınıf düşmanlarının başvurdukları yöntemdir. Proletarya diktatörlüğünün reddi, proletaryayı sınıf düşmanları karşısında silahsız bırakmak demektir.“Proletarya diktatörlüğü, sosyalizmin pekiştirilmesinin ve geliştirilmesinin tek teminatıdır. Proletarya diktatörlüğü, iki yol arasındaki mücadelede pro-letaryanın burjuvaziyi yenmesini, sosyalizmi zafere ulaştırmasını sağlar.“Proletaryanın kurtuluşu, tüm insanlığın kurtuluşuna bağlıdır. Proletarya diktatörlüğünün tarihi görevi iki yönlüdür. İç yön ve uluslararası yön. Birinci yönü ile ele alındığında, proletarya diktatörlüğünün temel tarihi

Page 230: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

görevi şudur: Bütün sömürücü sınıfları mezara gömmek, sosyalist ekono-miyi en üst düzeyde geliştirmek, kitlelerdeki komünist bilinci yükseltmek, halkın mülkiyetiyle kollektif mülkiyet arasındaki, işçilerle köylüler arasın-daki, kentle köy arasındaki, kol işi ile kafa işi arasındaki farklılıkları tasfiye etmek, sınıfların yeniden oluşmasını ve kapitalizme geri dönüşü sağlayacak bütün olanakları ortadan kaldırmak.“Böylece, komünizmin tam anlamıyla, ‘herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre’ ilkesine uygun olarak gerçekleşmesini sağlayacak koşullar yaratılır. Uluslararası yönü ile ele alındığında ise proletarya diktatörlüğü-nün temel tarihi görevi şudur:“Uluslararası emperyalizmin (silahlı müdahale ve barışçıl yollarla bölüp, parçalama dahil) her saldırısına karşı koymak; halklar, emperyalizmi, kapi-talizmi ve sömürü sistemini tarih sahnesinden silene kadar dünya devri-mini desteklemek.“Bu iki yönlü tarihi görev kesin zafere ulaştırılmadan ve komünist topluma bütünüyle ulaşılmadan, proletarya diktatörlüğünden vazgeçilemez.“Günümüzü iyi değerlendirirsek görürüz ki, sosyalist ülkelerde proletarya diktatörlüğünün görevi henüz sona ermemiştir. Bütün sosyalist ülkelerde hâlâ sınıflar ve sınıf mücadeleleri vardır. Sosyalist yolla kapitalist yol ara-sındaki mücadele hâlâ sürüyor. Sosyalist devrimi sonuna kadar götürmek ve kapitalizme geri dönüşü önlemek zorundayız. Hiçbir sosyalist ülkede henüz ne bütün halkın mülkiyetiyle kollektif mülkiyet arasındaki, ne işçi-lerle köylüler arasındaki; ne kentle köy arasındaki, ne de kol işiyle kafa işi arasındaki farklılıklar tasfiye edilmiştir. Hiçbir sosyalist ülkede henüz sınıf-lar ve sınıf farklılıkları yok olmamıştır. Bütün sosyalist ülkelerin, ilkesi ‘herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre’ olan komünist topluma geçebilmeleri için daha çok yol almaları gerekiyor. İşte bu nedenle, bugün hiçbir sosyalist ülkede proletarya diktatörlüğünden vazgeçilemez.”(19)Proletarya diktatörlüğünün yıkılması, onun yerine tekelci bürokrat burjuva-zinin “bütün halkın devleti” adıyla maskelenen diktatörlüğünün geçirilmesi, içte proletaryaya ve emekçi kitlelere, dışta da, ulusal kurtuluş ve bağımsız-lık savaşlarına, toplumsal kurtuluş hareketlerine indirilmiş en büyük darbe idi. Yeni Sovyet emperyalist burjuvazisinin eski emperyalist burjuvazi ile barış içinde bir arada yaşama isteği, dünya proletaryasının ve ezilen halkla-rının devrim isteğiyle taban tabana zıttır. Yeni Sovyet burjuvazisi, Lenin’i öylesine unutmuştur ki, sadece sosyalizm ile kapitalizm arasındaki değil,

Page 231: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerin bile uzlaşmaz nitelikte olduğunu, barış içinde yaşamanın ya da savaşmanın istek ve iradeyle değil, maddi koşullara, nesnel koşullara bağlı olduğunu anımsamıyorlar.Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimleri çağıdır; çağa niteliğini veren çelişme, kaynağını emek ile sermaye arasındaki çelişmeden alan sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişmedir. Dünya proletaryası, bu çelişmeyi dev-rimci bir biçimde çözmeye, yani kapitalizmi ortadan kaldırmaya ve kendi-sini de söndürmeye kararlıdır. Dünya proletaryası, Sovyet sosyal emperyalistlerinin, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişmede, kapita-lizm yönünde saf tutuklarını hiçbir bulanıklığa yer vermeyecek biçimde kavramak ve kavratmak zorundadır. Gerek ulusal, gerek ulusal demokratik, gerekse de toplumsal devrim için yola çıkan uluslar, ezilen halklar ve sınıf-lar, Sovyetler Birliği’nin niteliğini doğru kavrayamazlarsa, uluslarına, halk-larına ve sınıflarına ihanet ederler. Lenin’in, Stalin’in proleter sosyalist Rusya’sı ile Kruşçev-Brejnev revizyonistlerinin sosyal emperyalist Rusya’sı birbirinden ayrılmalıdır. Kruşçev revizyonizmi, proletarya diktatörlüğünün yerine, “bütün halkın devleti” adı altında yeni Sovyet burjuvazisinin sosyal faşist diktatörlüğünü, proletaryanın devrimci partisinin yerine, “bütün hal-kın partisi” adı altında sosyal faşist burjuva partisini geçirirken, amacı pro-letaryayı ve emekçi kitleleri baskı altına almak, kapitalizmi iyice yerleştirmek, her türden devrimci muhalefeti ezmek ve egemenliği için savaşa hazırlanmaktı.Yeni Sovyet burjuvazisinin, dünya emperyalistleriyle “barış içinde bir arada yaşama”sı ve “barış içinde yarışması” için devrimden vazgeçmekten başka hibir şeye hizmet etmeyen “iktidarı barışçı yoldan ele geçirme” anti Mark-sist-Leninist teorisi, bugün yerini iktidarın darbeyle, komployla ele geçiril-mesi teorisine bırakmıştır. Marksizm-Leninizm, emperyalistlerin uzun bir süre barış içinde yaşayamayacaklarını barış içinde yarışmayacaklarını öğretir. Emperyalistler arası barış, emperyalistler arası savaş için hazırlık dönemidir. ABD ile SSCB arasında, dünyanın yeniden paylaşılması için veri-len mücadelenin keskinleşmesi, Marksizm-Leninizmin yanılmazlığını bir kez daha ortaya koymuştur. Afganistan’ın faşist işgali, ABD’nin Vietnam deneyinin bir başka örneğidir. Aynı zamanda Sovyet revizyonistlerinin kar-dan teorilerinin erimesinin ve iflasının da bir göstergesidir.Dünya gericiliğinin iki ana merkezinden, dünya halklarının baş düşmaların-dan biri SSCB, dünya egemenliği için, ekonomik, siyasi, ideolojik, askeri,

Page 232: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

bütün cephelerde savaşıyor. Dünya devrimi ve Türkiye-Kürdistan devrimi için, onlarla her cephede savaşmak bizim için de vazgeçilmez devrimci gör-evdir. Onlar, yeni koşullara denk düşecek yeni teoriler geliştireceklerdir. Bu teoriler, genel anlamıyla, daha da sinsi, revizyonizmlerini daha da gizle-meye hizmet amacı taşıyacaktır. Sovyet kökenli bütün teorilerin, sözleri ve biçimi ne olursa olsun, Sovyet burjuvazisinin stratejisine hizmet edeceği unutulamaz. Bir teorinin gerçekten devrimci olup olmadığı, o teorinin ger-çek anlamıyla hangi sınıfa hizmet ettiğine bakılarak anlaşılır. Siyasi bilinç düzeyleri düşük emekçi kitleleri, devrim sempatizanlarını, revizyonizmin sınıf içeriğini kavrayamayan milyonları, bu teorilerin tuzağına düşmekten kurtarma görevleri, devrimimizin temel görevleri arasındadır. Türkiye-Kür-distan proletaryası ve emekçi halk kitleleri, Yurtsever Devrimci Demokrat-ları, emperyalizme karşı iki ağızlı kılıcı ellerinden bırakmayacaklardır. Kılıcın bir ağzı emperyalizme, bir ağzı sosyal emperyalizme karşı bilenecek-tir. Yoksa, bir emperyalistin kucağından kalkıp diğerinin kucağına oturmak kaçınılmazdır.

halkcephesi.net

Page 233: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

SÖMÜRGE VE BAĞIMLI ÜLKELERDE FARKI DEVRİM TİPLERİÇeşitli siyasi gruplarca öne sürülen ülkemize özgü devrim tipleri, ülkenin toplumsal-ekonomik yapısını ve ulusal bileşimini dikkate almamaktadır. Nesnel bir tahlilden yola çıkılmadığı için, devrimin niteliği, devrimin izle-yeceği mücadele yolu, devrimin itici ve temel güçleri, ittifakları, devrimin görevleri konusunda yapılan tesbitler de gerçeğe cevap veremiyor; devrim yapmış ülke deneylerinin, özellikle de Çin devriminin basmakalıp kopyacı-lığı ve Rus devriminin genel ayaklanma stratejisi, Marksizm-Leninizmin sığ kavranışı ile “montaj” anlayışı ile ele alınınca, eklektizmin yansımaları olmaktan kurtulamıyorlar. Yarı sömürge, yarı feodal tesbiti yapan siyaset-ler de, yarı sömürge geri kapitalist tesbiti yapan siyasetler de, devrimin karakterini belirlerken, mücadele biçimlerini saptarken benzer şeyler söy-leyebiliyorlar ve birçok konuda birleşebiliyorlar. Örnek vermek gerekirse, HK (Halkın Kurtuluşu) ile HB, (Halkın Birliği) toplumsal-ekonomik yapı tesbitinde iki farklı tesbit yapmaktalar; fakat devrimin karakterinde ve mücadele biçiminde birleşmekteler. HK “Ulusal Demokratik Halk Devrimi” diyor; HB ise, ayrılığı kelimelendirmelerde de sürdürmek gayretiyle, “Milli Demokratik Halk Devrimi” diyor. Her ikisi de “genel ayaklanma”da karar kılıyorlar. Bu bir çelişmedir. Yine, P (Partizan) ile DY, (Dev Yol) iki farklı toplumsal-ekonomik yapı tespitinden yola çıktıkları halde, devrimin karak-terinde ve temel mücadele biçiminde aynı şeyleri söylemektedirler. Devri-min karekteri “Demokratik Halk Devrimi”, temel mücadele biçimi “Halk Savaşı”… P’nin “Halk Savaşı” stratejisi ile “yarı sömürge, yarı feodal” yapı tesbiti arasında bir tutarlık varken DY, bundan yoksundur. Halk Savaşı, özü itibariyle bir köylü savaşıdır, küçük köylü mülkiyeti için bir savaştır. Bu

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 234: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

anlamda demokratik devrimin özü toprak devrimidir. Devrimin uzun süreli bir savaşı içeriyor olması, halktan insanların katılımı, halk savaşını belirle-yen bir ölçü değildir. Esas belirleyici olan, köylülüğün ezici çoğunluğunun, toprak ve özgürlük için mücadelesidir. Proletaryanın böylesi bir savaşta önderliği, işçi köylü ittifakının, emperyalizme ve feodalizme karşı yürüt-tüğü mücadelenin, toprak ve özgürlük mücadelesinin garantisidir. Emper-yalizme bağımlı da olsa kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu, feodalizmin esas itibariyle çözüldüğü, kalıntılarının ayakta durduğu bir ülkede ise demokratik devrimin özü toprak devrimi değildir. Esas mücadele alanı kırlar değildir, şehirler olmalıdır. Esas güç köylülük değil, işçi sınıfı-dır. DY de, demokratik devrimin “esas olarak bir toprak devrimi olmaktan çıktığını” söyler. Lenin, demokratik devrimin, “iktisadi ve toplumsal özü bakımından burjuva nitelik taşıdığını”, bunun için de, “tüm burjuva toplu-munun istemlerini dile getirmeden” edemeyeceğini söyler.Bir ülke devriminin niteliği, görevleri, hedefleri, mücadele biçimi, itici ve temel güçleri, gelişim doğrultusu, o ülkenin ekonomik-toplumsal ve siyasi yapısına, uluslararası emperyalizm ile ilişkilerinin niteliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Somut olguların açıklanması olmayan kavram ve tesbitler, kafa bulandırmaktan, gruplar ve kişiler arasında yapma ayrılık nedenleri oluş-turmaktan başka bir şeye yaramazlar.1928’de kabul edilen Komintern programı, başlıca devrim tiplerini belirler-ken, ülkelerin somut, ortak özelliklerinden hareket ederek, başlıca üç dev-rim tipi öne sürer.Der ki: “Kapitalizmin emperyalizm aşamasında daha da belirginleşen eşit olmayan gelişmesi, olgunluk derecesi çeşitli ülkelere göre değişen çok çeşitli kapitalizm tiplerinin ve her ülke için farklı olan çok çeşitli devrim süreci koşullarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunun sonucu olarak, proletaryanın çeşitli biçimlerde ve farklı sürelerde iktidarı ele geçirmesi ve birçok ülkede proletarya diktatörlüğünden önce bir geçiş döneminin zorunlu olması tarihi bir zorunluluktur. Gene bunun sonucu olarak, sosya-lizmin inşası farklı ülkelerde farklı biçimlere bürünür.”(20)Anlaşılan şudur: Eşit olmayan gelişme yasası sonucu, çeşitli ülkelerde, olgunluk derecesi farklı, çeşitli kapitalizm tipleri ortaya çıkmıştır. Bu olgu, çeşitli devrim süreci koşullarının temel nedenidir. Proletarya, çeşitli biçim-lerde ve farklı süreleri içeren mücadeleler sonucu iktidarı ele geçirecektir. Proletarya diktatörlüğünden önce bir geçiş dönemi tarihi zorunluluktur.

Page 235: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

İşte bizim programımızın siyasi talebi olan, toplumsal-demokratik halk dik-tatörlüğü, proletarya diktatörlüğünün, geçiş dönemine özgü bir biçimidir.Komintern, “farklı ülkelerde proletarya diktatörlüğüne geçişin farklı koşul-ları ve biçimleri”ni biçimsel olarak üç tipte ele alır:“Güçlü üretici güçlere, yüksek bir düzeyde merkezileşmiş üretime, nispeten önemsiz küçük çapta işletmelere, eski ve yerleşik bir burjuva-demokratik siyasi sisteme sahip olan çok gelişmiş kapitalist ülkelerde (ABD, Almanya, İngiltere vb.) programın başlıca siyasi talebi proletarya diktatörlüğüne doğ-rudan doğruya geçiştir. Ekonomi alanında temel talepler, bütün büyük işletmelere el konulması, çok sayıda Sovyet devlet çiftliğinin kurulması, toprağın sadece nispeten küçük bir bölümünün köylülere verilmesi, kendili-ğinden pazar ilişkilerinin işlemesine nispeten daha az olanak tanınması, genel olarak hızlı bir sosyalist gelişme ve köylü işletmelerinin çok hızlı bir şekilde kolektifleştirilmesidir.“Yarı-feodal ilişkilerin tarımda büyük ölçüde varlığını sürdürdüğü, ancak buna rağmen sosyalizmin inşası için gerekli maddi ön koşulların belli ölçü-lerde varolduğu, burjuva-demokratik devrimin tamamlanmadığı, kapitaliz-min gelişmesinin orta düzeyde olduğu ülkeler (İspanya, Portekiz, Polonya, Macaristan, Balkanlar vb.): Bu ülkelerden bazılarında burjuva-demokratik devrim oldukça hızlı bir şekilde gelişerek sosyalist devrime dönüşebilir, diğerlerinde ise burjuva-demokratik devrim görevlerinden birçoğunu yerine getirmek zorunda olan proletarya devrimi tiplerine gerek duyulacak-tır. Birinci gruptaki ülkelerde proletarya diktatörlüğünün hemen değil, ancak proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğünden proletaryanın sosyalist diktatörlüğüne geçiş döneminde kurulması mümkündür. Devrimin doğrudan doğruya proletarya devrimi olarak geliştiği ikinci gruptaki ülke-lerde ise proletaryanın önderliğinde geniş bir toprak ve köylü hareketi gereklidir; toprak devrimi son derece büyük rol, hatta bazan belirleyici bir rol oynar. Büyük topraklara el konulmasından sonra, el konulan toprakların büyük bir bölümü köylülere verilir; pazar ilişkileri proletaryanın zaferin-den sonra da geniş bir bölgede varlığını sürdürür; köylülüğü kooperatif-lerde ve büyük üretim birimlerinde örgütleme görevi, sosyalist inşanın birçok görevi içinde en önemlilerinden biridir. Sosyalist inşanın hızı nispe-ten yavaştır.“Sömürge ve yarı sömürge ülkeler (Çin, Hindistan vb.) ve bağımsız ülkeler (Arjantin, Brezilya vb.)… Bu ülkelerden bazılarında sanayi henüz emekleme

Page 236: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

aşamasındadır, diğerlerinde ise oldukça gelişmiş olmakla birlikte, çoğun-lukla bağımsız sosyalist inşa için gerekli temeli oluşturmaktan uzaktır. Hem ekonomide hem de siyasi üst yapıda ortaçağın feodal ilişkileri ya da ‘Asya Tipi Üretim Tarzı’ varlığını sürdürmektedir. Kilit sanayiler, hakim durumdaki ticaret, bankacılık ve ulaşım işletmeleri ve plantasyonlar vb. yabancı emperyalist grupların ellerinde toplanmıştır. Bu ülkelerde feoda-lizm ve kapitalizm öncesi sömürü biçimlerine karşı mücadele verilmesi, sürekli olarak köylü toprak devriminin gerçekleştirilmeye çalışılması ve yabancı emperyalizme karşı ve milli bağımsızlık için mücadele edilmesi belirleyici bir önem taşır. Kural olarak bu ülkelerde proletarya diktatörlü-ğüne geçiş, ancak bir dizi hazırlık aşamasından geçmekle, ancak burjuva-demokratik devrimin sosyalist devrime dönüştüğü bütün bir dönemin sonucu olarak mümkündür.”(21)Görüleceği gibi, ülkemiz devrimi, Komintern’in biçimsel olarak belirlediği devrim tiplerinin hiçbirine tam tamına uymamaktadır; çünkü içerdiği eko-nomik-toplumsal koşullar farklıdır, ulusal bileşimi kendine özgü bir yapıya sahiptir. Emperyalizm ile ilişkileri farklı düzeydedir. Bu farklılıklar, farklı bir devrim tipini zorunlu kılmaktadır.Türkiye, “güçlü üretici güçlere, yüksek bir düzeyde merkezileşmiş üretime” henüz sahip değildir. Küçük çapta varlıklarını sürdüren işletmeler ve küçük köylü ekonomisi oldukça yaygın ve önmeli bir yer tutmaktadır. Burjuva-de-mokrasisi, tarihinin hiçbir döneminde esas itibariyle işletilmemiştir. Feodal kalıntılar tasfiye edilmemiştir. Ulusal sorun çözülmemiştir. Üretim güçleri-nin gelişim düzeyi, belli bir oranda sosyalizmin önkoşullarını hazırlamakla birlikte, “programının başlıca siyasi talebi proletarya diktatörlüğüne doğru-dan doğruya” geçiş olabilecek bir devrime, toplumsal devrime uygun olgun-lukta değildir. Böylesi bir devrim, Komintern’in de belirttiği gibi, ancak ABD, Almanya, İngiltere vb. gibi gelişmiş kapitalist ülkelere özgüdür. Top-lumsal devrimin gerçekleşmesi, üretim güçlerinin olgunluğuna, sosyalizmin ön koşullarının olgunluğuna bağlıdır. Türkiye’de, toplumsal devrimin ger-çekleşmesi, üretim güçlerinin gelişimini engelleyen engellerin devrimci bir biçimde kaldırılmasını gerekli kılmaktadır; bu engellerin (emperyalizmin, işbirlikçi kapitalizmin ve feodal kalıntıların) kaldırılması da ancak prole-tarya önderliğinde bir devrimin zaferine bağlıdır. Bu engellerin kaldırılma-sını hedefleyen devrim, toplumsal devrime geçişin koşullarını hazırlayacaktır. Bu devrim, toplumsal demokratik halk devrimi olacaktır.

Page 237: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Toplumsal demokratik halk devrimi, özü itibariyle burjuva demokratik bir devrim değil, burjuva-demokratik devrim görevlerini de üstlenmiş bir pro-leter devrimidir. Devrimin demokratik yönü, esas itibariyle küçük burjuva karekterdedir. Toplumsal devrim ile demokratik devrim, nitelikleri bakı-mından olsun, savaşan toplumsal güçlerin bileşimi açısından olsun, birbi-rinden farklıdır. Toplumsal devrimin amaçları ve koşulları ile demokratik devrimin amaçları ve koşulları farklıdır, birbirine karıştırmamak gerekir. Kır ve şehir küçük burjuvazisi sosyalizm için değil, demokratik devrim için mücadele eder. Sosyalizm için mücadele eden tek güç proletaryadır. “Küçük burjuavazinin tam bir demokratik devrim uğruna mücadelesini proletarya-nın sosyalist devrim uğruna mücadelesiyle birbirine karıştırmak sosyalist-ler için siyasi iflas tehlikesi doğurur.”(22) Aynı zamanda, ezilen ulus ve halkların, ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi ile, proletaryanın top-lumsal kurtuluş mücadelesi de birbirine karıştırılmamalıdır. Ulusal kurtu-luş hareketleri, demokratik devrim hareketleri, proleter sosyalist devrim sürecinin birer parçası olmakla birlikte, proleter sosyalist devrimin amaç ve koşulları ile karıştırılmamalıdır. İçinde yaşadığımız ülke koşullarında, emperyalizme, işbirlikçi kapitalizme ve feodal kalıntılara karşı verilen mücadele, (farklı ideolojik ve siyasi kavrayışlara bakmaksızın) dıştan bakıl-dığında, ulusal ve toplumsal güçleri bir yumruk halinde birleştirmiş görü-nebilir. Bu görünüme aldanmamak gerekir. Bu güçleri bir araya getiren siyasi, toplumsal ve ekonomik amaçlar, içerikleri bakımından farklıdır; proletarya, farklı amaçları olan toplumsal güçlerin, belli tarihi koşullarda, geçici de olsa, bir anlık da olsa, “irade birliği” yapabileceklerini kabul eder.İşte toplumsal demokratik halk devrimi, bu anlamda, çeşitli milliyetlerden proletaryanın, köylülüğün, şehir küçük burjuvazisinin ve ulusal burjuvazi-nin, anti emperyalist, (aynı zamanda işbirlikçi kapitalizme de karşı) anti faşist, anti feodal mücadelede, koşullara bağlı irade birliğinin sonucu ger-çekleşecektir. Lenin, “irade birliği” konusunda şöyle der:“İrade, belirli bir ilişki içinde, bir şey olabilir; başka bir ilişki içinde başka bir şey olabilir. Sosyalizm ve sosyalizm uğruna mücadele meselelerinde bir-liğin olmaması, demokrasi ve cumhuriyet uğruna mücadele ile ilgili mesele-lerde irade birliğinin olmayacağının kanıtı değildir. Bunu unutmak, demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındaki mantıki farkı unutmak olur. Bunu unutmak, demokratik devrimin bütün halkın devrimi olduğunu unutmak olur; eğer bu devrim, ‘bütün halkın’ devrimi ise, o halde devrimin

Page 238: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

halkın tümünün ihtiyaç ve isteklerine karşılık vermesi ölçüsünde ‘irade bir-liği’ni de ifade etmesi gerekir.”(23)Türkiye Kürdistan Yurtsever Devrimci Demokratları, bütün siyasal ve top-lumsal sorunlara, uluslararası devrimci proletaryanın çıkarları açısından bakarlar ve çözümlerinin, dünya proleter sosyalist devrimine hizmetini amaçlarlar. Bu anlamda onlar, çeşitli milliyetlerden proletaryanın irade bir-liğinin çekirdeğini temsil ederler. Gerek Kürt, gerekse Türk ve diğer milli-yetlerden Türkiye proletaryasını tek bir irade birliği altında birleştirecek olan temel etken proleter sınıf kardeşliğidir. Toplumsal demokratik halk devrimi sürecinde, Kürt proletaryası, bütün milliyetlerden proletaryanın birliği ve Türkiye Kürdistan Birleşik Halk Sosyalist Cumhuriyeti için müca-dele ederken, Türk proletaryası da, Kürt ulusu üzerindeki her türden ulusal ve sınıfsal baskıya karşı durmalı, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kararlılıkla savunmalı ve Türkiye Kürdistan Halk Sosyalist Cumhuriyeti’nin kuruluşuna hizmet edecek gönüllü birliğin koşullarının yaratılmasına çalış-malıdırlar. Türkiye Kürdistan Halk Sosyalist Cumhuriyeti, Bağımsız, Birle-şik ve Demokratik Kürdistan’ın kurulmasının ve giderek merkezinde Kürdistan’ın olacağı Ön Asya Halk Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin oluş-turulmasının temel taşı olacaktır. Çoğu için bu tespitler birer “fantezi”dir.Onlar için, komünist bir dünya hayal etmek de aslında bir “fantezi” olduğu için komünist bir dünyaya hizmet edecek ara aşamalar da “fantezi” olacak-tır. Doğaldır ki, Türk ve Kürt şehir küçük burjuvazisi ve köylülüğü ve ulusal burjuvazisi, dar ulusal görüşler taşımalarından ötürü, biçim olarak farklı, fakat öz olarak aynı olan, ezen ve ezilen ulus milliyetçiliğinin özelliklerini yansıtacaklardır. Türk şovenleri, “Ne demek Türkiye-Kürdistantan? Bu, Kürt milliyetçiliğine ödün vermektir. Kürt milliyetçiliğiyle uzlaşmaktır!” diyeceklerdir. Bilinçli bir Türk YDD’si, Türk milliyetçiliğine ödün vermek-tense, Kürt milliyetçiliğine ödün vermenin daha devrimci bir tutum olduğu gerçeğini bir yana bırakarak, bunun bir “ödün” değil, “uzlaşma” değil, pro-leter enternasyonalizminin gereği olduğunu savunacaktır. Kürt YDD’leri de, Türkiye-Kürdistan kavramının, Kürdistan’ın yeni tipte bir sömürge olacağı gerçeğini maskelemeye hizmet ettiğini söyleyeceklere ve Kürt YDD’lerini “Türk soluna teslim olmakla” suçlayacaklara karşı, onların saldırılarına karşı hazırlıklı olmalıdırlar. Kürt ulusal burjuvazisi ve küçük burjuvazisi, birleşik bir cumhuriyetten çok, bağımsız bir Kürt devletinden yana çaba göstereceklerdir… Her türden revizyonist, oportünist ve sosyal faşist siya-setler, böyle bir çabanın candan destekçileri olacaklardır. Kürt burjuvazisi-

Page 239: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nin çabaları, asıl niyetlerini bir kıyıya bırakırsak, Kürdistan’ın sömürge koşullarında, anti emperyalist, anti sömürgeci, anti feodal mücadele süre-cinde, ilerici bir çaba olarak değerlendirilirken, Türkiye Kürdistan Birleşik Halk Sosyalist Cumhuriyeti, toplumsal Demokratik Halk Devrimi olanak ve koşullarında, gerici olacaktır. Her şeye karşın, Kürt ve Türk YDD’leri, Kürt burjuvazisinin, köylülüğünün ve şehir küçük burjuvazisinin, ulusal kurtuluş ve bağımsızlık için verdiği mücadeleyi, demokratik içeriğinden ötürü des-teklerken, sınıfsal yaklaşımı elden bırakmayacaktır. Onlar, proletaryanın bağımsız örgütlenmesi görevlerini ve toplumsal devrim amaçlarını hiçbir koşul altında unutmayacaklardır. Onlar, sabırlı, inatçı çabalarını, emekçi kitleleri Türk ve Kürt burjuvazisinin etkilerinden kurtarmak için, aksatma-dan sürdürecekler ve Bolşeviklerin, otokrasiye karşı mücadele deneyimle-rini ve derslerini kendilerine eylem kılavuzu edineceklerdir.Lenin, otokrasiye karşı ayaklanan halk için şöyle diyordu: “Ama bugün, otokrasiye karşı çıkmış tek bir bütün gibi gözüken bizzat bu toplum, emek ile sermayeyi ayıran uçurumla geri dönüşü olmayan bir şekilde bölünmüş-tür. Otokrasiye karşı ayaklanan halk, tek bir halk değildir. Mülk sahibi ve ücretliler; önemsiz sayıda (on bin ayrıcalıklı) varlıklı bir azınlık ile on mil-yonlarca malsız mülksüzler ve emekçiler, ileriyi gören bir İngiliz’in daha 19. yüzyılın ilk yarısında dediği gibi, gerçekte ‘iki ulus’ meydana getirmek-tedir.“(…) Çağdaş Rusya’da, devrime içeriğini veren, savaş halinde iki güç değil-dir ama ayrı cinsten ve farklı iki toplumsal savaştır. Birinci savaş, bugünkü otokratik düzenin bağrında verilmektedir ve köleliğe dayanır; öteki ise göz-lerimiz önünde doğan, geleceğin burjuva demokratik düzeninin içinde yer alan savaştır. Biri, özgürlük için (burjuva toplumunun özgürlüğü için), demokrasi için, yani halkın mutlak egemenliği için bütün halkın verdiği savaştır, öteki, toplumun sosyalist örgütlenmesi için, proletaryanın burju-vaziye karşı giriştiği sınıf mücadelesidir.“Şu halde, sosyalistlere, nitelikleriyle, amaçlarıyla ve kavgada kesin bir tutum almaya yetenekli toplumsal güçlerin bileşimi bakımından, tamamen farklı iki savaşı aynı zamanda yürütmek gibi zor ve ağır basan bir görev düşüyor.”(24) YDD’ler için bu görevleri yerine getirmek oldukça zordur, fakat olanaksız değildir. Uluslararası komünist hareketin içine düştüğü bunalım, revizyo-nizmin (Rus, Çin, Avrupa vb.) oldukça örgütlü ve etkin bir güç olarak devri-

Page 240: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

min karşısına dikilmesi, ülkenin bir küçük burjuvalar ülkesi olmasından ötürü küçük burjuva ideoloji ve siyasetin daha kolaylıkla emekçi kitleleri etki altında tutması, Kürt milliyetçiliğinin ve Türk şovenizminin çeşitli mil-liyetlerden proletaryanın birliğine ve Marksist-Leninist mücadele çizgisine verdiği zararlar, Marksizm-Leninizmin küçük burjuva sınıfsal temelde yorumlanışının yol açtığı bölünmeler (bu da bir çeşit revizyonizmdir), grupçuluk, kariyerizm, sığlık, maceracılık, rekabet, sağcılık, “sol”culuk vb…Faşist, gerici, reformist burjuvazinin kitleler üzerindeki etkinliği, baskıları, yalan ve aldatmacaları, şu bu… koşullarında, farklı amaçlarla hareket eden toplumsal güçlerin, zamana, koşula bağlı geçici irade birliğini sağlamak, çeşitli sapmalara karşı savaşmak, teorik olarak ne söylersek söyleyelim, pratikte boyumuzu aşan bir görevdir. Devrimin bize yüklediği birçok görevde de yetersiz kalmaktayız. Bu yetersizlik, karşılaştığımız her sorunda kendini duyurmaktadır; siyasi kavrayışımızda, kitle bağlarımızda, örgüt yapımızda, her şeyde… Ancak, büyük hedeflere, önümüze koyduğumuz küçük hedefleri başarıyla aşarak varabileceğimizi biliyoruz; farklı amaç-larla hareket eden toplumsal güçlere, hayatın her alanında irade birliğini, küçük birimlerde, özgül koşullar temelinde gerçekleştirebiliriz. Basitten karmaşığa, birden ikiye, azdan çoğa, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya bir hat izleyerek… İşte birbirinden farklı, fakat bir sürecin birbirine bağlı üç halkası olarak önümüzde duran üç müdahale görevini içeren, toplumsal-demokratik halk devrimi savaşında da YDD’ler bu yolu izleyeceklerdir.Devrimimizin neden doğrudan bir toplumsal devrim olmayacağını yukarıda açıkladık. Şimdi de Komintern’in örneğini verdiği sömürge ve yarı sömür-gelere özgü milli ve demokratik devrim tipinin neden ülkemize uygun olma-dığını açıklamaya çalışalım:1916’da Lenin, dünya ülkelerinin çoğunluğu kapitalist gelişme aşamasına ulaşmadığı ya da daha yeni yeni kapitalist gelişme aşamasının başlangı-cında bulundukları için sosyalist devrimin bütün ülkelerin proleterlerinin birleşik eylemi olamayacağını belirtir… “Yalnızca Batı’nın ve Kuzey Ameri-ka’nın gelişmiş ülkeleri sosyalizm için olgunlaşmıştır.”(25) der. Çünkü; “Bu ileri ülkelerde (İngiltere, Fransa, Almanya vb.) ulusal sorun çoktan çözül-müştür; ulusal birlik amacını çoktan tamamlamıştır; nesnel olarak, yerine getirilecek ‘genel ulusal görevler’ yoktur. Bundan dolayı bugün ulusal bir-liği ‘havaya uçurmak’ ve sınıf birliğini kurmak ancak bu ülkelerde olanaklı-dır…

Page 241: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“Gelişmemiş ülkelerde durum farklıdır… yani bütün Doğu Avrupa’da ve bütün sömürge ve yarı sömürgelerde. Bu alanlarda, genellikle, hâlâ ezilen ve kapitalist olarak gelişmemiş uluslar varlıklarını sürdürmektedir. Nesnel olarak, bu ulusların hâlâ yerine getirilecek genel ulusal görevleri, yani demokratik görevleri, yabancı baskıyı yıkma görevleri vardır… Muzaffer proletarya zafer kazandığı ülkeleri yeniden düzenleyecektir… Bu bir anda yapılamaz, burjuvazi de bir anda ‘alt edilemez’.”(26)Yine Lenin, Doğu halkları ve Doğu’lu komünistlerin görevleri için şöyle der:“… Doğu halklarının çoğunluğu emekçi halkın tipik temsilcileridirler: Kapi-talist fabrikalar okulundan geçmiş işçiler değil, orta çağ zulmünün kurbanı, sömürülen emekçi köylü yığınlarının tipik temsilcileri. (…) Bu bakımdan, dünya komünistlerinin bundan önce karşılaşmadıkları bir görevle karşı kar-şıyayız: komünizmin genel teori ve pratiğine dayanarak kendinizi Avrupa ülkelerinde mevcut olmayan özgül koşullara uydurmak zorundasınız, o teori ve pratiği uygulayacağınız koşullarda nüfusun ezici çoğunluğu köylü-lerdir; ve görev kapitalizme karşı değil, ortaçağ kalıntılarına karşı müca-dele etmektir.”(27)Yarı sömürge, yarı feodal ülkeler için Komintern programı da şöyle der:“Bu ülkelerde, feodalizme ve kapitalizm öncesi sömürü biçimlerine karşı mücadele verilmesi, sürekli olarak köylü toprak devriminin gerçekleştiril-meye çalışılması ve yabancı emperyalizme karşı ve milli bağımsızlık için mücadele edilmesi belirleyici bir önem taşır. Kural olarak bu ülkelerde pro-letarya diktatörlüğüne geçiş, ancak bir dizi hazırlık aşamalarından geç-mekle, ancak burjuva demokratik devrimin sosyalist devrime dönüştüğü bütün bir dönemin sonucu olarak mümkündür.”(28)Sömürge, yarı sömürge ve yarı feodal ülkelere özgü bir devrim olan ulusal ve demokratik devrim tipinin en belirgin ve en başarılı örneği olan Çin Halk Devrimi’ni kaba hatlarıyla ele alırsak, Türkiye devriminin yolunu çizmeye çalışan birçok siyasetin, ideolojilerini esas olarak Mao Zedung’un teorik çalışmaları üzerine oturmaya çalıştıklarını görürüz. Bu yaklaşım biçimi, dünya devrimci pratiğini, kendi özgül koşulları içinde inceleyen, bu temel-den dersler çıkartan yaratıcı anlayışı değil, hazır formüllerle yetinme anla-yışını, hazır formüllerin “ithal” anlayışını ifade eder. Bu anlayış, kendi hastasını temel alan, tedaviyi ve reçeteyi buna göre hazırlayan devrimci anlayış değildir… hastasını hazır bir reçeteye uydurma oportünist anlayışı-

Page 242: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

dır. Bugün Mao Zedung’u “anti marksist” ilan eden dünün Mao Zedung düşüncesi takipçileri, böyle bir anlayışın temsilcileri olarak bugün de, yeni keşfettikleri başka bir reçeteye göre hastalarına hazır reçeteler uydurma çabalarını sürdürmektedirler. Onlar, “kelimeler” üzerinde bile Mao’nun etkilerinden “arınmaya” çalışadursunlar, özleri değişmediği için, bu kez de aynı takipçi ruh ve kölece bağlılıkla başka bir reçeteye göre hareket etmek-tedirler. Marksizmin en temel kurallarından biri, somut durumların somut tahlilinden yola çıkmak gerektiği gerçeğidir. Mao Zedung’u Marksist-Leni-nist olarak nitelememizin nedenlerinden biri budur; O, bazı hatalarına kar-şın, Çin devriminin bütün sorunlarında, somut olgulardan hareket etmiştir; gerçeği olgularda aramıştır. Ve Marksizm-Leninizmin evrensel ilkelerini Çin’in özgül koşullarına uygulamaya çalışmıştır… Çin Halk Devrimi’nin zaferi, bu çabaya sıkı sıkıya bağlıdır.Mao Zedung, Çin devriminin tarihi özelliğini, devrimin iki aşamaya bölün-müş olmasıyla açıklar. Birinci olarak demokratik devrim, ikinci olarak sos-yalist devrim. Bu iki devrim, nitelikleri gereği, iki ayrı devrimci süreci oluştururlar ve birbirlerine karıştırılmamaları gerekir. Çin toplumunun sömürge, yarı sömürge ve yarı feodal nitelikte oluşu, bu özelliğin belirleyici etkenidir. Devrimin birinci adımı, sömürge, yarı sömürge ve yarı feodal toplum biçimini, bağımsız, demokratik bir toplum haline getirmektir. Dev-rimin ikinci adımı ise devrimi ilerletmek ve sosyalist bir toplum inşa etmek olacaktır. Bu aşamaya, uzun süren bir demokratik devrim sürecinden geçi-lerek varılacaktır. Bunun için Çin devrimi, ilk adımında, emperyalizmi ve feodalizmi karşısına alır. Çünkü emperyalizm Çin halkının en büyük düşma-nıdır ve sömürüsünü sürdürmek için esas olarak feodal toprak ağalığına dayanır. Feodal toprak ağalığı emperyalizmin suç ortağıdır.Mao, Çin toplumunun özelliklerini sayarken, feodal sömürünün egemen karekterini şöyle anlatır:“Feodal zamanların kendine yeterli doğal ekonomisinin temelleri yıkılmış-tır; fakat feodal sömürü sisteminin temeli olan, köylülerin toprak ağası sınıfı tarafından sömürülmesi, hem olduğu gibi korunmuş, hem de bu sömürü, komprador ve tefeci sermayenin sömürüsüne de sıkı sıkıya bağlı olduğundan, Çin’in toplumsal ve ekonomik hayatını açıkça hakimiyeti altında tutmaya devam etmiştir.”(29)Görüleceği gibi, Çin’in ekonomik ve toplumsal hayatını egemenliği altında bulunduran esas güç feodalizmdir ve emperyalizmle işbirliği içindedir.

Page 243: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Çin üzerinde emperyalist sömürünün biçimi ise şöyledir:Emperyalistler, eşit olmayan anlaşmalarla, “Çin’deki bütün önemli ticaret limanlarını denetimleri altına” almışlardı. “Bu limanların çoğunda bazı yer-leri kendi doğrudan yönetimleri altındaki ayrıcalıklı bölgeler haline” getir-mişlerdi. “Ayrıca Çin’in gümrüğünü, dış ticaretini ve ulaşımını (deniz, kara, ırmak, göl ve hava) denetimleri altına” almışlardı. “Böylece, mallarını Çin’e yığma, onu kendi sanayi ürünleri için bir pazar haline getirme ve aynı zamanda Çin tarımını kendi emperyalist ihtiyaçlarına göre yönlendirme olanağını ellerine” geçirmişlerdi.“Emperyalist devletler Çin’in hammaddelerinden ve emeğinden yararlan-mak amacıyla Çin’de pek çok ağır ve hafif sanayi girişimini işletmekte ve böylelikle, Çin’in milli sanayisi üzerinde iktisadi baskı yaparak üretici güç-lerin gelişmesini” önlemekteydiler.“Emperyalist devletler, Çin hükümetini borçlandırarak ve Çin’de bankalar kurarak Çin’in bankacılığını ve maliyesini tekelleri altına” almışlardı. “Böy-lece sadece meta rekabeti alanında Çin’in milli kapitalizmini ezmekle” kal-mamışlar, “aynı zamanda bankacılığını ve maliyesini de denetimlerine” almışlardı.“Emperyalist devletler, ticaret limanlarından en ücra iç bölgelere varıncaya kadar, Çin’in bir ucundan diğer ucuna, bir komprador ve tefeci tüccar sömürü ağı” kurmuşlardı. “Çin köylü kitleleri ve halkın diğer kesimleri üze-rindeki sömürülerini kolaylaştırmak için kendilerine hizmet eden bir komp-rador ve tefeci-tüccar sınıfı” yaratmışlardı.”(30)“Emperyalizm, sadece Çin’in canalıcı önem taşıyan mali ve iktisadi can damarlarını değil, aynı zamanda siyasi ve askeri gücünü de denetimi altında bulundurmaktadır. İşgal altındaki bölgelerde Japon emperyalizmi her şeyi elinde tutmaktadır.”(31)Mao Zedung şöyle der: “Bugünkü aşamada Çin devriminin niteliği nedir?Burjuva demokratik mi yoksa proleter sosyalist bir devrim midir? Açıktır ki, ikincisi değil, birincisidir.“Çin toplumu sömürge, yarı sömürge ve yarı feodal olduğuna göre, Çin dev-riminin başlıca düşmanları emperyalizm ve feodalizm olduğuna göre; Çin devrimi, büyük burjuvazi devrime ihanet ederek düşman haline gelse bile, genel olarak kapitalizmi ve kapitalist özel mülkiyeti değil, emperyalizmi ve

Page 244: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

feodalizmi hedef almaktadır. Bütün bunlar doğru olduğuna göre, bugünkü dönemde Çin devriminin niteliği proleter sosyalist değil, burjuva demokra-tiktir.”(32)“Sömürge ve yarı sömürge bir ülkede böyle bir devrim, birinci aşaması ya da birinci adımı sırasında, toplumsal niteliği bakımından temelde hâlâ bur-juva demokratik olduğu ve nesnel hedefi kapitalizmin gelişmesi için yolu açmak olduğu halde, artık burjuvazinin diktatörlüğü altında kapitalist bir devlet kurmak amacıyla burjuvazinin önderlik ettiği eski tipte bir devrim değildir. Bu devrim, birinci aşamada, yeni demokratik bir toplum ve bütün devrimci sınıfların ortak diktatörlüğü altında bir devlet kurmak amacıyla proletaryanın önderlik ettiği yeni tipte bir devrimdir. Böylece bu devrim, gerçekte, sosyalizmin gelişmesi için daha da geniş bir yol açma görevini yerine getirir.”(33)Sömürge ve yarı sömürge ülke devrimleri, tabiatları gereği anti emperyalist bir temele dayanan ulusal devrimlerdir. Bir ülke ekonomisi emperyalizme bağımlıysa, o ülkenin siyasi bağımsızlığı biçimseldir. Siyasi yönetimin ipleri emperyalistlerin elindedir. Bu tip ülkelerde proletarya, emperyalizme karşı, emperyalizmden zarar gören bütün sınıf ve tabakaları yönlendirmek, eko-nomik ve siyasi bağımsızlığı kazanmak için, onlara önderlik etmek ve ulusal bir devrim yapmak görevleriyle yükümlüdür. Ulusal devrimi gündeme geti-ren ve zorunlu kılan, ülkenin emperyalizme bağımlı oluşudur.Emperyalizmin açık işgal koşullarında ya da ekonominin candamarını doğ-rudan doğruya elinde bulundurduğu sömürge, yarı sömürge ve yarı feodal ülkelerde devrim, esas olarak emperyalist baskı ve sömürüye karşı ayakla-nırken, onların işbirlikçileri olan feodal toprak ağalarını ve komprador kapitalizmini de karşısına alır. Geniş köylü kitlelerinin, toprak ve özgürlük isteği ile proletaryanın yanında yer almasının nedeni feodal sömürü ve zulümdür. Öne çıkan devrim görevleri ulusal ve demokratik karakterdedir. Sosyalist devrim, ancak ulusal demokratik devrimin zaferinden sonra söz konusudur. Sosyalizmin maddi önkoşullarının bulunmadığı böylesi koşul-larda sosyalist devrimin sözünü etmek “sol” oportünizm olur. Lenin, İki Taktik adlı eserinde, proleter sosyalist devrimden önce burjuva demokratik bir devrimin zorunluluğu konusunda şöyle der: “Rusya’nın ulaşmış olduğu iktisadi gelişme (objektif şartlar) ve geniş proletarya yığınlarının ulaşmış oldukları bilinç ve örgütlenme derecesi (objektif şartlarla kopmaz bağları olan subjektif şartlar) işçi sınıfının şu anda ve tam olarak kurtuluşunu

Page 245: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

imkansız kılmaktadır. Ancak en kalın kafalılar, şu anda gelişmekte olan demokratik devrimin burjuva köklerini inkâr edebilirler; ancak en saf iyim-serler, işçi yığınlarının sosyalizmin amaçları hakkında ve bu amaçlara ulaş-mak için tutulacak yol hakkında henüz pek az şey bildiklerini unutabilirler. Ve hepimiz inanıyoruz ki, işçilerin kurtuluşu, işçilerin kendilerinin eseri olacaktır; yığınların bilinci ve örgütlenmesi olmadan, yığınları burjuvazinin tümüne karşı açık sınıf mücadelesi yoluyla hazırlamadan ve eğitmeden, bir sosyalist devrim söz konusu olamaz.”(34)Leninist ilkeleri Çin koşullarına uygulayan Mao da şöyle der: “… henüz sos-yalizmi kurmaya girişmenin zamanı değildir. Çin’deki devrimin şimdiki görevi emperyalizme ve feodalizme karşı savaşmaktır ve bu görev yerine getirilmedikçe sosyalizm söz konusu değildir. Çin devrimi bu iki adımı, önce yeni demokrasi, sonra da sosyalizm adımlarını atmak zorunda-dır.”(35)Birbirinden farklı iki devrimi, ulusal demokratik ve sosyalist devrimi ve bu devrimlerin koşul ve görevlerini birbirine karıştıranları Mao uyarır. Der ki:“Ama hiçbir kötü niyetleri olmaksızın, ‘tek devrim teorisi’ ve ‘hem siyasi devrimi, hem de toplumsal devrimi bir darbede gerçekleştirme’ hayalci anlayışı ile yola sürüklenen kimseler de vardır. Bunlar, devrimimizin iki aşamaya bölündüğünü, bir sonraki devrim aşamasına ancak birinci aşamayı tamamladıktan sonra varabileceğimizi ve ‘her ikisini de tek bir darbede gerçekleştirmek’ diye bir şey olmadığını anlamıyorlar. Onların anlayışı da çok zararlıdır, çünkü bu anlayış devrimde atılacak adımları birbirine karış-tırmakta ve bugünkü görevin gerçekleştirilmesine yönelik çabaları zayıflat-maktadır. İki devrim aşamasından birincisinin, ikincisinin koşullarını sağladığını ve arada bir burjuva diktatörlüğü aşaması olmasına izin veril-meksizin bu iki aşamanın birbirini izlemesi gerektiğini söylemek Marksist devrimci gelişme teorisine uygundur ve doğrudur. Öte yandan demokratik devrimin kendine özgü bir görevi ve dönemi olmadığını ve başka bir görevle, yani ancak başka bir dönemde gerçekleştirilebilecek olan sosyalist görevler birleştirilip aynı anda gerçekleşebileceğini söylemek, gerçek dev-rimcilerin reddettiği bir görüştür; onların ‘bir darbede her ikisini birden gerçekleştirmak’ dedikleri şey budur.”(36)Görüleceği gibi, Çin devriminin karakteri, anti emperyalist ve anti feodal-dir. Amacı bağımsız ve demokratik bir toplum kurmaktır. Yeni Demokratik Toplum diye adlandırılan bu toplumun siyaseti, özünde köylülerin haklarını

Page 246: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

verme siyasetidir. Bu anlamda Çin devriminin, özünde bir köylü devrimi olduğunu söyleyebiliriz.Mao Zedung’un söyledikleri, Çin için doğrudur… Ama Çin için doğru olanı, farklı koşullara sahip ülkemiz için de kabul etmek yanlış olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bir ülke devriminin niteliğini ve görevlerini belir-leyen, o ülkenin toplumsal ve ekenomik yapısı ve bu yapı üzerinde yükselen siyasal üstyapının niteliğidir.Sorunların yüzeysel, ezberci bir biçimde ele alınışı, emperyalizmin sömürü biçimindeki farklılıkları, ülkenin toplumsal-ekonomik yapısının özgünlü-ğünü, ulusal bileşimindeki özellikleri dikkate almaz ve hazır formüllerle yetinir. Bu anlayışla devrim sorunları çözülmez. Biz, Marksizm-Leninizmin genel teori ve pratiğine dayanarak ne Avrupa ülkelerinde ne de Asya ülkele-rinde örneği varolmayan, ülkemize özgü bir devrim göreviyle karşı karşıya-yız. Ülkemiz koşularına baktığımız zaman, koşulların dayatması sonucu, ulusal, demokratik ve sosyalist görevlerin iç içe geçtiğini görürüz. Nasıl ki ulusal demokratik devrimlerde, ulusal ve demokratik görevler iç içe geç-mişse, bir zincirin birbirine bağlı iki halkasını oluşturuyorlarsa, Toplumsal Demokratik Halk Devrimimizde de ulusal, demokratik ve sosyalist görevler iç içe geçmiştir. Her üç görev, hem birbirlerinden farklı içeriklere ve koşul-lara sahiptirler, hem de bir sürecin zorunlu kıldığı, birlikte ele alınması ve çözümlenmesi gereken görevlerdir. Emperyalist baskı ve sömürüyü yok etmek için ulusal devrim, feodal kalıntıların yarattığı ayakbağlarını temiz-lemek için demokratik devrim görevlerini omuzlayan çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdistan proletaryası, ulusal ve demokratik devrim görevlerinin orta yerine sosyalist görevleri koyabilecek nesnel koşullara sahiptir.Özetlersek: Çin devriminin ulusal ve demokratik karaterlerini belirleyen toplumsal-ekonomik ve siyasal Çin koşullarıyla, ülkemiz koşulları farklı içe-riklere sahiptir. Farklı koşulara sahip ülkelerin farklı devrim süreçleri izle-yecekleri doğaldır.Emperyalizmin sömürü mekanizması değişik ülkelerde farklı biçimlere bürünür; ülkenin ekonomik-toplumsal yapısına göre, farklı sınıflarla işbirli-ğine girişir. Ülkemizde emperyalizmin sömürü biçimi, emperyalizmin işbir-likçilerinin sınıfsal niteliği, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadelesinin niteliği, emekçi kitlelerinin sahip oldukları demokratik, eko-nomik, siyasi hak ve özgürlüklerin düzeyi, feodal kalıntıların düzeyi, köylü mülkiyetinin biçimi, sosyalizmin önkoşullarının ulaştığı düzey, Çin koşulla-

Page 247: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

rından tamamen farklıdır. Biçimsel benzerlikler olmakla birlikte, devrimi-mizi sadece ulusal ve demokratik görevlerle sınırlamak, devrimin sosyalist görevlerini daha sonraki bir aşama içinde düşünmek sağ oportünizme tes-lim olmak demektir.Çin’de emperyalizm, ekonominin kilit noktalarını, ülke hayatının can damarlarını doğrudan doğruya elinde bulundurmaktaydı. 1931’den 1945’e kadar da, Japon emperyalizmi Çin’in büyük bir kısmını açık işgali altında tutmaktaydı. Çin, Türkiye’de olduğu gibi, başarısını sürdürmemiş de olsa ulusal bir devrim sürecinden (Kemalist devrim) geçmemişti. Emperyaliz-min toplumsal dayanağını, esas olarak feodal toprak ağalığı oluşturmak-taydı. Ortaçağ karanlığı ülkeyi egemenliği altında tutmaktaydı. Bu koşullarda devrim, dışta emperyalizme, içte de feodalizme karşı, ulusal ve demokratik görevlerle yükümlüdür. Çözmesi gereken temel çelişme, emper-yalizm ile Çin ulusu arasındaki çelişme ve feodalizmle geniş halk kitleleri arasındaki çelişmedir. Burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişme süreci belirleyecek bir niteliğe sahip değildir.* Siyasal iktidar, yani devlet iktidarı, esas olarak emperyalizmin işbirlikçisi olan feodal toprak ağalığının elinde-dir. Bu süreç içerisinde sosyalist devrim görevlerinin gündeme alınması söz konusu değildir. Genel nüfusunun yüzde seksenini köylülüğün, köylü nüfu-sunun da yüzde yetmişini topraksız ve yoksul köylülüğün, yüzde yirmisini de orta köylülüğün oluşturduğu, sanayi proletaryasının genel nüfusun binde beşini oluşturduğu, sanayisi cılız, ulusal kapitalizmi emekleme halinde, sosyalizmin önkoşulları yok denecek kadar az olan sömürge, yarı sömürge ve yarı feodal bir ülke devrimi, elbette proleter sosyalist devrim ya da bizim düşündüğümüz gibi Toplumsal Demokratik Halk Devrimi ola-mazdı. Bu ülkede devrim, ulusal bağımsızlık ve demokratik devrim görevle-rini yerine getirecek, kapitalizmin gelişmesinin yolunu açacak ve sosyalizmin önkoşullarını uzun bir sürede hazırlayacak olan demokratik halk devrimi olacaktır ve doğal olarak da demokratik devrimin özü toprak devrimi olacaktır.Türkiye-Kürdistan proletaryasının ve emekçi halk kitlelerinin, emperya-lizme, sömürgeciliğe ve feodal kalıntılarına karşı ulusal ve demokratik dev-rim mücadelesi ve bu mücadelenin zorunlu kıldığı siyasal, ekonomik görevler tartışma konusu edilmediği için, bu konulara değinmeyeceğiz. Bizim için söz konusu olan, burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadele ve bu mücadeleye bağlı olarak sosyalist devrim görevlerinin neden Türkiye-Kürdistan devriminin odak noktası olduğudur. Neden siyasi hedefimiz

Page 248: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sadece demokratik halk diktatörlüğü değil de, proletaryanın ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü olan Toplumsal Demokratik Halk Diktatörlüğüdür?Bu diktatörlük, proletaryanın sosyalist diktatörlüğü değildir; fakat Çin’de olduğu gibi yeni demokratik diktatörlük de değildir… bu diktatörlük, prole-tarya hegomanyasında, işçi köylü ittifakının, yarı sosyalist karakterli siya-sal üstyapısıdır. Yarı sömürge bir ülkede, yarı feodal ilişkiler büyük ölçülerde varlığını sürdürebilir, burjuva-demokratik devrim tamamlanma-mış olabilir, ulusal sorun çözümlenmemiş olabilir, siyasi özgürlükler son derece kısıtlı olabilir; fakat böyle bir ülkede kapitalizmin gelişme düzeyi, sosyalizmin inşası için gerekli maddi ön koşulları beli ölçülerde olgunlaştır-mış ise proletaryanın görevleri böyle bir ülkede, Çin örneğinde olduğu gibi, demokratik ve ulusal devrimle sınırlandırılamaz. Bu noktada, Komintern programına yeniden başvurmamız yerinde olacaktır.“Yarı feodal ilişkilerin tarımda büyük ölçüde varlığını sürdürdüğü, ancak buna rağmen sosyalizmin inşası için gerekli maddi ön koşulların belli ölçü-lerde varolduğu, burjuva-demokratik devrimin tamamlanmadığı, kapitaliz-min gelişmesinin, orta düzeyde olduğu ülkeler (İspanya, Portekiz, Polonya, Macaristan, Balkanlar vb.): Bu ülkelerden bazılarında burjuva-demokratik devrim oldukça hızlı bir şekilde gelişerek sosyalist devrime dönüşebilir, diğerlerinde ise burjuva-demokratik devrimin görevlerinden birçoğunu yerine getirmek zorunda olan proletarya devrimi tiplerine gerek duyulacak-tır.”(37)Odak Noktasında Sosyalist GörevlerinYüklü Olduğu Bir Devrimİşte üzerinde düşündüğümüz nokta burada yatmaktadır: “Burjuva-demok-ratik devrimin görevlerinden birçoğunu yerine getirmek zorunda olan pro-letarya devrimi…”Sosyalizmin inşası için gerekli maddi ön koşulların tam anlamıyla olmasa da, belli ölçülerde varolduğu, proletarya önderliğinde geniş bir köylü hare-ketinin koşullarının bulunduğu, orta sınıfların hızla eridiği ülkelerde, bur-juva-demokratik devrim görevlerinin birçoğunu yerine getirmek zorunda olan proletarya devriminin özgül biçimleri düşünülmelidir. Odak nokta-sında sosyalist görevler yüklü olan Toplumsal Demokratik Halk Devrimi-miz, bu tip bir devrim olacaktır; bu devrim, feodal kalıntıları bağrında taşıyan, geri kapitalist yarı sömürge ülkelere özgü bir devrim tipidir… Böyle bir devrimin başarısı, çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdistan prole-

Page 249: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

taryasının, devrimin nesnel koşullarına bağlı olarak öznel koşuları hazırla-masına bağlıdır. Türkiye-Kürdistan proletaryasının örgütlenmesi, geniş emekçi kitlelerle bağların kurulması, özellikle Kürt ulusal hareketinin dev-rimci dinamizminin devrimimize doğru biçimde kanalize edilmesi görev-leri, YDD’lerin omuzlarında bulunmaktadır.Önce, sosyalizmin maddi ön koşullarından ne anladığımızı açıklayalım.1. Üretim araçlarının yoğunlaşması.2. Emeğin dev boyutlarda toplumsallaşması.3. İşçi örgütlerinin güçlenmesi.Bu koşulların varolması ve gelişmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin varlı-ğına ve gelişmesine bağlıdır. Kapitalist üretim ilişkileri, üretim araçlarının özel mülkiyetine ve ücretli emeğin sömürülmesine dayanır. Bu ilişkilerin topluma egemen olması demek, üretimin esas olarak pazar için yapılıyor olması demektir; o toplumda üretim araçlarının egemen mülkiyet biçiminin kapitalist özel mülkiyet biçiminde olması ve esas sömürünün ücretlilerin sırtından sağlanması demektir. Yani ücretli emeğin egemen durumda olması demektir. Ülkemiz, feodal kalıntıları bağrında taşımakla birlikte, emperyalizme bağımlı kapitalist üretim ilişkileri egemen durumdadır. Bu konunun ayrıntıları ile açıklanması ayrı bir yazı konusudur ve ilerki yazıla-rımızda sunacağız.Biliyoruz ki, uluslararası proleter sosyalist devrim genel olarak kapitalist gelişmenin koşullarından, özel olarak da onun emperyalist aşamasından doğar. Amacı, burjuva toplumunun mülkiyet ilişkilerini zor yoluyla yıkmak-tır, sömürücü sınıfları mülksüzleştirmektir. Toplumun ekonomik temelini köklü bir biçimde yeniden kurmaktır. Bunun için siyasi iktidarın proletar-yanın eline geçmesi gereklidir. Bu anlamda, siyasi iktidarın proletaryanın eline geçmesi proletarya devrimidir. Toplumsal Demokratik Halk Devrimi, proletarya devriminin bir biçimi, fakat tamamen kendisi değildir; onun ülkemize özgü ön aşamasıdır. Böyle bir devrimin gerçekleşebilmesi için sosyalizmin maddi önkoşullarının belli oranlarda varolması ve gelişmesi gerekmektedir. Bu da, ülkemizdeki kapitalist gelişme koşullarına bağlıdır.Emperyalizmin baskı ve sömürüsü altında bulunan ülkelerde, kapitalizm, emperyalizme bağımlı da olsa, sonuçları bakımından emperyalist ülkelerin kapitalist gelişmelerine hizmet de etse, o ülkede, sosyalizmin maddi önko-şullarının belli oranlarda yaratılmasına yol açar. Dev boyutlara ulaşmasa da emeği toplumsallaştırır, üretim araçlarını yoğunlaştırarak merkezileş-

Page 250: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mesine yol açar, işçi örgütlerinin güçlenmesinin koşullarını yaratır. Hele bizimki gibi, emperyalizmin feodalizmle değil de, burjuvaziyle işbirliği halinde bulunduğu ülkelerde, kapitalist gelişme daha hızlı bir seyir izler. Yarı sömürgelerde emperyalizmin kapitalizmi geliştirmediği söylenir; bu, o ülkenin ulusal kapitalizmi anlamında doğrudur ama genel anlamda yanlış-tır. Emperyalizme bağımlı kapitalizm, emperyalist ülkelerdeki kapitalizmin bir parçasıdır ve onun gelişmesinin ve çökmesinin koşullarına yardımcı olur. Üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin toplumsal niteliği ara-sındaki çelişme, emperyalizme bağımlı geri kapitalist ülkelerde de gündem-dedir. Bu çelişmenin sınıfsal plana yansıması burjuvazi-proletarya çelişmesidir ve yarı sömürgeler için değişik bir özeliğe sahiptir. Emperya-list ülkelerde bu çelişme, emperyalist ülkenin proletaryası ile burjuvazisi arasında iken, yarı sömürgelerde, yarı sömürge ülkelerin proletaryası ile burjuvazisi ve o ülkeleri sömüren emperyalist ülkelerin burjuvazisi arasın-dadır… çünkü, üretim araçlarının özel mülkiyeti, bir bütün olarak, tek başına yarı sömürge ülkelerin burjuvalarına ait değildir. Gerek yatırımlar, gerekse sermaye ihracı ile emperyalist burjuvaziye bağlı olan işbirlikçi bur-juvazi, tek başına proletaryanın karşısında değildir. Suç ortakları olan emperyalistler ve feodal kalıntılarla birlikte proletaryanın karşısındadır.Demokratik ve ulusal devrim görevlerinin orta yerine sosyalist görevlerin yerleşmesinin nedeni, üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin top-lumsal niteliği arasındaki çelişmenin, belirleyici bir düzeye yükselmesidir. Toplumsal Demokratik Halk Devrimi, emperyalizmle Türkiye-Kürdistan halkları arasındaki çelişmeyi, feodal kalıntılarla geniş halk kitleleri arasın-daki çelişmeyi, ancak işbirlikçi burjuvazi ile çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdistan proletaryası arasındaki çelişmeyi temel alarak çözebilir.Daha önce de belirtiğimiz gibi, İkinci Paylaşım Savaşı, ABD emperyalizmini, dünya kapitalizminin belkemiği durumuna yükseltecek ekonomik, askeri ve siyasi koşulları doğurdu. Dünyanın yeniden paylaşılması için verilen emperyalist yağma savaşı bitmiş, fakat paylaşım henüz bitmemişti; yeni yöntemlerle, yeni sömürgecilik yöntemleriyle sürmekteydi. Savaş öncesi, İngiliz, Fransız, Alman, Japon vb. emperyalistlere bağımlı bulunan birçok ülke efendi değiştiriyordu. Türkiye de efendi değiştiren ülkelerden biriydi. Özellikle Marshal Yardımı ile başlayan Amerikan “yardımı”, dünyanın bir-çok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de ürünlerini vermeye başladı. Eko-nomik bağımlılık, askeri ve siyasi bağımlılığı da beraberinde getirdi. ABD emperyalizminin çıkarlarına uygun siyasi bir iktidar oluştu. ABD emperya-

Page 251: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lizminin dış siyaseti neyi emrediyorsa, Bayar-Menderes diktatörlüğü onu uyguladı. Kore Devrimi’ni bastırmak, Kore’li işçilere ve köylülere karşı savaşmak için Kore’ye asker gönderildi. O zamanlar sosyalist olan Sovyetler Birliği’ni kuşatmak için ABD’ye bütün olanaklar sağlandı; ülke toprakla-rında Amerikan üsleri kuruldu. İkili anlaşmalarla, köleliğin gerektirdiği askeri ve siyasal bütün adımlar atıldı. 1950’ler, aynı zamanda yarı feodal ekonominin temellerinin çatırdadığı yıllardır. Bu yıllar, karayollarının yapı-mının hızlandığı, sanayi için altyapı kurumlarının oluşturulmaya çalışıldığı, tarım ürünlerinin daha geniş pazarlara ulaştığı, pazar ekonomisinin geliş-tiği, şehirlere akınların yoğunlaştığı, proleterleşmenin hızlandığı yıllardır. Emperyalizme bağımlı kapitalist gelişme, toplumsal farklılıkları alabildi-ğine belirginleştiriyordu…Modern üretim araçları, tarıma da giriyor, toplumsal uyanışı hızlandırı-yordu. Türkiye, ABD’nin bir yarı sömürgesiydi artık. Ancak 1960’lardan sonra, diğer empeyalist ülkelerle, özellikle de Batı Almanya ile ilişkiler yoğunlaşmış ve Türkiye 1980’lere gelindiğinde genel olarak emperyalizmin, özel olarak ABD ve Batı Alman emperyalizminin yarı sömürgesi haline gel-miştir. Türkiye’nin yeniden yarı sömürge olma süreci, aynı zamanda Türki-ye-Kürdistan devriminin koşullarının olgunlaşması sürecidir de. Dışa bağımlı da olsa, sanayide ve tarımda meydana gelen kapitalist gelişmeler, sonuçları bakımından üretim araçlarının oldukça yoğunlaşmasına, üretimin toplumsallaşmasının büyük boyutlara ulaşmasına ve güçlü bir işçi sınıfının yaratılmasına yol açmıştır.Ülke ekonomisine, buna bağlı olarak da toplumsal-siyasal-kültürel vb. yaşama damgasını vuran esas güç, işbirlikçi kapitalizmidir. Bu kapitalizmin niteliğini belirleyen şey, daha önce de belirttiğimiz gibi, emperyalizme bağımlılığıdır. İşleyişi, gelişme yönü emperyalistlerin çıkarlarına göre biçimlenmektedir. Ülke içinde gelişen kapitalizm emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bu anlamda ülke ekonomisine egemen olan, ona yön veren esas güç emperyalizmdir. Yine bu anlamda, siyasal yaşama damgasını vuran, siyasal yaşamı yönlendiren esas güç, ABD ve Batı Alman emperyaliz-midir.Dünya genelinde egemen olan ekonomi, siyaset, ideoloji ve kültür, dünya genelinde egemenliğini sürdüren emperyalist burjuvazinin damgasını taşır. Sömürge ve yarı sömürgelerde varlığını sürdüren emperyalizme bağımlı kapitalizm, sömürge, yarı sömürge halklarının vahşice sömürülmesi, ezil-

Page 252: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mesi pahasına, dünya çapında üretimin yoğunlaşmasına, sermayenin mer-kezileşmesine hizmet eder. Türkiye-Kürdistan’da görülen o ki, üretime ve sermayeye, emperyalistlerle işbirliği yaparak egemen olan bir avuç tekel işbirlikçisi burjuva, sermayenin emperyalist metropollerde merkezileşme-sine hizmet etmektedirler. Bu açıdan baktığımız zaman, ülkemizde esas ola-rak işbirlikçileri aracılığı ile iktidara egemen olan emperyalizmi, özellikle de ABD ve Batı Alman emperyalizmini görürüz. Bu nedenledir ki, anti emperyalist ulusal devrim, sosyalist devrim görevleriyle birlik içinde olma-nın koşullarına sahiptir.İşbirlikçi büyük burjuvaziyi, İkinci Dünya Savaşı öncesinden ve sırasında bazı ülkelerde olduğu gibi, kendi içinde etiketlerken, şu ya da bu emperya-list devlete şu ya da bu oranda bağımlılıkları tartışılarak, aralarına kesin bir çizgi çekmek mümkün değildir. Yani saf ABD işbirlikçisi, saf Batı Alman işbirlikçisi, saf İngiliz, Fransız, İtalyan vb. işbirlikçisi burjuvazi gibi ayırım-lar yapmamızı gerektirecek ayrıcalıkları yoktur. Böylesi kesin bir ayrım, ancak emperyalist işbirlikçileri ile sosyal emperyalizmin işbirlikçileri ara-sında yapılabilir. Bütün emperyalistler gibi, her türden emperyalist işbirlik-çiler de devrimimizin düşmanlarıdır. Bu nedenledir ki, emperyalizme karşı mücadele ile, işbirlikçi kapitalizme karşı mücadele, ulusal ve sosyalist dev-rim görevleri iç içedir.Türkiye, yarı sömürge, yarı feodal değil, yarı sömürge geri kapitalist bir ülkedir. Feodal kalıntılar, ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel hayatı-mızda küçük oranda da olsa bir etkinliğe sahip olmakla birlikte, “yarı sömürge, yarı feodal” tesbitine haklılık kazandıracak bir ağırlığa sahip değildir. Feodal sömürü sisteminin temeli olan, köylülüğün toprak ağaları sınıfı tarafından sömürülmesi, 1950’lerden bu yana, yerini esas olarak kapi-talist sömürü biçimine bırakmıştır. 1980’lerde, işlenen toprağın yüzde alt-mışına yakın bölümünde ücretli emek kullanılmaktadır ve modern üretim araçlarıyla tarım yapılmaktadır. Yüzde kırk kadarında ise, küçük ve orta köylü işletmeleri bulunmaktadır. Ki bunlar da, esas olarak pazar için üre-tim yapmaktadırlar… Bu tarımda varlıklarını sürdüren toprak ağalığı eko-nomisi, esas olarak Kürdistan’da görülmektedir ve bunlar da iç başkalaşmaları sonucu, hem feodalizmin, hem de işbirlikçi kapitalizmin özelliklerini kendi bünyelerinde birleştirmişlerdir.Bu özelliklerdir ki, köylülerin feodal kalıntılara karşı mücadelesi ile işçile-rin işbirlikçi kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadeleleri iç içe geçmiş-

Page 253: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

tir. Köylü hareketi, tabiatı gereği sosyalist değil, demokratik bir harekettir. Sosyalist mücadele ile demokratik mücadele, amaç ve koşulları bakımından birbirinden farklı olmakla birlikte, içinde bulunduğumuz koşullar, bu iki ayrı mücadeleyi aynı zamanda sürdürmemizi emretmektedir. Bu konuda YDD’ler, Rusya Sosyal Demokratlarının mücadelelerini kendilerine örnek almalıdırlar.Lenin şöyle der: “Sınıf bilinçli bir işçi, sosyalist mücadele uğruna demokra-tik mücadeleyi ya da demokratik mücadele uğruna sosyalist mücadeleyi unutabilir mi? Hayır, sınıf bilinçli bir işçi kendisine sosyal demokrat adını verir, çünkü bu iki mücadele arasındaki ilişkiyi kavrar. Demokrasi yolunda, siyasal özgürlükler yolundan vazgeçmeksizin sosyalizme giden bir yol olmadığını bilir. Bu nedenle, nihai amaç olan sosyalizme ulaşabilmek için tam ve tutarlı bir biçimde demokrataşmayı elde etmek için çabalar. Demko-ratik mücadele ile sosyalist mücadelenin koşulları niçin aynı değildir?Çünkü işçilerin elbette bütün mücadelesinin her birinde, farklı yandaşları olacaktır. İşçiler, demokratik mücadeleyi, burjuvazinin bir kesimi, özellikle küçük burjuvazi ile birlikte yürütecektir. Öte yanda, sosyalist mücadeleyi ise burjuvazinin tümüne karşı yürütecektir. Bürokrata ve toprak beyine karşı verilen mücadele, bütün köylülerle birlikte hatta hali vakti yerinde köylülerle ve orta köyülerle birlikte yürütülebilir ve yürütülmektedir. Öte yandan, burjuvaziye karşı mücadele, ancak kır proletaryası ile birlikte ve bundan dolayı da hali vakti yerinde olan köylülere karşı tutarlı bir biçimde yürütülebilir.”(38)Türkiye-Kürdistan’da, işçilerin, köylülerin ve şehir küçük burjuvazisinin içinde bulunduğu koşulların farklılığı, onların farklı mücadele amaçlarına sahip olmalarına yol açmaktadır. Farklı amaçları içeren mücadeleleri birbi-rine karıştırmak, YDD’lerin siyasi iflaslarına yol açar.Bu sınıfların mücadele hedefleri ayrı ayrı olmakla birlikte, düşmanların biçimsel ayrılıklarına karşın öz olarak aynılığı, geçici de olsa, onları bir araya getirebilir. Sonunda ayrılık kaçınılmaz olmakla birlikte, belli bir nok-taya kadar yol arkadaşlığı yapılabilir. Bu noktada YDD’ler farklı sınıfların farklı istek ve amaçlarını en berrak bir biçimde kavramalı ve bunları birbi-rine karıştırmadan, mücadelelerini toplumsal devrim mücadelemizin geliş-mesine yararlı kılmalıdırlar.Sonuç Olarak

Page 254: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Toplumsal Demoratik Halk Devrimi, çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdis-tan proletaryasının şehir küçük burjuvazisinin ve köylülüğün, emperya-lizme, işbirlikçi kapitalizme ve feodal kalıntılara karşı, ulusal, demokratik ve sosyalist görevlerle yüklü devrimidir. Proletaryanın önderliğinde gerçek-leştirilecek olan bu görevlerden herhangi birinin ihmali ya da başka bir aşamaya bırakılması düşünülemez. Ekonomik talebi, gerek özel, gerekse devlet mülkiyetinde görünsün, bütün kapitalist büyük işletmelere, büyük üretim araçlarına, bankalara, madenlere, dış ticarete ve büyük iç ticarete, büyük topraklara derhal tazminatsız el koymaktır. Kamu mülkiyeti ve kolektif mülkiyet egemen mükiyet biçimi olacak, küçük ve orta çaplı mülki-yete denetim altında, belli bir süre izin verilecektir. Bu anlamda, sosyalist uygulamalar devrimin ağırlık noktasını oluşturacaktır. Bu nedenledir ki, devrimimiz, bir köylü devrimi olan Çin Halk Devrimi’nden farklıdır ve yarı sosyalist karakterlidir. Toplumsal Demokratik Halk Devrimimizin koşulla-rını ve içeriğini daha iyi anlatabilmek için, 1917 Şubat Devrimi sonrasını ve 1917 Ekim Devrimi’nin koşullarını incelememiz gerekmektedir. Önümüz-deki yazılarda bu görevi yerine getireceğiz.

halkcephesi.net

Page 255: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

NE İÇİN SAVAŞIYORUZ?Yurtsever Devrimci Demokratlar, bu yazıda ortaya koyduğumuz görüşleri, özenle ve cesaretle aralarında tartışmalı, eleştiri ve önerilerini en kısa zamanda bağlı bulundukları bölge sorumlularına bildirmelidirler. Bazı arkadaşlarımızın eleştiri ve önerilerini bize iletme olanakları henüz yoktur. Onlarla en kısa zamanda bağlarımızı ve haberleşme olanaklarımızı yarata-cağız.Hiçbir yazımız, düşünce ve görüşlerimizin tamamlanmış, son noktası konul-muş ve değişmez ifadesi değildir; birçok konuyu, bizler de araştırma sıra-sında derinleştirme ve köklü kavrama olanağını bulabiliyoruz. Daha önce hiç düşünmediğimiz, düşünemediğimiz bir yığın sorun, pratik çalışmaların ve zorunlukların dayatması sonucu karşımıza çıkmaktadır. Lenin “Marksiz-min, kitlelerin pratiği okulunda öğrenim yaptığı söylenebilir” der.(39) Mücadele, yazıların sınırları içinde kalamaz; gelişmeye açık her nokta, her ipucu, özüne bağlı kalınarak, kavrayışımız temeline bağlı kalınarak gelişti-rilmeli, geliştirilerek değiştirilmelidir. Kimi konularda, merkezi yapının yetmezliği, yerel çalışmaları olumsuz yönden etkiliyebilir. Her şeyi merkez-den beklemek, merkezin her zaman doğru düşüneceğini ve merkezin her yere ulaşabileceğini varsaymak kimi zaman olumsuzluklar doğurabilir. Bu, merkeze güvenmeyin, her şeyi siz bildiğiniz gibi yapın demek değildir. Bu, merkezin bütün alt örgütlenmeler tarafından bilimsel temelde denetlen-mesi, körü körüne, bürokrat bir anlayışla kafa sallanmaması için bir uyarı-dır. Merkezde değişiklikler olabilir, merkez revizyonizmin eline geçebilir, kimi zaman sağ ve “sol” oportünist egemenlik kurulabilir. Böyle dönemler mutlaka yaşanacaktır demiyoruz; ancak tabanın siyasi uyanıklığı, Mark-sizm-Leninizmin ilkelerine bağlılığı, ilkeli mücadele anlayışı, merkezden meydana gelecek olumsuzluklara ve yetmezliklere gereken müdahaleyi gös-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 256: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

terebilir. En tehlikeli devrimci tipi, “sallabaş” devrimci tipidir. Sallabaşlık bürokratizm belirtisinin bir biçimidir. Her konuda farklı görüşler, farklı düşünceler olabilir. Bütün unsurların her konuyu aynı biçimde, aynı açıdan tornadan çıkmışçasına kavraması beklenemez. Özü aynı, biçimi ve ifade edilişi farklı görüşler, görüşmeler yoluyla tartışılarak dil ve ifade birliğine kavuşturulabilir. Esas olan özdür. Esas olan pratiğe yansıyıştır, bu da irade birliğini zorunlu kılar. Tartışmalar sonucu alınan karar belirleyicidir. Biçimsel farklılıklar giderilebilinir. Farklı görüşler öze ilişkinse, bu görüşler ilke ayrılıklarından kaynaklanıyorsa, ilke ayrılıkları örtbas edilemezler. Bu konular, gizlilik ilkeleri dikkate alınarak, açıkça yaygınlaştırılmadan, ilkeli bir biçimde, görüşmeler yoluyla, sorumlu arkadaşlarla tartışılmalıdır.Ancak tartışmalar yazı kurulu ile tartışmayı gerektirecek noktaya gelmişse, yazı kurulu ile karşılıklı tartışmalar sonucu da taraflar ikna edilememişse, ayrılık noktaları aynı çatı altında bulunmayı engelleyecek denli önemli sorunları içeriyorsa, pratik çalışmalarımıza zarar veriyorsa, bir hizip ve gruplaşma (olumsuz yönde) temeli yaratacaksa, gecikmeden, hiç zaman kaybetmeden sorunun köklü çözümüne gidilmelidir. Yurtsever Devrimci Demokratlar, kendi aralarında en geniş demokrasi kurallarını uygulayarak bilimsel tartışmalar yoluyla, ideolojik mücadele yoluyla sorunlarını çözemi-yorlarsa, iş ayıklamayı gerektiriyorsa, bu konuda kararsız olunmamalıdır. Bedeni kurtarmak için kolumuzu bile kesmek gerekiyorsa, o kol, acısı göze alınarak, eksikliği göze alınarak, getireceği zararlar göze alınarak kesilme-lidir. Yalnız başına ideolojik mücadele ile oportünizm yenilemez. Farklı iki sınıf ideolojisi, farklı iki sınıf siyaseti, örgütlenme anlayışı, bir çatı altında sistemleşmiş haliyle barınamaz, barındırılmamalıdır da. Ancak farklı sınıf görüşleri, sistemleşmemiş bile olsa, bir çatı altında yaşar demek de istemi-yoruz. Burjuvazi varoldukça, onun siyaseti ve ideolojisi, kültürü ve düşünce biçimi şu ya da bu oranda bizleri etkileyebilir. Etkilenmemek diyalektiğin yasalarına aykırıdır. Bu yasanın bilincinde olmak, her türden burjuva reviz-yonist görüşlerin etkisine karşı, hangi kılıkta ortaya çıkarlarsa çıksınlar, uyanık olmamızın önkoşuludur. Fakat her farklı kavrayış ve ifade biçimini de en kestirme ve en kolaycı bir anlayışla “burjuva görüş, revizyonist görüş” olarak tanımlamak ve kişisel sürtüşmeleri bile bu açıdan ele almak yanlış olacaktır. Kişisel sürtüşme gibi görünen, özünde ise sınıfsal sürtüşme olan sürtüşmeler de vardır. Fakat Yurtsever Devrimci Demokratlar, hiçbir kılıfın, kılıfı olduğu şeyden daha uzun ömürlü olmayacağını bilirler.

Page 257: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yazılarımız incelenirken, sürekli bir biçimde, esas olarak Marx, Engels ve Lenin’e danışmak temel yöntemimiz olmalıdır. Marksizm-Leninizmin usta-larının çeşitli yazıları, düşünceleri, tarihi ve siyasi koşullara bağlı olarak değerlendirilmeli, ne yazdığından, ne söylediğinden çok, içinde bulunduk-ları koşuları nasıl değerlendirdikleri ve buna bağlı olarak nasıl düşündük-leri, nasıl bir mantık izledikleri dikkate alınmalıdır. Sorunlara böyle bakmazsak bilincimiz eskici dükkanına döner… Marksizm-Leninizmin temel ilkelerinden biri şudur: Marksizm-Leninizmin evrensel ilkelerini, ülkenin somut devrimci pratiğine yaratıcı bir biçimde uygulamak. Bu ilkeyi gerek-tiği gibi hayata geçirmezsek devrim yapamayız. Türkiye-Kürdistan’ın özgül konumu kendine özgü bir devrimi gündemine almıştır. Bu devrimin izleye-ceği yol, Türkiye-Kürdistan gerçeği ve bu gerçeğin siyasal alana yansıması-nın bir ifadesi olan Yurtsever Devrimci Demokratların hayatın her alanında sürdürecekleri çabalar tarafından belirlenecektir. Tarihi, toplumsal, ekono-mik anlamlarda, farklı koşullara sahip ülkelerde, farklı devrim süreçlerinin oluşturacağı bilinen bir gerçektir. Ülkemiz devrimcileri bu evrensel gerçeği dillerinden düşürmemekle birlikte, gösterdikleri pratik bu gerçeğin hayata uygulanışı değildir. Latin Amerika devrimci mücadelesinin örneklerinden, Çin Halk Devrimi’ne kadar, ne denli devrim örneği varsa, şu ya da bu grup-larca, biçimsel anlamda kopya edilmeye çalışılmıştır. Bir ağacın gölgesinde bir başka ağaç yetişmez, bir ırmakta iki kez yıkanılmaz, bir çiçek bir kez meyve verir… Sorun, dünya devrimci pratiğinin çeşitli örneklerini kopya etmek değildir; sorun başarıya ulaşmış devrimlerin izlediği yolun, bütün yönleriyle özünden kavranmasıdır; yenilmiş devrimlerin yenilgi nedenleri-nin özünden kavranmasıdır. Sorun, bugüne kadar Türkiye-Kürdistan devri-minin neden başarılamadığı sorunudur. Geçen sayımızın sonunda, Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi’nin koşulla-rını ve içeriğini daha iyi anlatabilmek için, 1917 Şubat Devrimi sonrasını ve Ekim Devrimi koşullarını incelememiz gerektiğini söylemiştik. Ancak pratik çalışmalarımızın acil kıldığı bir başka sorunu ön plana almak zorunda kal-dık. Olanaklarımızın (kağıt, baskı vs.) kısıtlılığı yüzünden, bu görevi gele-cek sayımıza bırakıyoruz. Arkadaşlarımızın içinde bulunduğumuz koşullarda, karşı karşıya olduğumuz maddi zorlukları ve bunlardan kaynak-lanan sınırlamaları anlayacaklarını umuyoruz.Bir Sarsıntı Dönemi ve Devrimin Örgütlenmesi GöreviNicel anlamda ne denli cılız olursak olalım, önümüze amaç olarak koyduğu-muz devrim görevleri karşısında ne denli çaresiz kalırsak kalalım, ideolo-

Page 258: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

jik-siyasi kavrayışımız doğruysa, doğru bir örgütlenme anlayışına sahipsek, zorlukları yenmede kararlıysak, sabrımız tükenmezse, her konuda varolan eksiklerimizi gidermenin ve kendimizi ve de kitleleri yeniden ve yeniden örgütlemenin yollarını mutlaka bulabiliriz. Kendimizi ve kitleleri değişen koşullara göre seferber edebiliriz. Kendimizi örgütlemek ile kitleleri örgüt-lemek, hem birbirine bağlı, hem de birbirinden ayrı iki iştir; amaç ve koşu-ları bakımından birbirinden farklıdır. Kitleleri örgütlemek isteyenler, öncelikle kendilerini yenilemek ve örgütlemek zorundadırlar; kendisini ve kendilerini örgütleyemeyenler kitleleri örgütleyemezler. Aynı zamanda, kit-lelerin örgütlenmesi ihtiyacını duymayanlar, kendilerini de örgütleyemez-ler. Devrim örgütlenmeleri, kendilerini gerekliliğe göre yeniler ve örgütlerken, gerekliliğin sürekli hareket ve değişim içinde olduğunu, eski mücadele yöntem ve biçimlerinde direnmenin ve yetinmenin hayatla çelişe-ceğini ve gelişmenin gerisinde kalınacağını bilmelidirler; geride kalmak, anında toparlanılmazsa, çiğnenmenin ilk adımıdır. Açık yürekle itiraf etme-liyiz ki, ülkenin toplumsal siyasal çalkantılarına neden olan maddi koşulla-rından kaynaklanan değişik nitelikli birçok olay bizim dışımızda oluştu. Açık söylemek gerekirse biz, olayların kuyruğuna bile takılamadık. Olayla-rın kuyruğuna takılacak kadar bile örgütlü gücümüz yoktu. Çeşitli siyasal toplumsal olaylar karşısında sessiz kalındı. Revizyonist, oportünist vs. diye nitelediğimiz birçok siyasi hareket bizden daha cesur adımlar attı. Doğru, yanlış, görüşlerini açıkladılar, kitlelere seslendiler… Bütün bunlar, teorik olarak ne dersek diyelim, doğru bildiğimiz siyasal ideolojik tesbitlerimizi maddi güç haline getirebilecek ciddi bir örgütlenmeyi ve örgütlü çalışmayı hayata geçirememiş olmamızın sonucudur. Teorik olarak ne denli “doğru-lara” sahip olursak olalım, pratik örgütlenme görevini yerine getiremiyor-sak, siyasi-ideolojik kavrayışımızın kitlelere ulaştırılamayacağını bilmeli ve örgütlenme konusundaki anlayışımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.Hiçbir siyasi örgütlenme, en olgun biçimiyle hayata atılmamıştır, atılamaz da. Ancak diyalektik materyalizmi gerçek anlamda kendilerine kılavuz edi-nenler, sınıf mücadelesinin siyasi ideolojik ve örgütsel gerekliliklerini pra-tik çalışma içinde esas hatlarıyla kavrayabilenler, ne denli hatalara düşerlerse düşsünler, hataları ve yetmezlikleri karşısında cesur ve bilime dayalı bir hat izlemeyi başarabilirler; eksiklerini sabırla, fedakârca gidere-bilirler ve gelişmelerini sağlayabilirler; devrim görevlerini yerine getirebi-lirler. Hiçbir siyasi hareket, hata yaptığı için mahvolmaz; hatalarının farkına ve bilincine varamayanlar, varsalar bile üstüne üstüne gidemeyen-

Page 259: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ler, gitseler bile hatanın kaynaklarını doğru tesbit edemeyenler ve gerekli adımları atamayanlar mahvolurlar; üstelik bu mahvoluş kendi sınırları dışındakileri de etkiler. Hayatın verdiği yenilgi cezasını hazmedemeyenler, devrimin önüne “devrim” maskeli bir engel olarak dikilirler.Hareketimiz, hem kendisini doğuran, hem de kendisi tarafından kazanılan ve biçimlendirilmeye çalışılan bir avuç arkadaştan oluşuyor. Bu arkadaşlar, hareketimizi hem geliştirecek, hem de olumsuz yönde etkileyecek yönleri bağırlarında taşımaktadırlar. Her birim, olumlu yönleriyle, çalışkan, kararlı, fedakâr yönleriyle, devrime duydukları inancı siyasi bilinçleriyle dokuyarak daha da pekiştirirken, kitlelere olumlu örnekler olurken, olum-suz yönleriyle de hareketimizin gelişmesinin engelleri olurlar… Olumlu ve olumsuz yönlerimizi birlikte almak, olumlu yönlerimize dayanarak, olum-suz yönlerimizi yenmek zorundayız. Bütün yönlerimizle yeterli olmamız, burjuva-feodal etkilerden kısa zamanda sıyırılabilmemiz, irademize bağlı bir şey değildir. Bolşevik disiplin ve ahlak, ancak Bolşevik yapıya sahip bir örgütlenme içinde kazanılabilir; öyle bir örgütlenme yapısı oluşturmalıyız ki, kendisine uymayanları kaldırıp atabilsin. Kaba hatlarıyla bile olsa, yüzeysel de olsa, Bolşevik anlayışa ve ruha sahip olunmadan da Bolşevik örgütlenme yaratılamaz. Sözlerimiz çelişkili gibi görünebilirse de, çelişkili değildir; birey-örgüt, örgüt-birey karşılıklı etkileme ve koşullandırma süreci, örgütsel yapıyı ve örgütlü bireyi geliştirecek, çelikleştirecektir. Doğru bir ideoloji ve siyasete dayanmadan, sağlıklı bir örgütlenme oluştu-rulamaz; sağlıklı bir örgüt yapısı olmadan, sağlıklı kadrolar yetiştirilemez; doğru bir ideoloji-siyaset temelinde kurulmuş bir örgütlenme ve örgüt-lenme içinde pekiştirilmiş, çelikleştirilmiş kadrolar devrimin başarısı için önkoşuludur… Ancak son çözümlemede belirleyici oran kitlelerdir. Kitleler içinde erime yeteneği kazanmamış kadrolar devrimci mücadele süreci içeri-sinde kitlelere önderlik edemezler. Hareketimiz bu yetenekteki kadroları yetiştirecek düzeye henüz ulaşamamıştır. Bazı arkadaşlar, hareket ayrı, kendileri ayrı bir hava içindedirler. Bazıları da kendilerini hareketin yerine koyuyorlar. Bunlar yanlıştır. Bireylerimiz toplamı hareketimizin nicel gücünü meydana getirir. Hareketimizin toplamı örgütlümüzün hareketini yaratır. Maddi manevi güçlerimiz toplamı, hare-ketimizin maddi manevi gücünü meydana getirir. Bizler, bir canlıyı vareden bütün iç dış organları gözönüne alarak, kendimizi bu organlardan birisi yerine koymalıyız. Yani bizler, tek tek, tek başımıza bir bütün değil, bütünü meydana getiren parçalardan biriyiz. İnsanın iç organlarını ele alalım. Her-

Page 260: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

hangi bir organın görevini yerine getirebilmesi, nasıl ki diğer organların çalışmalarını olumsuz yönde etkilerse, örgütsel yapı içerisinde de buna benzer sonuçlar kaçınılmazdır. Bu açıdan baktığımız zaman ne denli aksak-lıklar içinde olduğumuz görülecektir. Ancak, hareketimiz kendisini sürekli yenileyecek, aşabilecek bir öze sahiptir.Devrimci hareketin yükseldiği ya da yenilgilerin devrimci hareketleri sars-tığı dönemler ya da devrimin yeni koşullarla karşı karşıya geldiği dönem-ler, siyasi hareketlerin çalkalanma, bölünme, yeniden toparlanma, sarsıntı dönemleridir. Böylesi dönemlerde, hareketlerde sağcılık, “sol”culuk ve doğru çizgiye en yakın sayabileceğimiz ortacılık görünür. Ortacılar, hem sağa, hem de “sol”a karşı mücadele yürütmek zorundadırlar. Onlar sağa yaslanarak “sol”a, ya da “sol”a yaslanarak sağa karşı mücadele yolun seçe-mezler. İşte içinde bulunduğumuz durum, genel devrimci hareketin kabuk değiştirmek zorunda olduğu, sağcılık, “sol”culuk ve ortacılığın en açık biçi-miyle kendisini gösterdiği bir durumdur. Ve kendimizi yeni durumun görevleri karşısında uyanık tutmak zorundayız. Hiçbir siyasi hareket, sağ ve “sol” kabuğunu dökmeden gelişemez… Biz de bu süreçten zorunlu olarak geçeceğiz, geçmekteyiz de.Gerek sağcılık, gerekse “sol”culuk, gerçek yüzüyle ortaya çıkmaz. Kendisini çeşitli kılıklarda gösterir. Ve hatta öyle dönemler olur ki, sağ ya da “sol”, yukarda açıkladığımız anlamda kendisini “ortacı” kılığında da gösterebilir. Ve bugün, bu anlamda, hareketimizin pratik çalışmalarına egemen olan “ortacı” kılığındaki sağcılıktır. Fakat, “sol” anlayışın sağcılığın ikiz kardeşi olduğunu, kimi zaman sağcılığın örtüsü biçiminde kendini gösterdiğini unutmamak zorundayız. 1980 başlarıyla, şu an içinde bulunduğumuz durumu kıyaslarsak, bugün çok daha ileri ve gelişmeye açık bir düzeyde olduğumuz yadsınamaz. Gazetemi-zin yayın hayatına atılması, yetersiz ve sınırlı dağıtım olanaklarımıza, dağı-tımdaki yanlışlık ve deneysizliklerimize karşın, görüş ve düşüncelerimizin maddi bir güç haline gelmesinin ilk birikimlerini yaratmada yararlı olmuş-tur. Fakat yine de oldukça yetersiz olduğumuzu kabul ediyoruz. Bu yetersiz-liği mutlak bir biçimde gidermek mümkün değildir. Her zaman içinde bulunduğumiuz koşullara bağlı olarak yetersiz kalacağız. Yetersizliğimizin bilincine varmamız, gelişmemizin öznel anlamda itici gücü olacaktır.İçinde bulunduğumuz durum ve görevlerimiz: Kapitalist toplumun temel çelişmesi, üretim araçlarının özel mülkiyeti ile

Page 261: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

üretimin toplumsal niteliği arasındaki çelişmedir. Bu, aynı zamanda özel işletmelerin örgütlü nitelikleri ile üretimin ülke çapındaki örgütsüz niteliği arasındaki çelişmenin, üretim anarşisini doğuran çelişmenin de kaynağıdır. Büyük üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde bulunduran sınıflar, özel işletmelerinde nasıl örgütlü bir yapıya sahiplerse, siyasi alanda da, mali ve askeri alanlarda da güçlü örgütlenmelere sahiptirler. Devlet iktidarı ve organları, kitle iletişim araçları bunların elindedir. Öte yanda geniş halk kitleleri, siyasi yetersizliklerden, siyasi sınıf bilinçlerinin eksikliğinden, kendi örgütlenmelerini kuramadıkları gibi büyük bir kesimi, egemen sınıf-ların siyasi örgütlenmeleri içinde yer almaktadırlar ve onların siyasi ikti-darlarının kitlesel dayanaklarını oluşturmaktadırlar. Halk kitlelerinin bir kesimi de, güçsüz, küçük, birbirinden kopuk örgütlen-meler içerisinde oyalanmakta, enerjilerini çarçur etmektedirler. Halk kitle-lerinin örgütlenmesini sağlamadan, onları kendilerini kurtaracak örgütlenme içinde eğitmeden, devrimin başarısından söz edemeyeceğimiz bilinen bir gerçektir.Sorunu iki açıdan incelememiz gerekiyor. Birincisi, egemen sınıfların örgütlü yapıları ile geniş halk kitlelerinin esas olarak örgütsüz yapıları ve bu durumun doğurduğu siyasi sonuçlar.İkincisi, ise, revizyonist olsun, oportünist olsun, devrimci olsun, halk kitle-leri içinde siyasi çalışma sürdüren bütün siyasi hareketlerin, dar kapsamlı da olsa kendi içlerinde oluşturdukları örgütlü yapı ile geniş halk kitlelerinin örgütsüzlüğü sorunudur. Her iki sorunun çözümü, özünde birbirine bağlı-dır.Egemen sınıfların örgütlü niteliği ile geniş emekçi kitlelerin örgütsüz nite-liği arasındaki çelişme, geniş halk kitlelerinin, egemen sınıfların siyasi-as-keri örgütlü gücünü yenebilecek nitelikte siyasi-askeri bir örgütlenmeye kavuşturulması ile çözülebilir. Bu çelişmenin tam anlamıyla çözümü, siyasi iktidarın halkın eline geçmesini zorunlu kılar.Esas nitelikleri ne olursa olsun, kendisini devrim saflarında sayan siyaset-lerin, tek tek ele alındıklarında, az çok örgütlü nitelikleri ile bütün olarak ele alındığında, devrimci mücadele süreci içerisinde, siyasi gruplaşmaların birbirinden kopukluğu arasındaki çelişme, siyasal anarşinin bir kanadının kaynağını oluşturmaktadır. Bu anarşiye son vermek, ancak devrim önderli-ğinin merkezileştirilmesiyle mümkündür. Faraklı ideolojik-siyasi tesbitler temelinde varlıklarını sürdüren örgütlenmeler, doğaldır ki bütün eylemle-

Page 262: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

rini birbirlerinden habersiz (ve hatta rekabet duygularının ve birbirlerine güvensizliğin etkisiyle), birbirinden kopuk sürdüreceklerdir. Devrim safla-rında varolan güvensizlik, devrimcilerin birbirlerine güvensizliği, halk kit-lelerinin büyük bir kesiminin devrimcilere duyduğu güvensizlik, bir anlamda bu karmaşadan kaynaklanmaktadır. Hangi örgütlenmenin ne zaman ne yapacağı belli değildir… olamaz da! Devrim enerjisi, ayrı ayrı merkezlerde boşa harcanmaktadır… enerjilerin toplamı bir güce dönüştürü-lememektedir. Açıkça görülecektir ki, bu durum ile devrim enerjisinin tek merkezde toplanması dileği birbiriyle çelişir. Devrimcilerin birliğinin özünü siyasi anlamda kavrayamayan birçok iyi niyetli devrim sempatizanı, grupla-rın çokluğundan, “sol hareketin bölünmüşlüğünden” yakınmaktadırlar. Bu arkadaşların “birlik” isteyen yanları, devrim için gerekli olan bir şeydir ve bilimsel açıdan değerlendirilmelidir. Grupların tek merkezde toplanmasını istemek, elma, armut, portakal vs.’nin bir toplam içinde toplanmasını iste-mek kadar mümkün olmayan bir şeydir. Bu, iyi niyetli ham bir hayalden başka bir şey değildir. Devrim enerjisinin tek merkezde toplanması, ancak devrimi gerçekleştirecek siyasi-ideolojik temelde varedilmiş örgütsel yapıda toplanmak demektir. Böyle bir örgütlenme, ancak her türden devrim düşmanı ve devrim zararlısına karşı uzun mücadele sürecinde, kan ve ateş deryası içerisinde, devrimin gerekli kıldığı bütün mücadele biçimleri içeri-sinde kendisini kanıtlayabilir ve kitleleri devrim hedeflerine doğru seferber edebilir ve zafer kazanabilir. Bu nedenle devrim örgütlenmesi için müca-dele esastır; birlik, anlaşma talidir; devrim saflarında görülen farklı siya-setlerle hesaplaşmadan karşı devrimle hesaplaşmak mümkün değildir. Revizyonizmi ve oportünizmi yenmeden, kararsızlıkları yenmeden karşı devrimi yenemeyiz… Gerek içimizde, gerekse dışımızda, her türlü ayrılık noktalarını, sınıfsal temelleri üzerine oturtmalıyız. Yanlış bulduğumuz her tesbit, tahlil, anlayış, tutumla mücadele etmek hedefimiz olmalıdır. Ancak böylesi bir mücadele sürecinde çeşitli gruplar içerisinde varolan en dürüst, en kararlı, en bilinçli, en fedakâr unsurlar, daha önce içinde hareket ettik-leri örgütsel yapıyla, gelişmelerinin belli bir noktasında çelişmeye düşecek-ler ve kopacaklardır. Hiçbir siyasi hareket, dıştan darbelerle yıkılmaz. Ancak dıştan vurulan ideolojik, siyasi darbeler, o siyasi hareketin iç yapı-sını, iç çelişmelerini etkileyebilir. Bir siyasi hareketi çökerten esas etkenler kendi içindedir. İşte bizim görevimiz, devrim düşmanı ve devrim zararlısı örgütlenmeleri temellerinden sarsmak için herbirinin özgül durumlarına göre mücadele yürütmektir. Bizim görevimiz, siyasal anarşiye son verecek,

Page 263: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devrim önderliğini yürütebilecek nitelikte merkezi bir örgütlenmeyi yarat-maktır. Şimdilik mücadelemizin hedefi budur: Devrim örgütlenmesi…Sonuç olarak yinelersek: Tek tek siyasi grupların, kendi içlerinde örgütlü karekterleri ile, genel olarak devrimci mücadelenin örgütsüz karekteri ara-sındaki çelişme, nesnel koşullara bağlı olarak, ülkemizede varolan siyasal anarşinin, devrime güvensizliğin, devrim güçlerinin zayıflığının başlıca nedenlerinden biridir. Bu duruma son verebilmek kısa bir zamanda altın-dan kalkılabilecek bir iş değildir. Uzun süreli, sabırlı, fedakâr bir çalışmayı gerektirmektedir. Bu süreç içerisinde, devrim düşmanlarına karşı yürütülen mücadele, devrim zararlısı gruplara karşı yürütülen mücadele ile sıkı sıkıya birleştirilmelidir. Maddi bir güç olunmadan maddi güçleri yenmek mümkün değildir.Düşünce ve görüşlerimizi, Marksizm-Leninizmi kavrayışımız temelinde benimseyen, kişilikleri devrim davasının yükünü taşımaya elverişli birey-ler, devrim davamızın militanları olarak, öncelikle kendilerini örgütlemeli ve örgütlü mücadele içinde kendilerini yeniden ve yeniden aşmalıdırlar ki, devrim enerjisinin merkezileşmesinde kendilerine düşen görevleri yerine getirebilsinler. YDD’leri, çok zor, insanüstü bir çaba isteyen görevler bekli-yor. Onlar, kendilerini saran revizyonist, oportünist, reformist kuşatmayı yırtmak istiyorlarsa, Marksizm-Leninizmin iki ağızlı kılıcıyla, hem karşı devrimin çeşitli kılıktaki düşmanlarına, hem de “devrim” maskeli zararlı-lara karşı savaşmalıdırlar. Bazı koşulları kapsamamakla birlikte, YDD’lerin mücadele platformu saya-bileceğimiz görüşlerimizi, giderek derinleştirmek koşuluyla yayınlıyoruz. Başlangıçta da belirttiğimiz gibi hiçbir görüşümüz tamamlanmış, son nok-tası konmuş değildir. Bu görüşler, görüşlerimizin temel taşları olarak kabul edilmelidir.Türkiye-Kürdistan Proletaryası Önderliğinde Toplumsal Demokratik Halk DevrimiProleter sosyalist devrimini gerçekleştirmemiş ülkelerin devrimcileri için en başta gelen enternasyonalist görev kendi ülkelerinde devrim yapmaktır. Biz de enternasyonalist görevimizi yerine getirebilmek için, dünya proleter sosyalist devriminin bir parçası olabilecek, ard arda yozlaşarak yenilen devrimlerin yarattığı umutsuzluğu yerle bir edebilecek bir devrim için yola çıkıyoruz. Siyasi anlamda, karşı devrim güçleri oldukça güçlü, devrim güç-

Page 264: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

leri oldukça zayıftır. Dünya devrimci pratiğinin olumlu-olumsuz dersleri öğretmenimizdir; Marksizm-Leninzmin evrensel gerçeği yolumuzu aydınla-tacaktır; Marx, Engles ve Lenin’in sadık öğrencileri olmaya çalışan YDD’ler Stalin ve Mao’dan, eleştirel bakışı elden bırakmadan dersler çıkartacaklar-dır. Türkiye-Kürdistan proletaryası önderliğindeki Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi zafere ulaşacaktır. Bağımsız, demokratik birleşik Türkiye-Kürdistan, Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan davasının, Önasya Halk Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin temel taşı olacaktır.Birinci paylaşım savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu çöktü. İngiliz, Fransız emperyalistleri ile uzlaşan Kemalist burjuvazi, yeni sınırlar üze-rinde, “Türkiye” sınırları üzerinde bir anlaşmaya vardı. Bu anlaşmaya göre, Kürdistan’ın bir bölümü de, bu “mili” sınırlar içerisine sokuldu. Biz bu ger-çeğin bilincinde olarak, emperyalistlerle uzlaşma sonucu çizilen “milli” sınırlar içerisinde bulunan ve resmi dilde ve uluslararası anlaşmalara göre “Türkiye” olarak tanımlanan ülkenin, doğru biçimde adlandırmasının “Tür-kiye-Kürdistan” olduğunu söylüyoruz. Yalnız başına ve her anlam için “Tür-kiye” adlandırmasını kullanmak, resmi ideolojiyi, resmi görüşü kabul anlamına gelir ve ezen ulus burjuvazisinin açısından bakmak olur.Yazılarımızda, kimi yerde “ülkemiz”, kimi yerde “Türkiye” sözcüklerini kul-lanırken, “Türkiye-Kürdistan” anlamında kullandığımızı belitmek isteriz… Devlet, Türk devletidir. Türkiye-Kürdistan tanımı, kimi zaman anlatmak istediklerimizi ifade etmede yanlış anlamlara götürebilir. Bu bakımdan soruna nasıl baktığımızı biraz açmak gerekir.Kuzeybatı Kürdistan’ın zor yoluyla Türk devletinin sınırları içinde tutul-ması ve Kürdistan topraklarının da Türkiye toprakları olarak gösterilmesi, sömürgeci anlayışın ifadesidir. Bu anlamda “Türkiye” tanımı bizim için kul-lanılamaz. Doğru tanım, Türkiye-Kürdistan’dır. Türkiye-Kürdistan, bu top-raklar üzerinde yaşayan bütün emekçilerin çeşitli milliyetlerden bütün emekçilerin yurdudur. Bu anlayışa bağlı olarak da “ülkemiz” deyimini kul-lanıyoruz. Ancak, devrim sonrası, Kürt ulusunun ayrılma hakkını kullan-ması, bağımsız siyasi devletini kurması halinde, “ülkemiz” tanımının anlamı değişir.Kürt ulusunun, bağımsız, ekonomik, siyasi, kültürel vb. örgütlenme hakkı tanınmamaktadır ve bu hak, Türk burjuvazisinin baskı ve zoru altındadır. Türk burjuvazisi, ezen ulus burjuvazisi olarak devlet iktidarını elinde tut-maktadır.* Bu nedenle, Türkiye-Kürdistan’ın ekonomik, siyasi yapısından

Page 265: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

değil, “Türkiye”nin ekonomik, siyasi yapısından söz edebiliriz. Yani Türk devletinin siyasi örgütlenmesinin özünden ve biçiminden, Türk burjuvazisi-nin ekonomik örgütlenmesinden söz edebiliriz. Türkiye-Kürdistan, bu anlamda bağımsız değil, bağımlıdır. Ancak devrimden sonra, çeşitli milli-yetlerden emekçilerin özgür iradelerinin ifadesi olan birleşik bir cumhuri-yetin, Türkiye-Kürdistan Halk Cumhuriyeti’nin kesinleşmesinden sonra, Türkiye-Kürdistan’ın ekonomik, siyasi yapısından bir bütün olarak söz ede-biliriz.“Türkiye”, “Türkiye-Kürdistan”, “Ülkemiz” deyimlerini kimi zaman yanlış biçimde de kullandığımız yerler olabilir. Belli bir zaman böylesi yanılgılara düşebiliriz. Böylesi yanılgılarımızı abartacaklar çıkacaktır. Düzeltilmesi mümkün olan yanılgılar bizi ürkütmemelidir. Biz, düzeltilmesi mümkün olmayan yangılgılara düşmekten korkmalı ve uyanık olmalıyız.Türkiye’nin,1— Ekonomik yapısı: Türkiye, feodal kalıntıları bağrında taşıyan, emperya-lizme bağımlı geri kapitalist (az gelişmiş), yarı sömürge bir ülkedir. Aynı zamanda, bağrında bir sömürge barındırmaktadır.2— Siyasi yapısı: Devletin siyasi yönetim biçimi, faşist diktatörlüktür.(*1)Faşist diktatörlük bir hükümet biçimi değil, devletin biçimidir.3— Toplumsal yapısı: Ekonomik ve siyasal üstünlüğü elinde bulunduran işbirlikçi büyük burjuvazi, egemen sınıfları oluşturan burjuvazi ve toprak ağaları sınıfına da egemen durumdadır. İşbirlikçi burjuvazi, emperyalist sömürü ve talanın ülke genelinde esas toplumsal dayanağıdır.Kürt, Türk ve diğer milliyetlerden proletarya, kır ve şehir yarı proleterleri, şehir küçük burjuvazisi, ezilen sınıf ve tabakaları oluşturmaktadırlar. Ulu-sal burjuvazi (zengin köylülük de kırların ulusal burjuvazisidir) ve ekono-mik durumları bu ölçülere yakın asker sivil bürokratlar, serbest meslek sahipleri vb. hem ezilmekte hem de belli oranlarda ezme işlemlerine katıl-maktadırlar.4— Ulusal sorun: Ülkemiz, çeşitli din ve mezheplere sahip çeşitli milliyet-leri bağrında taşıyan çok uluslu bir ülkedir. Ana din islamdır; alevilik ve sünnilik iki ana mezhebi oluşturmaktadır. İki ana ulus, Kürt ve Türk ulusu-dur… Kürdistan’ın bir bölümü (kuzeybatı Kürdistan) Türk devletinin sömürgesidir. Kürdistan’ın diğer üç parçası, İran, Irak ve Suriye tarafından

Page 266: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

paylaşılmıştır, sömürgedir.* Kıbrıs’ın bir bölümü işgal altındadır ve burada Türk burjuvazisinin emrinde kukla bir yönetim oluşturulmuştur.5— Coğrafi konum açısından önemi: Türk devletinin, Karadeniz ile diğer denizleri birbirine bağlayan boğazları elinde bulundurması, Balkanlar ve Ortadoğu’yu, Asya’yı birbirine bağlayan kara yollarını elinde tutması, dünya egemenliği peşinde koşan ABD ve SSCB’nin özel ilgisini çekmektedir. Ülkenin, Asya, Avrupa ve Afrika açısından merkezi bir öneme sahip olması, ekonomik-siyasal önemi yanısı sıra, coğrafi açıdan da, stratejik anlamda önemsenmektedir. Bir ülkenin coğrafi açıdan stratejik önemi, esas olarak ekonomiye ve siyasete bağlıdır. Bu açıdan, anti emperyalist (anti sosyal emperyalist) bir devrim, hem ABD için, hem de SSCB için hoş karşılanmaya-cak ve müdahale görecektir. Müdahalenin biçimi, devrimin gelişme süreci ve niteliği tarafından belirlenecektir.6— Türkiye-Kürdistan devriminin niteliği: Faşist diktatörlük ile çeşitli mil-liyetlerden Türkiye-Kürdistan halkı arasındaki çelişme, baş çelişmedir. Ve bu çelişme, emperyalizm ve sosyal emperyalizm arasındaki çelişmenin, emperyalizm ve sosyal emperyalizm ile ezilen dünya halkları arasındaki çelişmenin, içinde bulunduğumuz dünya koşullarında, Türkiye-Kürdistan özgülüne uygun düşen biçimidir.Baş çelişme olarak tesbit ettiğimiz, faşist diktatörlük ile Türkiye-Kürdistan halkı arasındaki çelişmenin çözülmesi, her koşulda toplumsal-demokratik devrimin gerçekleşmesi anlamına gelmez. Faşist diktatörlük, toplumsal bir devrimle yıkılabileceği gibi, devletin burjuva özü değiştirilmeden de, devle-tin siyasi biçimi değiştirilerek de yıkılabilir; faşist diktatörlük yerine, bur-juvazinin bir başka diktatörlük biçimi kurulabilir. Emperyalizme bağımlılık yok edilmemiştir, iktidar yine işbirlikçilerin elindedir, halkın mücadelesi, siyasi iktidarı ele geçirememiştir ama burjuvaziyi alabildiğine geriletmiştir, önemli mevziler ele geçirilmiştir. Portekiz ve Yunanistan örneklerinde olduğu gibi, kısmi siyasi özgürlükler ve demokratik halklar kazanılmıştır. Bu siyasi bir devrimdir. Faşist diktatörlük yıkılmış, fakat faşizm tehlikesi ve sömürgecilik yok edilememiştir. Bu dönem, toplumsal-demokratik halk devrimi için soluklanma, siyasi güç toplama, kitleleri eğitme ve birleştirme, yeni atılımlara hazırlanma, tek kelimeyle toplumsal-demokratik devrime sıçrama için hazırlık aşamasıdır. Böylesi bir dönemde, varolan siyasi özgür-lükleri gereği gibi kullanmamak, sosyalizm ve demokrasi mücadelesini ihmal etmek olacaktır.

Page 267: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yukarda belirttiğimiz duruma, Kürt ulusal hareketinin yükselen mücadelesi de vesile olabilir; Angola ve Mozambik örneklerinde olduğu gibi… Ancak feodal kalıntıları bağrında taşıyan, emperyalizme bağımlı geri kapitalist, yarı sömürge yapı, emperyalizme, işbirlikçi kapitalizme, feodal kalıntılara karşı, proletarya önderliğinde, işçi köylü ittifakı temeline dayalı, uzun süreli bir silahlı mücadele sonucu değiştirilebilinir. Faşist diktatörlüğün yıkılmasının temel koşulu budur. Biz faşist diktatörlüğü yıkma temel amacı için savaşmıyoruz; biz toplumsal devrim amacı için savaşıyoruz. Toplumsal devrim savaşı, önüne dikilen bütün barikatları bir bir aşacaktır.Devrimimizin birinci aşaması, Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi olacak-tır. Toplumsal Demokratik Halk Devrimi, feodalizmin artıkları ile topraksız köylülük, yoksul köylülük ve en geniş halk kitleleri arasındaki çelişmeyi, işbirlikçi kapitalizm ile başta proletarya olmak üzere, en geniş halk kitleleri arasındaki çelişmeyi, emperyalizm ile çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdis-tan halkı arasındaki çelişmeyi, proletarya önderliğinde, en geniş emekçi halk kitlelerinin katılımı ve silahlı devrim ile çözecektir. Ancak bu yolla, ekonomik, toplumsal ve siyasal anlamda köklü değişiklikler yapılabilir; ulu-sal baskıların maddi temeli yok edilebilir; ulusların kaderlerini tayin hakkı hayata geçirilebilinir.Üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişmede, üretim güçlerinin önündeki engeller olan emperyalizm, işbirlikçi kapitalizm, feodal kalıntılar, maddi olarak ülke çapında tasviye edilebilir. Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi, emek ile sermaye arasındaki çelişmenin bir ifadesi olan burjuva-ziyle proletarya arasındaki çelişmeyi köklü bir biçimde çözemez… çözümü doğrultusunda önemli adımlar atar, fakat bu çelişmeyi çözecek olan top-lumsal devrimin önkoşullarını hızla tamamlamaya yönelir… Burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişme, sosyalist toplumda da uzun bir süre varlığını korur.Devrimimiz, anti emperyalist, anti sosyal emperyalist bir karektere sahip-tir; Kürt-Türk ve ezilen halkların birleşik ulusal devrimidir. Devrimimizin anti sömürgeci karakteri, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı olmanın zaten içindedir.Devrimimiz, anti faşist, anti feodal, anti revizyonist bir karaktere sahiptir; Kürt-Türk ve ezilen halkların demokratik devrimidir.

Page 268: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Devrimimiz, toplumsal devrimin ilk adımıdır; özü bakımından kapitalizme karşıdır… Fakat içinde bulunduğumuz özgül koşullar nedeniyle, biçim ola-rak, yalnızca işbirlikçi kapitalizmi (tekelci devlet kapitalizmi de işbirlikçili-ğin bir biçimidir) karşısına almaktadır. Ulusal kapitalizm, üretici güçlerin gelişmesi önünde bir engel haline geldiği zaman, tasfiye sırası ona gelecek-tir. Emperyalizme bağımlı kapitalizmin maddi koşullarını yarattığı ölçüde sosyalist uygulamalar ve önlemler alınacaktır. Bu anlamda devrimimiz, yarı sosyalist bir karakter göstermektedir.Birleşik ulusal, demokratik ve sosyalist görevleri, maddi koşulları teme-linde birbirine bağlı biçimde içerecek olan Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi, daha önce meydana gelen demokratik ve toplumsal devrimlerden, biçim bakımından farklı olacaktır. Çünkü Türkiye-Kürdistan’ın ekonomik-toplumsal yapısı, ulusal sorunun yapısı, emperyalizmle olan ilişkilerinin farklılığı, kendine özgü bir devrimi zorunlu kılmaktadır. Örnek vermek gerekirse, Türkiye-Kürdistan devrimi, Çin Halk Devrimi’ne, Vietnam Devri-mi’ne, Doğu Avrupa Halk devrimlerine benzemeyecektir… İzleyeceği yolun özü aynı, biçimi farklı olmakla birlikte, 1917 Ekim Devrimi, devrimimizin örnek alacağı en yakın devrim tipidir.Önemle vurgulamalıyız ki, bizim tek başına “Türk Devrim”i ya da “Kürt Devrim”i diye bir sorunumuz yoktur. Kürdistan’da sürdürülen ulusal ve toplumsal devrim mücadelesi, bizim irademiz dışında gelişirse (ki gelişebi-lir), biçim olarak ayrı bir hat izlese bile, er ya da geç, Türkiye-Kürdistan birleşik devrimine yol açacaktır; ve giderek bu devrim, bağımsız, birleşik, demokratik Kürdistan hedefine ve oradan da (ya da bağlı olarak) Ön Asya Halk Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne ulaşacaktır. Ön Asya Halk Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne gidecek yolda bir adımdır… Bu konuda Komintern şöyle der: “Yeni kurulan proletarya cumhuriyetleri, önceden beri varolanlarla ittifak kuracak ve bunların oluşturduğu fedarasyonlar, emperyalizmin boyunduruğunu kıran sömürgeleri de yanlarına alarak durmadan çoğalacaklar ve sonunda bütün insanlığı bir devlet olarak örgütlenmiş uluslararası proletaryanın hegoman-yası altında birleştiren Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği haline gelecektir.”(40)7— Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi’nin Düşmanları:a. Dışta:Emperyalizm, sosyal emperyalizm, Çin revizyonizmi ve bütün ülkelerin

Page 269: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

karşı devrimci toplumsal güçleri; proleter sosyalist dünya devriminin, halk demokrasilerinin düşmanlarıdırlar. Bu güçler, proleter sosyalist devrimimi-zin ön aşaması olarak kabul ettiğimiz Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi-mizin de düşmanları sayılmalıdırlar.Dünya ölçeğinde, emperyalizm ve sosyal emperyalizm ile dünya halkları arasındaki çelişme, başlıca çelişmelerden biridir. Bu çelişmenin özel bir biçimi olan, emperyalizm ve sosyal emperyalizm ile ezilen dünya halkları arasındaki çelişme, baş çelişmedir. Ve en açık ifadesini, iki süper devlet olan ABD ve SSCB ile ezilen dünya halkları arasındaki çelişmede bulur.Dünya gericiliğinin iki ana yönlendiricisi ABD ve SSCB, dünya halklarının olduğu gibi halkımızın da baş düşmanlarıdır. İçinde bulunduğumuz özgül koşullar nedeniyle Rus sosyal emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele temelinde, ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri ön plana alınmalı-dır. Bu, Rus sosyal emperyalizmini ve işbirlikçilerini belli bir oranda bile olsa kayırmak anlamına gelmez. Öte yanda, ABD emperyalizmine karşı veri-lecek mücadele, başta Batı Alman, İngiliz, Fransız, Japon emperyalistleri olmak üzere, diğer emperyalistlerin de devrim düşmanı niteliğini unutma-malı ve ABD ile olan ilişkileri gözardı etmemelidir. ABD’ye karşı mücadele, diğer emperyalistleri de kapsamına almalıdır derken, bu düşünceyi ifade etmek istiyoruz. Yine ABD emperyalizmine karşı mücadelede, Çin revizyo-nizmine karşı mücadeleye özel bir önem vermelidir. Çin revizyonizmi, sos-yal emperyalistlerin süt kardeşi, emperyalistlerin de kan kardeşidir.b. İçte:Emperyalizmin doğrudan işbirlikçileri olan büyük burjuvazi, toprak ağaları, büyük toprak kapitalistleri, varlıklarının devamını bunların iktidarında gören spekülatörler, vurguncular, asker sivil bürokratlar, saflarını emper-yalistlerin ve işbirlikçilerinin yanında belirlemiş işçi aristokrasisi, kalemle-rini ve toplumsal ilişkilerini bilinçli olarak sömürücü hain azınlık emrine vermiş bulunan yazarlar, sanatçılar, burjuva aydınları… (İlk bakışta ulusal burjuva sayılabilecek, fakat ilişkileri irdelendiği zaman, dolaylı yollarla emperyalizmin işbirlikçileri durumunda olan burjuvalar da, bu kategori içinde ele alınmalıdır.)Sosyal emperyalizmin işbirlikçileri olan sosyal faşist parti yöneticileri, Sov-yet revizyonizminin içeriğini bilinçli olarak gözlerden gizlemeye çalışan işçi aristokrasisi ve bürokrasisi, geleceklerini sosyal faşist bir diktatörlükte gören, halen devlet kademelerinde görev yapan asker sivil bürokratlar,

Page 270: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kalemlerini ve toplumsal ilişkilerini, bilinçli bir tutumla sosyal emperyalist bir hegemonya emrinde kullanan yazarlar, sanatçılar, burjuva ve küçük burjuva aydınları… Sosyal emperyalizme karşı birleşik cephe bahanesi ile başta ABD olmak üzere, emperyalist gericilikle ve onların ülkedeki uzantıları olan gerici faşist burjuvaziyle uzlaşan, onlara akıl hocalığı taslayan, devrimci güçleri de her fırsatta polise ihbar eden Çin revizyonizmi yanlıları ve Troçkistler…Devrimci çözümlere karşı reformist çözümleri ön plana çıkartan, kitlelerin devrimcileşmesini sekteye uğratan reformcu ideolojinin bilinçli taşıyıcı-ları… (Bunlar, kendi aralarında farklı tonlara sahip olmakla birlikte, son çözümlemede devrim düşmanlarıdırlar; fakat bunların bir kısmıyla, belli ilkeler temelinde koşullara bağlı olarak, bazı konularda birlikte hareket edi-lebilir.)Şeriat düzeni halleriyle, müslüman halkın özü itibariyle kapitalizme duy-duğu tepkiyi dinsel tepki biçiminde sömüren ve örgütlemeye çalışan dinci ulusal burjuvazi, tabiatı gereği emperyalizme karşıdır; fakat aynı zamanda devrime de karşıdır… O, emperyalizmle, sosyal emperyalizmle uzlaştığı gibi, devrimle de uzlaşabilir. Uzlaşmayı zorunlu kılacak olan, maddi güçtür. Bu anlamda, devrimin güçsüz olduğu dönemlerde bir bütün olarak ulusal burjuvaziden, özellikle ulusal burjuvazinin bu kesiminden devrim büyük zararlar görebilir. Devrimin güçlendiği zamanlarda, ulusal burjuvazinin devrime yakınlaşması zorunlu bir yakınlaşmadır; bu yakınlaşmanın özünü iyi kavramak gerekir. Yoksa ulusal burjuvazinin sosyalizme yaklaştığı, sos-yalizmin kuruluşunda yardımcılık yapabileceği gibi hayallere düşülebilir.Ezilen ulus ve halkların bir mensubu oldukları halde, kendi çıkarlarını, mensup oldukları ezilen ulus ve halkların çıkarlarından üstün tutan işbir-likçi feodal burjuva hainleri ayrı bir kategori içinde ele almak yanlıştır. Bunları, özelliklerini yukarıda açıkladığımız toplumsal kategoriler içinde, sınıfsal özelliklerine göre ele almak gerekir ve özel durumlarda vurgulamak gerekir.Özetlersek, emperyalizmin, sosyal emperyalizmin, Çin revizyonizminin işbirlikçileri ve yardakçıları, varlıklarını ve gelişmelerini bunlara bağlı gören bütün sınıf ve tabakalar ve bunlara karşı hayırhah tavır içinde olan-lar, bir bütün olarak derimimizin düşmanlarıdırlar.*Ezilen ulus ve halklardan, ezilen sınıf ve tabakalardan geldikleri halde, bireysel çıkarlarını, uluslarının, halklarının, sınıflarının ve tabakalarının

Page 271: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

çıkarlarına tercih eden, ünlerini, yeteneklerini ve geniş kitlelerin kendile-rine besledikleri sempatiyi sömürü düzeninin ya da revizyonist ideoloji ve siyasetin emrinde kullanan ünlü sanatçılar, şarkıcılar, sinema-tv ve tiyatro oyuncuları, sporcular vb. gerici ideoloji ve siyasetlerin etkilerinden kurta-rılmadıkları sürece ister yaptıklarının bilincinde olsunlar, ister olmasınlar, nesnel olarak kitlelerin uyanmasında, devrimcileşmelerinde ve kendi sorunlarına sahip çıkmaları önünde birer engel olacaklardır. Bunlar, esas olarak şu an içinde bulundukları konumda, sınıf atlamış sayılırlar. Bunlar, devrime verdikleri zararların niteliğine göre tutumlarının niteliğine göre, devrim düşmanları ya da devrim zararlıları olarak adlandırılmalıdırlar. Bunları uyarmak gerekir. Bunları eğitmek oldukça zordur, fakat en azından tarafsızlaştırmak mümkündür; çok az bir kesimi de kazanılabilinir…Türkiye-Kürdistan ölçeğinde: Faşist diktatörlük ile çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdistan halkı arasındaki çelişme, baş çelişmedir, dedik. Bu anla-yışa bağlı olarak, içinde bulunduğumuz aşamada:Faşist diktatörlüğün devamını, korunmasını ve sağlamlaştırılmasını ekono-mik-siyasi çıkarlarının güvencesi sayan emperyalist burjuvazinin (başta ABD ve Batı Almanya) en azgın, en gerici, en şoven işbirlikçileri olan büyük burjuvazi; faşist toprak ağaları; faşist diktatörlüğün asker-sivil-polis bili-niçli faşist yöneticileri; faşist partilerin yöneticileri; silahlı-silahsız bilinçli militanları; faşist ideolojinin ideolog ve teorisyenleri ve faşist ideoloji ve siyasetin bilinçli yayıncıları ve örgütleyicileri; faşistlerin baskı ve terörün-den çekindikleri için değil de, bilinçli ve gönüllü olarak faşistlerin güçlen-mesi için maddi ve manevi yardımda bulunanlar, aktif olarak onların eylemlerine katılanlar…Hangi sınıf ve tabakadan, hangi meslek ve işte olursa olsunlar, faşist ide-olojinin bilinçli savunucuları, kendi içlerinde önem derecesine göre sırala-narak, devrimci mücadeleye verdikleri zarar, engelleme çalışmaları, rütbe ve unvanlarına göre sıralanarak, baş ve başlıca düşmanlar arasında sayıl-malıdırlar.Yine:Stratejik anlamda, faşizmden daha da tehlikeli olan, fakat kitlelerin ve hatta devrim saflarında bulunan bazı siyaset ve kişilerin henüz kavrayama-dıkları sosyal faşist ideoloji ve siyaseti bilinçli savunanları, bunların örgüt-lerini, başlıca düşmanlar arasına almak gerekir. Yalnız, sosyal faşist örgütlerle, bunların yöneticileriyle, tabanındaki unsurları aynı sepete koy-

Page 272: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mamak gerekir. Revizyonist, opürtünist örgütlenmelerin tabanlarında, çoğunlukla bilinç düzeyi düşük ancak içtenlikle devrim isteyen unsurlar bulunmaktadır. Bu ayrımın gözden kaçırılması devrimin değil, karşı devri-min işine yarar.Yine:Özleri bakımından, en az sosyal faşistler kadar tehlikeli olan, içinde bulun-duğumuz dünya koşullarında ABD ve diğer emperyalist ülkelerin baş des-tekçisi bulunan, proleter devrimin düşmanı Aydınlık TİKP sosyal hainlerini de başlıca düşmanlar arasında ele almak gerekir. Çin karşı devrimcilerinin uşakları olan bu hainler, on yıldan bu yana, Türkiye-Kürdistan devrimini olumsuz yönde etkilemiş ve derin tahribatlara yol açmışlardır.Özetlersek:Faşizm ve onun bilinçli maddi güçleri, —ki bu en açık ifadesini faşist dikta-törlük olarak gösterir— sosyal faşizm ve onun bilinçli maddi güçleri; sosyal hainler ve onların bilinçli maddi güçleri; Türkiye-Kürdistan devriminin baş-lıca düşmanları olarak ele alınmalıdır.(*2)Yalnız, önemle belirtilmelidir ki içinde bulunduğumuz aşamada, yukarda belirttiğimiz başlıca düşmanlara karşı aynı mücadele yöntemlerini kullana-mayız. Faşist diktatörlük ve faşizmin sivil güçlerine karşı silahlı eylemler içinde olmak üzere, bütün mücadele yöntemleri ve araçlarını koşullara göre uygun olarak kullanmak gerekirken, sosyal faşistlere ve sosyal hainlere karşı mücadele henüz silah kullandırmayı gerektirecek aşamada değildir. Ancak, savunma halinde, onların saldırılarına karşı, çok gerekli hallerde silah kullanılabilinir. Bu tip silah kullanımı, onlara karşı şu koşullarda silahlı mücadele verilmesi gerektiği anlamına gelmez.Şu noktalara özen gösterilmelidir:Faşizm ile sosyal faşizm arasındaki uzlaşmaz mücadelede taraflardan birine karşı duyarsız davranmak, giderilmesi zor zararlar açabilir.Sosyal faşist ideoloji ve siyasetin, faşist ideoloji, siyaset ve örgütlenmeye karşı yürüttüğü mücadeleye seyirci kalmak, sosyal faşistlerin kitleleri etki-lemesine, kitleleri örgütlemesine seyirci kalmak demektir.Yine:Faşist ideoloji ve siyasetin, sosyal faşist ideoloji ve siyasete ve örgütlen-meye, onların, sosyal emperyalist pratiğe, revizyonist hatalara karşı yürüt-

Page 273: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

tüğü demogojik ajitasyon ve propagandaya seyirci kalmak, faşistlerin bütün devlet olanaklarını da kullanarak kitleleri etkilemesine, kitleleri anti komü-nist bilinçle donatmasına, kitleleri örgütlemesine seyirci kalmak demektir. Faşistlerin, (hangi siyasi görüşe karşı olursa olsun, ayrım gözetmeden yürt-tükleri) saldırı ve cinayetlerine karşı çıkılmalıdır. Onların revizyonist bir unsuru vurmaları halinde bile, “nasılsa o bir revizyonistti” diye kayıtsız kalınmamalıdır. Gücümüz oranında, korunaksız olanlara, her kim olursa olsun, sahip çıkmaya çalışılmalıdır.Yine:Çin yanlısı karşı devrimci sosyal hainlerle, faşizm ve sosyal faşizm arasın-daki çelişmede, yerimizi ve tutumumuzu doğru belirlemeliyiz. Bunların faşizme ve sosyal faşizme karşı sürdürdükleri sözde mücadeleye seyirci kal-mak, özelikle faşist diktatörlüğün güçlenmesine, emperyalizmin etkilerinin güçlenmesine seyirci kalmak demektir.Devrimin iç ve dış düşmanlarına karşı mücadeleyi formüle etmek gerekirse, şöyle diyebiliriz:A— Emperyalizme karşı mücadele sosyal emperyalizme karşı mücadele temelinde; sosyal emperyalizme karşı mücadele ise emperyalizme karşı mücadele temelinde; emperyalizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadele ise, Çin revizyonizmine karşı mücadele temelinde; Çin revizyonizmine karşı mücadele ise emperyalizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadele teme-linde yükseltilmelidir.B— Faşizme karşı mücadele, sosyal faşizme karşı mücadele temelinde; sos-yal faşizme karşı mücadele faşizme karşı mücadele temelinde; faşizme ve sosyal faşizme karşı mücadele, Çin yanlısı sosyal hainlere karşı mücadele temelinde; Çin yanlısı sosyal hainlere karşı mücadele ise, faşizme ve sosyal faşizme karşı mücadele temelinde yükseltilmelidir. Bunlardan herhangi biriyle, bir diğerine karşı birlik yapılamaz.C— Faşizme karşı mücadele, emperyalizme ve reformizme karşı mücadele ile birleştirilmelidir. Sosyal faşizme karşı mücadele, sosyal emperyalizme, reformizme, revizyonizmin her türüne ve ortayolculuğa karşı mücadele ile birleştirilmelidir. Faşizme, sosyal faşizme, sosyal hainlere ve reformculuğa karşı mücadele, bu akımlara karşı yürütülen yanlış mücadele yöntemlerine karşı mücadele ile birleştirilmelidir.D— Sağ oportünizme karşı mücadele ederken “sol”u, “sol” oportünizme

Page 274: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

karşı mücadele ederken de sağ oportünizmi unutmak devrime zarar verir. Mücadele verilmeyen, küçümsenen, ihmal edilen, önemsiz görülen bir sapma, en tehlikeli sapma haline gelebilir.Sağa karşı mücadele, “sol”a karşı mücadele temelinde, “sol”a karşı müca-dele ise, sağa karşı mücadele temelinde yükseltilmelidir.Devrimin sıradan düşmanlarına olsun, başlıca düşmanlarına olsun, baş düş-mana karşı olsun, sağ ya da “sol” sapmalara olsun, bir bütün olarak devri-min düşmanlarına ve zararlılarına karşı mücadele, kendi zaaflarımıza, eksiklerimize karşı yürütülecek iç mücadele, iç hesaplaşma temelinde yük-seltilmelidir. İçimizde yürüttüğümüz ideolojik mücadele ve hesaplaşma, dışa karşı yürütüğümüz mücadeleleri güçlendirecektir. Dışa karşı yürütülen mücadelenin başarısı ve düzeyinin yüksekliği, içte yürüttüğümüz mücadele-nin sonucu olacağı gibi, dış mücadelenin başarısı ve düzeyinin yüksekliği de içimizdeki mücadelenin başarısını ve düzeyinin yükselmesini etkileyecektir. İçimizde ve dışımızda sürdürdüğümüz mücadele arasında diyalektik bir bütünlük vardır. Biz kendimizi, değiştirilmesini istediğimiz toplumun en özen gösterilmesi gereken bir parçası olarak ele almalıyız. Düşmanın ya da devrim zararlılarının siyasi, ideolojik, toplumsal etki ve eğilimlerini şu ya da bu oranda bağrımızda taşıyoruz… Bunlara karşı gereken mücadeleyi veremezsek, düşman ajanlarını bağrımızda besliyoruz demektir. Kendisiyle hesaplaşamayan başkasıyla hesaplaşamaz. Kendisiyle hesaplaşamayan dev-rim, karşı devrimle hesaplaşamaz.Devrim zararlıları:Devrim zararlıları henüz devrimin düşmanları haline gelmemişlerdir; ne var ki bu akımlar, kendilerini Marksizm-Leninizm temelinde yeniden ele almazlarsa, sistemleştirme eğiliminde oldukları hatalarını köklü bir biçimde yok etmezlerse, devrim düşmanları haline gelmeleri kaçınılmazdır.Niyetleri tarihi anlamda doğru olduğu halde, özledikleri siyasetlerin yanlış-lıkları nedeniyle, niyet ve isteklerinin tarihi anlamda gerçekleşmesine zarar veren, devrimci mücadelenin Marksist-Leninist çizgisine zarar veren kişi, grup ve “parti”leri, devrim zararlıları olarak değerlendiriyoruz. Onları uyarmak, izledikleri yanlış siyasetleri terketmeleri için, ideolojik anlamda onları sarsmak görevimizdir. Öyle günler gelecektir ki, şu an devrim zarar-lısı olarak nitelediğimiz bazı siysetler, ideolojik mücadele sonucu, Marksist-Leninist sınıf mücadelesinin temel ilke ve taktiklerini kavrayabilirler, zararlı yanlarından arınabilirler; bazıları ise, yanlışlarının “doğruluğunda”

Page 275: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ayak direyebilirler ve karşı devrime kadar gidebilirler. Marksizm-Leninizm bize öğretir ki, proletaryanın sınıf çıkarlarına ters düşenler ya da kendi sınıf çıkarlarıyla proletaryanın sınıf çıkarlarını uzlaştıramayanlar, er ya da geç proletaryaya karşı silaha başvuracaklardır. Marksizm-Leninizmden bir derecelik sapma zamanında farkedilip önlemler alınamaz, gerekli müdaha-leyi görmez ise gelişecek ve giderek masum bir sapma olmaktan çıkıp karşı devrim özeliklerine bürünecektir. Marksizm-Leninizmden esinlenen, fakat onun özünü kavramadıkları için başlangıçta “taktik hata” gibi görünen hatalar işleyenler, hatalarını göremez ve düzeltemezlerse, bu hatalar sis-temleşecektir; onların gözünde “taktik hata” olarak görünen, özünde ise stratejik bir öneme sahip olan bu hatalar, devrimin engelleri haline gelme-sinin nedenleri olacaktır. Devrim zararlılarını üç ana grupta topluyoruz:1. Küçük burjuva sınıf ve ideolojik yapı temelinde, Marksizm-Leninizmden esinlenenler, fakat özünü kavrayamadıkları için eklektizme düşenler, birinci gruba girerler. Marksizm-Leninizmin bazı tezleri ile revizyonizmin, küçük burjuva maceracılığın bazı tezleri iç içe geçmiştir. Bunlar, ülke ger-çeğinin somut tahlilinden yola çıkmazlar. Sağ ve “sol” hatalar arasında bocalarlar. Zaman zaman da, rastlantı sonucu bile olsa, doğru şeyler de yaparlar. Çoğu kez bunların yaptığı cezalandırma eylemleri, faşizme ve emperyalizme duydukları soylu kinin ifadesi olurlar. Fakat siyasi temelleri-nin yanlışlığı, eylemlerinin siyasi sonuçlarını da etkiler. Bu temeldeki siyasi akımlar revizyonizmin sınıf tabiatını ve idelojik içeriğini esastan kavraya-madıkları için devrime yararlı olabilecek birçok erdemlerini yanlış bir siyasi çizgi içinde heba ederler. Revizyonizm ve oportünizmle aralarına kesin bir çizgi çekemezler. Çünkü bir ayakları revizyonizmin bataklığında-dır. Çoğu kez ister istemez sosyal emperyalistlerin işbirlikçileri olan sosyal faşistlerin yedeğine düşerler. Marksizm-Leninizm konusunda berrak bir görüşleri yoktur; proletaryanın devrimde hegemonyası ve temel Marksizm-Leninizm ilkesini reddederler. Proletaryanın ideolojik-siyasi-örgütsel önderliği yerine, kaçük burjuva temelde kavranmış proleter ideolojinin öncülüğünü, yani küçük burjuva ideoloji-siyaset ve örgütün öncülüğünü geçirirler. Eylemelerinin niteliğini belirleyen şey, bireysel karakterli terör-dür; kitlelerden kopukluktur. Diyalektik materyalizmin yasalarını, toplum-sal-siyasal olayların incelenmesinde kullanmadıkları için idealizme düşerler. Ya da özünden idealist oldukları için diyalektik materyalizmin yasalarını kullanamazlar. Devrimci zorun içeriği ile darbeci ve komplocu

Page 276: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

zorun içeriğini bireysel şiddet ile devrimci kitle şiddetini, aşağıdan devrim koşulları ile yukarıdan inme koşulları birbirine karıştırırlar.Bu siyasi akımlar, Sovyet emperyalizminin özünü göremedikleri için, onları “revizyonist” olarak nitelemekle yetinirler, fakat pratikte, devrimin destek-leyicisi olarak hesaba katarlar. Bunlar, TKP, TİP, TSİP (Kürdistan’da da, DDKD –Talabaniciler– Özgürlük Yolu, KUK) gibi siyasetlere biçimsel eleşti-riler de yöneltirler, onları beğenmezler. Fakat onları yine de halk safla-rında, “devrim güçleri” olarak görürler. Marksist-Leninist eğilimli siyasetlerden çok bunlara eğilim duyarlar. Sosyal faşistler, bu saflarda yer alan birçok unsuru, kendi saflarına kazanabilirler, kazanmaktadırlar da. Toplumsal temelini küçük burjuvazi tabakaları oluşturmaktadır ve asıl dayanakları öğrenci gençliktir. Dev-Sol, MLSPB, Acilciler, bu akımların en belirgin örnekleri olarak gösterilebilir. PKK ya da Apocular diye bilinen Kürt milliyetçisi hareket de, bazı farklılıklar ve olumsuzluklar taşımakla birlikte, Kürdistan kesimindeki örneklerden biri olarak gösterilebilir.2. Toplumsal temel olarak yine küçük burjuvaziye yasalanan, fakat birinci grupta saydıklarımıza oranla Marksizm-Leninizmin tezlerine daha yakın bir arayış içinde bulunan Devrimci Yol, Birikim, KSD, TEP (Kürdistan’da da Rız-gari, Alarızgari, Tekoşin) gibi hareketler, sosyal emperyalizme karşı ürkek davrandıkları, geçmişleriyle köklü bir hesaplaşmaya giremedikleri, kendile-rini ve taraftarlarını sosyal emperyalizme karşı olumsuz yönde koşullandır-dıkları için, devrim zararlısı durumundadırlar.3. Marksizm-Leninizmin genel doğrularına ve bu doğruların yön verdiği doğru tesbitlere genel hatlarıyla sahip çıkan, fakat özlerinde varolan küçük burjuva özellikleri aşamadıkları için küçük burjuva ile proletarya arasında, idealizm ile materyalizm arasında, doğmatizm ile Marksist-Leninist yaratı-cılık arasında, Marksizm-Leninizm ile eklektizm arasında sürekli bocalayan grupları üçüncü gruba alıyoruz. Bunlar her rüzgar karşısında yalpalamış-lardır. Köklü bir Marksizm kavrayışından yoksun oldukları için sınıf pusu-lasını sık sık şaşırırlar. Kendi güçlerine güvenleri yoktur; eleştirel bakışı bir yana bırakmışlardır. Bugün ak dediklerine yarın kara diyebilirler; ve bu tutumlarını bilimsel olarak açıklığa kavuşturamazlar. Kariyerist, inkârcı ve öznelcidirler. Hazımsızlıkta en başta gelirler. Acelecidirler. Devrim önderli-ğini iradi bir olay olarak ele alırlar. Devrimin çıkarlarından çok grupların çıkarlarını ön plana koyarlar. Bunlara en belirgin örnek HK, DHY, DHB ve

Page 277: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Kava (Merkez ve Hizip) gösterilebilir. Bunlar, temelde aynı şeyleri savun-dukları halde, en çok birbirlerine düşmandırlar.Öte yanda, emperyalizme, Rus sosyal emperyalizmine, Üç Dünyacı Çin revizyonizmine karşı mücadele eden, AEP’e Marksist-Leninist açıdan eleşti-rel bir gözle bakan, Stalin ve Mao’yu, önemli hatalarına karşın Marksist-Le-ninist olarak kabul eden, başta TKP-ML ve TKP-ML kökenli gruplar olmak üzere, son çalkantılar nedeniyle çeşitli siyasetlerden kopan arkadaşlar, kendi aralarında geliştirecekleri ilkeli bilimsel tartışmalarla, sağlıklı bir platform oluşturabilirler. Türkiye-Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinde müca-dele yürüten küçüklü büyüklü birçok grup, birbirine yakın şeyler düşün-mekte, fakat aralarında bağlantı kuramamaktadırlar. Biz bu konuda üzerimize düşen bütün görevleri yapmaya hazırız. Bu gruba topladığımız güçleri, kendimiz de içinde olmak üzere, belli hata ve eksikler taşımalarına karşın, devrim önderliğinin fışkıracağı kaynak olarak görüyoruz ve devri-min esas güçlerini burada görüyoruz.Toplumsal Demokratik Halk Devriminin Görevleri1— Ekonomik alanda:Emperyalist sömürü ve bağımlılık ilişkilerinin tasfiyesi yabancı tekelerin mal ve mülklerine tazminatsız el konulması, devlet borçlarının iptali;İşbirlikçi kapitalizmin tasfiyesi;Yarı feodal ekonominin tasfiyesi;Devlet mülkiyetindeki fabrikalara, topraklara, işletmelere, vakıflara el konulması. Bunların sosyalist ekonominin inşasında temel taşlar olarak kullanılması.Toplumsal-demokratik halk diktatörlüğü devleti, üç mülkiyet biçimini tanı-yacaktır: a) Kamu mülkiyeti.b) Kolektif mülkiyet.c) Küçük burjuva mülkiyeti ve orta çapta özel kapitalist mülkiyet (ulusal burjuva anlamda); a ve b, sosyalist mülkiyet biçimini c ise, esas olarak özel kapitalist mülkiyet biçimini ifade etmektedir.2— Siyasi alanda:Sömürücü egemen sınıfların diktatörlüğünün tasfiyesi, Toplumsal-Demok-ratik Halk Diktatörlüğü’nün kurulması. En geniş anlamda halk demokrasisi; halk için siyasi özgürlük.

Page 278: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Burjuva-feodal, reizyonist gericiliğe karşı ve bunların kalıntılarına karşı topyekün savaş.Ulusal sorunun çözümü için, ulusların kaderlerini tayin hakkı, ulusların ve dillerin tam hak eşitliği, bütün ülkelerin proletaryasının ortak çıkarı ve bir-leşmesi Marksist ilkeleri temelinde, Kürt ulusu ve diğer halklar üzerinde varolan her türden ulusal baskı ve eşitsizliklerin kaldırılması, siyasal kade-rini kendilerinin tayin hakkı.Küçük büyük bütün devet memurlarının, yöneticilerinin halk tarafından, gerekli hallerde azledilecek biçimde seçilmesi.3— Askeri alanda:Emperyalistlerle yapılmış bulunan bütün anlaşmaların feshi, Nato’dan çıkılması, hiçbir emperyalist pakta girilmemesi, sürekli ordunun dağıtıl-ması ve onun yerine silahlı halkın geçirilmesi, halk milislerinin kurulması.Askeri yöneticilerin silahlı halk tarafından, gerekli hallerde azledilebilir biçimde seçilmesi.4— İdeolojik alanda:Her türden gerici burjuva-faşist-feodal ideolojilerin, her türden revizyonist, oportünist, reformist ve sosyal-şoven ideolojilerin, devrimin kesintisiz geli-şimine zarar verecek doğmatizmin, sekterizmin, işçi sınıfının ve geniş emekçi kitlelerin içinde bulunulan özgül durumlara göre belirlenecek birli-ğine zarar verebilecek “sol” ve sağ anlayışların ve maceracılığın yıkıcı etki-lerinin azaltılması ve bir süreç içerisinde kesin yenilgisinin sağlanması için, kitlelerin Marksist-Leninist eğitimi; ideolojik-kültürel devrimler…5— Enternasyonalist alanda:“Bütün dünyanın işçileri ve ezilen halkları birleşiniz” sloganına uygun ola-rak, dünya proletaryasının ve ezilen halkların birliği önündeki ideolojik-si-yasi engellerin aşılması için mücadele. Ulusal bağımsızlık, demokratik ve toplumsal kurtuluş savaşlarının desteklenmesi. Devrim yapmış ülkelerle, proletaryanın temel çıkarları açısından, karşılıklı yardımlaşma ve daya-nışma. Leninist “barış içinde bir arada yaşama” ilkesinin hayata geçiril-mesi.Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi, burjuva demokratik devrim görevle-rinin birçoğunu yüklenmiş, yarı sosyalist karakterli bir devrimdir. Sosyalist bir toplumun kurulması için gerekli maddi koşulların yaratılması görevle-riyle yükümlüdür. O, sınıfsız topluma ilerlerken, bir ara aşama olduğunun bilinciyle hareket edecektir.

Page 279: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Genel olarak ulusal sorun, özel olarak Kürt ulusal sorunu, proleter sosyalist dünya devrimi sorununun bir parçası olarak ele alınması gerekir. Biz, her ulusal sorunu destekleyemeyiz; biz, ancak proletaryanın çıkarlarına yarar sağlayan, emperyalizmi zayıflatan ulusal hareketleri destekleriz. Kürt ulu-sal sorununa da bu açıdan bakıyoruz. Kürdistan’ın özgül durumu, yani dört parçasının dört ayrı sömürgeye bölünmüş olması, devrimci mücadelenin gelişim eğilimine ve devrim yoluna etkide bulunmaktadır… Bu soruna Marksizm-Leninizm açısından yaklaşılmadığı takdirde, revizyonist-burjuva gericiliğinin çeşitli tonlarına hizmet edilmiş olacaktır ki, bunun siyasi sonuçları burjuvazinin yararına, proletaryanın zararına olacaktır.Biz, her bir parçası Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin bir sömürgesi duru-munda olan Kürdistan’ın, Türkiye, İran, Irak ve Suriye devrimlerinin kilidi olabilecek bir öneme sahip olduğu düşüncesindeyiz. Bu yaklaşım, sınıfsal bakış açısını gözden kaçırdığımız, iç olguları değil, dış olguları temel aldığı-mız, proletaryanın önderliğini değil, Kürt köylülüğünün önderliğini öne çıkarttığımız biçimde yorumlanabilir. Soruna böyle bir anlayış ile yaklaş-mak dar ulusalcı bir anlayış olacaktır. Tek tek ülkeler devrim görevlerini yürütürken, ulusal mücadele ile sınıfsal mücadeleyi birleştirmelidirler; kimi zaman sınıfsal mücadelenin ulusal mücadele biçimine bürüneceğini bilmelidirler. Ulusal ve toplumsal çelişmeler öyle bir gelişme hattı izleyebi-lir ki, Türkiye-Kürdistan devriminin çözümü, Kürt ulusal sorununun çözü-münü ön plana çıkartabilir. Böyle bir durumda bütün güçlerimizle bu noktaya yoğunlaşabiliriz. Doğaldır ki, yine sınıf açısından hareket etmediği-miz, Kürt ulusalcılığına ödünler verdiğimiz, ilkesiz uzlaşmalara girdiğimiz yollu eleştiriler alacağız. Her dönemde oportünizmin ve revizyonizmin küçümseyen tavırları ile kuşatıldığımız için, yeni durumlarda da değişik bir tutum içine giremeyeceğiz. Öyle bir durum söz konusu olabilir ki, Türkiye-Kürdistan’ı silahlı devrimin odak noktası haline gelebilir ve biz bu noktada silahlı devrimin gerektirdiği bütün adımları atarız. Ama bu, sınıf mücadele-sinin, devrim mücadelesinin diğer bölgelerde tatili anlamına mı gelir? Asla! Biz, iki ayrı devrim perspektifini birleştirmiyoruz; biz, nesnel koşulların zorunlu kıldığı, Türkiye-Kürdistan devrimi perspektifini savunuyoruz ve devrimimizin doğusu (Kürdistan), batısı (Türkiye) diye bir ayrımı yoktur. Hedefimiz, Kürdistan’ın merkezini oluşturacağı, Türkiye, İran, Irak ve Suri-ye’yi kapsamına alan Ön Asya Sosyalist Halk Cumhuriyetleri Birliği’dir. Bu noktaya, çeşitli devrim aşamalarından, tek tek ülkelerin devrimlerinin gelişmeleri sonucu varılacaktır.

Page 280: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Hemen sorulacaktır: Neden merkezinde “Arabistan”, ya da “İran” değil de, Kürdistan’ın bulunduğu Ön Asya Sosyalist Halk Cumhuriyetleri Birliği? Kıl kadar coğrafi bilgisi olan herkes, Kürdistan’ın saydığımız ülkelerin merke-zinde olduğunu bilir. Eğer Kürdistan’ın yerinde “Arabistan” olsaydı, her halde o zaman, merkezinde Arabistan bulunan diyecektik… Bu konuları ilerde açacağız; bu konuların açılması, dar açılar içinde, daralmış ufuklar içine sıkıştırılmış beyinlerin de sarsılmasına yol açacaktır.Devrimimizin itici güçleri ve ittifakları: Genel anlamda emperyalizmle, işbirlikçi kapitalizmle, feodal artıklarla çelişmeleri uzlaşmaz nitelikte olan bütün toplumsal güçler, devrimin itici güçleri kapsamına girer. Bu anlamda çeşitli milliyetlerden proletarya, köy-lülük, şehir küçük burjuvazisi, ulusal burjuvazinin bir kesimi, devrimimizin itici güçleridirler.Ancak devrimin temel itici güçlerini, çeşitli milliyetlerden proletarya, şehir ve kır yarı proleterleri, şehir küçük burjuvazisinin en ezilen, en yoksul kesimleri oluştururlar. Bu nedenle proletarya, yoksul köylülük, şehir küçük burjuvazisinin en yoksul kesimleri ile ittifak oluşturmalıdır. Bu ittifak dev-rimimizin temel itici gücünü ve esas toplumsal temelini oluşturur. Ancak bu temel üzerinde, orta köylülükle, küçük burjuvazinin diğer kesimleri ile zen-gin köylülük ve ulusal burjuvazinin bir kanadı ile ittifak olanakları araştırı-labilinir ve böyle bir ittifak oluşturulabilinir.Devrim, nasıl ki emperyalistler arasındaki çelişmelerden yararlanmak zorundadır, aynı zamanda egemen sınıflar arasındaki çelişmelerden de yararlanmalıdır…Mücadele Biçimi ve örgütlenme üzerine: Türkiye-Kürdistan devrimi silahlı devrim olacaktır. Örgütlenme bu amaca uygun olmalıdır. Kürt halkının ayrı örgütlenme hakkı vardır; fakat biz, Türk-Kürt ve ezilen diğer milliyetlerden proletaryanın ortak örgütlenme-sini, devrimin sağlığı ve başarısı açısından zorunlu görüyoruz. Ancak böyle bir örgütlenme, sınıf temeli üzerine oturtulmuş bir örgütlenme proletarya-nın çıkarlarına uygundur. Milliyet esasına göre örgütlenmeyi savunmak burjuva örgütlenme anlayışıdır. Başlangıçta ayrı örgütlenmeler de olsa —ki öyledir— son çözümlemede, hayat birlikte örgütlenmeyi dayatacaktır. Kürt proletaryasının ayrı örgütlenme isteğinin bir yanı Kürt ulusalcılığının ürünü ise, öbür yanı da Türk solunun yarattığı güvensizliğin, şoven tutumu-nun ürünüdür.

Page 281: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Örgütlenme esas itibariyle profesyonel devrimcilerden oluşmalı ve gizlilik temellerine dayanmalıdır. Bu temelde, en küçük legal olanaklardan, en geniş legal olanaklara varıncaya, bütün olanaklardan yararlanmalıdır. Legal çalışması olmayanın illegal çalışması verimsizdir. İllegal temelleri olma-yanların da legal çalışmaları kuma yazı yazmaktır.Devrimin zaferi, kitlelerin içinde yapılacak köklü çalışmaların ürünü olma-lıdır. Üretim birimleri içinde çalışma esas olmalıdır. Örgütlenme ve siyasi çalışmanın toplumsal odağı, sanayi proletaryası olmalı ve bu temel üze-rinde milliyet ayrımı gözetmeksizin proletaryanın en geniş kesimleri, top-raksız ve yoksul köylülük, şehir küçük burjuvazisinin en yoksul kesimleri, örgütlenme ve siyasi çalışmalarımızın hedefi olmalıdır. Aydınların kazanıl-ması özel bir öneme sahiptir. Aydınları küçümseyen anlayış devrimci anla-yış olamaz. Bu çalışmalar, tek tek kişilerle yürütülecek ilişkiler biçiminde olabileceği gibi, esas olarak onların demokratik-ekonomik ve siyasi kitle örgütleri içinde çalışarak sürdürülmelidir. En gerici derneklerden en önem-siz gibi görünen derneklere varıncaya, gücümüz ve olanaklarımız ölçüsünde çalışma yapmalıyız. Bütün çalışmalar, Marksist-Leninist ideoloji ve siyaset tarafından biçimlendirilmelidir. Somut, acil istek ve gerekliliklerden yola çıkarak, ekonomik, demokratik mücadele, siyasi mücadeleye tabi kılınmalı-dır. Biz, kitlelerin kendi deneyimleri ile öğrenebileceği Marksist ilkelerden yola çıkarak, kitleleri eğitecek bir mücadele hattı izlemeliyiz. Bütün siyasi çalışmalarımız ve siyasi eğitimimiz, silahlı devrim bilincinin yaratılmasına hizmet etmelidir.Siyasi mücadeleyi, silahlı mücadele ile kırlardaki mücadeleyi şehirlerdeki mücadele ile birleştirmeliyiz. Silahlı devrim, halk savaşının ülke somutuna en uygun biçimi olan, genel silahlı ayaklanma ile halk savaşı ilkelerinin ülke somutuna yaratıcı biçimde uygulanması temeli üzerinde yükselecektir. Halk savaşı ile genel silahlı ayaklanmanın birleştirilmesi demek, çeşitli mil-liyetlerden proletarya ile çeşitli milliyetlerden köylülüğün (esas olarak top-raksız ve yoksul köylülüğün) mücadelesinin birleştirilmesi, kırlardaki mücadele ile şehirlerdeki mücadelenin birleştirilmesi demektir. Kır ve şehir küçük burjuvazisisinin rolü, böylesi bir savaşta çok büyük bir rol oynaya-caktır.Parti - Halk Ordusu - Birleşik Devrimci Halk Cephesi, örgütlenmenin, birbi-rine bağlı, birbirini etkileyen ve koşullandıran üç biçimidir.

Page 282: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Her zaman ideolojik-siyasi mücadele birliği, yani teorik-pratik mücadele birliği esas alınmalıdır. İdeolojik mücadelenin başarılı olup olmadığı, kitle-lerin siyasileşerek maddi bir güç haline gelip gelmemesinde, ekonomik, demokratik ve siyasi eylemlerin doğru cevaplar haline gelip gelmemesinde kendini gösterir. Kendiliğinden mücadele ne denli örgütleniyor, merkezile-şiyorsa, revizyonist, reformist, oportünist ve her türden faşist gerici örgüt-lerin kitle üzerindeki etkileri nicel ve nitel olarak zayıflıyorsa, Marksist-Leninist ideoloji ve siyaset, o denli başarı gösteriyor demektir.Ekim Devrimi, esas olarak kendi güçlerine dayandı. Çin Devrimi esas olarak kendi güçlerine dayandı. Vietnam ve Kore devrimleri, esas olarak kendi güçlerine dayanmakla birlikte, çok güçlü maddi ve manevi dış destek buldu. Oysa biz, içinde bulunduğumuz dünya koşullarında, dıştan maddi bir destek bulma olanağından yoksunuz. Ancak güçlü bir manevi destek göreceğimiz kesindir. Bu nedenlerdir ki, daha şimdiden kendi güçlerimizi yaratmak, pekiştirmek zorundayız. Biz, kendi öz güçlerimize dayanarak, düşmandan edineceğimiz maddi güçlere dayanarak devrimi başaracağız, yani onların silahına, parasına, taşınabilir her türden olanaklarına el koyarak…Burjuvaziden öğrenme, çalışmalarımızın dikkate alması gereken önemli bir noktasıdır. Biz, burjuva toplumundan, burjuva ordusundan, burjuva okulla-rından, tekniğinden, biliminden vs. devrime yararlı olabilecek ne varsa, olanaklarımız ölçüsünde öğrenmeliyiz ki, devrim sırasında ve sonrasında, burjuva aydınlarına, teknisyenlerine ve çeşitli dallardaki uzmanlarına o denli az ihtiyacımız olsun. Burjuva aydınlarına zorunlu olmak bir çeşit bağımlılıktır. Biz, hem kızıl hem de usta olmalıyız. Leninist çalışma biçimi bunu gerektirir. Hem siyasi yeterlilik hem de pratik yeterlilik kazanılmalı-dır. Siyasi sorunları bilmek, fakat en basit sorunlarda pratik yetersizlik gös-termek, sonuç olarak yenilgiyi getirir.Sonuç olarak: Devrim örgütlenmesi, devrimin itici ve temel güçlerini, Marksist-Leninist ideoloji ve siyasete dayanarak örgütleme görevini başa-ramazsa, devrimci durumları devrime dönüştürmeyi de başaramaz. Emper-yalizm ve proleter devrimleri çağında, sömürücü sınıfların egemen olduğu bütün ülkelerde devrimin nesnel koşulları vardır, diyoruz. Hiç beklenmedik zamanlarda bile devrimci krizler patlak verebilir. Sorun, nesnel koşulların birikimlerini örgütlü müdahale ile devrim enerjisine dönüştürmektedir. Sosyalizm ile işçi sınıfı hareketinin birleştirilmesi görevi henüz yerine geti-rilmemiştir. Kağıt üstündeki doğrular toplumsal-siyasal hayatımızda can

Page 283: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

bulamamıştır. Siyasi bir hareketin programı ya da mücadele platformu, görüşlerin bilinmesi açısından önemlidir; fakat asıl önemli olan, neyin söy-lendiği değil, neyin yapıldığıdır. Kitleleri kağıt üzerindeki doğrular değil, pratik çalışmalarımız, kitle çizgimizin içeriği ilgilendirmektedir. Mücadele platformumuz, birçok konuyu kapsamına almadığı için eksiklikler taşımaktadır. Kuşkusuz, sınırlı yazı olanakları içinde, mücadelenin tümü hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi sergileyemeyiz. Mücadele süreci içerisinde, olanaklarımız ölçüsünde, burada temel taşlarını koyduğumuz görüşlerimizi daha ayrıntılı, daha derinlemesine açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.(*1) Türk burjuvazisinin devlet iktidarını elinde tutmasının esas toplumsal ittifakı toprak ağaları iledir. Öte yanda, Kürt ulusal hainlerinin desteği de, sınıfsal olarak irdelendiği zaman, işbirlikçi Kürt burjuvazisi ve toprak ağaları olarak kendini gösterir. [geri dön](*2) Baş düşman ile başlıca düşmanlar arasında, özgül koşullar nedeniyle farklılıklar vardır; fakat baş düşmana karşı mücadelede başlıca düşmanlar-dan biri ya da ikisi ile ittifak yapılamaz. İttifakı bırakalım, baş düşmana karışı mücadele süreci içerisinde, bunların bir tanesinin bile unutulması devrimin gelişim doğrultusuna zarar verir… Öte yanda, Türkiye-Kürdistan’ı açısından, başlıca düşmanlar tesbitimiz yetersiz görülebilir. Örneğin Kürt ulusal hainlerinin, jenoist uygulamalarına bilinçli olarak katılanların da vurgulanması istenebilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bunlar da başlıca düşmanlar arasındadır ve özel olarak vurgulanmaları, ancak özel durum-larda söz konusu edilmeleri gerekir. [geri dön]

halkcephesi.net

Page 284: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

İRAN-IRAK SAVAŞI ÜZERİNEYaşadığımız dünyada baş çelişme, emperyalizm ve sosyal emperyalizm ile ezilen dünya halkları arasındaki çelişmedir. İran-Irak savaşına bu açıdan baktığımız zaman görürüz ki, bu savaş ezilen dünya halklarının zararına, emperyalistlerin, özellikle de iki süper devlet, ABD ve SSCB’nin yararınadır.İran-Irak savaşı, İsrail gericiliğine de hizmet etmektedir. Filistin halkının ulusal demokratik devrim davasına, gaspedilmiş anayurdunu kurtarma davasına zarar vermektedir. Savaş, her iki ülkeyi, hem emperyalistlerin, hem de İsrail siyonizminin karşısında güçsüz kılar, zayaf düşürür. Bu sonuçların zararını Filistin halkı etinde kemiğinde duyacaktır.Bu savaş, proletaryanın devrimci sınıf savaşımına değil, gerici burjuvazinin ulusal birlik anlayışlarına yarar sağlar. Sosyal şovenizmi körükler.Her iki ülkenin de zengin petrol yataklarına sahip olması ve birbirlerine karşı saldırılarda hedeflerden birinin de petrol yatakları olması, bütün insanlığın ortak hazinesi olan zenginliklerin boş yere telef edilmesi, insanlı-ğın zararınadır. Bu ve benzer kaynakların tasarrufu bugün gericiliğin elin-dedir ama bir gün onlar halkın eline geçecektir… Dünya proletaryası; ezilen halkları ve demokrat kamuoyu bu savaşa karşı çıkmalıdır.İran Devrimi, ABD ve Sovyetler Birliği başta olmak üzere, emperyalist dünya gericiliğini olduğu kadar, gerici Arap yönetimlerini de korkutmuştur. İran-Irak savaşının temel nedenlerinden biri de budur. Irak, İran benzeri bir halk ayaklanmasından korkmaktadır. Irak’ı destekleyen güçlere baktığı-mız zaman, bu savaşın arkasında kimlerin pusuda olduğunu, dolayısıyla savaş sonuçlarından nelerin umulduğunu daha açık biçimde görebiliriz. Şah yanlıları yeniden iktidar umutlarını tazelerken, SSCB, Irak’a gizliden silah

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 285: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yardımında bulunmaktadır. ABD’nin gerici Arap yönetimlerine bulunduğu yardım, bir bakıma Irak’a yardım sayılmalıdır. Fransa Irak’a silah satmaya karar vermiştir. Arap gericiliğinin en önde gelen adları ABD yanlısı Suudi Arabistan, Ürdün, Abu Dabi vb. Irak’ın yanında açıkça yer almışlardır. Kuzey ve Güney Yemen’in de Irak’tan yana olmaları düşünülmelidir. Şah taraftarları da içinde olmak üzere, dünya gericiliğinin Irak yanında gizli-açık saf tutması Irak adına utanç verici bir olaydır. Görülüyor ki, İran’a karşı dünya gericiliği küçük çapta bir haçlı seferi başlatmıştır.Biz, İran-Irak halklarının zararına olduğuna inandığımız bu savaşta, her iki ülke halklarının devrimci kurtuluş davalarının yanındayız. Bu nedenle her iki ülkenin yurtseverlerine, devrimci-demokratlarına ve Marksist-Leninist-lerine sesleniyoruz: Savaşa karşı çıkınız!.. Gerek İran, gerekse Irak yöne-timleri, özleri bakımından gerici yönetimlerdir. Buralardaki egemen sınıf diktatörlükleri halkların devrim davasına karşıdırlar; anti komünisttirler. Her iki ülkenin Marksist-Leninistleri devrimci-demokratları ve yurtsever-leri, anti emperyalist demokratik halk devrimi görevlerini bir an için bile unutmadan hareket etmelidirler. Ancak, her iki ülkenin Marksist-Leninist-lerine, özde aynı, biçimde farklı görevler düşmektedir. Bunun nedeni, her iki ülkenin savaştaki özgül konumlarıdır.İran-Irak savaşı “üç dünya”cı Çin revizyonizminin karşı devrimci yüzünün bir kez daha açığa çıkmasında yarar sağlamıştır. İran’lı ve Irak’lı Marksist-Leninistler, Leninist savaş ve devrim tezlerini, kendi ülkelerinin somut koşullarına yaratıcı biçimde uygulamalıdırlar. Kürt halkının savaşın kesil-mesinde oynayacağı rol düşünülmelidir. İran ve Irak’lı Marksist-Leninistler bir sınavla karşı karşıyadırlar.

halkcephesi.net

Page 286: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

KENDİSİYLE HESAPLAŞAMAYAN DEVRİM KARŞI DEVRİMLE HESAPLAŞAMAZ1 Mayıs 1980’e, faşist diktatörlüğün iyice azgınlaştığı, daha ileri adımlar attığı koşullarda giriyoruz. Bürokratik ve askeri mekanizma, yeniden ve yeniden gözden geçirilmektedir; elenmektedir; gözden kaçmış demokrat, yurtsever unsurlar ve hatta kararsız faşizm yanlıları bile hızla ayıklanmak-tadır. Faşizmin sivil ve resmi güçleri halka karşı el ele vermiştir. Faşist MHP’liler silahlandırılmakta ve silahlanmaları yasallaştırılmaktadır. AP hükümeti, MHP’li yöneticilere, yani faşist terörün yöneticilerine “silah ruh-satı” verilmesini resmen emretmiştir. Bu demektir ki, bundan sonra halkın üzerine ruhsatlı silahlarla ateş edilecektir. Faşist diktatörlük, faşist canilere öldürme ruhsatı çıkarmıştır. Öte yanda, sermaye, özel güvenliğini sağlamak için “özel silahlı adamlar” edinmektedir. Faşizmin resmi ve sivil güçleri, alabildiğine silahlanırken, kitlelerin üzerine yönelen baskılar, aramalar, terör, kitleleri sindirmeyi, silahsızlandırmayı amaçlamaktatır. Faşistlere silah serbest, halka ise yasaktır.Yurtsever, demokrat, devrimci basın üzerinde yoğunlaşan baskılar, yasak-lar, soruşturmalar, tutuklamalar, özü bakımından, işçi sınıfını ve geniş emekçi kitleleri olan bitenden habersiz bırakmayı, emekçilerin birbirleriyle bağlarını koparmayı, onları tek tek, küçük gruplar halinde kendi içlerine kapatmayı hedeflemektedir. Onlar, yalnız silahlardan değil, esas olarak silahlara yön verecek düşüncelerden korkmaktadırlar. Bilinçsiz silah, kitle-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 287: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

den kopuk silah yenilir; ama bilinçli silah, kitlelerin elindeki silah yenil-mez. Bunu biliyorlar. Asıl korkuları da budur.Kazanılmış ekonomik, demokratik hakların gaspı yoğunlaşmaktadır. Onlar, içine düştükleri bunalımın acısını emekçilerden çıkartmaya çalışıyorlar. Faşizmin baskı ve şiddeti, aynı zamanda, onların içine düştükleri derin çaresizliğin, güsüzlüğün de ifadesidir. Halkın mücadelesi geliştikçe, faşiz-min azgınlaşması daha da artacaktır; baskıların kapsadığı alan daha da genişleyecektir. Kısa vadede, halkın güçleri mi faşizmi yenecek, yoksa faşiz-min güçleri mi halkı yenecek, henüz belli değildir. İnancımız o ki, uzun vadede halkın güçleri mutlaka faşizmi ezecektir… fakat bugün, faşizmin taktik gücünü küçümsemek, halkın uzun vadede kazancağı zaferi tehlikeye düşürecektir; bu bilinmesi gereken bir gerçektir. En geniş kitleler, başta proletarya ve emekçi köylülük, şehir küçük burjuvazisinin büyük bir çoğun-luğu, burjuvazinin faşizme karşı olan kesimleri, faşizme karşı seferber edil-meden, faşizmin diktatörlüğünü alaşağı etmenin olanağı yoktur.Faşist diktatörlüğe karşı mücadele, faşizme karşı mücadelenin özgül bir biçimidir; faşist diktatörlüğün yıkılması, her koşulda faşizmin yıkılması anlamına gelmez. Faşizm, ancak onu vareden iç dış toplumsal temel, o top-lumsal temeli var eden iç dış ekonomik temel bu toplumsal-ekonomik teme-lin biçimlendirdiği iç dış ideolojik-kültürel yapı ülke ve dünya ölçeğinde yenilgiye uğratıldığı ve giderek kökleri kurutulduğu zaman yok edilebilir. Faşizmin yenilmesi, onun köklerinin tamamen kuruduğu anlamına gelmez. Çağımızda, burjuvazinin her kesimi, emperyalizme bağımlı oldukları tak-dirde, emperyalizmin içine düştüğü derin bunalımlara bağlı olarak, geliş-melerinin belli bir aşamasında, faşist diktatörlüğün toplumsal temelini oluşturacak bir düzeye yükselebilir. Emperyalizmin, şu ya da bu biçimi var oldukça, küçük burjuva temellere yaslanmış sınıf güçleri de, siyasi iktidara egemen oldukları takdirde, değişik bir biçimde de olsa, büyük burjuvalar haline gelebilirler. Bir örnek vermek gerekirse, bugün Sovyetler Birliği’nde sosyal faşist diktatörlüğün toplumsal dayanağı olan tekelci bürokrat burju-vazi, gelişmesini, revizyonist küçük burjuva temeller üzerine kurmuştur. Faşizmin, ya da sosyal faşizmin esas dayanağı ekonominin ve buna bağlı olarak siyasetin emperyalist içeriğidir. Yine de belirtmeliyiz ki bu, burjuva-zinin her kesimi her koşul altında faşisttir anlamına gelmez.Bütün dünyada, burjuvazinin değişik oranlarda da olsa, gericileşmesi, faşistleşmesi, kapitalizmin ekonomik, siyasi, ideolojik alanları da kapsayan

Page 288: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

genel bunalımının derinleştiğinin, gelişen halk hareketleri karşısında çare-siz kaldığının ifadesidir; aynı zamanda bu, devrimin yaklaştığının da müj-decisidir… Ancak bütün dünyada ve ülkemizde, devrimin nesnel koşullarının olgunlaşmasına denk biçimde, öznel koşulların yerine getiril-mesi koşuluyla bu müjde değerlendirilebilir. Aksi halde devrim olanaksız-dır. 1 Mayıs 1980’e, bu olgunun bilincinde giriyoruz ve devrimimizin eksik ve zaaflarını açık seçik görüyoruz.1 Mayıs 1980, bizim için özel bir anlama sahiptir. Genç bir yayın organı ola-rak Mayıs’la ilk karşılaşmamız çünkü.Bizi vareden temel koşullar, bizden, doğru, halkın mücadelesini devrimci-leştirecek, örgütleyecek doğrultuda cevaplar alırsa, 1 Mayıs 1980’den 1981 Mayıs’ına, ideolojik, siyasi, örgütsel açılardan daha da güçlenmiş ve derin-leşmiş olarak, kitlelerle devrimci bağlarımız daha güçlenmiş ve derinleşmiş olarak gireceğiz; yok, nesnel sürecin çok yönlü ihtiyaçlarına gereken cevap ve müdahaleleri, değişik mücadele yöntemleriyle gösteremezsek, adı var kendi yok olmaktan öteye gidemeyiz. Biz, her sorunu daha başında çözmek, devrimin gerekliliklerine doğru cevaplar bulmak, devrimin sorunlarını hal-letmek için örgütleniyoruz. Masa başında devrimin sorunlarını çözemeyiz, olsa olsa kaba hatlarını çizebiliriz. Bizim şimdilik yapabildiğimiz budur. Eğer mücadele süreci içerisinde, pratik çalışmalarımızla, devrimin geliştiri-cisi olamıyorsak, bu, devrimin engeli haline geldiğimiz biçiminde yorum-lanmalıdır. Böyle bir durumda en dürüst tavır, kendimizi dağıtmak olmalıdır; bu nedenledir ki, Marksizm-Leninizmden en küçük sapmanın bile, gelişmenin belli bir noktasında bizi karşı devrim saflarına götüreceği unutulmamalıdır.1 Mayıs 1886, Amerikan işçi sınıfının, sekiz saatlik işgünü için başlattığı, bütün dünya işçilerine örnek bir grev ve direnişin tarihidir. Amerikan bur-juvazisinin azgın sömürüsüne, baskısına, burjuva sınırlamalarına karşı, Amerikan işçilerinin bir başkaldırısı olan 1 Mayıs 1889’da, İkinci Enternas-yonal’in 1. Kongresi’nde, bütün dünya işçilerinin birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kabul edildi.1 Mayıs’ı, devrimci içeriğe uygun bir biçimde hayata geçirmek, şu sorulara, teorik ve pratik alanlarda doğru cevaplar bulmakla mümkün olacaktır:1. Kimlere karşı, kimlerle, nasıl ve ne için bir birlik?2. Kimlere karşı, kimlerle, nasıl ve ne için bir dayanışma?

Page 289: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

3. Kimlere karşı, kimlerle, nasıl ve ne için bir mücadele? Devrimin anahtarı, bu sorulara verilecek doğru cevaplara bağlıdır. Bizim geleceğimizi tayin edecek olan da bu soruların cevaplarında yatmaktadır.Doğaldır ki, bu sorular, cevaplarını içinde yaşadığımız nesnel sürecin dev-rimci görevlerine sıkı sıkıya bağlı olarak bulacaktır; yani devrimin yakın ve uzak hedefleriyle bağlantılı olarak. Bugün, toplumsal-demokratik halk dev-rimi hedeflerinden sapmadan, birleşik ulusal ve sosyalist görevle bağlarını koparmadan, demokrasi mücadelesinin ön planda olduğunu söylüyoruz. Faşist diktatörlüğün gaspettiği siyasi özgürlüklerin kazanılması ve sınırları-nın alabildiğine genişletilmesi, en geniş anlamda halk için demokratik orta-mın kurulması, önümüzde duran en yakın mücadele hedefidir. Proletarya, geniş emekçi kitlelere sesini duyurabilmek ve devrimimizin öznel koşulla-rını yaratabilmek için siyasi özgürlüklere muhtaçtır. Şu gün siyasi özgür-lüklerin önünde duran birinci engel, faşist diktatörlüktür. Biliyoruz ki, faşist diktatörlüğün yıkılması, emekçi kitlelerin kurtuluşu olmayacaktır. Ama kurtuluşun yolunu açacak ortamı hazırlayacaktır. Bu nedenledir ki, içinde bulunduğumuz koşullarda, mücadelemizin odak noktası faşist dikta-törlüktür. Biz, 1 Mayıs’ın kutlanmasını, sadece bir güne sıkıştırılmış bir eylem sorunu olarak değil, devrim mücadelemize damgasını vuran bir anlayış sorunu ola-rak ele almaktayız. 1 Mayıs’ta tutumumuzu, genel olarak ülkenin, özel ola-rak da bizim içinde bulunduğumuz öznel ve nesnel koşullar belirleyecektir. Önümüze koyacağımız hedefler gücümüzle orantılı olmalıdır. Her türden maceracı eylemden uzak olunmalıdır. Aceleciliğe düşülmemelidir. Grupçu rekabetlere, tepkiye kapılıp grupçuluğa düşülmemelidir. Ajitasyon ve pro-pagandada serbestlik, eylemde birlik ilkesi, olanaklar ölçüsünde hayata geçirilmelidir.1 Mayıs, bizim için, devrimci sorumluluklarımız temelinde, öncelikle kendi-mizle bir hesaplaşma günü olmalıdır. Devrim düşmanlarına ve devrim zararlılarına karşı ancak bu yöntemle mücadele edebiliriz. Bu hesaplaşma-dan çıkartacağımız dersleri özetlemeli ve günlük ilişkilerimizde gözönünde tutmalıyız. Kendisiyle hesaplaşamayan devrim, karşı devrimle hesaplaşa-maz. Toplumsal devrimi zafere ulaştırma sürecimiz, faşizmle, sosyal faşizmle, revizonizmin, oportünizmin her türüyle, dogmatizmle, sekte-rizmle, şovenizmle, dar ulusalcılıkla, her türden burjuva ve küçük burjuva akımlar ve onların uluslararası destekçileriyle hesaplaşma sürecimiz ola-caktır…

Page 290: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

1 Mayıs’ın devrimci içeriğine sahip çıkalım.Kendimizle hesaplaşma temelinde düşmanlarla hesaplaşalım.Yaşasın 1 Mayıs!Kahrolsun Faşist Diktatörlük!KAYNAKLAR:(1) Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Y., 1. B., s. 17-18.(2) F. Engels, Ütopik Sosyalizm, Bilimsel Sosyalizm, Sol Y., 4. B., s. 100-101(3) Stalin, Leninizm’in Sorunları, Sol Y., 1. B., s. 97-98.(4) Lenin, Ne Yapmalı? s. 98.(5) Lenin, Marx-Engels-Marksizm, Sol Y., s. 133.(6) Lenin, Partileşme Süreci, Yar Y., s. 86-87.(7) Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Sol Y., 2. B., s. 142.(8) Lenin, Emperyalizm, Sol Y., 5. Baskı, s. 108.(9) a.g.e., Engels’ten alıntı, s. 129-130.(10) Lenin, Emperyalizm s. 126.(11) Komintern Programı, Aydınlık Y., s. 26-27.(12) Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 12.(13) Komintern Programı, s. 20.(14) a.g.e., s. 29.(15) Lenin, Sovyet Hükümetinin Acil Görevleri, Ekim Y., s. 19.(16) Tarihi Dersler, Eylem Y., s. 73.(17) a.g.e., s. 125.(18) a.g.e., s. 93.(19) a.g.e., s. 82-83.(20) Komintern Programı, s. 73.(21) a.g.e., s. 74-75.(22) Lenin, İki Taktik, Sol Y., s. 100.(23) a.g.e., s. 96.(24) İşçi Sınıfı ve Köylülük, Sol Y., s. 226.(25) Lenin, Proleter Devrimin Teorisi, Yıldız Y., s. 36.(26) a.g.e., s. 37.(27) Lenin, Doğu’da Ulusal Kurtuluş Hareketleri, Yöntem Y., s. 323.(28) Komüntern Programı, Aydınlık Y., s. 75.(29) Mao, Seçme Eserler, Aydınlık Y., 2. B., s. 368.(30) a.g.e., s. 366-367.

Page 291: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

(31) a.g.e., s. 369.(32) a.g.e., s. 385.(33) a.g.e., s. 406.(34) Lenin, İki Taktik, Sol Y., s. 22-23.(35) Mao, Seçle Eserler, 2. Cilt, s. 423-424.(36) a.g.e., s. 426.(37) Komintern Programı, s. 74.(38) Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, s. 219-220.(39) Marx, Engels, Lenin, Partizan Savaşı, Yar Y., s. 18.(40) Komintern Programı, Aydınlık Y., s. 48.

halkcephesi.net

Page 292: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

NEDEN MAYIS?Bizim için Mayıs adı, dünya proletaryasının, birlik, dayanışma ve mücadele-sini simgeliyor. Bu nedenledir ki, dergimizin adını Mayıs koyduk.Amacımız, devrim ateşine, işçi sınıfının birliğini sağlama çabalarına, dev-rimci kültür ve kavrayışın derinleştirilmesine katkıda bulunmaktır. Dergi-miz bu konuda bütün olanaklarını ve enerjisini seferber edecektir.Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi, bu yıl da dünyanın çeşitli ülkelerinde milyon-larca yumruk, devrim ve demokrasi için, emeğin nihai kurtuluşu için, emperyalizme ve faşizme karşı çelikleşerek göklere kalkacaktır. Kimi yer-lerde açıktan açığa, kimi yerlerde ise gizlilik koşullarında devrim andı içile-cektir. Askeri faşist diktatörlüğün kanlı çizmeleri altında ezilen ülkemiz Türkiye-Kürdistan’da, işçi sınıfının özlemi, koşullar elverdiği oranda, mut-laka dile getirilecektir. Acımız büyüktür, ama yenilmez ve aşılmaz değildir, dayanılmaz değildir. İşçi sınıfının, devrim gençliğinin çeşitli milliyetlerden, çeşitli gruplara dağılmış unsurları, ölümleri pahasına da olsa, emperya-lizmi, faşizmi, ulusal baskıları ve ihaneti lanetliyorlar. Onlar, zorbalığa karşı onurlu direnişin, yenilmezliğin örneğini gösteriyorlar.Direniş ateşi sönmeyecektir. Direnen tek kişi bile kalsa, direniş sürüyor demektir. Birin binler, onbinler, milyonlar olduğuna tarih tanıktır. Tarih, bizim zaferimize de tanık olacaktır.İşte Mayıs, anti emperyalist, anti faşist direnişe can katmak ve ondan can almak için çıkıyor.Yaşasın Mayıs,Yaşasın 1 Mayıs!

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 293: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

halkcephesi.net

Page 294: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Değerli arkadaşlarım,Değerli konuklar,Hoşgeldiniz,Selam sizlere, bin selam!Bildiğiniz gibi Nevroz, Kürt halkı için, zalimlere ve zulme karşı direnmenin,Yılgınlık ve teslimiyete karşı durmanın,Özgürlük ve bağımsızlık için mücadelenin sembolüdür.Biliyorum ki, burada toplanan bütün insanların yüreği bu anlamda çarpı-yor:Çocuklarımızın yüreği de aynı şeyler için çarpacak.Zulme ve köleleştirmeye karşı direnmek için,Özgürlük ve bağımsızlık için,Dağınıklığı birliğe çevirmek için,Bugüne kadar, bu amaçlar uğruna çok kurban verildi. Daha da verilecek.Biliyoruz ki, kurbansız zafer mümkün değildir. Kan ve ateşi göze almak zorundayız.Soruyoruz:Böylesi bir azim ve inatla, böylesi bir inançla dolu bir yüreği susturmak, mümkün mü?Böylesi kararlı ve fedakar bir halkı yıldırmak ve başeğdirmek mümkün mü?Asla!..Acı, baskı, yoksulluk, kan ve gözyaşı Kürt halkının kaderi değildir.Biz bu kaderi tanımıyoruz.Biz, dört bir yandan işgal altında tutulan bir sömürge ülkenin çocukları

NEVROZ: ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK İÇİN MÜCADELENİN SEMBOLÜwebmasterhalkcephesi.net

Page 295: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

değil bağımsız, demokratik ve birleşik Kürt ülkesinin, Kürdistan’ın çocuk-ları olmak istiyoruz.Biz, kendi toprağımızda, kendi dilimizde aşk ve özgürlük türküleri söyle-mek istiyoruz.Biz, kendi dünyamızı, kendi toprağımızı kendi ellerimizle yoğurmak ve yeniden kurmak istiyoruz.Biz, kendi ülkemizde, kendi bayrağımız altında, özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz.Yine unutmuyoruz ki, Kürt, Türk, Arap ve Acem işçilerinin ve emekçilerinin çıkarları güçlü devletlerin oluşmasında yatmaktadır.Yine biliyoruz ki, gönüllü birliğin koşulları yaratılmadan bu bir hayaldir.Bugün Kürdistan’ın çeşitli kesimlerinde, dağlarda, ovalarda, faşist zindan-larda sömürgecilerin baskı ve zulmüne karşı dişe diş döğüşenlerin, döğüşe-rek ölenlerin amacı da bu. Onları, bütün yüreğimizle selamlıyoruz. Bu uğurda şehit düşen bütün arkadaşlar kalbimizde ve mücadelemizde yaşıyor ve yaşayacaktır.Ne mutlu onlara ki, direnerek öldüler ve bağımsızlık meşalesinin ateşleri oldular. Ne mutlu!..Arkadaşlar, hatırlarsınız, Kürt Enstitüsü’nün geçen yıl kuruluş nedeniyle düzenlediği şenlikte, Enstitü’nün şu ya da bu grubun hizmetinde değil, bir bütün olarak Kürt ulusunun hizmetinde bir bilim kurumu olduğunu söyle-miştim. Bir yıllık çalışma ve pratik sözlerimi doğruluyor. Herkes iyi bilmeli ki, Kürt Enstitüsü, bağımsız ve özerk karakterini, demokratik yapısını hep koruyacaktır. Hiçbir zaman kısır siyasal çekişmelerin ve polemiklerin tuza-ğına düşmeyecektir. Sizler de, Enstitü’yü gözünüz gibi korumalı, onun çalış-malarını yakinen izlemeli ve destekçisi olmalısınız.Enstitü, bağımsızlık tohumunun bir filizidir ve Kürt ulusunun bugüne kadar sürdürdüğü mücadelenin bir ürünüdür. Daha da gelişip güçlenmesi sizlerin çabalarına bağlıdır.Enstitü etrafında toplanacağız, onun önüne koyduğu görevlerin yerine geti-rilmesine, gücümüz oranında katkıda bulunacağız.

Page 296: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bileceğiz ki, bağımsızlık mücadelesi bir bütündür.Kimi zaman doğruyu ifade eden iki satırlık bir yazı, bir fikir,Yürekleri ayağa kaldıran bir türkünün çığlığı,Saza vuran bir mızrap,Atom bombasından bile güçlüdür.İşte bu nedenle biz, hayatın her alanında iyi savaşçılar, başarılı savaşçılar olmak ve yetiştirmek zorundayız.Biz, sazımızı iyi, çok iyi çalmalıyız…Biz, iyi, çok iyi türküler söylemeliyiz…Biz iyi, çok iyi resimler yapmalıyız…Biz iyi hikayeler, iyi şiirler, güçlü romanlar yazmalıyız…Biz güçlü bilim adamları, diplomatlar ve teknisyenler yetiştirmeliyiz.Bizim elimiz hem kalemi, hem makinayı hem de silahı iyi tutmalıdır.Kimi zaman sazımız silah, kimi zaman da silahımız saz olmalıdır.Biz iyi biliriz ki, en iyi türküleri, en doğru sözleri, yerinde kullanırsak bir kurşun gibi söyler.Dağlarımız, ovalarımız, ırmaklarımız bizi bekliyor. Biz bütün ömrümüzü gurbette geçirip gurbet türküleri söylemek istemiyoruz.Biz, yiğitlikleriyle destanlar yazmış bir halkız ve önümüzde duran bütün güçlükleri yenecek azme ve güce sahibiz.Türk, Acem ve Arap devrimci demokratları, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının en candan savunucuları olarak, bu kavganın bir parçasıdır-lar ve ortak düşmana karşı savaşmaktadırlar. Ezilen sınıfların sınıf kardeş-liği en güçlü silahlarımızdan biridir.Dost ve düşman herkes bilsin ki,Kazanacağız…Mutlaka kazanacağız…Bir köle olarak yaşamaktansa bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyi-dir.Yaşasın bağımsız, birleşik demokratik Kürdistan…Yaşasın Kürt, Türk, Acem ve Arap halklarının kardeşliği ve dayanışması…Yaşasın Kürt Enstitüsü…

Page 297: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

18 Mart 1984’de Paris Kürt Eenstitüsü tarafından düzenlenen “Nevroz Bayramı”nda yapılan konuşma.

halkcephesi.net

Page 298: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

DEVRİMCİ KÜLTÜRÜN ANLAMI VE MAYIS’IN GÖREVLERİ…Mayıs, Türkiye-Kürdistan devrimci kurtuluş mücadelesinin kültür-sanat alanında etkin bir silahı olmak istiyor. Böyle bir silah, emperyalizme ve faşizme karşı, ulusal, demokratik, toplumsal kurtuluş kavgasının ateşi içinde, sanatsal-kültürel-felsefi tartışma ve sorunlara getireceği doğru yak-laşımlarla, doğru çözümlerle ve pratikte göstereceği kararlı tutumla kendi-sini oluşturabilir. Böyle bir silah, yaşadığımız süreç içerisinde, çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdistan proletaryasının ve emekçi halkının bilin-cini besleyen, kuşatan, kafa karışıklığı yaratan her türden feodal, burjuva, reformist, revizyonist ve modern revizyonist anlayışlara, ezen ulus şoveniz-mine ve ezilen ulus dar milliyetçiliğine ve her türden karşı propagandalara açık savaş içinde, sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirerek kendini varedebilir ve çelikleşebilirler. Her yeni girişimin yetmezlik, eksiklik ve acemilik dönemi olacaktır. Bunun bilincindeyiz. Hiçbir tasarı, istek ve karar, toplumsal ve siyasal hayatta karşılığını bulmadan maddi güç haline dönüşemez. Maddi güç haline gelebilmenin tek yolu, kitlelerin ve hayatın isteklerine doğru cevaplar vermekten geçer; öne süreceğimiz görüş ve öne-rilerin, hayatın yasalarına uygun olmasından ve kitleler tarafından sahip-lenmesinden geçer. Ancak büyük bir çoğunluğun, şu ya da bu siyasi kavrayışla, çeşitli ideolojik sapmalarla koşullandığını, dinsel, siyasal, top-lumsal değer yargılarına sahip olduklarını baştan kabul etmek gerekir. Düşünülerek, tartışılarak seçilmiş ve benimsenmiş her düşünce, düşünme ve araştırma temelinde değişebilir ya da değişmeyebilir. Ama hiçbir biçimde düşünülmemiş, belli bir araştırma ve incelemeye dayanmadan benimsenmiş görüşleri değiştirmek alabildiğine zordur. Doğaldır ki her

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 299: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yeni düşünce, başlangıçta, yerleşik düşünce ve anlayışlar karşısında zayıf kalabilir. Yolunu açmakta, gelişmekte zorluk çekebilir. Bu konuda güvendi-ğimiz müttefikimiz hayatın kendisi ve Marksizm olacaktır. Geniş kamo-uyona egemen olan ideolojik-toplumsal-siyasal değer yargılarını, içinde hareket edeceğimiz bir ölçü değil, savaşılması gereken duvarlar olarak görüyoruz.Egemen KültürEgemen Sınıfın Kültürüdür…Bilinen bir gerçektir ki, bir topluma egemen olan ideoloji, kültür, siyasi anlayış, yaşama biçimi ve değer yargıları, o topluma egemen olan sınıf ya da sınıfların damgasını taşır. Öte yanda, ezilen sınıf ya da tabakaların ide-oloji, siyaset ve toplumsal görüşleri, varlıklarını baskı altında sürdürürler. Sınıflı toplumlarda, bütün sınıflar hayatın her alanında birbirleriyle müca-dele ederler. Hedef olarak önümüze koyduğumuz ideoloji, kültür, siyaset, felsefe, birer üstyapı kurumu olarak, ancak onun dayandığı maddi ve top-lumsal temelle birlikte ele alınmalıdır. Altyapısı yıkılmayan hiçbir üstyapı kurumu yıkılmaz. Üstelik üstyapı kurumları, maddi temelleri yıkılsa bile, çok uzun ömürlüdürler. Bu nedenle, bir kültür-sanat dergisi olarak önü-müze koyduğumuz mücadele, hedef ve görevleriyle, Türkiye-Kürdistan dev-riminin siyasi, toplumsal hedef ve görevleri doğrudan doğruya bağlantı içindedir. Türkiye-Kürdistan devriminin düşmanları olan sınıfların kültür-sanat anlayışları, felsefi kavrayışları çarpışmamız gereken hedeflerdir. Aynı zamanda proletarya, devrimci demokratik mücadele içerisinde, hedefi sos-yalizm olmayan, fakat demokrasiden yana tavır alabilen diğer ezilen sınıf ve tabakalarla sürekli iç içedir. Bu yüzden proletarya, bir yanıyla emperya-lizme, işbirlikçilerine, faşizme karşı savaşırken, küçük burjuva ve köylülüğe karşı da her alanda bağımsızlığını korumak zorundadır. Devrimci sanat, devrimci mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır; ondan doğar, onu etkiler ve onun gelişim sürecinden etkilenir. Ancak iyice vurgulamalıyız ki, sanatın kendine özgü bir dili, kişiliği ve kendine özgü bir işlevi vardır. Sanat ve sanatçı, devrimci mücadele süreci içerisinde, sekterizme, dogmacılığa, dar görüşlülüğe, kabalığa ve ısmarlamacılığa karşı kendi kişiliğini titizlikle korumalıdır. Koruyamazsa, zaten sanat olmaktan çıkacaktır sanat. Devrimci görevini ve etkinliğini yerine getiremeyecektir. Sanatı, kuru bir ajitasyon-propaganda aracı, bir slogan bileşimi olarak görmüyoruz. Dergimiz, Mark-sist-Lenisinst ideoloji ve siyaseti kendisine klavuz edinen, militan nitelikli bir sanat kültür dergisi olacaktır, diyoruz. Mayıs’ı çıkartan arkadaşlar, ken-

Page 300: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

dilerinin de değiştirmek istediğimiz ve siyasi-ideolojik etkilerine karşı savaştığımız toplumun bir parçası olduklarını biliyorlar.Mayıs, proletaryayı çağımızın en devrimci sınıfı, proletaryanın bilimsel dünya görüşü olan Marksist felsefeyi de, devrimci pratiğe yol gösterecek, insanlığı kurtaracak tek ışık olarak tanıyor. Proletaryanın, tarihi görevini yerine getirebilmesi için, bilimsel sosyalizmin evrensel ilkelerini tamı tamına hayata geçirmesi gerekir. Her ülke proletaryası, kendi özgül konu-muna ve koşullarına göre, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel, sanatsal çalışmalarına, ve hatta en sıradan görünen günlük problem ve zorluklarına bile bu açıdan bakmalıdır. Marksizm bir dogma değil, bir eylem kılavuzu olduğuna göre, Marksizmin çare bulamayacağı, yol gösteremeyeceği hiçbir sorun olamaz. Çünkü Marksistler, her sorunun, çözüm koşullarını da içinde taşıdığını bilirler. Kendisi için bir sınıf olmak isteyen proletarya, kendisini saran koşulları pratikten edindiği bilgiyle yenemez. Ona, dışardan, kendi sınıf felsefesinin, diyalektik materyalist felsefenin taşınması gerekir. Ona, kendi siyasi sınıf bilinci taşınmalıdır. Kendisi için bir sınıf olmanın ve insanlığı sömürüden kurtarmanın bundan başka yolu yoktur. Burjuva, feodal, küçük burjuva önyargılardan, reformist, revizyonist, oportünist kav-rayışlardan, idealizmden can bulan düşünme biçimlerinden, sekterizmden, dogmatizmden kurtulmadan bunların etkilerinden sıyrılmadan, bütün bu etkilere karşı savaşmadan bağımsız ve kalıcı bir sınıf hareketinden söz edi-lebilir mi? Gerici sınıfların ya da koşullarından dolayı işçi sınıfı ile birlikte hareket etmek zorunda kalan küçük burjuvazi ve köylülüğün mantığıyla hareket eden, onlar gibi düşünen bir işçi sınıfı kendi varlığının bağımsızlı-ğından söz edemez. İşte Türkiye-Kürdistan’da işçi sınıfı hareketinin içinde bulunduğu durum, apaçık ortada. Acıdır, fakat açıktır ki bugün, dünya pro-letaryası da esas olarak burjuva dünya görüşünün ve onun biçimleri olan reformizmin, revizyonizmin bataklığına saplanmıştır. Bu noktaya bir çır-pıda gelinmediği biliniyor. Uzun ve acılı bir gerileme süreci yaşandı ve yaşanıyor. Sovyet Modern revizyonizmi, Tito’nun bayrağını göndere çekti. Bütün dünyanın komünist partileri bu gerici bayrağa gerektiği biçimde karşı duramadılar. Çin ve Arnavutluğun mücadelesi başarılı sonuç vermedi. En sonunda, Çin de aynı modern revizyonist kervana katıldı. Arnavutluk, modern revizyonizme karşı mücadeleyi, Lenin sonrası döneme yöneltilecek eleştirilerle birleştiremedi…Biliyoruz ki doğruların teorik tesbiti pratiğe oranla bir anlamda kolaydır. Asıl zor olan, doğru teori ve siyaseti pratiğe geçirmektir. Kimi tarihi koşul-

Page 301: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ların, yanlışları kaçınılmaz kıldığını da kabul etmek gerekir. Yine de geri-leme sürecinin ideolojik, siyasal, toplumsal, ekonomik içeriği kendi tarihi koşulları içinde kavranmadan, nedenleri açıklığa kavuşturulmadan, prole-taryanın bu bataklıktan kurtulması ve devrimci görevlerini yerine getirmesi mümkün değildir. İşte önümüzde bütün zorluğuyla duran görevlerden en önemlisi budur. Ve bu görev, açık söylemek gerekirse, en yakın olarak, dev-rimini yapmış fakat yenilmiş ülkelerin proletaryası önünde değil, Avrupa ve Amerika önünde değil, bizim gibi ülkelerin, yarı sömürge ülkelerin prole-taryası önünde duruyor. Avrupa ve Amerika proletaryası bugünkü duru-muyla umut verici değildir. Bir zamanlar dünyanın en devrimci proletaryası olan ve haklı olarak bütün dünya proletaryasının önderi sıfatını taşıyan Sovyet proletaryası, modern revizyonist ideoloji ve siyasetle uyuşturulmuş-tur. Çin proletaryası, aynı yoldan geçmektedir. Doğu Avrupa’ya baktığımız zaman, benzer bir durum görürüz. En devrimci izlenimi veren Polonya pro-letaryası ise yüzünü Kilise’ye ve emperyalist Batı’ya çevirmiştir. Avrupa proletaryası ekonomizmin bataklığına saplanmış ve çözümü kapitalist dünya içinde aramaktadır. Yaşanan siyasal ve toplumsal gerçeklere yakinen baktığımız zaman, bütün dünyayı saracak devrimci hareketlerin Ortadoğu ve Latin Amerika’ya kaydığını görüyoruz. Evet, devrim fırtınasının merkezi olmaya yakın ülkeler proletaryası, söylediğimiz görevlere en yakın prole-taryalardır. İşte Mayıs, yeni bir dünyanın şafağı için, demokrasi ve sosya-lizm için savaşırken, geçmişe Marksist eleştirel bir gözle yaklaşmayı, irdelemeyi devrimci bir görev olarak önüne koyuyor. Çünkü, bizim için dev-rimci kültür-sanat sorunu, yalnızca Türkiye-Kürdistan özelinde bir sorun değildir. Sorunu böyle anlamıyoruz. Dünyanın her ülkesinde ve Türkiye-Kürdistan’da sorunlara bizim perspektifimizden bakan devrimci aydınlar olduğuna inanıyoruz. Bizi düşündürten koşullar, başkalarını da düşündürt-mektedir. Onlarla ilişki kurmak için sesimiz bir çağrı olacaktır. Ancak açık yüreklikle belirtmeliyiz ki, Mayıs’ı çıkartan arkadaşlar, devrimci demokrat kültür-sanat kavgamızı ve onun bütün gereklerini omuzlayacak ve örgütle-yecek güçte ve sayıda oldukları için, bu konudaki bütün hazırlıkları tamam-ladıkları için Mayıs’ı çıkartmıyorlar; tam tersine bu kavgayı örgütlemek, derinleştirmek için bu kavgayı omuzlayacak kadroları yaratmak için Mayıs’ı çıkartıyorlar. Mayıs, kendisini ve ona omuz verenleri yeniden ve yeniden üretmek için çıkıyor. Bu nedenle sayfalarımız çok yönlü tartışmalara ve asgari müştereklerde anlaştığımız arkadaşlara açık olacaktır.Siyasi-ideolojik temelin, bütün çalışmaların üzerinde yükseleceği temel olduğuna inanıyoruz. Bu anlamda, Sovyet sosyal emperyalizmini, dünya

Page 302: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

proletaryasına ve ezilen halklarına gizli ya da açık biçimleriyle şirin göster-meye çalışan bilinçli kalemlere elbette ki sayfalarımızda yer vermeyeceğiz. Birçok sanatçı ve aydının yazınsal çalışmalarında modern revizyonist ide-oloji açıkça belli olmayabilir. Ancak bir sanatçının, sosyal ve siyasal ilişki-leri bu yönde ise biz ona karşı tedbirli olmak zorundayız. Olacağız da…Mayıs, anti emperyalist, anti faşist, anti revizyonist kültür-sanat mücadele-sinde bir bayrak olmak istiyor. Mayıs, Kemalizmin gölgesine sığınmış kaç-kınları, aydın oportünizmini teşhir etmek istiyor. Mayıs, askeri faşist cuntaya teslim olmuş bilinçleri sarsmak istiyor. Umutsuzluğun görünmezli-ğini, umuda ve güvene çevirmenin katkıcılarından olmak istiyor. Grupçulu-ğun, sekterliğin ve kendi içine kapanıklığın duvarlarını yıkmak istiyor. Bu nedenle, anti emperyalist, anti faşist, anti revizyonist yazar ve aydınlara büyük görevler düşüyor. Bir araya gelelim!.. Ne kadar güçlü olursak, ne kadar geniş kitlelere ulaşabilirsek, düşman üzerinde o denli etki sağlayabi-liriz. Devrim ve demokrasi mücadelesine o denli katkılarda bulunabiliriz.Kültür Dünyayı Değiştirme ÇabasınınÜrünüdür Ve Aynı Zamanda YenidenDeğişiminin En Temel Ögesidir…Kültür kavramı, insanlığın günümüze kadar, hayatın her alanında (üretim, bilim, sınıf mücadelesi vb.) kazandığı deneyimlerin ve bilgilerin tümünü içerir. Kültür, insanın iradesinden bağımsız olarak varolan şeylerle arasın-daki ilişkisinin, çelişkisinin, kendisini yeniden ve yeniden üretmesinin ürü-nüdür. İnsanlığın kültürü, değişimin, üretim araçları ile insan arasındaki diyalektik gelişmenin üzerinde yükselir. Sınıfların varoluşuyla birlikte, kül-türe damgasını basan şey, sınıflar arası mücadele olmuştur… Sınıflar arası mücadele ile, dünyaya egemen olma, dünyayı değiştirme mücadelesi ara-sında kopmaz bir bağ vardır. Tarihin tanıdığı ilk devrimci sınıf, köle sahip-leri sınıfıdır. Köleci toplum, ilkel komünal topluma göre, daha ileri bir toplum biçimidir. Daha sonra sırasıyla, feodaller, burjuvalar tarih sahne-sine devrimci görevlerle çıkarlar. Bu sınıfları devrimci yapan şey, üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çatışmalarda sahip oldukları yerdir. Bu sınıflar, bir önceki toplum biçimine oranla, tarihi daha ileriye götürecek üretim biçimine ve toplum yapısına denk düşerler. Üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki bu gelişme, gelişmenin ve devrimin itici nedenidir. Ne zaman ki, üretim güçleri daha önce içinde hareket ettikleri üretim ilişkile-rinden artık rahatsız oluyorlar, çelişmeler keskinleşiyor, artık onun içinde gelişemiyorlar, daha ileri bir üretim biçimini zorunlu kılıyorlar… devrim

Page 303: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kapıya dayanmış demektir. Devrimci durumu devrime dönüştürmek için, nesnel koşulların yanı sıra öznel koşulların da elverişli olması gerekir. İşte, kültür-sanat mücadelesi, bu anlamda, öznel koşulların oluşturulması anla-mında büyük öneme sahiptir.Tarih, bir zamanlar ilerici, devrimci olan sınıfların, giderek nasıl gericileş-tiklerine tanık olmuştur. Bu nedenledir ki, devrimcilik, ilericilik, mutlak, değişmez bir şey değildir. Üretim güçlerinin gelişimiyle, tarihin ileriye doğru orantısında bağ kuramayan sınıflar gericileşirler. 1917 Ekim Devri-mi’ne kadar yapılan bütün toplumsal devrimler, azınlık devrimleriydi. Ekim Devrimi ise tarihte ilk kez büyük çoğunluğun, ezilenlerin, işçilerin, yoksul köylülerin, küçük burjuvazinin devrimiydi. Çoğunluğun çıkarlarını temsil ediyordu ve önderi, dünyanın en devrimci sınıfı olan proletaryaydı. Ancak Sovyet proletaryası devrimi sonuna kadar ilerletemedi, revizyonizme yenildi. İktidarı bürokrat burjuvaziye kaptırdı. Aynı gerici gelişme, SBKP’ye inanan ülke proletaryalarını da yenilgiye uğrattı. Bu deneyler bize öğretiyor ki, zaferin dersleri yanı sıra yenilginin derslerini de kültür kavramı içinde de ele almalı ve incelemeliyiz. İşte Mayıs, bu anlamda, sadece zafer şarkıla-rını dile getirmeyecek, yenilginin acılarını da cesaretle gözler önüne sere-cek, yenilgilerin nedenlerine derinlemesine inecek.Genel anlamıyla Türkiye-Kürdistan devrimci hareketinin geçmişi ve özel olarak da son yirmi yılımız, devrimci teori, kültür ve felsefe açısından ince-lenmelidir. Devrimci mücadele sanata ne biçimde yansımıştır, araştırılmalı-dır. Aynı zamanda, devrimci sürecimizin tanıkları; gördükleri, duydukları, yaşadıkları deneyimleri, acısı, güveni ve direnişi ile inancı ve ihaneti ile ve her türden olumlu olumsuz yanlarıyla başkalarına taşıma, başkalarına duyurma görevleriyle yükümlüdürler. Devrim mücadelesi kendisine gerekli olan ve varsa yaratır. Bu süreci, ancak bu süreci yaşayanlar en doğru, en nesnel biçimiyle araştırabilirler ve anlatabilirler. Bu konuda roman, hikaye, şiir, müzik, sinema, resim, düzyazı vb. çalışmalarına girecek arkadaşlara yardımcı olmaya çalışacağız. Geçmişle hesaplaşmak için böylesi çalışmala-rın gereğine inanıyoruz. Bu anlamda Mayıs aynı zamanda, geçmişteki bilin-cimizle, önyargılarımızla hesaplaşacağımız bir alan olmalıdır.Bilinçli Eylem, Bilinçli Varoluş TemelidirSınıf mücadelesi, savaşan taraflara, karşısındaki güçleri bütün yönleriyle iyi tanımalarını emreder. Düşman üzerinde üstünlük sağlamanın temel koşullarından biri budur. Varlığımızın bilincindeysek, varlığımızın düşman-

Page 304: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

larının da bilincinde olmalıyız. Teorik anlamda, düşmanın bütün cephelerde proletaryaya, geniş emekçi kitlelere ve onun savaşçılarına karşı birçok cep-hede savaştığını söylüyoruz. Ancak pratikte, bunun gereklerini yerine geti-remediğimizi söylemeliyiz. Düşmanı bütün yönleriyle tanımadığımızı da itiraf etmeliyiz. Emperyalizmi ve dünya gericiliğini stratejik anlamda günün birinde yeneceğimiz doğrudur. Ancak onları taktik olarak küçümse-menin bize getireceği zararları iyi hesap edemedik. Onlar, askeri ve siyasi alanda olduğu gibi, ideolojik ve kültürel alanlarda da etkin silahlara sahip-ler; basın, radyo, sinema, tv ile, eğitim kurumları ve okulları ile, ve bir yığın saldırı cephesiyle, hergün milyonlarca gencin, emekçinin beyinlerine zehir akıtıyorlar, kendilerinin birer parçası haline getiriyorlar. Gerçekleri çarpıtıyorlar, halkı kandırıyorlar, onları gerçek hayattan koparmak için akıl almaz numaralara girişiyorlar. 12 Eylül’den bu yana, hızlı bir biçimde, daha önce kanla, sabırla, fedakarlıkla kazanılmış bir çok mevziyi kaybettiğimizi herkes biliyor. Bu, şu ya da bu grubun sorunu ve sorumluluğu değil, esas olarak hepimizin, bütün devrim cephesinin sorunudur.Bütün kayıplara ve devrimci demokrat hareketin yenilmesine karşın bugün, Türkiye-Kürdistan’da güçlü bir devrim potansiyeli vardır. Amerikancı askeri faşist diktatörlüğün halka getireceği hiçbir şey yoktur. O da çürü-meye mahkumdur.Yakın bir gelecek, örgütlü mücadelelerin yanı sıra, kitle-lerin kendiliğinden mücadelesine de tanık olacaktır. Ekonomik ve sosyal kriz, siyasal krize yol açacaktır. Eğer burjuva muhalefetler, kendiliğinden halk hareketlerini peşine takarsa, askeri faşist diktatörlük kendi iç çelişme-leri sonucu, iç çürümesi sonucu yıkılırsa, yani faşist diktatörlükle geniş halk kitleleri arasındaki çelişme, devrimci bir biçimde çözülmezse, faşizmin içindeki çürüme, kendi içinden bir seçeneği çıkartacaktır karşımıza. Buna izin vermemek için, devrimci potansiyeli devrimci bir biçimde değerlendir-mek tarihi görevimiz olarak önümüzde duruyor. Bu görevi başarabilmenin ilk koşulu, kendi gerçeğimizle, siyasal, felsefi, örgütsel gerçeğimizle hesap-laşmak olacaktır. Bu anlamda, devrimci sanatın bize kazandıracağı çok şey-ler vardır. Geçmişi, benzerlikleriyle yeniden yaşamak istemiyorsak, yeniden ve yeniden yenilmek istemiyorsak, dökülen kanların hesabını sormak isti-yorsak, buna zorunluyuz.Kitlelerin Yeniden eğitilerekBilinçlendirilmeleri Ve PaylaşılmışlığınYeniden Paylaşılarak Çökertilmesi

Page 305: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Dünyanın her yanında, her ülkesinde insanlar, üretim ilişkilerinin içinde bulunduğu gelişme düzeyine, sınıfların güç dengelerine, yaşanılan siyasi çalkantılara ve ulusal niteliklerine bağlı olarak, ideolojik ve siyasi anlamda, küçük büyük, çeşitli nitelikteki mihraklar ve gruplarca paylaşılmıştır. Tür-kiye-Kürdistan için de bu böyledir. Faşist ideolojiden dinci ideolojilere, reformizmden revizyonizme, sağ “sol” oportünizmin türlü renklerinden devrimci demokratlığa kadar, emekçi kitleler yüzlerce parçaya bölünmüş-tür. Bölünmüşlüğü birliğe çevirmek için, emekçi kitleleri kendilerine yabancı, kendi çıkarlarına ters ideoloji ve siyasetlere karşı uyarmak, onlara kendi çıkarlarının doğru yolunu göstermek gerekir. Emekçi kitlelerin eline Marksist kültürün silahlarını vermek gerekir. Doğru ile yanlışı, yararlı ile zararlıyı, dostla düşmanı ayırdedebilmelerine yardım edecek, sınıf mücade-lesinin yolunu aydınlatacak Marksist sınıf pusulasını, ellerine vermek gere-kir. Bu anlamda da Mayıs, sabır ve inatla demokratik ve devrimci kültürün, Marksist kültürün ışığını, başta proletarya olmak üzere, en geniş emekçi kitlelere ulaştırmaya çalışacaktır.Marksist kültür, insanlığın bugüne ulaşan, ilerici, demokratik kültürünü, üzerinde yükseleceği miras olarak alır. Marksist kültür, proletaryanın sınıf savaşımının, çeşitli ülkelerdeki proletarya diktatörlüklerinin deneyimlerini, kazanımlarını içerir; yeni bir toplum kurma savaşının yolunu gösterir. Marksist kültürün kavranması, karşı karşıya olduğumuz siyasal-toplumsal sorunların çözümüne her anlamda ışık tutacaktır. Tarih, nasıl ki sınıflar mücadelesinin tarihidir, Marksist kültür de burjuvaziyle prolatarya arasın-daki sınıf savaşının kültürüdür. Bu nedenle Mayıs, Marksist kültür ve fel-sefe sorunlarını, kendisi ve emekçi kitleler için temel çalışma ve öğrenme alanı olarak görür. Marksizmi, popülist, ütopik, sağ ve “sol” oportünist, reformist ve revizyonist süzgeçlerden geçirerek iğdişleştirmeye karşı kayıt-sız kalmak, Marksizmin boğulmasına seyirci kalmak demektir, ki biz buna izin vermeyeceğiz. Özetlersek,Mayıs, anti emperyalist, anti faşist, anti revizyonist nitelikli bir sanat-kül-tür dergisi olacaktır.Mayıs, Marksist-Leninist ideoloji ve siyaseti kendisine kılavuz edinecektir.Mayıs, bölünmüşlüğü birliğe çevirmek için, sanatsal, kültürel, felsefi alan-larda devrimin açık düşmanlarına olduğu kadar, niyetleri ne olursa olsun, devrime zarar veren her akıma karşı savaşacaktır.

Page 306: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Mayıs, gerek Türkiye-Kürdistan’da, gerekse dışarda, faşizme ve faşizmin yarattığı acılara kayıtsız kalan, cuntaya karşı suskunluğu seçen sözde aydın ve sanatçılara olduğu kadar, Kemalizmin gölgesine sığınan sözde devrimci demokratlara varıncaya, aydın oportünizminin bütün türlerine karşı sava-şacak ve onları pratikleriyle sergileyecektir.Mayıs, Türkiye-Kürdistan’da varlığını sürdüren, çeşitli milliyetlerden halk-ların kültür ve sanatına eğilecektir. Ancak bizim, ulusal kültürler konusun-daki tavrımız açıktır. Biz, proletaryanın enternasyonalist kültürüne sahip çıkıyoruz ve ona katkılarda bulunmak istiyoruz.Mayıs, sömürge, yarı sömürge ülkelerin ezilen halklarının kültür ve sana-tına özel bir önem verecektir.Mayıs, sürgünde bulunan devrimci, demokrat, yurtsever sanatçalarla, aydınlarla, alabildiğine geniş ilişkiler kurmaya çalışarak, geniş bir kültür-sanat cephesinin yaratılmasına hizmet edecektir.Mayıs, genç sanatçılara, yeteneklerini geliştirmek için elinden gelen yar-dımı yapacaktır. Onları yüreklendirmek için, her yıl, şiir, hikaye, kısa film senaryosu, oyun, dallarında yarışmalar düzenleyecek ve başarılı olanları ödüllendirecektir.Mayıs, bir yürek çarpıntısı, bir heyecan rüzgarı değil, emperyalizme, faşizme ve revizyonizme karşı, demokrasi ve sosyalizm kavgasında bilinçli varoluşun ifadesi olacaktır.Mayıs, Marksist kültürü, başta proletarya olmak üzere, emekçi kitlelerin en geniş kesimine yaymaya çalışacaktır. * Birinci paylaşım savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu çöktü. İngiliz, Fransız emperyalistleri ile uzlaşan Kemalist burjuvazi, yeni sınırlar üze-rinde, “Türkiye” sınırları üzerinde bir anlaşmaya vardı. Bu anlaşmaya göre, Kürdistan’ın bir bölümü de bu “milli” sınırlar içine sokuldu. Biz, bu gerçe-ğin bilincinde olarak, emperyalistlerle uzlaşma sonucu çizilen “milli” sınır-lar içerisinde bulunan ve resmi dilde ve uluslararası anlaşmalara göre “Türkiye” olarak tanımlanan ülkenin, doğru biçimde adlandırılmasının “Türkiye-Kürdistan” olduğunu söylüyoruz. Yalnız başına ve her anlam için “Türkiye” adlandırmasını kulanmak, resmi ideolojiyi, resmi görüşü kabul anlamına gelir ki, bu da ezen ulus burjuvazisi açısından bakmak olur.Mayıs dergisinin çıkış bildirgesi olarak 1983 Nisan’ında yayınlanmıştır.

Page 307: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

halkcephesi.net

Page 308: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

İDEOLOJİK-KÜLTÜREL CEPHEDE SINIF MÜCADELESİNİ DERİNLEŞTİRELİMBir günü bitirip geceye ulaştığımızda, başımızı yastığa koyarken, kendimizle bir hesaplaşma yapalım. Yaşadığımız bir gün siyasal anlamda bize neler kazandırdı, nelerimizi aldı? Çevremizdeki insanlarla gelişmeye açık ilişkiler kurabildik mi? Yarına kalacak neler yaptık? Bir gün nasıl geçti? Düşünsel, siyasal, insani ilişkiler açısından yeni bir şey ürettik mi?Daha önce ürettiğimiz şeyler varsa, onları geliştirdik mi? Yaptıklarımız, düşündüklerimiz, güncel ilişkilerimiz, toplumsal hayat içindeki yerimizi de gözönünde tutarak, anti faşist, anti emperyalist mücadele ve kazanımlar açısından ne önem taşıyor? Çevremizdekilere, yerli olsun, yabancı olsun, ülkemizde yaşanan acıları, baskıları anlatabildik mi? Faşizmin yüzünü örtmeye yarayan çeşitli maskelerin düşürülmesi doğrultusunda adımlar atabildik mi? Genel olarak egemen görünen Avrupalı kayıtsızlığında küçük de olsa bir etki yaratabildik mi? Türkiye-Kürdistan’lı devrimci demokratlar arasında günden güne belirginleşen olumsuzlukların giderilmesi, yenilmesi konusunda nasıl bir çaba gösterdik? Öte yandan, sadece güncel gereklilik-ler, ekonomik zorluklar, yaşama zorluklarının giderilmesi adına bile olsa, bir gelişme sağlayabildik mi? Yani iş ilişkileri, yaşam koşullarının düzeltil-mesi, çevremizi genişletme gibi konularda kazanımlarımız oldu mu?Hepimiz biliyoruz ki, insanlığın yazılı tarihi, sınıflararası mücadelenin tari-hidir ve yaşadığımız her gün, her an bu mücadelenin bir parçasıdır. İster bilincinde olalım, ister olmayalım, yaptığımız her iş sonuçları açısından, çarpışan taraftarlardan birisinin hanesine “eksi” ya da “artı” biçiminde

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 309: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yazılır. Güncel ilişkilerimiz, siyasal ve toplumsal çabalarımız, devrim ve demokrasi mücadelesine olumlu bir birikim sağlamamışsa o gün kendi adı-mıza “eksi”, gericilik adına “artı” sayılmalıdır. Bu anlamda, bir günün ve günlerin değerlendirmesini yaptığımızda nasıl bir tablo ile karşılaşıyoruz? Tabloyu nesnel gerçekliği ile değerlendirmek, doğru bir siyasal bilinci gerektirir. Kişilerin, grupların, partilerin, kendilerine ve eylemlerine biçtik-leri öznel değer ile hayatın ve Marksist ölçülerin onlara verdiği nesnel ger-çek değer arasındaki uyum ya da uyumsuzluk, bizim için tek değer ölçüsüdür. Kendimize soralım: Biz kimiz, neyiz, sınıflararası mücadelede siyasal, ide-olojik, kültürel anlamda neyi, hangi değerleri temsil ediyoruz? Kendimize biçtiğimiz öznel değer ve konum ile hayatın tanıdığı değerlerimiz ve konu-mumuz arasındaki uyum ve uyumsuzluk nedir?Tek başına bir gün ve tek başına bir gün içerisine sığan ilişkiler, güncel eylemler, bitirilmemiş çalışmalar, çoğu zaman belirleyici sonuçlar vermez-ler. Nicel değişim ve birikimlerin farkedimez düzeyde bir gelişim gösterdik-leri bilinen bir gerçektir. Bir çok dönüşüm, uzun birikimlerin sonucu gözle görülür hale gelmiştir. Yıllarca üzerinde çalışılan ve fakat henüz bitirilme-miş bir çok eser, maddi bir güce dönüşecek içeriğe sahip olmamalarına kar-şın sadece bitirilmiş, hayata katılamamış olmalarından ötürü devrimci dönüşüme katılamazlar. Buna benzer birçok örnek sayabiliriz. Ancak yine de, tek başına bir günün ya da birkaç günün içeriğinin değerlendirilmesi, kan tahlili için alınan birkaç damla kanın gördüğü işlevi görebilir ve bir fikir edinmemize yarayabilir. Burada sorun, günün nasıl, hangi yöntemlerle ve ne için değerlendirildiği ve sonuç olarak kimlere hizmet edildiği sorunu-dur.Bizler, dünyayı, fiziki, toplumsal, siyasal vb. birçok yönleriyle tanımak isterken, güncel olayları izlerken, hayatın yasalarını kavramaya çalışırken, amacımızın, dünyayı emekçiler yararına değiştirmek olduğunu söyleriz. Devrimin ve devrimcilerin görevi budur. Değiştirme ve dönüştürme işlemi, değiştirmek istediğimiz nesneyi bütün yönleriyle, iç bağlantılarıyla, temel yasalarıyla tanımamızı emreder. Bilimsel sosyalizmin kurucuları, Marx ve Engels, dönemlerinin toplumsal, siyasal, ideolojik, kültürel, bilimsel ve tek-nolojik olaylara ve gelişmelerine olağanüstü bir ilgi ile bakıyorlardı. Her yeni bulgu, her bilimsel gelişme, onların bilimsel çalışmalarına yeni ufuklar katıyordu. Onlar ve onların öğrencileri, bütün eylemlerinde, derin bir kül-

Page 310: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

türün, bilimsel uyanıklığın yansımalarını gösteriyorlardı. Fizik, kimya, biyoloji alanındaki her yeni gelişme onları heyecanlandırıyordu ve bu geliş-meler onların eserlerine yansıyordu. Olağanüstü bir çalışma azmi, bitip tükenmek bilmeyen bir enerji, akıl almaz bir zaman değerlendirişi, onları hâlâ aşılmaz kılmaktadır. Bugün, kendisine devrimciyim diyen herkes, niyetleri ile pratikleri arasındaki ilişki ve çelişkilere nesnel bir gözle bak-malıdır. Bilinçli müdahale ile kendiliğindenlik arasındaki ilişki, bizim için güncel ilişkilerimizin yönlendirilişinde ne ölçüde geçerlidir? Tembellik, yıl-gınlık, uyuşukluk, üşengeçlik, teorik yetersizlik, zaman öldürme, oyalanma, kayıtsızlık, güncel, siyasal-toplumsal olaylardan kopukluk konularında ken-dimizle hesaplaşmalıyız. Kendimizi değiştirme eylemi ile dünyayı, toplum-ları değiştirme eylemi arasındaki kopmaz bir bağ olduğunu bilmeyenimiz var mı?Kendimizi, yeni bir toplumun yaratılması savaşında kültürel, siyasal, bilim-sel, teknolojik bilgilerle donatmalıyız. Ne iş yaparsak yapalım, çalışmaları-mızın merkezine siyasal bilinçlenmeyi ve devrimci sorumluluklarımızı koymak zorundayız. Öte yanda, eğilimimiz, yeteneğimiz, hangi konuya ve işe yatkınsa, kendimizi o konuda uzmanlaştırmaya çalışmalıyız. Zamanı ve olanakları bugün iyi kullanamaz ve kendimizi yarının zor görevlerine hazır-layamazsak, yarın ülkemize döndüğümüzde ne yapacağız? Özellikle yurt dışında bulunan devrimci demokratların, yeni bir toplumu ekonomik, kültü-rel, teknik, bilimsel açılardan inşa etmede zor görevleri olacaktır. Sadece siyasi nutuklar atmak, teorik açıklamalarda bulunmak yeterli midir? Hem siyasal alanda, hem de çeşitli işler alanında ustalar olmalıyız. Kaldı ki, siya-sal alanda önder görünen birçok kişinin, ne denli boş ve kof olduğunu geçti-ğimiz acı pratik göstermiştir. Bu konuda, derme çatma, sistemsiz bilgi edinildiği artık açıklık kazanmıştır. Bilincimizi derme çatma bilgilerden yarım yamalak tespitlerden, eklektizmin etkilerinden kurtarmak için alarma geçmeliyiz. Devrim adına yola çıkıp, devrimin gerekli kıldığı bilgi-lerle kendimizi donatmazsak, devrimci ahlak ve eğitimin temel ilkelerini yerine getirmezsek devrimci gevezeler olmaktan öte gidemeyiz. Yarı aydın, yarı devrimci tipi, devrimin geliştiricisi değil, engelleyicisi, saptırıcısıdır-lar.Emperyalizmin ve revizyonizmin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Toplumsal, siyasal, ideolojik, ahlaki bunalımlar alabildiğine yoğunlaşmakta ve derinleşmektedir. Özellikle günlük hayatımız ve ilişkilerimiz, kendimizi ne denli korursak koruyalım bir yanıyla burjuva yozluk ve gericiliğin yoğun

Page 311: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kuşatması altındadır. Gerek dışımızda, gerek içimizde, siyasi, ideolojik, ahlaki bozukluklarla hergün iç içe, omuz omuza, yan yana olup da, onlardan etkilenmemek mümkün müdür? Acıdır ki, birçok olumsuz etkilenmenin nicel gelişiminin farkında bile değiliz. Hele, faşizme yenilmiş bir halkın devrimci-demokrat çocukları olarak, kendi ülkemizin toprağından, kültürel köklerimizin uzağında ve sıcak mücadeleden kopuksak kendimizi gericiliğin ve burjuva yozlukların etkilerine karşı daha da zorlukla koruyabiliriz. Bun-lara karşı kendimizi ve çevremizi, ancak Marksizmin değerlerine sahip çıkarak, onları savunarak koruyabilir ve geliştirebiliriz. Devrime sahip çık-mak istiyorsak, sınıf mücadelesinin devrimci ilkelerini gerek kısa vadeli, gerekse uzun vadeli ilişki ve eylemlerimizin yol göstericisi yapmalıyız. Ülkemize devrim görevleriyle dönmenin tutkusunu yaşamalıyız.Görüyoruz ki, proletaryanın ve ezilen halkların, toplumsal, ulusal ve demokratik kurtuluş kavgaları, yalnızca ateşli silahlarla bastırılmıyor. Geri-cilik çok çeşitli araçlar kullanmanın ustası olmuştur. Bütün yenilgilerin ve zaferlerin derslerini sistemleştirmiştir. Ülkelerin milli özelliklerine, dev-rimci demokrat mücadelelerin düzeylerine göre taktikler geliştiriyorlar. Ancak bütün taktik güçlerine karşın her şeye muktedir oldukları söylene-mez. İtiraf etmeliyiz ki, bizden her açıdan üstünlüklere sahiptirler. Dema-goji, yalan ve zor makinaları sürekli çalışıyor. Bilimsel sosyalizme karşı kuşku yaratmak, sosyalizmin ilkelerini çarpıtmak ve sulandırmak, revizyo-nist, reformist görüşler yaymak, devrimci birlik ve dayanışmayı bozmak, grupçuluğu yaygınlaştırmak, umutsuzluğu, yılgınlığı, bireyciliği, anarşiyi ve satılmışlığı körüklemek için her olanağı değerlendiriyorlar. Bütün bu saldı-rılar karşısında, kendimize baktığımızda acıklı tablolar görürüz. Özellikle yurtdışına çıkan tek tek kişiler, gerek kişisel, gerekse örgütsel nitelikli olumsuzluklarını da beraberlerinde getirdiler. Sorun, bu olumsuz-lukları bilimsel yöntemlerle aşmaktır. Eski olumsuzluklarla yaşayıp yeni bir gelişme göstermenin olanağı yoktur. İster tek tek kişiler açısından olsun, isterse örgütlenmeler açısından olsun, kendimizle hesaplaşmak tarihi bir aciliyet olarak önümüzde duruyor. Hepimizin yeni bir kan değişimine ve yeniden doğuşa ihtiyacı vardır. Kendimizi, eylemlerimizi, eski bilincimizi ameliyat masasına yatırmalıyız. Ancak eski bilinç ve yöntemlerimizle, eski kavrayış biçimlerimizle bu işi başaramayız. Marksizm-Leninizme dönmeli-yiz. Bugüne kadar, geveleyerek içini boşattığımız, anlamsızlaştırdığımız devrimci ilkelere, devrimci özlerine uygun biçimlerini vermeliyiz.Ustalar bize, devrimi zorunlu kılan koşulların, üretim güçleriyle üretim iliş-

Page 312: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kileri arasındaki çelişmeden kaynaklandığını öğrettiler. Devrimcilerin yeri, doğaldır ki, üretici güçler kanadıdır. Üretici güçlerin temel unsuru insandır ve çağımızda sınıfsal siyasal kimliğini en açık biçimiyle proletaryada ve emekçi kitlelerde bulur. Biz devrimcilere düşen görev, sosyalizm bilmini, işçi sınıfına taşımak, özellikle de sanayi proletaryası içinde örgütlenerek onu devrime hazırlamaktı. Ayrı ayrı kanallarda yürüyen sosyalizm ile işçi sınıfı hareketini birleştirmekti. Bu işi başaramadık. İşçi sınıfına gidemedik. Devrimci gelişmeyi yaratacak toprakta devrimci fikir ve ilişki üretimini gerçekleştiremedik. Üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çelişme-nin, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişmenin dışına düştük. Siyasal, kültürel, ideolojik, askeri eylemlerimiz, kısmi başarıların dışında, esas ola-rak gelişmeyi belirleyecek bir niteliğe dönüşemedi. Şimdiyse, kavganın daha da dışına düştük, daha da uzağına düştük. Durumumuz, eskiye oranla daha da zordur. Son on yıldır yetiştirdiği en ileri kadrolar çarpışmalarda, işkencelerde, idam sehpaları ve cezaevlerinde telef oldu. Çok az bir kısmı da, yurt dışına çıkabildiler. Onların bir kısmı da kendilerini yurt dışında yitirdiler. Demokratik hak ve özgürlüklerin, kısmi anlamda bile varolduğu dönemlerde, ilişkilerin daha da kolaylıkla kurulabileceği, devrimci dalganın yükseldiği dönemlerde biz işçi sınıfına ve emekçi kitlelere gitmeyi başara-mamışken, bu işi faşizmin baskı ve zor koşullarında, yoğun illegalite koşul-larında nasıl başaracağız? Eski bilinçle, eski anlayış ve yöntemlerle, eski örgütlenme ve çalışma biçimleriyle bu işi başarabilir miyiz? Doğaldır ki cevap “hayır” olacaktır. Peki, yenileşmeyi nasıl başaracağız?Feodal, burjuva, küçük burjuva anlayış ve davranış biçimlerinden, derme çatmalıktan, eski örgütlenme anlayış ve çalışma biçimlerinden bir çırpıda vazgeçilemiyeceği doğrudur. Onlarca yılda oluşmuş şeyleri kısa bir dönemde yenmek zordur. Bilinçli örgütsel değişim, tek başına istek ve ira-deye bağlı değildir. İstek, niyet, sadece bir adım olarak önemlidir ve nesnel koşullar uygunsa iradenin rolü belirleyici olur. Değişimi zorunlu kılacak maddi ilişkiler ve gerekliliklerin itmesi ile siyasal bilinçli müdahale birleş-melidir. Öte yanda, yenileşmenin önündeki engelleri de doğru saptamak gereklidir.Var olan örgütlenmelerin önder kadroları, esas itibariyle, devrimin karşı karşıya olduğu sorunları çözmede, tek tek ele alındıklarında yetersizdirler. Marksizm-Leninizm, özü itibariyle kavranmamıştır ve bu nedenle, ulusal ve uluslararası plandaki sorunların devrimci çözümünü bunların gerçekleştir-

Page 313: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mesi beklenemez. Gerek geçmişte, gerekse şimdi yaşadığımız pratik bunun bir göstergesidir.On yılı aşkın bir zamanı içeren son dönemdeki ideolojik-örgütsel-siyasal çalışmalar, kitle ilişkileri, devrimci, demokrat, yurtsever saflarda bulunan yüzbinlerin siyasal bilinçlerini, kişiliklerini, ruhsal yapılarını deforme etmiştir, zedelemiştir. Bu bir gerçektir ve devrim saflarında bulunan yüz-binler, devrimci gelişmenin yeni bir aşamaya, yeni bir kimlik kazanmasına geçişte zorlaştırıcı bir etkendir. Yüzbinlerin yeniden tedaviye ve yeniden eğitilmeye ihtiyaçları vardır. Bir kısım örgütlerin önder kadroları, ileri kad-roları, yönlendiricileri arasında ilkesel anlamda siyasal değerlendirme fark-lılıkları olduğu bilinen bir gerçektir. Birçok önder, hayatın dayattığı doğruların, iflas eden teorilerin farkına varmaktadır ve bir kısmı da var-mıştır. Yeni bir arayış içindedirler. Ancak vardıkları gelişme noktasını, siyasi içeriğiyle taraftarlarına anatmakta bocalamaktadırlar. Örgütlerinin bölünmesinden korkmaktadırlar. Bir kısım önderler de, artık içinde bulun-duğumuz gelişme aşamasının ihtiyaçlarına cevap vermeyen, siyasal, örgüt-sel şemalara, teorik tespitlere, bilinçli ya da bilinçsizce sahip çıkarken başka hesaplar yapmaktadırlar. Eski teorik tespit ve saptamalar çevresinde örgütlenmiş, fakat siyasi bilinç düzeyleri geri binlerce iyi niyetli devrim sempatizanı, onların yarattığı maddi güç, gelişmenin değil, duraklamanın, yenileşmenin değil, bağnazlığın yararına, gelişmenin ve yenilenmenin zara-rına kulanılmaktadırlar. Binlerce devrimci, demokrat, yurtsever halk evla-dının uğruna öldüğü, binlercesinin cezaevlerinde işkencehanelerde en acılı koşulları göze aldığı siyasi tespit ve tezler, örgütsel ilkeler kolaylıkla mah-kum edilebilir mi? Hayatın ve nesnel gerçekliğin türlü nedenlerle artık mahkum ettiği, yanlışlığı kanıtlanmış anlayışları, sözde ikeleri hâlâ koru-maya çalışmak, devrimci anlayışla bağdaşır mı? Sınıf mücadelesinde, “sınıf geçmek”, düşmanı yenilgiye uğratmakla mümkündür. Burjuva gericilik kar-şısında geçici de olsa yenildik. Kabul etmeliyiz ki, yenilgimize neden olan, siyasal, örgütsel ve ideolojik çalışma biçimlerimizin yanlışlığıdır. Hayatın mahkum ettiğini mahkum etmek bir başarı değildir; yıllarca yanlışlığı savunmanın da bir kanıtıdır aynı zamanda. Yeni bir döneme girerken, öz eleştiri tefrikaları “dikkatli” bir dille yapılmaktadır. Suçlular aranırken, suçluyu dışarda, kendi dışımızda bulma eğilimi öylesine açıktır ki, bu anla-yışa tepki duymamak mümkün değildir. Bir siyasi örgütlenmenin ciddiye alınıp alınmaması, onun hataları karşısındaki tutumuna bağlıdır. Bu

Page 314: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

anlamda biz, öz eleştiri konusunda ciddi ve geçmişi yanlışlıkları açısından yenecek bir adım atılmadığını görüyoruz. Askeri faşist diktatörlüğün zindanlarında, mahkemelerinde, yüzbinlerce halk evladı, devrime, demokrasiye ve halka duydukları sorumlulukları nedeniyle acıların ve zorlukların en yoğununu yaşıyorlar. Birçoğu yakın bir zamanda aramızdan ayrılacaklar; tarihin bağrında layık oldukları onurlu devrimci yerlerini alacaklar. Onlar gerek cezaevinin zor koşullarını yaşar-ken, gerekse direnişleri sırasında ölürken, farklı ve bize ters siyasi görüş-leri de taşısalar, farklı örgütlenmeler içinde de olsalar ve hatta siyasi hatalar da yapmış olsalar, bizim için temsil ettikleri tarihi niyet önemlidir. Halk adına başeğmemek, halkın onurunu ve cesaretini temsil etmek ve hangi zor koşullar altında olursa olsun direnmek. Biz onların tarihi niyetle-rine sahip çıkıyoruz. Doğaldır ki, teslimiyeti, ihaneti seçenler de çıkacaktır; nitekim çıkmıştır da. Fakat asıl eğilim teslimiyet değil direnmedir. Ve hatta, direnen tek kişi bile kalsa, bu, direnişin sürdüğü, direnişin yenilme-diği anlamına gelir. Kaldı ki yaşanan gerçek, teslimiyet değil direnmedir, yılgınlık değil mücadeledir. Yurt dışındakiler için de aynı şeyleri söyleyebi-lir miyiz?Yurt dışında yüzbenlerle ifade edilebilecek devrimci demokrat bir potansi-yelin varlığı bilinen bir gerçektir. Acıdır ki, bu potansiyel, gerektiği gibi hareket ettirilememektedir. Tek başına bu potansiyelin devrimci biçimde harekete geçirilmesi bile anti faşist mücadelede belirleyici rol oynayabilir. Ancak yüzbinler, kendi aralarında bin parçaysa, birbirlerine karşı düşman-lık duygularıyla doluysalar, faşizme karşı savaşmaktan çok birbirlerine karşı savaşıyorlarsa, devrimci teori üretmek yerine çoğunluğu dedikodu ve demagoji üretiyorlarsa, küfür etmeyi bir mücadele biçimi olarak seçmiş-lerse, bu soruna ciddi biçimde eğilmek bir görev olarak önümüzde duruyor demektir. Ülkemize açık alınla, onurla dönmemizin bir tek koşulu vardır: Emperyalizme, faşizme, revizyonizme ve devrime zarar veren, zaferi güç-leştiren her şeye karşı yılmak bilmeksizin mücadele. Mayıs, devrime zarar veren her anlayışla ilkeli bir biçimde çarpışmayı zorunlu bir görev olarak önüne koymuştur. Varlık nedenimiz mücadele olacaktır. Bu mücadelede yal-nız kalmayacağımıza inanıyoruz.Yanılıyor muyuz?Mayıs dergisinin 1. sayısında 1983 Haziran’ında yayınlanmıştır

Page 315: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

halkcephesi.net

Page 316: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

YENİ TİPTE BİR DEVRİMCİ ÖRGÜTLENMENİN ZORUNLULUĞU VE BİZİ BEKLEYEN ACİL GÖREVLERZor ve sancılı bir dönemden geçiyoruz. 12 Eylül faşist darbesi üçüncü yılını doldurdu. Daha kaç yılını dolduracak henüz bilemiyoruz. Yurt içinde ve dışında, bizlerden çözüm bekleyen, birbiri içine geçmiş, birbirleriyle yaki-nen ilgili binlerce siyasal, teorik, felsefi, örgütsel, ahlaki vb. sorunla karşı karşıyayız. Nasıl bir süreçten geçerek geldik ve sonuç olarak nasıl bir mirasa sahibiz, sorusuna doğru cevaplar bulamazsak, ne dünden kalan çözümsüzlüklere, ne de güncel toplumsal-siyasal yaşamın durmadan üret-tiği yeni yeni sorunlara çare bulamayız. Geçmişe ve içinde bulunduğumuz koşullara, çevremize ve kendi yapımıza, cesaretle, yeni bir gözle bakmak zorundayız. Özellikle kendimizi, eleştirel bakışın dışında tutmamalıyız. Ve hatta, önceliği kendimize tanımalıyız. Ancak eski yöntem ve anlayışlarla hiçbir sorunumuzu çözemeyiz. Geçmişi doğru değerlendirmeden hangi mirası red, hangi mirası kabul edeceğimizi, sorumluluğu olan kişileri nereye koyacağımızı ve yolumuzda nasıl yürüyeceğimizi bilemeyiz; doğru bir yolda ilerlemenin temel koşulu, yalnızca doğru yolu seçmek değil, o yolda nasıl ilerleneceğini bütün kurallarıyla ve doğru yöntemiyle bilmeyi gerektirir. Biz, hedef olarak gerçekten doğru bir yolu, sosyalizm yolunu seç-tik; ve bu uğurda binlerce halk evladı kahramanca hayatını feda etti. Ancak niyet olarak “sosyalizm” yolunu seçmenin, sözde “Marksizm-Leninizmin kılavuzluğu”nu kabul etmenin yeterli olmadığını, derin acılarıyla yakın geç-mişimizden biliyoruz. Nasıl bir ülkede ve dünyada yaşıyoruz sorusuna, nasıl bir sosyalizm, nasıl bir demokrasi sorusuna, proletaryanın sınıf kav-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 317: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

gasında Marksizm-Leninizm silahını nasıl kullanabiliriz sorusuna, nasıl bir örgütlenme sorusuna doğru karşılıklar bulmalıyız. Bize, bu soruların cevap-larının verildiğini söyleyecekler ve şu ya da bu partinin ya da falan örgütün yolunu gösterecekler çıkacaktır. Biz, karar ve tesbitleri hayat tarafından mahkum edilmiş, devrim teorileri iflas etmiş, geçmişin yenilgilerinde sorumluluk payı olan örgüt adreslerini aramıyoruz. Biz, geçmişin olumlu ve olumsuz derslerinden yararlanarak, Marksizm-Leninizmin ışığında, Türki-ye-Kürdistan devriminin yolunu arıyoruz.Lenin, Marx ve Engels’ten farklı bir tarihsel dönemde, emperyalizm döne-minde mücadele yürüttü. Ona göre, Marksizm, tamamlanmış bir bilim değildi; dogma değil bir eylem kalavuzuydu. Marx ve Engels, bilimsel sos-yalizmin ancak temel taşlarını yerleştirmişlerdi. Lenin, derin Marksist bilgi birikimi ışığında, onların yöntemini, somut tarihi ve sosyal koşulların ince-lenmesine uyguladı; Rus proletaryasını zafere götüren yeni teorik sonuç-lara vardı. Otokrasinin baskıları altında, yeni tipte bir partinin, illegal bir partinin mücadele ilkelerini saptadı; parti, ulusal ve uluslararası her türden anti Marksist akımlara karşı savaşarak önderlik görevlerini yerine getirdi. Uzlaşmanın ve uzlaşmazlığın sınırlarını ustalıkla belirledi. Lenin iki temel şeye güvendi: Marksizmin bilimi ve devrimci proletarya. Bizim için de Lenin’in yolu izlenecek tek yoldur. Marksizm-Leninizm, tamamlanmış bir bilim değildir. Bir doğma değil, bir eylem kılavuzudur. Marx, Engels ve Lenin, bilimin temel taşlarını koymuşlardır. Onu geliştirme görevi, onlar-dan sonra gelen Marksist-Leninistlerin görevidir. Ancak Lenin’den sonra Marksizm-Leninizm zenginleştirilememiştir. Bazılarınca “usta” olarak gös-terilen Stalin ve Mao, değerli Marksist-Leninistler olmalarına karşın, hazi-neye bir şeyler katmamışlar ve üstelik sonuçları bugüne taşan önemli hatalar işlemişlerdir.Çağımız, özü bakımından emperyalizm ve proleter devrimleri çağıdır. Doğası ve içeriği gereği temel çelişmeler değişmemiştir. Bilimsel ve teknik dev ilerlemelere karşın, proletaryanın devrimdeki tarihsel görevi de değiş-memiştir. Ancak biçimsel anlamıyla da olsa, emperyalizmdeki değişimler, kazandığı yeni deneyimler, şu an içinde bulunduğu somut durum, bilimsel temelde incelenmelidir. Proletarya, bir sınıf olarak taşıdığı temel özellikleri korumakla birlikte, üretim araçlarındaki gelişmelerin sonuçlarını çeşitli biçimlerde kişiliğinde yaşamaktadır. Öte yanda, muzaffer proleter devrim-lerinin ve halk demokrasilerinin uğradığı yenilgilerin yeniden ele alınması ve kökleriyle incelenmesi devrimci mücadelenin gelişiminde tayin edici bir

Page 318: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

öneme sahiptir. Dünyamız, sosyal, siyasal, bilimsel ve teknolojik alanlarda çok önemli değişimlere uğramıştır. Hayati önemdeki değişimleri görmez-sek, değişimlerin mücadelemize ne biçimde yansıdığını kavrayamazsak, “emperyalizm hızla çöküşe, sosyalizm ise zafere doğru ilerliyor” korosuna katılırız. Ya da “üç dünya”teorisinin kuyruğuna takılır, sınıf mücadelesini rafa kaldırırız. İşçi sınıfının çeşitli kapitalist ülkelerde yükselen sendikal mücadelesini, “işçi sınıf ayağa kalkıyor” diye alkışlar, Leninizm adına eko-nomizmin bataklığına düşeriz. Ve en tehlikelisi, çağımızın değiştiği yuttur-macısı ile proletaryanın devrimdeki yerini inkâr eder, onun yerine başka bir şeyi koyarız.Proletaryanın, özellikle de sanayi proletaryasının devrimdeki yeri ve rolü konusundaki farklı görüşler, hâlâ Marksist-Leninistler ile her türden reviz-yonist ve oportünist akımlar arasındaki ayrımda mihenk taşı olma özelli-ğini koruyor. Yine, proletaryanın devrimci partisinin rolü konusunda, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmden komünizme geçiş sürecinde devlet, devlet kitle ilişkileri, demokrasi ve sosyalizm sorunlarındaki farklı görüş-ler, renklerin ayrımında belirleyici özelliklere sahiptir. Özellikle günümüz koşullarında, proletaryanın devrimci partisinin yerine cephe anlayışını ege-men kılmak isteyenler dikkatle izlenmelidir. Onlar, sözde ne derlerse desin-ler, asıl niyetleri, devrimci mücadeleyi, demokratik görevlerin sınırları içine hapsetmektir; proletaryayı silahsız bırakmak istemektedirler.Bizim için 917 Ekim Devrimi’nin içeriği ve karşılaştığı zorluklar; siyasi ve ekonomik özüyle NEP dönemi; Lenin sonrası Rusya ve Stalin önderliğinde yürütülen sosyalizmin inşası; Sovyetlerde ulusal sorunun ele alınış biçim-leri; Lenin sonrası Üçüncü Enternasyonal ve Stalin; İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası gelişmeler; Stalin’de parti ve parti işleyişi; Kruşçev dar-besinin tarihi kökleri; AEP ve Enver Hoca’ya bakarken Stalin’in yeri; Çin Devrimi ve Mao; Çin’de sosyalizmin inşa çalışmaları ve geriye dönüşün kökleri; uluslararası yeni durum ve Ortadoğu’daki muhtemel gelişmeler; Türkiye-Kürdistan devrimimin yakın ve uzak geleceği açısından, acilen incelenmesi gereken hayati derecede önemli konulardır. Eğer bu sorunlar gereken ciddiyetle ele alınmazsa, doğru sonuçları hayata geçirilmezse, yine oradan oraya savrulmamız, kendiliğindenliğin bataklığına saplanmamız kaçınılmaz olacaktır. Eğer berrak bir görüşe ulaşamazsak, Afganistan’ın işgalini “devrim”, Afgan direnişçilerini de “demokrasi savunucuları” olarak görürüz. Stalin’i “usta” ilan ederken, O’nun yolunda yürüyen AEP ve Enver Hoca’yı revizyonist ilan ederiz. Eklektizmin buna benzer örneklerini çoğal-

Page 319: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

tabiliriz. Eğer, 71 ve 80 bulanıklığını ve darbelerini yeni biçimleriyle yaşa-mak istemiyorsak, yeniden kendiliğindenliğin, teorik yetersizliğin ve prole-ter örgütsüzlüğün bataklığına düşmek istemiyorsak, gerek dünya komünist hareketinin tarihine, gerekse kendi yakın ve uzak geçmişimize ve özelikle de insan malzememize, radikal bir gözle bakmalı ve dersler çıkartmalıyız. Marksist bilgi birikiminin, diyalektik materyalist yöntemin, bu konuda belirleyici önemi biliniyor olmalıdır.12 Eylül yengilgisinin rahatsızlık ve acıları, sosyal-siyasal hayatımızda çeşitli boyutlarda yaşanıyor. Örgütler ve gruplar içinde huzursuzluk ve yeni arayışlar alabildiğine yaygın. İdeolojik-siyasi bulanıklık, yeni görevlere iliş-kin teorik perspektif yokluğu, önderlerin yetmezlikleri yeni yeni bölünme-lere ortam hazırlıyor. Bu, tek başına şu ya da bu grubun sorunu, hastalığı değil, genellikle hepimizin ortak sorunudur. Bazı ayrılıkların siyasi temel-leri varsa da, birçok ayrılığın nedeni açık değildir. Bize göre, çeşitli grup-lardan kopmaların bazıları, gösterilen gerekçeler ve ideolojik kılıflar ne olursa olsun, özünde devrimden kaçmanın bir yoludur. Çeşitli kopmaların, sonuçları bakımından nasıl bir yozlaşma yaşadıkları, kokuştukları biliniyor. Bugün, çeşitli gruplardan kopmuş, kendilerini bağımsız devrimciler ya da çevreler olarak adlandıranların neler ürettiklerine bakmak gerekir. Bunla-rın küçük bir azınlığı dışında, acıdır ki büyük çoğunluğunun devrimle iliş-kisi kesilmiştir. Yeni örgütlenmeleri ya da kendi içlerinde yeniden örgütlenmeleri gündemine alanların, bu unsurlara karşı temkinli olmaları gerekmektedir. Çünkü bunlar iyi ayıklanmazsa, devrimci çalışmalara zarar vermeleri kaçınılmazdır.Türkiye-Kürdistan devrimi için, yeni bir örgütlenme iddiası ile ortaya çıkanların, ulusal ve uluslararası planda tartışma konusu olan, inandırıcı gerekçeleri olmalıdır. Küçük bir azınlığın, niyetleri ne denli yüce ve doğru olursa olsun, yalnızca kendilerini yeni tipte bir örgütlenmenin ve mücadele biçiminin gerekliliğine inandırmış olmaları yetmez. Mücadele hedef ve programlarını somutlaştırdıkları bir platforma sahip olmalıdırlar. Bu plat-form, noktası konmuş bir davetiye değil, üzerinde tartışılacak ana eğilim-leri, yeni bir örgütlenmeyi zorunlu kılan ana gerekçeleri içermelidir. Sorunumuz, devrim ve işçi sınıfı hareketinin bugüne dek yetiştirdiği en ileri unsurların yeniden iknası sorunudur. Böylesi bir ikna, oldukça derin siyasi-ideolojik mücadele sorunudur ve doğaldır ki uzun bir zamanı alacaktır.

Page 320: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Kimileri için yeni bir örgütlenme çabası, başarılması zor ve hatta sonu belli olmayan bir maceradır. Oradan burdan kopmuş “eski kariyeristlerle”, kimisi ortada kalmış, kimisi “devrim kaçkını” insanlarla yeni bir örgüt hevesi içinde olanlar, bulanık suda balık avlamaya kalkışanlardır. Onlar, sayısı bir düzineyi geçen proletaryanın devrimci grup ve partilerine karşı olan oportünist, revizyonist, fırsat düşkünü kişilerdir. Bunlara göre yeni bir örgütlenme gerekli olmadığı gibi zararlıdır da. Çünkü proletaryanın ondan fazla partisi vardır, onbirinciye gerek yoktur.Bize göre ise yeni bir örgütlenmenin gerekliliğine öznel olarak kimse karar veremeyeceği gibi, kimse de yasaklayamaz, engelleyemez. Yeni bir örgüt-lenme, nesnel hayatın dayattığı sosyal-siyasal bir zorunluluksa, devrim saf-larında bulunan onbinlerin gerçek dileğiyse, böylesi bir gerekliliğin ifadesi olarak bilince çıkıyorsa, ancak o zaman bütün engelleri aşarak kurulur ve doğru bir hat izleyebilirse gelişir. Gelişim süreci içerisinde de, artık gerek-liliği kalmamış, devrimin ihtiyaçlarına cevap vermeyen, devrimci gelişme-nin kamburu haline gelmiş örgütlenmeleri de, tek tek çürütür. Burjuva ve küçük burjuva partilerin, revizyonist partilerin, sağ ve “sol” oportünizmin etkisi altında kalmış emekçi kitleleri siyasi olarak uyandırır ve çoğunlu-ğunu kazanır. Birçok örgüt, ad ve tabela olarak, hatta önemli bir taraftar kitlesiyle kendilerini koruyabilirler. Devrime karşı, uzlaşıcı ya da uzlaşmaz tavır takınabilirler. Bir kısmı silah elde devrime karşı çarpışabilir. Tarihte bunun örnekleri çoktur.Bizce sorun, sayısı yüzü geçen eski örgütlenmeleri ve onlara can veren siya-si-teorik çizgiyi, ideolojik kavrayışı korumak, eski kimlikleriyle yaşamala-rında ayak diremek değil. Bizi yakinen ilgilendiren ulusal-uluslararası sorunlara, yeni dönemin devrimci görev ve sorunlarına cevaplar verebilen ve devrime önderlik edebilecek nitelikte yeni tipte bir örgütlenmeyi yarat-maktır.Emperyalizme, sosyal emperyalizme, faşizme, her türden revizyonizm ve oportünizme karşı zafer kazanmanın, emekçi kitleri sosyal kurtuluşa götür-menin yolu buradan geçecektir. Yine aynı zamanda, böyle bir örgüt, ancak yukarıda saydığımız düşmanlara karşı mücadele içinde, kendini varedebilir.Baştan da belirttiğimiz gibi, devrim için yeni tipte bir örgütlenmenin zorun-luluğuna inananlar, açık gerekçelerini ayrıntılı biçimiyle sunmalıdırlar. Marksizm-Leninizmin evrensel ilkelerini, ustaların bugüne kadar binlerce kez yinelenmiş alıntılarını bir öğrenci titizliğiyle sıralamak, parlak teorik

Page 321: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

söylevler çekmek yeterli değildir. Emperyalizme, sosyal emperyalizme, faşizme, “üç dünya”cılığa, yuvarlak anlamıyla revizyonizme karşı olmak da böylesi bir örgütlenmenin temeli olamaz. Geçmişte, revizyonizme karşı çıkanların ve silaha sarılanların, nasıl da maceracılığa ve giderek yeniden modern revizyonizmin kucağına düştüklerini gördük. Maceracılığa karşı çıkanların bir kısmının, teorik temelsizliklerinden ve sınıf yapılarından ötürü, nasıl da faşizmin yedeğine düştüklerini gördük. Modern revizyo-nizme karşı çıkıp da, modern revizyonizmin bir biçimi olan “üç dünya”cılığı kimlerin bayrak ettiğini biliyoruz. Uluslararası merkezlerin gözüne girmek için kimlerin birbirini yediği ve hâlâ da yemekte olduğu herhalde biliniyor. Geçmişi çeşitli yönlerden ele alıp eleştiri geliştirenlerin çok farklı düşün-dükleri, gerek kaynak gerekse de sonuç bakımından bir gerçek değil midir? Geçmişin toptan inkarında ve karalanmasında birleşenlerle devrim yolunda ilerlemek mümkün müdür? Geçmiş ve geçmişteki sorumlulukların payla-şımı hepimizi ilgilendiren bir sorun değil midir? İşe buradan başlamak gerekiyor.Sorunun özü, siyasi-ideolojik kavrayışta aranmalıdır; çünkü, örgütlenme anlayışlarına, kitle ilişkilerine, güncel problemlerin çözümüne can veren kaynak buradadır. Felsefi idealizmle, burjuva, küçük burjuva anlayışlarla aralarına kesin çizgi çekememiş olanlar materyalizmi nasıl savunabilirler ve proletaryanın sınıf çıkarlarını nereye kadar temsil edebilirler? Bu nedenle, örgüt adlarının başına ve sonuna eklenen “devrimci”, “Marksist-Leninist”, “Komünist” tanımlamaları bizi pek ilgilendirmiyor; bizi eylemle-rin içeriği ilgilendiriyor. Eğer, sağlıklı bir adım atmak istiyorsak, TKP (Türkiye Komünist Partisi)’nin oluşumundan başlayarak, sosyal, siyasal, ekonomik, demokratik, felsefi, örgütsel ve ulusal sorun konularında, bugüne dek çeşitli grup ve örgütlerce izlenen siyasal-ideolojik-örgütsel çizgi ile bizim düşündüğümüz teorik-pratik mücadele biçim ve yolları arasındaki ayrımlar, görüşlerimiz ve temel önerilerimiz somutlaştırılarak ortaya kon-malıdır. Sorun, doğru mücadele biçiminin pratikte gösterilmesidir. Sorun, doğru diye ortaya atılan “devrimci teori”nin, pratikte kanıtlanmasıdır. Yoksa niyetimiz ne kadar yüce olursa olsun, yaptığımız entellektüel geveze-lik yapmaktan, felsefi söylevler vermekten öteye gidemez. Bunun için, bugüne kadar çeşitli biçimlerde varlıklarını sürdüren belli başlı ana örgüt-lenmeler uluslararası kökleriyle, siyasal-ideolojik özleri ve örgütsel işleyiş-leriyle, dayandıkları insan malzemeleri ve kadro anlayışlarıyla, kendi belgelerine dayanarak ele alınmalı ve irdelenmelidir. Modern revizyoniz-

Page 322: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

min genel yapısı ve tarihi kökleri incelenmeden TKP ve benzerleri, ÇKP ve AEP incelenmeden de, tezlerini bu temellere dayandıran örgütler açıklana-maz. Öte yanda, Mustafa Suphi’den, Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli’ye kadar, Aybar-Aren-Boran’dan, bunlara ve genel olarak sağ oportünizme tepki temelinde ortaya çıkan Mahir Çayan ve Kaypakkaya’ya kadar bütün teorisyenler ve bunların teorilerine dayanarak can bulan örgütlenmeler incelenmeye alınmalıdır. Neden ayrı bir örgütlenmede ısrar ediyoruz sorusu, geçmişin irdelenmesi ile yakinen ilgilidir. Bizi onlardan ayıracak özellikler neler olacaktır? Geçmişin bize ulaşan, ulusal-uluslara-rası olumlu mirası, kavrayabilirsek, özümleyebilirsek, hiç kimsenin özel malı değildir. O, devrimin malıdır. Bu anlamda, tavrımız Lenin’in tavrı olmalıdır. Lenin, Kautsky’i mahkum ettiği zaman onun on yıllık Marksist geçmişine ve bu süreç içerisinde ürettiklerine sahip çıktı. Plehanov’a en sert eleştirileri yöneltirken, onun Rusya’da Marksizmin yayılmasındaki payını inkâr etmedi. Gorki’yi en ağır dille suçladığı zaman bile, O’nun pro-letaryaya yaptığı hizmetleri önemle korudu ve övdü. Toptan red ve inkâr Marksistlerin tavrı değildir. Yanlışlıkların siyasal-ideolojik özleri açıklığa kavuşturulmadan devrimci bir gelişme sağlamak mümkün değildir; yine geçmişin olumlu miraslarını reddedip, her şeyi kendimizle başlatma anla-yışı da Marksist bir anlayış değildir. Dar pratik anlayışa bağlı kalınırsa, siyasi-ideolojik berraklık kazanılmazsa, doğru teorik önderlik sağlana-mazsa, geçmişin hata ve yanlışlıkları benzer biçimleriyle bu kez tarafımız-dan tekrarlanacaktır. Sorunumuz kişileri karalamak, örgütleri kötülemek ve bu arada kendimize bir yer açmak değildir. Tam tersine, her şeyi, nesnel gerçekliği içinde, doğru yerine koymaya çalışmak olacaktır. Sorunumuz, her türden emperyalizme, revizyonizme, faşizme ve gericiliğin her biçimine karşı, gücümüz oranında somut mücadele görevlerinden kopmadan, devrim saflarında, işçi sınıfı hareketinin bağrında varlıklarını sürdüren devrim düşmanı ve devrim zararlısı akımları açığa çıkartmak ve mahkum etmektir. Sağlıklı büyümenin koşulu budur. Bilimsel sosyalizm ile işçi sınıfı hareke-tini birleştirebilmenin tek yolu da budur.Somut mücadele görevlerinden kopmamak derken, burjuvazi ile proletarya arasındaki, faşist diktatörlük ile geniş halk kitleleri arasındaki mücadele-den, Kürt ulusunun ulusal ve demokratik hakları için verdiği mücadeleden, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında güncel hayatın dayattığı devrimci görevlerden söz ediyoruz. Yolumuz Lenin’in yoludur, diyorsak, Lenin’in kavrayışından, mücadele anlayışından yola çıkarak, günümüz koşullarında

Page 323: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devrimin çeşitli sorunlarına ve hastalıklarına doğru çözümler bulmalıyız. Marksizm-Leninizmin doğru reçetesi hiçbir kitapta yoktur. Ayrıca, doğru diye öne sürülen hiçbir ithal malı reçete de sürekli değişim ve hareket içinde seyreden, kendine özgü bir yapısı olan sosyal-siyasal hayatımızın ihtiyaçlarına cevap veremez.SBKP, ÇKP, AEP, ya da Latin Amerika’lı odakların izleyicilerinin vardıkları noktalar ortadadır. Taktik adına, bölge devletlerinin dümen suyunda yürü-yenlerin gidişlerini ibretle izliyoruz. Bizler, kendi sorunlarımızı, kendi ayaklarımız üzerine basarak çözmek zorundayız. Çeşitli ülkelerin devrimci deneylerinden köklü dersler çıkartmakla, onları taklit etmek iki ayrı şeydir. Gerçek enternasyonalist dayanışma ile hegemonyacı hesaplara bel bağla-mak iki ayrı şeydir. Daha şimdiden halkımızın köleliğine ve ülkemizin bağımlılığına müşteri arayanlar ve stratejilerini bu temel üzerinde kurmaya çalışanlar bilmelidir ki, evdeki hesap hiçbir zaman çarşıya uymayacaktır.Hepimizin her fırsatta yerli yersiz kullandığı, “devrimci teori olmadan dev-rimci pratik olmaz” sözü, bugüne kadar, teorik yetmezliklerimizi, eksiklik ve hatalarımızı gizlemenin, kendiliğindenliğin peşinden sürüklendiğimizi gizlemenin bir örtüsü olarak kullanıldı. Aynı zamanda her grup, kendilerine temel aldıkları siyasi teorileri en devrimci teori, devrimin yolunu gösteren tek yol olarak sunmak için, yine bu sözün arkasına sağındılar. Maceracılığı formülleştiren teorilerden, modern revizyonizmden can bulan çeşitli sağ “sol” oportünist teorilere kadar hepsi, kitlelerin önüne bu sözle birlikte ve Lenin adıyla sunuldu. Oysa, yaşadığımız acı gerçekler göstermiştir ki; Tür-kiye-Kürdistan devrimci hareketi, hayatının hiçbir döneminde, gerçekten devrimci bir teorinin yol göstericiliğine ve devrimci bir önderliğe sahip olmamıştır. İşte bunun acı sonucudur ki, burjuva feodal gericilik karşı-sında, faşist gelişmeler karşısında sürekli yenilgilere uğradık. Karşılaştığı-mız ulusal ve uluslararası sorunlara cevap vermek için yurt dışı mihrakların ağızlarına baktık. Kitlelerin gelişen isteklerine cevap vereme-dik. Kimi zaman, hazır olmadığımız zamanlarda bile kavgayı göze aldık. Kimi zaman askeri darbe peşinde koşanların aleti durumuna düştük. Dev-rimci birikimlerin çarçur edilmesine yol açan eylemlere ağırlık verdik. Özellikle son on yıl içinde, devrime inanan, yiğit, fedakar anti faşist müca-dele adına, kendiliğindenliğin bulanıklığı içinde telef oldu. Kimisi öldü-rüldü, kimisi zindanlara tıkıldı, kimileri de hâlâ çıkmaz teorilerin kıskacında boğulmaktadır. Devrim için ölmeye hazır binlerce evlat yetişti-ren bir halk, devrimci bir teorinin ışığına sahip olsaydı, bu teoriyi hayata

Page 324: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

geçirebilecek bir önderliğe sahip olsaydı, Evren üçüncü yılını doldurabilir miydi? Ya da Evren başımızın belası olur muydu?Türkiye-Kürdistan devriminin yolu, sadece ülkemizin özgül koşulları içinde aranmamalıdır; biliyoruz ki devrimci teori “bütün ülkelerin işçi hareketinin genel biçimi ile ele alınan deneyimdir.” Türkiye-Kürdistan devriminin yolunu aydınlatacak teori de, dünya devrimci hareketlerinin deneyim ve dersleri ışığında, kendi devrimci geçmişimizin ve somut sosyal-ekonomik koşullarımızın incelenmesinden çıkacaktır. Ancak emperyalizmin, sosyal emperyalizmin iç dış ilişkileri, dünya genelindeki ilişki ve çelişkileri, dün-yayı yeniden paylaşma hesapları, özellikle de Ortadoğu üzerindeki emelleri ve bölge devletlerinin niteliği hesaba katılmadan sağlıklı bir teorik perspek-tif oluşamaz. Marx’ın felsefi materyalizmi ve sınıf mücadelesi doktrini, çalışmalarımızın yol göstericisi olacaktır.Mayıs dergisinin ikinci sayısında 1983 Ekim’inde yayınlanmıştır.

halkcephesi.net

Page 325: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

KÜÇÜK BURJUVA TUTARSIZLIĞI VE PROLETER DEVRİMCİ KARARLILIKDevrim ve demokrasi mücadelemiz adına iyi değerlendiremediğimiz bir yılı, bir oyalanma yılını daha geride bırakıyoruz. “devrimci”, “devrimci-demok-rat” olarak bilinen çevrelerde, ideolojik ve siyasi anlamıyla dağılma, oya-lanma, devrimci düşüncelerden kopma, soğuma ve umutsuzluk belirgin çizgileriyle kendini gösteriyor. Grup önderlikleri, içinde bulunduğumuz durumun özel ve genel devrimci görevlerini, teorik ve pratik sorunlarını gereği gibi ele alamıyorlar, üstüne gidemiyorlar ve siyasi yeterlilik göstere-miyorlar. Birçok sorun yanıtsız kalıyor. Oysa iyi biliyoruz ki, kendi önderle-rini yetiştiremeyen devrimci bir hareketin başarı kazanması mümkün değildir. Önderlerin niteliği ve hareketin niteliği arasında kopmaz bağların olduğu unutulmamalıdır. “Tarihte hiçbir sınıf, bir hareketi örgütleyecek ve yönetecek yetenekte, sivrilmiş temsilciler ve politik liderler yetiştirmeksi-zin iktidara gelememiştir.”Türkiye-Kürdistan’da, tek tek siyasi hareketlerin yenilgisinden, o hareketle-rin ideolojik-pratik önderlikleri sorumludur. Öyle yenilgiler vardır ki, tarihi olarak kaçınılmazdır. Proletaryanın mutlak zafer garantisi ile savaş alanına çakması diye bir şey düşünmüyoruz. Ancak yaşadığımız süreçte, en ilkel savaş taktiklerinin bile hesap edilmediğini söylemeliyiz. Önderliklerin işle-dikleri hatalar, komünist ölçüler içinde ele alındığında, önderlerin hem tek tek kendi hareketlerine, hem de genel olarak proletaryaya, emekçi kitlelere ve tarihe karşı hesap vermeleri gerekir. Bu sorumluluktan kimse kaçamaz.Yurttan gelen haberlerin odağında cezaevleri bulunuyor. Mücadele esas ola-rak, baskı koşullarının ve bilinçli unsurların en yoğun olduğu cezaevlerinde

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 326: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sürüyor. Dışarda ise mücadele adına layık eylemlerden söz etmek oldukça güç. Mücadele düzeyi nerdeyse sıfıra düşmek üzere. Yurt dışında faşizmi teşhir ve tecrit çabaları oldukca cılız ve yetersiz. Cezaevlerindeki direnişleri bir kenara bırakırsak, gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında, faşizme karşı mücadeleye sağ oportünizm egemendir diyebiliriz. Gruplar arasında süren sığ, seviyesiz çekişmeler, rekabet gösterileri, ayak oyunları ağırlıkta. Bu denli acı ve ağır darbelerden sonra bile dar grup çıkarları devrimin çıkarla-rına üstün tutuluyor. Çünkü bazıları için gerçekten devrim diye bir sorun yoktur. Ve bazıları için grup yapıları onların varlık nedenidir.Öte yanda, yeniden toparlanma istekleri, yeni teorik arayışlar, cılız da olsa eski oportünist kabuğu parçalama çabaları gözden kaçmıyor. Bu, olumlu bir işarettir. Ancak kimlerin nereye gideceği, hangi çizgide duracağı, bu çabala-rın siyasal içerikleri bakımından nasıl bir özle dolacağı henüz belli değildir. Bazıları yeni teoriler adına, Lenin’in 1900’lerde mahkum ettiği türden opor-tünizme sarılıyor. Her yenilgi dönemi, ardından yeni saflaşmaları, yeni ara-yışları getirir. Yakın siyasi geçmişimiz, 12 Mart yenilgisinin ardından gelen yeni arayışları, yeni saflaşmaları çarpıcı örnekleriyle bize sunmuştur. Biz, bu dönemde nice keskin silahşörlerin Kemalizmi ve tanrıyı yeniden keşfet-tiklerini gördük. Eylül faşist darbesinin ardından yaşanan birçok değişim 12 Mart dönemini çağrıştırıyor. Amerika yeniden keşfediliyor! Martov’ları, Kautsky’leri hortlatmaya çalışanlar var. Öte yanda, Marksizm-Leninizm silahını tekellerinde gören birçok grup, geçmişlerini şu ya da bu biçimde eleştirmelerine karşılık, her dönemde yalnızca kendilerinin Marksist-Leni-nist oldukları yolundaki iddialarını inatla sürdürüyorlar. Onlar, savunduk-ları siyasi-ideolojik çizgiye eleştiri yöneltenleri “oportünizm”, “revizyonizm”, “devrim düşmanlığı” ile suçlarlarken yaşamın gerçekleri inatla başka şeyler söylüyor. Bir oportünist bataklıktan bir başkasına geç-meyi devrimcilikleri gereği görenler, içinde bulundukları bataklığın koku-suna öylesine alışmışlar ki, temiz havayı zehirli sanıyorlar. Bizim görevimiz, işçi ve devrimci hareketlerde var olan hataları, olumsuzlukları gizlemek değil, tam tersine bunları eleştirmek ve canlı örneklerle açığa çıkarmaktır. Eski ve yanlış pusulayla doğru yol bulunamaz. Eski ve yanlış pusulaları ile “doğru yol”u bulduklarını ilan eden önderler, gruplar, kafala-rını bir kez daha kayaya çarpmış olmalarına ve aynı pusulayı taşıdıkları sürece yeniden ve yeniden çarpacaklarına karşın, onları ellerinden bırak-mamaktadırlar. Biz, revizyonizmin ve küçük burjuva eklektizminin onarı-mından geçmiş pusulaların bizi nereye götüreceğini şimdiden biliyoruz. Bu

Page 327: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nedenle, bütün eski ve yanlış pusulaları, “sabıkalı pusulaları” parçalama görevini, vazgeçilmez ve ertelenemez devrimci bir görev olarak önümüze koyuyoruz.Birçok ülkenin devrimcileri ve demokratları için sürgün günleri, dünya dev-rim ve demokrasi hareketlerinin teori ve taktiklerinin daha yakından tanın-ması, araştırılması, uluslararası ilişkilerin geliştirilmesi yönünde büyük yararlar sağlamıştır. Biz, Türkiye-Kürdistan’lı devrimciler, devrimci-de-mokratlar, ne yazık ki bu konuda da başarısızız. Üstelik, faşizm karşısında yenilgimizin gerçek nedenleri üzerinde nasıl ciddiyet ve cesaretle düşünme-mişsek ve düşünmüyorsak, yurt dışındaki başarısızlıklarımızın ana neden-leri üzerinde düşünmemekte de ısrar ediyoruz. Doğaldır ki, düşünme eylemi, doğru bir yöntemle, doğru bir sınıf tavrı temelinde nesnel gerçek-liği ve onun yansımalarını irdeleyemezse, her sorun, her olay, her grup ve kişi için —siyasi yapılarına göre— farklı anlamlar ve farklı sonuçlar doğura-caktır. Nitekim doğrumuştur da. Faşist diktatörlük bu denli açıkça ortada iken hâlâ “cunta”, “askersel diktatörlük” vs. gibi sakızları geveleyenler yok mu? Özal’dan beklentileri olanlar yok mu?Bir küçük burjuva devrimcisi, geçmiş üzerinde ne denli ciddiyetle, cesaretle durursa dursun, küçük burjuva ölçüleri ve pusulası ile baktığı sürece, doğru bir sonuca ulaşması mümkün değildir. 1970 devrimci gençliği bu hatayı işlemedi mi? Bir revizyonist, doğası gereği ancak devrime zarar verecek yeni bulgulara ulaşabilir. Bu nedenledir ki biz, revizyonistlerden, oportü-nistlerden ve küçük burjuva devrimcilerinden proletarya adına doğru bir tutum, doğru çözümler zaten beklemiyoruz. Biz, kendi adımıza, ancak onlarla devrimci mücadeleye verdikleri ve verecekleri zararlara karşı çarpı-şabiliriz. Yaşadığımız yenilgiler, kayıplar birer sonuçtur. Bu sonuçların kay-naklarını, revizyonizmde ve onunla her zaman kol kola, kucak kucağa olmuş küçük burjuva devrimciliğinde ve küçük burjuva oportünizminde aramalıyız. Dün olduğu gibi, bugün de, küçük burjuva devrimcileri, burju-vaziyle uzlaşmanın, revizyonistlerle ilişkilerini daha da geliştirmenin çeşitli yollarını arıyorlar ve buluyorlar. Hem de ilişkilerini proletarya adına götü-rüyorlar. Küçük burjuva devrimcileri, kendilerine “sosyalist”, “komünist” adını verdikçe ve proletarya adına hareket ettikleri sürece gericidirler, dev-rim zararlısıdırlar. Filistin halkına kurşun sıkmayı “devrimcilik” ilan eden-leri, Demirel’lere göz kırpanları, devrimci şiddeti “uygun biçimde” reddedici formülasyonlar arayanları, utangaç legalistleri aynı koroda bir-leşmiş görüyoruz. Revizyonist ve küçük burjuva koro, yakın bir gelecekte

Page 328: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

neler yapacağını planlıyor. Bu koronun bir kısmı sağda mevzilenirken, bir kısmı da “sol”da yer tutmaya çalışıyor. Onlar ister sağda, isterse “sol”da oynasınlar, aynı takımın oyuncularıdırlar ve aynı patrona hizmet edecekler-dir. Revizyonizm ve küçük burjuva oportünizmi aynı ananın memesinden süt emen ikiz kardeş gibidirler. Emperyalizme, faşizme ve gericiliğin her türüne karşı ideolojik-siyasi-örgütsel mücadelemizin odak noktasına bu ana görevi, revizyonizme ve küçük burjuva oportünizmine karşı mücadele göre-vini koymazsak ve bu görevi layıkıyla yerine getirmezsek, proleter devrimci adına layık tek bir iş bile başaramayız; ancak bugün yaptığımız gibi kendi-mizi oyalarız. Türkiye-Kürdistan devrimci hareketlerinin uzak ve yakın geç-mişine, bugüne damgasını vuran revizyonizm ve küçük burjuva oportünizmi, anarşizmi, esas hatlarıyla mahkum edilmeden, etkisi kırılma-dan proleter devrimci bir gelişme beklenemez. Bu ikili derin köklere sahip-tir; gerçek bir komünist hareket, emperyalizme, faşizme ve burjuvazinin diğer akımlarına karşı mücadelesinde, ancak bu ikiliye karşı tutarlı bir mücadele yürütmeyi başarabilirse devrimci görevlerini yerine getirebilir ve emekçi kitleleri birleştirebilir. Lenin, Bolşevizmin işçi hareketi içinde hangi düşmanlara karşı savaşarak geliştiği ve çelikleştiği sorusuna şu cevabı verir:“Her şeyden önce ve özellikle 1914’te, belirgin bir biçimde sosyal şovenizm biçimine bürünen ve kesin olarak proletaryaya karşı burjuvazinin saflarına geçen oportünizme karşı savaşarak. Oportünizm, doğal olarak, Bolşevizmin, işçi hareketi içinde baş düşmanıydı” der ve “…Bolşevizmin, anarşizme ben-zer yanları bulunan ve onlardan bir şeyler alan ve tutarlı bir proleter sınıf savaşımının koşullarını ve gereklerini ölçüp biçmeyen şu küçük burjuva devrimciliğine karşı uzun yıllar süren bir savaşımda” biçimlendiği ve güç-lendiği olgusunu ekler.Anarşizmin, küçük burjuva “sol”culuğunun, işçi sınıfı hareketinin oportü-nist günahları için bir ceza olduğu gerçeği, devrimci yazınımızda sık sık tekrarlandı. Sağ ve “sol” oportünizmin birbirini tamamlayan akımlar olduğu defalarca yazıldı. Ancak bu teorik doğrular, bildiri ve dergi sayfala-rından hayata geçirilemediler. Kendi geçmişimize, “Yurtsever Devrimci Demokrat”lara ve “Demokrasi Bayrağı”na baktığımız zaman görürüz ki, biz bu görevleri daha önce de önümüze koymuşuz. Birçok konuda hayat tara-fından doğrulanan tahliller de getirmişiz. Fakat, gerçek gösteriyor ki, dergi sayfaları ile hayatın binbir canlılıkla dolup taşan sokakları arasında bizim boyumuzu aşan duvarlar var. Çevremizi saran ve içimize işlemiş revizyo-

Page 329: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nist, oportünist, devrim zararlısı kuşatmayı yarmayı başaramadığımız için etkili olamıyoruz. Önümüze, revizyonizme ve küçük burjuva oportünizmine karşı mücadele görevini, kavranması gereken ana halka olarak koyarken, ısrarla belirtmeleyiz ki, öncelikle biz, Mayıs, çevresi olarak kendi içimizdeki revizyonist, reformist, küçük burjuva oportünist etki ve eğilimlere karşı savaşmadan ve bu savaşı sürekli kılmadan, içimizdeki olumsuzlukları ayık-lamadan, dışımıza karşı yürüteceğimiz savaşta başarılı olamayız. Bugünkü başarısızlığımızın özünde yatan hastalık tam da budur. Kendisiyle hesapla-şamayan başkasıyla hesaplaşamaz. Bu mücadele, Marksizm-Leninizmi yeni-den ve yeniden inceleme, öğrenme, felsefi ve teorik olarak güçlenme, siyasi-ideolojik anlamda kendine yeterlilik sağlama ve bu temelde sürekli eleştiri, öz eleştiri çalışmalarıyla birlikte yürümelidir. Aynı zamanda, bütün grupları teorik ve pratik yönleriyle, güncel eylem ve tutumlarıyla yakından izlemeliyiz. Türkiye-Kürdistan’da neler oluyor, sömürücülerin kendi arala-rındaki ilişki ve çelişkiler nelerdir, emekçi kitlelerin durumu nedir, bütün bunları çok iyi bilmek zorundayız. Oysa biz, ülke ve dünya sorunlarını ancak en kaba hatlarıyla bilebiliyoruz. Gelişmelerin nabzını elimizde tutma-dan ilerlememiz mümkün değildir. Göçmenlikten kurtulmalı, sıcak sınıf savaşımının içine girmeliyiz. Teorik çalışmalarımızın yanında, asıl belirle-yici olan pratikteki tutumumuz olacaktır. Biz kendimizi, hedef tahtasının tam da orta yerine koymalıyız; çuvaldızı kendimize, iğneyi dışımızdakilere batırmalıyız. Aksi halde, eleştiri kılıcını hep kendi dışına sallayan oportü-nist silahşörlere benzeriz. Onlara göre de “revizyonizm, oportünizm, küçük burjuva devrimciliği” proletaryanın sınıf çıkarlarına darbeler indirir. Ama kimdir bu revizyonist, oportünist, küçük burjuva devrimcileri, nerededir-ler? Onlar hep dışarıdadır ve kendileri bu pisliklerin her zaman uzağında-dırlar. Gerek teorik yaklaşımlarıyla, gerekse pratik eylemleriyle revizyonizmin, küçük burjuva oportünizminin en açık örneklerini vermiş olanlar bile, revizyonizmi ve küçük burjuva oportünizmini suçlamayı elden bırakmıyorlar. Ama onlara göre her şeyin anlamı ve içeriği başkadır. Bu nedenledir ki, revizyonist yozlaşma, oportünizm vb. gibi terimleri kullanır-ken bunların ne anlama geldiğini ve kimler için söylediğimizi açıkça ortaya koyamazsak, sorunun daha açık anlaşılabilmesi için pratikten örnekler gös-teremezsek, onları zararlı eylemlerinden ötürü suçüstü bastıramazsak, ağustos böceği gibi “cır cır” etmekten öteye gidemeyiz. “Cır cır” etmek de oportünizmin bir biçimidir ve ona hizmet eder.

Page 330: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Son on yılın deneyimleri, yararlanma becerisi gösterebilecekler için öğretici derslerle doludur. Bir devrimin yaşabileceği yaklaşık bütün hastalıkları yaşadık; eğer bu hastalıklara karşı savaşmasını ve bağışıklık kazanmasını öğrenemezsek, aynı kökten can bulan, özü aynı fakat biçimi değişik yeni hastalıklar karşısında da çaresiz kalmamız kaçınılmazdır. Geçmişimiz “neler yapılmalı”dan çok, “neler yapılmamalı” konularında bize öğretici olacaktır. “Neler yapılmamalı”dan yola çıkarak olumsuzdan olumlu dersler çıkarmalıyız.Sınıflı toplumlarda, sınıflar arasında bir Çin Seddi’nin olmadığı bilinen bir gerçektir. Proletarya bir sınıf olarak, en çok küçük burjuvazi ile iç içedir; hele bizim gibi, proletaryası genç olan ülkelerde, özellikle de köylülükle, feodal yaşam biçimleriyle, feodal ahlak ve düşünme biçimleriyle bağların tam kopmadığı ülkelerde, en küçük toplumsal birim olarak, bir işçi ya da küçük burjuva ailesini ele alırsak, proleter-küçük burjuva iç içeliğinin, alışverişinin birçok ayırdedici özelliklerini açıkca görürüz. Gerek proleter kanatta, gerekse küçük burjuva kanatta, feodal etkiler de derin izleriyle yaşarlar. Radyosu, TV’si, basını, eğitim kurumları ve esas olarak da ekono-mik temeliyle egemen sınıfın ideolojisi, siyaseti ve kültürü, zaten büyük bir çoğunluk için belirleyici bir role sahiptir. Siyaset ve ideolojiler çorbası, aile bireylerinin üretim çalışması içindeki yerlerine ve sosyal konumlarına göre, tutum ve davranışlarına yansır. Proleter ideoloji ve siyaset, çeşitli neden-lerden ötürü başlangıçta, küçük burjuva siyasetleri karşısında zayıf kalır; ama buna karşın, proletaryanın önderleri, onun kendi bağımsız sınıf hare-ketini oluşturamazlarsa, proletarya kendiliğinden bir sınıf olarak burjuva ve küçük burjuva hareketlerinin yedeğinde seyreder.Bugün Türkiye-Kürdistan’da, işçi sınıfının durumu böyledir. Bu durum, pro-letaryanın tarihi konumu ve görevleriyle çelişmektedir. “Bizim başlıca ve temel görevimiz, işçi sınıfının politik örgütlenmesi ve politik gelişimini kolaylaştırmaktır. Bu görevi arka plana itenler, mücadelenin her türlü özel yöntemlerini ve diğer görevlerini buna bağlamayı reddedenler yanlış bir yol izlemekte ve harekete ciddi zararlar vermektedirler.” Bu, proleter sınıf mücadelesinin en temel ilkesidir ve ne yazık ki, Türkiye-Kürdistan devrim-cileri tarafından layıkıyla yerine getirilmemiştir. Proletarya adına, Mark-sizm-Leninizm adına yola çıkanlar, küçük burjuva temelde örgütlenmeye çalışmışlar ve küçük burjuva eklektizmini Marksizm-Leninizm yerine geçir-mişlerdir. Proletaryanın örgütlenmesi arka plana itilmiştir. Ve bu kaygan ideolojik-siyasi ve toplumsal zemin üzerinde, kaçınılmaz olarak başarısız-

Page 331: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lığa uğramışlardır. Ve içinde yaşadığımız şu süreçte, aynı hastalıklar devam etmektedir. Bu tutum, proletaryaya yapılacak en büyük kötülük, burjuva-ziye en büyük hizmettir. Proletaryanın bağımsız siyasi hareketini oluştur-mak isteyen ve bu görevi önüne koyan bizler, proletaryayı ve bizleri kuşatması altında tutan sosyal güçleri, onların siyasetlerini, ideolojilerini, örgütlenme biçimlerini ve aldıkları değişik kılıkları, taktik ve stratejilerini bütün yönleriyle iyi tanımalıyız. Özellikle de proletaryanın sınıf mücadele-sine büyük zararlar veren, onu yolundan saptıran küçük burjuvazi, temel sınıf özellikleriyle açığa çıkartılmalıdır.Bütün ülkelerin küçük burjuvalarının özde ortak olan yanları vardır, fakat bütün ülkeler için geçerli küçük burjuvaziye karşı mücadele reçetesi suna-mayız. Her ülkenin ulusal özellikleri ele alınmalıdır. Örneğin, emperyalist ülkelerin küçük burjuvazisi ile bizim gibi ülkelerin küçük burjuvaları özleri bir olmakla beraber, yine de aynı terazide tartılamazlar. Küçük burjuvaziye karşı genel Marksist-Leninist ilkelerin yanı sıra her ülkenin ekonomik yapısı, toplumsal ilişkileri, siyasal rejim biçimi, o ülkenin küçük burjuvazi-sini incelerken ele almamız gereken temel ölçüler olmalıdır. Yine, her ülkede, üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çelişmenin ve bunun toplumsal ve siyasal plana yansımasının düzeyi, küçük burjuvazi üzerinde belirleyici bir role sahiptir. Sınıf mücadelesinin kaçınılmaz sonucu olarak iç savaş gündeme geldiğinde, proletarya kimlere karşı, nasıl, hangi silahlar ve hangi taktitlerle savaşacağını çok iyi bilmek zorundadır, Sovyet devriminde Menşeviklerin, Sosyalist Devrimcilerin proletaryayı nasıl da arkadan han-çerlediği unutulmamalıdır. Yine bugün, devrimci Sovyetler Birliği’ni, Empe-ryalist Rusya haline getiren ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişme ve değişimlere bakarsak, Sovyet yeni küçük burjuvazisinin, yeni bürokrat tekelci burjuvaziyi nasıl doğurduğunu görürüz. Yaşadığımız somut gerçek-lik irdelenirse, gerek sağda olsun, gerese solda bulunsun, küçük burjuvazi-nin devrime karşı nasıl bir tutum içinde olduğunu görebiliriz. Solda görünen küçük burjuvazi, esas olarak revizyonist, reformist ve oportünist ideoloji ve siyasetlerin eğemenliği altındadır. Sağda yerini alan küçük bur-juvazi ise, kılıçlarını demokrasiye ve devrime karşı kuşanmıştır. Onların bir kısmı, daha düne kadar Demirel’ci, Evren’ci iken, bugün Özal’cı olmuştur. Demirel’ciler, Erbakan’cılar, Türkeş’çiler yakın bir gelecek için hazırlanır-ken, küçük burjuvazi üzerine hesaplar yapmaktadırlar. Devrim dalgasının yüksek olduğu dönemlerde devrimci geçinen küçük burjuvaların çoğu, bugün kendilerine sağ yelpaze altında birer yer bulmuşlardır.

Page 332: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Devrimci, demokrat yazınımızda, genellikle, küçük burjuvazinin “eriyen”, “çözülen” bir sınıf olduğu, hatta sınıf değil, bir “ara tabaka” olduğu söyle-nir. Tarihi gelişim her zaman uzun bir süreci kapsar. Sınıfların eriyişleri, çöküşleri uzun bir zaman içinde oluşur. Bir sınıfın stratejik eğilimi ile gün-cel konumu birbirine karıştırılmamalıdır. Küçük burjuvazi, yanlızca eriyen, çözülen bir sınıf değil, aynı zamanda yeniden ve yeniden üreyen sınıftır. Gelişen kapitalizmin, toplumu iki ana sınıfa, burjuvalar ve proleterler ola-rak iki ana sınıfa böldüğü doğrudur. Ama kapitalizm koşullarında, arada kalan orta ve küçük burjuvaziyi yok etmek mümkün değildir. Onlar, kapita-lizmden komünizme geçiş sürecinin ilk aşamalarında da, belli oranlarda varlıklarını korurlar. Proleter sosyalist devrim bile, özel mülkiyeti bir çır-pıda yok edemez. Küçük burjuvazinin maddi temelini ortadan kaldıramaz. Kaldı ki, kapitalist toplumlarda, bizimki gibi ülkelerde, küçük burjuvaziyi tek başına eriyen yönüyle ele almak ve hatta onu günümüz koşullarında bile bir sınıf değil, “ara bir tabaka” olarak değerlendirmek ve bu temelde onun siyasal-ideolojik yapısını çözümlemeye kalkışmak, teoriler geliştirmek yan-lışlıklar doğuracaktır. Küçük burjuvaziyi önemsemeyen bu yaklaşım biçimi, bizi oportünizmin bataklığına götürür. Küçük burjuva oportünizmini küçümsemeye ve ona karşı mücadelede silahsız bırakmaya götürür. Nite-kim götürmüştür de. Bu tavır küçük burjvaziyi koruma tavrıdır.Küçük burjuvazi, kendi içinde sürekli değişimlere uğrayan, mensuplarının bir kısmını diğer sınıflara kaptırırken, diğer yandan da yeniden diğer sınıf-lardan unsurlar kazanan, oynak, kararsız bir sınıftır. Toplumsal ve ekono-mik çalkantıların durumuna göre siyasal çalkantıların içinde yer alır. Tek tek küçük burjuvaların yarını ile, bir sınıf olarak küçük burjuvazinin yarını birbirine karıştırılmamalıdır. Tek tek küçük burjuvaların yarını belli değil-dir. Bu belirsizlik, onun tutum ve davranışlarına yansır. Küçük burjuvazi eriyen yanıyla zorunlu olarak proleter saflara akarken, palazlanan kesimi de orta burjuva saflara kayar. Proleter saflara giderken, kendi alışkanlıkla-rını, özlemlerini, tutkularını da beraberinde taşır. Proleter saflara gidişi, onun için bir “düşüş”tür. Proletaryanın içinde, “düşenlerin öfkesi”ni yaşar. Nesnel konumu ile proleter olmasına karşın, kendisini hiç de proleter say-maz; üstelik proletaryaya derinden bir öfke ve küçümsemeyle bakar. Ama bunu ustaca saklamasını bilir. Kimi zaman, en keskin devrimci olur, en önde yürür, en çok o bağırır, proletaryayı yönetmeye kalkışır. Kimi zaman yönetir de… Küçük burjuvazinin orta burjuva saflara taşınmış kesimi ise daha değişim süreci içindeyken, kendi alışkanlıklarından sıyrılmayan, yeni

Page 333: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

katılacağı katmanların mantığını kavramaya, onlar gibi olmaya çalışır. Sınıf atlamanın sevinci, onu proletaryaya ve geldiği sınıfa karşı tepeden bak-maya götürürken, burjuvaziye karşı daha da yaltaklanmaya iter. Küçük mülk ve orta mülk, her zaman büyük mülkiyetin koruyucusu olma rolünü yüklenmiştir. Küçük ve orta sermaye her zaman büyük sermayenin kapı köpekliğini yapmıştır. Bazı ülkelerde, devrime katılan küçük ve orta burju-vazi, büyük burjuvazinin yeniden doğmasının zeminini oluşturmuşlardır.Burjuvazinin kendi içindeki çelişmeler, bunalımlar, en çok orta burjuva kat-manları etkiler; iflaslar, rekabetin yarattığı yıkımlar, orta burjuva unsarla-rın bir kısmını, küçük burjuvalaşma sürecine sokar. Yine proletaryanın kendi içinde meydana gelen başkalaşımlar, uzmanlaşmalar, şeflikler, işçi bürokrasisi, sendikal görevler nedeniyle işçi ariktokrasisinin oluşumu vb. onun içinde, kendilerini öznel anlamıyla koruyan eski küçük burjuvaların yanı sıra, yeni küçük burjuvların doğmasına yol açar. Maddi üretim içindeki yerlerde meydana gelen yeni değişiklikler, onların sınıf tabiatlarında deği-şimleri de beraberinde getirir. Öte yanda, işçi ailelerinin çoğu, çocuklarının işçi olmasından değil, “okuyup adam olmalarından” yanadırlar. Memur, teknisyen, doktor, mühendis, subay vb. olmalarını düşlerler. Bilimsel-tek-nolojik gelişim ve bunun sonucu üretim tekniğinde meydana gelen değişim-ler, bir yönüyle kafa ile kol emekçileri arasındaki uçurumu derinleştirirken, öte yandan da kafa ve kol emeği birlikteliğini zorunlu kılmaktadır. Gelişme-ler, kafa emeğinin ve emekçilerinin üretim içinde daha etkin bir rol oyna-maya aday olduğunu gösteriyor. Emeklilik tazminatı, sosyal krediler, yardımlar, küçük burjuva hayal ve özlemlerinin, küçük burjuvalaşmanın önemli maddi kaynaklarından birini yaratır. Burjuva toplum, çok yönlü pro-pagandaları ile proletaryayı, kendi sınıf düşüncesinden, eylem ve amaçla-rından koparmak için sosyalizmi işçi sınıfı hareketinden, işçi hareketini de sosyalizmden soyutlamak, yalıtmak için her şeyi yapar. Bu konuda küçük burjuva devrimcileri değişik noktalarda önemli bir rol oynar. Bir kısmı, çağın değiştiğinden, proletaryanın öncü rolünü yitirdiğinden, bilimsel-tek-nolojik devrimler nedeni ile aydın ve teknokratların yeni rollerinden abar-tıyla söz ederken, bir kısmı da proleter mücadeleye “sol”dan yanaşırlar… Küçük burjuvazi, proletarya içinde erimemek için olağanüstü bir direnç gösterir.Almanya örneği birçok açıdan öğretici olacaktır; Türkiye-Kürdistan’ın, özel-likle eriyen kır ve şehir küçük burjuvazisinden milyonlarcası işçi olmak için, dünyanın çeşitli kapitalist ülkelerine aktılar. Çoğu, uzun yıllar kapita-

Page 334: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

list ülkelerde, kapitalist ilişkiler içinde işçilik yapmalarına karşın, küçük burjuva, hatta feodal ağırlıklı kafa yapılarını ve özlemlerini titizlikle koru-dular. Kendi içlerine kapandılar. En zor koşulları, yoklukları göze alarak biriktirdikleri paralarla kendilerine küçük işler kurmayı, “kendi kendisinin efendisi” olmayı düşlediler. Bir kısmı acılı da olsa, eksik de olsa, hayallerini gerçekleştirdi de. Kimileri, kazandıkları paralar ile kapıcılık aldı, kimi taksi şoförlüğüne başladı, kimi birahane sahibi oldu, kimileri de çeşitli tipte küçük işletmeler kurdular. Küçük burjuva olarak gidenlerin ezici çoğun-luğu, yine küçük burjuva olarak döndüler. Onlar, siyaset alanında da böyle-dirler; “kendi kendisinin efendisi” olma mantığını, küçük gruplar, tekkeler içinde sürdürmeye çalışırlar. Disipline, sıkı çalışmaya, sorumluluk taşımaya karşı alerjileri vardır. Proletaryanın sınıf mücadelesine sözde “poroleter devrimciler”, “komünistler” olarak katılırlar. Keskinlikte üstlerine yoktur. Devrimin yükseldiği dönemlerde, bunların çalımından geçilmez. Devrim dalgası düşmeye başladı mı, bunların çoğu, çareyi kaçmakta bulurlar… “Proleter devrimci”, “komünist” maskelerini askıya asıp kendilerine uygun, yeni dönemin koşullarına uygun, yeni kılıklara bürünürler. Bir kısmı “töv-bekârlık” örneklerinin en akıl almaz çeşitlerini gösterirler. Ve yine yurt içinde olsun, yurt dışında olsun, küçük birikim sahipleri, biri-kimlerini faiz sevdasına bankalara, bankerlere, holdinglerin hisse senetle-rine kaptırdılar. Birçoğunun ortaklaşa kurdukları işçi şirketlerinin çoğu battı ama hayal ve özlemleri batmadı. Küçük burjuvazinin tabiatında var olan kumarbazlık, maceracılık, hayatın her alanında kendisini gösterir. Emperyalizmin ideolog ve teorisyenleri, kiralık kalemleri, basın yayın organları bu olguyu körüklerler. Küçük birikim sahiplerinin birikimlerini gaspetmek için çeşitli yollar bulurlar. Bugün Özal’ın hesabında bu gasp ola-yının değerlendirilmesi yatmaktadır… Burjuvaziyle geliştirilen çıplak para ilişkileri, hisse senetleri yoluyla sözde “ortaklık”lar, siyasal, kültürel, ahlaki vb. her konuya yansır. Emperyalizmin akıl hocaları, ezilenlerle ezen, sömü-rülenlerle sömürenler arasındaki uzlaşmaz sınıf karşıtlığı ve sınıf mücade-lesini sulandırmak için, ekonomik-siyasi-kültürel her alanda olağanüstü bir çaba harcamaktadırlar. Umut ve hayal tacirleri, milli piyango, loto, toto vs. gibi şans oyunlarını milyonların güncel amacı ve uğraşı haline sokarken, “bugün yoksul, yarın zengin” olma umudunun da çeşitli alanlarda temelle-rini derinleştiriyorlar. Artist, şarkıcı, futbolcu vb. olma ve kendini kur-tarma umutlarını, kenar mahallelerden gelip ünlü sinema yıldızı olmuş, inşaat işçiliğinden, pamuk ırgatlığından gelip ünlü türkücü olmuş örnek-

Page 335: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lerle besliyorlar. Siyasal arenada da, yoksul kesimlerden gelmiş ve bugün belli mevkilerde bulanan örnekler ustaca kulanılıyor. Lümpen dünyası, bu umutlar içinde başka bir alandır. Bir kuruşsuz işe başlayıp, bugün “baba”lar haline gelen yüzlerce isim, bu hayallerin batağında çırpınan binlerce mace-racı için imrenilen hedeflerdir. Bütün bu hayal ve umutlar, burjuvazinin ideolojik ve siyasi mücadelede proletaryaya karşı güçlü silahları olarak kar-şımızda duruyor. Kısa vadeli çözümler paketi, kısa vadeli umutlar paketi, kestirmeden köşeyi dönme hayalleri, geniş çevrelerde taraftar buluyor.Proletarya, ancak kendi sınıfının bilimsel dünya görüşüne, yani Marksizm-Leninizme sıkı sıkıya sarılarak çevresini saran gerici sınıflar kuşatmasını yarabilir, kendi içine sinmiş, sızmış, burjuva, küçük burjuva, revizyonist, sağ ve “sol” oportünist sapmalara karşı savaşabilir; kendi sınıf ideolojisi ve siyasetine yabancı akımları açığa çıkarabilir ve kendisi ile diğer sınıflar arasına kesin sınırlar çizebilir. Küçük burjuva siyasetini, ideolojisini, teori ve çözüm yollarını Marksist-Leninist maskeleriyle gizlemeye çalışan küçük burjuva hareketlerin ve tek tek küçük burjuva önderlerin proletaryanın sınıf mücadelesine verdikleri zarar ortadadır. Türkiye-Kürdistan proletar-yasının, günümüze kadar bağımsız sınıf hareketini oluşturamamasının, devrimci partisini kuramamış olmasının temel nedeni budur; proletaryanın kurtuluşu adına ortaya atılan küçük burjuva önderler, bütün iyi niyetlerine karşın, proletaryanın “önderleri” olarak, proletaryaya Marksizm-Leninizmi değil, küçük burjuva eklektizmini götürdüler. Proletarya hiçbir zaman kendi sınıf siyaseti, ideolojisi üzerinde kendi ayakları üzerinde yürüyemedi. Hep sağ bir çizgi izledi, kuyrukçu bir çizgi izledi. İşçi hareketinin “sol” bir çizgi izlediğinden söz edemeyiz. “Sol” hatalar, kendilerine ne ad takarlarsa taksınlar, esas olarak küçük burjuva temelde örgütlenmiş hareketlerin sınırları içinde kaldı. Nesnel koşulları hiçe sayma, düşmanı taktik alanda küçümseme, kitlelerin ruh halini hesaplamama, acelecilik, derme çatmalık, kendiliğindencilik, kariyerizm, dedikodu, yılgınlık, teslimiyet, uzlaşmacılık, maceracılık ve daha bir yığın olumsuzluğun kaynağı araştırılırsa, karşımıza küçük burjuva ve revizyonist kaynaklar çıkacaktır. Marksizm-Leninizm, proletaryanın ve proleter devrimcilerin önüne esas olarak, küçük burjuvaziyi değil, proletaryayı, özellikle de sanayi proletarya-sını örgütleme görevini koyar; aceleciliğe karşı, nesnel koşullara uygun öznel koşul hazırlama ve bunun getirdiği sabırlı, inatçı ve kararlı çalışma koşulunu koyar. Derme çatmalığa karşı sistemli bilgi edinmeyi, sistemli düşünmeyi, planlı, programlı olmayı koyar. Ütopyanın karşısına bilimsel-

Page 336: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

liği, felsefi idealizm yerine felsefi materyalizmi, metafiziğin yerine diyalek-tik yöntemi koyar… Tepeden inme, darbeci, komplocu eğilimlerin karşısına, aşağıdan yukarı, nesnel koşullara bağlı, kitlelerin kendi deneyimlerine bağlı kitle çalışmasını koyar. Kendiliğindenciliğin karşısına bilinçli müdahale ve bilinçli eylemleri koyar. Dedikodu yerine açıklık, yılgınlık ve teslimiyet yerine kararlı mücadele ve proleter kahramanlığı geçirir. Kariyerizm yerine alçakgönüllü, fedakâr ve kollektif çalışma tutumunu benimser. Her türden dar görüşlülüğe karşı, proletaryanın geniş ufkunu, derinliğini, uzun erimli kavgasını savunur. Marksizm-Leninizm, bir eylem kılavuzu olarak, karşı karşıya geleceğimiz bütün sorunlarda, izlememiz gereken yolu bize göstere-cek öze sahiptir. Marksizm-Leninizm, hiçbir sorun için reçete sunmaz; yal-nızca çözüm yöntemini sunar.Proletaryanın devrimci sınıf öğretisi olan Marksizm-Leninizm, proletaryaya ve onun sınıf savaşçılarına, “…bütün toplumu sömürüden, baskıdan ve sınıf mücadelesinden bir bütün olarak kurtarmaksızın, onun sömüren ve ezen sınıfın (burjuvazinin) elinden kendini kurtaramayacağı”nı öğretir. Proletar-yanın devrimci sınıf mücadelesi, siyasi iktidarın burjuvazinin elinden alın-masını hedefler. O, burjuvazinin devletinin yerine, zor yoluyla proletarya diktatörlüğü devletini koyacaktır; toplumu yeni baştan, ekonomik, toplum-sal, kültürel, ahlaki vb. her alanda, sosyalist ilkeler temelinde eğitecek, örgütleyecek ve toplumsal devrimi ilerletecek nesnel ve öznel koşulları yaratacaktır. O, çağımızda tarihi-toplumsal değişikliğin devrimci önderi olarak, bütün diğer sınıf ve tabakalarla birlikte, kapitalizmden komünizme geçiş süreci içerisinde, kendi sınıfının maddi varlık koşullarını da, prole-tarya diktatörlüğü devletini de adım adım ortadan kaldıracak (eritecek, söndürecek) ve devletsiz, baskısız, sınıfsız toplumu, herkesin yeteneğine göre çalıştığı, ihtiyacına göre tükettiği, çalışmanın bir yük ve sömürü aracı değil, “hayatın en başta gelen ihtiyacı” haline geldiği komünist toplumu kuracaktır. O, tek tek ülke devrimleriyle başlayan ve giderek bütün dünyayı saracak olan toplumsal devrimlerin gelişmesi ve zaferi sonucunda, kapita-list-emperyalist dünyayı, revizyonist-kapitalist dünyayı çökertecek ve onun yerine, dünya kömünsit sistemini koyacaktır. Bu noktaya ulaşmanın birinci koşulu, her ülke proletaryasının en başta gelen enternasyonalist görevi, kendi ülkelerinde toplumsal devrimleri gerçekleştirmeleri olacaktır. Sahte sosyalist, komünist şatolar yıkılmadan, Marksizm-Leninizm düşmanı akım-lar yenilgiye uğratılmadan gerçek gelişme mümkün değildir.

Page 337: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Marksizm-Leninizm, hem bir sınıf olarak proletaryanın, onun devrimci par-tisinin, hem de tek tek proleter devrimcilerin, komünistlerin önüne konan hedef olarak bu görevi, “sınıfsız toplum” görevini koyar. Komünistlerin, proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkarları ve onun kurtuluşundan başka hedefleri yoktur. Komünistleri küçük burjuva devrimcilerinden ayıran en temel kıstas işte budur. Böyle bir hedef, hangi sınıf kökeninden gelirse gel-sin, kendisini özel olarak proleter ideoloji ve siyasetin saflarında gören, kendisine “ben komünistim” diyen her komünistin önüne, kısa ve uzun vadeli teorik-pratik görevler koyar; değişen durumlara göre değişen sorum-luluklar getirir. Bir ideolojinin reddi ve onun yerine bir ideolojinin kabulü, bütün hayatımızı, bütün toplumsal-kültürel-ahlaki-insani vb. ilişkilerimizi yeniden inşayı, yeni ideolojimize göre yeniden biçimlenmemizi emreder. Bu ideolojinin kabulü, daha önce sahip olduğumuz ve ona göre hareket ettiği-miz ideolojinin gerçekten inkârı olmalıdır. Daha önce sahip olduğumuz değer ölçüleri, inançlar, yerini yeni tutum ve davranışlara bırakmalıdır. Eğer, yeni bir ideolojiye sahip olduğumuzu söylüyor, fakat eski alışkanlıkla-rımızla, eski eğilim ve düşüncelerimizle yaşıyorsak, burada önemli bir çelişme var demektir. Maddi güce dönüştürülemeyen hiçbir ideoloji ve siya-set kabul edilmiş sayılmaz. Yani yeni ideolojimiz, soyut plandan, adım adım somuta, pratik çalışmalarımıza geçirilmeli ve yeni hayatımızın yönlendiri-cisi kılınmalıdır. Eski ideolojimiz ile yeni kabullendiğimiz ideolojinin kalın-tıları, doğal olarak belli bir süre iç içe, birbirleriyle mücadele halinde olacaktır. Sömürücü sınıflar var oldukça onların ideolojileri ve siyasetleri de var olacaktır. Ve hatta, onların ekonomik temelleriyle yıkılmaları, ide-olojik ve siyasi anlamda da yok olmalarını getirmez. Onların yıllar yılı ektikleri alışkanlıklar, eğilimler, uzun bir dönem insan bilincinde yaşar ve yansır. Kendimize “komünist” dememiz, burjuva, küçük burjuva eğilim ve alışkanlıklardan tam anlamıyla koptuğumuz anlamına gelmez. Hele kapita-list toplum içinde, tam anlamıyla sosyalist bir ahlaka, sosyalist bir bilince ve yaşama biçimine sahip olmamız mümkün değildir. Her kim ki, sorunu böyle almıyor, o lafazandan başka bir şey değildir. Biz, her an, burjuva, küçük burjuva ve revizyonist oportünist kuşatma altında olduğumuzun bilincinde olmalı ve buna karşı uyanık bulunmalıyız. Komünist uyanıklığı elden bıraktığımız andan itibaren, adım adım bataklığa doğru kaymamız kaçınılmaz olacaktır. Aralarında uzlaşmaz çelişmeler taşıyan sınıfların ide-olojileri, siyasetleri, ahlakları arasındaki çelişmeler de uzlaşmazdır; prole-tarya ile burjuvazi, proletarya ile küçük burjuvazi arasındaki çelişmeler, son çözümlemede, çözüm biçimleri farklı da olsa uzlaşmaz sınıf çelişmeleri-

Page 338: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

dir. Proletaryanın dışındaki bütün sınıf ve tabakalar, tarihi konumları ve eğilimleri ele alındığında, gerici ve tutucudurlar.Kimi tarihi dönemlerde, ulusal burjuvazinin, küçük burjuvazinin, özellikle de köylülüğün ve hatta feodal kalıntıların devrimci bir rol oynadıkları, oynayabilecekleri gerçeğini inkâr etmiyoruz. Humeyni gericiliğinin bir zamanlar Şah’a karşı mücadelede oynadığı rol, ilerici, devrimci bir niteliğe sahipti; birçok Afrika, Latin Amerika ülkesinde bugün ulusal burjuvazi, kır ve şehir küçük burjuvazisi devrimci görevler yüklenmiştir. Türkiye-Kürdis-tan küçük burjuvazisi, özellikle son on yılda devrimci, ilerici bir güç olarak kendisini ortaya koymuştur. Ancak, gerek geçmişte, gerekse bugün dünya-mızda yaşanan birçok örneğe bakarak, ulusal burjuvaziyi, kır ve şehir küçük burjuvazisini, bütün tarihi zamanlar için ilerici ve devrimci saymak, proletaryanın devrimci rolünü kavramamak, Marksist-Leninist ölçüleri bir kıyaya atmak demektir. Emperyalizmle, işbirlikcileriyle keskin çelişmeler içinde olan burjuvazi, küçük burjuvazi, onlarla mücadelesinde köklü çözüm-lerden, yani emperyalizmin, kapitalizmin kökten yok olmasından, özel mül-kiyetin kaldırılmasından yana değildirler. Onlar, son çözümlemede, tarihin tekerleğini durdurmak, özel mülkiyeti korumak için çaba sarfederler. Prole-tarya ve proleter devrimcileri, onların sosyalizme, komünizme karşı olduk-larını bilir; ama onlara, özellikle de küçük burjuvaziyle birlikte yürümeye özel bir önem verir. Onların göreceli devrimci yanlarını değerlendirmeye çalışır; onları etkileme ve sosyalizm doğrultusunda eğitme, ikna etme, görevlerini ihmal etmez. Proletaryanın küçük burjuvaziyle demokratik dev-rime taraftar bir sınıf olarak elinden tutması, onun tarihi eğilim karşısın-daki gerici karekterini değiştirmez. Biz, kimi zaman geçici yol arkadaşlarıyla güvenilmezlerle bile birlikte yürümesini öğrenemezsek, görevlerimizi başarıya ulaştıramayız. Ancak biz, hem Marksist-Leninist ide-olojiyi benimsediğimizi söylüyor, hem de Marksizm-Leninizme yabancı anlayış ve düşüncelerle, tutum ve davranışlarla aramıza kesin sınırlar çiz-miyorsak, onlarla uzlaşıyorsak ve bu sınıfların etkilerini şu ya da bu biçimde içimizde barış içinde taşıyorsak, ister bilincinde olalım, ister olma-yalım, bu Marksizm-Leninizm ideolojisi ve siyasetini sulandırmak, onu boz-mak demektir.Yabancı ideolojileri sadece dışarda değil, esas olarak kendi içimizde ara-malı, onlara karşı sürekli uyanık olmalıyız. Sulandırılmış, eklektizmin revizyonundan geçmiş “Marksizm-Leninizm”, proletaryanın bilimsel ideolo-jisi olamaz. Bu, küçük burjuva eklektizmidir ki, proletaryayı gelişme

Page 339: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yolunda alıkoyar, onu sinsi sapmaların labirentlerinde çıkmaza sokar. Onu, acı deneylerini yaşadığımız gibi, küçük burjuva sağ ve “sol” oportünizminin yıkıntıları sonucu umutsuzluğa, burjuva kuyrukçuluğuna, revizyonist yoz-laşmaya ve faşizm karşısında çaresizliğe götürür. Yabancı siyaset ve ideolo-jilerin bataklığında kıvranan bir proletaryaya da “çağımızın en devrimci sınıfı” adını vermek yanlış olur. Proletarya ancak, kendi sınıfının bilimsel dünya görüşüne göre, yani Marksizm-Leninizme göre hareket eder ve Marksizm-Leninizmi çağımızın koşulları elverdiği oranda geliştirebilir, zen-ginleştirebilirse en devrimci sınıf adına layık olur. Burjuvazinin, küçük burjuvazinin yedeğinde hareket eden, onların düşünceleriyle hareket eden, onların düşünceleriyle donatılmış bir proletarya, tarihi görevini yerine geti-remez. Bu temel ilkeyi gerçekten kavrarsak hangi dev zorluklarla karşı kar-şıya olduğumuzu, çevremizi kuşatan, hatta içimize kadar sızmış olan yabancı ideolojilerin yarattığı olumsuzlukları, yalpalamaları, çürümeleri, çaresizlikleri daha berrak görebilir ve çözüm yollarını bulabiliriz.Proletaryanın sınıf mücadelesine devrimci bir nitelik vermek zorundayız. Bunun için de, öncelikle kendimizi tutarlı proleter devrimciler, komünistler haline getirecek teorik-pratik çalışmaları sürdürmek zorundayız. Birçoğu-muzun yaptığı gibi, kendi dışımıza ateş yağdırıp, en keskin devrimci havası atarken, kendi içimizdeki oportünizmle, revizyonizme kardeş kardeş yaşa-yarak komünist olunmaz. Marksizm-Leninizmi, gerçekten burjuva, küçük burjuva, feodal ideolojilerin, revizyonist, oportünist ideolojilerin inkârı temelinde, birbirine düşman sınıf ideoloji ve siyasetlerinin karşılıklı savaşı sonucunda kazanmış olsak bile, bu sağlıklı bir başlangıçtan başka bir anlam taşımaz. Sınıf mücadelesi sürekli ve kesintisizdir. Bir an bile durmaz. Dur-duğumuz an, denizin ortasında yüzmeyi bırakmış bir kazazedeye benzeriz. Kendimize “Marksist-Leninist”, “Komünist” adını vermekle iş bitmiyor, yeni başlıyor. Kimin kazanacağını mücadele belirleyecektir. İyi bilmeliyiz ki, bir ideolojinin kabulü, zıtlar mücadelesinde bir evrenin sonucu, yeni bir evrenin başlangıcıdır. İçinden geldiğimiz sınıf ve tabakaların alışkanlık ve eğilimleri, yeni kazandığımız ideolojik silahların uykuya daldığı, uyanıklı-ğını yitirdiği anlarda hemen ortaya çıkar, can bulmaya çalışır. Devrimci mücadelenin zayıfladığı, yenilgiye uğradığı dönemlerde, tek tek kişilerde de çözülmelerin, yıkılmaların kendini nasıl gösterdiği ortadadır. Yineleyelim ki, sonuç itibariyle kimin kazanacağı savaş alanlarında belli olacaktır. Marksizm-Leninizmden sapmalar ve ulaşılan noktalar, çeşitli örnekleriyle önümüzde duruyor. İşte Rusya, işte Çin, işte Doğu Avrupa halk demokrasi-

Page 340: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lerinin bugünkü durumu… İşte sürgünde ve ülkede yılığınlığa kapılmış, kendi içlerinde çökmüş binlerce eski “proleter devrimci”… Kendilerinin çökmesiyle yetinmeyip, başkalarını da çökertmek için sinsice çalışmalar sürdüren, kendilerine suç ortakları arayan bir sürü dönek… Ancak bu döneklere, proletaryanın devrimci davasından dönen kişiler olarak bakma-mak gereklidir. Çünkü onlar, hiçbir zaman proletaryanın davasına içtenlikle inanmadılar ve bu uğurda savaşmadılar… İşte biz yeni bir dönemi devrim ve demokrasi mücadelesi adına değerlendirirken, yeni tipte bir örgütlenme-nin yollarını ararken, bu tiplere karşı uyanık olmalı ve onları çevremize sokmamaya çalışmalıyız. Ve hatta, kendi içimizde, kararsız, eli titreyen ne kadar insan varsa, hepsini ayıklamalıyız.Proletarya, kendisini kurtarmak için toplumun diğer ezilen sınıf ve tabaka-larını da kurtarmak zorundadır, dedik. Bir komünist de, kendi kurtuluşu-nun, proletaryanın ve diğer ezilen sınıf ve tabakaların kurtuluşu ile mümkün olacağını bilir. Küçük burjuvazinin, ve bir küçük burjuva devrim-cisinin ise böyle bir sorunu yoktur; o, öncelikle kendisini kurtarmaya, “kendi efendisi” olmaya bakar. Küçük burjuva bencilliğinin, anarşizminin tersine proletarya, öncü bir sınıf olarak yalnız kendi çıkarlarını korumak, savunmak ve yalnızca kendi sınıfını örgütlemekle yetinmez. Asıl görevi, kuşkusuz, kendi bağımsız sınıf hareketini oluşturmaktır; ama aynı zamanda, toplumun diğer ezilen sınıf ve tabakalarının da çıkarlarını koru-mak, savunmak ve onların örgütlenmelerine yolgösterici olmak, sınıf müca-delesinin ateşi içinde onları etkilemek ve devrimci demokratik bir gelecek için seferber etmek, proletasyanın tarihi görevleri arasındadır. Proleter ideolojisini benimsemiş her devrimci, bu ilkelerden kendi tutum ve davra-nışları için kısa ve uzun vadeli görev ve sorumlulukları için dersler çıkart-malıdır. Bir bütün olarak toplumun ekonomik-siyasal-toplumsal-kültürel ilişkiler zincirini, ezenlerle ezilenler arasındaki ilişkileri, ezilenlerin ve ezenlerin kendi aralarındaki ilişkileri, ulusal ve uluslararası kökleri ve bağ-ları içinde ele almadan, proletaryanın ve komünistlerin güncel görevlerini yerine getirmelerinin imkanı yoktur. Kendi içine kapanmış bir proletarya ya da kendi kabuğuna çekilmiş “proleter devrimciler, komünistler”, ancak “sosyal köstebekler” adına layıktırlar. Yani görünüşte sosyalist, sözde sos-yalist, özünde ise köstebek. Köstebeklerin ise devrim yaptığı ve toplumsal gelişmelere katkıda bulundukları hiç görülmemiştir. Eğer sosyal köstebek-ler olmak istemiyorsak, toplumun işleyiş yasalarını kavramalı ve toplum hareketini bütün boyutlarıyla yakinen izlemeliyiz. Biz dünyayı yeniden ve

Page 341: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yeniden değiştirmek istiyoruz. Söylemesi ve yazması çok kolaydır; proletar-yanın ve komünistlerin teorilerini bir cümleye sığdırabiliriz: Burjuva Özel Mülkiyetine Son Vermek!.. Bizi, diğer sınıfların devrimci ve ilericilerinden ayıran temel özellik işte budur. Bu cümlenin içeriğini ve yükleyeceği olağa-nüstü görevleri, zorlukları gerçekten kavrarsak, o zaman proleter çalışma-nın, kararlılığın, fedakârlığın, sabrın içeriğini de gerekliliğini de anlamakta zorluk çekmeyiz.İçinde bulunduğumuz dönem, her zamankinden daha çok Marksizm-Leni-nizme sarılmamızı ve onu gizli açık düşmanlarına karşı savunmamızı emre-diyor. Gerek kendi içimizde, gerek kendi dışımızda revizyonizme, oportünizme karşı, Marksizm-Leninizmin sahte dostlarına karşı mücadele-nin temel ilkesi ve silahı bu olacaktır.1983 Aralık’ında yazılmış, 1984 Ocak’ında Mayıs dergisinin 3. sayısında yayınlanmıştır.

halkcephesi.net

Page 342: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

MAYIS’IN BİR YILI VE YENİ YAYIN POLİTİKASIMayıs, birinci yılını başarısız bir yayın çizgisi izleyerek doldurdu. Önüne koyduğu siyasal, ideolojik, sanatsal, kültürel görevlerin hiçbirini layıkıyla yerine getiremedi; bildirgesinde belirittiği gibi, bir “gereklilik” haline ise gelemedi. Kendisinden çözüm bekleyen birçok sorun, yalnızca başlıklar, değinmeler biçiminde geçiştirildi. İdeolojik-siyasi içeriğinin yetersizliği yanında, derginin teknik sorunlarında da aksamalar görüldü; dizgi-baskı yanlışlıkları nedeniyle yazıların bazı bölümlerinin ne dediği anlaşılamadı; birçok nokta da, yine aynı nedenler yüzünden yanlış anlamalara yol açtı. Her iki ayda bir çıkacağını belirtmesine karşın, düzenli aralıklarla çıkmayı başaramadı. Derginin dağıtımı ise, birçok yönüyle başka bir olumsuzluk örneği olarak Mayıs’ın yaşımında yerini alıyor. Bu süreç içerisinde, “dev-rimci fedakârlık”, “militan devrimcilik” vs. sözlerini dillerinden düşürme-yen, kısacası lafta devrimciliği kimseye bırakmayan ama iş pratiğe gelince, sıkı çalışma ve disipline gelince, denetime gelince, hata ve yanlışlıkların pratikte aşılmasına gelince, çözümü şu ya da bu nedenin arkasına gizlene-rek kaçmakta bulan, kılıflı kılıfsız birçok “keskin devrimci” tanıdık. Doğal-dır ki, hiçbir hastalık ve olumsuzluk, kendisine yataklık edebilecek bir bünyeye sahip olmadan varlığını sürdüremez. Hastalık ve olumsuzlukları yok etmenin yolu, bünyeyi, kendi içindeki pislikleri dışa atabilecek düzeye ve olgunluğa ulaştırmaktan geçecektir. Mayıs, birinci yılını, zaaf ve hasta-lıklarının bilincinde olarak, bir yanıyla ideolojik-siyasi yetmezliklerini, hatalarını aşmaya çalışarak, bir yanıyla da çevre içinde yer alan gönülsüz “yol arkadaşları”ndan, gizli beklentileri olan çıkarcılardan, dolandırıcılar-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 343: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

dan, sahte devrimcilerden kendisini arındırmaya çalışarak doldurdu. Yaşa-nılan bir yıl, dergi ve çevresi için önemli derslerle doludur.Mayıs, içine düştüğü ve içinde yaşadığı olumsuzlukların nedenlerini, kay-naklarını cesaretle incelemeyi ve hatalarından arınma yollarını bulmayı vazgeçilmez devrimci bir görev olarak önüne koyuyor ve gereklerini yerine getirmeye çalışıyor. Birçok noktada hata, eksiklik ve yetmezliklerimiz nedenlerini, köklerini ve bunlardan nasıl kurtulacağımızı biliyoruz. Aynı zamanda, birçok hata ve yetmezliğimizin ise teorik anlamda bilincinde olmakla birlikte, pratikte nasıl bir yol izleyerek aşılacağını henüz kestire-miyoruz. Hastalıklarımızın bir kısmı, yalnızca bize özgü değil, Türkiye-Kür-distan devriminin ve devrimcilerinin ortak hastalıklarının bize yansımasıdır. İçinde yaşadığımız dönemin bütün olumsuzlukları, doğaldır ki bizi de etkileyecektir.Mayıs, bir yayın organı ve çevre olarak, hata, zaaf ve yetmezlikleri üzerine kararlı bir şekilde gitmeye, kendisini devrimci mücadelenin ateşi içinde yenilemeye, arındırmaya ve geliştirmeye yeminlidir.Mayıs, bundan böyle, yayın siyasetinde bugüne kadar izlediği çizgiden farklı bir çizgi izleyecek. Hazırlıklarını tamamladığımız andan itibaren Mayıs’ı dergi biçiminde değil, gazete biçiminde yayınlayacağız. Yazı konu-ları, sıcak sınıf savaşının gereklerini içerecek. Yurt ve dünya olaylarından yola çıkarak, güncel gelişmeler karşısındaki görüşlerini ve tavrını dile geti-recek. Mümkün olduğunca kısa ve öz yazılarla, makalelerle, bir yanıyla faşist gerici cepheye karşı savaşırken, bir yanıyla da, yurtsever, devrimci, demokrat basın yayın organlarındaki gelişmelere, polemiklere katılacak. Yine gücü oranında, burjuva, küçük burjuva aydın ve sanatçının siyasi sakatlıklarına değinmeye çalışacak; revizyonist, reformist çizgileri mahkum edecek.Mayıs, gazete olarak yayınını sürdürürken, öte yanda, Türkiye-Kürdistan devriminin birçok temel teorik-felsefi sorununa ışık tutacak bir yayın çalış-masını da beraberinde götürecek. Bu çalışma, broşür ve kitap basım yayımı biçiminde sürecek. Özgür birçok araştırma ve incelemenin yanı sıra dünya komünist ve işçi hareketinin dününe, bugününe ışık tutacak çeviri eserlere de yer verilecek. Başarabilirsek, yeni yayın çalışmalarımız, Türkiye-Kürdis-tan devrimci hareketi içinde yeni ve canlı bir tartışmanın başlamasına yol açacaktır. Açıkça söyleyelim ki, sınırlı yazı kadromuz ve sınırlı gücümüzle, ilk adımlarımız yavaş olacaktır. Birçok soruna cevap yetiştirmekte zorluk

Page 344: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

çekeceğiz. Ama enerjimizi ve sınırlı gücümüzü doğru kanalize etmeye çalı-şarak, en acil, en gerekli noktalarda yoğunlaşacağız.1871 Paris Komünü’nün ve buna bağlı olarak da Sovyet revizyonizminin köklerini, Stalin’in devlet ve sosyalizm anlayışını irdeleyen bir denemeyi, “Komün Dersleri ve Bürokratik Yozlaşma” başlığı ile broşür dizimizin ilki olarak yayınlıyoruz. Geçmişi doğru değerlendirmeden, ondan doğru dersler çıkartmadan ileriye atılan her adım, geçmişin sakatlıklarını da beraberinde taşıyacaktır; bugün olduğu gibi. İçinden geldiğimiz rahimle hesaplaşmadan, kendimizi yeniden ve yeniden arındırmadan yeni bir toplumun öncüleri olamayız.1984 Temmuz’unda yazılmış, Mayıs’ın 4. sayısında yayınlanmıştır.

halkcephesi.net

Page 345: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

FAŞİZM ÜZERİNE BİR KEZ DAHAIFaşizm, emperyalizm ve proleter devrimleri çağında, emperyalist burjuva-zinin, metropollerde olsun, yarı sömürge ülkelerde olsun, sınıf egemenliği-nin en gerici, en kanlı sistemi ve diktatörlüğüdür. Metropollerde emperyalist burjuvazi, diktatörlüğünün doğrudan yöneticisi iken, yarı sömürge ve bağımlı ülkelerde, çeşitli işbirlikçileri aracılığıyla sınıf çıkarla-rını ve egemenliğini korur; yayılma siyasetini uygular. Yarı sömürge ve bağımlı ülkelerdeki emperyalist sömürü ilişkilerinin gelişim düzeyi, ihraç edilen sermayenin yoğunluğu, yatırımların niteliği, ekonomik, sosyal, siya-sal hayatta, hem emperyalistler ile işbirlikçileri arasındaki, hem de bir bütün olarak ezilen kitlelerle sömürücü sınıflar arasındaki ilişkileri karşı-lıklı etkiler ve yeni değişiklikleri ve yeni düzenlemeleri gündeme getirir. Karşılıklı sınıf ve çıkar ilişkileri yeniden ve yeniden düzenlenir. Bu düzenle-meler, barışçı yollarla, seçimler ve hükümet değişiklikleri yoluyla olabile-ceği gibi, kimi zaman askeri müdahaleler, darbeler, silahlı çatışmalar biçiminde de kendini gösterir. Ekonomik açıdan güçlenen katmanlar siyaset alanında da, devlet yönetiminde de ağırlığı ele geçirirler. Siyaset, ekonomi-nin isteklerine göre değiştirilir. Bütün bu durumlarda, işçi sınıfı güçsüzse, doğru siyasi önderliğe sahip değilse, gelişmeler karşısında müdahalesiz kalır ve burjuvazinin kendi içindeki hesaplaşmasının kaçınılmaz olarak seyircisi, hatta yedeği durumuna düşer.Faşizmin devlet biçimi, devlet mekanizması içinde bürokrasiye oranla ordu-nun ve buna bağlı olarak da daha sistemli zorun ve baskıların ön plana çık-ması, devletin gerici anlamda yeniden inşası demektir. Faşist diktatörlük, emperyalizm ve işbirlikçilerinin karşılaştığı ekonomik, siyasal zorlukları aşması için başvurmak zorunda kaldığı bir araçtır; emperyalist burjuvazi-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 346: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

nin son silahıdır. Biçimi ne olursa olsun, hangi tip ülkede olursa olsun, emperyalist burjuvaziden ve emperyalist ekonomiden kopuk bir faşist dik-tatörlük beklenemez. Örneğin faşist Türk devleti, tek başına Türk egemen sınıflarının devleti değildir; başta ABD ve Batı Alman emperyalizmi olmak üzere, binbir bağla emperyalizme bağımlıdır. Bu nedenle devlet, sadece işbirlikçi burjuvazinin ve toprak ağalarının, Kürt işbirlikçi hainleriyle ittifa-kına dayanan devleti değil, ekonomik bağımlılığın niteliği ve bu bağımlılı-ğın diğer alanlara yansıması oranında emperyalizmin de devletidir. Özellikle 12 Eylül faşist darbesinden sonra, bu gerçek daha açık ve anlaşılır biçimiyle ortaya çıkmıştır. Yani Türk devleti, söylendiği gibi ulusal egemen-liği olan bir devlet değildir; siyasi bağımsızlığı biçimseldir. Ekonomik bakımdan olduğu kadar siyasi ve askeri bakımdan da bağımsız ve egemen değil, esas olarak ABD emperyalizminin ekonomisine, dünyayı yeniden pay-laşma siyaseti ve askeri stratejisine bağımlıdır. Uyguladığı ekonomik, askeri, siyasal hattın reçetesi emperyalizmin imzasını taşır. Emperylasit hegemonya ve bağımlı ilişkilerin gelişmesi, onun bir zamanlar var olan ulu-sal karakterini, kurulduğu andan başlayarak, adım adım sulandırmış ve sil-miştir. Ve devletin yönetimi, esas olarak 12 Eylül’den sonra, ağırlıklı biçimde komprador-asker-bürokratlar* aracılığıyla, ABD’nin denetimine geçmiştir.Siyasal alanda, işbirlikçi burjuvazinin eski temsilcisi ve ABD çıkarlarının eski sadık bekçisi Demirel kliği artık görevini tamamlamıştır. Yeni dönemde, ABD çıkarlarını ve onunla doğrudan ilişki içinde olan bir avuç işbirlikçi burjuvazinin çıkarlarını daha doğrudan savunacak ve kollayacak yeni işbirlikçi yöneticilere ihtiyaç vardır. Evren-Özal ilişkisinde ifadesini bulan komprador-asker-bürokrat ortaklığı, işbirlikçi burjuvazinin çıkarla-rını korumakla birlikte, daha çok ABD çıkarlarını korumayı önlerine görev olarak koymuşlardır. Ve bugün yaptıkları tam da budur.Sömürücü sınıfların, özellikle de işbirlikçi burjuvazinin iç çelişmeleri hangi boyutlarda olursa olsun, onlar, işçi sınıfına, emekçi kitlelere ve siyasal alandaki temsilcilerine, yandaşlarına karşı uygulanacak zor, baskılar ve önlemler konusunda fikir birliği içindedirler. Devrim ve demokrasi düş-manlığında birbirleriyle yarış edebilirler. Onların aralarında süren çelişme çıkar çelişmesidir ve emekçi kitlelerin sömürüsünden elde edilen zenginlik-lerin nasıl paylaşılacağı, devlet olanaklarının, kredilerin daha çok kim yara-rına kullanılacağı konularında ortaya çıkmaktadır. Bunların hangi kesimi iktidar olanaklarını ele geçirirse geçirsin, devletin faşist özü değişmeyecek-

Page 347: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

tir. Örneğin 12 Eylül’e kadar çıkar birliği yapmış sömürücü sınıflar arasında ortaya çıkan yol ayrımı, kendi aralarında daha önce yaşanmış yarışlarda olduğu gibi kaynağını ekonomik büyümeden ve bunun yeni ihtiyaçlarından almaktadır. Ekonomik olarak büyüyen ve eski ilişkiler içinde artık tıkanma noktasına gelen işbirlikçilerin bir kesimi, eski yol arkadaşlarından kurtul-mak istemiştir. Eski yol arkadaşları, gelişen kesim için artık ayak bağıdır; silkelemek gereklidir. ABD emperyalizmi de aynı istekleri taşıdığı ve dayat-tığı için, 12 Eylül gündeme alınmıştır. Bu nedenledir ki, 12 Eylül faşizmi, bütün sömürücü sınıfların çıkarlarını aynı oranda korumak amacıyla değil emperyalizmin, başta da ABD emperyalizminin çıkarlarını ve bu bağlamda gelişen işbirlikçilerin çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi kitlelere, Kürt halkına ve aynı zamanda da burjuvazinin bir kesimine karşı, devlet mekanizmasına zor yoluyla el koy-muştur. Uluslararası ve özellikle bölgesel plandaki nedenlerin de bunda güçlü bir rolü olmuştur. Bazıları için faşist diktatörlükler, hem emperyalizme hem de sosyal emper-yalizme bağımlıdır. Ve hem emperyalistlerin, hem de sosyal emperyalistle-rin çıkarlarını, ulusal ve uluslararası planda savunurlar. Bu tez, emperyalistler arası çelişmeleri ve dünyayı paylaşmak için girişilen hazır-lıkları hiçe sayan, tek tek ülkelerdeki faşist diktatörlüklerin özgül görevle-rini kavramayan bir anlayışın ürünüdür ve kesinlikle yanlıştır. Bu anlayışın sahipleri için burjuva demokrasisi ile faşizm arasında da faşist partilerle faşist olmayan burjuva partileri arasında da hiçbir fark yoktur; çünkü her ikisi de burjuva egemenliğinin ve burjuva toplumunun savunmasını üstle-nen araçların birer biçimidirler ve partiler değerlendirmesi de aynıdır. Faşizme ve faşist diktatörlüklere karşı somut mücadele görevlerini rafa kal-dıran, lafazanlığı pratik mücadelenin yerine koyanlar için bu yaklaşım nor-mal karşılanabilir. Ama faşizme karşı mücadeleyi siyasal iktidar mücadelesinin bir biçimi ve aracı olarak görenler, faşizmle gericiliğin diğer biçimleri arasındaki çelişmelerden devrim ve demokrasi mücadelesi adına yararlanmak isteyenler, somut durumların somut değerlendirmesini yap-mak, düşmanı bütün yönleriyle tanımak zorundadırlar. Faşist diktatörlükle-rin özü, emperyalistlerin kendi aralarındaki, emperyalistlerle ezilen dünya halkları arasındaki; ulusal ve uluslararası planda burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişmelerle, ezilen uluslarla ezen uluslar arasındaki çelişme-lerle; bölgesel planda süren çatışma, çıkar kavgaları ve çalkantılarla bir-likte ele alınmadan doğru biçimde anlaşılamazlar. Örneğin, kaba bir

Page 348: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

biçimde, Türkiye-Kürdistan’daki askeri faşist diktatörlük, hem emperya-lizme hem de sosyal emperyalizme bağlıdır ve her ikisinin de çıkarlarının bekçisidir dersek; Afganistan’daki askeri faşist diktatörlük de faşizmin doğası gereği, hem emperyalizme hem de sosyal emperyalizme bağlıdır, dersek; Polonya, Şili faşizmleri de öyledir, hem emperyalizme hem de sos-yal emperyalizme bağlıdır, dersek gerçeği ifade etmiş olur muyuz? Faşizmle burjuva demokrasisi arasındaki farkları ortadan kaldırırsak, kimlere hiz-met etmiş oluruz? Emperyalistler arası sermaye akımı, ABD ve diğer emper-yalist ülkelerin, Sovyetler’e, diğer revizyonist ülkelere yatırımları, böyle bir tesbit yapabilmek için yeterli midir? Yine, Sovyetler’in ve diğer revizyonist ülkelerin Türk devletine ve egemen sınıflarına yaptıkları yardımlar, yürüt-tükleri ticari ilişkiler, kimi zaman en açık biçimiyle görülen siyasi destek-leri, boyutları ne olursa olsun, askeri faşist diktatörlüğün Amerikan’cı karekterini değiştirir mi?Faşist diktatörlüklerin özgül durumlarını, iç dış dayanaklarının sınıfsal karakterlerini doğru hesap edemeyen anlayış sahipleri, kendilerine ne der-lerse desinler, niyetleri ne olursa olsun, faşizme karşı mücadelede ana ve tali görevleri birbirine karıştırmaya, faşizme karşı mücadeleyi sulandır-maya hizmet ederler.Emperyalistler arasında her zaman karşılıklı çıkar ilişkileri ve çelişmeleri vardır. Dünyanın yeniden paylaşımı adına, birbirleriyle tek tek ülke pazar-ları için olsun, yoğun mücadeleler sürmektedir. Bölgesel savaşların ardında, komşu ülkeler arasındaki savaşlarda, tek tek ülkelerde görülen bazı iç savaşlarda, perde arkasına baktığımız zaman, emperyalist güçleri görebiliriz. Hükümetlerin rüşvet, darbe, vs. yolları ile ele geçirilmeleri, ülkelerin işgali emperyalistlerin, ekonominin daralan damarlarının genişle-tilmesi için olduğu kadar, aynı zamanda yeni bir paylaşım savaşında strate-jik üstünlük sağlamak için de yaptıkları girişimlerdir.Faşist ve sosyal faşist diktatörlükleri birbirine karıştıran bu tür anlayış, emperyalistler arası çelişmelerin ve yaklaşan savaş tehlikesinin içeriğini, Leninist emperyalizm teorisini anlamamak demektir. Bırakalım emperyalist devletler arasındaki rekabeti, uluslararası tekellerin kendi aralarında da çeşitli ülke pazarlarına egemen olma, onları kendi saflarına çekme yarışı sürmektedir. Petrol tekelleri, uçak tekelleri, vb. şu ya da bu ülkenin pazar-larını ele geçirmek için, kendi emperyalist devletlerinin gücünü kullanırlar; genelde çıkar emperylazimin çıkarıdır ama özelde, birçok yerde tek tek

Page 349: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

uluslararası tekeller çıkar karşımıza. Örneğin Şili’de Allende’ye karşı ilk darbe girişimini tezgahlayan ITT tekeli, benzerlerinin sadece biridir. Yuvar-lak, genel tanım ve tesbitlerle, faşizme karşı doğru mücadele yürütülemez. Her ülke devrimcileri ve demokratları, kendi ülkelerindeki faşizmin özgül yapısını bilmek zorundadırlar.Faşist diktatörlüğün temel sınıfsal görevi, kendi içinde yüz parçaya bile bölünmüş olsa, örgütsel-siyasal olgunluktan uzak da olsa, devrimci, demok-rat, revizyonist, oportünist ayrımı yapmadan, emekçi kitleler adına yola çıkan siyasi hareketleri değişen oranlarda ezmek; işçi sınıfının uzun yıl-larda kazandığı sendikal hak ve özgürlükleri gaspetmek; ekonomik-siyasal örgütlerini dağıtmak; Kürt hareketinin bütün görünümlerini kanla bastır-mak; yurtsever, devrimci demokrat basını susturmak ve ezmek; milliyetçi şoven ideolojiyi yaymak ve devlet aygıtının bütün olanaklarını seferber ederek egemen kılmak ve kendisine kitle tabanı oluşturmaktır. Esas olarak, işçileri, üretici köylüleri, aydınları, emekçi halkı baskı altına alan faşizm, kültürel-eğitsel-sportif vb. çeşitli kurumları aracılığı ile gençliği kendi saf-larına kazanmaya ve onları yozlaştırmaya çalışıyor; bugüne kadar izlediği siyaset, önüne koyduğu hedefleri gerçekleştirmede geçici de olsa başarılı olmuştur. Amacı, gerek ulusal, gerekse bölgesel ve uluslararası planda, emperyalist yayılma için üstüne düşenleri yerine getirmektir. Emperyaliz-min, içine düştüğü bunalımdan kurtulmak için; geri ülkelerin daha da sömürülmesi için; bunalımın asıl yükünü sömürge, yarı sömürge ve bağımlı ülkelerin halklarının sırtına yıkmak için, faşist diktatörlüklere ihtiyacı var-dır. Doğası gereği emperyalizm, demokrasi ile çelişir; insan hak ve özgür-lükleriyle çelişir; o tercihini her zaman siyasi gericilikten yana koyar ve siyasi gericiliğin koşularını yaratır ve sistemleştirir. Bu aynı zamanda, sos-yal devrimin nesnel koşullarının yaratılması anlamına gelir. Emperyalist siyasetin özü, dünya egemenliğidir. Bütün faşist diktatörlükler gibi Türk faşizmi de, emperyalist hegemonyanın bir aracı olarak görev başındadır.Tanığız ki, dünya pazarlarının, etki alanlarının, hammadde kaynaklarının ve stratejik bölgelerin yeniden paylaşımı için, emperyalistler arası hege-monya mücadelesi, özellikle ABD ve SSCB arasındaki mücadele, günden güne yoğunlaşıyor ve aralarındaki çelişmeler derinleşiyor. Yeni bir hesap-laşmada ömrünün yetip yetmeyeceği bir yana, faşist Türk devleti doğal ola-rak bağımlı bulunduğu ABD saflarında, NATO saldırganlarının saflarında, Sovyetler’e karşı, Varşova Paktı üyelerine karşı savaşa katılcaktır. Bu nedenle, savaşın karşı kutbunda yer alabilecek güçlerin yanı sıra savaşa ve

Page 350: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

faşizme karşı olan bütün güçlere, emperyalist bir savaşı devrimci bir iç savaşa dönüştürmeye hazırlanan bütün güçlere karşı savaş ilan edecektir. İdeolojik silahları anti komünizmdir, şoven milliyetçiliktir. Onlar, iki emperyalist arasındaki savaşı, “hür dünya” ile “komünist dünya” arasın-daki bir savaş olarak tanımlayacaklar ve kitleleri koşullandıracaklardır. Bu durumda, gerçekten hedefi komünist dünya olan devrimci proletaryanın görevleri oldukça zordur; o iki canavardan birinin yanında yer almayacak, her ikisine karşı da savaşmak zorunda kalacaktır. Ancak güçlü bir devrimci önderliğe sahipse, kitle içine kök salmışsa, bugün varolan devrimcilere duyulan güvensizliği güvene çevirmişse, önüne koyduğu taktik ve stratejik görevleri yerine getirebilir; aksi halde düşüncelerimiz bir iyi niyet belirtisi-nin ötesinde bir anlam taşımaz.Onlar, yani ABD ve Soyvetler, aralarındaki yoğun mücadelelere karşın, böl-gede devrimci bir gelişme söz konusu olursa, aralarında anlaşıp gelişen devrimci hareketleri, Filistin örneğinde olduğu gibi, boğmaktan çekinmez-ler. Her iki yan için de, bir proleter devrim ya da proleter devrimine açık ulusal demokratik devrimler kabul edilemezdir. Proletaryanın nihai kurtu-luşu için, Kürt ulusunun devrimci kurtuluşu için, emperyalizme ve sosyal emperyalizme karşı savaşı önlerine koyanlar, her iki yan için de ezilmesi gereken hedeflerdir…Emperyalizmle, özellikle ABD emperyalizimiyle bu emperyalizmin ezdiği dünya halkları arasındaki çelişmede, faşist Türk devletinin safı, ezilen halk-ların safı değil, yine emperyalizmin ve işbirlikçilerinin safıdır. Afganistan olayında olduğu gibi, Sovyet işgaline karşı çıkarken, bunun nedeni, işgal-lere ve sömürgeciliğe karşı olduğundan değildir, dünya hegemonyası müadelesinde, stratejik noktalardan birinin hasım tarafın eline geçmiş olmasından dolayıdır. Afganistan’da Sovyetlere karşı direnen güçlerden özünde gerici olanlar maddi-manevi yardımlarda bulunurken, gerici Afgan göçmenlerine kapılarını açarken, toprak ve iş temin ederken; Kıbrıs’ın işga-line karşı çıkanları, Kürdistan’daki sömürge zülmünü kınayanları, ona karşı mücadele edenleri çeşitli sıfatlarla suçlar, hain ilan eder. Kendi halkının sorunlarına cevap veremezken, anti komünizm adına, Salvador’da, Nikara-gua’da, Guatamela’da, Güney Afrika’da ve daha birçok ülkede, gericiliğe arka çıkar; Polonya işçi sınıfından yana görünür. Kendi işçi sınıfının en küçük demokratik hak ve özgürlüklerini, ekonomik istemlerini silah zoruyla ayaklar altına alan, milyonlarca işsizi sefalete terkeden bir diktatörlüğün,

Page 351: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Polonya işçi sınıfından yana görünmesi, faşist demagojinin bir sahtekârlık örneğidir yalnızca. Faşist Türk devleti, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişmede de başta çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kürdistan proletaryası olmak üzere, dünya proletaryasına karşı dünya emperyalizminin ve gerici burjuvazinin safla-rında yerini almıştır. Onun, hiçbir ülkenin işçi sınıfına yakınlığı yoktur. O, emperyalist bir savaşta, Kore olayında olduğu gibi, Kıbrıs işgalinde olduğu gibi, kendi işçi ve köylülerini boğazlatmak üzere savaş alanlarına sürecek-tir.Kürt ulusu üzerindeki yoğun baskı ve terörü, milli sınırlar içinde kalma-makta, gerekli görülen hallerde, Irak ve Suriye (Kamışlı) katliamlarında olduğu gibi sınırlar aşılmakta, kan dökülmektedir. İran-Irak savaşında, halkların çıkarları değil, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin çıkarları hesap-lanmakta ve savaşın yarattığı yıkıntılardan, üretimin düşmesinden yararla-nılmaya çalışılmaktadır. Komşu ulusların içinde bulundukları felaketleri, savaş acılarını alçakça paraya çevirmenin hesapları yapılmaktadır. Ve asıl planlarını, Irak-İran savaşının sonunda ortaya çıkacak siyasi tabloya göre ayarlamaktadırlar. Faşist Türk Devleti, bölgedeki Azeri, Türkmen, Türk azınlıkları, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmanın sinsi hesapları için-dedir. Pakistan ve gerici Arap yönetimleriyle ilişkiler geliştirilmekte, gerici güçlerle her alanda dayanışma ve işbirliği yapılmaktadır. Hangi açıdan bakarsak bakalım, ulusal, bölgesel ve uluslararası planda, karşımızda, mut-laka yıkılması gereken halk ve insanlık düşmanı bir karşı devrim kalesi, emperyalizmin bir ileri karakolu vardır. Özellikle de bölgede, proletaryaya, emekçi halklara ve başta Kürt ulusu olmak üzere, ezilen halklara karşı, dev-rimci, demokratik gelişmelere karşı insan hak ve özgürlüklerine karşı, insan hak ve özgürlüklerine karşı, emperyalizmin uşağı bir kale! Savaş, sal-dırı, soygun ve cinayet aygıtı bir devlet! Bu devlet mekanizması, kendisini vareden bütün maddi temel koşullarıyla birlikte, üst yapısının bütün kurumlarıyla birlikte parçalanmalı, yerle bir edilmeli ve yerine, Türkiye-Kürdistan proletaryası önderliğinde, emekçi halkının ve yurtseverlerinin yararına, bölgedeki ezilen ulus ve halkların çıkarlarından yana, bağımsız, demokratik ve sosyalizm yolunda ilerleyen bir devlet kurulmalıdır. Proleter devrimciler için, bu devletin biçimi ne olursa olsun, siyasi özü, proletarya diktatörlüğü olmalıdır.

Page 352: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Ancak kesinlikle ve önemle vurgulamalıyız ki, acil görevleri ve hatta küçük gibi görünen güncel devrimci, demokrat görevleri yerine getirmeden, yuka-rıda belirtilen temel hedeflerimiz doğrultusunda ilerlememiz mümkün değildir. Bugün Türkiye-Kürdistan gerçeği, faşist diktatörlük ile başta pro-letarya olmak üzere, çeşitli milliyetlerden emekçi halk arasındaki çeliş-meyi, acilen çözülmesi gereken bir çelişme olarak, baş çelişme olarak önümüze koyuyor. Biz bu acil göreve, kavranması gereken ana halka olarak sahip çıkmak ve gereklerini yerine getirmek zorundayız. Faşizmin yıkılması ve siyasal özgürlüklerin kazanılması… en yakın mücadele hedefimiz budur ve devrimci proletarya bu savaşa önderlik etmelidir.IIFaşizme karşı mücadele, proletaryanın burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi-nin, emperyalizm ve proleter devrimleri çağına özgü bir biçimidir; faşizme karşı tutarlı bir tavır takınmanın temel koşulu, emperyalizme karşı olunur-ken proletarya devrimlerinden yana olmayı, en azından proleter devrimleri karşısında tarafsız kalabilmeyi gerekli kılar. Bu nedenle faşizme karşı mücadeleyi, burjuva demokrasisi ile burjuva gericiliğinin en üst biçimi ara-sındaki bir karşıtlık, bir mücadele sorunu olarak ele almak ve çözümünü bu perspektif içinde, yani kapitalizmin genel sınırları içinde aramak, burju-vaca düşünmenin bir ifadesidir. Köklü burjuva demokrasilerinin inkarı temelinde kurulan faşist diktatörlüklerin yıkılmalarından sonra, emperya-list burjuvazinin bir geri adımı olarak, çeşitli ülkelerde burjuva demokrasi-lerinin yeniden kurulduğuna tanığız. Son olarak Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi faşist diktatörlüğün acı deneyimlerini uzun yıllar yaşamış ülkelerin gelişmelerine baktığımızda, köklü demokratik gelenekleri, yüksek boyutlara ulaşmış devrimci gelişmeleri içerdiklerini görürüz. Özellikle Yunanistan ve İspanya, devrimci iç savaşlar yaşamış ülkelerdir. Yunanis-tan’da faşizme karşı bir burjuva muhalefet, İspanya’da faşizme karşı çarpı-şan kralcılar vardı… İşçi sınıfı örgütlüydü, deneyimli önderlere sahiptiler, kitle bağları da oldukça derin ve genişti. Buna karşın, bu ülkelerde faşist diktatörlüklerin alaşağı edilmeleri, daha ileri bir demokrasi, daha ileri bir toplum düzeni kazandırmamış, hatta kaybedilenler bile tam anlamıyla geriye alınamamıştır. Kaldı ki, Türkiye-Kürdistan’da faşist diktatörlük, bur-juva demokrasisini reddetmemiştir, onun inkârı üzerine kurulmamıştır. Çünkü burjuva demokrasisi, hiçbir zaman Türkiye-Kürdistan toprağında hayat bulmamıştır. Burjuva gericiliğine karşı demokrasiyi zafere ulaştıra-

Page 353: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

cak sosyal ve siyasal güçler hiçbir zaman başarılı sonuçlara ulaşamamışlar-dır.12 Eylül faşizmi de, aynı biçimde emperyalizmin ve işbirlikçilerinin çıkar-ları adına, planladıkları ekonomik hedeflere ulaşmak adına, doğrudan doğ-ruya, gelişen devrimci halk muhalefetini karşısına almış, işçi sınıfının, emekçi kitlelerin, küçük burjuvazinin ve aydınların, uzun yıllarda kazandık-ları hak ve özgürlükleri silah zoruyla gaspetmiştir. Kendilerine “sosyal-de-mokrat” diyenlerin, 12 Eylül ve sonrasında nasıl bir hat izledikleri biliniyor. Ve biz, proletarya önderliği dışında herhangi bir siyasal gücün, Türkiye-Kürdistan’da faşizmi dize getireceğine, burjuva anlamda bile olsa, siyasi özgürlükler ortamını yaratacağına inanmıyoruz. Ancak, eğer proletarya, faşizme karşı gerçekten tutarlı bir mücadele yürütmeyi başarabilir, kitleleri bu uğurda seferber etmeyi başarabilir ve faşizmi sarsarsa, gelişmeler emperyalizm ve işbirlikçileri için tehlikeli boyutlara ulaşırsa, faşizm, kendi iç çelişmelerinin de etkisiyle yıkıma doğru gidebilir; bu durumda, muhte-mel bir devrimin önünü tıkamak için, burjuvazinin bir kesimi sahte demok-rasi bayrağını, burjuvaziyi kurtarmak için sallayabilir… Proletaryayı, kendisiyle birlikte hareket eden diğer sınıf ve tabakalardan soyutlamaya, yalnız bırakmaya çalışabilir. Böyle bir olasılık oldukça güçlüdür. Ama söyle-meliyiz ki, bu tipte bir çözüm, Türkiye-Kürdistan emekçileri için, Kürt ulusu için büyük kazançlar sağlamayacaktır. Bizim için, faşizme karşı mücadelenin başarıları ve zaferi sorunu, faşizme karşı takınılacak siyasi tavır ve mücadele biçimleri sorunuyla, önderliğin sınıfsal niteliği ile sıkı sıkıya bağlıdır. Faşizme karşı mücadelede, marksistleri diğerlerinden ayı-ran temel ölçüt şudur: Proletarya diktatörlüğü uğruna mücadele; faşizme karşı mücadeleyi proletarya diktatörlüğü için mücadele ile birleştirme. Çünkü faşizmin tarih sahnesine çıkışını kaçınılmaz kılan temel neden, pro-leter devrimleri tehlikesi ve proletarya diktatörlüğü olgusudur. Faşist dik-tatörlükler, burjuva diktatörlüklerinin şu ya da bu biçimine alternatif olarak değil, proletaryanın sınıf egemenliğine, proletaryanın sınıf diktatör-lüğüne karşı emperyalist burjuvazinin sınıf egemenliğinin bir yeni biçimi olarak çıkmıştır. Soruna bu perspektif ile bakmayan biri kendisine ne kadar “Marksist” vs. sıfatını yakıştırırsa yakıştırsın, özünde o, burjuvadan başka birisi değildir. Bu nedenle, faşizme karşı mücadele, bir yönüyle emperya-lizme, işbirlikçi kapitalizme, feodal kalıntılara ve komprador asker-bürok-rat burjuvaziye karşı, hayatın her alanını kapsayan ve çeşitli silahlarla süren bir mücadele iken, bir yönüyle de revizyonizme, reformizme ve her

Page 354: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

türden burjuva anlayışlara karşı kararlı bir mücadele olmalıdır. Böylesi bir mücadeleye ancak, Marksizm-Leninizmin temel ilkeleri üzerinde kurulmuş, deneyimli önderlere sahip devrimci bir parti, proletaryanın partisi önderlik edebilir. İşte önümüzde bekleyen acil siyasi görev tam da budur: Proletar-yanın devrimci partisinin oluşturulması görevi…Faşizme karşı mücadele, gündemde olan baş çelişmenin çözümü ile sınır-landırılamaz. Herhangi bir biçimde, faşist diktatörlüğün geri çekilmesi, kısmi burjuva hak ve özgürlüklerin kazanılması, faşizm tehlikesinin yok olması anlamına gelmez. Daha önce belirttiğimiz gibi, faşist diktatörlük, toplumsal karekterli bir devrimle değil de, siyasi bir devrimle yıkılabilir. Eğer siyasi devrime proletarya önderlik etmemişse ya da böyle bir dev-rimde etkinlik kazanmamışsa, sorun burjuva sınırlar içinde geçici bir çözüm bulmuş demektir. Yani daha önce de değindiğimiz gibi, devletin bur-juva özü değişmemiştir, yalnızca siyasi biçimi değişmiştir. Faşist diktatör-lük yıkılmış, yerine burjuva diktatörlüğünün bir başka biçimi kurulmuştur. Bu diktatörlük, faşizme ve daha önceki siyasi yönetimlere göre daha da ileri bir nitelikte olabilir. Ama emperyalizme bağımlılık yok edilmemiştir; yarı sömürge statüsü korunmaktadır. Feodal kalıntıların varlığı sürmekte, Kürt ulusu üzerindeki sömürge zinciri ağırlığını korumaktadır. Çözüm, kapitaliz-min genel sınırları içinde, burjuva reformcu anlayış çerçevesinde bulun-muştur. Böylesi bir çözüm, emperyalizm ve işbirlikçileri için bir yanıyla muhtemel bir devrimi engellemek için gereklidir, bir yanıyla da, yeniden saldırmak için gereklidir. Biz, böylesi bir çözümle yetinemeyiz; böylesi çözümlere rıza gösteremeyiz. Çünkü biz, sorunu, sadece bir “Türk” sorunu olarak, bir “Türkiye” sorunu olarak değil, Türkiye-Kürdistan sorunu olarak, Türk, Kürt-Ermeni, ve daha birçok azınlıklardan emekçilerin ve ezilen halk-ların sorunu olarak, bölgesel ve uluslararası bir devrim sorunu olarak anlı-yoruz.Faşizme karşı mücadele ateşi, devrim ateşi olarak süreklilik kazanmalıdır. Biz, faşist diktatörlüğe karşı mücadeleyi, birleşik ulusal, demokratik ve yarı sosyalist karekterli bir devrim olan, Toplumsal-Demokratik Halk Devrimi için mücadelenin bir parçası olarak görüyoruz. Faşist diktatörlük, ancak, proletaryanın devrimci partisinin önderliğinde, çeşitli milliyetlerden prole-taryanın en geniş katılımıyla, işçi köylü ittifakı temelinde oluşturulacak bir-leşik halk cephesinin uzun süreli mücadelesi ile yıkılabilir. Son çözümlemede belirleyici olan silahlar olacaktır. Eğer doğru bir hat izlenebi-lirse, mücadelenin gelişim süreci içerisinde, faşist diktatörlükten zarar

Page 355: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

gören, aradıklarını bulamayan burjuva katmanların bir kesimi de anti faşist saflara katılabilirler. Devrim, işçi sınıf önderliğinde halkın bir kesiminin, silahları aracılığıyla gericiliği dize getirmesi ve hem gericiliğin, hen de gericiliğe bağlı kalmakta direnen nüfusun diğer kesimleri üzerinde otorite-sini kurması olayıdır. Bu nedenle, faşizmin yıkılmasından sonra hangi sını-fın egemenliği ve zorun niteliği sorunları bizim için belirleyici öneme sahip sorunlardır. İşte bu noktada, demokrasiden ne anladığımız sorunu ortaya çıkacaktır; biz, bütün hayatları boyunca, proletaryayı, emekçi kitleleri, namuslu aydın ve sanatçıları kanla ezmiş, Kürt ulusunun ulusal ve demok-ratik haklarını kanla bastırmış, azınlık halklara her türlü insanlık dışı işkence, kıyım ve baskı uygulamış olan burjuva gericiliğine, onların uşakla-rına demokrasi tanımayı, halka, devrime ve insanlığa ihanet sayarız. Biz ancak işçilere, emekçi halka, halkın aydın ve sanatçılarına, devrime karşı çıkmamış ulusal burjuvaziye demokrasi hakkı tanırız. Kürt ulusunun ulusal ve demokratik haklarını tanırız. Bu anlamda tutarlı bir demokrasi için, daha önce de belirttiğimiz gibi, ancak Marksizm-Leninizmin bilimiyle donanmış, devrimci bir önderliğe sahip, eğitilmiş proletarya mücadele ede-bilir. Gerek ulusal, gerekse uluslararası planda faşizme, savaşa ve gericiliğe karşı mücadelede asıl eksikliğini duyduğumuz budur: Devrimci proletarya-nın sınıf savaşına önderlik edebilecek nitelikte partiler… Bu tip partilerin yokluğu, kaçınılmaz olarak uluslararası proletaryanın niteliğini de olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle biz, faşizme karşı mücadele sorununu, aynı zamanda, devrimci bir partinin Türkiye-Kürdistan Birleşik Komünist Partisi’nin yaratılması sorunu, devrimci teori ve siyasetin yaratılması ve emekçi kitlelere maledilmesi sorunu, değişik mücadele biçimlerinin bulun-ması ve uygulanması sorunu, devrimci taktik ve stratejilerin yaratılması sorunu ile birlikte ele almak zorundayız. Önümüze koyduğumuz görevler, sadece bizim özel sorun ve görevlerimiz değil, devrim sorununu ciddi ola-rak önüne koymuş bütün grup ve çevrelerin de ortak sorunudur. Faşizme karşı mücadelenin başarısı ve zaferi sorunu, doğrudan doğruya bu sorun-lara getirilecek doğru cevaplara ve pratiğe bağlıdır.

IIIFaşizm, tek başına “ulusal” bir tehlike ve düşman değil, emperyalizmle ve dünya gericiliği ile bağıntılarından ötürü, uluslararası bir niteliğe de sahip-tir. Bir ülkedeki faşizm yalnızca o ülkenin devrim ve demokrasi güçlerine, o ülkenin içşi ve emekçilerine değil, bütün dünya işçi ve emekçilerine, dünya çapında devrim ve demokrasi güçlerine karşıdır. O sadece ulusal planda işçi

Page 356: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ve emekçilerin nefreti ile değil, dünya işçilerinin, ezilen halkların ve demokrat kamuoyunun nefretiyle de kuşatılmalıdır. Ulusal ve uluslararası ekonomik, sosyal, siyasal durumları birlikte ele almalı ve çalışmalarımızı buna göre düzenlemeliyiz. Sorunu yalnızca bir iç sorun olarak ele alırsak yanılgıya düşeriz. Bazı burjuva partilerinin ve küçük burjuva aydınlarının düşündüğü gibi, faşizme karşı mücadele “kendi” sorunumuz, “aile içi bir sorun” değildir. Faşist diktatörlüğü, hem içte, hem de dışta tecrit etmenin, köşeye sıkıştırmanın yollarını bulmalıyız. Türkiye-Kürdistan’daki nesnel ve öznel durumla, uluslararası nesnel ve öznel durumun uygunluğu halinde faşist diktatörlüğü yıkabiliriz; belirleyici olan mücadele kendi toprağımızda sürecek olan mücadele olmakla birlikte, tayin edici olan sonuçta, uluslara-rası durumun payıdır ki, söz konusu pay büyük role sahip olacaktır. Faşizmi, uluslararası planda teşhir ve tecrit etmemize yarayacak araç ve organları yaratmalıyız; geniş bir siyasi ilişkiler ağı örgütlemeleyiz. Faşizme karşı mücadele programı, devrim için önümüze koyduğumuz mücadele hedef ve programından bağımsız olamaz; onunla bağlantı içinde, onun bir evresi olarak ele alınmalıdır. Emperyalizmi, işbirlikçi kapitalizmi, feodal kalıntıları, sosyal-siyasal-ekonomik bütünlüğü içinde karşısına alma-yan demokratik bir mücadele faşizme karşı tutarlı bir başarı kazanamaz; ancak ulusal, demokratik ve sosyalist görevlerin birlikte omuzlanması ve hayata geçirilmesi ile uzun erimli bir direnmeyle zafer kazanabiliriz. En geniş kitleleri nasıl bir program çevresinde topralayabiliriz? Bu soru doğru cevap bulmalıdır. Faşizme karşı olan güçlerin hepsi, tek bir program temelinde bir araya gelebilir mi? Örneğin halk saflarında bulunan sınıf ve tabakaları, onların siyasi temsilcilerini, işçi sınıfının hedefi olan sosyalizm programı çerçevesinde toparlayabilir miyiz? Açıktır ki, bu sorunun cevabı “hayır” olacaktır. Bu nedenledir ki, işçi sınıfı, faşizme karşı geniş kitleleri çevresinde toparlayacak daha geniş kapsamlı, esnek bir programa sahip olmalıdır. Bu program, demokratik bir cumhuriyet programıdır; en geniş siyasi hak ve özgürlükleri içeren, demokratik bir program. İşçi sınıfının, en geniş emekçi kitlelerin siyasi birliğini sağlamak için, böylesi bir ara aşa-maya ihtiyacı vardır.Açık sınıf mücadelesinin her alanda en yoğun biçimde süreceği, siyasi-ide-olojik birçok sorunun açıkça tartışılabileceği bir özgürlük ortamından geç-meden sosyalizme gitmek hayal olacaktır. Demokratik Cumhuriyet Programı, Kürt ulusunun ulusal ve demokratik haklarını savunacaktır. Ulu-

Page 357: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sal sorunun çözümü için, ulusların kaderlerini tayin hakkı, ulusların ve dil-lerin tam hak eşitliği, bütün ülkelerin proletaryasının ortak çıkarı ve birleş-mesi ilkeleri temelinde, Kürt ulusu ve diğer halklar üzerinde var olan her türden ulusal baskı ve eşitsizliklerin kaldırılması ve siyasal kaderlerini ken-dilerinin tayin hakkı için mücadele esastır. Bütün bunlar, devrimin geleceği ve faşist diktatörlüğün yerine düşündüğümüz Demokratik Cumhuriyet’in yazgısı, işçi sınıfının ideolojik-siyasi eğitimine, örgütlenme düzeyine, önderlerinin ve militan kadrolarının siyasi niteliğine bağlıdır. Faşist ideolo-jiye proletaryanın devrimci sınıf ideolojisiyle karşı konulmalı ve proletarya devrimci sınıf siyasetiyle eğitilmelidir. İşçi sınıfı, burjuvazinin yardımcısı olmaktan kurtarılmalıdır…Şu günkü durumuyla, Türkiye-Kürdistan proletaryasının ve ona önderlik iddiasındaki hiçbir örgütün nitel-nicel gücü, faşist diktatörlüğü altedecek güçte değildir. Ve yine bu güne kadar izlenen siyasi hatalar, köklü bir deği-şikliğe uğratılmaz ve yanlışlıklar açığa çıkarılıp mahkum edilmezse, gelece-ğimiz yine parlak olmayacaktır. Geçmişe bakarken, yenilginin nedenlerini, şu ya da bu grubun, şu ya da bu önderin sırtına yıkarak, birtakım olaylara bağlayarak değil, yaşanan sosyal-ekonomik gerçekliğin derinliklerinde, bize bırakılan siyasi-ideolojik-felsefi mirasın derinliklerinde aramalıyız. Yenilgi sonrasının her şeyi sıcağı sıcağına değerlendiren ve sonuçlar bulan anlayışı yerine, daha serinkanlı, her şeyi bütün boyutlarıyla araştırabilen bilimsel anlayışı egemen kılmalıyız. Dostlar alışverişte görsün örneği iş yapıyor görünmektense, geleceğe daha iyi hazırlanabilmek için, gerekirse uzun bir süre suskunluğu ve eylemsizliği bile göze almalıyız.Devrim, hem dışımızdaki düşmana, hem de içimizdeki olumsuzluklara karşı, uzun erimli, sabırlı ve köklü bir çaba istiyor bizden; işçi sınıfının, çeşitli gruplar tarafından paylaşılmış işçi önderlerinin, devrimci-demokrat aydın ve bilim adamlarının, devrimci mücadelenin bugüne kadar yetiştir-diği en ileri unsurların, merkezi bir çatı altında birleştirilmesinin ve düş-manı dize getirmenin başka yolu yoktur. Asıl amacımız komünistlerin, buradan hareketle de işçi sınıfının birliğidir. Kavrayacağımız ana halka budur. Kuşkusuz, böylesi bir birliğin yaratılması kolay olmayacaktır; böy-lesi bir birliğin yaratılmasının ilk adımı, gruplar arasında ve grupların kendi içlerinde çok yoğun, siyasi-ideolojik tartışma ve hesaplaşmaları gün-deme getirecektir. Tartışma ve hesapaşmanın önünde varolan anti demok-ratik engellerin, derme çatma bilgi yığınlarının, basmakalıp formüller ve şemalarla akıl yürütme hastalıklarının yenilgiye uğratılması gerekir. Dev-

Page 358: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

rimcilerin tartışmayacağı hiçbir konu yoktur; kutsal, dokunulmaz, tabu düzeyine yükseltilmiş hiçbir şey tanımıyoruz. Bu nedenle, en başta, hem grupların kendi içlerinde, hem de kendi aralarındaki tartışmaları verimli kılabilecek demokratik bir ortamın varlığına ihtiyaç vardır. Öte yanda, küfür ederek, dedikodu ve kara çalarak hiçbir yere varılamaz; hele hele kendilerini akıllı, başkalarını cahil yerine koyan, kendi dışındakilere küçümseyerek bakmayı alışkanlık haline getirmiş “bilgiçler” ile bir sonuca varmak mümkün değildir. Demokrasi adına, kimsenin kimseyi alaya alma-sına, kimsenin bir başka grubu temelsiz iddialarla suçlamasına, küfür etme-sine izin verilemez. Bilimsel siyasi ahlakın dışına düşen her tutum ve davranış mahkum edilmelidir.Siyasi-ideolojik temelleri, örgütsel yapısı, çağın siyasi-ideolojik ihtiyaçla-rına cevap vermeyen hiçbir örgütün geleceği olamaz. Zora başvurarak, iç tartışmaları kana bulayarak, örgütsel önlemler alarak hiç kimse kendi siya-sal varlığını uzun süre koruyamaz. İçinde biz de olmak üzere, bugünkü konumlarıyla, varolan hiçbir siyasi örgütün ve siyasi çevrenin geleceği yok-tur. Devrimci bir altüst oluşa ihtiyacımız vardır ve bu altüst oluşu gündeme getirecek sarsıntıların, fırtınaların habercileri ufukta görünmektedir. 12 Eylül faşizmi, dıştan gelen bir darbeydi; ama hiçbir grubu, hiçbir siyasi görüşü yok etmeye gücü yetmedi; yetemezdi de. Çünkü hiçbir siyaset, dış-tan gelen darbelerle yıkılmaz. Bir siyasi hareketi siyasi arenadan silecek gelişmeler, o siyasi hareketin bünyesinden doğabilir ancak. Sonuç olarak özetlersek:1. Biçimi ne olursa olsun, hangi tip ülkelerde olursa olsun, emperyalist bur-juvaziden ve emperyalist ekonomiden kopuk bir faşist diktatörlük düşünü-lemez. Bugünkü durumuyla Evren-Özal yönetiminde görünen faşist diktatörlük, Amerikancı bir karaktere sahiptir. Bu nedenle diğer emperya-listleri ve aralarındaki çelişmeyi hiçbir zaman unutmadan, özellikle de sos-yal emperyalist Rusya’yı akıldan çıkarmadan, asıl mücadele hedefimiz ABD emperyalizmi olmalıdır. 2. Faşist diktatörlüğün temel sınıfsal görevi, içte emekçi kitleler adına yola çıkan siyasi hareketleri, değişen oranlarda ezmek; işçi sınıfının kazanılmış ekonomik, demokratik hak ve özgürlüklerini gaspederek onu köleleştirmek; Kürt ulusunu daha da yoğun baskılar altında tutmak ve ulusal, demokratik, kültürel haklarına zincir vurmak; yurtsever, devrimci demokrat basını sus-turmak, söz ve düşünce özgürlüğünü katletmektir; dışta ise görevi, bölgesel ve uluslararası planda başta ABD olmak üzere, emperyalistlerin çıkarlarını

Page 359: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kollamak ve savunmaktır. Gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında, faşist diktatörlüğün teşhir ve tecriti için çok yoğun kampanyalar yürütmeli, insanlık dışı uygulamaları, belgeleri ile dünya kamuoyuna açıklanmalıdır.3. Çeşitli milliyetlerden oluşan Türkiye-Kürdistan halkı ile askeri faşist dik-tatörlük arasındaki çelişme baş çelişme olarak önümüzde duruyor. Bu çelişme, Türkiye-Kürdistan proletaryası ile burjuvazi arasındaki, emperya-lizm ile en geniş halk kitleleri arasındaki, yine feodal kalıntılarla ve başta köylülük olmak üzere, en geniş halk kitleleri arasındaki çelişmeleri bağ-rında taşımaktadır.Kapitalist toplumun temel çelişmesi, üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin toplumsal niteliği arasındaki çelişmedir. Bu çelişme, sınıfsal plana burjuvazi-proletarya çelişmesi olarak yansır. Bu çelişme ancak toplumsal bir devrimle, üretim araçlarının mülkiyet biçimini, üretimin toplumsal nite-liğine uygun hale getirerek, yani mülkiyeti toplumsallaştırarak ve giderek, bütün toplumu, bütün kurumlarıyla birlikte, sosyalist ilkeler temelinde yeni baştan örgütleyerek çözülebilir. Sınıf bilinçli proletarya, bu noktaya, çeşitli ara evrelerden geçilerek varılacağını bilir.Proletarya, yalnızca burjuvazi ile kendisi arasındaki çelişmenin çözümünü gündemine alarak kendisini kurtaramaz. O, emperyalizmle en geniş halk kitleleri arasındaki çelişmeyi, ulusal devrim yöntemiyle; feodal kalıntılarla köylülük ve en geniş halk kitleleri arasındaki, ezen ulus ile ezilen ulus ara-sındaki çelişmeyi, demokratik devrim yöntemiyle çözerek, kendisini kurtu-luşa hazırlayabilir. Proletarya, bütün bu nedenlerden ötürü, faşizmden zarar gören, onunla çelişen bütün sınıf ve tabakaların ortak özlem ve istem-lerini dile getiren bir program temelinde, halk güçlerinin birliğini sağlamalı ve anti faşist mücadeleye önderlik etmelidir. Egemen sınıfların kendi için-deki çelişmeler günden güne büyüyor. Evren-Özal ikilisi arasında gözlenen çelişmeler bunun bir yansımasıdır. Devrimci proletarya, bu çelişkilerden yararlanmasını bilmelidir. Anti faşist mücadele programı, ulusal, demokra-tik ve sosyalist görevleri içermeli ve faşist diktatörlük yerine demokratik cumhuriyet hedefini koymalıdır. Demokratik evresi gerçekleşebilirse, bu, proletaryanın daha ileri adımlar atması için bir soluklanma, yeniden güç toplama, nihai kavgaya hazırlanma evresi olacaktır.4. Bugün parlamento içinde ve dışında varlıklarını sürdüren SODEP, HP, DYP, RP vb. gibi burjuva muhalefet partileri, sınıfsal özleri gereği, tutarlı bir demokrasi için mücadele edecek niteliklerden yoksundurlar. ANAP ve

Page 360: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

MDP faşist partilerdir. Güvenebileceğimiz tek devrimci sınıf olan Türkiye-Kürdistan proletaryası ise bugünkü haliyle örgütsüz, öndersiz ve darmada-ğınık bir durumdadır. Önümüzde duran acil görev, çeşitli milliyetlerden proletaryanın ortak devrimci sınıf partisini, Türkiye-Kürdistan Birleşik Komünist Partisi’ni yaratmak ve proletaryayı savaşa hazırlamaktır. Bu görev, sadece bizim değil, devrim sorununu ciddi olarak önüne koymuş bütün komünistlerin de görevidir. Bu nedenledir ki, faşizme karşı mücadele sorunu, aynı zamanda devrimci partinin yaratılması, değişik eylem ve mücadele biçimlerinin yaratılması sorunları ile birlikte ele alınmalıdır.Yuvarlak, genel tanım ve tesbitlerle, alışılmış formüllerle faşizme karşı başarılı bir mücadele sürdürülemez; somut durumlardan, yaşanan gerçek-lerden yola çıkarak, ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik, kültürel, sanatsal, her cephede, anti faşist diktatörlüğün ve faşist kliklerin uygulamalarına, çalışmalarına, proletaryanın devrimci sınıf ideolojisi ve siyasetiyle karşı çıkmalıyız; güncel olay ve gelişmeleri, basını, faşist gerici yazarları günü gününe izlemeli ve gücümüz oranında, en geniş emekçi kitleleri, gençliği ve aydınları bunlara karşı uyarmalıyız. Sıcak sınıf savaşının içinde olmalı ve bu savaşın bizden istediği organ ve araçları yaratmalıyız. Burjuva basın yayın organları, radyosu, TV’si, eğitim kurumları, her gün milyonlarca emekçiyi zehirliyor; kendi perspektifleri konusunda koşullandırıyor. Faşist gerici basın yayın ve iletişim araçları karşısında en azından yurtsever-de-mokrat bir seçenek çıkartmalıyız.Görüleceği gibi, anti faşist mücadele aynı zamanda maddi finansman olayı-dır da. Basın yayın, iletişim araçları ve organlarını örgütleme çabaları, çeşitli nitelikteki kampanya ve gösteriler ve burada açıklanmayacak daha birçok şey, milyarlarla sayılabilecek parasal gerekliliği dayatacaktır bize. Sorunumuz, belirleyici yanıyla teorik ve siyasi hattın inşası olmakla bir-likte, pratik çalışmalar finansman sorununun acilen çözümünü isteyecektir bizden.Yazımızı bitirirken yine belirtmeliyiz ki, devrim, hiçbir grubun, kimsenin, sınıfın isteğine göre biçimlenmez; o, nesnel koşullar tarafından gündeme getirilir ve biçimlenir. Bize düşen, nesnel durumun doğru tesbitini ve buna uygun öznel koşulları yaratmaya çalışmaktır. Ancak böylelikle nesnel durum üzerinde etkili ve yönlendirici olmayı başarabiliriz. Aksi halde, biz istediğimiz kadar iyi niyet ve yüce amaçlar adına, kağıt üzerinde, masa baş-larında, faşist diktatörlüğün karşısına “sosyalist devrim”, “demokratik halk

Page 361: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devrimi”, “demokratik cumhuriyet” vb. seçeneklerini çıkartalım, istediği-miz kadar “halk savaşı”, “genel ayaklanma” ve daha birçok stratejiler, tak-tikler, mücadele biçimleri koyalım, eğer somut örgütlenme düzeyimiz, kadrolarımızın niteliği, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin eğitim düzeyi ve içinde bulundukları ruh hali isteklerimize uygunluk göstermiyorsa, bütün çabalarımız boşa gidecektir. Nesnel gücümüzü, asıl hedeflerimiz doğrul-tusunda yetkinleştirmenin ve geliştirmenin yollarını bulmalıyız. Bugün faşist diktatörlüğe karşı mücadele, bizden tutarlı bir anti faşist program istiyor. Bu programın uygulanmasına önderlik edebilecek nitelikte, değişen durumlara göre taktik ve stratejik değişiklikleri uygulayabilecek siyasi bir merkez istiyor. Bu programa inanmış ve bu uğurda savaşmayı göze alacak emekçi kitlelerin eğitimini, siyasi hazırlığını istiyor. Ve bütün bunların üzerine, faşizme karşı mücadelenin maddi finansman olayının çözümünü istiyorYılmaz Güney’in çalışma masasında yarım kalan çeşitli el yazmaları dışında tamamlayabildiği bu son makale, 1984 Temmuz’unda kaleme alınmış ve ölümünden birkaç gün önce basılan Mayıs’ın 4. sayısında yayınlanmıştır.

halkcephesi.net

Page 362: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

BİLDİRİLER, MESAJLAR, MEKTUPLAR

YILMADAN MÜCADELE EDEN DEVRİMCİLEREYoksul, geri ve bağımlı ülkemizde, halkımızın emperyalist boyunduruktan ancak devrimle kurtulacağına inanan, bu uğurda yılmadan mücadele veren yiğit arkadaşlarım… Merhaba!Tarihin kendilerine devrime önderlik görevini yüklediği işçi sınıfının kahra-man çocukları… Merhaba!Merhaba, emperyalizme karşı yiğitçe savaşan dünya halkları!… Merhaba!Arkadaşlarım, kardeşlerim!..Bizler, modern köleci toplumun çeşitli alanlarında çalışan ve alın terimizle, kolumuzun, beynimizin üretkenliği ile ona can katan, bu sistemin varlık nedeni ücretli modern köleleriz. Bizleri ücretli köle yapan, üretim araçları-nın özel mülkiyetini elinde tutan, bütün çalışanları kendi çıkarlarına hizmet etmeye zorlayan, emperyalizmin uşağı büyük sermaye ve onun gerici ortak-larıdır. Onlar, geniş halk sınıf ve tabakaları üzerinde sömürü ve tahakküm-lerini sürdürebilmek için, siyasi, ekonomik, askeri, ideolojik ve sosyal kurumlara sahiptirler. Üretim araçlarının özel mülkiyeti, toplumun ortak mülkiyeti haline dönüştürülmeden, işbirlikçi sermaye sınıfı, gerici ortakları ile birlikte yenilmeden, emperyalizm ve dünya gericiliğinin ideolojisi ve siyaseti yenilmeden gerçek özgürlük mümkün değildir. İşte bunun için ger-çek özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi için bizler, modern toplumun

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 363: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ücretli köleleri, boynumuzdaki, kollarımızdaki, halkaları artık çürümüş esa-ret zincirlerini, ücretli köleliğin maddi ve manevi temelini parçalamak için sosyalizmin bilimini öğrenmeliyiz… Ona güvenmeliyiz… Ülkemizin dev-rimci pratiği ile birleştireceğimiz sosyalizmin evrensel gerçeği kurtuluşun aydınlık yolunu bize gösterecektir.Kardeşlerim!..Bugüne kadar, sosyalist mücadelenin en önemli hatalarından biri, işçi sınıfı hareketiyle birliğini kuramamasıdır. Bu, sosyalizmin özünü kavrayamayan burjuva ve küçük burjuva aydın çevrelerden gelen sınıfsal bir hastalıktır.Sosyalizmin, işçi sınıfı ve onun devrimci partisinin önderliğinde köylülere, dar gelirli yoksul emekçi kitlelere, onların gerçek maddi ihtiyaçlarına cevap veren, toplumu değiştirecek bir öğreti olarak görülecek yerde, burjuvazinin egemen güçlere hoş görünmek, sosyalizmin tehlikesiz, zararsız bir öğreti olduğunu kabul ettirmek, inandırmak için, hayati ilkelerden taviz verilmiş, sosyalizm bilimi kuşa çevrilmiş, tanınmaz hale getirilerek katledilmiştir… Buna rağmen burjuvazi, kendi şefaatine sığınan sosyalistleri ezmekten kaçınmamıştır.Sınıf mücadelesinin yenilmeye mahkum kanadı olan burjuvazi iyi biliyor ki, sosyalizm kendisi için çok tehlikelidir. Burjuvazinin faşist gerici kesimi, reformcu kanadına bile tahammül edemez. En küçük demokratik kıpırtılar-dan bile ürker. Fakat ne yazık ki halkın gelişen mücadelesini ve sosyalizmin devrimci ışığını söndürme olanağı artık yoktur. Baskı ve şiddeti, zindanları ve darağaçları, ömrünü uzatmayacak, aksine kısaltacaktır. Çünkü sosyalist mücadele, gücünü işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin tarihi haklılığından alır. Amacı halk iktidarını, halk demokrasisini kurmaktır. Sosyalist müca-dele, emperyalizme, burjuvaziye ve gerici ortaklarına taviz vererek, uzlaşa-rak, sosyal barış masallarıyla şirin görünmek ihtiyacı duymaz.Yapılacak tek şey proletaryanın devrimci partisinin önderliğinde, yoksul emekçi sınıf ve tabakaların gerçek ihtiyaçlarını temel alarak, emperya-lizme, burjuvaziye ve gerici ortakları olan feodal kalıntılara, onların siyaset ve ideolojilerine karşı yılmadan mücadele etmektir.Partiden, proletaryanın iktidar mücadelesine önderlik edecek partiyi anlı-yoruz. Aynı zamanda böyle bir partinin, oportünistlere, revizyonistlere, dogmatiklere, sol sekterlere karşı amansız, uzlaşmaz bir savaş vermeden, parti saflarını bu unsurlardan temizlemeden devrime önderlik görevini başarıyla yerine getireceğine de inanmıyoruz.

Page 364: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Kardeşlerim!..Emperyalizmin yiğit dünya halklarından ağır darbeler yediği şu günlerde, emperyalizmin uşakları, faşist baskı, tertip ve tuzakları yoğunlaştırıp hal-kın gelişen mücadelesini önlemek, saptırmak istiyorlar. Onlara verilecek doğru cevap, en kısa zamanda devrimci hareketin birliğini oluşturmaktır. Önümüzdeki tarihi görev budur ve tarihi zorunluluk da bunu emrediyor.Evet!.. Acil görevimiz “Devrimci hareketin birliğidir”…Bütün yüreğimle inanıyorum ki, anti emperyalist mücadele birliğini oluştu-rursak, emperyalizm çökecektir…Faşizme karşı en geniş birliği kurar, devrimci halk hareketlerini örgütler ve geliştirirsek, faşizm yenilecektir…Devrimci hareketin birliği gerçekleştirilebilirse, işçi sınıfının ve onun dev-rimci partisinin önderliğinde, halkın demokratik iktidarı zafere ulaşacaktır.Bir mektup niteliğindeki bu metin, Türkiye-Kürdistan’da, özellikle cezaevle-rinde yılmadan mücadele eden devrimcilere hitaben 1982 başında kaleme alınmıştır.

halkcephesi.net

Page 365: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

YAŞASIN KIBRIS, TÜRKİYE VE YUNANİSTAN HALKLARININ KARDEŞLİĞİDostlarım,Sizlerin şahsında,Bütün Yunan halkını yürekten selamlıyorum!..Benim sinemam, ezilen halkımın barış ve mücadele çığlığıdır. Ve bugün bu çığlık, devrim ve demokrasi mücadelesinin bir soluğu olarak, bütün dün-yada yankılanıyor.Bana göre sanat bir silahtır. Bu silahı iyi kullanmalıyız. Kimi zaman bir şiir, bir şarkı, kitlelerin dilinde, zalimlerin kalelerini temellerinden sarsan, onu yıkıma hazırlayan bir güç olur. Sizler bu silahı çok iyi kullandınız ve halkı-nız bu silahları savaş aracı olarak kendi yaşamlarının bir parçası haline getirdiler. Melina Mercury, Faranduri, Teodorakis, Ritsos, Vasilikos, Gavras ve birçok sanatçı, faşizme karşı mücadelenin sembolleri olarak, aklımıza ve yüreğimize yazıldılar. Şimdi de benim halkım, bir zamanlar Yunan halkının geçtiği acılar ve direnişler köprüsünden geçiyor.Halkım ve düşünen bütün insanlar için Türkiye bir cezaevidir. Kabus şato-sudur. Türkiye’nin en değerli yazarları yargıç önünde. Ömrünün uzun yılla-rını cezaevlerinde geçirmiş olan Aziz Nesin, yine tehlikede. Üyesi bulunduğum Yazarlar Sendikası yargılanıyor. Ve aynı zamanda binlerce insan ölüm ve ağır ceza tehditleri altında. Ulusal ve demokratik hakları için

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 366: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

direnen Kürt halkı eziliyor. Ama yenilmeyeceğiz, teslim olmayacağız, kaza-nacağız. Çünkü halkı tüketmek mümkün değildir.Benim halkım, sadece silahlarla değil, şiirlerle ve şarkılarla da döğüşür. Nâzım Hikmet’in şiirleri, en kalın, en acımasız taş duvarları delmeyi başardı, yüreklere ve bilinçlere ulaştı. Osmanlı despotizmine karşı müca-dele eden Pir Sultan, hâlâ türkülerimizde ve mücadelemizde yaşıyor. Büyük Kürt şairi Cigerhun bu kavganın bir parçasıdır. Eğer ben, bu mücadele gele-neğine yeni bir halka eklersem, ne mutlu.Dostlarım,Buradaki toplantı, Türkiye, Kıbrıs ve Yunan halklarının demokrasi, barış ve kardeşlik isteğinin bir ifadesidir.Eğer bugün, iktidar faşist cuntanın elinde değil de, halkın elinde olsaydı, demokratik bir halk iktidarına sahip olsaydık iki ülke arasında tehlike rüz-garları değil, barış ve kardeşlik rüzgarları eserdi; Kıbrıs işgal altında olmazdı. Ancak inanıyorum ki, faşist cuntayı halkımız yıkacaktır. Ege barış ve kardeşlik gölü olacaktır. Çünkü hayatı seven, dans eden ve şarkı söyle-yen halkınız halkımın dostudur. Ve bana gösterilen sıcak ilgi ve destek de, aslında, halkınızın halkıma gösterdiği dostluğun ifadesidir.Arkadaşlar,Nicosia Film Kulübü tarafından düzenlenen “Kıbrıs-Türkiye-Yunanistan Halkları Kardelik Haftası”nı, en içten devrimci duygularla selamlıyorum.Böylesi bir haftanın benim için anlamı, genel olarak bütün dünyada, özel olarak da Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’da, halkların birliğine düşmanlık-tan yarar uman kışkırtıcı anlayışa ve bu anlayışı sistemli bir biçimde kitle-lere yayarak, onların birbirlerine karşı kuşku ve güvensizliğini ve düşmanlığını sağlamaya çalışan her türden emperyalistlere ve onların işbir-likçilerine karşı meydan okumadır. Bu nedenledir ki, kendi ülkemde askeri faşist diktatörlük ve işbirlikçi burjuvazi ve her türden gericilerle derinleşti-rilmeye çalışılan Rum halkına düşmanlık duygularını, sosyal şovenizmi, halkların birbirlerine güvensizlik duymalarına yarayacak her türden giri-şimi nefretle lanetliyorum. Çünkü inanıyorum ki, dünya proletaryasının ve ezilen halkların sosyal kurtuluşu için, milliyet farkı gözetmeksizin, tüm işçilerin ve ezilen halkların birliğine ihtiyacımız vardır.

Page 367: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yine bu nedenledir ki, Yunanistan ve Kıbrıs’ta, Türkiye halklarına karşı düşmanlık duygularını yaymak isteyen ve bundan yarar uman, karakteri ve uluslararası dayanakları Türkiye’dekine benzeyen siyasal ve sosyal güçler vardır. Onları da, aynı biçimde, aynı duygularla lanetliyorum. Halkların bir-liği, kardeşliği ve dayanışmasını engelleyen her engel mutlaka yıkılmalı-dır… yıkılacaktır da!Açık ve acı bir gerçektir ki, Kıbrıs’ın bir bölümü, 1974 Temmuz’undan bu yana Türk Ordusu’nun işgali altındadır.İşgalin kaldırılması ve her iki milliyetten halkların barış içinde bir arada yaşaması için adil ve kalıcı bir çözümün bulunabilmesi, ulusal eşitsizliklere son verilebilmesi, emperyalist güçlerin denetiminde, burjuvalar arası bir anlaşmayla sağlanamaz. Kalıcı ve adil bir çözüm, ancak proletarya önderli-ğinde, halkların ortak mücadelesi ile sağlanabilir… Halklar arasındaki barış, halklar arasında düşmanlık yaratan sosyal kaynaklar kurutulmadan sağlanamaz.Kıbrıs ve Yunan halklarını, halkıma duyduğum sıcak ve sarsılmaz sevginin ateşi ile kucaklıyorum.Yaşasın Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan halklarının kardeşliği!..Kahrolsun işgal!..Halkların gerçek dostluğu ve barış için, bütün dünyanın işçileri ve ezilen halkları, birleşiniz!..19 Ocak 1982’de Yunanistan’da yapılan bir toplantıdaki konuşma.

halkcephesi.net

Page 368: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

BİR ZALİME SIRT VEREREK BAŞKA BİR ZALİME KARŞI SAVAŞILMAZDeğerli Arkadaşlar,Onurlu yaşamanın bir tek yolu vardır; onurlu yaşamak için mücadele etmek ve gereken zorlukları göze almak. Savaşı ve kayıpları göze almadan yeni bir dünya kurulamaz. Uğraşınızı, dünya halklarının sürdürdüğü bu onurlu mücadelenin bir parçası ve demokratik dayanışmanın bir örneği olarak yürekten selamlıyor ve destekliyorum.Faşizm, çeşitli milliyetlerden halkımın günlük ekmeğinden canına kadar her şeyi tehditi altında tutuyor. İnsan hakları ayaklar altındadır. İşçi ücret-leri dondurulmuştur. Demokratik hak ve özgürlüklerin kırıntısı bile yaşamı-yor. Basını, radyo ve TV’si, mahkemeleri, cezaevleri ve silahlarıyla faşizm, kan, ölüm ve demogoji kusuyor. Kürt halkını asimile etme çabaları yoğunla-şıyor. Türkçe’yi Kürdistan’da “yabancı dil” gibi öğreteceklermiş; sanki Türkçe Kürtler için yabancı bir dil değil. Zor ve aldatma yöntemleri el ele yürüyor. Kandıramadıklarını, yıldıramadıklarını ise kana boğuyorlar. Çünkü faşizm, özünde güçsüzlüğün, çaresizliğin ifadesidir. Bugün onlar, silahsız halktan, halkın bir araya gelişinden bile paniğe kapılıyorlar. Bugün onlar, cezaevlerine doldurdukları, elleri ve ayakları bağlı insanlar karşı-sında bile korkak ve acizdirler. Acizliklerini silah sesleriyle, idam sehpala-rıyla, işkence odalarıyla, son Diyarbakır örneğinde olduğu gibi toplu kıyımlarla gidermeye ve gizlemeye çalışıyorlar. Ama çabaları boşunadır; namluların, süngülerin önünde, idam sehpalarında, işkence odalarında sus-turuldu sanılan, faşizmi lanetleyen nefret ve isyan dolu çığlıklar, ülkemde ve dünyanın dört bir yanında yankılanarak kulaktan kulağa ulaşıyor. İşte

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 369: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

bugün burada yankılanan da budur; susturulmak istenen, fakat susturula-mayan insan onurunun sesi. İşte bugün, burada, hepimiz aynı türküyü bir-likte söylüyoruz.“Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile…”Çünkü biz halkız… ve yüreğimiz, sadece kendimiz için değil, acı çeken, baskı ve işgal altında yaşayan bütün halklar için çarpıyor. Bir halkın düş-manı, bütün halkların düşmanıdır. Bir halkı baskı altında tutan, bütün halk-ları baskı altında tutuyor demektir.İşte kendimizden bir örnek:Türkiye’de, Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden halkları baskı altında tutan namlular ile Kıbrıs’ı işgal altında tutan namlular ve namluların efendileri aynıdır.Yine, Filistin halkını, Lübnan halkını kan, ateş ve gözyaşına boğan namlular ile, Türkiye’deki Faşist cunta aynı memeden süt emmektedir.Ve Latin Amerika… El Salvador, Guatemala, Bolivya ve diğerleri…Öte yandan Polonya, Afganistan…Baskı, zulüm ve işgal nereden gelirse gelsin, karşısında durulmalı ve lanet-lenmelidir. Bir işgalciyi överek bir başka işgalciye karşı durulamaz. Bir zalime sırt vererek bir başka zalime karşı savaşılamaz. Zalim, maskesi ne olursa olsun, her zaman zalimdir… zalimlere karşı savaşırken, onların yar-dakçılarına ve mücadeleyi sulandırmak isteyenlere karşı da savaşılmalıdır.Kahrolsun her türden emperyalizm!..Kahrolsun askeri faşist diktatörlük!..İngiltere “Türkiye Demokratik Haklarını Savunma Komitesi”ne mesaj (12Haziran 1982)

halkcephesi.net

Page 370: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ACILARDAN, YENİLGİLERDEN DERS ÇIKARTMADAN KURTULUŞUN YOLU AÇILAMAZDeğerli arkadaşlarım, kardeşlerim!..Bugün 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’nin ikinci yıldönümüdür; Türkiye ve Kürdistan’ın emekçi halkı için, daha acılı, daha zor ve karanlık bir dönemin, ne kadar süreceği belli olmayan bir dönemin başlangıcıdır. Ve bizler, birçok acılı olayın ve yenilgi günlerinin yoldönümlerinde olduğu gibi yine toplanı-yoruz. Yine yumruklarımız sıkılacak ve içimizdeki acıları haykıracağız. Ancak gerçekten kurtuluş istiyorsak, başarılarımızı, zaferlerimizi simgele-yecek günlerin yıldönümlerini kutlamak istiyorsak, acılardan, yenilgiler-den, başarısızlıklardan sabır ve cesaretle dersler çıkartmamız gerekir. Cesaretle kabul etmemiz gereken, bizim özeleştiri ve hatalarımız karşısın-daki tutumumuzun pek olumlu olmadığıdır. Yenilgilerden, acı kayıplardan ders çıkartamadık. Özü aynı olan hatalar işledik. 12 Mart’ta ve sonrasında büyük acılar yaşadık. Oysa 12 Eylül’ü daha farklı karşılamalıydık. Ülkemiz, gerçekten doğru bir siyasete sahip, sağlıklı ilkelere ve örgütlenmeye sahip, kitle ilişkilerine sahip bir parti yaratamadı. Yaratabilseydik bugün devrimi-mizi başarmış olabilirdik; en azından bugünkünden farklı koşullara sahip olabilirdik. Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Lenin’in partisi genç bir par-tiydi. ÇKP onbeşinci yılında kurtarılmış bölgelere sahipti. Ho Şi Min’in par-tisi, Fransız ve Amerikan emperyalizmini dize getirdi. Ama bugün dünyamıza bakarsak acılı bir manzara görürüz… Sadece bizde değil, esas olarak bütün dünyada, birkaç istisnayı dıştalarsak, devrim yapma gücüne sahip, geniş kitle desteğine sahip devrimci partiler henüz yoktur. Demek ki,

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 371: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

devrimci parti sorunu sadece bizim sorunumuz değil, bütün dünya proletar-yasının gerçek ve güncel sorunudur. Öyleyse, bu soruna daha da derinden eğilmek gerekir.Devrim bir ülkenin iç çelişmelerinin ürünüdür; bu nedenle devrimin asıl güçleri içtedir. Yalnızca dıştan mücadele ile devrimin gerçekleşemeyeceği bilinen gerçektir; ancak yine de dışarıda verilen mücadeleye bakarak göre-vimizi yaptığımız duygusuna kapılmamalıyız. Türkiye ve Kürdistan’lı dev-rimcilerin, demokratların ve yurtseverlerin yürüttükleri dış mücadele iç mücadele ile birleşebilirse başarılı olabiliriz. Sorun budur. Bağırmak, yum-ruk sallamak, “Yıkacağız, geldik, geliyoruz” demekle askeri faşist diktatör-lüğü yıkamayız. İspanya’da Franko, Portekiz’de Salazar, onlarca yıl iktidarda kaldılar. Portekiz ve İspanya siyasi devrimlerinden sonra da durumlar ortadadır. Şili’de on yıldır Pinochet işbaşındadır ve daha kaç yıl kalacağı da belli değildir. Uzun süredir faşist diktatörlük altında yaşayan ülkelerin devrimci deneyimlerinden dersler çıkartmalıyız. Yoksa bizler de onlarca yıl havanda su döveriz. Dünya demokrat kamuoyu sorunumuzu kayıtsızlıkla karşılamamalıdır. Bunun için de somut başarılara ihtiyacımız vardır. Sorun, faşist diktatörlüğü yıkacak özün içinde olmak, o özü savaşa hazırlamaktır. O öz ki, hayatın can damarını elinde tutan, Türkiye-Kürdis-tan’ın çeşitli milliyetlerden sanayi proletaryası ve genel olarak proletarya, yoksul köylülük ve emekçi halktır. Devrim yapmak için ihtiyacımız olan bu güç, ne yazık ki bugün parça parçadır, dağınıktır ve büyük bir çoğunluğu umutsuzdur. Kürt ulusal hareketi kendi başının çaresini aramaktadır. Çünkü devrim ve demokrasi güçleri, kitlelere arkasından gitmeyi gerektire-cek kadar güven verememiştir. Sundukları örnekler ve program güven verici olmamıştır. Bu güveni neden veremedik? Bu soruya doğru ve cesur cevaplar bulmalıyız.Bugün ülkemiz faşizmin çizmeleri altındadır. Büyük bir çoğunlukla, aydın-lar, sanatçılar bu gerçeği henüz tam anlamıyla kavramış görünmüyorlar. İşçi önderleri, devrimci yurtsever demokrat örgüt mesupları, cezaevlerin-dedir. Ecevit gibi temkinli tutum takınanlar dahi içerdedirler. İşkencelere, insan avlarına, faşist baskılara karşı şu ya da bu biçimde karşı çıkan, rahat-sızlık belirten insanlar baskı altındadır. Cezaevleri, halkımızın yiğit evlatla-rının onurlu çığlıklarıyla inliyor. Bizler dışardan bağırıyoruz… Polis, jandarma takibinde olan bir avuç genç insan, Türkiye-Kürdistan’da hayat savaşı veriyor. İşçilerin, köylülerin saflarında küçük çapta da olsa kıpırtılar var… Ya halkımızın büyük bir çoğunluğu? Onlar, büyük baskılara karşın

Page 372: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

neden susuyorlar? İşte faşist bir anayasa dayatılıyor onlara ve burjuva basından izlediğimiz tartışmalar umut verici değil. Halk bir bakıma kade-rine terk edilmiş. Bazı aydınlar ve gruplar anayasanın şu ya da bu madde-sini tartışıyorlar. Bu tutum faşist anayasının yararına bir tutumdur. Çünkü sorun anayasının şu ya da bu maddeleri sorunu değil, bütünü ve özü soru-nudur. Askeri faşist diktatörlük, sivil faşist diktatörlüğün “yasal” kurumla-rını ve organlarını hazırlıyor. Ve ne yazık ki, halkımız bu anayasaya hayır diyemeyecektir. Eğer halkımız, kendisini yumrukları altında ezecek bir ana-yasaya evet diyecekse, diyorsa, bu bizim hatalarımız sonucudur. Çünkü biz-ler, emekçi halkımıza siyasi bilinç götürmeyi başarabilseydik, herhalde bugünkü durumumuz farklı olurdu. Bu soruya da doğru cevap bulmalıyız!Ancak durum gerçekten umutsuz mudur? hayır, değildir. çare tükenmiş değildir. İşte, askeri faşist diktatörlük üçüncü yılına girerken önümüze koyacağımız sorunların en önemlisi budur.Bugün sizlerle beraber olmak isterdim. Ancak özel konumum buna uygun değil. Yüreğim sizlerle birlikte çarpıyor. Devrime, halkıma ve proletaryanın geleceğine inanıyorum.Kahrolsun Askeri Faşist Diktatörlük!..

halkcephesi.net

Page 373: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

SİLAHLARLA KURULAN ANAYASA ANCAK SİLAHLARLA YIKILACAKTIRDeğerli arkadaşlarım, Değerli konuklar…Hepinize, ülkemin içinde bulunduğu acının tadıyla merhaba diyorum.Tattığımız yenilginin burukluğu, içine düştüğümüz hataların kırıklığı ve çarpışmalarda, idam sehpalarında, işkencelerde, açlık grevlerinde kaybetti-ğimiz arkadaşlarımızın yanıklığıyla merhaba diyorum.Acımız büyüktür. Bu nedenle sizlere seslenirken, sarsıcı da olsa, öncelikle gerçeklere değinmek istiyorum. Çünkü sadece “yıkacağız, ezeceğiz, geldik, geliyoruz” laflarıyla, yenilgimizi zafere dönüştüremeyiz. Yenilgileri zafere dönüştürmenin temel koşulu, kendi gerçeğimiz ve hatalarımız karşısında cesur bir tavır takınmaktır. İnanıyorum ki, Türkiye’de, çeşitli milliyetlerden emekçi halkın faşizm karşısında yenilgisi, faşizmin güçlü olmasından ileri gelmedi; tam tersine, bizim, siyasi, örgütsel, ideolojik güçsüzlüğümüzün ve kavrayışımızın sonucu gerçekleşti. Eğer biz, devrim ve demokrasi güçleri gerçekten güçlü olsaydık, işçileri, köylüleri ve milyonları, emekçi halkı seferber eder, faşizmin kalelerini bir bir yıkar ve onları iktidara getirmez-dik.Ülkemizde devrim ve demokrasi mücadelesi neden zafere ulaşmadı? Bu sorunun cevabını açık, cesur ve kararlı bir biçimde bulamazsak, geçmişe ağıt yakan zavallılardan öteye gidemeyiz. Zafer istiyorsak, gerek halkımızın önüne, gerekse dünya kamuoyunun önüne, hatalarımızın bilincinde olan savaşçılar olarak çıkmalıyız.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 374: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Türkiye bir cezaevi haline getirilmiştir. Bir kısmı cezaevlerinde mahkum-dur; bir kısmı, evlerinde, işyerlerinde gözaltındadır; bir kısmı da kendi kafalarında cezaevi duvarları örerek, kendilerini haspetmişlerdir. Türki-ye’de hâlâ işkencelerde adam öldürülüyor, hâlâ eski defterler karıştırılıp insanlar ayıklanıyor, cezaevlerine tıkılıyor… Bütün bu gelişmelere bakıp, hâlâ faşizmin karakterini anlamamakta direnen insanlar varsa, bu, ayrı bir hapishanenin duvarları demektir. Bu, siyasi körlüğün duvarlarıdır. Bu siyasi körlük, sadece bugün için değil, siyasi hatalarımızın her döneminde kendisini gösterdi. Bugün cezaevlerinde bulanan birçok önder, aynı siyasi körlükleri nedeniyle bugünün hazırlanmasında pay sahibidirler. Biz, onlara bakarken iki açıdan bakmalıyız. Birincisi, faşizmin zindanlarında yalnız bırakmamalı, onlara destek olmalıyız. İkincisi ise onların siyasi hatalarını, faşizmin zaferindeki paylarını iyi bilmeliyiz. Eğer bunu yapmazsak, gelecek yenilgilere şimdiden hazır olmalıyız demektir.Arkadaşlar,Eski düzen, demokrasi, parlamenter düzen, öte yanda, genel olarak Türki-ye’deki cezaevleri ele alınırken, bilerek ya da bilmeyerek yapılan bir hata vardır. Bazıları cezaevlerini ele alırken, cezaevindekileri ikiye ayırıyor ve terörist, anarşist, aşırı ve benzeri deyimler kullanıp, bu arkadaşlara sahip çıkmama, ve hatta, onlara yapılan zulmü hoş karşılama gibi bir hataya düşüyorlar. Doğru tavır, faşizmin zulmü altındaki herkese sahip çıkmaktır. Bugün DİSK’in önderleri, Barış Derneği’nin kurucuları, yazarlar, sanatçılar, faşizmin baskısı altındadırlar. Bunlar bütünün parçalarıdırlar, onlara ne kadar sahip çıkılıyorsa, mücadelenin gereğidir. Ve onlara yapılan insanlık dışı zulüm de sergilenmeli ve lanetlenmelidir. Terör, anarşi çığlıklarının mimarı ile aynı parelele düşmek istemiyorsak Türkiye’yi bir iç savaşa getir-mek isteyenlere en küçük bir taviz bile verilmemelidir! Bugün Evren’den yardım uman, onlardan şefaat dilenenler, özellikle devrimci ve gerçekten demokrasi için savaşmış insanları görmezlikten gelmektedirler. Ki onlar, bugün anayasanın bazı maddelerini tartışıyorlar. Anayasanın maddelerini tartışmak, anayasada kısmi eskiliklerin varlığı, kismi hataların ve baskıla-rın varlığı anlamına gelir. Faşistlerin yaptığı anayasa tartışılmaz, o ancak kitlelere ve dünya kamuoyuna anlatılır. O anayasa, ancak halkın mücadele-siyle yırtılır. Silahlarla kurtulan anayasa ancak silahlarla yıkılacaktır.Dünya kamuoyunu yanıltmada, kendilerine devrimci demokrat diyen birçok insanın da, hatalarına değinmek gerekir. Türkeş’in, Demirel’in bir devamı olan Evren, dünya kamuoyuna “hem sağa hem de sola karşı” olarak tanı-

Page 375: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

tıldı. Bu, ustaca planlanmış bir senaryoydu ve dünya kamuoyu bu tuzağa düştü.Bu tuzakta kimlerin payı vardır?Faşist cuntanın temel destekçisi, ABD ve Alman emperyalizmidir. Ancak bazı ülkeler vardır ki, sözde faşizme karşı mücadeleden söz ederken, aynı zamanda generaller çetesini, en büyük halk nişanlarıyla ödüllendiriyorlar. Biz, bütün dünya kamuoyu önünde, faşist cuntayı lanetlerken, onlar faşist cuntanın şeflerine kucak açıyorlar. Bu iki yüzlülük değil midir?Arkadaşlarım,Faşizmi ancak kendi öz güçlerimize dayanarak yenebiliriz. Umut dışarda değil, içerdedir. Türkiye’nin çeşitli milliyetten işçileri, köylüleri ve emekçi halkı, dışardan verilen mücadeleyle kurtulamaz. Ülkemizdeki devrim ve demokrasi güçlerini örgütleyemezsek, sonumuz dokuzuncu yılını bitiren Şili gibi, Franko’nun İspanya’sı, Salazar’ın Portekiz’i gibi olacaktır… Ülkemizde, devrime ve demokrasiye inanmış milyonlar doğru bir önderlik bekliyor.Yüreğimizin ateşini içeriye taşıyalım…Cezaevlerini boşaltmanın, duvarları yıkmanın temel koşulu budur.DİSK tarafından 1982 Ekim sonunda Paris’te düzenlenen gecede yapılan konuşma.

halkcephesi.net

Page 376: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

YENİ YILA GİRERKEN YENİ TİPTE PARTİHalkıma;Türkiye-Kürdistan’ın çeşitli milliyetlerinden işçilerine, köylülerine; Emekçilere, aydınlara ve öğrencilere;Genç subaylara, askerlere;Yakınlarıma, arkadaşlarıma ve yoldaşlarıma!..1983’e girerken, ülkemden ayrılışımın onbeşinci ayı dolacak. Her yıl sonu, herkes için olması gerektiği gibi benim için de ciddi bir hesaplaşmadır. Hem kendi kendime hesaplaşma, hem de halkıma hesap verme. Çünkü ken-dimi, tarihe ve halkıma karşı sorumlu sayıyorum.Bugüne kadar, faşist gerici kesimlerin ağızdan ağıza sinsice yaygınlaştırdık-ları dedikodu ve karalamaların yanı sıra, Tercüman’dan Hürriyet’e bir yığın gerici gazete; Tahsin Öztin’den Ergün Göze’ye her türden gerici ve halk düşmanı kiralık yazar, elbirliği ile beni karalamaya, halkımın faşizmin pen-çesinden kurtulması uğruna yaptığım devrimci çalışmalarımın içeriğini çar-pıtmaya özel bir önem gösterdiler. İdeolojik ve siyasi olarak bana cevap verecek yetenekleri olmadığı için, küfür edebiyatını seçtiler. Amaçları beni halkımın gözünde küçük düşürmek, bana duyulan güveni zedelemekti. Öte yandan beni kışkırtarak, yapmamı, yaptırmamı bekledikleri şeyler de vardı ki, bu konuda da cevapsız kalmaları, onları daha da azgınlaştırdı.Gerici çevreler, beni genel olarak Türkiye aleyhinde bir insan olarak göster-mek istiyorlar. Ben, Türkiye aleyhinde değil, Türkiye’yi bir cezaevi haline geltirenlere, halkı baskı ve zulüm altında tutanlara, halkı açlığa ve yokluğa

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 377: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

mahkum edenlere karşı çarpışıyorum. Ben, Türkiye’yi, Amerikan emperya-lizminin jandarma karakolu yapanlara karşı; işçilerin, köyülerin ve geniş emekçi kitlelerin ekonomik, demokratik, haklarını gaspeden zalimlere karşı çarpışıyorum. Herkes biliyor ki, ben, yurt dışında söylediklerimin aynısını Türkiye’de iken de söyledim. Hem de en zor koşullar altında iken. Yargılan-mak üzere çıkarıldığım mahkeme kürsülerinde, emperyalizme, faşizme soy-gun ve sömürüye, Kürt ulusu üzerindeki ulusal baskıya karşı olduğumu bağıra bağıra haykırdım. Askeri ve sivil mahkemelerin ardı ardına verdik-leri ve bundan sonra da verecekleri cezalar bunun kanıtı değil mi? Beni, “vatan haini”, “kiralık” gibi sıfatlarla halkımın gözünde zedelemeye çalışanlara layık oldukları dersi halkımın vereceğine inanıyorum. Halkım beni de, onları da iyi tanıyor. Bu konuda alnım açık, başım diktir. Bugüne kadar hakkımda sürdürülen gerici propagandalar karşısında kendimi savunma ihtiyacını bile duymuyorum. Gazetelerinden kiralık yazarlarına kadar, yakınlarıma ve arkadaşlarıma işkence eden polislerden muhbirlere kadar, faşist zulmün yürütücüsü veya suç ortağı herkes, günü ve zamanı geldiğinde yaptıklarının hesabını ödeyecektir. Rüzgar eken fırtına biçer. Unutulmasın. Benim sorunum, kişisel bir sorun, kişisel bir kavga değil, sınıf kavgasıdır. Bu nedenle, bana ve yakınlarıma yönelen saldırı ve baskı-ları halkıma ve onun yiğit evlatlarına yapılmış baskıların bir parçası olarak görüyorum ve mücadeleyi bu açıdan değerlendiriyorum. Bu nedenle de kar-şıma siyasi iktidarı elinde bulunduran sınıf güçlerini ve onların en baştaki yöneticilerini ve sorumlularını alıyorum. Benim muhatabım onlardır. Benim hesaplaşmam onlarla olacaktır.Devrim ve demokrasi mücadelesinin temel sorunu, siyasi iktidar sorunu-dur. Emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı verdiğimiz mücadelenin zaferi, siyasi iktidarın ele geçirilmesine bağlıdır. Halkımızın toplumsal ve siyasal kurtuluşunun anahtarı budur.İçinde bulunduğumuz objektif koşullarda tarihin bize yüklediği görev, faşist diktatörlüğün yıkılması ve yerine proletarya önderliğinde demokratik bir düzenin kurulmasıdır ve biz bu göreve sahip çıkıyoruz. Bu göreve sahip çık-mamak ve gereklerini yerine getirmemek, halka ihanet anlamına gelir.İşte faşistlerin, gericilerin, her türden halk düşmanlarının bize karşı azgınca saldırmalarının, esas nedeni de, bizim bu göreve tüm gücümüzle sarılmış olmamızdır.

Page 378: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

7 Kasım Anayasa Referandumu, bir gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya çıkartmıştır. Artık bir Demirel, bir Ecevit ve buna bağlı olarak bir AP ve CHP tarihi ve siyasi olarak varlık nedenlerini yitirmişlerdir. Yine, bugüne kadar devrim ve demokrasi cephesinde savaşan gruplar ve örgütler de, son on yılı ve özellikle de son iki yılı nasıl değerlendirdiklerini, halkla ilişkileri-nin niteliğini en açık biçimiyle görmüş olmalıdır. Kendilerini “önder” görenlerin, şapkalarını önlerine koyup düşünmelerinin zamanıdır. Kendi gerçekleriyle hesaplaşmak ve doğruları kabul etmek, devrim ve demokrasi adına yapacakları en olumlu davranış olacaktır. Oyalanmak, olguları başka türlü göstermeye çalışmak, ancak devrime zarar verir.Yaşadığımız gerçekler ve objektif koşullar açıkça göstermektedir ki, devrim ve demokrasi mücadelesi yeni bir dönüm noktasındadır. Türkiye-Kürdistan devrimi, özgül koşulları nedeniyle, yeni tipte bir devrim aşamasını, yeni tipte bir parti örgütlenmesini, yeni tipte bir cepheyi, yeni tipte bir devrimci çalışmayı ve militan özelliklerini gündemimize getirmiştir. Kendilerini “parti” olarak sunanların durumu ortadadır.Yakın tarihi geçmişin önümüze koyduğu örnekler İspanya, Portekiz ve Yunanistan örnekleridir. Yani, açık sınıf mücadelesinin verilemediği, başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi halk kitleleri ile köklü bağların kurulama-dığı, uzun bir faşist dönemin ardından gelen zorunlu burjuva demokrasisi. Saydığım ülkelerde siyasi devrime devrimci proletarya önderlik edemedi. Çünkü devrimci bir proletaryaya ve geniş kitleleri kucaklayan devrimci bir partiye sahip değillerdi. Diyoruz ki, böylesi bir siyasi devrime, adı burjuva demokrasisi olduğu için, burjuvazinin şu ya da bu kanadı değil, bizzat dev-rimci proletarya ve onun devrimci partisi önderlik etmelidir. Belirtmeliyiz ki, bugün için Türkiye-Kürdistan’da, etkin bir burjuva muhalefet yoktur. Ancak devrimci mücadelenin gelişmesi ve faşizmin kendi iç çelişmelerinin yoğunlaşması ile çöküşe doğru gitmesi halinde, devrimci mücadelenin zorunlu demokratlar haline getireceği kanatlar ortaya çıkacaktır. Bu neden-ledir ki, hem devrimi ilerletmek ve hem de önümüzdeki aşamayı doğru değerlendirmek göreviyle yükümlü olan proletaryanın, böylesi bir devrime önderlik etmesi vazgeçilmez tarihi bir görevdir. Demokrasi ve sosyalizm mücadelesi, bugünkü dünya koşullarında, her zamankinden daha çok iç içe geçmiştir. Başta proletarya olmak üzere, emekçi kitlelerin açık sınıf müca-delesi verebilmesi, kitlelerin siyasi anlamda daha da eğitilebilmesi, işçi sınıfının birliğinin sağlanabilmesi için böylesi bir devrimin ve onun getire-ceği siyasi özgürlüklerin büyük bir önemi vardır. Kitlelerin, anti faşist

Page 379: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

siyasi bir devrim için eğitilmiş olmaları ve böyle bir devrimi başarmış olmaları, asıl hedefe doğru emin adımlarla ilerlemeleri için yeterli değildir.Eğer proletarya önderliğinde değil de burjuvazinin şu ya da bu kanadının önderliğinde bir siyasi devrim söz konusu olursa, proletarya ve emekçi halk kitleleri, çok geçmeden burjuvazinin gerici namlularıyla karşılaşacaklardır. Burjuva demokratik devrimin sınırları içinde boğulmayacak ve devrimi objektif gerçekliğe uygun olarak bir üst aşamasına yükseltecek olan tek sınıf proletaryadır. Bağımsız, demokratik Türkiye-Kürdistan’ı yaratabile-cek, başta ABD ve Sovyet sosyal emperyalizmi olmak üzere, dünyanın bütün emperyalist ve gerici güçlerine karşı uzlaşmaz ve kararlı bir savaş sürdüre-cek olan tek sınıf proletaryadır. Ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesine saygı gösterecek ve onu hayata geçirecek tek sınıf yine proletaryadır.Ancak böylesi bir devrime önderlik edebilecek bir parti ve örgütlenme henüz yoktur. Sorunumuz, başta proletarya olmak üzere, emekçi kitleleri eğitecek, örgütleyecek, son yıllarda devrimcilere duyulan güvensizliği, umutsuzluğu, umut ve güvene dönüştürebilecek böylesi bir partiyi yaratma sorunudur.Böyle bir parti, devrimin gizli ve açık düşmanlarına karşı kararlı bir müca-dele içinde doğacak ve büyüyecektir.Böyle bir parti, kendisini devrimci ilan eden, fakat devrime zarar veren bir yığın akıma karşı, ideolojik savaş içinde oluşacaktır.Böyle bir parti, Türkiye-Kürdistan devrimci hareketlerine bugüne kadar egemen olan ideolojik hastalıkları yenerek, yanlış kavrayışları yıkarak, doğru bir ideolojik ve siyasi çizgi izleyerek güçlenecektir. Böyle bir parti, pratik çalışmalarıyla ve söylemleriyle, halkın devrimcilere duyduğu güven-sizliği ve kuşkuları yenerek öncü niteliğini pekiştirecektir.Böyle bir parti, düzen partisi değil, savaş partisi olmalıdır. Siyasi eğitiminin odak noktasına, silahlı devrim fikrini yerleştirmelidir. Çünkü önümüzdeki devrim, burjuva demokratik karakterde siyasi bir devrim de olsa, zorun ebeliğine muhtaçtır. Bu zor, proletarya ve onun devrimci partisinin önderli-ğinde, her alanda örgütlenmiş halkın, askeri, ekonomik ve örgütsel zoru olmalıdır. İkna ve zor yöntemleri uyum içinde kullanılmalıdır. Siyasi iktida-rın ele geçirilmesi için grev, genel grev gibi ekonomik alandaki zor biçim-leri, silahlı ayaklanma ile birleştirilmeli ve uzun sürecek bir iç savaşa hazırlıklı olunmalıdır. Savaşı göze almadan zafer mümkün değildir. Zaferi

Page 380: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

tayin edecek savaşın başarısı ise hayatın her alanında sürdüreceğimiz uzun vadeli ve çok yönlü hazırlık çalışmalarına bağlıdır. Mücadele biçimlerinin her türü, objektif ve subjektif koşullara uyumlu olarak ustaca kullanılmalı ve tek başına hiçbir mücadele biçiminin içinde boğulunmamalıdır. Son çözümlemede siyasi, ekonomik, demokratik, ideolojik, kültürel, sanatsal bütün mücadele biçimleri, silahlı mücadele biçimine tabi olmalı ve onun güçlenmesine hizmet etmelidir.Faşist diktatörlük uzun bir süre ayakta kalamayacaktır. Halkı daha uzun bir süre baskısı altında tutmaya gücü yetmeyecektir. Uygun zamanlarda ona indireceğimiz darbeler, faşist diktatörlüğün yıkılışını hızlandıracaktır.İşte önümüze koyduğumuz yakın hedef budur: Faşizmi yıkmak ve yerine proletarya önderliğinde demokratik bir düzen kurmak.Yeni yılda, gücümüz yettiği oranda, geçmiş deneylerden çıkardığımız ders-lerin de yardımıyla, kitleleri demokrasi bayrağı altında toplamaya ve faşizme karşı mücadelede yeni mevziler kazanmaya çalışacağız.Yeni yıla girerken, gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki bütün işçilere, emekçilere ve arkadaşlarıma sesleniyorum: Demokrasi bayrağı altında top-lanalım ve mücadele edelim.Zafer bizim olacaktır!Kahrolsun askeri faşist diktatörlük!Yaşasın sosyalizm ve demokrasi mücadelesi!31 Aralık 1984’de yeni yıl dolayısıyla Yılmaz Güney imzasıyla yayınlanan bildiri.

halkcephesi.net

Page 381: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

KÜRT SORUNU BİR BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK SORUNUDURSevgili arkadaşlarım,Yol arkadaşlarım,ve değerli konuklar…Kürt Şenliği’ne Hoşgeldiniz…Yeni kurulan Paris Kürt Eenstitüsü’nün düzenlediği bu gün, Kürt Kültür Şenliği, Kürt halkının mücadele tarihinde ve geleceği açısından çok büyük önemi olan bir gündür. İyi bilinmelidir ki, bu gün, şu ya da bu grubun günü ve şenliği değildir. Bu gün, şu ya da bu siyasetin de günü ve şenliği değildir. Bu gün, bir bütün olarak, siyasi görüş farklılıkları ne olursa olsun, ezilen Kürt ulusunun, bağımsızlık ve özgürlük özlemini dile getiren önemli bir günüdür. Aynı biçimde, Paris Kürt Enstitüsü de, bir bütün olarak ezilen Kürt ulusunun enstitüsüdür. Ve onun birliğini amaçlamaktadır.Arkadaşlar,Bugüne bir çırpıda gelinmediğini herkes biliyor. Bugüne, çok uzun yıllardan beri sürdürülen, siyasal, sosyal, kültürel, sanatsal, bilimsel çabalar ve çalış-malar sonucu varılmıştır. Bu noktaya varışta, yüreğinde bağımsızlık ve özgürlük kıvılcımı taşıyan her Kürdün emeği, alınteri ve kanı katılmıştır. Bu noktaya varışta, dünyanın çeşitli ülkelerinden devrimci demokrat aydın-ların, ilerici aydınların katkısı vardır. Onlara en içten duygularımızı ve say-gılarımızı sunuyoruz. Sağolsunlar…Tarih devrimcidir; devrimci gelişmeye yararlı her katkıyı devrimin hazine-sine katar. Tarihin devrimci hazinesine katılan katkı, hiç kimsenin malı

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 382: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

değildir artık. O devrimin malıdır. Sahip çıkacağımız tek şey budur.Arkadaşlar,Bildiğiniz gibi, Paris Kürt Enstitüsü bir kültür kurumudur. Bu nedenle ona bir siyasi partiye yaklaşır gibi yaklaşılamayacağını söylemek gereksizdir. İzin verirseniz burada, devrimci sanat ve kültürün, devrimci siyasetle ilişki-leri üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bu konularda yapacağım açıklama-lar, enstitünün görevlerinin önemine de ışık tutacaktır.Arkadaşlar,Acıdır ama gerçektir ki, bugüne kadar devrimci kültür ve sanatın, devrimci mücadele açısından hayati derecedeki önemi ve yeri henüz karvanmış değildir. Birçok siyasi hareketin, sanat ve kültürle uğraşan arkadaşlara kucak açması ya da sanatsal çalışmalara olanak tanıması, bu kanıyı değiş-tirmez. Grup adına sanat ile devrim adına sanat ayrı iki şeydir çünkü. Sanat ve kültür çalışmaları, “devrimci kısırlığın” yolunu açmada, birlik ruhunu geliştirmede, devrimin önündeki gizli ve açık engellerin berraklaşmasında büyük öneme sahiptir. Ve bu mutlaka kavranmalıdır. Düşmanı sadece ateşli silahlarla yenemeyiz. Onların silahları, örgütlü gücü, uluslararası ilişkileri bizden çok fazladır. Kültürel ve sanatsal çalışmalar, doğru bir siyaset ve ideoloji temelinde yürütülürse, egemen gericiliğin bugüne kadar yarattığı sosyal-siyasal-kültürel yıkıntılar arasında kendimize ilerleyecek yol bulabi-liriz. Emperyalizmi, işbirlikçilerini, sömürgeciliği ve her türden gericiliği yenmenin yolu, onlarla hayatın her alanında savaşmayı emrediyor. Emper-yalist kültürün içeriği kavratılmadan, burjuva kültürünün içeriği kavratıl-madan, feodal kültürün içeriği kavratılmadan ve karşısına ilerici, devrimci demokratik kültürün somut örnekleri konmadan, halkı nasıl kazanabiliriz? Hiçbir kültür, ona küfür ederek, onu karalayarak yıkılmaz. Her kültür, ona dayanak olan sınıfların sosyal ve siyasal egemenliğine, onların maddi daya-naklarına son verilerek ve ancak uzun vadede yıkılabilir. Bir sınıfın siyasal egemenliğinin yıkılması, onun kültürel ve sosyal alışkanlıklarının da anında yıkılması demek değildir. Bu nedenledir ki, siyasi iktidara yürürken, gele-ceği inşa edecek anlayışı derin temelleriyle kavga içinde oluşturmak zorun-dayız. Devrimciler, demokratlar ve yurtseverler olarak, çok geniş bir kültür hazinesine sahip olmalıyız. Dünya kültürünün ilerici, demokrat, devrimci yönlerine sahip çıkmamız ve bunu yeni kültür dünyamıza kılavuz etmemiz gerekir. Sorunumuz yalnız başına ulusal kültür sorunu değildir. İçinde yaşadığımız çağda, ulusal kültür sloganı, doğru bir slogan değildir. Kürt halkı da, önüne, görev olarak ulusal kültür sorununu koyamaz. Kürt halkı,

Page 383: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

kendi kültürünün ilerici ve demokratik karakterine sahip çıkarken, Kürt feodallerinin ve gericilerinin gerici feodal kültürüne de karşı çıkmak zorun-dadır. Ancak, enstitünün görevi bununla sınırlı olamaz. O, Kürt tarihini, kültürünü, sanatını, bütün yönleriyle tarihi gelişimi içinde, zıtlarıyla bir-likte incelemek ve belgelemek görevleriyle yükümlüdür. Yüzlerce yıllık bas-kılarla çarpışan, toprağı, kültürü, sosyal yaşamı parçalanmış bir halka yapılacak en büyük hizmetlerden biri budur. Bağımsız, Demokratik, Birleşik Kürdistan hedefinin buna ihtiyacı vardır.Arkadaşlar, Kürt sorunu, bildiğiniz gibi, bir kültürel baskı sorunu değildir. Kürt sorunu, bir Kürt-Türk, Kürt-Arap, Kürt-Acem sorunu da değildir. Kürt sorunu, bir bütün olarak, bağımsızlık ve özgürlük sorunudur. Kürdistan, sosyal-siyasal-coğrafi konumu açısından, taşıdığı devrimci potanisyel açısından, Ortado-ğu’nun bel kemiğidir. Bu anlamda da sorun, dar ulusal biçimiyle değil, Türkiye-İran-Suriye-Irak halklarının ortak kurtuluşu açısından ele alınıp değerlendirilmelidir. Soruna böyle yaklaşım kültürel ve sanatsal çalışmala-rın, özel olarak Ortadoğu halkları açısından ne büyük bir öneme sahip oldu-ğunu ortaya koyar. Bu nedenle yeni bir Kürt kültürü ve sanatı, bir yanıyla bağımsızlık, özgürlük kavgasının kültürü ve sanatı olurken, bir yanıyla da halkların dostluk ve kardeşliğinin kültürü olmalıdır.Hiçbir şey, bağımsızlık ve özgürlük kadar değerli değildir.Yaşasın, Türkiye-Kürdistan-İran-Irak-Suriye halklarının kardeşliği.Yaşasın, Birleşik Bağımsız Demokratik Kürdistan.Yaşasın Paris Kürt Enstitüsü!Paris Kürt Enstitüsü tarafından 27 Şubat 1983’de düzenlenen “Kürt Kültür Şenliği”nde yapılan konuşma.

halkcephesi.net

Page 384: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

TÜRKİYE’DE YAŞANAN FACİAYA KULAK VERİLMELİDİRDemokrat dünya kamuoyuna,İlerici, devrimci, demokrat parti, kuruluş ve yayın organları na,İlerici ve namuslu devlet adamlarına, aydınlara, yazar ve sanatçılara!..İnsanlığın yüz karası gerici ve faşist rejimler, Afganistan’dan Salvador’a kadar, dünyanın birçok ülkesinde insan haklarını ve insanları kana buluyor. Ülkem Türkiye, bu acıları en yoğun ve kanlı biçimiyle yaşayan ülkelerden biridir. Akıl almaz işkenceler, zulüm, idamlar, günlük hayatımızın bir par-çası haline geldi. Devlet ve polis korkusu saralı bir rüzgar gibi esiyor. Faşist cunta sadece bir zulüm ve cinayet makinesi olarak değil, aynı zamanda demogoji ve yalan fabrikası olarak da işliyor. Ve acıdır ki, gerek halkımızı gerekse de dünya kamuoyunu aldatmakta başarılı oluyor. Dünya kamuoyu iyi bilmelidir ki, bugün Türkiye’de egemen olan kanlı devlet terörü sadece Türkiye’lilerin sorunu değil, bütün insanlığın sorunudur. 1980 Eylül faşist darbesinden bu yana kırkbir kişi idam edildi. Yüzlerce insan işkencelerde, yüzlercesi cezaevlerinde, yüzlercesi sokaklarda, evlerinde öldürüldüler. Faşizmin namluları ve mahkemeleri ölüm yağdırıyor. Yüzbinin üzerinde insan, kadını, erkeği, yaşlısı ve genciyle sendikacısı, avukatı, yazarı ve bilim adamlarıyla Türkiye cezaevlerinde çile dolduruyor. Yirmibeş genç cezaevlerinde açlık grevi sonunda öldü. Faşist cunta bu ölümler için “doğal ölümler” deyimini kullanıyor. Cezaevi ve savunma koşulları öylesine kötü ki, anlatılsa da inanılmaz gelir. Baskı ve zulüm sadece cezaevlerinde değil, dışarda da sürüyor. En küçük demokratik ve insani kıpırtı kanla bastırılı-yor. Kürt halkı üzerindeki ulusal baskının yanı sıra toplu imha planları

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 385: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

adım adım gerçekleştiriliyor. Diyarbakır ve Kamışlı katliamları bunun sadece küçük iki örneğidir. Dünya kamuoyu çağlığımıza kulak vermelidir. Önümüzdeki günlerde faşist cunta, toplu idamları gündemine alacaktır. Türkiye’de insanlık suçu işlendiği, bunun iyice araştırılması önerisi oylanır-ken, Amerika ve Çin gibi ülkeler, açıkça faşist cuntanın yanında yer aldılar. Rusya, Doğu Almanya, Bulgaristan gibi sosyalist olduğunu söyleyen ülkeler de, çekimser oy kullandılar. Halkımız, faşist genarallerin yakasına madalya takanları affetmeyecektir. Her kim ki faşist cuntayı destekliyor, her kim ki faşist cuntanın eylemlerine çekimser ve kayıtsız kalıyor, bizim için onlar da faşizmin suç ortaklarıdırlar. Herkes bilmeli ki, halkın kanını dökenler, günün birinde döktükleri kanda boğulacaklar ve buna seyirci kalanlar da layık oldukları cevapları halkımızdan alacaktır. Tekrar ediyorum, Türki-ye’de yaşanan faciaya kulak veriniz!..Kan ve gözyaşı ile sulanan topraklar, yarın kin ve nefreti, isyan duygularını nasıl ürünlendirecektir? Bu kadar acıdan, bu kadar zulümden sonra barış umulabilir mi? Lütfen bize yardım ediniz! Türkiye’deki faşist cuntayı ve eylemlerini bir imzayla bile olsa protesto etmek insanlık ve demokrasi gereğidir. Eğer sesimizi zamanında yükseltmezsek, yarın çok geç olacak-tır!..Kahrolsun Askeri Faşist Cunta!.. Kahrolsun zulüm!.. İdamlar ve işkenceler son bulmalıdır! Faşist cinayet makinesi durdurulmalıdır!1983 Nisan başında Yılmaz Güney imzası ile yayınlanan ve her ulustan dev-rimcinin, demokratın imzasına sunulan bildiri.

halkcephesi.net

Page 386: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

AÇLIK GREVLERİNDE YÜKSELEN ÇIĞLIĞA KULAK VERİN!Öncelikle, açlık grevi vesilesi ile halkımızın içinde bulunduğu duruma gös-terdiğiniz yakın ilgiye, kendi adıma, arkadaşlarım ve halkımız adına, demokrasi kavgamız adına teşekkür etmek istiyorum. Bilmenizi isterim ki, şu günler her zamankinden daha çok demokrat kamuoyunun ilgisine ve duyarlılığına ihtiyacımız vardır. Mücadelemiz ile ilgili tek satır, tek söz bile, paha biçilmez değerlere sahiptir. Çünkü önümüzdeki günler, Evren’in faşist cuntasına karşı halk muhalefetinin ve demokrasi mücadelesinin yükseleceği günler olacaktır. Evren, bugüne kadar halkı ve dünya kamuoyunu aldatmayı başardı. “Demokrasi” sözü vermişti, askerlerin kışlalarına çekileceğini söy-lemişti, halkın can güvenliğini garanti altına alacağını söylemişti. Hiçbir sözünü tutmadı. Çünkü başından beri yalan söylüyordu. O, kendisinin yeni kurdurttuğu bir partiye, Milliyetçi Demokrasi Partisi’ne siyasi iktidarın yolunu açmak için çeşitli bahanelerle, muhaliflerin seçime katılmalarını engellemeye çalışıyor. Yeni kurulan, fakat köklü kitle bağları olan partileri kapatıyor. Korktuğu bazı siyaset adamlarının parti kuruculuklarını veto ederek parti kuruluşlarını engelliyor. Eski parti önder ve yöneticilerinin çoğu sürgünde, gözaltında bulunmaktadır. Devrimci demokratlar ise aydın-ından sendikacısına, işçisinden öğrencisine kadar zaten cezaevlerinde ölüme terkedilmiş durumdadırlar. Basın sansür altındadır. Muhalefet eği-limi gösteren gazeteler kapatılmaktadır. Günden güne gelişen sosyal, siya-sal, ekonomik rahatsızlıklar, sadece emekçi kitleleri değil, burjuvazinin büyük bir kesimini de kucaklamaktadır. Halkın muhalefeti geniş kitlelere yayıldıkca, Evren cuntasının baskı ve tertipleri de yoğunlaşmaktadır. Bütün zalimler gibi, Evren de halktan, halkın tepkisinden korkmaktadır. Güven-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 387: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

diği tek şey, silahlar ve dağıttığı mevkiler oranında gerici bürokrasidir. 6 Kasım genel seçimlerinde halk, silahların gölgesinde sandık başına gidecek-tir. Büyük bir ihtimalle de sandıktan Evren’in faşist partisi iktidar olarak çıkacaktır. Daha şimdiden iktidar hazırlıkları başlamıştır. Dünya kamuoyu bu acıklı komediyi lanetlemeli ve Avrupalı demokratlar bu oyunun sessiz seyircileri olmamalıdırlar. Evren’in seçim oyununa hoşgörüyle bakmak, seçimlerden sonra demokratik bir gelişme beklemek, insan haklarının, insan onurunun çiğnenmesine, binlerce insanın idamına, Kürt ulusu üzerin-deki jenosid uygulamalarına seyirci kalmak olacaktır. Gerek Türkiye’de, gerekse Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, açlık grevleri aracılığı ile duyurul-mak istenen çığlığa kulak vermeliyiz. Ölümleri pahasına, halkının kurtuluşu davasına kendilerini ortaya atanlar yalnız bırakılmamalıdır. İyi biliyoruz ki, bir ülkede demokrasi, o ülke halkının kararlı bir mücadelesi ile korunur ve geliştirilir. Biz de bunu yapıyoruz. Kendi halkımıza güveniyoruz. Ancak demokrat kamuoyunun desteğine son derecede acil ihtiyacımız vardır.Çok yakın bir gelecekte, Evren cuntası toplu idamları gündemine alacaktır.Çok yakın bir gelecekte, Evren cuntası Kürtler üzerindeki zulmünü daha da yoğunlaştıracak ve Türkiye sınırları dışında, İran olayında olduğu gibi, yeni eylemlere girişecektir.Evren cuntası, içteki burjuva muhalefeti bastırmak için sözde milli birliği yeniden kurmak için komşu ülkelerle savaş oyunlarına girecektir.Evren cuntasının kanlı yüzü, faşist karakteri, bütün dünya kamuoyu önünde teşhir edilmelidir.Evren cuntası, Avrupa insan hakları mahkemesi önüne çıkartılmalı ve bu güne kadar işlediği insanlık suçları bir bir açıklığa kavuşturulmalıdır.Kahrolsun Evren cuntası…Paris’te, Türkiye cezaevlerindeki politik tutuklularla dayanışma amacıyla 15 gün sürdürülen açlık grevi sonunda, 17 Ağustos 1983’de yapılan basın top-lantısındaki konuşma.

halkcephesi.net

Page 388: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“FAŞİZME KARŞI BİRLİK” SORUNU ÜZERİNE NOTLAR1. Faşizme karşı birlik sorunu, öncelikle faşizmin tahlili, faşizmin ulusal ve uluslararası dayanakları konusunda ve yerine getirilecek demokrasi ve iler-leme konularında anlayış birliğini ve yakınlığını gerektirir. Bugün Evren cuntasında kendini gösteren faşist diktatörlük, ordusu, bürokrasisi, polisi, adliyesi, üniversite kurumları, anayasası vb. bütün kurumlarıyla birlikte ele alınmalıdır. Evren cuntası yıkılabilir; ancak Evren’in kurumlaştırdığı organ ve kurumlar yaşadıkça, kim gelirse gelsin, o sınırlar içinde kalacaktır. Sorun, bütün faşist kurumların yıkılması ve yerlerine demokratik kurumla-rın geçirilmesidir.Biz, proletarya önderliğindeki sosyal bir kurtuluşu savunan devrimciler ola-rak, elbette ki proleter demokrasisinden yanayız. Ancak proleter demokra-sinin kurulmasını, özellikle Türkiye-Kürdistan’da yakın bir gelecekte proleter demokrasinin kurulmasını, koşulları gereği pek mümkün görmüyo-ruz. Yakın bir gelecekte bize en olası gelen, burjuva demokrasinin bir çeşidi olacaktır. Bugün, burjuva demokrasisini, dünyanın her tarafında, burjuvazi savunmuyor, proletarya ve emekçi halk kitleleri burjuvaziye karşı savunu-yor. Türkiye-Kürdistan’da da, burjuvazinin Evren’e karşı çıkan kesimi, kla-sik anlamıyla, yani toplumu oluşturan sınıf ve tabakalara siyasi özgürlükler tanımayı düşünmüyorlar. Burjuva demokrasisini burjuva gericiliğinin çeşitli biçimlerine karşı savunmak görevi de bugün proletaryaya ve emekçi kitlelere düşmüştür. Ezilen halkların ve özellikle Kürt ulusunun çıkarları da bu aşamalarla yakinen ilgilidir.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 389: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bize, halk demokrasisi ve proleter demokrasisi yerine burjuva demokrasi-sini savunduğumuz suçlaması getirilebilir. Bir şeyi istemekle o şeyi gerçek-leştirmek iki ayrı şeydir. Halk demokrasisi ve proleter demokrasisi, nesnel koşuların yanı sıra kitlelerin öznel durumlarına, proleter öncüsünün gücüne ve uluslararası durumlara bağlıdır. Lenin’in Çarlık otokrasisine karşı mücadelesi ve siyasi özgürlükler için söylediği sözlerin, bizim için de geçerli olduğunu düşünüyoruz.2. Faşizme karşı mücadele geçici yol arkadaşlarını bir araya getirebilir. İle-ride yeniden karşı karşıya gelecek olmak, böylesi bir birlik için engel değil-dir. Ancak birliğin siyasi-ideolojik içeriği ve örgütsel biçimi ve işleyişi iyi belirlenmelidir. Mücadele hedef ve biçimleri iyi belirlenmelidir.Bunun için, faşizme karşı mücadele platformu ve bunun bir sonucu olarak faşizme karşı bir mücadele programı özel bir öneme sahiptir. Böylesi bir program, Türkiye-Kürdistan halkının büyük bir çoğunluğunun özlem ve belirtilerine cevap vermelidir.Faşizme karşı mücadele, bizim için sosyal devrim mücadelesinin özel bir biçimidir. Ancak faşist diktatörlükler yalnız ve yalnız sosyal devrimler, halk devrimleri aracılığıyla yıkılır demiyoruz. Başarıya ulaşmayan halk ayaklan-maları bile faşist diktatörlüklere darbe vurmuş, onları yıkmıştır. Halk demokrasisi kurulmamış fakat devrimcileşen halk kesimlerinin zoruyla burjuvazi, burjuva demokrasilerine sarılmıştır. Salvador’a bakın, Şili’ye bakın. Eski örnekler, Yunanistan, İspanya ve Portekiz ortadadır.Belirtmeliyiz ki, faşizme karşı olmakla Evren’e karşı olmak aynı değildir. Demirel Evren’e karşıdır. Demokrasiden yana, faşizme karşı bir tavrı yok-tur, olamaz da. Sosyal demokrat denilenler için de aynı şeyleri düşünüyo-ruz. Faşizme karşı mücadele bir sosyal devrim sorunu olmakla birlikte, muhtemel bir siyasi devrim reddedilemez. Siyasi bir devrim, üretim güçle-riyle üretim ilişkileri arasındaki çelişmeyi, burjuvazi-proletarya çelişme-sini, ezilen Kürt ulusunun ve sömürge sorunlarını çözemez. Ama bütün bunlara karşın büyük yararlar sağlayabilir. Açık sınıf mücadelesi içinde, proletarya ve emekçi kitlelerin siyasi eğitiminin sağlanması ve sosyalizmin subjektif koşullarının yaratılması sağlanabilir. Mücadele yeni bir aşamaya girecektir. Burjuva-proletarya çelişmesi, ezen-ezilen ulus çelişmeleri derin-leşecektir. Burada sorun, burjuva demokrasisinin sınırları içinde mücade-leye razı olup olmama sorunu, barışçı geçiş ile zora dayanan geçiş

Page 390: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

arasındaki tercih sorunudur. Devrimci gelişme, burjuvazinin zorunu yeni-den gündeme getirebilir.3. Faşist diktatörlüğe karşı olan, aynı zamanda aralarında görüş farklılık-ları olan güçler, birlik doğrultusunda hareket edebilirler. Ancak birliğin biçimi ve işleyişi ile ilgili açık görüşlere ihtiyaç vardır. Burada bu denli farklı görüşler taşıyan grupların faşizme karşı merkezi bir yapı içinde birle-şemeyeceklerini söyledik. Buna karşılık, çeşitli grupların aralarında oluştu-racakları, adına ne derseniz deyiniz birliklerin bir cephesinden söz ettik. Çünkü faşizme karşı mücadele bir devrim sorunu olduğuna göre, devrimin gelişen süreci, mücadele biçimleri, faşizmin yıkılması halinde devrimci mücadelenin alacağı yeni biçimler, devrimin iç ve dış ittifakları konula-rında yakın görüşleri olanlar, aralarında asgari birlikler sağlayabilirler. Bu birlikler, bir program temelinde, yeni bir birlik oluşturabilirler.İkincisi, faşizme karşı mücadelede tutarlı bir mücadele programı, inandırıcı bir merkez, mücadele ve işleyiş biçimlerini belirleyen ilkeler, doğal bir ayıklanmayı getirebilir…(El yazmaları burada kesilmektedir.) 1983 Eylül’ünde Paris yakınlarında gerçekleştirilen “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” toplantısı hazırlığı amacıyla kaleme alınmıştır.

halkcephesi.net

Page 391: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

TÜM AYDIN VE SANATÇILARA ÇAĞRITürkiyeli anti faşist demokrat bir sanatçı olarak, ülkemde hâlâ devam etmekte olan işkenceleri, insan haklarının ayaklar altına alınışını, Kürt ulusu ve azınlıklar üzerinde yoğunlaşan baskıları duyurmak istiyorum; ve bu konuda, demokrasi mücadelemize büyük yararları olacak olan yardımla-rınızı rica ediyorum.Bildiğiniz gibi, 6 Kasım 1983’te Türkiye’de genel seçimler yapıldı. General-lerin iddialarına göre bu, demokratik bir seçimdir ve sonuçta demokrasiye geçilmiştir. Ne yazık ki, dünyanın birçok ülkesinde birçok demokrat bile bu yalana aldanmıştır. Radyo, TV, basın yayın organlarında, faşist generallerin oyununa uygun yorumlar yapılmıştır. Bu yalan ve aldatmaca oyununa karşı çıkmak, faşistlerin oyununu bozmak, her demokratın kutsal görevi olmalı-dır.6 Kasım seçimleri göstermelik bir seçimdir; fakat buna rağmen halkın faşist generallere karşı olduğu ve onların askeri diktalarına açıkça tavır aldıkları bu seçimde ortaya çıktı. Halk, General Evren’in açıkça desteklediği ve halkı oy vermeye çağırdığı “Milliyetçi Demokrasi Partisi”ne en az oyu verdi. Göstermelik ve sahte bir “sosyal demokrat” parti olan “Halkçı Parti” halkın demokrasiye duyduğu bir özlemi ifade eden, %30 oy aldı. Mevcut hükümete sınırlı da olsa, göstermelik de olsa eleştiri yöneltirken, işçi-köy-lü-memur-orta sınıf çıkarlarından söz eden “Anavatan Partisi” oyların çoğunu alarak iktidar partisi oldu.6 Kasım öncesine bakarsak, seçimlerin danışıklı bir döğüş olduğunu, çizilen programın aksamadan yürütüleceğini görürüz.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 392: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Öyle bir anayasa hazırlanmış ve kabul edilmiştir ki, hükümete kim gelirse gelsin, değişen bir şey olmayacaktır. Meclis’ten çıkan kararlar yine Milli Güvenlik Kurulu’nun, yani generallerden oluşan kurulun onayına sunula-caktır. Egemenlik yine onların elindedir. General Evren devlet başkanı ola-rak geniş yetkilere sahiptir.Sıkıyönetim kaldırıldığı taktirde, sıkıyönetim görevleri yine en sıkı biçimde uygulanacaktır; bunun için polise, valilere olağanüstü yetkiler tanınmıştır. Kişi ve konut dokunulmazlığı, kişisel hak ve özgürlükler, mahkeme kararına gerek kalmadan, polis ve valilerce bölge komutanlarınca sınırlandırılabile-cek ve hatta yok edilebilecektir. Sıkıyönetim mahkemelerinin görevlerini, özel biçimde seçilen faşist ve gerici savcı ve yargıçlardan oluşan “Devlet Güvenlik Mahkeme”leri yürütecektir.Emekçilerin, aydınların, öğrenci gençliğin, ekenomik, demokratik ve siyasal örgütlenme hakkı, ellerinden alınmıştır. Gerçek anlamıyla demokrasi iste-yenler, “komünist”, “anarşist” ve “bölücü” olarak adlandırılmakta ve taki-bata uğramaktadırlar.6 Kasım seçimlerinden önce, generaller, halkın ilgisini çekebilecek parti kuruluşlarını çeşitli hile ve sözde yasal yollarla yasaklamış, kapatmış, bağımsız olarak seçime katılmak isteyen yüzlerce miletvekili adayını, “veto” etmiştir. Seçim öncesi öylesi bir eleme yapılmıştır ki, seçime katılan üç partiden hangisi hükümet olursa olsun, değişen bir şey olmayacaktır. Nitekim seçimi kazanan partinin başkanı Özal, 12 Eylül ‘84 darbesinden önce, Başbakan olan Demirel’in yardımcısıydı ve “24 Ocak Kararları” olarak bilinen kararların uygulayıcısı olarak, 12 Eylül’den sonra da devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görevine devam etti. Seçimlerden bir süre önce görevinden alındı ve “güvenilir” biri olduğu için parti kurmasına izin verildi.6 Kasım seçimleri yapılmıştır; sözde “demokrasi”ye geçilmiştir. Faşist bir anayasa, söz, düşünce ve örgütlenme özgürlüklerini ağır cezalarla sınırla-yan ceza yasası ve özel mahkemeleri, özel işkence evleri, özel cezaevleriyle dolu bir “demokrasi…” Seçimin hemen ardından, Barış Derneği kurucuları, çoğunluğu sekiz yıl olmak üzere, ağır cezalara çarptırıldılar. Mahkemeler yine kalemlerini kırarak idam cezaları yağdırıyor. Kıbrıs’ta bir savaş çağrısı olan ve Türk-Yunan gerginliğini artıran “bağımsız bir Türk devleti” ilan edi-liyor. Kürt ulusu üzerindeki baskılar, kıyımlar yoğunlaşırken, Ermeni azın-lığın kontrolü için “Ermeni Hareket Masası” kuruyorlar, yakında idamlar

Page 393: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

yeniden başlatılacak. Eğer dünya demokrat kamuoyu, generallerin sunduğu “demokrasi” oyunu karşısında suskun ve kayıtsız kalırsa, oyunu kabullen-miş ya da oyunla uzlaşmış duruma düşerse, demokrasinin, insan haklarının çiğnenmesine seyirci kalmış olacak ve hatta onların cesaretini artırmış ola-caktır. Faşistlerin düzenlediği “demokrasi oyunu” bozulmalı, generalllerin maskesi iyice düşürülmelidir. Faşizme karşı durmak, yeni bir dünya savaşı hazırlıklarına karşı durmak demektir. Sizlerin, Türkiye’de demokrasi, insan hakları ve barışa karşı kılıçlarını kuşanmış olan generallere ve onların sadık sivil takipçilerine tepkiniz, uyarınız, dünya barışı, insanlık onuru ve demokrasi mücadelesi için bir kazanç olacaktır.Saygılarımı ve en içten duygularımı kabul ediniz.Bütün uluslardan aydın ve sanatçılara ulaştırılan ve Türk faşist cuntasını protesto eylemine katılmaları amacıyla imzaya sunulan bu çağrı 29 Kasım 1983’te kaleme alınmıştır.

halkcephesi.net

Page 394: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

DEVRİM VE DEMOKRASİ DAVASI MUTLAKA ZAFER KAZANACAKTIRÇehov, bir hikayesinde, oğlu ölen bir arabacının acısını anlatır. Arabacı, arabasına binen müşterilere, hiç ilgisi yokken, “biliyor musunuz bayım, benim oğlum öldü” der… Arabacının oğlunun ölümü, aslında kimseyi ilgi-lendirmiyor, yine de arabacı, her önüne gelene, “biliyor musunuz bayım, benim oğlum öldü” diyor. Arabacının yüreği yanıktır, acıyla doludur. Kimse ilgi göstermez onun acısına. Arabacı son olarak, atlarına anlatır oğlunun öldüğünü. “biliyor musunuz, der, benim oğlum öldü.” Ben de bugün sizlere, oğlunu kaybeden arabacının yürek yanıklığıyla, “bili-yor musunuz arkadaşlar, bugün Türkiye cezaevlerinde binlerce genç insan idam edileceği günü bekliyor” demek istiyorum. Çehov’un arabacısı ölen oğlundan söz ederken, ben, öldürüleceklerden söz etmek istiyorum. Bugüne kadar asılan, kurşuna dizilen, işkencelerde öldürülenlerden, yüzlerce genç-ten değil, ölüm sırasını bekleyen binlerden söz etmek istiyorum. Son gazete haberi, “Kürdistan İşçi Partisi’ne mensup üç kişi idama, on kişi müebbet hapse mahkum edildi,” diyor. Yakın bir gelecekte yüzlercesi için daha idam cezası verilecek. Yakın bir gelecekte toplu idamlar yapılacak. Onların öldü-rülmelerine seyirci kalınmamalıdır.6 Kasım’da Türkiye’de genel seçimler yapıldı.Dünya radyo, TV ve gazeteleri, genellikle seçimleri demokrasiye dönüş biçi-minde yorumladılar. Böylesi bir yorum, faşist generallerin yorumlarıyla aynılık gösteriyor. Çünkü onlar da demokrasiye geçildiğinden söz ediyorlar. Kendilerine demokrat adını verenlerin, faşistlerle aynı paralele düşmeleri düşündürücüdür. Batılı için demokrasinin ölçüsü ile Türkiye için demokra-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 395: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sinin ölçüsü farklı mıdır?Türkiye’de demokrasiden söz etmek için ya kötü niyetli olmak gerekir ya da kör ve sağır olmak.1. Türkiye’de basın özgür değildir. Devrimci-demokrat yayınlar yasaktır. Burjuva basın bile çok sıkı kontrol altındadır. İşte son örnek Hürriyet gaze-tesi, Türkiye Komünist Partisi’nin eski sekreterinin ölüm ilanını yayınladığı için süresiz kapatıldı. Üstelik bilerek yayınlanma da değil.2. Türkiye’de aydınlar, yazarlar, sanatçılar, bilimadamları mahkeme önün-dedirler… Birçoğu ağır cezalara mahkum edilmişlerdir. Son olarak Barış Derneği mensupları 5 ile 8 yıl arasında değişen ağır cezalara çarptırıldılar.Yüzlerce işçi önderi, sendikacı cezaevlerindedir.Yazarlar Sendikası, DİSK, birçok demokrat belediye başkanı ve görevlisi mahkeme önündedir.Söz, düşünce özgürlüğü yoktur.“Huzur operasyonu” adı altında hâlâ evler basılmakta, sokaklar aranmakta-dır. Tutuklanmaların ardı arkası kesilmemektedir.İşçilerin, aydınların, emekçi halkın demokratik hak ve özgürlükleri, sen-dika, dernek kurma gibi hakları yoktur.Faşist anayasa, kişi ve konut dokunulmazlığı, haberleşme ve seyehat özgür-lüğü gibi en tabii hakları rafa kaldırmıştır.Sanat, özellikle sinema, sansürün baskısı altındadır.Eğer istenirse, bir kitap yayınlanmadan yasaklanabilir ve mahkeme önüne çıkartılabilir.Türkiye’de demokrasiye dönüldüğünü söyleyenler ya da düşünenlerin anla-dığı demokrasi böyle bir demokrasi midir?Kürt ulusu üzerinde her gün artan asimilasyon, kıyım çalışmaları demokra-sinin gereği midir? Bir ulus ki, kendi şarkısını söyleyemez, bir ulus ki, kendi dilini konuşamaz, bir ulus ki “ben Kürdüm” diyemez, bu mudur demokrasi?İşçi, köylü haklarından söz etmenin, bırakalım sosyalizm sözünü, burjuva demokrasisinden bile söz etmenin komünist taktiği olarak suçlandığı bir ülkede, demokrasiden söz edilebilir mi?

Page 396: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Türkiye’de 6 Kasım seçimleri, askeri faşist diktatörlüğün, sivil elbise giy-mesinden başka bir şey değildir. İpler yine generallerin elindedir. Eskiden generallerin seçtiği bir “Danışma Meclisi” vardı. Kararlar generallerin oluş-turduğu Milli Güvenlik Konseyi’ne sunuluyordu. Şimdi de yine generallerin onayından geçmiş, onların izinleriyle seçime girmiş partilerden ve yine generallerin onayından geçmiş milletvekillerinden oluşan bir “Milet Mec-lisi” var. Bu meclis, eski Danışma Mecilisi’nin yerini alıyor. Meclis’in aldığı kararlar bu kez, Cumhurbaşkanı Evren, eski Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ve onların seçtikleri kişilerden oluşacak olan “cumhurbaşkanlığı kon-seyi”nin onayına sunulacak.Herkes iyi bilmelidir ki, faşist diktatörlük, üniformalarını sivil elbiselerle gizliyor.Herkes bilsin ki, seçime katılan partiler demokrasi diye bir hedefe sahip değildirler.Sahte bir “sosyal demokrat” parti olan Halkçı Parti, “ABD’nin pershing füzeleri Türkiye’ye yerleştirilmelidir” diye herkesten önce bağırıyor. Sanki Türkiye’de ABD füzeleri yokmuş gibi.Her üç parti de Kıbrıs’ta bir savaş çağrısı ve yeni bir bunalımın işareti olan sözde bağımsız “Kıbrıs Türk Devleti”ni alkışlıyorlar. Gazeteler yazıyor “Bağımsızlık ne güzel”. Hangi bağımsızlık? Bağımsızlıkçılar ne diyor: Diyor-lar ki biz, eski Lübnan’ın yerini alabiliriz. Beyrut’un oynadığı rolü biz yapa-biliriz. Bağımsızlıktan söz edenler, Lübnan’ın bağımsızlığını yitirmesi, parçalanması üzerine hayaller kuruyorlar. Bağımsızlık ilanını övgüyle kar-şılayan Türk gazeteleri Kürt halkının bağımsızlık hareketini kanla boğmaya çağırıyorlar.İşte Türkiye’deki yeni demokrasi.İçerde baskı, terör, işkence…Dışarda bölgesel savaşlara hazırlık…Türkiye’de, emek 30 lira. Fransız parasıyla bir frank.Türkiye’de asgari ücret dörtyüz frank.İşsiz sayısı üçbuçuk milyon. Bu istatistiklere göre bir de gizli işsizler ordusu var ki, sayısını kimse bilmiyor?‘80 darbesinde dolar 80 liraydı. Bugün 260 lira. Yüzde üçyüzyirmibeş artış.Seçimlerin hemen ardından, korkunç bir zam, hayat pahalılığını akıl almaz boyutlara yükseltti.

Page 397: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bazı Batı gazeteleri, yeni başbakan adayı, eski devlet bakanı ve başbakan yardımcısı Turgut Özal için övücü şeyler yazıyorlar. Turgut Özal Le Mond’un dediğine göre “baldan” adammış. Evet, bir anlamda doğrudur. Turgut Özel bala bulanmış zehirdir. IMF Başkanı Özal için, “güvendiğimiz bir adamdır. Türk ekonomisini kurtaracaktır” diyor. Biz de biraz farklı düşünüyoruz. Turgut Özal, Türkiye halkının güvendiği adam değil, IMF’nin, dünya bankasının emperyalistlerin güvendiği adamdır ve halkı ezerek efen-dilerinin çıkarlarını koruyacaktır.Herkes bilsin ki, Türkiye’de ne ekonomik, ne siyasi, ne de insan hakları konusunda eskisinden farklı şeyler olmayacaktır. Türkiye’de değişiklik, ancak halkın müadelesi yükselirse, halk güçleri faşizme karşı etkin örgütlü bir mücadele yürütülebilirse bir şeyler değişir.Bir ülkede gelişmeyi ve değişiklikleri belirleyecek temel koşul, o ülke halkı-nın mücadelesidir. Bu anlamda biz devrimci-demokratlara çok görevler düşmektedir. Türkiye’deki faşizmin dünya kamuoyu önünde sergilenmesi önemli bir demokrasi görevidir ama belirleyici değildir. Batılı demokrat yüzlerce yıldır, baskı altındaki ülkelerin acılarını dinliyor. Ne zaman ki biz, ülkede mücadeleyi yükselteceğiz, o zaman dünya demokrat kamuoyunun desteği daha da önem kazanacaktır.Kendilerine devrimci-demokrat diyen, Türk Kürt kökenli siyasi hareketler, eğer faşizmle gerçekten hesaplaşmak istiyorlarsa önce kendilerine cesaretle eğilmelidirler. Gerçekten devrimci, gerçekten demokrat olunmadan, ülke devriminden ve demokrasiden söz etmek hayal olur. Biz, gerek kendi halkı-mıza karşı, gerekse dünya demokratlarına karşı açıkyürekli ve gerçekçi olmalıyız ki güven kazanabilelim. İşte bu da bizim iç sorunumuz. Bunu çözmeden, Türkiye-Kürdistan’da devrim ve demokrasi sorununu çözemeyiz.Sözlerimi bitirirken, geleceğe güven ve inaçla baktığımı söylemeliyim.Türkiye-Kürdistan’da devrim ve demokrasi mutlaka zafer kazanacaktır.Bugüne kadar devrim ve demokrasi yolunda şehit düşmüş olanların inti-kamları alınacaktır.Ezilen halklar ve uluslar, mutlaka zafer kazanacaklardır.Yaşasın demokrasi,Yaşasın devrim…

Page 398: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Paris’te, 1984 başında, “Fransız Komünist Partisi”ne bağlı gençlerin düzen-lediği bir gecede yapılan konuşma.

halkcephesi.net

Page 399: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

BİR ÜLKE DÜŞÜNÜN Kİ…Değerli arkadaşlar,Birçokları için, bugünkü toplantımız, Türkiye’de ayaklar altına alınan insan hakları, demokrasi kuralları, Kürt ulusu üzerindeki ulusal baskılar nede-niyle, yalnızca Türkiye’ye özgü bir sorundur ve yalnızca Türkiyelileri ilgi-lendirmektedir. Bir anlamda da Türkiyeli demokratlarla dayanışmayı gerektiren bir dış sorun olarak ele alınmaktadır. Bizce bu görüş tamamen yanlış ve hatalı bir görüştür. Bize göre sorun, bir dış sorun değil, bütün dünya demokratlarını ve bütün insanlığı hayati derecede yakinen ilgilendi-ren ortak bir sorundur. Demokrasi ve insan haklarını koruma ilkesini, ken-disine rehber edinmiş her demokrat olaya böyle bakmalıdır. İşte bizim, 21 Nisan’da başlatacağımız yürüyüşün hedeflerinden biri budur. Sorun, Türki-ye’de öldürülen demokrasi sorunu değil, sorun, bütün dünya demokrasisi-nin karşı karşıya bulunduğu yok edilme tehlikesi sorunudur.Avrupalı bazı devlet ve siyaset adamlarına göre, 6 Kasım ve 25 Mart seçim-lerinden sonra, Türkiye demokrasi rayına oturmuş bir ülkedir. ABD, Batı-Alman ve İngiliz hükümetleri Özal’ın kukla hükümetini hararetle destekliyor. Çin, Türkiye ile ilişkileri geliştirip talandan payına düşecekleri kaçırmak istemiyor. Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan gibi, kendilerine sosyalist diyen ülkeler, cuntacıların yakalarına madalya taktı. Gerici Arap rejimleri Türk rejimini alkışlıyorlar.Türk rejimini destekleyenler kendi açılarından haklıdırlar. Çünkü general-ler Türkiye’nin talan edilmesi için, emperyalist efendilerinin isteklerine uygun hareket etmişler ve ekonomik, sosyal ve siyasal hayatı silahları ara-cılığı ile yeniden düzenlemişlerdir… Bunun bir sonucu olarak Özal, askeri cuntanın bir kuklası olarak görev başındadır.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 400: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Soralım:25 Mart belediye seçimleri sonucunda, parlamento dışı bırakılan muhalefet yüzde kaç oy almıştır? Cevap %44’tür.Eğer, 6 Kasım seçimlerinde bu partiler veto edilip seçim dışı bırakılma-saydı, bugün parlamentonun görünümü farklı olurdu. Hükümet olan ANAP’ın bugünkü sayısal çoğunluğa ulaşması mümkün olamazdı. Ve bele-diye seçimleri de farklı olurdu.Belediye seçimlerinin üzerinden daha bir ay geçmeden, seçimlere katılmış ve %12 oranında oy almış bir parti, kapatılma tehlikesi ile mahkeme önün-dedir. Parlamento’da bir tek üyesi yoktur, fakat cunta için tehlike işareti göründüğü için kapatılması istenmektedir. Bir süre sonra Sosyal Demokrat Parti aynı tehlike ile karşılaşacaktır. Biz bu senaryoyu, 6 Kasım seçimlerin-den önce de gördük. Cuntanın ve onun kukla hükümetinin muhalefete tahammülü yoktur. Demokrasi oyunu bir canbazlıktan başka bir şey değil-dir. Biz, yürüyüşümüzle bu oyuna dikkat çekmek istiyoruz.Diyoruz ki:Basını özgür olmayan bir ülkede demokrasiden söz etmek mümkün müdür? İşte Yazarlar Sendikası, işte Barış Derneği kurucuları, işte İsmail Beşikçi… İşte Sinema Sanatçıları Sendikası… Bir kısmı içeride bir kısmı mahkeme önünde…Bir ülke düşünün ki, sakıncalı görülen bir film yakılıyor.Bir ülke düşünün ki, bir halk türkücüsü Kürt propagandası yaptı iddiası ile tutuklanıyor.Bir ülke düşünün ki, oniki milyon nüfusu olan bir ulus, Kürt ulusu, ulusal varlığından söz edemiyor; kendi dilini konuşamıyor, kendi diliyle şarkı söy-leyemiyor.Bir ülke düşünün ki, onbinlerce insan siyasi görüşlerinden ötürü cezaevle-rinde ölümle pençeleşiyor. Cezaevleri ölüm merkezleri haline gelmiştir…Aydını, sanatçısı, sendikacısı, öğrencisi, işçisi ile bir halk yargılanıyor, işkence görüyor ve idam ediliyor. Siyasi hak ve özgürlükler halk için yasak!..Sesimize kulak veriniz:9 Mayıs’ta, Avrupa Parlamentosu, Türkiye’yi aklayan, ona itibar veren bir karar alırsa bunun acısını Türkiye-Kürdistanlı işçiler-emekçiler-aydın ve

Page 401: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

sanatçılar çekecektir… Uzun bir süredir durdurulan idam sehpaları yeniden insan kıyımına başlayacaktır… Siyasi baskılar, işkenceler artacaktır.Bazıları bize şöyle diyor:“Türkiye’de baskı ve zulüm vardır, diyorsunuz. Ama Sovyetler’e bakın, Polonya’ya, Afanistan’a bakın. Çin’de siyasiler idam ediliyor.”Yani onlara göre, Polonya’da baskı varsa, Çin’de siyasiler idam ediliyorsa, Türkiye’de baskı normaldir ve insanlar asılabilir.ABD bir ülkeyi mi işgal etti? Normaldir… Çünkü Sovyetler de Afganistan’ı işgal etmiştir.Biz bir kısım Batılı aydının bu denge mantığını ne yazık ki anlamakta zorluk çekiyoruz. Polonya’daki baskının dengesi Türkiye’de dökülen kan değildir. Çin’de idam edilen siyasinin dengesi Türkiye’de idam edilen siyasi değildir. Bu anlayış, tarihin tanıdığı en korkunç kan davası anlayışıdır ve mahkum edilmelidir. Bize göre doğru demokrat tutum, insan hak ve özgürlükleri, demokrasi kuralları nerede çiğnenir olursa olsun, hiçbir ayrım yapmadan karşı çıkmayı gerektirir.Bize göre, bütün dünyada demokrasi tehlikeli bir dönem yaşıyor.Demokrasiyi korumak ve savunmak için el ele vermeliyiz. Dünya demokrat-larının ve ilericilerinin daha aktif, daha kararlı bir tutum takınmalarına ihtiyacımız var… Eğer uyanık davranılmazsa Hitler’in çizmeleri ve silahla-rını kuşanma hazırlığı içinde olanlara fırsat tanımış oluruz.Sesimize kulak verin…Yürüyüşümüze ilgi göstereceğinizi umuyor ve Türkiye-Kürdistan halkları adına sizlere şimdiden teşekkür ediyorum…21 Nisan- 7 Mayıs 1984 tarihleri arasında Türkiye cezaevlerindeki politik tutukluların direnişlerini desteklemek amacıyla bizzat Yılmaz Güney’in önerisi ve aktif çabalarıyla gerçekleştirilen “Paris-Strasbourg UzunYürüyüşü”nden önce 18 Nisan 1984’de, “İnsan Hakları Ligi”nde yapılan basın toplantısındaki konuşma.

halkcephesi.net

Page 402: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

YAŞASIN 1 MAYIS, YAŞASIN KOMÜNİZMBu yılın 1 Mayıs’ına çok zor koşullarda, hem ulusal hem de uluslararası karşı devrimin, gericiliğin türlü renklerinin yoğun kuşatması ve saldırısı altında giriyoruz. Nicel ve nitel gücümüz düşmanla boy ölçüşmeye henüz yeterli değil. Oldukça zayıfız. Ama ne kadar zayıf ve güçsüz olursak olalım, ne denli yetersiz olursak olalım, yine de savaş alanını terk etmemek, içinde yaşadığımız koşullara ve kendi gücümüze uygun mücadele biçimlerini bula-rak savaşı sürdürmek zorundayız. Ancak savaşarak savaşma sanatını öğre-nebilir ve güçlenebiliriz; güçlenmenin, savaşma sanatını öğrenmenin, giderek sınıf düşmanlarını altetmenin başka yolu yoktur.Emperyalist düşman cephesi, iki başlı bir ejderha olarak, hem kendi kendi-siyle hem de dünya proletaryası ve halklarıyla gittikçe derinleşen bir çeliş-menin zorluklarını yaşamaktadır. İçine düştüğü ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik, ahlaki bunalım, onları daha saldırgan ve daha zalim bir tutuma zorlamaktadır. Metropollerde işsizlik, hayat pahalılığı, siyasi gericilik adım adım gelişiyor. Bağımlı ve yarı sömürge ülkelerde, işsizlik, hayat pahalılığı, siyasi gericilik çok daha yoğun ve kanlı biçimleriyle yaşanıyor. Gözlemle-nen o ki, emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmelerin derinleşmesinin yanı sıra bütün dünyada burjuvazi-proletarya çelişmesi, ezilen dünya halk-larıyla emperyalizm ve sosyal emperyalizm arasındaki çelişmeler de şiddet-leniyor. Temel nitelikteki bu çelişmeler, birbirlerini karşılıklı olarak etkilemekte ve koşullandırmaktadır. Bir devrimi gündeme getirebilecek sosyal ve siyasal çelişmelerin olgunlaşmakta oluşuna tanık olmaktayız.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 403: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Derinleşen kriz ve şiddetlenen çelişmeler yumağı ortasında, emperyalistler arasındaki çelişmeleri, silahları aracılığıyla çözmeye hazırlanıyorlar. Dün-yanın çeşitli anlanlarında süren savaşlar, emperyalistlerin kışkırttığı ve müdahale ettiği iç savaşlar ve doğrudan işgaller, emperyalist ve sosyal emperyalist devletlerin müdahale ve yardımları ile gerçekleşen gerici hükü-met darbeleri ve siyasi rejimlerdeki faşistleşmeler yeni bir paylaşım savaşı-nın ön hazırlıkları olarak anlaşılmalıdır.Çeşitli ülkelerin burjuvazisi, kendi proletaryası ve emekçi halkına karşı savaşırken, kendi örgütlenmesini, aynı zamanda yeni bir dünya savaşının gereklerine göre yeniden gözden geçiriyor ve her bakımdan güçlendirmeye çalışıyor. Emperyalizmin tek tek ülkelerin gerici egemen sınıflarıyla arasın-daki ittifakın pekiştirilmesi çabasının altında yatan önemli nedenlerden biri, yine yaklaşan dünya savaşı sorunudur.Bütün bunlara karşılık, sömürülen tüm kitlelerin öncüsü olmaya yetenekli tek sınıf olan proletarya, çeşitli burjuva ideolojilerinin, revizyonizmin, sağ ve “sol” oportünizmin etkisiyle hemen hemen tüm ülkelerde, uzun yıllardan beri devrimci sınıf bilincinden, örgütlenmesinden ve militan-devrimci sınıf savaşmından uzaklaştırılmıştır.İster iktidarda, ister muhalefette olsun, revizyonistlerin yönetimi altındaki sözde işçi sınıfı partilerinin başlıca işlevi, burjuvazinin sınıf çıkarlarının ve egemenliğinin korunması ve pekiştirilmesidir. Kapitalizmin uzlaşmaz kar-şıtlıklarının her geçen gün daha da keskinleştiği günümüzde, işçi sınıfının en mütevazi ücret artış istemi bile ancak dişe diş bir sınıf savaşı ile elde edilebilir. Oysa gerek yığınsal sendikalar, gerekse geçmişin güçlü komünist partileri, yığınların istemlerini kapitalist düzenin sınırları içinde tutmak için üstlenmiş oldukları “güvenlik sübap”ı rolünü aşağılık bir şekilde sür-dürmektedirler.Öte yandan ülkemizde, devrimci hareketin esas olarak kendi yapısal zaaf ve hastalıkları nedeniyle uğradığı ağır yenilginin bütün zararlı ve yıkıcı etki-leri kendisini her alanda duyuruyor. Gericiliğin, faşizmin kesin egemenliği altında geçen son 3,5 yılın karakteristik özeliklerinden biri, devrimci örgüt-lerin tümünde görülen teorik-siyasal-örgütsel krizin birçok örgütte kaçınıl-maz olarak bir iflasa dönüşmesi ve bunu izleyen parçalanma ve dağılmadır. Faşist diktatörlüğün devrimcilere, onların örgütlerine, işçi sınıfına ve halka kudurmuş bir şekilde saldırdığı böylesi koşullarda devrimci hareketin zaaf-

Page 404: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

larının giderilmesi, devrimcilerin ve proletaryanın irade birliğinin sağlan-ması en ciddi sorunumuzdur.1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günüdür.1 Mayıs, her türden dar burjuva milliyetçiliğine, oportünizme ve refor-mizme karşı proletarya hareketinin en anlamlı enternasyonal bayramıdır.1 Mayıs, onu devrimci içeriğine uygun bir şekilde kutlamak için, ellerinde kızıl bayrakları ve gökleri inleten enternasyonal marşlarıyla işçilerin ücretli kölelik sistemi olan kapitalizme karşı mücadele kararlılıklarını ve yeni bir topluma duydukları özlemi haykırdıkları bir mücadele günü olmalı-dır!..“Zulme karşı hıncımız volkanKavgamız ölüm kavgası”1 Mayıs, bu ölüm-dirim kavgasını zaferle sonuçlandırmak… egemen sömü-rücü burjuvaziyi alaşağı etmek… ücretli kölelik zincirlerini parçalamak… insanın insan tarafından sömürülmesine, işkence ve zulüm altında inletil-mesine son vermek… sınıf ayrıcalıklarını ve bizzat sınıfların kendilerini ortadan kaldırmak ve “Herkesten yeteneğine göre, herkese iihtiyacı kadar” şiarının gerçekleşeceği komünist toplumu kurmak uğruna mücadeleyi hız-landırmak için bir çağrıdır. Aynı zamanda 1 Mayıs, devrimci mücadelenin dayattığı güncel görevlerimizi daha da bilinçli olarak kavramamız, onlara derinden sarılmamız, kendi hata ve zaaflarımızla hesaplaşmamız için bir çağrıdır.Bugün, gerek ulusal ve gerekse uluslararası planda Marksist-Leninistlerin en önemli görevleri, burjuva düşüncesinin ve onun işçi sınıfı içindeki uzan-tısından başka bir şey olmayan oportünizmin her türüyle mücadele etmek, işçi sınıfının bilimsel sosyalizmin öğretileriyle donanmasını sağlamak, Marksizm-Leninizmin granit gibi sağlam ilkeleri üzerinde yükselen gerçek sınıf partilerini, proletarya devrimine önderlik edebilecek güçlü komünist partileri bütün yönleriyle inşa etmek, krizin etkisiyle daha büyük sayıda kavga alanlarına atılan sömürülen kitlelerin mücadelelerini, emperyalizme, artan emperyalist savaş tehlikesine ve bizzat kapitalist düzenin kedisine karşı yöneltmektir.Gelecek, burjuvazinin ve kapitalizmin değil, Proletaryanın ve komünizmindir!..

Page 405: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

1 Mayıs 1984’te Mayıs imzasıyla yayınlanan bildiri.

halkcephesi.net

Page 406: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

FAŞİZMİ ÇATINIZ ALTINDA TUTMAMALISINIZŞu sıra bizim için en başta gelen konulardan biri, Türkiye’nin Avrupa Kon-seyi’ne yeniden kabul edilmesi sorunudur. Bize göre, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne kabul edilmesi, daha önce çeşitli ülkelerin siyaset ve devlet adamları tarafından işlenmiş ve karara bağlanmıştır. Çarşamba günü, Kon-sey bu kararı onaylayacaktır. Faşist bir rejim demokrasi sandalyesine otur-tulacaktır. Basından öğrendiğimiz kadarıyla, Türkiye’ye giden heyetler de bu karara uygun çalışma yapmışlardır. Türk rejimi şirin gösterilmeye çalı-şılmıştır. Bize göre bu kabul ve tutum, Türkiye’deki faşist rejimden ve ona karşı mücadeleden daha önemli ve ciddi bir sorunu gündemimize getirmiş-tir. Kendilerine demokrat diyen ülkeler, faşizme demokrasi maskesi taka-caklar ve yanlarına oturacaklardır.O zaman biz şu soruyu soracağız: Türkiye için ayrı bir demokrasi ölçünüz mü var? Ve demokrasiden ne anlıyorsunuz?Böyle bir kararın altına imza atmakla Avrupa Konseyi demokrat niteliğine, güvenilirliğine gölge düşürmüş olacaktır. Faşizm demokrasinin düşmanıdır, onu çatınız altında tutmamalısınız. Hangi gerekçe ile olursa olsun, hangi taktik anlayışla olursa olsun, faşizmle bu denli açık uzlaşma, onu aklama çabaları, demokrasi adına kuşku verici bir tutumdur. Bazıları, Türkiye’yi, Avrupa Konseyi’ne katmakla, onu daha yakından denetleyebileceklerini düşünüyorlar. Bu uzlaşma kılıfından başka bir şey değildir. Faşizm ile uzla-şarak, ona cesaret vererek değil, onunla gerçekten mücadele edilerek demokrasi korunabilir.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 407: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yine bazıları, Türkiye Avrupa Konseyi’nden uzaklaşırsa Amerika’ya daha yakınlaşacak, daha da gericileşecek diye düşünüyorlar. Bu anlayışla ne yaparsanız yapınız, Türkiye’yi Amerika’nın ileri bir karakolu olarak ve gerici karakteri ile korumaktan başka bir şey yapamazsınız.Söylemeliyiz ve hatırlatmalıyız ki, Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi daha önce de demokratik bir ülke olarak kabulü yanlıştı. Çünkü tarihinin hiçbir döne-minde demokratik bir ülke olmadı. 12 Eylül darbesinden önce de Türkiye demokratik bir ülke değildi, söz ve düşünce özgürlükleri yasaklarla sınır-landırılmıştı. İşçilerin, emekçilerin, memurların siyasi örgütlenmeleri yasaktı… Kürt halkı üzerindeki baskı, ulusal haklarını red, daha önce de vardı ve Türkiye bütün bu olumsuzluklara rağmen demokratik bir ülke ola-rak kabul ediliyordu. Bu bir çelişme değil midir? Ve böylesi bir deney sizleri düşündürmüyor mu? Denenmiş bir yolu yeniden denemek demokrasi adına ne kazanç sağlayacaktır?Şimdi, söz ve düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, sendikal hakların yasak olduğu, yazar, sanatçı ve bilim adamlarının baskı altında tutulduğu, insan haklarının her gün yeniden ve yeniden çiğnendiği bir ülke, demokrat ilan edilecek ve aklanacak. Oniki milyonluk bir ulusun, Kürt ulusunun ulu-sal kimliğini, ulusal kültürünü, dilini reddeden ve baskı uygulayan bir ülke demokrat ilan edilecek… Kıbrıs’ın bir kesimini işgal etmiş, komşu ülkelerin sınırlarını asker çizmeleriyle geçmiş işgalci bir ülke demokrat ilan edile-cek… Eğer sizler, demokrat mücadele yollarının tamamen yok edildiği bir ülkeyi demokrat ilan ederseniz, bundan sonra demokratik yollarla müca-dele etmemizi bizlerden nasıl isteyeceksiniz? Demokratik mücadele yolları ancak demokrasi koşullarında mümkündür… Herkes bilsin ki, demokratik yolların tıkandığı bir ülkede demokrasi mücadelesi kendisine yeni biçimler bulacaktır.Türkiye’de, kendilerine sosyal demokrat diyen bazı partiler; kendilerine demokrat, ilerici vs. diyen bazı aydınlar; Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkartılmamasını istiyorlar. Onların haklı olduğunu düşünüyoruz. Çünkü faşist bir anayasa çerçevesinde hareket etmeyi kabul etmiş olanlar, o ana-yasanın sınırlarını aşamazlar; sözünü ettiğim bu partilerin ve aydınların da tutarlı bir demokrasi anlayışları yoktur. Çünkü bu anlayışa sahip olanlar günün birinde iktidar olabilseler, demokrasi adına değişen ciddi bir iler-leme olmayacaktır. Soruyoruz: Bugün en ileri nitelikte görünen Sosyal Demokrat Parti iktidar olsa, Kürt halkının ulusal varlığını ve ulusal hakla-

Page 408: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

rını kabul edecek mi? Söz ve düşünce üzerindeki, bilim üzerindeki, basın ve sinema üzerindeki sansür kalkacak mı? Küçük bazı reformların dışında bunların yapacakları bir şey yoktur. Bu anlayışta olanlar tabiidir ki, bugünkü faşist rejimi kollayacaklardır.Her ülke kendi geleceğini kendi halkının mücadelesi ile kurar. Bu tarihin bir yasasıdır ve bizim için de geçerlidir. Çarşamba gününden sonra bizim için yeni bir dönem başlayacaktır. Biz mücadelemize devam edeceğiz. İnanı-yoruz ki, önümüzdeki birkaç yıl kimin haklı olduğunu gösterecektir. Onları denetlemek için aralarına alanlar, kurtun hiçbir zaman kuzu olmayacağını kendi deneyleriyle bir kez daha göreceklerdir.Öğrenmek istiyoruz: Türkiye’yi Avrupa Konseyi’ne alırken hangi koşulları ileri süreceksiniz ve bu koşulların garantisi ne olacaktır?En azından, idamları önleyebilecek, işkenceleri durdurabilecek misiniz? Genel siyasi bir af mümkün müdür?Vatandaşlıktan atılmış binlerce insan ülkesine dönebilecek mi?Demokrasinin bir gereği olarak işçilerin, emekçilerin siyasi örgütlenmeleri, sendikal hakları ve örgütlenmeleri sağlanabilecek mi?Kürt ulusu açısından ne değişecektir?Türkiye, sadece bugünkü hükümet ve bugünkü generaller değildir. Sindiril-miş, baskı altında tutulan milyonları da düşünmelisiniz. Bizler bugün ülke-sinden uzakta sürgündeyiz, ama bir gün ülkemize döneceğiz. Ülkemizin gelecekteki yöneticileri olarak bizlere kulak vermelisiniz. Alacağınız karar bize göre yanlış da olsa size küsmeyeceğiz. Önümüzdeki yıllarda, şimdikin-den daha güçlü siyasi bir güç olacağımıza inanıyoruz. Demokrasi mücadele-sini sabır ve inatla sürdürmeye kararlıyız. Türkiye’de olanları gerçek yönleriyle sizlere duyurmaya devam edeceğiz.Doğru ve haklı olan kazanacaktır bir gün, İnsanlık ve demokrasi adına ne yazık ki, ne acı ki, bugün haksız ve zalim olanlar kazanıyor.“Uzun Yürüyüş” eyleminden sonra, 8 Mayıs 1984’te Avrupa Konseyi’nde yapılan konuşma.

halkcephesi.net

Page 409: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3
Page 410: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

GÜNÜ GELDİĞİNDE HERKES EKTİĞİNİ BİÇERDeğerli arkadaşlarım,Bilindiği gibi, Avrupa Konseyi, faşist Türk devletini yeniden kabul etti. Avrupa Konseyi’nin faşizme karşı tutumunu ve demokrasi anlayışını ortaya koyan bu karar, bizim için beklenmedik bir karar, “sürpriz” bir karar değildi. Tersi halinde, yani Türkiye’nin Konsey’e kabul edilmemesi halinde, faşizme tutarlı bir karşı tavır halinde sürpriz olurdu. Buna karşın gerici faşist çevreler ve basın, bizim Strasbourg’da beklediğimizi bulamadığımızı, yenilgiye uğradığımızı yaydılar ve yazdılar. Konsey çatısı altında bulunan bir İngiliz gericisi de “yenilmek için bir araya geldiler” gibi sözlerle, Kon-sey’in kimleri barındırdığını, hangi anlayışlarla iç içe olduğunu bize gös-terdi. Konsey’in kararı, yalnızca faşistlerin dileğini değil, kendilerine “sosyal demokrat”, “demokrat” vs. diyen partilerin ve aydınların da dileğini yerine getirdi. İnönü’nün Sosyal Demokrat Partisi’ni, faşizme karşı mücade-lenin unsurlarından görenler için bu, uyarı olmalıdır.Geniş halk kitlelerinin, siyasi gerilikleri, uzun yılların koşullanması ve karşı devrimci propagandanın yoğun etkisiyle eylemlerimizi olumsuz karşıladı-ğını, bizlere kızdıklarını, hatta düşmanca duygular beslediklerini biliyoruz. Devrim dalgasının gerilediği, gericiliğin azgınlaştığı dönemlerde, devrim ve demokrasi güçleri, her zamankinden daha ağır maddi ve manevi zorlukları göğüslemek, onlara çözümler bulmak görevleriyle karşı karşıya kalırlar. Birçok konu ve alanda, kimi zaman yetersiz, etkisiz, hatta çaresiz bile kalır-lar; bunalımlı zor günler yaşarlar. En inaçlı, en kararlı görünen unsurlarda bile, yılgınlığın, umutsuzluğun etkileri zaman zaman kendini gösterir.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 411: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Devrimcilerin, devrimci çevrelerin teorik-pratik yetmezlikleri, kimi başarı-sızlıkları olduğundan çok abartılır. Bile bile nesnel koşullar hiçe sayılır. Dedikodu, birbirine kara çalma, fiskos, uydurma ve yalan haberlerin üre-timi böylesi dönemlerin en belirgin özellikleri haline gelir. Devrimciler, demokratlar arasında kişisel sürtüşmeler, kırgınlıklar yoğunlaşır. Ve gide-rek, devrim kavgasından kopmanın, burjuvaziye teslim olmanın teorik kılıf-ları, bahaneleri aranır. Ve hatta bazıları için gerekçeye de ihtiyaç yoktur. Çeker giderler. Gitmekle de kalmazlar, kendilerini haklı çıkartmak, avut-mak için devrimcileri kötülemeye, bölmeye ve onları da kendilerine benzet-meye çalışırlar.Ama herkes iyi bilmelidir ki, bizler bu dönemi aşacağız. Devrimin zor gün-lerini yaşayanlar, acısını çekenler, bu uğurda ölenler, yeni bir dünyanın, yeni bir toplumun harcı olmayı göze alanlardır. Dökülen tek damla kan, çekilen en küçük acı bile boşa gitmeyecektir. Devrimci kahramanlıkları unutmayacağımız gibi, ihanet ve kahpelikleri de unutmayacağız. Günü gel-diğinde, herkes, ektiğini biçecektir.Gerek Türkiye’de, gerekse bütün dünyada, sosyal-siyasal-ekonomik çeliş-melerin her gün yoğunlaştığı, derinleştiği gözleniyor. Devrim dalgasının, yine dev boyutlarıyla kitleleri etkileyeceği, sarsacağı günler uzak değildir. Faşizmin baskılarına, onun ekonomik zorluklarına işçi sınıfı ve emekçi hal-kımız uzun bir süre boyun eğmeyecektir. Devrim ve demokrasi kavgamız bizden sabırlı, inatçı, kararlı ve cusur bir çalışma bekliyor. Sınıf düşmanla-rımız olan zalimlerle hesaplaşmak için geceyi gündüze katarak her alanda kendimizi savaşa hazırlamalıyız. Kendimizi siyasal ve pratik konularda yetiştirmeli, geliştirmeliyiz. Örgütsel zaaflarımız, teorik-felsefi yetmezlikle-rimiz mutlaka aşılmalıdır. Uzun bir zamanda da olsa, işçi sınıfı ve emekçi halka önderlik edebilecek merkezi bir yapının, bir devrimci partinin çatısı altında olmanın sabırlı çalışmalarını yapmalıyız. Yılgınlığa, teslimiyetle, umutsuzluğa hayat hakkı tanımamalıyız. Bırakalım gerici faşist çevreler ve basın, “kaçkınlar” diyerek, bizlere küfrederek içlerini döksünler. Elbet bir gün konuşma sırası bize gelecektir. Biliyoruz ki, “kansızlar”, “soysuzlar” edebiyatı da daha önceki “anarşist”, “terörist”, “bölücü” yaygaraları gibi iflas edecektir. Onlara göre, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin kurtuluşu için, demokrasi ve insan hakları için zülme ve baskılara karşı savaşanlar “kansız”dır. Onlara göre, Kürt ulusunun ulusal ve demokratik haklarını savunmak, onun birliğini, bağımsız devletini savunmak “bölücülük”tür ve soysuzluktur.

Page 412: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“Kansız” ve “soysuz” olmak istemeyenler ise faşizmin çizmelerini yalamalı, baskılara boyun eğmeli, insan haklarının çiğnenmesine göz yummalı, Kürt ulusu üzerindeki baskıları alkışlamalıdır. Bize göre asıl kansız ve soysuz olanlar işte bunlardır…Bize göre asıl kansız ve soysuz olanlar, devrim kavgasını şu ya da bu baha-neyle bırakıp kaçanlardır.Biz açıkca haykırıyoruz:Faşizmi ve emperyalizmi yeneceğiz…Emperyalizme ve faşizme karşı çıkan, ondan yarar uman bu tür güçleri eze-ceğiz…Kürt ulusunun, bağımsız siyasi devletini kurma hakkı da içinde olmak üzere, ulusal ve demokratik bütün haklarını savunacağız ve bu uğurda savaşacağız…Resmi ideoloji ile yazılan Türkiye tarihini yeniden yazacağız ve Ermeni, Kürt ve diğer halklar üzerindeki baskı ve kıyımları tarihi gerçekliği içinde açıklığa kavuşturacağız…Zafer şarkılarımızı, destanlarımızı zorunlu olarak, kan ve ateş deryası içinde yazacağız. Herkes bilsin ki, zafer er geç bizim, işçi sınıfının, ezilen halkların ve mazlum ulusların olacaktır.Onlara sesleniyoruz:Baylar, korkunuzu, telaşınızı anlıyoruz. Bugün otlandığınız toprakları, fab-rikaları, madenleri korumak için her türlü vahşete hazırsınız. Ama bilmeli-siniz ki, korkunun ecele faydası yoktur ve hiçbir vahşet bizi haklı davamızdan caydırmayacaktır. Sizi, kendi yarattığınız sosyal-siyasal çeliş-meler içinde, döktüğünüz ve dökeceğiniz kanlar içinde boğacağız… Bizim, ülkemize dönme, hem de zaferle dönme umudumuz ve güvenimiz vardır. Ama sizler bir gün kaçacak ve bir daha dönmeyeceksiniz. Beyaz Ruslar’a bakan, Kral Faruk’a, Şah’a, Somoza’ya bakın ve geleceğinizi görün.Sevgili arkadaşlarım… Bizi bekleyen zor günlere hazırlanalım!Selam sizlere, yarına ve kavgamıza… selam bin selam!..

Page 413: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yılmaz Güney, “Uzun Yürüyüş” dönüşü Paris’te düzenlenen gece için hazır-ladığı bu konuşmayı hastalığının artması nedeniyle kendisi sunamadı; top-lantının sunucularınca gecede okundu.

halkcephesi.net

Page 414: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

FAŞİZM BÜTÜN HALKLARIN DÜŞMANIDIRDeğerli arkadaşlar, Konuşmama, bu toplantıda ülkem Türkiye’deki faşist baskıları Fransız hal-kına duyurma imkanı sağladığı için, Komünist Partisi’ne, bölge sorumlula-rına ve sizlere teşekkür ederek başlamak istiyorum.Arkadaşlar, Faşizm hangi ülkede olursa olsun, sadece o ülkenin işçilerine, aydınlarına ve halkına değil, bütün dünya işçilerine, aydınlarına ve halklarına karşıdır.Onların baş düşmanı, her zaman komünistler, sosyalistler, demokratlar olmuştur. Bu nedenle, bizim için faşizme karşı mücadele Türkiye’ye özgü, milli karakterli bir mücadele değil, bütün dünya işçilerini, emekçilerini yakinen ilgilendiren enternasyonalist bir mücadeledir.Bildiğiniz gibi, Avrupa Konseyi geçen Mayıs’ta, faşist Türk devletini Kon-sey’e yeniden kabul etti. Bu, demokrasi adına büyük bir hatadır. Bize göre, faşist Türk devletinin Konsey’e yeniden kabulü, faşizme cesaret vermek demektir; işkencelere, baskılara ortak olmak demektir; demokratik hakların çiğnenmesine göz yummak demektir; baskı altındaki Kürt halkının ulusal ve demokratik haklarının hiçe sayılması demektir; ve acil olarak, çok yakında gündeme gelecek toplu idamlar karşısında gözleri kapamak demek-tir.Bu mudur demokrasi anlayışı?

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 415: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Ama aynı insanlar, Sovyetler’de, Polonya’da bir olay oldu mu, bütün dün-yayı ayağa kaldırıyorlar. Eğer sorun insan hakları ve demokrasi ise, farklı bu iki tavır ne anlama geliyor?Türkiye’deki gelişmeleri kısaca özetlemek istiyorum:6 Kasım 1983’te, göstermelik bir seçimle göstermelik bir parlamento kuruldu. Bu parlamentoda işçi, köylü ve emekçi halkın temsilcileri yoktur. Çünkü işçilerin, köylülerin siyasi partiler kurmaları yasaktır. Demokratik bir programla ortaya çıkmak yasaktır. Bu parlamento, emperyalist uşağı gerici Türk burjuvazisinin, toprak ağalarının parlamentosudur. Faşist gene-rallerin hazırlattığı faşist bir anayasa temeli üzerine kurulmuştur. Başbakan Özal, yeminli Amerikan uşağıdır. Kurduğu kukla hükümet, işe zamlarla başladı. 6 ay içinde, bütün temel mallara 6 defa zam geldi. Fiat artış oranı %25… Türk parasının yabancı paralar karşısında ortalama değer kaybı, %27. Buna karşılık işçi ücretlerinde yapılan artış %23… İşçilere verilen bu fazlalık, daha ilk üç ay içinde geri alındı. Fiatlarda artış devam edecek, fakat ücretler sabit kalacak…Bir işçinin asgari ücreti, Fransız parasına göre 400 Frank. Kemikli et 30 Frank. Bir kilo bitkisel yağ 10 Frank.İşçiler haklarını arayabilecek sendikal, siyasal örgütlere sahip değil. Başla-rında faşizmin silahları var. Faşist yasalar var. Cezaevleri ve işkenceler var… İşte Türkiye’deki sınıf kardeşlerinizin durumu bu.Cezaevlerinde işkence, baskı ve kötü hayat şartları bütün hızıyla devam edi-yor. Aynı zamanda, siyasi tutukluların bulunduğu büyük cezaevlerinde açlık grevleri, direnişler sürüyor. Mahkemeler son günlerde yüzün üzerinde idam cezası verdi. 30’a yakın insan idamını bekliyor. Ekonomik-siyasi-sosyal bas-kılar halkın tahammül edeceği boyutları çoktan aştı. Yeni bir hükümetten ve erken seçimlere gidilmesinden söz ediliyor. 1256 Türkiyeli aydın ve sanatçı, anti demokratik uygulamaları, cezaevi koşullarını protesto eden bir bildiri yayınladılar. Faşizmin polisi ve savcı-ları, aydınları sorguya çekiyor şimdi.Faşizmin başı Cumhurbaşkanı General Evren diyor ki:“Kendilerine aydın diyenler 12 Eylül’den önce olduğu gibi, derneklerin, sen-dikaların, meslek odalarının politikaya sokulmasını istiyorlar. Böyle aydın-ları daha önce de gördük, yurt dışına kaçtılar. Bunlar vatan hainleridirler.”

Page 416: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yani, Evren’e göre demokrasi isteyen herkes vatan hainidir.Evren, üzerine basa basa diyor ki: “Türkiye’de fikir suçlusu yoktur.” Ona göre, bir fikir söylenmediği müddetçe düşünülebilir bir suç değildir. Ama ne zaman bu fikri söze ve yazıya dökersen bu suç olur. Bu nedenle, cezaev-lerinde bulunanlar fikir suçluları değil, yıkıcı, bölücü fikirleri yaymak iste-yenlerdir. Onlar için af isteyenler de onlar gibi Türkiye’nin düşmanlarıdırlar.Evren, anayasanın siyasi affa karşı olduğunu söylüyor. Batı kamuoyunu kastederek, “Af istiyorlarsa önce Hitler’in sağ kolu Alman faşisti Hess’i affetsinler” diyor… İdamların süreceğini çekinmeden söylüyor ve bildikleri yolda ilerleyeceklerini belirtiyor.Evren ve faşist devlet, halka karşı, hak ve özgürlüklere karşı, demokrasiye karşı yürümeye kararlıdır.Biz de faşizmi yıkmaya, siyasi hak ve özgürlükleri kazanmaya, demokratik bir Türkiye kurmaya kararlıyız.Bu kavga mutlaka demokrasinin zaferiyle sonuçlanacaktır.Hitler, Mussolini, Franko, Salazar, Somoza, İran Şahı ve daha birçok faşist diktatör ve faşist diktatörlük nasıl yıkıldıysa, bunlar da yıkılacaklardır.Yaşasın demokrasi…Kahrolsun faşizm…

halkcephesi.net

Page 417: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

ZULMÜN OLDUĞU HER YERDE HALK, ER YA DA GEÇ SİLAHLI MÜCADELEYİ SEÇECEKTİRSizlere,Guatemala’yaVe ezilen bütün dünya halklarına selam…Nerede baskı ve zulüm varsa, nerede bir halk işkence ve kıyıma uğruyorsa, orada er ya da geç, halk silahlı mücadeleyi seçecek ve kurtuluşlarını, kan, ateş ve gözyaşı deryasından geçerek sağlamaya çalışacaklardır. Çünkü silahlarla sağlanan egemenlikleri yıkabilecek tek güç, yine silahlardır. Hele bu silahlar örgütlü ve inanmış bir halkın elinde olursa.Dünyamız, sosyal ve siyasal kurtuluş mücadelesi veren, bağımsızlık savaşı veren halkların haykırışlarıyla çalkalanıyor. Hiçbir namuslu insan, bu hay-kırışlara kayıtsız kalamaz, kalmamalıdır. Bugün buradaysak, bunun nedeni, kayıtsızlığıa karşı çıkmak gerektiğinin bilincinde olmamızdır. Fakat, bizi buraya getiren temel neden, yirmi iki etkin gruptan oluşan, eski ve yeni sömürgeciliğin acılarını en derinden yaşamış olan Guatemala halkının ver-diği yiğit mücadeledir. Eğer Guatemala halkı baskılara boyun eğseydi, dev-rimci çığlıklarını bize duyurmasaydı, biz burada olmayacaktık… Belki de, Guatemala’da neler olup bittiğinin bile farkında olmayacaktık. Ancak yine de Guetamala gerçeği, gerektiği gibi tanınmıyor. Günlük hayatın bir parçası olan kitle kıyımları üzerindeki suskunluk giderilmiş değil. Haykırmanın, Guatemala’da süren kavganın kalp atışlarını bütün dünyaya duyurmanın

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 418: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

zamanıdır. Çünkü Guatemala halkı, yalnızca Guatemala faşizmine karşı değil, başta ABD emperyalizmi olmak üzere, İsrail, Latin Amerika gericili-ğine ve tüm dünya gericiliğine karşı savaşıyor. Guatemala’daki kavga, sadece, Guatemala halkının kavgası değil, bütün dünya halklarının kavgası-dır… Orada kazanılan her başarı, Türkiye halkının da, baskı altındaki bütün halkların da başarısı olacaktır…Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, bütün demokrat ve ilerici güçlerin Guatemala’ya maddi ve manevi anlamda elini uzatması gereklidir. Ben, ülkemin kurtuluşu için savaşan bir devrimci, bir sanatçı ve aydın olarak, bunun vazgeçilmez bir insanlık görevi olduğuna inanıyor ve bu konuda yapabileceğim her şeyi yapacağımı söylüyorum. Yaşasın Guatemala…Yaşasın devrimci savaş…Yaşasın bağımsızlık ve demokrasi…“Kalbimizdeki Guatemala Sevgisi”nin kapanış gününde yapılan konuşma.

halkcephesi.net

Page 419: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

GELECEĞİN TÜRKİYESİ’NİN BİR YAPI TAŞI: “DUVAR”!Değerli arkadaşlarım, Yol arkadaşlarım,Değerli konuklar…Hepinizi, yürekten selamlıyorum…Hoşgeldiniz!Bugün, benim için iki açıdan özel bir önem taşıyor.Birincisi, “Arkadaş” filmini, yani üç aylık bir süreyi saklı tutarsak, yaklaşık onbir yıldır, sinemadan uzak bıraktırılmış yurtsever, devrimci, demokrat bir sinemacının, halkının sosyal kurtuluşuna yeminli bir sinemacının, yeni-den kameranın arkasına geçeceği günün arefesidir. Çünkü yarın, ülkemdeki faşist diktatörlüğe bir şamar indirecek olan yeni filmimizin, Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun filminin çekimi başlıyor. İnanıyorum ki bu film, anti faşist mücadelemizin uluslararası planda, daha da geniş kitlelere duyurulması açısından, sadece benim için değil, Türk, Kürt ve diğer azınlıktan halklar için de özel bir önem taşıyor. Çünkü bu film, devrim mücadelemizin, demokrasi mücadelemizin bir parçası olarak, bütün dünyaya seslenecektir.İkincisi, bugün, yurt dışına çıkışımın birinci yıldönümüdür. Bu bir yıllık süre içerisinde, halkımın savaşçısı olmaya ve elime geçen her olanağı demokrasi mücadelemizin ilerletilmesi için kullanmaya çalıştım. Yurt dışına çıkış kararını verirken, bunu, sadece kendim için, çocuklarım için, karım için değil, halkımın kurtuluş mücadelesine kazandıracağı yararları düşünerek yaptım. Devrimci demokratik mücadelemize daha da aktif bir biçimde katılmalıydım. Devrimi ilerletebilecek olanakların yaratılmasına

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 420: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

katkılarda bulunmalıydım. Devrime yeminli bir arkadaşınız olarak, devri-min bir sıra neferi olarak, bundan sonraki yaşamıma ve çalışmalarıma yön verecek olan ilke budur ve bu olacaktır.İşte bu duygu ve anlayışla, şimdi yaptığımız bu filme bakarken diyorum ki biz, bu filmle Türkiye’de inşası zorunlu olan yeni toplumun bir kiremit taşını biçimlemeye çalışıyoruz. Çeşitli milliyetlerden emekçiler için olduğu kadar, ezilen Kürt ulusu için de, ulusların kaderlerini tayin hakkının eksik-siz gerçekleşmesi için de, bu çalışmalarımız gelecek açısından önem taşı-maktadır. Bu filmde çalışan bütün arkadaşlarımın da aynı duygularla dolu olduğuna inanıyorum. Eğer böyle olmasaydı, içinde bulunduğumuz zor koşullara, yağmura, soğuğa, kimi zaman fazla çalışmaya gereken dayanıklı-lığı gösteremezdik. İnancım o ki, emeğimiz boşa çıkmayacaktır.Arkadaşlarım,Devrim, tek başına silahların çözeceği bir sorun değildir. Belirleyici olma-sına karşın, hayatın her alanında sürdürmemiz gereken kültürel, sanatsal ve bir dizi diğer çalışmalarla birleşmesi gerekir. İşte filmimiz ve yaratacağı siyasi sonuçlar, bu anlamda mücadelenin bir parçası olacaktır. Filmimizin başarılı, etkili ve güçlü olabilmesi için, bütün arkadaşlara görevler düşmek-tedir. En küçük, en önemsiz görünen işten, büyük ve belirleyici görünen bütün işlere kadar, sorumluluk taşıyan arkadaşlarımızın, görevlerini layı-kıyla yapmaları gerekir. En küçük aksama bile, filmimizin başarısından bir şeyler götürecektir. Küçük birikimlerin nasıl da sonuçları bakımından yıkıcı bir rol oynayabileceği hepimizin bildiği, deneylerimizle yaşadığımız bir şey-dir. Kollektif çalışma içindeki küçük aksaklıklar, genel aksaklıkların teme-lini oluştururlar. Dikkatli, uyanık, sabırlı ve çalışkan olmak, alıngan olmamak başarımız için temel koşullardan biridir. Sorumluluk bilincini elden bırakmamalıyız. Başarımız halkımızın başarısı, başarısızlığımız halkı-mızı üzen bir yenilgi olacaktır.Arkadaşlarım, tevazuya gerek görmüyorum. Sinema dünyasının gözü ve kulağı, yeni çalışmamızı dikkatle izliyor ve sonucu merakla bekliyorlar. Bize inananlar, bizden güçlü bir eser bekliyorlar. “Yol”un yarattığı güven ve bekleyiş boşa çıkmamalıdır. Dostlarımızı sevindirmek, düşmanlarımızı üzmek ve kızdırmak görevimizdir. Yolumuz zor ve beklenmedik güçler pusudadır. Her şeye karşın, bütün güçlükleri yeneceğimize inanıyorum, dünya sinamasına bir armağan kazandıracağımıza inanıyorum, halkımızın eline güçlü bir sanat silanı verebileceğimize inanıyorum… Yanılıyor muyum? Asla!

Page 421: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bu filmde çalışan herkes, sonuç itibariyle övünç duyacağı bir şeyin, bir fil-min inşacıları olacaklardır. Bu nedenle şimdiden filimde çalışacak olan tek-nisyen sanatçı ve prodüksiyon elemanlarına teşekkür ediyorum.Önemli bir noktayı belirtmek istiyorum: Bu filmin yapımını üstlenen, bir-çok konuda anlayış gösteren Marin Karmitz arkadaşıma teşekkür etmek istiyorum. O sadece bir film yapımcısı değil, aynı zamanda bizim ve bütün dünya haklarının demokrasi mücadelesine inanan bir arkadaşımdır. Onun mücadele geçmişi birçok arkadaşımızca bilinmiyor ama ben biliyorum. İşte Marin Karmitz’in bu niteliğidir ki, cesaret ve kararlılıkla bu işe atılmasına neden oldu. Kendisine, bütün arkadaşlarım ve halkımız adına teşekkür edi-yorum. Yine bu filme, ellerindeki bütün olanaklarıyla, insan malzemesiyle katkıda bulunmaya çalışan kişilere, siyasi gruplara ve örgütlenmelere teşekkürü bir borç biliyorum…Biz bu filmde sadece bir filmin nasıl çekilebileceği konusunda değil, kolektif çalışmanın ve devrimci demokrat dayanışmanın yaratacağı mucizeyi de bütün dünyanın gözleri önüne sereceğiz.Sizlere güveniyorum…Sizler de bana güvenin ve inanın…Zafer bizim olacaktır.Bir gün ülkemize zafer şarkılarıyla döndüğümüz zaman övünerek hatırlaya-cağınız birçok şeyiniz olacaktır… İşte bu çalışma onlardan biridir.Selam size arkadaşlarım, yol arkadaşlarım ve konuklarım… selam size…“Duvar”ın çekimine başlanırken tüm çalışanlara hitaben yapılan konuşma (7 Ekim 1982).

halkcephesi.net

Page 422: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“DUVAR”IN ÇEKİMİ BİR SAVAŞTIArkadaşlar, öncelikle bugün bu toplantıyı düzenleyen ve bize bu fırsatı yaratan Strasbourg üniversite başkanı Braun’a ve buraya gelip bizi dinle-mek zahmetinde bulunan arkadaşlara ve özellikle Fransız ve diğer uluslar-dan arkadaşlara, halkımızla gösterdikleri dayanışmadan ötürü teşekkür ederiz.Hocam Server Tanilli, Türk sinemasıyla ilgili bir panorama çizdi ve bu panoramanın içindeki yerime değindi. Benim bunlara esas olarak ekleyebi-leceğim şeyler ancak özel sorunlar olabilir. Sadece şunu söylemek istiyo-rum: Aklımın erdiği ilk günden bu yana, yani sanata ilgi duyduğum ilk günden bu yana, sanatın halkların kurtuluşu, demokrasi mücadelesi ve insanlığın genel kurtuluşu için bir silah olduğuna inanıyorum. Ancak sanat hayatımın belli dönemlerinde, siyasal bilincimin yetmemesinden ötürü kendi hayatımda, sanatsal anlamda ve ideolojik anlamda bazı hatalar yap-tım. Ancak bizim için, yani bizim ülkelerin sinemacıları için tek okul haya-tın kendisidir. Hayatın içerisindeki yanılgılardan dersler çıkartarak el yordamıyla kendi doğru yolumuzu bulmaya çalıştık.Hem benim hayatımda, hem sinemamızın hayatında önemli bir yerdir bugün vardığımız nokta. Umut ve Duvar, bu iki film arasında Yol, Düşman, Sürü benim özel sinemamda ancak Türkiye’nin yetiştirdiği bir yığın genç sinemacıyla birlikte ele aldığımız zaman, Umut’la Duvar arasındaki bütün filimlerim Türkiye’deki sosyal ve siyasal hayatın, sansürün elverdiği oranda yansımalarını içerirler.Konuşmayı daha canlı tutabilmek için arkadaşların yönelteceği soruları cevaplayarak, konuşmamıza canlılık katmaya, konuşmalarımızı derinleştir-meye çalışacağım.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 423: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Soru: Soracağımız sorular sinemayla mı ilgili olacak, yoksa istediğimiz soruyu sorabilir miyiz?Yılmaz Güney: Hayatın hiçbir anı ve buna bağlı olarak sanat, siyasal, sosyal hayattan kopuk değildir. Ancak, ben, bazı nedenler dolayısıyla, özellikle şu ricada bulunacağım: Siyasi polemiklere yol açabilecek, farklı görüş ayrılık-larını derinleştirecek sorulara girilmemesini özellikle rica edeceğim. Ancak sanatla siyaset arasındaki ilişki konusunda sorulacak şeyler olursa onlara cevap veririm.Bir sinemacı, her şeyden önce, yetiştiği toplumun sosyal, siyasal koşulla-rıyla birlikte ele alınmalıdır. Sanat, özellikle de sinema sanatı, yoğun bir özgürlüğe ihtiyaç duyar. Bu anlamda hiçbir zaman burjuva demokrasisini bile tanımamış olan Türkiye’de, çizerinden şairine, şairinden yazarına ve sinemacısına kadar bütün sanatçılar siyasal iktidarın baskısı altında kal-mışlardır. Onların yaptıklarını ancak sansürle mücadele, özgürlükleri kazanma adına verilen mücadeleyle birlikte ele aldığımız zaman, bunu diğer sinemacıların sinemalarıyla benzerlik ya da benzemezlik noktalarını açığa çıkartabiliriz.Bizim sinemamıza baktığımız zaman, sinemamızın, sansürün olanakların-dan yararlanarak bir çeşit uzlaşmalar yoluyla halkçı bir çizgi izlediği görü-lüyor. Türkiye’de sinema, hiçbir zaman doğrudan doğruya işçilerin sosyal ve siyasal hayatını anlatamamıştır. Halkın içinde bulunduğu açılara bütün yönleriyle ışık tutamamıştır. Ezilen Kürt ulusunun adını filmlerinde bile edememiştir.Türk sinemasını Balkan sinemalarıyla kıyasladığımız zaman, örneğin bir Romen sinemasını, Macar sinemasını, hatta Yunan sinemasını, Bulgar sine-masını, kimi yönleriyle bizim sinemamızdan üstün olarak değerlendirme-miz gerekiyor. Çünkü bu ülkelerin gelişim süreci içerisinde, ülkeler en azından belli bir özgürlük, yaratıcı özgürlük içerisinde çalıştılar. Öte yan-dan, Kuzey Afrika sinemasını ele aldığımız zaman, bizim sinemamıza ben-zer tablolar görüyoruz. Örneğin bir Mısır’da, Yusuf Şahin kendi ülkesinin, kendi halkının acılarını filmlerken, aynı zamanda, Mısır gericiliğinin silah-larıyla karşı karşıya kalmıştır. Yine Latin Amerika ülkelerinin sinemacıla-rını ele aldığımız zaman, bu sinemacıların da kendi ülkelerinin sosyal gerçekliğine yaklaştıkları zaman, aynı zamanda kendi ülkelerinin faşist dik-tatörlüklerinin baskılarıyla karşı karşıya kaldıklarını ve ülkelerini terket-mek zorunda kaldıklarını görüyoruz.

Page 424: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Özetle şunu söylemek isterim: Sosyal ve siyasal konuları birbirine benzeyen ülkelerin sinemaları birbirine benzerler. Çünkü sanatçı, sinemasını ya da sanatını hayatın bizzat kendisinden alır. Bu nedenle kaynağı birbirine ben-zeyen sinemalar, dil itibariyle belli farklılıklar gösterse de, geneli açısından birbirine benzerler.Bugün Türkiye cezaevlerinde 170 000’in üzerinde insan yatıyor ve bu insanların en acılı kesimi siyasilerdir. Kimi askeri cezaevlerinde, kimi sivil cezaevlerinde, kimi kaplan kafesleri içindedir. Ben film yapmaya sıvandı-ğım zaman, bu durumları anlatmayı düşündüm. Ancak, özellikle seyirci Batı seyircisi olduğu için, o hayat kesinlikle inanılmaz gelecekti, bir; ikincisi, çok özel bir konuyu anlattığımız sanılacaktı. Duvar’ın bugün karşılaştığı durum, bu kadar özel bir durum olmamakla birlikte, özel bir durum olarak niteleniyor. Deniliyor ki, çok ciddi gazetelerden biri, Le Monde veya Le Matin zannediyorum, Yol Türkiye gerçeğini anlatıyordu, ancak Duvar, Tür-kiye gerçeğini anlatmıyor diyor. Yani bunun özel bir sorun olduğu konu-sunda kuşkusu var. Çocukları seçerken şu noktadan hareket ettim: Çocuklarına böyle davranan bir toplum, çocuklarına böylesine acı çektiren bir toplum, uluslararası planda tartışma konusu yapıldığı zaman, bu, Türkiye’nin şu gün içinde yaşadığı gerçekliğe kadar gidecektir. Ve bugün, uluslararası planda Tür-kiye, Türkiye’deki anti demokratik uygulamalar, insanlık dışı uygulamalar tartışılıyor. Bu film, esas itibariyle hedefine ulaşmıştır. Burada yapılması gereken şey, bütün arkadaşların, hangi görüşten olursa olsun, bu filmin yarattığı siyasi sonuçları demokrasi kavgasının bir parçası ve bir aracı haline getirmeleridir.Duvar’ı yaparken, önüme şöyle bir hedef koydum: Bu filme giden herkesi iki saat esir alacağım dedim; rehin alacağım dedim. İki saat onları düşün-dürtmeyeceğim dedim. Önüme koyduğum hedef buydu. Bir kısmı filmi çok şiddetli bulacaktı, belki kendi kendisine şu soruyu sorarlar diye düşündüm: Eğer biz bu filme iki saat tahammül edemiyorsak, bu hayatı yıllarca yaşa-yan insanlar bu hayata nasıl tahammül ediyor?Sürü ve Yol, kendi ülkemin toprağına ayaklarını basan, ülkemin insanlarını sınırlı özgürlük koşularında bile olsa, onları yüzleriyle, sosyal yaşantıla-rıyla anlatan birer filmdi. Bu anlamda, hayatın içine sinmiş şiir, ister bilin-cinde olalım, ister olmayalım perdeye yansıyordu. O hayat, bir yanıyla dil, bir yanıyla şiir dolu, bir yanıyla acılı, fakat insanı etkilerken tokat vurarak,

Page 425: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Duvar’da olduğu gibi sunmuyordu. Ancak dışardaki hayat çok zordu, fakat cezaevindeki hayat daha zor ve katıdır. Bu nedenle Duvar’daki hayatın katılığı bütün şiddetiyle çarptı. İkisi arasındaki belirli farklardan biri bu.Bir sanatçı ya da bütün sanatçılar, hiçbir zaman hayatı, hayatın sorunlarını anlatamazlar. Buna hiç kimsenin gücü yetmez. Özel olarak tek tek sanatçı-lar, çeşitli eserleriyle, hayatın çeşitli kesimlerini yansıtarak bir bütünlük sağlamaya çalışırlar. Bu anlamda, benim Umut’la başlayan serüvenim ve bugüne kadar yaptığım bütün filmlerim, birbirleriyle derin ilişkileri olan ve birbirlerini tamamlayan filmlerdir. Bana sorarsanız, sanatçı olarak ben, Duvar’da kendi sanatımın geliştiği bir noktayı görüyorum. Ancak, eğer Yol’la kıyaslanırsa, Yol’a göre ölçü verilirse, bunun yanlış olduğunu söyle-rim.Şu bir gerçektir ki, kendi ülkesinin dışında bütün sanatçılar, o filme kendi ülkesinin damgasını vurmakta güçlük çekerler. Ancak bunu başarma görevi de onların önünde durur. Bu anlamda, çeşitli zorluklarla karşılaştığımı söy-lemeliyim. Ancak film çıktığına göre bu zorluklar aşılmış demektir.Biz, ülkemizde demokrasi ve devrim kavgası verirken önümüze belli hedef-ler koyduk. Önümüze koyduğumuz hedeflerden biri, feodal kalıntıların kal-dırılması, feodal kalıntıların tasfiyesidir. Feodal ekonominin kalıntıları var olduğu müddetçe, feodal ahlak sürecektir. Ancak feodal ekonomi tam olarak yok edilse bile onun üst yapısı, onun ahlaki yapısı çok daha uzun süre devam eder.Bizim soruna devrimci tarzda bakmamız ile Mustafa Kemal’in sorunlara darbeci, tepeden inmeci bir biçimde bakması arasında kökten fark vardır. Biz, devrimlerin aşağıdan yukarıya doğru olacağına inanırız. Devrimle reform iki ayrı şeydir. Bu anlamda kitlelere şalvarı çıkartmak ya da fesi çıkarttırıp şapka giydirmek değil, onun sosyal ve ekonomik hayatındaki değişikliklerle şalvarı çıkartıp, fesi çıkartıp şapkayı giymesini öneririz, bu bir.Özellikle Yol’da, bir yanıyla devlet baskısının görüntülerini gösterirken, bir yanıyla da Kürdistan’da halkın içinde bulunduğu ortaçağ karanlığının yan-sımalarını gösterdik. Ortaçağ karanlığı, bizim düşmanlarımızdan biridir ve biz bunu aşmak üzere önümüze koyduk.

Page 426: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Arkadaşlar, bugün, Duvar’ın çekimiyle ilgili çeşitli spekülasyonlar ayyuka yükseldi, bu konu bayağı tartışılıyor. Duvar’ın çekiminde temel noktaları anlatmadan, orada kullandığım yöntemi açıklamam zordur.Fransız ekip, film hazırlıklarını yapan, yani film için gerekli bazı çalışma-ları yürüten prodüksiyon ekibi, kameraman yardımcısı ve bir de Türkiyeli kameraman profesyoneldi. Diğerleri ilk defa bir filmde çalışıyorlardı.Asistanlarım ilk defa sinema yaptılar, ilk defa film çalışmasına katıldılar. İki oyuncunun dışında, Tuncel Kurtiz ve Ayşe Emel Mesçi’nin dışında, diğer bütün oyuncularım ilk defa sinema yaptılar. Profesyonel oyuncularla çalışma tarzıyla, amatör oyuncularla çalışma tarzı birbirlerinden farklıdır. Bu nedenle ben, oyuncularımı yönetirken, onları “oynatmak” değil, yaşat-mak istedim. Yani onların rol yapmalarını değil, onların bizzat filmde, yaşadıkları hayatı yaşamalarını sağladım. Bu anlamda kimi zaman sert dav-randığım olmuştur. Çünkü bu filmin çekimi, sıradan bir filmin çekimi değildi; bu bir savaştı. Bu film bizim için ölüm kalım kavgasıydı; ya başara-caktık ya da o duvarın altında ezilecektik. Bu nedenle filmin içerisinde çekim sırasında olan bazı şeyler bugün abartılıyor. Tek bir şey söyleyeyim: Bütün çalışmanın içerisinden kopartılıp alınmış bir küçük parça birçokları için yargı vermeye yetiyor. Yani çocuğa üç tane böyle vurmak, işkence yapıldığı biçiminde yorumlanıyor. Onun dışında hiçbir çocuğa vurulmamış-tır. Onun dışında hiç kimseye baskı kullanılmamıştır.Bir noktayı açıklarsam herhalde yararlı olur. Türkiye dışişleri bakanı, benim sadist olduğumu, çocuklara işkence ettiğimi ve örneklerken de çocuklara televizyonda gördüğünüz çocuğa vurmamı ve çocuğun ağlamasını sağlamak için de gizlice “anası ölmüş, ondan haberi var mı?” dememi, vah-şet ve sadistliğimin örneği olarak gösteriyor.Bu hükümet, 500 insanı idam etmek için zaman kolluyor. Bugüne kadar 50’ye yakın insanı astılar. 300’e yakın insan işkencede öldürüldü. Binlerce insanı yaraladı. Halk baskı altında. Bütün bunları yapan bir hükümetin söz-cüsü, benim çocuklara bir tokat vurmamdan, vahşi olduğumu ve sadist olduğumu söylüyor…1983 Haziran’nında, Strasbourg kentinde sinema üzerine düzenlenen bir açık oturumda yapılan konuşmanın banttan çözümlenen bir bölümü.

halkcephesi.net

Page 427: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3
Page 428: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“YOL”: HALKIMIZIN YÜREKLERİ SARSAN ÇIĞLIĞISevgili dostlarım,Sevgili konuklar,Derin acılar yaşayan halkım adına, sizleri ve sizler aracılığı ile de İspanya halklarını bütün yüreğimle selamlarım…Bugün ülkem askeri faşist diktatörlük altındadır. Faşizmin ne olduğunu siz-lere anlatacak değilim. Biliyorum ki acı çeken her halk, acı çeken halkların dilini iyi anlar. Biraz sonra izleyeceğiniz “Yol,” halkımın yürekleri sarsan çığlığını sizlere duyuracaktır. Bu sese kulak verin!… Bu ses iki halkı birbi-rine daha da yakınlaştıracaktır… Buna ihtiyacımız var.İç savaşı bütün vahşetiyle yaşamış bir halk, otuz yıllık baskı ve zulüm döne-mini sabır ve sayısız kurbanlar vererek yaşamış bir halk, yaklaşık elli yıllık bir aradan sonra kaderini değiştirmek için ayağa kalkıyor… Başarınız ve zaferiniz, demokrasi adına başarımız ve zaferimiz olacaktır… Yeni bir İspanya’yı inşa savaşında sizlerle beraberim…Yaşasın İspanya ve Türkiye’nin çeşitli milliyetlerden halklarının kardeş-liği…Yaşasın demokrasi!..“Yol”un İspanya’da ilk kez gösterime girmesi nedeniyle yapılan konuşma.

halkcephesi.net

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 429: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“DÜŞMAN”: GERİCİLERİN DÜŞMANIArkadaşlar, “Düşman” filmi şu sıralar gösterime giriyor. Bu film çoğumuzun yakinen tanığı olduğu yaşanmış günlük olayları konu eder. Gerçeklerden yola çıkıp, halkımızın içinde bulunduğu, soluduğu birçok gerçeğe ışık tuttuğu, birçok gerçeği sergilediği içindir ki, önce Türk sansürünün engeline takıldı, yasak-landı. Daha sonra, Danıştay yolları denenerek, uzun bir bekleyişten sonra izin alınabildi ve halk önüne çıktı. Halkın “Düşman”a gösterdiği büyük ilgi, egemenleri ürküttü. Gerek resmi kanallarla, gerekse gayri resmi kanallarla saldırılara hedef oldu, birçok yerde, mahalli yöneticilerin keyfi yasaklama-larıyla karşılaştı… Hele hele, Londra Film Festivali’nde, en iyi üç filmden biri seçilmesi, Berlin Film Festivali sırasında, En İyi Senaryo Ödülü’nün Düşman’a verilmesi ve OCİC tarafından En İyi Film seçilmesi, onların key-fini iyice kaçırdı. Çünkü onlar, “Düşman”ın her kazandığı başarının, aslında halkımızın başarısı olduğunun bilincindeydiler ve bu filmin anlattıkların-dan, yaratacağı devrimci etkilerden korkuyorlardı.=Bu filmin senaryosunu yazarken ve çekimi için bir yığın riski göze alırken, sansür gericiliğinin baskılarıyla karşılaşacağını, türlü engellerin karşımıza çıkacağını biliyordum. Ancak inanıyordum ki, engelleri aşmanın, yasakları aşmanın bir tek yolu vardı: Yasakları çiğnemek, engellerle savaşmayı göze almak. Böyle yapmazsak, her zaman kan emici zalimlerin bize çizdikleri kölelik sınırları içinde kalmaya mahkum oluruz.İşte bu film, kendi alanında, yani sinema alanında yasaklara, gericiliğe, baskılara meydan okumanın, halkımızın mücadelesinin ayrılmaz bir parçası ve ifadesi olarak karşınıza çıkıyor. Göreceksiniz ki, yurt dışında bile bazı çevreler, bu filmde anlatılanlara tahammül edemeyeceklerdir.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 430: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Diyorlar ki, Yılmaz Güney ülkemizi kötü gösteriyor. O kadar tarihi eserleri-miz var, o kadar büyük otellerimiz, on katlı apartmanlarımız, asfalt yolları-mız varken, gidiyor halkın sefaletini gösteriyor. Bütün çabası Türkiye’yi kötülemek.İki şeyi birbirinden ayırmak gerekiyor. Ben Türkiye’nin aleyhine değilim. Ben açıkça Türkiye’deki egemen sınıflara, onların dayandıkları emperyalist güçlere karşıyım ve her zaman da karşı olacağım. Halkın içinde bulunduğu yoksulluğu, zorlukları göstermek, halka karşı olmak değil, onlarla beraber olmak, onların kanayan yaralarına parmak basmak ve sergilemektir. Onlar yoksulluğun, acının, baskının yaratıcılarına kızmıyorlar da, onu gösteren-lerden biri olarak bana kızıyorlar. Bir gün, aldatılmış ve kandırılmış bir yığın insan, hayatın duvarına kafalarını çarparak gerçeklerin gösterdiği yola döneceklerdir.Egemen sınıflar, egemenliklerini sürdürebilmek için, ekonomik, askeri, top-lumsal baskı ve tertiplerinin yanı sıra ezilen kitlelerin kendi sınıf bilinçle-rine varmalarını engellemek için onları kendi gerici ideoloji ve düşünce biçimlerinin içinde tutsak edebilmek için şeytanı bile şaşırtacak yollar bulurlar. Gazeteleri, magazinleri, sinemaları, radyoları, TV ve benzerlerini, köhnemiş dünyalarını korumak ve ölümlerini geciktirmek için kullanırlar. Amaçları, sürekli bir biçimde, ekonomik, siyasal, ve ideolojik anlamda ken-dilerine bağımlı kılmaktır… Onlar bilirler ki, ezilen kitlelerin, özellikle de işçi sınıfının bağımsız hareketi, kendileri için tehlikelidir. Bu nedenledir ki, onlar ne denli ezilenleri kendilerine bağımlı kılmak için uğraşırlarsa, bizler de on kat fazlasıyla işçi sınıfının bağımsız hareketi için uğraşmalı ve ezilen-leri işçi sınıfının çevresine toplamaya çalışmalıyız. İşte benim sinemam, genel mücadelenin bir parçası olarak bu amaca hizmet etmeye çalışmakta-dır. “Düşman” filmi, bu anlayışın bir ürünü olarak, savaşına devam edecek-tir.Arkadaşlar,“Düşman” filmini görün, tartışın ve ona sahip çıkın.Gerici çevrelerin tehdit ve baskılarını boşa çıkartalım.Zafer halkımızın olacaktır.Hepinize selam… bin selam……Düşman, sadece dışımızda yaşamaz, dıştan saldırmaz. O, çeşitli düşünce ve ilişkilerimizde, çeşitli alışkanlık ve özlemlerimizde, çeşitli tavır ve dav-ranışlarımızda da sinsice yaşar. Çünkü bağımlı ezilen çoğunluk üzerinede

Page 431: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

egemen olan sınıflar, ekonomide olduğu gibi, toplumsal yaşama, kültüre, yaşam biçim ve alışkanlıklarına da damgasını vururlar.İşte “Düşman” filmi, bu sorunlara değinmeye çalışıyor.“Düşman”, halkımızın uluslararası elçilerinden biri.1980 Berlin Film Festivalinde, En İyi Senaryo Ödülü1980 Berlin, Ocic, En İyi Film Ödülü1980 Londra Film Festivali’nden İyi Üç Filmden Biri 1981 Siyad (Türkiye Sinema Yazarları Derneği) En İyi Senaryo Ödülü,En İyi Aktör ÖdülüEn İyn Aktrist ÖdülüEn İyi Yardımcı Aktör Ödülü“Düşman”, kavgasının filmi.…“Düşman”, sinemanın yüzakı, gericilerin Düşmanı.“Düşman”ın Almanya’da gösterime girmesi dolayısıyla kaleme alınan ve bil-diri olarak da yayınlanan mesaj (Haziran 1982).

halkcephesi.net

Page 432: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“SÜRÜ”: HALKIMIZIN İSYAN DOLU ÇIĞLIĞIDeğerli arkadaşlar,“Sürü” en ilkel koşullarda, en zor şartlar altında bile devrimci demokrat bir sinema adamının isyan dolu çığlığını ve içten ağıdını sizlere ulaştırıyor. Bu ses ezilen halkımın onurlu sesidir. Bu ses, her şeye rağmen baskılara karşı direnişin, yasaklara, engellemelere meydan okumanın yiğit sesidir.Bu sesi hiç kimse susturamaz. Çığlığımız, demokrat dünya kamuoyunu, hal-kımın ve ezilen dünya halklarının yüz yüze olduğu baskılara karşı hassas olmasına çağrıdır. Ülkem faşist diktatörlük altındadır. Baskının ve zulmün demir ökçeli çizmeleri altında ezilmektedir.Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, halklar üzerinde anti demokratik baskılar varsa, insan hakları ayaklar altındaysa, bu sadece o acıları yaşayan halkların değil aynı zamanda dünya demokratlarının da sorunudur.Kim ki kendi dışındaki baskılara kayıtsız ve umursamazdır, onlar da baskı-ların ve zulmün suç ortaklarıdır. Artık bağırmanın zamanıdır. Ölüm kusan mahkemeleri, idam sehpalarını, işkence odalarını lanetlemenin zamanıdır. Emekçilerin, demokrat aydınların sesini süngülerle susturmak isteyenlere gür bir sesle “DUR” demenin zamanıdır. Onurla yaşamanın tek yolu budur.Fiziki olarak aranızda olamayacağım ama sesimi ve isyan dolu yüreğimin çarpıntılarını duyacağınıza inanıyorum. Şivan ve Berivan halkımın acılarını size ve İngiliz halkına anlatacaktır.Bir gün halkım zulmü yenecektir.

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 433: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Bir gün halkım kollarını saran paslı zincirleri parçalayacaktır.Size ve İngiliz halkına sıcak ve en içten selamlarımı iletiyorum.Selam… Bin selam…“Sürü”nün İngiltere’de gösterime girmesi dolayısıyla gönderilen mesaj

halkcephesi.net

Page 434: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

“YOL”: HALKIMIN SUSTURULAMAYAN SESİDİRDeğerli arkadaşlar,Değerli konuklar!..Bu filmi sizlere sunmayı, filmden sonra da film üzerine konuşmayı çok isterdim. Ancak biinen nedenlerden ötürü buna olanak bulamadım. Bilme-nizi isterim ki, nerede olursam olayım, yüreğim halkımın kavgasına ve acı-sına kayıtsız kalmayan insanlara, halkımın kavgasını veren insanlara sıcaklıkla açıktır. Sizleri bu duygularla selamlıyorum.“Yol” Türkiye-Kürdistan’ı bütün sorun ve boyutlarıyla anlatmıyor. Anlata-maz da. Ancak halkımın savaşçısı olmaya kendisini adamış bir sanatçı ola-rak önümüzde duran görevlerin bilincindeyim. Sanatçı olarak devrim kavgasının sıradan bir eriyim. Yolumuz uzun ve zor. Ancak aşılmaz değil…Devrimci sanat devrimci süreci anlatan sanattır. Devrimci sanat, toplumsal, siyasal, kültürel değişimleri ve kavgayı hem tanık olarak anlatan, hem de onu etkileyen sanattır. Sadece tanık olarak izlemek ve yansıtmak yeterli değildir, aynı zamanda bu süreci etkileyen bir niteliği olmalıdır. Bu anlamda “Yol”, Türkiye gerçeğinin hem tanığı, hem de onun değişimini etkileyen bir olgu olarak ele alındığında, devrimci bir görevi, işlevi yerine getirmektedir.Devrimci mücadelenin hedefi siyasal iktidarın ele geçirilmesidir. Siyasal iktidar bir son değil, bir hedef değil, toplumsal devrimin ilk adımı, kapı anahtarıdır. Yani siyasal iktidarı ele geçirmeden, ikna için gerekli zoru ele geçirmeden toplumsal bir değişikliği yapmanın olanakları yoktur. Ancak

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 435: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

siyasal iktidarın ele geçirilmesi sürecinde, zorun yalnızca açık düşmanlar, yani emperyalizm, işbirlikçi burjuvazi, faşizm ve onun kurumları değil, aynı zamanda, düşmanı yenmemizi engelleyen bütün gerici kurumlardır; örf, adet ve gelenekler, yani feodal kalıntıların can verdiği her şey. Biz, esas olarak, devrimci mücadele içinde bile feodal yanlarımızı yenebilmiş değiliz. Feodal yanlarımız günlük ilişkilerimizden, siyasal tutum ve örgütlenmeleri-mize kadar her şeyde kendini gösteriyor. Bunu yenmemiz gerekli. Ancak bu yeniş, biçimsel değil, özden olmalıdır. Biçimsel yenişler ya da öyle görün-meler, aslında devrime değil, gericiliğe hizmet ediyor… Biçimsel anlamda feodal tutumu yenmektense, onu içten bir biçimde kulanmak ve değerlen-dirmek seçilmelidir. “Yol”, hem devletin örgütlenmiş baskısını, hem de feodal gericiliğin kalıntı-larının can verdiği baskıları anlatırken, önümüze savaşmamız gereken güç-lerin bütününü koyuyor. Halkı devrimci savaşa hazırlamanın temel yolu, onu gerici alışkanlık, yargı ve anlayışlardan kurtarmayı emrediyor. Dev-rimci süreç buna yeterli değil. Ancak siyasal iktidarın işçi sınıfının önderli-ğindeki halkın eline geçmesi ilk adım olacaktır. Kadın erkek ilişkileri, sadece bir cinsiyet sorunu değil, sınıfsal bir sorundur. Her toplumsal yapı, kendine özgü bir biçimde kadın erkek ilişkilerine hukuki, toplumsal ve eko-nomik bir içerik kazandırır. Ve bu toplumsal yapı içindeki insanlar, kadın erkek ayrımı gözetmeden, soruna öncelikle ekonomik ve sosyal sistemin belirlediği açıdan bakarlar ister istemez. Benim için sorun, “Yol”da, sadece kadın sorunu değil, aynı zamanda erkekler sorunudur da. Çünkü ezilen sadece kadın değil, erkektir de. Ve asıl ezilen kadın değil erkektir. Bir erke-ğin kadını ezmesi, ona baskı kurması, kendisinin baskı altında olmasının bir ifadesidir. Kadının kurtuluşu, sınıfın, ezilen sınıfın kurtuluşu ile müm-kündür. Ezilen sınıf işçi sınıfıdır ve burada belirleyici güç erkeklerdedir. Erkeklerin belirleyici olduğu bir sınıfta, önce erkekler sonra kadınlar kurtu-lacaktır. Sorunu aydın şematizmi içinde ele almamalıyız. Kadının kurtuluşu, ezilen sınıfların kurtuluşuna bağlıdır.“Yol”, birçokları açısından ezilen kadınları anlatmaktadır. Oysa, ezen cinsi-yet olarak görülen erkeğin de ezildiğini anlamak istememekte ya da bu konuda kayıtsız kalmaktadır. “Yol” Türkiye-Kürdistan üzerine bir tartışma ve eğilim yarattı gösterildiği yerlerde. Bu bir adımdır; geliştirilmesi ve derinleştirilmesi gereken bir

Page 436: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

adım. Her namuslu insanın bu gelişmeye katkıda bulunması insanlık göre-vidir. Hep birlikte haykırmak, insanlık suçu işleyenleri lanetlemek gerekir.Kahrolsun Askeri Faşist Diktatörlük!“Yol” halkımın susturulamayan sesidir!Selam… Bin selam!..“Yol”un gösterime girmesi nedeniyle gönderilen mesaj.

halkcephesi.net

Page 437: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

19 MAYIS 1985: YILMAZ GÜNEY HAFTASI

ARAMIZDA OLMAYIŞININ ACISI VE İÇİMİZDEKİ ÖLÜMSÜZ ANISIYLA

FATOŞ GÜNEYDeğerli dostlar,Yılmaz Güney’in yaşamı birkaç sayfa ile özetlenemeyecek kadar derin ve engin zenginliklerle doludur. O’nu tanıyabilmek, tüm yönleriyle kavrayabil-mek ancak başarılar, başarısızlıklar, hor görülmeler, acılar, yoksuluklar, açlıklar, hapishaneler, hastaneler, kavgalar, kazalar, özlemler ve zaferlerle ipek böceği kozası misali örülmüş bir yaşamı oluşturan binlerce olayı bil-mek ve incelemekle mümkündür. Bu da, bir roman yazmayı gerektireceğin-den, ben çok kısa ve öz olarak bazı noktalara değinmek ve O’nu dilimin döndüğünce anlatmaya kendi sözeriyle başlamak istiyorum.“954’lerde, Adana’da, İnönü Caddesi’nde bir kolonyacı dükkanında çalışı-yordum. Onyedi yaşlarında idim. Genç bir adam, işçilerden, köylülerden söz eden, İspanya iç savaşının acılarını anlatan şiirler okurdu bana. Küçük kır-mızı kaplı bir cep defterine özenle yazılmış şiirlerdi bunlar. Kim yazmıştı yüreğime coşku dolduran bu etkili şiirleri? İlk kez ondan duyuyordum; bir adam vardı, adı Nâzım Hikmet’ti.“Bir yıl öncesine kadar, yaz tatillerinde Yenice köyüne döner, ırgatlık yapardım. Orada doğmuş, orada büyümüştüm. Kürt asıllı, topraksız, yoksul bir ailenin çocuğuydum. Limon çiçeği kokan o küçük kolonyacı dükkanında içime düşen ateşin adını ve hangi sınıfın adamı olduğumu öğrendim. Köy-

Yılmaz Güneywebmasterhalkcephesi.net

Page 438: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

lüydüm ben ve kurtuluşum ancak sınıfımın kurtuluşuyla mümkündü. Peki nasıl kurtulacaktı sınıfım? berraklık kazanmayan bir sorundu bu benim için.”Evet, Yılmaz Güney gencecik bir köy delikanlısıydı o dönemler, kabına sığ-mayan güçlü kişiliği, kararlılığı, cesareti çok kısa sürede O’nun, köyünün ve köylülüğün dar sınırlarını parçalayacak, hayatını ve kafasını sınırlayan hapishaneleri yıkacak ve Yılmaz bir özgürlük ve demokrasi savaşçısı olarak yaşamın ta göbeğine, en fırtınalı denizlerine yelken açacaktı. Korku tanı-maz yüreği en ağır acılarla yüklenecek, kısa yaşamının oniki yılını hapihane hücrelerinde, demir parmaklıklar arasında, sürgünlerde ve gurbetlerde geçirecekti.Liseyi bitirdiği yıllarda edebiyata merak sarmıştı. Hikayeler yazmaya baş-ladı. Annesi ve bacısıyla paylaştıkları tek göz evin elektriği çekilememiş odasında, sokak lambasının solgun aydınlığında küçük dünyalar yaratıyor kendine, güçlü sezgileri ve duyularıyla, hayatı, işleyiş yasalarını, en can alıcı yanlarından yakalıyor, kavrıyor, aktarıyordu. Genellikle de, kendi yaşadığı olaylardan hareket ediyor, güçlü gözlemciliği sayesinde yaşamın gerçeğiyle hep iç içe oluyordu. Bu, onun ileri dönemlerindeki çalışmala-rında da hep böyle sürecek; o, her yarattığı eserinde daima yaşanandan yola çıkacak, toplumsallığı, bilimselliği ve sanatsallığı birlikte yoğuracaktı.Yazdığı hikayeler, çeşitli gazete ve sanat dergilerinde yayınlanıyordu. 955’de, birtakım arkadaşlarıyla birlikte, maddi olanaksızlıkları yüzünden kısa ömürlü olacak olan “Püren” ve “Doruk” dergilerini çıkaracaktı. Daha sonra Adana’dan İstanbul’a, İktisat Fakültesi’nde öğrenim görme hayelle-riyle gelecek; ve sinema, geniş kitlelere ulaşması, etkinliği, anlatılan şeyle-rin daha güçlü ve daha derinliğine işleyebilmesi olanakları açısından, ön plana alınması gereken bir sanat dalı olarak dikkatini çekecektir.Çocukluk yıllarında yaptığı çobanlık, bağ bekçiliği, ırgatlara su taşıma, çapa işçiliği, pamuk ırgatlığı, arabacılık, kasap çıraklığı, traktör sürücülüğü, simit, gazoz satıcılığı gibi işlerden sonra, Yılmaz Güney ‘57 yılında, Beyoğ-lu’nda bir film işletmesinde “pursantaj” memurluğu, işletmecilik ve muha-sebeci yardımcılığı yapmaya başlar. Koltuğunun altında çeşitli film bobinleri ile Anadolu’yu dolaşmakta, film dağıtıcılığı yapmaktadır. Bütün bunları yaparken de hikayeciliğini senaryo çalışmaları ile sürdürüyor, Reji-sör Atıf Yılmaz’ın asistanı olarak, reji ve senaryo yardımcılığına başlıyor ve

Page 439: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

de ilk filmi olan “Bu Vatanın Çocukları”nda çok küçük ama çok etkili ilk rolünü oynuyordu.Bu sırada, geçmiş yıllarda yazdığı bir hikayesinden ötürü, komünizm propa-gandası yaptığı gerekçesiyle tutuklandı ve bir buçuk yıl hapis, altı ay sür-gün ve ömür boyu kamu haklarından yoksunluk cezalarına çaptırıldı. Bu ilk tutukluluğu ile birlikte, İstanbul, İktisat Fakültesi, sinemadaki ilk deneme-leri, ilk heyecanları, hayalleri ve umutları da onunla birlikte duvarlar ve demir parmaklıklar arasına hapsedilecekti.“Oysa, o dönemlerde komünizmle ilgili, bilimsel anlamda dişe dokunur bil-gim de yoktu,” der Yılmaz Güney.“İlk romanım olan ‘Boynu Bükük Öldüler’, (66-62’de ilk tutukluluk döne-mimde), Nevşehir Cezaevi’nde, siyasi koğuşun en dip köşesinde, rutubetli bir duvara komşu bir ranzada, geceli gündüzlü 16 aylık bir çalışmanın ürü-nüdür…“Ranzamdan hiç indirmediğim küçük bir masam vardı, yatma zamanı gelince ayak ucuma çeker, ayaklarımı altına sokar uyurdum. Çoğunlukla anlattığım insanları görürdüm düşlerimde, onlarla yaşardım.”… Ve böylece günler akıp geçecek, bir sanatçı için, hapishanenin son derece güç, üretmeyi önleyici, tüketici şartlarına rağmen direnecek ve çalışmala-rını sürdürecekti.Cezasını tamamlayıp, bir buçuk yıl sonra hapishaneden çıktığı ve altı aylık sürgün cezasını tamamlamak üzere Konya’ya gitmek için yola koyuldu-ğunda, henüz yirmidört yaşında gencecik bir delikanlıydı ve koltuğunun altında ilk romanı olan bu ölümsüz eserini taşıyordu.Öğrenim yarıda kalmıştı. Önündeki tek yol, kendi deyimiyle, “kendisini hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmen aracılığıyla eğitmeye” devam etmekti.Öyle de yaptı…Konya’da, hapishaneden yeni çıkmış, sicilinde “komünist” yazan birisine kimse iş vermek istemiyordu, oysa hayatın zorunlu kıldığı çelişmeleri aşmak çevre ile ilişkiler kurmak, çalışmak durumundaydı. Uzun araştırma-lardan sonra bir gece kulübünde “fedailik” işi buldu. Kabul etmek zorun-daydı.

Page 440: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Ataklığı, gözüpekliği, dürüstlüğü, doğruları savunması sayesinde kısa sürede çevrede tanınan, sevilen, sayılan ve sözü dinlenen biri oldu. Sürgün cezası bitip İstanbul’a döndüğü vakit, kendinden önce namı, o kendi dünya-larının ölçüleri ve oyunlarının katı acımasız kuralları içinde, özünde dürüst ve cesur insanlar olan kabadayılar aleminde duyulmuştu. Taze bir güç ile sinemaya, bıraktığı yerden devam etme kararlılığındaydı. Ve artık filmlerde başrol oynuyor, oynadığı filmler büyük ilgi görüyordu. Prodüktörler o güne kadar kendi güzellik ölçülerine göre, jönlere uymayan bir fiziğin sahibi gördükleri bu adamın neden halk tarafından böylesine sevildiği, benimsendiği ve tutulduğunu çözemiyorlardı. Oysa onların kavra-yamadıkları şey, aslında, o güne kadar yabancısı olduğu, kendi gerçeği dışındaki bir dünyanın penceresinden beyaz perdeye bakan, aldatmacalı renkler içinde eğlendirilmiş, uyutulmuş, uyuşturulmuş bir sinema seyircisi, ilk kez perdede kendi fiziğine benzeyen birisini, kendisi gibi doğal davra-nan, kendi dünyasını yansıtan olaylar yaşayan, sorunları benzer olan, hak-sızlığa uğrayan, ezilen ama başkaldıran, döğüşen Köroğlu, Dadaloğlu misali yiğitlere özgü bir adam görüyor ve o adama yürekten bağlanıyor, tiryakisi oluyor, kendisinden sayıyordu.Halkının bu içten sevgisi karşısında Yılmaz Güney yükseliyor, yüceliyor, onun omuzlarında ise sinema, her geçen gün biraz daha güçlenen bir demokrasi silahı haline geliyordu. Artık prodüktörlere kendi istediği gibi filmler yapmayı diretecek güce erişiyordu. İçinde üreyen, çoğalan, yüreğine sığmayan duygular taşıyor bu kutsal sevgi ve birikimi halkının gerçek çıkarları doğrultusunda kullanmak ateşiyle yanıp tutuşuyordu.“Halkımın içinde bulunduğu değişimin, toplumsal uyanışın bana yansıyan coşkusunu ve sevincini beynimin barajlarında biriktirmek, enerjiye dönüş-türmek, onların bilinçlenmesine katkıda bulunmak görevimdir. Bilincin önderliğinde değilse coşkular, fayda etmez zarar verir halkıma, düşman pusuda bekliyor çünkü.” diyordu.Bu dönemin ilk ürünü “Umut” oldu. Onun, “Aç Kurtlar”, “Seyyit Han” gibi baş oyunculuk, senaristlik ve yönetmenliğini yaptığı, tümüyle kendine ait ilk iki filminden sonra gerçekleştirdiği “Umut”, Türkiye sinemasında, ger-çek ve gerçekçi sinemanın bir dönüm noktası idi. Filmin birçok sahnesi san-sürce kesilerek engellenirken, yurt dışında da gösterilmesi yasaklandı. Bu baskıya karşı Yılmaz Güney de sessiz kalmadı. “Umut” kaçak olarak yurt

Page 441: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

dışına çıkartıldı ve Gronoble’de, “Büyük Jüri Özel Ödülünü” kazandı ve Yıl-maz Güney ilk kez ‘70 senesinde ülkesinin sınırlarını aştı.O güne dek, Yılmaz Güney filmlerinin alışılagelmiş kuralları, Umut filminin kahramanı “Arabacı Cabbar” ile birlikte değişiyor, bambaşka bir kişiliğe bürünüyor, bu sarsıntıyla birlikte ayrışmalar başlıyor; Yılmaz Güney kabuk değiştirmenin sancılarını yaşarken ve yeni, ileri hedeflere doğru yönelir-ken, (72 yılındaki cunta ile birlikte) yine yaşamı bölünüyor, yine hapisha-neye, hem de bu kez Selimiye Askeri Cezaevi’ne düşüyor, kollarına ve kamerasına kelepçeler takılıyor, tel örgütülü, demir parmaklıklı ziyaretler başlıyor; haftada yalnızca on dakikalık (Biz o zaman yeni evliyiz, oğulumuz 6, 5 aylık)…Hayat akıp gidecek, fakat her şeye rağmen zaman onu daha güçlü, daha zengin ve etkili kılacaktı. Devamlı okuyacak, kendini aşacak, yenileyecek, bir öğrenci titizliği ile çalışacak, yarının güç günlerine hazırlanmak için var gücüyle, yılmak bilmeksizin direnecekti.Mektuplarında duygularını dile getiriyordu.“Asıl hapishane insanın kafasında yarattığı hapishanedir. Hayatı sınırlayan hapishane odur ki, ilk fırsatta yıkılmalıdır, dünyayı daha iyi kavrayabilmek için. Ben bu barajı aştım, her şey önümde bütün açıklığıyla oynuyor. İçim-deki hırs ve inat, damgasını öyle silinmez, öylesine sağlam basacaktır ki hayata, şu uzun hapishane yıllarının beni yeniden yarattığına sen de tanık olacaksın. Zorluklar, sıkıntılar, haksızlıklar, benim için, sanatım için öyle yararlı olmuştur ki, bütün dünyada sözü edilen filmler yapacağım. Bir gün Türkiye sinemasını dünyaya ben ve benim gibi düşünenler götüreceğiz. Hapis olan benim fiziğimdir, kafam hapis değil ve onu kimse durduramaz.”Kafasını ve yüreğini kimse durduramadı ve dediklerini yaptı. Halkına ver-diği sözde durdu. Cezaevlerinde, en ağır insanlık dışı koşullara karşın durup dinlenmeden, gecesi gündüzü ile çalıştı, romanlar, hikayeler, senar-yolar yarattı. İki buçuk yıllık tutukluluğu, ‘74 affı ile son bulup, yalnızca üç buçuk ay sonra üçüncü kez yeniden özgürlüğüne kelepçe vurulduğunda hapishanede yarattığı en güzel ürünlerinden birçoğu, kendisinden önce dünyaya açıldılar. Yığınları etkileyerek onlara çok uzak ve yabancısı olduk-ları garip bir dünyanın yanık ve acılı türkülerini dinlettiler… İnsanlar hiç bilmedikleri, daha önce hiç duymadıkları ağıtlar yakan bu sese kulak verdi-ler, yüreklerinden sarsıldılar…

Page 442: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yılmaz Güney, Türkiye’deki mücadelesini yalnızca sinema alanında, roman ve hikaye dallarında bir sanatçı olarak, ülkesinin toplumsal gerçeklerine ışık tutmanın ve tanıklığını belgelemenin dışında, halkının nabzını her zaman elinde tutarak, halkının yanında, devrimci mücadelesinin ateşi içinde (egemen iki dev güce, emperyalizmin, faşizmin, gericiliğin her türüne, Kürt ulusu ve ezilen tüm uluslar üzerindeki baskılara karşı) omuz omuza çarpışıyordu. Dışarıdaki arkadaşları aracılığıyla dergiler çıkartıyor, siyasi, felsefi, kültürel konu ve sorunları içeren değerlendirmeler yapıyor, yarınlara ışık tutacak düşüncelerinin tohumlarını ülkesinin, doğum sancı-ları içindeki bereketli topraklarına serpiyordu.Doğaldır ki, diğer yandan, düzenin uygulayıcıları ve koruyucuları da kendi-lerine düşen soysuz görevlerini yerine getiriyorlar, ardı ardına hakkında yüzlerce yılı bulan dava dosyaları açılıyordu; “milli duyguları zayıflatmak-tan”, “halkı suç işlemeye teşvik etmekten”, “devletin içte ve dışta itibarını sarsmaktan” vs. vs. Bir yandan yazı ve düşün alanına yansıyan baskılar, diğer taraftan sinema sansürünün ilkel, paslı ortaçağ makası, bir kısım küçük burjuva aydınları-nın, sanatçılarının ve ne acıdır ki, birtakım devrimci çevrelerin, grupçuluk-tan kaynaklanan saldırı ve kuşatmalarına karşı tek başına direnen ve çarpışan Yılmaz Güney’in hapishanede son olarak yazdığı “Dağ” senaryosu önce sansür kurulu, daha sonra da Danıştay tarafından “sakıncalı” bulunur. Yılmaz Güney bu konuda şöyle der:“Hem de öylesine akıl almaz gerekçelerle ki, gülünç ve ürpertici. Oysa senaryoyu yazarken içinde bulunduğumuz koşuları göz önünde tutmuş, her türlü sakıncayı hesap etmiştim. O senaryo benim adımla değil de, bir başka-sının adıyla gitmiş olsaydı, eminim ki hiç takılmadan, tek satırına bile dokunulmadan sansürden geçerdi. Ama “Dağ” için verilen karar, açıkça artık senaryolarımın sansürden geçmeyeceğinin, yani artık sinema yapama-yacağımın ifadesiydi. Sinema hayatımı kesin olarak yok etme kararı artık alınmıştı. Bunun bir belirtisi olarak Antalya Festivali’ndeki duruma değin-mek isterim. Daha önce, Sansür ve Danıştay engellerini aşan “Sürü” ve “Düşman” filmlerim yarışma dışı bırakıldı. Bu davranış ilerici sanata karşı nasıl bir tutum izlendiğinin, genel olarak her dalda ilerici sanatın hangi baskılar altında olduğunun bir ifadesidir. Türkiye’de her zaman sanat özgürlüğü baskı altında tutulmuştur, yaratıcılık önlenmiştir. Fakat son gelişmeler daha kararlı, daha organize bir gericiliğin adım sesleridir. Festi-

Page 443: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

val dışı bırakılmam dışında, özellikle “Güney Film” damgası taşıyan filmle-rim, gittikleri her yerde, asker, sivil, bölgesel yöneticilerin sansür ve kısıt-lamalarıyla karşılaşıyor.”Böylece, Yılmaz Güney’in artık ülkesinde sinema yapma koşulları tümüyle ortadan kalkıyor, çevresindeki kıskaç iyice daraltılarak tüm olanakları elin-den alınıyor, halkla bağları kopartılmak isteniyordu…Ne yapmalıydı Yılmaz Güney? Teslim mi olmalıydı? Yoksa boynundan zin-cirli bir köle mi? Kölelik, ihanetti. Yılmaz Güney için korkaklığı, boyun eğmeyi seçmek zor, cesareti seçmek ise kolaydı. “Ben Kolayı Seçtim” derdi…“Ülkemden ayrılmamı gerektiren esas neden, hakkımda düşüncelerimden ötürü açılan ve yüzyılı aşan davalar değildir. Bunlar ‘78 yılından beri süre-gelmektedir. Benim için, cezaevlerinde daha uzun süre kalma korkusu olsaydı, yurdumdan daha önce ayrılırdım, çünkü her zaman, hangi koşul-larda olursa olsun, ister kapalı, ister açık, ister askeri, ister sivil, aşamaya-cağım cezaevi, duvar yoktu. Bu olanaklara her zaman sahip oldum. Her zaman da, bir yurtsever olarak, kendi kültür ve alışkanlıklarına bağlı bir insan olarak, ülkemin en kötü bir cezaevinde, en kötü hücresi, başka ülke-nin en güzel, en rahat yerlerinden daha iyidir dedim kendime. Gelgelelim bu iyimser bakışımı karartan çok şeyler oldu son zamanlarda. Ben bir sanatçıyım ve sanatımın odak noktası sinema. Sinema yapmak benim için hayat bulmaktır, yeniden hayat kazanmaktır. Ne yazık ki, son uygulamalar beni can damarımdan koparttı.”81 yılının Ekim ayında ülkesini terk etmek zorunda kalır Yılmaz Güney… Avrupa’ya gelir. Dalından kopmanın acısı ve hüznü ile doludur. 82 Ekim, Türkiye’de ayrılışının yıldönümünde duygularını dile getirir:“Benim için sürgün, ülkemin taşına toprağına, havasına suyuna, ağacına kuşuna, insanına, aşına özlem demektir…“Benim için sürgün, ülkeme yeniden dönebilmek için, kararlı bir mücadele demektir…“Benim için sürgün, dünyanın çeşitli halklarıyla ilişki kurmak demektir…“Benim için sürgün, bir anlamda sansürsüz film yapabilmek ve özgürce düşünebilmek demektir…Benim için sürgün, sürgün demek değildir… “

Page 444: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Yılmaz Güney Avrupa’da önce, İmralı Cezaevi’ndeyken senaryosunu yazdığı ve çekimini gerçekleştirttiği “Yol” filmine, montaj masasında yepyeni bir ruh ve biçim vererek onu yeni baştan yaratır ve dünyanın en önemli film festivallerinden biri olan Cannes’da, büyük bir heyecan ve hayranlık uyan-dıran film, tüm dünyadan gelen basın ve sinema çevrelerince ayakta alkış-lanır. Böylece, Türkiye ve çeşitli dünya festivallerinde, Yılmaz Güney’in daha önce oyuncu, yönetmen, film, senaryo ve roman dallarında kazandığı otuziki ödülüne, dünyanın en önemli ödüllerinden biri olan “Altınr Palmiye” de eklenmiş olur.…Bu büyük başarıdan sonra tüm dünya sinemasının gözü ve dikkatleri üze-rindedir. Türkiye ve dünya kamuoyları karşısında yine görevleri ve sorum-lulukları ile baş başadır… Türkiye’yi yeniden gündeme getirmek, uygulanan insanlık dışı işkence ve baskıları tartışma konusu yapmak için, yıllarca etiyle kemiğiyle yaşadığı, tanığı olduğu hapishanelerdeki olayları anlatarak, Türkiye manzaralarının önemli bir bölümünü sergileyen “Duvar” filmini yapmakla işe sıvanmaya karar verir. Bu film, Yılmaz Güney’in bir isyan çığ-lığı ve dünya kamuoyuna bir haykırışıdır. Ve bu film onun yüzlerce projesi-nin ilk adımını oluşturmaktadır. Ondan sonraki yapacaklarında, Türkiye’den, yerel ve ulusal olmaktan, Türkiyeli Sinemacı Yılmaz Güney’den yola çıkarak evsenselleşmek, dünyanın her yerinde, Afrika’da, Latin Amerika’da, İspanya’da, Yunanistan’da, Ortadoğu’da, Filistin’de ve de Kürdistan’da yani “Kavga” olan her yerde filmler yapmak, zirveden zirveye tırmanarak gücüne güç katmak ve bu gücü Türkiye’deki gelişen yüce ve onurlu mücadelenin gücüne, ırmağına akıtmak için, tüm olanaklarını sefer-ber etmek düşüncesinde ve kararlılığındadır… O güne kadarki tüm yaşa-mında olduğu gibi!İşte tam bu sırada, bütün bunları gerçekleştirebilmenin tüm olanaklarına, tüm yeteneklerine sahipken, diğer düşmanlarının dışında, hiç beklenmedik, hiç hesapta olmayan amansız bir düşman, O’nu kahpece içinden vurur…Ne kadar acıdır ki Yılmaz Güney, o güne kadar yapabileceklerinin, yapmak istediklerinin ve kapasitesinin yüzde otuzunu bile gerçekleştirmeye fırsat bulamadan aramızdan ayrılmak zorunda kalır. Yılmaz Güney, kısa süren yaşamını, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde bir “sanat”çı ve “savaş”çı olarak yaşadı. Yüzyıllardır süre gelen sistemlerin ideolojileriyle beslenmiş ve çarpıtılmış yığınların bilinçlerinin sarsılma-sında, onları düşünmeye ve kendilerini değiştirme doğrultusunda istek duy-

Page 445: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

maya zorlamanın, sanatçıların kaçınılmaz görevleri olduğuna ve sanatçının çağının, ülkesinin sorunlarına kayıtsız kalmaması gerekliliğine inandı. Yapıtlarında, Türkiye-Kürdistan toplumunun çözülen feodalizmini, kaybo-lan gelenek-göreneklerini, yokolup giden değerleri, toplumsal-siyasal yaşa-mın çalkantıları ve fırtınaları içinde bocalayan, çabalayan, boğulup kalan, çözüm ve yol arayan insanların acı dolu yaşamlarını dile getirdi. Derin aşk-ların, bağlılıkların, hasretlerin, şefkatin ve inceliklerin şarkılarını söyledi. Türkiye’de, son onbeş yıl içinde yeni ve ilerici bir kuşağın yetişmesinde, O’nun filmleri ve mücadelesi etkin bir rol oynamıştır. Nitekim, yığınlar üzerindeki bu önemli etkisini tesbit eden ve bundan son derece ürken egemen güçlerin, gerici ve faşist çetelerin saldırı hedefleri olmuştur. Ve filmlerini, kitaplarını, tüm yazılarını, afiş ve kartpostallarına varıncaya dek ve hatta adından ülkede söz etmeyi yasaklayacak kadar zavallılaşmışlardır. ‘Vatan Haini’, ‘Katil’ ‘Kansız’ karalamalarına ve küfür edebiyatına sığınarak onu zedelemeye, yaralamaya çabaladılar ve bunu bu kokuşmuş ve küflü düzenleri sona erinceye kadar da sürdürecekler. Ancak gerçek vatan hainlerinin kimler olduğu tarihin şaşmaz akışı ve tanıklığı içinde, kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır. Nitekim de, ne kadar engelle-meye, yok etmeye çalışırlarsa çalışsınlar, Yılmaz Güney’in tüm filmleri, kitapları, yazıları, resimleri, halkımız arasında, her türlü tehditin anlamlı bir yanıtı olarak yüreklilikle elden ele dolaşıyor.O, burjuva anlamda bile demokrasiyi tarihinin hiçbir döneminde yaşama-mış olan ülkemizde, faşist diktatörlük dönemlerinde, en zor koşullar altında savaşmıştır. Baskılar karşısında boyun eğen, batan gemiyi terk eden fareler gibi korkup kaçan, sinip saklanan ya da ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ diyerek, çıkarları, kariyerleri uğruna düzene alkış tutan bir kısım küçük burjuva aydınları, sanatçıları ve kolay günlerin sözde ‘keskin devrim-ci’lerine karşılık, bütün varlığı ve enerjisiyle, hastalığının en ağır dönemle-rinde, sağlık koşullarını bile hiçe sayarak, direnişin en önünde yürümüş, göğsünü yasaklara karşı germiş ve yiğitçe savaşmış büyük bir mücadele adamı ve yol gösterici olarak her zaman saygı ve sevgiyle anılarak ara-mızda Yaşayacak’tır.Sizleri, Yılmaz’ın fizik olarak aramızda olmayışının acısı ve fakat içimizdeki Ölümsüz anısının tüm sıcaklığıyla selamlıyorum.Batı Almanya’nın Osnabruck kentinin üniversitesi tarafından düzenlenen Yılmaz Güney haftasında, 19 Mayıs 1985’de Fatoş Güney tarafından yapılan

Page 446: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

konuşma.

halkcephesi.net

Page 447: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Görüntü boyutu Renk Tür Düzen Kişiler Tarih Lisans Güvenli Arama: Orta

Geri Bildirim

Deutsch | English Zülfü

WEB VİDEO HARİTALAR HABERLER ARAŞTIRRESİMLER

Yilmaz Güney Resimleri

Page 448: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Geri Bildirim

WEB VİDEO HARİTALAR HABERLER ARAŞTIRRESİMLER

Yilmaz Güney Resimleri

Page 449: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Geri Bildirim

WEB VİDEO HARİTALAR HABERLER ARAŞTIRRESİMLER

Yilmaz Güney Resimleri

Page 450: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Geri Bildirim

WEB VİDEO HARİTALAR HABERLER ARAŞTIRRESİMLER

Yilmaz Güney Resimleri

Page 451: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

GIF

Geri Bildirim

WEB VİDEO HARİTALAR HABERLER ARAŞTIRRESİMLER

Yilmaz Güney Resimleri

Page 452: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Geri Bildirim

WEB VİDEO HARİTALAR HABERLER ARAŞTIRRESİMLER

Yilmaz Güney Resimleri

Page 453: Yılmaz Güney Siyasal Yazılar Cilt 1-2-3

Daha fazla bilgi İlgili bilgiler DestekGizlilik ve Tanımlama Bilgileri

Reklam Yardım

Yasal Bildirim Geri bildirimImpressum

Europäischer Datenschutz© 2015 Microsoft

Geri Bildirim

WEB VİDEO HARİTALAR HABERLER ARAŞTIRRESİMLER

Yilmaz Güney Resimleri

Daha fazla bilgi İlgili bilgiler DestekGizlilik ve Tanımlama Bilgileri

Reklam Yardım

Yasal Bildirim Geri bildirimImpressum

Europäischer Datenschutz© 2015 Microsoft

Bu resmi içeren 7 sayfa varSayfayı görüntüle: webarsiv.hurriyet.com.tr110 x 115 · jpeg türk sinemasının çirkin kral ı yılmaz gün…

Yilmaz Güney Resimleri