yil: 6 sayi: 31 İkİ ayda bİr yayimlanir Ücretsİzdİr. gençlik … · 2019. 9. 10. ·...

44
YIL: 6 SAYI: 31 MAYIS/HAZİRAN 2012 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik Dergisi

Upload: others

Post on 23-Jan-2021

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

YIL: 6 SAYI: 31MAYIS/HAZİRAN 2012İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR.

Gençlik Dergisi

Page 2: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

BİLGİYURDU GENÇLİK DERGİSİ

YIL: 6 SAYI: 31

SAHİBİBilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür

Derneği Adına Dernek BaşkanıMustafa ÖZTÜRK

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜOsman KARABABA

YAZIŞMA ADRESİSahabiye Mah. Mete Cad.

Boylar Sk. Çetinbulut Apt Nu:1 K:2 D:3 Kocasinan/KAYSERİ

TELEFON(0352) 232 32 67

WEBwww.bilgiyurdu.org.tr

[email protected]

GRAFİK TASARIMIHatice İbakorkmaz

BASKIOrka Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.

Organize San. Böl.43. Cad. Nu: 11 KAYSERİ

(0352) 322 17 00

İçindekiler

Yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.

Hukukî sorumluluk yazarlara aittir.

“YENİ ANAYASA” TUZAĞI Mustafa ÖZTÜRK 3Yrd. Doç. Dr. Kadir ÖZDAMARLAR 5ADI TÜRK OCAKLARIYLA ÖZDEŞLEŞEN LİDERHAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER(1885-1966)TÜRK OCAKLARI’NIN 100. YILINDA:Prof. Dr. Cihan DURA 6HAYATINI İLKELERİYLE ÖRDÜ: 5BİLİMCİLİK, MİLLÎ EGEMENLİK VE CUMHURİYETÇİLİKYrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi ECER 8HER MÜSLÜMAN MİLLİYETÇİ OLMAYADİNEN MECBURDUROsman KARABABA 12-(+4+4+4)+12=0 EĞİTİMDE İsmail BOZKURT 14AHSEN HOCA’NIN SOHBETLERİNDENİKİ YANLIŞMehmet KILINÇ 16Bilgehan AYATA 19“ALP” Mİ “ALP” MI?İbrahim GÜNGÖR 20ÖĞRENME STRATEJİLERİNİN ÖĞRETİMİPARAPSİKOLOJİ (1)Prof. Dr. Osman CEYHAN 24İsmail ÖZÖREN 26SURİYE İLE SAVAŞA SÜRÜLÜYORUZMustafa EKİNCİ 28NEVRUZAlper KEPEZKAYA 30Bekir TEMUR 31Yrd. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU 32BÂBÜR HANYURDUMUN SESİMustafa ÖZTÜRK 35KIRIM TÜRKLERİNİN TRAJEDİSİ:EĞİTİM “YAZ BOZ TAHTASI” YAPILINCA…ANADOLUMANZARALARI HAKAN TUNÇ 42

Page 3: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Anayasa, bir devletin kimliğini, ana kurumlarını, vatandaşının hak ve görevlerini belirleyen temel yasa-dır.

Türkiye, 1876’dan bu yana anayasalarla yönetiliyor. Bugün meriyette olanı, halk oylaması sonucu 7.11.1982 tarihinde kabul edilen Anayasa’dır. Bu Anayasa’nın pek çok maddesi, TBMM’de ve 12 Eylül 2010’da yapılan halk oylamasıyla değiştirildi. Bugün ise tamamı hedef-te… Yeni ve sivil bir anayasa yapılmak isteniyor. Bu, Türk milletinin önüne konulan bir tuzaktır. Çünkü, yeni ve sivil anayasa diyenlerin sinsi planlarını, kimliklerini ve arkalarındaki küresel güçleri çok iyi biliyoruz. Dola-yısıyla bir defa daha bu konuyla ilgili fikirlerimizi hal-kımızla paylaşmayı gerekli gördük.

1. Yeni yasaları halkın ihtiyaçları belirler. Türk halkının ihtiyacı yeni bir anayasa değil, milli sınırlar içerisinde güvenli ve onurlu yaşamaktır. Türk halkı, bölücü terör, işsizlik, partizanlık, yolsuzluk gibi sorun-ların çözülmesini istiyor. Bu sorunları mevcut anayasa üretmediği gibi yapılacak yeni anayasa da çözemeye-cektir.

2.Türk halkının ‘yeni anayasa’ talebi yoktur. ‘Var-dır’ diyenler bu söylemlerini neye dayandırıyorlarsa açıklasınlar. Halkın gündeminde böyle bir konu olma-masına rağmen varmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Çünkü kendilerine Batı emperyalizmi tarafından böyle bir görev verilmiştir.

3. “Yeni Sivil Anayasa” diye tutturanların asıl ama-cı, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli-üniter vasfını değiş-tirmektir. Hedeflerinde Anayasa’nın ‘Başlangıç’ bölü-mü ile değiştirilemez ilk üç maddesi bulunuyor.

Türk devletini can evinden vurmak isteyenleri şu şe-kilde gruplandırabiliriz:

a)Kürt kimliğinin anayasada ifadesini ısrarla talep eden Kürtçü bölücüler

b)ABD-AB güdümlü sözde liberal yazar ve poli-tikacılar

c)Laiklik ve milliyetçilik karşıtı sözde islâmcı-muhafazakar yazarlar

d)Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünden rahatsız olan küresel güç odakları

4.Bir devletin anayasası, devlet ve millet birliğine karşı oluşmuş ve oluşturulmuş grup ve örgütlerin da-yatmalarıyla yapılmaz ve yapılmamalı. “PKK böyle istiyor, AB şöyle istiyor diye yapılan anayasadan Türkiye’ye hayır gelmez. Bunu durduk yere söylemi-yoruz. Bu konu Oslo’daki MİT-PKK görüşmelerinde ele alındığı ve bu toplantıyı organize eden koordinatör ülke temsilcisinin, “Sizi buraya biz topladık. Abdullah Öcalan’ın talepleri Mecliste görüşülecektir.” beyanı üzerine ifade ediyoruz.

5. “Bizim anayasamız yabancıları neden ilgilen-diriyor?” diye sormalı ve düşünmeliyiz. Bizi çok çok sevdiklerinden midir? ABD’li düşünce kuruluşlarından tutun da Avrupa Parlamentosu’na kadar bir yığın mer-kez bizim anayasamızın derdine düşmüştür. CIA’nın Türkiye/ Orta Asya masası eski şefi Graham Fuller, “ Kürt kimliğinin tanınması” nı talep ederken AP Brüksel’de “Türkiye’de yeni anayasa süreci” konulu konferansta “yeni ve sivil anayasa” nın temel ilkelerini belirliyor. TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek bunlar-dan da görüş istemiş midir?

Bu toplantıya katılan ve hepsi de aynı görüşte olan kişilere baktığımızda Türkiye’nin nasıl bir uçuruma sürüklemek istendiğini görebiliyoruz: AP’nin Türkiye düşmanları ile Kemal Burkay, Etyen Mahçupyan, Oral Çalışlar, Bekir Berat Özipek gibi malum isimler bir ara-ya gelerek ahkâm kesmişler ve “bölüme anayasası”nın ilkelerini konuşmuşlardır.

“Türk milleti” kavramının anayasada yer almaması-nı isteyenlerin Türk milleti adına konuşmaları ve ana-yasa yapmaları kabul edilemez.

TÜSİAD ve TESEV gibi geniş toplumsal tabanı olmayan dernek ve vakıfların talimat ve sparişle yaz-dırdıkları anayasalar, ancak kendi ve bağlı oldukları

“YENİ ANAYASA”

GÜNDEME BAKIŞ Mustafa ÖZTÜRK

TUZAĞI “YENİ ANAYASA” TUZAĞI Mustafa ÖZTÜRK 3Yrd. Doç. Dr. Kadir ÖZDAMARLAR 5ADI TÜRK OCAKLARIYLA ÖZDEŞLEŞEN LİDERHAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER(1885-1966)TÜRK OCAKLARI’NIN 100. YILINDA:Prof. Dr. Cihan DURA 6HAYATINI İLKELERİYLE ÖRDÜ: 5BİLİMCİLİK, MİLLÎ EGEMENLİK VE CUMHURİYETÇİLİKYrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi ECER 8HER MÜSLÜMAN MİLLİYETÇİ OLMAYADİNEN MECBURDUROsman KARABABA 12-(+4+4+4)+12=0 EĞİTİMDE İsmail BOZKURT 14AHSEN HOCA’NIN SOHBETLERİNDENİKİ YANLIŞMehmet KILINÇ 16Bilgehan AYATA 19“ALP” Mİ “ALP” MI?İbrahim GÜNGÖR 20ÖĞRENME STRATEJİLERİNİN ÖĞRETİMİPARAPSİKOLOJİ (1)Prof. Dr. Osman CEYHAN 24İsmail ÖZÖREN 26SURİYE İLE SAVAŞA SÜRÜLÜYORUZMustafa EKİNCİ 28NEVRUZAlper KEPEZKAYA 30Bekir TEMUR 31Yrd. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU 32BÂBÜR HANYURDUMUN SESİMustafa ÖZTÜRK 35KIRIM TÜRKLERİNİN TRAJEDİSİ:EĞİTİM “YAZ BOZ TAHTASI” YAPILINCA…ANADOLUMANZARALARI HAKAN TUNÇ 42

3

Page 4: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

odakların çıkarlarını yansıtır. Türk milleti bunlara ve yazdıkları anayasa metinlerine asla itibar etmez.

6.İktidar yandaşı bazı yazarlar ile iktidar partisine mensup bazı milletvekilleri de tıpkı Kürtçü bölücüler gibi Anayasa’daki Türk sözcüğünden rahatsızdırlar. Yeni anayasaya “Türk, Türk millet, Atatürk” kelime-lerinin girmemesi için yoğun çalışmalar yapıyor, kamu-oyunu etkilemek için her yolu deniyorlar. Dolayısıyla TBMM’den milletimize yakışır bir anayasa çıkmaya-caktır. Bu sebeple, hangi partiden olursa olsun Türklük bilincine sahip tüm milletvekilleri uyanık olmak zorun-dadırlar. Tarihi bir görev ve sorumlulukla karşı karşıya bulunuyorlar.

7.7.11.1982 tarihinde Türk halkının yüksek katı-lımıyla kabul edilen Anayasa 17 kez değiştirildi; yine bazı rutuşlar yapılabilir. Ancak, Türkiye Cumhuri-yetinin dayandığı temel görüş ve ilkelerin belirtildiği “Başlangıç” kısmı ile devletimizin vasıfları ve kimliğini tanımlamayan ilk üç maddeye dokunulamaz, dokunulmamalı. Türkiye Cumhuriyeti’nin İstiklâl Savaşı’yla kurulduğu ve temel ilkelerinin kanla yazıldı-ğını herkese hatırlatırız. Bu temel ilkelerin kaldırılması halinde Türk milletinin “direnme hakkı” nın doğaca-ğını da, bunu yapanların hesaplamaları gerekir.

Aynı şekilde, “Türk vatandaşlığı” nı tanımlayan 66’ncı maddede herhangi bir değişikliği doğru ve ya-rarlı görmüyoruz.

Eğitim ve öğretim hakkını düzenleyen 42’nci madde de aynen muhafaza edilmeli. “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşları-na ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.”

8. “Yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesi” ve “adem-i merkeziyet” sözleriyle “özerk Kürdistan” ın hedeflendiğini biliyoruz. 100 yıl önce çöp sepetine atı-lan bu projeyi kimse oradan çıkarmaya kalkmamalı.

9.Meriyetteki Anayasa’mız kuvvetler ayrılığını esas almıştır. Doğru olan da budur. Ancak, siyasi iktidar Meclis’teki sayısal üstünlüğü ve Yürütme gücünü kul-lanarak Yargı’yı kendisine maalesef bağlaya bilmiştir. Oysa Yargı, tarafsız ve bağımsız olmalı. Anayasa’da bunu sağlayacak maddeler mutlaka yer olmalı.

10.Demokratik hukuk devletinde “Özel Yetkili Mahkemeler” olamaz, olmamalı. Olağanüstü dönemle-rin mahsülü olan istiklâl Mahkemeleri ve Devlet Gü-venlik Mahkemelerini her fırsatta eleştirenlerin Özel Yetkili Mahkemeleri savunmaları bir çelişki ve tutar-sızlıktır.

11.Kanun yapmada yetki ve görev TBMM’ye aittir. Bu sebeple Hükümetin “Kanun hükmünde kararnâme” çıkarma yetkisi olmamalıdır.

12.Anayasada denge olmalı. Ne anarşi ne diktatör-lük… ikisine de kapalı olan anayasada denge sağlan-mıştır. Bugün olduğu gibi geçmişte de yaşanan parti diktatörlüğü ve çoğunluk hegemonyasına karşı önlem-ler mutlaka alınmalıdır.

13.Türk silah Kuvvetleri, Türk milleti ve vatanı için vazgeçilmez bir güvenlik unsurudur. Bu neden-le, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türk toplumundaki etki ve saygınlığının azaltılmasını, ABD’nin Orta Doğu ve Orta Asya’daki operasyonel gücü haline getirilmesini Türkiye’nin çıkarları açısından doğru bulmuyoruz. TSK güçlü olmalı ama alanında kalmalı; anayasada da en saygın şekilde yerini almış olmalıdır.

14.Her devletin anayasası kendine göredir. Dayan-dığı milletin felsefesini, kimliğini aksettirir ve bundan doğal bir şey de olamaz. Dolayısıyla “renksiz, ideoloji-siz, kimliksiz anayasa” önerenlere katılamıyoruz. Çün-kü bir insan yığını değiliz ki anayasamız renksiz, ideo-lojisiz ve kimliksiz olsun. Biz Türk milletiyiz. Dilimiz, kültürümüz, tarihimiz, ortak değerlerimiz var. Bunların anayasada yerlerini almaları hem hukukî bir zorunluluk hem de toplumsal bir hakdır.

15. “Yeni ve Sivil Anayasa” nın “değiştirilemez maddeleri” ni değiştirmek ve bu yolla “Kürt sorunu” nu çözmek maksadıyla gündeme taşındığı açıktır. Daha demokratik anayasa sözü, sadece bir söz ve kamuflaj. Demokrat iseler, ellerinden tutan yok, bugün de de-mokrat olsunlar. “Kürt sorunu”, yabancıların, emper-yalistlerin tavsiyeleriyle; anayasaya terör örgütünün istediği maddeleri koymakla çözülmez. “Taleplerini karşılayalım da sorun bitsin.” diyorsanız o başka. O zaman da Türkiye’nin bölünmesine hukuki alt yapıyı hazırlamış olursunuz. “Yeni Sivil Anayasa” diye yanıp tutuşanların bunu yapmak istediklerinden hiçbir kuş-kum yok. Yani, tehlike büyük… Devleti kaybetmenin korkunçluğunu düşünebiliyor musunuz?

Türkiye Cumhuriyeti’nin İstiklâl Savaşı’yla kurulduğu

ve temel ilkelerinin kanla yazıldığını herkese

hatırlatırız. Bu temel ilkelerin kaldırılması halinde Türk

milletinin “direnme hakkı” nın doğacağını da, bunu yapanların hesaplamaları

gerekir.

4

Page 5: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Türk fikir dünyasının ve Türk milli-yetçiliğinin değerli bir temsilcisi olan Hamdullah Suphi Tanrıöver 10.06.1966 tarihinde ölmüştür ki ölümünün 46.yılını idrak ediyoruz.

Kendisi köklü bir aileden gelmiştir .Babası eski maarif nazırlarından Ab-dullatif Suphi Paşa ve annesi de Havva Hanım’dır.Ünlü edibimiz Sami Paşa-za-de Sezai de amcasıdır.

Günümüzde Türklük üzerine oyna-nan menfi oyunları görünce böyle Türk milliyetçilerinin önemi daha çok ortaya çıkıyor. Ömrü boyunca siyasi hayatta otuz dört yıl Türk Ocakları Genel Baş-kanı olarak, bir çok kere milletvekili ve uzun yıllar elçi olarak görev yapmışken aynı zamanda şair; yazar kalemi sustuğu zamanda da son derece etkili hitabetleriyle ve konferansları ile Türk milletine hizmet etmiştir.

1912 yılından başlayarak ömrünün sonuna kadar Türk Ocaklarının kalbi olmuş ve Türkçülük meşalesini elinde tutmuştur. İstanbul mitinglerinde yaptığı ateşli konuşmalarıyla Milli mücadele ateşini ilk tutuşturan-lardandır. Ayrıca, Meclis-i Mebusan’ın gizli celselerin-de çok cesur sözler söylemiştir. İstanbul’dan Ankara’ya milletvekillerinin akınını sağlayanlardandır.

Mitinglerdeki ve Meclis-i Mebusan’daki ateş-li konuşmaları ile İngilizler tarafından arandığında Ankara’ya gelip Milli Mücadele’ye katılan kendisidir. Bundan dolayı da saray tarafından idama mahkûm edil-miştir.

Yunan toplarının Ankara’dan duyulduğu sırada Mil-li Eğitim Bakanı’dır. İstiklal Marşı’nın yazılışı ve kabu-lünde en büyük pay kendisinindir. Atatürk’ün sofrası-nın vazgeçilmez adamlarındandı. 1925 yılında türbeler ve zaviyeler kapatıldığı zaman M.Kemal’e en sert eleş-tiriyi yapan ve eleştiren kendisi olmuştur. Ne zaman ki 1931 yılında Türk Ocakları kapatılınca, yurdu kırgın olarak terk etmiş ve 1944’de elçilikten emekli olduktan sonra yurda döndüğünde meclise girmiş ve türbelerin yeniden açılması için ilk önergeyi yine kendisi vermiş-tir. Partide bu tavrı tepki çekince istifa etmiş ve DP’ye girmiştir. Ne var ki DP sert davranışlar sergilemeye başlayınca ve Türk Ocaklı aydınlara vaat edilenlerin yerine gelmemesi üzerine bu partiden de ayrılarak il-kesinden sapmamaya çalışan ilkeli bir Türk milliyetçisi

olmuştur.Türk kültürüne şu eserleri kazan-

dırmıştır:1.La Question Armanienne et Un

point de Vue Turc,Berlin 19192.Dağ Yolu,C.1,İstanbul 1929.3. Dağ Yolu,C.2,Ankara 1931 4.Günebakan, Ankara 1929,5.Anadolu Milli Mücadelesi, An-

kara 19436.Namık Kemal Magosa’da ,byy-

btyHem hayatını ve hem de düşün-

celerini belirleyen iki çalışmanın da önemini belirtmek isterim. Bunlar:

1.Mustafa Baydar, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları, İstanbul 1968

2.Dr.Fethi Tevetoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver,Fethi Tevetoğlu Bey diyor ki: Milletler büyükleri-

ne saygı göstermesini bilmelidirler. Bu saygıdır ki , o millete yeniden bir takım büyük adamlar yetiştirir.Bu saygının en iyi şekli de kitaptır.” Bunun anlamı şudur: Büyüklerimizin örnek hayatlarını ve taşıdıkları Tük ül-küsünü gelecek kuşaklara aktarmak için bilinenler ya-zılmalıdır. Tarihe bir not düşülmelidir.

Ölümünde Ali Hadi Okan adlı bir şairin şu mersiye-si okunmuştu:

“Ona açmıştı kucak memleketin her bucağıKoştu mefkureli bayrakla Kızılelması’na..…..Türke ,Türk yurduna hizmetti bütün meşgalesiOcağın söndü yazık. Tanrıöver Meşalesi”Türk oacaklarına uzun süre genel başkanlık yapan

“kocareis”i 45 yıl önce kaybettik ama adı ve aziz hatı-rası yaşıyor. Türk Ocakları Genel Merkezi iki yılda ver-diği Armağanlardan birisini onun adına hasretmiştir. Adı: Hamdullah Suphi Tanrıöver Türk Ocakları Kültür Armağanı’dır. Bu yıl 14 Nisan 2012’de bu armağan Prof. Dr Orhan Türkdoğan’a verilmiştir.

Her ne kadar, şair “Ocağın söndü” dese de Mehmet Emin Yurdakulların, Yusuf Akçuraların,Hamdullah Su-pilerin yaktığı ocak sönmedi ve sönmeyecek. Dün Ham-dullah Suphi’nin elinde olan meşâle bugün bir başka önderin elindedir. Elden ele ebede doğru ama hep yük-seklerde taşınacaktır, taşınmaktadır.

Ölümünün 46. yılında bu büyük insana bir Ocaklı olarak binlerce rahmet diliyorum.

ADI TÜRK OCAKLARIYLA ÖZDEŞLEŞEN LİDERHAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER

(1885-1966)

TÜRK OCAKLARI’NIN 100. YILINDA:

Kadir ÖZDAMARLARYrd. Doç. Dr.

5

Page 6: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

HAYATINI İLKELERİYLE ÖRDÜ: 5

Prof. Dr. Cihan DURA

www.cihandura.com

Atatürk öğretisi bence on ilkeye dayanır: Bilimci-lik, Ahlak, Devrimcilik, Laiklik,Millî Egemenlik, Tam bağımsızlık, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, , Halkçılık, Devletçilik, Atatürk gerek özel hayatını, gerekse çalış-ma hayatını bu ilkelerle kurmuştur. Yalnız söylemleri değil, hayatı da ilkeleriyle örülüdür. Okuduğunuz ya-zıda Bilimcilik, Millî Egemenlik, Cumhuriyetçilik ilke-leri kapsamında söz konusu paralelliğe ilişkin örnekler veriyorum.

1) BİLİMCİLİK İLKESİ a) Düşünce: Güzel Fikirlerdir İnsanı Unuttur-

mayan.Atatürk ne gösterişte, ne mevkide, ne rütbelerde ru-

hunu doyuran bir zevk bulamamıştır. O fikir peşinde idi. Gerçek büyüklüğü; daima fikirleri uğruna savaşmakta, bütün şan ve şerefleri fikirleri uğruna feda etmeyi göze almakta aramıştır.

Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine “Atatürk” adı verilmesi için bir yasa teklifi hazırlanmıştı. Atatürk tasarıyı okudu, arkadaşlarına şöyle dedi:

- “Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin adlarına sığınmak gerekmez. Tarih zor-lamayı sevmeyen nazlı bir peridir, fikirleri tercih eder.”

b) Gerçekçilik: İnsan Hesabını Bilgiye ve Ger-çeklere Dayandırmalıdır

Kurtuluş Savaşı sırasında İzmit’te görüştüğü Claude Farrére kendisine sorar:

-Bu yaptığınızı mantık dışı, bir çılgınlık olarak yo-rumlayanlar var.

Verdiği yanıt şudur:-Ben hesabımı mucizeye değil, gerçeklere ve ra-

kamlara dayanarak yaptım.Ve oturur, üşenmeden Fransız edibe, onu şaşkına

çeviren bir kesinlikle müttefiklerin, Yunanlılara, iste-dikleri yardımı neden yapamayacaklarını, onların iç politikalarından gerekçeler getirerek kanıtlar.

c) Ufkun Ötesi: Ufkun Ötesini Görenin Dediği de, Yaptığı da Doğru Çıkar

Mithat Şükrü Bleda anlatıyor:Ankara’ya vardığımda Büyük Millet Meclisi’ne

gittim. Mustafa Kemal orada idi. Kendisine Malta’dan kurtuluşumun şükran borcunu ödemek üzere ziyarete

geldiğimi bildirdim. Mustafa Kemal gülerek:-“Bu bir şey değil, göreceksin daha neler yapaca-

ğım” dedi. Sonra beni kendi otomobiline bindirip Köşk’e gö-

türdü ve akşam yemeğine alıkoydu. Onun böylesine iyimser oluşu bana bir yandan cesaret verirken, bir yan-dan da Ankara yakınlarına kadar sokulan Yunan ordu-sunun nasıl bir tehlike oluşturduğunu göz önüne alıp durumun nezaketini düşünüyordum.

Yemek esasında bir vesile ile sordum:-Paşam, askerî durumu nasıl görüyorsunuz?Yanıtı çok kesin ve kısa oldu: -Yunan ordusunu pek yakında denize dökeceğim,

bunu iyi bilin!Mustafa Kemal’in “denize dökeceğim” dediği düş-

man, Ankara’nın burnunun dibine gelmiş bulunuyordu. Ancak o, herkesi etkileyen konuşmasıyla beni de inan-dırmıştı. Bütün tereddütlerime rağmen, söylediğini ya-pacağına inanmıştım, sordum:

-Peki, ama İstanbul’dakiler ne olacak Paşam, her ta-rafı işgal ettiler.

Şu yanıtı verdi:-Onlar kendiliklerinden, hem de bayrağımızı selam-

layarak çıkıp gidecekler.Bu sözlerin bir gün gelip aynen gerçekleşeceğini na-

sıl kabul edebilirdim, nasıl akla gelirdi böyle bir sonuç? Gazi sözlerine şöyle devam etti:

-Neler yapacağımı herkes gibi sen de duyacak ve

BİLİMCİLİK, MİLLÎ EGEMENLİK VE CUMHURİYETÇİLİK

Atatürk ne gösterişte, ne mevkide, ne rütbelerde ruhunu doyuran bir zevk bulamamıştır. O fikir peşinde idi. Gerçek büyüklüğü; daima fikirleri uğruna savaşmakta, bütün şan ve şerefleri fikirl-eri uğruna feda etmeyi göze almakta aramıştır.

6

Page 7: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

göreceksin; herkes gibi sen de şaşıracaksın.Bu ne biçim bir kehanetti, bu nasıl bir inanç ve irade

idi!

2) MİLLÎ EGEMENLİK VE CUMHURİYET-ÇİLİK

a) Millet Meclisi: Meclis’e Saygı Birinci Büyük Millet Meclisi’nde bir gün ona yük-

lendiler:-Meclis’in egemenliğine dokundurmayız. Meclis’in

egemenliğine saygı gösterilsin. Meclis’in egemenliği… O, altın yeleleri kabararak nasıl da gürlemişti:-Bu meclisi ben topladım, ben vücuda getirdim.

Kim kendi eserinin iyi olmasını istemez. Sizler sade-ce Meclis’e saygı gösteriyorsunuz. Ben bundan fazla olarak aynı zamanda kendi eserime saygı gösteriyorum.

b) Meşveret: Cumhuriyet Görüşme ve Danışma İster

Birgün Atatürk’e kuvvetinin sırrını sordum:“Durur, dinlerim” dedi. Sonra tekrar etti:“Dinlerim.” Ve sustu.c) Danışma: Hiçbir Kanaati Hâkir GörmemelidirNeşeli bulunduğu bir zamanı seçerek:”Paşam...”

demiştim, “şu danıştıklarının içinde bazen öylele-ri var ki, şaşırıyorum. Bunların düşüncelerine na-sıl olsa sonunda katılmayacaksın. Kararını önce-den vermiş olduğun da malum... O halde, ne diye onları birer birer çağırıp karşında söyletirsin?” Atatürk, yüzüme alaycı bir eda ile bakıp şu yanıtı vermişti: “Bazen hiç umulmadık adamdan ben çok şeyler öğrenmişimdir; hiçbir kanaati hakir (değersiz) görme-mek lazımdır. Neticede, kendi fikrimi uygulasam bile, herkesi ayrı ayrı dinlemekten zevk alırım.”

d) Danışma: İnsanlara İş Yaptırmak İçin, Onları O İşe İnandırmalıdır

Dil ve Güneş Teorisi üzerinde çalıştıkları günler-deydi. Dolmabahçe Sarayı’nda bir gece özel dairelerin-deki çalışma salonunda Hikmet Bayur ile baş başa kal-mışlardı. Dil ve Güneş Teorisi üzerinde Hikmet Bey’e birtakım açıklamalar yapıyordu. Atatürk’ü Hikmet Bayur’la çalışmaya bırakarak, bütün arkadaşlar yanla-rından ayrılmış, odalarımıza çekilmiş, yatmıştık.

Ertesi sabah uykudan kalktığımız vakit, Atatürk’ün hâlâ yatmadığını ve Hikmet Bayur’la yine baş başa ak-şamki gibi aynı durumda çalışmayı sürdürmekte oldu-ğunu görünce, arkadaşım Salih (Bozok) Bey’le beraber derhal yanlarına gittik. Yüzleri kıpkırmızı, Atatürk hâlâ Hikmet Bayur’u inandırmaya çalışıyordu. Bir süre son-ra çalışmaları bitti. Hikmet Bey de müsaadelerini alıp çekildi. Yalnız kalınca, Salih Bozok:

-“Paşam, niçin bu kadar yoruldunuz”, diye sordu, “Hikmet Bey yabancınız mı? Size bağlı bir arkadaşı-mız! Böyle olacaktır, demeniz yeterli değil mi? Sabah-lara kadar onu inandırmak için kendinizi neden üzüyor-sunuz?”

Atatürk’ün yanıtı şu oldu: -Ha... İşte bu çok yanlış bir düşünce... Bilirsiniz ki

Hikmet Bayur inatçıdır. Onu inandırmak lazımdır. O, bir kere inandı mı işi benimser.

SONUÇAtatürk’ün, ilkeleriyle ördüğü hayat sahnelerinden

aldığımız dersleri şöyle toparlayabiliriz:- Güzel fikirleri olan, unutulmaz.- İnsan hesabını bilgiye ve gerçeklere dayandırma-

lıdır.- Ufkun ötesini görenin dediği ve yaptığı doğru çı-

kar.- Cumhuriyet görüşme ve danışma ister.- Hiçbir kanaati hakir görmemelidir.- İnsanlara iş yaptırmak için, onları o işe inandır-

malıdır.

7

Page 8: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

HER MÜSLÜMAN MİLLİYETÇİ OLMAYA

DİNEN MECBURDUR

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi ECER

avehbiecer @ hotmail.com

Milliyetçiliği (ulusçuluğu) zararlı gören birçok akım var. Günümüzde bunların en önemlilerinden ikisi küreselleşme (globalleşme) ve şeriat yönetimi (nizam ül-islâm) taraftarlarıdır. Küreselleşme çok kültürlülüğü yerleştirerek, millî (ulusal) hükümetlerin söz sahibi ol-madığı, karşılıklı bağımlılık ağlarıyla örülmüş bir küre-sel topluma dönme idealidir. Bu idealin gerçekleşmesi için her toplumun millî kültür ve geleneklerinden uzak-laşması, bunlara engel olan millet (ulus) ve milliyetçilik fikirlerinin terk edilmesi gerekmektedir. Böylece millî olmayan eğitimin, millî kültür ve geleneklere dayanma-yan küresel bir hukukun hâkim olduğu, millî devletin ve millî kimliğin tasfiye edildiği bir toplum oluşacaktır. İşte bu anlayışın hâkim olduğu küreselleşme akımına inananlar için millet ve milliyetçilik ayak bağı olarak görülür.1

Millet ve milliyetçiliğe karşı olan diğer bir akım ise siyasal İslâmcılar, şeriatçı yönetim taraftarlarıdır. Bun-lar değişik adlarla anılırlar. İslâm tarihinin başlangı-cında ortaya çıkan Haricîlik’den esinlenen Vehhabîler, Selefîler, İbn Teymîyeciler, Cemaat-i İslâmîciler, Hizb üt-Tahrîrciler, Ticâniler ve özellikle yurdumuzda bü-yük ölçüde etkisi bulunan Müslüman Kardeşler (İhvan ül-Müslimîn)’dir. Leonard Binder’in “Modern Kök-tencilik” (Fundamentalism) başlığı altında ele aldığı2 Müslüman Kardeşler örgütüne göre İslâm hem inanç, hem ibadet, hem din, hem devlettir, dinin koyduğu nizam hayatın her yönünü içine alır, din insanî ilişki-

leri yönetir, dinle devlet ayrılmaz, eğitim ve kanunlar millî değil islâmîdir, millet ve millî devlet toplumsal birliği sağlayamaz, birlik için Müslüman olmak yeter-lidir, dünyada Müslümanların birden fazla devletlerinin bulunması caiz değildir, bütün Müslümanların bir tek İslâm (şeriat) devletine bağlanmaları gerekir. Onlara göre Türklerin 1924’te hilafeti kaldırmaları insanları dinden uzaklaştırma hareketidir (2b). Hattâ eğitimle il-gili bir eserlerinde Atatürk hakkında “Türkiye’de İslâmı yıkan” ifadesi kullanılır.3 Prof. Dr.K.KARPAT, Türkiye Cumhuriyetinin millî, laik bir hukuk devleti olarak olu-şumundan sonra bazı Arap basınında “Türkler, dinden dönmüş, İslâmı terk etmiş gibi yaftalarla” adlandı-rıldığını yazar ve konuya şu cümlelerle parmak basar:

“Bu suçlamaların hararetini anlamak için 1930’lar-da yayınlanmış olan Reşid Rıza’nın EL-MENAR’ının birkaç sayısını okumak yeterlidir. Günümüzde bile, Türkiye ve İslâmın Türkiye’deki yeri hakkında tama-men cahil olup Türkler’e dinden dönmüşler olarak saldırmayı sürdüren aşırı tutucu dinsel yayınlar bulun-maktadır.4”

Son zamanlarda –özellikle Humeyni hareketiyle, yurdumuzda İslâm dininin İslâm kardeşliği ilkesi ile-ri sürülerek millet ve milliyetçiliğin İslâm dışı bir an-layış olabileceği propagandaları yaygınlaştırıldı. Ayrıca bölücü ırkçı akımlar da Türk Milliyetçiliğini hürriyet-çiliğe, demokrasiye ve insan haklarına saldırı aracı ol-duğu düşüncesiyle yurttaşlarımızın kafalarını karıştır-maktadırlar. Bu konunun aydınlığa kavuşturulması için önce millet ve milliyetçilikten ne anlaşılması gerekti-ğinin ortaya konulmasını sağlamalıyız. Millet ve mil-liyetçiliği korkulacak öcü gibi gösterenler sosyolojik anlamıyla millet ve milliyetçiliğin gerçek içeriklerini

Millet ve milliyetçiliği korkulacak öcü gibi gösterenler sosyolojik anlamıyla millet ve milliyetçiliğin gerçek içeriklerini saptıranlardır.

8

Page 9: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

saptıranlardır. Milliyetçiliği marazî, saldırgan bir has-talık olan şovenizm (Chauvinisme-ırkçılık, kabilecilik, kafatasçılık) ile karıştıranlar olduğu gibi milleti Arapça karşılığı olan din ve millî kelimesini de dinî şeklinde algılayanlar vardır ve bunlardan sonuncular bilim-sel anlamdaki millet ve milliyetçiliğin İslâm diniyle bağdaşamayacağını ileri sürerler. Oysaki gelişmişlik ölçüsü olan bilimsel anlamdaki sosyolojik en büyük toplum demek olan millet’in ırkçılıklar, kafatasçılıkla, kabilecikle, saldırganlıkla ilgisi yoktur. Milletleşme ve millet olmanın içinde bulunulan toplumla bütünleşme bilinci olduğunu belirten bir bilim adamımız: “Bir mil-lete mensup olmak demek, o milletin soyundan gelmiş olmak demek değildir. Bu bir toplumsal mannerizm (özenti), ortak duygu ve düşüncede insanların birlikte-liği bilincidir5”diye yazar. Prof. Dr. Muharrem Ergin bir makalesinde milleti şöyle açıklar:

“Millet, birbirine sosyal akrabalık bağlarından olu-şan kardeşlikle bağlanan en büyük bir tabii cemiyettir. Biz hepimiz dil kardeşiyiz, din kardeşiyiz, örf ve âdet kardeşiyiz, dünya görüşü kardeşiyiz, sanat kardeşiyiz, tarih kardeşiyiz. Bunları söylemekle sosyal akrabalık bağları olan kültürün ana unsurlarının altı tane oldu-ğunu da söylemiş olduk…6”

Burada “sosyal akrabalık bağı” olarak belirtilen kültürü, içinde bulunulan toplumdan “öğrenilmiş dav-ranışların bir bütünüdür ve belli bir cemiyetin üyeleri tarafından paylaşılan ve aktarılan elemanlardan oluşan davranış sonuçlarıdır 7” diye anlıyoruz. Bu öğrenilmiş davranışlar kişilerde belirli bir kimse olmayı sağlar ve bir gruba, topluluğa ait olma duygusu ve şuurunu ka-zandırır. Buna kimlik veya kişilik diyoruz. Kimlik “Ben kimim?” sorusuna verdiğimiz, ama başka toplumlardan bizi ayrı kılan, belli bir gruba ait olma duygusudur. Mil-let olma, bu ortak ait olma duygusu ve ortak kültürün sağladığı mensubiyet ve bağlılık sonucunda oluşan sos-yal yapıdır. Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudî Arsal ‘ a göre milletin tarifi şöyledir:

“Aynı dili konuşan, aynı millî seciyeye (karakte-re), müşterek tarihe, müşterek millî emellere malik (sahip) olan kütledir8”

Bu tarifte ırk kelimesi yer almaz ve başka insanlara saldırma ve ayrılıkçılık çıkartma teşvikleri de mevcut değildir.Müşterek tarihten maksat, müşterek yaşama-nın verdiği dostluk ve kaynaşmayı ifade eder.Bir okul arkadaşımızı, bir asker arkadaşımızı yıllar sonra gör-düğümüz zaman duyduğumuz yakınlık milli birlik un-surlarındandır. Birlikte yaşamışlıktan doğan yakınlıkla asker arkadaşımızla kucaklaşmamızda onun soyu-sopu düşünülmez, burada hatıraların oluşturduğu milli kim-lik devreye girer. Atatürk millî devlet kurucusu olarak “Ne mutlu Türküm diyene” vecizesini söylemiş ve milliyetçilik anlayışını ortaya koymuştur. Bu vecizenin yorumu: “Irkı, dini ne olursa olsun ben Türküm diyen, Türk Milletine mensup olmanın gurur ve heyecanını gönlünde taşıyan her Türk vatandaşı Türk milliyetçi-liğinden nasibini almış demektir9” şeklinde yapılabilir. “Ben Türküm” demekle insanlar bir boydan, ırktan ol-maya zorlanmıyor. Değerli bir sosyologumuzun ifade-siyle: “Türkiye coğrafyası üzerinde yaşayan bir kimse “Ben Türküm” demekle Türk olmaya zorlanmıyor… Sadece sosyo-kültürel açıdan aşiret-kabile görünümün-den çıkarak –milletleşme bilincine- erişme10”yi elde ediyor. Anlaşılacağı üzere milletin ve milliyetçiliğin oluşmasında birinci faktör millî kültürdür. Gerçek mil-liyetçiliğin saldırganlık, başka toplumları küçük görme ve zorbalık ile ilgili olmadığını belirten merhum Prof. Dr. Erol Güngör’ün şu cümleleri önemlidir:

“Hakikatte milliyetçilik, bir kültür hareketi olmak dolayısıyla ırkçılığı, halka dayanan bir siyasî hareket olarak da otoriter idare sistemini reddeder. Bu bakım-dan faşizm örneğine bakarak milliyetçiliği değerlen-dirmek her şeyden önce yanlış misalden hareket etmek olur11”

Siyasal İslâmcıların millet, dil, milliyetçilik ve va-tan anlayışları beynelmilel Siyonist, komünist, küresel-ci… akımlarla paralellik arz etmektedir. Ancak bunlar konuyla ilgili görüşlerini dine dayandırmak için konu-yu İslâm Kardeşliği ilkesine oturtmaya çalışmışlardır. Ama İslâm tarihi, Kur’an ve Hz. Peygamberin uygu-lamaları bunları yalanlamaktadır. İslâm Peygamberi Tanrı’dan ilk vahyi aldıktan (M/610) üç yıl sonra (613)

Hakikatte milliyetçilik, bir kültür hareketi olmak dolayısıyla ırkçılığı, halka dayanan bir siyasî hareket olarak da otoriter idare sistemini reddeder. Bu bakımdan faşizm örneğine bakarak milliyetçiliği değerlendirmek her şeyden önce yanlış misalden hareket etmek olur

9

Page 10: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

, Şuara Suresi’nin: “Öncelikle eşini, dostunu, akra-balarını uyar. Sana uyan müminlere de kol kanat ger” ayeti (XXVI,214-215) indi ve Peygamberimiz di-nini önce yakınlarına bildirmekle görevlendirildi. Daha sonra diğer kabilelere tebliğe başlayınca düşmanları çoğaldı 617 yılında Peygamberi korumasız bırakmak ve peygamberlikten vazgeçirmek için tüm Haşimoğul-larına iktisadi ve sosyal ambargo uygulaması başlattı-lar. Henüz peygamberin soyu olan Haşimoğulları Müs-lüman olmamışlardı. Peygamberimizle birlikte Müslü-manlar ve henüz Müslüman olmayan Peygamberimizin bütün akrabalarına (Haşimoğulları kabilesine) üç yıl süren bir ambargo uygulandı. Ancak Haşimoğulları, dinine inanmamalarına rağmen Hz. Muhammed’i, aile-sini ve O’na inananları düşmanlarına teslim etmediler, korumakta direnç gösterdiler, ambargoyu kırdılar.(11b) Haşimoğullarının üç yıl süren ambargoya direnmele-rinde milliyet duygularının rolünün olduğunu söylemek yeni bir keşif değildir. Rahmetli Kemal Edib Kürk-çüoğlu, bir eserinde “ufuktaki tevhit hedefine milli-yet yolundan varılır” der ve ilmî sosyolojik anlamda milliyetçiliğin sağladığı birlik ve beraberliğin tesisinde çok önemli roller oynadığına işaret eder12. Haşimoğul-larının ambargoya karşı direnişleri bir milliyetçi davra-nıştır ve İslâm dininin yayılması bakımından büyük bir rol oynamıştır.

Kur’an-ı Kerîm insanların milletler halinde yaşa-malarını engelleyici hükümler taşımamaktadır. Siya-sal İslâmcıların tek millet, tek devlet olma anlayışları sosyoloji bilimine aykırı olduğu kadar Kur’an’a başka bir ifade ile İlahî tensîbe (münasip görmesine, uygun görmesine)’de uygun değildir. Zira Kur’an’da (Hucurat suresi, XXVI,13) şöyle buyrulur:

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Kendinize mahsus bir kimlik sahibi olma-nız, birbirinizi farklı kimliklerinizle tanıyıp yardım-laşmanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Ama şunu da bilin ki Allah katında en değerli olanınız, O’nun emir ve yasakları hususunda en duyarlı, en dikkatli olanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.”

Bu ayetten anlaşılacağı üzere Yüce Tanrı insanları bir anadan, babadan, insan türünde yaratmış ama daha

sonra onları kabileler ve milletler haline getirmiştir. Başka deyişle milletlerin varlığı Kuran’da ilahî tensibi olarak gösterilmiştir.

Siyasal İslâmcı akımlar Müslümanların ana dilinin Arapça olduğunu iddia ederler ve bütün Müslümanların (Bahailer ve Yahudilerde olduğu gibi) tek dil ile konuş-masını isterler. Bundan amaçları milliyet duygularının yok edilmesidir. Dil milliyet için olmazsa olmaz nite-liklerinden biridir. Kur’an-ı Kerîm ve Tanrı Peygambe-ri böyle bir anlayışı yalanlar. Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Eğer Tanrı dileseydi o kâfirlerin/müşriklerin hepsini tevhid inancını benimsemiş bir topluluk haline getirirdi” (Şûra suresi, XLII,8; Hud suresi, XI,118)”

“Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin/lisanla-rınızın ve ten renklerinizin farklı olması da O’nun sınırsız kudretinin göstergelerindendir.Şüphesiz bunlarda da hak ve hakikati idrak eden kimseler için dersler ve ibretler vardır.. (Rum suresi, XXX,22)”

Bu ayetlerden de dillerin ve renklerin (ırkların), mil-letlerin varlığı ve farklılığı Tanrının büyüklüğünün de-lilleri olarak gösterilmektedir. Dillerin farklı oluşu da insanların farklı topluluklar (milletler) haline gelmesi sonucunu doğurur. Çünkü dil millî kültürün önemli yapı taşlarından biridir. Batılı bilginlerden Humbolt’a göre “Milletlerin ayrılmasını dil sağlar13” Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle: “Aynı dili konuşan insanlar millet denilen sosyal varlığın temelini teşkil ederler. Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir va-sıta olduğu için, insan topluluklarını bir yığın ve kitle olmaktan kurtararak, aralarında duygu ve düşünce bir-liği olan bir cemiyet, yani millet haline getirir14” Ayrı-ca ilahî irşad (uyarı) tarih boyunca her toplumun kendi dilleriyle olmuştur (Bak: İbrahim suresi/4. ayet) Pey-gamberimiz de millî kültürün ve özellikle dilin toplu-lukların farklılaşmaları, milletleşmelerinde önemli rol oynadıklarını bildirir. Suyutî’nin el-Hasais ül-Kubra adlı kitabında (Haydarabad, 1320, II, 145) verilen bil-giye göre peygamberimiz “Kim Arapça konuşuyorsa o Araptır” buyurmuştur. Ayrıca halkımız arasında yay-gın durumda olar (Men teşebbehe bi kavmin fe hüve minhu) “Kim bir kavme benzerse, o kavimden olur” hadislerinden maksadın da kişinin dilini, dinini, kültü-rünü değiştirmesi olduğu bilinmektedir15. Bu konuda en çarpıcı tarihî olay Kuzey Afrika’nın Araplaşmasıdır.

Peygamberimiz Medine’ye göç ettikten sonra orada Yahudi-Arap, putperest, Hıristiyan, Müslüman… gibi ayrım yapmadan bir şehir devlet vatandaşlığı statüsün-de halkı bir devlet stratejisi altında topladı. 47 maddelik bir anayasa etrafında birleştirdi. İslâm Peygamberi de dinî olmayan alanlarda toplumun liderliğini yüklendi16. Bu anayasa ile Hz. Peygamber, din ve ırk ayrılıklarına rağmen Medine halkını vatandaşlık bağı altında bir devlet birliği altında topladı. Kâb b. Malik’i de bu dev-letin sınırlarını belirlemekle görevlendirdi ve bu kişi Medine’nin çeşitli yerlerine sınır taşları dikti. Anaya-sanın 39. maddesine göre sınırları çizilen Medine’nin

10

Page 11: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

müşterek vatan olduğu ve bu sınırlar içinde kanun hâkimiyetinin sağlanacağı, bu sınırların bütün vatan-daşlarca müştereken korunacağı belirtildi. Sınırları Kâb b. Malik tarafından işaretlenen bu vatanın korun-ması için bütün farklı din ve bağların mensupları sava-şacaklar, yardımlaşacaklar, savaş masraflarını kendileri karşılayacaklar. İslâm Peygamberinin bu uygulama-sı toprak için, vatan için savaşmanın meşruiyetine (din yönünden yasallığına) bir delildir. Ayrıca Pey-gamberimizin “Vatan sevgisi imandandır” hadisleri de halkımız arasında yaygındır.

Milliyetçi vatanını, milletini, bayrağını seven kişidir. Milliyetçi için bayrak şeref, namus, hürriyet ve birliğin sembolüdür. İslâm dini yönünden de bayrak, kutsal bir semboldür, gerekirse önünde ölünür, yere düşürülmez. O, bir bez parçası değildir. Savaşlarda Peygamberimiz ordusu içindeki her kabileye farklı renkte ve şekilde bayraklar vermiştir. Mute savaşında Zeyd b.Harise, Abdullah b. Revaha ve Cafer b. Ebî Talip kendile-rine verilen bayrağı yere düşürmemek için savaştılar. Özellikle Cafer b. Ebî Talip savaşta bir kolu kesilince bayrağı öbür eliyle tutmuş, iki kolu da kesilince bayra-ğı bacaklarının arasına alarak düşürmemeye çalışmıştır.Bu kahramanlığı ve bayrağa saygısı sebebiyle Cafer b.Ebi Talib’övücü ifadeler kullanmıştır.

İslâm dininde zekâtların, fitrelerin ve hayırların da-ğıtımında, yardımlaşmalarda öncelikle yakın akraba-lardan başlamak emredilir (Bak: Tevbe suresi/59, Nahl suresi/90) Bir kişi öldüğü zaman mirası Afrika’daki kı-vırcık saçlı Müslüman kardeşine verilmez. Kur’an’da mirasın yakın akrabalara dağıtılacağı emredilir (Bak: Nisa suresi/2-13, 176.)

Buraya kadar özetlediğimiz bilgiler ışığında artık bugün, ilmî (sosyolojik) anlamda, kendi milletinin yük-selmesini, kalkınmasını, maddî ve manevî faziletler, yücelikler kazanmasını, milletinin mutluluğunu amaç edinen milliyetçiliğin İslâm dinine aykırı olduğunu söyleyenlere İslâm dinini tanımadığını hatırlatabiliriz. Bir din bilginimizin dediği gibi “Millet mefhumu, top-lulukta içten ve özden bir sevişmeyi, yardımlaşmayı ve dayanışmayı temsil eder… Mükellefiyeti (sorumluluğu) temsil eden din, millî tekâmülün de ruhudur… Din mil-letin temsil taşlarından sayılmaktadır, dinsiz milliyet davası olmaz17”. Bu bakımdan millet ve milliyetçilik dine aykırı olmadığı gibi dinde millî duyguyu besleyen,

geliştiren mukaddes bir kurumdur. Konuyu değerli bir sosyologumuzun bir cümlesiyle sonlandırmak istiyo-rum:

“Din ile milliyeti birbirine zıtmış gibi göstermeye kalkışmak, dinin özünü ve sosyal fonksiyonları ile bun-ların dinamiğini bilmemekten ileri gelir18.

DİPNOTLAR1 Bak: Mim Kemal Öke, Küresel Toplum ve Türkiye,

Ankara, 20042 Leonard Bender, Liberal İslâm,Çev.Yusuf Kaplan,

?,1996,2732b) Bu konular için bakınız: Abdullah Manaz. ,Siyasal İslamcılık, I-II, İstanbul,2008; N. Çağatay, Türkiye’de Geçici Eylemler, Ankara, 1972; A. Vehbi Ecer, Tarihte ve Günümüz-

de İhvan ül-Müslimîn Örgütü, Kayseri, 2000; Ecer, Tarihte Vehhabî Hareketi ve Etkileri, Ankara, 2001;A.Vehbi Ecer,”İhvan ül-Müslimîn (Müslüman Kardeşler) Örgütünün Din Anlayışı” ,Türkiye Günlüğü Dergisi, Kış-2012,sayı:109,20-25.

3 Ali Abdülhakim Mahmud, Vesail üt-Terbiye ind el-İhvan il-Müslimîn. Kahire, 1989, 61.

4 Kemal H. Karpat, Ortadoğuda Osmanlı Mirası ve Ulusculuk, İstanbul, 2000, 156.

5 Orhan Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, İstanbul, 1998, 392.6 Muharrem Ergin, “Türk Millî Kültürü ve Dünya Görüşü

Üzerine”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ekim 1985, Sayı 4, 27-50.

7 Nermin Erdentuğ,, “Sosyal Antropoloji Eğitiminin Türk Kişiliğinin Korunmasına Katkısı”, Türk Kültürü Dergisi, Ağus-tos 1987, Sayı 292, 32-36.

8 Sadri Maksudî Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, İstanbul 1979, 37.

9 Halil Cin, “Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışı”, Türk Kültürü Dergisi, Kasım 1983, Sayı 247, 3-11.

10 Türkdoğan, 393.11 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul

1986, 110. 11b)Ambargo olayı ile igili bilgi için bakınız:A.Vehbi Ecer, İslam Tarihi Dersleri-I, Kayseri,2000, 115-126.

12 Kemal Edib Kürkçüoğlu, Din ve Milliyet, Ankara, 1956, 6.

13 Bedia Akarsu, Wilhelm von Humboldt’da Dil-Kültür Bağlantısı, İstanbul, 1955, 44.

14 M. Kaplan, Türk Milletinin Kültürel Değerleri, İstan-bul, 1977, 12,

15 Bu hadisin sadece kılık kıyafet, giyim kuşama ait oldu-ğu anlayışının yanlışlığına şu hadis-i kudsi delildir: “Allah sizin şekillerinize (yani kılık kıyafetinize) ve mallarınıza (zenginliğini-ze) bakmaz, fakat imanınıza ve amellerinize (yani eylemlerinize ve iyiliklerinize) bakar (Müslim, el-Cami üs-Sahih, Kahire, 1987, IV, Kitab ül-Bir’/Bab: 10)”.

16 M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 122./17 Ahmet Hamdi Akseki, Abdurrahman Azzam’ın Ebedî

Risalet adlı (Çev: H.H. Erdem, İstanbul, 1961) eserine yazdığı Ön Söz, 34.;Prof.Dr. Nadim Macit kitabında şöyle bir millet ta-rifine yer verir:”Millet,dil, kültür ve mefkure birliğiyle birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi,içtimai bir heyettir..Türk Milletinin var oluşunu sağlayan dil, kültür ve mefkure tarihi tecrübelerden geçmiş muhkem direklerdir”.Bak:N.Macit,Türk Milliyetçiliği,Kültürel Akıl,İçtihat ve Siyaset, Ankara,2011,28

18 Ünver Günay, “Din ve Sosyal Bütünleşme”, E.Ü. İlahi-yat Fakültesi Dergisi, Kayseri, 1989, Sayı 6, 1-14.

Not: Makalede geçen ayetler Prof.Dr. Mustafa Öztürk’ün “Kur’an-ı Kerim Meali-Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri”,başlıklı ( Adana,2011), mealinden alınmıştır

11

Page 12: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Osman KARABABA

karababaosman@ hotmail.com

-(+4+4+4)+12=0 EĞİTİMDE

Dünyanın göz diktiği cennet bir ülke... Yer kürenin 3 stratejik konjonktürü olan gıda, su ve yer altı zen-ginliğinde en hayatî yer… Dünya enerji kaynaklarının geçit güzergahı…

Türkiye…Milyonlarca ton kömür, yardım paketleri ve ya-

ratılan dilenme kültürü… AB ve ABD’nin desteği, Pensilvanya’nın himmeti… Din’le Allah ile aldatan münafıkların üstün gayreti…Din simsarlarının kazanç-lı ticareti… Yalaka, yandaş basın... Ve türbanla aklı başından alınan ve hipnoz edilen oy sandıkları coştu; ve “milli irade”(!) yüzde 49’la üçüncü kez iktidar!

Küresel güçleri ve global çeteleri arkasına alanlar; “Ülkeyi pazarlayacağız” derken… Ve neticede zata mahsus çıkarılan kanunlar, kanun yapmak yerine rant-laşan Kanun Hükmünde Kararnameler, AB-ABD gü-dümlü kararlar, Bürüksel, Kopenhag kriterleri tek zatın bir sözüyle gerçekleşirken…

Yalaka, yandaş basınla medya; güllük gülistanlık edildi dünya… Güya?

Marifetlerine bir bakar mısınız?İletişim-haberleşme yabancıların elinde… Millî

egemenlik AB vesayetinde… Verimli topraklar, stra-tejik yerler, limanlar, dereler, ırmaklar, doğal kaynak-lar, para eden kurum ve kuruluşlar yabancılara peşkeş çekilmiş... Bankalar, borsalar yabancı sermayenin elinde… Borç yüzünden 40 milyon can ipotekte… Tarımda kendini besleyebilen dünyada 7 ülkeden biri iken, küresel şebekenin istekleri doğrultusunda dışarı-ya bağımlı hale getirilmiş…

Cari açık HİV virüsü! Yoksulluk %19’la gizli ve-rem… İşsizlik bitmez kabus! Ülkede ranta endekslendi namus… Adalet kayıp! Yargının siyasileştiği haykırı-lıyor.

ABD hazırladığı Büyük Ortadoğu Projesi’yle Orta Doğuyu kan gölüne çevirecek, Türkiye dahil 24 İslam ülkesinin haritasını açıkça değiştirmeye başladı. Irak’ı üçe parçaladı. Afganistan işgalde. Mısır, Tunus yö-netimi elinde… Libya iki parça… Türkiye sopasıyla Suriye’ye zorla girmek üzere...

Projenin eşbaşkanı başbakan!Durum böyle olunca BOP tıkır tıkır işliyor.Ve sıra

Türkiye’de; Doğu Anadolu bölgesinde “Kürdistan” naraları atılıyor. Kürtçe eğitim ve özerklik kapıda… Nihayet ülke 9 yıl içinde bölünmenin eşiğine getirildi.

Cumhuriyet ve laiklik karşıtı eylemlerin oda-ğı olmaktan tescilli ve sabıkalı iktidar ise “dindar

gençlik yetiştireceğiz” teranesinde ısrarlı. “Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır.”

diyen bu iktidarın “dindar gençlik” yetiştireceğine ina-nıyor musunuz?

Bu yüzden eğitime el attılar.Zihinlerinden geçen eğitimi vermek için 4+4+4

şeklindeki zorunlu eğitimle ilgili yasa, dünyada eşi ve benzeri görülmedik bir biçimde Meclise getirildi. Fırtınalar koptu, hortumlar oluştu, çınarlar devrildi, boğazlar sıkıldı. “Tek zat”ın ihtiraslarına ve tahakküm hırsına eller havaya kalktı ve “ışık” hızıyla kanunlaş-tırıldı.

Dünyada benzeri görülmedik bir olay!Türkiye’de 172 üniversite, on binlerce akademis-

yen, 9 bin lise, 34 bin ilköğretim okulu, 27 bin okul öncesi ve toplamda 70 bin okul müdürü, 5 bin ders-hane, yüzlerce özel okul, eğitimde binlerce otoriter, yazar, çizer, düşünür, sivil toplum kuruluşları vs. du-rurken bunlara danışmadan…

Başında bilim hırsızı bir Bakanla, eğitimden biha-ber dört vekille zorunlu eğitim yasası, gerekli araş-tırma yapılmadan, gizli emelleri uğruna, şu an 16 milyon öğrencisi olan bir ülkenin eğitim sistemini tepe takla ettiler ya..

“Kuran-ı Kerim” öğretilmesi ve “dindar gençlik” yetiştirilmesi adına “kindar gençlik” nifak tohumu atıldı Anadolu’ya…

Yaptıkları yapacaklarının teminatı olan bu ikti-darın “Kuran-ı Kerim” öğreteceğine inanıyor musu-nuz?

4+4+4 şeklindeki eğitim sistemiyle ülkede her şey kökten değiştiriliyor. Âti, maziden koparılıyor. Anlaşılan o ki, ancak böyle şeytani bir sistemle dünya

Cin eTN12

Page 13: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

üzerinden Türk milletinin adı, sanı, sonra da varlığı silinebilir. Evet, isterseniz komplo teorisi sayın, ancak yaptıkları yapacaklarının teminatıdır.

Müridi tarafından dokunmak bile ibadet sayı-lan devrin sultanı: “Kuran öğretilmesinden niye korkuyorsunuz?”diyor.

Hayır, Kuran öğretilmiyor. Arapça okunması öğre-tilerek din, bugüne kadar yaptıklarının teminatı olarak ranta çevrilmesi için kullanılıyor.

Kuran, din tacirlerince istismar edilerek hal-ka uyku hapı olarak veriliyor. Haçlı yardakçıları-nın kılıçlarına takılan Kuran sayfalarıyla; ümmet-i Muhammed’in başı kesiliyor, Fenerlerle hakkı gasp ediliyor...

Dünyanın bugün yaşanmaz duruma gelmesinin sebebi Kuran gerçeğinin hep saptırılması değil midir?

Bizler Kuran’ın öğretilmesinden değil, küresel eşkıyaların uşağı olan ve din dışı faaliyetlerini ve za-limliklerini din kılıfıyla paketleyen zihniyetin, milletin başına büyük bela açmasından korkuyoruz.

Cahiliye dönemi uygulamalarının “din” gibi gösterilmesinden ve İslam’la bağdaşmayan bir yaşam biçiminin “din” diye dayatılmasından kor-kuyoruz.

Bu millet; Kuran’ın öğrenilmesinden değil; Müslüman geçi-

nen, ama Haçlının hançeriyle Müslümanlara saldıran-ların dininden…

Afganistan, Libya, Suriye, Mısır, Irak, Tunus, Bah-reyn, birçok İslam ülkesinde Müslüman’ı Müslüman’a kırdıran küresel eşkıyanın maşası olan Müslüman maskeli idarecilerin yaşayışından…

Kuran’ı yakanların yanında saf tutan, Hz. Peygam-berimize (a.s) hakaret edilmesini “özgürlük” olarak yorumlayan keferenin NATO Genel Sekreteri olması-na onay verenlerin din anlayışından…

Irak’a milyonlarca Müslüman kadına tecavüz et-mek için giden Haçlı sürülerine dua edenlerin din ri-tüelinden…

Kuran’ın öğrenilmesinden değil, (ki, zaten öğretil-miyor, Arapça ezberletiliyor) ülkeyi bölünmeye sürük-leyen gafillerin yaşadığı dinden korkuyor.

Ülkede on yıldır laiklik ve cumhuriyet karşıtı eylemlerin sabıkalı ve tescilli odağı olan, halkı din’le Allah ile aldatan ve İslam’ı siyasete alet edenlerin genç nesle Kuran öğretilmesine inanıyor musunuz?

Türk eğitim sisteminin altını üstüne getirilmesinin asıl sebebi “Kuran öğretilmesi” değildir ki!

Eğitimde FATİH Projesi diye yutturmaya ça-lıştıkları proje aslında Fırsatları Aşırma ve Teknik İğdişleme Hareketidir.

Çünkü bu projenin bütün harcamaları ek çıkarılan kanunla Kamu İhale Kanunu dışında tutulmuştur.

(4+4+4), bir rant şifresidir. Milli eğitimde çağ atlama, dijitalleşme projesi olarak tanıtılan bu kandır-ma projesi deveyi havuduyla götürmek içindir. İşte ihalesiz, denetimsiz yapılacak harcamanın boyutu:

Bu yeni sistemle bu yıl eğitime başlayacak olan 6 yaş grubu bir milyon öğrenciyi de ekleyince ülkede öğrenci sayısı 17 milyona, derslik sayısı 710 bine, öğ-retmen sayısı 700 bine ulaşacak.

Bu duruma göre:1)Akıllı tahta (etkileşimli); 710 bin adet, 5 yılda

bir yenileme şartıyla 4 milyar 260 milyon $.2)Tablet Bilgisayar; 17 milyon adet, 3 yılda bir

yenileme şartı, 16 milyar $.3)Elektronik içerik, aylık 5 dolardan 710 bin sınıf

için hibe edilecek.4)E-içerik; aylık 5 dolardan 16 milyon öğrenci için

15 yıl süreli, 15 milyar $.5)İnternet; aylık 10 dolardan 710 bin derslik için,15

yıl süreli, 1 milyar 278 milyon $6)İnternet; 16 milyon öğrenci, aylık 10 dolar, 15 yıl

süreli, 28 milyar $.7)6 yaş grubundan doğan 40 bin derslik ve müşte-

milatı; arsası, donanımı hariç.Proje bedeli: 64 milyar 540 milyon $.Toplamda:100 milyar $. İhalesiz, kendinden menkul bir rant!..Millet için cinnet!..Çünkü “Zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpa-

zanlık, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, suçu ve suçluyu öv-mek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, ihtilasen nitelikli zimmet (bilgi hırsızlığı), sahte belge düzenle-mek, görevi kötüye kullanmak…” vb nice yüz kızartıcı suçlardan dokunulmazlık zırhıyla korunan çok sayıda vekil sanığın kümelendiği bir iktidar partisinin, parti-zanlarına rant kapısı yapmayacağını kim garanti ede-bilir?

Eğitimi kökten değiştirmeye kalkmaları Allah’a yemin olsun ki bu yüce milleti düşündükleri için değil, gelecek neslin dindar yetişmesi için hiç değil-dir!..

Çünkü neslin dindar, mükemmel ve sorgulayan nesil olarak yetişmesi ne iktidarı elinde tutan küresel emperyalist çetelerin ne de bunların işine gelmektedir.

Kim bilir, belki de 4+4+4 şeklindeki eğitim siste-mi; Büyük Ortadoğu Projesi’ne malzeme yetiştiril-mesi içindir.

Bu da -(+4+4+4)+12=0 demektir.Bilmem anlatabildim mi?

Bizler Kuran’ın öğretilmesinden değil, küresel eşkıyaların uşağı olan ve din dışı faaliyetlerini ve zalimlikle-rini din kılıfıyla paketleyen zihniyetin, milletin başına büyük bela açmasın-dan korkuyoruz.

13

Page 14: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Ahsen Hoca, bizim mahallenin okumuşlarının en mutemet emeklilerindendir. Haftanın belli günleri onun gelmesini Süslü Bekir’in kıraathanesinde bekleyen müşterileri vardır. Cuma namazını müteakip teker teker oraya düşerler. Kırmızı kalın çuha kaplı tahta masanın etrafında toplanırlar. Ahsen Hoca da herhangi bir soru-nu olmaz ise, randevusuna hiç ihmal etmeden katılır.

Dirsekleri masada, kulakları Hoca’da, elleri suratla-rına yapışık olarak çıt çıkarmadan Ahsen Hoca’yı din-lemek onların bir ibadet vecdi içerisinde görevleri idi. Süslü Bekir ev sahibi görevini yürütürken hem hizmet eder, hem de ortalığa soru sorarak kendi kendine ko-nuşmaya başlar. Öyle sorar ki bazen sorduğu sorunun içinde cevabı da saklı olur. Ondan da alabildiğince zevk alır.

Hep zamane üstüne söyler durur. Eksik kaldığı yer-ler olursa Ahsen Hocan’ın gözüne bakar, Hoca anında tamamlar. Hiç tahammül edemediği şeylerden biri, çok açık seçik farklı muamele gören zengin, fakir cenaze-leridir. Etrafa bakar, hayıflanır durur. Ondan sonra da şöyle der: “Zenginin yurduna mı? Fakirin merdine mi?” Göğsünden kabararak söylerken dişleri sanki ki-litlenir gibi olur. Gözleri dolar. Burun delikleri Demirci Şükrü’nün körüğü gibi açılır açılır kapanır.

Mezarlığa seslendirme cihazı ile giden şamatacıla-ra “toy avcısı” diye hitap eder. “Bunlar hiç mi dü-şünmezler ki yerin altındakilerin yerin üstü ile bir dertleri yoktur.” der de Ahsen Hoca’ya bakar. Hoca eksiği tamamlar. Ve der ki: “Süslü kardeş, sana bir şey

söyleyeyim de sakın unutma! O mezarda gördüğün şa-tafatın hiç birisi ölen kişi için değildir. Geride kalan-ların kendilerini takdim ve tatmini içindir. Geçenlerde bizim Hırpıtlı Osman’ı gördüm, inan ki çok sevindim. Tüyü tozağı düzmüş emme velâkin sakal bırakmış, şal-var giymiş, gıdığını kazımış bembeyaz etmiş, bileğine de üç devir bir tespih dolamış, ‘Sakın örf mörf diyerek dine bir takım musallatlar sokmayın.’ diyor. Şaşırdım kaldım. Daha dün usulüne uygun abdest almasını bil-meyen bizim Osman, defolu artık mal satan parçacılar gibi durmadan konuşuyor. Halbuki, ne örfü bilir ne de sünneti. Oraya yapacağı harcamayı sessizce bir fakire harcasa kimin haberi olacak? Emsalleri içinde kim ona itibar edecek?”

Gençlerden Şinas söz alarak: “Hocam, öyleyse me-zarlarımız kayıp mı olsun.” dedi. “Hayır öyle bir şey demedim. Belli olsun, sade olsun. Yazısı da olsun, işa-reti de bulunsun. Ancak, şato gibi olmasın, demek isti-yoruz.”

Şinas yeniden söz aldı: “Ya Hocam! Öyleyse biz ana ve babalarımıza haklarını nasıl helal ettireceğiz?”

Ahsen Hoca şöyle cevap verdi: (“Sevgili Şinas, her davranışın, her hareketin, hatta ibadetteki düz-günlüğün ve dürüstlüğün öyle olsun ki, ölçü hak ve hakkaniyetle sonuçlansın. İşte o zaman sizin dürüst davranışlarınız anne ve babalarınıza dua olarak dönecektir. Hakkı bilmek için Kuran’ı anlamak gerekir. Ne mezar süslemek, ne sakal uzatmak, ne de şalvar giymek dindarlık değildir. Dindarlık, dini akıl öncelikli olarak kavramaya çalışmaktır. Daha doğrusu mekânları süslemek değil, gönülleri yumu-şatıp, vicdanlara hükmedecek olan Kuran’ı anla-maya çalışmaktır. Kuran’ı anlamak hakkı bilmekle gerçekleşir. Kuran’ı anlayan kimse dini anlama öl-çeğinde dindar demektir. Bu dindar ise insanı sever ve hakkını teslim eder. Sevmeye ve yardımına da en yakınından başlar. Bunun adına da bir isim vermek gerekiyor ise ‘milliyetçilik’ denir. Milliyetçiliğin hedefi, her türlü hizmete milletinden başlatmakla olur. Milliyetçilik, milleti bir bedenin uzuvları gibi hissetmek değil midir? Bu uzuvların her birine aynı derecede dikkat ve hizmet etmek; akıl, izan ve iman sahibi her mükellefin görevidir.”)

Nefes almadan dinledikten sonra Süslü Bekir: “Bas-

AHSEN HOCA’NIN SOHBETLERİNDENİsmail BOZKURT

Kuran’ı anlamak hakkı bilmekle gerçekleşir. Kuran’ı anlayan kimse dini

anlama ölçeğinde dindar demektir. Bu dindar ise insanı sever ve hakkını

teslim eder. Sevmeye ve yardımına da en yakınından başlar. Bunun adına

da bir isim vermek gerekiyor ise ‘milliyetçilik’ denir.

14

Page 15: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

tır Hocam bastır!” dedi. “Bastır ki bu günlerde bu söz-lere ihtiyacımız vardır. Nerede ise dinle milliyeti kavga ettirecekler. Milliyetçiliği dinin düşmanı ilan edecek-ler.”

“Olur mu sevgili Süslü, bizim örfümüz dinimizin temel direği olmuştur. Bizim örfümüz bizi dini haya-tımızda hiç yanıltmamıştır. Hatta şunu söyleyeyim: İslamiyet’le şereflendirildiğimiz zaman Din’i Mübin’i İslam’a ters düşen bir örfümüz olmamıştır. Hem ‘za-lime karşı olmak, hem de mazluma sığınak olmak’ bizim İslam öncesi hal ve harekâtımızın nişanesidir. Bu hal ve harekât ise İslam’ın özüdür. Yurdun ve dinin korunması İslam’da mükellefin zorunlu sayılan ödev-lerindendir.

Bak sevgili Şinas! Araya Süslü girdi de Kuran’ı anla-mayı tamamlayamadık. Satuk Buğra Han’ın rüyasından beri bizim atalarımızın hedefi, İlayı kelimetulah’ı yer-yüzüne duyurmak olmuştur. Orta Asya’dan Avrupa’nın ortalarına kadar hilali gökyüzünde dalgalandırırken er- erbaş ve komutanları kim varsa uydukları tek şey vardır ki o da bizim örfümüzdür.

Herkes pür dikkat Hocayı dinliyordu. Hoca da coş-kun bir ifadeyle anlatıyordu:

“Milletimize, milliyetimize, örfümüze ve gelene-ğimize dine aykırı diye musallat olan varsa bilesiniz ki cehaletinden değilse şüphesiz hainlik yapmaktadır. Türk tarihinin seyri içerisinde bozulmadan devam edip gelen milletimizin sünneti, Sünneti Rasule ters düşme-mektedir. Mala, cana ve mesaiye ait her türlü cömertlik, dine uygun olarak sadece Türk milletinin örfünde mev-cuttur. Vatan sevgisi imandan ise, vatan savunmasının özünü temsil eden askerlik, Türk örf ve geleneğinde adam olmanın alâmetifarikasıdır. ‘Komşusu aç iken tok gezen bizden değildir’ Hadis’i Şerifi kadar hatta daha da eski olan bizim örfümüzdeki ‘ülüş komşuluğu’dur. Ülüş komşuluğu, komşuda pişenin komşu tarafından kokusu duyulduğu takdirde içine sinmeyeceği düşün-cesi ile komşuya tattırılmasıdır.”

Ahsen Hoca, vecde gelmişti. Kendinden geçerce-sine anlatıyordu: “Düğünlerimiz, toylarımız ve bezeri faaliyetlerimizin hepsi de fakiri kollamak için düzen-lenmiş şeylerdir. Mevsimlik ve sağanlık koyun keçi veya inek ikram ederek mevsim sonu geri almak hangi toplumun örfünde vardır? İslam veya başka dinden ol-sun. Sadece Türk örf ve geleneklerinde görebilirsiniz.

Bu ise en güzel sadaka’ı fıtır değil midir? Bila ücret komşunun biçilemeyen ekinini biçmek, asker eşlerine ve ailesine yardım etmek, herhangi bir sebepten ıstarda kalan kilimini komşu kızların toplanarak dokuyup sahi-bine teslim etmesi İslam kardeşliğindeki yardımın özü değil midir?”

Sözün burasında Şinas’ın sesi yükseldi: “Allah Al-lah! Şimdi anladım hocam, berhudar olasın. Anlatır-lardı büyüklerimiz kıtlık senesi falancaların mallarını birer ikişer paylaştık da yaza kadar ücretsiz olarak bes-ledik derlerdi. Demek ki bunların hepsi aynı gayeye hizmet için yapılan şeylermiş.”

“Bak sevgili Şinas, bu iş öyle gürültü kopararak yapılacak iş değil. Yönetici isen ‘Diclenin kenarında kurtun kaptığı koyundan’ sorumlusun. Hangi se-bepten olursa olsun açlık gibi bir olay sonucu mey-dana gelen ölümden sorumlusun. Mevzuat müsait diyerek elde ettiğin mallarının üzerinde diğer bir

müminin nazarı varsa ondan da sorumlusun. Bir başkasının bu gibi kazanç elde etmesine muave-net etme durumunda isen yine sorumlusun. Gerek nefsin için, gerek başkaları için olsun bu elde edi-lişlere bir de din kılıfı geçirme gayretinde olursan öbür dünyada yakanı kurtaramazsın. Burada da tu-tulması muhakkak olmasına olan inancımı teyiden derim ki, öbür âlemde iki yakanın bir araya gelme-yeceğine imanım tamdır. Bak sevgili Süslü, sevgili Şinas! Müslümanım diyenlere bakarak Müslüman-lığı (İslamiyet) değerlendirmek doğru değildir. Müs-lümanın yanlışı İslamiyet’in yanlışı değildir. Müslü-manın örnek alacağa kaynak, Allah’ın kitabı Kuran ve peygamberin sünnetidir.”

Süslü Bekir: “Anladım Hocam hem de iyi anladım.” diye içtenlikle konuştu. Hoca da ona dönerek sözlerini şöyle tamamladı. “Anladı isen Türk örf ve geleneği ile uğraşanlara de ki: ‘Hocam, toprağın altı üstünden daha uzun’ diyor. Dediğimi söyle. Belki irkilirler. Bu günlük bu kadar yetmez mi Süslü?”

Türk tarihinin seyri içerisinde bozulmadan devam edip gelen

milletimizin sünneti, Sünneti Rasule ters düşmemektedir. Mala, cana ve

mesaiye ait her türlü cömertlik, dine uygun olarak sadece Türk milletinin

örfünde mevcuttur. Vatan sevgisi imandan ise, vatan savunmasının özünü temsil eden askerlik, Türk

örf ve geleneğinde adam olmanın alâmetifarikasıdır.

Hem ‘zalime karşı olmak, hem de mazluma sığınak olmak’ bizim İslam öncesi hal ve harekâtımızın nişanesidir. Bu hal ve harekât ise İslam’ın özüdür. Yurdun ve dinin korunması İslam’da mükellefin

zorunlu sayılan ödevlerindendir.

15

Page 16: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

İKİ YANLIŞMehmet KILINÇ

Sosyal medya adı verilen Facebook v.b paylaşım/iletişim kanallarında sık sık rastladığım çok yaygın iki yanlış beni bu yazıyı yazmaya sevk etti.

Maalesef insanlarımızın pek çoğu okuma ve araştırma zahmetine katlanmıyorlar; bu sebeple birinin yaptığı yanlış tekrarlanıp yaygınlaşıveriyor.

KÜR ŞAD MARŞI adıyle bilinen ve rahmetli ATSIZ1 (1905-1975) hocaya mal edilen bir şiir var; şöyle:

KÜR ŞAD MARŞI Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz.Çünkü bu yol kutludur gider Tanrı Dağı’na.Hâlbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin,Değişilir topu da bir sokak kaltağına.

Kür Şad’ın nârasıyla indik Tanrı Dağı’ndan,Ruhumuzu kandırdık Orhun’un kaynağından.Bu kaynaktan içenin yürekleri tunç olur,Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur!

Delinse yer, çökse gök; yansa, kül olsa dört yan,Yüce dileğe doğru yürürüz yine yayan.Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan,Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz.

Bu şiirin birinci ve üçüncü dörtlüğü Atsız’a aittir; ilk dörtlük onun YOLLARIN SONU adlı şiirinden (bu şiirin üçüncü dörtlüğü); üçüncü dörtlük ise yine Atsız’ın TÜRKLERIN TÜRKÜSÜ adlı şiirinden (bu şiirin son dörtlüğü) alınmıştır.

KÜRŞAD MARŞI’nın İKİNCİ DÖRTLÜGÜ ise Atsız’a ait değildir. (Meselenin en çirkin yanı da budur. Başkasına ait bir şiir parçasının Atsız’a mal edilerek rahmetlinin bir çeşit hırsız durumuna düşürülmesi çok acıdır.) Bu dörtlük, 3 Mayıs 1944 hadiselerinden sonra açılan ve IRKÇILIK TURANCILIK DAVASI olarak bilinen davada Atsız ile birlikte yargılanan öğretmen FAZLIOĞLU CEMAL OĞUZ ÖCAL2 (1913-1971)’a aittir ve onun M.T.T.B. (Millî Türk Talebe Birliği)3 nin milliyetçi gençleri için yazdığı altışar mısralı beş bendden oluşan GENÇLİK MARŞI adlı şiirinden alınmıştır.

Bu şiirlerin asıllarını aşağıya alıyorum.

(KÜR ŞAD MARŞI’na alınan dörtlükler koyu harflerle yazılmıştır.)

KÜR ŞAD MARŞI’nın ilk dörtlüğünün alındığı Atsız’a ait “Yolların Sonu” şiiri:

“YOLLARIN SONU Bu gün yollanıyorken bir gurbete yenidenBelki bir kişi bile gelmeyecektir bize.Bir kemiğin ardında saatlerce yol gidenİtler bile gülecek kimsesizliğimize

Gidiyorum: gönlümde acısı yanıkların...Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.Dün benimle birlikte gülen tanıdıklarınYalnız bir hâtırası kaldı artık yanımda.

Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz; Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağı’na.Hâlbuki yoldaşını bırakıp dönenlerinDeğişilir topu da bir sokak kaltağına.

İster düşün... Kendini ister hayale kaptır...Uzar uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların.Bakarsın aldanmışsın, gördüğün bir seraptırSevimli bir hayale açılırken kolların.

Ey doğunun alnımı serinleten rüzgârı!Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları;Düştüğü yer uzakta “DİLEK” adlı bir saray.

O sarayda bulunca Tanrılaşan erleriArtık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.Hepsi sussa da “Kür Şad” uzatarak elini; ‘Hoş geldin oğlum ATSIZ, kutlu olsun!’ diyecek.” 4

KÜR ŞAD MARŞI’nın ikinci dörtlüğünün alındığı F.Cemal Oğuz Öcal’ın GENÇLİK MARŞI adlı şiiri:

“GENÇLİK MARŞI Kendilerinden çok şey beklediğimiz, ümit ve

16

Page 17: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

istikbal güneşlerimiz, M.T. T. Birliği mensuplarına hudutsuz sevgilerimle...

Atamız Oğuz Kağan, armamız Bozkurt bizim,Ergenekon bizimdir, mukaddes Özyurt bizim!Toprak bizim, su bizim, mâzi bizim, şan bizim;“KIZIL ELMA” yolunda dökülecek kan bizim!.. Çarpışmaktan yılar mı bahadır doğan erler? Bize Hakk’ın kılıncı, zulmün hasmı Türk derler!.. ***Kür şad’ın nağrasıyla5 indik tanrı dağı’ndan,Kandırdık ruhumuzu orhun’un kaynağından!...Bu kaynaktan içenin bilekleri tunç olur,Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur!... Savaşmaktan yılar mı bahadır doğan erler? Bize Hakk’ın kılıncı, zulmün hasmı Türk derler!.. ***Tutuşmuş saçlarımız birer arslan yelesi,Yanıyor alnımızda hürriyet meş’alesi!..Türk için ağlayacak, Türk için güleceğiz,Hür doğduk anamızdan, yine hür öleceğiz!.. Çarpışmaktan yılar mı bahadır doğan erler? Bize Hakk’ın kılıncı, zulmün hasmı Türk derler!.. ***İdealist gençliği yaşamıyor sananlar,Görsünler, ne haldedir: Birleşip inananlar!..Çiğnedik bir hamlede biz her turlu zilleti;Olmak için tarihin yine ustun milleti!.. Savaşmaktan yılar mı bahadır doğan erler? Bize Hakk’ın kılıncı, zulmün hasmı Türk derler!.. ***Delinse gök, çökse yer, gürleyecek türkümüz;“EN BÜYÜK TÜRKİYE”yi yaratmaktır ülkümüz!..Sevdiğimiz üç şey var: ALLAH, VATAN, HURRIYET;Yaşasın Türk gençliği, yaşasın Cumhuriyet!.. Çarpışmaktan yılar mı bahadır doğan erler? Bize Hakk’ın kılıncı, zulmün hasmı Türk derler!..”6

(Dikkat edilirse Gençlik Marşı’nın ikinci bendindeki “bilekleri” kelimesi de Kür Şad Marşı’nda “yürekleri” haline getirilmiştir.)

KÜR ŞAD MARŞI’nın son dörtlüğünün alındığı Atsız’a ait “TÜRKLERİN TÜRKÜSÜ” adlı şiir:“TÜRKLERİN TÜRKÜSÜDilek yolunda ölmek Türklere olmaz tasa,Türk’e boyun eğdirir yalnız töreyle yasa;Yedi ordu birleşip karşımızda parlasa,Onu kanla söndürür, parçalarız, yeneriz.

Biz Turfan’ı yarattık uyku uyurken Batı,Nuh doğmadan kişnedi ordularımın atı.Sorsan şöyle diyecek gök denilen şu çatı:Türk gücü bir yıldırım, Türk bilgisi bir deniz.

Delinse yer, çökse gök; yansa, kül olsa dört yan,Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan,Ölümlerle eğlenen tunç yürekli türkleriz.”7

*** İkinci yanlış da şu:

TEBRİK

Dergimizin yazarlarından

Sayın Osman SEL’in oğlu

Oğuzhan SEL ile Meral TÜRKOĞLU

5 Mayıs 2012’de ömür boyu beraberliğe adım atmışlardır.

Yeni çifti tebrik eder mutluluklar dileriz.

Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği

17

Page 18: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Rahmetli Atsız hocanın Türklerin Türküsü adlı şiirinin ikinci dörtlüğünün ilk mısraındaki “TURFAN” kelimesi “TUFAN” olarak yazılıp okunmaktadır. Turfan, Türkistan’da bulunan Türklere ait çok eski bir medeniyet merkezinin adıdır. Bu tarihî yerleşim merkezinde birçok arkeolojik kazı yapılmış, eski Türk medeniyetine ait yüzlerce eser bulunmuştur. Atsız, bu eski Türk medeniyet merkezinden bahsetmekte, Batı dünyası uyurken Türklerin Turfan’da örnekleri görülen çok yüksek bir medeniyet meydana getirdiklerini ifade etmektedir.(Bir fikir sahibi olunması için belirtmeden geçemeyeceğim: Türkler Maden Devrinin son çağı olan Tunç Çağını yaşarken Batı, Taş Devrinin başlangıcını yani Yontma Taş Devrini yaşamaktaydı.)

“Turfan” ile “Tufan”ın arasında bir bağ yoktur. (“Turfa”, “yeni açmış; taze yaprak” anlamında ağızlarda kullanılmakta olan bir kelimedir. “Yeni çıkan, ilk olarak görülen, mevsiminden önce veya sonra yetiştirilen sebze, meyve” anlamındaki “turfanda” kelimesi de bu “turfa” ile ilgilidir). “Turfan”ı “Tufan” olarak algılama hatasına düşülmesinin sebebi bir sonraki mısrada zikredilen Nuh peygamberdir. Atsız, Nuh peygamberden bahsetmekle Türklerin Hz. Nuh’tan çok önce var olduğunu, dolayısıyle çok eski bir tarihe sahip olduklarını ifade etmek istemiştir. (Turfan kazılarında elde edilen eserlerin M.Ö. 9000/dokuz bin/ yıllarına ait olduğu ifade edilmektedir ki bu bilgiler Türklerin tarihini en az 11000/on bir bin/ yıla çıkarmaktadır. ) Okuyan, araştıran, düşünen yüksek nitelikli nesiller yetiştirildiğinde milletimiz, içine sürüklendiği maddî ve mânevî bunalımlardan da kısa sürede kurtulacaktır.

10 Nisan 2012 tarihinde Amasya’da mayın patlaması sonucu şehit olan Jandarma Er Murat Erdem’e Allah’tan rahmet diler, ailesine ve Türk milletine başsağlığı dileriz.

Kayseri’nin 175. Şehidi

(Endnotes)1 Çiftçioğlu Hüseyin Nihal Atsız: (1905-1975). Meşhur

Türkçü yazar, şair, öğretmen, Türkolog.2 Fazlıoğlu Cemal Oğuz Öcal: (1913-1971). 1913

yılında Konya Seydişehir’in İncesu köyünde dünyaya geldi. İstanbul Erkek Öğretmen Okulundan mezun olarak 1935 yılında öğretmenliğe başladı. Sekiz yıl ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra 1943’te Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümüne girdi. 3 Mayıs 1944’te Hüseyin Nihal Atsız’ın Ankara’ya gelişi dolayısıyla düzenlenen öğrenci nümayişine katıldığı için devrin idaresi marifetiyle okuldan atıldı ve Tek Parti İdaresinin baskılarıyla aralarında Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Ankara Musiki Muallim Mektebi müdürü Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Türk Tarihi Profesörü Zeki Velidî Togan, Reha Oğuz Türkkan , Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıman, Cihat Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar, Cebbar Şenel, Hamza Sadi Özbek, Hasan Ferit Cansever gibi Türkçülerin de bulunduğu Irkçılık-Turancılık adi verilen davada tutuklandı. On bir aya mahkûm edildi; fakat mahkûmiyet kararı temyizden (yargıtaydan) döndü ve davanın diğer sanıklarıyla beraber beraat etti. Öğretmenliğe dönemediği için piyasada değişik işlerle uğraştı. 1947 yılında zorluklarla öğretmenlik mesleğine döndü. 1971 yılında İstanbul’da vefat etti.. Millî duyguları terennüm eden şiirleriyle tanindi. Şiirleri Orhun, Bozkurt, Çınaraltı, Tanrıdağ, Bucak, Serdengeçti, Toprak, Türkeli, Büyük Dâvâ, Ocak, Büyük Türkeli gibi dergilerde yayınlanmıştır. Eserleri: Yurttan Sesler (1939), Türk Geliyor (1944), Ata Sevgisi (1946), Savulun Kızıllar Gençlik Geliyor (1949), Türk Çocuklarına Millî Marşlar (1951), Her Şey Vatan İçin (1953), Kıbrıs’a Seferim Var (Makale ve şiirler 1958), Ramazan Şiirleri (1960), Eyüp Sultan’ı Ziyaret (1960), Olan Oldu Bizlere (1960), Yavrularımıza Okul ve Bayram Şiirleri (1960), Bir Millet Şahlanıyor (Bütün şiirleri) 1968.

3 M.T. T.B. (Millî Türk Talebe Birliği): 14 Aralık 1916 yılında Darü’l -Fünûn (üniversite) gençliğini bir araya getirmek amacı ve Türkçü bir düşünce ile kurulmuş bir öğrenci derneğidir. Amblemi kuruluşunda ay-yıldız içinde koşan Bozkurt iken 1970’li yılların başında değiştirilip Bozkurt yerine kitap konmuştur. Cemal Oğuz’un yazdığı Gençlik Marşı, o z zamanki milliyetçi M.T. T.B. gençliği için yazılmıştır

4 Atsız, Yolların Sonu, 11. Sayfa; Ötüken Yayını, 19775 nağra: Nâra; şairin imlâsı aynen muhafaza edilmiştir6 Fazlıoğlu Cemal Oğuz Öcal, Bir Millet Şahlanıyor, 147.

Sayfa; Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1968.7 Atsız, Yolların Sonu, 51. Sayfa; Ötüken Yayını,1977

18

Page 19: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Bilgehan AYATA

“ALP” Mİ “ALP” MI?

Yiğit, cesur, kahraman anlamına gelen “alp” sözcü-ğü ilk kez 8. yüzyılda yazılmış, Göktürklerden kalma Orkun yazıtlarında karşımıza çıkar. “… alp erin ölürüp balbal kılu bertim” (yiğit erlerini öldürüp balbal yapı-verdim, Bilge Kağan anıtı, güney-doğu yüzü.), “Alp Şalçı akin binip oplayu tegdi” (Alp Şalçı kır atına bi-nip sabırsızca hücum etti, Kül Tigin anıtı kuzey yüzü.). Bu cümleler, yazıtlarda onlarca kez geçen bu sözcüğün kullanımının yalnızca iki örneğidir.

Göktürk alfabesi dördü ünlü olmak üzere otuz sekiz harften oluşur. Ünlü işaretlerinin az olması dolayısıyla bugünkü alfabemizden farklı olarak hemen her ünsüz harfin kalın ve ince olmak üzere iki şekli vardır. A ve e sesi aynı işaretle verildiğinden sözcüğün, sözgelimi, sal mı sel mi okunacağı ünsüzlerin kalınlık ve inceliğinden anlaşılır. (sal) , (sel).

Alp sözcüğüne dönelim. l(e) harfinin kalını, l(a); incesi ise l(e) şeklindedir. Alp sözcüğü Göktürk Ya-zıtları’ndaki özgün metinde ince l(e) ile değil, kalın l(a) ile yazılmıştır. Türkçede kalın ünlülerden (a,ı,o,u) önce ya da sonra geldiği hâlde ince okunan l(e) sesi yoktur. Hâl, ekol, hol, Bilal, hilal, faal gibi sözcükler Türkçe olmadığı için l(e) sesi kalın ünlü yanında bulunmasına karşın ince okunur. Öyleyse “alp” sözcüğü öpöz Türk-çe olmasına rağmen niçin yabancıymışçasına davranıl-maktadır? Sokaktaki vatandaştan haber sunucularına, öğretmeninden siyasetçisine değin pek çok kimse, bu sözcüğü yanlış telaffuz etmektedir. Ziya Gökalp’in de-ğil Ziya Gökalp’ın, Ziya Gökalp’tan, Ziya Gökalp’a vs. denmelidir. Alperen, Alparslan derken dil yuvarlaklaş-tırılmamalıdır.

Diğer bir yanlış “kendi, aynı ve aksi” sözcüklerinin kullanımında görülmektedir.

Bilindiği üzere “kendi” dönüşlülük zamiridir ve sözcüğün kökü/gövdesi “kendi”dir. Şimdi bu zamiri ki-

şilere göre çekimleyelim: ben+im kendi+msen+in kendi+no+nun kendi+sibiz+im kendi+mizsiz+in kendi+nizonlar+ın kendi+leriBurada da görüldüğü üzere, ünlüyle biten bir söz-

cüğün üçüncü teklik kişi çekiminde sözcüğe +si iyelik eki gelmektedir. Peki, konuşma ya da yazıda üçüncü kişiden söz ederken niçin “kendi bilir, kendi kendine konuşuyor, kendi gelsin vs.” diyoruz. “Rauf kendi gel-sin.” kullanımı doğru olsaydı “Vatan sevgi imandan-dır.” Kullanımının da doğru olması gerekirdi; çünkü “vatan[ın] sevgi+si” nasıl belirtisiz isim tamlamasıy-sa “Rauf[un] kendi+si” de aynı şekilde belirtisiz isim tamlamasıdır.

“Aynı” ve “aksi” sözcükleri de “kendi”de oldu-ğu gibi yanlış kullanılmaktadır. Bu sözcükler yerine göre sıfat ya da ad olarak kullanılabilir. Yanlışlık, ad olarak kullanıldıklarında ortaya çıkmaktadır. Örneğin, “Denktaş’ın aynından bulmak zordur.” cümlesi bozuk-tur; çünkü “Denktaş’ın aynı” isim tamlamasında tam-lanan eki olan iyelik eki yoktur. Cümle, “ Denktaş’ın aynısından bulmak zordur.” olarak düzeltilmelidir. Bu yanlış o kadar yaygınlaşmıştır ki TDK’nin 2005 yılı basımı Türkçe Sözlük’ünde aynı ve aksi sözcüklerinin örnek kullanımında şu cümlelere yer verilmiştir: “Bu kalem sizinkinin aynıdır.”, “Salıncağın ipini sallandığı istikametin aksine çekti.”. Doğrusu “sizinkinin aynısı-dır” ve “istikametin aksisi” olmalıdır. “Aslının aynıdır” kullanımı da resmî belgelerde sıklıkla görülen yanlış-lıklardan biridir.

Bu ve buna benzer yanlışlıklar, bu sözcüklerin so-nundaki ünlülerin iyelik eki olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır; oysaki, bu ünlüler ek değil, sözcü-ğün kökündeki seslerdir. Sözcüklerin kökleri “kend”, “ayn”, “aks” değildir; “kendi”, “aynı” ve “aksi” dir. Dolayısıyla bunlarla tamlama kurulacaksa sonlarına +sı, +si iyelik ekleri getirilmelidir.

Adam sen de! Ne önemi var? Denecek olursa Türk dilinin engin söz varlığından şu atasözünü hatırlatırız: Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı kurtarır.

Sokaktaki vatandaştan haber sunucularına, öğretmeninden

siyasetçisine değin pek çok kimse, bu sözcüğü yanlış telaffuz etmektedir.

19

Page 20: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Öğrenciler bilişsel (zihinsel) ve yürütücü biliş (metacognition) becerilerine sahip olmadıkça, onlara akademik konuları öğretmek ya da onların öz öğretimli öğrenciler haline gelmesini sağlamak oldukça zordur ya da çoğu zaman boşuna zaman harcamaktır. Öğrenci-lerin okuldaki başarılarında kendi kendilerine öğrenme ve öğrenmelerini izleme yeterlikleri önemli rol oyna-maktadır. Bu nedenle öğrencilere bütün öğrenim kade-melerinde kendi kendilerine öğrenmeleri ve öğrenme-lerini izleme becerileri öğretilmelidir.

Öğrenme stratejilerinin etkili olarak kullanımı, öğrenme stratejileri hakkında şu bilgileri öğrenmeyi gerektirir;

1-Öğrenciler öğrenme stratejilerin türleri, tanım-ları birbirleriyle benzerlikleri, birbirlerinden farlılıkları nelerdir gibi konularda bilgilendirilmelidirler. Örneğin;

öğrenciler not alma ve altını çizme stratejilerinin ne demek olduğu, öğrencinin öğrenmesine ne tür katkıları olduğu, aralarındaki benzerlik ve farklılıkların neler ol-duğu hakkında bilgiye sahip olmalılar ki öğrenme stra-tejilerini etkili olarak kullanabilsinler.

2-Öğrenciler, öğrenme stratejilerinin nasıl kullanı-lacağı konusunda bilgilendirilmelidirler. Örneğin; mat-ris halinde not alma ve altını çizme nasıl kullanılma-lıdır? Not alınacak matris nasıl hazırlanmalıdır? Altını çizerken neden altını çizmeliyiz? Neden tüm sözcükle-rin altını çizmemeliyiz? vb. soruları cevapladıklarında öğrenciler, öğrenme stratejilerini etkili olarak kullana-bilirler.

3-Öğrenciler, belirli stratejileri ne zaman ve niçin kullanmaları gerektiği konusunda bilgilendirilmelidir-ler. Örneğin; matris halinde not alma, hangi durumda ve niçin altını çizmeden daha etkili olarak öğrenmeyi sağlayabilir? Kısaca öğrencilerin bu soruların cevapla-rını öğrenmeleri gerekir.

Öğrenme Stratejilerini Öğretme YaklaşımlarıBu konuda iki temel yaklaşım vardır. Biri; doğru-

dan öğretim, diğeri ise, karşılıklı öğretme yaklaşımla-rıdır.

Doğrudan Öğretim Gagne’ye (1985) göre, öğrenme stratejilerinde an-

latılan öğretme stratejilerinin tamamı öğrenme strateji-lerinin öğretiminde de kullanılabilir. Özellikle öğrenme stratejilerinin ne olduğunun ve nasıl kullanılması ge-rektiğinin öğretiminde doğrudan öğretim yaklaşımının etkili olduğunu gösteren kanıtlar bulunmaktadır (Sene-moğlu, 2002).

Doğrudan öğretim yaklaşımı öğretmenin, öğren-cilerin konuyla ilgili ön öğrenmelerini kullanıma hazır hale getirmesini; öğretilecek davranışı açıklamasını, göstermesini; daha sonra öğrencinin bu davranışı gös-termesi için fırsat vermesini; öğrenciye yaptığı davranış hakkında dönüt vermesini kapsamaktadır. Öğretmenler bu yaklaşımı genel olarak, öğrenme stratejilerini öğren-cilerine sunmada da kullanabilirler. Öğrenme stratejile-rini, doğrudan öğretim modeliyle öğretme basamakları şunlardır;

a-Basamak 1: Dersin hedeflerini açıklayınız ve öğrencileri öğrenmeye hazır hale getirilmesi: Öğrenci-lerin dikkatini öğrenilecek konu üstüne çekme ve dersin hedeflerini açıklamada, öğrenme stratejilerini öğren-dikleri takdirde daha kolay ve etkili olarak öğrenebi-leceklerini, daha iyi performans gösterip yüksek notlar

ÖĞRENME STRATEJİLERİNİN

ÖĞRETİMİİbrahim GÜNGÖR

Öğrencilerin okuldaki başarılarında kendi kendilerine

öğrenme ve öğrenmelerini izleme yeterlikleri önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle öğrencilere bütün öğrenim

kademelerinde kendi kendilerine öğrenmeleri ve öğrenmelerini izleme becerileri öğretilmelidir.

20

Page 21: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

alacaklarını somut örneklerle gösteriniz.b-Basamak 2: Belirli bir stratejinin açıklanıp

gösterilmesi: Sözel açıklamalar ve gösterme yoluyla stratejiyi öğretiniz. Öğrencinin stratejiyle ilgili önceki bilgileri ile yeni bilgilerini ilişkilendiriniz ve stratejinin nasıl işlendiğini, öğrencilere gösteriniz. Özellikle yük-sek sesle düşünerek, stratejiyi kullandığımızda öğren-me için zihnimizde ne olup bittiğini, ne gibi bilişsel sü-reçlerin harekete geçtiğini, ne gibi işlemlerin olduğunu öğrencilere açıklayınız.

c-Basamak 3: Öğrencilere, öğretmen rehberli-ğinde alıştırma fırsatlarının sağlanması: Anında dönüt almaları için, stratejiyi daha iyi kullanana öğrenciler ar-kadaşlarına rehberlik edebilirler. Ancak, bu rehberliğin sizin denetiminizde olması gerekir.

d-Basamak 4: Öğrencilerin stratejiyi anlayıp anlamadıklarını kontrol edilmesi:

e-Basamak 5: Öğrencilerin alıştırma yapmaları-nı durdurup, stratejiyi kullanırken ne tür problemlerle karşılaştıklarının belirlenmesi: Öğrencilerin stratejiyi kullanırken zihinlerinde ne olup bittiği hakkında sesli düşünmelerini sağlayınız ve yaptıkları ile ilgili dönüt veriniz. Strateji ile ilgili tartışmayı sürdürünüz.

f-Basamak 6: Bağımsız alıştırma ve transfer yap-malarının sağlanması: Stratejiyi bağımsız olarak kul-lanmaları için fırsatlar veriniz ve daha sonra alıştırma ödevlerini ne derecede başardıklarını birlikte değer-lendiriniz. Sonuçları hakkında bilgi vererek eksiklerini tamamlamaları, yanlışlarını düzeltmeleri için gerekli ipuçlarını sağlayınız (Senemoğlu, 2002).

Karşılıklı Öğretme1-Öğrenme stratejilerinin öğretiminde özellikle de

okuduğunu anlama stratejilerinin öğretiminde doğru-dan öğretim modeline alternatif olarak karşılıklı öğret-me yaklaşımı kullanılmaktadır. Karşılıklı öğretme yak-laşımı, öğretmenin öğretme-öğrenme sürecinde sunuş yapmasından çok, model olmasını gerektirmektedir. Brown ve Palincsar’a (1984) göre öğretmen, yaratıcı bir biçimde düzenlediği öğrenme yaşantıları yoluyla öğrencilerine model olur. Öğrenme stratejilerini nasıl kullandığını sesli bir biçimde düşünerek gösterir. Daha sonra öğrencilerin bu öğrenme stratejilerini ya da biliş-sel becerileri öğrenmelerini sağlamak için, onları teşvik ederek, destekleyerek, onların bu öğrenme stratejilerini kullanmalarına yardım eder. Karşılıklı öğretme yaklaşı-mı, öz öğretimli öğrencilerin özellikle dört temel kav-rama stratejisini kazanmalarında daha etkilidir. Bunlar (Senemoğlu, 2002); 1. Özetleme, 2. Soru sorma, 3. Açıklığa kavuşturma, 4. Tahmin etmedir.

2-Bu stratejileri öğretmek için öğretmen önce,

sesli düşünerek nasıl özet yapılacağını öğrencilerine gösterir. Daha sonra metinle ilgili nasıl soru sorulaca-ğını, yine sesli düşünerek açıklayıp soru sorar. Üçün-cü adımda, metinde tam olarak anlaşılmayan, açıklığa kavuşturulması gereken noktaları, sesli düşünerek bu-lur ve açıklayarak bu basamağı da model olarak ör-neklendirir. Dördüncü basamakta da, metnin bundan sonra nasıl devam edebileceğini yine sesli düşünerek tahmin eder. Öğretmen özetleme, soru sorma, açıklığa kavuşturma ve tahmin etme stratejilerini model olarak gösterdikten sonra bu kez öğrenciler, öğretmenin rolü-nü alır ve kendileri stratejiyi kullanarak arkadaşlarına model olurlar. Bu yaklaşımı kullanırken öğrencile-rin küçük gruplara ayrılmalarının sağlanması ve grup içinde her bir öğrencinin öğretmen rolünü alması daha etkili bir yol olabilir. Öğrenciler stratejiyi, sesli düşüne-

rek uygularken gerek öğretmenlerinden gerekse diğer arkadaşlarından dönüt alarak desteklenmeli, stratejiyi öğrenmeye teşvik edilmelidir (Senemoğlu, 2002).

Öğrencilerin başarılı olabilmeleri için kendi öğ-renmelerinin nasıl gerçekleştiğini bilmeleri ve daha da önemlisi kendi öğrenmelerini kendilerinin izlemesi gerektiğini bilmeleri öğrenmelerini daha verimli hale getirecektir. Bu sayede kendilerine hazır reçete olarak ezbere verilen 500 soru çöz, 1000 soru çöz gibi öğütle-rin gerçeklerle pek de uyuşmadığını, asıl önemli olanın kendi öğrenmelerini kendilerinin izlemesi gerektiğini fark edeceklerdir. Sevgi ve saygılarımla…

KaynakçaSenemoğlu, N. (2002). Gelişim Öğrenme ve Öğretim Kuramdan Uygulamaya. Ankara: Gazi Kitabevi.

21

Page 22: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Yunanca “para” (ötesinde, arkasında) kelimesi ile psikoloji kelimelerinin birleşiminden oluşan parapsi-koloji; Psikolojinin ötesi, metafizik (doğa ötesi,beş du-yunun göremediği) alemi incelemeye çalışan bir bilim dalıdır.

Bizler yaşadığımız dünya-yı ve evreni; görme, duyma, dokunma,tatma ve koklama duyularımızın yardımı ile üç boyutlu (uzunluk, genişlik, yükseklik) olarak algılayıp bu verilerin beynimizde ortaya çı-kardığı elektriksel titreşimleri aklımız sayesinde anlamlandı-rarak yaşadığımız ortama uyum sağlamaya çalışırız. Ayrıca ev-rendeki gelişim süreçlerini ve tabi ki kendi gelişimlerimizi takip edebilmek, hayatı kolay-laştırabilmek için; bir cismin uzay boşluğunda bir noktadan diğer noktaya varıncaya kadar kat ettiği yolu anlayabilmemiz ve adlandırabilmemiz için de “zaman” kavramını kullanırız. Bunu da üç boyutlu al-gılama metotlarımızın yanına koyarak “dördüncü bir boyut” oluştururuz. Oysa dünyamız ve dünyamızın dışında ki gezegenlerin dönüş hızları, manyetik çekim alanları ve bir birleriyle etkileşimleri farklılık göste-rir. Zaman her yerde aynı değildir. Evren sadece beş duyumuzla algılayabildiklerimizden de ibaret değildir. İşte bu duyu organlarımızın ve tanımladığımız boyut-ların ötesindeki alem “parapsikoloji” alanına girmekte-dir. Aslında fizik ve fizikötesi birbirinden ayrıymış gibi tanımlansa da bu henüz netlik kazanmamıştır. Bir birini tamamlayan ve bir birine bağımlı iki olgudur bunlar.

Parapsikolojinin çalışma alanlarından bazıları şun-lardır:

Duru görü (Ruh bedeni zihinsel olarak kodla-yıp uyanık halimizde iken, görmek istediğimiz yerleri ruh bedenimizle gidip görme), Duru işiti (yine bu da uyanık haldeyken konsantre olarak, uzaktaki sesle-ri zihinsel bazda duyma yöntemi), Telepati (Düşünce

nakli-uzaduyum, yakınımızda veya uzağımızda bulu-nan kişilere düşünmelerini istediğimiz fikir kalıpları-nı zihinsel olarak gönderip onların beynine sokmak veya onların ne düşündüklerini anlamaya çalışmak), Prekognisyon (önceden bilme, zihinsel olarak olacak

olayları önceden algılayabilmek için zaman çizgisi üzerinde ileriye doğru ön görü egzersizleri), Psi-kometri (ruhsal ölçüm), Astral se-yahat (Beden dışı yolculuklar; Rü-yada yapılanları daha kapsamlı ve bilinçli olarak uyanıkken yapmak), Ölüm eşiği deneyimleri, Cinler ile iletişim kurma, Metafizik istihba-rat çalışmaları, Ruhsal yapılarına göre insanların kişilik analizlerini belirlemek v.s gibi zihinsel çalış-maların yanı sıra; Fiziksel temas sağlamadan cisimler üzerinde dü-şünce gücü ile etkileşim sağlamak (Telekinezi), Levitasyon (madde-ler ile yerçekimi arasına düşünce gücü ile müdahale ederek uçma-larını sağlamak), Ezoterizm ve

okültizm v.s.Ortaçağ Avrupa’sında önceleri metapsişik ve parap-

sişik (ruhbilim) terimleri kullanılıyordu. Metapsişik (ruhlar alemi) terimi, Aristo’nun (M.Ö

384-M.S 322) “metafizik” kitabının isminden esinle-nen 1913 Nobel ödüllü fizyoloji profesörü Charles Ric-het (1850-1935) tarafından 1905’te;

Parapsişik terimi ise, Dijon Akademisi ve Grenoble Akademisi rektörü olan filozof ve bilimci Emile Boirac (1851-1917) tarafından ortaya atılmıştır.

Prof. W. Mc Dougall, bu adı “parapsikoloji” teri-miyle değiştirerek bu terimin uluslar arası sahada kabul görmesini ve literatürde yerini almasını sağlamıştır.

Bunun yanı sıra bilimsel anlamda istatistiksel çalış-malar yapabilmek için Dr. Joseph Banks Rhine 1930 yılında Duke Üniversitesinde kurmuş olduğu parapsi-koloji laboratuarıyla ciddi manada tarihi bilimsel baş-langıcı oluşturmuştur.

Ancak bu tarihsel veriler Batı dünyasının akademi

Ortaçağ karanlığında vücut bulmaya çalışan psişik yetenekleri gelişmiş insanlar büyücü ve cadı olarak diri diri ateşe atılmakta iken, Osmanlıda  ilim erbabı hocalar olarak saygı görmekteydiler.

PARAPSİKOLOJİ (1)Tanımı-Kapsamı-Tarihçesi)

Ünsal ARSLANKAYA

22

Page 23: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

çevrelerince “parapsikoloji” tanımlamalarındaki öngö-rüyü yansıtmakla birlikte eylem ve içerik bakımından “parapsikoloji tarihi” insanlık tarihi kadar eskiye uzan-maktadır.

İlk olarak Hz. Adem (a.s.)’ın oğlu Hz. Şit (a.s)’e ve-rilen “İlmi ledün, ledünni ilmi-gizli ilimler” kapsamın-da vücut bularak, duyular üstü algılama çalışmaları-nın günümüze kadar değişik isimler altında yansıması söz konusudur. Çünkü her ne kadar Batılı bilim adam-ları ve parapsikologlar çeşitli politik nedenlerden ötürü zikretmekten kaçınsalar da uygarlıkların temelini atan Türk’ler ve Türklerdeki şamanlar-kam’lar (Din adam-ları, ulu bilgeler) bu işin öncüleri olmuşlardır. Zira ilk yazılı metinler, mağara resimleri, hayvan kemikleri üzerine kazınmış olan Türkçe dini ritüel figürleri ve tamgaları daha sonraki dönemlerde de yine piramitler-deki hiyeroglif yazıların ancak Türkçe olarak okuna-bilmeleri kanıtlamaktadır ki, duyular ötesi algılamalar ve evrenin gizemlerini çözmeye yönelik astrolojik ça-lışmalar Türklerin eseridir.

Bu konuyu Batılı parap-sikologlar inkarda direnseler de, elimizdeki tarihi kanıtlar ışığında kesinlikle Türklerin bu alandaki üstünlüğünü ra-hatlıkla söyleyebiliriz. Her ne kadar Müslüman olduktan sonra Anadolu coğrafyasın-da yaşayan Türkler, dönemin siyasi çalkantıları ve savaşlar nedeniyle bu konuda gerileme gösterseler de Orta Asya’da zaten yaşamın bir parçası ha-line gelmiş olan Şaman ge-lenekleri varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde İslam esasları ile daha farklı boyutlarda gelişim gösteren pa-rapsikoloji, tasavvufi düşünceler ile birleşip değişik tonlamalarda varlığını sürdüregelmiştir. Aynı dönem içerisinde Ortaçağ karanlığında vücut bulmaya çalışan psişik yetenekleri gelişmiş insanlar büyücü ve cadı ola-rak diri diri ateşe atılmakta iken, Osmanlıda ilim erbabı hocalar olarak saygı görmekteydiler. Ruhsal rahatsızlı-ğı bulunan hastalar ses ve renk terapileri ile şifaya ka-vuşuyorlardı. Bütün bu değerlerimizi görmezden gelen Avrupalılar, teknolojik gelişmeler başladıktan sonra matbaanın da icadı ile her alanda olduğu gibi parapsi-koloji alanında da oldukça mesafe kat ettiler.

Bu günkü tanımıyla parapsikoloji, terim olarak ya-kın bir geçmişe sahip olsa da, uygulama olarak yukarı-da belirttiğimiz gibi çok eskilere dayanmaktadır.Genel kabule göre Batılı parapsikologlar tarihi gelişim süreci-ni beş aşamada ele almaktadırlar. Antik-arkaik dönem, Ortaçağ dönemi, Mesmerizm dönemi, Dernekleşme dönemi ve Günümüz dönemi.

1-Antik-arkaik dönem: Klasik dönem de denmektedir. Bu dönemi tarih çağ-

larından başlayarak Ortaçağa kadar taşıyabiliriz. En eski parapsikolojik kayıt radyesteziyle (çubukla ma-den arama işlemi) ilgilidir. Bilinen en eski çatal çubuk resmi İ.Ö. 1300 yıllarına aittir ve Mezopotamya’da bu-lunmuştur. Ondan da önce Eski Mısırlılarda Radyestezi yöntemini kullanıyorlardı. Yani bu eski dönemlerde çatal çubuk yöntemiyle toprak altında su ve maden araması yapılmıştır. Yine İ.Ö.1700’lü yıllarda yaşa-mış Çin İmparatoru Yu’nun mezar taşında çatal çu-buğun kullanıldığını gösteren kabartma görülmüştür. İmparator Yu, su ve madenler bulabilirmiş ve bunun-la ülkesine bazı hizmetler yaptığı efsanelerde anlatılır. Eski zaman insanları psişik yeteneklere en az şimdiki kadar ilgiliydiler. Fakat bu insanlar bu tür olguların bir açıklamasını bulmakta zorluk çekiyorlardı. Örneğin Antik Yunan ve Roma dönemlerinde… O zamanlar yaşamış Pisagor, Eflatun, Çiçeron, Senaka ve benzeri diğer bilim ve devlet adamları bu konuları incelemiş-lerdir. Metafizik olarak bildiğimiz felsefe alanının dü-

şünürleri olan bu filozofla-rın bazı eserlerinde psişik bir olguya az çok rastlanır.

Gene Yunan kültüründe prekognisyon yani önce-den bildirme, haber verme olayları oldukça yaygın-dı. Gerek Yunanistan’da gerek Anadolu’da birçok kehanet merkezleri, tapı-nakları mevcuttur. Yuna-nistan’daki Delphi tapınağı ile Anadolu’da Didim’de-

ki Apollon kehanet tapınaklarını bunlara örnek olarak gösterebiliriz. Bu tapınaklarda Piti ismi verilen rahi-beler transa girerek (yoğunlaşmak) gelecekten haber vermekte idiler. Bazı krallar önemli devlet kararlarını almadan önce örneğin, savaşa girmeden önce bu rahi-belere başvurarak savaş hakkındaki tahminlerini öğ-reniyorlardı. Truva efsanesinden bildiğiniz gibi… Bu ve bundan önceki dönemlerle ilgili psişik yeteneklerin varlığı en temel ve sağlam bir şekilde ezoterik (şifrele-me) bilgilerin içerisinde mevcuttur.

Görüldüğü gibi binlerce yıllık Türk şamanları inkar edilmekte ve Türk kelimesini kullanmamaya büyük özen göstermektedirler. İşte bu noktada yirmi yedi yıldır parapsikoloji alanında çalışmalar yapan birisi olarak benim itiraz etme hakkım doğmaktadır. Eli-mizdeki maddi tarihi bulgular ve Kazım MİRŞAN gibi Türkologların çalışmaları, Batılıların bu yaklaşımının yanlışlığını ortaya koymaktadır.

Konumuz devam edecektir.*Dünya çapında yeni yeni söz edilen parapsikoloji

konusunda bize yazma fırsatı veren Bilgiyurdu’na ay-rıca teşekkür ediyorum.

23

Page 24: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Çevre, bizim yaşadığımız ortamdaki canlı ve cansız varlıkların tümünden ibarettir ve onlarla ilişkilerimizin bütününü kapsar. Çevredeki olumsuzluklar insan sağlığını doğrudan etkiler. Çevreyi olumsuz hale getiren de hiç şüphesiz insanın kendisidir. Bugün dünyada neredeyse insanın belli bir yönde etkilemediği bir alan kalmamıştır.Belki(balta girmemiş ormanlar kalmıştır). En yüksek dağlarımızı doruklarında bile plastik malzemelere ve insan elinden çıkmış atıklara rastlamaktayız. İnsanoğlu kendi ihtiyaçlarını karşılamak için dünyaya alabildiğine yüklenmekte ve baskı yapmaktadır. Bunu yaparken çevreyi olumsuz yönde etkilemektedir. Ormanlar tahrip edilmekte, doğal yapı bozulmakta, içme ve kullanma suları ve teneffüs ettiğimiz hava kirletilmektedir. Bugün dünyadaki toplam suyun % 2-2,5 kadarı tatlı sudur. Ülkemiz 140 ülke arasında su zenginliği yönünden 70’nci sırada yer almaktadır. Demek ki su bakımından fakir sayılmayız. Ancak, Allahın verdiği suyu kirletmekte üstümüze yoktur. “Akan su pislik tutmaz.” diye elimize ne geçse onlara atarız, kanalizasyonlarımızı onlara akıtırız.

Kirletmek kolaydır ancak temizlemek çok zordur. Bizim temel ilkemiz kirletmemek olmalıdır. Ancak, kirli kafalardan temiz bir çevre beklenmemeli.

Şahsen ben bir belediye başkanının diğer bir belediyenin içme suyu havzasına çöplerini döktüğüne şahit oldum. Durduruncaya kadar belki 300 belki de 500 kamyon çöp dökülmüştü. Bu konularda bürokrasimiz de yavaş hareket etmektedir. Bu durum ise çevre bilincinin bizde istenilen düzeyde olmadığının bir göstergesidir.

30 Ağustos Zafer Bayramının 80’nci yılında Tomarza ilçesinin Perçin yaylasında Zafer İzci kampı yapmıştık. Bizden önceki hafta sonu hem de çevreci olduğunu iddia eden bir vakıf mensupları burada piknik yada bir etkinlik yapmışlar. Yaylanın her tarafını kirletmişler ve atıklarını temizlemeden oradan ayrılmışlar. Değişik düşüncelere veya siyasi görüşlere sahip insanlarımız böyle bir piknik ya da etkinlik yapsalar sonra da çevreyi temizlemeden oradan ayrılsalar bu grupların çevre konusunda birbirlerinden farkı kalmaz. Bizler izci kampının sonunda yaylayı tertemiz yaptık ve sonra yaylacıları davet ettik ve durumu gösterdik. Yaylaların gerçek sahipleri bizlere teşekkür ettiler. Bunu yapmak hiç de zor olmasa gerekir.Yine Erciyes dağımızın eteklerinde bazı dostlarımızla sohbet ederken 4 Çekoslovak vatandaşı genç, Erciyes’ten zirve tırmanışından dönüyorlardı.Ellerinde bir poşet vardı ve içerisinde çöpler bulunuyordu.Bize bu çöpleri atacakları bir çöp kovası vs .sordular.Kendilerine yardımcı olduktan sonra dostlarıma dedim ki: “Bakınız bu gençler bu çöpleri dağı kirletmemek için buraya kadar getirdiler. Korkarım ki biraz sonra bizim görevli bu çöpleri dereye dökecektir.” Gerçekten de öyle oldu.

Hastanelerin hemen kapı önlerinde sigara içen ve izmaritlerini yerlere atan, otomobili ile seyahat ederken aracının camını açıp bir şeyleri dışarı atan, inşaat faaliyetleri esnasında ağaca ve yeşile hiç acımayan kişiler ve kurumlar oldukça çevre konusunda daha çok yol almamız gerekecek. Ben bazen öğrencilerime şu örneği veririm: Çimen yetiştirirsiniz bir de üzerine çimlere basmayın diye yazı yazarsınız, ancak çoğu kimse buna riayet etmez ve çimenleri çiğner geçer. Zaman gelecek yine çim yetiştireceksiniz ve çimlere basmayınız yazısını koymayacaksınız. Ancak hiç kimse çimlerinize basmayacaktır. Bu bir olgunluk bir şuur dönemidir, vakit gelmeden çiçekler açmıyor. Çevre bilincini geliştirmek için (Sözüm ona) küçük çocuklara büyüklerin etrafa gelişigüzel attıkları çöpleri toplatıyoruz. Halbuki bu çocukları tehlikeye atıyoruz farkında değiliz, iyi bir iş yaptığımızı sanıyoruz.

İNSAN VE ÇEVREProf. Dr. Osman CEYHAN

24

Page 25: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Oysa üzerinde çevre ile ilgili resimler ve yazılar bulunan kağıtları dağıttırabiliriz, insanların yakalarına taktırtabiliriz vs. Bu davranış, daha sağlıklı olur.

İçerisinde yaşadığımız çevreyi, sanki biz etkilenmeyecekmişiz gibi, sorumsuzca kirletmekteyiz. Peki bunu önlemek için ne yapalım, çözüm ne olmalı? Müslüman bir toplumun ve bir de Türk milletinin mensubu olan bizler için bu meselenin üstesinden gelmek, aslında çok kolaydır. Bunun için okulda, camide, televizyonlarda, medya da ve hatta asker ocağında çok ciddi eğitimler yapılabilir. Bilhassa toplum üzerinde çok etkili olan televizyon yayınlarında pek çok olumsuz örnekler görmekteyiz; Bunlar engellenebilir. Aynı veya benzeri olumsuz davranışlar rol-model olan öğretmenlerde, hekimlerde, yöneticilerimizde de mevcuttur. Çocuğunu oyun alanlarına ve parklara getiren veliler çok rahat bir şekilde sigara içerek oradaki çocuklara kötü örnek olmaktadırlar. Okul bahçelerinde sigara içilmesini yasaklayan irade her nasılsa çocuk oyun alanlarını ve parkları göz ardı etmektedir.

Bizzat insan eliyle çevreyi tahrip etmek çok kolaydır. Mesela; büyük bir ormanı keserek ya da yakarak yok edebilirsiniz. Ancak, milyonlarca ağacı dikerek dağları, tepeleri orman yapmak o kadar kolay bir iş değildir.

Yerleşim yerlerinde yine insanların kullanıp attığı pek çok sıvı ve katı atık meydana gelmektedir. Çöpler, kullanılmış pis sular, kanalizasyon ya da tuvalet çukurlarında biriktirilen insan dışkısı ve idrarı ki bunlar yerleşim yerinin nüfusu arttıkça çok daha önemli sorunlar haline gelir. Bir yerleşim yerinde çöplerin yani katı atıkların nerede toplanacağı ya da nasıl zararsız hale getirileceği o yerleşim yerinin yöneticileri tarafından ciddi şekilde ele alınmalıdır.

Foseptiklerden alınan atıkların ne şekilde zararsız hale getirileceği mutlaka karar altına alınmalı ve ciddi şekilde takibi yapılmalıdır. Kanalizasyon atıkları ve kullanılmış-kirletilmiş sular arıtılmalı ve ondan sonra denizlere gönderilmeli. Mesel, Kayseri ilinde 1100 ton katı atık (çöp), 140 bin ton arıtmaya ulaşan sıvı atık (kanalizasyondan) teşekkül ediyor. Yine günde 5 ton tıbbi atık toplanmaktadır. Bunların temizlenmesi için hem önemli miktarda yatırım yapılmıştır hem de işletme giderleri vardır. Kayseri’de yılda 50 milyon ton içme ve kullanma suyu tüketilmektedir.

Çevreyi olumsuz hale getiren önemli iki faktörden birisi nüfus bir diğeri ise sanayileşmedir. Kalkınmak için elbette sanayi tesislerine ihtiyacımız vardır ve bu kaçınılmazdır. Ancak bunu çevreyi koruyarak da yapabiliriz. Dünyada bunun pek çok örneği de vardır. Temiz ve yenilenebilir enerji tercih edilmelidir. Ülkemiz bu yönden çok şanslıdır. Bu şansı iyi değerlendirmek gerekir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed, “Elinizde bir fidan varsa kıyamet kopacak dahi olsa onu dikin” buyurmuştur. Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş, İstanbul fatihi Fatih Sultan Mehmet Han da “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” diye ferman çıkarmıştı. Şimdi Anadolu’ya bakın ve siz karar verin. Bizler sevgili peygamberimizin sözünü ne kadar tutmuşuz? Bugünkü halimiz ülkemizdeki çarpık ve çarpıtılmış eğitimin bir ürünüdür. Yine kendi milli ve manevi değerlerimize uygun bir eğitimle bu işin üstesinden gelebiliriz. Torunlarımıza daha temiz bir çevre bırakabilmek için topyekün gayret etmeliyiz. Birlik ve bütünlük içerisinde, el birliği ile yapamayacağımız ve üstesinden gelemeyeceğimiz bir mesele olamaz.

25

Page 26: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Irak’tan sonra Suriye’yi de parçalamak için düğmeye basan ABD, NATO kozunu kullanarak işgali Türkiye üzerinden bize yaptıracak.

Erdoğan Hükümeti’nin BOP eksenli politikasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleneksel politikalarından vazgeçmesi ülkemiz açısından vahim bir durumdur.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” siyasetinden vazgeçip ABD eksenli siyasete yönelmesi de Türkiye’yi bölgenin en güvenilmez devleti durumuna düşürdü.

Bir dış politika düşünün ki, kendi millî çıkarlarını göz ardı edip başta ABD’nin ve diğer egemen güçlerin çıkarları için var gücü ile çalışsın...

Ayrıca bunu inkâr etmeyip ‘ben bu projenin eş başkanıyım’ diyerek planın ve programın içeriğine katkı sağladım desin…

Bunun adı dış politika olmazdı her halde; olsa olsa emperyalist ve küresel eşkıyanın maşalığı olurdu.

Önümüzdeki haftalarda Suriye ile kaçınılmaz bir çatışma adım adım kapımıza geliyor.

Yarın dizi dizi şehit cenazeleri Suriye’den gelmeye

başladığında hükümet ne diyecek, çok merak ediyorum.

Şimdi küresel eşkıyanın isteği ile BOP denen ve içinde Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkenin haritalarının yeniden çizilmesini kapsayan plana Büyük Ortadoğu Projesi deniyor bizim hükümetin başı işte bu projenin eş başkanıdır.

Bu BOP denen projeye kısaca değinirsek asıl amacın, aklı başında her insanın anlayabileceği gibi, enerji kaynaklarının ABD’nin kontrolünde olması için yapılmış bir proje olduğu görülecektir.

Irak’la başladılar, bir milyondan fazla Müslüman kanı döktüler, Irak’ı fiilen üçe böldüler; bizim hükümetten tık çıkmadı.

Hatta bırakın karşı gelmeyi, bölgesel yönetim dedikleri oluşumun baş aktörlerine (ki, diplomatlar çok iyi bilirler, bu aktörlerin Bağdat’ta bulunanın lakabı “siyasi fahişedir”), kırmızı halılı devlet başkanı protokolü uyguladılar.

Irak’ın işgalinden bu yana tankerlerle ve Yumurtalık Boru Hattı marifeti ile Türkiye limanlarından ABD tarafından hortumlanan petrolü tahmin edin bakalım.

Projenin Irak ayağını kanlı bir şekilde halleden ABD ve yandaşları diğer bölgelerde “Arap baharı” adı altında kimisinde kansız, kimisinde kanlı olmak üzere kendi istediği yönetimleri iş başına getirmeye başladı. Şimdi sırada haritası değişecek olan Suriye, İran ve zincirin halkalarından biri olan Türkiye var. Suriye ve İran’ı Türkiye’nin taşeronluğunda halletmeye çalışan ABD ve yandaşları, bölgesinde sıfır sorun isteyen AKP hükümetine bir emir vererek sıfır sorunlu komşudan nasıl çok sorunlu düşman edinileceğini dikte ettirmiş ve bunda başarılı olmuştur.

Zaten ABD’nin dümen suyundan çıkmayan bir hükümet 9 yıldır ülkenin bütün millî değerleri ile oynamış, ilk önce kendisine engel gördüğü Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştırmak için kolları sıvamıştır.

10 yıl önce bütün anketlerde halkın en güvendiği kurum olan TSK, bu süreç içerisinde adım adım taciz edilmiş, bünyesindeki hainler ve Soros sermayeli Pentagon destekli “taraf” tarıyla hızlı bir

SURİYE İLE SAVAŞA SÜRÜLÜYORUZ

İsmail ÖZÖREN

BOP’un Irak ayağını kanlı bir şekilde halleden ABD ve

yandaşları diğer bölgelerde Arap Baharı adı altında kendi istediği yönetimleri iş başına getirmeye

çalışıyor.

26

Page 27: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

dezenformasyon ve ajitasyon yapılarak psikolojik ve asimetrik bir savaşın ortasında bırakılmış ve yine ne yazık ki hainler, uşaklar, yandaşlar ve satılmışlar bu savaşta da kısmen de olsa başarı sağlamışlardır.

Balyoz davasından içeri aldıkları general ve amirallerin durumlarını Suriye ve İran ekseninden düşündüğünüzde planın ne derece organize olduğu ortaya çıkacaktır.

Suriye’ye müdahale bataklığa dalmaktır, sonu gelmez bir maceradır.

Ortadoğu’da temelde dinler bunun altında mezhepler kutuplaşması zaten çok derindir

O coğrafyada daha hesabı görülmemiş Kerbela olayı,şii-sünni çatışması ayrıca İslam ve Musevilik kapışması mevcuttur. Yüzyıllardır süren bu husumetin içerisine taraf olarak girmek Türkiye Cumhuriyetine yapılacak en büyük kötülüktür.

Küresel eşkıyayı anlamak zor değil. Onlar kendi çıkarları için milyonlarca Müslüman’ın kanını döktüler, gene dökerler.

Onlar ki binlerce kilometre öteden verdikleri emirle burnumuzun dibindeki komşumuzla bizi savaştıracaklar ve ellerinde purolarla Pentagonda dev ekranlarda canlı yayında Müslüman’ın Müslüman’ı nasıl kırdığını ellerini ovuşturarak seyredecekler. Peki. Müslüman’ım deyip bu oyuna başkanlık edenlere ne demeli?

Allahü teâla buyuruyor ki’Ey iman edenler Yahudi ve Hıristiyanları dost

edinmeyin. Onların birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden kim onlar dost edinirse şüphe yok ki o da onlardandır. Muhakkak’ki Allah o zalimleri hidayete, doğru yola iletmez(5/Mâide suresi: 51)

Suriye’ye Müdahale zemininin hazırlanması senaryosu, 9 Nisan 2012 tarihinde Hatay sınırında ihlal olduğu ve sınırın karşı tarafından ateş açıldığı Türk topraklarında ölen ve yaralananlar olduğu haberi üzerine oturtuluyor.

Türkiye’nin akil insanlarının şunu sorması gerekmez mi? İhlali yapanlar gerçekten Suriye güvenlik güçlerimi yoksa bizi bu batağa çekmek isteyen malüm gizli servisler mi?

Hatay’da bulunan mülteci kamplarını gezen heyette savaş çığlıkları atan ABD’li senatörler McCain ve Lieberman gazetecilere: “Önümüzdeki yıl Şam’da buluşmak üzere” diyor.

Ben de diyorum ki: Ey ABD’nin savaş çığırtkanlığı yapan

kuklaları! Sıra Türkiye’ye geldiğinde aynı senatörler Kürdistan’ın başkenti dedikleri “Diyarbakır’ da buluşmak üzere” derlerse ne yapacaksınız? İş işten geçmiş olmayacak mı? Torunlarınız vatansız kalacaklar. Bunları hiç düşündünüz mü?

HEY ZALİM

Hey zalim yap yine hainliğini Karşında yılmayacak bu bedenHer gün baskı, her gün işkence ne fark ederBen yine gülümseyeceğimHep merak edeceksin gamzelerimin nedenini

Hey zalim sen kimsinİnsan görünüşlü bir canavar gibisinKanlı pençelerini çek üzerimdenYaralayamazsın beniÇorak arazilere perçinleşmiş Anadolu çocuğuyum

Hey zalim vampirin ta kendisisisinSivri dişlerini şah damarıma geçirirsinEmersin kanımın son damlasına kadarYere düştüğümü sandığın an yanılacaksınBiz bir ölen bin dirilen nesillerdeniz

Hey zalim yine pusuda beklersinAlıştık tuzaklara, çatışma ortamlarında kalmayaOtomatik silahların işlemez banaÇelik gövdemin çelik yumruğu yeter banaBombalarla açtığın çukurlar mezar olacak sana

Hey zalim çok kinlisin, ateş üflersinYakarsın her yanı Bağımı, bahçemi, evimi, emeğimi, yarınımı, geleceğimi…Güneşe umutla bakan çocuklar gibi yılmayacağımBaharla gelen yağmurlarla söndüreceğim alevlerini

Hey zalim Tanrının gazabında yok olacaksınBen topraktan geldim toprağa gideceğimArkamda bıraktığım gözyaşlarıyla tekrar filizleneceğimKök salacağım dünyanın her yanınaYeryüzünü saracak dallarım, insanlığın umutlu bakışlarıyla

İbrahim BOYRAZ

27

Page 28: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Mustafa EKİNCİ

Tabiatın canlandığı, gece ile gündüzün bir birine eşit olduğu; halk arasında Rumi takvimden dolayı mart dokuzu diye bilinen 21 Mart Nevruz Bayramının is-minin Farsça nev ve ruz kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş olması nedeniyle NEVRUZ BAYRA-MI bir Acem bayramı imiş gibi izlenim vermekte.

Bazı kaynaklar ise bu bayramın eski Yunan’ın eğlence ve şarap tanrısı olan Diyanizos adına yapılan törenlerden kalma olduğunu iddia etmektedir.

Ancak birçok Türk topluluğunda bu günün:Nevruz,(Türkçe) : Bahar Bayramı Novvruz (Türkmen Türkçesi):Mart Dokuzu Navruz (Özbek Türkçesi): Altay KüdürgeniNovruz (Azeri Türkçesi ): Ulusun Ulu Künü Navrız (Kazak Türkçe’si ) : Nooruz Nevrez (Kırım Tatar Türkçesi):Sultan-ı Nevruz Nartukan : BozkurtÇağan : Ergenekon,Babu Marta: Körklü MartaMereke : Yeni YılMeyram : Yörük BayramıYeni Kün : Yeni Günİsimleriyle yaşıyor olması ve kutlama biçimi bunun

bir Türk bayramı ve Ergenekon Destanıyla ilintili oldu-ğunu kuvvetle ortaya koymaktadır.

Türklerin İslamiyet öncesine dair tabii destanların-dan olan Ergenekon Destanı Göktürklerin en büyük destanıdır. Türk Destanlarının arasında müstesna ve çok mühim bir yeri vardır. Bu destan Türklerin en büyük ve en orijinal destanlarından biridir. Yıllarca Türk sosyal hayatında etkileri olduğu gibi bugün bile Anadolu’nun dağlık köylerinde, bir takım örf ve adetlerde Ergenekon destanının izlerini görmek mümkündür. Mesela bazı ateşli hastalıklarda, nazar değmiş diye çubuk atılması, kurşun ve mum dökülmesi,

Loğusaların yastıklarının altına veya kaldıkları oda-nın penceresine (ucuna soğan takılı) bıçak konulması Ergenekon destanının izleridir.

Günümüz gençleri bunların neler olduğunu bilme-yebilir; kısaca açıklayayım:

Köylerde bu konularda el almış, bir ustanın ya-nında yetişmiş aynı zamanda herkesin sevdiği saydığı yaşlı kadınlar olur. Bunların aynı zamanda ağzı dua-lıdır. Birilerinin başı ağrıyor, karnı ağrıyor, hafif ate-şi vardır… Hemen sobaya çalı veya bağ çubuğu atılır. Onların akkor haline gelmiş olanları etrafta gözünün değmesi muhtemel olanlar adına maşayla ateşten alınır, içinde su olan geniş bir kabın içerisine atılır. Bu çubuk suyun içerisine atıldığında kömürleşir uçları suyun ta-banına doğru bükülür veya uçlarını sudan dışarıya çı-kartır. Bu haline göre de kimin gözü değdiği konusunda yorum yapılır.

Mum ve kurşun dökme ise şöyledir: Kurşun veya mum bir kap içinde ateşe tutulup eri-

tilir: Hasta oturtulup başını ve omuz kısmını kaplaya-cak şekilde (sıçrayan mum ve kurşun hastaya bir zarar vermemesi için tedbir olarak) bir örtüyle örtülür. Sonra bu eritilen kurşun veya mum hastanın tepesi üzerinde içinde su dolu geniş bir kabın içine dökülür. Soğuk su ile karşılaşan bal mumu veya kurşunun üzerinde çeşitli şekiller oluşur. Daha sonra da çıkartılıp uygun bir yere asılır görüldüğü gibi burada bir ateş ve metali eritme hadiseleri ve hastalıktan kurtuluş cereyan etmektedir.

1914 yılında yazdığı bir makalede Ömer Seyfettin, Necip Asım Bey’in Küçük Türk Tarihinden bahisle şunları söylüyor:

Türkler beş kabile idiler: Kıpçak, Uygur, Kanklı, Kalaç ve Karluk. Bu isimleri savaşlar esnasında Oğuz Han vermişti. Türkler en ziyade Çinlilerle uğraşırlardı Çinliler Türkleri hiç sevmezdi. Onlara Hiyun-lu yani söz dinlemez hizmetçi, derlerdi. Çok defa Türk kabi-leleri Çine dalarlar, baştan aşağı Çini yağma ederlerdi. Çinliler onları kovalamağa cesaret edemezlerdi...

Nihayet bu ardı arakası kesilmek bilmeyen hücum-lardan kurtulmak için Çinin etrafına kalın bir duvar bile çekmeğe kalkıştılar. Bu duvar bugün hala duruyor. Adı-na Sedd-i Çin derler… Fakat bu duvar da Çin’i Türk hücumundan kurtaramadı. Bunun üzerine Türklerden korunmak için son bir çare aradılar. Çin padişahla-rından birisi bütün Çin askerlerini topladı; Çin hudu-dundaki Türkleri de ordusuna ilave etti. Hiyun-lulara hücum ederek onları mağlup etti. Hiyun-lu Türk ka-bileleri kuvvetli Çin ordusu karşısında birleşemediler. Hele kardeşleri Tatar ve Uygur Türkleri de Çine yar-

NEVRUZ28

Page 29: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

dım edince büsbütün şaşırdılar, perişan oldularEvet, “Pançu “adındaki Çin serdarının kumandası

altındaki Çinlileri Sibirya’nınşimalindeki Tunguzlar, garpta ve cenuptaki Acemler

ve Afganlarla birleşerek Türk yurduna ansızın baskın vermişlerdi. Türkler korkmadılar ve şaşırmadılar. Bir tanesi yüz düşmana karşı koydu. Hepsi uruştu. Hepsi öldü.*

Bu savaşta o sene yeni evlenmiş olan “Nuhuz” ve “Kayan” adındaki iki hakanzade esir düştü, ancak on gün sonra bu iki hakanzade kaçarak esaretten kurtu-lurlar. Eski yurtlarına geldiklerinde düşmanını henüz toplayıp götüremediği çokça koyun, keçi, sığır ve deve bulurlar. Bunları da yanlarına alıp düşmandan uzaklaş-mak maksadıyla sarp bir yoldan dağa doğru giderler. Bir ayağını yanlış atsan düşüp param parça olacağın bir patikadan geçerler. Önlerine cennet gibi bir vadi çıkar. Öyle bir cennet ki kapısı yok… Hiç insana rast gelmez-ler. Başlarını öne eğerler ancak ümitlerini kesmezler. Elbet bir gün ülkemize tekrar kavuşuruz derler. Bura-da tam dört yüz sene yaşarlar. Çocukları ve hayvanları çoğalır. Turan’a kavuşmaktan asla ümitlerini kesmez-ler.

Ergenekon’dan çıkış konusunda kaynaklarda iki ri-vayet bulunmaktadır. Bunlardan birisi şöyle:

Bir gün bu gizli yurtta bir kurt görülür; geyiklerden birisini parçalayarak kaçar. Bunu gören bir çoban bu kurdun nereden geldiğini merak eder ve peşini bırak-madan takip eder. Kurdun bir delikten çıktığını görür. Geri döner ileri gelenlere haber verir. Gelip bakarlar. Delik çok dardır Gelenlerin içindeki bir demirci ocak yakar orasını yüklü bir deve geçecek kadar genişleterek Türklerin oradan çıkmasını sağlar.**

İkinci rivayet ise şöyle: Aradan dört yüz yıl geçti.Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da hem kendileri hem

de sürüleri o kadar çoğaldı ki, ülkeye sığmaz oldular. Bu yüzden toplanıp konuştular, çare bulmak istediler. Dediler ki:

“Atalarımızdan duyardık: Ergenekon dışında geniş yerler güzel yurtlar olurmuş. Eskiden oralar bizim öz yurdumuzmuş. Dağların arasından bir çı-kılacak yol arayıp bulalım, çıkıp buradan göçelim. Ergenekon’un dışında kim bizimle dost olursa dost

olalım, düşman olursa vuruşalım.” Böyle konuşup karar verilince Ergenekon’dan çık-

mak için bir yol aramağa başladılar, bulamadılar. O za-man bir demirci dedi ki: “Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kata benzer. Dağın demirini eritsek bir yol olurdu.”

Hep birlikte gidip demir madenini gördüler. De-mircinin sözlerini de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun bir kat da kömür dizdiler. Sonra da dağın üstüne, arka yanına ve beri yanına bir sıra odun bir sıra kömür dizdikten sonra yetmiş yerden yetmiş deriden yapılmış körük kurdular. Odun ve kömürleri ateşleyip körükleri körüklediler.

Tanrının gücü ve inayetiyle ateş kızdı. Demir dağın demiri erimeye başladı, eriyip akıverdi. Dağ delindi ve yüklü bir deve geçecek kadar yol oldu. O kutsal yılın, kutsal ayının kutsal günü ve kutsal saatinde Göktürkler Ergenekon’dan çıktılar. O günü, o ayı, o saati iyi bel-lediler. Bu kutsal gün, o günden sonra Göktürkler için bayram oldu. Her yıl o gün gelince büyük törenler ya-pıldı. Bu törenlerde, bir parça demir alınıp ateşte kızdı-rılıyordu; sonra da kızgın demiri önce Göktürk hakanı kıskaçla tutup örse koyuyor, çekiçle dövüyordu. Sonra da diğer Türk beyleri aynı hareketi yaparak bayramı başlatıyorlardı.***

Bugün de birçok Türk ülkesinde Nevruz Bayra-mında aynı geleneğin sürdüğünü görüyoruz. Türklerin Ergenekon’dan çıkışını Ziya Gökalp:

“ Ergenekon yurdun adı Börteçine kurdun adı Dört yöz sene durdun hadi Çık ey yüz bin mızrağımız” diye özetlemiştir. Sözün kısası: Nevruz birilerinin yapmak iste-

diği gibi vurma, kırma, dökme veya ayaklanma pro-vası değil; aksine sevginin saygının ve muhabbetin yeşermeye yüz tutuğu bir ortamdır.

Nevruz, Türkiye Türklerinin geç bulduğu ya da bulmakta geç kaldığı bir yitiğidir.

Nevruz, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kutlanmış ancak Osmanlıların son dönemlerin-de Türkiye Türklerinin belirli bir kısmı tarafın-dan terk edilmiş 1995 yılından itibaren ise TÜRK DÜNYASINDA zaten senelerdir kutlanmakta olan bu bayram tekrar kutlanmaya başlamıştır.

Adriyatik’ten Çin Setti ‘ne kadar olan bölgede yaşayan bütün Türk topluluklarının yüz yıllardır kutladığı nevruzu birilerinin kendine ait bir bay-rammış gibi gösterip Türk insanını günlere ve renk-lere düşman etmeye hakkı yoktur.

Kaynak: *Türkyurdu Dergisi Cilt 10 sayı 34 sayfa:26-27**Adı geçen makale***Türk Destanları. M.N. Sepetçioğlu s.131-132

29

Page 30: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Her doğumun bir başlangıç, büyümenin bir gelişme ve ölümün bir son olduğunu düşünürsek sözcükleri insanlara benzetebiliriz; doğar, büyür ve ölürler. Ba-zen itibarını kaybederler, bazen anlamını. Daha beteri bazen de namusunu kaybederler. Buyurun sözcüklerin dünyasına bir göz atalım:

Günümüzde hakaret olarak kullandığımız bazı kelimelerin yüzlerce yıl önce büyük bir saygınlık ifadesi olduğunu biliyor muydunuz? Affınıza sığı-narak; sözünde durmayan, kendisine güvenilmeyen insanlara ve dişi köpeklere verilen “kancık” kelimesinin asıl anlamı prensestir. Dilimize Çince’den girmiştir. Çin’den gelerek Türk Kağanla evlenen kızlara ilk önce “konçuy” de-nirdi. Kelime zamanla hem yapı hem de anlam olarak değişime uğrar:“konçuy” “konçuk”a, “konçuk” “kançuk”a, “kançuk” ise “kancık”a dönüşür. İnsanlar da böyledir aradan zaman ge-çince bazılarını tanıyamazsınız. Şekli ve özü değişmiştir.

Başka bir örnek Sanskiritçe’den dilimize geçen “hari” kelimesidir. Türkçede ünlü uyumları olduğu ve keli-me başı “h” sesi bulunmadığı için bizde “karı” olarak telaffuz edilmiştir. Kelime gerçekte “eski” anlamındadır. Daha sonra yaşlılara “karı” den-miştir. Reşit Rahmeti Arat’ın “Eski Türk Şiiri” adlı eserini incelerseniz erkeklere de karı (yani yaşlı) den-diğini görürsünüz. Zaman içinde sadece bayanlar için kullanılır. Devamında ise yaşlı bayanlara denir. Günü-müzde argo kelimeler arasında kendine yer bulmuştur.Yok mu öyle insan, ilk başta güzelliği ifade ederken sonra kendini pisliğin içinde bulan?

Bizim deyimlerimiz, atasözlerimiz tesadüfen söy-lenmemiştir. Eski Türkler düğün yaparken damat, düğüne gelenlerin başına buğday gibi tahılları (darı)

atardı. İnanışa göre kimin başına darı yani tahıl ta-nesi düşerse onun kısmeti açılırdı. Bu yüzden biri evlenince bekâra “darısı başına” denilirdi. “Komşu komşunun külüne muhtaç”tı, biz bu kül için “ev almaz komşu al”ırdık. Komşu alırdık ki onun “hatırı için çiğ tavuk bile yiyelim”. Bunlar bizim dilimizden düşürmediğimiz sözlerdi. Şimdi, dilimizden düşür-mediğimiz “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.”, “Diğerlerinden bana ne? Her koyun kendi bacağından asılır.” gibi cümleleri pek kullanmazdık. Kullanmazdık

çünkü “Müslümanlar tek bedendir, tek uzuvdur.” diye öğrenmiştik. Zamanında kesinlikle kabul edil-mez denen sözler şimdi birilerine söylettirilmiyor mu? “Yüce mil-letimizin meclisi” diye andığımız yerde birileri İmralı katili için nutuklar çekmiyor mu? Alışkın olmadığımız şeyleri duyuyoruz “ileri demokrasi” adına.

Dedim ya, kelimeler de in-sanlar gibidir. Bazen anlamını kaybeder bazen de itibarını. En kötüsünü namusunu kaybeder. Demokrasi bizim için yedi düvel-le savaşın sonucunda kazanılan bir zaferdi. “Türk’ün Ateşle İmtihanı”ydı. Şimdi “demokrasi” deyince aklımıza çocukların üze-rine düşen bombalar; babasının, ağabeyinin, küçük kardeşinin gözü

önünde ırzına geçilen Müslüman kızlar, Coni’lere malzeme deposu yapılan, içinde çamurlu ayakkabılarla gezilen “Camiiler” geliyorsa, daha beteri Müslüman bir başbakan bu rezilliği yapanlara “kahraman as-kerlerinize” diye dua ediyorsa bu kelime namusunu yitirmiş demektir.

Bizim bir de “delikanlı” sözcüğümüz vardı. Na-muslu, haksızlığa baş eğmeyen, dindar, mahallenin abisi olan tiplere delikanlı denirdi. Sevdiğimiz insan-lara hitap şekliydi, “delikanlı” sözcüğü. Bu delikan-lılığın değeri biçilmezdi. Omza atılan ceket, eldeki

SÖZCÜKLERİN NAMUSU

Alper KEPEZKAYA

izim bir de “delikanlı” sözcüğümüz vardı. Namuslu, haksızlığa baş eğmeyen, din-dar, mahallenin abisi olan tiplere delikanlı denirdi. Sevdiğimiz in-sanlara hitap şekliydi, “delikanlı” sözcüğü. Bu delikanlılığın değeri biçilmezdi.

30

Page 31: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

tespih de delikanlılığın göstergesiydi. Kanı deli olana delikanlı denirdi eskiden. Şimdi ise kendi deli olana deniyor. Omuzdaki ceket, eldeki tespih delikanlılığın göstergesi değil, kendisi oldu. Bedeli ise yüz yirmi altı lira: yüz yirmi beş lirası Polat Alemdar pardesüsü, bir lirası tesbih. Mevsim sonunda pardesü alınırsa değeri daha da düşer.

Bazı kelimeler ne ölür ne de anlamını kaybeder. Ancak zamanla kullanım alanı değişir, azalır.1980’ler-de “Devrim” sözcüğü vardı. Anlamı, mevcut düzeni değiştirmek. Sağcısı, solcusu, Türkçüsü, cemaatçisi bu kelimeyi kullanırdı. Anlamını da bilirdi. Doğru da yap-salar, yanlış da yapsalar okuduklarından hareketle fikir edinirlerdi. Şimdiki gençler de kullanıyor. Okudukları hangi kitaptan hareketle bu kelimeyi diline doluyor-lar ki? Kelimeler en çok kullanıldığı zaman dilimiyle özdeşleşir. Siz “devrim” derseniz karşınızdaki insan sizi 1980’lerde “devrim” diyenlerle aynı kefeye koyar. Fikir adamı olmak isteyen gençler kullandığı kelimele-re dikkat etmeli!.. “Devrim”, “değişim”le yer değişti; şimdi namusunu yitiren de “devrim”ci oluyor.

En güzeli de bizim saygı hitaplarımız vardı: “hocam”, “gardaş”, “mübarek”, “yoldaş”, “abi”, “azizim”... Belki komiktir ama her ideolojinin kendi-ne has bir hitabı vardı. Eskiler birbirine benzememeye çalışırdı. Ortak kelime bulamazlardı. Yeni nesil - hangi ideolojiden olursa olsun- ortak hitapta birleşti: “lan”, “şşştt”,”Şe….siz” sözcüklerinde. Gün geldi ki, camideki imamdan okuldaki öğretmene; sokaktaki vatandaştan kurumların amirine kadar herkes birbirini çağırırken “lan” der oldu. Peki, yukarıda yazdığım sözcükler ne oldu? Yaşlandı, huzurevinde ölümü bekli-yor. Gün gelecek, kimse onları hatırlamayacak.

“Diş kirası” nedir, bilir misiniz? Eskiden ev sahibi misafir ettiği öğrenciye kapı çıkışında kaşla göz arası para sıkıştırırdı diye. İçinizden “Şimdi artık bunlar yok.” dediğinizi duyar gibiyim. Sadece bunlar mı? Misafirlik de yok. “Diş kirası” öldü; misafirlik can çekişiyor.

Alt kimlik-üst kimlik zırvalamasıyla “Ben şuyum, ben buyum.” diyenlerin pohpohlandığı, Türk bayrağı altında Türk vatanında “Türk’üm, Doğruyum, Çalış-kanım.” diyenlerin ise “faşist” görüldüğü bir dönemde “Türklük” tartışmalarla cepheye sürülmüştür. Ezelden ebede var olduğuna göre “gazi”lik şerefine erişecektir. Unutulmamalıdır k, “gazilik” ölümün yaklaştığının de-ğil, şerefin yıldızlaştığının delilidir. Bu uğurda gazaya gitmek de en büyük şereftir.

Bilim adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre güzel cümleler kurmak, güzel sözler söylemek insana canlılık veriyormuş. Güzel, mübarek bir insanı gör-menin etkisi de aynıdır. Sözcükler de insanlar gibidir. Onların da namusu, şerefi vardır. Onların namusunun bizim namusumuz olduğunu unutmayalım.

Yaşamımızda her zaman güzel sözcükleri kullan-mak temennisiyle…

Selam ve dua ile…

KILAVUZBakınca yüzlerine Hakk’ı hatırlatırlarGüneşten daha parlak nurlu simalar varYeryüzünde bulunan âdem evladı içinSekînete ermenin kılavuzudur onlar

Onlar Öyle mü’min ki sadece Allah içinKaldırıp karanlığı muştulu sabah içinCehalete yenilmiş günahkâr ervah içinSelamete ermenin kılavuzudur onlar

İnsana güven verir mütevazı halleriGittikleri her yerde rahmet saçar elleriHep sevgiden bahseder “baldan tatlı dilleri”Muhabbete ermenin kılavuzudur onlar

Sohbet meclislerinde ilimle yoğrularakErenler dergâhında aşk ile kavrularakRükûlarda eğilip secdede doğrularakHidayete ermenin kılavuzudur onlar

Kur’an ile sünneti sıkıca kavramanınMiskinleri doyurup yetimi korumanınZulmü bertaraf için azimle yürümeninAdalete ermenin kılavuzudur onlar

Meşakkatli dünyanın geçici kasvetindenİşkenceler çekerek ölümün şiddetindenKurtulabilmek için mezarın dehşetindenSükûnete ermenin kılavuzudur onlar

Arşın gölgelerinde tebessümler saçarakKıldan ince köprünün üzerinden uçarakNebîlerin safına müjde ile geçerekMuhammed’e ermenin kılavuzudur onlar

18.04.2012

Bekir TEMUR

31

Page 32: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Gâzî Zahîrüddîn Muhammed Bâbür, 15 Şubat 1483 tarihin-de Fergana’da doğmuştur. Baba tarafından soyu Timur’a daya-nıp, Timur’un dördüncü kuşak-tan, anne tarafından ise Cengiz Han’ın on beşinci kuşaktan to-runudur. Babası Ömer Şeyh Mir-za, annesi Kutluğ Nigâr Hanım (Yunus Han’ın kızı)’dır. Bâbür, Zahîrüddîn Muhammed adını İslamî geleneğe göre almıştır. Hoca Nasrüddin Ubeydullah ta-rafından verilen bu ismin yanına, eski Türk geleneğine uyularak “kaplan veya panter” anlamına gelen Bâbür adı da eklenmiştir. Nesebi; Bâbür b. Ömer Şeyh Mirza b. Sultan Ebû Saîd Mirza b. Sultan Muhammed Mirza b. Mîranşah Mirza b. Timur’dur. Bâbür’ün annesinin nesebi de şu şekildedir; Kutluğ Nigâr binti Yunus b. Veys b. Şîr Ali Oğlan b. Muhammed b. Hızır Hoca b. Tuğluk Timur b. İsen Boğa b. Duva b. Barak b. Yisun Teve b. Mötügen b. Çağatay b. Cengiz Han’dır.

Bâbür’ün çocukluğu hakkında çok bir şey bilinmi-yor. Babası Fergana’da küçük bir Timurlu Prensliği hâkimi idi. Bâbür, annesi ile birlikte Endican Kale-si’ndeyken babasının bir kaza sonucu ölümü üzerine, henüz on iki yaşında olmasına rağmen 10 Haziran 1494 tarihinde Fergana hükümdarı olmuştur. Bâbür’e baba-sından kalan topraklar fazla geniş değildi. O tarihlerde Fergana vilayeti; doğudan Kaşgar, Batıdan Semerkant, güneyden Bedehşan, kuzeyden ise Almalık (Almatı) ve Yengi (Otrar) ile çevriliydi.

Bâbür’ün siyasi mücadelelerini üç ana kısımda ele alabiliriz: Fergana hâkimiyeti (1494–1504), Ka-bil hâkimiyeti (1504–1526) ve Hindistan hâkimiyeti (1526–1530). Bâbür, siyasi hayatının başlangıcında akrabalarıyla ve kendisini tanımayan kumandanlar-la uğraşmak zorunda kaldı. Amcası ve Semerkant hâkimi Sultan Ahmet Mirza sıkıntısından kurtulduk-tan sonra Taşkent hâkimi Sultan Mahmut ile mücadele etti. Bâbür’ün asıl hedefi Endican’da saltanat sürmek değil, atalarının daha önceki yıllarda sahip oldukları Semerkant’ı ele geçirmekti. Nitekim saltanatının ilk

yıllarında bu arzusunu ger-çekleştirerek kısa süre de olsa 1497 ve 1501 yılla-rında iki kez Semerkant’a hâkim olmuştur. Fakat Mâverâünnehir’in kuzeyin-deki Özbek tehlikesi ata yur-dunu kaybetmesine sebep olmuştur.

Bâbür’ün en tehlikeli rakibi Özbek Hükümdarı Muhammed Şeybânî Han (1500–1510) idi. Bu arada İran’da Safevî Devleti’ni kuran ve sınırlarını Ceyhun ötesine kadar genişletmek isteyen Şah İsmail vardı. Şah İsmail, Özbeklerle olan düşmanlığı sebebiyle Bâbür ile Özbeklerin mücadelesine katılmak zorunda kalmıştır. Bâbür, 1501 yılında Ser-i Pûl

Meydan Savaşı’nda Özbeklerle giriştiği mücadelede mağlup olunca Taşkent’teki dayısının yanına sığındı. Yakınlarının, dostlarının vefasızlığına kızarak 1504 yılına kadar inzivaya çekildi. Daha sonra, yanında bu-lunan az sayıda Türk ve Moğollarla birlikte Hindukuş Dağları’nı aşarak Kâbil’e indi ve kan dökmeden şehri ele geçirip buraya yerleşti (1504).1507 senesinde de Kandahar’ı zapt etti. Bâbür geleceğini Afganistan’da inşa etmeye karar verdi ve Kâbil merkezli yeni bir dev-let kurdu. Ayrıca Kandahar Kalesi’nin fethiyle, Hindis-tan-Afganistan ve İran yolunu kontrol altına aldı. Buna rağmen Mâverâünnehir’e hâkim olmak emelinden vazgeçmeyen Bâbür, 1511’de Safevîlerin yardımıyla Semerkant ile Buahara’yı ele geçirdi. Fakat Bâbür’ün bu bölgedeki hâkimiyeti yalnızca bir yıl sürdü. Önce Safevîlere, akabinde Özbeklere yenildil. Çok geçme-den Semerkant’ta tutunamayacağını anladı ve Hisâr’a, sonra da Ceyhun’un güneyine çekildi.

1514 yılında Şah İsmail’in Çaldıran Savaşı’nda Ya-vuz Sultan Selim karşısında yenilmesi üzerine Özbek-ler yeniden Mâverâünnehir’de güçlendiler. Bu durum karşısında Safevî desteğinden tamamen mahrum kalan Bâbür bütün ümitlerini kaybetmiş vaziyette Kâbil’e geri döndü. Kunduz taraflarında bir müddet kaldıktan sonra 1522’de Kandehar’ı tekrar ele geçirdi. Artık Fergana,

KILICIYLA DEVLET KURAN KALEMİYLE TARİH YAZAN BİR HÜKÜMDAR:

BÂBÜR HANYrd. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU

[email protected]

32

Page 33: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Semerkent ve Horasan’da kendisine hayat hakkı tanın-mayacağını anlayan Bâbür, yönünü Hindistan’a çevir-di. Bâbür, 1519–1526 yılları arasında Hindistan’a beş büyük sefer düzenledi ve böylece Hindistan’ın kuzeyi-ni de ülkesinin sınırları içerisine almış oldu. Bâbür’ün kesin ve en büyük Hindistan seferi 1525 senesinde ger-çekleşti. Evvela Pencap’ı istila etti ve hemen ardından Delhi üzerine yürüdü. Bu sırada Kuzey Hindistan’ın hâkimiyeti Lûdîler’in elinde ve başlarında İbrahim Lûdî bulunmaktaydı. Bâbür İbrahim’in üzerine yürü-mek için Panipat Ovası’na geldi ve karargâhını kurdu. Lûdî’nin ordusu çok kalabalıktı ve üstelik bin kadar da fil bulunmaktaydı. Buna karşılık Bâbür’ün askerlerinin sayısı 12.000 civarındaydı. 21 Nisan 1526 tarihinde iki ordu şiddetli bir savaşa tutuştular. Ateşli silah kullanan Bâbür karşısında İbrahim Lûdî ağır hezimete uğradı ve hayatını kaybetti. Böylece Lûdîler’in hâkimiyeti sona ererken, Bâbür, Delhi ve Agra’yı ele geçirerek Kuzey Hindistan’da Bâbürlüler Hanedanı’nı kurdu. Yavaş ya-vaş Kuzey Hindistan’ı tamamen hâkimiyet altına alırken en büyük düşmanı Raçputlar’ın Reisi Rânâ Sangâ’yı 16 Mart 1527 tarihinde ağır bir yenilgiye uğrattı. Bâbür, bu savaştan sonra “Gâzî” ünvânını aldı. Fetihten sonra tuğrasına da “Gâzî” unvanı yazıldı. Bunu bir şiirinde şöyle dile getirmiştir:

İslâm uğrunda çölde avâre oldum,Kâfirler ile hep çarpıştım,Kendimi şehit ettirmeye azmetmiştim,Allah’a şükür ki, “Gâzî” oldum.1527–1529 yılları arasında, ülkesindeki isyanların

hepsini bastırdı ve bağımsız beyliklerin çoğunu ortadan kaldırdı. Bâbür, son olarak Ganj Nehri’ni geçip Bengal hükümdarı Nusret Şah’ı yenerek Agra’ya döndü (24 Haziran 1529).

Bâbür, gençliğinden beri sık sık hastalanıyordu. Özellikle de bataklık hummasından zaman zaman ölümle pençeleşen ve birkaç defa da zehirlenen Bâbür, 1530 yılında İbrahim Lûdî’nin annesi tarafından çeş-nigir Ahmed vasıtasıyla verilen ve uzun vadede etki-sini gösteren zehir yüzünden yatağa düştü. Bâbür’ün sağlığı giderek kötüleşmeye başladı. Artık sonunun yaklaştığını anlayan Babür, devlet büyüklerini toplaya-rak Humâyûn’un veliahtlığını kabul ettirdi ve kısa bir süre sonra da 25 Aralık 1530 tarihinde Ağra’da öldü. Bâbür’ün ölmeden önce beylerini ve yakınlarını huzu-runa çağırarak açıkladığı son konuşması olan siyasi va-siyeti oldukça ilginçtir:

“Yıllarca yüreğimde şu arzu bulunuyordu ki, ida-reyi Humâyûn Mirza’ya vereyim, kendim de Zerefşan Bağı’nın bir köşesine çekileyim. Allah’ın keremiyle bütün arzularım tahakkuk ettiyse de, sıhhatli zamanım-da işbu arzuma nail olamadım. Şimdi bu hastalık beni harap etti. Hepinize Humâyûn’u benim yerime padişah olarak tanımanızı vasiyet ediyorum. İnanıyorum ki, ona hürmette kusur etmeyeceksiniz ve hiçbir vakit emrinden çıkmayacaksınız. Onunla müttefik bulunacaksınız. Hak Teâlâ’dan ümit ederim ki, Humâyûn halka iyi muamele-de bulunsun. Ey Humâyûn, biraderlerini, bütün hısım-larımızı ve adamlarımızı sana ve hepinizi de Allah’a ısmarladım’’.

Bâbür’ün vefat haberi gizli tutulurken, saray mâteme büründü. En sonunda Arayiş Han’ın tavsiyesiyle ha-

ber halka duyuruldu. Kırmızı elbise giymiş olan tellal, Bâbür’ün ölümünü ilân etti. Ağra’da toprağa verilen Bâbür için altmış kadar güzel sesli hafız, devamlı ola-rak mezar başında Kur’an-ı Kerim okudular. Bâbür’ün cesedi daha sonra, vasiyeti gereğince Ağra’dan alınarak merasimle Kabil’e nakledildi. Orada, kendisinin yaptı-ğı on bahçeden birine, sevgili eşinin yanına defnedildi.

Bâbür arkasında dört oğul ve üç kız çocuğu bı-rakmıştır. Oğulları; Humâyûn, Askerî, Hindal ve Kâmrân’dır. Kâmrân ve Humâyûn Çağatayca eserler yazmışlardır. Kızları ise; Gülrenk, Gülçehre ve Gül-beden Begimler’dir. Gülbeden, Humâyûn’un hayatını ve faaliyetlerini kaleme alarak, bir kadın yazar olarak devrine damgasını vurmuştur. Bâbür’ün 1526–1530 yıllarına ait altın, gümüş ve bakır paraları günümüzde değişik ülkelerin müze koleksiyonlarını süslemektedir.

Bâbür’ün Şahsiyeti: Bâbür; üstün bir komutan, mahir bir diplomat ve

aynı zamanda büyük bir devlet kurucusu olarak, Türk ve dünya tarihinin önde gelen şahsiyetleri arasında yer almaktadır. Bâbür; şâir, edebiyat nazariyatçısı, bestekâr ve hattatlığının yanında mimarlık, peyzaj mimarisi, bo-tanik, zooloji, astronomi, tarih, İslâm fıkhı gibi değişik ilim dalları ve konular ile ilgilenen çok yönlü bir insan idi.

Kılıç kuşanmada, ok atmada, at biniciliğinde bütün rakiplerini yenen Bâbür, savaş meydanında askeriyle omuz omuza çarpışan yiğit bir cengâverdi. Ayrıca sa-hip olduğu üstün komuta yeteneğiyle kendi birliklerin-den birkaç kat fazla orduları dize getiren cihangir bir hükümdârdı. Bâbür, disiplinli ordularına ve devamlı fethetme isteğine rağmen, hiçbir zaman kan dökme ta-raftarı olmamıştır. Ayrıca kendisinden af dileyen en azı-

33

Page 34: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

lı düşmanlarını bile affetmiş, onları serbest bırakmıştır.Bâbür’ün Türklüğü ile gurur duyduğunu, Biyâne

Emiri Nizân Han’a vaad ve tehdit fermanlarının ya-nında yazıp gönderdiği şu cümlelerle anlıyoruz: “Ey Biyâne Emîri, Türkler ile kavgaya girme; Türlerin çe-vikliği ve kahramanlığı mâlûmdur. Eğer çabuk gelmez ve öğüt dilemezsen, mâlûm olanı beyâna ne lüzum var-dır”.

Bâbür, haksızlığa asla tahammül edemez, zorbalık ve yağmacılık yapanları ölümle cezalandırırdı. Masum halkın ekinlerini ve mallarını yağmalayan çapulcuları öldürttükten sonra teşhir ettirirdi. Mesela Bâbür, bir yerlinin yağ testisini zorla elinden alan askerini, her-kesin gözü önünde ölünceye kadar dövdürmüştür. Bu cezadan haberi olmayan Şah İsmail’in askerleri de aynı akıbete uğramışlardır.

Bâbür, idaresinden sorumlu olduklarının hallerini anlamaya gayret eden ve dertleriyle dertlenen bir hü-kümdardı. Nitekim hatıratında, halkıyla birlikte tutul-duğu bir kar fırtınasında yaşadıkları zorlukları anlattığı satırlar, Bâbür’ün halkına karşı ne derece duyarlı oldu-ğunu göstermesi bakımından enteresandır:

“O gün şiddetli bir tipi oldu. Herkes ölüm korkusu içinde idi. Ben mağaranın önünde kürekle kendime bir yer yaptım. Mağaraya gitmemi söylediler ise de gitme-dim. Bütün halk karda ve tipide iken, ben sıcak yerde ve istirahatta ve bütün halk burada ıstırapta ve meşakkat-te iken, ben orada uykuda ve refahta bulunursam, bu, insaniyetten uzak bir hareket ve halka karşı lâkaytlık olur; ne gibi ıstırap ve meşakkatlik olursa, ben de gö-reyim ve halk nasıl tahammül edip duruyorsa, ben de durayım, diye düşündüm”.

Bâbür aslında dindar bir kişi idi. Hocalara, din âlimlerine her zaman büyük saygı göstermiştir. Hatta onlarla sık sık bir araya gelerek dinî konularda bilgi alışverişinde bulunmuştur. Bâbür’ün tek kusuru, 28 yaşlarında başlayıp, gittikçe miktarını artırdığı içki alış-kanlığı idi. Bâbür daha sonra içkiyi bırakmak için ken-di kendine ahdetmiş ve sözünde durarak 1527’de tövbe edip içkiyi bırakmıştır. Bâbür’ün en büyük özellikle-rinden biri de, komutanından askerine, asilzâdesinden hizmetçisine kadar herkesin kalbini kazanmasını bil-mesidir. O, büyük başarılarını her zaman Allah’ın lütuf ve şefkati ile arkadaşlarının yardımına bağlamıştır.

Bâbürün en büyük tutkusu çokça okumak ve devam-lı olarak yazmaktır. Ondaki yazma sevdası, çağdaşları Şah İsmail, Şeybânî Han, Hüseyin Baykara, Selim ve Kânunî’deki gibi sadece bir merak olarak kalmamış, Türk dili ve edebiyatına eserleriyle önemli katkılar sağ-lamıştır. Soğuk kış aylarında ve yağmurlu günlerde kü-tüphanesine çekilip, tarih ve edebiyat okur; astronomi, mimarlık, hat, tezhip ve müzikle meşgul olurdu. Bâbür, sahip olduğu bir şeyler yapma ruhu ve sanat-estetik me-rakıyla Uygur harfleri ve stili ile Arap harflerini kaynaş-tırarak yeni bir yazı çeşidi, yani Hatt-ı Bâbürî’yi icat etmiştir.

Bâbür’ün yazma tutkusu o derecedir ki, o; seferde, at üzerinde, savaş esnasında, otağında dinlenirken kısa-cası her zaman ve mekânda mütemadiyen yazardı. Hat-ta hastalık bile buna mani olamazdı. Ayrıca kullanacağı kâğıtların seçimine kadar her şeyle bizzat ilgilenir, yaz-mağa başladığında aşırı titizlik gösterirdi. Bir gün ota-

ğında yazarken aniden yağmur bastırmış, fırtına otağını yıkmıştır. Bâbür, ıslanan kâğıtlarını ve kitaplarını nasıl kuruttuğunu hatıratında şöyle dile getirmiştir: “Yağmur dindikten sonra yatak çadırını kurdurup, mum getirip ve zorlukla ateş yakarak, sabaha kadar uyumadan, kâğıtları ve kitapları kurutmakla meşgul oldum”. Şiir de Bâbür’ün hayatının vazgeçilmez bir parçası olmuş-tur. Hayat felsefesi ve sanatkâr ruhunun aynası olan şi-irleriyle kendini çevresindekilere sevdirmiş onlar üze-rinde aynı zamanda manevî hâkimiyet de kurmuştur.

Türk tarihinde edebiyatla, tarihle meşgul olan hatta eserler veren pek çok hükümdar vardır. Fakat Bâbür, sanatkâr bir hükümdar olmaktan öte hükümdar bir sanatkârdır. Bâbür aynı zamanda kendi adını taşıyan Bâbürlüler Devleti’nin de kurucusu ve ilk hükümdarı-dır.

Bâbür’ün kişiliği, Doğu’nun olduğu kadar Batı dün-yasının da her zaman dikkatini çekmiştir ve hakkında çok şey söylenmiştir.

Bâbür’ün Eserleri: • Vekâyi (Bâbür’ün Hâtıratı, Bâbürnâme):

Bâbür’ün kendi yaşadıklarını anlattığı ve bizzat Çağa-tayca kaleme aldığı bu eseri sadece Çağatayca’nın de-ğil, bütün Türk edebiyatının en güzel mensur örnekleri arasında sayılmaktadır. Bu kitabın en büyük özelliği, hadiselerin bir hükümdardan beklenmeyecek derecede samimiyetle kaleme alınmış olmasıdır. Ayrıca eser, çe-şitli dillere tercüme edilerek defalarca basılmıştır.

• Aruz Risâlesi: Bu eser, Bâbür’ün edebiyat naza-riyatçılığı yönünü ortaya koymuştur. Aruz konusunda yazılan Türkçe ve Farsça benzerlerinden biraz farklı olan bu eserinde Bâbür, bilinen vezin, sanat ile nazım şekillerini, kendisinden ve başka şairlerden örnekler vererek açıklamıştır.

• Mübeyyen: Bâbür’ün Hanefî fıkhıyla ilgili bazı konuları (sefer, misafirlik, zekât, öşür, haraç…) mesnevî tarzında ve failün vezniyle yazdığı bir risâledir.

• Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi: Bir Nakşibendî şeyhi olan Hoca Ubeydullah’ın, tasavvuf ahlâkı ko-nusunda Farsça olarak yazmış olduğu “Validiyye” risâlesinin manzum tercümesidir. Bu eser, Bâbür’ün iç-kiyi bırakıp tasavvufa yönlendiğinin bir delilidir.

• Dîvân: Bu eser, Bâbür’ün hayat felsefesini, karak-terini ve sanat gücünü göstermesi açısından son dere-ce önemlidir. Dîvân’da Bâbür’ün; aşk, tabiat, güzellik gibi kavramları işlediği şiirleri ile ictimaî, âhlakî ve tasavvufî şiirleri de bulunmaktadır.

KAYNAKÇAAkün Ömer Faruk, ‘‘Bâbür’’,DİA.Bâbür Z. Muhammed, Bâbür’ün Hâtıratı (Vekâyi),

çev.R.R.Arat,Ankara 1987.Tarih-i Reşidî, İstanbul 2006.Grosset Rene, Bozkır İmparatorluğu, İstanbul 2006.Konukçu Enver, ‘‘Bâbür’’,DİA.Konukçu Enver, ‘‘Hindistan’daki Türk

Devletleri’’,Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1989.

Merçil Erdoğan, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1999.

Yücel Bilal, Bâbür Divanı, Ankara 1995.

34

Page 35: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Köroğlu’yum Çamlıbel’deKoyu zulme başkaldıranDestanlarda Korkut DedeOğuz soyun uyandıran

Kerbelâ’da Hüseyin’imMerhamet dinidir dinimMazlumların ahı benimSonsuz feryadı andıran

Şeytana kimse kanmasaKardeşi düşman sanmasaBir daha hiç yaşanmasaOtlukbeli ve Çaldıran

Beynimiz var düşünelimDilimiz var konuşalımBilgelere danışalımDöğüşeni barıştıran

Dünya sevgi üzerineKapılar kapansın kineBir devir açılsın yineİyilikte yarıştıran

Yunus Emre, Hacı BektaşÂşık Veysel bizde kardaşBarış varken neden savaş?Filiz dallarım kırdıran

İblis gezer diyar diyarBir kandırsa kârı sayarKötülüğe ne gerek varYürekleri paslandıran

Sen aklıma gelen andaBir türküyüm Arguvan’daNe acılar var bu candaKerem misâli yandıran

Bağlamada ince telsinErciyes’te esen yelsinYayladaki o güzelsinAyı bile kıskandıran

Kaybeder mi hiç usunuYiğit korur namusunuAtatürk’tür ulusunuZaferlere inandıran

Elaziz’de Balak GaziUlu Tanrı’m ondan razıEsat Usta sal avazıKatı gönlü hislendiren

Kırşehir’de bir bozlağımSeven gönüldür durağımSusturulamaz dudağımYüreğimi seslendiren

Türkü çığır Neşat UstaYollayalım birçok dostaAnıları deste desteGözlerimi sulandran

Ahi Evran, Âşık PaşaYol açmışlar kurtuluşaBirer ışık baştan başaDünyamızı nurlandıran

Dilimiz bir, sözümüz birArı sütten özümüz birŞu kalpteki sızımız birSevgi ile kaynaştıran

Nedir ayrılık gayrılıkBu masum millete yazıkBir çare var ki doğrulukAdaleti paylaştıran

YURDUMUN SESİMustafa ÖZTÜRK

08.03.2012

35

Page 36: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Milletler arasında zulme en çok maruz kalanı Türk-ler; Türkler arasında da Kırım’da yaşayanlardır. Kırım sözü dudaktan çıkar çıkmaz insanın aklına hemen açlık, sürgün ve ölüm geliyor.

İşte Kırım Türklerinin ibretlik acıklı öyküsü:

Kırım, Karadeniz’in kuzeyinde bulunan bir yarıma-dadır. “Kale” anlamına gelir.

XV. yüzyılda Altınordu Devleti’nin dağılmasıyla meydana gelen hanlıklardan güneybatıda bulunanı Kı-rım Hanlığı adını aldı. Bu hanlık 1783 tarihine kadar 360 yıl saltanat sürdü.

Kırım Hanlığı’nda yaşamış Türklere ve bunların ne-sillerine Kırım Türkleri denir.

Kırım Türkleri, 1917’de (13 Aralık 1917) bağımsız bir cumhuriyet olmuş. Bu devir Kasım 1920’ye kadar devam etmiştir.

1920-1944 yılları arasında, Bolşeviklerin yönetimi altında, Muhtar Kırım Cumhuriyeti adı ile anılmıştır.

1944’te, yani 2.Dünya Savaşı sonunda Orta Asya, Sibirya ve Urallar’a topluca sürgün edilmişlerdir.

Kırım Hanlığı’nın 16. -17. yüzyılda yüzölçümü, o tarihteki sınırları içinde bulunan Güney Ukrayna, Ku-zeybatı Kafkasya ve Baserabya ile birlikte 600 bin km kareyi ve nüfusu da 5 milyonu buluyordu.

KIRIM’IN DOĞAL ZENGİNLİKLERİKırım yarımadası, yer altı ve yer üstü zenginlikleri

ve turistik güzellikleri ile dünyanın en gönül açıcı güzel köşelerinden biridir.

Kırım Türkleri’nin eskiden beri cermayı (yer yağı) dedikleri petrol, Kerç yarımadasında bulunmaktadır. Petrol kuyuların derinliği 13-560 metre arasındadır.

Kerç yarımadasında bol miktarda metan gazı vardır.Kırım dağlarında, zengin, taş kömürü ve linyit ya-

takları mevcuttur.Kerç bölgesinde, başta demir olmak üzere manga-

nez, çinko, kurşun, bakır ve kadnium madenleri var-dır. Demir madeninin 2 milyar 700 milyon ton mikta-rında olduğu söylenmektedir.

Gözleve yakınlarındaki göllerden yemek tuzu çıka-rılır. 1922 yılına kadar 120’den fazla tuzla vardı.

Kırım dağlarında mimarî süslemelerde kullanılan sedef cinsinden mermerler vardır.

Kırım’ın kırımka adlı cins buğdayı meşhurdur.1.Dünya Savaşı’ndan önce hayvancılık çok ileri idi:

327 bin öküz, 171 bin at, 1,5 milyon koyun mevcuttu.Kırım’da kasaplık için maliç,yünü için çigey, derisi

için karakul koyunları beslenirdi.Bağcılık çok ileri idi. 450 cins üzüm, 550 cins ar-

mut, 330 cins elma, 210 cins kayısı vardı. Bu yemiş-

BÜYÜK SÜRGÜNÜN 68’İNCİ YILI KIRIM TÜRKLERİNİN TRAJEDİSİ:

(AÇLIK-SÜRGÜN-ÖLÜM)

36

Page 37: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

lerin kötü yıllardaki verimi 25 bin ton, bereketli yıl-larda ise 64 bin ton idi. Ukraynalılar ve Ruslar, bağlık ve bahçelik alanları tahrip etmişlerdir. Tütün ekimi de yaygındır. Ünlü cinsi “dübek” tir.

Kırım yarımadasının ortasında yer alan dağların ku-zey ve güney yamaçları ormanlıktır. Bu ormanların bir kısmı 2. Dünya Savaşı sırasında komünist çeteleri ya-kalamak maksadıyla yakılmıştır.

KIRIM’IN TARİHÇESİHerodot’un bildirdiğine göre, Kırım’da M.Ö. VII-

XIII. yüzyıllarda Tavrılar, Kimmerler, İskitler yaşamış-lardır.

M.Ö.1-M.S IV.yüzyıl arasında, Yunanlılar, Sarmat-lar ve Ostrogotlar Kırım’a gelip yarleşmişlerdir.

M.S.IV.yüzyılın sonundan itibaren sırasıyla Türk kavimlerinden olan Alanlar, Hazarlar, Peçenekler, Kumanlar gelip yerleşmişlerdir. Özellikle VII.-IX. yüzyıllarda Hazar Devleti sınırları içinde kalkınmış-tır. Bu devirde Küçük Hazaristan adını almıştır.

XI-XII yüzyıllarda Kıpçak Türklerinin eline geçen Kırım, ticaret, sanat ve kültürde çok ilerlemiştir. Kıpçaklar, eskiden beri burada yaşayan kavimleri eriterek ve kaynaştırarak Türkleştirmişlerdir. Ken-dileri de XIII. yüzyılda Asya’dan gelen Türk- Moğollarla karışmışlar-dır.

Böylece uzun yıllar boyunca Kırım’da yaşa-yan Türk kavimlerinin karışması sonunda Kırım Türkünün millî nüvesi vücuda gelmiştir.

ALTINORDU DÖ-NEMİ

Kırım, Tudun adı verilen valilerce idare ediliyordu. Fakat Kırım’ın Altınordu’ya bağlılığı, fiilî olmaktan ziyade hukukî idi.

Resmî dil, önce Moğolca iken sonra Kıpçak Türkçe-si resmî ve umumî dil haline geldi. Moğolca unutuldu.

Altınordu Devleti’nin, Venedik, Ceneviz, Arap ül-keleri ile bağlantısı Kırım yolu ve aracılığı ile yapılırdı. İslamiyet de böyle girdi.

Ünlü seyyah İbni Batuta, Kefe şehrinde güzel çar-şılar bulunduğunu yazıyor. Limanda ise 400’den fazla gemi varmış.

ALTINORDU DEVLETİ

Cengiz’in ölümü (1227) üzerine oğul ve torunları fütühatı devam ettirdiler. 1237-1241 yıllarında Doğu-avrupa İstila edildi.

Büyük hakanlık Ögedey’ce temsil ediliyordu. Ku-rultay, Doğu Avrupa’nın işgaline karar verince ordunun başına Cengiz’in torunu Batu verildi. Ön kıtaların ko-mutanı Sobutay’dı. Bulgar kırallığına son verildi. Rus knezlikleri, Kuman ve Kıpçaklar dağıtıldı. Alman or-duları yenildi. Lehistan’a kadar her yer zaptedildi.

Batu Han’ın kumandasında 600 bin kişilik bir kuv-vet vardı. Bunun 60 bini Moğol, kalan kısmı muhtelif Türk kavimlerinden teşekkül ediyordu. Bu fütühat böl-gede Türk nüfusunu arttırmıştır.

Bölgeye İslâmiyet, Bulgarlar zamanında 922’de girmişti. Devlet, Batu’nun küçük kardeşi Berke Han zamanında 1255’te İslâmiyeti kabul etmiştir. Böylece Altınordu Devleti müslüman bir devlet haline gelmiştir. Bu dönemde Altınordu tam bağımsız olmuştur.

Özbek Han (1313-1342) zamanında islâmiyet güç kazandı.

Canıbek Han (1340-1357) devrinde dil-kültür ve ekonomi çok gelişti.

Son büyük hükümdarı Toktamış Han (1376-1391) zamanında Timur’un üç seferi ile yıkılmış ve bir daha kendini toparlayamamıştır.

Altınordu hanlarından Canıbek’in 1357’de ölümü üzerine ortaya çıkan taht kavgaları ve Timur’un sefer-leri neticesinde zayıf düşen devlet çeşitli hanlıklara bö-lündü. Bu hanlıklar şunlardır:

Kazan Hanlığı: 1437-1552 (4.İvan tarafından yıkıl-dı.)

Astrahan Hanlığı: 1466-1554’de ( 4.İvan ta-rafından yıkıldı.)

Sibir Hanlığı: ….-1683

Kasım HanlığI: 1445-1681 (1614’den sonra Rus nüfuzuna girmiştir.)

Nogay Hanlığı: 1259-1299

KIRIM HANLIĞITimur’un, Altınordu

hükümdarı Toktamış Han üzerine yürüyüp savaş açması üzerine Altınordu Devleti parçalandı ve yı-kıldı.(1395) Ortaya çıkan hanlıklardan biri de Kı-

rım Hanlığı idi. İlk Kırım hanı Giraylar sülalesine mensup Hacı Gi-

raydır.1428-1468 arasında hüküm sürmüştür. Kültürlü, adaletli, vatansever idi. Kırım’da huzur, güven ve refa-hı sağladı. Litvanya ve Polonya ile iyi ilişkiler kurdu. İlk defa adına para bastırdı.

MENGLİ GİRAY HAN (1469-1514)İrsi kabile beyleri arasındaki saltanat kavgaları,

huzursuzluk yarattı. Devlet zaafa uğradı.Fatih Sultan Mehmet ile 1475’te ittifak yaptı.

Litvanya ve Polonya ile savaşıp sınırları genişletti. Kıpçak bozkırlarının bir kısmına hakim oldu. Bucak (Baserabya) ülkesini Kırım Hanlığına kattı.

Zamanın en yüksek ilim ocağı sayılan Zincirli Med-reseyi yaptırdı.

Rusların gelişme siyasetini engelledi.

MEHMET GİRAY HAN (1514-1523)Rus tehlikesini önceden en iyi gören ve bu tehlikeyi

önlemeye çalışan hanlardan biridir. Bu sebeple 1521’de

M.S.IV.yüzyılın sonundan iti-baren sırasıyla Türk kavimler-inden olan Alanlar, Hazarlar, Peçenekler, Kumanlar gelip yerleşmişlerdir. Özellikle VII.-IX. yüzyıllarda Hazar Devleti sınırları içinde kalkınmıştır. Bu devirde Küçük Hazaristan adını almıştır.

37

Page 38: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Moskova’yı kuşatarak, onları haraç vermeye mecbur ettmiştir. Rus yanlısı Şeyhali’yi Kazan tahtından indi-rip yerine Kırımlı Sahip Giray’ı çıkarmıştır. Moskova seferinde iken kendisini arkadan vurmaya yeltenen Astrahan’ı 1523’te zaptetmiştir. Böylece Altınordu Devleti’nin üç parçasını tekrar birleştirmiştir. Fakat se-fer dönüşü Nogay Türklerinin komutanı olan Mamay tarafından katledildi.

Ülke yeniden iç karışıklıklara sahne oldu. Sonunda 1534’te Kazan Hanı Sahip Giray Osmanlıların yardımı ile Kırım hanı oldu. Bu han zamanında ülkeye Osmanlı nüfuzu tam olarak yerleşti.

XVI. asır Rusların kuvvetlendiği ve Türk ülkeleri-ne yöneldiği bir asırdır. Rusların başında Müthiş İvan vardır. Müthiş İvan 1552’de Kazan şehrini zapteder ve Kazan Hanlığına son verir. Bu feci olayın intikâmını almak için DevleT Giray Han, 1571’de Moskova’ya yürüdü ve şehri zaptetti. M.İvan bütün Rusların yaptığı gibi, geniş mesafelerden faydalanıp geri çekildi. Dev-let Giray, Bahçe Saray’a dönünce, İvan da Moskova’ya döndü. Fakat Devlet Giray ve bundan sonra gelen II.Mehmet Giray (1588-1606) Kazan ve Astrahan şehir-leri Rusya tarafından serbest bırakılmadıkça M.İvan’la barış yapmayacaklarını bildirdiler.

Kırım ordusu 200 bin kişiden oluşan bir ordu idi. Tamamı da suvarilerden oluşuyordu. Kırım Hanı sıkışır ise bu sayı iki katına çıkabilirdi.

1671-1704 yılları arasında dört defa Kırım hanı olan Hacı Selim Giray, Osmanlı orduları ile birlikte Avrupa’da savaşır iken Kırım’a girmiş olan Rus ve Le-histan ordularını bu suvari birlikleri ile yetişip perişan etmiştir. Rusya’dan ve Lehistan’dan gelen saldırılara karşı Kırım ordusu, Osmanlılar için bir güven kaynağı teşkil etmiştir.

Han soyundan gelen mirzalar birbirleri ile savaşıp Türk ülkesini zayıf düşürürken Ruslar da Çar Deli Pet-ro ile güçlenme ve teşkilatlanma safhasına girmişlerdir. Deli Petro:

a) Avrupa’daki uyanış ve kalkınışı kavramış

b) Cahil ve pis Rus mujiklerini zor ve şiddet kul-lanarak medenileştirmiştir.

c) 1. Petro, geleceğe matuf bir milli siyaset planı hazırlayarak bunu tatbike koyulmuştur.

Bu yıllarda Türk’ün talihi dönmüş, felaket yılları başlamıştır.

1699’da Karlofça Anlaşması ile Ruslar Türlerden Azak kalesini aldılar.

1736-1737 yıllarında Kırım Hanı olan Fetih Gi-ray zamanında Ruslar, ordularıyla Kırım’a girdiler. Bahçesaray’ın içindeki camiler ve kütüphaneleri tahrip ettiler. Meşhur kütüphanedeki bütün kitapları yaktılar. Bir yıl sonra yine geldiler. Bu sefer 100’den fazla köyü tahrip ettiler. 1771’de II. Selim Giray zamanında gel-diklerinde 35 bin Kırım Türkünü öldürdüler.

Kırım’ın son hanı olan Şahin Giray (1777-1783) talim ve tertibiye görmüş, ülkeyi kalkındırmak isteyen bir han idi. Düşüncesini tahta geçince uygulamak istedi ise de mollaların tepkisiyle karşılaştı. Avrupalılaşmayı dinsizleşme olarak anlayan mollalar halkı ayaklandır-dılar. Karışıklıkları fırsat bilen I. Katherina, General Potemkim’in komutasındaki Rus ordularını Kırım’a yolladı. 30 bin savunmasız Kırım Türk’ü şehit edil-di. 1783 yılında Kırım’ın bağımsızlığına son verilip Rusya’ya bağlandı.

Rusya’nın güneye inmesini engelleyen en büyük set, böylece yıkılmış oldu.

RUS İŞGALİNİN ALTINDA KIRIMRusların Kırım’ı işgal ve ilhak etmeleri, Kırım

Türkleri için sonsuz ızdırap ve facialara yol açmıştır. Hiçbir müstevlî devlet, esir ettiği bir millete bu kadar haksızlık, adaletsizlik, zulüm, işkence yapmamış ve imha siyaseti tatbik etmemiştir.

RUSLAR NELER YAPTILAR?1-Hanlık devrinden kalma idarî, adlî, malî ve eğitim

sistemini ortadan kaldırdılar. Halk, asılzade, din adamı ve köylü sınıflarına bölündü. Halkın yüzde 80’i köylü sınıfına dahil edildi. İktisadi ve ticari hayat durdu.

2-Köylünün elindeki topraklar hazine arazisi diye Rus asilzadelerine ve Kırım’a yerleştirilen Rus köylü-lerine dağıtıldı. Cami ve medreselere ait vakıf arazile-rinin de dörtte üçü alınıp Ruslara dağıtıldı.

3-Alim ve imamlar ya sürgüne yollandı ya da hap-sedildi. Camiler kiliseye çevrildi. 1805’de cami sayısı 1558 iken 1914’de 726’ ya düştü.5139 olan din ada-mı sayısı ise 942’ye inmiştir.

4-Türklere ait olan ve olmayan bütün tarihi eserleri yok etmişlerdir.

Daniel Clarke adlı bir yazar, Rusların Kırım’da yap-tıkları barbarlıkları tek tek anlattıktan sonra şöyle der: “Ruslara göre hakimiyet kurmak, yıkmak, yakmak, yağma etmek ve öldürmek demektir. Başarı sağla-mak da her yeri çöle çevirmekten ibarettir.”

5-Potemkin’e göre Kırım’ı Rus sömürgesi yap-mak için yalnız topraklarını almak yetmezdi. Bura-daki Türkleri de kovmak, azınlığa düşürmek, etnik bir güç olmaktan çıkarmak gerekirdi. Ruslar da böy-le yaptılar: Türkleri göçe zorladılar.

1785’den1800’e kadar Kırım’dan Türkiye’ye 500 bin insan göçtü. Bunların en az dörtte birinin Karadeniz’in dalgalarında boğulduğu tahmin ediliyor.

1671-1704 yılları arasında dört defa Kırım hanı olan Hacı Se-lim Giray, Osmanlı orduları ile birlikte Avrupa’da savaşır iken Kırım’a girmiş olan Rus ve Lehistan ordularını bu su-vari birlikleri ile yetişip perişan etmiştir. Rusya’dan ve Lehistan’dan gelen saldırılara karşı Kırım ordusu, Osmanlılar için bir güven kaynağı teşkil etmiştir.

38

Page 39: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

1812-1828 yılları arasında da 200 bin kişinin göçtü-ğü kabul edilmektedir.

Kırım savaşı sırasında da Kırım’a Don Kazakları iskân edilmiş, bunlar halka çok zulüm yapmışlardır. Türkler ise uzak Rus eyaletlerine sürgün edilmişlerdir.

Ağır vergiler, rüşvet, toprak kavgaları ve Tatarların yüzde 70’inin topraksız kalması göçün başka sebeple-rindendir.

Rus yazarı Markof şöyle diyor:“Biz, Kırım Tatarlarına Avrupaî hiçbir şey öğret-

medik. Hatta onların memleketlerindeki eğitim teş-kilatını da yıktık. Seksen yıldan veri biz, Kırımlılara ne ilim, ne de teknik bilgi verdik.”

1874’ten itibaren Kırımlıların askere alınması da Türklerin kütle halinde göçmesine yol açmıştır. Dünkü zalim düşmanına asker olarak hizmet vermek isteme-mişlerdir.

1883 yılında çıkmaya başlayan Tercüman gazetesi göçleri engellemeye çalıştı.

Kırım Türklüğü’nün liderlerinden Cafer Seyit Ah-met Kırımer, Yusuf Akçura’dan naklen, Kırım Türk-lüğünün çöküş sebeplerini şöyle belirtir:

1-Devlet teşkilâtının esaslarını Altınordu’dan olan Rusya’ya karşı Türk memleketleri uyanık bulunmadı-lar. Birleşik bir Türk cephesi kuramadılar. Lehliler ve Ukraynalılarla siyasî anlaşmalar yapamadılar.

2-Bütünüyle Türk dünyası, Batı ile temas etmekle ve Batı’nın yeni teknik ve buluşmalarından faydalan-makta, Ruslardan geri ve geç kaldılar.

Türk, dostunu fazla kavi, düşmanını da fazla aciz görür. Bu sebeple, Kırım Türkleri Rusları küçümse-mişler, onun ilerlemesini takdir edememişlerdir.

1783’den 1914’e kadar, Rus çarlığının uyguladığı politikalar sonucu, Kırım yarımadasındaki 1milyon 250 bin Türk hayatını kaybetmiştir.

GASPIRALI İSMAİL1851’de Avcı köyünde doğmuştur. Yaradılıştan zeki,

çalışkan, araştırıcı ve sabırlı bir insan idi. İlk tahsilini Türkçe, orta tahsilini Rusça yaptı. Birkaç yıl Paris’te kaldı. 10 Nisan 1883’te Tercüman gazetesini çıkarma-ya başlamıştır. Halk eğitimi için kitaplar çıkarmıştır.

Gayesi, “Gaflet sahrasında yere serilmiş kalmış halkını uyandırmaktır.”

Bütün Türkleri kültür, düşünce ve hareket bakımın-dan birleştirmek maksadı ile, “Dilde, fikirde, işde bir-lik” şiarını ortaya atmıştır.

Usul-ü Cedid üzerine yeni okullar açtı. “Bütün felâket, okulsuzluktan, bilgisizliktendir. Okuduktan sonra halk kendisine gereken yolu ve sadeti bulur.” diyordu.

En büyük Türkçülerdendir.1914 yılında ölmüştür.

1917 İHTİLÂLİ VE SONRASI1905 yılındaki inkılâp, Çarlık baskısını azalttı.

Kırım’ın genç adınları da teşkilâtlanmaya başladılar. 1910 yılında Vatan cemiyetini kurdular ve Vatan Ha-dimi adında bir gazete çıkarmaya başladılar. Kırım Türklerinin iktisadi, kültürel meselelerini, toprak dağı-lımındaki adaletsizliği Rus devletinin oligarşik ve Rus-laştırma siyasetinin Kırım’a verdiği zarları dile getirdi-ler. Milliyetçi fakat sosyalist idiler.

1.Dünya Savaşında Rusların Almanlara yenilmesi ve İtilaf Devletlerinin Çanakkale’de bozguna uğrama-ları 1917 komünist ihtilâlini hızlandırdı. 1917 ihtilâli Türk ülkelerinde yeni ümitlerin doğmasına yol açtı. Kı-rım aydınları da kurdukları gizli siyasî teşkilâtları olan Millî Fırka’yı faaliyete geçirdiler.

Mart 1917’de Akmescit’te yapılan 2 bin kişilik bü-yük toplantıda “Kırım Müslümanları İcra Komitesi” teşkil edildi. Başkanlığına da Çelebi Cihan seçildi. Bu komitenin daveti üzerine toplanan Kırım delegeleri, Kırım Türklerinin mukedderatını tayin edecek ve millî hükümeti kuracak olan KURULTAY üyelerini seçim-

Gaspıralı İsmail 1851’de Avcı köyünde doğmuştur. Yaradılıştan zeki, çalışkan, araştırıcı ve sabırlı bir insan idi. İlk tahsilini Türkçe, orta tahsilini Rusça yaptı. Birkaç yıl Paris’te kaldı. 10 Nisan 1883’te Tercüman gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Halk eğitimi için kitaplar çıkarmıştır.

39

Page 40: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

le tesbite karar verdiler. Kararlaştırılan günde seçim-ler yapıldı. 5’i kadın 76 milletvekili seçildi. 9 Aralık 1917’de Kurultay toplandı. 18 maddelik geçici Anaya-sa yapıldı. Bu Anayasanın 16. Maddesi ile Kırım Halk Cumhuriyeti kabul ve ilân olundu. Çelebi Cihan ilk hükümeti kurdu.

13 Aralık 1917’de Kırım’ın bağımsızlığını ilân eden ilk hükümet, hemen işe koyuldu:

a-Vakıf ve millî eğitim işlerini düzenledi. İlk orta ve meslek okulları açtı.

b-Hansaray’da millî müze açıldı.c-Millî orduyu kurmak maksadıyla, henüz cepheler-

de olan askerleri yurda çağırdı.Birkaç mirza ve molla dışında bütün kırımlılar hü-

kümeti destekliyorlardı.Kırım’da millî hükümet kuvvetlenirken Bolşevikler

de boş durmuyorlardı. Bunlar Kırım millî hükümetinin kararlarını dinlemiyorlardı. Bu yüzden 11 Ocak 1918 gecesi Yalta’yı harp gemilerinden top ateşine tuttu-lar. Böylece Kırım Türkleri ile Bolşevikler arasında sa-vaş başladı. Kırım millî ordusu henüz kurulmamıştı. Bu yüzden Bolşevikler, yerli Rusların da yardımı ile çok Türk katlettiler. Akmescit’te Çelebi Cihan’ı esir ede-rek, muhakeme bile etmeden şehit ettiler ve denize attılar.

Kırım 1918 yılının ilkbaharında Alman orduları tarafından işgal edilinceye kadar, Bolşeviklerin idare-sinde kaldı. Almanlar gelince Bolşevikleri temizlediler. Millî hükümetin kurulmasına izin verdiler ise de millî ordu teşkiline müsaade etmediler. Almanlar çekilin-ce galip devletlerin himayesinde Denikin ve Wrangel orduları Kırım’a girdiler, Kurultay’ı dağıttılar ve millî hükümete de son verdiler.

BOLŞEVİK İŞGALİ VE İDARESİDenikin, Wrangel ordularını mağlup eden Bolşevik-

ler bütün Rusya’yı ve bu arada Kırım’ı da 1920 yılının kasım ayında işgal ettiler. Kırım’ın eski bir Türk yur-du olduğunu kabul ederek ve Rus olmayan milletlere o zaman için şirin görünmek arzusu sebebiyle Bolşevik-ler bir Muhtar Kırım Cumhuriyeti kurdurlar. Başına da Veli İbrahim adında bir Komünisti getirdiler. Hükümet üyelerinin çoğunluğunu Kırım Türkleri teşkil ediyordu.

Bolşeviklerin bu hareketi bir gösterişten ibaretti. Gerçek niyetleri ise Kırım Türklerini yok etmekti.

Bu sebeple, Türkleri Urallara ve Sibirya’ya sürmeye ve hapsetmeye başladılar.

1921 yılının Kasım ayında açlık yüzünden 60 bin Türk’ün ölümüne sebebiyet verdiler.

Buna rağmen, Kırım’da maddî manevî kalkın-ma hareketleri başladı. Fakat 1928’de Veli İbrahim’in kurşuna dizilmesi ve Stalin’in idareyi ele geçirmesi, Kırım’da felaketlerin yeniden başlamasına yol açtı:

1929-1930 yıllarında 40 bin Türk “kulak-köy zengi-ni” bahanesiyle Sibirya’ya sürüldü.

1931- 1933’te kastî açlık yaratıldı. Köylünün mah-sulü zorla elinden alınıp dış ülkelere satıldı. Binlerce Türk açlıktan öldü. Bu durumu protesto eden Kırım Cumhurbaşkanı Mehmet Kubay sürgün edildi.

Kısacası, 1921-1941 arasında Kırım’da açlık, sür-gün ve katliam gibi sebeplerle 170 bin Türk imha edildi.

II. Dünya Savaşı sırasında, 1941’de, Almanlar Kırım’ı işgal ettiler. Bundan Kırım Türkleri ve Ukray-

nalılar ümitlendiler, fakat kısa zamanda Nazilerin de komünistler gibi emperyalist, sömürgeci ve insanlık düşmanı olduklarını anladılar.

Kızılordu 1944 yılında Kırım’ı yeniden işgal edince, Moskova; Kırım Türklerini Nazilere yardımcı oldukla-rı gerekçesiyle suçlu-suçsuz ayırmadan toptan Urallar, Sibirya ve Orta Asya’ya sürgün etti.(18 Mayıs 1944) 30 Ağustos 1945’te de Kırım Muhtar Cumhuriyetini orta-dan kaldırdılar.

Bu sürgün faciası, hayvan vagonları içinde ve ölen-lerin dışarı atılmaları şeklinde uygulandı. Kırım Türk-leri 10 yıl, sabah- akşam polise mevcut vermek sure-tiyle sürgün hayatlarını devam ettirdiler. 10 yıl sonra, bulundukları vilâyet sınırları içinde yer değiştirme hak-kına kavuştular.

Stalin devrinde, aynı şekilde sürgüne tabi tutulan Kuzey Kafkasyalılar, Baltıklılar, Volga Almanları af-fedilerek yurtlarına döndürülürken Kırım Türkleri af kapsamının dışında tutuldular. Stalin’den sonra gelen diktatörler zamanında da yurtlarına dönmek hakkından mahrum edildiler. Ancak 1967’de Kırım Tatarlarının haksız yere sürgün edildiği resmen ifade edildi. 1968-1969’da 5-6 bin Tatar Kırım’a yerleşebildi,

1990’da Rusya’daki olumlu değişimlerden son-ra Kırım Tatarları yurtlarına dönmeye başlamışlardır. Bugün Kırım’a dönenlerin sayısı 300 bin civarındadır. Kırım’a dönenler 33 üyeli Kırım Tatar Millî Meclisi’ni oluşturarak 1991’de Akmescid’te “millî egemenlik bil-dirisi” ni kabul ettiler.

Kırım Türkleri, bugün Ukrayna’ya bağlı Kırım Muhtar Cumhuriyet’nin sınırları içerisinde yaşıyorlar. Anavatana dönemeyen Tatar Türklerinin nüfusu da 300 bin kadardır.

Acı ve ıstırap dolu seneler bitti mi, bilmiyoruz… Çünkü acı, açlık, sürgün Kırım Türkü’nün asırlar boyu kaderi olmuştur. Bu kaderi, sadece Kırım Türkleri de-ğiştiremez. Bu kaderi, ancak Türklerin her bakımdan birliği ve bütünlüğü değiştirir.

KIRIM DIŞINDAKİ ÇALIŞMALARKırım, Komünistler tarafından işgal edildikten son-

ra, Kırım Millî Hükümeti’nin eski dışişleri bakanı Ca-fer Seyyit Ahmet Kırımer, Kırım Parlamentosunun tam yetkili murahhası olarak, Kırım dışına çıkmıştır. 1960’a kadar Kırım Kurtuluş Dâvâsı’nın liderliğini yapmıştır:

Cemiyet-i Akvam’a muhtıralar vermiş, Rus olmayan Rus esiri milletlerin ortak teşkilâtı olan PROMETE’de Kırım’ı temsil etmiştir.

1 Ocak 1930’da Müstecip Fazıl Ülküsal tarafın-dan çıkarılan Emel dergisi 6. sayısından sonra Kırım dâvâsının resmî yayın organı haline gelmiştir.

Kırım Türklerinin millî dâvâsı bu gün hız kazanmış-tır. Çünkü şartlar iyiye yönelmiştir ve büyük bir lider bayrağı eline almıştır. Bu lider, akıl almaz zulümle-re rağmen Moskof’a boyun eğmeyen Mustafa Cemil Kırımoğlu’dur. Allah ömrünü uzun eylesin.

40

Page 41: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

1 milyon 837 bin adayın merakla beklediği YGS sonuçları açıklandı. YGS şampiyonları Konya ve Osmaniye’den gelirken doğru cevap dağılımında ba-şarısızlık oranı her geçen yıl artmaya devam ediyor.

Türkçe, Sosyal Bilimler, Temel Matematik ve Fen Bilimleri doğru cevap dağılımında son iki yıl rakam-lar dikkat çekici. Her dört alanda da sıfır çeken öğren-ci sayısı periyodik olarak artıyor.

EN YÜKSEK SIFIR ÇEKİLEN TEST FEN BİLİM-LERİ OLDU

YGS sonuçlarına göre 31 bin 249 aday Türkçe tes-tinde sıfır çekerken, Sosyal Bilimler testinde ise 253 bin 918 aday sıfır çekti. Öte yandan, Temel matematik testinde 870 bin 080 kişi sıfır çekerken Fen Bilimleri testindeki rakamlar ise daha da iç karartıcıydı. Toplam 1 milyon 260 bin 795 kişi Fen Bilimleri Testi’nde sıfır çekti.

YGS’de sınavı geçerli sayılan 1 milyon 837 bin 344 adaydan 50 bin 805’i ‘’sıfır’’ aldı.

2012-YGS sonuçlarına göre adayların puan orta-lamaları Türkçe testinde 18, Sosyal Bilimler testinde 11,63, Matematik testinde 6,92, Fen Bilimleri testinde 3,56 olarak gerçekleşti.

Bu rakamlar geçen yıl Türkçe testinde 21,9, Sosyal Bilimler testinde 11,6, Matematik testinde 7,5, Fen Bilimleri testinde 4,1 olarak belirlenmişti.

Sınava son sınıf düzeyinde giren adayların puan ortalamaları ise Türkçe testinde 18,02, Sosyal Bilimler testinde 11,3, Matematik testinde 7,27, Fen Bilimleri testinde 4,43 oldu.

ÖSS’DE SIFIR ÇEKENLER2009 İçin12 Temmuz 2009 Pazar günü Öğrenci Seçme ve

Yerleştirme Merkezi (ÖSYM)Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, yaptığı basın toplantısıyla ÖSS sonuçlarını açıkladı.

Yarımağan’ın açıklamalarına göre sınava giren 1. 324. 197 adaydan 29. 927 adayın ÖSS puanları hesap-lanamadı. Yani bu öğrenciler sıfır çekti.

Sınavı geçerli sayılan adaylardan 1. 229. 800’ü (yüzde 92.89) tercih yapma hakkını elde etti. Tercih yapma hakkını elde edemeyen aday sayısı ise 94. 201 (yüzde 7.11) oldu.

AKP’nin iktidarı dönemine bakınca 2002 yılında 8. 819; 2003 yılında 26. 448; 2004 yılında 32. 177; 2005 yılında 57. 163; 2006 yılında 27. 864, 2007 yı-lında 47. 000; 2008’de 28. 321; 2009’da ise 29. 927 öğrenci sıfır çekiyor. Sıfır çekenlerin sayısı artıyor. 2010-YGS’de ise sınavı geçerli olan 1 milyon 487 bin 493 adaydan 14 bin 156›sının puanı hesaplanamamıştı. 2011-YGS›de ise 1 milyon 648 bin 240 adayın sınavı geçerli sayılırken, 38 bin 269›unun puanı hesaplana-madı;

EĞİTİM “YAZ BOZ TAHTASI”

YAPILINCA… YGS sonuçlarına göre 31 bin 249 aday Türkçe testinde sıfır çekerken, Sosyal Bilimler testinde ise 253 bin 918 aday sıfır çekti. Öte yandan, Temel matema-tik testinde 870 bin 080 kişi sıfır çekerken Fen Bilimleri testindeki raka-mlar ise daha da iç karartıcıydı. Toplam 1 milyon 260 bin 795 kişi Fen Bilimleri Testi’nde sıfır çekti.

41

Page 42: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Anadolu’nun bin bir güzelliğinin anlatıldığı “Anadolu Manzaraları” 1957 yılında Prof.Dr. Hikmet Bi-rant tarafından yazılmış bir kitaptır. Hikmet Birand, Anadolu’nun birçok yerini gezerek ve bu coğrafyanın güzelliklerini bilimsel temele dayan-dırarak açıklamış bir bilim adamıdır. Sadece, Anadolu Manzaraları kita-bında değil diğer bütün kitaplarında da vatan sevgisinin en güzel bilimsel dayanaklarını bulmak mümkündür.

Türkiye’de ilk defa bitki sosyo-lojisi alanında çalışma yapan ve bu çalışmalarıyla bitki sosyolojisinin kurucusu olan Birand, yazdığı eser-lerinde bitkileri kişileştirerek en anlaşılmaz botanik konularının bile kolayca anlaşılmasını sağlamıştır.

Anadolu Manzaraları kitabı toplam 118 sayfadan oluşmasına rağmen her sayfasının hatta her cümlesinin ihtiva ettiği anlam zen-ginliğiyle adeta ansiklopedilere taş çıkaracak niteliktedir. Hem sade an-latım hem de derin anlam zenginliği, kitapta hemen kendini göstermekte-dir. Bu kadar derin anlatımları kitap-ta nasıl sade bir şekilde aktardığına büyük şaşkınlıkla tanık oluyorsunuz. Ayrıca, okuyanların kitabı bir çırpı-da bitirmesini sağlayacak akıcı bir üslup kullanmıştır. Buna ilaveten, kitapta bahsettiği yerler, okuyanda o yerleri hemen görme isteğini uyandırmaktadır. Örneğin, Ankara yakınlarında Hacıkadın deresinin güzelliği Birand’ın kaleminden hak ettiği değeri bulmaktadır:

“… Bir yanda hemen ardımdaki çıplak, somurtkan

tümseklerle önümdeki içi bin bir güzel-likle dolu olan derenin tezatlığına hay-ran olurken, bir yandan da yatağının iki yanından fışkıran söğütlerin, iğdelerin, dişbudakların, meşelerin, alıçların, sık yaprak örtüsünden görünmeyen, fakat sanki bu derin yarları, bu güzel bağları bahçeleri bu yeşil cemaati ben yaptım diye övünürmüş gibi şırıl şırıl akan su-yun keyifli sesini duyarım.” (s.23)

Anadolu’nun iklim özellikleri özel-likle de karasal iklim kitapta oldukça ilginç anlatımlarla örneklendirilmiştir. Her başlayan nisan yağmurları bir-çoklarımız için can sıkıntısı ya da ezi-yetmiş gibi görülse de Birand yazdığı eserde nisan yağmurlarını doyumsuz hale getirmektedir. “Etlik üstüne gelen kara bulutların alt kenarları bir perde-nin püskülleri gibi yere doğru sark-masıyla başlamışlardı. (s.29) ş Büyük sancılarla inleyen göğün doğurduğu ilk rahmet damlası…” (s.30) gibi ifadelerle yağmurun keyfini çıkarıyoruz. Ancak, hiçbir gözlemci yağmurun yağdığı anı Birand kadar ayrıntılı gözlemleyeme-miştir: “Cip cip diye suya düşüyorlar. Düştükleri yeri biraz çukurlaştırıyorlar, fakat bu çukurluk hemen kapanıyor ve ortasından ince narin endamlı bir sütun yükseliyor. Yükseldikçe inceliyor ve ucu sivrilirken birden bire şişmanla-yarak oval bir yumurta şeklini alıyor.

Sonra sütunun ucundan kopuyor, kısa bir pırıltıyla zıplayarak suya düşüyordu. Bazen bir ikincisi, daha küçüğü onu takip ediyor ve sütun, ucundan bir damla koptuktan sonra, suyun yüzüne bir halka halinde yığı-lıveriyordu. Fakat daha acar bir halka onu siliveriyor-du…” (s.33)

ANADOLUMANZARALARI

HAKAN TUNÇ

Türkiye’de ilk defa bitki so-syolojisi alanında çalışma yapan ve bu çalışmalarıyla bitki sosyolojisinin kurucusu olan Bi-rand, yazdığı es-erlerinde bitkileri kişileştirerek en anlaşılmaz botanik konularının bile ko-layca anlaşılmasını sağlamıştır.

42

Page 43: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa

Birand’ın kitabı Anadolu’nun bilinmeyen güzellik-lerini belgesel filmde izlermişçesine canlı bir anlatımla sunmaktadır. Bununla birlikte kitapta anlatılan birçok konu ezber bozmaktadır. Bu zamana dek herkesin hor gördüğü ya da yok etmeye çalıştığı işe yaramaz ot gibi gözüken bozkırın bin bir güzelliğini Anadolu Manza-raları kitabında görmek mümkündür. Kitapta bahsedi-len birçok bozkır türü arasında üzerlik otuna yazar ayrı bir önem vermiştir. Üzerlik otunu birçok arkeologa hocalık eden bir bitki olarak tanımlıyor ve bu ifadesine dayanak olarak da birçok höyüğün üstününü üzerlik otuyla kaplı olduğunu anlatmaktadır.

Anadolu Manzaları’nda Birand, incelediği alanları farklı bir metodolojik yöntemle değerlendirmiştir. Ör-neğin mesken tiplerinin farklılığının bitki kuşaklarının

sınırıyla özdeş olduğunu şu ifade ile anlatmaktadır: “Hımış evler bizim coğrafyamızda bir sınır bölge-sidir. Ankara›dan çıkınız Kastamonu yolunu tutar-sınız Ilgaz›a kadar kerpiç evli köylerden geçersiniz. Bolu›ya doğru gidersiniz, Kızılcıhamam›ın hemen ötesinde kerpiç köyler biter, hımış köyler başlar. Ker-piç köylerin bittiği yerde hımış evli köyleri bir çizgiyle birleştirirseniz steple orman sınırının hem de en eski sınırını çizmiş olursunuz.” Kitabın yazıldığı dönemi ele alırsak yazarın ne kadar ileri görüşlü olduğunu kavrayabiliriz.

Yazar kitapta anlattığı birçok olaya ilave olarak doğanın öneminden şu ifadelerle bahsetmektedir: “Tabiat müşfik ve müsamahalıdır. O büyük şefkati, büyük müsamahası sayesindedir ki biz, bunca et-tiklerimize rağmen onun nimetlerinden hala fayda-lanabilmekteyiz.”

Hayatımda önemli bir iz bırakan kitaplardan biri de Prof. Dr. Hikmet Birand’ın Anadolu Manzaraları kitabıdır. Gençlerimiz bu kitabı mutlaka okumalıdırlar. Gençlerimize vatan sevgisini aşılamak istiyorsak “bil-gi olmadan bilinç olmaz” gerçeğinden yola çıkarak en başta güzel vatanımızın doğal zenginliklerini onlara öğretmeliyiz. Bu zenginlikler onları vatan sevgisine ulaştıracaktır.

Anadolu Manzaraları, doğayı ve vatanı sevenler için bir başucu kitabıdır, iyi bir rehberdir.

Milliyetçi Hareket Partisi Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Yusuf HALA-ÇOĞLU 27 Nisan 2012 Cuma günü saat, 15.30’da Derneğimizi ziyaret etmiştir. Türkiye’nin gündemi ile ilgili konularda görüşlerini ifade eden Halaçoğlu, Bilgiyurdu Gençlik

Eğitim ve Kültür Derneği üyelerinin çeşitli sorularını cevaplandırdı.

Derneğin faaliyetleriyle hakkında da bilgi veren dernek Başkanı Mus-tafa Öztürk, günün anısına bilimada-mı Halaçoğlu’na dernek yayınlarını hediye etti.

TEBRİKTürk Milletinin

bekası için yüzyıldır hizmet

veren Türk Ocaklarının

Genel Merkez Yönetim

Kuruluna seçilen yeni yönetime

başarılar dileriz.

HALAÇOĞLU, DERNEĞİMİZİZİYARET ETTİ.

Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği

43

Page 44: YIL: 6 SAYI: 31 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik … · 2019. 9. 10. · parapsİkolojİ (1) prof. dr. osman ceyhan 24 İsmail ÖzÖren 26 surİye İle savaŞa