bursa' da dünden bugüne - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d122470/2004/2004_uludags.pdf ·...

24
Bursa' da Dünden Bugüne Tasavvuf Kültürü-3

Upload: others

Post on 14-Oct-2019

20 views

Category:

Documents


2 download

TRANSCRIPT

Bursa' da Dünden Bugüne

Tasavvuf Kültürü-3

BURSA KÜLTÜR SANAT VE TURİZM V AKFI YA YINLARI

BURSA K.İTAPLIGI:17

Bursa'da Dünden Bugüne TasavvufKültürü-3

ISBN

975-7093-15 -7

Birinci Basım

Ekim2004

Y ayına Hazırlayan

Dr. Hasan Basri Öcalan

Kapak

Hicabi Gülgen

Baskı

F.Özsan Matbaası

İzmirYolu No:22 ı Beşevier-BURSA

Tel: (O 224) 44ı 33 82

e-mail:[email protected]

••

Açıkhava Tiyatrosu Yanı, Kültürpark-Bursa

Tel: (O 224) 234 49 ı2 (3 hat)

Faks. (O 224) 234 49 ı 1

E-posta:[email protected]

TASA VVUF KÜL TÜRÜNDE KERAMET ANLA YIŞI

· Prof. Dr. Süleyman ULUDAG~

"Peygamberlik iddiasıyla herhangi bir ilişkisi bulunmayan bir kişiden harikulade/olağanüstü bir hususun zuhur etmesidir." Seyyid Şerif Cürcani kerameti Tarirat'ta böyle tanımlar ve buna şunu da ekler: "Harikulade bir hususun keramet olması için kendisinde bu hal görülen kişinin mü'min ve arnel-i salih sahibi iyi bir insan olması lazımdır. Genellikle keramet denilince anlaşılan şey de budur."

Yukarıdaki tanım basit ve anlaşılması kolay olan bir tanımdır. Fakat uygulamadaki keramet olayiarına ve bunların ayrıntılarına bakılınca pek çok zorlukla ve müşkülatla karşılaşılmakta, bu da araştırıcıları veya bu konuya ilgi duyanları geniş bir alana götürmektedir. Aslındadinin temel bir meselesi halinde görülmeyen keramet bu geniş alanda din, inanç, felsefe, metafizik, fizik ve psikoloji (metapsişik-parapsikoloji) ile ilgili önemli ve ciddi bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca keramet olayının Kur'an, tefsir, hadis, akaid ve kclarn ilimleriyle de ilgisi bulunmaktadır.

Kur'an'da ve hadislerde bazı keramet hadiselerinin anlatılması bütün Müslüman alimierin bu konu üzerinde önemle durmalarını gerektirmiş

olmakla beraber bu mesele üzerinde en fazla duranlar da sfıfiler olmuştur. Çünkü sfıfilik keramet olayına mucize gibi olmuş bitmiş ve sonu gelmiş bir olay olarak değil, halen devam eden ve kıyametekadar devam edecek olan bir harikalar dizisi, dini olaylar olarak bakmakta, onu k~mdi hayatlarının temel bir parçası ·olarak görmekte, kerameti e velilik/ermişlik ( evliyalık) arasında sıkı bir bağlantının olduğuna inanmaktadır. Sfıfi olmayan zahir uleması katında keramet pek fazla önemli olmayan ve üzerinde de durutmayan dini bir olay iken sfıfilerde yaşanan dini hayatın temel unsurlarından birdir. Siifılikte her zaman yeni ve değişik keramet olayları yaşanır. Keramet siifılikte heyecanın, coşkulu bir dini hayatın kaynağı olduğu gibi müritlerin, hatta mürit olmayan bazı mü'minlerin vetilere ve şeyhe sarsılmaz bir imanla ve güçlü bir itikatla bağlanmanın, bu uğurda her

*Uludağ Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Tasavvuf Ana Bilim Dalı.

15

çeşit fedakarlığa zahmet ve meşakkate katianmanın da sebebidir. Her velinin, fiilen. keramet sahibi olması şart olmamakla beraber bir çok ermişin keramet sahibi olduğu kabul edilir ve bunlara ait kerametler menakıbnamelerde, velayetnamelerde ve süfi tabakat kitaplarında bol bol nakledilir. Nakledilen keramet olayları sanki yeni vukua gelmi,ş gibi tasavvuf ve tarikat mensuplarına heyecan verir. Önceki peygamberlere dair kıssaların Kur' an' da nakl edilmesi, bunların okunınası dinlenmesi ve yorumlanması nasıl ilgi görüyorsa kerametierin okunması, dinlenmesi ve yorumlanması da aynen öyle bir ilgi görür. Hatta süfiler arasında fiilen yaşanan ve gözlemlenen keramet olayları daha fazla ilgi görür. Adeta heyecanla, büyük bir hayranlıkla karşılanır.

Feridüddin Artar "Peygamberlerin haberlerinden (Ya Muhammed) kalbini teskin edeceğimiz kıssaları sana anlatıyoruz. Bu vasıtayla sana hak, mü'minlere de bir öğüt ve bir hatırlatma gelmektedir." (Hud, 12/120) mealindeki ayete atıfta bulunarak şöyle demektedir: "Cüneyd'e sordular evliyanın keramet ve menkıbelerinin anlatılmasında mürider için ne fayda var? Cüneyd dedi ki: Onların sözleri ulu ve yüce Allah'ın askerlerinden bir askerdir. Onunla kalbi kırılmış müridin kalbi güçlendirilir, bu askerden yardım görür." {Tezkiretü'l-Evliya s, 7, Serrac, Luma' 275, Kuşeyri, Risale, L~n V

Kur'an'da peygamberlerin hikayeleri aniatıldıktan sonra: "Onların kıssalarında iz'an ve akıl sahipleri için ibret vardır" buyrulur. (Yusuf 12/111) Kur'an'da anlatılan kıssalar neyse tasavvufta anlatılan kerametler ve menkıbeler de odur. Her ikisi de dini hayatın önemli unsurlarından ve olmazsa olmazlarındandır. Bununla beraber büyük süfiler velilerden zuhür eden kerametierin ve bununla ilgili menkıbelerin önem ve değerinin abartılmaması, hatta bu ·gibi hususların kaygı ile karşılanması ve gizli tutulması gerektiği konusunda sürekli olarak tavsiyelerde ve uyarılarda bulunmuşlardır.

IIARİK.ALAR

Harika delmek, yırtmak ve aşmak anlamına gelen Hırk kökünden gelir. Kur'an'da bu kökten gelen fiiller bu anlamda kullanılmıştır. (Kehf 18/71, İsra 17/37, Eiı'am 6/100, Ragib, el-Müfredat, Hırk maddesi.) Hadislerde de bu kelime ve türevleri aynı anlamda kullanılmıştır. YırtıJc, delik-deşik olduğu için bırkaya bu ad verilmiştir (bkz. Wensinck, el­Mu'cemu'l-Müfehres li-elfiizi'l-hadis, ll, 26) Harika ve Harikulade kavramı Kur' an' da ve hadiste geçmedİğİ için bu terim ilk Müslümanların bildiği bir ıstılah değildir. Kur'an'da, hadislerde ve ilk Müslümanlar arasında

olağanüstü olaylar · vardır ama bunlar başka kelime ve ıstılahlarla

anlatılmıştır.

16

Harika (Çoğulu: Havarık), harikulade, fevke'l-ade ve fevke't-tabia gibi terimler olağanüstü, tabiat üstü, tabiattaki düzene ve yasalara uymayan, bunlan delen ve yırtan olaylar ve haller anlamında kullanılır. Dolayısıyla tabiat üstü demek aynı zamanda akıl üstü (fevke'l-akl) anlamına da gelir. Harikanın aklen ve mantıken anlaşılmayan, açıklaması yapılmayan bir niteliği vardır.

Harikaların mahiyetini daha iyi görebilmek için Hariku'l-ade ve fevke'l-ade deyimlerinde geçen ade/adet kelimesini dikkate almak gerekir. Buradaki adet tabiattaki düzen, tekdüzeliği, süregelen ve alışılan adetleri ifade etmektedir. Felsefede ve tabiat bilimlerinde determinizm/muayyeniyetçilik (belirlemecilik) terimleriyle anlatılan husus yumuşatılarak ve esnek hale getirilerek adet, bazen de sünnet terimleriyle anlatılır ve Adetllllah/Allah adeti, sünnetllllah!Allah'ın sünneti denilir. Determinizm ile adetllllah arasındaki fark şudur: Tabiattaki bütün olaylar sebep-sonuc; ilişkisi içinde sıkı bir şekilde birbirine bağlıdır, belli seb~pler daima belli sonuçları doğurur. Bunun bir istisnası da yoktur. Buna illiyet/nedensellikte de denir. Tabiat kanunları değimiyle anlatılan husus da budur. Adetllllah ve sünnetllllah ifadeleriyle de hem sosyal hayatta, hem de maddi alemde ve tabiatta var olan düzen ve sebep-netice ilişkisi dile getirilir. Ancak sebep-netice ilişkisi felsefede olduğu gibi bir zorunluluk/zaruret olarak değil bir adet ve alışkanlık olarak algılanır. Bunun için nadir hallerde tabiat yasalarının delinebileceği, işlevsiz, geçersiz ve etkisiz kalacağı kabul edilir. Bu anlayışa göre tabiattaki düzende görülen geçersiz olma hali çok nadir hallerde ve anlık olarak görülür, tek olayla sınırlıdır. Sık sık görülen ve devam eden bir geçersiz ve işlevsiz olma hali asla sözkonusu değildir. Mesela ateşin insanı yakması tabiat kanunun gereğidir. Hz. İbrahim'i yakmamış olması ise bir harika, barikulade bir olaydır. (bkz. Enbiya, 21/69) Determinizmde ateşin Hz. İbrahim'i yakmaması olayına yer yok iken adetllllah'ta yer vardır. Zira Allah kendisi tarafından konulan tabiat kanunu bir hikmet ve masiahat sebebiyle çok ender durumlarda bir tek olayla sınırlı olmak üzere hükümsüz ve etkisiz kılabilir. -

Determinizm ilkesini kabul edenler barikulade olayları ve bu olayların türleri olan mucizeyi, kerameti, irhası, meftneti, istidracı, ihaneti, mekri kabul etmezler. Materyalizm pozitivizm ve katı rasyonalizm felsefe akımları harika olayları reddeder. Fakat İbn Sina gibi harikaları kabul eden filozoflar da vardır. Mucize-illiyet tartışması kelamçılarla filozoflar arasında en fazla ve en hararetle tartışılan konulardan biridir. Filozoflar Allah'ın hür ve serbest bir iradesi bulunduğu kanaatine yer bırakmayan "mucibun bi'z-zat" bir Allah anlayışını savunurken kelamcılar özgür bir iradeye sahip fiiil-i muhtar bir Allah anlayışını savunınuşlardır. Biri deist, diğeri teist bir tanrı anlayışıdır. İlahi dinlerin esas aldığı özgür irade sahibi Allah inancında

17

harikalara yer vardır.

IIA.:Ri:KALAR VE DİN

Harika olayların bütün dinlerde önemi büyüktür. Denebilir ki: Dini akılcı ve maddeci felsefe hareketlerinden farklı kılan, dinde hfrrikalara önemli bir yer verilmiş olması, hatta bir çok dinin temelinin de bu tür olaylar ve haller olmasıdır. Semav1 ve iHih1 dinlerde de harikalar önemlidir ama ilkel dinlerden paganizm de, özellikle mitolojide harikalar çok daha geniş yer tutar. Efsane, esatir, destan ve mitos denilen olayların büyük bir kısmı harikalardan oluşur ve bunlar içinde tanrılar ve dini inançlar önemli bir yer tutar. İnsanlık çok eski zamanlardan beri bu gibi hususlara büyük, güçlü ve sürekli bir ilgi göstermiş, bir efsaneler :ve mitler ülkesinde yaşamayı tercih etmiş, bunsuz bir hayatı aklına bile getirememiştir. Günümüz toplumlarında da bu durum belli çevrelerde ·ve belli ölçüde varlığını korumaktadır. Her insanın az-çok, şöyle böyle bir miti, bir batıl inancı vardır. Mitim yok diyen aydınların, hatta ateistlerin bile mitleri mevcuttur. Mana, tabu, totem, şamanlkam, büyü, kehanet gibi terimler hep esrarlı ve olağanüstü hususları çağrıştıran kavramlardır.

Ehl-i kitaptan olan Musev1likte de harikalar önemli olmakla beraber esas harikuHideler ve mucizeler dini Hıristiyanlıktır. Bh dindeki olağanüstü ve olağandışı, akıl üstü ve akıl dışı harikaların çokluğu adeta onu mitolojik bir hale getirir.

IIA.:Ri:KALAR VE İSLAM

İslam'ın bir akl!, mantık!, fıtr1 ve tabii tarafı, bir de akıl üstü tarafı vardır. Birinci taraf itibariyle İslamda akli ve tabü düzen, sebep sonuç ilişkisi, ikinci taraf itibariyle harikalar, mucizeler ve kerameti er önem taşır.

Kur' an sosyal ve beşeri hayata dikkatimizi çeker ve bu hayatta sünnetullah!adetullah denilen daiml istikrarlı bir nizamın ve alıengin bulunduğunu ısrarla ve önemle vurgular. (bkz. İsra, 17/77, Ahzab, 33/38, 62, Fatır, 35/43, Feth, 48/23)

Kur'an maddialemdeve kainatta var olan nizarn ve ahengi de güçlü bir şekilde vurgular: "Onlar ki göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ve Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın, derler." (Ali İmran, 3/191) "Biz semayı, arzı ve bu ikisi arasındaki şeyleri boş yere yaratmadık." (Sad, 38/27) "Eğer semalarda ve yeryüzünde Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı buradaki nizarn bozulur giderdi." (Enbiya, 21/22) "Rahman'ın yarattığında hiçbir aksaklık görmezsin. Gözünü çevir tekrar tekrar bak, herhangi bir bozukluk görebilecek misin?" (Mülk, 67/3) Kur'an canlılar, hayvanlar ve bitkiler alemimde de ahenkli bir biçimde işleyip duran bir düzenin bulunduğunun önemle altını çizer. İslam'ın bu yönüne bakanlar

18

İslam'da muayyeniyetin ve iliiyetİn esas olduğu kanaatine varır, harika, mucize ve keramet olaylarını bu çerçevede yorumlar, bunların akll ve mantık! bir yorumunu yapar ve bunları doğal olaylar olarak görür ve gösterirler. Zahire bakan ve akılcılık yönü ağır basan i.ılemada bu eğilim her zaman görülmüştür. Bunlar mucizeleri ve sünnetullahı bağdaşlaştıramaz, ikisine de birden inanmanın çelişkili olduğunu düşünürler. Kafaları buna yatkındır. Mucizeleri kabul eder görünürler ama bunun dini, hatta beşeri hayattaki büyük öneminden haberdar olmamakla kalmaz, böyle şeylere inanınayı aydın ve bilgin kişilere yakıştıramazlar. Çünkü bunu bir tür hurafe gibi görür, ilirnle fikirle bağdaştıramazlar. Mucizeyi kerameti ve harikaları olmayan bir dinde ve toplumda, bir alemde yaşamayı tercih ederler. Dünyanın her yerinde bu eğilimde bulunan insanlara rastlanır ve bunun böyle olması da son derece tabüdir. Ama maddi ve manevlidini hayattaki düzeni ve sebeplilik fikrini görmezlikten gelerek veya bunu yeterince önemsemeyerek bir tür harikalar, mucizeler ve kerametler dünyasında

yaşama eğilimine sahip olan insanlar da vardır. Bunların mevcudiyeti de son derece tabüdir. İslam alemindeki zalıir uleması (kelam ve fıkıh hocaları) ile mutasavvıfları bu bakımdan karşılaştırmak meseleyi yeterince aydınlatır, kanaatindeyiz.

Sfifilerin dayandıkları deliller haddinden fazladır. Bir kere Muhammed (s.a.v.) den önceki peygamberlerin hayatiarına ve bunların ümmet ve kavimleriyle olan ilişkilerine bakıldığında pek çok mucize ve keramet görmek mümkündür. Mucizesi olmayan bir peygamber bulunmadığından kelam alimleri bile mucize sahibi olmayı, peygamber olmanın zorunlu şartı ve olmazsa olmazı olarak görmüşlerdir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem'in hayatı büyük ölçüde mucizelerle doludur. Hz. İsa'nın hayatı da öyledir. İkisi arasındaki diğer peygamberler için de aynı şey söylenebilir.

· Hatta Hz. İsa'nın mucizeleri doğmadan evvel başlar, beşikte bir bebek iken mucizeleri görülür. (bkz. Maide, 5/110) Ulema böyle mucizelere irhas/keramet diyor.

Kur'an'da ve sahih hadislerde mucize keramet ve harika deyimleri geçmez. Bunlar sonradan ulemanın kullanmış oldukları terirnlerdir. Kur'an'da ve sahih hadislerde olağanüstü olaylar daha çok ayet/ayat (işaret/işarat, beyyinelbeyyinat, berahinlbürhan, delil/delail) kelimeleriyle anlatılır. Mesela Hz. Salih ile ilgili bir mucize olan deveden bahsedilir. Hz. Salili der ki: "Ey kavmiıni Size Rabbinizden bir beyyine gelmiştir. İşte şu deve sizin için Allah'ın bir ayetidir." (A'raf, 7/73, Hu'd, 1 1164) Hak Teala'nın emri ile Hz. Musa elini koltuğunun altına sokar ve beyaz olarak çıkar, bu mucizeye de ayet denilir. (bk. Taha, 20/22) "Biz Musa'yı Firavun'a ve adamlarına ayetlerirnizle göndermiştik." (Zuhruf, 43/46)

Kur'an'da en fazla geçen kelimelerden biri olan ayet mucize

19

anlamında kullanıldığı gibi her türlü tabiat olayı, ibret ve ders alınacak her şey, Allah Teala'nın varlığını işaret eden her nesne ve her olay anlamında kullanılmıştır. Bu açıdan baktidığından varlıklar aleminin tümüyle ayetler/mucizeler olduğu bile söylenebilir. Evrendeki her şey, en büyük gök cİsıninden zerreye/atoma varıncaya kadar her şey başlı ' başına ayet!mucizedir. Alem esrarla doludur.

HZ. MUHAMMED VE IIARiKALAR

Bir yönden bakılınca oldukça sade, doğal, alışılagelen ve sıradan bir hayat hikayesi bulunan Hz. Peygamber' in diğer yönden bakılınca

harikalarla, fevkalade haller ve mucizelerle kuşatılmış bir hayatı vardır. Her şeyden önce Kur'an O'nu geleceği asırlarca önceden haber verilen bir kurtarıcı, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak tanıtır. (bkz. Saff, 61/6) Yahudiler (İlya), Hıristiyanlar (Mesih), Hatta putperest Araplar böyle bir kurtarıcının geleceğine inanıyor ve onun gelişini bekliyorlardı. (bkz. Zuhruf, 43/21) Arabistan'daki kahinler ve miineccimler de kendilerine bu konuda haberler veriyorlardı. Bir Yahudi onun doğduğunu Ahmed'in doğumunu haber veren bir yıldız gökte parladı, diye haber vermişti. Hz. Arnine hamile iken: "bu ümmetin önderine hamilesin diye bir ses işifWişti. Hatta daha önce Abdulmuttalib, on oğlum olursa onuucusunu kurban edeceğim, diye nezr etmiş, bunun için Hz. Peygamber'in babası Abdullah'ı kurban etmeye teşebbüs etmişti. Bunun için Hz. Peygamber: "Ben iki kurbanın oğlu olarak doğdum, demişti." (bkz. İbn Hişam, es-Sire, s.98-103) İbn Hişam, Hz. Arnine'nin oğluna hamile iken içinden çıkan bir nurun Suriye'deki Busra şehrine kadar olan salıayı aydınlattığını, doğar doğmaz oğlunun ellerini yere koyduğunu, başını semaya kaldırdığını, iki omuzu arasında bir mühür bulunduğunu kaydeder. Sütannesi Halime'nin ·evinde iken bu evdeki gıda maddeleri bereketlenmiş bir keresinde de iki garib kişi gelib Hz. Muhammed'in (s.a.v.) göğsünü açmış ve yıkamışlardı. (bkz. İbn Hişam, es­Sire, 107,108) Daha vahiy gelmeden taşlar Muharnmed'i (s.a.v.) selamlıyordu. (Müslim, Fazail, 42) Hz. Peygamber'in dünyaya geldiği gece Kisra'nın sarayının ondört sütunu yıkılmış, hiç sönmeden yanan Mecusilerin ateşgedeleri sönmüş ve Sava gölünün suları çekilmiş ve göl kurumuştu. (bkz. Kadı İyaz, eş-Şifa, Kahire, 1950, I, 242), Şibli, Asr-ı Saadet, İst., 1921, I, 189)

Hz. Peygamber'in doğumundan önce doğumu esnasında ve bebek iken bu tür pek çok barikulade olayların vukua geldiği rivayet edilir. Bu rivayetlerin tamamını zayıf ve uydurma saymak, sahih olarale kabul edilenleri de doğa kanuniarına ve aklın ilkelerine göre yorumlayıp ortada bir fevkaladelik görmemek mümkün değildir. Üstelik bu konu ile ilgili rivayetler zahir ulemasının, özellikle hadis alimlerinin eserlerinde rivayet edilmiş, herkes tarafından da kabul edilmiştir. Delailü'n-Nübüvvet,

20

Şevahidu'n-Nübüvvet, A'lamu'n-Nübüvvet, Hilye ve Şemaile dair yazılan eserlerin önemli bir bölümü de sftfilikle ilgisi bulunmayan zahir ulemasına aittir. Mutasavvıflar, özellikle ilk sufıler peygamberlerle ilgili harikaları/mucizeleri anlatma, dinleme ve yazma yerine kendilerine ait .olan harikaları/kerametleri dinlemeyi ve aniatmayı tercih etmişlerdir. Bu bakımdan ulema eskiden vukua gelmiş harikaları anlattıkları halde mutasavvıflar yaşadıkları veya yaşandığını gördükleri harikalara daha çok ilgi dtiymuşlardır. Tıpkı peygamberlerde olduğu gibi velilerde de harika haller velinin ergenlik yaşı ile ilgili olduğu gibi doğum öncesi, doğum esnası ve bebeklik dönemiyle de ilgili olabilir. Annesinin rahminde veya sabi iken kerametleri görülen pek çok vell vardır. Mucize-keramet ilişkisi anlatılırken çeşitli görüşler ileri sürülür. Bu görüşlerden biri şudur: "Peygamberlerden mucize olarak zuhur eden her şeyin velllerden keramet olarak zuhftr etmesi mümkün ve caizdir. Yani mahiyet itibariyle keramet mucizeden farklı değildir.

Vahiy gelmeden evvel peygamberlerden zuhfu eden hfirikulade olaylara ve hallere "irhfis" denir: İrhas sözlükte duvar yapmak, temel atmak anlamına gelir. Ve irhas yüce Allah'ın bir adamı hayır ve haserratın kaynağı kılması demektir. İrhas tesis-i bina-yı nübüvvet demektir. Kable'l-bi'set zuhur eden harikalardan ibarettir. (Asım Efendi, Kamus tre, II, 1181) Tıpkı peygamberler gibi henüz velllik mertebesine ulaşmamış küçüklerden de irhas denilen olaylar zuhftr eder.

Hz. Peygamber'in bi'setine takaddüm eden yıllarda, aylarda ve günlerde ondan pek çok alışılmamış, sıra dışı harikalar zuhı1r etmiş,

fevkaladelikler görülmüş bu hal vefatma kadar da sürüp gitmiştir.

Hz. Peygamber' in seçkin kişiliği ve dürüstlüğü ile çevresine güven veren halinin yanı sıra yalnızlığı sevmesi, Hıra dağındaki mağarada inzivaya çekilip kendini tefekküre vermesi, bir takım sıkıntılı haller yaşaması, (özellikle vahiy alırken karşılaştığı zor durumlar, görmüş olduğu rüyaların şafak aydınlığı gibi. doğru çıkması alışılagelen haller değil, alışılri:ıamış fevkalade hallerdir. Çevredeki iyi niyetli insanlar bu halleri acaib ve garaib buluyorlardı. Bu hallerdeki fevkaladelik ve manevilik niteliğini hissedenler bunun etkisiyle İslam' ı kabul ediyorlardı. Hz. Peygamber' e muhalif olanlar ise bu duruma bakıp onun bir sihirbaz, kahin, şair ve mecnun olduğunu söylüyorlardı. (bkz. Tur, 52/59, Saffat, 27/36, Zariyat, 51/39, 52)

Hz. Peygamber gerek ahlaki davranışlar, gerekse vahiy ve ilhamla aldığı bilgi itibariyle bizatihi bir harika ve bir mucize olduğu gibi insanlara tebliğ ettiği Allah'ın kelamı, Kur'an da bir mucize idi. Her ayet, her süre ve bütünüyle Kur'an bir mucize olduğundan o dönemde mü'minler en azından manevi ve dini hayatları itibariyle fevkalade bir dönemde yaşamış lar, sık sık

21

harika/mucize denilen olaylara ve hallere şahid olmuşlar, vahiy ve peygamber kaynaklı bu tür olaylar çok etkili ve yaygın olduğundan sihir, kehanet ve müneccimlik, harika diye nitelenen olayların üzerini örtmüş, etkisiz ve geçersiz hale getirmiştir. Kur'an'da ve hadislerde bu tür barikalara ilgi duyulmamasının telkin edilmesi, hatta yasaklanması bu tür şeylerin itibardan düşmesine sebep olmuştu. Hz. Peygamber'in: "Kabine' inanan Muhammed'e inanmamıştır" dediği rivayet edilir. (bkz. Buhari, Tıb, 46, Müslim, Müsakat, 39, Tirmizi, Taharet, 102)

Bahsedilen sebeplerden dolayıdır ki; Muhammed (s.a.v.) ve vahiy merkezli fevkalade ve barikulade haller ve olaylar, bunun dışında kalan ve harika denilen her türlü halleri ve olayları önemsiz ve geçersiz hale getirmişti. Böylece bu tür harikalar fark edilmez ve dikkat çekmez derecede silikleşmiştir.

İbn Haldun daha önce etkili ve yaygın olan kahinliği Hz. Peygamber'in Hak Teala'dan vahyi almaya başlamasıyla zayıfladığını, silik ve sönük bir hal aldığını, bu durumun güneşin doğmasıyla görünmeyen ve fark edilmeyen yıldızlara ve lamba ışıklarına benzediğini, çünkü en büyük nfırun peygamberlik olduğunu, bu nfırun diğer nurların tümünü örttüğünü ve ortadan kaldırdığını her peygamber için de durumun böyle olduğunu belirtir .. (Mukaddime,94) .

Keşf ve keramet hallerini anlatırken İbn Haldun şunları söyler: "Mutasawıflar derler ki keşif ve keramet halleri peygamberlik döneminde azalır. Çünkü Hz. Peygamber'in huzurunda mürid'in böyle bir hali baki olmaz." Hatta onlar şunu da söylerler "bir mürid peygamber şehri Medine'ye gittiğinde burada bulunduğu sürece manevi hali alınır, oradan ayrılana kadar bu durum devam eder." (Mukaddime, 102, 448)

İbn Teymiye'ye göre bazan imanı zayıf veya ihtiyaç içindeki bir mü'minden, imanını güçlendirmek veya ihtiyacını gidermek için keramet zuhfır eder. Bundan dolayı sahabeden çok tabiinde keramet olayları görülmüştür. (el-Furkan, Kahire, 1387, s. 77) Hz. Peygamber döneminden ve nübüwet meşalesinden uzaklaşıldıkça keramet olaylarının artmasının sebeplerinden biri de budur.

Bütün bunlar vahyin geldiği yıllar olan 23 senelik dönemde genel olarak bölge ve belde halkının, özel olarak da mü'minlerin ilahi, semav'i ve nebevi harikaların ve fevkaladeliklerin hakim ve baskın olduğu bir atmosferde yaşadıklarını, bu hava içinde yaşarken peygamber merkezli fevkala.delikler dışındaki barikalara ve kerametiere ilgi duymadıklarını, aslında bu gibi hallerin söz konusu fevkalade hal içinde bir bakıma silindiğini ve kaybolduğunu ama bu dönemden sonra yavaş yavaş harika olay ve hallerin görülmeye, bunlara olan ilginin artmaya başladığını, adeta

22

peygamberlik öncesi durumun geri geldiğini göstermektedir. Diğer yandan zamanla barikulade hallerin ve kerametierin bazı çevrelerde haddinden fazla abartılarak peygamber dönemindeki fevkalade halleri ve mucizeleri örtlüğü de söylenebilir. Siltllerin bu konudaki yakınmalarından bunu anlamak mümkündür.

Harikulade ve fevkalade hallere ve olaylara özellikle dini çevrelerde ihtiyaç bulunduğu, bu tür

hal ve olayların bu ihtiyacı karşıladığı bu hususta bir boşluk meydana gelirse bunun bir şekilde doldurulacağı ve ihtiyacın karşılanacağı muhakkaktır. Akıl, fıkir, mantık ve ilim yönü baskın olanlar bu tür hal ve olaylara ihtiyaç duymayabilirler, bunun bir ihtiyaç olduğunu da kabul etmeyebilirler. Ama unutmamak gerekir ki ilimde, fikirde, kültürde, medeniyette ve teknolojide ne kadar gelişmiş olursa olsun her toplumda bahis konusu hususa ihtiyaç duyanlar, onsuz yaşayamayanlar, onu hayatlarının bir parçası haline getirenler vardır. Özellikle haikın çoğunluğu bu durumdadır. V ahyin sonu geldikten sonra keşif ve ilhamın, mucizeler dönemi bittikten sonra harika ve kerametierin sürüp gitmesinin sebebi budur. Bir dini onun manevi, ruhani, sırri ve deruni yönünü meydana getiren harikalardan ve kerametierden soyutlamak onu akli ve beşeri bir düşünce sistemine, sosyal bir kuruma, yapay örgüte indirgemek olur ve anlamını yitirir.

HAR:İKALARIN ÇEŞİTLERİ

Harika haller çeşitli şekillerde sınıflandırılabilmektedir. Önce bilgi/güç, (keşflkudret), dua itibariyle üçe ayrılır:

Bilgi türü kerametler: Bir silfi ve velinin duyular ve akıl yoluyla bilinmesi mümkün olmayan hususları keşf, ilham ve fıraset gibi isimler verilen bir yolla bilmesi genellikle harika olarak kabul edilir. Bu husus dini/ şer'i çerçevede gerçekleşirse keramet sayılır. Bir mü'minin duyu ve akıl yürütme aracılığı olmadan geçmişe, hale ve ve geleceğe ilişkin bazı hususları bilmesi, insanın zihninden geçen ve kalbinde bulunan düşünce ve duygulardan haber vermesi, saklanan ve yeri bilinmeyen bir şeyin veya kişinin bulunduğu yeri fırasetiyle bilmesi böyledir. Kur'an'da, sünnetle ve veli menı1kıbnamelerinde bunun pek çok örnekleri vardır.

Güçle ilgili kerametler: Bir velinin bir insanın kaldıramayacağı bir ağırlığı kolaylıkla kaldırrnası, havada uçması/tayy-i mekan, su üzerinde yürümesi, vahşi ve yırtıcı hayvanları itaati altına alması, güçlü kişilerin güçlerini kullanamaz hale getirmesi ve benzeri hususlar bu tür kerametlerdir. Buna tasarruf ve himmet gibi isimler de verilir.

Dua ile ilgili kerametler: Bir velinin bir hususun gerçekleşmesi veya

23

gerçekleşmemesi için Hak TeiWi'ya niyazda bulunması ve yakarması, bu dileğin Hak Teala tarafından kabul edilip gerçekleştirilmesi, bu tür kerametlerdendir. Veliler mucabJ!'d-da'vet/duası makbul kişilerdir. Talepleri kadar şekvalar/şikayetieri, duaları kadar bedduaları Allah katında çoğu zaman kabul görür.

MADDİIKEVNİ VE MA'NEVİ KERAMETLER

Maddi Keramete hissi, sfui ve kevni keramet gibi isimler de verilir. Su üzerinde yürümek, havada uçmak, ateşte yanmamak gibi. Tasavvuf kitapları bu tür kerametiere ve menakıbnamelere geniş yer verir ve bunları önemser. Fakat bunların önem ve değerini de abartmaz. Üstelik bu tür kerametierin ilahi bir mekr/tuzak ve mihne/sınama olabileceğini ve bu yüzden yoldan çıkmalarına, hatta yollarını kaybetmelerine sebep olabileceğini dikkate alarak bunu istemezler. İsterneden verilmesi halinde de sevinmezler. Tersine endişeye kapılır ve bunu gizlerneye çalışırlar. Aslında kerfunet olan bir hususu çevrelerine keramet değilmiş ve sıradan bir şeymiş gibi sunarlar ve yoruri:ılarlar. İbn Arabi'nin de belirttiği gibi mutasavvıfların avaını ve halk bu tür kerametierin önemini abartır, adeta bunlara hayran olur, silfilikte özel ve özelin özeli (havas, havassu'l-havas, hassu'l-havas) denilen yüksek irfan ve fazilet sahibi vel'iler bunları fazla önemsemezler. Bayezid Bistaml'nin ünlü tesbitini burada hatırlatırlar. Bayezid'e demişle'f ki: falan kişi havada uçuyor. Bayezid Bistami "hiç önemli değil, leş yiyen kargalar da havada uçar, Filan kişi suda yüzüyor. Bayezid olabilir ama önemli değil, balıklar da suda yüzer. Falan kişi bir gecede Mekke'ye gidiyor, tayy-ı mekan. Bayezid Bistaml Hak Teala'nın lanetiediği şeytan da bir gecede mağribten ta maşrıka gidiyor." Diye cevap vermiştir. (Kuşeyrl, Risale, 679) Benzeri bir menkıbe Rabia-Hasan Basri menkıbesinde de geçer. Hasan birgün Rabia'yı Fırat nehri sahilinde görünce seecadesini su üzerine serer ve "Rabia gel şurada iki rekat namaz kılalun" der. Rabia ise seecadesini havaya sererek "Buraya gel de halkın gözünde görünmez ol" der ve ekler. "Üstad! senin yaptığını balık, benim yaptığunı sinek de yapar. İş bunun ötesindedir." (Attar, Tezkire, 78) ibadetini sergileyen riyakar, manevi hallerini sergileyen iddiacıdır, diyor. Ebfı'I-Hayr Teynan su üstünde yürüyen birine "beri gel, karada yürü, yaptığın şey bidattir" demiş ve eklemişti. "Keramet-furilş/keramet satan kişi aldanmıştır. Onda köpek sesi olmasa bile köpektir." (Cami, 255)

Manevi keramet: Bu tür kerametler hakiki kerametlerdir. Bunlara ilmi, irfani ve ahlaki kerametler de denir. Şeriatın hükümlerine ve ahlak kurallarına uyma, kulluk görevlerini yerine getirme ve günahlardan sakınma da bu tür kerametlerdendir. Bu tür kerametierde ilahl mekr/tuzak ve miline/sınama sözkonusu olmaz. Kevni ve silri kerametler nefsin arzusu olduğu halde manevi kerametler Hakk'ın talebleridir ve elbette ki Hakk'ın iradesi ve talebi. nefsin arzu ve isteğinden çok daha önemlidir. Bundan

24

dolayıdır ki büyük velllere göre istikamet/ dürüstlük sfır'i kerametten üstündür. Ebfı Ali Cüzcan'i şöyle der: "İstikamet üzre ol ve keramet isteme, çünkü seni keramet arzulamaya tahrik eden nefsindir. Ulu ve yüce Allah ise senden istikamet/dürüstlük taleb etmektedir." (Kuşeyr'i, Risale, 441)

Sehl b. Abdullah Tüsteri de "En büyük keramet kötü bir huyunu iyi bir huy haline dönüştürmendir" demiştir. (Kuşeyri, Risale, 679) Bu durum tasavvufun tarifi ve gayesiyle de tam bir uyum halindedir. Ebu Muhammed Ceriri der ki "Tasavvuf her türlü kötü huyları terk ederek her türlü güzel huyları edinmektir." (Kuşeyri, 551) Muhammed b. Ali el-Kassab "Tasavvuf iyi bir cemaatle birlikte bulunan iyi bir kişinin iyi bir zamanda sergilediği şeyler/iyi davranışlardır. (Kuşeyri, 552) Amr b. Osman el-Mekki "Tasavvuf kulun her zaman, o zaman için en uygun olan hususlarla meşgul olmasıdır. (Kuşeyri, 552) Yani iyi bir zamanlama ve vakti en faydalı şekilde

değerlendirme olayıdır. El-Kettani "Tasavuf ahlaktır, ahlakça senden iyi olan tasavvufça da iyidir. ( Risale, 495) Ebu Hafs "Tasavvuf il.dabtan ibarettir. Her vaktin, her makamın kendine özgü bir edebi vardır. Vakitlere özgü edeplere sıkı sarılan erierin ulaştığı mertebelere erişir." (Sülemi, 1 19)

Tasavvufun biri tahalluk/ahlil.k, edeb; diğeri tahakkuk/hakikat, marifet olmak üzere iki boyutu vardır. Ahlak sebep, marifet onun semeresi ve neticesidir. İbn Arabi "keramet İstİkarnet üzere olmanın neticesidir ve istikamet üzere olmayı sağlar" der ( el-Fütühatü'l-Mekkiye, ll, 492)

Genellikle suri ve hissi kerametler bir sufinin sülukunun başlangıcında ve tasavvuf yoluna yeni girdiği zaman ya da fetret/zaif halinde ve manen gevşek durumda iken zuhfır eder. Serahslı Ahmed Taberiini der ki "Kerametin ne önemi vardır, maksat tevhiddeki yakin halinin kuvvetli olmasıdır. Kainatta ondan başka mucid görmeyen bir kimse için bir hal ve olay mutad imiş veya harika imiş ne fark eder?" (Kuşeyri, 675) Bayezid Bistami'nin şeyhi Ebu Ali Sindi de kendisinden keramet zuhur ettiği esnada manevi bir zaaf/fetret halinde bulunduğunu söyler. (Kuşeyri, 678)

Kendi halini tartmak ve Hak Teala'ya naz etmek için keramet göstermeye kalkışanlar vardır. Bir gün Ebu Hüseyin Nuri zıpkınını ırınağa atmış ve "Ya Rab! Eğer üç batman ağırlığında bir balık takılınazsa and olsun ki kendimi suya atıp boğulacağım" demiş ve bunun üzerine zıpkınına üç batman ağırlığında bir balık takılmıştı. Bu durum büyük sufi Cüneyd Bağdadi'ye ulaşınca çevresindekileri uyarmış "Balık yerine bir yılan çıkıp onu sokmalı idi, onun hükmü budur" demişti. (Risale, 676)

"Abdest alırken bazen su oluğundan altın ve gümüş aktığı oluyor" diyen Abdurrahman b. Ahmed'e Sehl b. Abdullah "Bilmiyor musun ki ağlayan çocukları meşgul etmek ve avi.ıtmak için ellerine haşhaş verirler" demişti. (Risale, 679) Hissi kerametler çoğu zaman çocukları avutmak için

25

anlatılan masallara benzer. Manevi anlamda baliğ olmamış ve er olma mertebesine ermemiş tarikat oğlanlarını bununla avuturlar.

Hissi kerametierin bir bölümü şer'i hükümlerin gereğini yerine getirmeye yöneliktir. Sehl b. Abdullah hayatının son_ döneminde kötürüm olmuştu. Namaz vakti gelince elleri ayakları açılır, kalkar namaz kılar, sonra eski haline dönerdi. (Kuşeyri, 682)

Bazı hissi kerametler silfileri haramdan veya helalliği şüpheli olan hususlardan korur. Haris Muhasibi'nin önüne helalliği şüpheli bir yemek getirilince parmağındaki bir damar hemen harekete geçer, bundan yemesine engel olurdu. (Kuşeyri, 72)

Hissi kerametler insanların haklarını korumaya ve bilmeyerek de olsa hatalı bir davranışta bulunmamaya yönelik de olabilir. Abbas b. Mehdi bir kadınla evlenip gerdeğe girmiş ama manevi bir kuvvet onu cinsel ilişkiden men etmişti. Üç gün sonr.ıı kadının evli olduğu ortaya çıkmış ve kayıp olan kocası bulunmuştu. (Kuşeyri, 687) İşte der Kuşeyrl: "Hakiki keramet budur. Manevi yoldan edindiği bilgi onu hatadan korumuştu."

Bu kerametler baiı hataların düzeltilınesi ve uyarılar niteliğinde de oluyor. Bazı hallerde bazı kişilerin intibaha gelip tevbe etmelerini, bazen da gayr-ı Müslimlerin hidayete ermelerine vesile oluyordu. ~Kuşeyri, 490, 491, 493) İbrahim ei-Havvas, Müslüman kılığında kendisini ziyaret eden bir gencin yahudi olduğunu fırasetiyle bildikten sonra ihtida eden genç der ki: "Bizim kutsal kitabımız sıddıkın (çok dürüst kişinin) fıraseti şaşmaz" diye yazar. (Kuşeyri, 490). Antakyalı Ahmed b. Asım "Ehl-i sıdk/dürüst insanlar kalp casuslarıdır" demiştir. (Kuşeyri, 485) Görüldüğü üzere böyle menkıbelerde kerametle doğruluk ve dürüstlük arasında sıkı bir ilişki kurulmaktadır.

İbn Arabi mucizeleri kabul etmeyen ve "İbrahim (as.)'i yakmayan ateşten maksat Nemrud'un gazabı idi" diyen mülhidin eteğine mangaldaki ateşleri döker ama ateş elbiseyi yakmaz. Münkir/mülhid hakikatı itiraf edip iman getirdi. ( el-Fütühat, II, 492; Cami, N efehat tre. 626) Ebu Abdal Ahmed Çişti bir gün şaraphanedeki küpleri kırdığı için babası üzerine kocaman bir taş bıraktı, taş havada, muallakta kaldı. Ahmed' e zarar vermedi. Bunu gören babası tevbe etti. (Cami, 363)

Bazı kerametler insanların dert, ızdırap, elem, üzüntü ve acılarını paylaşmanın ve fedakarlığın önemini vurgular. Ebu hHafs yanına aldığı müritleriyJe bir hastayı ziyaret eder, Hastanın isteği üzerine ziyaretçiler onun hastalığını yüklenir ve yatağa düşerken hasta sağlığına kavuşur. (Kuşeyri, 479) Tasavvufve fütüvvet başkası adına acı çekme fedakarlığıdır.

26

Keramet İstikamet ilişkisi

Kerametle istikamet/dürüstlük arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunu gören sı1fıler bu noktaya sıkça temas etmişlerdir. Ebı1 Ali Cüzcanl'nin: "İstikamet sahibi oH Keramete talip olma. Zira Rabb'in senden istikamet/doğruluk isterken nefsin seni keramet talep etmeye özendirmektedir (Kuşeyri, 440) sözünü açıklayan Şeyh Zerrı1k Hikem-i Atdijye Şerhi'nde (s. 295-96) şöyle der: "İstikamet/doğruluk kerametten üstündür. Keramet, istikameti tam ve mükemmel olmayanlarda da zuhCır eder. Keramet ehli, mükemmel olmasa da istikamete sahiptir. Allah, kerameti hususiyet balışetmek istediği kuluna lütfeder. Onun için keramet, sahibinin Allah katında hususi/özel bir konumda bulunduğunu gösterir, istikametinin mükemrnelliğini göstermez. Kerameti olanlara ta'zim ve hürmet edilir, ama peşinden gidilmez, rehber olarak görülmez. Bir vel1ye tabi olmak için keramet değil, mükemmel bir istikamet lazım. Bu da kayıtsız şartsız Hakk'a tabi olmaktan ibarettir. Onun için gerçek keramet istikamettir, denilmiştir. Kerametin zuhı1ru istikamete delalet eder ama İstikametİn

mükemmelliğine delil olmaz. Veliliğe de delil olmayabilir."

Şazill'ye göre biri kuwetli i'tikad ve iman, diğeri Allah'a ve Rasfılü'ne tabi olmak üzere iki keramet vardır, bunun dışında keramet peşinde koşanlar sahtekardırlar (Hikem-i Ataiyye Şerhi, s. 295-96).

Ünlü sı1fı Muhiddin İbn Arabi keramet üzerinde genişçe durur, kerameti halka ve özel kişilere göre ayrı ayrı değerlendirir, sı1r1 kerametierin halk için, ilmi ve irfani kerametierin havasiözel kişiler için olduğunu önemle vurgular. Ve keramet-ahlak, keramet-şer'i alıkarn ilişkisi konusunda geniş bilgi verir.

İbn Arabi önce kerametleri hissi/manevi, zahiri/batıni olmak üzere ikiye ayırarak bu konudaki geleneğe uyar. Hissi/sfiri keramet genellikle sfıfınin dışında gerçekleşir, fizik alemle ilgilidir, duyularla algılanır ve gözlemlenir. Su ya da ateş üzerinde çıplak ayakla yürüme gibi. Biitıni/ruhi keriimet ise sı1fınin kendisinde veya başka bir kişide gerçekleşir, psikolojiktir. Bunun hakikati ancak içinde gerçekleştiği şartlar ve keramet sahibinin kişiliği dikkate alınarak bilinebilir. Objektif, sübjektif (afili, enfiisi) ve İliibi alemiere ilişkin esrarın keşfı bu tür kerametiere örnektir. Burada manevi hakikati ve İliibi sırları keşfetmek bahis konusu olduğundan buna ilm-i keramet de denir. Yüce Allah'ın insan nefsine lütfettiği hakiki ve sahih keramet veliliktir. Maddi ve harici keramet de denilen sfıri kerametler ise şu dünya hayatında verilen geçici ödüller olup her zaman ahirette sevap almaya vesile olmaz. Hatta bazen sevabı azaltabilir. Daha kötüsü nefsin şımarmasına ve kibirlenmesine sebep olabileceğinden hüsrana da yol açabilir. Ayrıca mertebesi ne olursa olsun bu tür kerametler her sılfide

27

görülebilir. Mesela birinci makam olan tevekkülün ilk mertebesinde bile şu . dört keramet görülebilir: Tayy-ı mekan, su üzerinde yürüme, havanın

yarılması, gaibden yeme.

, İbn Arabi süri kerametleri açıklamak için iki ayrı alemden bahseder. "Sebep-sonuç temeli üzerine kurulan maddi alem, dünya; kudret temeli üzerine kurulan ve hakiki arz, misal alemi, hayal alemi gibi isimTer alan alem. Yüce Allah maddi aleme koyduğu düzeni nadiren istisnai olaylar için delebilirS (bk. el-Fiitühiitü 'l-Mekkiyye, II, s. 487).

İbn Arabi Meviikiu 'n-nüciim isimli eserinde insan bedenindeki sekiz organ ve bunların kerametierini oldukça ilginç bir şekilde açıklar. Bu organlar göz, kulak, dil, el, mide, cinsel organ, ayak ve kalbdir.

Keramet, fazllete verilen bir mükafattır. Bu sebeple faziletle bunun ödülü ve karşılığı olan keramet arasında simetrik bir benzerlik ve ilişki vardır. Fazilet güzel davranışlar gösterme alışkanhğıdır. Bu alışkanlığı edinmek için onun zıddı olan ve rezllet denilen kötü davranışlardan uzak kalmak gerekir. Kötü huy ve davranışları adet edinen bir kimse bu düzeni del er ve güzel huy ve davranışlara geçiş yaparsa bu delme/hark etme aslında bir keramet olduğunda Yüce Allah da ona tabiat kanunlarını delmeyi lütfeder. Mucize budur. Ahlaki fazilet ile tabiat fazileti arasında bir tür denklik ve karşılıklık ilişkisi bulunmaktadır. Ayrıca" süfınin fazileti Hz. Peygamber' in faziletinin bir örneği ve yansıması olduğundan ona verilen mucizenin bir benzeri olan kerametin evliyaya lütfedilişi İlahi hikmetin gereğidir. Hak Teala Peygamber'in tasdik edilmesi için ona mucize verdiği gibi velisine de ikram olarak keramet lütfeder. Çünkü ikisi de yetkinlik yolunu tutmuşlardır.

İbn Arabi'ye göre insan nefsinin tabiatında barikulade halleri ve kerametleri meydana getiren bir meleke vardır. Buna "sıdk", "himmet" ve "yakin" gibi isimler verilir. Keramet süfınin nefsinde İlahi bir lütuf olarak mevcut bulunan bu melekeden kaynaklanır ve bu meleke sıradan insanlarda hatta gayr-ı Müslimlerde de bulunabilir. Alerobatların ip üzerinde yürümeleri böyle bir güçle mümkün olmaktadır. Himmet ve sıdk (tam inanç ve yakin) hali ise insan nefsi madde, bitkiler ve hayvanlar üzerinde etkili olduğu gibi diğer insan nefsleri üzerinde de etkili olabilmektedir.

İbn Arabl'ye göre potaya konulan altın nasıl ateşle temizleniyor ve tebahhur ediyorsa beden potasındaki nefs de zühdlçile ile İlahi lütuf ateşi üzerinde temizlenir ve buharlaşır. Bedeni son kez ve tamamen terk etmeden evvel nefs, esas vatanı olan ruhlar alemine yönelir. Allah'ın lütfu ile burada işrak ve keramet (harika) gibi ihsanlara nail olur. İnsan nefsi ile meleklerin ruhu aynı cevherden olduğundan harikalar meydana getirme niteliği kazanır. İnsan nefsini bu nitelikten yoksun bırakan şey kalın ve kaba bir yapısı

28

bulunan bedenle birlikte oluşudur.

Sebep ne olursa olsun her tür harikanın ve kerametin yaratıcısı Hak Teala'dır. Lakin o bu tür bir ikramda bulunurken ezell inayeti ve hikmeti gereği fazlletle bunun ödülü olan keramet arasında bir kıstas ve bir ilişki kurar. Mesela gözün kerameti görme duyusuna ilişkin faziletierin ödülüdür. İşte bu noktadan hareketle fazlletlerle donanmayan bir kişiye keramet ihsan etmemek Sünnetullah'ın gereğidir. Lakin bu kıstas Allah'ın irade hürriyetini sınırlamaz. O dilerse ehli olmayana da keramet (olağanüstü bir hal) verebilir. Ama bu durumda keramet nimet değil, milinet/sınama sayılır. Allah bu suretle eksik bir durumda bulunan nefsi imtihan eder. Acaba bunu hak ettiği kurunrusuna kapılacak mı veya kendisindeki eksikliğin farkına varıp onu tamamlayacak mı diye.

İbn Arabl'nin sekiz organın kerametierini açıklama tarzı özetle şöyledir: Sekiz organdan her birine özgü birtakım şer'! ve ahlaki yükümlülükler ve ödevler vardır. Bu yükümlülükleri yerine getiren ve ödevlerini yapanlarda o organla ilgili kerametler zuhür edebilir:

1. Gözün Kerameti: Gözün kerametleri görme duyusundaki faziletierin sevapiarı ve ödülleridir. Harama bakmayan, bakışlarıyla

başkasını rahatsız etmeyen, gözlerini hayırlı ve güzel işlerde kullanan bir kula başkasının göremediği uzak mesafedeki şeyleri görme, insanların

kalbindeki duyguları ve zihnindeki bilgileri bilme, çeşitli perdelerle örtülü İlahi tecellileri temaşa etme gibi kerametler verilir. Gözü günahtan koruma ve hayırlı işlerde kullanma fazilettir. Bunun ürünü ve sonucu da görmesidir. Bu da gözle ilgili keramettir.

2. Knlağın Kerameti: Gıybet, fuzüll söz, haram ses dinlememek, Kur'an, hadis, vaaz ve hak söz dinlemek, kısaca kulağı yaratılış amacına uygun olarak kullanmak fazilettir. Bunun sonucu ve meyvesi ise maddenirı, bitkilerin, canlıların ve meleklerin Hak Teala'yı zikir ve tesbihlerini işitmektir. Bu da kulağın kerametidir. Hiçbir şey yoktur ki hamd ederek O'nu tesbih etmesin. "Lakin siz onların tesbihlerini anlamıyorsunuz" (İsra, 17 /44). Kulağın fazileti bu tesbihi işitme kerametinin gerçekleşmesini temin eder.

3. Dilin Kerameti: M8.h!:!like lehine (yaratılış amacına) uygun olarak kullanılan, haram sözler söylemeyen, doğru konuşan, Allah'ın Ketarnı'nı okuyan dil bunun ödülü ve sevabı olarak tıpkı Hz. İsa gibi hastalara şifa verir, meleklerle konuşur, gayba ait bazı hususları haber verir.

4. Midenin Kerameti: Haram lokmadan sakınan, helal gıda ile beslenen bir mide uzun süre açlığa ve susuzluğa dayanabilir, marren Allah tarafından beslenebilir, hiç beklemediği bir yerde önüne bir rızk, bir sofra çıkabilir. Hz. Peygamber: "Allah bana yediriyor ve içiriyor" buyurmuştu.

29

Y emeğin bereketlenmesi, az yemeğin çok kişiyi doyurması da bu kısma dahil kerametlerdir .

. 5. Elin Kerametleri: Eli ile günah işlerneyen, elini sevap ve hayırlı işlerde kullanan bir rnüminde elle ilgili _kerfunetler zuhı1r eder. Hz. Musa elini yakasının altına sokrnuş, bir mucize olarak beyaz şekilde çıkarmıştı. Hz. Peygamber Bedir' de eliyle düşmana bir avuç toprak saçrnış ve onları rnağlup etmişti. Başkasının ulaşamadığı bir yere elin ulaşması, başkasının kaldıramadığı ağırlığı kaldırması elin kerarnetlerindendir.

6. Cinsel Organtarla İlgili Kerametler: Bu organları haram, günah ve gayr-ı meşru yerde kullanmama, iffetli ve narnuslu bir hayat yaşama bu organların fazlletleridir. İffetli ve narnuslu insanların kerametleri manevi bir doğuma, manevi anne-baba ve evlad olmaya nail olmalarıdır~ Sı1fılerde yol eviadına sahip olmak bel eviadına sahip olmaktan önemlidir. Büyük ermişterin önemli bir kısmı Ata, Baba ve Dede diye anılır.)

7. Ayağın Kerametleri: Günah ta değil, sevap işlerde kullanılan ayağın kerametleri tayy-ı mek+an ve benzeri harikalardır.

8. Kalbin Kerametleri: Kalbin dışındaki yedi organa ait kerametierin tümünün kaynağı kalptir ve onlar aynı zamanda kalbin• de kerametleridir. Diğer yedi organı harekete geçiren kalptir. O organların işlerinin değeri de kalpteki niyete göredir. Bunun dışında kemal ve rnarifet sahibi olmak, İlahi buzurda bulunma, Hak'la birliktelik gibi yüce haller de kalbin kerfunetleridir. Allah'ın emir ve yasaklarına tam olarak uymak, O'nunla ünsiyet etmek ve iradesine teslim olmak, İlahi ve Zat'i tecelliye rnahzar olmak, rnazkı1rla zikreden, zikirle rnezkı1rdan fani olmak ve İlahi hitabı işitme/sema da kalbe ait kerametlerdendir.

Görülüyor ki İbn Arabi kerarnetin her türünü sahih bir itikada, Allah'a iyi kul olma, O'na ibiasla ibadet etme ve ahlak ilkelerine samimi ve sıkı bir şekilde sarılmaya bağlamaktadır. İbn Arabi'ye göre kerfunet karnil insan olmanın ne alfuneti ve işareti, ne de olmazsa olmaz şartıdır. Kerfunet olmadan da velllik ve kemal gerçekleşebilir. Tersine karnil olmayanlardan da kerfunet zuhı1r edebilir. Kerfunet herhangi bir harikadan fazla farklı bir şey değildir. Kerfunet hakiki anlamda ruhi kemalin cevherini oluşturmaz. Bundan dolayı doğruluğu şiar edinen sı1fıler kerfunet türü İlahi lütufları ruhlarının derinliklerinde gizli tutarak sıradan bir mürnin gibi yaşar, ayrıcalıklı bir konurnda bulunmaktan dikkatle kaçınırlar (bk. Fütuhô.t, m, s. 44).

İbn Arabi'ye göre kerfunetle kerfunetin zuhı1r ettiği kişinin organı arasında bir ilşki bulunur. Sevab-mü§b (ödül-ödüllendirilen) arasındaki bu ilişki kerfunet meselesinde de ortaya çıkar. Çile ile beden sermesini deleniere tayy-i mekan kerameti verilir.

30

Hakim, alim ve habir olan Allah her şeyi yerli yerine tevdi. etmiştir. Bir makamla o makamın hükümleri arasında mutlaka bir münasebet vardır. Mesela göz onun için belirlenen sınırda durursa ona Hakk'ı temaşa; kulak kendisi için belirlenen sınırda durursa ona da İlahi hitabı işitme/sema keramet olarak verilir. Göze semaın, kulağa temaşiinın keriimet olarak verilmesi İlahi hikmete uygun düşmez. Buna "münasebetlerimiz" denir. Neyin neyle ilişkili olduğunu konu alan bu ilim son derece önemli ve şereflidir. Tayy-ı mekan suretiyle yeryüzünde mesafe almakla zühd, takvii ve çile ile beden memleketindeki menzillerde mesafe kat etmek arasında bir münasebet vardır. Yaksulu doyurmak ve giydirmek veya cahil i bilgilendirmek veya talibi irşiid etmekle su üzerinde yürüme kerameti arasında da bir ilişki vardır. Havada yürüyen bir zatın kerametinin sahih olması için mutlaka hevasını, yani nefsin arzu ve isteklerini terk etmesi lazım gelir. Havada yürüyen birine: "Bu keramete ne ile nail oldun?" diye sorduklarında: "Hevası için heviimı, iradesi için irademi terk edince Hak Teaiii havayı emrime verdi" diye cevap vermişti. Bakın Yüce Allah ne buyuruyor: "Geçmiş günlerde işlediklerinize, a. Kalmamza karşılık olmak üzere şimdi burada afiyetle yiyin, için" (el-Hakka, ·69/24). Yani dünyada aç kalınakla ahirette canın istediği her şeyi yeme arasında bir münasebet, bir benzerlik ve bağlantı vardır. Bu durum keriimetler konusunda da böyledir (bk. Fütuhlit, IT, s. 491). Keriimet mutlaka böyle gerçekleşir, demiyor diyen İbn Arabi ifadesine şunu da ekliyor: Keriimet böyle gerçekleşir ama varsayalım ki gerçekleşmedi. Bu da fazla önemli değildir, Zaten ariflerin göz diktikleri ve nasip almak istedikleri şey keriimet değil kerametin menzilleri, meyveleri ve sırlarıdır. İşin manevi ve rfi.hi yönü gerçekleşirse sur! keriimetin vukua gelip gelmemesi önemli değildir.

Ebu Abdullah b. Kaid tasarrufta bulunur, kendisinden keramet zuhfu ederdi. Ebu's-Suud Şibl ise tasarrufta bulunmaz, mutlak olarak Hakk'ı vekll bilirdi. Bununla beraber Ebu's-Suud'un makamı daha yüksekti (İbn Arabi, Füsiis, Kahire 1946, s. 128).

Hak Teala kerameti izhar etmek ve barikulade haller meydana getirmek için veliye kudret verir. Vell bu kuvvet ve kudretle dilediği

harikayı meydana getirebilir ama Hak Teala'nın sır ve hikmetine vakıf olan veli O'nun sır ve hikmetine aykırı düşen harikalar göstermez.

Yelmin harikalar izhar etmemesinin diğer bir sebebi de hak Teala'nın vel1nin vellliğini halktan gizlerneyi murad etmesidir. Vel1 harika izhar etse Hak Teaiii'nın gizli kalmasını istediği şeyi açığa çıkarmış olur. Buiseveliye yaraşmaz, terk-i edebdir, velllik mertebesinden kovulma sebebidir. Vellden keriimetin zuhuru kadınlardan hayzın suduru gibidir. Kadınlar hayzlarını gizledikleri gibi vel1ler de kerametierini gizler, ifşa etmezler.

31

Peygamber'e mucize göstermek nasıl vacib ise vellye de kerameti gizli tutmak öylece vacibdir (Nasrullah Bahai, Risale-i Bahaiyye, İstanbul 1325, s. 109).

Tasavvufta keramet ızhar edilmez, zuhür eder, yani veli keril.met göstermez ama onda keramet görülür. Gayr-ı ihtiyar! ondan hil.rik~ haller zuhür edbilir. Bu ilke esas olmakla beraber keramet gösteren hatta keramet gösterınede birbiriyle yarışan süfiler de vardir. Bunlara dair üç örnek:

<Cehm ed-Dukki bir sema meclisinde vecde gelmiş, bu halde iken de bir ağacı tutup kökünden sökmüştü. Bu durumu öğrenen Ebu Bekir ed­Dukki, zayıf bir kişi olduğu halde sema esnasında cezbelenip deveran eden Cehm ed-Dukkl'nin hacağından tutup yerinde sabitlermiş, bu durumda Cehm, "Tevbe, tevbe ey şeyh !" deyip keril.met gösterdiğinden dolayı özür dilemişti. Bu menkıbeyi nakleden Kuşeyr'i (s. 205) "O da bu da haklı idi" der.>

Mağrib'te mürideri bulunan iki şeyh vardı. Birinin adı Cebele, diğerininki Züreyk idi. Bir gün Züreyk mürideriyle birlikte Cebele'yi ziyaret etti. Müriderinden biri öyle etkili bir şekilde bir ilahi okudu ki Cebele'nin müriderinden biri bir nara atıp can verdi. Ertesi gün Çebele öyle etkili bir ilahi okudu ki Züreyk'in müriderinden biri bir sayha atarak cansız bir şekilde yere düştü. Cebele Züreyk'e dedi ki: " Bire bir ama bu işe ilk başlayan daha zalim" (Serrac, 359)

Ebil'l-Hasan Harakanı ile Şeyhu'l-meşayıh. (İbn Hafıf)'ın keril.met gösterme yolunda giriştikleri mücadelede Mekke'ye giden pek çok hacı yolda helil.k olur. Dervişin biri bu işe akıl erdiremez ve Harakani'ye sorar:"Bu hal doğru mu?" Harakan'i: "İki fıl çatışınca arada sinekler ölür ama önemli değil" (Atar, Tezkire, Tahran, 1346, s. 662)

Bu tür leerametler ya sahiplerinin bu yola yeni girmiş, deneyimsiz ve zayıf kişiler olmalarıyla açıklanır ve bunların doğru olmadığı söylenerek okuyucu uyarılır veya müritlerin şeyhlere bağlılığını güçlendirmek, onlara heyecan vermek için anlatılır. Bunlarla daha değişik mesajların verildiği de olur. Her hal u karda bu nev'! keril.metler aniatıldıktan sonra bunlara takılıp yoldan kalmamak gerektiği ifade edilir. Nitekim Cebele-Züreyk mücadelesini anlatan Kuşeyri hemen ardından şunu ekler: İbrahim Marİstani demiş ki, Hz. Musa Bir gün bir kıssa anlatmış, dinleyicilerinden biri cezbeye kapılıp üstünü başını yırtmıştı. Bunun üzerine Allah'tan vahiy geldi. "ya Musa! Ona de, benim için elbisesini değil kalbini parçalasın." (Risale, 650)

Bunun yanında müritlik, dervişlik, şeyhlik, dindarlık ve takvii ile ilgisi bulunmayan ve keramet-furüş ve riyil.kar denilen şarlatanların, sahtekarların ve istismarcıların ·ıceril.met olarak gösterdikleri bir sürü hakkabazlıklar ve kandırrnacalar vardır.

32

Kerametierin pek çok türleri vardır. Sübki Tabakatü'ş-Şafıiyye'de (ll, 316), Münavi el-Kevakibü'd-düriyye'de (1, ll), Nebhani Camiu Keramati'l­evliya'da (1, 19), 20'den fazla keramet türünü bahis konusu ederler.

Ölüleri diriltrne. Ebu Yusuf Hemedani dervişlerinden birinin çocuğu ölünce dua etmiş, çocuk yeniden hayata kavuşmuş ve uzun süre yaşamıştı. Hacca gitrnek için yola düşen Rabia Hatun'un bineği ölünce dua etmiş, bineğl dirilmişti. Abdülkadir Geylani, önüne konulan pişmiş tavuğu yedikten sonra elini kemiklerin üzerine koyup "kemiklere hayat veren Allah'ın

izniyle kalk" deyince tavuk canlanmıştı (bk. Ris!ile-i Bahliiyye, s. 21 1).

Ölülerle konuşma. Şeref el-Münavi, İınfun Şafii'nin kabrine gider onun (ruhu) ile konuşurdu.

Denizin infılak etmesi, di b inin ortaya çıkması, kuruması. V elilerden biri gemide yolculuk yaparken vefat etmiş, techiz ve tekfıni yapılmış, tam bu sırada deniz ikiye ayrılmış, gemi dibe oturmuş, cenaze denizin l'libinde toprağa verildikten sonra deniz eski haline dönmüştü.

Bir maddenin başka bir maddeye dönüşmesi, kimyasal değişim. Buna inkılab-ı a'yan denir. Nitekim velilerle alay eden bir kişinin Yemenli el­Hettar' a gönderdiği iki küp şaraptan biri bala, diğeri yağa dönüşmüştü.

Tayy-i mekan/ yerin dürülmesi. Veli bir anda Buhara'dan Mekke'ye gidebilir.

Hayvanlar, canlılar, maddeler ve bitkilerle konuşma. Bir nar ağacı İbrahim b. Edhem'e "lütfen meyveınİ ye" diye hitap etmişti. Bu ağaca "abidlerin nar ağacı" (Rumınanetü'l-abidin) derler. Şibli meyvesini yemek için elini bir ağaca uzatınca "aman ha ben bir yahudiye aitim" diye onu uyarmıştı.

Hastalara şifa verme ve sağlığa kavuşturma. Abdülkadir Geylani felçli, kötürüm ve ama bir çocuğa "Allah'ııı izniyle kal!" deyince çocuk kalkmış, yürümüş ve sağlığına kavuşmuştur.

Tabiat kuvvetlerine ve hayvaniara hükmetrne, onları emre musahhar kılma. Pek çok velinin aslana bindiği rivayet edilir. İbn Abdüsselfun'ın haçlı ordusu üzerine bir fırtınayı saldığı anlatılır.

Tayy-i zaman, uzun zamanın kısalması.

Neşr-i zaman, kısa bir sürenin uzaması.

Duanın ve bedduanın kabfılü. Duası Allah katında makbul olan velilere müstecabu'd-da'vet denir. Veli dua eder, bir kişiyi felaketten kurtarır, beddua eder, başını belaya sokar, çarpılır.

Gayb niteliğinde olan bazı şeylerin keşfedilmesi ve olmadan evvel

33

bazı hususların haber verilmesi. Gaib, geçmiş, gelecek ve içinde yaşanan zaman (hal) ile ilgili olabilir. Süfilere malilnı olan gayba ait bilgiler münferİt ve kişiye özel olaylar olduğundan "Allah'tan başkası gaybı bilmez" ilkesine aykırı değildir.

Uzun süre aç ve susuz kalmaya tahammül ve sabretme ..

T~rif/Tasarruf/Teveccüh. Veli tüm dikkatini ve manevi gücünü belli bir kişi üzerinde yoğunlaştırarak onu etkileyebilir, belli hedeflere yönlendirebilir. Mesela cebindeki parasından bir kısmını harcatmak için bir kişiye diş ağrısı ç_ektirebilir.

Çok miktardaki gıdayı bir oturuşta yeme. Şeyh Demirtaş'tan böyle bir keramet nakledilir.

c Haramdan korunma. Haris Muhasibi helalliği şüpheli olan bir yemeği yemeye teşebbüs edince elindeki bir damarı oynar, onu uyarırdı.

Bir mekanı uzaktan görme. Şeyh Ebu İshak Şir§.zi Bağdat'tan Mekke'deki K.a'be'yi görürdü.

Heybet. Bazı velilerde öyle bir.heybet bulunur ki o vellyi gören bazı kişiler derhal ondan etkilenir, hatta bu heybete dayanamaz ve can verirdi)

Velilere kötülük yapanların mfisibetlere dilçar olmaları.

<Çeşitli şekiliere girme. Bir vellnin çeşitli şekillerde gorunmesi, bedenini bir yerde bırakıp başka bir yerde başka bir bedenle görülmesi konusunda bir çok menkıbeler anlatılır. Abdal ve büdela bu özellikteki velilerdir1

Münavi şöyle der: "Sfifiler maddi alemle ruhlar alemi arasında misal alemi veya hayal alemi dedikleri üçüncü bir alemin daha var olduğunu kabul eder. "Melek beşer şekline girerek O'na göründü" (Meryem, 19/ 17) ayetini bu alemin var olduğunun delili sayarlar." (Münavi, el-Kevakib, I, 11-13) Kerametler işte bu alemle ilgilidir.

Keramet türleri bu sayılandan ibaret değildir. Hatiftenlgaibten gelen nida ve sesleri işitmek, tiraset nfiru ile nazar edip bir kişinin kalbinde ve zihninde olan düşünceleri bilmek, birine okuyup üflemek (nefes etmek, demiden) sfuetiyle onu etkilemek, havada uçmak ve benzeri bir çok kerametleri konu alan menkıbeler anlatılır.

Burada bahis konusu edilen kerametierin hepsi sfiri ve kevni kerametler olup fazla önemli değildir, hatta bazen hiç önemli değildir.

Bunların mahzurlu ve tehlikeli olduğu da çokça görülür.

Sfifi muhayyile, irnkfuı dahilinde olup olmadığına bakmadan ermişlerle ilgili pek çok barikulade haller üretmiştir. Bunu yaparken de

34

İslam öncesinde ve İslam döneminde ama gayr-ı Müslim çevrelerde üretilen, çağlar boyu ağızdan ağza aktarılan bir çok harika olayları yeni motiflerle süsleyerek bunlara İslami-tasavvufi bir şekil vermiştir. Mesela havada uçmak hem Hıristiyan azizlerinde hem Müslüman dervişlerde görülen ortak bir harika haldir. Çok uçtuğuna inanıldığından ünlü sfıfilerden bir Lokman-ı Perende/Uçan Lokman adını almıştır. Hacı Bektaş'ın dört yüz müridiyle uçarak Anadolu'ya geldiğini anlatan menkıbeler vardır.

Hiç şüphe yok ki velilere nisbet edilen kerametler peygamberlere ait olarak anlatılan mucizelerden çok fazladır. Aynı zamanda harika ve imkansızlık yanı daha ağır basar. Bu bakımdan ne kadar zor, güç ve imkansız olursa olsun, büyük işler başardığına inanılan ermişler bir bakıma 'Superman'a benzerler. Bunların bir kısmı adeta bir 'Rambo'dur. Tabiat kuvvetlerini dahi emirleri altına alır, onları istedikleri yönde harekete geçirebilirler. Cebrail, Mikail, İsratil ve Azrail gibi büyük meleklerin yaptıkları işlerin aynını veya benzerini bunlar da yaparlar.

Kerametierin bu kadar hallaşması ve ucuzlaması haklı olarak bunların büyük bir kısmına hurafe ve aldatmaca gözüyle bakılmasına, bundan dolayı da alay konusu yapılmasına sebep olmuştur. Zahir ulemasının bu konudaki üsluplarının ironik/müstehzi olmasının bir sebebi de budur.

Büyük mutasavvıflar ve hakiki arifler söz konusu durumun taşıdığı tehlikeleri ve sebep olacağı maddi ve manevi tahribatı gördüklerinden baştan beri bu hususta ciddi uyarılarda bulunmuşlardır. Bunlardan bir kısmına yukarıda işaret edilmişti.

( Ebü'l-Hayr Teynati keramet sahibi bir veli idi. Aslanlara ve yırtıcı hayvanlara evcil hayvanlar gibi davranırdı. Aslanlada ünsiyet ediyormuşsun, diyen birine "köpekler birbiriyle ünsiyet ederse bunda şaşılacak ne var?" demiş (Cami, 255) ve kendini köpek yerine koymuştu. Kibirlenmemiş tam tersine tevazu göstermişti. Arnelini izhar eden mürai, manevi halini izhar eden müddeilsahtecidir, diyordu;) Onun kerametle ilgili sözlerini değerlendiren Abdullah Ensari, şunu tavsiye ediyor."Keramet-furfış halkın makbulü olursa aldanmışlık durumuna düşer. Her ne kadar keramet satanın sesi köpek sesi değilse de yine o köpektir. Manevi ve derfıni hakikat keramet değildir, bunun ötesinde bir şeydir. Keramet zahidlere ve abdala hoş gelir. Ama arif süfiler kerametten daha büyüktür. Kerametierin kerameti de budur." (Canli, 256)

İbn Aliyyan, kerameti izhar eden müddei, kendisinde keramet · zuhfır eden velidir. (Sülem1, 41 8)

İbrahim el-Kassar, "Velller kerametlerle bağlıdırlar. Nebller ise Hakk'ın hakikatiarına açılım yapmışlardır. Onlar için keramet sıkıntıdan başka bir şey değildir." (Sülemi, 321)

35

Ebu Hafs, " Vell kerfu:netlerle teyid edilen ama bunları görmeyen erdir." (Sülemi, 121)

Sehl b. Abdullah, "Peygamberlerin mucizeleri, evliyanın kerametleri, müridierin muga_xyiselerilsığınma halleri vardır. Temkin ise özel bir zümrenindir." (Sülemi, 21 1)

Ebu Amr, "Peygamberlerin mucize göstermeleri, velilerin ise kerametierini gizlerneleri farzdır. Halk bu yüzden fıtneye düşmesin diye." (Sülemi, 277)

İlk silfiler kerameti ilahi bir ikram olarak görmekle beraber öneminin abartılmasına da ısrarla karşı çıkınışlar, kerfu:net gösterilerine ve kerfu:net satanlara (keramet-har, keramet-furilş) ağır eleştiriler yöneltmişlerdir.

Çoğu vecd, sekr ve fetret/za'f halinde meydana gelen kerametiere büyük süfiler, hayzü'r-rical/erkeklerin hayzı nazarıyla bakarlar. Adet gören kadın bu halde iken Hak Teala'nın huzilruna çıkamaz, namaz kılamaz, secdeye varıp O'na erme/ vuslat, ona en yakın bir konumda olma halini yaşayamaz. Kerfu:net ehli de kendisinden keramet zuhilr ettiği halde aynen böyledir. Kerfu:net masivadır, onu görmek Hakk'ı temaşaya engeldir. Bunun için büyük silfilerin gözü kerfu:nette değil daha yukarılatdadır.

36