Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

20
ÜNİVERSİTELERDE BİLİMSEL ÜRETİMDE AHLAKİ SORUNLAR Prof. Dr. Ali Demirsoy Öncelikle evrensel açıdan değil ülkemizin durumu göz önüne alındığında iki şeyi birbirinden ayırmamız gerekiyor. Ancak bu ayırımı yapmadan bir tanımı iyi yapmamız gerekir. Bir insanın bir unvan edinmesi için başka birinin emeğini açık ya da kapalı bir biçimde alması (aşırması) 1 ; bir ülkenin ya da bir işletmenin üretimini geliştirmesi ve çeşitlendirebilmesi için kaynak bilgiyi izinsiz olarak kullanması doğru da değildir ahlaki de değildir. Ancak, şu anda dünya ekonomisine damgasını vuran önemli ülkelerin bir kısmı, en azından geçmişinde, bilginin ahlaki yoldan elde edilip edilmemesine bakmaksızın, dünyanın başka bir yerinde edinilmiş bilgiyi kullanarak yarışmaya katılmıştır (çoğunlukla da doğu ülkeleri). Hatta üstüne bir şeyler koyarak bu 1 Collins Concise Dictionary’ e göre aşırmacılık; Latince’deki yağmalamak, kaçırmak anlamına gelen plagiarus ve plagium kelimelerinden türemiş olup “çalma eylemi” anlamındadır. “Aşırmak fiili başka bir çalışmadan veya yazardan alarak kendine mal etmek olarak tanımlanmıştır”. Aşırmacılık kendisini sessizce, ince bir şekilde hazırlanmış ve tanınmayacak şekilde belli etmektedir (Stephens, 2009). 1

Upload: demirsoy

Post on 08-Apr-2016

224 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

Değerli Kardeşim Bu yazının, işin arka planını anlamak istemeyenlerce, beni yıpratmak için kullanılacağını biliyorum. Ancak dünyanın en çetrefilli bölgesinde bulunan ülkemizin insanlarının bilim toplumuna ulaşmasının bu coğrafyayı seven herkes için en önemli amaç olduğunu da biliyorum. Bazen insan sevdiklerini korumak ve kurtarmak için her şeyi göze alarak, bir şeyler yapmak gereğini duyuyor. Ülkem çok zaman yitirdi. Çalışma yaşamım sırasında bir yerlerde bilim varsa onu ülkemin insanına taşımanın da görevim olduğunu düşündüm. Çünkü bilimi tabana yaymayan bir ülke bilim üretemezdi. Üniversitelerimizde yapılan çalışmaların bir kısmının “kim ne derse desin” üstü örtülü aşırmacılık olduğunu açık açık söylememiz gerekir. Çıkmazlarımızı da bilmemiz gerekiyor. Bu yazıdaki fikirlere “şu andaki konumunuz ve uygulamanız gereği” katılmazsanız bile, elinizi vicdanınıza koyarak okumanızı dilerim… Sevgilerimle

TRANSCRIPT

Page 1: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

ÜNİVERSİTELERDE BİLİMSEL ÜRETİMDE AHLAKİ SORUNLAR

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Öncelikle evrensel açıdan değil ülkemizin durumu göz önüne

alındığında iki şeyi birbirinden ayırmamız gerekiyor.

Ancak bu ayırımı yapmadan bir tanımı iyi yapmamız gerekir. Bir

insanın bir unvan edinmesi için başka birinin emeğini açık ya da kapalı

bir biçimde alması (aşırması)1; bir ülkenin ya da bir işletmenin üretimini

geliştirmesi ve çeşitlendirebilmesi için kaynak bilgiyi izinsiz olarak

kullanması doğru da değildir ahlaki de değildir.

Ancak, şu anda dünya ekonomisine damgasını vuran önemli ülkelerin

bir kısmı, en azından geçmişinde, bilginin ahlaki yoldan elde edilip

edilmemesine bakmaksızın, dünyanın başka bir yerinde edinilmiş bilgiyi

kullanarak yarışmaya katılmıştır (çoğunlukla da doğu ülkeleri). Hatta

üstüne bir şeyler koyarak bu yarışta öne geçmiştir. Uzak doğuluların

sanayi casuslukları ünlüdür. Kapitalist sistem kendi dinamiğini

sürdürebilmek için bilginin korunması ile ilgili birçok yaptırım geliştirmiş

olsa bile, sistemin kendisi yarışmaya dayalı olduğu için, fazladan bir adım

ileri atabilmek için her yolu yine de mubah görmüştür.

Aslına bakarsanız birilerinin para ve emek harcayarak bulduğu bir

şeye bir başkasının karşılıksız konması ve kullanması ahlaki değildir.

Ancak gelişmekte olan ülkelerin bu yarışa katılabilmesi için başka çaresi

bulunmamaktadır. Ayakaltında kalmamak için bu bilgiyi –yasal olmasa

da- belirli bir süreliğine ödünç almalıdır. Türkiye bu yolu yakın zamana 1 Collins Concise Dictionary’ e göre aşırmacılık; Latince’deki yağmalamak, kaçırmak anlamına gelen plagiarus ve plagium kelimelerinden türemiş olup “çalma eylemi” anlamındadır. “Aşırmak fiili başka bir çalışmadan veya yazardan alarak kendine mal etmek olarak tanımlanmıştır”. Aşırmacılık kendisini sessizce, ince bir şekilde hazırlanmış ve tanınmayacak şekilde belli etmektedir (Stephens, 2009).

1

Page 2: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

kadar başarılı olmasa da izledi; ancak Avrupa Birliğine gireceğiz diye telif

ve patent hakları ile ilgili anlaşmaları meclisinden geçirmek zorunda

kaldı. Böylece kural olarak Türkiye ancak kendi geliştirdikleri ile bu yarışa

katılmak durumda kaldı. Ya da bedelini ödeyerek bilgiyi (Know-how = bir

şeyi yapabilme bilgisini) kullanmak zorundadır. Aynı şeyi üretip aynı

yerlerde satmaya kalkarsanız, üretim bilgisini satın alarak yapanların bu

yarışta büyük şansı olmayacaktır. Türkiye bu nedenle bu anlaşmaları

belirli bir süre daha askıya almalıydı. Japonya ve Çin ekonomisinin bu

yarışmaya katılabilmesinde, başlangıçta, bu kurala uymaması büyük rol

oynamıştır. Yıllarca Japon işi, Kore işi, Çin işi diye kalitesini

küçümsediğimiz; ancak ucuz olmasından dolayı aldığımız mallar; bu

ülkelerin üretim lokomotifi oldular ve şimdi de batı sanayisi ile kalite

bakımından yarışır oldular. Bu aceleciliğin Türkiye için başka zararları da

oldu. Bunun için kendimden örnek vermeliyim.

Ben Türkiye’nin en çok bilim kitabı yazmış insanlarından biriyim.

Çoğu kitabımın kapsamı ve içeriği batıdakilerden çok daha ayrıntılı ve

kapsamlıdır. Çünkü ülkemizde telif yasaları henüz yürürlüğe girmediği ya

da özenli bir şekilde izlenmediği bir dönemde dünyanın dört bir tarafında

yazılmış olan telif kitaplardan yararlandım. Aslında üç dilden (İngilizce,

Fransızca ve Almanca) bir istek formu hazırladım, ne yazacağımı, kimler

için yazacağımı, ne konuda yazacağımı belirttikten sonra, özellikle belirli

resimleri, haritaları ya da fotoğrafları sınırlı sayıda da olsa kullanmak için

izni istedim. Bu yazıyı hem basım evine hem de yazarın kendisine

gönderdim. Kural olarak hemen hepsi istediğim izinleri verdiler. Ancak

bazen basım evi kapanmış oluyordu, yazar ölmüş oluyordu ya da

adreslere ulaşama şansı olmuyordu. O zaman izinsiz de olsa bilgiyi

kullanıyordum. Çünkü önemli bir yaptırımı yoktu. Bilgiyi bu ülkeye

kazandırmalıydım. Alıntının miktarına da sıkı sıkıya bağlı kalmama gerek

2

Page 3: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

yoktu. Üniversitede hiç yazılı ya da basılmış bir kitabı olmadan-

okumadan mezun olan biri olarak bunun acısını ve özlemini çok

çekmiştim. Bütün özlemim yolu ne olursa olsun benden sonrakilere

çağdaş bilgiyi yazılı olarak ulaştırabilmekti. Çünkü bu dönemde internet

de (sayın Google da) yoktu. Öğrencilerin büyük bir kısmı Türkçe dışında

yazılmış bilimsel bir kaynağı okuyacak durumda değildi. Kolları sıvadım;

30 yıl boyunca geceleri bilim kitaplarını yazmaya başladım. Kitapların bir

kısmı için bugünkü dayatılan koşullara göre uyguladığım yöntem telif

açısından kelimesi kelimesine doğru muydu? Evrensel kurallar açıdan

baktığımızda doğru değildi.

Türkiye’nin elinde 1960-1980 yıllarında bile birikmiş ne bilimsel

fotoğraf ne çizim ne de bunları çizebilecek teknik kadro mevcuttu. Bugün

bile bu konuda büyük sıkıntılarımız bulunmaktadır. Çizdirilebilir mi?

Kuşkusuz bu tip biyolojik resimleri çizebilen sınırlı sayıda teknik ressam

vardır. Ancak senede kitaba sadece 6,5 Tl harcayan bir toplulukta böyle

bir çalışma çok pahalıya mal olacaktır. Çünkü kitabın maliyetini düşüren

satış miktarıdır. Bu nedenle bilim dili olarak kullanılan dillerde (özellikle

İngilizcede) bu tip kitaplar oransal olarak daha ucuzdur. Üçüncü dünya

ülkelerinin (ve bir zamanlar bizim ülkemizde birçok yazarın) kurallarına

uymadan alıntı yapmasının nedeni bu sıkıntıdır. Burada bir şeyi tekrar

tekrar vurgulamamız gerekiyor: Bu tip alıntı yapılan kitaplar kişiye unvan

kazandırmışsa, bunun affedilebilir bir yanı yoktur. Çünkü edindiği

unvanın paydaşı var demektir.

Samanyolu’nun çekilmiş panoramik bir fotoğrafını kaynağını da

arkada belirterek, popüler amaçla yazmış olduğum, içindeki bilgilerin

çoğu batıda yapılmış bilgilerden devşirilmiş bir kitabıma koydum; büyük

ölçüde alıntılar yaptım diye bir Astronomi Profesörü TÜBİTAK başkanına

şikâyete bile kalkıştı (bunun hakkındaki öyküyü, sizlere “CEHENNEMDE 3

Page 4: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

İÇİNDE TÜRKLERİN BULUNDUĞU KATRAN KAZANLARINA ZEBANİ KOYMAYA

GEREK YOK” adlı bir yazı ile ileteceğim). Ben de Türkiye’den birinin çektiği

benzer bir fotoğraf varsa onu koyayım dedim.

Türkiye üniversitelerinin ve sanayisinin bu fırsatı yeterince

değerlendiremediğini düşünüyorum. Aslında üniversitelerde araştırma

diye yapılanların çoğunun bir tarafta yapılmış bir çalışmanın farklı bir

kopyası olduğunu söyleyebiliriz. Ancak nüfusunun %60’ı okuma çağında

olan bir ülkenin çocuklarını sadece yabancı dilden yazılmış kitapların

içeriğine mahkûm etmenin de doğru olduğunu söyleyemeyiz.

İyi bir derece ile mezun olduğum üniversiteden Atatürk Üniversitesine

asistan olunca, konuşmalarımdan ya da verdiğim derslerden çok bilgili

olduğum görüntüsü yaratmış olmalıyım ki çevremdekiler benden sitayişle

bahsederlerdi. Ancak Ord. Prof. Curt Kosswig ile karşılaştığımda ne mal

olduğum en az benim tarafımdan ortaya çıktı. Benim için, “bu bilgiyle

seni nasıl asistan almışlar?” gibi bir cümle bile kullandı. O zaman ilk defa

durduğum yeri öğrendim; dolayısıyla gideceğim yeri de daha kolay bulma

şansını yakaladım. Tıp, Dişçilik, Biyoloji, Ziraat öğrencilerine çoğunluk bir

arada Genel Biyoloji dersi veriyordum. Bir soru sorulduğunda cevabını

bilemiyorsam ne yapıyordum biliyor musunuz? Bu cümlenin yanıtı, benim

kitap yazmamı tetikleyen ikinci en önemli etken oldu. Sorunun cevabını

kural olarak çevremde sorarak öğreneceğim kimse yoktu; Doğu

Anadolu’nun tüm insanlarının bu alandaki bilgisini toplasam büyük bir

olasılıkla benimki kadar etmezdi; ben de bir hiçtim. Kütüphane yeni

kurulmuştu; kitap sayısı çok sınırlıydı. Olanı da lisan olmadığı için hemen

hemen okuyamıyorduk. Telefon bağlantısı kural olarak bir işkenceydi;

bazen basit bir bağlantı günler sürüyordu; telgraf en erken 3 günde

gidiyordu. Tek yol vardı, ilgili sorunun kitabını bulup sipariş etme. Ancak

yurtdışına doğrudan kitap sipariş edemiyordunuz. Hiç kimse bir yerlere 4

Page 5: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

kafasına göre döviz gönderemiyordu. Önce Merkez Bankasından bir

akreditif açtırıyordunuz (bunun için 18 yerden imza alınması

gerekiyordu). Kitap doğrudan adresinize de gelmiyordu, o zamanlar

HAŞET Kitapevi aracı kurum olarak devreye giriyor, o firma üzerinden

ithalatı yapılabiliyordu. Hiç unutmam Fransa’da 150 Franklık “Biologie

des Orthoptera” adlı kitap bana 650 Frank’a mal olmuştu. Bu süreç 6

ayda tamamlandığı için soruyu soran çocuk (lar) çoktan dönemi bitirmiş

ve ayrılmış oluyordu. Bir karar vermek gerekiyordu. İşte bu nedenle ince

eleyip sık dokuyarak işin kurallara tam uyup uymamasına bakmaksızın,

eğitime hizmet etmeyi en önemli görev bildim ve bu çalışmaların

(kitapların) hiçbirini unvan elde etmek (ve keza gelir elde etmek) için de

kullanmadım.

Bütün bunları yazarken habersiz ve izinsiz bilgi koymayı teşvik ediyormuşum gibi düşünmeyin; her durumda izin yolunu kullanmak gerekiyor. Telif yasaları yürürlüğe girdikten sonra bütün bunları

söylemek bile gereksiz; çünkü zorunluluk haline gelmiş durumdadır.

Benim uyguladığım, bu yasalar yürürlüğe girmeden önceki dönemlere

aittir.

Telif yasaları yürürlüğe girmeden inanılmaz bir biçimde bilimsel kitap

üretiyordum. Kitapları doğa bilimleri ile ilgili (biyoloji, ziraat, tıp,

veterinerlik, su ürünleri, antropoloji, sağlık bilimleri, eğitim fakültelerinin

ilgili) bölümlerinde ana ders kitapları ya da yardımcı ders kitapları olarak

okutuyorlardı. Avrupa’nın dayatması ile katı telif yasaları çıkarılınca,

birçok formalite ile resmi izin zorunlu olunca, bir fotoğraf için bile

inanılmaz paralar istenince, zorunlu olarak, özellikle içinde resim ve

fotoğraf olmayan konularda üretmeye başladım ve gittikçe üretim

potansiyelim azaldı. Biyoloji kitaplarının çoğu, ustaca çizilmiş resimlere

ve şemalara bağlıydı; onlarsız kolay anlaşılabilir bir eser yazılamıyordu.5

Page 6: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

Özellikle resim kaynağı tükenince, Türkiye, bir kısmı telif olan yerli

malı bu kitaplardan çeviri kitaplara döndü. Her halde sanayi üretiminde

de benzer zorluklarla karşı karşıya kaldık. Çünkü sanayi-üniversite

işbirliği sloganı ile yola çıkmış birçok firma, sonunda bu işbirliğinin daha

pahalıya geldiğini görünce Know-How satın alma yoluna gidiyor.

Bilim etiği diye mangalda kül bırakılmamasına bakmayınız.

Günümüzde bile bu uygulamalar sırasında ahbap çavuş ilişkisi hiç eksik

olmadı. Örneğin saygın bir üniversitemizdeki birkaç hoca çeviri

kitaplardan izinsiz alıntı yaparak yeni bir kitap yazıyor. Mahkemeye

başvuruluyor; aşırdı denen hocaların üniversitesinden 3 bilirkişi seçiliyor;

bu bilirkişiler de şöyle bir yorum yumurtluyorlar: Bir kitaptan izinsiz olarak,

7 ya da 10’da bir oranında aynen alıntı yapılabilir. Yayın evi, farklı 10

kitaptan parça parça alıp (her birinden 1/10 alarak) birleştirip bir kitap

yaparlarsa ne olacak; bunun cezası olmayacak mı diye derdini

anlatmaya çalışsa da mahkeme berata karar veriyor.

Ancak ikinci tip aşırmacılık var ki “ortada yasa olsun ya da olmasın”

bunun kabul edilebilir tarafı yok. Bu aşırmacılık tipi, özellikle

üniversitelerde belirli unvanları almak için kişinin yapmak zorunda olduğu

bilimsel çalışmalara ait yayınlarda görülen tiptir. Asıl kıyamet bu tipteki

aşırmacılıklarda kopmaktadır. Çünkü denetimi ve geriye dönüşü çok

daha zordur ve sancılıdır. Bizim üniversitelerde görülen aşırmacılığın

çoğu bu tiptir. Eğer aynı kadroya başvurulmamış ise, eğer kimseyle

çekişme yaşanmamışsa, eğer o meslekte dikkatli ve aynı zamanda

duyarlı biri yoksa bu aşırma tipi çok defa kaynar gider. Eldeki görünür

bilgi ve soruşturmalar bu tip aşırmanın çok yaygın olduğu yönündedir.

Çok belirgin aşırmalar –eğer başka bir kişi ile aynı ortamda yarışmaya

girildiğinde kullanılmış ise- yasal yaptırıma uğramakta; eğer bir kapışma

yoksa ya da bu kapışmada taraflar uzlaştırılmış ise şuradan buradan 6

Page 7: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

alınmıştır şikâyetleri çoğunluk araya girenlerce kapatılmaktadır ya da

görmezlikten gelinmesi sağlanmaktadır.

Bazen zorunluluk insanı suç işlemeye zorunlu kılabilir. Doğru

değerlendirme için zamandaki koşullara da bakmak gerekir. Birçok

aşırma dosyasına hakem olarak baktım. Çoğunu da suçlu buldum; ancak

ceza önermedim. Suç olur da ceza olmaz mı derseniz, anlatayım:

Bir ara YÖK’ten bir karar çıktı: İki yıl içinde önemli dergilerden 2 ya da

3 yayını çıkmayan yardımcı doçentlerin ve doktoralı elamanların

üniversite ile ilişkisi kesilecektir. Çoğu üniversitenin birkaç hocadan

oluşan bölümleri ek ders almak için, ikinci, neredeyse üçüncü eğitimleri

açmıştı. Gündüz dersleri gençlerin üzerine yıkıldı (geceleri verilen dersler

zamlı olduğu için onları büyük hocalar kaptı), bu gençler geceleri de

laboratuvar ve diğer hizmetlerde kullanıldılar. İşte bu insanlardan iki yıl

içinde 3 uluslararası yayın istenmişti. Atılmamak için aşırdılar. Raporumu

bu insanlar aşırmışlardır, suçludurlar; ancak kafese tıkanmış kedi neyse

bunların da durumu öyledir; bu nedenle bir ceza önermiyorum diye

raporlarımı tamamladım.

Yayın ahlakı özellikle bazı mesleklerde çok daha farklı yürümektedir.

Tıpta çoğunluk anabilim dalı başkanı çıkan yayınların tümüne adını

koydurmaktadır. Bir projeden bir alet almış biri bu aleti daha sonra

kullananların yayınına kendi adını koydurmaktadır. Projesi olmayan

araştırıcılara kimyasal madde yardımı yapan, dili iyi olduğu için

hazırlanan yayını gözden geçiren, bir örneği araziden alıp getiren, özel

bir aleti kullanan, tanıdığı bir yayınevine yayınlanacak makaleyi

gönderen kişiler bu ülkede yayına adlarını koydurmaktadır. Bu yayınlarla

birçok kişi unvan almakta, mahkemelerde bilirkişi niteliği kazanmakta,

7

Page 8: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

doçentlik jürilerine konunun uzmanı olarak girmekte, yerine göre ticari

çıkar sağlamaktadır.

Türkiye uzun zaman başka üçkâğıtları yaşadı. Benim yazılı tüm

itirazlarıma karşın kimse beni dinlemedi. Unvan sınavlarında, özellikle,

doçentlikte, “yayına kabul edilmiştir” yazılarının hiçbir zaman dikkatle

alınmamasını önermiştim. Yayına kabul edilmiştir yazısı, bir kişinin bir

şeyi bulmada önceliğinin olduğunu gösteren bir belgedir; yayın yapmıştır

anlamı taşımaz. Nitekim doçentliğe 6 tane yayına kabul edilmiştir

yazısıyla girip doçent olan; doçentlikten sonra yayınları hemen geri çekip

belirli bir zaman sonra gerçek yayına dönüştürerek bu sefer

profesörlüğünde kullanan kişileri tanıdım. Bu ülkede birçok insan bir işle

iki unvan elde etti.

Yayının net bir tanımı vardır. Özel (herhalde basit bir şekilde

silinemeyen) bir mürekkeple basılı olmalıdır, belirli bir sayıda basılmış

olmalıdır, olması gereken yerlerden para ile satın alınır olmalıdır ya da

ulaşılabilir (örneğin kütüphanelerde bulunur) olmalıdır. Bir kitabı sadece

jüri üyelerine yetecek kadar (3-5 adet) basıp unvan alabilirsiniz; eser

kamuya sunulmadığı için bu durumda jüri dışındaki uzmanlar tarafından

tenkide uğramaz. Kusurları da ortaya çıkmaz. Olması gereken yerde

bulunmalıdır: Eseri bastıktan sonra, örneğin kitabın, hepsini satın alıp ya

da piyasaya sokmadan bir yerde depolayabilir ve denetimden

kaçırabilirsiniz. Belirli sayıda basılmış olması ise değişik yerlerin

görüşüne sunulması ile ilgilidir. Örneğin Almanya’da bir doktora tezinin

resmileşebilmesi için en az 100 kopyasının belirli merkezlere ulaştırılma

zorunluluğu vardı.

Aşırmanın olup olmadığı konusunda en zor karar verilenler, aynı

konuda, aynı yöntemi kullanan; ancak başka bir madde ile ya da faktör

8

Page 9: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

ile denemeyi kuranlarda görülür. Örneğin bir stres çalışmasında bir

bitkide yabancı bir araştırmacı sodyumu kullanmış, benim ülkemde de bir

araştırıcı, bu makalenin dil olarak da aynısını almış, ancak deneme

maddesi olarak magnezyumu kullanmış ise ikisinin arasındaki tek fark

giren maddede ve çıkan grafiktedir. Şikâyet oldu; yasadakiler sordu:

Özgün mü? Özgün dedik. Özgündü; ancak bu da bir çeşit aşırmanın

özgün biçimiydi.

Belki üniversitelere ilk giren araştırıcılara öncelikle bilim etiği, yazım

kuralları, telif yasasının ilgili kısımları öğretilmeli. Şu anda internetten

alınacak bilginin nereye kadar aşırma olduğunu doğrusu ben bilmiyorum.

Çünkü aynı bilgiyi, onarca yerde kaynak olmadan görebiliyorsunuz.

Başka bir aşırma biçimi, sanki aynı kaynakları kullanmış gibi

davranmadır; benim yazdıklarımdan aşırılanlarla ilgili birkaç örnek

verebilirim. Benim kitaplarımın bazılarında, eski literatüre ait olan çok

pahalı ve zor bulunan bazı kitaplardan ve çalışmalardan çok güzel el

çizimi resimler vardır. Biraz da nostalji olarak bu resimleri yazdığım

kitapların arasına serpiştirdim. Benim kitabımı önlerine koyup özet

çıkarıp, biraz bilgi ekleyerek kitap yazan çok sayıda akademisyen oldu.

Kitaplarının içeriği neredeyse yüzde 60-70 benden aşırılma idi. En ilginci

de, ben, resim ve fotoğrafları nereden almış isem, onlar da aynı yerden

almış gibi yazmışlardı. Hatta İngiltere’de bir sanatkârın el çizmesi ile

yaptığı ve hiçbir yerde yayına sokmadığı biyolojik resimleri kitabıma

koyup adını yazmıştım; bu yeni müellifler de aynen bu adamın adını

yazarak oradan aldıklarını belirtmişlerdi. Bu yayını gösterin ben

üniversiteden istifa edeyim dedim, kös kös odamdan ayrıldılar. Ben

nereden almış isem bu beyler de hep oradan almışlar meğer… En

kötüsü, bu insanlar beni kitaplarının arkasında kaynaklar listesinde bile

9

Page 10: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

vermemişler. Büyük bir olasılıkla bir yerlerde şu anda yönetici

olmuşlardır…

En büyük aşırma, sıkı durun, ne yazık ki tüm çabalarıma karşın

kendi üniversitemde bile kabul ettiremediğim, şu anda çok yaygın olarak

uygulanan ve belki de benim aktif meslek hayatımda hemen hemen hiç

yapmadığım; üniversiteler tarihinde benim haricimde herkesin onayladığı

ve yaptığı bir eylemdir. Ne yazık ki yasaları bile çıkarımız için çarpık

yorumluyoruz. Bir kısmınızın (belki tümünüzün) itiraz edeceğini bile bile

yazacağım… Buyurun:

Yüksek Öğretim Yasasında (2547), öğretim üyelerinin görevleri tarif

edilirken:

Madde 22:

a. Yükseköğretim kurumlarında ve bu kanundaki amaç ve ilkelere

uygun biçimde önlisans, lisans ve lisansüstü düzeylerde eğitim -

öğretim ve uygulamalı çalışmalar yapmak ve yaptırmak, proje

hazırlıklarını ve seminerleri yönetmek,

b. Yükseköğretim kurumlarında, bilimsel araştırmalar ve yayımlar

yapmak,

Dikkat ederseniz a bendinde lisansla birlikte lisansüstü eğitim ve

öğretim yaptırma üniversite hocalarına birinci görev olarak verilmiştir.

Bizim birinci en önemli görevimiz bilim adamı yetiştirme olduğuna göre,

bunu angarya olarak göremeyiz. Bir kişi bu eğitimi (lisansüstü ve doktora)

yapıp, sonunda unvan alırken, unvan belirli bir belgeye dayandırılmalıdır.

Bu da çoğunluk geçerli dergilerde yaptığı yayın ya da yayınlardır. Bu

yayınlarda yayının altına lisansüstü ya da doktora çalışmasından

alınmıştır ibaresinin düşülmesi bir zorunluluktur. Özellikle doktora

çalışması çok özel ve önemli bir çalışmadır. Çünkü kişiye bir konuda 10

Page 11: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

uzmanlık yetkisi, imza atma yetkisi hatta mahkemelerde bilirkişi olma yetkisi verir. Dolayısıyla kişiye yetki kazandıran bir unvanın

paylaşılması söz konusu olamaz. Açıkça bir unvanın yüzde bilmek kaçı

birisine geri kalan kısmı da başka birine aittir mantığı, bırakın

akademisyen mantığına, en basit bir mantık yürütmesine bile ters düşer.

Bu, ahlaken de yasal olarak da doğru değildir. Hiç kimse bir doktora

çalışmasının ne kadarını aday ne kadarını danışman yaptı diye hesap

yapamaz. Çalışmayı tümüyle aday yapar, danışman da adım adım izler

ve yanlış giden şeyleri düzeltir. Ancak bu sürecin hiçbir aşamasından,

danışman, makalelerde ve tezde danışman hoca olarak verilen referans

ya da teşekkür hariç pay alamaz. Çünkü bu unvanlı çalışmaları

yaptırması yasanın birinci maddesi olarak her akademisyene verilen

birinci görevdir. Bu ibare ile danışman hocaya puan da verilmeli,

yükseltilmesinde de kullanılmalı, gerekirse diğer imkânlar da

sağlanmalıdır; ancak adı konmamalıdır.

Çok sevdiğim birini yanıma alıp çalışmanın %90’nını ben yapıp ona

doktora unvanı verdirdiğimde bunun ahlaki yönü sizce ne olabilirse, bu

tip bir paslaşmada da aynısı görülmektedir.

Dikkat edilirse, maddenin b bendi yayın ve araştırma ile ilgili konuları

ikinci görev olarak vermiştir. Eğer her ikisini bir arada düşünseydi, birinci

maddenin içine sokar paydaş yapardı.

Yüksek lisans ve özellikle doktora çalışmasının haricinde herkesin

verdiği emek oranında yayınlardan ve diğer getirilerden pay olması

doğaldır. Ne yazık ki bu tip çalışmalarda da başka çarpıklıklar karşımıza

çıkarmaktadır. Laboratuvarını, aletini, kimyasal maddesini,

kütüphanesini, hatta çalışma mekânını kullandıran, akrabalık ilişkisini

kullana sayısız kimse kendi alanıyla hiç ilgisi olmayan çalışmalara adını

11

Page 12: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

koydurmaktadır. Bu tip yardımların da bu yayınlarda uygun bir şekilde

teşekkürle karşılığının verilmesinden başka bir yol yoktur.

Ne yazı ki Türkiye Üniversiteleri doktora öğrencisinin yaptığı

çalışmalarla doçent ve profesör unvanı alan çok sayıda öğretim üyesiyle

doludur. Bu kişilerin yaptığı savunma hep şöyle olmuştur: Çektiğimiz

bunca emek ne olacak? Kimse size oturun da doktora öğrencinizin

çalışmasını bizzat yapın, yazın demiyor; yasa size sadece yönetin diyor;

kaldı ki bunun için ücret alıyorsunuz. Üniversitelerimiz hakları yenmiş

sayısız, mutsuz gençle doludur ve usta çırak örneği bir zaman sonra

onlar da fırsatını yakalayınca benzerini yapmayı mubah görmeye

başlıyor. Böyle bir uygulama, açıkça söylemeliyim, çoğunluk, profesörleri

aktif çalışmadan alıp, bir çeşit maraba kullanmaya yönetmektedir.

Gençlere son bir öneri: Ben yine de yapacakları yayınlar için

gençlere bir şey söyleyeyim: İzin alamamış iseniz, zorunlu olarak bir bilgiyi ya da özellikle şekli ya da fotoğrafı yayınınıza koyacaksanız,

kesinlikle altına nereden, kimden alındığını açık açık yazın. O zaman

usulsüzlük yapmış olursunuz, telafisi mümkündür. Eğer kaynak

vermekten kaçınmış iseniz, o zaman aşırmacı (daha doğru bir tanımla

hırsız) durumuna düşersiniz. Kaynakta verilmeyen bir eserin içerisindeki

bilginin alınması bir aşırmacılıktır. Kaynakta verilen, izni alınmamış bilgi

ise durumuna göre usulsüzlük olarak tanımlanabilir.

Prof. Dr. Ali Demirsoy

(09.03.2015)

Değerli Kardeşim

Bu yazının, işin arka planını anlamak istemeyenlerce, beni yıpratmak için

kullanılacağını biliyorum. Ancak dünyanın en çetrefilli bölgesinde

bulunan ülkemizin insanlarının bilim toplumuna ulaşmasının bu 12

Page 13: Üniversitelerde bilimsel üretimde ahlaki sorunlar

coğrafyayı seven herkes için en önemli amaç olduğunu da biliyorum.

Bazen insan sevdiklerini korumak ve kurtarmak için her şeyi göze alarak,

bir şeyler yapmak gereğini duyuyor. Ülkem çok zaman yitirdi. Çalışma

yaşamım sırasında bir yerlerde bilim varsa onu ülkemin insanına

taşımanın da görevim olduğunu düşündüm. Çünkü bilimi tabana

yaymayan bir ülke bilim üretemezdi.

Üniversitelerimizde yapılan çalışmaların bir kısmının “kim ne derse desin”

üstü örtülü aşırmacılık olduğunu açık açık söylememiz gerekir.

Çıkmazlarımızı da bilmemiz gerekiyor. Bu yazıdaki fikirlere “şu andaki

konumunuz ve uygulamanız gereği” katılmazsanız bile, elinizi

vicdanınıza koyarak okumanızı dilerim…

Sevgilerimle

13