turkish studiesisamveri.org/pdfdrg/d03262/2018_25/2018_25_paks.pdf · 2019. 11. 26. ·...

28
Turkish Studies Comperative Religious Studies Volume 13/25, Fall 2018, p. 373-400 DOI: 10.7827/TurkishStudies.14626 ISSN: 1308-2140 Skopje/MACEDONIA-Ankara/TURKEY Research Article / Araştırma Makalesi A r t i c l e I n f o / M a k a l e B i l g i s i Received/Geliş: Kasım 2018 Accepted/Kabul: Aralık 2018 Referees/Hakemler: Prof. Dr. Hüseyin ÇELİK - Dr. Öğr. Üyesi Mehmet ALTUNTAŞ - Dr. Öğr. Üyesi Enver BAYRAM This article was checked by iThenticate. CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA BİR TEFSİR DENEMESİ: MÜLK SÜRESİ TEFSİRİ Süleyman PAK * ÖZET Nuru’l-Beyân Cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanmış (1340- 1341/1924-1925) bir Kur’an meal- tefsiridir. Kur’an’ın Türkçeye çevrilişi ve tefsiri ile ilgili çalışmaların başlangıcı çok eskilere dayanmakla birlikte, özellikle Tanzimat sonrasında hız kazanmış, halkın kendi dinin kutsal kitabını anlaması amaçlanmıştır. Eserin girişinde Şeyh Muhsin Fânî (Hüseyin Kazım Kadri)nin verdiği bilgilerden bu çeviriyi yapanların eski Adliye nazırı Ayintabî Mustafa Efendi, eski Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürü Mustafa Efendi, kapatılan sadaret kâtibi kalemi müdür muavini Seyfeddin Efendinin olduğu görülmektedir. İlk cildi 1924 yılında, ikincisi 1925 yılında yayınlanan bu kitap, içerisinde büyük hatalar bulunduğu gerekçesiyle o dönemde ciddi tenkide maruz kalmıştır. Nûru’l-Beyân surelerin çevirisi ve ardından örnek bir sûre (Mülk) tefsirinden oluşmaktadır. Yazılma gerekçesi olarak, zamanın gaileleri sebebiyle eski tefsirleri tedkik etmeye uzun süre devam edilmesi imkânı kalmadığından, Türklerin Kur’an’ı anlamalarına yardımcı olacak muhtasar, faydalı, dili günün icaplarına uygun ve incelenmesi kolay bir tercümeye duyulan ihtiyaç gösterilmiştir. Kaynakları arasında Taberî, Râzî, Beyzâvî, Nahçıvânî, Celâleyn, Ebussuud gibi muteber tefsirler bulunan bu çalışma aynı zamanda tenkit ve tercih yöntemiyle değerlendirmelere de yer vermektedir. Çevirinin sonuna eklenen ve makalenin de konusu olan Mülk sûresi tefsiri, dil, üslup, açıklamalar yönüyle değerlendirilmekte ve sonunda da günümüz alfabesine aktarılmaktadır. Mülk sûresi tefsiri, daha çok dilbilimsel açıklamalara ağırlıklı bir şekilde yönelinerek yazılmış olup, buna ilave olarak kısa ve farklı * Dr. Öğr. Üyesi, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü, Tefsir Anabilim Dalı, E-posta: [email protected]

Upload: others

Post on 03-Dec-2020

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Turkish Studies Comperative Religious Studies

Volume 13/25, Fall 2018, p. 373-400

DOI: 10.7827/TurkishStudies.14626

ISSN: 1308-2140

Skopje/MACEDONIA-Ankara/TURKEY

Research Article / Araştırma Makalesi

A r t i c l e I n f o / M a k a l e B i l g i s i

Received/Geliş: Kasım 2018 Accepted/Kabul: Aralık 2018

Referees/Hakemler: Prof. Dr. Hüseyin ÇELİK - Dr. Öğr. Üyesi Mehmet ALTUNTAŞ - Dr. Öğr. Üyesi Enver BAYRAM

This article was checked by iThenticate.

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA BİR TEFSİR DENEMESİ: MÜLK SÜRESİ TEFSİRİ

Süleyman PAK*

ÖZET

Nuru’l-Beyân Cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanmış (1340-

1341/1924-1925) bir Kur’an meal- tefsiridir. Kur’an’ın Türkçeye

çevrilişi ve tefsiri ile ilgili çalışmaların başlangıcı çok eskilere

dayanmakla birlikte, özellikle Tanzimat sonrasında hız kazanmış,

halkın kendi dinin kutsal kitabını anlaması amaçlanmıştır. Eserin

girişinde Şeyh Muhsin Fânî (Hüseyin Kazım Kadri)nin verdiği bilgilerden bu çeviriyi yapanların eski Adliye nazırı Ayintabî Mustafa Efendi, eski

Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürü Mustafa Efendi, kapatılan

sadaret kâtibi kalemi müdür muavini Seyfeddin Efendinin olduğu

görülmektedir. İlk cildi 1924 yılında, ikincisi 1925 yılında yayınlanan

bu kitap, içerisinde büyük hatalar bulunduğu gerekçesiyle o dönemde ciddi tenkide maruz kalmıştır.

Nûru’l-Beyân surelerin çevirisi ve ardından örnek bir sûre (Mülk)

tefsirinden oluşmaktadır. Yazılma gerekçesi olarak, zamanın gaileleri

sebebiyle eski tefsirleri tedkik etmeye uzun süre devam edilmesi imkânı

kalmadığından, Türklerin Kur’an’ı anlamalarına yardımcı olacak

muhtasar, faydalı, dili günün icaplarına uygun ve incelenmesi kolay bir tercümeye duyulan ihtiyaç gösterilmiştir. Kaynakları arasında Taberî,

Râzî, Beyzâvî, Nahçıvânî, Celâleyn, Ebussuud gibi muteber tefsirler

bulunan bu çalışma aynı zamanda tenkit ve tercih yöntemiyle

değerlendirmelere de yer vermektedir. Çevirinin sonuna eklenen ve

makalenin de konusu olan Mülk sûresi tefsiri, dil, üslup, açıklamalar

yönüyle değerlendirilmekte ve sonunda da günümüz alfabesine aktarılmaktadır.

Mülk sûresi tefsiri, daha çok dilbilimsel açıklamalara ağırlıklı bir

şekilde yönelinerek yazılmış olup, buna ilave olarak kısa ve farklı

* Dr. Öğr. Üyesi, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü, Tefsir Anabilim

Dalı, E-posta: [email protected]

Page 2: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

374 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

izahlara da yer verilmiştir. Detaylardan kaçınılması, kıssa ve rivayetlere

fazla yer verilmemesi bakımından yazılış maksadına uygun olduğu

görülse de, güncel ilmi gelişmelere atfen açıklamalar eklenseydi daha

anlaşılır ve eserin girişinde belirtildiği üzere kısa zamanda çok malumat

edinme amacı daha iyi gerçekleşmiş olurdu. Tefsirin dayanağı ehl-i sünnet anlayışı olurken, yeri geldikçe Mutezile mezhebi

eleştirilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Tefsir, Mülk Sûresi, Nûru’l-Beyân,

Cumhuriyet Dönemi, Hüseyin Kazım Kadri.

A COMMENTARY IN THE EARLY YEARS OF THE REPUBLIC: THE COMMENTARY FOR THE SURAH MULK

ABSTRACT

Nuru’l-Beyân is a meaning-interpretation of the Quran that was

released in the early years of the Republic (1340-1341/1924-1925). Although studies on translating the Quran into Turkish and

interpretations of it date very back in history, such works gained speed especially after the Reforms (Tanzimat), and the purpose was to make

the people to understand the holy book of their own religion. It is seen

in the introduction of the book based on the information given by Şeyh Muhsin Fânî (Hüseyin Kazım Kadri) that the people who made this

translation were former Ministry of Justice Ayintabî Mustafa Efendi,

former Railroads and Harbors Director General Mustafa Efendi, and

Seyfeddin Efendi, who was the vice-manager of the clerk of the Prime

Minister’s Office that was closed down formerly. This book, whose first

volume was released in 1924, and the second in 1925, was criticized seriously in those years with the claims that it had major mistakes in it.

Nuru'l-Beyân consists of the translation of the Surahs and then a

sample commentary on Surah Mulk, and the reason for writing it was

claimed that there was no possibility to continue to examine former

commentaries due to the busy pace of life in those times, and there

appeared a need for a translation that would be concise and useful, suitable for the requirements of the modern time to help the Turks to

understand the Quran. Among its sources, there were prominent

commentaries like Taberi, Razi, Beyzavi, Nahçıvani, Celaleyn, and

Ebussuud; and it also included evaluations with criticisms and

preferences. The Surah Mulk Commentary, which was added at the end

of the translation, and which is the subject of the present study, is analyzed with its language, method, and explanations and was

transferred into today’s alphabet.

The Surah Mulk Commentary was written by including

grammatical explanations in an intense manner, and in addition to this,

brief and different explanations were also given. Although it is considered proper for its aim, including the anecdotes and narrations

and avoiding details, it would be more understandable if explanations

that referred to up-to-date scientific developments were added to it, and

as mentioned in the introduction of the book, the purpose of providing

much information within a short time period would be achieved. The

Page 3: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

basis of the commentary was the Ehl-i Sunna understanding, and the

Mutezile was criticized when necessary.

STRUCTURED ABSTRACT

The Quran Translation with the name Nuru’l-Beyân and its

appendix, the Commentary of the Surah Mulk, is a work that was

published in the early years of the Republic (1340-1341/1924-1925).

Although the history of translation of the Quran into Turkish, and

preparing a commentary for it dates back, these efforts were accelerated especially after the political reforms called Tanzimat, and it was aimed

that the people understood their holy book better. In the introduction of

the book, which is organized in the form of an explanation, it is

mentioned that according to the information given by Şeyh Muhsin Fânî

(Hüseyin Kazım Kadri), this translation was made by a commission that

included former Minister of Justice Ayintabî Mustafa Efendi, former Railroads and Harbors General Director Mustafa Efendi, the vice-

manager of the Prime Ministry (which was abolished later) Clerk

Seyfeddin Efendi. According to Çantay, this Commentary has the

quality of being a translation. The first volume of it was released in

1924, and the second volume was released one year later, and a commentary was added to it as an appendix. In this study, this

Commentary, which is on the Surah Mulk, is examined in detail. The

justification claimed for the writing of this work is to provide people,

who could not find adequate time for reading comprehensive books

because of the busy everyday activities, with a translation, which might

be understood easily in a short time and which is in line with the developments of the time. The following issues were focused on in this

Commentary, which included the Surah Mulk: Firstly, the structure of

the words, different aspects, approaches of the cults were not given

since they were considered as excessive details, and the prominent

commentary books like Taberi and Razi were taken as bases, and the

commentary of Ebussuud Efendi was taken as the main basis. In addition, the personal viewpoints of the authors who made the

translation were not included in the book. One of the points taken into

account was the fact that the verses were explained in the context of the

integrity of the Quran and Hadiths. In this respect, the Commentary

was designed in a holistic manner approach rather than a partly design. The classical approach was adopted in the basic issues of the commentary method like Nesh.

In interpreting the verses, firstly the words are dealt with their

roots, then the meanings are given, and then they are examined in

terms of grammar. Following the meaning of the verse, different

viewpoints -if any- are given, and one of them is preferred. In this respect, the book has the form of a translation-commentary. When this

method is considered, it is seen that the verses are not explained with

extreme details, and the narrations about the verses are given almost

no place. In this respect, it is concluded that the methodology is in the

form of a grammatical commentary. When the language and the

mythology are considered, it is seen that the target audience of the books is the middle class people. Because the words and sentences

were analyzed in detail, which is easy for academicians and specialists of this field, and detailed Fiqh and Kelam and scientific discussions are

Page 4: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

376 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

not given. When the verses are interpreted, the differences that stem from I’rab are also given, and as mentioned above, the Ahkam and

Nahiv (i.e. syntax) issues are avoided because the book was meant for

the average people as an informative source. In this respect, it is

considered important in that more people may benefit from this. In addition, it is also appreciable in that it does not include unnecessary

explanations. However, it is considered that this book may be used as a

textbook in commentary lessons because it has a useful method that

facilitates the understanding of undergraduate students on the Quran

with its sentence and word structures and because it does not go

beyond the classical method. In addition, understanding a word in Arabic in a better way will only be possible by grasping the word,

sentence and statement method. In today’s commentaries, this aspect is

neglected, only the meaning is focused on. The importance of both

issues in making sense of the Quran is obvious. Then, the thing that

must be done is to use works that deal with both aspects. It must also be questioned whether including every detail in commentaries will be an

accurate approach. An important issue in this study is the concern

whether mentioning different viewpoints in a successive order will cause

that the reader loses the main idea. In this respect, many viewpoints

were not mentioned by considering this. However, the issue of how

much a commentary that takes the grammatical structure into consideration will be useful is still an important issue before us. In this

respect, the study became open for criticisms.

In this commentary book, it is seen that it was cared to interpret

the verses with other verses of the Quran. This method, which is

explained as the interpretation of the Quran with the Quran itself, is an

important issue in terms of considering the subject in a holistic manner. Again, making use of the Hadiths is also important in the

commentary. However, the commentary was kept away from being

drowned among narrations, and the controversial issues and the

anecdotes that might cause that the reader becomes helpless were not

included. Specific care was given about the weak viewpoints on the verses, and such viewpoints were not mentioned. Special care was given about the questionable issues, and in the Kelami explanations, which

are mentioned from time to time, the approach of the Ehli Sunna was

preferred, and the cults, which oppose this viewpoints, like the Mutezile,

were criticized.

Due to the concerns that the volume of the study would increase

and might open the door for different viewpoints, the reasons about the sending of the Quran (Nuzul) were not included much, and such

reasons were mentioned briefly when needed. In the formation of such a

sensitivity, it is possible to say that it was cared to avoid the confusion

of the reader and lose the main idea by being drowned among details.

Although it was claimed that there were mistakes in this

Commentary, which was one of the first in this field in the early years of the Republic, and was criticized intensely, it was considered important

to examine in the scope of the present study to provide an idea about

the understanding of that period.

Keywords: Commentary, Surah Mülk, Nuru’l-Beyân, Republican

Period, Hüseyin Kazım Kadri.

Page 5: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 377

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Giriş

Kur’an’ın Türkçeye çevrilme tarihi eskilere dayanmakla birlikte1 Osmanlı Devleti döneminde

Türkçe tefsir örneklerinin müstakil2 (Geniş bilgi için bkz.: Demir, 2006; Doğan, 2011; Öztürk, 2015;

Alpaydın, 2016; Aydar, 1999; Kaya, 2012; Mertoğlu, 2001; Kaya, 2012; Zorlu, 2002; Abay, 1992),

sûre ve ayet tefsirleri ( Örnek için bkz.: Niksari; Pak, 2015) şeklinde yazıldığı görülmektedir.

Tanzimat sonrası bu alana dair çalışmaların hız kazanmasında Türkçecilik hareketinin etkili olduğu

söylenebilir (Gümüş, 2015: 289). Osmanlının son dönemlerinde Ayıntabi tarafından bir çevirisi

yapılan “Terceme-i Tefsir-i Tibyan” adlı tefsir matbu olarak yayınlanmış, bunu başka çalışmalar takip

etmiştir. II. Meşrutiyetten sonra ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ise bu çalışmalar daha da artmış, ancak

ilmi yeterliliğe sahip olmayan bazı kimselerin yaptığı keyfiyetsiz ve hatalı çevirilere de şahit olunmuş,

Şer’iyye Vekâleti’nin girişimleriyle bunların basımı engellenmiştir. Bu konuyu gündemine alan

TBMM, 1925 yılında aldığı bir kararla güvenilir bir meal ve tefsir yazılması görevini Diyanet’e

vermiş ve nihayetinde bu çalışma Elmalılı Hamdi Yazır’a yaptırılmıştır (Gümüş, 2015: 290).

Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan çevirilerden biri de 1340-1341/1924-1925 yıllarında

yayınlanmış iki ciltlik Nûru’l-Beyân adlı çalışmadır. Eserin açıklama mahiyetindeki girişinde Şeyh

Muhsin Fânî (Hüseyin Kazım Kadri)nin verdiği bilgilere göre bu çeviri içlerinde eski Adliye nazırı

Ayintabî Mustafa Efendi, eski Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürü Mustafa Efendi, kapatılan

sadaret kâtibi kalemi müdür muavini Seyfeddin efendinin de bulunduğu bir heyet tarafından

yapılmıştır (Heyet, 1340: I,1). Çantay’a göre bu çeviri, tefsiri tercüme özelliği taşımaktadır. Ona göre

bu ne sadece tercüme ne de tefsirdir. Ayetlere verilen anlamla lafız arasında uyumsuzluk

bulunmaktadır. Hatta bu çevirinin dili de bugün aranan dil değildir (Çantay, 1990: I, 6). İlk cildi 1924

yılında, ikincisi bir yıl sonra yayılanan bu çevirinin (Gümüş, 2015: 291- 294) sonuna bir de örnek bir

tefsir denemesi eklenmiştir. Bu çalışmada Mülk sûresine ait olan bölüm incelenmektedir.

1. Eserin Telif Amacı

Eserin giriş kısmında onun yazılış maksadı ve çeviride izlenen yol hakkında “Bazı izâhât-ı

mühimme” adı altında açıklamalara yer verilmiştir. Buna göre çeviride şu hususların dikkate alındığı

görülmektedir.

1. Bu çevirinin yapılış amacı; asırlar önce müslümanlığı kabul etmiş Türklerin ekseriyetinin

kutsal kitaplarının manasını anlayamamaları. Halkın anlayabileceği ve kolaylıkla yararlanabileceği

yerli çevirilerin bulunmayışı sebebiyle yabancılar tarafından yapılan Kur’an çevirilerilerini okumaya

yönelmesi,

2. Okuyucuya kısa ve doyurucu bilgiler verilmesi. Bunun için de ayetlerin açıklamasında sarf,

iştikak, rivayet, vücuh, felsefe ve mezhebi görüşler gibi aşırı detaylardan kaçınılmıştır.

3. Kaynak olarak Taberî, Razî gibi en makbul ve muteber tefsir kitaplarına müracaat edilmiş

ve bir konuda değişik görüşler içerisiden sadece biri tercih edilmiştir. Görüşler arasındaki tercihte ise

Ebussud’un tefsiri esas alınmıştır.

4. Bu eser Kur’an’ın kendisi değil, müfessirlerin yorumlarından meydana gelmiştir, içinde

mütercimlerin görüş ve hükümleri bulunmamaktadır.

5. Ayetlerin tefsirinde Kur’nın bütünü göz önünde bulundurulması ve hadislerin

açıklamalarda esas alınması,

6. Nasih ve mensuhun iyi bilinmesi, ihtilaflara dalınılmaması,

1 Kaynaklar Kur’an’ın ilk defa Türkçe çevrisinin Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinde miladi 10. yılda yapıldığını

aktarmaktadır. (Aydar, 1996: 104 vd.; Akdemir, 1989: 33; Gümüş, 2015: 289) 2 Bu dönemde yazılan Türçe tefsir örnekleri ile ilgili yapılan araştırmalarda yakaşık 20 müstakil, 70 sure ve 35 ayet tefsiri

tespit edilmiştir. (Alpaydın, 2016: 131- 140).

Page 6: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

378 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

7. Rivayet farklılıkları bulunması sebebiyle ihtlaflara sebebiyet vermemek için nuzül

sebeplerinin aktarılmasına lüzum görülmemesi (Heyet, 1340: I, 3-7).

Eser akıcı bir üsluba sahip olmasına rağmen çeviride Arapça ve Farsça kelimelerin yoğun

kullanılmasından dolayı yazılma amacının aksine toplum tarafından pek anlaşılamamıştır. Ayrıca

içerdiği hatalar sebebiyle yayınlandığı dönemde tenkide maruz kalmıştır (Gümüş, 2015: 291).

2.Tefsir Yöntemi:

Tefsir yapılırken öncelikle ayet verilmekte, ardından o ayette geçen harf ve kelimeler sarf

bakımından detaylı bir incelemeye tabi tutulmakta ve bunların anlamları verilmektedir. Bazen o kadar

detaya inilmektedir ki fiilin babı ile ilgili açıklamalar yapılmaktadır (Heyet, 1340: II, 1). Bu işlemin

ardından ayet nahiv yönüyle ele alınmakta, kelimelerin hangi işlevi gördükleri ve buna dayalı olarak

hangi anlamları kazandıkları açıklanmaktadır.

Ayette geçen kelimelerin sarf ve nahv yönüyle incelenmesinin ardından ayetin manası

verilmekte ve yerine göre farklı görüşler değerlendirilmekte, aralarında tercih yapılmaktadır. Bazen de

ayetle ilgili görüşlerin tenkidine yer verilmektedir.

Bu yöntem incelendiğinde görülmektedir ki ayetlerle ilgili çok detaylı açıklamalara yer

verilerek aşırı bilgi yüklemesine gidilmemiş (Heyet, 1340: II, 16), konuya dair rivayetlere de yok

denecek kadar az yer verilmiştir. Bu yönüyle dilbilimsel bir tefsir yönteminin izlendiği sonucuna

varılmaktadır. Ayrıca bu günkü ifadesi ile bir meal-tefsir denebilir. Kullanılan dil ve takip edilen

üsluba bakıldığında bu çalışmanın hedef kitlesi halkın orta sınıfı olduğu görülür. Çünkü medrese

tahsili almış konunun uzmanı kimseler için çok detay sayılacak kelime ve cümle tahlillerine yer

verilmiş, derin fıkhi, kelami ve ilmi tartışmalara girilmemiştir. Ayetlere anlam verirken i‘rabdan

kaynaklanan farklılıklara yer verilmiş, yukarıda beyan olduğu üzere halka yönelik bir bilgilendirme

amaçlı olması için kafa karışıklığına yol açacak diğer ahkâm ve nahiv ihtimallerinin sıralanmasından

uzak durulduğu özellikle vurgulanmıştır (Heyet, 1340: II, 6). Bu yönüyle geniş halk kitlelerinin

yararlanması açısından önemli görülmektedir. Ayrıca gereksiz açıklamalara yer vermemiş olması

bakımından da takdire şayandır. Bu çalışmada kullanılan yöntemin Sabuni’nin Safvetü’t-Tefâsîr’inde

izlenenle çok büyük bir benzerlik gösterdiği müşahede edilmiştir.

Bu çalışmada dikkati çeken bir başka husus da kıraat farklılıklarına hiç değinilmemiş

olmasıdır. Böyle bir yol izlenmesinin nedeni olarak farklı görüşlerle zihinleri karıştırmama olduğu

söylenebilir.

3. Kaynakları:

Mülk suresi tefsiri yapılırken bazen kaynaklar açıkça zikredilirken, bazen de eser adı

verilmeden onlardan istifade edildiği görülmektedir. Eserin başında yararlanılan kaynak isimleri

zikredilmiş, fakat bunlardan kısmen nakiller yapılmıştır.

1- İrşâdü’l-Akli’s-selîm: Tefsirde en çok başvurulan kaynaktır. Ebussuud’un görüşleri bazen

te’kid, bazen de tenkid için kullanılmıştır. (Heyet, 1340: II, 6). Bu eser Ebussuud Efendi tarafından

telif edilmiş olup, tam adı İrşâdü’l-Akli’s-selîm ilâ Mezâyâ’l-Kitabi’l-Kerim’dir.

2- Razi, Mefâtihu’l-Gayb

3-Misbah: Bu eser Seyyid Şerif Cürcânî’ye ait olup, tam adı, el- Misbâh fi Şerhi’l-Miftâh’tır.

Sekkâkî’nin (626/ 1229) Miftâhu’l-Ulûm adlı eserinin belağatle ilgili üçüncü bölümüne yazılan bir

şerhtir. (Çelik, 2013: 57-100; Heyet, 1340: II, 11).

4- Envâru’t-Tenzîl. (Heyet, 1340: II, 14).

5-Şihâbüddîn el- Hafâcî (Heyet, 1340: II, 16): Müellifin Beyzâvî’nin tefsirine yazdığı

haşiyesi olan İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî adlı eseridir. Envâru’t-Tenzîl üzerine yazılmış en

Page 7: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 379

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

kapsamlı haşiye olan bu hacimli matbu eser, aynı zamanda onun en tanınan çalışmasıdır. (Ergin, 1997:

XV, 72-73; Keskin, 2016: 101-130).

6- Celaleyn. (Heyet, 1340: II, 17).

7- Asım Efendi, Kamus: Mütercim Asım Efendi (1820) nin çevirdiği, üç cilt halinde İstanbul

1814-1817, Mısır 1834, İstanbul 1851-1855, 4 cilt halinde İstanbul 1888’ de basılmış olan sözlüğün

tam adı El-Okyanusü’l-Basît fi Tercemeti’l-Kamusi’l-Muhit’tir. (Sütçü, 2013: 541-553; Heyet, 1340:

II, 33).

8-İbn Cevâlîkî: Ebu Mansur Mevhub b. Ahmed b. Muhammed Cevâlîkî (540/ 1145), İbnü’l-

Cevâlîkî olarak tanınmaktadır (Çelebi, 1993: VII, 438-439; Heyet, 1340: II, 3).

Şimdi bu nakillerden birkaç örnek zikredelim: “Nezîr” kelimesinin lafzen tekil olarak gelmesi

ile ilgili görüşler değerlendirilirken, peygamberin tek olmadığı gerçeğinden hareketle bu kelimenin

manen çoğul olduğu yolunda ileri sürülen gerekçeler sıralanmış, örneğin Ebussud’un, terimin bu

soruya muhatap her bir topluluğu ifade ettiğini söylediği, (Ebussuud, (ty.): IX, 5) Kadı Beyzavi’nin ise

“faîl” vezninin tekil ve çoğul heriki manada kullanılmasının mümkün olduğunu beyan ettiği

(Beyzavi,1418: V, 229) zikredilmiştir (Heyet, 1340: II, 14).

Fahreddin Razi “Eşyayı halkeden hakk Celle ve Alâ latîf ve habîr olduğu halde sırrı ve cehri

bilmez mi? Yahut “Hakk Celle ve Alâ latîf ve habîr olduğu halde mahlûkunu bilmez mi?” şeklinde

anlam verilebilen ayetle ilgili yaptığı açıklamaya göre, ilk yorum dikkate alındığında Allah,

yarattıklarının durumlarını, ikincisi, mahlukunun zatını bildiğine delalet ettiğini göstermektedir. zatı

bilmenin ahvali bilmeyi gerektirmediği, ancak ahvali bilmek ise zatını da bilmeyi icab ettiğinden

hareketle o, ilk yaklaşımı tercih etmiştir (Heyet, 1340: II, 19; Razi, 1420: XXX,589 ).

4. Kelamî (İtikâdî) Konulara Yer Vermesi:

Ayetler içerisinde kelami tartışmalara konu olan ifadelerin bulunduğu durumlarda bağlama

dayalı olarak ilgili görüşler tartışılmakta ve müellifler kendi kanaatlerini vardıkları sonuç olarak

vermektedir. Bazen bu görüş sahiplerinin isimleri zikredilirken bazen de sadece görüşün verilmesi ile

yetinilmiştir. Mesela ayette geçen “yed” (Mülk, 67/1) kelimesi ile ilgili olarak, her ne kadar bedenin

bir organı olan “el” manasına gelse de bu kelimenin Türkçedeki manasını talep etmek ve başka dillere

tercüme etmeye kalkışmak Allah’a cisim isnat etme veya onun cisim olduğunu söyleme anlamına

gelmesi sebebiyle caiz olmadığı söylenmektedir. Ardından da bu konuda müteşabih kelimeleri

tercüme edip içeriğini açıklamayarak lafzı olduğu gibi kabul edenler ve sözü edilen kelimeleri mecaza

hamlederek anlam verenler olmak üzere iki mezhebin bulunduğu zikredilmektedir (Heyet, 1340: II, 1).

Bu yönüyle sözü edilen sıfatlara selefin yaklaşımı doğrultusunda bakılmaktadır. İsim vermeden “kul

fiilinin hâlikıdır” görüşüne sahip olan Mutezile mezhebi3 eleştirilmekte, Allah’ın yaratması olmadan

hiçbir şeyin varlık âlemine çıkamayacağı vurgulanmaktadır (Heyet, 1340: II, 2).

Yine, Mülk süresi ilk ayette geçen “şey’” kelimesine yapılan açıklamalar çerçevesinde buna

“madum” manası verenler, isim verilmeden eleştirilmekte, bu kelimeye “mevcut” manası veren ehl-i

sünnetin görüşü tercih edilmekte ve bunun dayanakları da ayetlerle desteklenmektedir (Heyet, 1340:

II, 3). Ayrıca ehl-i sünnetin “şey’”e madum manası verilmesi ile ilgili eleştirisi zikredilmektedir.

Ardından “biz de deriz ki...” diye başlayıp, bu kelimenin ezdâddan (zıt anlamları içeren kelime)

olduğu, yerine göre mevcut, yerine göre de maduma delalet ettiği, buna göre mana vermede hiçbir beis

olmadığı ileri sürülerek her iki görüş telif edilme cihetine gidilmiştir (Heyet, 1340: II, 4).

Konu ile ilgili tasavvufî yaklaşıma da yer verilmektedir. (Tasavvufi yorum örnekleri için bkz.:

Altuntaş, 2017) “Ehl-i hakka göre ayette geçen “şey’ ” mümkinâttır, vücud ile muttasıf olsun veya

3 Mutezileye göre kul fiillerinin halıkıdır. Bu fiilerin Allah’ın yaratması ile bir ilgidisi yoktur, görüşüne sahip olup, ayetleri

bu doğrultuda tevil etmektedir. (Kılavuz, 1987: 103).

Page 8: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

380 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

olmasın. Onlara göre haktan başka vücud yoktur ya” denilerek bu konuda onların farklı bir görüş

içerisinde olduğu beyan edilmektedir(Heyet, 1340: II, 4).

Ayetteki “Mâ terâ” (Mülk 67/3) ve “ferci’ ” (Mülk 67/3-4) emirlerinde hitap doğrudan sadece

Hz.Peygambere mi yoksa her mükellefi de kapsar mı sorusuna karşılık, hitap nasıl olursa olsun

hükmün umum ifade edeceği görüşü zikredilmiş, ancak ehl-i hakkın hitabın Resulullah’a mahsus

olmasını kabul etmediği ifade edilmiş, Hz. Peygamberin makamının Hz. İbrahim’in makamından

yüksek olduğu, bu sebeple Hz.Muhammed’in (s.a) tekrar tekrar bakma ihtiyacından âzâde olduğuna

inandıkları ve bunu ispat ettikleri beyan edilerek bu yaklaşımın pek isabetli ve yerinde olduğu

vurgulanmıştır (Heyet, 1340: II, 7).

Mülk suresi 13 ve 14. ayette zikredilen Allah’ın yarattığı varlıkların gizli ve açık bütün

işlerini bilmesi bağlamında bir şeyi yaratanın onun herşeyini de bileceğine dair, sözü edilen ayetlerin

delil teşkil ettiği ve de akli delillerin bunu desteklediği vurgulanmıştır. Nitekim bir şeyi tanımayan

onun hakikatini bilemez, hakikati bilinmeyince de üzerinde tasarruf yapılamaz, sonuçta icad ve tekvin

meydana gelmez. Bu açıdan Hâlık’ın mahlûkunu bilmesi ve onun durumundan haberdar olması

zorunlu bir haldir (Heyet, 1340: II, 19). “Ehl-i sünnet bu ayet-i kerime ile istidlal ederek kavl fiilinin

mevcudu değildir dediler. Bunu da iki veçhe ile ispat ettiler: Birincisi, kavl fiilinin mevcudu olsaydı

hak celle ve ala ef’âl-i âbidin Hâlık’ı ve binaen aleyh âlimi olmazdı; hâlbuki “bildiği” bu ayeti kerime

ile sabittir. İkincisi, kavl ef’âlinin mevcudu olsaydı, tefasil-i ef’âlini bilmesi lazım gelirdi, hâlbuki

bilmez. Şurası da bilinmek icab eder ki kavl fiilinin mevcudu olmamakla mes’ulü olmamak lazım

gelmez. Mesâi-i hasenesinden dolayı nâil-i mükâfât ve ef’âl-i seyyiesinden dolayı da düçâr-ı mücâzât

olur: çünki, kesb başka, halk başkadır. Bais-i mükâfât ve mücâzât ise kesbdir” (Heyet, 1340: II, 20).

Son ayette tevekkülün vacip olduğuna ayet delil kabul edilmektedir (Heyet, 1340: II, 35).

5. Ayetlerin Edebi Sanatlarla İlgisi:

Ayetler tefsir edilirken içerisinde herhangi bir edebi sanatla ilgili bir durum varsa mutlaka

onunla ilgili açıklamalara yer verilmiştir. Mesela: “… Hâsien” kelimesinin istiare yoluyla “zelil ve

uzak” şeklinde anlamlandırılma sebebinin, kelimenin konusu olan matrud manasının buraya uygun

düşmemesi olduğu ileri sürülmektedir. Her ne kadar “husû’”un tahayyur-u nazar manasına gelmesi ve

konuya da uygun düşmesi durumu bulunmakla beraber “hasîr”de aynı anlam bulunmasından dolayı,

her iki kelimeye tek mana verme yerine farklı bir anlam yüklemenin Kur’an’ın üslûbuna ve beyanına

daha uygun düşeceği aşikârdır (Heyet, 1340: II, 8).

Ayettte geçen “mesabih” ile kevakibin ışığı arasında istiare bulunduğu belirtilmektedir.

Misbah sirac manasında olursa bu mecaz istiareden ibaret kalır, makarrı sirâc manasına

kullanıldığında, misbah hulul itibarı ile siracdan sirac da kevkebden mecaz olarak mecaz üzerine

mecaz gerçekleşir (Heyet, 1340: II, 10).

Ayet tefsir edilirken orada geçen edebi sanatların beyanında başka ayetlerin verdiği

malumatlar kullanılmıştır: Cehennemden çıkan sesin merkeb sesine benzetilmesi, onun seslerin en

çirkini olması dolayısıyladır (Lokman 31/19). Buradaki teşbih istiare-i tasrihiyyedir. Cehennemin

halinin kazan kaynamasına benzetilmesi de istiaredir (Heyet, 1340: II, 11).

Ayette geçen sorunun çeşidi ile ilgili edebi sanata örnek ise şudur: Cehennemde görevli

meleklerin inkârcılara karşı yönelttikleri soru, onları azarlama ve susturma amaçlıdır (Heyet, 1340: II,

12).

6. Sarf ve İ’rab Yönüyle Açıklama:

Mülk sûresi tefsirinde kelimeler sarf yönüyle detaylı açıklamalara yer verilerek izah edilmiştir.

Örneğin Kadîr kelimesi, ikinci darabe yadribü babından sıfat, kâdirden mübalağa yapılmıştır. Manası,

kuvvet ve miknet sahibi anlamına gelmektedir.

Page 9: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 381

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

“Hüve” mübteda “kadîr” haber “külli şey’in” terkibi izafisi “alâ” vasıtası ile “kadîr”e

mütalliktir. “Vehüve alâ külli şey’in kadîr” isim cümlesi de, “ve” ile önce geçen sılaya yani “bi

yedihi’l-mülk” cümlesine matuftur (Heyet, 1340: II, 2).

Ayetlerin irab yönüyle tahlili yapılırken en ince detaya inildiğine dair bir örnek verelim: “

”zarf-ı mustakarr olup ya “rabbi بالغيب .terkib-i izafisi mef’uldür ربهم ,sıla ve aidi يخشون nin ismi ان ,الذين

den veya muzaaf mukadderi olan “azab”dan yahut شونيخ nin failinden haldir. Birinci surette “rableri

gaib olduğu halde ondan korkanlar”, ikinci surette “azabullah gaib olduğu halde ondan korkanlar”

üçüncü surette “ kendileri azabdan gaib oldukları halde ondan korkanlar” demek olur (Heyet, 1340:

II, 16). Burada açıkça görülmektedir ki, cümlenin tahlili ile ilgili farklı seçeneklerin varlığı anlama

boyut katmakta, bu ihtimallerin mevcudiyeti Kur’an’ın anlam zenginliği hakkında fikir vermektedir.

Ayetlerin tahlili yapılırken zaman zaman basit kaidelere yer verilmiş, ancak surenin başlarında

daha belirgin görülen bu durum, sonlarına doğru terkedilmiştir. Her halde bu, gereksiz tekrara düşme

endişesinden kaynaklanmaktadır. Ancak, bilinsin ya da bilinmesin bu ilkenin bütün kelimelere şamil

kılınması fazla detay sayılacağından gereksiz olduğu söylenebilir(Heyet, 1340: II, 8,12).

7. Kelimenin Kökü ile İlgili Tahlil:

Tefsir yöntemi olarak düşünüldüğünde ayetleri oluşturan kelimelerin öncelikle Arapçadaki

anlamlarının bilinmesi ve ayet içerisinde bu manalardan hangisini taşıdığı hususu sahih anlamı elde

etme ve ayetin bağlamı dikkate alınarak muradı ilahiye ulaşma amacı bakımından hayati öneme

sahiptir. Bazen bu kelimeler Kuran üslubu içerisinde özgün anlamlar da kazanmakta ve ayete farklı bir

derinlik katmaktadır. Kur’an kelimelerinin tabii bağlamı ve cümle içerisinde yüklendiği fonksiyon

dikkate alınmadan taşıdığı anlamlardan birini rastgele seçmek veya en uzak anlamı kelimeye

yükleyerek ayete anlam vermek, tamiri mümkün olmayan sonuçlara yol açabilmektedir. Bu yönüyle

tefsirde kelimelerin iştikakı ve taşıdığı anlamlar önem arzetmekte ve bunların öncelikle verilmesi usül

açısından isabetli görülmektedir. Örneğin “rucum” kelimesi “recm”in çoğuludur ve recm aslında “taş

ile vurup öldürmek” anlamına gelmektedir. Burada ise “yıldızların alevi ile helak etmek” manasında

kullanıldığı beyan edilmiştir(Heyet, 1340: II, 9).

Yine merkeb anırırken göğsünden çıkan sese “şehîk”, boğazından çıkana da “zefîr” denir.

Ayrıca “şehîk” insanın soluyarak boğazından çıkardığı sese de denmektedir. “tefûr” da kazan gibi

kaynamaktır (Heyet, 1340: II, 9). Nitekim ayetlere anlam verirlirken kelimenin sözlük anlamının

manaya katkısı da yansıtılmaktadır: “o cehennem ki kâfirler içine atılırlarsa kazan gibi kaynayarak

merkeb sesi gibi ses çıkarır” (Heyet, 1340: II, 11).

Bir başka örnek şöyledir: “Zenb” günah manasındadır. Ayette ise küfür anlamına gelmektedir.

Bu kelime aslında masdar olduğu için tekil olarak gelmiştir. Çünkü masdarda tekil ve çoğul kullanımı

aynıdır. Burada kelimenin bağlı olduğu fiil çoğul olduğundan oda çoğul anlamındadır (Heyet, 1340: II,

15).

8. Zamirlerin Mercii Meselesi: Zamirlerin hangi kelimeye raci olduğu meselesi tefsirlerde

anlama tesiri bakımından farklı yaklaşımlara yolaçtığı bilinmektedir. Müellifler surede geçen

zamirlerin aidiyyeti ile ilgili açıklamalara yer vermiş, böylece anlama kattığı zenginliği manalara

yansıtmıştır. Mesela “ha” zamiri müfred müennes olup “mesabih”e racidir. Çünkü cemi mükesserler

müennes hükmündedir.” “… lehüm deki hüm zamiri “şeyatin”e racidir” (Heyet, 1340: II, 9).

Bazı fiillerin Allah hakkında çoğul (ce‘alnâ, zeyyennâ gibi) kullanılmasının hikmeti şöyle

açıklanmaktadır: Tevhid ilkesi doğrultusunda Allah hakkında bu mana düşünülemeyeceğinden

kelimelerin sonundaki “nûn”a azamet nunu denir (Heyet, 1340: II, 9). Yani Allah’ın azamet ve şanının

büyüklüğünü ortaya koymak için bu şekilde kullanılmıştır.

9. Cümle Tahlili: Cümledeki her bir kelime daha önce geçmemişse onunla ilgili açıklamalara

yer verilmektedir. Cümledeki konumu, irab farklılıkları ve buna bağlı olarak ayetin kazandığı

Page 10: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

382 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

muhtemel anlamlar zikredilmiştir. Örnek olarak şu ayeti verelim: “بمصابيح نيا الد اء م الس fiil ”زينا

cümlesidir. “زينا” fiil ve fail “نيا الد اء م da ”بمصابيح“ terkib tavsifindeki mevsuf mef’ulü olduğu gibi ”الس

mef’uldür. “ياطين fiil ”جعلنا“ .fiil cümlesi kendinden önce geçen fiil cümlesine matuftur ”وجعلناهارجوماللش

ve fail “ها” birinci mef’ul “رجوما” ikinci mef’ul “ياطين عيراع “ .mef'ulü lehidir ”للش الس عذاب لهم تدنا ” fiil

cümlesi de de kendinden öncekine matuf “اعتدنا” fiil ve fail, “لهم” mef’ulü lehi, “عذابالسعير” terkibi-i

izafisindeki muzaaf mef’ulü bihidir (Heyet, 1340: II, 9).

Yeri geldikçe ayetleri açıklarken takdirler yapılmış böylece ayetin anlamının açığa çıkarılması

ve kolayca anlaşılması sağlanmıştır. Mesela; “Tebarekellezî hüve alâ külli şeyin kadîr” takdirinde

oluduğu beyan edilmiştir (Heyet, 1340: II, 2). Yine “ İn künte fi raybin minhü ferci’il basara” yani

“şüphen varsa tekrar bak!” demektir. Çünkü bazen bir bakış hakikatin tayinine yeterli gelmez ve tekrar

bakmaya ihtiyaç duyar (Heyet, 1340: II, 7).

10. Ayetlerden Delil Getirme (Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri): Yapılan tefsir çalışmasında

yeri geldikçe başka ayetlerin delil olarak veya manayı açığa çıkarma amaçlı kullanılmış olduğu

görülmektedir. Ancak bu yönteme az yer verildiği de belirtilmelidir (Heyet, 1340: II, 18,32). Mesela

Mülk sûresi 13. ayetin tefsirinde Ra’d sûresi 10. ayet, yine aynı sûrenin 28. ayetininin açıklamasında

ise Tûr sûresi 33. ve Fetih sûresi 12. ayet zikredilmiştir.

11. Hadisle İstişhat: Sûrenin tefsirinde az da olsa hadislere yer verildiği görülmektedir.

Örneğin amelin kabih, hasen, ahsen çeşitleri olabilirse de ayette müminlerin kemalinin murad edildiği

zikredilmekte, ayette geçen “amel”in her üçünü kapsadığı ve buna göre Allah tarafından mükâfat ve

ceza takdir edileceği ifade edilmektedir. Ayrıca amelin kalbî olmasına da delalet etmektedir. Nitekim

“ahsenü amelen” Peygamberimiz tarafından “ ahsenü aklen ve evra’u an meharimillah ve esra’u fi

taatihi” şeklinde tefsir edilmiş olduğu beyan edilmektedir. ( Hanginiz akıl cihetinden ahsen, haramdan

ictinab hususunda evra’, tâat-ı ilâhiyyede esra’). Kalbî olan mehâsinin mükâfatı var da kabâihin

mücâzâtı yok ne büyük lütuf! (Heyet, 1340: II, 5).

12. Muhtemel Görüşlerden Birini Tercih: Ayetlerin tefsiri ile ilgili farklı görüşler bazen

kısaca zikredilmekte ve onlardan birinin tercih edildiği beyan edilmektedir. Bazen de kafa

karışıklığına meydan vermemek için farklı görüşleri zikretmekten kaçınıldığı ifade edilmektedir. Bu

yönüyle tefsir daha kısa ve anlaşılır bir mahiyet kazanmakta ihtilafa yol açacak görüş ayrılıkları

arasında okuyucu çaresiz bir halde bırakılmamış olmaktadır. Bu açıdan takip edilen yöntemin isabetli

olduğu söylenebilir. Mesela “… Türkçeye daha muvafık olduğu için “hüve” takdirini daha muvafık

gördük” denilerek, bu konuda Ebussuud’un görüşü tercih edilmiştir (Heyet, 1340: II, 6).

Fillerin vakıaya uygunluğu sadedinde değerlendirmeler yapılmış ve bunun gerekçeleri

zikredilmiştir: “Kâlû” fiilinin çoğul gelmesi olayın Allah katında bilinmesi ve gerçekleşmesinin kesin

olması sebebiyledir (Heyet, 1340: II, 14-15).

Ayetin tefsiri sırasında kelimelerin cümledeki konumunun tespit edilmesi ile ilgili olarak farklı

ihtimaller arasından birinin tercih gerekçesi verilmektedir: “Biz deriz ki, بالغيب da يخشون nin failinden

hal olduğunu tercih iki sebebe mebnidir. Biri, her şeyde mevcut ve meşhut olan kudreti ilahiyyenin

delalet ettiği vacibul-vücuda haddi zatında gâib olsa bile gâib demeye revâ görmemekten dolayıdır.

Sû-i tevehhüme uğramak korkusu ve vahdet-i vücud ehlinin mezhebine karşı taarruz addedilmek

meselesi de başka. İkincisi: cennet ve cehennem için kullukta şirk-i hafi vardır, diyen ehl-i hakikate

muhalefeti layık bulmaktan naşidir. Ve yalnız oldukları halde hakk celle ve aladan korkanların eşhas

meyanında daha ziyade korkacakalarını tabii bularak, Celaleyn tefsirinde olduğu gibi “nâsdan” kaydı

ile takyid ve gâibin gizli lafzı ile tefsirini de erbâb-ı haşyetin hallerine evfak addeddik” (Heyet, 1340:

II, 17).

Tefsirin kaynakları arasında en çok Ebussuud’un eserine müracaat edilidiği ve ondan

nakillerde bulunulduğu görülmekte, ancak bu nakillerin her zaman destekleyici (Heyet, 1340: II, 25)

anlam taşımadığı farkedilmektedir. Yani bazı yerlerde tenkit amaçlı olarak zikredilmiştir. Örneğin,

Page 11: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 383

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Ebussuud, “saff”ı kuşların kanatlarına değil ayakalarına haml etmek istemiş ve kuşlar kanatlarını bast

ederlerse ayaklarını direrler demiş ise de bu haml, “bu ayeti kerimedeki يقبضن kavli kerimine ve:

“kanatları çarparak uçanı… açarak uçanı terk et.” manasında olan “küllü mâ deffe vedea mâ saffe”

hadisi şerifine ve ekser tefsir kitaplarına muğayir görülerek “saff” manada kanatlara haml olundu”

denmiştir (Heyet, 1340: II, 24).

13. Zayıf Görüşlerle İlgili Tutumu: Bu tefsir çalışmasında dikkat çeken hususlardan biri de

her meselede doğrudan veya dolaylı olarak mevcut naklin zayıflığına bakılmaksızın

zikredilmemesinde gösterilen duyarlılıktır. Bu husus şöyle değerlendirilmiştir: “…Ayet-i kerimenin

tefsirinde diğer manalar dahi mervi ise de akvali zaîfeye müstenid olmakla dercinden sarf-ı nazar

olundu” ( Heyet, 1340: II, 27).

14. Tefsirde Nuzül Sebeplerine Yer Verilmesi: Ayetlerin tefsirinde yeri geldikçe az da olsa

nuzül sebeblerine yer verilmiştir (Heyet, 1340: II, 18). Örnek olması bakımından birini zikredelim:

“Abdullah ibn Abbas’ın naklettine göre, Allah müşriklerin Hz.Peygamber hakkındaki olumsuz

konuşmalarını Cebrail vasıtasıyla ona bildirmiş olduğundan onlar kendi aralarında “gizli konuşun ki

Muhammed’in Rabbi duymasın” demeleri üzerine bu ayet (Mülk 13) nazil olmuştur (Heyet, 1340: II,

18).

15. Tefsirin Rivayet ve Dirayet Yönü: Mülk Sûresi tefsiri bir dirayet tefsir çalışmasıdır.

Her ne kadar ayet ve rivayetlere yer verilse de, yukarıda değinildiği gibi sûre dilsel yönden ağırlıklı

olarak ele alınmakta, yeri geldikçe yorumlara yer verilmekte ve bunlar arasında tercih yapılmaktadır.

Sonuç

Osmanlı devletinin son dönemlerinde, özellikle meşrutiyetin ilan edilmesi ile birlikte –her ne

kadar Cumhuriyet dönemindeki kadar olamasa da- Kur’an meali alanında yapılan çalışmaların gözle

görülür bir ivme kazandığı, halkın Kur’an’ın içeriğinden haberdar olması maksadına matuf neşriyata

ağırlık verildiği görülmektedir. Osmanlı müelliflerinin kaleme aldığı tefsire dair eserlerde ve ders

takrirlerinde Kur’an’ın sadece dilsel yapısının ele alınıp onun üzerinde açıklamalar yaptıkları, devrin

ortaya çıkardığı bireysel ve toplumsal sorunlarla ilgili her hangi bir çözüm yolu önerecek açıklamalara

yer vermedikleri gerçeğinden hareketle, devrin Kur’an tefsiri anlayışını yansıtması bakımından önemli

bir örnek oluşturacak bir çalışma dikkatlere sunulmaktadır. Aşağıda metni verilen bu örnek tefsir

çalışmasının klasik yöntemin dışına çıkmadığı, ancak ayetleri anlamaya götürecek kelime ve cümle

yapısı ile ilgili ortaya konulan yöntemin özellikle bugün imam-hatip ve İlahiyat lisans öğrencilerinin

Kur’an’ı anlamada başvuracakları faydalı bir yol olduğu ve sözkonusu usulle tefsir derslerinin

işlenmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir. Yani arapça olan bir kelamın doğru bir şekilde

anlaşılması, ancak kelime ve cümle bilgisi, ifade tarzının kavranmasıyla mümkün olacaktır. Bugün

yazılan tefsirlerde bu yön ihmal edilmekte sadece manaya yönenilmektedir. Her iki hususun Kur’an’a

anlam vermedeki önemi ortadadır. O halde yapılacak şey her iki yönü dikkate alan çalışmalara

yönelmektir. Her türlü detayı tefsirlere dâhil etmenin ne kadar sağlıklı olacağı hususu da dikkatten

kaçırılmamalıdır. Bu çalışmada yer yer zikredilen bir husus, kafa karışıklığına meydan verecek

derecede farklı görüşlerin ardarda sıralanması okuyucunun ana fikri kaçıracak hale düşülmesi

endişesidir. Bu açıdan birçok görüş bu hassasiyet gözetilerek zikredilmekten sarf-ı nazar edilmiştir.

Ancak sadece gramer yapısı dikkat alınarak yapılan bir tefsirin ne kadar yarar sağlayabileceği hususu

önemli bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Bu yönüyle de çalışma eleştiriye açık hale gelmiştir.

Page 12: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

384 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Tefsîr-i Sûre-i Mülk4

تبارك الذي بيده الملك

“Tebâreke” tefâul bâbından fiil-i mâzîdir. “Ta’zim ve teâli etti” demektir. Tefâ’ul bâbının

binası iki ya daha ziyade beyninde müşareket için olduğu halde bazen işbu lafz-ı şerifte olduğu gibi

vâhid için olur ve mübalağa ifade eder. “Ellezî” ism-i mevsuldür. “Bi yedihi “ deki “be” harf-i cer

olup “fi” manasınadır. “Yed” isimdir. “el-mülkü”deki “el” harf-i tarif “mülk” isimdir. Harf-i tarif ya

ahd için olur ya cins yahut istiğrak ifade eder. Yani birtakım efrâda def’aten yahut müteâkiben şâmil

olur. Bazı ulemâya göre harf-i tarif ya ahd yahut cins için olur. Ahd, ahd-ı zihni, ahd-ı zikri, ahd-ı

huzuri kısımlarına, cins de istiğrak-ı efrad istiğrak-ı hasais-i efrad ve tarif-i mahiyet kısımlarına ayrılır.

Burada istiğrak-ı efrad içindir. “Yed” Türkçede âzây-ı bedenden “el” manasına ise de, burada

Türkçesini murad, yahud herhangi bir lisana tercüme etmek, Hak Celle Alâ’ya cisim izâfe, yani Allah

Azîmu’ş-şânın cisim olduğunu kabul etmek olduğu için caiz değildir. Çünkü her cisim muhtâc-ı

hayyiz yani mekândır. Hâlbuki mekân mahlûk-u ilâhîdir. Bir şeyin mevcut olmazdan evvel mevcut

olması ise muhaldir. Binâen aleyh “yed”in tayini manasında iki mezheb hâsıl olmuştur. Biri

tercümesini tecvîz, mahiyetini tayin etmeyerek lafzı aynen kabul etmekte5 zaruret görmüş, diğer

mezheb ise mecaza giderek “yed”e “kudret” manası vermiştir. Mülk, âlem-i gayb ve şehadet ve âlem-i

ervâh ve eşbâha şamildir.

“Tebâreke” fiil, “ellezî” fâili, “biyedihî” deki zamir mevsulun âidi, “biyed” mukaddem haber

“el-mülk” muahhar mübteda olmakla bu cümle-i ismiyye dahi mevsûlün sılasıdır.

Ayet-i kerimenin manası: “Her umurda tasarruf-u küllî kabza-i kudretinde olan Zât-ı Ecel ve

Alâ, mâsivâdan zaten ve sıfaten ve fiilen taazzum ve teâlî etti”. Yani “kudret” lafzı mecâz-ı mürsel

oluyor ve cümle-i ismiyyede haberin tekaddümü hasr ifade ve “yed” lafzı te’kid beyan ediyor.

Binaenaleyh vesâit bazı mezâhib ehlinin iddiası vechile müesser değildir. Hak Teâlânın halkı

olmadıkça hiçbir şey vücut bulmaz. Beşer kendi ef ‘âlinin mevcudu olamaz. Kavl-ü azm ve kesb,

Allah azîmüş-şanda halk eder.

.Ve “ âtıfedir. Mâ ba‘dini mâ kabline atf ve bilâ tertib cem‘a hizmet eder“ وهو على كل شيء قدير

“Alâ” harf-i cer isti’la içindir. Burada hakikat isti‘la memnu‘ olmakla mahalli kudret ve miknet

manasına olur.”Kül” kelime-i istiğrakdır. ”şey’” ehl-i sünnete göre mevcut demektir. “Kadîr” ikinci

darabe yedribu bâbından sıfat ve “kâdir” den eblağdır. Sâhib-i kuvvet ve miknet demektir.

“Hüve” mübteda, “kadîr” haber, “küllü şey’in” terkîb-i izâfîsi “alâ” vasıtası ile “kadîr”e

müteallak “ وهو على كل شيء قدير” cümle-i ismiyyesi “ve” vasıtası ile sıla-i sâbıka yani “biyedihi’l-

mülk” cümlesine ma’tuftur.

Şu halde ayeti kerime “tebârekezi hüve alâ külli şeyin kadîr” takdirinde olur.6

Manası: “Her şeye kâdir olan Allah-u Azîmü’ş-şân mâsivâdan zaten ve sıfaten ve fi’len

taazzum ve teâli etti olur” ve ma‘tufu aleyhi ile beraber “her umurda tasarruf-u külli kabza-i

kudretinde bulunan ve her şeye kadir olan Allah-u Azîmü’ş-şân mâsivâdan zaten ve sıfaten ve fi’len

taazzum ve teali etti, şeklini alır. “Alâ”daki mana istiâre-i tebeiyye olur.

Bazı mezheb ehli “şey’ ”e ma‘dum manası verdiler ve mevcut manası verildiği halde “Hak

Celle ve Alânın mevcudu icad etmesi lazım gelir, bu ise muhaldir” dediler. Lakin ehl-i

sünnet:”mevcûdun fâilden istiğnâsı zamân-ı bekâdadır, zamân-ı ibtidâda değildir, çünkü her fâil

muhtarın fi‘line mukaddem olması lâbüddür” cevabını verdiler. “Şey’in”in mevcut manasına olduğuna

4 Nûru’l- Beyân’ın tarz-ı tahrîri hakkında beyân olunan bazı mülâhazâta cevaben sûre-i mülk tahlîlî bir surette tefsir ve kitaba

ilave edilmiştir. 5 Sayfa 1 6 Sayfa 2.

Page 13: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 385

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Sure-i Bakaradaki “femen afâ lehü min ehîhi şey’ün” ve Sure-i Kâfdaki “hâzâ şey’ün acîb” ve Sure-i

Mümtehinedeki ”vein fâteküm şey’ün” ve Sure-i Tûrdaki “em halaku min gayri şey’in” ve Sure-i

Enamdaki “kul eyyü şey’in ekberu şehâdeh” ve Sure-i Kehfdeki “ve kâne’l-insânü eksera şey’in

cedelen” ve yine Bakaradaki “veleneblüvenneküm bi şey’in” ve Nisadaki “fein tıbne leküm bi şey’in”

ve yine Kehfdeki ”felâ tes’elnî an şeyin”ayetleri sarâhaten delalet etmektedir.

Ehl-i sünnete göre “şey’in”in manasına kabulü, Hak Celle Alânın muhâle kâdir olduğunu

istilzam eder. Bu ise muhaldir. Lakin mevcut manasına olduğunu kabulde Allah azimuşşânın vâcibe

kadir olduğunu istilzam eder ki bu da muhaldir. Onun içindir ki7 ayet-i kerimedeki mânây-ı umûminin

aklen muhassıs olduğunu vâcibu’l- vücûd olan Hak Celle ve Alânın şumûl-ü kudretinden hariç

bulunduğunu beyan ederler.

Biz deriz ki “şey’in”in ezdaddan, tabiri âharla müşterek yani hem mevcut hem ma‘dum

manasına mevzu olduğunu kabul etmekte ve mevcuda delâlet eden yerlerde mevcûd-u muhassıs,

ma’duma delâlet eden yerlerde dahi madûm-u muhassıs manası vermekte ne beis vardır. Kadı

Beydavi’nin “vehüve alâ külli şey’in kadîr”i “ve hüve alâ külli mâ yeşâü kadîr” diye tefsir etmesinde

bu telife delalet yok değildir.

Ehl-i hakka göre ayeti kerimedeki “şey’in” den murad mümkinattır, vücud ile muttasıf olsun

olmasın… Çünki vücud ile muttasıf olması mütekellimînin dediği gibi, bekâ halinde dahi fail

muhtardan istiğnay-ı mûcib olmaz. Çünki vücud nasıl ki muhtâc-ı icâd ise bekâ dahi her an muhtac-ı

tecellîdir. Hatta tecellî faraza bir an munkatı’ olsa cihanda bir şey kalmaz. Onlara göre zaten vücûd-u

haktan başka vücud yoktur.

العزيز الغفور الذى خلق الموت والحيوة ليبلوكم ايكم احسن عملا وهو

”.fili mazi “yarandı” demektir ”خلق “ .ism-i mevsuldür ”الذى“ الموت والحيوة ” de harfi tarif

istiğrak içindir. “kem” zamirden ivazdır: Çünki asılları “mevteküm ve hayateküm”idi. ”mevt ve hayat”

yekdiğerinin zıddı olan sıfat-ı vücudiyyedir.”mevt”sıfatı hayatiyyenin ademidir”diyenlere: “ademi

gayr-ı mahluk mevt ise mahluktur”cevabı verildi. “Liyeblüveküm”de “lam” harf-i cer, “yeblü” fiili

muzâri mukadder “en”i masdariyye ile mensub “kem” zamiri muhatabtır. “Ey mükellefler sizi imtihan

ve ihtibar etmek için” demektir. “Ahsen” ism-i tafdil, “daha güzel” manasınadır. “Amel” masdardır.

“Azîz ve ğafur” fil asl sıfat olup, esmây-ı ilâhiyedendir. “Azîz” gâlib, yani kötülük yapanın

mücâzâtından gayr-ı âciz, “ğafur” da tevbe edeni mağfiret edici demektir.

“Ellezî” birinci mevsulden bedeldir. “halaka” cümle-i fiiliyyesi, “ellezî”nin sılası8 ve

“halaka”nın faili olan zamir-i müstetir “ellezî”nin âididir. “elmevt” “halaka”nın mefulü, “velhayate”,

“elmevt” üzerine ma’tuftur. “liyeblüveküm”, “halaka”nın mef’ulu lehidir, meful-u gayr-ı sarih dahi

denilir. Âhırında “kem” “liyeblüve”nin mefulu evveli, “eyyüküm ahsenü amelen” cümlesi de mefulu

sanîsidir: Çünki “eblü” ilim manasını mutazammındır.”Eyyüküm” terkîb-i izâfî “eyyü” mübteda,

“ahsenü” haberi, “amelen” temyizidir. “Hüve’-l azîzü’l- ğafûr” mübteda ve iki haberden mürekkeb

cümle-i ismiyyedir.

Manası: Ey mükellefler! Hakkınızda hanginizin ameli ahsen olduğunu ihtibar muamelesi

yapmak için, mevt ve hayatınızı halkeden Zat-ı Ecelli ve A’lâ, zaten ve vasfen ve fi’len teâzum ve

teâli etti: Çünki kötülük yapanların mücâzâtından gayr-i âciz ve tevbe edenleri de yarğılayıcıdır”

demektir. Tâibleri mağfiret, tâib olmayanların adem-i mağfiretini istilzam etmez.

Binaen aleyh, “liyeblüveküm” deki hitâb-ı umûmî tahsis-i akli ile mükelleflere mahsustur. Ve

“liyeblüveküm”de istiâre-i temsîliyye veyahut tebeiyye vardır: Çünki adem-i ilmi iktiza eden ihtibar,

Hak Celle ve Alâ için gayr-i mutasavverdir. ”Vehüve’l- azîzü’l-gafûr” cümlesi tezyiliyyedir, ta’lil

ifade eder.

7 Sayfa 3. 8 Sayfa 4.

Page 14: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

386 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

“Amel” eğerçi kabih, hasen ve ahsen olabilirse de, ayet-i kerimede müminlerin kemâl-i murâdı

buyurulmuştur. Mea hâzâ, ihtibar her üç nev’a şamildir: çünki murâd-ı ilahi her nev‘ sahibinin ameline

göre ta‘yin-i mücâzât ve mükâfattır. Ayet-i kerimede amelin kalbî olduğuna da delâlet vardır: Çünki,

Resulullah (s.a.v) tarafından “ahsenü amelen” “ahsenü aklen ve evrau min mehârimillâhi ve esrau fi

tâatihi” diye tefsir olunmuştur ki hanginiz akıl cihetinden ahsen, haramdan ictinâb hususunda evra’ ve

taat-ı ilâhiyyede esra‘ demektir. Kalbî olan mehâsinin mükâfatı var da kabâihin mücâzâtı yoktur. Ne

büyük lütuf!9

حمن من تفاوت فارجع البصر هل ترى من فطور الذى خلق سبع سموات طباقاا ما ترى فى خلق الر

“ .yedi gök demektir ”سبع سموات “ طباقاا ” ism-i meful olan mutâbakat, yani birbiri üstünde

yekdiğerine muvâfakat manasınadır. Masdarın meful manasına geldiği çoktur, nitekim “halk”da

mahluk manasına gelmiştir. “Mâ” nefy içündür. “ترى” fiil-i muzari muhatab “mâ” ile “görmezsin”

demektir. “fî” harf-i cer, “ حمن ”تفاوت “ ,rahmanın mahlûku” manasınadır.”Min” harf-i cer“ ”خلق الر

malumdur. “ فارجع البصر” gözünü döndür, yani tekrar bak demektir. Buradaki “fa” tesbib ifade eder.

“Hel” istifham içündür. “Fütûr” bazı rivayete nazaran yarmak manasına olan “fetara”nın cemidir. Bazı

rivayete göre de masdardır.

cümlesi Ebussuud tercümesine göre medh üzerine mensub yahut ”الذى خلق سبع سموات طباقاا“

merfu’ ve manen sebk eden mevsullere mütealliktir. Velev ki i’raben onlardan munkatı’ olsun. Şu

halde mensub olmak içün “a‘ni”, merfu olmak içün “hüve” takdir edilmek lazımdır. Türkçeye daha

muvafık olmak itibariyle “hüve” takdirini evla gördük. Şu halde “ellezî” mübtedây-ı mukadderin

haberi “halaka” cümlesi “ellezî”nin sılası, faili olan zamir-i müstetire de aididir: Çünki her mevsul için

sıla ve âidin vücûdu zarûrîdir. “ Seb’a” “halaka”nın mef’ûlü “semâvât” “seb’a”nın muzâf-ı

ileyhi,”tıbâkan” da sıfatıdır. Terkîb-i izâfîden sonra gelen sıfatın mevsufu, mutlaka muzafun ileyh

olmak lazım gelir. Bazan da muzaaf olur.

حمن من تفاوت cümle-i isti’nâfiyyedir. “Mâ terâ” fiil-i menfiyyesinin mukadder ما ترى فى خلق الر

olan “ente” faili, “ حمن de mefulun minh ”من تفاوت “ terkib-i izâfîsi, mefulun fih yani zarfı ”فى خلق الر

yani meful gayr-i sarihdir. “Ferci‘il besara” emr-i hâzır ile faili olan “ente” meful olan “el-basar”dan

mürekkeb cümle-i fiiliyedir. “Hel terâ min futûr” da cümle-i fiiliyye-i istifhâmiyyedir. Ayet-i

kerimenin muhtevi olduğu terkibler hakkında diğer ahkâm ve ihtimalatı nahviyye dahi mervi ise de

ezhanı teşevvüşten sıyanet içün iradından sarf-ı nazar olundu.10

Manası: “Her umurda tasarruf-u küllî kabza-i kudretinde olan “mevt” ve “hayatınızı” halk

eden kâdir-i mutlak, birbiri üzerine yekdiğerinde mutabık yedi ğöğü yaradandır. Ya Muhammed

rahmanın mahlûkunda tefavütten eser görmezsin. Tekrar bak, hikmet ve maslahata riayet

olunmadığına delalet eden bir halel görür müsün, yani tekrar bak ki bil muayene mahlûk-u rahmanda

tefavüt olmadığını şüpheden azade olarak sana tavadduh etsin!”

Binaen aleyh, “er-rahman” lafzı şerifi ta’zim ve hükmün illetini beyan ve Allah azimüşşanın

kudreti bahiresi ile rahmet ve fazlından hak etiğini halkında niamı guna gun olduğunu iş’ar içün zamir

mevziine mevzudur: Çünki, bu esbab olmasaydı “halakahünne” kelimesi iktiza ederdi. “Mâ terâ” ve

“ferci‘” hitablarının, resulullah sallahü aleyhi veselleme mahsus yahut her mükellefe şamil olması caiz

ve nebiyi muhtereme mahsus olsa dahi hükmü âmmdır. Hatta ehl-i hakk, hitabın resulü muhtereme

mahsusiyyetini kabul etmez. Ve nebiyi ekrem sallallahu aleyhi vesellemin makamının İbrahim

aleyhisselamın makamından yüksek olduğunu bihakkın iddia ve resulü Kibriya aleyhi

ekmelüttehayanın tekrar tekrar bakmak ihtiyacından azade olduğunu pek doğru olarak ispat ve itikad

ederler. Tefâvütten maksad, naks ifade eden tefâvüttür. Hilkatte ihtilaf manasına değildir. Evvelindeki

“min” te’kid içündür.”ferci’ “deki “fâ” nın ma kalbi ma badine sebebdir. “in künte fi raybin minhü

9 Sayaf 5. 10 Sayfa 6.

Page 15: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 387

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

ferci’il- besara” takdirindedir ki “şübhen varsa tekrar bak”demektir: Çünki bazen bir bakış ta’yin-i

hakikate kâfi gelmez de tekrar bakmaya sebep olur.

تين ينقلب اليك البص ر خاسپاا وهو حسير ثم ارجع البصر كر

“Sümme” atf içündür. البصر ارجع yukarıda geçti. تين كر iki kerre demektir. ينقلب fiil-i muzari

müfred müzekker gaib “döner” manasınadır. اليك harfi cer ile kaf yani zamir hitabdan

mürekkebdir,sana demektir. خاسپا ismi fail; müteaddi11 ve lazım olur. Köpeği yahut köpek kendi

nefsini koğucu demektir. Burada zilletle matrude teşbihen isabetten uzak manası virilmiştir. “haşir”

yorgun yani çok bakmaktan göz nuruna zaaf tari olmuş dimektir.

تين“ ,cümle-i fiiliyye-i inşâiyye ”ارجعالبصر“ البصر ,mef'ulü ”اليك“ ,fiil ”ينقلب“ .failden haldir ”كر

faili, “خاسپا” failden haldir. Bu cümle ma kablindeki cümle-i inşâiyyenin cevabıdır. “ حسير ”وهو

mübteda ile haberden mürekkeb cümle-i ismiyye-i haliyyedir. Zilhali “البصر" dur. Ayet-i kerime

“fercı‘il basara” cümlesi üzerine matuftur.

Manası: “İstersen birçok defa daha bak. Futûr görmemekle beraber, başarın da sana aradığını

görmekten zelil ve baîd ve defeat ile bakmaktan yorgun olarak munkalib olur. Yani ne kadar bakarsan

bak, gözlerin yorulur, bakmaya iktidarın kalmaz. Yine halel göremezsin, çünkü yoktur.”

Binaenaleyh “kerrateyni” tesniyesinin “birçok defa” diye tefsir edilmesinin sebebi, husul-u

husvein kesrete mütevakkıf olması cümle-i cevabiyyenin mülazemet iktiza etmesi; “hasien”

kelimesinin istiare ile zelil ve baid diye tefsir edilmesinin sebebi de, kelimenin mevzuu olan matrud

manasının burada mahalli olmasıdır. Vakıa, “hasue” tahayyur-u nazar manasına da gelir ve o mana ile

tefsiri mevzua muvafık olur. Lakin “hasîr” de o manaya olduğu için iki kelimeyi bir mana ile tefsirden

ise ziyade mana teharrisi nazm-ı celile daha muvafıktır.

ياطين و نيا بمصابيح وجعلناها رجوماا للش اء الد م عير ولقد زينا الس اعتدنا لهم عذاب الس

fiil-i mazi mütekellim ”زينا“ .tahkik ifade eder ”قد“ .cevab-ı kasem için gelmiştir ”ل“ daki ”لقد“

maal-ğayr sigasıdır ve tef'il bâbındandır. “ اء م نيا“ gök ”الس “ garîb manasına olduğu gibi ”الد ابيحمص " dahi

“misbah”ın cemi “misbah”12 dahi “çerağ” yahut “çerağın vaz’ olunduğu yer” ya “kab” manasınadır.

”ها“ .fiil-i mazi mütekellim maal-ğayr sigası sülâsî üçüncü babtandır. “ettik” demektir ”جعلنا“ ,atıfe ”و “

zamir-i müfred müennes “مصابيح”a racidir: Çünki cemi mükesserler müennes hükmündedir. “رجوم"

"recm"in cem’i , “recm” fil-asl taş ile vurup öldürmektir. Burada şule-i kevakib ile ihlaktir. “ياطين "ش

"şeytan"ın cem'idir. “و” atıfe, “اعتدنا" mazi mütekellim maal-ğayr sigası olup if'al babındandır

“hazırladık” demektir. “لهم" ün zamiri “ياطين عير “ .eziyyet “ demektir“ “ عذاب “ .e racidir "ش ”الس

cehennemdir.

بمصابيح “ نيا الد اء م الس “.cümle-i fiiliyyedir ”زينا نيا “ fiil ve fail ”زين الد اء م terkib tavsifindeki ”الس

mevsuf mef’ulü olduğu gibi “بمصابيح” dahi mef'uliyyedir. “ياطين cümle-i fiiliyyesi ma ”وجعلناهارجوماللش

kablindeki cümle-i fiiliyyeye matuftur. “جعلنا” fiil ve fail “ها” mef’ul-ü evveli “رجوما” mef'ul-ü sanisi

ياطين“ “ .mef'ulü lehidir ”للش عير عذابالس لهم اعتدنا ” cümle-i fiiliyyesi de ma kabline matuf “اعتدنا” fiil ve

fail, “لهم” mef’ulü lehi, “عذابالسعير” terkibi-i izafisindeki muzaaf mef’ulü bihidir.

Manası: “Billahi göklerin arza en garib olanını geceleri ziyâdar olan çerağlar gibi kevâkibi

muzie ile tezyin ve kevakibden düşen şihabları iştirak-ı sem’ için göklere çıkan şeytanlara rucûm

ittihaz ve o şeytanlara azab-ı dünyadan başka ahiratte azab-ı cehennem dahi ihtar ettik.”

Semavatın şâibe –i kusurdan hali olduğu beyan olunduktan sonra, işbu ayeti kerime ile de

ahsen surette halk edildiği beyan buyurulmuştur. “Zeyyennâ, ce‘alna, a‘tedna” fiilleri mütekellim

maal-ğayr sigası ise de bu mana Hakk Celle ve Alâ hakkında mutasavvır olmadığından ahirlerindeki

“nâ” ya nun-u azamet denir. Sema ile dünyanın mua‘rref bil-lam olması, dünyanın sıfat ve “denâ”dan

11 Sayfa 7. 12 Sayfa 8.

Page 16: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

388 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

“kurb” manasına olduğuna delalet eder. “Mesabih” ile kevakib-i muzie13 arasında istiare vardır.

Mesabih, siraç manasına olduğu takdirde beynlerindeki mecaz, iş bu mecaz istiareden ibaret olur.

Lakin misbah, mukarrar sirac olduğu takdirde, misbah hulul itibarı ile siracdan, sirac da kevkebden

mecaz olarak mecaz alel-mecaz külfeti tahakkuk eder.

للذين كفروا بربهم عذاب جهنم وبئس المصير و

“Le” harf-i cer, tahsis ifade eder. “ellezîne” cem’i mevsul. “كفروا" fiili mazi cem'i müzekker

gaib "inkâr ettiler” yahut şirk koştular manasınadır. Burada manay-ı sani ufaktır. “بئس" ef’âl-i

zemmden “kötü idi" demektir. “المصير” deki “ال” ahd-i zihnî içindir. “مصير” ism-i mekân, “ merci ve

mele’ ” manasınadır. “للذين“ ”كفروا” nin sıla ve aidi, “بربهم” terkib-i izafisindeki “be” “keferû”ya

müteallik olup, “bi-rabbi” “keferû”nun mef’ulü bihidir.

بربهم“ كفروا “ ,haber-i mukaddem ”للذين جهنم terkib-i izâfîsindeki “azab” mübtedây-ı ”عذاب

muahhardır.

Manası: Rableri Teâla ve Tekaddese şirk koşanlar için azab-ı cehennem vardır. Ve kâfirlerin

mercii kötüdür.

ا القوا فيها سمعوا لها شهيقاا وهي تفور اذ

ا“ .if’al babından fiil-i mazi meçhul cemi müzekker,”atıldılar” demektir ”القوا“ harf-i şart ”اذ

fiil-i ”سمعوا“ .daki zamir de cehenneme racidir ”لها“ daki zamir cehenneme râci olduğu gibi ”فيها“

mazi malum cemi müzekkerdir. Merkeb anırırken göğsünden14 çıkan savta “شهيق” , ve boğazından

çıkan sese “zefîr” denir. Lakin Misbâh’ın kavline göre “شهيق” insanın soluyarak boğazından çıkardığı

sestir. “ تفور” “kazan gibi kaynar” demektir.” ا القوا فيها ”فيها“ fiil ve naib-i fail“ القوا“ cümle-i şartıyye ”اذ

zarftır. “… سمعوا لها ” cümle-i cevabiyye, “سمعوا” fiil, “vav-ı cem’ faili “شهيقاا “ ”لها” dan hal olarak

mahzuf olan “kâinen” kelimesine müteallik, “ سمعوا“ ”شهيقاا” fiilinin mef’ulüdür. “ هي ” mübteda,

cümlesi haberi, cümle-i ismiyye de cehennemin halidir. Ayet-i kerime, ayet-i sâbikadaki “azâbü”تفور “

cehennem” yahut cehennemin sıfat-ı ûlâsıdır.

Manası: “O cehennem ki kâfirler içine atılırlarsa, kazan gibi kaynayarak merkep sesi gibi ses

çıkarır; kâfirler de osesi işitirler.”

Vakıa, müstakbelde olduğu halde “سمعو“ ,القوا” fiillerinin mazi olarak vürudu, vakıanın

muhakkakul-vuku olduğuna delildir. Kâfirlerin cehennemden çıkan sesi işittiklerinin beyan

buyurulması, şiddet-i azabiyelerine delalet eder. Cehennemden çıkan savtın merkep sesine teşbihi,

merkep sesinin enkeral-esvat olduğu içindir. Bu teşbih istiare-i tasrihiyyedir. Cehennemin

kaynamasının kazan kaynamasına teşbihi de istiaredir.

ا الم يأتكم نذير ا القي فيها فوج سالهم خزنته كلم تكاد تميز من الغيظ

aslıda ” تميز “ .efal-i mukarebeden fiil-i muzari müennes “yakin olur” demektir ”تكاد “

“tetemeyyezü” idi, idğam olundu. Tefe’ul babından fiili muzari müennestir. “Teteferreku” yani yarılır

demektir ki “tekadü” ile “yarılayazar” manasına olur. “ غيظ” gazap manasınadır. “ كل ” “her” manasına

olup burada olduğu gibi ahirine “ا fiili mazi meçhul ”القي “ .dahil olursa tekrar ve şart ifade eder ”م

“atıldı” demektir. “ فوج ” fırka15 ve cemaat manasınadır. “ سال”fiili mazi “ هم” kâfirlere racidir. “ خزنت”

“hâzin”in cem’i olup muhafaza manasınadır. Burada zebaniler demektir. “ الم يأتكم” deki “ ا” yani hemze

istifham içindir. “ لم” hurufu-u cazimeden olup muzariya dâhil olursa manasını mazi-i menfi yapar.

.kaldı ”يأت “ gelince “ya” sakıt oldu, meczum olarak ”لم “ fiil-i muzaridir. Aslı “ye’tî” idi, evveline ”يأت “

.iblağ ve tahvif eden manasınadır ”نذير “ .size gelmedi mi?” demektir“ ”الم يأتكم “

13 Sayfa 9. 14 Sayfa 10. 15 Sayfa 11.

Page 17: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 389

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

”تميز من الغيظ “ nün ismi tahtında müstetir olup cehenneme raci olan “hiye”, haberi de ”تكاد “

dır. İş bu cümle-i fiiliyye evvelce geçen cehennem lafzının sıfat-ı saniyesidir. . “ القي” fiil, “ فوج ” naib-i

fail “فيها” zarfı olup “ا القي فيها ”.cümlesi de cümle-i fiiliyye-i şartiyyedir”كلم ا الم يأتكم نذير سالهم خزنته ”

cümlesi cezasıdır.” سالهم ” fiil ve mef’ul, “ خزنت” fail ahirindeki “”ha” muzafun ileyhi,” الم يأتكم نذير ”

cümlesi kezalik mef’uldür. “ الم يأتكم” fiil ve mef’ul “ نذير” faildir. “ …ا القي فيها ,cümlesi istinafiyye”كلم

alâ kavlin haliyedir. İstinafiyye olursa “”külle” lafzı “سال” ile yoksa haliyyet ile mensuptur.

Manası: “Cehennem ki kâfirler içine atılırsa gazabından yarılacak gibi olur. Cehenneme

kâfirlerden her fevç atıldıkça zebaniler onları tevbih için:” size nezir gelmedi mi?” derler.

Bu halde “ تكاد تميز من الغيظ” cehennemin iştiâline misaldir. Bu teşbih istiare-i tasrihiyyedir.

Hâzinlerin kâfirlere suali de istifham için değil tevbih ve tebkit içindir.

من شيء ان انتم ال ل الل بنا وقلنا ما نز اءنا نذير فكذ لل كبير قالوا بلى قد ج في

harfi cevabdır. Hükmü16 nefyi ref’ ile ”بلى“ .fiil-i mazi cemi’ “dediler” manasınadır ”قالوا“

nakizi olan isbatı icab eder. “ ne’am” ise aksinedir: Mesela,” size nezir gelmedi mi?” sualine karşı

“ne’am” dese idi “evet geldi!”demek olurdu. “بلى” ısbatı icab ettiği için, “evet geldi!”demek oluyor.

“ .tahkik ifade eder ”قد“ اء ج fiili mazi “geldi” . “نا” zamiri mütekellim maal-gayr “bize” demek olup “قد

اءنا “ .muhakkak bize geldi- manasınadır – ”ج بنا“ .geçti ”نذير “ .takib ifade eder ”ف“ daki ”فكذ بنا كذ ” tef’il

babından mazi mütekellim maal-gayr “tekzib ettik” demek olur, ki nezir muhakkak geldi, inzar etti ve

kendine nazil olan ayatı okudu; biz ise onu tekzib ile takib ettik.” manasınadır. “قلنا” mazi mütekellim

maal-gayr, “dedik” manasınadır. “ما” nefy için, “ل “ ,harfi cerr ”من“ mazi ”نز “geçti ”شيء من الل ل نز ما

“ zamir-i muhatab”انتم“ .nefy ifade eder ”ان“ .Allah hiçbir şeyi inzal etmedi-demektir– ”شيء harfi”ال

istisna, “ “ ,masdar “azmak” manasına ”ضلل .büyük demektir ”كبير

نذير“ .nün mekulüdür ”قالوا“ ,ile onu takib eden ibare ”بلى“ اءنا fiil ve mef’ul ve failden ”ج

mürekkeb cümle-i fiiliyye olduğu gibi, “بنا da fiil ve fail ve mef’ulden mürekkeb cümle-i ”فكذ

fiiliyyedir. Mef’ulü “ -fiil ve failden mürekkeb cümle ”قلنا“ .e raci olup mahzuf olan “he” zamiridir ”نذير

i fiiliyye ve onu takib eden ibare mekulü olup “بنا .cümlesi üzerine ma’tuftur ”فكذ

كبير فيضلل ال كبير .cümle-i ismiyyedir انانتم âmme-i ahvalden müstesnadır.Yani “siz فيضلل

hiçbir halde değilsiniz,ancak dalal-i kabir halindesiniz.!” demek olur.

Manası: “Evet nezir geldi, inzar etti ve kendine nazil olan ayâtı okudu; biz ise onu tekzib ile

takib ederek ve tekzibde ifrad edip onlara: “Allah-u azimü’ş-şan hiçbir şeyi inzal etmedi. Siz hak ve

sevaptan baidsiniz! dedik” dediler.”17

Harf-i cevab olan “belâ” kâfi iken cümle-i cevabiyyenin de beraber gelmesi, itirafta mübalağa

ve fevt olan fırsat-ı tasdikden dolayı tahassür ve iğtimam beyan eder. Tefsirde “ inzar etti ve kendine

nazil olan ayâtı okudu” manası bu mübalağa ve tahassür ile tekzibin lazımıdır. Peygamber bir olmayıp

müteaddid olduğu cihetle lafzî müfred olan “nezir”in manen cemi’ olduğunu ispat için irad olunan

illetlerden Ebussuud merhum, iş bu cevabın “elem ye’tiküm nezîr” sualine muhatap olan fevclerden

ayrı ayrı sadır olduğunu, Kadı Beyzavi de “faîl vezninin vahid ile ziyadede müsâvî olduğunu takdim

etmiştir. Ezhân-ı teşettütden sıyâneten diğer illletlerin tahrîrinden sarf-ı nazar ederek- “şey’in”

kelimesine “min” dahil olursa, takib ettiği fiil mefi-i umûm ifade ettiği için” min şey’in” –hiçbir şey-

diye tefsir olunmuştur. كبير ضلل في ال انتم ان in –hak ve savabdan bu’d ile tefsiri, lazımiyyet ve

melzumiyyet alakasına mebnidir.

16 Sayfa 12. 17 Sayfa 13.

Page 18: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

390 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

عير وقالوا لو كنا نسمع او نعقل ما ي اصحاب الس كنا ف

harfi şart, başkasının imtinaı sebebiyle bir şeyin imtinaına delalet eder. Bazı ulema bu ”لو“

sözü ihtisar ile imtina’ cezaya delalet eder demişler. Ashab sahabenin cem’i burada “ehl” manasınadır.

Diğer cihetler malum... لوكنانسمعاونعقل قالوا nün mekulüdür Ayet sebk eden قالوا , ye matuftur.

Manası: “Söz denilse yahut bir şey taakkul etse idik ehl-i sa’irden olmadık!” dediler. Bu ayet-

i kerime, küffarın hazinlere verdikleri ikinci cevabı hakidir. Sanki hazinlerin ta’zifi tevbih için ayat-ı

ilahiyyeyi dinlemez ve manaları taakkul etmez mi idiniz ki tekzib ettiniz!” demelerine karşı bu cevabı

verirler. “قالوا” nün mazi siğası ile gelmesi18 vakıanın indillah malum ve muhakkakul-vuku’ olduğu

içindir: Çünki Allahu azimu’ş-şan olmuş ve olacak her şeyi bilir.

عير فاعترفوا بذنبهم فسحقاا لصحاب الس

ذنب .iftiâl babından cem’i müzekker “ikrar ettiler” demektir ”اعترفوا“ .tertib ifade eder ”فا“

günah manasınadır. Burada murad küfürdür. سحق masdar "bu'd"manasınadır. عير şer'an cehennemin الس

şeytanlara mahsus tabakasının ismidir. ذنب aslında masdar idi,onun içindir ki müfred sigası ile varid

oldu.Çünki masdarda müfred ve cemi müsavidir. Burada cemi’dir; çünki “اعترفوا” cemi’dir. اعترفوا eshakallahu suhkan” takdirinde olup“ سحقا .fiil fail ve mef’ulden mürekkeb cümle-i fiiliyyedir بذنبهم

“eshaka”nın mef’ulü mutlakıdır. عير الس عير .deki “li” tebyin içindir لصحاب الس terkîb-i izâfîsi اصحاب

mukadder olan “eshaka”nın mef’ulü lehidir. Ayet-i kerime “فا” ile قالوابلى ayetine matufdur.

Manası: “İkrârın fâidesi olmadığı bir zamanda, günahlarını itiraf ederler. Şeytanlara iltihak

edip ehl-i sa’irden oldukları için Allahü azimüşşan kâfirleri de şeytanlar gibi rahmetinden teb’id cezası

ile cezalandırsın!”

İtirâf-ı zenb ettikleri halde matrûd olmalarından ve ikrârın faidesi olmadığı anlaşılmış binaen

aleyh tefsirde “ikrârın fâidesi olmadığı bir zamanda” lafızları ilave olunmuştur. عير فسحقالصحابالس de

tağlib tarîki ile mecaz vardır. Çünkü cümle “fesuhkan lil- kâilîne belâ kad câena ilâ âhir. Ve “li

ashâbi’s-sa’ir” olmak iktiza ederken şeytanlar tağlib edilerek عير لصحابالس gelmiştir. Tağlibde üç فسحقا

fâide vardır: Biri i’cazdır, diğeri kâfirlerin cezasında mübalağa olmasıdır: Çünki cümle tafsil

buyurulsa, kâfirlerin19 cezası fil asl ashâb-ı sa’îrden olmadıkları için şeytanların cezasından dûn olması

hatıra gelirdi. Üçüncüsü ta’lildir: Çünki kâfirlerin rahmetten teb’id cezasına müstehak olmalarının

illeti ashab-ı sair meyânında bulunmalarıdır. Şihâbüddîn el-Hafâci fuska-i müminînin duada dâhil

olup-olmadıklarına ve ibarede tağlib bulunup- bulunmadığına dair birçok şeyler yazmış ise de biz

burada iradına lüzum görmedik.

ان الذين يخشون ربهم بالغيب لهم مغفرة واجر كبير

aslında “yahşeyune” idi. Ya üzerinde sıkletten يخشون .fiile teşbih olunan harflerdendir ”ان “

dolayı damme, içtima-ı sâkineynden dolayı da “yâ” hazfolundu. يخشون kaldı. "Korkarlar" demektir.

ğaibin cemi’dir. Evvelindeki ”غيب“ ,ğaib” demektir. Yani Misbah’da beyan olunduğu vechile“ ”غيب"

“ba” istiane içindir. “ل” ism-i mevsuldür. Şihâbüddîn harfi tarif olmak ihtimalini de zikretmiştir.

.mahv etmektirمغفرة كبير اجر “büyük ecir” manasına ki burada cennet yahut rızâullahdır.

, الذين ان nin ismi يخشون sıla ve âidi, ربهم terkib-i izâfîsi mef’uldür. بالغيب zarf-ı mustakarr olup ya

“rabbi” den veya muzaaf mukadderi olan “azab”dan yahut يخشون nin failinden haldir.Birinci surette

“rableri ğaib olduğu halde ondan korkanlar”, ikinci surette “azabullah ğaib olduğu halde ondan

korkanlar” üçüncü surette “ kendileri azabdan ğaib oldukları halde ondan korkanlkar” demek olur. لهم

haber-i mukaddem مغفرة mübteday-ı muahhar كبير لهم .üzerine matuftur مغفرة terkib-i tavsıfiyyesi de اجر

كبير واجر nin haberidir. Ayet-i kerime ise, bir cümle-i istinafiyye olup ان cümle-i ismiyyesi de مغفرة

18 Sayfa 14. 19 Sayfa 15.

Page 19: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 391

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

kâfirler tarafından “a’mali hasenede bulunanların hali nasıldır?” diye vukuu mutasavver olan suali

mukaddere cevap olarak varid olmuştur.20

Manası: “Nâsdan gizli oldukları halde rableri teala ve tekaddesten korkanların günahları afv

ve mahv olunur, kendileri de rızay-ı ilahiye nail olurlar.”

Biz deriz ki, بالغيب da يخشون nin failinden hal olduğunu tercih iki sebebe mebnidir. Biri, her

şeyde mevcut ve meşhut olan kudreti ilahiyyenin delalet ettiği vacibul-vücuda haddi zatında gaib olsa

bile gaib demeye reva görmemekten dolayıdır. Sûi tevehhüme uğramak korkusu ve vahdet-i vücud

ehlinin mezhebine nev amma taarruz addedilmek meselesi de başka. İkincisi: Cennet ve cehennem için

kullukta şirk-i hafi vardır, diyen ehl-i hakikate muhalefeti layık bulmaktan naşidir. Ve yalnız oldukları

halde hakk celle ve aladan korkanların eşhas meyanında daha ziyade korkacakalarını tabii bularak,

Celaleyn tefsirinde olduğu gibi “nâsdan” kaydı ile takyid ve gaibin gizli lafzı ile tefsirini de erbab-ı

haşyetin hallerine evfak addeddik.

وا قولكم او اجهروا به انه عليم بذ دور واسر ات الص

وا ,atıfe و da sülâsî üçüncü babdan اجهروا .if’al babından emri hazır “gizleyiniz” demektir اسر

emr-i hâzır “aşikar ediniz” demektir. به nin zamiri قول e racidir. انه nün zamiri de Hak Celle ve Alâya

racidir. عليم sıfat-ı müşebbehe “bilici, bilen” demektir. Sıfat-ı müşebbehe sıfat-ı sâbiteye ve ism-i fail,

sıfat-ı hadiseye mevzûdur. ذات burada isim olup nefs manasınadır. دور harf-i tarif istiğrak ”ال“ da الص

ifade eder. دور دور .sadr”ın cemiidir “göğüsler” demektir“ ص sudurun bevâtını ve hafiyyâtı ذات الص

manasınadır. وا kezalik fiil fail ve اجهروابه .dür قولكم fiil, faili tahtında müstetir “entüm” mefulü de اسر

mef’ulden mürekkep cümle-i fiiliyye olup mâ kabline matuftur. انه deki zamir “inne”nin ismi عليم انه

دور دورdahi haberidir.21 بذاتالص بذات .e mütealliktir عليم ”terkîb-i izâfî evvelindeki “ba ذاتالص عليم انه

دور cümlesi mâ kablinin illetidir. İş bu ayet-i kerime “Allah ü azimu’ş-şandan gizli ve aşikâr الص

korkunuz” manasına olan “ittekûhü fi’s-sirri vel-aleni “ cümle-i mukadderesi üzerine matuftur.

Manası: “Ey kâfirler! Siz sözünüzü ister ihfa ister izhar ediniz müsavidir. çünki Allahü

azimuşşan sudûrun bevâtın ve hafiyyatını kadimden beri bilir.”

Hak celle ve ala kâfirlerin vaîd ve müminlerin va’dini ettikten sonra, işbu ayeti kerime ile

tekrar kâfirlere hitap ve ilmi ilahisine nisbetle sır ve cehrin müsavi olduğunu beyan buyurmuştur.

Nitekim bu müsavatı “ sevâün minküm men eserra’l- kavle ve men cehere bihi” ayet-i kerimesinde

dahi beyan buyurdu. İbn Abbas radiyallahü anhümanın rivayetine göre “müşriklerin resulullah (sav)

aleyhindeki müzakerelerini, hak celle ve ala Cibril (as) vasıtası ile Nebiyyi zî şanına bildirdiği için

müşrikler birbirine “gizli konuşunuz ki Muhammed’in Rabbi duymasın!” demeleri üzerine işbu ayeti

kerime nazil olmuştur. “دور الص بذات عليم cümlesi ma kablini ta’lil ile beraber takrir eder. “innehü ”انه

alimun bi-sirriküm ve cehriküm bizatihi” gelmeyip دور الص kelimesinde ta’mim ve mübalağa بذات

vardır. دور الص nefsüs-sudur olduğuna göre, hafâyay-ı sudur manasına hamli haliyyet ve ,ذات

mahalliyyet alakası ile mecazı mürseldir.

ال يعلم من خلق وهو اللطيف الخبير

“ harfi nefy ”ل“ harfi istifham ”ا“ يعلم fiil, يعلم ismi mevsul, zevil من .bilmez mi” demektir“ ال

ukule mahsustur. Bazan zevil ukulün gayrında istimal olunur. خلق mazi “yarattı” demektir. Mevsulün

sılası خلق, aidi de خلق nın zamiridir. و hâliyyedir. Şihâbüddîn el- Hafâci’nin Gazali’den naklen

beyanına göre “22”اللطيف dakaik ve gavâmiz-i umûra vakıf olup onları ıslah için unf ile değil, rifk ile

idendir. الخبير de umûr-u batıneden hiçbir şey kendine hafi olmayıpmülk ve melekuttaki sükun ve

hareketin kaffesine muttali olandır.Her ikisi sıfatı müşabbehe ve esmai husnadandır. يعلم fiil. Faili ال

nin aidi olan ”من“ .mefulü olur ”من“ yahut vacibul vücuba raci olan zamirdir. Faili zamiri olunca ”من“

20 Sayfa 16. 21 Sayfa 17. 22 Sayfa 18.

Page 20: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

392 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

zamir de خلق fiilinin birinci surete göre faili, ikinci surete göre mefulüdür. Faili olduğu takdirde خلق

nın mefulü de mukadder olan “mahlûk” a raci’ zamirdir. “hüve” mübteda, “اللطيف” haberi, خبيرال de

haberi sânîdir. Bu cümle-i ismiyye “ يعلم” nün yahut خلق nın failinden haldir. Failinin işbu hal ile

takyidi " يعلم" için bir meful-ü münasib iltizam eder, o da Kadı’ya göre “es-sırru ve’l-cehr”dir. Şu halde

ibare birinci surete göre “ela ya’lemü’s-sirra vel-cehra min halkıhi”, ikinci surete göre de “ela

ya’lemü min halkıhi” takdirindedir.

Manası: “Eşyayı halkeden Hakk Celle ve Alâ latîf ve habîr olduğu halde sırrı ve cehri bilmez

mi? Yahut “Hakk Celle ve Alâ latîf ve habîr olduğu halde mahlûkunu bilmez mi?”

Fahreddin Razi ikinci suret mahlûkunun zatını birinci suret ise ahvâlini bildiğine delalet

ettiğinden bahs ile birinci sureti tercih ediyor: Çünki zatı bilmek ahvâli bilmeyi iktiza etmez. Ahvâli

bilmek ise zatı bilmeyi icab eder.

İşbu ayet-i kerime, Allah-u azîmu’ş-şânın sırrı ve cehri ve sudurdaki bevâtını bildiğine ve bir

şeyin hâlıkı o şeyin âlimi olmak icab ettiğine delil olarak vârid olmuştur. Bunun delîl-i akliyyesi de

halkın kasden icâd ve tekvininden ibaret olması ve her kâsıdın kastettiği şeyi bizzarûre bilmesidir:

Çünki bir şeyden gafil olan o şeyin hakikatini bilemez ve bir şeyin hakikatini bilmeden o şeyi

kastedemez. Kast olmayınca da icad ve tekvin olmaz. Halıkın mahiyyet-i mahlûkunu bilmesi nasıl

lâbüd ise, ahvâl-i mahlûkunu bilmesi de23 öyle lâbüddür: Zira mahiyetin bilinmesini ilzam eden kast,

ahvalin de bilinmesini istilzam eder. Ehl-i sünnet bu ayet-i kerime ile istidlal ederek kavl fiilinin

mevcudu değildir dediler ve bunu iki veçhe ile ispat ettiler. Birincisi, Kavl fiilinin mevcudu olsaydı

hak celle ve ala efali abidin halıkı ve binaen aleyh alimi olmazdı; halbuki, “bildiği” bu ayeti kerime ile

sabittir. İkincisi, kavl efalinin mevcudu olsaydı, tefasil-i efalini bilmesi lazım gelirdi, halbu ki bilmez.

Şurası da bilinmek icab eder ki kavl fiilinin mevcûdu olmamakla mes’ulü olmamak lazım gelmez.

Mesâi-i hasenesinden dolayı nâil-i mükâfat ve ef’âl-i seyyiesinden dolayı da dûçâr-ı mücâzât olur.

Çünki, kesb başka, halk başkadır. bais-i mükâfât ve mücâzât ise kesbdir.

هو الذي جعل لكم الرض ذلولا فامشوا في مناكبها وكلوا من رزقه واليه النشور

emri امشوا .de “fa” tertib ifade eder فامشوا .sühület manasınadır ذلول .mazi “etti” demektir جعل

hazır "yürüyünüz" demektir. مناكب meclis vezninde olan “menkeb”in cemidir. Kol ile omuzun

birleştiği yerdir. النشور masdar, öldükten sonra dirilmektir.

.nin sılası, faili olan zamir-i müstetir de aididir الذي , جعل .haberi الذي .mübteda هو لكم nin جعل

mefulü lehi الرض mefulü bihidir. امشوا fiil ve fail. فيمناكبها zarfdır. كلوا fiil ve fail منرزقه mefulü

minhi, muzafun ileyh olan zamir,hak celle ve alâya racidir. رزقه من كلوا cümlesi, مناكبها في امشوا

cümlesine matuftur. “vav” âtıfe, اليه haber-i mukadddem النشور mübteday-ı muahhar, واليهالنشور cümle-i

ismiyyesi, mukadder olan “i’lemü” ye meful olarak ma kablindeki cümle-i fiiliyyeye matuftur.24

Manası: “ O arzı size teshîl edendir. Binaen aleyh farz suhûletinden istifade ve allahü

azimuşşanın nimetlerini taleb ediniz ve biliniz ki, rucuunuz münhasıran onadır”

Bu ayet-i kerime sırrı ve cehri bilen hakk celle ve ala tarafından kâfirleri tehdid için varid

olmuştur. Bunun naziri, efendisine gizli hıyanet eden bir köleye efendisinin : “Ya fulan! Ben gizli

aşikâr yaptığını bilirim. Sana bağışladığım şu evde otur ve senin için hazırladığım me’külat ve

meşrubatı ye ve iç. Lakin te’dibimden emin olma. Rızama muhalif bir şey yaparsan evi başına yıkar ve

seni mahv ederim” demesidir.

“Arz” sehli inkıyadı evlad olan deveye teşbih olunmakla onda istiârey-i tahkikiyye ve

mekniyye vardır. “Menakib” cibal yahut etraf manası da verilmiştir. O halde menakıbda, arzda

istiarey-i mekniyyeye karine olan istiarey-i tasriihiyye-i tahkikiyye vardır. “Menakib” her hangi

23 Sayfa 19. 24 Sayfa 20.

Page 21: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 393

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

manaya olursa olsun burada “مناكبها في daki menakibden murad yürümek değildir. Belki ”امشوا

menakibi vücudunun en zayıf yeri olduğu cihetle, oraya basılmasına, binilmesine takat getiremeyen

devenin menakibine binildiği halde, fardı tezellül ile yürümesinden kinaye olarak arzın fardı

tezellülünü misal ile beyandır. كلوا ,امشوا emirleri ibaha içündür. “leküm” ün arzdan sonra gelmesi,

lazım iken takdimi mukaddime ihtimam ve muahhire teşvik içündür. Tefsirde “binaen aleyh” fây-ı

tertibiyye yerine istimal olundu.

اء ان يخسف بكم الرض فاذا هي تمور م ءامنتم من في الس

امنتم .hemze-i istifhamdır ا fiil-i mazi cemi muhatab. من mevsul اء م الس من zarf-ı mustakarr في

zamir-i aiddir. ان huruf-u nasıbeden masdariyyet ifade eder. يخسف “döndürür” demektir, fiil-i muzari.

fiil-i muzari “öteye beriye sallanır” dimektir.25 تمور .mufâcee içindir اذا sebebiyyet ف

اء mefulü من fiil ve fail امنتم م الس .zarf في يخسف “ ile mensub faili tahtında müstetir zamiri ان

يخسف“ ,”يخسف ان يخسف içün hal diyen olmuş ise de بكم .fiilinin mefulü minh’i امنتم .takdirinde ”من

mefulü olması evladır. الرض dahi يخسف nin mefulüdür. هيتمور mübteda ile haberden mürekkeb cümle-

i ismiyye اذا ya mahsustur.

Manası: "Ey kâfirler! Göklerdeki meleklerin yeri alt-üst edip sizi batırmasından emin

misiniz? Onlar murad ederse yer hemen sallanır.” Yerin sallanması üstündekini altına almak içindir.

اء ان يرسل عليكم حاصباا فست م علمون كيف نذير ام امنتم من في الس

hemze ile “bel” manasınadır. Burada olduğu gibi mâ ba’di mâkablinden munkatı’ olan yerde ام

munkatıa tesmiye olunur. “Bel” ıdrab içindir. “حاصبا” ufak taş demektir. “Sin ve sevfe” fiili muzariye

dâhil olurlar ise, onu müstakbele tahsis ederleri “sin”, “sevfe”den akrabdir. كيف ahvalden sual için

“nasıl” demektir. نذير masdar, inzar yani korkutmak manasınadır.İ’rabı malum.

Manası: “Yoksa, göklerdeki meleklerin üzerinize taş yağdırmasından emin misiniz? İnzâr

edildiğiniz şeyi görürsenüz, inzârımın nasıl olduğunu bilirsiniz!”

Ayet-i kerimede manayı ıdrâb, bir veche ile tehdidden diğer veche ile tehdide intikal içündür.

ب الذين من قبلهم فكيف كان نكير ولقد كذ

فكيف .cevabı kasem içündür ل deki “fa” sebebiyet ifade eder. نكير inkar demektir. İtirafın

hilafıdır.26

الذين“ ب قبلهم fiil ve fail ”كذ nin sıla ve aidi olan “medav” fiilinin الذين mukadder olup من

mefulüdür. “Medav” geçtiler manasına, كان ,كيف nin haberi “نكير” ismidir. قبلهم من deki zamir Mekke

kafirlerine racidir.

Manası: “Billahi Mekke kâfirlerinden evvel geçenler de peygamberlerini tekzib ettiler. Onları

nasıl ta’zib ettiysem bunları da öyle ta’zib ederim!”

Hak celle ve ala evvela kudreti ilahiyyesinin delillerini beyan buyurdu. Kudreti ilahiyyesi sabit

olduktan sonra kâfirleri envaı azab ile ta’zibe kadir olduğunu zikr ve ayeti atiyyede dahi bürhanlarını

irad etti.

İnkâr-ı ilâh melzumiyyet alakası ile ta‘zibden mecazdır.

انه بكل شيء بصير اولم يروا الى الطير حمن افات ويقبضن ما يمسكهن ال الر فوقهم ص

.istifham içindir ا و âtıfe لم cazime. يروا fiili muzari, aslı “yeriyu” idi, i’lal ile يروا kaldı.

يروا .cins içindir ال da الطير .burada “bakmadılar mı?” demektir اولم طير “tâir"in cem'i. طير ın

cemi de “tuyûr” ve “atyâr” gelir. Alâ rivayetin tayr ismi cinsdir. Bire ve birden ziyadeye ıtlak olunur.

25 Sayfa 21. 26 Sayfa 22.

Page 22: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

394 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Burada manası kuşlar demektir. فوق cihatı sitteden "üst" demektir. افا تص cemi müennes salim müfredi

“sâffe”dir: Çünkü “tayr” ekseriyyetle müennes olarak varid olur. و atıfe “ يقبضن ” fiil-i muzari cemi

müennes gaibedir.”Kanatlarını iki tarafına sıkan” demektir ki burada çarpan manasınadır. ما nefy

içindir. يمسك : يمسكهن ifal babından muzari;ahırindeki cemi müennes zamiri “tayr”a racidir. ال harfi

istisna27 حمن حمن.esmai hüsnadandır الر الر ال انه .onları rahmandan başkası tutamaz” demektir :مايمسكهن

nün zamiri rahmana racidir. بصير esmai hüsnadandır. Burada lügaten “bilici” manasınadır.

vav ile “ğafelü” üzerine matuf ve fiil ”لميروا“ ağfelü velem yerav” takdirinde olmakla“ ,اولميروا

ile failden mürekkeb mürekkeb cümle-i fiiliyyedir, faili Mekke kafirlerine racidir. الطير الى mefulü

ileyhidir. يروا فوق un yahut افات mekke هم ın zarfıdır; yahut “tayr”dan haldir. Muzafun ileyhi olan ص

kâfirlerine racidir. افات ص فوق .dan haldir فوق dan yahut طير dan hal olursa mütedahil olur. “

ضنيقب ”cümle-i fiiliyyesi افات يمسكهن .üzerine matuftur ص حمن fiil ve meful ما الر ال istisnai müferrağ ile

müstesna olarak مايمسكهن nin faili makamındadır. Bu cümle-i fiiliyye-i istinafiyyedir. انه zamiri isim, شيء .haberidirبصير بكل , “basîr”e mütealliktir. بصير شيء بكل انه cümle-i ismiyyedir. بصير in yâ ile

ta'diyesi lügat-ı fasihadır.

Manası: “Mekke kâfirleri, gafil oldular da kanatlarını açıp seyrettikleri ve yanlarına çarpar

oldukları halde üstlerinde uçan kuşlara bakmadılar mı? Onları cevvde rahmandan başkası tutamaz. O

her şeyi bilir.”

Ayeti kerimeye müteallik vücuhu i’rab, ihtilaf manayı mucib olmadığından, ezhanı teşettütten

vikayeten yalnız birini ihtiyar ile manayı ona göre yazdık. Ebussuud, “saff”ı kuşların kanatlarına değil

ayakalrına haml etmek istemiş ve kuşlar kanatlarını bast ederlerse ayaklarını direrler demiş ise de bu

haml, bu ayeti kerimedeki يقبضن kavli kerimine ve: kanatları çarparak uçanı… ,açarak uçanı terk et.”

Manasında olan “küllü mâ deffe vedea mâ saffe” hadisi şerifine ve ekser tefsir kitaplarına muğayir

görülerek “saff” manada kanatlara haml olundu. “Kabz”ın lügaten manası zamm olunduğu halde

müfessirler tarafından “çarpar” manasında tefsir olunmasının sebebi “يقبضن” nin muzari28 olup

tekerrüre yani kapatıp açmaya delalet etmesinden naşidir. Bu ayeti kerimede dahi efali ihtiyariyyei

abdin mahlûku ilahi olduğuna delalet vardır. Ayet-i kerime evvelindeki istifham ile tevbih beyan eder.

ن هذا الذي هو حمن ان الكافرون ال في غرور ام جند لكم ينصركم من دون الر

.munkatıadır. Ebussuud’un beyânına göre intikal ifade eden “bel” manasından ibarettir ام

Çünki tâkib eden “men” istifham, hemze-i istifhamiyyeden istiğnay-ı mûcib olmuştur. “em”deki mim

ile “men”deki mim idğam olunup ن هذا .suretini almıştır ام ismi işaret, muşarun ileyhi mahzuf. جند

burada yardımcı demektir. دون burada "inde" manasınadır. الكافرون ان deki ان harfi nefydir. غرور

masdar “aldanmak” manasınadır. “Men” mübteda “haza” haberi. الذي , جند هو nın هذا sılası ile لكم

sıfatı. ينصركم cümle-i fiiliyyesi جند nün lafzı itibariyle sıfatıdır. حمن الر دون من terkib-i izafisindeki من ,

الكافرون .müteallakdır ينصر ان mübteday-ı menfî,istisnay-ı müferrâğ ile müstesna olan فيغرور zarf-ı

müstekarrı da haberdir. İrabda başka cihetlerde var ise de bu ciheti tercih eden Ebussuud’un eserine

ittiba’ ile iktifâ olundu.

Manası: “Yoksa kendinize yardımcı zu‘m ettiğiniz şu hakir, taraf-ı rahmandan sadır olan

azabdan sizi kurtarır mı? Kâfirler ğururdan başka bir halde değildirler.”

Kudret-i ilâhiyyeye delâlet eden ahvâl-i tuyûru teemmül ve hakkı kabül etmeyen kâfirlerin

işbu ayet-i kerime ile tevbihına intikal buyurulmuştur. Muşârun ileyhin mezkûr olmaması, hakîr

olduğu içindir. Onun için “şu hakîr” diye tefsir olundu.29

27 Sayfa 23. 28 Sayfa 24. 29 Sayfa 25.

Page 23: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 395

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

وا في عتو ونفور ن هذا الذي يرزقكم ان امسك رزقه بل لج ام

.yalnız “bel” manasına olup burada kıssadan kıssaya nakil içindir. Ki “vav” murad-ı fîdir ام

“Men” mevsuldür. وا عتو .ısrar ve temaddi ettiler demektir لج inat ve istikbar manasınadır ki dünyaya

hırsları sebebiyle kuvve-i ameliyyenin fesâdından, نفور da haktan i'raz manasınadır. Ki cehlleri

sebebiyle kuvve-i nazariyenin fesadından neş’et eder. ان sarfı şarttır. İ’rab malumdur.

Manası: “Allahu azimuşşan rızkını sizden imsak etse şu ilahlarınızdan kim sizi irzak eder?

Onlar bu kadar tebkitten sonra yine müteessir olmayıp belki inad ve istikbar ve haktan i’razda temadi

ettiler.

ن يمشي سوياا على صراط مستقيم افمن يمشي مكباا على وجه ه اهدى ام

“fa” tertib içindir. “Men”in her ikisi mevsuldür. يمشي her ikisi muzaridir."Yürür” demektir.

.if’al babından ismi fail olup mütemadiyen tökeziyüb yüzü üstü düşen manasınadır مكبا ىاه د ismi tafdil

burada “daha alim” demektir. صراط yol مستقيم doğru manasınadır.

“Men” yani birincisi mübteda يمشي fiil ve fail "men”in sıla ve aidi يمشي ,مكبا nin failinden hal.

, علىوجهه مكبا ne müteallak. Muzafun ileyh olan zamir, mevsule racidir. اهدى haberdir. İkinci “men” ile

taallukatı müfredin müfred üzerine atfı kabilinden birinciye matufdur. İkinci “men” mübtedadır;

haberi, mahzuf30 olan اهدى diyen de olmuş amma Ebussuud rahimehüllahü teala bu kavle iltifat

etmemiştir. Şu halde ayeti kerimedeki “em”, “yahut” manasına muttasıle olup munkatıa değildir.

Çünki munkatıa müfrede dâhil olmaz

Manası: “Yolsuzluk, intizamsızlık sebebiyle mütemadiyen tökeziyüp yüzü üstü düşerek

yürüyen mi yolunu daha iyi bilir, yahut düz yerde doğru yola giden mi? “

Ayeti kerimede mümin ile kâfirin haline misal darb olunmuştur. Halleri beyan buyurulan

mümin ile kâfir, bir rivayete göre amm olup müminler ile kâfirlerin kâffesini şamildir. Diğer rivayete

göre, resulullah aleyhi vesellem yahud ashabdan biri ile ebu cehle hasstır. Hikâye buyurulan halleri de

bir rivayete göre ahiretteki halleri, diğer rivayete göre dünyadaki halleridir. Ayeti kerimenin tefsirinde

diğer manalar dahi mervi ise de akvali za’ifeye müstenid olmakla dercinden sarfı nazar olundu.

ي انشاكم وجعل لكم السمع والبصار والف ـدة قليلا ما تشكرون ذ قل هو الـ

مع .ihdas yani yoktan var etti demektir انشا الس burada Fahruddin Razi’nin kavline göre “kulak”

demektir: çünki, merhum “me’a mâ fîhâ mine’l kuvvâyı şerife” demiştir ki sem’ ve ebsar ve ef’ideyi

bunlarda mevcud olan kuvvâyı şerife ile beraber” demektir. “es-sem’”ın müfred olarak gelmesi fil asl

masdar olduğu içindir: Zira fusaha ekseriyyen masdarı cem’ etmezler. ابصار “basar”ın cemi olup

“gözler “manasına olduğu gibi, اف ـدة dahi “fuad”ın cemi olup burada “yürekler” manasınadır. قليل ismi

fail ما zaide تشكرون muzari cemi müzekker muhatab dır. قل fiil,faili resulullah sallalahu aleyhi

veselleme raci’ “ente” zamiri müstetirdir.31 هو mübteda ي ذ de fiil ve fail ve mefuldenانشاكم .haberi الـ

mürekkeb cümle-i fiiliyye olup, ي ذ الـ nin sılası ve aididir. مع جعللكمالس fiil ve fail ve mefullleri cümle-i

fiiliyye olarak انشاكم cümlesi üzerine ma'tuftur. قليل masdarı mahzuf olup تشكرون nun mefulü olan

"şükran" lafzının sıfatıdır. قل den sonraki ibare-i Kur’aniyye mekûlü kavl قل ile mekûlü de cümle-i

istinafiyyedir.

Manası: “Ya ekmeli’r-resul! Münkirlere deki: O sizi yoktan vareden ve halkolundukları

şeyleri de isti’mal etmeniz içün size kulak ve göz ve yürek verendir. Siz ise pek az şükrediyorsunuz”

Kulağın mâ hulika lehi ayât-ı Kur’aniyyeyi istima’ ve mutazammın olduğu evâmir ve nevâhi

ile temessül, gözün mâ hulika lehi şuûn-u ilâhiyyeye şehâdet eden âyât-ı tekvîniyyeye nazar, kalbin

mâ hulika lehi de işttiği ve gördüğü şeyleri tefekkürdür. Şükür ise bu temessül ve nazar ve tefekkürün

icab ettiği imanın lazımıdır. Şu halde, semi’ ebsar ve ef‘ideden murad bunlardaki kuvvetler olmakla,

30 Sayfa 26. 31 Sayfa 27.

Page 24: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

396 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

bunlar hâliyyet ve mahalliyyet alakası ile mecazdır. Mâ-i zaide kıllette te’kit içindir. Hakk celle ve ala,

kâfirleri ahval-i tuyura teemmüle davet etti, icabet etmediler tehdid buyurdu. İş bu ayeti kerime ile de

sıfat-ı insaniyyelerini teemmüle davet buyuruyor ki i’tizara makhal kalmasın. Ne adalet? Doğrusu

lütuf ve merhamet.

قل هو الذي ذراكم في الرض واليه تحشرون

muzari,”toplanırsınız” demektir. İ’rab malum. 32 تحشرون .mazi, halk etti ذرا

Manası: Ya Ekmeli’r-resul! Münkirlere deki: O sizi yerde halketti. Ve ona hasrolunursunuz.”

Hak celle ve ala iş bu ayeti kerime ile de kâfirleri zatlarını teemmüle davet etti ve sebk eden

“liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelen” kavl-i keriminin mazmununu isbat içün irad eylediği delâilin

her birinde kudret-i kamilesini de beyan buyurdu ve ibtidai halk ve tekvine kudret iadeye kudreti

mucib olmakla, son delil olan işbu ayeti kerimenin nihayetinde “ ليهتحشرونوا “ dedi.

ويقولون متى هذا الوعد ان كنتم صادقين

ان .zamandan sual içün olup" ne zaman" manasınadır متى .istinafiyyedir و şartıyyedir. يقولون fiil

ve fail ve “ … الوعد متىهذا ” mekûlüdür. متى haberi mukaddem هذا mübtedayı muahhar, هذا ,الوعد nın

bedeli. انكنتمصادقين cümle-i şartıyye, cezası mahzuf olup “febeyyinû” takdirindedir. Ayet-i kerime ise

cümle-i isti’nâfiyyedir.

Manası: “Kâfirler, şu vadiniz ne zanmandır? Sözünüzde sadık iseniz vaktini beyan ediniz!

derler.” Bu ayet-i kerime ayet-i sâbikadaki تحشرون tehdidine karşı, Resulullah sallahu aleyhi واليه

vesellem ile Kur’an’ı mübîni tilavet eden müminlere hitaben vârid olan sual-i hâkîdir. Fahreddin

Razi’nin tafsiline göre, kâfirler tarafından söylenen bu sözün müstakbelde yahut mazide olması

muhtemeldir: Çünki ayeti celiledeki يقولون muzari sigası olmakla müstakbele delalet ettiği gibi,

"fekanû yekulune”takdirinin cevazı da maziye delalet eder. Sebebi tekellümleri de ya istihza yahut

vadin taahhuru sebebi ile haml zayıftır. Mev’ud şey ise ya kıyamet yahut mutlak azabdır. 33

ا انا نذير مبين قل انم وانما العلم عند الل

da kâffe ما müşebbeh bil-fiil olan hurûftan olup tahkik ifade ettiği gibi buna muttasıl olan ان

olup ان yi ismini nasb haberini raf’etmek amelinden keff ve men eder. Ve انما ikisi birden hasr ifade

eyler. العلم deki harfi tarif ahd içün olup “ilim” bilmek manasınadır. عند burada “yanında” demektir. نذير

ismi fail olduğu gibi مبين de ismi faildir. Evvelkisi tebliğ ve tahvîf eden manasına, ikincisi de nazil olan

vahyi izhar eden manasınadır. مبين نذير انا ا وانم الل عند العلم .mekul-ü kavldir انما

الل عند mübteda ve العلم

haber ve muzafun ileyh. مبين انانذير mübteda ve haber ve sıfattır.

Manası: “Ey peygamberlerin ekmeli! Kâfirlere deki: şu vadin vaktini bilmek Allah’a

mahsustur. Ben ancak bana nazil olan vahyi izhar ve tebliğ onunla sizi inzara memurum.”

Ayeti kerimenin manasından murad, “Ya Muhammed kâfirlere vadin vukûunu bilmek başka,

vakt-i vukûunu bilmek başkadır. Birincisi bende mevcut o da inzar ve tahzîre kâfidir. İkincisi ise

Allah’a mahsustur. Nezîr-i mübîn olmak içün ikinciye ihtiyacım yoktur de” demektir.

ي ـت وجوه الذين كفروا وقيل هذا الذي كنتم به تدع ا راوه زلفةا س ون فلم

ا fasiha ف زلفة .şart içindir لم ”yakınlık” manasınadır. ي ـت س fiili mazi mechul müfred müennes

“kötülendi” yahut “çirkinlendi” demektir, ki hüzün ve gammın34 tesiri ile hasıl olan hali beyandır.

تدعون .vech”in cemi “yüzler” manasınadır“ وجوه muzari olup “isterseniz” demektir ki, كنتم ile vukûunda

istihzâen isti’cal ederdiniz, manasına olur.

32 Sayfa 28. 33 Sayfa 29. 34 Sayfa 30.

Page 25: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 397

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

İbare “kad etâhüm elmev’ûdü feraevhü felemmâ raevhü” takdirinde olmakla, “feraevhü”

cümle-i fi’liyye-i müsebbebesi “kad etâhümül- mev’ûdü” cümle-i fiiliyyesi üzerine matuf ve راوه ا فلم

cümle-i fiiliyye-i şartıyyesi de “feraevhü” cümle-i fiiliyye-i mukadderesi üzerine mürettebdir. زلفة

mev’ûde raci olan اراوه ي ـتوجوهالذينكفروا .deki zamir mef’ulden haldir فلم س cümlesi ceza ve “…وقيلهذا

.cümlesi de cezâiyye üzerine matuftur ”الذي

Manası: “Vaadolunan şey geldi, kâfirler gördüler. Kâfirler onu yakîn olarak görünce yüzleri

büzüldü ve onlara vukuunda isti‘cal ettiğiniz işte budur! dendi.”

“Sîet vücûhühüm” yerine كفروا الذين وجوه ي ـت gelmesi yani zamirin izhar edilmesi kâfirleri س

zemm ve yüzlerinin büzülmesinin illeti küfürleri olduğunu beyan içündür. ي ـت س ’in müennes sigası ile

vürûdu faili olan وجوه’ün cemi olmasından nâşîdir. Nitekim Misbah ta Ebu Ishak ez-Zücâc’dan

naklen, zül-ukûldan başkasına mahsus olan cemiler, vahidi müzekker olsun müennes olsun

müennesdir: İbil, ercül gibi. İnsana ve sair hayvan-ı nâtıka mahsus olan cemi mükesserler müennesdir:

Rical, mülûk, kudât, melâike gibi ve her cem’i ki kendi ile müfredi arasında, bakar ve bakara da

olduğu veçhile, “ha” vardır tezkir ve te’nisi caizdir. Ve her cem’i ki hamâmât, cerâdât, dürihimât,

dünînîrat da olduğu veçhile âhırında “ta” vardır müennestir diyor. راوه ا فلم nün mazi süigası ile

geldiğine göre متىهذاالوعد sualindeki “mev‘ud”un azabı mutlak olması ve işbu ayeti kerimenin de Ad

ve Semud gibi ümem-i sâlife hakkında vaki olan azabı helake haml olunması iktiza eder. Ve yukarıdan

beri okuduğumuz ayât-ı kerimenin Mekke kâfirlerine hitaben ve onların hal ve kâllerini hikayeten

vürudu da mev’udun kıyamet olması35 ve kıyametin müstakbelde vukûu hasebiyle sîganın da istikbal

manası etmek içün “gördükleri zaman” demek olan “metâ raevhü” suretinde tefsir edilmesi icab eder.

Her iki surette tefsir eden vardır.

ومن معي او رحمنا فمن يجير الكافرين من عذاب اليم قل ارايتم ان اهلكني الل

يجير .benimle beraber” demektir“ معي .ahbirûnî" yani “bana bildiriniz” manasınadır" ارايتم

muzari himaye ve muhafaza eder manasınadır. ف cezâiyyedir. اليم ismi fail:Çünki lazımdır. Hemze ile

ta'diye edilerek “mü'lim” manası verilmiştir ki “ağrıdan” demektir. ارايتم den ayetin nihayetine kadar

mekûlü kavldir. او deki “ya”yı mütekellim üzerine اهلكني ,ومنمعي cümle-i fiiliyye-i şartıyye اناهلكنيالل

اليم .üzerine matuftur اهلكني dahi رحمنا فمنيجيرالكافرينمنعذاب de cümle-i fiiliyye-i cezâiyyedir. Cümle-i

şartıyye ile cezâiyyenin mecmuu da ارايتم ün mefulüdür.

Manası: “Yâ Ekmeli’r-resul! Kafirlere: Allahü azimu’ş-şan beni ve benimle beraber olan

müminleri öldürse, yahut kemal-i rahmetinden ecellerimizi tehir etse, sizi azab-ı elîmden kim kurtarır?

bana bildiriniz” de!.

“Em yekûlûne şâir neterebbasu bihi raybe’l-menûn” ve “bel zanentüm en len yenkalibe’r-

resûlü ve’l- mü’minûne ilâ ehlîhim ebeden” ayet-i kerimelerinde beyan buyurulduğu veçhile, kafirler

resulü muhterem sallallahu aleyhi ve sellem ile müminlerin helaki için beddua etmekle Hakk Celle ve

Alâ işbu ayet-i kerime ile cevap vermiş ve resulü ekremine kafirlere karşı “ biz ölmüşüz kalmışız sizin

için bir faide yoktur. Sizi azab-ı ilahiden kimse kurtaramaz, meğer ki davete icabet ve İslamı36 kabul

edesiniz” demesini buyurmuştur. İş bu ayette اهلكني lafzının vurudu, kafirlerin helak temennisinde

bulunmalarına mukabeledir. Ayeti kerimedeki istifham inkari olmakla manen nefydir. الكافرين يجير فمن

de “كم" zamiri yerine الكافرين kelimesi küfrün ademi necatına illet olduğunu beyan içindir. ارايتم kelimesi

hakkında kamus mütercimi Asım Efendi diyor ki: “ ارايت kelimesi kelâm-ı arabda “ahbirnî”

manasına istimal olunur. Zihnin lafz-ı mezburdan manayı merkume intikali, ru’yeti ahbarın sebebi

akvâsı olduğuna mebni olmakla ıtlak-ı sebeb ve irade-i müsebbib veçhi ile ru’yeti ıtlak ve ahbar irade

ve hemze-i istifham talebi fehm için mevzu olmakla anınla da emri bil ihbar murad olundu.Talebe

delalet de müşterek oldukları için رايت kelimesi "ahbirnî” kelimesinden zikru’s-sebeb irâdetü’l-

müsebbib veçhi ile mecaz-ı mürsel olur. Taleb-i fehme mevzu olan edat ıtlak olunup talebe mevzu

35 Sayfa 31. 36 Sayfa 32.

Page 26: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

398 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

olan sîga emr ve irade olunmuştur. Sîga-i mezbûre edatı merkumeye teşbihen hulâsası mecaz-ı

mürsele mebni istiare olur.”

لنا فستعلمون من هو حمن امنا به وعليه توك لل مبين قل هو الر في

Gerek müfredat gerek irab emsaliyle malumdur.

Manası: “Ey Resul-i muhterem! Kâfirlere “sizi ibadetine davet ettiğim mevla’n-niamdır,

mâsivânın kâffesi ya nimet veya mun’ami aleyh olduğunu bildiğimiz için ona iman ve ma a’dası

menfaat ve mazarrata muktedir olmadığını bildiğimiz için münhasıran ona tevfîz-i umûr ettik, bizden

sizden hangimizin dalâl-ı vâdıhada olduğunu yakında bilirsiniz!”de.

Manadan “sizi ibadetine davet ettiğim”, “hüve”nin ve “mevla’n-niam”ın lazımı ve “

bildiğimiz için”, “imanın illeti ve “mâ a‘dasının menfaat ve mazarratına muktedir olmadığını

“aleyhi”nin takdiminden hâsıl olan hasrın muktezâsı ve “bildiğimiz için” münhasıran tevekkülün

mûcibidir.37

كم غوراا فمن يأتيكم اؤ اء معين قل ارايتم ان اصبح م بم

-sabah” tandır. İbnül- Cevâlîkî “Sa’leb”den rivayeten araplar nezdinde sabahın nısfu’l“ اصبح

leyl-i âhırının ibtidâsından zevâline kadar, mesânın da zevâlden nısfı’l-leyl-i evvelin âhırına kadar

olduğunu söyler. اصبح fiili tam olduğu halde sabaha dahil olduğu, yani sabahladı demek ve fiil-i nâkıs

olduğu halde “sâra” gibi oldu demek olur.Fiil-i nakıs olduğu zaman, medhûlü olan cümle-i ismiyyenin

mübtedası merfu kalarak ismi ve haberi mensub olarak haberi olur. Nitekim burada dahi öyle

olmuştur. غور “ğair” manasına masdardır.Yani “âdil” adl ile tesmiye olunduğu gibi “ğair” de غور ile

tesmiye olunmuştur.Manada mübalağa ifade eder.Türkçesi, burada “batmak” demektir. Lakin isme

kalbolunması hasebi ile masdar manası kalmaz: Çünki o kadar ğair ki ayn غور manasına olur. معين ya

bîadan mebî’ gibi “ayn”dan mef’uldür. Gözlerle görülen demek olur. Yahut “ma’n” den feîldir. Carî

yani akan manasına gelir.

اصبح .cezadan sual ifade eder ارايتم .ile bunu takibeden ibare mekûlü kavldir ارايتم fiil-i nakıs.

اؤ من .dâhil olduğu için şartıyye olmuştur ان haberidir. Cümle cümle-i fiiliyye olup evveline غور ismi م

mübteda. يأتيكم den يأت fiili muzari olup "in" ile meczum olduğu için âhırındaki “ya” sâkıt olmuştur.

Zamiri müstetirî olup “men”in âidi olan “hüve” faili, kâfirlere hitab “küm” zamiri mefulüdür. اء بم deki

“ba” يأت ye müteallik olup معين اء معين .terkib-i tavsifiyyesi de ikinci mefulüdür بم اء بم cümle-i يأتيكم

fiiliyyesi, mübteda olan “men”in haberi ve bu cümle-i ismiyye dahi cümle-i cezaiyyedir. Evveline “fa”

gelmesi cümle-i cezaiyye olduğu içindir.

Manası: “Yâ Ekmeli’r-resûl! Kâfirlere: “suyunuz çekilir, yok olur. Size zâhir yahut cârî suyu

kim getirir. Bana bildiriniz”de.”

İşbu ayet-i celile münhasıran Hak Celle ve Alâya tevekkülün vacib olduğuna delil olarak vârid

olmuştur. Murad, kâfirlere bazı nimeti ikrar ettirmek ve tuttukları yolun kubhunu bildirmektir: Çünki

bu suale karşı “Allah” diye cevap verecekleri şüphesizdir. Nitekim müteaddid ayet-i kerimede beyan

buyurulduğu veçhile vârid olan es’ile-i ta‘ciziyyeye cevaben “Allah” demişlerdir. Müfredat bahsinde

beyan olunduğu veçhile “ğair”in “ğavr”ile tesmiyesi suyun aynı “ğavr” olduğunu zikr olunduğu halde

Kadı tarafından “kovğaları yetişmeyecek kadar çekilmesi” diye tefsiri, intifâ‘ları mümkün olmayan

hali adem addetmesinden nâşîdir. Temam.

37 Sayfa 33.

Page 27: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 399

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

KAYNAKÇA

Abay, Muhammed (1992), “Osmanlı Dönemi Müfessirleri”, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü (Y. Lisans Tezi).

Akdemir, Salih (1989), Cumhuriyet Dönemi Kur’an Tercümeleri, Ankara.

Alpaydın, Mehmet Akif (2016) Osmanlılarda Türkçe Tefsir Geleneği, İstanbul: İFAV Yay.

Alpaydın, Mehmet Akif (2016), “Osmanlı Dönemi Türkçe Tefsir Eserleri”, Kilis 7 Aralık Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:3/2.

Altuntaş, Mehmet, (2017), “İşâri Tefsir ve Cemal Halvetî’nin Fatiha ile Fîl-Nâs Sûrelerine İlişkin

İşârî Yorumları”, Uluslararası Amasya Âlimleri Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Amasya, cilt:

I, s. 223-234.

Aydar Hidayet, (1996) Kur’an-ı Kerim’in Tercümesi Meselesi, İstanbul.

Aydar Hidayet, (1999), “Türklerde Kur’an Çalışmaları”, İÜİFD, İstanbul, Sayı:1.

Beyzavi, Nasıruddin Ebu Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed (1418) Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-

Te’vîl, Beyrut: Dâru İhyâi Turâsi’l-Arabî.

Çantay, Hasan Basri (1990), Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, İstanbul.

Çelebi, Muharrem (1993), Mevhûb b. Ahmed Cevâlikî, DİA., İstanbul.

Çelik, Yüksel (2013), “Seyyid Şerîf Cürcânî ve «el-Misbâh fî Şerh el-Miftâh» Adlı Eseri” Bilimname,

Sayı: 24 /1.

Demir, Ziya (2006), XII-XVI. y.y Arası Osmanlı Müfessirleri, İstanbul: Ensar Neşr.

Doğan, İshak (2011), Osmanlı Müfessirleri, İstanbul: İz Yay.

Ebussuud Efendi, (ty.) İrşâdü’l-Akli’s-selîm ilâ Mezâyâ’l-Kitabi’l-Kerim. Beyrut: Dâru İhyâi’t-

Turâsi’l- Arabî.

Ergin, Ali Şakir (1997), Şehâbeddin Hafâcî, DİA., İstanbul.

Gümüş, Sadrettin (2015), “Cumhuriyet Döneminde (1923-1960 Arası) Meâl Çalışmaları”, FSM İlmî

Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Sayı: 5.

Heyet, (1340), Nûru’l-Beyân, İstanbul: Matbaay-ı Âmire.

Kaya Murat (2012), “XIX ve XX. Asırda Osmanlı’da Mutasavvıf Müfessirler”, Tasavvuf İlmi ve

Akademik Araştırma Dergisi, Sayı:2.

Kaya, Murat, “Tanzimat Sonrasında Tefsir Faaliyetleri” Başlangıçtan Günümüze Türklerin Kur’an

Tefsirine Hizmetleri, Tebliğler ve Müzakereler, İstanbul: Ensar Neşr., 2012.

Keskin, Mustafa (2016), “Şihâbüddin el- Hafâcî: Hayatı, İlmi Şahsiyeti ve Eserleri”, Siirt Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:3/2.

Kılavuz, A. Saim (1987) Anahatlarıyla İslam Akaidi ve Kelama Giriş, İstanbul: Ensar Neşr.

Mertoğlu, Suvat (2001), “Osmanlı’da II. Meşrutiyet Sonrası Modern Tefsir Anlayışı, (Sırât-ı

Müstakîm/ Sebilürreşâd Dergisi Örneği:1908-1914)”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, (Doktora Tezi).

Niksari, Muhyiddin Muhammed b. İbrahim (ty.) Tefsir-i Sure-i İhlas, Süleymaniye Kütüphanesi,

Ayasofya 386.

Öztürk, Mustafa (2015) Osmanlı Tefsir Mirası, Ankara: Ankara Okulu Yay.

Page 28: Turkish Studiesisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_PAKS.pdf · 2019. 11. 26. · Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Tefsir Denemesi: Mülk Süresi Tefsiri 375 Turkish Studies

400 Süleyman PAK

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Pak, Süleyman (2015), “Tokatlı Bir Müfessir: Muhyiddin İbn İbrahim Niksari’nin Tefsir İlmine

katkıları (İhlas Suresi Tefsiri Örneği), Tokat Tarihi ve Kültürü Sempozyumu, 25-26 Eylül 2014

Bildiriler, Tokat.

Razi, Ebu Abdullah Muhammed. Ömerb. Hasan ( 1420), Mefâtîhu’l-Gayb, Beyrut: Dâru İhyâi’t-

Turâsi’l- Arabî.

Sütçü, Tevfik (2013), “Türkçe Sözlükçülük Tarihinde Mütercim Âsım ve Kamus Tercümesi” Tarih

Okulu Dergisi (TOD), Sayı:16.

Zorlu, Mehmet (2002), “İkinci Meşrutiyet Dönemi (1908-1918) Tefsir Hareketleri”, Selçuk

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Y. Lisans Tezi).