toplam: 1105 aydınlık gazetesi’nin ücretsiz ekidir yaşamak ... · cüme bürosu’ndan gelen...

24
Aydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 5 Ekim 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 32 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1105 Yaşamak, sevmek ve ölmek... Paris bir şenlik değildi İnsani Öyküler! Bir delilik hali Balyoz’a Balyoz Ezilenlerin gözünden bir Portekiz tasviri José SARAMAGO

Upload: others

Post on 11-Jan-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

AydınlıkBU SAYIDA

32KİTAP

TANITILIYOR

5 Ekim 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 32

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 1105

Yaşamak, sevmekve ölmek...

Paris bir şenlikdeğildi

İnsani Öyküler!

Bir delilik hali

Balyoz’a Balyoz

Ezilenlerin gözünden bir Portekiz tasviri

José

SARAMAGO

Page 2: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum
Page 3: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

Yaşar Kemal “Bir Ada Hikayesi” dörtlemesinin son kitabı “Çıplak Deniz Çıplak Ada”yısekiz yılda tamamladı. Kitap 5 Ekim’de okuyucuyla buluştu. Edebiyat dergileri, gazete-lerin kültür – sanat muhabirleri söyleşi için çırpınırken yazardan yayınevi aracılığıyla biraçıklama geldi. Sağlık sorunları sebebiyle söyleşi yapmasının mümkün olmadığı bilgisi ve-rildi. Bunun yerine yazar yayınevi aracılığıyla merak edilen soruları yanıtladı. Yayınevi-nin paylaştığı söyleşinin tamamını birçok internet sitesinde bulmak mümkün. Yeni çıkankitabına ilişkin de birçok sorunun yanıt bulduğu söyleşiden küçük bir alıntıyı sizlerle pay-laşmak isteriz:

“Edebiyata çocukken başladım. Çocukluğumda bizim köye çok aşıklar, destancılargelirdi. Onlara çok meraklıydım. Köye her destancı geldiğinde onun yanındaydım, son-ra onlar gibi şiir söylemeye başladım. Köyün kayalık dağına çıkar dağ üstüne, çiçekler üs-tüne türküler söylerdim kendi kendime. Epopenin kırıntıları bile olsa hala yaşadığı böy-le bir dünyada büyüdüm. Eğer modern edebiyatla karşılaşmasaydım -ki karşılaşmam te-sadüftür- bir destancı olurdum. 16 ya da 17 yaşlarımda folklor derlemelerine başladım.Bir de tekerlemeler, destanlar, masallar derledim.

Okulu bırakınca Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde çalışmaya başladım, habire okudum.Biz cumhuriyet sanatçıları, Tercüme Bürosu’nun çevirdiği dünya klasikleriyle yetiştik. Ter-cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarınıokuyordum.

Ustalarım, benim toprağımın sözlü edebiyatıdır. Stendhal, Tolstoy, Gogol, Dickens debenim kaynaklarımdır. Bir romancı Faulkner’i, Kafka’yı, klasikleri, hem Batı hem de Doğuustalarını özümsemeden nasıl roman yazabilir?”

Alıntıladığımız bölümde usta, nasıl Yaşar Kemal olunduğunun ipuçlarını veriyor as-lında. Bu kadar gerçek hikayeler, kendimizle birebir özdeşleştirebildiğimiz karakterler na-sıl yaratılabilir başka? İnanması zor, akılalmaz özelliklere sahip roman kahramanları butoprakların gerçeğini yansıtıyor. Yine betimlenen doğa bu toprakların parçası. Ve YaşarKemal’in de vurguladığı gibi, yazar da yaşadığı toprakların parçası olmasa böyle destan-sı romanlar nasıl yaratılırdı?

* * *

Ahmed Arif’in eserleri sahneye taşınıyor. Tiyatro Kumpanyası’nın hazırladığı “Has-retinden Prangalar Eskittim” adlı oyun Sarper Özsan’ın müziği, Kemal Kocatürk’ün yo-rumuyla sergilenecek. Oyunun ilk gösterimi 5 Ekim Cuma günü saat 20.30’da CaddebostanKültür Merkezi’nde yapılacak. İlgililere duyurulur.

Haftaya görüşmek dileğiyle...

Karınca Adası’nda sonİÇİNDEKİLER SUNU

Haftanın Portresi: Edgar Allan Poe s. 4

Paris bir şenlik değildi s. 5

İnsani öyküler! s. 6

Bir delilik hali s. 7

Kutunun içinde s. 9

“Montaigne akılcılığın ışığını taşır” s. 10

s. 12

Rönesans Avrupası’nda tutsak bir şehzade s. 14

s. 15

Misafir: Cahit Sıtkı Tarancı s. 16

Balyoz’a Balyoz s. 17

s. 18

Yeni Çıkanlar s. 19

Çocuk: Masal her ülkede masaldır s. 20

Salinger ve Holden’a söylenen şarkılar s. 21

Alıntı Test - Bulmaca s. 22

5 EK�M 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupery,Mavibulut Yay. Ara ara hala açıp okuduğum

en sevdiğim masal.

Parfümün Dansı, Tom Robbins, Ayrıntı Yay.Pancarın benim için anlamını bambaşka bir

yere koyan kitap.

Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar,İletişim Yay. Set aralarında, hem bitmesin is-

tediğim hem deli gibi sürüklenerek son say-

ÖneriYorum

JANSETJANSET

1)

2)

3)

4)

5)

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu

Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç

Editör: Pınar Akkoç

Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı

falara kadar heyecanla okuduğum çok gü-

zel bir hikaye.

Suskunlar, İhsan Oktay Anar, İletişim Yay.Yine İhsan Oktay Anar’ın en sevdiğim ki-

tabı, kitap bittikten sonra ayağa kalkarak al-

kışladığımı hatırlıyorum.

Su, Buket Uzuner, Everest Yay. Buket Uzu-

ner'in seri kitabının ilki, sonuna kadar he-

yecanla okudum... Devamını bekliyorum.

Rousseau, çağımızı hazırlayan düşünceninen ateşli ve parıltılı sözcüsüydü

Kapak: Ezilenlerin gözündenbir Portekiz tasviri

Yunus Emrelerin Molla Kasımlara “eyvallah”ı yok!

Page 4: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

Uzun yıllar Hollywood’da orta sınıf bir

senaryo yazarı olan James Elroy Chandler

bir film işi için Münih’te bulunurken

amansız bir hastalığa yakalandığını, bey-

ninde bir tümör olduğunu ve bununla en

fazla bir yıl daha yaşayabileceğini öğrenir.

Kahramanımız Dashiell Hammett’in ölüm

ihtimali ile yüz yüze gelince çok sıkıldığı

ve anlamlandıramadığı yaşantısını o anda

terk eden Flitcraft karakteri gibi arzu et-

tiği şekilde yaşamaya, karısını, metresini,

sıfatları, milliyetini bırakmaya belki de bu

sefer kendi senaryosunu kendi yazmaya ka-

rar verir.

Chandler’ın hastalığı salt fiziksel be-

lirtiler göstermez, bu bütün beynine hük-

meden bir tümördür; hem bedenen hem

de ruhen çökecek, git-

tikçe şüpheci, kimseye

güvenmeyen, bencil, içi-

ne kapanık, toplumsal

yaşayışa aykırı hareket

eder olacak, mülkiyet

kavramları, sorumluluk

bilinci, dini ve özel bağ-

lar kahramanımız için

anlamını yitirmeye baş-

layacaktır.

“Bilir misiniz, Mr.

Chandler, bazen bunu

çağımızın hastalığı, dün-

ya üzerinde yapılan çıl-

gınlıkların tek nedeni ol-

duğuna inanacağım geli-

yor!” Ne demek istediği-

nizi anlayamadım! “Çağımız da bilincini yi-

tirmiş sayılmaz mı? Yüzyılımızın bütün acı-

larını, karışıklıklarını ve dehşetlerini, doğ-

ru düşünebilme olanağının yitirilmesine

bağlamak mümkün değil mi? Beyinleri-

mizin yapısı değişti; basit insancıl bağlan-

tıları kuramıyor; basit insancıl gerçeklerin

yerine sahtelerini geçiriyorlar. Hasta ruh,

hasta dünya. Benim için hastalarım bazen

canlı simgelerden başka bir şey değildir.”

Böylece hiç de yabancısı olmadığımız

bir hastalıkla, bir tümörle Walter Frank

olarak yola çıkar kahramanımız. Yol boyu

kendi gibi pek çok hasta ruhla karşılaşır.

Aşk, hırsızlık, cinayet artık dört bir ya-

nındadır. Kendi hasta beyninden çıkmak-

tadır tüm bunlar, toplumun hasta beyni…

J. Mario Simmel “Güneşten de Sı-

cak” isimli romanında bir kez daha gel geç

bir yazar olmadığını gösteriyor ve karak-

terlerinden Doktor Freund’u dün, bugün

ve yarın için konuşturuyor:

“Dünyamızı artık etkisi altında tutan

şüpheciliktir! Şüphecilik ilişkilerimizi par-

çalar, yaşama duygumuzu zedeler, davra-

nışlarımızı frenleyip engeller. Bu tehlike-

yi artık herkeste görebilirsiniz. Her yerde

şüphecilik....

Büyükler birbirine inanamaz. Büyük-

ler insan değildir. Onlar sadece kavramdır

insanlar için. Birbirinden haberi olmayan,

birbirlerinden şüphe eden ve meslekleri ge-

reği birbirinden nefret eden birkaç politi-

kacının temsil ettiği milyonlarca insan

için. Hayır, bu kadar büyük kavramları biz

bugün düşünemeyiz. Biz

sadece küçük kavramlarla

düşünmeyi denemeliyiz.

İnanın bana, bu tek çıkar

yoldur! Çalışmamızın

amacını bunda görüyoruz.

Daima azınlık olmuştur

dünyayı değiştiren. Top-

lumun sınırları içinde ka-

lanlar başarıya ulaşamaz.”

Johannes Mario Sim-

mel savaş sonrası çok sa-

yıda edebi eser vermiş,

1960’da “Yalnız Havyarla

Yaşanmaz” isimli romanı

ile başarı kazanmış, pek

çok senaryosu filme alın-

mış ve ömrü boyunca öz-

gürlüğü için haksızlığa karşı savaşmış bir ya-

zar. Seksen ihtilaline olan tepkisinden ötü-

rü ise kitaplarının Türkiye’de yayımlan-

masına izin verilmemiş bir yazar. Ölü-

münden kısa bir süre önce, 2008 yılında, ve-

rilen izinle ülkemizde nadir bulunan eser-

leri Everest Yayınları tarafından yayım-

lanmaya başlandı. Ne mutlu ki “Gelsen ne

olur gelmesen ne!” furyasından haberi ol-

madı, nasibini almadı. Everest Yayınları Ah-

met Arpad’ın ve Ahmet Cemal’in o güzel

çevirisi ile yayımladı bu kitabı. Seksenler-

de kitaplarını saklamış bir babanın evladı

da değilsek eğer, belki de hiç tanışamaya-

caktık bu muhteşem yazarla!

(Güneşten de Sıcak, J. MarioSimmel, Everest Yayınları, Çev:

Ahmet Cemal, Ahmed Arpad, 354 s.)

HAFTANIN PORTRES�

Romantik Akımı’nın öncülerinden

olan Edgar Allan Poe, “Amerika Birleşik

Devletleri” ABD’nin ilk kısa hikâye ya-

zarlarındandır ve modern anlamda kor-

ku, gerilim ve polisiye türlerinin de ön-

cüsüdür. Çok yönlü bir yazar olan Poe’nun

öykülerinin yanı sıra şiirleri de meşhur-

dur. Yazarlık haricinde editörlük ve ede-

biyat eleştirmenliği de yapmıştır. Bugün

birçok kimse tarafından ABD’nin ilk

büyük yazarı olarak kabul edilmektedir.

Edgar Allan Poe’nun yaşamı zor-

luklarla geçmiştir. Erken yaşta annesini

kaybetmiş ve babası da terk etmiştir. Ev-

latlık alınınca kısmen iyi bir eğitim ala-

bilmiştir. Ardından çok sevdiği üvey an-

nesini kaybetmiş ve üvey babasınca da se-

vilmemiştir. 13 yaşındaki kuzeniyle ev-

lenmiş, ancak karısı da erken yaşta ve-

fat etmiştir. Bu durum öykülerindeki ölü-

me yakınlığı da beraberinde getirmiştir.

Hayatta çok sevdiği üç kadını da kay-

betmesi öykülerindeki ve şiirlerindeki gü-

zel ve ölü kadın karakterleri de açıkla-

maktadır. Hatta “Usher Konağı’nın Çö-

küşü” isimli öyküsünde ölümle yok olan

bir aileyi anlatırken kendi hayatını an-

latmaktadır sanki. Ölümlere hem mistik

bir saygı duymuş hem de gerçek olduk-

larını kabullenmiştir.

Poe, ölüm karşısında aciz kalmayı seç-

mez. Aksine ölümü yenmek için edebi-

yata sarılır. Mutsuzluğunu yaşadığı ölüm-

ler beslemektedir, ama öbür taraftan ede-

biyattaki dahiliğiyle bunu alt etmeye

başarır. Alkol batağındayken, delilik

krizleri geçirirken ve hastalık hastası

ruh haline rağmen, dönüp kendisine

bakmayı bilmiş ve gördüklerini olanca

gerçekliğiyle yazmıştır Karısının ölü-

münden evvel yazdığı “Kuzgun” şiiriyle

adeta o öldüğünde neler yaşayacağını,

hissedeceğini öngörmüş ve kendi kor-

kularıyla, çaresizliğiyle alay etmeyi de bil-

miştir.

Poe’nun hayatla bağlarını koparma-

dığını gösteren diğer bir kanıt da sis-

temden memnun olmayışında kendini

göstermektedir. 19. yüzyılın Ameri-

ka’sında gelişen ekonomiyle insanların

artan hırsından, açgözlülüğünden ra-

hatsızdır. Ülkesinde belli bir sanat gele-

neği olmayışından memnun değildir ve

bu sebeple gizemli olana yönelir. Yaşa-

dığı toplumdan memnun olmayışı onu

maddi dünyadan soyutlar ve hayal gü-

cüne sığınır.

Poe’nun öykülerinde efsanelerle ger-

çekler bir aradadır. Kimi öykülerinde

mantıksız hiçbir olaya yer vermezken,

kimi öykülerinde hayaletlere, ruhlara

rastlamak mümkündür. Sanayi toplu-

munun gerçekçi polisiye öykülerinin

yanı sıra eski çağın gotik öykü unsurla-

rına da rastlamak mümkündür. Her iki

çağın da insanıdır. Geleneksel öykü un-

surlarından da kopamaz, yeni teknikle-

re de karşı değildir. Matematik ve fizik-

ten keyif alır.

Erken yaşta vefat etmesine rağmen

öyküleriyle ve şiirleriyle hâlâ akıllarda.

İnsanın karanlık tarafını gösterme ce-

sareti ile ölümsüzlüğünü de koruyacağa

benziyor.

Edgar Allan Poe(19 OCAK 1809 - 7 EKİM 1849)

Mutsuzlu�unu ya�ad��� ölümler beslemektedir, amaöbür taraftan edebiyattaki dahili�iyle bunu alt

etmeye ba�ar�r. Alkol bata��ndayken, delilik krizlerigeçirirken ve hastal�k hastas� ruh haline ra�men,dönüp kendisine bakmay� bilmi� ve gördüklerini

olanca gerçekli�iyle yazm��t�r

Hiç de yabanc�s� olmad���m�z bir hastal�kla, bir tümörleWalter Frank olarak yola ç�kar kahraman�m�z. Yol boyu kendigibi pek çok hasta ruhla kar��la��r. A�k, h�rs�zl�k, cinayet art�kdört bir yan�ndad�r. Kendi hasta beyninden ç�kmaktad�r tüm

bunlar, toplumun hasta beyni

Yaşamak,sevmek ve ölmek...

5 EK�M 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

DİLAN ÖZTÜ[email protected]

Page 5: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

Paris birşenlik değildi

“Filmimiz Paris’tegeçiyor; o �ahanegünlerde, sirenkelimesi alarmseslerini de�il, esmerdilberleri aklagetirirdi ve Frans�zerke�i hava ak�nlar�sebebiyle de�il,ba�ka bir sebeptençekerdi perdeleri!”

5Aydınlık KİTAP

Greta Garbo’nun güldürüldüğü

vaadiyle “Ninoçka” filmi 1939’da gös-

terime girer. Film, çarlık mücevhera-

tını satmak için Paris’e giden Sovyet

ajanlarının peşine mücevherlerin sa-

hibi düşesin takılmasıyla başlar. Bunun

üzerine Nina Yoldaş, Paris’e hem

mücevherleri satmak hem de üç yol-

daşını kurtarmak üzere gönderilir.

Ancak bu macera esnasında Nina

Yoldaş, Fransız komiserine aşık olur

ve Ninoçka’ya dönüşür. Nina yani

Greta Galbo gerçekten gülüyordur

vaat edildiği gibi. Coşkulu bir Ninoç-

ka olup çıkmıştır. Sosyalizmle kapi-

talizm birbirini tanımış, sevmiş ve

alışmıştır.

Bahsedeceğim kitap

Metis Yayınları’ndan çıkan

“Ninoçka”, filmin gösterime

girişiyle başlıyor, filmle iç

içe ilerliyor ve bizi savaş ön-

cesi Sovyetler’den Paris’e

göçmüş bir grup Rus ente-

lektüelinin yaşamlarına or-

tak ediyor. İki dünya ara-

sında sıkışıp kalmış bu in-

sanların hayatları bir ci-

nayetle daha da ilginç bir

hâl alıyor ve Paris’ten Le-

ningrad’a ve New York’a

kadar uzanan bir macera

sizleri bekliyor.

Romanın ana karakteri Tanya,

Sovyet Rusya’dan Amerika’ya göçmüş

tarih öğrencisidir. Araştırma esna-

sında kitaplardan birinde Nina Bels-

kaya adında kendi gibi bir göçmen

olan, dilbilimcinin makalesine rastlar

ve Nina’nın öldürüldüğünü öğrenir.

Üstelik “Ninoçka” filmini izledikten

bir gün sonra! Tanya, Nina ile hayat-

ları arasında benzerlik bulur ve ölü-

müyle ilgili araştırma yapmak üzere

önce Paris’e gelir. “Ninoçka” filminin

de cinayetle ilgisi olduğunu düşün-

mektedir. Ardından büyükannesinin

ölümü nedeniyle kendini Rusya’da bu-

lur ve Nina cinayetini araştırmaya

Rusya’da da devam ederken büyük-

annesinin geçmişine de yolculuk yapar

ve cinayeti çözer.

N�NA’DAN N�NOÇKA’YAKitabın cinayetle ilgili kısmından bah-

setmeyi doğru bulmuyorum, ama oku-

yucuya sonun güzel bağlandığının ga-

rantisini verebilirim. Benim daha zi-

yade bahsetmek istediğim kitabın

kuru kuru bir cinayet romanı olmadığı,

aksine göçmenlik ve Avrasyacılık üze-

rinden ilerleyen olay örgüsünün dü-

şünmeye ve bilgilen-

meye sevk eden bir

yanının da olduğu.

Cinayete kur-

ban giden Nina, bir

dilbilimci ve Sov-

yetlerden Paris’e

göçmüş tıpkı diğer

kahraman Tanya

gibi. Kitabın yazarı

Svetlana Boym da

bir dilbilimci ve Rus

göçmeni. Karakter-

ler ve yazar arası iliş-

kinin de gösterdiği

üzere yazar, göç-

menlik konusunda yaşadıklarından

yola çıkarak karakterlerini oluşturmuş

ve göçmenlerin arada kalmışlığını

gerçekçi bir şekilde yansıtmış. Hatta

“Ninoçka” filminin kurgulamada kul-

lanılması göçmenlerin dönüşümünü

anlatmak için seçilen en etkileyici

yollardan biri. Romanda göçmenlerin

yaşadıkları her iki ülkeye de tam ola-

rak ait olamama hissi ve ülkelerine

dair özlemleri Avrasyacılık fikri ile ha-

yat bulmuş durumda. Nina’nın çevresi

kendi gibi göçmenlerden ve Avrasya-

cılardan oluşuyor. Hatta cinayetin si-

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

yasi amaçlarla mı yoksa aşk nedeniyle mi iş-

lendiği sona kadar belirsizliğini koruyor. Bu

da biz okuyucuya o dönem Avrasyacılarını ve

göçmenlerin yaşamını tanımamız için fırsat ta-

nıyor. Bolşeviklerin Avrasyacılarla mücade-

lelerini ve onları kazanmaya çalışmalarını

öğrenme fırsatı yakalıyoruz.

MONOLOGLAR VE DÜ�ENTEMPOKitabın tartıştığı konulardan sonra diline

gelmek gerekirse, sıradan anlatım tarzından

kimi yerlerde kaydığını görüyorsunuz. Karşı-

lıklı konuşma yerine yer yer monologların yer

alması ne kadar etkili olur bilinmez ama

farklılık getirdiği de kesin. Ancak bazen ipin

ucunu kaçırmanıza, kimin konuştuğunu ka-

rıştırmanıza sebep olabiliyor. Dilinin biraz kar-

maşıklığı ve olayın başlangıcının tam tatmin

etmemesi kitabı zorlaştıran bir unsur. Bazı kı-

sımların uzun tutulması da olayın temposunu

düşürüyor. Hatta kitabın daha kısa olabileceği

kanısındayım. Bu gibi sebeplerle tam anla-

mıyla “çok keyifli bir kitap okudum” diyemi-

yorum. Ancak cinayet romanı olup da belli bir

derinliğe sahip olması kitabı görmezden gel-

menize de engel oluyor. Kitabı filmden yola

çıkarak kurgulamayı da güzel bir düşünce ola-

rak kabul etmek gerekiyor.

Neticede göz ardı edilecek bir kitap değil.

Okuyucuyu biraz uğraştırdığı, akıcılığın kısmen

bozulduğu kesin olsa da çoğu cinayet temel-

li kitaplara oranla anlatmaya çalıştığı bazı ko-

nularla dikkat çekiyor.

( Ninoçka, Svetlana Boym, Metis Ya-yınları, Çev: Yiğit Yavuz, 325 s. )

Page 6: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

FRANZ KAFKA’DAN

5 EK�M 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

“Kendini insanlığa bakaraksına. Şüphe edeni şüpheye, inananıinanca götürür bu.”

Franz Kafka

Bir yazar düşünün ki, ölümün-

den sonra tüm yazdıklarının yakıl-

masını istesin! Oysa eski Yunan’dan

bu yana, sanatçının ruhsal kimliği

tartışıla gelmiş; yaratılarıyla, ilahi

güce meydan okurcasına ölümsüz-

lük peşinde olduğundan dem vu-

rulmuştur. Gel gelelim, bu yazar

için yazma eylemi belki de bir kaçış

planıydı…

Kafka’dan bahsediyorum. Ki-

tapçıda bakışlarımı parlak ciltler

arasında gezdirirken, beni demirle-

ten, insiyaki elimi kitaba atıp; arka

kapağını çevirten adamdan…Kaçış

planının sahibinden…Arka kapak-

taki şu tek cümlelik tasarım, Kaf-

ka’ya yaraşır cinsten: “Yarı kedi

yarı kuzu, garip bir hayvanım var.”

Tuhaf değil mi? Arka kapak yazıla-

rı, çoğu zaman size kitabın kabası-

nı aldırır. Satın alma güdüsünü te-

tikler veya tersi yönde etki eder. Fa-

kat Altıkırkbeş Yayınları’ndan çıkan

“Hayvan Öyküleri”nin arka kapak

yazısı, zihninizde sadece cevabının ne

olduğunu hiç mi hiç

kestiremediğiniz so-

rular uyandırıyor. Tıp-

kı Kafka gibi… Kitabı

okurken, kendimi içten

içe şu soruyu sorarken

yakaladım: “İnsan ni-

çin kendini bir köpek

yerine koyup, sayfalar-

ca; köpeğin gözünden

hayatı anlamlandırma

çabasına girişir?” Kimi

kitaplar vardır ki, koca

bir külliyatın ipuçlarını

taşıdığından okunur, kimileri yaza-

rın olağanüstü yazım tekniğinden,

bazıları ince bir işçilikle değindiği te-

malardan… Kafka okumak ise, bir

ruhu anlamaktır. Çünkü Kafka’nın

ruhu -belki de kitaplarından bile- çö-

zümlenmesi zor; usta gözlere muh-

taçtır.

İlginç bir tesadüftür ki, “Hayvan

Öyküleri”ni okuduğum günlerde

elime Scott Hicks’in yönettiği “Shi-

ne” filmi geçmişti. Film, Avustralyalı

piyanist David Helfgott’un hayat

öyküsünü anlatıyor. Müziğe tutkun

bir babanın oğlu olan Helfgott, baba

tarafından adeta yarım kalmış bir ha-

yalin tamamlayıcısı olarak görülüyor

ve yaşamı bir projeye dönüşüyor. Fil-

min bir sahnesi benim için çok çar-

pıcıdır: Müziğe olan yeteneğinden ve

kazandığı ödüllerden dolayı fark

edilen genç Helfgott, sanat cemiye-

tinin olduğu bir baloya katılır. Ünlü

bir yazarla tanışan genç adamın bir

adım arkasında babası durmakta

ve fısıltı halinde verdiği suflelerle ço-

cuğu tıpkı ipleri olan bir kukla gibi

yönetmektedir.

Müzik dehası David Helfgott, ka-

zandığı onca başarıya karşın; bu

dominant elin gölgesini hep tepe-

sinde hissedecek, hayatı bu zinciri

kırmakla, tekrar başladığı yere dön-

mek arasında sarmal bir çaresizlik

içinde sürecektir.

KUKLA ÇOCUKLARBir şiirimde şu dize geçer: “…çocuk,

yaşını izlemektir başka ten üzerin-

den…” Yaşını bir diğer beden üze-

rinden izlemekle kalmayıp, yaşa-

maya da kalkan ebeveynin çocuğu

olma durumu, başka bir dehada

daha göze çarpar. Kafka! Birlikte ol-

duğu kadınlarda dahi babasının mü-

dahalesiyle karşılaşan, yıllarca iste-

mediği halde bir sigorta şirketinde

çalışan Kafka’nın, 1919

yılında kaleme aldığı (o

tarihte yayınlanmamış

olsa da) “Babaya Mek-

tup” adıyla dilimize

çevrilen eseri, bu psi-

kolojinin bir dışavuru-

mudur. “Onunla hiç ko-

nuşulmaz zaten, he-

men insanın üzerine

gelir dersin hep, oysa o

kişinin aslında üzerine

geldiği yoktur; sen ki-

şiyi meseleyle karıştı-

rıyorsun; senin üzerine gelen mese-

ledir ve kişiyi dinlemeden meseleyi

derhal bir karara bağlarsın; ondan

sonra sana söylenenler seni ancak

daha da sinirlendirir; asla ikna et-

mez. O zaman da yalnızca şöyle ko-

nuşursun: Bildiğin gibi yap, benim

için fark etmez. Yetişkin bir insan-

sın; sana öğüt verecek halim yok. Ve

tüm bunları öfkenin alttan alta tın-

layan o hırıltılı korkunç sesi ve mut-

lak bir mahkumiyet kararıyla söy-

lersin.Bugün bu ses karşısında, ço-

cukluğumdaki kadar titremeyişimin

biricik nedeni, çocukluğun o katık-

sız suçluluk duygusunun, yerini kıs-

men ortak çaresizliğimizin sezgisine

bırakmış olmasıdır.”

(Babaya Mektup, Franz Kafka,

Can Yayınları, sayfa 24)

Kafka, epigraf cümlesinde ol-

duğu gibi kendini insanlığa bakarak

sınamıştır hep. Bu uzaktan bakış, as-

lında dahil olamamanın da bir so-

nucudur. Babasıyla ilişki biçimini

“ortak çaresizlik” olarak tanımlayan

Kafka’nın eylemsizliğinin sebebi,

belki de bu cümlede gizlidir. Bundan

dolayı yazmak, bir kaçış planıdır.

Gerçek hayattan, hayal kırıklığı dı-

şında karşılık göremeyen bu yalnız

adam, yazı yoluyla kendi kurduğu

hayatta soluğunu hissetmiştir. Ger-

çeküstücü hikayeler, birinci tekil

ağızdan yazılan hayvan öyküleri,

muazzam hayal gücü hep insanlığa

ve onun yaşadığı o kımıltısız, acı dolu

hayata uzaktan bakışın ürünüdür.

Çaresizliği kabullenişin… Kim bilir?

YERALTINDAK� DÖNÜ�ÜMAncak gerçeküstücü bir yaklaşımla

yazılan bu öyküler, asla gerçek ha-

yattan sonsuz bir kopuşun ifadesi de-

ğildir. Kopuş, yalnızca yazarın ken-

disine aittir. Aksine yazılan öyküler,

okuyucuyu daha çok hayatın gerçek

yüzü ile temas ettirmekte ve çarpı-

cı izler bırakmaktadır. Yine bir hay-

van öğesi olan “böcek” kullanılarak

yazılan “Dönüşüm”, Kafka’nın ya-

şadığı hayatın psikolojisini gözler

önüne serecek türdendir. Hatta,

edebi çevrelerde “Dönüşüm”ü; kök-

lerini tamamı ile yaşamın kendi-

sinden besleyen Dostoyevski ile pa-

ralel çizgide kabul eden görüşlere

rastlamak mümkündür:

“Dostoyevski kahramanının zih-

ninde yarım asır öncesinden kıpırdar

durur Kafka’nın böceği. Ama “Dö-

nüşüm”deki hatlarına en çok “Yer-

altından Notlar”da yaklaşır. Çünkü

“ne bir kahraman ne de bir böcek”

olabildiğinden yakınıyordur; yeral-

tı adamı. Madem kahraman olma-

mıştır, hiç değilse böcek olabilmeli-

dir. Madem siz beni bir böcek gibi

görüyorsunuz, diyor gibidir; alın

işte ben sizin sandığınızdan daha iğ-

renç, daha aşağılık, daha zararlı bir

böceğim. Notlarında bu gönüllü ge-

rilemeyi bile başaramadığını anlatır

yer altı adamı: Sevgili okuyucularım,

sizin dinleyip dinlemek istemediği-

nizi bilmem, ama şimdi size niçin bir

böcek bile olamadığımı anlatmak is-

tiyorum. Şunu bütün ciddiyetimle

belirteyim, pek çok kez böcek olmayı

istedim. Ne yazık ki buna bile eri-

şemedim.” (Benden Önce Bir Baş-

kası, Nurdan Gürbilek, sayfa 26)

“Hayvan Öyküleri” kitabına dair

birkaç satır okumak istediğinizi du-

yar gibiyim. Ancak ben bu kitabı sı-

radan bir fabl kitabı gibi değil, Kaf-

ka’yı anlama yolculuğunda bir köşe

taşı olarak okumanıza taraftarım.

Puzzle’ın parçası niteliğindeki bu ki-

tap, birçok hayvan öyküsünden te-

şekkül ediyor. Özellikle “Yuva” ve

“Bir Köpeğin Araştırmaları” üzerine

hayli düşünülmesi gereken öyküler-

den… Kitabın sonundaki, “Kafka’nın

Günlüklerinde Hayvanlar” ve M.

Kamil Utku’nun kaleme aldığı “Kaf-

ka’nın Hayvan Metinleri Üzerine”

başlığını taşıyan bölümler, kitabın içe-

riğini zenginleştiriyor.

Ferit Edgü, Kafka’nın “Aforiz-

malar” olarak Türkçeye çevrilen ki-

tabının önsözünde, “Kafka, içinde

yaşadığı dönemin, o dönemin olay-

larının değil, gelmiş geçmiş tüm za-

manların toplumsal mekanizmala-

rının yarattığı yalnızlığı, anlamsızlı-

ğı betimlemiştir. Kuşkusuz karanlık

bir tablodur bu. Bu karanlık tablo-

yu aydınlatan ise, Kafka Güneşi’dir.”

der. Saygıdeğer okur, bilhassa için-

de yaşadığımız coğrafyada, insanla-

rın ayrıştığı, kutuplaştığı şu günler-

de; bırakınız karşısındaki insanı din-

leyip anlamayı, bir hayvanla dahi öz-

deşleşebilen Kafka’nın Güneşi, gö-

zünüzü mü alacak yoksa sizi aydın-

lığa mı çıkaracak bilinmez…

(Hayvan Öyküleri,Franz Kafka, Altıkırkbeş Yayın,

Çev: Yekta Majiskül, 175 s.)

İnsani Öyküler!Gerçeküstücü bir yakla��mla yaz�lan bu öyküler, asla gerçek hayattan sonsuz bir kopu�un ifadesi

de�ildir. Kopu�, yaln�zca yazar�n kendisine aittir. Aksine yaz�lan öyküler, okuyucuyu daha çokhayat�n gerçek yüzü ile temas ettirmekte ve çarp�c� izler b�rakmaktad�r

DAĞHAN DÖ[email protected]

Kimi kitaplarvardır ki, koca bir

külliyatınipuçlarını

taşıdığındanokunur, kimileri

yazarınolağanüstü yazım

tekniğinden,bazıları ince bir

işçilikle değindiğitemalardan…

Kafka okumakise, bir ruhuanlamaktır.

Çünkü Kafka’nınruhu -belki dekitaplarından

bile-çözümlenmesi

zor; usta gözleremuhtaçtır

Franz Kafka

Page 7: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

Birdelilikhali

Keret, sanki elinde bir ne�terle dalm�� hayata. �nceince kesikler at�yor uçuk kaç�k insanlar�n alelade

ya�amlar�na, sarho�lara, rahat ve umursamaz tiplere

İsrailli genç yazar Etgar Keret’in ül-

kemizdeki okurlarla tanışmasını sağlayan

“Nimrod Çıldırışları” gözden geçirilmiş bas-

kısıyla Siren Yayınları etiketiyle yeniden raf-

lardaki yerini aldı.

İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin

davetlileri arasında ismi geçiyordu Etgar

Keret’in. Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde

de muhtemelen İstanbul’da olacaktır.

Çok yönlü bir yazar Keret; yeni kuşa-

ğın gözdesi olduğunu özellikle belirtelim.

Kısa öyküleri büyük ilgi görüyor. Tabi

gözde olmak, çok ilgi görmek önemli ama

ölçütlerimizi yalnızca buradan aldığımız gibi

bir izlenim oluşmasın.

Yazarlığının yanı sıra bir sinemacı Ke-

ret. Animasyondan televizyona kadar pek

çok alanda üretiyor. İlk uzun metrajlı filmi

olan “Meduzot”la 2007 Cannes Film Fes-

tivali’nde de ödül kazanmıştı.

Çevirisini Avi Pardo’nun yaptığı bu

kara mizah dolu öykü kitabında hayal gü-

cünün sınırlarını zorluyor yazar.

Zorlanan bu sınırların açtığı ufukta yü-

rümek bazen tuhaf ve zor, bazen zahmet-

li, çoğu zaman ise eğlenceli ve keyifli ge-

lebiliyor.

Kitabın tanıtım metninde de belirtildiği

gibi; Etgar Keret’in büyülü, tuhaf, ters

köşelerle dolu inişli çıkışlı dünyasına bir gi-

riş bileti: “Nimrod Çıldırışları”.

ANLATILAN B�R�LER�N�NH�KÂYES�Keret, sanki elinde bir neşterle dalmış ha-

yata. İnce ince kesikler atıyor uçuk kaçık in-

sanların alelade yaşamlarına; sonra sar-

hoşlara, rahat ve umursamaz tiplere…

Keret’in belleğinin boyutlarında şekil-

lenmiş bir başka dünya bu.

Aykırı haller, kaygısız durumlar, alışıla-

gelmişin ötesinde davranışlar, ayrıntılarda bo-

ğulma korkusuna kapılmamış betimlemeler,

telaşsız saatler, öğretici olma iddiası güt-

meden satır aralarında verilmiş iletiler…

İlişkiler, cinsellik, konuşan nesneler, be-

timlemeler, günlük yaşam hallerinin yalın, ba-

yağı, doğal, kimi zaman gerçeküstü halleri…

Süresini kestirmenin nafile olduğu, bit-

mek bilmeyecek gibi görünen bir delilik

hali…

SINIRSIZ B�R HAYAL GÜCÜBirbirinden ilginç otuz iki kısa öyküyle dolu

bir kitap “Nimrod Çıldırışları”.

Keret, öykülerindeki karakterlerini ge-

nellikle erkeklerden seçmiş. Büyümeye

direnen bir çocuk gibi bu adamlar; kimisi

kıllı, şişko.

Kadınlarıysa oldukça rahat.

Birbirini ve ilişkilerini basitleştirme

durumlarına da rastlıyoruz.

Dikkatimi çeken bir başka nokta da Ke-

ret’in “intak” yani nesneleri konuşturma yo-

luna da başvurması.

Bir bakmışsınız ‘l-a-y-l-a-y-l-o-m’ diye

mırıldanıyor bir bardak; sonra ‘B-e-n-i-y-

a-l-n-ı-z-b-ı-r-a-k-m-a-y-ı-n’ diye yazıyor.

Hayal gücünün sınırı yok Keret’in…

Annesi ve babasını gömleğinin cebin-

de taşıyan bir çocuk görmek de mümkün,

şişenin içinde bir müzisyen de...

Yüzünüzde tebessüm bırakabilecek

‘Bagaj Teddy’yi unutmayalım bu arada.

Hani şu kafayı çektikten sonra bagajda se-

yahat eden adamı.

Ve yirmi birinci yüzyılın en büyük eko-

nomik başarısı “İkinci Fırsat”ı ve onun ye-

rini alan üçüncü bir fırsatı…

“Eldeki üç kuş,

Ağaçtaki iki kuşa yeğdir.

Yazıl Üçten Bir Çıktı’ya,

Dileklerini yaşa, hem de doya doya.”

BU B�R �AKA MI?Ülkemizde daha önce de “Tanrı Olmak İs-

teyen Otobüs Şoförü” , “Gazza Blues” ve

“Buzdolabının Üstündeki Kız” gibi öykü ki-

taplarıyla da tanınan ve ciddi bir okur top-

luluğuna sahip Etgar Keret’in “Nimrod Çıl-

dırışları”nın sade olduğu kadar anlaşılma-

sı zor bir yanı da var.

Zaman zaman mantık kurallarının red-

dedildiği bu öykülerde, bir anda içinde bu-

lunduğunuz zaman diliminden başka baş-

ka boyutlara yolculuklara çıkıyormuş his-

sine kapılabilirsiniz.

Ama Keret, sizi kendi evrenine alıp,

hapsolmanıza izin vermiyor. Nasıl olduğunu

anlamadan bir anda bitiveren bir yolculu-

ğa sahip oluyorsunuz. Keret’in hüzünlü,

oyunbaz, eğlenceli öyküleriyle dolu dün-

yasında yapılan bir yolculuk bu.

Kimi zaman da öykülerin bir şaka gibi

geldiği oluyor, kendinize sormadan ede-

miyorsunuz: “Sahiden bu bir şaka mı?”.

(Nimrod Çıldırışları, Etgar Keret,Siren Yayınları, 158 s.)

ŞENOL Ç[email protected]

7Aydınlık KİTAP

Page 8: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum
Page 9: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

Kutunun içinde

“Önce kişisel bilgisayarın hesap ma-kinesi olduğunu düşündük. Daha son-ra ASCII ile birlikte sayıları nasıl harf-lere dönüştüreceğimizi keşfettik ve onunbir daktilo olduğunu farz ettik. Daha son-ra grafiği keşfettik ve televizyon olduğu-nu sandık. İnternet ile birlikte onun birbroşür olduğunu fark ettik.”

Douglas Adams

Yine o haftalardan birindeyiz. Bu

hafta elime ilgimi çekebilecek, bu köşe-

ye uygun bir kitap ulaşmadı. Bu gibi haf-

taların güzel yanı, başka konulardan ve

değerli bulduğum, tekrar hatırlatılması-

nın değerli olacağını düşündüğüm ki-

taplardan bahsetmeye olanak tanıması.

Kurgulamada ve yaratıcı çalışmalar-

da sıklıkla kullanılan deyişlerden biri ku-

tunun dışında düşünmektir. Misal, bilim

kurgu eserleri çoğunlukla kutunun dışı-

na çıkılarak yazılırlar. Bilimsel verilerin

ışığında, kutuyla bağlantıyı koparma-

dan kutudan ne kadar uzaklaşabilirseniz

kurgunuz da bir o kadar ilgi çekici ola-

caktır. Şimdi bu da nereden mi çıktı? An-

latayım. Bilim kurgu yazarı olduğu id-

diasında bulunan ve bir şekilde birkaç ki-

tabı da yayınlanmış bir arkadaşımı uzun-

ca süredir devam ettirdiği ısrarı sonun-

da dayanamayıp ziyarete gittim. Kendi-

sinden izin almadığım için ismini vermem

uygun olmaz, kitaplarının hatırı sayılır bir

satış rakamı yakaladığının ama buna

rağmen okurlarını ve eleştirmenleri bir

türlü tatmin edemediğini biliniz, yeterli.

Çalışma odasında kitapları hakkındaki

nacizane kendi eleştirilerimi de payla-

şırken, gözüm kitaplığında geziniyordu.

Son rafı da gördükten sonra eleştirileri-

mi sıralamayı bıraktım. Çünkü artık beni

anlayamayacağından ve boşa nefes tü-

kettiğimden emindim. Dostumun kitap-

lığında bilime yönelik tek bir kitap dahi

bulunmuyordu. Asimov, Lem, Dick, Gib-

son ve nice yazarın kitapları yan yana di-

ziliydi dizili olmasına da… Sanıyorum öy-

kündüğü bütün bu yazarların kütüpha-

nesinin de kendi kitaplarıyla dolu oldu-

ğunu sanıyor olmalı. Bilim kurgu yazma

gayretinde olan bir yazarın kitaplığında

herhangi bir bilim dalına yönelik tek bir

kitabın bulunmamasının dehşeti bir yana

beni en çok hayal kırıklığına uğratan oku-

yan bir insan olarak da bunca zamandır

bilimin hiçbir dalına yönelik bir ilgi ve

merak beslememiş olmasıydı. Kutunun

içini hiç bilmeden dışına nasıl çıkılabilirdi

ki…

Çağımızda pek çok klişe (şükür ki) ar-

tık ailelere bir şekilde kabul ettirilmeye baş-

landı. Mesela, “çocuklarınıza satrancı öğ-

retin, zihin sporudur, kralların sporudur,”

“çocuğunuz mutlaka bir müzik enstrüma-

nını öğrenmeli, müzik ruhun gıdasıdır,

ruhu geniş çocuklar yetiştirin,” “çocukla-

rınızı kitaplarla tanıştırın, hayal gücü ve bil-

ginin temel kaynağı kitaplardır,” vb. Ge-

nellemek ne saçma ama?!! Satranç, müzik,

kitaplar, aksine yürütülen milyonlarca

kampanyaya rağmen tarih boyunca belir-

li bir azınlığın ilgi alanına girdiler. Madem

durum bu, bir klişe de benden olsun; ço-

cuğunuz değil, insan olarak herkesin en az

bir bilim dalıyla ve o dal-

da meydana gelen yeni-

liklerle (yeniliklerin altını

çizelim çünkü pek çok

akademisyenin de sürekli

atladığı bir noktadır bu) il-

gilenmesi gerekir. Atamı-

zın da dediği gibi: “Hayat-

ta en hakiki mürşit ilimdir.”

Meraklanmayın, “bi-

limin üretilmediği ülkede

bilim kurgu edebiyatı na-

sıl üretilsin,” klişesine gel-

meyeceğim tekrar. Tersine

bu ülkede de az da olsa bi-

limin üretildiğini bilen biri

olarak, öyküler kaleme alan ve hatırı sa-

yılır bilimsel bir kurumda üst düzey

araştırmacı görevi üstlenen bir başka ar-

kadaşımın kütüphanesinde de bilim kur-

gu edebiyatından örneklere hiç rastla-

mayıp supernatural (doğaüstü fantezi)

kurgu kitaplarına ve çoğunlukla da H. P.

Lovecraft’a rastladığımın anısını da pay-

laşayım. Tezatlar ülkesinin insanlarıyız

vesselam. Uzun uzadıya yazmanın âlemi

yok. Sorunun ne olduğu ortadaysa o

halde çözümü nedir? Var oluşumuzu,

canlılığı, hayatımızı, evreni ve varlığımı-

zı açıklayan, uygarlığımızın ve geleceği-

mizin şekillenmesinde tek etken olan bi-

lime yönelik yeniliklere katkıda buluna-

mıyorsak da okuyan ve düşünen bireyler

olarak takip etmek, izlemek ve ilgilen-

mekle yükümlüyüz. Demek istediğim

elinize immunoloji, mikro

cerrahi, yüksek matematik

kitabı alıp anlamaya çalışın

değil. Şükür ki hala ülke-

mizde az sayıda da olsa, po-

püler bilim kitaplarını ve

yeni bilim kitaplarını ter-

cüme eden, yayınlayan ya-

yın evleri hala mevcut.

Özellikle TÜBİTAK’ın yıl-

lardır bu konuda (gerek

içerik, gerek fiyat, tercü-

me, baskı kalitesi) inanıl-

maz katkıları var. Bu se-

beple bu hafta iki kitaptan

birini hatırlatmak istiyor-

dum; bir elimde Douglas

Adams’ın da hayattayken sıkıldıkça tek-

rar tekrar okuyorum dediği “Kör Saat-

çi”yi, diğer elimde “Dünyayı Değiştiren

Beş Denklem”i tutuyordum. Evrime yö-

nelik olarak artık okuyucuların da bu yıl-

larda oldukça yorgun olduğunu ve düz-

gün düşünemez hale geldiğini bildiğim-

den, sıkıcılıktan ve tekrardan uzak olmak

adına “Dünyayı Değiştiren Beş Denk-

lem” kitabını hatırlatmaya karar ver-

dim. Dr. Michael Guillen tarafından ka-

leme alınan “Dünyayı Değiştiren Beş

Denklem”de matematiğin

önemini bir kez daha an-

layacak, Newton, Berno-

ulli, Faraday, Clausius ve

Einstein’ın dünyayı değiş-

tiren denklemlerinin ne

anlama geldiğini ve dün-

yaya nasıl bir etki yaptık-

larını okuyacaksınız. Her-

kesin anlayacağı bir dille

yazılan harikulade kita-

bın en can alıcı noktası,

her denklemin ve denkle-

mi bulan bilim adamının

öyküsünün de bölümlerde

kaleme alınmış olması. Newton, Einste-

in, Faraday… Bizim gibi korkuları var

mıydı? Özlemleri, yalnızlıkları, çelişkileri,

iyi birer insan mıydılar, hiç aptallık et-

mişler miydi, toplumla araları nasıldı, an-

laşmazlığa düştükleri şeyler, hırsları, re-

kabetleri nelerdi?.. Her şey o kadar gü-

zel işlenmiş ki bazen denklemleri unutup

bir romanı okuduğunuzu da sanabilirsi-

niz. İşte en çok da bu yüzden yazının ba-

şında anlattığım yazar örneğine istinaden

bu kitabı hatırlatmayı istedim. Harikulade

bir geçiş kitabı. Kitap bir kurgu eseri de-

ğil, bilimsel gerçekler, bu gerçekleri or-

taya koyanların hayat öyküleri ve ger-

çeklerin sonuçları var. Kısmen biyogra-

fi ama olur olmaz bir siyasetçinin biri öte-

kine benzeyen sıkıcı, bunaltıcı biyografisi

değil. Kim bilir hatta belki kitabı okur-

ken günümüzü yaratan bu dev beyinle-

rin kimilerinden insan olarak nefret

edeceksiniz. En güzel yanı da kitap bili-

min nelere yol açabileceğinin anlaşılması

için oldukça keyifli bir okuma serüveni

sunuyor ve bunu, bilimi herkesin anla-

yabileceği bir şekilde anlatarak yapıyor.

Orijinal dilinde ilk olarak 1995 yılında ya-

yınlanan kitap, Gürsel Tanrıöver’in ha-

rika çevirisiyle dilimize kazandırıldı ve

Tübitak Yayınları tarafından 2001 yılın-

da yayınlandı. Kitap ciltli ve ciltsiz olarak

iki şekilde sunuluyor. Tavsiyem bulabi-

lirseniz ciltli olanı edinmeniz olacaktır,

çünkü tahminimce uzun süre kitabı sak-

lamak isteyeceksiniz. Sanırım bu kadarı

yeterli… Bu şekilde zaman aralıkları

buldukça, değerli ve kimi zaman göz ardı

edilmiş diğer kitapları da paylaşmayı

düşünüyorum. Hatta bir listesini dahi

oluşturdum. İlgi duyduğum alanlarda

yeni, dikkate değer bir şeyin yayınlan-

mamış olması hiç umrumuzda olmayacak

anlayacağınız.

Bu hafta da Bertolt Brecht’in “Life Of

Galileo” kitabından bir alıntıyla vedala-

şalım: “Bilimin amacı sonsuz bilgeliğin

kapısını açmak değil, sonsuz hataya sınır

koymaktır.”

(Dünyayı Değiştiren Beş Denklem,Michael Guillen, TÜBİTAK Yayınları,

Çev: Gürsel Tanrıöver, 285 s.)

5 EK�M 2012 CUMA 9BABİL BALIĞI Aydınlık KİTAP

M. SALİH [email protected]

Einstein

Page 10: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

Okumakla arası hoş olan, hat-

ta bir yandan yazmaya da gönül

vermiş, kendi çapında bir şeyler ka-

ralamaya çalışan herkesin yolu

Montaigne’den geçmiştir desek

abartmış olmayız sanırım. Hele ki

bir deneme yazarıysanız Montaig-

ne’den el almışsınızdır kuşkusuz.

İşte Feridun Andaç da bu türün

isim babası Montaigne’den el alan-

lardan. Montaigne’nin gölgesi her

daim Andaç’ın kaleminin ucunda.

Ustaya bir saygı duruşu amacı ta-

şıyan “Gölgesi Kalemimin Ucun-

da Montaigne” adlı kitabında

“Herkesin okumalarının ilk sırası-

na almasını istediğim yaşam usta-

sıdır Montaigne” diyor Andaç. Bu

son kitabıyla Dil Derneği Ömer

Asım Aksoy Ödülü’ne layık görü-

len Andaç ile okuma yazma serü-

veninde önemli bir yeri olan Mon-

taigne’i konuştuk…

Okuma yolculuğunuzun he-nüz başlangıcında elinizden tutup,size yol gösteren yazar Montaigne.“Gölgesi Kalemimin Ucunda Mon-taigne” adlı son deneme kitabı-nızda “okurken yazmayı öğretenbir yazarla başlayan yolculuğumunizlerini sizlerle paylaşmak” iste-dim diyorsunuz okura. Bu pay-laşma isteğinin gelişiminden, ki-tabın oluşum sürecinden bahsedermisiniz?

Belki de o ilk

okuma günlerine

dönmek gerekecek.

Montaigne ile karşı-

laşmanın da öncesi-

ne. Okuma tutkusu-

nun uç verdiği za-

manlar… Eğer kar-

şınızda sizi buna yö-

neltecek kişiler / mo-

deller / figürler varsa,

başlangıçta bir oyun

olarak algıladığınız

okumayı zamanla tut-

kuya dönüştürebilir-

siniz. Böylesi bir yol-

culuktu benim okuma yolculu-

ğum. O insanları gördükçe, haya-

tımda, çevremde onların varlığını

hissettikçe okumanın büyüsünü

keşfetmiştim. Karşıma çıkan her

yazılı metin o büyüyü donatıyor ye-

niden, biçimliyor; hatta efsunlu-

yordu. Bense bir ayin yaparcasına

okuyordum. İlkokul, ortaokul yıl-

larımda bu büyülü yolun kahra-

manıydım. Okuduğum her kitap

bir şeyler taşıyordu bana. Halam-

dan dinlediğim masallar, babamın

anlattığı halk hikayeleri, aşıklar

kahvelerinde dinlediğim Köroğlu

destanları, Karacaoğlan, Kerem

ile Aslı hikayeleri… Bin Bir Gece

Masalları’na kavuşmam… Ya-

zarları keşfetmeye başlamıştım bu

sıralarda da… Sait Faik, Halikar-

nas Balıkçısı, Yaşar Kemal… Go-

gol, John Steinbeck… Bir tür, ile-

ride edebi akrabalık kuracağım

çoğu yazarı keşfetmiştim. Lise yıl-

larımda Montaigne ile buluşmam

beni yazı üzerine düşündürttüğü

gibi yazmaya da yöneltmişti. Ön-

celeri öyküler yazıyordum, ama

şimdi düşünce yazıları, deyim ye-

rindeyse, denemeler yazmaya yö-

nelmiştim. Ressamla çırağının iliş-

kisine benzer bir yolculuk başla-

mıştı aramızda. Öyle ki bütün ya-

zılı sınavlarındaki yanıtlarıma Mon-

taigne’den düşünceler sızmıştı:

Edebiyat, felsefe, tarih, ahlak, sos-

yoloji gibi derslerde kendimi ya-

zarak sınıyor, hata gösteriyor-

dum… İşte tüm bu süreçlerdir

beni Montaigne’den koparmayan,

ona doğru yolculuğumu besleyen.

Zamanla kalkıp onun yaşama yur-

duna gitmem, ona dair yazamaya

başlamam da bu nedenledir. Yani

gölgesi hep kalemi-

mim ucundaydı onun.

Ben de oturup ona

dair yazmaya verdim

kendimi. Bu kitap da

öylece çıktı ortaya.

Michel de Mon-taigne, 38 yaşındadünyadan elini ete-ğini çekerek, Peri-gord Şatosu’nda varediyor Deneme-ler’ini. “Kendine aitbir oda”, bir yazıyurdu kuruyor ken-disine. Yazmak sa-natı ile uğraşan çoğu

insan böyle bir şeyi hayal eder sa-nırım. Bu kapanış, bu ayin üzeri-ne konuşalım biraz da…

Sanırım bütün yaratıcılar için

gölgede bir hayat gerek. Platon’un

“mağara” mitine inanırım. Yazar

kendi “in”ini kuran insandır. Ken-

di kuyusunu kazan, debisini yara-

tan… Hatta o kuyuya sürekli su-

yunu taşıyan. Kimi kez de onun bu

yolculuğunu Sisifos’un öyküsüne

benzetirim. Doğrudur da, hele ça-

ğımızda yazarlar / yaratıcılar ye-

nilgilerinden doğarlar, var olurlar

diye düşünürüm. Onların galiple-

rin yanında yeri yoktur. Geçenler-

de bunu dile getiren bir yazı yaz-

mıştım, okurlar “muhalif yazarın

tanımı bu mudur sizce?” gibisinden

sorular yöneltmişlerdi. Sorgula-

mak, eleştirmek, itiraz etmek ger-

çeğe ulaşmanın başlıca yolu… Ka-

bullendiğinizde sinikleşir, sıra-

danlaşır, hatta sürüleşirsiniz. Mon-

taigne’i bütün görevlerine yüz çe-

virip ayin odasına kapatan düşün-

ce de budur biraz. Kapandığınızda

yaratabilirsiniz. Hz. Muhammed’in

mağara kapanmasında bu tür bir

mitik görünüm vardır, ama özün-

de yaratmak için çekilmiştir oraya.

Yaratıcılığın özü sizi oraya çağırır.

Montaigne’e dönecek olursak, de-

nemelerin iki kitabını yazdıktan

sonra şatosundan ayrılır; gitmek za-

manı gelmiştir. Kabuk değiştir-

mek, yenilenmek, soluk almak,

yeni yerler görmek / tanımak / an-

lamak düşünmek ister… Uzun bir

yolculuğa çıkar… Döndüğünde

de üçüncü kitabını yazacaktır…

Kapanmak ve gitmek yazarın tek

yoludur diye düşünürüm. İnsana /

topluma, hayatın gerçekliğine o kı-

yılardan bakar, oralardan yolcu-

luklara çıkar, gerçekliğin dilini ku-

rabilirsiniz ancak. Bu kendini so-

yutlama değildir; düşüncesinin on-

dan istediği soyutlama eylemine

hizmet eder böylesi bir yaşamı se-

çerek ya da siz boyun eğerek deyin

isterseniz buna.

Bordeaux’a gidişiniz üzerine ne-ler paylaşabilirsiniz? Büyük ustanınyaşama yurdunu, Perigord Şato-su’nu, yazı kulesini / yazı sığınağı-nı görmek… Nasıl bir duyguydu?

Evet, o şatoyu görmek Monta-

igne’nin yazı yurdunda gezinmek

için gittim Bordeaux’ya. Dokun-

dum her bir şeyine. Adımladığı

merdivenlere, seyre çıktığı pen-

cerelere, sığındığı ayin odasına,

uyuyup seviştiği yatağa, gözlerini

soldurduğu masasına, giydiği elbi-

selerine, elinden bırakmadığı ka-

lemlerine, sayfaları yıpranmış ki-

taplarına… Onu yeniden yeniden

okumak, ona dair yazmak duygu-

mu körükledi şatoda geçirdiğim sa-

atler ve Bordeaux günlerim…

Şair dostunuz Aytekin Kara-çoban'dan da bahsetmek gerekiyorsanırım. Onunla mektuplaşma-larınız da yer alıyor kitapta. VeBordeaux’da yol alırken Karaço-ban’ın anlattıkları da Montaigne’ebir adım daha yaklaştırıyor sizi…

İlk gençlik dönemimizde ede-

biyatı solurduk onunla… Bugün

halen sürdürürüz o heyecanı. Dos-

tumun Fransa serüveni, gidip Bor-

deaux’ya yerleşmesi yılları buldu.

Artık kentlidir o, bir bakıma da

Montaigne’nin yeni hemşerisi, yani

yerdeşidir. Şairdir, çevirmendir Ay-

“Montaigne ak�lc�l���n �����n� ta��r. Üç ciltlik denemelerinde, bugünlerde okurumuza ula�an ‘YolGünlü�ü’nde en çok gözledi�imizin ayd�nlanmac� bak��� kadar ça��n�n kavrama / tan�ma / yans�tmabilincidir de. Bu üç kavram bile ö�renmenin temel anahtar� de�il midir? Safsatalar ö�retmek yerine

Montaigne’le ö�renmeyi ö�retmek / dü�ünmeyi ö�retmek neden olmas�n.”

5 EK�M 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP

“Montaigne akılcılığın ışığını taşır”

ELİF ŞAHİN HAMİDİ

Feridun Andaç

FERİDUN ANDAÇ İLE MONTAİGNE ÜZERİNE SÖYLEŞİ:

Montaigne’ninyaratıcılar

üzerindeki etkisibugün bile sürüyor.Bu yanıyla onu salt

aydınlamanındüşünürü değil,

yazınsal geleneğinde en önemli

anlatıcısı olarakgörürüm

Page 11: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

11Aydınlık KİTAP

tekin. Yeni yaşama yurdunda gene ede-

biyatla yol alır… Onunla Montaigne’e git-

mek, hatta ondan dinlemek ona dair

söylenenleri ilgimi çekmiştir hep. Ama

onun serüvenini de getirip Montaigne’le

buluşturarak bir anlatı yazmak düşünce-

sini de gene bana Aytekin’in yaşama bi-

çimi vermişti. Bu kitapta sözünü ettiğim

anlatının oluşması da o süreçte gerçekleşti.

Sürgün, göçmen bir figür olarak dos-

tumun gerçeğinde Montaigne’le buluşan

eski bir okurunun kenti anlamak / tanı-

mak yolculuğu biraz da bu. Bir yanıyla

kentinde Montaigne’i didikleyerek okur-

ken, ötede de sürgün bir şairin dünyası-

na dönmek… Montaigne’nin yaratıcılar

üzerindeki etkisi bugün bile sürüyor an-

layacağınız. Bu yanıyla onu salt aydınla-

manın düşünürü değil, yazınsal gelene-

ğin de en önemli anlatıcısı olarak görü-

rüm. Özellikle yaşadığı kenti gördükten,

onun yurdunu tanıdıktan sonra bu dü-

şüncem daha da pekişti. Unutmayalım;

iki dönem de kentinin belediye başkan-

lığını yapmış biridir Montaigne. Bugün

bile böylesi pek enderdir!

“İyi okur’un okuma yolu Monta-igne’den geçer, geçmelidirde. (…) Herkesin oku-malarının ilk sırasına al-masını istediğim yaşamustasıdır Montaigne.Onunla yolculuğum yazıömrümü, düşünce ve ya-şam yolumu biçimlemiştirdesem, abartı gelmemelibu” diyorsunuz kitapta.Denemenin okullarda birders olarak yer almasınınçok yararlı olacağını be-lirtiyorsunuz. Keşke müm-kün olabilse bu. Genç okur-lar ve yazarlar için deneme okumanın,yazmaya çabalamanın önemi ve fayda-sından bahseder misiniz?

Montaigne akılcılığın ışığını taşır.

Üç ciltlik denemelerinde, bugünlerde

okurumuza ulaşan “Yol Günlüğü”nde en

çok gözlediğimizin aydınlanmacı bakışı

kadar çağının kavrama / tanıma / yan-

sıtma bilincidir de. Bu üç kavram bile öğ-

renmenin temel anahtarı değil midir?

Safsatalar öğretmek yerine Montaig-

ne’le öğrenmeyi öğretmek / düşünmeyi

öğretmek neden olmasın. Yanına İbn

Arabi’yi de koyabilirsiniz… Deneme

öğretici bir yazınsal türdür. Yazmayı ol-

duğu kadar düşünmeyi de öğretir. De-

neme yazabilen her türde yazabilir. Ede-

bi bellek oluşturmada deneme okumanın

açabileceği kapılar yadsınamaz. Ayrıca bi-

lim alanındaki gelişmelerde deneme ya-

zarak / okuyarak varılabilecek yollar yı-

ğınla. Özcesi denemeyi salt bir yazın türü

olarak da görmemek gerek. Düşünme

yordamını taşıyan bir alan… Evet, ken-

di içinde türsel çeşitliliği olan bu konu-

da da düşün yaşamımızın azımsanma-

yacak bir birikim taşıdığını düşünürüm.

Cumhuriyet Aydınlanması bu birikimi

bugün var etmiştir. Ataç’tan Emin Öz-

demir’e, Sabahattin Eyuboğlu’dan Ah-

met Cemal’e, Melih Cevdet Anday’dan

Uğur Kökden’e değin karşımızda duran

birikim bunu anlatıyor biraz da.

Camus, Sartre ve daha başka büyükyazarlardan da söz ediyorsunuz kitapta.Ve çok önemli bir noktaya parmak ba-

sıyorsunuz; Türk okuruna henüz bir Ca-mus külliyatı sunulmadı. Sartre, Balzac,Flaubert külliyatımız da yok. Bu noktadayayınevlerine, çevirmenlere büyük bir so-rumluluk düşüyor, değil mi?

Yayıncılığımız henüz kendi Röne-

sans’ını yaratamadı. Bunun düşünce ik-

limi, eğitim düzeyimizle ilgisi olduğunu

düşünürüm. Şu küreselleşme çağında

tüketime endeksli bireyi var etme sava-

şımı birçok değeri yitirmemize neden ol-

duğu gibi aydınlanmanın önemli değer-

lerini tanımaya da kapılarımızı kapat-

mamızı sağlıyor ne yazık ki. Gelişmenin

göstergesi yüksek binalar, içlerini do-

nattığımız AVM’ler değildir. Sokakları,

mahalleleri tüketerek sözüm ona dikey

uygarlık yaratmak neyi var ediyor? İle-

tişimsizliği, değersizliği, kültürsüzlüğü, in-

sansızlığı, yabancılaşmayı, aidiyetsizli-

ği… Hatta vicdansızlığı… Yayıncılık da

vicdan duygusuyla yapılabilecek bir uğ-

raştır. Andre Gide, yazarlar toplumun

vicdanıdır der, ekler; kamu işi yapar

herkes öyledir… Sanırım toplumumuz ve

yayıncılığımız giderek bunu yitiriyor;

oysa buna en çok ihtiyacı-

mızın olduğu dönemleri

yaşıyoruz. Kendi yayıncılık

deneyimimden de biliyo-

rum; iyi şeyin önünde en-

geller çoktur bu ülkede;

ama yılmayan insanlar da

çok. Yani bu karda bo-

randa çalışıp iyi şeyler ya-

panlar da… Evet, az olan

iyidir değerlidir. Oysa ço-

ğalsın istiyoruz… İnsan

özgürlüğünü, düşünce ve

yaşama özgürlüğünü bu

kültürel dokuyu kurarak

var edebilirsiniz ancak;

yoksa her şeyi dinle yorumlayan bir an-

layışı körükleyerek, bunun kurumlarını

var ederek değil. Akıl çağından bilgi ça-

ğına geçeli çok oldu. Ama biz bunun alt-

yapısını oluşturacak kültürel kurumları

oluşturmak zorundayız. İşte yayıncılık da

bu anlamda çok ciddi bir iştir, imlediğim

vicdan duygusuyla yapılabilecek bir iş, uğ-

raş… Ama bunu görmeden bilmeden ya-

panların o yazarları bilmesi, bir araya ge-

tirmesi çok zor elbette.

“Deneme Zamanı” serisinin ilk ki-tabıydı Montaigne. Diğer iki kitapta Eli-as Canetti ve Italo Calvino’nun izini sü-receksiniz. Bu kitaplarla ilgili çalışma-larınız ne durumda? Yine yollar, yolcu-luklar vardır sanırım…

Her iki kitap bitmiş durumda. Son bir

kez Torino’ya ve Rusçuk’a gideceğim.

Birtakım yan okumalar da var sırada.

Masanızdan kopamadığınız sürece bir ki-

tap sizde bitmez. Çünkü düşünce üreti-

minizi duygu dilinizle biçimlendirirseniz

gitmeyi de seçersiniz sürekli. Bu üçleme

biraz da gitmenin kitabıdır. Bir yazara, bir

yere, bir düşünceye, bir kültüre, bir duy-

guya; hatta bir dile gitmenin kitabı…

Bunların ardından Mustafa Kemal ve Na-

zım Hikmet üzerine böylesi bir kitap yaz-

mayı tasarlıyorum. Gene giderek kuru-

labilecek kitaplar olacak… Zamanın ru-

hunu anlatarak / anlayarak o insanların

gerçekliğine dönmek yolculuğu…

(Gölgesi Kalemimin Ucunda:Montaigne, Feridun Andaç,

Kavis Kitap, 256 s.)

Page 12: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

5 EK�M 2012 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK

ZAMAN İÇİNDE KAYBOLAN VE BULUNAN KİTAP: JOSÉ SARAMAGO - “ÇATIDAKİ PENCERE”

Büyük yazarların yeni eserleri

basıldıkça yazarın dünyasına bir

adım daha atarız. Her yeni kitap ya-

zarın kişiliğini, hayatını, fikirlerini,

diğer eserlerini anlamamıza kapı

aralar. Hele ki büyük yazarlardan

birinin ilk eseri ölümünden sonra

yayımlanıyorsa... Öyle bir eser dü-

şünün ki yazar bunu yirmili yaşla-

rında yazsın - ancak gerek birikimi

ile gerek üslubu ile ustalardan far-

kı olmasın -ve yayınevinin onayla-

maması ile yirmi yıl yazmayı bırak-

sın. Sonra olgunluk dönemiyle kar-

şımıza çıksın ve Nobel’i alsın. Bu

hafta, Kırmızı Kedi Yayınevi’nden

çıkan “Çatıdaki Pencere” José Sa-

ramago’nun son kitabını, ancak

esasında Saramago’nun yayınevle-

rince reddedilmiş ilk kitabını tanı-

tacağız.

İlk kitapların önemini vurgula-

makta fayda var elbet. Bazen ilk

anda keşfettirirler yazarlarını bazen

de yıllar sonra. Bazen keşfedilme-

yen bir ilk kitap azmettirir yazarı-

nı bazense küstürür. “Çatıdaki Pen-

cere”nin keşfedilememesi Sara-

mago’yu yirmi yıl

uzak tutmuştur

okurlardan. Fakat

bunların hepsinin

dışında önemi şu-

dur ki, bir tanışma,

bir keşif kitabıdır ilk

kitaplar.

CESUR B�RYA�AMPortekizli yazar Sa-

ramago’yu çoğumuz

“Körlük”, “İsa’ya

Göre İncil” roman-

larıyla ve 1998 yılın-

da aldığı Nobel Ödü-

lü’yle tanıyoruz. Ancak edebi kişi-

liğinin yanı sıra siyasi fikirleriyle de

damgasını vurmuş bir isim Sara-

mago. Sadece Portekiz’de kitapla-

rı 2 milyondan fazla satmış yazar

“İsa’ya Göre İncil” kitabıyla kilise

tarafından afaroz edilmiş, uzun yıl-

lar ülkesinde Komünist Parti’nin

üyesi olmuş, İsrail’e gittiğinde işgal

altındaki yerlere de uğramış ve

bunu Nazi işgaline benzetmiş, mül-

teci kamplarını da Auschwitz’le

benzerliğini vurgulayarak siyasi tav-

rını Filistin lehine ortaya koymak-

tan çekinmemiştir. Hatta Nobel

Ödülü’nün genellikle siyasi karar-

lar doğrultusunda verildiğine tanık

olsak da Saramago’nun ödülü, siyasi

gerekçelerle değil edebiyatıyla ka-

zandığı fark edilmektedir. Yazarın

eserleri yirmibeş dile çevrilmiştir.

Saramago’yu farklı kılan nedir

diye düşündüğümüzde kuşkusuz

işlediği konular ve üslubu ön plana

çıkmaktadır. İnsanları büyük bir

ustalıkla, kusursuz bir şekilde ve an-

latımı uzatmadan betimlemesi Sa-

ramago’nun en büyük özelliklerin-

den. Sıradan ve önemsiz görünüp

de aslında hepimizin yaşadığı so-

runları eserlerinde işlemesi, dingin

bir şiddetle değer yargılarına ta-

mamen karşı çıkışı okuyucunun

Saramago’yla özdeşleşmesini ve

O’nu ve eserlerini

içselleştirmesini

sağlayan en önemli

unsurlardan. Üste-

lik dilinin zorlayıcı-

lığına rağmen. Ya-

zılarında sadece

noktayı ve virgülü

kullanmayı tercih

eden yazarın kimi

cümlelerinin bir

sayfayı bulması,

okuyucuyla buluş-

masını engelleyen

bir unsur değil. Sa-

ramago yazı dili-

nin kurallarına çok

önem vermez ve vuruculuğu bakı-

mından sözün ve akıcılığın önde ol-

masına inanır. Bu onun yazım ku-

rallarına bağlılığını azaltır. Örneğin

konuşmalarda tırnak kullanmaz,

konuşma cümlelerini virgüllerle

ayırır. Saramago için okuyucuyu

zorlayıp gene de sevilmeyi başaran

nadir yazarlardan diyebiliriz belki

de.

Eserlerinde alegorik anlatımı

tercih eder. Canlandırma tekniğini

çok güzel işler okuyucuya. Sem-

boller üzerinden anlatıma önem ve-

rir. Kimi anlatılarında distopyaya

yaklaştığı olur, ancak umutsuzluk

hüküm sürmez, her şeye rağmen

umut vardır. Kitaplarındaki kö-

tümserlik havası Kafka’nınkine

benzetilmektedir. Hayalgücünden

yola çıkarak tarihsel olayları işler ki-

taplarında. Ancak bunu yaparken

salt bir tarih anlatısından ziyade

olaylara insani açıdan bakmaya

özen gösterir. Kimi eleştirmenler-

ce büyülü gerçekçilik akımına bağ-

lı olduğu için Marquez’e benzetil-

mektedir. Hayalgücünü temel alan

kurguları masalsı olduğu kadar,

pek çok eseri politik taşlama nite-

liği taşımaktadır.

Yazarın eserlerini bu tarzda şe-

killendirmesinde yaşadıklarının da

payının olduğu göz ardı edilme-

melidir. Saramago çok fakir bir ai-

leden gelmektedir. Annesi okuma

yazmayı bilmeyen bir kadındır. Sa-

ramago’nun lise mezunu olup üni-

versiteyi okuyamaması Lizbon’da

seçkin sınıfa dahil olmasını engel-

lemiş ve yazar yapılan pek çok küs-

tahlığı sineye çekmek zorunda kal-

mıştır. İkinci Dünya Savaşı sonra-

sı entelektüel çevreye girmede ol-

dukça önemsenen bu tür sosyal

statü geçmişleri yazarın zorlu za-

manlar yaşamasına sebep olmuştur.

Öte yandan kekemeliği nedeniyle -

daha sonra bu sorunu çözmüş olsa

da- insanların alaylarına maruz kal-

ması içedönüklüğe neden olmuş ve

söz söylemek yerine yazmaya sevk

etmiştir. Dünya büyük bir yazar

kazanmıştır.

ÇÜRÜMÜ�LÜ�ÜNKAOSU: “KÖRLÜK”Nobel Ödülü’nü kazandığı “Kör-

lük” isimli eseri kuşkusuz yazarın en

önemli eseridir. Büyük bir politik hi-

Ezilenlerin gözündenbir Portekiz tasviri

Kitaba bir fakirlik havas� hakim olsa da ayakkab�c� ve e�inin konu�malar�ndan her �eye ra�mençok mutlu olduklar� ve en büyük s�k�nt�lar�n�n geçim derdi oldu�unu görürüz. Ayakkab�c�n�n

evine kirac� olarak gelen Abel ile Silvestre’nin dostlu�u siyasi sohbetler ekseninde geli�ir. �kisiaras�ndaki sohbetler umudun, ayd�nl���n simgesidir. Portekiz sava�tan çok fazla yara almadan

kurtulmu� olsa da dönemin toplumsal yap�s�na suskunluk hakimdirDAMLA [email protected]

İyimserlik vekötümserlik

arasındaSilvestre’nin Abel

ile konuşmasıkitaba ayna

tutuyor;“İnsanlarla

yaşıyoruz,insanlara yardım

ediyoruz.” “Ne yapıyorsunuz

insanlar için?”“Onlar için başkayapabileceğim birşey olmadığından

ayakkabılarınıyamıyorum.”

José Saramago

Saramago’nun lisemezunu olup üniversiteyiokuyamaması Lizbon’daseçkin sınıfa dahilolmasını engellemiş veyazar yapılan pek çokküstahlığı sineye çekmekzorunda kalmıştır.

Page 13: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

5 EK�M 2012 CUMA 13KAPAK Aydınlık KİTAP

civ barındıran roman bir adamın aniden

kör olmasıyla başlar ve körlük bir salgın

gibi bütün topluma yayılır. İktidar bu sü-

reçte kontrolü ele almanın yolunu akıl has-

tanesinden bozma bir binaya kör olanla-

rı hapsetmekte bulmuştur. Michel Fou-

cault’ un dediği gibi “Hapishanenin tari-

hi, gözetim altında tutma ve cezalandır-

manın tarihidir.” Fakat kaos her çürümüş

sistemi ele geçirdiği gibi bu hapishaneyi de

ele geçirecektir. Suç artacak, insanlar acı-

masızlaşacaklardır. Kitapta tek kör ol-

mayan karakter olan doktorun karısı gibi

eğitimli ve sorgulayıcı yapıdaki bireylerin

bile bu kaosta nasıl içlerindeki bütün zıt ka-

rakterleri ortaya çıkarabildiğini gözler

önüne seren yazar insan doğasını sorgu-

latır. Suçun, ölümün ve açlığın sıradan-

laştığı bir yapıda görmenin önemini kav-

ratmaya çalışır. Kurgusu, dili ve konusuy-

la bir başyapıt olan “Körlük” yazara 1998

yılında Nobel Ödülü kazandırmıştır. No-

beli aldığında Saramago “Bu kadar zaman

sonra Nobel’i aldım da anlatacak hiç kim-

sem yok.” demiştir. Kitabın Fernando

Meirelles yönetimenliğinde filmi de çe-

kilmiştir. Saramago filmi izlediğinde göz-

yaşlarını tutamamıştır.

Vahşi sistemin ve iktidarların insanlar

üzerinde yarattıklarını yaratıcı kurgular-

la okuyucuya sunan yazar din konusunda

da eleştirel tavrını sürdürmüştür. Din ko-

nusundaki düşünceleri nedeniyle yapıtla-

rı Portkiz Hükümeti tarafından sansürle-

nince Kanarya Adaları’nda Lanzarote’ye

yerleşen yazar ölümüne kadar burada ya-

şamak zorunda kalmıştır. Vatikan’ın res-

mi yayın organı olan L’Osservatore Ro-

mano gazetesinde şu sözlere yer verili-

yordu: “Saramago din karşıtlığının akıl ho-

calarındandı. O, hiçbir metafizik inancı ka-

bullenmeyen, hayatının son anına dek ta-

rihsel materyalizme, bir başka deyişle

Marksizme inatla bel bağlamış bir insan-

dı.” İşte bu fikirlerdeki bir adamın yazdı-

ğı İncil, “İsa’ya Göre İncil” kitabıydı.

Dini kişiliklere atfettiği betimlemeler ay-

kırılıklarıyla sivriliyordu ve okuyucuyu

şaşırtıyordu.

ES�RGENEN YANITYazımızda temel aldığımız

“Çatıdaki Pencere” kita-

bına gelirsek Sarama-

go’nun geç keşfedilmiş iyi

kitabı diyebiliriz. Kitabın

önsözünde Jose Saramago

Vakfı Başkanı hem de karısı

olan Pilar Del Rio kitabın

gecikme öyküsünü şöyle

anlatıyor. “Telefon çaldı-

ğında Saramago tıraş olu-

yordu. Almacı yüzünün sa-

bun köpüğü bulunmayan

kısmına dayayarak kısa ko-

nuştu: ‘Öyle mi? Şaşırtıcı.

Siz rahatsız olmayın, yarım

saat içinde orada olurum.’ Ve telefonu ka-

pattı. Banyodan hiç bu kadar çabuk çıktı-

ğı olmamıştır. Sonra bana 1940-50 yılları

arasında yazdığı ve o zamandan beri ka-

yıp olan romanını almaya gideceğini söy-

ledi. Döndüğünde kolunun altında “Ça-

tıdaki Pencere” vardı, yani daktiloda ya-

zılmış sayfalarla dolu bir dosya; zamanla

sararıp yıpranmamışlardı da üstelik, bel-

ki de zaman 1953 yılında teslim edilen bu

özgün metne insanlardan daha saygılı

davrandığı içindir. 1989 yılında, José Sa-

ramago’ya, ‘Taşınma sırasında bulduğumuz

bu metni yayımlamak yayınevimize büyük

onur verecektir,’ demişlerdi törensel bir ta-

vırla, o sırada “İsa’ya Göre İncil” adlı ki-

tabını tamamlamakla uğraşıyordu ve ‘Ob-

ridago (teşekkür ederim) şimdi olmaz,’ ya-

nıtını vermiş, yeni bulu-

nan kitabı elinde, tüm ha-

yalleri dorukta otuz bir

yaşında genç bir adam-

ken ondan esirgenen ya-

nıtı nihayet kırk yedi yıl

sonra almış olarak sokağa

çıkmıştı. Yayınevinin bu

tutumu Saramago’nun ar-

tık yok edilmesi müm-

kün olmayan ve onlarca

yıl süren ıstıraplı bir ses-

sizliğe boyun eğmesine

neden olmuştu çünkü.”

Yazarın 1940- 1950

yılları arasında yazdığı

ve o zamandan beri kayıp

olan romanı “Çatıdaki Pencere” keşfe-

dildiğinde ve Saramago’nun yirmi yaşın-

da bir genç olarak böylesine incelikle, ku-

sursuzca ve anlatıyı uzatmadan betimle-

meler yapması pek çok kişiyi şaşırtmıştı.

Yazarın isyankarlığı, özgürlük arayışı,

onca yoksulluğa ve talihsizliğe karşı kimi

bedenlerin kapsadığı dürüstlük savunusu

kitaplarındaki iyi ve sade betimlenen ka-

rakterlerde güçlü bir biçimde yansıtılı-

yordu.

“Kitabı bu gözle incelemeye / okuma-

ya başladığımızda şunları söyleyebiliyoruz:

“Çatıdaki Pencere” ki-

şilerin romanıdır. Kırk-

lı yılların Lizbon’unda

geçer. İkinci Dünya Sa-

vaşı bitmiştir, ama ro-

mandaki her şeyi sarıp

sarmalayan bir gölgeye,

sessizliğe benzeyen Sa-

lazar diktatörlüğü sür-

mektedir. İlk bakışta po-

litik bir roman değildir,

bu nedenle dönemin san-

sür uygulamaları yüzün-

den basılmadığını düşün-

mek yerinde olmayacak-

tır. Dönemin değer yar-

gılarına karşı çıkması, ai-

leyi ocağın değil de cehennemin eşan-

lamlısı olarak görmesi, görünüşlerin ger-

çeklerden daha güçlü olduğunu vurgula-

ması, övülmeye değer amaçlar gibi görü-

nen bazı ütopyaların sayfalar sonra sor-

gulanması, kadınlara kötü davranışların

açıkça kınanması, hemcinsler arasındaki

aşkın doğallıkla anlatılması; tüm bunların

yargılayarak değil ama kişisel bir kaygıy-

la yazarın bakış açısından dile getirilme-

si ve kitabı oluşturan diğer her şey, kitabın

basılmadan bir kenara itilmesine karar ve-

rilmesinde etkili olmuştur kuşkusuz. Faz-

la serttir, tanınmamış bir yazarın kale-

minden çıktığı için de fazla riskli bir ro-

mandır, getireceği kârla kıyaslayınca top-

lum ve sansür karşısında savunmak için

gösterilecek çabaya değmeyecektir. Böy-

lelikle kitap ne şimdi umut vaat eden bir

‘evet’ ne de gelecekte umut vaat edebile-

cek bir ‘hayır’ olmaksızın sürgüne gönde-

rilir.”

APARTMANDAK� ORTA SINIF�NSANLAR Kitap bir apartmanda yaşayan kişilerin ya-

şamlarına tanık olmamızla başlıyor. Yazar

metropol hayatının başlangıç yılları olan

savaş sonrası dönemi yansıtıyor. Apart-

mandakiler 20. yüzyıl Lizbon’unda “orta

direk”, orta sınıf insanlar; Amelia Teyze,

kunduracı Silvestre ve karısı Mariana,

Bayan Carmen, kocası Emilia Fonseca ve

küçük oğulları Enrique, yıllar önce kızını

kaybetmiş ve yalnız yaşayan Justina, şuh Li-

dia, Rosalia, kocası Anselmo ve kızları Ma-

ria Claudia, Silvestre’nin evindeki odaya

kiracı gelen Abel... Kıt kanaat geçimleri-

ni sağlamaya çalışan bu insanlar yazarın

anlatmak istediklerini sözleriyle ve ya-

şamlarıyla aktarıyorlar bizlere. Farklı ai-

leler, farklı hikayeler. Aile kurumu oldukça

fazla yer alıyor kitapta. Kitaba bir fakirlik

havası hakim olsa da ayakkabıcı ve eşinin

konuşmalarından herşeye rağmen çok

mutlu oldukları ve en büyük sıkıntılarının

geçim derdi olduğunu görürüz. Ayakka-

bıcının evine kiracı olarak gelen Abel ile

Silvestre’nin dostluğu siyasi sohbetler ek-

seninde gelişir. İkisi arasındaki sohbetler

umudun, aydınlığın simgesidir. Portekiz sa-

vaştan çok fazla yara almadan kurtulmuş

olsa da dönemin toplumsal yapısına sus-

kunluk hakimdir.

Kitabın bütününe baktığımızda tarih-

sel göndermeler görüyoruz. Portekiz’in dü-

şün dünyasına oldukça fazla atıf yapılmış

eserde. Bunlar şöyle sıralanabilir:

Yazar, ayakkabıcı Silvestre karakteri ile

büyük filozof Gonçalo Anes Bandarra’yı

simgelemiştir. Portekiz tari-

hinde çok önemli bir yere sa-

hip olan düşünür, “Trovas”ın

yazarıdır. Krala yönelik yaz-

dığı şiirler nedeniyle engi-

zisyon mahkemesi tarafından

yargılanmış ve daha sonra bir

daha İncil’i kafasına göre

yorumlamayacağına dair ye-

min ettirilerek serbest bıra-

kılmıştır.

Kiracı Abel’in en sevdi-

ği şair olarak ünlü şair Fer-

nando Pessoa’nın belirlen-

mesi bu göndermelere baş-

ka bir örnektir. Saramago

Fernando Pessoa’nın şiir-

leriyle bezenmiş bir anlatımı da kullana-

rak kaybedenlerin gözünden bir Portekiz

tasviri yapmaktadır.

Sonuç olarak, İyimserlik ve kötüm-

serlik arasında Silvestre’nin Abel ile ko-

nuşması kitaba ayna tutuyor; “İnsanlarla

yaşıyoruz, insanlara yardım ediyoruz.”

Apartmanın çatısındaki pencereden

içeri sızan ışık ise bütün baskılara rağmen

hala umudun var olduğunu sembolize

ederek kitabın Türkçe ismini oluşturuyor:

“Çatıdaki Pencere”

(Çatıdaki Pencere, José Saramago,Kırmızı Kedi Yayınevi,

Çev: Pınar Savaş, 306 s.)

Vahşi sistemin ve iktidarların insanlar üzerindeyarattıklarını yaratıcı kurgularla okuyucuya sunan

yazar din konusunda da eleştirel tavrınısürdürmüştür

Page 14: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

14 Aydınlık KİTAP

RönesansAvrupasında

tutsak bir şehzadeCenazesinin Avrupal�lar taraf�ndan bir pazarl�k unsuru

olarak kullan�lmas� Cem Sultan’�n trajik hikâyesininya�am�yla s�n�rl� olmad��� gözler önüne seriyor

DENİZ [email protected]

Tarihçi ve yazar John Freely’in “Cem

Sultan, Rönesans Avrupası’nda Tutsak Bir

Şehzade” kitabı Everest Yayınları etiketiy-

le yeniden okuyucuyla buluştu.

Freely’in bu kitabı Fatih Sultan Meh-

met’in Osmanlı padişahları kadar ünlü

olan oğlu Cem Sultan’ın, kardeşi Bayezid ile

tutuştuğu taht kavgasını kaybedişini ve

sonrasında Batı’ya sığınmasını ele alıyor.

Cem Sultan’ın bir gün tekrar tahta

oturma umuduyla çıktığı, fakat yurdun-

dan giderek uzaklaşmasına neden olan bu

yolculuk daha sonra başrollerinde şövalye-

lerin, kralların ve papalığın olduğu bir oyu-

nun piyonuna dönüşmesine neden olur.

Yazar, eserinde yalnızca Cem Sultan’ın

kısa hayat hikâyesini ve Osmanlı tarihini ver-

mekle kalmıyor, aynı za-

manda Osmanlı ile Avrupa

devletlerinin çekişmesini de

gözler önüne seriyor.

Cem Sultan’ın Avru-

pa’daki sürgün hayatının baş-

ladığı yıllar, aynı zamanda

dönem itibariyle Avrupa’da

Rönesans’ın da yaşanmaya

başlamasına denk geliyor.

John Freely kitabında Rö-

nesans Avrupasını, özellikle

aydınlanmanın ve dogmaların

yerini özgür düşüncenin al-

maya başladığı zamanı bütün

ayrıntılarıyla betimliyor.

Özü itibariyle de uluslararası siyasette bir

şehzadenin tutsaklığının nelere mal olabi-

leceği en ince ayrıntılarla işleniyor.

Y�RM� GÜN SÜREN SALTANATBayezid’in İstanbul’da tahta geçmesine

karşılık Şehzade Cem de Bursa’yı ele geçi-

rerek adına hutbe okutur ve sikke bastırır.

Cem Sultan’ın isteği Bursa’dan hareketle bü-

tün Anadolu’yu kendi hâkimiyetine almak,

kardeşi Bayezid’in de İstanbul’dan Rume-

li’yi kontrol etmesini sağlamaktır. Bayezid

ise Şehzade Cem’in bu isteğinin ülke top-

raklarını bölmek anlamına geldiğini söyler

ve kardeşinin üzerine bir ordu yollar.

Cem Sultan, Bayezid’in askeri gücü

karşısında tutunamaz ve Bursa’daki hâki-

miyeti yirmi günde sona erer.

Saltanatı kısa süren Cem Sultan, ye-

nilginin ardından Osmanlı’nın rakibi Mem-

lûk Sultanı Kayıtbay’a sığınır.

Kahire’deki bu buluşma Cem Sultan

için on üç yıl sürecek olan, sürgün haya-

tıyla dolu bir serüvenin de başlangıcı olur.

Cem Sultan’ın saltanat mücadelesi hiç

bitmeyecektir. Topladığı askerlerle yeniden

Anadolu’ya gidip Konya’yı kuşatır, başa-

rısız olur.

Önce Venedik’e, kabul edilmeyince

de Rodos Adası’ndaki Hıristiyan şöval-

yelere sığınır.

İşte bu sığınma, esaretin başlangıcıdır da.

Avrupa devletleri Cem Sultan’ı kendi çı-

karları için kullanmak üzere adeta birbir-

leriyle yarışırlar. Osmanlı Sultanı Bayezid

kardeşi Cem’in kendisine yeni bir sorun ya-

ratmaması için Avrupa devletlerine her yıl

yüklü miktarda para ödemeye hazırdır.

Cem Sultan ise kendi arzusu dışında

önce Rodos’tan Fransa Krallığı’na, sonra da

Fransa’dan Roma’daki Papalığa devredilir.

Öldüğünde bile cenazesinin Avrupalı-

lar tarafından bir pazarlık un-

suru olarak kullanılması Cem

Sultan’ın trajik hikâyesinin

yaşamıyla sınırlı olmadığı göz-

ler önüne seriyor.

OBJEKT�F TAR�HTarih yazarlarının objektif ol-

maları zordur. Yaşadıkları kül-

tür, inanç ve toplum yapısı

bakış açılarını etkileyebilir.

1926’da New York’ta doğ-

muş olan John Freely, 1960 yı-

lında İstanbul’a gelerek Ro-

bert Koleji ve Boğaziçi Üniversitesi’nde

ders vermiş, Osmanlı tarihine meraklı bir ya-

zar. John Freely’in yetiştiği kültürün izleri

kitapta kendini hissettiriyor. Kitaptaki şu bö-

lüm de bu hissiyatımızı perçinler nitelikte:

“İmparatorluğun ilk yıllarında sultanlar

anlaşmalı evlilikler yoluyla, Türkmen bey-

leriyle de Hıristiyan hanedanlarıyla da ak-

rabalık kurdular. Bu uygulamanın en çarpıcı

örneği ise, I. Murat’ın Bizans imparatoru V.

John Cantacuzenos’un kızıyla evlenmesidir.

John, Bizans’taki bir iç savaş sırasında Mu-

rat’la ittifak kurarak ölümcül bir hata yap-

mış, Türklere Avrupa’ya adım atmak ve ora-

da sağlam bir yer edinmek için ilk fırsatı sun-

muştu.”

Bütün bunların yanında yine de titiz bir

araştırma sonucu okurlarıyla buluşan “Rö-

nesans Avrupası’nda Tutsak Bir Şehzade:

Cem Sultan”da saltanatı yalnızca yirmi

gün sürmüş bir şehzadenin, Cem Sultan’ın

efsanelerle, masallarla beslenen sürgünlük

yıllarını bulacaksınız.

(Rönesans Avrupası’nda Tutsak BirŞehzade: Cem Sultan,

John Freely, Everest Yayınları, Çev: Püren Özgören, 236 s.)

Page 15: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

5 EK�M 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP

A. M. Celal Şengör, “bilim, ede-

biyat, ahlak düşmanı” olarak gördü-

ğü J. J. Rousseau’nun “özel mülkiyet

düşmanı” olduğunu anımsatmayı ih-

mal etmez, “solcuların onu yere göğe

koyamadıklarını” söyleyerek, kendi

aydınlanmacı çizgisine, Voltaire’den,

akıl ve bilim yandaşı, din karşıtı,

özel mülkiyetçi sınırlar getirir; ar-

dından ülkemizde ve dünyada 20.

yy'ın kötülüklerinin kaynağında Ro-

usseau’yu bulur (CBT, 1327): “Bugün

ülkemizde çektiğimiz acılar, çevre-

mizde gördüğümüz ve bizi de ne ya-

zık ki yutacakmış gibi görünen fela-

ketler, Lord Russel’ın yukarıda alın-

tıladığım Hitler vurgusunda görül-

düğü gibi, Rousseau’nun düşünce-

lerinin doğal sonuçlarıdır.” Russel’ın

vurgusu ise şudur: “Hitler, Rousse-

au’nun bir türevidir.”

Öyle ya, dahiler ortaya birta-

kım fikirler atacak, insanlar da o fi-

kirler çevresinde saflaşıp boğazla-

şırken felaketlere uğrayacak! Söz-

gelimi Türkiye’de Rousseau’nun

karanlık düşünceleri doğrultusunda

1908 Devrimi olacak, İngiliz kış-

kırtmasının ürünü 31 Mart Karşı-

devrimi ise onu boğmaya kalkışarak,

Rousseau’nun koyu karanlık dinci

düşüncelerini yaşama geçirmeyi de-

neyecek... Dahası var: Dünya Sa-

vaşları kapitalist mülkiyet sahiple-

rinin, banker ve sanayicilerin, silah

tekellerinin dünyayı (ve Osmanlı

İmparatorluğu’nu) ele geçirme ve

paylaşma niyetleriyle değil, ilhamı-

nı Rousseau’nun düşüncelerinden

alan Fransız Devrimi’nin eşitlik, öz-

gürlük, kardeşlik ideallerini ger-

çekleştirme tutkusuyla patlayacak??

Lorduna kurban!

ROUSSEAU B�L�M �Ç�N NED�YOR? Hitler’in önce Alman halkı ve Ya-

hudilerinin, sonra da Avrupa ve

dünya halklarının felaketini yaratan

cani fikirlerinin babası Rousseau

mudur Krupp mu? Bunu çok geç de

olsa anlayarak Vietnam Savaş Suç-

ları Mahkemesi’ni kuran Lord Rus-

sel, gerçeği geçten geçe kavramıştı

hiç değilse. Şengör’ün de savaş ve ba-

rış üstüne en bilimsel yasayı keşfet-

miş olan Carl von Clausewitz’e ge-

cikmeden göz atmasının büyük ya-

rarı var: “Savaş politikanın başka

araçlarla devamından başka bir şey

değildir.” (Savaş Üzerine, çev.: Şiar

Yalçın, May Y., Nisan 1975, s. 64).

Hitler, olsa olsa, akıl, bilim ve in-

sanlık düşmanı özel mülkiyetçi

Krupp çıkar ve politikalarının savaş

dönemi sözcüsüdür. Yoksa Şengör,

“Rousseau’nun nefret ettiği uygar-

lığı” yıkacak oluşundan ötürü mü

Hitler’i onun savaşçı müdavimi ve

doğal müridi görüyor?

Bilim ve sanat düşmanı olarak

gösterilen Rousseau, söylevinin so-

nuç bölümünde şöyle diyor: “Do-

ğanın çırak yetiştirmek için yarattı-

ğı insanların ustaya ihtiyacı olma-

mıştır. ... Hangi rehber onları deha-

larının götürdüğü yere götürebilir-

di? ... Bilim ve sanatlarla uğraşma-

larına izin verilen kimseler, kendi-

lerinde büyük ustaların izinde yü-

rümek ve onlardan ileri gitmek kud-

retini bulan sayılı insanlar olmalıdır.”

(Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev

/ BSÜS, çev.: Sabahattin Eyüboğlu,

s. 32, İş B. Y., Mart 2007) Rousse-

au’nun devrimciliği de her ne pa-

hasına zorbalık ve şiddet değildir, o,

iyi olanı arayıp bulma derdindedir:

“İnsanları iyiliğe kendi istekleriyle

götürmek zorla götürmekten nasıl

daha kolay olabilir? ... iktidar bir yan-

da, bilgi ve hikmet diğer yanda kal-

dıkça, bilginler büyük şeyleri pek az

düşünecekler, krallar büyük işleri

pek az başaracaklar ve halk yoksul,

ahlaksız, mutsuz bir durumda yaşa-

yıp gidecektir.” (BSÜS, s. 32-33)

Rousseau, sanayi devrimi son-

rasındaki bilimsel ve teknolojik ge-

lişmelerin yıkıcı sonuçları üstüne

karamsar tutumunu, özel mülkiyet-

çi eğilimlerin bilim ve aklı da araca

dönüştürmesiyle insanlığın uğraya-

cağı zararları sezmiş, insan yaşa-

mında doğal olanın uygarlıkla yok

edilmesine karşı duyguyu ve sezgiyi

öne çıkarmayı istemiştir. Onun do-

ğaya ait olanla topluma ait olan

arasındaki kesin ayrılığı, örtüşme ve

ayrılma noktalarını yalın biçimde

görmesi ve göstermesi çağına göre

oldukça ileri bir sonuçtu. Teknolo-

jinin insanı yüz yüze bıraktığı durum

hiç de iç açıcı değil. Fransa’da

GDO’lu mısıra ilişkin

bilimsel gözlemler

bile, insanlık için en

büyük tehdidin özel

mülkiyetten ve kapi-

talizmin kâr tutku-

sundan geldiğini gös-

termeye yeter.

Afşar Timuçin,

“Düşünce Tarihi” adlı

kitabında (Bulut Y.,

şubat 2008, s. 444-

450), düşünürün bu

özelliğinin altını çi-

zer, çelişkilerle dolu

büyük içtenliğinin ve

yürekli tutumunun

onu öbür aydınlanmacılardan ayır-

dığını, geleceğe açık bir düşünür ola-

rak hep önemsenip tartışıldığını

vurgular: “Rousseau, insanın gele-

ceğinden ağır biçimde kaygılıydı.

Bu durum onu Fransız Devrimi’nin

öncü düşünürü yaparken gelecek

kötü günlerin bildiricisi kılmıştır.”

ROUSSEAU VE DO�ALE��TS�ZL�KOrhan Hançerlioğlu, “Düşünce Ta-

rihi”nde (Remzi K. Y., 1970, s. 269-

275), Rousseau’yu özlü biçimde an-

latırken onu Aristoteles’in karşısına

koyar: “Rousseau, doğal eşitsizliğin

gerçek eşitsizlik olmadığını tanıtla-

mak için işe başından başlıyor. İlkel

insanı, Aristoteles’in zannettiği gibi,

bir hayvan türü olarak değil, bu-

günkü biçimiyle gerçek bir insan ola-

rak ele alacaktır.” Bu, çok önemli bir

saptamadır: İnsanı alet kullanan

toplumsal hayvan olarak ele alma il-

kesi Rousseau’nun yaklaşımına sığ-

maz. İnsan doğasının aşılmaz yön-

leriyle toplumsal ilişkilerde işlenip bi-

çimlenen yapısı arasındaki diyalek-

tiği kavramıştı o. Bu nedenle Şengör,

“Bu doğal yasaların yaratacağı eşit-

sizliklere itirazı yoktu. Sadece insan

kurumlarının yarattığı eşitsizliklere

karşıydı.” derken düşünüre haksız-

lık etmektedir. Silah sanayiinden, tıb-

bı ve nano teknolojiyi kâr tutkusuy-

la kullanan sermayeden insanın do-

ğal varlığına her türlü tehdidin yö-

neldiği bir dünyada Rousseau’nun

doğal eşitsizliğe itirazı olmadığından

yakınmak postmodern safsatanın

ta kendisidir.

Ahmet Cevizci, “Felsefenin Kısa

Tarihi”nde (Say Y., 2012, s. 390-395)

Rousseau paragrafına şöyle başlıyor:

“Fransız Aydınlanmasının en önem-

li ve özgün düşünürüdür. Gerçekten

de birinci sınıf veya üst düzey bir dü-

şünür olan Rousseau, Aydınlanma-

nın öncü kolunu oluşturan diğer

arkadaşları gibi, eleştirel bir akıl ve

reformcu bir coşku ile donanmıştı.

Fakat onda her şey bundan ibaret

değildi; zira o, diğer aydınlanma

düşünürlerinden farklı olarak, uy-

garlaşmış, aydınlanmış varoluşun

olumsuzluk ve kötülüklerini teslim

eden, rasyonalist değil fakat ro-

mantik bir filozoftu.”

Şurası bir gerçek ki, Rousseau,

kendinde insana dair var olan ger-

çekliği insanlarca beğenilme duy-

gusuyla gizleme, başka türlü gös-

terme yönelişine tenezzül etmemiş

bir içtenlik ve cesaret anıtıdır. Bu ne-

denle, Rousseau’yu tartışmak, doğal

ve toplumsal bütünlüğüyle, güncel ve

evrensel düzeyde, doğrudan doğru-

ya insanın kendisini tartışmaktır.

Bu nedenle, yeni yazı ve tartışmalar

oldukça Rousseau’ya döneceğiz.KAYNAKLAR: Rousseau Kimdir,

Liberalizm Nedir? haz.: T. Kakınç, Akşam

Kitap Kulübü, Ekim 1968; İnsanlar Ara-

sında Eşitsizliğin Kaynağı, çev.: Erdoğan

Başar, Anadolu Y., Ocak 1968 / ayrıca, çev.:

R. N. İleri, Say Y., 2010; Toplum Sözleş-

mesi, çev.: Vedat Günyol, İş B. Y., Mayıs

2009; İtiraflar, çev.: Kenan Somer, Rem-

zi K. Y., Mart 1975; Siyasal Fragmanlar /

Ekonomi Politik Üstüne Söylev, çev.: İsmail

Yerguz, Say Y., 2008

SEYY�T NEZ�R

Rousseau, kendinde insana dair var olan gerçekli�i insanlarca be�enilmeduygusuyla gizleme, ba�ka türlü gösterme yöneli�ine tenezzül etmemi� bir

içtenlik ve cesaret an�t�d�r

ARAKABLO

Rousseau, çağımızı hazırlayandüşüncenin en ateşli ve

parıltılı sözcüsüydü

[email protected]

J. J. Rousseau

Page 16: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

5 EK�M 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP

Aralıksız olarak ölüm korku-

suyla cebelleştiğini ve bu korku kar-

şısında kendini çaresiz hissettiğini bi-

liyoruz.

Meçhulün verdiği ürperti yüzü-

nü bilinenin, tanınanın dünyasına çe-

virmesinden başka bir imkân bı-

rakmadı ona. Çalabileceği ya da

zorlayıp açabileceği çok fazla kapı

yoktu önünde.

Ölümün uzak ve ihtimallerle

dolu karanlığına her baktığında ya-

şamın bin bir lezzete kaynak olan ve

bütün bu lezzetleri teklifsizce sunan

aydınlığına döndü. Ve böylece ölüm

ve yaşam gibi iki devasa olgunun ge-

rilimli hattında gidip gelen bir ruh

kompleksi oldu.

Cahit Sıtkı Tarancı kırk altı ya-

şında öldüğünde Türkiye’nin tanın-

mış bir şairi idi.CHP’nin 1946 yılın-

da açtığı şiir yarışmasında ölüm te-

malı “Otuz Beş Yaş” şiiriyle birincilik

ödülünü kazanması ulusal ölçekte ta-

nınmasını sağlamıştı.

1910’da Diyarbakır’da doğmuş

olan şairin, öğretim hayatının seçkin

okullarda geçmesi varlıklı bir ailenin

çocuğu olduğunu gösteriyor. Cahit

Sıtkı, ilkokulu Diyarbakır’da, orta-

okulu İstanbul’da Sa-

int Joseph’te, liseyi

yine İstanbul’da Ga-

latasaray Lisesinde

okudu. Daha sonra

Mülkiye’ye girdi ve

bitirmedi. 1939’da ise

Paris’te Science Poli-

tigue’deydi.

Cahit Sıtkı ile ilgi-

li bütün bu bilgilerin

tabii ki şiiriyle bir iliş-

kisi var. Çünkü onun

Fransızca bilmesi ile

kurduğu şiiri doğrudan

etkiliyor. Bakın şu de-

diklerine: “Bendeki Lamartine sev-

gisi Galatasaray onuncu sınıfa kadar

sürdü. Orada Baudelaire’i okuduk-

tan sonra düşünüşüm, duyuşum,

görüşüm değişti. Daha doğrusu,

Baudelaire, elinde tuttuğu canlı me-

şale ile bana tutacağım, tutmam

gereken yolu gösterdi. Baudelaire

bana suyun dibine inmeyi öğretti.

İçimle dışım arasındaki farkı “Kö-

tülük Çiçekleri”ni okuduktan sonra

anladım. Baudelaire, bana kendi

kendimi buldurttu ve ben hayatımı

Baudelaire’i okuduktan önce, Bau-

delaire’i okuduktan sonra diye iki bö-

lüme ayırmaktayım.”

İlk şiirlerini, Diyarbakır’dan ayrı

düştüğü, İstanbul’da üstelik bir Fran-

sız okulunda yatılı olarak okuduğu

dönemde yazmıştır. Bu ilk şiirlerini

dayısının aracılığıyla Abdullah Cev-

det’e götürür. Aydın tarihimizin bu

renkli siması Cahit Sıtkı’da şairlik ye-

teneği görür fakat yazdıklarını ya-

yınlamamasını, çok okumasını ve ye-

niden yazmasını salık verir. Yazdık-

larını bir kenara koy ve yazmaya de-

vam et, der. Şiir yazanlar bilirler ki

böylesi öğütlere uymak sırat köprü-

sünden geçmekten daha zordur.

Oysa Cahit Sıtkı, Abdullah Cev-

det’in sirkeden keskin öğüdüne uyar

ve yoluna devam eder.

Varlık dergisinde 1951 yılında ya-

pılmış söyleşisinde, Abdullah Cev-

det’le istişaresinden bir yıl sonra

ikinci durağının Servet-i Fünun der-

gisi olduğunu söylüyor. Bütün cesa-

retini toplayarak yirmiyi aşkın şiiri-

ni alıp Servet-i Fünun’a gidiyor ve

derginin yazıişleri müdürü Halit

Fahri’ye veriyor. Halit Fahri, Cahit

Sıtkı’nın yirmi şiiri içinden bir şiiri-

ni basıyor. Bu bir şiirin basılması Ca-

hit Sıtkı Şiir Gemisinin istim alma-

sı için yetip de artıyor bile.

Gerçi Cahit Sıtkı sürekli üreten

ve üretimiyle günde-

mini yaratan bir şair

olmamıştır hiçbir za-

man. Topu topu dört

şiir kitabı vardır. Bir

öykü ve bir de zaten o

dönemin olağan ile-

tişim aracı olan mek-

tupları. Fakat Cahit

Sıtkı şiirinin üzerinde

titizlikle çalışan, ya-

şamının merkezine

şiiri koymuş, hatta

rüyalarında dizeler

mırıldanan bir şair-

dir. Cahit Sıtkı Şiir

Gemisinin istim almasını bu an-

lamda anlamak gerekir.

Şiirine dönersek, Cahit Sıtkı’nın

şiiri ağırlıklı olarak ölümle yaşam

arasındaki karşıtlığın insan ruhunda

yarattığı dalgalanmaların yansıma-

sıdır. Çelişkinin keskinliği onda ifa-

desini sürekli bir ıstırap olarak bul-

muştur. Istırabının temelinde ise

tanrı varlığıyla ilgili düşüncelerinin

bulanıklığı gizlidir. Aslında Cahit Sıt-

kı şiiri ölüm korkusu ve yaşam sev-

gisi biçiminde yansımasını bulmuş

olan tanrının varlık-yokluk ikilemi

üzerinde yükselmiştir. Şairimizin

orijinalliği bu ikilem içine hayatın bü-

tün tat ve renklerini, bütün haz ve

elemlerini yerleştirerek bir izlek ha-

line getirebilmiş olmasındadır.

“Bahçem ağaçlardan, çiçekler-dendir;

Evim taştan yapılmış. Annem kardeşim gibi severim Ağaçları, taşları, çiçekleri; Hepsine dair hatıralarım var, Kimi acı kimi tatlı hatıralar. Bu ağaç servi olmadan, Bu taşa kitabem yazılmadan, Bu çiçek kabrime çelenk diye ge-

tirilmeden, Söyleseniz beni onlara kuşlar. Beni yanlış bilmesinler.”

* “Kabrime çiçek getirenlere gülerim; Gafil kişilermiş şu insanlar vesse-

lam; Bilmezler ki bu kabirle yoktur

alâkam; Ben o çiçeklerdeyim, ben bu çi-

çeklerim.” Aslında Cahit Sıtkı tanrısızlığa

meyyaldir. Bu meyli nedeniyledir ki

tanrı hiç aklından çıkmamaktadır.

Zihninin tanrıyla buluştuğu anlar ise

korku bütün ruhunu sarıp cehen-

neme çevirmektedir:

“Her mihnet kabulüm yeter ki

Gün eksilmesin penceremden”

Ölüm karşısında dünyanın her

ezasını, cefasını çekmeye hazır ol-

manın nedeni, tabii ki ölüm sonra-

sının bilinmezliğidir. Bu dizeleri şai-

rin yaşam sevgisine yormak için

hayli çabalamamız gerekir. Cahit

Sıtkı’nın zaman zaman ölüm kor-

kusundan kısmen sıyrıldığına, daha

rahat bir psikolojiye kavuştuğuna ta-

nıklık eden dizeleri de vardır:

“Ölmek varsa günün birinde gayri Göz nuru, el emeği, alın teri Yaşadığım iyi kötü günleri Değişmem hiçbir cennet masalına” Burada ölüm sonrasına ait din-

sel argümanları masal olarak nite-

lendiren rahat, korkusuz ve tercihi-

ni hayattan yana yapan bir ruh ha-

liyle karşı karşıyayız. Ama Cahit

Sıtkı bütünüyle bu değildir. Tanrının

varlığı ve yokluğu ikilemi içinde gi-

dip gelen, şiirini bu ikilem içindeki

korku, şüphe, sevinç, hüzün, yalnız-

lık, saadet ve mutsuzluk üzerine

kurmuş bir şairdir.

Gündelik hayatıyla iç dünyasını

bütünleştirerek yansıtması şiirinin

okuyucu alanını genişleten bir özel-

liktir. Yankılanan, çağıldayan, du-

yulduğunda sarsan kelimelerle yaz-

madı hiçbir zaman. Onun kelimeleri

bizim günlük hayatımızın kelimele-

riydi ve hiçbir yabancılık çekmedik

onu okurken. Sözlüklere başvur-

madık, etrafımızdaki çok okumuş-

lara sormadık. Sıradan kelimelerle

seçkin şiirler yazabilmesi de onun şa-

irliğinin tabii ki üstün tarafların-

dan biridir. Anlatımında ise sami-

miyetin tınısı hiç eksik olmadı. Onun

şiirlerini okurken bir arkadaşıma

sırlarımı anlatıyormuşum hissine

kapılmam sanırım bu nedenledir.

Cahit Sıtkı’nın şiiri ölüm-yaşam,

varlık-yokluk ikilemi üzerinde yük-

seldiği için felsefi bir içeriğe de sa-

hiptir. Bu nedenle onunla ilgili tah-

lil ve analizlerin bu mecraya da ta-

şınması ve ciddiyetle yapılması ge-

rekir.

Yaşadığı her anın üzerinde göl-

gesini hissettiği ölüm ne yazık ki şai-

rimizi çok bekletmiyor. 1954 yılının

Ocak ayının ikinci yarısında felç

kisvesinde hayatına yerleşiyor. Yer

ise Ankara’dır. Üç ay sonra tedavi-

sinin daha iyi yapılabilmesi için şair

İstanbul’a nakledilir. İstanbul’daki

doktorlar doğduğu topraklara gö-

türülmesini tavsiye ederler ve Cahit

Sıtkı, Diyarbakır yolculuğuna çıka-

rılır. Doğduğu topraklar da derdine

çare olmayınca eş dost ve sevenle-

rinin çabaları sonucu devlet şairi

1956 yılı Eylülünde Viyana’ya gö-

türür. Viyana’da tedavi gördüğü

hastanede zatülcenpe tutularak ya-

şama veda eder.

Cenazesi Hacı Bayram Ca-

mii’nden kaldırılır. Sonbahar tam da

ona yakışan bir mevsimdir. Zaten

onun en sevdiği şair de sonbahar de-

korlarının unutulmaz dizelerini yaz-

mış olan Ahmet Haşim’dir. 26 Ekim

1956’da defnedilir.

Ölümün uzak ve ihtimallerle dolu karanl���na her bakt���nda ya�am�n bin bir lezzete kaynakolan ve bütün bu lezzetleri teklifsizce sunan ayd�nl���na döndüVe böylece ölüm ve ya�am gibi

iki devasa olgunun gerilimli hatt�nda gidip gelen bir ruh kompleksi oldu

Misafir: Cahit Sıtkı Tarancı

CAFER YILDIRIM [email protected]

Şiirine dönersek,Cahit Sıtkı’nın şiiri

ağırlıklı olarakölümle yaşam

arasındakikarşıtlığın insan

ruhunda yarattığıdalgalanmaların

yansımasıdır.Çelişkinin

keskinliği ondaifadesini sürekli bir

ıstırap olarakbulmuştur

Cahit S�tk� Taranc�

Page 17: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

“Şimdi kuvvet bizde değil amahak bizimdir.”

Em. Org Ergin Saygun

Ergin Saygun komutanın “Bal-

yoz”u ile, tarihi Balyoz kararının

açıklandığı 21 Eylül’den bir gece

önce ekranda tanıştım. Haberlerde

Silivri’deki mahkeme önünde kararı

bekleyenler gösteriliyordu. Sağlam

yapılı, temizpak giyimli bir genç dış

kapının önünde bir elinde Aydın-

lık Gazetesi öteki elinde Saygun’un

kitabı, dimdik duruyordu. O gö-

rüntü hiç aklımdan çıkmayacak.

Kitabı, kararın açıklandığı gün

bir arkadaşın bürosunda elime al-

dım. Girişine şöyle bir göz atayım

dedim, göz atış o atış. İlk 20 sayfa-

yı bir çırpıda okudum. Sonra, he-

men bir tane edinip evimin yolunu

tuttum.

Bir büyük komutan-yazarla ve

bir başyapıtla böyle tanıştım.

“Türk Ordusuna Balyoz’un İç

Dünyası”

Ergin Paşa kırk yıllık yazar ra-

hatlığı ile anlatmaya başlıyor: “Bu

notlar bir hatırat veya otobiyogra-

fi değildir”. Ve devam ediyor “Ede-

bi bir eser hiç değil-

dir. Aslında yayım-

lanmak için de yazıl-

mamıştır. Ama ya-

yımlanmıştır işte.”

Yazar, kendisi ile

gırgır geçercesine

sürdürüyor anlatımı:

“Kronolojik Notlar’

da bazı tahminler var,

tutmamış. Bazıları

olayların gerisinde

kalmış. Ne yapalım…”

Sonra, ufaktan

ufaktan neden/nasıl

yazdığının ipuçlarını

veriyor: “ Bu notların önemli bir kıs-

mını hastanede tedavi görürken

yazdım. Rahatsızlıklarım ciddi idi.”

Böyle böyle okuru adeta bağlıyor

kitaba…Merak ilgiyi körüklüyor…

Okur kitabı elinden bırakamaz

hale geliyor.

Saygun, bir sohbet tarzında,

sürdürüyor anlatımını…. Dere tepe

düz gittik havasında… Sonra, bir-

den okuru alıp Ortadoğu’nun de-

rinliklerine, bir kurmay subay ola-

rak kimi bölümlerine bizzat tanık

olduğu bol silahlı, bol planlı, taktikli

dünyalara taşıyor…Buralardan çı-

kardığı çarpıcı tespitleri önümüze

koyuyor:

“Son yıllardaki gelişmeler Tür-

kiye’nin Doğu ile Batı arasndaki

gerçek köprü görevini ortaya çı-

karmış, ülkemizi vazgeçilmez bir ko-

numa taşımıştır. Bu tarihi bir fır-

sattır ve ziyan edilmemesi gere-

kir.” ( s.19)

Bu altın fırsat, ne yazık ki, Bal-

yozcu AKP’nin elinde. Ne demeli?

Saygun komutan giriş bölümünü

kendi yaklaşımını netleştirerek bağ-

lıyor: “Hiç kimse veya kurumla

şahsi bir meselem yoktur. Bunları

yazmamdaki yegane sebep üzerine

atılı ‘Darbeci’ damgasından kur-

tulmaktır.”

Allah Allah… Bu da nerden çık-

tı, ciddi mi bu yazdıklarında: Kita-

bın belki de en zayıf cümleciği bu.

Kitapta herşeyin içyüzünü büyük bir

vuzuhla açıklayan bir komutanın ka-

leminden nasıl döküldüğü anlaşıl-

mayan bir cümlecik……

Kızıp kitabı bırakan, kaybeder.

Ne yapalım, o kadar kusur kadı kı-

zında, o kadar yanlış Ergin Pa-

şa’da olur,diyen kazanır. Çünkü

Paşa kimin darbeci / tertipçi oldu-

ğunu bir sonraki satırdan başlaya-

rak bir güzel anlatmaya koyuluyor.

Ergin Saygun kı-

saca hayatını anlat-

tıktan sonra, 2.Bö-

lümde “Türk Ordu-

su’na Balyoz Üzerine

Notlar”da yaraya

neşter atıyor, otop-

siye başlıyor. “Komp-

lolarla suçlu yarat-

mak” tan, “Özel

Görevli Yargı”ya,

“Balyoz’un amaçla-

rı”ndan “Yeni

TSK’ya Komplo-

lar”a atlıyor. Bölü-

mün sonunda hük-

münü veriyor: “TSK’ya ve Cum-

huriyet’e Balyoz”. İnsanın, Hay Al-

lah senden razı olsun, diyesi geliyor.

Lafı gevelemeden söyleyenlerin sa-

yısı hızla artıyor.

Saygun 3. Bölümde derinlikli

siyasal tahlillere girişiyor: ABD’yle,

NATO’yla yüzleşiyor, ordan AB’nin

ikiyüzlü taktiklerine ve Ortado-

ğu’daki kargaşaya geçiyor. Ardından

“Kürt Meselesi, Bölücülük ve Terör

Üzerine Notlar” ı sıralıyor.

Başlarda, bir masal havası için-

de okuru kitaba bağlayan Saygun

Paşa, giderek söyleşiyi yoğunlaştı-

rıyor. Okuru derin derin düşünmeye

itiyor.

Kitabı okuma ve anlatma anah-

tarı Saygun Paşa’nın Balyoz kitabı

büyük boy 400 küsur sayfalık bir ki-

tap.

Bir ansiklopedi kapsamında.

Çok şey var içinde….

Bu satırları kaleme alırken, ta-

nıtım için, kitabın neresinden tu-

tacağımı şaşırdım. “Türk Ordusu-

na Balyoz” da, esas olarak komplo

deşiliyor. Onu bir başka yazıya bı-

rakmaya karar verdim.

3. Bülümde ABD- AB ve BOP

çerçeveli Ortadoğu sorunları yera-

lıyor.

4. Bölümde Kürt Meselesi ele

alınıyor.

Her biri başlı başına inceleme

konusu bu konuları da başka yazı-

larda ele almak üzere, bir kenara

bırakıyorum.

Kala kala yukarda anlattığım

Giriş bölümü ile Sonuç bölümü ka-

lıyor elimde. Sonuç bölümü, bir

yanı ile kitabın geniş bir özeti, ama

düşündürücü. Daha şimdiden si-

yasal tarihimizdeki yerini alan bir

büyük çığlıkla sona eriyor:

“Şimdi kuvvet bizim değil ama

hak bizimdir.”

İç hesaplaşmayı eklemeyi de

unutmamış. Önce eleştiriyi aktarı-

yor:

“Bazıları ‘bu kadar sene hizmet

ettiniz de ne oldu, darbeci suçlaması

ile yargılanıyorsunuz. Bu kadar sı-

kıntıya değer mi? diyor” Yanıt açık

ve net: “Değer, Devlete, millete, Or-

du’ya küsmek olmaz. Silahlı Kuv-

vetler TC devletini ayakta tutan te-

mel unsurlardan biridir.” (s. 363)

SONUÇ: Em. Orgeneral Ergin Saygun’un ça-

lışması çok yönlü.

• Silivri komplosunu ortaya ko-

yuyor,

• Silahlı Kuvvetler’e ve Cum-

huriyet’e yönelik tertibi açığa çı-

kartıyor.

• Tecrübeli, görmüş geçirmiş bir

üst-düzey bürokrat gözüyle Devlet’e

kapsamlı bir ıslahat/reorganizas-

yon planı sunuyor,

• En önemlisi, hiç kolayına kaç-

madan satır aralarına “Cumhuriyet

ilelebet payidar olacaktır” duygu-

sunu/düşüncesini okurun bilincine

nakşediyor. Şu sıralarda pekçoğu

Ordu’ya (Genelkurmay?) kırgın

yurttaşlara Türk Silahlı Kuvvetle-

ri’nin Sakarya Savaşı’ndan, Kıbrıs

Harekatı’ndan daha çetin bir savaş

içinde olduğunu kavratıyor.

Kasaba avukatı Bülent Arınç’ın

bir noktada ne kadar haklı çıktığı-

nı farkediyorum birden. “Yaralı

hayvan daha tehlikeli olur.” Arınç’ın

yarayı sadece fiziki sandığı için,

sorunu Silivri’nin duvarlarını müm-

kün olduğunca yükselterek çöze-

ceklerini sandığı için yanıldığını, ya-

ralı aslanların çok daha başka şe-

killerde tehlikeli olabileceğini far-

ketmeye başlıyorum.

Kemal’in askerleri yeniden sah-

neye çıkıyor. Saygun’un kitabı bu-

nun açık işareti.

Dün, yani birkaç yıl öncesine

kadar, Aydınlık Dergi’nin sayfala-

rına yansıyan teorik-siyasal öner-

meler, günümüzde yaklaşık yarım

yüzyılını devlet hayatı içinde ge-

çirmiş, Ordulara komuta etmiş bir

orgeneralin tecrübeleri ile yoğru-

larak milletin/insanlığın hizmetine

sunuluyor.

Beyaz Saray’ın kapısında ken-

disini aramaya kalkanlara izin ver-

meyerek milletin gönlünde taht ku-

ran general, Ordu’dan umudunu

kesmenin eşiğine gelen millete gö-

nül penceresi açıyor.

“Silivri Türkiye’nin Gulagıdır”

tespiti yaşamca doğrulanıyor. Si-

livri’den kitaplar, makaleler şek-

linde nur yağıyor. Balyoz bir baş-

yapıttır. Millete hayırlı olsun.

(Türk Ordusunda Balyoz, Ergin Saygun,

Kaynak Yayınları, 416 s.)

Beyaz Saray’�n kap�s�nda kendisini aramaya kalkanlara izin vermeyerek milletingönlünde taht kuran general, Ordu’dan umudunu kesmenin e�i�ine gelen millete gönül

penceresi aç�yor

Balyoz’a Balyoz

CÜNEYT AKALIN

Hiç kolayınakaçmadan

satır aralarına“Cumhuriyet

ilelebet payidar

olacaktır”duygusunu/düşüncesini

okurun bilincine

nakşediyor

Em. Org Ergin Saygun

5 EK�M 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAP

Page 18: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

5 EK�M 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP GÜLDEN TERAZİ

Roman bu ya… Bir akşam yolda, ya-

ğan yağmurun altında, yarı çıplak, saçı sa-

kalı birbirine karışmış meczup bir derviş,

bir mollanın eline, “bunu sana gönder-

di gönderen, oku bakalım!” deyip bir to-

mar kâğıt tutuşturarak kaçıp gider. O za-

mana dek “tarikat ehline hor bakmış”

molla, tomarı açınca bunun bir takım şi-

irler olduğunu görür. Okumaya başla-

dıkça beğendiklerini bir kenara, beğen-

mediklerinin kimini ırmağın sularına,

kimisini ateşe verir.

Dilden dile, kulaktan kulağa yayıla-

rak günümüze değin ulaşan bu efsane,

Yunus Emre’nin şiirlerini hikâye etme-

siyle meşhurdur. Efsanedeki molla ise

Molla Kasım adında bir kimsedir.

İskender Pala’nın “Od” adlı romanın

çıkış noktasını oluşturan bu efsaneden

bundan önceki yazımda söz etmiştim.

(Bkz. “Mah’ını yerde bulan şairler/Çağ-

dan çağa, ozandan ozana özü hep aynı ka-

lan imge”, Aydınlık Kitap, 7 Eylül 2012).

TAR�KAT EHL�NE HORBAKAN MOLLA“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söy-

leme

Seni sigaya çeker bir Molla Kasım ge-

lür.”

Efsaneye göre Molla Kasım, sıra bu

beyitin olduğu şiire geldiğinde yaptığı ha-

tanın farkına varır.

Romanda mollanın hatasının farkı-

na varışı güncellenerek şu hale koyul-

muştur: “Son beyit kanımı dondurdu:

‘Derviş Yunus bu sözü / Eğri büğrü söy-

leme / Seni sigaya çeker / Bir Molla Ka-

sım gelir.’ Bu adam benim adımı nereden

bilmişti... Tevbe ediyor ve ağlıyordum.

Ağladığım iki sebeptendi; ilki o güne dek

tarikat ehline hor bakmış olmam; ikincisi

de şiirleri ateşe ve ırmağa atmış olmam”

(Od, İskender Pala, Kapı Yayınları, s.5)

�A�R M�, CAH�L B�RMECZUP MU?Efsanenin romandan çok daha gerçek ol-

duğu bu hikâyede Pala’nın güncellediği

gerekçe, Molla Kasım’ın “tarikat ehline

hor bakma”sı meselesi. Pala’nın, Molla

Kasım’a “tarikat ehline hor bakma” ha-

tası uyduruverip sonra bundan rücu et-

tirmesi, romancı muhayyilesi deyip ge-

çemeyeceğimiz kadar önemli bir saptır-

ma. Tarikatlarla asıl kendi arasını dü-

zeltme, “eyvallah” etme yolunu bu şekilde

bulan Pala, mollanın din içi, tarikat ehli

bir sıfat, Molla Kasım’ın ise bir şair ol-

duğunu bilmez mi?

Allah’tan elimizde Fuad Köprülü ve

Abdülbaki Gölpınarlı gibi kaynaklar

var…

Pala’nın uydurmalarına ancak safdin

kimselerle çocuklar ve gençler inanır. Za-

ten roman da onlar için yazılmıştır. Yu-

nus Emre’yi çağının aydını bir şair, bir

mutasavvıf / düşünür değil de cahil /

ümmî, saçı sakalı birbirine karışmış mec-

zup bir derviş olarak göstermenin gele-

bileceği başka bir anlam yok çünkü.

Ama Yunus Emre’nin de o çağın ve

bu çağın Molla Kasımlarına “eyvallah”ı

yok. Efsaneye ilk taşı koyan

müstensihten beri bu

böyledir.

“EYVALLAH”INBÜYÜKLÜ�Ü DEADIMINA GÖRE Türkiye sağından soluna,

işçi sınıfından burjuvazi-

sine bir sürü kişi ve yere

“eyvallah”ı bulunan şair,

yazar, aydın ve sanatçıyla

dolu. “Eyvallah”ın büyük-

lüğü, derecesi, şiddeti, ge-

tirisi ve götürüsü adımına

göre değişiyor. Adam var

“eyvallah”ı da kendi denli büyük! Adam

var “eyvallah”ının değeri kendi ederinin

kırkta biri bile değil. Ama borcu var! Söz-

gelimi bir iki yazısını ya yayımlamışlar, ya

da yayımlayacaklar diye umuyor. Eli

burda, gözü orda! yüreği burda, küreği

hâlâ o tarafa toprak atıyor! Adam var “ey-

vallah”ı tarikata, adam var “eyvallah”ı

parti başkanına, milletvekiline, belediye

başkanına.

Ama adam var Tanrı’ya bile “eyval-

lah”’ı yok.

Bizim Tanrı’ya bile “eyvallah”ı ol-

mayan adama ihtiyacımız var! Bizim

“eyvallah”ımız sadece halka, işçi, köylü

ve emekçi kitlelerine...

EROT�ZMLE PORNOGRAF�B�RB�R�NE KARI�INCAHalk müziğimizin son büyük ustası, Yu-

nussoylu ozanların son büyük temsilcisi

Neşet Ertaş türkülerine başlarken halk-

tan başka kimseye “eyvallah”ı olmadığı-

nı “ayağınızın turabıyım, gönlünüzün

hizmetçisiyim” sözleriyle dile getirirdi.

UNESCO'nun “yaşayan insan hazinesi”

ilan ettiği ozanın, kendisine sunulan

“devlet sanatçılığı” unvanını “hepimiz bu

devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sa-

natçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor, ben

halkın sanatçısı olarak kalırsam benim

için en büyük mutluluk bu” diyerek ka-

bul etmediği bilinmektedir.

“Od”da Yunus’tan cahil bir derviş çı-

karmaya çalışan İskender Pala, geçen-

lerde henüz cesedi soğumamış Neşet Er-

taş’tan da pavyon sanatçısı çıkarmaya kal-

kıştı. Üzerine kalem oynatmasına karşın,

türkülerden zerre kadar anlamadığı an-

laşılan profesör, ozanı bir kalemde, açık

saçık türküler söyleyen pavyon sanatçı-

sı yapıverdi.

“Neşet Ertaş’ın türkülerinde de ero-

tizm vardır” diyor; “ ‘Bir

tenhada can cananı bu-

lunca...’ diye başladığı-

nızda istediğiniz sahne-

yi üretebilirsiniz.”

Türkünün sözleri

“sinemi yaralar dil gizli

gizli” diyor bayım, siz

hangi sahneyi?

“Erotizmin nezih ve

zarafete bindirilmiş kıs-

mı başımla beraber, on-

dan heyecan duyarım,

lezzet alırım. Ama ka-

dınları aşağılayan tür-

küleri artık radyoları-

mızdan çalıp söylemeyelim” diyen İs-

kender Pala’nın, erotizmle pornografiyi

birbirine karıştırdığı nasıl da belli!

TRT REPERTUVARINDANÇIKARILACAK TÜRKÜLERİskender Pala salt bunu değil çok daha

fazlasını söylemiş alt yapısını hazırladığı

11 Eylül 2002 günlü Zaman gazetesinde.

“Türküler, anamızın ak sütü kadar te-

miz, hayatın kaynağı olan su kadar aziz

ve öz kimliğimiz kadar asildir” demiş

önce. Sonra, “Gel gelelim bazı türküler

vardır ki maalesef eski oturak âlemleri-

nin veya cinsel sapkınlıkların sözcülüğünü

yapar gibidir. Hazret-i Pir’in eşiğinde hiç-

bir Konyalının ‘Haniya da benim elli di-

rem yoğurdum’ diye gezip dolanacağı dü-

şünülemez.”

Doğru! Çünkü o türküde yoğurt söz-

cüğü yok! Türküyü bilmediği, dizeye

yoğurt sözcüğünü sokuşturmasından da

belli olan Pala’nın vardığı sonuç, kadını

aşağıladığı savıyla böyle türkülerin TRT

repertuvarından çıkarılması ihtiyacıdır.

TÜRKÜLER� ÇAR�AFASOKMA MERAKISırf meraktan künyesine baktığım bu tür-

küyü, türkülerimizin yarıdan fazlasını

bir araya getiren Muzaffer Sarısözen,

1945 yılında çıktığı derleme gezisinde yö-

renin folklor ekibinden derlemiş.

Konya, halk müziğimizin ana da-

marlarından birinin bulunduğu bir yö-

redir; “Hazret-i Pir”den (Pala her halde

Mevlânâ’yı kastediyor) ibaret olmadığı

gibi, türküleri de “Haniya da benim elli

direm yoğurdum”dan ibaret değildir.

Türküler üzerine yazarken biraz da tür-

künün ne olduğunu bilmek gerekir.

Tabii İskender Pala’nın meselesi bu

değil. O türküleri tesettüre sokmaktan

yana. Türkülere giydirmek istediği çar-

şafı “erotizmin kadını aşağılamasından”,

“kadınları, alınır satılır bir meta olarak gö-

ren”, “düğmelerin dar geldiğini anlatan”

türkülerden rahatsız olduğu şekerine

bulayarak vardığı bir başka sonuç ise he-

pimize çok daha güçlü başka bir zehiri

yutturmak:

“Düğmelerin dar geldiğini falan an-

latan türküler var. Bir taksiye binseniz,

taksi şoförü bu şarkıyı açsa rahatsız olmaz

mısınız? Ben toplumda bazı şeylerin

normalleşmesi gerektiğini düşünüyo-

rum.” (Habertürk, 30 Eylül 2012).

Yani repertuvardaki İskender Pa-

la’nın müstehcen bulduğu tüm türküler,

bütün o Keremler, Garipler Karacaoğ-

lanlar, divanlar, mayalar, zeybekler, se-

mahlar, halaylar, horonlar atılınca, çün-

kü bunların tümünün ana teması aşktır,

toplumdaki “bazı şeyler normalleşecek”!

Hadi ordan anormal!

Dikkat!

“… O İmparatorluk’ta Haritacılık

Sanatı o denli Mükemmellik’e ulaş-

mıştı ki, Tek bir eyaletin Haritası bütün

bir Şehir’i ve İmparatorluk’un kendisi-

nin Haritası bütün bir eyaleti kapsıyor-

du. Zaman içerisinde, bu ayrıntılı hari-

talar biraz eksik bulundu ve Haritacılık

Okulu, İmparatorluk’la bire bir ölçek-

te bir imparatorluk haritası geliştirdi, öy-

leki, harita, noktası noktasına gerçeğiyle

çakışıyordu. Haritacılık bilimine daha az

önem veren sonraki kuşaklar, bu bo-

yuttaki bir haritanın kullanışsız olduğuna

karar verdiler ve biraz da saygıızlık

ederek onu güneş ve yağmur altında yıp-

ranmaya terk ettiler. Batı Çölleri’nde ha-

ritanın yırtılmış parçaları bugün bile bir

hayvana ya dilenciye barınak olabiliyor;

Coğrafya biliminden tüm ulusa kalan

yalnızca budur.” (Alçaklığın Evrensel Ta-

rihi, Jorge Luis Borges, Telos Yayıncı-

lık, 1991, sf. 123).

MEC�T ÜNAL

Adam var “eyvallah”� tarikata, adam var “eyvallah”� parti ba�kan�na, milletvekiline,belediye ba�kan�na. Ama adam var Tanr�’ya bile “eyvallah”’� yok. Bizim Tanr�’ya bile

“eyvallah”� olmayan adamlara ihtiyac�m�z var! Bizim “eyvallah”�m�z sadece halka,i�çi, köylü ve emekçi kitlelerine

Yunus Emrelerin MollaKasımlara “eyvallah”ı yok!

BİZİM “EYVALLAH”IMIZ SADECE HALKA…

Page 19: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

Modernlik Fragmanlar�

Dünyanın her coğrafyasında, uygar-

lık tarihinin her periyodunda ve her

kültürde kesintisiz biçimde, değişik ma-

teryaller üzerine betimlenen bereket

sembolü falluslar arkeolojisi dünyasının

ihmal edilmiş, ötelenmiş bir nesnesidir.

Bedendeki onca organ içinde erkeklik or-

ganının bu denli sembolik bir anlam yük-

lenmesi ve tüm dünya tarafından bu an-

lamın korunması ve üretilmesini açıkla-

mak, araştırmacıyı bilim sınırlarının da

dışına çıkmaya mecbur bırakmaktadır. İs-

mail Gezgin, “Fallusun Arkeolojisi”nde,

arkeologların basitçe bereketle özdeş-

leştirdikleri bir sembolün, yüklendiği

anlamı ve toplumlar üzerindeki dönüş-

türücü etkisini açıklarken fallus konu-

sunda söylenecek tüm sözleri söyle-

mekten ziyade, söylenecek ne kadar

çok söz olduğunu ortaya koymaktadır.

Fallusun Arkeolojisi

“Evrim mi Yaratılışçılık mı?” kitabı

evrim tartışmasını dinsel, bilimsel,

eğitsel, tarihsel, yasal ve politik yön-

leriyle ele alıyor; görüşlere, sorulara,

açıklamalara geniş ve objektif bir ba-

kış açısıyla yaklaşıyor. Bu nedenle de

birbirinden çok farklı otoritelerce,

konuyu dünyada en iyi aktaran kitap-

lardan biri olarak tanımlanıyor. Dr. Eu-

genie C. Scott, donanımı ve konuya hâ-

kimiyetiyle tartışmanın her boyutunu

ayrıntısıyla öğrenebileceğimiz ender ki-

şilerden biri olarak tanınıyor. Scott’un

bu kitabı bu kaygılara yer bırakmaya-

cak denli anlaşılır ve berrak. Bugüne

dek okurlarına pek çok bilimsel ki-

tap sunan Evrensel Basım Yayın’ın

500. kitabı olan “Evrim mi Yaratılış-

çılık mı?” çok tartışılacak.

Evrim miYarat�l��ç�l�k m�?

Bu kitabın adına ve içeriğine ba-

kılarak kesinlikle ve kesinlikle polemik

ve sansasyon amaçlı yazıldığı sanıl-

mamalı... Tam bize göre, tam bizim gibi

ve tam içimizden iki tarihsel aktörün

kurtuluş ve kuruluş mücadelesinde

geçen ve süreç boyunca yaşanan olay-

ların bilinmeyen yönleri farklı bir ba-

kışla ortaya konulmaktadır. Bütünsel

ve bağımsız portreler çizilme yerine,

Rauf Bey kişiliği okunarak Mustafa

Kemal portresi, Mustafa Kemal port-

resi okunarak Rauf Bey kişiliği ortaya

çıkarıldı. Etno - kültürel Rauf Bey mu-

hafazakarlığı ile, ana toplum bütün

kimlik odaklı Mustafa Kemal dev-

rimciliğini anlaşmazlığa sürükleyen

kan uyuşmazlığının ideolojik kök pa-

radigmaları mercek altına alındı.

Atatürk - Rauf OrbayKavgas�

Yaşar Kemal’in “Bir Ada Hikaye-

si” dörtlemesi, son kitabı “Çıplak De-

niz Çıplak Ada” ile tamamlandı. “Bir

Ada Hikâyesi” dörtlüsü, Yunanistan’a

gönderilen Rumların boşalttığı bir

adada yeni bir yaşam kurma çabaları-

nı konu alır. Dörtleme hem bir Yaşar

Kemal klasiğidir hem de diliyle, ya-

rattığı kişilerle, yarattığı doğayla Yaşar

Kemal’in romancılığında önemli bir ye-

niliği işaret eder. Dörtlünün bu son ro-

manında, geçmişin yaraları kapanma-

ya yüz tutmuş ama izleri kalmıştır.

Ağaefendi’yle Melek Hatun, Poyraz’la

Zehra, Ali Hüseyin’le Nesibe muradına

erecektir; Lena Ana’nın yollarını bek-

lediği kayıp oğulları da geri dönmüş-

tür ama balıkçıların reisi Hıristo’nun

başına beklenmedik bir olay gelir.

Ç�plak Deniz Ç�plak Ada/ Bir Ada Hikayesi – 4

Ahmet Büke, sıradan insanların

iç dünyalarını yürek burkan bir in-

celikle anlatan öykülerin yazarı. Al-

nından gözüne inen siyah lekesiyle

kurt indi çok uzakta bir yerde. Havayı

derin derin kokladı. Yanık kokusu-

nu takip etti. Et ve kemik çekti onu.

Koşmayacak, kovalamayacak bir avı.

Ne sürüden geri kalmış, kocamış

bir koyun, ne yılkı, ne korkmuş bir

tavşan. Pıhtısından donmuş, çatlamış

kan. Ahmet Büke, delilerin akıllı-

lardan, anıların yaşanan zamandan

daha muteber olduğu küçük bir Ege

kasabasında doğdu. Edebiyatı kim-

sesizlerin kimsesi olarak görüyor.

Büke yeni kitabı “Cazibe İstasyo-

nu”nda kalemiyle çizdiği coğrafyayı

biraz daha genişletiyor; daha iyi bir

dünya umuduyla.

Cazibe �stasyonu

“Trainspotting”, dibe vurmaktan çe-

kinmeyenlerin öyküsü. Şimdi ve her za-

man, bir iş, bir eş, bir yuva masallarıy-

la doymaktansa hayatın gerçekleriyle aç

kalmayı seçenlerin gün sonu özeti. Ya-

şamlarını kariyerle ya da ilişkileriyle an-

lamlandırmaya çalışanlara inat, bam-

başka şeylerin üzerine şeytan arabala-

rıyla tam gaz gidenlerin çarpıcı, unu-

tulmaz, kafası güzel ve hazmı zor hi-

kâyesi “Trainspotting”. Bizi seç, haya-

tı seç, çamaşır makinesi seç, araba seç,

bir kanepeye oturup ağzına berbat

şeyler tıkıştırarak beyin uyuşturucu ve

ruh çökertici aptal televizyon prog-

ramları seyretmeyi seç. Bir huzur evin-

de üzerine sıçıp işeyerek çürümeyi,

bencil ve kafayı yemiş çocukların için bir

utanç kaynağı olmayı seç. Hayatı seç.

İyi de, ben hayatı seçmemeyi seçiyorum.

Trainspotting

1946 yılında Steiermark’ta doğan

Elfriede Jeliniek, 1983 yılında ya-

yımlanan ve pek çok baskısı yapılan

“Die Klavierspielerin” (Piyanist) adlı

romanından beri Alman çağdaş ede-

biyatın en ilginç yazarlarından sayıl-

makta. Jelinek, 1998 yılında Georg

Büchner ödülünün ve 2004 yılında

Nobel edebiyat ödülünün sahibi

oldu. “Dışarıda Kalanlar”, önceki ne-

sillerin gölgesinden kurtulmaya ça-

lışan genç insanların hikâyesini an-

latıyor: Karanlıktan yararlanarak ve

çocuksu görünümlerini kullanarak

yoldan geçenlere saldırmak, mallarını

yağmalamak ve soymak amacıyla bir

çete kuracaklar ama ruhani liderle-

ri Rainier suç işlerken ya da aşkı ko-

valarken aralarındaki en başarısız kişi

olacaktı...

D��ar�da Kalanlar

Ahmet Büke,Can Yay�nlar�, 96 s.

David Frisby, Metis Yay�nlar�,Çev: Ak�n Terzi, 360 s.

Georg Simmel, Siegfried Kracauer,

Walter Benjamin. Üçü de modernliğin

kırıntılarından, süprüntülerinden, ar-

tıklarından, kısacası “fragmanların-

dan” yola çıkmayı tercih eder. Felsefi bir

yaklaşım ve nüfuz edici çözümlemelerle,

modernliğin hayatımızda neleri, nasıl

dönüştürdüğüne bakarlar. Geleneksel

zaman, mekân ve nedensellik algıları-

nın parçalanmasını, para ve metanın ha-

yatımıza damgasını vuruşunu odakla-

rına alırlar. Sosyolog David Frisby, de-

ğerleri görece geç anlaşılmış bu düşü-

nürlerin külliyatlarını didik didik ede-

rek, düşüncelerinin zengin bir panora-

masını sunuyor. Kitap, bu üç düşünü-

rün dünyasına iyi bir giriş olmasının yanı

sıra, “yaşadığımız dünyayı” anlamak için

de değerli iç görüler bulabileceğimiz

özel bir inceleme niteliğinde.

Eugenie C. Scott, EvrenselBas�m Yay�n, Çev: Levent Can

Y�lmaz, 464 s.

Elfriede Jelinek, DestekYay�nlar�, 280 s.

�smail Gezgin,Sel Yay�nc�l�k, 376 s. Osman Selim Kocahano�lu,

Temel Yay�nlar�, 807 s.Ya�ar Kemal, Yap� Kredi

Yay�nlar�, 272 s.

Irvine Welsh, Siren Yay�nlar�,Çev: Avi Pardo, 352 s.

5 EK�M 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Page 20: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

Masal her ülkedemasaldır

Çocuk edebiyatının saygın emektarı

Bilgin Adalı’yı kaybettik. Atatürk’ü konu

alan belgesel filmlerin yanı sıra çocuklar ve

gençleri ilgilendiren programlar hazırlayan,

Türkçenin tüm inceliklerini kullanan ve ço-

cuk edebiyatına özgün eserler kazandıran

müstesna yazarımız Bilgin Adalı, “Benim

dilim dillerin en güzeli...” demişti. Aslında

dilimiz böyle yazarların kaleminde güzeldi.

Başımız sağolsun.

ŞAKACI ŞİİRHadi güneşi budayalımdaha çok ışısın diyesaçlarını kınalayalım aydedeningençleşsin birazTop namlusunda saksıuçaklardan dönme dolaptüfeklerden fasulye sırığı yapalımişe yarasınlarKavun karpuz yetiştirelimçatısında evlerindenizi sürüp darı ekelim ortasınabu da şakası olsun şiirimizinÇöle su, tarlaya tohum gerekyoksula aş, hastaya hekimher köye bir okul kuralımdeğişsin görünümü yeryüzününDavranın çocuklar ha gayret geç kalırsak bu iştebüyükler oyunu bozacak(Bilgin Adalı)

HAYVANLAR DÜNYASINDANDUYULMADIK MASALLARHayvanların insanlardan korkmadığı, bir-

birleriyle konuşabildiği çok eski zamanla-

ra ait birbirinden güzel masallar, Tarık

Demirkan’ın derlediği “Dünya Halkların-

dan Hayvan Masalları” kitabında bir ara-

ya getirildi.

Kuzey Amerika kıtasının Kızılderilile-

rin yaşadığı kurak bölgelerinden yüksek dağ-

larla kaplı Tibet’e kadar çok geniş bir coğ-

rafyadan süzülüp gelen bu işitilmedik ma-

sallar, birçok sorunun da cevabını veriyor

aynı zamanda. Yılanın neden kıvrıla kıvrı-

la ilerlediğini bir Afrika masalından, deni-

zatlarının nasıl ortaya çıktığını bir Filipin-

ler masalından, tilkinin kuyruğunun neden

beyaz olduğunu bir Norveç masalından, ba-

linaların neden derin denizlerde yaşadığı-

nı bir Bahama Adası masalından, baykuş-

ların şarkı söylemeyi nasıl öğrendiğini bir

Estonya masalından ya da bazı kazların ne-

den alacalı olduğunu bir Başkır Türk ma-

salından öğrenebilirsiniz. Üstelik “Dünya

Halklarından Hayvan Masalları”nın deva-

mı da gelecek.

Tarık Demirkan, “Kültürlerimiz farklı

olsa da dünyamız tek. Masal her ülkede ma-

saldır, çocuk da her ülkede çocuk” gerçe-

ğine inanıyor. Okunan bir masalın ardından

bir çocuğun yüzünde beliren bir gülümse-

menin ve dünyayı anlamaya çalışan çocuk

için harcanan emeğin her şeye değeceğini

düşünüyor. Bartın’da başladığı yaşam ma-

cerasını şimdi Budapeşte’de sürdürüyor. Ya-

zar ve serbest gazeteci olarak çalışıyor.

Evli ve “hayatımın en güzel masalı” olarak

tanıttığı ve çocukluğunu dünya masallarıyla

bezediği bir kızı var.

(Tanıtım bülteninden)

İyi okumalar diliyoruz.

(Dünya Halklarından HayvanMasalları, Tarık Demirkan,

Can Yayınları, 112 s.)

5 EK�M 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN

Hayvanlar�n insanlardan korkmad���, birbirleriylekonu�abildi�i çok eski zamanlara ait birbirinden

güzel masallar, “Dünya Halklar�ndan HayvanMasallar�” kitab�nda bir araya getirildi

Uçurtmayla Bal�k Tutmak

Elindeki kitabın içine düşmek üzere olan bir

çocuk gördüm. “Ne yapıyorsun yavrum?” diye so-

runca, “Uçurtmayla balık tutuyorum amca”dedi.

“Deminden beri izliyorum seni. Yüzün bir gü-

lücüklerle doluyor, bir durgunlaşıyor, epeyce il-

ginç olmalı?” “Bu kitap yaşamı anlatıyor ama bil-

diğin bir sıradanlıkla değil. Burda gökyüzü de var,

deniz de... Balık da var, şiir de...” Sustum. Dü-

şünerek uzaklaştım yanından. Şimdiki çocuklar

ve gençler ne şanslı! Düş dünyasından yola çı-

karak yaşama ve sevgiye ulaşmayı öğreniyorlar.

Şimdi ben nereye mi gidiyorum? Uçurtmayla ba-

lık tutmaya gidiyoruuuuuuuuuum!

Derslerle Ba��m Dertte - 2: HayvanatBahçesinde Neler Oluyor?

Bugün çok heyecanlıyım, içim içime sığ-

mıyor! Neden mi? Çünkü sınıfça hayvanat

bahçesine gideceğiz. Hayvanat bahçesinde ne-

ler öğrendim neler... Örneğin; nesli tükenme

tehlikesi olan hayvanları. Bir de başıma ge-

lenleri bir bilseniz... Hangi birini anlatsam ki...

Kaybolduğumu mu? Çok korktuğumu mu?

Yoksa evde beni bekleyen cezaları mı? Yağ-

mur’un maceraları devam ediyor. Haylaz

Yağmur bu kez hayvanat bahçesinde neler ya-

şadığını anlatıyor size.

Karlar Ülkesi

Sibirya kurtlarının ulumalarını duyabiliyor

musunuz? Sizi Kuzey Kutbu’nda bir maceraya

çağırıyorlar! Ella, terk edilmiş bir Sibirya

kurdu bulur ve aralarında hemen özel bir bağ

kurulur. Mavi adını verdiği bu çok özel yav-

ru köpek, Kuzey Kutbu’nda yaşayan Yıldızı-

şığı “Kar köpekleri”nin üyesidir! Ella da on-

ların yeni lideri olarak seçilmiştir. Görevi, kar-

la kaplı bu ülkede yaşayan hayvanlara yardım

etmek ve çıkabilecek sorunları çözmektir.

İlk görevinde Ella, kutup ayısı ve onun iki yav-

rusuna yardım edecektir. Geç gelen kışlar ve

incelen buzlar nedeniyle kutup ayıları karın-

larını doyurmakta zorlanmaktadır.

Halime Y�ld�z,Evrensel Yay�nlar�, 62 s.

Funda Özlem�eran, Final Kültür

Sanat Yay�nlar�, 72 s.

Skye Waters, ��Bankas� Kültür

Yay�nlar�, Çev: TülinSad�ko�lu, 204 s.

İREM HALIÇ[email protected]

Ya�l� Kad�n ve Papa�an

Tek başına yaşayan Bayan Gage, geçimini

ayakkabı onararak sağlamaktadır. Bir gün bir

avukatlık bürosundan gelen mektup, uzun za-

mandır görüşmediği ağabeyinin vefat ettiğini bil-

dirir ona. Nesi var nesi yoksa kızkardeşine bı-

rakmıştır. Hemen yola çıkan Bayan Gage,

ağabeyinin yaşadığı kasabaya gider. Ağabe-

yinden kendisine kalanlar arasında bir de pa-

pağan vardır. Ancak bu sıradan bir papağan de-

ğildir ve onun sayesinde Bayan Gage’in haya-

tı tümüyle değişecektir. Ünlü yazar Virginia Wo-

olf’un çocuklar için kaleme aldığı “Yaşlı Kadın

ve Papağan”, usta bir yazarın kaleminden çıkan

küçük ama etkileyici bir hikâye.

VirginiaWoolf, K�rm�z� Kedi

Yay�nevi, Çev: �lknurÖzdemir, 48 s.

Page 21: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

5 EK�M 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSES - SÖZ

Müzik, edebiyatın başka giyinmiş

halidir. Hayatın ritmi ve şiiri öyle bir

enerjidir ki yıllardan beri onu müzikte

ve edebiyatta yakalamaya çalışırız. Bir

kitap bazen bir müzikle değerlenir ya

da bir müzik bir kitap yüzünden öne

geçer. Modern zamanın kendine uy-

gun bireyler yetiştirmesine karşı içi-

mizdeki isyanın en güzel iki enstrü-

manıdır müzik ve edebiyat. Kimi ki-

taplar kimi şarkıları barındırmıştır

içinde, kimi şarkılar kimi kitapların ef-

karıyla yazılmıştır ve kimi kitaplar

kimi şarkıların isimleriyle doğmuştur.

Ses ile sözün birlikteliğini vereceğimiz

bu köşede ilk olarak pek çok kişinin

vazgeçilmez kitabı olan “Çavdar Tar-

lasında Çocuklar”ı ele alıyoruz. Ya-

zarı Salinger, gizli saklı yazdıkları

yayımlanır artık diye ölümüne sevinen

hayranlar barındırıyordu. Hayatını

inzivaya çekilerek yaşamayı seçmişti

ve basından nefret ediyordu. Çekilmiş

olan son fotoğrafı kendisini çekerken

yakaladığı kameramana yumruğunu

salladığı andır. Yazdığı “Çavdar Tar-

lasında Çocuklar” kitabı John Len-

non'ı öldüren Mark Chapman’ın ce-

binden çıkmıştır ve davaya konu ol-

muştur. ABD Holden’ı küfürlü ve ay-

kırı dilinden dolayı bir anti-kahraman

olarak görmüş ve okullarda okutul-

masını yasaklamıştır. Buna rağmen

Holden anlattıklarıyla pek çok insa-

nın unutulmaz kitap kahramanı ol-

muştur.

Eserin müzikle olan bağlantıla-

rına baktığımızda oldukça fazla iliş-

ki ortaya çıkıyor. Kitabın içinde yer yer

Holden’ın ağzından bazı şarkı isim-

lerinin çıktığını görüyoruz:

“Stradlater tıraş olurken ıslıklaSong of İndia’yı çalıp duruyordu. İyi ıs-lıkçıların bile zor çıkaracağı Song of İn-dia ya da Slaughter on the Tenth Ave-nue gibi parçaları böyle kulak tırmalayatırmalaya, bozukdüzen öttürmeye ça-

lışırdı. Şarkının gerçekten de içineederdi yani.” (Çavdar Tarlasında Ço-

cuklar-YKY, s.31)

Kitabın kahramanı (ki ABD için

bir anti-kahraman) o kadar unutul-

maz bir karakterdir ki pek çok bes-

teciyi etkilemiştir. Kitaptan etkilene-

rek ortaya çıkan şarkılara geçmeden

önce kitabın orijinal adını Holden’ın

biraz değiştirdiği Robert Burns’ün

“Comin Thro’ The Rye” şiirinden al-

dığını belirtelim. Kitaba esin kayna-

ğı olan dizeler “Should somebody

meet somebody comin’ through the

rye”dır. Şiir ayrıca bestelenip şarkı ha-

line de gelmiştir.

Kitapta bu atıf, Holden’ın çok sev-

diği küçük kız kardeşi Phoebe ile kur-

duğu diyalogta şöyle geçmektedir:

“O şarkıyı biliyor musun, hani,“Yakalarsa birini biri, çavdarlar ara-sında,” diye? Ben işte...”

“O öyle değil, “Rastlarsa birinebiri, çavdarlar arasında,” olacak! Şiirbu, Robert Burns’ün.”

“Robert Burns’ün şiiri olduğunuben ben de biliyorum.”

Doğru söylüyordu. Doğrusu, “Rast-larsa birine biri, çavdarlar arasında,”olacaktı. Demek ki, bilmiyormuşum.

“Ben, ‘Yakalarsa birini biri,’ sanı-yordum,” dedim. “Her neyse, hep, bü-yük bir çavdar tarlasında oyun oynayançocuklar getiriyorum gözümün önüne.Binlerce çocuk, başka kimse yok orta-lıkta -yetişkin hiç kimse yani- bendenbaşka. Ve çılgın bir uçurumun kena-rında durmuşum.

Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşanherkesi yakalıyorum; nereye gittiklerinehiç bakmadan koşarlarken, ben bir yer-lerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bü-tün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben,çavdar tarlasında çocukları yakalayanbiri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, bi-liyorum, ama ben böyle biri olmak is-terdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey.”

1953 yapımı, baş-

rollerinde Clark Gab-

le, Grace Kelly ve Ava

Gardner’ın yer aldığı

“Mogambo” filminin

bir sahnesinde Ava

Gadner piyano başın-

da bu şarkıyı söyle-

meye başlar. Natasha

Holt, Julia London,

Marion Anderson,

Isobel Baillie, Ameli-

ta Galli-Curci gibi pek

çok isim şarkıyı ses-

lendirmiştir.

Holden, yazarı Sa-

linger kadar ilgi çeki-

ciydi ve doğal üslubu onun etkileyi-

ciliğini arttırıyordu. Bu etkileyicilik bir

süre sonra bestelerin Holden’a ya da

Salinger’a adanmasını doğurdu.

Guns N’ Roses 1998-2008 yılları

arasında hazırladığı “Chinese De-

mocracy” albümünde bir parça Sa-

linger’in kitabının adıyla aynı adı

paylaşıyordu: “Catcher in the Rye”.

Sözler Axl Rose’a aitti.

“Oooh, the Catcher In The Rye

Again

Won’t let ya get away from him

(Tomorrow never comes)

It's just another day...

Like today”

Ooo, çavdar tarlasında bir avcı

ondan uzak kalmana izin verme-

yecek

(yarın hiçbir zaman gelmez)

o sadece başka bir gün

tıpkı bugün gibi

Kitap Türkçeye “Çavdar Tarla-

sında Çocuklar” isminden önce “Gö-

nülçelen” adıyla çevrilmişti. Teoman’ın

“Gönülçelen” parçasının adını buradan

esinlenerek koyduğu bilinir.

Ünlü punk rock grubu Green

Day 1992’te çıkarttığı “Kerplunk”

albümünde sözleri Billie Joe Arms-

trong’a ait olan “Who Wrote Holden

Caulfield?” isimli bir parçaya yer

verdi.

There’s a boy who fogs his world

and now he’s getting lazy

There’s no motivation and frus-

tration makes him crazy

He makes a plan to take a stand

but always ends up sitting.

Someone help him up or he’s gon-

na end up quitting

Kendi dünyasını karartan bir ço-

cuk var, gitgide tembelleşiyor

Hevesi kalmadı ve hayal kırıklığı

onu çıldırtıyor

Ayakta durmayı hedefliyor ama

her seferinde sonu oturmak

Biri ona yardım etsin ya da so-

nunda pes edecek

İngiliz müzik grubu The Divine

Comedy 1999’da çıkardığı “A Secret

History – The Best of The Divine Co-

medy” albümünde “Gin Soaked Boy”

adlı parçasının son kısmında Salin-

ger’ın kitabına atıfta bulunmuştur.

“I’m the half-truth in the lie

I’m the why not in the why

I’m the last roll of the die

I’m the old school in the tie

I’m the spirit in the sky

I’m the catcher in the rye

I’m the twinkle in her eye

I’m the jeff goldblum in the fly”

Yalanın içindeki yarı gerçeğim

Nedenin içindeki neden olmasın

Sikkenin yuvarlanışındaki son devir

Eski moda kravatım

Gökteki ayım

Çavdar tarlasındaki avcıyım

Gözlerindeki parıltı

Göklerdeki Jeff Goldblum benim.

Billy Joel’in “We Didn’t Start

The Fire” şarkısı “Storm Front” al-

bümünün 1949-1989 yılları arasına

kısa ve güçlü atıflar yapan bir parça-

dır bu. “Çavdar Tarlasında Çocuklar”

kitabı da bu atfa uğramıştır. Şarkı ya-

yınlandığı zaman Amerika'da birinci

sıraya yükseldi.

“Rosenbergs, h-bomb, Sugar Ray,

Panmunjom

Brando, “the king and i” and

“the catcher in the rye”

Rosenbergler, atom bombası, Su-

gar Ray, Panmunjom

Brando, kral ve ben ve çavdar tar-

lasında çocuklar

“Le Pastie De La Bourgeoisie”,

Belle and Sebastian’ın sözleri İngi-

lizce adı Fransızca olan şarkısı. “3 6

9 Seconds of Light” albümünde yer

almaktadır.

Fransız müzik grubu Indochine,

“Le Baiser”(1990) albümünde “Des

Fleurs Pour Salinger” adlı bir par-

çaya yer vermişti.

Görüldüğü üzere müzik ve ede-

biyat hayatlarımızı beslerken bir-

birlerini de beslemeyi ihmal etmi-

yorlar. Bu beslenmeden doğan şey-

leri sizlerle paylaşmaya her hafta

devam ederken Holden’dan bir alın-

tıyla yazıyı bitirelim;

“Yemin ederim, ben bir piyanist yada aktör filan olsaydım ve bu sersemlerde benim olağanüstü biri olduğumudüşünselerdi, bu durumdan nefret eder-dim. Beni alkışlamalarını bile istemez-dim. İnsanlar hep yanlış şeyleri alkışlı-yorlar. Ben piyanist olsaydım, gider birkenefe kapanır, öyle çalardım.”

Salinger ve Holden’asöylenen şarkılar

DAMLA [email protected]

Ses ile sözünbirlikteliğini

vereceğimiz buköşede ilk olarak

pek çok kişininvazgeçilmez kitabı

olan “ÇavdarTarlasında

Çocuklar”ı elealıyoruz...

J. D. Salinger

Page 22: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

SOLDAN SA�A1. (AHMET ... ... ) Resimdeki yazar2. Kimononun üstüne tak�lan, biçimi ve boyutu cinsiyete, ya�a,

mevkiye ve bölgeye göre de�i�en, bir dü�ümle birle�tirilengeni� ipek ku�ak - Bir aletin, bir arac�n veya bir biçimin anaçizgilerini gösteren çizim - Geçmi�te i�lenmi� ve mahkemeceispatlan�p cezaland�r�lm�� olan suç

3. Su yosunu - Bir �eyi benzerlerinden ay�rt etmeye yarayandurum veya ö�e, ay�rmaç - Ho�lanma, zevklenme

4. Beyaz - S�n�r ni�an� - Eyere al��t�r�lmam�� binek hayvan� - Birhaber ajans�

5. Yeryüzü parças� - M�s�r’�n plakas� - Ekmek6. Dayan�lacak �ey, ilke - Yava�, a��r - Ulusal bir parayla

yabanc� bir para birimi aras�ndaki de�i�im oran�

7. Baryum’un simgesi - Tatl� bir besin maddesi - Bir gayretünlemi - �sviçre’de bir nehir

8. Haber verme - Ut çalan kimse - Terbiyum’un simgesi9. Kale duvar� - Germanyum’un simgesi - �nsan�n dü�ünme, ak�l

yürütme, yarg�lama ve anlama yeteneklerinin tümü10. Bolluk, varl�k ve rahatl�k içinde ya�ama, gönenç - Stanislaw

Lem’in bir eseri11. Kur�un’un simgesi - Kolayca duygulan�p incinen, duygulu,

hassas - Otlar - “... Gündüz Kutbay” (ney üstad�)12. Anlam, mana - Doyma, doymu�luk - Güney Amerika’da

s���r çoban�na verilen ad13. Bir nota - Jüpiter’in bir uydusu - Tepkili uçak -

Rubidyum’un simgesi14. Platin’in simgesi - Türk ��veren Sendikas� Konfederasyonu

(k�sa) - Çok ince gözenekli pamuk, ipek veya sentetikdokumadan yap�lm�� perde - Ak�am yeme�i

15. Bir damla gözya�� - Ahlak, huy, karakter - Cennet

YUKARIDAN A�A�IYA1. Holmiyum’un simgesi - Çakal ba�l� bir insan görünümündeki

M�s�r tanr�s� - Prometyum’un simgesi - Palladyum’un simgesi2. Eski Türklerde “totem”e verilen ad - Resimdeki yazar�n bir

eseri3. Yabanc� bir uzunluk ölçüsü birimi - �sim - Bir seslenme sözü

- E�ek sesi4. Garipler - Bir hayvan - Tantal’�n simgesi5. Çal��ma, meslek - Radyum’un simgesi - Dokumada çözgüler

aras�ndan enine geçirilen iplik - Bizmut’un simgesi6. Erdem ve meziyette birbiriyle yar��ma - �nsana al��k�n,

kendisinden yararlan�lan hayvan, evcil - Nazi polis örgütü7. Japonya’da buda rahibesi - Duman lekesi - Dü�ünmenin

bilincini belirten Japonca terim8. Külhanbeyi ba��rt�s� - “... Derek” (aktris)9. A��r� dereceye varan al��kanl�klar - Sümerler’de su tanr�s� - Bir

cetvel türü10. Geçersiz k�lma - Resimdeki yazar�n bir eseri - Elyaf�ndan ip

ve çuval yap�m�nda yararlan�lan bir bitki11. Ölünün vücudu, ceset - Oturma, oturu� - Bedevi Araplar’�n

ba�l��� olan kefiyeyi tutturmakta kullan�lan dü�ümlü kordon12. Bir kan grubu - Mezopotamya panteonunda tüm tanr�lar�n

babas� ve kral� olan gök tanr�s� - Yapma, meydana getirme -Argoda “esrar”

13. Mürekkep kurutma kumu - “... Güler” (foto�rafç�) - Ayn� ad�ta��yanlardan her biri - Bir yüzölçümü birimi

14. Eski Çin ve Mo�ol hükümdarlar�na verilen ad - Bir binekhayvan� - �nsan ya da hayvan vücudunu derisiz, yaln�zca kasyap�s� görülür biçimde betimleyen sanat yap�t�

15. �slam dinini korumak veya yaymak amac�yla yap�lan kutsalsava� - ABD’nin Illinois kentine ba�l� bir eyalet - Saz�n enkal�n teli ya da kiri�i

5 EK�M 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

Tanrılar adildir. Hiç kuşkusuz. Son tahlildegörünen o ki, tanrıların yasalarını, top-lumları idare eden kişiler dikte ederler;İlahi Takdir düşüncesi insanlardan çıkar.

1 “... hayatlarını son derece çekilmez bulaninsanlar her zaman vardır, ve yapacakları eniyi şeyin başka bir varoluş düzlemine geçiş-lerini hızlandırmak olduğuna inanırlar.”

... olduğumuz yerde değiliz, sahte bir konumdayız. Doğamızdakibir zaaf yüzünden, bir durumu varsayıyoruz, kendimizi onuniçine yerleştiriyoruz ve bu yüzden de kendimizi aynı anda ikidurum içinde buluyoruz, içinden çıkılması iki kat zor oluyor.

3

a) George Orwell, 1984

b) Ray Douglas Bradbury, Fahrenheit 451

c) Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya

d) Anthony Burgess, Otomatik Portakal

e) Frank Herbert, Dune

a) Stephen King, Ruhlar Dükkanı

b) Jostein Gaarder, Maya

c) Martin Suter, Ayın Karanlık Yüzü

d) Bret Easton Ellis, Ay Parkı

e) Neil Gaiman, Mezarlık Kitabı

a) Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor

b) Paul Auster, Hayaletler

c) Gabriel García Márquez, Yüzyıllık Yalnızlık

d) Ursula K. Le Guin, Yanılsamalar Kenti

e) Umberto Eco, Prag Mezarlığı

2

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(c) 2-(e) 3-(b)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Page 23: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum
Page 24: Toplam: 1105 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Yaşamak ... · cüme Bürosu’ndan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum