tÜrk tarİhİ boyunca laİklİgİn ·aŞamalari ve atatÜrk...
TRANSCRIPT
Türk Dünyası Araşhrmaları Sayı : 144 Haziran 2003
TÜRK TARİHİ BOYUNCA LAİKLİGİN ·AŞAMALARI VE ATATÜRK LAİKLİGİ
Emine Altunay ŞAM*
ÖZET
Laiklik, bir toplıımıııı, demokratik bir yönetim çatısı altında, siyasi, sosyal; hukuld, kültürel ve eğitim kıınımlarına ilişkin devlet teşkilatınm en hayati yapılarmda farklı din ve cinsiyette i11sanlar111 eşit koşullarla bağlı oldıığu bir sistemdir.
Toplumda iç içe biitiiııleştiğimiz pek çok müessese gibi laiklikte, tarilı boyunca kademeli bir yol takip ederek pek çok yapı taşım bünyesinde toplamış, giiniimiizdeki olgımlıığuna erişmiş bir miiessesedir. Dolayısıyla laiklik prensibinin topluma kazandırılması ve bir devletin siyasi, hukuki, sosyal ve eğitim yapısmda işlerliği olan temel bir ilke dıınımıma gelmesi, ne batıda ne de Türkiye 'de pek kolay olmamıştır.
Atatürk İnkılabı ile birlikte Türkiye 'de laiklik ve vicdan lıiirriyeti konusuna yeni bir yaklaşım gelmiştir.
Anahtar Kelimeler: Laiklik, Demokrasi, Hürriyet, Devlet, Din, Anayasa.
Laik Kelimesinin Tahlili
Laik kelimesi Türkçe'ye Fransızca'dan geçmiştir. Esasen Yunanca olan kelime, Laikos sıfatından türetilmiştir. Laikliğin türetildiği Laikos kelimesi, din adamı sınıfına mensup olmayanlar anlamına gelir. Bu durumda laik kelimesi de din ve ruhbanlıkla ilgisi <?lmayan anlamındadır. Fakat bu dinsizlik demek dcğildir. 1
• Yrd. Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Amasya Eğitim Fakültesi, Araştırma Görevlisi. 1
Ersoy Taşdemirci, "Atatiirkçü 'Düşünce Sisteminde Laikliğin Yeri ve Ônemi"AtatıirkAraştınııa Merkezi Dergisi, Cilt XIV. Savı 40. Ankara. Mart 1998. s. 5.
47
2 TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
Laiklik çoğu zaman; bir tek yönü öne sürülerek tanımlanmaya çalışılır. Kimi laikliği kısaca din ve vicdan özgürlüğü diye, kimi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması diye, kimi, yurttaşlar arasında din ve m~zhep ayrımı gözetilmemesi diye tarif eder. Bu tariflerin hepsinde derece derece gerçek paylan vardır.2 Laikliği siyasi, hukuki, kültürel ve eğitimsel manada daha kapsamlı bir şekilde değerlendirecek olursak şunları söyleyebiliriz;
Siyasi manada Laiklik, dindaşlık ile yurttaşlık statülerinin birbirinden ayrılması demektir. Bundan do.layı Laik bir siyasi sistemde devl~t adamları ile halkın aynı din veya mezhebe mensup olma mecburiyeti yoktur. Ayrıca Laiklik demokrasinin özellikle liberal demokrasinin manevi temelini te~kil eder. Çünkü demokraside siyasi iktidar, rrİeşnıiyetini ilahi otoriteden de!!'.l, millet hakimiyetinden alır.3 Laik devletin koruduğu ve gözettiği vicdan ve din hürriyeti çağdaş demokrasilerde temel insan haklanndan biridir. .
Laiklik kelimesinin hukuki tanımı, din ve devlet işlerinin birbirinden ·ayrılmasıdır. Din devlet işlerine karışmadığı gibi, devlet de din işlerine karışmaz. Aynca devletin dini temeller üzerine dayandırılmamasını da ifade eder.
Laiklik kültürel kapsamda da ifadesini bulmuştur. Bu anlamda ahlak, sanat ve felsefe gibi bir kültür unsuru olan din, kültür içindeki imtiyazlı yerini sanata bırakmıştır. Özellikle Atatürkçü düşünce sisteminde laikliğin kültürel boyutu çok önemlidir.
Laikliğin eğitimsel tanımı da mevcuttur. Genel eğitimin dini niteliğinden sıyrılarak bilimsel nitelik kazanmasıdır. Laik sistemde dini eğitim ve öğretim vardır ve vatandaşların temel hak ve hürriyetleri arasında yer alır. Fakat bu dini eğitim ve öğretimle karıştırılmamalıdır. Zira genel eğitim ve öğretimin dinselleştirilmesi laikliğe aykırıdır.4 Atatürkçü Düşünce Sisteminin teme[ ilkelerinden biri, Türk pozitif hukukunun ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının temel ilkesi olarak Laiklik, yukarıda açıkladığımız tanımların hepsini birden içerir5.
Laikliğin Tarihçesi
Laik toplum, yukarıda açıkladığımız unsurlar dahilinde, demokratik bir yönetim çatısı altınqa, farklı din ve cinsiyette insanların eşit koşullarla bağlı olduğu bir hukuk sisteminin bulunduğu toplum düzeni demektir. Toplumların tarihine baktığımızda, Eski Roma, Ortaçağ İslam ve Osmanlı İmparatorluklarında olduğu gibi, laikliğin bir unsuru olan hoşgörü ile karşılaşabiliriz. Yine Osmanlı, Eski Roma ve Bizans toplumlarında olduğu gibi, din dışı kaynaklardan esinlenerek veya bu gibi kaynakların ağırlık kazandığı bir hukuk mevzuatı uygulanabilir. Fakat toplumda her dini cemaat aynı yasalarla yönetilmiyorsa, kadın ve erkek için dini inanca dayalı farklı düzenleme ve normlar varsa (mirasta eşitsizlik toplum hayatına katılmada kısıtlama ve farklılık gibi) hatta sadece belirli bir sınıf için imtiyazlar tanınmış ve yönetici elitin imtiyazlarının rneşrµiyeti tarırısal bir kaynağa dayandırılarak açıklanıyorsa, orada bugünkü kapsamda laikliğin varlığında söz edilemez. Zira saydığımız gayri laik kurum ve uygulamalar kendi çağının gereği uygulamalardır. 20. yüzyılda idari, hukuki,
2 Turhan Feyzioğlu, Tıirkiye Cıımlıuriyetini11 Temel İlkelerinde Laiklik (Panel Koıııışmaları), Atatürk Araşıırma Merkezi Yayını, Ankara 1995,s. 6. 3 E., Taşdemirci, ayııı makale, s. 6 . . 4 E., Taşdemirci, ay111 makale, s. 7. 5 T., Feyzioğlu, ay111 eser, s. 6.
48
. EMİNE ALTUNAY ŞAM I TÜRK T ARİHi BOYUNCA LAİKLİK 3
eğitim ve kültürel yapıya varan laik düzen anlayışını geçmişte arayıp, bulunan veya bulunmayan·birtakım değerler nispetinde, bu toplum laiktir veya laik değildir sonu-,cuna varmanın· yaıiiış bir tarihi yaklaşım olacağı aşikardır. 6 . .
Yukarıda da söz edildiği gibi ger~k kendi tarihimiz, gerekse diğer toplumların tarihindecHnve. vicdan hürriyeti ve din dışı kaynaklarla temellenmiş hukuk sisteminin uygulanması gibi günümüz laiklik al}.layışının birtakım unsurlarıyla karşılaşmamız mümkündür. Bu örneklerle karşılaşıldığında yapılan değerlendirme, laikliğin günümüze uzanan bir aşaması olarak kabul edilebilir. Zira toplumda iç içe bütünleştiğimiz pek çok müessese gibi laiklikte, tarih boyunca-kademeli bir yol takip. ederek pek çok yapı taşını bünyesinde toplamış, günümüzdeki olgunluğuna erişmiş bir müessesedir. Dolayısıyla laiklik prensibinin topluma kazandınlması ve bir devletin· siyasi, hukuki, sosyal ve eğitim yapısında işlerliği olan temel bir ilice durumuna gelmesi, ne batıda ıie de Türkiye' de pek kolay olmamıştır.
Laiklik aslında bir batı kurumu olup, batıda uzun asırlar süren _şiddetli, hatta kanlı mücadeleler sonucu ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlığın kuru_cusu İsa Peygamber "Benim hükümdarlığım bıı dünyada değildir" ve "Sezar'zn hakkını Sezar'a veriniz" yani "dünya işler_ini krallara, imparatorlara, dünyevi liderlere bırakınız" dediği halde, kiliseler zamanla güçlendikçe, devletin temel yetkilerini ve egemenlik alanlarını devletin elinden almak istemiştir. Nitekim kilise ve imparatorlar arasında uzun asırlar süren bu mücadele sonunda kilise yenilmiş7 ve 16. yüzyıldan itibaren Avrupa'da milli egemenlik temeline dayanan bağımsız devletler brulmaya başlanmıştır.
Türk tarihine baktığımızda laikliğin birer !iŞaması olarak günümüze kadar ulaşan çok önemli uygulamalarla karşılaşırız. Gerek İslam dininin kabulünden önce, gerekse İslamiyet'in kabulüyle birlikte bazı tezatlarla karşılaşılsa bile milliyet din ve insanlık ideallerinin ahenkli bir şekilde kaynaşması ve dünya nizamı halinde yükselmesi dikkate değer bir hadisedir. Sosyal adalete bağlı milli devlet ve. demokratik cemiyet anlayışının sayesinde milletin babası sayılmakta olan Türk hükümdarları, imparatorluk devirlerinde ve İslamiyet'in kabul edildiği dönemde cihan ailesinin babası mevkiine yükselmiş ve bunu bizzat ifade etmişlerdir.8
Türkler, İslam çağında olduğu gibi şamani devrinde de ne kadar dindar ve Allah 'a inanmış ise, yabancı dinlere saygı göstermeyi de o derece kendi hakimiyet, adalet, insanlık duygularına uygun buluyorlardı. Türkler bu anlayışla Allah'ın, cihan hakimiyetini kendilerine emanet ettiğine inanıyorlar ve bu emanete saygı göstermek suretiyle de bir hanedan, bir sınıf ve zümrenin hamisi değil hüküm sürdükleri bütün kavim ve dinlerin hamisi olduklarını düşünüyorlardı. Bu sebeple Türk imparatorluklarında milliyet, din ve sınıflar arası mücadelelere rastlanmamış, adalet ve.uyum hüküm sürmüştür. Orta Asya'da kurulmuş Şamani Türk devletleri yalnız yabancı din mensuplarına sığınak ve himaye bahşetmemiş, bizzat Türkler de bu dinlere girerek türlü cemaatler halinde ve uyum içinde bir arada .yaşamışlardır, bu suretle tarihte din hürriyetine ait ilk ve en güzel örnekleri vermişlerdir. Bu uygulamalar laik yapıya uzanan yolda önemli aşamalar olarak telakki edilebilir.9
6. . . -llber Ortaylı, Jmparaıorlıığun En Uzıın Yüzyılı, lstanbul 1995, s. 154.
7 BUlent Daver. "Laiklik" Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1995, s. 14-15. 8 Osman Turan, Tiirk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Cilt 1, İstanbul, 1993, Başlangıçs. X. 9 O., Turan, aynı eser, Başlangıç s. X-Xl.
49
4 TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
Tarih sahnesine çıktıkları anlardan beri devlet kurucu olarak tanınmış olan Türklerin daha önceki devirlerinde, bilhassa Göktürklerde, Uygurlarda, Hazarlarda mevcut din ve dünya işlerini birbirinden ayırmak prensibi İslam dünyasında Selçuklular~ la birlikte ortaya çıkan yeni bir hukuki devlet anlayışıdır ki bunu imparatorluğun yükselmesini sağlayan başlıca amillerden saymak gerekir. 10 Nitekim Türklerin ·İslamiyet' e girişi ile.Türk devlet geleneğinin yanına İslamı gelenekler de katılınca, bu ikisi arasında bir aynın yapmak ihtiyacı doğmuştur. Bu andan itibaren Türk tarihinde din ve devlet işlerinin ayn tutulduğu, laik düşünce tarzının bir unsuru daha karşımıza çıkmaktadır.
Selçuklu hükümdarları kendilerini siyasi otoritenin temsilcisi olarak görmüşler ve buna gölge düşürtnek istememişlerdir. Müslümanların dini lideri sayılan Abbasi Halif~sini de dini otoritenin temsilcisi kabul etmişler ve bu sınırın dışına çıkmasına izin vermemişleridir. 11 fslam ' ın doğduğu ve yayıldığı coğrafyanın ortasında kurulan ve Abbasi hilafet merkezi Bağdat'ı kendi hakimiyet sahası içine alan Selçuklu Devleti, hilafet merkezine Türk İmparatorluğunun bir vilayeti gözü ile bakmıŞ ve sultanlar daima saygı gösterdikleri halifeyi muhterem bir vatandaş kabul etmişlerdir. ı 2
1055'te Bağdat'a giren Tuğrul Bey, halife el- Kaaim'in yıllık para ve erzak tahsisatını arttırmakla sınırlı kalarak, dünyevi meseleleri kendi üzerine almış, din ve devlet işlerini ayrı biçimde uygulamaya koymuştur. Bu uygulama çerçevesinde İslam devletinde amme hukuku yönünde önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. Buna göre, sultan ile halife, biri dünyevi, diğeri dini, iki ayrı salahiyet sahasının birbirine denk beyleri haline gelmişlerdir. Selçuklu devletindeki bu uygulama ilk defa Bıµ1hold tarafından laiklik fikri olarak işaret edilmiştir. Selçuklu hükümdarı artık "halifeye bağlı Müslüman emiri değil, saltanatın gerçek sahibi ve dünya meselelerinden sorumlu tek .idareciydi. Öyle ki, zaman zaman halifenin bizzat sultanlar tarafından tanınması gerekiy~rdu. Bundan dolayı Sultan Melikşah, imparatorluğun ilgili işleri,
sünni mezhebindeki kadılimn şer'! hükümlerine göre yürütülmekte iken, büyük bir hukukçular heyeti toplayarak, medeni hukuka aityeni hükümler getiren kanunlar çıkarabiliyordu. Sancar zamanında da durum bundan farklı değildi.
Selçuklu İmparatorluğunun parçalanmasına sebep olan kardeş mücadeleleri zamanında devletin zayıflığından faydalanarak eski dünyevi iktidarı yeniden kurmak isteyen halifelerin, Irak Selçuklulannın yıkılışında, Harezmşahlar devletinin çöküşü ve İslam ülkelerinin Moğol istilası altına düşüşünde, menfi rolleri bulunduğu aşikardır. 13 Bununla beraber Selçuklular, din ve devlet işlerinin ayıran bu uygulama ile devlet otoritesinin h.!r şeyden önemli olduğu düşüncesini yerleştirmiş ve günümüz laiklik anlayışının önemli bir basamağmı hayata geçirmişlerdir.
Osmanlı Devletinin laik olup olmadığı ise çok sık tartışılan bir konudur. Kimi araşhrmacılar laik olarak tanımlarken, kimileri teokratik bir yapı olarak ~eğerlendirir. Halbuki altı yüzyıl gibi çok uzun bir müddet varlığını korumuş bir devlet olarak Osmanlı Devleti toplumsal, idari ve hukuki bakımdan çok yönlü ve önemli yapısal değişikliklere uğramıştır. Dolayısıyla sözü edilen kurumlardaki yapıyı tü-
ıo İbrahim Kafesoğlu, Selçııklıı Tarilıi. MEB Yayını, İsıanbul, J 992, s. 81. 11 Mehmet Evsile, ~'Türkiye' de Din-Siyaset İlişkileri ve Laik Düşünce Tarzının Tarihi Boyutları"Aıaıiirk, Milli Mücadele, Cımılıııriyet, Amasya,1999. s.192-193. 12 i., Kafesoğlu, aynı eser, s. 81. 13 i., Kafesoğlu, aynı eser, s. 81-82.
50
EMiNE ALTUNAY ŞAM I TÜRK T Al'UHl BOYUNCA LAiKLİK s
müyle laiktir ya da teokratiktir biçiminde tek ve kesin bir ifade ile değerlendirmek · tarihi bilgiler ışığında çelişkilere neden olur.
Osma~lı Devleti'nde çeşitli kurumlardaki farklı uygulamalara baktığımızda, tıpkı Selçuklu Devleti'nde olduğu gibi, hem 20. yüzyıl laik anlayışının birtakım unsurlarıyla karşılaşinz hem de teokratik yapıyla özdeşleşe.n birtakım uygulamalar göze çarpar. Örneğin Osmanlı toplumı,ında, gayr-i müslim gruplara tolerans gösterilmesi bazı yazarlarca laikliğin ta kendisi olarak gösterilir. Gerçektende Osmanlı İmparatorluğu tarihte Roma İmparatorluğundan sonra dini toleransın en çok görüldüğü, üstelik bu toleransın zamana ve hükümdarın kişiliğine bakılmaksızın kurumsallaştığı bir devletti. Cemaatlerin sadece dini değil, iktisadi, adli ve eğitime ilişkin işleri de kendilerine bırakılmış, hatta ruhani liderler ve kurumlara rütbe, imtiyazlar verilmişti. Bunun sayısız kanıtları mevcuttur. Örneğin, Ermeni patriği, Musevi hahambaşısı protokolde önde gelen bir yere sahiplerdi. Yine bir başka tolerans örneği, imparatorluğun dört- bir tarafındaki manashrlann vergi ve angarya bağışıklığına sahip olmaları gibi, faaliyetlerini sürdümieleri için huzur ve güvenliklerinin sağlanması mahalli yöneticilere sık sık ihtar edilir, hatta bazı manashrlara miri hediyeler dahi gönderilirdi. 1~
Osmanlı idari teşkilahndaki bir başka uygulama ise, İslam dininin, toplum düzeni ve fertler arasındaki ilişkiler konusunda koyduğu emir ve yasaklardan oluşan şer'i hukuku temel hukuk sistemi olarak kabul etmekle birlikte, ayn bir hukuk sahası olan örfi hukuka da yer vermiş olmasıdır. ıs Prof. Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı İmparatorluğunda ş~r'i hukukun yanı sıra ayn bir hukuk sahası olarak varolan örfi hukuku, laik denilebilecek şekilde zikretmektedir. Bu hukuku yaratan etkenler, Türklerin Orta Asya' dan beri uyguladıkları örf ve adetleriyle merkezi devlet bürolarındaki salahiyet ve tecrübe sahibi amirlerin takip ettikleri idarecilik gelenek ve usullerini ve nihayet bunların hepsine birden bir şekil vermekte olan hükümdarın emir ve fermanlarının bir bütünüdür.16
Öte yandan Şer'i hukukun uygulayıcısı ve denetleyicisi olan şeyhülislam, dini otoritenin temsilcisi olarak görev yapmışhr. Şeyhülislamlar kanunlarla tanzim edilen işler· hakkında fetva verdikleri zamanlarda, "Şer'i maslahat değildir, nasıl emredilmiş ise öyle hareket etmek lazım gelir' şeklinde bir ifade kullanmışlardır. Yani kanunlarla halledilen meseleleri yüksek bir devlet işi ve siyasi bir mesele kabul ederek onları herhangi bir şekilde red ve münakaşadan kaçınmışlardır. Böylece siyasi otoritenin sının ile dini otoritenin sının birbirinden ayrılmış ve devletin yüksek menfaatleri ön planda tutulmuştur.'7 Ömer Lütfi Barkan'ın öncülük ettiği bir grup yazar, Osmanlı devlet ve toplum hayahndaki uygulamada Şer'i hükümlerden çok dünyevi otorite tarafından konulan kuralların hakim olduğunu bu nedenle Osmanlı Devleti'ne Şer'i devlet demenin pek kolay olmadığını .belirtirler. Gerçekten de Osmanlı idaresi, toplum ':'e devlet hayatının temel kurum ve ilişkilerini Şer'i mevzuattan çok örfi kanunlara göre düzenlemeyi tercih etmiştir. Osmanlı kadısı, sadece toprak düzeni ve mali konularda değil, hatta bazen aile hukukuna ilişkin sorunlarda bile şeriattan çok örf ve adet hukukuna başvunnayı tercih etmiştir. 18 Bununla beraber, Osmanlı İmparatorluğunda örfi hukukun şeklen
14 1., Ortaylı, aynı eser. s. 155.
ıs M., Evsile, aynı makale, s. 194. 16 Ömer Lütfi Bark.an, "Türkiye'de Din ve Devlet İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi",Cuın/ıurryetin 50. Yıldönilmii Semineri, Seminere Sıınıılaıı Bildiriler. Türk Tarih Kurumu Yayınlan, Ankara 1975,s. 52-53. 17 M .. Evsile, aym makale, s. 194-195-196. 18 1 .. Ortaylı, aynı eser. s. ~55-156.
51
6 TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
dahi olsa, Şer'lleşmesi gereği duyulmad~ hükmettikleri- saha vaktiyle çok geniş iken, zamanla Şer'! hukukun lehine daralmıştır. Nitekim Şer'! hükümlerin Osmanlı idaresinde örfi hukuka nispeten daha. fazla uygulanma alanı bulması ve Amme hukuku sahasında hak:iin olmaya başlaması, özellikle 17. yüzyıldan itibaren meydana gelmiştir. 19
Diğer taraftan battlı düşünürlerin ve bilim adamlarının da doğruladıkları gibi gerek İslamlar, gerekse· genel olarak Türkler ve Osmanlı Türkleri egemenlikleri altına aldıkları ülkelerdeki halkların dinlerine, dillerine, örf ve adetlerine karışmamışlar, kiliselere herhangi bir müdahalede bulunmamışlar ve yabancı kökten ve dinden gelen insanlara geniş bir din ve vicdan hürriyeti tanımışlardır. Rönesans çağı düşünürlerinden Campanella "Güneş Sitest' adlı eserinde düşünce ve inanç hürriyetine karışmayan, bilakis saygı göstefen Türkleri övmüştür. Öte yandan Osmanlı Türklerinin İspanya'da engizisyon zulmüne uğrayan Yahudileri 15. ve 16. yüzyıllarda gemiler göndererek Türkiye'ye getirdikleri, bunlara Türkiye'de yer ve iş verdikleri bilinmektedir.20
Bu uygulamalar laikliğin birer aşaması ve unsuru olarak kabul edilebilir ve Osmanlı Devleti hemen hemen 17. yüzyıla kadar çağdaşları arasında laikliğin bazı unsurlarını çeşitli sahalarda uygulamaya koymuş ve medeniyetin zirvesine ulaşmış bir devlet olarak telakki edilebilfr. Ancak bugünkü manada, laik devletin ülkenin her yanında her vatandaş için aynı mevzuatın uygulandığı merkeziyetçi bir devlet olduğu esasıyla.mukayese edildiğinde, Osmanlı Devletini laik diye tanımlayamayız. Laik devlet dini kural ve ayrımların kalktığı, kadın ve erkeğe, ayn dinden gruplara, sosyal hukuki ve idari yönden standardize edilmiş, aynı kuralların geçerli olduğu bir düzendir. Osmanlı Devleti'nde ise toplum din esasına dayanan millet denen gruplara bölünmüş, vergileri bu gruplamaya göre toplanmış, yargı düzeni ve eğitim bu anlayış içinde dini cemaat liderleri tarafından örgütlendirilerek yürütülmüştür. Öte yandan yukarıda da ifade ettiğimiz gibi dini sorunları çözmekle görevli olan şeyhülislamın klasik dönemde devlet işlerinde önemli bir rolü yoktu. Örfi hukuk alanına mü= dahale etmezlerdi. Ancak 16. yüzyıldan itibaren dinin toplum ve devletteki düzenleyici rolü de artmış, İslam dini Osmanlı toplumunda bir ideoloji ve bir şark medeniyetinin dünya görüşü olarak rolünü almıştır.21
Yine Osmanlı padişahlarının dini bir unvan olan hilafet unvanına sahip olmaları da laik anlayışla çelişen bir durumdur. Mısır seferinin en önemli neticelerinden biri hilafetin Araplardan Türklere intikali olmuştur. Yavuz Sultan Selim son Abbasi halifesi olan Mütevekkili beraberinde İstanbul'a getirip Ayasofya'da yapılan bir merasimle hilafeti ve mukaddes emanetleri devralmış, bu suretle İslam halifeliği Abbasilerden Osmanlılara geçmiştir. Esasen hilafet şartlarına göre, bu gölge sadece insanlara şamil değildi. İslam davasına sahip ve kudretli Osmanlı sultanlarınm fiilen olduğu gibi, huku.1<en de halife olmaları gerekiyordu. Böylece Selçuklular devrinde siyasi otorite sultanlara, manevi otorite de halifelere ait iken Osmanlılar saltanat ve hilafeti birleştirmekle İslam hilafet şartlarını da yerine getirmişlerdi. Bu iki makamın birleşmesi Türk-İslam kültürünü yükselmesinde Önemli bir merhale teşkil etti. Zira bundan sonra Osmanlı padişahları artık İslam dünyasınm maddi manevi rehberleri ve hamileri oldular. Kaldı ki Yavuz'un İran ve Mısır seferleri de İslam idealiyle vuku bulmuştu.22
19 ô., L., Barkan, ay111111akale, s. 52.
ıo B., Da ver, aynı makale, s. 15-16. 21 1., Ortaylı, aynı eser, s. 157. 22·o., Turan, aym eser. s. 78-79.
52
EMİNE ALTUNAY ŞAM I TÜRK TARİHİ BOYUNCA LAİIQ,İK 7
Hilafet unvanının ısrarla kullanılması Aynalı Kavak Tenkihnaroesi ile başlar. · Sonralan Kmm'ın Rusya tarafından ilhakı tanınmakla beraber, Osmanlı hükümdarları bu Müslüman ülke üzerinde hilafetin kendisine bahşettiği dini haklardan yararlanmak istemiş ve bunun Rusya tarafından tanınmasını sağlamıştır. Bundan böyle hilafet,. beynelmilel bir ruhani kurum olmuştur. 23 Öte yandan 19. yüzyıldan itibaren büyük devletler arasındaki rekabet, sömürgecilik hareketini hızlandırmış, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Kuzey Afrika'daki Osmanll topraklan da hedefseçilmiştir. 11. Abdülhamit bu tehlike karşısında, Osmanlı topraklarını muhafaza etmek ve devlet ile bağlarını pekiştirmek için halifelik nüfuzundan faydalanmıştır.
II. Abdülhamit'in tahtta bulunduğu döİıem aynı zamanda, 18. yüzyıldan itibaren dünyada toplumsal ye siyasi yapının giderek değiştiği ve Osmanlı Devleti'ni de değişmeye zorladığı bir sürecin içinde yer alır. Bu evrensel değişim, Osmanlı imparatorluğunda kaçınılmaz olarak laikleşme sürecini hızlandırmıştır. Batı kurumlarının model alınmasıyla, ıslah edilmeye çalışılan Osmanlı müesseselerindeki yapısal değişim, Tanzimat, 1. Meşrutiyet ve 11. Meşrutiyet dönemlerinde belirgin !;>içimde göze çarpar. İdari siyasi, hukuki, eğitim ve askeri teşkilat yapısındaki değişim, toplum ve devlet çatışmasını da beraberinde getirmiş oldukça sancılı bir süreçtir. Bu dönemde yapılan yeniliklerin bazıları laiklik için birer aşama olarak gösterilebilir.
Çeşitli devlet hizmetlerinde bulunan Ahmet Cevdet Paşanın, 1868 yılında Meclis-i Vala yasama ve yargı bölümlerine aynlınca, yargı bölümünün başına getirilmesi laiklik kapsamında önemli bir teşebbüstür. İlk adalet bakanı olan Ahmet Cevdet, devlette ilk kez laik mahkemelerin başlangıcım kuran yasaları hazırladı. Bu mahkemeler için Ali Paşanın Fransızlardan esinlenerek laik bir yasa getirilmesi düşüncesine karşı çıkan ulema ve bakanların başına geçerek padişahı günün gerçeklerini karşılamak üzere modernleştirilmiş İslam hukukundan çıkarılacak ilkelere dayan,dınlması görüşünü kabul ettirdi. Daha sonra da yeni yasaları çıkarmakla görevlendirilen Mecelle Komisyonu bakanlığına getirildi. 1873-1874'de eğitim bakanlığı yaptı. Yeni laik öğretim düzeninde btiyük değişiklikler gerçekleştirildi. İlk ve orta okullarda reformlar yapıldı. Öğretmen okulları yaygınlaştmldı.24 Osmanlı Devleti'nde dağılışa kadar süren yenileşme çabalarına ilişkin örnekler çoğaltılabilir. Fakat bu değişim köklü esaslı ve kalıcı bir değişim olmamış ne Tanzimat, ne I. Meşrutiyet ne de II. Meşrutiyet dönemlerinde, siyasi, sosyal, hukuki, eğitim ve kültürel kurumlarda bugünkü manada laikliğe geçilememiştir.
Atatürk İnkılabı ile birlikte Türkiye' de laiklik ve vicdan hürriyeti konusuna yeni bir yaklaşım gelmiştir. Kaldı ki 18. yüzyıldan Cumhuriyete kadar yapılan yenilikler, Osmanlı toplumunun fikir yapısını azımsanmayacak ölçüde değiştirmişti. Diğer yandan Atatürk'.ün, devamlı taklit eden Osmanlı ıslahatçılannın batı örneğine göre kurdukları Harp okulundan yetiştiğini unutmamak gerekir. Yine Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Ziya· Gökalp'i anlamadan Atatürk'ü doğru olarak anlamak onun fikri kaynaklannı anlamak zordur. Bu durumda Atatürk hareketinde Osmanlı ıslahatçılığının etkileri vardır. Fakat Atatürk Hareketi hiçbir zaman bir ıslahatçılık değildir. Çünkü Atatürk bozuk olanı tamir etmeye çalışmamış, onları kökten kaldırarak yerine yeni-lerini kurmuştur. · ·
23 i., Ortaylı, aym eser, s . . 158. 24 Sıanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorlıığu ve Modern Türkiye, Cilt Il, İstanbul 1983, s. 98-99.
53
8 TÜRK DUNYASI ARAŞTIRMALARI·
Atatürk Hareketinde en çok etkili olan 1789 Fransız İhtilalidir. Bu ihtilal sadece Atatürk'ü değil Tanzimat ve Meşrutiyet dönemindeki
Osmanlı aydınlarının çoğunu etkilemiştir. Bilhassa Fransız Laikliği, Atatürk Laikliğinde oldukça etkili olmuştur. Fakat Atatürk Laikliği Fransız Laikliğinin bir taklidi değil, Türkiye'nin tarihsel, siyasal, sosyal ve kültürel şartlarına göre şekilleQ-miş orijinal bir Iaikliktir.25
· .
Laiklik Niçin Gerekli?
Atatürk, düşünce ve bilim hayatını din kurallarının baskısından uzaklaştırıp devlet yönetiminde bilim ve aklı egemen kılmak süratle gelişmenin yegaİıe yolunun Laiklik olcl;~ğunu biliyordu. Türk toplumu içinde bu şarttı, şimdiye kadar yapılanlar yetersiz ve geçici yeniliklerdi. O şöyle demişti;
"Laik devlet, Türkiye Cumhuriyeti için bir hayat meselesidir. Çünkü Laik devlette laiklik zedelendiği taktirde milliyetçilik zedelenecektir. Milliyetçiliğin zedelenmesi bağımsızlığımızı zedeİeyecektir. Bağımsızlığımızın ve milliyetçiliğimizin zedelenmesi demokratik düzeni yok edebilir. Bu taktirde Laiklik İnkılabı önemlidif'.26 Bu halde laikliğin, millileşmek, bağımsızlığı idame ettinnek, mede,ııileşmek ve demokratlaşmak için gerekli en önemli inkılaplardan biri olduğunu söylemek mümkündür.
Laiklik milli devlete geçerken gerekli olduğu gibi, milletin sosyal yapısının sağlamlığtnı ifade eden milli birliğin kurulması ve devam ettirilmesj için de gereklidir. Hele Anadolu gibi çok çeşitli din ve mezheplere sahne olmuş bir bölgede yaşayan bir millet için Laik düzen daha çok gereklidir. Bunun için din konusunda her tilılil zihniyet ve tutumlara rağmen bizi uzlaştıracak ve Türk olmanın şuurunda birleştirecek değer, vicdan hürriyeti ve bunun siyasi bayatta en berrak ve en kesin ifadesi olan Laikli)ctir. Vicdan hürriyetinin toplumun vicdanında yerleşmesi, Laik eğitimin millet ölçüsünde başarıya ulaşmasıyla mümkündür. Kısaca, mjllf devleti ayakta tutmanın en kolay·yolu milli birliği sağlamaktır. Milli birliği sağlamak içinde Laik düzeni korumak şarttır.
Türk İnkılabının temel amaçlarından biri de, Türk Milletini çağ<laş medeniyete ortak etmektir. Çağdaş medeniyetin dayançiığı temel ilkeler, akıl, felsefe, bilim ve tekniktir. Atatürk İnkılabının genel karakterine bakıldığında, toplumun radikal değişmelere uğratılması için, bu değişmelere uygun ortamı önce insan kafasında oluşturmak olduğunu anlamakta gecikmiyoruz. İşte Atatürk'ün çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkılması şeklindeki· direktifinin gerçekleşmesi için sadece maddi değişikliklerin yeterli olmadığını görüyoruz. Bunları toplum hayatında bilinçli kullanabilmek için yani taklitten kurtarabilmek için düşünce yapısının da değişmesi gerekir. Çünkü, "zihin yapısma ilişmeden hiçbir toplumdan, hiçbir önemli yenilik beklenemez."
Toplumda milli birlik, bağımsızlık, çağdaş medeniyete ulaşma gibi hayati değerlerin teşekkülü ve devamı için temel bir ilke olan Laiklik, liberal demokrasinin gelişmesinde de önemli bir rol oynamıştır. Din ve devlet ayrılığı fertlere birçok hak ve hürriyetler getirmiştir. Btlnun için Laiklik, demokratik düzene geçerken gerÇekleştirilmesi gereken en önemli şartlardan biridir.27
25 E., Taşdemirci, aym makale, s. 16. 26 Reşat Kaynar, Türkiye Cumlıııriyetinin Temel İlkelerinden Laiklik (Panel Konuşmaları), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998,s. 18. 27 E., Taşdemirci, aym makale, s. 17-18, 20-21.
54
EMİNE ALTUNAY ŞAM I TÜRK0
T ARİHİ BOYUNCA LAİKLİK 9
Laikliğin Türk milli mücadele hareketi içindeki tarihi ise, TBMM kadar eskidir. TBMM'nin 24 Nisan 1920'de çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanununun 1. Maddesine çok kısa bir süre sonra bir fıkra eklenmiştir "din uğruna din yoluyla devlet güvenliğini ihlal etmek ve vatandaş arasma fesat ve nifak sokmak da vatan hainliğidir" bu açıklama, Atatürk'ün din sömürücülüğüne ne kadar karşı çıktığını, dinin devlet ve fert üzerindeki baskısını kaldırmak adına ne kadar önemli bir adım attığını gözler önüne ~~rmektedir.28 Atatürk yine bu hassas konuda, "Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanı11m emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyorıız"19 demiştir.
Atatürk bir başka ifadesinde de "Laiklik yalmz din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir, Bütün vatandaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir' diyerek laikliğin bir başka j:ıoyutunu vurgulamıştır. Laikliği İslarniyet'e karşı kullanmak isteyenlere karşı da "Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücüliikle mücadele kapısım.açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanım temin etmiştir" diyerek ikazda bulunmuştur.30
Hepimizin bildiği üzere İslam dini orijinal şekli ile hıem akla, hem ilme, hem de terakkiye açık bir dindir. Ne var ki müteakip yüzyıllarda, din esaslarına aykırı, birtakım dar yorumcular bu dinin bu niteliğini adete saptırmışlardır ve hepimizin bildiği üzere Türk İslam dünyası 12. yüzyılda fıkir ve düşüncenin doruğuna ulaşmışken giderek batı karşısında bu üstünlüğünü kaybetmiştir. Bunda İslam dinini esas özünden saptıran istismarcıların da hiç şüphesiz payı vardır. Osmanlı Pevleti ise böyle bir ortamda "hasta adam" durumuna düşmüştür.31
Laikliğin dinsizlik olduğu propagandasını yaymaya çalışanların görüşlerinin aksine, gerçek din hürriyeti anc!ik laik bir devlette gerçekleşebilir. Çünkü ancak böyle bir devlette . kişiler, hiçbir zorlama olmadan dinlerini seçebilirler ve bu dinlerin gereklerini diledikleri ölçüde yerine getirebilir veya getirmezler. Birtakım iddiaların aksine, laik devlet vicdanları baskı altu~a almaz, tam tersine, vicdanları hukuki ve sosyal baskılardan kurtararak, vicdan hürriyetini gerçekleştirir. Türk laikliğinin mimarı Atatürk, aynı zamanda İslam dininin özünü çok iyi kavramış ve İslam'ın gelişen ve değişen dünya düzenine en uygun, akıl ve bilime en yatkın din olduğunu anlamış bir liderdir. Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu 1995 yılında yapılan biı laiklik panelinde yaptığı konuşmada şu anekdotu iletmiştir;
"Çok değerli merhum Yaşar Nabi '11i11 .Bosna 'da görüştüğü 80 yaşlarında bir din adamından naklettiği şu sözleri hatırlatmak istiyorıım: "Hiçbir din adamı İslamlığg Mustafa Kemal kadar hizmet etmemiştir. "32 Bu sözler, Atatürk'ün İslam dini ve laiklik arasında nasıl bir köprü kurduğunu ortaya koymak açısından çok önemlidir.
Atatürk'ün önderliğinde mücadele başarıya ulaşmasa idi, bugün ezan seslerinin hiç duyulmaz hale gelmiş olacağı, kim bilir hangi emperyalizmin hangi düşmanın yok etmeye çalıştığı topraklarda, kimliğimizi kaybetmiş bir şekilde, belirsiz varlığımızı devam ettinneye çalışacaktık.
28 Giritli, Türkiye Cwıılıııriyeti İlkel~riııden Laiklik (Panel Komışnıabrı), s. 13.
29 Ergun Özbudun, Türkiye Cıınılıııriyeti İlkeleriııdeıı Laiklik (Panel Koııışma/arı). s. 28.
30 . M., Evsile, aym eser, s. 191.
31 Giritli, ayııı eser. s. 9:10.
32 T ., Feyzioğlu, ayııı eser, s. 8.
55
10 TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
Nitekim bütün İslam dünyası içinde, akıl, bilim ve aydınlanma yoluna tam olarak girebilmiş, çağın gereklerine uyarak sosyal, hukuki, eğitim düzenini ve devleti laikleştirmek cesaret ve basiretini gösterebilmiş tek ülke Türkiye'dir. Bunu Atatürk'e ve onun dava arkadaşlarıyla birlikte gerçekleştirdiği atılımlara borçluyuz.
Türkiye'de Laiklik İlkesinin Uygulanma Esasları
Türkiye Cumhuriyeti döneminde uygulanan laiklik, geniş ölçüde dip hürriyetine saygı göstermiştir. Laiklik her ne kadar din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek ise de Laikliğin korunması için devlet, din işleriİıe müdahale etmek zorundadır. Ç~ devlet farklı inançtaki kimselerin birbirlerinin inançlarına saldırmalarını önlemekle görevlidir. Bir de dinin devletin laik nizamını bozucu faaliyetlerine karşı olarak din i~lerine karışmak zorundadır. Yani devletin laik yapısını değiştirmeye yönelik dini davranışlara fırsat vermemek amacıyla, devlet ister istemez din işlerin(! kanşmaktadır.33 .
Laikliğin devlet teşkilatına yerleşmesiyle birlikte Türkiye' de din ile ilgili kurumlar devlet teşkilatı içinde yer aldılar. Bunun nedenlerinden birisi İslam dininin kendi mahiyetidir. Çünkü İslam dininin kurucusu olan Hz. Muhammed hem dinin yayıcısı hem de İslam Devletinin kurucusudur. Yani dini hazır devlete gelmedi, yeni bir devletin kurulmasını sağladı.
İkinci neden, Türkiye'nin sosyal, siyasal, kültürel ve tarihi şartlarının, devletten bağımsız dini kuruluşları~ kurulmasına uygun olmamasıdır. Böyle kuruluşların devlet içinde devlet gibi hareket etmesi ihtimalinin bulunmasıdır. Oysa Türk yönetim biçimi, liberal demokrasilerin aksine, merkezden yönetim biçimidir. Cumhuriyetin kurulmasıyla merkezden yönetim biçimi daha da pekiştirilmiştir. O dönemde Türkiye'nin şartlan yerinden yönetime ve "iradi demek" tipi cemiyetlerin kurulmasına uygun değildir. Bu sadece dini cemiyetler için değil her türlü cemiyet için söz· konusudur. Bundan dolayı Türk hukuk sisteminde dini cemiyetlerin kurulması yasaktır.34
Türk laikliğinde devletin dine müdahale etmesinin önemli bir nedeni de Türkiye' de daha Osmanlılar döneminden bu yana, yeniliklerin yürütülmesi işini devletin yüklenmiş olmasıdır. Bunların başında çağdaş medeniyete geçiş gelir. Cumhuriyet devrinde de Türk İnkılabı aynı şekilde devlet tarafından yürütülmektedir. Bunun en önemli nedeni ise toplumun düşünce yapısının henüz bİ.ı değişiklikleri kolaylıkla benimseme seviyesinde olmamasıdır. ·Dini cemiyetler ellerine fırsat geçirdikleri anda asli görevlerini bırakıp, devletin düzeniyle uğraşmaya başlarlar. Bunun en iyi örne-
. ğini doğu isyanında tekke ve zaviyeler vermişti. Özetle, laikliğe aykırı davranışları kolaylıkla denetim altına alma ihtiyacı devletin dine müdahalesini gerekli kılmıştır.35
Şer'iye ve Evkaf Vekaletini kaldıran 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunun 1. Maddesi ile İslam dininin itikat ve ibadete dair bütün ahkam ve işleri ve dini müesseselerin idaresi için bir Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş ve bu kurumun Başbakanlığa bağlı kalacağı belirtilmiştir. Dini inanç ve kanaatini temel hak ve hürriyetler arasında ilan eden, ibadet ve dini törenlerin serbestliğini teminat altına alan yeni anayasamız, sosyal bir müessese olarak dinin taşıdığı önemi dikkate alarak "Diyanet İşleri Başkanlığı"adlı kuruluşun daha önce de olduğu gibi genel ida-
33 E., Taşdemirci, aynı makale, s. 26. 34 E., Taşdemirci, aynı makale, s. 28·29. 35
E., Taşdemirci, aynı yer.
56
EMİNE ALTUNAY ŞAM I TÜRI<T ARİHİ BOYUNCA LAİKLİK 11
re içinde yer almasını tabii ve zorunlu görmüştür. Bu kuruluşun bir dini niteliği ve üstünlüğü yoktur, ancak devletin dinle ilgili idari görevlerini yerine getirmekle vazifelidir.36
Türkiye'de batıya körü körüne uymak adına hareket edenler Diyanet işlerinin kurulmuş olmasını ve anayasanın 24. maddesinde açıkça ifade edil!J)iŞ olan din kültürü ve ahlak öğretiminin yer almış olmasını laikliğe aykırı görmekte hatta daha da büyütüp Türkiye' de laiklik yoktur demektedir. Bu da çok dar. ve çok şekilci bir yorumdur. Halbuki Atatürk laikliği batının model alındığı fakat körü körüne taklit edilmediği, Türkiye'nin özüne kimliğine tamamıyla uygun bir laikliktir.37
Laikliğin demokrasinin temel taşı ve cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olduğundan söz ettik. Milli mücadelenin başarıya ulaşmasından sonra yapılan inkılapların pek çoğu da laiklik ilkesiyle iç içe olan inkılaplardır. Bu doğrultuda kabul edilen kanunları şöyle sıralamak mümkündür:
1- Saltanatın Kaldırılması.
2- Cumhuriyetin İlanı. _3- Halifeliğin Kaldırılması.
4- Şapka giyme ve giyilmesi hakkındaki kanun. 5- Türbe ,zaviye ve tekkelerin kapatılması. 6- Medeni kanun ve medeni nikah ile ilgili bütün hükümler .
. 7- Saatın batı esaslarına göre kabul edilmesi. 8- Beynelminel rakamların kabulü. 9- Türk harflerinin kabulü. l O- Kılık Kıyafet Kanunu.
Bunlar hep laiklik kanunlarıdır. Laiklik 1937 yılında yapılan bir düzenleme ile Türkiye Cumhuriyeti anayasasına girmiştir. Diğer taraftan 1982 Anayasasının 174. Maddesinde "İnkılap Kanunlarının Korunması" başlığı altında, sözünü ettiğimiz kanunlardan sekizi sayılmış ve bunların amacının "çağdaş uygarlığa ulaşma ve Türk toplumunun laiklik niteliğini konana" olduğu da vlİrgulanmıştır.38
Anayasamızın 2. ve 4. maddelerine göre, laiklik Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ve vazgeçilmez niteliklerinden biridir. Din h.mallarına dayalı bir devlette, tıpkı aşırı solda veya aşırı sağdaki bütün totaliter rejimlerde olduğu gibi, yöneticiler kendilerini tek ve değişmez gerçeğin temsilcisi saydıkları için, düşünce özgürlüğünden ve gerçek demokrasiden söz edilemez. Şu halde, teokratik olmayan, laik bir devlet yapısı demokrasinin de ön şartıdır.
1982 anayasasında yer alan laiklik ilkesine dair unsurlara biraz daha açıklık getirecek olursak bu ilkenin Türk toplumuna kazandırdığı değerleri bir kez daha hatırlatmış olacağız;
1- Din ve vicdan hürriyeti. 2- Resmi bir devlet dininin bulunmaması (laik ·devlet, belli bir dinin kurallarını
vatandaşlara benimsetmek ve uygulamak için zorlayıcı kurallar koymaz). Madde 24, Fıkra 3. .
3- Devletin din ve mezhepleri ne olursa olsun yurttaşlara eşiıt işlem yapmasıdır.
36 Hamza Eroğlu, Atatiirkçiiliik, Ankara,1981, s. 147. 37 a· · ı · 12. mı ı, aynı eser. s. . 38
Giritli, aynı eser, s. 11.
57.
12 TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
4- Laikliğin 4. ve önemli bir unsuru devlet yönetiminin din kurallarına göre değil, toplum ihtiyaçlarına, akla, bilime, bayatın gerçeklerine göre yürütülmesidir, dirile devletin ayrılmasıdır. Madde 24, Fıkra 5.
5- Eğitimin laik, akılcı ve çağdaş esaslara gore düzenlenmesi "Tevhid-i Tedrisat" (Öğretim Birliği) ilkesi laikliğin ayrılmaz bir parçasıdır.39
Türkiye Cunilıuriyeti Devleti ve Milleti'nin varlığı, gücü ve idamesi için bu hayati değerlerden asla taviz verilmemelidir. Laik devletten, laik hukuktan, çağdaş eğitimden uzaklaşmanın nasıl bir felaket olacağını görmek için geçmişimizde~ çözülmelere ve çevremizde olup bitenlere bakmamız yeterli ... Teokratik bir dikta rejimin ve çağdaş bağnazlığın, eline geçirdiği ülkeyi nasıl karanlığa sürüklediği gözler önündedir. 'Laikliğe ve çağdaşlaşmaya düşman teokratik bir dikta rejiminin, yalnız uygulandığı ülkeye değil, İslamiyet'e de ne büyük zararlar verdiğini görmemek için kör olmak gerekir.40 Atatürk laikliği yerleştirerek ülkeyi şu tehlikelerden korumayı hedeflemiştir;
Ümmetçilik anlayışını kaldınnak, şeriat silahını kullanmak suretiyle devleti eline geçirme yoluna sapanların, din silahı ile üstünlük sağlamalarını yok etınek.41 Buna bağlı olarak laikliğin tahrip edilmesini önleyecek ve irticanın hortlamasını giderecek en önemli· silah laiklik politikasıdır. Atatürk büyük nutkunda laikliği muhafaza edebilmek hususunda şöyle demiştir;
"Beşeriyette, din /ıak/andaki ihtisas ve vukuf, her türlii hurafelerde11 sıyrılarak, hakiki ilim ve teknoloji ışıkları ile musaffa ve miikenımel oluncaya kadar, dfo oyıı11u aktörlerine lıer yerde tesadiif olunacaktır. "42
Nitekim bugün de paralarıyla, açık ve gizli örgütleriyle Atatürk'ü ve eserini yıkmaya çalışanlar var. Buna imkan verilmemelidir. Herkes inanmalıdır ki, dıştaki ve içteki laik ve demokratik cumhuriyet düşmanları aradıkları fırsatı bulamayacaklardır. Atatürk gelecekten kaygı duyanlara bir gün "Korkmaym .... Mustafa Kemaller 20 yaşında demişti. Şimdi lıer yaşta milyonlarca Türk, onun emanet ettiği laik cunılıuriyeti özgürliik ve demokrasi içinde konıyııp yaşatmak için nöbettedirler'~3 demiştir. Toplumdaki bireyler, ancak temelinde bu ilkenin varolduğu bir devlet düzeni içinde, gerçek anlamda özgürce düşünebilir, inanabilir ve üretebilirler ki bunlar doğası gereği insanın en temel haklarıdır. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olarak bu en temel hakkımızı kullanabilmek için de laiklik, her birimiz için bir hayat felsefesi ve yaşam biçimi olmalıdır. İnsana insanca yaşama hakkını bahşeden, bu ilke aynı zamanda millet ve devlet olarak daima güçlü olabilme ve varlığımızı idame ettirebilmenin en önemli vasıtası olup, cumhuriyet rejimi ile bütünleşmiş olan laiklik ilkesinin daima korunması bir vatandaşlık görevidir.
39 T., Feyzioğlu, ay111 eser, s. 6, 7, 8.
40 T., Feyzioğlu, ay111 eser, s. 4.
41 R., Kaynar, ayııı eser, s. 19.
4' - R., Kaynar, ayııı eser, s. 19. 43
T., Feyzioğlu, ayııı eser, s. 9.
58