temel ekonomi - Özgür toplumun...

34
Temel Ekonomi Temel Ekonomi James D. Gwartney Richard L. Stroup Çeviri: Yıldıray Arslan Not: Okuyacağınız bölümler elinizdeki CD için seçilmiş bölümlerdir. Eserin tamamı Liberte Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılmıştır. Okuyacağınız tüm kısımlar orijinal Türkçe basımdan alınmıştır.

Upload: others

Post on 16-Jan-2020

25 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Temel Ekonomi

Temel Ekonomi

James D. Gwartney

Richard L. Stroup

Çeviri: Yıldıray Arslan

Not: Okuyacağınız bölümler elinizdeki CD için seçilmiş bölümlerdir.

Eserin tamamı Liberte Yayınları tarafından Türkçe’ye

kazandırılmıştır. Okuyacağınız tüm kısımlar orijinal Türkçe basımdan

alınmıştır.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

İçindekiler

Takdim

Ekonominin On Temel Unsuru / 1

İktisadî Gelişmenin Yedi Ana Kaynağı / 25

Ekonomik Gelişme ve Devletin Rolü / 59

Temel Ekonomi

Atilla Yayla

Ankara 23.01.2004

Takdim

Bilindiği üzere, ekonomiyle ilgili kitaplar, genelde, teferruata

ilişkin bilgi ve verilerle lüzumsuz yere kalabalıklaştırılan ve bu

yüzden de hem okunmaları hem de anlaşılmaları güç olan

eserlerdir. Bu, iktisat bilimi gibi sosyal bilimler arasında ayağı

yere en fazla basan bir düşünce dalı için hem şaşırtıcı, hem de

zararlıdır.

İktisadi konular aslında çok daha basit bir şekilde anlatı-

labilecek özelliktedir. Temel Ekonomi, Türkiye'de şimdiye kadar

yayınlanmış iktisat kitapları arasında anlatım ve kapsam

bakımından eşsiz bir yer işgal ettiğini önceki iki baskısına

okuyucuların gösterdiği yoğun ilgiyle ve okuyanlar üzerinde

bıraktığı tesirle kanıtlayan bir eser olarak Türk okuyucusuyla

yeniden buluşuyor. Temel Ekonomi, aynı zamanda, iktisatçılarda

zaman zaman görülen böbürlenme ve yapabileceklerini abartma

eğiliminin yanlışlığını ve zararlarını da sergiliyor.

En iyi iktisatçıların bile sade insanların iktisadi davranış-

larıyla ortaya çıkan kurumlar ve kurallardan daha iyisini yapması

mümkün değildir. Bu yüzden, iktisatçıların ilk görevi iktisadi

hayatın bizzat kendisine saygı göstermektir. Temel Ekonomi hem

iktisadın özünü ve hem de iktisatçıların neden mütevazı olması

gerektiğini çok veciz biçimde ortaya koymaktadır.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

BİRİNCİ BÖLÜM

Ekonominin On Temel

Unsuru

Temel Ekonomi

Ekonominin On Temel Unsuru

1- İktisadî davranışlarda müşevvikler çok önemlidir.

2- Hiçbir şey bedava değildir. Her şeyin bir bedeli vardır.

3- Gönüllü mübadele iktisadî gelişmeyi hızlandırır.

4- Ticarî işlemlerin maliyetleri mübadelenin önünde bir engeldir. Bu engelin ortadan kaldırılması, iktisadî gelişmeyi hızlandırır.

5- Reel gelirdeki artışlar üretimdeki gerçek artışlara bağlıdır.

6- Gelir artışının kaynakları şunlardır:

a) İşgücünün vasıflarının gelişmesi

b) Sermaye birikimi

c) Teknolojik ilerleme

d) Daha iyi bir iktisadî organizasyon.

7- Gelir başkalarına yapılan hizmetlerin karşılığıdır. İnsanlar diğer insanlara onların talep ettikleri mal ve hizmetleri sunarak gelir elde ederler.

8- Kâr arayışı, firmaları zenginlik ve refahı artıracak faaliyetlere yöneltir.

9- Görünmeyen el ilkesi –piyasa fiyatları- kişisel çıkarlarla toplumsal refah arasında ahenk sağlar.

10- İktisadî kararların yan etkilerinin ve uzun dönemli sonuçlarının hesaba katılmaması iktisatta hataların en yaygın kaynağıdır.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

1- İktisadî Davranışlarda Müşevvikler* Çok Önemlidir

Tüm iktisat teorisi, motivasyonlardaki değişmelerin insan

davranışlarını da önceden tahmin edilebilen bir doğrultuda

değiştirebileceği varsayımına dayanır. Bu çerçevede, şahsî

kazanç ve maliyetle ilgili beklentiler yapılacak tercihleri

etkiler. İnsanların, kazançlarını arttıran seçeneğe yöneleceğini,

şahsî maliyetleri yükselten seçeneklerden kaçacağını

görebiliriz.

İktisadın bu temel olgusu son derece geçerli ve güçlü bir

analiz aracıdır. Şahsî çıkar, piyasa faaliyetlerinden siyasal se-

çimlere kadar, hayatımızı yakından ilgilendiren konularda son

derece etkili bir faktördür.

Bu prensip gereği, piyasada bir malın fiyatı yükseldiğinde,

onu üretenler eskisine oranla daha fazla kâr elde etme fırsatı

buldukları için üretimlerini artırırlarken, tüketiciler alımlarını

azaltırlar. O hâlde, ne satıcılar ne de alıcılar kazanç imkânla-

rına ilgisiz kalırlar. Piyasa fiyatları her iki tarafın (alıcıların ve

satıcıların) çıkarlarını çakıştırır. Alıcıların satın almak istediği

miktar, satıcıların piyasaya sunmaya hazır oldukları miktarı

aştığı takdirde fiyat yükselir. Yükselen fiyat, tüketimi caydı-

rırken üretimi teşvik eder ve böylece arz ve talep miktarlarını

denkleştirir. Aynı şekilde, tüketiciler üretilen malların tümünü

almaya yanaşmazlarsa, stoklar artar ve fiyatlar zorunlu olarak

düşer. Fiyatların düşmesi ise, tüketimi teşvik ederken,

üretimin, tüketicilerin talep ettikleri miktarla eşitleninceye

kadar kısılmasına sebep olur. Görüldüğü gibi, piyasayı

çalıştıran şey, gerek alıcıların gerekse satıcıların şahsî kazanç

beklentilerindeki değişmelere paralel olarak tutumlarını

değiştirmeleridir. Kuşkusuz, bu mekanizma bir anda işlemez.

Alıcıların fiyatlardaki değişmeye tam olarak cevap

* Müşevvik, teşvik eden demektir. Maalesef tam bir Türkçe karşılığı yoktur

(ç.n.).

Temel Ekonomi

verebilmeleri belirli bir sürenin geçmesini gerektirir. Aynı

şekilde, üreticilerin, fiyatların yükselmesi durumunda

üretimlerini artırmaları veya fiyatların düşmesi karşısında

üretimlerini kısmaları belli bir gecikmeyle gerçekleşir. Buna

rağmen, sonuç değişmez: Piyasa fiyatları alıcıların ve

satıcıların davranışlarını koordine eder ve uyumlulaştırır.

Alıcı ve satıcıların, 1970’li yıllarda, yükselen petrol

fiyatları karşısındaki tutumları bu konuda iyi bir örnektir. O

tarihlerde, petrol fiyatları yükselince, tüketiciler, zorunlu

olmayan seyahatlerini iptal etmenin yanı sıra, daha küçük ve

daha az benzin tüketen otomobilleri tercih etmişlerdir. Diğer

taraftan, petrol üreticileri de, daha fazla kuyu açmaya,

kuyulardan daha çok petrol çekmeye ve yeni petrol alanları

araştırmaya başlamışlardır. Bu faktörler, 1980’li yılların

başlarında, ham petrol fiyatlarını aşağıya çekmiştir.

Şahsî çıkarları kollama konusundaki motivasyon siyasî

tercihleri de etkiler. Şöyle ki, bir süpermarket müşterisi aynı

zamanda siyasî alternatiflerin de müşterisidir. Seçimlerde oy

kullananlar, kendi çıkarlarına en fazla katkıda bulunacağını

düşündükleri politikaları ve adayları desteklerler. Sağlayacak-

ları kazançlara oranla katlanacakları maliyeti artıran politik

seçeneklere ise, muhalefet ederler.

İktisadî hayatta müşevviklerin merkezî rol oynaması, kapi-

talist sistemde olduğu kadar sosyalist sistemde de geçerlidir.

Örneğin, Sovyetler Birliği’nde cam fabrikası yöneticileri ve

işçileri ürettikleri camın ağırlığına göre ödüllendirildiğinde,

üretim ağırlık cinsinden artmış, ancak, üretilen camlar say-

damlığını kaybedecek kadar kalın hâle gelmiştir. Üretimde

ödül ölçüsü ağırlıktan yüzölçümüne dönüştürüldüğünde ise,

üretilen cam tabakaları küçük bir sarsıntıda kırılacak kadar

incelmiştir. Görüldüğü gibi, şahsî kazanç beklentilerindeki

değişmeler her iktisadî organizasyon tipinde üretim

faaliyetlerini etkileyebilmekte, ancak, üretimin tüketici

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

kitlesinin tercihleriyle sınava tâbi tutulmadığı sistemlerde son

derece garip sonuçlarla karşılaşılabilmektedir.

Bazılarına göre iktisadî analiz sadece bencil ve açgözlü

materyalist insanların davranışlarını açıklamaya yarar. Bu görüş

hatalıdır. İnsanlar, bazıları bencilce olan, bazıları bencilce

olmayan çeşitli motivasyonların etkisiyle hareket ederler. Ancak,

iktisadın temel varsayımı bencil olan insanlar kadar altruist

(diğerkâm) olanlar için de geçerlidir. Çünkü, her iki insan tipinin

de yapacağı tercihler, şahsî kazanç ve maliyet beklentilerinden

etkilenir. Örneğin, bencil olsun altruist olsun, insanların havuza

düşmüş yüzme bilmeyen bir çocuğa yardım etmeleri doğaldır.

Oysa, aynı insanlar hızla akıp giden bir nehre düşmüş bir kimseyi

kurtarmak söz konusu olduğunda daha çekingendir. Aynı şekilde,

insanların, ne kadar altruist olurlarsa olsunlar, yoksul bir insana

en iyi elbiselerini vermeleri ihtimali zayıftır. Başka bir ifadeyle,

farklı derecelerde de olsa, insan davranışlarının temelindeki

baskın unsur, daima, şahsî çıkar duygusudur.

2- Hiçbir Şey Bedava Değildir. Her Şeyin Bir Bedeli Vardır.

Yeryüzündeki üretimde kullanılabilecek kaynakların kıtlığına

karşılık, insanların mal ve hizmet talebindeki sınırsızlık hayatın

bir gerçeğidir. İstediğimiz her şeye istediğimiz miktarda sahip

olamayacağımızdan, değişik alternatifler arasında tercihler

yapmaya mecbur kalırız. Sözgelişi, bir alışveriş merkezi inşa

etmek istediğimizde başka ihtiyaçlarımızın karşılanmasına ya-

rayan malların üretimi için de kullanılabilecek kaynakları kul-

lanmak zorunda kalırız. O hâlde, kıt kaynakları kullanmanın her

zaman bir maliyeti vardır. Bu örnekte, inşa ettiğimiz alışveriş

merkezinin maliyeti, üretimleri için gerekli olan kaynaklardan

mahrum bırakılan başka üretim dallarında elde edilebilecek en

yüksek değerdeki mal ve hizmetlerin toplam değeridir.

Temel Ekonomi

Maliyet kavramının iktisadî hayatta hayatî bir fonksiyonu

vardır. Onun sayesinde, herhangi bir maldan daha fazla üretmek

istediğimizde, başka bir malın üretimini zorunlu olarak

sınırlamak gerektiğini sürekli göz önüne alırız. Maliyeti ihmâl

ettiğimiz takdirde, daha az ihtiyaç duyduğumuz, yani

diğerlerine oranla daha az değer verdiğimiz malların üretiminde

aşırıya kaçarak kıt kaynaklarımızı israf ederiz. Bu yüzden,

ekonomide maliyet olgusunu gözetmek demek, ülkenin üretim

güçlerinin hangi sahada daha faydalı olacağını düşünmek

demektir.

Piyasa ekonomisinde tüketici talebi ile üretici maliyetinin

birbirini dengeleme fonksiyonu vardır. Özünde, bir mala olan

talep, firmaları o malın üretimine çağıran bir ses olarak al-

gılanmalıdır. Bu sesi duyan üreticilerde maliyetlerinden daha

yüksek fiyattan satılabilecek malların üretimini artırma arzusu

uyanır. Yani, üreticiler, tüketicilerin maliyetinden yüksek fiyatı

ödemeye hazır oldukları malların üretimine yönelirler.

Kuşkusuz, bedelini başkaları ödediği takdirde herhangi bir

kişinin bir malı bedava elde etmesi de mümkündür. Ne var ki,

bedavacılık, maliyet olgusunu hiçbir zaman ortadan

kaldıramaz, sadece onu başka kimselere yükler.

Politikacılar sık sık parasız eğitim, sağlık hizmeti ve konut

imkânları vaat eder dururlar. Oysa bu hizmetlerin hiçbiri bedava

değildir. Çünkü bunların sağlanabilmesi için kıt kaynaklar

kullanılır. Sözgelişi, eğitim için gerekli bina, işgücü vb.

kaynaklar daha fazla yiyecek ve giyecek üretiminde de kulla-

nılabilir. O hâlde, eğitimin maliyeti kullandığı kaynaklar yü-

zünden üretimi azalan veya yapılamayan mal ve hizmetlerin

toplam değerine eşittir. Bu yüzden, hükümetler, sadece, maliyeti

yüklenecek kimseleri/kesimleri belirleyebilirler. Fakat, toplum

olarak maliyetten kaçmamız mümkün değildir. Başka bir

deyişle, bazı insanların bedelini ödemeden sahip olabileceği mal

ve hizmetlerin bedelini mutlaka başkaları öderler.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

3- Gönüllü Mübadele İktisadî Gelişmeyi Hızlandırır.

Ticaretin temel saiki, taraflar arasında karşılıklı kazanç imkâ-

nını artırmasıdır. Piyasada ticaret yapmanın ardındaki temel

motivasyon şu cümle ile özetlenebilir: “Benim istediğim şeyi

yaparsan ben de senin istediğini yaparım”. Ticaret, tarafların

tümüne arzu ettikleri şeylere daha fazla sahip olma imkânı

sağladığı için son derece verimli bir faaliyet dalıdır.

Ticareti verimli kılan, yani ticaretin halkın refahını artır-

masına imkân sağlayan üç temel olgu vardır. Birincisi, ticare-

tin mal ve hizmetleri onlara en fazla değer verenlere yöneltme-

sidir. Mallar ve hizmetler ancak ona değer veren insanların

elinde bir servet kalemi hâline gelir. Bilgileri, tercihleri ve

hedefleri birbirinden farklı olduğundan, insanlardan birisi için

değer ifade etmeyen bir şey başkası için önemli olabilir.

Örneğin, bir müzisyen için hiçbir değer taşımayan bir elek-

tronik kitabı, bir mühendisin gözünde milyonlarca lira kıy-

metinde olabilir. Aynı şekilde, mühendisin değer vermediği bir

müzik aleti de müzisyenin gözünde çok değer taşıyabilir. O

hâlde, elektronik kitabını mühendise, müzik aletini de mü-

zisyene yönelten bir mübadele her iki malın da değerini artırır.

Başka bir ifadeyle, mübadele, malları az değer verenlerden

çok değer verenlere geçirerek mübadeleye taraf olanların ve

sonuçta tüm toplumun refahını artırır.

İkinci neden, ticaretin tarafları en iyi üretebildikleri

malların üretiminde uzmanlaştırarak karşılıklı kazanç

imkânlarını çoğaltmasıdır. Uzmanlaşmanın toplam üretimi

artırmak gibi bir etkisi vardır. Fertler, bölgeler ve ülkeler

düşük maliyetle üretebildikleri mal ve hizmetlerin üretiminde

uzmanlaşarak daha fazla üretim yapabilirler. Bu sayede artan

satış hasılatlarıyla ancak çok yüksek maliyetle üretebilecekleri

malları daha ucuza satın alabilme imkânına kavuşurlar.

İktisatta bu olay “mukayeseli üstünlük” ilkesi adıyla anılır.

Temel Ekonomi

Ticaretin ve uzmanlaşmanın tarafların kazancını artırma

özelliği, her sağduyu sahibinin kolayca anlayabileceği bir şey-

dir. Bir elektrikçi kazancını, gıda, giyecek, otomobil vs. gibi

kendisinin üretiminde yeterli beceriye sahip olamadığı yüz-

lerce malı satın almak için harcar. Aynı şekilde, ticaret sa-

yesinde şarap üretiminde uzmanlaşmış Fransız köylüsü,

kendisinin daha yüksek maliyetle üretebileceği Brezilya kah-

vesini Brezilyalı kahve üreticisi de Brezilya’da üretilmesi

pahalıya patlayacak Fransız şarabını daha ucuza satın alabilir.

Böylece, ticaret sayesinde hem toplam üretimin hem de ticaret

yapan tarafların kazançlarının arttığı görülür.

Üçüncü neden, serbest ticaretin bir yandan işbölümünü

artırırken, öte yandan da büyük ölçekli üretimin gerektireceği

tekniklerin kullanılmasına ve maliyetlerin düşürülmesine

imkân vererek kazancımızı artırmasıdır. Ticaretin olmaması

hâlinde üretim faaliyeti aile seviyesine geriler. Bu durumda

ancak kendi kendine yeterlilik esasına dayanan küçük çaplı bir

üretim söz konusu olabilir. Oysa ticaret, üretimin çok daha

geniş boyutlu pazarlara göre yapılmasını sağlayarak,

birbirinden bağımsız uzmanlaşmış işlemler dizisinden oluşan

verimli üretim tekniklerini kullanmayı mümkün kılarak,

çalışan işçi başına muazzam üretim artışları sağlar.

İktisat biliminin kurucusu Adam Smith, bundan 200 yıl

önce işbölümünden doğan kazancın önemini vurgulamıştır.

Smith bir toplu iğne imalatçısının yaptığı şeyleri gözlemleyip,

bunların birbirinden farklı 18 işlemden oluştuğunu tespit

ederek, her biri belli işleri yapan 18 işçinin günde 4800 tane

toplu iğne üreteceğini; oysa tek başına çalıştığında bir işçinin

günde en fazla 20 tane iğne imal edebileceğini ileri sürmüştür.

Uzmanlaşma, bireylere yeteneklerinden daha iyi yararlanma

imkânı verir. Daha önemlisi, iş bölümü, bir kapalı ev

ekonomisi için düşünülmesi bile imkânsız olan, karmaşık

nitelikli, ancak büyük çaplı üretim için düşünülebilecek

tekniklerin kullanılmasına izin verir. Ticaretin olmadığı

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

yerlerde ve zamanlarda tüm bu kazanç imkânları

yitirileceğinden maddî medeniyetin gelişmesi düşünülemez.

4- Ticarî İşlemlerin Maliyetleri Mübadelenin Önünde Bir Engeldir; Bu Engeli Ortadan Kaldırmak, İktisadî Gelişmeyi Hızlandırır.

Fertler ve milletler arasında işbölümü ve dayanışmayı gelişti-

rerek ihtiyaç duyduğumuz şeylere daha fazla sahip olma

imkânını artırdığı için verimli bir faaliyet olan ticaretin de bir

maliyeti vardır. Bazısı doğal, bazısı da yapay nedenlerden

kaynaklanan ticaret maliyetlerinin yüksekliği, refah artışını

sınırlar. Ticaret yapan bölgeler ve ülkeler arasındaki dağlar,

nehirler, göller, denizler ve okyanuslar gibi fiziksel engeller,

ticaretin maliyetini artıran unsurlardır. Bu yüzden ulaşım ve

haberleşme sistemine ilişkin yatırımlar bu engelleri azaltarak

ticaretin maliyetini düşürürler. Bazı hâllerde de vergiler,

lisanslar, fiyat kontrolleri, gümrük tarifeleri ve kotalar gibi

insan yapısı engeller söz konusudur. İster doğal ister yapay

olsun, yüksek ticaret maliyetleri, serbest ticaretten doğan po-

tansiyel kazançları azaltacaklarından, mutlaka düşürülmelidir.

Ticaret yapan tarafları bilgilendirerek, onların daha sağlıklı

kararlar almalarına yardım eden ve ticaretin sonuçlandırılmasını

sağlayan insanların hizmetleri son derece verimlidir. Emlak

komisyoncuları, borsa aracı kurumları, otomobil pazarlayıcıları,

reklâm ajansları ve pek çok aracı insan ve kuruluşlar, mal ve

hizmet arz edenlerle talep edenlerin temasını sağlarlar.

Bu tür aracıları, gerek alıcının gerekse satıcının kazancını

artırmayıp, sadece malların fiyatlarını yükselttiği için

lüzumsuz görme eğilimi hayli yaygındır. Oysa, aracısız ticaret

yapmanın maliyetinin ve zahmetinin bazı hâllerde ticareti

caydırabilecek düzeylere çıkabileceğini bilirsek böyle bir

düşüncenin yanlış olduğunu anlarız. Tüketicilerin, basit bir

yemeği hazırlamak için gerekli malzemeyi temin edebilmek

Temel Ekonomi

amacıyla, tek başlarına, sebze almak için çiftçilerle; meyve

alabilmek için bahçe sahipleriyle; süt, tereyağı ve peynir

alabilmek için mandıracılarla; et alabilmek için de besi

çiftlikleriyle doğrudan temas edebilmelerinin ne kadar çok

zamana ve ne muazzam çabaya mal olacağını düşünmek

gerekir. İşte, bakkallar, tüketiciler için bu temasları kurarlar,

satın aldıkları malzemenin alışveriş yoğunluğu yüksek bir

mağazaya naklini yaparlar ve daha sonra bunları satmaya

başlarlar. Alışverişin kesintiye uğramaması için de yeterli

miktarda stok bulundururlar. Bakkallar ve diğer aracı kişi ve

kuruluşların bu tür hizmetleri, ticaretin maliyetini, yükseltmek

bir yana, hem alıcı hem de satıcı açısından düşürerek,

tarafların ticaretten doğan kazançlarını artırır, ticaret hacmini

genişletir ve sonuçta da iktisadî gelişmeyi hızlandırırlar.

5- Reel Gelirdeki Artışlar Üretimdeki Gerçek Artışlara Bağlıdır.

Daha çok gelire ve daha yüksek hayat standardına ulaşabil-

menin yegâne yolu verimliliği ve üretimi artırmaktır. Bir

ülkenin kişi başına düşen geliriyle toplam üretimi arasında

doğrudan bir ilişki vardır. Aslında, üretim ve gelir paranın iki

yüzü gibidir. Üretim, mal ve hizmetlerin alıcıların ödediği

fiyatlarla ölçülen değeridir. Gelir ise (müteşebbisinki de dahil),

üretimi yaratan kaynakları arz eden insanlara ödenen paradır.

Bu da, zorunlu olarak, üretilen mal ve hizmetlerin satış

hasılatına eşittir.

Bir inşaat şirketi, ev denilen ürünü yaratabilmek için bir

yandan işçi çalıştırır, bir yandan da çimento, kereste, çivi,

tuğla gibi malzemeler satın alır. Evin satış fiyatı, yani yaratılan

hasılanın ölçüsü, aynı zamanda, işçilere verilen ücretin,

yapımda kullanılan kaynakları arz edenlere ödenen paranın ve

işverene kalan (pozitif ve negatif) kazancın toplamı olan

gelirin de ölçüsüdür.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

Yaratılan hasıla ile gelir arasındaki ilişkiyi görebilirsek ikti-

sadî gelişmenin gerçek kaynağını kavrayabiliriz. Hayat sevi-

yemizi yükseltmek, yani gelirimizi artırabilmek için önce

toplumun arzu ettiği, değer verdiği malların neler olduğunu

belirler, daha sonra da onları nasıl üretebileceğimizi araştırırız.

Burada kaynaklarımızın verimli olarak kullanılması büyük

önem taşır. Aynı miktarda kaynakla daha fazla üretim

yaptığımız veya aynı üretimi daha az kaynak kullanarak

gerçekleştirebildiğimiz oranda iktisadî gelişmemizi

hızlandırırız.

Tarihî gelişimi içinde, değişik ülkelere baktığımızda, kişi

başına üretim artışı ile millî gelir artışı arasında bir paralellik

buluruz. Sözgelişi, Kuzey Amerika’da, Avrupa’da ve Japon-

ya’da işçiler atalarının elli yıl önce kişi başına gerçekleştir-

dikleri üretimi 5 katına çıkarmışlar, sonuçta kişi başına millî

gelirleri de yaklaşık 5 kat artmıştır.

Değişik ülkelerdeki örneklerin de gösterdiği gibi, üretim ar-

tışıyla kişi başına gelir artışı arasında sıkı bir bağ vardır.

Örneğin, ABD’de, ortalama bir işçi, daha iyi eğitim gördüğü,

daha verimli makinalar kullandığı ve daha etkin bir biçimde

organize olmuş bir ekonomide çalıştığı için bir Hintli ve Çinli

işçiden daha fazla kazanabilmektedir. Bir Amerikalı işçi, aynı

süre zarfında bir Hintli ve Çinli işçiye oranla 20 kat daha fazla

üretebildiği içindir ki, ücreti onlarınkinden daha yüksektir.

Politikacılar yeni iş sahaları yaratmayı iktisadî gelişmenin

kaynağı olarak görme hatasına düşerler. Öyle ki, seçim kam-

panyaları sırasında politik liderler, genellikle, ekonomik prog-

ramlarının üç temel direği olduğunu, bunların da “istihdam,

istihdam ve istihdam” olduğunu tekrarlar dururlar. Şu hususu

vurgulamamız gerekir: Üretimden bağımsız olarak tek başına

istihdam anlamsız bir hedeftir. Çünkü, daha fazla istihdam toplam

hasılayı artıramadığı sürece, iktisadî kalkınmaya hiç bir katkıda

bulunamaz. Bizim için gerekli olan, daha üretken işçi, daha

Temel Ekonomi

verimli makina ve daha etkin bir iktisadî organizasyondur. Kişi

başına üretim ve dolayısıyla istihdam hacmi bunlarla artar.

Bazıları teknolojik gelişmenin mevcut istihdam imkânlarını

olumsuz etkilediğini iddia ederler. Aslında, bunun tam tersi

doğrudur. Toplam hasıla artışı daha yüksek ücretlerin kaynağı

olarak kabul edilirse, teknolojik gelişmenin bu konuda

oynayacağı olumlu rolün önemi anlaşılır. Çünkü, gelişen

teknoloji işçilerin daha fazla üretmelerini ve daha fazla

kazanmalarını sağlar. Toprağını atla süren bir çiftçiye oranla,

traktörle süren bir çiftçi daha fazla üreteceği; hesaplarını basit

hesap makinası veya kurşun kalemle tutan bir muhasebeciye

oranla bilgisayar kullanan bir muhasebeci de daha fazla defter

tutabileceği için daha çok kazanacaktır.

Kuşkusuz, teknolojik gelişmelerin sonucu olarak bazı işler

lüzumsuz hâle gelebilir. Ne var ki, eski iş alanlarında artık işe

yaramaz hâle gelenler, kendilerine ihtiyaç duyulan başka

alanlarda toplam hasılanın artırılmasına pekâlâ yardımcı ola-

bilirler. Böylece, teknolojik gelişmenin açığa çıkaracağı işgü-

cü, yeni iş sahalarında istihdam edildiğinde, hayat standardı-

mızın yükselmesine hizmet eder.

Üretim ile gelir arasındaki ilişkiyi kavrarsak, işçi sendika-

larının asgarî ücret mevzuatıyla işçi ücretlerini yükseltmede

neden başarısız olacaklarını da anlayabiliriz. Niteliksiz ve

verimi düşük işçilere işgücü piyasasında oluşabilecek bir

ücretten daha fazlasını vermeye kalktığımızda, toplam

üretimin düştüğünü, gelirin azaldığını, istihdam imkânlarının

daralmaya başladığını görürüz. Bu yüzden, bazı işçilere

verimliliğinden yüksek ücret ödenmesi, sonuçta, işçi başına

ücreti, yani ortalama ücreti düşürür.

İşçi sendikaları, sendikalı olmayan işçilerin rekabetinden

korunabildikleri ölçüde kendi üyeleri olan işçilerin ücretlerini

yükseltebilirler. Ancak, sendikaların, verimlilik artışı sağlaya-

madan işçilerin hepsinin ücretlerini artırabilmeleri mümkün

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

değildir. Eğer bunda başarılı olabilselerdi, ABD’dekine oranla

daha çok sendikalaşmış olan İngiltere’de ortalama ücret düzeyi

daha yüksek olurdu. Oysa, İngiltere’de işgücünün hemen

hemen yarısı sendikalı olduğu hâlde, İngiliz işçisi, sadece

beşte biri sendikalı olan Amerikan işçisinden aşağı yukarı %40

daha düşük ücret almaktadır.

İşçi başına yüksek ücretin temel şartı yüksek verimliliktir.

Ancak, tekrar vurgularsak, verimlilik artışının tüketicilerin talep

ettikleri mal ve hizmetlerin üretiminde gerçekleştirilmesi

gerekir, tüketicilerin arzu etmedikleri mal ve hizmetlerde değil.

Tüketicilerin arzu etmedikleri dallarda gerçekleştirilen üretim

artışları bir milletin reel gelirini büyütmez. Çünkü, talep

edilmeyen malları üretmek, kıt kaynakları israf etmektir.

Sosyalist ekonomilerin çökmesinin en önemli nedeni budur.

6- Gelir Artışının Kaynakları Şunlardır:

a) İşgücünün Vasıflarının Gelişmesi b) Sermaye Birikimi c) Teknolojik İlerleme d) Daha iyi Bir İktisadî Organizasyon

Hayat standardımızı borçlu olduğumuz mal ve hizmetlerin

üretimi için bir sürenin geçmesi icap eder. Bunların üretimi

için yatırım, işbölümü, makina donatımı, beyin gücü ve

nihayet bir organizasyon gereklidir. Üretimin ve gelirin

büyümesinin dört ana kaynağı vardır.

a) İşgücünün vasıflarının gelişmesi,

b) Sermaye birikimi,

c) Teknolojik ilerleme,

d) Daha iyi bir ekonomik organizasyon.

Birinci kaynak, işgücünün becerisini yükseltmektir.

Temel Ekonomi

Kalifiye işçiler, daha üretkendir. Bireyler becerilerini nasıl

geliştirebilirler? Öncelikle, kendi kendilerini keşfedip doğal

kabiliyetlerini geliştirerek bunu başarabilirler. İnsanların bece-

rilerini geliştirmelerinin binlerce yolu vardır; ama bunların çoğu,

öğrenim görmeyi ve uygulama yapmayı gerektirir. Şu hâlde,

eğitim, alıştırma ve tecrübe insanların becerilerini geliştir-

melerinin başlıca yollarıdır.

İkinci kaynak, işçilerin daha çok ve daha gelişmiş makinalar

yardımıyla verimliliğini artırmaya yönelik sermaye birikimidir.

Makinalara ve aletlere yapılan yatırımlar gelecekte daha fazla

üretebilmemizi sağlar. Ancak, yatırımın da bir bedeli vardır.

Çünkü, alet, makina ve fabrika üretiminde kullanılacak olan

kaynaklar, tüketim mallarının üretiminden çekilmektedir. Sadece

bu bedeli ödeyenler, yani bugün daha fazla tasarruf eden, yatırım

yapan, bir başka deyişle üretim malı alan insanlar, ileride daha

fazla tüketim malı üretebilme imkânına kavuşurlar.

Üçüncü kaynak, teknolojideki, yani kaynakları mal ve hiz-

metlere dönüştürebilme bilgimizdeki gelişmelerdir. Bunlar

ileride daha fazla üretim yapmamıza yarar. Yeni malların ica-

dına veya daha düşük maliyetli üretim yöntemlerinin bulun-

masına yarayan bilgi birikimi, iktisadî gelişmenin önemli bir

kaynağıdır. Son ikiyüzelli yıldır kaydedilen teknolojik geliş-

meler üretim hayatımızı önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu süre

zarfında buharlı makina, içten yanmalı motorlar, elektrik,

nükleer enerji insan ve hayvan gücünün yerini almıştır. Tek-

nolojik gelişmeler yaşama biçimimizi sürekli olarak değiştir-

mektedir. Müzik dolaplarının, küçük bilgisayarların, mikro-

dalga fırınların, video kameraların ve kasetçalarların, otomobil

ve klimaların son yirmi yılda çalışma ve yaşama koşullarımızı

ne kadar değiştirdiğini bir düşünelim.

Nihayet, iktisadî organizasyondaki gelişmeler de büyümeyi

hızlandırır. Öteki büyüme kaynaklarına oranla yeterli ilgiyi

görmeyen bu kaynağın önemi hayatî denecek kadar büyüktür.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

Bir ülkenin hukukî yapısı, insanlar arasındaki iktisadî işbirliği

derecesini de etkileyebilir. Onsekizinci yüzyılda, patent yasası

ile yeni teknik buluşların hukukî olarak korunması yeni icatların

sayısını da artırmıştır. Aynı şekilde, anonim şirketlerin hukukî

şahsiyet olarak kabulü ile kitlesel üretim için gerekli olan büyük

işletmeler kurmanın maliyeti düşürülmüştür. İktisadî

organizasyon alanında kaydedilen bu gelişmeler Avrupa ve

Kuzey Amerika’daki üretimi önemli ölçüde artırmıştır.

Tecrübeler göstermiştir ki, etkin bir iktisadî organizasyon

sosyal işbirliğini kolaylaştırarak kaynakları halkın tercih ettiği

malların üretimine yöneltirken, israfçı uygulamaları koruyan

fakat servet yaratan faaliyetleri ödüllendirmeyen bir iktisadî

organizasyon iktisadî gelişmeyi frenler.

7. Gelir Başkalarına Yapılan Hizmetlerin Karşılığıdır. İnsanlar Diğer İnsanlara Onların Talep Ettikleri Mal ve Hizmetleri Sunarak Gelir Elde Ederler.

Bir milleti oluşturan fertler verimlilik derecelerine, zevk ve

tercihlerine, becerilerini geliştirme imkânlarına, risk alma

cesaretlerine ve şanslarına göre farklılıklar gösterirler. Bu

farklılıklar, insanların başkalarına sunmak isteyecekleri mal ve

hizmetlerin değerini ve dolayısıyla gelirlerini de etkiler.

Gelir, başkalarına arz edilen hizmetlerin karşılığında kaza-

nılan bir ödüldür. O hâlde, daha yüksek gelir elde etmek is-

terseniz başkalarına daha yararlı olabilme imkânlarını araştır-

manız gerekir. Başkalarına daha fazla hizmet sunamayan ve

sunma isteği olmayan insanların daha düşük bir gelirle yetin-

mek zorunda kalması doğaldır.

Başkalarının ihtiyaçlarını karşılama olgusu ile kazanılan

gelir arasındaki doğrudan bağlantı, bizi yeni yeni beceriler

elde etme ve geliştirme konusunda motive eder. Eğer üni-

versite öğrencileri her gün saatlerce çalışıp, stresli bir hayata

direnebilme becerisini göstererek eğitimin yüksek ma-

Temel Ekonomi

liyetlerine katlanıyorlarsa, bu, doktor, hukukçu, mühendis vs.

olma, yani iyi bir meslek edinme ve böylece ileride daha iyi

para kazanabilme arzusunun sonucudur. İnsanların meşgul

olacağı işi seçmesinde etkili olan çeşitli faktörler vardır. Baş-

kalarının en fazla tercihine mazhar olan mal ve hizmet üretimi

yüksek gelirin de kaynağıdır. Bu yüzden insanlar, kişisel gelir

peşin-den koşarlarken, başkalarının en fazla talep ettikleri mal

ve hizmetlerin neler olduğunu da titizlikle araştırırlar.

Toplumda yüksek gelirli insanların öteki insanları sömür-

düğü inancı hayli yaygındır. Oysa, kazanılan gelirle sunulan

hizmet arasındaki ilişki bu görüşü çürütmeye yeterlidir. Sa-

natçılar ve sporcular çok yüksek gelir düzeyine sahipseler,

bunun nedeni, onları seyretmek için para ödemeye hazır mil-

yonlarca kişinin varlığıdır. Aynı şekilde, sundukları hizmetler

büyük bir tüketici kitlesinin ihtiyaçlarına cevap veren bazı

insanlar, haklı olarak, yüksek gelir elde ederler.

8- Kâr Arayışı Firmaları Zenginlik ve Refahı Artıracak Faaliyetlere Yöneltir.

Kaynaklarını maliyetinden çok daha yüksek bir fiyatla talep

edilen mal ve hizmetlerin üretiminde kullanan milletlerin refah

seviyeleri hızla yükselir. Belli bir zamanda sonsuz sayıda

potansiyel yatırım projesinden söz edilebilir. Bunlardan bazısı

kaynakların değerini artırarak iktisadî gelişmeye katkıda

bulunacak nitelikteyken, bir kısmı da kullanacağı kaynakların

sosyal değerini düşürecek, dolayısıyla, iktisadî gerilemeye yol

açacak türdendir. İktisadî gelişmenin devam etmesi is-

teniyorsa, değer artırıcı projelerin teşvik edilmesi ve değer

düşürücü projelerin caydırılması aklın gereğidir.

İşte, piyasa sisteminde, kâr ve zarar dediğimiz şeylerin oy-

nadığı rol budur. Firmalar, mal ve hizmet üretirlerken kaynak

satın alır veya kiralarlar. Bunlara yapılan ödemeler firmanın

maliyetini oluşturur. Üretimden sonra sağlanan satış hasılatı,

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

kullanılan kaynaklar için yapılmış olan ödemeleri aşarsa firma

kâr eder. Teknik bir anlatımla, tüketicilerin talep ettikleri

mallara ödemeye hazır oldukları fiyat söz konusu malların

üretiminde kullanılan kaynakların maliyetinden daha yüksekse

ortaya çıkan kâr, firmanın başarılı çalışması sayesinde hak

ettiği bir ödüldür. Tüketicilerin ödemeye hazır oldukları fiyat,

talep fiyatı olarak anılır. Maliyet ise, kullanılan kaynakların

öteki alternatif kullanım alanlarından çekilmesi nedeniyle

ekonomide sebep olacağı kaybı ifade eder.

Piyasa sisteminde, kullandığı kaynakların değerini, artırmak bir

yana, azaltan firmalar, iflas denilen bir cezaya çarptırılırlar.

Başarısız firmaların kullandıkları kaynakların değeri, ürettikleri

mallara tüketicilerin ödemeye hazır olduğu bedelden daha

yüksektir. Sonuçta, karşılaşılan zarar ve iflas olgusu, bir bakıma,

piyasanın başarısız ve israfçı faaliyetlere son verme müeyyidesidir.

Sözgelişi, bir gömlek imalatçısı, kullandığı bina ve

makinelerin kirası ile birlikte işçilik, kumaş, düğme ve gerekli

diğer tüm malzemeye 20000 dolar masraf yaparak ayda 1000

gömlek üretiyor olsun. Gömlekçinin, her biri 22 dolardan 1000

adet gömlek satması hâlinde üretimi kârlıdır. Çünkü tüketicilerin

gömleklere ödediği fiyat, gömlekçinin üretimde kullandığı

kaynaklara ödediği değerden daha büyüktür. Bu durumda gömlek

başına kazanılan 2 dolarlık kâr, gömlekçinin, kullandığı kay-

nakların değerini artırması karşılığında hak ettiği bir ödüldür.

Gömleğin 17 dolardan daha yüksek bir fiyata satılamaması

hâlinde birim başına 3 dolar zarar söz konusu olacaktır. Çünkü

gömlekçinin kullandığı kaynakların değeri, ürettiği

gömleklerin tüketicilerin gözündeki değerini aşmıştır.

Belirsizliğin, yetersiz bilgilenmenin geçerli olduğu, zevkle-

rin ve teknolojinin sürekli olarak değişebildiği bir dünyada

yaşıyoruz. Öyle ki, iş hayatında karar alan kimselerin

gelecekte ne maliyetlerin ne de piyasa fiyatlarının ne

olabileceğini bugünden kestirmesi mümkündür. Bu yüzden, iş

Temel Ekonomi

hayatında alınan kararlar geleceğin belirsizliği üzerine inşa

edilir. Oysa pazar ekonomisinin ödül-ceza sisteminde hiçbir

belirsizlik yoktur. Gelecekte en fazla hangi malların talep

edileceğini tahmin ederek, o malları verimli bir biçimde üreten

firmalar kazançla ödüllendirilirken, gelecekte talebi yetersiz

kalacak malların üretimine yatırım yapan ve kaynaklarını

yerinde kullanamayan firmalar cezalandırılırlar.

Özetle, kâr ve zarar olguları, kaynakları, onları israf edip

harcayan yatırım projelerinden iktisadî gelişmeye en fazla

katkıda bulunan yatırımlara doğru kaydırırlar. Bu son derece

önemli bir işlevdir. Piyasa sisteminin bu ilkesine uymayan

milletlerin iktisadî durgunluğa düşmeleri kaçınılmazdır.

9- “Görünmeyen El” İlkesi -Piyasa Fiyatları- Kişisel Çıkarlarla Toplumsal Refah Arasında Âhenk Sağlar.

Her insan, sürekli olarak, sahip olduğu sermayeye en yüksek

kazancı sağlayacak alanları araştırır. Ferdin peşinden

koştuğu kazanç, toplumun değil kendisinin kazancıdır. Kendi

çıkarını kollayarak işe koyulan insan, farkında olmayarak,

toplumun da çıkarına en uygun düşen alana yatırım yapar. O

hâlde kendi çıkarı peşinde koşan insan, görünmez bir el

yardımıyla, başlangıçta hiç düşünmediği toplumsal bir amaca

hizmet eder.1

-Adam Smith-

Adam Smith’in de belirttiği gibi, özel mülkiyete ve sözleşme

özgürlüğüne dayalı bir ekonomide, piyasa fiyatları, kendi

çıkarlarını düşünen bireylerin eylemleriyle toplumun refahını

bütünleştirir, ahenkli bir hâle gelir. Bir müteşebbis sadece

kendi çıkarının gerektirdiği eylemlerde bulunurken, hiç niyet

etmediği hâlde, toplumun iktisadî refahını da artırır.

1 Adam Smith, An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations,

Cannan’s ed., Chicago, University of Chicago Press, 1976, s. 477.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

Ekonomiyi merkezî plânlama yöntemiyle düzenlemeye

eğilimli kişilerin “görünmez el ilkesi”ni kavrayabilmesi çok

güçtür. Onlara göre, kaynakların verimli bir biçimde

kullanılabilmesi için merkezî bir otoritenin müdahalesi şarttır.

Oysa, “görünmez el ilkesi”, böyle bir şeyin gereksizliğini

vurgular. Özel mülkiyetin ve mübadele özgürlüğünün olduğu

bir ekonomide piyasa fiyatları milyonlarca tüketici, üretici ve

kaynak sahibinin tercihlerini kendiliğinden derler toplar ve

birbirleriyle uyumlulaştırır. Fiyat sistemi, tüketicinin tercih-

leriyle birlikte, maliyetle, zamanlamayla, kuruluş yeri seçi-

miyle ve merkezî bir otoritenin tek başına algılayamayacağı

kadar çok sayıda konuyla ilgili bilgiler sağlar.

Tek başına bir yığın istatistikî bilginin özeti olan piyasa

fiyatı, üreticilere başkalarının tercihleri ve davranışlarıyla

uyum içine girebilmek için gerekli her türlü bilgiyi verir.

Piyasa fiyatı, üreticileri ve kaynak sahiplerini, tüketicilerin

satın almak için maliyetlerinden daha yüksek fiyat ödemeye

hazır olduğu malların üretimine yönlendirir ve motive eder.

İş dünyasında karar alacak insanların, neyi nasıl üretecekleri

konusunda merkezî bir otoriteye kesinlikle ihtiyacı yoktur.

Piyasada oluşan fiyatlar bu işlev için yeterlidir. Hiç kimse bir

çiftçiyi buğday, marangozu sandalye veya bir inşaat firmasını

konut üretmeye zorlamaz. Malların fiyatları tüketicilerin ne

zamana kadar maliyetlerden daha yüksek fiyatlar ödemeye hazır

olduklarını gösterir. Kişisel kazançlarını artırmak isteyen insanlar,

işte bu bilgilendirmenin ışığı altında üretime girişirler.

Aynı şekilde, firmaların hangi üretim yöntemlerini uygu-

lamak gerektiği konusunda merkezî bir otoritenin yardımına

ve tavsiyelerine hiç mi hiç ihtiyacı yoktur. Maliyeti

düşürmenin kârı artırmanın yollarından biri olduğunun

bilincindeki müteşebbisler, kendilerine en uygun maliyetle

üretim yapma imkânı verecek üretim metotlarını başkalarından

daha iyi bilirler. Her üretici, maliyeti düşürürken kaliteyi

Temel Ekonomi

korumanın ve yükseltmenin ne kadar önemli olduğunu da bilir.

Zaten rekabet olgusu onları sürekli olarak bu doğrultuda

hareket etmeye zorlar. Üretimlerini ancak yüksek maliyetlerle

gerçekleştirebilenlerin piyasada tutunabilmeleri hayli zordur.

Paralarını en iyi şekilde değerlendirmek isteyen tüketiciler, satın

almayı düşündükleri malların fiyat ve kalitesine dikkat ederler.

Piyasa sürecinin görünmez eli o kadar kendiliğinden işler

ki, insanların çoğu onu fark edemez bile. Bu gizli el sayesinde

üreticiler, tüketicilerin tercih ettikleri malları, onların ödemeye

hazır oldukları fiyat, kalite ve miktarda üretmeye çalışırlar.

Merkezî plânla yönetilen ekonomilerde sık sık rastlanılan uzun

mal kuyruklarına ve “gelecek haftaya kadar malımız kalmadı”

türünden sözlere piyasa ekonomisindeki tüketiciler alışık

değildir. Aynı şekilde, modern bir tüketicinin hayal bile

edemeyeceği kadar mal çeşidi her gün, her saat tüketicinin

beğenisine sunulur. İşte görünmez el süreci bu özellikleriyle

ekonomiye çeşitlilik, ahenk ve düzen getirir. Sistem o kadar

sessiz ve tutarlı işler ki, birçok insan bu işleyişin farkına va-

ramadığı için sistemin erdemini takdir edemez.

10- İktisadî Kararların Yan Etkilerinin ve Uzun Dönemli Sonuçlarının Hesaba Katılmaması İktisatta Hataların En Yaygın Kaynağıdır.

Yüzyılımızın iktisadî konuları üzerinde popüler yazılar kaleme

alan tanınmış yazar Henry Hazlitt, bir kitabına Economics in

One Lesson adını vermiştir. Hazlitt’e göre, bir iktisadî öneriyi

tahlil ederken, onun sadece yakın vadeli neticelerinin değil,

uzun vadeli neticelerinin de; aslî sonuçlarının değil tâlî

sonuçlarının da ve özel bir grup üzerindeki etkilerinin değil,

herkes üzerindeki etkilerinin de araştırılması gerekir.2

2 Henry Hazlitt, Economics in One Lesson, New Rochelle, Arlington House, s.

103.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

Hazlitt, bu hususun anlaşılmamasının en yaygın iktisadî hata

olduğuna inanır. Bu tespite itiraz etmek zordur. Politikacılar,

tekrar tekrar, bir politikanın kısa dönemli faydalarını

vurgularlar, onun uzun bir dönem içindeki sonuçlarını ise, hiç

umursamazlar. Devletten bazı özel sanayi dalları, bölgeler ve

gruplar konusunda sonu gelmeyen yardım taleplerinde

bulunmanın toplumun öteki kesimleri üzerindeki, özellikle vergi

ödeyenler ve tüketiciler üzerindeki etkileri dikkate alınmaz.

Kuşkusuz, bunların büyük kısmı bile bile yapılır. Devletten

ekonomik yardım talebinde bulunan özel çıkar grupları ve

bunların sözcüleri, böyle bir kayırmanın sosyal ve ekonomik

gerekçelerini parlak argümanlarla vurgularken, maliyetini

gizlemekte pek mahirdirler. Sağlanan faydanın kısa dönemde

kolayca görünebilir olmasına karşılık, topluma yüklediği

maliyetin ancak uzun bir dönemde anlaşılabilir olması, bu

grupların taleplerini toplum gözünde de meşrulaştırmalarına

kolaylık sağlar.

Yanlış iktisadî kararların yan etkilerin nasıl ihmal edil-

diğine veya gizlendiğine çeşitli örnekler verilebilir. Konut

kiralarının yönetim tarafından kontrol edildiği bir durumu göz

önüne getirelim. Savunucularına göre, kiraların kontrol altına

alınması yoksullar için son derece önemli bir yardımdır. Bu

doğrudur. Ancak, uzun dönemli ve dolaylı etkilerini göz önüne

alırsak olayın rengi değişir. Çünkü, kira, konuta yapılan

yatırımın getirisidir. Bu getirinin düşmesi hâlinde, gelecekte

konut sahibi olmak isteyenlerin sayısının hızla düştüğü

görülür. Sonuç, kira geliri getirecek konut inşaatlarının

yavaşlaması, kalitenin düşmesi ve zaman içinde konut açığının

büyümesidir. Bu tür dolaylı etkiler maalesef derhal değil,

ancak zaman içinde kendini gösterir. İsveçli iktisatçı Assar

Temel Ekonomi

Lindbeck’in deyişiyle, bombalama dışında bir kenti tahrip

edebilecek en güçlü teknik kira kontrol sistemidir3.

Gümrük vergileri ve kotalar yoluyla yeni iş sahaları açmayı

düşünenlerin de, bu politikaların zaman içinde ortaya

çıkabilecek dolaylı etkilerini ihmal ettikleri görülmektedir. Bir

an için ABD’de dışarıdan ithal edilebilecek otomobillerin

arzının sınırlandırıldığını düşünelim. Böyle bir kısıtlama ilk

etapta kuşkusuz Amerikan otomobil sanayisinin büyümesine

yol açacaktır. Peki, böyle bir politikanın dolaylı etkilerini hiç

düşündünüz mü? Bir kere, gümrük vergileri yoluyla fiyatı

yükseleceği için, otomobil alıcılarının otomobile harcayacağı

para miktarı da artacaktır. Buna karşılık tüketicinin gıda,

giyecek, tatil ve diğer yüzlerce ihtiyacını giderecek mal ve

hizmetlere ayıracağı para miktarı otomobil fiyatının yüksel-

mesi yüzünden azalır. Talebi düşen mal ve hizmetleri üreten

sektörlerde üretim kısılacağından istihdam hacmi de zorunlu

olarak daralır. Ayrıca, daha önce Amerika’ya otomobil ihraç

eden yabancı ülkeler gümrük vergileri yüzünden eskisine

oranla daha az otomobil satarak daha az para ka-

zanabileceklerinden, Amerika’dan daha az mal ithal ede-

bilirler. Yabancı ülkelerin kendi ülkemize daha az mal

satmasını hedefleyen bir politika onların da bizden satın

alacakları mal miktarını ister istemez kısıtlar. O hâlde, dolaylı

etkilerini de hesaba kattığımızda, kısıtlayıcı bir ithalat

politikasının istihdamı artırmadığı görülür. Örneğimizde,

otomobil endüstrisinde istihdam artmıştır. Ancak, bu artış,

öteki sanayi dallarında, özellikle ihracata yönelik dallarda

istihdamı daraltmıştır. Ne var ki, otomobil sanayiinde fiilen

çalışanların istihdamı gözle görülebilirken, öteki sanayi

dallarındaki istihdam kaybı bugün için daha az belirgindir.

Özetle, “yeni iş sahaları açma” veya “mevcut işyerlerini

koruma” argümanı yüzünden pek çok kişi işini veya işyerini

3 Assar Lindbeck, The Political Economy of New Left, New York, Harper and

Row, 1972, s. 39.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

kaybetmek tehlikesiyle yüz yüzedir. “İstihdamın korunması”

gibi sosyal ambalajlı ve renkli bir argüman son derece aldatıcı

ve zararlıdır.

Temel Ekonomi

İKİNCİ BÖLÜM

İktisadî Gelişmenin Yedi

Ana Kaynağı

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

İktisadî Gelişmenin Yedi Ana Kaynağı

1- Özel Mülkiyet: Özel mülkiyetin geçerli olduğu bir düzende insanlar kaynaklarını daha çok çalışarak ve daha akıllıca hareket ederek değerlendirirler.

2- Mübadele Özgürlüğü: Mübadele hacmini daraltan politikalar ekonomik gelişmeyi engeller.

3- Rekabetçi Piyasalar: Rekabet kaynakların etkili kullanımını teşvik eder ve yararlı gelişmeler için daimî bir motivasyon sağlar.

4- Etkin Bir Sermaye Piyasası: Bir millet potansiyel gelişme gücünü ortaya çıkarmaya kararlıysa, sermayesini refah üretici projelere yönlendiren bir mekanizmaya sahip olmalıdır.

5- Parasal İstikrar: Enflasyonist para politikaları fiyat sinyallerini bozar ve pazar ekonomisini çökertir.

6- Düşük Vergi Oranları: Halk, kazancının kendisine kalan kısmı büyüdükçe daha fazla üretir.

7- Serbest Ticaret: Bir millet, başkalarına oranla düşük maliyetle üretebildiği malları satıp, karşılığında yüksek maliyetle üretebildiği malları satın alabildiği ölçüde kazancını artırabilir.

Temel Ekonomi

Yüksek vergi oranları gelirin büyümesine ve refah artışına

engel teşkil etmektedir.

Tablo 3: Marjinal Vergi oranları ve Ekonomik Büyüme

Üst Marjinal Oranlar

Kişi Başına

Gayrisafi

Yurtiçi

Hasılanın Yıllık

Büyüme Oranı,

1980-1990

1984

1989

Yüksek Vergili Ülkeler

İran

Fas

Zambia

Dominik

Tanzanya

Zimbabve

Zaire

Kamerun

Gana

90

87

80

73

95

63

60

60

60

75

87

75

73

50

60

60

60

55

-1.2

1.4

-2.9

-0.1

-0.3

-0.5

-1.4

-0.7

-0.4

Ortalama Büyüme Oranı

Düşük Vergili Ülkeler

Hong Kong

Endonezya

Mauritius

Singapur

Malezya

25

35

30

40

45

25

35

35

33

45

5.7

3.7

5.0

4.2

2.6

Ortalama Büyüme Oranı 4.2 4.2

Kaynak: Dünya Bankası, Dünya Gelişme Raporu, 1992.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Ekonomik Gelişme ve

Devletin Rolü

Temel Ekonomi

Ekonomik Gelişme ve Devletin Rolü Konusunda On Açık Gerçek

1- Devlet, fertlerin haklarını koruduğu ve onların piyasa sisteminde üretmedikleri mal ve hizmetleri sağladığı sürece iktisadî gelişmeye katkıda bulunur.

2- Devlet hataları düzeltmekte başarılı bir aygıt değildir.

3- Siyasî yönetimin maliyeti şunlardır:

a) Kaynakların devlet tarafından kullanılmasının sonucu olarak özel sektör üretiminde gerileme,

b) Vergi zorlamasının bedeli,

c) Devletin mübadeleleri engellemesi yüzünden elde edilemeyen kazançlar.

4- Bazı özel çıkar grupları, anayasal kurallarla sınır-landırılmadıkça, demokratik süreci vergi mükelleflerini ve tüketicileri sömürmek için kullanırlar.

5- Anayasal kurallarla sınırlandırılmadıkça, parlâmentolar, genellikle ekonomiye zarar veren bütçe açıklarına yol açarlar.

6- Devletin, bazı kişi ve gruplara, başka kişi ve grupların aleyhine imtiyaz sağlama teşebbüsü, kaynakları üretimden yağmacılığa yönelterek iktisadî gelişmeyi frenler.

7- Devletin gelir transferlerinin maliyeti, kazandırmak is-tediği grupların net kazancından çok daha fazlasını israf eder, gelişmeyi yavaşlatır.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

8- Merkezî devlet plânlaması, sadece, piyasa mekanizması yerine politikayı ikâme eder. Bu tutum kaynakları israf eder, gelişmeyi yavaşlatır.

9- Rekabet, piyasalar için olduğu kadar, devlet için de önemlidir: Devlet birimleri, kamu iktisadî teşebbüsleri ve özel kuruluşlar arasındaki rekabet, devletin halka hizmet eden bir kurum olmasını sağlar.

10- Siyasal süreç ile sağlıklı bir ekonomi arasında ahenk sağlayan anayasal kurallar, ekonomik gelişmeyi teşvik eder.

İktisadın temel ilkelerine göre, özel mülkiyet, mübadele

özgürlüğü, rekabetçi piyasalar ve parasal istikrar iktisadî

refahın vazgeçilmez şartlarıdır. Bu şartlar yerine getirildiği

sürece, kendi alın terlerinin ürününe kavuşacaklarından emin

olacaklarından, fertlerin çalışma şevkleri daha da artacak ve

sonuçta toplumun refahı yükselecektir. Şimdiye kadar

ulaştığımız maddî refahı yaratan reçete de bu olmuştur. Bu

reçeteden saptığımız ölçüde büyüme ve refah hedeflerinden de

sapmaya başladığımızı görmekte gecikmeyeceğimizi açıkça

ifade edebiliriz.

Temel Ekonomi

Arjantin, Venezüella, Japonya ve Hong Kong’un yaşadığı

tecrübeler bu açıdan yeterince aydınlatıcıdır. Tablo 7’nin de

işaret ettiği gibi, 1960’da Japonya ve Hong Kong’ta kişi

başına düşen gelir, Arjantin ve Venezüella’dakinin üçte ikisi

kadarken, 1990’da durum bariz bir biçimde değişmiştir.

Enflasyondan arındırıldığında, Arjantin ve Venezüella’nın

1990’da ulaşabildiği kişi başına gelirin, 1960’dakine oranla

çok cüzi miktarda arttığı görülmektedir. Başka bir deyişle, iki

ülke ekonomisi 1960-1990 döneminde durgunluk yaşamış-

lardır. Buna karşılık, aynı dönemde Japonya ve Hong Kong

ekonomileri onlardan 5 kat fazla büyümüştür. Böylece,

Japonya’da ve Hong Kong’da ortalama gelir yaklaşık olarak

Arjantin ve Venezüella’nın üç katına yükselmiştir.

James D. Gwartney & Richard L. Stroup

Tablo 7 : 1960’da ve 1990’da Arjantin, Venezuela, Japonya ve

Hong Kong’un Kişi Başına Reel Geliri

Amerikan dolarına çevirmek için “alım gücü paritesi yöntemi”

kullanılmıştır.

Kaynak: Ouarteriy Journal Economics (Mayıs 1991)