İtalya notlari (gezİ polİtİk) -...
TRANSCRIPT
İTALYA NOTLARI (GEZİ-POLİTİK)
Esasen bu notların yazılış amacı, bir sonraki seyyaha
kolaylık sağlamak değildir. Bu notların yazılış amacı;
2012’nin bu son günlerinde, AB’nin kurucu üyesi İtalya
ile aramızdaki kültürel-sosyal-ekonomik farkları
yerinde görmüş olarak analiz etmektir.
SANAT:
1- Konunun gündemde olması hasebiyle öncelikle
şunu söylemeliyim ki, Floransa(Firenze) şehrinde
Rönesans dönemine ait resimleri ile yine aynı döneme
ait eserlerin teşhir edildiği Uffizi Müzesine giriş ücreti
12 € iken benim ülkemdeki Devlet Resim ve Heykel
Müzesine ait 480 adet tablonun bizzat devletin ilgili
kurumları tarafından 1980 ihtilali sonrasında talan
edilmesi ve şimdilerde de bulunması için çaba sarf
edilmesi karşısında şaşkın ve utanç içindeyim.
2-Toplam 8 vilayetini ve 5 eyaletini gördüğüm
İtalya’da soru sorduğum her İtalyan’ın şehrindeki
tarihi eserle ilgili az da olsa bir şeyler bildiğini fark
ettim. Acaba diyorum Ankara’da “Anadolu
Medeniyetleri Müzesi” diye bir müzenin varlığından ve
nerede olduğundan Ankara’da oturan kaç kişi
haberdardır ? Bundan da vazgeçtim, Ulus’ta ki ilk
meclis müzesini bedava olduğu halde kaç kişi ziyaret
etmiştir ?
3-8 İtalyan şehrindeki en önemli eserlerin heykellerden
oluştuğunu söylemem gerek. Zaten bir turist Türkiye
gibi bir ülkeden gidiyorsa kendisine sorduğu soru
herhalde şöyledir: Yahu dünyanın tüm heykeltraşları
bu ülkede mi toplanmıştır? Bu sorunun cevabını kim ne
verir bilemem ama benim cevabım evet. Sanatın
dünyaya her alanda ihraç edildiği, sanatçının
korunduğu, sanatın ve sanatçının özgür olduğu bir
ülkede ortaya konan eserleri görünce, üstüne bugün
bu eserleri görmek için turistik anlamda paraya tedavül
edildiğini görünce birinci maddedeki şaşkınlık ve utanç
düzeyim katlandı.
4-Hakkını yemeyeyim, özellikle heykel
şaheserlerinden önemli eserler bizde de İstanbul
Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Ben her iki
ülkedeki eserleri görmüş birisi olarak gönlüm bizdekinde
kaldı. Sadece Büyük İskender Lahiti önünde durup 10 dk
seyretmeye değer. Ama Floransa’daki Davut heykeli de
bir o kadar muhteşem.
5-Özellikle kilise, manastır, bazilika ya da adı her neyse
her ibadethane de Hz. İsa ve getirdiği dinin geçmişindeki
bazı olayların resmedildiği ve bu resimlerin bu
ibadethanelerde asıldığı ve bu resimler önünde
insanların ibadet ettiğini gördüm. Hattı zatında bu
sahnelerin bronz rölyeflere işlendiği ve kapı kanatlarına
asıldığını farkettim. İşte o zaman anladım ki resim
sanatının bu dini kabul eden ülkelerdeki gelişmesinin
nedeni aslında dinin ta kendisi. Peki bizdeki durum ne ?
Vallahi, İslam dininde resim caiz değildir derler, ben 114
surenin 6666 ayetin hiçbirinde resmi yasaklayan sarih bir
kutsal kelam görmedim. Kuran’ın düzenlemediği bir
alanın kendisine alim, ulema, molla ya da adı her neyse
zevat tarafından yasaklanmış olmasının İslamın içeriğini
boşaltılmasına hizmet ettiğini, bu tür insanların da din
görevlisi olarak tepemize çıkarılmasının İslamı şekillere
hapsedilmesine yani dar kalıplara sıkıştırılmasına hizmet
ettiğini düşünüyorum.
6-İtalya’da gezdiğim her şehirde sokak ve metro
çalgıcıları vardı ve bunlar bizimkilerin deyimiyle 1-2
çapulcu değildi. Müzikle uğraşan birisi olarak diyebilirim
ki oldukça iyi icracılardı ve bedavaya amme hizmeti yapıyorlardı. Bizde sadece İstanbul’da o da İstiklal
caddesi ve Ortaköy’de kısmen de Kadıköy bölgesinde
görülebilen bu sokak müzisyenlerinin az olması sizce
neyle açıklanabilir. Acaba sanat sadece “içine
tükürmek” yapıldığı için olabilir mi ?
ULAŞIM:
1-Şimdilerde ekonomik bunalım içinde olduğu bilinen
İtalya’da ülkenin dört bir köşesi birbirine yüksek hızlı
tren ile bağlanmış durumda. Malumu aliniz biz daha iki
metropol şehri birbirine bağlayamadık. Hattı zatında aynı hatlara paralel otobanlar da yapmışlar. Yani
hem karayolu hem demiryolu ulaşımı açısından mükemmel kelimesi bence yetersiz kalıyor. Gezim
sırasında hani bizlerde her şehirde bulunan otobüs
terminali vardır ya ben sadece Floransa’da gördüm,
merak ettim, içeri girdim baktım, meğerse ilçeler arası
ulaşım için, o da uzak köşelerdeki trenin ulaşmadığı
ilçeler için kullanılıyormuş.
2 -Bizdeki otobüs terminali kalabalıklarını orada tren
istasyonlarında görebiliyorsunuz. Hani Zeki-Metin’in
bu insanlar nereye bakıyor diye bir film vardı ya, orada
da oldukça makbul bir kalabalık kaldırmış kafalarını
yukarıda bir şeye bakıyorlar. Baktım neye bakıyorlar
diye. Hepsi, gidecekleri yerin treninin kalkış yolunu ve
saatini takip ediyorlar. Bu ekranlar o kadar büyük ki, kalabalık düşünülerek geniş bir alana izlemeleri
için dağıtılmış. Tabii, belirtmeden geçmemek lazım. Tren yolu bizdeki en çok yolu olan Haydarpaşa
dikkate alınırsa 10-15 kadar değil, tam 30 küsur yol var. (Milano, Roma) Birinci ile sonuncusu arasında
yürüyerek 4-5 dakika mesafe var.
3-Şehir içi ulaşımı görünce işte o zaman çok utandım.
Çünkü adı dolmuş olan ilkel bir araç hiç görmedim,
hatta otobüs bile çok yoktu. Ulaşımın önemli bölümü
metro ve finiküler sistemle icra ediliyordu. Ülkenin en
yoksul bölgesi olan Napoli’de bile şehrin altında tam 6
adet metro ve finiküler hattı kurulmuştu. Kısacası
şehiriçinde veya şehirdışında bir yerden ulaşımın en
hızlı ve en hesaplı yolu bizde bir zamanların komünist
icadı olan demiryolları ile yapılıyor. Tabii doğal olarak bizdeki gibi çeşit çeşit benzin istasyonu
göremiyorsunuz. Orda ben sadece topu topu 3 çeşit
akaryakıt dağıtım şirketi gördüm.
4-Ulaşım denilince tabii akla para ve bilet geliyor.
Örneğin İstanbul’da Akbiliniz ya da yeni adıyla İstanbul
Kartınız var diyelim, şehrin en uzak yeri olan Tuzla’dan
Kadıköy’e oradan Eminönü’ne oradan Taksim’e oradan
da Bakırköy’e geçmek istediniz, her seferinde ücret
ödemek zorundasınız. İtalya’da ise günlük ulaşım
kartları var, örneğin Milano’da 3,60 € karşılığında
Milano’nun her yerini bu biletle 24 saat boyunca
sınırsız ulaşım aracı(metro-otobüs) kullanarak
görebilirsiniz. Nasıl ? Bu uygulama biraz pahalı olsa da
Venedik’te, daha ucuz olarak Roma’da, Napoli’de ve
diğerlerinde de var. Bizde vatandaş kaz olarak
görüldüğü için bu tür uygulama herhalde belediye bütçe
dengelerini sarsıyor demek ki !!
5-Yollar, trenler tertemiz. Eskiden duyardım, Avrupa’da
yollar yıkanıyor diye. Hakikaten gözlerimle gördüm,
yolları yıkamak için küçük arabalar yapmışlar, üstelik
deterjanla yıkıyor. İzlemesi bile keyifliydi. Hava sıcak
olsa koy başının altına ceketini yat uyu sokaklarda. O
kadar temiz yani … Buradan hareketle, arabasından
sigara izmaritini ve sair çöpü yola atan ve bir türlü temiz
olmayı beceremeyen muhterem din kardeşlerim
“Temizlik imandandır” hadisini acaba Hz. İsa’nın mı
zannediyorlar acaba?
6-İtalya’da ister trafik lambası bölgesi olsun isterse
kontrollü geçiş bölgesi olsun, nerdeyse tamamına
yakın sürücülerin yayaların yola indiği an anında
durduğunu gördüm. Hatta Türkiye’den kalan
alışkanlıkla araç yoluna kaç kere çıktım
hatırlamıyorum, her seferinde tüm araçların frene
basarak hazırol da beklediğini gördüm. Hoşuma
gitmedi değil. Bunun bir istisnası olmadı mı, oldu tabii.
Aynen bizdeki gibi BMW, Mercedes sürücüleri aynen
orda da kıro olarak tabir edilen cinsten. Işıklar ve yaya
hakları düzeni onlar için konulmamış, onlar zaten
başka gezegenden : )))
MİMARİ:
1- İtalya’da elbette dikkatimi en çok çeken şey, şehrin
ana arterlerindeki binaların en gencinin 100 yıllık olması idi. Bizde eskiye o kadar antipati duyuluyor
ki, yıkmak, yakmak, bir punduna getirip ortadan kaldırmak için türlü çeşit yollar aranırken, onlar
yüzlerce yıllık binaları kendilerine mesken edinmişler. İşte bunu hangi sosyolojik kavramla açıklamak
lazım, vallahi bilmiyorum. Gezdiğim şehirlerin tamamındaki ana arterlerin tamamındaki binaların
düzenli ve sanki santimle ölçülmüş gibi bir seviye
planlanarak dikilmiş olması ve bunların yüz yıldan önce
yapılmış olması, benim ülkem gibi yerlerden gidenleri
kompleks sahibi yapıyor. Hadi diğer şehirleri
boşverelim, aşağı yukarı 550 yılık bir İstanbul tarihinde
milli saraylardan başka örnek olarak görülebilecek,
mimari tarihi 100 yıldan fazla olan bir sokağımız,
caddemiz yok.(İstiklal caddesi dahil) Yüzlerce yıldır bu
insanlar hep mi ahşaptan evde oturdu ve sonra
meşhur İstanbul yangınlarında bu evler yandı, ne kadar
gerçekçi sizce ? Benim düşünceme göre, birilerinin
özlemle andığı bu 600 yıllık dönemde sanat ya da
mimari açıdan üretilen çok şey yok, üretilen ve
bugüne taşınan şeylerde ibadethaneler kalmış. Bu
konu çok söz götüreceği için kısa kesmek yeğdir.
2-Roma’da tesadüf eseri 1700’lerle tarihlenen bir
binada kaldım. İtalyan’lar binanın dışıyla fazla
oynamadan, iç kısmını öyle modernize etmişler ki,
insanın nutku tutuluyor. Dıştan kocaman 3-4 metre
büyüklüğünde bir ahşap dış kapı, içeri giriyorsun,
modern panel, kartlı şifreli kapı, ısıtma, soğutma
tamamen otomatik. Işıklandırma, internet, televizyon
sistemi dersen günün teknolojik koşullarına uyarlanarak
dizayn edilmiş. Hani diyorum, acaba vardı da yıkılmış
olan tarihi binalar bu şekilde modernize edilseydi,
geleneksel Türk mimarisinin örneklerini görseydik fena
mı olurdu ? Böylelikle şu her boş-dolu yere kondurulan
plaza, site, yaşam alanı gibi cilalı laflarla süslenmiş
modern(!) binaların kıymeti daha iyi anlaşılmaz mıydı? (!)
3-Roma’daki Pantheon antik alanındaki özellikle Roma
İmparatorluğunun Cumhuriyet döneminden kalan
eserleri görünce Avrupalılara medeniyeti ihraç eden
ülkenin İtalya olduğu kanaatine vardım. Geçmişi 2000 yıl
kadar önce olan bu eserlerin gerek yapılış teknolojisi,
planlaması, gerekse cevap verdiği ihtiyaç alanı dikkate
alındığında vakt-i zamanındaki insan yetenekleri önünde
eğilmenin bir erdem olduğunu düşünüyorum.
Tarihimizde Mimar Sinan gibi tartışmasız büyük ustanın
bu medeniyetten yaklaşık 1000 yıldan fazla süre sonra
yaptığı eserlerde görülebilecek yeteneklere tanıklık
etmenin kompleksimi azalttığını söylesem de Roma-
kolezyumu görünce halet-i ruhiyemden dolayı yalan
söylemiş olduğum ortaya çıkar.
4 -İtalya’da mimari açıdan dikkati çeken en önemli
eserler hiç şüphesiz ibadethanelerdi. Yüzyıllarca evvel
o günkü koşullara göre yapılmış gotik tarzdaki kiliseler,
bazilikalar, manastırlar gerçekten büyüleyici idi.
Yaklaşık 1000 küsur yıldır İslamın bayraktarlığını
yapmış bir ırka mensup ve ülkemin hemen hemen her
yerini gezmiş birisi olarak, Mimar Sinan’ın eserlerinin
haricinde muhteşem ibadethaneler görmedim. Bizde bir deyiş vardır. Cami yapan cennetlik derler.
Önüne gelen her yerde mimari değeri olsun olmasın
kaçak-göçek bir cami yapıverirler. Caminin iskanı
yoktur, zaten uğraşmak da yürek ister. Lafa gelince 3
kıtada at koşturmuş bir neslin ahvadıyız denir, pekala
geride bıraktığı Sinan eserleri haricinde ne var, bir
söyleyin Allah aşkına. İtalya’da nereye baksan en
genç ibadethanenin tarihi Rönesans ile başlıyor. Yani
takriben 500 yıllık. Şimdilerde Çamlıca’da cami
mevzusu gündeme oturdu. Biliyorsunuz birincisi dahi
seçilemedi. Demek istediğim odur ki, yapılacak eser,
sadece bu alandaki ihtiyaca binaen(!) olmasın. Eser,
hem İslam dinini, hem Türk mimarisini öyle bir temsil
etsin ki, en azından bizden 300-400 yıl sonra bizim
çocuklarımız aynen Sinan eserlerinde olduğu gibi
atalarıyla övünecekleri, hattı zatında turistlerin
güzergahı olabilecek eserler olsun. Yoksa cami yapımına karşı değilim, yeter ki 200-300 yıl sonra bile
bakıldığında estetik ve mimari değer açısından hala
olağanüstü olarak kabul edilebilsin.
İTALYA’DA İNSAN, GÜNLÜK YAŞAM,
MODA:
1-Milano için modanın başkenti dediklerini basından
okurduk. Gittim, gördüm ve bu sözün doğru olduğuna
karar verdim. Öncelikle belirtmem gerekir ki, Milano’da çirkin kadın var ancak kötü giyinen kadın yok.
Bütün caddeler, sokaklar sanki podyuma çıkmış birbirinden güzel ve şık giyinmiş kadınlarla dolu.
Hepsinde inanılmaz bir zarafet ve ışıltı var. Mağazalar noel arifesi olduğu için tıklım tıklım dolu idi.
Fiyatlar Türkiye şartlarına göre lüks kategorisinde olmasına rağmen bu durumu satınalma gücündeki
fark olarak gördüm.
2-İtalya’nın özellikle Napoli, Roma bölgesinde yoğun
derecede Afrika göçmenleri vardı. Hatta bunların bir
devlet kurumu önünde protestosuna dahi denk
geldim. Bunlar, işportacılık, hizmet sektöründeki
temizlik gibi geri plandaki işlerde çalıştırılıyorlar. Yine
Roma’da bir kapkaç olayı sırasında polisin yakaladığını
gördüğüm kişi Afrikalı göçmendi. Aklıma tabii bir
zamanların emperyalist İtalya’sının Afrika kıyılarında
ve içlerinde fink attığı geldi. Bir zamanlar o Afrikalıların
ekmeğine kan doğrarken, bugün kendi ülkesinde
yoğun göç ile teslim alındığını fark etmemek için
ahmak olmak lazım. Özellikle Napoli civarlarında
yollardaki Afrikalı sayısı yerel halktan fazla idi.
3- İtalya’da ekonomik kriz var diyorlardı, ben fark
etmedim, halk deli gibi alışveriş yapıyordu. Gerçi
bunu noel öncesi olduğu için yapıyor olabilirler. Fiyat
dengesi kuzeyden güneye doğru düşüyor. Özellikle
Venedik, Milano gibi şehirlerde geçinmek için aşağı
yukarı 5 bin € gelirinizin olması lazım. Bir dilim
pizzanın 5-6,5 € olduğu bu şehirlerde bir de içecek
alırsanız bir öğününüz 8 €’ya gelir. Onda da karnınız
tam doymaz. En hesaplı şehir, aynı zamanda ülkenin
en az gelişmiş şehirlerinden Napoli. Bu şehirde
yemeklerin büyük bölümü deniz ürünlerine
endekslenmiş. Yerel pazarlarda özellikle onların
damak tadına bağlı olduğu anlaşılan ufak deniz
kabukluları satılıyor. Bunlardan o kadar çok var ki,
benim bile iştahımı açtı. Gittim bir lokanta da
İngilizcesi swordfish olarak yazılmış deniz kabuklularından salata (yerel adı: İn salade di mare)
istedim. Tek kelimeyle mükemmel idi. Bu arada yemeğe eşlik etmesi açısından İtalyan yemeklik
şarapları bizde birinci sınıf olarak satılan şaraplara denk geliyor bunu da test ettim. Şarap eksperi
değilim ama bu farkı görmemek için bir insanın tad alma duygusundan yoksun olması gerektiği
kanaatine vardım. Lezzet açısından tattığım İtalyan şaraplarının yumuşak içimli bizdeki Süryani
şarabına benzediğini söylemeliyim. Az önce bahsettiğim deniz ürünlerine gelince bir defa o kadar
nefis terbiye etmişler ki, ahtapot, kalamar sanki ekmek gibi insanın ağzında dağılıveriyor. Özellikle
Napoli bölgesine gidenlere kesinlikle tavsiye ederim.
Fiyatı da kuzeye göre oldukça makul.(6 €)
10 4-Şehirlerin temizliğinden az önce bahsetmiştim,
ancak bir ayrıntı var ki söylemeden geçemeyeceğim.
Temizlik bile kuzeyden güneye doğru ilerlerken
değişiyor. Şunu demek istiyorum. Ülkenin gelişmiş
bölgeleri olan Veneto, Lombardiya ve Toscana
şehirlerinde caddeler bizdeki bal dök yala cinsinde
iken, Roma’dan itibaren caddeler kirlenmeye başlıyor.
Napoli temizlik konusunda tam bir fecaat. Bizim
şehirlerimiz bile Napoli’den daha temiz. Bu durumu ben Halep’de de görmüştüm. Göçün yoğun
olduğu şehirlerde bu duruma rastlanıyor. Ben bu temizlik mevzusunun şehrin kozmopolitliğiyle ters
orantılı olduğunu düşünüyorum.
5-İtalyanlar karakter olarak Türklere ikizi kadar
benziyorlar. Hattı zatında dolandırıcıları bile. Özellikle
tren istasyonlarında bunlardan bol miktarda var. Bir
tanesi beni gözüne kestirmiş, zaten acelem var, geldi
beni buldu. Nereye gidiyorsun dedi, ben cevap verdim,
sonra bu adam self servis bilet makinesinde gideceğim
yerin trenine baktı, dedi ki bana senin trenin şu yoldan
kalkıyor, bende teşekkür ettim, ancak tuttu bu sefer
ver bakalım 1 € dedi. Ben de zaten ben biliyordum,
kocaman ekranlarda zaten yazıyor, sana niye para vereyim dedim. Nasıl, bizdekilere benziyorlar değil
mi ?
6-Şimdi size bir soru sorayım, Ankara’dasınız. İzmir’e
gittiniz, şehrin neresinde ne var, nasıl ulaşılır, nasıl
çözeceksiniz. Ben bu ülkenin 70’e yakın vilayetini
gezmiş birisi olarak söyleyeyim. Eğer Türk iseniz sorun
yoki sora sora Bağdat’ı bulursunuz. Yok yabancı iseniz
ve benim gibi sırt çantalı gezginseniz tahminimce İzmir
yerine Manisa’ya çıkabilirsiniz. Tamam abarttım, ama
durum bu kadar kötü. İtalya’da her otelde o şehrin
gezilecek görülecek mekanlarının işaretlendiği ve nasıl
ulaşılabileceğine dair şehir haritaları var. Siz talep ettiğiniz zaman veriyorlar, gerçi Milano ‘da,
Venedik’te kurnazlar parayla satıyorlar ama otellerde var. Zaten metropol şehirlerin hepsinde metro
altyapısı olduğu için gezmek de dolayısıyla kolaylaşıyor.
7-Bizde insanları özellikle sabahları somurtkan, içinden yahu şu sabahlar olmasaydı mealinden
cümleler kuran tipler olarak görürsünüz. İtalya’da bu durum yok. Neden. Çünkü sabah orda zaten
10.00’da başlıyor. O saatten önce ortalıkta dolananlar benim gibi turistler idi. 10.00’dan önce açık
mağaza pek görmedim.
8-Yeme-içme kültürü konusunda İtalyanlarla benzer
yönlerimiz olduğunu gördüm. Orda da yeme-
içmenin gittikçe fast-food türüne kaydığını,
insanların “ristorante” veya “trattoria di….” den
ziyade “pizzaria” ya da “snack bar- panini-
tramezzini “ öğünlerini geçirdiklerini farkettim.
Yalnız bu fast-foodlarda bir fark var ki, aynı
zamanda içki servisi de var. Ayrıca, espresso,
capucino gibi filtre kahvelerin çıkışının İtalya’da
olduğunu orada öğrendim. Muhteşem filtre
kahveler yapıyorlar, hatta bunların özel
makinelerini üretmişler ki, ben önce dondurma
makinesi sandım. Çünkü, İtalya’nın aynı zamanda
gelato dedikleri ev yapımı dondurmaları da meşhur
olduğu için karıştırdım. Yeme-içme konusunda bir
diğer lezzet tabii ki makarnalar. Envai çeşit makarna
sosu ile hazırlanan makarnalar en çok 5 dk içinde
masanız getiriliyor. Bunun nedeninin makarnaların yarı pişmiş olarak hazırda bekletildiğini öğrendim.
Ama sosları mükemmeldi.
9-İtalya’da kaldığım otellerde sadece birinde
peynir verildi. O da küçücük ve naylon kılıf
içindeydi. Ne zaman sorsam peynir yok diyorlardı.
Bunun da nedenini bir markette dolaşırken
anladım. İtalyanlar aynen Fransızlar gibi 20-30
çeşit peynirleri var, ancak çok pahalı. Markette en
ucuz peynir yaklaşık 250 gr. Olarak paketlenmiş,
bizdeki lor peynirine benzeyen bir peynirdi, fiyatı
da 4.84 € idi. Fiyatı dahi şaşkınlığımdan aklımda
kalmış. Tabii doğal olarak biraz sevindim. Onlarda çeşit çok, fiyat pahalı. Bizde çeşit çok az, ancak
fiyat gayet makul. Hiç değilse herkesin evine peynir girebiliyor.