sosyalizm ve sosyal devletten ne anliyoruz 20 03 2015

22
1 SOSYALİZM VE SOSYAL DEVLETTEN NE ANLIYORUZ? Prof. Dr. Ali Demirsoy İnsanların önemli bir kısmı, sosyalizmden, olanakların eşit bölündüğü bir dünyayı anlıyor; yıllarca sömürgeciler tarafından yönlendirilmiş çoğu bağnaz dinci ve milliyetçi olan kesim ise genellikle dinsizlik olarak algılıyor. Çalışmadan kazananlar ise yattıkları yerde başkasının alın teriyle edindiklerine ortak olmayı anlıyor. Daha başka çeşit anlayanlar da var; ancak ortak taraf, olanakların ortak bölüşmesinde düğümleniyor. Canlılar dünyasına bakıyoruz. Sosyalizm ve sosyal davranış bizim anladığımıza benzemese de birkaç canlı grubunda (sosyal arılarda, sosyal yaşayan karıncalarda) görülüyor. Bunlardaki sosyal yaşam bulunduğu toplum için beklentisiz ve çıkarsız çalışma, ait olduğu topluluğu canı pahasına da olsa koruma, yavrulara ortak bakma gibi yardımlaşmalarla sınırlıdır. Bu aşamadaki sosyal davranışta, çalışmadan birilerinin alın teriyle geçinme, görevden kaçma görülmüyor; aksi davrananların olanaklara ortak olması ve herkese aynı payın verilmesi gibi bir uygulama göremiyoruz. Kural olarak bu ortak kazana katkısı

Upload: demirsoy

Post on 08-Apr-2016

240 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Dünyanın geleceğinden çoğumuzun kuşkusu bulunmaktadır. Bunun nedeni her gün yaşadığımız kaynak talanı ve paylaşım eşitsizliği; bunun üstüne eklenen kaba güç kullanımıdır. Dünyanın böyle gitmeyeceği anlaşıldı. Komünizmi ve klasik tanımlı sosyalizmi yerleştirmenin de mümkün olamadığı kanıtlandı. Yeni bir sosyalizm ve sosyal devlet tanımı geliştirme kaçınılmaz gibi görünüyor. Kapitalizmle çatışmaya giren bir sosyalizmin ve komünizmin şansı yok görünüyor. Hangi yönetim olursa olsun, içinde hizmet ve üretim için yarışmayı koruyan, nimetlerle külfetlerin adil bölüştürülmesini sağlayan ve yönetime yeterli ve laik kişilerin getirilmesini düzenleyen idari bir sistemin oluşturulması kaçınılmazdır. Kapitalizmi terbiye ederek sosyalizme dönüşmenin bir yolu olmalı; bu yazıda bir beyin fırtınası oluşturma amacıyla bu konu masaya yatırılmıştır. Özel not: 2035 yılına kadar yaşayacaklarını umanlar bu yazıyı lütfen atmasınlar; o yıllar geldiğinde bu yazıyı bir daha okuma gereğini duyabilirler.

TRANSCRIPT

1

SOSYALİZM VE SOSYAL DEVLETTEN NE ANLIYORUZ?

Prof. Dr. Ali Demirsoy

İnsanların önemli bir kısmı, sosyalizmden, olanakların eşit bölündüğü

bir dünyayı anlıyor; yıllarca sömürgeciler tarafından yönlendirilmiş çoğu

bağnaz dinci ve milliyetçi olan kesim ise genellikle dinsizlik olarak

algılıyor. Çalışmadan kazananlar ise yattıkları yerde başkasının alın

teriyle edindiklerine ortak olmayı anlıyor. Daha başka çeşit anlayanlar da

var; ancak ortak taraf, olanakların ortak bölüşmesinde düğümleniyor.

Canlılar dünyasına bakıyoruz. Sosyalizm ve sosyal davranış bizim

anladığımıza benzemese de birkaç canlı grubunda (sosyal arılarda,

sosyal yaşayan karıncalarda) görülüyor. Bunlardaki sosyal yaşam

bulunduğu toplum için beklentisiz ve çıkarsız çalışma, ait olduğu

topluluğu canı pahasına da olsa koruma, yavrulara ortak bakma gibi

yardımlaşmalarla sınırlıdır. Bu aşamadaki sosyal davranışta, çalışmadan

birilerinin alın teriyle geçinme, görevden kaçma görülmüyor; aksi

davrananların olanaklara ortak olması ve herkese aynı payın verilmesi

gibi bir uygulama göremiyoruz. Kural olarak bu ortak kazana katkısı

olmayanın ortak kazandan pay istemesi ya da alması söz konusu değil.

Sosyalizmi belki yeniden tanımlamak gerekiyor. Çünkü şu ana kadar

kendine sosyalist diyen partilerin yönetimi, kapitalist sistemin bir alt

sürümü gibi davrandı; insancıl yönü biraz öne çıkmış idare şeklinden öte

gidemedi. Kapitalist ülkelerde sosyal demokratlar defalarca hükümet

kurdular. Sömürü düzeninde, silah sevkiyatında, üçüncü dünyaya yönelik

operasyonlarda yapılan işbirliğine yönelik hiçbir azalma meydana

gelmedi. Bu yönetimlerde de başka ülkelerin insanın emeğinin

sömürülmesi sisteme aykırı görülmedi. Belki yurt içinde gelir düzeyi

düşük kesimler için bir miktar iyileştirmeler yapılmış olabilir. Yine de bu

ülkelerde sosyalist hükümetlerin kendi ırkının dışındaki ırklara, başka

2

inançlara, ülkesindeki yabancılara daha hoşgörülü; başka ülkelerdeki dini

ve ırksal baskılara, insan hakları ihlallerine daha duyarlı oldukları

bilinmektedir. Ancak şu ana kadar yönetimde olan sosyalist hükümetler,

dünyanın sosyalizmden anladığı ve beklediği, dünyanın beklenen gerçek

sosyal yapılanmasına ciddi bir katkı getirmemiştir.

Komünist sistem kuramsal olarak ortaya konan beklentileri yerine

getiremeden çöktü; kapitalist sistemle dünyadaki toplumların tümünün

aynı hak ve gelişmişlik düzeyine gelemeyeceği de başından beri

biliniyordu. Geriye elimizde kalan sadece sosyal sistem oldu. Ancak belli

ki bu güne kadar uygulanan sosyalist idareler dünyadaki toplumların

derdine çare olabilmiş değil; klasikleşmiş söylemler ile olacağı da yok. Bir

şeyi önceden belirlememiz de gerekebilir: Laik olmayan, dinle yatıp dinle

kalkan yönetimlerde ve ırkçılığın egemen olduğu toplumlarda sosyalizm

hiçbir zaman yerleşemez. İstedikleri kadar yönetimlerinin başına

sosyalist sözcüğünü eklesinler. Bilinçli halkı olmayan, insanları farklı

görmeye alıştırılmış eğitimsiz toplumlarda ise zor ve geç de olsa

sosyalizmin yerleşmesi ya çok becerikli yöneticilerle ya da en başında

zorunlu yasalarla ya da uygulamalarla gerçekleşme şansı olabilir.

O zaman sosyal yönetimden ne anlıyoruz, ne bekliyoruz, bugüne

kadar bellediğimizden farklı neleri sisteme yerleştirmemiz gerekiyor? Bu

yazı, böyle bir evrensel sistemi ayrıntısı ile ortaya koyacak bir yazı

olamaz; yazarın böyle bir beklentisi olmadığı gibi; böyle bir eğitimi de

bulunmamaktadır. Ancak bir yerden başlanması gerektiğini, bunun için

fazla bir zaman kalmadığını, düşünmeye ve kurgulanmaya geç

kalmamamız gerektiğini düşündüğü için kaleme sarılmıştır. Yazar, çok

değerli birçok insanın zaman içinde de olsa katkılarıyla bu düşü,

gelecekte çoğumuzun mutlu olabileceği daha iyi bir yönetim şekline

kavuşturacağını düşünmüştür.

3

Adı ne olursa olsun, herhangi bir yönetimde, kazana katkıda

bulunmayan birinin, özürlü ve engelliler hariç, kazandan pay, özellikle

eşit pay almasının akıl ve çağ dışı olduğu söylenebilir. Ancak hem

komünizmde hem de bugünkü entel sosyalizmde eşitlik esas olmaktadır.

Sistemin en can alıcı ve zayıf halkası bu kabul ile başlamaktadır ve

komünizmin keza sosyalizmin bu güne kadar başarılı olmamasının

temelinde de bu akıl dışı kabul bulunmaktadır.

Anasından canlı doğan her insan bazı temel haklarla doğar. Bu

haklar birçok anayasada yer alır. Devlet bu hakların sağlanması ve

güvenceye alınması için vardır. Her insanın beslenme, barınma, eğitilme,

sağlık hizmeti alma, fikrini söyleme ve haber ve bilgi alma hakkının

olduğu bugün dünyadaki hemen hemen her yönetimin sözde de olsa dile

getirdiği hususlardır. Seçme ve seçilme hakkını başka bir başlık altında

daha sonra inceleyeceğiz.

Her insanın beslenme hakkı olduğuna, barınma hakkı olduğuna,

sağlık hizmet alma hakkı olduğuna, eğitilme hakkı olduğuna göre, bir

ülkede bir grup insan her öğün pirzola ve havyar yiyorsa, konak ve

sarayda oturuyorsa, üniversite bitiriyorsa, en pahalı yerlerde tedavi

olabiliyorsa, bu hak herkese tanınmalı. Sosyalizmin idealist sözcüleri

bunu savunuyorlar; ancak uygulanabilir bir tarafı yok; çünkü yoktan var;

vardan yok edilemiyor. Bu aşamada gerçekçi olmamız ve akıllıca

davranmamız gerekiyor. O ki bir insan doğarken bazı hakları birlikte

getiriyorsa, onun karnı da doymalı, başını sokacak bir yeri de olmalı,

başarabildiği yere kadar eğitilmeli, acılarını giderecek tedavi de görmeli;

ancak belirli bir yaş evresine geldiğinde (erginliğe kavuştuğunda) ortak

kazana yapacağı katkı oranında bu hizmetleri olabildiğince en iyi ya da

kişinin yaşamını tehlikeye sokmadan en alt düzeyde karşılaması

sağlanmalı. Açıkça böyle bir sosyal sistemde, bir kişinin bilgisi, becerisi,

4

alın teri oranında bu kazandan pay almaması için bir neden yoktur.

Sistemin en kırılgan ve sistemi tahrip eden tarafı, bu hakkı edinmemiş

olanların, haklarından fazlasını istemeleri; entel geçinen bir kesimin de

buna hak vermeleridir. En kötüsü de yönetime gelenlerin çeşitli yasal ya

da yasal olmayan düzenlemelerle kazandan en büyük payı almalarıdır.

Doğru bakarsanız bunun doğanın işletim sistemine ters olduğunu

göreceksiniz.

Sosyalist sistemin yeni tanımıyla özelliği, herkesin katkısı oranında

pay alabilmesi; hiç katkısı olmayanların (çocuklar ve özürlüler hariç) yine

de temel insan haklarından dolayı gereksinmelerinin o günün

koşullarında minimum oranda da olsa bu ortak kazandan

karşılanmasıdır. Bu sistem, kimsenin önünü kesmeden; ileride çabası ile

daha fazlasını elde edebileceği (gelecek için atılımlarını kesintiye

uğratmadan) ve teşvik edebileceği şekilde düzenlenmelidir. Böyle bir

yönetim, çalışanın, bilgilinin ve beceriklinin yolunu açacak ve kapitalist

sistemde olduğu gibi ödüllendirecek; bir kesimi de çaresizlik ve fakirlikten

koruyacaktır.

Burada sağlık, eğitim, beslenme, barınma gibi dünyada her insanın

benzer şekilde gerek duyduğu temel gereksinmeler karşılamak için

minimum düzeyde ortak bir kasa oluşturulurken; diğer taraftan dünyanın

her yerinde her insanın aynı şekilde gerek duymadığı (buna lüks diyelim)

gereksinmeleri karşılama için kişilere özgü başka bir ödeme kasası

oluşturulmaktadır. Örneğin müzik eğitimi, diyelim ki nota öğrenme

evrensel eğitime girerken (yani devlet tarafından giderleri karşılanırken),

bilmem ne bölgesinin folklorunu öğrenme özel gereksinmeye girer (kişi

tarafından giderleri karşılanır). Devlet müzik eğitimi için ortak kasadan

harcama yapar; ancak bölgesel belirli bir müzik uygulaması ya da folklor

için kişiden karşılığı ödenmesi talep edilir. Aynı şekilde her inançta ve

5

dinde her toplumda geçerli olan ahlak eğitimi okullarda ortak kasadan

verilebilir. Ancak din dersleri, dini eğitimler, onlara ilişkin tapınak

yatırımları ve kişi ve toplumlara özgü her türlü harcama, o inançtan

hizmet alanlar tarafından karşılanır.

Bu örnekler birçok konuya yaygınlaştırılarak zenginleştirilebilir ve

daha anlaşılabilir hale getirilebilir. Ancak ana fikir, beslenme, barınma,

eğitim ve sağlık hizmetlerinin minimum düzeyde herkese verilmesi sosyal

yönetimin görevi olacaktır. Ayrıca herkesin kullanabileceği alt yapı,

ulaşım, haberleşme, yargı, eğitim, güvenlik gibi yatırımlara da ortak katkı

talep edecektir. Bunun dışındaki isteklerin giderlerinin isteyenlerce

karşılanması, devletin de bu isteklerin güvenli olarak yapılabilmesi için

gerekli yasal düzenlemeleri yapması ve izlemesi gerekir. Devlet herkesin

ortak isteği ve gereksinmesi olmayan hiçbir konuda harcama

yapmamalıdır. Hiçbir inanca, dine, ırka farklı davranmamalıdır. Başka bir

insanın hakkına tecavüz etmeden fikrin söylenmesi serbest; basın, yargı

ve üniversiteler kesin olarak bağımsız olmalıdır.

Ancak beklenen sosyalist sistemde bu güne kadar uygulanamayan

başka bir uygulamanın daha devreye girmesi sistemin doğru çalışması

bakımından bir gerekliliktir. Bu öneriyi okuyanların tepki göstereceğini

peşin olarak biliyorum. Ancak yine de gelecekte olacak bir uygulamayı

ben şimdi niye yazmayayım diye düşünüyorum.

Seçme, her şeyden önce bir bilgi işidir (bu nedenle bir şey alacağımız

zaman yanımızda bir bileni götürürüz). Seçeceğiniz şeyin niteliğini

bilmiyorsanız, o konuda anlamıyorsanız, neyi doğru olarak seçeceksiniz?

Bir yönetimi seçme, bilgi, dünya görüşü isteyen, sadece günü değil

geleceği de etkileyen önemli bir işlemdir. Bir ülkenin yönetimini herkesin

bir oy hakkıyla seçmesi, olsa olsa ilkel ve ilkin demokrasilerde bir çözüm

olabilir. Ancak bilim toplumunda, bir ülkeyi belaya sokmadan, hatta

6

kurtlar sofrasında yara almadan, hatasız bir şekilde yönetebilmesi; ancak

dünyadan haberi olan, iyi eğitilmiş, becerikli, nitelikli, doğuştan gelen

sezgi niteliği yüksek kişilerin yönetime gelmesiyle olabilir. Bu kadroyu

seçenlerin nitelikleri de buna uygun olmalı. Diyelim ki yaşamı boyunca bir

bilgisayarı hiç kullanmamış bir insanı bilgisayar seçmeye götürürseniz,

bu seçim nasıl olacaktır? Ya rengine ya şekline ya da kapladığı yere

göre olur. O zaman meydanlarda atılan nutuk, yalan, vaat, abartma,

başkasını aşağılama tazına bakarak oyunu kullanacaktır. Böyle bir

demokrasiyle nereye gidilirse dünyanın birçok ülkesi de oraya gidiyor…

O ki canlı doğan bir insan bazı temel haklara sahiptir; o zaman her

insanın yöneticisini seçmesi için bir oy hakkı olmalıdır. Ancak adil bir

sosyal sistemde belirli bir eğitim, deneyim, bilgi ve beceri birikiminden

sonra kişiler bu oy haklarını artırarak, yönetimde daha büyük oy hakkına

sahip olmalıdır. Buna gelin vatandaşlık katsayısı diyelim.

Şimdi bir soru sorayım? Bilgili, deneyimli, ahlaklı, becerikli, dünyadan

haberi olan, yaratıcı insanların sizin ve benim geleceğim olan yönetimi

seçmesini ya da bu insanların yönetimde bulunmasını neden faşist ya da

demokrasi dışı ya da akılsız bir sistem olarak görüyorsunuz? İlk olarak

bu soruyu kendinize sorun ve yanıtınızı bir akıl süzgecinden geçirdikten

sonra veriniz. Bu kararı verirken bir elinizi çocuğunuzun saçına koyup

okşarken, onun nasıl bir dünyada yaşamasını arzu ettiğinizi düşünün;

sadece düşünün. Bilgisizlerin, çıkarcıların, akıllıları ve ahlaklıları doğru

seçtiğine inandığınız bir dünya mı bırakmak istiyorsunuz?

Seçenlerde nitelik ararken, seçilenlerde nitelik aramama komik

olacaktı. Her insan, eğitimi, bilgi birikimi, deneyimi ve becerisi oranında

bir görevi başarıyla yürütebilir. Siyasi yaşamda başarı, bir sürü öneri ve

seçenek içinde doğruyu bulmak olarak da söylenebilir. O zaman

önceden, bilgisini, becerisini, deneyimini, yaratıcılığını belgelerle

7

kanıtlamamış olanların seçime girme başvurusu, bu belgeleri

getirilinceye ya da sağlayıncaya kadar askıya alınır.

Daha sonra devletin önemli yerlerine geleceklerde, bakan

olacaklarda, müsteşarlarda, genel müdürlüklerde, daha önce ölçütleri

saptanmış koşulların yerine getirilmesi talep edilmelidir. Bütün bunların

ölçütleri çeşitli başarılara verilmiş not ya da puanlarla saptanabilir.

Gelecek bilgili, deneyimli, yaratıcı, ahlaklı, dünya görüşü olan insanların

yöneteceği bir dünya olacaktır. Hamasi nutuklarla, satılık oylarla, ahbap

çavuş ilişkisi ile seçilen temsilcilerle bu geminin fazla gidemeyeceği

bilinmektedir.

Bu yazıya çoğu kişinin tepki göstereceğini tahmin ediyorum. Kurulu

düzene ters düşme, kurulu çarkların dişlisine taş sokma, kendini

yeteneksiz görenlerin hayalini yıkma, yan gelip sosyalist bir sistemde

ahkâm keserek bir yerlere gelme, demokratik ve insancıl geçinme

maskesi altında soygun düzenini yürütme sonlanacağı için böyle bir

sisteme çoğumuzun evet demeyeceğini biliyorum. Çünkü karşılaştığımız

ve alıştırılmış olduğumuz kurulu düzenlerin bir kısmı, sistemin

kusurlarının izin verdiği kapılarından sızanlarca çıkar amaçlı kurulduğu

için, başta bu kesimin ve daha sonra bu düzene alıştırılmış sizlerin

önemli bir kısmının tepkisi olacaktır.

Sosyalizm daha çok işçiyi-emekçiyi korumak ve ön plana çıkarmak

için sahneye çıktı. Devlet ağırlıklı bir yönetim öngörüldü. Üretim

araçlarının devlet elinde olması savunuldu. Olanakların eşit paylaşımı

öngörüldü. Gevşetilmiş haline Sosyal Demokrasi dendi. Açıkça çok

tartışıldı; ancak hiçbir zaman fikir birliğine varılamadı.

Bu kadar güçlenmiş bir kapitalizm karşısında hala kalıplaşmış

söylemlerle 1800-1900 yıllarının sosyalizmini oluşturmak belli ki son

derece güç görünmektedir. Bu güçlüklerin başında kapitalist sistemin

8

halkı uyutabilmesi ve yönlendirebilmesi için dini örgütlenmeyi ön planda

tutmasıdır; böylece sıradan halkın akıl yürütmesi önlenmiş olur. Sol ve

sosyalizmin karşısındaki en büyük güçlük ise dogmadır; her şeyi

tartışmak, neden sonuç ilişkisini aramak zorundadır; o zaman da ne

kadar aydın olduklarını söyleseler de bir yerlerinde hala dogmalarını

saklayan insanlarla karşı karşıya gelmek zorundadır. Bu açıdan

baktığımızda din gizli ya da açık kapitalist sistemin her yerinde (bu

nedenle dinsel kökenli çatışmalar hiç durmaz); çağdaş sosyalist sistemin

ise hiçbir yerindedir.

Bu nedenle bu yazı kaleme alınmıştır. Bu yazının geçmiş tartışmalara

şu anda yapılacak tartışmalara katkısı olup olmayacağı kuşkuludur.

Çünkü bugün sınırları belirlenmiş bir sosyalizm henüz tanımlanmadığı

gibi, hayal kurma ile bir yerlere gidilemeyeceği de anlaşılmıştır. O zaman:

Sosyalizmi, Komünizmin bir türevi olarak değil, bundan böyle

Kapitalizmin bir türevi olarak görmek ve anlamak gerekiyor. Kapitalizmi

ne kadar sosyalleştirirsek başarı hanemiz o kadar kabarık olacaktır. Bu

durumda, özellikle olanakların vatandaşlarca eşit paylaşımı ve üretim

araçlarının devlet tarafından üretimi sloganı rafa kaldırılmalıdır. Yeni

sosyalizm tanımında ve sosyal devlet yapısında her birey katkısı

oranında ortak kazandan pay alabilir; bu katkıyı yapamayanlara

yapılacak destek yeni sosyal anlayışın gereği olarak en alt düzeyde

olabilir; devlet üretimden tümüyle çekilir; ancak üretim araçları üzerindeki

denetimini toplum adına koşulsuz kullanır. Çevrenin ve kaynakların

korunmasından taviz vermez.

Sosyal devlet yapılanmasında en önemli amaç, insana göre makam

değil, makama göre insan seçilmesinin sağlanması ve yönetime seçme

ve seçilme hakkının bilgi, beceri, ortak kazana yapılan katkı (örneğin

9

ödenen vergi oranında), kazanılmış bilgi (eğitim düzeyi) ve ahlaki

kurallara bağlılığı oranında değişebilir (artabilir) olmasını sağlayabilmedir.

Aslında sürekli üretmek ve tüketmekle ayakta kalabilecek bir

kapitalizmin (buna liberalizm hatta aynı mantıkla yönetilen sosyalizm de

dâhil) dünyanın sonunu getireceğini söylemek için kâhin olmaya gerek

yok; buna milli devlet fikrini de eklediğimizde; kaynaklardan pay almak

için savaşın ve yıkımın kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz. Bu

kaynaklardan pay almak isteyen (istemeyen zaten silinecektir) herkes

silahlanmak ve gücünü artırmak zorundadır. Böylece kapitalist sistemin

üzerine bir de silahlanma ile artırılan kaynak israfı eklenecek ve sona

ulaşma hızlanacaktır. Böyle bir yıkım, insanlık tarihinde karşılaşılmamış

bir yıkım olacaktır. Böyle bir yıkımın yarın ya da onlarca yıl ya da birkaç

yüzyıl içinde gelmesi sonuç itibariyle bir şeyi değiştiremeyecektir; yok

olmuş bir dünyanın geçmişiyle kimse ilgilenmez… Bu sonuçtan kuşkusuz

güçlü de en zayıf da payını alacaktır.

Şu ana kadar ister din, ister ırk, ister başka bir özelliğimizle ister

canlılar dünyasının bize kalıtsal olarak hep kazanmak için programlanmış

genetik mirasımızdan vazgeçip, hiçbir canlıya nasip olmayan özgür ve

bağımsız düşünebilen beynimizle, neden-sonuç ilişkisini incelemek için

fazla bir zamanımızın kalmadığını söyleyebiliriz. İçinde insanlık sevgisi

olan herkes bu yaklaşıma destek vermek zorundadır.

Bir yerden başlamamız gerekiyor. Bunun ilk koşulu, bu dünyanın, var

olan tüm canlıların, ırk diye tanımladığımız farklılıkları taşıyan her

insanın, geleneği, göreneği, dini, alışkanlıkları farklı olan her insanın

vatanıdır; kaynaklardan herkes pay almak; kaynakları herkes korumak

zorundadır.

Bunun ilk aşamada, kitaplarda yazılı komünizm ya da sosyalizmle

olamayacağı anlaşıldı. Vahşi kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada,

10

ayrık otunun başka otların yeşermesine izin vermemesi gibi, hiç bir

sosyal sistemin gelişme şansı olamaz1. Böyle bir ortamda olsa olsa

kapitalist sistemin bazı öğelerini benimseyen bir sosyalizmle yola çıkmak

şansımızı artırabilir. Çünkü evrensel düşünme, insani duygulara ulaşma,

hakça paylaşımı içine sindirme, yaşamın her bölümünde ve işlevinde

bilgiyi, özellikle temel bilimleri kullanan bir yönetimde kendini geliştirebilir.

Bunun aslında bilimsel tarifi sosyalizmdir. Gerçek sosyal bir düşünce

tarzına ulaşma ile “çeşitliliği korunmuş” bir dünya devletinin temelini

atabiliriz. Eğer bunu yapamaz isek evrimin defalarca kanıtlanmış kuralı

işleyecek, güçlü ayakta kalacak; zayıf elenecektir.

Ancak evrimin bir kuralı daha birçok konuda kendini gösterir. Bir

sistem güçle bir şeyler kazanacağına programlanmışsa, kendinin ortadan

kalkmasına kadar bu özelliğini geliştirmeye zorlar. Dinozorların güçlü

olmak için gövdelerini büyütmeleri, kama dişli kaplan ve aslanın dişlerini

kendi vücudunu delecek kadar büyütmeleri; rakiplerine karşı üstünlük

sağlayan dev boynuzlu geyiklerin başlarını kaldıramayacak kadar

boynuzlarını büyütmeleri hep aynı canlı işletim sisteminden beslenmiştir.

Hiç kuşkunuz olmasın, kaynakları sınırlı olan bu dünya, bu tüketim

çılgınlığının sonucu olarak bir gün tükenecektir. Bir mucizeyle tüm bu

olumsuzlukların “nasıl olsa” düzeleceği düşüncesinde olan çoğu dindar

insanın sağ yönetimlerin destekçisi olması, mucizeye ve doğaüstü

güçlere inanmayan insanların ise sol yönetimleri benimsemesinin altında

yatan felsefe bu farklı görüşten kaynaklanır.

1 Komünist sistemde herkesin olanakları kolaylıkla paylaşabilmesi için en azından herkese ulaşan ve herkesin kullanabileceği araçlara gerek vardı. Bunların başında demiryolu ağının güçlendirilmesiydi. Böylece insanlara çeşitli olanakları ulaştırma kolaylaştırılabiliyordu. Bu, taşımanın ucuzlaştırılması anlamına geldiği ve aynı zamanda sanayinin güçlenmesine zemin hazırladığı için Kapitalist sistem için bir tehdit oluşturuyordu. Bunun üzerine Komünistliğin ve Sosyalizmin dinden arınmış bir yönetim şekli olduğu bilindiği için, aklını dinle bozmuş, üçüncü dünya ülkelerine ve geri kalmış ülkelere, demiryolları komünist sistemin taşıma aracıdır diye propaganda yapılarak, olası gelişmelerine önemli ölçüde sekte vuruldu. Bunu en güçlü yaşayanlardan biri de Türkiye’nin sağ eğilimli yönetimlerin egemen olduğu dönemlerdir.

11

Biz, bir avuç insan, insan soyunun, sürekli kazanmak ve tüketmek,

başkalarına güçle egemen olmak, bu dünyanın varlıklarının mirasçısı

olduğuna inanmak huyundan vazgeçirmek için ne varsa yapmaya

çalışmalıyız.

Bu yazıda bir gariplik olduğunu geleneksel ekonomiden ve siyasetten

biraz bilgi sahibi bir kimse hemen anlayacaktır. Bu yazıda oluşturulmak

istenen sosyalizm, çok daha yakın olduğu komünizmin içinde değil de

kapitalizm içinde yapılandırılıyor. Geleneksel sosyalizm tanımı ile burada

tanımlanmaya çalışılan sosyalizm arasındaki en önemli fark budur.

Komünizmde herkes kazandan ortak pay alır, yönetime aynı oranda

katılır; bu yazıda tanımlanmaya çalışılan sosyalizmde ise birey katkısı

kadar pay alır; katkısı kadar yönetime katılır. Kapitalizm, adı üzerinde çok

hızlı kapital birikimine neden olduğu için, bilimsel araştırmalar başta

olmak üzere her türlü gelişmede belirli bir zaman diliminde komünizmden

ve sosyalizmden çok daha başarılıdır. Kaynaklar sınırlı olmadığı sürece

kapitalizm karşısında başka hiçbir sistemin başarılı olma şansı yoktur.

Ancak Karl Marx (Marks), 1848’de kapitalizmin kısa vadede yaratıcı

olacağını; ancak sonunun kötü olacağını söylemişti. Çünkü kapitalizm

aslında tüketime dayalı bir sistemdir. Tüketecek bir şey bulunmadığında

yani kaynaklar sınırlandığında sistem çökecektir. Şu anda dünya

kaynaklarını ve sermayesini 85 ailenin elinde tuttuğu söylenmektedir.

Eğer dünyadaki insanların tümü Ruandalı gibi yaşarsa, bu dünyanın

kaynaklarının 16 milyar insana, bir Hindu gibi yaşarsa 10 milyar insana,

bir İngiliz gibi yaşarsa 5 milyar insana, eğer bir Amerikalı gibi yaşarsa

sadece 1 milyar insana yeteceğini biliyoruz. O zaman elimizde görünürde

tek bir seçenek kalıyor. Kazandaki değerlerin ortak; ancak eşit

paylaşılmadığı; kaynakların ve çevrenin korunmasının esas olduğu bir

sistemi kurmaktır. Böyle bir sosyalizm, yaratma ve teşvik gücünü

12

kapitalizmde bireyin katkı oranında pay alma ilkesinden; sosyal

dengelerin ve çevrenin korunmasını ise komünizmden almalıdır. Her

ikisinden farkı, bireylerin yönetime katılma hakkının (herkesin bir birim

hakkı olacaktır), yani seçme ve seçilme hakkının, bireyin bilgisi, becerisi

ve özellikle ortak havuza katkısı oranında artırılabilir olmasıdır.

Eğer torunlarınızın torunlarının da bu dünyanın güzelliklerini

görmesini istiyor, insan soyunun artık eziyet çekmesini istemiyorsanız,

çevrenin güzelliklerinin korunmasını istiyorsanız; hızlı yaşayıp erken

bitmek istemiyorsanız, sosyal devlet kavramını, fakirlik ve eldekilerin

ortak paylaşma edebiyatı ile değil, kapitalist sistemin terbiye edilmesi

şeklinde ele alarak, dünya devletinin temellerinin atılması için,

dogmalarımızdan, faşist duygularımızdan arınarak düşünmemiz

gerekiyor. Bunun için fazla zamanımız da kalmadı. Eğer gelecekte

sonucu ne olursa olsun hatta sosyalizme ulaşılmış bile olsa, kanla

yoğrulmuş bir süreçten geçmek huzur sağlamayacaktır. Sosyalizm ve

komünizmin dinamik kapitalizm karşısında şansı yoktur. Sosyalizmi,

ancak ve ancak, kapitalist sistemin içinde yaşayanların doğru eğitimi ve

onlara geleceği okuyabilecek donanımı kazandırma ile anlatabiliriz;

yerleştirebiliriz.

Bu yeni sosyal devlet tanımında halkın vergileri ile edinilmiş

olanakları sosyal yardım adı altında hükümetlerin kararları ile verilen ve

daha sonra oya çevrilen yardımlar asla olmayacaktır. Sosyal yardım

devletin kuruluş şeması içinde yer alan ve hükümetlere göre değişen bir

olgu kesinlikle olmayacaktır. Dünyanın birçok ülkesinde erdemli

demokrasinin yerleşememesinin nedeni, sosyal yardım adı altında oy

avcılığına çıkılması ve sonuçta oyunu örtülü olarak satan ahlaksız bir

kesim ile gemisini bir çeşit oy rüşveti ile yürüten ahlaksız hükümetlerin

türetilmesidir.

13

Bilim yaşanmadan bir şeyleri anlamanın ve çözüm yollarını bulmanın

adıdır. Eğer çevre ve kaynaklarla uyumlu olmayan, insan nüfus

dinamiğini ve sosyolojisini bu güne kadar ciddi olarak göz önüne

almamış yönetimler bu dünyada egemenliğini sürdürmeye devam

ederse, burada yarım yüzyıllık bir akademisyen olarak, insan soyunun 2035 yılından sonra insanlık tarihinde hiç görülmemiş bir kargaşalığa ve felakete yuvarlanacağını söylüyorum. Bu aşamaya ulaşmış bir dünyada çare olarak şu anda tanımlamaya çalıştığımız sosyalizm kurulsa da bunun artık hiçbir yararı olmayacaktır. Çünkü

çığ çoktan yuvarlanmaya başlamış; sadece Hindistan’dan 1,5 milyar

insan bulundukları yeri terk etmek zorunda kalmış olacaktır. Şu ana

kadar tanımlanmış sosyalizmde olanak varsa bunun paylaştırılması

esastır; olanaklar elde edildiği sürece bunun artırılmasının (hızlı refah

toplumu olmasının) bir sakıncası yoktur. Ancak burada tanımlanmaya

çalışılan sosyalizmde elinizde ne kadar bol kaynak olursa olsun, bunu

bitinceye kadar ya da sürdürülebilirliği olmayıncaya kadar

kullanamazsınız (paylaştıramazsınız). Bu tip sosyalizmde geleceğin

hakları ve çıkarları da yönetimin sorumluluğundadır. Kapitalizm

kazanmaya, faşizm ırkçılığa, teokrasi (dini yönetimler) ya da şu anda

demokrasi ile yönetildiğini ileri süren sistemler din sömürüsüne

odaklandıkları ve çıkarcılıktan, ırkçılıktan ve din sömürüsünden

arınamadıkları için bu ülkelerin gerçek sosyalizmi yerleştirmeleri çok

zordur. Bu nedenle tehlike büyüktür ve en kötüsü de gün geçtikçe bu

tehlike katlanarak büyümektedir.

Yakmadan, yıkmadan, geçmişten ders alarak, günü gözleyerek doğru

yolu bulabiliriz. Gelişmemize evrimsel olarak bir hayvan olarak başladık;

kazandığımız sosyal öğretilerin çoğu çektiğimiz ıstıraplardan ders

alınarak kazanıldı; sürdürülebilir ve paylaşılabilir sosyal yaşamanın

14

hazını tatmalı ve tattırmalıyız; hala bir hayvanın içgüdüleri ile devam

etmemiz gerekmez…

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Değerli Kardeşim

Dünyanın geleceğinden çoğumuzun kuşkusu bulunmaktadır. Bunun

nedeni her gün yaşadığımız kaynak talanı ve paylaşım eşitsizliği; bunun

üstüne eklenen kaba güç kullanımıdır. Dünyanın böyle gitmeyeceği

anlaşıldı.

Komünizmi ve klasik tanımlı sosyalizmi yerleştirmenin de mümkün

olamadığı kanıtlandı. Yeni bir sosyalizm ve sosyal devlet tanımı

geliştirme kaçınılmaz gibi görünüyor. Kapitalizmle çatışmaya giren bir

sosyalizmin ve komünizmin şansı yok görünüyor. Hangi yönetim olursa

olsun, içinde hizmet ve üretim için yarışmayı koruyan, nimetlerle

külfetlerin adil bölüştürülmesini sağlayan ve yönetime yeterli ve laik

kişilerin getirilmesini düzenleyen idari bir sistemin oluşturulması

kaçınılmazdır. Kapitalizmi terbiye ederek sosyalizme dönüşmenin bir yolu

olmalı; bu yazıda bir beyin fırtınası oluşturma amacıyla bu konu masaya

yatırılmıştır.

Özel not: 2035 yılına kadar yaşayacaklarını umanlar bu yazıyı lütfen atmasınlar; o yıllar geldiğinde bu yazıyı bir daha okuma gereğini duyabilirler.

Saygılarımla