r İslam - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1s2d/islamtarihikurumlari.pdf · tarİhİ Ünİte 1...

172
İÇİNDEKİLER • Kültür ve Medeniyet • Kültür • Medeniyet • Kültür-Medeniyet İlişkisi • Medeniyetlerin Doğuşu • İslam Medeniyeti • Tanım • Doğduğu Ortam • Tarihî Çevre • Coğrafî Çevre HEDEFLER • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Kültür ve Medeniyet kavramını tanımlayıp, açıklayabilecek, • Kültür ve Medeniyet arasındaki ilişkiyi kavrayabilecek, • Medeniyetlerin tezahürleri ve oluşumları için gerekli şartları bilecek, • İslam medeniyetinin doğduğu tarihî ve coğrafî çevreyi öğrenebilecek, • İslam medeniyetinin önemini kavrayarak, medeniyetler tarihindeki konumunu değerlendirebileceksiniz. KÜLTÜR, MEDENİYET, MEDENİYETLER İLE İSLAM MEDENİYETİ VE DOĞDUĞU ORTAM İSLAM KURUMLARI ve MEDENİYETİ TARİHİ ÜNİTE 1

Upload: others

Post on 01-Sep-2019

11 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İÇİN

DEK

İLER

• Kültür ve Medeniyet

• Kültür

• Medeniyet

• Kültür-Medeniyet İlişkisi

• Medeniyetlerin Doğuşu

• İslam Medeniyeti

• Tanım

• Doğduğu Ortam

• Tarihî Çevre

• Coğrafî Çevre

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Kültür ve Medeniyet kavramını tanımlayıp, açıklayabilecek,

• Kültür ve Medeniyet arasındaki ilişkiyi kavrayabilecek,

• Medeniyetlerin tezahürleri ve oluşumları için gerekli şartları bilecek,

• İslam medeniyetinin doğduğu tarihî ve coğrafî çevreyi öğrenebilecek,

• İslam medeniyetinin önemini kavrayarak, medeniyetler tarihindeki konumunu değerlendirebileceksiniz.

ÜNİTE

1

KÜLTÜR, MEDENİYET, MEDENİYETLER İLE İSLAM

MEDENİYETİ VE DOĞDUĞU ORTAM

İSLAM

KURUMLARI

ve

MEDENİYETİ

TARİHİ

ÜNİTE

1

Page 2: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

GİRİŞ

Dinler, sadece bireysel inanç, düşünce veya eylemi ortaya koyma,

benimsetme veya uygulatma gayesinde olmamışlardır. Tam tersine dinlerin, her

zaman hayata ve topluma dönük bir yönleri vardır. İslamiyet de salt iman etme ve

buna bağlı olarak yapılması istenilen birtakım ibadetlerden ibaret değildir; aynı

zamanda, yönetim, hukuk, düşünce ve sanat sistemini oluşturan, şekillendiren,

bunlara ayrı bir kimlik kazandıran boyutu da vardır. Dinlerin şekillendirdiği

toplumlar, sahip oldukları değerlerden hareketle kültür ve medeniyetlerini

oluşturmuşlardır. Bu açıdan dinler, medeniyetlerin oluşmasında bir bakıma dinamo

rolü üstlenmişlerdir. Dinlere atıfla yapılan medeniyet isimlendirmelerinde (Yahudi,

Hıristiyan, İslam gibi) herhangi bir coğrafya veya ırk ekseninde olmaksızın dinin

yerleştirdiği veya şekillendirdiği medeniyetler kastedilmektedir. Dolayısıyla bu

medeniyetler, Grek (Eski Yunan), Hint, Mısır, Çin gibi millet ve coğrafyalara atıfla

yapılan medeniyetlerden içerik ve nitelik bakımından ayrılmaktadırlar.

İslam medeniyeti, kendine has kurumları, bilim, sanat ve mimarî eserleri,

sosyal hayatı, düşünce yapısı ile dünya tarihinin yaklaşık on iki asrına damgasını

vurmuş, gerilemesine rağmen bugün hala etkisini sürdürmekte olan büyük

medeniyetlerden biridir. Din olarak İslam’ın insanlığa katkısının boyutlarını

anlayabilmek için, prensipleri doğrultusunda şekillenen medeniyetini de çok iyi

etüt etmek gerektiği muhakkaktır. Özellikle de günümüzde İslam’ın medeniyet

boyutunun inkâra kalkışıldığı bir ortamda bu gereklilik ayrı bir önem kazanmıştır.

KÜLTÜR VE MEDENİYET

Kültür

Latince asıllı “kültür (cultur)” kelimesi, “ziraatçılık, ekim” anlamlarına

gelmektedir. Bu bağlamda Arapçada “Hars” kelimesi de,“ziraat için toprağı sürmek,

mal, sermaye, iyi amel” gibi anlamlara gelmektedir. Bugünkü Arapçada kültür

karşılığı olarak “sekâfe” kelimesi de kullanılmaktadır. Kültür, kelime olarak ilk

kullanılmaya başlanmasından itibaren farklı manalarda kullanılmıştır. Bunlar

arasında;“insanın farklı yollarla kendisini geliştirmesi, insanlar arasındaki

gelişmişliği, sanat dalları, inançlar, kurumlar, toplumların kendine özgü özellikleri”

gibi anlamlarını sayabiliriz. Bu kelime aynı zamanda Tıp, Biyoloji gibi bilimlerde

farklı içerik kullanımlarına da sahiptir.

Kültürün kavramsal karşılığı konusunda ise değişik ilimler tarafından onlarca

tarif yapılmıştır. Yapılan bu tariflere şunları örnek olarak verebiliriz: “Bir toplumun

sahip olduğu, tarih boyunca meydana getirdiği fikir, sanat, duyuş ve değerlerin

tümü”, “Toplumların yaşadığı ve paylaştığı ortak değerler”, “Bir toplumda varlığını

Page 3: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

sürdüren ve gelenek halinde devam eden her türlü duygu, düşünce, dil, sanat,

yaşayış unsurların tamamı”, “Sosyal hayatın dil, düşünce, gelenek, görenek,

kurumlar, yasalar, sanat yapıtları gibi her türlü maddî ve manevî ürünlerin toplamı”

gibi tanımlamaları zikredebiliriz. Yapılan bu tanımların ortak noktasından hareketle

kültürü, “Toplumların tarihî süreç içerisinde elde ettikleri maddî ve manevî

değerleri, yaşam tarzları, övünçleri, davranışları, bunları elde etme ve aktarma

yolları, kendilerine özgü inanç ve âdetler bütünü” şeklinde tanımlamak

mümkündür.

Toplumlar, bir taraftan geçmişten gelen değerlerini benimseyip, koruyup,

aktarırken diğer taraftan da yaşadıkları zamanın şartlarına göre kültürüne yeni

unsurlar ekler veya mevcudun üzerinde değişiklikler yaparlar. Böylece her nesil

miras aldığı kültüre maddî ve manevî katkıda bulunur ve bir sonraki nesle aktarır.

Bütün bu işlem sürecinde tek tek bireylerin değil, toplumun genelinin kabulünün

geçerli olduğu da unutulmamalıdır.

Medeniyet

“Medeniyet” kelimesinin Batı dillerindeki karşılığı Latince “şehirli” anlamına

gelen “civil” kökünden türetilmiş olan “civilisation”dur ve “şehirleşme” demektir.

Arapçada “yerleşik, göçebe olmayan” anlamındaki “el-Hadara”kelimesi de aynı

kavramı ifade için kullanılmaktadır. Türkçede ise “medeniyet” kelimesi kullanıldığı

gibi “uygarlık” kelimesi de kullanılır ve kelime olarak “şehirli, şehirde oturan”

anlamına gelir.

Kültürde olduğu gibi “medeniyet”in kavramsal tanımı konusunda da farklı

görüşler ileri sürülmüştür. Yapılan tanımlar, kavramı ele alan ilimlerin veya ilim

adamlarının bakış açılarına göre farklılıklar göstermektedir. Bununla beraber en

çok dile getirilen anlamları olarak; “Bir toplumun sahip olduğu maddî ve manevî

değerlerin tümü”, “Farklı milletlerin birlikte yaşayarak veya katkı sağlayarak

oluşturdukları değerler”, “Maddî-manevî bütün yansımaları ile yaşam tarzı”

şeklindeki tanımlamaları sayabiliriz. Yapılan bu tanımların kültürle benzer bir

içeriğe sahip olduğu görülmektedir. Kültürle arasındaki farkı vurgulama açısından

medeniyeti, “Evrensel düzeye ulaşmış bir kültür veya benzer kültürlerin

oluşturdukları anlama, yaşama, bilgi, teknoloji ve maddî-manevî kurumların

bütünü” şeklinde tarif etmek mümkündür.

Bu tanıma göre medeniyetlerin maddî ve manevî olmak üzere iki ana

tezahürü vardır:

Maddî Tezahürleri:

Sosyal hayat,

Bilim,

Page 4: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Kurumlar,

Mimarî,

Sanat (Resim, Müzik, Heykel, Hat vs.),

Teknoloji.

Manevî Tezahürleri:

Din-Ahlak,

Düşünce,

Hukuk,

Yaşam algısı.

Medeniyetlerin bu tezahürleri, hem ilgili medeniyetlerin ulaştığı gücü, hem

de diğer medeniyetlerle arasındaki farklılıkları ortaya koyan özelliklerdir. Bir

medeniyet üzerinde araştırma yapılması bu hususların incelenmesi demektir.

Medeniyet üzerinde yapılacak bilimsel çalışmalarda dikkat edilmesi gereken en

önemli husus ise; bu tezahürleri birbirinden bağımsız olarak değil, bir bütünün

parçaları olarak değerlendirmek gerekliliğidir. Hiçbir medeniyetin örneğin hukuku

veya sanatı, ilgili medeniyetin benimsediği dininden, kurumlarından veya düşünce

yapısından, yaşam biçimden bağımsız olarak gelişmiş değildir.

Kültür-Medeniyet İlişkisi

Kültürle medeniyetin aynı mı yoksa farklı mı olduğu tartışılmış ve halen

tartışılmaya devam etmektedir. Kültürle medeniyet arasındaki ilişki konusunda

yaşanan bu tartışmanın ilgili kavramlara yüklenen anlam farklılıklarından doğduğu

anlaşılmaktadır. Başka bir ifade ile sorun; tanım problemidir. Bu anlam

yüklemelerine paralel olarak da medeniyetle kültürün aynı olduğunu savunanlar

çıkmıştır. Ancak genel kabul; ikisi arasında farklılıklar olduğu yönündedir. Kültür,

insanın gelişimi ile alakalı bir kavram olduğu için her insan topluluğunun mutlaka

kültürü vardır. Kültürle medeniyetin ayrıştığı esas nokta işte burasıdır. Zira her

insan topluluğunun kültürü olduğu halde bir medeniyeti olmayabilir.

Medeniyetler, birçok ulusun ortak malıdır. Medeniyetleri farklı milletler

birlikte üretmişler, kendi renklerini bağlı oldukları medeniyete yansıtmışlar,

medeniyetlerinin zenginliğine katkıda bulunmuşlardır. Bu yüzden de medeniyetler

evrenseldir. Ancak bu evrensel özelliğe sahip medeniyetlerin, her millette

görünümü farklılık gösterir ki, bu da kültürdür.

Page 5: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Şekil-1: Medeniyet-Kültür İlişkisi

Netice itibariyle kültürle medeniyet arasındaki farklılıklar olarak şunları

sıralayabiliriz:

Medeniyet evrenseldir, kültür millîdir.

Medeniyetler farklı uluslar tarafından benimsenebilir, kültür sadece ait

olduğu millet tarafından benimsenir.

Milletler medeniyetlerini değiştirebilir, kültürleri ise değişikliğe uğrayabilir.

Medeniyetleri, iktisadî, dinî, ahlakî, hukukî gibi düşünceler (kurumlar);

kültürü ise, din, ahlak ve sanat duyguları şekillendirir (Gökalp: 1995, 9).

Kültürler de medeniyetler gibi gelişim ve değişime uğrayabilirler. Hiç

şüphesiz İslam öncesi Mekke’deki insanların kendilerine ait bir kültürleri vardı.

İslam’dan sonra bu kültür büyük ölçüde değişime uğramış, önceki kültürün birçok

unsuru ortadan kaldırılmıştır. Dinin kültür üzerindeki bu etkisinde olduğu gibi,

yaşam alanlarının değişmesi, bilim ve teknolojik ilerlemeler, ekonomik yapıdaki

farklılaşmalar da aynı şekilde kültürel değişimleri etkilemektedirler.

Medeniyetlerin ortaya çıkmaları, gelişimleri ve yok olmaları konularında

farklı teoriler ileri sürülmüştür. Kimi düşünür, her medeniyetin teolojik, metafizik

ve en sonunda da mantıkî dönemlerden geçtiğini savunurken, Marksist tarihçiler

medeniyetlerin, ilkel, feodal, kapitalist ve sosyalist aşamalardan geçtiğini iddia

etmişlerdir. İbn Haldûn gibi bazı Müslüman teorisyenler ise, tekâmülcü tezi kabul

ederek, her medeniyetin organik yapılar gibi doğup, gelişip ve en nihayetinde

öleceğini ileri sürmüşlerdir.

Medeniyetlerin Doğuşu

Kurulmaları, gelişmeleri ve kalıcı bir hale gelebilmeleri için medeniyetlerin

birtakım şartlara ihtiyaçları vardır. Her medeniyetin doğuşuna ayrı ayrı etki eden

faktörler olmakla beraber, genel olarak medeniyetlerin ortaya çıkmalarında,

Page 6: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

gelişmelerinde etkili olan ortak bazı unsurlar vardır. Bu unsurlar ana hatları ile

şunlardır:

Coğrafya: İnsanların normal yaşamlarını sürdürmeleri, fikrî, siyasî, mimarî,

sanat eserleri vermeleri için uygun coğrafî ve iklim özelliklerine sahip bölgelerde

yaşamaları kaçınılmazdır. Adalardan veya buzullardan oluşan bir coğrafyada

insanların medeniyet kurmaları son derece güçtür. Aynı şekilde coğrafya, o

bölgede kurulan medeniyetin diğer medeniyetlerle etkileşimini, iletişimini

sağlaması, kendi değerlerini yaygınlaştırması açısından da önemlidir.

Toplum: Medeniyetler, toplumlar tarafından inşâ edilir. Bu toplumun belli

bir seviye kat etmiş, belli hedefler etrafında toplanabilmiş olması gerektiği de

açıktır. Burada kastedilen; ortak hedefte bir araya gelme becerisini gösterebilmiş

insan topluluklarıdır. Birbirleri ile çatışma halinde olan veya ortak bir ideali

paylaşmayan insanların medeniyet kurmaları mümkün değildir. Burada yeri

gelmişken medeniyetlerin kurulmasında ırkın hiçbir zaman belirleyici bir şart ve

gereklilik olmadığını kaydetmeliyiz.

Din, Ahlak, Kültür gibi Manevî Değerler: İnsanların birbirleri ile ilişkilerini

düzene koyan kurallar olmaksızın sağlıklı bir siyasî, sosyal, ekonomik sistem

oluşturulamaz. Belli bir yönetim ve yaşam düzenine sahip olmayan kaos ve

karmaşanın hâkim olduğu milletlerin bir medeniyet kurmaları da haliyle mümkün

değildir. Din, ahlak, kültür, örf ve gelenekler, toplumları şekillendiren değerlerdir.

Aynı zamanda bunlar medeniyetlere kendi renklerini katıp, oluşum ve gelişim

aşamalarındaki süreci yönlendirirler. Netice itibariyle sosyal çevre, din, inanç,

düşünce özgürlüğü, adalet, bilimsellik gibi manevî değerlerden yoksun ise herhangi

bir medeniyet oluşturması son derece güçtür.

Siyaset, Ekonomi, Eğitim, İmar gibi Maddî Değerler: Medeniyetlerin

oluşumunda bu tür maddî değerler onların sağlam bir zeminde yükselmelerine

katkıda bulunurlar. Ekonomik açıdan yeterli seviyeye ulaşamamış, siyasî açıdan

istikrarı yakalayamamış, adaletsizliklerin yaşandığı, ciddi ve yeterli eğitimden

mahrum insan topluluklarının evrensel bir medeniyet kurup, bunu insanlık

tarihinde kalıcı hale getirmeleri mümkün değildir.

Bütün bunlar bir medeniyetin inşası için gerekli olan ilk şartlardır. Ancak

bunlar tek başlarına bir medeniyet oluşturamazlar. Bunları bir araya getirecek,

Uluslar, ekonomik zenginliklerine bağlı olarak kurumlarını, sanatlarını,

mimarîlerini geliştirebilir, farklı milletlerle iletişim kurabilir, sosyal şartlarını

geliştirebilirler.

Medeniyetlerin ırk şartı yoktur.

Page 7: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

üretime (sosyal, siyasal, ekonomik, sanat vb.) geçirecek olan ortak bir amacın da

benimsenmesi gerekmektedir ki, bunu da daha çok din, ahlak, ortak ülkü gibi

manevî değerler sağlar. Asırlardır Araplar aynı coğrafyada, aynı dili konuşarak

yaşamalarına rağmen bir medeniyet kurabilmiş değillerdi. Arapları harekete

geçiren, parlak bir medeniyet kurduran; dinî ve toplumsal yapılarını değiştirmiş

olan İslam’dır.

Farklı coğrafyalar ve farklı insan toplulukları tarafından kurulmuş olan

medeniyetlerin ortak özellikleri de vardır. Bu ortak özellikleri de şu şekilde

sıralamamız mümkündür:

Evrensel Olmaları: Hiçbir medeniyet sınırlarını dışa kapatmış değildir.

Bilakis coğrafya ve tarihle sınırlı olmaksızın, farklı tarih dönemlerinde farklı

coğrafyalarda izlerini, etkilerini sürdürmüşler, kendisinden sonraki medeniyetleri

etkilemişlerdir. Öyle ki bugün tamamen izleri silinmiş gibi görünen birçok

medeniyetin mutlak anlamda ortadan yok olduklarını söylemek zordur. Çünkü tarih

ve antropoloji çalışmaları, yeni bulgularla beraber medeniyetlerin birbirleriyle olan

bağlantılarını ortaya çıkarmaya devam etmektedirler. Dolayısı ile salt bilgi

yetersizliği yüzünden bir medeniyetin tamamen tasfiye olduğundan bahsetmek,

bilimsel bir yaklaşım olmayacağı gibi, ilgili medeniyetin insanlık mirasına muhtemel

katkısına da ciddi haksızlık olacaktır.

Etkileşim İçerisinde Olmaları: Her medeniyet bir öncekinden faydalandığı

gibi bir sonrakini de etkileme gibi bir fonksiyonu icra etmiştir. Bu durum söz

konusu medeniyeti taklitçi yapmadığı, orijinalitesini ortadan kaldırmadığı gibi bir

öncekine de eksiklik getirmez. Çünkü medeniyetler, insanlığın gelişim sürecinin

birbirinden ayrılmaz halkaları konumundadırlar. Her medeniyet, kendisinden önce

insanlığın ulaştığı medenî seviye üzerine kurulmuş, onların ürünlerinden

faydalanmıştır. Doğal olarak bilgi-tecrübe transferinde bulunan bir medeniyet,

aldıklarını kendi değerler sistemi içerisinde eriterek, kendi öz parametrelerini

ekleyerek yeniden dizayn eder, üretir ve sonraki döneme aktarır. İslam medeniyeti,

felsefe, tıp, astronomi, matematik, mimarî gibi alanlarda Eski Yunan, Mısır, Hint ve

Çin medeniyetlerinden faydalanırken, aldıklarını olduğu gibi benimsememiş,

doğrudan nakletmemiş tam tersine bunları geliştirmiş, tashih etmiş,kendi

tespitlerini eklemiş, kendi değerleri çerçevesinde kendi kimliğini katarak

içselleştirmiştir. Aynı şekilde bütün inkâra rağmen bugünkü Batı medeniyetinin

oluşmasında da İslam medeniyetinin ürünleri olan bilim ve değerlerin ciddi rolü

olduğu açıktır. Bu yüzden taassupla hareket eden bazı Batılı araştırmacıların İslam

medeniyetini görmezden gelerek medeniyetlerini Eski Yunan medeniyetine

bağlama çabalarının, tarihî ve bilimsel bir zemine sahip olmadığını rahatlıkla

söyleyebiliriz.

Kendine Münhasır Olmaları: Her medeniyet, farklı medeniyetlerden

beslenmesine, teşekkülüne farklı milletlerin katkı sağlamasına karşın kendine has

Page 8: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

özellikleri de bünyelerinde taşımaktadır. Medeniyetleri birbirinden ayıran da

kendilerine has olan bu özellikleridir. Bu özellikleri belirleyen unsurların başında da

din gelmektedir. Nitekim Arap, Türk, İran gibi farklı milletler tarafından

oluşturulmasına, Yunan, Hint, Mısır gibi eski medeniyetlerden faydalanmasına

rağmen İslam medeniyetinde İslam dininin tesirini, mimarîden felsefeye, hukuktan

siyasete birçok alanda görmek mümkündür.

Medeniyetlere mensup insanların maddî-manevî sahip oldukları genel ve

ortak değerler, o medeniyetin kendine has özelliklerini oluşturmaktadır. Dolayısıyla

medeniyetleri birbirinden sadece maddî ürünleri ile ayırmak sağlıklı değildir.

Medeniyetlerin ayrıldıkları noktalar daha çok hayata bakışları, inançları,

düşünceleri gibi, o maddî ürünlere bir nevi ruh katan manevî değerleridir.

Bugünkü Batı medeniyetine mensup bazı teorisyenler biraz da mensubu

bulundukları medeniyetin uygulamalarından ve bu uygulamaya gösterilen

tepkilerden etkilendiklerinden “medeniyetler çatışmasından” söz etmektedirler.

Ancak medeniyetler, çatışarak, savaşarak, birbirlerini yok ederek veya yok sayarak

değil bilakis birbirlerinin tecrübelerinden, bilgi birikimlerinden, her türlü

ürünlerinden faydalanarak gelişmişler, büyümüşlerdir. Binaenaleyh ülkelerin veya

ulusların birbiri ile çatışmalarını, medeniyetlerin çatışması olarak görmemek

gerekir.

Yeryüzünde farklı coğrafyalarda farklı insan grupları tarafından büyük

medeniyetler kurulmuştur. Bütün bu medeniyetleri tespit imkânına doğal olarak

sahip değiliz. Araştırmacılar ilmî, siyasî, ideolojik, dinî kabul veya birikimlerine göre

yeryüzünde kurulmuş medeniyetlere dair isim listeleri hazırlamışlardır. Bunlardan

bazıları şunlardır:

Sümer medeniyeti,

Bâbil medeniyeti,

Yunan (Grek) medeniyeti,

Mısır medeniyeti,

İran medeniyeti,

Çin medeniyeti,

Hint medeniyeti,

Medeniyetler birbirleriyle çatışarak değil, iletişim kurarak, birbirlerinin

ürünlerinden faydalanarak gelişirler.

Bir edebiyat metni veya sanat eseri, üretildiği medeniyetin özelliklerini

barındırır.

Page 9: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

İslam medeniyeti.

Bu büyük medeniyetlere ek olarak coğrafya ve zaman açısından etkileri daha

sınırlı olan başka medeniyetler de vardır. Bunları üç ana grupta toplamak

mümkündür:

Eski Anadolu medeniyetleri (Eti, Hitit, Fenike gibi),

Eski Amerika medeniyetleri (Aztek, İnka, Maya gibi),

Eski Türk medeniyetleri (Göktürk, Uygur, Hun gibi).

İSLAM MEDENİYETİ

Tanım

İslam medeniyeti, miladî VIII. asırda ortaya çıkan ve Endülüs’ten Çin’e kadar

uzanan geniş bölgede hüküm sürmüş, temelinde İslam dininin prensiplerinin

olduğu, bugünkü Batı medeniyeti karşısında gerilemekle beraber varlığını hâlâ

devam ettiren, farklı etnik unsurlardan oluşan Müslümanların kurdukları

medeniyetin adıdır.

İslam medeniyetini kendi içerisinde alt başlıklara ayırmamız mümkündür:

Arab-İslam medeniyeti,

Türk-İslam medeniyeti,

İran-İslam medeniyeti,

Endülüs-İslam medeniyeti.

Başlangıçta Müslüman Arapların siyasî himayelerinde gelişen İslam

medeniyeti; Arap, Türk, İran, Mısır ve diğer farklı milletlerin katkı ve destekleri ile

oluşturulmuş bir medeniyettir. Şekilsel çerçevesini ve içeriğini her zaman İslamiyet

belirlemiş, açık bir şekilde her alanda tesirini göstermiştir.

İslâm Medeniyeti diğer medeniyetlerin kavram ve ürünlerini kendi değer

ve prensipleri ile karşılaştırmış, kendi inanç ve kabullerine uygun olanları

benimsemiş, ters düşenleri ise ya uygun hale getirmiş ya da reddetmiştir.

Page 10: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Şekil–2: İslam medeniyetinin Temelleri

İslam medeniyeti bir din medeniyetidir. Başka bir deyişle bu medeniyetin

ortaya çıkmasında, gelişmesinde İslam dini başat rol oynamıştır. Bu yüzden de bu

medeniyeti din faktörü göz ardı edilerek belli bir ırka atıfla Arap Medeniyeti

şeklinde değerlendirmek veya yorumlamak tarihî zeminde herhangi bir geçerliliğe

sahip olmayacaktır. İslam’ın, öğrenmeyi, araştırmayı, çalışmayı, üretmeyi,

düşünmeyi şiddetle tavsiye etmesi, mensuplarını bu konuda teşvik etmiş, sadece

maddî planda değil olayın manevî boyutta da ele alınmasını sağlamıştır. Bu durum

Müslümanların yeni bir medeniyet inşasında yoğun bir faaliyet içerisine

girmelerine neden olmuştur.

İslam medeniyeti, bugünkü Batı Medeniyeti ile Eski Yunan, İran, Hint, Çin ve

hatta Mısır medeniyetleri arasında köprü vazifesi görmüştür. Ancak yanlış

anlamaların önüne geçme adına şunun altını çizmemiz gerekir ki, İslam medeniyeti

bir nakil veya taklit medeniyeti değildir. Yani geçmişi olduğu gibi aktaran taklitçi

veya hiçbir orijinalliği olmayan ara bir medeniyet değil, bilakis kendi inancını,

düşüncesini, bakışını, keşiflerini, tespitlerini bu birikime eklemiş, farklı

medeniyetleri kendi kültür potasında eriterek yeni bir kimlik kazandırmış, kendi

kökenlerine sahip orijinal bir medeniyettir. İşte bu yüzdendir ki, Kindî, Fârâbî, İbn

Sînâ, İbn Rüşd, Birûnî, Tûsî, İbn Haldûn, Ali Kuşçu gibi onlarca âlim bugüne

gelebilmiş, çağdaş Batı Medeniyetinin temellerini atmışlardır.

Page 11: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Doğduğu Ortam

Medeniyetleri doğru konumlandırabilmek için tarihî ve coğrafî çerçevelerinin

iyi çizilmesi şarttır. İslam medeniyeti, VIII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar yaklaşık on iki

asır boyunca hâkimiyetini sürdürmüş, birçok alanda medeniyet tarihine eşsiz

eserler kazandırmıştır. Dolayısı ile İslam medeniyetinin doğduğu ortam üzerinde

kısaca durmamız, onun hangi tarihî ve coğrafî temel üzerinde teşekkül ettiğini

anlamak için gereklidir.

Tarihî Çevre

Hz. Muhammed’in vefatından sonraki kısa bir süre içerisinde Müslümanlar

batıda Fransa’ya, doğuda Çin Seddi’ne kadar uzanan büyük bir coğrafyayı

hâkimiyetleri altına almıştır. Müslümanlar, fethedilen bu coğrafyadaki halka

müsamaha göstermişler, onların dinlerine, inançlarına, ibadet yerlerine

karışmamışlar, hatta bunları kendi korumaları altına almışlardır. Müslümanlar elde

ettikleri bu siyasî, askerî, iktisadî ve ictimaî güçle beraber onlarca ilimde, sanatta,

mimarîde söz sahibi olmuşlar, kendi değerleri ile yoğurdukları büyük bir medeniyet

kurmuşlardır.

Hz. Muhammed’in 610 yılında tebliğe başladığı İslamiyet, başlangıçta ciddi

bir tepki ile karşılaşmakla beraber zamanla Araplar tarafından kabul edilmiştir. Bu

kabullenme ile beraber Kur’ân ve Hz. Muhammed’in uygulamaları (Sünnet)

Müslümanların rehberleri olmuş, bunların emirleri ve tavsiyeleri ile Müslümanlar,

yeni hayatlarına uyum sağlamaya, karşılaştıkları sorunları Kur’ân ve Sünnet

çerçevesinde çözmeye çalışmışlardır.

Hz. Muhammed vefat ettiği sırada Arap yarımadasının önemli bir kısmı

İslamiyet’i kabul etmiş durumdaydı. Hz. Muhammed’den sonra devletin başına

geçen Hz. Ebu Bekir döneminde hem Arap yarımadasındaki ayrılıkçı hareketler

bastırılmış, hem de kuzey yönünde Suriye, Filistin, Irak taraflarına ilk fetih

hareketleri başlatılmıştır. Hz. Ömer döneminde ise fetih hareketi devam ettiği gibi,

fetihlerin getirdiği ihtiyaçlara binaen kurumsallaşmaya da yönelinmiştir.

Hz. Ömer döneminde, Sâsânî ve Bizans İmparatorluklarına karşı elde edilen

askerî ve siyasî başarılar neticesinde; Irak, İran, el-Cezîre, Suriye, Filistin ve Mısır

toprakları Müslümanların eline geçmiş bulunuyordu. Arap yarımadası dışında

birbirini takip eden bu fetihler esnasında ve sonrasında, İslam Devleti hâkimiyeti

altına giren değişik milletlerin, dinî, siyasî, iktisadî ve medenî statülerinin tespit

edilmesi gerekliliği kendisini hissettirmişti. Devletin gerek Müslümanlarla, gerek

gayr-ı müslimlerle alakalı olmak üzere ortaya çıkan sorun ve ihtiyaçlarını gören Hz.

İnananlar topluluğu İslâm’ın prensipleri doğrultusunda kendi yönetim,

düşünce, bilim, sanat ve hukuklarını oluşturmuşlardır.

Page 12: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Ömer, bunların çözülmesi yolunda çeşitli düzenlemelere girişmiş ve birçok yeni

müessesenin kuruluşunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Hz. Ömer, fethedilen

ülkelerdeki Sâsânî ve Bizans İmparatorluklarının iktisadî ve idarî tecrübelerinden

istifade etmiş, teşkilatlanmada bunlardan da faydalanmıştır.

Bu dönemde birtakım idarî ve malî kurumlar oluşturulduğu gibi, fetih

organizasyonun sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve Müslüman yerleşiminin

sağlanması için Kûfe, Basra gibi ilk şehirler de kurulmuştur. Fetihler, dinî, fikrî,

içtimaî, mâlî, iktisadî, idarî, siyasî olmak üzere hayatın her alanında değişimi

beraberinde getirmişti. Hz. Ömer bu değişim rüzgarından faydalanma yoluna

gitmiş, devletin değişen şartlara göre yeniden yapılandırılması sürecinde, elzem

olan siyasî ve iktisadî hamleleri zamanında yapmıştır.

Hz. Ömer’den sonra devlet başkanlığına geçen Hz. Osman döneminde de

fetihler devam etmekle beraber, İslam toplumunda ilk ayrılıklar görülmeye

başlanmıştır. Hz. Ali dönemi, bu ayrılıkların savaş meydanına taşındığı dönemdir.

Onun öldürülmesi ile de Râşid Halifeler dönemi son bulmuştur.

Emevi Devletinin kurucusu olan Muâviye’nin döneminde İslam toplumu

tekrar siyasî istikrarı yakalamıştır. Emeviler zamanında yönetim, dışa kapalı Arap

ağırlıklı bir yapı görünümündeydi. Emevi idarecilerinin birtakım uygulamaları

nedeniyle fethedilen bölgelerdeki yerli halkın İslam toplumuyla bütünleşmeleri

gecikmiştir. Bununla beraber Müslüman Araplar, hâkimiyet sağladıkları coğrafyada

Hıristiyan, Yahudi, Mecusi gibi farklı dinî gruplar, Fars, Süryani, Rum, Kıbtî, Berberî

gibi farklı ırklarla bir arada yaşamaya başlamışlardı. Bu dönemde fethedilen

İspanya (Endülüs) bir arada yaşama tecrübesi konusunda son derece önemli bir

örnek oluşturuyordu. Çünkü buradaki Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler dinî

grupları, Berberîler, Araplar ve dini tercih açısından kendi aralarında bölünmüş

olan yerli halk da etnik unsurları oluşturmaktaydı.

Emeviler dönemini siyaseten içe dönük olmasına rağmen Müslümanların dış

kültür ve medeniyetlerle tanışma dönemi olarak tanımlamak mümkündür. Bu

dönemde Müslümanlar, farklı medeniyetlere mensup insanlarla muhatap olmaya,

onların özellikle de ilmî tecrübelerinden istifade etmeye başlamışlardır. Ancak çok

geçmeden Müslümanlar bu birikimi içselleştirmeyi başarmışlardır. Nitekim

ekonomik bağımsızlık anlamında para politikasının belirlenip dinar ve dirhemlerin

bastırılması, resmî dilin Arapça olarak kabulü bu döneme rastlamaktadır. Emeviler

dönemi sadece siyasî veya malî anlamda değil aynı zamanda bilimsel anlamda da

Müslümanların profesyonelleşmeye başladıkları süreci ifade etmektedir. Siyer,

Hadis, Tefsir, Fıkıh gibi İslamî ilimlere dair ilk risâleler bu dönemde yaygınlaşmış,

ilimlerin metodolojilerine dair prensipler yerleştirilmeye başlanmıştır.

661 yılında kurulan Emevi Devleti 750 yılında Abbasi ihtilali ile yıkılmıştır.

Abbasiler dönemi, İslam tarihinin (749-1258) 524 yıllık önemli dönemlerinden

Page 13: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

biridir. Her ne kadar Abbasi hanedanı 1517 yılında kadar Mısır’da varlıklığını devam

ettirmişse de bu dönemde ne siyasî ne de askerî bir etkinliği kalmamıştı. Abbasi

halîfeleri, Cengiz Han’ın torunu Hulagu Han’ın gelişine kadar yani 1258 yılına kadar

saltanatlarını devam ettirmişlerdir. 524 yıllık bu dönemde toplam 37 halife iktidara

gelmiştir.

İslam medeniyetinin tarih sahnesinde ortaya çıkma zamanı/etkili olmaya

başladığı Abbasiler dönemidir. Nitekim Halife Mehdî ve Hârûn Reşîd dönemi

sadece askerî zaferlerin, malî zenginliğin arttığı dönem değil, aynı zamanda kültür

ve medeniyette yükselişin dönemidir.

Siyer, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam gibi İslam’ın kendi bünyesinden doğmuş

olan dinî ilimleri hariç tutacak olursak başlangıçta Müslüman Arapların özellikle de

fen bilimlerinde sistematik bir ilmî geleneğe sahip olduklarını söylemek zordur.

Ancak Müslümanlar diğer ilimlerde de İslam’ın öğretileri doğrultusunda son derece

araştırma ve öğrenme arzusuna sahiptiler. Bu nedenle hem fethettikleri bölgelerde

yaşayanların bilgi ve tecrübelerinden istifade ile hem de geçmiş veya çağdaş

medeniyetlerin ürünleri olan kitapların Arapçaya çevrilmesi ile kısa süre içerisinde

kendi özgün bilimsel anlayışlarını ortaya koymuşlar, kendilerine ulaşan ilim, fikir ve

sanat gibi birçok alanda çağlarını aşan bir ilerleme kaydetmişlerdir.

Abbasi hilâfeti döneminde merkezde değişik iktidar dönemleri yaşandığı gibi,

diğer bölgelerde de birçok devlet kurulmuştur. Hiç şüphesiz İslam medeniyeti

açısından bunlar içerisinde en önemlisi Endülüs’tür. Emeviler döneminde

fethedilen ve Emevi ailesine mensup I. Abdurrahman’a kadar valiler tarafından

yönetilen Endülüs, İslam medeniyetinin Batı’ya açılan kapısı konumundaydı.

Abbasilerin Emevileri yıkmasından sonra İslam dünyasının doğusuna Abbasiler

hâkim olurken, batısında yer alan Endülüs Emevileri onlardan ayrılmışlar, bağımsız

olarak hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Endülüs Emevileri bölgede seksen yıl devlet

olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Endülüs Müslümanları, Emevilerinden

sonra da Tavâif-i Mulûk, Murabıtlar ve Muvahhider gibi devletlerle XVI. yüzyıla

kadar siyasî varlıklarını; XVIII. yüzyıla kadar da dinî ve sosyal varlıklarını birçok

zorluklarla beraber sürdürmeyi başarmışlardır. Endülüs, siyasî, ilmî ve sanat

çevreleri, çeviriler, kurumlar, sanat eserleri, mimarî ve birçok ilim dalında ortaya

koydukları onlarca eserle İslam medeniyetine büyük katkı sağlamıştır. Doğuda

Abbasi idaresi altında gelişen İslam medeniyeti, neredeyse eş zamanlı olarak

Endülüs aracılığı ile de Batı’ya aktarılmıştır.

Müslüman ilim adamları bu dönemde yapılan çevirilerle geçmiş

medeniyetlerin birikimlerini öğrenmişler, eksik gördüklerini tamamlamışlar,

hatalarını düzeltmişler, kendi buluş ve görüşlerini bu birikim üzerine ekleyerek daha

ileriye götürmüşlerdir. Yaklaşık olarak 750-850 yılları arasını sürdürülen çeviri

hareketini, orijinal bilimsel eserlerin verildiği dönem takip etmiştir. Bu dönemde

devletin başında bulunan halifeler de ilmî çalışmalara ayrı bir önem vermişlerdir.

Page 14: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Çevirilerin sağlıklı yapılabilmesi için kurumlar teşkil ettirilmiş, âlimler teşvik edilmiş,

bu konuda maddî imkânlar seferber edilmiştir. Öyle ki bu dönemde ilmî, edebî

kitapların getirtilmesi için Doğu Roma gibi çevre ülkelere heyetler dahi

gönderilmiştir.

Abbasilerin zayıflaması ile beraber yeni bir siyasî güç olarak Selçukluların

ortaya çıktığı görülmektedir. Tuğrul Bey, Alparslan, Melikşah gibi ünlü

hükümdarlara sahip olan Selçuklular, Moğol saldırılarına kadar İslam coğrafyasında

varlıklarını sürdürmüşlerdir. Hemen belirtelim ki Selçuklular da ilimden sanata

birçok alanda İslam medeniyetine büyük hizmetler sunmuşlardır. Özellikle de

Anadolu Selçuklularının Haçlılara karşı direnişlerini Müslüman Türklerin İslam

medeniyetini koruma konusunda verdikleri en önemli hizmet olarak

değerlendirmek gerekir.

Selçuklulardan sonra ise Memluklular ve Osmanlılar siyasî hâkimiyeti ele

geçirmişlerdir. Osmanlılar, İslam kültür ve medeniyetini daha da geliştirdikleri gibi

Avrupa’ya taşımakla İslam medeniyetini yayma, XX. yüzyılın başına kadar Batı’dan

gelen saldırılara karşı koymakla da koruma görevini yerine getirmişlerdir.

Coğrafî Çevre

Müslümanlar, siyasî anlamda en geniş sınırlarına ulaşmakla beş farklı

medeniyetin coğrafî mirası üzerine oturuyor veya onlarla komşu oluyorlardı.

Fetihlerle Müslümanlar, Mısır ve İran medeniyetlerinin coğrafyasının tamamına,

Grek/Roma medeniyetlerinin bir kısmına hâkim olurken, Hint ve Çin ile de komşu

olmuşlardır. Böylece İskenderiyye, Cundişapur, Harran gibi ilim ve kültür

merkezleri Müslümanların idaresine geçmiş oluyordu. Buralardaki Hıristiyan,

Süryani, Yahudi âlimlerin, Eski Yunan filozoflarının eserleri artık Müslüman

Arapların elindeydi ve Müslümanlar bunları anlamak için yoğun bir çaba

harcayacaklardı. Bu anlama süreci çeviri, şerh ve tashihle devam edecek, eleştiri ve

yeniden üretme ile de geliştirilecekti.

Müslümanlar, karşılaştıkları bu medeniyetlerin bilgi birikimlerinden,

ürünlerinden, tecrübelerinden faydalanmışlardır. Bu çerçevede İslam

medeniyetinin faydalandığı medeniyetleri şu şekilde sıralayabiliriz:

Yunan (Grek) medeniyeti,

İran medeniyeti,

Mısır medeniyeti,

Çeviri hareketi döneminde Müslümanlar, Abbasiler döneminde Fars

edebiyatı ve siyasetini, Hint kozmoğrafyasını, matematiğini, Eski Yunan’ın

çeşitli ilimlerini ve felsefesini Arapçaya çevirmişlerdir.

Page 15: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Hint medeniyeti,

Çin medeniyeti.

Bu medeniyetlerin üzerinde hüküm sürdüğü coğrafyalarda veya komşu

coğrafyaların fethedilmesi ile ilk münasebetler sağlanmıştır. Buna göre İslam

medeniyetinin doğduğu ve geliştiği coğrafi çerçeve şu şekildedir:

Arap Yarımadası: İslamiyet’in doğduğu bölge olması itibariyle burayı İslam

medeniyetinin doğuş merkezi olarak kabul etmek mümkündür/gerekir.

Yarımadanın en gelişmiş kültür ve medeniyete sahip bölgesi olan Güney

Arabistan’da Main, Sebe ve Himyerî; Kuzey Arabistan’da ise Nabat, Tedmür, Hîre,

Kinde gibi devletler kurulmuştur. İslam’ın doğduğu Hicâz ise İslam tarihi açısından

Arabistan’ın en önemli bölgesidir. Çünkü İslamiyet, bu bölgenin iki önemli

şehrinden biri olan Mekke’de doğmuş, Medine’de gelişip yayılmıştır. Ka’be’nin

burada bulunması Mekke’nin ve hâliyle Hicaz’ın dinî ve kutsal bir bölge hâlini

almasına sebep olmuştur. Hicâz bölgesinde düzenli bir hükümet kurulmamıştır. Her

kabile, bağımsız bir şekilde hareket ediyor ve şeyh denilen bir reisin idaresi altında

yaşıyordu. Bununla beraber Hicaz, bağımsızlığını koruyabilme konusunda diğer

merkezlerden daha şanslı olmuştur. Hiçbir yabancı istilası Arap yarımadasının

merkezine yani Hicaz bölgesine ulaşamamıştır.

Suriye: İslam tarihi kayıtlarında Biladu’ş-Şam olarak isimlendirilen bugünkü

Suriye, Filistin, Lübnan bölgelerini içerisine alan geniş bir coğrafi bölgedir. Bu bölge,

Kenanlılar, İbraniler, Aramiler, Asurlular, Babilliler, Persler, Yunanlılar, Romalılar

gibi birçok devlet ve medeniyete yurt olmuştur. Doğu Roma’nın kontrolü altında

olan Suriye’nin fethine Hz. Ebu Bekir döneminde başlanılmış, Hz. Ömer döneminde

tamamlanmış, daha sonra da bölgenin en önemli şehirlerinden olan Dimeşk (Şam)

Emevilere başkentlik yapmıştır. Emeviler döneminde doktor, şair, edip, memur gibi

yerli halktan birçok Hıristiyan, Emevi sarayında görevlendirilmiştir. Böylece

Müslümanlar, onların nesillerdir sahip oldukları bilgi ve tecrübe birikimlerinden bu

şekilde faydalanma imkânına kavuşmuşlardır.

İran: İslam medeniyetinin tarih sahnesine çıktığı dönemde bölgenin en

güçlü iki devletinden biri olan Sasanî İmparatorluğu’nun hâkim olduğu İran, Hz.

Ömer döneminde fethedilmiştir. İran, M.Ö. 4000'lere dayanan tarihi ve yerleşkeleri

ile dünyadaki en eski uygarlıklardan birine ev sahipliği yapmıştır. Farslıların

İslamiyet’i kabulü ile beraber İran edebiyatı, felsefesi, bilimi ve sanatı yeni oluşan

İslam medeniyetinin ana unsurlarından biri olmuştur. Özellikle de Abbasiler

İslam medeniyetinin doğduğu ve geliştiği coğrafya, aynı zamanda İran,

Mısır, Yunan, Roma gibi eski medeniyet havzalarının tamamına yakınını

kapsamaktadır.

Page 16: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

döneminde Fars kültür ve medeniyeti, İslam medeniyetine dâhil olmaya başlamış,

siyasî yapı, kurumlar, edebiyat, sanat, mimarî gibi birçok alanda etkisini

göstermiştir.

Mısır: Antik Çağdaki en büyük medeniyetlerden birinin kurulduğu Mısır,

Doğu Roma’nın eyaletlerinden biri iken Hz. Ömer döneminde Müslümanlar

tarafından fethedilmiştir. Özellikle mimarî alanda ciddi bir kültürel mirasa sahip

olan Mısır’da ayrıca Müslümanlar Kobt dilinden Arapça’ya çeviriler de yapmışlardır.

Kur’ân’ın Firavunlardan bahsetmesinin, Müslüman ilim çevrelerinin geçmişteki

Mısır uygarlığı ile ilgilenmelerinde önemli rol oynadığını söylemeyi mümkün

kılmaktadır.

Endülüs: Bugün İspanya olarak bilinen Avrupa kıtasındaki yarımada

Müslümanlar tarafından Emevi halifesi Velîd b. Abdulmelik döneminde

fethedilmiştir. İslam medeniyeti açısından buranın fethinin önemi, farklı din ve

etnik unsurların bir arada yaşama tecrübesi ile zenginlik katması, burada yetişen

birçok âlimin ilmî hayata canlılık getirmeleri ve İslam medeniyetinin Avrupa’ya

aktarılmasında köprü vazifesi görmesidir. Bugünkü Batı medeniyetinin öncüllerini

oluşturan birçok öğrenci Endülüs medreselerinde eğitim görmüşlerdir.

Bunlara ek olarak Orta Asya’nın fethi ile beraber Müslümanlar, Çin ve Hint

gibi iki büyük medeniyete sahip bölgeye de komşu olmuşlar, bilhassa ticarî ve

diplomatik ilişkiler neticesinde bu iki coğrafyayı da tanımışlar, kültür ve

medeniyetlerinden faydalanmışlardır.

İslam medeniyetinin doğduğu bu tarihî, siyasî ve coğrafî ortama dayanarak

İslam medeniyetinin ortaya çıkmasında etkin olan kendine has unsurları şu şekilde

saymamız mümkündür:

İslamiyet: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslam medeniyeti din temeli

üzerinde ortaya çıkmış ve gelişmiş bir medeniyettir. İslamiyet’in öğrenmeye,

araştırmaya, düşünmeye teşvik ile Kur’ân’ın inananlarını ilim sahibi olmaya çağrısı,

Hz. Muhammed’in bu konudaki tavsiyeleri Müslümanları cesaretlendirmiş,

öğrenmeye, araştırmaya yöneltmiştir. Özellikle de bilgiye insanlığın ortak mirası

olarak bakılması, bilgiyi edinme konusunda önemli bir anlayış oluşturmuştur.

Halifelerin savaş tazminatı olarak kitap istemeleri, eser bulup getirmeleri için çevre

devletlere heyetler göndermeleri, âlimleri himâyelerine almaları hep bu “bilginin”

önemini kavramlarının neticesidir.

Fetihler: İslam fetihlerinin hiçbir zaman Haçlı veya Moğol saldırıları gibi

yıkıcı, tahrip edici etkisi olmamıştır. Bilakis fetihler, fethedilen bölgelerdeki artık

unutulmaya yüz tutmuş değerlerin ortaya çıkmasına aracı olmuştur. Müslüman

Araplar, âlimlerin dinlerine bakmaksızın onlardan yararlanma yoluna gitmişler, bir

Hıristiyan edip, bir Yahudi doktor, bir Süryani mütercim pekâlâ toplumda kendisine

yer bulabilmiş, büyük bir hoşgörü ve müsamaha içerisinde kendi ilmî birikimlerini

Page 17: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

yeni yöneticilerine, yeni öğrencilerine aktarmışlardır. Fetihlerle beraber

Müslümanlar, eski kültür ve medeniyetlerin hüküm sürdüğü coğrafyaya hâkim

olmuşlar, onların maddî-manevî eserlerine, tecrübelerine mirasçı konumuna

geçmişler veya medeniyet çevreleri ile komşu olmuşlardır. Nitekim bu komşuluğun

bir neticesi olarak Çin’den kâğıdı, Hint’ten rakamları almışlardır.

Çeviriler: Medeniyetlerin kurulmasında dilin başat rol oynadığı açıktır. Her

medeniyet kendine özgü ortak bir dil temeli üzerinde yükselmiştir. Kur’ân’ın ve ilk

bağlılarının dili olması hasebiyle Arapça, İslam medeniyetinin ortak dili olmuştur.

Fethedilen bölgelerde Arapçanın iletişimin ortak dili haline gelmesi ile beraber

diğer medeniyetlerle bağlantı kurulabilmiş, Müslümanlar, artık kendi dillerine

çevrilen eserleri anlayabilmişler ve Astronomi’den Fiziğe, Kimya’dan Biyoloji’ye,

Felsefe’ye kadar onlarca farklı ilimde geçmiş medeniyetlerin birikimlerini hem

tashih etmişler, hem geliştirmiş, hem de bir sonraki döneme aktarabilmişlerdir.

Siyasî ve ekonomik istikrar: Fetihlerin getirdiği maddî zenginlik Müslüman

ilim adamlarının desteklenmesini sağlamıştır. İslam dünyasında sadece devlet

adamları değil, zengin muhitler de ilmî faaliyetlere destek olmuşlardır. Siyasî kaos

dönemleri, medeniyetlerin çöküşünü hızlandıran, medeniyet ürünlerinin imha

edildiği dönemlerdir. Dolayısıyla Emeviler, Abbasiler, Endülüs Emevileri, Selçuklular

ve Osmanlılar gibi İslam medeniyetinin siyasî kanadını oluşturan devletler, kendi

içlerinde istikrarı sağladıkları dönemlerde İslam medeniyetine katkı

sağlayabilmişlerdir.

Son olarak İslam medeniyetinin bugünkü durumu üzerinde de kısaca

durmamız gerekecektir. Öncelikle şunu ifade edelim ki, bugün için İslam

medeniyeti tamamen yok olmuş ortadan kalkmış bir medeniyet değildir. Ancak

çağdaş Batı medeniyeti karşısında gerilemiş durumdadır. İslam medeniyetinin

gerileme nedenlerini iç ve dış sebepler olmak üzere iki başlıkta inceleyebiliriz:

İç Sebepler:

Siyasî yönetim alanında dönem dönem istikrarsızlıkların yaşanması,

Müslümanların kendi aralarında çekişmeleri, kabile savaşları, iktidar

mücadeleleri,

Yönetim alanında görevlendirmelerde liyakatin değil, kişisel ve ailevî bağların

dikkate alınması,

Fetihlerin sonucunda Müslüman Araplar, eski medeniyetlerle

karşılaşmışlar, İslam’ın temel prensiplerinden olan hoşgörü ve bilime teşvik ile

İslam medeniyetini oluşturmada bu medeniyetlerden faydalanmışlardır.

Page 18: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Maddî kaynakların üretime aktarılması yerine, lüks bir yaşam uğruna israf

edilmesi,

Başlangıçtaki düşünce ve ifade özgürlüğünün zamanla kısıtlanması,

Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi dinî ilimlere verilen önemin, Felsefe, Astronomi,

Coğrafya gibi beşerî ilimlere verilmemesi, zaman içerisinde bunların ihmal

edilmesi,

Müslümanların bilim ve teknolojiyi üretemedikleri gibi, takip de

edememeleri,

Batı’nın aksine yeni ekonomik kaynaklara ulaşamamaları, sömürge

hareketine direnememeleri, sanayi devrimini kaçırmaları.

Dış Sebepler

Haçlı ve Moğol saldırılarının yıkıcı etkileri,

Coğrafî keşifler neticesinde, pazar ve ticaret yollarının kaybı,

XVIII. yüzyıldan beri sürdürülen sömürü hareketinin yönünün İslam dünyası

olması.

İslam medeniyetini bu durağan halden çıkartıp yeniden büyük ve etkin bir

medeniyet hale getirebilmek için, bir taraftan geçmiş bilgi ve tecrübelerden istifade

ederken, diğer taraftan da hatalardan ders çıkarılması gerektiği açıktır. Ancak bu

şekilde kökenlerden kopmaksızın, İslam medeniyetinin yenilenmesinin

sağlanabileceği kanaatindeyiz. Hiç şüphesiz, bunun için de gerekli fikrî zeminin

oluşması adına İslam medeniyetinin tüm tezahürleri ile çok iyi öğrenilmesi gerektiği

muhakkaktır.

Page 19: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Öze

t • Kültür; “toplumların tarihî süreç içerisinde elde ettikleri maddî ve manevî değerleri, yaşam tarzları, övünçleri, davranışları, bunları elde etme ve aktarma yolları, kendilerine özgü inanç ve âdetler bütünü”, Medeniyet ise; “evrensel düzeye ulaşmış bir kültür veya benzer kültürlerin oluşturdukları anlama, yaşama, bilgi, teknoloji ve maddî-manevî kurumların bütünü” demektir.

• İslam Medeniyeti, miladî VIII. asırda ortaya çıkan ve Endülüs’ten Çin’e kadar uzanan geniş bölgede hüküm sürmüş, temelinde İslam dininin prensiplerinin olduğu, bugünkü Batı medeniyeti karşısında gerilemekle beraber varlığını devam ettiren, farklı etnik unsurlardan oluşan Müslümanların kurdukları medeniyetin adıdır. İslam medeniyeti, Arap, Türk, İranlı, Mısırlı ve diğer birçok halkın katkısı ile oluşturulmuş bir medeniyettir. Ancak şekilsel çerçevesini ve içeriğini her zaman İslâm belirlemiş, açık bir şekilde her alanda etkisini göstermiştir.

• Fetihlerle beraber Müslümanlar, Mısır ve İran medeniyetlerinin coğrafyasının tamamına, Grek/Roma medeniyetlerinin de bir kısmına hâkim, Hint ve Çin ile de komşu olmuşlardır. Müslümanlar, bu medeniyetlerin eserlerini kendi dillerine çevirmişler, yorumlamışlar, tashih etmişler ve kendi görüşleri çerçevesinde farklı alanlarda orijinal eserler vermişlerdir.

• İslâm medeniyeti bugünkü Batı medeniyeti ile Eski Yunan, İran, Hint, Çin ve hatta Mısır medeniyetleri arasında köprü vazifesi görmüştür. Ancak İslam medeniyeti bir nakil veya taklit medeniyeti değildir. Bilakis Müslümanlar, kendi inançlarını, düşüncelerini, hayata bakışlarını, keşiflerini, tespitlerini bu birikime eklemişler, farklı medeniyetleri kendi kültür potalarında eriterek yeni bir kimlik kazandırmışlar, kendi kökenlerine sahip orijinal bir medeniyet kurmuşlardır. İşte bu yüzdendir ki, Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd, Birûnî gibi onlarca âlim bugüne gelebilmiş, çağdaş Batı medeniyetinin temellerini atmışlardır.

Page 20: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Değerlendirme

sorularını sistemde ilgili

ünite başlığı altında yer

alan “bölüm sonu testi”

bölümünde etkileşimli

olarak

cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Aşağıdakilerden hangisi kültürle medeniyet arasındaki ilişki bağlamında dile getirilemez?

a) Kültürle medeniyet arasındaki temel ayrışma kavramlara yüklenen anlam farklılıklarından doğmaktadır.

b) Medeniyet evrensel, kültür millîdir. c) Milletler kültürlerini değiştirebilirler, medeniyetlerini

değiştiremezler. d) Kültürler de medeniyetler gibi gelişim ve değişime uğrayabilirler. e) Kültürle medeniyet birbirinden farklı kavramlardır.

2. Bir medeniyetin doğup gelişebilmesi için aşağıdakilerden hangisi gerekli bir şart değildir?

a) Din, ahlak, kültür gibi manevî değerler. b) Siyaset, eğitim, ekonomi gibi maddî değerler. c) Ortak bir ideal etrafında bir araya gelmiş toplum. d) Mensupları arasında iletişimi sağlayacak ortak bir dil. e) Toplumda birlik ve beraberliği sağlayacak olan ortak bir ırk.

3. Aşağıdakilerden hangisi medeniyetlerin ortak özelliklerinden değildir?

a) Evrensel olmaları. b) Diğer medeniyetlerden etkilenmemeleri. c) Kendilerine has özelliklere sahip olmaları. d) Oluşumları için benzer şartları taşımaları. e) Farklı kültürleri bünyelerinde barındırabilmeleri.

4. Aşağıdakilerden hangisi İslâm Medeniyetinin doğrudan faydalandığı bir medeniyet değildir?

a) Yunan Medeniyeti. b) Mısır Medeniyeti. c) İran Medeniyeti. d) Hitit Medeniyeti. e) Hint Medeniyeti.

Page 21: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

5. Aşağıdakilerden hangisi İslâm Medeniyetini tam olarak ifade etmektedir?

a) İslâm Medeniyeti, geçmiş medeniyetlerden istifade etmiş, kendine has özellikleri olan orijinal bir medeniyettir.

b) İslâm Medeniyeti geçmiş medeniyetlerin eserlerini bugüne taşımış olan ara bir medeniyettir.

c) İslâm Medeniyeti hiçbir medeniyetten istifade etmemiş, kendine özgü değerlerlerle ortaya çıkmış orijinal bir medeniyettir.

d) İslâm Medeniyeti, kendinden önceki medeniyetlerin ürünlerini taklit etmek suretiyle oluşan bir nakil medeniyetidir.

e) İslâm Medeniyeti, kendi içerisine kapalı orijinal bir medeniyettir.

6. İslâm Medeniyetinin geçmiş medeniyetlerle ilişkisini sağlayan en önemli etken aşağıdakilerden hangisidir?

a) Fetihler.

b) Siyasî ve ekonomik istikrar.

c) Müslüman olan yerli halk.

d) Çeviriler.

e) Eski medeniyetlere ait arkeolojik buluntular.

Hz. Muhammed’in 610 yılında tebliğe başladığı İslâmiyet, başlangıçta ciddi bir tepki ile karşılaşmakla beraber zamanla Araplar tarafından kabul edilmiştir. Bu kabullenme ile beraber Kur’ân ve Hz. Muhammed’in uygulamaları (Sünnet) Müslümanların rehberleri olmuş, bunların emirleri ve tavsiyeleri ile Müslümanlar, yeni hayatlarına uyum sağlamaya, karşılaştıkları sorunları Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde çözmeye çalışmışlardır.

7. İslâm Medeniyetinin ortaya ilk çıkışında Müslümanlar problemlerini aşağıdakilerden hangisine uygun olarak çözmeye çalışmışlardır?

a) Yahudi gelenek ve şeriatına b) Hıristiyan gelenek ve şeriatına c) Cahiliye gelenek ve şeriatına d) Kur’an ve Sünnete e) Haniflik gelenek ve şeriatına

8. Aşağıdakilerden hangisi İslâm Medeniyetinin doğduğu ve geliştiği coğrafî çevreye dâhil değildir?

a) Suriye. b) İran. c) Mısır. d) Endülüs. e) Çin.

Page 22: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

9. Selçuklu Türklerinin İslâm Medeniyetine en büyük hizmetleri aşağıdakilerden hangisidir?

a) Dış saldırılara karşı koruma. b) Sanat eserleri. c) Ekonomik destek. d) Çeviriler. e) Yeni bir siyasî yapı oluşturmaları.

10. Aşağıdakilerden hangisi İslâm Medeniyetinin geri kalma nedenlerinden biri değildir?

a) Siyasî istikrarsızlıklar. b) Düşünce özgürlüğünün kısıtlanması. c) Hilâfetin siyasî otoritesini kaybetmesi. d) Haçlı ve Moğol saldırıları. e) Pazar ve ticaret yollarının kaybı.

Cevaplar Anahtarı

1-c, 2-e, 3-b, 4-d, 5-a, 6-a, 7-d, 8-e, 9-a, 10-c

Page 23: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Arnold, T. Walker. (1982). İntişar-ı İslam Tarihi. (çev. Hasan Gündüzler). Ankara:

Akçağ Yayınları.

Ana Britannica. (1990). “Kültür”. (XX, 119-123). İstanbul: Ana Yayıncılık.

Avcı, Casim. (2003). İslam Bizans İlişkileri. İstanbul: Klasik Yayınları.

Baltacı, Cahit. (2007). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul: Marmara Üniversitesi

İlâhiyat Fakültesi Yayınları.

Barthold, W. Wiladimir. (1984). İslam Medeniyeti Tarihi. (çev. Fuat Köprülü).

Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.

Behiy, Muhammed. (1992). İslam Düşüncesinin İlahi Yönü. (çev. Sabri Hizmetli).

Ankara: Fecr Yayınları.

Corci Zeydan. (1972). İslam Medeniyeti Tarihi. (çev. Z. Megamez). İstanbul: Üçdal

Neşriyat.

Durant, Will. (1996). Medeniyetin Temelleri. (çev. N. Muallimoğlu). İstanbul:

Birleşik Yayıncılık.

Durant, Will. (2004). İslam Medeniyeti. (çev.Orhan Bahaeddin). Ankara: Elips

Yayınları.

Gökalp, Ziya. (1991). Türk Uygarlığı Tarihi. (haz. Yusuf Çotuksöken). İstanbul: Toker

Yayınları.

Gökalp, Ziya. (1995). Hars ve Medeniyet. (haz. Yalçın Toker). İstanbul: Toker

Yayınları.

Hitti, Philip K. (1989). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi. (çev. Salih Tuğ). İstanbul:

Boğaziçi Yayınları.

İbn Haldun. (2004). Mukaddime. (çev. Halil Kendir). İstanbul: Yeni Şafak Yayınları.

Kafesoğlu, İbrahim. (2007). Türk Milli Kültürü. İstanbul: Ötüken Yayınları.

Kayaoğlu, İsmet. (1986). “İslam Kültürünün Doğuşu”. Ankara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Dergisi, XXVIII, 205-211.

Kazıcı, Ziya. (2003). “İslam Medeniyeti”. Köprü, 81.

Kutluer, İlhan. (2003). “Medeniyet”. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, XXVIII, 296-297).

Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

Lewis, Bernard. (2000). Tarihte Araplar. (çev. H. Dursun Yıldız). İstanbul: Anka

Yayınları.

Meydan Larousse. (1972). “Kültür”. (VII, 724-725). İstanbul: Meydan Yayınevi.

Page 24: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

Meydan Larousse. (1981). “Medeniyet”. (VIII, 505-506). İstanbul: Meydan Yayınevi.

Öz, Şaban. (2010). Yeni Başlayanlar İçin İslam Tarihi. İstanbul: Koridor Yayınları.

Özdemir, Mehmet. (1994). Endülüs Müslümanları-1. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı

Yayınları.

Öztürk, Levent. (2007). “Bilim ve Medeniyet Çalışmalarında İdeolojik Bir Sorun:

Öncelik Meselesi”. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXIII, 23-33.

Rodinson, Maxime. (2003). İslam’ın Mirası. (çev. Cemil Meriç). İstanbul: Pınar

Yayınları.

Şeker, Mehmet. (1976). “Medeniyet ve Kültür”. Diyanet Dergisi, XV (1), 51-56.

Uludağ, Süleyman. (2003). “Din ve Medeniyet”. Köprü, 81.

Yurdaydın, H. Gazi. (1981). “Türk-İslam Kültürüne Giriş”. Diyanet Dergisi Hicret Özel

Sayısı, 249-283

Page 25: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

Aydın, Mustafa. (1991). İslam Toplumunun Şekillenişi. İstanbul: Pınar Yayınları.

Bayezidof, Ataullah. (1993). İslam ve Medeniyet. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı

Yayınları.

Bayrakçı, Halil. (1990). İslam Medeniyetinin Devam Eden Tesirleri. İstanbul: Marifet

Yayınları.

Bedevî, Abdurrahman. (2002). Batı Düşüncesinin Oluşumunda İslam’ın Rolü. (çev.

Muharrem Tan). İstanbul: İz Yayınları.

Blunt, A. W. F. (1965). Batı Medeniyetinin Temelleri. (çev. Müzehher Erim).

İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Ebu Halil, Şevki. (2005). İslam ve Dünya Medeniyetleri Tarihi. (çev. A. Aydın,

A.Timurtaş). Van: Bilge Adam Yayınları.

Güngör, Erol. (1997). İslam’ın Bugünkü Meseleleri. İstanbul: Ötüken Yayınları.

Halil, İmadüddin. (1987). İslam Medeniyeti Üzerine. (çev. Mehmet Yolcu). İstanbul:

Madve Yayınları.

Hitti, Philip K. (1995). Arap Tarihinin Mimarları. (çev. Ali Zengin). İstanbul: Risale

Yayınları.

Kaegi, Walter E. (2000). Bizans ve İlk İslam Fetihleri. (çev. Mehmet Özay). İstanbul:

Kaknüs Yayınları.

Karlığa, Bekir. (2004). İslam Düşencesi’nin Batı Düşüncesi’ne Etkileri. İstanbul:

Litera Yayınları.

Kuper, Adam. (1995). İlkel Toplumun İcadı. (çev. İsmail Türkmen). İstanbul: İnsan

Yayınları.

Lewis, Bernard. (1996). İslam Dünyasında Yahudiler. (çev. Bahadır Sina Şener).

Ankara: İmge Kitabevi.

Mevdudi, Seyyid Ebu’l-A’la. (1968). İslam Medeniyeti: Esasları ve Menşei. (çev.

Mehmet Aydın). Ankara: Hilal Yayınları.

Mutlu, Latif. (2006). Uygarlığın Durak Yerleri. İstanbul: Goa Yayınları.

Özakpınar, Yılmaz. (1997). Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi.

İstanbul: Kubbealtı Neşriyat.

Özbudun, S. (2003).Kültür Hâlleri. Ankara: Ütopya Yayınları.

Serdar, Ziyaüddin. (1986). İslam Medeniyetinin Geleceği. (çev. Deniz Aydın).

İstanbul: İnsan Yayınları.

Page 26: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26

Sezgin, Halit. (1972). İnsan ve Medeniyet. İstanbul: Malazgirt Yayınları.

Şenel, Alâeddin. (1995 ). İlkel Topluluktan Uygar Topluma. Ankara: Bilim ve Sanat

Yayınları.

Topçu, Nurettin. (1970). Kültür ve Medeniyet. İstanbul: Hareket Yayınları.

Toynbee, Arnold J. (1978). Tarih Bilinci. İstanbul: Bateş Yayınları.

Üçer, S. Sırrı. (1969). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul: İrfan Yayınları.

Williams, R. (1993). Kültür. (çev. Suavi Aydın). Ankara: İmge Kitabevi.

Page 27: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İÇİN

DEK

İLER

• Medeniyetlerin Oluşum Süreci ve İslam Medeniyetinin Kaynakları

• İslam Medeniyetinin Gelişim Aşamaları

• İslam Medeniyetinin Temel Özellikleri

HED

EFLE

R • Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Medeniyetlerin nasıl oluştuğunu açıklayabilecek,

• "İslam Medeniyeti" kavramını tanımlayabilecek,

• İslam medeniyetini oluşturan unsurları sıralayabilecek,

• İslam medeniyetinin kaynaklarını ifade edebilecek,

• İslam medeniyetinin gelişim aşamalarını çözümleyebilecek,

• İslam medeniyetinin temel özelliklerini listeleyebilecek,

• İslam medeniyetinin geleceği hakkında öngörülerde bulunabileceksiniz.

ÜNİTE

2

İSLAM MEDENİYETİNİN KAYNAKLARI, GELİŞİM AŞAMALARI ve TEMEL

ÖZELLİKLERİ

İSLAM KURUMLARI

ve

MEDENİYETİ

TARİHİ

Page 28: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

GİRİŞ

Bir önceki ünitede kültür ve medeniyet kavramları için pek çok farklı tanım

verildiğini görmüştünüz. Aslına bakılacak olursa medeniyet tarihi bir bütün olarak

ele alındığında medeniyetin, insanlığın ortak malı olduğu anlaşılacaktır. İlk

insandan itibaren ortaya konulan her bir bilgi, her bir tecrübe ve gözlemin nesilden

nesile, asırlardan asırlara, coğrafyalardan coğrafyalara ve nihayet medeniyetlerden

medeniyetlere aktarılışıyla ilgili mutlaka bir öyküsü bulunmaktadır. Medeniyet

kavramıyla ilgili tanım farklılıklarının, medeniyetlerin birbirine karşı üstünlüğü veya

önceliği ile ilgili tartışmalardan ve çoğu zaman ideolojik bakış açısından

kaynaklandığını söylemek mümkündür.

Bu bakımdan hangisi olursa olsun herhangi bir medeniyeti, insanlık tarihinin

akışı içersinde birbirine geçmiş zincir halkalarından sadece birisi olarak düşünmek

daha gerçekçi olmamızı sağlayacaktır.

Dolayısıyla tarihin derinliklerinde kalan veya yeni oluşan bir medeniyete; bir

dinin, bir milletin veya bir coğrafyanın, geçmişten gelen birikimler ve bünyesinde

bulunan tüm insanlarla birlikte asırlar içerisinde oluşturduğu veya oluşturacağı

maddi ve manevi tüm değerlerin bileşkesi olarak bakmak daha doğru olacaktır.

MEDENİYETLERİN OLUŞUM SÜRECİ VE İSLAM

MEDENİYETİNİN KAYNAKLARI

Medeniyetlerin Oluşum Süreci

Biraz önce ifade ettiğimiz “medeniyet” kavramıyla ilgili görüşlerimizi, birkaç

örnekle açmaya çalışalım. Mesela, ilk örnek olarak Yunan medeniyeti kavramını ele

Bir

eyse

l Etk

inlik

• Genel hatlarıyla baktığımızda Batılıların, birçok bilimsel buluşu ilk defa Yunanlıların ortaya koyduğunu iddia ettiklerini görürüz. Öte yandan bu durum diğer medeniyet mensupları için de söz konusudur. Onlar da birçok buluşun kendi medeniyetlerinde ilk defa ortaya konulduğunu ileri sürmektedirler. Bu konuya ait örnekler bulmaya çalışınız? Bu örnekler üzerinde araştırma yaparak iddiaların doğru olup olmadığını tetkik ediniz. Yardımcı olmak üzere bk. Levent Öztürk, "Bilim ve Medeniyet Tarihi Çalışmalarında İdeolojik Bir Sorun: Öncellik Meselesi", Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Konya 2007), XXIII, 23-34.

Page 29: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Bilim ve medeniyet Yunanla başlamamıştır.

Bilakis çok daha öncesine

dayanmaktadır.

Pitagoras teoremi ve Öklit postulatları,

Yunanlılardan önce de biliniyor ve

kullanılıyordu.

alalım. Birçok tanıma göre Yunan medeniyeti denildiğinde Yunanlıların üretmiş

olduğu üstün seviyedeki maddi ve teknik unsurlar anlaşılmakta; hatta bilim ve

medeniyet Yunanla başlatılmaktadır. Ancak şunu hemen söylemek gerekir ki, ne

tarih ve medeniyet, ne de bilim ve teknik Yunanla başlamıştır. Bu cümlemizi şu üç

hususa vurgu yaparak birlikte çözümlemeye çalışalım:

Öncelikle Yunan medeniyetinin oluşum sürecini daha iyi anlayabilmek için

kendisinden önceki dönemlerde insanlık tarihinin üretmiş olduğu bilgi birikiminin

mahiyetini kavramak gerekmektedir. Medeniyetin önemli görünümlerinden birisi

olan sadece bilim çalışmalarından birkaç tane örnek vermek bile konuyu

anlamamızı kolaylaştıracaktır. Matematik, astronomi ve tıp sahalarındaki bazı

buluşlar bunun için uygun olacaktır. Mesela, Yunanlı bilim insanı Pitagoras’a (M.Ö.

580-500) ait olan Pitagoras teoreminin milattan önce sekizinci yüzyıldan itibaren

Hint geometrisinde bilindiği kabul edilmektedir. Yine bir diğer Yunanlı bilim insanı

Öklides’e (M.Ö. 330-275) ait olan Öklit postulatlarının (ispatsız kabul edilen

önermelerin) benzerleri de milattan önce sekizinci asır ile beşinci asırlar arasına ait

Brahmanik metinlerde Yunandan beş asır kadar önce görülmektedir. Yunan

düşüncesinin ilk ekollerinden birisi olan Milet Okuluna mensup bilim insanlarının,

düşüncelerini Pers-Hint kültürünün etkisinde şekillendirdikleri, hatta birtakım

bilgileri onlardan aldıkları yine tespit edilen bilgiler arasındadır. Mısır, Sümer, Hint

ve Çin tıplarının Yunan tıbbından çok eskilere dayandığını söylemeye bile gerek

yoktur.

İkinci olarak da Yunan medeniyetinin sadece Yunanlıların yarattığı bir

medeniyet olmadığı ifade edilmelidir. Yunanlıların hâkimiyetleri altına aldıkları

coğrafyalarda yaşayan köle dahi olsalar tüm insanların, Yunan medeniyetine

önemli katkıları bulunmaktadır. Makedon kralı Büyük İskender’in Hint coğrafyasına

kadar gerçekleştirdiği istila hareketi sonrasında Hint, Pers ve Mısır coğrafyasından

getirdiği eserlerin ve bilim insanlarının Yunan bilimini derinden etkilediği bugün

daha net bir şekilde söylenebilmektedir.

Üçüncü bir husus olarak da Yunanlıların hâkimiyetleri altındaki coğrafyalarda

yaşayan farklı inanç ve kültürlerle zamanla etkileşim sürecine girdiklerini de

unutmamak gerekmektedir.

Burada konuyu daha iyi kavrayabilmemiz için Osmanlı medeniyetini de

örnek olarak verebiliriz: Osmanlı medeniyetini anlayabilmek için bir yandan

temellerini teşkil eden Selçuklu, Abbasi uygulamalarını, Türk medeniyetini ve

nihayet bir bütün olarak İslam medeniyetini; diğer yandan da hâkim olduğu

coğrafyada ona katkı sağlayan Anadolu medeniyetlerini, Bizans ve Avrupa

krallıklarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Buna bünyesinde yaşayan

farklı inanç ve kültürlere mensup insanların katkılarını da ilave etmeliyiz.

Page 30: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

İslam medeniyetini oluşturan İslam

toplumu, müslümanlardan

gayrimüslimlerden ve kölelerden

oluşmaktadır.

Buradan hareketle şu noktaya ulaşmamız mümkündür. Öncelikle her

medeniyet mutlak manada kendisinden önce ortaya konulmuş olan bilgi, birikim ve

medeniyet unsurlarından istifade etmektedir. Şüphesiz kendisinden önce oluşan

birikim kendisine o bilgileri geliştirme imkânı vermektedir.

İslam Medeniyeti

Birinci ünitede İslam medeniyetinin tanımı verilirken “İslam medeniyeti,

miladî VIII. asırda ortaya çıkan ve Endülüs’ten Çin’e kadar uzanan geniş bölgede

hüküm sürmüş, temelinde İslam dininin prensiplerinin olduğu, bugünkü Batı

medeniyeti karşısında gerilemekle beraber varlığını hâlâ devam ettiren, farklı etnik

unsurlardan oluşan Müslümanların kurdukları medeniyetin adıdır.” ifadesine yer

verilerek“farklı etnik unsurlardan oluşan Müslümanların kurdukları medeniyet”e

vurgu yapılmıştı. Bu ünitede, “İslam medeniyeti” kavramını zihnimizde

kurgulamaya çalışırken şu hususları da ilave ederek tanımımızı zenginleştirmeye

çalışacağız.

Bir din olarak İslamiyet asırlar içinde çok farklı kültür ve medeniyetleri

bünyesinde barındıran “yedi iklime” yayılmış ve bu coğrafyaların büyük bir kısmını

hâkimiyeti altında bulundurmuştur. Bu coğrafyalarda yaşayan birbirinden oldukça

farklı inanç ve kültüre sahip insanların bir kısmı İslam dinini benimsemiş; bir kısmı

da zimmî olarak İslam hâkimiyeti altında yaşamayı kabul etmiştir. Bu bakımdan

İslam toplumunun,

Ana unsurunu Arapların teşkil ettiği, buna ilave olarak asırlar içerisinde farklı

ırk ve kültürlere mensup olmalarına karşın İslamiyet’i kabul eden

Müslümanlardan,

Müslümanlar dışındaki İslam hâkimiyetinde yaşamayı kabul etmiş olan farklı

din, inanç, ırk ve kültüre mensup insanlardan, yani en geniş anlamıyla

gayrimüslimlerden,

Bir de inançları ve ırkları ne olursa olsun kölelerden oluştuğunu dikkate

almamız gerekmektedir.

Hiç kuşkusuz bu gruplardan her biri sahip olduğu değerler ve birikimler ile

İslam toplumuna katkıda bulunmuşlardır. Sosyal grupların ve yapıların farkına

varsınlar veya varmasınlar karşılıklı olarak birbirlerini etkiledikleri hepimiz

tarafından bilinen bir husustur.

Buna bağlı olarak İslam hâkimiyetinin şemsiyesi altında yaşayan tüm insan

unsurlarının geçmişten getirdikleri farklı gelenek, inanç ve kültürleriyle asırlar

içinde birbirinden istifade etmek suretiyle ürettikleri medeniyete “İslam

medeniyeti” adını vermek daha doğru olacaktır. Bir diğer ifadeyle İslam medeniyeti,

özünü İslam dininin teşkil ettiği, ilk müntesipleri Araplar olan, ancak zamanla gerek

Page 31: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

İslam medeniyeti, başta müslümanlar olmak

üzere İslâm toplumunda yaşayan

herkesin katkısıyla vücuda getirilmiştir.

İslam’a geçen gerekse İslam hâkimiyetinde yaşayan farklı din, kültür, ırk ve millete

mensup insanların bir arada yaşayarak ürettikleri medeniyetin adıdır.

İslam medeniyeti kavramının zihnimizde daha iyi şekillenmesi için bazı

örnekler vermek istiyorum:

İlk olarak mimariyle ilgili bir örnek üzerinde duralım. Hepimizin bildiği üzere

Hz. Muhammed döneminde inşa edilen Mescidü’n-Nebî’nin mimarî özellikleri ile

asırlar içinde Müslümanların hâkim oldukları coğrafyalarda inşa ettikleri camiler

birbirinden farklıdır. Bu duruma, coğrafyadan kaynaklanan ihtiyaçlar, yaşanılan

coğrafyanın malzeme faktörü, o coğrafyada mevcut olan geçmiş medeniyetlerin

mimari alandaki etkisi ve estetik algısının değişimi gibi birçok faktör etki etmiştir.

İkinci örneğimizi de devlet bürokrasisinde gayrimüslimlerin istihdam

edilmesi hususunu ele alarak ortaya koymaya çalışalım. Aramızda Abbasiler

döneminde vezir olarak zaman zaman gayrimüslimlerin de görevlendirildiğini

bilenlerimiz mutlaka vardır. Bu durum hem gayrimüslimlerin sorunlarının çözümü,

hem de bir arada yaşanan sosyal hayatta, tecrübelerin paylaşımı bakımından önem

arz ettiği için tercih edilmiştir.

Üçüncü örneğimizi de gayrimüslim hekimlerin, Abbasi bilim hayatındaki

tesirlerini hatırlatmak üzere verebiliriz. İkinci Abbasi halifesi Mansûr döneminden

itibaren sarayda himaye gören Hıristiyan hekimlerin, İslam dünyasında tercüme

faaliyetlerinin başlamasına, tıp hizmetlerinin ilerlemesine, hastanelerin

kurulmasına oldukça önemli katkıları olmuştur.

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Suriye, İran, Anadolu, Kuzey Afrika, Endülüs, Hint ve Çin coğrafyalarında inşa edilen camilerin mimarilerindeki farklılıkları tespit ederek bu farklılığın sebepleri üzerinde bir araştırma yapınız. Medeniyetin maddi unsurlarının oluşumunda nelerin etkili olduğu üzerinde düşününüz.

Bir

eyse

l Etk

inlik

• Osmanlı devletinde gayrimüslim kökenli devlet ricali bulunup bulunmadığı hususunu araştırınız. Hz. Peygamber döneminden itibaren İslam idalerelerindeki bu konuyla ilgili tutum ve uygulamalar için bk. Levent Öztürk, İslâm Toplumunda Hıristiyanlar, İstanbul 1998, s. 381-413.

Page 32: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Paylaşımlarını artıran ve bünyesindeki her

unsurdan istifade eden toplumlar, güçlü

medeniyetler kurarlar.

Yukarıda zikrettiğimiz üç örneği bir arada düşündüğümüzde, İslam dininin

sahip olduğu adalet ve hoşgörü prensipleri çerçevesinde hâkimiyetinde

bulundurduğu kültür ve medeniyetleri yok etmediğini; onların katkılarını da alarak

zengin ve canlı bir medeniyet meydana getirdiğini ifade etmek gerekecektir.

Medeniyetlerin, kendisinden önceki veya iç içe yaşadığı kültür ve

medeniyetlerden istifade ederek şekil kazandığını ifade etmiştik. Medeniyetlerin

güçlenmesi ve varlığını daha uzun bir müddet sürdürebilmesinin, bünyesindeki her

unsurdan faydalanabilmesi ve paylaşımlarını artırabilmesi ile mümkün olduğunu

bir kere daha vurgulamak yerinde olacaktır. Bu paylaşımın zayıfladığı ortamlarda

medeniyetlerin gücünde bir düşüş görülür. Kısa veya uzun sürsün, devam ediyor

olsun veya tarihin derinliklerine gömülmüş olsun bütün medeniyetler -aynen

insanlar gibi, hatta devletler gibi- bir ömre sahiptir. Nitekim medeniyetler de doğar

büyür ve ölürler. Ancak bunların varlık süreci, medeniyetlerin gücüne göre değişir.

Medeniyeti temsil eden, bir ırk veya kültür ise zamanla diğer ırkların ve kültürlerin

güçlenmesiyle bizzat kendisi zayıflar. Böylece medeniyetlerde birtakım dönüşümler

yaşanır. Bu dönüşümler yozlaşmış ve kültür değişimine uğramış toplumlar

doğurursa medeniyetlerin bir müddet sonra tarihin derinliklerine gömüldükleri

görülür. Mesela, Roma ve Bizans medeniyetleri yaşam biçimlerinin yozlaşmasıyla

ortadan kalkmışlardır. Buna karşın medeniyeti temsil eden, bir din veya değerler

bütünü ise bunlar da özleri ve temel prensipleri bozulmadığı sürece bütünleyici ve

medeniyeti zenginleştirici bir rol üstlenerek varlıklarını sürdürürler.

Bu tamamlayıcı bilgilerden sonra İslam medeniyetinin kaynaklarını

incelemek yerinde olacaktır.

İslam Medeniyetinin Kaynakları

Tarih boyunca tüm medeniyetler, tespit edilsin veya edilmesin kendisini

meydana getiren tüm etkenlerin tesirinde oluşur ve gelişir. Hiç kuşkusuz

medeniyetlerin bağlı olduğu bir öz bulunmaktadır. Ayrıca onlar bir coğrafya, bir

millet veya bir dinin ayrılmaz parçası da olabilirler. Ancak medeniyet kavramından

bahsediyorsak bu özün, bu çekirdeğin üzerine eklemlenen tüm unsurların ve

süreçlerin yaptığı katkıyı ve ortaya çıkan yeni bileşkeyi görmek gerekmektedir.

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Abbâsîler döneminde saray hekimi olarak görev yapan Hıristiyan hekimleri biliyor musunuz? Onların tercüme faaliyetlerine nasıl bir katkı yapmış olabileceğini düşünüyorsunuz? Yardımcı olmak üzere şu makaleyi okuyabilirsiniz: Levent Öztürk, "Abbâsîler Döneminde Yaşayan Hristiyan Doktorların İslâm Toplumuna Katkıları", İstem (Konya 2004), III, 71-79.

Page 33: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

“İslam Dini”nin kaynağı

sadece ve sadece

vahiydir. Ancak “İslam

medeniyeti”nin

kaynağı, yalnızca vahiy

değildir.

Şüphesiz, “İslam Dini”nin kaynağı sadece ve sadece vahiydir. Ancak “İslam

medeniyeti”nin kaynağı, yalnızca vahiy değildir. O halde İslam medeniyetine

kaynaklık teşkil eden faktörleri belirlemeye ve kısaca açıklamaya çalışalım:

Tevhit İnancı ve Vahiy Kültürü

İslamiyet, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e uzanan tevhit mücadelesini ve

vahiy geleneğini, sisteminin olmazsa olmazı olarak ortaya koymuştur. Vahiy,

doğrudan veya kıssalar üzerinden temellendirdiği anlatımları ile ilk İslam

toplumunda siyasi, içtimaî, iktisadî, hukukî, askerî ve ahlakî prensiplerin

yerleşmesini sağlamıştır. Böylece Müslümanlar insan-toplum ilişkilerinde, temel

hak ve özgürlüklerde, başka toplumlarla ilişkilerinde evrensel değerler

çerçevesinde kendilerini şekillendirme imkânı elde etmişlerdir.

Bunun da ötesinde geçmiş din ve toplumlarla ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan

bilgi ve uyarılar, Müslümanlarda evrensel bir düşüncenin ve bir dünya görüşünün

uyanmasına neden olmuştur. Ayrıca vahiy, Müslümanların dünya-ahiret

dengesinde ebedî kalma düşüncesini algılayış biçimlerini de derinden etkilemiştir.

Son bir nokta olarak Âdem’den itibaren insanlık tarihine bir bütün olarak

bakabilme ve bu süreçten güç alma imkânı vermiştir.

İslamiyet’in karmaşık olmayan tek yaratıcıyı kabul eden tevhit vurgusu, farklı

inanç ve kültürlerin yeni dini kabullenmelerini hızlandırmıştır. Bu katılım ve

birliktelik de insan ve toplum yapısının zenginleşmesini sağlamıştır.

Vahyin sunucusu ve uygulayıcısı olan Hz. Muhammed’in yaşam biçimi,

tavsiyeleri ve emirleri de hiç kuşkusuz tevhit inancının yerleşmesi ve

Müslümanların medeniyeti yaratacak manevi gücü elde etmelerinde önem arz

etmiştir.

İnsan ve Toplum Unsuru

Hz. Muhammed, Medine toplumunda Muhacir ve Ensarı aynı değerler

bütünü etrafında birleştirmiş, onları manevi üstünlük fikri etrafında dinamik bir

toplum biçimine dönüştürmüştür. Bu manevi dinamizm bir çekim gücü oluşturmuş,

Bir

eyse

l Etk

inlik

• Dünyanın her yerinde namaza çağrı olan ezan Arapça okunur. Bunun Müslümanlar üzerinde oluşturduğu psikolojiyi analiz etmeye çalışınız. Yahya Kemal’in Eski Musiki ve Itrî şiirlerini okuyunuz. Itrî’nin Tekbir bestesinin diğer İslam ülkelerinde söylenip söylenmediğini araştırınız. Dinî musikînin ırkları ve coğrafyaları birleştiren yönü üzerinde düşününüz.

Page 34: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Müslümanlar ilk İslam fetihleriyle birlikte bir

anda kadim medeniyetlerin ve

kültürlerin beşiği olan coğrafyaları ellerine

geçirmişlerdi.

“insanlar için ortaya çıkarılmış” seçkin bir toplum olma ruhu, daima canlı kalmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’in insana eşref-i mahlûkât olarak bakması ve her bir ferdi, tüm

insanlığa bedel olarak görmesi; insandaki benlik algısı, kendisini ve karşısındakini

değerli hissetme duygusu bakımından önemli bir iç dinamizm kazandırmıştır.

Sorumluluk hissiyle beslenmiş olan bu güç, Müslümanların mutlak üstünlüğü

inancını ve her türlü sorunu Allah’ın yardımıyla göğüsleme fikrini ilham etmiştir.

Her bir ferdin, kendisini büyük bir ümmetin üyesi olarak algılaması da bu üstünlüğü

pekiştirmiştir. Bütün bunlar, insanlık için çalışmayı, iyi şeyler üretmeyi, insanların

tüm ihtiyaçlarını en güzel bir biçimde karşılamayı beraberinde getirmiştir. Sonuç

olarak ideal ölçütlerdeki insan ve toplum unsuru, İslam medeniyetini oluşturan

önemli temel taşlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Fetihler

İslam medeniyetinin oluşumuna kaynaklık teşkil eden önemli unsurlardan

birisi de Hz. Muhammed’in vefatından sonra gerçekleşen fetih sürecidir. Bu yeni

durum öncelikle Müslümanların hâkimiyet ve üstünlük duygularını pekiştirmiştir.

Müslümanlar bu hâkimiyet kurma mücadelesi esnasında ve sonrasında

asırlar boyunca, ele geçirdikleri bölgelerdeki farklı din, kültür ve medeniyetlere ait

mimarî eserlere, kütüphanelere, bilim ve sanat ürünlerine zarar vermemişlerdir.

Aslına bakılacak olursa fetih ve hâkimiyet sürecinde bu varlıklar yok olabilirdi.

Ancak asırlar boyunca varlığını koruyarak günümüze gelmeyi başaran milyonlarca

belge, kitap ve eser, Müslümanların bu husustaki tavrını çok açık bir şekilde

göstermesi bakımından yeterli olacaktır. Bugün İslam’dan önceki Sümer, Hint, Mısır

gibi birçok medeniyete dair bilgilerimizi, günümüze kadar varlığını koruyan bu

malzemeler üzerinden kurguladığımızı dikkatlerden kaçırmamamız gerekir.

Müslümanlar ele geçirdikleri yerlerdeki maddi ve manevi medeniyet unsurlarını

yok etmiş olsalardı hâlihazırda bu medeniyetlerle ilgili birçok bilgiye ulaşma

imkânımız olmayacaktı.

Dolayısıyla Müslümanlar, öncelikle fetihlerle başlayan ve günümüze kadar

uzanan zaman diliminde bu malzemeleri tahrip etmeyerek maddi ve manevi yapıyı

korumuşlar ve yeri gelince kendi ilgi ve ihtiyaçlarına göre bu malzemelerden

istifade etme başarısını göstermişlerdir. Öte yandan Hz. Muhammed’in vefatından

sonra gerçekleşen fetihler, birtakım yeni oluşumların, uygulamaların ve kurumların

ortaya çıkmasına da katkı sağlamıştır.

Artan ve Değişen İhtiyaçlar, Yeni İlgi ve Meraklar

İslam öncesinde Araplar, o dönemde varlığını sürdüren veya izleri devam

eden medeniyetlere göre oldukça geri bir durumdaydı. Ticaret ve tarım, ihtiyaçları

karşılayacak nitelikte ve basit seviyedeydi. Devlet teşkilatlanması, bilim, mimari vb.

alanlarda medeniyet seviyesinde bir gelenek bulunmuyordu.

Page 35: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Tercüme faaliyetleri, bir toplumun kültür ve

medeniyet bakımından şekillenmesinde ve

gelişmesinde önemli bir rol oynar.

Tercüme faaliyetleri Abbasi halifesi Hârûnürreşîd

tarafından tesis edilen ve haleflerinin desteği

ile büyüyen Beytülhikme’de

kurumsallaşmış ve İslam bilim dünyasına

önemli katkılarda bulunmuştur.

Fetihlerle başlayan süreç içersinde Müslümanlar tabii olarak diğer kültür ve

inançlara ilgisiz kalmadılar. İslam ilimlerinin teşekkül evresini tamamlamasından

sonra diğer kültür ve inançların eserleri, fikirleri de ilgi çekmeye başladı. Yaşanan

toplumsal hayatın tabii bir tezahürü olarak pek çok şey gözlemleniyor,

konuşuluyor, tartışılıyor; hatta paylaşılıyordu. Bu süreçte öncelikle Müslümanların

İslamiyet’i diğer kültür mensuplarına karşı savunma arzusu önem arz etmiştir.

Ancak öğrenilen yeni fikirlerin, bazen Kur’ân-ı Kerîm ile karşılaştırıldığı, bazı sentez

ve analizlerin yapıldığı; hatta diğer kültürlere ait metinlerden istifade edilerek yeni

düşünce ve problemlerin ortaya atıldığı da oluyordu. Öte yandan İslam toplumu

büyüdükçe yeni ihtiyaçlar da kendisini hissettiriyordu. Tıp, astronomi, matematik,

coğrafya gibi çeşitli alanlarda artan öğrenme ihtiyacı, tercüme faaliyetlerini

gündeme getirmişti.

Tercüme Faaliyetleri

Medeniyetlerin oluşumunda veya zenginleşmesinde, diğer kültür ve

medeniyetlerden yapılan tercüme faaliyetlerinin önemli bir yeri bulunmaktadır.

Yunanlıların Sümer, Hint ve Mısır medeniyetlerine ait eserleri tercüme etmeleri ve

bunlardan istifade ederek yeni fikirler üretmeleri burada örnek olarak

hatırlanabilir. İslam medeniyetinin oluşumunda ve zenginleşmesinde de tercüme

faaliyetleri önem arz etmiştir. Bilim ve felsefe geleneğine sahip olmayan

Müslümanlar, bu yolla diğer medeniyetlere ait eserler ve görüşler hakkında bilgi

sahibi olmuşlardır.

İslam dünyasında gerçekleştirilen tercüme faaliyetlerine hızlıca göz atacak

olursak Hulefâ-yı Râşidîn ve ardından gelen Emeviler döneminde tercüme edilen

eser sayısının oldukça sınırlı olduğunu görürüz. Tercüme faaliyetleri Abbasi Halifesi

Hârûnürreşîd zamanında Beytülhikme’nin kurulmasıyla en yüksek seviyesine

çıkmıştı. Bu döneme kadar yapılanlar ya halifelerin veya veliahtların, ya da bazı

meraklı şahısların özel gayretleriyle gerçekleşmiştir. Bugünkü bilgilerimize göre ilk

tercüme teşebbüsü, Emevi veliahtlarından Hâlid b. Yezîd’in (ö.85/704)

destekleriyle gerçekleşmiştir. Emevi halifelerinden Mervan b. Hakem, Ömer b.

Abdülazîz ve Hişâm b. Abdülmelik döneminde birkaç tıp risalesi ile bazı felsefe

metinlerinin tercüme edildiği bilinmektedir. Emeviler döneminin siyasi çatışmalar

ve istikrarsız devlet yapısıyla bilim çalışmalarına yeterince ilgi duymadığı

söylenebilir.

Abbasi halifeleriyle birlikte Cündîşâpûr’dan saraya getirtilen Hıristiyan

hekimlerin (özellikle Buhtîşû ailesinin)ve saraya davet edilen diğer milletlere

mensup bilim insanlarının halifelere sundukları tercüme eserler, başlangıçta ihtiyaç

duyulan alanlarla, Mesela, tıp, matematik, astronomi vb. alanlarla sınırlı kalmıştır.

Ancak bir yandan Halife Mansûr tarafından sarayda kütüphane oluşturulması

(Hızânetü’l-Hikme), diğer yandan gittikçe artan ilginin Abbasi Halifesi Hârûnürreşîd

Page 36: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

zamanında Beytü’l-Hikme adı verilen bir tercüme evine dönüşmesi; tercüme

faaliyetlerinin ulaştığı aşamayı gösterir. Bu son dönemde pek çok alanda kitap

tercüme edilmiştir. Sınır tanımayan bir merak Hint, Mısır ve Yunan düşünce ve

biliminin İslam dünyasına aktarımını sağlamıştır. Bilimsel bir geleneğe sahip

olmayan Arap toplumu, öncelikle çeşitli alanlarda tercüme edilmiş olan

kitaplardaki bilgileri anlamaya çalışmış; ardından bu tercümelerdeki birtakım

hatalar, dikkatleri çekmeye başlamıştı. Bu süreç, tercüme eserlerin yeniden gözden

geçirilmesini, başka kişilere yeniden tercümelerin yaptırılmasını beraberinde

getirmiştir.

Tıp, matematik, biyoloji, fizik, kimya, felsefe, mantık, coğrafya, astronomi,

botanik, zooloji, hatta eski inanç ve düşüncelere varıncaya kadar çok geniş bir

alanda gerçekleştirilen tercüme faaliyetlerinin, İslam medeniyetine, kendisini

yeniden şekillendirecek bilgiler bütünü sunduğu tartışmasızdır. Şüphesiz bu, İslam

toplumu için çok önemli bir zenginlik olmuştur. Pek kolay olmasa da Müslümanlar

bu bilgileri hızlı bir şekilde özümsemiş; hatta bazı fikir ve görüşleri tartışmaya bile

açmışlardı. Sonuç olarak bilgilerin özümsendiği, elde edilen bilgilerin geliştirildiği,

sentezlendiği ve ardından yeni fikirlerin üretildiği bir dönem gelmiştir.

Miladî 800-950 yıllarını kapsayan bu dönem, İslam medeniyetinin en önemli

hamlelerinden birisini gerçekleştirdiği dönemlerden birisini teşkil etmektedir. Batılı

araştırmacıların büyük bir kısmı bu döneme, “İslam Rönesansı” adını vermektedir.

İSLAM MEDENİYETİNİN GELİŞİM AŞAMALARI

Hepinizin bildiği üzere uzun ve sağlıklı yaşayan insanlar için “çınar ağacı gibi”

ifadesi kullanılır. Bu betimlemeyle o kişinin uzun ömürlü, tüm olumsuzluklara

dayanıklı ve çevresine faydalı olduğu ifade edilmeye çalışılır. Çınar ağacı çok uzun

boylu, kalın gövdeli, piramit şeklinde, her toprakta ve her mevsimde yetişebilen,

yaprağını dökse de kökleri çok güçlü olan, içi koflaştığında bile varlığını sürdüren,

uzun asırlar boyunca yaşayabilen bir ağaçtır. İslam medeniyetinin gelişim

safhalarını çınar ağacının genel özelliklerine benzeterek açıklamak belki de yerinde

olacaktır. Bu benzetmeyi bir yıl içinde çınar ağacında gözlemlenen değişmeleri,

Bir

eyse

l Etk

inlik

• Beytülhikme'nin kuruluşu ve faaliyetleri hakkında neler biliyorsunuz? Beytülhikme'de kimler görev almıştır? Görev alan bu kişilerin bilim ve fikir hayatına ne gibi katkıları olmuştur? Bilgilerinizi geliştirmek için bk. Mahmut Kaya, "Beytülhikme", DİA (İstanbul 1992), VI, 88-90.

Page 37: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

İslam medeniyetinin temelleri bizzat Hz.

Muhammed tarafından Medine’de

atılmış; ardından gelenler tarafından

geliştirilmiştir.

Bilime ilgi, bir toplumun ona ihtiyaç

duyması kadar, bu geleneğe sahip olması

veya zamanla bunu oluşturması ile de ilişkilidir. Köklü bir

bilim geleneğine sahip olmayan toplumlar

zamana ihtiyaç duyarlar.

zaman zaman İslam medeniyetinin gelişim aşamalarının bazı özelliklerini tasvir

etmek için kullanmak istiyorum.

Tohum Dönemi: Medine (610-632)

Bizzat Hz. Muhammed’in örnekliği ile şekillenen ve vahyin temel

prensiplerinin, manevi unsurları yüksek bir insan ve toplum yapısı oluşturduğu

dönemdir. Bu dönem, İslam medeniyetinin özünün tamamlandığı ve tohumun en

mükemmel bir biçimde beslendiği en önemli evredir. Temel değerlerin bu süreçte

beslediği insan ve toplum yapısı, ilerleyen zamanlarda, karşılaştığı sorunları

çözebilen ve farklı şartlara direnebilen bir gücün kaynağını teşkil etmiştir.

Tohumun Kök Salması ve Filizlenmesi: Fetihler ve Toplumların

Karşılaşması (632-661)

Bu dönem, tohumun çok farklı özelliklere sahip topraklarda kolayca geliştiği,

kök saldığı ve filizlendiği dönemdir. Hz. Muhammed’in vefatından sonra Hz. Ebû

Bekir’in halifeliği döneminde başlayan fetih hareketi Hz. Ömer ve Hz. Osman

dönemlerinde en geniş sınırlarına ulaşmış; çınar tohumları birçok bölgede kök

salmıştır. Başta sahabe olmak üzere İslamiyet’i yeni benimsemiş Arap kabileleri

tarafından gerçekleştirilen bu fetihler neticesinde özellikleri birbirinden farklı olan

kadim kültür ve medeniyet havzaları, Müslümanlar tarafından hâkimiyet altına

alınmıştır. Ele geçirilen bu bölgelerde, daha önce de zikrettiğimiz üzere birbirinden

farklı özelliklere sahip olan Roma-Bizans, Sâsânî-Fars, Mısır, Afrika, Hint

medeniyetleri ve kadim dinler bulunuyordu. Farklı inanç ve kültürleri zimmî

statüsünde hâkimiyetinde bulunduran Müslümanlar bir yandan fetih hareketinin

devam etmesi öte yandan hâkimiyet altına alınan halklara din ve vicdan hürriyeti

sunarak onları himaye altında bulundurmaları sebebiyle birbirini tanıma sürecini

yaşamışlardır. Temel değerlerin yerleştiği, devlet kurumlarının teşekkül ettiği,

İslamlaşma sürecinin tabii seyrinde devam ettiği bir dönemdir. Bu dönemde

Müslümanlar özellikle Hz. Osman’ın şahadetinden sonra, öncelikle Hz.

Muhammed’in öğretilerinin toplanması ve muhafaza altına alınmasında önemli

adımlar atmışlardır.

İlk Sürgünler ve Boy Atma Dönemi (661-750)

İslam sınırlarının en geniş coğrafyaya ulaştığı, ancak siyasi iç çekişmelerin

yoğun olduğu bir dönemdir. Bununla birlikte öncelikle dini bilgilerin toplanması ve

tasnif edilmesi, tevhit inancının ve temel değerlerin korunması bakımından önem

arz etmiştir. Halifelerin özellikle devlet teşkilatlanmasında farklı kültürlerden de

istifade ederek birtakım yenilikler ortaya koymaları, sanat ve mimarî alanında

önemli birtakım teşebbüslerde bulunmaları bu döneme rastlar. Ancak bilim ve

felsefeye ilgi yok denecek kadar azdır. Yapılan bazı tercümeler ve özel çalışmalar

Page 38: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Siyasi gücünü ve toplumsal barışı yitiren toplumlar, bilim, kültür

ve medeniyet sahasındaki güçlerini

de kaybederler.

sınırlı sayıda olup özel gayretlerle gerçekleşmiştir. Bunları ilk sürgünler ve çınar

ağacının yavaş yavaş boy atması olarak nitelemek mümkündür.

Gelişme Dönemi (750-800)

Emevi devletinin yıkılmasıyla birlikte kurulan Abbasiler döneminde birtakım

farklı anlayış ve yaklaşımlar hâkim olmuştur. Bu yaklaşımlar, İslam medeniyetinin

çehresini farklılaştıracak özelliklere sahiptir. Öncelikle 750-800 yılları arasında

artan ihtiyaçlara ve oluşan ilgiye bağlı olarak gittikçe artan bir yoğunlukta tercüme

faaliyeti söz konusudur. Bu dönemde İran, Grek ve Hint ilim ve kültürünün birçok

alandaki eseri Arapçaya çevrilmiştir. Öte yandan Emevi devletinin Arapçılık

politikasının aksine Abbasi devletinin, tüm ırklara eşit davranmaya çalışması, onları

devlet yönetiminde istihdam etmesi, zamanla gayrimüslimlere de devlet

kurumlarında yer vermesi çok kültürlü zengin bir yapının oluşması ve karşılıklı

paylaşım imkânını sunmuştur.

Görkemli Yükseliş (800-950)

Yukarıdaki gelişmelerin tabii bir sonucu olarak elde edilen bilgiler

yoğunlaşmış, İslam toplumu birçok alanda yeni şeyler üretme sürecine girmiştir.

Tercüme faaliyetinin yoğunlaşması tabii olarak farklı kültür ve medeniyetlere ait

bilgilerin İslam toplumuna intikalini, onların öğrenilmesini ve akabinde telif

dönemini doğurmuştur. Müslümanlar tercümelerle elde ettikleri bilgileri kendi

ihtiyaç ve düşünce tarzlarıyla sentezleme yaratıcılığını göstermişlerdir. Onlar, tıp,

felsefe, kimya, astronomi, matematik ve coğrafya alanlarında birçok yeni eser

vücuda getirmişlerdir.

Mesela, Benû Mûsâ kardeşler pi sayısının belirlenmesinde Greklerden

öğrendiklerinden çok daha ince sonuçlara ulaşmışlardır. Hatta yararlanılan eserler

eleştirilmeye başlanmış, Mesela, Câbir b. Hayyân, Câlînûs’un basit ilaçların

etkileriyle ilgili yazdıklarını, yalnızca duyulara dayandığı için muteber saymamıştır.

Sonbahara Doğru: Abbasi Devletinin Siyasi Gücünü Yitirmesi (950-

1100)

Abbasi devletinin miladî 945 yılında başkent Bağdat’ta siyasi hâkimiyetini

kaybetmesi üzerine pek çok bilim insanı ya İslam coğrafyasının daha gözde

kentlerine göç etmiş, ya da farklı devlet veya emirliklerin hizmetine girmişlerdir.

Başkentin siyasi gücünü kaybetmesi ve diğer yerlerin çekim merkezi haline gelmesi

şüphesiz ilmin devamlılığını sağlamaktadır. Ancak ilmin gelişmesini sağlayan

hâlihazırdaki atmosferin ve desteğin kesintiye uğradığını ve çoğu zaman güçlü

devlet yapısının sahip olduğu malî desteğin eskisi kadar sağlanamadığını da

dikkatten kaçırmamak gerekir.

Page 39: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Medeniyetlerin inşasında temel

değerlerle beslenmiş ve içtenlikle insana

hizmet anlayışını benimsemiş bir

anlayışa sahip olmanın önem arz ettiği görülmektedir.

Sonbaharın Sert Esen Rüzgârı: Haçlı Seferleri (1100-1250)

Onuncu yüzyılın başlarından itibaren İslam dünyasının Bizans devletiyle

yürüttüğü mücadelede toprak kaybettiği bilinmektedir. Bununla birlikte asıl kayıp,

kitleler halinde İslamlaşan Türklerin Anadolu için bir tehlike arz etmesi üzerine

Avrupalılar tarafından başlatılan Haçlı Seferleri olmuştur. Haçlı seferleri, hem İslam

dünyasında, hem de Avrupa’da önemli sonuçlar doğurmuştur.

İslam dünyası açısından bakıldığında ele geçirilen bölgelerde birçok eserin

tahrip olmasına, insan gücünün azalmasına, bilim, kültür ve sanatın durgunlaştığı

ve kesintiye uğradığı bir dönemin başlamasına neden olmuştur.

Haçlı seferleri İslam dünyasının duraklamasına neden olmakla birlikte Batının

İslam dünyasına ilgi duyması, bilim ve sanat eserlerinden etkilenmesi ve İslam

dünyasını öğrenme isteğini yaratması gibi Batı açısından olumlu sonuçlar

doğurmuştur. Bunun neticesinde on birinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar pek

çok İslam eseri Batı dillerine çevrilmiştir. Çevrilen bu eserler neticesinde

Batıda“Rönesans”dönemi başlamıştır.

İlk Yaprak Dökümü ve Çetin Geçen Kış: Moğol İstilası (1250-1450)

Zayıflayan İslam dünyası, Doğudan gelen Moğol istilası ile tüm gücünü

yitirmiş; başta Bağdat olmak üzere pek çok kent harabeye dönmüş; maddi ve

manevi birikimlerini kaybetmişti. Bununla birlikte medeniyet bakımından oldukça

geri bulunan Moğollar ele geçirdikleri yerlerde hâkimiyetlerini sürdürebilmek için

bilim ve sanatı desteklemek zorundaydılar. Bu durum İslam coğrafyasının farklı

bölge ve kentlerinin (Mesela, Merâğâ) canlanması anlamına geliyordu. Moğolların

bir müddet sonra İslamiyet’i benimsemesi ise yeni birtakım gelişmelere ve kısmen

eski yaraların sarılmasına zemin teşkil etmiştir.Bu döneme ait İslam medeniyetine

katkı sağlayan pek çok bilim ve sanat eseri günümüze kadar gelme imkânını elde

etmiştir.

Yeni Bahar (1450-1700)

Moğol istilasının tahrip ettiği yerlerden birisi de Anadolu Selçuklularına ait

Anadolu coğrafyasıydı. Beyliklere parçalanmış ve küçülmüş olan Anadolu Selçuklu

Devleti bu istilayla ortadan kalktı. Moğol hâkimiyetine girdi. Uç beyliklerinden

Osmanlılar yönlerini batıya çevirerek ilgi alanlarını belirlediler ve kısa sürüde

başarıya ulaştılar. Ancak Timur’la yapılan savaş Osmanlı Devleti’nin ve

medeniyetinin yükselişinde bir müddet kesinti oluşturdu. Bu kesintiye rağmen

Osmanlılar Türk ve İslam kökenleri ile hâkim oldukları coğrafyanın katkısıyla

İstanbul’un fethine kadar geçen süre içinde yeniden eski güçlerine kavuştular. Fatih

dönemiyle birlikte İslam medeniyetinin üç kıtaya yayılmış olan Osmanlı

coğrafyasındaki baharı başlamış ve yaklaşık üç asra kokusunu yaymıştır. Buna ilave

Page 40: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

olarak Hint coğrafyasında Babür İmparatorluğu da unutulmamalıdır. Bu dönem,

Batıda Rönesans dönemi başlamadan önce İslam medeniyetinin maddi ve manevi

değerlerinin yeniden güçlendiği önemli evrelerden birisidir.

Aniden Bastıran Kış: Sömürgeleşen İslam Coğrafyası (1700-2011)

Müslümanlar özellikle Osmanlı Devleti’nin duraklaması ve gerilemesiyle

birlikte birtakım zorluklarla yüz yüze gelmeye başlamışlardır. On sekizinci yüzyıl ile

yirmi birinci yüzyılları kapsayan üç asırlık bu süreç İslam medeniyetinin kış mevsimi

gibidir. Uzun yıllar işgal altında kalan ve sömürgeleştirilen İslam devletleri Batı

Rönesansının yarattığı medeniyet hamlelerinden oldukça uzak kalmış; Osmanlı

Devleti’nin Batıdaki gelişmeleri takip etmeye çalışması da sonuç vermemiştir. Bu

yüzyıllar ilim ve fende ilerlemeden ziyade, bağımsızlık için mücedele verilen bir

zaman dilimidir. Bu dönemde bazen bağımsızlık kazanılan yerlerde dahi siyasi ve

ekonomik özgürlüklerin sınırlı kaldığı görülmektedir. 1990’lı yıllarda Orta Asya’da;

2010’lu yıllardan bu güne Arap dünyasında verilen mücadeleler bunu açıkça

göstermektedir. Ayakta kalma ve özgürlükleri yeniden kazanma mücadelesi verilen

bu dönemde İslam medeniyetinin duraklaması, hatta geri durumda kalmış olması,

üzerinde düşünülmesi gereken bir süreçtir.

Yeniden Bahara: İslam Medeniyetinin Yeniden İnşası

İslam medeniyeti, on beş asırlık süreç içerisinde birçok evreden geçmiştir. Bu

sürece bakıldığında çok farklı dönemler, yükseliş ve düşüşler, kısaca önemli

tecrübeler söz konusudur. Bir bütün olarak bakıldığında İslam dininin bu süreç

içinde daima yayıldığı, varlığını ve gücünü daima sürdürdüğü görülmektedir. Ancak

İslam medeniyetinin asırlar içindeki görünümü farklı olmuştur. İslam medeniyetinin

oluşum ve görkemli yükseliş evrelerinde insan unsurunun ve temel evrensel

değerlerin daima ön planda olduğu; çözülme ve dağılma evrelerinde ise bunların

zayıfladığı tespit edilmektedir. İslam medeniyetinin pek çok alanda eski gücünü

yakalaması, hatta öncesinden daha güçlü yeni bir evreye adım atması için öncelikle

temel değerlere sahip insan gücünü yeniden şekillendirmeye ihtiyacı

bulunmaktadır.

Bir

eyse

l Etk

inlik

• İslam medeniyetinin geleceği hakkında öngörülerde bulunarak arkadaşlarınızla gelişmelerin neler olabileceğini tartışınız. Mesela, çeşitli bilim ve teknik alanlarında yeni gelişmelerin neler olabileceği ve ulaşılan başarının insanlığın iyiliği için nasıl kullanılabileceği hakkında örneklemelerde bulununuz. Bunları gerçekleştirmek için neler yapılması gerektiği hususunda arkadaşlarınızla değerlendirmeler yapınız.

Page 41: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Herkes tarafından kabul edilebilen evrensel

temel değerler, vahye ve insanın özüne dayanan temel

değerlerdir.

İslam medeniyetinde tüm canlılara

merhametin nişanesi olarak, dağ başlarındaki yaralı hayvanların bile

bakımı yapılmıştır. Gurebâ-yı Laklakân ile

kuş evleri bu medeniyet tarafından

üretilmiştir.

İSLAM MEDENİYETİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Özünü İslam dininin teşkil ettiği, ilk müntesipleri Araplar olan, ancak zamanla

gerek İslam’a geçen gerekse İslam hâkimiyetinde yaşayan farklı din, kültür, ırk ve

millete mensup insanların bir arada yaşayarak ürettikleri medeniyete İslam

medeniyeti adını verdiğimizi yukarıda zikretmiştik. Bu tanım bağlamında İslam

medeniyeti kavramını belirleyen temel özellikleri kısaca ele almaya çalışalım:

İslam medeniyetinin özü, evrensel değerlere vurgu yapan vahiy kültürüne

dayanır:Bir coğrafyada veya zaman diliminde medeniyetin oluşması, yükselmesi ve

varlığını uzun müddet sürdürebilmesi, o coğrafyada veya zaman diliminde yaşayan

insanların birtakım temel değerlere sahip olmasıyla mümkündür. Medeniyetin

gücü, yayılma hızı ve devamlılığında, insan ve toplumla ilgili bu temel değerlerin,

herkes tarafından kabul edilebilir evrensel ilkelerden oluşması belirleyici bir rol

üstlenir. Bu değerler asırdan asıra, toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya

değişmezler. Bu ilkeler her toplum ve asrın ortak aklında ve vicdanında akis

bulurlar. Bu temel değerler, sadece gayeyi belirler; araçlara ise temas etmezler.

Her toplum, her asır bunu ihtiyaçlarına göre şekillendirir. Bu mevzuu daha iyi

kavrayabilmek için birkaç örnek üzerinde birlikte düşünelim:

Mesela, yardımlaşma, tüm insanlar tarafından tartışmasız kabul edilebilecek

temel değerlerden birisidir. Hiçbir insan tarafından reddedilemeyeceği için

evrenseldir. Yardımlaşmanın asırlar içindeki görünümü, bir kişiye maddi destek

sunmaktan yolcular için kervansaray inşa etmeye, hastane kurmaktan yurt inşa

etmeye varıncaya kadar değişkenlik arz edebilir. Hiç kuşkusuz yardımlaşmaya dair

pek çok örnek sunulabilir. Ancak hangi örneği ele alırsak alalım özde temel insanî

bir tavır olan yardımlaşma duygusunun olduğu görülecektir.

Yine hepimizin kabul edeceği üzere insanları liyakat esasına göre göreve

getirmek temel değerlerden birisidir. Hiç kuşkusuz bu değeri canlı tutan toplumlar

hızlı bir şekilde yükselirler. Bunu çiğneyen toplumlar ve dönemler ise kısır

çekişmeler içinde tıkanıp kalırlar.

Bir

eyse

l Etk

inlik

• Son bir yıl içinde deprem, tusunami, kuraklık ve açlık gibi doğal afetlerden etkilenen ülkeleri ve onlara yardım elini uzatan ülkeleri araştırınız. Buna ilave olarak Selçuklu dönemi kervansarayları ile günümüzde birçok kurumun açmış olduğu misafirhane ve yurtları, yardımlaşma ve vakıf hizmeti bakımından inceleyiniz.

Page 42: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Bu değerler arasında, hiç kuşkusuz sevgi-saygı, güven, dayanışma,

merhamet, doğruluk, dürüstlük, ahde vefa, adalet, bir arada yaşama, kişisel hak ve

hürriyetlere özen gösterme, canlı cansız tüm varlıkları koruma, çalışma, tefekkür,

araştırma, estetik ve güzellik arayışı gibi hususlar da bulunmaktadır.

İşte tam bu noktada, her bir insana kâinattaki yerini ve insan olarak değerini

vurgulayan, insanlar arasındaki ilişkilerde evrensel temel değerleri hatırlatan, bu

değerleri yerleştirmeye çalışan ve İslam medeniyetinin oluşmasında çekirdek yapıyı

teşkil eden vahyin, yönlendirici bir rol üstlendiği görülmektedir. İnsan ve toplum

ilişkilerinin evrensel temel değerler üzerine oturmadığı toplumlarda,

medeniyetlerin süreklilik arz etmesi mümkün değildir. Vahiy kültürü, bu sürekliliği

sağlayacak olan temel prensipleri sunması bakımından önem taşımaktadır.

Dolayısıyla İslam medeniyetinin en belirgin özelliklerinden birisi, tevhit inancı ve

vahiy kültürüdür.

İslam medeniyeti, insana değer veren bir medeniyettir: İnsan mukaddes bir

varlıktır. Yeryüzündeki her şey onun için hazırlanmıştır (Bakara/2: 29; Lokman/31:

20). Bu dünya hayatı da onun mutluğunu sağlamak için sunulmuştur. Bu temel

çerçeve içinde vahye mazhar olan insan, kendisine verilen kıymetten dolayı başta

şahsı olmak üzere tüm insanlara ve onlar tarafından üretilen şeylere değer verir. O,

öncelikle iman kardeşliğini esas alır. Kabile kardeşliğinden, haksız koruma ve

savunmalardan uzak durur. Sınıf ve sınıflaşmaya müsaade etmez. İnsana sunulan

din özgürlüğünden dolayı kendi inancından farklı inanç sahiplerini küçümsemez.

İnsana verilen değerin bir ifadesi olarak hoşgörü anlayışına sahiptir. Bunun bir

neticesi olarak kendisinden önceki her bir insanın veya diğer inanç ve kültürleri

temsil eden insanların ürettiklerini değerli bulur.

Genel hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız bu anlayış, fetihlerle ele geçirilen

bölgelerdeki maddi ve manevi değerlerin yok olmamasını sağlamıştır. Dolayısıyla

fethedilen coğrafyalarda yaşayan tüm insanların ve sahip oldukları maddi-manevi

değerlerin koruma altına alınması, zamanla Müslümanların ihtiyaç duydukları

hususlarda bunlardan istifade etmesi sonucunu doğurmuştur. Ayrıca sınıflaşmanın

olmaması sebebiyle köle kökenli veya mevlâ kökenli bazı insanlar, birçok ilim

dalında önemli hizmetlerde bulunmuşlardır.

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Hz. Ömer dönemi ile Emevi halifelerinden Muaviye ve Yezid dönemlerini, vali görevlendirmeleri arasındaki temel farkları tespit etmek üzere inceleyiniz. Bulduğunuz farkları karşılaştırmalı bir liste halinde yazınız.

Page 43: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

İslam’da maddi ve manevi ilimler (fizik-

metafizik) ayrımı bulunmamaktadır.

İlimler bir bütündür ve Allah’ın ilim ve kudret

sıfatının tecellisidir.

İslam medeniyetinin en önemli yapı taşı ilimdir (bilgi ve bilimdir): İslam

inancına göre kâinatın yaratıcısı Allah’tır. Bu yaratma onun ilim ve kudret sıfatının

bir tezahürüdür ve insanlar tarafından yine onun isteği üzere araştırılır. Bu

bakımdan İslam’da maddi ve manevi ilimler (fizik ve metafizik) ayrımı

bulunmamaktadır. İlimler bir bütündür ve Allah’ın ilim ve kudret sıfatının bir

tezahürü olarak âfâk ve enfüse damgasını vurmuştur. Dolayısıyla bunları

düşünmek, araştırmak, tefekkür etmek; Allah’ın mutlak kudretini, yaratma gücünü

ve ilim sıfatını anlamak ve elde edilen bilgiyi insanlarla paylaşmak demektir. Bunun

bir yansıması olarak ilmin anlamını kavrayan kişi, insanî bir tavır olarak elde ettiği

veriler ışığında insanlığa ve medeniyete katkı sağlama arzusunu daima içinde

hisseder. Mesela, gen biliminde elde edilen yeni tespitler, özü itibariyle Allah’ın

yaratma sıfatının bir tezahürünü, onun yaratma sıfatının farklı bir yönünü tespit

etmek demektir. Elde edilen bilgiler ışığında etik kuralları ihlal etmeden

hastalıkların tedavisi için gen üzerinde birtakım çalışmalar yapmak medeniyete

katkı sağlamak anlamına gelecektir. Müslümanların ilim tahsilini farz olarak

algıladıkları ve gereklerini yerine getirdikleri asırlarda, medeniyet tarihine, orijinal

ve insanlığa fayda sağlayan katkılar sundukları hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Bu yapıyı oluşturan temel prensipler kuşkusuz Kur’ân-ı Kerîm’in ilme,

tecrübeye, araştırmaya, gözlem yapmaya ve akla vermiş olduğu değerde gizlidir.

(Mesela, bk. Ankebût/29: 20, A’râf/7: 185, Bakara/2: 73, En’âm/6: 50). Zira Kur’ân-ı

Kerîm bu tavsiyeleriyle ilimlerin gelişmesi için mükemmel bir atmosfer

oluşturmuştur. İslam toplumu kendisini hazır hissettiğinde bu atmosferden en

güzel bir biçimde yararlanmıştır.

Tarih boyunca çeşitli coğrafyalarda kurulan İslam başkentleri ve önemli ilim

merkezleri haline gelen birtakım İslam kentleri her zaman çekim merkezi olmuş;

birçok bilim insanı bu şehirlerde himaye görmüş ve bilimsel çalışmalarını özgür bir

şekilde gerçekleştirmişlerdir. Herhangi bir İslam devletinin gerileme veya çöküş

sürecinde bir diğer İslam devleti, ilim ve siyasette ön plâna çıkarak İslam

medeniyetinin devamlığını sağlamıştır.

İslam medeniyeti, sentezler bütünüdür: Bilginin ve faydalı olanın elde

edilmesinde vahyin sınırlandırıcı bir yönü bulunmamaktadır. Dolayısıyla müminin

yitik malı olan bilgiye nerede ve ne zaman ulaşılırsa alınmalı ve kendisinden istifade

edilmelidir. Bu anlayış İslam medeniyetinin her aşamada farklı veya yeni fikir,

Bir

eys

el E

tkin

lik

• Abbâsî devletinin siyasî açıdan zayıfladığı ve Şii Büveyhî hanedanının hâkimiyetine girdiği süreçte, bilim insanlarının hangi devletlerin himayesi altına girdiğini araştırınız. Meselâ, İbnü’l-Heysem ile İbn Sinâ’nın hayatlarını bu açıdan inceleyiniz.

Page 44: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Bilgi ve hikmet Müslümanın yitik

malıdır. Onu nerede bulursa alır ve

sentezler. Geliştirmiş olduğu bu bilgiyi

insanlığın faydasına sunar.

İslam medeniyeti, tüm farklılıklardan ve

değerlerden istifade etmesini bilmiştir.

İslam’ın bu sentezci yaklaşımında birbirine

eklemlenerek zenginleşen bir

medeniyet oluşumu söz konusudur.

düşünce ve buluşu takip ederek kendisini zenginleştirmesini, sentezci bir yapıyla

bunları bünyesinde yoğurmasını sağlamıştır. Bilindiği üzere Fransız yazar Paul

Valery’nin, “Aslanın vücudu, yediği hayvanlardan oluşur” sözünü, Mehmet Kaplan

şu şekilde yorumlamaktadır: “Bu fikir, fertlerin kültür hayatına uygun olduğu kadar,

millî kültür sahasına da uygundur. Nasıl bir fert maddi ve manevi şahsiyetini

dışarıdan aldığı gıdalarla geliştirebilirse, milletler de öyledir. Fakat aslan yediği

bütün hayvanları kendi vücuduna kalbeder. İnsanlar ve toplumlar da öyledir. Her

fert ve millet dışarıdan kendi bünyesine uygun olanları seçer. Bu bakımdan seçilen

unsurlar son derece önemlidir. Nasıl hayvanlar ve insanlar dışarıdan bünyelerine

uygun olmayan gıdaları alınca rahatsız olur, hastalanır, hatta ölürlerse millî varlığa

uygun olmayan yabancı kültürler de milletleri öldürebilir. Dünya ve Türk tarihinde

yabancı kültürleri benimsemek yüzünden yok olan devletler vardır” (Kaplan,

1996:s. 31).

Mehmet Kaplan’ın yaptığı teşbihi, benzer bir biçimde İslam medeniyeti için

ifade etmek mümkündür: İslam medeniyeti aslan gibidir. Birçok farklı ürünle

beslenir. Onları hazmeder ve güç kazanır. Özü güçlü olduğu için dışarıdan

bünyesine aldığı şeyleri yeni güçlere dönüştürür. Zaman zaman bünyeye uymayan

yiyeceklerle beslendiği de olmuştur. Ancak bunların oluşturduğu rahatsızlıklar

bağışıklık sistemi güçlü olduğu için kısa sürede ortadan kalkmış; hastalanmaya yüz

tutmuş medeniyet her aşamada yeniden toparlanmıştır.

İslam medeniyeti farklı kültür ve değerleri korur: Biraz önce

ifadelendirdiğimiz örnek, zihinlerde İslam medeniyetinin diğer medeniyetleri veya

kültürleri asimile edebileceği düşüncesini doğurmamalıdır. Zira İslam medeniyeti,

birçok ırk, kültür ve din mensubunu sahip olduğu temel prensipler çerçevesinde

korumuş, gösterdiği hoşgörü sayesinde varlıklarının devamını sağlamış ve asırlar

içinde karşılıklı paylaşım ile medeniyet tarihine önemli katkılar sunabilmeyi

başarmıştır. İslam’ın sentezci yaklaşımında, birbirine eklemlenerek gelişen bir

paylaşım ve çeşitlilik süreci dikkatleri çekmektedir.

İslam medeniyeti, dengeyi gözeten bir yapıya sahiptir: Madde-mana, dünya-

ahiret, insan-toplum, cimrilik-aşırı harcama vb. dengeleri gözetmeyi vurgulayan

âyetler, İslam medeniyetinin ürettiği maddi ve manevi unsurlarda oldukça

yönlendirici bir etkiye sahip olmuştur. İslam medeniyetinin güçlü olduğu ve temel

Bir

eys

el E

tkin

lik •İslam medeniyetinde hoşgörü kültürü hakkında neler biliyorsunuz? Bu

konuyla ilgili örnekler bulmaya çalışınız. Yardımcı olmak üzere şu makaleyi okuyunuz: Levent Öztürk, "İslam Toplumunda Hristiyanlara Gösterilen Hoşgörü Örnekleri –İlk Beş Asır-", Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IV (Sakarya 2001), s. 25-37.

Page 45: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

İslam medeniyeti hâkim olduğu coğrafyaları

sömürmemiştir. Aksine sahip olduğu temel

değerler sebebiyle tüm insanlara hizmet

sunmuştur.

değerlerinin iyi yorumlandığı dönemlerde bu anlayış, tüm uygulamalara ve eserlere

aksetmiştir. Mesela, Hıristiyan mabetlerinin kasvetli yapısı ile Çin mabetlerinin

şekilci karmaşıklığı İslam medeniyetine ait mabetlerde görülmez. İslam

medeniyetinin bir örneği olarak Osmanlı camilerini de kendi arasında

karşılaştırırsak Selimiye Camii (1575) ile Valide Sultan(Dolmabahçe) Camii (1855)

arasındaki üslup farklılığı dikkatlerimizi çekecektir. Bu durum asırlar içinde Osmanlı

coğrafyasında yaşayan farklı ırk, kültür ve dine mensup insanların sanat anlayışının,

Osmanlı sanatını ve devlet ricalini etkilemesi anlamına gelmektedir. Bununla

birlikte bu ve benzeri eserler İslam medeniyetinin bir parçası, bir asırdaki tercihi ve

farklılıklardan istifade ederek sentezlediği kültürel mirasıdır.

İslam medeniyeti, ahlâkîliği ve insan haklarını ön plâna alır: İslam

medeniyetinde üretilen her maddi ve manevi unsur, insanın kutsallığını ön plâna

alan ahlakî bir yapıya sahiptir. İnsanın hak ve hürriyetleri, merkezdedir. Ahlâkî

değerleri ihmal eden, insana değer vermeyen, temel hak ve hürriyetleri

sınırlandıran medeniyetlerin, maddi açıdan bir dönem parlasa bile kısa bir müddet

sonra çözülmeye başladığı tarih içinde gözlemlenen gerçeklerden birisidir.

İslam medeniyeti, anti-emperyaldir: Roma medeniyeti, Batı medeniyeti gibi

bazı medeniyetlerin emperyalist yapılarına karşın İslam medeniyeti hâkimiyet

kurduğu coğrafyaları sömürgeleştirmemiş; bilakis ele geçirdiği topraklarda

gayrimüslimlerle aynı ortam ve şartları birlikte paylaşmıştır. Buna ilave olarak ele

geçirilen bölgelerdeki ihtiyaçlar, hizmet anlayışı içinde karşılanmaya çalışılmıştır.

Tarih boyunca Müslümanlar tarafından fethedilen yerlerde toplanan vergilerin adil

ölçülerde olmasına karşın götürülen hizmetlerin yoğunluğu dikkat çekici

mahiyettedir. İslamiyet’in uzun asırlar boyunca hâkimiyet kurduğu; ancak son

yüzyılda siyasi hâkimiyetini yitirdiği bölgelerdeki Türk İslam eserleri bunu açıkça

göstermektedir.

Bir

eyse

l Etk

inlik

• Bugünkü Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan ve Yunanistan sınırları içinde kalan İslam eserlerini araştırınız. Yapılan hizmetlerin bilançosunu çıkarınız. Günümüze gelen ve gelmeyen eserlerin sayısını tespit etmeye çalışınız.

Page 46: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Öze

t • Her bir medeniyeti besleyen temel değerler ve medeniyetlerin bu öz çerçevesinde ürettiği unsurlar birbirinden farklıdır. Ancak medeniyetin, insanlık tarihinin ortak malı olan yönünü de görmek gerekir. Her bir medeniyet, kendinden önceki ve çağdaşı bilgi birikimlerinden ve medeniyet unsurlarından istifade eder. Dolayısıyla medeniyetler, farklı insan ve kültür unsurlarının bileşkesidir.

• Buna bağlı olarak İslam medeniyeti, özünü İslam dininin teşkil ettiği, ilk müntesipleri Araplar olan, ancak zamanla gerek İslam'a geçen gerekse İslam hâkimiyetinde yaşayan farklı din, kültür ve millete mensup insanların bir arada yaşayarak ürettikleri medeniyetin adıdır.

• İslam dininin ana kaynağı vahiydir. Ancak İslam medeniyetine kaynaklık teşkil eden veya İslam medeniyetinin istifade ettiği pek çok kaynak bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak tevhit inancı ve vahiy kültürü, temel değerleri güçlü insan ve toplum yapısı, fetihler sayesinde farklı inanç ve kültürlerin yaşadığı eski medeniyet havzalarının ele geçirilmesi, zamanla artan ilgi ve ihtiyaçların müslümanları yeni bilgi ve tecrübelere yöneltmesi, diğer kültür ve medeniyetlere ait eserlerin tercüme edilmesi sayılabilir.

• Medine'de tohum evresini yaşayan İslam medeniyeti, Hz. Ebû Bekir dönemiyle başlayan fetih sürecinde farklı medeniyetlerle karşılaşmıştır. Öncelikle kendi değerlerini koruyan İslam toplumu, zamanla diğer kültür ve medeniyetlerin bilgi birikiminden istifade etmeye başlamıştır. Emeviler döneminde sınırlı kalan bu istifade, Abbasiler döneminde halifelerin desteği ve artan ihtiyaçlar vesilesiyle önemli bir gelişme göstermiştir. 'İslam Rönesansı' adı verilen bu dönemin ardından siyasi gücün zayıflaması ve birtakım dış faktörler sebebiyle İslam medeniyeti durgunluk dönemine girmiştir. Ardından Osmanlılar ile geniş bir coğrafyada hâkimiyet kuran İslam medeniyeti Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ile geri kalmıştır. Son yüzyıl bağımsızlık mücadelesi ve toparlanma süreci olarak dikkatleri çekmektedir.

• İslam Medeniyeti, vahye dayanan insan merkezli bir medeniyettir. İslam medeniyetinin en önemli yapı taşları ilim, ahlâk, farklılıkları bünyesinde barındırabilme ve bu farklılıklardan istifade ederek yeni sentezler üretebilme gücüdür.

Page 47: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Değerlendirme

sorularını sistemde

ilgili ünite başlığı

altında yer alan “bölüm

sonu testi” bölümünde

etkileşimli olarak

cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

Hindistan’da ve Arabistan’da kullanılan bir takım bitkisel ilaçlar, aynı anda Yunan tabipleri tarafından aranıyor ve Yunan pazarlarında kendisine yer buluyordu.

1. Yukarıda yer alan bilgiler çerçevesinde aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Bir takım bitkisel ilaçların Hindistan, Arabistan ve Yunan coğrafyasında

kullanıldığı b) Yunanlı tabiplerin bir takım bitkisel ilaçları farklı coğrafyalarda yetişen

bitkilerden elde ettikleri c) Yunanlı tabiplerin diğer coğrafyalardaki bilimsel gelişmelere açık

oldukları d) Yunan pazarlarında farklı coğrafyalara ait ürünlerin satıldığı e) Yunanlı tabiplerin farklı coğrafyalarda yetişen bitkisel ilaçları Yunan

pazarlarından aldıkları

2. Yunanlı bilim insanı Pitagoras’a (M.Ö. 580-500) ait olan Pitagoras teoreminin milattan önce sekizinci yüzyıllarda Hint geometrisinde biliniyor olması aşağıdakilerden hangisini gösterir?

a) Hintlilerin Yunanlılardan daha geri olduğunu b) Pitagoras teoremini önce Yunanlıların bulduğunu c) Hint geometrisinin Yunan geometrisinden önceye dayandığını d) Pitagoras’ın Yunan geometrisine önemli katkılarda bulunduğunu e) Hintlilerin teoremi Yunanlılardan aldığını

3. Makedon kralı Büyük İskender, Hint coğrafyasına kadar gerçekleştirdiği

istila hareketi sonrasında Hint, Pers ve Mısır coğrafyasından pek çok eseri ve bilim insanını ülkesine götürmüştür. Aşağıdakilerden hangisi bunun doğuracağı sonuçlardan birisi olamaz?

a) Yunan biliminin Hint, Pers ve Mısır biliminden etkilenmesi b) Yunan bilim insanlarının Hint, Pers ve Mısır’a göç etmesi c) Yunan düşüncesinin farklı görüş ve fikirler üretmesi d) Hint, Pers ve Mısır bilimine ait eserlerin tercüme edilmesi e) Hint, Pers ve Mısır bilim insanlarının ön plâna çıkması

4. Aşağıdakilerden hangisi İslâm toplumunu oluşturan unsurlardan birisi

değildir? a) Zimmî statüsündeki zerdüştler b) Müslüman İranlılar c) Müslüman köleler d) İslâm toprakları dışında yaşayan hristiyanlar e) Zimmî statüsündeki hristiyanlar

Page 48: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

5. Hz. Peygamber döneminde inşa edilen Mescidü’n-Nebî’nin mimarî özellikleri ile asırlar içinde Müslümanların hâkim oldukları coğrafyalarda inşa ettikleri camiler birbirinden farklı olmuştur. Bu durumla ilgili olarak Müslümanlar hakkında aşağıdaki durumlardan hangisi söz konusu edilemez?

a) Yaşadıkları coğrafyanın iklim şartlarından etkilendikleri b) Estetik algılarının değiştiği c) Hz. Peygamber dönemi mimarisini beğenmedikleri d) Hâkim oldukları coğrafyanın mimarisinden etkilenmiş olabilecekleri e) Yaşadıkları coğrafyanın malzeme yapısını kullandıkları

İslâm dininin kaynağı sadece ve sadece vahiydir. Ancak İslâm medeniyetinin kaynağı, yalnızca vahiy değildir.

6. Yukarıda yer alan cümlelerle anlatılmak istenen fikir aşağıdakilerden hangisinde en doğru bir biçimde ifade edilmiştir?

a) İslâm dini vahye dayanır. İslâm medeniyeti ise vahye dayanmaz. b) İslâm’ın da İslâm medeniyetinin de kaynağı vahiydir. c) İslâm’ın da İslâm medeniyetinin de pek çok kaynağı bulunmaktadır. d) İslâm medeniyetinin kaynakları çeşitlidir. e) İslâm dininin ana kaynağı vahiydir. İslâm medeniyeti ise pek çok

kaynaktan beslenmektedir.

Yunan bilimi Hint ve Mısır medeniyetine ait kitaplardan; İslâm bilimi Yunan medeniyetine ait kitaplardan; Batı bilimi de İslâm medeniyetine ait kitaplardan tercüme yapmak suretiyle gelişmiştir.

7. Yukarıda yer alan cümleye göre aşağıdaki sonuçlardan hangisi çıkarılabilir? a) Yunan, İslâm ve Batı medeniyetleri birbirinin takipçisidir. b) Yukarıda yer alan medeniyetlerden hiçbiri orijinal değildir. c) Diğer kültürlere ait eserleri tercüme etmek medeniyetleri geliştirir. d) Diğer kültürlere ait eserleri tercüme etmek medeniyetleri diğer

medeniyetlere bağlı kılar. e) Diğer kültürlere ait eserleri tercüme edenler medeniyet seviyesine

ulaşırlar.

8. Aşağıda yer alan cümlelerden hangisinde İslâm medeniyetinin duraklayışının sebepleri diğerlerine göre farklılık gösterir?

a) Büveyhîlerin Bağdat’ı işgali b) Haçlı seferleri c) Moğol istilası d) Avrupanın İslâm coğrafyasını işgali e) Bizans saldırıları

Page 49: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

Gen bilimindeki gelişmeler bağlamında müslümanlar etik kuralları dikkate alarak insanların faydasına olacak çalışmaları yapmak zorundadırlar. İslâm medeniyetinin zirveye yöneldiği zamanlarda müslümanların kendi dönemlerinin bilimsel çalışmalarını en üstü seviyede gerçekleştirerek bilim tarihine önemli katkılarda bulundukları unutulmamalıdır.

9. Yukarıdaki cümlede İslâm medeniyetinin hangi özelliğine vurgu yapılmaktadır?

a) Tevhit b) Ahlâkîlik c) Sentez d) Bilim e) Denge

10. Abbâsîler döneminde hristiyan hekimlerin katkılarıyla İslâm dünyasında

hastanelerin kurulmaya başlaması hakkında aşağıdakilerden hangisi kesinlikle söylenemez?

a) İslâm medeniyeti, sadece müslümanlar tarafından inşa edilmiştir. b) Hristiyan hekimler İslâm medeniyetine bir takım katkılarda

bulunmuşlardır. c) İslâm dünyasında hastaneler hristiyan hekimlerin katkıları sonucunda

açılmıştır. d) Abbâsî halifeleri hristiyanların İslâm medeniyetine katkı yapmasına

müsaade etmişlerdir. e) İslâm medeniyeti farklı unsur ve medeniyetlerin katkılarından istifade

etmesini bilmiştir.

Cevap Anahtarı

1-b, 2-c, 3-b, 4-d, 5-c, 6-e, 7-c, 8-a, 9-d, 10-a

Page 50: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

Ahmet Hâşim. (1969). Bize Göre, Gurebâhâne-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi.

(haz. Mehmet Kaplan). Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Baltacı, Cahid. (2005). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul: Marmara Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Yayınları, s. 21-73.

Bayezidof, Ataullah. (1993). İslam ve Medeniyet. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı

Yayınları.

Durant, Will. (1996). Medeniyetin Temelleri. (çev. N. Muallimoğlu). İstanbul:

Birleşik Yayıncılık.

Durant, Will. (2004). İslam Medeniyeti. (çev. Orhan Bahaeddin). Ankara: Elips

Yayınları.

Faruki, İ.Raci-Faruki, Lamia.(1991). İslam Kültür Atlası. (çev. M. O. Kibaroğlu-Z.

Kibaroğlu). İstanbul: İnkılâp Kitabevi.

Görgün, Tahsin. (2003). “Medeniyet: Modern Tartışmalar”. DİA, XXVIII (Ankara).

298-301.

Grunebaum, G. E. Von. (1997). “İslam Medeniyetinin Kaynakları. (çev. İlhan

Kutluer). İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, I-IV. 2. Baskı. İstanbul: Kitabevi

Yayınları, IV, 15-59.

Hitti, Philip K.. (1995). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi. (çev. Salih Tuğ), I-II. İstanbul:

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakütlesi Yayınları. I, 457-486, 555-626.

Kahya, Esin. (1999). Hintte Bilim. Ankara: Nobel Yayıncılık.

Kaya, Mahmut (1992). “Beytülhikme”. DİA (İstanbul). VI, 88-90.

Kazıcı, Ziya. (2006). İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi. İstanbul: Marmara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları.

Kutluer, İlhan (2001). “İslam: Düşünce. İlim ve Sanat”. DİA, XXIII. (İstanbul). 23-26.

Kutluer, İlhan. (2003). “Medeniyet”. DİA, XXVIII. (Ankara). s. 296-297.

Miss Pardoe. (2004). Şehirlerin Ecesi İstanbul: Bir Leydinin Gözüyle 19. Yüzyılda

Osmanlı Yaşamı. (trc. Banu Büyükkal). İstanbul: Kitap Yayınevi.

Nasr, Seyyid Hüseyin. (2006). İslam ve Bilim. (çev. İlhan Kutluer). İstanbul: İnsan

Yayınları. s. 3-12.

Özakpınar, Yılmaz. (1997). Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi.

İstanbul: Kubbealtı Neşriyat.

Page 51: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

Öztürk, Levent. (2007). “Bilim ve Medeniyet Çalışmalarında İdeolojik Bir Sorun:

Öncellik Meselesi”. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. XXIII, 23-33.

Öztürk, Levent. (2007). İslam Dünyasında Hastaneler. İstanbul: İz Yayınları.

Pazarbaşı, Erdoğan. (1996). Kuran ve Medeniyet. İstanbul: Pınar Yayınları.

Sarıçam, İbrahim-Erşahin, Seyfettin. (2006). İslam Medeniyeti Tarihi. Ankara: DİB

Yayınları. s. 1-63.

Serdar, Ziyaüddin. (1986). İslam Medeniyetinin Geleceği. (çev. Deniz Aydın).

İstanbul: İnsan Yayınları.

Tekeli, Sevim vdd.. (1999). Bilim Tarihine Giriş. Ankara: Nobel Yayınları.

Toynbee, Arnold. (1978). Tarih Bilinci, I-II. İstanbul: Bateş Yayınları.

Ural, Şafak. (1994). Bilim Tarihi. İstanbul: Kırkambar Yayınları.

Page 52: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İÇİN

DEK

İLER

• İslam Öncesi Arap Devletleri

• Hicaz'ın Yakın Tarihi

• Cahiliye Kültürünün Genel Özellikleri

• Cahiliye Dönemi Kurumları

HED

EFLE

R • Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• İslam öncesi Arap tarihinin önem ve gerekliliğini kavrayabilecek,

• Cahiliye kültürünün genel özelliklerini kavrayabilecek,

• Araplarda kabile ve yönetim sisteminin yeri ve gerekliliğini anlayabilecek,

• İslam öncesi hayatın sosyal, hukuki ve dini kurumları arasındaki bağlantıyı değerlendirebileceksiniz.

ÜNİTE

3

CAHİLİYEDEN RİSALETE KISA TARİH, KÜLTÜR ve KURUMLAR

İSLAM KURUMLARI

ve

MEDENİYETİ

TARİHİ

Page 53: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Güney Arabistan’ın

medeniyet merkezleri:

Yemen-Hadramut

GİRİŞ

Arabistan; Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kesiştiği bölgede yer alan,

doğusunda Basra Körfezi ve Umân Denizi, güneyinde Hint Okyanusu, batısında ise

Kızıldeniz ile sınırlı 1.700.000 km2 genişliğinde bir yarımadadır. Arabistan, tarih

boyunca gerek yabancı, gerekse İslam coğrafyacıları tarafından çeşitli bölgelere

ayrılmışsa da, yaygın anlayış bu coğrafyanın Güney Arabistan, Kuzey Arabistan ve

Orta Arabistan (Hicaz) olarak ayrıldığı şeklindedir. Bu bölge dünyanın en eski tarih

alanlarından olduğu gibi aynı zamanda kültür ve kurumların kendini gösterdiği

hayat sahalarından da biridir.

İSLAM ÖNCESİ ARAP TARİHİ

Güney Arabistan

Yemen, Hadramevt ve Umân gibi üç bölgeden meydana gelen Güney Arabistan,

asırlar boyunca güçlü devletlere ev sahipliği yapmıştır. İslam'ın doğuşundan önceki

asırlarda Güney Arabistan'da Mainîler, Sebeliler ve Himyerliler adlarında üç

büyük devlet hüküm sürmüştür.

Asıllarının Amâlika Arapları olduğu anlaşılan Mainîler, Güney Arabistan’da

MÖ. 1400 ile 650 arasında yaşamışlardır. Main Devleti, bir ticaret devleti olduğu

için hâkimiyetini askerî fetihlere değil, ticarete dayandırmıştır. Bu sebeple onların

ekonomik nüfuzu Akdeniz ve Kızıldeniz yoluyla Basra Körfezi kıyılarına kadar

ulaşmıştır. Bölge halkı, Arabistan ürünleriyle Hint ve Çin'den getirilen ticaret

mallarını Mısır, Filistin ve Suriye’ye ulaştırmıştır.

Mainîler’den sonra Arap yarımadasının güney-batı bölgesini yurt edinen

Sebeliler, medeniyet eşiğine adım atan ilk Arabistanlılar olarak kabul edilir.

Başkentleri, Me’rib şehridir. Sebe Devleti, Mainîler’de olduğu gibi bir ticaret

devletiydi ve onlar, yaşadıkları dönemde özellikle Güney Arabistan ticaretini

tamamen ellerinde tuttular. Bu sebeple Sebeliler, güney denizlerinin Fenikelileri

olarak tanınmışlardır. Öyle ki, yaşadıkları dönemde Yemen'den harekete geçen

ticaret gemileri, Güney Arabistan yoluyla Akdeniz sahillerine, ardından da zamanın

önemli ticaret merkezlerinden biri olan Gazze'ye kadar ulaşmıştır. Bu şekilde

Sebe halkı, Kuzey Arabistan ve Akdeniz ülkelerine kadar uzanıp Afrika'nın kıyı ve

hatta iç bölgeleriyle de ilişkiler geliştirmiş, ticaret vesilesiyle geniş bir coğrafyada

faaliyet göstermiştir.

Tarih sahnesinde yedi asırdan fazla kalan Sebe Devleti döneminde

gerçekleşen tarihi hadiselere dair ne Arap tarihlerinde, ne de keşfedilen

kalıntılarda yeterli bilgilere sahibiz. Ancak bu devletin ortadan kalkma sebebi

olarak Me’rib Seddi'nin (baraj) yıkılışı, yani Arîm Seli hadisesi gösterilmektedir.

Page 54: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Nitekim Arap tarihçilerine göre Yemen Arapları, Arîm Seli'nin gerçekleşmesine ve

Me’rib Seddi’nin yıkılmasına kadar Yemen ve Hadramevt bölgelerinde ikamet

etmişler, iç karışıklıklar sebebiyle ihmale uğrayan barajın yıkılacağına dair

işaretlerin alınması üzerine yurtlarını terk edip Arabistan’ın orta ve kuzey

bölgelerine göç etmişlerdir.

Sebelilerin bir kolu olan ve kendilerine Himyerliler adı verilen Arap topluluk,

zamanla nüfuz alanını genişletip Sebelilere üstün gelerek Güney Arabistan’da

yeni bir devletin temellerini atmıştır. Himyerliler, Sebelilerden devraldıkları

toprakları kontrol altına aldıktan sonra, bölgenin doğusundaki Hadramevt’i de işgal

etmek suretiyle, İslamiyet'ten önce Güney Arabistan'da kurulan devletlerin en

güçlülerinden biri haline geldiler. Bu devletin başkenti Reydân’dır. Bu şehir daha

sonra Zafâr adını almıştır. Savaşçı özellikleriyle tanınan Himyerîler, Güney

Arabistan’da sağladıkları hakimiyetin ardından komşuları olan İranlılar ve

Habeşlilerle de çetin mücadele içine girmişlerdir.

Himyerîlerin birinci hâkimiyet devri Mîladî IV. yüzyılın başına kadar devam

eden feodalite dönemidir. Bu yıllarda hükümdar, bir derebeyi olarak, hâkimiyeti

altındaki bölgeleri yönetmiştir. Himyerîler Miladî IV. yüzyılın ortalarında yaklaşık

yarım asırlık bir süre Habeş işgaline uğramış, ancak MİLADÎ 375 yılından itibaren

tekrar bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Habeş işgali döneminde Güney

Arabistan’da Hıristiyanlık dini yayılmaya başlamıştır. Nitekim bu tarihten itibaren

San'a, Aden, Me’rib ve Zafâr gibi önemli merkezlerde birçok kilise inşa edilmiştir.

Hıristiyanlık, Himyer topraklarında bilhassa Necran’da daha geniş yayılma imkânı

bulmuştur.

Kuzey Arabistan

Kuzey Arabistan’ın tarihi hakkında Mezopotamya, İbranî, Grek ve Fars

kaynaklarında bulunan bilgilere göre, İslam’ın ortaya çıkışına kadar bölgede dört

siyasî birlik kurulmuştur. Bunlar Nabâtîler, Tedmürlüler, Gassânîler ve Hîrelilerdir.

Tarih kayıtlarında Arabistan’ın kuzeyinde bilinen en eski devlet, Filistin’in

güneyinde kurulan Nabâtî Krallığı kabul edilir. Nabâtîler, hüküm sürdükleri dönem

boyunca Roma İmparatorluğu ile Hicaz bölgesi arasında tampon görevini

üstlenmişlerdir. Ancak Nabâtîler ile Romalılar arasındaki iyi ilişkiler uzun süre

devam etmemiş, siyasî ve iktisadî sebepler yüzünden anlaşmazlıklar baş

göstermiştir. Nitekim onlar, hükümdarları IV. Hâris devrinde Romalılarla kanlı

savaşlara girişmişlerdir.

IV. Hâris'ten sonra Nabâtî Devleti hakkında tarih kitaplarında fazla bilgi

yoktur. Ancak, Mîladî 40 yılından sonra krallık zayıflayıp yıkılmaya yüz tuttuğu

anlaşılmaktadır. Nabâtîlerin son hükümdarı olan III. Mâlik döneminde (saltanatı

Miladî 101 -106) Roma imparatoru Traianus’un (Miladî 98-117) emriyle onun

Page 55: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Vaha’da bir medeniyet

şaheseri: Tedmür

Suriye'deki vekili Kornelyus Palma adındaki komutan, başkent Petra'yı ele geçirmek

suretiyle Nabâtîler devletine son vermiştir. (Miladî 106).

Ticari faaliyetleri ile tanınan Nâbâtîler, Kızıldeniz’den geçen İpek Yolu’nun ve

Arap yarımadası üzerinden gelen Baharat Yolu’nun Batıya açıldığı son durakları

ellerinde bulundurmuşlardır. Bu yol üzerinde hareket eden kervanların ve

Hindistan’a oradan da Uzakdoğu’ya giden ticaret gemilerinin birçoğunun onlara ait

olduğu kaydedilmektedir.

Kuzey Arabistan’da Eski Arap devletleri arasında tarihleri en iyi bilinenler

Tedmürlülerdir. Nabâtî Krallığı’nın sonlarına doğru Kuzey Arabistan’da M.Ö. I.

yüzyılda kurulan bu krallığın merkezi olan Tedmür şehri, Şam’ın 260 km.

kuzeydoğusunda yer alır. Greko-Romen çağda Palmira denilen bu vahaya Araplar

Tedmür adını vermişlerdir.

Genel anlamda Roma’nın stratejik ortağı gibi görülen Tedmür Devleti,

bununla birlikte fırsat buldukça Romalılara karşı bağımsızlık adımları atmaktan da

geri durmamıştır. Nitekim Romalıların komutan seviyesine getirdikleri Tedmürlü

Uzeyne b. Hayrân, Mîladî III. asrın sonlarına doğru Romalıları ülkesinden çıkarmak

üzere gizli faaliyet başlatmış, ancak girişimi başarısızlıkla neticelenince

öldürülmüştür. Bu hadise Tedmür halkının bağımsızlık düşüncesini daha da

kuvvetlendirmiştir. Bunu fırsat bilen Uzeyne’nin kendi adını alan oğlu Uzeyne

(Odenat) babasının intikamını almak ve ülkesine bağımsızlık kazandırmak

hedefiyle dağlara çekilerek isyan başlatmıştır. Miladî 267 yılında kocasının yerine

Tedmür tahtına geçen kraliçe Zenubiya, tarihte görülen kadınlar arasında müstesna

bir şahsiyet kabul edilir. Roma imparatorlarından Gallienus ve II. Claude dönemlerinde

Tedmür’de bağımsız olarak saltanat süren Zenubiya, genişleme siyaseti takip

ederek Miladî 271 veya 272 başlarında, ordusunu harekete geçirerek Mısır’ı zapt

etti. Kraliçe bu başarısından aldığı cesaretle yeni hedef olarak Anadolu topraklarını

belirledi. Onun orduları kısa sürede Ankara’ya kadar ulaştı. Roma İmparatoru

Aurelianus, kendisine meydan okuyan, üstelik Roma’nın hâkimiyeti altında bulunan

Asya'daki toprakları da tehdit etmeye başlayan Zenubiya’ya karşı büyük bir orduyla

doğu seferi başlattı. İki taraf arasında Humus şehri yakınlarında büyük bir savaş

gerçekleşti. Çarpışmalar sonucunda mağlup duruma düşen Tedmürlüler,

başkentlerine çekilmek zorunda kaldılar. Kısa süre içinde Roma ordusu Tedmür

kalesini muhasara altına aldı. Kuşatma neticesinde yenilginin muhakkak olduğunu

fark eden kraliçe Zenubiya, İran hükümdarından yardım talep etmek için gizlice

kaleyi terk ederek Fırat Nehri’ne kadar ulaştı. Ancak takip eden Roma askerleri onu

yakalayarak Roma kralının huzuruna getirdiler. Kraliçelerinin yakalandığını haber

alan şehir halkı, muhasaracılardan af dileyerek barış yapılmasını talep ettiler.

İmparator barışı kabul edip şehrin yağmalanmasına izin vermedi. (Miladî 272).

Tedmür’ü ele geçirdikten sonra devletin muazzam hazineleri ve esir

kraliçe Zenubiya’yı yanına alarak geri dönen Roma kralı Tuna Nehri kıyısına

Page 56: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Irak’ta bir Arap devleti:

Lahmi (Hire) Krallığı

geldiğinde Tedmür halkının tekrar ayaklandığı haberini aldı. Bunun üzerine

derhal geri dönerek Tedmür’ü önce muhasara, ardından da işgal etti. Surlarını

yıkıp şehri yağmalattığı gibi halkı da büyük bir katliama tabi tuttu. (Miladî 273).

Tedmür Devleti ve şehri bu olaydan sonra bir daha toparlanamamış, bugünkü

görüntüsünde bir harabe haline gelmiştir. Tedmür toprakları Hicretin 12. yılında

(Miladî 633) Hâlid b. Velîd tarafından fethedilerek Müslümanların yönetimine

geçmiştir.

Kahtânî Araplarına mensup olan Gassânîler, Güney Arabistan’dan Suriye

topraklarına göç etmiş bir Arap kabilesidir. Kabile büyüklerinden Amr Müzeykıyâ b.

Amr Mâüssemâ' adlı reisinin oğlu Cefne, Gassânîlerin kurucusu ve ilk hükümdarı

kabul edilir. Havran ve Belkâ gibi şehirleri yurt edinen Gassânîler daha sonra da

kadim Busra şehrini hükümet merkezi haline getirmişlerdir. Burada kendilerine

tarihte önemli bir yer açan birtakım saray ve kalelerle inşa etmişler. İslam tari-

hinde ismi geçen meşhur rahip Bahira'nın manastırı burada olup kalıntıları hala

ayaktadır.

Milattan önce birinci asırda Suriye toprakları Roma’nın eline geçtiğinde

Suriye çölleri Nabâtîlerin ve onların müttefiki kabile şeyhlerinin kontrolü altında

bulunuyordu. Romalılar Nabâtî Devleti’ni yıktıktan sonra bölgedeki kabileler

Suriye ve Irak çöllerine dağılmış, buralardaki halklarla karışmış vaziyetteydiler.

Romalılar tüm çabalarına rağmen çölde yaşayan Arap bedevîlerini bir türlü etkisiz

hale getiremediler. Çünkü bunlar fırsat buldukça Romalıların idaresindeki

yerleşim alanlarına girerek baskın yapıyorlar, ticaret kervanlarını vuruyorlardı.

Neticede imparatorluk bunlarla anlaşma yapmak zorunda kaldı. Bu sebeple bilhassa

bölgenin güçlü toplulukları arasında olan Gassânîleri muhatap alarak onlarla yakın

ilişkiler kurmaya karar verdi. İlişkilerin gelişmesi sonucunda bir Bizans valisi gibi

hareket eden yarı bağımsız Gassânî krallarından II. Hâris b. Cebele zamanında

(Miladî 529-569) hanedanlık en ihtişamlı dönemlerini yaşadı. Bu süreçte Gassânî

Arapları arasında Hıristiyanlık da yoğun bir şekilde yayıldı.

Kuzey Arabistan’da son Gassânî kralı Numan b. Münzir'in etkisiz hale

getirilmesi, Kuzey Arabistan’da çöl bedevîlerinin gerçekleştirmiş oldukları siyasî

birleşmeye kesin bir darbe vurdu. Bu olaydan sonra, her biri bir reis idaresinde

pek çok bağımsız gruba ayrılarak, birçoğu İran hükümdarlarının yüksek

hâkimiyetini tanımaya başladı. Bölgedeki yeni durum Bizans'ın ezelî düşmanı

Sâsânîlerin işine yaradı. Nitekim Sâsânî kralı Hüsrev Pervîz büyük bir orduyla Suriye

üzerine yürüyüp Kudüs ve Dımaşk'ı ele geçirdi. Bu gelişme Gassânî Devleti’nin

tamamen yıkılmasına yol açtı (Miladî613-614).

Kuzey Arabistan’da kurulan ve Müslümanların fethine kadar bölgede

varlığını sürdüren diğer bir devlet Hîrelilerdir. Soyları, Kahtânîlerin Kehlân koluna

ulaşan Lahm b. Adî b. Hâris b. Mürre'ye dayandığı için bu devlet aynı zamanda

Lahmîler olarak da tanınmıştır. Bu kabile Me’rib Seddi'nin yıkılmasından sonra III.

Page 57: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

yüzyılın başlarında Yemen'den göç ederek Irak'a yerleşmiştir. Bunlar burada bir

süre Sâsânîlere bağlı olarak yaşamışlar ve göçebe Arapların saldırılarına karşı İran

sınırlarını korumuşlardır.

Lahmî Krallığı’na başkentlik yapmış olan Hîre, günümüzde Irak'ın Necef iline

bağlı bir kaza merkezi olup Kûfe'nin 5 km. güneyinde Fırat Nehri kenarında yer alan

geniş bir ovada kurulmuştur. Şehir ilk defa Mîladî 240 yıllarında Sâsânîlerin verdiği

kral unvanıyla burada bir emirlik kuran Lahmîler zamanında adını duyurmaya

başlamıştır. Şehir, Lahmî emiri III. Münzir döneminde (Miladî 503-554) en şaşaalı

dönemini yaşamıştır.

Tarihi kayıtlara göre sayılarının yirmi olduğu bilinen Lahmî hükümdarlarının

en meşhuru İmriu’l-Kays’tır. Mîladî 288-328 yılları arasında hüküm sürmüş, idaresi

döneminde Sâsânîlerin yanı sıra Bizans ile de diplomatik faaliyetler

gerçekleştirmiştir. Numan el-Aver de (Miladî 403-431) Hîre hükümdarlarının en

meşhurlarındandır. Cesaretiyle tanınan hükümdar, defalarca Suriye üzerine

seferler gerçekleştirmiştir. Sonuçta Cezîre bölgesi, Bahreyn dolayları ve Suriye

çöllerinde yaşayan Arapları cizyeye bağlamıştır.

Mîladî VI. yüzyılın ilk yarısında Hîre tahtına yine büyük bir hükümdar kabul

edilen III. Münzir geçmiştir. Onun saltanatı süreci Hîre Devleti için zirve dönemi

kabul edilir. Nitekim Münzir, özellikle Bizanslılara karşı önemli başarılar elde etmiş,

531 yılında Urfa'nın güneyinde Fırat Nehri kıyısında yapılan Kallinikum savaşında

Doğu Roma ordusunu yenerek büyük bir zafer kazanmıştır. Onun Mîladî 539'da

Gassânî Kralı Hâris ile girdiği çatışma, 545 yılına kadar süren Sâsânî-Bizans savaşına

dönüşmüş, kendisi de 554 yılında Gassânîlerle gerçekleştirdiği savaş esnasında

Kinnesrin yakınlarında öldürülmüştür.

Babasının ölümünden sonra Lahmî hükümdarı olan III. Numân b. Münzir

(Miladî 580-602) başlangıçta kendisine karşı çıkan Arap kabilelerini itaat altına

aldıktan sonra Lahmî hâkimiyetini sağlamlaştırmıştır. Onun döneminde Hîre,

zamanın başlıca kültür merkezlerinden biri haline de gelmiştir. Ancak aynı süreçte

ülkenin İran ile ilişkileri bozulmuştur. Bunun sebebi Kisra’nın, Numân b. Münzir’in

kızını kendisine göndermesini istemesi, onun da olumsuz cevap vermesidir. Bunun

üzerine Pervîz, Numan’ı Medâin'e çağırdı. Kral başına gelecek felâketi tahmin ettiği

için ailesini ve hazinesini bölgenin büyük Arap kabilesi Şeybânîlere emanet ederek

Sâsânî başkentine gitti. Burada bir süre tutuklu kaldıktan sonra idam edildi. (Miladî

602). Bu şekilde Lahmî hanedanı son bulmuş oldu. Hîre ve civarındaki topraklar

(H.12/M.633) yılında Hâlid b. Velîd’in seferleri neticesinde Müslümanların

hâkimiyetine geçmiştir.

Hicaz

Hicaz, Arap yarımadasının ortasında Kızıldeniz tarafında yer alıp, Necid

Page 58: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Arap Yarımadasının Dini

merkezi: Mekke

yaylalarıyla sahildeki Tihâme ovaları arasında bulunan coğrafî bölgeye isim olarak

verilmektedir. Hicaz’ın en önemli merkezleri Mekke, Medine ve Taif’tir.

Mekke, güneyde Yemen'e, kuzeyde Akdeniz'e, doğuda Basra körfezi’ne,

batıda Kızıldeniz Limanı Cidde'ye komşu olan ve Afrika istikametinde giden ana

yolların kesişme noktasında yer alan bir şehirdir. Burası aynı zamanda Hicaz’ın en

önemli dinî ve ticarî merkezidir. Burada Kâbe, Mescid-i Harâm, Safâ ve Merve adlı

kutsal mekânlar Mekke’de bulunduğu gibi, hac vazifelerinin geri kalan kısımlarının

îfâ edildiği Arafat, Müzdelife ve Mina da bu şehrin civarında yer almaktadır.

Mekke‘nin tarihi M.Ö. V. yüzyılın ortalarına kadar ulaşır. Burayı ilk yurt

edinenler Güney Arabistan asıllı Amâlikalılardır. Amâlikalılardan sonra Mekke’ye

yine Güney Arabistan menşeli Cürhüm kabilesi yerleşmiştir. Bu şekilde Harem

etrafında başlayan iskân faaliyeti ile Mekke bir yerleşim merkezi haline gelmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. İsmail'in Hz. İbrahim tarafından Mekke'ye getirildiği ve

burada Kâbe'yi inşa ettiği zikredilir. Hz. İsmail burada kabilenin reisi olan Mudad’ın

kızı Seyyide ile evlenerek Cürhümlülerle akrabalık kurmuş, bir peygamber olarak

Kâbe ve hac vazifelerini yerine getirmiştir. Onun ardından bu görevler oğulları

tarafından yürütülmüştür. İsmailoğulları, zamanla şehirde çoğalarak İsmailîler,

Adnânî, Maadî veya Nizarî adlarıyla anılmışlardır. Yüzyıllar sonra aynı topraklarda

peygamberlik görevini üstlenecek olan Hz. Muhammed’in yakın ataları olan Kureyş

kabilesi de, Hz. İsmail’in Cürhümlü kadınlarla evlenmesinden meydana gelen

İsmailoğulları soyundan meydana gelmiştir.

Mekke'de kısa sürede güç kazanan ve önceleri Hz. İsmail'in tebliğ ettiği dini

benimseyen Cürhümlüler, zamanla Mekke'ye dışarıdan gelen insanlara kötü

davranmaya başladılar. Bu esnada Güney Arabistan’dan Hicaz’a doğru göç eden

Huzâalılar, kendilerine uygun bir yerleşim yeri buluncaya kadar Mekke civarında

kalmak için Cürhümlülerden müsaade istediler. Ancak bu talepleri kabul

edilmeyince meydana gelen çatışmalarda Huzâalılar üstün gelerek Cürhümlüleri

Mekke’den uzaklaştırdılar. Şehrin idaresini rakiplerine terk etmek zorunda kalan

Cürhümlüler, Mekke’den ayrılırken Zemzem kuyusunu da işlemez hale getirdiler.

Huzâalılar Cürhümlüleri Mekke’den uzaklaştırırken, onların akrabası olan

İsmailoğulları’nın şehirde kalmalarına izin verdiler.

Mekke’de üç asır süren Huzâa hâkimiyeti Hz. Muhammed’in beşinci dedesi

olan Kusay b. Kilab vasıtasıyla sona erdirilip Kureyş idaresine geçilmiştir. Kureyş

kabileleri, Huzâalıların hâkimiyeti boyunca Mekke çevresinde ve yakın akrabası

olan Kinâneoğulları’nın arasında dağınık bir şekilde yaşıyorlardı. Bu soya adını

veren Fihr b. Mâlik’in altıncı nesilden torunu olan Kusay b. Kilâb, Mekke ve

Kâbe’nin yönetimini ele geçirmeyi başardı. Bundan sonra Mekke’de Huzâa idaresi

yerine Kureyş hâkimiyeti dönemi başladı.

Page 59: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Kusay, Mekke’de idareyi eline alır almaz, daha önce şehrin çevresinde

dağınık bir şekilde yarı göçebe hayatı yaşayan Kureyş kabilesini bir araya getirerek

Mekke’nin Harem bölgesine yerleştirdi. Kureyş kabilesinin boylarını bir araya

getirmesi sebebiyle kendisine “Mücemmi'” (Birleştirici) unvanı verilmiştir.

Mekke’den sonra önem derecesinde Hicaz’ın ikinci şehri Yesrib’dir. Burası

Arap yarımadasının batısında Hicaz bölgesinde Kızıldeniz kıyısına yaklaşık 130 km.

uzaklıkta, Mekke'nin 350 km. kadar kuzeyinde yer alır. Anavatanları Yemen olan

Evs ve Hazrec kabileleri Arîm Seli’nden sonra muhtemelen Mîladî V. yüzyılda Yesrib

ve civarına yerleşmişlerdir. Ancak bir süre sonra Yahudilerin kışkırtması ile bu iki

kabile birbirine düşerek yaklaşık 120 yıl boyunca savaşmışlardır. Ayrıca sayıca daha

az olan Evsliler Kureyza ve Nadîroğulları ile, Hazrecliler de Benî Kaynuka ile ittifak

kurmuşlardır. İslam'ın doğuşuna kadar Evs ve Hazrec mücadelesi bazen Evs,

bazen de Hazrecliler lehine sonuçlanmıştır. Bu savaşların sonuncusu ve en kanlısı

olan Buâs, Hicret’ten beş yıl kadar önce vuku bulmuş ve Hazreclilerin mağ-

lubiyetiyle neticelenmiştir.

Medine’nin Araplarla birlikte diğer sakinleri ise Yahudilerdir. Onların

Medine'ye gelişini Hz. Mûsâ dönemine kadar götürenler olduğu gibi, Suriye'nin

Yunanlılar veya Filistin'in Romalılar tarafından işgaliyle bağlantılı görenler de vardır.

Buna göre MÖ. VI. yüzyılın başlarında Kudüs’ü işgal eden Babil Kralı Buhtunnasr

işgalin ardından Yahudileri kendi ülkesine götürünce, onun elinden kurtulanların

bir kısmı daha güvenli buldukları Hicaz’a gelerek Yesrib, Hayber ve Fedek gibi

şehirlere yerleşmişlerdir. Yahudilerin Filistin’den Arabistan’a göç etmelerini

zorunlu hale getiren sürgün ve baskılar daha sonra da devam etmiş, özellikle Roma

İmparatorlarından Adriyanus’a (Miladî 117-138) karşı yapılan ayaklanmanın

başarısız olması üzerine Yahudilerin birçoğu Arabistan’a sığınmak zorunda

kalmışlardır. Hıristiyanlığın Suriye’de yayılmasının ardından Romalıların dinî

baskısına maruz kalan Yahudiler de kendileri için daha güvenli buldukları Hicaz’a

gelmişler, bilhassa bölgenin kuzey kısımlarına yerleşmişlerdir.

Hicaz’ın üçüncü önemli merkezi olan Taif, Mekke‘nin yaklaşık 120 km

güneydoğusunda Irak-Yemen ticaret yolu üzerinde Sakîf kabilesinin yurdudur.

Sakîfliler arazilerinin verimliliği ve şehirlerinin ticaret yolu üzerinde olması

sebebiyle ekonomik anlamda zaman zaman Mekke ile yarışabilecek hale

gelmişlerdir. Şehir ahalisinin mahalli ve mevsimlik panayırlar sebebiyle Mekke

halkıyla sağlam bağlarının bulunduğu da anlaşılmaktadır. Nitekim bu iki şehir

Karyetân (iki karye) veya Mekketân (iki Mekke) adıyla anılmıştır.

Page 60: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

ARAPLARDA SOSYO-KÜLTÜREL HAYAT VE KURUMLAR

Sosyal Hayat

Cahiliye Kültürü

Cahiliye sözlükte, bilmemek, tanımamak ve kaba davranmak gibi anlamlara

gelir. Ayrıca bu tabir bilginin zıddı olarak bilgisizlik, kendini bilmezlik gibi farklı

manalara da gelmektedir. İslami dönemde ortaya çıkmış bir tabir olan Cahiliye,

gerek Kur'ân’da, gerekse hadislerde Arapların İslam'dan önceki inanç, tutum ve

davranışlarını İslamî devirdekinden ayırt etmek amacıyla kullanılmıştır. Bu sebeple

genellikle Arapların İslam'dan önceki dönemine "Cahiliye Çağı" denilmiş, bu

süreçte faaliyet gösteren şairlere de “Cahiliye şairleri” adı verilmiştir. Genel

anlamda Cahiliye kelimesiyle İslam öncesi, yani Arapların Milâdî 610 yılında vahyin

inmeye başlamasından önce yaşadıkları devir kastedilmiştir. Arapların İslam'dan

önceki tarihlerinin Cahiliye kelimesiyle ifade edilmesinin sebepleri arasında onların

hayat tarzına bedevîliğin hâkim olması, çevrelerinde yaşayan insanlara göre

medeniyet bakımından geri kalmaları, bilgisizlik ve gaflet içerisinde göçebe ve yarı

göçebe hayat yaşamaları gösterilmiştir.

Kabile ve Yönetim

İslam öncesi Arap toplumu çöl şartlarının ortaya çıkardığı sosyal bir model

olan kabile sistemi üzerine kurulmuştur. Kabile, aynı atadan geldikleri kabul edilen

ve aralarında neseb irtibatı bulunan insan topluluklarına verilen ortak isimdir. Arap

toplumunda kabile, zenginlik ve şeref gibi şahsî meziyetleri ile tanınan ve

kendilerine “şeyh” veya “seyyid” adı verilen kişiler tarafından idare edilmiştir.

“Şeyh” Arapçada “yaşlı adam” anlamına geldiği gibi, “ileri gelen” anlamına da

gelmektedir. Dolayısıyla bu durum aynı özelliklere sahip adaylar arasından yaşça

büyük olan üyenin riyasete getirilmesini intaç etmiştir. Araplar ferdiyetlerine ve

özgürlüklerine aşırı düşkünlükleri sebebiyle hiçbir zaman kral yetki ve otoritesine

sahip kişiler tarafından yönetilmeye razı olmamışlar, reislerini de kendilerinden

daha üstün veya kutsal özellikleri bulunan şahıslar görmeyip, eşitler arasındaki

birinciler olarak kabul etmişlerdir.

Kabilede reisin aslî görevi, sülâle ileri gelenlerinin tabiî üyesi oldukları istişare

heyetini organize etmektir. Onun sorumluluğuna emretmek değil, kabilesini diğer

kabilelere karşı temsil etmek verilmiştir. Şeyh, soyu adına savaş ilân eder, barış

anlaşması yapar, kabilenin yükümlülüğünde olan diyetleri öder, misafirleri ağırlar,

kabile adına elçilik vazifesini yerine getirirdi. Bu sebepledir ki, Araplar arasında

kabile reisleri hırslı otorite düşkünleri değil, soyunun sıkıntı ve yükünü üstlenen

fedakâr adamlar olarak şöhret bulmuşlardır. Kabile ileri gelenlerinin bunca az

yetkiye sahip olmalarına rağmen pek çok ağır maddî ve manevî sorumluluk altına

Page 61: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Araplar, ataerkil aile sistemine sahiptirler.

girmelerini, hatta reislik görevini üstlenebilmek adına bazen savaşa dahi

girişmelerini ancak onlarda en yüksek haliyle bulunan şeref duygusuyla izah etmek

mümkündür.

Araplar arasında asırlar boyunca hükmünü icra eden bir hayat nizamı olan

kabile, rastgele meydana gelmiş düzensiz bir toplanma faaliyeti değildir. Bu birliğin

de kendine göre kuralları ve bütünlük içerisinde tutarlılığı olan bir düzeni vardır.

Kabile gelenekleri sayesinde insanlar, soylarının emniyet ve istikrarını muhafaza

edebilmişlerdir. Kabile mensubu saf bir ferdiyetçi olmakla birlikte, bu sistem gereği

cemaatinin bekası için kendi menfaatini, hatta hayatını terk etmeye her zaman

hazır olmuştur. Çünkü o bilmektedir ki, yaşama hakkı başta olmak üzere sahip

olduğu bütün hakları kabilesi sayesinde elde etmiştir ve kabile bireylerinden her

birinin hayatı diğer bireylerin hayatlarıyla doğrudan ilintilidir.

Aile

Cahiliye dönemi Araplarında bağımsız bir aileden bahsedilemez. Çünkü çöl

ortamında müstakil aile hayatı sürdürebilmek neredeyse imkânsızdır. Bu sebeple

Araplar, geniş çerçeveli ataerkil aile şeklinde yaşamayı tercih etmişlerdir. Başka bir

ifadeyle aileler ancak daha büyük aile demek olan bir kabilenin parçası olmakla

varlık kazanabilmişlerdir. Bütün toplumlarda olduğu gibi Araplarda da kabilede en

küçük birim aile kabul edilir. Arap ailesinde mutlak hâkim erkektir. Dolayısıyla

Araplar arasında erkeğin tartışılmaz üstünlüğü vardır. Bu sebeple ataerkil bir

toplum yapısını benimseyen Araplarda yakınlık ilişkisi erkek akrabalar (asabe)

yoluyla kurulmuştur. Cahiliye Arapları erkek cinsini üstün tutarken, buna karşılık kız

çocuğuna sahip olmaktan daima rahatsızlık duymuşlardır. Özellikle göçebe Araplar

arasında kızların aileye yük olduğu düşüncesi yaygındır. Zira kadının, kabileyi

koruyabilecek gücü bulunmadığı gibi, onun esir duruma düşmesi soyun zarar

görmesine de sebep olabilirdi. Bu durum Arap toplumsal yapısında kadına oranla

erkeğe daha çok değer verilmesi sonucunu getirmiştir.

Cahiliye döneminde kız çocuklarını diri diri toprağa gömme âdetine “ve'd”,

gömülen kız çocuklarına da “mevûde” adı verilmiştir. Araplarda kız çocukları

hakkındaki olumsuz düşünceye rağmen onların canlı olarak gömülmesi âdeti

bilhassa Temîm kabilesi dışında diğer Arap kabileleri arasında çok yaygın olarak

görülmemiştir. Üstelik Kureyşli Zeyd b. Amr b. Nüfeyl gibi şahıslar öldürülmek

istenen kız çocuklarını babalarından alarak onların bakım ve büyütülmelerini

üstlenmişlerdir. (Buhârî/Menâkıbu’l-Ensâr: 24).

Kültürel Hayat

İslam öncesinde Araplar, yarımadanın sınırlı miktardaki yerleşik hayata ve

ziraata elverişli yerleri hariç olmak üzere genel olarak göçebe hayatı süren bir

kavim olarak bilinir. Dolayısıyla bu coğrafyadaki kültür hareketleri, hemen

Page 62: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Arapça, Sami dil ailesindendir.

tamamıyla göçebe hayatın zaruretlerinden doğan tecrübe, âdet ve geleneklerin

geliştirdiği bilgilerden ibaret kalmıştır. Ancak buna karşılık Yemen, Basra ve Akabe

körfezleriyle Bahreyn civarında oturanlar eski zamanlarda çok önemli medeniyetler

kurmuş, kültür hareketleri geliştirmişlerdir. Kültür hayatının en önemli taşıyıcısı ise

yazı ve alfabedir.

İslam müellifleri, Arapların önceleri Yemen kökenli “Müsnet” yazısı

kullandıkları, daha sonra da adına “Hîrî” yazı denilen ve zamanla “Arap” yazısı

olarak şöhret kazanan yazıyı kullanmaya başladıklarını ifade ederler. Zamanla

“Kûfî” yazıya dönüşecek olan “Hîrî” yazının, Irak’ta bulunan Enbâr'dan Hîre'ye,

oradan da Hicaz'a geçtiği ifade edilmektedir. Hicaz halkının adı geçen medeniyet

merkezleriyle yakın ilgisinin, yazının önce Nabât ülkesinin bir bölgesi olan

Havran'dan Enbâr ve Hîre'ye, buradan da Dûmetülcendel üzerinden Hicaz'a

geçmesine vesile sayılmıştır. Buradan, Hicaz bölgesi Araplarının yazıyı başka

milletlerden öğrendikleri sonucu çıkmaktadır. Nitekim eski kaynaklarda Arapların,

“Nabât” yazısını ticaret için gittikleri Şam bölgesinin Havran şehrinden, “Kûfî” yazıyı

da Irak'tan öğrendikleri zikredilir. Bu faaliyetin İslam dininin ortaya çıkışından az

önce tamamlandığı anlaşılmaktadır.

Arapça, Sâmî dil ailesindendir. Bu dil ailesinin eski Mısır dilini de içine alan

bir Hâmî-Sâmî köke bağlı olduğu kabul edilmektedir. Arap dilinin tarihi, gelişme ve

yayılma safhaları şu şekilde tasnif edilir:

Eski Arapça,

Klasik Arapça ve ona kaynak olan eski edebî lehçeler,

Orta Arapça,

Yeni (modern) Arapça,

Bu son iki safhada edebî yazı diline bağlı olarak devamlı gelişen mahallî

lehçeler.

Eski Arapçanın özellikleri ve zamanla geçirdiği safhalar hakkındaki bilgiler

daha ziyade bazı eski kitabelere, bir dereceye kadar da Araplarla münasebetleri

olmuş kavimlerin metinlerinde geçen kabile, şahıs ve yer adlarına dayanır.

Günümüzde en eski Arapça vesika, milâttan önce 853-626 yılları arasında

Asurluların Aribilere karşı yaptıkları savaşlara dair Asurî metinlerinde geçen kırk

kadar isimdir.

Klasik Arapça tabiriyle bugün mevcut en eski edebî metinlerde, Kur'ân-ı

Kerim'de ve hadislerde gördüğümüz, daha sonraları da Arapçanın yayıldığı yerlerde

din, edebiyat ve ilim dili olarak devam eden lehçeler üstü Arapça kastedilir. Klasik

Arapçayı temsil eden eski metinler kadîm şairlerin şiirleri, Kur'ân-ı Kerîm, Hz.

Muhammed'in ve ilk halifelerin resmî haberleşmeleri, Arap kabileleri arasındaki

savaşları ifade eden Eyyâmü'l-Arab'a dair yazılı parçalardır.

Page 63: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Araplar, tıp ilmini

Babillilerden aldılar.

Arap dilinin ürünü olan edebiyatının geçirdiği safhalar, muhtelif yönleri ve

gelişmeleri göz önüne alınarak bazı devrelere ayrılır. Bu devreler ise, Cahiliye devri

veya İslamiyet'ten önceki Arap edebiyatı; ilk İslami devir edebiyatı (ilk dört halife

ve Emeviler devri); Abbasiler ve Endülüs Emevileri devri edebiyatıdır.

Arap edebiyatında Cahiliye dönemi kültürü daha ziyade şifahî gelenekle

aktarılmıştır ki, bunun en önemli kaynağı Cahiliye şiiridir. Arap şiirinin ilk defa nasıl

teşekkül ettiği, nasıl düzenli bir şekil aldığı kesin olarak bilinmemektedir. Bununla

birlikte Miladî VI. yüzyıl başlarında bütün kuzey Arabistan'da hemen hemen bütün

kabilelerce bilinen ortak bir şiir dilinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Klasik Arap

şiirinin belli başlı konuları övme (medh) ve övünme (fahr), mersiye söyleme (risâ'),

hicvetme (hicâ), kadından ve aşktan bahsetme (nesib, tegazzül, teşebbüb), özür, af

ve şefkat dileme (i'tizâr, isti'tâf), tasvir (vasf, teşbih), yiğitlik, kahramanlık,

bahadırlık (hamâse), ayrıca zühd, edeb ve hikem, kadın ve şaraba vb. dair hafif

mevzulardır. Bunlardan ilk üçü klasik kasidenin en mühim temaları olarak karşımıza

çıkar.

İlim

İslam öncesi Araplar’da özellikle astronomi ilmi alanında önemli bir birikim

bulunmaktadır. Arabistan gecelerinin ekseriyetle sıcak, berrak ve bulutsuz

atmosferi, çölde göçebe hayatı süren Arapların az veya çok astronomi bilmesini

gerekli kılıyordu. Uçsuz bucaksız çölde, kum tepelerinin rüzgâr sebebiyle sürekli yer

değiştirmesi, tabiî yol bulma imkânını tamamen ortadan kaldırıyordu. Ayrıca

bedevîler genellikle kendilerini ve bineklerini gündüzün kavurucu sıcağından

koruyup kurtarmak üzere geceleri seyahat ederlerdi. Yolculuk esnasında karanlık

olduğu için yeryüzü şekilleri ve tabiî işaretlerden istifade mümkün değildi. Bu

durumda yön tayini için tek yol, gökyüzünden istifade etmekti. Araplar bu sebeple

çöl yolculuklarında sabit yıldızlardan istifadeye çalışırlardı. Bu sebeple sürekli ay ve

yıldızların hareketini tahmin eden Araplar, astronomik bilgiler açısından çağdaşları

milletlere göre daha üstün derecede idiler. Onlar, bu ilmi Keldanîler ve

Babillilerden almışlardır. Bunun en büyük delili ise Arap dilinde geçen belli başlı

yıldızların pek çoğunun adı veya adının delâlet ettiği mânanın Keldalilerin diliyle

hemen hemen aynı olmasıdır.

Araplar, tıb ilmini de Babillilerden öğrenmişlerdir. Ayrıca çağdaşları

İranlılardan da tıb bilimi konusunda bazı şeyler alarak onları, daha önce

Babillilerden ithal ettikleri bilgi ve tecrübelere katmışlar, nihayet bu birikimlere

kendilerinin buldukları yeni tedavi yöntemlerini de dahil ederek Cahiliye Çağı tıp

bilimini ortaya çıkardılar. Araplarda yaygın olarak iki çeşit tedavi metodu

uygulanıyordu. Bunlardan ilki kâhinlerin usulü, öteki ise tıbbî metod yani ilâçla

tedavidir. Kâhinler hastaları okuyup üflemek, sihir yapmak, tapınaklara kurban

adayıp dua etmek, yahut nüsha (muska) yazmak gibi uygulamalarla iyileştirmeye

Page 64: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

çalışırlardı. Bu uygulama sadece Araplara has bir yöntem olmayıp, bütün eski

milletlerde yaygın olarak görülen bir tedavi anlayışıdır.

Arap tabipler arasında gerçekten yaşadığı bilinenlerin en meşhuru ise

Eymü’r-Rebab kabilesine mensup İbn Huzeym’dir. Hâris b. Kelde es-Sakafî Cahiliye

Çağının son ünlü tabiplerinden biridir.

İslam öncesi dönemde Araplara ait beşeri bilimlerin başında kehanet ve

arafet gelir. Kehanet ve arafet genelde aynı anlamda kullanılmış olmakla birlikte

bazıları kehanetin geçmişe arafetin ise gelecekteki olaylara ait bilgi verme

anlamına geldiği kanaatindedirler. Cahiliye Çağında Araplar kâhinlerin olağanüstü

güçlere sahip olduklarına inandıklarından her işlerinde onlara müracaat ederlerdi.

Bilhassa aralarında çıkan anlaşmazlıklarda onların yardımına ve neticede

verecekleri hükümlere önem verirlerdi. Onlar hasta oldukları zaman da kâhinlerin

tavsiyeleriyle şifa bulmaya çalışırlardı. Ayrıca kendi başlarında çözemedikleri her

türlü konuda onlara fikir danışırlar, gördükleri rüyaları onlara yordururlar, hatta

gelecekte başlarına gelecekler hakkında da onlardan bilgi almaya çalışırlardı. Bu ba-

kımdan kâhinler Cahiliye Çağı Araplarında, felsefe, hukuk, tababet gibi faaliyetlerle

meşgul olan, aynı zamanda din adamları sınıfını, yani bu alanlarda uğraşma

imtiyazını ellerinde bulunduran ruhanî başkanları temsil ediyorlardı.

Hukuk

İslam öncesi dönemde bilhassa Hicaz bölgesinde teşkilatlı siyasî bir otorite

ve devletin olmaması, yargı faaliyetlerini yürütecek hukuk organının da yokluğuna

sebep oluyordu. Bunun yerine kabile hakemleri tahkim ifade olunan bir sistem

içinde hukukî faaliyetleri yürütüyorlardı. Dolayısıyla hakemler, devlet otoritesine

dayalı bir adliyenin yerine getireceği işleri üstlenirlerdi.

Araplarda kabile içinde çıkan hukukî ihtilâflar, yine kabileye mensup hikmet

sahibi hakemlere götürülüyordu. Hakemler tanınmış, emin, tecrübeli ve şahsiyet

sahibi insanlardan oluşuyordu. Neredeyse her kabilenin en az bir hakemi

bulunuyordu. Bunlar aynı zamanda kâhin olarak da tanınmışlardır. Ancak

bunlardan başka bazı hakemler bütün kabileler üzerinde güven kazandıkları için,

sıradan şahıslar yerine daha ziyade kabileler arasında meydana gelen daha büyük

davalara bakarlardı. Zaman zaman büyük kabile anlaşmazlıklarında çözüm için

taraflarla hiç akrabalığı bulunmayan ve daha uzak beldelerde yaşayan hakemlere

ihtiyaç duyulurdu. Çünkü ancak o durumda mutlak tarafsızlığın gerçekleşeceğine

inanırlardı. Nitekim Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib ile diğer Mekkeliler,

Zemzem kuyusunun sahipliği konusunda düştükleri ihtilâfın çözümü için Mekke’de

veya civarda yaşayan bir hakeme değil, çok uzak bir yolu göze alarak Şam’da

bulunan Sa’dü Hüzeym kabilesinin kâhinine gitmeye karar vermişlerdir. Çünkü

onlara göre Mekkeli veya yakın bir beldede yaşayan hakemin taraflardan birine

Page 65: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Hilfü’l-Fudul: Erdemliler

ittifakı

uzaktan da olsa akraba olma ihtimali tam anlamıyla tarafsız ve yansızlığa halel

getirebilirdi.

İslam öncesi Arabistan’da hakemlerin tatbik edecekleri yazılı bir kanun

bulunmuyordu. Bundan dolayı hakemler bunun yerine şahsi görüş, örf ve âdete

göre hüküm verirlerdi. Ayrıca onların mahkeme sonucunda verdikleri karar, icra ve

infaz edilmekten de mahrumdu. Zira bunu gerçekleştirecek bir hukuk organı yoktu.

Dolayısıyla hükmün icrası ancak tarafların iyi niyetlerine ve taraflardan lehine

hükmolunanın üstün kuvvetine bağlı idi. Bununla birlikte kamuoyu baskısı ve

Arapların şereflerine verdikleri önem, alınan kararın icrasını neredeyse garanti

ediyordu.

Hz. Muhammed’in gençliği döneminde faaliyete başlayan Hilfü’l-Fudül

cemiyeti, Arap toplumu içinde alışılmışın dışında yeni bir hukuk kurumu olarak

faaliyet göstermiştir. Bu da korumasız bir şahsın hakkının onunla akrabalık bağı

olmayan farklı kişiler tarafından alınması girişimidir. Hz. Muhammed’in 20 yaşında

olduğu sırada gerçekleşen bu hadisenin sebebi, ticaret amacıyla Yemen’den

Mekke‘ye gelen bir tüccarın Sehm kabilesi reislerinden Âs b. Vâil’e satmış olduğu

malının parasını tahsil edememesidir. Mağdur Yemenli bunun üzerine

Kureyşlilerden kendisine yardımcı olmalarını isteyince, onun çağrısına ilk cevap

Teym kabilesi reisi Abdullah b. Cüdân’dan gelmiştir. Daha sonra başta

Hâşimoğulları olmak üzere başka Kureyş boyları da buna dâhil olmuşlardır.

Abdullah b. Cudân’ın evinde bir araya gelen bu topluluk, Mekke’de haksızlığa

uğrayan herkese yardımcı olacaklarına dair söz vermişlerdir. Bu sözleşme

Mekke’de Hilfü’l-Fudûl (Faziletliler ittifakı=Erdemliler birliği) olarak

isimlendirilmiştir. Hz. Muhammed de bu organizasyona bizzat iştirak etmiş,

peygamberliği döneminde bu anlaşmayı övmüştür. (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 140-142; İbn

Sa’d, et-Tabakât, I,128-129)

Din

Başta gök cisimlerine tapınmak gibi pek çok kadim inanç sisteminin

görüldüğü İslam öncesi Arap toplumunda, bunlardan başka Yahudilik, Hıristiyanlık,

Mecusilik, Sâbiilik, Hanîflik ve putperestlik gibi inançlar faaliyet göstermiştir.

Yahudilik eski ilâhi kaynaklı büyük dinlerden biridir. Milattan önce ikinci bin

yılın başlarında Yahudilik, Hz. İbrahim'in oğlu İshak'la sahneye çıkmıştır. İshak'tan

sonra yerine Yakûb geçmiştir. Bu din daha ziyade İsrailoğulları’nın Babil'de

geçirdikleri sürgünden sonra yayılma göstermiştir. Milattan önce iki binlere kadar

İsrailoğulları Mısır'da üçüncü sınıf insan muamelesi görmüşler, burada adeta tutsak

hayatı yaşamışlardır. Nihayet kavmin içinden çıkan Mûsâ (as), Firavun'un zulmüne

karşı gelerek onların kurtuluşunu sağlamıştır. İsrailoğulları buradan Mûsâ’nın

liderliğinde Ken'an iline ulaşarak kurtulmuşlardır. Ken'an ülkesinde başta

Filistinliler olmak üzere çeşitli topluluklarla savaşmak zorunda kalan Yahudiler,

Page 66: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Güney Arabistan’ın

Hıristiyanlık merkezi:

Necran

Mekkeli bir Hanîf:

Varaka b. Nevfel

M.Ö. 990 dolayında Hz. Davud'un peygamberlik ve liderliğiyle bileşik bir devlet

kurmayı başarmışlardır. Bu tarihten sonra Kudüs merkezli olarak bölgede geniş bir

yayılma faaliyeti gerçekleştirmişlerdir. Onlar bilhassa Filistin ve Şam topraklarında

etkinlikleri artırmışlardır. Bu din İslam’dan önceki dönemde Arabistan’a da

girmiştir. Nitekim Hz. Peygmaber’in tebliğe başladığı zamanda Arap yarımadasının

dört köşesinde Yahudilere tesadüf edilir. Yahudilik, Arap yarımadasında Medine ve

çevresinden başka bu dine mensup tüccarların faaliyetleri neticesinde Yemen’de

de yayılma fırsatı bulmuştur.

Yahudilikten sonraki ikinci büyük semavi din olan Hıristiyanlık, Filistin

bölgesinde doğmuş ilahi kaynaklı evrensel bir inanç sistemidir. Filistin’de doğan

Hıristiyanlık daha sonra çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, bilhassa Roma’nın

desteğini aldıktan sonra bu imparatorluğun hâkimiyeti altında yaşayan milletlerin

resmî dini haline gelmiştir. Hıristiyanlık dördüncü miladî asırdan itibaren de Arap

yarımadası’na kuzeyde Şam beldeleri, güneyde ise Habeşistan üzerinden girmiştir.

Başlangıçta Suriye kanalıyla Arabistan’a ulaşan ilk Hıristiyanlar, doğu kiliseleri

arasındaki mezhep ihtilâfları sebebiyle İmparatorluk topraklarında barınamayan

muhalif gruplara mensuptur. Onların çabalarıyla bu din Kuzey Arabistan’da sakin

Gassânî ve Hîre Arapları arasında yayılmıştır. Irak bölgesinde Hıristiyan olan

Arapların çoğu Nastûrî mezhebini benimsemiş ve onlar eliyle Hîre’de hatırı sayılır

bir Hıristiyan Arap topluluğu meydan gelmiştir.

Hıristiyanlık Kuzey Arabistan’dan başka Yemen’de de büyük ölçüde yayılma

imkânı bulmuştur. Bu dinin bölgeye ne zaman ve ne şekilde girdiği kesin olarak

bilinmemekle birlikte, Bizans Hükümdarı Justinianus zamanında (527-565) Bizans'a

bağlı ülkelerden kaçarak Kuzey Yemen'deki Necran'a gelen monofızitler sayesinde

Hıristiyanlığın burada yer edinmeye başladığı görüşü yaygındır.

İslam'ın doğduğu sırada Sâsânî İmparatorluğu’nun resmî dini olan Mecûsîlik,

yarımadadaki Araplar arasında pek fazla ilgi görmemiştir. Bununla birlikte

Arabistan’ın bilhassa güneydoğu bölgeleri içinde yer alan Hecer ve Bahreyn’de

yaşayan bazı Arap kabilelerinin sınırlı da olsa bu dine girdikleri görülmüştür. Bu

dinin Arabistan’da ilgi görmemesinde Sâsânîlerin bu inanç sistemini ulusal din

olarak kabul edip başka milletler arasında yaymaya çalışmamalarının, ayrıca siyasî

ve ekonomik hâkimiyeti dinlerini yaymaya tercih etmelerinin büyük etkisi vardır.

İslam öncesi inançları arasında Hanîflik de öne çıkmaktadır. İslam'ın ilk

yıllarına ait şiirlerde hanîf kelimesine farklı, hatta birbirine zıt anlamlar verildiği

görülür. Nitekim bu kelimeyle ilgili olarak hem putperest, hem de tevhid ehli

şeklinde tanımlamalar yapılmıştır.

Hanîf kelimesi Kur’ân'da bir taraftan Hz. İbrahim'in imanını ifade etmek için

ve müşrikliğin karşıtı olarak kullanılırken, diğer taraftan Hz. İbrahim'in Yahudi ve

Hıristiyan olmadığı (Âl-i İmrân/3: 67; Bakara/2: 135), Ehl-i kitabın Hanîfler olarak

Page 67: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Allah'a kulluk etmekle emrolundukları (Beyyine/98: 5) vurgulanmaktadır.

Bunlardan başka Hz. Muhammed'e ve ona uyanlara hanîf olarak Allah'a kulluk

etmeleri de emredilmiştir (Yûnus/10: 105; Rûm/30: 30). Buna göre Hanîflik

müşriklik olmadığı gibi, Yahudilik ve Hıristiyanlık da değildir. Bilakis Allah'ın

başlangıçtan itibaren insanlara bildirdiği, insan tabiatına en uygun olan tevhid

dinidir. Netice olarak bütün bunlar hanîf kelimesinin Kur’ân'da hem putperestliğin

hem de Yahudilerle Hıristiyanların bozulmuş tevhid inancının karşıtı olarak kullanıl-

dığını göstermektedir.

Hanîf kavramı Kur'ân'daki anlamıyla hadislerde de yer alır. Nitekim İbn

Abbâs'tan rivayet edilen bir hadise göre Hz. Muhammed'e, “Allah katında hangi din

daha makbuldür?” diye sorulduğunda. "Kolaylaştırılmış Hanîflik" cevabını vermiştir.

(Buhârî/Îmân: 29). Buhârî'de yer alan başka bir rivayete göre de Zeyd b. Amr b.

Nüfeyl hakiki dini aramak amacıyla Şam'a gitmiş, rastladığı bir Yahudi ve bir

Hıristiyan âlimine dinlerini sorup beklediği cevabı alamayınca kendisine hangi dini

önerdiklerini sormuş, onlar da Hanîfliği tavsiye etmişler; Hanîfliğin İbrahim'in dini

olduğunu, onun Yahudi ve Hıristiyan olmadığını, sadece Allah'a kulluk ettiğini

belirtmişlerdir (Buhârî/Menâkıbü'l-Ensâr: 24).

İslami literatürde hanîf olarak nitelenen pek çok kişinin adından

bahsedilmekte olup bunların en başta gelenleri şunlardır: Kuss b. Sâide el-İyâdî,

Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Ümeyye b. Ebu's-Salt’dır. Mekke’de bulunan Hanîflerin en

meşhurlarından olan Varaka b. Nevfel, Hz. Muhammed’in eşi Hz. Hatice’nin

amcasının oğludur. O kavminin dinine uymayı reddedip Şam'a giderk Hıristiyan

olmuş, burada ayrıca Tevrat ve İncil kitaplarını tahsil etmiştir. Varaka, Allah

Resulü’nü ilk vahyi almasının ardından dinledikten sonra kendisine gelenin bütün

peygamberlere ilahî emirleri ulaştıran vahiy meleği Cebrail olduğunu söyleyerek

onun peygamberliğini müjdelemiştir. (Buhârî/Bedü’l-Vahy: 3).

Meşhur Hanîflerden biri de Kureyşli Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’dir. O daha

hayatta iken cennetlik olduğu müjdelenen sahâbîlerden Saîd b. Zeyd’in babasıdır.

Zeyd b. Amr ne Yahudilik ne de Hıristiyanlık’a girmiş, kavminin dinini de terk edip

putlara tapmamış, kendisinin sadece Hz. İbrahim'in ilahına inandığını açıklamıştır.

İslam’ın doğuşu döneminde Arap yarımadasında en yaygın dinî anlayış

şüphesiz putperestliktir. Bu inanç, Sâmî toplumlarındaki inanç sistemlerinin en eski

ve en ilkel şeklini temsil eder.

Hz. İbrahim’in Mekke‘de Kâbe’yi inşa etmesiyle birlikte Allah’ın birliği inancı

(Tevhid) Arap yarımadasında kabul edilmeye başlamış, Mekke zamanla bu anlayışın

merkezi olmuştur. Hz. İbrahim döneminden itibaren Mekke, tevhidin merkezi iken

zamanla onun soyu bu inancı terk edip Allah’a ortak koşmaya başlamıştır. Cahiliye

dönemi kaynaklarında Hicaz’a ve Mekke’ye putperestliğin şehrin yönetimini

üstlenen Huzâalılar zamanında getirildiği zikredilir. Nitekim kabilenin reislerinden

Page 68: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Araplarda en yaygın inanç sistemi

putperestliktir.

Amr b. Luhay, ticaret amacıyla gittiği Şam bölgesinde Maab denilen yerde yaşayan

Amâlikalıların putlara taptıklarını görmüş, bunun üzerine kendisine de bir put

vermelerini talep etmiştir. Amr onların hediye ettikleri Hübel (Ha-Ba’l) isimli putu

Kâbe’ye getirerek Zemzem kuyusunun üst tarafına yerleştirip halkına bu puta

ibadet etmelerini emretmiştir. Mekke’de putperestliğin sadece liderin bir

davranışıyla başladığını ileri sürmek eksik bir hüküm olur. Anlaşılan bu dönemde

Mekke’de şirk için uygun bir ortam vardı. Nitekim Araplar, Amr’ın Şam’dan

getirdiği Hübel ile iktifa etmeyip zamanla Kâbe’yi sayıları 360’ı bulan putlarla

doldurmuşlar, ayrıca Safâ’ya İsâf, Merve’ye ise Nâile isimli putları

yerleştirmişlerdir.

Taif’te yaşayan Sakîf kabilesi Lât, Medine ve civarında yaşayan müşrik

Araplar ise Menât isimli putlara tapmışlardır. Böylece her kabilenin, hatta zamanla

her ailenin kendine ait bir putu olmuştur. Kur’ân’da müşriklerin taptıkları Vedd,

Süvâ, Yeğûs ve Nesr isimli put adları da geçmektedir. (Nûh/84: 23)

Genel anlamda putperest olan Arapların belirgin ortak bir inanç anlayışı

yoktu. Onlardan bazıları Tanrı kavramını kökten inkâr etmek suretiyle materyalist

bir anlayışla zamana ve tabiata tapınmışlardır. Diğer bir kısmı ise kısmı ise Allah’ın

âlemin yaratıcısı ve düzenleyicisi olduğunu kabul etmişlerdir. Nitekim onlar diğer

tanrı ve put adlarından ayrı olarak en yüce yaratıcı Tanrı’yı ifade etmek üzere Allah

kelimesini de kullanmışlar, özellikle dualarında “yâ Allah” ve daha sık olarak

“Allâhümme” tabirlerine yer vermişler. Bu konuda en açık deliller ise Kur’ân’da

zikredilir:

Cahiliye dönemi Araplarında siyasî ve fikrî birlik bulunmadığı gibi tamamen

ortak bir akîde de yoktur. Bu dönemin başlıca ibadet şekilleri ise put evleri kurarak

buralarda dua, secde ve tavaf etmek, kurbanlar kesmek, tanrıların hoşnutluğunu

kazanmak için sadaka vermek gibi faaliyetlerdir. Bu tür ibadetlerin gayesi ise sağlık,

afiyet, servet kazanmak, savaşlarda zafere ulaşmak, erkek evlât sahibi olmak gibi

imkânlara ulaşabilmeleri için putların ilgi, yardım veya şefaatine erişmekti.

Anlaşıldığı kadarıyla Cahiliye Arapları ibadet ve diğer iyilikleri sadece dünyevî

beklentiler adına yapmışlardır. Bu da onların âhirete inanmamalarının tabiî bir

sonucudur. Nitekim Kur'ân’da müşriklerin öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr

ettikleri (Enâm/6: 29; Nahl/16: 38; İsrâ/17: 49) bildirilmektedir.

Cahiliye dönemi Araplarının büyük çoğunluğu Allah’ı tanımakla, onu yüce

yaratıcı olarak bilmek, hatta dualarında ve yeminlerinde Allah’ın adını sıkça

anmakla birlikte, onların Allah inançları oldukça zayıf, bulanık ve muğlâktı. Ancak

tehlike anında Allah’a dua ediyorlar, selamete kavuştukları anda ise O’nu

“Andolsun! Onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka, “Onları mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen (Allah) yarattı” diyeceklerdir” (Zuhruf/43: 9).

“Eğer, yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök

(bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti.”(Enbiyâ, 2l/22).

Page 69: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

unutuyorlardı. Varlığını hatırladıklarında ise doğrudan tek ve mutlak güç sahibi olan

Allah’a inanıp bağlanmak yerine, O’nunla kendi aralarında bağ kurduğuna

inandıkları ikinci dereceden tanrıları aracı kılıyorlar, kısacası Allah’a ortak (şirk)

koşuyorlardı.

Şirk, ulûhiyette ve ibadette Allah’ın dışında başka varlıkları ortak koşmak

demektir. Onların şirke vesile saydıkları varlık put olabildiği gibi, bir melek, şeytan

ya da tabiat güçlerinden biri de olabilirdi. Müşriklerin Allah’a ortak koştukları

varlıkların başında ise putlar gelir. Müşrik Araplar önemli işlerinin hallinde

putlardan yardım dilemiş, onların önünde çektikleri fal okları ile problemlerine

çözüm arayışına girmişler, üstelik bu faaliyeti dinî bir vecibe olarak kabul

etmişlerdir. Mekke‘de bu tür uygulamaların gerçekleştirdiği yer ise Hübel putunun

bulunduğu mekândır. Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Cahiliye Arap

toplumunda hem semavî hem de beşerî dinler var olmakla birlikte, bilhassa Mekke

merkezli Hicaz’da hâkim inanç putperestlikti.

Page 70: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Öze

t • Arabistan Yarımadası dünyanın en eski yaşam alanlarından biridir. Güney, Kuzey ve Hicaz şeklinde genel olarak üç coğrafi kısma ayrılan yarımadanın özellikle güney ve kuzey bölgelerinde güçlü devletler kurulmuştur.

• Hicaz, Arap yarımadasının orta batı kesiminde yer almış ve etrafında bulunan geniş çöller sayesinde büyük devletlerin saldırılarından kendisini koruyabilmiştir. Bölgenin en önemli şehri olan Mekke, bu özelliğini başta Kabe olmak üzere kutsal mekanlara ev sahipliği yapmasından alır.

• İslam öncesinde Araplar klasik kabile sistemi içinde yaşamışlardır. Gücün hakim olduğu hayat şartlarında erkek egemen bir aile anlayışı görülmüştür. Bu sebeple aileler daha çok erkek çocuk sahibi olmak istemişlerdir.

• İslam öncesi Arap tarihi için her ne kadar Cahiliye dönemi tabiri kullanılmışsa da, bu çağda yaşayan Araplar, çevrelerinde yaşayan insanlardan aşağı kalmayacak kültür eserleri ve bilimseler ilerlemeler sergilemişlerdir, aynı zamanda ilmi, hukuki ve dini kurumlar meydana getirmişlerdir.

• Arabistan Yarımadası'nda İslam'dan önce başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmakla birlikte, Sabiilik ve Mecusilik gibi dinler de yayılmıştır. Bilhassa Hicaz'da semavi dinlerle yakından ilgili olan , putperestlikten uzak duran ve kendilerine Hanif adı verilen az sayıda inanç mensubuna rastlanmıştır. Bununla birlikte bölgede en yaygın inanç görüntüsü şüphesiz putperestliktir.

Page 71: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Öd

ev • Diğer bilim dallarından istifade ederek Cahiliye

dönemi sosyal hayatını 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız.

• Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “ödev” bölümüne yükleyebilirsiniz.

Page 72: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Değerlendirme

sorularını sistemde ilgili

ünite başlığı altında yer

alan “bölüm sonu testi”

bölümünde etkileşimli

olarak

cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Aşağıdaki devletlerden hangisi Güney Arabistan’da kurulmuştur?

a) Hireliler

b) Nabatiler

c) Gassaniler

d) Himyerliler

e) Tedmürlüler

2. Aşağıdakilerden hangisi Tedmürlüler devleti için doğru değildir?

a) Kuzey Arabistan’da kurulmuştur.

b) Tarihleri en iyi bilinen Arap devletlerindendir.

c) Romalılar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

d) Zenubiya isimli bir kraliçe tarafından yönetilmişlerdir.

e) Habeşistan üzerine sefer düzenlemişlerdir.

3. Mekke şehrinin ilk sakinleri kimlerdir?

a) Nizariler

b) Amalikalılar

c) Huzaalılar

d) Kureyşliler

e) Cürhümlüler

4. Mekke’de Kureyş hakimiyeti kimin tarafından gerçekleştirilmiştir?

a) Abdülmuttalib b. Haşim

b) Haşim b. Abdümenaf

c) Kusay b. Kilab

d) Amr b. Luhay

e) Fihr b. Malik

Page 73: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

5. Aşağıdakilerden hangisi Medine’nin özelliklerinden değildir?

a) Arabistan’da Yahudilerin yerleşim alanlarındandır.

b) Asıl adı Yesrib iken hicretten sonra Medine olarak değiştirilmiştir?

c) Evs ve Hazrec kabilelerinin yurdudur.

d) Arabistan’ın önemli bir liman şehridir.

e) Hayber ve Fedek gibi Yahudi şehirlerine komşudur.

6. Cahiliye döneminde geçim sıkıntısı veya namus endişesi sebebiyle öldürülen kız çocuklarının öldürülmesine ne ad verilir?

a) Mevude

b) Mazlume

c) Maktule

d) Masume

e) Mahmule

7. Araplar Kufi yazıyı nereden aldılar?

a) Mısır

b) Irak

c) Habeşistan

d) İran

e) Yemen

8. Aşağıdakilerden hangisi Klasik Arapça’yı temsil etmez?

a) Kur’an-ı Kerim

b) Hadisler

c) alife mektupları

d) Eyyamü’l-Arab

e) Abbasi dönemi şiirleri

Page 74: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

9. Araplarda tıp ilmi hakkında aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

a) Araplar tıp ilmini daha ziyade Habeşlilerden almışlardır.

b) İmruü’l-Kays en meşhur Arap tabiplerindendir.

c) Araplar İranlılardan bazı tedavi yöntemlerini almışlardır.

d) Araplar sadece büyücüler vasıtasıyla tedavi uygulmışlardır.

e) Araplar açtıkları hastanelerde pek çok tabip yetiştirmişlerdir.

10. Putperest Araplar için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Putperes Arapların tamamı Allah’ın varlığını inkar ediyordu.

b) Onlar, iyilikleri ancak dünya menfaati için yapıyorlardı.

c) Büyük bir kısmı ahrete inanmıyordu.

d) Putları Allah’a şirk koşuyorlardı.

e) Bazen Tanrı’yı ifade etmek için Allah kelimesini kullanıyorlardı.

Cevap Anahtarı

1-d; 2-e; 3-b, 4-c; 5-d; 6-a; 7-b; 8-e; 9-c; 10-a

Page 75: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

Ahmed Refik. (tsz.). Târîh-i Umûmî, I-VI. İstanbul (Dersaadet).

Aksun, Ziya Nur. (1994). Osmanlı Tarihi, I-VI. İstanbul.

Akşit, Oktay. (1976). Roma İmparatorluğu Tarihi. İstanbul.

Altıntaş, Ramazan. (1996). Bütün Yönleriyle Cahiliyye. Konya.

Apak, Adem. (2011). Anahatlarıyla İslam Tarihi I (Hz. Peygamber Dönemi). İstanbul.

Avcı, Casim-Şentürk, Recep. (1996). “Kabile”. DİA, XIV, 30.

Bailly, Auguste. (tsz.). Bizans Tarihi, I-II. (Çev. Haluk Şaman). İstanbul: Tercüman,

1001 Temel Eser.

Büyükcoşkun, Kudret. (1991). “Arabistan”. DİA, III, 248-251.

Çağatay, Neşet. (1957). İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı. Ankara.

Çağrıcı, Mustafa. (1991). “Arap”. DİA, III, 319.

Çetin, Nihat. (1973). Eski Arap Şiiri. İstanbul.

Fayda, Mustafa. (1992). “Cahiliyye”. DİA, VI, 17-19.

Hasan, Hasan İbrahim. (1996). Siyasî-Dînî-Kültürel-Sosyal İslam Tarihi, I-X. (Çev.

İsmail Yiğit-Sadreddin Gümüş). İstanbul.

Hıttı, Philip K.. (1980). Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi, I-V. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul.

İbn Abdilhakem, Ebu’l-Kasım Abdurrahman b. Abdillah (257/870). (1991). Futûhu

Mısr ve Ahbâruhâ. (thk. Charles Torrey). Kahire.

İbn Hişam (218/833). (tsz.). es-Siretü’n-Nebeviyye, I-VI,. (thk. Mustafa Sakka-

İbrahim Ebyari-Ebu’l-Hafız Şelebi). Beyrut.

İbn Hurdazbih, Ebu’l-Kasım Ubeydullah b. Abdillah (280/893). (1967). Kitabu’l-

Mesâlik ve’l-Memâlik. Leyden.

İbn Sa’d (231/845). (tsz.). et-Tabakatü’l-Kübra, I-VIII. Beyrut.

İstahrî, Ebû İshak İbrahim Muhammed el-Farisî (340/951). (1967). Kitabu’l-Mesâlik

ve’l-Memâlik. Leyden.

Küçükaşçı, Mustafa Sabri. (1998). “Hicaz”. DİA, XVII, 433.

Marek, Kurt W.. (1982). Tanrılar, Mezarlar, Bilginler. (Çev. Hayrullah Örs) İstanbul.

Mes'ûdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (345/956). (1964). Mürûcü'z-Zeheb, I-IV.

(thk. M. Muhyiddin Abdulhamid). Mısır.

Page 76: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

Meydan Larousse, I-XIII. (Meydan Gazetecilik). (1987). İstanbul.

Ostrogorsky, Georg. (1995). Bizans Devleti Tarihi. (Çev. Fikret Işıltan). Ankara.

Özaydın, Abdülkerim. (1991). “Arap”. DİA, III, 321.

Palabıyık, M. Hanefi. (2007). “Cahiliye Dönemi ve İslam’ın İlk Yıllarında Okuma-

Yazma Faaliyetleri”. Erzurum: Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı:

27, s. 31-68.

Sarıcık, Murat. (2002). İslam Öncesi Cahiliyye Kültürü. Isparta.

Şevki Dayf. (1960). el-Asru’l-Cahili. Kahire.

Watt, M. Montgomery. (1986). Muhammed Mekke’de. (Çev. Rami Ayas-Azmi

Yüksel). Ankara.

Yâkût el-Hamevî, Şihabüddin Yakut b. Abdullah (626/1229). (1975). Mu‘cemu’l-

Buldân, I-V. Beyrut.

Zeydan, Corci. (1970). İslam Medeniyeti Tarihi, I-IV. (Çev. Zeki Meğamiz). İstanbul.

Zeydan, Corci. (tsz.). el-Arab Kable’l-İslam. (thk. Hüseyin Munis). Kahire.

Page 77: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İÇİN

DEK

İLER

• Dini Kurumlar

• Namaz ve Mescid

• Zekât

• Hac

• Eğitim-Öğretim ve Kültür

• Eğitim-Öğretim

• Kültür

• Adalet Kurumu

• Merkez

• Taşra

• Hz Peygamber’in Kâdîları

HED

EFLE

R • Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Hz. Peygamber dönemindeki dini kurumların önem ve fonksiyonunu kavrayabilecek,

• Hz. Peygamber dönemindeki eğitim-öğretim kurum ve faaliyetleri ile dönem kültürünün genel özelliklerini kavrayabilecek,

• Hz. Peygamber dönemindeki adli kurumların yeri ve gerekliliğini anlayabilecek,

• Hz. Peygamber döneminin din, öğretim ve adliye kurumları arasındaki bağlantıyı kurabileceksiniz.

+

i

ÜNİTE

4

HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE DİNİ, KÜLTÜREL ve ADLİ

KURUMLAR

İSLAM KURUMLARI

ve

MEDENİYETİ

TARİHİ

Page 78: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

GİRİŞ

Bu ünitede Hz. Peygamber dönemindeki dini, kültürel ve adli kurumlar ele

alınarak, işleyişleri ve görevlileri hakkında bilgi verilecektir. Şüphesiz hiçbir kurum

ve yapı tek başına anlamlı değildir. Diğer kurumlarla birlikte ve kendi sistemi içinde

değerlendirilmelidir. Bu yüzden Allah Resulü’nün hayatını, dönemini ve zamanında

oluşturduğu yapı ve kurumları bir bütün olarak ve tüm sistemi birlikte

düşünmelidir.

DİNİ KURUMLAR

İnsanın yaratılışında inanma, ibadet etme veya tapınma ihtiyacı vardır. Yani

insan, aklını, kalbini ve midesini gerekli şeylerle doldurmaya muhtaçtır. İnsanı

hangi yönden ele alırsak alalım, bir ihtiyaç içindedir. İnsanın canlılığını devam

ettirebilmesi için midesini doyurması, orada hazmedilen yiyeceklerin vücudun belli

yerlerine dağılması ve bunlar sayesinde vücudun fizyolojik fonksiyonlarını yerine

getirmesi şarttır. Nasıl ki insan, az veya çok, yeterli veya yetersiz gıda almaya

mecbursa; yaratılıştan kendine verilen inanma ve ibadet etme ihtiyacını da

gidermeye mecburdur. Yemek, içmek vakıası gibi iman ve ibadet vakası da

reddedilemez bir şekilde sürüp gelmiştir. Asırlar boyunca bu ihtiyacı, Allah’ın dini

veya batıl dinlerle gideren insan topluluklarını görüyoruz. Yüce Allah’ın gönderdiği

peygamberler, insanlara hak dini tebliğ etmek ve bu dinin ibadetlerinin nasıl

yapıldığını göstermek vazifesini yerine getirdiler. Peygamberler zincirinin son

halkası olan Hz. Peygamber de, kendinden önceki peygamberler gibi bu vazifesini

en güzel bir şekilde yerine getirdi. Ümmetine namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekat

vermeyi, kurban kesmeyi, bayram etmeyi, hac ve umre yapmayı öğretti. Yüce

Allah’ın emrettiği ve Hz. Peygamber’in de nasıl yapılacağını öğrettiği ibadetlerin

başında namaz gelir.

Namaz

Sözlükte namaz, dua etmek, övmek, tazim etmek, hayır duada bulunmak gibi

manalara gelir. Yüce Allah, bir ayette meal olarak şöyle buyurur:

Dini bir terim olarak namaz, tekbir ile başlayıp selam ile tamamlanan özel fiil

ve sözlerden ibaret bir ibadettir.

İslam dininde farzların en önemlisi namazdır. Kıyamet gününde insanın ilk

hesaba çekileceği konu namaz olacaktır. Namaz, inancın dışa ve topluma yansıyan

“(Ey Muhammed! Sen) onlara dua et! Çünkü senin duan onlar için bir

huzurdur.” (Tevbe/9: 103)

Page 79: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

belirtilerinin başında gelir. Namaz kalbin nuru, gönlün süruru, ruhun gıdası,

müminin miracı, kulun yüce yaratıcı ile aracısız buluşma ve konuşma halidir.

Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli ayetlerinde, İslam’dan önceki ilahi dinlerde de

namazın emredildiği haber verilir. Önceki peygamberlerin kıldıkları ve

ümmetlerinden de kılmalarını istedikleri namaz, Mekke’de Hz. Peygamber’in

peygamberliğinin başlangıç yıllarında kılınması istenen bir ibadettir. Mekke

döneminin başlangıç yıllarında Cebrail , Hz. Peygamber’e gelerek, onu Akabe

denilen yere götürmüş, orada fışkıran su ile önce Hz. Cebrail, sonra Hz. Peygamber

abdest almış ve birlikte iki rekat namaz kılmışlardı. Hz. Peygamber, sevinçli bir

halde eve gelmiş ve eşi Hz. Hatice’yi de oraya götürmüş, birlikte abdest alarak iki

rekat namaz kılmışlardı. Kimi alimlere göre aşağıdaki ayet mealleri, bu gizli namaz

dönemiyle ilgilidir:

İslam’ın ilk yıllarında namaz, genel kabule göre yalnız sabah güneşin

doğmasından önce ve akşam güneşin batmasından sonra olmak üzere ikişer rekat

kılınıyordu. Daha sonra Miraç gecesinde beş vakit namaz farz kılındı. Yaygın kabule

göre Hz. Cebrail’in, Hz. Peygamber’e Kabe’de, namaz vakitlerini göstermek üzere

imamlık etmesi Miraç olayının ertesi günü olmuştur. Namazın farz olması kitap,

sünnet ve icmâ ile sabittir. Cuma namazı ve bayram namazlarının dışındaki

namazlar münferiden kılınabileceği gibi cemaat halinde kılınması daha makbuldür

ve sevabı daha çoktur. Cemaat halinde kılınan namazın en güzeli de, camide

imamın arkasında kılınanıdır.

Mescid: Müslümanların topluca ibadet ettikleri yere “mescid” veya “cami”

denilmektedir. Bu iki kavram birbirinin yerinde kullanıldığı gibi bazen ikisi birlikte

“el-mescidü’l-cami” şeklinde de kullanılmıştır. İslam’ın ilk devirlerinde

ibadethaneler, “mescid” diye anılırken daha sonra küçük ibadethaneler “mescid”,

cuma ve bayram namazlarının kılındığı büyük ibadethaneler de “cami” diye

anılmaya başlamıştır. Bununla birlikte bazı İslam memleketlerinde küçük-büyük

bütün ibadethanelerin “mescid” adıyla anıldığı müşahede edilmektedir.

Mescid kelimesi, Arapçada “eğilmek, baş eğmek, alnı ve burnu birlikte yere

koymak” manalarına gelen “scd” sülasi kökünden ism-i mekandır. “Secde edilen

yer” manasına gelir. Cami kelimesi ise Arapçada “parçaları bir araya toplamak, bir

şeyin bir kısmını diğer kısmına koymak, uzlaştırmak, barıştırmak, bir işe azmetmek

“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah

akşam Rabbini an ve (sakın) gafillerden olma!” (A’râf/7: 205 )

“Namazında ne yüksek sesle oku ve ne de sesini alçalt, ama ikisi arasında

bir yol ara!” (İsrâ/17: 110)

Page 80: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

ve elbise giymek” manalarına gelen “cma” sülasi kökünden ism-i faildir. “Bir araya

toplayan, bir arada uzlaştıran” manasına gelir. Bu kelime, Hicri dördüncü asırdan

itibaren kullanılmaya başlamıştır.

Mescid kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de müfred, cemi ve izafet terkibi şeklinde

yirmi beş yerde geçmektedir. Hadis kitaplarında ve diğer İslam kaynaklarında da

“Mescid ” kelimesi, mabed manasında kullanılmıştır.

Yeryüzünde yapılan ilk mabed, Mekke’deki Kabe olduğu gibi; İslam tarihinde

özel mahiyetteki ilk mescid de Mekke’de, Ammar b. Yasir’in evinin bir köşesinde

yaptığı mesciddir. Bundan ayrı yine Mekke’de, Hz. Ebu Bekir’in evinin bir bölümünü

mescid olarak ayırdığı bilinmektedir. Hz. Peygamber, 622 yılında Mekke’den

Medine’ye hicret ettiğinde Medine topraklarındaki Kuba köyünde, Gülsüm b.

Hidm’in evine misafir olmuş ve burada Kur’ân-ı Kerîm’de “takva üzere inşa olunan

mescid” diye bahsedilen İslam tarihinin ilk mescidini yapmıştır. Hacca ve umreye

gidenlerin ziyaret ettikleri “Kuba Mescidi” işte bu mesciddir.

Hz. Peygamber, Kuba’da beş gün kaldıktan sonra Medine’ye hareket etti.

Medine’ye geldiğinde serbest bıraktığı devesi, Neccar oğullarının boş bir arsasına

çöktü. Bu arsa, Sehl ve Süheyl adında iki yetim kardeşe aitti. Hz. Peygamber,

çocuklardan bu arsayı bedelini ödeyerek satın almak istedi. Çocuklar, arsayı parasız

vermek istedilerse de Hz. Peygamber kabul etmedi. On dinara (altın) alınan arsanın

bedelini Hz. Ebu Bekir ödedi. Bu arsaya en yakın ev, Ebu Eyyub el-Ensarî’nin eviydi.

Hz. Peygamber, bu arsa üzerinde başlattığı mescid inşaatı tamamlanıncaya kadar

Ebu Eyyub’a misafir oldu. Bu arsa üzerine yapılacak mescidin planını bizzat Hz.

Peygamber çizdi bu plana göre yapılacak mescid üç ana bölümden oluşmaktaydı:

Mescid

Suffa

Hucurat

Bu mescidin temelleri taştan, duvarları da kerpiçten yapıldı. Üzeri de hurma

gövdesi, dalları ve yaprakları ile kapatıldı. İlk zamanlar kıblesi, Kudüs’e doğru idi.

Hicretin on altıncı ayında gelen ayet ile kıblesi Mekke’ye/Mescid-i Haram’a yani

Kâbe’ye doğru çevrildi. Mescidin doğu tarafına Hz. Peygamber’in odaları yapıldı.

Giriş tarafındaki gölgelik (zulla) de “Suffa” olarak tarihe geçti. İnşaatın tamamı yedi

ay içerisinde bitirildi. İnşaat bittikten sonra Hz. Peygamber, Mekke’den getirttiği eşi

Sevde’yi ve çocuklarını kendi evine yerleştirdi. Sonradan evlendiği her eşi için

buraya bir “oda” (hucre/hucurât) daha yaptırdı.

Ezanın meşru kılınmasından sonra Hz. Bilal, günde beş vakit ezan okuyor ve

bu mescid arı kovanı gibi dolup taşıyordu. Medineliler, günde beş vakit namaz için

burada toplanıyorlardı. Hz. Peygamber ile görüşüyorlar ve onun yaptıkları

sohbetlerden istifade ediyorlardı. Cuma günü de Medine’nin çevresindeki

Page 81: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

mahallelerde ve köylerde oturan Müslümanlar buraya geliyor, Cuma namazı kılıyor

ve birbirleri ile kaynaşıyorlardı. Mescid, bir su kaynağı gibi herkesin uğradığı bir

merkez haline geldi.

Hz. Peygamber’in evi mescidin bitişiğinde olduğu için, onu arayan ya

mescidde veya evinde buluyordu. Mescidde kadınlar için de bir yer ayrılmıştı. Beş

vakit namaza gelen kadınlar, birbirleri ile görüşüyorlar ve sohbet ediyorlardı.

Muhacir ve Ensar kadınlarının aralarındaki sevgi ve saygı bağı artarak gelişiyordu.

Ayrıca mescide devam eden kadınlar, din ile ilgili sorularını bizzat Hz. Peygamber’e

sorarak cevaplarını alıyorlardı.

Mekke’den gelen Muhacir Müslümanlarla Medineli Müslümanlar, namaz

vakitlerinin dışında da mescide geliyorlar, oturuyorlar ve birbirleri ile sohbet

ediyorlardı. Bu iki toplum burada birbiri ile kaynaşıyordu. Zaman zaman Hz.

Peygamber de gelip aralarına oturuyor ve onları bilgilendiriyordu. Sahabe, işte bu

sohbetlerde yetişti.

Mescidin bitişiğindeki suffa da bekar delikanlılar, Medine’ye yeni gelen

Muhacirler ve Hz. Peygamber’i görmeye gelen misafirler kalırdı. Yani burası hem

talebe yurdu, hem misafirhane hem de okuldu. Hz. Peygamber, hemen hemen her

namazdan sonra bunların yanına uğrar, kısa da olsa kendileriyle sohbet etmeyi

ihmal etmezdi. Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslam’ı Arap yarımadasının

dışına taşıyan nesil, işte burada yetişen nesildir.

Hicretten sonra Medine’de bir ibadet merkezi olarak yapılan mescid, aynı

zamanda eğitim merkezi, talebe yurdu, misafirhane, istişare yeri, hastane,

mahkeme salonu, toplantı yeri, elçileri kabul salonu ve uğurlama yeri gibi görevleri

de yerine getiriyordu.

Zekat

Zekat, sözlükte “artma, çoğalma, arıtma, bereket ve övme” manalarına gelir.

Bir fıkıh terimi olarak zekat şöyle tarif edilir: “Belli mal çeşitlerinin belirli bir

bölümünü, yüce Allah’ın belirlediği Müslümanlara mülk olarak vermektir.”

Müminlerin, Allah’ın emirlerine uymadaki sadakatlerini gösterdiği için zekata

“sadaka” da denilmiştir. Bununla birlikte sadaka kelimesi, zekattan daha kapsamlı

olup, vacip ve nafile kabilinden olan bağışları da içine alır.

Allah rızası için ayrılıp verilen mala zekat denilmesi, geride kalanı arıtması ve

afetlerden koruması yüzündendir. Şu ayet-i kerimede bu anlamı görmek

mümkündür:

“Müminlerin mallarından zekat al ki, onunla kendilerini temizleyip

mallarını bereketlendirsin.” (Tevbe/9: 103)

Page 82: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Diğer yandan zekat, ödeyicisini günahtan temizler ve onun manevi

derecesini yüceltir. Zekatı verilen mal da kirlerden temizlenir, bereketlenir, arı-

duru bir hale gelir.

Zekat İslam’ın beş temel esasından biridir; Hicretin ikinci yılında Şevval

ayında Ramazan orucu ve fitreden sonra farz kılınmıştır. Zekat, yirmi yedi ayette

namazla birlikte zikredilmiştir. Bu durum namaz ile zekat arasında sıkı bir ilişkinin

bulunduğunu gösterir. Zekat, önceki peygamberlere de genellikle namazla birlikte

emredilmiştir. Zekatın farz oluşu kitap, sünnet ve icmâ ile sabittir.

Zekat farz olan bir ibadet olduğu için, doğrudan yükümlü tarafından zekat

niyetiyle yerine getirilmesi asıldır. Ancak zekatın mali yönünün bulunması, daha

başlangıçta onun devlet eliyle toplanmasını gerekli kılmıştır. Bu yüzden farz

kılınışının ardından zekatı toplama ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırma işini devlet

üstlenmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’e zenginlerin mallarından

zekat alması emredilmiştir. Ayrıca bu işin, birtakım görevliler (amiller) eliyle

yapılmasına işaret edilmiş ve kendilerine, bu görevlerine karşılık olarak zekat

gelirinden pay verilmesi istenmiştir. Yüce Allah, mealen şöyle buyurmaktadır:

Hz. Peygamber zamanında bu ayetin gereği olarak, zekatı toplama ve hak

sahiplerine dağıtma işi genellikle devlet memurları tarafından yapılmıştır.

Hz. Peygamber’in Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken, “Onlara söyle,

Allah, onların mallarında zekatı farz kıldı. Bu zekat onların zenginlerinden alınır ve

oranın yoksullarına verilir.” (Buharî, Zekat 1 )buyurması bir uygulama örneğidir.

Aynı zamanda belde ve bölgelerin yerinden yönetimi için bir teşviktir. Dört halife

ve daha sonraki dönemlerde zekatı toplama ve hak sahiplerine dağıtma işi

genellikle devlet memurları tarafından yapılmıştır.

Zekat memurlarının maaşları, beytülmalin “zekat fonu”nda toplanan

zekatların sekizde biri üzerinden ödenirdi. Zekat memurları Hz. Peygamber, Hz. Ebu

Bekir, Hz. Ömer devirlerinde her çeşit zekata tabi malların zekatını toplarken,

Hz. Osman devrinden itibaren özellikle zahiri mallar denilen tarım ürünleri ile

hayvanların zekatlarını toplamakla görevlendirildiler. Hz. Osman döneminde zengin

Müslümanlar, paralarının zekatını kendileri verebiliyordu. Ancak mal sahibinin gizli

mal denilen altın, gümüş, nakit para ve ticaret mallarının zekatını vermediği

belirlenirse, yine devlet eliyle alınırdı.

“Sadakalar (zekatlar) Allah’tan bir farz olarak ancak yoksullara,

düşkünlere, (zekat toplayan) memurlara, gönülleri (İslam’a) ısındırılacak

olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda

olana, yolda kalana mahsustur. Allah pekiyi bilendir, hikmet sahibidir.”

(Tevbe/9: 60)

Page 83: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Hac

Hac sözlükte “kast etmek, yönelmek” anlamlarına gelir. Bir fıkıh terimi olarak

hac şöyle tarif edilir; “Mekke deki Kâbe’yi ve çevresindeki kutsal sayılan özel

yerleri, belirli vakitte, önceden hac niyetiyle ihrama girerek, usulüne göre, yani

vakfe ve tavaf yaparak ziyaret etmekten ibaret olan ve İslam’ın şartlarından birisini

teşkil eden mali ve bedeni bir ibadettir.”

Hac ibadeti, Hz. İbrahim ile başladı; Hz. Peygamber’e kadar devam etti. Hz.

Peygamber, Cahiliye devrinde bozulan ve saptırılan hac ibadetini asli şekline

döndürdü. Hicretin dokuzuncu senesinde farz olan hac ibadeti, Hz. Ebu Bekir’in

idaresinde yapıldı. Onuncu senede de bu ibadeti bizzat Hz. Peygamber’in kendisi

idare etti. Hz. Ebu Bekir’in “emir” olarak tayin edilmesi, bu ibadetin devlet eliyle

yönlendirilmesi gereken bir kurum olduğunu göstermektedir. Veda Haccı’nda da

işin başında Hz. Peygamber vardı. Hz. Peygamber’in vefatından sonra da bu görevi

ya halifeler veya halifelerin tayin ettiği “hac emirleri” yerine getirirdi. Tayin edilen

hac emirlerinin görevi, bu ibadetin emniyet ve huzur içinde yerine getirilmesidir.

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, halifeliklerinin ilk yılında hac emiri tayin edip

ertesi yıl bizzat hacca gitmişler; Hz Osman halifeliğinin ilk ve son yılları hariç her yıl

hacca gitmiş; Hz. Ali ise, iç karışıklıklar sebebiyle hilafet yılları içinde hacca gitmeye

hiç fırsat bulamamıştır. Dört halifenin bu uygulaması, sonradan gelen halifeler için

uyulması gereken bir yol olmuştur. Özellikle Osmanlı sultanları, bu konuda Hz.

Ali’nin yolunu takip etmişlerdir.

Hz. Peygamber, Veda Haccı’nda zaman zaman değişik yerlerde yaptığı

konuşmalarda, Müslümanları hac ibadeti hakkında bilgilendirdi. Ayrıca kendisine

sorulan sorulara cevap verdi ve haccın nasıl yapılacağını bizzat gösterdi. Hac ibadeti

bugüne kadar onun yaptığı ve gösterdiği şekilde yapıldı, kıyamete kadar da onun

gösterdiği şekilde yapılmaya devam edecektir.

EĞİTİM-ÖĞRETİM VE KÜLTÜR

Eğitim-Öğretim

Hz. Peygamber, çevresindeki insanların eğitim ve öğretimine çok önem

verdi. İnsanların bilgi ve amel seviyesini yükseltmek için çok uğraştı; bunu da

başardı. Hz. Peygamber’in en büyük başarılarından biri de budur. O, Cahiliye

toplumundan sahabe nesli gibi mümtaz bir nesil çıkarmıştır. Hem de az zamanda,

az masrafla, ama çok gayretle bu neticeyi elde etmiştir. Bugün devletlerin eğitim-

öğretim için ayırdıkları bütçelere ve yapılan masraflara baktığımızda bu başarı daha

iyi anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi bu dinin ilk emri “Oku!” emri ile başlamaktadır. Okumak,

Page 84: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

öğrenmek ve bilmekle alakalı birkaç ayetin meali şöyledir:

Konu ile alakalı birkaç hadis-i şerifin meali de şöyledir:

Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in peygamberlik yılları Mekke devri ve Medine

devri olmak üzere ikiye ayrılır. Mekke devrinin eğitim-öğretim merkezi Daru’l-

Erkam, Medine devrindeki merkez de Mescid ve Suffa’dır.

Hz. Peygamber, Mekke’de tebliğ görevini üslendiği tarihten itibaren İslam

dinini kabul edenleri eğitmekle meşgul olmuştur. O, daha Mekke döneminde,

kendisine vahyedilen ayetlerin yazılmasını ve çoğaltılarak öğrenilmesini teşvik

etmiştir. Mekke döneminin ilk yıllarında Erkam’ın evini bir eğitim-öğretim merkezi

olarak kullanmıştır. Burada, Kur’ân ayetleri okunup yazılıyor, dini bilgiler veriliyor

ve bu bilgilerin uygulaması yapılıyordu. İslam’ı öğrenmek isteyenler de buraya

geliyorlardı. Hz. Peygamber Hicretten iki yıl önce Mekke’ye gelip Akabe mevkiinde

Müslüman olan Medinelilerin eğitimi ile de ilgilenmiş; onların isteği üzerine Kur’ân-

“Kim ilim tahsili için yola çıkarsa, Allah o kişiye cennetin yolunu

kolaylaştırır.” (Müslim/Zikir: 39)

“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir: Birincisi Allah’ın kendisine ihsan ettiği

malı hak yolunda harcayıp tüketen kimsedir. İkincisi de, Allah’ın kendisine

verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimsedir.”

(Buhari/İlim: 15)

“Allah, hakkında hayır dilediği kimseye, din hususunda derin bir anlayış

verir.” (Buhari/İlim: 10)

“Allah, içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin

derecelerini yükseltir.” (Mücadele/58: 11)

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer/39: 9)

“Kur’an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” (Nahl/16:

98)

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.

Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en

büyük kerem sahibidir.” (Alak/96: 1-5)

Page 85: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

ı Kerim’i ve İslam’ın prensiplerini öğretmek için Mus’ab b. Umeyr’i öğretmen olarak

Medine’ye göndermiştir. Mus’ab da kısa zamanda İslam dinini Medine şehrinde

yaymış ve bu dini kabul eden yeni Müslümanların eğitim-öğretimini en güzel

şekilde başarmıştır.

Hicretten sonra Medine’de Hz. Peygamber ‘in ilk ve önemli faaliyetlerinden

birisi, bir ibadet yeri olmasının yanında aynı zamanda eğitim-öğretim merkezi olan

Medine mescidini inşa etmek olmuştur. Mescidin bitişiğindeki Suffa denilen

mekanda kalan bazı genç sahabiler, Kur’ân-ı Kerîm okumayı ve yazı yazmayı

öğreniyorlardı.

İslam’ın temel esaslarını öğrenmek için çeşitli bölgelerden Medine’ye

gelenlerin bir kısmı da Suffa’da kalıyordu. Burası yatılı öğrenci yurduydu. Mescid de

okuldu. Burada kalan öğrenci sayısının kimi zaman dört yüze ulaştığı oluyordu.

Hz. Peygamber, burada bizzat kendisi ders verdiği gibi Kur’ân-ı Kerîm ve yazı

öğretmek üzere öğretmenler de tayin ediyordu. Sahabe-i kiramdan Ubade b. Samit

ve Ubey b. Ka’b, burada öğretmenlik yapanlardandı.

Hz. Peygamber, Suffa ashabını ve çevresini hem bilgilendiriyor hem de

eğitiyordu. Kazandıkları bilgi ile nasıl amel edeceklerini uygulamalı bir şekilde

gösteriyordu. Gereği yerine getirilmeyen bir bilginin insana yük olacağını

hatırlatıyordu. Herhalde eğitim-öğretim metotlarının en güzeli de budur. Hz.

Peygamber, her işte olduğu gibi bu işte de en güzel olanını yapıyordu.

O dönemde idareci ve memurların yetişmesi için Suffa’dan ayrı bir mekan

yoktu. Merkezdeki büyük mescidin dışında bir de mahalle mescidleri vardı. Sayıları

dokuza varan bu mescidlerde de halk eğitiliyordu. Halkın eğitildiği bu mekanlarda

eğitim-öğretim görenler, her çeşit idari görevlerde istihdam ediliyorlardı.

Hz. Peygamber’in eğittiği insanlar arasında hafızlar, kıraat alimleri, hâkimler,

valiler, ülkeler fetheden ordu komutanları, devlet adamları ve devlet başkanları

yetişmiştir.

Hz. Peygamber bilginin yaygınlaşmasını teşvik etmiş, insanlardan bildiklerini

başkalarına aktarmalarını istemiştir. Taşradan Medine’ye gelip burada bir müddet

kalan ve İslam’ı öğrenen heyetlere, bölgelerine dönüp, öğrendiklerini insanlara

öğretmelerini istemiştir.

Hz. Peygamber, yoğun ve titiz bir çalışma sonunda, Cahiliye örf ve adetleri

üzerine yaşayan bir toplumun fertlerini eğitmiş ve yepyeni bir toplum, yani İslam

toplumu oluşturmuştur. Bu muazzam dönüşüm, eğitim-öğretim sayesinde

mümkün olmuştur.

Kültür

Cahiliye kültürüyle yetişmiş olan Arap toplumunun yaşantısını değiştirmek

Page 86: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

kolay olmadı. Hz. Peygamber, kendini bu toplumu değiştirmeye adadı ve bunu

başardı. Ferdin ruh yapısından toplumun ortak algısına kadar, ticaret hayatından

ziraata kadar, aile hayatından devlet yapısına kadar her şeyi değiştirdi. Bilindiği gibi

bu kolay olmadı. Bu kültürel değişimi hazmedip vahiy kültürünü benimseyen

samimi Müslümanların yanında bu değişimi hazmedemeyen ve Hz. Peygamber’in

vefatından sonra dinden dönenler de vardı.

Hz. Peygamber’in İslam’ı yaymaya başladığı Hicaz bölgesinin üç şehrinde üç

ayrı kültür vardı. Mekkeliler ticaretle meşgul oldukları için maddi durumları ziraatla

uğraşan Tâiflilerden ve Medinelilerden daha iyiydi. Bu şehirde para bolluğu ve çok

paranın getirdiği güzel bir yaşantı vardı. Zenginlerin evlerinde hizmetçi erkekler ve

hizmetçi kadınlar bulunuyordu. Bu hizmetçiler, daha ziyade Mekkeli olmayan

yoksul insanlardı. Medine’de oturan müşrik Araplar ziraatla, Yahudiler ise hem

ziraat hem ticaretle meşgul olurlardı. Bu şehirde yaşayan insanların hayatında

ziraat, hurma ağacı, hayvan ve daha ziyade deve vardı. Kültür de bunların

çevresinde oluşmuştu. Tâif, bu iki şehre nispetle rakımı yüksek olan bir yerde

kurulmuş bir şehirdi. Tâif’te üzüm bağları, bahçeler ve tarlalar vardı. Burası bitkisel

ve hayvansal ürünlerin merkeziydi. Zengin Mekkelilerin Tâif’te üzüm bağları ve

yazlıkları vardı.

Mekkelilerin, bu iki şehir halkı ile yakından ilgileri vardı. Hem Medineliler

hem de Tâifliler, Hac Mevsimin de Mekke’ye gelir, Kabe’yi tavaf eder, arkasından

da kendi putlarını ziyaret ederlerdi. Mekkelilerin Tâif’te üzüm bağları ve yazlıkları

vardı. Suriye ticaretine çıktıkları zaman da Medine’den geçerlerdi. Medine onların

kuzeye giden ticaret yollarının üzerinde bulunuyordu.

Mekkeliler, ticaretle meşgul oldukları için Yemen’den Bizans’a kadar

Habeşistan’dan Fars ülkesine kadar uzayan geniş bir coğrafyayı avuçlarının içi gibi

biliyorlardı. Mekke’deki okur-yazarların sayısı Medine’dekilerden fazlaydı. Çünkü

Mekke, ticaret toplumu; Medine ise tarım toplumuydu. İslam’ı kabul eden

insanların hepsini bir kültür potasında eritmeyi hedefleyen Hz. Peygamber, Bedir

savaşında esir alınan ve fidye ödeyemeyen her Mekkeliye, Medineli on çocuğa

okuma-yazma öğretme şartını koştu. Bu şartı yerine getirenler serbest bırakıldı. Bu

suretle Medineli çocuklar arasında okur-yazar olanların sayısı arttı.

Müslümanlar Medine’ye hicret ettiğinde bu şehirdeki ticaret hayatı

Yahudilerin elindeydi. Mekke’den gelen ve ticareti çok iyi bilen Muhacirler kısa

zamanda Medine pazarına hâkim oldular. Yahudilerin İslam düşmanlığı biraz da

buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü Mekke’den gelen her Muhacir, ticarete

atılıyordu. Bu da Yahudilerin zoruna gidiyordu.

Tâif’te oturan Sakif kabilesinin İslam’ı kabul etmesi kolay olmadı. Mekke’nin

fethinden ve Kureyş’in Müslüman olmasından sonra bile direndiler. Sonra da kendi

gönül rızalarıyla Medine’ye gelip Hz. Peygamber’in huzurunda Müslüman oldular.

Page 87: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Hz. Peygamber, vefat etmeden önce bu üç şehir halkının Müslüman

olduğunu ve Veda Haccı’nda bunların birbiriyle kaynaştığını, kardeş olduğunu,

İslam kültürünün potasında yoğrulduklarını gördü ve tebliğ vazifesini yapmış

olmanın huzuruna erdi. Bu insanların, Cahiliye toplumundan getirdikleri kültürün

kalıntılarını ve tortusunu atmaları kolay olmadı. Bu sebepten dolayı Hz. Peygamber

Veda hutbesinde Cahiliye örf ve adetlerinin ayaklarının altında olduğunu ilan etti.

Artık bu üç şehirde oturanlar ve çevredeki kabileler yeni bir kültür havzasından su

içmeye başladılar.

İslam’dan önce Arap yarımadasında Mekke kültürü hâkimdi. Hicretten sonra

Medine ön plana çıktı. Hz. Peygamber bunun için çok gayret gösterdi. Mus’ab b.

Umeyr’in ve son Akabe’de görevlendirilen nakiblerin gayreti ile Medine İslamlaştı

ve hicretten sonra da İslam kültürünü çevreye yayan bir merkez haline geldi. Hz.

Peygamber, bunun oluşması için Medinelilere çok değer verdi ve kendileri ile çok

ilgilendi. Bir tarım toplumundan, İslam kültür ve medeniyetini etrafa yayan

entelektüel (aydın) bir nesil çıkardı.

Hz. Peygamber, çevresindeki insanların her birine kabiliyet ve fıtratlarına

göre işler verirdi. Kimisine komutanlık verir, kimini kendisi şehir dışına çıktığında

yerine vekil bırakır, kimine de yabancı dil öğrenmesini emrederdi. Bir gün, Zeyd b.

Sabit’e Süryanice bilip bilmediğini sormuş, “Bilmiyorum!” cevabını alınca

öğrenmesini söylemiştir. Bunun üzerine Zeyd b. Sabit de İbranice ve Süryaniceyi

öğrenmiştir. Sahabe arasında Farsça, Rumca, Kıptice, Habeşce, İbranice ve

Süryanice bilenler vardı.

Hz. Cebrail , yirmi üç yıl boyunca Hz. Peygamber’e vahiy getirmiştir. Hz.

Peygamber, kendine gelen vahiyleri hemen ezberlemiş ve sahabilere yazdırmıştır.

Hz. Peygamber’den vahiy yazan okur-yazarlara Vahiy Katibi denilmiştir. Vahiy

Katipleri Kur’ân ayetlerini ellerinde mevcut olan kırtaslara ( yazı yazılabilecek deri,

yassı taşlar, geniş kemik, hurma ağacının gömleği v.s.) yazarlardı. Mekke’de ve

Medine’de vahiy katipliği yapan sahabiler, Hz Ebu Bekir zamanında Kur’ân’ın

toplanmasında büyük görevler icra etmişlerdir.

Sahabenin vefatında sonra, Tabiun ve etbauttabiun dönemlerinde ortaya

çıkan ilimlerin ayrışmasının ve alimlerin belli ilim dallarında uzmanlaşmalarının

temellerini Hz. Peygamber’in şu hadis-i şeriflerinde bulabiliriz:

”Ümmetimin en merhametlisi Ebu Bekir, Allah’ın dinine en bağlı olanı Ömer,

en hayalısı Osman, en adaletlisi Ali, helal ve haramı en iyi bileni Muaz, feraizi (miras

hukukunu) en iyi bileni Zeyd b. Sabit ve Kur’ân’ı en çok okuyanı Übey b. Ka’b’dır.

Her ümmette emin olan biri vardır, bizim ümmetimizdeki en emin kişi ise Ebu

Ubeyde b. Cerrah’tır.” (Buharî)

Page 88: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

ADALET KURUMU

Merkez

Hz. Peygamber, İslam devletinde yargı organının başı olarak kaza

fonksiyonunu ifa ediyordu. Her türlü dava ve ihtilaflar onun tarafından çözüme

kavuşturuluyordu. O, gerek hukuki ve gerek cezai davaları Kur’ân hükümleri

çerçevesinde hallediyordu. Kendisine gelen bütün olaylara Kur’ân’ın hükümlerini

uyguluyordu. Bu arada Kur’ân’da hükmü bulunmayan olaylar için de bizzat kendisi

hukuki hükümler koyuyordu.

Hz. Peygamber’e gelen hırsızlık, zina, sarhoşluk, adam öldürme, yaralama ve

buna benzer cemiyetin huzur ve sükununu kaçıran hadiselerde, suçlulara Kur’ân’ın

tespit ettiği cezalar uygulanıyordu. Bu ararda davaları çözüme kavuştururken,

gelecek asırlardaki İslam hâkimlerinin takip etmesi gerekli muhakeme usulü

hakkında da prensipler ortaya koyuyordu.

Safvan b. Ümeyye’nin elbisesini çalan hırsız, Hz. Muhammed’in huzuruna

çıkarıldı. Yapılan muhakeme sonunda hırsızlık suçu tespit olundu ve hırsız, el kesme

cezasına çarptırıldı. Mekke fethinde zengin bir kadın hırsızlık edince, Hz.

Peygamber ona da aynı cezayı verdi. Başka birisine ait bir malı çalıp mahkeme

huzurunda suçunu da itiraf eden birini, Hz. Peygamber aynı şekilde el kesme

cezasına çarptırdı.

Hz. Peygamber, zina suçunu işleyenleri recim cezasına çarptırıyordu. Nitekim

Eslem kabilesinden bir şahıs ile Maiz b. Malik’e recim cezası uygulamıştı. Gebe

olduğu halde zina suçu tespit edilen bir kadın, çocuğunu doğurduktan sonra

recmedildi. Bekar olduğu halde zina ettiği tespit olunan bir şahsa yüz değnek

vuruldu. Bir öldürme vakasında suç failini yüz deve vermekle cezalandırdı. Ebu

Nu’aym isminde bir şahıs içki içtiği için adalet huzuruna çıkarıldı. Hz. Peygamber

ona ceza olarak kırk değnek vurulmasına karar verdi. Hilal b. Ümeyye, karısının zina

ettiğini mahkemeye ihbar etti. Yapılan muhakemede kadının zina ettiğini

ispatlayamayınca, iftira suçuna (hadd-i kazif) çarptırıldı ve seksen değnek vuruldu.

İslam devletinin her köşesinden Hz. Peygamber’e hukuk davaları da

getiriliyordu. Hz. Peygamber, hukuk davalarını çözerken de hukuk muhakemeleri

hakkında birtakım prensip ve kaideler koydu. Ona gelen hukuk davaları arasında

miras ihtilafları, toprak mülkiyeti, su kuyusu mülkiyeti, su hakkı ihtilafları, nesep,

borç, vs. bulunuyordu.

Taşra

Hicretten sonra Medine’de gayri müslimlere tanınan adli, hukuki ve dini

muhtariyetin aynısı, sonradan İslam devletine idari ve siyasi yönden bağlılığı söz

Page 89: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

konusu olan eyalet devletlerine de tanınmıştır. Necran Hıristiyanları ile İslam

devleti arasında siyasi bir antlaşma oldu. Necranlılara antlaşma gereğince, dini,

hukuki ve adli sahada muhtariyet verilmişti. Necranlılar, İslam adaletine hayran

olmalılar ki, Hz. Peygamberden adli işlerini yürütecek bir hâkim isterken, “aramızda

ihtilafa düştüğümüz konularda hüküm verecek bir kadı gönder!” dediler. Hz.

Peygamber de onların bu isteğini yerine getirmek üzere Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı

oraya kadi olarak gönderdi.

Amr b. Hazm da Necran’a İslam devletinin temsilcisi olarak gönderildi. İbn

Hazm orada yeni Müslüman olan kimseler arasında dini, idari, adli, öğretim ve

eğitim işlerini yürütüyordu. Hz. Peygamber zamanında İran devletine bağlı Uman

eyaleti, Ceyfer ve Abd isimlerinde iki kardeşin müşterek saltanatıyla idare edili-

yordu. Hz. Peygamber onlara Amr b. As ile bir mektup gönderdi ve onları İslam’a

davet etti. Mektubun metni şöyledir:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın Resulü Muhammed’den

Cülenda oğulları Ceyfer ve Abd’e: “... Siz şayet, her ikiniz de İslamiyet’i kabul

ederseniz, ben her ikinizin de iktidarda kalmasına rıza göstereceğim. Fakat her

ikiniz de İslamiyet’i kabulü reddederseniz, her ikinize ait krallık da elinizden

gidecektir.” Abd ve Ceyfer Müslümanlığı kabul ettiler ve ülkelerinde bulunan gayri

müslimlerin idarecisi olarak aynı görevlerinde kaldılar. Bu arada, İslam hükümetinin

temsilcisi sıfatıyla elçi Amr b. As Müslümanlar arasında adaletin dağıtımı ve ifası,

Müslümanlardan sadaka ve zekatların toplanması ve gerekli yerlere sarf edilmesi

ve ayrıca gayri müslimlerden cizye vergisinin toplanması ve Müslüman halkın dini

öğretim ve eğitim işleriyle görevlendirildi.

Bahreyn eyaleti, İran’a bağlı olarak Münzir b. Sava tarafından idare

ediliyordu. Hz. Peygamber, A’la b. Hadrami ile eyalet valisi Münzir’e bir mektup

gönderdi ve o mektupta valiyi İslam’a davet etti. Eyalet valisi Münzir, Hz.

Peygamber’e olumlu bir cevap verdi. Hz. Peygamber, Münzir’i eskiden olduğu gibi

yine gayri müslimlerin idarecisi olarak vazifesinde bıraktı. İslam devletinin temsilcisi

sıfatıyla orda bulunan A’la b. Hadrami Müslüman olanların idarecisi oldu. Bundan

sonra O, Müslüman halkın idari, adli, mali, dini ve öğretim işlerini yürütmeye

başladı.

Yemen’de Bâzân b. Sâsân, İran devletinin valisi idi, Hz. Peygamber, Bâzân’ı

Müslüman olduktan sonra, aynı şekilde Yemen’de vali olarak bıraktı. Bâzân, sadece

idari işleri yürütüyordu. Adli ve diğer işler ise Peygamber tarafından gönderilen,

âmil ve hâkimler tarafından yürütülüyordu.

Hz Peygamber’in Kadıları

Arap yarımadası, Hz. Peygamber’in vefatına yakın sıralarda büyük oranda

İslam devletinin hâkimiyeti altına girmişti. Takdir edilir ki, bu kadar geniş toprakları

Page 90: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

içine alan bir ülkenin idaresinin tek kişi tarafından yürütülmesi imkansızdır. Bu

sebeple Hz. Peygamber her fethedilen veya kendi rızalarıyla Müslüman olarak

İslam hâkimiyeti altında yaşamayı arzu eden her bölgeye bir vali tayin ediyordu.

Valiler idari işlerle meşgul oluyorlardı. Valiler, vazife yaptıkları bölgelerde kazai

işleri bazen kendileri yapıyorlardı. Bazen de İslam hükümeti tarafından sırf kazai

işlerle görevli memurlar yani hâkimler gönderiliyordu. Hatta Hz. Peygamber

Medine’de kazai işlerin çoğalması sebebiyle önceden hâkim sıfatıyla taşımakta

olduğu görevlerden bir kısmını sahabilerine devretmişti. Amir eş-Şa’bi’den gelen

bir rivayete göre, Peygamber devrinde dört kadi vardı. Bunlar Hz. Ömer, Ali, Zeyd

b. Sabit ve Ebu Musa el-Eş’ari idi. Mesruk ve Katade, Peygamber zamanında altı

tane kadı olduğunu zikrediyorlar. Bu kadılar Ömer, Ali, Abdullah b. Mes’ud, Übey b.

Ka’b, Zeyd b. Sabit ve Ebu Musa el-Eş’ari’dir. Bu rivayetler Hz. Peygamber

zamanında hâkimlerin mevcut olduğunu gösteriyor ve ispat ediyor. Ancak bu iki

rivayet Hz. Peygamber zamanında hâkimlik yapmış şahısların bir kısmının listesini

vermektedir. Serahsi ilk zamanlarda kadıların müfti olarak adlandırıldığına dikkati

çekmektedir. Kanaatimizce ilk devirlerde kadıların ekseriya müftiler arasından tayin

edilişi, kadılara müfti diye isim verilmesine sebep olmuştur. Kaynaklardan tespit

edildiğine göre peygamber devrinde 140 müftiden ekserisinin kadılık vazifesi

yaptığını kabul etmek mecburiyetinde kalırız. Gerek Şa’bi’nin ve gerek Mesruk ve

Katade’nin hâkim olarak gösterdikleri şahıslar da bu 140 kişi arasındadır.

Peygamber zamanında dört veya altı tane kadı var denilmesi o şahısların

vazifelerinde başarı elde etmeleri ve şöhret bulmalarıyla tefsir olunabilir. Aksi

halde vesikalar arasında onlardan başka yer alan hâkimlerin durumunu izah etmek

mümkün olmaz.

Hz. Peygamber’in sahabilerinden ekserisine kazai sahada görev tevdi ettiğini

tarihi vesikalarla izah edebiliriz. Bir gün iki şahıs aralarındaki ihtilafı Hz.

Peygamber’e getirdiler ve, “biz önce bu ihtilaf için ilim sahibi şahıslara müracaat

ettik, onlar bize ihtilafın çözümü hakkında şöyle bir hüküm verdiler.” dediler. Hz.

Peygamber’in ihtilafı getiren şahısları dinledikten sonra, verilen kararı yerinde

bulup, taktir edilen cezayı da derhal infaz etmesi, hâkimlerin kararlarına yapılan

itirazları tetkik ettiğini göstermektedir. Müellif Hamidullah bu hususa işaretle, “ilk

anlarda, Hz. Peygamber’in kendisi nihai istinaf veya temyiz olmak üzere, nakibler

onun emri altında hâkim olarak vazife görmüşe benzemektedir. … Tedricen,

Medine’de kazai işlerin miktarı artmış ve Hz. Peygamber hâkim sıfatıyla taşımakta

olduğu yetkilerden bir kısmını başkalarına devretmek ve kazai hususta sadece

temyiz yetkisini kullanmakta iktifa etmeğe mecbur olmuştur.” demektedir.

Ukbe b. Amir şunları anlatıyor: “Bir gün Resulullah’ın yanında otururken iki

şahıs aralarındaki bir ihtilafı ona getirdiler. Hz. Peygamber bana hitaben: “Ey Ukbe!

Kalk ve bu iki kişi arasındaki ihtilaf hakkında hükmet!” dedi. Ben, “Ey Allah’ın

Resulü, bu hususta sen benden daha salahiyetli ve daha liyakatlisin!” dedim.

Page 91: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Resulullah sözüne devam ederek: “Ey Ukbe, eğer onların arasında hükmedersen

içtihat etmeğe ihtiyaç duyduğun için, içtihat edip de gayene isabet edersen on

sevap mükafatına nail olursun. Şayet içtihadında çalışmana ve cehdine rağmen

hata edersen -çalışman karşılığı olarak- bir sevap mükafatı elde edersin.” dedi.

Hz. Peygamber bir davada da hüküm vermekle Amr b. As’ı görevlendirdi.

Amr, ihtilafın çözümüne memur edilince: “Ey Allah’ın Resulü! Senin yanında ve

huzurunda mı davacılar arasında ihtilafa bakmam gerekiyor?” dedi. Hz. Peygamber

cevaben: “Evet, benim huzurumda davaya bakacaksın!” dedi. Amr, tekrar

Peygamber’e sordu: “Ya Resulallah hangi esas üzerine hüküm vereceğim?” Hz.

Peygamber: “Şayet sen, davacıları dinledikten sonra aralarında karar vermek için

içtihat edersen bir sevap (başka bir rivayette iki sevap) mükafatını elde edersin!”

dedi.

İki kardeşin müşterek mülkiyetlerinde bir arazi parçası vardı, burada bir

kulübe inşa edildi. İki kardeşin varisleri bu kulübenin hangi kardeşe ait olduğu

hususunda ihtilafa düştüler. Bu meselenin çözümü için Hz. Peygamber’e geldiler.

Hz. Peygamber davaya bakmakla Huzeyfe b. Yeman’ı görevlendirdi. Huzeyfe, bizzat

dava edilen kulübenin mahalline gitti. Gerekli keşiften sonra, ihtilafı bir çözüme

bağladı ve tekrar Medine’ye döndü. Verdiği kararı Hz. Peygamber’in tasviplerine

sundu. Hz. Peygamber verilen kararı temyiz ederek tasdik etti.

Hz. Osman hilafet mevkiinde iken, Hz.Ömer’in oğlu Abdullah’ı hâkim olarak

tayin etti. Abdullah b. Ömer görevden affedilmesini istedi. Gerekçe olarak da kaza

fonksiyonunun mes’uliyetli bir fonksiyon olduğunu ileri sürdü. Hz. Osman,

Abdullah b. Ömer’e: “Niçin görevden affını istiyorsun? Halbuki baban bile hâkimlik

yapmıştı.” dedi. Abdullah b. Ömer cevaben şöyle dedi: “Evet, babamın hâkimlik

yaptığını biliyorum. Fakat herhangi bir müşkil esnasında hemen Hz. Peygamber’e

soruyor ve o meselenin çözümünü O’ndan öğreniyordu.” Müellifler bu rivayet ile

Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber zamanında hâkimlik yaptığına hükmederler. Diğer bazı

rivayetlerde de Hz. Ömer’in kadı tayin edildiği belirtilir. Bu arada Hz. Ömer’in

11/632 yılında amil olarak taşra vilayetlerine gönderildiğini de hatırlatalım.

Hz. Peygamber, taşra vilayet ve eyaletlerinde adli işlerin yürütülmesini

valilere ek görev olarak tevdi ediyordu. Fakat oralara sırf kazai ve adli işleri

yürütecek memurlar da gönderdi. Hz. Peygamber tarafından sırf adli işlerle

görevlendirdiği hâkimlerin Yemen’in çeşitli bölgelerinde görev yaptıklarını

görüyoruz. Hz.Peygamber tarafından sırf adli görevle tayin edilen ilk hâkim

Hz.Ali’dir. Hz. Ali, kadı tayin edilmeden önce Yemene bir askeri birliğin kumandanı

olarak gönderilmişti.

Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi Yemen’in Necran bölgesine kadı tayin ettiği zaman

Hz. Ali böyle bir görevi önceden ifa etmediği için tereddüt etti ve şöyle dedi: “Ya

Resulallah! Beni her bakımdan bilgili bir topluluğa hâkim tayin ediyorsun, hâlbuki

Page 92: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

ben gencim ve adli idare muhakeme usulü hakkında bir bilgim yoktur.” Bu söz

üzerine Hz. Peygamber, önce elini göğsüme koydu ve şöyle dedi: “Allah’ım! Bu

gencin dilinin belagatini artır, kalbini hidayetten ayırma ve gayesine ulaştır!” Hz.

Peygamber, böyle dua ederek bu hususta bana cesaret verdi. Ve ayrıca şu

nasihatte bulundu: “İki tarafı da dinlemeden aralarında sakın hükmetme! Bu

alınması gerekli kararı tayin etmede sana daha elverişlidir.” Hz. Ali, konuşmasına

şunları da ilave ediyor: “Ben bu andan itibaren hüküm vermeğe devam ettim, asla

bir şüphe ve tereddüde düşmedim.”

Hz. Ali’nin Yemen’de kaç sene hâkimlik görevi yaptığını tesbit etmek güçtür.

Kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre orada bir seneden fazla bu görevde

kalmadığı anlaşılıyor. Hz. Ali Yemen’de hâkimlik yaparken taraflar onun verdiği bazı

kararlara itiraz edip Hz. Peygamber’e temyiz edilmek üzere götürmüşlerdir. Hz.

Peygamber, Hz. Ali’nin vermiş olduğu kararları temyiz etmiş ve bütün kararların

hukuki usul ve kaidelere uygun olduğunu açıklamıştır. Hatta onun vermiş olduğu

kararlarda büyük bir isabet kaydettiğini ifade etmiştir.

Hz. Peygamber zamanında hâkim olarak temayüz etmiş şahsiyetlerden biri

de Muaz b. Cebel’dir. Muaz, Mekke ve Yemen bölgelerinde dini eğitim ve öğretim

görevlerinde bulunmuş, dolayısıyla bilgi ve tecrübesi artmıştı. Hukuk sahasında

nazari ve tatbiki bilgisiyle Hz. Peygamber’in takdirini kazanan Muaz’ın, Yemen’in

Cened bölgesine tayin edildiğini görüyoruz. Hz. Peygamber kendilerine Yemen’e

kadı olarak tayin ettiği haberini verdikten sonra İslam mahkemelerinde tatbik

edilecek kanunları sordu. Bu soruya verilecek cevap müstakbel hâkimlerin, İslam

mahkemelerinde uygulayacakları kanunları teşkil edecektir. Hz. Peygamber’in

sorusu bu gayeye matuf ve mebnidir. Muaz’ın, Peygamber’in sorusuna verdiği

cevap, çok yerinde ve ilginç sayılır. Resulullah, Muaz’a şöyle sordu: “Hangi esasa

göre hüküm vereceksin ya Muaz?” Muaz, bu soruya “Allah’ın Kitabına (Kur’ân’a)

göre” diye cevap verdi. Hz. Peygamber, bu sefer: “Onda o hadiseyle ilgili bir hüküm

bulamazsan, ne yaparsın? Ne ile hüküm verirsin?” diye sordu. Muaz, bu soruya:

“Peygamber’in Sünneti ile” diye cevap verdi. Bu sefer Hz. Peygamber: “Ya onda da

bulamazsan, ne yaparsın? Ne ile hüküm verirsin?” diye sordu. Muaz, bu soruya da:

“Kendi içtihadımla hükmederim.” diye cevap verdi. Hz. Peygamber Muaz’ın bu

şekilde olgun ve kemal-i dikkatle verdiği cevaplara karşılık büyük bir memnuniyet

hissetmiş ve ona şöyle dua etmiştir:

Muaz, adli ve kazai işler yanında mali, dini, eğitim ve öğretim işlerini de

yürütüyordu. Muaz’ın, Yemen bölgesinde hâkimlik yaptığı zamana ait vermiş

olduğu mahkeme içtihatları bugün elimizdedir. Hz. Peygamber, Yemenlilere bir yazı

(mektup) göndererek Muaz’ın kendi bölgelerinde hâkim olarak vazife yapacağını

“Allahım! Sana hamd ve senalar olsun ki, Resul’ünün elçisini,

Resulullah’ın razı olduğu ve istediği şeye muvaffak kıldın!” buyurmuştur.

Page 93: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

bildirmiştir.

Ma’kıl b. Yesar, kendi kabilesi Müzeyne’de hâkimlik yapmak üzere Hz.

Peygamber tarafından tayin edilmişti. Ma’kıl’ın kazai faaliyeti ve içtihatları

hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Herhalde olağanüstü sayılacak bir faaliyette

bulunmamıştır.

Vesikalar arasında Ebu Musa el-Eşari’nin, Yemen’de Peygamber zamanında

hâkimlik ve öğretmenlik yaptığı geçmektedir. Ebu Musa’nın içtihadları ve adli idare

konusunda yaptığı faaliyet hakkında herhangi bir haber bize ulaşmamıştır. Ancak,

Hz. Ömer zamanında adli idaredeki aktif faaliyeti kaynaklar arasında geçmektedir.

Bazı kaynaklarda, Attab b. Esid’in Mekke’ye hâkim olarak tayin edildiği

gösterilmektedir. Daha ziyade onun Mekke’ye vali, olarak gönderildiği kabul edilir.

Attab’ın Mekke’ye kadı değil, vali tayin edildiğini kabul etmek daha doğru olur. Bu

şekilde kabul edilirken, valilik görevini ifa ederken ek görev olarak da adli işleri

yürüttüğünü düşünebiliriz.

Hz. Peygamber tayin ettiği hâkimlere birtakım tavsiye ve direktiflerde

bulunuyordu. Yukarıda Hz. Ali ve Muaz’a yaptığı tavsiyeleri zikretmiştik, aynı

şekilde Ubeyde’yi Necran’a hâkim olarak gönderirken: “Onların sana dava olarak

getirecekleri şeyler hususunda adaletle hükmet!” dedi. Hz. Peygamber, başka bir

tayin sırasında: “Hâkimin, muhakeme esnasında alış-veriş yapamayacağını” tenbih

etmiştir. Ayrıca hâkimin, muhakeme esnasında öfkeli ve sinirli bir halde iken

hüküm vermesini yasaklamıştır. Başka bir tayin esnasında da: “Kim olursa olsun,

İslam kanunlarına göre hareket etmeyen görevinden alınacaktır.” demiştir. (Bu

dersin “Adalet Kurumu” bölümü, Fahrettin Atar’ın “İslam Adliye Teşkilatı” isimli

kitabının 33-49. sayfaları arası özetlenerek hazırlanmıştır.)

Page 94: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Öze

t • Din, insanların dünya hayatını tanzim eden ve bunun karşılığında kendilerine ahiret mutluluğu sunan ilahi kanunlar manzumesidir. Bu manzumenin en önemli bölümü de ibadettir. Din, ibadeti ile var olur ve mabedi ile ayakta kalır.

• İslam dininin var olan ibadetlerinin başında namaz gelir. Namaz yalnız kılınacağı gibi camide cemaatle de kılınır. Hz. Peygamber, hicretten sonra Medine’de yaptırdığı mescidde günde beş vakit cemaatine imam olmuş ve onlara namaz kıldırmıştır. İslam’ın beş şartından birincisi iman, diğer dördü de ibadettir. Namaz, oruç, zekat ve hac, İslam’ı ayağa kaldıran ibadetlerdir. Bunların bütünü dini kurumlar olarak Hz. Peygamber’in hayatında yerini almıştır.

• İslam, bilgiye çok önem verir. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerimde; Hz. Peygamber de hadis-i şeriflerinde Müslümanları ilme yönlendirirler. Hz. Peygamber, Müslümanları hem ilme yönlendirmiş hem de çevresini bilgilendirmiştir. Bunun için Mekke’de Dâru’l-Erkam’ı, Medine’de de Suffa’yı ilim tahsilinin merkezi olarak kullanmıştır. Bu iki merkeze devam edenler, Hz. Peygamber’e öğrenci olmuşlar; o da öğrencilerini en güzel şekilde yetiştirmiştir. Bu merkezlerde yetişenler, Hz. Peygamber hayatta iken ve vefat ettikten sonra devletin çeşitli kademelerinde görevler yapmışlardır.

• Cahiliye toplumunu bütün değer yargılarıyla değiştirmeyi hedefleyen Hz. Peygamber, Müslümanların anlayışlarını, yaşantılarını, kültürlerini değiştirdi. Bu değerlerden İslam ile çelişmeyenleri bıraktı; çelişenleri atarak onların yerine yenilerini ikame etti. Müslümanlar, yaşadıkları bölgenin İslam ile çelişmeyen kültürlerini muhafaza etmekle birlikte bu kültüre İslami bir renk kazandırdılar. İslam ile kazandıkları bu yeni bilgi ve kültürlerini güzel bir şekilde hazmederek kendilerinden sonraki nesillere aktardılar.

• Yüce Allah tarafından İslam dininin gönderilmesinin maksatlarından biri de yeryüzünde adaleti ikâme etmektir. Yüce Allah tarafından İslam dinini dünyaya yaymakla görevlendirilen Hz. Peygamber, bu görevi de en güzel şekilde yerine getirmiş ve insanlar arasında adaletle hükmetmiştir. Adaletin dağıtımı için valiler ve hâkimler görevlendirmiş, kendisi hayatta iken çok güzel çalışan bir yargı sistemi kurmuştur. Bu sistem ile suçlular cezalandırılmış, haklılara hakları verilmiştir.

Page 95: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Değerlendirme

sorularını sistemde ilgili

ünite başlığı altında yer

alan “bölüm sonu testi”

bölümünde etkileşimli

olarak

cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Mekke’de evlerinin bir bölümünü mescid haline getiren iki shâbî kimdir?

a) Hz. Ömer ve Hz. Ali

b) Hz.Osman ve Hz. Talha

c) Hz. Câfer ve Hz. Abbas

d) Hz. Sâlim ve Hz. Bilal

e) Hz. Ebû Bekir ve Hz.Ammâr

2. Hz. Peygamber tarafından temeli atılan ilk mescid hangisidir?

a) Kubâ mescidi

b) Cuma mescidi

c) Medine mescidi

d) Seleme oğulları Mescidi

e) Rânûnâ mescidi

3. Hz. Peygamber zamanında zekât toplayan memurlara ne ad verilirdi?

a) Vâli

b) Âmil

c) Kâtib

d) Kâid

e) Tasildâr

4. Hac ibâdeti hicretin kaçıncı senesinde farz oldu?

a) Beşinci sene

b) Onuncu sene

c) Dokuzuncu sene

d) Birinci sene

e) İkinci sene

Page 96: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

5. Hz. Peygamber’in emriyle kısa zamanda Süryânice ve İbrânice’yi öğrenen

sahâbî kimdir?

a) Zeyd b. Hârise

b) Zeyd b. Sâbit

c) Âsım b. Sâbit

d) Said b. Zeyd

e) Muaz b. Cebel

6. Aşağıdaki isimlerden hangisi Hz. Peygambe’in tayin ettiği hâkimlerden

değildir?

a) Ali b. Ebî Tâlib

b) Ebû Bekir b. Ebî Kuhâfe

c) Abdullah b. Mes’ûd

d) Ebû Mûsâ el-Eş’arî

e) Ömer b. el-Hattâb

7. Yemen’in Necrân bölgesine kadı olarak tayin edilen sahâbî kimdir?

a) Hz. Ömer

b) Hz. Ali

c) Hz. Bilal

d) Hz. Enes

e) Hz. Zeyd

8. Medine mescidinin eğitim-öğretim yapılan bölümüne ne ad verildi?

a) Medrese

b) Mekteb

c) Suffa

d) Kurs

e) Okul

Page 97: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

9. Hz. Peygamber, Mekke’de ashâbını nerede eğitirdi?

a) Kâbe’de

b) Harem’de

c) Mescid’de

d) Dâru’l-Erkam’da

e) Sahra’da

10. Hz. Peygamber kaç kere hacca gitti?

a) İki kere

b) Üç kere

c) Beş kere

d) Dört kere

e) Bir kere

Cevap Anahtarı

1e, 2a, 3b, 4c, 5b, 6b, 7b, 8c, 9d, 10e

Page 98: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

Ağırman, Mustafa. (1997). Hz. Muhammed (s.a.v.) Devrinde Mescid ve

Fonksiyonları. İstanbul.

Ağırman, Mustafa. (2006). “Asr-ı Saadette Ordu ve Savaş Stratejisi”, Asr-ı Saadette

İslam, I-V. III, 379-341. İstanbul.

Atar, Fahrettin. (1979). İslam Adliye Teşkilatı. Ankara.

Baltacı, Cahit. (2005). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul.

Canan, İbrahim. (1984). Medeniyet, Kültür ve Teknik. İstanbul.

Çelebi, Ahmed. (1976). İslam’da Eğitim-Öğretim Tarihi. (Çev. Ali Yardım). İstanbul.

Çubukçu, Asri. (1989). İslam Devletlerinde Devlet Teşkilatı ve İlmî Faaliyetler. Erzurum: (Ders Notları)

Hamidullah, Muhammed. (1980). İslam Peygamberi, I-II. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul.

Hamidullah, Muhammed. (1972). Hz. Peygamber’in Savaşları. (Çev. Salih Tuğ).

İstanbul.

Hamidullah, Muhammed. (1981). İslam Müesseselerine Giriş. (Çev. İ. Süreyya

Sırma). İstanbul.

Hitti, Philip K.. (1980). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, I-IV. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul.

Kallek, Cengiz, “Haraç”. DİA. XVI, 71-86.

Kayaoğlu, İsmet. (1980). İslam Kurumları Tarihi I. Ankara.

Kayaoğlu, İsmet. (1994). İslam Kurumları Tarihi II. Konya.

Kazıcı, Ziya. (1999). İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi. İstanbul.

Salih, Suphi. (1981). İslam Mezhepleri ve Müesseseleri. (Çev. İbrahim Sarmış),

İstanbul.

Sarıçam, İbrahim-Erşahin, Seyfettin. (2011). İslam Medeniyeti Tarihi. Ankara.

Ebu Halil, Şevki. (2005). İslam ve Dünya Medeniyetleri Tarihi. (Çev. Atik Aydın-

Abdulhadi Timurtaş). İstanbul.

Yeniçeri, Celal. (1984). İslam’da Devlet Bütçesi. İstanbul.

Yeniçeri, Celal. (2000). Hz. Muhammed ve Yaşadığı Hayat. İstanbul.

Page 99: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

ÜNİTE

5

HZ. PEYGAMBER

DÖNEMİNDE İDARİ, MALİ,

ASKERİ VE SOSYAL KURUMLAR

İSLAM KURUMLARI

ve

MEDENİYETİ

TARİHİ

Page 100: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

GİRİŞ

Hz. Peygamber’in doğup büyüdüğü Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde bir

devlet ve devlet geleneği yoktu. Yarımadanın üç tarafında üç imparatorluk hüküm

sürmesine rağmen, yarımadanın tamamına hakim olan bir devlet yoktu. Yemen

bölgesine zaman zaman Sâsânî İmparatorluğu, zaman zaman da Habeş

İmparatorluğu hâkim olurdu. Kuzey Arabistan’da da Bizans İmparatorluğu’nun ve

Sâsânî İmparatorluğu’nun hakimiyeti vardı. Orta Arabistan’da ve Hicaz bölgesinde

ise bütün işler kabile geleneğine göre yapılıyordu.

Hz. Peygamber, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra Medine’de bir

devlet kurdu. Bu devletin kuruluşu öyle birden bire değil, yavaş yavaş oldu; uzun

zaman geçtikten sonra ve ihtiyaç duyuldukça kurumlar yerine oturabildi. Hz.

Peygamber bu kurumları kurarken çevre devletlerin etkisinde kalmadı. Arap

yarımadasında var olan kabile geleneğinin etkisinde de kalmadı. Her şeyini

bağımsız ve hür olarak kurdu.

Suyun suya benzediği gibi insan insana, devlet devlete, kurum da kuruma

elbette benzeyecektir. Hz. Peygamber’in kurduğu devlette var olan bazı kurumların

çevre devletlerde veya kabile geleneğinde var olması Hz. Peygamber’in oralardan

etkilendiği ve bu kurumları oralardan almış olduğu manasına gelmez. Bu kurumlar

tamamen Hz. Peygamber’e mahsustur. Onun kurduğu devletin yapısında var olan

kurumlardan birkaçı şunlardır:

İDARİ YAPI

Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği peygamberlerden bazıları dini lider,

bazıları da hem dini hem de siyasi lider olarak insanlara hizmet etmişlerdir. Hz.

Muhammed, hem dini hem de siyasi liderliğe sahip olanlardan biridir. Bilindiği gibi

Hz. Peygamber’in hayatı, Mekke dönemi ve Medine dönemi diye ikiye ayrılır. O,

Mekke döneminde putları terk edip Yüce Allah’a inananlara başkanlık ediyordu.

İslam dinini kabul edenlerden biat alıyordu. Mekke döneminin son yıllarında

Akabe’de bazı Medinelilerden de kendisine itaat edeceklerine dair söz aldı.

Hac mevsiminde Mekke yakınındaki Mina bölgesinin Akabe mevkiinde

görüştüğü Medinelilerden dini, siyasi ve idari bağlılık anlamına gelen biat aldı. Son

Akabe Biatı’nda, Medine’yi İslamlaştıracak ve kendisiyle irtibatı sağlayacak on iki

nakîb (gözcü, temsilci) seçilmesini istedi. Son Akabe Biatı’na katılan yetmiş beş

Medineli içerisinden seçilen bu nakîblerin dokuzu Hazrec kabilesinden, üçü de Evs

kabilesindendi. Bunlar, başkanları Es’ad b. Zürare’nin ve muallim Mus’ab b.

Umeyr’in üstün gayretleriyle kısa zamanda Medine’nin İslamlaşmasını sağladılar ve

burayı hicrete hazır hale getirdiler.

Page 101: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Ardı ardına yapılan üç Akabe görüşmesinden sonra Hz. Peygamber,

Müslümanlara Medine’ye hicret etmelerini emretti; Müslümanlar da Medine’ye

hicret ettiler. Sonra da Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve beraberindekiler hicret

ettiler. İki ay içinde hicret tamamlandı ve hicret sonrasında Medine’de yapılan

muâhat (Ensar ile Muhacirlerin birbirlerine kardeş olması) ile iki toplum Hz.

Peygamber’in liderliğinde birbiri ile kaynaştı.

Medine’de, Hazrec ve Evs kabilelerinin dışında bir de Yahudiler vardı.

Kaynuka oğulları, Nadir oğulları ve Kurayza oğullarından oluşan Yahudi cemaati ve

daha değişik dinlere mensup kişiler ile de ayrı bir anlaşma (muâhede) yapıldı. Bir

arada yaşama, karşılıklı hak ve hukuka riayet, Medine’yi dışarıya karşı birlikte

koruma gibi elli üç maddenin yer aldığı Medine Sözleşmesi olarak bilinen bu yazılı

anlaşmanın maddelerinden biri de, taraflar arasında çıkabilecek her türlü

anlaşmazlıkta Hz. Peygamber’in hakem olacağının kabul edilmesiydi. Buna göre

bütün taraflar Hz. Peygamber’in liderliğini kabul etmiş oluyorlardı.

Hicretten sonra, devletin üç unsuru olan millet, toprak ve idare

tamamlanınca Müslümanlar, Medine’de müstakil bir idari yapıya kavuştular. Hz.

Peygamber’in başkanlığında oluşan bu devletin unsurlarının modern devletlerde

olduğu gibi ülke, muhtelif inanç ve etnik gruplardan meydana gelen halk, teşkilat

ve hakimiyetten oluştuğu görülmektedir.

Hz. Peygamber, Medine’de hem dini hem dünyevi otoriteyi temsil ediyordu.

Mekke’nin fethi ve devletin genişlemesinden sonra, büyük bölümünün, tek bir

idareye boyun eğdiği Arap yarımadasının yeni idari yapılanması netleşmeye

başladı. Hz. Peygamber, Müslüman olan bölgelere valiler tayin etti. Bunlar, Hz.

Peygamber adına o bölgeyi idare eder, bölge halkının zekatını toplar ve yoksulların

ihtiyacından arta kalanı devletin genel maslahatında kullanılmak üzere Medine’ye

gönderirlerdi.

Hz. Peygamber’in etrafında kendisine yardımcı olan çok sayıda katip

bulunuyordu. Onlardan bir kısmı, inen Kur’ân ayetlerini yazmaktan sorumlu iken,

bir kısmı da insanların ihtiyaçlarını yazıyordu. Zeyd b. Sabit, valilere genelge; komşu

devlet başkanlarına da İslam’a davet mektupları yazardı. Hem genelgeler hem de

mektuplar Hz. Peygamber’in mührü ile mühürlenirdi. Bu katiplerden herhangi

birinin bir mazeretinden ötürü bulunamaması durumunda, Hz. Peygamber’in

mührünü taşıyacak ve kendisine vekalet edecek bir görevli bulunuyordu.

Devletin İlkeleri

Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu devlet idaresinde izlediği ilkeler,

Kur’ân-ı Kerîm’de çerçevesi çizilen şu ilkelerdir: Meşruiyet, adalet, ehliyet/liyakat,

istişare, ahlak ve insana saygı.

Page 102: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Meşruiyet

Meşruiyyet, idarede halkın desteğini almak demektir. Hicretten sonra

Medine’de bir devlet kuran Hz. Peygamber, her şeyden önce idaresinin

meşruluğunu gözetmiştir. Halkın desteğini almayan idarelerin kalıcı olamayacağını

düşünmüştür. Onun idaresinde Meşruiyet aracı, bugünkü anlamında dar seçim

diyebileceğimiz biattır. Bilindiği gibi biat, bağlılık akdi ve itaat yemini demektir.

Türkçede “biat” şeklinde telaffuz edilen kelimenin Arapça aslı “bey’at”tır.

Bey’at, İslam devletinde, “idare edenle idare edilenler arasında yapılan, seçim ve

bağlılık karakteri taşıyan sosyo-politik bir akittir.” Hz. Peygamber, kendisini Allah’ın

elçisi olarak tasdik edenlerden biat alıyordu. Kur’ân-ı Kerîm’de de ifade edildiği gibi

biat, aslında Hz. Peygamber’in şahsına değil; onun aracılığı ile Yüce Allah’a

edilmektedir. Asr-ı Saadet’te sadece erkekler değil, kadınlar da biat etmekle

mükellef idiler. Hz. Peygamber’den sonra biat, İslam devletlerinde idarecilerle halk

arasında yapılan, seçim veya bağlılık karakteri taşıyan bir akit olarak devam

etmiştir.

Adalet

Adalet, mülkün temelidir. Buradaki mülk, idare ve saltanat demektir. Yani

idarenin ve saltanatın temeli adalettir. Kur’ân-ı Kerîm’deki yüzlerce ayet-i kerime

ve Hz. Peygamber’in bir hayli hadis-i şerifi, İslam’da adaletin önemini ortaya

koymaktadır. Hz. Peygamber’in idaresi, işte bu adaletin en güzel bir şekilde tatbik

edildiği bir idaredir. O’nun idare anlayışını ve uygulamalarının esasını adalet

oluşturuyordu. O, idare ettiği insanlar arasında ayrım gözetmeden, hepsine adil

davranmıştır. Bunun en bariz örneği, hicretten hemen sonra kaleme alınan Medine

Vesikası ve O’nun Medine dönemindeki uygulamalarıdır.

Ehliyet

Hz. Peygamber, çeşitli görevlere tayin ettiği kişilerde ehliyet ve liyakat arardı.

Daha Mekke’de bir cemaat reisi iken Medine’ye göndereceği muallimi (öğretmeni)

ince eleyip sık dokuyarak seçmiş ve bu görevi Mus’ab b. Umeyr’e vermiştir.

Medine’de İslam’ın kısa zamanda yayılması Hz. Peygamber’in bu tayinde ne kadar

isabetli olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber, Medine’ye hicretten sonra

orduya komutanlar, vilayetlere valiler, zekat toplamak için amiller, insanlara

Kur’ân-ı Kerîm öğretmek için öğretmenler tayin etmiştir. Bunların hepsinde de

ehliyet ve liyakate önem vermiştir. Görevi isteyene değil; ehil olana vermiştir.

Zaman zaman kendisinden görev isteyenler olmuştur, ehil görmediği için onlara

görev vermemiştir.

Page 103: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

İstişare

İstişare, idare edilenlerin yönetiminde söz sahibi olmasına imkan tanıyan bir

uygulamadır. Bir diğer ifadeyle siyasal katılımdır. Kur’ân-ı Kerîm’de istişarenin

üzerinde çok durulur; Yüce Allah tarafından bizzat Hz. Peygamber’e idare işlerinde

çevresi ile istişare etmesi emrolunur. Bu sebepten dolayı Hz. Peygamber’in idaresi,

istişare üzerine kurulmuştur. Onun istişaresi, dünyevi meseleleri kapsadığı gibi,

bazen hakkında vahiy gelmeyen dini hususları da içeriyordu. Hz. Ebu Hureyre,

“Resulullah’dan daha fazla arkadaşları ile istişare eden hiç kimse görmedim.”

demektedir.

Ahlak

Ahlak, devletin her türlü muamelesinde, kişilerle, kurumlarla ve devletlerle

olan ilişkilerinde dürüst davranması demektir. İdarenin başarısı, kendisini ahlaki

temeller üzerine oturtması ve istihdam ettiği insanlarda bu ilkeleri gözetmesine

bağlıdır. Başka bir ifade ile hükmi şahsiyet olan idare ile idarecilerin ahlaklı

olmaları, hem söz konusu medeniyetin başarısını, hem de toplumun barış, huzur ve

refahını sağlar.

Kendisi güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiş olan ve bu konuda

gerçekten başarılı olmuş olan Hz. Peygamber de idaresinde, ahlakın başta gelen

umdelerinden doğruluk, şefkat, merhamet ve güven gibi hususları esas almıştır.

O’nun, şahsı adına ve devlet adına verdiği sözden döndüğü görülmemiştir.

Hudeybiye musalahası ve devamında olup bitenler, bunun en büyük delilidir. Bu

sebepten dolayı düşmanları bile O’nun üstün bir ahlak sahibi olduğunu kabul

etmişlerdir. Yüce Allah da Kur’ân-ı Kerîm’de bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:

“Muhakkak ki sen, üstün bir ahlak üzeresin.” (Kalem/68: 4)

İnsana Saygı

Hz. Peygamber, idarede asıl hedef olan insana saygıyı daima göz önünde

bulundurmuştur. O’nun idaresinde insana saygı, iki türlü tezahür etmiştir. Bir

yandan Müslümanları şefkat ve merhametle kucaklarken, diğer yandan da

Müslüman olmayanların temel hak ve hürriyetlerini gözetmiştir. Prensip olarak

savaşlarda karşılaştığı düşmanı bile yok etmeyi değil, kazanmayı gaye edinmiştir.

Bunun en büyük delili onun katıldığı savaşlarda iki taraftan da çok az insanın kayıp

verilmesidir.

Vatandaşın Hakları

Hz. Peygamber’in hicretten sonra Medine’de kurduğu devletin hudutları

içerisinde yaşayan insanlar, insan olmanın ve O’nun devletinin vatandaşı olmanın

zevkini ve lezzetini yaşadılar. Önceden elde edemedikleri birtakım hakları, bu

Page 104: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

devletin çatısı altında edindiler. Bu devletin çatısı altında kurulan kurumlar da

vatandaşa hizmet için kurulmuştu. Bunların en önemlileri şunlardır:

Kardeşlik

Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat/49:

10) buyurmakta; Hz. Peygamber de, “Müslüman Müslümanın kardeşidir.”

(Buhari/Mezalim: 3; Müslim/Birr: 58) buyurmaktadır. Hz. Peygamber’in hayatında

ümmet ve devlet, kardeşlik ilkesi sayesinde tek bir aile oldu. Hz. Peygamber,

hicretten sonra Mühacir ve Ensarı, evlerini ve mallarını birbiri ile paylaşan

kardeşler yaptı. Bu kardeşler, birbirleri ile öz kardeşlerden daha iyi geçindiler.

Mümin olmayanlara da kardeş (insan kardeşi) muamelesi yapıldı.

Eşitlik

İslam dinine göre insanlar kanun önünde eşittir; birinin diğerine karşı

üstünlüğü yoktur. Haklar verilirken ve adalet dağıtılırken herkese eşit verilirdi; sınıf,

ırk ve din ayrımı yapılmazdı.

Vergiler de ayrım yapılmaksızın herkesten eşit olarak alınırdı. Müslüman

olanlardan malı çok olanın zekatı çok, malı az olanın da zekatı az olurdu. Müslüman

olmayan vatandaşlardan alınan vergiler de gelirlerine göre olurdu.

Hürriyet

Cahiliye döneminin en büyük ayıplardan biri, insanı köleleştirmesi ve

hürriyetini elinden almasıdır. İslam’ın en başta gelen güzelliklerinden biri de insanı

hürriyete kavuşturmasıdır. İslam, insanın hem bedenini hem aklını hem inanç ve

düşünce dünyasını hürriyete kavuşturmuştur. Ayrıca İslam, köleliğe giden bütün

yolları kapatmış, kölelikten kurtuluş yollarını da çoğaltmış ve genişletmiştir.

Bir insan için en önemli hürriyet din ve inanç özgürlüğüdür. Yüce Allah,

insanlara din ve inanç hürriyeti de vermiş ve şöyle buyurmuştur:

Bu ayetlerin gereği olarak, Hz. Peygamber’in döneminde Müslüman

olmayan vatandaşlara İslam’a girme konusunda hiçbir baskı yapılmamıştır. Onlar,

İslam’ın kendilerine verdiği bu geniş hürriyetten azami derecede istifade

“Ve de ki: Hak Rabbinizdendir. Öyle ise, dileyen iman etsin, dileyen inkar

etsin.” (Kehf/18: 29)

“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla, eğrilik birbirinden ayrılmıştır.”

(Bakara/2: 256)

Page 105: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

etmişlerdir. Hz. Peygamber’in, Müslüman olmadığı için bir ehl-i kitabı öldürdüğü

veya istediği şekilde ibadet etmesine mani olduğu görülmemiştir. Onun kilise ve

sinagog gibi gayri müslim mabetlerini yıktığı da olmamıştır. O, bu konuda Yüce

Allah’ın şu ayetine uymuştur:

Hz. Peygamber, gayri müslimlerin düğünlerine ve cenaze törenlerine katılır,

hastalarını ziyaret ederdi. Necran Hıristiyanlarından bir heyet, kendisini ziyarete

geldiğinde Hz. Peygamber abasını serdi ve onları üzerine oturttu. İnsan hakları, din

ve inanç hürriyeti gibi konularda çok hassas olan Hz. Peygamber, konu ile alakalı

olarak şöyle buyurmaktadır:

Bürokrasi

Girişte kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber’in doğduğu zaman, Arap

yarımadasının üç tarafında üç ayrı imparatorluk bulunmasına rağmen, Mekke’de ve

Medine’de kurulu bir devlet ve devlet geleneği yoktu. Hicaz bölgesinde ilk devleti

hicretten sonra Hz. Peygamber kurdu. Temelini attığı devletin yapısını da kendisi

oluşturdu. Hz. Peygamber, Medine’de kurduğu devleti yalnız idare ediyordu; tayin

edilmiş bir yardımcısı, bir veziri yoktu. Yapılması gereken işler için görevliler,

komutanlar, öğretmenler, elçiler, mürşitler tayin ediyordu. Yeri geldiği zaman

çevresindekilerin fikirlerine müracaat ediyor, herkesi işin içine katıyordu. Daha

ziyade de ilk Müslümanlara ve Medine’nin ileri gelenlerine danışıyordu. Yaptığı

istişarelerin sonunda nihai kararı kendisi veriyordu. Çünkü Yüce Allah, kendisine

şöyle emretmişti:

Medine merkezindeki devlet işlerini kendisi yürüten Hz. Peygamber,

Müslüman olan bölgelere valiler ve görevliler tayin etti. Tayin ettiği görevlileri ehil

olanlardan seçiyordu. Görevi isteyene değil, ehil olana veriyordu. Valiler, gittikleri

“Kim, bir zimmiyi öldürürse cennet kokusunu alamaz.” (Buharî)

“Kim, bir zimmiyi rahatsız ederse, karşısında beni bulur.” (Acluni: II,218)

“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan

çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü

Allah, adaletli olanları sever.” (Mümtehine/60: 8)

“Devlet işleri hakkında onlarla iştişare et. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran/3: 159)

Page 106: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

bölgeyi Hz. Peygamber adına idare ederlerdi. Zekat toplama memurları halktan

zekat toplarlar ve yoksulların ihtiyacından geri kalanı devletin genel maslahatında

kullanılmak üzere Medine’ye gönderirlerdi. Hz. Peygamber’in tayin ettiği valiler ve

bu valilerin gönderildiği bölgeler şunlardır:

Attab b. Esid, Mekke; Ebu Müsa el-Eş’ari, Yemen’in Ma’rib; Muhacir b. Ebi

Ümeyye, Yemen’in San’a şehirlerinde; Ziyad b. Lebid, Hadramevt; Adiy b. Hatem,

Tayy kabilesinin yaşadığı bölgede; A’la b. Hadrami, Bahreyn’de görev yapıyor ve

Muaz b. Cebel ise Hadremevt ve Bahreyn arasında gezgin muallim olarak

çalışıyordu.

MALİ YAPI

Yüce Allah, insanların dünya ve ahiret saadetini elde edebilmeleri için

kendilerine din göndermiştir. Bu dinin birinci kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm, insanlara

dünya saadetinin yollarını öğretmiş, Hz. Peygamber de bu yolları hayatında

yaşayarak göstermiştir. İslam, insanın hem manevi dünyasını hem de maddi

dünyasını imar ve ihya eden bir dindir. Dinimiz, yemeye, içmeye, giymeye, ikram

etmeye önem veren bir dindir. Dinimize göre insan, her türlü ihtiyacını helal

yollardan gidermelidir. İhtiyacını giderirken de aşırı bir şekilde israfa gitmemelidir.

“Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz.” (A’raf/7: 30) buyuran Rabbimiz, Kur’ân-ı

Kerîm’de, İslam ekonomisinin temel ilkelerini belirlemiştir. Hz. Peygamber de

sözleri ve fiilleri ile birer ekonomik değer olan üretim, tüketim, emek ve buna

benzer konularda önemli ilkeler ve uygulamalar ortaya koymuştur. Onun,

ekonomik anlamda üzerinde durduğu hususlardan birisi çalışmadır. O, Kur’ân-ı

Kerîm’in çalışma prensibi ile ilgili ayetlerini kendi hayatında uygulamıştır. Kişinin,

ailesini geçindirmek ve bir de yoksula yardım etmek için çalışmasını, Allah yolunda

cihad etmek ve gündüzleri oruç tutup geceleri de namaz kılmakla bir tutmuştur.

Hz. Peygamber, devamlı olarak çevresindeki insanları çalışmaya ve kazanmaya

teşvik etmiştir.

Bilindiği gibi Mekkeliler ticaretle, Medineliler de ziraatla meşgul olurlardı.

Ticareti iyi bilen Mekkeli Muhacirler, Medine’ye geldikten sonra oradaki ticaret

hayatını Yahudilerden aldı ve pazara hakim oldular.

Ticaret

Hicaz bölgesinin şehirlerinden Mekke’de ticaret, Medine’de de ziraat

yapılırdı. Mekke’de ziraat yoktur, çünkü arazisi ziraate elverişli değildir. Yüce

Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de de haber verdiği gibi Mekkeliler, yazın kuzeye; kışın da

güneye giderek ticaret yapar ve çok para kazanırlardı. Hz. Peygamber’in

dedelerinden Haşim’in (Abdülmüttalib’in babası), Mekkelilere kazandırdığı “îlâf”

(ticarette serbest dolaşım) , bu şehirde yaşayanlar için büyük bir ticari açılım oldu.

Page 107: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Mekkeliler, bu açılım sayesinde ithalat ve ihracat yaparak çok para kazanıyorlardı.

Ayrıca Yemen’den Bizans’a, Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar giderek bu

bölgelerin insanları ile tanışıyorlardı.

Hicretten sonra Medine’ye yerleşen Mekkeli Muhacirler, bu şehirde ticaret

yapmaya başladılar. Ticari tecrübeleri sayesinde Yahudilere baskın çıkarak Medine

pazarına hakim oldular ve Mekke’deki ticareti Medine’ye taşımış oldular.

Medine’deki ticareti İslam hükümlerine göre yaparak ticarete de yeni bir şekil ve

mana kazandırdılar.

Medine Pazarı

Hicretten önce, Medine şehrindeki pazarlar, genellikle müşriklerin ve

Yahudilerin kontrolündeydi. Bu iki sınıf, ticari faaliyetlerinde kendi dini

anlayışlarına ve Cahiliye adetlerine göre hareket ediyorlardı. Hz. Peygamber,

Medine’deki mevcut pazarları gezip gördükten sonra buraların Müslüman pazarı

olamayacağını söyledi. İslam’ın ekonomik konulardaki hükümlerini uygulayabilmek

için Müslümanların kendi pazarlarını kurmalarına gerek duydu. Saide oğullarının

oturduğu bölgede bulunan açık bir alanı pazar yeri olarak seçti ve bir pazar

nizamnamesi hazırladı. Bu pazarda esnafın sabit mekanlar edinmesini yasakladı ve

vergi alınmayacağını ilan etti. Kendisi de çok iyi bir tacir olan Hz. Peygamber, vergi

alınmadığı takdirde satıcıların yeni pazarı tercih edeceklerini biliyordu. Nitekim

ticaret yapanlar, Müslümanların kurduğu pazara rağbet göstermiş ve burası yeterli

müşteri bulmuştur. Hz. Peygamber, Medine pazarı canlandıktan sonra burayı

kontrol için görevliler tayin etmiştir. Bunlardan biri Hz. Ömer, diğeri de Semra bint

Nuheykil ismindeki bir hanım sahabidir. Fetihten sonra da Said b. As’ı Mekke

çarşısını kontrol için görevlendirilmiştir.

Faizin Yasak Edilmesi

Mekke, öteden beri Arap yarımadasının ticaret merkezidir. Mekkeliler, kışın

Yemen’e; yazın da Suriye’ye doğru gider ve Ortadoğu’da uluslararası ticaret

yaparlardı. İthalat ve ihracatın merkezi olan Mekke’de para boldu. Paranın ve

ticaretin olduğu bu şehirde faiz de vardı. Bu şehirde olan tefecilik Taif ve

Medine’de de yaygındı. Elinde parası olanlar hiçbir zahmet çekmeden, tefecilikten

haksız kazanç elde ediyorlar, tefecilerden para alanlar da çok sıkıntı çekiyorlardı.

İslam, ticareti helal kılarken ve teşvik ederken faizi merhale merhale

yasaklamıştır. Alışverişi, ticaret yapmayı ve borç verip almayı faizden arındırmıştır.

Mekke’de nazil olan ayetlerle bazı uyarılarda bulunan Yüce Allah, Medine

döneminde indirdiği şu ayet-i kerime ile faizi haram kılmıştır.

“Faiz yiyenler (kabirlerinden başka türlü değil) ancak şeytan çarpmış

kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların, “Alış-veriş de

tıpkı faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal; faizi haram

Page 108: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden

vazgeçerse, artık önceden aldığı kendisinindir ve onun durumu da Allah’a kalmıştır

(İnşaallah Allah onu affeder). Kim, tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliktir.

Orada ebedi kalacaklardır. Allah, faiz malını mahveder (Faiz karışan malın

bereketini giderir), sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkar

nankörü sevmez.” (Bakara/2: 275-276)

Hz. Peygamber, bu ayetle gelen faiz yasağını bütün Müslümanlara bildirdi ve

onlardan bu yasağa uymalarını istedi. Ayrıca Veda Hutbesi’nde bu yasağı bir kez

daha hatırlattı. Bütün yasaklara titizlikle uydukları gibi faiz yasağına da aynı titizlikle

uyan Müslümanlar, ticarete ve helal kazanca önem verdiler. Kısa zamanda

Medine’de ticareti ellerine geçirdiler. Hicretten sonra Medine, hem ticaretin hem

de hayvancılığın merkezi haline geldi. İnsanlara dinlerini öğreten Hz. Peygamber,

dünyalarını da öğretti. Ekonomik hayatla ilgili hükümler koydu. Müslümanlar da

Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in talimatlarının ışığı altında hareket ederek ekonomik

hayatı canlandırdılar.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra bir araya getirilen sonra da tasnif edilen

hadislerin konu başlıklarına baktığımızda, İslam’ın ekonomik hayata ne kadar önem

verdiği ortaya çıkmaktadır. Bu konu başlıklarından birkaçı şöyledir: Kitabu’l-büyü,

Kitabu’l-icare, Kitabu’s-selem…

İşçi Hakları

Cahiliye döneminde ve Asr-ı Saadet’te, Hicaz bölgesinin üç şehri olan Mekke,

Medine ve Taif’te canlı bir ekonomik hayat vardı. Mekke’de ticaret, Medine’de

ziraat ve hayvancılık, Taif’te de ziraat ve hayvancılık ön plandaydı. Her üç şehirde

zenginlerin yanında karın tokluğuna çalışan köleler, evlerde temizlik işlerinde

çalışan cariyeler vardı. Mekke’nin zengin tüccarları, Medine ve Taif’in toprak

ağaları bu işçilere çok kötü davranıyor ve onlara zulmediyorlardı. İslam, var olan

ekonomik hayatı baltalamadan bu insanların haklarını görüp gözetti. Cahiliye

dönemindeki haksız uygulamaları çok yakından bilen Hz. Peygamber de ücretle iş

yaptırma ve işçi çalıştırmaya toptan karşı çıkmamış; işçilere ağır iş yüklenmesi,

ücretin geciktirilmesi, kaybolan malın haksız yere işçiye ödetilmesi gibi

uygulamaları yasaklamıştır. İşçilere adaletli bir şekilde davranılmasını ve kardeş

muamelesi yapılmasını emretmiş ve bunları da hayatında uygulamıştır. Modern

dünyanın işçi haklarını gündeme almasından bin dört yüz yıl önce, işçilere

alınlarının teri kurumadan ücretlerinin adil bir şekilde verilmesini istemiştir.

Devletin Gelir Kaynakları

Devlet gelirlerinin toplandığı ve dağıtıldığı yere/hazineye Beytülmal denir.

Devletin gelirleri burada toplanır ve harcamalar da buradan yapılır. Bir devletin

harcama yapabilmesi için her şeyden önce gelirinin olması lazımdır. Hz.

Page 109: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Peygamber’in hicretten sonra Medine’de kurduğu devletin gelir kaynakları şu

maddelerden oluşmaktaydı:

Ganimet

İslam dini, insanlık tarihi kadar eski olan savaşa bir çeki-düzen vermiş;

sebeplerini, seyrini ve neticesini belli hükümler çerçevesinde düzenleme altına

almıştır. Bu düzenlemeye göre savaşın neticesinde alınan ganimetler şu üç

maddeden oluşmaktadır.

Savaş esirleri,

Gayrimenkul mallar (arazi),

Menkul mallar.

Yüce Allah’ın, Kur’ân-ı Kerîm’de belirlediği düzenlemeye göre ganimetler

beşe ayrılacak, dört hissesi savaşa katılan gazilere, humus adı verilen beşte biri de

devlete gelir olarak kaydedilecektir. Bu konuda ki ayetin meali şöyledir:

Cizye

Cizye, İslam devletindeki Müslüman olmayan vatandaşlardan alınan baş

vergisidir. Akil, baliğ, hür, maddi, gücü yerinde ve sağlıklı olan gayrimüslim

erkeklerden alınan bir vergidir. Gözleri görmeyen, felçli, yaşlı, çalışmaktan aciz ve

yoksul kimseler, cizye vermekle mükellef değildi. Cizye, Müslümanlığı kabul eden

zimmilerden alınmaz. Cizye karşılığında zimmilerin can, mal ve inanç hürriyetleri

emniyet altına alınır. Ehli kitaptan olan kimselere önce Müslüman olmaları teklif

edilir, kabul etmezlerse cizye vermeleri istenir, bunu da kabul etmezlerse onlarla

savaşılır. Konu ile ilgili ayetin meali şöyledir:

9/630 yılında yapılan Tebük Seferi esnasında inen bu ayetten sonra Hz.

Peygamber, aynı yıl Eyle, Ezruh, Cerba ve Dümetulcendel, ertesi yıl Necran, Yemen,

Bahreyn, Makna, Teyma ve Hecer’deki gayrimüslimlerle cizye antlaşmaları

yapmıştır. Bunlardan Eyle, Ezruh, Dümetulcendel ve Necran halkı Hıristiyan; Teyma

“Biliniz ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka

Allah’a, Resulüne, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.

Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Enfal/8: 41)

“Ehl-i kitaptan Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün

haram saydığını haram saymayan ve hak dini kendilerine din edinmeyen

kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşınız.” (Tevbe/9: 29)

Page 110: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

ve Makna halkı Yahudi; Bahreyn, Hecer ve Yemen ahalisi de kısmen Yahudi ve

Hıristiyan, kısmen de Mecusilerden oluşuyordu. Bunlar, Hz. Peygamber’in

devletine cizye veriyorlar; devlet de bunları koruyordu.

Cizyenin miktarı, zamana ve alındığı bölgeye göre değişebiliyordu. Hz.

Peygamber zamanında cizye, ya doğrudan mükelleflerden alınır veya gayrimüslim

kabile başkanlarının yahut da ileri gelenlerin aracılığı ile toplanırdı. Bu dönemde

özel cizye memurlarının bulunmadığı, Müslümanlardan zekat toplayan amillerin

gayrimüslimlerden cizyeyi de topladıkları görülmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de zekat ile ganimetin harcanacağı yerler açıkça zikredilmiştir.

Buna karşılık, cizyenin dağıtılacağı yerler hakkında açık hükümler yer almamıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de cizyenin mahiyeti ve uygulanışı hakkın da detaylı hükümler

mevcut değildir. Dolayısıyla cizyenin zekattaki gibi belirli yerlere harcanma

zorunluluğu yoktur. Kamu yararına uygun olarak, ihtiyaç duyulan yerlere

harcanabilir.

Harac

Harac, gayrimüslimlerin topraklarından alınan vergidir. Hz. Peygamber

döneminde ganimet olarak elde edilen toprakların bir kısmı ganimet statüsüne tabi

tutulmuş, bir kısmı eski sahipleri üzerinde bırakılarak vergilendirilmiş, az bir kısmı

da Hz. Peygamber’e tahsis edilmiş; o da kendisine tahsis edilenlerden elde edilen

gelirleri kendi ailesi, yoksullar ve devlet giderleri için harcamıştır. Medine’den

sürgün edilen üç Yahudi kabilesinin ve Hayber Yahudilerin arazisi bu cümledendir.

Hz. Ömer zamanında gayrimüslimlerin ellerindeki topraklardan alınan vergiye

harac adı verilmiştir.

Zekat

İslam devletinin gelir kaynaklarından birini teşkil eden zekat, Müslümanların

mallarından alınan bir vergidir. Zekat, Müslümanlar için bir ibadet, devlet içinde bir

gelir kaynağıdır. Altın, gümüş, madeni ve kağıt nakit paralar nisab miktarına

ulaştığında, üzerinden bir yıl geçtikten sonra kırkta biri, yani yüzde iki buçuk miktarı

zekat alarak verilir. Ticaret malları da böyledir. Müslümanların arazi gelirlerinden

alınan zekata da öşür denilir. Öşür, yağmur suyu ile sulanan topraklardan yüzde on,

emek sonucu sulanan topraklardan ise yüzde beş nispetinde alınır. Nisab miktarına

ulaştığında hayvanların zekatı ise cinsine ve miktarına göre değişir.

Zekat, hicretin ikinci yılında farz kılınmasından itibaren bizzat Hz. Peygamber

tarafından toplanmış ve gerekli yerlere dağıtılmıştır. İlk yıllarda zengin

Müslümanlar zekatlarını bizzat getirip Hz. Peygamber’e teslim ediyorlardı. İslam

dininin Arap yarımadasının çeşitli bölgelerine yayılmasından sonra Hz. Peygamber,

zekatları toplamak için memurlar tayin etti. Bu memurların topladığı zekat,

öncelikle mahallindeki yoksullara dağıtılır kalanı da merkeze getirilirdi.

Page 111: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Zekat gelirinin harcanacağı yerleri Yüce Allah belirlemiştir, onun dışındaki

yerlere harcanmaz. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de zekatın harcama yerlerini şu

şekilde belirlemiştir:

ASKERİ YAPI

İslam’da esas olan sulhtur, barış içinde yaşamaktır. Savaş, arızi bir durumdur.

Fıtrata uygun olan, insanların emniyet ve barış içinde yaşamalarıdır. Fakat ne var ki,

savaş da göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. İnananların vatanlarını ve sahip

oldukları her türlü değerlerini düşmandan korumaları ve kendilerini savunmaları da

bir vazifedir. Hz. Peygamber, Medine’de bir devlet kurduktan sonra bu devleti

dışarıya karşı korumak için Medine’de oturan üç Yahudi kabilesi ile saldırmazlık

antlaşması yaptı. Daha sonra da Kureyş müşriklerinin, Müslümanlara ve dolayısıyla

Medine şehrine olan saldırılarına karşı koydu.

İslam dininde barış esas olmakla birlikte, gerektiğinde savaşa hazır olunması

ve mecbur kalındığında savaşılması da emredilmiştir. Bu konuda Yüce Allah, şöyle

buyurmaktadır:

Ayrıca savaş sonrası uygulamalarla ilgili temel ilkelerin neler olduğu da Yüce

Allah’ın talimatları ve Hz. Peygamber’in kavli ve fiili sünnetiyle tespit olunmuştur.

Ordu

Medine döneminde Müslümanlar devlet kurup bir vatana sahip olunca yurt

savunması anlayışı geliştirilmiş ve bunun için gerekli adımlar atılmıştır. Elbette bu

adımların ilki, vatanı savunmak için asker hazırlamaktır. Hz. Peygamber zamanında

özel olarak muvazzaf bir ordu mevcut değildi. İç güvenliği sağlamak için polis

teşkilatı da yoktu. Eli silah tutan her Müslüman, vatan savunmasına katıldığı gibi

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için

bağlanıp beslenmiş atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin

düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman)

kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir ve

siz, asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal/8: 60)

“Sadakalar (zekatlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara,

düşkünlere, zekat toplayan memurlara, gönüllüleri İslam’a ısındırılacak

olanlara, hürriyetlerini satın almaya çalışan kölelere, borçlulara, Allah yolunda

olana ve yolda kalana mahsustur. Allah (her şeyi) pekiyi bilendir, hikmet

sahibidir. (Tevbe/9: 60)

Page 112: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

asayişi sağlamak için de zaman zaman görevlendirilirdi. Bir sefer tertiplemek veya

bir saldırıya karşı koymak gerektiğinde Hz. Peygamber, gönüllüleri çağırır; bir kayıt

defteri açılır ve her aday buraya adını kaydettirirdi. Tespit edilen günde gönüllüler,

silahları, binekleri ve yol boyunca yiyecekleri azıkları ile şehir dışında bir karargahta

toplanırlardı. Hz. Peygamber oraya gelir, orduyu teftiş ederdi. Her sefer için gerekli

asker sayısını kendisi kararlaştırırdı. Kendi imkanlarıyla teçhizatını alamayanları

devlet bütçesinden donatırdı. Bunun en güzel örneği Tebük Seferi’nde görülür.

Asker toplama işi kabile başkanları tarafından yapılırdı. Hz. Peygamber,

hemen her seferde, gideceği bölgeye orduyu en kısa ve emniyetli yoldan

ulaştıracak bir kılavuz tayin eder, onun rehberliğinde hareket ederdi. Kendisi

Medine’de kalacaksa sefere çıkacak bir ordunun komutanını yine kendisi tayin

ederdi. Bizzat kendisi orduya katılmışsa, bu sefer de kendisine bağlı komutanları

tayin ederdi.

Ordu, klasik şekilde öncü ardcı, sağ kanat, sol kanat ve merkez olmak üzere

beş kısma ayrılırdı. Askeri birlik ve kıtaların toparlanması ve teşkili genellikle

kabilelere bırakılırdı. Şayet bazı kabilelerden gelenler çok az ise, bunlar diğerleriyle

birleştirildi. Sefere çıkan ordu içinde, kesin çizgiler olmamakla birlikte, çeşitli

komuta kademeleri vardı. Ordunun karargahı, nöbetçiler vasıtasıyla gece-gündüz

korunurdu. Esirler sorguya çekilerek veya ileri keşif kolları gönderilerek sefere

çıkılmadan önce düşmanın durumu hakkında bilgi toplanırdı. Keşif birlikleri

vasıtasıyla düşmanın izini sürme, pusu kurma ve casusluk gibi savaş taktikleri

biliniyordu. Hz. Peygamber bilgi toplamak için casus kullandığı gibi, düşman

casuslarına karşı da casusluk tedbirleri alıyordu. Üsame b. Zeyd’i, Suriye’ye sevk

ederken ondan kılavuzlar kiralamasını, önden gözcüler göndermesini istemişti.

Taktik ve Strateji

Düşmanın, kan dökülmeden teslim olmasını sağlamak için, içeceği suya

engel olmak da dahil bazı tedbirlere başvuruluyordu. Hz. Peygamber, daha çok

düşmanı şaşırtma metotlarını uygulardı. Medine’den ayrılmadan önce asıl

gayesinden başka bir maksadı varmış gibi bir şayi’a yaydırırdı. Başlangıçta, asıl

hedefinden başka bir istikamete yürürdü. Sonra bir dönüş yaparak yolunu

değiştirdi. Tahmini mümkün olmayan tenha yolları seçerdi. Tebük Seferi hariç, asıl

hedefini genellikle gizli tutardı.

Hz. Peygamber, hicret yürüyüşü de dahil, katıldığı savaşlarda ve gönderdiği

seriyyelerde bayrak (liva) ve sancak (raye) kullanmıştır. Her zaman savaştan önce

düşmanı yeniden ve bir kere daha İslam’a davet ederdi. Şayet kendisi sefere

çıkmıyorsa, gönderdiği komutanlara bu kurala uymaları için kesin talimat verirdi.

Hz. Peygamber iklim şartlarının savaşan askerler üzerindeki etkilerini

biliyordu. O dönemde savaşlar, Hendek, Taif ve Hayber kuşatmaları hariç,

Page 113: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

genellikle yarım gün sürmüştür. En uzun süreli savaşlar, Bizans İmparatorluğu

üzerine tertip edilen Mute Savaşı ve Tebük Gazası olmuştur.

Savaşlarda koruyucu silah olarak zırh, kalkan ve miğfer; yaralayıcı ve

öldürücü silah olarak da kılıç, ok ve yay, mızrak, kargı, mancınık ve debbâbe

kullanılıyordu. Binek hayvanı olarak daha ziyade at ve deve tercih edilirdi.

Askerlerin silah arkadaşlarını düşmandan ayırabilmesi için her seferde ayrı olmak

üzere bir parola (şiar) kullanılıyordu. Ancak o dönemde henüz üniforma mevcut

değildi.

Şüphesiz düşmanın canına ve malına zarar verme, savaşta tabii bir

durumdur. Fakat insan haysiyetine yakışmayan hareketler ve ölülere işkence

yapmak (müsle), Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır. Ölülerin ve canlı

varlıkların yakılması gibi davranışlara izin verilmemiştir. Çünkü bu tür uygulamalar,

insan onuruna yakışmayan, sadece kin ve nefreti artıran davranışlardır. Düşman

tarafında savaşan erkeklerin dışında kalan sivillerin, yani çocukların, yaşlıların, din

adamlarının, işçilerin, sakatların, kadınların ve savaşla ilgisi bulunmayan diğer

kimselerin, savaşa iştirak etmedikleri müddetçe öldürülmeleri yasaklanmıştır.

Savaşta ele geçirilen esirlere, öldürülme, fidye karşılığı serbest bırakılma

veya mübadele ile (Müslüman esirlere karşılık) serbest bırakılma, şartlı serbest

bırakma, köleleştirme ve karşılıksız serbest bırakma (ki Hz. Peygamber döneminde

en fazla uygulanan usul budur) gibi muameleler yapılırdı. Hz. Peygamber, savaş

esirlerine iyi davranılmasını istemiş, onlara eziyet ve işkence yapılmasını

yasaklamıştır. Kendisinden bilgi almak için bile olsa esire baskı yapılmasının uygun

olmadığına işaret etmiştir.

SOSYAL YAPI

Devlet, büyük bir ailedir. Bu aileyi meydana getiren küçük aileler vardır. Bu

küçük aileler de devletin kurumları sayılır. Bu küçük aileleri meydana getiren

fertlerin dini, ekonomik ve sosyal durumları, her zaman için devletin üs kademesini

etkiler.

Aile

Aile, sosyal yapının çekirdeğidir. İslam dinine göre toplumun temeli ailedir.

Aile toplumu, toplum da milleti, millet de devleti meydana getirir. Aile yapısı

sağlam olanların devleti de sağlam olur. Müslümanlar aileyi küçük bir millet, milleti

de büyük bir aile kabul ederler.

Aile, anne- baba ve çocuklardan meydana gelir. Çatının kurulması, yani anne

ve babanın bir araya gelmesi nikahla olur. Nikah, yüce Allah’ın emri ve Hz.

Page 114: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Peygamber’in sünnetidir. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de nikahı emretmiş, Hz.

Peygamber de evliliği teşvik ve tavsiye etmiştir:

Nitekim İslamiyet’in beş gayesinden ikisi olan canın ve neslin korunması

ancak aile yuvası kurarak sağlanabilir.

Dinimiz İslam, aile fertlerinin haklarını, sorumluluklarını ve yükümlülüklerini

belirlemiştir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

İslam, aile içi ilişkileri, aile fertlerinin huzur ve refahını gerçekleştirmeye

yönelik düzenlemiştir. Aile çatısı altındaki fertler arasındaki ilişkiler karşılıklı sevgi,

saygı, şefkat, dayanışma, doğruluk, sadakat, bağlılık ve haklara riayet gibi evrensel

insani değerler olarak kabul edilmiştir.

Hz. Peygamber, bir aile reisiydi. Aile huzurunun nasıl olacağını yaşayarak ve

göstererek öğretti. Sahabe de onu örnek aldı.

Toplumu Oluşturan Unsurlar

Hz. Peygamber zamanında toplum, Müslüman olanlardan ve bir de

Müslüman olmayanlardan meydana geliyordu. Her iki sınıfın da kendine göre

özellikleri ve kendi içinde alt sınıfları vardı. Bu sınıflar hiçbir zaman birbirleri ile

çatışmıyordu.

Müslümanlar

Hz. Peygamber döneminde toplumu oluşturan unsurların başında

Müslümanlar gelirdi. Müslümanların büyük çoğunluğu da Araplardan

oluşmaktaydı. Toplumda Habeş, Fars ve Rum kökenli Müslümanlar da vardı.

Toplumu oluşturan unsurların başında gelen Müslümanların bir kısmı

şehirlerde bir kısmı da köylerde yaşardı. Şehirlerde yaşayanlara hadari, köylerde

yaşayanlara da bedevi denirdi. Ayrıca Müslümanlar hukuki ve sosyal açıdan da

hürler, mevlalar ve köleler olmak üzere üç kısma ayrılırdı. Hürler kabilenin esas

“Nikah, benim sünnetimdir. Kim, sünnetimden yüz çevirirse benden

değildir. Nikaha rağbet ediniz, çoğalınız. Ben, kıyamet gününde sizin

çokluğunuzla öbür ümmetlere karşı övüneceğim.” (İbn Mace/Nikah: 1)

“Kim, güç yetirirse evlensin. Zira evlenme, gözü haramdan uzak tutar,

iffeti korur.”

“Erkeklerin kadınlar üzerinde, kadınların da erkekler üzerinde hakları

vardır. Yalnız erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler.”

(Bakara/2: 228)

Page 115: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

üyesi sıfatıyla diğer iki sınıfa mensup insanlardan üstün kabul edilirdi. Köleler,

sahibinin malı olarak nesilden nesile intikal ederdi. Mevlalar (Mevali) ise hürler ve

köleler arasında bir sınıftı. Bunlar; sahiplerinin serbest bırakması veya anlaşma

yoluyla sahibine para ödemek gibi çeşitli yollarla hürriyetine kavuşmuş kimselerdi.

İslam toplumunda hicretten sonra Medine döneminde büyük ölçüde eşraf

anlamında “Ensar” , “Muhacir” , “Ehl-i Bedir” gibi yeni zümreler ortaya çıkmıştır ki,

bunların faziletlerine İslam’ın temel kaynaklarında deliller bulunmaktadır. Bu

noktada fazilet ölçüsü, cahiliye toplumundaki üstünlük telakkilerinden farklı olarak,

İslam’a hizmettir. Ensar ve Muhacir, Medine İslam toplumunu meydana getiren iki

kardeş sınıftır. Savaşlarda bunların sancakları ve komutanları ayrı olurdu. Ama bu

ayrılık iki toplumu birbirinden ayırmaz, üstelik iyice birbirine kaynaştırırdı.

Gayrimüslimler

İslam, Müslümanların oluşturduğu toplumda bu inancı paylaşmayanların

inanç hürriyetine, can ve mal güvenliğine sahip olarak yaşamalarına imkan

tanımıştır. Hz. Peygamber de bu imkanı gerçekleştirmiştir. Hicretten hemen sonra

Medine’de bulunan müşrik ve Yahudi toplumları ile bir sözleşme yaparak bu

uygulamanın ilk adımını atmıştır. Bu suretle birçok dini, kültürel gurubun bir arada

yaşamasını mümkün kılan bir yapı oluşturmuştur. Bununla beraber başşehir

dışında Hayber, Vadilkura, Fedek, Makna ve Teyma da Yahudiler; Eyle, Ezruh,

Dümetülcendel ve Necran’da Hıristiyanlar, ayrıca Hecer ve Bahreyn’de kısmen

Mecusiler oturuyordu. Buraların halkıyla yapılan anlaşmalar sayesinde

gayrimüslimler dini ve hukuki temele dayalı kültürel kimliklerini koruyarak İslam

toplumunun içinde yaşamaya devam etmişlerdir.

Hz. Peygamber, antlaşmalarda zimmilerin canlarını, mallarını, dinlerini, ayin

ve ibadetlerini, mabetlerini ve din adamlarını hukukun himayesi altına almıştır.

Müslümanlar dışında kalan ve daha çok Yahudiler, Hıristiyanlar, küçük azınlıklar

şeklinde de Sabiiler ve Mecusiler cizye vergisi ödeyen hür tebaa statüsünde

yaşıyorlar, bunlar “zimmi” diye adlandırılıyordu.

Page 116: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Page 117: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Değerlendirme

sorularını sistemde ilgili

ünite başlığı altında yer

alan “bölüm sonu testi”

bölümünde etkileşimli

olarak

cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Mekkeli muhâcirlerle Medineli ensârın birbiri ile kardeş yapılmasına ne

adı verilir?

a) Musâlaha

b) Muâhât

c) Muâhede

d) Mâmele

e) Mubâyaa

2. Medineli Müslümanlarla Medine’de oturan Yahudilerin vatandaşlık

antlaşmasına ne adı verilir?

a) Musâlaha

b) Muâhât

c) Muâhede

d) Mâmele

e) Mubâyaa

3. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu devlet

idaresinde izlediği ilkelerden değildir?

a) Meşrûiyet

b) Adâlet

c) İstişâre

d) Ahlâk

e) Menfaat

Page 118: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

4. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamber zamanındaki devletin

gelirlerinden değildir?

a) Rant

b) Ganimet

c) Zekât

d) Öşür

e) Cizye

5. Gayr-i Müslimlerin toprak mahsullerinden alınan verginin adı nedir?

a) Öşür

b) Cizye

c) Ganimet

d) Rant

e) Haraç

6. Zekâtın kimlere verileceği Kur’ân âyetiyle tesbit edilmiştir. İlgili âyete

göre aşağıdakilerden hangisine zekât verilmez?

a) Zekât toplama memurlarına

b) Yoksullara

c) Yolda kalanlara

d) Borçlulara

e) Zimmîlere

7. Hz. Peygamber döneminin askeri yapısı için aşağıdaki cümlelerden

hangisi yanlıştır?

a) Devamlı hazır bekleyen muvazzaf bir ordu vardı.

b) Savaşa katılacaklar savaş öncesi şehir dışında bir karargâhta

toplanırdı.

c) Her seferde orduya bir kılavuz tayin edilirdi.

d) Her seferde ayrı bir parola kullanılırdı.

e) Askerlerin belli bir üniforması yoktu.

Page 119: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

8. İslâm toplumunu meydana getiren Müslümanlardan hür olanlar ile köle

olanlar arasında kalan sınıfa ne ad verilirdi?

a) Ahrar

b) Câriye

c) Abd

d) Mevâli

e) Zimmî

9. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamber’in tayin ettiği valilerden değildir?

a) Attâb b. Esîd

b) Adiy b. Hâtem

c) Ebû Zerri’l-Ğifârî

d) Muhâcir b. Ebî Ümeyye

e) Ebû Mûsâ el-Eş’arî

10. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamber zamanında yahûdilerin

yaşadıkları şehirlerden değildir?

a) Hayber

b) Fedek

c) Teymâ

d) Hecer

e) Vâdilkurâ

Cevap Anahtarı

1 b, 2 c, 3 e, 4 a, 5 e, 6 e, 7 a, 8 d, 9 c, 10 d.

Page 120: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Ağırman, Mustafa. (1997). Hz. Muhammed (s.a.v.) Devrinde Mescid ve

Fonksiyonları. İstanbul.

Ağırman, Mustafa. (2006). “Asr-ı Saadette Ordu ve Savaş Stratejisi”. Asr-ı Saadette

İslam. III, 379-341. İstanbul.

Atar, Fahrettin. (1979). İslam Adliye Teşkilatı. Ankara.

Baltacı, Cahit. (2005). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul.

Canan, İbrahim. (1984). Medeniyet, Kültür ve Teknik. İstanbul.

Çelebi, Ahmed. (1976). İslam’da Eğitim-Öğretim Tarihi. (Çev. Ali Yardım). İstanbul.

Çubukçu, Asri. (1989). İslam Devletlerinde Devlet Teşkilatı ve İlmî Faaliyetler.

Erzurum: (Ders Notları)

Demirci, Mustafa. (2003). İslam’ın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi. İstanbul.

Ebu Halil, Şevki. (2005). İslam ve Dünya Medeniyetleri Tarihi. (Çev. Atik Aydın-

Abdulhadi Timurtaş). İstanbul.

Erkal, Mehmet. (1992). “Beytülmal”. DİA, VI, 90-94.

Erkal, Mehmet. (1993). “Cizye”. DİA, VIII, 42-45.

Erkal, Mehmet. (1996). “Ganimet”. DİA, XIII, 351-354.

Hamidullah, Muhammed. (1972). Hz. Peygamber’in Savaşları. (Çev. Salih Tuğ).

İstanbul.

Hamidullah, Muhammed. (1980). İslam Peygamberi, II. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul.

Hamidullah, Muhammed. (1981). İslam Müesseselerine Giriş. (Çev. İhsan Süreyya

Sırma). İstanbul.

Hitti, Philip K.. (1980). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, I-IV. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul.

Kallek, Cengiz. (1997). “Haraç”. DİA, XVI, 71-86.

Kayaoğlu, İsmet. (1980). İslam Kurumları Tarihi I. Ankara.

Kayaoğlu, İsmet. (1994). İslam Kurumları Tarihi II. Konya.

Kazıcı, Ziya. (1999). İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi. İstanbul.

Palabıyık, M. Hanefi. (2002). “Hz. Peygamber’in Devlet Kurma Faaliyeti (Tarihi

Arkaplan ve Tesri Açısından)”. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:

17, Erzurum, s. 99-126.

Salih, Suphi. (1981). İslam Mezhepleri ve Müesseseleri. (Çev. İbrahim Sarmış).

İstanbul.

Page 121: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

Sarıçam, İbrahim-Erşahin, Seyfettin. (2011). İslam Medeniyeti Tarihi. Ankara.

Terzi, M. Zeki. (1990). Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin Döneminde Askeri

Teşkilat. Samsun.

Yeniçeri, Celal. (1984). İslam’da Devlet Bütçesi. İstanbul.

Yeniçeri, Celal. (2000). Hz. Muhammed ve Yaşadığı Hayat. İstanbul.

Yılmaz, Hüseyin. (2006). Camilerin Eğitim Fonksiyonu. İstanbul.

Yiğit, İsmail. (2004). “Mevali”. DİA, XXIX, 424-426.

Page 122: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İÇİN

DEK

İLER

• Hilafet

• Hilafetin Şartları ve Hükümleri

• Halifenin Taşıması Gereken Şartlar

• Halifenin Seçimi, Azli ve Vazifeleri

• Raşit Halifelerin Kısa Tarihi

• Raşit Halifeler Döneminde Siyasi, İdari Yapı ve Kurumlar

• Raşit Halifeler Döneminde Kültür ve İlim Hayatı

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Hilafet ve özellikleri hakkında bilgi sahibi olabilecek,

• Halifeyi, halifenin görev ve yetkilerini bilecek,

• Raşit Halifeler dönemindeki idari, siyasi yapı ve kurumları anlayabilecek,

• Raşit Halifeler dönemindeki kültürel yapı ve ilmi faaliyetleri kavrayabileceksiniz.

ÜNİTE

6

HİLAFET VE RAŞİT HALİFELER DÖNEMİNDE

KURUMLAR VE KÜLTÜR

İSLAM KURUMLARI

ve

MEDENİYETİ

TARİHİ

Page 123: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Hilafet, “Peygambere

halef olarak, din ve

dünya işlerinde riyâset-i

âmme sıfatı ile ona

naiplik etmek” olup,

bunu yapan kimseye de

‘halife’ denir.

GİRİŞ

Hulefâ-yi Râşidîn dönemi 11/632 yılında vefat eden Hz. Peygamber’in yerine

geçen Hz. Ebu Bekir’le başlayıp Hz. Ali’nin 40/661 yılında vefatıyla veya Hz.

Hasan’ın Muaviye ile antlaşmasıyla (41/662) son bulmaktadır. Bu dönem tüm

İslam dinî ve ilmî geleneği için Asrı Saadet’ten sonraki en önemli dönemi ve süreci

ifade eder ve ümmet için özel bir anlamı haizdir. Bu yüzden Asrı Saadet kadar bu

dönemin de, her yönüyle çok iyi bilinmesi ve anlaşılıp anlamlandırılması

gerekmektedir.

Bu ünite, Raşid halifelerle başlayan Hilafet kurumu hakkındaki klasik

görüşlerin özetini vererek, ilgili yapıyı ve özelliklerini öğrenciye kısaca

hatırlatmaktadır. Daha sonra Raşid Halifeler dönemi özetlenerek, dönemlerindeki

siyasi ve idari yapı ile kültürel ve dinî ilimlerin durumu kısaca ele alınmaktadır.

HİLAFET

Lügat manası “bir kimsenin peşinden gelmek, ona halef olmak, onu temsil

etmek” olan ’hilafet’ kelimesi, ıstılahta muradifi olan ‘imamet’ (el-İmametü’l/ez-

Zeâmetü’l- Kübrâ/Uzma), terimleriyle birlikte, “Peygambere halef olarak, din ve

dünya işlerinde riyâset-i âmme sıfatı ile ona naiplik etmek” olup, bunu yapan

kimseye de ‘halife’ denir. Bu manasıyla, yani ‘İmâmü’l-Müslimin’ olarak halife

lakabı, ilk defa Hz. Ebu Bekir hakkında (Halifetu Resulillah) kullanılmıştır. ‘Emirü’l-

Mü’minin’ lakabı ise, ‘Halifetu Halifeti Resulillah’ yerine ilk olarak Hz. Ömer

hakkında kullanılmış, daha sonraki halifeler hakkında da aynen kullanılmaya devam

etmiştir.

Halifenin Seçimi

İlk halife Hz. Ebu Bekir’in seçimi hakkında muhtelif rivayetler arasında

müşterek olan hususları kısaca şöyle tespit edebiliriz: Hz. Muhammed vefat ettiği

gün (Hicretin 11. senesi 12 Rebiülevvel Pazartesi günü) tüm Müslümanlar Mescid-i

Nebi’de büyük bir teessür içindeydiler. Hz. Ali, Zübeyr, Talhâ ve Resulullah’ın diğer

yakın akrabalarından bazı Haşimîler, Fatıma’nın evinde toplanmış ve Arapların

geleneği üzere, cenazenin defin ve techiz işleriyle meşguldüler. Ensardan bazıları

ise hilâfet meselesini görüşmek üzere ‘Sa’ideoğulları’nın Çardağı’nda (Sakifetü Benî

Sâ’ide) toplanmış, Allah Resulu’nün yerine devletin başına kimin geçmesi

gerektiğini görüşüyorlardı. Bu arada Ensardan birkaç kişi bunu Hz. Ebu Bekir’e

bildirerek, duruma müdahil olmasını istediler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebu

Ubeyde b. Cerrah’la birlikte Sakife’ye geldi. O sırada Ensar, hasta olduğu için

örtülere sarılmış halde oraya getirilmiş bulunan Hazreçli Sa’d b. Ubade’nin

başkanlığına karar vermek üzereydiler. Hz. Ebu Bekir ve arkadaşları oraya

Page 124: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

İlk Halife Hz. Ebu

Bekir, Medine’de

Ashabın büyük

çoğunluğunun seçimi ile

halife olmuştur. Ona

bey’atı geciktiren Hz. Ali

ve diğer bazıları da,

daha sonra bey’at

etmişlerdir.

geldiklerinde tartışmalara müdahil oldular. Onlar İslam’a hizmetlerinden ve Allah

Resulu’nün Mekke’ye dönmeyip Medine’de kalmayı tercih etmesinden

bahsederek riyasetin kendi hakları olduklarını söylüyorlardı.

Bu konuşmayı dikkatle dinleyen Ebu Bekir, onların bu faziletlerini teslim

ederek söze başladı; Muhacirler hakkındaki Kur’ân ayetlerini de okudu ve bilhassa

günün siyasî şartları ve nüfuz politikasına dikkati çekerek, hilâfet meselesinin

bunlarla değerlendirilmesini istedi. Ebu Bekir, Arapların bu reislik işini (hilâfeti)

ancak KureyşIi birine tanıyacaklarını, onların Arapların nesep ve mevki bakımından

üstte olmalarının gözden uzak tutulmaması gerektiğini söyleyerek hilâfet için Ömer

veya Ebu Ubeyde’yi aday gösterdi. Ensardan Sabit b. Kays söz alarak, Muhacirlere

hitaben, Ebu Bekir’i bırakıp, Ömer veya Ebu Ubeyde’ye bey’at etmelerinin doğru

olmayacağını beyanla sözlerini bitirdi. Zaten onlar da, Ebu Bekir varken bunu kabul

etmeyeceklerini bildirdiler. Bundan sonraki konuşmalarda Ensardan Hubâb b.

Münzir, bir Ensardan bir de Muhacirlerden olmak üzere ‘iki emir’e bey’at edilmesi

teklifinde bulundu. Bu teklifin sebep olduğu şiddetli münakaşalar arasında, daha

sonra çokça tartışılan “İmamlar Kureyş’tendir” (el-Eimmetü min Kurayş) hadisinin

rivayet edildiği nakledilir. Rivayetlere göre, bu münakaşaların sonucundan

endişelenen Ömer ve Ebu Ubeyde, Ebu Bekir’e bey’at için hazırlanırlarken Beşir b.

Sa’d onların önüne geçerek ilk olarak kendisi bey’at etti. Orada bulunan Muhacirler

ve Ensar da bunlara uyarak bey’at ettiler. Bu hususî bey’atı, ertesi gün Medine

mescidinde yapılan umumî bey’at ta’kib etti ve Hz. Ebu Bekir, Medine’deki

Müslümanların büyük çoğunluğu ile ‘Müslümanların İlk Halifesi’ seçildi.

Ensardan Hazreclilerin halife adayları olan Sa’d b. Ubade, Ebu Bekir ve daha

sonra da Ömer’e bey’at etmemiş ve ölünceye kadar bu küskünlüğünü

sürdürmüştür. Hz. Ebu Bekir’in şahsiyeti ve takip ettiği siyaset, diğer muhalifleri

bey’ata razı etmişti. Hz. Ali, Talha, Zübeyr, Ebu Zerr ve Haşimilerin bey’atları

hakkındaki rivayetlerden birine göre Hz. Ali ve taraftarları ilk günde bey’at etmişler

ve Hz. Ali, Ebu Bekir hakkında, “Peygamber namazda onu imam tayin etti.

Resulullah’ın dinimize imam tayin ettiği kimsenin, dünya işlerimize de başkan

olmasına razı olduk ve onu (halife olarak) seçtik” demiştir. Daha sıhhatli olan diğer

rivayete göre ise Hz. Ali, bu seçimi bir oldu-bitti sayarak memnuniyetsizliğini açıkça

ifade etmekle birlikte, Ebu Bekir’in halife seçilmesinden altı ay sonra, Hz.

Fatıma’nın vefatını müteakip, Haşimoğulları ve diğer taraftarları ile birlikte bey’at

etmişlerdir.

Page 125: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Günümüzde

cumhurbaşkanı veya

başbakan olmak için

nasıl bir takım şartlar

aranıyorsa, Hilafet

makamına gelecekler

için de belli şartlar

aranmaktadır.

İLERİ OKUMALAR İÇİN

Halife seçimleri hakkında, M. Ali KAPAR’ın,“İslam’da Seçim Sistemi Bey’at”

(Beyan Yay., İstanbul 2003) adlı kitabını okuyabilirsiniz.

HİLAFETİN HÜKMÜ

Ehl-i Sünnet alimlerine göre, Hz. Peygamber’den sonra bir halifenin nasbı

vaciptir, farz-ı kifâyedir, şâri’ bu mükellefiyeti herhangi bir kimseye yüklemez, fakat

cemaat halinde bütün Müslümanları mükellef tutar. Sahabe ve Tabiinin halife

nasbındaki ittifakı buna delildir. Çünkü Hz. Peygamber’in vefat ettiği gün sahabe

çarçabuk Ebu Bekir’e bey’at ederek bir halife seçtiler. Bundan sonrada hep böyle

devam etti. Müslümanlar bu vecibeyi yerine getirmezlerse günahkâr olurlar.

Müslümanların mükellef oldukları dini vecibelerin ifası, ümmetin huzur ve saadeti

bir halifenin varlığı ile mümkündür. Bir halife bulunmazsa Müslümanların emniyeti

ve asayişi demek olan emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker vazifeleri ifa

olunamaz.

Bazı alimler ve bazı mezhepler imam nasb etmenin vacip olmadığı

kanaatindedirler; Bazı Mutezile ve Hariciler bu görüştedirler. Bunlara göre vacip

olan, şer’i hükümlerin yerine getirilmesidir. Ümmet adaletin ve Allah’ın

hükümlerinin yerine getirilmesinde ittifak ederse imama hacet kalmaz; böyle

olunca imam nasbı da vacip olmaz.

HALİFENİN TAŞIMASI GEREKEN ŞARTLAR

Bu şartlar klasik eserlerimizde detaylandırılmakla beraber, burada özetle

saymak istiyoruz. Bununla birlikte bu şartların sonradan belirlenen şartlar

olduğunu da ifade etmek gerekir:

Erkek olmak,

Baliğ olmak,

Akıllı olmak,

Gözü sağlıklı olmak,

Kulağı sağlıklı olmak,

Kol ve bacakları sağlıklı olmak,

Konuşma yeteneği olmak,

Hür olmak,

Page 126: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Geleneksel anlayışa göre halife üç yolla hilafete

gelebilir:

Seçim (İntihab) Usulü

Tayin (Nasb=Atama) Usulü

Hilâfeti zorla ele geçirmek (Gasb veya İstilâ) Usulü

Müslüman olmak,

Adil olmak,

Şecaatli ve cesur olmak,

Müçtehit olmak,

İsabetli görüş sahibi olmak,

Nesepçe Kureyş’ten olmak.

Bu şartlarda tüm İslam mezhepleri arasında olduğu gibi, Ehl-i Sünnet alimleri

arasında da ittifakın olmadığını belirtmek istiyoruz.

HALİFENİN TAYİNİ

Halifenin tayin yolu ve hilafet makamının doldurulması için üç esas kabul

edilmiştir. Bu esasların her birinin de birtakım hükümleri vardır.

Seçim (İntihab) Usulü: Ehlü’l-hal ve’l-akd denen adil, halife adaylarının

durumunu iyi bilen, bunlar arasında en layığını seçebilecek kabiliyetteki

seçkin topluluğun, hilafet şartlarını kendisinde toplayan birini seçmeleri ve

her birinin onun hilafetine rızalarını göstermeleri, yani bey’at etmeleridir.

Halife seçimine gidilebilmesi için:

Önceki halifenin, kendisinden sonraki halifeyi seçmeden ölmüş olması

Önceki halifenin, hilâfetten ayrılmayı gerektiren sebeplerle istifa etmesi

veya ehlü’l-hal ve’l-akd tarafından azledilmiş olması lazımdır.

Bu seçimin sıhhati için; 1. Bey’at edilecek kimse de, yukarda saydığımız

halifede aranacak vasıfların bulunması, 2. Hilafet akdini yapacak olanların, yani

halifeyi seçecek olan ehlü’l-hal ve’l-akd alimler, devlet erkânı ve halkın ileri

gelenlerinin hazır olmaları, 3. Bey’at olunan kimsenin, hilafeti kabul etmesi, 4.

Bey’at eden ve hilafet akdini yapan bir kişi ise, bunun şahitleri olması, 5. Bey’atın

bir kişi için olması, gerekmektedir.

Tayin (Nasb=Atama) Usulü: Mevcut halifenin hilafet şartlarını taşıyan bir

kimseyi, kendisinden sonra halife olmak üzere tayin etmesi ve ehlü’l-hâl ve’l-

akd’dan söz almasıdır. Halife ölünce, kendisi için söz alınan kimse halife olur.

Hilâfeti zorla ele geçirmek (Gasb veya İstilâ) Usulü: Halife ölünce hilafet

şartlarını kendinde toplayan bir kimse, önceki halife tarafından tayin

edilmeden, ehlü’l-hâl ve’l-akd’ın bey’atını da almaksızın bu makamı silah

zoruyla veya başka yollarla ele geçirirse, bunun hilafeti de sahih sayılmıştır.

Page 127: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

HALİFENİN VAZİFELERİ

Dinin aslî şekliyle korunması,

İslam ülkesinde emniyetin sağlanması,

Sınırların tahkimi ve korunması,

İslam düşmanlarına karşı cihat edilmesi,

Hükümlerin tenfizi ve kardeşliğin tesisi yani hak ve hukuka riayetle adaleti

tevzi etmek, kanunlara riayeti sağlamak, cezaları infaz ederek zalimi

kötülüklerden sakındırmak, mazlum ve mağdurun hakkını korumak,

Devlet idaresine emin ve ehliyetli kimselerin getirilmesi,

Zekât, ganimet, fey’ ve haracın toplanması,

Ordunun ve devlet memurlarının maaşlarının takdiri,

Devlet işlerinin bizzat takibi.

Halkın Halifeye Karşı Vecibeleri

Halifenin, halka (raiyyeye) karşı mükellefiyetleri yanında, halkın da halifeye

karşı bazı mükellefiyetleri vardır:

İtaat etmek,

Düşmanla cihad ve din işlerinde yardımına koşmak,

Zekatını (vergisini) vermek.

Halifenin Azlini Gerektiren Haller

Bunlar Halifede iradi veya gayri iradi vaki olabilecek bazı ahlâki zaaflar veya

fiziki eksikliklerdir:

Yaşlılık veya hastalık sebebiyle uhdesindeki vazifeleri yerine getirememesi

halinde, kendiliğinden istifa etmesi,

Ahlâkî zaaf sayılabilecek hallerin ve fısk alametlerinin görülmesi üzerine,

ehlü’l-hal ve’l-akd tarafından hal’ edilmesi,

Aklî melekelerini kaybetmesi halinde, azlolunması,

Körlük, sağırlık ve dilsizlik gibi iş yapmaya mani sakatlıkların zuhuru da

azledilmesine sebeptir.

İki el veya iki ayağının yokluğu gibi rahat hareket etmeğe mani hallerde de

halife vazifesinden ayrılır.

Page 128: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Raşid Halifeler (Hulefâ-yi Râşidîn), Hz. Ebubekir

(11-13/632-634), Hz. Ömer (13-23/634-644), Hz. Osman (23-35/644-

656), Hz. Ali (35-40/656-661) ve Hz.

Hasan (40-41/661-662) devrini kapsamaktadır.

Halifenin düşmana veya asilere esir düşmesi, kurtuluş ümidi bulunmaması ve

kaybolması halinde, ortaya çıkan tasarruf imkansızlığı veya noksanlığı

nedeniyle, ehlü’l-hal ve’l-akd başkasını halife seçer ve ona bey’at edilir.

HİLAFETİN TARİHÇESİ

Hilafetin tarihçesinden kastettiğimiz, ilk halifenin seçiminden sonraki süreçtir

ve bu süreç, Hz. Ebu Bekir’le başlayıp, Osmanlı Devleti’nin son hükümdar-halifesi

Vahdeddin’e kadar devam etmektedir. Dolayısıyla ‘hilafetin tarihi veya halifeler

tarihi’ denince herhangi bir ayrıma girmeden bu süreci gözetmek gerekmektedir.

Ancak geleneksel olarak bu süreç, ‘Hanedanların Tarihi’ olarak algılanmakta ve

buna uygun olarak da çeşitli tasnifler yapılmaktadır. Bütün bu tasniflere göre de,

unutulmaması gereken husus, her halükarda halifelerin tarihinin izlenebileceğidir.

Bu tasniflerden biri de genelde çalışmalarımızda benimsediğimiz biçim olup, şu

şekildedir:

Raşid Halifeler Devri

Emeviler Devri

Abbasiler devri

Müstakil İslam Devletleri Devri (Bu dönemde çok sayıda devletler ve

hanedanlar ortaya çıkmış, halifenin tesiri azalmış; ancak halifelik,

Osmanlılara intikaline kadar resmen Abbasilerde olmuştur.)

Raşid Halifeler (Hulefâ-yi Râşidîn), Hz. Ebubekir (11-13/632-634), Hz. Ömer

(13-23/634-644), Hz. Osman (23-35/644-656), Hz. Ali (35-40/656-661) ve Hz. Hasan

(40-41/661-662) devri ve tarihlerini kapsamaktadır. Şimdi bu dönemleri kısaca

görelim.

HZ. EBU BEKİR (11-13/632-634) DEVRİ

Hulefâ-yi Râşidîn devri devlet teşkilatında ilk ve en önemli vazife hilafet, ilk

halife de Hz. Ebu Bekir b. Ebî Kuhâfe’dir. Ka’b b. Sa’d b. Teym b. Mürre ailesinden

olan Ebu Bekir’e Hz. Peygamber tarafından ‘Atîk’ lakabı verilmiştir. Diğer bir lakabı

da ‘es-Sıddîk’tır.

Hicretin 11. yılı 12 Rebiülevvel Pazartesi günü halife seçilmiştir. Hilafeti,

Hicretin 13. yılı 9 Cumadelahire Cuma gününe kadar, iki yıl dört ay beş gün sürmüş

ve Hz. Peygamber’in yanına defnedilmiştir. Abdullah, Abdurrahman ve Muhammed

adlarında üç oğlu, Aişe (Hz. Peygamber’in hanımı ve Abdurrahman’ın öz bacısı) ve

Esmâ (Abdullah’ın öz bacısı) adlı iki kızı vardı; üçüncü kızı Ümmü Gülsüm ise

vefatından sonra doğmuştur.

Page 129: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Kısa süren hilafeti esnasında çok büyük gailelerle uğraştı. Resulullah’ın

hazırladığı, fakat vefatı dolayısıyla beklemekte olan Üsame ordusunu, Hz.

Peygamber’in defnini müteakib bizzat Suriye seferine uğurladı. Kureyş ve Sakif

kabileleri dışında irtidad eden Benu Âmir, Hevazin, Süleym, Bahreyn, Uman,

Mehre, Yemen, Hadramevt ve Kinde gibi Arap kabilelerini bir yıldan az bir zamanda

itaat altına aldı.

Hz. Muhammed’in sağlığında, San’â’da nübüvvet iddiasıyla ortaya çıkan el-

Esvedü’l-Ansî mağlup ve katledildi. Sahte peygamberlerin ikincisi Tuleyha b.

Huveylid 9/630 yılında Müslüman olmuş, 10/631 yılında irtidat etmiş, Hz.

Peygamber’in hastalığı sırasında da peygamberlik iddiasına kalkışmıştı. Hz. Ebu

Bekir, Tuleyha ve taraftarlarıyla yaptığı uzun mücadelelerden sonra Tuleyha Şam’a

gitti ve Gassanlılardan Cefne Oğullarına sığındı. İslam tarihindeki üçüncü yalancı

peygamber Secâh bt. el-Haris adlı kahine bir kadın da Hz. Ebu Bekir’i epeyce

meşgul etmiş ve neticede Müslümanlığı kabul etmiştir. Hz. Peygamber’in son

zamanlarında Necid’in güney-doğusunda ve Bahreyn’in batısında bulunan

Yemame’de, Müseyleme (el-Kezzâb) adlı biri, nübüvvet iddiasıyla ortaya çıkmış ve

etrafına birçok taraftar toplamıştı. Bu yalancı, Hz. Ebu Bekir’in hilafeti zamanında

faaliyetlerini daha da hızlandırmış, halkın gözünü boyayan hokkabazlıklarla İslam

halifesini uzun müddet meşgul etmişti. Neticede Müseyleme öldürülmüş kabilesi

Benu Hanifeliler yeniden itaat altına alınmıştır.

Müseyleme ile mücadelede İslam ordusunun komutanlarından biri olan

Halid b. Velid, bu gailenin neticelenmesinden sonra Irak’ta Hireliler üzerine yürüdü

ve onları cizyeye bağladı, el-Enbâr ve Aynü’t-Temr’i fethetti. Oradan Dumetü’l-

Cendel’e yönelerek emir Ukeydir el-Cendel’i öldürdü. 13/634 yılında, büyük bir

Bizans ordusuna karşı Yermük’te zafer kazanıldı ve Suriye kapıları İslam ordularına

açılırken, Busrâ fethedildi.

Hz. Ebu Bekir zamanının önemli işlerinden biri de Kur’ân’ın toplanmasıdır.

Müseyleme ile yapılan çetin savaşlarda çok sayıda ‘Kurrâ’ şehit olunca, Hz. Ebu

Bekir, Hz. Ömer’in teşvikiyle, Hz. Ali ve diğer ashab ile müşavere ederek Kur’ân’ın

toplanmasına karar verdi. Bu iş için, Hz. Peygamber’e vahiy kâtipliği yapmış olan

Zeyd b. Sabit başkanlığında bir heyeti vazifelendirdi. Esasen Resulullah zamanında

Kur’ân’ın tamamı zaten yazıya geçirilmişti. Ancak Zeyd, gereği gibi araştırıp

çalışarak halkın elinde Kur’ân’ın yazılı bulunduğu hurma lifleri, derileri, tahtaları,

ince taş ve levhaları ile hafızların ezberlerindeki metinleri toplayarak onları

Resulullah’ın metnine şahit kılmış, bunu tüm halka da mal ve kabul ettirerek, bu

metni mushaf haline getirmiştir.

Hz. Ebu. Bekir’in Valileri

Hz. Peygamber zamanında gördüğümüz devlet yapısı ve devlet teşkilatını,

hemen hiçbir değişikliğe uğramadan aynen Hz. Ebu Bekir zamanında da

Page 130: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Hz. Ebu Bekir devrinin

en önemli olayları:

İç isyanların (Ridde)

bastırılması

Devletin istikrarının

ve yapısının

korunması

Hz. Peygamber

zamanında tamamı

yazıya geçirilen

Kur’an-ı Kerim’in, iki

kapak arasına

toplanması.

görmekteyiz. Devlet yeni kurulmakta ve henüz mükemmel bir kurumlaşma

görülmemektedir. Fethedilen yerlere bazı görevliler gönderilirken, çoklarına birkaç

vazife birden verilmektedir. Bunlar o bölgenin valisi, komutanı, hâkimi (kadı), vergi

memuru (âmil), imam ve muallimi idiler.

Hz. Ebu Bekir zamanında bahsettiğimiz çeşitli hizmetleri gören muhtelif

bölgelere atanmış bazı devlet temsilcileri şunlardı:

Taif valisi olan Osman b. Ebi’l-As, Hz. Muhammed tarafından tayin edilmişti.

Mekke’de de Hz. Muhammed’in tayin ettiği Attab b. Esîd vali idi.

Hz. Peygamberin San’a valiliğine tayin ettiği Kays b. Abdi Yeğus el-Muradî,

Hz.Ebu Bekir tarafından değiştirildi ve yerine Feyrûz ed-Deylemî gönderildi.

Yemen’de vuku bulan ridde hadiselerinde, San’a’ya el-Muhacir b. Ebî

Umeyye ve İkrime b. Ebî Cehil komutan olarak vazifelendirildiler.

Hadramevt valisi, Ziyad b. Lebîd el-Ensarî; Havlan valisi Ya’lâ b. Münye; Zebid

ve Rima’a valisi, Ebu Musa el-Eş’ari; Cened valisi, Mu’az b. Cebel; Necrân

valisi, Cerir b. Abdillah; Cüreş valisi, Abdullah b. Sevr; Bahreyn valisi, el-A’lâ

b. el-Hadramî; Dumetü’l-Cendel valisi, İyaz b. Ganm idiler.

Şam bölgesi henüz İslam devletine katılmamıştı. Oradaki orduların başında

Ebu Ubeyde, Şurahbil, Yezid ve Amr komutan idiler. Başkomutan Halid b.

Velid idi. Fethedilen yerlerin idaresi fetheden komutanlara aitti.

Hz. Ebu. Bekir’in Kadıları

Hz. Ebu Bekir halife olarak bizzat bazı hukukî ve cezaî davalara bakıyor, bazı

ihtilafları çözüyordu. Bir katil olayı, bir hırsızlık olayı ve bir zina davasını hükme

bağlamıştır. Ebu Bekir davalarda güç durumda kalırsa, aynı zamanda müftileri olan

Ömer, Ali, Abdurrahman b. Avf, Muaz, Übey b. Ka’b ve Zeyd b. Sabit gibi alim

sahabeye sorardı. Medine kadılığına Ömer’i tayin etti. Ömer bu görevde bir yıl

kaldığı halde kendisine hiç dava gelmemiştir. Vilayetlere kaza vazifesi için (Bahreyn

hâkimi Enes b. Malik hariç) hususi memurlar, hâkimler tayin edilmemiş olsa da, bu

vazifeyi her vilayetin valileri yerine getirmekteydiler.

Ebu Ubeyde, beytülmal sorumlusuydu.

Ali b. Ebî Talib, Zeyd b. Sabit ve Osman b. Affan katiplik (kitabet) vazifesini

yürütüyorlardı.

HZ. ÖMER’İN HİLAFETİ (13-23/634-644)

Ömer b. el-Hattab b. Nufeyl b. Abdi’l-Uzzâ, Ebu Bekir vefat ettiği gün, onun

tayini ve sahabenin bu tayine rıza ve bey’atı ile halife oldu.

Page 131: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Hz. Ömer devrinin en

önemli olayları:

Fetihler

Devletin yapısında

yenileşme ve ilaveler

Divanların teşkili.

Hz. Ömer’in hilâfet yılları, İslam devletinin büyük fetihlerle gelişip yayıldığı

yıllarıdır. Ömer devleti teşkilatlandırmış, yeni müesseseler kurmuştur. Bu teşkilat

ve müesseselere gelmeden önce, kısaca Ömer zamanındaki fütuhat ve önemli

olaylara tarih sırasıyla işaret edelim:

14/635 yılında Dımaşk, Hıms, Ba’lebek, Busra fethedildi, Basra şehrinin

inşasına başlandı. 15/636 yılında Ürdün tamamen alındı, Yermuk ve Kadisiyye

zaferleri kazanıldı. Kufe şehri inşa edildi. Divanlar kurularak Müslümanlara

hizmetleri ve derecelerine göre maaş bağlandı. 16/637 yılında, Ehvâz ve Medâin

şehirleri fethedildi, Celulâ harbi kazanıldı. İran meliki Yezdicerd hezimete uğratıldı,

Tikrit fethedildi. Kudüs bizzat Halife tarafından alındı. Kınnisrin, Halep, Antakya ve

Menbic şehirleri fethedildi. Hz. Muhammed’in Mekke’den, Medine’ye hicreti

takvim başlangıcı kabul edildi. Resmi yazılarda gün, ay ve seneyi gösteren tarih

kullanılmaya başladı. Halid b. Velid başkomutanlıktan azledildi. 17/638 yılında da

Mescid-i Nebevi genişletildi. Şam’da Ta’un salgınında Ebu Ubeyde, Mu’az b. Cebel

ve 25.000 kişi öldü. Basra’da da felaket aynı büyüklükte idi. Şam’da çıkan bu veba

salgını sırasında Hz. Ömer Şam’a gitmek için yola çıkmışken, oradaki veba salgını

haberiyle geri döndü. 18/639 yılında Cündişabur, Hulvan (Irak’ta), Ruha (Urfa),

Sümeysat, Harran ve Nusaybin ile el-Cezire’nin (Dicle ile Fırat arasındaki şehirler)

bir kısmı, Musul ve civarı fethedildi. Medine’de büyük kıtlık oldu. Mısır’dan buraya

erzak gönderildi. 19/640 yılında Kaysariyye (Suriye) alındı. 20/640 yılında Mısır ve

Tüster fethedildi. 21/641 yılında İskenderiye, Nihavend, Berke alındı. Halid b. Velid

vefat etti ve Hıms’da defnedildi. 22/642 yılında Azarbeycan, Dinever, Hemedan,

Trablus ve Rey fethedildi. 23/643 yılında Kirman, Sicistan ve İsfehan civarı

fethedildi. Bu yılın sonunda Zilhicce ayında Hz. Ömer şehid edildi ve Mescid-i

Nebi’nin yanında Hz. Peygamber ile Hz. Ebu Bekir’in yanına defnedildi.

Hz. Ömer Zamanında Devlet Teşkilatı

Fetihlerle büyüyen İslam ülkesinde idari taksimat, vilayetler ve bunlara bağlı

daha küçük idari merkezler halinde idi. Her vilayette vali, kâtip, divan katibi (askeri

idare katibi), Sahibu’l- harac, Şurta, Sahibu’l- beytilmal ve kadı gibi memurlar vardı.

Hz. Ömer’in on yıllık hilafeti boyunca bu memuriyetlerde epeyce değişiklikler

olduğundan, sadece onun vefatı sırasında vazifeleri bulunan valileri ve diğer

memuriyetleri vermeyi uygun bulmaktayız:

Hz. Ömer’in Valileri

Mekke’de Nafi b. Abdilharis el-Huzâî; Taif’te Süfyan b. Abdillah es-Sakafi;

San’a’da Ya’la b. Münye; Cened’de Abdullah b. Ebî Rebi’a; Kufe’de Muğire b. Şu’be;

Basra’da Ebu Musa el-Eş‘arî; Mısır’da Amr b. el-As; Hıms’da Amir b. Sa’d; Dımışk’ta

Muaviye b. Ebî Sufyan; Bahreyn’de Osman b. Ebi’l-As es-Sakafi.

Page 132: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Kaza Teşkilatı ve Kadıları

Hilafeti müddetince büyük fetihlerle İslam devletinin sınırlarını çok genişletip

devleti büyüten Halife Ömer,kaza teşkilatı gibi birçok teşkilat ve müessesenin de

kurucusu olmuştur. Ömer, Hz. Muhammed ve Ebu Bekir zamanlarında, ekseriye bir

kişinin uhdesinde bulunan muhtelif devlet görevlerini müstakil memuriyetler haline

getirmeye başlamıştır.Bilhassa kaza müessesesinin istiklâline önem vererek kaza ve

icra kuvvetlerini ayırmıştır. Her tarafta kadılar tarafından idare edilen mahkemeler

kurmuş,ilk defa yeni kurulan Kufe ve Basra şehirlerine de müstakil hâkimler tayin

etmiştir.

Hâkimlerin takip etmeleri gereken usûl ve prensipler bizzat halife tarafından

Ebu Musa el-Eş’ari’ye gönderdiği bir talimatnamede vaz’ edilmiştir.

Kufe kadısı Şureyh, Hz. Ömer zamanında aylık 100 dirhem; Basra vali ve

kadısı Ebû Musa el-Eş’ari, senelik bir milyon dirhem; Şureyh’ten önceki Kufe kadısı

Selman b. Rabia aylık 500 dirhem alıyordu. Hz. Ömer, hâkimliğe zengin ve nüfuzlu

olanları tayin eder ve hâkimler başka işlerle meşgul olamazlardı. Her şehirde bir

veya birkaç hâkim bulunurdu.

Gayrimüslimler davalarını kendi kanunlarına göre hallederler veya isterlerse

Müslüman hâkimler de davalarına bakarlardı. Ömer, davaların çözümünde kolaylık

sağlamak ve hükümlerin sıhhatini temin etmek için bir de ‘bilirkişi’ kurumu ihdas

etmişti.

Camiler mahkeme binası olarak kullanıldığı gibi, hususî binalar da yapılmıştı.

Çok geniş İslam ülkesinde kaza vazifesini yürütmekte olan kadıların hepsinin

ismini tespit etmek mümkün olmamakla birlikte, valilerin ve komutanların

bulundukları ve fethetmekte oldukları bölgelerin aynı zamanda kadılıklarını

yaptıklarını nazar-ı itibara alarak, hiç bir yerin kadısız kalmadığını söyleyebiliriz.

İsimlerini tespit edebildiğimiz kadılar ve hizmet yerleri şöyledir:

Medine’de kendisiyle beraber Zeyd b. Sabit; Basra’da Ka’b b. Sûrel-Ezdi;

Filistin’de Ubade b. Sâmit; Kûfe’de, Abdullah b. Mes’ud ve 19/640 yılından itibaren

Kadı Şureyh (Bu zat Kufe’de 60 yıl kadılık etti) kadı idiler. Şam’da bulunan bir askeri

birliğe ‘cünd kadısı’ (asker kadısı) olarak da Ebu’d-Derda tayin edilmişti. Böylece bir

de ‘kâdı-askerlik’ diye bir vazife ihdas edilmiş oldu.

Ali b. Ebî Talib, Cemil b. Muammer, Selman b. Rab’ia el-Bahili, önce Kufe,

daha sonra Medain ve Kadisiye kadılıklarında; Ebu Kurra, el-Kindî, Urve b.İyad, Kufe

kadılığında; Abdullah b. Mes’ud, Kufe kadısı, beytülmal memuru idi. Ka’b b. Yessar

el-Mahzumî (Mısır’ın fethinden sonra vali Amr b. el-As’a yazarak bu zatı oraya vali

tayin ettirdi), Kays b. Ebi’l-As es-Sehmî (Amr b. el-As tarafından Mısır’a kadı tayin

edildi) ve İmran b. el-Husayn gibi zatlar da kadılık yapmışlardı. Kadisiye’deki İslam

ordusuna gönderilen doktor, kâtip, tercüman, öncü gibi görevliler arasında kadı

Page 133: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Hz. Ömer zamanında

oluşturulan ve

geliştirilen kurumlar

arasında en önemlisi

adliye teşkilatı ve ilgili

birimleridir.

(kadı’l-asker) olarak da Abdurrahman b. Rabia el-Bahili vardı. Ebu Hureyre’nin

Bahreyn’de valilik yaptığı rivayeti de vardır.

Hz. Ömer hac mevsiminde Mekke’de bir temyiz mahkemesi kurarak kadıların

hükümleri hakkındaki itirazları dinliyor ve hadiseyi yeniden tetkik ediyordu. O,

hâkimler tarafından verilen ölüm cezalarının kendi tahkikinden geçmeden infaz

edilmeyeceğini bildirmişti.

Fetva Teşkilatı

İslam’ın ilk devirlerinde teşekkül eden ve kaza teşkilatına önemli yardımları

olan bir müessesedir. Hz. Peygamber hem kadı hem müfti idi. Bu müessese Hz.

Ömer zamanında tanzim edilmiş ve bazı esaslara bağlanmıştır. Fetihlerin genişliği

ve Müslüman sayısının artmasıyla fetvaya olan ihtiyaç da artmaktaydı. Buna

rağmen Ömer, herkesin fetva vermesini istemezdi. Ali, Osman, Muaz, Abdurrahman

b. Avf, Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sabit, Ebu Hüreyre, Ebu’d-Derdâ fetva salahiyeti olan

meşhur isimlerdi. Kendiliğinden fetva verenler, gerektiğinde imtihan edilir ve

fetvadan menedilebilirlerdi. Fetva salahiyeti olanların isimleri halka duyurulurdu.

Şurta (Polis)

Her ne kadar güvenlik görevlileri Hz. Peygamber zamanından itibaren

görülmeye başlamışsa da, Şurtanın teşkilatlandırılması ve geliştirilmesinin Hz.

Ömer’e ait bir hadise olduğunu belirtmelidir.

Hz. Ömer, suçluları takip, cezaları tatbik için hususi bir daire teşkil etmişti.

Zina ve hırsızlık gibi cürümlere hâkimler bakarlar, ilk araştırma ise, ‘Ahdas’ veya

‘Şurta’ adı verilen güvenlik görevlileri tarafından yürütülür, cezalar da onlar

tarafından infaz olunurdu. Şurta idaresi kazaya bağlı bir kuruluştu.

Hisbe (İhtisab)

Bir hukuk müessesesi olarak ‘hisbe’, “devlet reisliğince hükmedileni icrâ, ona

muhalif düşeni men’, ma’rufu emir ve münkeri nehy bakımından takarrür edeni

tenfiz suretiyle şehir halkının işlerini gece ve gündüz murakabe etmektir.”

Hz. Peygamber zamanından itibaren şurta ve hisbenin işleri ve salahiyetleri

birbirine benzediği ve bazen bir kişiye birkaç iş birden verildiği için, Ebu Bekir

zamanında ‘ases’ diye vazifelendirilen Abdullah b. Mes’ud’u aynı zamanda

muhtesib olarak da zikredebiliriz.

Hz. Ömer ise bu vazifeyi kendisi, kölesi Eslem ve Abdurrahman b. Avf ile

birlikte bizzat yapar ve çok kez çarşı ve pazarları gezerken ölçü ve tartıları da

kontrol ederdi. Devesine ağır yük vuran bir adamı ve sattığı gıda maddelerini

sokağa serip yolu kapayan bir tüccarı te’dip ettiği rivayet edilir.

Page 134: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Hz. Ömer’in Abdullah b. Utbe’yi ve Saib b. Yezid’i çarşı ve pazarları kontrol

için muhtesib olarak tayin ettiği rivayet edilir. Şifâ bt. Abdillah adlı bir kadın da Hz.

Peygamber zamanında olduğu gibi, Medine’de hisbe vazifesini yürütüyordu. Semra

bt. Nuheyk’in de bu vazifeye tayin edildiği rivayet edilmektedir.

İhtisab işlerinin önemi bakmandan bazı tedbirler alınmış ve buna göre

birtakım esaslar benimsenmişti. Muhtesibin, 1. Satıcıların müşterileri aldatmalarını,

bir şeyi eksik tartıp satmalarını, 2. Bir kimsenin umuma ait yolları, sokakları kendi

mülküne ilhak etmesini, 3. Hayvanlara güçlerinin üstünde yük yüklenmesini, 4. Bir

kimsenin içki içmek ve kumar oynamak gibi münkerat işlemesini, engellemek gibi

vazifeleri vardı.

Erkeklerin kadınlarla birlikte tavaf etmelerini de yasaklamıştı.

Medine dışındaki vilayetlerde bu memuriyetin varlığı hakkında sarih bilgimiz

yoktur. Ancak hukuki bir müessese, önemli bir amme hizmeti ve hilafet merkezinde

de tatbikatı bulunan bu kurumun, diğer vilayetlerde de aynı işlerin tedvir ve icrası

için bulunmasının muhtemel olduğunu düşünmekteyiz.

Hapishaneler

Hz. Peygamber zamanında çok az ihtiyaç duyulmuş ve hapishane olarak

mescitten ve evlerden istifade edilmiştir. Hz. Ömer, müstakil hapishanelere ihtiyaç

duymuş olacak ki, Saffan b. Umeyye’nin evini 4.000 dirheme satın alıp orayı

hapishane olarak kullanmıştır. Kadı Şureyh (Kufe’de), borçlarını vermeyenleri

hapse mahkum etmiş ve muhtemelen bu cezayı camide tenfiz etmişti. Basra’da

Daru’l-İmare denilen yerde hapishane vardı.

Sürgün cezası da ilk defa Hz. Peygamber zamanında tatbik edilmiş ve Hz.

Ömer’de buna binaen sürgün cezası vermiştir.

Beytülmal

Bu müessese, kuruluşu itibariyle en eski ve fonksiyonu bakımından en

mühim müessesedir. Unsurları hakkında çok sayıda ayet ve hadis vardır. Hz. Ebu.

Bekir zamanında bir değişiklik olmadan aynen Peygamber zamanında olduğu

şekliyle korunmuş, fazlaca ihtiyaç olmamakla beraber bu hizmetler için bir mekân

bile tahsis edilmiştir.

Beytülmal müessesesi Hz. Ömer zamanında gelişip teşkilatlanmıştır.

Vilayetlerden merkeze gelen gelirler, ganimetler gibi taksim edilip dağıtılmayınca

çoğalarak Ebu Bekir’in tahsis ettiği binada toplanmıştır. Burada toplanan bu

varidat, bir deftere kaydedilerek sarfiyattan fazlasının burada muhafazası usulü

getirilmiştir. İdarenin başına Abdullah b. Erkam ve iki yardımcı tayin edilmiştir.

Page 135: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Hz. Osman devrinin en

önemli olayları:

Fetihler

Kur’ân-ı Kerim’in

çoğaltılması

İlk altı yılda gelişen

zenginlik ve

istikrarın bozulmaya

başlaması

Vilayetlerde de beytülmal daireleri kuruldu. Halid b. Hares Isfahan ve

Abdullah b. Mes’ud Kufe beytülmal teşkilatlarının idaresine tayin edildiler. Sağlam

binalar yapılarak beytülmal hizmetlerine tahsis edildi.

Vilayetlerde toplanan vergi, ganimet vs. gibi gelirlerden, gerekli meblağ

mahalli ihtiyaçlar için mahalli beytülmale ayrıldıktan sonra, geri kalan her sene

sonunda merkeze gönderilirdi.

HZ. OSMAN’IN HİLAFETİ (23-35/644-656)

Hz. Ömer vefatından önce, halifeyi seçmesi için Abdurrahman b. Avf’ın

başkanlığında altı kişilik bir şura seçmişti. Bunlar Ali, Osman, Abdurrahman b. Avf,

Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeydillah, Sa’d b. Ebî Vakkas ve seçilmeyip sadece

seçimi kolaylaştırması kaydıyla oğlu Abdullah’tan ibaretti. Aralarında iki gün süren

münakaşadan sonra Abdurrahman b. Avf’ın gayretleriyle Hz. Osman’ın hilafetine

karar verildi ve mescidde yapılan bey’atla 23/644 yılının Muharrem ayında üçüncü

halife seçilmiş oldu.

Hz. Muhammed’in iki kızı Rukiyye ve Ümmü Gülsüm ile evlendiği İçin

‘Zünnureyn’ diye lakablanan Osman b. Affan b. Ebi’l-As b. Umeyye b. Abdişems b.

Abdi Menâf, bu makamda 12 yıl kaldı. 35/656 yılının Zilhiccesinde öldürüldü.

Hz. Osman’ın hilafeti zamanında İskenderiye, Ermeniyye (25/645), Kuzey

Afrika (27/647), Kıbrıs (28/648), Fâris (29/649), Taberistan (30/650), Kirman,

Sicistan, Nişabur, Herat ve Horasan’ın kalan kısımları (31/651) fethedildi.

Hz. Ömer zamanında Müslümanların önünden kaçıp Türk ülkelerine sığınan

İran hükümdarı Yezdicerd öldürüldü (31/651) ve Kostantiniyye’ye (İstanbul) üç yıl

üst üste sefer yapıldı.

Hilafetinin önemli hadiselerinden biri, Kur’ân’ın okunuşundaki (Kırâatü’l-

Kur’ân) ihtilafların giderilmesidir (30/650). Huzeyfe’nin (el-Yemâni) anlattığına

göre, Ermeniyye’nin fethi sırasında, orada bulunan Iraklılar ve Suriyeliler,

kıraatlarındaki farklılık dolayısıyla birbirlerini tekfir ediyorlardı. Hz. Osman, Zeyd b.

Sabit’e Kur’ân’ı yazıp çoğaltmasını emretti. O da, Ebu Bekir zamanında yine

kendisinin topladığı ve Hz. Hafsa’nın yanında bulunan mushaf ile de tekrar

mukayese ederek Kur’ân’ı birkaç nüsha yazdı ve bunlar belli başlı merkezlere

gönderildi. Bunlar dışındaki nüshaların tamamı yakıldı.

Hz. Osman’ın katibi, Mervan b. el-Hakem, kadısı Zeyd b. Sabit idi.

Hz. Osman, zamanında büyük fetihler yapıldı. Hilafetinin başlangıcında

yaşanan hoşnutsuzluk ilk zamanlar aleni muhalefetler şeklinde olmadıysa da altıncı

yıldan sonra bütün ülkede huzursuzluklar baş gösterdi ve neticede bu ihtilaflar ve

ihtilallar halifenin hayatına mal oldu.

Page 136: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Devlet idaresinde kendisine yöneltilen ithamlar ile akrabalarını kayırdığı ve

onları devletin en yüksek makamlarına getirdiği iddialarına rağmen, onun devlete

büyük hizmetlerde bulunduğu da kabul edilmektedir. Fetihleri selefi Ömer’inkilerle

mukayese edilecek kadar büyüktü; farklı olarak Bizans’ın başkentine kadar üç sefer

yapılmış, Endülüs’e gidilmiş, ilk defa bir donanma teşkili ile deniz seferi yapılarak

Kıbrıs fethedilmiştir.

Hz. Osman zamanında, devlet teşkilatında herhangi bir değişikliğe

rastlamıyoruz. Belli ki, selefleri zamanında müesses teşkilat ve kurumların çoğunu

aynen muhafaza etmişti.

Vefat ettiği yıl, valiler ve hizmet bölgeleri şöyleydi:

Mekke’de Abdullah b. el-Hadramî; Taif’te Kasım b. Rabia’ es-Sakafî; San’a’da

Ya’la b. Münye; Hemedan’da Cerir b. Abdillah; Cened’de Abdullah b. Rabia;

Basra’da Abdullah b. Amir; Kufe’de Sa’id b. el-As; Mısır’da Abdullah b. Sa’d; Şam’da

Muaviye b. Ebi Süfyan; Hıms’ta Abdurrahman b. Halid b. Velid; Kınnesrin’de Habib

b. Mesleme; Ürdün’de Ebu’l-A’ver es-Sülemi; Filistin’de Alkame b. Hâkim el-Kinani.

Hıms, Kınnesrin, Ürdün ve Filistin idarecileri, Şam valisi tarafından tayin

edilmiş vali naibleri idiler.

Muaviye’nin teklifi ile kuvvetli bir donanma kuruldu ve İskenderiye’de Bizans

donanması mağlup edildi. Bu donanma sayesinde Sicilya ve Rodos adaları

fethedildi. Muaviye ‘donanma’ komutanlığına Abdullah b. Kays el-Fezarî’yi tayin

etmişti.

Irak haracını Cabir b. Fülan el-Müzenî topluyordu. Kufe’de komutan el-

Ka’kaa b. Amr idi. Karkisiya’da Cerir b. Abdillah, Azerbaycan’da el-Eş’as b. Kays,

Hulvan’da Uteybe b. en-Nehhas, Mah’da Malik b. Habib, Rey’de Sa’id b. Kays,

İsfehan’da es-Saib b. el-Akra’ bulunuyorlardı.

İslam devleti bu dönemde dünyanın en büyük devleti olup çok zengin idi.

Memurların maaşına ihtiyaçlarından çok fazla zam yapılıyor, muhtaç olan herkese

yemek veriliyordu. Ramazan aylarında Hz. Peygamber’in hanımlarına günde iki

dirhem, halka birer dirhem veriliyordu.

Hz. Osman devlet daireleri için çok sayıda önemli binalar yaptırdı. Mescid-i

Nebi’yi tamir ettirip genişletti ve kendisi için bir ‘maksure’ ilave ettirdi. Ordu,

muntazam ve mükemmel olup yeni fethedilen yerlerde, Ömer’in yaptığı gibi askeri

merkezler kurulmaktaydı.

Hz. Osman bazı davalara bizzat kendisi bakardı. Kendisinin iştirak ettiği

mahkemelerde, diğer kadıları da bulundurur ve hükümleri beraber verirlerdi. Hz.

Ömer’in katliyle ilgili davaya Hz. Osman bakmıştı. Hâkimlerin verdiği cezaların

(hadlerin) infazında halifenin tasvibinin alınmasını emretmişti. Hz. Ömer

zamanında olduğu gibi Hz. Osman da hac mevsiminde Mekke’de bir nevi temyiz

Page 137: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Hz. Ali devrinin en

önemli olayları:

Fetihler

Devletin yapısında

yenileşme ve ilaveler

Divanların teşkili.

mahkemesi fonksiyonunu yerine getiriyor ve hâkimlerin kararlarını gözden

geçiriyordu.

Şurta teşkilatını tanzim ederek teşkilatın başına ‘Sahib-i Şurta’ adıyla yüksek

bir memur tayin etmiştir.

Ali B. Ebî Tâlib’in Hilafeti (35-40/656-661)

Hz. Osman’ın katlinden sonra, 35/656 yılının Zilhiccesinde Medinelilerin

bey’atıyla halife oldu. Bey’atı geciktirenler olduğu gibi, hiç bey’at etmeyerek

muhalefetlerini sürdürenler de olmuştur.

Bey’attan sonra Medine’de dört ay kaldı. Talha, Zübeyr, Ümeyye Oğulları ve

başka gruplar Hz. Osman’ın katlinden Ali’yi sorumlu tutarak Hz. Aişe’nin etrafında

toplandılar. Mekke’de bulunan Aişe, Osman’ın intikamını almak için Basra’ya geçti.

Hz. Ali, 36/567 yılında Kufe’den aldığı destekle Basra’ya yürüdü ve meşhur ‘Cemel

Vak’ası’ meydana geldi.

37/658 yılında Muaviye b. Ebî Süfyan, Şam’da halife olmak iddiasıyla ortaya

çıktı ve Irak üzerine yürüdü ve Ali ile Safer ayında ‘Sıffin’de karşılaştılar. İki taraf da

büyük kayıplar verip hilafet işini ‘hakemler’e bıraktılar. Hz. Ali ve Kufelilerin hakemi

Ebu Musa el-Eş’arî, Muaviye ve Şamlıların hakemi ise Amr b. el-Âs idiler. Hakemler

Dumetü’l-Cendel’de toplanarak, Ali’nin ve Muaviye’nin hilafetten hâl edilip, onların

yerine Müslümanların razı olacakları birini halife seçmeyi kararlaştırdılar. Ezruh’da

38/659 yılının Şaban ayında iki tarafın huzurunda, kararı bildirmek için toplanan

hakemlerden ilk sözü Ebu Musa el-Eş’ari aldı ve Ali’yi halifelikten hal’ etti. Ondan

sonra sözü alan Amr ise Muaviye’yi hilafet için seçtiğini ilân etti. Şamlılar buna

memnun oldu, fakat Kufeliler kabul etmediler.Ali’nin taraftarlarından bir kısmı

(Hariciler) kendisini terk ederek Harura’da toplandılar ve Hz. Ali’yi de diğerleri gibi

düşman ilân ettiler vuku bulan bu ihtilaf, Hz. Ali’nin öldürülmesine kadar devam

etti.Hz. Ali 40/661 yılının Ramazan’ında Harici Abdurrahman b. Mülcem tarafından

öldürüldü.

Hilafette bulunduğu beş yıl boyunca hep harplerle, anarşi ve isyanlarla

meşgul olan Hz. Ali zamanında, devlet teşkilatı için önemli bir yenilik ve gelişmeden

bahsedemiyoruz. Ülkenin her tarafı kendisine bağlı olmadığı gibi, bir kısmına da asi

hariciler terörle hükmediyorlardı. Ali’ye bağlı olan Mısır’da önce Ebu Yahya el-

Âmirî, sonra Kays b. Sa’d b. Ubade el-Hazrecî, onun azlinden sonra Malik b. el-Haris

el-Eşter ve onun ölümünden sonra da Muhammed b. Ebi Bekir vali idiler. Mekke’de

Ebu Katade el-Haris, sonra Kusem b. Abbâs; Medine’de Sehl b. Huneyf, sonra Ebu

Eyyub; Yemen’de Ubeydullah b. Abbas, sonra bunun kardeşi Abdullah b. Abbas

daha sonra da Cariye b. Kudame; Basra’da Abdullah b. Abbas; Ali’nin merkez

edindiği Kufe’de Ammar b. Hassan; Kuzey Afrika’da (Bilâdü’l-Mağrib) Abdullah b.

Page 138: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Ebi Serh valilik yaptılar. Hz. Ali zamanında birçok vilayetlerde valilerin diğer

hizmetleri de yürüttükleri anlaşılmaktadır.

Mısır’da Ebu’l-Esved ed-Düeli kadı; Ebu Râfi ise beytülmal hâzini idi.

Kaza Teşkilatı

Hz. Ali Kufe’yi merkez ittihaz ederek memleketin kendisine bağlı olan

kısımlarını buradan idare ediyordu. Onun bilhassa kaza işlerinde mütebahhir bir

âlim olduğu malumdur. Bu sahada tecrübesi de vardı; zira Hz. Peygamber ve Ömer

zamanlarında kadılık yapmıştı. Hilafeti zamanında da hüküm verdiği, adli işlerle

bizzat meşgul olduğu bilinir. Hz. Ali’nin mahkeme içtihatlarını bir kitapta topladığı

da rivayet edilmektedir.

Hz. Ali, hâkim tayinlerine itina eder, en bilgili ve liyakatli olanları seçer,

başarılı olanları terfii ettirir ve maaşlarını arttırırdı.

Her vilayete kadı tayin edemediği hallerde, valiyi kaza ile de tavzif ederdi.

Nitekim Muhammed b. Ebi Bekir’i Mısır’a vali tayin ettiği zaman ona kaza işlerini de

yüklemiş ve bu hususta ona bir de talimatnâme vermişti.

Hz. Ali muhakeme esnasında davacı ve davalıyı, birbirlerini görmeden onları

ayrı ayrı dinleme usulünü getirmiş, aynı usulü şahitler için de uygulamıştı.

Hz. Ali kaza dışında diğer memuriyetlere de önem verir, devlet hizmetlerinin

doğruluk ve emniyetle yürümesini isterdi. Ka’b b. Malik’e gönderdiği bir emirle,

ondan, bütün Irak’ı gezmesini, halkın devlet memurları hakkındaki kanaatlerini

dinlemesini, memurların tavır ve hareketlerini tetkik etmesini istemiştir.

Amcazadesi İbn Abbas’ın beytülmaldan aldığı bir miktar paranın hesabını

kendisinden sormuş, İbn Abbas hakkını almış olmasına rağmen, korkusundan

Mekke’ye gitmişti.

Sınırda askeri merkezler te’sis etmjş olan Hz. Ali, stratejik önemi olan

yerlerde kaleler de inşa ettirmiştir.

Hz. Hasan’ın Hilafeti (40-41/661-662)

Künyesi Ebu Muhammed olan el-Hasan b. Ali b. Ebi Talib, babasının vefatı

günü (40/661 17 Ramazan) halife seçildi. 41/662 yılının Rebiülevvel veya

Cemaziyelevvel ayında, ülkedeki karışıklığa son vermek düşüncesiyle Muaviye b.

Ebi Süfyan lehine istifa etti. 49/669 yılının Rebiülevvel veya 50/670 yılının

Muharrem ayında Medine’de vefat etti.

Beş veya yedi aylık hilâfeti esnasında devlet idaresinde hiçbir değişiklik

olmadı. Valiler ve diğer devlet ricali babasının zamanındakilerle aynıydı.

Page 139: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Hz. Peygamberin tesis

ettiği askeri yapı,

uygulama ve esaslar,

Hulafâ-yi Râşidîn

zamanında da aynen

kabul ve tatbik

edilmişlerdir.

HULEFÂ-Yİ RÂŞİDÎN ZAMANINDA ASKERİ TEŞKİLAT

Hz. Peygamber zamanında devamlı bir ordu yoktu. İlk Müslümanlarda

büyük-küçük silah taşıyabilen her yetişkin insan askerlik hizmeti ile mükellefti. Harp

esnasında Hz. Muhammed bu mükellefleri çağırırdı. Her gönüllü kendi silahlarıyla,

kararlaştırılan günde, kararlaştırılan yerde toplanırlardı.Hz. Peygamber bizzat ordu

komutanı olarak sefere çıkıyorsa, kendisine yardımcılar seçerdi. Kendisinin iştirak

etmediği seferler için komutanın tayinini yaptıktan sonra gerekli talimatı verirdi.

Ordu ‘hamis’ denen beş kısma ayrılırdı: Öncü (mukaddime), ardcı (saketü’l-

ceyş) sağ kanat (meymene), sol kanat (meysere) ve merkez (kalb).

Sefere çıkan birliklerde muhtelif kademeler vardı. Kumandanın yanında,

başka birliklere haber götüren, emirleri bildiren haberciler vardı.

Ordu karargâhı, nöbetçilerle gece-gündüz korunurdu. Düşmanın durumunu

tetkik için keşif birlikleri kullanılırdı. Düşmanı takip, casusluk, pusu kurma gibi

askerî hareketler bilinir ve tatbik edilirdi. Hz. Muhammed harp için meşru kabul

ettiği ve düşmanı yanıltıcı birtakım hileleri kullanmıştır. Kendi durumunu gizli tutar,

düşmana ani baskınlar yapardı. Harpten önce İslamiyet’e davet eder; kabul

edilmediği takdirde harp ilan ederdi.

Sulh zamanlarında, başta gençler olmak üzere, bütün Müslümanların harp

oyunlarını yapmalarını, koşmak, ok atmak, ata binmek gibi harp için lüzumlu spor

eğitimlerini teşvik ederdi.

Askeri kıyafet henüz yoktu, Hz. Peygamber, kendi askerlerinin birbirlerini

tanımaları, düşmandan ayrılabilmeleri ve bazı harplerde olduğu gibi (Hendek

muharebesinde) yanlışlıklara meydan vermemek için her seferde ayrı ayrı

‘Parola’lar kullanıyordu. Bazen de elbiselerinde ayrıca bazı işaretler kullanmıştı.

Şehirlerin savunması için ‘hendek kazma’ usulü, kuşatmalarda ‘mancınık’,

kale duvarlarını yıkmak için ‘debbâbe’ ve ‘dabûr’ gibi silahlar kullanılmaktadır.

Uhud ve Huneyn harplerinden itibaren hastabakıcı, aşçı gibi hizmetlerde

kadınlara da görevler verildi. Seyyar askeri hastaneler kurulurdu.

Hz. Peygamber Medine’yi bir sefer sebebiyle terk ettiği zaman bir sahabeyi

kendisine nâib olarak tayin ederdi.

Orduda ganimet işlerine bakan bir kısım memurlar da bulunurdu. Düşmana

karşı kabalık ve vahşet yasaklanmıştı. Düşmanın uzuvlarını kesmek canlı bir

mahluku yakmak gibi fiillere müsaade edilmemiştir.

Esirleri doyurmak Müslümanların vazifesidir. Esirler taksim edildiğinde

herkes esirine iyi muamele gösterecektir. Esirlere elbise ve yiyecek temin edileceği

Page 140: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

gibi, acıları ve ızdırapları da giderilecekti. Esirler ya bir fidye-i necat mukabilinde

veya tamamen karşılıksız yahut mübadele esaslarına göre serbest bırakılırlardı.

Hz. Peygamber’in tesis ettiği bu esaslar, Hulafâ-i Raşidin zamanında da

aynen kabul ve tatbik edilmişlerdir. Hz. Ebu Bekir zamanında herhangi bir değişiklik

yoktur. Hz. Ömer zamanında ise esaslar aynen muhafaza edilmiş, teşkilatta bazı

ilaveler yapılmıştır.

Irak, Şam ve Mısır gibi büyük ülkeler fethedilirken, İslam orduları için

oralarda hususi yerler kurulmuştu. Meselâ, Basra vilayeti ‘Ehmas’ diye beş kısma

ayrılmış, her kısımda kabilelerinden biri ikâmet ediyordu. Her kısım üzerinde bir

komutan (emir) bulunurdu. Kufe, Fustat (Kahire), Şam ve Mısır gibi önemli ve

stratejik yerlerde de askeri merkezler (cünd) tesis edilmişti.

Fetihlerin devam ettiği yıllarda eli silah tutan her Müslüman asker olup,

başka işlerle uğraşmazlardı. Hatta Hz. Ömer, Müslümanları ziraatla uğraşmaktan

bile men etmişti.

İslam Tarihinde ilk defa Hz. Ömer tarafından Medine’de müstakil bir askerî

daire (Divanü’l-Cund) kurularak, askerlerin isimleri, maaşları ve tahsisatlarının

kaydı yapıldı. Bu divanda Muhacirler, Ensar ve diğer Müslümanların isimleri, Hz.

Peygamber’e olan yakınlıkları, İslamiyet’teki kıdemlerine göre kaydedildi;

kendilerine verilecek maaşları da oraya yazıldı. Bu tarihlerde her Müslüman asker

olduğu için, herkes bu deftere kayıtlıydı.

Bir kimsenin askerliğe kabulü için birtakım şartlar vardı: Hür olmak, baliğ,

olmak, Müslüman olmak, sıhhatli olmak, cesaretli olmak askerlik için önemli

şartlardı. Asker adayında bu şartlar tespit edilince kayıt defterine ismi ile nesebi,

boyu, rengi ve diğer bedenî hususiyetleri yazılırdı. Hz. Ömer’in talimatıyla her

kabile askerleri ayrı ayrı bölümlere yazılırdı.

Asker Maaşları ve Rütbeleri

Hz. Peygamber zamanında Müslüman askerlerinin maaşları muayyen değildi,

Ele geçen ganimet malları ve diğer gelirler, miktarlarına göre, az veya çok müsavi

olarak Müslümanlara dağıtılırdı. Hz. Ebu Bekir bu usulü aynen devam ettirdi. Hz.

Ömer ise tesis ettirdiği divana Müslümanları nesepleri ve kıdemleri, İslam’a

hizmetleri itibariyle derecelendirerek her birine yıllık 3 ile 12.000 dirhem arasında

değişen miktarlarda maaşlar verdi. Bu tahsisat Emeviler dönemine kadar hiç

aksatılmadan verilmiştir.

Hz. Peygamber zamanında her Müslüman asker sayılmakla beraber, İslam

ordusunun sayısı çok azdı. 9/630. senede vuku bulan Tebük Gazvesi’nde ordunun

sayısı kırk bine ulaşmıştı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hilâfetlerinde İslam

ordusunun sayısı yüz elli bini geçmişti. Zamanla bu miktar daha da artmış, belki iki

Page 141: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Hulafâ-yi Râşidîn

zamanında asker maaş

ve hayatında gelişmeler

olmuştur. Orduda

hiyerarşi olup ‘liva’ ve

‘raye’ kullanılmaktaydı.

katına varmıştı. Askeri teşkilatta, başlangıçta Cahiliyye döneminden intikal eden

askeri rütbe esası tatbik edilmişti. Her on kişinin başında bir ‘arif’ bulunurdu.

Ariflerin kumanda ettikleri birlikler de ‘Arif’ diye isimlendirilirdi, Beş arifin başında

bir ‘menkib’ vardı. Daha sonraları her arifin komutasına yirmi, otuz ve kırk nefer

verildi. Yani ariften müteşekkil birliğin başında ‘ümerâü’l-İsbâ’ adlı kumandanlar

bulunurdu.

Hz. Peygamber’in, askeri, teftiş edip onlara geçit resmi yaptırması gibi,

Hulefâ-yi Râşidîn de aynı şeyleri devam ettirmişlerdir.

Müslümanlar bir bölgeyi fethettikleri zaman, ordugâhlarını şehrin dışında

kurarlardı. Hz. Ömer kendisi ile Müslüman ordugâhı arasında nehir ve deniz

bulunmasını istemezdi. Fatihler, aile ve çocuklarıyla ikâmet ettikleri bu ordugâhları

daha sonra şehirler haline getirdiler ki, Basra, Kufe ve Fustat şehirleri bu şekilde

kurulmuş şehirlerdir.

Bayrak ve Sancaklar

Cahiliyye devri Arapları, eskiden beri ‘bayrak’ (livâ) ve ‘sancak’ (râye)

kullanıyor ve bunlara oldukça büyük değer veriyorlardı. Anlaşıldığına göre ‘livâ’,

askeri sancak; ‘râye’ ise ordu komutanının alamet ve timsali olan bir bayraktır. Hz.

Peygamber de her zaman ve muhtelif sebeplerle çıkarılan seriyyelerde ‘râye’ ve

beyaz renkli bir ‘liva’ kullanmıştır.

Hulefâ-yi Râşidîn zamanlarında da, bir yere bir ordu sevk edildiği zaman

halifeler, kumandanlara sancaklar verirler ve bu sırada askerin muzafferiyeti için

dua ederler ve tavsiyelerde bulunurlardı.Hz. Ömer sancak tevdiinde, askerin

maneviyatını yükseltecek veciz hitabede bulunurdu.

Kaynaklar askeri teşkilat hususunda en çok Hz. Peygamber ve II. Halife Ömer

dönemleri için bilgi vermektedirler. Öyle sanıyoruz ki, Hz. Peygamber’in her

yaptığını hiç değiştirmeden tatbik eden Hz. Ebu Bekir, askeri teşkilatta da herhangi

bir değişiklik yapmamıştır. Hz. Ömer’in halefleri Hz. Osman ve Hz. Ali zamanlarında

da bu teşkilatta ciddi bir değişiklik yapılmış olduğuna dair bir kayda rastlamıyoruz.

Silahlar

Araplarda Cahiliyye döneminde, kılıç, kargı, yay ve kalkandan başka silah

yoktu onlar bu silahları büyük bir maharetle kullanırlardı. Bilhassa yay kullanmakta

çok usta idiler. İslamiyet’in zuhuru sırasında da Müslüman muhariplerin silahları

bunlardan ibaretti.

Araplar kılıcı, silahların en şereflisi sayarlar, kargıları at üzerinde kullanılırdı.

Gerek Cahiliyye döneminde, gerek İslam devletinin ilk zamanlarında kargı, kullanışlı

Page 142: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

İslam’ın ilk devirlerinde

ilmi faaliyetlerde ağırlık,

günümüz anlamında

olmamakla birlikte

Kur’ân ve Hadis ilimleri

üzerine toplanmıştı.

olmadığından fazla kullanılmamıştır, çabuk kırılır, güvenilmez aletlerdi. Zırh ve

kalkanların birçok çeşitleri vardı.

Hz. Peygamber ashabını, iyi ata binmek ve iyi ok atmak için teşvik ederdi.

Aynı teşvik Hulefâ-yi Râşidîn zamanlarında da devam etmiştir.

Arapların eskiden muhasaraya mahsus aletleri, yoktu. İslamiyet’in ilk

yıllarında da bu aletlere ihtiyaç duyulmadı; çünkü henüz onları gerektiren

muhasaralar olmamıştı. Daha sonraki yıllarda muhasaralar başladı ve yabancı

menşeli bu aletler de kullanıldı. Bu aletlerin en mühimi,‘mancınık’, ‘debbâbe’,

‘kebşir’ idi.

İlk deniz seferi Hz. Ömer zamanında Bahreyn Valisi Alaüddin b. Abdilah el-

Hadramî tarafından İran sahillerine yapıldı; fakat Hz. Ömer kendisinden habersiz

yapılan bu hareketin devamına izin vermedi. Donanma ise, ilk defa Hz. Osman’ın

hilafeti sırasında Muaviye tarafından kuruldu ve deniz seferine başlandı. Bu

donanma Kıbrıs’ı (28/648) fethettikten sonra, Müslümanlar Akdeniz’de

kazandıkları deniz seferlerinden ve gelirlerinden memnun kalarak donanmayla

seferlere devam ettiler.

HULEFÂ-Yİ RÂŞİDÎN DEVRİNDE İLİM VE ÖĞRETİM

İslam’ın ilk devirlerinde ilmî faaliyetlerde ağırlık, günümüz anlamında

olmamakla birlikte Kur’ân ve Hadis ilimleri üzerine toplanmıştı. Hulefâ-yi Râşidîn

devrinde bu ilimlerin daha sonraları ele alınan usul ve şartları henüz tespit

edilmemişti.

Hz. Peygamber zamanında başlayan ilmî hareketin esasını ‘Kur’ân’ın

anlaşılması’ ve ‘dinî ilimler’ teşkil etmekle beraber, Sahabe arasında Kur’ân tefsiri

ile meşgul olanların sayıları çok azdı. Bu sahada kendilerinden rivayetler

bulunanların en meşhurları Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud,

Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa el-Eş’arî ve Abdullah b. Zübeyr idiler.

Hz. Muhammed’in sağlığında Kur’ân dikkat ve itina ile yazılıp, ezberlenerek

muhafaza edildiği halde, aynı titizlik hadisler için gösterilememiştir. Hz.

Peygamberin, ilk dönemlerde ağzından çıkan sözlerden, Kur’ân’dan başkasının

yazılmasını yasak ettiğine dair hadisler yanında, daha sonraları bazı sahabesine

müsaade etmekle kalmamış, yazılmasını bile emretmiştir. Bu birbirine zıt görünen

emirler, doğrudan muhatapları olan sahabe tarafından iyi idrak edilmiş, karışmanın

önlenmesine yönelik bu maksat onlarca kavranmıştır.

Hadis yazma işi çok hususî bir faaliyetti ve bir kısım büyük sahabe, Kur’ân’la

karıştırılması veya Kur’ân’ın önüne geçmesi endişesiyle hadis yazma işine taraftar

olmamışlardı. Hz. Muhammed Kur’ân’ın tedvinine bizzat ihtimam göstermiş,

Page 143: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

Sahabe, ilim

bakımından birbirinden

farklı idiler ve her

sahabe din işlerinde

konuşmaya, fetva

vermeye salahiyetli

değildi.

hadislerin tedviniyle ise alâkadar olmamıştır. Hadislerin intikalini, yazılanlardan çok

sahabelerin hafızalarına borçluyuz.

Sahabenin bir kısmı, bildiklerini talebelerine ve dinleyicilerine şifahi olarak

naklediyorlar veya bir meselede Hz. Peygamber’in tatbikatı aranınca, sahabe bunu

araştırarak hatırlayıp naklediyorlardı.

Veda Haccı’nda Hz. Muhammed, yaklaşık 140 bin Müslümana hitap etmiştir;

yapılan incelemelere göre, bu sahabenin 114 bini, Hz. Peygamber’den az çok bir

hadis nakletmiştir. Hz. Peygamber’den hadis dinleyen, ondan ilim alan 114 bin

Sahabe’den 30.000 kadarı Medine’de bulunuyorlardı. Medine’deki bu âlim ve

fazlaca hadis rivayet eden Sahabenin en meşhurları, faaliyet ve talebeleri hakkında

kısaca bilgi vermek istiyoruz:

Ebu Hureyre, çok sayıda hadis rivayet etmiş; Said b. el-Müseyyeb, Tavus b.

Keysan, Muhammed b. Sirin, Abdurrahman b. Hürmüz gibi meşhur talebeleri

ondan hadis almışlardır.

Abdullah b. Ömer’in,‘es-Sahife’ adlı bir hadis mecmuası olduğu rivayet edilir.

Salim b. Abdullah b. Ömer, Nafi ve Urve gibi meşhurlar onun talebeleridir.

Hz. Aişe, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ebu Said el-Hudrî, Ebu Eyyub gibi

büyük sahabeler Medine’de yetişmiş ve Hz. Peygamber’den hadis ve ilim alıp, bu

ilimleri başkalarına nakleden âlim sahabelerdir.

Sahabeden Cabir b. Abbas Medine’de bir ders halkası kurmuş ve talebelerine

hadis okutmuştur; talebelerinden Vehb b. Münebbih kendisinden hadis yazardı.

Muhaddis Katâde ve Süleyman b. Kays da onun talebelerindendiler.

Hz. Aişe de çok hadis nakledenlerden olup Urve b. ez-Zübeyr de onun

hadislerini nakletmiştir. Hz. Aişe’nin yetiştirdiği talebeleri arasında Urve ve Kasım

b. Muhammed meşhurlarıdır.

Hz. Ebu Bekir 500 kadar hadisi yazmış, bilahare bunları yakmıştır. Hz. Ömer

Ashapla istişare ederek hadislerini toplamayı düşünmüş ve fakat sonra

vazgeçmiştir. Hz. Ali’nin de, bir hadis sahifesi olduğu rivayet edilir.

Genç yaşta Hz. Peygamber’in emriyle Yemen’de kaza vazifesinde bulunan

Hz. Ali, fıkhı meselelerde müşkülleri çözmekle meşhurdu. Vefatından sonra çözümü

zor olan meseleler için, “bu öyle bir mesele ki, onun Ebu’l-Hasan’ı da yok” denirdi.

Bazılarının anlayamadığı Kur’ân’a ait muğlâk meselelerin tefsirlerini de en iyi bilen

Hz. Ali idi; mübhemâtı en iyi o çözerdi. Abdullah b. Abbas, Hz. Ali’nin talebesi idi.

Sahabi Abdullah b. Ebi Avfa ise mektupla hadis öğretmiştir. Samure b.

Cündüb ve Sa’d b. Ubade’nin de hadis mecmuaları vardır. Abdullah b. Ömer,

azadlısı Nâfî’e hadis yazdırır ve bu kölesi ile iftihar ederdi.

Page 144: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

Şiir, ensâb ve eyyamü’l-Arab’ı iyi bilen, tefsir, feraiz, meğazi gibi ilimlerde de

âlim olan Abdullah b. Abbas’ın rivayetlerinin bir deve yükü teşkil ettiği söylenir.

Başka şehirlerden ilim talipleri Abdullah’a gelirler ve o, onlara hadis okurdu.

Ensabu’l-Arabı en bilenlerden biri olan Ebu Bekir, Hz. Peygamber’e ihtiyaç duyduğu

zamanlarda kabileler hakkında bilgiler verirdi.

Mugire b. Şu’be, Abdullah b. Mes’ud, Ebu Hureyre, diğer ilimler yanında,

bilhassa hadis ilmiyle iştigal etmiş büyük âlim sahabelerdi.

Fethedilen bölgelere gönderilen ve oralarda Kur’ân, Hadis ve ihtiyaç duyulan

dinî ilimleri öğreten sahabeden de bahsetmek istiyoruz:

Yemen ve civarına Ebu Musa el-Eş’arî, Muaz b. Cebel, Hemmam b.

Münebbih gönderilmişler ve orada dinî ilimleri öğretip yaymışlardı.

Hz. Ömer, Muaz b. Cebel’i, Ebu’d-Derdâ’yı ve Ubade b. es-Samit’i Suriye’ye

gönderdi. Şam’da Ebu’d-Derdâ, Ebu Zer el-Gıfarî, Muaviye b. Ebi Süfyan, Usame b.

Zeyd, Bilal b. Rebah el-Habeşî hadis rivayet etmişler ve dinî ilimleri öğretmişlerdir.

Hıms’da Ubade b. es-Samit, Filistin’de Muaz b. Cebel ve Şeddad b. Evs bulunmuşlar

ve aynı ilmî faaliyetleri göstermişlerdir.

Basra’da Enes b. Malik, Ebu Musa el-Eş’ari, İmran b. el-Husayn, Muğire b.

Şu’be, Nufeyl b. Haris, Semure b. Cündüb, bilhassa hadis öğretimi ile meşgul

olmuşlardı.

Kufe’de,Hz. Ali, Ebu Musa el-Eş’ari, Muğire b. Şu’be, Semure b. Cündüb, Cerir

b. Abdillah, Selman el-Farisî, Ammar b. Yasir devlet hizmetleri ve idarî faaliyetleri

yanında Kur’ân ve hadis ilimlerini öğretmek hizmetini de yürütmüşlerdir.

Medayin’de Selman ve Huzeyfe’nin varlıklarına rağmen ilmi gelişme olmadı.

Mısır’da hadis ve dini ilimler Abdullah b. Amr b. el-Âs vasıtasıyla yayıldı.

Sahabe, ilim bakımından birbirinden farklı idiler ve her sahabe din işlerinde

konuşmaya, fetva vermeye salahiyetli değildi. Fetva, ancak Kur’ân’ı çok okuyan,

ona ait ilimleri, Mekkî ve Medenîyi, nüzul sebeplerini, müteşâbihi ve muhkemi

bilen, bunları Peygamberden öğrenmiş olan sahabenin salahiyetindeki bir işti.Bu

âlim sahabeler, İslam ülkesinin muhtelif yerlerinde, bilhassa büyük şehirlerde,

camilerde ders halkaları kurar ve talebelerine Kur’ân okuturlardı. Ebu‘d-Derda’nın

Dımaşk Mescidindeki dersleri sabah namazından öyleye kadar devam ederdi.

Abdullah b. Abbas Mekke’de, Abdullah b. Mes’ud Kufe’de, Ebu Musa el-Eş’arî Basra

Camii’nde halka Kur’ân ve Kur’ân ilimleri öğretiyorlardı.

Page 145: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

Öze

t • Raşit Halifeler dönemi denince genellikle Hz. Ebu Bekir (11-13/632-634), Hz. Ömer (13-23/634-644), Hz. Osman (23-35/644-656), Hz. Ali (35-40/656-661) ve Hz. Hasan (40-41/661-662) dönemleri kastedilmektedir. Bu dönem tüm Müslümanlar için, Hz. Peygamber dönemi kadar önemli görülmüş ve bu dönemin icraatları dini açıdan değerli sayılmıştır.

• Halifelik kurumu, Hz. Ebu Bekir'le birlikte başlamış ve son Osmanlı hükümdarı Vahdeddin'le bitmiştir. Bu yüzden tüm İslam mezhepleri ve düşünürleri tarafından son derece önemli bir kurum sayılmış ve hatta hakkında en çok polemik yapılan konulardan biri olmuştur. Biz bu yüzden halifelik hakkında, şartları, özellikleri, halifenin taşıması gereken vasıfları, atanma yolları ve azlini gerektiren hallerin başlangıçtan itibaren belirlendiğini görmekteyiz. Tabii ki bu şart ve özelliklerin, günümüz islam devlet geleneğinin anlaşılma süreci açısından çok anlamlı olmadığı iddia edilebilir, fakat bu şartların, gerektiğinde düşünülmüş olması ve belli evrensel kriterleri önermesi açısından önemlidir ve göz ardı edilmemelidir.

• Hz. Ebu Bekir Allah Resulu'nün vefat ettiği gün Medine'de Muhacir ve Ensar'ın ittifakıyla seçilmiş, ilk anda bey'at etmeyenler de daha sonra bey'at etmişlerdir. Ebu Bekir, iç isyan ve ayaklanmaları bastırmış, yalancı peygamberlerin yol açtığı kargaşaya son vermiş ve yaptığı fetihlerle, Peygamberimiz sonrası ilk ihtilafları kökten hallederek kendisinden sonrakilere sorunsuz bir devlet bırakmıştır. Zamanıda yapılan en önemli işlerden biri de Kur'an-ı Kerim'in bir araya toplanmasıdır. Onun zamanında Resulullah döneminden kalan devlet yapı ve teşkilatlanmöası devam ettirilmiştir.

• İslam Devleti'nin asıl kurucusu olarak kabul edilen Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'in tavsiye ve atamasıyla halife olmuş, zamanında İslam Devleti Türkistan'dan Bingazi'ye ve Doğu Anadolu'dan Doğu İran'a kadar bütün bölgeye yayılmıştır. Bu da beraberinde yeni bir teşkilatlanma ve yapılanma getirmiştir. Buna göre başta adliye ve diğer kurumlarda olmak üzere birçok ilave ve değişiklikler yapılmış, elde edilen gelirlerle devlet ve halk oldukça zenginleşmiştir.

• Hz. Ömer tarafından oluşturulan altı kişilik bir şura vasıtasıyla halife seçilen Hz. Osman, Ömer'den aldığı devleti yeni fetihlerle genişletmiş ve daha da zenginleştirmiştir. Fakat hilafetinin ikinci altı yılının başlangıcından itibaren gelişen muhalefet, halifenin ölümüyle bile durmamıştır. Zamanında Ümeyye oğulları devletin birçok makamını işgal etmiş ve diğer sahabe ve kabile mensupları, devlet ve şuradan dışlanmıştır.

Page 146: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

Öze

t • Medine'de kalan sahabe'nin tensib ve seçimiyle halife olan Hz. Ali'ye devletin her yöresinden bey'at yapılmamış olması, çeşitli huzursuzluklara yol açmıştır. Bu bağlamda önce Cemel'de Hz. Aişe ve etrafındakilerle daha sonra da Sıffın'da Hz. Muaviye ve taraftarlarıyla savaşan Ali, bir türlü istikrarı sağlayamamış ve muhalif Harici grupların suikasti sonucu öldürülmüştür. Kendisinden sonra Halife olan oğlu Hz. Hasan da, taraftarlarına güvenememesi ve yeni fitnelerin vuku bulmaması için Muaviye ile anlaşarak halifeliği ona devretmiştir.

• Hz. Ali de selefleri gibi devlet yönetiminde gerekli titizliği göstererek, tüm makamlara atamalar yapmış ve elinden geldiğince kurumların idamesine çalışmıştır.

• Raşit halifeler döneminde mükemmel ve istikrarlı bir yapıya kavuşturulan İslam ordusu, zamanının her türlü silah ve gereçleriyle donatılmış ve beşli taksimatıyla dünyanın en güçlü ordusunu oluşturmuştur. Ordu genel yapısı, silahları ve teşkilatlanması biçimiyle Hz. Peygamber dönemindekiyle aynı olmakla beraber, Hz. Osman zamanında donanma da teşkil edilmiştir. Herkes asker sayıldığı için durumuna göre maaş tahsis edilmiş, seferler esnasında 'liva' ve 'raye' kullanılmıştır.

• Bu dönemde ilmî faaliyet denince akla öncelikle Kur'an ve ona ait bilgilenmeler ile Allah Resulü'nün söz ve davranışlarını ortaya koyan hadislerin ve sünnetlerinin bilinmesine yönelik faaliyetler akla gelmektedir. Kur'an'ın yazılması Hz. Peygamber zamanında olmnakla birlikte, onun iki kapak arasına alınması Hz. Ebu Bekir zamanında ve çoğaltılması ise Hz. Osman zamanında yapılmıştır.

• Sahabe dini bir problemle karşılaştığı zaman Kur'an'a başvurur, onda bulamazsa sünnete başvurarak problemi çözmeye çalışırdı. Tüm sahabe aynı derecede alim ve müfti olmadığı için tefsir, fıkıh ve diğer konularda meşhur olan sahabe bilindiği için, ilgili konularda müracaatlar o sahabeye yönelirdi.

• Sahabe de bildiklerini kendilerinden sonrakilere aktarmış ve zamanın ilmi meclislerlerini oluşturarak talebeler yetiştirmişlerdir. Bu sahabe ve talebelerin isimleri tüm eserlerimizde ve nakilleriyle birlikte genelde yer almıştır.

Page 147: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26

Değerlendirme

sorularını sistemde ilgili

ünite başlığı altında yer

alan “bölüm sonu testi”

bölümünde etkileşimli

olarak

cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Aşağıdakilerden hangisi Hilafet kelimesinin terim anlamını karşılar?

a) İslam devletinde Dört Halifeyi ifade eder.

b) Peygambere halef olarak, din ve dünya işlerinde riyâset-i âmme

sıfatı ile ona nâiplik etmeyi ifade eder.

c) İslam devlet geleneğinde riyaseti amme sıfatıyla Müslüman halkı

temsil eden makamı ifade eder.

d) Bir kimsenin ardından gelen ve onu temsil eden kurumu ifade

eder.

e) İslam devlet geleneğinde meclisi ifade eder.

2. Aşağıdakilerden hangisi halifeler için kullanılan unvanlardan biri

olmamıştır?

a) Halifetu Resulillah

b) Emîrul Müminin

c) İmâmul Müslimin

d) Nâibül Müslimin

e) Halifetu Halifeti Resulillah

3. Aşağıdakilerden hangisi Allah Resulu’nün vefatı esnasındaki

Müslümanların sosyal, hukukî ve siyasî gruplarından değildir?

a) Muhacir-Ensar

b) Ehl-Sünnet-Şia

c) Mümin-Kafir

d) Evs-Hazrec

e) Hür-Köle-Mevali

4. Aşağıdakilerden hangisi Halifenin bulunması hakkında İslam

mezheplerinin görüşlerinden değildir?

a) Vaciptir.

b) Farz-ı kifayedir.

c) Bulunması şart değildir.

d) Müslümanlar ihtiyaç duymazlarsa, gerekmez.

e) Sünnettir.

Page 148: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27

5. Aşağıdakilerden hangisi halife seçiminin sıhhati için gerekli şartlardan

değildir?

a) Bey’at edilecek kimsede aranan vasıflar bulunmadığı zaman,

mutlaka biri tercih edilmelidir.

b) Halifeyi seçecek olan ehlü’l-hal ve’l-akd alimler, devlet erkânı ve

halkın ileri gelenleri hazır olmalıdır

c) Bey’at olunan kimsenin, hilafeti kabul etmesi lazımdır.

d) Bey’at eden ve hilafet akdini yapan bir kişi ise, bunun şahitleri

olmalıdır.

e) Bey’at bir kişi için olmalıdır.

6. Halife Ebu Beki döneminin en önemli olayı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Halife seçimlinin yerleşmesi

b) Çok sayıda fetihler yapılması

c) Kur’an’ın toplanması

d) Namaz ve zekata devam edilmesi

e) Dinin yayılmaya devam etmesi

7. Aşağıdaki kurumlardan hangisi Halife Ömer zamanında ilk

oluşturulanlardan değildir?

a) Divanlar b) Adliye c) Hapishane d) Kadı askerlik e) Beytülmal

8. Aşağıdakilerden hangisi Raşid halifeler zamanında gayrimüslimler

hakkındaki uygulamalardan değildir?

a) Sadece mabed yapmalarına izin verilmemiştir. b) Dini eğitimlerine izin verilmiştir. c) Din adamlarına asla dokunulmamıştır d) İsterlerse davalarını Müslüman hakimlere götürebilirlerdi. e) Davalarını kendi kanunlarına göre hallederlerdi.

Page 149: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28

9. Aşağıdaki kurumlardan hangisi, Hz. Peygamberden başlayıp Hz. Hasan

dönemine kadar devamlı bulunmamıştır?

a) İhtisab b) Şurta c) Beytülmal d) Kaza e) Ordu

10. Raşid halifeler döneminde dinî ilimlerin temelinde aşağıdakilerden

hangileri bir bütün olarak yer almaz?

a) Kur’an-Sünnet b) Tasavvuf-Kur’an c) Sünnet-Kelam d) Fıkıh-Sünnet e) Kelam-Tasavvuf

Cevap Anahtarı

1. b, 2. d, 3. b, 4. e, 5. a, 6. c, 7. e, 8. a, 9. b, 10. e

Page 150: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

Apak, Adem. (2007). İslam Tarihi II (Hulefâ-i Raşidîn Dönemi). İstanbul: Ensar Yay..

Atar, Fahrettin. (1979) İslam Adliye Teşkilâtı, Ortaya Çıkışı ve İşleyişi. Ankara: DİB

Yay..

Avcı, Casim, “Hilafet” mad.. DİA. XVII, s. 539-546.

el-A’zamî, M. Mustafa. (1993). İlk Devir Hadis Edebiyatı ve Peygamberimizin

Hadislerinin Tedvîn Târîhi. (Çev. Hulusi Yavuz). İstanbul: İz Yay..

Baktır, Mustafa. (1990). İslam’da İlk Eğitim Müessesesi Ashabı Suffa. İstanbul.

Belâzurî. (1987). Fütûhu’l- Büldân. (Çev. Mustafa Fayda). Ankara: Kültür Bak. Yay..

Berki, Ali Himmet-Osman Keskioğlu. (2001). Hatemü’l Enbiya Hz. Muhammed ve

Hayatı. Ankara: DİB Yay., 21. Baskı.

Brockelman, Carl. (1964). İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi. (Çev. N. Çağatay).

Ankara: A. Ü. İlahiyat Fak. Yay..

Canan, İbrahim. (1984). Peygamberimizin Okuma Yazma Seferberliği ve Öğretim

Siyaseti. İstanbul: Cihan Yay..

Cerrahoğlu, İsmail. (1933). Tefsir Usûlü. Ankara: DİB Yay..

Çağatay, Neşet. (1989). İslam Dönemine Dek Arap Tarihi. Ankara: TTK Yay..

Çelebi, Ahmet. (1983). İslam’da Eğitim-Öğretim Tarihi. (Çev. A. Yardım). İstanbul:

Damla Yay..

Çubukçu, Asri. (1989). İslam Devletlerinde Devlet Teşkilatı ve İlmî Faaliyetler.

Erzurum: (Ders Notları)

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi I. (1986). Ed.: H. D. Yıldız. İstanbul: Çağ

Yay.

Cahız. (1986). el-Beyân ve’t-Tebyin. Beyrut.

Ebu Ya’la el-Ferra. (1983). el-Ahkâmu’s-Sultâniyye. (thk. M. Hâmid el-Fekî). Beyrut.

Ebu’l-Fida. (tsz.). el-Muhtasar fî Ahbari’l-Beşer. Beyrut.

Enver er-Rifaî. (1973). en-Nuzum’l-İslamiyye. Dımaşk.

Fazlur Rahman. (2000). İslam. (Çev. M. Dağ-M. Aydın). Ankara: Ankara Okulu Yay..

Fayda, Mustafa. (1988). “Hulefâ-yi Râşidîn” mad.. DİA. XVIII, 324-338

Page 151: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30

Hamidullah, Muhammed. (2002). Hz. Peygamberin Savaşları. (Çev. Salih Tuğ).

İstanbul: Beyan Yay..

Hamidullah, M.. (1991). İslam Peygamberi I-II. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul: İrfan Yay.,

5. baskı.

Hamidullah, M.. (2001). Kur’an-ı Kerim Tarihi. (Çev. S. Tuğ). İstanbul: Beyan Yay..

Hamidullah, M.. (2004). Muhtasar Hadis Tarihi ve Sahife-i Hemmam İbn Munebbih.

(Çev. Kemal Kusçu). İstanbul: Beyan Yay..

Hamidullah, M.. (2007). İslam Müesseselerine Giriş. (Çev. S. Tuğ). İstanbul: Beyan

Yay..

Hamidullah, M.. (1999). İslam’a Giriş. (Çev. V. Uysal-İ. Arif Koytak). İstanbul: Beyan

Yay..

Hasan İbrahim Hasan-Ali İbrahim Hasan. (1962). en-Nuzumu’l- İslamiyye. Kahire.

Hasan İ. Hasan. (1986). Siyasî-Dinî-Kültürel İslam Tarihi. (Çev. İ. Yiğit vdd.). İstanbul:

Kayıhan Yay..

Hatipoğlu, Mehmet Sait. (2011). Hilafetin Kureyşliliği. Ankara: Otto Yay..

Hitti, Philip K.. (1989). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul:

Boğaziçi Yay..

İbn Haldun. (1986). Mukaddime. (Çev. Zakir K. Ugan). İstanbul: MEB Yay..

İbn Hişâm. (1971). es-Sîretü’n-Nebeviyye. Beyrut.

İbn Sa’d. (1960). et-Tabakatu’l-Kübra. Beyrut.

İbnü’l-Esir. (1966). el-Kamil fi’t-Tarih. Beyrut.

İbnü’l-Verdî, Zeynuddin. (tsz.). Tetimetü’l-Muhtasar. Beyrut.

İbnü’n-Nedim. (1978). el-Fihrist. Beyrut.

Kabisi. (1966). İslam’da Öğretmen ve Öğrenci Meselelerine Dair Geniş Risale. (Çev.

S. Ateş-H. R. Öğmen). Ankara.

Kalkaşandi. (1964). Meâsiru’l- İnâfe fi Meâlimi’l- Hilafe. Kuveyt.

Kavakçı, Yusuf Ziya. (1975). Hisbe Teşkilâtı, Bir Hukuk ve Tarih Müessesesi Olarak

Kuruluş ve Gelişmesi. Ankara.

Kayaoğlu, İsmet. (1980). İslam Kurumları Tarihi. Ankara: A.Ü. İlahiyat Fak. Yay..

Kettani, Abdu’l-Hayy. (1991). et-Terâtibu’l- İdâriyye, Hz. Peygamberin Yönetiminde

Sosyal Hayat ve Kurumlar. (Çev. Ahmet Özel). İstanbul: İz Yay..

Koçyiğit, Talat. (1977). Hadis Tarihi. Ankara: A. Ü. İlahiyat Fak. Yay..

Page 152: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 31

Maverdi. (1985). el-Ahkâmu’s-Sultâniyye ve’l-Vilâyâtu’d-Dîniyye. Mısır: Dâru’l-

Kütübi’l-‘İlmiyye.

Nebhan, M. Faruk. (1980). İslam Anayasa ve İdare Hukukunun Genel Esasları. (Çev.

Servet Armağan). İstanbul.

Okiç M. Tayyib. (1959). Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler. İstanbul.

Okiç, M. Tayyib. (1991). İslamiyet’te Kadın Öğretimi. Ankara.

Palabıyık, M. Hanefi. (2007). “Cahiliye Dönemi ve İslam’ın İlk Yıllarında Okuma-

Yazma Faaliyetleri”. Erzurum: Atatürk Üniv. İlâhiyat Fakültesi Dergisi. sayı: 27, s.

31-68.

Sandıkçı, Kemal. (1991). İlk Üç Asırda İslam Coğrafyasında Hadis. Ankara: DİB Yay..

Sezgin, M. Fuad. (2001). Buhârî’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar. Ankara:

Ankara Okulu Yay., 2. baskı.

Sıddıki, M. Zübeyr. (1966). Hadis Edebiyatı Tarihi. (Çev. Y. Z. Kavakçı). İstanbul.

Suphi Salih. (1983). İslam Mezhepleri ve Müesseseleri Tarihi. (Çev. İ. Sarmış).

İstanbul.

Suphi Salih. (1968). el-Mebahis fi Ulumi’l-Kur’an. Beyrut.

Suyuti. (1952). Tarihu’l- Hulefa. İstanbul: Eser Yay..

Taberi. (1987). Târîhu'l- Ümem ve'l-Mulûk. Beyrût: Dâru'l-Fikr.

Tuğ, Salih. (1963). İslam’da Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı. Ankara: DİB Yay..

Üçok, Bahriye. (1967). İslam’dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler. Ankara.

Yâkût el-Hamevî. (1965). Kitâbu Mu’cemi’l-Buldân I-VI. Tahran: Mektebetu’l-Esedî.

(neşr.: F. Wüstenfeld, Leipzig, 1866).

Yeniçeri, Celal. (1984). İslam’da Devlet Bütçesi. İstanbul.

Yurdaydın, H. Gazi. (1971). İslam Tarihi Dersleri. Ankara: A. Ü. İlahiyat Fak. Yay..

Zebidi. (1957-1972). Tecridü’s- Sarih Tercümesi. (Çev. Kamil Miras). Ankara: DİB.

Yay..

Zeydan, Corci. (1971). İslam Medeniyeti Târihi. (Çev. Zeki Meğamiz, Nşr., Mümin

Çevik). İstanbul: Toker Yay..

Page 153: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

İÇİN

DEK

İLER

• Dini ve Sosyal İlimler

• Kur’ân İlimleri

• Hadis

• Fıkıh

• Kelam

• Tarih

• Dil ve Edebiyat

• Ulûmu’l-Evâil

HED

EFLE

R

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• İslam dininin ilme verdiği öneme dair bilgi sahibi olabilecek,

• İslam ilim tarihinin Hz. Peygamber'den başlayarak dört halife ve Emeviler dönemindeki gelişimi hakkında bilgi sahibi olabilecek,

• Emeviler zamanındaki ilim anlayışı ile akli ve nakli ilimler alanında yapılan çalışmaları anlayabileceksiniz.

ÜNİTE

7

EMEVİLER DÖNEMİ İLİM VE

KÜLTÜR HAYATI

İSLAM KURUMLARI

ve

MEDENİYETİ

TARİHİ

Page 154: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

GİRİŞ

İslamiyet’in ilme verdiği önem ve teşvikler sonucunda daha Hz. Peygamber

döneminden itibaren Müslümanlar ilim tahsil etmeye başlamışlardır. Çeşitli yön-

temler kullanılarak sayıları hızla artan okuma yazma bilenlerin sadece okuma yaz-

ma öğrenmekle kalmayıp özellikle Kur’ân ve Hadisle ilgili bilgileri öğrenme ve öğ-

retmede aktif olarak rol aldıkları görülmektedir.

Raşid halifeler zamanında da ilmi gelişmeler devam etmiş, adeta bir ilim se-

ferberliği ile Müslümanların ilmi bakımdan gelişimi devam ettirilmiştir. Her biri ilmi

yönden toplumda saygın yere sahip olan Raşid halifelerin Hz. Peygamber tarafın-

dan temeli atılan ilim faaliyetlerini sürdürdükleri görülmektedir. Nitekim Hz. Ömer,

“Çocuklarınıza yüzmeyi ve ata binmeyi öğretiniz. Onlara yaygın halde olan Arap

atasözlerini (darb-ı mesel) ve güzel şiirlerini naklederek öğretiniz” diyerek çocukla-

rın eğitilmesi üzerinde durmuştur. Hz. Ömer tarafından adeta ders içeriği veya

müfredatı olarak tavsiye edilen konularda zamanla gelişmeler olmuş; yazı, hesap,

yüzme, Kur’ân-ı Kerîm, seçkin kimselerin anlamlı sözleri, salihlerin menkıbeleri,

bazı dini hükümler, şiir ve Arap dili de öğretilecek dersler arasına dahil edilmiştir.

Hz. Peygamber tarafından başlatılan ve Hulefâ-yi Râşidîn zamanında artarak

devam eden ilmi gelişmeler Emeviler dönemi ilmi faaliyetleri için temel oluştur-

muştur. Özellikle Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde ortaya çıkan ve Müslümanları

meşgul eden dahili problemler ve iç savaşların ardından Muaviye zamanında yeni-

den tesis edilen siyasi birlik sayesinde pek çok sahada olduğu gibi eğitim öğretim

sahasında da önemli faaliyetler başlamıştır.

Emeviler dönemi, özellikle dini ilimlerin temelinin atıldığı bir dönemdir. Bu

devlet zamanında büyük alimlerin yaşaması, İslamiyet’in geniş alanlara yayılması,

Müslümanların farklı kültürlerle tanışarak onlardan bazı konularda etkilenmeleri ve

henüz tedvin ve tasnif edilmeyen hadislerin kaybolma endişesi gibi sebeplerle ilmi

faaliyetler hız kazanmıştır. Başta Medine olmak üzere pek çok bölgeye dağılan sa-

habilerin etrafında ilim halkaları oluşmaya başlamış ve bu merkezler hareketli birer

ilim merkezleri haline gelmiştir. Belli şehirlerde ilim meclisleri oluşmuştur.

Emeviler Dönemi Aişe bnt. Ebî Bekir, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas,

Hucr b. Adiy, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Said b. Cübeyr, Said b. el-Müseyyeb, Kadı Şü-

reyh, Tâvus b. Keysân, Muhammed b. Sirîn, Hasan-ı Basrî, Atâ b. Ebî Rebâh, Zührî,

Eb’an b. Osman, Ma’mer b. Raşid ve Ebû Hanife gibi bir kısmı sahabi de olan pek

çok meşhur alimin yaşadığı ve ilimleriyle etrafındakileri aydınlattığı, verdikleri soh-

bet ve derslerle Müslümanların bilimsel anlamda yetişmeleri için harekete geçtik-

leri bir dönem olması bakımından da önemlidir. İsmi zikredilen şahıslar dini ilimler

bakımından önemli faaliyetlerde bulunmuşlar; Peygamber sonrası Müslüman top-

lumun ihtiyaç duyduğu dini sahalardaki bilgi eksikliğini gidererek insanların Tefsir,

Page 155: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Hadis, İslam Tarihi, Kelam vb. sahalarda bilgi sahibi olabilmelerini temin edebilmek

için gayret göstermişlerdir. Böylece Emeviler devri, alimlerin çokluğu bakımından

olduğu kadar ilimi faaliyetlerin çokluğu ve farklılığıyla da oldukça verimli bir dönem

olmuştur. Emeviler dönemindeki ilmi gelişmeler sadece söz konusu dönemle sınırlı

kalmamış, yukarıda isimlerinden bazıları verilen pek çok alim tarafından gerçekleş-

tirilen ilmi faaliyetler sonraki devirlerde de Müslümanların ilmi açıdan gelişmesine

katkı sağlamıştır. Bu devletin hükümranlığı dönemindeki ilmi çalışmalarla Hz. Pey-

gamber ve Raşid Halifeler devrindeki bilgi ve birikim daha da geliştirilerek sonraki

kuşaklara aktarılmış, böylece Emeviler önceki kuşaklarla sonrakiler arasında ilmin

intikali hususunda bir köprü görevi görmüşlerdir.

Emevilerden önce özellikle dini sahalarda yoğunlaşan İslam eğitim çalışmala-

rı Emeviler döneminde de genel anlamda aynı çizgide devam etmiştir. Kur’ân ilim-

leri (Tefsir, Kıraat), Hadis, Fıkıh, İslam Tarihi, Kelam vb. dini ilimler Emeviler zama-

nında önemli ilim dallarından olma vasfını korumuşlardır. Bununla birlikte dini ilim-

lerin dışında değişik ilim dalları da (Şiir, Hitabet, Gramer, Ensab vb.) dini ilimler

kadar olmasa da eğitimin konusu haline gelmişlerdir. Emevi hanedan mensupları

ve devlet yönetiminde önemli görevleri yerine getiren üst düzey memurların ilgi

alanları dini ilimlerden ziyade diğer ilim dallarıyla alakalı olmuştur. Emevilerin yö-

netime geliş şekli kadar iktidarda bulundukları zaman zarfındaki uygulamaları se-

bebiyle de iktidara karşı çıkan ve zaman zaman idarecileri sert ifadelerle ikaz eden

hatta Haricilerin isyanları dışındaki isyanlara destek veren ulemanın ilmi faaliyetle-

rine Emevi idareciler ciddi anlamda destek vermemişlerdir. Ömer b. Abdülaziz,

Abdülmelik b. Mervan ve Hişam b. Abdülmelik gibi birkaç halife dışındaki Emevi

halifeleri dini ilimlerle meşgul olan ulemaya mesafeli durmuşlar, onlara ilmi çalış-

maları esnasında yardımcı olmamışlardır. Emevilerin din bilginlerine mesafeli duru-

şunda genel anlamda onların ilme önem vermeyen, bunun yerine idarecilik, asker-

lik ve ticareti daha önemseyen bakış açılarının da etkili olduğu söylenebilir. Emevi-

ler genel olarak idarecilik, askerlik ve ticareti ilmi çalışmalara tercih etmişlerdir. Bu

sebeple de ilimle meşgul olan alimler yerine idarecilik, askerlik ve ticarette maha-

ret kazanmış kimselere daha fazla itibar etmişlerdir. Dönemin idarecileri ilmi ba-

kımdan dini ilimler yerine edebiyat sahasındaki ilimlere, özellikle de şiir ve hitabete

ve bunlarla meşgul olan şair ve hatiplere önem vermişler, bu doğrultudaki çalışma-

ları desteklemişlerdir.

İktidarın dini ilimlere, ilmi çalışma ve alimlere bakışı pek olumlu olmayınca,

çıkan dini problemlere çözüm bulma, mevcut dini bilgileri toplama, ayıklama ve

nakletme görevini dönemin uleması üstlenmek zorunda kalmıştır. Böylece İslam

ilimleri devlet idarecilerinden bağımsız bir şekilde ve onların ciddi destekleri ol-

maksızın ulemanın gayretleri ile gelişimini sürdürmüştür. Alimlerin ders halkalarını

toplumun her kesimine açık tutmaları, hiç kimseye dersleri takip hususunda engel

olmamaları onların halk nazarında çok sevilip takdir görmelerine yol açmıştır. Dini

Page 156: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

alandaki soru ve sorunlarını çözmede diledikleri anda kendilerine ulaştıkları ve

aldıkları cevap ve çözüm önerileriyle mutmain olan halkın ulemaya karşı saygı ve

sevgisi daha da artmıştır. Toplum nazarında saygın bir yeri olan dönemin alimleri

hem halkın dini bilgi ihtiyacını karşılıyor hem de cemiyetin önemli bir kesimini oluş-

turan çocukların eğitimini üstleniyorlardı. Ulemanın halk katındaki nüfuzu Emevi

devlet yöneticilerinin alimlerle ilişkilerinde belirleyici bir rol oynamıştır. Devlet

aleyhindeki alimlerin bazı yöntemlerle muhalefetten vazgeçirilmeye çalışılması,

hatta bu maksatla zaman zaman şiddete başvurulması görülebildiği gibi bazı alim-

lerin resmi görevi kabul etmeye zorlanarak nüfuzlarından yararlanılmaya çalışılması

da söz konusu olmuştur. Bununla birlikte Emeviler dönemi boyunca pek az kimse

dışında ulema devlet nüfuzu altına girmeden ilmi faaliyetlerini ne pahasına olursa

olsun devam ettirmeye gayret göstermişler, böylece Abbasilerin ilk döneminde

özellikle hicri iki ve üçüncü asırlarda altın çağını yaşayacak olan İslam ilimlerinin

altyapısını oluşturmayı başarmışlardır.

Emeviler döneminde ulemanın geçimlerini temin etmede farklılıklar olduğu

görülmektedir. Ulemadan bazıları idarecilerin çocuklarının eğitimine verdikleri

katkılar, kadılık görevini yerine getirmeleri ve daha başka nedenlerle idarecilerin de

tasvibiyle divandan maaş alırlarken bazıları ise kendi gayretleriyle geçimlerini sağ-

layabilecek işler yaparak devletten maaş almayı reddetmişlerdir. Maaş almayı red-

dedenlerin bu kararlarında bunun dinen caiz olmaması değil kendilerine verilecek

maaşlarla idarecilerin üzerlerinde nüfuz elde etmelerine imkan vermek istememe-

lerinin etkili olduğu söylenmiştir. Zira ulemanın icra ettiği resmi görev karşılığında

devlet tarafından verilen maaşı almalarını yasaklayan dini bir hüküm bulunmamak-

tadır. Bununla birlikte ulema, devlet yöneticilerinin güdümüne girerek onlar tara-

fından kendilerine dayatılan fikri ve siyasi anlayışları savunmak ya da bunlar karşı-

sında sessiz kalmak gibi bir duruma düşmek yerine kendi çabalarıyla geçimlerini

sağlamaya çalışmışlardır. Bazı alimlerin ise ilmi çalışmaları esnasında halifelerden

maddi yardım taleplerinde bulundukları ve kendilerine sağlanan imkanlarla ilmi

faaliyetlerini sürdürdükleri de görülmektedir.

Hz. Peygamber’in gayretleriyle mescitlerde başlayan eğitim ve öğretim faali-

yetleri Emeviler döneminde artarak devam etmiştir. Sadece Mekke ve Medine gibi

Hicaz kentlerinde değil emsar olarak nitelendirilen büyük vilayetlerde (Kûfe, Basra,

Fustat, Mekke, Medine vb.) ve daha küçük yerleşim birimlerinde cami ve mescit-

lerde kurulan ilim halkaları hemen her yaştan Müslümanlarla dolup taşmıştır. İslam

şehrinin nüvesini oluşturan mescitler dini ilimlerin merkezi haline gelerek asırlar

boyu ilmi çalışmaların sürdürüldüğü mekanların en önemlileri arasında yer almış-

lardır. Mısır’da Amr b. el-Âs ve Şam’da Ümeviyye Camiî Emeviler döneminin en

önemli eğitim yuvalarındandılar.

Emeviler zamanında mescitler dışında saraylar, alimlerin evleri, çöl ve

küttâblar da önemli ilim merkezleri haline gelmişlerdir.

Page 157: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Saray, Emeviler döneminde eğitim bakımından önemli fonksiyonlar ircaa

etmiştir. Söz konusu fonksiyon iki yönlü olmuştur. Emevi Devleti’nin kurucusu Mu-

aviye döneminden itibaren halifeler saraylarında akşamları sohbet ve muhabbet

ortamı oluşturmuşlar, burada devrin önde gelen tarihçilerini, şair ve hatiplerini,

musikişinaslarını ve edebiyatta maharet sahibi olanları misafir ederek onlar tara-

fından gerçekleştirilen ilmi-edebi faaliyetleri zevkle takip etmişlerdir. Böylece Eme-

vi halifelerinin kendi bilgi ve kültürlerini geliştirmeleri mümkün hale gelmiştir.

Muaviye ile başlatılan saray akşamlarında oluşturulan toplantıların muhteva-

sında zaman içerisinde değişimin olduğu anlaşılmaktadır. Muaviye ve kısmen Yezid

b. Muaviye döneminde söz konusu toplantıların en önemli konusu tarihe dair iken

Yezid’den sonra şiir ve edebiyat revaç bulan konular arasına dahil oldular. Feraz-

dak, Cerir b. Atiyye, Ahtal, Halid b. Safvan vb. söz konusu dönemin en önemli şair-

leri arasında yer alarak saray toplantılarının vazgeçilmez kişileri haline geldiler.

Emevi devletinin yıkılmaya yüz tuttuğu dönemlerde toplantıların konuları ve katı-

lımcılar değişti ve ilmi toplantıların yerini artık eğlence meclisleri aldı. Yezid b. Ab-

dülmelik ve Velid b. Yezid döneminden itibaren İslam dünyasında şöhret sahibi

olan müzisyenler sarayda toplanmaya başladılar. Birçoğu ahlak düşkünlüğü ile ta-

nınan bu müzisyenler, sarayın en gözde şahıslarından oldular ve devlet hazinesin-

den en büyük payı alanlar arasında yer aldılar. Öyle ki sarayın da desteği ile müzis-

yenler bölgeden bölgeye gitmek için transfer parası almaya bile başladılar, özellikle

idareciler tarafından çeşitli imkanlara sahip hale getirildiler. Örneğin Yezid b. Ab-

dülmelik’in iki meşhur cariyesi ve şarkıcısından biri olan Habbâbe’nin devlet yöne-

timine müdahale edecek kadar ileri gittiği, çok kritik görevlere bile bazı memurların

tayininde etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan saray özellikle halifelerin çocuklarının en iyi şekilde eğitilmesi

için de kullanılmıştır. Emevi halifeleri çocuklarının hem dini hem de edebi ilimler

bakımından iyi yetiştirilmesini temin etmek maksadıyla devrin tanınmış hocaların-

dan istifade etmeye çalışmışlar, özel hocalar tutarak çocuklarının sarayda kendi

gözetimleri altında eğitilmelerini sağlamışlardır. Her halife kendi döneminin en

ünlü hocalarını sarayda istihdam ederek onlara yüksek maaşlar bağlamıştır. Saray-

da ders veren hocaların öğretecekleri dersin muhtevasına da müdahale eden hali-

feler kendi ilgi alanları doğrultusunda dersler verecek hocaları çocuklarının eğitimi-

ne memur etmişlerdir. Örneğin tarihe ilgi duyan Muaviye, bu alanda ün kazanmış

olan Dağfel b. Hanzala’yı oğlu Yezid’e hoca olarak seçmiştir. Tarihe merak duyan

Yezid b. Muaviye de saray sohbetlerine, özellikle tarihi olayların konuşulmasına

öncelik vermiştir. Muaviye’nin geçmiş toplumlar ve devletlerin tarihlerini kendisine

anlatmak üzere Ubeyd b. Şerye’yi görevlendirdiği bilinmektedir. Diğer taraftan

Medine fukahasından sayılacak derecede fıkıh bilgisine sahip olan Emevilerin dör-

düncü halifesi Abdülmelik b. Mervan’ın ise çocukları için hoca olarak Kûfe’nin ünlü

fakihi ve bir dönem kadılık da yapmış olan eş-Şa’bî’yi görevlendirmiştir.

Page 158: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Sarayda devlet işleri görüşülürken idari konularla ilgili tecrübe sahibi olmala-

rı istenilen veliahtların babalarının yanında yer almalarına özen gösterilmiştir. İlme

merakıyla bilinen bazı halifelerin sarayda kendileri için özel hocalar tuttuklarına

dair bilgilere de rastlanılmaktadır. Fasih ve beliğ bir şekilde Arapça konuşabilmek

için çocukluğunda yeterli eğitimi almayan Velid b. Abdülmelik’in halife olduktan

sonra söz konusu eksikliği telafi etmek maksadıyla birçok Arapça gramer hocası

tutarak onlardan nahiv dersi aldığı ve gramerini geliştirmeye çalıştığı ifade edilmiş-

tir. Dolayısıyla saray Emeviler döneminde en önemli ilim mekanları arasında yer

almıştır.

Abdülmelik b. Mervan zamanından itibaren sarayda sürekli görev yapan bir

eğitimci (müeddib) bulundurulmuştur. Söz konusu hocaların mevcut birikimleri ile

halife çocuklarını eğitmesi istenilirken aynı zamanda halifelerin bizzat kendileri de

müeddiblere zaman zaman çocuklarının eğitimi hususunda telkinlerde bulunarak

onların eğitimlerine dair özen gösterilmesi gereken konulara dikkat çekmişlerdir.

Hulefâ-yi Râşidîn çocuklarını eğitim konusunda herhangi bir ayrıcalıklı uygu-

lamada bulunamamışlar, evlatlarının diğer Müslümanların çocukları ile aynı ortam-

da aynı hocalardan aynı müfredata göre eğitilmelerini sağlamışlardır. Oysa Emevi

halifeleri halktan kopuk bir şekilde yaşamanın bir sonucu olarak çocuklarını da

halktan koparmışlardır. Sarayda özel hocaların eğitimi altında yetiştirilen halife

çocukları halktan daha da uzaklaşmışlardır.

Emeviler dönemi eğitim mekanlarından birisi de çöldür. Arap geleneği bakı-

mından çöl bedeni bakımdan sıhhati, dil bakımından ise fesahati temsil etmektedir.

İslam öncesinde olduğu gibi İslamiyet döneminde de Araplar çocuklarının bedenen

sıhhatli yetişmesi ve fasih Arapçayı öğrenebilmeleri için küçük yaşlardayken çöle

gönderirlerdi. Çöl sadece hayatta kalabilmek için zorunlu olan atıcılık, binicilik,

dövüşçülük ve yüzücülüğün öğrenildiği bir yer olmayıp aynı zamanda şiir, musiki,

fasih ve beliğ konuşma gibi sanatların da en güzel şekliyle öğrenilip icra edildiği bir

mekandı. Bu sebeple Emevi halifeleri de evlatlarını çöle göndererek onların söz

konusu bilgi ve becerileri öğrenmelerini istemişlerdir. Eğitim için çocuğunu çöle

gönderen ilk halife Muaviye olmuştur. O, oğlu Yezid’i daha küçük yaşındayken çöle

dayılarının yanına göndermiştir. Çölde verilen eğitimin öneminin anlaşılması bakı-

mından Abdülmelik b. Mervan’ın, “Velid’e olan sevgimiz ona zarar verdi”, yani ona

olan düşkünlüğümüz sebebiyle çöle göndermediğimiz oğlumuz Velid için iyi olmadı,

bu durum ona zarar verdi” demesi manidardır. Çöl ortamında fasih Arapça öğren-

me imkanı elde edemeyen Velid’in bunu telafi etmek üzere hilafeti döneminde

kendisine özel hocalar tutarak fasih konuşabilmek üzere dersler aldığı ifade edil-

miştir. Dolayısıyla Emeviler döneminde çöl sadece geleceğin devlet yöneticisi olan

çocukların değil halktan pek çok kimsenin de çocuklarının eğitimi için önemli me-

kanlar arasında yer almıştır. Özellikle fetihlerin yoğun bir şekilde devam ettiği bu

dönemde çölde binicilik, kılıç kullanma, ok atabilme daha da önemlisi çölün zorlu

Page 159: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

şartlarına alışarak çocukluk çağını geçirenler İslam ordusunun asker ihtiyacının

karşılanması bakımından da önem arz etmekteydi.

Küttâblar da Emeviler döneminin önemli eğitim kurumları arasında idiler.

Özellikle emsar denilen büyük vilayetlerde olduğu gibi kasaba, hatta köylerde bile

küttâblar vardı. İlköğretim çağındaki öğrencilere buralarda okuma yazma yanında

binicilik, atıcılık, şiir, darb-ı mesel ve Kur’ân-ı Kerim’in de öğretildiği anlaşılmakta-

dır. Küttâblarda tedrisatını tamamlayan öğrenciler eğitimlerine mescitlerdeki ders

halkalarına katılarak devam etmişlerdir. Çoğu az sayıda öğrenciye eğitim veren

küttâbların bazılarında ise sayıları binleri bulan öğrenci kapasitesine sahip olduğu-

na dair tarihi kayıtlara rastlanılmaktadır. Ebu’l-Kâsım el-Belhî (ö.105/723)’nin 3000

öğrenciye eğitim veren bir küttâbından bahsedildiği gibi Dahhâk b. Müzahim

(ö.105/723)’in de Kûfe’de kendisine ait 3000 öğrenci kapasitesine sahip bir

küttâbından söz edilmektedir.

Küttâb öğrencileri yazı malzemesi olarak ellerinde taşıdıkları levhaları kulla-

nırlardı. Öğrenciler, hocaları tarafından kendilerine yazdırılan ayet, hadis, darb-ı

mesel ve şiirleri ezberlerdi. Bunun yanında temel dini bilgiler ve dini ibadetlerin de

küttâblarda uygulamalı olarak öğretilerek öğrencilerin ibadet ve inanç esaslarına

dair genel kaideleri hakkında bilgi sahibi olmaları temin edilirdi. Küttâblara devam

etmek için belli bir sosyal zümreye sahip olmaya gerek yoktu. Her Müslüman çocu-

ğunu bu okullara gönderebiliyordu. Hatta buralara köle ve cariyeler de giderek

okuma yazma öğrenebiliyorlardı.

Emeviler döneminde ilim adamlarının ev ve iş yerlerini de ilim öğretmek için

kullandıkları görülmektedir. Özellikle devletten ve öğrenci velilerinden ilim öğret-

meleri karşılığında herhangi bir ücret kabul etmeyen alimler, hem hayatlarını de-

vam ettirebilmek hem de ilmi faaliyetleri sürdürebilmek için ya evlerinin ya da iş-

yerlerinin bir kısmını eğitim için tahsis etmişlerdir. Ticaretle meşgul olmak zorunda

kalan bazı alimler, hem ticari faaliyetlerini hem de öğrenci yetiştirme işini bir arada

devam ettirmeye çalışmışlardır. Nitekim İmam-ı Azam Ebû Hanife Kûfe pazarındaki

iki göz dükkanının bir odasında öğrencilerine ders verirken diğerinde müşterilerine

mal satmaya devam etmiştir.

Emeviler dönemi ilmi çalışmalarıyla ilgili olarak belirtilmesi gereken bir husus

da bu devletin tebaası olarak yaşamlarını devam ettiren gayrimüslimlerin de kendi-

lerine ait kilise, havra ve ateşgede gibi ibadethanelerinde okuma yazma ile dini ve

sosyal yaşamla ilgili temel bilgileri öğrettikleri gibi din adamlarını da bizzat kendileri

yetiştirmişlerdir.

Emeviler döneminde ilmi çalışmaların sahası genişlemiş, Hz. Peygamber ve

Raşid halifeler dönemindeki ilmi alanlara yenileri eklenmiştir. Bilindiği gibi İslam

ilim tarihçileri ilimleri farklı kategorilere ayırmışlardır. Bunlardan bazıları şu şekil-

dedir.

Page 160: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Nakli (şer’i/dini) ilimler: Tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, kelam, nahiv, lügat,

edebiyat vb.

Akli ilimler: Felsefe, matematik, astronomi, tıp, coğrafya, kimya, biyoloji, bo-

tanik, zooloji, eczacılık, musiki, tarih.

Diğer taraftan Dil ve Edebiyat (Şiir, Gazel, Hitabet ve Nahiv), Dini ilimler

(Kraat-Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam) ve diğer ilimler (Tarih, Ulumu’l-Evâil: Felsefe,

Kimya, Tıp ve Eczacılık, Astronomi vb.) şeklinde bir gruplandırma da söz konusudur.

Yukarıdaki tasnifin dışında bizim de benimsediğimiz bir tasnif daha bulun-

maktadır. Bu tasnife göre ilimler; “dini ve sosyal ilimler” ile “Ulûmü’l-Evâil” şeklin-

de iki guruba ayrılarak mütalaa edilmiştir.

DİNİ VE SOSYAL İLİMLER

Dini ve sosyal ilimleri birbirinden kesin hatlarla ayırmak mümkün değildir. Zi-

ra dini ilimlerin sosyal ilimlere gerek içerik gerekse yöntem bakımından büyük etki-

leri olduğu gibi sosyal ilimlerin de dini ilimlere etkileri hatta katkıları söz konusu-

dur. Dolayısıyla iki grubu aynı başlık altında değerlendirmeyi uygun görüyoruz.

Kur’ân İlimleri

Dini ilimlerin başında Kur’ân ilimleri gelmektedir. Kur’ân’la ilgili ilimler onun

okunmasına dair kıraat ve yorumuna dair tefsirdir. Bu iki ilim dalının temelleri as-

lında Hz. Peygamber tarafından atılmış daha sonra gelişmiştir.

İslam medeniyetinin birçok ilim ve sanat şubesinin hareket noktası Kur’ân-ı

Kerîm olmuştur. Sadece tefsir, kıraat gibi doğrudan Kur’ân’la ilgili ilim dalları değil

dil, gramer, imla gibi Filoloji ile ilgili ilim dalları da Kur’an’dan etkilenmiştir. Arap

dili ve edebiyatının oluşumunda Kur’ân’ın önemli bir payı olduğu gibi Müslümanla-

rın konuştukları diller ve yaşadıkları kültürlerde de Kur’ân’ın değişik oranlarda pa-

yının olduğu görülmektedir.

Kıraat

Hz. Osman tarafından Kureyş lehçesi esas alınmak suretiyle çoğaltılan Kur’ân

nüshaları Kur’ân’ın tek bir lehçe ile okunmasını sağladığı gibi lehçe farklılıkları se-

bebiyle çıkabilecek tartışmaları da sona erdirmiştir.

Değişik bölgelere gönderilen ve resmi hüviyete haiz olan bu nüshalara bağlı

olarak Kur’ân’ın okunması ve öğretilmesi için Emeviler döneminde muallimler gö-

revlendirilmiştir. Bu dönemde çok sayıda Kur’ân nüshası istinsah edilerek Kur’ân

üzerindeki ihtilaflar en aza indirildi. Böylece Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e geldiği şek-

liyle sonraki kuşaklara intikali sağlandı. Kur’ân’ın okunuşunu yani kıraat ilmini iyi

Page 161: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

bilen muallim sahabilerin verdikleri derslerle genç sahabiler ve tabiin bu alanda

uzmanlık kazandılar. Emeviler döneminde yetişen bu alimler hocalarından duyduk-

ları ve öğrendikleri kıraat vecihlerini sistemleştirerek kıraat ilminin gelişmesine ön

ayak oldular.

Kırat ilmine dair ilk eserler Emeviler döneminde yazıldı. Günümüze intikal

etmemekle birlikte söz konusu eserler sonraki dönemlerde bu alanda yapılacak

olan çalışmalara kaynaklık etmişlerdir. Kıraat ilminde otoriter kabul edilen kıraat-ı

seba alimlerinden üçü bu dönemde yetişmiştir. Bunlar Suriye bölgesinin kıraat

üstadı İbn Âmir el-Yahsubî, Mekke’nin kıraat alimi İbn Kesîr ve Kûfelilerin imamı

Âsım b. Behdele’dir.

Emeviler dönemi Kur’ân’ın metni üzerinde ciddi katkıların gerçekleştirilerek

okuyucular açısından kolaylıkların sağlandığı bir dönem de olmuştur. Zira Kur’ân ilk

defa bu dönemde harekelenmiştir. Muaviye’nin emri ve Basra valisi Ziyad b.

Ebîhi’nin aracılığıyla Ebu’l-Esved ed-Düeli (69/688) Kur’ân’ın noktalanma işini ger-

çekleştirmiştir. Kur’ân’ın noktalanması ve okunuş birliği sağlanması için harekelen-

dirmesi bir ihtiyaçtan kaynaklanmıştır. Dönem içerisinde farklı kültür ve toplumlar-

dan insanların İslam toplumuna dahil olmasıyla Arapçanın bozulması Kur’ân’a da

tesir edebilir endişesi böyle bir çalışmanın gerçekleşmesinde etkili olmuştur.

Kur’ân’la ilgili noktalama işleminin Emevilerin meşhur valilerinden Haccac b. Yu-

suf’un emriyle Nasr b. Âsım tarafından yapıldığı da ifade edilmekle birlikte daha

ziyade kabul gören bu işi Ebü’l-Esved ed-Düeli’nin gerçekleştirdiğidir.

Tefsir

Kur’ân ayetlerinin muhkem veya müteşabih, mücmel veya mufassal oluşu

gerek anlaşılması gerekse uygulanması bakımından birtakım farklılıklara ve tartış-

malara yol açmıştır. Bu durum tefsir ilminin doğmasında etkili olmuştur. Hz. Pey-

gamber hayatta iken Kur’ân’ın anlaşılmasıyla ilgili problemleri kendisi çözüyordu,

ondan sonra ise Kur’ân hususunda otoriter olan müfessir sahabiler bu işi üstlen-

mişlerdir. Müfessir sahabiler Kur’ân’ı tefsir ettikleri gibi çok sayıda talebe de yetiş-

tirerek kendilerinden sonraki dönemlerde Kur’ân’ın anlaşılmasına katkı sağlayacak

bir nesil bırakmaya çalışmışlardır. Tabiinden olan bu müfessirler, yerleştikleri böl-

gelerde farklı ekoller oluşturarak Kur’ân’ın anlaşılması yönünde çalışmalarını sür-

dürmüşlerdir. Bu dönemde Mekke, Medine ve Kûfe’de tefsir çalışmaları yoğunluk

kazanmıştır.

Mekke tefsir ekolünün kurucusu sayılan ve “müfessirlerin sultanı”, ve “

Kur’ân tercümanı” olarak bilinen Abdullah İbn Abbas ve onun öğrencilerinden Atâ

b. Ebû Rebâh, Tâvus b. Keysân, Saîd b. Cübeyr, İkrime vb. tefsir alanında önemli

hizmetlerde bulunmuşlardır. Benzer şekilde Übey b. Kâ’b öncülüğünde Medine’de

de tefsir çalışmaları yoğun bir şekilde devam etmiştir. Sahabilerin çoğu bu şehirde

Page 162: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

yaşadığı için Medineli müfessirler, çalışmaları esnasında sahabilerden doğrudan

bilgi alma imkanına sahip olmuşlardır.

Diğer taraftan Irak bölgesinde ise tefsir çalışmaları yine sahabeden Abdullah

b. Mes’ûd ve talebeleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Katâde b. Diâme, Ebû Ab-

durrahman es-Sülemî, Alkame b. Kays, Hasan el-Basrî vb. Abdullah b. Abbas’ın

meşhur öğrencilerinden ve Irak tefsir ekolünün en önemli mensuplarındandırlar.

Emeviler döneminde telif edilen tefsir kitapları günümüze kadar gelmemişlerdir.

Bununla birlikte bu eserler sonraki dönemlerde yapılan çalışmalara kaynaklık et-

mişlerdir.

Hadis

Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerini aktaran, değerlendiren ve tasnif

eden bilim dalı olarak daha Hulefâ-yi Râşidîn döneminden itibaren ortaya çıkan

hadis ilmi Emeviler döneminde de muhaddis sahabiler öncülüğünde gelişimini sür-

dürmüştür.

Hadislerin kitap oluşturacak boyutta olmasa bile sahifeler halinde yoğun bir

şekilde yazıldığı Emeviler devrinde, tedvini de gerçekleştirilmeye başlamıştır. Emevi

halifelerinden Ömer b. Abdülaziz halifeliği sırasında hadis alimlerinin vefatı sebe-

biyle ortaya çıkabilecek mahzurları göz önünde bulundurarak vilayetlerdeki valiler

ve hadis alimlerine mektuplar yazarak Hz. Peygamber’den nakledilen hadislerin

toplanmasını istemiştir. Böylece hadis sayfaları bir araya getirilerek tedvin dönemi

başlatılmıştır. Bu emir doğrultusunda ilk olarak eser yazan kişi İbn Şihâb ez-Zührî

(ö. 124/742) olmuştur. Hadislerin tedvin edilmesi ileride, Abbasiler döneminde

hadislerin konularına göre tasnif edilmesi böylece hadis külliyatının oluşturulması-

na büyük katkılar sağlamıştır.

Özellikle Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde yaşanılan siyasi ve dini tartışmalar

esnasında bazı kimselerin hadis uydurma yoluna gitmesi sebebiyle hadislerin sıhha-

ti önemli bir konu olarak gündeme gelmiştir. Sahih hadislerin uydurma olanlardan

ayırt edilebilmesi için hadisi söyleyene nispet ederek hadisin sıhhatini tespit etme-

ye yarayan isnad sistemi Emeviler döneminde geliştirilmeye başlandı. Emeviler

dönemi muhaddisleri arasında ez-Zührî’den başka Abdullah b. Amr b. el-Âs, Abdul-

lah b. Abbas, Semüre b. Cündeb ve Câbir b. Abdullah, Hemmâm b. Münebbih gibi

şahıslar sayılabilirler.

Fıkıh

Emeviler devri fıkhın müstakil olarak bir ilim dalı haline geldiği dönem olarak

kabul edilmektedir. Bu esnada tabiin nesline mensup pek çok fakih, çeşitli bölge-

lerdeki fakih sahabilerin ders halkalarına katılmışlar, onlardan aldıkları bilgileri ge-

liştirerek sonraki nesillere aktarmışlardır. Tabiin fakihleri değişik bölge ve çevreler-

Page 163: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

de farklı karakteristiğe sahip fikıh ekolleri oluşturmuşlardır. Başını Saîd b. Müsey-

yeb’in çektiği “Hicaz ekolü” ve önderliğini İbrahim en-Nehâî’nin yaptığı “Irak ekolü”

bu dönemde teşekkül etmiştir. Her iki grup da Kitap, Sünnet ve Sahabe icmaına

dayanmakla birlikte Hicaz ekolü, sünnetin daha iyi bilindiği ve tatbik edildiği Medi-

nelilerin yaşadığı İslam’a ve onların meselelere yaklaşımlarına daha fazla önem

vermişlerdir. Ayrıca Hicaz ekolu, bulundukları çevre sebebiyle hadis malzemelerine

daha kolay ve yoğun olarak ulaşabilmekteydiler. Mecbur kalmadıkça rey ve içtihat

yoluyla hüküm vermezler, Kitap ve Sünnetteki delillerle karar vermeyi önemserler-

di. Söz konusu farklılıkların oluşmasında hadisi delil olarak alma veya reye başvur-

ma konusunda bazı prensip ve metot farkları etkili olduğu gibi çevre, kültür ve üs-

tat da önemli yere sahiptirler. Hicazlıların yaşadıkları bölge itibarıyla fazla problem-

le karşılaşmamaları onların hüküm verme konusunda Kitap ve Sünnetle yetinmele-

rinde etkili olmuştur. Bununla birlikte Irak ekolünü oluşturanların bulundukları

bölge ise hem nicelik hem de nitelik bakımından problemlerin yoğun olduğu bir

yerdi. Bundan dolayı bazen Kitap ve Sünnetteki deliller problemi çözmede, hüküm

vermede yeterli olamayabiliyordu. Iraklı fukaha bu durumda sahabe kavline ve

kendi rey ve içtihatlarına göre de hüküm vermek zorunda kalmışlardır.

Konulara göre fıkıh kitaplarının yazılışı Emeviler döneminde başlamışsa da

bunların çok az bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir.

Kelam

Emeviler dönemi, kelam tarihi bakımından itikadi konularda tartışmaların

başladığı ve kelam ilminin temellerinin atıldığı bir devir olarak kabul edilmektedir.

Söz konusu dönemde kişiler bazında bazı tartışmalar ve gruplaşmalar olmuşsa da

büyük itikadi ekoller henüz teşekkül etmemiştir. Bu sebeple Emeviler devri kelam

ilminin hazırlayıcı merhalesi olarak nitelendirilebilir. Kelam ve mütekellim ifadele-

rinin Abbasi halifelerinden Harunürreşid (170-193/786-809) döneminde yaygın-

laşmış olması da Emeviler döneminin kelam ilmi bakımından hazırlık safhasının

yaşandığı devir olarak kabul edilmektedir.

Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde ortaya çıkan siyasi ve fikri ayrılıklar zamanla

itikadi mahiyet kazanmıştır. Son iki Raşid halife döneminde yaşanılan dahili prob-

lemler, Hz. Osman’ın asiler tarafından öldürülmesi, Hz. Ali’nin cemel ashabıyla

mücadelesi, Sıffın ve Nehrevân Savaşı, tahkim vb. gibi olaylar kelamın konusuna

giren kader, irade, iman, küfür gibi kavramların ortaya çıkmasına ve kelam ilminin

doğuşuna tesir eden Şia, Hariciler, Cebriyye, Kaderiyye, Mürcie gibi grupların oluş-

masına zemin hazırlamıştır.

Emeviler döneminde kader konusunu gündeme getirerek insan hürriyetini

savunan ilk kişilerin Ma’bed el-Cühenî ile Gaylân ed-Dımeşkî, cebir görüşünü des-

tekleyenlerin Ca’d b. Dirhem ve Cehm b. Safvân olduğu, mutezililiği ilk savunan

şahsın da Vâsıl b. Atâ olduğu kabul edilir. Bu dönemde yaşanılan itikadi tartışma-

Page 164: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

larda görüşleriyle adlarından sıkça bahsettiren en önemli alimler ise Hasan-ı Basrî

ve Ebû Hanîfe’dir.

Kelam ilminin Emeviler döneminde ortaya çıkmaya başlamasında söz konusu

zaman diliminde fetihler neticesinde farklı kültür, inanç ve felsefeye sahip kişilerin

İslam toplumuna dahil olması veya Müslümanlarla ilişki kurmaya başlamalarının da

etkisi vardır. Zira gerek Müslümanlığı benimseyen ancak eski inanç ve düşüncesin-

den de tamamen kurtulamayan yeni Müslümanlar gerekse İslamiyet’i fikir ve dü-

şünce platformunda yıpratmaya çalışanlara karşı İslam dininin entelektüel boyutta

anlatılması ve savunulabilmesi için kelam ilmine ihtiyaç duyulmuştur.

Tarih

İslam tarihçiliği siyer ve meğaziye dair Hadis-i Şeriflerin bir araya getirilip ka-

tegorize edilmesiyle başlamıştır. Daha Hz. Peygamber hayatta iken bazı sahabiler

siyer ve meğaziye dair hadisleri yazıyorlardı. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Amr b.

el-Âs, Ber’â b. Âzib gibi sahabilerin siyere dair pek çok hadisi yazdıkları bilinmekte-

dir. Söz konusu sahalardaki çalışmalar Emeviler döneminde büyük bir yoğunluk

kazandı. Tabiin tabakasından olan zamanın alimleri siyer ve meğazi ilmini öğrenme

uğrunda büyük bir gayret içerisine girdiler. Bu dönemde yazılan siyer ve meğazi

kitapları günümüze ulaşmamakla birlikte bunlardan yararlanan alimlerin eserleri

vasıtasıyla söz konusu sahabilerin yazdıkları eserlerle bunlardan haberdar olabil-

mekteyiz. Emeviler dönemindeki çalışmalarla siyer ve meğazi ilminin temelleri

atılmış, bu temel üzerine Abbasiler devrinde gerçekleştirilen katkılarla İslam tarihi-

nin çok zengin ve güvenilir kaynaklarının teşekkülü söz konusu olabilmiştir.

Emeviler dönemi ilk siyer ve meğazi müellifleri arasında Hz. Osman’ın oğlu

Eb’ân b. Osman (ö.105/723), Hz. Aişe’nin yeğeni Urve b. Zübeyr (ö.94/712), İbn

Şihâb ez-Zührî, Vehb b. Münebbih, Katâde, Musa b. Ukbe, Ma’mer b. Raşid ve İbn

İshak vb. sayılabilirler.

Diğer taraftan Emeviler dönemi sadece siyer ve meğaziye dair değil diğer ta-

rihi alanlarla ilgili de eserlerin yazılmaya başlandığı bir devir olmuştur. Nitekim

Ubeyd b. Şeriyye el-Cürhümî ve Dağfel b. Hanzala gibi tarihçiler Cahiliye dönemine

dair eserler yazarken Vehb b. Münebbih gibi ehl-i kitaba mensup bazı kimseler ise

geçmiş milletler ve peygamberlerin tarihlerine dair eserler kaleme almışlardır. Ben-

zer şekilde Emeviler döneminde cereyan eden savaşlar ve diğer siyasi olaylar da

bazı tarihçiler tarafından kayda geçirilerek kitaplaştırılmışlardır. Avâne b. el-Hakem

ve Ebû Mıhnef bu alanda eserler yazanlar arasında en sık isimleri duyulan kimse-

lerdir. Şehir tarihi, genel tarih, mahalli tarih ve kültür tarihine dair eserlerin de

Emeviler döneminden itibaren yazılmaya başlandığını görmekteyiz.

Page 165: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Dil ve Edebiyat

Emeviler döneminde dini, siyasi ve sosyal gelişmelerden etkilenen Arap şiiri

yeni temalar ve yönelişler kazanmıştır. Fetihlerle yeni Müslüman olan mevali grup-

ların Müslüman Araplarla bir arada yaşamaya başlamalarından sonra Arap şiirine

değişik kültür ve medeniyetlerden yeni kavramların ve anlayışların dahil olmasına

yol açmıştır. Din, bu dönemde de toplumsal hayatta önemli bir kavram olarak in-

sanların gündemlerini belirlemeye devam etmiştir. Müslümanlar duygu ve düşün-

celerini, savaş ve barışla alakalı hislerini ifade ederken dini ölçüler çerçevesinde

şiiri kullanmışlardır. Diğer taraftan bu dönem zarfında yaşanılan siyasi ve itikadi

rekabet, asabiyetten kaynaklanan kabileler arası mücadeleler de fiili mücadeleden

daha çok şiir ve edebiyatın diğer türleriyle gerçekleştirilmiştir. Bütün bunlar da

Arap şiirinin teşekkülünde etkili olmuştur. Hz. Ömer’in emriyle Rumca, Farsça ve

Kıptice tutulan divan kayıtlarının Abdülmelik b. Mervân’ın halifeliğinde onun emriy-

le Arapça tutulması da Arapçanın edebi gelişimi bakımından önemli olmuştur.

Emeviler zamanında çok sayıda hiciv ve medih şairi yetişmiştir. Devlet idare-

sinde bulunan kimseler için yazdıkları medhiyeler sayesinde büyük bahşiş ve ödül-

ler alan şairler yanında hiciv şiirinde de maharetli çok sayıda şairin yine aynı devir-

de isimlerinin ön plana çıktıkları görülmektedir. Hiciv şiirlerinin oluşumunda kabile-

cilik anlayışının büyük tesiri vardır. Diğer taraftan Emeviler zamanında, hem medih

hem de hiciv şiirinde aynı anda şöhret kazanan ve Arap şiirinin en önemlileri ara-

sında gösterilen, “nekâiz” şairleri olarak kabul edilen şairler de vardır. Üçü de

Irak’da doğan ve yetişen bu şairler, Ahtal, Ferazdak ve Cerir b. Atıyye’dir.

Emeviler dönemi şiirini içerik olarak iki grupta değerlendirmek mümkündür:

aşk şiiri, siyasi şiir.

Her iki şiir türünün gelişmesinde de halifelerin ve hanedan mensupların kat-

kıları olmuştur. Muaviye döneminde başlayan sarayda gece tertip edilen meclisler-

de ilgi gören ve takdir edilerek ödüllendirilen şairler ve hatipler en güzel şiirler

arasında yer alacak şiirlerini inşad etmek için büyük bir gayret içerisine girmişlerdir.

Kendisi de bir şair olan Yezid b. Muaviye ve diğer bazı halifelerin desteği ile sarayda

düzenlenen meclislerde söylenilen şiirler ve bunların bestelenmesiyle oluşturulan

şarkılar, gazeller ön plana çıkmıştır.

Emeviler dönemi edebiyatı bakımından sadece şiirler değil edebiyatın diğer

türlerinden olan edebi mektuplar, hutbeler ve nesir de oldukça gelişmiştir. Ömer b.

Abdülaziz, Ziyad b. Ebîhi, Haccac b. Yusuf, Hasan- ı Basrî ve daha başka şahısların

Arap edebiyatı bakımından şaheser olarak kabul edilen pek çok hutbeleri ve veciz

konuşmaları bulunmaktadır. Kamuoyunu yönlendirmede Muaviye şair ve hatipleri

kendi siyaseti doğrultusunda kullanmakta mahir bir kimse olarak bilinmektedir.

Ondan sonra iş başına gelen diğer Emevi halifeleri de benzer şekilde hareket ede-

Page 166: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

rek şair ve hatipleri kendi saflarına çekmeye çalışmışlar, onların aracılığıyla propa-

gandalarını halk kitlelerine ulaştırmak ve benimsetmek için uğraşmışlardır.

Emeviler zamanında Arap dilinin kurallarının oluşumu bakımından önemli

olan Nahiv ilminin gelişmesine yönelik adımların atıldığı görülmektedir. Arap olma-

yan Müslümanların (mevali) Arapçayı öğrenmekte karşılaştıkları güçlükler ve farklı

lehçelerle konuşan Arapların bir arada yaşamaları esnasında ortaya çıkan i’rab

hataları nahivle ilgili çalışmalara başlanılmasında etkili oldu. Diğer taraftan

Kur’ân’ın dil hatalarından korunabilmesi için de Arapçanın kurallara uygun bir şe-

kilde yazılması ve okunması önem arz etmekteydi. Nahiv ilminin temelleri din, dil

ve ırk yönünden oldukça karışık olduğu Basra’da Ebü’l-Esved ed-Düeli ve arkadaşla-

rı tarafından atılmıştır. Kur’ân’ın birbirine benzeyen harfleri birbirinden ayırmak

üzere noktaları kullanan Nasr b. Âsım da bu dönemde yaşayan ünlü nahiv alimle-

rindendir.

ULUMU’L-EVÂİL

Emeviler zamanında sadece dini ve sosyal ilimler değil başta felsefe, astro-

nomi, matematik, tıp ve kimya gibi akli ilimler sahasında da önemli çalışmaların

başladığı görülmektedir. Roma imparatoru İskender’in fetihleri ile birlikte Mısır,

Suriye ve Batı Asya’da tanınmaya başlanan Yunan kültürü, tercümeler yoluyla Müs-

lümanların da istifadesine sunulmuştur. Mezhep anlaşmazlıkları yüzünden 489’da

Edessa’dan (Urfa) sürülen Nasturiler ile putperest kabul edildikleri için 529’da Ati-

na’dan sürgün edilen Yeni Eflatuncu sekiz felsefeci İran’daki Huzistân bölgesindeki

Cündişâpûr’a yerleşmişti. Böylece Hıristiyan, Suriyeli, Hintli, Yunanlı ve İranlı bilim

adamları burada toplanmıştı. İslam dünyasında Enüşirvân-ı Âdil diye bilinen I. Hüs-

rev (531-579) Cündişâpûr’da felsefe, tıp ve diğer ilimlerin okutulduğu bir mektep

kurmuş ve onun zamanında şehir büyük bir ilim merkezi haline gelmiştir. Aristo ve

Eflatun’un bazı eserleriyle Kelile ve Dimne bu devirde Farsça’ya çevrilmiştir. I. Hüs-

rev’in kurduğu bu okulda Hintli doktorların yanında Yunanlı doktorlar da görev

yapmışlardır. Söz konusu okul Müslüman tıp kültürünün oluşmasında önemli rol

oynamıştır. Hz. Peygamber döneminden itibaren Arabistan’da Cündişâpûr medre-

sesinde tabiplik yapan bazı kimselerin görev aldıklarına dair kaynaklarda bilgilere

rastlanılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber döneminin meşhur tabiplerinden Hâris

b. Kelede söz konusu okul da tahsil gören kimselerdendir.

Cündişâpûr, Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. Fe-

tihten sonra da Cündişâpûr bilim bakımından önemini korumuş ve burada gördük-

leri tahsil ile pek çok bilim adamı yetişmiştir. Emevi halifelerinden Muaviye b. Ebî

Süfyan’ın doktoru İbn Esâl en-Nasrânî Cündişâpûr’da yetişmiştir. Cündişâpûr’da tıp

okulunun dışında felsefe ve din eğitimi veren okullar da vardı. Diğer taraftan Irak’ta

Harran da Yunan kültürünün merkezlerindendi. Harrân halkı Sabiilerden (melek ve

Page 167: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

yıldızlara tapanlar) oldukları halde Arapça konuşuyorlardı. Dolayısıyla Yunan kültü-

rünün ileriki zamanlarda Müslümanlar arasında yayılmasına büyük ölçüde yardımcı

oldular. Yabancı dillerde yazılan pek çok eserin Arapçaya tercümesinde aktif bir

şekilde rol alarak söz konusu eserler vasıtasıyla kadim toplumların kültür ve mede-

niyetinin Müslümanlar arasında tanınmasına ve öğrenilmesine katkı sağlamışlardır.

Emeviler devrinde Hint, Yunan, Mısır ve İran gibi antik medeniyetlerden ya-

pılan tercümelerin de etkisiyle Matematik, Astronomi, Fizik, Kimya, Zooloji, Biyolo-

ji, Botanik, Tıbbın çeşitli dalları ve Eczacılık gibi “Fen ve Sağlık Bilimleri” alanlarında

yoğun çalışmalar başlatılmıştır. İslam ilim tarihinde bu türden eserlerin ilk defa

Emevi halifelerinden Yezid b. Muaviye’nin oğlu Halid b. Yezid tarafından Arapçaya

tercüme ettirilmeye başladığı kabul edilmektedir. Halid b. Yezid’in astronomi, kim-

ya (simya) ve tıp alanlarındaki kitapları Arapçaya çevirttiği, bunu İskenderiye’den

getirttiği bazı Yunanlı bilginler vasıtasıyla yaptığı kabul edilmektedir. Zengin bir

kütüphaneye sahip olduğu söylenilen Halid b. Yezid’in babası Yezid b. Muaviye’nin

ölümünden sonra yine hanedan ailesinden Mervan b. el-Hakem tarafından veliaht-

lıktan uzaklaştırılmasından sonra kendisini ilme verdiği ve tercüme edilen eserler-

den de yararlanarak astronomiye dair risaleler de yazdığı rivayet edilmektedir.

Halid b. Yezid’in kimya ilmini (simya) kullanarak altın elde etmeye çalıştığı da ifade

edilmektedir.

Emevi halifeleri kendilerinin ve hanedan mensuplarının sağlıkları bakımından

tıp ilmine dair eserlerin tercüme edilmesine büyük önem vermişler, devrin meşhur

doktorlarını kendileri ve hanedan mensupları için özel hekim olarak görevlendir-

mişlerdir. Hemen hemen tamamı gayrimüslim olan bu doktorlar tıp alanına dair

bazı eserleri Arapçaya çevirdikleri gibi bizzat yine tıpla alakalı birtakım kitap ve

risaleler de kaleme almışlarıdır.

Emevi halifelerinden Velid b. Abdülmelik döneminde yaşanılan bolluk ve re-

fah ortamında halkın istifadesine sunulan pek çok hizmet yanında cüzzamlılar için

bir tedavi merkezi yapıldığı gibi özürlülerin ve yaşlıların bakımı için elemanlar gö-

revlendirilerek maaşları devlet bütçesinden karşılanmıştır.

Page 168: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Öze

t • Emevîlerden önce özellikle dinî sahalarda yoğunlaşan İslam eğitim çalışmaları Emevîler döneminde de genel anlamda aynı çizgide devam etmiştir. Kur’ân, Hadis, Fıkıh, İslam Tarihi, Kelam vb. dinî ilimler Emevîler zamanında önemli ilim dallarından olma vasfını korumuşlardır. Bununla birlikte dinî ilimlerin dışında değişik ilim dalları da (Şiir, Hitabet, Gramer, Ensâb, Coğrafya, Kimya, Tıp, Astronomi vb.) dinî ilimler kadar olmasa da eğitimin konusu haline gelmişlerdir. Emevî hanedan mensupları ve devlet yönetiminde önemli görevleri yerine getiren üst düzey memurların ilgi alanları dinî ilimlerden ziyade diğer ilim dallarıyla alakalı olmuştur.

• Emevîler zamanında idarecilik, askerlik ve ticaret revaçta olduğu için ilmiye sınıfına fazlaca önem verilmemiştir. Bundan dolayı Emevîler döneminde ilmi faaliyetler devlet desteğinden ziyade kişisel gayretler ve toplumdaki bazı kişilerin yardımıyla devam ettirilmiştir. Küttâb, saray, çöl, ev ve işyerlerinin bir bölümü ile mescitler eğitim öğretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü en önemli mekânlar arasında yer almışlardır. Bu dönemde hem naklî ilimler (Kur’ân, Hadis, Tefsir, Fıkıh, Kelam vb.) hem de akli ilimler (Matematik, Astronomi, Tıp, Eczacılık, Felsefe, Kimya vb.) sahasında çalışmalar yapılmış, sonraki dönemler için kaynaklık teşkil edecek önemli eserler telif edilmiştir.

Page 169: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Değerlendirme sorula-

rını sistemde ilgili ünite

başlığı altında yer alan

“bölüm sonu testi”

bölümünde etkileşimli

olarak cevaplayabilirsi-

niz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Aşağıdakilerden hangisi Emevîler dönemi ilim ve kültür hayatına katkı

sağlayan şehirler arasında yer almaz?

a) İskenderiye

b) Şam

c) Cündişâpûr

d) Kûfe

e) İstanbul

2. Hadislerin tedvin edilmesi aşağıdaki halifelerden hangisinin emir ve des-

teği ile başlatılmıştır?

a) Muaviye b. Ebî Süfyan

b) Abdülmelik b. Mervan

c) Hişam b. Abdülmelik

d) Ömer b. Abdülaziz

e) Mervan b. Muhammed

3. Kur’ân-ı Kerim’in harekelendirilmesi kim tarafından gerçekleştirilmiştir?

a) Abudullah b. Abbas

b) Abdullah b. Ömer

c) Ebü’l-Esved ed-Düeli

d) Zeyd b. Sâbit

e) Amr b. el-Âs

4. İslam'ın ilk dönemlerinde, "okuma yazmanın öğretildiği eğitim kurumu

aşağıdakilerden hangisidir?

a) Medrese

b) Kıraathane

c) Tekke

d) Encümen-i Daniş

e) Küttâb

5. Aşağıdaki şairlerden hangisi Nekâiz şairleri arasında yer almaktadır?

a) Ümmü Külsüm

b) Kumeyt b. Ziyad el-Esedî

Page 170: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

c) Cerir

d) Habbâbe

e) Yezid b. Ebî Süfyan

6. Arapçayı divan dili haline getirerek resmi alanlarda kullanılmasını sağla-

yan halife kimdir?

a) Hz. Ömer

b) Muaviye b. Ebî Süfyan

c) Velid b. Abdülmelik

d) Mervan b. Muhammed

e) Abdülmelik b. Mervan

7. Aşağıdakilerden hangisi Emevîler dönemi nahiv bilginlerindendir?

a) Ebü’l-Esved ed-Düeli

b) İbn Manzûr

c) Haccac b. Yusuf

d) Halid b. Abdullah el-Kasrî

e) Zeyd b. Sâbit

8. Emevîler Dönemi’nde çeşitli millet ve kültürlere ait eserlerin tercüme

edilmesi kim tarafından başlatılmıştır?

a) Yezid b. Ebî Süfyan

b) Halid b. Yezid

c) Muaviye b. Ebî Süfyan

d) Ömer b. Abdülaziz

e) Zeyd b. Sâbit

9. Dil eğitimi bakımından Emevî halifeleri çocuklarını çöle göndermişlerdir.

Çöle gönderilmediği için Arapçayı iyi kullanamayan, bu açığını kapatmak

üzere kendisine özel hocalar tutarak eğitim alan halife kimdir?

a) Muaviye b. Ebî Süfyan

b) Hişam b. Abdülmelik

c) Velid b. Abdülmelik

d) Abdülmelik b. Mervan

e) Velid b. Yezid

Page 171: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

10. Aşağıdakilerden hangisi küttâblar için söylenemez?

a) Küttâblarda okuma –yazma yanında Kur’ân ve temel dini bilgiler de

öğretilmekteydi

b) Küttâbların öğrencileri sadece devlet idarecilerinin çocuklarından

oluşuyordu

c) Küttâblara her Müslüman çocuğu devam edebiliyordu

d) Küttâblardan mezun olanlar eğitimlerine mescitlerdeki ders halkala-

rına katılarak devam ediyorlardı

e) Küttâblarda okuyan öğrencilerin sayısı bazen binleri bulabilmekteydi

Cevap Anahtarı

1 e, 2 d, 3 c, 4 e, 5 c, 6 e, 7 a, 8 b, 9 e, 10 b

Page 172: R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi

Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

Aycan, İrfan- Sarıçam, İbrahim. (1993). Emeviler. Ankara.

Aycan, İrfan. (2003). “Emeviler Dönemi Kültür Hayatında Dinî İlimlerin Tarihsel

Gelişimi”, Emeviler Dönemi Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı. Ankara.

Baltacı, Cahit. (2005). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul.

Bayrakdar, Mehmet. (1985). İslam’da Bilim ve Teknoloji Tarihi. Ankara

Çelebi, Ahmet. (1983). İslam’da Eğitim ve Öğretim Tarihi. (Çev. Ali Yardım). İstan-

bul.

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi. (1992). Ed. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul.

Fayda, Mustafa. (1988). “Hulefâ-yi Râşidîn”, XVIII, DİA

Hasan, İ. Hasan. (1991). Siyasi- Dini- Kültürel- Sosyal İslam Tarihi. (Çev. İ. Yiğit- S.

Gümüş). İstanbul.

Hitti, Philip K.. (1995). Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul.

Kazıcı, Ziya. (2006). İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi. İstanbul.

Özkan, Mustafa. (2008). Emeviler Döneminde İktidar-Ulemâ İlişkisi. Ankara.

Pedersen, J.. “Mescid”. İslam Ansiklopedisi. İstanbul: MEB Yay., VIII.cilt.

Sarıçam, İbrahim- Erşahin, Seyfettin. (2006). İslam Medeniyeti Tarihi. Ankara.

Söylemez, M. Mahfuz. (2003). “Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri”, Emeviler Dönemi

Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı. Ankara.

Uslu, Recep. (1993). “Cündişâpur”. VIII, DİA.

Yiğit, İsmail. (1995). “Emeviler”. XI, DİA.