psİkolojİ - arabuluculuk daire başkanlığı · psikoloji bilimi gibi, davranış da farklı...
TRANSCRIPT
1
İKİNCİ KISIM
PSİKOLOJİ
Kısım Editörü
Prof. Dr. İhsan DAĞ
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Yazarlar ve Yazdıkları Konular
Yrd. Doç. Dr. Neşe ALKAN (1.5; 1.7; 1.8; 4.1; 4.2; 4.5)
Atılım Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Prof. Dr. İhsan DAĞ (3.5; 4.3; 4.4)
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Doç. Dr. Hatice DEMİRBAŞ (1.3; 1.4; 1.8; 3.4; 4.4)
Gazi Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Prof. Dr. Ali DÖNMEZ (3.1; 3.4)
Çankaya Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Av. Ayşe Dilek ERGÜLER (3.2;3.3)
Arabulucu
Doç. Dr. Başaran GENÇDOĞAN (4.3)
Atatürk Üniversitesi KKEF PDR Anabilim Dalı
Yrd. Doç. Dr. Oğuzhan KIRDÖK (1.8; 4.5)
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi PDR Anabilim Dalı
Doç. Dr. Rita KRESPİ (1.1; 1.2; 1.6; 1.8; 1.9; 2.1; 2.2; 2.3; 2.4; 2.5; 2.6; 4.6)
Kadir Has Üniversitesi Psikoloji Bölümü
2
İÇİNDEKİLER
1-PsikolojininTemel Kavramları
1.1 Psikoloji ve davranış nedir?
1.2 Öğrenme nedir? (Tepkisel, Edimsel, Sosyal öğrenme yaklaşımları)
1.3 Algılama ilkeleri, Algıda seçicilik, Algı hataları
1.4 Bellek ve özellikleri
1.5 Duygu ve duygu yönetimi, duygusal yetkinlik
1.6 Güdüler ve güdülenme
1.7 Görüşme etiği
1.8 Konuyla ilgili farkındalık etkinlikleri
1.9 Konunun arabuluculuk sürecine yansımaları
2-Gelişim Psikolojisi
2.1 Yaşam boyu gelişim dönemleri ve görevleri
2.2 Bağlanma
2.3 Soyut düşüncenin gelişimi
2.4 Kohlberg’in ahlak gelişimi modeli
2.5 Konuyla ilgili farkındalık etkinlikleri
2.6 Konunun arabuluculuk sürecine yansımaları
3-Sosyal Psikoloji
3.1 Sosyal algı
3.2 Tutumlar ve tutum değişikliği
3.3 Sosyal etki
3.4 Konuyla ilgili farkındalık etkinlikleri
3.5 Konunun arabuluculuk sürecine yansımaları
4-Kişilik ve Davranış Bozuklukları
4.1 Kişilik nedir?
4.2 Kişiliğe temel kuramsal yaklaşımlar
4.3 Kişilik bozuklukları
4.4 Davranış bozuklukları
4.5 Konuyla ilgili farkındalık etkinlikleri
4.6 Konunun arabuluculuk sürecine yansımaları
Yararlanılan Kaynaklar
3
BİRİNCİ BÖLÜM
PSİKOLOJİNİN TEMEL KAVRAMLARI
1.1 Psikoloji ve Davranış Nedir?
Psikoloji bilimi yaşamımızın hemen hemen her yönüyle ilişkili bir bilim dalı olup,
konusu çok geniştir. Bireyin içinde yaşadığı toplum karmaşıklaştıkça, sorun çözmede
psikoloji giderek daha önem kazanmıştır. Türk toplumunda özellikle 1999 Marmara depremi
itibariyle psikoloji bilimi oldukça önem kazanmaya başlamıştır. Psikoloji birbirinden farklı
sorunlarla ilgilenmekte ve her geçen gün farklı alt alanları gelişmektedir. Psikolojinin
cevaplamaya çalıştığı soruların yalnızca bazıları aşağıda verilmiştir. Bu sorulara verilecek
yanıtlar psikolojinin çalışma alanlarını ve amacını belirlemektedir.
Psikolojik problemler nasıl çözülür?
Ruh hastalıkları nasıl önlenir?
Çocuk istismarına yol açan psikososyal faktörler nelerdir?
Kadına şiddet nasıl önlenir?
Toplum bireyi nasıl etkiler?
Neden bazı bilgiler unutulur, diğerleri hatırlanır?
Kanserle ruhsal yönden nasıl başedilir?
İnsan nasıl gelişir?
Sigara nasıl bırakılır?
Psikoloji bilimi farklı şekillerde tanımlanmıştır. Aşağıda bu tanımlardan bazıları
verilmiştir.
Psikoloji, insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilim dalıdır.
Psikoloji, davranış ve zihinsel süreçleri bilimsel olarak inceleyen bir bilim dalıdır.
Psikoloji, duyuş, düşünüş ve davranışları inceleyen bir bilimdir.
Psikolojinin asıl amacı insanı incelemektir. İnsanlar üzerinde çalışılmasının etik
olmadığı durumlarda insan davranışlarıyla karşılaştırmak amacıyla hayvanlar üzerinde
4
çalışmalar yapılmıştır. Psikoloji farklı şekillerde tanımlansa da bu tanımlarda ortak olan
kavram davranış kavramıdır. Psikoloji, genel anlamda insanın neden, niçin ve nasıl
davrandığını araştırır. Davranış kavramını incelemeye geçmeden önce, insanın temel
özellikleri incelenecektir.
İnsan doğası gereği, biyolojik, çevre tarafından koşullandırılan, duyular yoluyla
çevresi hakkında bilgi edinen, bu bilgiyi organize eden, kaydeden, üzerinde düşünen, bilgi
üreten ve bunu kullanan, duygusal, akılcı ve sosyal bir varlıktır. Bir başka deyişle, insan biyo-
psiko-sosyal bir varlık olup bu üç yönü birbirleriyle sürekli etkileşim halindedir. Bu alanların
birinde olabilecek bir sorun diğer alanlarda da sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir.
İnsanın biyolojik özellikleri kalıtımın ve hormonların fiziksel görünüş, zekâ, yetenek, mizaç,
sosyal alışkanlıklar, duygudurum ve davranış, toplum içinde üstlenilen roller ve değerler
üzerindeki etkileri çerçevesinde anlaşılabilir.Bireyinbiyolojik yönüne karşın psikolojik ve
sosyal yönünü, onun tüm davranışlarında açık açık izlemek mümkün olsa bile, bu iki yön bir
diğeri içine girmiş olabilir. Örneğin, bir öğrencinin üniversite sınavlarında hukuk fakültesini
tercih etmesinde farklı psikolojik ve sosyal etmenler rol alabilir ve bunları birbirlerinden
ayırmak zor olabilir.
Psikoloji bilimi gibi, davranış da farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bir tanıma göre,
davranış bireyin her türlü etkinliğidir. Diğer bir tanım, bireyin gözlenebilen ya da
gözlenemeyen açık ya da örtük etkinliklerinin tümünün davranış olduğunu vurgulamaktadır.
Gözlenebilen veya açık davranışlara konuşmak, yürümek, televizyon seyretmek, yemek,
okumak, dans etmek gibi davranışlar örnek olarak verilebilir. Çünkü bu davranışlar açıkta
başkaları tarafından görülebilir. Ancak, düşünmek, hissetmek, sevilmek, üzülmek, hatırlamak,
unutmak, öğrenmek, rüya görmek gibi tümüyle bireyin içinden geçen ve başkaları tarafından
doğrudan gözlenemeyen veya örtük yaşantılar da mevcuttur. Bunlar da davranış tanımının
içine girer. Diğer bir tanıma göre, davranış bireyin uyarıcılara karşı gösterdiği her türlü
tepkidir. Bu uyarıcılar bireyin içsel yapısından veya çevreden kaynaklanan uyarıcılar olabilir.
Başka bir tanıma göre, bireyin bedensel ve zihinsel yetenekleri, kişilik özellikleri ve duyguları
vasıtasıyla ortaya koyduğu eylemler ve bedensel hareketler davranıştır.
Davranışlar üç grupta toplanabilir. İlki doğrudan gözlenebilen davranışlar olup, jestler,
mimikler, konuşma buna örnek gösterilebilir. İkincisi dolaylı olarak gözlemlenebilen veya
tahmin edilebilen davranışlar olup, sevilme, anlama bu tür davranışlara örnek verilebilir.
Üçüncüsü de sinir sistemi aracılığıyla özellikle hormonlar ve kaslar aracılığıyla duyu
organlarında meydana gelen oluşumlardır.
5
Görüldüğü üzere, davranış kavramının kapsamına giren faaliyetler çok çeşitlilik
göstermektedir. Bunun nedeni, psikologların temel aldığı kuramsal çerçevedir. Kimi
psikologlar gözlemlenen davranışları temel alırken, diğerleri daha örtük veya tahmin edilebilir
davranışlara odaklanmaktadır. Bir bireyin elini çenesine koyduğunda düşündüğünü tahmin
etme durumu bu tür davranışa bir örnek teşkil edebilir. Diğer psikologlar ise salgılanan
hormonları davranış olarak kabul edip buna neden olan duygu ve düşünceleri bulmaya
çalışmaktadırlar.
Psikolojinin farklı alt alanları mevcuttur. Bunlara örnek olarak deneysel psikoloji,
sosyal psikoloji, gelişim psikolojisi, klinik psikoloji ve sağlık psikolojisi verilebilir.
Deneysel psikologlar, belirli bir davranışı etkileyen çevresel faktörleri inceleyerek, bu
faktörlerin hangi davranışı, nasıl ve ne derecede etkilediğini bulmayı amaçlar. Örneğin, alınan
nikotin miktarı ile öksürme davranışının türü ve sıklığı arasında nasıl bir ilişki olduğuna
odaklanabilirler. Sosyal psikologlar, bireylerin davranışlarının sosyal ortamdan nasıl
etkilendiğini ve bireylerin sosyal ortamı nasıl değiştirmeye çalıştığını inceler. Örneğin, sosyal
psikologlar akıllı telefonların bireyin davranışlarını, inançlarını, tutumlarını ve kişiliğini nasıl
etkilediğini inceleyebilirler. Gelişim psikologları, bireyin davranışlarında doğum öncesi ve
yaşam boyunca gözlenen biyolojik ve psikolojik değişlikleri inceler. Örneğin, gelişim
psikologları, ileri yetişkinlikte bireyin karşısına çıkacak olan biyolojik ve psikolojik
değişimleri inceleyebilirler. Klinik psikologlar, kişiliğin gelişmesi ve bunu etkileyen faktörleri
ve toplumda normal sayılabilecek davranışlardan farklılık gösteren davranışları inceler ve bu
davranışları gösteren bireylere yardım yollarını araştırırlar. Sağlık psikologları, bireylerin
fiziksel sağlıklarını geliştirmek, onları hastalıktan korumak için müdahaleler, örneğin eğitim
programları geliştirdikleri gibi, fiziksel hastalıkların ortaya çıkmasında rol oynayan yaşam
tarzına bağlı davranışsal faktörleri incelerler. Örneğin, sağlık psikologları bireylere sigarayı
bırakmaları için eğitimler verebilirler.
1.2 Öğrenme Nedir? (Tepkisel, Edimsel, Sosyal Öğrenme Yaklaşımları)
Birey hayatta kalabilmek için öğrenme yoluyla edindiği davranışlara ihtiyaç duyar.
Aslında, yetişkin davranışlarının çoğunluğu öğrenme yoluyla edinilmiştir. Bu davranışlara
örnek olarak yemek, yürümek, konuşmak verilebilir. Sigara içme, bazı durum ve nesnelerden
korkma da öğrenilmiş birer davranıştır. Örneğin, bir çocuk sobaya elini dokundurduğunda eli
yandığı için, bir daha o sobaya dokunmayacağını öğrenir.Bu öğrenme süreçleri yaşam boyu
sürer.
6
Öğrenme, bir çevrede oluşur. Çevre bireyi çevreleyen, onu etkileyen dünya anlamına
gelir. Çevreye örnek olarak okul, akranlar, aile, iş yeri verilebilir. Örneğin, bir çocuk için en
önemli çevre etmeni aile ve okuldur. Birey, çevre ile iki yönlü etkileşim içindedir. Birey
çevresinden bir şeyler alır, etkilenir ama aynı zamanda çevresine bir şeyler verir, çevresini
değiştirir.
Öğrenme farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bu farklı tanımların birkaçı şöyledir:
Öğrenme, yaşam boyu süren, yaşantılar ve uygulama aracılığıyla, davranışta
değişikliğe sebep olan, fiziksel, akademik, psikolojik ve sosyal gelişmeyi kapsayan
süreçtir.
Öğrenme, tekrar ya da yaşantı sonucu davranışta meydana gelen bir değişikliktir.
Öğrenme, yaşantı sonucu davranışta meydana gelen nispeten sürekli bir değişikliktir.
Öğrenme, bireylerin nesneleri ve yeni durumları yeni bir biçimde algılamaya hazır
duruma gelmesidir.
Bu tanımlar, öğrenmenin birtakım temel özelliklerine işaret etmektedir: (1)
Öğrenmede, davranışta bir değişiklikten bahsedilmektedir. Bu değişiklik oldukça kalıcı ve
uzun sürelidir. Öğrenme, yeni sonuçlara ve tepkilere yol açar. (2) Öğrenmede deneyimler
önemli rol oynar. Örneğin, bir çocuk hoşgörü ile yetiştirilmişse, sabırlı olmayı öğrenir. Eğer
bir çocuk desteklenip, yüreklendirilmiş ise, kendine güven duymayı öğrenir. (3)
Olgunlaşmaya bağlı olarak, öğrenme yoluyla yeni davranışlar kazanılır veya eski davranışlar
değiştirilir. Olgunlaşma ise, bireyin yeteneklerinin kendiliğinden yani öğrenme veya hiçbir
müdahale olmaksızın gelişmesine ve varabileceği düzeye varmasına denir. Örneğin, bir
çocuğun akciğerlerinin kendi başına nefes alıp vermesine imkân verecek şekilde gelişmesi.
(4) Öğrenme için olgunlaşma gereklidir. Ancak yeterli çevresel koşullar olmazsa öğrenme
gerçekleşemez. Bu durumda, öğrenmede olgunlaşma ile çevresel koşulların etkileşimi söz
konusudur.
Öğrenmenin nasıl oluştuğunu betimlemeye yönelik farklı kuramlar ortaya atılmıştır.
Burada iki ana kuram üzerinde durulacaktır: Davranışçı Kuramlar ve Sosyal Öğrenme
Kuramı.
Davranışçı kuramlar
Davranışçı Kuramlar öğrenmenin insan ve hayvanlarda benzer olduğunu
varsaymaktadır. İnsan zihni doğuştan boş bir levha olarak kabul edilir ve her şey sonradan
7
öğrenilir. Öğrenme uyarıcı ile davranış arasında bağ kurularak ve pekiştirme yoluyla gelişen
mekanik bir süreçtir. Davranışçı Kuramlar, öğrenme yerine koşullanma ifadesini kullanırlar.
Bu tercihin altında öğrenmenin çevreden gelen uyarıcılara tepki göstererek ortaya çıktığı
görüşü yatar. İki temel Davranışçı Kuram ortaya atılmıştır: Tepkisel (Klasik) Koşullanma ve
Edimsel Koşullanma.
Tepkisel (Klasik) koşullanma
Birey limon gördüğünde ağzı sulanır, kuvvetli ışıkla karşılaşan göz bebeği küçülür. Bu
tür refleksler öğrenme ile ilişkilidir. IvanPavlov köpeklerle yaptığı deneyler yoluyla Klasik
Koşullanma Kuramını ortaya atmıştır. Bu kuramın temelinde bahsedilen türden refleksler
mevcuttur. Pavlov, deney ortamında köpeğe düzenli olarak yiyecek vermeden hemen önce zil
sesi uyaranı vermiştir. Bu durumu birçok kere tekrarladıktan sonra, köpeğin yalnızca ışığı
gördüğü zaman veya zil sesini duyduğu zaman salya salgıladığını gözlemlemiştir. Bu,
köpeğin zil sesine salya salgılamaya koşullandığına işaret etmektedir.
Pavlov’a göre reflekslere dayalı bu tür koşullanmanın temelinde biyolojik bir uyarıcı-
tepki bağı mevcuttur. Pavlov dört önemli kavram ortaya atmıştır: (1) koşulsuz uyarıcı, (2)
koşullu uyarıcı, (3) koşulsuz tepki, (4) koşullu tepki. Koşulsuz uyarıcı, belirli bir koşullanma
olmaksızın belirli bir tepkiyi doğal olarak harekete geçiren uyarıcıdır. Koşulsuz tepki (refleks)
belirli bir uyarıcıya verilen doğal tepkidir. Örneğin, yemek koşulsuz uyarıcı, salya ise
koşulsuz tepkidir. Koşullu uyarıcı, ilişkisiz bir uyarıcının koşulsuz uyarıcıyla birlikte
verilerek, koşulsuz uyarıcınınkine benzer nitelikler edinen uyarıcıdır. Buna örnek olarak,
yemek (koşulsuz uyarıcı) ile salya salgılamaya biyolojik olarak bağlı olmayan zil sesinin
(koşullu uyarıcı) beraber verilmesi sonucunda köpeğin zil sesine salya salgılaması verilebilir.
Koşullu tepki belli bir uyarıcıya verilen öğrenilmiş tepkidir. Yemek olmadan salgılanan salya
koşullu tepkiye bir örnek olabilir. Burada önemli olan koşullu uyarıcının koşulsuz uyarıcıdan
hemen önce verilmesi, iki uyarıcının zamansal olarak ilişkilendirilmesi ve bunun
tekrarlanması gerekir.Yemek kokusunun açlık hissini uyandırması, dışardan eve girildiğinde
ellerin yıkanması, boğulma tehlikesi atlatan birinin yüzmekten korkması ve otomobil kazası
geçiren sürücünün araba kullanmaktan korkması bu türden koşullanmalara örnek teşkil
edebilir. Ancak bazı durumlarda, örneğin yoğun korku yaratan durumlarda, bu durumun
yalnızca bir kere yaşanması bile koşullanmayı ortaya çıkartabilir.
Bazı durumlarda, bir uyarıcı karşısında gösterilen koşullu tepki benzer durumlarda da
gösterilir. Buna genelleme denir. Pavlov’un deneylerinde köpek farklı tonlardaki zil seslerine
de salya salgılamıştır. Benzer şekilde polis arabalarından korkan bir birey, itfaiye
8
arabalarından ve ambülânslardan da korkabilir. Klasik başka bir deneyde, bir çocuğun beyaz
bir fareye her dokunuşunda çelik bir çubuk vasıtasıyla bir gürültü çıkartılarak çocuğun
fareden korkması sağlamıştır. Çocuk daha sonra beyaz tavşandan ve beyaz tüylü
oyuncaklardan ve beyaz sakallı Noel Baba’dan korkmaya başlamıştır.
Buna karşılık, birey uyarıcılar arasındaki farkı da ayırt edebilir ve benzer uyarıcılara
farklı tepki vermeyi öğrenebilir. Bu duruma ayırdetme adı verilir. Örneğin Pavlov’un
deneylerinde ilk önceleri köpek zil sesine de çan sesine de salya salgılarken, sonradan zil
sesinde et verilmiş, çan sesinde et verilmemiş ve bir süre sonra köpek sadece zil sesine salya
salgılarken, çan sesinde salya salgılamayarak aralarındaki farkı öğrenmiştir.
Edimsel koşullanma
Klasik koşullanmada ortaya çıkan bir davranışa neden olan uyarıcının bilinmesi
önemlidir. Örneğin, yemeğin salyaya yol açması gibi. Ancak, bireyin davranışlarına neden
olan uyarıcıları her zaman bilmek söz konusu değildir.Ayrıca,klasik koşullamada koşullu
tepki koşulsuz uyarıcıya verilen koşulsuz tepkiyle benzerlik gösterir. Bu nedenlerden dolayı,
Klasik koşullanma bir bireye yeni bir davranış öğretmek için kullanılamaz.
Nitekim Skinner bir bireye yeni bir şey öğretmenin farklı bir mekanizma ile
açıklanabileceğini savunmuştur. Skinner’e göre, iki tür davranış vardır: tepkisel ve edimsel
davranış.Tepkisel davranış, nedeni bilinen yani hangi uyarıcı tarafından ortaya çıktığı bilinen
davranıştır. Karanlıkta göz bebeğinin büyümesi buna örnek olarak verilebilir. Edimsel
davranış ise bilinen bir uyarıcı tarafından oluşturulmayan, birey tarafından kendiliğinden
ortaya konulan ve sonuçları (yani verilen / gelen tepkiler) yoluyla kontrol edilen davranıştır.
Skinner deneyinde, aç olan bir fareye manivelaya basmasının sonucunda yiyecek
vermiş ve manivelaya basma davranışının arttığını gözlemlemiştir. Burada manivelaya basma
davranışı edimsel davranışa, yiyecek verilmesiise sonuca bir örnektir. Günlük hayatta yeni
aldığı bir elbiseyi giyen bir bireyin arkadaşları ‘elbisen çok güzel’ derse bireyin o elbiseyi
giyme davranışı devam eder veya artar. Buna karşılık, bu bireye arkadaşları ‘elbisen hiç güzel
değil’ derse bireyin o elbiseyi giyme davranışı azabilir. Bir başka deyişle, Skinner’e göre bir
davranışın sonucu, birey için hoşa giden bir durum ortaya çıkartıyorsa, o davranışın tekrar
ortaya çıkma olasılığı artar.
Skinner’e göre Edimsel Koşullanmada istenilen davranışın ortaya çıkartılması için
bireyin davranışına olumlu bir tepki verme veya bir davranış yoluyla bireyin olumsuz bir
tepkiden kaçmasını sağlama işlemine pekiştirme denir. Bireyin davranışını izleyen ve birey
üzerinde hoşa gidici bir etki yaratarak, davranışın (edimin) ortaya çıkma olasılığını artıran
9
çevresel uyarıcılara dapekiştireç denir. Pekiştireçler olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye
ayrılırlar. Olumlu pekiştireç, belirli bir davranışı izlediğinde bu davranışın yapılma olasılığını
artıran çevresel uyarıcılardır. Sınıf ortamında matematik problemini çözen bir çocuğun
başının okşanması buna örnek verilebilir. Olumsuz pekiştireç ise, bireyin ortamından
çıkarıldığında bireyin belirli bir davranışını yapma olasılığını artıran çevresel uyarıcılardır.
Bir başka deyişle birey, olumsuz pekiştireç yoluyla hoş olmayan bir durumdan kurtulur. Bir
kız çocuğunun evindeki aile sorunlarından kaçmak için evlenmesi buna bir örnek olabilir.
Evlenmek bu kız çocuğu için olumsuz pekiştireçtir. Çünkü kız çocuğu evlenerek evde
kendisine sıkıntı veren sorunlardan kurtulmakta ve rahat etmektedir.
Bir davranışı izleyen ve birey için hoşa gitmeyen bir durum yaratan çevresel
uyarıcılara da ceza adı verilir. Ceza bir davranışın gösterilme olasılığını zayıflatır veya
durdurur. Pekiştireçte olduğu gibi ceza da ikiye ayrılır. Birinci tür cezada, bireyin hoşuna
gitmeyen uyarıcı davranışını izler. Bir işçinin işe geç gelmesinden dolayı maaşından kesinti
yapılması buna örnek olabilir. İkinci tür cezada ise birey için olumlu bir uyarıcı bireyin
ortamından çıkarılır. Böylelikle, birey için olumsuz bir durum yaratılır. Okulda yaramazlık
yaptığı için çocuğun hafta sonu gezmelerinin durdurulması buna örnek olabilir.
Sosyal öğrenme kuramı
Klasik Koşullanma ve Edimsel Koşullanma bilişsel süreçlere odaklanmayan öğrenme
kuramlarıdır. Günlük hayatta gösterilen bazı davranışları bu kuramlarla açıklamak zor
görünmektedir. Bu davranışlara örnek olarak çocukların konuşmayı, yemek yemeği, cinsiyet
rolleriniöğrenmesi gibi davranışları vermek mümkündür. Bu davranışlar pekiştirme süreçleri
olmadan gözlem yoluyla öğrenilen davranışlardır. Bir kız çocuğunun annesi gibi yemek
pişirmesi, beğendiği bir sanatçı gibi konuşması buna örnek olarak verilebilir. Bu tür
öğrenilmiş davranışları açıklamak için Bandura Sosyal Öğrenme Kuramını ortaya atmıştır. Bu
kurama, Taklit Yoluyla, Model Alarak ya da Gözlem Yoluyla Öğrenme Kuramı da
denilmektedir.
Klasik Koşullanma ve Edimsel Koşullanmada birey kendi deneyimlerine dayalı olarak
öğrenir. Sosyal Öğrenmede birey başkalarının deneyimlerinden yararlanarak öğrenir. Örneğin,
bisikletten düşen bir çocuğu gözleyen bir başka çocuk bisikletten korkabilir. Önündeki
arabanın bir çukura girerek sarsıldığını gözleyen bir sürücünün, arabasına zarar vermemek
için gözlediği bu davranışı yapmaması buna başka bir örnek olabilir.
Bandura’ya göre, sosyal öğrenmenin gerçekleşebilmesinde dört önemli süreç vardır:
dikkat, hatırlama, yeniden üretme ve pekiştirme. Bu süreçler, Sosyal Öğrenme Kuramının,
10
Klasik Koşullanma ve Edimsel Koşullanmanın aksine bilişsel boyutları olduğuna işaret
etmektedir. Bireyin herhangi bir davranışı taklit edebilmesi için bu davranışa dikkat etmesi
gerekir. Gözlenen davranışın hemen taklit edilmeme ve gerektiğinde doğru yerde taklit edilme
olasılığı olduğu için, bireyin bu davranışı hafızasına kodlaması ve gerektiği zaman hatırlaması
gerekir. Davranış hafızaya görsel, sözel ya da semboller aracılığıyla kodlanabilir. Bireyin,
dikkat ettiği, kodladığı ve hatırladığı davranışı kendi davranışına dönüştürerek yeniden
üretmesi gerekir. Yeniden üretilen davranış çevre şartları ve bireyin özelliklerinden dolayı
orijinal davranıştan farklılık gösterebilir. Yeniden üretilen davranış çevreden olumlu tepki
alırsa, bu davranışın tekrar edilme olasılığı artar. Buna karşılık, olumlu tepki almazsa
davranışın tekrarlanma olasılığı azalır.
1.3 Algılama İlkeleri, Algıda Seçicilik, Algı Hataları
Duyu organlarımıza gelen görüntü, ses, tat gibi sinirsel veriler beyine ulaşır ulaşmaz
(duyusal süreçler) beyinde düzene sokulur. Duyu verilerini örgütleyip yorumlayarak
çevremizdeki nesne ve olaylara anlam verme sürecine algı denir. Algılanan görsel nesne ve
örüntüler, farklı biçim, doku, renkten ve birçok parçadan oluşur. Beyin, bu görüntüyü bir
düzen içinde gruplar, anlam verir. Beynin işlevi çevreden aldığı duyumlara anlam vermektir.
Dış dünyadan bilgi edinilmesi olayı, duyum, bunun değerlendirilmesi ise algıdır. Önce
duyusal süreçler yer alır, algı onun hemen arkasından gelir. Algı bir cismin, bir olgu ya da bir
olayın mekânda bir yere yerleştirilmesi ve bir bütün olarak kavranmasıdır. Örneğin, bir
meyvenin tadını alma duyum, elma olduğunun anlaşılması ise algıdır.
Algı bir örgütlemedir. Dünyayı rastgele bir araya gelmiş gelişigüzel nesnelerin
dizildiği bir çevre olarak görmeyiz. Çevremizi düzenli ve anlamlı bir çevre olarak
algılamamız, duyu organlarımız tarafından kaydedilen uyarıcıların beynimiz tarafından
yeniden örgütlenmeleri ile gerçekleşmektedir. Beyin görüntü ya da ses gibi diğer uyaran
parçacıklarını “iyi bir şekil” oluşturacak şekilde bazı ilkeler doğrultusunda düzenler.
Gördüğümüz şey, nesnenin özelliklerinden çok, duyumların beyin tarafından
düzenlenmesidir. Algının örgütlenme olduğunu belirleyen yasalar vardır. Bunlar:
1) Şekil-zemin ilişkisi: Bütün algılamalarda bir şekil ve bir zemin vardır. Algısal alanda
dikkat edilen şey şekil, onun ardında kalan her şey de zemin olarak algılanmaktadır. Şekil,
daha etkileyici bir izlenim yapar ve daha iyi hatırlanır. Aynı anda iki uyarıcıyı birden şekil
olarak algılayamayız. Şekil ve zemin sabit değildir, dikkatin yöneltildiği alana göre şekil ve
zemin bilinçli ya da bilinçsiz değişebilir. Şekil olan bir nesnebir anda zemin konumuna
geçebilir. Aşağıdaki resimde saksafon çalan koyu alana dikkatimizi verirsek saksafon çalan
11
kişi figür, yüzün içinde olduğu beyaz alan zemin olarak algılanır. Dikkatimizi kızın yüzüne
yoğunlaştırdığımızda saksafon çalan kişi zemin konumuna gelir. Şekil zemin ilişkisi bütün
duyu organlarının algılamalarında işler.
2) Yakınlık Yasası: Birbirine yakın olan uyarıcıları zihnimiz gruplandırarak bir bütün halinde
algılama eğilimindedir. Buradaki yakınlık daha çok "zaman ve mekân" anlamındadır.
Örneğin; sokakta birkaç kişiyi birlikte toplu olarak görürsek, onları grup olarak algılarız ve
sokakta kendi başına yürüyen diğer kişilerden ayırt ederiz.Telefon numaralarını da yakınlık
yasasından yararlanarak hatırlarız. Numaraları 444 1 444 gibi gruplayarak daha kolay
aklımızda tutarız.
Görsel alanda olduğu gibi diğer alanlarda da bu yasa geçerlidir. İşitsel uyarıcıların
gruplanarak algılanması ise, zamansal olarak birbirlerine olan yakınlıklarına göre gerçekleşir.
Konuşurken sözcükler ve cümleler arasında duraklarız ve bu duraklamalar konuşmamızı
anlamlı hale getirir. Karşımızdakini dinlerken de sözcükleri ve cümleleri yine duraklamalara
göre gruplarız. Yakınlık yasası okuma ve yazmada da etkilidir. Örneğin “Şimdibucümleyiok
uman ızzorlaşacak.” olduğu gibi, bu son cümleyi okumak ve anlamakta zorlanmanızın nedeni
harflerin alıştığımızdan daha farklı bir biçimde gruplaşması yer almaktadır. Ayrıca zamanda
yakınlık, son zamanlardaki olayları daha iyi hatırlamayı ve yeni algılanan nesneler, olaylar vb.
ile birlikte daha iyi bir örüntü oluşturmayı sağlar.
3) Benzerlik Yasası: Birbirine benzer özellikleri olan şekil, renk, doku, cinsiyet vb. pek çok
özellik bakımındanbirbirine benzer uyarıcılar, gruplanarak algılanma eğilimindedir.
12
Aşağıdaki şeklin daireler ve kareler diye algılanması, benzerlik yasası ile gerçekleşmektedir.
Benzerlik yasasından bireyleri, değişik özellikleri açısından kümelendirmek amacıyla
yararlanabiliriz. Kalabalık bir düğüne gidildiğinde davetlilerin kadınlar ve erkekler diye
algılanması bu yasadan kaynaklanmaktadır. Tamamı birbirine benzeyen uyarıcılardan biri
onlardan farklı olduğunda, farklı olanı hemen diğerlerinden ayırt etmemizin gerisinde bu yasa
yer almaktadır. Benzerlik yasası, görsel uyarıcıların algılanmasında olduğu kadar, işitsel
uyarıcıların algılanmasında da önem taşır. Düğünde orkestranın çaldığı müziği dinlerken
hareketli ve yavaş melodileri farklı olarak algılarız.
4) Tamamlama Yasası: İnsanlar, tamamlanmamış etkinlikleri, şekilleri, sesleri tamamlayarak
algılama eğilimindedir. Bir nesnenin tümü görülmese de algılama tam olur. Örneğin, içinde
eksik harflerin olduğu bir yazıyı okurken tamamlama yasası sayesinde biz o eksiklikleri
görmeyiz ve sanki eksik harfler yokmuş gibi okuruz. Filmin birinci sahnesinde elinde silah
olan adamı görürüz, ikinci sahnede habersiz dolaşan kadın… Adam yaklaşır, silahını
doğrultur, silah sesi… Son sahnede, kadın vurulmuş yerde yatmaktadır. Aslında adamın
kadını vurduğunu görmememize rağmen zihnimiz eksik kalan kısımları kendince tamamlar ve
bir bütün haline getirir. Aşağıdaki üçgenin kenarları çizilmemiş olduğu halde üçgen olarak,
kesik kesik çizilmiş hayvan resmini inek olarak, zihnimizde boşlukları doldurarak tam ve
bütün olarak algılarız. Tamamlama yasası bütün duyu organları için geçerlidir. Bize gelen
bölük pörçük duyuları biz tamamlarız. Örneğin, duyduğumuz eksik konuşmaları tamamlama
yasası ile tamamlayarak algılarız.
13
5) Basitlik Yasası: Diğer unsurlar eşit olduğunda, birey, basit ve düzenli bir biçimde organize
edilmiş nesne ve şekilleri algılama eğilimindedir. Algılamalarımız düzenli, simetrik, düzgün
olan iyi bir biçime doğrudur. Geniş kapsamlı, karmaşık bir proje, tasarı ya da görüş daha zor
algılanır. Aşağıdaki şekilde bir üçgen ve bir daire görmekteyiz. Aslında bu şekilde bir üçgen
ve daireden daha fazlası vardır: iki kesik daire parçası, üst tarafta üçgene benzer bir şekil
bulunmaktadır ve bunlar çoğunlukla dikkatimizi çekmemektedir. Üçgen ve daire daha
organize ve düzgün şekiller olduğu için biz sadece bir daire ve bir üçgeni algılarız.
6) Süreklilik (Devamlılık) Yasası: Algı alanında bulunan ve aynı yönde giden noktalar,
çizgiler vb. birlikte gruplandırılarak birbirinin devamı gibi algılanır ve birbirleriyle ilişkili
görünür. Süreklilik yasası, ani değişikliklerden çok, düz giden sürekliliği algılamaya
yöneldiğimizi ifade etmektedir. Aşağıdaki şekildeki noktaları tek tek görmekte ve bunları
birbiriyle kesişen doğru çizgiler halinde birbirine bağlamaktayız. Birbirini izleyen olaylar da
sanki birbirinin devamı gibi algılanabilir.
Algılamada Seçicilik (Algılama Sürecini Etkileyen Etmenler)
Algılama sürecini etkileyen etmenleri; uyarıcı ile ilgili özellikler ve bireyle ilgili
özellikler olmak üzere iki başlık altında inceleyebiliriz.
1) Algısal seçimi etkileyen uyarıcı ile ilgili etmenler: Dış dünyadaki uyarıcılar (nesne, kişi,
eşya, olay, canlı ve cansız tüm varlıklar olabilir) belirli bazı özelliklerine göre dikkatimizi
çeker ve öncelikle algılanırlar. Uyarıcının renkli, hareketli, şiddetli veya ışıklı olması hemen
dikkatimizi çeker, örneğin ışıltılı reklam panoları, şiddetli acı, kuvvetli koku, parlak renkler,
yüksek sesli müzikler buna örnek gösterilebilir.
14
Değişiklik: Aynı özellikteki uyarıcılar içindeki farklı uyarıcı daha önce algılanır. Ani
değişiklikler veya çevreye göre çok değişik olan bir şey, dikkatimizi çeker. Örneğin; siyah
renk giysilerin içinde kırmızı renkli elbise hemen dikkati çeker ve algılanır.
Renkler: Saf kırmızı ve mavi renkler karışık renklere göre, parlak renkler mat renklere göre
daha çabuk dikkat çeker. Zıt renkler de öncelikle dikkat çeker. Renklere atfedilen anlamlar
farklılık göstermektedir: Kırmızı renk; canlılık, hareketlilik, saldırganlık, yeşil renk; barış,
huzur, mavi renk; dinginlik, sakinlik, siyah renk; ağırbaşlılık olarak algılanmaktadır.
Hareket: Hareket eden uyarıcılar, sabit olanlara göre daha fazla dikkat çeker ve
algılanır.Mağazalardakireklam ışıklarının yanıp sönmesi buna örnek olarak verilebilir.
Hareketli nesne, kişi, olay dikkatlerin o yöne yönelmesine sebep olurken, aşırı hareket ise
nesne, kişi ya da olayı detaylı olarak kavramaya engel olur.
Zıtlık: Aynı ortamda birbirine zıt olan uyarıcılar algıda seçiciliğe neden olur ve öncelikle
algılanır.
Büyüklük: Normalden daha büyük olan uyarıcılar daha önce algılanır. Gazetelerde büyük
harfler daha çok dikkat çeker. Uyarıcının uzayda kapladığı yer önemlidir. Saldırgan
kalabalıkların büyüdükçe saldırganlıklarının artması, bireylerin kendilerini kalabalığın
büyüklüğüyle eşdeğer olarak güçlü hissetmeleri sebebiyledir.
Uyarıcının şiddeti: Kuvvetli uyaranlar, zayıf uyaranlara göre öncelikle algılanır. Kuvvetli bir
patlama daha çok dikkati çeker. Bir emrin sert veya yumuşak bir tonda verilmesi
algılanmasını etkiler.
Tekrar: Öteki koşullar eşit olduğu zaman tekrar eden uyaranlar dikkati daha öncelikle çeker.
Örneğin; ambulansın siren sesi diğer sesler içerisinde seçilerek algılanır. Bir uyarıcı ne kadar
fazla yineleniyorsa o kadar kolay algılanır. Böylece dikkatten kaçan, anlaşılmayan noktalar
aydınlatılmış olur. Reklam şirketleri bu gerçekten hareketle satacakları malın reklamını
tekrarlayarak insanların zihninde yer etmeye çalışmaktadır.
2) Algısal seçimi etkileyen algılayıcıyla ilgili değişkenler: Algılayan bireyin kişiliği, kişisel
özellikleri, geçmiş yıllarda elde ettiği tecrübeleri, beklentileri, ilgi ve gereksinimleri, yaş,
cinsiyet, meslek değişkenleri algılamada etkili olmaktadır.
Beklentiler: Kişinin beklentileri algıda seçiciliğe neden olur. Birisinden telefon bekliyor isek
kulağımız sürekli telefonun sesinde olur.
İlgiler ve Gereksinimler: Bireylerin ilgisi ve gereksinimleri hangi şeyi nasıl algılayacakları
konusunda belirleyici olabilmektedir. İnsanlar görmek istediklerini görürler. Aç olan bir kişi,
çevredeki restoranları, haberleri izleyen bir öğrenci, üniversite sınavlarıyla ilgili haberleri
daha öncelikle algılar.
15
Güdüler: Algılama, güdülerden de etkilenir. Acıkan birisinin caddeden geçerken lokantadaki
yemeklere dikkat etmesi buna bir örnektir. Koruma görevlileri ise saldırılara ve suikastlara
motive oldukları için bütün dikkatlerini bu yönde yoğunlaştırırlar. Şüpheli şahısları daha
çabuk fark edebilirler.
Tutumlar: Kişinin tutumları algıda seçiciliğe neden olabilir. Birey, bir kalabalığın içinde
bulunan sevdiği ya da sevmediği kişileri öncelikle algılar. Haber programlarında bireyin kendi
siyasi partisi ile ilgili haberler, daha çok dikkatini çeker.
Geçmiş yaşantı ve deneyimler: Deneyim ve geçmiş yaşantıların bireyin hayatında bıraktığı
olumlu ya da olumsuz etkiler, algısal seçimi etkiler. Bireyin daha önceleri trafik kazası
geçirdiği bölgeden geçerken bu bölgeyi her seferinde algılaması gibi. Kişinin her karşısına
çıkan yeni bir olay, eski öğrendikleri üzerine yeni şeyler inşa edilmesine neden olur.
Tanıdıklar daha çabuk ve detaylı bilgilerle algılanırken yabancılar hakkındaki bilgiler sadedir.
Meslek: Kişilerin meslekleri algıda seçiciliğe neden olur. Polisler, bir kalabalıkta polisleri ve
şüpheli şahısları daha kolay tespit edebilirler. Polis, savcı ve hakimlerinalgıları, soruşturma ve
hüküm verme sürecini etkilemektedir. Polisin, savcı ve hakimlerininsanları suç penceresinden
algılamaları; öğretmenlerin bilgi penceresinden algılamaları; askerlerin düşman-dost
penceresinden algılamaları mesleğin etkisini göstermektedir.
Yaş ve cinsiyet: İnsanlar kendi yaşıtındakileri daha çabuk algılarlar. Yaş ve cinsiyet ilgiyi de
belirler. Erkekler araba ve futbolla ilgilenirken; kadınlar ev gereçleri ile daha çok ilgilidirler.
Gelenek, görenek ve inançlar: Bireyin toplumsal çevresi ve kültürü, yetişme tarzı algısal
seçimi etkiler. Doğru-yanlış, iyi-kötü gibi değerlendirmelerini kazandıran toplumdur. Türk
toplumunda geleneksel kurallara göre yetiştirilmiş bir kişi, normlara uymayan davranışlara
öncelikle dikkat eder. Bir genç kızın büyüklerinin yanında sigara içmesi hemen algılanır.
Davranışın yapıldığı ortam, gereksinmeler ve benzeri her şey, algısal beklentileri
etkiler. Bundan dolayı algılamada ‘mutlak’ bir gerçek olamaz. Her bireyin algılaması o
bireyin ‘gerçeğini’ oluşturur. Aşağıdaki şeklin ortasında yer alan öğeye dikkatlice
bakıldığında; yukarıdan aşağıya doğru bakıldığında 13, soldan sağa doğru bakıldığında B
harfi olabileceği fark edilir. Burada doğru, bakan kişiye göre değişecektir. Algı son derece
öznel bir süreçtir. Özellikle arabulucuların, arabuluculuk sürecinde bu durumu gözden
kaçırmaması gerekir.
16
Algı Hataları
Bazen bireyden veya algılanan uyarıcının özelliklerinden dolayı, uyarıcılar
olduğundan farklı olarak algılanır veya hiçbir uyarıcı yokken bir uyarıcı varmış gibi
algılanabilir. İki tür algı hatasından söz edebiliriz: Algı yanılsaması (illüzyon) ve varsanı
(halüsinasyon).
Algı yanılsaması: Var olan bir uyaranın yanlış algılanması ve yorumlanmasıdır. Algı
yanılsamasında gerçekte bir uyarıcı vardır. Fakat bu uyarıcılar olduğundan farklı
algılanmaktadır. Bu durumun çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan biri fiziksel algı yanılsaması,
algılanan uyarıcının özelliklerinden kaynaklanır. Bardaktaki çay kaşığının kırıkmış gibi
gözükmesi buna örnek gösterilebilir. Bir diğer nedeni ise psikolojik algı yanılsaması,
algılayan kişinin psikolojik özelliklerinden kaynaklanır. Yolda giderken yolun kenarındaki
ağaçların insanlar gibi algılanması bunun bir örneğidir. Fiziksel algı yanılsaması, uyarıcının
kendisinden kaynaklandığı için tüm insanlarda aynı şekilde algılanırken, psikolojik algı
yanılsaması ise kişinin psikolojik özelliklerinden kaynaklandığı için kişiden kişiye değişir.
Algı yanılsamaları yalnız fiziksel nesne ve olayları kapsamaz, sosyal durumları, insan
davranışlarını da kapsar.Örneğin,bir kişi kendisine söylenen sözü söyleyen kişinin niyetinden
farklı bir şekilde yorumladığında da bir algı yanılsaması olabilir.
Varsanı: Hiçbir uyaran bulunmadığı halde uyaran var gibi algılanmasıdır. Ortada konuşan bir
kişi olmadığı halde bireyin kulağına onu suçlayan sesler gelmesi, ortamda bulunmayan
nesneleri, kişileri görmesi örnek olarak verilebilir.
Algı yanılsaması ile varsanının en önemli farkı; yanılsamada kişi var olan bir nesneyi
farklı algılarken, varsanı da ise olmayan bir şeyi varmış gibi algılar. Yanılsamalar her insanda
olabilecek durumlardır, ancak varsanılar ateşli hastalıklar, ruh sağlığı bozuklukları gibi çeşitli
durumlarda ortaya çıkar.
17
1.4 Bellek ve Özellikleri
Bilişsel süreçler dışarıdan gelen bilginin dikkat edildiği, algılandığı, değerlendirildiği,
depolandığı ve geri getirilerek bilginin işlendiği süreçlerdir. Birey, ancak dikkatini çeken bir
olayı algılar ve hatırlayabilir. Bu süreçlerden bir tanesi bilginin tutulduğu, bilgiyi işlemenin
gerçekleştiği bilgi depoları olan bellektir. Bellek, geçmiş yaşantıların, kazanılan bilgi ve
becerilerin saklanması ve gerektiğinde yeniden canlandırılması yetisidir. Bellek, bilginin
kazanılarak depolanması ve korunması, geri çağrılarak kullanılması olayıdır. Dışarıdan gelen
uyarıcılar bilgi formuna dönüştürülür, anlamlı yapılar halinde işlenir ve daha sonra
kullanılmak üzere örgütlü bir yapıda depolanır. Bu depolardan bilgiyi, özellikle iyi öğrenilmiş
bilgiyi, uzun süre saklayan kısmına uzun süreli bellek denir. Bu belleğin kapasitesi sınırsız
olduğundan sonsuz miktarda bilgi kaydedilebilir ve uzun bir zaman diliminde zihinde
saklanır. Orada yaşantısal öykülerimiz yani anılarımız (anısal bellek), kavramlar, olgular,
genel bilgiler, problem çözme stratejileri (anlamsal bellek) ve bir işin nasıl yapılacağı ile ilgili
bilgiler yer almaktadır.
Algısal sisteme giren bir bilgi ilk etapta anlık bellekte (duyum alıcıları düzeyinde)
ardından da kısa süreli bellek üzerinde bir işleme tabi tutulur. Bu belleğin kapasitesi ve süresi
sınırlıdır. Tekrarlama yapılmaması durumunda ömrü saniyelerle sınırlıdır. Bilgi birimi olarak
da ortalama 7 birimlik bir kapasitesi bulunur. Bu belleğimizde işlenen bilgi tekrarlamalar
sonucu uzun süreli belleğe aktarılıp oraya yerleştirilir. Unutmalarımızın bir kısmı bu aktarma
işleminin düzgün yapılamamasından kaynaklanır.
Böylece yaşantımız için önemli olan pek çok bilgiyi zihnimizde saklayıp gerektiğinde
kullanabiliriz. Bellek kapasitesi, türden türe, kişiden kişiye değişir. İçeriğinde öğrenilen her
şey; duygu, düşünce ve davranışlar vardır. Uzun süreli belleğe giren bilgiler anlam ilişkileri
yönünden örgütlenmiştir. Yani rastgele, düzensiz bir biçimde durmazlar. Belleğe giren
bilgiler, örgütlenip hatırlamaya ipucu sağlayacak niteliktedir. Örgütleyerek bellemek
hatırlamada kolaylık sağlar.
Bellek, pasif bir depolama yeri değildir. Bellek, aktif bir biçimde gelen bilgileri
yapılandırır, eklemeler ve çıkarmalar yapar, boşlukları uygun biçimde doldurur. Belleğin bu
yönüne yapılandırıcı bellek denir. Yapılandırıcılık belirli bir kültürde yetişmiş olmamızdan
ileri gelir. Kültür, hangi durumda hangi davranışların daha olası olduğunu bize öğretir ve
belleğin yapılandırmasında etkilidir. Gelen bilgiyi, edindiğimiz yaşantı kalıplarının uygun
olup olmamasına göre düzenler, işler, anlam veririz. Belleğin yapılandırıcı özelliği, önceden
olmuş olayı hatırlarken kendini daha etkin bir biçimde gösterir. Geçmişte başımıza gelen
18
olayları tercih edilen imgelere uyduracak şekilde yeniden düzenleriz. Anlatırken olayların
ayrıntılarında bilinçsizce ince değişiklikler yapar, bu değişiklikleri anılarımızın bir parçası
olarak yeniden kodlarız. Örneğin, tanıklıkta, kişiler olayı olduğu gibi değil, belleğin zaman
içinde yapılandırdığı biçimde anlatırlar. Bu nedenle bir kişinin tanıklığı ile karara varmak,
tanık ne ölçüde güvenilir olursa olsun, ne kadar doğrudur?
Bellek deposuna alınan bilgilerin bir kısmı unutulurken bir kısmı yaşam boyu saklanır.
Bellenmesi istenen malzemenin ne kadar ayrıntısına girilirse o kadar kalıcı olur. Sonuçta
ayrıntılar genellikle unutulur. Beklentilerin anlamlandırma ve depolamada rolü vardır.
Anımsama-geri getirme, çağrışımla depodaki bilgilerin bilinç alanına getirilmesi durumudur.
Geri çağırma işlemi, hatırlama ve tanıma işlevlerini içerebilir. Bir soru karşısında doğru yanıtı
ya da sözcüğü bulmak için aklımızın araştırma yapma süreci, geri çağırma ya da geri
getirmedir. Hatırlamada heyecanların ve beklentilerin olumlu ve olumsuz etkileri vardır.
Pekiştirmeler, ortam ve bireyin ruhsal durumu neyin anımsanacağını etkiler. Belleğin
performansında bozulmalar olabilir. Buna amnezi, unutma veya anımsayamama denir: Bir
yaşantıyla ilgili bilgilerin geçici ya da kalıcı olarak zihinden silinmesidir. Bu durum ruhsal ya
da organik kökenli olabilir. Asla “Hatırlarım” deyip geçmemek gerekir.
Bir yaşantı görüşümüze veya kendimize uymadığı zaman bilinçsiz olarak onları
uyarlama veya hepsini belleğimizden çıkarma eğilimi gösteririz. Bellek doğası gereği
yönlendirme ve çarpıtmalara yatkın olduğu için, bellek yanılsamaları bu durumun bir yan
etkisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireylerin hangi durumlarda bellek yanılsamalarına daha
yatkın, hangi durumlarda ise daha dayanıklı oldukları ilgi görmüş bir araştırma konusudur.
Soygun, çocuk kaçırma ya da trafik kazası gibi bir olaya şahit olduktan sonra, kişinin ilgili
olaya dair (doğru veya yanlış) ek bilgilerle karşılaşma olasılığı yüksektir. Örneğin kişi, olayın
hemen ardından olaya tanık olmuş başka kişilerle konuşurken ya da daha sonrasında polisten,
mahkemede şahitlik yaparken avukattan, hatta kimi zaman televizyondan bazı ek bilgiler
alabilir. Olay sonrası kaynaktan elde edilen bellek ile olayın olduğu sırada edinilen belleği
birbirine karıştırdıkları için, telkin edilen olaya dair yanlış belleğe sahip olunduğundan görgü
tanıklığı durumlarında yanlış bilgiyle karşılaşma olasılığı vardır. Olay sonrası yanlış bilgi
etkisini ve daha önemlisi yanlış bilgiye maruz kaldıktan sonra orijinal bellek izine ne
olduğunu açıklamak üzere bir takım kuramlar öne sürülmüştür. Bu kuramlar, orijinal bilginin
kaybolmadığını, sadece erişilemez hale geldiğini öne sürmektedirler. Belleğe yeni bir bilgi
girdiğinde, bu bilginin daha önce kaydedilmiş olan eski bilgiyi engellediği ya da bozduğu
görüşü, unutma konusunda en yaygın olarak kabul edilen görüşlerden birisidir. İnsanların
yaşları ve stres düzeyleri arttıkça da daha çok yanlış hatırlama ve tanıma hataları ortaya
19
çıkmaktadır. Bu ikisinin bir arada, yani kişinin hem yaşlı hem stresli olduğu, örneğin görgü
tanıklığı ya da dolandırıcılık gibi gerçek hayatta karşılaşma olasılığı yüksek durumlarda,
yanlış hatırlama riskinin artacağı öngörülmektedir.
Flaş Bellek
Şaşırtıcı ve önemli olayları doğru olması gerekmeden çok canlı ve genellikle ayrıntılı
hatırlamaya “flaş bellek” denir. Üzerinden çok uzun zaman geçse bile, belli bir olayın ve
olayla birlikte yer alan rastlantısal olayların canlı ve ayrıntılı bir şekilde hatırlanması
yaşantısıdır. Şok etkisi yaratan/oldukça anlamlı olan olaylar bu şekilde hatırlanır. Kişi
tarafından bu olay bütünüyle tutulur ve fotoğraf gibi basılır. Basılan şey bir albümdeki
fotoğraf gibi uzunca bir dönem veya yaşam boyu depolanır. Periyodik olarak bu süreç
pekiştirilir, çünkü bu tür önemli olay zaman içinde birçok kez hatırlanır ve tartışılır. İçerik
duygusal olur ise daha iyi hatırlanır.
Flaş bellek, yeniden yapılandırılabilir. Yeniden tartışır, düşünür yeni bilgiler duyarız.
Zaman geçtikçe doğruluğu azalır ve gerçekte olan olaya ya çok az benzer ya da hiç benzemez
hale gelebilir. Evet, bazı anılarınıza güvenemezsiniz; anılar karıştırılabilir, bozulabilir. Bazı
bastırılmış travmatik çocukluk anılarının gerçek olduklarından şüphe yoktur. Ancak bu
anılardan bir bölümü de gerçekte yanlış anılar olabilir veya aslında hiç olmamış olaylar
hakkında kurgulanmış hikayeler olabilir. Belki de her şey değişebilir. Bu nedenle “bunun
doğruluğuna eminim” dememek gerekir. Emin olmak, anının sahte olmadığının, yeniden
yapılandırılmadığının ve hatta yerleştirilmediğinin garantisi değildir. Bu bağlamda
arabuluculuk sürecinde yapılandırıcı ve flaş belleğin bu özellikleri mutlaka hatırlanmalıdır.
1.5 Duygu ve duygu yönetimi, duygusal yetkinlik
Duygu Tanımı
Duygu, tüm insanlar tarafından yaşandığı halde tanımlanması zor bir kavramdır.
Bilimsel çalışmalarda duygu, zihinsel, fizyolojik ve davranışsal bileşenleri ile ele
alınmaktadır. En çok kabul gören ve yaygın olarak kullanılan tanımda duygu, birbirinden ayırt
edilebilecek kadar farklı özellikler gösteren, belirli bir durum ya da olay karşısında yaşanan,
zihinsel ve fizyolojik süreçlerle birlikte ortaya çıkan yoğun hisler olarak tarif edilmektedir.
Örneğin; korku, kızgınlık, mutluluk, coşku, kıskançlık ve öfke birbirlerinden farklı ve belirli
bir olay ya da durum karşısında yaşanan duygulardır.
20
Son araştırmalar farklı duyguların, düşünceler yani zihinsel süreçler tarafından
üretildiğini göstermektedir. Bireyin yaşadığı bir olay ya da durum karşısındaki duygusu, o
olayı zihninde nasıl değerlendirdiğine bağlı olarak değişmektedir. Sabah işyerinde ilk
gördüğünüzde selam verdiğiniz bir arkadaşınızın selamınıza karşılık vermediğini düşünün. Bu
durumun kendisi bir duyguya neden olmaz. Ancak durumu değerlendirdikten sonra
düşündükleriniz, hangi duyguyu yaşayacağınızı belirler. Eğer bu durumun, (a) o kişinin
dalgınlığı ya da keyifsizliği yüzünden sizi görmemesi nedeni ile olabileceğini düşünürseniz
şaşkınlık ya da merak, (b) ama sizi gördüğü halde, bilerek selam vermediğini düşünürseniz
üzüntü ya da kızgınlık hissedebilirsiniz. Duyguların düşüncelerden, davranışların da
duygulardan etkilendiği göz önünde bulundurulduğunda, bireylerin, yaşadıkları olaylar
hakkındaki düşüncelerinin hem duygularını, hem davranışlarını ve bunlara bağlı olarak
ilişkilerini ve iyilik hallerini etkilemekte ne kadar önemli yere sahip oldukları görülmektedir.
Duygu ile ilişkili diğer bir kavram duygudurumdur. Duygudurum, duygular ile
kıyaslandığında daha uzun süren, belli bir olay ya da duruma göre hızla değişmeyen, içinde
pek çok duyguyu bulunduran duygulanımlar olarak tarif edilebilir. Duygudurum genellikle
olumlu ve olumsuz olarak iki kategoride ele alınmaktadır. Olumlu duygudurum coşku,
hareketlilik, uyanıklık ve hoşluk duyguları ile; olumsuz duygudurum ise üzüntü, sıkıntı ve hoş
olmayan duygular ile özdeşleştirilmektedir. Duyguların, belirli bir olay ya da duruma göre
değiştiği görülürken, duygudurumun kişinin kalıcı özelliklerinden olduğu ve bazı kişilik
özellikleri ile de ilişkili olduğu düşünülmektedir. Araştırmalar olumlu duygudurumun
dışadönüklük ve sosyallikle, olumsuz duygudurumun ise stres belirtileri, yabancılaşma, kaygı
ve pişmanlıkla ilişkili olduğunu ortaya çıkartmıştır.
Ayrıca olumsuz duygudurumun psikolojik rahatsızlıklarla ilgili olduğunu, olumsuz
düşüncelerin sıklığını arttırdığını ve stresle başetme becerilerini olumsuz yönde etkilediğini
gösteren çok sayıda araştırma mevcuttur. Duygudurumun aksine, duygular dinamik oldukları
ve belirli olay ya da durumlar karşısında ortaya çıktıkları için, kontrol edilebilmeleri ya da
düzenlenebilmeleri de mümkündür.
Duygu Yönetimi
Bireyin duygudurumları ve duyguları günlük yaşantısında hem kendi iyilik halini hem
de diğer insanlarla olan ilişkilerini şekillendirmektedir.
Trafikte bir sürücüye çok kızıp bağırmak isteyip bağırmadığınızda ne olur? Katılmak
zorunda olduğunuz bir eğlencede aslında canınız sıkkın olduğu halde bunu belli
21
etmediğinizde? Ya da bir cenaze töreninde, bir şeyi olağanüstü komik bulup kahkaha atmak
isteyip, yine de hüzünlü görüntünüzü koruduğunuzda?
Bu örneklerdeki gibi durumlarda bireyler duygularını düzenler ve yönetirler. Diğer bir
değişle hangi duyguların, nasıl yaşanacakları ve ifade edilecekleri aslında kontrol edilebilir.
Yetişkin bireyler duygusal düzenleme adı verilen bir psikolojik süreç yardımı ile ergenlik
döneminden başlayarak, duygularını düzenleyebilir ve duygusal yetkinlik kazanabilirler.
Duygusal düzenleme süreçleri çoğunlukla kendiliğinden otomatik olarak devreye
girerler. Aslında duygusal düzenleme bireylerin sürekli olarak yaptıkları ya da yapmaları
gereken bir süreçtir. Duygular, dinamik yani değişken oldukları için duygusal düzenleme de
dinamik bir süreçtir. Duygusal düzenleme doğal, otomatik ve işlevsel olarak ortaya çıktığında
bireyde bir rahatsızlığa neden olmaz ve fazladan çaba gerektirmez. Ancak duygusal
düzenlemenin olmadığı ya da bireyin duygularını düzenlemede zorlandığı durumlarda sorun
olarak kendini göstermeye başlayabilir. Bir arkadaşınızın verdiği sevindirici bir habere çok az
sevinç göstermeniz ya da sevdiğiniz ve saygı duyduğunuz birisi ile yaptığınız bir konuşmada
soğukkanlılığınızı kaybedip sonradan pişman olacağınız sözler söylemeniz gibi durumlarda
duygusal düzenlemenin olmaması sorunlara yol açmaya başlar.
Duygusal düzenleme yukarıdaki örneklerde olduğu gibi hem olumlu hem de olumsuz
duyguları içerir. Ancak, düzenlenmediğinde daha yıkıcı sonuçlar doğurması olası olumsuz
duygularda çoğu zaman gereklidir. Yoğun olumsuz duygularda, yaşanan duyguların tanınması
ve ayırt edilmesi, duyguların düzenlenmesi için bir ön koşuldur. Duygusal düzenlemenin etkin
bir şekilde yapılabilmesi için, bireyin önce hangi duyguyu yaşadığını fark etmesi, bu duyguyu
diğerlerinden ayırt edebilmesi yani tanıması gerekir. Özellikle kızgınlık, üzüntü ve korku gibi
yoğun olumsuz duyguların genellikle bir arada görülmesi ve süreklilik göstermesi aslında
birbirlerinden farklı olan ve farklı düşünceler nedeni ile ortaya çıkan bu duyguların
birbirlerine karışmasına ve bireyin durum hakkında yanlış değerlendirmelerde bulunmasına
neden olabilir. Birey, örneğin korku ve üzüntüyü birlikte yaşıyorsa hangi duyguyu, hangi
düşünce nedeni ile yaşadığını ayırt edebilmelidir. Eşi ya da annesi ciddi bir sağlık sorunu
yaşayan bir birey, hasta olan kişi için üzüldüğü gibi, onun ölmesinden de korkabilir. Bu
bireyin yaşadığı olumsuz duyguları düzenleyebilmesi için, önce yaşadığı duyguları doğru
tanıması, sonra da doğru düzenleme stratejisini seçebilmesi gerekir.
Duygusal düzenleme için kullanılan birbirlerinden farklı stratejiler vardır. Bunlardan
bazıları işlevsel ya da etkili, bazıları ise işlevsel olmayan hatta uzun vadede zararlı olabilen
stratejilerdir. Duygusal düzenleme stratejilerinden en etkin sonuçlar doğurduğu görülenler,
yeniden değerlendirme ve sorun çözmedir. Yeniden değerlendirme, olumsuz duygular yaratan
22
durumun daha objektif ya da pozitif yönde tekrar ele alınmasını, duruma başka bir
perspektiften bakılmaya çalışılmasını içerir. Sorun çözme stratejisi ise, olumsuzluğa neden
olan sorunun tespit edilmesinden sonra, doğrudan bu sorunu çözmeyi ya da çözmeye çalışmak
için çaba sarfetmeyi ifade etmektedir. Sorun çözme stratejileri, çözüm için alternatifler
üretmekten, sorunun çözümüne yönelik plan yapmaya, planlanan alternatifler hakkında
düşünmekten, adım adım sorunu çözmeye kadar değişen küçük basamaklardan oluşabilir.
Sorun çözme stratejilerini kullanmanın, olumsuz duygusal tepkileri anında değiştirmediği,
ancak daha uzun vadede bireyleri stres, kaygı ve depresyon yaşamaktan uzak tuttukları
bilinmektedir.
Bireylerin sıklıkla kullandıkları diğer duygusal düzenleme stratejilerinin ise, psikolojik
olarak sağlıklı olmadığı düşünülmektedir. Öyle ki, bu stratejilerin sürekli olarak kullanımının
pek çok psikolojik bozuklukla ilgili oldukları bulunmuştur. Bunlardan en sık kullanılanları
bastırma ve kaçınmadır.
Bastırma stratejisinde birey duygularını ya da düşüncelerini bilinçli olarak bastırmaya,
unutmaya veya ortadan kaldırmaya çalışır. Bireyin içinden geçenleri ya da yaşadığı duyguları
göstermemeye, belli etmemeye çalışması ya da başka bir duygu yaşıyormuş gibi rol yapması
bastırma stratejisine örnek olarak gösterilebilir. Kaçınma ise, bastırmadan farklı olarak,
bireyin duygularını ve yaşadığı olumsuzlukları görmezden gelmesi ve yok sayma çabaları
olarak tarif edilebilir. Yaşanan durumun özelliğine göre birey yukarıda bahsedilen düzenleme
stratejilerinin birini ya da bir kaçını birlikte kullanabilir. Ancak birey, farklı özelliklerdeki
durumlarda, sürekli ya da baskın olarak işlevsel olmayan stratejileri kullanırsa, bu durum,
hem duygusal düzenlemenin etkin olmamasına, hem de bireyin duygusal yetkinlik
kazanamamasına neden olabilir. Bu stratejilerden bazılarına ileride Kişilik konusu işlenirken
savunma mekanizmaları alt başlığında tekrar değinilecektir.
Duygusal Yetkinlik
Duygusal yetkinlik, bireyin kendi duygularını tanıyarak, onları uygun durumlarda,
uygun şekilde yaşaması ve uygun şekilde ifade etmesi anlamına gelmektedir. Duygusal
yetkinlik aynı zamanda bireyin, başka insanların hangi duyguları yaşadıklarını doğru
anlayabilmesini de içermektedir. Duygusal yetkinliğe sahip bireylerin göstermesi gereken
temel özellikler şunlardır:
İlişkilerinde, duyguların ifadesinin önemli bir rol oynadığını bilirler.
23
Olumsuz duygusal durumlar ile başetmek ya da yoğunluğunu azaltmak için, uygun
duygusal düzenleme stratejilerini kullanırlar.
İçlerinde yaşadıkları duygunun, mutlaka dışa yönelik bir ifadesi olması gerekmediğini
bilirler.
İçinde bulundukları duygu durumunun farkında olurlar ancak davranışlarını tamamen
duyguların etkisi altında sergilemezler.
Başka insanların duygularını anlarlar.
Farklı duyguları birbirinden ayırabilirler.
İkili ilişkilerin önemli olduğu, arabuluculuk gibi süreçlerde duyguları tanımak ve
düzenlemek önemli bir yere sahiptir. Buradaki temel nokta ise arabulucunun hem kendi
duygularını tanıması ve düzenlemesi, hem de etkileşim içinde bulunduğu tarafların
duygularını tanıması, anlaması ve yönetmesidir. Diğer insanların duygularını tanımak
gelişebilen bir beceridir. Diğer insanın baktığı açıdan olaylara bakıp, O’nun ne gördüğünü ve
hissettiğini anlama yeteneği olan empatinin de ilk aşaması duyguları doğru tanımaktır. Ancak,
diğer insanların duygusunu tanıması için bireyin önce kendi duygularını iyi tanıması, yani
hangi duyguyu yaşadığını fark etmesi, duygusunu adlandırması, nasıl ifade ettiğinin farkına
varması ve değerlendirmeyi öğrenmesi gerekir.
1.6 Güdüler ve Güdülenme
Bireyin yaşamını sürdürebilmesi için ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Bir ihtiyacın
karşılanması için davranışların başlaması ve devam etmesi güdü ve güdülenme kavramları ile
açıklanabilir. Genel anlamda güdü bireyin isteklerini, arzularını, gereksinimlerini, ilgilerini
içeren kapsamlı bir kavramdır. Bu tanım doğrultusundagüdü bir davranışı başlatan, bu
davranışın yönünü ve sürekliliğini sağlayan bir mekanizmadır.Bir başka deyişle güdü bireyi
harekete geçirir ve uyarır. Bu, içsel veya bireye ait (örneğin, bireyin susaması) olabileceği
gibi, dışsal veya çevreye ait (örneğin, gök gürültüsü) de olabilir. Güdülenme ise ihtiyaçların
karşılanması için bireyin davranışlarını belirli bir hedefe yöneltmesi durumudur. Güdülenmiş
bir birey aktif ve seçici olarak hedefe odaklanır, ihtiyaçlarını karşılayana dek gergin ve ısrarcı
olur. Güdü, bireyin davranışının ve hedefinin türünü belirler. Örneğin, susayan bir bireyin su
içmeye yönelmesi gibi.
24
Güdüler bilinçli ve bilinçdışı olabilir. Bireyin karnı acıktığında yemeğe yönelmesi
güdülenmenin bilinçli bir süreç olduğu fikrini uyandırmaktadır. Bireyler birçok durumda
belirli davranışlarının amacını ve hedefini bilirler. Ancak, diğer durumlarda birey neden
güdülendiğini ve davranışlarının asıl hedefinin ne olduğunun farkında olmayabilir.
Güdüler iki gruba ayrılır: birincil güdüler ve ikincil güdüler. Birincil güdüler doğuştan
gelen güdülerdir. Bir başka deyişle bu güdüler öğrenilmemiş güdülerdir. Birincil güdüler de
kendi içinde üç gruba ayrılırlar. Açlık ve susuzluk gibi fizyolojik temelli güdüler birinci
gruptaki güdüleri oluşturur. Cinsellik güdüsü ikinci gruptaki güdülere örnek olarak verilebilir.
Bu gruptaki güdülerin kökeni fizyolojik olmakla beraber, bu kökenden bağımsız olarak var
olabilirler. Bu iki gruptaki güdülere dürtü adı da verilir. Bunlar bireyin yaşamını sürdürmesi
için kaçınılmaz, tatmin edilmesi zorunlu, öğrenilmemiş, doğuştan veya olgunlaşmayla
kazanılan evrensel güdülerdir. Üçüncü gruptaki güdüler fizyolojik kökeni olmayan güdülerdir.
Bunlara örnek olarak araştırma, merak, faaliyet ve kurcalama güdüleri verilebilir.
İkincil güdüler ise çoğunlukla öğrenilmiş güdülerdir. Bu güdüler sosyal yani diğer
insanlarla ilgili güdülerdir. Bu güdüler bireyin birçok kişisel davranışının nedenini
oluşturmaktadır. Bunlara örnek olarak bağlanma güdüsü ve başarı güdüsü örnek verilebilir.
Bu güdüler bireyin toplumsal olarak kabul görmesine yönelik olup bireye ve topluma göre
değişiklik gösteren güdülerdir. Bu güdüler ancak temel gereksinimler karşılandıktan sonra
önemli hale gelirler.
Henry Murray’e göre sosyal güdüler üçe ayrılır: başarı, yakınlık ve güç güdüleri.
Başarı güdüsü zor işleri başarıp üstünlük gösterme isteğine işaret etmektedir. Bu güdüsü
yüksek olan bireyler, not, para gibi objektif standartlar temelinde rekabet içinde olabilecekleri
durumları tercih ederler. Başarı ihtiyacı yüksek olan bireyler, zor hedefler belirlerler ve
hedeflerine ulaşmak için çok çalışırlar. Bu başarının sırrını kendi yeteneklerine ve çok
çalışmalarına bağlarlar. Buna karşın, başarı ihtiyacı düşük olan bireyler, kendilerine kolay
hedefler seçerler ve kendi yeteneklerini zorlayacak işlerden kaçarlar. Bazı durumlarda
yaptıkları işlerin sonunu getiremezler. Başarısız olduklarında da çabuk vazgeçerler.
Yakınlık güdüsü, diğer bireylerle uyumlu ilişkiler kurmak ve başkaları tarafından
kabul edilmek isteğini yansıtır. Yakınlık ihtiyacı yüksek olan bireyler bir yere ait olmak ve
sosyal olarak kabul görmek isterler. Buna uygun davranışlar sergilerler. Örneğin, yalnız
kalamazlar, grup halinde çalışırlar. Yakınlık ihtiyacı düşük olan bireyler ise, yalnız olmayı ve
çalışmayı tercih ederler ve sosyal ilişkilerde çekingendirler.
Güç güdüsü diğer bireyleri yönetme, organize etme ve onları etkileme isteğini içerir.
Yapılan araştırmalarda yüksek güç güdüsüne sahip olan erkek öğrenciler fikirlerini serbestçe
25
belirtme şansı veren derslerden daha yüksek not aldıklarını söylemişlerdir. Buna karşılık,
düşük güç güdüsüne sahip olan öğrenciler yapılandırılmış derslerde daha yüksek not
aldıklarını belirtmişlerdir.
Birtakım Güdü Kuramları öne sürülmüştür. Aşağıda bu kuramlar özetle gözden
geçirilecektir.
Psikanalitik Kuram
Sigmund Freud’un ortaya attığı bu kurama göre, davranışın ortaya çıkmasında
doğuştan gelen güçlü içgüdülerin olduğu düşünülür. Bireyler yaşam (cinsellik) ve ölüm
(saldırganlık) içgüdüleri ile dünyaya gelirler. Bu kurama göre, bu içgüdüler bir bireyin
bilinçdışı davranışlarının en güçlü belirleyicileridir. Bir başka deyişle, bireyler bu içgüdülerini
karşılamak için programlanmışlardır. Doyuma ulaştırılamayan bu içgüdüler bilinçdışına itilir
ancak davranışın türünü ve hedefini belirlemeye devam eder.
Dürtü Azalması Kuramı
ClarkHull’ın Dürtü Azalması Kuramı özellikle fizyolojik kökenli birincil güdülere
odaklanmıştır. Bu kurama göre esas olan fizyolojik güdülerdir. Yiyecek, su, cinsellik veya
acıdan kaçınma gibi biyolojik ihtiyaçların karşılanmaması uyarılmışlık hali yaratır. Bunun
sonunda birey ihtiyacı karşılamak için güdülenir ve harekete geçer.
Uyarılma Kuramı
Yerkes-Dodson’a göre güdülenmenin temel amacı bireyin optimumuyarılmışlık
seviyesine ulaşmasıdır. Optimum uyarılmışlık seviyesi bireyden bireye değişir. Buna göre,
uyarılmışlık çok az olduğunda birey uyarımı arttırmaya çalışır. Uyarılmışlık seviyesi çok fazla
olduğunda birey uyarımı azaltmaya çalışır.
İnsancıl (Humanistik) Yaklaşım
Abraham Maslow, bireylerin 5 temel ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyaçların evrensel
hiyerarşik bir yapı oluşturduğunu öne sürmüştür. Hiyerarşinin en alt basamağı fizyolojik
ihtiyaçların (yemek, su ve hava) ortaya çıkarttığı güdüleri içerir. İkinci basamakta, tehlike ve
tehditlerden korunmama da dahil olmak üzere güvenlik ihtiyacından kaynaklanan güdüler
mevcuttur. Bağlanma, sevme, sevilme ihtiyaçları ile ilgili güdüler üçüncü basamakta yer alır.
Dördüncü basamakta kendine güven, başarı, itibar, statü ihtiyaçları ile ilgili güdüler yer alır.
En üst basamakta ise, kendini gerçekleştirme ihtiyacının yarattığı güdüler bulunur. Kendini
26
gerçekleştirme, bireyin mevcut potansiyelinin en üst düzeyde kullanabilme durumudur.
Maslow’a göre, kendini gerçekleştiren bireyler açık ve içten olma, diğerlerini ve kendini
sevme ve kabul etme, savunucu olmama, yaratıcı olma, sorumluluklarının farkında olma gibi
özelliklere sahiptirler.
Maslow’a göre, bireyin herhangi bir basamaktaki ihtiyacını tatmin etmek üzere
güdülenebilmesi için, daha alt basamaklardaki ihtiyaçlarının belli oranlarda tatmin edilmiş
olması gerekmektedir. Örneğin, güvenlik ihtiyacının bireyi güdüleyebilmesi için bireyin ilk
basamaktaki fizyolojik ihtiyaçlarının tatmin edilmesi gerekir. Ancak bu kuram Batı kültürünü
yansıtmakla eleştirilmiştir.
Öğrenme Kuramları
Öğrenme Kuramı, bireyi güdüleyen dışsal uyaranlar üzerinde durmuştur. Bu kurama
göre, güdülenmeyi sağlayan arzu edilen hedef ve ödüllere ulaşmaktır. Birey, gösterdiği bir
davranış sonucunda belirlediği hedeflere ve ödüllere ulaşmışsa bu davranışı tekrarlar, aksi
takdirde davranış tekrarlanmaz. Sosyal Öğrenme Kuramına göre, güdülenmede önemli olan
bireyin ödül alması değil, bireyin ödül almasına neyin neden olduğuna ilişkin görüşüdür. Eğer
kişi ödül almasında kendi yaptığı birşeyin rol oynamadığını düşünüyorsa, gelecekte de bu
davranışlardan bir ödül almayı beklemez. Örneğin, bir iş yerinde çalışan bir birey çok
çalıştığında yüksek maaş, az çalıştığında az maaş alırsa, çalışma temposunun maaşını
etkilediğine inanır.
Sosyal-Bilişsel Kuram
Bu kurama göre, güdüler olayların nesnel özelliklerinden değil, bu olaylarla ilgili
öznel beklentilerden, yani bireylerin olayları algılayışı ve yorumlayışından
kaynaklanmaktadır. Birey gelecekte elde etmeyi beklediği sonuçlar için güdülenir. Kurt
Lewin göre, bireyin içinde bulunduğu durum ile içinde bulunmayı düşündüğü durum
arasındaki uyumsuzluk kişiyi güdüler. Yükleme Kuramına göre, bireyler bir sonuçla
karşılaştıklarında, bu sonucun arkasında ne veya kim olduğunu düşünür. Bir başka deyişle
sorumluluğun kimde olduğunu arar, bunun nedenlerini araştırır. Bu düşünceler gelecekteki
davranışlarını etkiler. Örneğin, bir memur kendi çabalarından dolayı terfi edildiğine
inanıyorsa, gelecekte çaba sarf etmeye devam eder. Buna benzer bir şekilde, Kontrol Odağı
Kavramına göre bireyin başına gelen olayları kim ve neyin kontrol ettiği de bireyin
güdülenmesi açısından önemlidir. Birey, başına gelen olayların kişinin kendisi veya
diğerleri/şans faktörleri tarafından kontrol edildiğine inanabilir. Olayların özelliklerine bağlı
27
olarak değişkenlik göstermekle beraber, genelde bireyin kendisinin kontrol ettiğine inandığı
durumlarda birey güdülenir, diğer durumlarda güdülenme azalır. Örneğin, birey terfi edilme
durumunu şansa bağlıyorsa gelecekte aynı emeği sarf etmeyebilir.
Gözden geçirilen tüm güdülenme kuramlarının her biri farklı durumlarda bireyin
neden güdülenip, güdülenmediğini açıklaması açısından yararlıdır. Ancak, hepsini de
eleştirmek mümkündür. Hepsi birden karmaşık olan birey güdülenme davranışının bütününü
açıklayabilir.
1.7 Görüşme etiği
Arabulucuların olduğu gibi, psikologların da kendilerine farklı nedenlerle başvuran
danışanları ile görüşmelerinin çerçevesini belirleyen temel ilkeler bulunmaktadır. Bu ilkeler
hem mesleki hem de etik kurallardan oluşmaktadır. Psikologların bağlı olduğu etik ilkeler,
danışanlarını ve kendilerini yasal tehlikelerden ve zarardan korumalarını sağlamaktadır.
Bunun ötesinde etik ilkeler bir görüşmenin nasıl şekilleneceğini de belirlemektedir.
Danışanlarla yapılan bu görüşmelerde gözetilen temel etik ilkeler farklı mesleki kurum ve
tüzel kişilerce de onaylanarak yayımlanmaktadır. Ülkemizde psikologların uymakla yükümlü
oldukları etik ilkeler Türk Psikologlar Derneği Etik Yönetmeliği’nde belirtilmektedir (Benzer
şekilde Psikolojik Danışmanlık Etik İlkeleri, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği
Etik Kurallar kitabında sıralanmıştır). Amerikan Psikologlar Birliği’nin etik kuralları dayanak
alınarak hazırlanan bu ilkelerde genel olarak benimsenen temel ilkeler, arabuluculuk etiği
ilkeleriyle karşılaştırılabilirlik sağlamak üzere aşağıda özetle sıralanmıştır. Görüşme etiğinde
psikologdan gönüllü olarak hizmeti alan kişi danışan (client) olarak adlandırılmaktadır.
Psikologların görüşmeleri boyunca izlemeleri gereken ilkeler
Danışanlarına, yansız, duyarlı ve saygılı davranırlar.
Verecekleri hizmetlerin içeriği, süresi ve ücreti hakkında açık ve anlaşılır bir
anlaşma/kontrat yaparlar.
Danışanı kötüye kullanmamayı, sömürmemeyi garanti ederler.
Danışanlarının kendilerine bağımlı olmaması için gerekli tüm çabayı gösterirler.
Danışanların bireysel bağımsızlıklarını yüreklendirecek her türlü çalışmayı yaparlar.
Danışanları ile diğer insanlara karşı cephe oluşturmazlar.
Danışanları ile duygusal, cinsel yakınlık yaşamazlar.
28
Danışanlarına değer ve tutum değişikliği aşılayamazlar, empoze edemezler.
Danışanlarının fiziksel ve ruhsal sağlığını korumaya çalışırlar.
Danışanların kararlarını etkilemez, taraf tutmaz ve ikna yöntemleri kullanmazlar.
Gizlilik ve gizliliğin bozulması konusunda danışanlarına bilgi verirler.
Psikologların kendi yeterlilikleri ile ilgili sorumlulukları
Kendi yetkinlikleri, yeterlikleri ve uzmanlıkları sınırları içinde hizmetler verirler.
Kendi ihtiyaçlarının farkında olurlar.
Bilgi, deneyim ve teknik becerilerini düzenli olarak günceller ve geliştirirler.
Gerektiğinde düzenli süpervizyon alırlar.
Danışanlarını kime, ne zaman yönlendireceklerini bilirler.
Psikologların mesleki ve diğer sorumlulukları
Etkinliklerinin ve mesleki becerilerinin devamını sağlamak,
Özel ve sosyal hayatlarını korumak,
Kendi yeterliliklerini izleyerek görüşmenin etkinliğini değerlendirmek,
Kişisel ve mesleki gelişimlerine devam etmek,
Meslektaşlarına ve diğer uzmanlara karşı sorumlu davranmak,
Mesleği ile ilgili kanunları ve kuralları bilmek,
Mesleğinin saygınlığını korumaktır.
1.8 Konuyla İlgili Farkındalık Etkinlikleri
(1.1)
>Öğrenim düzeyleri, yaşları, meslekleri farklı kişilere ‘psikoloji nedir’ ve ‘davranış
nedir’ sorularını sorup aldığınız yanıtları değerlendiriniz. Bu yanıtlar size neler
düşündürüyor? Bu kitapçıkta karşınıza çıkan tanımlarla ne tür benzerlik ve farklılıklar
gösteriyor?
>İnsan bir derneğe niye üye olur? Ne tür biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörler bu
davranışı belirler? Tartışınız.
>Arabuluculuk süreci kapsamında davranış kavramını tartışınız. Bir arabulucu olarak
sizin ve arabuluculuk sürecine katılan bireylerin ne tür davranışları süreç için önemli
olacaktır. Tartışınız.
29
(1.2)
> Farklı davranışları gözlemlediğinizde sizce hangi davranışlar Klasik Koşullanma,
Edimsel Koşullanma ve Sosyal Öğrenme yoluyla öğrenilmiştir? Tartışınız.
> Emniyet kemeri bağlanmadığı sürece giderek şiddeti artan bir sesin sürücüyü
rahatsız etmesi, sürücünün bu sesten kurtulmak için kemer bağlamayı öğrenmesi hangi
pekiştirme sürecine örnek olabilir? Tartışınız.
> Doping yaptığından şüphe duyulan bir sporcunun engellenmesi için, kendisinden
sürekli idrar örneği alınması ve bunun sonucunda sporcunun doping yapmamayı öğrenmesi
hangi pekiştirme sürecine örnek olabilir? Tartışınız.
> Sizce televizyon reklamları en çok hangi öğrenme yaklaşımından yararlanmaktadır?
> Çok sevdiğiniz bir arkadaşınızın tanıştırdığı başka birine karşı duygunuz nasıl olur?
Olumlu mu? Olumsuz mu? Bunun sebebi nedir?
> Bir arabulucu olarak, şu ana kadar öğrendiğiniz bilgileri göz önünde bulundurarak
tarafların davranışlarını kontrol için hangi teknikleri kullanırsınız?
> Mahkeme sürecinde olumsuz bir durum yaşadığınız birini bir toplantıda
gördüğünüzde tanımamanızın sebebi ne olabilir?
(1.3)
>Yukarıdaki resimde algısal örgütleme ilkelerinden hangisi dikkati çekmektedir?
Belirtiniz.
(1.4)
> Kısa süreli belleğimizle ilgili bir uygulama:
>Gözlerinizi kapatınız.
>Hemen önünüzde bulunan masa (veya sıranın) üstünde bulunan malzemelerin neler
olduğunu gözünüzü açmadan söyleyiniz.
>Bir telefon numarasını daha önce tuşlamış olmak onu hatırlamanıza nasıl yardımcı
oluyor?
30
> Duruşma anında her iki tarafın aynı olayı farklı anlattığına çok fazla tanık
olmuşsunuzdur. Bu durumun nedenini bu derste anlatılan kavramlardan hangisi ile
açıklarsınız? Tartışınız.
(1.5)
> ÖĞRENCİLER İÇİN FARKINDALIK ETKİNLİĞİ: DUYGULARI DEĞERLENDİRME
Duygularınızda bir değişiklik fark ettiğiniz anda kendinize aşağıdaki soruları sorun.
Ne hissediyorum?
Bu duygunun adı ne?
Bu duyguyu hissetmeme sebep olan ne? Bir kişi mi, olay mı, durum mu, kendi
düşüncem mi?
Bu olay/kişi/durum hakkında ne düşünüyorum? Aklımdan ne geçiyor?
Bu düşüncelerimde ne kadar haklıyım?
Bu duygu yararlı mı zararlı mı?
Yaşadığım olayı ya da durumu farklı bir açıdan değerlendirebilir miyim?
Eğer farklı bir açıdan değerlendirseydim hangi duyguyu hissederdim?
EĞİTMENLER İÇİN SINIF İÇİ ETKİNLİK: DUYGULARI TANIMA VE İFADE
ETME
Küçük kağıtlara sınıftaki öğrenci sayısı kadar farklı duygu isimleri yazın. Mutluluk,
coşku, sıkıntı, üzüntü, iğrenme, utanç, gurur, şaşkınlık, kıskançlık, umut, acıma, iğrenme
vb.
Öğrencileri iki kişilik gruplara ayırın. Oluşturduğunuz çiftlerin karşılıklı oturmasını
sağlayın. Her çiftten bir katılımcıya, üzerinde bir duygu ismi olan kağıdı verin ve
arkadaşına göstermemesini söyleyin.
Duygu kağıdını alan katılımcının kağıdın üzerinde yazan duyguyu hissettiği gerçek ya da
hayali bir olayı, arkadaşına anlatmasını, ancak bu duygu kelimesini söylememesini
isteyin.
İfade edilmek istenen duyguyu anlamaya ve doğru tahmin etmeye çalışmanın diğer çiftin
görevi olduğunu belirtin.
Katılımcı, arkadaşının duygusunu doğru anladığında rolleri değiştirerek etkinliğe devam edin.
________________________________________________________________________
31
>Etrafınızdaki insanlar tuttuğunuz takım lehine çılgınlar gibi tezahürat yaptığında ne
hissedersiniz? Ya tuttuğunuz takım aleyhine tezahürat yaptıklarında ne hissedersiniz?
(1.6)
>Sizi ve etrafınızdaki kişileri güdüleyen nelerdir? Bu yanıtlar size neler düşündürüyor? Bu
kitapçıkta karşınıza çıkan güdülerle ne tür benzerlik ve farklılıklar gösteriyor? Tartışınız.
>Farklı meslek gruplarını düşünürseniz, bu meslek gruplarına yönelmede ne tür güdüler
önemli rol oynayabilir? Örnek olarak, tıp, hemşirelik, avukatlık, öğretmenlik mesleklerini
düşünebilirsiniz.
>Arabuluculuk sürecini başlatmada ne tür güdüler önemli olacaktır? Bu güdüler kendilerini
nasıl gösterecektir? Tartışınız.
> Sizin bir “arabulucu olma” davranışı göstermenizi sağlayan etmenler neler olabilir?
“Arabulucu olmak” sizin için ne ifade ediyor?
>Aktarılan psikolog meslek etiği ilkelerinden hangisi/hangileri arabuluculuk etiği ilkeleri ile
örtüşmektedir?
1.9 Konunun Arabuluculuk Sürecine Yansımaları
Bu kısımda gözden geçirilen psikolojik kavram ve kuramlar diğer süreçlerde de
olduğu gibi arabuluculuk sürecini etkileyen faktörleri anlamak açısından önemlidir. Aşağıda
bu kavramlardan bazılarının arabuluculuk sürecine yansımaları gözden geçirilmiştir.
Bu kısımda, davranış kavramı bireyin her türlü etkinliği olarak tanımlanmış,
davranışın bireyin gözlenebilen ya da gözlenemeyen açık ya da örtük etkinliklerinin tümü
olduğu vurgulanmıştı. Bu tanım arabuluculuk sürecinde bireylerin davranışlarını bir bütün
olarak düşünmek gerektiğine işaret etmektedir. Yani davranışların yalnızca gözlenen
yönlerine (örneğin bireylerin kullandıkları sözcükler, jest ve mimikler) değil de gözlenemeyen
veya örtük yönlerine (örneğin dile getirilmeyen duygular, düşünceler) odaklanmak süreci
kolaylaştıracaktır. Böyle bir bakış açısı çerçevesinde bir arabulucu, arabuluculuk sürecini tüm
tarafların çıkarları doğrultusunda yönetebilecek ve sonuçlandırabilecektir.
Bu kısımda vurgulanan başka bir konu da yetişkin davranışlarının çoğunluğunun
öğrenme yoluyla edinildiği ve öğrenmenin bir çevrede oluştuğu görüşüydü. Öğrenmenin
mekanik bir süreç olduğu ve bunun temelinde pekiştireç yoluyla şartlanmaların olduğu
vurgulanmış, ancak aynı zamanda davranışların pekiştirme süreçleri olmadan da gözlem
yoluyla öğrenildiği belirtilmişti. Ne şekilde ortaya çıktığı fark etmeksizin öğrenme davranışsal
32
kalıcı bir değişiklik ortaya koyar. Herkesin davranışsal kalıcı değişikliklere yolaçan
öğrenilmiş davranış kalıpları arabuluculuk sürecinde kendini gösterecektir. Öğrenmede
bireysel farklılıklar da arabuluculuk sürecini etkileyebilir, zorlaştırabilir. Arabulucu veya
taraflardan bazıları koşullanma yoluyla öğrenmeye odaklanırken, diğerleri ise gözlem yoluyla
öğrenmeye odaklanabilir. Bu anlamda tutarsızlıklar süreci etkileyebilir. Örneğin,
arabulucunun veya taraflardan birinin istenilen bir davranışı ancak belirli pekiştireçlere bağlı
olarak gösterme eğilimi bu pekiştirecin olmadığı bir arabuluculuk sürecini olumsuz yönde
etkileyebilir.
Bu kısımda ayrıca algının bir örgütlenme olduğu özellikle algıladığımız şeyin,
nesnenin özelliklerinden çok, duyumların beyin tarafından düzenlenmesi olduğu vurgulanmış
ve algının örgütlenme olduğunu belirleyen yasalar üzerinde durulmuştu. Bu yasalar bireyin
çevresini daha çabuk algılamasına yardım etse de bazı zamanlarda çevresi hakkındaki
farkındalığının olumsuz yönde etkilenmesine yani çevresini yanlış algılamasına yolaçabilir.
Arabuluculuk süreci de aynı şekilde algı ve algı ilkelerinden etkilenebilir. Bireylerarası
farklılıklar da benzerlikler de odaklanılan konuya göre süreci zorlaştırabilir veya
kolaylaştırabilir. Arabulucu bu faktörlerin farkına vararak, mutlak bir gerçeğin, doğrunun
olmadığı görüşünü sergileyerek, tarafların birbirlerini anlamalarını ve çözüm yollarını
bulmalarını kolaylaştırabilir.
Belleğin aktif bir biçimde gelen bilgileri yapılandırdığı, eklemeler ve çıkarmalar
yaptığı, boşlukları uygun biçimde doldurduğu görüşü bu kısımda vurgulanan konularından
biriydi. Bu süreçte ayrıca kültürün belleğin yapılandırmasında etkili olduğu belirtilmişti. Buna
göre arabuluculuk sürecinde taraflar yaşadıkları sorunları olduğu gibi değil, belleğin
yapılandırdığı şekilde anlatacaklardır. Bu süreçte ayrıca, söz konusu durumu taraflar
görüşlerine uygun biçimde uyarlayabilecek veya belleğinden çıkarabilecektir. Bu durum
arabuluculuk sürecini zorlaştırabilecektir. Algıda da olduğu gibi arabulucu bu faktörlerin
farkına vararak ve tarafların bu konuya ilgilerini çekerek tarafların birbirlerini anlamalarını ve
çözüm yollarını bulmalarını kolaylaştırabilir.
Yine bu bölümde güdülenme ile ilgili olarak aktarılan bilgiler arabuluculuk
sürecindeki tüm tarafların davranış ve isteklerinin ardında yatan güdüleri anlamada yol
gösterici olabilecektir.
33
İKİNCİ BÖLÜM
GELİŞİM PSİKOLOJİSİ
2.1 Yaşam Boyu Gelişim Dönemleri ve Görevleri
Bireyler kalıtımsal özelliklerine bağlı olarak birbirlerinden farklılık gösterirler. Ancak,
sadece kalıtımsal özellikleri onu diğer bireylerden farklılaştırmaz. Bu süreçte çevre de önemli
bir rol oynar. Birey, sahip olduğu kalıtımsal özellikleriyle çevreyle etkileşim içine girerek
sürekli bir şekilde belirli aşamalardan geçerek gelişir. Gelişim psikologları, gelişimi fiziksel,
sosyal, duygusal, bilişsel ve ahlaki gelişim gibi değişik alanlara ayırarak anlamaya
çalışmışlardır.
Ancak, gelişimin, farklı gelişim alanlarının bir bütünlük içinde birbirlerini etkileyerek
ortaya çıktığı da bilimsel bir gerçektir. Bu çerçevede gelişim psikologları birtakım gelişim
dönemlerine odaklanmışlardır. Bunun temelinde kişilerin belirli yaşlarda, belirli becerilere
odaklandığı dönemler olduğu ve gelişimin yaşamboyu devam eden bir süreç olduğu görüşleri
yatmaktadır. Her dönemde bireylerin kazanmaları gereken beceriler, özellikler ve davranışlar
bulunmaktadır. Bu beceri, özellik ve davranış kümelerine gelişim görevleri adı verilmiştir.
Başarılan gelişim görevleri kişiyi mutlu kılar, çevreyle olumlu etkileşime götürür. Buna
karşılık başarılamayan gelişim görevleri bireyi mutsuz eder, çevresiyle etkileşime girmesini
olumsuz yönde etkiler.
Havinghurst, gelişim görevlerinideğişik yaşam dönemlerine göre ayrıştırmıştır. Bu
doğrultuda büyüme, olgunlaşma, çevre, çevrenin ve bireyin etkileşimi gelişim görevlerini
etkiler. Gelişim, doğum öncesi ve doğum sonrası olmak üzere iki temel aşamada
incelenebilir. Doğum sonrası da kendi içinde, Bebeklik, İlk Çocukluk, Son Çocukluk,
Ergenlik, Genç Yetişkinlik, Orta Yetişkinlik ve İleri Yetişkinlik olmak üzere farklı
dönemlerde gözden geçirilebilir. Bu dönemler bir önceki dönemin edinimlerinin üzerine
kurulurken bir sonraki dönemin edinimlerine zemin oluşturur.
Doğum öncesi dönem
Bu dönem, döllenmeden doğuma kadar olan zaman dilimindeki özellikleri
içermektedir. Döllenmeyle başlayan bu evre, hücre seviyesinden doğaya uyum sağlayabilecek
34
bir insan konumuna ulaşıncaya kadar geçen 9 aylık süreyi kapsamaktadır. Fiziksel gelişmenin
en yoğun olduğu bu dönem zigot (döllenmiş yumurta) ile başlar ve doğum ile sonuçlanır. Bu
süreçte döllenmiş yumurta embriyo ve fetüs dönemlerinden geçer.
Doğum sonrası dönem
Bebeklik dönemi gelişim görevleri
Bu dönem, doğumdan başlayıp yaklaşık iki yaşına kadar devam eden zaman dilimini
içerir. Bu dönemin en önemli özelliği çocuğun yetişkinlere bakım ve denetim açısından
bağımlı olmasıdır. Bu dönemin bir başka önemli özelliği de fiziksel gelişimin en hızlı olduğu
dönem olmasıdır. Çocuk bu dönemde nefes almayı, emmeyi, katı yiyecek yemeyi, fiziksel
çevredeki değişikliklere uyum sağlamayı öğrenir ve dışkı kontrolünü edinmeye başlar.
İlk çocukluk dönemi gelişim görevleri
Bu dönem yaklaşık iki yaş civarında başlayıp okul yıllarına kadar süren zaman
dilimini içerir. Bu dönem genel anlamda okula hazırlık dönemidir. Bebeklik dönemindeki
hızlı fiziksel gelişime karşın bu dönemde fiziksel gelişim yavaşlar ve yetişkinlere bağımlılık
büyük ölçüde azalır. Ancak, çocuk özbakım becerilerini (örneğin, kendi kendine yemek
yiyebilme, üstünü giyinebilme) kazanır, konuşmayı ve yürümeyi öğrenir. Aynı zamanda
doğruyu, yanlışı ayırt etmeye, farklı yaş gruplarıyla iletişim ve yakın ilişkiler kurmaya,
cinsiyet farklılıklarını anlamaya, cinsel kimliğini kazanmaya ve toplumsal rolleri öğrenmeye
başlar.
Son çocukluk dönemi gelişim görevleri
Bu dönem fiziksel gelişimin en yavaş olduğu dönem olup yaklaşık ilköğretim
yıllarının birinci kademelerini kapsayan dönemdir. Dolayısıyla bu dönemde çocuk eğitim
öğretim faaliyetlerine odaklanır ve çocuk için sosyalleşme ve başarı arzusu öncelik taşır.
Akademik açıdan okuma, yazma, dört işlem ve hesaplama dahil olmak üzere temel becerileri
geliştirir ve zaman kavramlarını tanır. Bilişsel açıdan çocuk algıları doğrultusunda akıl
yürütebilir, ancak düşünme becerisi somut özellikler taşır. Sosyal açıdan, çocuk cinsiyetine
uygun davranışları öğrenir. Ayrıca, kendine ve diğer kişilere, gruplara karşı tutum ve
kişilerarası ilişkilerini geliştirir. Bu dönemdeki diğer gelişim görevleri, kişisel bağımsızlığını
kazanmak ve ahlaki açıdan, değerler ve vicdan sistemi geliştirmeye başlamaktır. Örneğin, bu
dönemde çocuk kendi başına karar verebilir ve davranışlarının sorumluluğunu alabilir.
35
Ergenlik dönemi gelişim görevleri
Bu dönemin başlangıcı ve bitişi cinsiyete göre farklılık gösterir. Yaklaşık olarak bu
dönem kızlarda 11, erkeklerde 13 yaş civarında başlar ve kızlarda 18, erkeklerde 20
yaşlarında biter. Fiziksel büyümenin tekrardan hızlandığı bu dönemde, ergen cinsel
olgunluğa erişir. Örneğin, bu dönemde boy ve ağırlık artar. Bilişsel açıdan bu dönemde
önemli değişiklikler de oluşur. Örneğin, ergen düşünmek için düşünür; felsefeye, toplumsal
içerikli konulara merak sarar. Ergenin, sosyal ve duygusal açıdan toplumsal sorumluluk alma
isteği artar. Bu dönemde ayrıca ergen, cinsiyet rollerini benimser, cinsel kimlik kazanır,
duygusal bağımsızlığını kazanır. Bu dönemdeki diğer gelişim ödevleri bir mesleğe doğru
yönelmek, hazırlanmak ve hem cins ve karşı cins akranlarıyla olgun ilişkiler kurabilmektir.
Ahlaki açıdan, ergen kendine özgü değerler geliştirmeye ve yaşama felsefesi oluşturmaya
başlar.
Genç Yetişkinlik Dönemi Gelişim Görevleri
Bu dönem, ergenliğin sonu itibariyle yaklaşık otuz yaşına kadar devam eden zaman
dilimini kapsar. Bu dönem, bireyin ekonomik özgürlüğünü kazandığı, kariyerini geliştirdiği
ve toplumda aktif bir rol aldığı bir dönemdir. Eş seçimi, aile kurma ve çocuk yetiştirme bu
dönemdeki diğer gelişim görevleridir.
Orta Yetişkinlik Dönemi Gelişim Görevleri
Bu dönem, otuzlu yaşlardan yaklaşık altmışlı yaşların ortasına kadarki yılları kapsar.
Bu yıllar içerisinde birey, ailevi sorumluluklar üstlenir, kariyerinde ilerler ve toplumsal
sorumlulukları artar. Bu dönemin diğer bir gelişim görevi bireyin kendinden sonra gelen
kuşaklara rehberlik ve yardım etmesi ve destek vermesidir. Dönemin sonunda birey gelişim
görevleri olarak duygusal bağlarıyla bütünleşmiş bir kişi olarak hayatına devam etmeye,
emekliliğe hazırlanmaya ve yaşlanmaya uyum sağlamaya başlar.
İleri Yetişkinlik Dönemi Gelişim Görevleri
Bu dönem yaklaşık altmışlı yaşların ortasında başlayıp ölüme kadar süren dönemdir.
Bu dönemde bireyin iş yaşamı ve kariyeri genellikle sonlanmış veya yavaşlamıştır.
Muhtemelen fiziksel gücü de azalmıştır. Birey, ayrıca, ailede yaşanan kayıplarla başa çıkmaya
36
çalıştığı ve yaşamı gözden geçirdiği bir dönemdedir. Azalan bilişsel ve fizyolojik güce uyum
sağlama da bu dönemin bir diğer gelişim görevidir.
2.2 Bağlanma
Bebek, kendine bakabilme yeteneği olmadığı için bağlanma güdüsünü hayatının ilk
yıllarında ve bebek-ebeveyn etkileşimi sonucunda öğrenir. Bağlanmanın temelinde bebeklerin
bir yetişkinin bakımı ve koruması olmadan yaşamayacakları görüşü yatmaktadır. Bebekler 6-
7. aylarda bağlanma davranışını kendi seçimlerine bağlı olarak kendisiyle yakınlık kurmak
istedikleri ve kendisinden ayrı kalmaya itiraz ettikleri bir tek kişiye yöneltirler. Bağlanma
davranışı birtakım süreçlere bağlı olarak gelişir. İlk olarak, yetişkin tarafından verilen bakım
bir etki-tepki sistemi şeklinde düzenlenir. Örneğin, bebek ağladığı zaman ebeveynin bebeği
rahatlatması, bebek gülümsediği zaman ebeveynin bebeği ödüllendirmesi gibi.İkinci olarak,
bebek rahatlık, sıcaklık ve doyum gibi olumlu duyguları bakım veren kişiyle geliştirdiği ilişki
çerçevesinde yaşar. Üçüncü olarak, bakım veren kişiyle birlikte olma, bebek için tek başına
olumlu duygular uyandıran bir durum haline gelir.
Bebeğin bağlanma davranışının yöneltileceği kişi genellikle sıkıntı, korku ya da
örselenme işaretlerine olumlu ve kaliteli tepki veren kişidir, yani bakıcısıdır. Bakıcı başlıca
anne olmak üzere bir ebeveyn olabileceği gibi çocukla kan bağı olmayan bir kişi de olabilir.
Böylelikle bakıcı böyle durumlarda bebeği rahatlatır ve yeniden güvende hissettirir; yani
bakım veren güvence üssü işlevi görür. Bowlby’e göre, bağlanma ilişkisinin üç temel işlevi
mevcuttur: yakınlığı koruma, yakınlarda kalma ve ayrılıklara direnme.
Yine Bowlby’e göre, bebekler üç farklı şekilde bağlanma davranışı geliştirebilir:
güvenli bağlanma, kaygılı/kaygısız bağlanma ve kaygılı/kaçınmacı bağlanma.
Güvenli olarak bağlanmış bebekler bakıcılarıyla birlikteyken yakınlık ve rahatlık
duygularını yaşayan ve keşif sonrası bakıcılarıyla paylaşımlar yaşayabilen bebeklerdir.
Yapılan deneysel araştırmalarda güvenli bağlanmış bebek bakım verici deney odasından
çıktığında huzursuz olmuş, geri döndüğünde rahatlamış ve bakıcının yanındayken aktif keşif
davranışları göstermiştir.
Kaygılı/kararsız olarak bağlanan bebekler bakıcılarının davranışlarına tutarsız tepki
veren bebeklerdir. Örneğin bu bebekler bakıcıları için bazen ulaşılamaz olmuşlar, bazen de
bakıcılarına tepkisiz kalmışlardır. Deneysel araştırmalarda bu tür bağlanmış bebeklerin
bakıcılarına karşı kaygı ve kızgınlık duyguları sergiledikleri gözlenmiş. Ayrıca, zihinleri
bakıcıları ile meşgul olduğundan, aktif keşif davranışları gösterememişlerdir.
37
Kaygılı/kaçınmacı bağlanmış bebekler bakıcılarının kendilerini rahatlatma çaba veya
arzularını tutarlı bir şekilde reddetmişlerdir. Deneylerde ise bu şekilde bağlanmış bebekler
bakıcıların deney odasını terketmelerinden huzursuz olmamışlardır. Ayrıca, bakıcıları ile
fiziksel temastan kaçınmışlar ve aktif olarak keşfe girişmişlerdir.
Bağlanma davranışı bebeklikte gelişmesine rağmen bireyin davranışlarını yaşam boyu
etkilediği ve bağlanmanın dinamiklerinin yaşam boyu nispeten aynı kaldığı düşünülmektedir.
Bir başka deyişle, bakım verenlere güvenli bağlanmış bebekler, akranlarıyla da güvenli
bağlanmalar yaşamaya meyilli olacaklardır. Buna karşılık bakım verenlere kaygılı bağlanmış
çocuklar yetişkin ilişkilerinde bağlanma açısından sıkıntı yaşayabileceklerdir.
Nitekim, çocuk bağlanmalarının yetişkinlikte kendilerini nasıl gösterdikleri konusunda
çalışmalar yapılmış, Dört Kategorili Bağlanma Modeli ortaya atılmıştır. Bu modelin öncüleri
Bartholomew ve Horowitz’tir. Bu modelin temelinde bireylerin kendilerine ve başkalarına
yönelik olumlu ve/veya olumsuz değerlendirmeleri olduğu görüşü yatar. Bu
değerlendirmelere göre dört yetişkin bağlanma şekli mevcuttur: güvenli, saplantılı (kaygılı-
kararsız), kayıtsız (kaygısız-kaçınmacı) ve korkulu (kaygılı-kaçınmacı)(Bknz. Şekil 1).
Başkaları Modeli
Kaçınma
Düşük (Olumlu) Yüksek
(Olumsuz)
Benlik
Modeli
Kaygı
Düşük (Olumlu) GÜVENLİ KAYITSIZ
Yüksek(Olumsuz) SAPLANTILI KORKULU
Şekil 1. Dört Kategorili BağlanmaModeli’nde Temel Bağlanma Boyutları ve Kategorileri
(Bartholomew ve Horowitz, 1991)
Güvenli olarak bağlanan yetişkinler, diğer bireylerle kolay ilişki kurabildikleri gibi,
yeni sosyal çevrelere uyum sağlamakta güçlük çekmezler ve kendilerine ve diğer bireylere
saygı duyarlar. Saplantılı (kaygılı-kararsız) bir şekilde bağlanan yetişkinler, diğer kişileri
38
değerli görmelerine rağmen, ilişkilerinde takıntılıdırlar ve kendilerini değerli hissetmezler.
Kaçınmacı ve kayıtsız bir şekilde bağlanan bireyler, ilişkilerini gereksiz gördükleri ve bunlara
kayıtsız oldukları gibi, kendilerini ve diğer bireyleri değersiz görürler. Kaçınmacı ve korkulu
bir şekilde bağlanan bireyler, kendilerine güvenmedikleri gibi, diğer bireylerin de güvenilmez
ve reddedici olduklarını düşünürler. Kendilerini ve diğer bireyleri değersiz görürler. Bu
olumsuz değerlendirmelerin temelinde reddedilmek yatar.
Ayrıca tek yönlü veya tamamlayıcı olan çocuk bağlanmalarına karşın yetişkin
bağlanmaları karşılıklıdır. Örneğin, bir bebek güvenlik arar, güvenlik vermez. Yetişkin
bağlanmasında her bir kişi aynı zamanda bakım veren ve bakım alan kişi olabilir, her bir kişi
güvenlik sağlayabilir. Çocuk bağlanmaları fiziksel temas gibi dışsal gözlenebilir etkileşimler
gerektirir. Oysa yetişkin bağlanmalarında etkileşimler daha çok inanç ve beklentilerle
alakalıdır. Çocuk bağlanmalarında bağlanılan kişi genelde bir ebeveyndir, yetişkin
bağlanmalarında bağlanılan kişi genelde bir akrandır. Bağlanma davranışını çocuk ve
yetişkinlerde benzer gereksinimler (örneğin, kaygı ve sıkıntı) güdülemekle beraber, yetişkin
bağlanmalarında diğer gereksinimler (örneğin romantizm, sosyal, cinsel gereksinimler)
bağlanma davranışını güdülemektedir. Çocuk bağlanmalarında olduğu gibi olumlu tepkisellik
yetişkin bir bireyin bağlanma kişisini seçmesinde önemli rol oynar. Bir yetişkin ilişkisi ille de
bir güvence üssü oluşturmaz. Çocuklar genelde yaşamları boyunca ebeveynlerine bağlı
kalırlar. Ancak, akranlar arası bağlanma iç ve dış faktörlerden etkilenebilir. Bazı durumlarda
ancak uzun bir dönemden sonra bir güvence üssü oluşturabilir.
Yetişkin bağlanmalarında olumlu tepkiselliğin yanında bağlanılan kişinin
ulaşılabilirliği ve gereksinimleri karşılayıp karşılayamayacağı önemli bir kriter olarak
düşünülebilir. Bağlanma kuramları bağlamında ilişkide yaşanan doyum, rahatlık, bakım ve
cinsel doyum ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmamasına bağlıdır. Bu önemli ölçüde eşlerin
ilişkiye getirdiği beklentilere bağlıdır. Örneğin, güvenden yoksun bir yakın ilişkiler geçmişi
olan bir kadın, erkek-kadın ilişkilerindeki beklentilerini düşürebilir. Bunun sonucunda biraz
güven sağlayan bir evliliği, rahatlık, bakım ve cinsel doyum ihtiyaçlarını karşılamasa da
sürdürebilir. Buna karşılık, güvenli yakın ilişkiler geçmişi olan bir kadın evliliğini güven hissi
uyandırmadığı için sonlandırabilir.
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi güven yetişkin bağlanmalarının da temelini
oluşturmaktadır. Güven duygusu, duygu paylaşımını, yakınlığın gelişimini ve gereksinimlerin
dile getirilmesini sağlar. Doyurucu ilişkilerde çatışma olsa bile, güven, çiftlerin yapıcı bir
biçimde tartışabilmelerine ve etkili problem çözme davranışlarını göstermelerine zemin
39
hazırlar. Buna karşılık, bir beraberlikte karşılanamayan rahatlık, bakım ve cinsel doyum
ihtiyaçları çatışma çözümünü güçleştirir.
Bağlanma kuramları doyurucu olmayan bir ilişkinin varlığını sürdürmesine katkıda
bulunabilecek ek bir etmene de işaret etmektedir. Bu etmen, bağlanma kişisinden ayrılığın söz
konusu olduğu durumda kaygı tepkisidir. Doyurucu olmayan, yük olmaya başlamış bir
beraberlik, ayrılık sonrası yaşanabilecek kaygı hissinden dolayı sürdürülebilir.
Bir ilişki bağlamında farklı gereksinimler ilişkinin farklı dönemlerinde önem kazanır.
Bir beraberliğin ilk zamanlarında cinsel tutku güdüleyici güç olmuş olabilir. Zamanla diğer
gereksinimler, örneğin, uzun süreli bakım ve destek sağlayan güvence üssü ihtiyacı ön plana
çıkabilir. Eğer diğer gereksinimler karşılanmazsa beraberlik sona erebilir. Bir başka deyişle,
cinsel tutku gücünü kaybedip eşini güvence üssü olarak hissetmek isteyen bir eş bunu
bulamazsa doyumsuzluk yaşayacak ve ilişkinin bu noktasında beklentileri ve seçenekleri
önemli bir rol oynayacaktır.
2.3 Soyut Düşüncenin Gelişimi
Bilişsel gelişim, bireylerin kendilerini, diğer kişileri ve dünyayı algılamaları için
gerekli zihinsel süreçlerin gelişmesi anlamına gelir. Jean Piaget, tüm çocukların bilişsel
gelişimlerini tamamlamaları için bir takım gelişim aşamalarından sırasıyla geçmeleri
gerektiğini öne sürmüştür. Piaget’ye göre bireyler tüm gelişim dönemlerinden geçerler.
Atladıkları aşamalar olmaz, ancak her bireyin gelişim dönemlerine başlama ve tamamlama
yaşları farklılaşabilir. Piaget’ye göre bu dönemler, Duyusal Motor Dönemi, İşlem Öncesi
Dönemi, Somut İşlemsel Dönemi ve Soyut İşlemsel Dönemi içerir.
Duyusal motor dönem
Bu dönem doğum itibariyle yaşamın yaklaşık ilk iki yılındaki zihinsel gelişimi
kapsamaktadır. Bu dönemde bebekler dünyayı ve diğer kişileri refleksler ve fiziksel tepkiler
yoluyla algılarlar. Bunu yaparken bebekler dokunur ve ağzını kullanırlar. Bu dönemdeki
önemli gelişim adımlarından biri nesnelerin devamlılığı kavramını edinmektir. Bu kavram bir
nesne yer değiştirdiği zaman bile bu nesnenin var olmayı sürdürdüğü gerçeğine
dayanmaktadır. Örneğin, annenin çocuğunun oyuncağını avucunda saklandığını düşünürsek,
annesi bu oyuncağı başka bir yere saklasa da, çocuk bunu buluncaya kadar
rahatlamayacaktır.Diğer gelişim adımları yabancıya olan rahatsızlık hissi ve hedefe yönelik
hareketler geliştirme, neden-sonuç ilişkisi kavramını edinme ve taklit etme ve oyun oynama
becerilerini geliştirme olarak özetlenebilir.
40
İşlem öncesi dönem
Bu dönem iki yaştan yaklaşık 7 yaşına kadarki dönemdeki zihinsel gelişimi
kapsamaktadır. Bu dönemde çocukların düşünceleri ve konuşmaları ben merkezcidir. Ayrıca,
çocuklar bu dönemde mantık kuralları yerine, sezgilerine dayalı olarak akıl yürütürler.
Somut işlemsel dönem
Bu dönem yedi yaştan yaklaşık 11 yaşına kadarki dönemdeki zihinsel gelişimi
kapsamaktadır. Bu dönemdeki önemli gelişim adımlarından biri sayı, kütle ve ağırlık
korunumu, yani değişmezliği kavramını edinmektir. Diğer bir gelişim adımı da nesneler ve
somut olaylar, yaşantılar üzerinde mantık yürütme ve somut benzerlikleri kavramabecerilerini
geliştirmesidir. Örneğin bu dönemdeki bir çocuk bir problemi, somut nesnelere dayalı olarak
ve şimdi ve burada oluyormuş gibi çözer.Diğer bir gelişim adımı da başkalarının da
düşünceleri olabileceği gerçeğini algılamaya başlamak yani benmerkezcilikten kurtulmaktır.
Soyut işlemsel dönem
Bu dönem 12 yaş ve üstündeki yaşam dönemini içermektedir. Bu dönemde çocuklar
yetişkinler gibi soyut düşünme becerisini geliştirir.Soyut kavramları anlamaya, soyut
düşünceleri analiz etmeye, sentezlemeye ve değerlendirmeye başlar. Böylelikle çocuk
problemleri daha mantıksal olarak çözmeye başlar ve düşünce yapısı bilimselleşir. Bir başka
deyişle çocuk göreceli ve karşılaştırmalı düşünmeye başlar, düşüncede tümdengelim gibi
mantıksal ayırımlar yapabilir ve olasılık anlayışını geliştirir. Bir durumu yalnızca bir açıdan
değil birçok açıdan ele alabilme, olasılıkları dikkate alma, fikir üretebilme yeteneklerini
geliştirmeye başlar.Ancak,ergenlik benmerkezciliği görülür.Diğer bir gelişim adımı ahlak
anlayışında temel değişikliklerin oluşmasıdır. Bu dönemde, ergenler ileriye dönük,
varsayımsal ve ideolojik sorunlarla ilgilenir.
Piaget’ye göre bireyin içinde yaşadığı toplum ve sosyal çevre bireyin bilişsel
gelişimini etkiler. Birey bir aşamadan diğerine, düşünce tarzı yetersiz kaldığı ve çevreye
uyum sağlayamadığı için geçer. Ayrıca, Piaget’ye göre her birey Soyut İşlemler Dönemine
ulaşamaz. Bunun nedeni ihtiyaç eksikliği ve sosyal çevre koşullarıdır. Örneğin, bireyin sosyal
çevresi kendisinin soyut düşünmesini gerektirmiyorsa, birey soyut düşünme yeteneği
geliştirmeyebilir.
41
2.4 Kohlberg’in Ahlak Gelişimi Modeli
Ahlak kuralları toplumdan topluma, hatta aynı toplumdaki farklı gruplar içerisinde
farklı anlamlarda kullanılabilir ve değişiklik gösterebilir. Genel anlamda ahlak nedir sorusu
sorulduğunda bir takım boyutlar akla gelebilir: doğruyu yanlıştan ayırmak, doğru yanlış
ayırımına göre davranmak ve davranışların niteliğine göre onur, suçluluk duygusu gibi farklı
duygular yaşayabilme yeteneği.
Ahlak gelişimi, bireyde var olan değerler sisteminin gelişimsel bir süreç içinde ortaya
çıkmasına denir. Kohlberg’e göre ahlak bilişsel bir yapıdır. Bu bilişsel yapı hak, haksızlık,
doğru, yanlış, iyi, kötü konularıyla ilgili yargılama, karar verme ve bunlar doğrultusunda
davranışı yönlendirmeyi içerir. Ahlaki gelişim, bireyin toplumsallaşma süreci içinde, iyiyi
kötüyü ayırt etme konusunda bir bilinç geliştirmesi ile alakalıdır.Ahlaki gelişim, bireyin,
toplumun kuralları ve gelenekleri çerçevesinde kendisini denetleyebilmesine yardım eder.
Kohlberg üç düzeyli altı evreli bir ahlaki gelişim modeli öne sürmüştür. Kohlberg’e
göre ahlak gelişimi aşamaları hiyerarşik bir sıra izler ve aşamalarda herhangi biri atlanarak
daha üstteki düzeylere ulaşılamaz. Her evre farklı düşünme biçimlerini içerir.Kohlberg’in
modeli ahlak gelişiminin, bir bireyin iyi ve kötüyü kendi davranışına getireceği yarar
üzerinden değerlendirmesinden başlayıp, kendi ahlaki ilkelerini geliştirmelerine dek süregelen
bir süreçten oluştuğunu öne sürer.
I. Düzey: Gelenek Öncesi Düzey
Bu düzeyde birey ben-merkezci ahlak yaklaşımına sahiptir. Yani, birey başkaları
tarafından geliştirilmiş kuralların varlığını tam olarak kavrayamaz. Bu düzey 10 yaşlara kadar
sürer. Ancak, kimi yetişkin bireyler de bu düzeydeki ahlak yaklaşımına sahip olabilir. Bu
düzeyde temel olan kişinin kendi gereksinimlerini doyurması yönünde davranmasıdır. Bireyin
kendi çıkarları ön plandadır. Bu düzeydeki bireyler davranışlarının sonuçları ile ilgilenir ve
cezalandırılmamak için otoriteye uyar. Bu düzeyde birey ceza görmeyeceğine inanırsa
kuralları çiğneyebilir. Çevrede trafik polisi yoksa kırmızı ışığın ihlal edilmesi, buna örnek
olarak verilebilir. Bu düzeyde işlenen suçun önemine yönelik algı ve verilen zararın sonuçları
doğru orantılıdır. Örneğin, kazancı fazla olan bir bakkaldan bir paket çikolata çalınırsa suç
işlenmiş olmaz.
42
1. Evre: İtaat ve Ceza Eğilimi
Bu evrede birey iyi-kötü veya doğru-yanlış gibi yargılamaları olayların sonuçlarına
göre değerlendirir. Bir başka deyişle bir davranışın iyi veya kötü olduğu otoritenin ve/veya
yetişkinlerin bunu nasıl algıladığına bağlıdır. Yani dışa bağlı bir yargılama söz konusudur.
Örneğin, bir davranış ceza alıyorsa bu davranış yanlıştır. Bireyler cezadan kaçınmak için
otoriteye itaat eder ve diğer kişilere ceza vermekten kaçınır.
2. Evre: Saf Çıkarcı Eğilim
Bu evrede birey doğruya ve yanlışa çıkarcı bir anlayışla karar verir. Bu evrede birey
ihtiyaçları karşılandığı sürece kurallara uyar. Başkalarının gereksinmelerini göz önüne
bulundurmakla birlikte ön planda olan kişinin kendisidir ve amaç isteklerini tatmin etmektir.
Burada önemli olan; adil bir biçimde alış-veriş yapmaktır.
Bu iki evre arasındaki en önemli fark ikinci evredeki bireylerin birinci evredeki
bireylere karşılık, zaman zaman kendileri dışındaki bireylerin de gereksinimlerini dikkate
almalarıdır. Ancak bunu çıkarcı bir şekilde yaparlar. Örneğin, ‘Sen benim sırtımı kaşı, ben de
seninkini’ atasözüne uygun davranırlar.
II. Düzey: Geleneksel Düzey
Bu düzey 9-14 yaş aralığındaki bireylerin ahlaki yargılamalarını tanımlamaktadır. Bu
düzeyde empatik düşünce ön plandadır. Ahlaksal muhakeme geleneksel sosyal düzeni koruma
ve toplumsal beklentiler temelli yapılır. Bir önceki düzeydekinin aksine toplumsal düzen,
ortak duygu, uzlaşı ve beklentiler ön plandadır.
3. Evre: İyi Çocuk Eğilimi
Bu evrenin amacı iyi olmak, ait olunan grubun beklentilerine ve kurallarına uygun
davranmaktır. Böylelikle grubun hoşuna gitme ön plandadır. Kişiye yakın olanlar evlat,
kardeş, arkadaş gibi belirli kişilerin beklentilerine uygun davranmak doğru kabul edilir.Birey
güveni, bağlılığı korumak için kolay kolay grup dışına çıkmaz.
4. Evre: Kanun ve Düzen Eğilimi
Bu evrede bireylerin toplumun kurallarına ve yasalarına uygun davrandıkları gözlenir.
Bu evrenin amacı toplum düzeninin korunmasıdır. Kanunlar soru sorulmaksızın izlenir.
Kanunlara uymayanlar asla onaylanmazlar. Toplumsal kurallar ve toplumun onayı ön
43
plandadır. Bu evredeki birey için yasaları ve toplumsal düzeni tartışmak onları ortadan
kaldırmak anlamına gelmektedir. Hukuk aynı zamanda hem toplumun, hem grubun, hem de
kurumun hizmetindedir görüşü kabul edilir. Pek çok yetişkin genelde bu dönemde kalır.
III. Düzey: Gelenek Ötesi Dönem
Bu düzey 14 yaş ve üstündeki bireylerin ahlaki yargılamalarını tanımlamaktadır.
Bireyin diğer bireylerden bağımsız olarak izlemek istediği ahlak ilkelerini seçtiği ve kendine
özgü yargı ve değer sistemi geliştirdiği düzeydir. Bu düzeyde evrensel geçerliliği olan ahlak
kuralları, evrensel değer ve hukuki anlaşmalar ön plandadır. Bazı bireyler bu düzeye
ergenlikte veya yetişkinlikte ulaşabilir ya da hiçbir zaman ulaşamaz.
5.Evre: Sosyal Sözleşme ve Anlaşmalara Uyma Eğilimi
Bu evrede, kanunların kullanımı ve değerleri göreli ve topluma özgüdür görüşü
yaygındır. Ayrıca, birey bu evrede kanunları demokratik olarak değiştirebileceğine inanır.
İnsan hakları gözetilerek konulmuş kural ve yasalara uygun davranma ön plandadır. Bu
evrede doğru davranış insan hakları ve ilkelerine ve toplum yararı gözetilerek toplum
tarafından incelenip kabul edilmiş ilkelere uymaktır. Kurallar grubun kurallarına ters düşse
bile korunur. Yasal görüş kabul edilmekle beraber, topluma daha fazla yarar sağlayabilmek
için yasaların değişebileceğine inanılır. Bireye zarar veren bir yasa değiştirilmeye çalışılır. Bu
dönemde tüm insanların özgürlüğü ve eşitliği gibi soyut kavramlar önem kazanır.
6. Evre: Evrensel İlkeler
Bu evrede artık kanunların da üstünde olan adalet, eşitlik vb. soyut ilkelerin
kavramlaştırılması yapılır. Bireylerin hakları ve yaşamı değerlidir. Birey ahlak ilkelerini
kendisi seçip oluşturur. Bu ilkeler adalet, eşitlik, insan hakları gibi soyut üst düzey değerlere
dayalıdır. Bu ilkeleri ihlal eden kanunlara uyulmamalıdır. Çünkü bireyin ve adaletin yasaların
ve toplumsal düzenin üstünde olduğu görüşü kabul edilir.Bu evrede birey doğruya ve yanlışa
kendi vicdanına ve kendi ahlak ilkelerine bağlı olarak karar verir.Kendi ahlak ilkeleri adalet
ilkelerini ve insan haklarını içermektedir.
Bilişsel gelişimde de olduğu gibi, Kohlberg’e göre bireyin içinde yaşadığı toplum ve sosyal
çevre bireyin ahlaki gelişimini etkiler. Kültürel faktörler ahlak gelişimini hızlandırabilir,
yavaşlatabilir veya durdurabilir. Ayrıca, yine Kohlberg’e göre her birey ahlaki gelişimin 5. ve
6. evrelerine ulaşamayabilir. Bunun nedeni ihtiyaç eksikliği ve sosyal çevre koşullarıdır.
44
2.5 Konuyla İlgili Farkındalık Etkinlikleri
(2.1)
> Etrafınızdaki farklı yaş gruplarındaki bireyleri gözlemlediğinizde gelişim görevlerini ne
kadar yerine getirmişlerdir? Bu gelişim görevlerinin tamamlanmasını engelleyen faktörler
sizce nelerdir? Tartışınız.
> Farklı yaş gruplarına ait gelişim görevleri arabuluculuk sürecini nasıl etkiler? Tartışınız.
(2.2)
> Öğrenim düzeyleri, yaşları, meslekleri farklı kişileri gözlemlediğinizde ne tür bağlanma
örüntüleriyle karşılaşıyorsunuz? Bu örüntülerin nedenleri nedir? Bu kitapçıkta karşınıza çıkan
örüntülerle ne tür benzerlik ve farklılıklar gösteriyor?
> Farklı bağlanma örüntüleri arabuluculuk sürecini nasıl etkiler? Tartışınız.
(2.3)
> Öğrenim düzeyleri, yaşları, meslekleri farklı kişileri gözlemlediğinizde düşünme tarzları
açısından ne tür benzerlik ve farklılıklar göstermektedirler? Tartışınız.
> Farklı düşünme tarzları arabuluculuk sürecini nasıl etkiler? Tartışınız.
(2.4)
> Öğrenim düzeyleri, yaşları, meslekleri farklı kişileri gözlemlediğinizde doğru ve yanlışı
nasıl ayırt ettiklerini düşünüyorsunuz? Tartışınız.
> Farklı ahlaki yargılama tarzları arabuluculuk sürecini nasıl etkiler? Tartışınız.
> Uygulama: Avrupa’da bir kadın az görülen bir tür kanser hastalığından ölmek üzeredir.
Aynı kentte bulunan bir eczacının keşfettiği radyumun bir türü olan ilaç onu kurtarabilecektir.
Eczacı, ilacın maliyetinin on kat fazlası olan 2000 dolar fiyat talep etmektedir. Hasta kadının
kocası Heinz, tanıdığı herkesten borç alarak ancak 1000 dolar toplayabilmiştir. Heinz
eczacıya, karısının ölmek üzere olduğunu söyleyerek, ondan ilacı ya daha ucuza vermesini, ya
da paranın yarısını daha sonra vermeyi önerir. Fakat eczacı, ‘bu ilacı ben buldum ve para
kazanmak istiyorum’ der ve Heinz’in önerisini kabul etmez. Bunun üzerine çaresiz kalan
Heinz, bir gece eczaneye gizlice girerek ilacı çalar.
Heinz ilacı çalmalı mıydı? Çalmamalı mıydı? Neden böyle yapmalıydı veya
yapmamalıydı? Nedenlerinizi, gerekçelerinizi açıklayınız.
45
2.6 Konunun Arabuluculuk Sürecine Yansımaları
Bu kısımda bireylerin belirli yaşlarda, belirli becerilere odaklandığı dönemler olduğu
ve her dönemde bireylerin kazanmaları gereken beceriler, özellikler ve davranışlar bulunduğu
vurgulanmıştı. Kazanılan özellikler, beceriler bireyleri mutlu kılar ve çevreyle olumlu
etkileşimi kolaylaştırır. Buna karşılık kazanılmayan özellikler, beceriler, başarılamayan
gelişim görevleri bireyi mutsuz eder ve çevresiyle etkileşimini olumsuz yönde etkiler.
Arabuluculuk sürecine farklı gelişim dönemlerinde olup farklı gelişim görevlerini yerine
getirmeye çalışan arabulucu veya taraflar katılabilir. Bu farklı gelişim görevleri arabuluculuk
sürecini etkileyebilir. Örneğin, Genç Yetişkinlik döneminde olup, ekonomik özgürlüğünü
kazanmaya ve kariyerini geliştirmeye çalışan bir tarafın güdüleri ve beklentileri Orta
Yetişkinlik Döneminde olup, ailevi sorumlulukları üstlenen, kariyerinde ilerlemiş ve
toplumsal sorumlulukları artmış, kendinden sonra gelen kuşaklara rehberlik ve yardım etmek
ve destek vermek isteyen bir tarafın beklentilerinden farklı olacaktır. Arabuluculuk sürecinde
bu farklılıklara odaklanmak ve bu farklılıkları gözeterek tarafların kendi çözüm yollarını
bulmalarına yardım etmek yararlı olabilir.
Bu kısımda ayrıca bağlanma davranışı üzerinde durulmuş ve bu davranışın bebeklikte
gelişmesine rağmen yaşam boyu bireyin davranışlarını etkilediği ve bağlanmanın
dinamiklerinin yaşam boyu nispeten aynı kaldığı belirtilmişti. Buna göre, bakım verenlere
güvenli bağlanmış bebekler, akranlarıyla da güvenli bağlanmalar yaşamaya meyilli olacakları
gibi yetişkinlikte de diğer bireylerle kolay ilişki kurabilecekleri ve yeni sosyal çevrelere uyum
sağlamakta güçlük çekmeyecekleri vurgulanmıştı. Arabuluculuk sürecinde de güvenli
bağlanan tarafların çözüm yollarına odaklanırken uyumlu davranışlar sergileyecekleri, diğer
tarafların duygu ve düşüncelerine saygı gösterecekleri ve aynı davranışı da diğer taraflardan
bekleyecekleri öngörülebilir. Saplantılı (kaygılı-kararsız) bir şekilde bağlanan yetişkinler,
arabuluculuk sürecinde arabulucu veya diğer tarafları değerli görmelerine rağmen, süreçte
onlarla kurduğu ilişkilerinde takıntılı olabilirler. Kaçınmacı ve kayıtsız bir şekilde bağlanan
yetişkinler, arabuluculuk sürecinde arabulucu ve diğer tarafların beklentilerine, görüşlerine
kayıtsız olabilirler. Kaçınmacı ve korkulu bir şekilde bağlanan yetişkinler ise, süreçte diğer
taraflara güven duymayabilirler ve reddedilmekten endişe duyabilirler.
Bilişsel ve ahlak gelişimi bağlamında tüm bireylerin gelişimlerini tamamlamaları için
bir takım gelişim aşamalarından sırasıyla geçmeleri gerektiği bu kısımda vurgulanan başka bir
konuydu. İlgili kuramlara göre bireyler tüm gelişim dönemlerinden geçerler, atladıkları
aşamalar olmaz. Bireyin içinde yaşadığı toplum ve sosyal çevre bireyin bu alanlarda
gelişimini etkiler. Birey, ileriki dönemlere ihtiyaç eksikliği ve sosyal çevre koşullarından
46
ötürü ulaşamayabilir. Örneğin, bireyin sosyal çevresi kendisinin soyut düşünmesini
gerektirmiyorsa, birey soyut düşünme yeteneği geliştirmeyebilir. Bireyin çevresi evrensel
ilkelere odaklanmayı gerektirmiyorsa, birey doğruyu yanlışı, iyiyi, kötüyü adalet, eşitlik,
insan hakları gibi soyut üst düzey değerlere dayalı olarak belirleme yeteneğini
geliştiremeyebilir. Arabuluculuk sürecinde arabulucunun kendisinde ve taraflarda bu
açılardan da gözlenen farklılıkları değerlendirmesi süreci kolaylaştırabilir. Bu açıdan, farklı
gelişim dönemlerine ulaşmış arabulucu veya tarafların birbirleriyle nispeten uyumlu
çalışabilmesi ve herbiri açısından anlamlı çözüm yollarının bulunması için gerekli bir çalışma
ortamı yaratılması önerilir.
47
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SOSYAL PSİKOLOJİ
3.1 SosyalAlgı
İzlenim oluşturma
Başkaları hakkında bir izlenim oluşturmak yani onların kişilikleri hakkında yargılara
varmak ya da nasıl insanlar olduklarına ilişkin hipotezler oluşturmak için bize ulaşan hangi
bilgiler varsa onları kullanırız.
Bu alt başlıkta başkalarına ilişkin izlenimlerimizi nasıl oluşturduğumuz, bu izlenimleri
oluştururken ne tür bilgiler kullandığımız, izlenimlerimizin ne kadar doğru olduğu ve
izlenimlerimizi hangi yanlılıkların etkilediği üzerinde duracağız.
İzlenim oluşturma üzerinde dururken 6 yalın ve genel ilkeyi akılda tutmakta yarar
vardır.
1) İnsanlar başkalarına ilişkin izlenimlerini çok az bilgi temelinde, çok çabuk oluşturlarve
onları genel kişilik özellikleriyle doldurmaya devam ederler.
2) İnsanlar izlenim oluştururlarken bir kişinin en çarpıcı özelliklerine dikkat ederler, her şeye
değil. İzlenimlerini genellikle o kişiyi farklı ya da benzersiz yapan özellikler üzerine
temellendirirler.
3) İnsanlar hakkında bilgi işleme, davranışlarında tutarlı bir anlam algılamayı içerir. Bir
kişinin davranışını soyutlanmış bir biçimde yorumlamak yerine anlamını çıkarmak için içinde
geçtiği bağlamı kullanırız.
4) Algılarımızı uyarıcıları kategorize ederek ya da gruplayarak örgütleriz. Her kişiyi ayrı bir
birey olarak görmek yerine insanları grupların üyeleri olarak görmek eğilimindeyizdir. Mavi
üniforma giyen insanlar polistir gibi.
5) İnsanların davranışlarına anlam vermek için kalıcı zihinsel yapılarımızı kullanırız. Bir
kadını bir doktor olarak kimliklerken, onun özelliklerini çıkarsamak ve davranışının anlamını
çıkarsarken doktorlara ilişkin daha genel bilgilerimizi kullanırız.
6) Bir algılayıcının kendi gereksinim ve kişisel amaçları onun başkalarına ilişkin algılarını
etkiler. Örneğin, yalnızca bir kez karşılaşacağınız bir kişi hakkında oluşturduğunuz izlenim
aşağı yukarı her gün karşılaşacağınız bir kişi hakkındaki izleniminizden farklı olacaktır.
48
İzlenim oluştururken hangi bilgileri kullanırız
Birisinin fotoğrafına şöyle bir göz atıverme ya da caddeden geçen bir kişi bize onun
nasıl bir kişi olduğu hakkında bir fikir verir. Bir adı duymak bile sahibinin nasıl birisi olduğu
hakkında bize bir şeyler söyler. İki kişi sokakta karşılaştıklarında, bu yalnızca bir anlık bile
olsa, birbirlerinin bir izlenimlerini oluştururlar. Karşılaşmaları sürdükçe izlenimleri
zenginleşir. İnsanların başakları hakkında oluşturdukları izlenimler onların birbirlerine nasıl
davranacakları, birbirlerini ne kadar sevecekleri ve sık sık bir araya gelip gelmeyecekleri
üzerinde belirleyicidir.
Roller
İnsanlar hakkındaki bilgilerimizi örgütlerken onların yerine getirdikleri rolleri bilmek
önemlidir, belki kişilik özelliklerini bilmekten bile daha önemlidir. Roller bilgi vericidirler ve
geniş bir dizi durum hakkında birçok bilgiyi özetlerler.
Fiziksel ipuçları
İlk izlenimlerimiz sırasında başkalarının özelliklerini çıkarsamak için genellikle
onların görünümlerinden ve davranışlarından yararlanırız. Örneğin, bir kişinin tutucu bir
biçimde giyinmiş olduğu gözlemi, siyasal olarak tutucu olma gibi, bir dizi başka özelliğin
çıkarsanmasına yol açabilir.
Çarpıcılık
Algıdaşekil-zemin ilkesi başkalarına ilişkin izlenim oluştururken çarpıcı ipuçlarının
çok daha ağırlıklı olarak kullanıldığına işaret etmektedir. Eğer bir davalı mahkemenin ilk
celsesine tekerlekli sandalye ile gelmişse, salondaki herkes en çok kişinin fiziksel özürlü
olduğu gerçeğinden etkilenen bir izlenim oluşturmak eğilimindedir.
Bir ipucunu diğerinden daha çarpıcı kılan nedir? Bir dizi koşul ipuçlarını çarpıcı hale
getirmede belirleyicidir. Parlaklık, gürültülülük, hareketlilik ve yenilik en önemli koşullardır.
Bütünüyle beyaz bir koyun sürüsü içinde siyah bir koyun göze çarpar ve en çarpıcı özelliği de
rengidir. Çarpıcılığın sosyal algı için bir dizi sonucu vardır. İlk olarak, çarpıcı davranışlar
dikkati, daha az göze çarpanlardan daha çok çeker. İkinci olarak, çarpıcılık nedensellik
algılarını etkiler, yani çarpıcı insanlar toplumsal bağlamları üzerinde daha etkili olarak
algılanır.
49
Davranışlardan kişilik özelliklerine
Görünüm, davranış, el kol hareketleri gibi gözlenebilir bilgilerden çok çabuk kişinin
nasıl birisi olduğu hakkında kişilik özellikleri çıkarsamaları yaparız. Birisi size bir
arkadaşınızın nasıl bir kişi olduğunu sorduğunda onu anlatmak için tek tek davranışlarını
saysaydınız bu çok uzun bir zaman alırdı ve anlattığınız kişi de çok da bir şey
öğrenmeyebilirdi. Bunun yerine, arkadaşınızın değişik yönlerini özetlemek için kişilik
özelliklerini kullanırsınız. “ İyi huylu, gürültülü rock müziği düşkünü, biraz utangaç, çok
dürüst ve aşırı çalışkan birisidir.”Davranışlardan bu kadar çabuk kişilik özelliklerine gitmemiz
gerçeği, kişilik özelliklerinin birbirlerini ima etmesi gerçeğiyle iç içedir. Bir kişinin bir köpeği
dostça okşadığını gördüğümüzde, onun nazik ve nazik olmasından da arkadaş canlısı, sıcak ve
yardımsever birisi olduğunu çıkarsayabiliriz. Kişilik özelliklerinin başka kişilik özelliklerini
akla getirmelerine örtülü kişilik kuramı adı verilir. Öyleyse, çok yalın bir davranıştan,
hemen hemen bütün bir kişiliği çıkarsayabiliriz.
Merkezi kişilik özellikleri
Bir kişinin diğer kişilik özellikleriyle yüksek düzeyde ilişkili bir kişilik özelliği
merkezi özellik adını alır. Örneğin, “sıcak-soğuk” kişilik özellikleri çifti çok sayıda başka
özellikle ilişkili görünmektedir, “nazik-kaba” özellikleri çifti ise çok daha az sayıda başka
özellikle ilişkilidir. Kelley (1950) bir araştırmasında, konuşmasını yapmadan önce üniversite
öğrencilerine bir konuk konuşmacının kişilik özellikleri betimlemesini verdi. Öğrencilerin
yarısına “sıcak” özelliğini, yarısına da “soğuk” özelliğini içeren bir betimleme verildi.
Betimlemelerin başka özellikleri tıpa tıp aynıydı. Sonra konuşmacı sınıfa geldi ve 20
dakikalık bir konuşma yaptı ve arkasından öğrencilerden ona ilişkin izlenimleri soruldu.
Okudukları betimlemede “sıcak” özelliği bulunan öğrencilerin oluşturduğu izlenimlerle
“soğuk” özelliği bulunan öğrencilerinkiler arasında büyük farklılıklar vardı.
Kategorilere ayırma
Toplumsal cinsiyet, ırk ve toplumsal sınıf gibi toplumsal kategoriler de algılarımızı
etkiler. Algılayıcılar çarpıcı uyarıcılara izole olarak tepki göstermezler ve anında uyarıcıları
bir grup ya da kategorinin bir parçası olarak algılarlar. Kategorilere ayırmanın sonuçları
nelerdir? Bir kişinin bir kategorinin bir üyesi olduğunu bilme o kişi hakkında kategori
temelinde toplumsal yargılara neden olabilir. Bir kişinin bir Yahudi olduğunu bilirsek onu
bütün Yahudilerle ilgili kalıp yargılar temelinde algılayabiliriz.
50
Bağlamın etkileri
Sosyal algı ayrıca içinde geçtiği bağlamdan da güçlü bir biçimde etkilenir (Bless ve
Wanke, 2000). Toplumsal algı üzerinde iki tür temel bağlam etkisinden söz edilebilir:
Zıtlaştırma ve benzeştirme. Zıtlaştırma çevresel bağlam dışında yanlı yargılara yol açabilen
bir etki olarak tanımlanabilir. Örneğin, çok güzel bir yüzden sonra gösterilen yüz fotoğrafları
çok daha az çekici olarak değerlendirilmektedir. Benzeştirme, bir uyarıcının yanlı bir
biçimde bağlamsal bir standarda benzer olarak algılanması eğilimi olarak tanımlanabilir.
Örneğin, çok çekici bir kişi ile daha az çekici bir kişiyi aynı anda gösterme daha az çekici
kişinin, tek başına değerlendirilmesi durumda olduğundan daha olumlu olarak
değerlendirilmesine yol açmak eğilimindedir.
İzlenimleri bütünleştirme
Bir kişi hakkındaki tek tek izlenimleri genel bir izlenimde nasıl bütünleştiriyoruz?
Değerlendirme: İzlenimlerin en önemli ve güçlü yönü değerlendirmedir. Değerlendirme
boyutu başkalarına ilişkin bütünleştirilmiş izlenimlerimizi örgütleyen az sayıda temel boyutun
en önemlisidir.
Olumsuzluk etkisi: Bir başkası hakkında oluşturduğumuz genel izlenimi, olumsuz bir kişilik
özelliğinin olumlu birinden daha fazla etkilemesine olumsuzluk etkisi adı verilmektedir. Bu
etki olumsuz kişilik özelliklerinin olumlu olanlardan daha seyrek görülmeleri ve dolayısıyla
daha çarpıcı olmaları ile açıklanmaktadır.
Olumluluk yanlılığı: İnsanlar diğer insanları genellikle olumlu olarak algılamak
eğilimindedirler. Bu eğilime olumluluk yanlılığı adı verilmektedir.
Ortalama alma ilkesi: İzlenimlerimizin büyük çoğunluğu ne bütünüyle olumlu ve ne de
bütünüyle olumsuzdur, genellikle ikisinin bir karışımıdır. Bir kişi hakkındaki ayrı ayrı
bilgileri genel bir izlenim oluşturmak için nasıl bir araya getiririz? Başkalarına ilişkin
izlenimlerimiz bir ağırlıklı ortalama alma ilkesine uyar görünmektedir. Bu ilkeye göre,
insanlar en önemli olduğuna inandıklarına daha fazla ağırlık vererek bütün özelliklerin bir
ortalamasını alarak genel bir izlenim oluşturmaktadırlar. Örneğin, bir laboratuvar işine
personel arayan bir yönetici, büyük bir olasılıkla, zekâya çekicilikten daha fazla ağırlık
51
verecektir fakat televizyonda bir reklam için birisini arayan bir başkası ise çekiciliğe daha
fazla ağırlık verecektir.
Anlam doldurma: İnsanlar, her yeni bilgi parçasını ayrı olarak özümsemek yerine, bir kişinin
anlamlı bir izlenimini oluşturmaya çalışırlar. Herhangi yeni bir bilgi parçasına ilişkin
anlayışları, bir bölümüyle, kişi hakkında sahip oldukları diğer bilgilere bağlıdır. Örneğin,
“zeki, canayakın, sevecen bir öğretmen” bağlamında “Zeki olma” özelliğinin anlamı, büyük
bir olasılıkla “zeki, soğuk, acımasız bir yabancı casus” bağlamında olduğundan daha olumlu
olacaktır. İkinci bağlamda aynı özellik kişiyi daha da tehlikeli yapmaktadır.
Tutarlılaştırma: İnsanlar yalnızca birkaç bilgi parçasına dayanarak bile, değerlendirme
açısından başkalarının tutarlı izlenimlerini oluşturmak eğilimindedirler. İnsanları algılamada
değerlendirme en önemli boyut olduğundan, insanları iyi ya da kötü kategorilerinden birinde,
her ikisinde de değil, gruplamamız şaşırtıcı değildir. Daha sonra, diğer özellikleri bu temel
değerlendirme ile tutarlı olarak algılamaya devam edebiliriz. Değerlendirme ilişkili tutarlılık
yönündeki bu eğilime ‘hale etkisi’ adı verilir. Eğer bir kişi sevilebilir biriyse, biz onun ayrıca
çekici, zeki ve cömert olduğunu da varsayarız. Eğer kötü biriyse, biz onun ayrıca sinsi, çirkin
ve yeteneksiz olduğunu da varsayarız.
Davranışı açıklama ya da davranışa neden yükleme
Jones veDavis’e (1965) göre, davranışa iki tür neden bulabiliriz ya da davranışı iki tür
nedenle açıklayabiliriz: kişilik özellikleri ya da durumsal etkiler. Diğer bir deyişle, kişi içsel
ya da dışsal nedenlerle davranıyordur. Bir davranışın başkaları tarafından beğenilip
beğenilmemesine, özgürce seçilip seçilmemesine, belirli bir sonucunun olup olmamasına,
toplumsal bir rolün bir parçası olup olmamasına bakarak ona kişinin içinde ya da dışında bir
neden bulur ya da yükleriz.
Kelley’e (1967) göre, davranış üç tür nedene yüklenebilir: uyarıcıya, kişiye, ya da
koşullara.
Eğer arkadaşınız Ayşe Hanım geçen gece tiyatroda Cem Yılmaz’ı seyretmiş, çok gülmüş ve
sizde mutlaka görmenizi tavsiye etmişse onun bu davranışının nedeni ya uyarıcı yani Cem
Yılmaz, ya kişi yani Ayşe Hanımın kendisi, ya da Cem Yılmaz’ı seyrettiği koşullar olabilir.
Hangisi olduğunu anlamak için genellikle kendimize şu üç soruyu sorarız:
1. Davranış farklı ya da belirgin midir? Yani Ayşe Hanım her komedyene güler mi
yoksa yalnızca buna mı çok gülmüştür?
52
2. O gece Cem Yılmaz’ı seyredenler arasında bir fikir birliği var mıdır? Onlar da aynı
fikirde midirler?
3. Davranış tutarlı mıdır? Ayşe Hanım Cem Yılmaz’a yalnızca geçen gece mi
gülmüştür yoksa onu her seyrettiğinde güler mi?
Eğer, üç soruya da evet yanıtı veriyorsanız Ayşe Hanımın davranışını büyük bir olasılıkla
Cem Yılmaz’ın gerçekten komik olmasına yüklersiniz. Birinci soruya yanıtınız hayır, ikinciye
yanıtınız hayır ama üçüncüye yanıtınız evetse, Ayşe Hanımın davranışını kişiye yani Ayşe
Hanıma ve onun kişilik özelliklerine yüklemek eğilimindesinizdir. Birinci soruya evet, ikinci
ve üçüncüye hayır yanıtı veriyorsanız Ayşe Hanımın davranışının nedeninin büyük bir
olasılıkla koşullar olduğu sonucuna varırsınız.
Davranışı açıklarken ya da ona bir neden yüklerken yapılan yanlılıklar
Temel yükleme hatası: İnsanlar başkalarının davranışlarını onların içsel (kişilik)
özellikleriyle ya da genel eğilimleriyle açıklamak eğilimindedirler. Örneğin, otobüs
terminalindeki bir ayakkabı boyacısına tuvaletlerin yerini sorup da “Görmüyor musunuz
duvarda koskocaman yazıyor” yanıtını aldığınızda adamın bu davranışını ters birisi olmasıyla
yani kişilik özellikleriyle açıklamak eğilimindesinizdir. Adamın davranışının içinde
bulunduğu koşullardan ya da durumdan kaynaklanıyor olabileceğini pek düşünmezsiniz. Bir
öğrencinin IŞİD lehine ödev olarak yazı yazması onun IŞİD taraftarı olmasıyla açıklanır. Bu
bir temel yükleme hatasıdır.
Davranış açıklanırken yapılan aktör-gözlemci yanlılığı: Davranışta bulunan kişi yani aktör
kendi davranışını genellikle duruma, koşullara ya da dışsal etmenlerle, onu gözleyenler ise
aynı davranışı onun içsel özelliklerine yüklemek eğilimindedirler. Bu eğilime aktör-gözlemci
etkisi adı verilir ve bu bir yükleme hatasıdır. Bir belediye otobüsü şoförüne SSK’dan geçer
mi diye sorduğunuzda “okumanız yazmanız yok mu? Önde yazıyor ya işte” yanıtını
aldığınızda onun bu davranışını, akşama kadar belki 1000 kişinin benzeri sorularına yanıt
vermek zorunda olduğunu düşünmeksizin, aksiliği ya da benzer kişilik özellikleri ile
açıklamak eğilimindesinizdir. Fakat tanıdığımız bildiğimiz insanların davranışlarını,
tanımadığımız insanlarınkiyle karşılaştırıldığında, daha çok dışsal etmenlerle açıklamak
eğilimindeyizdir.
Yanlış fikir birliği (Yaygınlık) yanlılığı: İnsanların olaylar karşısında herkesin
kendilerininkilere benzer tepkiler verdiğini ya da vereceğini düşünme eğiliminde olmalarıdır.
53
Kendine hizmet eden açıklama (Yükleme) yanlılığı: Tuttuğunuz futbol takımı rakip takımı
yendiğinde karşı takım taraftarlarından şu hoş tümceyi ne kadar sık duyarsınız: “Bizden daha
iyisiniz. Bunu kanıtladınız.” Genellikle yenilgilerinin nedeni kötü şans, sahanın kayganlığı ve
benzerleridir ve gelecek sefere sizi yeneceklerdir.Öte yandan sizin takımınız rakip takım
tarafından kötü bir biçimde yenildiğinde karşıt takım taraftarlarının mutlu bir yüzle
söyledikleri “şansınız kötüydü,” sözleri özellikle rahatsız edicidir, çünkü onların yenilgiye
neden olanın kötü şans olduğuna inanmadıklarını bilirsiniz. Başarıyı kendi özelliklerimizle
açıklayıp başarısızlığı kötü şansla ya da kendimiz dışındaki güçlerle açıklama eğilimimize
kendine hizmet eden açıklama yanlılığı adı verilir.
Yalan sorunu
Sözlü olan ve olmayan ipuçları arasında önemli bir çalışma alanı, insanların ne zaman
yalan söylediklerine ya da başka türlü gözlemcileri aldatmaya çalıştıklarına karar vermedir.
Polis, yargıçlar, jüri üyeleri sürekli olarak kendilerine yalan söyleyen insanlardan doğruyu
öğrenmeye çalışmaktadır.
Sözsüz sızıntı
İnsanlar bazen sözlü olarak yalan söylemede başarılı olmaları durumunda bile sözsüz
ipuçları yoluyla yalanlarını ele verirler. İnsanlar söylediklerine bedenleriyle yaptıklarına
olduğundan daha fazla dikkat ederler. Bu da sözsüz bir sızıntıya neden olabilir. Diğer bir
deyişle, bir kişi duygularını saklamaya çalışırsa gerçek duygular “dışarıya sızabilir.” Örneğin,
bir öğrenci sınav kaygısı yaşamadığını söyleyebilir fakat bu sırada alt dudağını ısırabilir ya da
gözlerini genellikle olduğundan daha fazla kırpabilir. Bunlar genellikle kaygıya işaret eden
ipuçlarıdır.Yalancılar sık sık kendilerini sözsüz kaygı ifadeleri, gerilim ve sinirlilik
ifadeleriyle ele verirler. Bazen sesinin tınısına bakılarak bir kişinin ne zaman yalan söylediği
anlaşılabilir. Genel olarak, birisi yalan söylerken sesi, doğruyu söylerken olduğundan daha
yüksektir. Fark o kadar küçüktür ki, bir kişi yalnızca dinleyerek farkına varamaz; ancak,
elektronik ses çözümlemeleri (analiz) yalanı belirli bir doğrulukla ortaya çıkarabilir.
Ek olarak, tepki verirken daha kısa yanıtlar, daha uzun gecikmeler (aralar), daha fazla
konuşma hatası ve daha sinirli, daha az ciddi yanıtlar yalancı olarak algılanan ya da yalan
söyleme talimatı verilen insanların özelliklerindendir. Ayrıca, insanlar yalanı “garip” sözsüz
davranışlardan da çıkarabilirler. Bir kişi, gözlemciye uygunsuz görünen kolunu kaldırma,
başını eğme ya da gözlerini bir noktaya dikme gibi davranışlar gösterdiğinde algılayıcının
54
onun amacının kandırma olduğunu çıkarsaması olasılığı daha yüksektir. Yalan en kolay
yağcılık amacı taşıdığında, diğer bir deyişle, yalanı söyleyen kişi bunun için güdülenmiş
olduğunda yakalanabilmektedir. Amacı ya da altında yatan güdü bilinmediğinde yalanın
yakalanması güçtür. Genelde insanlar, bir kişinin yalan söyleyip söylemediği üzerine
odaklanmaya güdülenmemişlerdir. Çoğu toplumsal durumda, yanıltıcı benlik sunumları
göründükleri gibi algılanmak eğilimindedir.
3.2 Tutumlar ve Tutum Değişikliği
Tutum “bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik nesne ile ilgili düşünce, duygu ve
davranışlarını düzenli bir biçimde oluşturan bir eğilimdir” (Smith, 1968)
Tutumların kuramsal temeli
Değişik kuramsal yaklaşımlar tutumları ve tutum değişikliğini açıklamaya çalışmıştır.
Bunları kısaca özetlemek konunun daha iyi anlaşılması bakımından yararlı olabilir.
Öğrenme kuramı
Öğrenme kuramı daha çok tutumların kazanılmasını ya da gelişimini açıklamaya
çalışır. Bu kurama göre, tutumlar, büyük ölçüde diğer davranış ve alışkanlıklar nasıl
kazanılıyorsa öyle kazanılır yani öğrenilir. İnsanlar değişik tutum nesnelerine ilişkin bilgi ve
gerçekleri ve ayrıca bunlarla ilişkili duygu ve değerleri öğrenirler. Dolayısıyla, temel öğrenme
süreçleri tutumların biçimlenmesine de uygulanabilir. Bu süreçler, ilk konudan da
hatırlanabileceği gibi, koşullama, pekiştirme ve cezalandırma ve taklittir.
Tutarlılık kuramları
Tutarlılık kuramları daha çok tutumların nasıl değiştiği ile ilişkilidir. Bunlar arasında
Heider’ın denge kuramı, Festinger’ın bilişsel çelişki kuramı ve benzerleri sayılabilir. Aşağıda
bunlardan bazıları üzerinde kısaca durulmuştur.
Denge kuramı (Heider, 1958):Denge kuramı genellikle bir kişi, diğer bir kişi ve bir tutum
nesnesi yani üçüncü bir öğe çerçevesinde anlatılır. İki kişi ve bir nesne arasında sekiz ilişki
düzenlemesi vardır. Bu düzenlemelerin yarısı dengeli yarısı dengesizdir. Örneğin,
üniversitede yüksek lisans yapmakta olan Ahmet danışmanı Prof. Dr. Şeref Çelik’i
sevmektedir, Ahmet sol görüşlüdür ve Prof. Dr. Şeref Çelik de sol görüşlüdür. Böyle bir
durum dengelidir. Dengeli durumlar değişikliğe dirençlidir. Yani insanlar böyle durumları
55
değiştirmek istemezler .Öte yandan, eğer Ahmet danışmanını sever ve kendisi sol görüşlü
iken danışmanı sağ görüşlü olsaydı durum dengesiz olurdu. Dengesiz durumlar değişerek
dengeli durumlara dönüşmek eğilimindedir. Diğer bir deyişle böyle durumlar kişi üzerinde
tutum değişikliği yönünde bir baskı yaratır. Bu nedenle de, dengesiz yapılar bir ya da iki ilişki
değiştirilerek dengeli durumlara dönüştürülmek eğilimindedir. Örneğin, Eğer Ahmet
danışmanını sevmemeye ya da sağ görüşü benimsemeye başlarsa durum dengeli hale
gelecektir.
Bilişsel çelişki kuramı (LeonFestinger 1957): Bilişsel tutarlılık kuramları içinde en
etkilisidir. Kurama göre insanlar tutumlarıyla tutumları, tutumlarıyla davranışları ve
davranışlarıyla davranışları arasında tutarlı olmak isterler. Bunlar arasında bir tutarsızlık
bilişsel çelişkiye yol açar. Bilişsel çelişki rahatsız edicidir ve insanlar onu ortadan
kaldırmadıkça ya da iyice azaltmadıkça rahat edemezler. Bu kurama göre de, tutarlılık
yönünde bir baskı vardır. Çelişki birbirinin tersini gerektiren iki bilişin kişiyi içine soktuğu
rahatsız edici bir psikolojik durum olarak tanımlanabilir. Biliş de bilgisine sahip olunan her
şeydir. Örneğin, ben sigara içiyorum bilişi ile sigara kanser yapar bilişi çelişkiye yol açar ve
çelişki psikolojik gerilim yaratır.
Bilişsel çelişkiyi azaltmanın üç yolu vardır:
1. Tutuma ters düşen davranışı değiştirmek, örneğin, yukarıdaki durumda sigarayı
bırakmak çelişkiyi azaltacak hatta bütünüyle ortadan kaldıracaktır.
2. Çelişkinin önemini azaltmak, örneğin, kişinin kendisini sigaranın kanser yaptığına
ilişkin kanıtların yetersiz olduğuna inandırması da çelişkiyi azaltacaktır.
3. Tutumu değiştirmek, örneğin, sigara içen kişi sigaraya ilişkin olumsuz tutumunu
davranışı doğrultusunda değiştirirse, yani sigara içmek iyi bir davranıştır, ders
çalışmayı kolaylaştırıyor, toplumsal ilişkileri kolaylaştırıyor, çalışma verimini artırıyor
demeye başlarsa çelişki yine azalır.
Bilişsel çelişki yaşanması için gerekli koşullar
Karar Sonrası Bilişsel Çelişki:Kurama göre hemen her karar bilişsel çelişkiye yol açar çünkü
bir karar verirken seçenekleri sıralar sonra bazılarını eler, seçenek sayısını ikiye indirir ve
birini tercih edersiniz. Karardan sonra seçilemeyen seçeneğin olumlu yönleri ile seçilenin
olumsuz yönleri kişide bilişsel çelişkiye yol açar.Örneğin, araba alacaksınız beş marka
arabanın olumlu ve olumsuz yönlerini gözden geçirdiniz ve üçünü eleyerek seçenek sayısını
ikiye indirdiniz ve diyelim ki elinizde Ford ile Opel kaldı. Siz Opel’i seçerseniz Opel’in
56
olumsuz yönleri ile Ford’un olumlu yönleri sizde çelişki yaratacaktır. Çelişki tercih edilen
seçeneğe ilişkin değerlendirme yükseltilerek ya da seçilemeyene ilişkin olanı düşürülerek
azaltılabilir. Karardan sonra tercih edilen seçenek daha fazla, seçilmeyense daha az sevilmek
eğilimindedir.
Tutuma Ters Düşen Davranış: Bilişsel çelişki kuramı ayrıca davranışa ters düşen tutuma da
uygulanmıştır. Bir kişinin bir tutumu var da ona ters düşecek biçimde davranırsa çelişki
doğar. Davranışın kendisini geri almak mümkün olmadığından çelişki yaygın olarak tutumda
bir değişiklik yapılarak azaltılır.Savaş karşıtı bir kimse silahlı kuvvetlere gönüllü
yazılmamalıdır. Yazılırsa çelişki yaşayacaktır. Kişi bu çelişkiyi savaş karşıtı tutumunu
değiştirerek azaltabilir.
Yetersiz Neden: Bilişsel çelişki kuramının en ilginç kestirimi tutum değişikliği için gerekli
özendirici ya da ödül miktarıyla ilgilidir. Çelişkinin yaşanması için kişiye tutumuna ters
düşen bir davranışta bulunmasına ancak yetecek büyüklükte bir ödülün bulunması ya da böyle
bir sözün verilmesi zorunluluğu vardır. Birey üzerinde tutumuna ters düşecek biçimde
davranması yönünde çok baskı varsa çelişki doğmayacak dolayısıyla çelişki nedeniyle tutum
değişikliğine de gidilmeyecektir. Örneğin, savaş karşıtı bir kişi eğer babasının zoru ile orduya
gönüllü yazılmışsa çelişki falan yaşamayacak, dolayısıyla orduya ilişkin tutumunda bir
değişiklik yapmayacaktır.
Tutuma aykırı davranışta bulunmak için alınan ödülün miktarı azaldıkça, doğacak
çelişki büyüyecektir. Ödül miktarı bir noktadan sonra arttıkça tutuma uymayan davranıştan
kaynaklanan çelişki azalacaktır.
İlke olarak olumsuz özendiricilerin de, olumlu özendiriciler gibi işlemesi gerekir.
İnsanlara sevmedikleri işleri yaptırmanın bir yolu onları tutumlarına ters düşen davranışlar
için ödüllendirmekse, bir yolu da ceza ile tehdit etmektir. Vergi yüzsüzleri listesi yayınlamak
gibi. Daha büyük tehditler daha az çelişkiye, dolayısıyla daha az tutum değişikliğine yol
açmalıdır.
Seçme Özgürlüğü: Tutuma ters düşen davranış, yalnızca kişi davranışta bulunmayı özgür
iradesiyle kendisi seçmişse bilişsel çelişkiye yol açar. Örneğin, çok sevdiğiniz bir
arkadaşınızın isteğiyle genel seçimlerde pek de sevmediğiniz bir adayın propagandasını
yapmışsanız pek çelişki yaşamazsınız çünkü bunu kendi özgür iradenizle seçmediniz.
Arkadaşınızı kırmamak için böyle bir şey yaptınız. Yani davranıştan sonra ben niçin
sevmediğim bir adayın propagandasını yaptım diyerek rahatsız olmazsınız. Bana kalsa
yapmazdım ama arkadaşımı kıramadım dersiniz. Dolayısıyla, adaya yönelik tutumunuzda
olumlu yönde bir değişiklik olmayacaktır.
57
Geri Dönülemez Biçimde Bağlanma: Bilişsel çelişki yaşanması için koşullardan biri de
davranış ya da kararına bağlanma (adanma) derecesidir. Davranışımıza geri dönülemez bir
biçimde bağlanmış hissettiğimiz sürece, çelişki tutum değişikliğine yol açacaktır. Araba alma
örneğinde, eğer bir arabaya karar vermiş ve parasını ödemişseniz ve arabayı geri verip
paranızı geri almanız mümkün değilse çelişki yaşarsınız, yoksa arabayı verip paranızı geri alır
çelişki falan yaşamazdınız.
Önceden Görülebilir Olumsuz Sonuçlar: Çelişkinin yaşanması için kişilerin kararlarının
olumsuz sonuçlarının önceden kestirilebilir olduğuna inanmaları gerekir. Örneğin, Kızılay’da
sağ kaldırımdan yürürken ayağınıza yandaki inşaattan bir taş düşerse çelişki yaşamazsınız
çünkü bu bütünüyle bir şans işidir ve sizin ayağınıza bir taşın düşeceğini kestirebilmeniz
mümkün değildir. Fakat eğer, bir hafta önce aynı kaldırımdan geçen diyelim ki dört kişinin
başına aynı şeyin geldiğini duymuş olsaydınız ve yine de oradan yürümeyi tercih etseydiniz o
zaman çelişki yaşardınız çünkü böyle bir şeyin başınıza gelebileceğini tahmin edebilirdiniz.
Olumsuz Sonuçlar İçin Sorumluluk: Bilişsel çelişki için gerekli koşullardan bir diğeri seçme
özgürlüğü algısıdır. Seçme özgürlüğü algısının önemi bütün sonuçlar için algılanmış
sorumluluğu da birlikte getirmesidir. Sorumluluk hissetme mantıksal olsun ya da olmasın
durum değişmez, tutuma uymayan davranıştan ya da bir karardan sonra çelişki yaşanır.
Sonradan iyi gitmediğini gördüğümüz bir şeyi özgür irademizle seçtiğimizde, sonuçlar için
sorumluluk duyar ve çelişki yaşarız. Örneğin, bir araba alacağım, seçenekleri A ve B olmak
üzere ikiye indirdim ve B markayı almaya karar verdim. Ancak, babam “oğlum A’yı alırsan”
15 000 lira yardım ederim dedi ve ben B yerine A markayı aldım. Sonra aldığım arabanın
birçok özürü çıktı, ikiye bir arıza yapıyor, çok yakıt harcıyor vb. Bu durumda ben çelişki
yaşamam çünkü bu olumsuz sonuçlar için sorumluluk duymam. Bana kalsa ben B’yi alırdım.
Sorumluluk babamın.
Harcanan Çaba: Olumsuz sonuçları olan davranışta bulunurken harcanan çaba arttıkça
yaşanan bilişsel çelişki de artar.Deniz kuvvetlerine gönüllü yazılırsanız oradaki temel eğitim
sizin için yorucu, acı verici ve stresliyse büyük olasılıkla çelişki yaşarsınız. Kendinizi doğru
kararı verdiğinize ve Deniz Kuvvetlerini sevdiğinize inandırarak yaşadığınız çelişkiyi
azaltmaya çalışırsınız.
Beklenti – Değer Kuramı:Bu kurama göre tutum değişimi ve gelişimi olası değişik tutumların
olumlu ve olumsuz yönlerini tarttıktan sonra en iyi seçeneği benimseme sürecidir.Kuram
insanların bir konumu, getirip götürdüklerine ilişkin iyi bir değerlendirme temelinde kabul
ettiklerini varsaymaktadır. Birisi benim A partisini bırakıp B partisini benimsemem
58
gerektiğini söylemektedir. Bu durumda, A’yı tutarsam kazancım ne olur, kaybım ne olur, B’yi
tutarsam ne olur tarttıktan sonra getirisi en fazla götürüsü en az tutumu benimserim.
Tutum değişikliği
Tutum değişikliği toplumumuzda her yerde, her zaman olagelen bir süreçtir.
Reklamcılar bizi kendi ürünlerinin başkalarınınkinden daha iyi olduğuna inandırmaya
çalışırlar, politikacılar oyumuzu hak ettiklerine inandırmak isterler. Etkileme amaçlı bir ileti
ile karşılaştıklarında insanlar ne zaman başlangıçtaki tutumlarına bağlı kalırlar ve ne zaman
iletiye tepki olarak tutumlarını değiştirirler? Diğer bir deyişle tutum değişikliğini etkileyen
etmenler nelerdir? Bunlar kaynak, ileti, hedef (dinleyici) ve durum olarak sıralanabilir. Bu
faktör ya da etmenler üzerinde kısaca duracağız.
Kaynak: Kaynak tutum değiştirme amaçlı bir iletiyi sunan kişi ya da kuruma verilen addır.
Bazı kaynaklar otoriter, bazıları yakışıklı ya da güzel, bazıları yumuşak başlı vb’dir. İnsanlar
ileti kaynağını ne kadar olumlu değerlendirirlerse tutumlarını ileti doğrultusunda o kadar çok
değiştirmek eğilimindedirler. Bir kaynağın değişik yönleri onun olumlu değerlendirilip
değerlendirilmeyeceği konusunda etkili olur.
İnanılabilirlik: İnsanlar inanılabilirlikleri düşük olanlarla karşılaştırıldığında,
inanılabilirlikleri yüksek kaynaklardan daha fazla etkilenmek ve tutumlarını daha fazla
değiştirmek eğilimindedirler. İnanılabillirliğin iki ayrı bileşeni vardır: uzmanlık ve güvenirlik.
Konularında uzman, dürüstlüklerine güvenilen kaynaklar tutum değiştirmede uzman
olmayanlardan ve dürüstlüklerinden kuşku duyulanlardan daha etkilidir.
Sevilebilirlik: Araştırmalar sevdiğimiz insanlarla aynı fikirde olmak için tutumlarımızı
değiştirmek eğiliminde olduğumuzu göstermektedir. Dolayısıyla, sevilen kaynaklar
savundukları konularda daha fazla tutum değişikliğine yol açmak eğilimindedirler.
Karşılaştırma Grubu: Bir görüş ya da konum sevdiğimiz, özdeşleşmek istediğimiz bir grup
tarafından benimsendiğinde de tutumumuzu değiştirmek eğilimindeyizdir. Böyle gruplara
karşılaştırma grubu adı verilmektedir. Tutum değiştirmede karşılaştırma grubunun etkili
olmasının iki nedeni vardır. Sevme ve benzerlik. Eğer insanlar bir grubu sever ona hayranlık
duyarlarsa o grubun üyeleri gibi olmak, dolayısıyla onlarla aynı tutumlara sahip olmak
isterler. Böyle gruplar inandırıcılığı yüksek ve saygın birer ileti kaynağıdır.
İnsanlar kendi karşılaştırma gruplarıyla aynı görüşte birleşmek için tutumlarını değiştirmek
eğilimindedirler.
Kaynağı Kötüleme: Kaynağın özellikleri bir iletinin ikna edicilik düzeyini artırabildiği gibi
onu geçersiz kılmak amacıyla da kullanılabilir. Tutumlarımızla tutarsız bir ileti ile
59
karşılaştığımızda, tutarsızlığı, ileti kaynağının güvenilemez ya da bir biçimde olumsuz
olduğuna karar vererek azaltabiliriz. Buna kaynağı kötüleme adı verilir. Bazen tutum
değiştirmek yerine kaynağı kötüleyerek farklı bir görüşün bizde yarattığı çelişkiyi azaltma
yoluna gidebiliriz.Örneğin, sorunlar üzerinde tartışmayı güç bulan siyasetçi rakibini
komünistlik, faşistlik, yalancılık ve benzerleri ile suçlayabilir.
İleti:Kaynağa ek olarak iletinin kendisinin de önemli olduğu açıktır. İnsanlar için önemli
tutumlara yönelik karşıt iletilerin ikna edici olmaları olasılığı düşüktür. Tutum değiştirme
amaçlı bir iletinin tutum değişikliğini artıran ya da azaltan bazı özellikleri üzerinde aşağıda
kısa kısa durulmuştur.
Görüş Farkı: İletinin bizi ikna edebilme derecesini etkileyen başlıca etmenlerden biri de o
iletinin bizim kendi konumumuzdan (tutumumuzdan, görüşümüzden) ne kadar farklı
olduğudur. İletide savunulan görüşle hedefin başlangıçtaki tutumu arasındaki farka görüş farkı
adı verilir. Bir noktaya kadar bu fark arttıkça tutum değişikliği de artmakta, bir noktadan
sonra ise fark arttıkça tutum değişikliği azalmaktadır.
Güçlü Tartışmalara Karşı Zayıf Tartışmalar: Bazen bir iletideki tartışmalar güçlü ve
inandırıcı, bazen de zayıf, yanıltıcı ve yalnızca görünürde doğrudur. Örneğin AIDS’in
yayılmasında güvenliksiz cinsel ilişki alışkanlıklarının rolü konusundaki kanıtlar çok
inandırıcıdır. Elvis Presley’in hala hayatta olduğuna ilişkin kanıtlarsa çok zayıftır.Güçlü
tartışmaların her zaman zayıf olanlardan daha fazla tutum değişikliğine yol açtığı
düşünülebilir fakat bu her zaman doğru değildir. İnsanlar etkileme amaçlı güçlü tartışmalara
daha olumlu tepki verirler. Bunu öncelikle tartışmalara yakından bakmaya güdülenmiş
olduklarında ve onlar üzerinde dikkatli düşünebildiklerinde yaparlar. Eğer tartışmalar
üzerinde ayrıntılı olarak düşünemezlerse ya da bunun için güdülenmemişlerse tartışmaların
güçlü olması tutum değişikliğini pek etkilemez.
Yüzeysel İpuçları ve İletinin Özellikleri : Bazı koşullar altında, tutum değişikliğini
belirlemede iletinin uzunluğu, içerdiği tartışma sayısı gibi yüzeysel ipuçları çok önemlidir. Bir
iletideki tartışmalar üzerinde düşünmeye pek güdülenmemişsek ya da tartışmaları iyi
işleyebilecek durumda değilsek yüzeysel ipuçları tutum değişikliğini belirlemede çok önemli
hale gelmektedir. Uzun tartışmalar tutum değiştirmede kısalardan daha etkilidir, fakat
yalnızca bilgi düzeyi düşük dinleyicide. Bilgi düzeyi yüksek dinleyicide tartışma gücü daha
önemli bir etmendir. Bilgili dinleyiciler tartışmaların söyledikleri üzerinde düşünmeye daha
güdülü ve isteklidirler.
İletiyi Çarpıtma: İletiyle ilgili etmenler ikna amaçlı iletilerin reddedilmesinde de önemli
olabilir. Özgül olarak, bilişsel tutarlılık kuramlarına göre kendi konumumuzla iletide sunulan
60
arasındaki tutarsızlık ileti çarpıtılarak ya da yanlış algılanarak da giderilebilir. Böylece, kendi
görüşümüzle karşıt görüş arasındaki fark azaltılmış olur.
İletiyi Daha Baştan Reddetme: En ilkel belki de en yaygın tutarsızlık giderme yolu, iletiyi
bütünüyle reddetmedir. Tartışmaları mantıksal açıdan çürütme ya da kaynaklarına saldırarak
zayıflatma yerine, insanlar görülebilir hiçbir nedene dayanmaksızın tartışmaları reddederler.
Hedef (Dinleyici):Belirli bir kaynaktan çıkan bir ileti hedefe ulaştıktan sonra bile, tutum
değişikliğine ilişkin sorunlar bitmiş değildir. Bireyin değişik özellikleri, şimdiki ve geçmiş
deneyimlerindeki etmenler iletiye karşı gösterilen tepkinin önemli belirleyicileridir. Bu
etmenler temelde iletiye ya da kaynağa güvenme eğilimini, iletiye karşı çıkabilme yeteneğini,
tutum değiştirmeye isteklilik derecesini ve kişinin kendi görüşüne olan güvenini etkiler.
Korku Uyandırma: Hedefte korku uyandırma ile tutum değişikliği arasındaki ilişki daha
karmaşıktır.
Öğrenme kuramı yaklaşımı uyarılan korkuyu azaltıcı tavsiyeleri de içermek koşuluyla, korku
uyandırıcı iletilerin kabul edilebileceğine işaret etmektedir. Korku düzeyini arttırma da
genellikle bir iletinin etkililik düzeyini arttırmaktadır. Fakat çok fazla korku kesintiye uğratıcı
olabilir. İnsanlar bir şey yapmak için çok fazla korkabilir, bu da iletiyi görmezden
gelmelerine ya da reddetmelerine neden olabilir.Orta düzeylerde korku uyarıcı iletiler tutum
değişikliği yaratmada, hiç korku uyarmayan ya da çok az uyaran iletilerden daha etkili
olabilir.
Benlikİçerilmişliği :Tutum değişikliğini etkileyebilecek hedefle ilgili diğer bir etmen de
benlik içerilmişliği (ego involvement) ile bağlantılıdır.Benlikle iyice içiçe geçmiş, onu saran
tutumlar değişikliğe karşı çok dirençlidir. Benlik içerilmişliği daha çok tutumlar önemli
karşılaştırma grupları ile ilişkili olduğunda görülür. Bu önemli karşılaştırma grupları arasında
bireyin ulusu, dinsel ve etnik grupları, toplumsal sınıfı sayılabilir.
Bağlanma :Bağlanma hedefin değiştirilmek istenen tutumuna bağlanma (adanma) derecesi
olarak tanımlanabilir. Etkileme amaçlı bir iletiye direnme büyük ölçüde bu bağlanmanın
gücüne bağlıdır.
Bağlanma birçok kaynaktan gelebilir.
o Bir tutumumuz temelinde bir davranışta bulunduğumuzda, o tutuma
bağlanmışlık artar.
o Bağlanma tutumlarımızı başkalarına açıkladığımızda da artar.
o Üçüncü bir bağlanma kaynağı bir tutum nesnesi ile doğrudan bir yaşantıdır.
o Bir tutumu özgürce seçme, bir konumu seçmeye zorlanmış olmaktan daha
büyük bir bağlanmaya yol açar.
61
Konu İçerilmişliği / Kişisel İlişkililik:Bir tutum konusunun kişi için önemli sonuçları
olduğunda ikinci tür bir benlik içerilmişliği söz konusudur.Bir konuya girdiğimizde, yani
konu bizi iyice sardığında, güçlü tartışmalar zayıf olanlardan daha ikna edicidir çünkü bu
durumda bir iletideki tartışmaları iyice inceleme eğilimi artar.
Davranışsal Bağlanma: Başlangıçtaki tutumumuza çok fazla bağlanmamamıza ya da
konunun kişisel olarak bizimle ilgili olmamasına karşın, bazen tutumsal tepkimiz çok önemli
olabilir.Bu önemin nedeni, tepkimizin başkalarının dikkatini çekecek ve toplumsal onay ya da
kınamaya konu olacak olmasıdır. Bu tür bağlanmaya davranışsal bağlanma ya da tepki
içerilmişliği denir. Böyle bağlanmaların olduğu durumlarda tutumları değiştirmek daha zordur
çünkü dinleyici eğer tutumunu değiştirirse kamu önünde kötü duruma düşmekten korkabilir.
Kişilik ve Tutum Değişikliği: Benlik içerilmişliğine ek olarak, tutum değişikliği üzerinde etkili
yetkecilik/dogmatizm, kontrol odağı ve benzeri bazı bireysel kişilik özellikleri de vardır.
Durum (İletişim Ortamı):Kaynak, ileti ve hedef dışında, ikna amaçlı bir ileti genellikle daha
geniş bir durumsal bağlam ya da ortam içinde sunulur.Bu ortam içinde tutum değiştirme
girişiminin başarı derecesini etkileyen başka şeyler de bulunmaktadır. Bunlar şöyle
sıralanabilir:
Dikkat Dağılması: Karşıt görüş ile tartışmayı güçleştiren her şey tutum değişikliğine direnme
yeteneğini zayıflatacaktır.Dinleyicinin dikkatini iletiden başka yönlere çekme tutum
değişikliği amaçlı bir iletinin engellerle karşılaşmadan varacağı yere varmasını
sağlayabilir.Hafif dikkat dağılmaları gerçekten tutum değişikliğini artırır. Ancak, çok fazla
dikkat dağılmasının iletinin işitilmesini bütünüyle engelleyerek etkililik derecesini sıfıra
indirgeyeceği ortadadır.
Aşılama :MacGuire (1964) değişikliğe önemli bir direniş kaynağının geçmişteki deneyimler
olduğunu düşünmüştür.Ona göre, ikna amaçlı bir iletiyle karşılaşan hedef, bir virüsün ya da
hastalığın saldırısına uğrayan bir kişiye benzer. İnsanlar bir hastalığa karşı savunmalarını iki
yolda artırabilirler. Vitaminler alarak, spor yaparak (ki bedensel savunmalarını destekler) ya
da bedenlerine savaşçı organizmalar alarak veya geliştirerek (aşılamada olduğu
gibi).MacGuire insanları karşıt görüşlere karşı da aşılayabileceğimiz görüşünü ortaya atmıştır.
Dinleyicinin karşıt bir görüşe direnerek tutumunu değiştirmemesi için iki şey yapılabilir:
destekleme ve aşılama. Desteklemede dinleyicinin görüşü, o konuda daha fazla bilgi verilerek
desteklenir. Aşılamada ise karşıt görüşün doğru gibi görünen yönleri üzerinde durulur ve
sonra bunlar çürütülür, dolayısıyla, dinleyici karşıt görüşle karşılaştığında onu nasıl
çürütebileceğini öğrenir.
62
3.3 SosyalEtki
İnsan, kendini bildiğinden beri içinde yaşadığı toplumdan etkilenmiştir. Kişilerin
tutum ve davranışları bir başkasının ya da başkalarının varlığından etkilenmektedir. Sosyal
psikolojik ele alışlarda, kişisel farklılıklardan çok benzer davranışların nedeni üzerinde
durulmaktadır. Toplumsal etki sonucu meydana gelen gruba ya da başkalarına uyma
davranışı, kişilerin “benzerliğini” ve dolayısı ile toplumsal davranışta düzenliliği sağlar.
Bireyler başkalarının davranışını önceden tahmin edebilir ve kendi davranışlarını ona göre
ayarlayabilirler. Bu durum da sosyal etkileşimin ahenkli olmasını sağlar.
Kavramlar
Benimseme: Bir kişinin tutum ve davranışlarını grup standartları ile tutarlı olacak şekilde
değiştirmesi eğilimidir. Burada grup standartlarına ya da başkalarının davranışlarına doğru
olduğuna inanıldığı için uyulur.
Açık isteğe uyma: İstesinler ya da istemesinler insanların kendilerinden istenileni
yapmalarına açık isteğe uyma adı verilir.
Yetkeye itaat: İtaat açık isteğe uymanın özel bir biçimidir. İsteyenin bizden “bir şey
yapmamızı istemeye hakkının olduğunu düşündüğümüzde” gözlenen bir boyun eğme türüdür.
Benimseme ve Çarpıcı Deneyler
İnsandaki uyma davranışının sosyal yaşam için zorunlu olduğu ortadadır. Örneğin,
sokakta birkaç kişinin havaya baktığını gören bir kişinin durup havaya bakması bu tür bir
“uyma davranışı”dır.
Muzaffer sherif’in benimseme ile ilgili laboratuar deneyi; karanlıkta bir tahmin;
Sherif bu deneyinde “Otokinetik Etki” olarak bilinen bir algı yanılmasından
yararlanmıştır. Eğer bütünüyle karartılmış bir odanın bir ucuna bir mum yakıp koyarda odanın
öteki ucundan ışığa bakarsanız ışık hareket etmediği halde ediyormuş gibi görünür. Bu etkiye
otokinetik etki adı verilir.
Sherif denekleri önce teker teker böyle bir odaya almış ve ışığa bakmalarını ve onun
sağa sola ne kadar hareket ettiğini söylemelerini istemiştir. Örneğin, bir denek 5cm, demişse,
bir daha bakıp tekrar söyler misin demiştir. Denek bu kez örneğin 8 cm demiştir. Sherif
yeniden sorduğunda galiba 10 cm demiştir. Daha sonraki sorularda ise artık yanıtını
63
değiştirmemiştir. Böylece bu ilk aşamada her denek bir bireysel standart
oluşturmuştur.Deneyin ikinci aşamasında Sherif denekleri üçer kişilik gruplar halinde
laboratuvara almış ve sırayla ışığa bakarak ne kadar hareket ettiğini söylemelerini istemiştir.
Denekler ışığa bakmışlar ve birinci denek birinci aşamadaki kendi bireysel standardını (10
cm) ikinci denek kendi standardını (50 cm) üçüncüsü de kendisininkini (2 cm) söylemiştir.
Tahminlerin sesli olarak söylenmesi istenmiştir. Sherif aynı sırayla deneklerden tahminlerini
tekrarlamalarını istemiş ve görmüştür ki birkaç tekrardan sonra denekler bir grup olarak aynı
uzunlukta karar kılmaktadırlar.
Örneğin tahminler şöyle olabilirdi:
I. Denek II. Denek III. Denek
I. Tahmin 10 50 2
II. Tahmin 25 40 10
III. Tahmin 30 35 20
IV. Tahmin 35 35 35
Durumun belirsizliği dikkate alındığında denekler kendi yargılarının doğruluğundan
emin olamıyorlardı. Örnekte görüldüğü gibi, ilk denemede denekler oldukça farklı uzaklıklar
vermekte tahmin sayısı arttıkça ve diğer tepkileri dinledikçe, katılımcıların yanıtları giderek
birbirine benzemeye başlıyordu. Uzaklığı ölçmek için nesnel bir ölçü aracı olmadığından
denekler doğru tahmin arayışı içinde gruptaki diğerlerinin tepkilerine bakarak kendi
tepkilerini ayarlıyorlardı.
Böylece, Sherif deneyin bu ikinci aşamasında ışığın ne kadar hareket ettiğini
değerlendirmede bir grup normunun/standardının (30 cm) nasıl doğduğunu göstermiştir.
Deneyin III. Aşamasında deneklerden tahminlerini tek başlarına iken yapmaları istendiğinde,
yanıtlar grup tarafından belirlenen sınırlar içinde kalmıştır. Bu sonuç da deneklerin bu belirsiz
durumda başkalarının tepkilerine doğru olduğuna inandıkları için uyduklarını göstermektedir.
Sherif bu aşamaya grup standardına uyma aşaması adını vermiştir.Sherif bu araştırmasında
özellikle belirsiz bir fiziksel ortam yaratmıştır. Böylece belirsiz fiziksel gerçeğin yerine
grubun geliştirdiği sosyal gerçek geçmektedir.
Karanlıkta bir tahmin deneyinin sonuçları şöyle özetlenebilir:
1- Kendi başlarına birer yargı standardı geliştirmiş olan bireyler, grup halinde iken ortak bir
standarda yönelmektedir. Öznel gerçeğin yerini grubun geliştirdiği sosyal gerçek almaktadır.
2- Grup standardı ya da normu bir kere oluştuktan sonra grubun üyeleri tarafından
benimsenmekte ve gerçeği yansıttığına inanılmaktadır.
64
Sherif’in deneyinde olduğu gibi, gerçeğin açık seçik belli olmadığı durumlarda bireylerin
grup yargısına uymaları anlaşılabilirdir fakat gerçeğin açık seçik ortada olduğu bazı
durumlarda bireyler yanlış olduğunu bile bile grup yargısına ya da kuralına uymaktadırlar.
Peki grup insanların kendi kurallarına uymalarını nasıl sağlamaktadır. Yani bir kez oluşmuş
bir grup kural ya da normuna üyelerinin uymasını nasıl sağlamaktadır? Bu konuyu da bir dizi
deneyle SolamonAsch araştırmıştır.
Solomon Asch’in “Boyun Eğme” deneyi
Solomon AshSherif’in deneyindeki uymanın nedeni olan belirsizlik ortadan
kaldırılırsa uyma davranışının artık görülmeyeceğini düşünüyordu. Bu düşüncesini sınamak
için bir dizi deney yaptı.
Beş öğrenci algı üzerinde bir deneye katılmak üzere bir araya geldiler; bir masa
çevresinde oturdular. Öğrencilere üzerinde bir tek siyah çizgi bulunan bir kart ile üzerinde üç
siyah çizgi bulunan bir başka kart gösterdi. Deneklerden birinci karttaki tek çizginin ikinci
karttaki üç çizgiden hangisine eşit olduğunu söylemeleri istendi. Bu çizginin ikinci karttaki
hangi çizgiye eşit olduğu apaçık ortadaydı. Üç yaşındaki bir çocuk bile doğru seçimi
yapabilirdi. Denekler ilk kart çiftine yanıtlarını verdikten sonra bir başka kart çifti gösterildi
ve bu böylece bir süre devam etti.Çizgiler gösterildiğinde denekler baştan başlayarak sıra ile
ve yüksek sesle yanıt verdiler. İlk denek yargısını belirtti ve diğerleri sıra kendilerine
geldiğinde yanıtlarını verdiler. Yanıt kolay olduğu için denekler arasında bir anlaşmazlık
yoktu.
Daha sonra ikinci deneme yapıldı sonuç yine aynıydı.İlk 4 denek araştırmacının
yardımcıları, yani yalancı deneklerdi ve senaryoya göre davrandılar. Oturma sırası beşinci
olan gerçek deneğin bu durumdan haberi yoktu. Yalancı denekler (yani gerçek denek
dışındaki dört kişi) ilk üç denemede doğru yanıt vererek gerçek deneğin güvenini kazandılar.
Dördüncü denemede yalancı denekler teker teker yanlış olduğu apaçık belli olan bir yargı
belirttiler ve beşinci sırada oturan pek çok insan da onlara uyarak yanlış olduğunu bile bile
aynı yanıtı tekrarladı. Ancak, bütün denekler gruba uymadı.Deneyde gerçek denek
konumundaki (sırada beşinci) her yüz denekten 35’i yanlış olduğunu bile bile grup yargısına
uymuştur. Ash gruba uyan denekler (5.inciler) deneyden çıktıktan ve tek başlarınayken
“grubun kararının yanlış olduğunu bile bile niçin” aynı yanıtı verdiklerini sormuş ve
“biliyorum yanlıştı ama bana gülerler, benimle alay ederler, beni dışlarlar diye korktum”
gibi yanıtlar almıştır. Bu yanıtlar da gösteriyor ki denekler grup yargısına doğru olduğu için
değil gruptan korktukları ya da grup tarafından sevilmek, kabul edilmek için uymuşlardır.
65
Asch bu bulgu karşısında kaygılanarak “Toplumumuzda uyma eğilimi o kadar yüksek ki
oldukça zeki ve iyi niyetli genç insanlar beyaza siyah demeye istekliler. Bu, kaygı duyulması
gereken bir durumdur.” diyerek düşüncesini dile getirmiştir.
İtaat: StanleyMilgram’ın itaat deneyleri
StanleyMilgram araştırmasına gazetelere verdiği ilanlarla bir deney için erkek
gönüllü katılımcılar arayarak başladı. Gönüllülerin laboratuvara ikişer ikişer çağrılması
planlandı.Araştırmanın amacının cezanın öğrenme üzerindeki etkisini araştırmak olduğu
söylendi. Kura çekilerek her iki katılımcıdan biri Öğretmen diğeri Öğrenci rolü için seçildi.
Laboratuvar birbirine bitişik iki odadan oluşuyordu ve odalardan birinde büyük bir şok
jenaratörü vardı. Bu makinenin üstünde 15 volttan 450 volta kadar 15’er volt aralıklı şok
düğmeleri vardı. Ayrıca, örneğin, 360 voltluk düğmede “Çok Kuvvetli Şok” 420 voltluk
düğmede “Tehlike Aşırı Şiddetli Şok” açıklamalar da yazılmıştı.Araştırmacı, öğretmen ve
öğrenci birlikte şok makinesinin bulunduğu laboratuvar odasına girdiler ve öğrenciyi bitişik
odadaki şok makinesinden gelen kablolarla elektrik şoku vermeye yarayan bir elektrikli
sandalyeye bağladılar. Araştırmacı ve öğretmen odadan çıkmak üzereyken öğrenci “ya siz
şimdi bana elektrik şoku vereceksiniz ama bu şoklar ne kadar güçlü, geçenlerde doktor bana
kalbin var dedi, eğer çok güçlü olacaksa bunlar ben katılmayayım” dedi. Araştırmacı
“korkunç güçlüdürler ama korkma ölmezsin” yanıtını verdi ve öğretmenle birlikte diğer
odaya geçti.Öğretmen şok makinasının başına araştırmacı da onun arkasında bir masaya
oturdu. Öğretmen bitişik odadaki öğrenciye sorular soracak, eğer öğrenci doğru yanıt
verirse, bir sonraki soruya geçecek ve bu böylece sorular bitinceye kadar devam edecekti.
Öğretmen ilk yanlışta ceza olarak 15 voltluk şok verecekti ve bu her yanlışta 15 volt
artacaktı.Öğretmenle öğrenci arasındaki iletişim iki oda arasına kurulmuş bir telefon
sistemiyle sağlanacaktı.Öğrenilmesi gereken işlem, öğrenme psikolojisi işlemlerinde sıklıkla
kullanılan kelime çiftleri dizisidir.Öğretmen daha önceden öğrencinin öğrenmiş olması
gereken sözcük çiftlerindeki sözcüklerden birini öğrenciye okuyacak ve diğerinin ne olduğunu
soracaktı. Örneğin, “kaya” diyecek öretmenin de bunun çifti olan “daya” demesini
bekleyecekti.Öğretmene bir deneme şoku verilir. Bu gerçekte oldukça şiddetli bir şoktur ve
bayağı acı verir, fakat ona bunun yalnızca orta şiddette bir şok olduğu söylenir. Bu
düzenlemede öğrenci, öğretmen ya da başka birisi tarafından görülemez. Deney sırasında
öğrenci bir dizi hata yapar. Öğretmen yanlış yaptığını söyler ve ceza olarak şok verir. Her
şok verilişinde denek acı belirtileri gösterir. Şok düzeyi arttıkça öğrencinin tepkileri
keskinleşir. Sırası ile:
66
Bağırır, şoku durdurması için öğretmene yalvarır, sandalyeyi yumruklar ve duvarı tekmeler,
bir ara inlemeye başlar ve bir süre sonra tepki vermez.Araştırmacı ise “Devam etmek
zorundasın” der.
Deneyle ilgili ürkütücü gerçekler
“Öğrenci” araştırmacının asistanıdır (kuradaki kağıtların her ikisinde de öğretmen
yazmaktadır). Dolayısıyla gerçek deneğin “Öğretmen” rolünü alması kaçınılmazdır.Şok
makinesi gerçek değildir.
“Öğrenci”nin bağırma ve inlemeleri aslında teypten gelmektedir ve bütün öğretmen
denekler teypten gelen aynı sesleri duymaktadır.Anlatılan düzenlemede deneklerin % 65’i
ceza uygulamalarını en güçlü şok düzeyi olan 450 volta kadar götürmüşlerdir. Sonra Milgram
deneyi değişik koşullarda tekrarlamıştır. Bunların sonuçlarına dayanılarak şu genellemelere
gidilebilir: Yetkeye itaat:
1. Denekler diğer kişiye çektirdikleri acının farkında olduklarında,
2. Davranışları için sorumluluk duyduklarında,
3. Yetkeye itaat etmeyen başkalarını gözlediklerinde,
4. Yetkenin uzmanlığını, güdü ve yargılarını sorgulamaya özendirildiklerinde,
azalmaktadır.
Uyma davranışını etkileyen ortamsal etmenler
1) Grubun büyüklüğü: Grupta çoğunluğun büyüklüğü arttıkça, uyma da artmaktadır. Bir
gruba inanmama ve güvenmeme tek bir bireye inanmama ve güvenmemeden daha zordur.
Örneğin: Bizi rahatsız edici derecede soğuk olan bir odada olduğumuzu düşünelim. Eğer
yanımızda odanın çok sıcak olduğunu düşünen biri varsa, diğer kişinin yanlış düşündüğüne ya
da hasta falan olduğuna karar veririz. Eğer odadaki 5 farklı kişi çok sıcak olduğunu söylerse,
hasta olanın kendimiz olduğundan kuşkulanmaya başlayabiliriz.
2) Ters düşme korkusu: Kendisinden farklı düşünen bir grupla karşılaşan bir birey dışarıda
kalmak istemez. Grubun kendisini sevmesini ve kabul etmesini ister. Grup üyelerinin
kendisine iyi davranmayacağından, onu asi gibi göreceklerinden korkar. Bu sonuçlardan
kaçınmak için uyma eğilimi gösterir.Örneğin, ABD’de Western Elektrik Fabrikasında
ortalama üretim miktarının aşılmaması için grup üyeleri üzerinde yoğun bir baskı
uygulamasının olduğu görülmüştür.
3) Grupta sözbirliği: Sözbirliği etmiş bir grupla karşılaşan bir kişi uyma yönünde büyük bir
baskı altındadır.Eğer bir grupta sözbirliği yoksa, uyma oranında çarpıcı bir düşme
67
gözlenmektedir. Hatta gruba karşı çıkan örneğin diğer bir kişi grubun verdiğinden daha yanlı
bir yanıt verse bile.Üstelik karşı çıkıp söz birliğini bozanın kimliği de önemli değildir.
4) Gruba bağlanma: Bir grubun her üyesiyle grup arasındaki bağların gücü de uyma
davranışını etkiler. Bir kişiyi bir ilişki yada grupta tutan olumlu ve olumsuz bütün güçlerin
toplamına bağlanma denir. Grup üyeleri birbirlerini ne kadar severlerse gruba o kadar
bağlanmış (adanmış) sayılırlar.
5) Mevkii ve Saygınlık (Prestij) Etkisi: Sosyal etki kaynağının yani etkiye neden olan kişi
ya da grubun, algılanan konumu ne kadar yüksekse uyma oranı o kadar artmaktadır.
6) Yüzyüze Olmanın Etkisi: Yüzyüze ilişkilerde toplumsal etki ve neden olduğu uyma
davranışı çok yüksektir.
Başkalarının bir isteğe uymalarını sağlama teknikleri
Elini Veren Kolunu da Verir ya da Önce Küçük İstek Sonra Büyük İstekTekniği: Bir kişi önce
küçük bir isteğe uymaya razı edilebilirse daha sonra daha büyük bir isteğe de uyma olasılığı
artmaktadır.
Ölümü Göster Hastalığa Razı Olsun ya da Önce Büyük İstek Sonra Küçük İstek Tekniği: Bir
kişiden önce gülünç derece büyük bir isteğe razı olması istenir ve reddettikten sonra daha
küçük bir isteğe uyması kolaylaşır. Bu tekniğin bir adı da “önce ayı iste yıldıza razı ol”
tekniğidir.
Zor Tarafını Sonraya Sakla Tekniği: Bir kişiden eksik bilgi temelinde bir şey istenip, o razı
olduktan sonra öykünün bütünü söylendiğinde kişi başlangıçta isteği kabul edip bağlandığı
için temel kurallar değişse bile geri çekilmeyecektir.
Hepsi Bu Kadar Değil Tekniği: Bir ürüne yüksek bir fiyat biçip, müşteri bunu düşünürken
yanında bir ürün daha ekleyerek ya da fiyatı biraz düşürerek (indirim) durumun onun için
iyileştirilmesine “hepsi bu kadar değil” tekniği adı verilmektedir.
Dikkatini Çek Tekniği: Hedef kişinin dikkatini çekecek isteklerin reddedilme olasılığı
düşmekte, daha yüksek oranda uyma gözlenmektedir.
3.4 Konuylailgilifarkındalıketkinlikleri
(3.1)
> Size gelen arabulucular hakkında oluşturacağınız izlenimler arabuluculuk sürecini nasıl
etkiler? Tartışınız.
68
> Başkalarına ilişkin izlenimler oluştururken nelerden yararlandığınızı, daha doğrusu hangi
bilgileri kullandığınızı söyle bir düşünün. Aklınıza neler geliyor? Bunların bir listesini
yapabilir misiniz?
> Size biri dışında aynı özelliklere sahip aşağıdaki iki kişinin belli sayıda özelliklerinin
verildiğini varsayın. Ve bu iki insanı değerlendirerek her birine 10 üzerinden bir not vermeye
çalışınız.
Ali: Hoşgörülü, dürüst çalışan, zeki
Veli: Hoşgörülü, dürüst, çalışkan, zeki
Sonra bu iki kişiden Ali’nin yukarıdaki özelliklerine ek olarak aşağıdaki gibi, bir de cana
yakın olduğunu Veli’ninse bir de acımasız olduğunu öğrendiğiniz varsayalım.
Ali: Hoşgörülü, dürüst çalışan, zeki, cana yakın
Veli: Hoşgörülü, dürüst, çalışkan, zeki, acımasız
Şimdi Ali ile Veli’yi yeniden değerlendirerek her birinin kişiliğine tekrar not verin.
Ali’nin notundaki artışla Veli’nin notundaki azalmanın büyüklüğü aynı mı, değilse nedeni ne
olabilir tartışınız.
> Bir yargıç olduğunuzu ve bir suçtan bir kadını yargıladığınızı varsayalım. Ayrıca, bu kadını
aynı kadın olduğunu bilmeden aynı suçtan iki kez yargıladığınızı da varsayalım. Bunlardan
birinde kadın çok bakımlı ve güzel olarak mahkemeye gelsin, ikinci yargılamada ise makyajla
çirkinleştirilmiş olarak karşınıza gelsin. Siz bu iki kadının aynı kadın olduğunu
bilmiyorsunuz. Sonuçta tıpa tıp aynı suçtan yargıladığınız bu iki kadından birincisine
ikincisinden daha az ceza verebilir misiniz?
(3.2)
> Murat, bulunduğu bir ortamda arkadaşlarına, hızlı araba kullanmanın insan hayatı için
tehlikeli olduğunu ve kendisinin hızlı araba kullanmayı sevmediğini söylemiştir.
Bu ifade, tutumun hangi öğesine/öğelerine işaret etmektedir? Tartışınız.
>“Mustafa, Kenan’ı çok sevmektedir. Kenan, futbol oynamayı çok sever, fakat Mustafa futbol
oynamaktan hoşlanmaz.” Verilen bu örnekte denge durumu var mıdır? Tartışınız.
> Belli bir miktar paranız var, siz bu parayla bir araba alacaksınız. Seçenekleri sıraladınız,
gözden geçirdiniz ve ikiye düşürdünüz: Ford Mondeo ve Opel İnsignia. Sonuçta Opel
İnsignia’da karar kıldınız. Parayı peşin ödeyip arabayı aldınız. Arabaya ilişkin
değerlendirmeniz (tutumunuz) onu almadan öncekine kıyasla aldıktan sonra artabilir mi?
Artabilirse niçin?
69
> Bazı insanlar hukuk fakültesine girerler çünkü yoksul insanlara yardım edebileceklerini ve
toplumu iyileştireceklerini düşünürler. Ancak, avukatlık mesleğine başladıklarında, çoğu
kendini başkalarına yardım etmekten çok iş anlaşmaları ve vergi avantajlarıyla ilgili
tekrarlayıcı, sıkıcı işler yaparken bulur. Bu idealistik insanlardan birçoğu en sonunda
yaptıkları işleri haklı görmeye ve hatta yaptıkları işi sevmeye başlarlar. Sonuçta yoksula
yardım için çok fazla bir şeyin yapılamayacağına inanmaya başlarlar. Niçin? Düşününüz.
> Diyelim ki kıdemli bir yargıçsınız ve anayasa mahkemesi üyelerinin tümünü yalnızca
yargıçların seçmesini istiyorsunuz. Ama bir gün geldi hükümet sizi kendi adayı olarak
Anayasa Mahkemesine üye seçmek istedi ve siz de kabul edip Anayasa Mahkemesi üyesi
oldunuz. Neler yaşardınız?
(3.3)
> Bir ABD filmi olan “On iki kızgın adam” filminde babasını öldürmekle yargılanan 18
yaşındaki bir çocuğun idamına ya da beraatına karar verecek 12 jüri üyesi davayı
tartışacakları jüri odasına girerler. 12 juri üyesinden 11'i çocuğun suçlu olduğunu, diğer bir
juri üyesi ise çocuğun suçsuz olduğunu, suçlu olduğunu kanıtlayan mantıklı deliller
olmadığını savunur. Filmin sonunda 12 jüri üyesi de genci suçsuz bulurlar ve genç idam
edilmez. Bu filmde uyma davranışını etkileyen etmenlerden hangisi etkili olmuş olabilir?
Tartışınız.
> Sizce en ikna edici siyasal parti başkanı kimdir ve hangi özellikleri nedeniyle bu kişinin
diğerlerinden daha ikna edici olduğunu düşünüyorsunuz?
> Beş kişi ile birlikte bir odada olduğunuzu düşünelim. Size göre oda çok soğuk yalnız diğer
dört kişiden biri odanın çok sıcak olduğunu söylüyor. Ne düşünürdünüz? Şimdi durumu biraz
farklılaştıralım. Siz odanın çok soğuk olduğunu düşünürken diğer dört kişi terliyor ve odanın
çok sıcak olduğundan yakınıyor. Şimdi ne düşünürdünüz?
> Bir üniversite öğrencisinin babasını kendisine 1000 TL vermeye razı etmesi olasılığı ondan
doğrudan 1000 lira istediğinde mi daha yüksektir yoksa önce 5000 lira isteyip sonra 1000’e
gerilediğinde mi daha yüksektir? Düşününüz.
> Adolf Hitler’i ve Nazi yönetimini biliyorsunuz. Hitler’in askerleri üstlerinin emirlerine
uyarak çocuk, kadın, yaşlı, genç yaklaşık altı milyon Yahudi’yi öldürmüşlerdir. Yani Hitler’in
askerleri otoritenin emirlerine itaat etmişlerdir. Bugün de insanlar otoriteye hiç sorgulamadan
itaat ederek başka insanlara karşı insanlık dışı davranışlarda bulunabilirler mi?
Bulunabilirlerse hangi koşullarda? Düşününüz.
70
3.5 Konunun Arabuluculuk Sürecine Yansımaları
Bu bölümde başkalarına ilişkin izlenimlerimizi nasıl oluşturduğumuz, bu izlenimleri
oluştururken ne tür bilgiler kullandığımız, izlenimlerimizin ne kadar doğru olduğu ve
izlenimlerimizi hangi yanlılıkların etkilediği üzerinde duruldu. Arabuluculuk süreci temelde
birbirini önceden tanıyan veya tanımayan 3 farklı tarafın bir araya geldiği ve birbirleri
hakkında yeni izlenimler oluşturdukları ya da önceden oluşturdukları izlenimlerle hareket
ettikleri bir süreçtir. Bu izlenim oluşumundaki etkenler, bu süreçteki yanlılıklar aradaki
çatışmanın çözümlenmesinde asıl engel olan unsurlar olabilir. Bu nedenle bu konuların
varlığından haberdar olmak bile arabulucu için çok önemli bir donanım olacaktır.
Yine bu bölümde davranışlara neden yüklerken işleyen süreçlerden bahsedilmiştir. Bir
davranışın başkaları tarafından beğenilip beğenilmemesine, özgürce seçilip seçilmemesine,
belirli bir sonucunun olup olmamasına, toplumsal bir rolün bir parçası olup olmamasına
bakarak ona kişinin içinde ya da dışında bir neden bulduğumuz ya da yüklediğimiz ve bu
süreçteki yanlılıklar üzerinde duruldu. İçine düştüğümüz bilişsel çelişkilerin bizi davranış ya
da tutum değişikliğine yönelttiğinden bahsedildi. Arabuluculuk sürecine başvuran tarafların
yaşadıkları çatışmayı çözmelerinde olaya öncekinden farklı bir bakış geliştirmeleri gerektiği
açıktır. Bu bakış değişimi tam da bu bölümde anlatılan tutumlarımız ve davranışlarımızın
nasıl ve hangi koşullarda değişebildiği ile doğrudan ilgilidir.
İnsanın grup içinde grubu oluşturan bireylerden nasıl etkilendiği konusu da bu
bölümde ele alındı. Bireylerin başkalarının davranışlarını önceden nasıl tahmin edebildikleri
ve buna göre kendi pozisyonlarını tayin ettikleri üzerinde de duruldu. Arabuluculuk sürecinde
arabulucunun bu konuların farkında olması, kendisine çatışmalarını çözmek üzere başvuran
tarafların aralarındaki etkileşimi daha kolay kavrama ve yönlendirmesinde yardımcı olacaktır.
71
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KİŞİLİK VE DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI
4.1 Kişilik Nedir?
Kişilik, psikolojide üzerinde en fazla araştırma yapılan ve uygulamalarda sıklıkla ele
alınan kavramlardan birisidir. Ancak kişiliğin tüm araştırmacı ve uygulamacılar tarafından
kesin kabul görmüş bir tanımı bulunmamaktadır. Günümüze değin kişiliğin 400’den fazla
farklı tanımı yapılmıştır. APA (AmericanPsychologicalAssosciation, Amerika Psikologlar
Birliği) kişiliği düşünme, duygulanım ve davranışlardaki bireye özgü ve onu diğer bireylerden
ayıran tipik özelliklerinin tamamı olarak tarif etmektedir (APA, 2015). İnsan doğasının ortak
özelliklerini korurken, her bir bireyin kendine özgü bir biçimde farklılaşması, doğuştan gelen
özellikleri, uyum yetenekleri, kültürel ve bağlamsal etkilerle oluşan farklı kişilik
yapılanmaları kişilik psikolojisinin temel ilgi ve araştırma alanıdır.
Pek çok farklı kişilik tanımını inceleyen ve sentezleyen bir analizde kişiliğin altı temel
özelliği olduğu belirtilmektedir. Bu farklı tanımların ortak noktası kişiliğin içsel,
biricik/kendine has, kalıcı, aktif, nedensel ve bütünleştirici olduğudur. Allport, kişiliğin hem
bir nesne hem de nesnel bir yapı olduğunu vurgulamaktadır. Diğer bir değişle kişilik,
Freud’un öne sürdüğü gibi hipotetik değil, insanın bedeninde fiziksel olarak, beyin ve sinir
sisteminde de yer alan parçaları olan bir yapıdır. Bu görüşe göre kişilik belirli
davranışlarımızın nedeni olan ve nesnel olarak da bulunan bir yapıdır. Kişiliği oluşturan
sistemler, davranışlarımızı, düşünce ve hislerimizi belirleyici eğilimlere sahiptir.
Costello’yagöre kişilik sadece kişilik testleri gibi durağan ölçme araçları ile anlaşılmaya
çalışılan bir yapı olamaz. Kişilik tıpkı kardiyovasküler ve sinir sistemleri gibi dinamik ve
karmaşık bir sistemdir. Levy kişiliğin, bireyin kimliğinin içsel ve temel ögeleri olan ve
anlamlı davranış örüntüleri meydana getiren bir yapı olduğunu vurgulamaktadır. Klinger ise
kişiliği, bireyi oluşturan parçaların bir araya gelerek bütünsel bir davranış sonucunu nasıl
ortaya çıkarttığını inceleyen psikoloji dalı olarak görmektedir.
Psikoloji tarihi içinde ortaya atılan bazı kuramlar, ortaya çıktıkları zaman için heyecan
uyandıran ancak günümüzde geçerlilikleri ve kabul edilebilirlikleri sorgulanan kuramlar
olarak anılmaktadırlar. Günümüzün öne çıkan kişilik psikologlarından birisi olan Funder’e
göre kişilik, psikolojinin en önemli konusudur çünkü psikolojinin diğer bütün alanlarının bir
72
araya gelerek hizmet ettiği tek alandır. Psikolojinin alt alanlarından olan bilişsel psikoloji
insanların nasıl algıladıklarını ve düşündüklerini tanımlamaktadır. Gelişim psikolojisi ise
bebeklikten başlayarak yaşam boyunca insanların psikolojik yapılanmasını incelemektedir.
Biyolojik psikoloji davranışın anatomik, fizyolojik, genetik etkilerini araştırırken, sosyal
psikoloji insanların başka insanların davranışlarından nasıl etkilendiğini ve onları nasıl
etkilediğini anlamaya çalışmaktadır. Psikolojinin bu alt alanları, insanı bütün olarak anlamayı
ve anlatmayı kendisine misyon edinmiş olan kişilik psikolojisine hizmet etmektedir. Kişilik
psikolojisi bu misyonu büyük ölçüde ve doğal olarak bireyler arası farklara odaklanarak
gerçekleştirmektedir.
Günümüzde kişilik çalışmaları
İnsanlar birbirinden farklıdır. İnsanların neden ve nasıl birbirlerinden farklılaştıklarını
anlamak ancak insanların hangi noktalarda aynı olduklarını anlamak ile mümkün
görünmektedir. İnsanların birbirlerine hem çok benzer olmaları hem de birbirlerinden tipik
farklılıklar göstermeleriiki temel varsayım ile açıklanabilir. (1) Bireylerin yaşamlarında
gerçekleşen olaylar ve deneyimleri onların ne tip bireyler olduklarını, bireylerin özellikleri de
ne tip olaylar yaşayacaklarını belirler. (2) Yaşam tarzı, akılcılık, değerler, inançlar, yani insani
özellikler zamanı aşan özelliklerdir. Diğer bir değişle insanı insan yapan bu özellikleri güncel
ve geçici çevresel değişkenlerle anlamak mümkün değildir.
Geçmişte ve günümüzde pek çok psikolog kişiliği farklı şekillerde tanımlasalar da
günümüzde kişilik çalışmalarının yoğunlaştığı konular, kişiliğin tanımı ve yeri, kişiliği
oluşturan parçalar, bu parçaların organizasyonu ve kişilik gelişimi olarak sıralanabilir. Bu
konular arasında, hangi kişilik özelliklerinin birbirleri ile nasıl ilişkili olduklarının ve bu
ilişkilerin bireyler arasında farklılaşıp farklılaşmadığının incelenmesi ve benlik bilgisinin nasıl
oluştuğunun ve geliştiğinin araştırılması kişiliğin modern tanımında önemli bir rol oynamıştır.
Günümüz kişilik çalışmalarının iki geniş alana odaklandığı görülmektedir. Bunlardan
ilki, dışadönüklük ve duygusal denge gibi belirli kişilik özelliklerinin bireyler arasında nasıl
farklılıklar gösterdiği, ikincisi ise bireyin farklı özelliklerinin bir araya gelerek kişilik denen
tutarlı bir bütünü nasıl oluşturduğunun anlaşılmasıdır. Bu görgül (ampirik) çalışmalar
sonucunda ortaya çıkan veriler, kişiliğin dinamik ve karmaşık bir sistem olduğunu, zaman
içerisinde hızlı değişmeyen bir tutarlılık gösterdiğini ve kişilik yapımızın yaşantımızı
etkilediğini göstermektedir. Bu tür çalışmaların ortaya çıkarttığı önemli bulgulardan birisi,
halk arasında da bilinen bazı kişilik tipleridir.
73
Örneğin, gündelik yaşamda sıklıkla ifade edilen A tipi ve B tipi davranış örüntüleri
(kişilik) tanımlaması iki kardiyoloji uzmanı tarafından, kardiyovasküler hastalık yaşayan
bireylerin ortak özelliklerini belirlemek için yaptıkları bir çalışma sonucunda ortaya çıkmıştır.
A-Tipi kişilik özelliğindeki insanların zamanla yarışan, başarı yönelimli, hızlı çalışan, hızlı
konuşan, aynı anda birkaç işi birden yapmaya çalışan, sabırsız ve öfkeli insanlar olduğu
gözlenmektedir. A-Tiplerinin tersi özellikleri taşıyan bireyler ise, B-Tipi olarak
adlandırılırlar. B-Tipi kişiliğe sahip olan insanların daha rahat, uysal, az rekabetçi, daha az
saldırgan ve soğukkanlı oldukları belirtilmektedir. B-Tipi kişilik özelliğine sahip insanların
daha sağlıklı, yüksek doyumlu kişiler olduklarını gösteren çalışmalar bulunmaktadır.
4.2 Kişiliğe Temel Kuramsal Yaklaşımlar
İnsan doğasının sırlarını anlamak insanlık tarihinin en önemli meraklarından birisi
olmuştur. İnsanlar kendilerini ve başka insanları anlamak ve gelecekteki davranışlarını tahmin
etmek istemektedirler. 20. Yüzyıla kadar insanı anlamak merakı ve çabası daha çok
filozofların, tarihçilerin ve yazarların ilgi alanı iken, 1900’lü yıllardan itibaren psikoloji
biliminin doğması ve gelişmesi yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. “Büyük
kuramlar” olarak adlandırılan kişilik kuramlarının ortaya çıkması, insanın ve kişiliğinin
anlaşılması konusunda inanılmaz bir iç görü kazanılmasına yol açarak, insanoğlunun hayat,
düşünce ve davranış anlayışını büyük ölçüde etkilemiştir.
Kişilik kuramları en kısa tanımı ile insan doğasının psikolojik modellemeleridir. Tarih
içinde yerini alan büyük kişilik kuramlarının ortak özelliklerinden birisi, kuramı ortaya koyan
kişinin doğasını ve yaşam öyküsünü, düşünce biçimini ve davranışlarını yansıtmalarıdır. Belki
de bu nedenle bu kuramlar yaratıcılarının adı ile birlikte anılmaktadırlar. Büyük kişilik
kuramlarından bazıları şunlardır:
Sigmund Freud- Psikoanalitik kuram
Alfred Adler-Bireysel Psikoloji kuramı
Carl GustavJung-Analitik Psikoloji
Erik HomburgerErikson-Psikoanalitik Ego kuramı
Harry StackSullivan- Kişilerarası kuram
Karen Horney-Psikanalitik Sosyal kuram
Gordon W. Allport-Humanist Kişilik Özellikleri ve Benlik kuramı
Rollo May-Varoluşçu kuram
Abraham Maslow ve Carl Rogers-İnsancıl
74
(Humanist)KendininiGerçekleştirmeci kuramı
George A. Kelly-Bireysel Yapılandırmacı kuram
Skinner-Edimsel Öğrenme kuramı
Albert Bandura-Sosyal Bilişsel kuram
HansEysenck-Biyolojik Temelli Tipoloji kuramı
Edward O. Wilson-Evrimsel Psikoloji kuramı
Bu kuramlar arasından, psikoloji bilimi ve uygulamalarını çok boyutlu olarak
etkileyenlerin ise, Freud’un öne sürdüğü psikanalitik kuram, Jung ve Adler’in temsil ettiği
Yeni-Freud’cu akım, insancıl, davranışçı, sosyal bilişsel ve kişilik özellikleri kuramları
olduğu söylenebilir.
1900’lü yılların başında Freud’un ortaya koyduğu Psikanalitik kuram bu kuramlar
içinde en fazla bilineni ve sorgulananı olmuştur. Bunun nedenlerinden birisi Freud’un
kuramında bilinçaltının önemli rolüdür. Psikanalitik kurama göre kişilik, bireyin farkındalığı
dışındaki güçler tarafından belirlenmektedir. Freud kişiliğin birbirinden farklı fakat etkileşim
içinde bulunan üç yapıdan oluştuğunu öne sürmüştür. Bunlar id (alt ben), ego (ben) ve
süperego (üstben) dur. Bu üç yapı sinir sistemi ya da beyin gibi bir bölgede var olan gerçek
fiziksel yapılar değil, soyut modellerdir. İd, kişiliğin, ham, işlenmemiş, doğuştan gelen ve
organize olmamış parçasıdır. İd doğumdan başlayarak ilkel dürtüler olarak adlandırılan açlık,
cinsellik, saldırganlık ve rasyonel olmayan dürtüler tarafından yaratılan gerilimi azaltmaya
çalışır. Çalışma prensibi “zevk” dir ve amaç gerilimin azaltılarak ihtiyaçların anında
doyurulmasıdır. Kimi zaman vahşi bir hayvana ya da zapt edilmez bir ata benzetilen idin
istekleri hemen yerine getirilmelidir. Ancak bu tabii ki mümkün değildir. İnsanın her
acıktığında anında doyması, cinsel dürtülerini doyuma ulaştırması, saldırganlık göstermesi
mümkün değildir.
Freud, id’i kontrol eden mekanizmanın ego olduğunu öne sürmüştür. Bu kuramsal
yapının görevi, idin sınırsız istekleri ile hayatın somut gerçekleri arasında bir denge
kurmaktır. Egonun çalışma prensibi “gerçeklik” tir ve karar veren, hareketleri yöneten,
düşünme ve üst düzey problem çözmeyi sağlayan mekanizma olarak, kişiliğin bir anlamda
yürütücüsüdür.
Kişiliğin en son gelişen parçası ise süperegodur. Doğru ve yanlışları, otoriteyi ve
toplumun kurallarını temsil eder. Vicdan ve ahlak sayesinde süperego, idden gelen bencil ve
yıkıcı dürtülerin, kabul edilebilir ve yapıcı olarak ifade edilmelerini sağlar. Freud’a göre
75
kişilik gelişimi, doğumdan yetişkinliğe kadar belirli aşamaların tamamlanması ile mümkün
olmaktadır. Bu gelişim aşamalarında karşılaşılan sorunlar, bireylerin daha sonraki
zamanlarda, ilgili alanda zorluk ya da bozukluk yaşamalarına neden olmaktadır. Freud’un
kişilik kuramının, gördüğü hastalardan edindiği deneyim ve gözlemlere dayandığı, bu
nedenle, sağlıklı kişilik gelişiminden çok, psikolojik bozukluğa vurgu yaptığı bilinmektedir.
Freud’un kuramında formüle ettiği kişilik yapılarından ego, dış dünya, id ve
süperegodan gelen istekleri uzlaştırmada zorluk yaşadığında duyduğu kaygıyı ortadan
kaldırmak amacıyla kendi geliştirdiği bir takım stratejiler kullanır. Bu stratejilere savunma
mekanizmaları denir. Freud hastalarının çoğunun ortak yönünün yoğun kaygı yaşamaları
olduğunu görmüş ve kaygının ego için bir tehlike sinyali sayıldığını belirtmiştir. Freud,
egonun bu yoğun kaygıyı azaltmak ya da buna katlanmak için bilinçaltında gerçeği gizleyen
ya da çarpıtan stratejiler geliştirdiğini öne sürmüştür. Bu savunma mekanizmalarından
başlıcaları ve bunların tanımları ile örnekleri Tablo 1’de özetlenmiştir.
Tablo 1. Ego Savunma Mekanizmaları,Tanımları ve Örnekleri
MEKANİZMA TANIMI ÖRNEĞİ
Bastırma Hatırlanmak ve hissedilmek
istenmeyen şeylerin bilinç
dışında tutulmaya çalışılması
Bireyin yaşadığı çok örseleyici
(travmatik) bir olayı ya da toplumca
kabul edilemez bir arzuyu tamamen
unutması
İnkâr Gerçekliğin acı veren yönünün
bilinçten uzaklaştırılması
Evladını kaybeden bir annenin her akşam
o sanki eve gelecekmiş gibi ona yemekler
hazırlaması, giysilerini ütülemesi
Mantığa
Bürünme
Bireyin özellikle kendi kişisel
yetersizliklerinden dolayı
gerçekleştiremediği istekleri
karşısında başarısızlıklarına
mazeret göstermesi durumu
Okulda iyi not alamayan, başarısız ve
tembel bir öğrencinin “hayatta başarılı
olmak okulda başarılı olmak değildir”
düşüncesini benimsemesi
Özdeşleşme Engellenmeler ve başarısızlıklar
karşısında bireyin herhangi bir
alanda başarılı kişi(ler) ya da
kurumlar ile kendini aynı
görmesi, onlar gibi olmaya
çalışması
Bir çocuğun arkadaşları ile yaptıkları
futbol maçında, takım arkadaşının
kendisinden daha çok gol atması
karşısında “benim ağabeyim olsaydı yüz
gol atardı” demesi
Yansıtma Bireyin, toplum tarafından
onaylanmayan kişilik
özelliklerini, güdü ve isteklerini
dışa yansıtarak, bunları başka
insanlarda görmesi
Aldatma eğilimi yüksek olan birinin diğer
bireyleri de hep aldatma eğilimine sahip
görmesi
Karşıt Tepki
Geliştirme
Bireyin toplumca kabul
edilemez davranışların tam tersi
Kardeşini kıskanan bir çocuğun aşırı
derecede iyi bir abla veya ağabey olma
76
olan
davranışları yaparak benliğini
korumaya çalışması
çabası içine girmesi
Gerileme Bireyin temel ihtiyaçlarının
karşılanamamasından
kaynaklanan doyumsuzluk ve
kaygıları sonucu, olması
gereken olgunluk düzeyinden
daha basit bir olgunluk
düzeyine geri dönmesi
Tuvalet eğitimin tamamlamış bir çocuğun
kardeşinin doğumu sonrasında yeniden
altını ıslatmaya başlaması
Yer değiştirme Bireyin kendisinde öfke ve
kaygı yaratan ve gücünün
yetmediği
durumlarda öfkesini gücünün
yettiği kişi veya eşyalara
yöneltmesi
İşinde patronundan haksız yere azar işitip
ona bir şey yapamadığından eve
döndüğünde çocuğunu yok yere
azarlayan baba
Yüceltme Toplum tarafından kabul
edilmeyen bazı saldırgan ve
cinsel eğilimlerin,
değiştirilerek, toplumsal onay
bulacak başka alanlarda kendini
ifade etmesi, başka hedeflere
yönelmesi
Saldırgan ve kavgacı bir yapısı olan bir
gencin polis olması veya silah kullanan
bir başka
mesleği seçmesi
Freud’un kişilik kuramı, savunma mekanizmaları ve kişilik yapıları dışında pek çok
önemli ayrıntı da içermektedir ve bütün olarak bu kuram sadece psikoloji alanını değil, sanat,
edebiyat ve felsefeyi de etkilemiştir. Bununla birlikte Freud’un kuramı her dönemde
güvenilirlik ve geçerlilik açısından sorgulanan, diğer kuramcılar tarafından sıklıkla eleştirilen
ve bilimsel geçerliliği kanıtlanmamış olsa da günümüzde dahi bilinen geleneksel bir
kuramdır.
Geleneksel psikanalitik yaklaşımda önemli bir kuramsal role sahip bilinçaltı ve cinsel
dürtülerin ön plana çıkması, bazı kuramcıların tepkisine neden olmuş ve bu durum klasik
psikanalitik yaklaşımın değişmesini beraberinde getirmiştir. Bu yeni yaklaşımlardan birisi
Jung tarafından ortaya atılan analitik kuram ve bu kuramda ortaya konan ortak bilinçaltı
kavramıdır. Freud’un aksine Jung, bilinçaltının tüm insanlar için ortak, yani evrensel
olduğunu belirterek, ortak duygu, sembol ve imgelerden oluşan, insanlık tarihi boyunca
atalarımızdan aktarılarak gelen bir yapı olarak tarif etmektedir. Jung, ortak bilinçaltının belirli
kişi, obje ya da deneyimleri temsil eden sembolik arketiplerden(arkaik-eskiye dayanan
tiplemeler) oluştuğunu öne sürmüştür. Freud’un kuramında olduğu gibi Jung’un analitik
kuramında yer alan kavramların da kanıtlanması oldukça zordur.
77
Yeni-Freud’cular akımı içinde yer alan diğer bir kuram ise Adler’in bireysel
kuramıdır. Bu kuramda öne çıkan kavram Adler’in aşağılık kompleksi olarak adlandırdığı
süreçtir. Bu kurama göre, bireyler çocukluklarında, henüz güçleri, bilgileri ve yetenekleri
sınırlı iken, kendilerini diğer insanlardan daha aşağıda hissederler. Birey, bu duyguların
üstesinden gelemediğinde durum kompleks olarak ortaya çıkar ve bireyin kişiliğinin
şekillenmesini etkiler. Adler’in kuramının temel özelliklerine göre, her bir birey diğerlerinden
üstün ve bireysel olarak etkin olmak için çabalar. Her bir birey, pek çok farklı duruma ve
olaya istikrarlı bir tarzda yaklaşmak anlamına gelen bir yaşam tarzı geliştirir. Yaşam tarzı bir
ölçüde bilinçli tercihlerin bir miktar da bilinçaltının etkisindedir.
1970’li yıllara gelindiğinde ise davranışçı ekolün psikoloji biliminde baskın olmasıyla
birlikte, kişiliği davranışçı kuram perspektifinden ele alan görüşler de ortaya atılmıştır.
Skinner’a göre kişilik öğrenilmiş davranışlar bütünüdür. Davranışçıaçıdan bakıldığında,
bireylerin farklı durumlarda sergiledikleri benzer yaklaşımların nedeni, geçmişteki benzer
durumlar sonrasında aldıkları pekiştireçlerdir. Kişiliği neredeyse tamamen koşullanma ve
öğrenme süreçleri ile açıklayan davranışçı kuram da diğerleri gibi pek çok eleştiri almış,
yerini, içsel mekanizmaların, bireyin bilinçli seçimlerinin vurgulandığı diğer kuramlara
bırakmıştır. Bunlardan birisi Maslow ve Rogers’ın öncülük ettiği insancıl yaklaşımdır. Bu
yaklaşıma göre insanoğlu doğuştan iyilik potansiyeline ve kendini geliştirme ve daha iyiye
götürme potansiyeline sahiptir. Her bir birey, bu potansiyeli kullandığında kendini
gerçekleştirme olarak adlandırılan bir süreci tamamlamış ve kişilik gelişiminde önemli bir
mesafe kat etmiş olur. İnsancıl kuramlara göre kişilik, Freud’un öne sürdüğü gibi içgüdüler
ve karanlık güçlerin ya da Skinner’ın öne sürdüğü gibi öğrenme ve koşullanmanın esiri
değildir. Kişiliğin özü her bir bireyde var olan yaratıcı potansiyeli, bilinçli ve kendini motive
eden bir şekilde hedeflerini gerçekleştirme gücüdür.
Gerek Freud’un başını çektiği psikodinamik kuramlarda gerekse insancıl kuramlarda
insan davranışta bulunmaya güdüleyen bir enerjiye sahip bir varlık olarak
kavramsallaştırılmaktadır. Güdülerini doyurmaya veya kendini gerçekleştirmeye çalışma
esastır. İşte, farklı bireylerin davranışa güdülenmesini sağlayan bu enerjilerinin (isteklerinin)
her zaman aynı anda ve uzlaşma içerisinde doyurulmasımümkün olamadığından insanlar
çatışır. Bir başka değişle çatışma insanın doğasından kaynaklanmaktadır. Toplumsal uyum
adına çatışmaların çözüm ihtiyacını da doğuran bu olgudur.
1980’li yılların sonunda ve 1990’larda etkin olan yaklaşımlardan birisi de Bandura
tarafından geliştirilen Sosyal-bilişsel öğrenme kuramıdır. Bu kurama göre bireyler hem
düşünce, duygu, beklenti ve değerler gibi bilişsel ve içsel olarak, hem de başka insanları
78
gözlemleyerek öğrenme yolu ile kişiliklerini oluştururlar. Bu yaklaşımda ortaya çıkan iki
kavram kişilik ile yakından ilgilidir. Bunlardan ilki öz-yetkinlik kavramıdır ve bireyin kendi
kişisel yetkinliğine olan inancı anlamına gelmektedir. Öz-yetkinliğe sahip bireyler, istedikleri
davranışı sergileyebilecekleri ya da istedikleri sonuca ulaşabilecekleri konusunda inanca
sahiptirler. Öz-güven ise kişiliğin bir parçası olarak, bireyin olumlu ve olumsuz benlik
değerlendirmesini yaparak bunları özümlemesini ifade eder.
Kişiliğin günümüzdeki kuramsal modeli olarak kabul edilen son yaklaşım kişilik
özellikleri (=treyt/trait) kuramlarıdır. Treyt, bireylerin kişilik boyutlarının temelini oluşturan
duygu, biliş ve davranış eğilimleri olarak tanımlanmaktadır. Treyt tanımını ilk ortaya atan
kişi, modern akademik kişilik psikolojisinin kurucusu olarak da tanınan psikolog Gordon
Allport’ dur. Allport 1937 yılında kendi kişilik kuramını ortaya attığında treytlerin karmaşık
ve kalıcı özellikleri olduğunu ve belirli uyaranlara benzer şeklide ve tutarlı cevap vermemizi
sağlayan yapılar olduğunu belirtmiştir. Allport o yıllarda yaptığı bir araştırmada kişiliği
tanımlamak için kullanılabilecek 18000 sözcük olduğunu görmüş, yaptığı eleme sonucunda
4500 kelimenin kişilik özelliklerini ifade etmekte kullanılabileceğini belirtmiştir. Allport’a
göre kişilik treytlerden oluşan dinamik bir sistemdir ancak sadece belirli treytlerin bir arada
görülmesi şeklinde basite indirgenmemelidir. Aksine treytler kendi aralarında da etkileşim
içinde olduklarından ve kişilik ancak bireyin benlik ve yaşamdan beklentisinin ne olduğunun
bilincine varması ile tamamlandığından, her bir birey için özgündür. Bu nedenle Allport’un
kuramı hem bireyselcilik hem de özgürlük vurgusu yapmaktadır. Psikanalitik ve davranışçı
kuramların insan kişiliğini ele alışı indirgemecidir. Freud ve psikanalitik yaklaşım bireyi
bilinçaltı güçlerin, davranışçı yaklaşım ise, öğrenme nedeni ile bireyi çevresinin esiri ve kendi
özgür seçimlerini yapamayan bir varlık olarak sunmaktadır. Allport, her iki yaklaşımdan
farklı olarak bireyi bilinçaltının yönetimi ya da ödül-ceza cenderesinin dışına çıkabilen, kendi
davranışlarını dilediği gibi düzenleyebilen bir varlık olarak görmektedir.
Treyt yaklaşımının bu ilk kuramından sonra 1950’lerde Eysenck ve daha sonra Catell,
Allport’un kişiliği niteleyen sözcüklerine benzer özellikleri istatistiksel bir yöntem olan faktör
analizi ile incelemişlerdir. Cattell kişiliği tanımlamak için 16 treytin gerekli olduğunu,
Eysenck de faktör analizi ile üç treyt boyutu bulduğunu öne sürmüştür. Kişilik boyutları
yaklaşımının görgül çalışmaları 1990’lardan başlayarak hız kazanmıştır. Artan iletişim ve
özellikle internet imkânları ile çok sayıda ve dünyanın farklı bölge ve kültürlerinden veri
toplama imkânı doğmuştur. Bu tür çalışmaların sonucunda, kültür ve dilden bağımsız olarak
insan kişiliğinin 5 boyuttaki özellikler altında toplanabildiği bulunmuştur. Beş faktör kişilik
modeli olarakadlandırılanbu yapıya McCrae ve CostaBüyük Beşli adını vermişler ve bu
79
treytleri Dışadönüklük, Sorumluluk, Uyumluluk, Duygusal denge ve Açıklık olarak
adlandırmışlardır. Bu kişilik boyutlarının özelliklerini aşağıdaki sıfatlarla özetlemek
mümkündür.
Dışadönüklük: Sosyal, girişken, konuşkan
Sorumluluk: Disiplinli, dikkatli, düzenli
Uyumluluk: Sempatik, sıcak, nazik
Duygusal denge: Sakin, kolay üzülmeyen, duygusal iniş çıkışlar yaşamayan
Açıklık: Bağımsız, yaratıcı, yenilikçi
Özetlemek gerekirse, kişiliğe temel olan kuramsal yaklaşımların 2000’li yıllara kadar
birbirlerinden çok farklı, kimi zaman birbirleri ile çelişen ve çatışan yaklaşımlar olduğu
görülmektedir. 1995-2010 yılları arasında kişilik konusunda çalışan psikologların, konuyu
kavrayışlarında daha üst bir noktaya ulaştıkları görülmektedir. Özellikle 2000’lerin başında
kişilik çalışmalarının daha bütüncül bir hâl alması ile kişilik psikolojisinin öneminin daha iyi
anlaşılmaya başlandığı söylenebilir.
4.3 Kişilik Bozuklukları
Kişilik bozukluğu, bireyin ait olduğu sosyal çevrenin beklentilerinden sapan, derin
olarak yerleşmiş, süreklilik ve katılık arz eden, içsel yaşantı ve davranış örüntüsüdür. Kişilik
özellikleri sorunlu olan bireyler, içinde bulunduğu çevreyle sıkıntılar yaşamasına yol açacak
biçimde düşünme, hissetme, davranma biçimini farkında olmadan ve tutarlı bir biçimde
sürdürür. Kişilik bozukluğu olan bireyler aşırı inişli çıkışlı duygu hallerinin ve çarpık
düşünme biçimlerinin farkında değildirler. Bu yüzden etrafındaki kişilerle sorunlar yaşar,
sorunun kendi düşünme biçimlerinden, duygusal tutarsızlıklarından ve davranış şekillerinden
kaynaklandığının farkında olmazlar. Bu kişiler, hastalıklarının sonucu olarak ortaya çıkan bu
düşünce, duygu ve davranış durumunun kendilerinden kaynaklandığının farkında değildirler.
Kendilerini haklı çıkarmak için genellikle karşısındaki kişileri suçlama eğiliminde olurlar.
Kişilik bozukluğu, bireyin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak
sapan, süregiden bir içsel yaşantı ve davranış örüntüsüdür. Bu örüntü, aşağıdakilerden iki (ya
da daha çok) alanda kendini gösterir: 1-Biliş (kendini, diğer insanları ve olayları algılama ve
yorumlama yolları). 2-Duygulanım (duygusal tepkilerin aralığı, yoğunluğu, değişkenliği ve
uygunluğu). 3-Kişilerarası işlevsellik. 4-Dürtü denetimi. Süregiden, esneklikten yoksun bu
örüntü, çok değişik kişisel ve toplumsal durumları kapsar. Süregiden bu örüntü, klinik açıdan
80
belirgin sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik
alanlarında işlevsellikte düşmeye yol açar. Bu örüntü kalıcı ve uzun sürelidir ve başlangıcı en
azından ergenlik ya da erken erişkinlik dönemine uzanır. Bu belirtilerin başka bazı ruhsal
bozukluk tablolarında da görülebildiğine özellikle dikkat etmek gerekir.
Genellikle kişilik bozukluğunun ilk bulgusu geç ergenlik ya da erken erişkinlik
döneminde aşırı stres ve zorlanma ile başlar ve zamanla kalıcı hale gelir.
Bu kişilik bozukluklarının değerlendirilmesinde kritik belirti sayıları ve belirti
şiddetine dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu yüzden, özellikle tanı koymaktan kaçınmak
gerektiğini, tanılama işinin bu değerlendirmeleri hassas bir şekilde yapabilen bu alanın
uzmanlarının olduğunu hatırlatmak isteriz. Burada amaçlanan temel unsur, aşağıda verilen
belirtileri gösteren kişilere rastlandığı zaman daha dikkatli davranılması olup, bir klinisyen
gibi tanı koymaya kalkışılmamalıdır.Yani,burada özetlenen bilgilerle arabulucuların
etkileşime girdikleri tarafları tanıması esastır, tanı koymak başka uzmanların (klinik psikolog,
psikiyatr) işidir.
Burada kişilik bozuklukları büyük ölçüde Amerikan Psikiyatri Birliğinin yayımlamış
olduğu DSM-V’e göre ele alınmıştır (APA,2015). DSM-V’e göre kişilik bozuklukları bazı
ortak yönleri temelinde üç ana kategoride toplanmış ve her kategoride de ayrı başlıklar
halinde kişilik bozuklukları ve en belirgin özellikleri verilmiştir (Tablo 2).
Tablo 2.DSM-V’eGöre Kişilik Bozuklukları ve En Belirgin Özellikleri
A Kümesi
Kuşkucu (Paranoid) Kişilik
Bozukluğu
Başkalarının davranışlarını kötü niyetli olarak yorumlamak
gibi, başkalarına karşı duyulan genel bir güvensizlik ve
kuşkuculuk
Şizogibi (Şizoid) Kişilik
Bozukluğu
Toplumsal ilişkilerden kopma ve kişilerarası ortamlarda
duygularını kısıtlı gösterme, yaygın örüntüsü
Şizotürü (Şizotipal) Kişilik
Bozukluğu
Yakın ilişkilerde birden bir rahatsızlık duyma ve yakın ilişkiye
girme yeterliğinin düşük olması ile kendini gösteren toplumsal
ve kişilerarası eksikliklerin yanı sıra bilişsel ve algısal
çarpıtmalar ve sıra dışı davranışlar ile giden yaygın bir örüntü
B Kümesi
Toplumdışı (Antisosyal)
Kişilik Bozukluğu
15 yaşından beri süregelen, başkalarının haklarını
umursamayan ve çiğneyen yaygın bir örüntü: Tutuklanmasına
yol açan yineleyici eylemlerde bulunmakla belirli olmak
üzere, yasal yükümlülüklere uymama
Sınırda (Borderline) Kişilik
Bozukluğu
Kişilerarası ilişkilerde, benlik algısında ve duygulanımda
tutarsızlık ve belirgin dürtüsellik ile giden yaygın bir örüntü
Histriyonik Kişilik
Bozukluğu
Aşırı duygusallık ve ilgi çekme arayışı ile giden yaygın bir
örüntü
Özsever (Narsisistik) Büyüklenme (düşlemlerde ya da davranışlarda), beğenilme
81
Kişilik Bozukluğu gereksinimi ve eş duyum yapamama ile giden yaygın bir
örüntü
C Kümesi
Çekingen Kişilik
Bozukluğu
Toplum içinde çekingenlik, yetersizlik duyguları ve olumsuz
değerlendirilmeye aşırı duyarlılık ile giden yaygın bir örüntü
Bağımlı Kişilik Bozukluğu Boyun eğici ve yapışkan davranışlara ve ayrılma korkularına
yol açan, ilgilenilme gereksinmesi ile giden yaygın bir örüntü
Takıntılı-Zorlantılı
(Obsesif-Kompulsif) Kişilik
Bozukluğu
Esnekliği azaltan, açık yürekli olmaktan uzaklaştıran ve
verimliliği düşüren, düzenlilik, eksiksizlik, düşüncelerini ve
kişilerarası ilişkilerini denetim altında tutma uğraşlarıyla giden
yaygın bir örüntü
Not: Toplumdışı (Antisosyal) Kişilik Bozukluğu dışındakiler erken erişkinlikte başlayan ve
değişik bağlamlarda ortaya çıkan örüntülerdir.
4.4 Davranış Bozuklukları
Dünya Sağlık Teşkilatına (WHO) göre; sağlık, bedensel, ruhsal ve sosyal olarak tam
bir iyilik halidir. Bunlardan ruh sağlığı, bireyin yeteneklerini kullanabilme, gündelik
sorunlarla baş edebilme, üretken-verimli olabilme, topluma katkı sağlayabilme işlevlerini
yerine getirebilmedir. Ruh sağlığını; normal ve normaldışı diye iki başlık altında
incelediğimizde normaldışı; duygu, düşünce ve davranışlarda değişik derecelerde tutarsızlık,
aşırılık, uygunsuzluk, yetersizlik olarak tanımlanabilir. Ancak her kişide tutarsız, uygunsuz,
aşırı yetersiz davranışlar görülebilir. Hasta sayılabilecek kişide ise bu özelliklerin;
sürekli/yineleyici olması, bireyin verimli çalışmasını bozması ve kişilerarası ilişkilerini
bozması gerekir.
Normaldışı davranışlar psikoloji/psikiyatride davranış bozuklukları altında
sınıflandırılmaktadır. Sınıflandırma yapmak gereklidir, çünkü bozuklukların tedavisi ve
önlenebilmesi için en başta iyi bir tanımlama, tanı koyma ve sınıflandırma sistemi olması
gerekir. Ancak, tanı koymak, tanılama yapmak uzmanların işidir. Burada özetlenecek
bozuklukları gösteren kişilere rastladığınız zaman onları tanımak ve gerektiğinde onlara bir
uzmana danışmalarını tavsiye etmede yardımcı olmanız açısından bu bilgiler aktarılmıştır. Bu
bölümde sınıflandırma sistemlerinde yer alan davranış bozukluklarından sadece bir
kısmıadları ve en belirgin özellikleri ile Tablo 3 de özetle aktarılmıştır.
Tablo 3. Davranış Bozuklukları ve En Belirgin Özellikleri
Şizofreni İçine kapanma, sosyal ortamlardan geri çekilme, duygu ifadesi
eksikliği veya duruma uymayan duygular, düşünceler, çeşitli
sanrıların (mantıksız ve esnek olmayan inanışlar) ve varsanıların
(gerçekte olmayan sesler duyulması, görüntüler görülmesi,
82
dokunuşlar hissedilmesi gibi yanlış duyusal algılamalar) olmasına,
duygusal tepkilerde uygunsuzluk, dengesizlik, aşırı aldırmazlık, ilgi
azalması, tuhaf davranışlar, tuhaf çağrışım ve konuşmalara kadar
uzanan ruhsal bozukluk
Sanrısal (Paranoid)
Bozukluk
Hastanın, hayal ile gerçeği ayırt edememesi yalnızca sanrılarda
bozulmuştur. Hastada tek bir alanda birbirleriyle bağlantılı iyi
düzenlenmiş sanrılar vardır. Hastanın konuşması ve davranışları
genellikle paranoid kişilik yapısının özelliklerini taşır; şüpheci,
alıngan, kıskanç, güvensiz, tartışmaya, kavgaya eğilimlidir
Duygudurum
Bozuklukları
Çökkünlük (Depresyon): Moral bozukluğu, ümitsizlik, çaresizlik,
değersizlik, güçsüzlük, isteksizlik, karamsarlık duygu ve
düşünceleri, suçluluk duyguları, uyku, iştah değişiklikleri, azalan
enerji, konuşma ve hareketlerde yavaşlama, durgunluk, ölüm veya
intihar düşüncelerinin eşlik ettiği oldukça sık görülen bir bozukluk.
Mani: Çökkünlük durumunun tam tersi, aşırı neşe, bazen de öfkeli,
coşkulu bir duygudurum içinde düşünce, konuşma, devinimde
hızlanma, benlik kabarması, her şeyi yapabilir olma algısı, büyüklük
duyguları ve sanrıları ile belirli genel bir kabarma, taşkınlık, coşma
ile giden bir dönem.
İki uçlu (bipolar) duygudurum bozukluğu manik ataklarla depresif
atakların ardı ardına seyrettiği bir bozukluktur.
Kaygı
(Bunaltı/Anksiyete)
Bozuklukları
Kaygı korkuya benzeyen bir duygudur, bedensel belirtilerle birlikte
ortaya çıkan şiddetli korku ve dehşet hissini tanımlar. Bu sırada,
çarpıntı, terleme gibi otonom sinir sistemi işlevleri artar. Korkuda,
bilinen bir nedene, yaşamı tehdit eden bir dış tehlikeye verilen
duygusal yanıt söz konusu iken kaygıda hiçbir görünür neden
olmadan, benzer duygunun ve benliğe yönelik tehditin hissedilmesi
söz konusudur. Yaygın kaygı bozukluğu, panik bozukluk, fobiler
(agorafobi, sosyal fobi, özgül fobi), takıntı-zorlantı bozukluğu,
örselenme sonrası stres bozukluğu gibi alt tipleri vardır.
Dönüştürme
(Konversiyon)
Bozukluğu
Organik bir neden bulunmadığı halde kasılma, güç kaybı, hissizlik,
uyuşma, ağrı, körlük, konuşamama gibi nörolojik hastalıkları taklit
eden bozukluklardır. Bir veya birden çok nörolojik ya da duyusal
belirti ortaya çıkar. Bilinçsizlik halleri, bayılma, körlük, sağırlık,
koku almama, hissizlik, ses çıkaramama, yutma güçlüğü, kusma, çift
görme gibi aslında gerçek bedensel hastalık olmayan duyusal
bozukluk ve değişmeler görülür
Çözülme
(Dissosiyasyon)
Bozuklukları
Organik bir neden olmaksızın psikolojik nedenlerle ortaya çıkan
bilinç, bellek, kimlik veya çevreyi algılamada bozukluklar
(yabancılaşma) görülür
Burada bir kısmı aktarılan bozuklukları bilmek, arabuluculuk sürecinde bu tür kişilere
rastladığınız zaman onları tanımak, davranışlarının nedenlerini bilmek ve anlamak,
arabuluculuk sürecini ona göre yönlendirmek ve gerektiğinde onları bir uzmana yönlendirmek
açısından önemlidir.
83
4.5 Konuyla İlgili Farkındalık Etkinlikleri
>EĞİTMEN İÇİN SINIF İÇİ ETKİNLİK: KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNİN BİREYLERARASI
BENZERLİK VE FARKLILIKLARI
Bu etkinliğin amacı kişilik özelliklerinin bireylerarası benzerlik ve farklılıklarını
vurgulamak ve katılımcıların bu konudaki farkındalıklarını artırmaktır.
3 adet A4 kağıdın her birine büyük harflerle HİÇ, BİRAZ ve ÇOK yazın. Her bir kağıdı
sınıfın 3 ayrı köşesine duvara yapıştırın. Katılımcılara aşağıdaki açıklamayı yapın.
“Size beş faktör kişilik özelliklerini tanımlayan bazı sıfatlar okuyacağım eğer okuduğum
özelliklerin sizi hiç tanımlamadığı ya da size çok az uygun olduğunu düşünüyorsanız HİÇ
yazan köşeye, orta düzeyde uygun olduğunu düşünüyorsanız BİRAZ yazan köşeye, çok
uygun olduğunu düşünüyorsanız ÇOK yazan köşeye gidin. Sizinle aynı özelliklere sahip olan
diğer katılımcılar ile bu kişilik özelliğine sahip olmanın avantaj ve dezavantajları hakkında 1
dakika konuşun. Beş Faktör kişilik modelinin her bir boyutunun temel özelliklerini sırayla ve
yüksek sesle okuyun.
I. Dışadönük, sosyal, konuşkan
II. Sempatik, sıcak
III. Güvenilir, disiplinli, düzenli, dikkatli
IV. Soğukkanlı, kolay üzülmeyen, duygusal iniş çıkışlar yaşamayan
V. Yeni deneyimlere açık, yaratıcı, sanat ile ilgili
Katılımcıların farklı köşelerde diğer katılımcılarla konuşma etkinliğini her bir boyut için
tekrarlayın.
>ÖĞRENCİLER İÇİN FARKINDALIK ETKİNLİĞİ
Farklı kişilik tanımlarını değerlendirerek kendi kişilik özelliklerinizi anlatan 10 sıfatı
bir kağıda yazın. Bu özelliklerden hangilerinin zaman içinde, örneğin çocukluğunuzdan beri
değiştiğini, hangilerinin değişmediğini düşünün ve işaretleyin. Dilerseniz bu listeyi sizi iyi
tanıyan birisi ile de paylaşıp O’nun sizin kişilik özellikleriniz hakkındaki görüşlerini de
öğrenebilirsiniz.
84
4.6 Konunun Arabuluculuk Sürecine Yansımaları
Bu kısımda kişilik kavramının özellikleri vurgulanmış ve bireylerin biricikliğini
vurgulayan kuramlar üzerinde durulmuştu. Arabuluculuk sürecine katılan arabulucu ve
tarafların kişilik özellikleri bu süreçte önemli ve belirleyici olabilir. Bir arabulucu olarak
tarafların kişilik özelliklerinin kişilik kuramları çerçevesinde farkında olmak, bu özelliklerin
ne şekilde sürece yardım ettiğini veya çatışmaya yolaçtığını gözlemlemek ve bunları taraflara
yansıtmak önemli olacaktır. Böylelikle, bu farkındalık tarafların çözüm yollarını bulma
sürecinde birbirlerini anlamasına yardım edebilir ve çözüm yolları bulma sürecini
kolaylaştırabilir. Kişilik özelliklerinden dolayı ortaya çıkan çatışmaları göz ardı etmek veya
çözmemek arabuluculuk sürecini olumsuz yönde etkileyebilir ve arabulucu veya tarafların da
iyilik durumunu olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca, arabuluculuk sürecinin kişilik
farklılıklarını gözeterek sürdürülmesi önerilir. Örneğin, dışadönük kişilik özelliğine sahip bir
tarafın sorulan sorulara nispeten kolay cevap verebilirken, içedönük bir taraf bu konuda daha
temkinli olabilecektir. Arabuluculuk sürecinin verimli olabilmesi için sürecin herbir tarza
uygun bir şekilde yürütülmesi önerilir. Aksi halde süreç yalnızca dışadönük tarafın isteklerine
uygun bir şekilde sonuçlanabilir veya bu nedenle anlaşmazlıkla sonuçlanabilir. Aynı şekilde
arabuluculuk sürecine katılan arabulucu ve tarafların duygusal denge açısından farklılıkları
süreci etkileyebilir. Bu durumda arabulucunun bu farklılıkları gözeten bir tutum içerisine
girmesi önerilir.
Bu kısımda gözden geçirilen diğer bir konu kişilik bozuklukları ve davranış bozukları
olmuştur. Arabuluculuk sürecine katılan arabulucu ve taraflar da toplumda yaklaşık % 25’leri
bulan bu bozuklukları sergileyen kişilerden olabilir. Bu tür ruhsal sorunların tarafların
herhangi birinde varlığından arabuluculuk süreci olumsuz yönde etkilenebilir ve olumsuz
sonuçlanabilir. Bu gibi sorunların fark edilebildiğidurumlarda sürecin taraflara zarar
vermeden sonlandırılması ve ihtiyacı olan tarafın profesyonel destek almasının önerilmesi
uygun olacaktır.
85
Yararlanılan Kaynaklar
Aldao, A. ,Nolen-Hoeksema, S. &Schweizer, S. (2010).Emotion-
regulationstrategiesacrosspsychopathology:Ameta-analyticreview.ClinicalPsychologyReview,
30(2), 217-237.
Amerikan Psikiyatri Birliği (2015) DSM - 5 Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal
Elkitabı, (Çev: Ertuğrul Köroğlu) Hekimler Birliği Yayınevi, Ankara.
Atkinson RL, Atkinson RC, Hilgard ER (1995) Psikolojiye Giriş. İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Augustine, Adam A.;Larsen, Randy J.; In: APA handbook of personalityandsocialpsychology,
Volume 4: Personalityprocessesandindividualdifferences. Mikulincer, Mario (Ed); Shaver,
Phillip R. (Ed); Cooper, M. Lynne (Ed); Larsen, Randy J. (Ed); Publisher:
AmericanPsychologicalAssociation; 2015, pp. 147-165.
Aydın, O.(2002). Duyum ve algı. Davranış Bilimlerine Giriş (Ed; E. Özkalp). Eskişehir:
Anadolu Üniversitesi. 215-221.
Barrett, L. F.,Gross, J.J., Christensen, T., C., &Benvenuto, M. (2001).
Knowingwhatyou'refeelingandknowingwhatto do about it:
Mappingtherelationbetweenemotiondifferentiationandemotionregulation,
CognitionandEmotion, 15(6), 713-724. Doi: 10.1080/02699930143000239.
http://dx.doi.org/10.1080/02699930143000239
Bartholomew K, Horowitz LM (1991) Attachmentstylesamongyoungadults: a test of a
fourcategory model. Journal of PersonalityandSocialpsychology, 61(2), 226-244.
Bless, H.,andWanke, M. (2000). Can thesameinformation be typicalandatypical? How
Perceivedtypicalitymoderatesassimilationandcontrast in evaluativejudgements.
andSocialPsychologyPersonalityBulletin, 26, 306-3014.
Bloom, P.(2015). Psikolojiye Giriş.
Costa, P. T.,Metter, E. J., &McCrae, R. R. (1994).
Personalitystabilityanditscontributiontosuccessfulaging. Journal of GeriatricPsychiatry. 27(1),
1994, 41-59.
Cüceloğlu D (1997) İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi Kitapevi.
86
Çuhadaroğlu, A. (2011). KPSS Eğitim Bilimleri-Öğrenme Psikolojisi. Ankara:Pegem
Akademi. 172-175.
EthicalPrinciples of PsychologistsandCode of Conduct, AmericanPsychologicalAssociation,
2010 http://www.apa.org/ethics/code/
Feldman RS (2013) Psikolojiyi Anlamak. New York: McGrawHill.
Gavronski, B. (2003). Implicationalschemataandthecorrespondencebias: On
thediagnosticvalue of situationallyconstrainedbehavior. Journal of
PersonalityandSocialPsychology, 84, 1154-1171.
Geiselman, R. E.,Haight, N. A., andKimata, L. G. (1084). Contexteffects on
theperceivedphysicalattractiveness of faces. Journal of PersonalityandSocialPsychology, 20,
409-424.
Gerrig RJ, Zimbardo PG. (2012) Psikoloji ve Yaşam. UK: Pearson.
Gerrig, R.J. &Zimbardo, P.G. (2012). Psikoloji ve Yaşam- Psikolojiye Giriş. Çev.: Gamze
Sart., 19. Basımdan Çeviri. Ankara: Nobel.
Gross, J. J. (1998). Antecedent-andresponse-focusedemotionregulation:
divergentconsequencesforexperience, expression, andphysiology. Journal of
PersonalityandSocialPsychology, 74(1), 224-237.
Gross, J. J. (1998). Theemergingfield of emotionregulation: an integrativereview. Review of
General Psychology, 2(3), 271-299.
Hazan C, Shaver PR (1994) Çev. A Dönmez. Bağlanma: Yakın İlişkilerle İlgili Araştırmalar
için bir Çerçeve. PsychologicalInquiry, 5(1), 1-2.
Heider, F. (1958) Psychology of InterpersonalRelations. New York: Wiley.
http://www.acikders.org.tr/file.php/120/Lectures/PDF/Ders%208.pdf
Jones, E. E.,andDavis, K. E. (1965). Fromactstodispositions: Theattributionprocess in
personperseption. In L. Berkowitz (Ed.), Advances in experimentalsocialpsychology, (Vol, 2,
pp. 220-266). New York: AcademicPress.
Kağıtçıbaşı Ç. (2006) Yeni İnsan ve İnsanlar (10. Basım) Evrim,İstanbul
87
Kaynak, H. (2014). Duygu ve biliş. Bilişsel Psikoloji (Ed; M. Şahin) Ankara: Nobel Yayınevi.
351-356.
Kelley, H. H. (1967). Attributiontheory in socialpsychology, In D. Levine (Ed.), Nebraska
symposium on motivation(pp. 192-238). Lincoln: University of Nebraska Press.
Kelley, H., H. (1950). Thewarm-coldvariable in firsimpressions of persons. Journal of
Personality, 18, 431-439.
Köroğlu, E. (Çev.) (2014). DSM-5 Tanı Ölçütleri Başvuru El Kitabı. Ankara: Hekimler Yayın
Birliği.
Livingston, R. W. 200. Whatyouseewhatyouget: Sistematicvaiability in perceptual-
basedsocialjudgement. PersonalityandSocialPsychologyBulletin, 27, 1086-1096.
Mayer, J.D. (2014). Fiveadvances in how psychologistsviewpersonality: From 1995 to 2010
psychologistschangedtheirunderstanding of personality. PsychologyToday.
https://www.psychologytoday.com/blog/the-personality-analyst/201404/five-advances-in-
how-psychologists-view-personality
MEB Yayını (2012) Hemşirelik, Kişiliğin Dönemleri ve Kişilik Bozuklukları. Ankara.
Mısırlısoy, M.,& Ceylan, M. (2014). Olay sonrası yanlış bilgi paradigması: yaşlanma ve
stresin etkisi. Türk Psikoloji Yazıları, 17(33), 60-73.
Morris, C.G. (2002). Psikolojiyi Anlamak (Psikolojiye Giriş). 3. Basım. Çeviri Ed: H.B.
Ayvaşık& M. Sayıl. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayını No: 23.
Nathan, P. E. (1988). Theaddictivepersonality is thebehavior of theaddict. Journal of
Consulting&ClinicalPsychology, 56(2):183-188.
Öztürk, O.,& Uluşahin, A. (2008). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları I. Ankara Nobel tıp
Kitapevleri.
Plotnik, R. (2009). Psikolojiye Giriş. 1. Basım. Çev: T. Geniş. İstanbul: Kaknüs Yayınları.
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Alanında Çalışanlar İçin Etik Kurallar. PDR, Türk
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, Genel Merkez. 8. Baskı
http://pdr.org.tr/userfiles/file/etik.pdf
88
Ross, L.,Greene, D., ve House, P. (1977). The “falseconsensuseffect”: An egocentricbias in
socialperceptionandattributionprocesses. Journal of ExperimentalSocialPsychology, 19, 306-
310.
Sears, D. O. (1983). Theperson-positivitibias. Journal of PersonalityandSocialPsychology,
44, 233-250.
Sedikides, C.,andAnderson, C. A. (1994). Causalperceptions of intertraitrelations:
Thegluethatholdspersontypestogether. PersonalityandSoscialPsychologyBulletin, 20, 294-
302.
Shelley A. Taylor, Letitia A. PeplauandDavid O. Sears. (2006). Sosyal Psikoloji,
PearsonEducationInc.,UpperSaddleRiver, New Jersey: PearsonPrenticeHall. (Çeviren: Ali
Dönmez).
Skowrowski, J. J.,Carlston, D. E., Mae, L., ve Crawford, M. T. (1998).
Spontaneoustraittransference: Communicatiorstake on thequalitiestheydescribe in others.
Journal of PersonalityandSocialPsychology, 74, 837-848.
Sollod, R. N., Wilson, J. P., & Monte, C. F. (2009). Beneaththe mask: An
introductiontotheories of personality (8th ed.): Wiley.
Solso, R.L.,Maclin M.K., &Maclin O.H. (2010). Bilişsel Psikoloji. (Çev; A.Ayçiçeği-Dinn).
Ankara:Nobel Kitapevi. 214-237.
Taylor, S. E.,and Fiske, S. T. (1975). Point of viewandperceptions of causality. Journal of
PersonalityandSocialPsychology, 32, 439-445.
Taylor, S. E.,and Fiske, S. T. (1978). Salience, attentionandattribution: Top of
theheadtheheadphenomenon. In L. Berkowitz (Ed), Advances in
experimentalsocialpsychology, (Vol. 11, pp, 249-288). New York: AcademicPress.
Taylor,S. E. Peplau, L. A. Ve David O. Sears, D.O. (2007) Sosyal Psikoloji (Çeviri:Ali
Dönmez) İmge Kitabevi, Ankara
Türk Psikologlar Derneği Etik Yönetmeliği. http://www.psikolog.org.tr/turkey-code-tr.pdf
Zeren, G. (2008). Gestalt Kuramı. Eğitim Psikolojisi (Ed; İ. Yıldırım). Ankara: Anı
Yayıncılık. 527-534.