öğütler kitabı-yunus emre

122
Yaratılış Destanı-1 RİSÂLETÜ'N- NUSHİYYE Nasihatler Risalesi Öğütler Kitabı Açıklama: Latif YILDIZ (Kul İhvâni) YARATILIŞ DESTANI Pâdişâhın kudreti gör n’eyledi Od u sû toprâğ u yele söyledi Sistemi var eden ve idâre eden Azamet Sahibi ALLAHU ZÜ’L- CELÂL kudretiyle dört temel unsur olan Ateş-Su-Toprak ve Havaya emretti ki : “Kün! : Ol!” “fe yekün : derhâl oldu” Kudret : Güç. Takat. * Her yeri kaplayan kudretullah. * Varlık. Ehliyet. Becerebilme. * Zenginlik. * Kabiliyet. * İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır. Od u sû toprâğ u yel: Ateş (enerji), Su, Toprak, Yel (hava) Anâsır-ı Erbaa : Dört unsur: Toprak, hava, su, nur (veya ateş). ُ ونُ كَ يَ فْ نُ كُ هَ لَ ولُ قَ يْ نَ ا يْ يَ شَ د َ رَ َ د! " ُ هُ رْ مَ اَ مَ ّ ن! " “İnnema emruhu iza erade şey'en ey yekule lehu kün fe yekun : Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol» demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâ Sîn 36/72)

Upload: oguzhan69

Post on 13-Jun-2015

1.661 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

Page 1: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Yaratılış Destanı-1

RİSÂLETÜ'N- NUSHİYYE Nasihatler Risalesi Öğütler Kitabı Açıklama: Latif YILDIZ (Kul İhvâni) YARATILIŞ DESTANI Pâdişâhın kudreti gör n’eylediOd u sû toprâğ u yele söyledi Sistemi var eden ve idâre eden Azamet Sahibi ALLAHU ZÜ’L- CELÂL kudretiyle dört temel unsur olan Ateş-Su-Toprak ve Havaya emretti ki : “Kün! : Ol!” “fe yekün : derhâl oldu” Kudret : Güç. Takat. * Her yeri kaplayan kudretullah. * Varlık. Ehliyet. Becerebilme. * Zenginlik. * Kabiliyet. * İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır. Od u sû toprâğ u yel: Ateş (enerji), Su, Toprak, Yel (hava) Anâsır-ı Erbaa : Dört unsur: Toprak, hava, su, nur (veya ateş).

�وُن� �ُك َف�َي �ْن� ُك �ُه� َل �ُق�وَل� َي �ُن� َأ �ا �ًئ َي َش� اَد� َر�� َأ �َذ�ا ِإ ُه� ْم�ُر�

� َأ �َم�ا �َّن ِإ “İnnema emruhu iza erade şey'en ey yekule lehu kün fe yekun : Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol» demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâ Sîn 36/72) Bismillah deyip getirdi toprağıOl arâda hâzır oldu ol dağı Bismillah ile toprağı yarattı ve o anda kulluk imtihanı için yaratılan insanın ilk Benlik Dağı olan topraklığı hazır oldu. Bu beyitte besmele çekenin ALLAHU ZÜ’L- CELÂL olduğuna dikkat etmeliyiz. Bismillah : Allah namına, Allah için, Allah'ın adı ve izni ile. Toprâğ ile sûyu bûnyâd eyledi

Page 2: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Âna Âdem demeği âd eyledi Toprak ile suyu temel-esas bina edip ona “Âdem” ismini verdi. Bûnyâd : Bünyad. f. Temel, esas. Yapı, binâ. Âd : Ad. İsim, nam, şöhret, şan, itibar, haysiyet. Yel gelip ardında dağıttı anı Çünki kızdı cisme ulaştı canı Beden de iki temel unsuru toprak-su çamuru cismine can olan ve Emr Âleminden gelen Ruh Nuru, yel gibi cereyan edince cisim ısınıp-hararete düşüp darmadağın oldu… Sûrete girmeğe can fermân olurPâdişah emri anâ fermân olur İnsan benliğinde kimlik ve kişiliğinin iç özü olan “Can= sîret” in, dış yüzü ve kabı olan “Beden=sûret” e girmesi emr edilince… Sîret : Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. * İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol. Sûret : (C.: Sur - Suver) Biçim, görünüş. * Kılık. Tarz. * Yol. Gidiş. Hal. * Tasvir. Dıştan görünen şekil. * Çare. Fermân : f. Emir. Tebliğ. Anâ : ona, onu, onun hakkında.

اِج�ِد�َيْن� َس� �ُه� َل � َف�ُق�ُع�وا وِح�ي َر) ْم�ْن َف�َيُه� �َف�ْخ�ُت� و�َّن �ُه� �ُت و�َي َس� �َذ�ا َف�ِإ

“Fe iza sevveytühu ve nefahtü fihi mir ruhiy fekau lehu sacidin : «Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!»” (Hicr 15/29)

Page 3: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Sûreti can girdi pûr nûr eylediSûret dâhı cânı mesrûr eyledi Bedene can girince onu nur ile doldurdu, diriltti. Beden de canı sevinçlere kavuşturdu.Can – Ten Tevhidinin ayna ardı… Pûr nûr : Nurla dopdolu. Mesrûr : Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş. Hamd û şekr etti dedi ey Zû’l– Celâl Bin benim bîğî yaratsan ne muhâl Âdem: “Ey Zû’l– Celâl! Benim gibi binlercesini yaratmaya gücün yeter.” dedi. Bîğî : Gibi. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye. Toprağ ile bile geldi dört sıfat Sabr u iyi hû tevekkül mekrümet Âdem’e Topraktan dört sıfat geldi ki bunlar: Sabır, iyi huy-güzel ahlâk, tevekkül ve keremlilik-cömertlik. Sabr : Acıya ve zorluğa katlanmak. * Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması. * Muharebede şecaat gösterme. * Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak. * Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek Hû : Huy. Yaratılıştaki vasıf. İyi hû : Güzel ahlâk. Tevekkül : İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah'a bırakmak. Allah'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek Mekrümet : Keremlilik, ululuk, yücelik. Cömertlik. Suyıla geldî bile dört dürlü hâl Ol sefâdur hem sehâ lûtf u visâl Âdem’e Sudan dört sıfat-hâl geldi ki bunlar: Sefâ, sehâ, lütuf ve kavuşma arzusu.

Page 4: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet. Sefâ : Gönül rahatlığı, kaygısız ve sâkin olma. Eğlence, neşe, zevk. Sehâ : Cömertlik, el açıklığı. Lûtf : Lütuf. Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele eylemek. Allah (C.C.) Hazretlerinin kullarını rıfk ve sühuletle murâdına muvaffak eylemesi. * Güzellik, hoşluk. * İyilik, iyi muâmele. Visâl : (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma. Yel ile geldi bile bil dört heves Oldurur kizb û riyâ tizlik nefes Âdem’e Havadan dört sıfat geçti ki bunlar: Yalan, riyâ, acelecilik ve soluk alıp verme. Heves : Gelip geçici istek. Nefsin hoşuna gitmek. Devran edip gezmek. Akıl ve nakil ile olmayıp nefis ile olan istek. Oldurmak: Vücuda getirmek. Yaratmak. Oldurur : Onlardır ki. Kizb : Yalan. Yalan söyleme. (Sıdkın zıddı)(Kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, Kudret-i İlâhiyyeye bir iftiradır. Kizb, Hikmet-i Rabbaniyyeye zıddır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden kizbtir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbtir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren, kizbtir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbtir. Müseylime-i kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsva eden, kizbdir. İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde tel'ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir... Û : Vü. Ve. Riyâ : Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket. (Bak: İhlâs) Tizlik : Sertlik. Nefes : Soluk. Nefsin nefesin emrinde oluşu. Od ile geldi bile dört dürlü ded Şehvet û bir û tama’ birle hased

Page 5: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Âdem’e Ateşten dört derd geçti ki bunlar: şehvet-aşırı istekler, bencillik, aç gözlülük ve kıskançlık. Od : Ateş, nar, şule, nur. Ded : Derd. f. Tasa, keder, kaygı. * Hastalık, illet. Şehvet : Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu. * Bir şeyi fazla istemek. * Cinsî istek. Mahbube için olan istek, iştiha. (Yemek, içmek, uyumak da şehvetin şubelerindendir.)Kudsi Hadis'te Cenab-ı Hak buyuruyor: "Ey benim için şehvetini bırakıp gençliğini bana veren genç! Sen meleklerin bir kısmı gibisin." Bir : Birrin zıttı olarak sadece ve bir tek kendini düşünmek. Eğoistlik. Kural tanımamazlık. Birr : Temizlik. * Günahtan çekinmek. * Takvâ. * İn'âm ve ihsan etme. * Amel-i sâlih, iyi amel. Tama’ : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. * Askerî fertlerin maaşları. (Kamus) Hased : Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak. Hased yalan da dahil tüm kötülüklerin anasıdır. İblis şeytanı hased bu hâllere düşürmüştür. Cân ile geldi bile uş dört hısâl İzzet û vahdet hayâ adâb- hâl Âdem’e can ile birlikte dört huy-ahlâk geldi ki bunlar: İzzet, vahdet, utanma duygusu ve edebli oluş. Uş : Üş. İşte, şimdi. Çünkü. Ancak. Hısâl : (Haslet. C.) Hasletler, huylar, tabiatlar. Ahlâk. İzzet: Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey Vahdet : Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.) Hayâ : Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak. Adâb : (Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir. Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet.

Page 6: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Gel imdî dinle sözü şerh edeyın Biri bîrin onu sana diyeyim Ey Okuyan kişi!Gel şimdi dinle de sana sözümü açıp genişçe anlatayım.Her birini tek tek sana söyleyeyim. İmdî : Şimdi, artık, o hâlde, öyleyse. Şerh : Açma, genişletme. * Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme. * Bir şeyi dilim dilim kesme. * Bollaştırma. * Bir müşkil ve mübhem makaleyi açıklama, keşif ve izhar etme. * Açıklanmış yazı, risale. Edeyın : edeyim. Biri bîr : birer birer, birbiri ardınca. Cü sâhın hikmeti akdemden îdiBu birkaç söze şerh Âdem’den îdi Çünkü her doğru-sahih olanın doğru oluş hikmeti ilk önceden idi.Bu anlatılan birkaç sözün açıklaması aslında Âdem aleyhisselâm ile başlamıştı. Sâh : Sahh. Sahih. Gerçek, doğru, kusursuz, ayıpsız. Hikmet : İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. Akdem : Daha önce. Daha ileri. Daha mühim. Âdem : İnsan. İlk insan ve ilk peygamber (A.S.)Allah ilk insan olarak Âdem'i, sonra eşi Havva'yı yaratmıştır. Bugünkü insanlar onlardan türeyip çoğalmıştır. Bazı dine tâbi olmıyanlar, insanın maymun soyundan bir hayvandan türediğini iddia ederler. Bu iddia kasıtlıdır, çünki ilmî isbatı yapılamamıştır. Lâboratuarlarda küçük canlılar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, canlının genetik yapısında meydana gelen değişiklik sonucu türeyen yeni canlı, ana-babasından daha mükemmel değil; dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozuk bir şekil almıştır. İnsan ise en mükemmel mahluktur. Kaldı ki bu güne kadar bir canlının değişip başka bir canlı haline geldiğini kimse görmemiştir. Bugünkü maymunlar da hâlâ insan olmamışlardır. Bugünün psikoloji ve felsefi antropolojisi insanın mahiyetçe, özce hayvandan farklı olduğunu kabul etmiştir. Bu muhtasar cihan îki cihanca Dügeli bâkar îsen yüz bin anca Şu bizim bildiğimiz dünya ve Âhiret cihanları kısacası olup fikir ederek bakarsan eğer onlar gibi yüz bin cihan olduğunu anlar görürsün.

Page 7: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Muhtasar : Az. Kısa. Uzun olmayan. * Tekellüfsüz. * İhtisar edilmiş. Kısaltılmış. Dügeli : Bütün, hepsi. Anca : Ancağ. Onca. O kadar. Öyle. Azim cihandürür gönül cihânı Seni izler isen bûlâsın ânı Altı yön olan ön-arka-sağ-sol-alt-üstten başka birde özünde-içinde gönül-kalb cihanı vardır.Eğer sen seni bilirde izlersen senin özündeki gönül ülkesini ilir-bulursun. Ânı : onu. Haber verîserem nefsin elinden Ümîdin vâr ise gîdesin andan Ben sana haktan ve hakikatten haberler verdiğimde kulluk imtihanı içinde ve zıtlar âleminde doğru ve yanlışı seçip tercihini kullanabilme kabiliyetinde yaratılan insan nefsini cehâletten kurtarıp kemâlâta ulaştırabilirsen ve bu hususda azmin ve ümidin var ise elinden kurtulup gönül ülkesine geçebilirisin. İkî sutlandurur sâna hâvâle Diler her bîrsi kim mülki âla Kulluk imtihanın gereği sana bırakılan tercih hakkını teşvik eden iki sultan vardır.Her ikisi de isterler ki senin Benlik Mülkün onların eline geçsin. Sutlandurur : Sultan vardır ki. Hâvâle : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. Mülk : Mal. Yer. Bina. * Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu. * İzzet, azamet, şevket. * Bir şeyin dış yüzü. * İnsanın sahip ve malik olduğu şey. * Akıl sahiplerini tasarruf etmek. * Mâlik olmak. Mülki âla : En iyisinden mülk. Birî rahmânidir can hazretinden Birî şeytânidir garez yatından

Page 8: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Bu sendeki iki emredici ve kesin yapmanı isteyen iç gücün birisi Rahmânî ve Can tarafından olup iyi niyetli Hakka inanmayı ve hayrı işlemeyi emreder.Diğeri ise Şeytanî ve kötü niyetli kincilik tarafından olup bâtıla inanıp şerri işlemeyi emreder. Rahmâni : Rahmânî. Rahman'a ait ve müteallik. Allah'tan gelen, her hususta hayırlı olan. Hazret : Değerli ve büyük sayılanların ismi sonuna gelen ek. Şeytâni : Şeytânî. Şeytanla alâkalı. Şeytana yaraşır. Garez : Garaz. (C: Ağraz) Maksat, niyet, gaye, kasıt. Kötü niyet. Kin. * Ok atılan nişan. * Izdırab. Acı. * Zelillik. Yat : Yan, ind. Gör imdî kim seni kîme taparsın Kime kapu açar kime yaparsın Bu şartlar altında sen iyice bir düşün ve gör ki sen kime tapıp-kulluk etmektesin.Gönül ülkesinin kapısını kime açmakta ve kime kapatmaktasın. Kapu : Kapı. On üç bin erdûrûr rahmâni leşkerZebunsuz kimselerdir key erenler Rahmânî Sultanın-gücün on üç bin askeri vardır.Ey Erenler!Bunlar çok güçlü-kuvvetli kimselerdir-duygulardır. Leşker : f. Asker. Zebun : f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan. Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük. Dokuz bindir bu nefsin haşerâtıMüdâm eyerlidir bunlârın âtı İnsanın Rabb’ısına kulluk yapıp yapmaması imtihanındaki kendi kimlik ve kişiliği olan “NEFS”inin zarar verici düşmanı dokuz bindir.Bu Şerr güçlerinin saldırı için atları dâima eyerli-hazırdır.

Page 9: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Haşerât : Zararlı ve değersiz oluş. Müdâm : Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan. * Mübtelâ olan. “Her nefeste Allah adın de müdam Allah adı ile olur her iş temam..” Süleyman Çelebi Eyer : Binek hayvanlarının sırtına konulan nesne. Palan. Nişanları bu kim yüzleri kara Bu nifrîn-ü şikâyet kanda vâra Bu Şerr güçlerinin taşıdığı belirleyici işaretleri yüzlerinin dâima kara oluşudur.Nerede bir beddua-kötü dilek ve şikayet duysalar hemence oraya yetişip işleri çıkmaza sokarlar. Nişan : f. İz. Nişan. Alâmet. İşaret. * Yara izi. * Hedef, vurulması istenen nokta. * Hâtıra için dikilen taş. * Taltif için verilen madalya. * Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. * Tuğra. * Ferman. Nifrîn : bed-duâ, lânet, ilenmek. Şikâyet : Sızlanma, sızıltı. Kanda : Nerede, nereye. Sakıngıl kim bulardan olmâyasın Ki nefs dîvânına yâzılmayâsın Sen sakın sakın bu sıfatları barındırıp-taşıyanlardan olmayasın!Yoksa nefsin hevâ ve hevesine uyanlar defterine yazılırsın! Bulardan : Bunlardan. Dîvân : Buyruk ve hükümlerin yazıldığı tutanak. Ke nefsin dîleğin can besler îsen Yerin nur can sözün esler îsen Eğer sen Canın kıymet ve değerini anlar beden ve nefsin, can için çalışıp çabalaması ve dilemesi gerektiği gerçeğini anlar nefsini susturup Can-Ruhun sözünü dinler isen yerin nur olur.

Page 10: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Dünyan, dininin ve âhiretin mâmur olur. Eslemek : Dinlemek, kabul etmek, baş eğmek. Tekebbür nefsdir sultânı bilmez Çerîsinde iyi dirlik dirilmez Kibirlenip sadece ben varım bencilliği başka Sultan filan dinlemez ve Nefsîdir.Nefsin kibirine sebeb olan aşırı istek-şehvet, hevâ ve heves askerleri içinde doğru dürüst geçim hayatı yaşanamaz. Tekebbür : Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek. Çerî : Asker. Dirlik : Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim. Huzur, erinç. Key ârı can şeh hazretinde Irılmâdan dura sultan katında Şunu iyi anla ki, Emr Âleminden olmakla içine yabancı bir kötü huy giremeyen Can-Ruhun dışı nefsin pisliklerinden tıpkı bir ampülün-lambanın dış yüzüne sinek pislemiş gibi kirlenebilir.İşte bu pisliklerden canını arıtan gerçek Kâmil İnsan olan şehâdet Şeyhi, rüşde ermiş ve başkalarının rüşde ermesine Allah rızası için hizmet eden Muhammedî Mürşid gerçek diri “CAN”dır.Cehâlette ölü olanları Kemâlâtta canlandıran böylesi Sırr Sultanlarının huzurunda, hizmetinde, öğretim ve eğitiminde sabırla kalıp, ayrılıp kaçmadan-firar etmeden durmalısın. Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük. Ârı : Temiz, münezzeh. Yabancı şeylerden arınmış, katışıksı, saf, halis. Günahsız. Şeh : Şeyh. Bir tekke veya zaviyede müridleri olup onları yetiştiren, rüşde erdiren, olgunlaştıran Erenlerden olan Mürşid. Irılmak : Ayrılmak, uzaklaşmak, kaybolmak. Yorulmak. Katında : Huzurunda. Kadîmden nefsdir sultâna âsî Bir urgandır heman ânın behâsı

Page 11: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Ezelden beri Nefs, Rahmânî Sultana isyankârdır. Kulluk imtihanı gereği budur.Bu hâlini islah ve iflaha çevirmez ise onun sonuçta değeri iptir.En acı şekilde idam oluştur kendi eliyle… Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet. Âsî : Asî. İsyan eden. Emirlere itâat etmeyen. * Günah işleyen. * Meşru idâreyi tanımayıp baş kaldıran. Urgan : t. İp. Halat. Behâ : Baha. f. Kıymet. Değer. Bedel. Pahâ. Bu nefs oğlanları dokkuz kişidirNifâk u şirk oların işîdir Bu nefs babasını dokuz oğlu vardır.İşleri dâima İlâhi düzene karşı bozgunculuk ve Sistemi yaratan Rabbülâlemine şirk-ortak çıkıştır. Nifâk : Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük. * Bozuşukluk, ara açılmak. * Dinde riyâ etmek. Şirk : En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm). Ulû oğlu tama’ iyi iş itmez Cihan mülkü onun olursa yetmez Büyük oğlu tamah-aç gözlülük olup asla iyi bir iş işleyemez şükür edemez.Bütün cihanı ona versen yine de yetmez, dahasını ister. Ulû : Ulu. Ulı. Zengin. Ağır. Çok büyük, çok önemli. Şerefli, saygı değer. Tama’ : Tama’kâr. Tamahkâr. Aç gözlü. Cimri. Bir er donlu durarlar kapısında Esîr etmiş cihânı tapısında

Page 12: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Nice koç yiğitleri-tok gözlülük ve kanaatkârlıkları kapısında esir edip sanki cihanın tapusunu almış üzerine. Er : Koca, zevc. Erkek, kişi Don : Ton. Elbise, kılık kıyafet. Esîr : Kul, köle. Harpte teslim alınan düşman. Teslim olan. Tapı : Huzur. Sever dünyâyı çün oldur imânı Susuzdur dünyaya konmaz revânı Öylesine aşırı bir dünya tutkunluğu vardır ki tek inandığı iman-gerçek dünya sevgisidir.Bu sevgisi her akan ve durmayan bir ırmak gibidir ama asla dünya suyunaa da kanamaz. Deniz suyu gibi içtikçe yanar yandıkça içer.Bu bitmez kısır dönğü son nefesine kadar sürer gider. Çün : Çünkü, o vakit, değil mi ki. Revân : f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz. Neyi sever isen imânın oldur Nice sevmeyesin sultânın oldur Sen neyi seversen imanın o olur.Nasıl sevmeyesin ki o senin emir verici ve yaptırıcı Sultanındır.Aşkı ile canını bile verirsin. Sultân : Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah. * Allah. (C.C.) * Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi. * Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri. * Hüccet ve delil. * Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetine denir. Kelimenin aslı "selit" olup, cem'i sultandır. Selit ise, zeytinyağının ismidir. Zeytinyağı kandilinin ışığıyla ışıklandırma yapıldığı gibi, padişâh ve vali dahi şule-i adl ve zabt ü ihtimamıyla memleketini tenvir etmek münâsebetiyle onlara da bu mâna ıtlak olunmuştur. Sevindirir bil senî senden iledenNe sever isen ol yânâya yeden Şunu bil ki seni senden ayırıp-senden edip de senle olan.

Page 13: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Sevdiklerinden ayırıp sevgilin olan.Kara sevdâ ile sevgiliye peşi sıra götüren… Yedmek : yedeğinde peşi sıra götüren, kendi kılavuzluğuna alan. Ki sevdiğinden öte menzilin yok Asıl ma’nî budur söz kelecî çok İnsanın sevgi sınırını sırrı SEVGİLİ’den öte bir yer- varılacak makam yoktur.Mâneviyat dediğimiz mânâ-sözün özü budur Boş sözler-lakırdı lafları ise halk arasında veya mânâ ehli olmayan tasavvufu tasavvurları sanan zavallılar arasında pek çoktur. Menzil : İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe. Ma’nî : Ma’nâ. İç, iç yüz. Akla yakın sebeb. Anlam. Kelecî : söz, kelime, laf, lakırdı. Bu yolda da’vi sığmaz ma’nî gerek Neyî kim sever îsen ânı gerek İlâhi Aşk Yolu’na benlik davası sığmaz-gerekmez mânâ sığar-gerekir.Herkes özünün emrinde olup neyi çok-candan seviyor ise onun işini işler-yapar... Da’vi : Da’vâ. Bir mesele üzerinde kendine mahsus-hususi bir fikir sahib olma. İddia. Ma’nî : Ma’nâ. İç, iç yüz. Akla yakın sebeb. Anlam. Buçuk gün durmayan aklın katında Ne lâyık ola şâhın hazretinde Kulun kendisine İlim-İrade-İdrak-İştirak edebilmek için emânet edilmiş olan akılın huzurunda yarım gün durmayan, aklını ilim ve edeb içinde öğretip-eğitip hak ve hayırda kullanmayan kişinin bu sistemi Kulluk imtihanı için var eden Şahın-Rabbülâleminin bizzât huzurunda ne işi var-lâyık değil ki o huzurda hazır olmaya… Buçuk : Yarım. Yarısı. Şâh : Padişah, hükümdâr.

Yaratılış Destanı-2

Page 14: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Görem bi şahs gelir benzi sararmış Tutulmuş dili aklı yâvı varmış  Bir şahıs-kişi görmekteyim ki benzi sararmış.Dili tutulup aklı kaybolmuş. Beniz : Yüz rengi. Yâvınmak : Yayınmamak. Dağılmak Yayıvarmak : kaybolmak.   Gelip aklın önünde tâpı kıldıHak’a şükreyledi çün ânı buldu İşte bu kişi gelip aklın önünde huzurda durdu.Hakk’a kendi aklını bulduğu için şükür etti. Tâpı kılmak : İtâat etmek, boyun eğmek.Yüceltip saygı göstermek.   Eğer sen akl isen gel beni gör derTimâr eyle benim derdime er der  Bu şahıs akla diyor ki:“Eğer sen akıl isen gel beni gör, bana beni bildir, buldur ve gerçek ben oldur. Ey yiğit-er akıl benim benlik derdime çâre bul kemâlâta ulaştır!” Timâr : f. Bir şeyin devam ve inkişafı için yapılan hizmet.  Ayıtmâdın göreyim  bir gün  ânı Ne sordun kimseye ol kimse kanı  Sen ki uzun yıllar içinde bir gün ayırıp onu uyarmadın.Nerede bu “BEN” kimsesi diye kimselere de sormadın! Ayıtmak : Söylemek, demek, hitab etmek. Kanı : Hani, nerede.  Tama’ kervânı ile yoldan azdımSanâ geldim çün ögüm sende sezdim  Ben aç gözlülülerin kervanına katılıp doğru yoldan ayrılıp-azdım.Şimdiyse san geldim.Çünkü benim derdimin çıkış kapısı olan aklımın sende olduğunu sezdim-anladım. Tama’ : Tama’kâr. Tamahkâr. Aç gözlü. Cimri. Ög : Akıl, hatır, zihin.   Bunâlıp sâna geldim hâlimi bil Mededin vâr ise gözüm yaşın sil  Ben bu karanlık ve kargaşa haytından bunalıp-sıklıdım.Benim bu zor hâlimi bil-anla!Yardım etme gücün var ise derdimi bitir ve acıdan akan göz yaşımı sil- durdur. 

Page 15: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Meded : İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah.   Tama’ hapsına düştüm çıkamâzım Katı berktir dıvârı yıkamâzım Bir aç gözlülük-tamahkârlık hapishânesine düştüm ki duvarları yüksek-aşılmaz, çok sert-delinip yıkılmaz… Tama’ : Tama’kâr. Tamahkâr. Aç gözlü. Cimri. Haps : Habs. Hapis, alıkoyma, bir yere kapatıp dışarı çıkarmama. Salıvermeme. * Zaptetme, tutma. Katı : Çok, çok fazla,  pek şiddetli, sıkıca, gayet. Ağır, acı. Haşin, sert, kırıcı. Berk : t. Katı. Sert. * Serin. * Metin, sağlam. Dıvâr  : Duvar.    Key erenlerdûrür zındânı bekler Bahâdırlar demir yürekli erler  Bu zindanın içinde bekleyen nice erenler, yiğitler ve demir yürekli erler vardır.Bu zindana düşmüşler beklemektedirler. Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük. Zındân : f. Karanlık, yeraltı hapishânesi. Sıkıntı ve karanlık yer. Bahâdır : f. Kahraman. Cesur. Yiğit. Dilâver.   Bin er donlûdurur tama’ çerîsiMûbârizdir bahâdır her birisi Bu Tamahkârlığın, her şeye göz dikmenin ve aç gözlülüğün bir adet savaş elbiseli askeri vardır.Her birisi de döğüşe hazır ve döğüşü çok iyi bilir değerdedir. Mûbâriz : Döğüşe-güreşe kalkışan, şiddetli münakaşaya girişen.   Ele gireni zındâna vururlar Ayâğınâ da demir buyururlar  Ellerine geçirdiklerini zindana atıp ayakların da demir bukağı vurulmasını emrederler ki tutsaklar kaçamasınlar.   Suâl ettim bulâra ne kişîsizUlûnuz kimdürür kimin eşisiz  Ben bunlara sordum ki: “Sizler kimlersiniz? En büyüğünüz kimdir? Kimin benzeri-eşisiniz?”  

Page 16: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Dediler kamusu nefs kullarıdırKamâsunun tama’ ulûlarıdır Dediler ki:“Hapisi de nefsin kullarıdır.  Hepisinin de en büyüğü tama’dır.” Tama’ : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. Kamusu : Hepisi, tümü. Herkes. Ulû : Ulu. Ulı. Zengin. Ağır. Çok büyük, çok önemli. Şerefli, saygı değer.  Tama’-dârın yeri tâmuda olur Kaçan tâmud’ olan âşûde olur Tama’ sahibi kişinin yeri cehennemde olur.Zaten o kimse cehennemde olmaz ise- o kötü ahlâkı yaşamaz ise asla rahat ve huzur içinde olamaz. Tama’-dâr : Tamahçı. Kaçan : Vatka ki, o zaman.  Tâmu : (Aslı: Tamuğdur) Cehennem. Âşûde : f. Rahat, huzur içinde. Dinç. Müsterih. Sâkin. * Bir cins helva adı.   Yolum ald beim aldâdı tuttuBugün yârın ile ömrüm tüketti  Benim yolumu kesti, aldattı ve esir etti.Bu gün yarın serbest bırakırım diye ömrümü tüketti.  Aldamak : Aldatmak, kandırmak, oyun etmek.   Akıl ânın sözün çünkim işitti Tefekkür eyleyip kendiye gitti  Ne zaman ki akıl onun-nefsin bu sözlerini işitti.Düşündü kendisine gitti-ulaştı. Tefekkür : Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek.   Çü gene geldi akl öğütler ânıBize gelenlerin kurtuldu cânı Akıl ona gelip öğütler verip:“Bize gelenlerin canları bu zindandan kurtuldu” der.   Bize geldin ise endîşe yemeNe kılam deyibeni gussa yeme Artık bize geldikten sonra endişelenme!“Ne yapayım ben?” diyerek kederlenme! 

Page 17: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Endîşe : f. Korku. Düşünce. Merak, keder, kuruntu. Gussa : Keder. Tasa. *Gam. * Boğaza takılan yemek. * Ağaç, diken.   Kanâat fakr ile pes gele şimdi Bakadur düşmene gör nide şimdi Tama’nın panzehiri-ilacı olan kanaat ile fakr sahibi oluş şimdi geldiklerinde bak bakalım düşmana-tama’ya neler edecekler. Kanâat : Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak. Fakr : İhtiyaç, yoksulluk. * Azlık, muhtaçlık. * Cenab-ı Hakk'a karşı fakrını, ihtiyacını hissetmek. * Tas: Kendisindeki bütün her şeyin Allah'a âit olduğunu bilmek.   Çağırdı muştucu geldi kanâatHarir donlar geyer biner kurağ’ at  “Kanaat geldi!” diye müjdeci haber verip seslendi ki  ipek elbiseler giymiş eyeri özel süslü savaş atına binmiş hâlde… Muştu : Sevindiren haber. Sava. Müjde. Harir : İpek. İpekten yapılmış. * Harâretli. Sıcak. Kur : Süslü, özenle yapılmış eyer. Kurağ’ : Eyeri süslü.   Alemleri yeşil bulundu çıktı Kimesne eslemez yavlak ınıktı Yem yeşil bayraklarını açtı meydana çıktı.Kimselerin dinlemez-gözünün yaşına bakmaz ve herkes boyun eğmek zorundadır.  Alem : Bayrak. * Nişan, işâret. Kimesne : Kimsene. Kimse. Eslemek : Kulak asmak, dinlemek. Yavlak : Çok fazla. Inıkmak : itâat Etmek, boyun emek.   Çavuşlar yöğşirir sağdâ vu soldaGırîv u zemzemedir değme yolda Ordusundaki çavuşlar sağda solda koşuşturmaktalar.Bağrış-çığrış naraları-haykırışlar bini bir paraya o kadar çok…  Yöğşirmek : Koşuşmak. Gırîv : Bağrış-çığrış. 

Page 18: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Zemzeme : Nağme, nara. Değme : Her,  herhangi. Gelişi güzel, rastgele.   Anı gördü kaçar nefs haşerâtı Görimdi nîtedir hâlık sıfâtı Nefsin kötü ve zararlı huyları onu görünce kaçışırlar.Gör şimdi ki nasılmış Hâlık (cc) sıfatı-emri olan kanaat-fakr nasılmış. Haşerât : Değersiz ve zararlı olan kimse, böcek vs. Nîte : Nasıl. Hâlık : Yoktan yaratan. Yaratıcı. Allah (C.C.)   Sınıktı cümlesi gerü kayıkmaz Döker oğlun kızın ardına bakmaz Tama’ askerlerinin hepisi bozguna uğradı geri dönemezler.Oğlunu-kızını geride bırakıp ardına bakmadan kaçarlar.  Sınıkmak : kırılmak, bozguna uğramak. Kayıkmak : Temayül göstermek, kaymak. Sapmak, yüz çevirmek.   Bunaldı cümlesi durmâdı kaçar Kılıç lâzım değil iş oldu nâçar  Çâresiz kalıp bunaldılar kaçacak delik ararlar.Çâresi ve çıkar yolu olmayan bu huylara kılıç bile gerekmez, toz oldular. Nâçar : Çâresi ve çıkar yolu olmayan,  çâresiz.   Kılıçlar kanlıdır erleri gaazîUçar kuşlar gibi atları tâzî Kanaat ve fakrın askerleri gâziler olup kılıçları tama’ kanıyla boyandı.Bu askerlerin atları sanki uçan kuşlar gibi arap atları… Gaazî : Gazî. Din uğrunda harbeden. Cihadda yaralanmış veya harbetmiş olan kimse. Harpte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harpten sağ dönen. Tâzî : Arap atı Tazı : Tâzî’den çölde çok hızlı koşan av köpeği türü.    Tama’dan kurtarırlar il ü şehri Sıdılar leşkerin cebrî vü kahrî Beden ülkesini ve gönül şehrini işgal eden tama’ dan kurtarıp askerlerini zorla ve kahredercesine kırdılar. Tama’ : Tamahkârlar. 

Page 19: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Sımak : Kırmak. Leşker : Asker. Cebrî : Cebren. Zorla, kuvvet kullanarak. Kahrî : Kahren. Ezerek, mahvederek.   İderler hây u hû nifrîn ü efgan Muhâldir kimse ondan kurtarâ can  “Hayy ve huu!” naraları, beddua ve fiğan ederek saldırırlar.Hiçbir kimsenin bunlardan canlarını kurtarması imkansızdır.  Hây u hû : Nara atarken çıkarılan sesler. Nifrîn : bed-duâ, lânet, ilenmek. Efgan : Figan . f. Acı ile bağırıp çağırmalar. Feryatlar ve istimdat. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.   Sıyıp çerisin iline akarlar Kovup oğlun kızın şehri yakarlar  Askerlerini kırıp tama’ ülkesine saldırıp akarlar.Oğlunu kızını kovup-dışarı atıp tama’ şehrini yakarlar. Sımak : Kırmak.   Gazâden geldi şeh tahtın’ oturdu Sipâhîler kamû tâpûya durdu Bu Kudsal cihaddan dönen Şah, tahtına oturdu.Atlı süvarilerinin hepside huzuruna durdular.  Gazâ : (C.: Gazevât) Din uğrunda kâfirlerle yapılan mücadele, muhârebe, düşmana kasdetmek. Cenketmek. Şeh : Şah. Şeyh. Sipâhî : Silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf atlı süvari askeri Tâpû : Tapı. Huzur.   Kamu şehr ü kamu il râhat olduNereye vârsan pür ni’met oldu Böylece gönül şehri ve beden ülkesi hepsi rahata ve huzura kavuştu.Her neye el atsan nimet dolu bulursun. Pür : Dolu, çokça olan. Ni’met : (Nimet) İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet. * Giyecek şeyler. * Yiyecek faydalı şey, rızık  

Page 20: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Görünmez oldu ol kızlığı âfetMatırbaz(lar) olurlar cümlesi mat Kıtlık belâsı görülmez oldu.Hilecilerin tümü de yerler bir olup yenildi.  Kızlık : Kıtlık, pahalılık. Kurak giden yıl. Âfet : Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. * Mc: Son derece güzel. Matırbaz : Madrabaz. Hileci, hile yapan. Mat olmak : Yenilmek.   Harifler cümlesî tââta meşgulOluptur cümlesi sultânına kul Kurtulan ülke ve şehrin halkı Hakk’a kulluk ve itaatle meşgul olamaya başladılar.Ve Sultanlarına gereği gibi kulluğa başladılar. Harif : Herif. Adam.   Oturur cümlesi han meclisinde Ferâlar u kadehler ellerinde  Hepsi de hükümdârlarının meclisinde, ellerinde Kevser bardahları ve kadehleri…  Han : f. Hükümdar. Eski Türklerde Hakan da denen devlet reisi. Ferâdis : Firdevsler. Cennetler, uçmaklar, bahçeler. Ferâ : Kevser Bardağı. Kadeh : İçindeki içilen küçük bardak.   Ferâgat oldu bunlar hoş geçerlerSürer sâkıy şarab dün-gün içerler  Bunların hepsi ferâgat ehli olup hoş bir hayat içinde yaşarlar.Sâki meclise şarab sunar ve gece-gündüz durmadan içerler.Hakka inanıp hayrı yaşarlar. Ferâgat : Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. * Boşalmak, hâlî olmak. Sürmek : Sunmak. Sâkıy : Sâki. (Saky. dan) Sulayan, içecek su veren, sucu. * Kadeh sunan. İçki sunan. Saki' : Kırağı, şebnem, çiğ.   Ferah oldu bular kayguları yokEginleri bütün karınları tok  Ferah bir hayat içinde tasa edecek bir şeyleri yok.Sırtları berk ve karınları tok.

Page 21: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Egin : Eyin. Sırt, arka. Ferah : Şen, sıkıntıda olmayan. İç açıcı. Şenlendiren. * İnşirah. Sevinç   Nidem dîmek ırâğ oldu bulardanKim ömr ü rızka oldurur payandan Bunlardan “Ne yapacağım! Nasıl çâre bulacağım!” gibi sözler uzaklaştı.Onlar öyle kimseler ki ömür ve rızıklarına payanda-dayanak buldular.  Irâğ : Irak. Payandan : payanda, destek, dayanak.   Çü mihman-dâr kendüs’oldu sultanHa döşer durmadan hân üstüne hân  Bu İmtihan Âleminde-Beden Evinde misafir olan kul kâmil akılın sayesinde misafirken o ülke ve şehre kendisi Sultan oldu.Aşk Yolu üzerine han üstüne hanlar yapa yapa gider.Kendini bile Rabbini bilmiş ve Rabbı’ısı da onu Halifesi yaptı. Mihman-dâr : f. Misafire hizmet ve yardım eden. Misafiri ağırlayan. Hân : f. Yolcuların misafir olduğu bina. Kervansaray. Otel. * Ticaret ehlinin sakin olduğu yer.  Hân : Yemek sofrası, sini, yemek. 

       Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Kim nefsini bilirse kesinlikle Rabb’ini de bilir. ” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532) 

     “Ve iz kale rabbüke lil melaiketi inni cailün fil erdi halifeh, kalu e tec'alü fiha mey yüfsidü fiha ve yesfiküd dima', ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nükaddisü lek, kale inni a'lemü ma la ta'lemun : Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara 2/30)   Nice senin gibîler yedi doyduBirikdürür dahı hiç eskimedi Ey okuyucu! Senin gibi nice yolcular gelip bu hanlarda yiyip-içip doydular.Eksilmek şöyle dursun birikip çoğaltmaktadır nimetlerini. Dahı : Dakı. Dahi, de. Bundan başka, aynı zamanda, hem de, ve.   Yenir durmaz velî zerre gedilmez Nereden geldiğini kimse bilmez  Ey Dost!Durmadan yenilir de zerresi eksilmez.Nerden geldiğini de insan aklıyla-nakilsiz kimseler bilemez. 

Page 22: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Velî : Sahib, mâlik. * Evliya. * Muin. Muhafaza eden. * Küçük çocukların hâlinden mes'ul kimse. * Sıddık. * Baba. Babanın babası, cedde de denir. * Fık: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve fevkalâde bir zühd ve takva ile ibadet ve taata sarfederek kendisinden Allah'ın (C.C.) izniyle gaybdan haber vermek ve gaybî ahvali keşfetmek gibi ilmî ve kevnî hârikalar zuhura gelen zât. Allah'a (C.C.) manevî yakınlık kesbetmiş olan şerif zât. * Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) isimlerinden birisi.   Erenlerdir bu dirliğe erenlerYüzün ma’şûkanın mutlak görenler İşte bu kutlu ve mutlu dirliğe-yaşayışa erenler gerçek Hakk Erenleri olup onlar aşk ile sevdikleri Sevilinin gül yüzünü Cemâlullahı görenlerdir. Dirlik : Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim. Huzur, erinç. Ma’şûka : Aşk ile sevilen, sevgili.   Hakıykat bunlar ölmezler kalırlarKi her dem yeniden kısmet alırlar Gerçekten Hakk Erenler ölmeden önce ölüp dirilenler oldukları için artık onlara ölüm yoktur.Hep diri kalırlar.Fâni testileri kırılsa da suları bâkidir.Ki onlar her an-her nefesle yeniden ve tâze olarak kısmetlerini alırlar.İlâhi nasib balıklarının  kısmete dönüşmesi için emredilen sâlih kulluk oltalarını atar durular… Kısmet : Bölmek ve ayırmak. Bahşetmek. Taksim etmek. * Fık: Hisse-i şâyiayı, yani, taksim olunmamış maldaki hisseleri sahiplerine tahsis etmektir. Nasibin ele geçeni.   Yunus cümle sözün senin ferîde Üç (uş) söz senindürûr ol sen işîde  Ey Yunus!Senin sözlerin geçekten emsalsiz.Unutma ki bu sözler senindir ilk önce sen kendi nefsine işittir! Ferîde : Tek, emsalsiz.   Nice sözün varısa sâna söyle Has u âm gönlünü şey’lillâh eyle  Her ne ki bir sözün var ise kendi nefsine söyle!Özel insanlar veya halkın gönüllerini Allah için bir şeyi yapmak veya yapmamak karargâhı yap!Hizmet eyle!  Has u âm : Özel insanlar veya halk. Şey’lillâh : şey’en lillâh. Allah için bir şey vermesini istemek, vermek.   Ki zirâ cümle iş ulûlarındırTemennâ eylegil yol bûlarındır Şunu bil ki bütün büyük işler Ulu olanlarındır.

Page 23: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Onlara minnet duy ki Aşk Yolu bunlarındır. Ulû : Ulu. Ulı. Zengin. Ağır. Çok büyük, çok önemli. Şerefli, saygı değer. Temennâ : Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma. * Minnettar olma.

Destan-ı Kanaat-1

Destân-ı Kanâat Kanaat Destanı Destân : kahramanlık veya bir konuda koşma biçiminde genellikle 11 hecelik halk şiiri. Kanâat : Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.(Semere-i sa'yine ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa dûnhimmetliktir. M.) (Bak: Himmet)   Eğer dinler îsen haber vereyinAkıl câsûsu nedir göstereyin Eğer beni dinler isen sana haber vereyim.Akıl casusu kimdir sana göstereyim. Câsûs: (C.: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına dair haberleri başka bir devlet menfaatına olarak toplayıp bildiren kimse.   Kanâat geld’ oturdu tahtı aldıHarâmiler heman yollarda kaldı Kanat gelip tahtı alıp oturdu.Yol kesen eşkiyalar ona bir şey yapamayıp yolda kaldılar. Harâmi : Katı-üt tarik, yol kesen. Haydut.   Dururlar dağ başında yol ururlar Komazlar yolcuyu yolda dururlar Bu eşkiyaların işi kişinin kendi iç âlemi olan özel dağında yol vuruculuk-yol kesiciliktir.Yola durup hakka ve hayra giden hiçbir güzel huya yol vermezler.  Urmak : vurmak, kesmek.   Akıl der câsusa yort imdi gerü Kanâata haber benden değirü Akıl kendisinin casusu olan sır toplayıp haber ulaştıran casusuna:“Bu iş başa geldikten sonra geri durma koş! Kanata benim haberimi ulaştır!”  Yortmak : Koşmak.

Page 24: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Değirmek : Değürmek. Haber eriştirmek, yetiştirmek, ulaştırmak, duyurmak, bildirmek. Dokundurmak, değdirmek. De otursun ki tâc ü taht anundur İlâhî devlet île baht onundur De ki:“Gelsin otursun ki taç da taht da onundur! Bu ilâhî saltanat ile baht da onundur!” Baht : f. Kader. Tâli. Uğur. Alın yazısı. Kısmet. İkbal. * Saadet. Lezzet.   Nice dûra harâmî dağ başında Girer bir gün ele yol savaşında Nasıl duracakmış bu değerli ülkede yol kesici haramî dağ başında.Nasıl olsa bu yol savaşında bir gün kaybeder ve ele geçer-yakalnır.   Geberdiler ana bulurlar ânı Ana ûyan imansız vîde cânı Onu bulup gebertirler-öldürürler.Bu âlemde ona uyanların canları ise imansız gider öbür âleme.  Gebermek : Ölmek.   Özünden gayrı kimseyi beğenmezYüce yerde durur âşâğa inmez  Bu haramî-Tama’ vs. kendi özünden başka hiçbir iyi huyu beğenmez-sevmez.Yüksek kibir tepesinde durup aşagı- alçak gönüllülük ve tevazu’ düzlüğüne inemez.    Nice tahta binenler yîde düştü Nice benim diyene sînek üştü Nice yüksek benlik tahtına binenler yere düştü.Nice: “Ben de benim!” diyenlerin leşine-ölüsüne sinekler üşüştü!   Sana uğratma kibrin endişesinUyarsan kibre ıraga düşesin Sen sakın sakın sana kibir şüphesini uğratma-yaklaştırma!Eğer kibre uyarsan seni haktan ve hayırdan çok uzaklara atar!   Irak düşenlerin îmânı yokturKi zîrâ sûretinde cânı yoktur Ki ırak düşenlerin îmânı yoktur.Çünkü ırak düştükleri için canları çıktığı için bedenlerinde can yoktur.El Hayy (cc) ile bağları kesilip can ceryansız-erdem elektiriksiz kalmışlardır.   

Page 25: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Gerek canlı kişi cânın sakınaKi taksîr etmeye kendi hakına  İnsan sûretinde yaratılıp aklı olan, rüşde eren her insana gereken o ki kemâlât canın cehâlet şerrinden sakınıp-koruya!Bu hak Kendisine El Hakk (cc) tarafından özel olarak verilmiştir.Kendi hakkını kaybetmekte kusur-hata etmemelidir. Taksîr : (Kasr. dan) Kısaltma, kısma. * Kusur, hata, kabahat, suç. Günah. * Bir işi eksik yapma. * Bir şeyi yapabilir iken yapmama. * Zayıflatmak, süstlük etmek. * Geri kalmak.   Tekebbür eyleme kim sevrikesinSevrikmişler yoluna bîrikesin Benlik davası güdüp kibirlenme ki bu geçici,izafi ve kısacık zaman diliminde kulluk imtihanı için verilen benlik varlığından geçebilesin.Ve böylece kendi geçici benliğinden ölüp Varlıkları var eden gerçek “ BEN” in “VAR” deniznde damla olup sen de Erenler gibi birikesin-ktılasın. Sevrikmek : Varlıktan geçmek. Bakmak.   Kapu gözet kapu ko dip gözetme Ki devlet kapudâdır koma gitme  Karanlık diplerde- karışıklıklarda gizlenme!Cehâlet kapılarını bırak!Kemâlât kapılarını gözet-ara! Ki devlet sahibi oluş ancak bu kapılardan girip gerekenleri yapmakla mümkündür.Sakın bu çile çarşısını bırakıp gitme!Sabret insan olmaya İnsan olanların öğretim, eğitim ve hizmetinde!…   Dilersen devleti kapuda durgıl Umarsan hil’ati tapuda durgıl Eğer sen dünyanda, dinide ve âhiretinde devlet diler isen ozaman kemâlât kapısını bekle!Kâmil Kulluk kaftanını giymek dilersen huzurda dur ve ayrılma! Tapu : Huzur.   Beğenme gel seni ayrık düşesin Kalup dermande ucb ile kalasın  Kendini beğenip durma boşuna!Haktan ve hayırdan ayrı düşersin!Çâresiz bir zavallı olarak o pis kibirin ile baş başa kalırsın bak! Ucb : (Ucub) Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek. Dermande : (c.: Dermândegân) f. Âciz, beceriksiz, biçare, zavallı.   Tekebbür sözü her nereye vâra İşîden la’net okur ol habere  

Page 26: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Kibirlenmek öyle berbat bir iştir ki her nereye uğrarsa orayı yakar, işitenler o habere ve sahibine lânet okuyup nefret ederler. La’net : Nefret. Tiksinti. Allah'ın rahmetinden mahrumiyyet.   Sakıngıl olmagıl kibr ile yoldaş Kibir kandayısa ânınla savaş  Sen sakın ha sakın kibir ile yoldaş olma!Nerde kibir var ise onunla savaş!Kibiri çağıran her kötü ahlâkını yen-yok et! Kanda : Nerde.   Kogıl kibri vefâ sâna ne kıla Vay ol gün kim suret nakşı yıkıla  Bırak-terk et şu kibiri!Şu sûret-beden nakışın yıklıdğı gün vay senin hâline ki sen kibirden bir vefâ bekleyesin!  Vefâ : Ahdinde, sözünde durma. * Sevgi ve dostlukta sebat ve devam. * Ödeme. * Yetişme. * Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.   Suret yıkılmadan kibri yıkagör Bu düşvarlık makamından çıkagör En iyisi senin beden göçmeden sen şu kibirin işini bitir de yere indir-yık!Bu çok zor durumdan kendini elde fırsatın var iken çıkar ve kurtar! Düşvar : f. Müşkil. Güç. Zor.   Dene kibr ıssını hiç râhatı yok Nereye vârırısa zahmeti çok  Dene-sına ve arştır bak ki kibir sahibi olanlarda hiç rahat-huzur var mı?Bu kimseler nereye varsalar rahmet yerine zahmet götürüler.Sıkıntı ve eziyetleri yüzünden: “Üzerler, Üzülürler, Sevmezler, Sevilmezler” Is : (Iss) t. Bayındırlık, mâmuriyet. Şenlik. * Ses. * Sâhib. Mâlik. * Efendi.Zahmet : Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. * Zor, güç.   Hak’a giden yolu gönlü içinde Göremez ol anı yaddır ilinde  Kibir sahipleri kendi gönülleri içindeki Hakk’a giden Aşk Yolunu göremezler.Çünkü onlar kendilerini bilmezler ki onu bilsinler! Yad : Yabancı, mahrem olmayan.  Unat gör Hak yolu gönlünde sırdırBu cümle hâslar gönülde birdir Kesinlikle bil ki Hakk Yolu gönlünde bir gizli yoldur.

Page 27: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Onun için kendini ve Rabbını bilen Hakk Erenler bu gizli yol sayesinde gönüllerde buluşur, bilişir ve birleşirler. 

         Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “ALLAH sûretlerinize ve malınıza değil, kalb ve amellerinize bakar!” buyurmuştur. (Müslim, Birri 34/1987; İbni Mâce, Sünen-Zühd 9/4143; İmâm Ahmed, Müsned II-285)  

       Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kalbin sıfatlarını anlatırken kalbine işaret ederek: “Takvâ buradadır!” buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Birr 32/1986; Tirmizî, Birr 18/1927; İmâm Ahmed, Müsned II/227)  Unat : Onat. Doğru, uygun, iyi, mükemmel, lâyıkıyle, tamam. Hâss : Hükümdârın kendine mahsus olan. Özel Erenler.   Şular kim ol gönülden daşra kalaNasîbin aldım ayrık ne âla  Şu kimseler ki kendi gönüllerine giremeyip dışarıda kaldılar.Ayrı kalış nasibini tercih edip ne iyi diye beğenerek almışlardı… Daşra : Taşra, dışarıda.   Gönül eri bilir gönül haberin Kamu gönüller içinde vârın  Anlattığımız gönül haberini ancak saf gönül eri Erenler bilir.Her insanı şah damarından da yakın gönüllerde olan varlıkları var eden gerçek “VAR” ın; “Vücûd – Şühûd – Sücûd - Ühûd” haberini de onlar yaşarlar.Zaten yaşanmadan da anlatılmaz.Anlamayana anlatılsa davul zurna az gelir ki anlamaz!… Kamu : (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen.   Dırîgaa cümle ömrün hayfa vardı Tekebbürlük seni yoldan Ayırdı Ne kadar yazık ki senin tüm ömrün “Çok yazık oldu!” ya vardı.Kendini beğenmişlik seni doğru-emredilen yoldan Ayırdı. Dırîgaa : Esirgemek. Yazık ki. Hayf : (Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.) Tekebbür : Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek.   Tekebbür nedir ona uyasın sen Ümîdin yok mu Hakk’ı duyasın sen  Kibirlenmek ne oluyor ki sen aklın fikrinle ona uyasın!Hakk’ı duymaya ve uymaya hiç ümidin kalmadı mı? Hakk : (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. * Dâva ve iddia. * Hakikate uygunluk. * Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. * Münasib * Din.

Page 28: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

İslâmiyyet. * Kur'an. * Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. * Kıyamet. * Mahz-ı hakikat. * Yapacağını yalansız yapan kimse. El Hakk : Allah teâlâ’nın isimlerinden.   Hemişe bâkıban seni görürsünGörüp kend’ özünü mağdur olursun Durmadan her nereye baksan kendini görür durusun.Bu beğenilmeyen bencilliğin yüzünden içindeki haksızlıklarını haklı sanıp kendini haksızlığa uğramış ve gadir görmüş bilirsin. Hemişe : Dâima, durmadan, boyuna. Mağdur : (Mağdur) Gadre, haksızlığa uğramış ve gadir görmüş.   Nice durmak bu hâm endîşelerde Ölürsün tövbesiz bû bîşelerde  Sen ne kadar daha duracaksın bu çiğ kuruntular içinde!…Bu gidişle bu sayısız şüphe-korku-kuruntu ormanıda tevbe edip geri dönemeden ölüp gideceksin! Hâm : çiğ, iyi pişmemiş. Endîşe : Endişe.f. Korku. Düşünce. Merak, keder, kuruntu. Tevbe : (Tövbe) Yaptığı fenalığa pişman olmak. Allah'dan afv dilemek. Bir daha işlememeye azmetmek. Estağfirullah deyip, pişmanlık duymak. Bîşe : Orman   Tekebbür kîşinin faidesi yok Komazsa kibri düşman olısar çok  Kibirlenmek sahibine bir fayda sağlamak şöyle dursun,Kibri bırakmazsa pek çok düşmanı olmasın da sebeb olacaktır. Fâide : (C.: Fevaid) Kazanç, kâr, nef', menfaat. İstifadeye sebeb. Yararlılık, işe yarama.   Hüner gözle hüner ere eresin Er île vârasın dostu göresin  Sen hüner gözle-bekle-ara!Gözle ki özlediğin hüner sahibi Hak Erenlere ulaşasın-seni bulalar.Ve o Erenelerin iziyle Dost’u göresin.   Hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.   Tekebbür kişiler ere eremez Özünün düşmenîdürür göremez  Kibirli kişiler Allah Dostu Erenleri -bilemez-bulamaz- erişemez.Kendi özüne düşmandır ancak ne yazık ki göremez.  

Page 29: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Çü sensin düşmenin dostun kim ola Ki yâvuz hûdurur sânâ havâle  Bak ki senin düşmanın kendin olduktan sonra daha ne dostu araycaksın!Bu ahlâk çok kötü bir huydur.Bunun çâresi de sadece senin kendi elindedir. Yâvuz : Kara, kötü, yaramaz.Hûdurmak : hû etemek. Huy edinmek, alışmakHûdurur : Huydur ki.Havâle : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.   Nerede sığınâsın sen bu huyla Gönülde dirliğinden ne yuyûla  Bu kötü huyunla senin varıp da güzelce sığınacak ve barınacak yer bulman imkansızdır.Özü içinde olan bu kötü huy ne ile yıkanılabilinir? Dirlik : Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim. Huzur, erinç.   Niçe bu dirliğe yoldâş olâsın Niçe gelip ilerü bâş olasın  Sen bu kötü huylu iç hayatına ne kadar daha yoldaş olacaksın?Nasıl olacakta onu yenip ileri çıkıp iyilikte baş çeken olacaksın? Niçe : nasıl. Ne zaman. Nerede. Ne vakte kadar.   Bu hâl île kılınç yok hiç arâda Aceb sâna kılıncın kim yarâda  Kılınç : Hareket tarzı, huy.   Gerek sen bîlesin düşmen kim îse Senin devletine pişman kim îse  Senin için en önemli olanve bilmen gereken dünyanı, dinini, ve âhiretini mahvetmek isteyen asıl düşmanıyın kim olduğudur.Ve bu düşman senin doğru, iyi ve güzelde devlet sahibi olmandan en çok rahatsız olup sana bu fırsatı verdiğinden pişman olandır. Devlet : Hakkın ve hayrın eğemen olduğu hâl.   Uyânılık değil yoldâ gafıllıkUzatmâ ko sağıncı bunca yıllık  Hayat imtihan ve aşk yolunda vurdum duymazlık ve gafilliği uyanıklık sanma!Ömründen gelip geçen bunca yılların ardından hâlâ aslı yalan hülyalara dalıp gitmeyi bırak artık! Sağınç : İstek, hülya, düşünce. Kazanç. Keder. Gafil : Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan   

Page 30: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Dırigaa kibr işin yavlak gözettin Gönüllerden senî sen daşra attın  Çok çok yazık ki sen kibir işini ciddiye almadın ve tam tersine peşinden ayrılmadın.Ve bu yüzden karşına çıkıp sana hakta ve hayırda kemâlât için hizmet edecek pek çok Erenler gönlünden yine sen kibrin yüzünden dışarı attın! Dırîgaa : Esirgemek. Yazık ki.Yavlak : Çok fazla, pek.   Gerî git etmedin gönül bazârın Can île dinlemedin dost haberin  Gönlünü ele geçiren kibirin pazarını dağıtmadın!Bu hususta sana reçete sunan Hak Dostlarının haberlerini de dinlemedin!   Niçe bir nîce bir dünyâ eşinde Ki bir dem olmadın dünyâ işinde  Dünyada her ne iş yaptıysan hep kibir içinde yaptın ve bir eşin daha olmadı.Kibirsiz olarak bir dünya işi yapmadın.   Koya dünyâyı kovma yetemezsin Ecel bağlâdı yolu ütemezsin  Boşuna dünyayı kovalayıp durma! Saatte 1600 km/saat hızla dönerken dönmüyormuş sandığın dünyayı kovmayı bırak!Ölüm bütün yolları bağladı geçemezsin-uçamazsın! Ütmek : geçmek, uçmak.   Bu beş günlük ömrü bû harca yetmez Sağır mı kulağın niçün işitmez  Senin şu beş günlük ömrün  hiç ölmeyecekmiş gibi harcamana nasıl yetecek?Kulağın sağır mı Dost sesini niçin işit miyor? Harc : Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.Harca yetmek : kâfi gelmek.   Kibir geldi seni bûlattı gittiEcel âtı şeğirdir geldi yetti  Kibir geldi seni bunalttı ve batağa soktu.Ecel atı ise ardın sıra koşarak gelmekte ha yetişti ha yetişecek. Bûlatmak : Bulandırmak.Şeğirtmek : Sıçrayarak koşmak.    Dırîgaa sen seni hiç bîlemedinNasıl kulsun ki kulluk kılamâdın Çok yazık ki sen seni-kendini hiç bilemedin!

Page 31: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Sen nasıl kulsun ki hiç kulluk yapmadın! Dırîgaa : Esirgemek. Yazık ki.   Eğer sen kul isen pes kanı bâkin Niçe bir niçe(ye) senin dileğin  Eğer sen kul isen ne var ortaya koyacağın yaptıklarından.Nasıl bir istediğin var hiç anlaşılmamaktadır. Kanı : Nerede.Bâki : Elde kalan.   Ne ussun var ne had bellü delîsin Ne bundâ dîri ne sinde ölüsûn Ne aklın var nede irade-idrak hududun belli.Belki sen delisin.Ne bu dünyada dirisin ne de mezarda ölüsün.Sen neredesin bilir misin? Us : Akıl. Fikir. Had : Hadd. Hudut. Çizgi. Sınır.  Sin : Mezar.   Bu hâl île kalursan bîçaresin İçin şirk ile dolmuş şûr u şersin  Bu hâlinle kalırsan çâresiz kalırsın.İçin şirkle dolu ve sen şerr işlerinde coşup-köpürmektesin. Şûr : Coşup köpürmek.

Destan-ı Kanâat-2

Gûmânın yogımıssa inanaydınBu gaflet uykusundan ûyanaydın Eğer şüphem yoktu diyorsan o hâlde inanmalıydın.Bu uyuşukluk uykusunda da uyanmalıydın. Gûmân : f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.   Niçe kibr û hevâ uşâda seni Ölüm evreni bir gün yûda seni  Sendeki bu aşırı istek hevâsı ve kibri nedir bu kadar?Elbet usandırıp bıktıracaktır ama gücün yetmez o zaman.Ölüm sonsuzluğu ise her varlığı yutarak sana yaklaşmaktadır seni de bir yutacaktır. 

Page 32: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Kibr : Kibir. (Kibr) Kendisini büyük gösteriş. Büyüklük. Kendisini, başkalarından üstün olmadığı hâlde üstün görme ve tutma hastalığı. * Şeref ve şan. * Bir şeyin muazzamı. BüyükHevâ : İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. Nefsin zararlı ve günah olan arzuları.Evren : Ejderha, büyük yılan.   Hevâ-yı kibr ile ne bâşarâsın Ecel eli uzun kanda varâsın Bu hevâ ve kibir ile bu âlemde ne başaracağını sanmaktasın?Ecel eli o kadar uzun ki senin uzaklardaki emellerine varmanan asla müsaade etmeyecektir.   Takazâsı zamanın bir günîre Ecel hırmenlerîni yele vîre  Bu zaman değirmeninin dönmesi gereği bir gün ecel nöbeti sana da gelir çatar hayat ve benlik harmanlarını yele verip havalarda savurur. Takazâ : İhtiyaç, luzum. Sıkıştırmak. Bir günîre : Bir gün gele. Hırmen : Harman. Tahıl demetlerinin döven geçirilerek dane-saman hale gelmesi.   Yetişmeden sana va’de gözün aç Hevâ vû kibr yolundan beri kaç  Sana biçilen va’dedilen ömür süresi tükenmeden sen gözünü aç da hevâ ve kibir yolundan uzağa kaç!Yoksa canına okuyacaklar! Va’de : Bir iş için önceden belli edilen zaman. Bir işi te'hir etmek, sonraya bırakmak için olan belli vakit. * Ecel.   Beş on gün ömr içün girü kayıkmaBu fâni dünyanın nakşına bakma Beş on gün gibi olan ömürü saonsuz sanıp da hevâ ve kibir yoluna doğru tekrara yönelme!Bu rengarenk dünyanın nakışlarına bakıp ayakta uyuma, oyalanma ve ne için geldiğini-kulluğunu untma! Kayıkmak : Temayül göstermek, kaymak. Sapmak, yüz çevirmek.Nakş : Bir şeyi çeşitli renklerle boyamak. * Resim. * Tezyin etmek   Senin bigi bini aldadı düyeİnanmaz göre kimi tuttu binye  Bu yalan dünya senin gibi binlercesini aldattı.Görenler inanmaz ki binlercesin beden için yaşayanlar yaptı. Bigi : Gibi.Binye : Bünye, beden yapısı. 

Page 33: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

  Key çâpük oynagıl ütulmayâsın Hevâya kibre sen tûtulmayâsın  Bu hayattaki kulluk imtihanı oyununu akıllı ve çabuk oyna ki ütülmeyesin!Hevâ ve kibire tutulursan ütüldüğünü anla artık! Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük.   Katı tuttun ko kibri elden öndin İşitmedin tevazu’ ne didüğin  Sen ise ilk önce şu çok sıkı tuttuğun hevâ ve kibiri bir elden bırak!Tevazu’ alçak gönüllülüğün ne demek olduğunu işitmedin gitti… Önmek : intizar etmek, beklemek. Karşısına çıkmak. Tevazu’ : Alçak gönüllülük. Kibirsizlik. Mahviyet hâli   Tekebbür yeri Siccin ininde Anun’çün k’olmadılar dîn içinde  İblisin işi olan kibirlililerin sonunda varacağı yer cehennemde Sicci vâdisisir.Buna sebeb kibirleri onları İslam Dini içinde bırakmadı çakti çıkardı fâcirlerden etti günah içinde haram ve yalan peşini bırakmadı…  Tekebbür : Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmekSiccin : Sert, şiddetli olan şey. * Dâim olan. * Fâsık ve fâcirlerin amel defterlerinin konulduğu yer. * Cehennemde bir vâdi'nin adı. Fâcirlerin ruhunun gittiği yer.İn : În, Yabani hayvanların barınağı, yuvası. Mağara   Ki din tûtanların Siccin nesîdirYe kibr û kîn olıcak din nesîdir Dinin dosdoğru yolunu tutanlar için Siccin ne demektir.Söz konusu bile olamaz.Bunun tersi ise kibir ve kin besleyen insanda İslam Dini olması imkansızdır… Kibr : Kibir. Kendisini büyük gösteriş. Büyüklük. Kendisini, başkalarından üstün olmadığı hâlde üstün görme ve tutma hastalığı. *Kîn : f. Gizli düşmanlık. Garaz. Buğz. Adâvet   İnanmazsan banâ hâlin göresin Çû örü kibr ile yele veresin  Bana inanmaz isen kendi hâline bir bak gör de kibrini yele ver! Örü : Otlak, mera. Hasat olup toplanmış harmandaki ekin.   Yürü imdi meded iste akıldan Esîr olmuş kişisin nice yıldan  Sen nice yıllar aklını kullanamamış nefsin yaratılıştan imtihan için yüklenen bâtıl ve şerri tercih özelliği olan kibir ve hevâya esir olmuşsun.

Page 34: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Hiç değilse aklını başın topla da akıldan yardım iste! Meded : İnayet, yardım, imdad, eman.   Akıl adl ıssı bir ulu kişîdirMeded etmek sana anın işîdir Akıl adalet sahibi bir ulu kişi olup Nurullahtır.Sana yardım edecek ve senin için yaratılan tek kişi akıldır. Adl ıssı : Adalet sahibi.   Bu yükten seni ol kurtârısar bil Saâdet yoldaşın oldu ay u yıl  Seni bu câhil benlik kibiri yükünden ancak akılın kurtarabileceğini bil artık!O senin ömür boyu mutluluk yoldaşındır. Saâdet : Mes'ud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allah'ın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak.   Gelir akl önünde şermende olmuş Ki kaygu yaşıyıla gözü dolmuş  Aklın huzuruna kendinde geçmiş olarak gelen nefs, hâlinden o kadar pişman ki gözleri yaşla dolmuş.   Selâm vermekliğe ögin deremez Oda köze düşüp yolun göremez  Elbette ara sıra gelip selâm verip yine de bildiğini işlemekle akıldan bir fayda sağlayamaz.Akıllı oluşun devamlılık yolunda çok istediği kibir ve hevâ ateşlerine yanarken doğru yolu göremez ve gidemez. Ögin : Öğün. Rızık, yemek.   Delim geçti zaman derdi yerinde Geçirdi ömrünü nefs bâzarında  Çok çabuk geçen zaman içinde benlik derdi hep yerinde dururken ömrünü nefsin keyfini yerine getirmek bazarında geçirmekte ne yazık! Delim : Çok. Birçok, fazla   İşit imdi ne der gör akl  âna Ki alçaklık eder derdine devâ  Nefis kendi derdine devâ bulacağı yerde alçaklık ederken akıl ona neler demekte dinle.  Devâ : İlâç, çare. Hastalığın iyi olmasına sebeb olan gıda.   

Page 35: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Sözü düketmedi alçaklık erdiKibir gördü anı tez gerü döndü  Akıl daha sözünü tüketmeden nefis işin önemini anladı ve alçaklığa son verdi ve nefsin akıllandığını görünce kibir eri dönüp kaçtı.  Kılıç tartıp gelir yer alçaklığından Kibir gördü anı kaçtı dağından Akıl tedbir kılıcını çekip tevazu’ ile kibirin işini bitirmek için yaklaşınca, kibir Benlik Dağından firar etti.     Dag u yazı kamu gulgule doldu Kime cennet kime Arasat oldu  Dağ-ova her yer nara çığlığıyla doldu.Öyle ki kimine cennet kimine de Arasat oldu. Yazı : Ova, düzlük.Gulgule : Çığlık, gürültü, patırtı.Arasat : (Aresât) Mahşer yeri. Haşir ve neşir meydanı.   Çü alçaklık erişti kibr erineBakadur bir kişiyi bin görüne  Kibir askeri Benlik Dağından alçağa-tevazu’ya inince karşı taraftaki bir askeri bin aksar görmeye başladı.   Tekebbür asırdır îşe sataştıTutup dağ başını kışa sataştı Asırlardır kibirlilik Benlik Dağına karagâh kurup, nefsin kendini ve Rabbını bilmesi olan Kemâlât Yolunu tutup her mevsimi kış etti… Asır : Zor, güç, zahmetli.   Gör alçaklığı aktı ırmak oldu Aka aka denize varmak oldu  Tevazu’ alçak gönüllülüğü okadar değerli ki damlalar birleşip ırmak olur ve aka aka Muhammedî Kemâlât Denizine ulaşıp yok olur. Eski Benlik Dağındaki Buzulluklardan eser kalmaz ve asla geri buz olarak dönemez.Artık dönse bile arınmış rahnet-yağmur damlaları olarak halkın hizmetine döner herkesin yüregindeki susuz çöllere ayırmadan-kayırmadan yağar da yağar…  Ne denlû kuvveti olursa pınar Eremez denize ol yere siner  Ayağı-akarı olmayan pınarlar ne kadar gür fışkırsa da bir çukurda yere siner- kaybolur gider.Kemâlât Denizini asla bulamaz.Bir Eren elini samimiyet ve ciddiyetle tutmayan kimseler kendilerinin veya yol bilmez yolsuzların benli ihtırası çukurlarında çöker kalırlar!.. Sinmek : Gizlenmek.  

Page 36: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

  Akup su alçağa suya katılır Su suya erdi denize yitilür  Birer damla gibi olan insanlar Kemâlât Yolu olan alçak gönüllülükte ve bir Eren izinde buluştukça hedeflerindeki Kemâlât Denizine elbette ulaşırlar.Bu kulluk imtihanı oyununun ana formatı bu şekilde proğram ve dizayn edilmiştir. Yitmek : Yetmek. Yetişmek.   Denize değin ırmağ idi âdın Ko andan ötesin denize daldın Bütün ırmakların denize kadar kendince bir adı olması normaldir. Bu ise Hakk Dostlarının izlediği Aşk Yollarının kendilerince bir ismi olması güzeldir.Ancak tüm ırmaklar Ana Denize ulaşınca adlarını sahilde bırakıp denizin adında yok ulurlar.Denizde bir damla olular ama deniz değildirler.Hakk Dostları da kendilerini izleyenleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Rahmetenli’l-âlemin denizinde mahvolurlar.Benlik Dağında buz olan insan Fenâfi’n-Nefs iken bir rahmet bulur eriri ise izlediği Hak Eren yolunda Fenâfi’ş-Şeyh olup ona tapınmadan takip eder.Sonunda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Rahmetenli’l-âlemin denizinde her varlık gibi Fenâfi’r-Resûl olur.Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i özünde duyar ve uyar, O’nun gözüyle görür, kulağıyla işitir ağzıyla konuşur gibi olur.Elbette Şehâdetin tek şifâ kaynağı olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem de İmam-ı Mutlak olarak cemâatını Fenâfillah olmaya götürmektedir ki bu son söz olup:“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammedü’r- Resûlullah!”Bu son uçta bu sözü söyleyenin şah damarından da yakın olan Rabbü’l-âlemin olduğunu duyup susup, dinleyip yok oluştur…Resimlerin sonsuz sessizliği karşısında, tek Ressam’ın azamet ve kudretiyle mülkün mâliki ve ALLAH’ı olduğunu ilâna iştirak şehâdeti şerefidir azîz dutsum!     Deniz olanlara cevher muhâl mi Sedefler doludürür zer muhâl mi Deniz olanın içinde cevher-öz-asıl olması, olmayacak şey mi?Nice inciler saklayan sadefler var iken açıkta altınlar olması gayet tâbidir. Cevher : Bir şeyin özü, esası. Sedef : Sadef. Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler. * Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu. Zer : Sarı. * Altın, akçe. * Nöbet. * Oruç. * Çile. Bu şiirde inci. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.   Ki her bir mevcde bir kân bulasın Dûr û yâkut ile mercan bulasın  Ki sen bu ulu Sırr Denizinin her dalgasında bir maden kaynağı bulursun.İnci, mercan ve yakut gerinde değer yargıları ve aşk kıymetleri bulursun.  Mevc : Dalga. Denizin dalgası. * Titreşim. * Mc: Devir, devre. Kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.

Page 37: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Dûr : Dürr. (Dürdâne, dürre) f. İnci. İnci tanesi. Yâkut : Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı. Mercan : Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.   Budur sermâye ol bahre dalana Arı dirlik gerek gevher bulana İşte hakikat Denizine esrâr için dalan Eren dalgıçları için ana sermaye işte bunlardır.Bu zenginliklere ulaşanlar dünya, din ve âhiretlerinde tertemiz bir hayatı yaşarlar ve yaşayacaklardır.Sünnetullahın değişmez vâdi, tavrı ve tarzı budur. Bahr : (C.: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz. * Âlim. Çok bilen. * Büyük göl veya nehir. Gevher : f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. * Noktalı olan harf.   Çü yüz bin çâpûki alçaklık uttuMecâlsiz berr ü bahri cümle tuttu Onun için yüz binlerce Hak erenleri Çabuk giden ışık kanatlı aşk atlarıyla, en alçak, düz ve doğru olan Sırat-ı Müstakîm yolunu izleyerek yorgun-bitkin olarak karalar aşıp İlâhî Denize ulaştılar.  Çâpûki : Çâbûki. Süratli giden at.Mecâl : Tâkat. Güç. Kuvvet. * İktidar. İmkân. * Fırsat.Berr ü bahr : Kara ve deniz.   Ger alçak vârasın meydan senindirCevâhir sende biter kân senindir Ey âşık!Eğer sen nefsin kibrini yerle bir eder alçak gönüllülükle hakka ve hayra yanaşırsan bu Aşk meydanı senindir.Artık tüm cevherler sende yetişmeye başlayacak demektir ki sen de maden ocağı açılmış demektir. Cevâhir :cevherler. Elmaslar. Kıymetli taşlar.Kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.   Aşaklıktır yer ü göğü götüren Yedi kat yîrden âşâğa duran  Dikkat et!Yeri göğü taşıyan en alttaki temel olan en aşağıda olan tevazu’dur.Yedi kat yerden de en altta olan yine tevazu’dur. Aşaklık : Aşağılık.   Aşaklık üzre durur yer ile gök

Page 38: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Öğersen cümleden alçaklığı öğ Yer ile gök aşağılık-alçak gönüllülük  üzerinde durur.Eğer beğenip öğeceksen alçak gönüllülüğü öğ!   Şaşak varan kişi devlet iletti Ana kim yetiser uzâdı gitti Herkesi şaşırtacak şey şu ki alçak gönüllük o kimseye İlâhi Dostluk ve vilâyet devleti bahşetti.Artık o kimse mânâ âleminde Tevhid birliği kâmilliği içinde o kadar yüceltildi ki ona uzlaşmak imkansız oldu câhiller için. Şaşak :Yetiser : Yetişecek.   Aşaklık âlemin bûnyadı oldu Ki her ne var ise ana düzüldü İlâhi sistem olan Sünnetullahda maddî-mânâvî her şeyin temeli tevazu’ oldu.Her ne bilmektesiniz ki tümü onda ekildi, yetişti ve meyve verdi. Bûnyad : f. Temel, esas. Yapı, binâ.   Kibir aldı eri görünmez oldu Dahı yüksek yere binemez oldu  Kibir askerlerini geri çekip toz olup görünmez oldu.Bir daha nefsi kandırıp Benlik Dağına çıkamaz oldu.   Aşaklıkla kanâat boş yar olduNe ister isen anlarda var oldu  Tevazu-alçak gönüllülük ile kanaatkârlık sana en hoş yâr oldular.Ne istersen en iyi, en güzel ve en doğrusundan onların hazinesinde bulacaksın.   Cü ma’mûr oldu şehr ile vilâyet Şad oldu dostumuz düşmanımız mat  İşte böylece yeniden aslına uygun ve sistemin Sultanınca emredildiği üzere beden şehri ve kalb vilâyeti tâmir edildi.Dostumuz şen oldu.Düşmanımız ise her şeyini kaybetti. Ma’mûr : İ'mar edilen, tamir edilmiş.Şad : f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.Mat :Satranç oyununda yenilme.   Akıl dapa casus haber iletti Gör alçaklığı gerü neler etti Akıl tarafına casusu-İlâhî Nakil haber iletti de, gör ki alçak gönüllülük daha neler etti kibre…  

Page 39: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Dapa : Taraf, yön.   Ne assı eyledi gör ahı kibrîDiri kalmadı bin arada bîri Ey Kardeş!Gör ki alçak gönüllülük kibirin Benlik Dağlarını elinden alıp da ne sahibi yaptı.Kibrin askerlerini kırdı geçirdi binde biri sağ kalmadı geberdi gitti.  Assı : Yarar, çıkar, kâr, kazanç.   İşitti akl anı katı sevindi Beşâret eyledi tez tahta bindi  Bu olanları İlâhî Nakil olan Kur’ân ve Hadis habercisinden işiten akıl, cehâlet kibrinin yenilmesine sınırsız sevindi.Mutluluk duydu ve tez elden Tevhidin Kemâlât Tahtına oturdu. Katı : Çok, çok fazla,  pek şiddetli, sıkıca, gayet. Ağır, acı. Haşin, sert, kırıcı. Beşâret : (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. * Müjdeye verilen ihsan. * Yeni çıkan acib şey. Taht : f. Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. Hükümdarlık makamı.   Şükür kıldı Hak’a ol devlet ıssı İrürdi devlete aklı bilisi  Aklının öğretim ve eğitimini Erenlerden bir Hakk Dostu öğretmenliği ve eğitmenliği hizmetinde yapan ve dâimi devlet sahipliğine ulaşan âşık, her şey için Hakk teâlâ’ya çok şükürler etti.Bu ulu devlete ulaştıran ham Aklının İlâhî Nakile kavuşarak Kâmil akıl bilgileri oldu… Devlet ıssı : Devlet  sahibi. Büyük saadet, baht, kut, rütbe, mevki sahibi.İrürmek : Ulaştırmak, eriştirmek.Bili : Bilü. Bilgi, ilim, irfan, mâlümat Zihin, fikir.   Eğer devlet gerekse akla danış Mürebbîsiz ileri varmaya iş Ey Derviş!Eğer ben de devlete  ermek dilerim diyorsan Rabb’ısı ile Kulu arasındaki tek ve ana bağ olan kâmil akla danışmalısınZaten Sünnetullahta yetiştiricisi-terbiyecisi olmayan bir nefse sahip olmak imkansızdır. 

       Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Müftiler sana fetvâ verse de, sen kalbine sor.” buyurmuştur. (İmâm Ahmed, Müsned IV-197,227; Ebu Naim, Hilye VIII-172; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid I-175,176)  

       Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kalbin sıfatlarını anlatırken kalbine işaret ederek: “Takvâ buradadır!” buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Birr 32/1986; Tirmizî, Birr 18/1927; İmâm Ahmed, Müsned II/227)  Muhammedî Nurla yanan bir kalb ki Hakkı-Bâtılı hayrı-şerri ayırabilir: 

Page 40: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

       Nevvas b. Sem’an (radiyallahu anhu): “Resûlullah (sav)’e iyilik ve günâhtan sordum.”şöyle buyurdu.: “İyilik ahlâkın güzelliğidir. Günâh ise gönlünü rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” buyurmuştur. (Müslim, Birri 14,15/1980; Tirmizî, Zühd 52/2389)  Mürebbî : Terbiyeci, terbiye eden, yetiştiren, ders veren. Pedagog. * Besleyen.   Bilini gel unut sen uslu isen Saâdet gösterene hûlu isen  Kendi başına ham aklı nefsinin bildiklerini unuta gel Hakk Erenle huzuruna eğer kâmil akıllıysan.Sana Muhammedî Mutluluğu gösteren ve götüren Erenlere:“Huu eyvallah! Sözünüz, sohbetiniz, zevkiniz ve hazzınız haktır!” diyebiliyorsan böylesine güzel bir huyun varsa!..  Bili : Bilü. Bilgi, ilim, irfan, mâlümat Zihin, fikir. Saâdet : Mes'ud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allah'ın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak.   Yunus alçaklığı yavlak beğendinKıyâs et sen seni ne kadar indin   Ey Yunus! Sen doğrusu alçak gönüllü olmayı gerçekten çok beğendin-sevdin.Eski hâlindeki Benlik Dağındaki sen ile şimdiki Sevdâ Sahillerindeki sen arasındaki uçuruma bir bak, mukayese et de ne kadar indiğini-kemâlât yolu aldığını anla-bil!  Yavlak : Çok fazla. Kıyas : Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek. * Man: Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak. * Fık: İki belli şeyden birinin mahsus olan hükmünü, yâni, bu hükmün mislini, aralarındaki müttehid illetten dolayı, diğerinde de ictihad ile izhâr etmektir.   Farîzadır sana sen seni sakın Kim ola sencileyin sâna yakın  Sana Allah Teâlânın kesin emri olan farzıdır ki sen kendini bâtıl ve şer cehâletinden koruyasın.Çünkü bu imtihan âleminde herkes kendi parmak izi gibi tektir ve kendi imtihanını verip sonunda hesaba çekilecektir.Senden sana daha yakın yok ki gelip de seni korusun! Farîza : Borç, vazife. Allah'ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife. * Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay.   Has u âm harceye yüz yere bırak Bunun gayrı haber bu sözden ırak  Yetiştirdiğin kemâlât bağındaki meyveleri-olğunlukları yüzlerce yere bırak, sahip çıkma gerçek sahibinin adına, hesabına ve şerefine sıradan halk da, aşk yolunda ürümekte olanlar da harcasınlar-kullanıp yol alsınlar. 

Page 41: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Bunun dışında kulağına gelen haberler bu gerçek sözden tamamen ıraktır ve kulak asma! Has u âm : Özel insanlar veya halk.   Hatâdır cümlesini harcı sanma Sebil ol kamuya bir dem usanma  Herkese İlâhî ve Nebevî sırları sel-sebil sermenin hata olduğunu sanma! Sen Hakk Teâlâ’nın kullarına usanmadan-bıkmadan sebil olmaya bak!  Harc : Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde. Sebil : Açık ve büyük yol. Büyük cadde. * Allah rızası için su dağıtılan yer. Sel-sebil : Cennet'te bir çeşme veya ırmak. * Mc: Tatlı, lâtif, leziz su.

Destan-ı Gazab-1

Dâstân-ı Boşu yâni Gazeb  Gazab Destanı Boşu : Buşu. Öfke. Gazeb : Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık. Gel imdî aydayın boşu haberin Birin birin sana gönülde varın  Gel şimdi de sana gönüllerde gizlenen gazab haberlerini bir bir anlatayım. Aydayın : aydınlatayım. Anlatayım.   Benim ileyime kim katlanısar Ki hışmından deniz oda yanısar  Ben Gazabım!Dinle bak!Benim huzurumda olmaya-benim ile bileliğe kim katlanabilecek?Ki öfkesinden sanki deniz ateş alıp yanacak!  Hışm : f. Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık. İley : Huzur, ön, kat, yan, karşı taraf, yol. Hışm : f. Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık. Od : Ateş.   Nereye kim varam başlar kesilir Kime boşar isem olukdem olir

Page 42: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Nereye varırsam orada nice başlar kesilir.Kime kızar isem oluk dolusu kan akarcasına acı veririm. Boşmak : Buşmak. Öfkelenmek, kızmak. Olukdem : Olok-dem : O anda, o zaman, o vakit. Oluk dem : Oluk dulusu kan.   Kim ola bencileyin câna kıyar Meğer kim ben olam merdâne kıyar Kim varmış ki benim gibi bu âlemde çekinmeden-düşünmeden cana kıyabilecek? Bencileyin : Benim gibi. Merdâne : f. Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette.   Yaradılmış bana karşı duramaz Benimle bir nefes hemden alamaz Hiçbir yaratık bana karşı duramaz.Benimle bir nefeslik sürede bile canciğer beraber duramaz.Canına okurum!  Hemi : f. Tıpkı bu, bu bile. Hem-dem : f. Canciğer arkadaş. Hünerime benim kim birikiser Yahud acel evîne kim giriser  Bu yıkcı-yakıcı hünerimde kim benimle boy ölçüşe bilirmiş?Böylesi bir ölüm evine kim gelip de girecekmiş?Gazabın içine dalmak için aklını mı yitirmiş? Hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret. Birikmek : Birleşmek. Bir araya gelmek. Acel : Ecel. Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek. * İleride olacağı şüphesiz olan. * Allah'ın takdir ettiği ömür.   Felek benim işim başaramayaMelek benim yolumu varamaya Felek bile benim bu kırıcılık-yıkcılık-yakıcılık hünerimi benim gibi insafsız başaramaz!Melek bile benim yoluma varıp durduramaz! Felek : Gök, gök katı, devir. * Tâli', baht. * Büyük ve dâirevi olan şey. * Her gök seyyaresinin gezdiği âlem. * Dünyâ, âlem.   Gözüme yüz bin er zerre görünmez Hezâr arslan bana berre görünmez  Bu saldırı da yüz bin aksar de olsa zerre kadar gözüme gözükmez.Binlerce arslan bana kuzu kadar bile görünmez-gelmez.

Page 43: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Zerre : (C: Zerrat) Pek ufak parça. * Atom. * Çok küçük karınca. * Güneş ışığında görünen ufacık tozlar. Hezâr : Bin, binlerce. Berre : Bere. Kuzu.   Boşu derler bana key bahadurım Düzenlik bozmağa her (dem) kadirım Ey delikanlı yiğit!Bana: “Gazab!” derler.Ben merhametsice her düzenin-dengenin düşmanıyım ve mutlaka bozarım! Boşu : Buşu. Öfke. Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük. Bahadur : Bahadır. f. Kahraman. Cesur. Yiğit. Dilâver.Kadir : Bir işi yapmaya gücü yeten. Kudret sâhibi ve herşeye kudreti yeten. (Allah C.C.)   Nereye kim varam ot bitmez onda Çü nakd oldu kime derd yetmez anda  Bastığım yerde daha ot bitemez!Kime bir yan gözle baksam, daha derd aramasın ben yeter de artarım! Nakd : (C?: Nukûd) Madeni para, akçe. * Bir şeyin bedelini peşinen ödemek. * Para olarak bulunan servet. * Vezin ve ayarı tamam olan para. * Bir şeye hırsızlamasına bakma. * Seçmek. * Saymak.   İşidenler benim kaçar sözümden Ki ben de korkarım uş kend’ özümden  Öyle ki benim adımı bile işitenler şerrimden kaçarlar!Bu yüzden ben kendim bile kendi özümün belâsından doğrusu korkarım!  Uş : İşte, şimdi   Sakın bâna uyup sen gaafil olmaBenim sözüm tutup imansız ölme  Ey Yolcu!Sakın aldanıp bana uyup da ahmakça yolundan gkalan gafillerden olma!Benim sözümü tutup şerr işler işleyip de sonunda imansız ölme! Gaafil : gafil Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. Niyazi-i Mısrî   Dek ayruğa değil benim kılıncım

Page 44: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Beni dahı tutar benim kuluncum Sakın benim kılıcımı sadece başkalarını keser sanma!Kendi kınını da keser!Bazen omuz kaslarını esir eden kulunç gibi kendimi de yakalar bırakmam! Kılınç : Hareket tarzı, huy.Kulunc : Omuz kası atutulması.   Boşu kimdeyise îmânı gider İman gerek ise vârını gider  Gazab kimde ise o kimseden imanı gitmek zorunda kalır.İman ki kişiye mutlaka gerektir.O da gidince sanki işe yarar her şeyi gitti bil!   Boşu gelincegiz îman ne olur Oda düşer yanar yâ can ne olur  Gazab gelince iman ne olur bilir misin?İman ateş alır yanar da can ne olu?   Boşu işi heman küfr ü dalâldir Neûzû billâh ol ayrıksı hâldir Kardeş!Gazab dediğimiz bu kötü huy küfür ve sapıklıktırAllah’a sığınırız ki bu haktan ve hayırdan ayrılıktır. Heman : f. Derhâl, hemen, acele olarak, çarçabuk, o anda. Küfr : Örtmek mânâsınadır. Kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene "kâfir" denilir. Kâfirliğin sıfatı küfürdür. * Allaha inanmamak. Hakkı görmemek. İmansızlık. * Allaha (C.C.) yakışmıyan sıfatlar uydurmak. Müslümanlığa uymayan şeylere inanmak. * Nankörlük, dinsizlik, günah, kaba ve ayıp söz. (Bak: Kebâir - Kâfir) Dalâl : Sapıklık. * Sapmak. Doğrudan, imân ve İslâmiyyet yolundan sapmak. Neûzû billâh : Allah’a sığınırız.   Sakıngıl boşudan ki gizlidir olNerede sezmesen anda vurur yol  Sen içinde gizlenmiş olan gazabından çok sakın ki nerede varlığını unutursan-umursamazsan o anda yolunu keser işini bitirir!    Göresin bir kişi sâkin surette Ne bilir kimse ânı ne sıfatta  Bir insan ki sâkin sâkin durur görüyorsun.Ama iç âlemindeki gizli sıfatlarını kim ne bilecek?      Boyundan taylasan eline âsa

Page 45: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Çöpü depretmeye yer şöyle bâsa Öyle uslu ki şeyhlik işareti sayılan sarık taylasan elinde âsa.Yere bile öyle özenle basıyor ki çöpü bile incitmeye!.. Taylasan : Sarığın salıverilen, sarkıtılan ucu.   Göresin ansızın yol çıkagelir Üzüp tesbih imâme yıkagelir Öyle olur ki hayat yolunda bu kişi bir gün ansızın ayarını bozar.Tesbihi üzmekten imamesini yıkmaktan çekinmemeye başlar. Din tesbihinin imamesi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem’in tesbih gibi Sırat-ı Müstakim ipine dizili ümmetini üzmekten ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Şeriat-ı Gara yolunu yıkmaktan çekinmez!  Usattı asâyı koptu dırâka Yüzü kalmâdı hiç kimseye bâka  Uzattı âsayı takırtı koptu.Kimselere bakacak bir yüzü kalmadı. Uşatmak : Parçalamak, kısaltmak. Dırâka : Taraka, tarraka, takırtı.   Suâl ettim sûfî bû nice hâldirSenin gibi kişîden bu muhâldir Sordum:“Ey Sufî! Bu nasıl hâldir? Doğrusu senin gibi kâmil gözüken bir insanın bu hâle düşmesi olacak iş değildi!” Suâl ettim : Sordum. Sûfî : (C.: Sufiyyun) Tasavvuf ehli. Sofu. Mutasavvıf. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.   Özür gösterdi kim ben bir kişîyim Fâlan derler banâ fülan eşîyim Özür dileyerek kim olduğunu, kendisine kim dendiğini ve kimin eşi-benzeri olduğunu anlattı.   Bilirim ânı iyü âdı yokturKi şerde hiç ahin irşâdı yoktur Ben ise bilirim ki onun hiç de iyi denecek adı yoktur.İşi gücü şerr olup sevilen bir irşadı yoktur. Ahin : Bir kimsenin sevdiği, sevilen. İrşad : Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. * Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir

Page 46: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid) Benim gibi kişiye izzet etmezCevap verir banâ öğüt işitmez  Benim gibi değerli bir kişiye hürmeti yoktur.Hiçbir öğüdü dinlemediği gibi bir de karşılık vermekten çekinmez.   Asâna urdum (u) yakamı duttuBanâ karşı durur Hakk’ı unuttu Asâsına-gizli kötü huyu ve öfkesine dokununca yakamı tuttuBana karşı gelip Hakk’ı unuttu.   N’ideyim boşu tutup almış ânı Ki mahkûm eylemiş boşu divânı  Ben ne yapayım ki gazab yutmuş onu.Gazab zindanı onu hapsetmiş bırakmıyor.   Özünû izlemez ayrığı sınar Ki doğru kim varısa anı kınar  Kendi özünü izleyip de kendini bilip bilmediğine bakmaz, birde kalkar başkalarını denetler.İmtihana çeker.Her doğru olana karşı çıkar.   Sakın hâzırdurur dâim boşûdanKi dost esrik idik boşu unûdan  İnsanın içinde kızmak için bekleyen gazabdan çok sakın.Ki Dost sanki gazabın tehlikesini unutanı sarhoş etmiş de ne yaptığını bilmez olmuş. Esrik : Sarhoş, mest. * Azgın, kızgın. * Zayıf, hasta, hâlsiz, dermansız, tâkatsiz.   Kişi kim ma’şukaya esrimeye Dalâlet almış ânı ne demeye  Kim ki Sevgilisi için sarhoş olup-kendinden geçip de O’ndan başkasını görmez olmaz ise,Sapıklık almış onu: “Yâr yerine Ağyâre niye gitmiş?” demeye ne hacet var artık.  Esrimek : Esrimek. Sarhoş olmak, aklını yetirmek, delirmek, kendinden geçmek. Ma’şuk : Aşk ile sevilen, sevgili.   Arı dirlik gerek dost ileyinde Buguz boşu n’olur ma’şuk yolunda Arı, saf tertemiz aşk dirliği gerekir Dost-Yâr ile Bileliğe.Buz, gazab vs. gibi pisliklerle ne elde edilir candan sevgilinin Kudsal yolunda…

Page 47: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 İley : Huzur, ön, kat, yan, karşı taraf, yol. Buğuz : Sevmeme. Birisi hakkında gizli ve kalbi düşmanlık hissetme. Kin, husûmet.   Kaçan dost gele diye hâzır olgıl Sarâyını düzetgil hâzır olgıl   Ne zaman ki sen gerçekten sana senden de yakın olan Dost’un gelmesini dilersen hazırlanmalısın.Sîne Sarayındaki Gönül köşkünü düzeltip süsleyip huzura hazır etmelisin.Sünnetullah böyledir ve Subhanî Sultan ancak böylesi saryları şereflendirir.Bunun-bu işin yol gösterici ilim ve edeb sahibi hizmetçileri ise bu yolu bilen Hakk Yol Erenleridir.   Olup hodbin oturma döşeğinde Mûdamî kaaim olgıl eşiğinde  Döşeğin olan bedenine gömülüp egoist-bencillik koltuğunda oturup durma!Sen git de Yârin eşiğine başını koy kabul edilinceye kadar sürekli kaldırma öyle dur!  Hodbin : f. Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatını tâkib eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli. Mûdam : Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan. * Mübtelâ olan. Her nefeste Allah adın de müdamAllah adı ile olur her iş temam                                Süleyman Çelebi Kaim : Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren. Öyle kalan.   Gafil olma evûne oğrı geleKatı uyur isen dıvârı dele Gözün açık dur, uyursan da tavşan uykusu uyu elin tetikte olsun!Eğer zom uykuda uyur gaflette boğulursan içine düşman girer.“Nerden girecek?”  deme duvarı deler girer.Senin din tedbirlerini deler geçer. Oğrı : Uğru. Hırsız.   Ev ıssı uykuda oğrı kıvanur Tutar ta’cil işin ûyâna sanur  Ev sahbibni uyurken yakalayan düşman elbette sevinir.İşini acele bitirmek ister.“Ol ki uyanır!” der. Kıvanmak : Sevinmek.Ta’cil : Acele ettirme, hızlandırma.   Nice geldi ise uyanmadı olBilür bellü ki kolayıncadır yol  Düşman geldi gördü ki ev sahibi uyanmıyor ağır uykuda.

Page 48: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Bilir ki işi çok kolay olacak.Aceleye bile gerek görmez.   Ki her kim geldise  bildüğün işler Kimi yıylar u kimi anda kışlar  Öyle ki bu nefsin ülkesine gelen yol geçen hanı gibi istediğini alsın götürsün istediğini işlesin!Dört mevsimde geçse sahibi uyanmıyor!İsteyen kötülük buyursun ister yaylasın ister kışlasın keyfi birli!Boşa giden çocukluk, gençlik, olgun yaşlılık, ihtiyarlık ve koskoca bir ömür!!!..   Yıylamak : Koklamak. Yaylamak : Bahar ve yazı gereği üzere zevk etmek.   Ev ısız olıcak oğrı kekince Girer çıkar bakınmaz kolayınca  Ev ıssız gibi olunca-ev sahibi ölüm uykusuna yatmış gibi oluncaDüşman istediği gibi girer-çıkar keyfince.İki de bir bakınıp da tedirgin bile olmaz. Isız : IssızKekince : Keyfince.   Evini kandayidin oğrı aldı Yer içer oturur ev onun oldı Ey insan!Sen nerelerdeydin bu kadar zamandır?Evini düşman işgal etti.Kendi evi gibi yer içer oturur  sanki ev onun oldu. Kandayidin : Neredeydin.   Olursun daşra sen ol îçerü hoş Yakındır iş ucu uş göresin uş  Seni dışarı attı!Düşman senin içinde hoş!Ne yazık ki işin sonuna geldin.Şimdi göreceksin göreceğini! Uş : İşte, şimdi.   Bu ne hâldir sana zulmet içinde Niçe uyuyasın gaflet içinde  Senin bu hâlin ne hâldir ki zifiri karanlıklara teslim olmuşsun.Sen nasıl uyuyabilmektesin bu ahmaklık olan gaflet içinde. Zulmet : Karanlık. * Mc: Sıkıntı.  

Page 49: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Geçirdin sen ömrünü boşu ile Heman zulmetinden işbu huy ile  Zulmet içinde bu pis gaflet huyun ile sen bütün ömrünü gazab ile geçirdin gitti.   Eğer senden boşu gitmeye kalaAzrâil ol damardan cânın ala Eğer senden bu gazab pisliği temizlenip gitmez ise Azrail senin canını gazab damarından alır.Gideceğin yer ise belli ve belirlenen cehennem ateş banyosudur.  Azrâil : Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de "melek-ül mevt: Ölüm meleği"dir. Yeryüzünde hayatın var olması, insanın yaratılışı tesadüfle açıklanamıyacağı gibi, ölüm de tesadüfle açıklanamaz. Hayatı yaratan ölümü de yaratmıştır. Hayat gibi ölüm de bir rahmettir. Ölüm, meşakkatli dünya hayatından terhis olma ve ebedî âleme yolculuktur. İnanmıyanların ölümden çok korkmaları ve hatırlarına getirmekten ürkmeleri bundandır. Azrail (A.S.) müslümana göre ebediyet âlemine yolculuğun dâvetçisi; hastalık, kaza vs. sebepler, ölüm için bahane ve sebeplerdir. Azrail (A.S.) bu sebeplerin arkasında görevini yerine getirir.   Nidiverir sanâ elün yuduğunSenî unutturur mı okuduğun Sanki sen elini su ile yıkayarak abdest aldım sanmakla içindeki pis ahlâkına ne yapabileceksin?Sadece ağzıyın okuduğu içi boş duâların İlâhî Divanda seni unutturup hesaba çektirmeyecek mi sanıyorsun?   Sanır mısın öğüdümü dak içün                                                                Nasîhattır sana cümle Hak içûn Sen sanma ki Erenlerin öğüdü senin gibilerin hilelerindedir.Her sözümüz sana Hakk Teâlâ hatırına hak ve hayra dönmen için nasihattir.        Dak :  Hile, düzen.       Nasîhat : İbret verici ders, tavsiye, ihtar, öğüt.                                    Dışın seccâde bu tesbîh u destâr    İçin murdâr u can belinde zunnâr  Dışında kendini mübârek ve kudsal kişi gösterenler gibi seccaden, tesbihin ve sarığın var!Ancak gerçekte için kirlenmiş bir canın ve belinden bağlanmış bir de küfür bağın var! Seccâde : Genellikle üzerinde secdeye varmakta yâni namaz kılmakta kullanılan küçük halı, kilim cinsinden sergi. Tesbîh : Sübhânallah demek. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: Allah'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir. (Bak: Sübhan). Çekilen tesbihi saymak için boncuk. Destâr :  f. Sarık, imâme, başa sarılan tülbent. 

Page 50: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Murdâr : f. Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. * İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan. Zunnâr : Zünnar. İp. * Hristiyan rahiplerinin veya puta tapanların, papazların bellerine bağladıkları örme kuşak. (Rükûa mâni olduğu için kuşanılması İslâmiyette küfür alâmeti sayılmıştır.)

Deastan-ı Gazab-2

Bu vech ile nicesi olısar hâl Ki hiç eyü amal yok doludur kaal Bu yüzlü niceleri nasıl iyi hâl sahibi olacaklar?Ki hiçbir iyi-sâlih amelleri yok olan ise boş laf gevezeliği…Nerde Erenlerin özlü sözleri?.. Vech : (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe. * Tarih. * Suret. * Sebeb. * Bir şeyin nefsi ve zatı. * Semt. Cihet. * Münasebet.Nicesi : Nasıl, ne suretle.Kaal : Boş laf, söz.   Geçirmez seni daşrağı taâtın Arı olmaz ise gizli sıfâtın  Senin özün bozuk iken dışarıda yapacağın işlerin-itâatlerin seni senin içine sokacağını sanma!Eğer arı, saf ve tertemiz olmaz ise içte gizli sıfatın-öz ahlâkın. Daşrağı : Taşrağı. dışarıdaki.   Çü bâtın evlerini oğrı aldı Zahirdeki amel daşrada kaldı  Şu işe bak ki bâtın-öz evi olan kalbi düşman işgal etti.Senin dışarıda sözüm ona özsüz amellerin yine dışarıda kaldı. Bâtın : İç, dâhilî. Gizli. İçyüz. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibarı ile gizli. (Zıddı: Zâhir'dir) (Bak: Batn)Oğrı : Uğru. Hırsız.Daşra : Taşra. Dışarı   Kamûsından sana ol ola yiğrek      Ki dosta tâatın gizlisi yiğrek Her şeyin tümünden daha iyisi, Dost için olan olan tâat gizli olan –riyâsız olandır. Yiğrek :Yeğ,Yeğrek. İyi, daha iyi. Tâat : İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.   Nicesi olısar bû iş müyesser

Page 51: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Çü sultan sözü sondı oldu ebter Nice insanlara bu işi başarmak nasıl kolayca olacak.Çünkü Sultan fermanı söndü sanki sonu gelmiş gibi…      Nicesi : Nasıl, ne suretle.Müyesser : (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.Ebter : Kuyruğu kesik hayvan. * Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan. * Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi. * Eksik, tamamlanmamış.   Ki sultanın önünde öd ölümdürEğer zerre ise suçtur delimdür Kaldı ki Sultanın huzurunda edeb ölü gibi olmaktır.Eğer zerre kadar benlik var ise bu büyük bir suçtur. Öd : Edeb.Delim : Çok. Birçok, fazla   Gele  bir iki tanışık edelim Ki halvet kandasa âna gidelim  Gel seninle bir iki tanışıklık edelim.Yâr ile bilelik ve agyârden ayrılık olan hâlvet neredeyse ora gidelim. Tanışık : İstişare, danışma.Halvet : Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik. Hâl birliği….Kanda : Nerede, nereye.   Eyâ uslû kişi sen bir haber ver Nerede var bize gizlenecek yer  Ey akıllı kişi!Sen biliyorsan söyle bir haber ver bize!Gizlenecek bir yer var ise söyle! Eyâ uslû kişi :Sen ey Akıllı kişi.   Ki gezdim yeri göğü bulamâdımNe var zerre isem dolunamâdım  Dolunmak : Batmak, gurub etmek. Ki ben yeri-göğü gezdim de bulamadım.Zerre kadar olsam bile batıp gizlenemedim.   Niçün bigânesin sen îki baştan Gerekse sâğışın et îki beşten Neden sen iki baştan- dünya ve Âhiret işlerine ilgisizsin.Eğer hesabın görmek istersen durma ikiden beşten hesap gör! Bigâne : Kayıtsız. Alâkasız. * Aldırışsız. Yabancı. Dünya ile alâkayı kesmiş olan.Sâğış : sayı, hesap.  

Page 52: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Ne böyle cünbiş ile ola dirlik Ne böyle dirlik ile ola birlik Böylesi karışık huyda bir cünbüş ile dirlik-geçim olur mu?Böyle bir dirlik ile asla birlik olamaz.Kişi tevhide ulşamaz!   Cünbiş : f. Kımıldanma, hareket. * Zevk, eğlence, cünbüş.   Ömür geçti hicâbı yırtamâdınÇü kullûğa edeble yortamâdın Ömrün geçti gaflet perdesini yırtıp kurtulamadın!Gör ki Rabb’ına kulluğa edeb ile koşamadın!  Hicâb : Perde. Örtü. Hâil. * Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. * Men'etmek. * Allah ile kul arasındaki perde. * Setretmek. Gizlemek. Yortmak : Koşmak.   Söz ayrıksı gerek sultan katındaKim ona lâyık oldur hidmetinde Söz ayrıksız-ağyârsiz gerekir Sultan-Yâr huzurunda.O kimsye lâyık olan sadece O’na hizmet etmektir. Hidmet : Hizmet. Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet. * Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat.   Kaçan şol bir sipâhî ma’zûl olurKil sultan kulluğunda ol kul olur  Ne zaman ki Sultanın seçkin bir askeri, Sultan katından kovulursa artık sıradan bir kul olur. Sipâhî : Sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri.Ma’zûl : (Azl. den) İşinden çıkarılmış, kovulmuş, azledilmiş.   Nasîhat ne diyeyin gayri bundanKulum deyemeye kulluk unudan  “Kulum!” dedirecek kadar kulluktan uzaklaşıp-unutana nasihat olarak ne diyeyim ben bundan başka!   Eğer kul olasın sermâye yeter Zihî rif’at yedi kat gökten üter  Eğer sen kul olmak istersen gereken sermaye sendedir.En güzelinden yüksek rütben yedi göğü deler geçer… Sermâye : f. Ana mal. Esas para. İlk elde mevcut olan para. * Kazanılmış ilim. * Hayat. Ömür 

Page 53: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Zihî : Zi. Ne dehoş, ne de güzel. Rif’at : Yükseklik. Yüksek ve büyük rütbe sahibi olmak, âlişan olmak. Ütmek : geçmek, uçmak.   Tamâm olsa işin yer gök senindirNe kim dîler isen dîlek senindir Kemâlâtını bir kâmil kontrolünde tamamlarsan bil ki yer gök senindir.İstediğini dile her şey emrinde…   Ki âlem cismine sen cân olâsın Yer ü gök cimaya sensiz dolâsın Cehâlette ölüp Kemâlâtta dirilince bütün âleme can olursun.Yer ve gök cem’ olup sen, sensiz can olarak dolsaın… Cima : Cem’ olan.   Ger öyle olmadın pes kanı ol iş Gümân ü vehm ile geçti yaz u kış  Eğer böyle değilsen nerde senin Kemâlâtın.O zaman şüphe ve zann içinde geçti gitti yaz ve kışlar demektir.  Pes : Sonra. Gümân : f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe. Vehm : (Vehim) Mübhem ve mânasız korku. * Belirsiz fikir ve düşünce. * Cüz'i mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti.   Nîce devran ki anda rıhli urdun Okuyup aşr u âyet yolda durdun Bu nasıl geçen ömür devranı ki sen onun içinde göç eden bir yolcu idin.Sen ise özüne ermeden okuyup durduğun aşır ve âyetlerle yolda kaldın.Duyduğuna uymadın! Devran : Devir, felek, zaman, deveran, dünya. Rıhli urdun: Rıhlet ettin. Göçtün. Aşr : (Aşir) On. * On adetten birisini almak. On etmek. * Kur'ân-ı Kerim'den on âyet mikdarı kısım.   Niçe ilm ü amel sen bu tapûda Niçe yıldan beri sen bu kapûda Bunca ilim ve amelle sen bu huzurda nice yıldan beri bu kapıdasın!  Tapû : Tapı. Huzur.   

Page 54: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Sözüm  kend’ özümdedir nükte değil Bilin can birliğ’ îkilikte değil  Ben sözlerimi kendi nefsime demekteyim.Kendimi iyi bilip de başkasına dokundurmuyorum.Şunu iyi bilin ki, can birliği-Tevhidde olup ikilikte değildir.Bir gülün yaprağındaki dirlik-can, bir kuzunun kulağındaki dirlik-can ve senin göz bebeğindeki dirlik-can aynı olup tümü de El Hayy (cc) esmâsının zuhurudur ve tektir.  Nükte : İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ.   Hayıf ol kîşiye kala bu yoldan Edinsin çâre kurtulsun bu halden  Yazıklar olsun o kişiye ki bu Hakk Yolundan geri kalmakta!Bir çâre bulsun kendine bu hâlden kurtulsun. Hayıf : Hayf. (Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.)   Gafillıktır bizî bû yolda koyan Nite gaafil olur ma’şûku duyan  Hepimizi bu yoldan alıkoyan gafilliktir- aldırmazlıktır.Halbuki gerçek seven ve sevgilisini duyan kimse nasıl olur da gafil olur. Nite : Nasıl.   Süpürmedin sarâyı gele bize Ne ferraş isteriz kim gele düze  Gönül sarayını kötü huylardan temizlemedin.Kâbe’nin avlusun süpürüp temizleyen ferraş ne yapsın böylesi bir kalb zor düzelir. Ferraş : Cami, mescid, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlamak; ve kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Ferraş; arapçada, yayıcı, hizmetçi, döşeyici anlamlarına gelir. Yeniçeri teşkilâtında bu işi görenlerle, Kâbe'yi süpürenler hakkında ıstılah olarak da kullanılır. (O.T.D.S.) "Her ruham-ı fersi bir âyine-i âlemnüma Her gezen ferraşı bir İskender-i kitisitan."                                                           Nef'î  Niçün geçmez aceb yol bû arâdan Boşu aldı yolu bil her yanâdan  Hayat yolu imtihan geçidine gelince bu aradan neden geçmesi zor aceba?Çünkü oyunun gereği böyledir ve bu yolu her taraftan öfke sarmıştır. Boşu : Buşu. Öfke. Boşu hayli zamandır yolu almışKimesne’ izlemeyip gizlenikalmış  Öfke gizlenerek hayli zaman yolcunun içinde-birlikte yol almış.Kimseler onu izleyip de yakalamayacak şekilde gizlenmiş.

Page 55: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Kimesne : Kimsene. Kimse.   Akıl câsuslara söyler divanda Yürün bûlun düzenlik safı kanda Akıl casuslarına meclisinde söyler ki:“ Yürün-durmayın  düzenlik safı-Erenler katarı neredeyse bulun!” Kanda : Nerde.  Dedi câsus düzenlik hâlin ânaBoşudan dağılıptır değme yana Casus düzenlik hâlini- Hakk’a inanıp da hayrın işlendiği hâli- akıla anlatıp: “ Öfkenin yüzünden her bir yana dağılıp gittiler!” dedi.  Değme : Galişigüzel, rastgele.   Çü câsus bu sözü akla irûrdiNiçe kim vâr idi haber değûrdi Ne zamanki casus –içten hakkı duyuş ve ilham- bu sözü akla ulatırdı.Bu hususta her ne haber var ise hepsini ulaştırdı. İrürmek : Ulaştırmak, eriştirmek.Değirmek : Değürmek. Haber eriştirmek, yetiştirmek, ulaştırmak, duyurmak, bildirmek. Dokundurmak, değdirmek.   Çü hiç söz kalmadı ulaştı akla Boşuyu dutmağa iş düştü akla Akla ulaşmadık hiçbir söz kalmayınca, öfkeyi tutup yakalamak işi düştü.Akıl öfkenin peşine düştü.   Akıl fikreyleyip söyledi haber Buyurdu çâvuşa cem oldu leşker  Akıl düşünüp kararını bildirdi-haber verdi.Emretti çavuşa, toplandı asker.   Divanda söylenür ne buncadır gün Şikâyet boşundandur sözde her gün Meclisde bunca gündür söylenip duran şey öfkeden şikayettir her gün.     Sabır hani boşu kekince olmuş Düzeng ile safâ andak bozulmuş  Öfke keyfince at koştururken sabır nerede?Düzen-intizam ile sefâ o kadar bozulmuş ise… Boşu kekince : öfke keyfince.

Page 56: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Düzeng : Düzen, nizam. İntizam, tertip. Ev-bark. Tiynet, yaratılış. Safâ : Gönül şenliği, eğlence. * Duru olmak, itmi'nan ve meserret üzere olmak. Temiz, sâfi olmak. * Hava açık ve ayaz olmak. * Mekke-i Mükerreme'de bir yerin ismi. Andak : Onun kadar, o kadar,. Hemen.    Ayıdın sabra kim tez tutsun anı Harâb etti il û şehri diyârı  Sabra haber verin elini tez tutsun da öfkeyi çabuk yakalasın!Yoksa harab etti ili, şehri ve tüm diyarı- bütün vücudu harab etti!  Ayıtmak : Söylemek, demek, hitab etmek.Diyâr :  (Dâr. C.) Memleket.   Çıkageldi sabır âna oluk-dem Sanâsın boşuyu İbrâhim Edhem Çıka geldi sabır o anda ve öfke sanki İbrâhim Edhem oldu. Olukdem : Olok-dem : O anda, o zaman, o vakit.   Görülmez oldu ol îzi belirmez Nice îzi ki hiç tozu belirmez  Sanki toz oldu da izi bile yok görülmez oldu.   Bu kez gördüm düzenlik ü safâ hoş Oturup ayş ederler nûş ola nûş  Bu defada gördüm düzenlik e sefâ hoş.Oturup zevk ederler!Sefâ üstüne sefâ olmakta. Ayş : Yaşayış. Zevk safâNûş : f. İçen, içici. * Tatlı şerbet gibi içilecek şey. * Zevk ve safâ.   Şunun kim dünyede sabr iyesi Ki sabr oldu benim cânım gıdası  Şunu bilin ki dünyada sahibi sabır olursaKi benim de canımın gıdası sabır oldu. İye : Sahip. Ulu, er.   Kaçan kim olasın bû sabr ile sen Acebdür(ür) olâsın sonra pişman Ne zaman ki sen sabır ile beraber olduktan sonra şaşılacak şey ki sen pişman olasın! Aceb : Taaccüb, şaşma, hayret. * Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.

Page 57: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

   Kime sabr olsa dünyada müyesser Ana Hak verirserdir mülk-i dîger  Kime ki sabır nasib olsa dünyadaHakk Teâlâ ona bütün mülkleri verir. Müyesser : (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib. Sabır ahvâlini  dinle diyeyin Sabır al ver kamu bu dünye mâlin  Sabır hâllerini dinle de anlatayım.Bütün dünyanın malını ver de sabır satın al. Ahvâl : Haller. Vaziyetler. Oluşlar.   Anunçün sabrdur atayî devlet Ki sabr eyler kamu müfsidleri mat Onun için sabır, Allah vergisi bir devlettir.Ki sabır bütün bozguncuları yenecek olandır.  Atayî : İstenmeden verilmiş. Tanrı vergisi.Müfsid : İfsad eden, fenalaştıran. Bozan. * Başlanmış ibadeti bozan. * Nifak koyan, fesad ilka eden.Mat : Yenik.   Sabır kandayısa iylikdir işi Mûdam âzâd ider yâd u bilişi  Sabır neredeyse onun işi iyiliktir.Sabır her kime ki esir iken ulaşırsa ulaşsın tanıdık olsun yabancı olsun o kimseyi kötülüklerin elinden kurtarır. Mûdam : Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan. * Mübtelâ olan.Âzâd : f. Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan. * Dünya alâkasından kesilmiş. * Serbest fikirli.Yâd : Yabancı, el.Biliş : Tanışık olanlar.   Sabırlu devleti dâim olısar Nasîbi sabr olanlar uluyısar  Sabırlı kişinin devleti süreklidir.Nasibi sabır olanları sabır, ulu kişi yapacaktır.   İşittin Yûsuf’ı ol çâh içinde Dururdu sabr ile ol mâh içinde  İşitmişsindir ki Yusuf aleyhisselâm  kuyunun içinde sabır ile bekledi.  Çâh : Yer, mevki.Mâh : Ay.  

Page 58: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Bilinmezdi ne dinlidir uzûnu Çağırsa daşra çıkmaz Yûsuf ünü  Çocuk olduğu için İlâhi ilişkisinin değeri kardeşlerince bilinmezdi.O kuyudan dışarı seslense de sesi dışarı çıkamazdı.Kervan geçmez-kuş uçmaz çölde yapayalnız sabır ile bekleyiş… Dinli : Denli. Kadar.Uzûn : Üzün. İlği. İlişki.Ün : ses, yüksek ses, nida, avaz, sadâ. Şan, şöhret.   Yukarı bakar ol çah ağzı ırak Aşağada makaamı taş u toprak  Yukarı baktığında kuyunun ağzı çok ırak ve kuyu derin.Aşağıda ise oturduğu taş ve toprak var. Makaam:  Makam. Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab. *   Niçe çağırdısa ün daşra çıkmaz Kodu çağırmağı ayruk çağırmaz  Defalarca çağırdıysa da sesini duyan olmadı.Çağırmayı bırakdı artık çağırma oldu sabra sarıldı bekler oldu. Ayruk : Başka, diğer, gayrı. Artık,  Bundan sonra, bir daha.    İlâhi ben kulun sûçu var ola Ki bu iş ben kulun ile yar ola  Ey İlâhi! Ben kuluyun ne suçu var idi de bu iş başıma geldi?   Çü toprak bendese kanda varam ben Sabır kılmaz isem ne başaram ben  Bu toprak bendeyse ve ben ondan yaratılmışsam nerede varayım ben?Sabır etmez isem kulluk imtihanını nasıl başarayım ben? Kanda : Nerede.   Der öyle gözleri yukarı bakar Yenilmez gözyaşı sel gibi akar  Böyle söylerken de gözleri kuyunun ağzına bakar.Göz yaşı ise sel gibi akar.   O sâatte gerü ökünü derdi Deşirdi kendüyi vü sabrı gördi  O saate hemen aklını başına aldı.Kendini devşirdi-topladı ve sabrı gördü. 

Page 59: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Ök : öğ. Akıl, hatır, zihin.Deşirdi : Topladı.   İrürdi devlete ol sabr-ı âlîKi sabr ile hoş oldu cümle hâli Bu yüce sabır onu devlete erdirdi-ulaştırdı.Sabır sayesinde bütün sıkıntılı hâlleri hoş oldu. İrürmek : Ulaştırmak, eriştirmek.   Yapıştı koğaya tarttılar ânı Dedi erişti uş devlet nişanı Su aramak için indirilen kovaya yapışınca onu çektiler.Dedi: “İşte bana da devlet nişanı geldi yetişti!” dedi. Koğa : Kova.Uş : işte şimdi, şu anda.   Çü çektiler koğayı çıktı daşraZıhî devletli kim sabrı başâra  Ne zaman ki kovayı çektiler Yusuf aleyhisselâm dışarı çıktı.Ne güzel devletli ki sabrı başardı.  Zihî : Zi. Ne dehoş, ne de güzel.   Göre sabrıla Yûsuf neye erdi Ki sabrın âcısı helvâya erdi Gör hele sabır ile Yusuf aleyhisselâm neye erdi.Ki sabır acısı nasıl helva tadına ulaştı.   Sabır ıssı bilür ol ne idüğün Saâdetli tutar sabrın dediğin Ancak sabır sahibi olan bile bilir bunun ne olduğunu.Ancak saadetli olanlar tutup yerine getirir sabrın dediğini.   Sabır kimdeyse ol arşa sunar Ki sabr içre bulunur dürlü hüner  Sabır kimde ise o kimseyi Arş’a çıkarır.Ki sabır içinde bulunur her türlü hüner. Hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.   Çü her hâl(e) sana sabır gerek hoş Sabır ider bu cümle aguyı nûş  Her yaramaz hâli hoş eden sabırdır.

Page 60: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Sabır, cümle zehirleri zem zem ederde içirir. Agu : ağı, zehir.Nûş etmek : İçmek.   Sabır gerek sana her hâl içinde Sabırsızlar kalıflar kaal içinde Her hâlde sana sabır gerekli olan şeydir.Sabırsız kalanlar boş laflar içinde bocalar durur.  Kaal : Söz, boş laf.   Ki her kimde olursa sabr hâliOlısar hayr ile ânın meâli  Kimler de olursa sabırlı oluş hâli.Onun neticesi hayr ile olacaktır. Meâl : (Geri dönmek ve rücu eylemek. den) Meydana gelen netice. Mefhum. * Mânası. Kısaca mânası. * Kaymak. * Husul yeri, peyda olunacak yer. * Son, sonuç.   Bırak cümle işi kıl sabr tedbîrEren gönlünde olur sabr ile yîr Sen bırak başka tedbirler almayı da sabır yolunu tut!Çünkü hakkın ve hayır yolunun hizmetçisi Erenlerin gönlünde yer edinmek için sabır çok gereklidir.  Tedbîr : Bir şeyi te'min edecek veya def' edecek yol. * Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine uygun hareket, riayet. * Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık.Yîr : Yer.   Nebîdir ger velî yol sabra uğrar Eğer sen de varırsan sabr ile var  İster peygamber ister Velî olsun yolu mutlaka sabra uğrar.Sende onları izlemek dilersen ancak sabır ile varacağını bil!   Gözet sabrı ki tâ sen kân bulâsın Sabır bekler isen mercan bulasın  Sen sabrı gözet-izle ki mânevî hazineye ulaştırsın seni.Sabırla bekler isen mercana ulaşırsın. Kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.   Sabırsız kişilerin dirliği hâmKi sabr ile iyi olur ser-encam Sabırsız kişilerin diriği-düzeni ham-çiğdir.Başa gelen ibret verici acı olaylar sabır ile iyileşir.

Page 61: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Hâm : olgunlaşmamış, çiğ. Ser-encam : f. Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise. * Bir işin sonu. * Vak'a.   Öğüt gerek ise sabr ile iş et Uzâyın derisen sabır ile bit  Eğer öğüt vermek gerekirse bu işi sabır ile Erenler gibi yap!Sen büyümek istersen sabır ile yetiş. Bitmek : Bitki gib yetişmek.    Ne sarp iş olsa sabr onu bitirirKamu yerde saâdetler getirir  Her ne kadar başarılması ve içinden çıkılması zor iş de olsa sabı onu bitirir.Her yerde sahibine mutluluklar getirir. Sarp : Başarılması ve içinden çıkılması zor olan.   Emânet el-emânet koma sabrı Bulâsın sabr ile Mi’râc u Tûr’u Emânettir ki Allah Teâlâ’dan “el emânet”tir bırakma sabrı!Kemâlât yolunda izleyeceğin 28 peygamber yoluda Tûr da Mi’râc da sabır ile ulaşılacak makamlardır.  El-Emânet : Emanetleri var eden Emanetçi Allah Teâlâ’dan gelen emanet. Mi’râc : Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. * Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir. Tûr : Tûr-i Sina. Musâ Peygamberin (A.S.) Allah (C.C.) kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir. * İbn-i Sinâ'nın ceddinin ismi. (Bak: İbn-i Sinâ)   Sabırla vardı ol Mi’râc’a varan Dirî iken ölür sabrı başaran Sabır ile vardı o Mi’râc’a varan Muhammed aleyhisselâm.Ölmeden önce ölür dirlir sabrı başaran…   

       Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in: “Mütü kable en temutü: Ölmeden önce ölünüz!...” buyurmuştur. (Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)   Yunus sen sâdık isen gîr sabra Katı sâbır gerek sabr ile dura  Yunus sen sâdık isen gerçekten sabra gir!Sağlam sabır gerektir sabr ile durabilmek için.  

Page 62: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

  Sabırda dûranın boşusu kalmaz Çû sâbır oldu yâvuz hûsu kalmaz  Sabırda kara kılıp duranın öfkesi kalmaz.İnsanda sabır oldu mu kötü huyu kalmaz. Yâvuz hû : Kötü huy.   Saâdet istesen sabrı güzin göl Ki “Vallâhu muîn’us- sâbirin” gör  Eğer sen dünyanda dinide ve âhiretinde ebedi mutluluk istiyorsan sabrı seç ve Resûlullah (sav)’in sabrını hedefine al!Ki: “Allah sabredenlerin yardımcısıdır!” ı gör-oku!  

�ْم� �ْم� َأ �ُت ْب �ُن ِح�ِس� � َأ �وا ُل �ِد�ُخ� �َة� َت َّن �َج� �َم�ا اَل � و�َل �ْم �ُع�ُل :ُه� َي �ِذ�َيْن� اَلُل � اَل �ْم� ِج�اَه�ِد�وا �ْم� ْم�َّنُك �ُع�ُل و�َي�ُر�َيْن� اَلَّص�اِب

      “Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemma ya'lemillahüllezine cahedu minküm ve ya'lemes sabirin : Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” ( Âl-i İmrân 3/142) 

:ُه� �ُن� اَلُل � ِإ وا �ُر� �ْم� و�اْص�ْب �ِذ�َه�َب� َر�َيُح�ُك � و�َت �وا ُل �َف�َش� � َف�ُت ُع�وا �اَز� �َّن � َت �ُه� و�َال وَل َس� :ُه� و�َر� � اَلُل �ِط�َيُع�وا و�َأ�ُر�َيْن� ْم�َع� اَلَّص�اِب

      “Ve etiy'ullahe ve rasulehu ve la tenazeu fe tefşelu ve tezhebe rihuküm vasbiru innellahe meas sabirin : Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl 8/46) Güzin : Seçen, seçilmiş, seçkin, beğenilmiş. Sabr-ı Güzin : Resûlullah (sav)’in sabrı. Vallâhu muîn’us- sâbirin : Ve gerçekten Allah sabrdenlerin yardımcısıdır. İşittin sabr hâlin tâ nihâyet Tutânın cânına olsun beşâret Sabr hâlini etraflıca işittin-dinledin.Sözümüzü tutanın canına müjdeler olsun! Savr : savur.Beşâret : (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. * Müjdeye verilen ihsan. * Yeni çıkan acib şey.

Hased ve Kin Destanı-1

HASED ve KİN DESTANI Uzan olma niçeme yol emindir Harâmi çok bu yolda der kemindir Yolun eminliği konusunda uyğun kara veridm sanma!Bu yolda yol kesen pusu kurmuş soyguncu çoktur.  

Page 63: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Niçeme : Niceme kim. Ne kadar, her ne kadar. Harâmi : Haram yiyen. Soyguncu. Katı-üt tarik, yol kesen. Haydut. Kemin : Aşağı, pusu.   Eğer dinler isen diyem nasîhatHasedle hıkddan sâkın be gayet Eğer dinler isen sana nasihat eydim!Hasedle kinden çok çok sakın! Hıkd : Kin.   Kadimden bû ikîdir mir-i leşker Yürüyüp her biri bildiğin işler  Eskiden beri kötülük askerlerinin başıdır bu ikisi. Hased ve kin daima kötülüğe yürür ve bildiğin işler.  Mir : Amir. Bey. Baş. Kumandan. Vâli.Leşker : f. Asker.   Hasud bir kişidir dâim o rencûrVücûdu sağ iken renc ile makhûr  Hased bir kişi daima bir iç sıkıntısı içindedir.İçindeki hasedlik bir iltihap gibi sürekli rahatsız eder.Aslında vücudu sağlıklı olduğu hâlde özündeki hased pisliğinden dolayı her zaman kahra uğramış gibi öfkeli ve hışımla yaşar.  Renc : f. Sıkıntı, zahmet, eziyet. * Ağrı, sızı. * Öfke, gazab, hışım. Rencûr : f. İncinmiş. Sıkıntılı, rahatsız, dertli, hasta. Makhûr : Muhakkar. Hakir görülen. Hakarete uğramış.   Mazarattan niçeme kim o kaçar Eved tohumunu bitmez yere açar  Hased sahibi olan kişi zarar ziyan vermekten el çekip kaçamaz.Gittiği yerlere hased tohumu eker.Hiç ot bitmeyen yerlere de saçarki hased her yerde kök salabilir. Niçeme : Niceme kim. Ne kadar, her ne kadar. Mazarat : Zararlar, ziyanlar. Mazarrât.   Ne iş kim işleye kendüye ziyanKim ola kend’üzüne öyle kıyan  Bu nasıl bir iş ki kişi kendisine zarar verip ziyan etmekte.Kim ola böylesi ki akılsuzca kendisine kıymakta.  

Page 64: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

   Şeker yer ise dadı- dalı yokdurKi tatlu dirliği ile hâli yokdur  Şeker de yese tadını tuzunu alamaz.Tatlı bir hayata ve hâle hep hasrettir.    Hasud eli onunçün ermez işeKime kim kuyu kazsa kendû düşe Hasud kişinin onun için iyi işlere eli uzanmaz.Kim kime kuyu kazarsa mutlaka sonunda kendisi düşer. Hasud : Çok hased eden.   Diyem sânâ bahıllık neyidüğin Sakınur kendüden kendü yedügin Şimdi de sana cimrilik nedir anlatayım.Bunlar öyle kimselerdir ki kendi yediğini bile kendinden sakınır-esirgerler. Bahıllık : Cimrilik.   Kazancın kendünün kendüye vermez Eli bağlı durur hayr îşe ermez Kendi kazancını kendine verip kendi ihtiyaçları için harcatmaz cimrilik. Hayır işlerine harcmaya gelince sanki elleri bağlır da para-pul veremez gibidir.   Bu ne hâldür sanâ ey faydasız can Ki yokdur gayretin ey kaydasız can Bu nasıl bir hâldirki hiçbir kazancından fayda sağlayamamaktasınKaldı ki cimrilikten kurtulmak için ne bir gayretin nede ayarlayıp akort etmen var! Kayda : Nerede. Gayda. Ayar, akort, düzen    Göre ne hâldedir cânın u cismin Ne kimsesin sen ü yâ nedir ismin  Bak-gör ne hâldedir cismin-bedenin ve canın-ruhun…Sen ne biçim adamsın!Yanedir senin adın ki cimriliğin meşhur olmuş aismin unutulmuş.  Bu ne kûteh- nazar yâ ne firâsetKi bir dem olmadın kendinle halvet  Bu ne kadar kötü bir ileriyi görüş ve anlayışsızlıktır!Ki sen bir an kendi içine kapanıp da durumunu değerlendirmedin! Kûteh- nazar : Kısa görüş, ieriyi görmeyiş. 

Page 65: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Firâset : Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur. (L.R.) * Yiğitlik. * Binicilik.   Muhâldür âkıl olmaklık bahıldan Ne kimse alkış eder âna dilden  Cimri bir adamda aklında olması olacak iş değil.Hiçbir kimse dilden bile olsa onu alkışlayıp yaptığını beğenmez. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.Âkıl olmak : Akıllılık.   Ko sevme dünyeyi kim kala senden Dilersen dilemezsen âna senden  Bırak bu dünyayı bu kadar da sevme!Seni bıraksın artık!İstesen de istemesen de ondan sana neticede bir fyada olamaz.   Süleyman’dan ilerü olmayasın Hakıykattir cihanda kalmayasın  Ne kadar kazanıp saklasan da zenginlikte Süleyman aleyhisselâm’dan daha ileri olamayacaksın.Esas hakikat ise sen de bu dünyaya kazık çakıp kalamayacaksın bunu da bil!    Bahîl olmak seni Hak’tan ayırdıKanı gayet hamiyyet  kanda vardı  Cimri olmak seni Hakk’tan AyırdıHani nerde emanet olan güzel huyları namus gibi korumak gibi göstermen gereken hamiyet itinası-özeni nerede? Hamiyet : Gayret. * Nâmustan gelen gayretle utanma veya kızma. * İstinkâf etmek. * Mukaddesatı ve milletin haklarını, mâmus ve haysiyeti korumak hususlarında gösterilen gayret ve ihtimam hasleti. İman ve İslâmiyeti ve Hz. Peygamber'in (A.S.M.) Sünnet-i Seniyyesini ve din ve mücahede kardeşlerini muhafaza ve müdafaa etmek gayreti. Kanda : Nerede.   Hasseden kişi ne fâide görürNeye kim lâyık isen Tanğrı verir Hasislikten kişi ne fayda elde edecek?Kim neye lâyık ise Hakk Teâlâ ona lâzım olanı tercihi gereği verir. Hasis : (Hisset. den) Kötü huy, fena tabiat. * Ufak, değersiz. * Tamahkâr, cimri.  Neyî neye gerek ol bîle gerek O kadirdir verir kîme ne gerek Kime ne gerekiyor ise O bilse gerek.Kadîr olan kime ne gerekse ona onu veririr.

Page 66: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

   Nasîbine senin sen nazar eyle Anâ göre yarak kıl hazer eyle  Sen İlâhi nasibine bir göz at-kısmet olması için gayret et!Akibetinden kork da ona göre hazırlığını doğru dürüst yap! Yarak kıl : Hazırlan.   Zektâsız hayvan (u) sadakasız mâl Ne berhudâr ola bunun gibi hâl  Kazandığın hayvanların zekatını ve malın sadakasını vermediysen sen hâlin nasıl düzelip de berhüdâr olacaksın. Zektâsız : Zekâtsız.Berhudâr : f. Selâmette. Mükâfata erişen. Nasibli.   İnanmazsan bana sen kendin özle Benim dediğimi kendinde gözle  Benim sözlerime inanmazsan sen kendin özünü izle!Benim anlattıklarımı kendinde gözle.   Ne hâcet ben demek çok çıkdı fi’lin Nişânı oldurur bağlanmış elin  Senin için ben filanım demene gerek yok.Çünkü senin cimrilik işlerin o kadar meşhur oldu ki adını geçti.Bunun işareti şu ki iki elinde bağlı hakka ve hayra harcama yapamazsın. Hâcet : (C.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık.Nişân : f. İz. Nişan. Alâmet. İşaret. Fi’l : Fiil. Müessirin te'siri. Amel, iş. *Gr: Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime. (Sarf bilgisinde geniş izahı vardır.) Türkçede; gelme, gitme, yazma, okuma, gezme gibi kelimelere de fiil denir.    Suçu yok kîşinin bağlanmaz eli Dolaşır kendiye hem kendi fi’li  Suçsuz kişinin eli bağlanır mı?O kendi kendine serbest işleri peşinde dolaşır durur.   Çû suçun bilmez isen bildireyinTutup oğrıyı eline vereyin  Eğer sen suçunu bilmiyorsan ben sana bildireyim.Tutup hırsızı senin eline teslim edeyim. Oğrı : uğru. Hırsız.   Çün oğrı yoldaşı başını verir

Page 67: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Hasudluk bil seni yavlak düşürür Hırsızla yoldaşlık eden sonunda ona başını çaldırır.Hasudluk ise seni çok kötü düşürür.İnsanlık seviyeni ir dha zor elde edersin! Yavlak : Çok fazla, çok kötü.   Şu kim yoldâşına hıyânet eyler Kim yoldâş olursa la’net eyler  Hased öyle bir pislik ki kim ile yol arkadaşlığı yaparsa o kimseye kesinlikle hiyanet eder.Onunla yoldaş olan sonunda ona lânet eder.“Keşke seninle yola çıkmasaydım!” der. Hıyânet : Hâinlik. Vefasızlık. İtimadı kötüye kullanmak. Sözünde durmayıp oyun etmek.La’net : Nefret. Tiksinti. Allah'ın rahmetinden mahrumiyyet.   Sanâ yoldâş olânı sen bilirsen Seni kurtarasın doğru gelirsen  Eğer olgun akıllı olupda kiminle yoldaş olduğunu seçip ayırabilirsen, doğru yola doğru gelirsen seni sen kurtarabilirsin.  Doğruluk besleyene bahl ermez Hased hod kibrdir hiç onu görmez  Dorluktan ayrılmayana kimseye cimrilik ulaşamaz.Hased benlik kibiri olup hiç onu göremez. Bahl : Cimrilik.   Hasûdun kanda(sa) belli bazarı Anın gitmez olur hiç gönlü dârı Hasud kişinin nerede olursa olsun bazarı belli ve aynidir.Bu kimsenin asla gönül darlığı gitmez olur.  Dârı : İdam direği.   Anın çûn dirliği n’îdem içinde Olur bin kez helâk bir dem içinde  Onun hayatı hep “Ne yapayım?” içinde geçer.Bin defa helak olması bir anda olur. Helâk : Yıkılma, bitme, mahvolma. * Harislik ve pek düşkünlük. * Azab. Korku, havf. * Fakr.   Bil on îki ay anın şadlığı yok Yese ger yemese kaygu ile tok  Bil ki onun sevinçli günü on iki ay içinde yoktur.“Yese mi yemese mi?” kaygusu ile tok olur. 

Page 68: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Şad : f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.   Ne söz söyler ise havsalası dar Ne dense darlığından bin dahı var  Anlama kapasitesi öyle daralmış ki ne söylesen anlamaz.Sen ne dersen de anlayışsızlığına bin daha katar. Havsala : Zihnin bir şeyi anlama ve kavrama yetisi.   Hased odu onun çün yaktı ânı Yürürken sağ-esen döküldü kanı Hased ateşi onu onun için böylesine yaktı da sağ salim bir insan iken kanını döktü.İnsanlıktan çıkardı ve insan kanı taşımıyor sanki..  Sağ-esen : Diri-sağlıklı, sıhhatli, salim.   Hasudluktan hasûda fâide ne Gönülden daşra düştü ne ide ne  Kıskançlıktan kıskanç olana ne fayda gelecek?Kaldı ki kendi özünden dışarı çıktı gitti.İçindeki İlâhî cömertlik bağını kesti artık ne etse zor bağlar!..  Hasûd ile bahil sağışda değil Red oldlar bular hiç işte değil  Kıskanç ile cimri hesaba katılmaya değer verilmeye değmeyen kıymetsiz kişilerdir.Bunlar normal insanlık işlerinden reddedilmiş kişilerdir.Toplum onları tanır ve onlardan korunmak için dışlar. Sağış : hesab, mikdar.Sağış günü : Hesab günü, kıyamet.Redd : Geri döndürmek, kabul etmemek, çevirmek, def etmek. * Bir şeyin karşılığını icra etmek. * Sözü selâset ve talâkatla eda edemeyip harfleri geri çevirerek konuşmağa sebep olan dilin tutukluğuna denir. * Cerhetmek. * Kötü ve fena şey.   Bulârın birliğe ıkrârı yokdurBulâra her ne olsa ârı yokdur Bunların birliğe-tevhide özden inanışları yoktur.Bu kimseler daima kendi menfaatlarına giderler ve İlâhî emirleri dinlemezler.Bunlar ner ne kötülük yapsalar arlanıp-utanmazlar.  Ikrâr : İkrar. Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak. * Fık: Bir kimseye diğerinin kendisinde olan hakkını haber vermek.Âr : Hayâ, utanma.   Buların şâhdan korkusu yokdurKimesne beğenesi hûsu yokdur Bunların Ulu Şahtan korkuları yoktur.Havfullahı tınmazlar.Kimselerin beğeneceği bir huyları olamaz.

Page 69: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Çünkü hased tüm kötülüklerin anasıdır ve bunlar hased üreten anaçlardır.İblisin başına gelenler hased yüzünden olup bunlar da hep onu izlerler. Hû : Huy. Ahlâk.   Nerede olsa halk ürker sözünden Kimesne assı eylemez özünden  Bunlar nerde bir söz dese halk irkilir, şüpheye düşer ve düşünür ki ne kötülük dünüyorlar diye.Bunların içinde kimse için fayda verecek bir iş niyeti asla olamaz. Ürkmek : Bir şeyden korkarak birden sıçramak.Assı : Yarar, çıkar, kâr, kazanç.   Bahîlin gözlerinde ibret olmaz Kimesneye bulardan himmet olmaz  Cimri öylesine bir öz körüdür ki hiçbir işten ibret alamaz.Hiç kimseye bunlarn hak ve hayıra çıkan bir işte  yardım ve destek olamaz. İbret : Uyanıklığa sebeb olan ders. * Çok çirkin ve düşündürücü. Himmet : Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım. Ganîdir pâdişeh olânı görmez Çeker buhl elini nesneye ermez  El Ganî (cc) olan Hakk Teâlâ’yı görüp âyetlerini dinleyip de cömertlik yapamaz.Cimrilik ellerini geri çeker durur ve bırakmaz. Ganî : Zengin, kimseye muhtaç olmayan, elindekinden fazla istemiyen. Varlıklı, bol.  Yenir ni’metleri şâhın bayâğı Hiç eksilmez durur dâne darâğı  Halbuki El Ganî (cc) olan Hakk Teâlâ’nın nimetleri yenilip durmaktadır.Buğday anbarı hiç eksilmez tüm canlılar için. Dâne darâğı : Buğday anbarı.   Niçe yıldan berü ol ni’metî yer Hak’a dir derse dâhı şirk ile der  Yıllardan beri herkes o nimetleri yer durur.Hakk’a kul olanlar da şirk koşanlar da hepsi böyle beslenir.   Gelir her gün yeni nüzül yeni han Yeni gelenlere verir yeni don  Her gün yeni bir nimet bazarı açılır, yeni sofra kurulur ve yep yeni bir misafir ziyafeti açılır durur.  Nüzül : Sofra.

Page 70: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Han : Ziyafet.Don : Elbise, kisve, yeni kimlik.   Yeni subh u yeni ahşam yeni hal Yeni devran yeni dem yeni vısâl  Yeni sabahlar, yeni akşamlar ve yeni hâller içinde hayat sürer gider.Hep yepyeni bir devran döner.Herkes hep yeni isteklerine kavuşur durur tercihi ne ise…  Subh : Sabah.Ahşam : Akşam.Vısâl : (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma.   Kadeh yeni yeni mey yeni meşrebYeni ayş u yeni işret yeni mutrab Yeni kadeh, yeni şarab ve yeni huyları içmeler…Yeni yaşayış, yeni eğlence ve yeni çalgıcılar olur bu âlemde… Meşreb : Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk. * Gidiş. * İçmek. İçilecek yer. * Fehmetmek. * Mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol.Ayş : yaşayış, hayat.İşret : Zevk, eğlence. Mutrab : Çalgıcı, sazende.   Nedir bir kişi belki cümle âlem Nasîbini alır ne bîş û ne kem  Değil bir kişi cümle âlem herkes bu bazardan nasibini alır.İter iyi kişi ister kötü kişi fark etmez… Bîş : Çok, iyi.Kem : Az, kötü.   Bahil kandayısa Karun’la kopar Ki ol da ancılayın mâla tapar Ancak cimri olan Karun gibi doyma bilmez.O kimse de Karun gibi mala tapıcıdır. Karun : Kaarûn.  Peygamber Musâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musa'nın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden dolayı bu fena sıfatı ile meşhur olmuştur.Ancılayın : Onun gibi. Diyelim dinle Kaarûn’un zevâlinVerip îmânını vermedi mâlin  Dinle de sana Karun’un cimriliği içinde kayboluşunu sana anlatalım!Nasıl imanını verip de malını vermediğini… Zevâl :Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek.   

Page 71: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Çü Kaar’ûn’a mal içün buyruk indi Zekâtı vermedi vü dîni döndi  Çünkü Karun’a mal için İlâhî buyruk indiği hâlde yinede malınınzekâtını vermekten kaçındı.Sonunda dininden döndü Musa alaeyhisselâm’ı terk edip Firavuna dost oldu. Buyruk idi : Emrinde idi.   İder feryâd yer kov arâyın Ki boynumdan vebâlin indireyin  Kendisine vaat edilen yok ediş gelip çatınca feryad ederek der ki:“Bana kaçacak bir yer-kovuk-mağara bulun da boynumdaki şu günah yükünü indirip kaçayım!”  Feryâd : f. Bağırıp çağırma. Yüksek sesle medet istemek. Figan.Kov : Kovuk, in, mağara.Vebâl : Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti.   Koyıcak yer malın öşrünü seçti Kıyâmaz vermeğe cânına geçti  Malının öşrünü hesapladı ki çok.Vermeye kıyamaz de canından geçer. Öşr : Öşür. Ondalık, onda bir. Mahsullerden, Kur'an-ı Kerim hükümlerince onda bir olarak alınan zekât.   Ayıttı bunca mâlı vermiyim Yiğ ol kim yeryüzünde yürümeyim  Dedki:“Bunca malı vermekzekat, sadakave öşür diye vermektense yer yüzünde yürümemek daha iyi!” Ayıtmak : Söylemek, demek, hitab etmek. Yiğ : yeğ. Daha iyi ki.   Ko bu mâl eksilince ben öleyim Gözüm görür iken nîce vereyim  Bırak bu malım eksilecene ben ölsem daha doru olur!Gözüm göre göre malımı nasıl veririm ben!   Zekâtın vermedî devleti döndü Haber bû olıcak yer gene sundu  O böyle diyordu dmesine amma, zekatı vermeyince işleri tepe taklak olup ters gitmeye başladı.Haber bu ki yer yine buyur etti.    

Page 72: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Tutup eklett’ onu beline değin Verir kendi evet onun dileğin  Toprak onu beline kadar yuttu.Mecburen yutuldu , çünkü toprak ona sormadı ki kendisine emredilen yutma işini yaptı. Ekletmek : yemek, yutmak.   Görür evren değil Karun sureti Doyamaz ol azaba işi katı  Bakar ki Karun bu iş tâbiatın işi değil.Çektiği azab ise dayanılır gibi değil.   Gerü feryâd eder bû kez beni kon Bolay ki olayıdı tâli’im ön Geri dönüp feryad eder ki:“Bu kez bir defa olsun beni bırakın! Olur ki da talihim yâver gider de düzeltirim hâlimi.”  Bolay ki : Bola kim.  Ola ki, belki, İnşâllah. Tâli’im : Talih. Faydasız, yaramaz iş. (Kısmet ve kader mânasında: Bak: Tâli') Tâli' : Doğan. Tulu' eden. * Kısmet, kader, baht. * Nişangâhın arkasına düşen ok. * Yeni hilâl. Yâver : f. Yardımcı. Mededkâr. İmdatçı. * En yakın memur. * Devlet büyüklerinin yanında bulunan en yakın memur.   Katı şart eyledi öşrini vire Bi çârelik nasîbin kim giderse  Kesinlikle şart koştu ki öşrünü de verecekyeter ki bu çâresizlik batağından kendisinden giderse…  Katı : kesin, pek çok, çetin, şiddetli.   Koyıcak yer anı gerü yayıldıVay ol kişiye kim ol darb uruldı Toprak bırakmak üzere yayıldı .Yazık o kişiye ki eskisnden de beter oldu. Darb urmak : Sopa çekmek, döğmek.

Hased ve Kin Destanı-2

 Peşimân olıcak yer gene tuttu Boğazına değin Karun’ı yuttu 

Page 73: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Karun malının zekâtını vermekten pişman olunca toprak onu tekrar yakaladı.Boğazına kadar Karun’u yuttu.   Boğazına değin tututdu durur Kıyâmaz mâla can terkini urur Boğazına kadar toprak içinde beklerken dahi canından geçer de malından geçmez hâldedir.    Katılıktan işi yavlak uzattı Gözü bâkar iken mal yere battı  Bu kararında kesinlikte işi çok fazla uzatıı ve haddini aştı.Bu sefer gözleri kakıp duruken kendisnden önce malının toprağa battığını gördü. Yavlak : Çok fazla.   Batar kendü dahı mâlı sonunca Gider her gün yere kendü koyunca  Malı battıktan sonra kendisi de battı.Toprağın içinde aşağı doğru her gün kendi boyunca gömülmeye başladı.   Kıyâmete değin yer boyu gider Gör imdî kim kıyâmet âna n’îder  Bu hâli kıyamete kadar sürecek yerin dibine doğru.Bir de bak gör ki kıyamet ona neler edecek!   Ki oddın zencir eder(ler) malını Kamû âlem göre anın halını  Ki mallarını ateşten zincir edecekler.Bütün herkes görecek ki onun ne hâllere düştüğünü.   Olup zencîr mal boynuna düşer Halâyık hâs u âm hep âna düşer  Malları zincir olarak boynuna geçince her türlü insanlar görmek için başına üşüşürler. Halâyık : Cariye, hizmetçi. Has u âm : Özel insanlar veya halk.   Diyeler ehl-i mahşer ol bu hâlde Boyun zencirlü kalmıştır vebâlde Bu hâlde onu gören mahşer yerindekiler:“ Bunun dünyadaki bir günahı boynuna geçmiştir!” Vebal : Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti.

Page 74: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

  Zekâtın vermeyenin hâli bûdur Olur boynuna zencir mâlı bûdur İşte zekâtını vermeyenin hâli sonunda budur.Kıyamette boynuna böyle zincir olur zekâtı verilmeyen malı.   Ne çâredir ki buhlı göre canıGeçip boynuna dâr oldu cihânı  Ne çâre ki bir can cimrilik hastalığına tutulursa malı boynuna geçer de cihanı dar getirir bu âlemde huzur yüzü göremez zâten!   Gınâdan fâide olmaz bahîle Geçer yohsul gibi yüz bin mal ile  Zenginliğinden hiçbir fayda gelmez cimriye.Yüz binlerce mal içinden ekmeğe muhtaç bir yoksul gibi geçer-gider.    Erin başlığı mâl ile değildirNice mallıya yohsul diyegel dur  Er olanın yiğitliği malı ile değildir.Sen nice malı olduğu hâlde cimri olanlar görürüsün ki onlara:“Bunlar gerçek yoksullardır!” de.    Meğer kim gönlünü ıldırum urdu Ki çevre yânına karanu durdu Sanki senin gönlünü yıldırım çarpmış gibi.Her bir tarafını cehâlet karanlıkları sarmış gibi… Ildırum : Yıldırım   Hudâ’dan mühr oruldu himmetine Gelip kim dinlene onun katına  Hüdâ’dan sanki himmetine mühür vuruldu.Kimse gelip de onun huzurunda derdine devâ bulup dinlenemez. Mühr oruldu : Mühür vuruldu. Himmet : Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.    Nasîhat bin olursa biri sinmez Küfür söyler dili hiç ağzı dinmez  Nasihat bin olursa biri Sinesinde yer etmez ve gizlenip kalamaz.

Page 75: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Agzı hiç kapanmaz ve daime küfür konuşur durur.  Çü âciz kendü dâhı kend’ özünden Ki şâd olan ölür gussa yüzünden  Aslında kendisi de kendi özünden âciz kalmıştır.Öyleki şen şâduman olan bile bu hâle düşünce gamında tasasından ölür gider. Âciz : Beceriksiz. Eli ermez. Kabiliyetsiz. Gücü yetmez olan.  Özünün özgeye yoktur hisâbı Meğer yok âhıretten feth-i bâbı  Ona göre özünün özünü yaratana bir hesab vereceği gerçeği diye bir şey yoktur.Meğer ki ona âhiretin ve hesabın kesinlikle geleceğini bildiren bir Fetih Kapısı açıla.Yaşayan bir Allah Dostundan daim dirilik olan Nur-u Mim’ i almış olabilsin vve gereğini yaşayıp Hakk’a şâhid olsun! Feth-i bâbı : Kapı açılması   Nedir lâ ye belî ol hîç bilmez Ki bunlâra yarâşır iş kılmaz  Nedir “lâ-ye-belî” o bunları hiç bilmez .Zaten bilemediği cehâletinden dolayı hakka ve hayra yarayan bir iş yapamaz.   Bahıl kandâyısa Kaarun iledirGüman tumayısar mutlak biledir Cimri olan nerede ve ne zamanda yaşarsa yaşasın Karun ile beraberdir.Şüphe duymasın mutlaka onunla biledir.   Kişi kim Hak yolundan daşra dûra Tutup boynuna kendü zincir ûra Kişi kim Hakk Yolundan dışarıda dura.Sanki kendisi kendinin boynuna zincir takmış gibi…    Kamu buhl ehlinin işi bu ola Kadimden kısmetidir bû nevâle  Bütün cimrilerin işi böyledir.Bu kısmetleri eskiden beri aynidir ve böyle oluştur. Nevâle : f. Yiyecek toplayan, kısmetini alan.   Kimin kim buhl oduyısa hâli Elin urmâğa mâla yok mecâli  Kimin ki hâli cimrilik olduysa malını hakka ve hayra harcamaya elini dokunduramaz. Mecâl : Tâkat. Güç. Kuvvet. * İktidar. İmkân. * Fırsat.  

Page 76: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Kimin kim kendisiyle kadri yokturİki gözleri kördür vârı yoktur Kimdir ki kendi kendisine bir kıymeti-kadri yoksa iki gözleri kör bir varlığı da yoktur.   Bahil olmuştu ilm ü hüner ıssı Esirgedi özün ol nazar ıssı  Cimri olanlar da ilim ve hüner sahibi olabilirler.Özlerine bakıp da ne hâlde olduklarını görecek bir bakışla kendi özlerini esirgerler.  Diler kim buhl elinden kurtula ol Ayân ola ona Hak’tan yâna yol  Bu kimseler isterler ki cimriliğin elinden kurtulsunlar.Âşikâr olur ona Hakk’a giden yol.  Ayân : (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.   Gelip akl önüne yüz yere urdu Eser etmişti ona buhlun odu  Cimri akılın huzuruna gelip yüzünü yere serdi.Cimrilik ateşi onda eserler-izler bırakmıştı geçmişten.Tevbe edecek nice günahlar…   Çü âğaaz etti kim sözünü diye Kulak tuttu akıl ol keleciye  Ne zamanki cimri sözünü demek için ağzını açtı.Akıl ise onun sözlerini dinlemek için kulağını açtı. Âğaaz : ağız.   Öküştür ma’siyet edîşe dâim Dilerem buhlden ben kurtulâyım Dedi ki:“Günah işlemeye daima çok düşkündür. Ve dilerim ki bu cimrilikten ben de kurtulayım!”  Öküş : çok fazla, ziyade. Ma’siyet : İtaatsizlik, günah, isyan.   Ömür geçti dırîgaa geç uyandım Banâ bû dünye bâkıy kala sandım  Ne yazık ki ömür çabuk geçti ve ben çok geç uyandım!Ben de bana bu dünya ebedi kalacak sandım! Dırîgaa : Yazık ki.  

Page 77: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Dilerim ki banâ feryâd iresin Güç olmuş kişiye sen dâd iresin  Dilerim ki benim feryadımı duyar da zorda kalmış bana sen imdad edesin. Dâd irmek : İmdad ulaştırmak.   Gör imdi akl âna ne deyîser Bize gelen hasedden el yuyısar  Gör şimdi akıl ona neler diyecek.Bize gelen hasedden elini yuyacak.    Akıl bir kîşidir Allâh’a bâkarUyarsan akla uy ol buhlu yâkar Akıl tıpkı bir insan gibidir ve daima Allah’a bâkar .Sen uyacaksan akla uy!Çünkü cimriliği ancak olgun akıl yakar.   Akıl aydur gele bir gözlerin aç Sahâvet kandayısa ol yanâ kaç Akıl der ki:“Gel de bir gözlerini aç! Ve cömertlik neredeyse o yana koş!”   Sahâvet : Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek.   Elin âla sahâvet gide bile Göresin Hak yolun hoş tertib ile Cömertlik elinden tutsun da beraberinde seni de götürsün.Bu hoş düzen ile Hakk Yolunu göresin ve gidebilesin.   Denince söz sahâvet dâhı erdi Atâya perde olânı götürdi  Bu sözler konuşulunca cömertlik ulaştı.Hakkın verdiği güzellik nimetlerine perde olan kötülükleri-cimriliği de götürdü.   Oluk dem cümle mâlin yağmalattı Du dünyâ cîfesin ardına attı  O an cümle malın yağmaya verdi halka.Dünya-âhiret iki âlem yaramazlıklarını-leşini arkasına attı.  Cîfe : Kokmuş et, ölü hayvan, leş.   O murdar çünkim andan daşra düştüBahiller il gibî çep-çer’ uluştu

Page 78: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Cimrilik işi yüzünden o kimse iyilerden dışarı düştü.Cimriler yabancılar gibi hyanlışların çer-çöpü gibi dışarıda yığılır kalır. Murdar : f. Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. * İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan. Çep : f. Sol, yanlış, falso. Şu kişî kim bugün dünyâsı terkdirYakın bilgil onun îmânı berkdir  Kimdir ki bu gün dünyasını terk etmiştir.O kimsenin imanı sıkıve sağlamdır.   Sevemez dünyeyi merdan kişiler Bakıy dirlik nedir onu dilerler  Elest âleminde verdikleri sözün eri olan merd kişiler dünyayı sevemezler.Onlar bitmeyen bir dirlik-düzen isterler.   Bakıy âlem göründü gözlerineOturdu aşk tozu gözlerine Bâki olan ebedi âlem göründü gözlerineGözlerine aşk tozu doldu, başkasını göremezler.   Anınçün gözleri Hakk’a açıldıHudâ’dan cânına rahmet saçıldı Onun için gözleri Hakk’a açıldı ve Hudâ’dan cânına rahmet saçıldı.   Nesi kim vâr ise terk etti yola Bu yol ile varan ma’şûhu bûla  Neyi var ise bu yola harcadı ve biliyordu ki bu yolun sonu mâşuka çıkar ve onu bulur. Ma’şûh : Mâşuk, sevgili.   Kamû ilm û amel bir berke değmez Ki terki olmayan bir berke değmez  Bütün ilim ve amel bir sağlam imana değmez.Başkalarına bağlarını kesmeyen nasıl Yâr’e bağlanabilir.Varlığını terk etmeyenin imanını berkitmek lâzımdır.    Velîye vü nebîye terk buyurdu Helâldır terk ona can terkin urdu  Peygamber veya Velî olsun dünya terkini buyurmuşlardır.Böylesi Eren öğrencilerine iman helâldir.Ki onlar canlarını bile Hakk’a iman için verebilirler.  

Page 79: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Eğer izzet sevene terk muhâldir N’ola sızmasa bunda onda kaldır Kendi izzetini seve kişinin bu dünyayı terki olacak iş değildir.Değil terk damlası bile sızmasın da onda kalsın.    Niçe perdedurur dostu görenler Ye neye kayıka gönül verenler Dostun gül yüzünü görenler için başkaları perde olur mu?Yâr’e gönül verenler niçin kuşku duysunlar.   Kayıkmak : Düşünmek, kuşkulanmak.    Kayıkmaz nesneye hiç gönül eri Kabûl etmeyeler terksiz bulârı  Kızmaz hiç bir şeye gönül erleriSadece dünyayı terk etmeden bunları kemâlât okuluna kabul etmezler.   Han ü man bekleyen görmeye ânı Komâyınca tamam fânî cihânı  Bu fâni cihanı tamamen terk etmedikçe, bu dünyada mal-mülk peşine düşenler Dostu göremez. Han ü man : Mal-mülk, ev-bark, varlık.   Eli doyup kodu sahâvet ıssı Çün öyle buyurur yolun ulusu  Cömertlik sahibinin eli doymuştur ve kimselere el açamaz.Çünkü Bu yolun Ulusu (sav) öyle buyurur. Sahâvet : Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek. 

       Resûlullah: (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ümmetin ebdâlleri (velîleri) cennete, çok oruç ve çok namazla girmiş değildirler. Ve lâkin oraya girişleri, ALLAH’ın rahmeti ve selâmet-i sadr (sine paklığı, gönül eminliği ve salimliği) la ve sahaveti’l-enfüsle (nefislerin cömertliği, iç cömerliği) ve bütün müslümanlara merhamet etmeleriyledir.” buyurmuştur. (El Hâkim, İbni Ebi’d- Dünya ve Beyhâki-Şuabu’l-imân)  Ki yüz bin yöğrüsü cömerd er uttu Bu meydan öndülün ol aldı gitti Yüz bin yöğrü erin saldırdığı fazilet ödülünü  cömert olan er kaptı-üttü ve bu meydanın ödülünü aldı gitti. Yöğrü : Hızlı, taşkın.   Ki yüz bin da’vi kılan ona ermez Onun îzi tozunu kimse görmez

Page 80: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Yüz binlerce dava sahibi olanlar ona ulaşamaz.Bırak ulaşmayı izinin tozunu bile kimse göremez.   Sahî bir kişidir uçmâğa sığmaz Ki tâc u hulleye hûriye akmaz Cömert öyle bir kişidir ki cennete sığmaz.Onun gönlünde taç, hulle, huri yoktur. Sahi : Cömert, eli açık, herkese iyilik etmek isteyen. Hulle : Ağır, pahalı. * Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise. * Cennet elbisesi. Huri : (Ahver ve Havrâ kelimelerinin C.) Ahu gözlüler. Gözlerinin akı karasından çok olan, pek güzel ve güzellikleri tarif ve tavsif edilemiyecek derecede güzel olan Cennet kızları.   Onu dûyanlara ne cennet ü hûr Ki terke gîrene ne hur ne kusur  Onu duyanlar için ne cennet ve huriVarlığını terk edene ne huri ne köşkler.  Kusur-i cinan : Cennet'teki köşkler.   Onunçün kim tecellî balkır ona Kayıkmaz zerrece ol değme yana  Onun için ki tecellî yıldız gibi yağar.Hiçbir yöne zerre kadar kuşkulu bakmaz Tecelli : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi. Kayıkmak : Düşünmek, kuşkulanmak. Müşâhede gören neye kayıksın Ne var ondan iyi ye neye baksın  Seyredip anlayan neden kuşkulansınOndan iyi ne var ki ona baksın! Müşâhede : Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. * Muayene, kontrol.   N’ider iki cihânı dosta gîden Işıktur sermaye gel bâzar îden  Dosta giden iki cihanı ne yapsın!Bu bazarda sermaye ışıktır ey bazarcı!   Araz sermâye olmaz dost katındaEdebdir varlığın şeh hazretinde   Dost katında tesadufi sermaye olmaz.Şeyh Hazreti huzurunda tek sermaye varlığın edebindir.

Page 81: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Araz : İşâret, alâmet. * Tesâdüf, rast gelme. * Kaza. Felâket. Zâtî olmayan hâl ve keyfiyet.   Sahâvet îder isen ışk alâsın Tamam terk olıcak ışkta kalasın  Sen can cömertkiği edersen aşkı alırsın.Terkin tamamlandığında aşkta ebedi kalırsın.   Sahâvet îder ıvazını ışk bağışlar Bulunur ışk içinde aceb işler Cömertlik verilene karşılık bedel olarak aşkı bağışlar.Aşk içinde ise şaşılacak işler olur.  Ivaz :İvaz. Karşılık olarak verilen şey. Bedel.   Açık olâna ne sermâye mi mâl Dilek iki gönül bir bû ne muhâl  İki eli açık olana mal sermaye mi sanırsın.İki ayrı dileği var oysa kalb biridir.Bu olacak iş mi?   Guzaf yerde değil bû sen dediğin Bulursun sen seni sen istediğin Lüzumsuz- boş br yerlerde değil bu senin dediğin şey.Sende seni aramaktası ve sensin istediğin.Kendini bilmek için önce sen seni bulmalısın.Beden-Nefs-Kalb-Ruh ayrı tellerden çalarken Tevhid Birliğine nasıl ulaşacaksın sen, seni bilmeden-bulmadan –olmadan!.. Guzaf :Güzaf. f. Boş, bîhude. Lüzumsuz.   Seninle sen danış gör kandasın sen Senin devletine behânesin sen  Sen kendi kendine bir danış-durum değerlendirmesi yap ki nerdesin sen!Aslında sana fıtratan verilen Halifelik Devletine bahane-sebeb de sensin.Sen seni bilince Rabbini bilirsin ve bu devlet tahtına oturusun!Kul iken Sultanlığın Tevhid Tacını takarsın! Behâne : Bahane. f. Vesile. Sebeb. * Yalandan özür. * Kusur. Noksan. * Garaz.   Seni senden iyi kim bilebîle Geçirdin ömrünü bû dirik ile  Seni senden iyi kim bilebilecek ki geçirdin ömrünü bu dirlik ve düzen ile.  Dirik : Dirlik. Yaşayış, hayat, geçim.  

Page 82: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Ne ise dirliğin oldur ölümün Bu günkü gündürür yarınki günün Hayattaki dirliğin ne ise o hâl içinde ölürsün.Yarın başına gelecek olan bu günündür.Yarın gelince bu gün ektiğini biçeceksin!    Hak’ı duyanlara bûgün yarın yok İşin bugün bitir gözleme ayruk  Aslında Hkk’ı duyan ve duyduğuna uyanlar için bu gün yarın yoktur.Onun iin sen bu gün henüz yaşarken ve imtihanın devam ederken kulluk kemâlâtı işini bitir de başka bir şekilde görüş bekleme. Ayruk : başka, gayrı, diğer.   Hisâbı her kimin yarına kaldı Tut  öyle kim balığı tâsa saldı  Her kimin ki hesabı ve sonucu bakılmadan yarına kaldı.Sanki balığı deniz yerine tasa saldı say-bil. Tâs : Su kabı.   Kimin ahvâli kim yârına kaldı Eliyle bâşına el kodu oldu Her kimin hâllerinin hesabı yarına kaldıysa o kimse kendi eliyle başına el koymuştur.Kendisini yine kendi idam edecek demektir.   Ki zirâ pâdişâhın bunda hâzır Ne işin var diye ferdâda âhır  Çünkü bu kulluk imtihanı düzenini kuran Padişah Hazır-nazır olarak seni izlemekte ve kayda aldırmaktadır.Bu gün ne yapmışsın diye soracak sana yarın. Ferdâ : f. Yarın. Bugünden sonraki gün. * Arabçada: Bir olarak. Tek olarak.  Gözün görür iken gel Hak yoluna Kamâgıl nefsini kendiliğine  Sen Kâmil akıl sahibi ol da elin tutup gözün görürü iken vakit de var iken nefsini kendi bildiğine bırakma da Hakk Yoluna gel!  Niçün korsun seni düşvar saate Kanı aklın göyersin kıyamete  Niçin sen elindeki fırsatları kullanmazsın da kendini-hesabını gelecek olan zor ve sıkıntılı kıyamete bırakırsın!Senin aklın nerede bilmiyor musun için için yanaraka gidiyorsun zaten kıyamet!  Düşvar : Güç, zor. 

Page 83: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Göymek : İçten yanmak.   Kamû çiğ işini hep bunda pişirYol uzâktır yükûnü bunda devşir Bütün yoz ham-çiğ işlerini burada pişir-işe yarar hâle getir.Yolun çok uzak ve bom boştur ihtiyacın olan azığını-yükünü buradayken topla.   Ki bunda bitmeyen iş onda bitmezSağır mı kulağın niçün işitmez  Zaten burada bitmeyen-hesabı verilemeyen iş orada bitmez ve hesabı görülür.Senin kulağın sağır mıdır da Hakk’ın kelâmını işitmitor? Cömertler duydu bunda ol zevâli K’olâra vâsıl oldu Hak visâli  Cömert olanlar işte bu Karun hikayesindeki varlık içinde kayboluşu duydular.Aslında bu duydukları kulaklarının pasını sildi de Hakk’ı duyup-uydular.Hakk’a kavuşma yollarını yine kendileri açtılar.   Sehâya sen Yunus vardın ise erk Ayıt imdi bu yolda n’eyledin terk  Ey Yunus!Cömertliğe erkence-genç iken ulaştıysan eğer.İnsanlara söyle-anlat ki bu güzel yolda yürümek için hanği yaramazlıklarını terk ettin?  Sehâ : Sahâvet : Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek.Erk : Erken   Vücûhun yoğısa gönüllere git Boyun vermez damarlarını seğit  Gidecek bir yön-yol-yüzü yok ise ozaman Allah Dostlarının gönüllerine gir de gönülden gönüle geçen Hakk Aşkın yoluna düş…Kimselere boyun verip baş eğmez kötü huylarını-damarlarını yumuşat ve koştur.İşe yarar hâle getir ki söküp atamazsın.İslah ve iflahı ise ilim ve edeble senin elinde.   Vücûh : (Vech. C.) Çehreler, yüzler, suretler. * Tarzlar. * Sebepler. * İmkânlar. * Münasebetler. * Kur'an-ı Kerim okunuşundaki farklar. * Bir memleketin ileri gelenleri.Seğirtmek : Koşmak.   Gönül erîni önden koma elden O kurtarır senî dürlü fiilden  Gerçek gönül eri Erenlerinin izini sürmeyi elden bırakma!Çünkü ancak böyle yapman kurtarır seni türlü türlü yaramaz işlerden.    Öğüt tûtar isen koma eteğin Tac eyle bâşına âyâğı hâkin Sen öğüt tutan biriysen eğer eteklerine yapış da bırakma!Ayaklarının toprağını başına taç yap!

Page 84: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Kıymet ve değerlerini iyi bil!  Âyâğ-ı hâkin : Ayağının toprağın.

Destan-ı Akıl-1

Dâstân-ı Akıl Akıl Destanı Gel imdî aydayım birkaç nasîhat Bu akl-ı cüz’îden sâna iyi baht  Gel şimdi söyleyeyim birkaç nasihat.Bu az, sınırlı ve sorumlu akludan sana iyi baht. Baht : f. Kader. Tâli. Uğur. Alın yazısı. Kısmet. İkbal. * Saadet. Lezzet.Cüz’i : Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa ait olmayan. Cüz'e âit olan. Külli olmayan.   Kalır daşra bu şardan Akl-ı Ma’ış Bakar bû yola Akl-ı Cüz’i bakış  Dünyada geçim işini düşünen hayvanî akıl bu şehrin-gerçek insan aklının dışında kalır.Bu yola Parçaya âit olan akıl bakar. Şar : Şehir.Akl-ı Ma’ış : Akl-ı Maaş. Aklın en alt tabakası. Dünyada geçim işini düşünen akıl.Akl-ı Cüz’i : Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa ait olmayan. Cüz'e âit olan. Külli olmayan Akıl.   Onunçün dost yüzünden gözün ırmaz Buçuk sâat bu onsuz hiç dem urmaz Onun için dost yüzünden gözün ayırmaz.Yarım saat bile olsa O’nsuz durmaz. Irmak : Ayırmak, cüda kılmak.    Çü dost onun olupdur her nefeste Ki dostsuz can kuşu durmaz kafeste  Gerçekten aldığı her nefesle içine Dost dolmakta.Dostsuz Can Kuşu bu Kanlı Kafeste duramaz. Öğüt alır isen sen bû haberden Gerek hâriciler sürüle şardan  Eğer öğüt alır isen sen bu haberden.Akıl sistemine zarar veren ve dışardan giren yabancı düşünceler bu kâmil akıl ülkesinden sürülür-çıkarılır.   

Page 85: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Hârici : Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit. * Zorba ve âsi olan. * Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden. * Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhü veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri. (Bak: Havaric Vak'ası)   Ki bin er şehr içinde elbiretti Harîcîler sürütüp el bir etti  Bunun için bu ülkede görevli yaratılan bin yiğit  elbirliği edip Haricîleri-isyancıları sürerler.   Şehir bizim olup dişmen sınıktı Bize tâpu eden yavlak ınıktı  Şehir bizim olup düşman bozguna uğradı ve yenildi.Bizi hükmü altına almak isteyenler boyun eğmek zorunda kaldılar.   Sınıkmak : Bozulmak, yenilmek, bozguna uğramak. Yavlak : Çok fazla. Inıkmak : itaat etmek, boyun eğmek.   Eğerçi işlenir bûhtan u zaybet Ser-encâm oldular bunlar melâmet Bu iftiracı ve gıybetçi yaramazlar sonunda rezil rüsvay oldular. Bûhtan : İftira. Birisine yalandan bir şey isnad etme. Birisini suçlu gösterme. * Dalgınlık. * Medhûş ve mütehayyir olma. Zaybet : Gayubet. Gıybet. Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek. (Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerâhet edip darılacaktı. Eğer doğru dese; zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır. M.)Serencam : f. Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise. * Bir işin sonu. * Vak'a.   Ki gıybet mertebesi küfre girûr Nasibi neyise ol ânı alur  Ki bu İlâhî düzende gıybet küfre giren bir iştir.Bunun karşılığıysa ağırdır ve işleyen onunla buluşur.   Kişinin hayzıdır ağzından gıybet Ki gıybet söyleyen bulmaya rahmet  Kişinin gıybet etmesi olması imkansız gözüken erkeğin kadınların hayz hali görmesi gibi bir duruma düşmesidir.Gıybet edenler rahmet bulamazlar. Hayz : (C.: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiyetçe, bu halde bulunan bir kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz ve cinsî münasebette bulunamaz, haramdır.)

Page 86: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

   Eğer var ise aklın gıybeti ko Ki gıybet kayanın haznesi dolu  Eğer senin aklın var ise bırak insanları arkadan çekiştirmeyi.Gıybete kayanın kalbi benlikle doludur.  Kayanın : Koyanın, terk edenin.   Padişah haznesinde mennâ’ öküş Uyhûdan ûyanıp tut sözüme gûş  Padişah hazinesinde ihsan çoktur.Başkasını dünya nimaetleri için çekiştirmene gerek yok.Sen bu gaflet uykusundan uyan da sözüme kulak ver. Mennâ’ : (Men'. den) Alıkoyan, mâni olan, yaptırmayan. * Önleyici, men'edici.Mennân : İhsanı bol. Çok çok ihsan eden. En çok nimet veren. (Allah)Öküş : çok fazla, ziyade.Uyhû : Uyku.   Kişi k’ol kapuya hâcâta vardı Neyîse maksudu onu başardı  Kim ki kendisini muhabbet ve merhametle yaratan Hakk Teâlâ’nın kapısını çalar bir ihtiyacını dilerse maksadına ulaşcağı kesindir. Hâcât : (Hacet. C.) Hâcetler. İhtiyaçlar.Maksud : Kasdedilmiş. Kasdedilen. * İstenilen şey. İstek. Arzu. Gâye.   Çü bugz u gıybet ile gîde tâat Gerek bû îkiden etmek ferâgat  Çünkü başkalarına kin güdüp arkadan çekiştirmek kulluk itâatlerini yok eder.Onun içinde bu ikisinden aklı boşaltmak çok gereklidir. Ferâgat : Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. * Boşalmak, hâlî olmak.   Gerek fânî cihanda dartınasın Muhâlif işlerinden hep yunasın Senin için ölmeden önce bir durum değerlendirmesi yapıp kendini tartmak gerektir.Hakk Teâlâ’nın emirlerine aykırı işlerden temizlenmen şarttır.    İçeri gizlidir cümle yavuz hû Gider gösterme kimseye onu yu Bütün bu kötü huylar içinde gizlenmekteler.Kimslere göstermeden çabukça yıka ki zararı önce kendinedir. Yavuz hû : Kötü huy, ahlâk.  

Page 87: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Gerek sen zengi vü pâsı yuyâsın Sanâ layık mıdır onu kovâsın  Sana gereken bu kir ve pasları temizlemendir.Bunun içinde sen Hakk Teâlâ’nın lâzım ve lâyık olan emirlerini bilmelisin ve buna göre davranıp bu yaramazlıkları kovmalısın. Zengi : Farsça Jengden bozma, kir, pas.Pâs : Pas. Keder, hüzün, gam. * İç sıkıntısı.   Sakın katran kabına koyma bâlı Ki nâzik yerdedir dostun visâli  Sen sakın katran kabına koyma balı ki bala yazıktır.İşte böylesi bir çok ince noktadadır Dost ile kavuşma işi.Aşkın işi, Âşık-Mâşuk ara kesiti. Katran : (Katıran) Siyah, sert kokulu, süretle yanan, hararetli, keskin ve suda erimeyen bir madde.Nâzik : f. Nezaketli. Terbiyeli. Zarif. İnce, dayanıksız. * Ehemmiyet verilmesi icab eden. * Tehlikeli husus.Visâl : (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma.(Fâni mevcudatın visali, madem fanidir, ne kadar uzun da olsa yine kısa hükmündedir. Senesi bir saniye gibi geçer. Hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olur. L.) Öyle ise Bâki'nin yolunda çalışmak lâzım gelir.   Damarlârına cümle saykal urgıl Ki her birîne bir kulluk buyurgıl  Sen damarlarına- güzel ahlâk ve huylarına cil’avurup parlat temiztut.Ki her birine yapacağın işleri buyurunca gönül rahatlığınla yaptırabilirsin. Saykal : Cila. Parlalık.saykal urmak : Cilâlamak, temizleyip parlatmak   Niçe hâlden hale gerek düşesin Geçe çok rüzgâr ondan aşâsın  Buu Kulluğun kemâlât yolunda pek çok hâlden hâle düşebilirsin.Nice fırtınalar atlatabilmelisin.   Kaçan gene bûlasın yer kazmayınca Ye kalp sâfi mi olur kızmayınca  Toprağı sürüp ekmeyince ne elde edceksin-ne biçeçeceksin?Kalbin işleni İlim ve edeb ile aşk ocağı hâline gelip kor ateş kesmeyince pisini-psını atıpsaf-tertemiz olur mu sanıyorsun sen?   Eğer genç gerek îse renc iletgil Öğüt tûtar isen gel gence gitgil  Eğer hazine n olsun istiyorsan muhakkak eziyetini çekeceğini bil!Kulağına giren öğüdü tutarsan gel sen gerçek aşk hazinesini iste ve gereğini yap! Genç : f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz.

Page 88: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Renc : f. Sıkıntı, zahmet, eziyet. * Ağrı, sızı. * Öfke, gazab, hışım.   Berî gel genci sâna buldurâyın Sana buldurmayanı bildireyin  Gel ben usta bir Hakk Dostu Yunus Emre olarak bu hazineyi bulmana hizmet edeyim sana!Ve sana onu buldurmayan içinde gizli düşmanlarını bildireyim! Bulâyım der isen kayyûm u hayy ol Hazîneye vara bevvâp tâ bul  Eğer Sistemin sahibi ezel-ebed yerinde var ve hep diri olanı bulayım der isen sen.Önce hazineye var ve kapıcısını bul.Allah Teâlâ’nın bütün âlemeleri var etmesinde rahmet noktası ve kıyamete kadar görevli Halifesi olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ i bul önce!Muhammedî nur ve şûura ulaş! Kayyûm : Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak. Hayy : Diri, canlı, sağ. * Bir şeyi cem' ve ihraz eylemek. Bevvâb : Kapıcı. * Menedici.   Dûr û gevher alâsın haznelerdenBuluna cümle sende kân u ma’den  Bu maden ocağından inci-gevher gibi sonuçda şehâdetin olacak tevhidin için gereken hazineleri al!Bu Bu hazinein maden kuyusu ve ocağı sendedir.Allah Teâlâ seni yaratırken, hakka inanıp hayrı işlemede sana gerekecek olan tüm iyi, doğru ve güzel olan haslet ve huyları zıtlarıyla birlikte fıtratına-genetik kartına yüklemiştir.Seni hakk-hayır veya bâtıl-şerr tecihini yapmakta serbest bırakıp imtihan etmektedir. Dûr : İnci.Kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse. Ma’den : Maden. * Bir haslet veya hususiyetin kaynağı. * Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer. * Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.   Kolay tertîb ile kim bûla genci Çün öyle vâramazsın ko sağıncı  Kısa yoldan emek vermeden ala vere işlerle özüyün derinliklerinde olan bu kıymetli ve hayatî hazineyi çıkaramazsın!Asla öyle varamazsın, bulamazsın ve çıkarıp kullanamazsın bırak bo hayeller kurmayı sen! Sağınç: İstek, hülya, düşünce. Kazanç. Keder.   Sağınc ile şeker kim yedi ye bal Bahâsın vermeyince ermedi el  

Page 89: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Boş boşuna sadece hayal etmekle kim şeker yemiş de sen bal yiyecekmişsin?Bedelini ödemeden uzanan eller kırılır bilirsin!   Yükün kim bağladı raygân şekerden Haber âlâyıdık olsa bulardan  Hangi tüccar bedava şekerden yük edip de mal sahibi olmuş?Var ise biz de duysaydık bir! Raygân : bedava, ucuz.   Şeker değildürür bu sözüm ûcu Ne yediğim bilir ma’nî bilîci  Benim anlattığım neticede şeker hikayesi değildir.Benim şeker değil de ne yediğimi mânâ ehli olanlar çok iyi blir ki Hakikat-ı Muhammed’den bahsetmekteyim! Ma’nî : Mânâ   Olur ma’nî sözü şekkerden ırak Bulayın der isen sükkeri bırak  Mânâ sözü şekerle filan kıyaslanamaz, sen hakikatı bileyim, bulayım ve olayım der isen bu dünyadaki çocukların kandırıldığı şeker işini bırak artık sen! Sükker : Şeker.   O şekker sevme kim Mısır’da biter Neye lâyık ise er ona yeter Sen Mısırda yetişen şeker kamışından üretilen şekeri bıakta Medinede yetişen şehâdet şekerine bak!Er olan ve Erenleri izleyenler neyin lâzım ve lâyık olduğunu bilir de peşine düşer ve maksadına er-geç ulaşır!    Neyi sever isen gözlersin ânı Sanâ görünmedi şekker cihânı  Neyi çok sever isen onun peşini bırakmazsın!Yoksa sana gözükmedi mi Mânevî Âlem?   Dağ u taş odu bize külli şekker Dokuz bin kişi onu her dem öğer  Biz Hakk Erenler için sanki dağ-taş her yer mânâ kesti ki dokuz bin kişimiz her an o muhteşem ülkeyi methedip durmakta her an!   Bu âlem şekkerine benzemez ol Sebildir cümleye anda şeker bol  Bu âlemin şekerine benzemez ve dükkanlarda satılmaz!

Page 90: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Sistemin Ulu Sahibi onu sebil kılmıştır ve her insana ayni imkanı sağlamıştır. Sebil : Açık ve büyük yol. Büyük cadde. * Allah rızası için su dağıtılan yer.   Göreyin der isen ka bû cihânı Tuta öğüdüm ol kim ola cânı Sen de bu âlemi bir göreyim der isen bu cihandan ve canda derdinden geçmelisin!Bilirsin ki bu yolda iki ata binilmez ve kişi ikiye bölünmeden ayni anda iki yöne gidemez kardeşim!Bu öğüdümü Ruhu pâk can sahipleri tuta bilir ancak! Sanâ ko dediğim gıybetdür ü kîn Bu îki düşmeni dost sanma sakın  Benim bırak-at dediğim gıybet ve kindir.İçinde gizlenen ve imtihan aracın olan bu iki düşmanı tanı ve sakın nefsin hevâ ve hevesine uyup da dost sanmayasın!   Bu düşmenlerinin sözünü dinle Ona göre yürü dirliğin eyle  Bu düşmanların sana neyi yaptırmak istiyorlar ve ne diyorlar iyi dinle ve anla da ona göre yolunu seş düzenini kur!   Kamû doğan günün geceye benzerNeye benzedeyin ye neye benzer  Onların sözüne uyrsan her doan günün geceye benzer.Ve sen kime benzediğini bile bilemez hâle gelirsin.   Gözü yok yer iler dünyâyı görmez Doğar ay u güneş ol ânı görmez  Sanki kör olmuş da dünyayı görmez hâle getirir.Ay-güneş doğsa da o anı asla göremez.   Anunçün gözleri hicâb içinde Kalır zulmât ile ol hâb içinde  Onun için gözleri perdelidir.O gaflet uykusunda kalmıştır karanlıklar içinde. Hicâb : Perde. Örtü. Hâil. * Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. * Men'etmek. * Allah ile kul arasındaki perde. * Setretmek. Gizlemek.Zulmât : Karanlık. * Mc: Sıkıntı.Hâb : f. Uyku. Rü'yâ.   Kulağı îşiden şeklîni görmez Ki görmek âdı ona  uyuvermez  Kulağı işitip de kendi hâlini görmez ve görmek kelimesinin ismi bile ona uymaz. Uymak. Gereği gibi işe yaramak.

Page 91: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

   Onu göstermeyen kin ile gıybet O sağınçtan sanâ hayhât heyhât  Onu göstermeyen kin ile gıybet.Bu hayal ve hülyadan sana kalan sadece heyhât ki heyhât! Sağınç: İstek, hülya, düşünce. Kazanç. Keder. Heyhât : Teneffür ve tehassür ifâde eder; "sakın, savul, yazıklar olsun, uzak ol" mânalarına geldiği gibi, daha ziyade; Eyvah, yazık, ne yazık, ne kadar uzak... gibi mânalar için söylenir.   Gözün görmez der isem kakıyâsın O damardan benî hod dokuyâsın Şimdi sana gözün görmüyor desem kızacaksın!O huyundan dolayı beni iyice bir benzetesin!  Kakımak : Öfkelenmek, kizmak. İtiraz etmek, karşı gelmek. Azarlmak, tekdir etmek.Damar : Huy, mizaç, yardılış.Hod : Kendi.   Nice göz ağrısı senin içinde Yeriler oturur seninle günde  Nice göz ağrısı senin içinde gizlenip senden beslenmekte ve yaşamaktalar.Her gün sana iş kesmekteler ve mutsuz kılmaktalar.  Bakar ölü gibi gözün nuru yok Özünü görmeyen ne göre ayruk  Gözün tıpkı bir ölü gibi bakmakta gözüyün nuru yok.Kendi özünü görmeyen gönül gözü kör olan yabancıyı-düşmanı nasıl seçebilecek?   Sana âkil deme seni unuttun Ne dese kîn ü gıybet onu tuttun  Sen kendini untmuş bir kişi olarak yaşayıp giderken sakın kendine bir de akıllı felen deme!Kin ile gıybet ne emrederse sen hep onu yaptın! Âkil : Akıl sahibi, akıllı.   Ne işin var senin senden farîdaAmel eyle amel seninle gîde  Ne işin var senin uçmak-kaçmak gibi yücelik hikayeleri ile?Sen adam gibi kulluğunu emredildiği kadar yap Salih amel işle de seninle gidecek olanın onlar olduğuny bil! Farî : Fari’. Yüce nesne.   

Page 92: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Niçe bir görmemek açgıl gözünüOd içinde kodun sen kend’ özünü  Bu nasıl gaflet körlüğü ve hakikatı görmemekte direnmek artık aç gözünü ömür bitiyor!Sen daha bu dünyada iken işlediklerinle kendi özünü ateşlere gömdün yanmaktasın be adam!   Kişi kim ola ol kendiye düşmen Kegez değil kim onu koya düşmen  Bu nasıl seninki ki, kendine kendin düşman olmanı ancak gerçek düşmanın olarak şeytan isteyebilir ve seni bu hâle o getirebilirdi! Kegez : Dilek, istek.   Gözü görmez kişi sevgiden ırak Kanı dost kandasın sen gözün aç bak  Gönül gözü kör olan o ki sevgi ve muhabbetten uzak durur.Hani neredesin sen dostum?Yan da gözünü aç!Sana hizmet için ben buradayım!  Göremeden gözün n’anlâya gönül Kabûl etmezse göz neyleye gönül  Gönül gözü görmeden gönül neyi nasıl anlasın?Kafa gözü bile baktığını görmeyi kabul etmez ise gönül ne yapsın! N’anlâya : Ne anlaya.   Kamu sevgi dedin evvel göz alır Pes ondan sevgiyi gönülde kalır  Bütün sevgiler için geçerlidir ki önce göz görür, seçer ve sever.Ondan sonra gönül sever de sevgili olur.   Gözü görmez kişinin sevgisi yok Gözü olandurur sevgi ile tok Gözü görmeyen kimsenin sevgi bazarı yoktur.Sevgiden mahrum bir egoisttir.Ama baktığını gören gözü olan sevgi bağıdır ve sevgi ile daima doludur.Bastığı her yer sevgi bahçesi olur da sevgi çiçekleri açar.    Koyan kıymet göz olur her neseye Ki kıymetsiz kim ola baha saya Her şeyin kıymet ve değerini biçen daima gözdür.Yoksa kıymetsiz bir şeyi pahalı sayar ve yanılır.Hayrı bırakırda şerrin peşine düşer! Baha : Bedel, eder.  

Page 93: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Gözü yok kişi neye kıymet ede Soğulmuş kuyudan kim sû ilede  Gözü olmayan kişi nasıl kıymet biçecek?Suyu çekilmiş kuyudan su çekecekmiş de sulanacakmış? Soğulmak : Suyu çekilmek, kaynağı yitmek ya da kurumak, feri gitmek, solmak, sönmek.    Gönül kaabil göze fâyız de mutlak Erer piş-keş cana öyle olıcak  Gönlün arzularını kabul edeb göze muhakkak aşkın feyzi, bolluk ve bereketi ulaşır.Ve bu güzellikleri cana armağan eder de can Muhammedî Mutluluk duyar.  Kaabil : Kabul eden. Olabilir, istidatlı, mümkün olan, önde ve ileride olan. Fâyız : Feyiz. Feyz. (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek. Piş-keş : Armağan.   Gözü yok kîşinin sevmek nesîdir  Gönül kul olsa gözün fitnesîdir Gözü kör kişi görmediğini nasıl sevecekmiş?Gönül kul da olsa gözün fitnesi ile imtihan olur. Fitne : İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. * Muhârebe. * Azdırma. * Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu. * Küfr. Fikir ihtilâfı. * Şikak. Kavga. * Delilik. * Mihnet ve beliye. * Mal ve evlâd. * Potada altın ve gümüşü eritmek. * İmtihan ve tecrübe etmek.   Sûret gözü değil bû göz dediğim Bilirim ben neden ne istediğim  Benim göz dediğim sûrete-dışa ait kafa gözü değildir.Ben sîrete-içe ait olan kalb gözünden bahsediyorum.Ben Hakk Erenlerden Yunusum!Neden dolayı neyi istediğimi ve ne dediğimi bilirim.Erenler huzurunda ve terbiyesi altında bu tâlim-öğretim ve terbiyeyi-eğitimi gördüm ve başardım şükür.   Göz oldur kim müdâm ol cânı göre Farîdadır kula sultânı göre  Ben ona göz derim ki daima canını göre bile!Bu bir farz- ayn gibi kesinlikle her an, her yer ve her hâlde Sultanı göre!  Farîda : Ferda. f. Yarın. Bugünden sonraki gün. * Arabçada: Bir olarak. Tek olarak.Farîda : Ferdâ. Yarın. Gelecek zaman, âti. Âiret, kıyamet.   Bu baş gözü değil ol can gözüdürKimin cânı var ise onu görür

Page 94: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 İşte bu baş gözü değil can gözüdür.Kimin ki canı gerçek diri ise onu görür.   Olar kim olalar can yumuşundaKaçan hergiz olâ dünyâ işinde  Onlar ki can hizmetinde olanlardır.Ve hiçbir surette dünya işinde olamazlar. Yumuş : Hizmet.Hergiz : f. Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir suretle.Kaçan : Vatka ki, o zaman.    Ulu dirlik gerek ol emr-i cânaNe dünyâ âhıret onu duyâna  Bunun için Ulu Muhammedî dirlik ve düzeni temin etmek gerek k, canın emrini nefis yerine getirsin!Bu emri duyanı bu emirin gereğini yapmaktan dünya ve Âhiret geri durduramaya!   Canı yok kişinin uykusu kanmaz Ki canlı parmağın uykuya banmaz Canı bu âlemde ölüp de dirilmeyen kims bu gaflet uykusuna kanamaz. Canı dirilen ise bir daha bu gaflet uykusu batağına parmağını bile batırmaz.

       Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “İnsanlar uykudadır. Öldükleri zaman uyanırlar!” buyurmuştur.   Ömür geçti dahı uyanmağın yok Kin ü gıybet sûyuna kanmağın yok  Senin ömrün bile geçti gidiyor daha uyanmaya niyetin bile yok.kin ile gıybet suyuna kandığın yok.Deniz suyu gibi içtikçe susuyorsun.Susadıkça içiyorsun kin ile gıybeti sen! Üçyüz altmış damarı uykuladı Gidip kervan yükün yâbanda kaldı  Üç yüz altmış ahlâk-huy damarın olduğu gibi uyumuş kalmış.Halbuki hayat kervanı kalktı çok yol aldı.Sen yükün sırtında yaban ellerde kaldın tek başına ve çâresiz.Ernlerin Tevhid kervanına katılamadın gitti gaflat uykun yüzünden.   Dahı yuyulmadı ol kin damârı Yolında aybının harcoldu varı  En kötülerinden olan kin damaruda henüz temizlenmedi.Erenler huzurunda ve terbiyesi altında ilim tâlimi-öğretimi ve edeb terbiyesi-eğitimi görerek merhamet ve muhabbet damarına dönüşmedi.Kin ve yaptığı ayıpların yolunda sen elde olan tüm varlığını-iyilik için emeneten verilen imkan ve âletleri harcadın.

.

Page 95: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Destan-ı Akıl-2

Dîlersen gıybeti ben bildireyin Şakaavet perdesini kaldırayın Sen hazırsan sana Hızır gibi yetişip gıybet kötülüğünü bildirip anlatayım.Sıkıntılar içinde şikayetlerin perdesini kaldırayım.  Şakaavet : Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak. * Haydutluk, eşkiyalık.   Demek gördüğünü gıybet bu mutlak Ki perdelilere sâbit değil Hak  Her gördüğünü herkese söylemek kesinlikle gıybettir.Ki perdeli olanlara hak gelip karar kılamaz.   Dese görmese bühtân-ı azimdir Buyuran böyle Kur’ân-ı Kadimdir Görmediğini söyler ise bu büyük bir iftiradır.Bunu böyle buyuran Kur’ân-ı Kadimdir. 

�ُك�ِس�َب� و�ْم�ْن �َة� َي و� ُخ�ِط�َيًئ� �َم�ا َأ �ْث �ْم� ِإ � ْث ْم �ُر� �ُه� َي �ا ِب �ُر�َيًئ �َم�َل� َف�ُق�ِد� ِب ُت �ا اِح� �اَّن �ْه�ُت �َم�ا ِب �ْث �ا و�ِإ �َيَّن ْم)ْب

      “Ve mey yeksib hatiy'eten ev ismen sümme yermi bihi berien fe kadihtemele bühtanev ve ismem mübina : Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.” ( Nisâ 4/112) Ühtan : İftira. Birisine yalandan bir şey isnad etme. Birisini suçlu gösterme. * Dalgınlık. * Medhûş ve mütehayyir olma.   Farîda her kişiye kendü sözü Bakar kendü yoluna kendü gözü  Her kişiye kendi sözü en geçrli olan sözdür.Herkesin kendi gözü kendi gittiği yola bakar. Farîda : Ferdâ. Yarın. Gelecek zaman, âti. Âiret, kıyamet.   Kaçan kim göz gönülden doğru bâkaİşitmez kulağına hakkı çâka  Ne zaman ki göz gönüle döndü ve baktı ise sanki kulağına hakk çakılmış gibi başka söz duyamaz.   Çü haktan gayrı sözü yoktur ayruk Hakı duyan kişiler hak ile tok  Böyle olunca haktan başka sözü yoktur artık.

Page 96: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Hakkı duyanların gözü gönlü hak ile tok olur ve dışarıdan dileği kalmaz.  Kogıl ayruk sözü sen seni gözle Senn süçun ile sen seni yüzle  Bırak başka sözleri sen, kendine bak!Senin suçlarını dökte önüne sen kendini kendile yüzleştir: “Nasıl yaptın bu işleri ve sonucularını düşünmüyor musun?” de. Ayruk : Başka, diğer, gayrı. Artık,  Bundan sonra, bir daha.   Kimesne sûçıla kimse kınanmaz Kişî ayruk suçunu sûç sanmaz  Kimsenin ilediği suç ile kimse kınanmaz!Hiç kimse de başkasının suçunu kendi suçu kabul etmez!   Sanâ bîgâne sûçundan hatâ yok Meyil yok kimseye âtâ anâ yok  Seninle alâkası olmayanın suçundan sana bir hata gelecek değil.Yönelmeyen kimseye o yönden bağı-ihsan da yoktur. Bîgâne : Kayıtsız. Alâkasız. * Aldırışsız. Yabancı. Dünya ile alâkayı kesmiş olan.Âtâ : Verme. Bağışlama. Bahşiş. Lütuf. İhsan.   Ayrığı söyleyen kendin unutur Ki zira suçludur âsî kulûdur  Başkasının suçlarını döküp sayan kendininkileri unutur.Aslında ise bizzât kendisi de suçludur ve HakkTeâlâ’nın asî kuludur.    Seze yol yokdurur kim söylene boş Meğer söz hak olâ hem hak olâ gûş  Uyanmayan ve uyarılamayanlara için söylenen söz boşuna ve yazıktır söze!Meğer ki söyleyen hak söyleye dinleyeninde kulağı hakka kapalı olmaya! Gûş : Kulak   Nice sözün var ise sâna söyle Sanâsın halksısın nengle gamınla  Her ne sözün varsa önce sen kendine bir söyle –gereğini de yap ki kendini bunca ayıp işler ve ğamlar içinde haklı sanmayasın! Neng : Ayıp, utanılacak şey. Ar, haya.   Ne hâcettir sanâ kimse haberi Farîda cümleye kendi bazârı  Ne gerekir sansa başkasının iyi-kötü haberi!Herkesin sadece kendisine ait kendi kulluk imtihanı bazarı… 

Page 97: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

  Özünü gözleyen kimseye bakmaz Dahı n’iş der isen ol yâna akmaz  Kendi özüne bakan kişi kimseye bakamaz!Vsen ona neişler anlatsan da o tarafa baktıramazsın!Kendi işine bakar!   Ko ayruklar sözünü sen seni güt Kınâma kimseyi sen îşit öğüt  Bırak başkalarının ne deiğini de sen kendine sahib ol!Gel sen Hakk’ın Halkını kınama da öğüdümüzü duy!   Sana kimse suçu bir zerre ermez Sana ayruk yediği çeşni vermez Sana kimsenin suçu zerre kadar bile ulaşamaz.Eğer sen bulaştırmaz isen!Sana başkasının yediği naneden bir ziyafet var mı? Çeşni :Çeşn. (Çeşen) f. Bayram, îd. * Düğün. * Ziyafet, şölen.   Sen ayruk yediğiyle doymayâsın Onunla cim ü ömrü yuymayasın  Sen başkasının yediği ile doyuyor musun?Onun yediği ile canın ve ömrün tertemiz geçer sanma!   Niçe âvârelikle sâna böyle Bir iki gün n’olâ olsan seninle  Bu yaptığın sayısız başı boşluklarla ömrün geçerken, bir iki gününü ayırıp da kendinle ilgilenseydin keşke! Âvâre : f. Başıboş, serseri, boş gezen. İşsiz güçsüz.   Dahı bîr gün sana sâtaşmadın sen Dahı bir gün dağından aşmadın sen  Bir gün bile kendini kendin karşına alıpda öz eleştiri yapmak için sataşmadın!Daha bir gün bile kendinin Benlik Dağını aşıp aynanın arkasına geçemedin tevhid doruğundan Sırr Sahillerini seyredemedin.   N’olâ bir gün eğer küfrün yenesin Sen şerh eyleyip senî bilesin Ne olurdu ki bir bu gizli küfrünü yenseydin!Kendini kendine açıp anlatsan ve anlayp da kendini bilseydin.  Şerh : Açma, genişletme. * Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme. * Bir şeyi dilim dilim kesme. * Bollaştırma. * Bir müşkil ve mübhem makaleyi açıklama, keşif ve izhar etme. * Açıklanmış yazı, risale.

Page 98: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

   İğen âvâresin dölenmeğin yok Ki kendü kendüni hiç anmağın yok  Çok şaşkın başı boşsun düzeleceğin şüpheli belki de olmayacak!Çünkü kendi kendini hatırladğın bile yok henüz! İğen : Yeğin. Yiğin. Üstün, baskın, şiddetli, kuvvetli, galib.   Eğer görseyidin kendü zevâlin Kimesne anmağa kalmazdı hâlin  Eğer sen nasıl bir bataklıkta boğulup yok olup gittiğini gerçekten göre bilseydin, kimselerin değil müfettişive müftüsü olmak adını bile anamazdın!   Eğer görsen yarâğın kılayıdınHisâbını senin sen âlayıdın Bunu böyele görüp işin önemini anlasaydın tez elden yoluyun azığını hazırlardın.Ve sonuçta karşılaşacağın hesabını daha burada ve elde düzeltme imkanı varken yapardın. Yarâk : Hazırlık.   Saâdet olsa Hak verse basîret Güreydin ne kılur sâna bu gıybet  Bir saadet rüzgârı esse de sana Hakk (cc) basîret verse.Bu ileriyi görüşünle keşke bir görseydin gıybet sana neler etmektedir!   Niçe yıl bir kişî gıybete uymuş Ser-encam âkıbet kendüyü duymuş  Nice yıllar boyu gıybete uymuş bir kişi aldığı ibret dersleri sayesinde kendi özündeki Dost’un sesini ve sözünü duydu. Ser-encam : f. Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise. * Bir işin sonu. * Vak'a.Âkıbet : Bir şeyin sonu. Nihayet. Netice, sonuç.   Peşîman oldu vu dil-teng ü gam-kîn Neler etmeiş ona bû gıybet û kîn  Çok pişman oldu ki ğam-kin içide gönlü daralmış hâlde.Kin ile gıybetin kendisine asıl kötülükler etmiş olduğunu gördü. Dil-teng : Gönlü dar, sıkılmış.   Deyüp ahvâlini derdin yenîler Akıl şahenşehinden çâre diler Derdli âllerini anlatarak derdini yeniler.Akıl Şahlarşahından derlerine çâre diler.

Page 99: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Şahenşeh : f. Pâdişahlar pâdişahı. Şâhlar şâhı. En büyük pâdişah.   Kamû vasfı vu arz-i hâli oldu Akıl ne dedise göz yumdu kaldı  Bütün sıfatlarını göz önüne serip arzetti.Aklın sözlerine göz yumdu dinledi. Arz-i hâl : Halini arzetme. İstida. Arzuhal.   İşî doğruluğa buyurdu akıl Yürü imdi bunâ ta’cil yari kıl  İşlerinin doğruluğa yönelmesini emretti akıl.“Yürü acele git şimdi doğruluğu işleriyin yâri kıl!” Ta’cil : Acele ettirme, hızlandırma.   Kığırdı doğruluk yârenleriniÖzüyle sapmasız varanlarını  Doğruluk da yârenlerini çağırdı.Özünün doğruluk pusulasıyla dosdoğru sapmadan varanlarını… Kığırmmak : Çağırmak.   Gör imdi doğruluk bir neler eyler Yıkar gıybet evin karâ yer eyler  Bak şimdi doğruluk neler etmekte.Gıybet evini başına yıkar da kara toprak eyler.  Doğurluk cümlesinden yüksek üzer Doğurluk besleyenler arşta gezer  Sular ne kadar kabarsa da doğruluk daima yukarda yüzer ve asla batar.Doruluk güneşini beslayenler işik kanatlı aşk atalarıyla Arş’ta gezerler.   Mahal mi arş yâ ferş doğrulâraVerir kendûliğini şeh bulâra  Doğru olanlara Arş ve Ferş yer-makam olur sanma!Sistemin sahibi kendi özellik ve güzelliklerinden vereektir.Bu Dost dervişin Dost dileğidir. Arş ü ferş :(Arş u zemin) Arş ve yeryüzü.   Aşıkdır doğruluğa doğru canlar Doğruluğu bulur dostu sevenler  Doğruluğa doğru canlar âşıktır.Dostu özden sevenler O’nun tek yolu olan doğruluğu-Sırat-ı Müstakîmi bulurlar.

Page 100: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

  Sadıkdur doğrulukda iyi kîşiDoğruluk dirliği ebedi kalur İyi olan kişi doğruluk yapmakda sadakat götrir.Böylece doğruluğu ebedi kalır ve yolu hep açık kalır.   Fidî cânım sanâ ey doğru vâran Müşâhede bulur onu başaran  Ey doğruluğu rehber eden derviş!Sana canım fedâ olsun!Görerek kesin inamayı bulur bunu başaran!  Fidî : Fedâ. Canını verme, canını fedâ etme, kendini kurban etme. Müşâhede : Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. * Muayene, kontrol.   Ezel ebed ne olâ doğrulara Zahir bâtın hicâb olmaz bulâra Ezel ebed ne olacak doğrulara.Zahir bâtın perde olmaz bunlara.   İki âlem bir oddur bir nazarda Ki birdir doğruya imrûz  u ferdâ Bir bakışta iki âlemi bir ateşte yakar.Ki bugün ve yarın birdir doğruya.  İmrûz u ferdâ: Bugün ve yarın.     Ki doğru hâlinî yarına koymaz Bugün yarın demek ol hâle uymaz  Ki doru olan, doğru olmahâlini yarına bırakmaz.Bugün yarın demek ol doğruluk hâline uymaz.   Neyîse zâhirin bâtının oldur Neyîse endişen ol yan yoldur Zâhirin ne ise bâtının odur. Ne ise düşüncen-sıkıntın, yolun o yanadır.  Kamuya doğru dersin doğruyısanBulunmaz doğruluk sen eğriyîsen Sen doğru isen herkese doğruyu dersin.  Bulunmaz doğruluk sen eğri isen.  Yolâ gitme sen eğri ey yegâne Senin dirliğine sensin behâne  

Page 101: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

Ey tek başına kendi imtihanını veren derviş!Sen sakın eğri yola gitme!Seni dünya, din ve Âhiret hayatının iyi yada kötü olmasının tek sebebi kendinsin. Yegâne : Tek, bir.Behâne : ahane. f. Vesile. Sebeb. * Yalandan özür. * Kusur. Noksan. * Garaz.   Kamûlar göz gibîdir sen bakıcı Senin gözündürür seni çakıcı Herkesler göz gibidir sen ise bakılansın.Senin gözündür sana zarar-fayda verecek olan.    Neye kim bâkar isen yol yüzündürKime ne sanur isen kend’özündür Her nereye bakarsan gideceğin yol yüzünü dödüğündür.Kimi nasıl bilir isen kendi özün gibi bil!    Eğer bin yol kaçâsın senden ûtmez Amelindir bile kancasına gitmez  Eğer bin yıl da geçse senden vaz geçip gitmez.Amelin seninle beraberdir başkasına nasıl gider.  Ûtmez : Yiymez, kaybolup gitmez.   Doğurluk hil’atin ol vakt giyesin Has u âm harcıya doğru doğru diyesin  Doruluk kaftanın o vakit giyesin.Doğruyu konuş da herkesin işine yarasın-hizmet et!  Hil’at : Yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevata giydirdiği kıymetli, süslü elbise. Kaftan.  Doğurluk göstere göz bâkışına Ki senden cümle yâvuz iş taşına  Doğruluk göster ki gözüyün bakışınaKi senin özündeki yaramaz işler kaybolup gide.   Çerâğı yakıcak karanu kaçar Özü göyner bize nur bâbın âçar Lambayı yakınca karanlık kaçar.Lambanın-çıranın özü göyner de nura dönüşür nur kapısını açar. Bâb : Kapı. * Kısım. * Mevzu. * Fasıl. Bölüm. Parça. Kitab. * Hususi madde. * Sığınacak yer. * İş. * Şekil. * Tövbe.   Söze târih yedi yüz yedîyidiYunus canı bu yolda fidiyîdi

Page 102: öğütler kitabı-YUNUS EMRE

 Sözümüzü söylediğimiz tarih yedi yüz yedi idi.Yunus’un canı bu yolda fedâ idi… Çırak yandı delil doğru bulundu Ev aydın oldu ve ağrı yolundu  Gönül çerağı yandı-gönle Muhammed Güneşi doğdu ve dosdoğru yol bulundu.Beden ve can evi aydın oldu nur-u M ile düşmanımız yolundu-gitti.    Çırak dedüğün îman nûr-ı mutlakİmanlıya didârın gösterir Hak Çerağ-lamba dediğimiz, iman olup Nur-u Mutlak olan Nurullahtır.Bu imanıyla cemâlin gösterir Hakk Teâlâ Hazretleri.   Ol ağrı dediğim Şeyyan’dır azar Ki dem-be-dem içinde fitne düzer O ağrı dediğimiz şeytandır azar durur.Vakit vakit insan içinde fitne-fesad düzenler durur.  Şeyyan: Şeytan.Dembedem : f. Bazan. Vakit vakit. Arasıra.   Makaamını yıkarsan tâat île Murâdına eresin devlet île  Sen insanlık makamını Rabbül âlemine kulluk itâatı ile yıkarsanMuradına dervişlik devleti ile erersin.   İy gaafil bilmedin ömrün geçesin Ezel eli kamu aybın açasın Ey gafil!Bilmedin gitti ömrün geçecek!Hakk Teâlâ Hazretlerinin ezel eli herkesin önünde ayıplarını açacak! Ayb : Kusur. Leke. Utandıracak hal.   Azın-azın bu ömrün geçesîdirSorarsan sen bu âyın nîcesîdir Yavaş yavaş bu ömrün geçecektir.Sorarsan sen bu ayın kaçıdır?  Temet’ir – Risâlet’in –Nushiyye bi avn’illahi’il- Melik’is-Samadiyya Hâmiden ve Musalliyan li’llâh Kendisi için ibadet edilip namaz kılınan ve hamdedilen El- Melikü’s-Samed’i yardımıyla, hamd ve kulluk ibadetlerimle nasihatler kitabı tamamlandı.