kur'an tarihi notları - muhammed hamidullah

58

Upload: muhammed-abay

Post on 24-Dec-2015

276 views

Category:

Documents


32 download

DESCRIPTION

Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah, çev. Suat Yıldırım

TRANSCRIPT

Page 1: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah
Page 2: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah
Page 3: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

Prof. Dr. Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H(Ders Notları)

Tercüme eden Dr. Suat Yıldırım

Gözden geçirerek yeniden ne re hazırlayan Dr. Muhammet Abay

Ahmet Aygün

stanbul 2005

Page 4: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah
Page 5: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

Bu çalı manın aslı, Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ınErzurum Atatürk Üniversitesi slâmî limler Fakültesi’ndeverdi i konferanslardan olu maktadır. Dr. Suat Yıldırım bu konferansları tercüme etmi ve bu tercüme adı geçen fakülte tarafından Erzurum’da 1978 yılında teksir yoluyla ne redilmi tir. Bu çalı ma, Dr. Muhammet Abay ve Ahmet Aygün tarafından tekrar gözden geçirilerek elektronik ortamda da ıtılmak üzere ikinci kez ne re hazırlanmı tır.

Page 6: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah
Page 7: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

Ç N D E K L E R

Dinlerin Kutsal Kitapları............................................................................1Kur’ân-ı Kerîm Metninin ntikali............................................................14Hz. Peygamber’in rtihalinden Sonraki Durum ...................................26Kur’ân-ı Kerîm’de Nesh Meselesi...........................................................30Yedi Harf Meselesi....................................................................................31Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Ebû Bekr Zamanında Tedvini..........................34Hz. Osman’ın Mushaf-ı erîf’i Ço altması............................................44Mushaf-ı erif’in mlâ Özellikleri Hakkında.........................................48

Page 8: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah
Page 9: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H

Dinlerin Kutsal Kitapları9.3.1978

Muhterem ö retim üyeleri, de erli talebe karde lerim. Al-lah’ın selâmı, rahmet ve bereketi üzerinize olsun

Bütün Müslümanlar, istisnasız olarak, Kur’ân-ı Kerim’in Cenab-ı Allah’ın kelâmı oldu unu kabul eder ve onun, insan-lı a indirilmi son ilâhî kitap oldu una inanırlar. Kur’ân, Arapça nazil olmu tur. Halbuki Allah Teala bizim idrakimizin ötesindedir; biz O’nu göremedi imiz gibi, insanlarla konu tu-

umuz tarzda kendisiyle konu mamız da mümkün de ildir. Fakat Allah, buyruklarına göre hareket etmemizi ister. Bu da, emirlerini bize vahy yoluyla göndermesini gerektirir. Vahy bir emir suretinde oldu u gibi, müteaddit emirler suretinde de olabilir. Vahy de ya melek vasıtasıyla gelir, yahut peygamberin kalbine ilâhî emrin ilk edilmesiyle hasıl olur. lâhî emirler bir kitap eklinde tedvin olunur veya peygambere bildirilen emir eklinde kalır.

Ahmed b. Hanbel’in Müsnedinde yer alan bir hadisinde Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın, 124.000 nebî gönderdi ini ve bunlardan 315’inin resûl oldu unu belirtmek-tedir. Resûl, kendisine kitap verilen nebîdir. Kur’ân, bu pey-gamberlerden bazılarının isimlerini zikretti ini, bazılarınınisimlerini ise zikretmedi ini bildirir. Bütün peygamberlerin

Page 10: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

2 M U H A M M E D H A M D U L L A H

isimlerini anmaya ihtiyaç olmadı ı gibi, bu 315 resûlün hepsi-nin ismi de bildirilmemi tir.

Semavî kitapların bir kısmının isimlerini, Allah Teala Kur’ân’da bildirir. Kur’ân, “ brahim ve Musa’nın suhufu”ndan (el-A’lâ, 19) bahseder ki bu Hz. brahim’in de kitabı oldu unu gösterir. Ancak, bu kitap bize vasıl olmamı tır.

Hz. Musa’ya indirilen kitap, Tevrat suretinde bize ula mı tır. Fakat biz, Tevrat’ın hepsine de il, bir kısmına güvenebiliriz. Bunun sebebi udur: Allah, Kur’ân’da buyurur ki: “De ki: (ey Yahudiler) Do ru söylüyorsanız, Tevrat’ı getirip okuyun.” (Âl-i mrân, 93). Bu âyet, Tevrat’a itimat edebilece imizi göste-rir. Kur’ân bazı âyetlerde, Yahudilerin Tevrat’ı tahrif ettiklerini açıkça bildirir. (en-Nisâ 46; el-Mâide, 13; el-Bakara, 75), Demek ki Kur’ân, Hz. brahim ve Hz Musa’nın kitapları oldu unu bildirmektedir.

Allah Kur’ân’da, Hz. Davud’a Zebur adlı kitabı verdi ini bildirmektedir. Müslümanlara göre Zebur müstakil bir kitaptır.Yahudilere göre ise Zebur, Eski Ahid’in bir kısmını te kil eder. Eski Ahid’de elli kadar peygamberin kitabı yer alır. lk be sifr (kitap) Hz. Musa’nın Tevratıdır. Zebur da Tevrat’ın maruz kaldı ı felâketlere maruz kalmı tır ki biraz sonra bunlardan bahsedece im. Kur’ân, Hz. sa’ya da ncil’in verildi ini bildirir. ncil’in durumunu da biraz sonra anlataca ım. Ve nihayet

Kur’ân, bizzat kendisinden bahseder. Onun, Allah tarafındanHz. Muhammed’e Arapça olarak indirildi i tasrih olunur. uhalde Kur’ân, u peygamberlere indirilen be kitabı açıkça bil-dirmi oluyor: Hz. brahim, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. sa ve Hz. Muhammed (aleyhimü’s-selâm).

Kur’ân-ı Kerim’in bazı âyetlerinden, bu be kitaptan daha ba ka bazı kitaplara da i aret edildi ini çıkarabiliriz. el-Hac suresinin 17. âyeti meâlen öyledir: “Do rusu, iman edenler ve Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecûsîler ve irk ko anlar

Page 11: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 3

arasında kıyamet günü Allah kesin hüküm verecektir. Mu-hakkak ki Allah her eye hakkı ile ahittir.” Önce Müslümanlar, sonra Yahudiler, sonra Sabiîler, sonra Hıristiyanar, sonra Me-cûsîler ve daha sonra da genel olarak mü rikler zikrolunuyor. Mecûsîler di er dört gurupla beraber sıralandı ına ve mü rik-lerden ayrı sayıldı ına göre, onlara indirilmi olan bir kitaba i aret edildi i hükmünü çıkarabiliriz. Zira mü riklerin kitapla-rının olmadı ı malumdur. ayet bu muhakeme do ru ise, bu âyetten Mecûsîlerin Avestalarının kasdolundu unu dü ünebi-liriz. Bu muhakemenin do rulu una dair ahitlerimiz de vardır. Hz. Ali’nin rivayet etti i bir hadisinde Resûlullah buyurur ki: “Ehl-i kitaba nasıl muamele ediyorsanız, Mecûsîlere de öyle muamele edin; yalnız onların bo azladıkları hayvanların etini yemeyin ve kadınlarıyla evlenmeyin.” (Muvattâ, Zekât 43). Hz. Ali bunu açıklarken diyor ki: “Bunun sebebi, Mecûsîlere se-mavî bir kitap gönderilmi olmasıdır. Bu kitap, onların günah ve isyanları yüzünden kaldırılmı tı.” Bilindi i gibi Mecûsîler, Zerdü t’e tabi olan kimselerdir. Bu dinin, günümüze kadar müntesipleri olagelmi tir. Kendilerinin kutsal kitaplarındanö rendi imize göre Zerdü t’ün, Zend dilinde Avesta adlı bir kitabı vardır. Zamanın geçmesiyle, Zend dilini bilenler çok azalmı oldu undan, Avesta’nın Pazend denilen ba ka bir dile erhli bir tercümesi yapıldı. imdiki durumda ne Avesta’nın

aslı, ne de Pazend dilindeki erhli tercümesi mevcuttur. Ondan kalan sadece Pazend dilindeki erhin onda biri veya daha da az bir kısmıdır. Bunlar da bir takım parçalar halindedir. Kalan kısımlardan anla ıldı ına göre, Zerdü t tek tanrıya inandı ıgibi, insanlara Allah’ın vahyini getiren Melek’e, âhiret hayatına,cennet ve cehenneme de inanıyordu. Bunlara bakarak Zer-dü t’ün, di er peygamberlerin tebli etti i iman esaslarını ö -retti ini söyleyebiliriz. Öyleyse, kesin olmamak kaydıyla, Zerdü t’ün de Allah tarafından gönderilmi bir peygamber oldu unu dü ünebiliriz.

Page 12: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

4 M U H A M M E D H A M D U L L A H

Az önce dedi im gibi, mezkûr âyette Müslümanlar ve Ya-hudilerden sonra Sabiîler zikrolunmaktadır. Sabiîler de gü-nümüze kadar buluna gelmi lerdir. Bugünkü Irak’ta ya a-maktadırlar. Sabiîler halen Hz. Nuh’un dinine tabi olduklarınainanırlar. Onlar, Hz. Nuh’a ilâhî bir kitap indirildi ini, fakat sonra kayboldu unu söylerler. Ne var ki, Sabiîler, Hz. Nuh’a indirilmi olan kitaptaki emirlerin bir sahife kadar tutan hulâ-sasının, halen kendilerinde mevcut oldu unu iddia etmekte-dirler.

Kur’ân’ın zikretti i veya ondan istihraç etti imiz bu kitap-ların yanı sıra, hadislerde daha ba ka kitapların da isimleri bildirilmektedir. Hz. Adem’e ilk peygamber oldu u tasrih edilerek bir takım sahifelerin indirildi i bildiriliyor. Hz. Adem tek ba ına iken, tabiatıyla tebli sözkonusu de ildi. Fakat onun çocukları olduktan sonra peygamber olması normaldir. Kendi-sinin bin yıl ya adı ı rivayet olunuyor; bin sene zarfında el-bette bir çok nesil dünyaya gelmi , kendisi de onlara dini teblietmi tir. Fakat imdi, Hz. Adem’e indirilen kitabın hangi dilde oldu u dahi malum de ildir; nerde kaldı ki muhtevasını bile-lim. Hadiste, Hz. Adem’in o lu Hz. it’e de suhuf indirildi ibildirilir. Bu sahifeler de bize ula mamı tır. Hadiste ayrıca Hz. dris’in kitabı da zikrolunur. Anla ılan, dris kelimesi, özel isim

de il lakaptır. Esas ismi Enuh’tur. Bu isim Tevrat’ta ve Batıdillerinde Enok, slamî kaynaklarda ise Enuh eklinde geç-mektedir.

Bahsetti imiz bütün bu kitaplardan ba ka, vâzıh olmayan bir tarzda, Kur’ân’ın daha ba ka kitapların varlı ından bahset-ti ini de söyleyebiliriz. Kur’ân’da “zubur’u-levvelîn” (önceki-lerin kitapları [e - uarâ, 196]) tabiri geçmektedir. Bu tabirden murad, Peygamberimizden önceki enbiyaya ait kitaplar mıdır, yoksa daha ba ka kitaplar mıdır? Durum açık de il. Acaba bunlar Hintlilerin kitapları olamaz mı, diye bir sual zaman zaman hatırıma gelir. Zira Hindistan’daki Brahmanlar, Tanrı

Page 13: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 5

tarafından gönderildi ini söyledikleri semavî bir kitaba sahip olduklarını iddia ederler. Bu kitaplardan bir kısmına Veda, di er bir kısmına ise Purana adı verilir. Veda “ilim”, Purana ise “eski, kadim, önceki” anlamına gelir. “Zuburu’l-evvelîn” ile Purana’ya i aret edildi ini dü ünebilir miyiz?. Veda dört, Purana ise on kitaptan meydana gelir. Bu kitaplarda karı ıkçe itli konular yer alır. Mesela, hem tevhid, hem irk bulunur. Purana’da peygamberlerden de bahsedilir. te bunlara baka-rak, bu kitapların aslında ilâhî bir kitap olup zamanın geçme-siyle erhler vesair sebeplerle aslî hüviyetlerini de i tirmiolabilece i ihtimali, insanın hatırına gelebilmektedir. Pura-na’da nübüvvet mefhumu varsa da, bu kavram bizim bildi i-miz ekilde de il, ba ka tarzda ifade edilir. Nübüvvet mefhu-munu “Tanrı’nın insan eklinde tezahürü” eklinde anlatırlar.Orada Tanrı’nın, insan suretinde on defa tezahür etti i ve ulû-hiyetin son olarak asker suretinde tezahür edece i bildirilir.

Purana’ya göre, bu sava çı, asker peygamber, kendi mem-leketinden göç ederek onun kuzeyindeki bir beldeye yerle ecek, daha sonra on bin ki i ile do du u ehri fethedecektir. Onun beraberindeki on bin ki i “azizler” olarak nitelendirilir. Bu peygamberin arabasını son derece süratli bir devenin çekti i, hatta onun gö e çıkacak kadar hızlı oldu u, bu peygamberin bir kum yarımadasında do du u zikrolunur. Daha da önemli olarak, bu peygamberin babasının ve anasının Sanskritçe ismi zikrolunur ki, babasının adı “Allah’ın kulu (Abdullah)”, anası-nın adı ise “kendisine itimat olunan (Emine)” manasına gelir. Bütün bu tavsifler, insanlar arasında en çok Hz. Muhammed’e tetabuk etmektedir. Onun ehrinin kuzeyine göçmesi, Medi-ne’ye hicretidir. Mekke’yi on bin ki iyle fethetmesi de hakikat olup, arabasının gö e eri mesi ise miraçtan ba ka bir ey ola-maz. imdiye kadar anlattıklarımıza bakarak, kesin olmamak kaydıyla, “Zuburu’l-evvelin”in Purana olabilece i ihtimali dü ünülebilir.

Page 14: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

6 M U H A M M E D H A M D U L L A H

Veda hususunda da bazı ihtimaller söz konusu edilebilir. Purana on kitaptan ibaret olup, on peygambere indirilen hu-susları ihtiva ediyordu. Veda da dört kitaptan ibaret oldu un-dan, onun da dört peygambere indirilen hususları ihtiva etti isöylenebilir. Hintliler, Veda’nın müellifinin, kendi dillerinde Brahma dedikleri Allah oldu unu söylerler. Bu isim bize, bra-him ismini hatırlatıyor. Hepimizin bildi i gibi Hz. brahim’in kıssasında unlar vardır: Hz. brahim, memleketinin batısında olan Filistin’e göç eder. Oradan da daha batıdaki Mısır’a gider. Mısır kralı, beraberinde güzel bir kadın olan bir yabancınınülkesine geldi ini ö renir. Dünya güzeli olan bu kadına sahip olmak ister; askerlerini, polislerini yollayarak Hz. brahim’inhanımı Hz. Sare’yi sarayına getirtir. Saraya getirtince kötü ni-yetini gerçekle tirmek isterse de buna muvaffak olamaz; pepe e yaptı ı bir kaç te ebbüs neticesiz kalır. Sonunda “bu bir eytandır, götürün bu kadını” diyerek Hz. brahim’den özür

diler ve ona hediyeler verir.

Bu kıssa Müslümanlarca malumdur. Hindistan’da da buna benzeyen bir kıssa anlatılır. Buna göre, bir kral ve onun veliahtıolan Rama adlı bir o lu vardı. Kralın iki karısı vardı; bunlardan biri Rama’nın annesi, di eri de ba ka çocuklarının annesi olan bir ba ka kadın idi. Kral, daha genç olan bu ikinci karısını daha çok severdi. Kadın, bu üstün durumundan istifade ederek kraldan, Rama’yı veliahtlıktan azledip, kendi çocuklarındanbirisini veliaht tayin etmesini istedi ve arzusuna muvaffak oldu. Kral Rama’yı azlettikten sonra memleketinden kovdu ve sah-raya yerle mesini istedi. Rama, Sita adlı karısıyla çıkıp sahraya gitti. Bu durum, Seylan kralı tarafından haber alındı. Seylan kralı Rama’nın karısına sahip olmak istedi; askerleriyle onlarınya adı ı bölgeye gelip Sita’yı yakaladı ve memleketine götürdü. Rama da taraftarlarını topladı. Askerleri arasında maymunlar da vardı. Rama Seylan’a hücum etti; kralı yenerek Sita’yı kur-tardı. Fakat müteakiben öyle bir ey hatırına geldi: Geçen za-

Page 15: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 7

man zarfında kral Sita’yı kirletmi olabilirdi. Sita da kurtarıl-dıktan sonra, kocasının kendisini eskiden oldu u kadar sev-medi ini farketmi ti; sebebini de tahmin ediyordu. Bunun üzerine Sita odun toplayarak büyük bir ate yaktı; alevler yükselince kendisini ate e attı ve öyle dua etti: “Yarabbi! E erben saliha ve iffetli bir kadın isem beni kurtar, zinakâr isem beni yak!” Ate ten salimen kurtuldu.

Rama, Abraham ismine benziyor. Tevrat’ta Abraham’ınönceki adının Abram oldu u, Abraham adının sonradan Allah tarafından kendisine verildi i bildirilmektedir. Gördü ünüz gibi Abram, Rama’ya benziyor. Malum oldu u üzere Hz. bra-him’i Irak kralı ate e attırmı tı. Bu durum, Hint kıssasındaSita’nın durumunu hatırlatmaktadır. u hâlde, iki kıssa ara-sında benzerlikler vardır. Demek ki kesin olmamak kaydıyla, Hindistan’da da bazı peygamberlerin gelmi oldu u ve onlarınbazı talimlerinin Veda ve Purana ile günümüze intikal etti idü ünülebilir. Nitekim Kur’ân’da adları geçti i halde, Tevrat ve ncil’de zikrolunmayan peygamberler vardır. Keza, Tevrat ve ncil’de zikrolundu u halde Kur’ân’da geçmeyen peygam-berler de bulunmaktadır. slâm tarihçisi el-Bîrûnî (443/1051) diyor ki: “Veda yazılı de ildi, ifahi olarak naklolunuyordu.” el-Bîrûnî bu kitapların kendisinin ya adı ı asırdan az önce kitap halinde tedvin edildi ini bildiriyor. Veda, binlerce sene yazıya geçirilmeden, sözlü olarak intikal etti i için metnin sıhhatinde üphemiz vardır. ifâhî olarak intikali sırasında bazınoksanlıklara veya ilavelere maruz kalmı olabilir.

Böylece Hz. Nuh’a, Hz. brahim’e ait kutsal kitapların du-rumunu, Avesta ile Veda ve Purana’nın durumunu görmüoluyoruz. imdi, malumunuz olan ve günümüze ula an en eski din kitabı olan Tevrat hakkında, nispeten tafsilatlı bilgi vermek istiyorum. Tevrat Hz. Musa’ya indirilmi olup “kanun” mana-sına gelir. Tevrat, Eski Ahid kitapları arasında yer alan ve Hz. Musa’ya nispet olunan ilk be kitaptan birinin adıdır. Böylece

Page 16: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

8 M U H A M M E D H A M D U L L A H

Yahudiler, cüz ile küllü isimlendirmi oluyorlar ki, bu durum maruftur ve bunda bir mahzur yoktur. Yahudiler de Tevrat’ın,aslında be kitaptan üçüncüsünün adı oldu unu bilirler. Bu-nunla beraber be kitabın hepsine birden “Tevrat” adını verir-ler. Bu be kitap sırasıyla unlardır: 1. Tekvin, 2. Hurûc, 3. Tevrat, 4. A’dâd (Sayılar), 5. Tesniye.

Bu son kitabın adı tuhaftır. “Tensiye” a a ı yukarı “müker-rer” manasına gelir. Bir peygamberin kitabı niçin tekerrür ediyor? Bunu anlamak zordur. Biz Tevrat’taki ilk dört kitabıokuduktan sonra, be inci kitabı yani Tesniye’yi okudu u-muzda bu kitabın, ilk dört kitabın hülâsa veya tekrarından ibaret oldu unu mü ahede ederiz; ilaveler de varsa da bunlar çok azdır. Tevrat’ın tarihini inceleyecek olursak u hususlarıö reniriz: Yahudiler ba langıçta, sadece dört kitabın varlı ınıkabul ediyorlardı. Hz. Musa’dan altı asır sonra harplerin ol-du u bir sırada Yahudî âlimlerinden biri ortaya çıkıp, ma a-rada bir kitap buldu unu iddia etti ve kitabı krala getirdi. Kral bu kitabı bir kadın peygambere tetkik için verdi. Kur’ân’a göre peygamberin erkek olması gerekirse de, Yahudilerde kadın-lardan da peygamber oldu una inanılırdı. O da bu kitabın Hz. Musa’ya ait oldu unu tasdik etti. Böylece Hz. Musa’dan altıasır sonra bu kitabı Tevrat’a dahil edip, bu kitapta tekrarlar bulundu undan ona “Tensiye” adını verdiler. Kur’ân, Yahu-dilerin kitaplarını tahrif ettiklerini bize bildirmektedir. Yahu-diler ise bunu tabiatıyla inkâr ederler. Biz Tevrat’ı okudu u-muzda onda bir takım ilavelerin veya eksiklerin bulundu unumü ahede edebiliriz. Bu husus Türkçe tercümelerde bile açıkça görülebilir. Meselâ, Tesniye’de Hz. Musa’nın vefatının, nasıldefnedildi inin ve onun vefatından sonra ne gibi hâdiselerin cereyan etti inin anlatıldı ını tespit ediyoruz. Halbuki bu bil-giler, Hz. Musa’ya indirilen kitapta yer almamalıydı. Onda “Ey Musa! Sen de öleceksin” kabilinden âyetler yer alabilirdi. Fakat “falan gün vefat etti”, “falan gün defnedildi”, “vefatından

Page 17: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 9

sonra öyle öyle oldu” gibi hususların bulunması makul ve mümkün de ildir. Açıkça görülüyor ki, Tevrat’taki bu malu-matlar ona sonradan ilave edilmi tir.

Di er taraftan “A’dâd (Sayılar)” kitabında, “Allah’ın Harp-leri” ve “Hayırlılar (Ebrâr)” adlı kitaplara atıflar yapıldı ınıgörürüz. Meselâ zikrolunan bazı konularda “Bunun tafsilatınıAllah’ın Harpleri veya Hayırlılar kitabında bulursunuz” denir. Halbuki bu kitaplar imdiki Tevrat’ta mevcut de ildir. Bundan da, aslında Tevrat’ta daha ba ka kısımların oldu u ve fakat zamanımıza intikal etmedi i anla ılır. Yahudiler, “Allah’ınHarpleri” kitabını bilmediklerini itiraf etmektedirler. Bu ko-nuda, kesin olmamak kaydıyla, u kanaati ta ıdı ımızı söyle-mek isterim. Hindistan’da Veda ve Purana’dan ba ka bir de Mahabharata adlı bir kitap vardır. Mahab “büyük”, harata ise “vatan” demektir. Terkibin manası “büyük vatan” olur. (Nite-kim Hindistan da istiklâline kavu tuktan sonra Bharata diye nitelendirilmektedir. Anayasalarında Hindistan anlamındaBharata sıfatını kullanırlar). Mahabharata kitabı manzumdur; bunda Hindistan’daki harpler anlatılmaktadır. çindeki kısım-lardan biri Gîta adını ta ır. Gîta “kaside, manzum eser” de-mektir. Mahabharata’da harpler zikredilirken, Gîta’da sadece tanrının hamd ü senası ve ruhanî hususlar terennüm edilir. Bilmiyoruz, belki de Tevrat’ta atıfta bulunulan “Allah’ın Harp-leri” kitabından maksat Mahabharata veya onun bir faslı olan Gîta’dır.

Hz. Musa’dan sonra Tevrat’ın durumu hakkında, Yahudi-lere ait eserlerden bilgi edinmemiz mümkündür. Hz. Musa’dan sonra Hz. Yu a ve di er peygamberler devrinde Yahudilerin harpler yaptıklarını, Filistin’i aldıklarını daha sonra Irak kralıNabukadnassar tarafından Filistin’in i gal edildi ini Yahudile-rin kitaplarından ö reniyoruz, Irak’ta bulunmu olan çivi yazılımetinlerde Nabukadnassar eklinde geçen bu kralın ismi, s-lamî eserlerde Buhtu’n-Nassar diye kaydedilir. Bu ahıs, bir kaç

Page 18: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

1 0 M U H A M M E D H A M D U L L A H

defa Filistin’e sefer etmi ve Yahudilerle sava mı tı. Nabu-kadnassar Kudüs’ü alınca, Tevrat nüshalarını toplatıp yaktır-mı tı. Yahudilere göre Ezra isimli bir ahıs imhâ hadisesinden yüz sene sonra, ortada kalmayan Tevrat’ı hafızasından yaz-mı tır. Yahudiler Ezra’yı peygamber kabul eder ve bu ismi Ezra veya Esdras eklinde yazarlar. Bu zat, Kur’ân’da adı geçen Hz. Üzeyr olabilir. Yahudilerin dedi ine göre, daha sonra Antiokus adlı Roma kralı gelerek Filistin’i i gal etmi ve Tevrat nüshalarını tekrar yaktırmı tır. Bu ikinci imha i inden sonra Yahudilerin Tevrat’a tekrar nasıl sahip olduklarını bilmiyoruz. Ondan da sonra bir Roma imparatoru veya kumandanı olan Titüs tekrar Filistin’i istilâ etmi , Yahudileri tenkil etmi ve Tevrat’ı yaktırmı tır. te imdi Yahudilerin elindeki Tevrat, bütün bu maceralardan sonra elde kalan bir Tevrat’tır.

Tevrat’tan sonra, biraz da ncil hakkında bilgi verelim. Müslümanların birço u imdi Hırıstiyanların elindeki kitabın,Hz. sa’ya indirilen kitap oldu unu dü ünürler ki bu hatalıdır. Çünkü Hırıstiyanlardaki Yeni Ahid’de bir de il dört ncil var-dır: Matta’ya göre, Luka’ya göre, Markos’a göre ve Yuhanna’ya göre ncil olarak dört ncil bulunmaktadır. Hıristiyan âlimleri-ne göre bu dört ncil, Hz. sa’ya Tanrı tarafından indirilen ncilolmayıp, Hz. sa’nın hayatı hakkında kendisinden sonra arka-da larının veya daha sonraki nesilden gelenlerin malumatları-nın dercolundu u kitaplardır. Daha açık bir tabirle bunlara, Hz. sa’nın sîreti diyebiliriz. Hrıstiyanlara göre bu tarzda yazılmı

kitapların sayısı yetmi ten fazla idi ve bunların her biri de ncildiye isimlendiriliyordu. Bu yetmi küsur kitabın ncil olama-yaca ı a ikârdır. Tasavvur edelim ki, Müslümanlardan yetmiâlim Hz. Peygamber’in hayatı hakkında birer kitap yazıp“Kur’ân” adını versinler; elbette bu “Kur’ânlar” Kur’ân olma-yacaktır. nciller de böyledir. Mesela, bn Hi âm’ın Sîre’sini ele alalım. Orada Hz. Peygamber’in do umu, peygamber olu u, mü riklerle olan kar ılıklı durumu vb. hususlar anlatılmaktadır.

Page 19: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 1 1

Ayrıca onda Kur’ân’dan bazı âyetler, yer yer iktibas olunmak-tadır. nciller de i te bu Sîre gibidir. Onlarda Hz. sa’nın kendi-sine indirilmi olan bazı âyetler de bulunabilir. Mesela “Allah, benim de sizin de rabbinizdir”, “Ben O’nun emirlerini size tebli ediyorum” gibi.

Hz. sa’dan sonra uzun zaman geçti i halde, Hıristiyanlarınelinde bu kutsal kitap yoktu. Hıristiyanların dedi ine göre, Hz. sa’nın gö e kaldırılmasından yetmi sene sonra Matta, Hz. sa

hakkında Aramca bir kitap yazdı. Bu kitap imdi mevcut de-ildir. Di erleri meyanında Luka, Markos ve Yuhanna da birer

kitap kaleme aldılar. Bugün elimizdeki ncil nüshalarının en eskisi Yunancadır. Di er bütün dillere yapılan tercümeler, Yunanca tercümenin tercümeleridir. Demin dedi im gibi, ba -langıçta yetmi küsur ncil olmasına ra men, hâlen Yeni Ahid’de dört ncil bulunmaktadır. Bu yetmi kadar kitapdan dördü nasıl seçildi? Kim veya kimler seçti? Ne zaman seçildi? Bu konularda bilgimiz yoktur. Bilinen, Hz. sa’dan üç yüz sene kadar sonra bu dört ncil’in Hırıstiyanlık aleminde yerle mioldu udur. Geçen üç yüz sene zarfında bu ncilleri kimler ri-vayet etti? Metinler, kimlerin murakabesi altında intikal etti? Malum de ildir.

Voltaire adındaki Fransız yazarı ve tarihçisini duymu su-nuzdur. Bu ahıs tabiatçı idi. Hıristiyanlı a inanmadı ı gibi aynı zamanda slam’a da dü man idi. Voltaire dört ncil’in nasıl seçildi i hakkında bilgi vermektedir. Söyledikleri do ru mudur, iftira mıdır, bilmiyorum; mesuliyet kendisine râcidir. Voltaire’e göre bir gün Hıristiyanlar, bütün ncilleri bir kilisede topladılar. Câmilerde mihrap yerine kaim olmak üzere kilise-lerde de bir masa oldu u malumdur; bu masa mabedin ön tarafında bulunur, papaz oradan hitap eder, vaazda bulunur ve ayini oradan idare eder. Yetmi küsur kadar ncil’i bu masaya koyup masayı sarstılar. Bunun sonucunda yere dü en nciller için “Bunlar sahih de il” dediler; masa üzerinde kalan dört

Page 20: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

1 2 M U H A M M E D H A M D U L L A H

ncil’in ise sahih oldu una hükmettiler.

imdiki nciller tek asıldan, Yunancadan gelmektedir. Az önce söyledi im gibi Matta, ncilini Aramca yazmı tır. Bunu Yunancaya kimin, ne zaman ve ne ekilde tercüme etti ini bilemiyoruz. Öteki üç ncil’in de asıllarının hangi dilde ( bran-ca, Aramca, Yunanca vb.) yazıldı ını da bilmiyoruz. Bilinen, en eski ncil’in Yunanca oldu udur. Bazı Alman âlimleri, geçen asırda, Yunanca eski ncil yazmalarını inceleme e te ebbüsettiler. Yunanca bir çok yazma nüsha buldular. Bunların bir kısmı tam, bir kısmı ise az veya çok noksan parçalar hâlindeydi. Binlerce nüshayı bir araya getirip kar ıla tırdılar ve sonucu ne rettiler. Bu âlimler aynen öyle demektedirler: “Bu nüsha-larda iki yüz bin fark (varyant) vardır. Bunlardan yedide biri ise önemli farklardır”. te Hıristiyan âlimlerinin kendi kutsal kitapları hakkındaki itiraf ettikleri son tespit bundan ibarettir.

Hz. sa, kendisine indirilmi olan ncil’i niçin bir kitap ha-linde yazmamı veya yazdırmamı tı? Bu konuda ahsî kanaa-tim udur: O, kendisine Allah tarafından bildirilen hususlarıifâhen tebli ediyor, kaydettirmiyordu. Muhtemelen ümmî

oldu undan sadece tebli ediyor, bizzat yazmıyordu. Esasen kendisi de yazmakla de il, tebli etmekle yükümlü idi. Bundan dolayı ilâhî talimatları bir kitap halinde toplamayı dü ünmedi. Bu konuda göz önünde bulundurmamız gereken u hususlar vardır:

1- Hz. sa peygamber olarak dünyada ancak iki buçuk yılya amı tır. Kendisi gö e kaldırıldı ında, denildi ine göre otuz üç ya ında idi. Bu kısa nübüvvet devresi de ekseriya gizlilik içinde geçmi ti. Herhangi bir ehir veya kasabaya gidiyor, teb-li de bulunuyor, vaaz ediyor, mucize gösteriyor ve halkın et-rafına toplanmasından sonra oradan ayrılıyordu. Bütün pey-gamberlik devresi bu minval üzere, devamlı surette, bir yerden öbürüne intikal etmekle geçmi ti. Sükûnet içinde, sâbit din-darların te kil etti i müminler halkası bulup ncil’i yazdıra-

Page 21: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 1 3

mamı tı.

2- Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekke’nin fethinden sonra veda haccında yüz kırk bin sahabîye hitap etmi tir. O zamanki Müslümanların sayısını tam olarak bilmiyoruz. Ancak, Hz. Peygamber’in yüz kırk bin ki iye hutbe irâd etti ini bili-yoruz. Halbuki Hz. sa’ya hayatında iman etmi olanlar, muh-temelen elli ki iyi geçmiyordu. man edenler de çe itli ehirlereda ılmı bulunuyorlardı. O, her zaman aynı mümini bulamı-yordu. Ancak bu elli ki i arasında okuma yazma bilenler büyük ihtimalle çok azdı. Hz. sa’nın ncil’i yazdırmayı ı konusunda göz önünde bulundurulması gereken ikinci husus budur.

3- Hz. sa Tevrat’ın; Nabukadnassar, Antiokus ve Titüs ta-rafından imha edilme hadiselerini biliyordu. Mü riklerin, sırf dinî taassupları yüzünden Tevrat’tan intikam almak istedikle-rini de biliyordu. Belki de o öyle dü ünüyordu: ayet ben de ncil’i yazdırır ve tedvin ettirirsem, benden sonra Tevrat’ın

maruz kaldı ı durumlara, Hıristiyan olmayanlar tarafından ncil de maruz kalabilir. Bu mülahazalar ncil’i yazdırmayı ına

bir sebep te kil edebilir mi, bilmiyorum? Sonuç olarak Hz. sancil’i yazdırmamı tır.

Hz. sa Aramca konu urdu. ncil de Aramca nazil olmuolmalıdır. Hâlihazırdaki ncillerin Hz. sa’nın lisanındanAramca dört be küçük cümle naklettiklerini görüyoruz: “Eli, Eli! Lema sabahtanî (Rabbim, Rabbim! Niçin beni terkettin?)” Bütün dillerdeki ncil tercümelerinde bu cümle, Aramca olarak bu ekilde yer alır. Bu sebepten, Hıristiyan âlimler Hz. sa’nınana dilinin Aramca oldu unu dü ünürler. O, Romalıların ida-resi altındaki bir ülkede ya ıyordu. stilacıların resmî dili Yu-nanca mıydı, Romence miydi? Ne olursa olsun, Hz. sa’nınYunanca bildi ine dair hiç bir bilgi mevcut de ildir.

Allah Tealâ insanlara kar ı merhametli oldu u için onlarınarasında ilâhî buyrukları toplayan tam ve güvenilir bir kitap

Page 22: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

1 4 M U H A M M E D H A M D U L L A H

kalmadı ından, nihayet Kur’ân-ı Kerîm’i gönderdi.

Kur’ân-ı Kerîm Metninin ntikali16.3.1978

Muhterem ö retim üyeleri, de erli talebeler. Allah’ın selâmı,rahmet ve bereketi üzerinize olsun.

Karde lerim, bu dersimizde de Kur’ân tarihi konusuna de-vam edece iz. Geçen dersimizin sonunda ncil’den bahsetmive bazı Alman bilginlerinin, mevcut ncil nüshalarını kar ıla -tırma ve inceleme neticesinde 200.000 nüsha farkı (varyant) bulduklarını bildirmi tim. Buna dair tafsilatı mesela, Robert ve Feuillet’nin idaresi altındaki bir heyetin yazmı oldu uIntroduction a la Bible adlı eserin birinci cildinde bulabilirsiniz. Bu farkların mevcudiyeti, Müslümanların iddiası de il, bizzat Hıristiyan âlimlerinin kendi kutsal kitapları hakkındaki hü-kümleridir.

Kur’ân’ın nasıl tedvin edildi ine geçmeden, bu konuda Alman bilginlerinin yaptı ı çalı ma hakkında ayrıntılı bilgi vermek istiyorum. Alman ilim adamları, kendi dinlerinin kita-bındaki bu büyük farkları görünce Kur’ân üzerinde de çalı -maya te ebbüs ettiler. Bazı müste rikler, Kur’ân nüshaları üze-rinde de benzerî bir çalı manın yapılmasını, üniversitelerine teklif ettiler. Münih Üniversitesi teklifi kabul etti ve onun bünyesinde “Kur’ân Ara tırmaları Enstitüsü” kuruldu. Gaye-leri, dünyada mevcut bütün Kur’ân nüshalarının foto raflarını,imkân nisbetinde toplamak idi. Toplama i ini gerçekle tirdik-ten sonra nüshaları kar ıla tırdılar. Bu i zannedersem altmıyıl kadar sürdü. Ben Fransa’da talebe iken, 1934 yılında adıgeçen enstitünün müdürü, Kur’ân nüshalarının suretlerini almak için oraya gelmi ti. Paris’teki Milli Kütüphane’de (Bibliotheque Nationale), hicrî ikinci asırdan kalan en az iki Kur’ân nüshası mevcuttur. Bu zatı ziyaret etmi ve me gul

Page 23: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 1 5

oldukları i hususunda kendisiyle konu mu tuk. 1934 senesine kadar toplamı oldukları nüsha sayısının 42.000 oldu unusöyledi. Bu büyük rakam, dünyanın çe itli yerlerinden alınmı ,muhtelif asırlara ait tam veya noksan nüshaların foto raflarınıihtiva ediyordu. 1934 yılında nüshaları kar ıla tırmaya devam ediyorlardı. Enstitünün kütüphanesinde Kur’ân tefsirlerini ve kıraat ilmine dair kitapları da toplamı lardı. Zira bunlarda, sıksık di er kıraatlar da zikrolunur. Meselâ Fatiha sûresinde “mâ-lik )( ” ve “melik )( ” kıraatları gibi. Onların gayeleri, bu bilgileri de toplamaktı.

Daha sonra II. Dünya Harbi ba ladı. Harp sırasında, bir Amerikan bombası Münih Üniversitesi’ndeki bu enstitüye isabet etti. Binanın içinde bulunan ahıslarla birlikte toplanan malzeme de mahvoldu. Fakat bu imha hadisesi, benzer bir te ebbüsü imkânsız hale getirmi de ildir. Zira Münih’te or-tadan kalkan nüshalar, Kur’ân nüshalarının asılları de il fo-to rafları idi. Prof. Pretzl, bu enstitünün üçüncü müdürü olu-yordu; kendisi de bombardımanda ölmü tü. Enstitü’de büyük âlimler ile onların bir çok yardımcıları vardı. Bunlardan biri Jeffery adlı Amerikalı bir bilgin idi. Bu ahıs, Kur’ân’daki ri-vayet farklarını bulmaya çalı ırdı. Nitekim bn Ebî Davud’un bu konu ile ilgili Kitâbu’l-Mesâhif’ini ne retmi ti. Jeffery’nin Abdulmuîd Han adlı, benim de arkada ım olan bir talebesi vardı. Jeffery II. Dünya Harbinden az önce, Enstitü’nün çalı -maları hakkında bazı notlar yayınlamı tı. Ben bu notları göre-medim. Bu sıralarda Abdulmuîd Han da vefat etmi ti. Yalnız,onun bana ifahi olarak nakletti ine göre Jeffery notlarındaaçıkça öyle diyordu: “Biz, imdiye kadar rivayet farkı göre-medik. Gördü ümüz, kâtip hatasından ileri gelmi olan istin-sah farklarıdır.” Biz de meselâ bir mektup yazdı ımızda, far-kında olmadan hata yaparız. Bazı kâtipler de Kur’ân’ı istinsah ederken yanılarak hatalar yapmı lardır. Buna dair bir misal verelim: Kur’ân’da yerine gördü ümüzde bu, rivayet hatası da olabilir kâtip hatası da. Bu

Page 24: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

1 6 M U H A M M E D H A M D U L L A H

dü ümüzde bu, rivayet hatası da olabilir kâtip hatası da. Bu durum bir tek sûrede ve sûrenin ba ında vâki olursa kâtibin hatası oldu una hükmederiz. Fakat bütün sûrelerde görülürse rivayet hatası sayılır. Bu enstitünün bombardıman edili ine(hatırladı ıma göre 1946 senesine) kadar Jeffery, sadece istin-sah hatası bulduklarını, rivayet hatası mü ahede etmediklerini söylüyor. Bu çalı ma sonuçlanmamı tı; muhtemelen kar ıla -tırmadıkları nüshalar da vardı. Biz, bu enstitünün rivayet ihti-lâfına ahit olmadı ını söyleyemeyiz. Fakat ben, Kur’ân’da ihtilaf oldu unu dü ünemem. Bunun sebebi udur:

Bu enstitünün çalı ması altmı sene devam etmi ti. Bu ça-lı mayı bütün Hıristiyan ve Yahudî âlemi biliyordu. Çalı maya çok sayıda âlim katılmı tı. Onların ellerinde olan veya görebi-lecekleri yerlerde bulunan çok nüsha vardı. Kur’ân’da ihtilâf olsaydı, bu âlimlerin incelemelerinin bunu ortaya koymasıgerekirdi. Bunu göstermenin, kendilerince ciddî sebepleri de vardı. ncil’de 200.000 varyant bulmu lardı. Kur’ân’da da fark bulmaya muhtaç idiler. Kur’ân’da bu farkları bulsalardı “ te bakın! Kur’ân’a da güvenilmez, onda da ihtilâflar var” der gibilerden, farkları if â etmeleri gerekirdi.

imdi Kur’ân’ın nasıl ezberlendi i ve Kur’ân metninin gü-nümüze nasıl intikâl etti i konumuza dönelim. Önce vahy hakkında bilgi vermem lâzım. Vahy, sadece peygamberlere gelir. Bundan dolayı vahyin mahiyeti hakkında bilgi vermemiz mümkün de ildir. Lâkin bu konuda bize bazı hususlarda bilgi verebilecek iki kaynak vardır: Birincisi, Hz. Peygamber’in söz-leridir. Bir kısım sahabîler Hz. Peygamber’e “Vahy sana nasılgelir?” eklinde sual sormu lar, O da cevap vermi tir. kincisimü ahededir; yani sahabeden bazılarının vahyin nüzulünde Peygamber’in yanında bulunup gördüklerini anlatmalarıdır.

Resûlullah, vahyin geli i hakkında mealen unları bildir-mi tir: Vahy bana çe itli yollarla gelir. Birincisi, vahy mele inin insan eklinde tezahür etmesidir. Ben onunla, herhangi bir

Page 25: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 1 7

insanla konu tu um gibi konu urum. Bazen yere inmeyip gökle yer arasında havada kalan iki kanatlı bir mahluk görü-rüm; o vahyi bana tebli eder, ben de onun dediklerini ezber-lemi olurum. Lakin vahyin en iddetlisi, bir çan sesi eklinde gelmesidir. Vahy bu ekilde gelirken, ben onun iddetindenölecek gibi olurum; sonra bu hâl geçince gelen bütün vahyi ezberlemi olurum. Ba ta el-Buhârî olarak di er hadis kitapla-rında da, bizzat Resûlullah’ın (aleyhi’s-selâm) bunları bildirdi inakledilmektedir.

Sahabîlerin mü ahedeleri ise, fertlerin ve vakaların duru-muna göre de i iktir. Biri der ki: “Vahy geldi inde Nebî’nin rengi de i irdi. Kâh kararır, kâh kızarırdı. Vahy bitince eski hâline dönerdi.”Bir ba ka sahabî: “Vahy geldi i sırada O, hareketsiz bir ekilde donar kalırdı. Meselâ elinde bir ey tutuyorsa, oldu u gibi donakalırdı.Meselâ minberde konu uyorsa hiçbir ey söylemeksizin oldu u vazi-yette kalırdı.” Bir ba kası öyle anlatıyor: “Ben Hz. Peygamber’in evindeydim; O yemek yiyor ve elinde bir kemik parçasını tutuyordu. O esnada vahy geldi; kemik elinde kala kaldı, yere de dü medi.” Ba ka bir sahabînin mü ahedesi: “Vahyin geli i çok so uk bir günde de vâki olsa, Resûlullah’ı iddetli bir hararet basardı, inci taneleri gibi ter dökerdi.” Biri de diyor ki: “Vahy esnasında Hz. Peygamber’e çok iddetli bir a ırlık gelirdi. Öyle ki, ayet bir devenin üstünde ise, deve

onu ta ıyamaz, çöker veya ayakları bükülür, nerdeyse ayaklarınınkırılaca ını zannederdik.” Bir ba ka sahabî: “Vahy Resûlullah’a bir deve üzerinde indi inde, hayvan iddetle sarsılmaya ba lardı. Öyle ki Peygamber ondan inmeye mecbur kalırdı.” Sahabeden Zeyd b. Sâbit de unu bildiriyor: “Bir defasında, bir toplulukla beraber Hz. Peygamber’in yanında bulunuyorduk. zdiham ve sıkı ıklık sebebiyle onun aya ı benim dizimin üstüne gelmi ti. Birden iddetli bir a ırlıkhissettim; Peygamber’in aya ı nerdeyse dizimi kıracaktı. Peygamber olmasaydı derhal aya ımı çekerdim. Fakat O olunca bunu yapama-dım.” Bazen öyle durumlar görürüz: “Vahy geldi inde ayakta ise ayakta kalır, oturuyorsa oturdu u yerde kalırdı. Bazen sırt üstü ya-

Page 26: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

1 8 M U H A M M E D H A M D U L L A H

tardı.” Duruma göre, bütün misâlleri görebiliriz. Mü ahedenin tespit etti i belli ba lı hâller bunlardan ibarettir.

Bir zaman önce, tabiplikten gelme bir Alman müste ri iSprenger vahyin ini i hakkında bazı mütâlaalar ileri sürmü tü. “Vahyin geldi i esnada Peygamber’in kızarması veya sarar-ması, sar’a halini gösterir” demi ti. Kendisi tabip oldu undan bir çok müste rik veya ba kaları onun söyledi ine itimat ettiler. Ben tabip olmadı ım için, bir mütehassıs gibi cevap vereme-yece imden bazı hekim arkada larla bu konuyu görü tüm. Onlar dediler ki: Evvela, böylesine sar’alı olan kimsenin çocu uolmaz. Halbuki Hz. Peygamber’in kız ve erkek olarak yedi çocu u olmu tur. Saniyen, sar’alı olan insan iddetle hareket eder, zangır zangır titrer. Halbuki vahyin geli indeki durumlar arasında böyle bir hâl nakledilmiyor. Salisen, sar’alı hastanınnöbeti tutunca rastgele saçma sapan sözler söyler. Hz. Pey-gamber’de bu durum yoktur. Bu durumunda söyledi i Kur’ân elimizdedir. Kur’ân’ın hepsi makul sözlerden ibarettir. Di ertaraftan, öteden beri sar’a hastalı ına müptelâ olan yüz binlerce ki i bulunmu tur. Lâkin bunlardan hiçbirinin böylesine bir din kurdu u, makul esaslar ve sözler ortaya koydu u vâki olma-mı tır.

Vahyin mahiyeti hakkında bu bilgileri verdikten sonra, imdi vahyin ilk geli ine geçelim.

Hz. Muhammed (aleyhi’s-selâm) Hira ma arasındayken ra-mazanın sonuna do ru ilk vahy geldi. bn Hi am’ın Sîre’sindebildirdi ine göre vahyin ilk geli i, onun uyku hâlinde vâki olmu , mele in gelip tebli etmesinden sonra uyanmı tı. On-dan sonraki yirmi üç senelik nübüvvet devri boyunca ise vahy hep uyanıklık halinde gelmi ti. Bu tarihçiye göre ilk vahyin uykuda olu u, Peygamber’i alı tırmak, vahyin iddetiniazaltmak hikmetine mebnîdir. Zira normal insan bu iddetetahammül edemezdi. bni Hi am’ın bu izâhını kabul etmek mümkündür. Çünkü Hz. Peygamber o zamana kadar vahyin

Page 27: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 1 9

ve mele in ne oldu unu bilmiyordu; böyle bir alı tırma gere-kebilirdi. Ne olursa olsun, bu konuda ısrar edecek de ilim; me hur tarihçinin dedi ini nakletmi oluyorum. Bu ilk vahyin geli i hakkında, bazı ayrıntılar da vardır: Melek geldi inde beraberinde yazılı bir kâ ıt ta ıyordu ve bu kâ ıt ipek kuma asarılıydı. Melek: “Ben melek Cibril’im. Beni Allah, gönderdi. Al bu sahifeyi oku” dedi. Hz. Muhammed: “Ben okur yazar de i-lim, okuyamam” dedi. Cibril onu kucaklayıp iddetle sıktı ve yine “Oku” dedi. Hz. Muhammed aynı cevabı verdi. Aynıdurum üç defa vâki olduktan sonra Cibril sözlü olarak ilk vahyi tebli etti ki el-Alâk sûresinin ilk be âyeti olup meâli öyledir:

“Rabbinin adıyla oku ki (her eyi) O yarattı. nsanı, kan pıhtısı gibi bir eyden yarattı. Oku, senin Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O ki

kalemle (yazmayı) ö retti. nsana, bilmedi i eyleri ö retti”.

Bu hadise, bende çok iddetli bir tesir bırakmaktadır. Oku-ma bilmeyene gelen ilk emir “Oku” oluyor. Aynı zamanda “Kalem”in rolü belirtiliyor. Bütün bilgilerin kalem vasıtasıyla ula tırıldı ına dikkat çekiliyor. Bizden önce ya amı olanlar malûmatlarını kalemle aktarmasalardı, biz onları bilemezdik.

lk vahy hakkındaki bilgiye, el-Belâzurî’nin Ensâbu’l-E râfadlı kitabında da rastlıyoruz. Buna göre, Cibril Hz. Peygam-ber’e önce tahâret, vudû ve salâtı ö retmi tir. Cibril imam olup namaz kıldırmı , Nebî de ona iktidâ etmi tir. Ayrıca bir de mucize zikrolunur. Cibril’in aya ı ile yere vurup yerden pınarfı kırdı ı ve Peygamber’in de bu sudan abdest aldı ı bildirilir. Bu hadisenin uykuda olmasında imkânsız bir taraf yoktur. Uyanıklıkta vâki olmu ise, bu pınarın sonradan kayboldu usöylenebilir.

Cibril tarafından getirilen ilk vahyi telâkki ettikten sonra Resûlullah deh ete dü tü ve hemen ma arayı terketti. Evine dönerek hanımına “Beni örtün, çok ü üyorum” dedi. Hadise

Page 28: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

2 0 M U H A M M E D H A M D U L L A H

Aralık ayında oldu undan normal bir ü üme olabilece i gibi korku sebebiyle de olabilir. Bu ü üme hali geçince Hz. Mu-hammed, ba ından geçenleri hanımına anlattı. Sonunda “Ben kâhinleri sevmem, acaba kahin mi oluyorum?” diye endi esiniizhâr etti. Hz. Hatice ise öyle buyurdu: “Sen kâhin olamazsın,hayırlı bir insansın. Allah seni terketmeyecek, eytanlara vb. seni bırakmayacaktır. Benim Varaka b. Nevfel adındaki akra-bam bu i leri bilir, ben pek bilmiyorum. Yarın ona gidip sora-lım.” Bu hususta iki rivayet var: Birine göre, Hz. Hatice Hz. Peygamber’le birlikte Varaka’nın evine gider. Öbürüne göre, anlatmasının ertesi sabahı Hz. Ebu Bekir, herhalde ticarî bir i iiçin Hz. Peygamber’in evine gelmi ti; Hz. Hatice de ona, koca-sıyla beraber Varaka’nın yanına gitmesini teklif etmi ti. Hülâsa Hz. Peygamber Varaka’nın yanına gider. Varaka çok ya lı idi, bundan dolayı gözleri de görmüyordu. Kendisi Hıristiyan idi. Hz. Muhammed, ba ından geçenleri anlattı. Sonunda Varaka öyle dedi: “E er dediklerin do ru ise, sana gelen Hz. Mu-

sa’nın Namusu gibi bir ey olmalıdır.” Nâmûs kelimesi Türk-çe’de de bulunmaktaysa da manası de i mi tir. “Nâmûs” Yu-nancadır. Yunancada nomos “kanun” manasına gelir. Kanun manasına, gelen “tevrat”ı da Yunancaya nomos diye tercüme ederler. u halde Varaka bu sözleriyle “Sana gelen bu vahy, Hz. Musa’ya gelen Tevrat gibidir” demek istemi ti. Sonra Hz. Peygamber evine geldi. Bu haber, ehirde yayıldı. Kimi inandı,kimi inkâr etti, kimi gülüp geçti; hulâsa herkes kendine göre yorumladı. Hz. Peygamber hadiseyi her anlatı ında, nazil olan be âyeti de zikrediyordu. Böylece bunlar, unutamayaca ı bir ekilde hafızasına yerle iyordu. Muhtemelen Peygamberimiz

her gün, Cibril’in ö retti i tarzda namaz kılıyor ve namazındabu âyetleri de okuyordu. Onun bu sıradaki namazı hakkındatafsilât yoktur. Sadece, Cibril’in namazı ö retmesinden, namaz kıldı ı hükmünü çıkarıyoruz.

Bundan sonra üç yıl boyunca vahy kesildi. Vahyin inkıtaı ilk

Page 29: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 2 1

anda Peygamber için faydalı oldu; zira korkusu geçip sükûnet buldu ve normal haline döndü. Fakat arkasından, mele i tekrar görme e ve vahyin gelmesine iddetli bir i tiyak duymaya ba ladı. Melek gelmeyince bu i tiyakı git gide üzüntüye dö-nü tü. Akrabalarından amcasının karısı Ümmü Leheb (Ümmü Cemil) bilmedi imiz bir sebepten, Hz. Muhammed’e iddetlibir dü manlık besliyordu. lk vahiyden takriben üç sene kadar sonra bir gün Ümmü Leheb ona öyle dedi: “Öyle sanıyorum ki eytanın seni terk etti, sana dü man oldu. Bundan dolayı artık

sana gelmiyor.” Hz. Peygamber çok üzüldü ve ehri terk etti. el-Buhârî’nin bildirdi ine göre, bir da ın ba ına çıktı, intihar etme i dü ünüyordu. Kendisini ataca ı sırada Cibril görüne-rek “Sen gerçek peygambersin” dedi. Bunu söylerken Cibril, gökle yer arasında bulunuyordu. ed-Duhâ suresini tebli etti. Bildi iniz gibi bu surede “Rabbin seni terk etmedi, darılmadıda” buyrulur. Burada Ümmü Leheb’in sözlerine cevap vardır. Surenin sonunda “Rabbinin nimetlerini anlat” buyrulur. Bun-dan murad, risâleti tebli etmesidir. Üç sene sonra, Hz. Pey-gamber’e risâleti tebli etmesi emrediliyor. Ben bu âyetten ayrıca unu da çıkarıyorum: Burada Hz. Peygamber’in mevlid-i eriflerini tes’îd etmek emri de verilmektedir. Hz. Muhammed’in resûl olarak gönderilmesinden daha büyük bir nimet tasavvur olunabilir mi? Nebî’ye tebli emri verilirken bize de onun do u uyla olan nimeti anmak ve kutlamak emri veriliyor ve bundan istifadenin caiz oldu u bildiriliyor. bn shâk’ın dedi i gibi, Hz. Peygamber tebli vazifesine bundan

sonra ba lamı tır.

Hz. Peygamber’in siretine dair bize ula an en eski kitap olan bn shâk’ın Megâzîsinde (ki Fas’ta kısmen ne redilmi tir) bir

buçuk satırlık kadar bir ibare vardır ki çok önemlidir. Buna göre Peygamber gelen her vahyi, hem erkeklere hem de ka-dınlara okurdu. Bu da onun kadınların ö renimine verdi iehemmiyeti ortaya koymaktadır. Bu i , herhalde imân edenle-

Page 30: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

2 2 M U H A M M E D H A M D U L L A H

rin sayısının artmasından sonra olmalıdır; tarihini kesin olarak bilmiyoruz.

Yine bn shâk’ın dedi ine göre, Peygamberimiz, vahyin kendisine geli inden hemen sonra yazı bilen birine onu yazdı-rıyordu. Bundan da önemlisi udur ki, -râvînin dedi ine göre- gelen vahyi yazdırdıktan sonra onu tekrar ettiriyor, okutturu-yor ve herhangi bir yanlı lık bulduysa düzeltiyordu. Müteaki-ben o kâtibe “Yazdı ını ço alt ve müminlere da ıt” diyordu Belki de yazı bilen müminler, bizzat kendileri istinsah ediyor-lardı. Bu konuda kesin bilgimiz yoktur. Anla ılan udur ki, vahy katibi yazıyordu ve Peygamberimiz ona ço altma emri veriyordu. Müslümanların bir kısmı bu ço altılan nüshalarıalıyor, bir kısmı ise kendileri yazıyorlardı. Kur’ân, seneler bo-yunca âyet âyet geldi inden, Hz. Peygamber’in ba ka tedbirler de alması gerekiyordu. Tarihçilere göre, sureler de bütün ha-linde de il kısım kısım nazil olmu tur. Bazı kısa sureler bütün halinde indirilmi olabilir. Yine tarihçilere göre, bazen aynıanda ayrı ayrı surelerin âyetlerinin de indi i olmu tur. Her-hangi bir karı ıklı a meydan vermemek için, Hz. Peygamber’in vahy katibine, inen her âyetin, hangi surenin hangi kısmınakonulaca ını bildirmesi gerekiyordu. Gelen âyetlerin nüzul sırasına göre tertip edilmeyi i buradan ileri gelmi tir.

Yazdırmak suretiyle tedbir almaktan ba ka, Hz. Peygamber Kur’ân metnini muhafaza etmek için indirilen âyetlerin ezber-lenmesini de ısrarla istedi. Zira namazda Kur’ân’ı ezberden okumak lâzım geliyordu. Salât hususunda bizimle Yahudiler arasında u fark vardır. Onlar Cumartesi günü mabetlerinde toplanırlar. badetlerini idare eden (haham) Tevrat âyetlerini okur, ötekiler sadece dinlerler. Haham da ezberinden okuya-maz, kitaptan okur; Müslümanların ise hepsi namazlarındahafızalarından okurlar. Peygamberimizin bu tedbirinin de, Kur’ân metninin mahfuz kalıp bize intikal etmesi hususunda rolü vardır. Yahudilerde hahamdan ba kası Tevrat’ı okuya-

Page 31: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 2 3

mazdı. Tevrat sadece mabetlerde bulunurdu. Bu durumda herhangi bir kimse Tevrat’ı ortadan kaldırmak isteyince, Ya-hudi mabetlerine girerek oradaki nüshaları imha etmesi kâfi gelirdi. Halbuki Müslümanların hepsinin evlerinde ahsî nüs-haları oldu u gibi ayrıca hafızalarında da tutuyorlardı. Fakat hıfz konusunda u noktayı göz önünde bulundurmak gerekir: Herhangi bir Müslüman, meselâ Fatiha suresini yazılı olarak temin etmi olsun. Oradan ezberleme e te ebbüs etti inde,yazılı nüsha hatalı ise yanlı olarak ezberleyecekti. Hz. Pey-gamber bu durumun farkına vardı ı için, böylesi hatalarınslâm ümmetinde olmamasını istedi. Müslümanların ancak,

itimat edilir bir hocadan ö renmelerini ve ondan ö rendikleri ekilde ezberlemelerini talep etti. Birinci muallim kendisi idi.

Hz. Peygamber, Kur’ân’a kendisinden iyice ö renmi olan sahabîlerin, öbür Müslümanlara ö retmelerini de temin edi-yordu. Zira kendileri, herkesle teker teker me gul olup ö re-temezdi. Bu âdet slâm ümmetinde hâlen devam etmektedir. Ben de Medine-i Münevvere’de bir üstaddan Kur’ân’ı ba tansona okumu ve icazetname almı tım. Bu icazetnamede hocam Hasan b. brahim e - âir unları yazmı tır:

Ben, üstadlarımdan ö renmi oldu um gibi Kur’ân’ı, harfleri ve telâffuzlarıyla o lum Hamidullah’a ö rettim. Benim üsta-dım da (…)’dan ö rendi ini söylemi ti. O, (…)’dan, o da (…)’dan tahsil etmi ti.

Böylece Hz. Peygamber’e kadar üstadlar silsilesini zikreder. Asr-ı Saadete yakla ırken Âsım b. Ebi’n-Necûd’u sayar ve:

O da Ebû Abdillah Habîb es-Sulemî ile Zer b. Habîb el-Esedî’den ö rendi. Bu iki üstad da Osman b. Affân, Ali b. Ebî Talib, bn Mes’ûd, Ubey b. Ka’b ve Zeyd b. Sâbit’ten (radiyallahu anhum) okudular. Onlar da Nebî’den (aleyhi’s-selâm),O da Cibril’den okudu. O da Levh-i Mahfuz’dan aldı. Oraya da Rabbu’1-âlemînden geldi.

cazetname 12 Rebîu1evvel 1366 tarihini ta ımaktadır. Bu,

Page 32: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

2 4 M U H A M M E D H A M D U L L A H

benim iftihar etti im ve yanımdan hiç ayırmadı ım en de erli vesikamdır.

Hz. Peygamber Kur’ân-ı Kerim’i yazdırma, ezberletme ve bir hocadan ö renme eklindeki üçlü tedbirle de iktifa etmedi. Ayrıca her sene Ramazan ayında, Kur’ân’ın o zamana kadar nazil olmu kısmını etrafındaki Müslümanların huzurunda okudu ki buna “arza” denir. Sahabîler ahsî nüshalarıyla gelir, arzayı dinler ve takip ederlerdi. Hz. Peygamber vefat etti iyılda bütün Kur’ân’ı iki defa okudu. Bu son arzaya “arza ahîre” denir. Sahîhu’1-Buharî ve di er hadis kitaplarında zikrolundu-

u gibi, arza sırasında Cibrîl de hazır bulunur ve be eriyet icabıPeygamberimiz yanıldı ında düzeltirdi. Hz. Peygamber son arza esnasında “Bu sene Cibrîl iki defa okumamı istedi. Anla-ılan yakında vefat edece im” demi ti. ki defa okumanın

hikmeti, Müslümanlar arasında Kur’ân hususunda hiç bir fark ve ihtilâf bırakmamaktır.

23.3.1978

Muhterem hocalar ve de erli talebe karde lerim, Allah’ınselâmı, rahmet ve bereketi üzerinize olsun.

Derse ba larken, aklımdan geçen bir suale dikkat çekmek isterim. Kur’ân-ı Kerim’de “Muhakkak ki Zikr’i (Kur’ân’ı) biz indirdik, onu muhafaza edecek de biziz.” (el-Hicr, 9) buyrulur. Buna dayanarak “Kur’ân’ın muhafazasını Allah Tealâ deruhte etti ine göre bizim için yapacak bir ey yoktur” eklinde dü-ünmek do ru olmaz. Yine Kur’ân’da “Gerçekten, insan için

kendi çalı tı ından ba kası yoktur. Gerçekten, sarf etti i gayret ileride görülecektir” (en-Necm, 3940) buyrulur. Keza Kur’ân’da Hz. Peygamber’e (aleyhi’s-selâm) hitaben “Rabbinden sana in-dirileni tebli et, e er bunu yapmazsan O’nun risaletini teblietmemi olursun...” (el-Mâide, 67) buyrulmaktadır. Bir di erâyetin de meâli öyledir: “(Kâfirler) A ızlarıyla Allah’ın nu-runu söndürmek isterler. nkarcılar ne kadar istemeseler de

Page 33: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 2 5

Allah nurunu tamamlayacaktır.” (es-Saff, 8). Mezkur âyetler-den çıkan ve zıt gibi görünen iki husus arasında tezat bulmu-yorum. Biz insanlar, sebebler âleminde oldu umuzdan eli-mizden gelen gayreti göstermemizi, Allah bize emretmekte, fakat kendi katından gelen bir müjde ile de bizi ümitvar et-mekte, dinini muhafaza edece ini bildirmektedir.

Resûlullah Kur’ân’ı muhafaza hususunda almı oldu u ted-birleri almasaydı, belki de Kur’ân kaybolabilirdi ve bu takdirde Allah’ın emrine de muhalefet etmi olurdu. Peygamberimizin di er enbiyaya üstün oldu u hususlardan biri de, kendisine vahy olunan kitabı muhafaza etmi olmasıdır. Hz. Âdem’den beri gönderilen peygamberlerin, kendilerine verilen kitaplarıkoruma konusunda ne gibi gayretler gösterdiklerini bilemiyo-ruz. Peygamberimize tarihen daha yakın olan Hz. Musâ ile Hz. Îsa’yı ele alalım. Hz. Musâ hakkında tarihlerde geni bilgi bu-lunmamaktadır. Kendisine verilen Tevrat hakkında Kur’ân’da “Ö üte ve her eyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalara yazdık” (el-A’râf, 145) buyrulur; tafsilat zikro-lunmaz. Tevrat’ta ise “Allah sa eliyle Tevrat’ı yazdı ve Mu-sa’ya verdi” denilir. Bu do ru mudur, uydurma mıdır, bilmi-yoruz. Tevrat’ta geçen budur. Hz. Musâ Tur’a gidince kavmi buza ıya tapmaya ba lamı tı. Allah, kendisini bundan haber-dar edip de kavmine dönünce, kızgınlı ından elindeki levha-ları yere bıraktı, levhalar kırıldı. Kur’ân’da bu konuda sadece “Levhaları yere attı” (el-A’râf, 150) denilir. Tevrat’ta ise ba katafsilât vardır. Buna göre Hz. Musâ, Tevrat levhalarını yere atıpda onların kırılmasından sonra, Allah, merhamet eseri olarak bu levhaları tekrar vermi tir. Ancak, bu sefer “sa eliyle yaz-masına” dair bir kayıt yoktur. Bundan dolayı Yahudiler, ilk verilen ile ikinci verilen Tevrat arasında fark oldu unu dü ü-nürler.

Tevrat, Yahudilerin evlerinde de il, mabedlerinde bulu-nurdu. Bir sava veya istilâ sırasında, Tevrat’ı imha etmek is-

Page 34: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

2 6 M U H A M M E D H A M D U L L A H

teyen dü manlar, arzularını kolaylıkla gerçekle tirebiliyorlardı.Tevrat, bu imha hareketine bir kaç defa maruz kalmı tır. Bun-dan dolayı Allah ncil’i göndermi tir. Hz. sa’nın ncil’i muha-faza konusunda ne yaptı ına geçelim. O, kendisi yazmadı ıgibi, ba kasına da yazdırmamı tır. Gelen vahyleri ifahî olarak ve ayrı ayrı ehirlerde tebli ederdi. Netice olarak, ncil’in elde kalmadı ını görüyoruz. Hz. Îsa’nın gö e kaldırılmasından sonra, ncil’in tamamını bulmak için hiç bir imkân kalmamı tır.Çünkü vahyi ayrı ayrı ehirlerde yapmı ve kaydedilmemi ti. Hayatında, kendisine îman edenlerin sayısı elli civarında olup, bunların ço u da ümmî idi ve ba ka ba ka ehirlere da ılmı -lardı. Peygamberimiz ise vahyi ezberlemi , erkekler ve kadın-lar cemaatinde ayrı ayrı okumu , yazılmasını ve ço altılmasını,ayrıca ezberlenmesini emretmi tir. Her sene Ramazan ayında, o zamana kadar inmi âyetlerin tamamını müminlere okumu ,ahsî nüshalarından takib ettirmi ve rastlanılan hataları dü-

zeltmi tir. Hz. Peygamber’in, “Muhakkak ki Zikr’i (Kur’ân’ı)biz indirdik; onu muhafaza edecek de biziz” ilâhî emrinin far-kında olmaması dü ünülebilir mi? Hâ a, bunun farkındaydı,hem de en iyi ekilde. Ama o be erî kanunlar çerçevesindeki tedbirleri almı tı.

Hz. Peygamber’in rtihalinden Sonraki Durum Hz. Peygamber, kendi hayatında Kur’ân’ın tamamını bir

kitap halinde tedvin edemezdi; çünkü vahy devam ediyordu. Kur’ân’ın tertibi, âyetlerin ini sırasına göre de ildir. Öyle ol-saydı, en son nazil olan âyet Mushaf’ın en sonuna konurdu. Kur’ân, Peygamberimizin vefatından sonra mushaf haline ge-tirildi. Onun hayatında Kur’ân’ın sahifeler halinde yazıldı ına dair tafsilâtlı bilgi vardır.

Yazılı Kur’ân nüshalarının varlı ına dair bize gelen ilk bilgi bi’setin dördüncü yılına aittir ki, Hz. Ömer’in Müslümanlı agiri i ile ilgilidir. Ömer, Müslüman olmadan önce Hz. Pey-

Page 35: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 2 7

gamber’e çok kin beslerdi. Nihayet onu öldürmek niyetiyle yolda ilerlerken rastladı ı bir ahıs, önce kendi akrabalarınabakması gerekti ini, zira eni tesiyle kız karde inin de Müslü-man olduklarını söyledi. Ömer, kız karde inin evine gitti inde, kapıda iken Kur’ân’ın tertîl edildi ini i itince, kız karde i hak-kında aldı ı haberin do ru oldu unu anladı. Eve girince ne okuduklarını sordu; onlar cevaben “Kendi aramızda konu u-yorduk” dediler. Eni tesiyle münaka adan sonra onu dövdü ve ba ını yardı. Kız karde i dayanamayarak “ te Müslümanız,elinden ne gelirse yapmaktan geri durma!” diye haykırdı. Bil-di imiz gibi Ömer sonra gusledecek, Kur’ân’dan bazı kısımlarıokuyacak ve tesirinde kalarak Müslüman olacaktır. Bu hadise-nin, imdilik bizim için önemli olan tarafı, ortada yazılı bir Kur’ân nüshasının bulunmasıdır. O zamana kadar nazil olan sûrelerin isimleri Suheylî ve di er müellifler tarafından bildi-rilmektedir.

Ben, bu rivayetin do ru oldu unu dü ünüyorum. Lâkin il-mî yönden üpheye yer vardır. Önce, do ru oldu una dair kanaatimin delillerini sıralayayım: Vahyin ba langıcında Mekke’de okuma yazma bilenler sayılı idi; yazı bilenlerin de ço u Hz. Ömer’in kabilesinden idi. Bu kabilede, erkekler gibi kadınlardan da yazı yazmasını bilenler bulunuyordu. Ömer’in kız karde inin bilmesini bir tarafa bırakalım. Hz. Ömer’in ak-rabalarından ifâ binti Abdillâh adlı hanım yazı bilirdi. Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa da okur yazardı. Bildirildi ine göre ifâ, Hz. Peygamber’in ir adı üzerine Hafsa’ya yazı ö retmi tir. Bu hanım, daha ba ka akrabalarına da yazıyı ö retmi tir. u halde, Hz. Ömer’in sülâlesinde okur yazar sayısı nisbeten fazla ol-du una göre, onun kız karde inin de yazı bilip Kur’ân nüsha-sına sahip olmasını garipsemek için sebep yoktur.

Gelelim rivayetteki üpheli tarafa. lim adamı, sadece ken-disinin lehine olan tarafları alan kimse de ildir. Kendi fikrini destekleyen cihetler gibi, öteki cihetleri de göz önünde bulun-

Page 36: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

2 8 M U H A M M E D H A M D U L L A H

durmalıdır. Aleyhimize bile olsa, do ru olana tâbi olmalıyız.üpheli olan husus udur: Hz. Ömer’in Müslüman olu unun

okudu u Kur’an nüshasıyla ilgili oldu unu nakleden bnHi am, müteakiben u rivayeti zikreder. Buna göre Ömer, s-lâmiyet hakkında bilgi edinmek istiyordu. Fakat mü riklerin “Ömer de Müslüman oldu” diye yaygara koparmalarını iste-medi inden, Hz. Peygamber’i gizlice görme i tercih etti. Onun, her ak am Kâbe’de Kur’ân okudu unu biliyordu. Bir ak amÖmer, Kâbe’nin örtüsünün altına saklandı ve hissettirmeden Hz. Peygamber’in Kur’ân okuyu unu dinledi. Onun tesiriyle Müslüman oldu. Görüldü ü gibi, iki rivayetle kar ı kar ıyayız.Bunları iyice inceleyip hangisinin do ru oldu unu tayin etmek gerekir.

Kur’ân’ın yazılı oldu una dair bir ba ka hadise Akabe biatıolup, Râfi’ b. Mâlik’le ilgilidir. Bu hadise bn Hi âm ve di erkitaplarda yer almaz. Ben yalnız Semhûdî’nin Vefâü’l-Vefâ adlıkitabında buna rastladım. Râfi’ Müslüman olunca Hz. Pey-gamber ona Kur’ân sahifeleri vermi ti. O da yazılı metni Me-dine’ye götürmü ve kendi evinde halka okumaya ba lamı tı.Kur’ân’ın yazıldı ına dair ikinci misal budur.

Di er bir delili, Suyûtî el- tkân’da nakleder; ba ka kitaplarda buna rastlayamadım. Buna göre Hz. Peygamber’in vefatındansonra Hz. Ebu Bekr, Peygamberimizin evinde buldu u bir ta-kım Kur’an sahifelerini bir iple ba lamı tı. Suyûtî’nin zikretti ibu kadardır. Hz. Ebu Bekr’in ba ladı ı bu sahifeler, tam bir Kur’ân nüshası de ildi; öyle olsaydı Zeyd b. Sâbit’in ba ında bulundu u Kur’ân’ı cemetme komisyonunu kurmazdı. Çünkü bu sahifeler Peygamber’e ait idi. En çok itimad edilecek nüsha da bu olmalıydı. Belki de Hz. Peygamber kendisine ait bir Kur’ân nüshası temin etmek istemi ve bunu birine yazdırmı ,fakat tamamlanmadan vefat etmi ti. Muhtemelen bu fikir Hz. Peygamber’e, çok sonraları gelmi ti. Önceden böyle bir dü-üncesi olsaydı, nüshası tamamlanmı olurdu.

Page 37: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 2 9

Hz. Peygamber irtihal edince, ba langıçta Kur’ân’ı tedvin etmek kimsenin aklına gelmedi. Zira irtidad harpleri ba lamıve slâmiyet tehlikeye maruz kalmı tı. Kur’ân’ın ise zayi olmasıdü ünülemezdi; çünkü Müslümanlar tarafından ezberlenmiidi. Ayrıca bir ço unun hususî nüshaları vardı. Binaenaleyh Müslümanlar irtidad hareketlerini bastırmaya giri tiler. Bir müddet sonra Müseylime ile yapılan Yemame sava ında yedi yüz Kur’ân hafızı (kurrâ) ehid edildi. O devrin ıstılahındakurrâ, bizim hafız dedi imiz mânada kullanılıyordu. Bu yedi yüz sahabînin hepsi belki de hafız de ildi; ama onların Kur’ân’ıen iyi bilen belli ba lı sahabîler oldu u ve ekserisinin hafızoldu u anla ılmaktadır.

Kur’ân’ın mushaf haline getirilmesiyle ilgili ba ka tafsilât da mevcuttur. Önce, hafızlardan bahsedelim. Buhârî’nin Sahihin-deki rivayete göre ensârdan dört ki i Kur’ân’ı ezber biliyorlardı.Bu, hafızların dört ki iden ibaret oldu u manasına gelmez. Zira bu rivayette muhacirlerden hiçbirinin adı yoktur. Halbuki on-lardan Kur’ân’ı ezber bilen hiç kimsenin bulunmadı ı tasavvur edilemez. Az önce, Yemâme’de yedi yüz kurrânın ehid oldu-

unu söylemi tik ki, bunların hepsinin ensârdan oldu u dü-ünülemez. Her halükârda hem ensârdan, hem muhacirlerden

Kur’ân’ın tamamını ezberlemi olanlar bulunuyordu. Di erMüslümanlar ise, kimi çok kimi az olarak, kısmen ezberlemi -lerdi; namazlarında okuyorlardı. Buhârî’den ba ka kaynaklar-dan Kur’ân’ın tamamını ezberlemi on iki zatı, ismen ö reni-yoruz. Bunların yarısı ensârdan, yarısı da muhacirlerden idi.

On iki ki i arasında, ensârdan olan Ümmü Varaka adlı bir hanım da vardır. Bu vakıa, Hz. Peygamber zamanındaki ka-dınların fikrî seviyesini göstermesi bakımından önemlidir. Yani onun, kadınların ö retimine verdi i de eri gösterir. Bu vesile ile, istitradî olarak Ümmü Varaka’dan bahsedeyim. slâm’ıyaymak, Kur’ân’ı ö renmek hususundaki büyük gayretinden dolayı Hz. Peygamber, Ümmü Varaka’yı çok takdir ederdi.

Page 38: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

3 0 M U H A M M E D H A M D U L L A H

Ebû Davud’un Sünen ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned adlı hadis kitaplarında ve daha ba kalarında bildirildi ine göre Hz. Pey-gamber, bu hanımı mahallesinin mescidinde erkek ve kadın-lara imam olarak tayin etmi ti. Hz. Ömer devrinde ehide ola-rak vefat edinceye kadar mescidinde namaz kıldırmaya devam etmi ti. Aynı mescidin müezzininin erkek oldu u, mezkûr rivayette tasrih ediliyor. Bu, garib bir rivayettir. Zira hiç bir fakîh, kadının erkeklere imamlık yapabilece ine hükmetme-mi tir. Hiç bir müftî, buna fetva vermez. Bu rivayet, benim kadar sizi de dü ündürmelidir. Fakat hatıra gelmesin ki, Hz. Peygamber bir müddet için müsaade etmi ti de, bilahare nehyetti. Böyle bir nesh söz konusu olamaz; çünkü Hz. Pey-gamber’in vefatından sonra Hz. Ömer devrinde de bu hanımın,hayatının sonuna kadar imamlık yaptı ı, aynı rivayette sarih olarak bildirilmektedir. Hz. Peygamber’den sonra da nesh olamaz. Bu mesele üzerinde bahsi uzatmayı bırakarak, Kur’ân’da nesh konusuna ba lıyorum.

Kur’ân-ı Kerîm’de Nesh Meselesi Nesh, sadece Hz. Peygamber’in hayatında olabilir; ondan

sonra cârî olaca ı dü ünülemez. Nesh mevzuûnda çok eysöylenmi tir. Bugün elimizde bulunan Kur’ân’da mensûh âyet var mıdır? Neshedilen âyet ve sureler insanlar arasından kal-dırılmı mı, yoksa Kur’ân’a girmi midir? Bunlar, ayrı ayrıkonulardır.

Kur’ân’dan âyet olarak nazil olup, nesih sonucunda Kur’ân’da yer almayan âyetler hakkında, öteden beri iki görüvardır. Hicrî 3 ve 4’üncü asırlarda ya ayan ve galiba Mutezilî olan Ebû Müslim el- sfahânî (ö. 322/934), nazil olup da neshedilen âyetlerin bulundu u görü ünü reddeder. Ona göre iki manada da nesh yoktur: Nazil oldu u halde unutturulan, Kur’ân’a girmeyen âyet olmadı ı gibi Kur’ân’da yer aldı ıhalde hükmü neshedilen âyet de yoktur. Kendisine,

Page 39: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 3 1

Kur’ân’daki u âyetle itiraz edilmi tir:

Meâli: “Biz, bir âyeti neshedersek veya unutturursak (geri bırakırsak) ondan daha hayırlısını, yahut benzerini getiririz.” (el-Bakara, 106)

Fakat o buna cevaben öyle der: Burada bahsedilen nesh, Kur’ân’ın, kendisinden önceki semavî kitapları neshetmesidir; yoksa Kur’ân’ın bazı âyetlerinin, bazılarını neshetmesi de ildir. Bu bir fikirdir; dü üncesi belki de do ru olabilir. Fakat nazil oldu u halde, bilâhare neshedilen ve kaldırılan âyetlerin ol-du unu bildiren rivayetler vardır. Suyûtî, el- tkan’da, on kadar âyetin böyle oldu unu nakleder.

imdi, elimizdeki Mushaf-ı erif’te mensûh âyetler olup olmadı ı konusuna geçelim. Eski zamanda bazı âlimler katında,neshe mevzu te kil eden âyetlerin sayısını yükseltmek itibarda idi. Bu hususta eser yazıyorlar, böylece ilimlerinin geni li ini göstermek istiyorlardı. Muasırımız bir âlime göre mensûh âyetler, mensûh olmayanlardan daha fazladır. O, Kur’ân’da istisna edatı “illâ”nın vaki oldu u her yerde, “illâ”dan önceki kısmın, sonraki kısımla neshedildi ini iddia eder. Bir zaman böyle dü ünülüyordu. Bazı âlimler, mensûh oldu u söylenen âyetler üzerinde ara tırma yaptılar; bunları teker teker incele-yerek mensûh olmadıkları kanaatine vardılar. ah Veliyyullâh Dihlevî, incelemesi sonucunda, sadece üç âyetin mensûh ol-du unu söyledi. Nesh meselesi, bir itikad meselesi de il, tarihî ve ilmî bir husustur. Dolayısıyla mensûh âyet olup olmadı ınainanmak mümkündür. Bu konuyu burada bırakıp “yedi harf” mevzûuna girmek istiyorum.

Yedi Harf Meselesi Buhârî ve ba ka muhaddislerin nakletti ine göre Hz. Ömer

bir mescidde bulunuyordu. Sahabeden birinin, namazındacehren Kur’ân okudu una ve yanlı lık yaptı ına ahid oldu.

Page 40: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

3 2 M U H A M M E D H A M D U L L A H

Hz. Ömer der ki: E er bu ahıs, namazda olmasaydı, nasıl olur da yanlı okursun diye onu te’dîb eder ve döverdim. Namazda oldu undan sabrettim. Müteakiben onu, ensesinden tutarak Hz. Peygamber’e götürdüm ve dedim ki: “Ya Resûlellâh, bu ahıs Kur’ân’ı, senin bana ö retti inden ba ka türlü okuyor,

yanlı okuyor.” Bunun üzerine Hz. Peygamber ikisine de “Bil-di iniz gibi okuyun” der. Her ikisinin okuyu unu da do ru bulur ve buyurur ki: “Cibril, Kur’ân’ı bana yedi harf üzere indirdi.” Bu rivayet, sahici kitaplarda yer almaktadır. Maalesef tafsilat yoktur. Meselâ: Hz. Ömer ile öbür sahabînin ihtilâf ettikleri kelime veya kelimeler hangileri idi? Keza yedi harften murad nedir?... Tafsilât verilmiyor. Bu meseleye dair ba karivayetlerde var ise de, onlarda da ayrıntılara girilmez.

Hz. Peygamber’den sonraki devreye ait bir rivayet bulunur ki, belki de bize bir fikir verebilir. Bir gün, bir bedevi, Hz. Ab-dullah b. Mes’ûd’dan Kur’ân ö renmek için gelmi ti. Ona ö -retirken u âyet geçti: (Meâli: “Muhakkak ki zakkum a acı, günahkârın yiyece idir.” [Duhân, 43]). Bedevi,

kelimesini okudu. Defalarca üstünde durmasınara men bedevinin dili bir türlü buna yatmadı; her seferinde

diye okuyordu. Bu vakıa, çok yaygındır; halkın büyük bir kısmı tahsilli ve kültürlü insanlar gibi do ru telâffuz edemez. Bunun üzerine bn Mes’ûd bedeviye “Sen diyebilir misin?” deyince o “Evet, diyebilirim” dedi. bn Mes’ûd “Öyleyse sen

diye okuyabilirsin” dedi. Böylece bn Mes’ûd, manâ yanlı lı ına meydan vermemek için, aynı manayı ifade eden ba ka bir kelime ile okumasına müsaade etti.

Muhtemelen bu gibi durumlar, sadece bu hadiseye münha-sır de ildi. Belki Hz. Peygamber zamanında da benzeri vakalar olmu tu. Bunun, Kur’ân haricindeki bir mesele ile ilgili örne ide vardır. Buhârî’nin nakletti ine göre, bir defasında Hz. Pey-gamber bir sahabîye (Bana bıçak getir) demi ti. O zat anlamadı, etrafına bakındı ve ne istedi ini bir kaç defa sordu.

Page 41: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 3 3

Müteakiben Hz. Peygamber “Bana mudyeyi ( ) getir” de-yince o zat hemen bıça ı getirdi ve dedi ki: “Bıça a de-nildi ini, hayatımda ilk defa i itiyorum.” Hz. Peygamber, Kur’ân için, Kurey lehçesinin dı ında, ba ka kelimelere de müsade etmi olabilir. Bazı rivayetlerden buna istidlal oluna-bilir. Meselâ (Abese, 31) hakkında Hz. Ömer, hilâfeti sırasında demi ti ki: “Ke ke kelimesinin manasını Resû-lullâh’a sormu olsaydım!” Hz. Ömer böyle derse, gerisini siz dü ünün. Muhtemelen böyle durumlarda Hz. Peygamber, anlamadıkları kelimelerin anlamlarını sahabeye söylemi , onlar da “Manasını anladık, fakat biz kendi lehçemizde bunu öyleifade ederiz” demi lerdir; bunun üzerine Resûlullâh da onların,o kelimeyi kullanmalarına izin vermi tir. Bu, slâm’ın ba langıçdevresine mahsus geçici bir müsaadedir.

Yedi harf konusunda, âlimler arasında ihtilâf vardır. htilâf,manâya de il de daha ziyade lafız de i ikli ine taalluk eder. Meselâ ismi, bazı kıraatlerde Mûsâ, bazılarında Mûse eklinde telaffuz edilir. Keza, bazan manada da ufak farklar

bulunabilir. Fâtiha sûresindeki kelimesini ele alalım. Bu kelime, bazı kıraatlerde eklindedir. Mâlik “bir eye sahib olan”, melik ise “hükümdar” demektir. Her iki rivayet de bu-gün mevcut olup gözetilmektedir. Kuzey Afrika’da, hatta imamın, Mâlikî mezhebinden oldu u Paris’te diye okunur. Kıraat ve tefsir kitapları, bu kabil farkları zikrederler. Buhârî de Sahîhinde, hiç de ilse yirmi kadar yerde, bazı âyetlerdeki ke-lime farklılıklarına dair rivayetler nakleder. Tekrar edeyim ki, bu farklar çok az ve ehemmiyetsiz olup, Kur’ân’ın sıhhat ve manası üzerine gölge dü ürecek durumda de ildir. Bu farkla-rın meydana gelmesinde, kabilelerin lehçe farkları rol oynamıolabilir. Meselâ bugün Faslı, Tunuslu veya Cezayirli biriyle Arapça konu tu unuzda, onun (â) sesini çıkaramadı ını he-men fark edersiniz. diyemez der. Cezayir’in Brezilya büyük elçisi benim arkada ımdır; adı Fezârî’dir. Ama Fezerî

Page 42: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

3 4 M U H A M M E D H A M D U L L A H

diye telâffuz eder ve böyle yazar. Müsaadenizle diyeyim ki, Türkler de Arapçadaki kâf harfini iyi telâffuz edemezler, me-selâ Makka yerine Mekke derler. Bu gibi farklar lehçe ile ilgili-dir. Belki de “yedi harf” de kabilelerin lehçeleri ile alâkalıdır. Bu mevzûdaki bilgimin fazla olmadı ını itiraf ediyorum.

Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Ebû Bekr Zamanında Tedvini Kur’ân’ın, Hz. Ebû Bekr devrinde tedvin edilmesine de kı-

saca temas edelim. Yemâme harbinde, bir çok sahâbînin ehidedildi i haberi Medîne’de duyuldu. Hz. Ömer, kendisini s-lâm’a hizmet için adamı bir zat idi; bundan ba ka dü üncesi yoktu. Yemâme haberini alınca, hemen Hz. Ebû Bekr’e gitti ve “Bizim, Kur’ân’ı bir araya toplamamız gerekir” dedi. Hz. Ebû Bekr de büyük bir zat idi; dînî gayret ve hamiyyet sahibiydi; ancak mizacı biraz daha ba ka idi. Hz. Ebû Bekr, ona cevaben “Rasulullâh’ın yapmadı ı bir i i nasıl yaparım?” dedi. Rivayete göre, münaka aları uzadı. Her biri, savundu u fikre deliller getirdi. Sonunda Hz. Ömer “Söyler misin, bu i i yapmakla günah mı i leriz?” dedi. Hz. Ebû Bekr “Hayır, bunda bir beis yoktur” dedi. Neticede “Her birimiz fikrini muhafaza etsin, bir hakeme ba vuralım” dediler. Vahy kâtiplerinden Zeyd b. Sâ-bit’i ça ırdılar. Hz. Ömer diyor ki: Zeyd gelince ben sustum, Ebû Bekr konu tu. Dedi ki: “ u Ömer’i görüyor musun? Gelmi ,benden Kur’ân’ı tedvîn etmemi istiyor”. Zeyd de Hz. Ebû Bekr gibi dü ünüyor, bu i i bid’at sayıyordu. Uzun uzadıya görü -tüler. Sonunda Zeyd, Ömer’in haklı oldu unu anladık diyor. Ancak o, bunun yapılmasını münasip bulmakla beraber, bu i in kendisine teklif edilmesine razı olmuyordu. Zeyd b. Sâbit “Benden da ı yüklenmemi isteselerdi, bu i e göre daha hafif bulurdum” demi tir. Nihayet Zeyd, Hz. Ömer’in de kendisine yardımcı olması artıyla bu i i kabul etmeye mecbur kaldı.

* * * Nesih ile ilgili bir soru üzerine üstat Hamidullah, ahsen

Page 43: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 3 5

mensûh âyet oldu unu kabul etmedi ini söyleyince bir ö renci, arabın tedricen haram kılındı ını ve neshi kabul etmemek

halinde mesela “Sarho iken namaza yakla mayın” (en-Nisâ, 43) âyetinden, namaz dı ında içki içmenin mubah oldu u hük-münün çıkarılabilece ini öne sürdü.

Hamidullah: Bu âyetin hükmü bakîdir. Meselâ ben, Allah göstermesin, içki içen biri olsam, sarho iken namaz kılmayakalkacak olsam, bu âyetten, o durumda namaz kılamayaca ımıanlarım. Ayrıca, bu âyetten sarho luk veren içkinin haram ol-madı ı da çıkmaz. Hatta diyebilirim ki arap, mekkî âyetlerle haram kılınmı tır.

(Hurma a açlarının meyvelerinden ve üzümlerden de sarho lukveren içki ve güzel rızık elde edersiniz [en-Nahl, 67]). Bu mekkî âyetten, bir kısım Müslümanlar içkinin haram oldu unu an-lamı lardı. Yaygın bir âdet oldu undan, Resûlullâh, o sırada içkinin haramlı ı üzerinde ısrar etmemi ti. Siz belki de bu âyetten içkinin haram oldu unu çıkarmayabilirsiniz, ama ben çıkarırım. Zira âyet sadece “güzel rızık elde edersiniz” demiyor. “Bir taraftan sarho luk veren bir nesne, di er taraftan güzel rızık elde edersiniz” diyor. Bu demektir ki, sekir veren ey,güzel rızık de ildir, kötü bir eydir. çki âdeti yaygın oldu-

undan, birdenbire kesin olarak yasaklanmadı, bu âyetle önce bir i aret verildi.

30.3.1978

Muhterem hocalar, de erli karde lerim, Allah’ın selâmı,rahmet ve bereketi üzerinize olsun.

Kur’ân’ın tedvîni konusunda, Hz. Ebû Bekr’in devrine ka-dar gelmi tik. Hz. Peygamber irtihal etti inde, Kur’ân sahife-leri, mushaf halinde toplanmamı tı. Esasen Hz. Peygamber zamanında, vahy devam etti inden, mushaf haline getirilmesi mümkün de de ildi. Onun vefatından sonra ba gösteren irtidât sava larında, bir çok hafız ehid oldu. Hz. Ömer Kur’ân

Page 44: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

3 6 M U H A M M E D H A M D U L L A H

metninin bir de i ikli e maruz kalması ihtimalini dü ünerek,Kur’ân’ı mushaf halinde toplayacak kimseleri tayin etmesini Hz. Ebû Bekr’den istemi , münaka alardan sonra bu teklif ka-bul edilmi ti.

Hz. Ebû Bekr, bu i in lüzumunu anlayınca, Kur’ân’ın ce-medilmesi için gereken tedbirleri aldı. öyle ki: lk önce, ken-disinde yazılı Kur’an metni bulunan ahısların, bu nüshalarıMescid-i Nebevî’ye getirmeleri ilan edildi. Fakat bu nüshalarda aranan art u idi: Nüshalar, Hz. Peygamber zamanında ya-zılmı , onun huzurunda okunmu ve böylece kontrolden geç-mi olacaktı.

Resûlullah (aleyhi’s-selâm) vefat etti inde, Medine’nin nü-fusunun ne kadar oldu u kesin olarak belli de ildir. Hicret sırasında Medine’de on bin ki i ya ıyordu ve bunun yarısınıYahudiler te kil ediyordu. Hz. Peygamber’in vefatında, Yahudi nüfus hemen hemen kalmamı tı. Benî Kaynukâ Yahudilerini Peygamberimiz göçmeye icbâr etti; onlar da Medine’den çıkıpSuriye’ye gittiler. Yahudilerin öteki büyük kabilesi olan Benî Nadîr, be bin ki ilik Yahudi nüfusunun üçte birine sahip idi. Bunlar da çıkmaya zorlandılar; Hayber, Suriye vs. yerlere da-

ıldılar. Üçüncü büyük Yahudi kabilesi olan Benî Kurayza ile Müslümanlar arasında sava çıktı. Bu sava ta sekiz yüz erkek Yahudi öldü. Sonuç olarak be bin Yahudi vardı; bunların bü-yük kısmı Medîne dı ına çıkmı , bir kısmı ise öldürülmü tü. Peygamberimiz vefat etti inde yüz-iki yüz kadar Yahudi, Me-dîne’de kalmı olabilirdi. Bunlar sadece i leri güçleri ile u ra ıp,Müslümanlar aleyhinde kötü davranı ları olmayanlar idi. Me-dine’nin toplam nüfusundan be bin Yahudi çıkınca, geriye bebin ki i kalır. Hz. Peygamber’in hicretinden itibaren, Müslü-man olan bir çok kimse, çe itli yerlerden ayrılarak Medîne’ye göç etme e ba lamı lardı ve bunların sayıları günden güne artı kaydediyordu. Bu muhacirlerin sayısını, Hz. Peygam-ber’in hayat müddeti içinde -Allâhu a’lem- be bin kadar olarak

Page 45: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 3 7

tahmin edebiliriz. u halde, Peygamberimizin irtihali sırasındaMedîne’de a a ı yukarı on bin Müslüman bulunuyordu. On bin nüfus arasında iki bin aile reisi oldu u, bunlardan da okuma yazma bilenlerin sayısının be yüz kadar bulundu usöylenebilir, Bu tahmin hatalı olabilir. Fakat Müslümanlarınhepsinin yazı bilmedi i muhakkaktır.

Yazı bilenlerin sayısını tahmine çalı mamızın sebebi, Mes-cid-i Nebevî’de Kur’ân’ı cemetmeye ba layan Zeyd. b. Sâbit’e, kaç ki inin Kur’ân nüshası getirmi olabilece ine dair bir fikir edinmektir. Bu be yüz ki inin hepsinde de muhtemelen, Kur’ân’ın tamamını ihtiva eden nüsha bulunmuyordu. Her-halde bazıları, meselâ namazda okuyaca ı yerleri ezberlemek gibi bir sebeple eksik nüshaya sahip idiler. Nitekim, günü-müzde Türkiye’de de “namaz sûreleri” kabilinden olan ne ri-yatlar, Kur’ân’ın bir kısmını ihtiva etmektedir. Halife Hz. Ebû Bekr “Kimin yanında Hz. Peygamber’in kontrolünden geçmiKur’ân nüshası varsa mescide getirsin” emrini ilan etti inde, herkesin aynı günde getirmi olaca ı dü ünülemez. Herhalde peyderpey getiriliyordu. Zeyd b. Sâbit de bunları bir veya bir kaç hafta boyunca kabul ediyordu.

Tedvin i inde Zeyd b. Sâbit’in yardımcılarının bulunup bulunmadı ı konusunda, kaynaklarımızda sarahat yoktur. Sadece, Hz. Ömer’in, ona yardım etti ini biliyoruz. Çünkü, Hz. Ebû Bekr, kendisini tedvin i iyle görevlendirdi i sırada Zeyd b. Sâbit’in “Ömer bana yardım etmezse, bu vazifeyi deruhte edemem” dedi ini nakletmi tik. Demek ki bu i , en azından iki ki i tarafından yürütülüyordu. Hz. Ömer’in fonksiyonunun ne oldu unu, bir rivayetten açıkça anlamak mümkündür. Onun i i herhangi bir kimse beraberindeki nüsha ile geldi inde kar-ılayıp, o kimseye “Ben, Allah’a yemin ederim ki, bu nüshayı

Resûlullah (aleyhi’s-selâm) zamanında yazdım ve onun kontro-lünden geçirdim” tarzında yemin ettirerek, nüshanın güvenilir oldu unu tahkik etmekti.

Page 46: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

3 8 M U H A M M E D H A M D U L L A H

in, bundan sonraki safhalarını, kaynaklar maalesef belirt-miyor. Gelen nüshayı, Zeyd b. Sâbit bir tarafa koyup, sonra mıde erlendiriyordu? Yoksa nüsha sahibinin yanında mı oku-yordu? Bir kaç ki iye ait nüshaları, aynı anda mı kar ıla tırı-yordu? Kur’ân’ı tedvin ederken sûrelerin imdiki sırasını mıtakib ediyordu? Veya, kendisine getirilen sûreleri nazar-ı iti-bara alarak, gelen parçayı kar ıla tırıp geri mi veriyordu? Acaba gelen kısımların, sonradan de erlendirmek üzere bir suretini alıp da, nüshayı sahibine iade ediyor muydu?

Hz. Ebû Bekr Zeyd b. Sâbit’i tedvin i iyle görevlendirdi-inde, ayrıca ona u talimatı da vermi ti: “Hz. Peygamber’in

huzurunda okunup mukabele edilmi en az iki yazılı ahide(nüshaya) dayanmayan bir tek harfi bile Mushaf’a koymaya-caksın.” Bu prensibe riayet olunarak, tedvin i i tamamlandı.Zeyd b. Sâbit diyor ki: “‘Cem i i bittikten sonra, tashih gereken yer olup olmadı ını görmek için, Kur’ân’ı ba ından sonuna okudum. Bu kontrol sırasında bir âyetin Mushaf’a konulmadı-

ını anladım. Bunun sebebi, arta uygun iki yazılı ahidin ol-mamasıydı. Bu âyet

âyetidir (Meâli: Müminler-den öyle er ki iler var ki, Allah’a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi ada ını yerine getirdi [ ehid oluncaya kadar çarpı tı], kimi de beklemektedir; sözlerini asla de i tirmemi -lerdir. [el-Ahzâb, 23]). Görüldü ü gibi, muhteva bakımından,bu âyetlerde daha ba ka âyetlerde bulunmayan bir husus mevcut de ildir. Zeyd b. Sâbit diyor ki: “Bu âyetin yazılıahidlerini bulamayınca, ahid aramak gayesiyle Medine’de

dola maya ba ladım. Önce, muhacirlerin evlerine gittim”.

Bu hadiseyi nakletmeyi, daha sonra devam etmek üzere, burada durdurarak, u hükmü çıkardı ımızı belirtelim: Zeyd b. Sâbit, kendisine getirilmemi nüshaları aramak üzere ev ev dola tı ına göre, kendisinde Kur’ân nüshası bulunan herkesin, istisnasız olarak Mescid’e getirmemi oldu u anla ılıyor. Bazı

Page 47: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 3 9

Müslümanlar, bir tevazû eseri olarak, muhtemelen öyle dü-ünmü olabilirler: “Kendisinde yazılı çok kısım olanlar zaten

götürdüler. Benim yanımda olan az bir yer oldu undan, gö-türmem pek bir ey ifade etmez.” Zeyd müteakiben, muhacir-lerden hiç birinde bu âyeti yazılı olarak bulamadı ını söylüyor. Muhacirler arasında da bu âyeti ezberden bilenler vardı, ama yazılı ekilde yoktu. Zeyd: “Bundan sonra, ensârın evlerini dola tım. Yalnız Huzeyme b. Sâbit’te yazılı olarak buldum.” Zeyd. b. Sâbit, bu âyeti Kur’ân’a derc eder. Bir tek yazılı ahide dayanarak bu âyeti Kur’ân’a dahil etmesinin sebebini de anlatır.Hz. Peygamber, günün birinde Huzeyme’nin yaptı ı bir i ten dolayı çok memnun olmu ve “Huzeyme’nin ehadeti, iki ki i-nin ahadetine bedeldir” buyurmu tu. Bu meseleye az sonra tekrar dönece im, zira üzerinde dü ünmek gereken bir tarafıvardır.

Tedvin i ini anlatan Zeyd b. Sâbit, sözlerine davam ederek meâlen öyle der: Bu âyeti de derc ettikten sonra, yazdı ımMushaf’ı tekrar ba ından sonuna okudum. Bu ikinci kontro-lümde iki âyetin eksik oldu unu farkettim. Bu âyetler unlar-dır:

Meâli: Andolsun, size öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya dü meniz ona a ır gelir; size dü kün, müminlere efkatli, merhametlidir. E er

(inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter! O’ndan ba katanrı yoktur. O’na dayandım, O büyük Ar ’ın sahibidir!”

(et-Tevbe, 128-129)

Zeyd b. Sâbit ‘in, bu iki kontrolünde eksik buldu unu söy-ledi im âyetler, yer de i tirmi olabilir. Yani, birinci kontro-lünde eksik olan âyeti, ikinci kontrolünde bulmu gibi veya bunun aksini söylemi olabilirim. Zira, u anda bunu tam ola-

Page 48: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

4 0 M U H A M M E D H A M D U L L A H

rak hatırlamıyorum. Fakat eksik buldu u âyetler, netice itiba-riyle, bunlardan ibarettir.

Gördü ünüz gibi, mezkûr iki âyetin muhtevası da, Kur’ân’ın ba ka yerlerinde bulunan hususlardandır; ba ka hiç bir yerinde olmayan bir mâna, bu iki âyette yer almamaktadır.

Zeyd b. Sâbit: “Bu iki âyeti de bulamayınca önce muhacirle-rin, sonra ensârın evlerine gittim. Neticede, ensârdan bir zatınnezdinde buldum, bu zatın adı Huzeyme idi.” u var ki, bu Huzeyme, demin adı geçen Huzeyme’den ba kadır. Bu rivayeti Taberî, tefsirinde nakletmektedir. Belki de onun hafızasında bir yanılma vaki olmu , aynı ahsı (Huzeyme) ayrı iki isimle zik-retmi olabilir. Belki de bu yanılma Taberî’nin kendisinden de il, isnaddaki ravilerden birinden ileri gelmi , aynı ahsı, iki ayrı ahıs olarak zikretmi olabilir. Üçüncü ihtimal, Taberî’nin bildirdi inin do ru olmasıdır. Birinci Huzeyme hakkında Hz. Peygamber’in “Huzeyme’nin ehadeti iki ki inin ehadetine bedeldir” dedi i malûmdur. Ancak öbür Huzeyme için, böyle bir hususiyet tasrih edilmiyor. Dolayısıyla Zeyd b. Sâbit’in, neye dayanarak bu Huzeyme’nin ehâdetini, iki ehâdet yerine kabul etti ini bilmiyoruz.

Demin dedi im gibi, Taberî’nin bu konudaki rivayetinde, ilmî yönden tereddüdümüz vardır. Fakat hatırıma gelen bir izahı serdetmek isterim. Herhalde Zeyd b. Sâbit’in, bizzat Peygamberimize okudu u, ahsî bir nüshası vardı; kendisi de Kur’an’ı bundan ezberlemi ti. Binaenaleyh Zeyd, kendi nüsha-sıyla birlikte bir de Huzeyme’ninkine dayanarak bu âyetleri Mushaf’a koymu olabilirdi. Bunu yapmakla “iki yazılı ahid” emrine muhalefet etmi olmuyordu. Onun kendi nüshasınıhesaba katarsak, Huzeymelerin ahidliklerini (nüshalarını) iki ehâdete denk tutup tutmamak da önemli sayılmaz. Müteaddit

rivayetlere göre, öyle durumlar da vaki olmu tur: BazılarıZeyd b. Sâbit’e arta uygun nüsha getirdikleri halde, bunlar ba ka ehâdetle desteklenmedi inden makbul sayılmıyordu.

Page 49: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 4 1

Fakat unu söylemek gerekir ki, bu rivayetlerin tamamına ya-kın bir ekseriyeti zayıftır. Denildi ine göre, tedvin heyetinin ba kanı olarak Zeyd b. Sâbit de bir âyetin Kur’ân’dan oldu-

unu yazılı olarak takdim etti i halde, ahitleri olmadı ı için reddedilmi ti. Fakat bu makul de ildir. Esasen buna dair ri-vayet de zayıf olup, sahih hadis kitaplarında yer almaz.

Bu bâbdan, evâhidi olan bir tek rivayete göre Hz. Ömer de Zeyd b. Sâbit’e bir âyet götürmü , fakat reddedilmi ti. Redde-dilen bu âyet “recm âyeti”ydi. Bu husustaki rivayetleri, bütün hadis kitaplarında özel bir itina ile gözden geçirdim. Gördü-

üm udur: Buhârî ve di er sahih kitaplarda, Hz. Ömer’in “Recm âyeti, Kur’ân’dan bir âyet idi” dedi i nakledilmiyor. Aksine, onun öyle dedi i rivayet ediliyor: “Bu (yani recm hükmü) Allah’ın kitabında vardı.” Bunun manası önemlidir. Çünkü “Allah’ın kitabı” Kur’ân’dan ibaret de ildir. Kur’ân’ınbir çok âyetinde, kitab ismi ve kökü, “hüküm” manasında kullanılmaktadır. Meselâ, âyetinde (en-Nisâ, 103) “kitâb”, “farz, hüküm” manasınadır. “Namaz, kitabdır” diyemeyiz. Böylece âyetin anlamı “Mu-hakkak ki namaz, belirli vakitlerde müminlere kılınan bir farz-dır” olur. Binaenaleyh Hz. Ömer’in mezkûr sözü, u mânaya gelir: “Allah’ın farz kıldı ı, hükmetti i eyler arasında recm de vardı.” Yoksa, Hz. Ömer “Recm, Kur’ân’dan bir âyet idi” de-memi tir. Bu birinci izah tarzıdır.

kinci izah öyledir: Allahü Teâlâ bir çok peygambere, muhtelif kitaplar göndermi tir. Tevrat da, Zebur da, Suhuf-i brahim de, Încil de Allah’ın kitaplarıdır. Öyleyse Hz. Ömer,

daha önceki kitaplarda veya bunlardan birinde recm hükmü-nün mevcut oldu unu kasdetmi olabilir. Nitekim Kur’ân-ıKerîm, kendilerinden önceki eriatlere göre hareket etmelerini – slâm eriati ilga etmedi i müddetçe– Müslümanlara emret-mektedir. Orada yirmi kadar peygamberin ismi zikredildikten sonra (el-Enâm, 84-89) “ te onlar, Allah’ın hidayet etti i kimseler-

Page 50: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

4 2 M U H A M M E D H A M D U L L A H

dir. Onların yoluna uy...” (el-Enâm, 90) buyrulmaktadır. Bunun mânası açıktır: Allah, daha önceki peygamberlere verdi i tali-mata göre hareket edilmesini de emretmektedir.

Son ve zayıf bir ihtimal olarak, Hz. Ömer, – ayet “recm, Kur’ân’dan bir âyettir” demi se– yanılmı olabilir. Hüküm eklinde Müslümanlara emredilen bir hususun, Kur’ân’a

dercedilmesini istemi olabilir. Fakat bunda tereddüdüm var-dır: Hz. Ömer, Buhârî’nin bildirdi ine göre öyle demi tir:“E er insanların ‘Ömer, Kur’ân’dan olmayan eyi Kur’ân’a dercediyor’ ithamlarından korkmasaydım, recm hükmünü Kur’ân’a dahil ettirirdim.” Yine bu rivayette diyor ki: “Biz, recm hükmüyle Hz. Peygamber devrinde ve ondan sonra, im-diye kadar amel ettik. Sonradan gelenler recme ait Kur’ân’da bir âyet bulamayınca ‘Bu hükmün aslı yok!’ diyeceklerdir.” te Hz. Ömer’in bu açık ifadelerinden unu çıkarıyorum ki, Hz. Ömer de recmin Kur’ân’dan bir âyet olmadı ını biliyordu. Fakat bunun âyet oldu unu iddia etmemekle beraber, insanla-rın ileride recm hükmünü reddetmelerinin önüne geçmek için, bu hükmün zeyl ve not kabilinden, Kur’ân’da yer almasını arzu ediyordu.

Her halükârda bir kaç ihtimal vardır:

1- Hz. Peygamber’e, vahy yoluyla recm hükmü bildirilmi tir. Ancak bu, Kur’ân’dan âyet te kil etmeyerek yapılan bir vahydir. Zira “O, kendili inden konu mamaktadır. Onun konu -ması ancak, bildirilen bir vahy iledir” (en-Necm, 34) meâlindeki âyet gere ince, Hz. Peygamber’in bildirdi i hususlar, Kur’ân’da olmasa da, Allah’ın kitabından sayılır.

2- Recm hükmü, eski Semavî kitaplarda da vardır, Nitekim imdi elimizde bulunan Tevrat’ta, recm hükmü yer alır. Tev-

rat’ta bulundu unun, Hz. Peygamber devrine ait delilleri de vardır. Yani sadece imdikinde de il, Asr-ı Saadetteki Tevrat nüshalarında da recm hükmü vardı. Bildi iniz gibi, bir gün Hz.

Page 51: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 4 3

Peygamber’e bazı Yahudiler gelip, kendilerinden evli bir er-kekle evli bir kadının arasında zina fiilinin cereyan etti ini söylemi , ne yapmaları gerekti ini sormu lardı. Aslında rec-min tatbik edilmesi gerekti ini biliyorlardı. Fakat bunu uygu-lamak istemediklerinden terketmek için bir bahane arıyorlardı.Rasûlullah onlara cevaben “Nezdinizdeki Allah’ın kitabındabunun hükmü nedir?” diye sordu. Tevrat’ın hükmünü gizle-diler. Neticede Tevrat getirildi, okundu ve recm hükmünün oldu u açı a çıktı.

3- Hz. Peygamber’den ba ka, her insan yanılabilir. Sahabe ve tabiûndan da olsa, insan bir meseleyi bazen eksik veya yan-lı anlayabilir, yanılabilir. Hz. Ömer de bu meseleyi yanlı an-ladıysa, unuttu ve yanıldıysa, hiç kimse çıkıp da bunun aksini söyleyemez.

Netice olarak biz, Zeyd b. Sâbit’in Kur’ân’ı tedvîn ederken ne derece ihtimam gösterdi ini açık olarak anlıyoruz. Yazılıahid olmaksızın, bir harfi bile Kur’ân’a dercetmedi ini görü-

yoruz. Zeyd b. Sâbit, büyük bir titizlikle hazırladı ı Mushaf-ıerif’i Hz. Ebû Bekr’e takdim etti.

Tedvîn i inin teferruatına dair bir kaç rivayet vardır. Bun-lara göre, Hz. Ali de Kur’ân’ı cemetmeye te ebbüs etmi tir. Hz. Peygamber’den sonra, di er Müslümanlar Hz. Ebû Bekr’i ha-lîfe seçip biat ederlerken Hz. Ali aralarında yoktu. Bir kaç saat, “ imdi gelir, imdi gelir” diye beklendi, gelmedi. Bir kaç gün geçti, yine gelmedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekr, ona haber göndererek yanına davet etti ve geldikten sonra aralarında ukonu ma geçti:

Hz. Ebû Bekr: “Bu hareketinin mânası nedir? Beni istemiyor musun? Bana biat edilmesine muhalif misin? Müslümanlara muhalefet mi ediyorsun?”

Hz. Ali: “Allah’a sı ınırım, Müslümanlara muhalefet edip, senin halifeli ine itiraz etmekten. Gelmeyi imin sebebi bu de il,

Page 52: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

4 4 M U H A M M E D H A M D U L L A H

ciddî bir me guliyetim idi. Ben kendi kendime, Kur’ân’ı tedvîn etmeden evimden çıkmayayım diye ahdetmi tim.”

Bu rivayet bazı kitaplarda bulunursa da tafsilat yoktur. Hz. Ali’nin Kur’ân’ı toplamasından maksad, yazılı olan bir mushaf mı meydana getirmekti, yoksa yazılı sahifelerden okuyarak, ezberinde olmayan yerleri ezberlemek suretiyle hafızasında mıtoplamaktı; bilmiyorum. Onun tedvîn etti i mushaf hakkında hiçbir bilgi yoktur. Sadece Sünnîlerde de il, iîlerde de yoktur.

Hz. Ebû Bekr’in vefatından sonra Hz. Ömer halife oldu. Mushaf-ı erif’in Hz. Ebû Bekr’in evinden Hz. Ömer’e intikal etti ine dair tarihî bilgi mevcuttur. Bu mushaf, hilafeti boyunca Hz. Ömer’in yanında kalmı tır. Rivayete göre Hz. Ömer mushafı ço altmak ve belli ba lı büyük merkezlere da ıtmakistiyordu. Fakat ehîd olarak vefat etti inden, bu dü üncesini gerçekle tirememi tir.

Hz. Osman’ın Mushaf-ı erîf’i Ço altmasıHz. Ömer’den sonra, Hz. Osman halife oldu. Hz. Ömer’in

ehadetinden sonra Mushaf-ı erîf, onun kızı ve Hz. Peygam-ber’in zevcesi Hz. Hafsa’ya intikal etmi ti. Hz. Osman, mü-minlerin anası Hz. Hafsa’nın almı oldu u Mushaf’ı, ondan istemekten hicab etti. Çünkü, herhalde kendisinin de yazılıahsî bir nüshası vardı ve ayrıca hafız idi. Mushaf’ın, Hz.

Hafsa’da kalmasıyla, kendisinin nezdinde bulunması arasında bir fark görmedi.

Bir müddet sonra, günün birinde Huzeyfe b. el-Yeman, Hz. Osman’ın huzuruna girdi ve “Ey müminlerin emîri! Muham-med ümmetinin haline dikkat et!” dedi. Hz. Osman “Ne yapa-lım?” diye sorunca Huzeyfe maksadını anlatmaya ba ladı:“Ben Ermenistan seferinde kumandan idim. Erzenerrûm (Er-zurum) civarında bulunuyorduk. Askerler arasında Sûriyeliler ve Iraklılar vardı. Namaz kılındı ında imam Sûriyeli ise, na-

Page 53: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 4 5

mazdan sonra Iraklılar “Kur’ân yanlı okundu, Kur’ân böyle nazil olmamı tır” diye itiraz ediyorlardı. mam Iraklılardanoldu unda da, Sûriyeliler tarafından böyle bir itiraz yükseli-yordu. Neredeyse sava ıp birbirlerini öldüreceklerdi. Ben im-di Ermenistan’dan geliyorum. Daha evime gidip çoluk çocu-

umu görmedim. Bu meselenin çaresine bakasın diye, böyle acele ettim.”

Hz. Osman, hiçbir i i sonraya bırakmaz, hemen te ebbüse geçerdi. Huzeyfe’nin bu sözlerini dinledikten sonra derhal Hz. Hafsa’ya haber göndererek “Mushaf’ı imdilik bize ver, i imiz bitince sana iade edece iz” dedi. Yine Zeyd b. Sâbit’e “Mus-haf’ın suretlerini çıkar” emrini verdi. Teksir edilen nüshalarınsayısı 4 veya 7’dir. Bu defasında Zeyd b. Sâbit’e bu i te yar-dımcıların verildi i tasrîh ediliyor. Hz. Osman Zeyd’e “Kureylehçesine göre yaz” emrini vermi ti. Ayrıca u emir veya mü-sadeyi de vermi ti: “Hz. Ebû Bekr zamanında yazılan mushafınimlasını, ihtiyaç halinde de i tirebilirsin. mla konusunda Kurey li heyet azalarıyla senin aranda ihtilaf çıkarsa, benim hakemli ime müracaat edersiniz.” Ravîlere göre bu meseledeki ihtilafın tek misali vardır. Bu da kelimesinin imlasındaolmu tur. Zeyd (tâbûh), Kurey li azalar ise (tâbût) diye telâffuz ediyorlardı. Hz. Osman harfiyle eklindeyazılmasını emretti.

Hülasa imam mushaftan (aslî nüshadan) suretler istinsah edildi. Hz. Osman, ço altılan nüshaların her birinin, ba ından sonuna kadar, büyük mescidde Müslümanların huzurunda alenî olarak okunmasını emretti. Zira o, Kur’ân’da ziyade veya noksanlık nevinden en ufak bir de i iklik olmadı ı hususunda, Müslümanlara güven vermek istiyordu. Bu i tamamlanınca,yazılan Mushaf-ı erîfler, belli ba lı slam merkezlerine gönde-rildi. Bu mushafların bazıları, zamanın yıpratmasıyla, yangın-lar ve harplerle kayboldu. Fakat hâlen bunlardan üçünün mahfuz kaldı ı söylenmektedir ki bunlar Topkapı Sarayı, Ta -

Page 54: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

4 6 M U H A M M E D H A M D U L L A H

kent ve Londra’da India Office Library’de bulunan mushaflardır.

Topkapı Sarayı’ndaki nüsha hakkında, vâzıh olmayan bazıizahlar vardır. Denildi ine göre, Birinci Dünya Sava ı sonunda Türk askerleri Medine’den çıkarken, beraberlerinde bazı ki-tapları da almı lardı. Bunlar arasında Hz. Osman’ın mushafı da vardı. Sevr muahedesinde, Türklerin aldı ı bu mushafı, erifHüseyin’e iade etmeleri artı da konulmu tu. Buna kar ılıkTürklerin cevabı “Bu kitaplar falan yerde duruyordu, sel gelip götürdü” olmu tu. Resmî olarak verilen cevap budur; do ruveya yanlı oldu unu bilmiyorum. Bu mushafta (“Onlara kar ı Allah, sana kâfi gelecektir” [el-Bakara, 137]) cümle-sinin üzerinde, Hz. Osman’a ait oldu u söylenen kan lekeleri bulunur. Bu mushaf, Medine’den veya ba ka bir yerden geti-rilmi olabilir.

kinci nüsha Ta kent’tedir. Osmanlılarla sava an ve am’a da giren Timur, oradaki Mushaf-ı erifi ganimet olarak almıve Semerkand’a götürmü tü. Daha sonraları Ruslar Semer-kand’ı i gal edince mushafı alıp, imdiki Leningrad’a nakletti-ler. Birinci Dünya Harbinden sonra Rusya’da komünistler ik-tidarı ele geçirdi inde, mushaf Leningrad’da idi. Rus askerleri arasında Müslümanlar da bulunuyordu. Ali Topçuba ı adlı bir subay da onlardan biriydi. Anlataca ım hadiseyi, Paris’te ken-disinden dinlemi tim. Ali Topçuba ı dedi ki: Ben, Hz. Osman’a nisbet edilen bu mushafın Leningrad’da oldu unu biliyordum. Çarın öldürüldü ünü ö renir ö renmez, onun sarayına bir komando gönderdim. Mushafı alarak, bir lokomotifle son sü-ratle Türkistan’a yolladım. Çünkü trenle gönderseydim, bu karı ık vaziyette üphe uyandırabilir, tren durdurulabilirdi; fakat tek ba ına lokomotiften üphe edilmezdi. Komünist hü-kümet, bir kaç saat sonra durumu ö rendi. Hemen arkasından ba ka bir lokomotif yola çıkardılarsa da, mushafı götüren lo-komotif, Türkistan’a girmeyi ba ardı ından yeti emediler.

Page 55: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 4 7

Mushaf-ı erîf, Ta kent’teki bir camiye konuldu. Az sonra Ruslar Türkistan’ı tekrar i gal edince, bu mushafı tekrar Mos-kova’ya götürmek istemediler. Herhalde öyle dü ündüler: Türkistan da bize ait oldu una göre, Moskova ile Ta kent’tebulunması arasında fark yoktur. Di er taraftan, komünistler iktidara henüz iyice yerle mi de illerdi. Müslümanlarındü manlı ını kazanmak de il, bilakis dostluklarını temin et-mek istiyorlardı. Bu mushafın, hâlen Ta kent’te oldu u söyle-nir. Çar zamanında bu mushaftan, tıpkı basım suretiyle elli nüsha basılmı tı. Bu elli nüshadan bazıları, hâlen Londra, Newyork vs.’de bulunmaktadır. Asıl mushafta bazı yapraklar eksiktir.

Üçüncü nüsha Londra’da India Office Kütüphanesi’ndedir. Bu mushafı ngilizler, Mo ol hükümdarlarından kalan saray-dan alarak ngiltere’ye götürmü lerdi.

Ben, mezkur üç mushafın foto raflarını alıp kar ıla tırdım.Nüshaların boyutları, hatta imlâ hususiyetleri bakımından aralarında bir benzerlik vardır. Hz. Osman’dan kalan mushaflar hakkında bildiklerimiz, bunlardan ibarettir.

Hz. Osman, mushafları ço alttırdıktan ve kontrollerini yap-tırdıktan sonra belli ba lı merkezlere bunları göndermi ti.Ondan sonra da “Her kim, resmî olarak yazdı ımız bu mushaflara aykırı hususlar ihtiva eden nüshaya malik ise, onu yaksın” diye ilân etti. Öyle anla ılıyor ki, bu emre ra men,Müslümanların tamamı buna riayet etmedi. Sebebi açıktır: Müslümanlar Asya, Afrika ve Avrupa olmak üzere üç kıtaya yerle mi lerdi. Hz. Osman zamanında Avrupa’ya (Endülüs) girmi lerdi. Çin’den spanya’ya kadar uzanan bu büyük devlet içinde, vazifeli memurların her evi gezip Kur’ân nüshalarınıaramaları ve bunları resmi nüsha ile kar ıla tırıp hakkındakarar vermeleri imkansızdı. Bundan dolayı, hicrî üçüncü asırda, bazı âlimler mushafların ihtilafı hakkında eser yazmak isterken, bir takım malzemeler bulabilmi lerdir. Meselâ bizzat el-Buhârî

Page 56: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

4 8 M U H A M M E D H A M D U L L A H

de bu konuda yirmi kadar fark zikreder. Misâl olarak Buhârî’de (el-Leyl, 3) âyetinin, bazı sahabîlerin Mus-

haflarında eklinde oldu unu söyleyebiliriz. Bu teferruat üzerinde fazla durmayaca ım. Mushafların ihtilafınadair olan eserlerden biri 300 sahife kadar olup matbudur. Mü-ellifi, muhaddis Ebû Dâvud’un o lu bn Ebî Dâvud olup kita-bın adı Kitâbu’l-Mesâhif’tir.

Mushaf-ı erif’in mlâ Özellikleri HakkındaBu bahsi, bir nükteye temas ederek bitirmek istiyorum. Hz.

Osman, Zeyd b. Sâbit’e “ htiyaç halinde Ebû Bekr zamanındaki imlâyı de i tirebilirsin” demi ti. Ele alaca ım konuyu, istenirse, tafsilatlı olarak da i leyebilirim. imdilik sadece unları bil-dirmi olayım: Bir millet, konu tu u lisanı yazıya geçirirken, ba langıçta imlâda farklar olur. Misâl verecek olursak, Türki-ye’deki durumu göz önüne getirebiliriz. Türkiye, elli sene önce Latin harfleriyle yazmaya ba layınca, imlâ hususunda büyük bir karı ıklık ortaya çıkmı tı. Konu mada aynı olan kelime, çe itli yazarlar tarafından iki veya daha fazla de i ik ekildeyazılmı tı. Buna karı ıklık ba langıçtaki kadar olmamakla bir-likte, halen de devam etmektedir. Araplar da, konu tuklarılisanı, hemen hemen ilk defa olarak, Hz. Peygamber zama-nında yazıya geçiriyorlardı. Lehçeler de i ikti, bilgi seviyeleri de i ikti. Bu yüzden, bir takım imlâ ihtilafları oldu. Meselâ ilk âyet olan âyetindeki imlâ özelliklerine bakalım. aslında ve ’den meydana geldi indeneklinde yazılmalıydı. Ama böyle yazılmamı tır. Hz. Peygam-

ber’in vahy kâtipleri zamana göre de i iyordu. mlâ farkları,belki de ilk kâtiplerin de i mesinden ileri gelmi olabilir. Bu-nun sebepleri vardır ki, hepsini imdi söylemeye zaman müsait de ildir. Meselâ (el-Vâkıa, 74) âyetinde de il de, eklinde yazılmı tır. lafz-ı celâli de eklindeolmalıydı. Keza aslında tarzında yazılmalıydı.

Page 57: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

K U R ’ Â N - I K E R Î M T A R H 4 9

Âl-i mrân, 144 âyetinde de kelimesinde, elif ziyadedir, eklinde yazılması gerekirdi. Daha onlarca misâl vardır.

el-Kehf sûresinde (el-Kehf, 77), elifle eklinde,keza e - uarâ sûresinde de (e - uarâ, 176) elifle yazılmalıydı. imdiki Arapça imlâsında, fiillere mahsus olmak üzere, cem’ vavından sonra elif yazılır ( gibi); isimlerin sonuna zaid elif yazılmaz. Halbuki isminin vâv ve elifle tarzında yazıldı ını (e - uarâ, 197) görüyoruz. Bir ba ka misâl çok mühimdir: en-Neml sûresinin 21. âyetinde

deki elif zâiddir. Çünkü burada “elbette onu bo azlaya-ca ım” manasında oldu undan eklinde yazılmasıgerekirdi. imdiki imlâ ile mânâ verilecek olursa, mânâ tama-men tersine döner. Keza Mushaf-ı erif’te (Al-i mrân, 150) eklinde yazılır. Meâli “Elbette Allah’ın huzurunda

toplanacaksınız” olur. Fakat bu imlâya göre mânâ verilecek olursa, tam tersine olarak “Allah’ın huzurunda toplanmayacak-sınız” demek gerekir. te bu kabil imlâ özelliklerinden dolayı,yazılı a göre de il, rivayete göre okumamız lâzımdır.

Hz. Osman, Kur’ân’ı yeniden yazdırırken Zeyd b. Sâbit’e, imlânın ihtiyaç halinde de i tirilme emir ve iznini vermesine ve onun da imlâyı ıslah etmesine ra men, Hz. Ebu. Bekr za-manında yazılan Mushaf’ın imlâ hususiyetleri kısmen korun-mu tu. Anlatmak istedi im, i te budur. ahsî fikrime göre, Hz. Osman zamanından kalan bu imlâ hususiyetlerini de i tir-memek gereklidir. Bunları aynen muhafaza etmeli, fakat Kur’ân’ın yanlı okunmaması için, özel imlâsı olan yerleri ö -retmeliyiz. Muhafaza etmenin sebeplerinden bazılarına temas edeyim: Bundan yirmi sene kadar önce, bir Fransız müste ri i,Halep’te bir kabrin üzerinde bir kitabe bulmu tu. Kitabede kelimesi geçiyordu. Yalnız, kelime iki yâ ile eklinde ya-zılmı tı. Eski bir metin oldu undan yânın noktaları konmamı ,ancak iki di konulmu tu. Müste rik derhal itiraz etti ve “Kâtip cahil oldu undan iki yâ ile yazmı ” dedi. Ben, müste ri in

Page 58: Kur'an Tarihi Notları - Muhammed Hamidullah

5 0 M U H A M M E D H A M D U L L A H

makalesini okur okumaz, kendi kendime “Kâtip do ru yaz-mı tır” dedim. Çünkü bu imlâ özelli i, Hz. Peygamber zama-nında vardı. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de (ez-Zâriyât 47) eklinde yazılmı tır. Buradaki son kelime diye tek yâ ile okundu u halde, fazladan olarak iki yâ ile ya-zılmaktadır. E er Müslümanlar Hz. Osman devrinden kalan imlâyı muhafaza etmemi olsalardı, bu tarihî bilgileri tespit edemezdik.

Fazlalıkların aksine, Mushaf’ın imlâsında bazen de noksan-lık görülür. Meselâ okundu u hâlde diye yazılan kelime vardır. Do ru okumayı sa lamak için, bazı mushaflarda, üst tarafa küçük bir nûn konuyor, diye yazılıyor. Bu mesele üzerinde dü ündüm. Günümüzde Batı Afrika’daki bazı Müs-lümanlar, lisanlarını Arap hattıyla yazıyorlar. Bunlar, tenvini alı ıldı ı üzere, sadece ismin sonunda de il, kelime içinde herhangi bir yere de koyuyorlar. Meselâ kelimede iki nûn varsa, ihtisar gayesiyle, bir tek nûn yazıyorlar, tenvîni nûnun üstüne koyup iki nûn olarak okuyorlar. Muhtemelen kelimesinin geçti i âyeti yazan vahy kâtibi de, kelime içindeki nûnu, tenvîn alâmetiyle gösteren kabîleden idi. Anla ılan, onun kabîlesi Afrika’ya göçmü olup, eski geleneklerini devam ettirerek hâ-len böyle yazıyorlar. Bundan ayrıca, harekeleme konusunda, hiç de ilse tenvîn alametinin, Hz. Peygamber zamanında var oldu u da anla ılmaktadır.

- o O o -