kırk ambar sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/tezler... · web...

189
İLBER ORTAYLI KIRK AMBAR SOHBETLERİ 1

Upload: others

Post on 06-Feb-2020

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

İLBER ORTAYLI

KIRK AMBAR SOHBETLERİ

1

Page 2: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Tarayan: Nuri Kongur

Bu e-kitap taslak halindedir. Okumayı zorlaştırıcı tarama hataları içerebilir. Bu taslak sürümü okurken düzeltir ve düzeltilmiş sürümü bizimle paylaşmak isterseniz memnun oluruz.

WEB: http://ayrac.orgİletişim: [email protected]

2

Page 3: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

MANİFESTO

Ayraç, 2005′in Ağustos ayında mevcut yayınevlerinin, kitap fiyatlarını ısrarla çok yüksek tutması temelinde, teknolojinin de nimetlerinden yararlanarak, meraklı okuyucuyu bazı kitaplarla kolay buluşturabilme düşüncesinden hareketle, kitaplık.madpage.com alan adında, “Kitaplık” adıyla yayına başladı. Kısa bir süre, kitaplik.wordpress.com alan adında yine WordPress temelli olarak yayın hayatına devam etti. Buradaki ömrümüz de kısa olmadı ama oldukça iyi bir kitleyle buluştuk WordPress’te… Mart 2007′de de kendimize ait bir alan adında ve Ayraç olarak yolculuğa devam ediyoruz.Ayraç’ı oluşturan ekip, yayınevi deneyimi olan kitapseverlerdir.Öncelikle bazı konulara açıklık getirelim:1. Türkiye’de Orhan Pamuk dışında hiçbir yazar, kitap satışlarından %20′den daha yüksek bir telif hakkı alamazlar. Hatta çoğu yazar, kitabı için yayımcıdan telif ücreti almaz, alamaz… Aldığınız bir kitabın gelirinin büyük bölümü yayınevilerine, kitabevlerine ve aracı dağıtımcılara gitmektedir.2. Kafka, Joyce, Poe gibi telif hakkı olmayan yazarların kitaplarının satışından elde edilen gelir tamamen yayıncıya ve yukarıda saydığımız gruba (çevirmene çeviri bitince bir kerelik cüz’i bir ücret verilir) kalır.3. Kitapların basımında dolaylı da olsa ağaçlar kullanılır.4. Türkiye’de yayıncılık sektörü, bir kitap için istediği ücreti karşılamayacak kalitede kötü baskı yapmaktadır. Penguin Books‘un ucuz seri üretimi kitapları bile, bizim yayınevilerinden çok daha kaliteliler. Bir kitabevine gidip karşılaştırın…5. Ayraç’ın amacı yazara zarar vermek değildir. Buradan kitabını okuyup beğendiğiniz bir yazara gereken şekilde destek olacak kadar duyarlı insanlar olduklarını biliyoruz kitapseverlerin…6. Ayraç’ta kitabı yayınlanan ve bundan rahatsız olan yazarlar bize istedikleri zaman [email protected] adresinden ulaşabilirler.7. Ayraç’ta yayınlanan e-kitaplar, okunabilir düzeydirler. Düzelti ve ön okuması yapılmıştır. Buna rağmen buradan linkini aldığınız ve okumas sırasında hatalar gördüğünüz kitapları bize yukarıdaki e-posta adresinden bildirebilir ya da ilgili başlığın altına yazabilirsiniz. Düzelttiğiniz ya da paylaşmak istediğiniz e-kitapları da bize e-posta ile ulaştırabilirsiniz.Saygılarımızla…

Ayraç Ekibi

Bazı yararlı okumalar:“Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu”“Korsan Kitap - Korsan Yayınevi”“Kültür Hizmetiymiş…”“Korsan Yayına Güzelleme”“ekitap?”

3

Page 4: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

KIRK AMBARSOHBETLERİİLBER ORTAYLIAŞiNAKiTAPLAR

İlber Ortaylı © 2006Kırk Ambar SohbetleriAşina [email protected].

4

Page 5: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ÖNSÖZ Milliyet Gazetesi Pazar ekinde beş yıldır yazmakta olduğum makaleleri ve daha önce bazı gazetelerdeki benzerlerini toplama teklifi, benim Ankara'daki arkadaşlarımdan geldi. Bu arkadaşlarım muhtelif disiplinlerden; ekserisi hekim. Hafta sonları değişik konuları tartışmaya ve onları dinlemeye ihtiyacım var. Onlar da beni dinlemek istiyorlar ki çok sık buluşuyoruz. Tartışmalardan ekseriyetle makale konuları çıkıyor. Tabii tek kaynak bu değil, son yıllarda 3-4 tanesini değiştirdiğim üniversiteler, vekil müdürlüğünü yaptığım Topkapı dolayısıyla İstanbul müzeleri, hekim dostlarım Dr. Meral Topçu, Dr. Gonca Tatar ve Ali Kemaloğlu, Nihal Kemaloğlu, İsmail Küçükkaya, kızım Tuna ve bazen Hilmi Yavuz. Arkadaşlarımızla başlattığımız iç ve dış geziler de devam edecek ancak Dr. Kalbiye Yalaz hariç, seyahat özürlü olduklarını söylemeliyim. Bu kitaptaki makalelere en uygun başlık; Kırk Ambar Sohbetleri Bu ciltte tanıdığım portreler ve seyahat anılarım yer almıyor, onlar Aşina Kitaplar'da ayrı ciltte toplanacak. Bu vesileyle Milliyet gazetesi yayın yönetmeni Deniz Alphan'a, yayın koordinatörü İlke Gürsoy'a, editör Aslı Çakır'a, ayrıca bir serinin başlangıcı olarak bu yazılarımı toplamayı üstlenen dostlarım Nihal, Ali, İsmail, Osman ve Esin Başer'e teşekkürü bir borç bilirim.

Ankara 2005 Aralık

5

Page 6: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

İÇİNDEKİLER

Önsözvİçindekiler vii

1. BÖLÜM: 20. YÜZYILAnadolu Demiryollan'ndan Günümüze 3Sarıkamış 1914-15 623 Nisan Meclisi 9Savaşın Eşiğinde Batı Avrupa 118 Mayıs 1845 14Büyük Savaşta Türkiye 18Savaş Rüzgârları Mutlaka Hortum Değildir2160 Yıl Sonra Normandiya 241955 Yılı Eylülü 2612 Eylüle Nasıl Geldik? 2912 Eylül Neler Getirdi 32İpin Ucu 35Karşı Propaganda Teknikleri 37

2. BÖLÜM: AB VE TÜRKİYEGeleneğini Terk Eden Avrupa 43Avrupa Yolunda (1) 45Avrupa Yolunda (2) \ 47Avrupa ve Türkiye50Avrupa Birliği veya 'Magdalene Rahibeleri' 53 vii

viii İçindekilerAndreotti ve Başkaları 56Paranoya mı Gerçek mi?58İsveçli de Broşür Yazmış, Dağıtıyor 60Bizans ve Bizler 63Haçlılar ve Haçlı zihniyeti 66Herkes Her Modeli Tartışır 68Avrupa Birliği mi Yoksa Balkan Birliği mi? 70Ankara Hangi Kıtanın Başkentlerinden? 73Biraz Gecikmek İyi mi Olur? 75Türkiye Modeli 78

3. BÖLÜM: EĞİTİM VE KÜLTÜRHerkes Kendi Tarihçisini Arıyor 83Almanların Ders Kitapları 86"Eskiler" Üzerine Pazar Sohbeti 89Geçmiş Bir Bayramın Sohbeti 91Yıl Sonunda Takvim Sohbeti 93Değerlendiremediğimiz Miras 95Sümerbank'a Saygı Duruşu 98Özgün Bir Yapıt: "Şair ve Patron" 101Protokol Çekişmesi 104On dördüncü Türk Tarih Kongresi 107

6

Page 7: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

500 Üniversite ve Bizimkiler 110Üniversitelerimizin Durumu 113Bazı Zaaflarımız Var 115Bir Diploma Töreninin Düşündürdükleri 116Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Hüzünlü Yıldönümü118Hukuk Fakülteleri121Seminer Kitaplıkları 124Üniversite Sınav Sonuçları 126Meslek Mızmızları128Şehir Manzaraları ve Üniversite Yönetimleri 131Nasıl Bir Belediye Başkanı İstiyoruz?133

İçindekiler

ix

4. BÖLÜM: MÜZELER, OSMANLI VE KURUMLARIOsmanlı'yı Bilmek için 137Osmanoğulları 139Saray Okulu Enderun 142Mütevazı imparatorluk 145Divan-ı Hümâyûn 148Harem Üzerine (1) 151Harem Üzerine (2) 154Osmanlı Tarihinde Harem Üzerine 15780 Sene 160Halifelik ve Saltanat 162Osmanlı Mutfağı - Türk Mutfağı 164İstanbul Arkeoloji Müzesi Yeterince Tanıtılamıyor 169Bu Müzeleri Niye Kurduk? 172Türkiye Müzeleri ve Çocuk Rehberleri 174Yeni Cami Fareleri 177Son Halife Abdülmecid'in Sergisine Gidin 180

5. BÖLÜM: KIRK AMBARTürkiyeli 185Biz Kimiz, 'Diğerleri' Kim? 188Assimilasyon 191"Diğer"! 195Türk Olmak Zor Zenaat 197"Soykırım" Üzerine 199Ermeni Olayları ve Arşivlerimiz 202Türk-Ermeni Buluşması 204Türkler Göç Edince Ne Oluyor? 206Elli Yıl Önceki Eski Türkiye 209Enver Paşa Gayretkeşliği 211Bu Toplumdan "Hayatlar" 214Birinci Roma'dan Üçüncü Roma'ya 217Hıristiyanlaşma ve Misyonerlik 219

x İçindekilerMisyonerlik 222Ökümenlik Tartışması 225

7

Page 8: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Üslûp Vatikan'a da Lazım 228Papanın Ölümü 230Enerji Sorunu Bir Yana, Katerina ile Baltacı'dan Ne Haber? 233Mehmet Akif Günleri 236Yahya Kemal Biyografileri 239Dilde Sadeleşme 242istanbul Türkçesi 244Bayram Tatili 246Tadı Kaçan Tatil 249Yükselemeyen Yüksek Sınıf 251Yükselen Orta Sınıf 253Büyükelçiler ve Anıları 256Bülent Bostanoğlu Sokağı 259Orhan Asena ve Tarihi Tiyatro Oyunları 262Potemkin Panoları264İzleyin ama İnanmayın 266"Büyük İskender" Filmi Üzerine 263Reşad Ekrem Koçu'nun Romanları 271Çocuklar Aziz Vatan Malıdır 273

120. YÜZYIL

Anadolu Demiryolları'ndan Günümüze

Alman sermayesinin ve teknolojisinin hırsını temsil eden Ana-dolu Demiryolları 1892 Aralık'ının son gününde Ankara istasyo-nuna ulaştı. 1885 yılının 20 Ekim tarihli Ankara Vilayet Gazetesi;Ankara halkının padişaha verdiği bir dilekçeden söz ediyor. Dilek-çede halkın demiryolu için para ve beden gücüyle yardıma hazırolduğu, demiryolunun gelmesiyle medeniyet ve servetin artacağıbelirtiliyor. Osmanlı toprakları İngiliz ve Fransız sermayesiyle dö-şenen demiryollarını tanımıştı. Bu sonuncu inşaat biraz değişikti.Hattın etrafına demiryolu hastanesi, yakın merkezlere şose yollargibi yatırımlar yapılıyordu. Bir müddet sonra, Kayseri ve Sivas'ademiryolu uzatmanın pahalıya mal olacağı söylenip projeden vaz-geçilince, Kayseri'nin tüccar ve sanayicileri Kayserililiklerini göster-diler. Deve kervanlarıyla Ankara'ya taşıttıkları halı, madeni eşya,pastırma vesaire gibi ürünleri kumpanyanın mührüyle denkleyip,Ankara'ya ulaştırdılar ve oradan tenzilatlı tarifeyle Avrupa'ya gön-derme pazarlığını yaptılar ve gönderdiler de... Ankara demiryolu16 tünel, birçok köprü ve 180 kilometreye ulaşan tepelerin yarıl-masıyla hedefine ulaştı. Adapazan'ndan bu yana 485 kilometrelikyol 2 yıldan biraz uzun bir zamanda tamamlanmıştı. 1897 yılı için-de demiryolunu Afyon'dan Konya'ya uzatma imtiyazı da alındı. Şurası bir gerçektir; Yunan Savaşı boyunca Fransız ve İngilizsermayeli ve işletmeli demiryolları asker şevkinde Anadolu Demir-yolları kadar yararlı olmamıştı. Yol Konya'ya uzadıkça etrafta şose-ler, Çumra'da sulama tesisleriyle bir tarımsal kapasite yaratılıyorduve tarımsal üretim de artınlıyordu. 1877-78'de Rusya ile yapılansavaştan sonra kopup gelen muhacirler Anadolu topraklarına yer-leştirilmiş, bu demiryolunun yarattığı imkânlarla tarımsal verim ve

8

Page 9: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

küçük zanaatlar da gelişmişti. Anadolu buğdayı Yunan Savaşı'ndaorduyu beslemişti. Rusya Büyükelçiliğinden Çarikov yazdığı rapor-da, Anadolu tahılı Odessa'daki sevkıyatın yerine Avrupa pazarları-

Kırk Ambar Sohbetlerina akabilir diye alarm veriyordu. O vakte kadar atıl duran Türkmühendisleri bu demiryolu yatırımı sayesinde gayrete gelen yerlibir yatırımda istihdam edildiler. Hicaz demiryolu bütün Müslümandünyasından toplanan iane ve büyük ölçüde Türk mühendisler veamele sayesinde kısa zamanda Şam'da inşa edilmeye başlayıp Me-dine'ye ulaşmıştı. Bu işin hoş tarafıdır. Almanya, Berlin'den Bağdat'a kadar uza-nan bir stratejik koridor kurma hayalindeydi. Bu hayal hiçbir za-man gerçekleşemedi. Hatta demiryolunun Toroslar'ı aşıp Halep'inkuzeyine bağlanması bile ancak I. Dünya Savaşı'nın son günlerin-de mümkün oldu ve galiba ilk yolcular da ricat eden Alman ordu-sunun subayları ve eşleriydi. Bu büyük demiryolu projesi, Anado-lu insanını, o zaman artık mühendislik mekteplerini bitiren Türkmühendislerini, orduyu ve padişahı harekete geçirmiştir. Hicaz de-miryolu bunu örnek alan ilk atılımdı. Cumhuriyetin en fakir yılla-rında Ankara'dan Erzurum'a uzanmak da gene bu hırsın sonucu-dur. Ne var ki Anadolu Demiryolları şirketi en modern teknolojiyiuygulamış ve uygun bir güzergâh seçmiş gibi görünmüyor. Sonuçortada; Türkiye kamyon filolarıyla yaşıyor. Bu yüzden feci kazala-rın ardı gelmiyor. Her yıl binlerce insanımızı kaybediyoruz, demir-yollarımızı modernleştirmemiz, hatları artırmamız gerekiyor amayapamıyoruz. Bu altyapı çok yetersiz. Ne zaman demiryolu ıslaha-tına girişsek, "Boşver" denip karayollarına yükleniliyor. Bu makûs talih ve olumsuz altyapı üstelik sırf bizi değil, impa-ratorluğumuzun eski vilayetlerini de sarmış. Yunanistan demiryol-larını yenileyemeyen ve yenilememekte ısrar eden bir AB ülkesi.Petrol kaynakları sınırlı olduğu için, İsrail'in daha akıllı hareket ede-ceğini beklerdik. Hayır onlar da demiryolu altyapısını geliştiremi-yor, kamyon ve otobüs şirketlerinin elinde her yıl korkunç kazalar-la insan kaybediyor. Suriye'nin, Ürdün'ün, Irak'ın, Suudi Arabis-tan'ın demiryoluyla alâkası yok. Üstelik sonuncusu I. Dünya Sava-şı'ndaki ayaklanma sırasında sabotaj yapmak için tahrip ettikleriHicaz demiryolunu dahi yeniden düzenlemeyi düşünmüyor. Son zamanlarda bu alandaki en akıllı girişim Kars-Tiflis demir-yolu hattının yeniden inşa edilmesi dolayısıyla Erivan'a ulaşacakdemiryolunun yenilenmesi olacaktır. Eğer eski imparatorluğun ya-

20. Yüzyılrattığı barış ve iktisadî bütünleşmeyi yeniden kurmak istiyorsakkendi içimizde ve civardaki ülkelerle demiryolu ağını süratla kurmakonusunda harekete geçmeliyiz. Bütün bölgenin en büyük iki şeh-ri, yani iki başkentimiz olan İstanbul ve Ankara'nın demiryolu bağ-lantısını yenileyememiş vaziyetteyiz; nerede kaldı ki bu hattı sağkoldan Konya-Halep'e, sol koldan da Sivas-Erzurum-Tahran veTiflis'e kadar uzatacağız. Bu hat olmadan da üretimi değerlendir-mek ve ucuza nakletmek bir hayal. Osmanlı İmparatorluğu yaban-cı sermayenin desteğiyle de olsa demiryollarının önemini anlamış-

9

Page 10: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

tı ve bu alanda teknik personel de yetiştirdi. Bu teknik dalı yerlileş-tirmeye de başlamıştı. Derken II. Dünya Savaşından sonra her birşeyde anlamsız aşırılıklara kaçtığımız gibi demiryolu siyasetini deterk ettik. Demiryolu memurlarının huysuzluğu ve ehliyetsizliği,işadamlarını da devlet adamlarını da bezdirdi; "Sizinle mi uğraşa-cağız?" havası içinde karayolları yurdun dört yanını sardı, iyi ama20 milyonluk Türkiye nerede, 70 milyonluğu nerede? Karayollarıyetmiyor. Ulaşımda ciddi bir yapı değişikliğine gitmemiz gerek.2 Ocak 2005

Sarıkamış 1914-15

Tam 90 yıl evvel kışın ortasında, Osmanlı İmparatorluğununkuzey ucunda, en mutena kolordumuz karlara gömüldü. Karşısın-daki Rus ordusu özel kazılmış kış siperlerinde, alışık olduğu iklimingiyim ve donanımı içindeydi. Bizimkiler ise neredeyse yaz donanı-mıyla Ruslarla çarpışacaklardı; fakat "General Kış"ın harekâtı Sarı-kamış cephesindeki Rus ordusundan daha da hızlıydı, ordumuz kı-şa yenildi. Baharda karlar eriyince donan şehitlerimizin naaşı orta-ya çıkmıştı. Sarıkamış harekâtında bilgisizlik ve macerayla aynileşen EnverPaşa'nın kendine özgü yetenekleri vardı ve gençleşen ordunun bü-tün komutanları gibi aslında iyi eğitim görmüştü. Kurmay eğitimiiyiydi, yabancı diller biliyordu, iyi nişancıydı; Edirne'nin kurtarıcısıolarak ünlüydü, Trablusgarb'da İtalyanlara karşı direnmişti. Amabütün bunlar genç bir subayın tecrübesi kadardı. Makedonya dağ-larındaki Meşrutiyetçi isyanı ve Babıali baskınındaki gözükaralığıbaşkumandan olarak strateji çizmeye yeterli değildi, tecrübesizdi.Tecrübesiz bir askerden imparatorluk ordusuna başkomutan ola-mazdı. Genç Türkler, mütareke yıllarındaki Fransız General Franchetd'Esperey'in dediği gibi Türk toplumunun en dinamik unsuruydu.Ama Batı'daki büyük devletlerin dışında hareket etmeye hattabeklemeye dahi cesaretleri yoktu. Enver Paşa bir dâhiden çokçılgın hayallerin adamıydı ve genç Türk neslinin umumî kusuru-na fazlasıyla sahipti; yani toplumu ve tarihi kendine göre değiş-tirmeye hazırdı. Bilmeden, göremeden, etrafla fazla konuşma-dan, birilerini dinlemekten çok kendini dinletme eğilimindeydi.Modernleşen ordu ve bürokrasiyle barışı tercih etsek, hem ken-dimiz hem de Araplar için daha aydınlık ve sıkıntısız bir gelecekinşa edilebilirdi ama Sarıkamış'ta müttefik olduğumuz ve uğrun-

20.Yüzyılda Ruslara karşı çarpıştığımız Almanya da Marne cephesindeçoktan durdurulmuştu. Savaşa, hem de yanlış tarafta girmek Türkiye'nin ve etrafınınmahvına sebep oldu. İmparatorluğun ana unsuru olan biz Türkler,tarihin ve ananenin yetiştirdiği büyük evlatlarla başka bir gelecekkurabildik ama aynı talih ve yenilenme etrafımızdaki diğer Osman-lı halkları için söz konusu olmadı. Sarıkamış bizim yakın tarihimiz-de Balkan Savaşı'ndan sonra acemi komutanlık ve yanlış politika-nın yarattığı en büyük faciadır. Yaşım itibarıyla bu savaşın gazileri-

10

Page 11: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ni tanıma imkânına sahip oldum; onlardan bütün fikir dünyamı vetarih bilgimi sarsan feci hatıralar dinlemişimdir. Atatürk'e ve yakınarkadaşlarına hayranlığım arttı. Çünkü 1914'te savaşı yönetenle-rin yarattığı facia ve imparatorluk halkı arasında sebep olduklarıbezginlik onların direnişe geçmesini önlememiştir ve Türk halkıher şeye rağmen Birinci Harp'i yaşayan Avrupa milletleri gibi pa-nik ve nihilizme kapılmamış, 1919-22 döneminde Kurtuluş Sava-şına devam edebilmiştir. Bugünlerde herkes Türkiye'yi yeniden kurmaktan bahsediyor.Birçok kimse 17 Aralık milât noktası diyor. İktisatçılar AB-Türkiyeilişkilerinin iktisadî yönden analizini yapmıyor, etnik sorunların, de-mokratikleşmenin hangi safhalardan geçeceğinden söz ediyorlar.Hatta TÜSİAD gibi işadamları derneği üyeleri bile işadamı olarakdeğil, demokrasi ve kültür havarileri olarak vaazlar veriyor. Muha-lif ve muvafık herkesi kapsayan bir çarpık durumdu bu. Geçen haf-ta, sorulu cevaplı bir oturumu yöneten programcı dostumuz ken-disine zıt fikirler ileri süren soru sahibi genç kızın sözünü neredey-se tersleyerek kesti. Efendi hazretleri herhalde televizyon prog-ramcılığıyla Türkiye tarihini yerinden oynatacak bir kaldıraç eldeettiğini sanıyor. Sözün kısası, biz hepimiz kendimize göre birer Enver Paşayız.Elimize fırsat geçse nice Enver Paşalıklar yaparız. Onun içinBirinci Harp'in komutanlarının aceleciliğini ve hayalciliğini hakvermesek de anlamak lazım. Gerçeği anlamak zor değil. Ama da-ha sabırlı ve daha gayretli olarak rakamları, girdileri, çıktıları tahliledip değerlendirmemiz lazım. Avrupa Birliği'nde çok parlak yanlarvar. Ama Marne cephesi gibi duraklamalar da ortada ve nihayetTürkiye, 19'uncu yüzyılın Türkiye'si değil; teknolojisi, bilgi birikimi,

Kırk Ambar Sohbetleriatılımı, dinamizmi çok daha önde. Bu Türkiye'nin imparatorluğagöre sınırları daralmış fakat muhteva ve iktidarı daha da yoğun; buyoğunluğu harekete geçirecek ittifaklara elbette hayır denilemez.Ama atalete sürükleneceğimiz birlikteliklere de ihtiyatla yanaşmaklazım. Bu yılın son yazısında yakın tarihimizin unutamadığımız faci-asından söz etmek zorunda kaldım. Tatlı bir geleceğe doğru yürü-mek ümidiyle hepimize iyi yıllar diliyorum.26 Aralık 2004

23 Nisan Meclisi Dünyada parlamentolar yasama ile görevlidir. Kanun yaparlar.Monarşilere direnen milletlerin kurduğu Avrupa parlamentolarıidare ve yargı görevini hükümdar ve memurlara bırakmıştır. Bugünde Avrupa'da parlamenter sistem monarşiler cumhuriyetine dö-nüşse de böyle devam eder. Eski Yunan-Roma dünyasında hüryurttaş meclisleri bu görevi elde tutarlardı veya fevkalade yetkili kıl-dıkları yöneticiye bazen tüm görevleri devrederlerdi. Bu fevkaladememurlara bugün kötü anlamda kullanılan, oysa masum bir deyimolan "dictator" denirdi. Yasamayı bile onlarla paylaşırlardı. Vene-dik ve Polonya cumhuriyeti (evet, cumhuriyetti) gibi ortaçağdanyeni çağlara süren devletlerde meclis baştaki idareciyi seçerdi. Ve-nedik'te bu "doce" idi, Polonya'da kraldı. Ömür boyu bu fevkalade

11

Page 12: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

yetkili göreve meclis tarafından getirilirlerdi. Fransız ihtilâli fevkalade yetkili bir meclis kurdu. "Convention"gelenek, anlaşma gibi anlamlar taşır. Bir birliği temsil eder ve fev-kalade yetkili bir meclistir. Yasama, yürütme ve yargı meclisin elin-deydi. Daha doğrusu meclise hükmeden liderde... İhtilâl tarihi için-de devlet terörü dediğimiz safhaya tekabül eder. Uzun ömürlü ola-madı. Tarihteki ikinci önemli konvansiyon sistemi Sovyet rejimidir.Bütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu. Konvansiyon sistemi gerçek bir birleşmeden çokmebusların mecburi bir birleşmesi idi. İhtilâl heyecanı yerini korku,terör ve ikiyüzlülüğe bırakmıştı. Bu sistemin tarihteki tek istisnası 23 Nisan 1920'de çalışmayabaşlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Sağdan sola her fikrinsahibi mecliste üyeydi. Birleşilen ana nokta yurdun işgalden kurta-rılmasıdır. Bu muhalif ve muvafık gruplarla meclis, Kurtuluş Sava-şı boyunca çalışmaya devam etti. Daha önce herkesin kullandığıama devlet katında yer almayan "Türkiye" ismi de resmen kullanıl-

Kırk Ambar Sohbetleridi ve hükümet meclis hükümetiydi. Dahası, meclis hükümeti İstan-bul'daki hükümetin işlerliğini kaybetmesi üzerine kurulmuştu amabütün Anadolu idarî teşkilatını ve bürokrasisini devralmıştı. Daha-sı, devlette devamlılık esası üzerine 1293 (yani 1876) Anayasasıda yürürlükte bırakılmıştı. Ankara meclisi hükümeti 1921'de biranayasa daha hazırladı ve bu ikisi birlikte yürürlükteydi. Ancak1922'de saltanatın lağvı; 1923'te cumhuriyetin ilanıyla bu ikilianayasa yürürlükten kalktı ve 1924 yılında Türkiye devletinin reji-mini cumhuriyet olarak düzenleyen metin kabul edildi. Bizce Türkiye Cumhuriyeti 1924 Anayasası'nı muhafaza etme-li ve değişiklikler o metnin üzerine yapılmalıydı. 1960'tan sonrakianayasa çalışmaları sırasında rahmetli hocamız Profesör TahsinBekir Baha'nın bu bilgece önerisi hâlâ hatırlardadır. 23 Nisan ço-cuklara hediye edilen bir bayram ama Türkiye'de meclis sistemininçok özgün biçimde uygulandığı ve uluslaşma sürecinin parlamen-tarizmle birlikte geliştiği bir dönüm noktasıdır. Geleneği 23 Ni-sanlardan evvel ve sonra da hatırlamak gerekiyor. Okul tarihlerin-de 1920 meclisinin bir savaşı yürütmesi kadar rejimi üzerinde dedurulmalıdır. O dönemde bu tür bir meclis çok özgündü; çağdaşgözlemcilerin dahi dikkatini çekmişti. Bazı konularda, meselâ dışpolitikada Türkiye'de parlamento; 1965'e, hatta 1970'li yıllara ka-dar 1920 meclisinin çalışma usulü ve fikir ikliminin gerisindeydi.25 Nisan 2004

Savaşın Eşiğinde Batı Avrupa

Avrupa Birliği, Fransa'nın millî kahramanı General de Gaul-le'ün önderliğinde dünyaya geldi. Gerçi onun zamanında bu birlikhenüz iktisadî bir bütünleşme hedefi etrafında oluşmaktaydı. Ken-disine tabi olan Federal Şansölye Adenauer bugünkü birleşik Al-manya'yı bile hayal etmiyordu, etmeye de niyeti yoktu. Onun Fe-deral Almanya'sı için komünizm ve ona bulaşan Doğu Alman-ya'nın mümkün mertebe kapı dışında kalmasında hiçbir mahzur

12

Page 13: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

yoktu. De Gaulle Paşa eski bir Fransızdı. Derin tecrübesi ve önsezisin-den dolayı mağrur olmaktan çok vakurdu. Fransa'nın gururlana-cak hali kalmadığının farkındaydı; ama büyük Fransız ulusu tarihîmirasını muhafaza etmeli ve vakarına sahip olmalıydı. Kıta Avru-pası'nı İngiltere'nin şerrinden korumak için illâ Mareşal Peta-ine'nin yoluna, yani Nazi işbirliğine ihtiyaç yoktu. Mağlup amazengin, muhafazakâr demokrat Almanya ile yeni Avrupa pekâlâinşa edilebilirdi. Onların yeniden kuracağı Charles Magne Avrupa-sı'na, yanı başlarındaki Benelux denen Belçika, Hollanda, Lük-semburg; ayrıca güneyi o tarihte çok fakir olsa da (bugün de pekmatah değil) kuzey canibi zengin ve endüstriyel İtalya dahil olma-lıydı. Avrupa buydu. Almanya, İngiltere'yi istese de, de GaulleFransası şiddetle direndi. Bugünkü kalabalık Avrupa'yı ne Fran-sa ne Almanya isterdi. Portekiz, İspanya, Yunanistan söz konu-su olamazdı; velev ki komünizmin yıkılacağı tutsa da Macarlar,hele Polonezler gibi sözü sohbeti, çalgısı çengisi hoş ama agrar(tarımsal) milletlerin böyle birliklere alınması düşünülemezdi da-hi... Çeklerin eskimiş sanayii ise kimseyi alâkadar etmezdi. Al-manların kardeş Avusturya'ya dahi sıcak bakmaları için 1970'le-rin başına kadar beklemek gerekti. Avusturya o zamanlar verim-

Kırk Ambar Sohbetlerili bir ortak sayılmazdı. Bugün de ihtiyar bir ülkedir ama zaten1970'lerin sonunda iktisaden Almanya'nın bir parçasıydı. Bu-günkü geniş Avrupa'yı yaratan saikler muhteliftir. Genç nüfus is-teyenler (vakıa artık Avrupa'nın hiçbir bölgesinde genç nüfus kal-madı) veya sosyalist eğilimleri dolayısıyla güneyli ve doğulu kar-deşleri aralarında görmek isteyenler veya eski Britanya DışişleriBakara Lord Owen'in dediği gibi "kendilerine ahlâkî borç duyu-lan büyük Avrupa'nın parçalan" yani Çekya, Polonya, Macaris-tan'ı yanlarında isteyen birtakım romantik Avrupa siyasîleri, bubölgelere yönelmenin sebebidir. Almanya ise buralarda sadece iktisadî değil siyasî bir bütünleş-meyi de hedefliyor. Oysa bu yeni açılımların neler getireceği bilin-miyor ve bir müddet sonra eski Batı Avrupa'nın yeni bir ayırım veörgütlenmeye gitmesi hiç de uzak bir ihtimal değildir. Avrupa Bir-liği, ABD'nin iktisadî, siyasî hegemonyasına karşı bir denge unsu-ru olarak ortaya çıkmıştı. O zamanki Sovyet hegemonyası ile ABDarasında yükselecek bu güç, demokrat dünyanın hayranlığını dakazanmıştı. Birtakım Sovyet ve Amerikan düşmanı güçler Çin,Fransa ve İngiltere'nin Birleşmiş Milletler'i yöneteceğini zannedi-yordu. Hatta de Gaulle'ün ABD'ye ve NATO'ya yaptığı çıkışlar soldünyanın alkışlarını topluyordu. Millet dirilen Avrupa'nın yeni birdünya kuracağını hayal etmeye başlamıştı. Oysa zaman göstermiş-tir ki; Avrupa'nın yaşlanan nüfusu, azalan hareket kabiliyeti vecevvaliyeti ve artan ehliyetsizliği, ABD iktisadiyatına da Japon-ya'ya da direnemez. Bu kıtanın icat yeteneği gerilemişti; hatta is-rail gibi bazı küçük çaplı ülkelerin bile gerisine düşmüştü. AçıkçasıBatı Avrupa iktisadî-teknolojik güç birliğine gidememekteydi.Fransız-İngiliz Concorde projesinin daha başından yarattığı sorun-lar o devirde J.J. Servant Schreiber tarafından büyük karamsarlık-

13

Page 14: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

la dile getirilmişti. Irak savaşının başlayacağı şu günlerde, Danimarka, İngiltere veYunanistan hariç başta Akdeniz bloku ülkelerinin ve dahası henüzeşikten girecek Polonya, Macaristan, Çekya gibi orta Avrupa ülke-leriyle birlikte Amerikan politikasını desteklemeleri, Avrupa Birli-ği'nin siyasî bir kuvvet haline dönüşemeyeceğini göstermektedir.Avrupa dünyayı gittikçe az tanıyor ve köşeli politikalardan vazge-çemiyor. Avrupa Birliği, Almanya'nın Doğu Avrupa'ya yönelik he-gemonyacı politikasıyla sağlam bir zemin kazanamaz. Gerçek an-

20. Yüzyıllamda ABD dışı bir kuvvetin veya kuvvetlerin ortaya çıkması isebaşka türden gelişme ve teşebbüslere bağlıdır. Irak savaşından uzak kalmaya çalıştığımız şu günlerde, Fransave Almanya gibi güzel sesli kahramanların desteği ile bir yere va-ramayacağımız açıktır. Ne politikalarında ne de söylemlerinde tu-tarlılık olan Batı Avrupa devletleri, savaş baskılarına karşı ihtiyacı-mız olan ittifak gücünü temin edemezler. Dolayısıyla Türkiye'ninkendi askerî gücünü iyi bilmesi, pazarlıklarında buna göre davran-ması ve dış politikada da uygun ittifaklara dayanarak barışçı politi-kayı götürmesi gerekir. Nihayet ABD ile alışverişin derece ve mik-tarını da bu sayede ayarlamak mümkündür.9 Şubat 2003

8 Mayıs 1945

Altmış yıl önce bugün, altı yıl süren yaygın bir Dünya Savaşıyapılan mütareke ile sona erdi. Mihver devletlerden İtalya, savaş-tan çekilmiş ve mütteffikler safına geçmişti. Almanya bugün tes-lim oldu, Japonya bilindiği üzere bir müddet daha direnecek veDünya Savaşı maalesef atom bombasının kullanılmasıyla sonaerecektir. Amerikalılar o zaman şimdiki gibi teknolojist değildi;bu savaşın bitmesi için Kuzey Afrika'da, Güney İtalya'da ve Nor-mandiya'da çarpıştılar ama asıl büyük savaşı Pasifik'te verdiler.Fransa'yı ve bütün Güney ve Batı Avrupa'yı Almanlardan Ameri-kalılar kurtardı; buna rağmen Paris'e girme şerefini Fransızlardanesirgemedikleri için son safhayı General Leclerc'in zırhlı birlikle-rine bıraktılar. Uzun harp Avrupa'yı altüst etmişti. Savaşın so-nunda Avrupa ikiye bölündü. Batı'da komünizm korkusu herkesisardı. Biz hariç bütün komşuları Doğu Bloku'na dahil olunca, Yu-nan Başbakanı Çaldaris'in Türkiye'yle "konfederasyondan bah-settiği hatırlardadır. Oysa Kızıl Ordu işgalinin desteğindeki Bal-kanlar'ın zayıf komünist partilerinin kurduğu rejimler, gerçektebu düzenin sonunu hazırlamıştır. Savaşın bilhassa insan kaybı bakımından en büyük yükünü Sov-yetler Birliği çekmişti. 1939 Molotov-Ribbentrop Paktı ile Almansaldırısını durduracağı zehabına kapılan Sovyetler Birliği 1941 ha-ziranında hazırlıksız yakalandı. Bu arada Türkiye ile her türlü sal-dırmazlık antlaşmasını reddettiği için İnönü Türkiyesi sancılı ve en-dişeli bir dönem yaşamıştı. 1941 haziranının sabahı saldırı haberi-ni alan İsmet İnönü'nün bu şoktan kurtulduğu, yatağında attığıkahkahadan bellidir. Rusya'nın 22 milyonluk insan kaybı ne kadar

14

Page 15: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

doğru bilmiyoruz. Ama şehirler yandı, sivil halk katledildi, ülkeninYahudileri ve Çingeneleri gaz odalarına yollandı. Stalin esirleremuamele konusunda Cenevre Sözleşmesi'ni kabul etmemişti, do-layısıyla Kızıl Ordu'nun savaş esirleri öbür müteffiklerinki gibi mu-

20. Yüzyılamele görmedi. Ağır şartlarda kamplara yığıldılar ve bunlardan birkısmı da ilk deneme olarak gaz odalarında imha edildi. Stalingradşehri hem Alman ordularının saldırısı hem de karşı kıyıda Katyuşadenen yangın bombalarıyla savunma yapan Kızıl Ordu'nun arasın-da kaldı. Ahşap şehir tamamen yanmıştı. Her Rus ailesi en kıymet-li eşyası olan piyanoyu yangından kurtarmak için bahçeye çıkar-mış, şehir bir piyano ormanına dönüşmüştü. Silah yetersizdi. Sov-yetler ülkelerini etten duvar halinde savundular. Silah üretimindeani artış ve İran'ın işgali ile müteffiklerin yardımı ulaşınca durumdeğişti. Türkiye'yi yönetenler, en başta I. Dünya Savaşının ihtiyat-lı kurmay subayı İsmet İnönü, Türkiye'yi savaşın dışında tuttu. Sonaylarda savaş ilan etmek; Cihan Savaşı sonunda yeni dünya düze-ninin kurulmasına katılmak, daha doğrusu hissedilen gelecektekiSovyet baskısına karşı Batılıların yanında yer ve destek aramakiçindir. Ülkeler savaşın bitimini neşeyle kutladılar. İnsanoğlu hayattakalma savaşı vermişti. 1945'ten itibaren ilk üç yıl içinde nüfus pat-laması yaşandı. 1960'dan sonraki refah yıllarında bile bu kadar ço-cuk doğmamıştır. Büyük şehirlerde zafer kutlamaları yapılırken,Stalin de savaşın galibi olan Kızıl Ordu şerefine kadeh kaldırdı. Yal-nız burada bir çatlama görüldü. Stalin "Kadehimi Rus halkı şerefi-ne kaldırıyorum çünkü bu savaşta en büyük direnç, fedakarlık vekahramanlığı Rus halkı göstermiştir" dedi. Unutulmayan ve diğerSovyet halklarını hafiften yaralayan bir kutlamaydı. Çünkü o büyüksavaşta Kafkasya'nın dağlarından Sibirya yaylasının küçük kavim-lerine kadar herkes aynı sıkıntıları çekmişti. Herkes "Sovyetler Bir-liği Savaş Kahramanları" çıkarmıştı. Avrupa, ABD sayesinde dirildi. Eski Avrupa altüst olmuştu. Mil-yonlarca Yahudi ya yok edildi ya da kıtayı terk etti. Başta Alman-ya ve Avusturya olmak üzere, büyük bir entelektüel çöküntü görül-dü. Alman üniversiteleri bir daha eski ışıltısına kavuşamadı. Ame-rika Birleşik Devletleri kıtanın bütün akademik ve teknik zenginli-ğini ithal etti. Eski hayat ve özgün kültür kayboldu. Dirilme ABDdesteğiyle mümkün oldu. Amerikan kültürü ve Amerikanizm, Av-rupa ülkelerinin yaşam kültürünü kendine benzetti. Bugünkü ABbile eski Avrupa'yı geri getiremez. 1945 yazında Roosevelt,Churchill ve Stalin arasında cereyan eden Potsdam Konferansı

Kırk Ambar SohbetleriAvrupa'ya kendine göre bir şekil verdi, yani ikiye böldü. Zaten ta-rımsal karakterli ve Çekoslavakya hariç sanayi bakımından Ba-tı'dan geri olan Doğu Avrupa ülkeleri bu bölünmeyle kültürel bağ-larını da kopardılar. Sonuçta bugünkü acayip ve sarsılmış DoğuAvrupa ortaya çıktı. En feci olay, parçalanan ailelerdi. Doğu'dançalışmak için Almanya'ya sürülen Sovyet vatandaşı işçiler, Sovyetidaresi tarafından "şüpheli şahıs" olarak görüldüğünden, birçoğuülkede kalan çoluk çocuğunu bir daha göremedi. Kruşçev devrin-

15

Page 16: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

de verilen serbesti ile bu yaralar deşildi. Müteffikler Almanya'yı birdaha dirilemeyecek, sanayisinin gelişmesine izin verilmeyecek birülke olarak tasarladılar. Ne var ki, Doğu Almanya üzerinde Sovyet-lerin hegemonya kurması, Amerikan-İngiliz blokunun bu prensip-ten çok çabuk vazgeçmesini sağladı. 1948 ve 1949'dan itibarenAlmanya'ya Amerikan sermayesi ve yardımı aktı. Batı Almanyaeski altyapısı ve insan kaynaklarıyla modern bir endüstri kurdu vekendisini yenen İngiltere ve Fransa'yı solladı. Bir kuşak içinde tek-rar Avrupa devi haline geldi. Gerçekte yaşadığı kültürel yıkımınfarkına varmayan bu ülke, iktisadî mucize dediği bu dönemde et-rafı küçümseme sürecine girdi. Yeni Almanya'nın Hıristiyan muha-fazakârlar veya sözde sosyal demokratlarıyla yeni bir saldırgan ta-vır içinde olduğu açıktır. Çok şükür askerî mirası I. Dünya Sava-şı' ndan sonraki gibi değildir; bir hayli gerilemiştir. Eski Avrupa'nın kültürel ve teknik uzantısı Ortadoğu'ya İsrailolarak sıçradı. Bu doğuş Ortadoğu Arap alemini büyük çalkantıla-ra şevketti, halen devam ediyor. Türkiye batılılaşma yolundakiuzun macerasını Amerikanizm ile sürdürdü. Olumlu ve olumsuz et-kileri vardır; ama her halükârda II. Dünya Savaşı'ndan sonra taraf-sızlığın getirdiği birikimi kullanması ve zamana uyum sağlayabilme-si ve de iktisadî örgütlenme yapısında, ama özellikle tarımdaki de-ğişmeleriyle en çok kalkınan ülkelerden biridir. Toplumumuz elanbu büyük değişimin getirdiği sancıları yaşıyor ve bu sancılar yüzün-den olumlu yönlerimizi de değerlendiremiyoruz. Bir savaş bitti; hatta onun getirdiği Soğuk Savaş döneminin desona erdiği söyleniyor. Acaba öyle mi? Hortum sadece ortalardadolaşıyor. II. Dünya Savaşı öncesinin ne ulusalcılığının ne de bencilliğininbittiği anlaşılıyor. Sadece kılıklar değişiyor ve yalancı söylemler ye-

20. Yüzyılni sözlük kullanıyor. Ebedî barış gelir mi, gelmez mi onu tartışacakdeğiliz. Ama savunmanın da nitelik değiştirerek devam etmesi ge-rektiği açık. ihtiyarlayan toplumların yanında gençleşen ve saldır-ganlaşanlar var. Olgun ve adil sandığımız toplumlar da maalesefhalen 19'uncu yüzyılı içlerinde barındırdıklarını gösteriyorlar. 8 Mayıs 2005

Büyük Savaşta Türkiye

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye "non-belligerent" denensavaşmayan ülkelerdendi. Ama asıl önemlisi bir dizi saldırmazlıkpaktı ve anlaşmalarla tarafsız ülke konumunu sağlamıştı. Ankarabirbirleriyle boğazlaşan ülke diplomatlarının faaliyet gösterdiği na-dir başkentlerden biriydi. Dışişleri birbirleriyle selamlaşmayan buinsanları cumhuriyet balolarında, törenlerde bir arada tutabilmekiçin protokol harikaları yaratıyordu. Tabii büyük şehirler casus do-luydu, eski İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın kurduğu "police-paralle-le" diyebileceğimiz teşkilat bu noktada yeterince etkili oldu. Şoför-ler ve bina kapıcıları anında bilgi getiriyordu, nitekim Büyükelçivon Papen'e tertiplenen suikastta da havaya uçan suikastçınınkimliğini, bıraktığı tek delil olan ayakkabıyı satan mağazanın tez-

16

Page 17: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

gâhtarları sayesinde öğrendiler. Herkes çok meraklıydı ve herkesher gördüğünü olağanüstü bir biçimde hafızasına nakşediyordu.Savaş biteli 60 yıl oldu ama uzun Dünya Savaşı, savaşan ülkelerinve halkların tarihlerinde derin ve onulmaz yaralar açtı. Nitekim Av-rupa'nın büyük ülkeleri artık büyük değildir; iktisaden eskisine gö-re daha iyi durumda olsalar da, kültürel ve ilmî üstünlüklerini kay-bettikleri açıktır. Türkiye, Birinci Dünya Savaşı'ndaki ağır hataları ve âdeta boşözlemlerle savaşa katıldığı için, bu sefer aşırı ihtiyatkârlıkla savaşındışında kalmış, savaşa girmek ve Almanya'ya harp ilan etmek içinson aylara kadar beklemiştir. Bu savaş ilanı da dünyayı yeniden in-şa etmek durumunda olan "Batılılara katılmak ve dünya savaşı so-nunda 'Nazi Almanya'sına yeterince karşı olmamak" töhmetindenkurtulmak içindir. Savaşın sonlarına doğru yani 1944 mayısındanitibaren, cumhurbaşkanı ve hükümet Almanlara açıkça sempatiduyanları değil, böyle bir zan altında olanları dahi, sadece resmîgörevlerden değil, toplumsal hayattan da tasfiye etmiştir. Gerçekşu ki Sovyetlerin bu dönemdeki Türkiye karşıtı söylem ve davra-

20. Yüzyılnışları, ülkede panik yaratmış ve komünizm karşıtı politika Rus-ya'ya karşı duygu ve tavırları da artırmıştır. Demek ki, hükümetMayıs 1944'teki milliyetçi sağcı takibatından sonra çok vakit kay-betmeden solculara da yüklenecektir. Savaş içinde Türkiye'nin ithalat düzeyi çok düştü. Her şeydenönce endüstriyel ülkelerin Türkiye'ye satacakları mal yoktu. Sa-vaşan şişkin ordular bütün stokları yutuyordu. Karaköy ve Emi-nönü'nün ithalatçıları limana uğrayacak ufuktaki bir gemiyi göz-lemek ve temsilcileri aracılığıyla ne bulurlarsa kapatmakla güngeçiriyorlardı. Tabii karaborsa ortalığı sardı. Hükümet tahıl kara-borsasını önlemek için sıkı tedbirler aldı ancak bu sadece fakirköylünün canını yaktı. Şehirlerde un ve şeker sıkıntısı vardı. Vi-layetin birinde kuyrukta bekleyenler hükümet konağına götürü-len bir tepsi baklavayı devirdiler. Ama işin doğrusu asayiş berke-maldi. Az sayıdaki polis ve jandarma ile Türkiye yönetimi sava-şın sıkıntılarını isyansız ve yağmasız atlattı. Bu, halkın, hüküme-tin ve devlet ananesinin ördüğü ortak bir başarıdır. Arşivlerdengörünen o ki, Oniki Adalar'daki İtalyan birliklerinin harekâtı bileen ince ayrıntısına kadar izleniyordu. Raporları gönderenler isesadece adalardaki Türk azınlık değildi; Rum nüfustan bile aynıhizmeti hem de ücretsiz olarak görenler vardı, Osmanlı'dan buyana devletin karaltısı sürüyordu. Buğday karaborsasından zengin olan "hacıağa" sınıfı, az za-manda büyük şehirlerde bile kendini hissettirdi. Buna karşılık savaşmakinesinin talepleri bitmiyordu. Türkiye elinde hammadde olarakne varsa sattı. Hatta bu hammaddeyi işleyip yarı mamul hale geti-recek sanayi henüz kurulamadığından ferrokrom veya işlenmişalüminyum değil, topraktan çıkan filiz olduğu gibi gönderildi. O dayetmedi; ABD, İngiltere ve Almanya'nın büyük firmaları yerel tem-silcilerinden ot, maden ve gıda namına ne bulurlarsa göndermele-rini istedi. Savaş sanayiinin ihtiyacı, yeni icatlar ortaya çıkarıyor-du; hangi bitkinin, maden cevherinin hatta toprak cinsinin ne işeyaradığı belli olmazdı. Zaten Türkiye'nin bitki ve maden envanteri

17

Page 18: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

tam bilinemediğinden, araştırıp bir şeyler bulmaları isteniyordu.Servetler birikti; planlı programlı kullanılmasa da bu birikim ve ar-dından gelen Marshall Yardımı ve ziraî makineleşme Türkiye'de birnesil içinde gelişme ve patlama yarattı.

Kırk Ambar Sohbetleri Savaş yıllarında ordu sıkıntı içindeydi. Mühimmat, silah, giyimkuşam derdi biliniyor. Biz ne söylesek boş; eli kalem tutan askerîtarihçilerin -ki bunların arasında başta o dönemin genç komutan-ları olan General Nurettin Tursan ve General Muzaffer Erendil degelir- hatıralarını bekliyoruz. Savaş yıllarında civarda gemisi batanveya uçağı düşen müttefik ve mihver devletlerin ordularına men-sup asker ve subaylar sık sık Türkiye topraklarına sığınırlardı ve ye-niden birliklerine ulaşana kadar bunlar büyük şehirlerin hayatınakarışır, eğlence yerlerine devam ederlerdi. Ankara'da Baba Kar-piç'in kendi marşlarını çaldırmak isteyen Alman ve İngiliz pilotla-rın kavga çıkarmalarını nasıl ustalıkla ve orkestranın desteğiyle ön-lediğini anlatırlar. Uzun savaş yıllarının sıkıntıları demokratik gelişmeleri hızlandır-dı. İaşe dağıtımı düzgün gitmese de halkımızda düzen ve kuyrukalışkanlığını geliştirdi. Dayanıklı ve sabırlı bir kitle olduğumuzu gös-terdi, imparatorluğunun son 40 yılını savaşlar ve yıkımla geçirentecrübeli bir ulusun nefes almasını ve kendine gelmesini sağladı.15 Mayıs 2005

Savaş Rüzgârları Mutlaka Hortum Değildir

Her savaş rüzgârı hortum gibi toplumları kapıp götürmez. Ba-zı savaşların dışında kalmak mümkündür; hırslardan, fırsatçılıktan,boş büyüme ve zenginleşme isteklerinden uzak duran devlet adam-ları ülkelerini böyle felaketlerden korur. Macaristan'da AmiralHorthy'nin, Romanya'da Antonescu'nun, Bulgar devlet erkânınınaksine İkinci Dünya Savaşı'nda kim ne derse desin Türkiye bu ko-runmayı başardı. Yoksa ister Mihver ülkelerinin, isterse son yıldaMüttefiklerin yanında savaşa katılalım; sonumuz iyi olmazdı.1943'te Müttefiklerin yanında savaşa girsek; gerçi Müttefiklerimizbizi bu savaş girişimi üzerine işgal eden Almanlardan kurtarırdı,ancak kurtaran Müttefik muhtemelen Sovyetler olacağı için, sonraonlardan kim kurtarırdı, bilmiyorum. (İkinci Dünya Savaşı gerçek-ten aşçı ve hizmetçi kavgasına benzer; arada olan porselenlere,yani küçük devletlere oldu.) Birinci Dünya Savaşı'nın felaketlerinden ders alan Türk yöne-ticileri o devirde gerçekten ustalıkla savaşın dışında kaldı. Berlinçökerken, Ankara'daki büyükelçi von Papen'in pasaportunu ye-ni veriyorduk. Bu anlamda Müttefiklerle birlikte sulh konferans-larına katılmak gibi bir yararımız da oldu. "Kaçırdığımız fırsatlar"edebiyatına boş verin. Bir ikinci nesli harcasak da, ne OnikiAda'yı geri alabilirdik ne de Batı Trakya'yı... Sadece dert torba-sına düşerdik. Birinci Büyük Savaşa lüzumsuz girdik. İttihatçıların bu felaket-li politikasına "Bizi galipler yağmalar" korkusu hâkim oldu. O dö-nemin İttihatçı zümresi kendilerinin modernize ettiği orduya ve

18

Page 19: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

bize dayatacak herhangi bir dış kuvvete karşı millete güvenemi-yordu. Haydi savaşa girdin; senden asker mi istendi ki Avustur-yalılara yardım için Galiçya'ya kolordu gönderiyorsun? "Mısır'ınfatihi" olacağım diye Süveyş Cephesi'nde evlad-ı vatanı döküyor-

Kırk Ambar Sohbetlerisun... Yavuz Sultan Selim Han'ın geçtiği çölü nasıl geçtiğimizmalum: Kum gözlüğü olmayan asker ve zabitanın birçoğu kör ol-muş. Birinci Dünya Savaşı'nın bu yanlışlıkları, yakın tarihimizdekendini sık sık tekrarlayan bir aşırı gayretkeşlik psikolojisinin te-zahürüdür. İkinci büyük savaşın başında Mussolini de "Hitler tarih yapar-ken, ben dışarıda kalamam" diye hazırlıksız İtalya'yı palas pandı-ras savaşa sokmuştu, İtalyan askerinin korkaklığından çok, ordu-nun donanımsızlığı yenilgilerde rol oynar. Saldırgan İtalya'nınkarşısında Habeşistan ve Yunanistan kan ve acıyla onurlu bir ta-rih inşa ettiler; İtalya ise utançla yenilgiyi tattı. Adis Abeba'ya Al-manların yardımı ile girdikleri anlaşılıyor. Mareşal Bodoglio'nunmuzaffer girişi bir teatral düzenlemedir. İkinci büyük savaşta Ge-neral Franco daha akıllı hareket etti. Almanya ve İtalya'nın ısra-rına rağmen kendisine iç harbi kazandıran bu dostlarının yanın-da savaşa girmedi. Sadece son anda "gönülü"lerden oluşan ün-lü Mavi Tümen'ini Rusya'ya yolladı. Maceraperestler ve hapisha-ne devşirmelerinden oluşan bu tümen iyi çarpıştı; böylece İspan-ya resmen savaşın dışında kaldı, Almanların ısrarını hafifletti. Üs-telik İspanya bu dönemde Portekiz ile birlikte en çok Yahudi mül-teci kabul ettiğinden, Batılıların hışmını da çekmedi. Bu, mecbu-riyetin sürüklediği mutlak bir savaştan ucuza sıyrılmanın örneği-dir. Birileri savaşa sürükler; ucaza kurtulmanın yolu vardır ve ga-liba bu politika pek değişmiyor. Kazanç hayalleri kurarken hesapyapmak lazımdır; askerler ve politikacılar arasında uyum ve teca-nüs (dayanışma) lazımdır. Türkiye bölgenin en güçlü ordusuna sahip. Sınırdışı görünensorunlar, sınırlarımızın içine de yansımış. Dumanı tüten imparator-luğun bıraktığı sorunlar; en başta etnik kalıntılar var. Öyle neme la-zımcı, ucuzuna infiratçı politikalar bu sorunları dışlamamıza maale-sef imkân vermiyor. Irak savaşı gelişen Türkiye'nin geçeceği en çe-tin imtihan. Bazı ilkelerimizin olması lazım; en kıymetli hazinemizinsanlarımızdır. Sınırlarımızın içinde kontrol edemeyeceğimiz geliş-melere ve müdahalelere müsaade etmememiz lazım. Türkiye çokfazla yakınlaştığı müttefiklerden hep zarar görmüştür. Bunu ABD'lidiplomatların tavırlarında gözlüyoruz. Amerikan aydını, gazetecisi,basit halkı çenesi düşük derecede konuşkandır; o kültür üslûp oyu-

20. Yüzyılnu yapmaya da pek müsait değildir. Ama Washington memurlarıLondra'daki meslektaşlarından bazı davranış kalıplarını alıp acemi-ce uyarlamışlar. İşlerine gelmeyen soruları, havaya bakarak ya daduymazlığa gelerek savuşturuyorlar. Cevap alamadığımız adamla-ra soru sormamak ve onlara da soru sordurmamak lazım... Bu il-keyi önce buraları iyi tanıyan ABD Dışişleri Bakanı YardımcısıMarc Grossman'a uygulayabiliriz.5 Ocak 2003

19

Page 20: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

İÇİNDEKİLER 420. YÜZYIL 8Anadolu Demiryolları'ndan Günümüze 9Sarıkamış 1914-15 1223 Nisan Meclisi 15Savaşın Eşiğinde Batı Avrupa 178 Mayıs 1945 20Büyük Savaşta Türkiye 24Savaş Rüzgârları Mutlaka Hortum Değildir 27

6 Haziran'da Fransa cumhurbaşkanı ve hükümeti, Normandi-ya'da çağdaş tarihin düğüm noktalarından birini teşkil eden ünlü çı-karmanın yarı gerçekçi bir yıldönümünü kutladı. Kuşkusuz Fransız-lar, vatanlarının kurtuluşunda Fransa'nın rolünü olduğundan çokvurgulamak zorundaydılar. Fransa teslim olduğu vakit, bu olay ba-zıları için dramatik, bazıları için bir bilinmezlik ve hiç de az sayıdaolmayan birtakım Fransızlar için de ümitvar (!) bir başlangıçtı.Fransızların önemli kısmı İngiltere'den nefret ediyordu; İngilizler-den daha çok solculardan ve de Yahudilerden... İşgalci Nazi Al-manyasının karşısında yenilenlerin çaresizliği içindeydiler. General Charles de Gaulle öyle anlaşılıyor ki mutlak çoğunlu-ğun değil, inatçı ve onurlu bir azınlığın lideri olarak millî sahnedeyerini almıştı. Fransa'nın işgalindeki şartlar ve Almanların tutumu,şüphesiz Polonya, Çekoslovakya, hele Rusya ile karşılaştırılamaz-dı. Fransızlar, Almanlar için, büyük Charles'ın torunları olan ku-zenlerdi. Avrupa bu iki unsurdan oluşuyordu ve yeniden onlar ta-rafından kurulmalıydı. Bu nedenle, Fransa işgali şüphesiz Polonya,Çekoslovakya ve hele Rusya gibi ağır şartlarda yaşamayacaktı.Mağlup Fransa, gördüğü hakarete rağmen, bu havadan yararlan-ma yolunu seçti. Verdun kahramanı Mareşal Petain başkanlığında,güneydeki Vichy hükümeti işbirliğini kabul etti. Fransız dili ve mutfağı ve kültürü Almanların hayranlığını çeker-di. İşbirlikçi Fransa, açıkçası Avrupa tarihinde birliği gerçekleştire-cek bir safhaya girdiğine inanmıştır. İlk safhada, de Gaulle'cü dire-nişe Moskova'nın uzlaşmacı tavrını izleyen komünistlerin de pek il-tifat etmediği açıktır. Ancak 1941'in haziran ayında Sovyetler ilesavaş başladıktan sonradır ki Fransız direnişinde solcuların payıçok arttı. Bu nedenle direniş efsanesi pek fazla renklendirilip bü-yütülmemelidir. Gerçek; Fransa'yı ön planda Amerikalılar ve İngi-

20. Yüzyıllizler kurtardı. 1943'te Sicilya ve Güney İtalya'ya çıkan Amerikanve Britanya kuvvetleri, bir yıl sonra daha büyük ve fedakârca birhamleyi, 1944'ün 6 Haziran'ında Normandiya kıyılarında gerçek-leştirdiler. Kanlı bir çıkarmaydı; o günkü Amerikalılar bugünkülergibi değildi. Yiğitçe çarpıştılar, Paris önlerine geldiler ve üstelikşehre General Leclerc komutasındaki Fransız birliklerinin girmesi-ni temin ettiler; böylelikle de Fransız halkının onuruna saygı gös-terdiler. Demek ki Jacques Chirac'ın 6 Haziran'da Bush karşıtı gösteri-

20

Page 21: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

lere izin vermemesi bizim basının çok bilmişlerinin tekrarladığı gi-bi "bizden daha az demokrat olmasından" değil, 200 bin askeriniAvrupa'nın kurtuluşuna kurban eden bir ulusun yıldönümü törenle-rine gelen temsilcisine saygıdan ileri geliyor. Fransa, Amerika Birleşik Devletleri'nin 1944 Haziran'ındakiağırlığını, 60 yıl sonra Rusya liderini de törenlere çağırarak gölge-lemek istedi. Rusya bu savaşta en çok kayıp veren ülkedir. Kayıp-larda nüfusa oranla Polonya başta gelir. Rusya'nın doğuda yaptığıbaskı, Normandiya ve İtalya ile birleşince Nazi Almanyası ezildi.60 yıl içinde artık ideolojisi değişen, eskinin kalıntısı ve tepkileriyok olmasa da yeni bir dünya görüşünün hâkim olduğu Almanyavar. Bu Almanya'nın her zaman âkil ve doğru olduğunu iddia ede-mesek de, eskisinden farklı olduğu açıktır. Yeni Almanya başbaka-nı ve savaş sonrası Alman toplumunun temsilcisi sayılan Schroder,buna rağmen bu törenlerde sarsıldı. Sorun şu; Almanlar değişse de, "mea culpa" (kusurunu itirafeden) şarkıları yüksek sesle söylese de, öbürleri o kadar samimi de-ğil ve tarihi yeniden yazmayı, teatral bir şekilde sahneye koymayıtercih ediyorlar. Öte yandan, Doğu ve Orta Avrupa'yı kurtaranSovyetlerin nüfuzundaki Çekoslavakya, Polonya ve Macaristan gi-bi ülkelerin tarihî Avrupa'dan yarım asırlık ayrılığı, sanıldığının ak-sine, onarılmaz yaralar ve problemler ortaya çıkarmıştır. Avru-pa'nın içindeki çelişkiler tükenmez; rekabet içindeki Avrupa ruhu-nun, rehavet içindeki ihtiyar bir nüfusla nerelere gideceğini bilemi-yoruz.13 Haziran 2004

1955 Yıh Eylülü

Bundan 50 yıl önce İstanbul bugünkünden farklıydı. 1955 sa-yımına göre bütün İstanbul vilayeti ancak 1,5 milyona yaklaşan birnüfusa sahipti. Bununla birlikte İstanbullular, Anadolu'dan gelennüfus akımından şikayet ediyordu. Şikâyet edilen nüfus ise büyükölçüde ailelerini bırakarak gelen amele, geçici işlerle uğraşan be-kâr nüfustur. Aileler halindeki akım sonraki yılların gerçeğidir. Ge-cekondu henüz surların dışında Kazlıçeşme, Zeytinburnu, Haliç'tensonra Silahtarağa gibi yerlere mahsustur. Taşlıtarla yani bugünküGaziosmanpaşa, Balkan göçmenlerinin semti olarak yeni doğu-yordu. Semt halkı hayatından hiç memnun değildi. İstanbul boştu.Suriçi ve Üsküdar dışında seyrek yerleşimli bir alandı ve İstanbul-lular yaşadıkları şanlı şerefli dramatik tarihe rağmen imparatorlukbaşkentinin âdet ve çizgilerini henüz koruyan bir kitleydi. İstanbul'da yaşam zordu; dar sokak ve caddelerden geçen tram-vayla karada, bildiğimiz Şehir Hatları vapurlarıyla denizde ulaşımsağlanırdı. İstanbul temiz ve düzenli bir şehir değildi, su sorunu var-dı ama çok güzeldi, doğal güzellikler ve yaşam her yerde hâkimdi.Salacak'ta, Ortaköy'de denize girilirdi, bu kentin fakiri de zenginide İstanbulluydu; en azından söylentiyle de olsa şehrin büyük eser-leri hakkında bilgileri vardı. Hiç değilse; "Sinan'ın çıraklık eseriŞehzadebaşı, kalfalık eseri Süleymaniye'dir, ustalığı Edirne'deki Se-limiye imiş" derlerdi. Birtakım orta sınıf hatunlar türbelerle birlikteayazmalara bile ziyarete ve adağa koşuşurdu. Herkes Karade-

21

Page 22: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

niz'den akıp gelen balık sürülerinin mevsimini ve adresini bilmesede, bilir görünürdü. Dışarıya karşı eleştirici ve titizlerdi. Eski İstan-bul'u da benimsemişlerdi. Etnik gruplar arasındaki gerilim katiyen dışa vurulmazdı. Dedi-kodu ve ölçülü bir mizahla her grup birbiri hakkında konuşurdu.Eskinin İstanbul'unda dinî-etnik gruplar arasındaki gerilim veya dış-

20. Yüzyıllama, varsa dahi Batının başkentleriyle kıyaslanamayacak kadardüşük düzeydeydi. Toplumun kültürel bütünleşmesi kısmîydi. Bu-günün gençliği gibi aksansız Türkçe konuşulduğunu söylemek zor-du. Rumca çok konuşulurdu. Helenlerin nüfusu yaklaşık 100 binkadardı. Yine Ermenice, Judeo-Espanyol dediğimiz Yahudi İspan-yolcası, İtalyanca hatta Protestan azınlığın konuştuğu Almanca vetabii Levantenlerin Fransızcası çarşı pazarda duyduğumuz diller-dendi. İstanbul kalabalık bir gayrimüslim nüfusa sahipti. Görünüşte fırtına kopartacak bir gerilim ve çatışma yoktu.Komşuluk ilişkileri sıcaktı. Yüz yüze ilişkide hakaretten kaçınılır,gruplar hakkındaki kanaat dedikoduya bırakılırdı. Ne açıkça bir an-ti-semitizm, ne açık bir anti-Helenizm ne de cemaatlerin kendi ara-larında naklettiği 1915 olayları dışında açık bir Ermeni veya Türkkarşıtı soykırım propagandası vardı. 6-7 Eylül hadiseleri bir katli-am değil, bir yağma olarak tarihe geçmiştir. Başlatanlar yağmacıdeğildi. Hükümetin bu işi bir politika aracı olarak düşündüğü anla-şılıyor ama işin nereye varacağını hesaplayamadıklan açıktı. Dahası 1960'dan sonra Yassıada mahkemelerinde bu yüzdenyargılanıp mahkûm edilen yönetici ve memurların hangisinin nekadar sorumlu olduğu da saptanmış değildir. İsim ve cisimle belge-lenmeyen bir iddia olarak, olayları başlatan küçük grupların Bal-kan devletlerinin zulmünden kaçıp gelenler olduğu çok tekrarlanı-yor. Tertipçi grup bir müddet sonra arkalarına takılan yağmacıla-rın karaltısından korkup çekilmiş olmalı. Doğrusu Balkan ülkelerin-de bu tip olaylar sıkça görülegelir ve hedef kitle yerli Müslümanlar-dı. Ne var ki sırf bu nedenle küçük ülke şovenizminin Türkiye'yeyakışmayacağı açıktı. Kıbrıs adasının Helen sakinleri İngiltere'den kopup bağımsız ol-mak istiyorlardı. Ne var ki Türk azınlık hiç de onlarla aynı fikirdedeğildi. Olması da gerekmezdi. Birbiriyle geçinemeyen iki etnikgrup her zaman için ayrı politika güderler. Eğer Rumlar İngiltere'yiistemiyorsa, Türkler isteyecekti. Çünkü kendilerine Helen bir Kıb-rıs'ta hayat hakkı verileceğine ikna edilmemişlerdi. Halen de edil-miş değillerdir. Kıbrıs Yunanistan'la Türkiye arasında bir sorun ha-line dönüştü. Adada EOKA teşkilatının kurulması ve cinayetleritepki yarattı. Halen kimin karar verdiği belli değildir. 6-7 Eylülolayları karşı tarafa bir gözdağı vermek için tertiplenmiş gibidir.

Kırk Ambar Sohbetleri 6-7 Eylülün fizikî görünümü vitrini kırılan dükkandan bulduğu-nu götüren sorumsuz serseri bir kalabalıktı. Yağmalanan bakkaldükkanında balık yumurtaları ve havyarı atıp peynir ve helva ara-yanlar veya ayakkabının yanlış tekini alanlar veya pahalı kumaş ve-ya kürkleri götüreceği yerde sokağa atanlar süflî bir manzara oluş-turmuştur. Çaresizlik ve utanç en çok gün görmüş İstanbulluları

22

Page 23: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sardı. Dükkanı yağmalanan berber veya bakkal komşularını sessiz-ce ziyaret ediyorlardı. Güçleri yetenler komşunun tezgâhını yeni-den kurmak için para topladılar. Bir kısım esnafın zararı devlet ta-rafından tazmin edildi; fatura ibraz edemeyenlerinki eksik tazminedildi. 6-7 Eylül olayları sırasında kan dökülmüş değildir. Ama so-kağı kaplayan hava sadece hedef kitle Rumları değil herkesi, Müs-lüman Türkleri bile dehşete düşürmüştür. Beyoğlu'nun çehresi değişti; bazılarının zannettiğinin aksine İs-tanbul asıl 1963'ten sonra Helen nüfusunu göndermiştir. Bununlabirlikte 1955 yılı 6-7 Eylül olayları Türkiye'nin dışarıdaki adına çokzararı dokunan, aleyhte abartılan bir propagandayı daima besle-yen yüz karası bir tertip ve kontrolsüzlük demektir. Anadolu'dakive Rumeli'deki bin yıllık Türk hâkimiyetinin tanımadığı, bilmediğibu saçma tertip, imparatorluğun bıraktığı miras üstünde bir leke-dir. II. Dünya Savaşı sırasında konulan Varlık Vergisi gibi anlamsızve istismara açık uygulamayla birlikte yeni nesillerin başına bir be-la olarak kalmıştır. Zira bir önceki kuşağın bıraktığı mâli borç veyaiktisadî çöküntü telafi edilebilir ama bu gibi budalalıkların bıraktığıintiba, yeni kuşaklar için ağır bir yüktür. Bu toplumun bu gibi olay-ları tekrar edeceğini hiç sanmıyoruz ama olayları da unutmak de-ğil, iyi öğrenmek gerekir. 6-7 Eylül olayları bazılarının dediği gibi1938 Kasım'ının Almanya ve Avusturya'sındaki Kristal Gecesi gibideğildi; 1950'lerin, kabuk değiştirmeye başlayan ve denetimin el-den çıktığı ve mutlaka kötü yönetilen İstanbul'unda devlet ve top-lum ananemizi zedeleyen bir çılgınlıktı. 4 Eylül 2005

12 Eylül'e Nasıl Geldik? 12 Eylül 1980 harekâtı, 20. yüzyıl Türkiye tarihindeki dördüncüaskerî darbedir. Birincisi 1908 Temmuz'undaki, tarihimizde II. Meş-rutiyet olarak bilinen ihtilâldi. Bu anayasal hareketin üzerinden bir yılgeçmemişken, 31 Mart 1909'da İstanbul'daki kanlı çatışma, Sela-nik'ten yürüyen düzenli ordunun birkaç taburundan ve yardımcı sivilçetecilerden oluşan küçük Hareket Ordusunun başkente gelip vaziye-te hâkim olması ile bastınldı. Balkan Savaşı sırasındaki Bâb-ı Âlî Bas-kını dediğimiz, gerçek anlamdaki üçüncü dünya tipi bir hükümet dar-besiyle II. Meşrutiyet'in çalkantılı tarihi devam etmiştir. Her üç olaydada aktörler hemen hemen aynıdır, çekirdek İttihat ve Terakki Cemiyeti'dir. Son darbede Bâb-ı Âlîye giren silahşörler ve başlanndaki En-ver Bey, Harbiye Nazırı Nazım Paşayı katlettiler, sadrazama silah zo-ruyla istifaname yazdırdılar. Dahası Enver'in görülmemiş bir cüretle si-lahlı olarak padişahın karşısına dikilip Mahmut Şevket Paşayı Sadra-zam tayin ettirmesiyle bu darbecilik geleneği doruğa çıkmıştır. O kadar kanlı çatışmalar ve pahalı tedbirlerle 1826 yılında kaldır-dığımız yeniçeri ihtilâli geleneği, maalesef daha 19'uncu yüzyılınikinci yarısında Sultan Abdülaziz'i deviren Hüseyin Avni Paşanın hü-kümet darbesiyle yeniden dirilmişti. Sultan II. Abdülhamid'in diktatörrejimi bu kırılmanın devamını ancak otuz iki sene geciktirebildi. II. Meşrutiyet, darbeler zinciriyle on sene kadar sürmüştür; so-nunda Adriyatik'ten, yani Preveze ve Arnavutluk'tan Basra Körfe-zi'ne kadar uzanan bir imparatorluğun cenaze namazı kılınmıştır.Elbette ki imparatorluklar yıkılır ama bu yönetimin bilgisizliği işi ça-

23

Page 24: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

buklaştırıp savaşı getirmese, Arabistan daha onurlu ve oturaklı biridareyle bağımsız olur, asıl unsur Türk halkı da 20. yüzyıla dahahazırlıklı ve savaşta kaybetmediği kadroların yapıcılığı ile girerdi. Cumhuriyetin kurucu öncü kadroları İttihatçılığı yakından tanı-dıkları ve hatta bir ara bu muhalif harekete üye oldukları için bu ta-

Kırk Ambar Sohbetlerilihsiz olaylardan yeterince ders çıkarmışlardı ve askerin siyasetekarışması konusunda son derece temkinliydiler. Askerlikle idarî gö-revler arasına kesin sınırlar çektiler; askerlerin mebus olamamasıgibi kanuni tedbirlerin yanı sıra ustalıklı politik manevralarla aske-rî müdahaleleri önlediler. 1960 darbesi, siyasetin değişen ortamına ayak uyduramayanTürkiye'nin siyasî ve idarî kadrolarının ortak hatasıdır. İnsanlar An-kara ve İstanbul'daki talebe nümayişinden ürktü; iktidar ve muha-lefet ise çok partili hayatı sağlıklı olarak götürme olgunluğundanuzaktı. Abartılı ve çiğ bir siyaset güdülüyordu, muhalefetin çıkışla-rı da iktidarın tedbirleri kadar olgunluktan uzaktı. Mayıs'tan sonra-ki Yassıada safhası iç açıcı olmayan görüntüler ortaya çıkardı. So-nuçları itibarıyla kırgın bir yönetici sınıf ve onların çocukları sonra-ki dönemde siyaset yaptılar. 1960'tan sonra siyasî hayatta görülen değişmeler; yeni partiler,yeni siyasî dernek ve tartışmalarla Türkiye'nin yeni bir anayasal dö-neme girdiği görülüyordu. Hiç kuşkusuz ki bazı safdil hatalar hayatızorlaştırıyordu. Anayasa Mahkemesi dünyada örneği az bulunan birkuruluştu, özlendiği gibi kurulup işlediğini söylemek mümkün değil-dir. Cumhuriyet Senatosunun kendinden bekleneni ifa eden bir or-gan olmadığı anlaşıldı. Anayasayı tamamen değiştirip yenisini yap-mak 27 Mayıs döneminin getirdiği bir heyecandır. 1982 Anayasasıda bir başka heyecanlı grubun eseridir. Oysa rahmetli Tahsin BekirBalta ve bazı arkadaşlarının üstünde durduğu gibi 1924 Anayasası'nıtashih ve yeniden ilavelerle yürürlükte tutmak daha isabetli olurdu. 1971 askerî darbesi genelde siyasi partileri kapatmadı. Ne varki Türkiye insanların evine kadar giren bir terör dalgasına maruzkaldı. Hükümetin çok iyi teşkil edildiği söylenemezdi. Başbakanyardımcısı, çıkartılacak yeni ceza kanununun geriye yönelik uygu-lanacağı gibi vahim hukuk hatası içeren tehditlerle siyasî partilerive Meclis dışı grupları terörize etmeyi amaçlıyordu ama gerçektehükümet güçsüzdü ve bakanlar arasında fikrî birlik yoktu. Bu dö-nemde iktisadî hayatta bir dinginlik olduğu görülüyor. Siyasî ba-kımdan ise insanlar huzursuz kılındı. Sonraki dönemin bakanların-dan Altan Öymen'in uçak kaçırma suçuyla tutuklanması, operas-yonlardaki acemiliğe bir örnektir. Bu örneklerin sayısı çoktu. Anka-ra, hava kirliliğine siyasî kirliliğin de eklenmesiyle entelektüeller ta-

20. Yüzyılrafından âdeta boşaltıldı, istanbul ve İzmir'e göç başladı. Başkentinkültürel hayatında bir düşme görüldü. Dönem içinde siyasî muhale-fet Bülent Ecevit tarafından CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'ye veaskerlerle işbirliği yapan diğer siyasilere karşı yürütüldü. Hiç şüphe-siz bu cehdi Ecevit'e serbest seçimlerde en büyük başarıyı getirdi.Darbeci rejim, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler'in ga-ranti görülen cumhurbaşkanlığının, değişik kesimlerden politikacıla-

24

Page 25: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

rın ortaklaşa çabası sonucu engellenmesiyle sona erdi. Yukarıda serbest seçimden bahsettik. Serbest seçim Türkiye'de-ki askerî darbelerin sonunu getiren ve bizzat işin başındaki asker-lerin mutlaka uydukları bir yükümlülüktür. Bunun da nedenlerin-den birisi ordudaki terfi sistemi ve hiyerarşidir. Hiç kimse ilelebetaskerî komuta mevkiinde kalamaz ve bu da sivil hayata geçişi hız-landıran süreçleri besleyen bir devlet ve toplum geleneğidir. 1973 seçimlerinden sonra umutlarla birlikte kanlı ve çatışmadolu bir dönem başladı. Çatışmanın üniversiteleri tahrip ettiği açık-tır. Bu çatışmaların arkasında üniversite yönetimi ve öğretim üye-lerinin rolü hemen hiç yokken en çok onlar suçlandı. Etrafta ölümlisteleri dolaşıyordu; en müessif olaylar Ord. Prof. Bedri Karafaki-oğlu gibi sağla solla ilgisi olmayan veya Ümit Doğanay, Cahit Or-han Tütengil, Bedrettin Cömert gibi siyaset sahnesine çıkmayanhocaların öldürülmeleriydi. Asayişsizlik ve cinayet üniversite hocasından taşradaki öğret-menlere, siyasî parti yöneticisinden fabrikatöre, partiliden bakanaherkesi kurban diye yutuyordu. Silahlı çatışmanın ortasında kalan-ların serseri kurşunlara hedef olması kaçınılmazdı. İkinci DünyaSavaşı'nda Stalingrad savaşını gören bir sivil "Orada bile bu kadarkorkmamıştım" dedi. Maraş ve Çorum gibi mezhep çatışması gö-rünümlü iç savaş provaları, maalesef hükümetle ordu arasındakianlaşmazlıklar yüzünden asayiş ve sıkıyönetim konusunda gerekenani tedbirlerin alınmasını ve en başta sıkıyönetimin ilanını gecikti-riyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise cumhurbaşkanını seçemi-yordu; nerede kaldı ki olayları önleyecek bir millî hükümet kursun. Türkiye'yi 12 Eylül darbesine sürükleyen olaylar ve kurumsalçatlamalar böyle gelişti. 11 Eylül 2005

12 Eylül Neler Getirdi?

12 Eylül 1980 sabahı sadece Türkiye'nin değil, Avrupa ülkele-rinin televizyonlarında da kısa aralarla sürekli olarak darbe haber-leri ve röportajlar veriliyordu. En çok göze çarpan ve tekrarlananmanzara, Anıtkabir'in merdivenlerini muhtemelen bir 30 Ağustossabahı tırmanan generaller ve subaylardı. Bu mutantan manzaraile Türkiye askerî bir devlet ve toplumun ülkesi olarak gösteriliyor-du. Avrupa'daki Türk işçileri ve gençlerle yapılan röportajlardaherkes "Geç bile kaldılar" diyordu. Sonradan rejimi çok tenkit ede-cekler dahil, başlangıçta karşı görüşe pek yer vermiyorlardı. Anla-şılan bu darbe istikrar için ilk anda hoş karşılanmıştı. 1980'ler için sert sayılan bir uygulama siyasî partilerin kapatıl-ması ve Millet Meclisi ile Senato'nun dağıtılmasıdır. Liderler ise birDeniz Kuvvetleri üssü olan Hamzakoy'da hakikaten misafir edildi-ler. 1960'taki Yassıada olayları herkesin hafızasına kazınmıştı veTürkiye politika topunun yuvarlak olduğunu anlamıştı. Bu kısa dö-nemden sonra Bülent Ecevit anlaşılan geçmişin bir muhasebesiniyaptı ve gelecek için yeni bir strateji ve politika saptadı. Başta par-tisinin merkez karar kurulları, hatta il örgütleri ve tabii milletvekilive senatörleriyle, partili belediye başkanları ve eski bürokratlarıylailişkiyi tamamen kopardı, kendisini arayanları da kabul etmedi. Sü-

25

Page 26: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

leyman Demirel ise aksine partili partisiz, eski dostları kadar mu-haliflerine de kapılarını açmıştı. Anlaşılan ulusal demokratik cephebaşkanlığını benimsemişti. Bir olay hatırlıyorum; İstanbul eski mil-letvekili Çağlayan Ege, Ecevit'e ulaşamayınca Demirel'in kapısınıçalıp uzun uzun dertleşmişti. Aslında Türk siyasetini götürenlerin yalnızlığı ve temelsizliği açı-ğa çıkmıştı, politikacının bu gibi zamanlarda genel başkanındanbaşka arayacağı, başvuracağı, temasa geçip istişarede bulunacağıve birlikte hareket edeceği zümre ve kurumlar yoktu. Türk demok-

20. Yüzyılrasisinin yapısal zaafı o günden bugüne giderilebildi mi, doğrusutartışılır. Demokrasi, örgüt ve asıl önemlisi gelenek demektir. Ta-rih şuuru olmayan ve örgütsel dayanışmayı teşkil edemeyen de-mokrasilerin bu dönemlerde dayanamayacağı açıktır. 12 Eylül üniversitelerin hepsine, 12 Mart'ta Orta Doğu TeknikUniversitesi'ne yaşatılanları yaşattı. Üniversiteden uzaklaştırılanlarsoruşturmaya ve mahkemeye tabi tutulmamıştı. Ankara Üniversi-tesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ve asıl önemlisi Eskişehir Ana-dolu Üniversitesi bu dönemde kadrolarını muhafaza eden kurum-ların başında gelir. Siyasî hayatın süpürülmesi, bir müddet sonraehliyetsiz ve yerden bitme siyasî kadroların oluşturduğu partileriyarattığı gibi; Anadolu'da sayısız üniversite açılmasına rağmen,üniversiteler de bir daha düzelmesi zor sakat bürokratik yapılaragirdiler. Bunu YÖK sistemi mi yarattı? Cevabın evet olması kolay-cılıktır. Maalesef İstanbul Üniversitesi'nin şark usulü kürsü gelene-ği ve biz hocaların içindeki idarecilik ve mevki düşkünlüğünün debu ucube sistemin doğmasında payı büyüktür. Üniversitelerde önplanda özlük hakları üzerinde sınırlamaya gidildi, terfi edemeyenhocaların hepsi bir müddet sonra terfi ettirildi. Fakat özlük hakla-rı sorunu bütün üniversite camiası ile YÖK'ü karşı karşıya getirdi. Rayından çıkan asayiş ilk iki-üç hafta içinde şaşılacak bir sürat-le düzeldi. Fakat ondan sonra Millî Güvenlik Konseyi Başkanı Or-general Kenan Evren ve konsey üyelerinin demeçleri hoşnutsuzlu-ğu artırdı. Bu dönemde ilk defa Avrupa basınında ve siyasi çevre-lerde oluşan muhalefete Türkiye'deki aydınlar da destek verdi veAydınlar Dilekçesi gibi bir hareket, bazı ilgisiz kimselerin imzasınınalınması ve bazılarının gülünç gerekçelerle imzalarını çekmesinerağmen, Batı Avrupa politikacı ve aydın çevrelerde de destek gör-dü. Sağdan sola bütün siyasilerle aydın takımı, devleti yöneten or-general Kenan Evren'le karşı karşıya geldi. Bu, Türkiye'deki dev-let ananesi açısından hayırhah olmayan bir gelişmedir. İşte burada ilginç bir sağduyu örneği görüldü; pek tasvip edi-len bir metin olmamasına rağmen, Anayasa'yı reddetmenin dahabüyük sorunlar ve gerilimler yaratacağını gören halk yüzde 92 ora-nında Anayasaya "evet" dedi. Oysa 1961 Anayasası'na verilenevet oyları çok daha düşüktü, 20 yıl içinde Türkiye halkı daha uz-laşmacı ve adam sendeci bir tutum benimsemişti, pek haksız da

Kırk Ambar Sohbetlerideğildi. Nihayet Türkiye'nin geleneği askerî yönetimi beklenen ey-leme götürdü; siyasî partiler kuruldu ve 1983'te genel seçim yapıl-dı. Bundan önce Anayasa gereği Millî Güvenlik Konseyi üyelerinin

26

Page 27: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

siyasî dokunulmazlığı sağlanmıştı ve Orgeneral Kenan Evren decumhurbaşkanı seçilmişti. 12 Eylül darbesi için söylenecek çok şey var; Turgut Özal'ınbaşbakanlığı döneminde bütün gürültüsüyle yönettiği iktisadî poli-tikanın acılı kısmı yani banker iflasları bu dönemde onun başbakanyardımcılığına rastlar. Sıkı iktisadî politikaların verimli ikinci safha-sı ANAP'ın ihtişamını hazırladı. Türkiye'nin siyasî hayatının kendi-lerine pek sorulmadığını gören sağ ve sol aydınlar bu dönemde birdiyaloğa girdiler. Askerî rejim çok açıktır ki sağı da solu da hizayagetirmek niyetindeydi. Ülkücü gençler de hapishanelere kondularve idam edilenler oldu. Sol ve sağ gruplar içinde halen kamu hiz-metinden yasaklı geniş bir zümre vardır. 12 Eylül harekâtı tasvipgörmedi ama Türkiye'nin zaafları dolayısıyla kaçınılmaz bir tarihîolay olduğunu kabul etmek zorundayız.18 Eylül 2005

İpin Ucu Dünya infial halinde; çaresiz ve zayıf olana meyl ve muhabbetgöstermek insanların en tabii duygusu... Türkiye'de bir nabız yok-laması yapılsa, çoğunluk Filistinlilerden yana rey verir. "Çoğunluk"diyorum; çünkü hiç öyle düşünmeyenler de bir hayli var. Hatta ha-yatından bezmiş bazıları "Şu mitinge sarf edilecek paraları fakir fu-karaya dağıtsalar daha çok hayır duası alınır" diyor. Tabii anlat an-latabilirsen; bu iş fakir fukaranın hayır duası almak keyfiyeti değil,diye. Mitingler yapılıyor; yapılsın ama ipin ucu da orada kaçıyor. "Hitler'i daha iyi anladığını" İngilizce yazmış pankarta... Ne senne de senden sonrakiler anlar, Hitler'in ne olduğunu ve nasıl birtoplumda ortaya çıktığını. Hitler'i anlamak için iki nesil eğitim gö-rüp dünyayı gezmeniz gerekir. "Bizim toplum dengesiz" deriz amabu dengesizlik bazılarının eğitimsizliğinden ileri gelir. Hitler'in to-runları bizimkileri Solingen'de evlerinin içinde cayır cayır tutuştur-duğunda "ırkçı" diye bağırırız; sonra da bugünkü kundakçı dazlak-ların dedesine "hak verirsek" adama ne denir diye düşündünüzmü? En azından hafızası yok, mantığı hiç yok bir acayipler güruhuderler. Maalesef Müslüman kitleler Batı dünyasını lafta protesto et-seler de tanımıyorlar. Bu yüzden bazı uçuklar Hitler'i kendilerininmüttefiki sanmak gibi bir gaflete de düşüyorlar. ' Anti-semitizm dediğimiz Yahudi düşmanlığı bizim topluma Filis-tin'deki İsrail hâkimiyetinden sonra girdi. Yalnız, söylemin kayna-ğı Arabistan'a da Batı kaynaklarından girdi. Yahudilik'in menfurdünya hâkimiyetini planlayan "Zion protokolü" adlı metin ÇarlıkRusya polisinin 19. asırda telif ettiği ve dağıttığı bir uydurmadır.Bu minval üzere yazılan birçok kitabın en vülger (avami) örneğidir.Batı'nın anti-semitistleri Filistin'deki faciayı bahane ederek meselâFransa'da Yahudi mezarlıklarına saldırmaya başladılar. Saldıranla-rın Araplardan da Yahudiler kadar nefret ettiği malum. Niye diye

Kırk Ambar Sohbetlerisorsan hayatının bütün olumsuzluklarını Yahudi kapitalistlere veArap göçmenlere bağlar. Türkiye'nin Müslümanı oldum olası ken-dine gelmek mecburiyetinde ve Filistin davası Batı'nın cürufunuyani anti-semitizmini benimsemek için geçerli mazeret değil. Yahudi düşmanlığı devlet ve millet ananemize ters bir tutumdur.

27

Page 28: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Engizisyondan kaçanlar dahil, Osmanlı, Yahudi'yi asıl çekiştiğikuvvet olan Hıristiyan dünyaya karşı bir müttefik olarak görmüş vehimaye etmiştir. Dahilde bilhassa Rum-Ortodoks takımının Yahudidüşmanlığı, her Fısıh bayramında iğneli fıçı hikayeleriyle Yahudimahallelerine saldırıp Yahudileri dövmeleri ve öldürmelerini devle-ti-i aliyyenin jandarması önlemiştir (eski Roma geleneğinden beriYahudilerin çocuk kaçırıp, öldürüp, kanını hamursuzun içine kat-tıkları efsanesi dolaşırdı. Bizde bu hikâyeye inanan ilk Türk veMüslüman 20. yüzyılda Cevat Rıfat Atılhan'dır. Çünkü biz aslındaböyle hikâyelere inanmayacak kadar akıllı bir toplumuz). Elhak Batı dünyasında Türklerin lehine yazan tek zümre de Ya-hudi aydınları olmuştur (Karl Marx dahil). Ünlü İngiliz BaşbakanıD'Israeli Türk taraftan politikasından dolayı parlamentoda muha-lifleri tarafından "Yahudi" diye tempo tutularak protesto edilmiştir.Filistin davasında gözü kapalı partizanlık değil en âkil ve adil yar-gıçlığı yapacak bir milletiz. Bu gibi sesler bizim misyonumuza göl-ge düşürüyor. İyi Müslüman olmak için tarihimize bilinçle sahipçıkmak yeter. Şamata çıkarmanın manası yok. Memlekette bu gi-bi ters sesler kimsenin pek ilgisini çekmiyordu ancak Fenerbah-çe'nin sevilen ve başarılı oyuncusu Revivo da bu gibi protestolarahedef olunca futbol ve takım aşkına meselenin vahametine dikkatedildi. Biz Osmanlı'nın mirasçısıyız; etrafa başka türlü bakmamız,ciddi adamlar olmamız gerekir.21 Nisan 2002

Karşı Propaganda Teknikleri

Malum, Londra'da Türk sanatını tanıtan başarılı bir sergi açıl-dı. "Türkler" adını taşıyan bu sergi orijinal bir bileşim olup gün-de 10 binin üstünde, rekor sayıda ziyaretçi çekiyor. Maalesef bubaşarı siyasî arenada bazılarını rahatsız ediyor. Siyasî militanlargüzellik ve bilgiyi bile siyasî bir malzeme olarak değerlendirir. Su-iistimal etmeye kalkarlar. Bunun son örneklerinden biri Interna-tional Herald Tribune'ün 12-13 Mart tarihli sayısında SourenMelikian'm kaleme aldığı yazıdır. Melikian sanat tarihçisidir amaTürk dili ve sanatı alanında bilgisizdir. Son 30 yıllık Türk-Erme-ni çekişmesindeki göze batan en önemli noksan Ermeniler ara-sında Türkolog, Türkler arasında Ermeni uzmanı olmamasıdır.Fakat benim gördüğüm husus; Souren Melikian gibileri bu nok-sanların pek farkında değildir. Serginin başarısından rahatsız olu-yor ve teşhir edilen malzemenin Türk sanatıyla ve Türklerin tari-hî macerasıyla alâkası olmadığı gibi bir karşı çıkışla, bu konuda-ki ayrıntıları değerlendiremeyecek gazete okuyucusu kitleleri et-kilemeye çalışıyor. Sanat tarihinde geçen asırda rastlanan ilkel bir görüş vardı;Türk sanatı dediğiniz nesne ya Çinlidir, ya İranlı, ya Arap ya da Bi-zanslı. Bu görüşü maalesef Türk bilginleri değil, sanat eserlerinde-ki üslûp inceliklerini sistematik olarak incelemeye başlayan Batılıuzmanlar çürüttüler. İran, Orta Asya ve Anadolu'da Türk hâkimi-yeti devrindeki bilgin ve sanatçıların Türk imparatorluklarının ida-rî organizasyonu sayesinde yeni bir yaratıcılık devresine girdiğinigösterdiler. Meselâ Selçuklular ve Osmanlılar ama asıl önemlisi Ti-

28

Page 29: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

murlular, yüzlerce, bazen bin kilometre öteden çeşitli dallardaki us-taları örgütleyip bir yere celp ediyorlardı. Sadece bu idarî dehanınmimaride ve sanatlarda nasıl yeni bileşimler meydana getirdiğinidediğimiz gibi Türk bilginleri değil; Avrupalı ve Rus bilginler orta-ya koydu.

Kırk Ambar Sohbetleri Son iki asırda yetişen Türkologlar, Türklüğün sanatlarda ve mi-maride güçlü veya az güçlü yeni katkılarını ele aldılar. Zira Türklerimparatorluk yönetirler. İmparatorluk yönetmek ayrı bir sanattır.Çeşitli milletlerin sanatlarını kendilerine göre taklit eder veya bazıunsurlar ilave ederler. Batı sanat tarihçileri Souren Melikian gibideğildir. Onun görüşü eskimiş ulusalcı bir yaklaşımdır. Meselâ, Or-ta Asya Türk sanatında etkisi büyük olan Soğdluları yani modernTacikistan'ın atalarını Türk tarihsel ve kültürel oluşumundan ayırtetmek kaba bir anlayıştır. Gerçi bugünkü Tacikler de Farsça konu-şan her ulusu Tacik diye niteliyorlar ama İran kültürü etnik bölün-melere rağmen bir bütündür; Pamir Yaylası'ndan Azerbaycan'a ka-dar konuşulan lehçelere rağmen bir İran edebiyatı ve ortak bir ya-zı dili vardır. İran kültürüyle Soğdlular ve İran yaylasındakiler ara-cılığıyla kaynaşmak, ondan edebiyatta ve sanatta unsurlar almak,Türklüğün tarihi için ancak bir onur ve ustalık göstergesidir. Mese-lâ Ermeni kültürünün erken çağlarda eski İran'la çok müşterek ta-rafı olmasına rağmen, sonraları bu rabıtayı devam ettirecek maha-reti kaybettiğini uzmanları söylüyor. Melikian, Tebrizli Mehmet Siyahkalem için Çinli kopyası diyor.Bu niteleme hiçbir uzmanı ikna edemez. Ama hedef alınan zatensergiyi gezen ortalama halktır. Bir de müzelerinizde daha çok Os-manlı eseri var, onları getirseydiniz demekle Osmanlıyı Türklük ta-rihinden ayırmak gibi yavan bir çabaya girişiyor. Melikian'ın bu ay-rımları yapacak bir Türkiyat bilgisi olmadığını herkes biliyor. Bütünbir sergiyi Çinli, İranlı, Arap hatta Batı Avrupalı eserlerin Türk di-ye sunulması olarak nitelemek ve kültür hırsızı müşterek bir Türkdüşmanlığı yaratmaya çalışmak bayağı bir propagandadır. "Türkler küçük bir askerî azınlıktır" sözü yavan eski zihniyetigösteriyor. Hiçbir küçük askerî azınlık bir yerde asırlarca kalamaz.Türklerin İran, Orta Asya ve Anadolu'daki kültürel varlığı impara-torlukların getirdiği bileşim ve yeni sentezdir. Maalesef Nisan 1915olaylarını gündeme getirmek için diasporada bu gibi tartışmalarada müracaat ediliyor. Oysa ortada asırlardır birbirinin kültürünü vegünlük yaşamını saygıyla kabullenen iki ulus vardır. Bu ortaklığı an-lamak gelecek için çok önemlidir. Henüz Ermeni tetkiklerine gir-memiş ama girmesi kaçınılmaz olan genç Türk bilginleri umarızileride Souren Melikian gibilerinin ucuz yöntemiyle Ermeni cephe-

20. Yüzyılsine saldırmazlar. Çünkü komşu iki kavmin müşterek gelecekleriniinşa etmek için çok hassas ve korumaları gereken bir alandır kül-tür. .. Şu sıra propaganda teknikleri ilginç gelişmeler gösteriyor. Yer-yüzünde Yahudi toplulukları ile oldukça hadisesiz yaşayan nadirtoplumlardan biri Türklerdir. Buna rağmen Türklerin arasında Ya-hudi düşmanlığının yani antisemitizmin yükseldiğini ispatlamaya

29

Page 30: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

çalışmak ciddi bir aydın endişesinden çok bir safdillik veya yönlen-dirilmiş bir zıpırlıktır. Hitler'in "Mein Kampf" yani "Kavgam" adlı ki-tabını Türkçeye çeviren Hüseyin Cahit Yalçın'dır. Hüseyin CahitYalçın, Hitler'in ve etrafının tanıdığı bir Almanya düşmanı ve Nazialeyhtarıydı, ikinci Dünya Savaşında İngiltere-Fransa blokunu tu-tardı. Bu eseri çevirmesi "Herifin çıkardığı berbat şeyi okuyun dagörün" tutumudur. Ben bunu üniversite yıllarında okumaya çalış-tım. Basit, slogancı, yavan tahlillere dayanan ve tekrardan sıkanbir kitaptır. Bununla beraber kitap okuma alışkanlığı olmayan, zor-luk çeken kitleleri sürükleyebilir. Sırf Almanya'da değil, birçok ül-kede bazen 100 binlerce basılıp satılmıştır. 70 milyonluk Türki-ye'de 30 bin adet satılmasını bir facia diye sunmak, dediğim gibiya ciddiyetten uzaktır ya da bazılarının özlediği bir faciadır. Türki-ye'de antisemitizm çok dar zümreler arasında, özellikle İkinci Dün-ya Savaşı ve sonrasında Filistin sorunu dolayısıyla yerleşmiştir.Türkiye ve Türk halkı bir yerlerden koparılmak, izole edilmek veyeni suçlamalarla kuşatılmak isteniyor. Gerçekler kadar inşa edil-miş renkler ve yorumlar da bunda rol oynuyor. Ancak kuşkusuz Türklere karşı propagandanın en ilkelini amaetkilisini her zaman olduğu gibi Türklerin kendileri yürütüyor. Te-levizyondaki açık oturuma Gedikpaşa Kilisesi'nden sayın KirkorAğabafyan'ı çıkartırsınız. Bu seçimi kendiniz yaptınız. Bilen birinesormadığınız da açık. Buna rağmen karşısındakiler biteviye konu-şurken onun sözü kesilir ve saat tutulur. Televizyonlarda herkese"sayın" veya "bey" diye hitap edilirken birisi; "Kirkor efendi..." di-ye hitap eder. Şurasını söyleyeyim; böyle yavan tekniklerle bu da-va konusunda kendi insanlarımızı bile ikna edip bilgilendiremezsi-niz, dünyayı saran uydurma propagandaya karşı ise hiç donata-mazsınız. Bu gibi yollarla olsa olsa Türklerin aleyhinde hava yara-tırsınız. Ermeni konusu ve soykırım iddiası ciddi mecraya girmiştir.Bütün bir kavim geçmiş ve geleceği ile suçlanıyor ve mahkûm edil-

40 Kırk Ambar Sohbetleri

mek isteniyor. Tarih bilgisi olmayan insanların desteksiz konuşma-sı veya birtakım panellerin tertiplenmesi bir özgürlük konusu değil-dir, sorumsuzluktur. Bizim bu gibi sorumsuzluklara müsamaha et-memiz doğru olmaz. 20 Mart 2005

2AB ve TÜRKİYE

Geleneğini Terk Eden Avrupa Avrupa medeniyetini kısaca tasvir edenler, onu etrafındakiler-den ve kendinden öncekilerden ayıran başlıca iki niteliği üzerindeönemle dururlar: Birincisi müzik, ikincisi dilbilim. Birincisi üzerin-de uzun boylu duracak değiliz. Ne Mısır, ne Yunan, ne de Ortaçağİslam dünyası musiki alanında birbirini çok aşan gelişmelere imzaatabilmiştir. Gerçi bu saydığımız kültürler bir üniversal müzik dün-yası meydana getirirler, biz de bu dünyaya mensubuz, o müziği

30

Page 31: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

dinleriz ve sevenimiz çoğunluktadır. Batı musikisinin özgün oluşu-mu yedi asra yayılır ama esas şekillenmesi dört asırlık bir devreiçindedir. Bu sürede bilimsel teknik gelişmelerle de büyük hamleyapmıştır ve Rönesans'tan beri ortaya çıkan ustalar ve eserleri hepdinlenir. Beşeriyet tarihinde hiçbir kıta ve hiçbir çağda bu derece-de bir zenginlik görülmemiştir. Batı müziği diyorsak da, bütün Ba-tılıların değil, ancak bunun eğitimini alan bir kitlenin sevdiği, din-lediği, icra ettiği musiki anlaşılmalıdır. Aslında her kıtada bu musi-kiyi sevenler ve icra edenler azınlıktadır. Türk müziğinin en üst de-recede temsil ettiği Doğulu müzikle bu müziği mutlaka karşı karşı-ya koymak da pek anlamlı sayılmaz. İşte Garp musikisinin büyüküstadı Yehudi Menuhin, Doğulu musikiye hayrandır ve onunla Ba-tıyı birleştirmeye kalkan tartışılır denemelere girişmiştir. Türk mu-sikisinin büyük üstatları Hüseyin Fahreddin Dede, hele Dr. Saadet-tin Arel gibileri de Batı musikisini iyi bilirlerdi. Zamanımızın Türkmusikisi uzmanları Yılmaz Öztuna ve Murat Bardakçının Batı mu-sikisini bildikleri ve hatta bolca dinledikleri muhakkaktır. Batı mu-sikisi üstün bir sanat dalıdır ve hakikaten Avrupa'nın özgün bir ürü-nüdür. Avrupa'nın yeryüzüne önemli bir katkısı daha vardır; zamanlarıve mekânları kontrol etmesini sağlayan filoloji, yani dilbilim... Ciz-vit rahiplerinin daha ortaçağın sonunda uzak Çin'e ve Japonya'ya

Kırk Ambar Sohbetleriuzanmasını sağlayan dil bilgileriydi. Benedicten manastırlarının ba-zıları filoloji fakültesi gibidir. Avrupa, Asya ve Afrika'yı açan araş-tırmalar, tarihin karanlıklarını aydınlatan keşifler, Mısır hiyeroglifle-rini, Mezopotamya ve Küçük Asya'nın çivi yazılı zenginliklerini bi-ze ulaştıran bilginler Batı medeniyetinin tipik temsilcileridir. Batıbu alandaki teknik üstünlüğü, bilgi birikimi ve onun getirdiği mu-hakeme gücüyle yaşıyor. Arapları ayaklandıran Arabistanlı Law-rence sadece Şark dilleri ve İslam'da değil, klasik filolojide de us-taydı, ingilizler onun "İlyada" ve "Odysseus" çevirilerine başvuruyorhâlâ. Büyük şarkiyatçıların hepsi Yunanca ve Latinceye vakıftı.Karl Marx hukukçuydu ama eski Yunancayı iyi bilirdi, Latince şiirbile yazardı. Osmanlı ve İran vesikalarının tahlilini yapan, dil ve üslûp özel-liklerini sınıflandıranlar hep Batılılar oldu; çünkü bu alışkanlıklarınıYunan, Roma klasik metinlerini inceleyerek edinmişlerdi. Bugünartık böyle insan pek yetişmiyor çünkü Batılılar eğitimde Yunancave Latinceyi terk ediyorlar. "Tercüme külliyatı yeter!" diyorlar. Ta-bii ki yetmiyor. O dilin getireceği mantık, tercüme ile mümkün ol-maz. 13'üncü asırda Boccaccio'nun eski Latin metinlerine eğilişin-deki tat, lezzet ve zekâ pırıltısını bugünkü Avrupa gençliği tadamı-yor. Klasiklerin aslı okunmuyor, bazen ikinci elden saptırılmış yo-rumlar zihinleri işgal ediyor. Avrupa eğitimi insanları tarih bilincin-den uzaklaştırıyor. Tarihten kopuk insan hayvanlar gibi olur diye-meyiz; çünkü onlar gibi olamadığından çok tehlikeli bir yaratık ha-line dönüşüyor. Hayalimizdeki Avrupa'nın kaybolan yönlerindenbiri daha; Avrupa hümanist geleneğinden kopuyor. Çünkü hüma-nizm bazılarımızın sandığı gibi kendiliğinden gelen bir insan sevgi-si değildir, insanı çağlar içinde ve geniş coğrafyada anlamaya çalı-şan bir akımdır. Bunun için de bir teknik lazımdır, o da dilbilimdir.

31

Page 32: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Konuştuğu dilin köklerine inmeyen, zamanlarda ve mekânlarda in-sanlarla kendi dillerinde konuşmaya çalışmayan bu yeni insanlıkgittikçe yavanlaşıyor ve saldırganlaşıyor...21 Mart 2004

Avrupa Yolunda (1) Bir yirmi dört saat içinde, hem de hükümetin en karışık zama-nında bir dizi kanun geçti. Referandum yapılmadı; ama ortanın sa-ğından soluna siyasî partiler ve basınımız Türkiye'yi AB'ye sokmakiçin beraber davrandılar. Değişiklik milletlerin en masum isteğidir.Türkiye imparatorluğu geçen asırda Avrupa devletiydi; ve aslındaAvrupa devletleri camiasından çıkmadık. Şimdi gireceğimiz bu bir-liklerin en sonuncusudur. Ama gelecekte yeni ve daha kapalı (azüyeli) bir Avrupa birliği de kurulabilir. Çünkü AB ülkelerinin içindekuzeyli kamuoyu ve seçkinler genişlemeden şikâyetçidir. Bundansonra ne olacak? Bazılarının sandığı gibi Avrupa, Türkiye'yi dışla-mıyor; geleceğin Türkiyesiz olmayacağını biliyor. Ancak Türkiye'yipazarlıkta yüksek bedel ödemeye zorluyor. Bu bedelin bir sınırı varve yüksek bedel ödememek için toplum ve siyasîler ve medya or-tak bir strateji ve üslûp izlemeli. Bunu becerebileceğimiz şüpheli;Gümrük Birliği'ne girerken beceremedik, şimdi de dengeli gidemi-yoruz. Meselâ, parlamenter rejimin geleceğini dahi düşünmedenher türlü menfî sıfatı yakıştırdıklarımız, bir gecede "dev adamlar"oldu. Dahası 1920 Büyük Millet Meclisi üyeleriyle aynı sıraya kon-du. "Tarih yazdılar" deniyor. Tarih yazmak mektup yazmaya ben-zemiyor, mürekkebi uzun zamanda kurur. Ne yazdıklarını çocukla-rımız görecek, inşallah iyi sonuç görürler. Modern Avrupa'da bazı varsaydığımız vasıflar yok; bazı vasıflaryok oldu ve oluyor. Ama bir nitelik hep yaşıyor, var; olgunluk veölçü. Çocukluklarında anaokulunda el ele tutuşarak yaptıkları ron-do, yoğun müzik dersleri ve çarşıda elektrikli hesap makinesi satıl-sa da "zihinden hesap" öğrenerek, diskoteklerden önce öğrenilenbir, iki, üçlü dansla ortalama Avrupalı'da "ölçü" ve "itidal" denenmeleke gelişmiştir: Çocukları bile bizimki kadar bağırıp çağırmaz,üniversite koridorları bizimki gibi pazar yerine benzemez ve böyle-

Kırk Ambar Sohbetlerisine ölçüsüz yergi ve övgüler de "gülünç" görülür. Gazetelerdeki"ak ve kara listeli" ilanlarla Avrupa demokrasisine girilmez. Birnoktaya daha açıklıkla değineceğim. Tanzimat ve Islahat Ferma-nı'nı ilan ettiren devlet kadrolarıyla, bugünküleri mukayese etmek,tarihe de siyasete de ihanet olur. Onlar ciddî ve nitelikli kadrolar-dı. 22 saatte geçirilen kanunlar ileride ne gibi sorunlar çıkartır, ta-savvur dahi etmek istemiyorum. Mehmed Emin Ali Paşa, Fuad Pa-şa ve Mustafa Reşid Paşa gibi Avrupa devlet adamlarının (onlar dabugünkü Avrupa'nın sıradan devlet adamları değildi) şapka çıkar-dıkları kadrolara maalesef sahip değiliz. Paris konvansiyonuyla Av-rupa'nın saldırısını önledik, hiç değilse geciktirdik. Bugün öyle birtehlike yoktur. Yolun bundan sonraki kısmında bizi neler bekliyor,ve kimler o beklenmedik olaylar ve gruplarla didişebilecektir bilin-mez. Bizim gireceğimiz Avrupa, 19. yüzyılın beşeriyet tarihini değiş-tiren Avrupası değil. O Avrupa çok şeyler başaran, uygarlığı bilim-

32

Page 33: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

le kuran Avrupa'ydı. 20. yüzyılın Avrupası bu üstünlüğü çoktankaybetti. İhtiyar, bezgin bir kıtadır. 19. yüzyıl Avrupası çok hain veyağmacıydı da, doğrusu bugünkü Avrupa bu vasfını da kaptırmakzorunda kaldı, artık daha güçsüz ve dahası mazisindeki şiddettenmahcuptur. Ama bu Avrupa Birliği 1960'ların Ortak Pazar ülkele-ri denen altılı Avrupası da değildir. 1960'larda Ortak Pazar ülkele-ri şık, temiz, müreffeh ve dedelerinin yarattığı maddî ve manevîmirasla süslenmiş, olgun bir gü^el gibiydi; bilhassa diplomatlarımızbu yüzden o dünyaya dahil olmaya can atıyordu. İşadamlarımız iseiş hesaba kitaba gelince cesaret edemediler. Bazıları, 1974'te bir-liğe giriş için mazeret beyanından dolayı, sadece Başbakan Ecevit'isuçluyorlar ki, doğru değil... Onun belki olabilecek isteğini sadeceorta solcu danışmanlar değil, iş dünyamız mensupları ve marufdiplomatlarımız da kırdılar. O zaman Avrupa'ya müracaat etsek,Yunanistan da bizimle birlikte alınmayacaktı, dış siyasetimizde Yu-nanistan unsuru Demokles'in kılıcı olmaktan çıkacaktı. Konuya de-vam edeceğiz...11 Ağustos 2002

Avrupa Yolunda (2)

Bugünkü Avrupa artık o 1960'ların gizemli ve muhteşem ma-zisi olan güzeli değil; hele Almanya'nın bünyeye dahil ettiği ve ede-ceği, kendi kültürel sahası olan Orta Avrupa ve Balkanlar'dan son-ra pek de şık bir seyahat grubuna katılmayacağımızı bilmeliyiz.Çok insanın gözden kaçırdığı bir gerçek var: Türkiye de 1960'la-rın kırsal, fakir ülkesi değil. Kırk yılda önemli bir burjuvazi ortayaçıktı. Orta sınıfların eğitim seviyesi ve dünya görgüleri arttı. Artıkdünyanın kıyısında değil, merkezinde kavga ediyoruz. Sorunları-mız dağ gibi yığılmış ama başardıklarımız da dağ gibi. Bu nedenlebirliğe girdikten sonra biz de bu rengârenk kalabalığın içinde eri-meyecek bir politika izlemeliyiz, oysa bugünkü politik kadroları vehele yarım yamalak yetişmiş gayrı ciddi bürokratları nitelikçe de-ğiştiremezsek, böyle bir tavrı ve politikayı zor götürürüz. En çok dikkat edeceğimiz konu eğitimdir. Avrupa, eğitimi geri-leyen ve çözülen bir kıta. Bunu politikacılar da eğitimciler de itirafetmek ne kelime, haykırıyorlar. Ama yine bir çözüm gelmiyor. Av-rupa'da II. Dünya Savaşı'ndan sonraki bilinçsiz sosyal demokratpolitikalarla kuvvetli lise eğitimi cıvıdı. Üstüne neo-liberal politika-larla üniversiteler de berbat edildi. Bilhassa sosyal ve beşerî bilim-ler gibi, mazide Avrupa'nın beşeriyete hediyesi olan dallar törpü-lendi. Garip ilkeler konuyor; bütçe kısıntıları teşvik ediliyor. Türki-ye bu ortak politikalara ve havaya uyarsa yeni kurulan başarılı üni-versitelerine çok yazık olur. Beğenin veya beğenmeyin, İngiliz üni-versiteleri haricinde bu kıtada Boğaziçi yok, ODTÜ, Galatasaray,Bilkent, Gülsüm Sağlamer gibi rektörler ve arkadaşlarının ıslah et-tiği İTÜ yok. Türkiye onlarca yıl öncesinden, ABD ve israil gibi ül-kelerin yüksek öğrenim kurumlarını model alarak ıslahata başladı.Meyvelerini de devşirmekte. Bu nedenle eğer şimdi yanaştığımızcamianın yüksek öğrenimi ile benzeşirsek vay halimize; ancak "de-cadence" yani inhitatı taklit ederiz.

33

Page 34: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Kırk Ambar Sohbetleri Buna karşılık lise eğitimimiz 1950'lerden itibaren sahip olduğueski Avrupa düzeyinden çok şey kaybetti. O konuda da ciddi re-formlar yapmamız gerekir. Gerçi bütün dünyada orta eğitimde çö-küş var; ama bu Millî Eğitim Bakanlığı'yla biz ne Avrupa'ya ne deAsya'ya gidebiliriz. Çok ciddi olmamız gereken bir döneme girdik. Eskisinden da-ha etraflı düşünmek, tedbirler almak zorundayız. TBMM'de sürat-le geçirilen uyum kanunları ileride hukuk tekniği yönünden başımı-za çok işler açabilir. Oturumlarda bu gözlendi; bir muhteremYTP'li milletvekili Vakıflar Kanunu'nun lehinde konuşuyordu, sa-vunmasını temellendirdiği tarihî bilgiler vahim hatalar içeriyordu.Avrupa'da hukukçular çok iyi tarih ve hukuk tarihi bilir. MHP'li birmuhterem milletvekilimiz Yahudi, Ermeni ve Rumlardan söz edi-yordu. Bu üç topluluğun tarihimizdeki konumunu bilmiyor; belli kiseçim bölgesinde her üç cemaatten de kimse yok. Etnisite, azınlık vs. konularında bu kadar ezbere politika yapama-yız. Çünkü Avrupa kıtası başta Germanik grup ve Macarlar olmaküzere yakın gelecekte aziz ülkemizi bu konularda hırpalamaya hazır-lanıyor. Bu çekişmede hukukumuzu savunmak için bilmek zorunda-yız. Karşı görüşlü gruplar ezbere konuşuyorlar. Patrikhane'den Vati-kan çıkmaz, çünkü Ortodoksi Katolisizm değildir. Parçalanmış birdünyadır. Slavlık bu dünyaya hükmetmeye çalışıyor. Öte yandan ba-zı safdiller gibi Fatih Kaymakamı'na bağlı bir Patrikhane'den söz et-mek de gülünçtür. Üniversal (cihanşümul) bir imparatorluğun istesekde istemesek de varisi olan bizler, kiliseler konusunda ecdadın kur-duğu idarenin ustalığını öğrenmek ve izlemek zorundayız. Kocaman bir kıta; İskandinavyalıyla Almanın, kalyanla İspanyo-lun ne kadar birbirine benzemediği açık. Avrupalı kim? Götebo-urg'lu mu, Sicilyalı mi; Yunanlı mı İngiliz mi? İspanya'nın köylüle-ri kuzey ülkelerinin hayatlarına getirdiği refaha "evet" ama hayattarzına şiddetle "hayır" diyorlar. Bizim önce kültürel envanterimiziçıkarıp kimliğimizi saptamamız lazım. Bugünkü Avrupa kıtasının kültüründeki ortak yön artık maale-sef Yunan-Latin kültürü değildir, o geriledi. Ortak yön sadeceAmerikan tarzı hayat, giyim ve yemektir; ama Amerikan bürokra-sisinin esnekliği, işletmeciliğinin yaratıcı yönleri Avrupa'ya topalla-yarak girmeye çalışıyor ve doğrusu pek de giremiyor.

AB ve Türkiye Orta Avrupa ve Balkan ülkeleriyle birlikte AB üyesi olmak sa-nıldığı gibi çok eğlenceli değil, sıkıntılı safhalar yaşatacaktır. Ne buülkelerin yaşlanan nüfus yapıları ne olmayan dinamizmleri ve deişletmecilik alanındaki intibaksızlıklarını göz önüne almadan bu ar-kadaşlarla geleceğe mutlu bir yolculuk yapacağımızı düşünmemeli-yiz. Avrupa Birliği'ne giderken en önemli zenginliğimiz genç nüfu-sumuzdur; üstelik eğitim alanındaki sonsuz sorunlarımıza rağmenTürkiye nüfusunun Üçüncü Dünya ülkelerine göre eğitimli olduğu-nu unutmamalıyız. Bu nüfusu böyle birliklerin içinde dengesizceharcamaktan kaçınmalıyız. Zaman daha ne gibi sorunlar çıkarır bi-linmez ama ülkelerin geleceği için çizilen bu gibi planlar, ev değiş-tirmeye veya düğün yapmaya benzemez. Tarihimizi düzeltilmesi

34

Page 35: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

zor hatalarla inşa etmekten kaçınmalıyız. Heyecan değil; düşün-mek, planlamak lazımdır.18 Ağustos 2002

Avrupa ve Türkiye

Avrupa coğrafî bir bölge olmanın ötesinde, kültür ve din olarak14'üncü asırdan beri kendini tasvir eden, öbürleriyle sınırlarını çe-ken ve üstün gören bir kıtadır; yani Avrupalılık bir bilinçtir. Balkan-lar ve Doğu Avrupa ise bu bölgenin üvey ve yabancı kalmış bir par-çasıdır. Daha doğrusu 18'inci asırdan beri hem Rusya halkı hemBalkan halkları "Avrupa medeniyeti", "Avrupa kafası" deyimlerinien çok telaffuz eden toplumlardır ama bilhassa Balkan halkları buvadide çok yol almış sayılmazlar. Rusya ise edebiyat, musiki, güzelsanatlar, matematik ve doğa bilimlerinde Avrupa medeniyeti de-nen kubbeyi taşıyan ana sütunlardan birini oluşturmasına rağmenhalen tam Avrupalı sayılmamaktadır. Nitekim Arnold Toynbee gi-bi çağdaş tarihçiliğin devi bir düşünür bu çelişkiye haklı olarak işa-ret etmiş ve Rusya ile Türkiye'yi, istediği kadar Avrupalı olsun, dış-lanan iki güç olarak göstermiştir. Batılılar Rusya'yı ve Türkiye'yi neolursa olsun siyasî, iktisadî, kültürel ittifaklarına almak istemezler.Sovyetler Birliği'nin bir kâbus haline dönüştüğü II. Dünya Savaşısonrasında, ihmal edilmez bir değer olan Türk askerî yapısınınNATO'ya kabulü dahi bir istisnadır. Kimse Türkiye'yi kalkındırmakiçin bir ittifak düşünemez ama kalkınmış bir Türkiye'nin ihmal edi-lemeyeceği açıktır. Bu ülke son 150 yıldaki yolculuğuyla ve başar-dıklarıyla hem istenen hem istenmeyen ama uzak durulamayan birgerçekliktir. 18'inci asırda Fransız Akademisi adına Mousnier, Avrupa'yı;"ilerleyen, değişen ve bu değişimi de bilinç ve bilgideki ilerlemesiy-le sağlayan" bir camia olarak ilan eder. Akademinin gözünde,"dünyanın bütün öbür bölgeleri atalet ve durgunluk içindedir". Hiçkuşkusuz Mousnier gibilerinin bu ilerleyen Avrupa'dan kastı, Fran-sa, Almanya, İngiltere, bugünkü Orta Avrupa'nın Çekya ve Maca-ristan'ı, kuşkusuz Avrupa'nın anası İtalya, haydi haydi İspanya vehenüz küçümsenen İskandinav ülkeleridir. Doğu Avrupa ve Bal-

AB ve Türkiyekanların sakinleriyse Hıristiyan da olsalar, bu dünyada pek kabulgörmezler. Hoş zaten coğrafî bilgisi güçlü okumuşlar zümresi dışın-da halkın çoğunluğu hatta biraz mektep medrese görenler dahi on-ların ne olduğunu bilmez. Meselâ 18'inci asırda taşra Avusturyalı-larının gözünde "sarıklı ve cübbeli tip" temsilî olarak "Türk yahutYunanlı" diye adlandırılıyor ve de çok kötü betimleniyor. Bulgarlarise o devirde çok kimse için Hellen inançlı ve Hellen kimlikliydi;millî uyanış devrine kadar, geniş köylü kitlesi dışında Bulgar üst sı-nıfının kendisi için de keyfiyet buydu. Avrupa dünyasına Türkler dahil miydi? Coğrafya olarak evetama Avrupalılığı oluşturan en etkili olumsuz unsur Türklerdi. Orta-lığı altüst eden iki dünya savaşı, ırkçı terör dolayısıyla doğan çağ-daş siyasî kültürel cemiyetler ırkçılığı lanetliyor. Demokratik birsöylem ve okul müfredatı dolayısıyla çok şeyin değiştiğini, Avru-

35

Page 36: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

pa'nın dinler üstü, insancıl ve üniversalist bir camia olduğunu sanı-yoruz, hatta safdilce iman ettik. Acaba öyle mi? Oysa Avrupalılarher toplum gibi biçimsel örgütlerin ve bunların söylemlerinin dışın-da, alt sosyal zümrelere ve âdeta bir doğal afet veya bir tabiat ola-yı gibi oluşan gruplara dayanırlar. Sosyalist partilerin ırkçılık karşı-tı söylemi, meselâ Almanya'nın Darmstadt şehrinde Çingenelerişehirden atmaya kalkan bir sosyalist belediye başkanı gibilerininvarlığını önlemez. Kilisenin resmî bildirgeleri Katolik cemaatininiçinde buna ters, aşırı görüşleri savunan, dikkat edelim bireylerindemiyoruz grupların varlığını bile önlemez. Muhafazakâr partilerise bir buzdağı gibidir. Abartılı görüşler çok defa saklanır. Avrupa,fetihleriyle yakın zamanlarda kıtanın yarısına yerleşen ve öbür ya-rısına yerleşmeye kalkan bir camiayı kabul edemiyor. Bu camiaiçin reddettikleri bir durum ve kabul edilemez diye betimledikleriköktendinci bir inançtan çok, fakirliğe has bir yaşam biçimidir. Po-lonyalıların tarihî ve folklorik hafızasında Türkler, atlarını VistülNehri'nde suvararak Lehistan ülkesinin özgürlüğünü geri getirenhalk diye bilinirdi. Gerçekte 1. Cihan Savaşı'nda Galiçya cephesin-de bu kehanet gerçekleşti. Türk imparatorluğu 18. yy. sonundaparçalanan Polonya'nın varlığını tanımaya devam etti. Gerçek as-lında bu halk inanışına yakındır. Buna rağmen birkaç gün önce Le-histan halkının temsilcileri Şeym denen millet meclislerinde Türkhalkını Ermeni soykırımı ile suçlayan bir karar tasarısı geçirdiler.Lehistan'a karşı sıcak duygular besleyen bir kavim için çok şaşırtı-

52 Kırk Ambar Sohbetleri

cı bir olay; tarihî gerçekle uyuşmuyor. Açıkçası Polonyalılar komü-nizm sonrası girdikleri ortamda bu gibi gösterileri çok gerekli sanı-yorlar. Bu kararın nedeni yalnız ülkedeki Katolik saplantı değil,mevcut siyasî modayı izleme endişesi de var. Anlaşılan Polonya'nınAvrupalı olması için sadece Chopin, Kopernik, Marie Curie ve"Quo Vadis"in yazarı Sienkiewicz veya Paderewski yetmiyor. Birde böyle tasarıları parlamentoda karara bağlamak lazım. Hiç kuş-kusuz, gerçekçi bir siyasî davranış olmadığı açık. İstesek de istemesek de, bilsek de bilmesek de, Türk toplumuson bir asırda Avrupa toplumlarından daha hızlı ve daha köktendeğişimler geçirmiştir. Bunun belki her zaman isabetli çizgiler ya-rattığını söyleyemeyiz ama Türkiye'yi itham edenler arasında bugerçeği görmeyenler en kalabalık gruptur. Kardinal Joseph Ratzinger yani yeni seçilen Papa 16. Benedic-tus, Katolik dünyasının bilgi birikimini en iyi temsil eden din adam-larındandır. Bir düzineyi aşan dil bildiği söylenir. Tarih ve felsefekonusunda bilgili; hiç şüphesiz düşündüğünü açıkça söylüyor.Brüksel'deki diplomatların ve bürokratların muğlak üslubundanuzak bir dürüstlüğü var. Ama zihnindeki Türkler böyle bir bilgi bi-rikiminden çok uzakta. Bazı dillerde öğrenmek ve okumak dünya-yı tanımaya yetmiyor. Türkiye'nin İslam ittifakı meselesi, hemTürkleri hem etraftaki Akdeniz halklarını yeterince tanımamakla il-gilidir. Bunlar Papa'nın sandığından çok daha köklü bir tarih vekültürü yaşayan fakirleşmiş toplumlardır. Umarız Papa kiliseniniçinde bu dünyayı iyi tanıyan âkil din adamlarından kendisine ya-kın bir danışmanlar grubu oluşturur.

36

Page 37: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Galiba üniversalizm konusunda bir kısım aydınımızın çok iyim-ser hatta safdil olduğunu kabul etmek zorundayız; hayat ve dünyasanıldığı kadar toz pembe değil...24 Nisan 2005

Avrupa Birliği veya

'Magdalene Rahibeleri'

TURSAK'm Sinema Tarih Buluşması Festivali'nde seyirciyi ençok etkileyen eser, İrlandalı Peter Mullen'in "Magdalene Rahibele-ri" filmidir. Film, İrlandalı kasaba anlayışına göre "kötü yola düş-müş kızları" ıslah eden manastırlardan birinde geçiyor. Çalıştırılan,aşağılanan zavallı küçük kadınlar bir müddet sonra başkaldırmak-tan çok, kendilerini suçlamaya ve günah çıkarma yoluna gidiyor-lar. Manastır mistisizminin gereğidir; önce özeleştiri yaparken ken-dini aşağılarsın, bu yolla temizlenirsin. Ne var ki bir süre geçer,başkalarını da aşağılamaya başlar ve olmadık suçlamalarla onlar-dan tiksinirsin. Onulmaz bir hastalıktır; eğitim, okuma ve terbiyeve medeniyetle şifa bulmazsın; aksine bu hastalığın etkisiyle cana-varlık daha da haddeden geçer (rafineleşir), daha cilâlı yöntemler-le olmadık safhalara ve işlemlere ulaşır. Avrupa Birliği'ne, yani Batı Avrupalı'ların St. Pierre cennetinegirmek için birtakım Doğu Avrupalı'ların bu süreçten geçmelerigerekiyor. Meselâ Romanya'da, Ukrayna'daki Alman büyükelçilik-lerinde azınlıklarla uğraşan müsteşarlar var (kartvizitlerinde bile buunvanı belirtiyorlar). Araya büyükelçisini bile koymadan ilgili ba-kanlara çıkıştıkları oluyor. Bu ülkelerin aydınları devamlı günah çıkarıyorlar. Bizde de şim-di kellesi kulağı yerinde adamların toplanıp bir ağızdan; "Daha busafhaya gelemedik, adam olamadık, sen aynada kendine baksanne dersin, dersimizi daha iyi hazırlayalım" veya "Bizden adam ol-maz, Evropa kim biz kim?" diye attıkları çığlıklar sokağa da dökül-dü. Sokakta ilerleyemeyen şoför, işi ters giden esnaf, üstüne ça-mur sıçratılan, otobüsünü kaçıran; "Bizi Avrupa'ya alırlar mı, hele

Kırk Ambar Sohbetlerişu kepazeliğe bak" diye yirmi dört saatlik yalel çekmeye başlıyor.Ne İngiliz, ne İrlandalı, ne de İspanyol bunları yaptı. Ama eğeralınmakta gecikilse, şansları yaver gitmese Yunanlılar da aynı ya-leli çekerlerdi. Benzer yönlerimiz var. Hiç kimse, hiçbir kurum Avrupa Birliği üyelerini doğru dürüstizlemiyor, bu ülkelerin evveli ve aharını bilmiyor. Sadece zenginlikhayali kuruluyor, "Dersimizi yapalım" yeni bir slogan. "VatandaşTürkçe konuş", "Türk olmak en büyük şeref" gibi sloganlar yeriniböylelerine terk ediyor. Fazla düşünülmeden, ömür boyu ezberle-diklerimizin yerine yenileri ezberleniyor. Biz Türkler hayal kurmayı severiz. Köylümüz bir küp altın rüya-sı görür; ertesi gün etraftaki harabelerin beline kazmayı vurmayabaşlar. Maliyecimiz Avrupa Birliği yardımlarının hayaliyle şatolarkurar; böyle bir yardım gelmeyince o zaman ne yapar bilmem.

37

Page 38: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Solcularımız Avrupa Birliği içinde her sorunu çözer; karakollar gü-ler yüzlü kahvehane olacak, insan hakları derhal girecek, işkencebitecek. "Sokakta kavga ederken, daha ilk anda yumruk yumruğagiren, birbirlerine levy e çeken adamların memleketinde bu iş nasılolur?" diye bir düşünün hele. Ama bu zor; insan hakları için ne di-ye mücadele edip terleyeceksin ki, denedik olmuyor nasıl olsa,böyle kolay yoldan gerçekleşeceğine iman edersin biter, rahat uy-ku uyursun. Televizyonda; sunucusu, devlet adamı, diplomatı, sütun yazarıoturmuşlar aynı şarkıyı bozuk akort armonize etmeye çalışıyorlar.20 yıl önceki Sofya Televizyonu'nda tesadüfen izlediğim Bulgaris-tan Halk Cumhuriyeti ricalinin açık oturumlarını hatırladım. Birbi-rinden farkı, birinin şişman, öbürünün sıska, birinin saçlı, öbürü-nün az saçlı olmasından ibaret birtakım adamlar, aynı noktayı veaynı inancı farklı biçimlerde süsleyip tartışıyorlardı. Tahlil ettiklerikonu ABD ve Sovyetler'in konumuydu. Doğru tekti, şüphe ve sor-gulamaya yer yoktu. Bizim bugünlerdeki tek doğrumuz da öyle... Ne var ki bizimtoplum çabuk bıkar. Nasıl ölçüldüğü bilinmeyen "yüzde altmış!?"yakında düğmeyi çeviriverir. Tartışmalarda rakam yok, istatistiklerayrıntılı değil ve mukayese hiç yok. Aynı birliğin içinde zenginle-şen İrlanda ile yerinde sayan İngiltere'yi, Yunanistan ile Alman-ya'yı, Almanya ile Fransa'nın konumunu tartışıp, milleti bilgilendi-

AB ve Türkiyeren yok. Türkiye, AB'nin üyesi olmazsa batacakmış deniyor; pekiolmazsa sahiden batacak mı? Birliğin üyesi olunca neler olacak?Yani köylü hazine bulacak mı? Bulunca ne yapacak? Birlik üyesiolunca eğitim düzeyi yükselecekmiş, peki bütün Avrupa niçin "çö-ken eğitimimiz" diye feryat ediyor? Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki soğuk savaş havası-na girmiş gibi... Oysa toplumsal histeri, doğruların dahi yanlışa dö-nüşmesine neden olur. Kaldı ki Avrupa Birliği'ne giriş ölüm kalımsavaşından çok bir hesap meselesi olmalıdır. Neler nasıl düzenle-necek, nasıl pazarlıklar yapılacak? Gümrük Birliği'ne başvekile ha-nımın "Ya gireriz ya da gireriz; isterim de isterim" çığlıklarıyla pa-zarlık kabiliyetimizi kaybederek girdik. Aslında gerekli olan bu işle-mi ciddiyetle yürütemediğimizden, sonuçtan kimse memnun de-ğil... İşadamlarımız kasalarını ve defterlerini kontrol etmiyor, son-ra da şikâyet edecekler. Şu son manzaralar gösteriyor ki, Türkiye ciddi insanların toplu-mu değil. Ama bu ciddiyetsizliğin çok pahalıya ödetileceği bir top-lum olduğumuz açık.22Arahk2002

Andreotti ve Başkaları

Geçen hafta Roma'da İtalyan-Türk Dostluk Derneği'nin tertip-lediği bir sempozyum vardı. İtalyan hıristiyan demokrat politikacı-ların ağırlıklı katıldığı bu sempozyumda, büyükelçimiz Necati Ut-kan da açılışta mesajımızı verdi: Türkiye'nin hükümet politikası İtal-ya ile giderek yakınlaşmayı benimsemiştir.

38

Page 39: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Roma'da her şey değişiktir. Nitekim, Avrupa'daki hıristiyan de-mokrat partiler Türkiye'yi Avrupa'da görmek istemez ve dininönemli bir engel olduğunu tekrarlar. Katolik dünyanın kalbinde isehıristiyan demokratlar çok daha pragmatik ve gerçekçidir. 11 asır-dan beri Akdeniz dünyasını ve Ortadoğu'yu hayat alanı olarak gö-ren İtalyanlar; edebiyatlarında ve folklorlarında ne kadar anti-Türkslogan bulunsa da, hem Türkleri hem de öbür müslüman toplum-ları çok daha yakından tanımışlardır. Politikaları da onun için dahagerçekçi oluyor. 20'nci yüzyılın ikinci yansında Batı Avrupa'nın ilginç siyasetadamları yetiştiren bereketli bir toprak olduğu söylenemez. Bu du-rumun istisnası İtalya'nın 40 yıllık politikacılar zümresinden; eskibaşbakan, eski dışişleri bakanı Giulio Andreotti'dir. Muhalif parti-lerden birçok politikacıyla koalisyon hükümetlerinde kendi partili-lerinden daha rahat çalışıp başarılı işler ortaya koymuş ilginç birmuhafazakârdır. Soğuk Savaş döneminde sosyalist blok ülkeleri,onu bazen sosyal demokrat politikacılardan daha çok takdir etmiş-tir. Son skandallardan da başarıyla sıyrılmayı bildi. Andreotti, İtalya'nın kendi karmaşık mantığı içinde doğup bü-yüyen bir politikacıdır. Kim ne derse desin meseleleri etraflıca elealır ve dünya politikasındaki tezatları mizahî vurgularla sergileme-yi bilir. Andreotti bu toplantıda Avrupa'daki, özellikle Germen ül-kelerindeki hıristiyan demokratların Türkiye'yi dışlayan söylemle-riyle adamakıllı alay etti.

AB ve Türkiye Bu cemiyetin genel sekreteri Türk işadamı Engin Ak'la konuşu-yoruz. Onun da dediği gibi İtalyan hıristiyan demokratlar bize da-ha yakın. Burada asıl soru şudur: Avrupa kamuoyu İtalya gibi mi?Hıristiyan demokrat partilerde Andreotti'ler var mı? Cevabın evetolması çok müşkül. Avrupa'nın güneyi ile kuzeyi çok farklı. Billur-laşmayan bir dünya ile karşı karşıyayız. Avrupa'yı Andreotti gibibilge ve bilgili bir ihtiyar mı yoksa Giscard d'Estaing veya Kohl gi-bi sıradan politikacılar mı temsil ediyor? Bunun cevabını düşün-mek zorundayız. İtalya halen, yeni para birimi euro'ya geçişin sarsıntısı içinde.Neymiş, herkes fark etmiş ki para biriminin değişimi dolayısıyla fi-yatlar en az yüzde 50 artmış. "Neden?" diye sorunca; "Bu ayarla-mayı serbest piyasanın işleyişine bıraktık" diyorlar. Serbest piyasa-nın (!) bu birim değişiminden istifade ile aşırı zam vurgunu yaptığı-nın farkına çok kişi şimdi varmış. Karşı fikirdekiler de her türlü ak-saklığı ve pahalı üretimi euro'nun gelişine bağlıyorlar. İspanya'daönlenen fiyat artışı İtalya'da mümkün olamadı. Yarın paramızdanaltı sıfırı sildiğimizde gerekli etiket kontrolünü yapamaz ve gereklimalî kontrol örgütünü faaliyete geçiremezsek daha beteri başımı-za gelebilir. Oysa bunu önlemek, yani malî asayişi sağlamak müm-kün. İsrail'in ve İspanya'nın tecrübesini değerlendirmeliyiz. İtalya güzel ama azalan nüfusu yüzünden artık canlı değil. Be-nim gençliğimde azıcık para ile her yerine uzandığımız İtalya artıkyok. Her şey çok pahalı. Avrupa Birliği paralı ülkeler kümesi ve et-rafta ABD gibi zengin olan veya dünyanın yüzde 80 nüfusunuoluşturan fakir ülkeler bu kümeye nasıl yanaşacak? Galiba ucuzlu-ğu sağlayacak bol üretim Avrupa'ya çok yabancı bir süreç. Ürete-

39

Page 40: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

meyen toplumlar önce pahalı ve mirasla geçinen konumda kalı-yorlar; sonrası ise tarihin nereye sürükleyeceğine kalmış. Avrupasendikalizmi, yeni dünya düzeni denen sloganla çok ters düşen birgerçek. Bu zıt gerçekler karşısında bizim yönümüzü çok iyi hesap-layarak tayin etmemiz gerekiyor.8 Şubat 2004

Paranoya mı Gerçek mi?

Stockholm'de toplanmışlar; başlarında da güya sol partinin lide-ri hatun, bol keseden atıyorlar. Benim gençliğimde Batı için "Sev-res'i geri getirmek istiyorlar" diyenlere paranoyak derdik. Mantığıniflas ettiği bir dünyada artık bu paranoyakların gerçekçi görünüm-de olduğunu teslim etmek zorundayız. İnsan hakları İskandinavya-lılar için cici bir oyuncak tabanca, başkasının üstüne su püskürtenbuluğ çağı bebeleri gibi. Ortaya Amerikan rüyası gibi bir de İskan-dinav rüyası çıktı. Rüyaları gerçekleştirme misyonerliği her zamansaygıdeğer olmaz ve pek ciddiye alınmaz. Bazı arkadaşlar İsveç'i "sosyalist" diye şık bir terimle nitelerler.Oysa kavramları kendi namusu içinde kullanmak gerekir. Sekiz ai-lenin yönettiği İsveç garip bir yerdir. İnsanların içine doğduklarıkompartmanı delip tırmanmaları son derece güçtür. İşçi sınıfı çok-tan "ekonomist" denen ücretçi ve tatilci bir sınıf haline dönüşmüş-tür. Tatil dediysek İtalya'ya Rönesans anıtlarını gezmeye giden de-medik. Boş vakti artan bu sınıfın eğitim düzeyinin ve imkânlarınında artırıldığını sanmayın. Halk sözde işçi sınıfının alkolizmini önle-mek için artırılan içki fiyatlarından, biraz öteye Leningrad seferiyapan gemilere doluşarak kurtuluyor ve hafta sonunu, bulduğuucuz Rus votkasını tüketerek geçirip, vinçle yüklendiği gemilerlegeri dönüyor. Irkçılığa karşı universal törenler ve seminerler düzenlemeyi çokseven İsveçliler, bazı sevilmeyen göçmen işçileri ve özellikle kişiselolarak tanımadıkları Türk işçilerini orta yerde öldüren alt tabaka-dan genç katilleri nasılsa yakalayamıyorlar. Bu kadar rezaletle başedemeyen ve buna da pek niyeti olmayan Sosyalist Parti başkanıhatuna siyasî sansasyon için bir tek nokta kalıyor: "Sevres'i geri ge-tirmek" için imza kampanyası nutukları atmak. Dahildeki adaletsiz-lik ve çürümeyle mücadele edemeyen sosyalistler, beşeriyetin kur-

AB ve Türkiyetarıcılığına soyunuyorlar. Sevres'in hükümleri geri getirilmek isten-diğinde kaç kavim birbirini yer; İskandinav sosyalistlerinde bunuanlayacak tarih ve coğrafya bilgisi olduğu şüphelidir. Avrupa medeniyetinin 18'inci asır ortalarına kadar kıyısında ka-lan İsveç, geçen asır sonunda ve iki büyük savaşta tarafsız kaldı, ti-caretle zenginleşti. Ülkenin yükselmesinde sosyalizmin mi yoksasavaş tüccarlığının mı başrolü oynadığı tartışılır. Barışı yeğleyerek,savaşanlara mal üretip sattı diye kuşkusuz bir ülkeyi suçlayacak de-ğiliz, ikinci Büyük Savaş'ta biz de hemen hemen aynı şeyi yaptık.İsveç, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya ile sadece bereketli ticaretyapmakla kalmadı; aynı zamanda Nazilerin eline geçen Yahudiservetinin paylaşımına da katıldı. Son yılların en önemli olayı; "Na-

40

Page 41: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

zi altını" denen gayrımeşru birikimin nasıl paylaşıldığının ortayaçıkması olmuştur. İsveç ve İsviçre ile birlikte suçlanan bîtaraf Tür-kiye, konferans ve toplantıların sonunda aklandı. İlk ikisi için aynışey söylenemez. Avrupa Birliği içinde İskandinav yarımadası bilge kişi rolünü oy-nuyor. Ancak bu kıyafetin üstlerine pek oturduğunu söyleyemeyiz.İkinci Dünya Savaşı'nda işgal edilen Danimarka, ülkenin Yahudile-rini fedakârane korudu; diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyiz. Buülkelerde gerçek azınlık gruplar yok. Olanlar da, meselâ Danimar-ka'daki Doğu Frizyalılar ve İsveç'teki Finliler hiç de iyi muamelegörmüyorlar. Finlandiya'daki İsveç azınlığı ise aksine kibirli ve ço-ğunluk Finlileri küçümseyen, şımarık bir beyaz fil konumundadır.Bu da bir azınlığın tahakkümü olup sakıncalıdır. Iskandinavlar sıksık beynelmilel forumlarda ülkelerindeki azınlıklar diye, bazıları bir-kaç binlik, bazıları birkaç yüz kişilik göçmen işçi gruplarından bah-sederler. Bu eşsiz (!) deneylerini birtakım kavimlerin birkaç bin yılbir arada yaşadığı ülkelerin yönetimine yol göstermek için pazar-larlar. Bu gibi tavırlarını ve cahilane cüretlerini ciddiye almamakgerekiyor. Sevres Antlaşması tarihe mi gömüldü, yoksa hortluyormu? Abartılmış yorumlar yapmak istemiyoruz ama Avrupacı dost-larımızın Avrupacılığı toz pembe hayallerle değil, ciddiyet ve ger-çekçilikle yapmaları gerekir.31 Ağustos 2003

İsveçli de Broşür Yazmış, Dağıtıyor

İskandinav ülkeleri Avrupa medeniyetine geç katılan bir bölge-dir. İtalya, İspanya, Avusturya, Fransa; Rönesans ve barok asırlarıyaşarken İsveç ve yakın komşuları henüz avcı ve köylü toplumlar-dı. İki cihan savaşının dışında kalmak İsveç'e zenginlik getirdi; bunedenle sosyal demokrat politikaları da daha erken ve yoğun tat-bik edebildi. Ama bu değişim beşeriyete ufuklar açabilecek bir ye-ni düzen getirmiş değil; İsveç hâlâ birkaç endüstri baronu aileninsaltanatıyla hayata devam ediyor. Klasik sosyal demokrasinin sağ-lıklı ve sağlıksız bütün veçheleri de göze çarpıyor. Birkaç milyon-luk ülke kendi sorunları içinde; ama bir yandan da dünyayı aydın-latmak, îngilizin tabiriyle "apostolic teacher" yani ilahi bir öğret-men olmak iddiasında. Dünyayı az tanıyan ve kendi Kuzeyli kav-minden iki asır önce çıkan bir ülkenin, milliyetler meselesini tarifetmesi pek gülünç ama daha çok da mahzurlu. Bu konuda İsveçliyazarların Batı Avrupalı düşünürlerden devşirip kullandığı ve resmîkanallarla yayımlanan teorilerinin geçerliliği için geniş bilgi ve gör-gü gerekiyor. Yabancı olgusuyla henüz 30-40 yıldır karşılaşan veyabancı olarak işçi ve mülteci aydın gruplarını tanıyan bir ülkeninyeni dünya düzeni için normlar koyması bir saflık ama bu tavıreğer bir siyasi nüfuz aracı haline getirilirse ciddi olarak karşı ted-birler alınması gerek. İskandinav ülkeleri ulusallık konusunda uluslar arasında sorunyaratıyor; oysa başka ulusların, uzlaşma ve çatışma tecrübeleriniyaşamayan ülkeler bunlar... Beynelmilel toplantılarda İsveç'in bit-mez tükenmez teklifleri can sıkıcı; çünkü bu devletin bu gibi sorun-lar üzerinde bilgisi ve gerçek bir ilgisi yok İskandinavlar "ulusal

41

Page 42: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

kimliği" çok kez kendi İsveçlilik ve Norveçlilik oluşumu gibi alıyor-lar. Son hafta İzmir'deki "İsveç-Türk kültür ve ticaret" haftasındadağıtılan broşür bir skandaldan çok bir cahilane saflık örneği; da-

AB ve Türkiyeha girişte En Turkisk Folkstam (Bir Türk boyu olan Osmanlılar)sözleri yazarın sonsuz bilgisizliğini serimleyen ifadeler. Tartışılabi-len meseleleri kesinleşmiş mütearifeler olarak kabul etmek, 18 bu-çuk yaşındaki gençlere has bir davranıştır; bir siyasî kurum ve şah-siyet bu tavra sahipse militan bönlükten söz edilir, ama bunlar dip-lomatik kisveyle ortaya konursa traji-komik bir manzara ile karşıkarşıyayız demektir. Kuzeyli saflığı, babasının namus cinayetiyle hayatına son verdi-ği zavallı Fadime'yi Uppsala'daki katedralde yapılan muhteşem tö-renle hıristiyan uygarlığının koruyuculuğu altında ebediyete uğurlu-yor. Lakin İsveç, hayatta iken bu insanlar için ne yapıyor? 40'a ya-kın ırkçı cinayet kurbanı Türk var; ortada dolaşan failleri polis hâ-lâ bulamıyor. Bazı durumları "çifte standart" gibi kavramlarla açık-lamak îskandinavlara fazla paye vermek olur. Ortada, kapalı top-lum insanlarının herkesi ahmak sayarak kendi kolayına kural ko-yup, yüksek sesle bunu tekrarlamaları gibi bir densizlik vardır. Ba-zı ülkeler ve kurumlar da bunu yapıyor. Dil ile kimliğin tayin edil-diğini herkes biliyor, bunun önemini İsveçli sabık başkonsolos tes-pit etmiş değil; ama başkonsolosun yazdığının, müzisyenlik ile ilgi-si olmayan birinin eline Stradivarius keman almasından farkı yok.Çok tatsız sesin yanında tamiri mümkün olmayan zararlar da bek-lenir. İsveçliler harcıalem teorileri ve bilgileri acemice kullanan bü-yücü çırakları gibi; proje paralan ve cömert burslar vererek bazıyerli kimseleri konuşturmakla arbiter mundi (dünya hakemi) olun-muyor. İsveçliler ülkelerindeki Finlilere pek kötü davranırlar; tıpkı Dani-markalıların Frizyalılara yaptıkları gibi; İsveç Laponları (Samy) ya-kın mazide eritmiştir. Şimdi bu alanda müşfik müzecilik yapıyor vedünyaya azınlıklarla nasıl yaşanacağını öğretmeye çalışıyor. Mese-leyi "tencere dibin kara" hikâyesine çevirmeyelim, ama hiçbir şey-den anlamayanların her şeye karışması iyi sonuçlar vermez. İskan-dinav diplomasisi diplomasiden anlamıyor, denedikleri bu yeniyöntem gerçek anlamda sorunları çözmek isteyenlere yardımcı de-ğil, köstek oluyor. Yeni büyükelçinin "okuduğunuzu yanlış anladı-nız" sözü ise tam bir gaf ve kendini bilmezlik. Önce "anlayarak ya-zın" ve her yerde "urcufe broşürler" dağıtmaktan vazgeçin. Anka-ra'da Büyükelçi Erich Cornell gibi makul ve bilgili büyükelçiler de

Kırk Ambar Sohbetlerivardı. Nihayet aslen İsveçli olmamakla beraber; 18. asrın ünlü Os-manlı tarihçisi Mouradgea D'Ohhson da İsveç eîçisiydi. Bir süreiçin isveçli misyonlarla devletin değilse de, kurumlarımızın ve yurt-taşlarımızın ilişkilerini hemen dondurmaları gerekli gibi...10 Şubat 2002

Bizans ve Bizler Cihanşümul Roma parçalanmıştı; kuzeyden akıp gelen barbar-ların karşısında hayata devam için başkenti değiştirdi ve İmparator

42

Page 43: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Konstantin Sarayburnu'nun ucundaki küçük Bizans'tan büyük şeh- •ri yarattı. Büyük şehrin adı Konstantinopolis'ti, kurucusunun adınıtaşıyordu veya Nea Roma deniyordu. Eskiyen bir Roma'nın yanın-da yeni dirilen bir Roma'yı temsil ediyordu. Ahalisinin ekserisi hıristiyandı. Roma İmparatorluğu artık hıris-tiyan imparatorluktu. Avrupa'nın ilk üniversitesi burada açıldı, ilkhukuk fakültesi de. Halkın çoğu Yunanca konuşuyordu. Ama dev-leti yönetenlerin kökeni Latindi, bunlara 6'ncı asırdaki büyük im-pataror İustinyanus dahil. Yönetimin Latin dilini ve ananelerini de-vam ettirmesi, Helence konuşan uyrukları rahatsız etmedi. Nedevletin adı Helen'di ne de halk kendine öyle diyordu, herkes Ro-malı 'ydı. Roma cihana hâkim olmak demekti. Başkentteki büyükkubbeli kilise Ayasofya'nın asırlarca daha mükemmeli yapılamadı.Ta ki 15 ve 16'ncı asırda İtalya'da kiliseler ve Osmanlı başkentin-deki camiler yükselene kadar. Tam bin yıl yeni Roma kuzeydeki Slav sürülerini etkiledi, on-ları hıristiyanlığa çekti. Hayranlıkla biat ettiler. Avrupa'nın kuzey-batısındaki barbarlar da kendilerini Romalı sandılar. Doğrusu La-tinceyi de öğrendiler. Roma'nın yeni dilini tartışmasız kabul etti-ler. Lakin şarka kayan Roma medeniyetiyle alâkaları yoktu. Neyeme içmeleri ne de giyinmeleri, hele hele olmayan temizlik alış-kanlıkları Doğu Romalılara benziyordu. Büyük Karl'ın Aac-hen'daki katedrali, Macar kralı İstvan'ın Bizans tacı Bizanslı ol-maya yetmiyordu. İmparator Otto'nun İstanbul'a gelen elçisi Cre-mona Piskoposu Liutprand'ı, "Sen kendini Roma imparatorununelçisi mi zannediyorsun? Haddini bilmez barbar!" diye hapse at-tılar.

64 Kırk Ambar Sohbetleri

Ayasofya, zengin şehir, hipodromun güzellikleri hepsinin iştahı-nı çekiyordu. 1204 yılı sonbaharında bugünkü Almanya ve Fran-sa'dan akıp gelen sürüler, Venediklilerin kışkırtmasıyla bin yıllıkşehri yağmaladılar. Doğu Roma gafil avlanmıştı. O günden bugü-ne de bu adamlarla ittifak olmayacağını anladı. Şehrin mabetlerikirletildi, insanlar katledildi, Ayasofya'daki dikili taşın etrafındakisan pirinç levhalar altın diye söküldü. Bu yabani sürülerin Bizans'lahiç alâkalı olmadığına tarih şahittir. Doğudaki Roma ise tran medeniyetiyle, Mezopotamya ve Suri-ye'nin bilgeliğiyle, uygarlıkların beşiği Mısır'ın kurumlarıyla devametti. O bir bileşkeydi ve günün birinde ecdadımız Asya'dan akıpgeldiğinde tanışık olduğu İran ve Arap halkları gibi Bizanslıyla dakaynaşmakta gecikmedi. Türklerin dil ve âdetiyle elinde tuttuğu ensağlam ve saf kurum orduydu. Bizans ismi uyduruktur. İstanbul'u fethederek Kayzer-i Rum ya-ni Roma Kayzeri unvanını alan II. Mehmet ve haleflerine karşı sa-dece onun unvanını değil, halefi olduğu eski Hıristiyan Roma'yı dahafızalardan silmeyi hedefleyen bir Alman icadıdır. Saraybur-nu'nun arkeolojik katmanında unutulan eski Bizans'ı 16'ncı asır hü-manisti Hieronimus Wolff bu bin yıllık imparatorluk dönemine addiye koymuştur. Ama Sezar'ın hakkını Sezar'a, barbarın hakkınıbarbara vermeli; daha önceleri Bizans'a sadece öykünen Avrupa,Rönesans'tan beri itiraf etmese de Bizanslılaşmıştır.

43

Page 44: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Jacques Chirac tecrübeli bir politikacı. Uzun yönetimi boyuncaTürkiye'nin iyi bir partner olacağını anladı. Fransız sağında de Ga-ulle'cüler içinde rastlanan bir grup, öbür sağdan da hatta bazı uçuksosyalistlerden de daha makuldür. Roma'nın bir zamanlar pagan,sonra hıristiyan ve Türkler devrinde de müslüman bir karakterledevam ettiğini anlayanlar vardır. Tabii bu azınlığın karşısında mek-tepte öğrendikleri yanlışlarla hayata devam edenler her yerde ol-duğu gibi çoğunluktur. Bir gerçek var, Türkler İran'ı tanıdı, Mezo-potamya'yı tanıdı ve Bizans'a yerleşti. Roma'ya ve Bizans denentarihî varlığa Kuzeybatı Avrupa'nın Germenik kavimlerinden dahayakınız. Rönesans'tan bu yana Batı Avrupa bir hayli değişmesinerağmen, hâlâ Germen kabile zihniyetinin hükmettiği hıristiyan or-taçağın kalıntılarını yaşıyor. Bütün yorumlarını ve zihniyetlerini de-ğiştir mezlerse, çağdaş üniversalizme ulaşmaları çok zor. Bilim âle-

AB ve Türkiyeminde kapalı kapılar ardında süregiden münakaşanın, avami poli-tika düzeyinde Chirac ve UDF Genel Başkanı Francois Bayrouarasında devam ettiğini görüyoruz. Avrupa'nın doğusu ve batısın-daki uçurumlar aşılır cinsten değil. Romanya ve Bulgaristan'ı içinealmakla bu birliği sağlamış olmuyorsun. Asıl Doğu Avrupa, kültür,zihniyet ve tarihî kalıntı olarak Rusya'da ve Türkiye'de yaşıyor. Ba-kalım yorgun Batı Avrupa ihtiyarlık arazlarından kendini kurtara-bilecek mi?21 Kasım 2004

Haçlılar ve Haçlı Zihniyeti

Sadece Müslüman dünyasında muhafazakâr çevrelerde değil,çağdaş Batı'da da Haçlılık eleştirilen bir tarihî gelenek oldu. Gele-cek yıllarda, meşum 1204 yılı yani IV. Haçlı seferlerinde Bizans İs-tanbulu'nun istilâ ve yağma edilmesinin 800'üncü yılı anılacak vetabii hoş bir hava olmayacak. Çünkü hıristiyan aleminin yarısı, öbüryarısına bazı tarihî metinler okuyup hatırlatmalarda bulunacak. Hatırlıyorum, 1997 yılı 23-24 Haziran günlerinde İstanbul'daConrad Otel'de Türk Tarih Kurumu "Haçlı Seferleri ve Türkiye" baş-lıklı bir beynelmilel sempozyum düzenlemişti. Bu, I. Haçlı Seferinin900'üncü yılı için yapılan bir tarihî bilançoydu ve bu vesileyle bazıeğilimleri yeniden saptamak mümkün oldu. 1099'da Haçlılar Ku-düs'ü aldığında bütün İslam aleminin ayağa kalktığını, yeise kapıldı-ğını sanmayalım. Edebiyat Fakültesi'nin değerli hocalarından Prof.Erdoğan Mercii tam bu konuda, "Anadolu Selçukluları, Haçlılarla dö-vüşüyordu. Ama İran'daki Selçuklu devletinin bu olayı fazla dertedindiği söylenemezdi. Hatta bu olaydan birkaç yıl sonra ölen İmamGazali'nin dahi bir tepki gösterdiğine bugüne kadar şahit olunama-mıştır" dediydi. Anlaşılan olay mevzii bir felaket ve tashih edilir bir iş-gal olarak görüldü. Abbasîleri sevmeyen Selçuklu ve Mısır Fatimîle-rinin bu konuya gereken ilgiyi duymadıkları da söylenir. Gerçi An-takya, Ur fa ve Filistin'de (Kudüs de dahil) Haçlı hâkimiyeti de ancakbir asır dayanabildi. Hatta Kudüs'te 100 yıl bile sürmedi. Haçlı taar-ruzuna müslümanlardan daha çok cephe alan ve Batı'ya karşı haklıolarak kinlenen, hanümanı yakılıp yıkılanlar Doğu'nun hıristiyanları

44

Page 45: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

oldular. Nitekim İskenderiyeli Bizans tarihçisi Profesör Mahmud Sa-id Orman bu konuda bir tebliğ sundu. Arap kroniklerden ilginç ör-nekler verdi. Tabii ünlü romancı Amin Maalouf'un "Haçlı Seferle-ri..." konulu Arap kroniklerine dayanan yarı roman yarı tarihî eseriokunacak bir şaheserdir. Bizans tarihçisi Niketas Choniates, Haçlıla-rı tek kelimeyle anıyordu: Barbarlar... (Bu eser üzerine, çevirmeni Işıl

AB ve TürkiyeDemirkent'in Türk Tarih Kurumu'ndan çıkan Uluslararası Haçlı Se-ferleri Sempozyumu kitabında bir makalesi var.) Ama bu tip yakla-şımları, Haçlılar dönemi üzerinde araştırmaları olan müteveffa İsra-illi tarihçi Joshua Prower "Haçlılar ve Yakındoğu" adlı eserinde elealmıştı. Bize okullarda öğretilen efsaneler, yani Haçlıların doğudatıp, mimari, felsefe, kimya öğrendiği safsatası anlaşılan Haçlılan yü-celtmeye yarayan bir yorum... Gerçekte Haçlılar Doğu'dan pek birşey öğrenmeden gitmiş görünüyorlar. Kılık kıyafetleri değişmemiş,hamam kullanma alışkanlığı edinememişler, mutfak sanatını becere-memiş, az sayıda okuyan çocuklarını dahi gene Batı'ya yollamışlar,arazi rejimini Batı'daki gibi düzenlemeye kalkmışlar ve tabii memnu-niyetsizliğe sebep olmuşlardır. Sade Müslümanlara değil, hatta yerliHıristiyanlara ve Yahudilere karşı daha da fena muamele etmişler.Yani anlaşılan, geldiği gibi gitmek buna denir, bohçadan farksız.Haçlılar Mukaddes Doğu'dan müslümanlar kadar hıristiyanlarda daBatı Avrupa'ya karşı nefret uyandırarak ayrılmışlar. Her kültür çev-resinin kendine özgün yanlan var. Batı Avrupa kolay kolay dış etkikabul etmiyor. Avrupa üzerinde tarih boyu ancak Roma ve daha çokAvrupa'nın kendi çocuğu olan Kuzey Amerika değiştirici etkide bu-lunmuştur. Ama bu dünya şimdi kendi bünyesindeki milyonlarca Do-ğulu ile nasıl bir etkileşim, uyum ve anlaşmaya varacak, inanmasızor... Bu gibi tarih muhasebeleri Doğuluyu, Batılıyı bir araya getiri-yor, yeni yorumlar yapılıyor. Şu sıralar Jones ve Ereira adlı iki tarihyazarı "Crusaders-Haçlılar" adlı ortak eserlerinde; "Mea culpa'ya (ku-sur itirafı), hatta günah çıkarmaya gitmişler ve dedeleri olan Haçlı-lardan "yamyamlar" diye söz ediyorlar. Ne var ki bu aşırı samimiyetbir şey çözmüyor. Endülüs'ün yıkılışından beri Doğu dünyası Haçlı-lardan çekinmekte ve Avrupa'nın olduğu her yerde o zihniyeti arı-yor; Batı dünyası ise 1453'ten beri özellikle biz Türklerde İslam'ınyıkıcı etkisini arıyor. Biz onları Haçlı, onlarsa bizi "fundamentalist" di-ye görüyorlar. İyi niyet ve birkaç âlimin yorumu durumu değiştirme-ye yardımcı olmuyor. Çünkü politika ve çıkar grupları her yerde buyargıları besleyecek kabahatleri bir bir işlemekte, hatta Avrupa he-nüz atalarının yolundan çok uzağa gitmiş değil... Tutucu bir kıta, zordeğişiyor: En azından buna yönelik davranışları her zaman inandırı-cı değil. Mea culpa tavn gerçekçi mi, yoksa o da yeni bir reklamcı-lık ve düşünsel nüfuz aracı mı? Zaman gösterecek...1 Eylül 2002

Herkes Her Modeli Tartışır

Dünyada ittifaklar yirminci yüzyıla özgü değil. Hele 1990'lardaağzımızdan düşmez olan "küreselleşme" Sovyet İmparatorluğu'nunçöküşüyle göz dolduran bir oluşum hiç değil; küreselleşme beşeri-

45

Page 46: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

yetin tarihi kadar eskidir. İlk kil tabletlerdeki kayıtlar, Mezopotam-ya'dan Asurî tüccarların Anadolu'ya katır kervanıyla kalay getirip,buradaki bakırla karıştırıp Tunç Medeniyeti'ni kurmalarını yansıtır.Yelkenliler Mısır ülkesinin ışıltısını Akdeniz adalarına, Pelepones'ekadar taşıdı. İnsanoğlunun bir araya gelip de iş yapması, birbirinden etkile-nip ortak üslûpla yaratması dört bin yıllık bir olay. Küreselleşme1789'un yarattığı oluşum değil. Orada ortaya çıkan çağdaş de-mokrasi, gürültüsüzce İsviçre kantonlarında, Britanya Adaları'nda,tabii eski Yunan'da, Roma'daki oluşumların bir devamı, çizgininüstünde bir nokta. Küreselleşme dediğimiz nesne, ortak iş yapmave üretmeyse, 1989'da "Amerikalılık"ın öncülüğünü beklemedi.Ne de Batı Avrupalıların çok gürültüsünü yaptıkları gibi kendileri-ne özgü bir olgu. Bazıları akan nehri sahiplenmeyi ve asalarını oynatarak nehrinyönünü kendilerinin çizdiğini iddia ederler. Avrupa tarihte oldu-ğundan daha büyük görünüyor. Beşeriyet dört bin yıllık medenîmacerasını Avrupa'yı kurmak için yaşamış gibi yorum yapılıyor.Bunlara ne kadar itibar edebiliriz? Kırk yıldır Avrupalı olmak için çırpınıyoruz. 1974'te bu işe ha-yır diyenler, şimdi; "Vallah Avrupa'sız var olamayız, karşı çıkanlarhaindir!" diye bağırıyorlar. Oysa hem bizim tutumumuz ve halimiz,hem Avrupa'nın tutumu ve hali ve zaten dönüşü olmayan bir yol-culuk; her zaman için alternatifler üretmemizi de gerektiriyor. Evvela; gireceğimiz kıta yaşlıdır. Üretimi ve tüketimi çok yakınzamanda şüpheli bir mecraa girecektir. Saniyen; Avrupalı toplum-

AB ve Türkiye

69

ların kendini üretmesi hiç de öyle parlak göstergelere sahip değil.Avrupalılığı tartışılır Britanya Adaları'ndaki birkaç parlak yükse-köğretim kurumu (Oxford, Cambridge, Londra Imperial Collegegibi) ve bazı yüksek sınıf liseleri hariç kıtada, ortaöğretim ve yük-seköğretim tam bir çöküntü ve küflenme halinde. Bizimkiler bununfarkında değil ama Avrupa'da sokaktaki insanların bile feryadı gö-ğü tutuyor. Bu toplumlara gelen göçmenler gerçek bir bütünleşmeyaşamaktan çok, sorunlarıyla baş başa bırakılan yedek proleteryakonumunda. Doğrusu, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yenilenennüfus, seçkin eğitim kurumları, küçük İsrail'deki eğitimin kalitesi vegöçle artan dinamizm, civardaki büyük sıkıntılar ve savaş kalıntıla-rı içindeki Filistin ve Lübnan'ın istikbal vaat eden genç nüfusu veeğitimi, buralarda yok. Gerçekte alternatif modeller, düşündüklerini medenice ifadeeden Kılınç Paşa'nın önerdiğinden daha da çok... Niçin gelecektebarış yapmak zorunda olan İsrail, Filistin ve Lübnan, birbiriyle ge-çinemeyen Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye yakınzamanın bir iktisadî birliğini meydana getirmesin? Düşünmeli vetartışmalıyız. Rusya, orduları, ananesi olan ve birbirimizi tanıdığı-mız bir dünya... Rusya toplumu bu asırda bile değişme kabiliyeti ol-duğunu Fransa'dan daha çok gösterebilmiştir. Hiçbir diktatörlükIran kadar, halkın baskısı karşısında gerileme durumunda değildir.

46

Page 47: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

İran değişecek çünkü İranlılar okuyan, değişmeyi arzulayan ve il-ginç eylemler gösterebilecek bir toplumdur. Binaenaleyh, böyle birmodel ortaya konduğu zaman, önce yirmi dört saat mütalaaya al-mak gerekir. Zorba üslûpla karşı hücuma geçen başarısız icraat sahipleri kim-seyi fikrî baskı altına alamamalıdır. Tek partinin mahalle komitesimilitanı tavrıyla, ne farklı tekliflere ne de değerlendirme sürecimi-ze kimsenin ambargo koymasına müsaade etmemeliyiz.10 Mart 2002

Avrupa Birliği mi Yoksa Balkan Birliği mi?

Fransız millî cephesi Türkiye'nin AB üyeliğine karşı; cephedesağcılar ve solcular birleşmiş, Başbakan Chirac üyeliğimizi referan-duma götürmeye çabalıyor. Hükümetimiz, muhalefetimiz, solcula-rımız, liberallerimiz, doğulularımız, batılılarımız telaş içinde... Avus-turyalılar hallerine bakmadan Türkiye'nin Avrupa üyeliğine karşı-lar. Ağızlarını açtıklarında; iktisatçı, işletmeci, mühendis kafasıyladeğil de ninelerinin zihniyetiyle bir alay slogan sıralıyorlar. Bizim-kiler de çığrından çıkıyor, "Vay bizi tanımıyorlar" veya "Atatürk'ünneler yaptığını bilmiyorlar" gibi cevaplar gene biz okuyalım diyegazete sütunlarını dolduruyor. Avusturyalıların bilmeleri gerekenden önce, bizim Avusturya veFransa hakkında bazı şeyleri bilmemiz lazım. Bunlar çok temelmaddi kıstaslardır. Birincisi, nüfusa ilişkin rakamlar fecidir; Avustur-ya Avrupa'nın en ihtiyar ülkelerinden, nüfusunun hemen hemenüçte ikisi 50 yaşın üstünde. Genç nüfuslarının da iyi eğitilemediğinikoro halinde kendileri söylüyor. Avrupa Birliği'nin yeni üyeleri olankomşuları Macaristan ve Slovakya'da aynı sorunlar daha da vahimboyutlarda; ihtiyar nüfus genç nüfusun yetiştirilmesinde yani yeni-den üretiminde başarısız; sanayide ve iş idaresinde gerileme ve han-tallık görülüyor ve Avrupa bu alanda Uzak Asya, ABD, Kanada, İs-rail, hatta Hindistan'la yarışamıyor. Üretimin pahalılaşması ve asılönemlisi çığrından çıkmış bir sendikalizmle işçi sınıfında ve beyazyakalı denen teknisyenlerde üretim heyecanı yok olmuş. İhtiyar Ba-tı Avrupa ile bütünleşmemizi istemeyen Avusturya ve Fransa aslın-da genç, taze bir gücü itmekle kendi çıkarlarını zedeliyor ama aca-ba bize böylelikle iyilik mi yapıyorlar diye düşünüyoruz. Türkiye Avrupa üyeliğini kültürel ve ideolojik bakımlardan tas-dik veya ret ediyor, iktisadî projeksiyon ve değerlendirmelerimiz

AB ve Türkiyeson derece safdilcedir. Ne özel sektörde ne de devlette kimseninciddi hesaplar yapmadığı ve iktisadî unsurları değerlendirmediğiaçık. İhtiyar Orta Avrupa'yı kim yüklenecek? İki cihan harbindengalip fakat eskimiş bir sanayi ile çıkan ve bunu Almanya ve İtalyaölçüsünde yenileyemeyen Fransa yeterince cazip bir ortak olabile-cek mi? Yenileyemediği nüfusunu eski sömürgelerden gelen vasıf-sız işgücü ile kapatmaya çalışan bu ülke, bu nüfusu emecek ve on-larla kültürel uyum sağlayacak mekanizmaları da hayata geçireme-miştir. Zaten Avrupa genelde ABD'nin aksine göç eden nüfusu be-

47

Page 48: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

nimsemiyor ve kendini onlara benimsetemiyor. Gelen nüfus vasıf-sızsa bu uyumsuzluk sorunu nesiller boyu devam ediyor; şayet va-sıflı bir nüfussa Hintli ve Rus bilgisayar uzmanları örneğinde oldu-ğu gibi bir müddet sonra bunalıp Yeni Dünya'nın yolunu tutuyor-lar. Bu müttefiklerle ulus olarak 21'inci yüzyılın puslu ortamında nekadar güvenli bir yolculuk yapabiliriz; bu soruyu hep sormalı vestrateji geliştirmeliyiz. Asıl sorun Avrupa Birliğinin Balkan Birliğine dönüşmeye baş-lamasıdır. 19'uncu yüzyılın son çeyreğinde Alman tarihinin tek be-cerikli diplomatı olan Prens Bismarck'ın hiç yüz vermediği Balkan-lar'a kendisinden sonraki Almanya dört elle sarıldı ve Viyana'nındoğusunu Avusturya ile birlikte Alman iktisadî ve siyasî hayatınınvazgeçilmez unsuru olarak benimsedi. Bu yanlış diplomasi ve ikti-sadî ilişkilerin bedelini iki cihan savaşında da çok pahalıya ödedi.Belki Almanya'yı bu yanlışa iten bazı nedenlerin varlığı dolayısıylaaynı politika izleniyor. Almanya'nın Doğu Avrupa'ya açılım politi-kası hem kendi seçmenini hem de Danimarka, Hollanda, İsveç veFransa gibi unsurları yeni bir yapılanmaya itiyor. AB tıpkı AvrupaKonseyi'nin İkinci Harp sonrasındaki rolü gibi bir aşamayı, bir gü-venlik kuşağını ve bir bütünleşmeyi teşkil edecek ama çok kısa za-manda Batılıların kendi içlerinde daha etkin bir bir örgütlenmeyegidecekleri kesin ve biz birliğin içinde asıl üyelerden çok ortaçağ-lardaki Hansa Birliği'nin konturları gibi Balkan halklarıyla baş ba-şa kalabiliriz. Balkan halklarının kültürel bir çevre olarak bizimle birbütün oldukları kesin. Ama iktisadî yönden Türkiye'nin dinamiz-miyle ve yapısal avantajlarıyla uyum sağlamaları mümkün değil. "İşbaşka, dostluk başka" deyişini hatırlamak lazım. Bir bakıma bizimiçine gireceğimiz Avrupa Birliği sayesinde eski Osmanlı İmparator-luğu'nun parçalarıyla yeniden bir arada olmamız mümkün görünü-

Kırk Ambar Sohbetleriyor ama bunu komşuların inisiyatifleri ile değil, Batı Avrupa'nın yö-netimi ile yapıyoruz. Birleşmelere kendimiz yön verdiğimiz ölçüdedaha verimli bir dünya ortaya çıkar. Ama AB'yi beşeriyetin nihaive ebedi bir hedefi gibi görürsek sükûtu hayale uğrayacağımız açık-tır. Kapasitelerinin ötesinde itirazlarda bulunan Avusturya gibi ül-keleri de ciddi bir şekilde değerlendirmek zorundayız. Biz bazı olayve kurumları küçümseriz ama çoğunlukla onun kadar önemli birkusurumuz daha var; bazı unsurları gözümüzde hep fazla büyütmü-şüzdür24 Ekim 2004

Ankara Hangi Kıtanın Başkentlerinden? Ankara 1940'lardan 1960'lara gelene kadar tipik bir Balkanbaşkentiydi. Sürprizli çıkışlar yapan Devlet Opera ve Balesi, hın-cahınç dolu Devlet Tiyatroları, temiz giyimli ve İstanbul şiveli me-murlar ve öğrencilerle değişikti. Sıkıcıydı, rahattı, ağır havalıydı.Henüz varoşları doldurmakta olan Anadolu halkı bu şehirde orta-lık yerde pek görünmezdi; galiba Vali Nevzat Tandoğan'ın geçmiş-te kılıksız insanlara uygulattığı bulvarda gezme yasağının ananele-şen etkisiydi bu. Ankara varoşlarında hayat zordu ama imkânsızdeğildi. Üstelik suçluluk nisbeti pek düşüktü. Şehrin kültürel ku-rumları da doğrusu hiç yabana atılmazdı. Dünya çapında bir Hitit

48

Page 49: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

müzesi vardı. Halen de var Allah'a şükür. Gençlik senfoni orkest-rasının konserlerini kaçırmazdı, halen de öyle; ama doğru dürüstbir konser salonu hâlâ yapılamıyor. O yıllarda şehrin halkı Avrupa ve Batı diye inim inim inlerdi.Çoğu Batı'yı görmemiş olan bu memur halkın kafasında Avrupademek, temiz İsviçre'ydi, asayişti, Alman düzeniydi, Fransa'nın ışıl-tısı, emperyal tavırlı İngiltere idi. Bugünün gençleri gözlerini aç-mışlar; böyle lafazanlıkları tekrarlamayacak kadar bilgili ve görgü-lüler, zaten Batı da değişti, eskisi nerede... Fransa'nın pek de iyi şöhretle gitmemiş olan eski cumhurbaş-kanı bir laf etmiş; başkent Ankara, Avrupa'da değilmiş deyu... EyAnkara, 70 yıldır Batılı başkent olmak için neler çektin, sakinlerinBatı başkentlerindeki gibi yaşamayı hayal etti; tozda toprakta şıkelbiselerle gezdiler. Bazen iyisine rastgelsek de, dinlenmez konser-leri de dinlediler. Şimdiyse dünyadan habersiz, hediyesever eski birFransa cumhurbaşkanı senin Asya'da olduğunu hatırlatıyor. AcabaGiscard d'Estaing'i ikna etmek için kendisine Batılı Ankara'nın al-tın maketini mi verelim? Makette şehrin çok Batılı noktalarını dapırlanta işleyerek işaretleriz.

Kırk Ambar Sohbetleri Aslında d'Estaing'e samimi demecinden dolayı kızmamalıyız.Dört-beş yıl önce Lord Owen, herhalde Türk delegasyonunu farketmediğinden olacak, İspanya'da St. Andar'daki bir toplantıda"Türkiye, Avrupa Birliği'ne katiyen giremez" demişti. Bizimkiler,bilhassa hariciye erkânı ayıldı bayıldı. Kohl'den sonra d'Estaing ko-nuştu, gene ayılıp bayılıyoruz. Avrupa'da dan dan konuşan siyasi-ler yanında "lakin"li konuşan oyalayıcıların birkaçı da d'Estaing'igüya kınıyor. Fakat taraftarları da hayli kalabalık. Açıkçası Türkiyekendi başına hedefleri aşmazsa kimsenin onu Avrupa'da görmeyeniyeti yok. 70 milyonluk bir ülke bu... Ama bu olmaza rağmen,Avrupa Birliği'nin siyaset ve iktisadiyatına paralel yaşayan ve dav-ranan bir ülke bu birliğin işine gelir. Oyalama nedeni de bu... Beninanıyorum ki gelecekteki Türkiye büyük olacak. O zaman zatendünya da değişir. İlginç görünümler var: Aslında sosyal demokratlar da hıristiyandemokratlar kadar Türkiye'nin üyeliğini istemiyor. Ama söylemle-ri Giscard'ınki ve Kohl'ünkü gibi acemice değil; hukuk mukuk de-yip işi geçiştiriyorlar. Hukuk ve adalet sistemimizi ise Avrupa içindeğil kendimiz için düzeltmemiz gerektiği açık. İnsanlarımıza bizimsaygı duymamız gerek. İşte size bir saygısızlık örneği; geçen haftaOrd. Prof. Ekrem Akurgal'ı senelerce kazdığı ve kültür tarihine ar-mağan ettiği yere gömemedik. Arkeologun mezarı da SİT alanınadahildir. Evlatlarıyla iftihar edemeyen kavimleri, d'Estaing gibi on-larcası hırpalar. Asya'daki başkent (!) Ankara'da; Akurgal vardı,Fazıl Say çıktı, Sedat Alp var, Halil İnalcık var, Gazi Yaşargil ora-da okudu. 1930'larda Avrupa'nın tekmelediği ulema, onun bozkır-da yükselen üniversitesinde hayat ve çalışma ortamı buldu. Amabu zenginliğe önce kendimiz sahip çıkalım ki, d'Estaing ve Kohl gi-bi adamların da kafasına kakabilelim. Ankara, Balkan tipi sempatik bir başkentti. Ama şimdi Asya'yada değil, korkarım Amerika Birleşik Devletleri'nin orta batısındakişehirlere benzemeye başladı. 1970'lerden beri önce hava kirliliği,

49

Page 50: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sonra politik ilgisizlikle kültür hayatı ölüyor, insanlar kabuğuna çe-kiliyor. Orta yaşlılar İstanbul'a, gençler yurtdışına kaçıyor. Onu tek-rar eski Ankara yapmak lazım.17 Kasım 2002

Biraz Gecikmek İyi mi Olur? Kohl'ün zamanında Alman hükümeti Tükiye'nin Avrupalılığınaresmen karşı çıkardı; şimdi koalisyonda farklı şarkı söyleniyor.Fransa ve Chirac, Türkiye'nin Avrupalılığı için müspetti, şimdi iseFransa çalkalanıyor. Chirac ricat halinde; partisi de Türkleri iste-miyor. Ret gerekçelerinde haklı yönler var. Ama Alman Hıristiyan De-mokratlar'in bilgisizliği şaşırtıcı. Fransızların önyargısı ise felaket.Bu saldırıyı iş edinen münasebetsizler var; bilgileri sıfır, ahlak veedepleri sıfırın altında. Meselâ Alexandre del Valle bunların başın-da. Gerçek dışı veya eski bilgilerle dolu Ostermann raporu elinde,ona dayanarak verip veriştiriyor. Şu sıra anti-Türk kampanyanınen makbul sözcüsü. 1856 Paris Konvansiyonu'yla Avrupalı olduk. Devlet-i Âliyyebüyük Avrupa devletlerinden biriydi. Bunun pratik sonuçları vardı.Bizim pasaportumuzu taşıyan bir Cavalı genç, Hollandalı sömürgeidarecilerine; Osmanlı tebaasından bir Hintli, Britanya idaresinekarşı Avrupalının haklarına sahipti. Nasıl ki bir Avrupalının bura-larda kısmî dokunulmazlığı ve imtiyazları varsa, Osmanlı tebaası dao dünyada aynı haklara sahipti. Bu tatlı düzen Tanzimat'ın büyükadamları tarafından kurulmuştu. Çabuk çöktü. İlk elde beceriksizbir yönetimin acemiliği ve Avrupa'nın malum tavrıyla 1877-78Savaşı'nda Rusya'yla karşı karşıya kaldık. Ayastefanos'u takipeden Berlin Kongresi'nde, Disraeli'nin kişiliğinde İngiltere hariç,Türkiye'ye müzahir olan Avrupalı yoktu. 1897 Yunan Savaşı so-nunda bu tavır daha da kuvvetle ortaya çıktı. Türkiye'yi içlerindegörmüyorlardı. Nihayet ittifak ve güvenlik lafı Reval'de utanmazcaihlal edildi. Avrupa ile ittifaka güvenilemezdi. Türkiye buna rağ-men bu asırda Batı ile ittifaktan vazgeçmedi; politikanın icabı vedüzenin gerçeği buydu. Ama bugün dahi, ihtiyar Avrupa'ya fazla

Kırk Ambar Sohbetlerigüveniliyor, alternatif yok deniliyor. Herhalde öyledir. Ama düşün-meye de üşeniyoruz gibi. Fransa'da aklı başında insanlar vardır. Figaro'da yazan ilginçaydın Alexandre Adler bunların başında gelir; daha geçenlerdeTV5'te herkesi hizaya gelmeye çağırdı. Türkiye'nin ne olduğunuvurguladı; "Bir Yahudi'yim ve Yahudiler varlıkları konusundaTürkiye'ye minnet borçludur" dedi. Hukukî ve sosyal hayatımız-daki değişiklikleri vurguladı. Ama bu gibi doğrulan, kös dinler gi-bi dinlemek ve Fransız kamuoyunu yalanlarla yönetmek meslekedinilmiştir. Fransa'nın Türkiye'yi Avrupa'da istememesi o ay-dınların ve politikacıların kendi bilecekleri iştir. Hatta Ermeni veKıbrıs söylemlerini kendi tarihî tortularına göre tespit edebilirler.Şüphesiz, her politikanın bir bedeli vardır, onun hesabını yapma-ları da gerekir ama bir politikayı yalanla götürmek o ülkenin se-viye ve zihniyetini yansıtır. Bu camiaya ihtiyatla yaklaşılmalıdır.Fransa'nın önerdiği "yakın komşuluk ilişkileri" sistemi sadece gü-

50

Page 51: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

lünçtür. Avrupa kıtasındaki ülkelere göre Türkiye'nin avantajları var.Çok Türk farkında değildir -çünkü demografik gelişmeleri izleme-yiz- ama dengeli bir nüfus yapımız var. Doğumlar Batı ve OrtaAnadolu'da azaldı, sadece Doğu'da sürüyor. Bu yüzyılı dengeli birgenç nüfusla yaşayacağımız anlaşılıyor. Avrupa'ya yeni katılan onülkede ise, bilhassa Doğu Avrupalı sekizinde, ciddi bir nüfus azal-ması var. Batı Avrupa zaten öyle. Mühendislik ve tıpta bunların ço-ğundan daha yüksek potansiyele sahip olduğumuzu herkes söylü-yor. Şirketler ve iş idaresinde geçmiş elli yılda Amerikanizmin fay-daları olmuştur; daha güçlü bir yapımız var, dinamik bir toplumuz.Eğitim yatırımları arttı. Şu anda bazı üniversitelerimizin yapısı vedüzeyi İngiltere hariç, kıtanın ilerisindedir. Almanya üniversitelerifena, İtalya beter vaziyettedir ve nasıl düzelteceklerini bilemiyorlar.Bizde ezbere "AB sayesinde eğitimin düzeleceği" sloganını atanlarhiçbir şey bilmiyor. Böylelerinin söylediklerini tercüme ettiğimizdeAvrupalılar dahi gülüyor. Aynı şekilde Avrupa'nın akıl dışı sendika-lizminin yaratacağı tahribatı kimse, hatta kapitalistler bile hesabakatmıyor. Kuşkusuz, Avrupa halklarının tarih bilinci ve bilgisi, uy-garlık bilgisi ve kültürel mirası sahiplenişi bizimle mukayese edil-meyecek kadar ileridedir. Büyük sancımız olduğu halde ne din ko-nusunda ne de tarih ve dil alanında hiçbir şey bilmiyoruz; bilinçsi-

AB ve Türkiyeziz. Sadece Batı müziğini değil, kendi müziğimizi dahi bilmiyoruz.Bu zihnî boşlukla Batı toplumuyla nasıl bütünleşip nasıl direnebile-ceğimiz çetin bir soru. Galiba 15 sene gibi gecikmeli bir giriş o ka-dar da fena olmayacak. 9 Mayıs 2004

Türkiye Modeli Bu hafta başı "Akıl Defteri" programı için dostum Hasan Cemaltarafından CNN TÜRK'e misafir edildim. Sayın Hakkı Devrimprogram için bir yazı kaleme almış... Benim soru sahibi üç arka-daşı küçümsediğimi yazıyor, dinleyiciyi de kaale almamışım. Med-yada az görünmeye gayret ediyorum. Ama hissediyorum ki, bazengerekli oluyor. Üç arkadaşı niye küçümseyeyim, şu müzmin gaze-teci üslubunu bırakalım; mamafih programın pek iyi yürümediğinifark ettim, bir diyalog kopukluğudur gitti. O nedenle Hakkı Dev-rim'in ne olduğunu bir türlü duyamadık dediği "Türkiye modeli"üzerinde duruyorum. Evvela belirtmeliyim; "Türkiye modeli" lafı bir megalomaniyiifade ediyor. Böyle bir model olmasını isteyebiliriz; ama henüz er-ken... "Bu memleket bir halta benzemez" lafını kahve sohbeti sıra-sında mızıldanmaya pek itiraz edemem, çünkü hiçbirimizin günlükhayatı pek tatlı cereyan etmiyor; ama eline kalemi ve mikrofonualıp sabah akşam bunu tekrarlayan adamlarla hiçbir ülfetim ola-maz. Bu aşırı uçta bir hüküm ve tavırdır, yanılma ve sağlıksız dü-şünme payı yüksektir. Aynı şekilde hemen "Türkiye modelf'ndensöz etmek de bunun aksi yönde aşırı bir tavırdır. Türkiye kendineözgü laikliği, gerici akımları (!), sosyalizmi, liberalizmi, demokrasi-si ve askerî darbeleriyle 150 yıldır dar ve uzun köprüyü onurla ge-çiyor; ama ortaya bir "numune", bir "model" koyduğumuz tartışılır

51

Page 52: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ve hükmü bizler değil, gelecek kuşakların ve dünyanın vermesi ge-rekir. Türkiye çok partili hayatıyla temayüz eder. Ne var ki çoğulcudemokrasinin toplumsal örgütlenmesi ve bunun işleyişinde güven-celi (garantili) bir safhada olduğu tartışılır. Nepotizm (akrabacılık),yerelcilik gibi asırlık hastalıklar yanında yeni sapmalar da bu me-kanizmayı tehlikeye sokuyor. Siyasal katılma süreci zayıftır. Ama

AB ve Türkiyetoplumumuzda dinamizm, genç nüfus ve Üçüncü Dünya ülkelerin-de görülmeyen bir eğitim düzeyi gibi olumlu yönler de var. Diğeryönden, Türkiye laiklik politikasını teorik ve siyasî uygulama cihet-lerinden iyi anlayıp tatbik edebilmiş bir ülke değil; yanlış laiklik ta-rifleriyle bir kavga sürüp gitmektedir. Benzer soruna çok daha cid-dî boyutlarda maruz kalan İsrail'in deneylerini tanımak ve bir top-lumun çatışma ortamında nasıl bir uyuşmaya (consensus) gittiğinigörmek lazım. İslam dünyasında "Türkiye" onu sevmeyenlerin bile hasetle ve-ya gıptayla baktıkları ülkedir. Bunu gelişen sanayiine, mühendisli-ğine, tıbbına, o ülkelerde bulunmayan ordu ve bürokrasi geleneği-ne borçludur. Ama hâlâ dünyaya yeterince açılan ve özgün bir kül-türel gelişim gösterebilen bir ülke değiliz. Tarih ve kültür mirasımız-dan da "turizm" dışında yeterince faydalanmış ve onu işleyip, ge-liştirip gelecek nesillere aktarabilecek duruma getirebilmiş adamlardeğiliz... Bu nedenle Avrupalıların ve Amerikalıların yanında otu-ran, dersini iyi bellemiş, uslu cici çocuk havasıyla zavallı dünyayatafrayla bakmak, bizim emperyal geleneğimizle bağdaşmayan birhafifliktir. Türkiye o dünyayı tanıdığı, benimsediği, yardımcı olabil-diği ölçüde model olur. Kendimize haksızlık etmeyelim. Bu yolunbaşlangıcındayız ve olumlu gelişmeler de olmuştur. Arap dünyasın-daki bazı seçkinler ve yöneticiler Türkiye'ye veryansın etse de çar-şı pazardaki küçük insan Türkiye'ye başka türlü bakar. Bütün Şark'ın metropolü İstanbul'dur; elverir ki o İstanbul'u ön-ce biz sevip sayalım. Tabiî Türkiye'nin nasıl bir model olacağınıAvrupalı diplomatlar dikte ettiklerinde kulak vermeyelim; bugünündiplomatları Metternich veya Talleirand değildir. Bir şey bilmedenkonuşanı da boldur. Birkaç yıl Türkiye'de kalanları başka türlü ko-nuşmaya başlıyor. Mesele bu da değildir; bir toplum kendi yolunukendi çizer. Model olacak mıyız, nasıl model olacağız? İskandinavve Alman basın ve sefaret çevrelerinin reçeteleriyle değil kendi ta-rihî dağarcığımız, birikimimiz ve her sınıf insanımızın taleplerinidikkate alan, uzlaştıran projelerle bunu tartışabiliriz.3 Mart 2002

3EĞİTİM ve KÜLTÜR

Herkes Kendi Tarihçisini Arıyor Balkan ülkeleri için tarihin nihaî hedefi, yani gelişmenin sonu,kendi memleketlerinin ve devletlerinin diğerleri üzerinde kuracağıüstünlüktür. Mazileri güya öyle olduğu için bu onların halde ve ge-

52

Page 53: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

lecekteki hakkı ve imtiyazıdır (!). Ne var ki bu tarih yazıcılık biçimipek gürültülü, o nispette de bayağıdır. Zira okul tarihi, büyük bilim-sel anıtsal çalışmalarla kaleme alınmış eserlerin yönlendiriciliğindedeğil, kasaba politikacısının özlemleriyle kaleme alınır. Yani zama-na, zemine göre herkes tarihçisini arar. Bir açıdan bu gerçek pekdeğişmemiştir. Şimdi "Bu olguyu kim nasıl değiştirecek?" sorusuna da yeter-li cevap verilemiyor. Bazı hatalar yurttaşlara vurgulanarak öğre-tiliyor veya bazı hatalar da düzeltilmiyor. Yunanlı gençler 1,5 mil-yon Anadolu Rumunun, Küçük Asya'dan denize dökülerek ko-vulduğunu tekrarlıyor. Sadece uzman olanlar bu nüfusun Venize-los-Atatürk (mübadeleyi özellikle Venizelos istemiştir) anlaşmasıgereği yapılan bir ahali mübadelesi sonucu Yunanistan'a geldiği-ni biliyor. Meselâ bizim için Balkanlar'ın bağımsızlığı; Rusya ile İngilte-re'nin kışkırtma ve desteğinin eseridir. Oysa bunların içindeki ge-lişmelerden, ulusal ayaklanmaların mahiyetinden haberdar değiliz.Bunları bilsek, bugünkü Balkan çatışmalarını da daha iyi anlarız.Değerli Sırp meslektaşımız Olga Ziroeviç "Biz öküz müyüz, boyun-duruk sözü de ne oluyor?" diye patırtı ededursun, Balkan ülkelerin-de 400-450 veya 550 yıllık yakın tarihî devir; "Turetskaya Iga-Türk Boyunduruğu" diye adlandırılır. Osmanlı dönemi sanat eser-leri sevdirilip anlatılmadığı için tahrip edilir. Balkan milletleri be-nimsemedikleri tarihî dönemlere ait kalıntıları süratle tahrip edeneğitimli (diplomat) toplumlardır. Bu tahribatı tespit eden de bizlerdeğiliz, Hollandalı sanat tarihçisi Machiel Kiel. Balkan milletleri

Kırk Ambar Sohbetleribirbirlerinin dillerini ilmî olarak incelemez. Bu ülkelerde Türk filo-lojisi, Batı Avrupa'yla mukayese edilmeyecek kadar zayıf veya ye-ni bir daldır. Meselâ biz Türkler de Bizantinistik öğrenmeyiz. Builimle ülfetimiz yoktur. Slav dilleri ve tarihlerinden bize ne... Peki ozaman bu kitapları nasıl ayıklayıp hangi bilgiyle yeniden yazaca-ğız? Çok kere Avrupa Konseyi gibi organlarda bu işleri yürütenmemurlar tarih bilgisi sahibi değildir. Aynı şey, yani her şeyi dü-zenleme iddiası Alman, İskandinav vakıf yöneticileri ve bürokratyetkililer için söz konusudur. İşin garibi Batı Avrupa kendi deyi-miyle "Güneydoğu'nun dünya görüşünü" değiştirecekmiş; budeğiştirilecek dünya görüşünün haklı-haksız hangi unsur ve ge-rekçelere dayandığını bilmiyorlar. Ortaçağ Cizvitlerinin yerini,tarih bilgisi ve metinlerini tahlil yeteneğine sahip olmayan ama-törler aldı; yerel heveskârlarla ortalıkta bir gulguledir gidiyor,hiçbir önemli değişiklik gündemde yok. Üstelik Batı Avrupa'nınüstünlüğüne inanan, yeni havarilerin gözden kaçırdığı bir noktavar: Kuzeybatı Avrupa beşer tarihinde önemli yere sahip; amabu sadece son beş haydi altı asrı kapsar. Doğu Akdeniz'in veGüney Avrupa'nın binlerce yıla uzanan medeniyeti, edebiyat vebürokrasisi, etnik renkliliği Kuzeyli adamın havsalasının alacağışeyler değildir. Onun için, sorunların çözümüne Balkan ve Or-tadoğu ülkelerinin aydınları kendi aralarında diyalog kurarak gi-rişmelidir. Balkan ülkelerinin dilleri eski edebî dillerdir. Kiliseleri, dinî ku-

53

Page 54: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

rumları eskidir. Devlet gelenekleri derece derece fark etse de,Üçüncü Dünya ülkeleriyle mukayese edilemez, eskidir. Günümüz-deki Anglo-Sakson etkisi sonucu ortaya çıkan iki dillilik ve standartkafa bu medeniyeti silecek gibidir. Hollandalı dilbilimci Abram deSwaan, iki dillilik Üçüncü Dünya için iyidir ve kaçınılmazdır deme-ye getiriyor. "Eski kolonyalist efendilerin dillerini tepe tepe kulla-nın" diyormuş. Peki ama Cezayirlilerin tepe tepe kullanamadıkla-rı, unutturulan Arapça ne olacak? Yapısı, eskiliği, edebî geleneğiy-le Fransızcayı katlar; ama ne yazık ki Cezayir'in milliyetçileri bu di-li konuşamıyor. İstanbul'daki konferansın Yunanlı başkanı Roddos nefis bir İn-gilizce konuşuyordu ama Yunancası orta derecedeymiş. Anlaşı-

Eğitim ve Kültürlan çok pahalıya mal olan bir İngilizcesi var; bedelini güzelim Yu-nancadan vazgeçerek ödemiş. Aslında Balkanlılar mazideki im-paratorluklara rağmen böyle bir felakete uğramadılar. Herhaldeonun için olacak, pek bilinçsizce her yeni örgütlenmenin peşin-den koşuyor, koşuyoruz. Biraz daha şüphe, biraz daha düşün-mek lazım.23 Haziran 2002

Almanların Ders Kitapları

Ders kitapları günümüzde kültürel silah haline geldi. Kastettik-lerim koyu, kaba, gürültücü milliyetçilik veya siyasî propagandayapanlar değil; aksine bu nitelikteki kitaplar derhal ilerici (!) vedemokrat dünyanın hücumuna uğruyor. Böyle kitapları da Bal-kanlıların ve Doğu Avrupalıların, Türklerin yazdığı gibi bir önyar-gı var. Aslında pek demokrat geçinen Batı Avrupa eğitim çevre-lerinin kendilerine özgü üsluplarıyla meydana getirdikleri kitaplarbomba değil ama kanser hücresi gibi; gelecek nesillerin beynineyerleşip onları çarpıtan ve tedavisi olamayan cinsten. Çünkükendi toplumunu ve o toplumu biçimlendiren tarihi, özgün birörnek ve üstün model olarak gören bir anlayış yerleştiriliyor. Şusıra Alman ders kitaplarına bakıyorum. Meselâ "Sosyal Bilgiler"kitabında Almanya'daki müslüman öğrencilerle yapılan anketler-den alıntılar var ve nasıl seçildiğini anlayamadığım, bazılarının (!)cevaplan kitaba alınmış. 13 yaşındaki Havva diyor ki, "Birçok kızarkadaşım ve ben Almanya'da olmaktan mutluyuz. Her şey çoktemiz (!). Öğretmenler Türkiye'deki gibi sert değil." Yani âdetakovulduğu cenneti Almanya'da bulan küçük Havva'nın yanında11 yaşındaki Oya ne diyor: "Okuldan eve gelince kardeşlerimebakıyorum, onlarla oynuyoruz. Babam sokağa çıkmamızı istemi-yor." Özetle Avrupa kıtası tarihin sonu gibi, mutlu son. Tarihî meka-nizma kendi rasyonalitesi ile gelecekteki büyük Avrupalı uluslarıhazırlamış. Başka yerlerdeki mekanizmanın böyle akılcı olmadığıaçık. Bütün tatsızlıklara rağmen günümüzdeki Avrupalının imanıbüyükdedelerininkinden farklı değil. Herkesi imanıyla bırakalım.Ama onun sağa sola yayılmasına hiç taraftar olamayız. BugünküAvrupa 200-300 milyonun dışında dünya tarihi ile hâlâ garip bir

54

Page 55: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

yaklaşım içinde hesaplaşıyor.

Eğitim ve Kültür Tarih kitaplarından birinde, Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetintarihi 1923, biraz ötede 1929 diye gösteriliyor. Ders kitabını kale-me alanın Avrupa'nın doğusu ve Balkanlar hakkında ne kadar de-rin bilgi (!) sahibi olduğu anlaşılıyor. Bir Alman okul ansiklopedisinde İran'ın ünlü şairi Firdoosi (Fir-devsi) için bir paragraf açılmış. Pek güzel lakin; "651'de İran'ıTürklerin istilâ edip İslamlaştırdığından" söz ediliyor. Bu kaba ha-tanın ardında bir önyargı var; Türkler istilâ edip İslamlaştırırlar. Ay-nı konuda diğer Müslüman milletlerin de kendilerine göre önyargı-ları var: "Bu Türkler istilâ ettikleri hıristiyan ülkeleri sadece soyupvergi aldılar. İslamiyeti yaymaya hiç gayret etmediler." Modern tarih kitabında Atatürk Barajı'nın yaratacağı mahzurlarabartılarak sayılmış. Aynı kötümser hava Mısır'daki Asuan Barajıiçin hiç geçerli değil. Belli ki bir sempati farkı var. Uluslara karşıben de farklı derecede sempati duyarım. Ama hiçbir zaman İtal-yanlarla Almanların otobanlarını farklı ölçülerle değerlendirmem.Çünkü ikisi de beton blokudur. Gerçi Alman ders kitaplarındaki gi-bi İtalyan faşizmi ile Nazizmi aynı kefeye koymam, farklı değerlen-diririm. Çünkü İtalyan faşizmi bütün melanetine rağmen öbürününderecesine ulaşamaz. Ders kitapları artık uluslararası politikalara göre biçimleniyor.Adı geçen ülkenin eğer çevredeki komşularla ihtilafı varsa, Dışişle-ri Bakanlığı'nın seçimine göre sempatik olan destekleniyor. Böylebir seçime dışişlerinin hakkı var, hatta bazı gazetelerin de; amaEğitim Bakanlığı'nın kitapları genç nesilleri o kısmî seçimlere göredolduruşa getirme hakkına sahip değildir. Batı Avrupalılar tarih,coğrafya, toplumbilim ders kitaplarında önyargılı üslubu Doğu Av-rupalılara ve Balkanlara yüklüyor, lakin kendileri benmerkezci ta-rih yorumlarını bir örnek, bir model olarak sunuyorlar. O modeleuymayan toplumlar talihsiz ve zavallı tarih yaşamışlardır. Bu yük-sek perdeden böyle söylenmiyor ama hissettiriliyor ve herkese dekabul ettirilmeye çalışılıyor. Son on yıllarda sosyalist eğitim politikaları, Batı Avrupa okulla-rında 20'nci yüzyıl tarihine ağırlık veriyor. Faşizme karşı demokra-si kültürünü geliştirmek için bu yola baş vurulmuş. Sonuçta; krali-yet Fransa'sını iyi bilmeyen, 17'nci asırdaki din savaşlarının önem-li noktalarını ve özgün terminolojisini öğrenmeyen bir' gençlik de-

Kırk Ambar Sohbetlerimokrasi ve asrî idareyi acaba nasıl kavrayacak? Onların kavrayıpkavramaması bizi pek ilgilendirmez diyeceğiz ama bizim gibi gerikalmış diktatoryal toplumlara (!) neyi nasıl öğretecekler? Dahası bukitapların içeriği devletten devlete Avrupa Birliği ve Avrupa Kon-seyi yoluyla dayatılıyor ve herkesin bu üslûp ve görüşe uygun yaz-ması ısrarla telkin ediliyor. Bu işin gönüllü çığırtkanları da eski sos-yalist blok ülkelerinin profesör ve öğretmenleri. Kendi hesabıma; şık basılmış, bol resimli ve güzel üsluplu tarihkitaplarının Avrupa'nın batısında doğusundan daha az sorunlar ya-rattığına ve yaratacağına inanmıyorum. O toplumlarda da yüzde90 okul mezunu diplomayı aldıktan sonra başka tarih kitabının

55

Page 56: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sayfasını bile çevirmeyeceğine göre; bilmediğini bilmeyen bir kitle-nin yapacakları, diyecekleri ve seçecekleri tüyler ürperticidir.2 Şubat 2003

"Eskiler" Üzerine Pazar Sohbeti Bu pazar günü değişik bir konuda sohbet etmeye ne dersiniz?Başbakanımızın bazı giysilerinin bir hayır kurumu yararına açık ar-tırmaya çıkarıldığını okuduk. Doğrusu bu gibi hayırsever açık artır-maları Avrupa'nın zenginleri ve hükümdarları da sıkça tertipliyorve kimsenin itirazı olamaz. Prenses Diana'nın yaşamı sırasındakien önemli faaliyeti bu gibi elbise açık artırmalarıydı. Esasen çok es-ki ve yaygın bir âdettir; yani üniversaldir. Ortaçağlarda Avrupa hü-kümdarlarının tertiplediği ve gelir edinmeyi amaç edinen giysi sa-tışları, şüphesiz buna istisnadır. Altınordu Hanlığı'nda ve Cengiz İmparatorluğunda hanlar butip açık artırma ile bazı giysilerini satar veya âdeta bugünkü madal-ya gibi birine mükafat olarak verirlerdi. Esasen Şark devletlerindeve Osmanlılarda da terfi eden memurlara, bazı sefirlere ve önem-li günlerde vezirlere hilat giydirilmesi de bu eski âdetin uzantısıdır.İşin ilginç tarafı, 13'üncü yüzyıl Rusyası'nda hüküm süren Altınor-du devletinin birçok kurumu gibi bu âdetini de benimseyen Mos-kova Rus çarları, Rusya'nın ünlü tarihçisi Ivan Zabelin'in "Rus Çar-larının Gündelik Hayatı" adlı eserinde de belirttiği gibi, zaman za-man Kremlin'de kıyafetlerini açık artırma ile satarlardı. Bu kıyafet-leri alan boyarlar yani asilzadeler, mutlu ve gururlu ortalıkta gezi-nir, kıyafetlerini teşhir ederlerdi. Osmanlı sarayında bu âdet görül-müyor. Nitekim, padişah ve şehzadelerin sadece kaftan, serpuş vesarıkları değil, iç çamaşır ve gömlekleri dahi defter edilmiş ve sak-lanmıştır. Bunun aksine hareket etmek elbette hükümdarın bilece-ği iştir ama anane galip gelmiş görünüyor. Bununla beraber, müsrif olmayan II. Abdülhamid'in diğer ihsan-ları yanında, bazı elbise ve kostümlerini sevdiği insanlara hediye et-tiği anlaşılıyor. Bu zevatın müslüman veya gayrimüslim olması ve-ya etnik kökeni fark etmez. Nitekim Osmanlı bankerlerinden Yor-

Kırk Ambar Sohbetlerigo Zarif i'nin dediğine göre, amcası Nikolaki, renkleri pek uygundüşmese bile padişahın hediye ettiği açık renk kostümü, en resmîtoplantılarda bile giyip dolaşıyormuş. Bu kuşkusuz bir madalya gi-bi övünç aracıymış. (Yorgo Zarifi, "Hatıralarım", çeviren KarinSkotinyadis, Literatür Yayıncılık.) Bizim padişah kaftanları içinde en seçmesi IV. Murad'ınkiydi.Maalesef lüzumsuz ve çocukça bir teşhirle "IV. Murat" oyununungalası için Kültür Sarayı'nda bir vitrine kondu ve aynı vitrinde17'nci yüzyılın en ünlü mareşali olan IV. Murad'ın zırhı ile birliktetelef oldu. Kültür Sarayı yangınından sonra daha iyi bir bina yapıl-dı ama bu özgün kaftan ve eriyen zırh hâlâ içimizde bir yaradır. Pa-dişah kostümlerimizin teşhiri için yeni bir pavyon yapmak lazım. Hiç kuşkusuz her dinde kutsal emanetler içinde peygamberlereve din büyüklerine ait elbiseler en önemli yeri tutar. Ölen adamınruhu için verilecek en önemli sadaka giysi ve ayakkabılarıdır.5 Haziran 2005

56

Page 57: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Geçmiş Bir Bayramın Sohbeti Uzun bir bayram tatilini tamamlıyoruz; benim çocukluğumdadeğil, gençliğimde dahi bayramlar üç ve dörder günlük iki tatildi.Hafta sonu dinlencesi ise bir buçuk gündü. Okulların tek tedrisatlıolanları cumartesi günü de âdeta tam gün eğitim yaparlardı. Cu-martesi gününü hafta sonu tatiline ithal eden 1973'teki Ecevit hü-kümetidir. O tarihteki birçok ülke, hatta İsrailliler gibi hafta sonutatilini yani Şabat'ı icat etmekle övünen bir kavim dahi, sadece birveya bir buçuk gün hafta tatili yapmaktaydı. Bizim o zamanki mü-tevazı iktisadiyatımızla, İskandinav modeli bir aylaklığı izlememizihâlâ anlayamamışımdır. Malum o iki günlük hafta sonu tatili ve di-ğer tatillerde İskandinav halkı gemilere doluşup Rusya'ya, St. Pe-tersburg'a geçer; Kirov balesini seyretmek veya Ermitaj müzesinigezmek için değil tabii, yıkılıncaya kadar ucuz votka içmek için...Bunların dönüş için gemilerine vinçle yüklendiklerini çok kişi gör-müştür. Biz tatil konusunda daha da ileri gittik, orijinal bir Türk modeligeliştirdik; üç veya dört günlük bayramları hafta sonlan ile birleşti-rip dokuz günlük tatiller yaratıyoruz. Tanzimat'tan evvelki dönem-de imparatorluğun Bakanlar Kurulu mesabesinde olan Divan-ı Hü-mâyûn cuma günleri bile toplanıp Temyiz Divanı görevini yerinegetirirken, bugünkü Bakanlar Kurulları her dönem tatil yaratıyor.Dokuz gün boyu bütün Türkiye duruyor; amir memurdan vazgeç-tik ne hekim ne hoca, ne tamirci ne tüpgazcı, hatta bozuk para da-hi bulunmuyor. Tatil yerlerindeki fiyatlar inmemecesine zamlanı-yor ve Türk turistler için hep o yüksek düzeyde de kalıyor; ama or-ganize turlarla gelen yabancı turistler dörtte bir fiyatlarla Gü-ney'deki otelleri istilâ ediyor. Bu bayram yüz bin kişinin dış ülkelere çıktığını öğreniyoruz. Be-nim gençliğimde Türk turizmi meselâ 1963 rakamlarıyla 120 bin

Kırk Ambar Sohbetleriyabancının getireceği dövize bakardı. Şimdi kendimiz bir o kadarı-nı gönderdiğimize göre bu refah düzeyine şaşarsınız. Hiç de öyledeğil. Birçok kişi dış ülkelere daha ucuz tatil geçirmek için akıyor.Kayak sporları Avrupa'daki bazı merkezlerde Uludağ'dan dahaucuza geliyormuş, bayramdaki Mısır gezisi Antalya'daki haftalık ta-tilden daha da ucuz. Üstelik gençlerin Mısır'ı ve İspanya'nın Endü-lüs'ünü öğrenmeleri gerek. Kimseyi döviz harcıyorlar diye tenkit edemeyiz. Türk turizmi tu-rist Türklere karşı çok amansız. Turizm sektöründen insaf bekleye-cek değilim ama biraz iktisadiyat ve pazarlama öğrenmeleri lazım;herkes kara parayla geçinmiyor. Kazanılan paraları hesapsız har-cayacak değiller. Unutmayalım ki turizm sektörünün ana unsurolan yerli turistleri küstürmemesi gerekirken, ülkemiz turizmi buunsuru hesaba katamıyor. Uzun tatilde aceleyle uzun yola çıkanlardemiryolu sistemimizin ilkelliğinden dolayı karayoluna yükleniyor;her tatil kâbus görüyoruz. İnşallah bu sene içimiz kararmaz. Bu Kurban Bayramı'nda da yine aynı sloganlar duyuldu; "Hay-van katliamı başladı" gibi... Bu sloganları tekrarlayanların etyemez"brahman" takımından olmadıkları açık. Her gün yenilen kavurma,köfte, tas kebap, biftek hangi katliamdan geliyor ki? Kurban kesi-mi sırasındaki hödükçe manzaraları önlemek başka şey. Önce her-

57

Page 58: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

kese kurban kesme farz olsa da komşuya gösteriş olmadığını, olurolmaz apartman aralıklarında mübarek hayvanı kesip yol kenarın-daki ağaçlara asıp yüzmenin gereksiz olduğunu; akraba ve komşu-ya et taşırken tepsinin üstünün mahalleliye göstermemek için açıkbırakılmaması, örtülmesi gerektiğini etkili bir şekilde anlatırsınız.Saniyen Hıfzısıhha yönetmelikleri yeterlidir ve cezalar kesilir. TEMotoyolundaki geçen yılki manzara bu yıl nasıl önlendiyse, her yer-de de aynı sonuç elde edilebilir. Mütemadiyen, bazı garip yabancı filmlerdeki manzaralar gibi,Türkiye'yi her eşik önünde koyun boğazlanan bir ülke gibi göster-menin bir anlamı yok. Genç kuşaklan Türkiye'den soğutacak slo-ganlar atıp gevezelik yapmak yerine ortalığı düzenlemek için kol-ları sıvamayı tercih etmeliyiz.29 Ocak 2003

Yıl Sonunda Takvim Sohbeti İnsan "zaman" kavramını yaratan ve o akışı ölçen bir hayvan.Öbür hayvanlar iklimin, günün, mevsimlerin değişimini kendilerin-de var olan yaratılış özelliğiyle insanlardan daha çabuk ve ayrıntılıolarak hisseder; ona göre inine çekilir veya yiyeceğini depolar, tü-yünü döker. Ama kuşkusuz bütün bu değişimleri bölümlemek, dö-nemlemek ve bunun için gerekli demir alma noktalarını (referencepoint) tespit etmek gibi bir faaliyette bulunmaz. Bu onlar için gerek-sizdir. Öleceğini bilerek yaşayan, bu nedenle zamanın bölünmesi iletarih şuuruna ulaşan tek yaratık insandır. Geçmiş ve geleceğini me-rak etmek, ölümünü bilen insan için kaçınılmazdır ve zamanlamaakıp giden "zaman"in dışında insana özgü bir zihinsel faaliyettir. Ne var ki zamanı hangi demir alma noktasıyla bölümleyip dö-nemleyeceğiz, bu çok karmaşık ve aynı zamanda sandığımızdandaha renkli bir işlem. Hıristiyan insan için, tanrının dünyayı vecanlıyı yarattığı an "Deus inquitsit - Tanrı olsun dedi" zamanınbaşlangıcı oluyor. Müslüman insan için insan olarak Allah'a itaati-mizi bildirdiğimiz an "kaal bela" bu başlangıçtır, yalnız bu zamanıhırisiyanlar gibi, pekin (exact) olarak tespit etmiyoruz. Dolayısıylabilimin tespit ettiği insanlık tarihinin, müslüman zamanlamasıylaçatışan yanı yok. Musa peygamberin Turu Sina'ya çıkıp Allah'tanaldığı emirlerle döndüğü an yahudi takviminin başlangıcıdır. Müs-lümanlar tarihî yönden çok sabit bir başlangıcı, Medine'ye (Yasrib)göçü kabul ediyor. Bir uzun zaman beşeriyet Romalıların takvimi-ne tabiydi. Roma'nın kuruluş tarihi bizim takvimden 722 yıl çıka-rılınca başlıyor ve Ab Urbe Condite (AUC) şehrin kuruluşundan iti-baren, diye adlandırılıyordu. Bu efsanevi ve izafi tarihi bir başka ta-rihle değiştirmek sanmayın ki hıristiyanlığın ilk anda getirdiği biryenilik olsun. Ancak 6. asırda hıristiyanlık, çoktan imparatorluk di-ni olduktan sonra Dionysus Ex'.guus adlı bir Iskitli rahip (Romalılarbütün Güney Rusyalı ve Kafkasyalılara öyle derdi) "Niçin kâfirlerin

Kırk Ambar Sohbetlerişehir kurdukları günü başlangıç yapıyoruz? Efendimizin doğduğugünden itibaren tarihi başlatalım" dedi ve bugünkü miladı başlan-gıç yaptı. Fransız Devrimi'ni yapanlar hem hıristiyan folkloruna bulaşıkbu takvimi silmek hem de ayı üç onluk yapmak (Osmanlı takvimin-

58

Page 59: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

de evail, evasit, evahir diye üç onluktur; evail-i Receb, evasit-i Ra-mazan gibi) ve böylece tatilleri azaltmak için yeni bir takvim icat et-tiler. Ahmet Kuyaş geçen yılki "Cogito" dergisinde (bahar sayısın-da) Fabre d'Englantine'nin şairliğinden esinlenip koyduğu Messi-dor ve Thermidor gibi, on dört yıllık kullanımının sadece bürokrat-lara has olduğunu mizahî bir üslûpla naklediyor. Doğrusu tarihiyapmak ve isimlendirmek iddiası sadece devrimbaz bürokratlarayakışan bir saflık. Nitekim Auguste Comte'un pozitivistleri de ken-dilerine göre bir takvim başlattılar, kendileri kullandılar sadece... Osmanlılar hicrî kamerî tavkim (başlangıcı hicrete, bölümleriayın hareketine dayandırılan) kullanır, her yıl 12 gün geri yürürdüama paralı işlerde maliyeciler güneş yılına dayalı rumî takvimi kul-lanırlardı. Bu nedenle birçok evrakta hicrî kamerî ve şemsî rumî ta-rihler birlikte yazılırdı. Birinci Büyük Savaş'a girdiğimizde Gregor-yen batılı takvimin esaslarını kabullendi, günler ve aylar eşitlendi.Sadece yıl hicrî olarak kaldı. Bu bakımdan Aralık 1925'te hicrî tak-vim miladî takvime çevrilirken sadece yıl değişti. 1341 birdenbire1926 oldu. Teknik bir reformdan çok bir kültürel meydan okumave değişikliktir. Bundan sonra hicret başlangıçlı rumî takvim orta-dan silindi, hicrî kamerî takvim dinî hayata ve tarihçiliğe mahsuskaldı. Yakınçağı düşündüğümüzde on yıl önemlidir. Eski çağlar binyıl-la gider. Celal Şengör gibi jeolojik zamanlamalarla yaşayan dostu-muz için zaman dönemlenmiş milyonlarca yılı ihtiva eder. İnsan ta-rihi de uzundur, ama bu zamanın kaydolduğu tarihî dönemler şuanda 6 bin yıl civarıdır. Yani beşeriyetin bu vakte dek bir yıllık öm-rü olduğunu farzetsek, biz tarih diye bunun ancak son on dakika-sından haberdarız. Beşeriyetin yeni bir takvim de icat edip, yaygın-laştırmayacağından emin olabilir miyiz? Takvim kullanımındainanç ve kültür rol oynadığı kadar pratik ihtiyaçlar ve dar zaman-lamayı tercih eden insan zihni de önemli bir etkendir.22 Aralık 2002

Değerlendiremediğimiz Miras

Medeniyetler zaman içerisinde değişir; insan toplumlarının dün-yadaki üstünlüğü ilişkilerinin ve teknolojik güçlerinin zaman içeri-sinde değişmesidir. Medeniyet, değiştirilemediği ölçüde, toplumu-nu eriten bir ateşten gömlek gibidir. İnsan toplumu çevreye uyum-la yaşar; çevreye uymak için verdiği savaş onun yaratıcılığıdır, ya-ni kültürüdür. Kuşkusuz her insan toplumu bu büyük görevi aynıkabiliyet, güç ve dirençle gerçekleştiremez. Bu nedenle farklı çev-reler, Alman Yeni-Kantçı düşünürler ve izleyicilerinin Kulturkreis-kültür çevresi diye adlandırdıkları farklı oluşumlardır. Her kültürçevresi tarih içinde özgün hayat mücadelesi ve gelişimiyle gözeçarpar. Bir dönemin parlak konumdaki bir toplumu, kültürel işle-yişini ve işlevlerini yenileyemezse karşılaştığı sorunları çözemez veerir. Açık örnek; 1899 yılının Fransa'sı dünyayı aydınlatıyordu,1999'da bu konumda bir Fransa göremezsiniz. Toplumlar, coğrafyaları, kendilerini tayin eden dilleri ve yaşa-dıkları olaylarla tarih çizgisi üzerinde kimliklerini oluştururlar. Hiçkuşkusuz Türk kavmi uzun tarihi içinde geniş bir coğrafyada var ol-

59

Page 60: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

muştur. Sahip olduğu dil ve yaşadığı yaygın mekân, zaman içinde-ki yolculuğunu tayin etmiştir ama ecdadın hayatını kuran ve renk-lendiren asıl seçimler kültürel varlığımızı oluşturur. 19'uncu yüzyı-lın Türk toplumu yeryüzü tarihinin en büyük devrimini yaşayanyerkürenin devlerine karşı varlık mücadelesi vermiştir. Burada top-lum tarihini tasvir edecek değilim; 19'uncu yüzyılın sadece iki port-resine işaret etmeliyim. Mısır Çarşısının fakir kapıcısının oğlu olanOsmanlı İmparatorluğu'nun unutulmaz sadrazamı Mehmet EminAli Paşa; devlet adamlığı, kültürü ve Bâb-ı Alî'de öğrendiği Fran-sızcasıyla herkesi hayran eden büyük adam... Gene aynı çarşıdafakir bir çırakken 19'uncu yüzyıl Türk toplumuna muallimlik edenAhmet Mithat Efendi... Ahmet Cevdet Paşa, Şemsettin Sami, Ah-met Vefik Paşa; kimi Saint Louis kilisesinde, kimi Fatih medrese-

Kırk Ambar Sohbetlerilerinde, öbürü Balkanlardaki mekteplerde yetişen ve toplumlarınınmuasır kültürünü inşa eden adamlar... Misyoner okullarına karşıfetva ve kışkırtmayla değil, Galatasaray Lisesi gibi, Dar-ül Mualli-mat gibi okulları ve Bursa'da tiyatroyu kurarak direnen savaşçılar... Yeryüzündeki toplumları sınıflandırmak için birçok kıstas kulla-nılır. İktisatçılar millî gelir düzeyi ve üretim kapasitesinden, eğitim-ciler eğitim düzeyinden, meslek dağılımından, bazıları savaş yete-neğinden söz eder. Ama bir kıstasın kullanıldığını pek görmedim.Zamanlar ve mekânları gözleyen ve yorumlayan az sayıdaki toplu-mun yanında başkaları tarafından gözlemlenen ve yorumlanantoplumlar ayrımı da yapılmalıdır. Yerkürede az sayıdaki bazı top-lumlar, iktisadî ve askerî güçlerinden çok bu âlemdeki toplumlarıntarihini ve coğrafyasını bilmek ve yorumlamakla temayüz edenler-dir. Batı Avrupa toplumları hâlâ bu niteliğe sahiptir. 1930'ların fakir, endüstrisiz, az nüfuslu ve tahılla beslenip incir,üzüm, tütün satarak geçinen Türkiye'sinin, gözlenen ve yorumla-nan ikinci sınıf toplumlardan değil, birinciler arasında yer alma id-diasında olduğu görülür. Daha doğrusu bu iddia ve heyecan, Ata-türk'e ve bir grup arkadaşına aitti. "Türk tarihini araştırmak" diyeadlandırılan faaliyet aslında yeryüzündeki insan toplumları arasın-da geniş bir coğrafyaya ayrılan bir kavmin tarihteki macerasını in-celeme ve giderek dünya tarihinin bir yorumunu yapma isteğinedayanıyordu. Bu saygın bir çabadır. Çağdaş Batı'nm, ulaştığı enyüksek noktada bayağılaşması ve canavarlaşmasıyla kendi münev-ver evlatlarını boğazladığı bir dönemde; Sinolog, Hindolog, Mezo-potamya tetkikleri uzmanları, Hititologlar, Rohde gibi eski Yunan-Roma öğretmenleri benzeri seçkinleri Türkiye'ye celbeden ruh,böyle bir iddiaya oturur. Dönemin Başvekâlet ve Hariciye Vekâle-ti binasından daha görkemli bir fakülte yapıldı. Dil Tarih'in mima-rı ünlü Bruno Taut idi. Tahılla geçinen fakir cumhuriyet, meselâ Bi-zans araştırmaları için dışarıya öğrenci yollamıştı. Bugün bu dalTürkiye'de yok bile... 1947 yılının meş'um üniversite olayları da gösterdi ki, Türki-ye'de iktidar çevreleri Atatürk'ün bu büyük iddia ve heyecanını an-layamamıştır. Hâlâ da Türk akademi dünyası bu yolda topal adım-larla ilerlemektedir. Geçtiğimiz zaman içerisinde Türkiye mühen-dislikte, tıpta, sanayide büyük hamleler yapmış-, cumhuriyet kurul-

60

Page 61: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Eğitim ve Kültürduğu döneme göre çok ileride bir maddî kudrete sahip olmuştur.Ama kültürel alanda eski atılım ve heyecanın bulunmadığı ve birzamanlar çölde bir nehir gibi patlayan Kemalist dönem kurumları-nın hızının kesildiği açıktır. Bu nehrin buharlaşıp yok olmasını iste-miyorsak bütün akademik politikalarımızı değiştirmek ve yeryüzü-nün kültür ulusları arasında yer almak zorundayız. Bir üniversitedemühendislik bölümü kadar klasik dillerin, Hindistan, Ortadoğu veAfrika araşırmalarının da önemli olduğunu anlamak gerekir. Ulu-sal tarih bilinci yerküreyi bilmekle oluşur.14 Kasım 2004

Sümerbank'a Saygı Duruşu

Sümerbank özelleştirildi. Bazı binalarını devlet kuruluşları alı-yor, bazılarının ne olduğunu bilmiyorum. Sümerbank'tan artantesisler ve lojmanlarda kullanımdan çıkmış tezgâh ve eşyalar, ar-tık kullanılmayan kırtasiye çeşitleri sandık ve dolaplara yığılı. Ma-liye Bakanı Kemal Unakıtan, "Sümerbank tarihe gömüldü" diyor.Biz sloganları severiz. Sümerbank'ın kapatılması ve devredilmesiiktisadî bir gereklilikse, şüphesiz bu gerek yerine getirilir. Muhte-melen bu tip bir üretim artık piyasanın taleplerine cevap veremi-yordur ve yapısal yenilenme de mümkün olmamaktadır; o takdir-de tesisler kapatılır ama bu özelleştirme furyasında nelerin açılıpkapatılacağına toptancı zihniyetle değil, ayrıntılı incelemelerlekarar verilmesi gerekir. Meselâ taşrada 20 küsur yeni üniversiteaçmak da, bazı yanlış kapatmalar kadar vahim sonuçlar getirebi-lir. Sümerbank olayı en az, bir zamanın savaşlarında denizleri tut-muş eski bir zırhlının hurdaya çıkarılması kadar hüzünlü ve taham-mülü zor bir olaydır. Bazı zaruretlere boyun eğsek de zor kabul et-memiz gerekir. İmparatorluğun 19'uncu yüzyılında, yeni ve acıma-sız dünyaya intibak savaşlarından birinin kalesi olan Beykoz Deri-Kundura Fabrikası orduyu modern biçimde donatan modern sana-yi tesislerindendir. Sümerbank'ın cam tesisleri en gerekli tüketimikarşılayan, sanatları teşvik edip besleyen ve sanayinin temellerinioluşturan kurumlardan biriydi. Sümerbank elbette cumhuriyet bankasıdır ama onun sahip ol-duğu tesislerin temelleri imparatorluktan kalmadır. O temeller üs-tünde beslenip çalışan mühendisler bugünkü Türkiye'nin yüzünügüldürüyor. 19'uncu yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu sanayinin ön-cü uluslarından değildi; ama yaşamak ve ordusunun savaşabilmesiiçin sanayiyi izleyen uluslardan olmak zorundaydı.

Eğitim ve Kültür Ordunun donanımı için kumaş ve fes üreten feshane, deri-kun-duraları için Beykoz tesisleri, Tersane ve Tophane derken Mali-ye'nin sanayinin gelişmesi için beslediği porselen fabrikaları ileTürkiye'de bacalar tütmeye başladı ve belki Batı Avrupa'daki gibisanayici burjuvazi ve geniş işçi sınıfı ortaya çıkmasa da, geleceğinTürkiye'sini inşa edecek mühendis ve teknik elemanlar ordusu or-taya çıktı. Üretim ilk anda bir tek müşteriye, orduya ve bahriyeye

61

Page 62: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

yönelikti. Ordu için üretilen malzeme özellikle sıkıntılı savaş yılla-rında kıtlık içindeki halka da yaradı. Sümerbank'ın varlığı yetersiz de olsa savaş sıkıntıları içindeki altsınıf ve fakir insanlara bir nebze ferahlık getirdi. Mektep bitirenmühendis, sanat okulu mezunu ustalar iş buldu, sonraları özel sek-törün gelişen fabrikaları buralardan mühendis ve teknik elemanlarsağladı. İmparatorluğun fabrika mirasını bugüne taşıyan Sümer-bank için, "Uğurlar olsun kurtulduk" sloganıyla değil, çelenklerlehüzünlü bir vedalaşma gerekir. Bizim toplumda insanlar köşeli düşünmeyi sevmezler; kolay dü-şünce ilginç slogan ve yargılamalar ortaya çıkarır. Geçenlerde birhanımefendi şehrin ortasında, hele deniz kıyısında karakol ve Se-limiye gibi kışlaların artık modern dünyaya pek uyum sağlayama-dıklarını, bunların otel olması gerektiğini söylüyordu. Şu anda İs-tanbul'da, gelen turistten vazgeçtik, beynelmilel kongreler için da-hi rezervasyon yapmak mümkün değil, 2007 yılına gün veriliyor.Bu durumda, böyle laflar edenlerin sayısı kalabalık olsa gerek. Hiçkulak asmayın... Burası eski bir imparatorluğun başkenti, kıyıların-da otel de olur, okul da, kışla da, hatta St. Petersburg'da olduğu gi-bi en hoş kıyıda hapishane bile olur. Bu görünüm bir şehrin hafı-zası ve tarih içinde olmuş siluetidir. O yüzden Galatasaraylılar, Ka-bataşlılar, hoş meşrutaları yani imamevleri olan Beylerbeyi, Orta-köy, Dolmabahçe gibi camilerin cemaatleri yerlerine sahip çıksın-lar. Otel elbette gerekli ve otelcilere de son derece saygımız var. İşi-ni iyi yapan otelciler milletin yüzünü güldürür, uygarlığımızı temsileder ve Maliye'nin kesesini doldurur. Sermaye sahiplerine bir tav-siyemiz var; Üsküdar'ın tepelerini dolduran veya sur içinde bitençirkin binaları satın alıp bloklar halinde yıksınlar ve etrafa uyumluprojelerle şık oteller yapsınlar. Eski bina ve müesseseleri otelleştir-

Kırk Ambar Sohbetlerimek, bunlardan bazılarının altına garaj yaparken kazılarda çıkaneski eser, mozaik ve sarnıçları betonla doldurmak yerine bu dahaehven ve hayırlı bir iştir. Estetik "iki kere iki dört" gibisinden herkes için zorunlu ve ge-çerli kurallar ve yaklaşımlar içermiyor. Makul çizgilerde anlaşanlarkadar, garip aykırılıklar üzerine takılanlar da var. Nitekim bir eği-tim ve tecrübe noksanlığı, kültürel mirasa sahip olmadan maddiimkânlar edinmek bazı ahvalde yanlış karar ve uygulamalara ne-den olur. İstanbul bunu acı bir şekilde yaşayan dünya başkentidir. 31 Temmuz 2005

Özgün Bir Yapıt: "Şair ve Patron"

Profesör Halil İnalcık'ın son eseri "Patrimonyal Devlet Üze-rine Sosyolojik Bir İnceleme" (Doğu-Batı Yayınları, 90 sayfa) ta-rihçinin edebiyat alanında yetkin ve bilgili olmasının gereğini or-taya koyuyor. Maalesef yeni kuşak tarihçiler edebiyat, edebiyattarihçileri de tarih alanında genellikle bilgisiz oluyor. Bu keyfiyetbizim için olduğu gibi, bir zamanlar edebiyat ve tarihin harikasentezini yapan Batı dünyasında da genç kuşaklar için geçerli-

62

Page 63: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

dir. Ve orta eğitimin çöküşü ile ilgili bir vakıadır. Gymnasium'daHomer, Ovidius, Vergilius'tan mısralar terennüm eden, Racine,Corneille, Goethe'yi ezberleyen Avrupalı nesiller kayboldu. Tür-kiye'de de aruz vezni ile divan tarzı şiir yazan, eskiyi terennümedebilen birkaç lise öğrencisine ancak benim zamanımda rastla-nabiliyordu. Büyük liselerde ve yüksek okullarda edebiyatı bilenve talebeyi özendiren öğretmenler artık tarihe karıştı. İstan-bul'da Mahir İz, Orhan Saik Gökyay, Ankara'da Fevziye Abdul-lah Tansel ve divan tarzı şiirleri tercih etmeseler de öğrencileri-ne bunu iyice anlatan Melih Cevdet Anday, Cevdet Kudret So-lok (Bu hocanın edebiyat kitabı Abdurrahman Nisari takmaadıyla yazılmıştır), Bahri Miyak gibi hocaları hürmetle yad et-mek lazım. Lise yıllarında Abdülbaki Gölpınarlı gibi büyük bir üstattanedebiyat öğrenme şansına sahip olan Halil İnalcık hocanın, ken-di kuşağı içinde dahi saygıya şayan bir edebiyat ve divan şiirikültürüne sahip olduğu malumdur. İncelediğimiz toplumun dili-ne ve edebiyatına nüfuz edememek maalesef Türk tarihçileriarasında yaygın bir zafiyettir ve bu nedenle de dedelerimizin se-rencamı karşısında ecnebi oryantalistlerden daha farklı durum-da değiliz. Ecdadın mazisi bizim kuşak tarihçilere yabancıdır veonun içeriğine vakıf olunamıyor. Tarihte uzmanlık, kuru teknikve yöntem değildir. Geçmişle aynı dili konuşamayan nesillerin

Kırk Ambar Sohbetleritarihçilik eserleri kuru bir rapor önermeden ibarettir. İngilterehariç, kıta Avrupa'sında da bu zaaf başlamıştır. Bizde ise iki ne-sildir bu zaaf hissediliyor. İnalcık hocanın eseri; bizzat şiir ve sanattan anlayan hükümda-rın devlet mülkünü yani patrimonunu elinde tutan bir patron olma-sı, sanatçıları gönendirmesi, bütün sanat faaliyetini ve sanatçınıntoplum hiyerarşisinde tutacağı yerin hükümdardan elde edeceğiinayete bağlı olduğunu anlatıyor. Sanatçının içine girdiği desise veçekişme dünyası bile bu eksen etrafında örgütlenmektedir. İnalcıkhoca; M. Subtelny ve Bodroligeti gibi Orta Asya tarihi uzmanları-nın eserlerine dayanarak Timurlular devrindeki sanat muhitini tas-vir ediyor. Orada ilim ve sanatlar sarayın etrafında gelişiyordu. Odönemle bir paralellik kurarak Osmanlı dünyasındaki patronaj ku-rumunu da ele alıyor. Latifi, Kınalızade, Sehî gibi tezkirecilerin on-larcasını tetkik eden Halil İnalcık hoca çok canlı örnekler veriyor.Tezkireciler şairlerin toplumdaki yerini tayin eden edebiyat eleştir-menleriydi. Ama asıl önemli unsur sanattan anlayan ve kendisi deşiirle uğraşan padişahın takdiriydi. Sanatçının refahı buna bağlıydı.Bugünkü medya, reklam, propaganda araçlarının olmadığı bir dö-nem için bu durum çok önemliydi. Nitekim Halil hoca bu meka-nizmanın dışında kalan büyük şairi yani Fuzuli'yi sosyolojik yöndentam yerine oturtmuştur. Fuzuli daha önceki İran Devleti'ni ve onundini görüşünü destekleyen Şii mezhebe bağlılığı dolayısıyla, Os-manlı bürokrat muhitin şüphe ile baktığı; yükselmesi ve gönenme-si (terfi ve terfihi) kolay olamayan Fuzuli'nin dramını fevkalade birtasvirle ele alıyor. Halil hoca iydane (bayramlık) listeleri ve inam defterleri gibi ar-şiv malzemesini kullanıyor. Burada da padişahların gönendirdiği

63

Page 64: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

şairlere giydirilen hilatların derecesi (bu, o devrin madalyası gibi-dir), bağışlanan para miktarları yer alıyor. Sayı kalabalıktır. Osman-lı sanatçısını cömertçe donatıyor. Ama eserde başka ilginç tespit-ler de var; meselâ bir şair diğer şairin mahlasını kullanamazdı, pa-dişah tarafından cezalandırılırdı, lntihalci (yürütücü) takımına dev-let o zaman ceza veriyormuş. Şairler kendi aralarında toplanıyor-lardı. Tezkireler temayüz eden şairler için etkili hükümler veriyor-lardı ama her biri hükümdarın ilgisi, vereceği mansab, görev vemaaşa bakmaktaydı. "Şair ve Patron" edebiyat tarihinde pek göre-

Eğitim ve Kültür

103

mediğimiz bir yöntem. Bu yöntemi ünlü tarihçimiz getiriyor ve uy-guluyor. Örnek alınması dileğimiz. "Şair ve Patron" zevkle okunan, her satırında yeni bir şey öğre-nebileceğimiz akıcı bir kitap. Muhtevası özgünlük ve yenilik dolu. 17 Ekim 2004

Protokol Çekişmesi

Perseopolis harabelerindeki kabartmalarda, eski İran Ahamanişşahlarına arz-ı ubudiyyet eden (bendelik bildiren) devletlerin elçile-rini, satrabların (valilerin) protokol sırasını, soyluların yerini görü-rüz. Nevroz bayramında İran şahlan halka adalet dağıtırdı. Muhte-şem manzaraydı, salt İranlıların değil, çok sonraları bir sürü İslamtarih metinlerinde de tasvir edilir. İran devlet geleneği ve bunungörünümü, asırları etkiledi. Cengiz'in göçebe imparatorluğundakiprotokol de, çok kişi bilmez ama Rus monarşisini, 14. asrın İlhan-lı İran'ını ve ardıllarını etkilemiştir. Protokol denen kurum, devletinbürokrasisinin sahneye çıkmasıdır; uygarlığın en önemli unsurla-rından biridir. Kulunuz gibi bir İdare Tarihi hocası, başkalarına sı-kıcı gelse de bürokratik şemaların, hiyerarşinin ve törenlerin cazi-besine niye kapılmışım diye hep sorarım. Cevap galiba basit; be-şeriyetin kültür tarihini görebileceğim bir bilim dalı olduğu için. İm-parator Konstantin Porfirogenetos' un 10. asırda kaleme aldığı ve"de Ceremoniis..." diye bilinen kitap, Doğu Roma'nın mutantanprotokolünü bugünün insanlarına tanıtır. 16. asır Avrupası, İspan-yol sarayının protokolünü izlerdi. Hani Victor Hugo'nun "RuyBlas"ında buruk mizahla olsa da (İspanya kraliçesinin sarayınınbahçesine çıkması için ayandan kaç adamın ayrı anahtarla kapıla-rı açması gerekiyormuş) zikrettiği İspanya protokol ve etiketi Av-rupa'ya örnek oldu ve Avusturya Habsburg hanedanı 1918'de \tahtı terkedene kadar onu izledi. Fıkara İngilizlerin kralı IV. Willi-am'in cenazesinde nasıl bir protokol rezaleti yaşandığını tarihçileryazıyor. (Töreni yöneten görevliler dahi sarhoşmuş) O nedenle alt- imış dört yıl tahtta kalan Kraliçe Victoria devrinde İngiltere anane-perest kesildi ve kendince ananeler yarattı. Britanya ve koloni Hin- 3distan'da sanki bin yıldır var olan bir alay tören ve rütbe sıralama-sı icad edildi.

64

Page 65: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Eğitim ve Kültür

105

Osmanlı kadimden gelen ananelerle yaşardı. Üç ayda bir ulufetevzii, Topkapı Sarayı'nda Babüssaade önüne çıkarılan altın tahtacülus eden hükümdara yapılan beat merasimi, kapıkulu askerininnümayişi, bu arada muhteşem manzarayı görsünler diye sefirlerinsaraya daveti, ramazanda yeniçerilerin baklava alayı, padişahlarınkılıç kuşanma alayı; hepsi birer Özgün ananeydi. Devlet bir tiyatro-dur; iyi idare edilen bir tiyatro eseri köklü ve güçlü devlete mahsus-tur. O zaman devlet kitlelere güçlü ve güzel görünür. Bir toplumunuygarlık düzeyi, iki zıt olayla; devletin kendini gösterme sanatı veölülerin gömülmesi ve mezarlık gibi (aklı ermez çok kişinin boş şeyolarak gördüğü) iki önemli göstergeyle anlaşılır. Protokol eski veköklü olduğu ölçüde muhteşem bir işlevi vardır; görgüsüzce de ola-bilir. Napoleon taç giyerken eski Roma'yi diriltmek istedi. Orta Af-rika imparatoru Bokassa da Napoleon'u taklit etti. Birisi sonradangörme bir imparatorun her şeye rağmen zarafeti olan bir devletgösterisi, ikincisi ise şüphesiz bir mudhike (komedi) idi. 19. yüzyıl Osmanlı sarayı dört asırlık protokolünü değiştirirken,doğrusu bazen sendelese de, görünüşü kurtarmıştır. Devlet haya-tındaki değişmeler de protokole yansıyan sorunlar doğurmuştu.Eskiden eyaletleri beylerbeyi, sancakları sancakbeyi idare ederdi.Beylerbeyi bir vezirdi, askerî (mareşal) ve mülkî bir amirdi. Tanzi-matta askerî komutan'la (müşir) vali (vezir) ayrıldı. O zaman proto-kol çatışması başladı. Çözüm vali veya mutasarrıfın hemen yanın-da bölgedeki komutanın yer almasıydı. Beğenin veya beğenmeyin,Tanzimat'tan beri gelen anane bu; bunu değiştirmek için öncedevletin etraflı bir araştırma ve düşünceyle yeniden protokolü de-ğerlendirmesi lazım. Vilayet protokolünün ise parti il başkanlarınınbelediye reisine sözle (Sayın abicim, nasılsınız, vs.) diye yanaşıparaya girmesiyle düzenlenecek bir keyfiyet olmadığı açık (Bu birazyemek kuyruğunun önündeki arkadaşına muhabbet gösterip yana-şarak, arkadakilerin sırasını kapan öğrencileri andırıyor). Devletdevlettir; bürokratik hiyerarşi de bunun bir görünümüdür. Her ilbaşkanının veya iktidardaki partilerin üç il başkanından birininkendine göre rejisörlük yapacağı bir sahneleme değildir. Gerçi pro-tokolü hatırlatan general sert davransa da mağdur olan il başkanıdeğil, galiba devletin görünümüdür. Türkiye ve Türkler asırlık ge-leneğini fena harcayan bir toplum ve devlet durumunda; taşralar-da devlet törenleri kendine has bir estetik fıkaralığı içinde, merkez-

Kırk Ambar Sohbetleride ise ilk otuza giren yöneticilerin sık sık çatışmak çekişmeli yer de-ğiştirmeleriyle protokol sıralaması tutturulmaya çalışılıyor. Hipod-romlarda üniversite mezuniyet törenleri yapılıyor, cenaze törenle-rimiz, söylemeye dilim varmıyor ama, merhum ve merhumeleri biran evvel uğurlama telaşı içinde yerine getiriliyor. İnsanlarımız hepbir yerlere tırmanıyor, tırmanmaya çalışıyor; bu arada en doğalsüsleri olan vekâr ve rabıtayı elde tutmayı unutuyorlar.26 Ağustos 2001

65

Page 66: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

On Dördüncü Türk Tarih Kongresi

1932'de Tarih kurultaylarının ilki toplandı. Halkevi'nin (Türko-cağı) yan şark yarı garb üslubu binasında tarihçilikte de güçlü ku-rama ve çözüme inanan ve ümitlerle bir araya gelen insanlar; ken-dini göstermek isteyen gençler, "hele durun" diyen Maarif Vekâle-ti ve Darülfünun erkânı ve bazı yabancı bilginler bir aradaydı. Ta-rih yapmış, kendini ispat etmiş bir toplum, kimliğini kendisi çiz-mek, yani tarihi yazmak istiyordu. Bugün çok başka gözle görülüpdeğerlendirilen tezlerin o dönemde nasıl görüldüğünü ve nasıl or-taya atıldığını bilmek gerekir. "Göç yolları ve kurumuş iç deniz" Dr.Reşid Galib ve çevresinin, Gazi Mustafa Kemal Paşa adına "Susun,dikkatli dinleyin" havasında sundukları bir tezdi. Doğrusu bu teziGazi'nin ne kadar benimseyip savunacağı belli değildi. Tez okul ki-taplarında yer aldı, ama üniversite ve akademik çevreler soğuk kal-dılar. Üstelik bu tezi kimse münakaşasız kabul etmedi. Bazılarınınsandığının aksine Türkiye'nin bir Grekov'u (Stalin'in sevgili Rusyatarihçisi) veya Dr. Frank'ı (Nazi Almanyasının gözde tarihçisi) yok-tu, insan eğilimi; resmî bilgelik mertebesine çıkmak isteyenler ol-muştu ama hissettirmeden altlarından halıyı çektiler. Reşid Galib'intakdim ettiği "Göç Tezi" kurultayda öyle tartışmasız kabul görme-di. Tarihî coğrafyanın tartışmasız uzmanı olan Zeki Velidi (Togan);"Tarihî dönemde kuruyan göl yok" dedi... Göl tarihte kurumayın-ca insanlar da kuruyan gölden kaçmamış demektir. Fuat Bey de(Köprülüzade) başta onun gibi karşı çıktı; ama gün görmüş İstan-bul ailesinden geliyordu, üslubu kasabalı öğretmen gibi değildi, da-ha bir hassastı, çekildi. Zeki Velid üslûptan da kaybetti. Reşid Ga-lib onu hırpaladı, gönderdi, ama tez ortada kaldı ve ardından göz-den düşen Reşid Galib'le birlikte tezin son savunanı da gitti. Birin-ci kurultayda Hamid Zübeyr'in yönettiği Alacahöyük kazıları tak-dim ediliyordu. Türkiye'de kazılar Osmanlı devrinde başlamıştır;Cumhuriyet'in bu döneminde ise millî heyecana dönüşmüştü. Ne

Kırk Ambar Sohbetleriyazık ki bu yurdun eskiçağına artık o zamanki heyecanla eğilinmi-yor. Saha sadece uzmanların elinde kaldı, onlar da imkânsızlıklarınkuşatması içindeler. Tahılla geçinen cumhuriyet dünya tarihini öğ-renmek için paralar sarf ediyor, kazılar yapıyor, müze kuruyor, dı-şarı öğrenci gönderiyordu. Tarih Kurumu aslında bu alanda geneöncülük yapıyor. Ukrayna'nın Oşakov, Kırgızistan'ın Tanrıdağı veOş bölgesinde kazılar yönetiyor. Eski Çin kaynaklarını bazı gençmülteci uzmanlara çevirttiriyor. Derken hava yumuşadı, daha doğrusu pörsüdü. İsmet Paşa dev-rinin itidali ama daha çok ağırlığı ve ataleti çökmüştü ortalığa...Sonra "kurultay" adı "kongre'ye dönüştü. Her şeye rağmen bizimgençliğimizde Türkiye arkeolojisinin kendini ifade edebileceği tekalan orasıydı. Arkeologların sundukları tebliğlerin yanında ilkçağın,Bizans'ın, Avrupa tarihinin bilinmeyen sayfalarını açan tebliğleriise boşuna beklerdiniz. Bir çarpık gelişme vardı. Ulusal bilimimizve tarihçiliğimiz bu alanlara girememişti. Derken kongrede gürül-tülü ve zaman zaman adap dışına çıkan üslûpla tartışılan bir seksi-yon daha -Çağdaş Türkiye Tarihi- ortaya çıktı. Bizim gibi tarihten

66

Page 67: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ve dünyadan bihaber bir toplumda herkes yakın tarih uzmanıdır.Yakın tarihi herkes kendine göre yorumlar ve mutlak doğruyu bi-lir. Hiç unutmam Azerbaycanlı tarihçi Esmeralda Hasanova Ha-nım, 1970 yılındaki kongrenin "Yeni Türkiye Seksiyonu"nda Ata-türk'ten "burjuva devrimcisi" diye bahsettiydi (Onun geldiği dünya-nın terminolojisinde bu sözün taçlandırıcı bir ilericilik ifade ettiğiaçık). Ne var ki oturumu izleyen bir uzman "burjuva" lafını sokak-taki sol mitingcilerin sloganlarından tanıdığı için "Atatürk'e burju-va diyemezsiniz, sözünüzü geri alın" diye kıyameti koparmıştı. Zaman geçti; tarihe ilgi arttı, malî destek odakları bulundu. Yurtiçinde ve yurt dışında kongreler, seminerler arttı. Tarih kongrelerieskisi gibi tarihçilerin tek toplantı mekânı olmaktan çıktı. Ama ge-ne de dört yılda bir Ankara'da kongre yapılıyordu. Soğuk Savaş'ınyasaklı ve vizeli yıllarında Rusya'nın, Orta Avrupa ve Balkanlarıntarihçileriyle tek temas edebildiğimiz yer kongre salonlarıydı. Artık kongrelerin alternatifi var. Dünya küçüldü, hareketlilik art-tı. Tarih kongrelerinin alternatifi çoğalınca belki daha başka bir dü-zenleme gerekiyor. Tarihçilerin örgütlü çalışma ve iletişiminde Ta-rih Kurumu'nun ve kurultayların rolü inkâr edilemez. Bu hafta

Eğitim ve Kültür

109

Türk Tarih Kongresi toplandı, açılışı gene Cumhurbaşkanımız yap-tı. Ne var ki iptal edilen Kurumlar Kanunu yüzünden Tarih ve Dilkurumlarının üyeleri yoktu ve yeni kanunun çıkışı da belirsiz bir ta-rihe ertelenmiş görünüyor. Hiç kuşkusuz kurumlar sadece kurultaytoplamak için değil, araştırmak ve araştırmaları desteklemek içinlazım. Osmanlı tarihini Joseph Hammer'ın, Türk etimolojik lüga-tini Andreas Teitze'nin kaleme aldığı bir dünyada yaşıyoruz; amaher şeyimizi Avusturyalı bilginlerden bekleyemeyeceğimiz açık...15 Eylül 2003

500 Üniversite ve Bizimkiler

Şu sıra basını işgal eden bir liste var; Milliyet'te Abbas Güçlü veGüngör Uras bu konuya değindiler. Çin'deki Şangay-Jio Tong Üni-versitesi her yıl hazırladığı "En iyi 500 üniversite" listesini bu yıl dayayımlamış. Geçen yıl İstanbul Üniversitesi listedeymiş, bu yıl yok,zaten hiçbir Türk üniversitesinin adı geçmiyor. Bir matem havasıesiyor. Bu listenin tertibindeki kıstasların itiraz götüreceği açık. Meselâkıstasların birisi üniversitenin büyüklüğü ama talebe sayısının gözönüne alınmadığı görülüyor. Seçkin üniversite hangar gibi öğrenciyüklenen değil, az sayıda öğrencinin büyük imkânlarla yetiştirildiğiyer demektir. Kuşkusuz bu anlamda Anglo-Sakson üniversiteleriönde gelir. Amerikan-İngiliz modelini İsrail izler. Bizde de devletüniversiteleri içinde Boğaziçi, Galatasaray, ODTÜ, İTÜ; vakıf üni-versitelerinde de Bilkent, Koç, Sabancı ve Haliç'teki minyatür üni-versite Kadir Has bu modeli izlerler. Üniversitelerimizin dünyanınmerkezi olduğunu iddia edecek değiliz ama kendilerini tanıtama-

67

Page 68: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

dıkları, yayınlarının sayımını, depolamasını yapamadıkları açık.Ben Ankara Üniversitesi'ndeyken bir-iki yıl sonra bazı arkadaşla-rım gibi yayın listesi vermekten vazgeçtim. Çünkü hiçbir tepki gel-miyordu. Üniversiteler listesinin başında açık farkla Harvard geliyor.Onun aldığı puanı -ki 100'dür- diğerleri çok geriden takip ediyor.Bu listenin ilk 25 sırası Tokyo ve Kyoto hariç Amerikan-İngiliz üni-versiteleri tarafından işgal ediliyor. Gerileyen Avrupa üniversitele-rine karşı Anglo-Sakson üstünlüğü açıktır. Koca Rusya bütün gele-neğine rağmen Moskova Üniversitesi ile, İsrail ise Kudüs İbraniÜniversitesi ile temsil ediliyor. Benim tanıdığım İsrail üniversiteleribu listede haksızlığa uğramıştır. Haksızlığa uğrayan ikinci grup daFransa'nın Grandes Ecoles denen yüksek okullarıdır. Listede sade-

Eğitim ve Kültür

111

ce Ecole Normale Superieure yer almaktadır. Bu gibi listelerin da-yandıkları kıstaslar, saniyen elde edebildikleri verilerle doğruya çokyakın bir portre çizdikleri söylenemez ama az çok bir fikir veril-mektedir. Dünyanın tartışılmaz şampiyonu Harvard diğer büyük Ameri-kan üniversiteleri gibi, bilhassa II. Dünya Savaşı öncesi Almanyave Avrupa'dan gelen Yahudi ve liberal bilginlerin göçüyle zengin-leşmiştir. Öğretmen mühimdir. Kemalist Türkiye'nin de sadeceAtatürk devriyle sınırlı olarak bu akıllılığı gösterdiği açıktır. Nitekimo dönemde büyük atılım yaptık. Mevcut tıp fakültelerimiz küçüm-senmeyecek eski ananenin üzerine yeni katkılar elde ettiler. Hukukdevrimimiz bu sayede akademik temele oturdu; ama asıl önemligelişme, sonradan aynı yoğunlukta devam ettiremesek de beşerîve sosyal bilimler alanında oldu. Harvard sadece bu beyin göçüyleyetinmedi, 20 milyonluk kütüphanesiyle Avrupa ülkelerinde eşinerastlanmaz bir zenginliğe sahiptir. Açık raf sisteminin verdiği bir ni-met, kütüphanenin rafları arasında gezmek, dünyanın en faydalıyolculuğudur. Sırf bu kütüphane yüzünden Harvard'dan ayrılama-yan mezunlar vardır. Laboratuvarlar ve sayısız spor alanları çoğudoktora yapan sadece 7 bin öğrenciye hizmet verir. Üstelik bu bü-yük üniversite; eğitimini, hocalarından ve kütüphanesinden istifa-de etmeyi yanı başındaki bir başka kurumla, MİT denen Massac-husetts Institute of Technology ile birleştirmiştir. Amerika'nın vedünyanın en seçkinleri burada okuyor. Harvard birkaç Amerikanüniversitesi ile birlikte bin yıllık üniversite geleneği olan Avrupa kı-tasına dahi hükmediyor. Bu isimden dolayı bazı yüzeysel program-larla "Harvard'lı olmak" isteyenlerin parasını da çekiyor. Hiç ayıp-lamayın, dünyanın en iyi işletme okuluna sahip okulunun iyi işlet-mecilikle yönetildiği ama kâr eden bir kurum olmadığı açık. Bu birzihniyet meselesidir. Biz Amerikan üniversitelerinin bir tarafını gö-rürüz. Ama seçkin hoca ve seçkin talebe yöntemini atlarız. Oysabüyük Amerikan üniversitelerinin her şeyden önce dışarıda görül-meyecek bir özgürlük ortamını barındırdığı da bir gerçektir. BüyükAmerikan üniversiteleri, hele Harvard ve Boston çevresindekiler,Amerikan olmaktan çok Avrupa havasını yansıtırlar. Hiçbir Avru-

68

Page 69: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

pa üniversitesinde bu kadar renkli Avrupalı hoca ve talebe kalaba-lığı görmek mümkün değildir. Çok fazla karamsar olmayalım,1960'lardan itibaren bizim bazı hocalarımız ve rektörlerimiz bu

Kırk Ambar Sohbetlerigerçeği gördüler. ODTÜ'nün rektörü Kemal Kurdaş'ı burada şük-ranla kaydetmeliyiz. Şu kavgası yapılan TBMM onur ödülünü al-ması gereken isim bence odur. Vakıf üniversitelerimiz hiç de kü-çümsenmeyecek bir başlangıç yaptı. O bakımdan en iyi 500'e gi-remedik diye üzülmeyelim. Mühim olan nasıl hazırlandığını bilme-diğimiz listede yer almak değildir, ihsan Doğramacı hocanın kur-duğu Bilkent Üniversitesi gibi 1,5 milyon kitaplı bir merkezî kütüp-hane, Galatasaray gibi az öğrenciyi iyi şartlarda yetiştirme yolunututmalıyız. Ankara ve İstanbul üniversiteleri hayli yara alan ve terkedilen ananelerine geri dönmelidir. Bazı üniversitelerimiz inanıl-maz kalabalıklar içeriyor. Bunları rektörler değil ancak büyükşehirbelediyeleri yönetebilir. Burada ilim belki öğrenilir ama öğrenci veöğretim üyelerinin yemek, spor ve sağlık hizmetlerinin düşük dü-zeyini ben yaşayarak gördüm. 70-80 bin nüfuslu üniversite bölün-melidir. Özellikle taşra üniversiteleri, bazı ahvalde şehir halkı büyük ba-ğışlar yapsa bile, zengin kütüphaneler kuramıyor. Bunların ismi so-rulduğunda söylemeye hazırım. Öyleleri var ki bazı kitap meraklı-larının kütüphaneleri onlarınkinden daha zengindir. Bu üniversite-ler bizim akademik hayatımız için büyük bir problemdir. Üniversi-te bitiren gençlik ulusal aydın sınıfının üyesi olur ve bu sınıf hiç de-ğilse hayatının yüksek öğrenim safhasını büyükşehirde geçirmekzorundadır. Taşra üniversitelerinin sorunları saymakla bitmez vemaalesef 1980'lerin başında girdiğimiz bu deney katiyyen iyi so-nuçlar vermemiştir. Hal böyleyken her iktidar döneminin milletve-killeri geldikleri vilayet merkezinde bir rektörlük, kazalarda da üni-versitenin fakültelerini açtırmayı marifet sayıyor. Kendinizi oradaokuyacak çocukların yerine koyun. Üniversiteden kasıt büyükşe-hirden oraya öğrenci yollamak değil, oradaki öğrenciyi bile büyük-şehre yakın yerlerde okutmak olmalıdır. Türkiye son 70 yıldaönemli atılımlar yapmıştır. Üniversite geleneğimiz ise daha eskile-re uzanmaktadır. Bizim böyle 500'lük bir listede birkaç üniversite-mizle yer almamamız için hiçbir sebep yoktur. Elverir ki insan zen-ginliğimizi böyle sorumsuz ve dar kafalı politikalarla ziyan etmeye-lim.27 Mart 2005

Üniversitelerimizin Durumu

Yeni ders yılı başlıyor; Türkiye'de üniversitelerin akademik yılaçılışı pek tantanalıdır. Hatta bütün dünyada açılışın siyasî bir tiyat-roya, mesajlara konu edildiği tek yer Türkiye üniversiteleridir. Ba-kanlar seçim bölgelerindeki üniversitelerin açılışını tercih ederler,cumhurbaşkanı ve başbakanın açılış nutku her zaman için bir me-sajdır. Bu açılış törenlerinin ardından üniversiteler unutulur; neyaptıkları, ne halde oldukları geniş toplum katmanlarını bırakın,basının ve aydın zümrenin dahi takibi altında değildir. Basında üni-

69

Page 70: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

versite ile ilgili yazıların bu kurumun dünyada ve Türkiye'deki yeri-ni bilenlerce ele alındığı da pek söylenemez. Maalesef Türkiye'debasın taşra üniversitelerinin yayılışını garip ve bilgisiz bir popülizm-le desteklemiş, ondan sonra bu üniversitelerin halini dikkat ve ilgialanı dışında bırakmıştır. Bazı şeyleri itiraf etmemiz gerekir. Taşra üniversiteleri taşragençliğini taşrada kapatmak gibi safdil ama haksızca bir talebe da-yanır. Ulusal aydın sınıfımızın genç üyelerinin büyük şehirlerdeokuyup hayatı ve yeni Türkiye'yi tanıma gerekliliğini kimse düşün-memiştir. 1980'lerin bu projesi maalesef İTÜ'nün, Ankara Dil veTarih-Coğrafya Fakültesi'nin bir grup üyesinin iyi niyetle de olsayanlış başlangıcıdır. Yanlışın neresinden dönsek kârdır. Yeni hükü-metin, yeni planlanan üniversiteleri büyük şehirlere kurması gere-kir. Dikkatimizden kaçan bazı olumlu kurum ve gelişmelerden debahsetmek gerekir. Tanzimat'tan beri başlayan tıp ve mühendislikalanındaki atılımlar ve cumhuriyet dönemindeki gayretlerle Türki-ye üniversiteleri inanılmaz başarılar sergilemiştir. Büyük Petro Rus-yasının 18'inci yüzyıldaki atılımlarını bir asır geriden takip etsek dedevşirdiklerimiz hemen hemen ona yakındır. Nitekim, tıp ve mü-hendislik alanlarındaki başarılarımız hem akademik hem de ticarî

Kırk Ambar Sohbetlerialanda kayda değerdir. Rusya'nın aksine mühendisliği bu akademikduvarların arkasından iş hayatına da geçirmeyi başarmışız. Boğa-ziçi, İstanbul Teknik, Bilkent, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ha-cettepe Tıp Fakültesi, Galatasaray ve yenilerde Koç Üniversitesison 40 yılın devasa patlamalarıdır. Başarılı üniversiteyi devletin ve-ya sadece vakıfların kuracağı gibi bir slogan pek yaygındır. Oysaiyi üniversite kurmak için inançlı, sebatlı ve idealist olmak gerekir.O zaman para da bulunur. Yukarıdaki listeden de görüldüğü gibi bugibi kadroların ve kişilerin öncülük ettiği üniversiteler hem vakıfhem de devlet sektöründe vardır. Bizdeki tip gelişmelerin örneği-ne ancak ABD, Japonya ve İsrail'de rastlanır. Son birkaç yıldır devlet ve vakıf üniversitelerinde, az sayıda öğ-renci eğitilen nitelikli hukuk fakültelerinin kuruluşuna ağırlık veril-di. Bu geç kalmış ama kaçınılmaz bir gelişmedir. Hukuk devrimi-mizi yapalı 80 yıl oldu ve bu alandaki eğitim eksiğimizi henüz ta-mamlıyoruz. Umutlu bir gelişmedir. İngiltere'ye kadar kıta Avrupa-smda rastlanmayan bir akademik bünye ortaya çıkmıştır. Bunu ya-kından inceleyip öyle tartışmak gerekir.3 Nisan 2005

Bazı Zaaflarımız Var Milletlerarası yayınlarda bizim hocalara yapılan atıflar genellik-le tıp ve mühendislik alanlarında oluyor. Atıfların sayıldığı "SocialScience Index" gibi kaynaklar maalesef sosyal bilimler dalındaönemli Avrupa mecmualarını bile hesaba katmıyor. Çok fazla Ang-losakson kalıyorlar. Kaldı ki ilahiyat ve hukuk gibi dallarda Türkakademik dünyasının kimler tarafından ne kadar zikredileceğinidüşünmek bile gereksizdir. Dolayısıyla buradaki sayımlara bakarakliste çıkarmak pek hakça bir bilgilendirme sayılmaz. YÖK üyelerin-den İlhan Tekeli'nin boyunca kitap yazdığını herkes bilir. Sadece iki

70

Page 71: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

eserinin zikredilmesini anlamadım. Verilen rakam zaten "SocialScience Index"teki atıflara dayanıyor olmalıdır. Hiç şüphesiz kiTürk akademik dünyasının problemi, hiç eser verilmemesindençok, az eser verenle çok eser verenin ve hiç çalışmayanın aynı ça-dırda barındırılması, aynı çorbayı beklemesidir. Bilim adamlarınıdeğerlendirmede kıstas olarak müracaat edilen akademik kuruluş-larda da bazı zaaflar vardır. 1983'te Tarih Kurumu yeniden düzen-lendiğinde Ekrem Akurgal ve Halil İnalcık hoca dahi liste dışıydı.Sonradan Halil hoca konusunda tashih yapıldı ama Ekrem hocaiçin kimse oralı olmadı. Meşhur arkeolog Halet Çambel, Tarih Ku-rumuna hiç seçilmemişti. Abdülbaki Gölpınarlı'nın da böyle biryerlere "lâyık görüldüğünü" işitmedim. En son tutarsızlık ise TÜ-BA'nın (Türkiye Bilimler Akademisi) birkaç yıl önceki seçimlerindeŞerif Mardin'in üyeliğini reddetmesidir. Yanlış bilgi veriyorsam dü-zeltmeye hazırım... Dolayısıyla ilim ve âlimin verimliliğini ölçecekkriterlerimiz yok. Gençlere başarılı yıllar diliyorum. Kendilerini ye-tiştirme disiplini ve alışkanlığını edinmezlerse üniversite diploma-sından hiçbir hayır beklemesinler.26 Eylül 2004

Bir Diploma Töreninin Düşündürdükleri 4 Temmuz Cuma günü, mensubu olduğum Galatasaray Üniver-sitesi Hukuk Fakültesi'nde diploma töreni vardı. Mezunların sayısı26 idi. Bu sayı dünyadaki hukuk fakülteleri içinde en az olanıdır vefakültenin iyi eğitiminin başlıca nedeni budur. Nitekim öğrencileriniçinde ikinci yüksek öğrenim görenler var. Alışılmışın dışında birdiploma töreni düzeni vardı. Dekan ve rektör geleceğin hukukçu-sunun diplomasını tasdik edip teslim ediyorlar. Birçok belediye vehükümet dairesi, o yılın mezunu diplomanın aslı ile gelince, dekan-lığı arayıp; "Bu gerçekten aslı mı?" diye soruyor muş. Zira bizimmemlekette mezun olduğu fakülteden diplomanın aslını alabilmekbirçok faniye nasip olmuyor. Dereceye girenler (ilk üç) kız öğrenciler. Birisi Boğaziçi Üniver-sitesi'nin mezunuymuş, üstüne hukuk okumuş. Türkiye'de gençlikgüzelleşti, giyim kuşam yerinde. Vakıa eğitim ve kültür düzeyi çokdüşük; ama okuma ve yazma noksanını aşan seçkin bir gençlikgrubu gittikçe büyüyor. Artık eski Türkiye'de olduğu gibi, kuru dip-loma hayat yolu için yetmiyor; ikincisi lazım. Lisanı daha iyi bilme-li. Yaşlan yirmilerin ortalarına uzanan bu mezunlar bursla kabuledildikleri Harvard, Oxford ve Paris'te eğitime devam edecekler.Seçkinlerin rekabeti Türkiye sınırlarını aşmış, istenen yaşam düze-yi çok bilmeyi gerektiriyor. Genç hukukçular henüz rafine hukukdallarına itibar etmiyorlar, tarih ve filoloji isteyen bu dallar onlariçin ilginç değil. Zamanla bu durumun değişeceği umulur. Mezunların arasında kızların sayısı erkeklerin üstüne çıkıyor.Amerika'da değil ama Avrupa'da da bu değişim gözleniyor. Öteyandan, Türkiye ve İran'da bu değişimin oranı çok yüksektir vekızlar lehinedir. Meselâ Tahran ve diğer îran üniversitelerinde kızöğrenci miktarı yüzde 60'ı aşmıştır. Türkiye'de bu oran hemen he-

Eğitim ve Kültür ' ''

71

Page 72: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

men yarı yarıyadır. Bu dengenin iki cinsten birinin lehine değişme-si ortaya bir dizi sorun çıkaracaktır. Dünya henüz, çalışmayan, işbulamayan "ev erkeği" tipine alışık değildir. Gerçi mühendislik gibidallar Batı'da erkeklerin elindedir fakat bizde bu dallarda da kadın-ların sayısı artıyor. Bütün gün koşuşturan meslek mensubu ve yö-netici kadın sayısı artıyor. Bu gidişle erken doğum yapmak ve iki üç çocuk sahibi olmak,eğitim göremeyen işçi sınıfından kadınlara kalacak gibi. Ne var kiistedikleri kadar sosyalist nutuklar atsınlar, hiçbir ülke işçi sınıfın-dan çocukların seçimine ihtimam gösterip burslarla destekleyerek,onları erken yaşlarda eğittiğini ve bilhassa kültürel hizmet verdiği-ni ileri süremez. Ekmek dilimi ve giyilen hırka sayısı artsa da, hat-ta yıllık tatil yapılsa da ortalama çalışan kitlenin eğitim ve bilgi dü-zeyinde büyük bir ilerleme yoktur. Üçüncü dünyanın şartlarındanzaten söz etmiyoruz. Bu çelişki nasıl çözülecek? Belki de çözüle-meyecek ve kültürel miras kuşaktan kuşağa iyi eğitim görmüş seç-kin bir sınıfın içinde dolaşmaktan çok; yeni yükselen, tırmananzümrelere devredilecek. Hiç şüphesiz ki yirminci yüzyıl seçkinlerine Asya'da, ne Amerika'da ne de Avrupa'da eskisi gibi parlak vesağlam bir belkemiğine sahip. Dünyanın yeni şartları budur; şartlar gerçek bir ilerlemeyi akset-tirmiyor, aksine bütün dünyada beşeriyetin kültürel zenginliği vebunları muhafaza edecek seçkin insanların niteliği geriliyor. Kitle-lerin eğitimine karşı gelinemez diyoruz ama, aslında kitleler eğiti-lemiyor. Hatta bu arada seçkin zekâlı ve zengin geleneğe dayananbireylerin yetiştirilmesi ve özgün eğitimi de maalesef törpüleniyor.Türkiye'de ve Ortadoğu'da genç erkeklerin eğitimde ve toplumda-ki yer kapma savaşında gerilemeleri bir ölçüde aile düzenine ve ai-lenin çocuk yetiştirme geleneklerine dayanıyor. Zengin, fakir bü-tün doğulu erkekler annelerden önce büyük anneler, halalar, tey-zeler tarafından şımartılır. Bütün ailenin erkekleri onu kayıtsız şart-sız destekler. Bu yüzden oğullarımızın mücadele ve uyum kabiliye-ti gelişemiyor. Bizzat feminist hanımlar bile başka erkeklerde eleş-tirdikleri tavır ve huyları kendi oğullarında affediyorlar. Eğer erkek-lerimizi ve kızlarımızı aynı derecede şefkat ve sertlikle hayata ha-zırlamazsak vahim sonuçlarla karşılaşılması kaçınılmaz. 13 Temmuz 2003, Milliyet

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin

Hüzünlü Yıldönümü

9 Ocak salı günü Ankara'da pek dikkati çekmeyen önemli biryıldönümü kutlandı (65. yıl). Şarkla garbı birleştiren bir mimarîeserin, Bruno Taut'un gerçekleştirdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fa-kültesi'nin girişinde bir resepsiyon vardı. Törene Başbakan veYÖK Başkanı da katıldı. Sayın Bülent Ecevit 1945'te Hukuk Fa-kültesindeki öğreniminden vazgeçerek, bağışıklık sınavıyla İngilizDili ve Edebiyatı Bölümü ikinci sınıfına kaydını yaptırmış. Bir yılönce davransaydı, pek sevdiği Sanskrit ve Hint dilinin büyük üsta-dı Walter Ruben'in öğrencisi olacaktı. Ruben bu tarihten kısa birsüre sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ni terk etmek zorunda

72

Page 73: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

olanların arasındaydı. Fakülteden giden diğer Almanlar gibi Ame-rika'ya değil, Doğu Berlin'e göçtü. 1935'te Atatürk'ün, Fakültenin kurulması için adını koyaraktalimat verdiği, merhume Afet İnan hocamın notlarından anlaşı-lıyor. Bugünkü Batıcıların ve kör Doğucuların aksine, Fakülteninkuruluş ilkesi, Türklüğü dünya tarihinin içinde özgün bir yereoturtmaya çalışan nesli ve zihniyeti temsil ediyordu; bu ilke Fa-kültenin zaman ve mekânlara hükmetmeye çalışan bir bilim oca-ğı olarak düşünülmesidir; Mezopotamya'dan Rönesans Avrupa-sı'na, Çin'den İngiliz Adaları'na, bütün zaman ve mekânlara...1933'te Avrupa medeniyetini yıkacak Nazizm felaketinin önün-den kaçan seçkin uzmanlar, bu Fakültede melce-i ilticayı bulmuş-tur. Landsberger (Asur bilimi), Hans Güterbock (Hitit bilimi),Rohde (Klasik diller), Eberhard (Çin - Japon bilimi), Ruben (İndo-loji) vs. gibi... İlk kuşak öğrenciler sadece Türkiye'de değil, dün-ya çapında ün yapan bilginler olarak yetiştiler; Sedat Alp (Hitito-log), Ekrem Akurgal (Klasik arkeolog), Kemal Balkan ve Muaz-zez İlmiye Çığ (Sümerolog Hititolog), Tahsin Özgüç (Önasya ar-

Eğitim ve Kültür

119

keoloğu), Mübeccel Kıray (sosyolog), Halil İnalcık (Osmanlı tet-kikleri), Osman Turan, Faruk Sümer, Mehmet Altan Köy men gi-bi. Liste daha uzayıp gider. Atatürk ve etrafı bazılarının devamlıtekrarladığının aksine sadece bir kültür değişiminin değil, dünya-yı tanıma çabasının örneğini verdiler. Zaman ve mekânlara hük-meden sadece zengin ve emperyalist Batılılar değil, Asya'nın ba-tısındaki eski imparatorluğun mirasçısı bir ulus da olmalıydı. Buğ-day ve incir satarak geçinen 15 milyon nüfuslu bir ülkenin çiviyazısı uzmanı yetiştirmesi, klasik arkeoloji ve Bizantinistik dalın-da uzmanlaşsmlar diye Avrupa'ya öğrenci yollaması nasıl izahedilebilir ki? Nitekim bugün bu hava hiç yok. 1980'lerin sonun-da "açlık çeken Rusya'nın Siav ve Bizans uzmanlarını Türkiye'yeçağıralım; hem onlar gönenir, hem bizim çocuklar bir şey öğre-nir" diye kapılarını çalanlara Ankara'daki bürokratlar "bu ne di-yor" diye bakıyorlardı. 1947 olaylarıyla Fakülte büyük darbe yedi. Söz konusu olay-lar galiba en objektif biçimde genç tarihçi Mete Çetik'in "CadıKazanfnda anlatılıyor. İş sağ-sol meselesi değil; muhafazakâr ka-nat hocalarından hukukçu Vasfi Raşid Sevig olayları "görülme-miş edepsizlik" olarak vasıflandırıyor. Fakültenin yöneticileri verektör olayları kontrol edemezdi çünkü maalesef koridorlardakikavgacılar arasında, dokunulmazlığına sığınan bazı CHP mebus-larının bulunduğu da malum. Ama olaylardan sonra da AnkaraÜniversitesini ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ni yönetenler,gereken vakar ve cesareti gösteremediler ve mesele üç solcu vesolcu denen profesörün uzaklaştırılmasıyla kalmadı; ünlü Almanhocalara da aba altından yol gösterildiği anlaşılıyor. 1960'lardaise fakülteye "dışarıda genç kalmasın" politikası ile talebe doldu-ruldu. Güzelim Bruno Taut binası garip bir mimarî biçimsizleştir-meye uğradı, her yere sınıf yapıldı. Koridorlar ve eser teşhir yer-

73

Page 74: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

leri bile iptal edildi. 1950'lerde kısa pantolonla annemin dersle-rinde bir köşede oturduğum fakültenin henüz şekli ve havasımuhteşemdi. 1969'da talebe olduğumda ise lenduhaya dönmüşmektepte eskinin izlerini ancak koklayarak araştırmak gerekiyor-du. Başbakanımız ve ilgili zevat bir zamanlar dünyanın sayılı be-şerî bilim merkezlerinden biri olan bu kurumun can çekişen ha-line eğilip, dertlerine derman olsunlar. O eski muhteşem kütüp-hanenin kalıntılarını kurtarmaya çalışan mustarip Dekanlığa yar-

Kırk Ambar Sohbetleridımcı olsunlar; yeni kurulan Yunanca ve İbrance bölümlerine dı-şardan uzman hoca getirilmesini kolaylaştırsınlar. 1938'de bitenfakültenin bugünkü binası o devrin Başvekâlet ve Hariciye vekâ-letinden daha muhteşemdi: zamanla içi ve etrafı bir mimarî ucu-be haline dönüştürüldü. Bugünün yöneticileri daha çok imkânasahip ama, dünya çapında bir eski eser olarak korunması gere-ken bu binayı tamir için bile yeterli tahsisat ayrılmıyor.14 Ocak 2001

Hukuk Fakülteleri Bugünlerde gene gündemde; bilenler de bilmeyenler de kale-me davranıyor. Kimileri Türkiye'de yargıçların toplumun gerisin-de kaldığını söylüyor. Bu biraz da evin deli kızıyla delikanlısınınninelerinden şikâyetine benziyor. Hukuk mantığı ve sorunlarayaklaşım tekniği günlük siyasî modalarla her zaman atbaşı git-mez. Kimileri adliyede iş takibi, kayırma ve rüşvetten söz ediyor;deliller kuvvetle ortaya konmuş değil. Ortadaki kokular her za-man yüzde 100 gerçekle örtüşmez; ama kusursuz işleyen bir yar-gı mekanizmasına sahip olmadığımız ortada. Bir de inkâr edile-mez bir acı gerçek daha var; Türkiye adaleti tecelli ettirecek yar-gıç, savcı ve avukatları iyi yetiştiremiyor. Hukuk fakülteleri kala-balık, öğrencileri geliştirecek altyapı noksan; öğrencilik yaptığıbüyük şehrin kültüründen istifade edemeyen öğrenciyi meslekhayatı içinde eğitime tabi tutacak örgütlenmeler de yok. Barolarve Adalet Bakanlığı'nın böyle bir anlayıştan uzak olduğu görülü-yor. Üst düzey kültür gruplarında yer edinemeyen, toplum haya-tında söylem yeteneği, yazarlığı, yabancı dil bilgisiyle başvurula-cak biri konumuna yükselemeyen hukukçuların görevlerini tamyaptığı söylenemez. Bundan başka toplumun hayatını iyi gözle-yemeyen hukukçuların önerdiği çözümler ikna edici olamıyor,saygı uyandıramıyor. Saygı kazanamayan bir hukukçu zümreninverdiği hükümler de itimatsızlık yaratıyor. Gerçi o safhaya gelme-dik; hukukçuya olan itimatsızlığın adalete itaatsizlik gibi birmeş'um gelişme yaratmasını düşünmek bile istemiyoruz. Cumhuriyet ilân edildi, hukuk devrimi yapıldı. Medenî Ka-nun'un 1926'da kabulü, yetişmiş kadrolar gerektiriyordu. İstanbulHukuk Mektebi yeterli görülmemişti. Zaten hukukçu kadrolar dahaçok eski Kadı medresesinden yetişmişti. Garip bir çelişkidir; bumedresenin programı ve okutulan dersler, Hukuk Mektebi'ndendaha fazla Batı hukuk mevzuatı ve anlayışına yakındı. Medenî Ka-

'22 Kırk Ambar Sohbetleri

74

Page 75: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

nun'un kabulünden bir yıl önce Ankara'da bir Hukuk Mektebi ku-ruldu. Bu okul yeni hukuk sistemine göre eğitim yapacaktı. Tabiiniyet başka, gerçek başka; yapamadı. 1933'te Avrupa'yı kasıp ka-vurmaya başlayan canavarlık, birtakım Yahudi, sol eğilimli hukukâlimlerini kaçırdı. Ömürlerinde Orient Express'le turistik geziye bi-le gelecekleri şüpheli adamlar, önce İstanbul Hukuk Fakültesi'ne,sonra Ankara Hukuk Mektebi'ne geldiler. Hirsch, Schwarz, Kosc-haker vs. Hukuk inkılâbının kadroları böylece yerleşmeye başladı.Ama talebede yabancı dil yok, Latince zaten yok. Eski hukukçula-rımız Arapça bilirdi. Yenilerin arasında ise kumaşın çoğulu olanakmişe'yi, akmeşe diye bir cins ağaç zanneden adamlar vardı. Hu-kuk fakülteleri talebe deposuydu. Amerika'da, ingiltere'de sosyalbilimlerde eğitim görenlerden seçilen en uyanık az sayıda talebe-nin eğitim gördüğü hukuk fakülteleri burada gündeme gelmedi.Mülkiye'de talebe olduğumuz yıllarda yandaki hukuk fakültesinegeçer-, ağızlarından bal damlayan Kudret Ayiter, Necip Bilge, Muk-bil Özyörük, Hicri Fişek, Coşkun Üçok ve Münci Kapani'yi dinler-dik. Jale Akipek ve İlhan Akipek bir lisan küpüydü. Onların ders-lerini izlemek bir imtiyaz, bir lükstü. Ama kalabalık sayıda öğrencinin bu lükse hazırlıklı olduğunusöylemek zordu. Yurtların hali hazindi. Kütüphane hizmetleri ye-tersizdi. Pratik kurslar ve seminerlerin kalabalık sayıdaki öğrenciy-le istenen randımanı veremeyeceği tabiiydi. Bizim girmeyi pek is-tediğimiz Avrupa dünyasıyla Amerika'nın farkı buradadır. Avrupaüniversitelerinde kalabalık hangar gibi hukuk fakültelerinde eğitimdüzeyi gittikçe düşüyor. Berikiler ise Harvard, Yale, Chicago'datoplumu yönlendiren hukukçular yetiştiriyorlar. Türkiye'de artık hukukçu sayısının değil, niteliğinin önemli ol-duğu anlaşıldı. Vakıf üniversiteler, mevcudu yüz öğrenciyi geçme-yen sınıflarda hukuk eğitimi vermeye başladılar. Galatasaray Üni-versitesi, özel kanunla kurulduğundan öğrenci sayısını YOK'tekimemurların tespitine bırakmıyor. Gerçekten her duyduğunu ka-pan, öğrenen ve sindiren 30 öğrencilik sınıflarda hocalık yapmakbir imtiyaz. Ama bu sayı ancak uluslararası davaları alan hukuk bü-rolarında çalışanları yetiştirebiliyor. Adliyelerin bilgili gençlerle do-nanması için devlet üniversitelerindeki hukuk fakültelerinin yeni-den yapılandırılmaları şart. Hem Batı'da hem eski İslam dünyasın-

Eğitim ve Kültürda hukukçular, çok şey bilirdi, en başta tarih ve iktisat... Tarihi bil-meyen önündeki kuralın ruhunu anlamadan yanlış tatbik eder. İk-tisat bilmeyen de bilgisizce uygulamalarda bulunur. Rahatça "Birkocaman holdingi, ayrılan kan-koca arasında taksim edelim" diye-bilir. İyi hukukçu uzun ve seçkinci bir eğitimle yetişiyor. Hem dev-letin hem vakıf üniversitelerinin yeni atılımını değerlendirmek la-zım; meselâ dehşetle görülüyor ki öğretim üyesi noksanı var. Cum-huriyetin ilk yıllarında bir sorun teşkil etmeyen Roma hukuku eği-timi, şimdi yeterli sayıda öğretim üyesi olmadığından iyi okutulamı-yor. Bize lazım olan, az öğrencili bol hukuk fakülteleri, bol burstahsis ederek hoca yetiştirmek, gereğinde yabancı uzman getir-mek. O zaman hukuk devrimimiz tamamlanmış olacak. 6 Temmuz 2003

75

Page 76: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Seminer Kitaplıkları

İstanbul Üniversitesi yani Dar'ül Fünun Edebiyat Fakültesi ülke-mizin en eski yüksek tahsil kurumudur. Bir eşi de 1935'te Anka-ra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi olarak kurulmuştur. Parlak kad-rolarla ışıltılı günler yaşamışlardır. Bilhassa Naziler Almanya'yı elegeçirdikten sonra hırpalanan ve kovalanan Alman âlimlerine evsahipliği etmişlerdir. Doğrusu bu dönem Edebiyat Fakültesi için biryeniden doğuş olmuş, DTCF ise en parlak dönemini bu sayede ya-şamıştır. Edebiyat Fakültesi kuruluşu ve bilhassa reform dönemi iti-barıyla Fransız-Alman üniversite geleneğini yansıtır. Bu geleneğin en önemli görünümü, her bilim şubesinin yanikürsünün kendi seminer kitaplığının bulunmasıdır. Bazıları geçenasırdan kalan koleksiyonlara sahiptir. Doğrusu Avrupa üniversite-leri de böyle şık zengin seminer kitaplıklarıyla ünlüdür. Genç asis-tanlar ve talebelerin hafız-ı kütüb olarak gelişmelerine çok yardım-cı olmuşlardır. Kürsülerin seminer kitaplığı, talebeyi çalışmaya zor-lar. Herkesin birbirini gözetlediği yerdir; müracaat kitapları el al-tındadır. Çünkü umumî kitaplıkların açık raf sistemi uygulamadığıyerlerde (bizde de öyle) kütüphanede vakit kaybını önler; her şeyönünüzdedir, ders çalışır, makale yazarsınız. Zaten Büyük Kütüp-hane nadir kitapların arandığı bir yerdir. Meselâ yanılmıyorsamEdebiyat Fakültemizin felsefe kitaplığı tam takım bir Nietzsche ko-leksiyonuna sahiptir. Amerika'daki kütüphaneler zengindir; raflar herkese açıktır;gerçi bazı sapık kimseler tonla kitap çalar; ama devamlı envanteryapıldığından eksikler bir biçimde yerine konur. Dünyadan tecritedilmiş Amerikan üniversite kampusunun temel uğrak noktası ki-taplıktır. Herkes günde bir saat, hiçbir şey yapmasa bile uğrar. Kü-tüphanede arkadaşlar buluşur, buluşurken raf karıştırılır. Bir kitabıararken başka kitapları görür öğrenir. Bu zenginlik Avrupa'da yok,

Eğitim ve Kültür

125

bankonun ardından kitap istenir; bizde de öyle... Onun için Avru-pa'da üniversiteler seminer kitaplığıyla var olurlar. ABD'nin üniversite hayatı ve kampusun merkez kütüphaneler-le bütünleşmesi kısa gezilerle anlaşılmaz. Bu gibi turistik tecrübeler-le Edebiyat Fakültesi'nin seminer kitaplıklarını bodrumlara indir-menin manası yoktur. Edebiyat Fakültesi'nin 16 adet seminer ki-taplığındaki 219 bin 980 adet kitabı kutulara doldurularak bodru-ma indiriliyor. Bodrumda kütüphane kurulup bilgisayar sistemiylekitap gelecekmiş. Miş, miş... Semavi Eyice gibi hocaların bin zah-metle kurduğu sanat tarihi seminer kitaplığı bodruma indirilince neolacağını kim tahmin edebilir. Zavallı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül-tesi'nin güya merkezî kütüphaneye aktarılan seminer kitaplıkları-nın encamını hatırlamak bile istemiyorum. İstanbul Üniversitesi zengin merkezî kitaplığını bile ilme tam an-lamıyla arz edebilmiş değildir. Bodrumdaki kutularla bir fakülte na-sıl çalışır? Seminer kitaplığı olmayan bir klasik diller bölümü, Tür-

76

Page 77: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

koloji bölümünü düşünmek bile abestir. İstanbul Üniversitesi'ndene öğrenim gördüm ne de öğrettim... Ama her Türk gibi orası be-nim de üniversitem. Okuduğum ve büyüdüğüm Dil ve Tarih-Coğ-rafya Fakültesi gibi Edebiyat Fakültesi'nin de haline ağlıyorum. Oda hayatımın bir parçası. Lütfen rastgele tasarrufları herkes kına-sın. Kütüphaneler Haftası'nın hemen ardından doğrusu pek iç açı-cı (!) bir olayı tartışmak durumunda kaldık.7 Nisan 2002

Üniversite Sınav Sonuçlan

1960'lara kadar Türkiye'de üniversite öğrencisi olmak için lisediploması yeterliydi. Gerçi lise çok ağır bir öğrenim verirdi; daha-sı ha İstanbul Kabataş ve Haydarpaşa'da, ha Kastamonu ve Kon-ya'da liseyi okumak fark etmezdi. Her zaman örnek veririm. Sü-leyman Demirel, Afyon Lisesi'nden İstanbul Teknik Üniversitesi'negirdi. Cetvellerden bakıyorum, eğer şimdi okusa bu şansı daha azolacaktı. Türkiye'nin ünlü hocalarına bu liselerin hepsinde rastla-nırdı. Abdülbaki Gölpınarlı, Balıkesir'de Halil İnalcık'ın hocasıy-mış, Konya'da da hayli adam yetiştirmiş. Pertev Naili BoratavKonya'da, Orhan Saik Gökyay Kastamonu'da öğretmişlerdi. Yük-sek tahsil kademesinde müsabaka imtihanlarıyla girilen sadece ikikurum vardı: Teknik Üniversite ve Siyasal Bilgiler Okulu yani eskiMekteb-i Mülkiye... Birincisi yükselen ve imar gören Türkiye'ninmühendislerinin okuduğu yerdi, ananesi olan bir okuldu, iyi mü-hendis yetiştiriyordu. İkincisi maliye müfettişliği ve dışişleri memur-luğunun makbul olduğu bir dönemde parlak gelecek vaat ediyor-du. Bu okullarda Anadolu'nun zeki çocuklarıyla İstanbul'daki seç-kin okulların gençleri karşılaşır, doğrusu derhal bir kültürel çatışmaortaya çıkarsa da aslında herkes yerini öğrenirdi. Tıp fakülteleri, edebiyat fakülteleri, hele hukuk fakültelerinekaydolmak için diploma yeterliydi. Lise diplomalıların önemli birkısmını, hele İstanbul ve Ankara mezunlarını bankalar ve şirketlerhavada kapıyordu. Lise mezunlarının askerliklerini yedek subayolarak yaptıkları bir Türkiye düşünün. Derken lise enflasyonu ilebu nimet ortadan kalktı. Her lise mezununu da bankalar ve şirket-ler yeterli bulmamaya başladı. Gençler bir baltaya sap olmak içinüniversitelere akıyordu; 1960 döneminde kriz patladı. Millî BirlikKomitesi'nin maruz kaldığı en ciddi sorun buydu. Nitekim o yıllar-da üniversite kabul imtihanları yaygınlaştı. Başlangıçta, her fakülte

Eğitim ve Kültür '^7

kendi imtihan yapıyordu. Ne var ki, izdihamdan Mülkiye ve TeknikUniversite'nin uyguladığı klasik imtihan tipi uygulanamaz oldu.Millî Eğitim Bakanlığı'nın hakikaten başarılı bir kuruluşu olan testbürosu imdada yetişti. Kim ne derse desin, o günden bugüne, Tür-kiye üniversitelerine girecek gençleri bundan daha adil ve isabetlibiçimde seçen sistem yoktur. Ne Doğu ülkelerindeki gibi rüşvet veadam kayırma usulü ne de siyasî kontenjan bu sistemde geçer.

77

Page 78: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Eğer Türkiye üniversitelerinde öğrenci yeteneğine göre bir hi-yerarşi varsa, bunu ÖSYM sistemine borçluyuz. ÖSYM sayesinde,Orta Asya'dan gelen öğrencilerin seviyesinde de bir yükselme gö-rüldü. Bu yıl bir sürprizle karşılaştık. İlk defa tam puan alan biraday var. Gelecek yıllarda bu sayı mutlaka artacak. Demek ki, ma-tematik ve fen sorularını yapamayan bir gençlikten şikâyet edemi-yoruz. Yeni gençlik bu olumsuzluğu yırtacağa benziyor. Eğitim dü-şük gelirli gruplarda daha düzgün verilmeye başlamış. Ayrıca en iyiyabancı dil puanı, Toroslar'ın üzerindeki Mut'tan bir öğrenciye ait.Geçen yıllardaki sonuçlarla birlikte doğrulanan bir gerçek var; iyiöğrenci olmak artık Ankara, İzmir, İstanbul'a ait değil. Zira, büyükşehirlerimizdeki kültürel hayat, nitelikçe henüz büyük şehir kültürhayatına benzemediği için, kaç zamandır taşra önde gidiyor. Doğ-rusu üniversite sıralarında önümüze gelen öğrencilerimiz arasındabüyük şehirli ve taşralı farkını görmek mümkün değil. Ortaya çıkan diğer bir gerçekten söz etmeliyiz. Geçen yıllardahiçbir soruya doğru cevap veremeyen adayların sayısı sekiz bin ci-varındayken, bu yıl aynı kategoridekilerin sayısı üçe katlanmış. Da-ha başından kağıdı boş verenler arttıysa, feci bir ruhsal krizle karşıkarşıyayız. Ama daha vahimi, toplumumuzda servet ve gelir uçuru-mu artıyor, yaşam biçimindeki niteliksel uçurumlar büyüyor ve eği-timde de aynı şey ortaya çıkıyor demektir. Kötü orta eğitim kurum-larını ıslah etmeliyiz. Hatta belki tasfiye etmenin yollarını aramalı-yız. Çünkü yetersiz ve niteliksiz hizmet veren bir kurum, insanlarıdolandırıyor demektir. Yorgun bir gençliğimiz var, henüz tatillerinibitiremeden, iki yıllık üniversiteye hazırlık koşusuna başlayacaklar.Çileli bir milletiz. Aydınlarımız da çileli, çile çekerek yetişiyor.10 Haziran 2002

Meslek Mızmızları Akşam saatinin hayhuyu içinde Beşiktaş iskelesinden bir taksi-ye biniyorum. "Şişli'ye" dediğim anda şoförün zembereği boşalı-yor. Yol boyu iki "nalet olsun" çekiyor, yani "lanet olsun" demek is-tiyor. Kalabalıktan illallah demiş; vicdan azabından ezilmemek içinne yapacağımı bilemiyorum. Sonunda çenesinden kurtulmak içinmünasebetsiz teklifini kabul edip -yol pek kalabalıkmış da, maze-reti bu- evime bir kilometre kala elimde paketlerle iniyorum. Ada-mı zorla zincire vurmuşlar, zinciri de direksiyona bağlamışlar san-ki... 13 milyonluk Moskova'nın yolları tamamen tıkanmış vaziyet-te... 1,8 milyonluk Viyana da İstanbul'dan daha iyi değil... Amataksi şoförlerinin bu kadar feryat ettiğini duymazsınız. Aslında ve-rilecek bir cevap var; "Beğenmeyen kontağı kapatsın, sizi zorla ça-lıştırmıyoruz..." Türkiye insanı büyük ve yıkıcı işsizlik dalgalarınıtanımıyor. "İnşallah tanırlar" diyecek halimiz yok tabii. Ama insanlarımızın işsiz ve ekmeksiz kalmayacaklarına, birisi-nin onları zaten besleyeceğine dair çocukça bir inançları var.1940-50'li yıllarda aynı güven ve "git başımdan" tafrası mahallebakkallarında dahi vardı. "Elhamdülillah kimsenin cavcavını çeke-meyeceklerini" her halleriyle gösterirlerdi. Süper marketlerle bugüven sarsıldı; bakkallar kapanmaya başladı. Tekelleşmenin bazısorunları acı bir biçimde çözmesini istemeyiz tabii, nitekim eskibakkalları özlüyoruz; ama iş disiplini ve işine saygının Türkiye'deçalışanların tümünde; sadece işçiler değil, işverenlerde de eksik ol-

78

Page 79: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

duğunu kabul etmemiz gerekir. Görev ciddiyeti ve işini sevmek, Batılı toplumlarda orta sınıfınbaşlıca özelliğidir. Batılı orta sınıflar ananeyi yaşatır, meslek edinirve meslek ciddiyetine sahiptir. Buna sahip olamadıkları ölçüde iş-lerini yitirmiş, tezgâh ve mülklerini kaybetmişler ve lonca ustasıy-ken işçileşmiş ve dükkancıyken tezgâhtar olmuşlardır; ayakta kala-

Eğitim ve Kültür

129

bilenler muhafazakâr, işine sahip ve mesleğini sevenlerdir. Avrupakasabasının ve kentinin butik ve terzisi, elan iş görebilen kasap vepeynirci, çiçekçi bunlardandır. Yaptığı işi bilmeyen, öğrenmeyen,üstelik çok zengin olacağına inanan esnaf ve toplumsal yerini birnesil içinde değiştirebileceğine inanan orta sınıf mensupları, ancaküçüncü dünya ülkelerinde görülür. Bu gibi ülkelerde sınıfsal hare-ketliliğin öbürlerine göre göze batar ölçüde fazla olduğu gerçek;ama aldanmamak gerekir. Bizim gibi ülkelerde de insanların sırfstatü değiştirmesi sanıldığı kadar kolay değil; bu nedenle insanları-mızın işlerine ve yapabildikleri mesleklerine saygıyla ve dört ellesarılmaları gerekir. Daha beteri iktisadî krizler zincirinin kapıda ol-duğu bir ortamda, kimse daha rahat işlere kayarım diye ümit et-mesin. Batı toplumlarının bütün dünya görüşünü ve ahlakî norm-larını sarsan (yani yerine oturtan veya çürüten) iktisadî buhranları,kitlesel işsizlikleri Türkiye dediğim gibi yaşamadı. Buhranlar mev-zii idi; aile, sülale, mahalle ilişkileri içinde atlatıldı. Birey toplumunkurbanı olmadı, olmasını da istemeyiz. Ama bu olumlu geçmiş,nankör ve sorumsuz insan tipini de yan ürün olarak yarattı. Sen-dikacılığımız, işçinin işini ve emeğini korumasından, siyaset yap-masını sağlamak ve öğretmekten çok; memur sıfatlı beyaz yakalıproleterlere göre daha kolay ve fazla ücret elde etmelerine yaradı.Ama aynı sendikalar işçinin emeklilik zamlarını bürokrasinin insa-fına bıraktılar. İnsanlarımız çocukları için baba mesleğini düşünmü-yor. Yeteneğine ve eğilimine bakmadan çocuğuna statü sağlayaca-ğını düşündüğü bir eğitim vermeye çabalıyor. Türkiye'de sosyolog,politolog, arkeolog sayısını bir hesaplayalım ve doğru dürüst elekt-rik tesisatçısı ihtiyacımızı ancak Bulgaristan Halk Cumhuriyeti veYugoslavya'dan göçler sayesinde kısmen sağlayabildiğimizi düşü-nelim. Sadece daha iyi yaşam şartları ve tüketimi değil, daha yüksekmevkileri hemen isteyen bir toplumuz. Oysa toplumun bireylerikendi konumuna sahip çıktıkça daha saygın ve haklarını takip ede-bilen insanlar olurlar. Bu kadercilik değil; Batılı toplumda bireyseliltimas yolu aranmaktan çok yurttaşlık haklarına sahip çıkılır vesaygı talep edilir. Seçkinlik belirli mesleklerin değil, her mesleğiniyilerinin oluşturduğu bir kesimin adıdır. Batı medeniyeti her mesleğin toplumda kendini gösterdiği, gös-termek için törenlere de başvurduğu bir ortamdır. Bizim eski top-

Kırk Ambar Sohbetlerilumumuzdaki esnaf alayları, kalfalığa terfi edenlere yapılan peşte-mal kuşatma (üniversite doçentlerinin de akademik biniş giymesi)

79

Page 80: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

gibi âdetler tarihe karıştı. Oysa bunlar şeref payeleri ve dengeyigetiren unsurlardır. Herkes genel müdür ve başsavcı olamaz, ol-ması da gerekmez; ama aşçının iyisinin de toplumda benzer yeriolmalıdır. Bir toplumun gelenekleri ve ritüeli bu havaya yer verdiği ölçü-de dengeli insanların sayısı artar.13 Ekim 2002

Şehir Manzaraları ve Üniversite

Yönetimleri

Eski eser, açgözlü toplumlarda henüz üstüne titrenilen değil, ta-hammül edilmesi gereken bir varlıktır. Eski eser bu gibi toplumlar-da üstüne titrenilen çocuk gibi değil, yaşlı haminne veya büyük de-de gibidir. "Ecdat yadigârı" boş laftır, yadigâr geleceğin inşası içintemel malzeme olarak görülmez, ne de dünyalılar arasında toplu-mun asaletini belgeleyen bir araç olduğu kavranmıştır. Son elli yıl, gelişen turizm kazanç kapısı olarak görüldüğündeneski eserler nefes alabilmiştir. E>alkan ve Ortadoğu ülkelerinde geçgelişen ulusçuluk, intikamını yarı cahil kafaların yaptığı sınıflamayagöre dışlanan eserlerden alıyor. Kasten ihmal edilen ve hatta tah-rip edilen eski eser grubu, Osmanlı döneminin mimarî kalıntıları...Meselâ en harcıâlem turist rehberinde bile yer alan Tırkala'daki(Trikala) çarşıyı boşuna aramıştım. Belediye bu çarşıyı yıkıp yerinebir iş hanı yaptırmış. Müslüman Ortadoğu'daki Osmanlı eserleri de daha farklı değil.Suudiler mezara tapınmak olmaz diye Mekke'deki bütün sahabekabirlerini, hatta Hz. Hatice'ninkini bile ortadan kaldırmışlar. Hep-sinin yerine gökdelenler diktikleri malum, doğrusu bu yıkımlarıinançlarından mı yoksa otelcilik gayretinden mi yapıyorlar, pekbelli değil. Her halükârda Mekke'ye gelen bir Müslüman, Hz. Mu-hammed devrindeki tarihî bir görünümü boşuna arar. Şu sıralarOsmanlı döneminden kalan kaleyi yıkmak istiyorlar; zaten o daKâbe-i Muazzama gibi gökdelenlerin arasına sıkışmış kalmış. Ençarpıcı tahribat bu bölgede. Elektronikle, sanayi ile zenginleşemeyen toplumlar, gökdelen-lerle para kazanmaya çalışıyorlar. Selanik son otuz yılda gökdelen-lerle doldu. Şehir ve Yunanlılık, Bizans mirasıyla pek övünür amabunu belgeleyecek birkaç Bizans kilisesi çirkin gökdelenlerle kuşa-

Kırk Ambar Sohbetleritılmış. Güzelim Agios Dimitrios kilisesini arayan turistler de, gök-delenleri aralayabilirlerse onu görürler. Çöp bidonlarının arasınasıkışıp kalmış kedi yavrusunu aramak gibi bir şey bu. En zevk alınacak yürüyüşlerden biri, Kudüs'ün etrafındaki tepe-lerden şehre yürüyüş yapmaktı. Yeşil çayırlardan ve zeytin ağaçla-rı arasından altın kubbeli (Kubbet'üs Sahra) ve bembeyaz surluşehre adım adım yaklaşırdınız. Artık bu zevk ortadan kalkmış.Şehrin etrafındaki yeşillik, yüksek binalar, gökdelenler ve King Da-vid Oteli ile Yafa Kapısı arasına yapılan gudubet çarşı kompleksiy-le yok olmuş... Demek ki emlakçilik, kültür ve coğrafî çevre tanı-

80

Page 81: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

mıyor. Kudüs'ün eski belediye reisi Teddy Kollek gibi iş bilen bele-diye reisleri ve arsa spekülatörleri her yerde var. Dış dünyanın örneklerini bırakalım. En kötüleri bizde ve bu türyıkımı bizde toplumların en aydın kesimi olduğunu iddia eden üni-versiteler yapıyor. İstanbul Üniversitesi bir alay mendebur yapıylaVezneciler semtini ve Vefa'yı tahrip etti. Ankara Hacettepe Üni-versitesi, Hacettepe ve Duatepe'yi görülmedik çirkinlikteki bina-larla yok etti, üstelik bu binalar bakımsız ve derbeder görünümde.En son 15. yüzyılın sevimli eserlerinden Karacabey Mescidi'nin vetürbenin etrafını binalarla çeviriyorlar. Binanın altını ise hocalarzaten sevgili arabalarına yeraltı parkı yapmak için oymuşlardı.Prof. Örçün Barışta'nın önlemek için oraya dikildiğini duydum; sa-dece o dikilmişti... Bugünün en iş bilir müteahhitleri üniversite yö-neticileri arasından çıkıyor. Belediye reisleri de onların ardındangeliyor... 23 Aralık 2001

Nas/I Bir Belediye Başkanı İstiyoruz? Evvela cebi dolu olmasa bile gözü tok olmalı. Şahsi namus eği-limi yetmez, parti genel merkezindekilerin İstanbulluların sırtındangenel merkez masraflarına karşı (!) talep ettiği meblağa da "Hayır"diyebilmeli... Geçmişte "Hayır" diyen bir-iki kişi oldu; onlarla birlik-te hemşehriler de kaybetti ama zaman en iyi hekimdir. Bu gibimağdurların başı gene taçlanır; hemşehriler mutlu yönetilenler veonlar da iyi yöneticiler olarak tarihe geçer. Çünkü İstanbul arşınlaölçülemeyecek kadar dağınık ve büyük, kendine has gelişmesi olanbir dünya şehridir. İstanbul yarım akılla kavranmaz. Her şeyden ön-ce İstanbul'a inanmak gerekir. Onun geleceğine inanan, onu sevenve bu dünyada İstanbul olduğu için yaşamına şükreden insanlar buşehri yönetebilir. İstanbul'un belediye başkanı olmak, İstanbullu ol-maya yetmez. İstanbul belediye başkanı bu şehri yönetmenin çilelibir imtiyaz ve bir misyon olduğunu anlamalıdır. Her gün gezdiği yerleri inceleyen ve tespit eden adamlar İstan-bul'u yönetebilir. Bundan üç hafta önce herkes Boğaziçi ve Üskü-dar rıhtımlarına yığılmıştı. Akşam karanlığından önce semayı kap-layan bulutlardan yer yer sızan güneş ışınları, şehirler şehrini kızılbir hale ile çevirmişti. Üsküdar sırtlanndaki münasebetsiz binalaryarı karanlıkta bembeyaz bir kütleye dönüşmüştü. Çirkinlikleri ör-ten bulutlar ve onların ardındaki şehrin siluetini ortaya çıkaran gü-neş ne muhteşem bir İstanbul manzarası yaratmıştı. İstanbul bele-diye başkanı güzellikten anlayan değil, ona âdeta tapınan biri ol-malıdır. Belediye başkanı paraya, mevkiye değil; muhteşem şehrin vere-ceği hazza tırmanmaya çalışan biri olmalıdır. İstanbul'un belediyebaşkanı avamfiribane (popülist) tavırlarla şehri dolduran, arazileriniyağmalayan hatta su kaynaklarının üstüne yayılan kitleleri değil;şehrin sağlığını, orada yaşayan canlı cansız bütün İstanbulluların

Kırk Ambar Sohbetleriyani sadece insanların değil, kuşların ve ağaçların hukukunu dakoruyan adam olmalıdır. Bu keyfiyeti havsalası almayan ve kendi-ne ait olmayan tapuları dağıtarak oy satın almayı düşünen adam-lara bu şehir rey vermemelidir.

81

Page 82: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

İstanbul belediye başkanı en çok İstanbul'u sevmelidir. İstanbul'ukendi bölgesinin hemşehrilerine ve sülalesinin gönencine kurbaneden bir hödüğün veya onun dünyanın en güzel şehri olduğunainanmayan, aklı ermeyen zavallı yaratıkların bu şehri yönetemeye-ceği açıktır. Bol muhafazakârlık nutukları atıp; Süleymaniye-Fatihcamileri arasındaki tarihî kültürel zenginlik dolu alanı, bir alay aca-yipliklere ve yağmacılığa terk edenlerden olmamalıdır. İstanbul'ungüzelliğini umursamayanlar, sınıfları ve ekonomik durumlarıönemli değil, devlet adına gudubet binalar diken bürokratlar olabi-lirler. Mirî arazilere gecekondu ve beton bloklar diken, İstanbul'uneski eserlerini tahrip eden, ağaçlarını kesen haydutlar olabilirler.Onun güzelliğine inanmayanlar ise akıllarınca bu şehri güzelleştir-meye kalkıştılar; manasız yollar ve çarpık meydanlar açtılar; imardüzenini altüst ettiler. 1500 yıldır İstanbul'u İstanbul yapan Roma-lı seleflerimizi ve kendi ecdadımızı görgüsüz ve zevksiz adamlarolarak düşündüler. Dünyanın 2 bin yıllık ana meydanı Sultanah-met'te bin yıllık sarnıçların temeli üzerine çok katlı binalar diktiler.New York görkemiyle herkesi çarpabilir ama bizim görgüsüzler İs-tanbul'u New York yapmaya kalktılar. Biz dünyayı tanıyan, İstan-bul'u da İstanbul olarak seven, kadın veya erkek, partili veya par-tisiz bir büyük başkan bekliyoruz. İstanbul'un taşına toprağına vetarihine hesap veren, onu seven hemşehrilerini dinleyen bir baş-kan adayını desteklemeliyiz.5 Mart 2002

4

OSMANOĞULLARI, KURUMLARI, MÜZELER

Osmanlı'yı Bilmek İçin

Bizim memleketin tarihçileri, Roma tarihini bilmez; bir zaman-lar fakir Türkiye'nin birkaç lisesinde Latince bölümleri açıldıydı.Buralardan Gazi Yaşargil (evet, ünlü beyin cerrahımız Ankara Ata-türk Lisesi Latince Bölümü'nden mezun), hukukçu İlhan Akipekgibi müstesna kişiler yetişti. Ancak, solculukla klasik dünyayı eşleş-tirenler mi, yoksa "işimiz yok da Latince bölümüyle mi uğraşaca-ğız?" diyenler sayesinde mi, bu bölümler kapatıldı. Nedense dün-yanın büyük milleti olduğumuzu tekrarlayıp duranlar, bu büyüklü-ğün Yunan-Latin, İran, Hint ile ilişkileri içerdiğini hiç anlamazlar. Bir takım adamlarımız da Yunan-Latin kültürünü Arap-Fars me-deniyetine zıt bir seçenek ve yeni bir medeniyet yolu olarak sunupyeni bir toplum yaratmaya kalktılar. Oysa tarihte Yunan-Roma-Arap-Fars kültürleri sandığımızdan daha çok kaynaşmış ve birbiri-ni daha iyi tanımış beşerî kompartımanlardır. Türkiye'de hümanisttipte bir kültür tek boyutlu olarak kurulamaz, bunun için Doğu'yu,Batı'yi kapsayan yaygın ve renkli bir öğrenim şart. Bu yapılmazsane olur; Batı medeniyetinden söz edenler Yunanca'sız, Latince'siz,Fransızca veya sadece İngilizce bilir. Hiçbir zaman Batı'daki aydınıyetiştiren tipte Batılı eğitim görmedik, Doğulu eğitimimiz de Do-

82

Page 83: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ğulu gibi değil; İbranice'siz Arapça ile İslam araştırmaları yapıyo-ruz, dokuzuncu, onuncu yüzyılların İsmail Buhari, Şahrastani; onikinci, on üçüncü asırların Reşidüddin gibi Müslüman bilginlerininaksine, çağımızın İslamiyet'le uğraşanları, ne Yunanca ne İbranicebiliyor. Akdeniz uygarlığı bölünemez bir bütündür, onun bütün za-manlarına ve dört bucağına hükmetmek zorundayız. Klasik çağ dil-lerinin siyasî seçimle ilgisi yoktur. Bilimi bilgisayar olarak algılayanzihniyet, hâlâ üniversitelerimizin bu saydığımız dallara bigâne kal-masına sebep olmuştur. Kısacası Türkiye ortaçağını tanımıyor, ül-kenin ortaçağı ve ilkçağıyla hemdem olacak filolojik yeteneğimizyok. Meselâ yer isimleri (toponimi), bu dalda uzman olmayanların

Kırk Ambar Sohbetlerikavrayacağı iş değil; İçişleri Bakanlığı'nda yer adı değiştirenlerinise bu işleri bilmediği apaçık. (Bir ara Oğuz boylarından birinin adıolan Dodurga'yı da bilmem nece sanıp değiştirmişlerdi.) Yeryüzünün en işlek, en renkli bölgelerinden birisiyiz. Akdenizhavzasındaki üç tarihî imparatorluktan birini kuran ve eritenlerintorunları ve çocuklarıyız. Osmanlı'nın tarihini ve kimliğini bilmekve anlamak o kadar kolay değil; bütün etrafı yani yeryüzünün enesaslı uygarlıklarını tanımamız lazım. Etrafımızı tanıdıkça, aslındakendimizi de daha çok sever ve ısınırız. Cahil bir milliyetçilik duy-gusu veya aşağılık duygusuyla karışık hastalıklı bir kozmopolitlik,yerini daha bilinçli bir tarih sevgisi ve anlayışına bırakır. Bugün glo-balleşmeden söz edip duranlar, aslında Fatih Sultan Mehmed ka-dar oturaklı bir "dünya adamı" değiller. Kendinden emin ve Do-ğu'yu da Batı'yı da bilen bu Rönesans tipi Doğulu hükümdar örne-ği artık aramızda pek yok ama diriltmemiz lazım. Türkiye, klasikdiller ve Bizans araştırmaları ve öğretimiyle birlikte Arap ve Farsçalışmalarını, hem de eski Sami ve eski İran araştırmalarıyla birlik-te diriltmelidir. Küçük Bahreyn adasının Arapları arasından İrfanŞahid gibi çağımızın ünlü bir Bizans tarihçisi çıktı ("Bizans ve Arap-lar" adlı ünlü eserin sahibi.) Biz hâlâ amatör Bizans tartışmalarıyla,dünya görüşümüzü sergilemeye çalışıyoruz. 6 Mayıs 2001

Osmanoğulları

1917-1918 yılı dünyanın altüst olduğu bir dönemdi, hiç kimse-nin aklına gelmeyecek şeyler oluyordu. Büyük devletlerin başında-ki tanrısal gölge sayılan hanedanlar birbiri ardına tahtlarını ve yurt-larını terk ediyorlardı. Almanya ve Almanlar, imparatorluğu ve im-paratoru benimsemiş bir camia değildi. Kaiser'in gidişi haydi ney-se, ama Avusturya imparatorsuz düşünülebilir miydi? II. Nikola veailesi ülkeyi terk edemediler dahi. İngiltere, müttefiki yeni Rusyahükümetini (Kerenskiy başkanlığında idi) gücendirmemek için Çarailesinin iltica talebini kabul etmedi. Kerenskiy ise tahttan ettiği veelde tutup yurtdışına bırakmadığı hükümdar ailesinin hayatını veemniyetini koruyamadı. Bir süre sonra Bolşevikler'in eline geçenailenin korkunç akıbeti malum. Rus halkı ve tarihi uç noktalardagidip geliyor; ihtilâlden on iki sene önce St. Petersburg'da kışlık

83

Page 84: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sarayda acımasızca taranan kitlelerin "Kızıl Çar" diye lanetlediği II.Nikola ve ailesi, bugün bu feci akıbetleri dolayısıyla "aziz" ilan edil-miş bulunuyorlar. Bu olaylardan dört sene sonra eski büyük impa-ratorluğun başındaki eski bir hanedan, Osmanlılar da tahtı terk et-ti. Devlet reisliği, saltanat bitmişti, ama uhdelerindeki hilafet de-vam ediyordu. Böyle ayrı bir hilafet kurumunun ne olduğunu, neAnkara'daki hükümet ne de Halife Abdülmecit Efendi'nin kendisianlamıştı. Nitekim bir süre sonra çatışma su yüzüne çıktı. 1924Mart ayında hanedan tümüyle sürgüne gönderildi. Bu noktaya ka-dar 1. Cihan Savaşı'nın getirdiği Avrupa dünyasının tahtsızlaşmasüreci devam ediyordu. İngiltere ve İskandinav krallıkları ve ve Bal-kanlar'ın dışında kalan Avrupa aniden cumhuriyetler kıtasına dö-nüşmeye başladı. Macaristan'da ise taht boştu. Adriyatik'le bağıkalmayan ülkede donanmasız amiral Horthy, şimdi de kralsız birtahtın naibi olarak hüküm sürüyordu. Balkan kralları ise diktatör-lere dönüşmüştü. Osmanlı saltanatının son yıllarında saray, siyasîhâkimiyetin merkezi değildi; parlamenter bir monarşi yerleşmişti;

140 Kırk Ambar Sohbetleribu anlamda İngiltere ve İsveç gibi İskandinavya monarşileri ile birbenzerlik vardı. Eğer ülkede demokrasi yerleşmemiş ve parlamen-to feshedilmişse bu yönetici fırkanın (İttihat ve Terakki) eylem vepolitikası neticesiydi. Osmanoğulları ailesi diğer Avrupa hanedanları gibi değildi.Muhtelif bankalarda hazır milyonları yoktu. Bizzat son hükümdarbile fakr-ü zaruret içinde öldü. Çıkarken hazineyi boşaltabilirdi,doğrusu bu onursuzluğu irtikab etmedi. Hanedan üyelerinin öncemücevherleri satıldı, sonra geçinmek için münasip işler bulundu.Bir yandan da sarayın Türkçesi, âdetleri, yemekleri yaşatıldı vegenç hanedan üyelerinin iyi eğitim görmesine dikkat edildi. Bu na-sıl yapıldı? Mültecilik şartlarında son derece zordur. Galiba Osma-noğulları, dedelerinin ve mensubu oldukları milletin zor şartlarauyum yeteneğini tevarüs ettiklerini burada da gösterdiler. Elli yıllıksürgün döneminde Osmanoğulları, ne devlet ne millet aleyhindekampanyalar yürüttü, ne Türkiye aleyhinde çalıştılar ne de maddîimkânsızlıklara rağmen yüz kızartıcı bir hayat süren çıktı. Fransa,Osmanlı hanedanı üyelerine hükümran bir ailenin fertleri oldukla-rını belirten kimlik vermişti, hepsi bu. Hayatın güçlükleriyle boğu-şan insanlar üstüne üstlük etraflarında kendi adlarıyla iş çevirmeyekalkan dolandırıcılarla da mücadele etmek zorunda kalıyorlardı.Bunlar meselâ, "ben padişah II. Abdülhamid'in oğlu, torunu fala-nım" diye cemiyet kurup para toplayan ne idüğü belirsiz biri ola-biliyordu. Önce hanedan üyeleri (yani imparatorluk prensesleri,sultanlar ve çocukları), 1974 affıyla da erkek hanedan üyeleri (şeh-zadeler) affedilip dönebildiler. Çoğu emeğiyle yaşıyordu ve zenginolan birkaçı da kendi gayreti ve bilgisiyle bunu başarmıştı. Zira Ba-tı ülkelerinde bizdeki gibi hortumlama yöntemleriyle servet yapıl-mıyor. Af kanununa öncülük edenler solcu denen Başbakan Bü-lent Ecevit ve koalisyon ortağıydı, zamanın milletvekillerinin ifade-sine göre mani olmak için kulis yapanlardan birinin AP'yi eski dşiş-leri bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil olduğu görüldü, anlaşıl-maz olaylardır. Bugün hanedan reisi durumunda olan zat OsmanErtuğrul Efendi'dir, Sultan II. Abdülhamid'in torunudur. New

84

Page 85: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

York'ta yaşıyor. Eski Afgan Kraliçesi Süreyya'nın yeğeni ZeynepTarzi hanımla evlidir. Osman Ertuğrul Efendi'nin müzik ve tarih bil-gisi eşsizdir. İstanbul'daki en kıdemli hanedan üyesi, son hüküm-dar ve son halifenin müşterek torunu olan Neslişah Sultan'dır. Os-

Osmanoğullan, Kurumlan, Müzelermanlılık mazideki rejim ve tarihtir, ama hanedan üyelerinin diğerhanedan üyelerinden (Habsburglar, Romanovlar vs.) daha seçkin,eğitimli, prestijli oldukları bir gerçek. Bir yanıyla çok daha halkayakın kişiler. Bu durumdan onlara ancak kıvanç duyulur ve sıcakbir yakınlıkla bakılır. Türkiye'de saltanat ve hilafetin avdet edeceğiendişesi, kuru gürültüdür. Kimsenin böyle bir iddia ve gayreti yok-tur. "Kubbede baki kalan hoş seda" gibi hafif sloganlar da yersiz-dir. Tarihin sedası hoş olmaktan çok gök gürültüsü gibi hacimlidirve bitmeyen bir yankıyı andırır. Geçen altı asır, komşu yirmi küsurhalkın ve en başta bizim tarihimizdir. Ona sıcak bir ilgi, bilimsel biraraştırma ve düşünce ile yaklaşmamız gerekir.12 Ağustos 2001

Saray Okulu Enderun

Enderun "sarayın iç kısmı" demektir; gerçekten de bu Farsçakelime ile Babüssaade dediğimiz kapıdan girince sarayın padişahevi diyebileceğimiz kısmı başlar. Enderun bir avlu etrafındaki çepe-çevre koğuşlardan oluşan, ortasında Arz Odası dediğimiz, padişa-hın elçileri ve vezirleri ve özellikle vezir-i âzam'ı kabul ettiği hoş bi-na ve Üçüncü Ahmed'in yaptırdığı zarif bir mücevher kutusu gibikütüphane bulunur. Osmanlı saltanatını temsil eden Babüssaade yani "saadet kapı-sı" ismi hoş bir temenniden çok bir beynelmilellik iddiası taşır. Bu-radan girdiğimizde sağ tarafımızda kalan küçük ve büyük Enderunodaları; 9-11 yaşlarında devşirilen çocukların zeka ve fizik bakı-mından en dikkat çekenlerinin ilk elde yerleştirildiği Edirne Sarayı,Galata Sarayı gibi okullarda eğitilen ve bunlar arasından seçilenle-rin alındığı bir anlamda ilk sınıflardır. Enderun'un ne olduğu da burada anlaşılıyor. Yeryüzü tarihininen özgün imparatorluk okuludur. 14-15 yaşındaki gençlerin biryanda edebiyat, biraz Arapça-Farsça, Kuran ilimleri, hüsnühat veözellikle spor dışında ama ön planda hizmet ederek sarayın yaşamkurallarını öğrendikleri görülür. Bu ilk iki odanın öğrencilerine çok cüzi bir maaş, yılda iki katelbise verilir. Eteklerini bellerine soktukları için "dolamaklar" de-nen bu müptediler veya başlangıç Enderunlulan, odabaşılannmolumlu reyiyle ve padişahın tasdikiyle üst sınıfa yani "seferli", "ki-lerli", "hazineli" ve "hasodalılar" rütbesine yükselerek "kaftanklar"grubunu meydana getirirler. Hiç şüphesiz, sarayın mareşali yanivezaret rütbesindeki "hasodabaşı"nın yönettiği "hasodalılar", En-derun ağalarının en seçkin zümresini oluştururlar. Hiçbir yerdegörülmeyecek sembolleri vardır. Meselâ, Enderun'daki AğalarCamii'nin çini panolarla donanmış kısmında bunlar padişahla

Osmanoğullan, Kurumlan, Müzeler '4^

85

Page 86: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

birlikte vakit namazlarını kılarlar. Caminin düz badanalı diğer kıs-mında ise öteki koğuş ağaları namaz kılar. Rütbenin kılık-kıyafetve hitabet dışında ibadet mahalline kadar yansıması belki ancakburada görülür. Enderun'un ilk iki odasından sonra terfi edilen Seferli Koğuşu,17'nci yüzyılda Dördüncü Murad'ın koğuştaki ağaları sefere götür-mesinden sonra ortaya çıkmıştır. "Kilerli" ve "Hazinedar" koğuşun-dakiler saray dışı hizmetlere tayin edildiklerinde yani "birun"a çık-tıklarında sırasıyla sancakbeyi, hatta beylerbeyi rütbesi ile işe baş-larlardı. Enderun'daki ağaların laubali hitap, edepsiz tavırlar gösterme-leri, serkeşlik etmeleri, sıkı giyim kurallarının dışına çıkmaları şid-detle cezalandırılırdı. Bununla birlikte Enderun'daki ağaların yanigenç talebelerin birbirlerine taktıkları lâkap hayat boyu üzerlerindekalmıştır. "Tabanıyassı", "Boynueğri", "Semiz" gibi vücut kusurları-nı, "Öküz", "Kalaylıkoz", "Yahnikapan" gibi karakter zafiyeti göste-ren lâkapları taşıyan vezir ve vezir-i âzamları hatırlarız. Bu ananeGalatasaray'da ve Mülkiye'de de devam etmiştir. Hasodalılar seç-kin konumlarından dolayı çinilerle kaplı bölümlerde, "Emanat-ıMukaddese" dediğimiz peygamber ve halife emanetlerini de muha-faza ederlerdi. Şaşılacak bir tesadüf değil: Valide Sultanın yönettiği Harem-iHümayûn'da da gerek zenci hadımağaları gerek cariyeler arasında-ki terfi ve görevlerde de bir paralellik göze çarpardı. Meselâ, Ha-rem'deki "hazinedar usta", muhtemelen güzel olmayan ama aklıy-la buraya yükselen bir rütbeliydi. Osmanlı, Enderun ve Harem'dekan asaletine değil liyakat ve tırmanmaya yeteneği olan insanlar-dan oluşan bir yönetici ve saraylılar zümresi yaratmıştır. Törenlerde ve sarayın dışında kılıç alayı, cuma selamlığı gibi se-ferlerde Enderunluların zaten buraya gelmelerine neden olan fizikîheybetleri dışında kılık-kıyafetleri ve özellikle "peyk" denen refakat-çilerin sorguçları sadece etraftaki halkı değil, başkente gelen ecne-bileri bile çarpmıştır. Seyahatnamelerde, Osmanlı törenlerindekidevletluların bakır baskı gravürleri bulunmayanları pek azdır. Te-vekkeli değil, meşhur nüktedir. Bu mutantan alayı seyreden fakirBektaşi dervişi göğe bakmış; "Hey Allahım, bir padişahın kullarınabak, bir de şu fakir kulunun haline..."

144 Kırk Ambar Sohbetleri Enderun, Osmanlı'da devlet adamı yetiştirme geleneğinin öz-günlüğünü temsil ederdi. Bu yaratıcılık, 19'uncu yüzyılda Galatasa-ray gibi, Mülkiye gibi idareci mekteplerinin yanında Tıbbiye, Bay-tar Mektebi, Mühendis Mektebi gibi yatılı burslu kurumların yara-tılmasını da kolaylaştıran bir ananedir.17 Temmuz 2005

Mütevazı İmparatorluk

Osmanlı İmparatorluğunun sarayları ve şaşaası üzerine çok sözsöylenir, çok slogan atılır. Bütün bir nesil, okul kitaplarında "Mali-yenin iflası ve saraylar" hikayesiyle büyümüştür. Oysa insanlarımız,

86

Page 87: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

son on yılda Avrupa'nın ve Rusya'nın başkentlerini gezmeye baş-ladıktan ve buradaki saray ve kasırları gördükten sonra daha iyifark ediyor; 19'uncu yüzyılın Osmanlı devlet tüketimi diğer büyükdevletlerle mukayese edilemeyecek ölçüde mütevazıdır. Dolma-bahçe Sarayı ne Viyana'daki Hofburg ne Paris'teki Louvre ve Ver-sailles, ne de St. Petersburg'daki şimdi Ermitaj Müzesi olarak kul-lanılan Kışlık Saray'la boy ölçüşebilir. Olsa olsa Peterhof'taki yazlıksaray gibidir. Zaten Dolmabahçe Sarayı'nın göz alan iki bölümüBüyük Muayede Salonu ile Süfera Odası denilen, sefirlerin itimat-namelerini takdim edip kısa süre padişah ile görüştükleri yerlerdir. Mensubu olduğum Galatasaray Üniversitesi bu Saraylar (!) de-nen kompleksin Feriye denen bölümünde yer alır. Bizim oturduğu-muz odaların şahane manzarasından başka bir lüksü yoktur. Dol-mabahçe'nin ana kısımları hariç diğer bölümleri böyledir ve bu sa-ray, 19'uncu yüzyılın büyükelçi teati eden büyük devletlerinden bi-rinin hükümdar evidir ve törenlerde ayıp olmasın diye aşırı tasar-ruflu yapıldığı bellidir. Bulunduğu şahane konum veya tartışılsa daBalyanların hoşça tersim ettiği kısımlar bu tevazuu silemez. Tabii,19'uncu yüzyılın büyük devletinin Topkapı Sarayı'nda temsil göre-vini yerine getirmesi mümkün değildir. Orada Viyana Kongresisonrası beynelmilel diplomatik protokole uygun olarak ne elçi ka-bul edilebilirdi ne de imparatorluğu ziyarete gelmeye başlayan ya-bancı hükümdarlar ağırlanabilirdi. Sultan Abdülmecid'in İstan-bul'un en güzel yerlerine yaptırdığı birkaç kasır ise 19'uncu yüzyı-lın büyük hükümdarlıklarının kırsal av köşkleri yanında pek sönükve küçük kalır. Yıldız Sarayı saraylarımız içinde bahçeleri ve pav-yonlarıyla en çok dikkat çeken yerdir. Ama burada da ihtişamdan

Kırk Ambar Sohbetleriçok güvenliğe önem verilmiştir. Bu sarayların harem denen hü-kümdarın özel konutu mesabesindeki yerlerde lüksten iz yoktur.Harem halkı, Türk saraylarında üst üste yaşar. Saraylarda müteva-zı bir yaşam hâkimdir. Sultan Reşat, Rumeli gezisine çıkarken boşkalan sarayda bazı tamirat düşünülüyordu. Veliaht Dairesi'nin ta-miri ve badana-boya talebi, "Şimdilik buna imkân yok" diye redde-dilmişti. Aslında, hükümdar saraylarının yanında, diğer devletlilerin ve-zir konaklarına ve diğer devletlerin köşklerine de baktığımızda mü-tevazı vasfı doğrulanır. Kanuni'nin makbul sadrazamı İbrahim Pa-şa'nın At Meydanı'ndaki taş sarayı, bir istisnadır. 18'inci yüzyıl ba-şına ait Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı ise hiç de o ünlü Osmanlısadrazamlarına yakışacak ihtişamda bir yalı değildir. Bunlar güzelbinalardır ama zengin değildir. İstanbul'da Mısırlı paşaların Mısır'ın zenginliğini akıttıkları ko-naklar bir istisnadır. Tahtını ve servetini Türkiye için kaybeden Hi-div Abbas Hilmi Paşa'nın Çubuklu'daki kasrı ve Sait Halim Pa-şa'nın Bebek'teki sarayı ve Yeniköy'deki köşkü, kaybolan birkaç ör-nekle buna istisnadır. İstanbul'daki Fransa, Britanya, Venedik sa-rayları, âdeta devletin sadeliğini alaya alır gibidir. Bunların içindeGümüşsuyu'ndaki Alman Büyükelçiliği gibi gerçek bir lenduhaolanları da vardır. Peki bu imparatorluğun gösterişi nerede tecelli eder? En baştagöklere uzanan camiler, medreseler, imaret gibi sosyal kurumlar,

87

Page 88: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

suyolu, tersaneler, köprüler ve kervansaray gibi stratejik eserler...16'ncı yüzyılda ülkemize gelen Alman seyyah Salomon Schweig-ger, "Bütün sahte dindarlar gibi büyük mabetlerle Allah'ı kandırma-yı deniyorlar; konak ve evleri pek berbat!" diyor. Kanuni SultanSüleyman, Süleymaniye Camii ve muhteşem külliyesini yaptırır-ken, Topkapı Sarayını terk edip Mimar Sinan'a büyük bir sarayyaptırmayı denememiştir. Sinan'a bütün devlet ricali camiler yap-tırırken, kendisinin aynı kişilerden konak siparişi aldığı söylene-mez. Sokullu Mehmet Paşa Camii gibi bir eseri yaptıran ünlü sad-razamın, ne de onun selefi olan cami ve kervansaraylarıyia ünlüRüstem Paşa'nın bugüne kadar harabesi olsun ortada kalan saray-ları yoktur. Dahası, bu iki vezir zaten padişaha damat olduklarıiçin, kendi evlerinde değil eşlerinin konaklarında oturmaları kanun

Osmanoğulları, Kurumlan, Müzelericabıydı. İmparatorluk büyüktür. Kendine göre gelişkin manifaktü-rü vardı, tarımı bereketliydi ama harcamalar başka alanlara gidi-yordu. Kanuni ve veziri ibrahim Paşanın Rönesans modasını izle-meleri bile dedikodu mevzuu oldu. Mütevazı yaşam seviliyordu.Kullanılan kumaşlar son derece de ince zanaat eseriydi. Çinilerkimseninkiyle mukayese edilemezdi. Ama aşırı israf yoktu. Mutfakşahaneydi. Ama yüz altınlık sos kullanıldığı görülmemiştir. 19'uncu yüzyıl Kahire ve İskenderiye'sindeki lüks hayat ve ko-naklar ne İstanbul'da ne de Selanik'te vardır. Bahriye Nazırı Kay-serili Ahmet Paşa'nın Süleymaniye'deki konağı restore edildi; bu-na göz atanlar bu hükme hak verir. İstanbul'a lüks tüketimi Mısırlıprens ve prenseslerin getirdiği haklı olarak söylenir. Ancak onlarıizleyenler, padişahın sarayı dahil pek yaya kalmışlardır. Türkiye lüks tüketimi 1980'den sonra tatmaya başladı. Bilinçlive tarihî mirası kavrayan bir tüketim olursa sanatlar gelişir, yoksaçok parayla da görgüsüzlüğü yaşamak mümkündür. Bazı çabalarve olaylar, insanın hoşuna gidiyor. Ama genelde eğri bir çizgi var.Meselâ, İstanbul'un tarihî semtlerinde modern hayatı bilinçli bir şe-kilde kuramıyoruz. Bu hal, çok olumsuz bir çizgi.16 Kasım 2003

Divan-ı Hümâyûn

Size yaz boyu zaman zaman Topkapı Sarayı'nın bölümlerindensöz etmek isterim. Bu ilginç saray yeryüzünün en özgün hüküm-dar evidir, imparatorluk bürokrasisini temsil eden anıtlardandır.Mütevazı ama çarpıcı ve her şeyden önce güzeldir. Denizden ba-kıldığında ise muhteşemdir. Amaç da budur. İhtişamının ilginç birnoktası da Ayasofya ve Sultanahmet gibi anıtların minareleri ileboy ölçüşen Adalet Kasrı'dır. Yani Divan-ı Hümayûn'a profilini ve-ren Rönesans üslubundaki bu kule, yüksekliğinden çok zarafetiylesarayı temsil eder. Yangından sonra 17'nci yüzyılda kagir olarak in-şa edilmiştir. Osmanlı döneminin bütün saraylarında; Bahçesa-ray'daki Hansaray'da, Edirne Sarayı'nda hatta 18'inci yüzyılda ün-lü ayan konaklarında bunun benzeri kuleler vardı. Ama hiçbiri böy-le değildir ve Osmanlı merkez teşkilatının en önemli organınaKubbealtı, bu organın üyelerine Kubbenişin rical dendiğini hatırlar-

88

Page 89: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sak, devleti isimlendirmiştir. Divan-ı Hümâyûn Farsça bir tamlamadır. Divan çok açık ki Sa-mi asıllı bir deyim; bir defteri ve dildeki dönüşümle bir büroyu ifa-de ediyor. Ama İran imparatorluklarında çok yerleşmiş. Belirli iş-lere bakan bir meclis ve bakanlık demektir. Hümâyûn İran'da em-peryal anlamında. Divan-ı Hümâyûn 15-16'ncı Osmanlı asırlarıboyunca bilinen dünyanın politikasının yönlendirildiği bir yerdi.Hiçbir zaman Osmanlı kanunu onun yapısını ve görevini ayrıntıla-rıyla ve bükülmez bir şekilde tespit etmiş değildir ama Osmanlı'dasöze ve padişah fiiline dayanan anane o zamanki deyimle "ecdadve eba-i izam" (yüce dedelerimiz ve babalarımız) zamanından beriuygulanagelmiştir. 16'ncı yüzyılda haftada dört gün toplanan,18'inci yüzyılda ise bir gün zor toplanan bir kurul haline dönüştü.Güya müslümanların tatil günü denen cumaları en yoğun çalışmagünüydü. Divan-ı Hümâyûn temyiz davalarına bakardı, halkın mü-racaatlarını dinlerdi. Dahası, ihtida eden yani müslümanlığa geçen-

Osmanoğulları, Kurumlan, Müzelerlere divan toplantısı sonunda 50 akçe destek parası verilirdi. Eskitoplumda din değiştiren biri bütün akrabalarını, cemaatini hattatezgâhını gözden çıkarmış demektir. Bu nedenle dul kadın veyayalnız ihtiyarlara ev ve geçim imkânı dahi sağlanırdı. Divan-ı Hümayûn'da savaşa ve barışa karar verilirdi. Tabii bukararları tasdik edecek kişi padişahtı. Müftü de kararı berkitecekfetvayı verirdi. Divanda dört bir bucağı ve her şeyi ilgilendiren ka-rarlar alınırdı. 10 yıldır Başbakanlık arşivimiz bu kayıtlan yani "Mü-himme Defteri" denen eserleri neşrediyor. 16'ncı yüzyılın bir dün-ya imparatorluğunun tarihini buradan izlemek mümkündür. Amadivanda ne padişah ne de sonraları şeyhülislam dediğimiz müftübulunurdu. Şeyhülislamların kabine toplantılarına katılması 19'un-cu yüzyıla mahsus bir vakıadır. Fatih Sultan Mehmet'ten beri Os-manlı padişahları divan toplantılarını bir hücreden izler; tıpkı İs-panya krallarının universal şurayı, Moskova çarlarının Kremlin'de-ki boyarlar meclisini izlemesi gibi. Padişah III. Selim'in sık sık yap-tığı gibi kafese vurup divanı dağıtabilirlerdi. O zaman divan üyele-ri ve sadrazam Arz Odasına arza koşardı. Güya II. Mehmet'in Bur-sa veya Edirne zamanında, dervişin biri divanın ortasına sızıp "Pa-dişah kangınız?" diye sormuş. Artık imparatorluk çağında böyle öl-çüsü kaçmış aşiret demokrasisine tahammül edilemezdi. Padişah-lar divan toplantılarından çekildi. Divan-ı Hümâyûn toplantıları üyelerin sabah namazını Ayasof-ya Camii'nde kılmalarından sonra başlardı. Ayrıntılı bir törenle or-ta kapı olan Bab-üs Selam önündeki hiyerarşik selamlaşma ve al-kış ile rütbeye göre orta avluya girerlerdi. Burada herkes attaninerdi. 1739 senesinde Belgrad Barışı'ndan zaferle dönen İvazMehmet Paşa'nın I. Mahmut'un istisnai atıfeti dolayısıyla atlagirmesi dışında böyle bir vaka pek görülmez. Divanın başı veziri-azamdı; kendisini dört adet kubbealtı veziri yani imparatorluk ma-reşalleri takip ederdi. Yeniçeri ağası eğer vezir rütbesinde değilsedivanda oturmazdı. Kaptan paşa mutlaka bulunurdu. Asıl baş kö-şede oturanlar Anadolu ve Rumeli kazaskerleriydi. Osmanlı yargıteşkilatı ve taşranın idaresi bu iki memura tabi idi. Divanın bir üye-si defterdardı. Bugünün aksine maliyeciler kelle koltukta çalışan

89

Page 90: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

adamlardı. Herhalde ananenin yansıması olacak ki, 1961'de baş-vekil ve hariciye vekiliyle birlikte maliye vekili de idam edildi. Hiç

Kırk Ambar Sohbetlerişüphesiz bir diğer önemli üye nişancıydı. Askerî imparatorluğun tı-mar ve zeamet sistemi 10 binlerce tımarlı ve zaimin kayıt ve kade-ri onun adaletli ve düzgün işlevlerine bakardı. Başyardımcısı reis-ülküttab ve ona bağlı divan tercümanları ayakta beklerlerdi, sefir sü-feranın görüşmeleri ve harici meseleler sorulduğunda arzda bulun-maları için... Fenerli beyler imparatorluğun hıristiyan memurlarıy-dı ve çok kimsenin zannettiği gibi Helen asıllı değillerdi. İçlerindemebzul Romen asıllılar, Bulgar, Hıristiyan Arnavut, İtalyan hatta13'üncü yüzyıldaki Haçlı istilâsından Latin kökenli aileler de vardı.Yunan ayaklanmasından sonra bu zümre tasfiye edildi. YerleriniAhmet Vefik Paşa'nın ailesi olan Bulgarzade Yahya gibi Müslü-manlar ve Sahak Ebro gibi Ermeniler aldı. 16'ncı yüzyıl Osmanlı nişancıları edip ve âlim kişilikleri ile dik-kati çekmişlerdir. En büyüklerinden biri Koca Nişancı da denenCelalzade Mustafa idi. Celalzade Mustafa edip üsluplu tarihi "Taba-kat-ül Memalik ve Deracat-ül Mesalik" ile tanınır. Onun kaleme al-dığı name ve bazı fermanları okumak tarih öğrencilerine 16'ncıyüzyıl dilinde ve edebiyatında ustalık kazandırır. Muhteşem kubbenin gölgesinde sarayın orta avlusu devletin vemilletin yaşadığı tarihin ihtişamını aksettirir. Üç ayda bir yeniçeri-lerin ulufeleri dağıtıldığında Divan-ı Hümâyûn toplanır, orta avludayeniçeri kalabalığının çektiği gulbank, yani kopardıkları sanatkâra-ne vaveyla ve gulgule yeri göğü inletirdi. Bu ortamda başkenttekisefirler de hazır bulunurdu. Bu üç aylık törenlere Galebe Divanı de-nir. Hiç şüphesiz ki ne divanın ne padişahın otoritesinin kaale alın-dığı isyankâr, zoraki toplantılar da olurdu. Yeniçeriler orta avluyudoldurur, padişahı Ayak Divanı'na çağırırdı. Bunların çoğunun neolduğunu, nasıl bittiğini biliyoruz; Hafız Paşa, Hezarpare (Bin par-ça) Ahmet Paşa gibi bazı devlet adamlarının başı pahasına kalaba-lık dağılırdı. 26 Haziran 2005

Harem Üzerine (1)

Harem, Arapça "yasak" anlamındadır. Mahrem bundan türer;çoğumuzun avami bir yanlış olarak düşündüğümüz "selamlık" kar-şıtı "haremlik" sözü de bu anlamda doğrudur; hatta Yemen gibi ül-kelerde de kullanılmaktadır. Topkapı Sarayı'nın en çok duyulan, konuşulan, en çok ama enyanlış bilinen yeridir. Sarayın ve bütün devlet protokolünün en baş-ta gelen bölümüdür çünkü padişahın evidir ve padişah evinin ba-şında da valide sultan yer alır. Sarayın haremi iki yazımızın konu-sunu teşkil edecek. Çok kişinin sandığının aksine, harem Şark Müslümanlarınahas bir kurum değildir. Üniversaldir. Yani zamanlara ve mekân-lara yayılmıştır. Harem gibi uygulamaların görülmediği milletlerinve hükümdarların da kadına daha saygılı oldukları söylenemez.

90

Page 91: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Versailles Sarayı'ndaki XIV. Louis, çağdaşı II. Mustafa ve III. Ah-med'i kıskandıracak kadar bol hatunlu, bol masraflı bir hayata sa-hipti. Eski Çin'de, Hint'te, İran'da ve Bizans'ta, hatta Floransa senyör-lerinin saraylarında harem ağası da cariye de vardır. Osmanlı bukurumun en son bilinen örneğidir. Bugün belki bazı petrol zengin-lerinin saraylarında kadın kalabalığı olabilir; ama bu gelenekle ilgi-si olmayan bir bidattir, yani sapmadır. 15'inci yüzyıl sonuna kadar Osmanlı padişahları çok eşli evlilikyapsalar da komşu hükümdarların kızları tercih edilirdi. Orhan Ga-zi Kantakusinos'un kızı Prenses Holofiri, I. Murad ise İmparatorEmanuel'in kızı ile evlendi. Yıldırım Bayezid Han ise Kütahya Ger-miyan hükümdarı Süleyman Şah'ın kızı, sonra bir Bizans prensesive sonra Sırp despotunun kızlarından biri ve nihayet Aydınoğlu İsaBey'in kızı Hafsa Hatun ile evlendi. II. Bayezid Han'ın annesi Dul-kadiroğlu hanedanından Sitti Hatun'dur.

Kırk Ambar Sohbetleri Son yıllarda şeceresi tartışılmakla birlikte, hanedandaki en sonmavi kanlı prenses Yavuz Sultan Selim Han'ın eşi ve Kanuni Sul-tan Süleyman Han'ın validesi, Kırım Hanı Mengli Giray Han'ın kı-zı Hafsa Hatun'dur. Osmanlı hanedanının büyükannesi Hürrem Sultan, çocuklarıtahta çıkmadan vefat ettiği halde Kanuni Sultan Süleyman tara-fından sultan unvanı verilen, Avrupalıların Roksolana dediği Uk-raynalı zeki ve güzel bir kızdı. Diğer büyükanne de gene Ukray-nalı olan Hatice Terhan Sultan'dır. I. İbrahim'in eşidir. IV. Meh-med'in annesidir. Anlaşılan hanedanımız Türk-Ukrayna karması-dır. Saraya gelen cariyeler, ya Kırım Hanlığı atlılarının Ukrayna vePolonya ovalarından toplayıp getirdiği esireler ya da Azak ve Ke-fe sancak beyi gibi görevlilerin satın alıp hediye ettikleri veya Ak-deniz'deki Cezayir korsanlarının ele geçirdikleri güzellerdir. Vene-dik soylusu Bafo ailesinin kızı Safiye Sultan da bunlardandır. Bun-lardan başka Kafkasya veya Akdeniz adalarındaki, Balkan dağla-rındaki fakir fukaranın canları kurtulsun diye saraya gönderdiği ve-ya esirciye verdiği genç kızlar hareme gelirdi. 19'uncu yüzyılda durum çok değişti. Daha çok hanedana ve ha-lifeye bağlılık duygusu ile Çerkez veya Dağıstan aileleri, hem desoylu kesimi, hanedana gelin verircesine kızlarını saraya gönderir-lerdi. Örnek vermek gerekirse II. Abdülhamid Han'ın dördüncü ka-dını ve Ayşe Sultan'ın annesi Müşfika Kadınefendi, Abhaz beyle-rinden Ağır Mustafa Ağa'nın kızıydı. Her topluluk gibi haremde de eşitsizlik vardı. Bu doğaldır. Gü-zelliği ve zekâsıyla temayüz edenler padişah gözdesi, ikbal ve gide-rek şehzade veya sultan annesi haseki olur, hatta günün birinde va-lide sultanlığa ulaşırdı. Hiç belli olmaz, kocası padişah ölüp de Es-ki Saraya gönderilmiş bir hasekinin, günün birinde oğlu padişaholunca Bayezid'den Topkapı'ya her karakol menzilinde ihtiramlaselamlanıp sarayda padişah tarafından eli öpülerek valide makamı-na ulaşması da mümkündü. Bu raddeye çıkamayanlar dışarıdanevlilik yapar yani çirağ edilirlerdi. Asıl olan da buydu. Sarayın Enderun'daki gençlerinin birun'a çıkması yani idarede

91

Page 92: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

görevlendirilmeleri gibi Harem halkı da kimi zaman padişahın göz-desi dahi olsa saraylılarla veya diğer görevlilerle evlendirilirlerdi.

Osmanoğulları, Kurumları, MüzelerHaremin kapısındaki "Hayırlı kapılar açan Allahım bize de hayırlıkapılar aç" ibaresi bunu gösterir. Enderun ve harem birlikte yönetici bir sınıf yaratan iki kurum,iki topluluktu. Talihi o kadar yaver gitmeyenler sarayda kalır, zekâve sadakati ölçüsünde harem kethüdalıklanna, hazinedar usta gibibir memuriyete kadar yükselebilirlerdi. Nihayet bunu da yapama-yanların basit hizmetçilikte kaldıkları da bir gerçekti. Geçmiş asır-ların korkunç hastalığı verem de haremdeki güzelleri tehdit edenbelalardandı. Bununla beraber karamsar manzaraların yanında ilginç görü-nümler de vardır. Harem halkına yılda üç kat elbise verilir, makulbir yevmiye de buna ilavedir. Sarayın yemekleri malum, bundan başka Osmanlı sarayı oku-ma yazma oranının hayli yüksek olduğu bir yerdir. Hatta bazı cari-yelerin, hizmetinde bulundukları şehzadeler kadar düzgün imlasıvardı. Hürrem Sultan gibi şiir yazacak kadar dil ve edebiyat öğre-nimini başarıyla tamamlayanları unutmayalım. Harem kadınlarıOsmanlı kültürünü, dil ve musikisini kapardı. Evlenip dışarıya çı-kanlar halkın arasında saraylı hanım olarak bu kültürü etrafa ya-yardı.21 Ağustos 2005

Harem Üzerine (2)

Topkapı Sarayı Harem bölümünün, bugüne kadar ciddi bir rö-lövesi ve mimarî değerlendirmesi yapılmış değildir. 1960'larda birbölümü restore eden Yüksek Mimar Mualla Eyüboğlu'nun eserin-den ve yaptıklarından anlaşılıyor ki, Harem'e 19'uncu yüzyıla ka-dar ilaveler yapılmış, bazı koğuş ve odalar da ahşap yapılarla ikiyebölünmüştür. Esasen Harem'in Topkapı Sarayı'na nakli de 17'nciyüzyılda Kanuni Sultan Süleyman devrine ait bir olaydır. Bu vaktekadar bugünkü Topkapı Sarayı, padişahların günlük hayatlarını ge-çirdikleri ve daha çok resmî büroların bulunduğu bir yerdi. Baye-zid'de üniversitenin bulunduğu bölgedeki saray, padişahın evi veharemiydi. 16'ncı yüzyıldan sonra da sarayın mimarisi ile pek uyum teşkiletmeyen bu bölüm genişlemiş, hatta padişah evini teşkil eden bir-takım bina ve köşkler sahile doğru yayılmıştır. Bugün bunların ço-ğu elimizde yok. Sepetçiler Kasrı ise padişah pavyonlarından sayıl-maz. Sultan Abdülaziz döneminde bu bölgeden geçen demiryoluher şeyi altüst etmiştir. Demiryolu hattının kaldırılmasıyla, Sirkeci-Ahırkapı bölgesinin yeniden bir gezi ve restorasyon bölgesi olarakağaçlandırılması düşünülmelidir. Osmanlı Saray Haremi'ni uçsuz bucaksız koridorlar, sayısız oda-lar, çıplak cariyelerin yüzdüğü havuzlu sofalardan oluşan büyük birmimarî kompleks olarak düşünmek abestir. Harem bölümü aslın-da 16'ncı yüzyılda oluşan yeni idarî anlayışın mühim bir aygıtı, birönemli kurumudur. Ama aynı zamanda trajik bir mekândır.

92

Page 93: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Bugünkü Harem, sarayın Gülhane Parkı'na doğru eğimli arazi-si üzerinde Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Şurası muhak-kak ki, bütün saray gibi Harem bölümü de gayet sıkışık yaşanılan,ölçünün ve sert kuralların hükmettiği bir yerdi. Harem aslında ikibölümden oluşur: Üst ve alt bölümler. Gözde yani ikballerin, hase-

Osmanoğulları, Kurumları, Müzelerkilerin oturduğu üst bölüme sarayın "Kuşhane Kapısı" denen ortaavludaki kapıdan girilir. Burada Altın Yol üstünde ilk olarak darüs-saade ağası ve ona bağlı harem ağalarının odaları yer alır. Esirci-ler tarafından Habeşistan'ın güneyinde avlanan zenci çocuklar negariptir ki yukarı Mısır'daki Hıristiyan Kobt manastırlarındaki ra-hipler tarafından ameliyat edilir ve haremlere sevk edilirdi. Sarayınbu kesimi onların muhafazasındaydı. Yine üst katta, yani Harem'in saray avluları hizasındaki bu bö-lümünde I. Abdülhamid, III. Osman, III. Ahmed gibi padişahlarınodaları bulunur. Çinileriyle meşhur bu bölümde Veliahd Dairesi deyer alır. Harem'in derin katına, Cariyeler Avlusu'ndan aşağıya"Kırk Merdiven" denen basamaklarla inilir. Burada iki tarafta ko-ğuşlar bulunur. En alt sofada ise Cariyeler Hastanesi, Gasılhane veMeyyid Kapısı denen -isminden de anlaşılacağı üzere cenazelerinçıktığı- kapı yer alır. Harem, Gülhane Parkı'na doğru eğimli birarazi üzerinde kurulduğundan Kuşhane Kapısı ile bu kapı arasındadik bir merdivenin bağlantı kurduğunu ve havalandırma delikleri-nin de buna paralel olduğunu belirtelim. Yetenekli veya yeteneksiz, güzel veya az güzel, sağlıklı veya sağ-lıksız olarak doğmuş olmanın ve zekâ farklılığının harem kadar in-san hayatını etkilediği bir mekân yoktur. Enderunlular kadar olma-sa da Harem halkının da eğitimi vardır; okuma yazma başta olmaküzere musiki, dikiş nakış ve adap erkân olmak üzere dışarıdakileregöre iyi eğitim görebileceği açıktır. Hiç kuşkusuz entrika düzenikendine göre zengindir. Haremin sürekli politika ve entrika üreti-len bir yer olduğu ise tartışılır. Bu özellik, yani Harem'in politik entrika merkezi olması bizimtarihimizde bir asrı kapsar. Yani Hürrem Sultan ile Kösem Sul-tan'ın büyük valide olduğu iki devir arası dışında, saray haremininherhangi bir mahfelden daha politik olduğunu söylemek zordur. Harem halkı yani cariyeler, ikbal denen gözdeler, hasekiler vevalide sultan, nihayet kalfalar ve ustalar gibi görevliler sınıfı dışın-da; hanedan üyesi olan sultanlar, şehzadeler, IV. Mehmed ve III.Selim gibi şimşirlik denen hapishaneye kapanan eski padişahlarHarem halkını oluştururdu. 15 ve 16'ncı yüzyılda Harem'de hiç dekalabalık bir nüfus yoktu. Vakta ki şehzadelerin sancaklara gönde-rilmesinden vazgeçildi, kafes ve şimşirlikteki cariye sayısı da arttı.

Kırk Ambar Sohbetleri Tarihçilerin verdiği rakamların mekânla uyuştuğu şüphelidir.Üstelik bunlar başka kaynaklarla da pek kontrol edilmişe benzemi-yor. 18'inci yüzyıl için verilen 400 küsur rakamı fazla görünüyor.19'uncu yüzyıl için tekrarlanan Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı'nın600 küsur kişilik nüfusu da haremin konumu açısından yenidengözden geçirilmelidir. Harem bahtsız genç hayatların başladığı bir mekândır, talihi ya-

93

Page 94: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ver giden kızlar en üst noktaya kadar tırmanır. Harem'de yaşamhiç de kolay değildi; halk arasında ağzı yayılarak Harem'den bah-seden insanların gerek burada yaşanan çetin hayatı ama aynı za-manda buradaki yetenekli ve zeki kadınların yarattığı kültürel orta-mı tanıyıp anlamadıkları ve bilir bilmez tarihteki bir topluluğa say-gısızlık ettikleri çok açıktır. Harem eğlencelik bir yer değildir, her şeyden önce bir evdir.Hiç değilse her ailenin evi kadar saygı gösterilmesi gerekir. Topka-pı Sarayı'nın Harem dairesi önceden öğrenerek sessizce ve edep-le gezilecek bir yer olmalıdır.28 Ağustos 2005

Osmanlı Tarihinde Harem Üzerine Harem; Arapçada yasak ve gizli anlamındadır. İnsan hayatınıngizli ve kapalı bölümünü, evinin en dokunulmaz bölümünü ifadeeder. Sanıldığının aksine sadece Ortadoğu Müslüman dünyasındadeğil; Çin, Hint, Ortaçağda Müslümanların çağdaşı Bizans, eskiİran ve hatta Rönesans İtalyası'nda, Toskana'da, Floransa'nın pat-rici saraylarında bile ailenin dışa kapanık bir bölümü vardı. Buradacariye de bulunurdu ve üst sınıf kadınları ve genç kızları dışa kapa-lı yaşardı. Osmanlı sarayında harem bir kurumdur. Gerçi saltana-tın sonuna kadar sarayda harem vardı fakat 19. asırda mahiyet de-ğiştirmeye ve önemini kaybetmeye başlamıştı. Haremin hâkimi "Valide Sultan "di. Padişahın nikâh kıydığı eşi"Haseki" idi. İstisnai olarak Hürrem'e (Roxolane) valide sultan ol-madığı, yani hayatta iken oğullan tahta geçmediği halde, HürremSultan denir. Bunda kocası Muhteşem Süleyman'la olan derin aş-kının etkisi vardır. Kanuni ona bu unvanı verdi. Ayrıca Hürrem ha-remin başı olarak, harem halkını Eski Saray'dan Topkapı Sara-yı'na naklettirdi. Muhteşem Süleyman birçokları gibi monogam birhükümdardı. Haremdeki her kadının padişah eşi veya "concubi-ne"! olacağı düşünülmesin. "Bize hayırlı bir kapı aç" duası haremkapılarının birisi üstünde yer aldığına göre, buraya alınıp yetiştiri-len kızların münasip insanlara gelin gideceği düşünülmüştür. Birpadişaha kızların en seçkinleri sunulur. Nitekim haremde yetişenkızların içinde sarayın Enderun kısmında yetişen genç devletadamlarıyla evlendirilenler çoktur. Hatta padişahın kız kardeşleriile kızları da münasip devlet adamlarıyla evlendirilmişti. 16. asrakadar Osmanlı hanedanı yabancı (Müslüman veya gayrimüslim)kadınlardan evlendiği halde, bu asırdan sonra yerli ve yabancı ha-nedanlardan ne kız alınır ne de verilirdi. Bu durumda harem birokuldu ve Enderun'da yetişen zümrenin eş olarak seçeceği kızlaryetişirdi. Hareme Hırvat, Yunanlı, Rus, Ukraynalı, Gürcü kızlar

Kırk Ambar Sohbetlerialınırdı. İtalyan ve Fransız asıllılar vardı. Ermeni ve Yahudiler şe-hir halkı oldukları için onlardan ne Hareme kız alınır ne de Ye-niçeri ordusuna asker devşirilirdi. Müslüman halklardan kimseHareme alınmazdı diyemeyiz ama istisna denecek kadar az sayı-daydı. Tabii her kurumda olduğu gibi oradaki insanların da talih-leri farklıydı. Hükümdar annesi ve böylece valide sultan olanlarvardı; Hatice Terhan Sultan devrinde halk tarafından, günümüz-de tarihçilerce sevilen bir valide sultandır. Kösem Sultan ise ak-

94

Page 95: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sine meşum bir valideydi. Ama öldürüldüğü gün İstanbul'da birsürü insan aç ve bir sürü gelin adayı fakir kız çeyizsiz kalmış. Bufıkaralar Valide Sultan'dan geçinirlermiş. Hasekilerin içinde Gülnuş Emetullah gibi uzun, mutlu hayat sü-renler vardı. IV. Mehmed'in yanından ayırmadığı sevgili hasekisiy-di: II. Mustafa ve III. Ahmed'in annesi olduğundan uzun süre vali-de sultan oldu. Halk onu severdi; Üsküdar'daki hoş camii o yaptır-dı, mezarı da oradadır. Ama iki oğlu da kocası da tahttan indiril-miştir. Böyle hükümdar oğlunun kötü talihini birlikte yaşayanlar davardır. Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan'ı hatır-layalım. Oğlu ve kocası ölen haseki ve valideler Eski Saray'a taşınmakzorundaydı; bu hazin bir olaydı. Hareme girip, eğitilip, iyi evlilikledışarı çıkanlar vardı. Nihayet sıradan adamlarla evlendirilenler deolurdu; bunların da bir devlet veya vakıf görevlisi olması gerekirdi.Ama kısmeti çıkmayan, orada kalan hizmetliler de vardı. Bunlarbazen yüksek rütbeye ulaşır (haznedar usta gibi), bazısı ise basit iş-lerde, hatta temizlik işlerinde çalışırdı. Kızlar musiki, raks, ince sa-natlar ve Türkçe öğrenirdi. Mutlaka saray protokolü, etiketi veadabı öğrenirlerdi. Dinî bilgiler, ama daha çok usul adap dersi ve-rilerek saraydan çıkarılıp evlenen bir hanım bu nedenle oturduğusemtte "saraylı hanım" olarak bilinir; görgü ve davranışlarıyla etraf-ta saygı görürdü. Haremde siyaset ve entrika uzun tarihin kısa birdönemine mahsustur. Kösem Sultan'm bir saray darbesinde öldü-rülmesinden sonra Harem tekrar eski sakin hayatına döndü. Vene-dikli Bafo (Safiye Sultan), Hürrem Sultan, Kösem Sultan siyasi ent-rikalarla birlikte anılan isimlerdi. Hiç şüphesiz kara hadımağaları, Haremin en trajik tipleridir.Bunların reisi Darüssaade Ağası'ydı ve yüksek rütbeli bir görevliy-

Osmanoğullan, Kurumları, Müzelerdi. Hareme zenci hadımların alınması 19. asır sonlarında terk edil-miş bir âdetti. Buna rağmen Cumhuriyet yılları boyunca da İstan-bul'da harem ağalarına eski dönemden kalan adamlar olarak bellimuhitlerde rastlanırdı. Harem için ne yazılsa boş; gerçekler o kadar ilginç değil, her-kes erotik muhayyilesini yazılmış görmeyi tercih ediyor gibi.8 Eylül 2002

80 Sene 3 Mart 1924'te; tam 80 yıl önce Dolmabahçe Sarayı'nın kütüp-hanesinde, İstanbul valisi ve Ankara'dan gelen temsilciler heyeti,unvanı yalnızca halife olan son halife Abdülmecid Efendiye MilletMeclisi'nin kararıyla bu görevinin sona erdiğini ve kanun gereğiyurtdışına çıkarılacağını tebliğ ettiler. Halifenin itirazı ve kalmaktadiretmesi faydasızdı; birkaç saat içinde Sirkeci Garı'nda alayiş ol-maması için en yakın yardımcılarıyla Çatalca'ya gönderildi ve ora-da bekletilen trene ilave edilen vagonla yurdu terk etti. Bir haftaiçinde Osmanlı hanedanı üyeleri yani şehzade ve sultanlar da aynışekilde sürgün edildi. Osmanlı geleneğinde, hanedan üyesi demek, padişahın ve erkekevlatlarının sulbünden gelen erkek ve kadınlardır. Bunlara Avrupadillerinde imparatorluk prensi ve prensesi denir. Onların evli olduğu

95

Page 96: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

erkek ve kadınlar, prenseslerin hanım sultan denen kız çocukları vebeyzade denilen oğullan hanedan üyesi sayılmazlar; mensubudurlar.Dolayısıyla eşlerin ve bu durumdakilerin yurtdışına gitmesi gerekmi-yorken, çoğu küçük yaşta olduğundan veya yalnız kalamayacağın-dan ebeveynlerini veya eşlerini izleyerek kafileye katıldılar. Hükümetsürgünlere adam başına biner sterlin, dönüşü olmayan birer pasa-port ve makul miktarda mücevher çıkartabilme hakkı tanımıştı. Ha-nedan üyelerinin malvarlıkları bazı istisnalar dışında müsadere edil-memişti. Ama bu emlakin, memlekette kalacak yakınlar tarafındançarçur edildiği veya o yıllarda emlakin bugünkü kadar para etmediğidüşünülürse gidenlerin uğradığı malî güçlük tasavvur edilebilir. Halife Abdülmecid Efendi kültürlü bir şehzadeydi. Resim yapıyor-du ve bazı tabloları müzeliktir. Ama asıl önemlisi, güçlü bir bestekâroluşudur. Abdülmecid Efendi mütareke dönemi ve İstiklal Savaşı sı-rasında Anadolu hükümetiyle olumlu ilişkiler kurmuştu; bununla bir-likte halifenin bazı hanedan üyelerinin de belirttiği gibi siyasetten an-

Osmanoğullan, Kurumlan, Müzelerlamadığı, Ankara hükümetiyle dengeli ilişkileri sürdürmek yerine ala-yişli selamlık alayları tertiplediği, hatta bunlardan birinde Fatih Sul-tan Mehmet kıyafetiyle geçtiği biliniyor. Maalesef protokol ve bütçeişlerinde de ölçülü bir idare kuramamıştı ve Ankara'yla gerilimli iliş-kilere girdi. Yeni cumhuriyetin iktidar savaşına tahammülü yoktu.Esasen hilafet kurumu da, iktidarın dışında kalmak gibi garip bir hu-kukî konumla bağdaşamazdı. Zira hilafet ruhanî bir makam değildir.Dünyevî iktidar sahibi olmak gerekir. Bu sonuç kaçınılmazdı. Hilafetin kaldırılmasına tek önemli dış tepki Hindistan'dan gel-di. Hint Müslümanları, İngiliz idaresine karşı "ruhanî reis!" halife-nin emirlerini bahane ederek karşı koyarlardı. Esasen Pakistan veBangladeş'in bugünkü politikalarına bakarsak, Hint Müslümanları-nın Türkiye'deki her yönetime bağlı olduklarını söylemek müm-kündür. Arap dünyası çoktan beri hilafet denen müesseseyi kendi-lerine ait bir hak olarak görürdü. Tabii o onların kanaatidir. Hila-feti TBMM kaldırınca ne Mısır'ın ne de Faysal ailesinin bu konuda-ki girişimleri taraftar bulabildi. Hilafetin bu asırda restore edilmesimümkün mü? Şüphesiz hayır. Bu kadar çok millî devletin, liderlikiddiasının ve maalesef mezhep çatışmalarının dorukta olduğu İs-lam dünyasında bu kurumun ihya edilmesi mümkün değildir. Biryerde herkes kendinin halifesidir. Hilafetin kime nasıl geçeceği ko-nusunda da sarih hüküm yoktur. Hilafet iktidar ister. Cihanşümuliktidar Osmanlı ile tarihe karışmıştır. Hilafetin de ismi kalmıştır ve19'uncu yüzyıl Osmanlı hilafeti gibi bir kurumu ne İslam dünyasıbir daha kurabilir ne de dış dünya aynı şekilde kabul edebilir.7 Mart 2004

Halifelik ve Saltanat 3 Mart 1924, bizim tarihimizde en önemli dönüşümü ifade eder.Türkler eski devlet geleneği olan bir toplumdur ve devlet hep hü-kümdarlıkla aynileşmiştir. Henüz son padişahın (VI. Mehmed Vahi-deddin) tahttan feragat edip yurtdışına çıkması ve saltanatın ilgasıüzerinden 2 yıl bile geçmiş değildir; Cumhuriyet'in ilanı dört ay ön-ceydi. Şimdi ise halifelik de kaldırılıyordu. Bu pek özgün bir olaydır.Öyleyse Türk devletinde halifelik neydi? İkinci Meşrutiyet devrinden

96

Page 97: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

beri Cavit Bey ve Ahmed Şuayıb gibi halifelikle saltanatı ayırmaktansöz edenler vardı. Onlardan daha önce hilafetin Türk padişahına de-ğil; halkına ait olmasını ileri süren Arap mütefekkirler vardı. Osmanlı sultanlarının halifelik kurumunu ve unvanını 1517 Mı-sır'ın ve Hicaz'ın kazanılmasıyla Memlükler'den aldığı hoş bir siyasihikâyedir. Bu efsaneyi 18. yüzyılın vakanüvisleri vurgulamıştır. Avru-palılar anlaşmalarda bir Müslüman ruhanî lider (böyle bir unvan velider olamaz) görmeye teşne idi; bizimkiler de bu yanlış kanaati bes-lemeyi 18. asır şartlarında uygun gördüler. Osmanlı hükümdarlarıKırım, Kazan, Kafkasya, uzaktaki Hind ve Cava ve 19. asır MağribMüslümanlarıyla temas ve siyasi nüfuzun tesisini bu kurum sayesin-de becerdiler. Gerçek şu ki, halifelik siyasî iktidar, hükümdarlık, cum-hurun yönetimi bağlamında (babında) Kur'an-ı Kerim'de geçmez (hi-lafet burada peygamberliktir) hadisler arasında, üzerinde ittifakla ka-bul edilen ve bu konuda hüküm vereni yoktur. Hilafet ruhanî bir ku-rum değildir ve iktidarla yönetime birlikte sahip olanlar halifedir. Si-yasî iktidarın dışında (Meclis hâkimiyeti veya cumhurbaşkanlığı) birhilafet kurumu geçici bir dönemi ifade ediyordu. Galiba son halifeAbdülmecid kendisine verilen rolü kavrayamadı, fazlasını istedi. Fa-tih Sultan Mehmed Han'ın kaftanıyla at üstünde katıldığı son Cumaselamlığı hanedan tarihinde en önemli çalkantıya sebep oldu. BüyükMillet Meclisi'nin hilafeti kaldıran kanunları ile son hanedan üyesiolan şehzadeler ve sultanların sürgünü mukarrerdi.

Osmanoğulları, Kurumlan, Müzeler 37 şehzade (imparatorluk prensi), 42 sultan (imparatorlukprensesi), 27 kadınefendi ve şehzade eşi (bunların gitmesi kendi is-tekleriyle oldu, kalanlar da vardı) ülkeyi terk etti. 1952'de haneda-nın kadın üyeleri, 1974 affı ile de erkek üyeler dönebildi. Hilafe-tin kaldırılmasına itiraz ilk anda Hind Müsiümanianndan geldi vebaşka itiraz olmadı. Hilafeti almaya çalışanlar muvaffak olamadı,imparatorluğun bu ağır mirasını Osmanlı'dan başka taşıyabilecekMüslüman toplum yoktu. Mısır'ı ve Haşimî hanedanını kimse halife olarak kabul etmiyor-du. Hiçbiri Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihî şöhretine sahip de-ğildi. Hilafet kalktığı an avdet edebilecek bir kurum değildir. Hila-fet hukukî esaslardan çok ananeye dayanan bir kurumdur. Tarihiniçinde oluştu ve yeniden oluşturulması mümkün değildir. 15. yüzyılda Endülüs'ün can çekişen hükümdarları, Hind'deBabürlüler, Mısır'da Memlükler ve hatta II. Mehmed ve II. Baye-zid zaman zaman halife unvanını bazı fermanlarda kullanıyorduve vakanüvisler onlardan halife diye bahsediyordu. Osmanlı içinMekke ve Medine'nin hizmetkârlığı (yani custodiası) daha önem-liydi. Hilafet unvanını padişahlar 18. ve 19. asırda çok benimse-diler. Bu benimseme Rusya'nın ve Hind'in Müsiümanianndantoplanan bağışla Hicaz demiryolunun yapılmasına, o ülkelerdeOsmanlı konsoloslarının bazı kültürel faaliyetlerine yardımcı ol-du. Bazı ahvalde Müslümanların toplumsal hayatlarına müdaha-le edip yön verdikleri görülüyordu. Halife ve sultan Osmanlı hü-kümdarları ile aynileşti. Türkiye'de saltanatın ilgasıyla da bu ku-rum ortada kaldı.4 Mart 2001

97

Page 98: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Osmanlı Mutfağı - Türk Mutfağı

Türk mutfağı kavramı üzerinde durmak gerekir; kültürel coğraf-yası çok geniş bir kavmin yemek zenginliği ve alışkanlığıdır söz ko-nusu olan. Burada siyasî pan-Turanizmin alanına girmeye gerekyok; ancak genelde dil yakınlığı ve dil birliği olan bir kavim söz ko-nusudur. Bilinen 1500 yıllık tarih içerisinde bu coğrafî alanda ge-nellikle iki siyasî birlik söz konusu olmuş. Ancak, Batı Asya ve Bal-kanlar bölgesinde Selçukî ve Osmanlı siyasî birliği en uzun süreni,bu biraradalık dolayısıyla da Azerbaycan'ın Seki şehrinden ve Lan-keran'dan Saraybosna'ya kadar uzanan coğrafyadaki mutfaklardabir ortaklık söz konusu. Yazılı tarih, idarî yapı, edebiyat tarihleri,diplomasi tarihinde ne kadar karanlıklar varsa mutfak konusundahayret verecek bir berraklık var. Tabii bu, ayrıntıların bilindiği, bir-çok konunun sistematize edildiği anlamına gelmesin. Aslında bilim-sel ölçülerle Türk mutfağı da önemiyle mütenasip olmayan bir ka-ranlık içinde. Gerçekten Çinlilerin "mantu" sunun bütün Orta Asya ve DoğuTürkistan'daki biçimleri, ne kadar değişim geçirse de, Kırım'da veOrta Anadolu'da devam ediyor. Hatta adı mantı. Türk mutfağın-da sebze, hamur işleri ve etin kullanımında temel ortaklıklar var.Ama herhalde en gelişmiş bölge Azerbaycan, Kırım sahilleri, Ana-dolu ve Balkanlar oluyor. Zira etrafta mutfağı zengin olan komşu-lar var ve bunlarla alışveriş olduğu malum, fakat ayrıntılarıyla sap-tanamamış. Bu birliktelik ve alışveriş bilimsel saptamalar ve titizaraştırmalardan çok medyadaki gösteri faaliyetleriyle vurgulanı-yor. Başka sorunlar da var; Türk mutfağında balık ve deniz mah-sulleri gibi, zeytinyağının bölgesel kullanımı gibi. Tetkiklere bakılır-sa coğrafî mesafe mutfakta çeşitli malzemenin kullanımını pek faz-la engelleyememiş. Bunlar için mutfak tarihi tetkiklerine eğilme-miz gerekir. Çok ilginç noktalar ortaya çıkıyor. Galiba bu noktadamutfak tarihinin kaynaklarını biraz tartışmamız gerekir.

Osmanoğulları, Kurumlan, Müzeler

165

Bizim ülkemizin mutfağı imparatorluk coğrafyasının renklerinitaşıyor. Gerçekten ana değişiklikler söz konusu. Bu nedenle onaOsmanlı mutfağı demekte tereddüt etmemeliyiz. Asya'dan bu ya-na uzanan zenginliğe rağmen Türk mutfağının bu coğrafyadaki şe-killenmesi ve yeni çeşnisi Osmanlı adını hak ediyor. Meselâ saray mutfağı diyoruz; bu pek ayrı bir mutfak değil. NeFransa'da ne Türkiye'de saray mutfağının ihtişamı saraylığındandeğil, tebaanın yedi iklim dört bucakta, her vilayette zengin birmutfağa sahip olmasından ileri geliyor. Osmanlı saray mutfağınındevirden devire kendi inceliklerinin olacağı tabiidir. Biz onu henüzaraştırmadık. Ama o saray mutfağının kısa sürede saraydan çıkankadınlar ve erkeklerle etrafa yayıldığı ve yayılacağı açıktır. Bazendışarıda pek benimsenmeyen zevklerin burada en ince biçimdetemsil edildiği görülebilir, nitekim; İstanbul halkının, bugünkü nesil-lerin iddiasının aksine balık mahsullerini az tükettiği, geleneksel ko-

98

Page 99: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

yun etinden ve nefis et yemeklerinden vazgeçmedikleri malumdur.Ama sevenler de deniz mahsulünü en zengin biçimiyle yaşatırdı.Şehrin eski sakinleri, meyhane müdavimleri, gene meselâ FatihSultan Mehmed devrinde sarayın kendi başta gelirdi. Gut hastalı-ğından mustarip padişahın her şeye rağmen deniz mahsullerindenvazgeçmediği görülüyor. Üstad Turgut Kut'un yayınlamadığı çalış-masında bunu görmek mümkün. Saray muhasebe defterleri buzengin menüyü veriyor. İmparatorluğun coğrafyasından gelmeözellikleri var. Meselâ, Doğu Avrupa Yahudiliği koşer [helal] gereğietliyle sütlüyü bir arada pişirmez. Dolayısıyla etin tereyağında mu-amele görmediği açık. Oysa Osmanlı Safarad yahudiliği eti yağlabirlikte muameleye tabi tutmuş. Nasıl mı? Zeytinyağını kullanmakültüründen dolayı Safarad mutfağı aynen Müslümanlarınki gibilezzetini ve zengin çeşitleri muhafaza edebilmiştir. Bunu sayın De-niz Altan'ın yakında çıkacak kitabında zengin örnekleriyle görmekmümkün. Zeytinyağı ve hayvanî yağların et yemekleriyle, denizmahsulatının Çin mutfağının reddettiği süt ürünleriyle birlikte, yu-murtanın, subtropik meyve ve sebzelerden lahana ve patatese ka-dar her şeyin, o yetmezmiş gibi kimsenin bir şeylere benzetemedi-ği patlıcanın ve sakatatın ustalıkla kullanıldığı, zengin reçel çeşitle-rinin bölgedeki komşulardan devralındığı Türk mutfağının, ne im-paratorluk sarayına ne bir başkente ne de bir sosyal ve etnik züm-reye mal edilmesi mümkündür. O tıpkı mimarî gibi, plastik sanat-

166 Kırk Ambar Sohbetlerilar ve musikî gibi geniş bir coğrafyanın ortaya çıkardığı bir kültür-dür. Buhar medeniyetinin getirdiği zengin ve hızlı ulaşım imkânın-dan evvel de Türk mutfağı hemen her bölgede umulmayacak zen-ginlikte malzemeye dayanıyordu. Tarihî belgeler üzerindeki tetkik-ler bunu gösteriyor. Şüphesiz ki Akdeniz bölgesi narenciyesini heryerde bol miktarda bulmak mümkün değildi. Ama Akdeniz adala-rının üzümü ve meyveleri hiç de küçümsenmeyecek miktarda İs-tanbul'a, Bursa'ya deniz yoluyla naklediliyordu. XVII-XVIII. yüzyı-lın vesikaları bunu gösteriyor. Anadolu'da XVII. yüzyılda dahi böl-geler arası gıda ve tüketim maddesi değişimi, bir başka deyişle yi-yecek taşındığı görülüyor. Meselâ deri kırbalarla zeytinyağı taşındı-ğı açık. Gerçi İstanbul'da pekmez az bulunur ve şehirliler sevmez;ama tahta ve fıçı kutularda saklanan tahan pekmez yenirdi. Örne-ğin Ankara'da Kayseri pastırması, Kayseri'de Haleb sabunu pa-zarlarda bulunuyordu. Ege bölgesi kadar yaygın biçimde kullanıl-mamak ve pahalı olmakla beraber, Orta Anadolu kent pazarların-da zeytinyağı da bulunuyordu. Zira şer'iye, yani mahkeme kadı si-cillerindeki gıda maddeleri narh listelerinde zeytinyağı (rugan-ızeyt) yer alır. Ankara'da Çorum'un leblebisini, Afyon'un haşhaşyağını, Kayseri'de Karadeniz fındığını, antepfıstığını bulmak müm-kündü. Meyve ve sebze ise her kente yakın çevreden geliyordu.Yaşlılar hatırlayacaktır; İstanbul bile ya sur içindeki bostanlardan(Çukurbostan, Langa, Topkapı vs. çevresi) ya da yakın çevreninmeyve ve sebzesiyle geçinirdi. Langa hıyarı, Arnavutköy çileği,Yedikule marulu isminden belli, İstanbul'da yetişen meyve ve seb-zeydi. Başkentte olduğu gibi, bütün kentlerde de sebze meyve ye-rel üretimle sağlanırdı. Kentler, bostanlar ve meyve bahçeleriyle iç

99

Page 100: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

içeydi. Anadolu kentlerinde evde ekmek pişirilirdi, ama fırınlar davardı. Birkaç çeşit ekmek ve simit satılırdı. Şeker olarak akide, tat-lı olarak helva pazarlarda bulunurdu. Pestil, pekmez, peynir, yo-ğurt ve tarhana her yerde civar köylerden kent pazarlarına getiri-lirdi. Ramazanlarda pastırma, şeker, kuruyemiş gibi maddelerin tü-ketimi arttığından narha dikkat edilirdi. Gıda maddelerine temeldeyılda iki kere narh verildiği olurdu. Pazarlarda turşu, erişte, makar-na, kavurma, reçel gibi şeyler bulunmazdı. Bunları ev kadınları ha-zırlardı. Anadolu pazarlarında en çok satılan şeylerden biri laha-naydı, çünkü lahana turşusu her evde bolca tüketilirdi. O zaman-

Osmanoğulları, Kurumlan, Müzelerlar kuşkusuz meyve suyu, gazoz, Coca-Cola yoktu. Her evde "tü-kenmez" denen ve bir küpte mayalandırılan, kekremsiye yakın hoştadı olan meyve suyu tas tas içilirdi. Şıra ve boza özgün içecekler-di. XIX. yüzyılda bazı kentlerde modern un değirmenleri kuruldu,ama makarna fabrikası Türkiye'de ancak XX. yüzyıl insanının ta-nıdığı bir kuruluştur. Hazır salça, konserve ve gıda gibi nesneler ya-kın zamanlarda hayatımıza girmiştir. Türk kadını dışarıda çalışsa bi-le, konserve gıdaya karşı uzun zaman direnmiştir. Şeker, lüks bir maddeydi ve Türkiye'de büyük ölçüde XX. yüz-yılda kullanılmaya başlanmıştır. İthal malı kelle şeker Avusturya veRusya'dan gelirdi. Her iki ülkede de pancar ekimi ve şeker sanayiiXVIII. yüzyıl başlarında ortaya çıkmıştı ve sanayileşme faaliyetleri-nin başlangıcıydı; başlıca pazarları da Osmanlı ülkesiydi. Pahalı şe-keri ülkenin büyük kısmı pek kullanmazdı. Geleneksel tatlıların ço-ğu, şekerden başka şeyle, balla ve pekmezle tatlandırılırdı. Şeker-siz kahve ve çay bir alışkanlıktı. Kuru üzüm kullanılırdı. Şerbetli ha-mur tatlıları, daha çok şekerkamışını tanıyan güney bölgelerininmutfağına özgüdür. Güney bölgelerinde ve Fırat havzasında mey-ve; et yemeklerinde, pilavda bolca kullanılan bir sos vazifesi görür-dü. Gene yurdun her bölgesinde kırda ve ormanda yetişen çeşitliotlar, garnitür olarak kullanılır ve bazı sebze yemekleri yapılırdı. Türk mutfağı konserve yiyecekleri başarıyla imal eder ve kulla-nırdı. Öyle peksimet ve sucuk çeşitleriyle, tuzlu balıkla sınırlı kalın-mamıştır. Bulunduğumuz coğrafyanın da bunda etkisi vardır. Mese-lâ ilek sineği döllediği için incir kurusu sadece bu memlekette var-dır. Türkiye'de etin, o yetmedi sebzenin, balığın ve tabii meyveninve asıl önemlisi hamur işlerinin çeşitleri kilere yığılır. Dört mevsimboyu sebzenin, meyvenin, etin tazesini ve kurutulmuşunu yemekmümkündür. Ama erişte ve yufka sayesinde bu zenginlik hamur iş-lerine de uzanır. Yemek pişirmek, yani mutfak faaliyeti imeceyi ge-rektirirdi. Sülalenin ve mahallenin kadın üyelerini, kederde (yanimatem ve cenaze günü) ve kıvançta (düğün ve kutlama yemekleri)bir arada çalıştıran, bir marifet sergileten, birbirlerine aşçılık öğret-meye yönlendiren muhteşem bir ananedir Türk mutfağı. Her türlü arşiv malzemesi Türk mutfağını tetkike yarar. Saraymuhasebe defteri, taşra şehirlerinin şer'iye sicilleri, XIX. yüzyıla aiteğer kaldıysa muhasebe kayıtları, seyahatnameler. Batıda çokça

Kırk Ambar Sohbetlerirastlanan, bizde ise maalesef geç devirlerde nadiren tutulan tarifedefterleri bunlardan bazılarıdır. Türk mutfağı araştırılacak, tatbik

100

Page 101: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

edilecek, soruşturulacak geniş ve eğlenceli ama mutlaka terletenbir alandır. Türk mutfağı önce kulağımızı açacağımız, sonra koşuş-turacağımız, sonra kolları sıvayıp işe girişip, en sonunda kaşığımı-za sarılacağımız bir faaliyet bütünüdür. Tabii kaşıkçılık da ayrı vezengin bir sanat dalıdır. Yemekten sonra elimizi yıkayıp peşkire si-leceğiz, çubuğumuzu tüttürüp kahve içeceğiz. Tabii peşkir, tütünçubuğu, kahve fincanı ve teşbih de öyle...Yemek ve Kültür, Kış 2005

İstanbul Arkeoloji Müzesi Yeterince Tanıtılamıyor

Bugün Eminönü ilçesi denen, yani asıl eski İstanbul bölgesininen önemli noktası olan müzeler adasındaki başlıca eserlerden birihiç şüphesiz Arkeoloji Müzesi'dir. Yani geçen asırdaki unvanı ileMüzehane-i Hümâyûn. Gerçekten "İmparatorluk müzesi" sıfatınıhak eden bir bina ve kuruluştur. Müzehane-i Hümâyûn 19'uncuyüzyıl arkeolojimizin, mimarimizin ve 19'uncu yüzyıl İstanbul'ununve çağdaş dünyaya intibak eden aydınlarımızın başarı belgesidir. Tanzimat devrine aydın despotizmi devri derler. Çok kişi bil-mez, okul kitaplarımızda da öğretilmez. Hükümetin talimatıyla1840'lardan itibaren geniş imparatorluğun her köşesinden eskieser toplanırdı. Tanzimat döneminin aydın sadrazamı MehmetEmin Ali Paşa, Türk seçkinlerinin en belirgin örneğidir. İstanbulhalkının en fakir kesiminden gelip, doğru dürüst okul görmese dekendisini Babıâli kalemlerinde binbir gayretle yetiştiren bu gencinFransızcasını işitip okuyan ünlü Lamartine bile onun Fransa'daokuduğuna hükmetmiştir. Oysa ne Fransa'sı, sadrazamlık kalemle-rinde kör makasla mukavva kesercesine dervişane çileyle her şeyiöğrenmişti. Fethi Ahmet Paşa'nın Aya İrini'de topladığı eserleri, bubüyük devlet adamı bir Müzehane-i Hümâyûn koleksiyonu halinegetirmiş ve kataloglar için de Goolds'u görevlendirmişti. Ardından, tarihimizin renkli aydını Ahmet Vefik Paşa, maarifnazırı olarak müzeye el attı ve Dr. Dethier'yi tayin etti. Nihayet1881'de bu ecnebilerden sonra, memleketin seçkin evladı OsmanHamdi Bey müzenin başına geçti. O ve kardeşi Halil Ethem Beyyarım asra yakın bir süre Türkiye müzelerini birbiri ardına gerçekanlamda örgütlediler. Bizim bugünkü Topkapı Müzemiz esas itiba-rıyla Halil Ethem Bey'in eseri olduğu gibi, İslam Eserleri Müzesinide, halı, mihrap ve minderlerimizi kaçakçılardan kurtarmak için,

Kırk Ambar SohbetleriEvkaf-ı Islamiye Müzesi adıyla Süleymaniye Külliyesi'ni de kuranodur. Arkeoloji Müzesi'nde Dr. Nuşim Eskari gibi parlak izleyicilerde görülür. Osman Hamdi Bey'in arkeologluğu, Halil Ethem Bey'in nümiz-matik yani eski sikke üstatlığı meyvesini verdi. Türkiye müzelerin-de ilmî temeller üzerinde koleksiyonlar inşa edilmeye başlandı. Osman Hamdi Bey Viyana ve Paris'te okumuş, Vali Midhat Pa-şa'nın maiyetinde imparatorluğun Bağdat vilayetinde çalışmıştır.Tanıdığı Arap dünyasında, Lübnan'da yaptığı Sayda kazılarıyîa ar-keoloji tarihinde yerini aldı. Fenike dilinin incelenmesini ve yeni-

101

Page 102: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

den öğrenilmesini ünlü Fransız filozof ve filologu Ernest Renan'aborçluysak, o medeniyetin maddi eserlerini tanımayı da Saydanekropolünü yani Krallar Mezarlığı'nı kazıp tanıtan Osman Ham-di Bey'e borçluyuz. O kazıda çıkan ünlü Ağlayan Kadınlar Lahdi,İstanbul'un Vallaury gibi Şekerlemeci-yi Hz. Şehriari unvanlı İtal-yan asıllı ünlü ailesinden çıkan mimar Alexandre Vallaury beye, bumüzeyi tersim ederken ilham verdi. İstanbul Arkeoloji Müzesi yapı olarak 19'uncu yüzyıl müzeleriiçinde seçkin bir yere sahiptir. Zamanla 20'nci yüzyıldaki kazılarınimparatorluk Mezopotamya eyaletlerinden ve Suriye'den getirdiğitaş eserler ve binlerce tablet bu büyük müzenin Eski Şark Eserlerikısmını meydana getirir. Son yıllarda Arkeoloji Müzesi uzmanların-dan Zeynep Kızıltan hanımın ve arkadaşlarının mesaisi ile bu bö-lüm yeniden ziyarete açıldı. Arkeoloji Müzesi'ne özgünlük kazandıran bir yön de, değerli se-miner kitaplığıdır. 19'uncu yüzyıl için akademik bakımdan kusur-suz bir arkeoloji kitaplığı diyeceğimiz bu koleksiyonu aydın devletadamlarımızdan Sadrazam Ahmet Cevat Paşa hediye etmiştir. Biz19'uncu yüzyıl paşalarını ve Hamidiye ricalini hep Sertüfenkçi Ta-hrir Paşa gibi zannederiz. Bugün bu kitaplık demode hale gelmişsede ıslahı kolaydır. Nitekim, İstanbul Valisi Sayın Muammer Güler,Özel İdare bütçesinden 500 bin doları bunun için bağışlamıştır. Osman Hamdi Bey devrinde içindeki orijinal ve güzel eserlerleArkeoloji Müzesi'ni ve zengin kitaplığını göz önüne getiriniz. Nite-kim, 1900'de kurulan Darülfünun-u Osmanî yani İstanbul Üniver-sitesi'nin arkeoloji bölümü olmasa da ne beis... Osman Hamdi Beyve biraderi müzede arkeoloji.eğitiminin âlâsını verdiler. Aziz Bey,

Osmanoğulları, Kurumlan, MüzelerRüstem Bey (Duyuran) hatta bizim Topkapı'nm ilk müdürü TahsinÖz bey gibileri orada yetişti. Kazılara katıldılar, kazı yönettiler ve-ya nümizmatik koleksiyonlarını değerlendirdiler. 1924'ten itibarenTopkapı Müzesi'ne de Halil Ethem Bey el attı ve 1928'de de mu-avini Tahsin bey Topkapı'nm ilk müdürü oldu. Arkeoloji Müzesi bugün hak ettiği ilgiyi görmüyor. Yanı başın-daki Ayasofya ve Topkapı'ya gelen 10-15 bin kişinin onda biri bi-le buraya uğramıyor. Yerliler kadar yabancılar için de ortak bir va-kıa geçerlidir. İnsanlar eski çağı bilmiyor ve ilgilenmiyor. Tabii bi-zim müzeyi tanıtamamamızın da büyük payı var. Önemli koleksi-yonlar müzeye yığılıyor ve teşhire konamıyor. Para ve imkân me-selesi; bir zamanlar Osman Hamdi Bey'in, Arif Müfit Mansel'in,Ekrem Akurgal gibi hocaların temsil ettiği meslek belki rağbet bul-muyor. Ama bulması lazım. Galiba bunun çarelerinden birisi de İstanbul Arkeoloji Müzesi'nikitaplığı ve muhtevasıyla bir akademik kurum haline getirmek, me-selâ Galatasaray Üniversitesi gibi bir yerin arkeoloji bölümünü bu-rada faaliyete geçirmek olmalı veyahut seçkin bir arkeoloji lisan-süstü programıyla az sayıdaki nitelikli öğrenciyi burada yetiştirmekgerekebilir.14 Ağustos 2005

Bu Müzeleri Niye Kurduk?

102

Page 103: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Sorunun cevabi; çocuklarımıza bizim devraldığımız mirası yanikültürümüzü devretmek için. Medeniyet ve kültürel varlığını gözegörünür biçimde derleyip devredemeyen toplumlar günü gününeyaşıyor demektir. Meselâ Topkapı Sarayı, Türk tarihinin oluşumu-nun düğümlendiği mekândır. Bu mekânı çocukluktan tanımak zo-rundayız ve bu tanıtmanın arzu edilen düzeye gelmesi için; 1) Top-kapı Sarayı'nın bir eşya teşhir mahallinden çok kendisinin teşhiredilecek bir mekân olduğunu anlamamız gerekir. Burası saraydı,büyük devletin merkeziydi. 2) Teşhir edilecek eşyanın eski Darp-hane gibi saray duvarları içindeki pavyonlara nakli veya İstanbul'dakurulacak Millî Müze gibi bir külliyeye devri gerekir. Müzelerimizin(belki Arkeoloji Müzesi hariç) bugünkü halleriyle (hele Topkapı'nın)geniş ziyaretçi kitlelerine hizmet verebilmesi mümkün değildir. Yeni düzenlemelere gitmek, teşhir için yeni mekân yaratmak(Millî Müze inşası gibi) yerine garip tedbirler alınma yoluna gidili-yor. Şu günlerde turistlerin ziyaretinin sağlanması için alman birtedbiri kabul etmek mümkün değildir, istanbul okullarının toplumüze gezileri kasım ve mart aylarına sığıştırılacakmış. Ne için, tu-rist grupları rahat gezsin diye. Peki İstanbul'da kasım ve mart ara-sı dönemde, bunca okulun oluşturduğu muazzam kalabalığa yeter-li hizmet verileceğini kim hesaplamış, daha doğrusu hesap yapa-bilmiş mi? Kasım-mart arasında gezmek zorunluluğu neden konu-yor ki, benim programım icabı talebelerimi ekimde gezdirmem ge-rekiyorsa, neden kasım sonunu bekleyeceğim veya nisanda, ma-yısta yapılacak bir gezi niçin erkene alınsın? Gençliğimde uzun yıllar mihmandarlık yaptım, gruplar müzeler-de en rahatsız edici unsurdur. Ciyak ciyak bağıran rehberlerin ar-kasındaki gülüşen, konuşan, fotoğraf çeken kalabalık, olgun vemeraklı ziyaretçinin tecerrüd halini ve zihinsel yoğunluğunu dağı-

Osmanoğulları, Kurumları, Müzelertır. Binalarımız dardır, teşhir zordur; müze olarak tasarlanmayan bi-naların müze olması bir dönem zarurettendi, bugün bu işten vaz-geçilmesi gerekiyor. Topkapı Sarayı, Saray-ı Hümâyûn (imparator-luk evi) olarak gezilmeli. Osmanlı medeniyeti sergisi olması içinbaşka teşhir alanları düşünülüyor, bir an evvel olması, geçilmesi ge-rekir. Ankara'da da Anadolu Medeniyetleri Müzesi (15. asır Os-manlı bedesteni) yakın gelecekte böyle bir sorunla karşılaşacak;teşhir edilen eserler için ayrı, geniş bir Millî Müze meydana gelme-si gerekir. Konya Mevlâna Müzesi de böyledir. Bir dergâhla müzefarklı şeylerdir. Turizm gelirine muhtacız, turizmi de teşvik etmeliyiz; ama mü-zelerin hizmet vereceği asıl kitle o yurdun gençleri ve okullarıdır, bugibi tasarrufları ve tedbirleri tasvip etmemiz mümkün değildir. Benkendi talebelerimi hep nisan ve mayısta Anadolu MedeniyetleriMüzesi'ne götürmüştüm. Bu âdetimi değiştirecek değilim. İstan-bul'da da Topkapı'yı ve yaz kursları sırasında her müzeyi talebele-rimle yazın gezmem gerekir, iyi düzenlenmiş müzelerde her zamankalabalık vardır (Paris Louvre, Leningrad Ermitaj, Floransa'da Uf-fizi, Madrid Prado veya Vatikan müzeleri). Bu kalabalık orayı herzaman geziyor. Floransa'da Uffizi Galeri ise artık rezervasyonlaadam alıyor; çünkü o mekân eski Toscana'nın Uffizi'si yani kalem-

103

Page 104: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

leridir; bir eşya teşhir mekânı değildir. Ziyaretçisi artan Türkiye mü-zeleri de değişimi acilen planlamalıdır. En acil değişim ve taşınma-lar da Topkapı Müzesi, Konya Mevlâna Müzesi ve yakın gelecekteAnkara Anadolu Medeniyetleri için düşünülmelidir. Tedbir yatırımve düzenleme ile olur, okul gezilerini sınırlamak ve giderek imkân-sız hale getirmek ulusal eğitimle bağdaşmaz. Gençlere müze nasılgezdirilir ve sevdirilir? Bir başka yazıda tartışacağız.27 Mayıs 2001

Türkiye Müzeleri ve Çocuk Rehberleri

Her yıl Müzeler Haftası dolayısıyla müzelerimiz hakkında bir çiftsöz söylüyorum. Konu bitmiyor. Geçmiş yıllarda yazdığım bir-ikiyazıya göz attım. Bu yıl da başka yönler ortaya çıktı. Türkiye mü-zeciliği şüphesiz ki, Batı Avrupa kadar eski değil; ama zaman far-kını da o kadar büyütmeyelim. Nihayet Rönesans'tan beri krallarınve düklerin elindeki koleksiyonların teşhiri ve geniş alâkadar kitle-ye açılması yavaş gelişen bir süreç olmuş. Hatta Fransız İhtila-li'nden önce aydınlanmanın ünlü eseri Diderot'nun "Ansiklope-dfsinde bu koleksiyonların müzelerde teşhiri halkın bir hakkı ve'gerekli bir kurum olarak öne sürülmüştür, ihtilalin ilk işi Louvre Sa-rayı'nı cumhuriyetin müzesi olarak örgütlemektir. Zamanla Fransa,ingiltere ve giderek Almanya ve Avusturya müzeleri şarktaki mu-hafazasız eserleri götürdüler. Sonuncusunun önemli zenginliklerin-den birisi Efes ve Yemen'in eski eserleridir. Eserlerin sahibi ülkeler illa ki bu eserleri anlamayanlar değildi.19'uncu yüzyıl Türkiye'sindeki bürokrasi, Bergama'yı da, Efes'i de,Suriye, Lübnan ve Filistin'deki zenginlikleri de pekâlâ takdir edi-yordu. Topkapı Sarayı'nda antik sikke koleksiyonları olduğu anla-şılıyor. Ama Kırım Savaşı sırasında Avusturya'nın tarafsızlığını teş-vik etsin diye ünlü eski çağ uzmanı Büyükelçi Baron Prokesch vonOsten'e bu koleksiyonlardan meselâ 52 sikkenin rüşvet diye veril-diği görülüyor. Eski eser piyasasını kontrol etmek kimsenin iktidarında değildi.Bugün de değil. Ne var ki, yükselen burjuvazinin bilgilenme ve il-gilenmesi bu eserlerin yurt içi koleksiyonlarda toplanmasını artırı-yor. Tanzimat döneminden beri merkezî hükümet eski eserlere ilgiduymuştur. Vilayetlerden toplanan eserler bugünkü Saint İrene Ki-lisesi'nde toplanırdı. Asar-ı Atika Müzesi'nin kuruluşu imparatorlu-

Osmanoğulları, Kurumlan, Müzelerğun aydın sadrazamı Âli Paşa sayesinde 1869'dadır. Ama ünlü şe-kerlemeci ailesinden gelen mimar Valloury'nin tersimlediği bugün-kü Arkeoloji yani Osmanlı Asar-ı Atika Müzesi'nin inşaatı 19'ncuyüzyıl sonunda 1891'de gerçekleşti. Binayı asıl tamamlayan bö-lümler 1910'a kadar sürdü. Müze aynı zamanda Cevat Paşa'nınhediye ettiği kitap koleksiyonlarıyla bir arkeoloji seminerine de ka-vuştu. Bugün Sultanahmet Meydanındaki İslam Eserleri Müzesi'ni bi-zim nesil çocukluk ve gençliğimizde Süleymaniye Külliyesi'ndekiyerinde hatırlarız. Evkaf-ı Islamiyye Müzesi olarak II. Meşrutiyet yıl-

104

Page 105: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

larında Halil Edhem Bey'in öncülüğünde kurulmuştu. Nedeni, ha-lılarımızı, sağda soldaki camilerdeki bin yıllık minberlerimizi hırsız-lardan korumaktı. Osmanlı'nın o zaman bu eserlerden anlayama-dığını kimse iddia edemez. Fakirlik ve örgütsüzlük bu hırsızlıklarınnedenidir. Bizden çok daha anlayışlı ve zengin İtalya bile eski eserhırsızlığından çok çekmiştir ve elan da çekiyor. Akdeniz dünyasın-da tarihî zenginliğini koruyabilen tek ülke İsrail'dir. Çünkü İsrail hal-kı bu zenginliğin hayatî önemini kavramıştır. Arkeoloji ve müzeci-lik İsrail'de sadece arkeolog ve müzecilerin değil, bütün halkın mil-lî sporudur. Herkes ciddi anlamda gönüllü bekçidir, herkes gönül-lü koruyucu ve rehberdir. Benim gibi, millî abide Massada'yı, He-redion gibi bir şehri ve bazı kibutzlardaki amatör arkeoloji ekiple-rini ve bunların profesyonellerle çalışmasını yakından tanıyanlar bugerçeği gördüler. Servetine sahip çıkmayan bir halkın soyulmasını hiçbir devletve bürokrasi engelleyemez. Eski eser kaçakçılığı dünyanın her ye-rinde 19'uncu yüzyıldakinden daha yoğun bir açgözlülükle, dahautanmazca ve açık konuşalım haddini bilmez, zenginleşen orta sı-nıflar tarafından dahi yapılıyor. İstanbul, Edirne ve Bursa'daki me-zarlıkları devletin koruması hiçbir şey ifade etmez. Evvela mezarlı-ğa bazı yeni gelenlerin aileleri bu mirasa saygılı olmalı ve ikinciside etraftaki halk buna sahip çıkmalıdır. Bazı müzelerimiz son 20 yıl içinde milletlerarası alanda isim ya-pacak kadar güzel tertiplendi. Bazıları taşrada, bazıları büyük şe-hirlerimizdedir. Taşrada tamamen ihmal edilenler de olabilir. Amahepsinin ortak derdi yurttaşlarımızın gereken ilgiyi göstermemesi-dir. Kitlenin destekleyip beslemediği müzenin zaten kendinden

Kırk Ambar Sohbetleribeklenen hizmeti yerine getirmesi mümkün olamaz. Müzelerin uz-manları en azından üniversitedekiler kadar yetişmiş olmalıdır. El-hak böyleleri de vardır. Ama emeklilik rejimleri ve de hele maaşla-rı utanılacak düzeydedir. Yabancı dil bilen, doktora yapan, iyi üni-versitelerde okuyan gençlerin bu kurumlara girmesi, istisnalar dı-şında beklenemez. Bu hafta Müzeler Haftası'dır. 18 ve 19 Mayıs'ta müzelerimizeücretsiz girildi. İstanbul Arkeoloji Müzesi gibi dünyaca ünlü bir anı-ta 3 bin 500 kişi girmiş. Topkapı Sarayı Müzesi'ne ise iki gündegelenler 30 bini aştı. Buna tahaccüm denilir. Gelenlerin bir şeygörmesi mümkün değildir. Sayının günlere yayılması için tedbirlerdüşünülmesi gerek. Buna karşılık, ünlü îslam Eserleri Müzesi'ninbu miktarda ziyaretçinin iltifatına mazhar olmadığı anlaşılıyor. De-mek ki, eğitim ve tanıtma yeterli değil. Kabahat kimin? Okulların ve televizyonların. Türkiye eski eser-lerin temsil ettiği devirler ve uygarlıkların çeşitliliği itibarıyla en zen-gin ülkedir. Müzelerimiz ve tarihî harabe yerlerimiz başlıca ulusalsorunumuzdur. Geçmiş 30 yılda mihmandar yetiştirdik. Özel ko-leksiyoncular yetiştirdik. Müzeler ve harabelere destek olan siviltoplum kuruluşları doğdu. Arkeoloji ve müzecilik alanındaki yayın-ların sayısı arttığı gibi, özel yayın kuruluşları başı çekiyor. Galata-saray Lisesi'nin civarında yan yana çalışan Arkeoloji ve Sanat Ya-yınları ve Homer Kitabevi bunlardan ikisidir; şüphesiz yetmez. Ba-tı'da bu alandaki yayınlara devlet sübvansiyonu verilir. Ama asıl

105

Page 106: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

önemlisi, çocuklarımızı arkeoloji ve sanat tarihine sokacak, onlaramüzeleri sevdirecek pedagog mihmandarlardır. Gayet parlak tem-silcileri olan turist rehberlerinin yanında böyle bir grubun genişvarlığından pek söz edemeyiz. Çocuk rehberlerinin eğitimine baş-lanması ve bir an evvel faaliyete geçmeleri gereklidir.22 Mayıs 2005

Yeni Cami Fareleri Salı günü Murat Bardakçı'nın kaleminden Hürriyet'te okuduk;Yeni Cami Külliyesi'nden Hünkâr Köşkü'ndeki (Hünkâr Mahfili) birkoca pano gaddar hırsızlarca bir çini dizisi kırılarak, sökülüp götü-rülmüş. Bir ay içinde bu ikinci pano hırsızlığı... Hünkâr Köşkü üç asırdır İstanbul camileri için yedek çini stok-larının saklandığı depoydu. Onlar eritildi. Sıra duvarlardaki çinilerisökmeye geldi. Birkaç yıl önce Üsküdar Valide-i Atik Camii'nin çi-nileri yok oldu, polis buldu ve yaralı pano yeniden monte edildi.Kasımpaşa Piyale Paşa Camii'nden çalınan çini panodan haberyok; kimsenin de ilgilendiği yok. Eski eser deposu olarak kullanı-lan Yenikapı Mevlevihanesi'ndeki yangın şaibelidir. Kim bilir han-gi hırsızlıklar ateşle örtüldü. Her yerde servetler el değiştiriyor, görgüsüz sınıflar yükseliyor.Bu görgüsüz sınıflar sanat sevici oluyor. Ve bilhassa bizde mezartaşlarına, cami çinilerine ve çeşmelere musallat oluyor. Görevlilerikandırıyorlar, çetelerle anlaşıyorlar ve istedikleri evlerine getiriliyor.Bu kadarla kalsa iyi. Birçok nadide parça uzak ülkelerdeki orta sı-nıf evlerin bahçelerine taşınıyor. Yükselen orta sınıfın arsızlık vecesaretinde sınır yok; yürütülüp götürülenler hiçbir zaman derlitoplu koleksiyonların parçası olamıyor; dolayısıyla gelecek nesille-rin bellek ve biliminden uzak kalacaklar. BM'nin UNESCO'su British Museum'daki Parthenon Tapına-ğı'nın frizlerini Yunanistan'a götürmek gibi kuru gösterişle uğraşa-cağına, hırsızlara mani olmak için bu gibi eserlerin sahibi olanhalkları örgütlese, hırsız orta sınıf sanatsever kitlelere taşın yerin-de güzel olduğunu, gerçek koleksiyonun ne olduğunu anlatan eği-tim programları düzenlese daha iyi eder. Eğitimsizlik, daha doğrusu yarım yamalak eğitim hırsızlığa teş-ne geniş bir kitle yaratmıştır. Avrupa eğitimi bireylerde sanat eser-

Kırk Ambar Sohbetlerilerine karşı bir eğilim ve saygı yaratıyor; ancak bu saygı bir koru-ma bilinci içinde sanat eserinin sadece kendi ortamında güzel veetkili olacağını öğretmiyor. Bu nedenle orta sınıf Avrupalı, falan ki-tabe veya mezar taşının, tabloların kendi evlerinde Akdeniz müze-lerinden daha iyi korunacağına peşinen inanan yarı cahil biradamdır. Yükselen orta sınıf tüketiminin her alanda olduğu gibi eski eseryağmacılığında da boy gösteren asrî bir facia olduğu açıktır. Fakatenvanteri yapılmamış kıymetli eserleri ortadan kaldıran yeni zen-gin sınıflardır. Doğru dürüst müze kurmadan eser toplamaya vehatta aşırmaya meraklıdırlar. Evin süsü ile bilime ışık tutacak birparçanın farkını anlayamazlar. Bu gibi sanatsever yağması karşısında devletin koruma teşkila-tının pek mevzii kalacağı açıktır. Her müzenin sayısız eserini, açık-

106

Page 107: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

taki yüzlerce harabeyi nasıl koruyacaksınız? Ya bizi âdeta ölümeısındıran o mezarlıklarımızı, o zarif taşları, o tarih kaynağını? Hal-kın ilgi ve saygı duymadığı bir ortamda hangi devlet koruma göre-vini başarabilir? Asıl önemlisi hangi devlet bürokrasisi halkta olma-yan sorumluluk duygusuna sahiptir? Ülkemizde devlet sadece imkânsızlık değil, umursamazlık için-dedir. Yurttaşların tenkit, talep ve baskısından uzak Vakıflar GenelMüdürlüğü bu kadar eseri sadece imkânsızlıktan değil umursamaz-lıktan dolayı da koruyamıyor. Eski eserlerin korunmasında en etki-li ülke olarak halen Amerika gösteriliyor. Ancak Amerika'nın zen-ginliği herkeste yok. Herkeste olması gereken, kamusal bağışlarzihniyeti ise bizi bırakın Avrupa'da bile yok, sadece Amerika'davar. Akdeniz'in İtalya, Mısır, Türkiye, Suriye ve İsrail gibi beş ülkesigerçekten çok zengin tarih hazinelerine sahiptir. Bu yüzden de hır-sızların ana hedefidirler. Bu arada "kıymet bilmezlik" gibi boş lafla-rın anlamının olmadığı açıktır. İtalyanlar Rönesans'tan beri Varsa-ni ve Cellini gibi büyük sanat tarihçileri yetiştiriyorlar. Avrupa'nınilk büyük koleksiyonları kilise ruhbanı ve İtalyan prensi tarafındanmeydana getirildi. Halk bu eserleri korur; ama buna rağmen top-layıcılar ve hırsızlar bu ülkenin her yanını asırlardan beri kazmıştırve halen kazıyor. Mısır, At Meydanı'na getirilen Dikilitaş'tan beribu açgözlülüğü doyurmaya çalışıyor. İran'ın ve bizim halimiz ma-

Osmanoğulları, Kurumlan, Müzeler '/9

lum. Şimdi de daha önce pek itibar görmeyen 16-17. asır çinilerimoda oldu. Yarım metrekarelik çini panoya birkaç milyon İngilizsterlini verilirse buna kim mani olabilir? Bu yurdun varlığını korumak 200 milyon maaşlı bekçilere değil17. asırdan kalma mezarlığın yanı başındaki halka ait olmalıdır.Onları korumak Afrodisyas'a gönül veren Sevgi Gönül'ün başkan-lığındaki Geyre Vakfı Gönüllüleri gibi grupların işi olmalıdır. İnsan-lar mezar taşı yüklemeye kalkan hırsızları kovalamadıkça bu iş çö-zülmez. O zaman Vakıflar gibi hantal kuruluşlar da hizaya gelebilir.İnançsız ve sevgisiz bir kitlenin ecdat eserlerini koruması mümkündeğildir. Yeni Cami fareleri kapanla yok edilemez, ancak uyanık birhalkın olduğu yerde faaliyet gösteremezler.14 Kasım 2004

Son Halife Abdülmecid'in Sergisine Gidin Osmanlı padişahları, hanedanın geleneği gereği, âdeta padişahve şehzade hayatı sürmeseler bile geçinecekleri bir meslek edin-mişlerdir. Şiir ve musikî umumiyetle düşkün olunan iki sanat dalıy-dı. Gerçi, Osmanoğulları içinde göze çarpan şair azdır. Musikî isedaha verimli bir alandır. Üçüncü Selim gibi Türk ve Şark musikisi-nin devi, İkinci Mahmud gibi kayda değer bestekârın ayarında şa-ir yoktur. Üçüncü Selim'in yazısı pek kötüdür ama İkinci Mahmudözgün üsluplu şahane bir hattattır. Hiç umulmaz; Dördüncü Muradgibi bir adem ejderhası, 200 okkayı kaldıran bir padişah da zarifbir hatta sahiptir. Hanedan üyeleri yazıyla uğraşmayı severdi. Kuş-kusuz, bütün Şark'ta güzel yazı, yani hüsnühat deyince, akla gelen-lerden biri Üçüncü Ahmed'dir. İstanbul onun Topkapı Sarayı'nda-

107

Page 108: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ki kütüphanesini ve o kütüphanedeki hat eserlerini tanımasa bile,her Allah'ın günü Üsküdar Meydanı ve Topkapı Sarayı önündekiünlü iki çeşmesini ve şaheser hattını seyrediyor. Kanuni Sultan Süleyman kuyumcuydu; hem de İtalyan sanatı-nın örneklerini tanıyacak ve uygulayacak kadar mükemmeldi. İkin-ci Abdülhamid ise padişah olmayıp marangozluk ve mobilyacılığıy-la kalsa dahi çok zengin olurdu. Onun tersimi yani dizaynı kadaryüksek nitelik ve yaratıcılık sergileyeni az bulunur. İstanbul Müftü-lüğü, Şer'iye Sicilleri arşivinde sicillerin saklandığı dolaplar onuneseridir ve bu tip özgün tarihî evrakı muhafaza edebilecek böyleyüksek nitelikte bir tersim tasavvur edilemez. 19'uncu yüzyılda padişahların alaturka musikî yanında Avrupamusikisine de düşkünlükleri arttı. Biz tarih kitaplarında Sultan Ab-dülaziz'i pehlivanlarla güreş tutan, horoz dövüştüren ve bir oturuş-ta bir kuzuyu haklayan Şarklı bir padişah diye öğreniriz. Oysa ken-disini tasvir eden ilk atlı heykeli yaptıran odur. Bu tabii hiçbir za-man bir yere monte edilemedi çünkü 16'ncı asırda, Sadrazam 1b-

Osmanoğulları, Kurumlan, Müzelerrahim Paşa'nın Sultanahmet Meydanı'na diktirdiği heykel grubu-nun başına gelen, belki bu heykelin de başına gelebilirdi. ZatenSultan Abdülaziz, kısa bir süre sonra meşum darbe ile tahtından ol-du ve heykel de bodrumlarda kaldı. Fakat padişahın bestelediğialafranga valslar ve şarkılar şimdilerde piyasaya çıkıyor. Sultan Ab-dülaziz aynı zamanda iyi ressamdı. Kendisinden sonra tahta çıkanSultan Beşinci Murad da bu vasıflara sahipti. Sultan Abdülaziz'in oğlu olan son halife Abdülmecid, ressamlığıile bilinir; bazı resimleri ustaca ürünlerdir, bazıları öyle değildir. Ni-tekim, geçtiğimiz pazartesi günü Dolmabahçe'de açılan sergidekieserlerinden oğlu şehzade Ömer Faruk Efendi'nin portresi, kızıDürrü Şehvar Sultan'ın portresinden çok daha başarılıdır. Halife at-ları resmetmeyi biliyor; insan figürlerinin aynı mazhariyete ulaştığısöylenemez. Ama eskizlerden anlaşılıyor ki, sebatlı bir ressamdır.Gerçi Abdülmecid'in asıl ustalığının musikî alanında olduğu açıktır.Bu yaz Arkeoloji Müzesi'nde, Emre Aracı'nın armonize ettiği veonun bestelediği bir elegy yani "ağıt", dinleyenleri büyüledi denebi-lir. Millî Saraylar İdaresi'nin Dolmabahçe Sarayında açtığı HalifeAbdülmecid'in resimlerinden oluşan sergide, Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanı Bülent Arınç hazırdı. Halifenin torunu NeslişahSultan sergiyi açtı. Böyle bir sergi tertiplemek, uygar ve kültürelmirasa sahip çıkan bir davranıştır. Musikimiz ve resmimizde pekâ-lâ yeri olan bir grup sanatçıyı Osmanlı hanedanından oldukları içinsilemeyiz. Sanatçı sanatçıdır. Şehzadeler ve padişahlar da iyi sanat-çıysalar, ulusal kültürü inşa edenlerdendir. Ben bu sergiyi böyle de-ğerlendiriyorum. 1 Şubat 2004

5KIRKAMBAR

Türkiyeli

108

Page 109: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Eskilerin Türkiya diye telaffuz ettikleri vatanımızın isim babala-rı bir bakıma orta çağların becerikli, gözlemi kuvvetli, dünyayı ta-nıyan İtalyan tüccar cumhuriyetleridir. 12'nci yüzyılda Küçük As-ya'daki yerleşimleri dört köşeyi kaplayan dedelerimizin Türkçesi debu kıtada yaşayan başka kavimlerin ortak anlaşma dili haline gel-diğinden, Cenovalı, Venedikli tüccarlar ve diplomatlar ülkemizeTurchia veya Turcmenia dediler. Bizim dedelerimiz o zaman Ro-ma İmparatorluğu'nun varisi olma iddiasındaydılar ve Bizanslılarınkendilerine Romalı demesi gibi, Romalı anlamında Rumî dediler.Bu isim tutundu. Büyük adamlara bu unvan veriliyordu. Belh'tengelmesine rağmen Mevlana Celaleddin hazretlerine Rumî denme-si gibi, yöneten hanedana Roma Selçukluları anlamında Selacikî-yeyi Rumî denirdi. Romalılık modern çağlarda yaşaması mümkün olmayan bir em-peryal kavramdır. O zaman kiliseye dahi Roma yani Rum-Orto-doks kilisesi denilirdi. Bugün Batılılar bu kelimeyi Helen Ortodoksanlamında Grek Ortodoks diye yanlış olarak kullanıyorlar; kilise deRomalılık kavramının zaten bütün dünyayı kapsadığını unutmuş,ökümenik kavramı peşinde koşuyor. Romalılık bütün dinlere ve dil-lere mensup olanları bir çatıda toplardı. Modern zamanlarda bunuyaşatmak mümkün değildir. Söğüt'te teşekkül eden beylik kısa za-manda cihanşümul oldu ama bütün İslam devletleri gibi hanedanınismini taşıdı. Geçmiş asırlarda "Osmanlı" yöneten hanedanın veona mensup olan devletlilerin adıydı; bir halkın kimliği olarak kul-lanılmadı. Onun emperyal bir kimlik haline dönüşmesi 19'uncuyüzyılın ulusalcı Avrupa'sını gözleyen ve göğüsleyen Babıâli yöne-ticilerinin icadıdır. Bütün milletleri, çeşitli dinden ve dilden bütünkavimleri kucaklar gibiyse de yeterince kucaklayamadı ve Osman-lılık bir Rum milletvekilinin deyişiyle de; "Osmanlı Bankası ne ka-dar Osmanlı ise o kadar Osmanlı" olarak eridi. Türk halkı arasın-

Kırk Ambar Sohbetlerida ve Avrupa edebiyatında yaşadı. Ne var ki Cumhuriyet'i kuran-lar da Türk deyimini hiç değilse başlangıçta Osmanlı kadar geniştutmuşlardır. 1924 anayasasındaki kullanılışı bu genişlik içindedir. 19'uncu yüzyılda imparatorluk tebaasından herhangi birinin"Biz Osmanlıyız" demesi veya bürokrasinin Osmanlı pasaportun-dan söz etmesi emperyal bir tutumdu. Gerçi, Avrupalıların Türkİmparatorluğu demesi gibi bazı ahvalde Rodoplar'daki Bulgarlar daTürk İmparatorluğu ve Türkiye'den söz ederlerdi. Ama bu "Os-manlılık" umumî bir deyimdi, o dahi tutunamadı. Avrupa'da coğ-rafyaya göre isimlendirilen ülke pek azdır. Büyük Britanya ve artıkresmen kullanılsa da pek sevilmeyen British terimi böyledir. Sonkalıntı Avusturya'dır, Osterreich; doğu devleti demek olan bu ülke-nin sakinlerine de Österreicher, Avusturyalı adı verilmiştir. Avus-turyalılık bir ara Alman, Trieste kalyanı, bazı Çekleri içeren ve se-vilen bir isim olduysa da sonunda onlar da herkes gibi bu unvanaisyan ettiler. Bugün Avusturya ismi ihtiyar halkın yorgunluğundan,dolu kasalarından ve Avusturya'da artık kayda değer bir halk gru-bunun olmamasından dolayı yaşıyor. Bir müddettir gazete sütunlarında Fransa, İtalya, Almanya gibitabirlerin böyle olduğundan söz ediliyor. Hatta bence ansiklopedi

109

Page 110: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ve sözlüklerde çok açık anlatıldığı halde yanıltma yoluna sapılarakbu isimleri coğrafyayla aynileştirip etnik kimliğini pas geçme eğili-mi var. Avrupa kıtasında İspanya gibi, iki küçük azınlık grubunu ta-nıdığı halde kendi Endülüslü, Aragonlu veya Kastilyalı olsun ortak-larının etnik ismini ayrı dil konuşan Katalan ve Basklara da örtüş-türen bir devlet vardır. Gene Bröton, Bask ve Korsikalı ayrı dil sa-hibi azınlıklarına aldırmadan kendi tarihî ismini kullanan Fransa daonun yanı başındadır. Bu tarihtir ve bu ülkelerin geldiği yer başkabir seçim de bırakmıyor. Türkiye tabiri hâkim etnik gruba göre, ülkemize başkalarınınverdiği bir isimdir. Şimdi bir de Türkiyeli tabiri yaratmanın mantık-la bağdaşır bir yanı olamaz. Kaldı ki, bu gibi mantık çıkmazını ön-lemenin önemli bir yolu tercüme etmekten geçer. Bir çevirin ba-kalım, hangi gümrükten Türkiye'yi nasıl çevirip geçeceğiz. Sizekimlik soruyorlar, kimliğinizi açık söyleyin. Türkiyeli bir üst kimlikolamaz. Başkaları da başka bir kelimeyi üst kimlik olarak kullan-maya kalkarsa ne dersiniz? Terimlerin nasıl oluştuğunu bilmek için

Kırk Ambarçocukların lego oyunu gibi zihinsel idman yapmak yetmez. Arka-sında uzun bir tarih, beklenmedik metaforlar ve değişimler yatar.Masa başında filoloji ve tarih bilgisinden yoksun olarak ortaya ko-nan bazı terimlerin hiç kimseye bir ufuk açacağına inanmıyoruz.Zaten işin garibi kimse de bazı gayretkeşlerden bu gibi zihin oyun-ları istemiyor. Ta Ziya Gökalp'ten beri Türk aydınları üstünkörüsözlüklere bakarak ortalığa kendilerince büyük ve ufuk açıcı kav-ramlar atmakla meşguldür. Hepsi biraz ortalığı karıştırır sonra daunutulur gider. Hele birisi, Amerikalı oluyor da Türkiyeli niye ol-masın dedi. Şüphesiz ikisine de göçmenler gelmiş ama birine ka-filelerle, öbürüne ise bavulu, vapur bileti ve özgür iradesiyle. Biri-nin adı Kristof Kolomb'un farkına varmadığı bir bilinmez yeni kıta-yı bilinir kıldığı için ismi verilen Cenovalı bir kaptandan, AmerigoVespucci'den geliyor. Sorsanız iyice okumuş yazmışların dışındasokaktaki Amerikalıların çoğu bile Vespucci'yi bilmez. Hiçbir ka-vimle, hiçbir dil ve dinle alâkası kurulmayan bir adem ismi yenikeşfedilen kozmopolit bir kıtaya verilmiş. Küçük Asya'nın 12'nciasırdaki adıyla ve o adın anlamıyla ve o ülkenin üzerindeki tarihîoluşumla paralellik kurabilmek için ancak bizim memlekette tarihve coğrafya okumak lazım.1 Ekim 2004

Biz Kimiz, 'Diğerleri' Kim?

"Kitab'ün Nahal ve'l milel - Dinî topluluklar ve inançlar" başlık-lı kitap Horasanlı bilgin Şahrastani tarafından 12. asır başında ka-leme alınmış. Avrupa dillerinde birçok tercümesi var. Hıristiyanlık,Zerdüştîlik, Maniheizm, Mazdek hareketi ve Yahudilik üzerine bu-gün dahi okunup bir şeyler öğrenilecek bir kitap. Şahrastani zama-nımızın ünlü Yahudi şarkiyatçısı Slome Goitein'in tabiriyle bu bel-geleri kimbilir ne zahmetle toplamıştır. Oysa miladın birinci asrın-da Roma'da hem de Yunanca ve Latincesi mükemmel Yahudikomşuların ortasında yaşayan Tacitus, Yahudiliği bu komşulara

110

Page 111: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sormaya bile lüzum görmemiş; "Yahudiler Kudüs'teki mabetlerin-de altın eşek heykeline tapınır", Şabat gününü kastederek "Çoktembel oldukları için de haftanın bir günü hiç iş yapmadan yatar-lar" diyor. Profesör Goitein haklı olarak "Beşeriyet, Tacitus'tanŞahrastani'ye ne kadar önemli bir yol kat etmiş" diyor. Ortaçağ Is-lamı'nın kendinden olmayana, "diğer'ine bakışındaki saygı ve has-sasiyet kayda değer. Müslüman Ortaçağı için 'diğeri' hep yanıbaşımızdaydı. El Biru-ni Hint dinlerini iyi tanırdı. İbni Haldun, yahudi tarihini çağdaşı ya-hudilerden daha iyi tetkik etmişti. Türklerin tarihinden söz ederdi.Müslümanların tarihleri boyunca ne engizisyon, ne de Nazizm gi-bi olayları yaratmadıkları açık. Orta zaman müslümanı, Faslı coğ-rafyacı îdrisi'nin kozmopolit Sicilya Sarayı'nda yaptığı gibi, İskan-dinav 'sagalarını' dahi dinleyip Rusyalıların tarihi için ipucu arayanadamlara sahipti. Bugünün Doğuluları ise maalesef etraflarını ka-ba gözlemlerle tanımayı tercih ediyorlar. işçi olarak yaşadığı, talebe olarak okuduğu ülkelerin dilini bilsede, tarihlerini, toplumsal bünyelerini ciddi olarak incelemiyorlar.Hintliler ve Senegalliler hariç dilini benimsediği kolonizatör ülke-nin edebiyatına ve toplumbilimine nüfuz eden pek yok.

Kırk Ambar Eski Sovyetlerin yetmiş milyon Müslümanı Rusçayı mükemmelkonuşur. Bu dili Ruslardan iyi yazanları tümen tümen. Ama siz hiçRusya tarihi, Rus dili üzerinde araştırmaları bulunan bir Türk duy-dunuz mu? Son AB-İKÖ buluşma forumunda Hassan bin Talal,Avrupalılar nasıl oryantalistlik (doğubilim) yapıyorlarsa, bizim deoksidentalizm (batıbilim) yapmamız gerekiyor dedi. Haklıdır. Doğu da, Batı da Allah'ındır -Goethe'nin 'Doğu-Batı Divanı'naaldığı bu Ayet-i Kerime 'öteki' 'Doğulu-Batılı' gibi kavramların nekadar yanardöner ve görece olduğunu vurgulamaya yeter. 'Diğe-ri' kim? Hepimiz. Herkes herkese göre diğeri... Afrikalı ile Asya-lı, Hıristiyan'la Yahudi, Eşkenaz Yahudi ile Seferad Yahudi, Müs-lüman ile Mecusi, dahası var: Türk Müslüman ile Arap Müslü-man birbirine göre öteki, ya da diğeri. Daha da var: Ortaçağ fi-lozoflarının dediği gibi; "Velayetün nas bela'yülazim" - diğerlerini(halkı) yönetmek büyük beladır. Demek ki, yönetenle yönetilende birbirine göre diğeri. 'Diğerini' tanıdığın ölçüde yakınlaşırsınve aradaki sınırlar kalkar. Doğu ve Batı ayrımı ne? Akdeniz'in doğusu da batısı da aynı ta-rih ve medeniyetin çocuklarının yurdu. 12. yüzyılın Endülüslü Ara-bi, Kadı Ahmed El Endulusi, medeniyeti yaratanlar diye eski Yu-nanlı, Romalı, Mısırlı, İbrani, İranlı, Hintli ve Arapları sayıyor. Di-ne değil, Akdenizli olma imtiyazına bağlı bir medeniyet bu. Öbür-leri, coğrafyaları nedeniyle bu kategoriye giremiyormuş. KuzeyAvrupa gerçekten bu camiaya geç girdi. Hepimiz Hazreti İbrahim'in çocuklarıyız, Aynı kelamın etrafın-da toplanmışız. Hepimiz eski Mısır ve Yunan medeniyetlerinin çı-kardığı felsefeyi benimsemişiz. Ötekiliğimiz giyim kuşam ve yeme-ğe münhasır. Ürdün Prensi Hassan bin Talal'ın Arap DünyasındaHıristiyanlık' adlı kitabı, hıristiyanlığı herkese öğretecek ölçüde safifadeli, bitaraf ve saygıyla kaleme alınmış bir kitap. Hassan bin Ta-lal, Şahrastani'nin geleneğini sürdürdüğünü gösteriyor.

111

Page 112: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

21. yüzyılda insanlar birbirlerinin inancına sadece saygı göster-mekle değil, hatta onu dış aşınmalara karşı muhafaza etmekle yü-kümlüdürler. Protestan misyonerlerin, sağda solda Müslümanlıkaleyhinde dolaştırdıkları uyduruk broşürlerle ne kendileri yeni ta-raftar kazanırlar, ne de uygarlığın yüzü güler. Bu asırda 'diğere' kar-şı ilgi, Hassan bin Talal'ınki gibi olmalıdır. Beşeriyet yobaz misyo-

' 90 Kırk Ambar Sohbetleri

ner broşürleriyle mi, yoksa Hassan bin Talal gibilerinin bilgece söy-lemleriyle mi yoluna devam edecek, göreceğiz. Bin yıllık Rusya kilisesi, komünizm döneminde aldığı yaralarlagüç zamanlar geçiriyor. Cemaatiyle ilgisini kaybetmiş. İkna ediciolamıyor. Boşluğu ABD'li ve İskandinavyalı misyonerler doldurma-ya kalktı. Her gün yeni taraftarlar kazanıyorlar. Rus Ortodoksluğubir inanç, ama asıl önemlisi bu inancın etrafında oluşan bir kültür-dür. Hepimizin huşu ile dinlediği, koroların terennüm ettiği ruhu-muzu temizleyen ilahiler, neşideler çok kimsenin derinliğine takıl-dığı ikonlar, sonsuz stepin ortasındaki soğan kubbeli kiliseler, Se-rov gibi ressamlar ve büyük Dostoyevski, hepsi de bu kültürün ürü-nü. Acaba Protestanlıkla donanacak bir Rusya'nın bu doğurgankültürle ve mistisizmle bir alâkası kalır mı? Biz Ortodoks değiliz, sa-natı ve kültürü seven insanlar olarak bu hayâsız propagandaya kar-şı çıkmalıyız. Demokrasi mi, etik mi daha önemli? Birbirinin inanç ve kültürünü küçümseyerek değiştirmeye kalk-mak değil, öğrenmek gerekir. İki yüz sene önce Alman FriedrichRückert'in Hayyam ve Hafız'ı Almancaya aruz vezniyle çevirmesi,Kuran'ın en güzel mealini Almancada ortaya koyması, JosephHammer'in İranlı Vassaf'ın tarihini mutantan Farsçadan Almanca-ya taşıması, Fransız oryantalistlerin Nadir Şah'ın tarihini Voltaire'indiline kazandırması ancak saygıyla karşılanır. Gelecekte İbni Hal-dun ve Biruni'nin torunları da Burgondia'nın arşivlerini, Kremlin'inkütüphanelerini içlerine sindirerek okuyacaklar. Dünya çokrenkli.Bu renklilik, 'diğeri' olmak için gerekmiyor. Medeniyetler lafı çoğultelaffuz edildiğinde siyasî ve diplomatik bir riya ile değil, gerçek birilgi ve sevecenlikle telaffuz edilmelidir.18/02/2002/Radikal Gazetesi

Assimilasyon Assimilasyon terimi "emme", "özümleme" diye çevrilebilir; ta-rihte bir kavmin diğerini yok etmesi olarak da niteleyebiliriz. Bu,ayrı bir dili ve dini olan kitlenin ayırıcı özelliklerinin, diğer kalaba-lık hâkim bir kavim tarafından yavaş yavaş yok edilmesidir. Hiç şüphesiz ki insanlık tarihi bu gibi evrim ve değişikliklerle do-ludur. Birbirine karışmayan ırk, yeryüzünün pek az noktasında, azsayıdadır. Tarih öncesi yani yazı öncesi çağlar gibi, yakın çağlardada assimilasyona uğrayarak kimlik kaybetmiş veya sayıca azalmışkabileler vardı. Meselâ Napoleon'u yenip Paris'e giren Rus ordusunun ön saf-larında herhalde çok egzotik görünüşlü kürklü, kalpaklı, oklu yaylıon bin kadar Nogaybat denilen hıristiyan Ural Nogayları varmış.Oysa bugün bu kavmin mensupları bu sayıya ulaşamıyor bile. Şe-hirleşme onları azaltmaya yetmiş.

112

Page 113: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Bunlar, değişik safhaları ve değişik tiplemeleri içerir. Tarihte dilini kaybettiği halde assimile olmayan kavimler de var-dır. Bunlar din etrafında veya kabile bağlantısına sahip kişilerdir.Meselâ İrlandalılar... Kelt asıllı dillerini hemen hemen unuttukları -ki bunu bilenlerin sayısı pek azdır, yaygın ve akıcı olarak kullana-mazlar- ve İngilizce konuştukları, hatta bu dilin edebiyatına ve ti-yatrosuna hizmet eden Bernard Shaw, Samuell Beckett, OscarWilde gibi büyük isimler çıkardıkları halde, İrlandalılıklarını folklor,menkıbeler ve Katolik inanç sayesinde muhafaza etmişlerdir. Benzer durum, İskoçya için de söz konusudur. Bazı halde tamamen farklı âdet ve ananeler, yeme-içme alış-kanlıkları assimilasyonu önler. Örneğin Ukraynalılar, Finli ve Rus-lar arasında geçişkenlik fazladır. Ayrı dil, geçişi önleyememiştir.Hatta bugünkü Rusya'nın kalbi Volga bölgesinin Fin-Ugur kabile-lerle meskun olduğu ve Ruslaştığı malumdur. Aynı geçişe aynı dil

Kırk Ambar Sohbetlerive dindeki Türk ve Slavlar arasında rastlanmaz. Bu iki ırk arasın-da evlilik ve karışma yoğun değildir; bu nedenle de uzun Altınordudevleti hâkimiyeti ve birkaç asırlık Çarlık Rusya ve Sovyet Rusyaegemenliği karşılıklı olarak assimilasyona neden olmamış, karışımsınırlı kalmıştır. Daha da ilginç örnek, Çinli ve Sinkiung yani Sincan denen Do-ğu Türkistan ahalisinin durumudur. Türkler Çinlileri "kötü yemekyiyen ve derileri kokan adamlar" olarak, Çinliler de Türkleri "hay-vanların sütünü içip süt mamullerini yiyen barbarlar" diye görüyor-larmış. İki ırkın bu durumda karışması ve bir gelecek inşa etmesimümkün olamıyor. Bu nedenle asıl âdetler, folklor ve günlük ya-şamdaki farklılıklar assimilasyonu önlüyor. Kavimler arası evlilik veyakınlaşma katiyen söz konusu olmuyor. Assimilasyon bazı halde üstün silahlarıyla hâkimiyet kuran, fa-tih azınlığın yok olmasıdır. Meselâ Orta Asya'da Toharlar tarihi-mizde Döger denilen Oğuzlar'a adlarını verip kaybolan kavimdir.Gene Türk kökenli Volga Bulgarları'nın Han Aspruk başkanlığın-da bugünkü Bulgaristan Slavları üzerinde hâkimiyet kurdukları, dil-lerinden bazı unsurları, asıl önemlisi bu kavme isimlerini bırakarakkaybolup gittikleri açıktır. Rusya'yı istilâ eden Kıpçık Türk kabilelerin başında gerçektenbir Moğol kabilesi olan Tatarlar vardı. Bu komutan kabilenin adı-nı, çoğunluğu teşkil eden Kıpçak kabileleri benimsedi. Rusya'da-ki Tatarlar'ın bu özgün Tatarlar ile isimden başka ilgisi yoktur.Kuşkusuz o hakiki Tatarlar da, Kıpçak ve Türk grupları içindeerimişlerdir. Gene başka bir dil konuşan Baltık yöresindeki Pruskavmi, Germenler'in arasında onlara isimlerini vererek kaybol-muştur. Bugünün Alman Prusyası ve Prusların hakiki Pruslar iledin, dil, ırk olarak isimlerinden başka hiçbir alâkası yoktur. De-mek ki sadece yenilenler değil, bazı halde yenenler de assimileediliyor. Nihayet bugünkü Rusların ismi de İsveç'ten gelen Varegler ta-rafından "Rosi-Ruotsi" olarak verilmiştir. Rus milliyetçi tarihçilerinitirazlarına rağmen en çok taraftarı bu görüş toplamaktadır. Nor-manlar, Rusya devletinin ve milletinin adını koymuştur. Gene Mi-lâttan Önce 1900'lerde Anadolu'ya bugünkü Güney Rusya'dan

113

Page 114: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

gelen Naşiler dillerini ve hatta ölü yakmak vesaire gibi folklor ve

Kırk Ambardinî ritüellerini korudukları halde isimlerini değiştirip yendikleriyerli halkın adını almışlar, yani Hatti, Hitit olmuşlardır. 20. ve 21. yüzyıllarda din, etnik renkleri bastırmaya yetmiyor.Ama mazide din, etnik kimliği de etkilemiştir. Milâttan önce 3.asırdan beri Mezopotamya, Suriye ve Filistin, "Aramî" dediğimizkavim tarafından istilâ edilmişti ve Arami dili yayılmıştı. Hazreti İsadoğduğunda Filistin halkı yani Yahudiler, İbranca konuşmuyordu,Aramca konuşuyordu. Hazreti İsa da Aramca konuşuyordu, amaeğitimli bütün Yahudiler gibi İbranca'yı dinî metinleri okumak veibâdet için öğrenmişti. İki bin yıl boyunca İbranca konuşmayan yahudiler, özellikle deAlman Sakson lehçesi temeline dayalı İbran ve Slav deyimlerle ka-rışık özgün yahudi dili olan Yidiş konuşan Avrupa yahudileri, İb-ranca'yı dinleri sayesinde zihinlerinde tuttu, kimliğini korudu ve budili modern İbranca olarak yeniden dirilttiler. Bugünkü Filistin'de İbranca günlük dil olarak 20. yüzyıl başındadiriltilip konuşulmaya başladı. Benzer bir durum tarihî dönemlerdede oluştu. Arap yarımadasının dışında da Arapça konuşan kavim-ler vardı, ama herkes Arap değildi, Samî ırkından idi. Milâdî 7.asırda Aramca çok yaygındı. Bu kavimler İslamiyet ile birlikte ben-zer dil olan Arapçaya da kolayca geçtiler ve ortaya kalabalık ve bü-yük bir Arap kavmi çıktı. Yoksa bugünkü Arap dünyasının ArapYarımadası'ndaki Araplık ile ne kadar ilgisi olduğu tartışılır. Ancakbu bölgede hıristiyanlığını koruyan Süryani, Keldani gibi gruplarAramca'yi, Mısır hıristiyanları olan Kobtlar da Kobtçayı muhafazaedebildiler. Ancak bu diller de yavaş yavaş ortadan kalkıyorlar. Meselâ Balkanlar'daki müslüman Pomaklar Bulgarca ve Hel-lence, Giritli bazı müslümanlar Hellence konuşurlar; dinleri dolayı-sıyla Türk etnisitesine geçiş yapmışlardır. Tarih ve coğrafyadançok bizim yanlış mübadele politikamızın etkisiyle Anadolu'daki Ka-ramanlı Türkler Hellenize olmuşlardır. Ama aynı tip bir geçiş, Mol-dova, Romanya ve Ukrayna'daki Gagauzlar için söz konusu değil-dir. Toplu yaşamları dolayısıyla etnik Türk özelliklerini 20. asra ka-dar korumuşlardır ve korumaya da devam ediyorlar. Bu gibi bir durum az sayıda ama kapalı hayat süren Karaylaryani Musevî Türkler için de söz konusudur. Germen dünyasının or-tasındaki Doğu Almanya'da yaşayan Sorblar Slavlıklarını korumuş-

194 Kırk Ambar Sohbetlerilar ama aynı şey Macaristan'daki Kumanlar için söz konusu olma-mıştır. Milliyetlerin assimilasyonu pek genel kurallar ve konumlarlaizah edilecek gibi değildir. Maalesef istisnalar kurallardan çoktur.İktisadî ve antropolojik şartlar kadar coğrafya şartları dahi etkilidir.Meselâ Sicilya ve Güney İtalya'da Milâttan Önce 6. asırda başla-yan Hellen kolonizasyonu iç bölgelere yayılamadı. Kıyıların iç kıs-mındaki İllirya asıllı Messapiler bu yayılmayı inatla durdurdular.Kültür olarak Hellenizm'e açıktılar, hatta dinleri bile Yunan tanrı-larını kısmen benimsedi. Ama dilleri ve kabile bağları Hellenlerlekaynaşmalarını önledi, hatta düşmanlığı teşvik etti.

114

Page 115: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Hiç kuşkusuz, yabancı bir assimilasyona aile, kabile bağlarınınkudreti dil ve folklorun korunması mani olmuş ve bunun en iyi ör-neğini Arap kavmi vermiştir. Dillerine düşkünlükleri, soy ve"hay"larına yani oymaklarına bağlılıkları, ananeye yani "sunne"yeriayetleri bugün dahi Arapları birbirine kenetler. Zaman makinesini kullanırsak; çağın Arap genci on kuşak ev-velki ecdadıyla rahatça yüz yüze gelip anlaşır. Çok toplumlu birözellik yoktur. Bu nedenle de bin yılı aşkın süre devleti olmayan vegezgin Arap idarecilerin yönettiği Arap dünyası, Araplığını muha-faza edebilmiştir. Assimilasyon, ta: İh düşüncesinin ve yorumunun temel sorunla-rından biridir. Soğukkanlı ve politik istismardan uzak değerlendir-meler yapmak için ise, çok sayıda mukayeseye başvurmak gerekir.29 Ocak 2003, Hürriyet Tarih

nDigerMi

"Diğer-other" Anglosakson çevrelerin son icadı. Bence hiç detutarlı olmayan, yani tarif vasfı olmayan bir deyim. "Diğer" bir Rusmatriyoşkası gibi sonsuz iç içelik ihtiva eden bir kavram. Hıristiyaniçin Yahudi diğer, Yahudinin içinde Eşkenaz ve Safarad Yahudi di-ğer. İdare edilen, edene diğer diye bakıyor. "Velayet'un nas bela-yu'l azm" -başkasını idare büyük beladır- diyor Ortaçağ Arap dev-let teorisi... Renkler, âdetler, yenen yemekler insanları birbirinegöre diğer yapmaya yeter. Kapalı kavimler "diğer" mefhumunu ko-lay yaratıyor, üstüne düşüyor ve abartıyorlar. Beşeriyetin sorunla-rını çözmeye çalışan bir alay endüstriyel toplum bu abartmanınâlâsını yapıyor; "diğer"i yaratıyor, abartıyor, büyütüyor, sonra dakendi pişirdiği put biçimli ekmeği yiyen cahiliye Arapları gibi,problemle gürültü patırtı çıkarıp, sözde savaşıyor. Sorunun başka boyutu da var; toplumlar birbirini öğrenip öğ-retmekte yavaş davranıyor. 18'inci ve 19'uncu asır boyu Doğutoplumlarını en iyi inceleyen Fransa'nın büyük şarkiyatçıları bu bil-gileri toplumlarına iyi aktaramamış, dar akademik çevrelerde kal-mışlar ki, bazı çağdaş politikacılar, hattâ düşünürler sık sık "Biz İs-lâm'ı, Doğu'yu bilmeyiz" diye mazeret ileri sürüp duruyorlar. Rus-çayı neredeyse Ruslardan iyi konuşan ve yazan tümen tümen Rus-ya Müslüman aydınlarının içinde, bir ünlü Rusya tarihçisi, Rus dilive edebiyatının gramer ve leksikografisinin saygın uzmanı yok.Üçüncü Dünya'da sömürgesi olduğu ülkenin dilini iyi bilen aydın-lar kalabalık ama Hindistan ve Senegal dışında bu dilde araştırma-cı ve uzman çıkaran pek yok. Doğu dünyası Batıbilimci-Occiden-talist veya müstağrib çıkarmadıkça ne dünyayı iyi kavrar ne dekendini anlatabilir. Hıristiyanlığı iyi öğrenmeyen Doğuluların misyoner faaliyetlerintahribatından şikâyet etmeye de pek hakları yok... Müslüman ül-kelerin tarihçileri Burgondiya'nın, İngiltere'nin, Rusya'nın arşivle-

Kırk Ambar Sohbetleririne girip o ülkelerin tarihi üzerine uzmanca yorumlar yapamadık-ça, sosyologlarımız saha araştırmaları ve bilimsel gözlemlerle Batıülkelerini yorumlamadıkça, Batı üzerine söylediklerimiz kahveha-

115

Page 116: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ne dedikodusundan ileri gidemez ve "emperyalizm" sızlanmasıylada hiçbir sorun çözülemez. Batı zihniyetini ve toplumlarını kabagözlemin dışında iyi kavramak gerekiyor. Bunu hiç değilse Türki-ye'nin sistematik ve örgütlü olarak yapması gerek çünkü artık in-san malzemesi var. Doğulular ortazamanda "diğer'ini iyi tanırdı. Coğrafyacı Idri-si'nin İskandinav sagalarını bile tanıdığı ve Rusyalıların tarihi içinyararlandığını Omelyan Pritsak gibi ciddi ilim adamı ortaya koydu.İbni Haldun Yahudi tarihî kaynaklarını okuttu; çağdaşı olan ha-hamların bile bilmediği bu kaynakları, tarihini yazarken kullanmış-tı. Doğulular bugün bu özelliklerini kaybetmiş durumda, tekrar ka-zanmaları lazım. "Öteki" nedir? Hepimiz Hz. İbrahim'in etrafındatoplanmışız. Yahudiler, Müslümanlar, Hıristiyanlar hepsi eski Mı-sır'dan gelen ve eski Yunan'la şekillenen bilim ve felsefenin izleyi-cileriyiz. "Ötekf'lik vasfını tayin eden unsurlar ise, bu dünyayı renk-li kılmaya yarıyor.17 Şubat 2002

Türk Olmak Zor Zenaat

Türkiye'de yaşamak zor; bu ifadeyi yarım asırdır duyuyorum.Genelde Türkler dışarı kaçmak ister... Bu kaçış Akdeniz ülkelerin-deki göçe benzemiyor; iyi tahsil görmüş, paralı veya er geç refahaerecek insanlar, listenin başında yer alıyor. Gençler gibi yaşlılar davar; altmışından sonra ölmek için oraya buraya gidiyorlar. Türki-ye'yi, itiraf etmesem bile güzelliğin ve renkliliğin merkezi olarakgörenlerden biri olduğumdan benim anlayamayacağım bir duygu;bu nedenle ülkemizin iten ve çeken taraflarının muhasebesini yap-makla meşgulüm. Dışarıdaki Türkler, ev sahibi açısından sorun çıkarmayan bir ke-sim; siz bakmayın başörtüsünden şikâyet eden Almanlar'a. Adlî is-tatistiklerde Türkler, kapalı ve eğitimsiz bir işçi sınıfında rastlanma-yacak kadar düşük göstergeler arz ediyor. Bayramda kurbanlık ko-yun kesme olaylarının abartılmasını da bırakın; Türkler'in yaşadığıişçi mahalleleri mezbelelik değil; sağlık ve temizlik sorunları asga-ride, hatta olabileceğinden iyi. Millet çalışıyor, biriktiriyor ama top-lumla bütünleşmiyor. Ne var ki bütünleşmeyenin inadı kadar, bü-tünleştiremeyenin dar kafalılığını ve tersliğini de hesaba katıp ko-nuşalım. Birisi için kapalı Anadolu insanı diyoruz, öbürünün Hol-landalı ve İngiliz komşularının aksine dünyaya kapalı köylü ve ka-sabalı bir millet olduğunu niye unutuyoruz? İş ABD'ye gelince du-rum adamakıllı değişiyor. Okutup, yetiştirip, donatıp gönderdiği-miz insanlardan oluşan bir sınıf bu. Professional lobby (meslek sa-hibi grup) diyorlar. Ülkesinin kırsal kesimlerinden kopup gelen Si-cilyalıdan, Yunanlı'dan hele Meksikahlar'dan çok farklılar. HattaII. Dünya Savaşı öncesi gelen Doğu Avrupa Yahudileri'nden deçok daha eğitimliler. ABD'deki Türkler, ilk günden çalışan, kaza-nan, üst düzeyde tüketmeye başlayan insanlar. Sık sık inanılmazbaşarılarıyla toplumun üst taraflarında gezinenleri duyarız. Doğru-su ABD de milliyetlerin dışlanmadığı, kabiliyetsiz ve tembellerin

Kırk Ambar Sohbetleri

116

Page 117: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ezildiği yer diye bilinir; Türkler bu cangılda hep üstte ve huzurlu idi.Ta ki zincirleme, uyuşturucu sorunu, Kıbrıs-Yunan propagandasıve Ermeni propagandası birbirini izleyene kadar. Haritada Türkiye'nin yerini bilmeyen mustarip orta sınıf insan-ları, uyuşturucunun ağına düşen çocuğunun vebalini Türkiye'dearıyor; zaten o Türkler Kıbrıs'ı yağmalayan(!), Ermeniler'i soykırı-ma uğratan(!) kötü adamlar değil mi? Bulunduğu yerde uslu usluçalışan, vergi veren Türk'ün okuldaki çocuğu, dedesinin Ermenikestiği gerekçesiyle diğer çocuklar tarafından tacize uğruyor. Şim-di bir de önündeki kitaptan böyle şeyleri okumak zorunda kalacak.Dışarıda etnik hassasiyeti artan Türk, her yerde ülkesi aleyhindekipropagandayla karşılaşır; Türkiye'ye karşı acil yaptırımlar uygulan-masını isteyen Rum ve Ermeniler "Biz Amerikan vergi mükellefi-yiz" diye bağırırlar. ABD'de yaşayan bir dostumun dediği gibi; san-ki suçladıkları ve okulda "Türklerin kasaplığını" öğrenmek zorundakalan çocukların ebeveyni vergi mükellefi değilmiş gibi... Son haf-ta kendilerini dinlediğim ATAA (Türk-Amerikan Dernekleri Fede-rasyonu) üyeleri, ABD'deki başarılı hayatlarına ve dünyaya açıkkonumlarına rağmen, bu baskıları yoğun olarak hisseden bir kitle-yi temsil ediyorlar. Şu anda Almanya'da Sosyalist ve Yeşilci gruplar ve devlet gö-revlisi yazarlardan oluşan garip bir koalisyon anti-Türk nutuklaratıyor. Bu nutuklarda sağlıklı muhakeme (audi alteram partem - di-ğer tarafı dinle) ilkesi yok. Nazi Reich'indeki babanın ve amcanınbenzerini başka yerlerde ve Türk tarihinde arıyorlar. Altı milyonYahudi'yi, bir milyon Çingene'yi, Kızıl Ordu'nun esir askerlerini fı-nnlayanlara ortak aranıyor ki, tarihteki suç yayılsın ve kokusu azal-sın. Fransızlar; vatanı işgal edenlerle işbirliği yaparak, Yahudiler'ikampa yollayan Fransa'nın tarihini temizlemek için, tarihî dramı-mızı soykırıma çeviriyor ve oralarda yaşayan Türkler suni öfke veteatral suçlamalara göğüs germek zorunda. Bence herkes göğüsgermeli. Ataletten kurtularak tarihi öğrenmeli, tartışmalı, ısrarlatezlerini savunmalı. îçerde de dışarıda da olsak; Türk olmak zor ze-naat... Kolay tarafından yaşamak mümkün değil...24 Haziran 2001

"Soykırım" Üzerine

Yaşı 65 civarındaydı, Viyanalıydı ve konuşması sık sık bu lehçe-ye kaçıyordu. Viyana lehçesini sevmediğimi ve anlamakta güçlükçektiğimi söylediğimde, "Ben de sevmiyorum ama doğduğum vebüyüdüğüm yerin alışkanlığı" derdi. 1971'de tanımıştım. Savaştanönce Viyana Teknik Yüksek Okulu'nda, yani bugünkü Teknik Üni-versite'de okuyanların çoğu gibi iyi bir mühendisti. Teknik tarih ko-nusunda ne biliyorsam onun heyecanlı izahlarından öğrenmişim-dir. Sonra Türkiye'ye bizi ziyarete geldiğinde; "1938 yılı 10 Ka-sım'ından beri ben artık Avusturyalı değilim" demişti. Oysa Viyana-lı yüksek mühendis Rudolf Karlburger çok Avusturyalıydı. Son gö-rüşmemizde beni Viyana'dan Floransa'ya uğurlarken hareket edenvagonu şapkasını çıkartarak selamladığını hala hatırlıyorum. Ailesi1938 martında Prag'a sığınmış ve orada meşum sondan kurtula-mamıştı. O ise Dachau toplama kampından Çin'e kaçabilmişti.

117

Page 118: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Avusturya Nazileri de Avusturyalıydı; rüşveti severlerdi ve beynel-milel Yahudi komitesinin ara sıra sızdırdığı rüşvetlerle bazı şanslımahkumlar böyle kurtulabiliyordu. 1938'in 9 Kasım'ı "Kristal Ge-cesfdir. Tertipli olarak Yahudi dükkanları yerle bir edilmiştir. Erte-si gün 10 Kasım'da ise kaçacak imkânı olmayan Yahudiler toplan-maya başlamıştı. Onların arasında genç mühendis Karlburger devardı ve kendisine ırkî ve dinî kökenlerini unutan, Almanlık veAvusturyalılıklanyla övünen birçok Yahudi gibi o gün ne olduğuöğretildi. Çar Rusyasında kasabalarına kapanıp yaşayan Yahudiler hertürlü hastalığın sorumlusu görülürdü. Balkanları karıştırmakla yü-kümlü İstanbul'daki Büyükelçi İgnatev 1877-78 savaşından sonraRusya'nın İçişleri Bakanı olunca "pogrom" denilen yağma olayları-nın tertibi için "Yahudilik"in yeterli gerekçe olduğunu söylemektençekinmezdi.

200 Kırk Ambar Sohbetleri 1492'de Gırnata (Granada) ve Kordoba'yı alarak Endülüs me-deniyetine son verenler zulümden kurtulmak için din değiştiren Ya-hudilerin bu din değiştirmeyle temize çıkamayacaklarını, kanları-nın temiz olması gerektiğini söylediler. Antisemitizm bir mirastı.Sadece dinle izah edilmez. Ortadoğu Hıristiyanları arasındaki anti-semitizm, Batı Hıristiyanlığındaki kadar kuvvetli olmadı hiçbir za-man. Irk ayrımı 2 bin yıllık bir yaşam biçimidir. Avrupa antisemi-tizminin en kanlı ve utanç verici tezahürü 1933-1945 arasında ya-şandı. Neye uğradığını şaşıran Alman Yahudilerine uygulanan zul-mü Vichy Fransası da aynen benimsedi. İşgalcinin desteğiyle Fran-sa, Yahudi düşmanlığı mirasını kendi Yahudilerine ve ülkesine sığı-nanlara uyguladı. İçlerindeki yabancıyı ne kadar kendi gibi olsa dabenimsememek bin yıllık bir mirastı. Doğrusu hâlâ da devam edi-yor. 1933 ile 1945 arasındaki havadan utanan ve şok geçirenlerkaldıramayacakları bu suçu paylaşacak başka toplumlar arıyorlar.Halen Türkiye'ye yöneltilen suçlamalar, dünyadan ve tarihten bi-haber parlamento üyelerinin aldığı kararlar, her şeyi bildiğini sanıphiçbir şey bilmeyen yargıçların Bernard Lewis gibi bilginleri "soy-kırımı inkâr etmekten" mahkum etmeleri; bazılarımızın biteviyetekrar ettikleri gibi Türkiye'nin AB'ye alınmasını önlemek için de-ğil. Olaylara bakkal gözüyle bakmaktan vazgeçmemiz lazım. Top-lumlar ruhsal temizlenme ihtiyacında ve Shakespeare'in "Ham-lef'indeki katil kralın deyişiyle; "kokusu göğü kaplayan leş gibi suç-larını" yükleyecek başka ortamlar arıyorlar. 1914'te Türk İmparatorluğunu ve onun yorgun ve çilekeş anaunsuru olan Türkleri lüzumsuz bir dünya savaşına sürükleyen, ma-ceraperest, dar görüşlü, bilgisiz yöneticilerin kontrol edemedikleritrajik olaylar hazırladıkları açıktır. Jön Türk muhalefeti her zamaniçin, dün dedeleri bugün de torunlarıyla, Türkiye adına olmadık yo-rumlar yaparlar. Ermeni tehciri ve katliamı tek taraflı değildir, birmukateledir. Bu olaylar harbin ilk yılında vukua gelmiş de değildir.1880'lerden beri Ermeni bağımsızlık özleminin yanlış politikalarlafiile geçmesi ve imparatorluğun parçalanması sırasında trajik bo-yutlara uzanmasıdır. Osmanlı da insanların yaşadığı bir alandı vecennet değildi ama yukarıdaki manzaralar bu imparatorlukta yok-tu. İnsanlar ve topluluklar kendi kompartımanlarında, kozmopolit

118

Page 119: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

bir dünyanın içinde yaşıyorlardı. Kimsenin kimseden nefret edecekiletişimi yoktu, ta ki ulusalcılık insanların cennette yaşayacaklarına

Kırk Ambarinandıkları bir farazi dünya kurana kadar... Her kavim ayrı bir ulu-salcılık akımı ve özlemi içindeydi. I. Dünya Harbi hepsini bir kana-la döktü. Harp sırasında bütün imparatorluk ulusları çatışma vekargaşa içinde telef olmuştur. Soykırım hukukî olaylarda muhake-me alışkanlığı olmayan ve tarih bilmeyenlerin vereceği hükümlekesinlik kazanmaz. Üstelik soykırıma karşı çıkmak milliyetçi olmakdeğildir çünkü bu suç zaman aşımına tabi değildir ve böyle bir fiil-de var olması gereken kültürel örgü dolayısıyla hem dedelerimizeteşmil edilir, yani sadece Enver ve Talat'ı değil, Fatih Sultan Meh-met'i de kapsar ve sadece bugünkü kuşağı değil torunlarını da bağ-lar. Böyle ağır bir suç farazî hükümlerle, olsa olsalarla benimsetile-mez; maddî ve bilhassa manevî sonuçları itibarıyla Türk kimliği vepasaportu taşıyan her bireyi kapsar. Soykırım suçlamaları karşısında hiç de milliyetçi bir örgütlenmeve yaşam biçimi göstermeyen Avrupa'daki ve özellikle ABD'dekiTürk grupların galeyana gelmeleri ve birlikte hareket etmeye baş-lamaları onların gurbette bu gerçeği daha iyi görmeleri ve kavra-malarıyla ilgilidir. Ortadaki resmî tarih tezinin ne olduğu belli değil-dir. Ama ulusun hukukunu savunmaya kalkan herkesin de bu ko-nuda canının istediği gibi konuşmasını kabul edemeyiz çünkü ha-kikaten vahim sonuçlar getirecek bilgisizce ifadelere rastlanıyor.Titiz ve bilgili uzmanların çalışmalarına müracaat edilmelidir. "Sözhürriyeti" gelecek kuşakları sıkıntıya sokacak sorumsuzluk demekdeğildir.1 Mayıs 2005

Ermeni Olayları ve Arşivlerimiz Ermeni sorunu alevlendikçe bütün siyasiler, memurlarımız, oku-muşlarımız arşivperver kesiliyor; dışarıda da Ermeniler, "Türklerarşivleri kapatıyorlar, açmıyorlar" diye kıyamet koparıyorlar. Aslın-da Ermeni tarihçi ve aydınların da önemli bir zaafı var; Türkçe öğ-renip Osmanlı evrak ve neşriyatını incelemek yerine, bağırarak ta-rih yorumu yapmayı tercih ediyorlar. Aralarında "soykırım" tarihçi-leri çok ama bu nasıl olmuş, diye işe girişecek Ermeni-Osmanlı ta-rihçisi yok... Bizim de Ermeni milletinin tarih boyu nasıl yaşayıpne düşündüğünü takip edecek Ermeni uzmanımız iki tane genç ço-cuk. Arşivler karşılıklı açılsa da, kim ne okuyacak? Gene mevcutevrakı gayriermeni ve gayritürk üçüncü taraf tarihçiler okuyacak-lar. Aslında üçüncü taraf tarihçilerin yazdıklarıyla iş nereye giderbilmiyorum; az sayıda, sesini çıkarmayan ama samimi ve bilgiliceyazanlar var; sadece alkışın iğvasına kapılıp partizanlık yapanlarvar; çıkar için yazanlar var. Tessa Hoffmann gibi, Alman istihbara-tının uzmanı olarak yazanlar var. Yves Ternon gibi hayatının alkı-şı için yazanlar var. En kısa zamanda Ermenistan ve Türkiye tarih-çileri bir araya gelip tartışmalı. Böylesi en iyisi, uzlaşılmasa dahi es-ki sert üslûp kaybolmaya başlar. Sözü arşivlere getirelim; arşivlerimizin atadan, dededen tasnifliolarak intikal eden bir kısmı var, tomar tomar saklanan kısmı var.Kimse 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başına ait evrakın tasnif edildiğini

119

Page 120: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ve içinde ne olduğunu tümüyle bildiğini söyleyebilir mi? Hayır. Bi-linen ve tasnif edilen kısım vardır; bilmediğiniz ve tasnif etmediği-niz kısım vardır. Ermeniler ve arşivi bilmeyen taraftarları, Türk ar-şivleri kendilerine bırakılsa, Nürnberg tipi kanun tasarıları ve En-ver, Talat, Cemal imzalı Ermeni imha emirleri veya Naziler'in ün-lü Van Zee toplantısı zabıtları gibi evrak çıkartır zannediyoruz. Boşkuruntu. Bu arşivlere mütarekede İngilizler, sonra da bir alay ecne-

Kırk Ambarbi tarihçi girdi. Osmanlı Devleti, Nazi Almanyası değil, Ermenilerde Berlin, Viyana Yahudileri değiller; lakin arşivler iki halkın trajiktarihini aydınlatır ve kışkırtıcıları insafa getirmeye yardımcı olur.Hakikatler akla kara gibi değildir, vicdanın ve yöntemin ölçüsü,puslu gerçeğe yaklaşmaya yardımcı olur. Osmanlı arşivlerini incelemeye başlayan bazıları, tasnif edilme-yen fonlardan derlenen ve seçilen bazı evrakın, Ermeni dosyalarıolarak ayrıldığını görecek; bunlar gerçi tarihçiye yardımcı olur amabir konuyu inceleyen tarihçi her şeyden önce malzemesini kendiseçer, kendi düzenler ve yorumlar. Dünyada ressama renk seçtiripfırça kullandıracak adam yoktur; tarihçilere de arşivlerden yapılanderlemelerle yön veremezsiniz. Çıkan evrak okundukça tarihçilerbambaşka manzaralarla karşılaşıyorlar. Bu manzaralar Batı'dakibazı kalemşorların yazdıkları şeylere uymuyor ama bir imparator-luk yıkılırken onun uyruklarının birlikte yaşadığı trajedi, acemice gi-rilen cihan harbinin getirdiği facialar daha iyi anlaşılıyor. Arşiv oku-nunca üç günde iş aydınlanır zannedenler de var; böyleleri akciğerröntgeni ile tarihî evrakı aynı mahiyette şeyler sananlardır. Arşivuzun araştırmaların ve zaman içinde sayısız tarihçinin sayısız fark-lı yorumunu besleyen bir kaynak, tarih-yazıcının antrenman alanı-dır. Arşivlerin ıslah ve tasnifini sadece Ermeni olayları vesilesiyledeğil, uygar ve eski bir millet olarak düşünmeli; "iktisadî kriz" gibiyaveleri ve sözde mazereti bırakarak malî kaynak ayırmalı; hattayurttaşlar olarak bağışta bulunarak bu önemli reformu gerçekleş-tirmeliyiz.22 Nisan 2001

Türk-Ermeni Buluşması

21 Kasım Çarşamba günü TURSAK'm tertiplediği "tarihte si-nema buluşması" etkinlikleri içinde bir de açık oturum vardı; Erme-niler ve Türkler arasındaki sorunları ele alıyordu. İtiraf edeyim ki,izlediğim ve katıldığım bunca açık oturum içinde bu kadar zihnimimeşgul edeni azdır. Emekli büyükelçilerimizin ve Ermenistan BilimAkademisi'nden seçkin simaların götürdüğü kapalı kapılar ardın-daki bazı görüşmeler dışında, doğrudan dinleyicilerin önünde ön-görüşmesiz ve hiçbir usul tespit edilmeden yapılan bir açık oturum-du. Kırk çeşit münasip veya münasebetsiz sual sorulabilir, müdaha-le olabilirdi. Salon kalabalıktı, başta "Agos"un şef redaktörü HrantDink ve şehrimiz Ermeni aydınlarının seçkin temsilcileri, tanıdığı-mız hemen her gruptan aydın oradaydı. Bunun tarihî bir toplantıolduğunun hepimiz bilincindeydik. Belki çok önemli konulara de-ğinilmedi, ama ilk defa kamu önünde iki taraf arasında doğrudan

120

Page 121: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

bir görüşme yapıldı. Öyle anlaşılıyor ki, her iki taraf da Batı Avru-palı birkaç sempatizan desteğiyle tertiplenen monologları artık il-ginç bulmuyordu. Üçüncü taraf olmadan kendi sorunlarımızı ko-nuşmaya ve tartışmaya başlamamız lazım. Bu hoş bir başlangıçtı... Açık oturuma, Ermenistan'ın genç rejisörü Dikran Khzmalyan,gene bu ülkenin genç tarihçilerinden Aleksandr Saf aryan katıldı.Türk Ermenolog (Ermeni bilimci) Birsen Karaca edebî çeviriyle il-gili bir sunuş yaptı. Türkiye ilk Ermeni uzmanlarını Rusya'da eğit-ti. Bunu talihli bir başlangıç olarak görüyoruz. Aleksandr şu andakurulan gayriresmî Türk-Ermeni komisyonunun sorunları çözece-ğine inanmadığını söyledi; hiçbir şey ilk adımda çözülmez ama çö-züme gider. Kaldı ki, sözü geçen Ermenistan'ın ağır iktisadî sorun-larını çözmeye yönelik bir girişimdir bu. Bir şeyi herkes anlamalı;Ermenistan artık devlettir. Diaspora yıllarının hırçınlığı ile hiçbirsorun halledilemez ve hayaller, Kafkaslar'ın granit gerçeğine çar-

Kırk Ambar par. Herkes soğukkanlı ve akılcı olmak zorundadır. Bununla birlik- te Safaryan'ın sorunlara yaklaşımında gerçekçiliğin ağırbaşlılığını gördüm. Dikran Khzmalyan ödül aldığı Antalya Film Festivali'nden söz etti... Kendisini anlayan bir dünyayı tanımıştı, bu festivalde gösterilen belgeseli de hoşa gitti. İnsanlar sanat ve beğeniyle birbi- rine bağlanır. Dünyada Yakın Doğu halkları kadar birbirini anlayan ve birbirine gönülden bağlanan bulunmaz. Tarih boyu çatışmaları olmuştur ama bunu dar kalıplarla yorumlamak sorunları aydınlata- maz. Uzun tatlı birliktelikler de vardır. Bunu herkes anlamalı; otu- ruma katılan İsveçli siyaset bilimci Klas Goran Karlsson bu konu- lara çok uzaktı. Evvela apostolik bir öğretmen edasıyla tarih öğret- ti. Ermenilik ve Türklük gibi mevhumları (sanal toplumlar) 19. asır- da ulusal bilince ulaşmanın hikâyesi olarak vaz etti; ulusçuluk üze- rindeki kuramlar ve kuralların maalesef çok istisnası var. Yakın Do- ğu tarihini bilmeyen Batı Avrupa siyaset bilimcileri kendi dünyala- rının kalıplarıyla beynelmilel görüşler üretmeye çalışıyor. Affedil- mez tarafları, kendi cemiyetlerinin geliştirdiği Şark tetkiklerinden habersiz olmaları... Zavallı Batılı şarkiyatçı unutulmak için üretmiş gibi... Bilimle provokasyonunun ilgisi az olmalı; Karlsson'un gö- rüşlerine ne Ermeni ne de Türk katılımcılar ilgi duydu... Ama mil- liyetçilikten uzak eğilimlere sahip ve "Atatürk" kitabıyla tanıdığımız Aleksandr Jevakhoff o derece mutedildi. Türkler ve Ermeniler bir- birlerini ilmî olarak tanımalı, etüt etmeli... Ermeni tarih ve edebi- yatına katkıları olan bir Türkle, Türkolog bir Er meninin yorumları daha yapıcı olur ve dinlenir. Burası İstanbul; İstanbul, Balkanlar ve Ortadoğu'da barışın ye- niden yarattığı bir merkez olabilir. 1000 yıllık mazisi ve geleneğin izleri yeter... Geçen cumartesi Kezban ve Hüseyin Hatemi çifti bir iftar verdiler. Diyanet işleri başkanımız ve Rum Patriki Bartolome- us hazretleri ve Ermeni Patriki II. Mesrob hazretleri; şehrimizdeki Süryani, Roma-Katolik ruhanî reisleri ve Yahudi cemaatinden Yu- suf Altıntaş hazırdı. Patrik II. Mesrob, İstanbul'u ziyarete gelen Su- riyeli dindaşlarının, "İftara siz de mi katılıyorsunuz?" sorusuna; "Bu- rası İstanbul, biz de katılıyoruz" demiş. Ev/et, İstanbul bir dünya başkenti. Oradaki ve onun yaşam biçimini îzleyen yerlerdeki ana-ne buydu... Onu yeniden yaşamanın faydası var...

121

Page 122: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

2 Aralık 2001

Türkler Göç Edince Ne Oluyor? Göç ederken bavulları dışında her şeyi bırakan bir ırkız. Bir ka-vim göç eder ama kimliğini bırakmak sağlıklı değil ve bu konudasınıf, gelir, bölge farkı olmaksızın aynı kusuru işliyoruz Pazartesi gecesi Kanal D'de "Türkler göç ediyor mu?" diye birprogram seyrettik. Fatih Altaylı halk tribünü ve uzmanlar tribününüyönetiyor. Program sürükleyiciydi. Uzmanlar tribününden Almanyagörmüş bir bey, Almanya'nın beş senede değiştiğini, ırkçılık falankalmadığını söylüyor; aksini söyleyen Nur Vergin'i dinlemeye ta-hammülü yok, yüzü geriliyor, dudaklarını ısırıyor, Almanlar'dan bileböyle sıkı patriot çıkmaz. Nur Vergin, Kanada'da hem de üst düzey-de davetli olduğu bir kongreye gittiğinde havaalanında yedi saat na-sıl tutulduğunu anlatıyor, öbür uzman ise Kanada'nm Türk cennetiolduğunu iddia ediyor, herkes göçmeliymiş. Göç müracaatı için ilgi-li bürolara bin dolar verilerek gerekli evrak dolduruluyormuş, yoksaçok zor işmiş. Halk tribününden bir hanım çocuklarını eğitim içinABD'ye yolladığını, iki yıldır orada olduklarını, çok memnun olduğu-nu söylüyor, bütün velilere tavsiye ediyor. Bütün veliler aynı şeyi yap-maya kalksa, köşebaşlarında birbirimizi soymak gerekir. Bizden çokdaha zengin ülkelerin medyasında dahi böyle sloganlar atılmaz. Gerçi giden yurttaş gider. Göçün muhtelif sebepleri var. Gençinsanlar adaletten emin değil ve ülkelerini iyi tanımıyorlar. TabiiTürkiye bu ülkeler için insan deposunun en uygunu; beğenin veyabeğenmeyin bizim eğitimden geçen, Amerika ve Kanada'da top-lumla daha kolay bütünleşiyor. Türkiye gümrah bir göç ülkesi...Parasız eğitim diye bağrışan gençlerin kulakları çınlasın, aslındaparasız okuyoruz, burslu okuyoruz. (YÖK'ün şahane burslanylamaster, doktora yapıp geri gelmiyoruz; bizim Siyasal Bilgiler'dekiasistanlardan dahi gidip gelmeyenler var. Kefiliniz endişe etmesin,ikide bir af çıkıp borçlar sıfırlanıyor.)

Kırk Ambar Benim üstünde duracağım nokta bu değil. Kültürel uyum safha-sı önemli; Türkler gittikleri yerde geldikleri yeri yaşayan bir kesim.Kültürel bütünleşme hırsımız Çek ve Alman göçmenler gibi değil;fakat öte yandan geldiğimiz yerin kültürünü ikinci kuşağa devret-me kabiliyetimiz pek düşük bir kavimiz. Uzunca dışarıda kalmış ay-dın (diplomat, tüccar, bilgin, sanatçı) sınıfın çocuğu da, işçi sınıfı-nın gençleri de kırık dökük Türkçe konuşur, hiç Türkçe yazamaz,Türkiye'yi tanımaz. Bunun istisnası pek azdır. İranlılar ve Ruslar gi-bi göçmen kavimlere bakınca maalesef asil ve necip milletimizinbir "Kulturvolk" yani özgün kültürümüzü her şart ve durumda ko-ruyabilen ve geliştiren bir halk olduğumuzu söylemek pek zordur. Altı milyon İranlı, Humeyni'den beri ülkeyi terk etti. Mücadele-ci değiller, kaçmak kolaylarına geliyor. Lakin, kültürlerini yurtlarıkadar kolay terk etmiyorlar. Kuşaktan kuşağa nefis Farsça'yı veedebiyatını aktarıyorlar. Gurbette Farsça konuşamayan İranlı ço-cuk pek azdır. Alexander Jevakhoff, Çarlık amirallerinden Jevak-hoff'un torunudur. Sürgünde doğdu, büyüdü, Fransız İçişleri Ba-kanlığında önemli bir amir, "Atatürk" üzerine yazdığı bir kitapla ta-nınıyor, Rusça'sı nefis, telaffuzu düzgün, yazımı düzgün, irene Me-

122

Page 123: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

likoff, St. Petersburg'da doğdu, birkaç ay içinde ailesi Fransa'yagöçtü, uzun yıllar oraya dönemedi. Rusça'sı konuşması ve yazma-sıyla nefis, üstelik kızlarına da öğretti, babaları Türk olduğu içinkızlarının Türkçe'yi bellemelerini de sağladı. Prof. A. Benningsen,eşi ve çocuklarının hiçbiri Rusya'yı göremeden ömürlerini Rus mü-nevverleri olarak sürdürdüler. Prof. Şahovski öyle, Prof. OmelyanPritsak öyle (o Ukraynalı). Haydi bunların hepsi aristokrat ve münevver, ABD'de Rusya veUkraynalı işçi ailelerde büyüyüp, 1989'dan sonra vatanlarına dö-nüp mükemmel Rusça, Ukraynaca konuşanlar biliyorum... Amaünlü bir aileden geldiği halde büyük dedesinin kim olduğu öğreti-lmeyen Amerikan Türk'ü gençleri de gördüm... Göç ederken bavulları dışında her şeyi bırakan bir ırkız. Bir ka-vim göç eder ama kimliğini bırakmak sağlıklı değil ve bu konudasınıf, gelir, bölge farkı olmaksızın aynı kusuru işliyoruz. Türkler'inhepsinin göç etmesi mümkün değil, göç edenlerin de hepsinin ye-rini bulup mutlu olması... Zikrettiğim TV programında Nur Vergintek başına bunu anlatmaya çalıştı, her şeye rağmen ilginç olan

Kırk Ambar Sohbetleriprogramda Nur'la meseleleri aynı platformda tartışacak başkakimse yoktu. Maalesef gelişmeler endişelerimizi doğruluyor, ihti-yarlayan ulusların işgücü açığını bizim hem de eğitimli işgücümüzkarşılamaya başladı. Üstelik göçenlerin o ortama sağlıklı bir kültü-rel temsille yerleşmeleri mümkün görünmüyor. Bizim yaşlanan Av-rupa'yı nüfusla desteklemek gibi bir yükümlülüğümüz yok... Yakıngelecekte biz nüfus sıkıntısı çekeceğiz ve en büyük avantajımızı he-der ediyoruz. Göçü önlemek Türkiye'de başlıca politika olmak ge-rekirken, politikacılar dahi dışgöçü olumlu bir gelişme gibi gösteri-yorlar. Hayatımda unutamadığım en dehşetli bir gevezeliği1970'lerde İtalya'daki ikinci mevki tren seyahatlerinden birindeyapmıştım: İhtiyar İtalyan teyze bana, "Ne olmuş yani, Mussolinizamanında kimse iş için dışarı gitmedi" diyordu. Bazı millî felaket-ler kapıyı çalıyor, ne olduğunu anlamıyoruz, getireceği sonuçlarıhiç tahmin edemiyoruz. Bu ülkede gençleri ve orta yaşlıları yurttatutacak adaleti sağlamalıyız, hiç de zor değil bu... Mutluluğun dabu yurtta yaratılacağını bilmemiz gerekir.29 Temmuz 2001

Elli Yıl Önceki Eski Türkiye Eski Türkiye olarak 1950'li yıllarımızı ele alacağız; çünkü be-nim yaşadığım ve hatırladığım elli yıl öncesi artık tarih oldu. Bizimülkemizde ve zihniyetimizde yakın tarih, araştırılıp yazılacak bir ko-nu olmalıydı; oysa yaşlıların gençlere aktardığı anı ve dedikodular-dan ibarettir. Ne var ki Türk toplumu bu elli yılda çok değişti; ya-şam biçimimiz, zenginliğimiz, dünya görüşümüz hatta muhafaza-karlığımız bu değişikliğin kapsamı içindedir. Benim çocukluğumda Türkiye halkı büyükşehir İstanbul'dakiahşap ve bahçeli evlerde otururdu. Ankara da öyleydi. Apartmanistisnai yaşam biçimiydi. Mahallelerde aydınlatma sınırlıydı. Şehrinçevre semtlerinde ve hele yeni türeyeni gecekondularda elektrikyoktu. Kentlerdeki birçok mahallede çe:şme, kova, güğüm, saplıteneke, eşekli saka doğal bir manzaraydı. Birçok evde dolap için-

123

Page 124: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

deki yüklük gusül alınan, daha doğrusu hane halkının yıkandığı bö-lümdü. Mahalle hamamları hayatın vazgeçilmez parçasıydı. Halkımızın yüzde sekseninin köylü, köylünün yurdun efendisiolduğu, 1953'te benim başladığım ilkokulda ezberletilirdi. Sözünilk yarısı doğruydu, öbür yarısı temenniydi. Mamafih şehirlere köy-lüler doluşuyordu. Yün çorap üstüne lastik ayakkabı hayatlarındayeni bir lükstü; ben inşaatlara mevsimlilk olarak çalışmaya gelenÇorumlu amelelerin çarık giydiğini de billiyorum,- çünkü Soğukku-yu lastiğinden yapılan (eski otomobil lastiiklerinin ufalanıp, prestengeçmeleriyle üretilir) ayakkabılar pahalı (geliyordu. Bugün Çorumpatlayan bir endüstri kenti; Çorumlular, Ankara'ya otomobilleriylegezmeye geliyorlar. O dönemin Türkiye'sinin garip motiflerinden birini anlatayım;yaşamını Ankara'da sürdürmeye mecburr olan bir Üsküdarlı yaşlıteyzenin, ağaca kayısı yemek için çıkam bu Çorumlulara bakıp"Türkler ağaca çıkmış" dediğini hatırlıyorum. Demek ki, Türki-

Kırk Ambar Sohbetleriye'de kavramlar, sınıflamalar henüz bize okulda öğretildiği gibi de-ğildi. Halkın önemlice kısmı okuma-yazma bilmiyordu. Sık sık bir-takım orta yaşlı köylü erkek ve kadınlar, hatta baş örtülü şehirli ha-nımların dahi, "Çocuğum falan yere giden otobüs şu mu?" diye sor-duklarını bilirim. Bu gibi geniş kitleye mensup insanların mektupla-rını okumak ve yazmak bazen bunalsak da yerine getirmemiz gere-ken yurttaşlık ve insanlık göreviydi. Türkiye cahildi. Onlarca yıl bo-yu İstanbul Üniversitesi, bazı yüksekokulların birleştirilmesiyle kuru-lan Ankara Üniversitesi, bir de Teknik Üniversite ve bazı yükseko-kullar bu ülkenin aydınını yetiştiriyordu. Liseler güçlüydü, sayılarıarttıkça kaliteleri düştü. Türkiye'de eğitimli insan Batıcıydı ama bubiraz ezbereydi; zira Batı dili bilenler parmakla gösterilirdi. Benim çocukluğumda ve gençliğimdeki Türkiye'nin yapısı2000'li yıllara yaklaşırken değişmeye başladı. Köylere traktör gir-di, işsizlik ortaya çıktı ama ekecek toprağı olan da zenginleşmeyebaşladı. Dahası 2 bin yıldır tahsildar ve jandarmadan saklanan köy-lünün yerini, heyetler halinde Ankara'ya gidip, kaymakamla valiyişikâyet edip, tayin ettirmeye başlayanlar aldılar. Demokrasi böylegeliyordu. Kitleler masum bir istekle değişimin tadına bakıyorduama işin ucunun kaçırılması da mukadderdi. 1953 yılı ilkbaharı olmalı, ailece Ankara'ya çok yakın bir köyegitmiştik, etraf yollar köylülerle doluydu; bugün bile hatırlıyorum,Türkiye fakirdi; kavruk, yırtık pırtık yığınlar, onların fotoğrafını bu-günkü torunları görseler zor inanırlar. Hepsi Menderes'e hayranve medyun-u şükran, başbakan ise köylüleri ağlayarak selamlıyor-du... Fakirlikleri ona dokunmuştu. Hiç şüphe yok ki, o da herkesgibi bu ülkeyi seviyordu, şartların yardımı ve yaptıklarıyla iki-üç yıliçinde bu halk onu da sevmişti. Ama 1957'de İstanbul'da Vezne-ciler'de, Şehzadebaşı'nda eski konaklar yıkılıp, içindeki kiracı İs-tanbullular sağa sola dağılınca ağlayan çok olmuştu, ben bile o gü-zellikler ve içindeki güzel insanlar gitti diye hüzünlenmiştim. İyi ni-yet yetmiyor; bilgi ve haddeden geçmiş bir zarafet (raffinement) delazım, tarih bilmek lazım, coğrafya bilgisi lazım... Türkiye'nin değişimi hiç de öyle kolay olmadı. 1950-60 arasıçok ilginç ve az düşünülen bir dönemdir. Yeri geldikçe değinece-

124

Page 125: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ğiz. 16Arahk2001

Enver Paşa Gayretkeşliği

Bu yazının başlığı için "Enver Paşa sendromu" deyimini de kul-lanabilirdik, ama Türkçeye çevrilemeyen bu gibi hem tıbbî, hempsikolojik deyimleri kullanmamayı tercih ettim. "Enver Paşa Gay-retkeşliği", imparatorluğun genç neslini felakete götüren sorum-suzluğu ifade eden bir deyimdir. Anlaşılan bu hastalık sırf EnverPaşa ile sınırlı değil; kültürel çevre ve zihniyetimiz değişip gelişme-dikçe, seçkinlerimiz arasında irsî olarak devam edeceği anlaşılıyor. Osmanlı devletinin müttefiki pek olmazdı, daha çok ittifaklarOsmanlı devletine karşı vardı. 18. asırda devlet, Avusturya-Rusyaittifakına karşı savaştı. Yeni çağın askerî teknolojisine uyum sağla-mak ve karşı tarafın seçkin generalleri ile baş etmek dönemin Os-manlı ordusunu hayli yıpratmıştı. Müttefikimiz gene yoktu; yalnızFransa'nın diplomatik destek ve müzahereti sağlanıyordu. 19. yüzyılda bir ilki gerçekleştirdik. Rusya ile Napoleon'a karşıittifak yapıldı ve Adriyatik Denizi'ndeki Ion Adaları'nda, Yedi Ada-lar Cumhuriyeti'ni Osmanlı ve Rusya imparatorlukları birlikte ku-rarak koruyuculuğunu üstlendiler. 1853 Kırım Savaşı, Müslüman-Hıristiyan ittifakıdır. İmparator-luk yöneticileri ve halkı, Ruslara karşı birtakım hıristiyanların ken-dileriyle birlikte çarpıştığını görüyordu; ne var ki, Tanzimat döne-minin büyük devlet adamları bu gibi manzaralar karşısında roman-tizme kapılıp ölçüyü kaçıracak takımdan değillerdi. Diplomatik üs-lûpları ve tavırlarıyla dizginleri elde tuttular. Hatta Mustafa ReşidPaşa, Yılmaz Öztuna'nın tabiriyle, III. Napoleon'u âdeta kandıra-rak Rusya'ya karşı savaşa sokmuştur; İmparator, Tanzimat'ın par-lak diplomatının adını duyunca hafakanlar geçirirmiş. Sonraki ittifaklarımız, özellikle Almanya ile olanı, nitelikli olma-yan devlet adamlarının marifetidir ve devlet ve milleti Birinci Bü-yük Savaşa sürüklemiştir. Üstelik Enver Paşa hadiseleri geriden iz-

212

Kırk Ambar Sohbetleri

lememe gibi genel bir düsturu, hadiseleri ne tarafından izleyeceği-ni bilemediği için yüzüne gözüne bulaştırdı. Ve savaş içinde de ma-nasız gayretkeşlikler yaptı. Galiçya'da (Batı Ukrayna) çarpışan, si-lahları ve donanımı mükemmel ama askerlik yeteneği sıfıra yakınAvusturya ordusuna yardım için en seçkin kıtalarımızı gönderdi.Müttefiklerimiz ondan bunu istememişti. Alman-Avusturya Genel-kurmayına yaranmak için asker yolluyordu. Avusturya-Macaristan ordusu, darbeler yemiş yaralı Rusya'nınkarşısında gerçekten dökülüyordu. Cephe Almanların yardımıylaancak ayakta duruyordu. Kafkasya'nın buzlarına, çölün kumlarınakurban ettiğimiz ve şimdi de Galiçya'ya sürdüğümüz Anadolu cen-gâverlerinden geride yıllarca ihmal edilen bir Türk şehitliği ve"Türk süvarileri Vistül Nehri'nden su içtiğine göre Polonya yeni-

125

Page 126: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

den bağımsızlaşacak" diyen Polonya efsanesinin gerçekleşmesikaldı. Ne var ki, Enver Paşa gayretkeşliğinin bu tarihî olayla sınır-lı kalmadığını yakın tarihimizde zaman zaman gördük. Terörle mü-cadele insanlığın ortak görevidir, ama Enver yöntemlerinden uzakkalmalı... Haftalardır Hariciyemizin bazı maruf simaları ve basın-daki dış politika uzmanları ağızbirliğiyle "geç kaldık" feryatları atı-yorlar. Ortada yıpranmış bir hükümet var ya, dış politika uzmanla-rı "onların uyuşukluğu yüzünden kenarda kaldık" diyorlar. Bu ikizümrenin dışında ise suskunluk hâkim. Bizim bildiğimiz diplomasisanatı; çatışmalarda insan unsurunu en son kullanarak, hattamümkünse kullanmadan sorunları halletmektir. Başka yolları vearaçları deneyin. Milletin yirmi yaşındaki çocukları en kıymetli var-lığımızdır. Binlerce masum insanın katillerine kimse tahammül edemez;otuz yıldır evlatlarını dış ve iç terörle kaybeden bir ülke, elbetteki hassas olacak ve mücadeleye müzahir olacaktır. Ama; "Amantiyatroya geç kaldık, ön sıralarda yerimizi alalım, sonra bizi gör-mezler, unutuluruz" diplomasisinin bizi nereye götüreceğini Allahbilir. Birden New York herkesin şehri oldu, güzel ve ilginç bir şehir;ama her şehir birileri için güzeldir... İnsanlar New York'ta değil de,başka yerde teröre kurban olsa, olaya daha mı farklı bakacağız?Bir yazarımız; "Şimdi ben de Amerikalıyım" diyor. Kurbanlarla öz-deşleşmek için Amerikalı değil, insan olmak yeter. Yarın bir gün

Kırk Ambar l'ö

başkaları terör kurbanı olsa veya şartlar başkalarını terörist konu-muna getirse, hangi kimliği seçeceğiz? Amerikalı, New York'lu ol-madan New York'u beğenelim, evine dönemeyen kurbanlar kendikomşumuz, iş arkadaşımızmış gibi düşünelim; müttefiklerle ise iti-dal ve âkil derecesinde iş görelim.30 Eylül 2001

Bu Toplumdan "Hayatlar"

1517'de Sina Çölü'nü gürültüsüz ve hadisesiz geçen Yavuz Sul-tan Selim Han'dan 400 sene sonra, Mısır'ın yeni fatihi olacağınısanan Bahriye Nazırı Cemal Paşa'da gerçi azim vardı; ama YavuzSelim gibi bir mareşalin kabiliyet ve dirayetinin zerresi yoktu, ingi-lizlerin önüne etten bir tank gibi atılan şehitlerin ve çölü geçen ga-zilerin bir kısmının, kum gözlüğü olmadığından Sina'nın kum fırtı-nalarından dolayı kör oldukları biliniyor. imparatorluğun bu cephesinden dönemeyen genç zabitlerdenbirinin oğlu 1915'te bu milletin içinde hayat denen macerasınabaşladı. Müntekim Ökmen neslinin birçok genci gibi şehit oğluyduve mütarekenin sıkıntıları içinde büyümüştü, ingilizlere neden ısı-namadığını sorduğumda, İngiliz askerlerinin mahalledeki taşkınlığı-nı ve edep dışı davranışlarını anlatmıştı. Bu toprağın bütün genç-leri gibi Batılılaşma ülküsü onu Fransız dilinin ve edebiyatının gir-dabına çekmişti. Çok uzun yıllar hiç Fransız tanımadan ve Fran-sa'ya gitmeden iğneyle kuyu kazar gibi bu dili öğrendi.

126

Page 127: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Türkiye 1940'larda adil olmayan bir cemiyetti. Adaletsizlik, fa-kirlikten çok bürokrasinin tahakkümünden ve üretimin düşüklü-ğünden ileri geliyordu. Herkesin kendine göre bir çözümü vardı.Müntekim bey de çözümü Marksizmde gördü. Fakat toplumunMarksizme karşı ilgi ve sıcaklığı yoktu. Yönetim ise çok amansız-dı. Müntekim bey bu amansızlığı nasıl değerlendiriyordu? Buruklukve tenkidi polisin muamelesi, savcının önyargısı üzerinde değildi.Her daim Türk toplumunun kültürel alandaki bilgisizlik ve nobran-lığından şikayetçi olumuştu. Aynı tutumu onda Avrupa'dayken de gözledim. Bu kıtadaki, bil-hassa Fransa'daki uygarlığın ve kültürün hızının kesildiğinin farkın-daydı. Ecevit bu ülkede hiçbir eylemiyle olmasa bile 1974 affıylaanılacaktır. 1974'te Müntekim bey bu af sayesinde pasaport aldı.

Kırk AmbarO tarihe kadar yarım asırdır sadece tahayyül ettiği, albümlerden,planlardan ve çevirdiği Fransızca kitaplardan ezberlediği Paris'igörme şansına erdi. Rue Vaugirarde'da, Paris'in bu en uzun soka-ğında üşenmeden yürüdüğünü bilirim. Fakir işçi mahallelerini kita-bî bilgisi dışında İdil Biret'ten sorup öğrenmişti. İdil'in bu entelek-tüel merakına hayrandı. Birkaç buluşmamızda tartışa tartışa Parissokaklarını arşınlamıştık. Kendisini ikna etmeyi değil, dinlemeyitercih ederdim. Bu neslin solcusu da sağcısı da bu memleketi ve bu milleti herşeyden çok sever. Ama 1940'ların yetenekli solcu gençleri gibi ye-tenekli ve dürüst sağcı gençleri de harcanmış veya bir köşeye itil-miştir. Müntekim beyin devlet geleneğimize, bu toprağın değerle-rine herkes kadar saygı gösterdiği açıktı. O artık peşinde bıraktığıtercümeleriyle yaşayacak. 1940'ların bilginlerinden Orhan SaikGökyay gibi bir edebiyat tarihçisini üniversitelerin dışında tutmak,bu memleketin sözde muhafazakâr ve milliyetçi geçinen hükümet-lerinin ne kadar riyakâr olduğunu gösterir. Bu memlekette bağnaz-lık birtakım çalışkan insanları bir köşeye itelerken eğilmeye hazırbaşlarla iş çıkarılacağını sanıyordu, hâlâ da öyle sanıyor.

25 Haziran Çarşamba akşamı saat 21.00'de Emre Aracı'nınyönetiminde İstanbul Oda Orkestrası; son Osmanlı asrından Sul-tan Abdülaziz, Sultan Murat, Rıfat bey gibi Türk bestekârlarınınAvrupai eserleriyle Guatelli Paşa ve Donizetti Paşa'nın eserleriniicra etti. Okul kitaplarında; "Bir oturuşta bir kuzuyu haklayan peh-livan Padişah" diye tanıtılan Sultan Abdülaziz'in başka bir kişilik ol-duğu; büyük olmasa da valsleri ve polkalarıyla sevilen bir bestekârolduğu anlaşıldı. Üstüne Sultan Abdülaziz iyi bir ressamdı. SultanV. Murat'ın otuz yıllık Çırağan mahkumiyeti boyunca bestelediğiyüzlerce eserin henüz incelenmediğini bilmeliyiz. Ama bu konserinbir sürprizi vardı. Son halife Abdülmecid'in bestekârlığı... PiyanistKari Berger'e ithafen bestelediği ve yeni keşfedilen elegy (ağıt) to-runu Neslişah Sultan kadar herkesi hayrette bıraktı. Halife Abdül-mecid bestelerini herkesten gizler ve kendi için çalarmış. Eski top-lumun tevazuu... Ayla Erduran"Ben bu mükemmel eseri mutlakaicra edeceğim" diyordu. Batı medeniyetine kapalı, oryantal, Ha-rem'in efendisi Osmanlı padişahları gibi tasvirlerin ne tarih öğren-

127

Page 128: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Kırk Ambar Sohbetlerimeye ne de bu toplumları anlamaya yararı olmayacağı çok açıktır.Biz her çağda ve her cümlede bu toplumu inşa eden hayatları ta-nımak, bilmek ve saygı göstermek zorundayız. Herhalde tarih dü-şüncesi ve bilgisi bugünkü gibi yarı cehalet ve küstahlık içinde ken-di kolayımıza karalamalar ve abartmalar yapmakla gelişemez. Düz-gün bir tarihçi düşünce toplumun fertlerini bugünü ve dünü ile sa-hiplenmeye ve bu büyük aile havası içinde gelecek nesillere devre-decek bir şeyler hazırlamaya dayanır.29 Haziran 2003

Birinci Roma'dan Üçüncü Roma'ya

Yukarıdaki başlık 1983'ten beri Roma Üniversitesi'nin her yılCampidoglio (Capitol)'de Belediye Sarayı'nda tertiplediği konfe-rans serisinin adi; Üçüncü Roma'nın Moskova olduğu iddiası, git-tikçe Stalin'in rejisörü Eisenstein'ın "Müthiş Ivan" filmi ve tam öbüruçta kilisenin bağnaz diye nitelendirilen papaz tarihçileriyle sınırlıkalıyor. İstanbul'un fethinden sonra Moskova; Bizans'ın, yani Do-ğu Roma'nın varisi olduğunu iddia ediyordu. Ama iddia Rusya'dadahi ancak zaman zaman alevlendi. Roma ebedi şehir, ebedi dev-let sistemiydi. Onu Hıristiyanlıkla özdeşleştirmek ancak dar kafalıHıristiyanlar'a özgü bir tutumdu. Nitekim Roma mirasına özenenikinci devlet; Ortaçağ Almanya'sındaki "Mukaddes Roma-Germenimparatorluğu" da böyle boş bir unvandı. Voltaire'in deyimiyle "Nemukaddes, ne de Roma, bir alay Alman." Doğru söylemiş Volta-ire, kasaba oteli ne kadar palassa bu da o kadar imparatorluk. Bugün bazı Katoliklerin bir kısmı bu iddiayı destekliyor; ama on-ların arasında dahi aklı selim ve ilim galip geldikçe, Üçüncü Ro-ma'nın Osmanlılar olduğunu idrake başladılar. Bütün dünyaya hük-meden, beşeriyetle hukukun ve idarenin güvenliği içinde yeni ufuk-lar açan eski Roma, 12 asırdan beri İstanbul'da devam etti. O impa-ratorluk yıkılınca da aynı coğrafyada milletleri bir uyumla yönetmekMüslüman Türkler'in tarihî görevi oldu. Bu son imparatorluktur;çünkü milletler onun hükmü altında kendi hayatlarını sürdürdüler.Son imparatorluk; çünkü yerel kültürler, yerellikler ölmedi, aksineDoğu'dan Suriye'nin adetlerini, mutfağını Balkanlar'a taşıyan; Bal-kanlılara idareci olarak, asker olarak Mezopotamya'ya gönderenOsmanlı'ydı. Son imparatorluktu; İtalyan'dan İranlı'ya bütün dünyaburada buluşuyordu, bütün dünyanın dili ve kültürü rahatlıkla kabulediliyordu. Başkent istanbul'un argosunda dahi bu milletlerin deyim-leri yaşıyordu. Endüstri medeniyeti ve ulusçuluk çağında Üçüncü Ro-

Kırk Ambar Sohbetlerima yani Osmanlı eridi, bu nedenle dördüncüsü olmayacak; ama sonRoma Osmanlı'nın müesseseleri yaşamaya devam ediyor. Sempozyumda kunuşurken; "Bizans'ın yanlış bir adlandırma ol-duğunu, Doğu Roma'yı kullanmamız gerektiğini" söylerken Başba-kanlık genelgesinden haberim yoktu; ama başkanlık divanı ve mes-lektaşlar bu çıkışı candan destekliyor, çünkü Bizans uyduruk birisim... Büyük Konstantin'in yeniden kurduğu şehrin arazisinde bu-

128

Page 129: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

günkü Sarayburnu'ndaki eski bir şehrin adını, bu imparatorluğa veuygarlığa koymak Doğu Romalılar'ın işi değil; onlar kendilerine Ro-malı (Romanioi), devletlerine ve ülkelerine de Roma derlerdi. BuAkdeniz imparatorluğunu ele geçiren, Doğu'dan gelen Türkler sonRoma'yı kurup idare ettiler. Rumî ve Rum Selçuklu Devleti gibi un-vanlar da gayet bilinçli isimlerdir. Roma bir etnik kimlik değildir; di-nî kimlik de değildir, Osmanlının Türklük ve Müslümanlığına manive zıt bir siyasi ruh da değildir; ama milletleri yöneten bir sisteminadıdır. O havayı ve o tarz yönetimi modern çağın imparatorluklarıdevam ettiremez. Benim burada üzerinde durup yeniden dönece-ğim konu başka. "Bizans" ismini o toplum ve uygarlığa layık gören-ler 16. asrın Alman hümanistleri, ezcümle Hieronymus Wolff tur.O yanlış isimlendirme; sözde Mukaddes Roma-Germen (Alman)İmparatorluğu'nu Eski Roma'nın Hıristiyan varisi olarak nitelendir-me gibi gülünç bir gayrete dayanır ki, Moskova'nın Bizans varisi ol-ma iddiasından daha da asılsız ve gülünçtür. Türk Dil Kurumu'nun kimselere sormadan alelacele çıkardığılistenin tutarsızlıkları vardır; ama her şeye, her kelimesine hücumetmenin de alemi yok; Bizans yanlış bir isim, Bizans medeniyetide yanlış; üstelik Rönesans Avrupası bu terimi kötü anlamda dakullanmış. Birilerinin yanlışlıktan dönmesi lazım; Bizans deyiminiunutup, Doğu Roma diye yazmak niçin "kaba ulusçuluk" olsun?Eğer Bizans araştırmalarında söz sahibi olsak (yani dil bilen araş-tırmacılarımız olsa), bu gibi düzeltmeleri yapacak ilmî organlarımızolsa, düzeltme daha çabuk kabul görürdü. Ama şimdilik Türki-ye'de "milliyetçiler" kadar "ilerici" denen tutumdakilerin de hepsi,Bizansçılıklarını ve anti Bizansçılıklarını, Bizanslılar'ın diliyle, on-larla (yani Romalılarla) diyalog kuramadan yapıyorlar.29 Nisan 2001

Hıristiyanlaşma ve Misyonerlik

Deprem bölgesinde 100-200 kişi açlıktan dolayı misyonerlerinmaddi desteğini alarak Hıristiyan olmuş. Böyle mühim bir olay"para" ile açıklanamaz. Aç insan dahi din değiştirmez Son günlerde misyonerlik faaliyetleri üzerinde açıklamalar yapı-lıyor. Gazeteler verdi, özellikle deprem bölgesindeki 100-200 kişiaçlıktan dolayı misyonerlerin maddi desteğini alarak Hıristiyan ol-muş. "Din değiştirmek kanunen serbest ama parayla yapılanı gü-nah" deniyor. Tanassur (Hıristiyanlaşma) dediğimiz işlem eski top-lumda idamı gerektiren bir suçtu. Bu daha çok nizamı temin içinbaşvurulan, etrafı yatıştıran bir cezadır. Tarihimizde çok rastlananbir olay değildir. Tanzimat döneminde muhtelif vilayetlerde bazıgizli Hıristiyanlar; fermanın havasına kapılarak asli dinlerini açıkla-dılar. Neticede bunlar etraftaki topluluğun infialini önlemek için sü-rüldüler; birçok yerde ise Müslüman komşuları "Biz onların ne ol-duğunu biliyorduk" tavrına girdiklerinden hiçbir şey yapılmadı veolmadı. Ünlü ailelerden çocukları tanassur edenler vardı; hatta birtanesi Vatikan'da önemli bir mevkiye ulaşmıştı (Müller, Molla veyaMollazade diye anılır). Mahmud Cevdet Paşa'nın torunu tanassuredip rahibe olmuştu; buna rağmen o tarihlerde Türkiye'ye gelipgittiğini herkes bilir.

129

Page 130: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Böyle mühim bir olayı "para" ile açıklamak tefekkür ucuzluğu-dur. Aç insan dahi din değiştirmez. Ortada ciddi bir kültürel buh-ran vardır ve tanassur edenlerin sayısı birkaç yüz değil, birkaç onbindir. Deprem bölgesi ile sınırlı değildir. Şehirlerde her sınıf genç,köyden çıkan, okumuş, diplomalı vs. her tip insan vardır. Daha ga-ribi, Hıristiyan olanlar Roma-Katolik mezhebine girmekten çokkendi ülkelerinde dahi cemaatsizlikten kilise kapatan Protestanlığageçiyorlar. Bu garabet de Protestan misyonerin propagandasındançok; bilir bilmez tercüme ettiğimiz okul tarih kitaplarında "Protes-

Kırk Ambar Sohbetleritanlığı liberal, ilerici vs. gibi boş laflarla metheden" pasajların etki-si yok mu acaba? Protestanlık; Rusya'da, Türk cumhuriyetlerindeve bizde propaganda yapıyor. En çok Rusya'daki ruhları devşiri-yor. Bunu maddi sıkıntıyla açıklamak kolaycılıktır. Öyle olmadığınıgördüm. Toplumun içki içmeyen, çalışan insanlarını nasıl kazanı-yorlar? Zira Rus kilisesi dağılmış, yurtdışındaki mülteci Rus kilisesiise Amerikalı olmuş, Rus insanı ile iletişim kuramıyor. Ruhban sı-nıfı mazide Komünist Partili veya KGB'li adamlardan oluştuğun-dan halk onlara ısınamıyor. Kiliselerin dışında ayin yapan gruplarvar. Protestan misyonerler bulanık suda balık avlıyor. Doğrusu butasvip edilen bir gelişme değil. Ortodoks mezhebi ve kilise o ülke-nin tarihi ve kültürüdür. Birtakım Protestan misyoner kadın ve er-keklerin (misyonerlerin) o kültürü yani Dostoyevski'yi, Rublev'i,Aksakov'u yaratan kültürü tahrip etmeleri hoş karşılanmaz. Türki-ye'de de insanlarımıza maalesef tarihi, kültürü ve kimliği vereme-dik. İnancın zayıflığı veya fakirlikten değil; kültürel referansların(demir alma noktalarının) noksanlığından bu olaylar oluyor. Ma-mafih din değiştirme beynelmilel bir olay. İslamiyete dönüş olay-ları daha çok. ABD ve Avrupa'daki din değiştirmenin daha fazla-sı Budizme meylediyor. Almanya ve Fransa gibi ülkelerde birkaçnesildir (muhtedi-hidayete eren) Müslümanlar var. Bu safkan Fran-sız Müslümanların sayısı 50 bini geçiyor. İspanya gibi Katolik şam-piyonu ülkelerde bile sayısı 20 bini geçiyormuş. Bununla birlikteartık kitlevî din değiştirme çağı geçmiştir. Deprem travması geçi-ren insanlarımıza hekim götüremedik. Doğru dürüst manevî hiz-met veremedik, psikologlarımız onlarla diyalog kuramadı; çaresizinsanların din değiştirmesini para açgözlülüğüne bağlayarak izahetmeyi doğru bulmuyorum. Müslüman misyonerler daha çok Afrika kıtasında faaliyette.Müslümanlar Afrika'da, Hıristiyanlara göre iktisadî ve içtimai yön-den daha iyi durumdalar. Hatta Habeşistan (Etiyopya) gibi en eskiHıristiyan medeniyetleri görmüş ülke ve halk arasında da bu duru-mu gözlemek mümkün. Çin'de Müslüman Çinli kız makbulmüş;ancak evlilik için damadın bütün ailesinin Müslüman olması isteni-yormuş; bu yüzden istatistiklerde (Dungan-Çinli Müslüman) nüfu-sun arttığı gözleniyormuş. Kitlevî din değiştirmeler asrında değiliz; depremzedelere veumumen şehirleşmezedelere geçirmekte oldukları travmadan çık-

Kırk Ambarmalarını sağlayacak psikolojik desteği ve iç huzuru kim sağlaya-cak? Ne laiklerimizin ne din görevlilerinin bu hizmeti vermekten

130

Page 131: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

çok uzak oldukları açık. Öğretmeni, psikologu, din görevlisi insan-larımıza yardım etmek zorunda; eğer onlarda böyle bir donanımyoksa başkaları onların yerini alır. Biz yeni kuşaklarla ve ruhenmustarip insanlarımızla iletişim kuramayan bir toplumuz; ne tektek aydınlarımız ne de kurumlarımız böyle bir şevke ve donanımasahip değil.25 Ağustos 2002

Misyonerlik

30 sene önceydi; Heidelberg'deki arkadaşım kapıdan iki misyo-neri sepetledi. Kaba bir davranıştı. İnançlı bir Protestan olduğunubiliyordum, buna rağmen "Burada ruhunu şeytana kaptıranları iknaetmeye ve çaresiz, evsiz barksız, alkolik insanlara Hıristiyanca eluzatmak için bizden yardım toplasalar seve seve veririm ama Afri-ka ormanlarında kendi halindeki zencileri Hıristiyan yapmak içinyardım toplayanlar benim kapımı çalmasınlar" dedi. Yüzyılın insanıartık Hıristiyanlığa ve dünyaya da başka türlü bakıyor, önce kendikapınızın civarını halledin diyor. Savandaki zencinin animist-tote-mist kültürüne dahi saygı duyulmasını istiyor. Doğrusu da bu. Mis-yoner faaliyetler uzandıkları yere mutluluktan çok sorun taşıyorlar. Semavi dinlerin ilki olan Yahudilik misyoner değil çünkü ancakİsrail'in çocukları seçilmiştir ve Tanrı onların tanrısıdır. Bazı mez-hepler ve inançlar da öyledir. Hiç kimse doğuştan öyle olmadığıtakdirde Dürzi, Nusayri, Yezidi olamaz. Hıristiyanlığın içindeki bir-çok kilise misyoner faaliyette bulunmaz. Ermeniler, Mısır Kobtları,Süryani kilisesi gibi. Bununla birlikte mazide bu saydığımız Hıristi-yan gruplarla birlikte Yahudiliğe kabul edilen başka etnik gruplarda vardır, bunların başında Türkler gelir. Şaşılacak bir nokta; üni-versallik iddiasındaki Ortodoks kilisesinin çok az misyoner etkinlikgöstermesidir. Güney Amerika'da Katolisizmden bıkan bazıları Or-todoks kilisesine geçmişler. O kudretli Rusya İmparatorluğu bile azsayıdaki kavmi ve insanı kendi kilisesine kazanabilmiştir. Şu sıralarKatolik kilisesinin misyoner faaliyetleri eskisine göre çok zayıfla-mıştır. St. Paul'un izleyicileri geçmiş asırlarda Amerika ve Afri-ka'nın masum insanlarını İsa'nın inancına kazandırmak için utanı-lacak cinayetlerde bulundular. Müslümanlar bir ara Afrika'da etkin-di. Şimdi de Afrika ülkelerinde toplumsal bakımdan tırmanan ve iyiyere sahip olanlar Müslümanlar... Ancak Müslüman misyoner fa-aliyetleri Protestanlarla mukayese edilemez.

Kırk Ambar Dünyada hızlı misyoner etkinliklerde boulunan tek grup Protes-tanlar veya Protestanlıktan çıktığı görüleni garip cemaatler. Bunla-rın malî kaynağı da ABD ve Amerikan tosplumu, Kuzeybatı Avru-pa onları izliyor. Hele 80 yıllık komünizm c döneminde önemli yara-lar alan ve bugün dahi ruhban sınıfı KGB5 ajanlığıyla itham edilenRusya Ortodoksları, Amerikalıların Prosteestan etkinliği karşısındaçok zayıf. Rusya'da Protestanlık hızla yüksselen bir çizgi gösteriyor,Anglo-Saksonlar çarlar devrinden beri nüffuz etmeye çalıştıkları buülkede yükselişte. İnancın ne olduğu bizi i ilgilendirmez ama aydınkişiler olarak.bu gibi faaliyetlerin de külttürel tahribat yarattığını

131

Page 132: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

söylemeliyiz. Dostoyevski, Tolstoy, Andreîi Rublov, Tyutçev hepsio Ortodoks dünyanın ürünleri. Protestan ffaaliyetler bin yıllık Orto-doks Rusya'nın değerlerine ve kültürüne eaykırıdır. Kendi evindekimuhtaç insanlara el uzatmayan misyonerlier Rusya'ya el atıyorlar.Kore bu gibi faaliyetlerden dolayı parçalaınmış bir inanç ve kültürortamına giriyor. Geçen asırda Osmanlı İmparatorluğumda Amerikalı Protestanmisyonerlerden en çok rahatsız olanlar Müislümanlar değildi. Gene18-19'uncu yüzyıllarda Katoliklerden rahıatsız olanlar da Müslü-manlar değildi. Yerli Hıristiyanlar ciddi birr gerilim içindeydi. RumOrtodoks kilisesi ve Ermeni kilisesi her g^ün Bâbıâlî'ye Protestanmisyonerleri şikayet ediyordu. Haksız da ddeğillerdi. Bilhassa sayısıartan Ermeni Protestanlar bu toplumun içtinde bir problem yaratı-yordu. Misyonerlerin açtığı okullar Allah icçin daha iyi eğitim veri-yordu. Bunların sayısını 400 olarak tespit: etmiştim. İzmir Ekono-mi Universitesi'nden Uygur Kocabaşoğluı daha sonra etraflı biraraştırma yaptı. Açtıkları okulların ders prcogramı hayata yönelikti.Sanayi okulları becerikli elemanlar yetişttiriyordu. Ama Ortado-ğu'da ve Doğu Anadolu'da da hayatın tadımı kaçırdılar. Bu nedenleilk Kemalist kuşak misyoner faaliyetler gössteren bu okullara karşıteyakkuz halindeydi. Tevhid-i Tedrisat Kanıunu'nda medreseler ka-dar bu okulların yarattığı dünyayı da kontrcol etme amacı vardır veyabancı dil eğitiminin düzeyi düşse de okulların kültürel etkinliği de-netlenebildi. Din değiştirme olgusu yaygın; Fransa'dla soyca Fransız olduğuhalde Müslümanlaşan 50 bin kadar vatandaş var. Fransız toplumu-nu Mağrip'ten ve Türkiye'den gelen milyoniların aksine daha çok il-

224 Kırk Ambar Sohbetlerigilendiriyorlar; bu soğukkanlı ama yoğun bir ilgi. Soyca FransızMüslümanların sayıları 100 bini aşsa Hıristiyan Fransa'nın Müslü-man kardeşlerine takındığı soğukkanlı suskunluk değişiverir. İspan-ya'da sayıları 20 bin kadar, Almanya'da da var. Aydın tabakanıniçindeki bu tür din değiştirmeler Avrupa'da egzotizm sayılıyor. Alttabakalarda ise Müslümanlaşmaya rastlanmıyor. Zaten bu gibi dindeğiştirmeler üzerinde rafine denetim usulleri var. Türkiye'de iseaydın sınıfı laik tutumdadır ve bu olgu ile hiç ilgilenmiyor. Hatta il-gisizlik, bilgisizliği getiriyor. İnanç coğrafyasındaki değişiklikler nü-fus coğrafyasındaki değişiklikler kadar ciddi sonuçlar yaratır. Hiçkimse "Misyonerleri sınır dışına atın, tanassur edenleri de yani Hı-ristiyanlaşanları da cezalandırın" diyemez, inanç özgürlüğü, 1954tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi veya 29 Ekim 2004 tarih-li Roma Protokolü ile gelmiş değil. 1928'den beri laikiz. Kaldı kigeçen asırda bile din değiştirme olayları olmuş ve cezalandırma iş-lemlerinden kurtulmuştur. Ancak rafine yani haddeden süzülmüşzarif yöntemlerle etrafı denetlemek gerekir. Kitlenin içindeki deği-şiklikler, huzursuzluk yaratabilir. Bazılarının iddia ettiği gibi bağ-nazlara sadece Müslümanlar arasında rastlanmıyor. Nihayet kültürve inanç coğrafyası korunması gereken alanlardır. Sloganlarla de-ğil, akılla korunması icap eder. Bugün için sorun olmayan hareket-lerin hep böyle kalacağı düşünülemez ve bizatihi inanç devletin ko-ruması altındadır. Öyle olarak kalmasına, gidişatın çığrından çık-mamasına dikkat etmek gerekir. Aksi takdirde çıkan problemler

132

Page 133: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Avrupa Birliği'nin kendi ömründen daha uzun ve kalıcı olabilir.9 Ocak 2005

Okümenlik Tartışması Oecumenicus veya Yunancası oikoumene; dünyanın meskun,yaşanılan parçası demektir. Dolayısıyla Patrikhane bütün yaşanancoğrafyada, beşeriyetin doğru inancını temsil ettiği iddiasındadır.Üniversallik yani zamanlan ve mekânları kapsayan beşerî inanç ol-ma iddiası Hıristiyanlıkta Yahudiliğin aksine en belirgin vasıftır veIslam da universal bir inançtır. İstanbul fatihi ve hiç şüphesiz Röne-sans asırlarının en aydın, ileri görüşlü ve komplekssiz bir Doğu-Ba-tı hükümdarı olan II. Mehmet, ileride Fener semtine çekilecek Or-todoks kilisesine yani Bizans Roma'sının bu ünlü kurumuna Bal-kanlardaki benzer inançtaki bütün kiliseleri bağladı ve kiliseye Ro-ma-Ortodoks Kilisesi dendi. Hükümdarın kendisi de "Roma Kayze-ri" unvanını almıştı ve "Roma" universal imparatorluğun adıydı;Roma'ya hükmeden kâinata hükmeder, yani "Roma est impera or-bit universum" asırlarca benimsenen bir düsturun ifadesiydi. Ne varki gerek Fatih Sultan Mehmed Han'ın ülkesini yöneten bugünkübürokratların gerek ortaçağlar boyu en kuvvetli imparatorluklardanolan Bizans Roma Kilisesinin halefi olan bugünkü Patrikhane'ninbu unvan ve terimi yeterince açıklıkla anlamadıkları görülür. Zaten modern Türklük her şeyi ile güçlüdür ama tarih bilgisin-den yoksundur. Milletimizin okumuşları Osmanlı ve Roma gibi de-yimleri anlamazlar, kendilerine öğretilmemiştir. Bu dönemin He-lenleri de Romalılıktan bihaberdir. Okümenlik kavgası bu belirsizliketrafında sürüp gitmektedir. Genelge ile, ABD Büyükelçiliği'ninÖkümenik Patrik onuruna verdiği davete "gitmeyin" deniyor; ABDsefiri de "Gelmeyenleri not ettim" diye görülmemiş münasebetsiz-likte laflar ediyor. Ortalık toz duman halinde. Patriğin kilisesi ilealâkası olmayanların bu unvanın kullanımını patrik cenaplarına bı-rakıp görmezlikten gelmeleri kadar uygunu olmaz. Zira kilisenin hi-

Kırk Ambar Sohbetleriyerarşisi, hitap biçimleri, terminolojisi ile kilise dışında meşgul ol-mak modern bürokrasilerin kapasitesini aşar ve ortalık karışır. Vatikan yani İtalya'daki Roma Kilisesi dünyadaki en yaygınmerkezî teşkilatlı ruhanî kurumdur. 1600 yıldır ökümenlik iddi-asında ve gerçekte de bu ananeye sahip bir kilisedir. Fakat Vati-kan, Fener'in bu titrini artık reddetmiyor hatta karşılıklı ilişkilerdekullanıyor. Kendi iddiasından vazgeçtiğinden veya eski kavgasın-dan yorulduğundan değil, kiliselerin kendilerine atfettikleri etiketve kimliği tartışmaya kiliseler bile artık niyetli değildir. Anane gü-nün ihtiyaçlarının, birtakım özlemler de gerçeklerin önüne geçi-yor. Fener Patrikhanesi bu unvanı, kendisine bağlı olanların inanç-larının gereği diye takdim ediyor. Öyle olmasa dahi başkalarınınne umrunda? Bunlar Osmanlı'nın tartışmadığı konular; bugünkü dünyadakianti-Türk Hıristiyan görüşler o gün de fazlasıyla vardı. Rusya veUkrayna'da Ortodoksların sayısı 200 milyonu geçer; müstakil pat-rikliktir yani autokefal bir Ortodoks kilisedir. Rahiplerini ayrı semi-nerlerde yetiştirirler. Hiyerarşisi ve malî altyapısı ayrıdır ama iba-dette Fener'deki Rum Ortodoks Patrik'in adını öncelikle zikrederek

133

Page 134: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

dua ederler. Bundan daha fazla bir öncülük de söz konusu değil-dir. Hatta birkaç yıl önce Estonya'daki küçük Ortodoks cemaatMoskova ile ilintiyi koparıp doğrudan Fener Patrikhanesine bağ-landı diye Moskova ve Fener arasındaki ilişkiler de çok sarsıldı. Ortodoks kilisesi autokefal yani tamamen kendi başına yaşayankiliselerden oluşan bir dünyadır. Diller, adetler ve malî yapılar bir-birinden bağımsızdır. Dünyevî milliyetçilikler hakiki hayatta çoğuzaman kilisenin dinî universal öğretilerinin önüne geçmektedir.Vatikan'la Fener'i bir tutarak, tıpkı Vatikan gibi Fener'in de İstan-bul'a turist ve para çekeceğini söyleyenler veya aksine Fener'indevletimizin üstünde Avrupa ve ABD adına bu çevreye hükmede-cek beynelminel bir kurum olacağını ileri sürenler bilgisizliğin ra-hatlığı içinde hayaller denizinde yelken açmaktadırlar. Bu işler bukadar kolay değil. Bu işleri tartışmanın da kendine göre bir kalite-si olmalı. Bir sır değildir; Lozan'da İsmet Paşa başkanlığındaki heyet, Pat-rikhane'yi Türkiye dışına çıkarmak niyetindeydi. Heyette Batılıla-rın tezine yatan tek kişi Rıza Nur'dur ve İsmet Paşa tarafından

Kırk Ambarazarlanmıştır. Buna rağmen sürgün gerçekleşmedi; zamanla şartlardeğişti ve Türkiye Fener Patrikhanesi ile bir arada olmanın ehvenolduğunu anladı. Bu birliktelik için en iyi rehber 15 ila 19'uncu yüz-yılların Osmanlı protokolü ve idarî mevzuatıdır; beğensek de be-ğenmesek de daha iyisini kimse bilmiyor. Hem Avrupa'ya girmekistiyorsunuz hem hâlâ böyle sorunlarla boğuşmak için yeterli bilgiedinmiyorsunuz. Çelişkilerden kurtulmak zorundayız. Ulusal ege-menlik gibi kutsal kavramlarımızı doğru kavrayarak ve sadece Fe-ner Patrikhanesi'nin değil, öbür kiliselerin de durumunu iyi değer-lendirerek kararlar almak zorundayız. Bürokrasinin bu tavırları hiç-bir sorunu çözmüyor. Aksine imparatorluk ananesinden gelen birhalkı hak etmediği durumlara düşürüyor. Avrupa Birliğinin ezbereşampiyonluğunu yapanlarla, hiçbir şey bilmeden konuşanların da-ha ciddi biçimde konuları öğrenip tartışmaları lazım.19 Aralık 2004

Üslûp Vatikan'a da Lazım Söz sahibini gösterir. Kardinal Joseph Ratzinger Vatikan'ın, Hı-ristiyan akide ve öğretim konusunda en yetkili kişisidir. Avusturyaasıllıdır. Asıl ilginci faniler arasında ölüsü ve dirisi ile en çok dil bi-len birkaç kişiden biridir. Böyle âlim bir ruhanînin dinî inancı ve al-dığı eğitim gereği toplumları ve insanları İslam ve Hıristiyan diyetasnif etmesi kaçınılmazdır ama kafasındaki tasnifi her vesile ileaçığa çıkarması kabul edilemez. Zira Vatikan dahi çok uzun za-mandan beri diyalogdan, hoşgörüden vesaireden söz edip duru-yor; kurullar, konseyler, kongreler tertipliyor. Bu gibi toplantılarıngittikçe birtakım Müslüman aydınların aklına geleni söylediği yer-ler olmaktan öte tekdüzeleştiği bir gerçektir. Bu gibi törenlere ba-karak dünyanın değiştiğine mutlak suretle inanan bizdeki taifenin,bazı gerçekleri kabul edip ona göre ihtiyatla konuşup yazması tav-siye edilir. Kardinal cenapları universal bir kurumun adamı olmak-la beraber, daha çok Avusturyalı hemşehrilerinin havasındadır. Ya-ni bu görüşleri universal bir yaklaşım olmaktan çok, küçük bir ül-

134

Page 135: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

kenin folkloru olarak değerlendirmek durumundayız. Vatikan kilise devletidir; 1929'da Mussolini ve Papalık arasındayapılan Laterani Antlaşması ile kurulan bu arazisi küçük devletin,başta içinde yer aldığı italya olmak üzere bütün dünyada inanılmazruhanî, siyasî ve malî otoritesi vardır. Herhalde lazım ki vardır. Bugibi durumları tartışacak değiliz; insanlığın ihtiyaçları, inançları vedinî örgütlenme biçimleri ilginçtir. Bunlar zamanla değişir. Halenkudretli olmasına ve hele hele Ortodoks Kilisesi ile hiç mukayeseedilmeyecek derecede müttehit bir teşkilat olmasına rağmen, Vati-kan da eski Vatikan değildir ve birtakım değişiklikler geçirmektedir.Lakin Vatikan'ın değişmeyen iki tutumu vardır: Türkiye'yi ve Türk-lüğü militan îslam ile aynileştirmesi ve diğer Müslüman uluslara gö-re Türkleri Islamiyetin en tehlikeli unsuru telakki etmesi.

Kırk Ambar Şüphesiz bu muhafazakâr inatçılığın dışına çıkanlar da vardır.Bir ara Türkiye'de görev yapan Papa XXIII. Yohannes, Türkiye'denuncius yani büyükelçilik görevi gören Monsenyör Asta halihazır-daki nuncius Monsenyör Edmund Ferhad bunlardan birkaçıdır. Hiçşüphesiz İstanbulluların çok sevdiği değerli hemşehrimiz Katolikpiskoposların temsilcisi Monsenyör George Moraviç sulhsever vesaygılı bir din adamıdır. Herkese kapısı ve gönlü açıktır. Ne yazıkki bu gibi bilge ve sevgili kullar azınlıkta kalıyor. Diğerleri hakkındabilgisizlik ve kuşku duymak Kardinal Ratzinger'i bile terk etmiş de-ğildir; üslubu diplomasiye sığmaz. Türkiye kimlerle, hangi devlet-lerle nasıl ilişki kuracak buna biz karar veririz. Elbette bu gibi ma-nasız laflara tepki göstererek Arapları terk edecek değiliz. Eski im-paratorluğumuzun varisi olarak sevgili cumhuriyetimiz bütün bu ül-kelerle yakın ilişkilere girmelidir. Türkiye'ye; "Sen İslam ülkesisin,Araplarla oyna çocuğum" nasihati kaba bir üslûptur, bir köy papa-zı bile daha zarif olmak zorundadır. Vatikan gibi ne de olsa Rönesans'ın öncülerinden sayılan bir ku-rumun bu kusurunu fark edeceği ümit edilir. Yeryüzünün en eski veköklü diplomasisini götüren bir camia böyle bir üslûp kullanır mıdemeyin; rahip kısmı öğretmenliği sever, şahit olmuşsunuzdur.Karşısındakinin açığını yakalayan bir Vatikan mensubu büyükelçi,sefaret müsteşarı demez muhatabını âdeta çocuk gibi azarlar. Bi-zim diplomatların da başına gelmiştir. Bu yüzden öğretmen açıkverdiğinde de muhatapların aynı tavrı göstermesi, onların pek ho-şuna gitmese de, hizaya getirir. Diyalog ve toleransın şartlarınaherkesin riayet etmesi gerekiyor, Vatikan yetkilileri ve fehametliKardinal Ratzinger de bir istisna değildir. Kardinal cenahlarının dilbilgisini tarih ve coğrafya bilgisiyle tamamlamasını dileriz. Onukendi havasında bırakalım. Bizimkilerin birlik meselelerini Hıristi-yan ve Müslüman ikilemi ile değil, demografik ve iktisadî gösterge-lerle ve işadamı kafası ile mütalaa etmesinin gereği açıktır.

Not: Kardinal Ratzinger, Fransız L'Express dergisine verdiği demeçte"Türkler tarih boyunca Avrupa'nın karşıtı olan başka bir kıtayı temsil et-miştir. Bu iki coğrafyayı özdeşleştirmek büyük hata olur" dedi.15 Ağustos 2004

Papa'nın Ölümü

135

Page 136: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Papa II. Ioannis Paulus öldü. 1978'e kadar eski tarihî Polonyabaşkenti Krakov'un başpsikoposu Kardinal Karol Wojtyla'ydi.1978 sonbaharında Polonyalılar Varna Savaşı ile ilgili bir belgeselhazırlıyordu. Belgeselde Bulgar tarihçi Bistra Svetkova, Macar ta-rihçi Ferenc Szokaly ve Polonyalı tarihçi lan Karpinski ile birlikteben de yorumlar yapıyordum. Wojtyla'yi henüz Krakov'dayken ta-nıdık. Çok dil bilen, felsefe bilgisinin kuvvetli olduğu söylenensportmen görünüşlü bir din adamıydı. Caz ve rock da çalıyormuş.Modern görünüşünün ardında çağdaş toplumsal sorunlara direnenbir muhafazakâr olduğu da söyleniyordu; nitekim öyle çıktı. Polon-ya'nın primas denen kardinali ünlü Stefan Wyszynski'ydi; karizmasahibi, Komünist Parti ile çatışan ama dokunulamayan bir dinî li-derdi. Krakov'daki kardinal ise yerinden kıpırdayamayanWyszynskiye göre dünyayla daha çok ilişki içindeydi. Ama ikisininde asıl sorunu Komünist Partinin diktatörlüğüydü. Bir ekim akşa-mı Varna'da Wojtyla'nin papa seçildiğini duyduk. Polonya heyeti-nin, parti üyeleri dahil nasıl sevinç gözyaşları döktüğünü gördüm.Doğu Avrupa'da sosyalizmin yerleşemediği açıktı. Rivayet öyleydiki -gerçek olduğu da anlaşıldı-, bu makama uygun görülen Avus-turya priması Kardinal Doktor Anton König kendi yerine Kra-kov'lu kardinali önermişti. Kilisenin parlak adamı Avusturya Kar-dinali Dr. König Doğu Avrupa rejimlerine içten ve dipten darbevurmak niyetindeydi, doğrusu pek de yanılmadı. Kardinal Königde Wojtyla gibi birçok dil bilen sağlıklı bir köylü çocuğuydu. Bu sı-nıfın muhafazakârları doğal bir güç ve yetenekle daha sağlamadım atarlar. Temkinlidirler, zekâları ve iyi eğitimleri ölçüsünde üs-lûpları renklidir. Sola açık çevrelerde de itibar göregelmişlerdir. II. Ioannis Paulus, tarihin ilk Polonyalı papasıdır ve halen ka-ranlık bir olay; kanunun aradığı bir Türk tarafından ciddi bir su-ikasta uğradı. Acaba atlattı mı, sağlıklı papanın bu olaydan sonra

Kırk Ambarhızla fiziksel çöküntüye uğradığı açık. Ağca, Papanın tolerans gös-terisini sansasyonel demeçler için kullandı, şimdi daha çok kullana-cak. Papa Yahudilerle, Müslümanlarla, Protestanlarla iyi ilişkilerkurdu. Daha önce başlayan Hıristiyanlar arası ekümenizm cereya-nını ve hareketini güçlendirdi. 1980'lerden beri dinlerarası diyalogtoplantısına katılmak için bir yerlere gitmeyen aydın kalmamış gi-bi. Tamamen bunun için gezinenler var. Özellikle Müslüman aydın-ların bu toplantıları bir propaganda platformuna dönüştürdükleriaçık. Vatikan bile artık işin tadının kaçtığının farkında. Papa, Yahudilerden kilise adına özür dilemedi; bu nedenle yak-laşımı çok tenkit edildi. Yine de bu, sıcak ve önemli bir adım ola-rak nitelendirildi. Müslümanlara önemli ölçüde yanaştı ama mese-lâ Müslüman olan Türkler için Vatikan'ın yer yer uzlaşmasız hattatarihî doğrulan tanımayan bir dil kullandığı açık. Bunları nedensepek belirtmiyoruz. Vatikan'ın bültenlerindeki Atatürk'ü Ermeniolaylarına karıştırmak (!) gibisinden açıklan mutlaka ve sadece Ay-tunç Altındal'ın mı eleştirmesi gerekiyor. Müteveffa papa, açıktırki, Ağca'ya gösterdiği yakınlık ve ilgiyi Türk tarihine ve toplumunagöstermemiştir. Muhafazakâr Hıristiyanlar Müslümanlara ilgi gös-

136

Page 137: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

terebilirler; Türk ise onların gözünde militan ve çekinilecek birMüslümandır. Kilise bir bakıma iktisadî toplumsal çıkmaz içinde bo-calayan alt orta sınıf veya marjinal denen konumdaki Hıristiyanlar-la o kadar ilgilenmezken, eski dünyanın bazı halde kültürel doku-sunu tahrip edecek misyoner faaliyetler içindedir. Her şeye rağ-men Katolik kilisesinin Güney Amerika'da olduğu gibi yavaş yavaştaraftar kaybettiği, dünyanın belirgin bölgelerinde ise Protestanlar-la baş edemediği açıktır. Yeni papa kim olacak; pek meşgul olduğum bir soru değil. Bi-zim açımızdan, Vatikan'la ilişkilerimizde bir noksanlık olduğu orta-dadır; Batı aleminin dinini, kiliseyi ve tarihini bilmiyoruz. Özgünaraştırmalardan vazgeçtik; 19'uncu yüzyılın ünlü tarihçisi Leopoldvon Ranke'nin "Papaların Tarihi" adlı ünlü eserini hatta çağdaş ta-rihçi John N. D. Kelly'nin "The Oxford Dictionary of Popes-Ox-ford Papalar Sözlüğü" adlı eserini dahi Türkçeye çevirmiş değiliz.Papaların cenaze ve seçilmeleriyle ilgili haberler magazin seviyesi-ni geçmiyor. Dünyaya en açık memurlarımızın yani Dışişleri cami-asının dahi Papalık'ı ve kiliseyi tanımadığı açık. Oysa bu camiayladevamlı üstü örtülen ve sözde tehir edilen ciddi hukuki sorunları-

Kırk Ambar Sohbetlerimız, ezcümle vakıflarla ilgili uyuşmazlıklarımız var; bu konu bile ile-ride başımızı daha çok ağrıtacak. Papalık çevrelerini oluşturan yüksek din adamları öğretmen gi-bidir; öğretmenin kendini öğrenci karşısında kusursuz ve mutlakaöğretici gören tutumuna sahiptirler; bu insanları tanımak lazım.Ruhban sınıfı Hıristiyan dünya ile olan yüzeysel ve biçimsel sorun-lara bile ağır bir muhteva kazandırmaktan çekinmez. Hasbice çö-zümden çok suçlayan ve "öde bakalımcı" eğilimdedirler. Şüphesizki bilim ve bilgelik olarak bu tavırların üstüne çıkmış gerçek insan-lık örneği din adamları da vardır. Böyleleriyle temasa geçmeli, say-gı göstermeli ve işbirliği yapmalıdır. Her camiada, mükemmel veolgun olanlar azdır. Ama kendilerine el edilirse çok etkili ve olum-lu sonuçlar elde edileceği açıktır. Tarihte bizim açımızdan bilinmesi gereken papalar var. Gerçek-ten aziz vasfını hak edenler olduğu gibi, acımasız engizisyoncularvar; Papa VI. Alexander gibi entrikacı ve din adamlarına yakışma-yacak bir yaşayışı sadece kendi şahsında sürdüren değil, bütün birRönesans Kalyasına bulaştıranlar var. Fatih Sultan Mehmed'in çağ-daşı olan ve bu hükümdarın güçlü politikaları karşısında Türklerekarşı Haçlı Seferleri'ni yürütemeyen II. Pius gibilerin yanında; İkin-ci Viyana kuşatması yıllarında Haçlı ruhunu canlandırıp başarılıolan XI. Innocence (1676-1689) gibileri var. Hatta papalar liste-sinden çıkarılan ama 1240-1250 arasında yanlışlıkla papa seçilenGiovanna diye bir dişi papa da var. XII. Pius gibi Nazilerle ittifaketmekle suçlanan bir papanın yanında, XXIII. Ioannis gibi sevilenbilge biri de var. Ama şurası bir gerçektir; Roma-Katolik kilisesizengin ve kudretli, tarihin en örgütlü kurumudur. Vatikan bir kitapve belge hazinesi; 1135'ten beri biz dahil bütün dünyayı aydınla-tacak sistemli belge birikimine sahip. Mensupları çok bilgin. Kili-senin zaafı çok, meziyetleri de var. Herkes onlar gibi okumalı yaz-malı ve biz o kiliseyi herkesten daha iyi öğrenip tanımalı, 20'nciyüzyılda insanların dertleriyle o kiliseden daha yakın, daha içten,

137

Page 138: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

daha fedakârca ilgilenmeliyiz. İnsanlar din adamlarının yaptıklarıy-la bugün de her zamanki gibi çok ilgileniyor hatta din adamlarınınolumlu çalışmalarının daha fazla kadir ve kıymetini biliyorlar. Sonpapanın muhteşem cenazesi de bunu gösteriyor.19 Nisan 2005

Enerji Sorunu Bir Yana, Katerina ile Baltacı'dan ne Haber?

Moskova Rusyası dediğimiz tarihî dönem kapanmak üzereydi;Rusya'nın deli dahisi, geleceğin "Büyük Petro"sunun, birinci karısıEvdokya Tolpuhina ile arası hiç de iyi değildi. Nitekim bu evliliktenolma oğlu Aleksei de babasına isyandan dolayı çarın emri ile tarihsahnesinden silinecektir. Çar Petro'nun serbest, maceralı çocukhükümdarlık döneminde edindiği halktan arkadaşları vardı. 19'un-cu yüzyılda Kırım Savaşı'nın patlayışını hızlandıran kötü diplomatPrens Menşikov'un büyük dedesi bunlardan biriydi. Aleksei Menşi-kov çocuk çarın arkadaş olduğu zeki, sevimli bir serseriydi. Çaronu knez yaptı, rütbe verdi ama sinirlendiği zaman bu zeki fakatgevşek ahlaklı çalışma arkadaşını eşek sudan gelene kadar döv-mekten de çekinmezdi. Diğer bir sevgili kulu büyük şair Puşkin'in dedelerinden olan Ha-beş köle İbrahim Gannibal'dı. Sevimli ve dahi bir çocuktu. Çar onuAvrupa'da okuttu. O da orduda tırmandı ve çarın dünürlüğü ilePuşkin ailesinden bir kızla evlendi. Ahalinin devam ettiği meyhane-lerden birinde hizmet gören, aslen Litvanyalı bir köylünün kızı ol-duğu halde "Moskovalı Marta" diye bilinen genç kız da bunlardanbiriydi. Çarın maiyetindekilerin arasına girmişti. Galiba Menşi-kov'un metresiymiş. Çar bu iyi huylu, zeki, hoş kıza tutuldu; uzunyıllar beraber oldular ve nihayet evlendiler. Petro ona Rusya tacınıgiydirdi ve dolayısıyla Petro'dan sonra da Ortodoks adı Katerinaolan bu kız I. Katerina unvanıyla bütün Rusya çariçesi oldu. Sakın ha onu 1762'de Rusya tahtına çıkan, aslen ve kanunenAnhalt-Zerbst Dukalığı prensesi, dedikodulara göre de Prusya Kra-lı Büyük Frederik'in kızı olan II. Katerina ile karıştırmayın. II. Kate-rina birincisinden 45 yıl daha gençtir ve ne Baltacı'yı ne de I. Ka-terina'yı görmüştür. Suvorov ve Rum Yantzev gibi generaller saye-

Kırk Ambar Sohbetlerisinde ve devlet-i Osmaniye'nin felaket asrında, 1774 Küçük Kay-narca Antlaşması ile Osmanlı'dan Kırım Hanlığı'nı ve mülhakatını,Polonya'dan da okkalı bir parçayı koparan Rusya'nın uzun ömür-lü çariçesidir. Biz dönelim I. Katerina'ya... Rusya tahtında iki yıldan biraz faz-la oturan bu çariçe Büyük Petro'ya Anna ve Yelizaveta gibi ikiprenses doğurdu. Bunların ikisi de Rusya tahtına geçen son ger-çek Romanovlardır. Zira onlardan sonra Romanov hanedanındandenen Rusya hükümdarlarının Ruslukları farazidir; hepsi de su ka-tılmamış Almandır. I. Dünya Savaşı öncesi hükümdar fotoğrafları-na bakarsanız Rus Çarı Nikola, Alman Kayzeri Wilhelm ve İngilte-re veîiahtının birbirleriyle ne kadar benzeştiğini görürsünüz; eh bü-yükanneleri sayılacak Kraliçe Viktorya da aralarındadır. Lakin, biz-

138

Page 139: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

de Osmanlı hanedanını gayrimillî ilan eden amatör tarihçilerin ak-sine, Rusya'da kimse bu durumdan dolayı çarları gayrimillî ilan et-mez. Büyük Petro Rusyası, II. Viyana bozgunu yıllarında Osmanlı'yakarşı oluşan kutsal ittifaka katıldı. Kırım'da Azak Kalesi'ni aldı veRusya'nın ebedi özlemi olan denizlere açılacak donanmanın inşa-sıyla meşgul oldu. 1699 Karlofça Antlaşması ile Azak'ın ilhakı ta-nındı, 1700'de İstanbul Sözleşmesi ile başkentimizde Rusya daimielçiliği açıldı ve ünlü yazarın büyükdedesi Knez Tolstoy İstanbul'aatandı. Bu hava çabuk değişti; Osmanlı bizim mektep kitaplarındayazıldığının aksine henüz Rusya karşısında çökecek raddeye gel-memişti. Poltava'da İsveç'i yenen ve İsveç Kralı Demirbaş lakaplıXII. Karl'ın ülkemize sığınması üzerine muzaffer ve mağrur Os-manlı ile kapışan Büyük Petro'yu, Osmanlı'nın deyişi ile Deli Pet-ro'yu, orduyu hümâyûn Prut bataklıklarında çeviriverdi. Devir III. Ahmed devri... Barış havası bütün devlet mekanizma-sına sinmiş, ordunun başındaki serdar, Baltacı ocağından yetişenMehmet Paşa. Kuşatma uzuyor, açıkçası Petro'nun kuvvetlerinenihaî darbeyi vuracak teknik imkân yok; çünkü Osmanlı askerî re-formları henüz Rusya'nın düzeyine ulaşamamış. Petro'da da çem-beri yaracak kuvvet kalmamış, şecaat yok. Bu tarafta yeniçerilerarasında şamata ve firar başlamış; Kırım hanı, XII. Kari ve Polon-ya kralının, serdar-ı ekrem Baltacı Mehmet Paşayı direnme ve ni-haî tahrip için ikna etmesi, daha doğrusu paşanın onlara bakarak

Kırk Ambarkuşatmaya devam etmesi mümkün değil... Nihayet serdar kuşat-mayı kaldırdı, Prut Barışı ile Petro 1699'daki bütün kazançlarındanvazgeçti, Azak Kalesini de boşalttı. Daha fazla şeyler isteyen Kırımhanı, İsveç kralı ve Polonyalı müttefikler bu barıştan hiç memnunolmamışlardı. Onların İstanbul'daki taraftarları, daha doğrusu onlargibi düşünenler de boş durmadı. Padişahı kışkırttılar. Bugünün ba-zı tarihçileri de onlarla bir ağızdan bizi kışkırtıyor. Çarın adamı Şa-pirov'un Baltacı Mehmet Paşaya mücevherler getirdiği ve Kateri-na'yı peşkeş çektiği söylendi. Sonunda paşa kelleden oldu, Rus-ya'nın karşısındaki tarihî gerilemeyi kadın meselesine indirgeyentarihçi ve toplumsal zihniyet karşısında ise halen itibarı iki paralık. Besbelli peşkeş âdeti ile rüşvet karışmıştı. Tarihçilerin bir kısmıhâlâ karıştırıyor. Cevahir gelse dahi, nasıl ve ne için gelmişti; mik-tarı dahi belli değil. Rus-Türk ortak tarihinin bunca çetin meselesi-ne rağmen milletin aklını Katerina'dan kurtarmak mümkün olmu-yor, Başkan Putin'e dahi Katerina'nın encamı soruldu. O da kızınırzını kurtarıp rüşvetten söz etmiş. Hepsi karanlık iddialar; Rusya-Türkiye tarihi deyince, ne Gazi Osman Paşa ve General Todle-ben'in Plevne stratejileri, ne Sarıkamış ve Kırım savaşları, ne Ge-neral Suvorov ve Amiral Uşakov ile Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nıntartışılması gereken icraatı ele alınıyor. Şahsen bana en çok soru-lan soru, hep Katerina-Baltacı ilişkisi olmuştur. Gevşeyen bir çeh-reyle sorulan bu sualde hiç değilse Katerinaların numaralarını ka-rıştırmasalar bari...5 Eylül 2004

Mehmet Akif Günleri

139

Page 140: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Türkiye Büyük Millet Meclisi 12 Mart 1921 tarihli oturumun-da, Mehmet Akif'in İstiklal Marşı'nı "Millî şiir" olarak kabul etti. İs-tiklal Marşı dünyadaki millî marşların ekserisinin aksine, sade birüslûptan ve slogan halindeki deyişlerden çok dantel üsluplu bir fel-sefeyi aksettirir. Heyecan verir ama daha çok da düşündürür. Şaireserini beste için ortaya koymamıştı, nitekim seneler sonra beste-lenebildi. Güfte ile beste arasındaki bu zor uyumdan ötürü halkı-mızın onu hâlâ düzgün biçimde terennüm edemediği bir sır değil-dir. Galiba zor da olsa onu terennüm etmeyi öğrenmeliyiz. Sene-lerdir tartışılıyor; sağcı, solcu ekseriyet onu değiştirmeye niyetli de-ğil. Eğer marşı söylemeyi öğrenemezsek konservatuvar koroları-nın bant kayıtlarına ve hoparlöre muhtaç kalacağız. Şiirin anlamı büyüktür. İçindeki canhıraş Şark-Garp çatışmasımodern Türkiye'nin dramını aksettirir. 15'inci asırda Fatih SultanMehmed Han'ın temsil ettiği, rahat entelektüellik, komplekssizDoğu-Batı sentezini 20'nci asrın başındaki Türklerin taşımasımümkün değildir. Her şeyimiz bugünkünden kat kat gerideydi; ogünün Avrupası da bugünküyle mukayese edilemeyecek yüksekyerdeydi. Bizim dönemimizin aydınının durumu; ıstıraplar, ikircik-lenmeler içindeki Mehmet Akif asrının Türküne göre çok dahaumutlu ve atılgan bir noktadadır ama toplumsal bilinç, ulusal so-rumluluk açısından çok daha beter bir gençliğimiz vardır. İnsanlar şiir okumuyor. Şiir okumalı ve düşünmeli; o zamanMehmet Akif gibi şairlerimiz olacak. Tabii bunlar dünkü MehmetAkif gibi olmayacak. Benim dediğim değişen Türkiye'nin anlaşıl-ması. Zamanını ve zeminini anlamayan bir aydın sınıf önderlik ya-pamaz. Türkiye'nin 20'nci yüzyılda toplumumuzu etkileyen büyükşair ve düşünürleri birbirini takdir ederdi. Nazım Hikmet, "Akif bü-yük adam, inanmış adam" derdi. Süleyman Nazif, Akif hayranıdır.

Kırk AmbarMehmet Akif'in şiirlerini herkes çok farklı biçimde yorumlar. Hat-ta birkaç manzumesi dışında iyi şair değil diyenleri duydum. Tabiiyanlış; aksine Mehmet Akif çok matematik yetenekli bir şairdir. Şa-ir sadece Türk şiirini değil Iran şiirini de çok iyi bilirdi. Bir şairinmüzikal kulağını ne mertebeye yükselteceğinin iyi bir örneğiydi."Acem Şahı"na başlıklı olup; İran meşrutiyet hareketini kanla bas-tıran Iran şahını ve yöneticileri yerdiği şiirde bu nitelik görülür. TBMM'nin ilk devre genç katiplerinden ve edebiyat muhitininüstadı Akif'in dostu merhum Mahir İz hocanın hatıratında da görü-yoruz; Ankara'nın uzun kış gecelerinde herkes Mehmet Akif'insohbet ve derslerine heves ve iştiyakla devam edermiş. TaceddinDergâhı'nda oturduğu bir odasına gelen mebuslar ve genç bürok-ratlara Akif, İran şiirini; Sadi, Hafız ve Firdevsi'yi beyit beyit oku-yup şerhedermiş. İran şiirine olan derin vukfuna rağmen bu bitme-yen idman ve tekrarlama beşeriyetin o büyük anıtına olan sonsuzsevgisinden kaynaklanıyordu. Bu hafta 12 Mart'a rastlayan çarşamba günü, TBMM millî şa-irin millete olan hediyesinin yani İstiklal Marşı'nın 82'nci yılını biraçık oturum ve törenle kutladı. Bu önemli bir olaydır ve yüce Mec-lis'in ilk dönem mebusuna duyduğu şükranın bir ifadesidir. MehmetAkif'in TBMM'de pek aktif bir üye olduğunu sanmıyoruz. MeteTuncay'ın Meclis zabıtlarından yaptığı tespite göre hemen hemen

140

Page 141: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

hiç söz almamıştır. Sadece katibin kanun başlığını memurin (me-murlar) olarak değil de memureyn (iki memur) diye okumasını tas-hih etmiş; "Evladım memurindir, memureyn olsa fıstık üzümle bes-leriz" demiş. Zamanın ünlü hatibi Hamdullah Suphi'nin (Tanrıöver)kürsüde defalarca alkışlarla okuduğu ünlü şiirini bile kendisi oku-mamıştır ama işgal İstanbul'undan Ankara'nın mücadeleci havası-na sığınmış ve milletvekili olarak Anadolu'da halkı heyecana geti-recek konuşmalar yaparak, camilerde hutbeleri dinleyip müdahale-lerde bulunarak şehir şehir dolaşmıştır. Mehmet Akif inancın verdi-ği enerjiyle fakir yaşayan ama zengin bir manevî miras bırakan birneslin önderidir. Marş sayesinde hak ettiği 500 lira mükafatı alma-mıştır, borç para ile gezmiştir. Türkiye'nin 20'nci yüzyıl başı sağdasolda böyle insanlarla doludur. Törende Millet Meclisi Başkanımız Bülent Arınç irticalen bir ko-nuşma yaptı. Noktasını virgülünü aksatmayan iyi bir hatip ve Meh-

Kırk Ambar Sohbetlerimet Akif'le belli ki hayatının bir döneminde yoğun olarak uğraş-mış. Kültür Bakanı Dr. Hüseyin Çelik edebiyat tarihi doçentidir. Bumanzara hoştu; hükümet erkânı mebuslar millî şairi biliyor. Kültür-lü milletler edebiyat ve tarihi sadece uzmanlara bırakmaz; yöneti-ciler, askerler, hekimler, hocalar bu gibi büyük adamları ve onlarınmirasını bilirler ve söyleyecekleri vardır. Toplumsal bilincin eridiği,insanların televizyon karşısında kurudukları, gençlerin "Nereyeolursa olsun" diyerek kaçtıkları bu ülkede Mehmet Akif'lere muh-tacız.16 Mart 2003

Yahya Kemal Biyografileri 1950'lerin Türkiye'si dar imkânlı bir ülkeydi. Henüz sanatçılarıve bilginleri, bunların arasında değerlileri olsa da, el üstünde yaşat-mak kimsenin aklına gelmezdi; ve ruhunda ve aklında böyle ulvî is-tekler olanlar da iktidar ve para sahibi değildi. Bu imkânsız ve iltifatsız ortamda tek istisna Yahya Kemal Be-yatlı'ydı. Az yazdığı şiirlere Hürriyet'in bir sütununun tahsis edildi-ğini hatırlıyorum. Kendisine devrin lüks oteli sayılan Park Otel'debir oda ayrılmıştı. İstanbul'u Yahya Kemal gibi terennüm eden yok-tur; ama suriçi İstanbul'da hiç oturmadığı malumdur. Bir neslin şa-iri olarak hürmet görüyordu ama üstadın ne kadar etkili nesri oldu-ğunu anlamak için, Nihad Sami Banarlı'nın 1960'larda yaptığı veyayımladığı derlemeleri beklemek gerekti. Yahya Kemal'in tarih veedebiyat birikimleri ancak ölümünden sonra kendisinden sonrakikuşaklara ulaştığında daha iyi anlaşılıyordu. Bugün dahi tartışması yapılıyor; Cevdet Kudret şairin Türkçehatalarından söz etmiştir. Edebî tenkit bazı yazılarda bu hataları bu-labilir ama Yahya Kemal'in şiiri ve nesri bu gibi tartışmaların üstün-dedir. Onun, bir neslin kırıp dökülen ruhunu onaran; kendisinesaygıyı kaybeden bir aydın zümresine kimliğini hatırlatan bir düşü-nür olduğunu bilmeliyiz. Bunu şiirle yapıyordu çünkü Türkler debütün Akdeniz ve Doğu Avrupa milletleri gibi şiirle düşünmeyi, şi-irle hissetmeyi tercih ederler. Hepimizin bildiği o zarif ve latif; ye-rine göre kılıç kadar keskin, yerine göre bürümcük kadar inceTürkçesiyle, sade duru Türkçeyi Osmanlıca'nın anlaşılır zenginli-

141

Page 142: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ğiyle süsleyen; vezni kadar kullandığı sözcükle de musikileşürdiğimısralarıyla bu ağır görevi yerine getirdi. Bu milletin okumuşuna,az okumuşuna Türkiye'yi sevdirdi, İstanbul'u sevdirdi, Osmanlı'nınakşam vaktinde ve Cumhuriyet'in değişen ortamında Türk mede-niyetini bir bütün halinde sevdirdi...

240 Kırk Ambar Sohbetleri Kazım Yetiş 1998'de Yahya Kemal hakkında etraflı bir biyog-rafi kaleme almıştı. Beşir Ayvazoğlu'nun "Bozgunda Fetih Rüyası"ise Yahya Kemal'in biyografik romanı... Onun hakkındaki zengineser listesini taramış. Yahya Kemal bozgun döneminin şairi ve fi-kir adamıdır; kültürel panik dönemi 19. asırda başladı ve doğalolarak devam etti; toplumlar en çok kültürel değişim çağında zor-lanır. Bazıları aksi kanaattedir, ama o dönemin Türk'ü bugünkün-den daha bedbin ve daha çocukça bir panik içindeydi. Dünyayı ta-nımadığı ve bilgi birikiminin de pek kaale alınamaz olduğu açıktı.Böyle bir dönemde Yahya Kemal'in şiiri bu millete huzur ve ümitverebilirdi; nitekim verdi de... Ben, Yahya Kemal'in ırka değil, kültüre dayalı ulusçuluğunundaha da ufuk açan ve yararlı bir dünya görüşü olduğu kanısında-yım. Yahya Kemal o dönemde, şayan-ı hayret biçimde Garp veŞark'ı bilen aydınlardan biriydi. Klasik Osmanlı kültürü ve Fars şi-iri yanında, Fransız şiirini çok iyi bilmek ve tadını çıkarmak gibimeziyete sahip nesildendi. Bu özelliğe sahip olanların sayıları azdıama 20. yüzyıl başında Türk edebiyatına yeni rüzgarlar getirdiler.Türk musikisinin üstadı Sadettin Arel, Garp dillerini ve edebiyatı-nı çok iyi bilirdi. Rauf Yekta Bey öyleymiş... Yahya Bey'in Fran-sızcası ve Şark dilleri mükemmeldi. Osmanlı tarihi kadar Avrupatarihlerini de iyi bilirdi. Yahya Kemal, Roma-Yunan medeniyetiniBatı Avrupa'ya hediye eden bir anlayışa da karşıydı. Yahya Ke-mal'in Nev Yunanilik (Neo-Helenisme) üzerindeki görüşleri oriji-naldir, özgündür. Beşir Bey'in biyografik roman okuyucusunaonun bu tarafını aktarmasını önemli buluyorum, isabetlidir. YahyaKemal'i kolaylıkla okuyup öğrenebileceğimiz, hayat ve düşüncele-rini kavrayabileceğimiz bir romandır "Bozgunda Fetih Rüyası"...(Kabalcı Yayınları, istanbul) Beşir Ayvazoğlu tarih ve edebiyat biliyor; biyografik romanıda onun için zengin ve okunuyor. Yahya Kemal, 20'nci yüzyıldabilmemiz gereken şair ve mütefekkirimiz. Öbürlerinin aksineYahya Kemal Bey himaye gördü. Sefirlik ve milletvekililikleriylesıkıntısız hayat yaşaması sağlandı. 20'nci yüzyıl düşüncemiz içinçok önemli olan Mehmet Akif Ersoy ve diğerleri için bunu söy-lemek mümkün değil. Türk şair ve düşünürü 20'nci yüzyılda çoksıkıntı çeken, mücadele veren bir karakterdir. Şiirin sağı solu ol-

Kırk Ambar

241

maz, milletin seçkin evlatlarını tanımak lazım. Onları saygıyla in-celemek ve anlatmak lazım ki yeni nesiller onlara gereken ihti-

142

Page 143: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

mamı gösterebilsin. Bu gibi portre çizimlerinin artması gereki-yor. .. 24 Mart 2002

Dilde Sadeleşme

On sekizinci yüzyıl Avrupa'sındaki en önemli gelişmelerden bi-ri dil ve tarihin birlikte düşünülmesidir. Ünlü Macar dilcisi Giar-mathy, Fin diliyle Macar dilinin akrabalığını keşfetti. Slav dillerininakrabalığı zaten biliniyordu. Tarihin derinliklerinde halkın kökünüaramak, dil akrabalığı ile bir ırktan ulusların ortak tarihî geçmişinianlamak, Avrupa ulusları için heyecanlı bir dönem başlatmıştı;âdeta dinî bir huşu içindeydiler. Herkes dili dikkatle kullanıyordu.Derken 19. yüzyıl Almanyası, aşırı bir Cermenlik bilinci içindeanadilini Fransızca ve Latin kökenli kelimelerden ayıklamaya baş-ladı. Ayıkladı da; ancak bu ne getirdi? Alman dilinin zenginliği fi-lozofların ve tarihçilerin ortaya koyduğu, çıkardığı eşsiz yeni kav-ramlarladır. Bu dil ayıklaması ile Almanca, Avrupa dillerine yaban-cılaştı ve monotonlaştı. Faydası olmadı; bugün Almanca, Avrupadilleri içinde en çok İngilizce kullanılan bir dile dönüştü. Dil ayıkla-ma cezbesi Almanlar ve Macarlar gibi diğer uluslarda da başladı.Balkanlar'da Türk hâkimiyeti dönemini tamamen silmek isteyenYunanlılar, Dimotiki denen halkın konuştuğu ve hemen herkesinyazdığı dili silmek istediler, çünkü içi Arapça, Farsça, Türkçe veSlav dillerinden kelimelerle doluydu. İlk Yunan Kralı Otto bir Al-man Bavyera prensiydi; elinde kırmızı kalem Yunanlı nazırlarınyazdığı layıhalardaki yerli kelime ve deyimleri çizerdi, hızlı bir Kat-harevusa'cıydı. Okullarda Katharevusa denen, eski Yunanca'danuyarlanmış dil öğretilmek istendi; yaşamayan dil ve vurgulamalarıokuldaki küçük Yanakidis ve Yunanlı gençler öğrenemediler, iki diltaraftarları arasındaki münakaşa sürdü gitti; nihayet Papandreudevrinde Dimotiki lehine çözüme bağlandı. Eğer çözüme bağlan-dıysa tabii... Sadeleşmenin ölçüsü ayıklama değil, dili zenginleştir-mek olmalıdır. Türkçe "anlam" kelimesini kazandı diye "mana'yıdışlamamalıdır. "Manidar" olanı "anlamlı" diye çevirsen de "mane-vi"yi "anlamlı" diye çeviremezsin; "gerçek" ve "hakikat" birbirinden

Kırk Ambarfarklıdır. Liste uzar... Yeni kelimeler dile zenginlik getirmeli ve es-kileriyle bir arada yaşamalıdır. Arapça ve Farsça kelimelerin bir sü-rüsü de bizim dilimizde anlam değiştirmiştir. Siyaset, iktisat ve sos-yoloji ilgili olan birçoğunu Araplar ve İranlılar bizden almıştır. "Va-tan"ın kullanılış biçimi, "cumhuriyet", "malî buhran", "kanun-u esa-si", "tefrik-i kuvva = kuvvetler ayrımı", vs. gibi... İtalyanlar, Fransızlar ve İngilizler gibi Avrupa edebiyatının öncü-sü ulusların böyle ayıklamaları yoktur. Bu uluslar öz lügatlarıyla;önce Roma Latin, Rönesans'tan beri de Yunan mirasını pek güzelbir arada değerlendirmişlerdir. Öte yandan da köy diline kadarinen en ücra lügat ve deyimleri sindire sindire millî edebiyata ma-leden bir yazar zümresine sahiptirler. Puşkin ve izleyicisi büyük ya-zarlar da Rusça için aynı şeyi yapmışlardır. Dil devrimi eskiyi kova-rak, kırsal dili de unutup dışlayarak yapılmaz. Hiçbir ulusun aydın

143

Page 144: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ve bilginleri masada dil yaratacak kadar dahi değildir. Elli yıl önceBakü'lü ve İstanbullu bir ortalama okumuş rahat anlaşıyorlardı.Bugün de gayret edilse anlaşmaları mümkündür, anlaşmaktan dakazançlı çıkarlar; bunun dil ırkçılığı ile alâkası yoktur. Ama beş yüzkelimelik bir günlük dille konuşan toplumlar için bu şans yoktur.Bizim gençlerimiz hiçbir eski kelime bilmiyor, yenilerini yanlış kul-lanıyor, argo denebilecek bir düzine sözcükle yetiniyorlar. "Takıl-mak", "olay", "hikâye" gibi her derde deva sözcükler... Maalesef es-ki Sovyet dünyası da lüzumsuz bir Rusça lügat kalabalığıyla konu-şuyor. Bu onların dil ahengini de bozuyor. Ortak lügata doğru git-melidir. Gelecek yazımızda İstanbul Türkçesi denen dilin ne oldu-ğu üzerinde durabiliriz.2 Eylül 2001

istanbul Türkçesi Bizim kuşağın duyduğu, iki asırdır yabancı Türkologların, Tan-zimat'tan itibaren edebiyat tarihçilerimizin ve düşünürlerimizin sö-zünü ettiği bu Türkçe nedir? Evvelen bu Türkçe, İstanbul ahalisininher katmanının değil; imparatorluğu yöneten bürokratların ve ule-manın dilidir. Onların konuştuğu dil, telaffuzları, hele yazdıkları so-kaktaki ahalinin konuştuğundan farklıdır. Bu zümrenin konuştuğuTürkçe, kullandıkları lügat ve deyimler, tek kelimeyle "okumuşzümre" Türkçesidir ve geçen asırda Bursa'da, İzmir'de, Selanik'te,Üsküp'te, İşkodra'da olduğu gibi Halep'te, Diyarbakır'da. Erzurumve Sivas'ta da okumuş takım aynı Türkçeyi konuşurdu. Çünkühepsinin kullandığı sözler ve telaffuzları mektepten, kitaptan vegazetelerden edinilmiştir. Dahası var; Köstence'deki Türk okulunagiden Gagavuz ve Türk Tatar genci, Kırım'daki Müslüman gimnaz-yumunda okuyanlar, Baku münevverleri arasında İstanbul'dan ge-len gazete ve kitapları okuyanlar ve "Füyuzat" denen İstanbul ede-bî dil akımına mensup şairleri benimseyenler; gene Ahmet Haşimve Süleyman Fehmi gibi Bağdatlı Arap asıllı bir şair ve müverrihbu Türkçeyle konuşurlar ve yazarlardı. Hatta hiç şüphe yok, Ah-met Haşim dilimizi en iyi kullanan ve geliştiren şairlerin başındagelir. Bu asrın ilk çeyreğinde Kırım'da, Kafkas'ta Türk-Rus karmagimnazyumlarında okuyan gençler, Türk edebiyatı ve tarihi dalın-daki eğitim nedeniyle mahalli şivelerini bilse ve kullansalar dahi, İs-tanbul Türkçesiyle okur ve yazarlardı; konuşmada da telaffuz dışın-da İstanbul aydınından farkları yoktu. Kuşkusuz "çamaşır yıkayo-rum", "geloormuş", "yapdıyiynen - geldiyiynen", "geliyollar", "gele-cak Perşenbe", "bana patlıcan dokanır", diye konuşan İstanbul hal-kının geniş kesimini kastetmiyoruz. Bu gibi farklar sadece İstan-bul'la diğer bölgeler halkı arasında değil; İstanbul'da muhtelif semt-lerin sekenesi arasında dahi görülürdü.

Kırk Ambar 17.18. asırlardaki konuşma dilini birtakım halk hikâyelerinden,Evliya Çelebi gibi bir dil dehasının örnek ve nakillerinden, JakobNagy Harsabany gibi gezginlerin Türkçe dil kılavuzundan öğreni-yoruz. Bu dil kesinlikle yazı dilinden farklıdır; ama Anadolu-Rume-li halkının konuştuğu dilden çok farklı değildir. 19. yüzyılın yaygıneğitimi İstanbul halkını kitabî dile daha yakın bir Türkçe konuşma-ya sevk etmiştir. Bu meyanda Fenerli Rum beyleri, Ermenilerin

144

Page 145: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

amira sınıfı gibi memur ve okumuş zümreler; garip bir tezat amagerçektir, Musevilerin "Alliance Israelite" denen Fransa destekliFransızca-Türkçe eğitimli okullarından çıkanlar da bu seçkin Türk-çeyi konuşur ve yazabilirlerdi. Meselâ bugünlerde vefat eden İstan-bul Yahudilerinin Judeo Espanyol (Ladino) dilinde yazan yazarı İsa-ak Misistrano ve eşi düzgün Osmanlıca'sı olan bir çiftti. Dil değişir; bugünün İstanbulluları, elbette ki, geçen asrın başın-dakiler gibi Türkçe konuşacak değil. Ama Ankara ve hatta iz-mir'de duyulan Türkçeyi İstanbul'da duyamaz olduk. Hemen akıpgelen taşralılardan(l) şikayet -etmeyelim. Yanlış kullanılan, incelik-lerden yoksun ve ağızda yuvarlanılarak konuşulan (maalesef garipradyo istasyonları ve TV spikerlerimizle, yanlış yabancı dizi çeviri-lerinin sayesinde yayılan ve tutulan) Türkçenin istikbalinin parlakolmadığı belli. Oysa bu dil ilmî, edebî bağımsızlığını elde edemeyenAsya cumhuriyetlerindeki Türkçeler için bir ortak buluşma sahasıve numune olabilirdi, her şeye rağmen oluyor da... RTÜK'ün ben-ce acımasızca vermesi gereken cezalar dil konusunda olmalıdır. Dilyanlışlarıyla doya doya alay etmeyi, bu yanlışlarda ısrar edenleri kı-namayı millî bir spor haline getirmeliyiz.9 Eylül 2001

Bayram Tatili

Bu yıl ve gelecek yıl, dinî tatiller doğrusu tatilseverlere iyi oyunoynadı. Yılbaşı tatilinden tatillik bir zaman edinilemese de geneherkes bir yerlere gitmeye kalktı. Kuşkusuz St. Sylvester gecesininen candan kutlandığı ülke Türkiye'dir. Biz Türkler bunu bir yeni yılkutlamasından çok, Faşing eğlencesine çevirmek üzereyiz. KurbanBayramı da boş zaman açısından istenen neticeyi sağlamadı. Amagene yollara döküldük. Artık hac seferleri de kolaylaştı. Hacı aday-ları bir hafta-on günde gidip geliyorlar. Aylar öncesinden yollaraçıkan, Anadolu'yu aşan, Şam'dan Medine'ye demiryoluyla, ordanöteye tekrar çöl yolculuğuyla hedefe ulaşan hacı kafilelerinin tari-he karıştığı açık. İnsanlar her yıl gidip geldiklerinden olacak, el-Hac unvanı bile kullanılmıyor. Çok mu çalışıyoruz? Bütün dünya tatil meraklısı. Eskiden hıris-tiyanların Noel'i ne kadar sadıkane ve huşu ile evlerinde üç nesilbir arada kutladıklarını söylerdik. Son tsunami faciasında okyanusadalarında ve kıyılarında bulunan İsveçli, Alman, Avusturyalı kala-balığına bakınca gerçeğin hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. Onlar daevden kaçmaya başlamış. "En iyi bayram kendi başına kutlanandır"düsturu yayılıyor. Beşeriyet bir tuhaftır. Ananeden sıkılırlar, tören-den kaçarlar, sonra boşlukta kalıp eskiye dönerler. Hıristiyanlığınilk asırlarında, ne kadar pagan ayini, bayram ve festival varsa, ilkHıristiyanlar onlardan âdeta nefret ediyordu. Ama yavanlıktan sı-kılmak için iki asır bile çok geldi. Çok tanrılı dinlerden uzaklaşıpyeni dine girenlerin sayısı arttıkça hıristiyanlık içinde yortu ve kit-levî eylemlerin adedi artmaya başladı. Eski Rusya birtakım Slavilahlarını yeni dinin azizlerine çevirdi. Yeni hıristiyan yortularındaeskilerin nehre attıkları insan kurbanları yerine, cansız bir kukla su-ya atılmaya başlandı ve asıl önemlisi bu vesileyle tertiplenen eğlen-celere dönüldü.

145

Page 146: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Kırk Ambar İnsanlık için en mühim ihtiyaç ekmektir, sonra da eğlence ge-lir. Medeniyetler eğlencenin sadece ismini değiştirir. Nesillerdennesillere intikal eden en önemli miras törendir. Hıristiyanlık, Ba-tı Avrupa'nın kasavetli ormanlarına Roma İmparatorluğu İtal-yası'nın renkli törenlerini getirdi. O törenler de İtalya'dan çok es-ki Mısır'ın, Babil'in, Suriye'nin ve Anadolu'nun kültleriydi. EskiRoma'daki en azgın dinî eğlenceler Anadolu tanrıçası Kibele'ninkültüne aittir. Roma'da Vatikan tepeleri bilhassa İmparator Ne-ron zamanında, o dönemin toplumunda bile ayıplanacak açıklık-taki Kibele ayinleri ve artık Roma'dan kalkan insan kurban etmetörenleriyle sarsılırdı. Hıristiyanlığın ilk asırlarında Vatikan o dö-nemi dehşetle hatırlayan mutaassıp bir hayat sürdü. Ama kısazamanda Hıristiyan Roma da eski Roma'nın şaşaalı törenlerinive gösterişini benimsedi. Çünkü kitle bayram ister. Kilise de okitlenin kilisesi olarak bu yeni törenlerin mühendisliğini üstlendive şaşaanın âlâsını yarattı. Türkiye İslamının masraftan çok ruhu etkileyen törenlerle do-lu bayramları bu sıralar kaybolmuş; çünkü bayram sayfiye vemevsim müsaitse kıyı kentlerdeki diskotek kültürüne davetiye çı-kartmak olarak yorumlanıyor. Ama değişim her zaman mümkün-dür. Toplumlar hep değişiklik ister. Uzun bayram tatilleri bizimgibi üretme zorunluluğunda olan toplumlara uygun adetler değil-dir. Dokuz-on gün boyu sadece okullarda, devlet ofislerinde de-ğil, hastanelerde bile hayat emaresi kalmıyor. Böyle bir Noel vePaskalya hiçbir Batı toplumunda yoktur. Doğu toplumunda dayoktur. Çünkü toplumların böyle bir meskenet çılgınlığını kaldır-ması mümkün değildir. Dinî bayramların üç veya dört gün olma-sını farz diye düşünmemelidir. Zaten İran gibi ülkelerde bu kadaruzun Müslüman bayramı yok. Ama şaşılacak şey oradaki meske-net çılgınlığı, İran'ın eski çağlardan kalma bahar bayramını, yaniNevruz'u kapsıyor. Nevruz iki haftayı geçiyor. İslam öncesi İran'-da şehinşah bütün tebasını kabul eder ve en yüksek mahkemegörevini görür, birçok davayı temyiz edermiş. Belki aynı âdetibugünküler de uygulamaya başlar. Yılbaşı gecesini meydanlardakutlamaya başladığımıza göre yeni bayram arayışlarında olduğu-muz açıktır. Ama geleneksel bayramların dayanışma yönü ihmaledilmektedir. Parası olan eğlenir, gezer, olmayandan bize ne...Bu anlayışla beşeriyet olsa olsa fakirlerle zenginlerin birbirlerine

Kırk Ambar Sohbetleriuzaktan baktıkları kokuşmuş bayramlar dönemine girer. Çünkübayramların önemi bütün sınıfların aynı duygu ve neşe etrafındatoplanmasıdır. Tüketimdeki farklılıklar âdetin ortaklığını örtme-melidir. Bir bayramı daha geçirdik. Daha iyi ve nice bayramlara...23 Ocak 2005

Tadı Kaçan Tatil

Şabbat (cumartesi) tatili Tanrının dünyayı yaratırken dinlendiği

146

Page 147: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

gün diye ahd-i atikte yer alır (Tevrat). Şabbat tatilinin biçimi ve sı-kı kuralları; bir yanı kölelerden, öbür yanı zengin olmasa bile ya-vaş ve rahat yaşayan insanlardan oluşan Eski Çağ toplumunda birhiciv konusuydu doğrusu. Onun için Şabbat tatilini ahd-i atikle bir-likte kabul eden Hıristiyanlık, bu sıkı dinlenme gününün sert kural-larını ortadan kaldırdı. Eski haham St. Paul, Yahudilik'in sertlikle-rini yumuşatıp sempatik bir Hıristiyanlık yaratmak gayretindeydi.Bu nedenle Şabbat günü ateş yakmama ve ticari işlem yapmamaveya Karay Yahudileri gibi karanlıkta oturma zorunlulukları kaldı-rıldı. Doğrusu, İslamiyet'in tatil kuralı yoktur. Cuma günü Müslüman-lar bir araya gelir; ibadet etmek ve politika yapmak için... Uzun ta-rih boyunca cuma günü çarşı kapatmak gibi uygulamalar yoktur;hatta şart olmamakla beraber cuma günü haftalık pazar için en uy-gunudur. Bir çok yerde pazar kurulur. Devlet-i Aliyye'ye gelince;Sadrazam paşa başkanlığında Divan-ı Hümâyûn en önemli toplan-tısını ikindi divanı diye cuma öğleden sonra yapar. Bu temyiz diva-nıdır. Davalara son merci olarak bakılırdı. Cumanın resmî tatil olması Tanzimat döneminde hayatımıza gi-ren bir yeniliktir. Böylece devlet kalemleri ve okullar cuma tatil edi-lirdi. Esnafın da isteyeni zamanla bu âdete uydu. Dükkan kapatmazorunluluğu sadece cuma namazı saatine mahsustu. Cuma günüaçık kahvehane ve dükkan bulunmasın diye çarşı denetlenirdi. Ki-lise de pazar ayini sırasında açık kalan Hıristiyan dükkanlarına ce-za verirdi. Ceza ödenmezse Osmanlı kolluk kuvvetlerine başvuru-lacağı tabiiydi. Bugün dahi Kıbrıs'ta bu ananenin sonucu kilise yet-kilileri pazar ayini sırasında açık kahvehane sahiplerine ceza yazı-yorlar.

250 Kırk Ambar Sohbetleri Daha bir asır önce pazar günü tatil yapan Avrupa, diğer altıgün insanların canını çıkarırdı. D'Israeli gibi bir İngiliz başbakanındöneminde ancak aşırı mesai saatleri azaltıldı. Cumartesinin yarımgün tatil olması Birinci Cihan Savaşı sonunda gündeme geldi. İkigünlük tatil, İkinci Cihan Harbi sonrası Sosyalist Avrupa'sının lük-südür. Tatil yapmak kolay ama işçi sınıfına onu değerlendirecekeğitim vermezsen (ki maalesef hal böyledir) sadece içki tüketimi ar-tar. Finlandiya-St. Petersburg arası hafta sonu ring seferi yapanRus gemilerine vinçle yüklenen küfelik Finlileri hatırlarım. BunlarSt.Petersburg'a Ermitaj müzesini gezmeye değil, ucuz votka tüket-meye gidiyorlardı. Türkiye'de hafta sonu tatilinin pazar gününe kaydırılması, dün-yayla ilişkilerimizin çok sınırlı olduğu bir dönemde bir gerekliliktençok kültürel bir meydan okumaydı. Hafta tatili bir buçuk gündü.Bizde de 1974'te cumartesinin tamamı tatil yapıldığında, İsrail gi-bi sanayi ülkelerinde hafta tatili bir buçuk gündü. Şimdi ise iş o de-receye geldi ki, Roma'nın Lucullus günlerine geçtik. On günlük di-nî bayram tatilleri, (laiklerin de sayfiyeye koşmak hoşuna gittiğin-den ses çıkarttıkları yok) bu da yetmedi, fırsat buldukça artırılanresmî tatiller; üstelik bunların ihdası kanun mevzuu da değil... Hü-kümet bir-iki gün öncesinden ilan ediveriyor. Son tatil ilanı birskandaldir. Resmî, gayriresmî programlar altüst oldu. Bizim üni-versitede ara imtihanlar nasıl yapıldı bir biz biliriz. Bu tatillerin ulu-

147

Page 148: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sal ekonomiye neye mal olduğuna, getirişinin götürüşünün doğruhesaplandığına kani değilim. Hangi sektörler ne kazanıyor, hangi-leri ne kaybediyor; tarih, coğrafya kitabı yayınlatacaklarına TÜSİ-AD'cılar önce bu işlerin hesabını yaptırsalar da biz de öğrensek...Türkiye bu uzun tatillerle artan trafik kazalarında kaybettiği evlat-ları dışında, hangi birikimini yiyor doğrusu çok merak ediyorum.28 Nisan 2002

Yükselemeyen Yüksek Sınıf

İkinci Cihan Savaşı'na kadar yerkürenin çok küçük kısmı sana-yi toplumu kimliğine sahipti: Hatta bu sanayi toplumlarının kendiaralarında da çarpıcı bünye farklılıkları vardı. Meselâ Britanya ada-larında tarımla ve hayvancılıkla geçinenler nüfusun yüzde on kada-rını teşkil ederken, Fransa'da bu oran yüzde elliyi geçiyordu. İs-panya feodalitenin kalıntılarıyla, amma okkalıca kalıntılarıyla, hü-kümferma olduğu bir ülkeydi. Kanlı iç savaş; sayıca kalabalık gibigörünseler de solcuların arasında bir birliğin olmadığını gösterdi.Solun iç kargaşasına bütün dünyadan gelen rengârenk solcu gö-nüllüler de tuz biber oluyordu. Çünkü işçi sınıfı ve şehirli nüfusu az-dı. Sol olabildiğince fantezilere açık bir yelpazeydi. Hiçbir solcu li-der sağdaki General Franco kadar toplayıcı olamadı. İspanya, Fa-lanjist örgütlenmeye açıktı; bombalanan Bask bölgesi ve Madrid'leyıldızı bir türlü barışmayan Katalunya dışında, sanayi ve şehirlilikoranı düşük bir ülkeydi. Türkiye'de o yıllarda 1 milyonu ancak bulan İstanbul dışındaAnkara ve İzmir aslında iki önemli küçük şehirdi. Ülkemiz kasaba-lar ve köylerden oluşuyordu. Böyle bir toplumda devlet desteği devızgelir; yüksek sınıfın yükselmesi mümkün değildi. Dünyaya açıkyaşamı bir-iki sanayici tüccar aile (ama hakikaten bir-iki tane) vebürokrasinin Hariciye Vekâleti kesimi sürdürmeye çalışıyordu. Av-rupa ürünleri herkesin üstünde parça parça bulunurdu; ya ayakka-bı, ya çanta, ya blucin, ya bluz vs... Yaşamda Avrupa zahmetle veistisnaî olarak ulaşılabilen bir bölgeydi. Daha çok mutfak olarak vebelirli mekânlarda vardı. Siz herkesin falan yerde yer içerdik dedi-ğine bakmayın. Hatıra anlatanlara baksak yirmi Markiz, on Degüs-tasyon, on Karpiç az gelir. Sadece bir-iki aile dışında hiç kimseninticaret ve sanayi hanedanı kurmayı hayal dahi edemeyeceği açık-tı. Bir devirde ismi geçenin, sonra nam-ı nişanı bile duyulmazdı;görülmezdi...

Kırk Ambar Sohbetleri 1950'lerde dünya değişti; Türkiye daha da değişti... Traktörkırsal bölgeyi altüst etti; geleneksel köy ağalığı bazı bölgelerde ye-rini çiftlik zenginliğine terk etti. Kasabalarda tüketim arttıkça yenibir taşra burjuvası ortaya çıkar oldu. İmparatorluk eğitiminden gel-me teknisyen birikimi yeni zenginliğin hizmetine girince Türkiyesanayileşmeye başladı. Tüketim artmaya, bilinçli tüketim de yerleş-meye başladı. Bugün İstanbul dünyanın kültür merkezlerinden; es-ki kitap ve antika pazarı hatırı sayılır büyüme gösterdi. İkinci kuşaksanayici ve tüccarların sayısı arttı. Ama hâlâ iki asırdır aynı aileninelinde kalabilen yalı yok. Aile servetinin toplum için en manidar

148

Page 149: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sayılabilecek kısmı, yani maddi kalıntılar; sanat eseri koleksiyonla-rı, kütüphaneler henüz oluşuyor. İyi niyetli ve gerçekten bilgili ko-leksiyoncuların hayatı, Ayşegül Nadir gibi tipler yüzünden gölgele-niyor. Bilinçsiz antika meraklılarının bir kısmı 16. yüzyılın başıboşcamilerine dadandı. Duvardan çini panolar, mihraplardan şamdan-lar götürülüyor. Geçen hafta Üsküdar Valide-i Atik Camii'nin şam-danlarını götürmüşler. Basit hırsız işi değil. Sözde sanatseverlerdenbiri çeteye ısmarlamıştır. Anlaşılan, Türkiye'de sınıflar ekonomik çalkantılar yüzündenyerine oturmadıkça, anormal politikalar gelgeç insanları yüksek sı-nıftaki insanların arasına sokup çıkardıkça, sanat eseri toplamakbir bilgi birikiminden çok, bir statü sembolü olarak görüldükçe bugibi tatsızlıklar devam edeceğe benziyor. Çaresi ne? Sanat eserle-rini gerçekten anlayabilen ve toplayanların bu gibi olayların karşı-sında kanun ve devlet yanında gönüllü olarak kenetlenmesidir.Medya mensuplarının hatır gönül telefonlarına aldırış etmemesi vehukukun usulüne uygun olarak teşhir görevini yerine getirmesidir.Akdeniz'in en zengin mirasına sahip ülkeyiz. En parlak ve kültür-lü bir seçkin sınıfa sahip olabileceğimiz gibi, Güney Amerika tipizenginlere de sahip olabiliriz. Bu seçeneği Türkiye'de tespit etmekher zümrenin ve her insanın davranışına bağlıdır.17 Mart 2002

Yükselen Orta Sınıf Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan beri orta sınıfın ge-nişlediği ve kalkındığı bir ülke... Daha önce orta sınıf sadece az sa-yıdaki devlet memurları, özel sektörün sayılı menajeri ve bunun gi-bi büyük şehirlerdeki az sayıda esnaf ve serbest meslek erbabındanoluşurdu. Orta boy çiftçi pek yoktu (büyük toprak sahipleri sınıfı dapek dardı). Kalabalık bir küçük sermayedar grubu, hukukçu, mü-hendis vs. bulunmuyordu. Bazı vilayetlerde birkaç hekim, büyükkentlerde üniversite hocaları başta gelmek üzere dar bir hekim gru-bu muayenehanelerde hasta bakardı. Bunların Karun malı denenservetleri bugünün ölçüsüyle servet sayılmaz. Derken traktörle zenginleşen toprak sahipleri, büyüyen şehir-lerde her çeşit kazançla zenginleşen ticari orta sınıfları şişirmeyebaşladı. Görgüsüzlük diz boyuydu. Taksitle alınan çamaşır makine-si, elektrik süpürgesi ne yapılı; edilir, evin görünür bir yerine ko-nurdu; buzdolabı haydi haydi teşhirdeydi. "Ne zaman isterseniz buzalın" denen komşular ikinci defa neyse ama üçüncü defa gelirse is-tiskal de edilirdi. Orta sınıf hoştu ve boştu, çocuklar okutuluyordu.Kızına üniversite okutmayanlara dünyada hiçbir ülke insanı (hattaAvrupa ülkelerinin orta sınıfı dahil) bu kadar tepki göstermezdi.Herkes Avrupalıydı ve Avrupa'yı methederdi. Yabancı dil bilme-yenler ve Avrupa görmeyenler kasidecilerin başında gelirdi. Esna-fın düzenbazlığı ve falanın hırsızlığından söz edenler, "İsviçre'deparkta unutulan cüzdanların mutlaka geri geldiğini" ilave ederdi.Bu lafı dinleyip de cüzdan açıkta gezen çıkmamıştır inşallah. Öteyandan tahsilin en âlâsı verilen kızlar evlenene kadar öyle tek ba-şına bırakılmazdı. Fakat orta sınıfın muhafazakârlık kalıplarını sü-ratle, hatta fazla süratle değiştirdiğini söylemek gerekir. Orta sınıf modern düğünler yapardı. Ama dans etmek bir çetiniş idi. Damat gelinle iki dönene kadar ter dökerdi. Muhafazakâr

149

Page 150: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Kırk Ambar Sohbetleripartiler gerekli devrimi yaptı. Artık kadın erkek tango yapmasa daortaya düşüyorlar; bir halay, bir çiftetelli oynanıyor deme gitsin.Kadın-erkek ayrımı süratle azalıyor. Mühim olan, orta sınıfın artıkkaç-göçsüz eğlenmeşidir; uzak taşra şehirlerinde dahi bu manzara-lar gözleniyor. Türkiye orta sınıfı henüz alkolik değil, gerçi alkol tüketimi artsada dramatik boyutlara ulaşmamış. Orta sınıfımız kazanç peşindeama galiba geleneksel sülalevî ve ailevî ilişkiler çocukların boşluğayuvarlanmasını engelliyor. Kazançlar arttı, evler alındı, yazlıklaralındı, asıl önemlisi arabalar alındı. Orta yaşlı babalar arabalarınıerkeksi bir gururla oğullarına devrediyor. Kazalar artmaya başladı.Bu arada ters yöne giren oğullarını polislere karşı aslanlar gibi sa-vunan vali ve emniyet müdürlerimiz gibi şanlı orta sınıf mensupla-rımız da var. Henüz dağcılık gibi sporlar pahalı geldiğinden, hızlıotomobil kullanarak tehlikenin tadına varılıyor. Allah cümleyi sina-yet eylesin. Zamanla Amerikalıların üst orta sınıf dediği zümre de türedi.Genelde iş yapan serbest meslek erbabı, bilhassa karar verici ma-kamlarda oturan bürokrasi, imtiyazlarını suistimal ederek olmaya-cak arazilere kurdukları yazlık ve kışlık kooperatif evlerle Türkiyetabiatının her tarafını tıraşlıyorlar. Boğazlardaki-Akdeniz kıyıların-daki kendi yuvalarına girince de "Etrafı berbat edenlerden" şikayetediyorlar. İster alt olsun ister üst, memleketimiz orta sınıfının muh-terem üyeleri herkesin kanun ve kurala uymasını ister, ama kendi-si kolay tarafından yaşamak ister. Mukaddes arabasını kaldırımla-ra, hatta insanların girip çıkacağı bina kapısının önüne park eder.İmamın biri sevgili arabasını park edecek yer bulamayınca, mezar-lıkları otopark yapalım diye fetva dahi verdi. Böylece ölülerimizinyaşayanlara yeşil saha bahşetme imkânı da ellerinden alınacak gi-bi. Vahabilik orta sınıf açgözlülüğü ile çok bağdaşan bir tavırdır.Henüz orta sınıfımız ulusal kültürel mirasa sahip çıkacak düzeydedeğil. Ama felaket anında Türkiye orta sınıfı geleneksel değerlerinehenüz sahip olduğunu gösteriyor. Birçok toplumlara nazaran dahakolay örgütlenip bir araya geliyor. Bunu Kızılay'ın bile döküldüğüson deprem felaketinde gördük. Bireyler üçer beşer bir araya gel-diler. Her gün deprem alanına koştular.

Kırk Ambar Orta sınıfımız yaşayış biçimine düşkündür. Gerçekçidir, aşırı po-litik uçlara rey vermekten çekinir. Yazlık-kışlık küçük evinden, ara-basından vazgeçemez. Giyim kuşam tarzına müdahale edilmesiniistemez. Bir kadeh rakısına göz diken bir daha rey mey alamaz.Henüz alkol, uyuşturucu gibi çöküntü arazlarına girmemiştir, başa-rıyla da direnmektedir. Türkiye orta sınıfı siyasal yönden çok etkindeğil gibi görünse de, dünyanın beşte dördüne göre yurttaşlık bi-lincine ulaşmış bir toplumdur. Kuşkusuz örgütlenme ve siyasal et-kinlik yönünde çok yol alınması gerekir. Asıl sorun da budur. Türk orta sınıfı elan misafirperverdir ve bireyleriyle sokakta veçarşıda ve okulda ve mahallede yüz yüze temasa gelindiğinde dün-yanın en kibar ve yardımsever zümresidir. Lakin dört tekere bindi-

150

Page 151: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ğinde orta sınıf üyelerimiz kadar çekilmez insan cinsi yoktur. Ben-cil, biedep, saldırgan; çocuğa, kadına, ihtiyara saygısı olmayan birgüruhla karşı karşıya gelirsiniz. İşin kötüsü mobilize oldukça ortasınıfın kadın üyeleri de giderek erkeklere benzemeye başlıyor. Ucu-za mal etmek ve komşulara gösteriş olsun diye sokak ortasındakurban kesmekten imtina edeceğimiz ümidiyle, hepimize iyi bay-ramlar.24 Şubat 2002

Büyükelçiler ve Anıları

Devlet yöneticilerinin, yüksek rütbeli memurların, generallerin,sanatçıların "hatırat" kaleme almaları milletin hafızası için çokönemlidir. Siyasî tarihin tasviri dışında, bir toplumun hayatının de-vamlılığı süresince renklerini kavramak bu edebî türle mümkündür.Avrupa kültürünü belirleyen çizgilerden biri, bireyin hayatının kay-dedilmesidir. Bu kayıt işlemi bizde zayıf bir edebî türdür. Klasik Os-manlı döneminde ancak Gelibolulu Mustafa Ali; o da müstakil bireser halinde değil, tarihlerinde "Halat-u Kahire", "Nushat'us Sela-tin" ve "Mevvaid'un Nefais fi Kavaid'ul Mecalis" gibi protokole iliş-kin eserlerinde kendinden, hayatından ve rastladığı şahıslardan ör-nekler verir. Bu heccav (hicivci) üslubu yazarın biyografisini ve çev-resinin bu açıdan düzenli bir tahlil ve incelemesini ABD'li Osman-lı uzmanı Cornell Fleischer "Bürokrat ve Aydın..." adlı eserindeyaptı. Şüphesiz Evliya Çelebimiz'in anıtsal "Seyahatname"sindehayatının ve devrinin bir panoramasını renkli bir üslûpla ve başa-rıyla çizdiği malum. 19. yüzyılın dâhi Türk'ü Ahmed Cevdet Paşada kendini ve toplumsal çevresini "Maruzat" adlı eserinde başarıy-la çizimler. Hatırat türü bizde İkinci Meşrutiyet yıllarında patlama gösterdi.Eski Dahiliye Nazırı Memduh Paşa ve Şeyhülislam Hayrullah Efen-di'ninki bu türün örnekleridir. Bu hatırat bu yazarların görev dö-nemlerini aklamayı, siyasî görüş ve tavırlarını açıklamayı ve İkinciMeşrutiyet idaresine karşı masumiyet ve haklılıklarını arz etmeyiamaçlayan metinlerdir. Bizim hatırat edebiyatımızda tarihî gerçeğiörtmeye yönelik yalan kaçınılmaz bir motiftir. Vakıa Fransa'da dabelirli bir yaştan sonra generallerin hatırat yazması âdeta yasakla-nırmış; ama İkinci Meşrutiyet ricalinin tarihi inşa etme merakı ha-tırat türü eserlere bütün kabalığıyla yansır. Bu arada Cumhuriyetdevrinde Celal Bayar'ın bu geleneği izlediğini, ancak çok belgesel,zaman zaman da tarih yazmaya yönelik bir hatırat ortaya koydu-

Kırk Ambarğunu ("Ben de Yazdım") belirtelim. Hatırat güzel yazıldığı ölçüdeokunmuştur. Falih Rıfkı'nın "Zeytin Dağı" sadece genç aydın vezabitin savaş günlerinin değil, bir imparatorluğun çöküşününcanlı tasviridir. Bir neslin dramı ve Türk imparatorluğunun soyluçöküşü yer yer Cumhuriyetçi bir görüşle yeniden yazılmış gibidir.Hüseyin Cahit (Yalçın) bu yeniden inşanın bir örneğidir ve NadirNadi, İkinci Büyük Harp'teki anılarını iki defa yazmıştır. RefikHalid'in "Minel bab ilel Mihrab"ı mütareke dönemini ve kendinio çevrede anlatmayı amaçlayan başarılı bir hatırattır. Aslında bu

151

Page 152: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

bir istisnadır, çünkü Türk hatırat yazarları özel hayatlarını ve ki-şiliklerini çizecek samimi açıklamalardan kaçınırlar. Türk hatıratedebiyatında portre çizimi bu nedenle zayıftır; oysa tarih bilgimizher dönemin bireylerini tanımak ihtiyacındadır. Devirleri de an-cak bu sayede kavrarız... Son yirmi yıldır Dışişleri mensuplarımız meslek hayatlarını ka-leme almaya başladılar. İstedikleri gibi özgürce yazabiliyorlar mıbilmiyorum. Ama bazıları yakın gelecekte planladıkları siyasî ha-yata yatırım ve bu gibi çevrelere bir arz-ı takdim yapıyor. Bazıla-rı kırgın ve bezgin bir hayat dolayısıyle buruk anılar kaleme al-mış. İçlerinde merhum Semih Günver gibi hem kendini hem bu-lunduğu çevreyi müstehzi ve muzip bir üslûpla tasvir eden seçkinbir yazar da var.. Kendisini tanırdım ve severdim; zeki ve muzipbir kişiliği vardı. Etrafı hafiften hicvettiği gibi, zekice özeleştiridende kaçınmazdı. Merhum Zeki Kuneralp yaşadığı ilginç hayatı, de-ğişen Türkiye ve dünyayı ilginç bir biçimde nakletmiştir ("SadeceDiplomat"). Sacit Somel eski bir başkonsolosumuz olarak göz-lemlerini "Biz İçerden Siz Dışardan" başlığıyla ve anekdotlarlaanlatıyor. Turgut Tülümen'in İran değerlendirmelerini isabetlibuluyorum ("İran Devrimi Hatıraları"). Tanşığ Bleda'dan ise buülkeyi daha renkli bir çizimle anlatmasını beklerdim. Mamafih"Maskeli Balo'yu 1960'lar kuşağı Dışişleri mensuplarını anlamakiçin okumak lazımdır. Ergun Sav gibi hariciye hayatını tiyatromünekkidinin locasından anlatanlar da var. 1966'da siyah Afri-ka'yı tasvir eden "Hisar" dergisine yolladığı mektuplar bu kıtayıöğrenebileceğimiz tek kaynaktı o tarihte... Dışişleri'nin filologbüyükelçisi Mustafa Aşula ise anılarında diplomatlık aşamasın-dan çok "Kolcu SalihTin yani kendisinin uzak Kars'ta geçen sıkın-tılı çocukluk ve öğrenim yıllarının tasvirini yapmayı tercih ediyor.

Kırk Ambar Sohbetleriİlginç bir yaşam yolu. O imkânsızlıklar içinde Siyasal Bilgiler Fa-kültesi'ne kadar uzanmış ve yabancı okullarda okuyan birçokgençten daha çok sayıda mükemmel dil öğrenip Dışişleri memu-ru olabilmiş; gençlerin okuması gereken bir yaşam "Dışişleri Al-bümü." Henüz emekli olmayan büyükelçilerimizden ve tabii hatı-rat dalına hiç el atmayan valilerimizden bu gibi eserleri vermele-rini bekliyoruz.14 Ekim 2002

Bülent Bostanoğlu Sokağı

15 Kasım 2003 tarihini unutmayacağız; başımıza gelen felaket-ten ve saldırıdan çok, gösterilen dayanışma, devlet ve toplum ola-rak sergilediğimiz olgunluktan dolayı... Türkiye gibi kalabalık nüfus-lu, gelişen, eski bir imparatorluğun mirasçısı ve bu mirasın sadecesorunlarını değil, renklilik ve imtiyazını da taşıyan bir ülke her za-man böyle tertiplere hedef olabilir. O eski imparatorluğun kalıntısıbirtakım döküntü zümreler, cumartesi olduğu gibi perşembe günüde büyük kentin en kalabalık noktalarında insanlarımıza ölüm yağ-dırdı. Bu acı ve bu kayıp bizi sarsar ama terör bize işlemez. Türk top-

152

Page 153: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

lumu iç kavgaya düşmezse dış tehlikeyi her zaman boğmuştur.Muhtaç olduğumuz kudret büyük tarihî tecrübemizde, devlet ana-nemizde ve teşkilatlanma ustalığında mevcuttur. Günlük hayatınmonotonluğu içinde bazen yan gelip yatsak bile, tehlike anındaderhal toparlanırız. 19'uncu yüzyıldan beri birtakım zavallı zümre-ler bu ülke üzerinde hesap yapar ve onun huzurunu hedefleyip hır-palayarak karanlık dehlizlerinde ilerlemeye çalışır. Mühim olan da-ğılmamak, eskinin ateşini ve olgunluğunu halen genç olan bünye-mizde taşıdığımızı göstermektir. 15 Kasım'da çok karmaşık bir saldırıyla karşılaştık. Kaynağıtespit edildi. Bu operasyonla Türkiye'yi tehdit etmek isteyenlerYahudi cemaatimize yöneldiler. O gün Şişli'deki Beth Israel Sina-goğu'nu koruyan genç polis memuru Bülent Bostanoğlu, Kuledi-bi'ndeki Neve Şalom'u koruyan meslektaşları gibi şehit düştü.Dokuz asırdan beri ezilen bütün kavimleri himaye eden, kollayanbir devlet ananesinin şu andaki en son temsilcisi Bülent Bosta-noğlu'dur. Şişli'deki sokağa onun adı verilmelidir. Müslüman veYahudi, hepimiz bu yurttayız; devlet bizim ve bunun böyle oldu-ğunu herkes bilsin.

Kırk Ambar Sohbetleri Neve Şalom 19'uncu yüzyılda Tanzimat reformlarının etkisiyleeğitimi gelişen ve hayatı düzelen Yahudi cemaatinin yeni semtininbüyük sinagoguydu. Galata Kuledibi imparatorluğun yeni dirilenmerkeziydi; daha aşağısındaki Avusturya Eşkinaz Sinagogu, DoğuAvrupa'da zulüm görüp imparatorluğumuza sığınanların en önem-li mabediydi. Türkiye asırlardan beri sığınma yeridir. Yerlisi ve mu-haciri dışarılara gitmeye meraklıdır ama bu yurttan başka hiçbir ye-rin kendilerine yurt olamayacağını bilirler. Hiç kimse terörle bu ül-keden ve halktan bir şey alamaz. Bu gibi olaylar sadece toplumsalkenetlenme geleneğimizi sürdürmemize yarar. Neve Şalom'un so-kağındaki sevimli binaların sakinleri zengin olmasalar bile görgülü,o küçük dairelerini sıcak yuvalara dönüştürmeyi bilen ve semtleri-ni seven İstanbullulardır. Gerçi evlerine bir kahve içimi ziyaret içingirmedik; bombaların göçürdüğü duvarların arkasında gördük. Busıcak görünümlü mahalleleri, zevkli yuvaları korumak bizim göre-vimizdir. Perşembe günü eski Britanya Büyükelçiliğinin önünde vize içinbekleyen insanlarımız hedeflendi. Bombanın hedeflerinden biri debaşkonsolosun kendi olmalıydı ki utanmazca katledildi. Bombala-nan bina imparatorluğumuza gönderilen Britanya büyükelçilerinineski konağıdır. İstanbul önemli bir devletin başkenti olduğu içingörkemli bir saray olarak inşa edilmiştir. Nitekim tamir edilen busarayın memurları geçici bir binada oturuyordu. Yerle yeksan edi-len başkonsolosluktaki yaralı ve ölülerin sayısını şu anda bilmiyo-ruz. Bu binaya atılan bomba bizim onurumuza da atılmıştır, eski birdevlet olarak tepki gösteririz. Dışarıdaki büyükelçilerimize suikastyapıldığında, televizyonlarında; "Türk büyükelçisine suikast yapıl-dıysa bir nedeni olmalı" demeye getiren çiğ toplumlardan değiliz.Ananemiz var. Acılı geçmişimiz var, güzel ülkemiz ve kendimizegöre tatlı hayatımız var. İç çatışmalarımız bizi ilgilendirir, bunlarıkışkırtmaya çalışanlara derhal cevap veririz. Hiç kimse İstanbul'unbinalarını bombalarla sarsamaz. Sıkı durun ey ehl-i vatan...

153

Page 154: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Neve Şalom Sinagogu

"Barış vahası" anlamına gelen Neve Şalom Sinagogu, BirinciKarma Yahudi İlkokulu tören salonunun dönüştürülmesiyle inşaedilmiştir. 1930'lu yıllarda Keneset ve Zülfaris sinagogları Galata

Kırk Ambarve Beyoğlu'nun hızla artan Yahudi nüfusuna cevap veremez ol-muştu. Yeni bir sinagogun hizmete sokulması şarttı. Refik SaydamCaddesi'ndeki Kazabianka Gazinosunun yanında bulunan arsa buiş için düşünülüyordu. Görüşmeler sürerken cemaat başkanı Mar-sel Franko ihtiyacı bir ölçüde gidermek için Galata'daki iki Yahudiilkokulunu birleştirerek Büyük Hendek Caddesi üzerindeki kız ilko-kulunun sinagog olarak tadilini kararlaştırdı. Franko sinagogu 26Eylül 1938'deki Roş Ana Bayramına yetiştirdi. İstanbul valisi, bi-nanın eski haline dönüştürülmesi için cemaate iki yıllık bir süre ver-di. Ana bina Lakerdacı Sokak'ta tekrar eğitime açıldı. Sadece tö-ren salonu ve iskemleler ibadet için tahsis edildi. 1948'de sinagoga Neve Şalom adı verildi. 1949'da salonun ta-miri için izin alındı. İTÜ mezunu Elio Ventura ve Bernard Motolagörevlendirildi. Aralık 1950'de parasızlıktan durma noktasına ge-len inşaat, borç parayla sürdürüldü. 300 bin liraya mal olan NeveŞalom 25 Mart 1951'de açıldı. (Kaynak: www.nevesalom.org)

İngiltere Başkonsolosluğu Binası

Galatasaray'da bulunan ve Pera House olarak anılan ilk İngilte-re elçiliği binası 1801'de III. Selim'in parasal desteğiyle yapıldı. Bubinanın 1831'de çıkan yangında zarar görmesi üzerine elçilik birsüre Tarabya'daki yazlık yerinde hizmet verdi. 1844'te yeni bir el-çilik binası inşaatının başlamasına karar verildi. Mimarlar CharlesBarry ve W.J Smith yeni yapının İngiliz kamu binaları gibi klasikgörünümde olmasına dikkat ettiler. Dönemin büyükelçisi Can-ning'in beğenisine uygun olarak inşa edilen bina, sonraki elçiler ta-rafından zevksiz ve sağlıksız olarak nitelendirildi. 6 Haziran 1870'te Pera'da çıkan yangından elçilik binası da na-sibini aldı. Osmanlı hükümeti yangın sonrasında zarar görmüş ya-pıları yeniden inşa etmek amacıyla elçilikle anlaştı. 1872-1873 yıl-larında 38 bin sterline restore edilen elçilikte bu tarihten sonra bü-yük bir değişiklik yapılmadı. Binanın iç mekânında geniş merdi-venler, korint sütun başlıkları ve koridorlar yer alıyordu. Zemin kat-ta büro mekânları, birinci ve ikinci katta elçilik konutu bulunuyor-du. Binanın bahçesinde Kraliçe II. Elizabeth'in doğum günü kutla-maları gibi etkinlikler düzenleniyordu.23 Kasım 2003

Orhan Asena ve Tarihî Tiyatro Oyunları

17. ve 19. yüzyıllar Avrupa kültür tarihinin en ilginç oluşumu,tarihî roman ve tarihî drama türünün gelişmesidir. Racine ve Cor-neille'in tiyatro eserlerinden sonra, aydınlanma dönemi edebiyatı

154

Page 155: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Goethe ve Schiller gibi kitlelere tarih öğretmenliği yapan büyükyazarlara şahit olmuştur. Bunlar tiyatronun seyirciye bilgelik, dü-rüstlük, kahramanlığı öğretmenin ötesinde, bir dönemin siyasetini,bunun gerektirdiği tarih bilincini aşılıyorlardı. 19. asrın tarihçi dâ-hilerinin onlarca ciltlik anıtsal eserlerini kaleme aldılar. Bu tarihçi-ler bazı görüşlerin aksine tarih bilgisi ve biliminde, yönteminde birsıçrama yaptılar mı diye sorulsa; Thukydides'ten, Polybius'tan, İb-ni Haldun'dan artık tarafları yoktur diye cevap vermek gerekir. Bunedenle 19. asrın geçen asırlara üstün tarafı tarih öğrenme ve ta-rih bilinci edinmenin geniş kitlelere yayılması ve bir gelişme yarat-masıdır. Bu gelişim, milletin fertlerinin, tarihçilerinin yazdığı onlar-ca ciltlik âlimane eserleri hatmetmesiyle olmamıştı elbette. Tarihbilincinin yerleştirilmesi, okullarda güzel yazılan tarih ders kitapla-rı (biz hâlâ o aşamaya gelemedik) ve asıl önemlisi tarihî tiyatroeserleri ve romanları sayesinde olmuştur. Çok tekrarlanır; tarihçi ve edebiyat adamının konumu ve yapı-sı farklıdır, roman ve tiyatro yazarı tarihî gerçeğe bire bir sadık kal-mak zorunda değildir diye... Ne var ki edebiyat adamı da tarihi, ta-rihçi kadar bilecek, bir; kendi dünya görüşünü aktarırken tutarlı vesanatçı olacak, iki... Okunamayacak tatsızlıklar, dilde tarihî üslubuve rengi veremeyecek yavanlık ve fahiş tarihî hatalara, edibane ya-ratıcılık ve yazar özgürlüğü gibi mazeretler olamaz. 1775 yılındaGoethe "Egmonf'u kaleme aidi; kendine göre özgürlükçü, kahra-man, İspanyollar'a direnen bir Hollandalı asilzadenin şahsındaölümsüz bir edebî karakter yarattı. Oysa gerçek tarih, "Egmont"unİspanyollara karşı Hollanda'nın özgürlüğünü savunmak ne haddi-ne, ödleğin biri olduğunu söylüyor. Ama bu sapmanın, eserin ge-

Kırk Ambartirdiği söylem ve yarattığı karakter karşısında önemsiz kaldığı açık-tır. Schiller ise "VVallerstein" adlı tiyatro eserinde Otuz Yıl Savaşla-rının ünlü komutanının trajik konumunu işledi. Ne var ki Schillerhâlâ kullanılan ve okunan "Otuz Yıl Savaşları Tarihi" adlı eserin ya-zarıdır aynı zamanda... Puşkin 16-17. yüzyıl Rusya tarihini çok iyibiliyordu. "Boris Godunov" bir tiyatro eseri olmanın ötesinde,muhteşem bir tarih ve devlet yorumudur. Türk tiyatrosunun tarihî oyunlar alanında başarılı parçalar çıka-rabildiğini söylemek kolay değil. İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyetyıllarından beri tarihî tiyatro eserleri kaleme alınagelir. Bunlar ara-sında tarihin, yaşam kültürünün havasını getirmek isteyen bir ya-zarımız Musahipzade Celal'in dışında kalıcı olanı yoktur. Doksanyaşını aşan bu yazarda tarihî bilgi yanında tarihî görgü ve tecrübede vardı. Değişen Türkiye'yi gözledi ve eski Türkiye'yi yeni Türki-ye'ye iddiasızca tanıtmak istedi, tanıttı da... Geçen hafta kaybetti-ğimiz Orhan Asena güncel olanı tarihle ifade etmek isterdi. Soneseri "Yıldız Mahkemesi" bunun aşırı bir örneği sayılmalıdır. Üste-lik bu oyununda kullandığı dil de öbür oyunlarındaki gibi değildi.Orhan Asena bizim kuşakların kullandığı anahtar sözcüklerle "Os-manlıca"yı estetik olarak da tutturabilmişti. "Hürrem Sultan"da bi-linen bir "harem entrikası" yorumunu yaptı. "Tohum ve Toprak"taele aldığı aslında 27 Mayısçılar'ın çıkmazıydı. "Ya Devlet Başa YaKuzgun Leşe" ise olgunlaşan bir tarihî oyun yazımının yansımasıy-dı. Bizce merhum Asena'nm kalıcı olan ve okunması, seyredilme-

155

Page 156: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

si gereken eseri buydu. Turan Oflazoğlu ile birlikte çağdaş tiyatro-muzda tarihî oyun yazarı olarak dikkati çeken bir ikiliydi. Bu daldabence önemli bir gedik açıldı. Genç dramaturgların doldurmasıbeklenir.25 Şubat 2001

Potemkin Panoları Rusya Çariçesi II. Katerina, Alman Anhalt-Zerbst hanedanın-dandı. Hiç kuşkusuz artık sayısı artmaya başlayan iyi eğitim görmüşprenseslerdendi ve Aydınlanma dönemi Alman hükümdarlarındanbirine eş olacaktı. Ancak bu genç prenses Alman devletçiklerindenbirine hükümdar eşi değil, kocaman ve geri kalmış Rusya'ya mutlakhükümdar oldu. Doğrusu yeni ülkesini çok severdi ve onun tarihinibile yazdı. Bir dönem için aydınlanma projelerinden Rusya için vaz-geçmesi gerektiğini de çabuk anladı. Osmanlı İmparatorluğu veRusya'yı istisnai olarak yorumlayan ve despotizmi coğrafyalarındandolayı vazgeçilmez olarak gören Monstesquieu'yu pek sevdi ve mü-racaat kitabı haline getirdi. Çariçe Rusya'yı demir elle yönetme ko-nusunda icazet aldığı bu düşünüre bayılırdı. Tabii Rusya'yı Polon-ya'ya, Kafkasya'ya doğru genişletti. Dönemin ünlü şairi Derjavin, ül-keler alan bu imparatoriçeyi muhteşem mısralarla tasvir ediyordu. Karl Marx'in taçlı fahişe dediği II. Katerina halen tarih yazıcılık-ta farklı ve abartılı yorumların konusu. Kırım Hanlığı'nın ortadankaldırılması ve bu Osmanlı-Türk toprağının bütün Ukrayna ve Kaf-kasya'daki mülhakatıyla yutulmasıdır ki, Osmanlı siyasetinde, hat-ta düşüncesinde büyük yaralar açtı. İkinci Viyana bozgunundan be-ri askerî reformlarla oyalanan devletin siyasî zihniyeti de bu olayladeğişmeye başladı. Osmanlı okumuş takımı Büyük Petro'dan "delibozuk" biri diye söz ederken, II. Katerina'ya daha dikkatli ve saygı-lı bakar oldu. Çariçe hiç tahmin edilemeyecek çalışma arkadaşlarıseçerdi. Bilimler Akademisi'nin başkanı Katerina Daşkova yakınçevresindendi ve aydın kadınlardandı. O çağda onbaşıdan mare-şal, kadından ilimler akademisi reisi yapmak şeytanın bile aklınagelmezdi. Buna rağmen bu görülmemiş tayin kadar ilginç olanı or-dunun, Tavridiya prensi unvanını verdiği, Potemkin adlı çavuşluk-tan gelme bir mareşale bırakılmasıydı. Bu görülmemiş tayinlerinisabetsiz olduğu da söylenemez. Çariçenin çılgın ve bir Rustan çok

Kırk Ambarbir Avrupalı hissiyat ve zihniyetine dayanan anti-Türk projesi deBizans İmparatorluğunun ihdasıydı. Avusturya İmparatoru II. Jo-seph de onun bu vodvil politikasına katıldı ve Rusya'yı ziyaretindePotemkin, ağırlama programı ile yükümlüydü. Bilhassa yeni ilhakedilen bölgelerde olmayan bir refahı sergilemek için yeni köyler in-şa etmesi gerekiyordu. Kolayı var, yol boyu bazı dekoratif köylerdaha doğrusu panolar kuruldu; kapı ve pencerelere de iyi giyimlisözde köylüler yerleştirildi. Potemkin panoları Balkanlar ve Doğu Avrupa'ya has bir siyasîcingözlüktür. Hesap vermeyen Şark ve propaganda ve yalan ko-nusunda isteyince Nazi Propaganda Nazırı Dr. Göbbels gibileriniçıkaran Batı Avrupa bu yollara pek tevessül etmez. Türkiye sana-yii ilerliyor. İki asırlık eğitim hamleleriyle mühendislik ve tıp alanın-da seçkin bir yere gelindi. İlerlemeyen siyasî partiler ve onlara ışık

156

Page 157: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

tutacak siyasî düsturu hazırlayacak toplum bilimleridir. Bu gibi top-lumlarda kaç işçi çalışacağı söylenmeden fabrikalar açılır; ısrarlahızlı demiryolu ulaşımından söz edilir. Aksi görüş üzerinde direten-lere, "Bizi sevmeyen inatçılar" denir. Oysa bunun aksi bir politikave tavrın zarar değil, yarar getireceği bir Türkiye'ye ulaştık. İnsan-lar açık tavra rey verecek bir olgunluktadır. Değişen Türkiye'yi her-kesin anlaması gerekir, Türk seçmeni uyanmaya ve muhakeme et-meye başlayalı neredeyse yarım asır oldu. Bir tashih; geçtiğimiz hafta ülkemizin renkli hocalarından Ordi-naryüs Profesör Sulhi Dönmezer ebediyete göçtü. Merhumun ce-za hukukçuluğu üzerinde bir tetkikim yoktur, ancak yazdığı sempa-tik ve yararlı "Sosyoloji" kitabından tanırım. Türkçesi düzgün veanlatımı açıktı, bu vasfa da maalesef gittikçe daha az rastlanıyor.Ancak adres defteri ve hafızası olmayan gazetecilik gene gaf yap-tı "Son Ordinaryüsümüz" diye başlıklar attılar. İnsaf! Sağlık sorun-ları olsa da hâlâ Hitit metinlerini birbiri ardından neşreden, bu da-lın babalarından Ordinaryüs Profesör Sedat Alp'e, hâlâ bir çocukkadar hareketli ve sağlıklı Tanzimat dönemi tarihçisi OrdinaryüsProfesör Reşat Kaynara ne yüzle bakacaksınız! Onlara uzunömürler diliyoruz; gazeteci arkadaşlara da doğru dürüst adres def-teri tutmalarını salık veriyoruz. Olmuyor böyle olmuyor.8 Ağustos 2004

İzleyin Ama İnanmayın

Nihayet "Tutku-Hz. isa'nın Çilesi" sinemalarda gösterime girdide üzerinde konuşmak mümkün oluyor. Bu filmin dünya görüşün-den söz edemeyiz çünkü pek kaba ve kasabalıdır. Bu vesileyle an-tisemitizmi yani Yahudi düşmanlığını vurguladığı açık. Düpedüz iş-kence ve şiddeti başarıyla yansıtan bir üslûpla. Antisemitizm aşıla-mayı da beceriyor. Beşeriyet 325 yılındaki İznik konsilinden beriadım ilerlememiş; İmparator Konstantin henüz devlet dini olma-yan Hıristiyanlığın iç kavgalarını yatıştırmak, doktrindeki sapmala-rı mahkum etmek; ortada dolaşan İncil'lerin sayısını ve sırasını tes-pit ettirmek için kilise babalarını ve metropolitleri toplamıştı. Hıris-tiyanlar arasında ihtilafı önleyecek bir araç bulundu; Yahudiler.Efendi İsa'yı çarmıha gerdirenler onlardı. "Lanet onlara" dediler."Yahudi düşmanlığı bu konsilin kararı değildi" diyorlar, doğru; sa-dece bir karar olsa kaldırılır ve "mülga"dır denirdi. Oysa bu lanet-leme ve suçlama psikolojik bir kalıntıydı; bunca katliam, engizis-yon vs.'ye rağmen halen devam ettiği anlaşılıyor. Universal büyükbir din, içindeki zaafıyla gelişmeye ve kurumlaşmaya başlamıştı.Yahudilik, Hıristiyanlığın çözümleyemediği bir sorun; zihinde dehayatta da öyle. 7'nci asırda yayılan Müslümanlık da Hıristiyandünyaya bu sorunu unutturamadı. Aksine birinin varlığı öbürüneduyulan kini hızlandırdı. Bu sorun örtülse de yaşıyor ve sadece kla-sik Avrupa'da değil, Mel Gibson'ın hitap ettiği sıradan Amerikalıla-rın arasında da varlığını sürdürdüğü anlaşılıyor. Film, İznik konsi-linden daha etkili olacak; tarihî yönden ispatı mümkün olmayanolayların sergilenmesi de yeniden milyonları tahrik edecek. Bazı noktalar üzerinde duralım: Hz. İsa efendimiz çarmıha ne-rede gerildi? Hıristiyanların büyük çoğunluğu Kudüs'teki Mukaddes

157

Page 158: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

Mezar Kilisesi'nin içinde bulunan ve "Golgotha" denen kayalık şed-din üzerinde bu vakanın cereyan ettiğine inanırken, Protestan ta-kımı Kudüs surlarının hemen dışındaki bir yeri işaret ediyor. Ger-

Kırk Ambarçekten de oradaki kayalık, Golgotha'ya yani kafatasına benziyor.Hıristiyan arkeolojisi birtakım sorunları çözmüyor, aksine zihindedal budak sardırıp karıştırıyor. Üstüne bir de Yahudilerin Roma ta-rihi tetkikleri var. Kocaman çarmıha adam çivileyerek tutturmanınfizikî imkânsızlığı bir yana, kazılarda bulunan bir metrelik çarmıh-lara bağlanan mahkumun kan dolaşımı bozukluğundan gittiği ilerisürülüyor. Çivileme üzerine sayısız hikâye ortada dolaşır. Rus halkinanışında, çivileri çakanlara çiviyi veren kavim mensuplarının heppis kokacağı söylenir. Tabii hepsi uydurmadır ama coğrafya ve ta-rih bilmeyenlere iyi bir kışkırtma. Öyle görünüyor ki eğitimin ge-liştiği gibi bir sanı tamamen boş. Hollywood rejisörü 17'nci asır"mujik"lerinden farklı değil. İslam inanışına göre Hz. Isa "ismet" sahibidir. Bayağı zulümdenmasun kılınmıştır. Allah onu saklamıştır. Ne Pontiff Pilavtus'unönüne çıkartılıp mahkum edilmiştir, ne kırbaçlanmıştır, ne kafası-na dikenden çelenk geçirilmiştir ne de çarmıha gerilmiştir. Haşa,çarmıhtan sonra pazar günü dirilmesi de söz konusu değildir. Hı-ristiyanlar dirilişe inanır. Yahudiler ise Hz. İsa'nın varlığını dahi şüp-heyle karşılar. Aksine inansalar zaten Hıristiyan olmaları icap eder-di. Yahudi dünyası Tevrat'ın üzerine İndilerin ilave edilip Hıristiyankutsal kitabı ittihaz edilmesine hiç tahammül edemez. Nitekim Ka-nal 7'deki benim pek tasvip etmediğim bir programda dostum Yıl-maz Benardete'nin biraz sert bir üslûpla da olsa bu duyguyu ifadeettiğini gördük, istanbul'daki Roma Temsilcisi Monsieur Moraliçpek bilgece bir sükut içindeydi, takdir etmeliyiz. Demek istediğim,Hıristiyan inancına da hürmetimiz sonsuzdur. Lakin bu inancı istis-mar ederek bir dinin mensuplarını suçlayacak film yapmak pekakıllıca bir iş değildir. Onun için; "sinema üstadı, vallahi bu işi çokiyi yapıyor" vs. gerekçelerle bu filmi seyretmek isteyenlere hiçbirdiyeceğimiz yok. Üstelik Mel Gibson, Romalılara Latince, Hz. İsave etrafındakilere ise tarihî gerçeğe uyarak güzelim Aramcayı ko-nuşturuyor. Tabii bu pek suni bir Aramca. Ve de İbranca da duyu-luyor. Bu da ilginç bir teknik. Daha evvel de böyle bir-iki denemeyapılmıştı. Bu film Hz. İsa'nın güya son 12 saatini anlatıyor. Öylede olsa zinhar inanmaya kalkmayın.18 Nisan 2004

"Büyük İskender" Filmi Üzerine

Yunanlıların büyük tarihî portresi diye biliniyor; daha doğrusuMakedonyalıların Yunanlı olduğunu tartışmasız kabul eden zihniye-te göre... İskender'in yazılı edebiyat bırakmayan ve Yunanca isim-ler kullanan çoban halkının Yunanlı olduğunu niçin kabul edelim?İsimlere bakarsak bizim ceddimizin de Arap veya İranlı olması ge-rekir. İyi İngilizce konuşan Türklerin de Amerikalı... Şarklıların İs-kender-i Kebir hatta Zulkarneyn ile aynileştirdikleri tarihteki cihan-girlerin en ilginci İskender. Beşeriyetin 33 yaşında ölüp kısa haya-

158

Page 159: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

ta neler sığdırdığına hayret ettiren dâhilerinden. Mozart 33 yaşınakadar besteciler arasında en çok eser bestelemiş, Puşkin ve Ler-montov o yaşlarda Rus edebiyatını kurup aceleleri varmışçasınadüelloyla öbür tarafa geçmişler. Champollion o yaşlara kadar çağ-daş insanlığa beşeriyetin en muhteşem toplumunun, eski Mısır'ınkapılarını açmış. İskender de doğu-batı medeniyetlerini birleştireceğim diye bili-nen dünyayı fethetmiş. Mısır'ı aldığında Nil'in kaynağını araştırdı.Bulamasa da güneye doğru ilk araştırmacı grupları gönderdi. Hin-distan'dan dönerken, İran'da Deşt-i Kebir dediğimiz çölün güneyi-ni dolaştı; askerî-stratejik nedenlerden çok, araştırma nedeniyle.Doğuluların dil ve uygarlığına hayrandı ama bu hayranlık Ahama-niş İran'ının törensel başkenti Persepolis'i yakıp yıkmasını önleme-di. Ne de olsa çoban bir medeniyetin gaddarlığı, devrin en iyi ho-calarından eğitim gören bu genç adamın içinden çıkmamıştı. Bumühim olay filmde yer almıyor. Oysa Persepolis her şeyiyle doğu-batı karışımıydı. Doğu ve batıyı birleştirme iddiasını önce kendibaltaladı. Baltalamaya rağmen süreç yürüdü. Ondan sonra Orta-doğu ve Akdeniz tek bir dünya olarak yoluna devam etti. Tuna'dan Fırat kıyılarına kadar Yunanca konuşacak adam bu-lurdunuz ama öbür diller de yaşadı. Bu büyük imparatorluğun Mı-sır bölümünde halefi olan General Ptolemaios (Batlamyos) Helen-

Kırk Ambar zw

Mısır karışımı bir firavun oldu. Mısır kaynaklarını kullandırarak ra-hip Maneto'ya eski Mısır'ın tarihini Yunanca yazdırdı. Ta 19'uncuasra kadar bildiğimiz orijinal eski Mısır tarihi bu kırıntılardı. Kurdu-ğu sayısız İskenderiyeler içinde en parlak ve en kozmopolit olanMısır İskenderiyesi ahalisinin önemli kesimini oluşturan Yahudile-rin dinini başkalarının da öğrenmesi için 70 adet tercümana Tev-rat'ı Yunancaya çevirtme görevi verdi; bu büyük tercüme dahi Yu-nanlılar ve Romalıların Yahudi dini hakkındaki bilgisizliğini önle-meye yetmedi. Tamam 14 asır sonra İranlı Müslüman yazar Şah-rastani, Yahudi ve Hıristiyan dini hakkındaki en mükemmel eseriyazacaktır. Mısır'ın yeni firavunu Ptolemaios'un soyundan gelen KraliçeKleopatra eşsiz eczacılık bilgisi ve çok sayıda dili mükemmel kul-lanımıyla, Helenistik kültürün zirvesini temsil eden bir aydındı.Sezar Mısır'ı aldığında bütün Roma'nın gözleri kamaştı. YunanHami ve Sami sentezi iskender fetihlerinin sonucuydu. Ama ger-çek maliye ve devlet eski Mısır'ın hediyesiydi. O hediyeyi Roma-lı fatihlere ulaştıran İskender'in mirasıydı. 19'uncu yüzyılın ünlüAlman hümanisti Droysen kaleme aldığı İskender'in tarihi ile ta-rihçiliğin şaheserini yarattı ve İskender tarihçiliğinin ne olduğunuanlattı. Büyük iskender'in kepaze filmine gelince; Amerikalının biri neİskender'den ne tarihten anlıyor. "Geceyarısı Ekspresi"ni ortayaatan zavallı senarist şimdi yönetmen olmuş; bunca mozaik veheykeli olan büyük adamı canlandırmak için pek çocuk suratlı biraktör seçilmiş: Colin Farrell. Meselâ beklerdik ki bizim Antalyaşimalindeki Termesos'u kuşatsın ve alamasın; "Kaaros'un kartalyuvası için ordumu harcayamam" deme akıllılığını göstersin git-

159

Page 160: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

sin. Ama böyle bir sahne nerede! Bu iskender'de etrafı merakeden, inceleyen Yunanlı zekâsından eser yok. Adamlar fotoro-man üslubuyla ya birbirine iltifat edip, kucaklaşıp duruyor ya dakavga ediyorlar. Tarihî olaylar gerçek değil, renk yok, çeşitlilikyok. Avrupa çarşılarındaki ortanyal Hint giysileri satan dükkan-ların havasında bir alay şölenler, iskender'in yürüdüğü muhteşemşarkın zerresi yok. Bir de en can sıkıcı olan taraf; bilgisayarla dü-zenlenmiş sözde kuşbakışı muharebeler. Bu bilgisayar işlemleri"Troya" filminde de vardı. Bayağı can sıkıyor. Anlaşılan Ameri-

Kırk Ambar Sohbetlerika'da ayıp değil. Bizdeki sözde eleştirmenlerden biri de kartal ba-kışı savaş sahneleri "pek şahaneydi" diye yazmış. Tarih bilgisi ol-mayan toplumlarda tarihî film olmaz. Pasolini, Visconti, Wajda,Szabo gibi dahilerin dünyasında pek çekilmez yavanlıklar bunlar.Vakte yazık.5 Aralık 2004

Reşad Ekrem Koçu'nun Romanları Üstadın romanları bizim bildiğimiz roman değildir; daha çokçeşni kazanmış bir vakayiname; hayat boyu okuyup hatmettiği"Tayyarzade", "Hançerli Hanım" tipindeki 18. asır halk hikâyeleri-nin getirdiği bir üslûp hâkimdir. İşte cılız tarihî roman edebiyatımız-da, üstadı özgün ve lezzetli kılan niteliği de budur. Üstelik "roman-cı tarihçiye sadık kalmak zorunda değil" tümcesini; "romancı cahilolup istediğini uydurur" hükmüne çevirenlerin ortamında ReşadEkrem, sağlam tarihî bilgisiyle nesillere tarihi sevdirip, tarih öğre-ten biridir. Ne garip bu yüzyılın en velud (doğurgan) Türk tarih ya-zarlarından olan Koçu, meslekten tarih eğitimi almasına ve VefaLisesi'nde tarih öğretmenliği yapmasına rağmen; derslerini zevkleanlattığı ve dinlendiği söylenemezmiş; kaleminden akan hünerlebize halen aranan bir külliyat bıraktı. Çocukluğumda okumayı sök-tüğüm yazarlardan birincisiydi. Hafta mecmuasında üstad MünifFehim'in fırçasından çıkan minyatürvari resimlerin altında İstan-bul'un ünlü simalarını, kadınlarını "İstanbul Masalları" başlığıyla an-latırdı. Zevkle okurdum; bir daha okurdum; bu ülkenin tarihinde"Atlıases Kamer", "Mehmene Banu", "Tayyarzade" gibi tipleri debüyük padişahlarımız ve komutanlarla birlikte öğrendim. Elli yılayakın süre geçti hâlâ Reşad Ekrem'i ara sıra okuyorum. Baştan so-na tarayıp okuduğum bir eser "İstanbul Ansiklopedisi"dir. Bu yarımkalan ansiklopedi İstanbul'un ve sosyal tarihimizin en önemli kay-naklarındandır. İçindeki maddeler İstanbul'un (kaybolan sokaklar)sadece yönetici sınıfını, aydın tabakasını anlatmaz; ama şehrin ha-neberduşları, basit işçileri de bugün artık yaşamayan ve onun ka-leminden çıkan canlı tasvirlerdir. Matbaada tanıdığı çalışkan birmürettip, ünlü bir profesör, Kumkapı'da meyhanede unuttuğudosyayı bulup getiren gazete satıcısı bir çocuk (Erhan Eskici), 19.asrın ünlü serserileri, halk şairleri, ulemadan, vüzeradan, zürefa-dan tipler hepsi bu ansiklopedidedir.

Kırk Ambar Sohbetleri On üç yaşından beri elde defter şehri gezen ve İstanbul'un kay-bolan nice abidesini gün ışığına çıkaran Prof. Semavi Eyice gibi

160

Page 161: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

millî âlimimiz, merhum hocam Prof. Adnan Erzi ilk yazılarını, kikıymetli maddelerdir, bu ansiklopedide yayınlamışlardır. Erzi Hocazaten bundan sonra pek yazı yazmamıştı. Gene üstad Kevork Pa-mukçuyan İstanbul Ermeniliğini ilk bu eserde kıymetli maddelerletanıtmıştır. Koçu'nun " Yeniçerileri, eşsiz bir rehber olan "TopkapıSarayı" ve "İstanbul Ansiklopedisi", "Türk Giyim Kuşam Sanatı"tekrar basılmalıdır. Forsa Halil (16. yüzyılda batakhane işleten ve bir dizi cinayet iş-leyen bir şebeke reisi), Erkek Kızlar (muhtelif nedenlerle erkek kı-lığında erkek kimliğiyle yaşayan, hatta devlete başkaldıran çetelerkuran kadınlar), Dağ Padişahları (Celâlî eşkıyasının ünlü reislerininhayatını anlatan en güzel roman), Kabakçı Mustafa, Patrona Halilyazarın ünlü romanlarıdır. Bu romanlar vakayinamelere dayanangerçek tarihî bilgileri şahane bir üslûpla romanlaştırıyor. 18-19. as-rın halk dili çeşnisi var, roman okunduğunda devrin atmosferi veçevresi okuyucunun beynine yerleşiyor. Bu dili kapan kişi zamanmakinesine binse; 15. asrın âlimi, 18. asrın devletlusu gibi kayık-çı esnafı ve rindmeşreb şairiyle de konuşur, onları dinler, lezzet alır.Reşad Ekrem Koçu gençliğe devirler için geçerli bir Türkçe'yi sev-diriyor ve giriş anahtarını veriyor. Koçu gibi tarihçi romancılarınher ulusun edebiyatında olması kolay değil; çünkü bizim en çok ih-tiyacımız olan unsur, yani tarihe olduğu gibi ve nesnel olarak bak-mak, bu yazarın en birinci özelliği: O eski cemiyet ne çok ahlaklıne ahlaksız; o ülke ne cehennem ne de cennet-i âlâ idi. Onlar bi-zim dedelerimiz ve özgün bir medeniyet ve yaşayışın bireyleriydi,o ülke ise renkli bir imparatorluktu. Saydığımız şu beş romanı, Re-şad Ekrem'in diğer eserlerinin de basılması ve izlemesi gerekiyor.Doğan Yayıncılık'ın bu gayretinin devamını dileriz.17 Haziran 2001

Çocuklar Aziz Vatan Malıdır

Bir haftadır Malatya'daki çocuk yuvası gündemde; bakanlar, va-liler şiddetle tenkit ediliyor. Hiç şikâyetçi değiliz. Ehliyetsiz bakıcı-lar beş-altı çocuk bir arada oldu mu kendi çocuklarını da terbiye et-mek değil, bu şekilde sindirir. Nihayet bakıcı zulmü edebiyatını ta-mamlayarak çocuklarla ilgilenmeye başladık. Tabii ilginin yakın birbilgiyle tamamlandığı söylenemez. Hele bazı sürekli tedbirlerin na-sıl ve ne derecede uygulanacağını zamanla göreceğiz. Rahmetli Nimet Arzık'la bir cümle üzerinde mutabıktık: "Bizmilletçe çocuk çok severiz ama yalnız kendi çocuğumuzu..." Baş-kasının çocuklarıyla bir ilgimiz olamaz ve çoğunlukla bunu kabacabelli ederiz. Kimsesiz çocuk yuvalarının feci hali sadece Türkiye'yedeğil, bütün Balkan ülkelerine özgüdür. Bulgaristan'da üç yaşındabir çocuğu evlat edinen meslektaşımız profesör hanımı çok kutla-mıştık. Bir otomobil kazasında dünyayı terk eden mühendis ebe-veynin yuvaya düşen çocuğuyrnuş. Yuvadaki şartların feci olduğubelliydi. Arnavutluk'ta bu durumdaki birçok çocuğun yuvadan so-kağa kaçtığını görmüştük. Ben arkadaşlarımla ortaokul sıraların-dayken okulun yanındaki çocuk yuvasının içine sızar ve yürek sız-latıcı manzaraları görürdük. Kimsesiz çocuklara şefkatli diyemeyizama adaletli bir davranışı ancak Avrupalı rahibelerin gösterdiği ol-

161

Page 162: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

dukça doğru bir gözlemdir; ama orada bile rahibe Teresa örneği-nin fazla yaygınlaştırılamayacağını bilmemiz gerekir. Ebubekir Hazım Tepeyran merhumun "Küçük Paşa" adlı bizde-ki ilk köy romanı sayılabilecek eserinde bir paşanın evlatlığı olarakkonakta el bebek gül bebek büyürken paşanın vefatı üzerine geti-rildiği köye sürülen ve mahvolan yavrucağın dramı anlatılır. Paşa-nın yakınları onu konaktan köye kovalarlar. Üstünde bırakılan kü-çük paşa üniforması ile doğduğu köyde yarı aç ve ruhen yıkılmışbir halde gezinir. Ebubekir Hazım, Anadolu köyünün feci halini kü-çük paşanın geldiği dünyaya tezat olarak sergiler. Şu günlerde bir-

274 Kırk Ambar Sohbetleridenbire herkesin üstüne titremeye başladıkları Malatyalı bebeler deinşallah aynı akıbete uğramazlar. Hediyelerimizi alarak bayram zi-yaretlerimizi yapalım. Çocukları evlere de davet edelim. Ama biray sonra ortada kalan müziç birtakım insanlardan başkası yuvala-ra uğramayacaksa bu heyecan neye yarar? Türkiye'de kimsesiz ço-cuklar yurdu, çocuklara gerçek anlamda bir eğitim vermez. Camiavlusunda bulunup buralarda büyütülenler 18 yaşına gelince kapı-nın önüne konur. Üzeyir Garih'in öldürülmesi olayında açığa çıktıki bu yavruların bazıları mezarlığa fahişe ve hırsız olarak dönüyor.Toplum olarak onlara verebildiğimiz bu. Geçen Osmanlı asırlarında cami avlusunda bulunan veya soka-ğa atılan bebeleri küçük bir aylıkla dul veya yalnız bir kadının elineverirlerdi. Çocuk yurdu talihsiz bir yavrunun yaralarını sarmayayetmez. Derhal gönüllü aileler bulmalıdır. Bunlar aslında var; fakatformalitelerin uzunluğu ve manasızlığından bu gibi sahipsiz çocuk-ları evlat edinemiyorlar. Gözlemci ailelerin veya hayırseverlerin ço-cuk yuvası ziyaret etmeleri fazla derde deva olmaz. Kaldı ki böylebir zümrenin içinde gerçekten iyi niyetliler çoğunlukta olsalar bile,az miktarda kavga çıkarmayı ve reklamı seven tipler de vardır, vebunlar yavruların da tadını kaçırır, idareceleri de haksız yere hırpa-lar. Hiç kuşkusuz pedagog yetiştirme konusunda hiç iyi imtihan ve-remedik. Kimsesiz çocuklar sadece dayak değil başka tehditlerinde baskısı altında. Ama bunları bilir bilmez tekrarlamak da çocukbakıcılığını ve eğitimciliği istenmeyen meslek haline getiriyor. Duy-gusallık saygı gösterilecek itici bir faktördür; insanların iyilik veadalete olan susuzluğunu ifade eder. Ama mantık ve kanunla mec-zedilemeyeni zararlı olur ve başka saçmalıklar doğurur. Türkiye toplumunun kendine has meziyetleri ve her toplum gi-bi kendine has kusurları vardır. Kusurların başında kendimizin ol-mayan çocuklara karşı gösterdiğimiz ilgisizlik gelir. Sokakta 100binin üstünde Türk çocuğu var, sayıları artıyor; güya bir damın al-tına alınanlara da hayatta dik durmalarını sağlayacak zanaat eğiti-mi verilemiyor. Çok yetenekli olanları toplumda mutena yerleregelebiliyor ama onların da gönül yaralarının kabuk bağlamadığıson günlerdeki demeçlerden anlaşılıyor. Kimsesiz çocukların bakım ve büyütülmesi sadece gönüllü kuru-luşlar ve gönüllü annelerle çözümlenecek bir sorun değildir. Eği-

Kırk Ambartimcilerin yetiştirilmesi gerekir; bu çocukların bir an önce sağlıklıaile çevreleriyle bütünleştirilmesi için ciddi envanter çalışmaları ya-

162

Page 163: Kırk Ambar Sohbetleridocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · Web viewBütün iktidar Sovyetler'indir ama burada iktidarı kullananlar Sov-yet liderleri oldu

pılmalıdır. Evlat edinecek ailelerin konumları tahkik edilir. Yuvada-ki çocuk; kendisi rehabilitasyona muhtaç ailelerin yanında rehabi-lite edilemez. Dünyada ilk resmî çocuk bayramını biz ihdas ettikama çocuk bakımı konusunda en ilkel düzeyde çok geri kalmış birülkeyiz. Toplumun bütün kesimlerinin bu kampanyalara destek ol-ması umulur.30 Ekim 2005

SON

163