kÜltÜr bakanliĞi yayinlari: 1043 2»u(îîn...buhârah ebu ca’fer muhammed b. ebî hâtim...
TRANSCRIPT
KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI: 1043
2»u(îîn
Doç. Dr. Mücteba UĞUR
TURK b ü y ü k l e r i D İZİSİ: 111
KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI: 1043
A A.
BUHARI
Doç. Dr. Mücteba UĞUR
TÜRK BÜYÜKLERİ D İZİSİ: 111
Kapak Düzeni: Saim ONAN
ISBN 975 - 17 - 0368 - 9 © Kültür Bakanlığı, 1989
Onay : 16.1.1989 tarih ve 928.1-200 sayı Birinci baskı.Baskı sayısı: 15.000.
MAS MATBAACILIK - ANKARA
BAŞTAN SÖYXENECEKLER
B uhâa tek kelimeyle Buhâralı demek. Buhârâ’da doğmuş; Buhârâ’da büyümüş, Buhârâ’yı vatan bilerek orada yerleşmiş kimse. Oranm havasmı soluyan, toprağını işleyen, ekinini ekip biçen, suyunu içen, ekmeğini yiyen, kumaşını giyen insan. Kısacası oranın kültürü içinde yetişmiş, mekteplerinde okuyan, hocaları önünde diz çöküp oturan kişi...
Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde bir Buhâra- lıyı o çevrenin insanlarından ve kültüründen ayrı saymaya imkân yoktur.
Özellikle Hadîs ilimlerinde erişilmez yüksek bir yeri olan Muhammed b. İsmail el-Buhârî de öyledir. Doğup büyüme Buhâralıdır. On bir asır şu kadar yıl öncesinin Mâverâunnehir Türkellerinde yetişmiş; kendini o devrin Türk Kültürü içinde bulmuştur. Kişiliğini o kültürle kazandığına, ahlakını o kültürle yoğurduğuna şüphe yoktur. Bu bakımdan o da o çevrenin insanlarından ayrı düşünülemez.
Türk Milletine has kendine güven, pratik zekâ, metânet, fedâkârlık, cesaret, çalışma di
siplini ve benzeri birçok önemli hasletleri benliğinde yaşatmış nice İnsanımız ezelden ebede akıp giden zaman içİnde bu fânî âlemden gelip geçmiştir. Bunlar, sahip oldukları üstün yeteneklerini zamanlarmın ilmi, irfanı ve yılmak yoruİrnak bilmeyen gayretleriyle birleştirerek çevrelerine, milletine, insanlığa ve insanhğın ortak mah olan ilim ve medeniyete unutulmaz hizmetler vermişlerdir. Böylele- ri sayılamayacak kadar çoktur. Ne var kİ, büyük çoğunluğu bazı sabeplerle Türklükten uzak görülmüş; en azından Türk dünyasmdan uzak gösterilmiştir. Halen de gösîeril-
V
mektedir. Öte yandan gıpta diyemiyoruz, hasedden kaynaklanan, en önemlisi de düşmanca duygulardan beslenen kimi sebeplerle de nice âlimimiz Türklükten ayrı tutulma- ya çalışılmıştır. Çalışılmaktadır da...
Buhârî de İsrarla Türklükle hiçbir ilgisi yokmuş gibi gösterilmeye çalışılan isim yapmış sayısız âlimlerden biridir. Onu kasıtlı bir şekilde Türk dünyasmdan uzak görmeye ve göstermeye çalışanlar bir hayli fazladır. Oysa Buhârî, en azından, öz be öz Türk Kültürü içinde yetişmiştir. Kendini Türk dünyası içinde bulmuş, kişiliğini o dünyaya has kültürle kazanmıştır.İsIâm Dini’nin ikinci ana kaynağını oluşturan Hadîsle ilgili ilim dallarında ve İslâm Hukukunda önce yetenekleri ve bilgisi, sonra biraz da o kültürün kendisine kazandırdığı hasletlerle doruğa ulaşmıştır.
Gerçek böyle iken bütün tarihî kaynaklar Buhârî’nin Türk dünyasıyla ilgisi konusunda son derece ketum davranmışlardır. Bilhassa Hz. Peygamber’in isminin veya peygamberlik vasfının sonuna hemen her zaman bir arabî (a- rap) sıfatını eklemeyi İhı lal etmeyenler, sanki Türk olmak suçmuş gibi bu konuda susmayı tercih etmişlerdir. Müsteşrikler gibi kimileri de böyle bir âlimi Türklüğe yakıştıramadıklarından mıdır nedir, onun İran asıllı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak bunu ispat edecek herhangi bir delil bulamamışlardır. Burada düşünmeli, Buhârî’nin Türk dünyasıyla hiçbir ilgisi olmadığını iddia edenlerin ellerinde bunu ispat edecek en küçük bir delil olsaydı kimbiür çnu ne kadar ustalıkla işlerler, neler söylemezlerdi? Eğer İran asıllı olsaydı ona önce iranlılar sahip çıkarlardı. Oysa böyle bir şeyi yapamamışlardır. Yapamazlar da.. Bu bakımdan Buhârî’yi Türklükten uzak görmeye ve göstermeye çahşanlarm bütün gayretlerinin sonucu iddia ve zandan üeri gidememiştir. Halbuki iddia ve zan ilim değildir. Gerçeği de hiçbir zaman ifâde etmez. Şu hale göre Buhârî’yi en basit bir ölçüyle yetiştiği çevrenin kültürüyle olgunlaş
VI
mış bir âlim olduğunu bile bile Türklükten ayrı görmek bizce açık bir çelişkidir. Ne yazık ki, pek çok Tarih ve Biyografi kaynakları Buhârî’nİn Türk olduğu kanaati yaygın la d^^^ Çelişkiye düşmekten kurtulamamış-
Buhârîyi tanıtmak maksadiyle kaleme alınan böyle bir eserde kaynakların - bizce - kasıtlı olarak üzerinde dur- m ad^arı, daha doğrusu duramadıkları bu önemU konu üzerinde bir nebze olsun durmak gerekirdi. Bunu biliyoruz. Ancak bu yapılmamıştır. Yapılamamıştır demiyoruz;
karşılık onun Türk dünyasının yetiştir- dığı bir kimse olduğunu göstermeye yarayacak birkaç aklî delil üzerinde durmakla yetinilmiştir. Bunun sebebi, ilim anlayışımızdır. Yoksa şahsî kanaatimiz pek çok ilim ve fi- kır adamı gibi, Buhârî’nin Türk dünyasının çok kıymetli bir ferdi olduğudur. Öyle olunca bu konuda son sözü biz de Tarihe bırakıyoruz. Bizi bağışlayacaklarını umduğumuz okuyucularımızın sağduyusuna ise güvenimiz tamdır.
olursa olsun, geçmişte yaşayan büyüklerimizi tanımanın, hayat hikâyelerini, çalışmalarını, eserlerini ve düşüncelerini öğrenmenin sayısız yararlannı saymaya gerek var mıdır? Bilmiyoruz. Ancak burada şu kadarını söylemekle yetinelim ki, geleceğe uzanan köprünün ayakları geçmiştedir. Geçmişini bilmeyenin geleceğini bilemjyeceği; üstelik geleceğinden emin olamayacağı kuşkusuzdur. Bu önemli nokta göz önüne alındığında büyük ahm Buhârî’nin üim tarihini süsleyen hayatını, bilhassa ilim uğruna katlandığı güçlükleri öğrenmek; onun ruh yüceliği- ne, örnek ahlâkına, düşünce ve duygularına dair bilgiler edinmek, gerek kültür tarihimiz, gerekse geleceğin ümidi olarak görmek istediğimiz gençlerimize örnek göstermek yönünden son derece önemlidir. Bunun yanısıra Buhârî gibi buyuk bir âlimin hayat hikâyesi ve çahşmaları on bir asır ötesinden de olsa, günümüz insanına, bize, bizlere çok şevler söyleyecek niteliktedir.
VII
Şu küçük hacimli çalışmada bunları birlikte göreceğiz...
Bilinen bir gerçektir ki, Tarih ve Biyo^afi kaynakları birbirlerinden nakillerle doludur. Sonrakiler öncekilerden alıntılar ve aktarmalar yapagelmişlerdir. Biz bu çalışmamızda bunu göz önünde tutarak en çok iki ^ a p ç a naktan faydalanmayı tercih ettik. Bunlardan birincisi, Tâ- rîhu Bağdâd’dır. Malazgirt Savaşından on bir gün sonp ve zafer müjdesini alamadan ölen el-Hatîbu’l-Bağdâdî nin bu eseri, elimizde bulunan en eski ve güvenilir bir iki kaynaktan biridir. îkincisi ise ilim tarihine ismini yazdırmış Türk- lerden Semsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osmân b. K a y m a z'ez-Zehebî’nin büyük biyografik eseri Siyeru AUâ- mi’n-Nubelâ’nın Buhârî’ye ayrılmış kısmıdır. Büyük boyda 84 sayfa tutan bu kısımda ez-Zehebî, bir yandan Nişâburlu el-Hâkim’in Târîhu Nîşâbûru ile Buhârâh Guncâr’ın Târî- hu Buhârâsı gibi iki eski ve değerli kaynaktan faydalanmış; diğer taraftan da Buhârî’nin arkadaşı ve kâtibi yine Buhârah Ebu Ca’fer Muhammed b. Ebî Hâtim tarafından yazılan Şemâilu’l-Buhârî isimli kitabını baştan sona aktarmıştır. Buhârî hakkında yazılan biyografik eserlerin ilki olan bu kitap hem güvenilir bir kaynaktır; hem de başka kaynaklarda görülmeyen hayli faydalı bilgiler vermektedir. Bu itibarla bu önemli nokta göz önünde tutularak çalışmamızda fazla kitap kanştırmaktansa daha çok ikisi de eski ve güvenilir iki kaynak ön planda tutulmuştur. Ayrıca metinde isimleri geçen şahısların tesbİt edilebilen doğum-Ölüm tarihleri Türkçenin akıcüığını bozduğu düşüncesiyle son kısımda İsimler Sırası başlığı altında verUmiştir. Kullanılan bu İlmî metotlar sebebiyle alışılmış usul dışına çıkışımız mazur görülmelidir.
VIII
Asıl konumuza girmeden söyleyeceğimiz son söz oiarak başta Buhârî olmak üzere gerek sosyal,gerek pozitif, gerekse manevî ilimler alanlarmda çalışmış, emeği geçmiş ve eser vermiş; isimleri bilinen ve bilinmeyen Türk âlimlerini minnet ve şükranla anıyor, hepsine yüce Allah’ tan sınırsız rahmetler diliyoruz. Çalışmak bizden, başarı O’ndandır.
Doç. Dr. Mücteba UĞUR
Baştan Söylenecekler.................................................. V
Giriş. Dokuzuncu Asırda Buhârâ ve Çevresi.......... 1
1. H ayatı....................................................................... 5Çocukluğa.............................................................. 6
Öğrenim H ayatı...................................................... 7Eşsiz Hafızası......................................................... 10İlim Yolculukları.................................................... 11Hicaz Yolculuğu..................................................... 13Mısır Yolculuğu...................................................... 15Basra Yolculuğu.................................................... 16Diğer İlim_ Yolculukları ve Hocaları.................... 18Bağdat’ta îmtihan Edilmesi.................................. 19
H ocaları.................................................................... 21Horasan’a Dönüşü................................................ 23ez-Zuhlî İle İlişkisi ve Sonucu.............................. 27Buhâra Valisi ile Başından Geçenler.................. 34Ö lüm ü..................................................................... 39Spor Sevgisi.............................................................42
2. Kişiliği ve Fikri Y apısı.................. •...................... 43A hlakı............................................ ........................ 43İlmî Yeri ve D eğeri.............................................. 49M etodu................................................................... 5 3
Bazı Görüşleri...................................................... 563. E serleri.................................................................... 65
el-Câmi’u’S‘Sahîh................................................. 63Yazılışı..................................................................... 64Özellikleri................................................................ 66Türk Kültüründeki Y eri...................................... 68
4. Sahih’ten Seçmeler................................................ 72Faydalanılan E serler............................................ 101İsimler Dizisi........................................................ 103Sözlük.................................................................... 107
İÇİNDEKİLER
Dokuzuncu Asırda Buhârâ ve Çevresi
Büyük âlim Buhârî’nin hayat hikâyesine başlamadan önce Buhârâ ve çevresinin dokuzuncu asır başlarmdaki sosyal ve ekonomik hayatma dair kısa bilgiler vermek istiyoruz. Böylece Buhâri’nin doğup büyüdüğü, uzun yıllar içinde yaşadığı çevreyi az da olsa tanımış olacağız. Bununla onun kişiliğine tesir eden faktörlerin neler olduğu bir nebze olsun açıklık kazanacaktır.
Bugün Sovyetler Birliği sınırları içinde bulunan Buhârâ, Mâverâunnehir’de Zerefşân Vadisi üzerinde bulunan tarihî bir şehirdir. Orta Asya’nın en önemli yerleşim merkezlerinden biri olarak anılır. Ceyhun (Amû Derya) Irmağına oldukça yakındır. Arazisi çok eskilerden beri su kanallarıyla sulanmaktadır. Yakınındaki Mâverâunnehir’in en büyük kenti olan Semerkant’a anayolla bağlıdır. Ayrıca Buhârâ’yı güneyindeki Tirmiz’e; oradan Belh’e bağlayan bir yolla, kuzey batıdaki Harezm bölgesine ve güney batısına düşen Merv üzerinden Nişâbur’a*bağlayan işlek yollar burasını Mâverâunnehir bölgesinin önemli bir ticaret merkezi haline getirmiştir. Narşahî’nin kaydettiğine bakılırsa Buhârâ adı bazı kaynaklarda Şehr-i Bâzargânân (Tüccarlar Şehri) olarak geçer.^^^ Bu ismin önemli bir ticaret merkezi olduğundan dolayı verildiğine şüphe yoktur.
Diğer taraftan Buhârâ, bölgeye hâkim bir şehirdir. Çok eskilerde de var olduğu kaydedilen kanallarla sulama imkânı olduğundan çevresi bağlık bahçeliktir. Tarıma elverişlidir.
GİRİŞ
(1) Buhârâ, 39.
Buhârâ’nın da içinde bulunduğu bölge daha çok Orta Asya’daki göçebe Türk boylarının bulunduğu bölgedir. Ceyhûn Irmağının batı yakası meskun bölge olduğundan burası göçebe boylarla İran’daki yerleşik halkın arasını ayıran sınır noktası gibidir.
Hicretin beşinci yılına (627) kadar Buhârâ ve çevresinde bir Türk hânedânı hüküm sürmüştür. Bu hânedâ- nın adının Buhâr-Hudât veya Buhârâ-Huzâh olduğu kaydedilir. Bölgeyi yirmi iki batın idare etmişlerdir. Îlmî araştırmalar kesinlikle olmasa bile bu hanedanm Gök-Türkler- den olduğunu açığa çıkarmıştır.
Dört Halife Devri’nin sonlarında Horasan içlerine kadar ulaşan İslâm fetihleri Mâverâunnehir’e ilk olarak yedinci asrın sonlarına doğru gelmiştir. Nitekim ilk Müslüman Arap ordularının 54 (674) te Buhârâ önlerinde görüldüğü söylenir. Bu sıralarda Buhârâ’da daha önce ölmüş bulunan Türk hükümdânnm "Hatun" denilen dul eşi hüküm sürmektedir. Buhârâ yöresinde İslâm hakimiyetini ilk olarak sağlam bir şekilde yerleştiren Kuteybe b. Müslim olmuştur. Bununla birlikte, Buhârâ ve çevresinde Emevi-A- rap Hâkimiyetine karşı isyanlar çıkmış ve bu tarihî şehir zaman zaman Türklerin eline geçmişse de daha sonra Araplar tarafından geri alınmıştır.
Abbasî Halifesi Mehdî devrinde Buhâr-Hudât Hâ- nedânı’nın Buhârâ idaresinde önemi kalmamıştır. Gerçekten Buhârî’nin doğduğu dokuzuncu asrm başlarında Buhârâ ve çevresi Merv’de bulunan Horasan emirine tâbi idi ve Arap asıllı valiler tarafından yönetiliyordu. Bu asır içinde Horasan emirleri hi\kûmet merkezini Nişâbur’a nakledince Buhârâ’nm idaresi Mâverâunnehir’in diğer kısımlarından ayrı kaldı. Buhârî’nin hayata veda ettiği sıralarda ise doğrudan doğruya Horasan bölgesinde yönetimi ellerinde
tutan Tâhirîlere karşı sorumlu bir valinin idaresinde bulunuyordu.
îlım âleminin bilgisi dışmda kalmamıştır ki, Maverâ- unnehır bo gesı dokuzuncu asırda Türk boylarmın yoöun olduğu bir bölgedir. Buhârâ ve çevresinin uzun yıUar bir lu rk hanedanı tarafından yönetilmiş olmasımn lükleri buralara çektiğine şüphe yoktur. Bölgede genel olarak ha^jancılıida birlikte o devirler Türk boylarınm yasayısla- nnda temel unsurlar olarak görülen hususlardan binicilik, silah kullanmak gibi unsurlara rastlanması ve öteki bazı kültürel değerler bizi buralarda geniş çapta Türk boyları- nın bulunduğu sonucuna götürmektedir. Nitekim Buhârî’ nın olumu üzerinden çok geçmeden bölgeye hâkim olan bamaoguUarı devrmm hemen başlarında Buhârâ ve çevresinde halkın hayat seviyesi oldukça yüksektir. Buna zemin hazırlayan sanayi ve ticaret mallarından pek çoğu Türk kuUurunde asü unsurlar niteliği taşımaktadır. Elimizde söz konusu devirde Buhârâ ve çevresinde bulunan çeşitli şehirlerde üretilip ticareti yapüan malların bir listesi vardır. Bu listeden Buhâra’ya yakın çevrenin sanayi ve ticaret ha- ruz^” ihraç mallarını nakletmekte fayda görüyo-
Buhârâ’dan yumuşak kumaşlar, seccâdeler, hânlara mahsus yaygılar, örtüler, bakır kandiUer, kumaşlar, hapishanede dokunan at kolanları, iç yağı, koyun postu, baş
Semerkant’tan sîmgûn denilen gümüş renkli kumaşlar, Semerkandî adı verilen oraya has kumaşlar, büyük ba- kır kaplar, zarîf kadehler, çadırlar, gem, kayış, başlık, üzengi gibi koşum araçları..
(2) Islâm Ans., Buhârâ maddesinden özet, 1/762,3.
Fergana ve îsticâb’dan beyaz kumaşiar, silâh ve kılıçlar, bakır, demir..
Tirmiz’den sabun ve kumaş, Harezm’den çeşitli kürk hayvanlarmın derileri, mum, ok ve yay, külâh, balık tutkalı, kehribar, bal, fındık, kılıç, zırh ve benzeri mallar..
Bununla birlikte Buhârâ’nın etleri, |â f veya şâk de- nilen bir cins kavunu, Harezm’in yayları, sâş’ın porselenleri ve Semerkânt’ın kağıtları emsalsizdir. Bu malların çoğunlukla Türk kültüründe önemli yerleri olduğu şüphe götürmez. Şu hale göre dokuzuncu asırda Buhârâ ve çevresinde geniş çapta Türklerin bulunduğunu söylemek hata sayılmasa gerektir.
Oldukça yüksek bir hayat seviyesine sahip olan Buhârâ ve çevresinde ilim ve kültür hayatı da oldukça ileridir. En küçük birimlere varıncaya kadar hemen bütün yerleşim merkezlerinde eğitim vazgeçilmez esas olarak görülmektedir. Gerçekten bilhassa büyük yerleşim merkezlerinde Kur’an öğretimi veren ve genelde mescitlerde yapılan derslerin yanında pek çok yerde Küttâb denilen ve Kur’an esas olmak üzere çocuklara okuma yazma öğreten okullar vardır. Bu okullar varlıklarını asırlarca sürdürmüşlerdir. Camilerde ayrıca dinî ilimler ağırlıklı halka açık dersler verilmektedir. Bunun yanısıra hangâh, ribât isimleri verilen kuruluşlarda ve medreselerde çeşitli ilimler okutul- makdadır. Bu yönüyle çevre, başta Buhârâ olmak üzere dokuzuncu asrın en önemli ilim merkezi id i." İslâmî ilimlerin en fazla revaç bulduğu ve büyük tekâmül gösterdiği yer buralardı." Bütün bu hususlar dikkate alındığında denilebilir ki Buhârî böyle büyük çapta Türk Kültürünün hâkim olduğu bir ortamda yetişmiştir. Bu bakımdan onu en basit bir ölçüyle bu kültürden ayrı bir kültürün insanı saymaya imkân yoktur.
(3) Borthold, 299, 300.(4) T ürk Ans., Buhara Mad., 6/347.
4
1. HAYATI
Asırların ender yetiştirdiği büyük âiim Buhârî, bütün Kaynaklarda Ebu Abdülâh künyesi ve Muhammed b İs- maıl b. İbrahim. Mugîre el-Cu’fî ei-Buhârî ismiyle anılır, ısmmdekı son iki kelimeden ilki büyük dedesiyle ilgilidir. O devirlerin âdeti olarak bir kimse birisinin aracılığı ile Müs- iüman olduğu takdirde ona nisbet edilerek anılmıştır. Bu-
1 dedesi el-Mugîre de zamanın Buhâra Valisiei-Yemânu’l Cu’fî vasıtasiyle müslüman olduğundan, ara-
1 şahsa nibet edilerek ona da f ' A X piğer kelime ise Buhârî’ye aittir. Buharı, Muhammed b. İsmail isminde çok bu isimle meşhur olmuştur.
Genel olarak kabul edilmiş tarihle 194 hicrî yılı Şevval ayının 13. (19 Temmuz 810 M.) Cuma günü öğle vakti dünyaya geldi. Babası İsmail Buhârâ ve çevresinde zamanın ısım yapmış âlimlerindendir. Daha çok hadîs ilmiyle meşgul olmuştur. Bir hac ziyareti sonrası Medine’de bir sure kalarak büyük âlim İmam Malik’le görüşmüş; ondan hadîs almıştır. Ayrıca Hammâd b. Zeyd ve ünlü Türk mimi Abdullah İbnul-Mübârek’ten de rivayetleri vardır Yaşadığı devir itibariyle Hz. Peygamber’den sonra gelen dördüncü tabaka âlimlerinden sayılmıştır. Buhârî’nin anlattığına bakılırsa İsmail b. İbrahim temiz ahlâklı, iyilik se- ver, cömert ve Allah korkusunu benliğine sindirmiş samimi bir mü’mindir.2
Ardında Buhârî gibi bir büyük insan ve eşsiz bir âlim bırakan İsmail, oldukça varlıklı bir kimsedir. Talebesi Ah-
(1) Bağdâd, 2/6.(2) Kebîr, 1-1/943.
med b. Hafs anlatmıştır: " İsmail b. İbrahim’i ziyarete gittim. Ölüm döşeğinde yatıyordu. Bir ara bana ” Şu kadar malım mülküm var. Ancak içinde ne haram olan, ne de haram şühesi bulunan bir dirhemlik bir şey olduğunu zan- netmiyorum"dedi.^ Bu sözlerden anlaşıldığına göre Buhâ- rfnin babası servetini çalışarak alm teri, göz nuru ve el emeği ile kazanmıştır.
Buhârî’nin annesi de soylu bir ailedendir. Üstün yetenek ve hasletlere sahip, her bakımdan övülmeye lâyık bir kadındır.
Çocukluğu:
Buhârî, henüz çocuk denecek yaşlarda iken babası kısa bir hastalıktan sonra ölünce büyük kadeşi Ahmet’le birlikte yetim kaldı. Çevresinde hatırı sayılan bir kişi olan babasmın nee zaman öldüğü bilinmemektedir. Babalarınm ölümü üzerine iki kardeşin tahsil ve terbiyeleriyle anneleri meşgul olmaya başladı. Hali vakti yerinde bir aile oldukla- rmdan geçim sıkmtısına düşmediler. Fedâkar anneleri de yetimlerinin eğitim ve öğretimlerini sağlamak uğruna hiçbir fedâkârlıktan kaçınmadı.
Kaynaklarda anlatıldığına bakılırsa Buhârî, bir ara ağır bir hastalık geçirdi. Gözleri görmez oldu. Tedavisi ile meşgul olunmasına rağmen bir sonuç alınamadı. Bunun üzerine o şefkatli anne çocuğunun sağlığma kavuşması için günlerce Allah’a dua etti. Göztaşı döktü. Yalvardı, yakardı. Derken bir gece düşünde İbrahim Peygamber’i gördü. Bu ulu peygamber ona içten duygularla Allah’a çok dua ettiği; gece gündüz demeden gözyaşı dökerek yalvardığı için Yüce Âİfab’ıft oğlunu sağlığma kavuşturacağını söyledi. Sabah uyaranca bir de ne görsün, oğlunun gözleri iyi olmuş, görmeye başlamış."*
(3) Şâfi’iyye, 2/3.(4) Irşâd, 1/30.
_ Buharının hayat hikâyesini veren kaynakların ço- gunda yer alan bu olay ilk bakışta pozitif ilimlere ve deneyle elde edıtoış bilgilere aykırı görülebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, bu gibi olayları müsbet bilgiler ısı&nda açıklamak gerçekten çok zordur. Böyle ohnakla birlikte inanarak ve içten gelen duygularla Yüce Yaratan’a sığınıp edilen duaların boşa çıkmayacağı umulur. Kuşkusuz Allah her şeye kadirdir. Verdiği derdin dermanını da verir. Öte yandan dikkat edilirse Buhârî, hastalığının hemen başında tedavi görmüştür. Zamanın basit ölçüleri içinde de olsa uygulanan tedâyînin gün gelip olumlu sonuç vermesi ve s a lg ın a bu tedâvî sonucu kavuşması akla hiç de uzak değildir.
Öğrenim Hayatı
. Buhârî, zamanm âdeti gereği ilk öğrenimine Kur’- an-ı Kerim ı ezberlemekle başladı. İlk bilgileri babasmdan aldığı nakledilmiştir. Buna göre Kur’ân okumayı babasmdan öğrendiği söylenebilir. On yaşlarında iken Küttâb de- n ı l^ ve çocuklara okuma yazma öğreten okula devam etti. J^taba ve okumaya çok düşkündü. Bulduğu kitabı oku. yordu. Bu sırada hadîs ezberlemeye başladı. Kendisi şöyle
ı_ iken içime hadîs ezberleme arzusu doe-du: Ezberlemeye başladım." Bu sırada kaç yaşmda oldu^ı sorusuna B uharı" on yaşındaydım; yahut daha küçüktüm" cevabmı vermiştir.
. . eğitimden sonra küttabı bitirince Buhara J^nmmış âlimlerinin derslerine devam etmeye başladı, ilk olarak ed-Dâhilî isimli bir âlimin ders halkasına pıd ı. Aşıl adı bilinmeyen bu âlim bir gün derste bir hadisin senedini" Sufyân-Ebu’z - Zubeyr - İbrahim " seklinde okuyunca Buharı itiraz etti; Ebu’z - Zubeyr’in İbrahim’den rivayeti olmadığını, dolayısıyle hata ettiğini söyledi. Hocası, talebelermın onunde on yaşında bir çocuğun böyle bir
uyarısı ile karşılaşınca mahcup oldu. Kızdı ve Buhârî’yi azarladı. O da mahcup olmuştu. Ancak, kendisine güveniyordu. Bildiklerini doğru olarak bildiğinden emindi. "Yanındaysa kitabına Bak" dedi. ed-Dâhilî’nin kitabı yanında değildi. İçeri gitti, baktı. Dönünce Buhârî’ye doğrusunu sordu. Buhârî," O râvî Ebu’z-Zubeyr değil; Zubeyr b. Adîdir. İbrâhim’den Ebu'z-Zubeyr’in rivâyeti yoktur; Zubeyr b. Adî’nin rivâyeti vardır" cevabını verdi. Bunun üzerine ed-Dâhilî "hakhsın" dedi. Buhârî’nin elinden kalemi aldı ve kitabını onun dediği gibi düzeltti.^
Bu olaydan sonra Buhârî, bilgisi, keskin zekâsı ve olağanüstü hafıza gücü ile meşhur oldu. Parlak ve üstün zekâh bir öğrenci kabul edüdi. Yerine göre ilim yoluna yıllarını vermiş yaşlılar bile ona sorular sormaya ve geniş bilgisinden faydalanmaya başladılar. Kendisi şöyle anlatmıştır: "ed-Dâhilî’nin ilim mecUslerine devam eden bir ihtiyar vardı. Sık sık yanıma gelirdi. Ona bildiğim sahîh hadîsleri söylerdim. Söylediğim hadîslerle birlikte âlimlerin o hadis hakkındaki görüşlerini de haber verirdim. Bir gün bana "Ebu AbdiUah dedi ; bizim reisimiz Ebucâddadır. Bana ulaştığına göre senin bir şeyi kolayca ezberleyebilmek için "belâzur" denilen bir ilâç içtiğini söylemiş. Doğru mu?" Ben de ona gizlice " Öyle insanın içince daha iyi ezberleyeceği bir ilâç var mı?" diye sordum. "Bilmiyorum" diye cevap verdi. Sonra bana yaklaştı ve "Bir şeyi ezberlemek için kişinin azminden ve devamh olarak ezberleyeceği şeyle meşgul olmasından daha yararlı bir ilâç bilmiyorum" dedi."^
Buhârî, bir yandan ed-Dâhilî’nin derslerine devam ederken bir yandan da Buhârâ’nın öteki tanınmış âlimleri-
(5) Bağdâd, 2/7.(6) Nubelâ, 406.
8
nin ilim meclislerine katılıyordu. .İçindeki karşı konulmaz hadîs öğrenme arzusu onu daha çok hadîs meclislerine itiyordu. Diğer derslerini ilgi ile takip etmekle birlikte hadîs derslerine daha fazla dikkat ve itina gösteriyordu. Bu arada en çok Beykentli olup Buhârâ’ya yerleşmiş iki âlimin, Muhammed b. Yusuf ile Muhammed b. Selâm’m; bunlardan arta kalan zamanlarda ise İbrâhim İbnu’l-Eş’as, Abdullah b. Muhammed el-Musnedî ve daha birkaç ünlü âlimin ders halkalarına katıldı. Zaman içinde bazı çevre kentlere yolculuk yaptı. Buralarda bulunan kimi isim yapmış âlimlerin derslerini takip etti. 209 (824) yılında Nişâ- bur’a giderek ilk ilim yolculuğunu yaptı. O zamanların bu büyük ilim merkezinde Yahya b. Yahya’dan ders aldı. îs- hak b. Râhûye’nin meclislerine katıldı. Hadîs okudu. Daha sonra Merv’e gitti. Orada da devrin ileri gelen Hadîs ve İs- lâm Hukuku âlimlerinden dersler aldı. Merv’e gittiği günlerde yaşı o kadar küçüktü ki ders verilen yere girdiği zaman selâm vermekten utanıyordu. Bir gün smrfta sükûneti sağlayan mü’eddib denilen görevli o gün için kaç hadîs yazdığını sordu. Buhârî iki hadîs yazdığmı söyleyince ders arkadaşları güldüler. İçlerinden yaşh biri gülenleri uyardı ve şunları söyledi: "Gülmeyin. Bir gün gelir belki de o size güler.."^
Buhârî, bütün bu şehirlerde gördüğü derslerde yaşının o zamanın ölçülerine göre küçük olmasına r a ^ e n sağlam bilgisi, parlak zekâsı ve hafıza gücüyle dikkatleri üzerinde topluyordu. Söz gelimi bir gün Ahmed b. Hafs’m dersinde Sufyânu’s-Sevrî’nin Kitâbu”I-Câmi’ isimli eserinden hadîs okunuyordu. Buhârî bu kitabı babasmın kitapları arasında bulmuş, baştan sona kadar okuyarak ezberlemişti. O gün derse kitabıyla birlikte gelmişti. Bir ara Ahmed b.Hafs, Buhârî’nin kitabında olmayan bir kelime okudu. Buhârî durumu söyleyerek uyardı. Hoca istifini bozmadan okunmaya devam edince tekrar uyardı. Bu sefer
(7) Nubelâ, 401.
hoca "Benim söylediğim gibi olacak" dedi. Buhârî üçüncü defa aynı uyarıyı yapmca sustu. "Kim bu? diye sordu. "Mu- hammed b. İsmail" cevabını verdiler. Bunun üzerine "Dedikleri kadar varmış. Ondan hadîs yazın. Gün gelir bu, büyük bir âlim olur" diyerek Buhârî’yi takdir etmekten kendini alamadı.® Ahmed b. Hafs’m bu tavsiyesi üzerine hadîs meraklıları ile kendisini ilim yoluna adayanlar daha talebelik günlerinden itibaren Buhârî’den hadîs almaya başladılar.
Eşsiz Hafızası
Buhârî, }olmak yorulmak bilmeyen çahşmalarına devam ediyordu. Daha on beş yaşına girmeden yetmiş bin hadîs ezberlemişti. Süleyman b. Mücâhid anlatmıştır: Bir gün Muhammed b. Selâm el-Bîkendî’nin yanmda idim. Bana "Az önce gelseydin yetmiş bin hadîs ezberleyen bir çocuk görürdün" dedi. Doğrusu merak etmiştim. Onu görmek için dışarı çıktım. Her harafta aramaya başladım. Nihayet buldum. Ona "Yetmiş bin hadîs ezberlediğini söyleyen sen misin?" diye sordum. "Evet, cevabını verdi; hatta daha fazlasını ezberledim. Sahâbe yahut Tâbiîlerden bir tek hadîs rivayet etsem, çoğunun doğum ve ölüm tarihlerine, yerleştikleri yerlere dair bilgim vardır. Ayrıca Sahâbe ve Tâbiîn hadîslerinden Kur’ân-ı Kerîm ile Hz. Peygam- ber’in sünnetinden aslını bilmediğim hiçbir hadîs rivayet etmedim."^ Buradan anlaşılıyor ki Buhârî, ilerde zirvesine çıkacağı hadîs bilgisini başlangıçta sağlam temeller üzerine oturtmuştur. Gerçekten o, hadîsleri yalnızca ezberlemekle kalmamış, râvîlerini, râvîlerden herbirinin hayat hikâyelerini, doğum ve ölüm tarihlerini, metinlerinin anlaşılmayan yerlerini de öğrenmiştir. Bütün bu bilgilerin hadîs değerlendirmesinde büyük önemi vardır.
(8) Bağdâd, 2/11.(9) Ş âü’iyye, 2/5.
l ö
On altı yaşına girdiği hicretin 210. yılında (M.825) Buhârî, Abdullah İbnu’l-Mubârek ve Veki’ İbnu’l-Cerrâh’ m hadîs kitaplarını ezberlemiş bulunuyordu. Bunların ya- nısıra müctehidlerin İslâm Hukukunun çeşitli konularm- daki re’y adı verilen görüşlerini ve fetvalarını da öğrenmişti.
İlim Yolculukları
Buhârî ve en önemli eseri el-CâmiVs-Sahîh (Sa- hîh-i Buhâri) üzerine en geniş araştırma sayılabilecek çalışmanın sahibi on beşinci asrın değerli âlimi mısırlı ft>n Haceri’l-Askalânî, Buhârî’nin ilk ilim yolculuğuna 210 (825) yılında çıktığını kaydeder. Ona göre Buhârî, tahsil hayatmın hemen başında Buhârâ’dan çıkarak ilim yolculuklarına başlamış olsaydı akranlarının yetiştiği, kendisinin de yetişebileceği en büyük âlimlerin tabakasına yetişebilecekti. Oysa yetişme imkânı olduğu halde bu tabakaya yeti- şememiş; onlarm yerine Buhârâlı bir aileden gelen Yezîd b. Hârûn, Ebu Dâvud et-Tayâlisî gibi âlimlere yetişmiştir. Bu âlimler o tabakanın yakınlarıdır. Yemenli hadîs âİm i Abdurrezzâk b. Hemmâm zamanına da'yetişmiş; ondan rivayette bulunmak maksadiyle Yemende kadar gitmek istemiştir. Ne var ki, Abdurrezzâk’m öldüğünü duyunca bu istem d en vazgeçmiştir.
B ü ^ k Hadîs, Biyoğrafi ve Tarih âlimi İbn Hacer’in naklettiği bu bilgiler üzerinde takip ettiğimiz ilmî metot yönünden bir nebze durmak istiyoruz. Bu vesileyle önce şunu söylememiz gerekir ki Buhârî, gerçekten birazdan da görece^miz gibi, anılan tarihte Hicaz yolculuğuna çıkmış; bu bölgede birkaç yıl kalmıştır. Diğer taraftan az önce söz konusu edildiği üzere Horasan bölgesinin Belh, Merv, Ni-
(10) Hedy. 479.
11
şâbur ve Rey gibi önemli kentlerine ilim yolculuklan yapmış; buradaki meşhur âlimlerin derslerine katılmıştır. Bu âlimlerden bir kısmının ölüm tarihleri kendisinin Hicaz bölgesinde olduğu yıllara rastlamaktadır. Bu durum da Buhârî’nin Hicaz yolculuğuna çıkmazdan önce Buhârâ’ya yakm bazı şehirlere gittiğini belgelemektedir. Şu da var ki, onun hacca gitmek maksadiyle çıktığı ve sonradan ilim yolculuğuna çevirdiği seyahatin altı yıl sürdüğü bilinmektedir. Ayrıca 213 (828) de Şam’da; 217 (832) de Mısır’da olduğu; buradan önce Basra’ya, daha sonra Buhârâ’ya döndüğü, bu yolculuğu böylece tamamladığı da bilinmektedir. Öyle olunca Buhârî’nin Belh, Merv, Nişâbur ve Rey gibi Horasan yöresinin büyük yerleşim merkezlerinde derslerine katıldığı bazı âlimlerin ölüm tarihlerinin bu süre içinde oluşu bizi ister istemez bu şehirlere ilk defa Hicaz yolculuğuna çıkmadan gittiği sonucuna götürmektedir. Aksi halde Hicaz bölgesinden kısa bir süre sonra döndüğü kabul edilmek zorunda kalınacaktır. Halbuki bu husus belli değildir. Şu hale göre Buhârî, ilk ilim yolculuklarma yakın çevreden başlamıştır. Olayları kronolojik sıra içinde incelemek metodunun bizi ulaştırdığı sonuç budur. Öyleyse büjmk âlim ve tarihçi İbn Haceri’l-Askalânî’nin verdiği tarihi, Buhârâ’dan ayrdış tarihi olarak ^değil; çevreden ayrılış tarihi olarak almak daha uygun olacaktır.
Öte yandan bilinen bir gerçektir ki, tarihi olaylar karşısında ihtimallerin değeri yoktur. Bilinen tarihi gerçek, Buhârî’nin ilk ilim öğrenimini Buhârâ ve çevresinde yaptığıdır. Böyle iken, "öğrenim hayatının ilk yıllarında ilim yolculuklarına çıkmış olsaydı, büyük âlimlerin oluşturduğu tabakaya yetişecekti. Onlara değil, yakınlarına yetişti" demenin pratikte bir faydası olmamak gerekir. İlim seyahatlerine çıkışından bir yıl sora ölen Abdurrezzâk b. Hem- mâm’a yetişmesinden bahsetmek de öyledir. Kaldı ki, ondan rivâyette bulunmak üzere Yemen’e gitmek istemesinden söz etmek de oldukça gariptir; zira Abdurrezzâk, öm
12
rünün sonlarına d o ^u ağır bir ihtiiât geçirmiş; gözleri gom ez olmuş bir âlimdir. Bunun sonucu olarak hadîslerini birbirlerine karıştırdığı gibi telkine maruz kalarak baş- kalan tarafından kendi rivayetleri gibi gösterilen hadîsleri kabullenmiştir. Bu yüzden hadîs rivâyetinin ana kaidesi olan güvenilir olma özelliğini yitirmiştir. Genel olarak kendisinden 200 (815) tarihinden sonra ahnan, özellikle de ^tabm da bulunmayan rivâyetleri sahih sayılmamıştır. Bunları Buhârfnin bilmemesine imkân yoktur. Eğer bil- m^eydı, genç yaşlarında iken kaleme aldığı meşhur eseri et-Tarıhu’l-Kebîrde ondan bahsederken "Kitabmdan rivâ- yet ettiği hadîsler sahihtir" demezdi.ı^ Buhârî’nin bu sözle- rmin mânâsmı açıklamanın yeri burası değildir. Asimda buna gerek de yoktur. Burada ancak şu kadarmı söylemek gerekir kı, Buhârî’nin ilim elde etmek uğruna uzun yolculuklara çıkışından bir yıl sonra ölen bir hadîs âliminden
hadîs almaya kalkışmasını kabul etmek oldukça zordur. Buhârî gibi hadîsler üzerinde kıh kırk ya- rarcasına titizlik gösteren bir hadîsçinin hadîs rivâyetinde akıp ettiği metodu düşünüldüğünde ise bunu kabul etmek
imkansız hale gelir. Bu itibarla İbn Haceri’l-Askalânî’nin nalUettığı bu bilşnin zayıf olma ihtimali bir yana, yerinde verilmiş tutarlı bir bilgi sayılması imkân dışıdır.
Hicaz Yolculuğu
, '^erdikten sonra asıl konumuza dönebiliriz. Buhârî, yukarıda da andığımız 210 (825) yılmda an- nesı ve kardeşiyle birlikte hâcca gitmek maksadıyla yola r f r'x— Bağdat’a uğradılar. Buhârî, Abbasi Ha-lıleüğının başkentinde büyük âlim Ahmed b. Hanbelle gö- ruştu. Ayrıca o günlerin meşhur hadîsçüerinden Mu’allâ b. Mansur er-Râzî’yi ziyaret etti.
(11) Tehzîb, 6/312.(12) Kebîr, 3-2/130.
13
Bağdat’ta kısa bir süre kaldıktan sonra karadan yapıldığı anlaşılan uzun ve çetin bir yolculukluktan sonra Mekke’ye vardılar. Hac vazifelerini yaptılar. Üzerlerine borç olan ibadetlerini bitirmce annesi ile kardeşi Buhârâ’ ya geri döndüler. O Mekke’de kaldı. Oradaki âlimlerden hadîs yazmaya, bunun yanısıra başka Şâfiî hukuk sistemi olmak üzere değişik İslâmî ilimler öğrenimine devam etti. Bilgisini artırdı. Özellikle el Humeydî’nin derslerine ilgi gösterdi. El-Humeydî Buhârî’ye çok itibar ediyor, bilgisine güveniyordu. Bir gün Buhârî yanına vardığı zaman hocasını birisiyle bir hadîs hakkında tartışırken buldu. El-Hü- meydî Buhârî’yi görünce "îşte aramızı bulacak kişi geldi” dedi. Buhârî, tartışılan konuyu ve iki tarafın görüşünü dinledikten sonra el-Humeydî’yi haklı buldu. Karşı görüşte olan ise Buhârî’nin kararını kabul etmek zorunda kaldı.
Oq sekiz yaşına geldiği bu yıllarda Buhârî ayrıca Sa- hâbe ve Tâbiîlerin günlük hayatta karşılaşılan pek çok konudaki görüşlerini toplayıp sistematik bir şekilde düzene' koydu.
Yaklaşık iki yıldan fazla Mekke’de kalan Buhârî, oradan Medîne’ye geçti. Burada da bir yandan hadîs yazmakla, diğer taraftan o zamana kadarki birikimini düzenli bir şekilde kâğıda dökmekle meşgul oldu. Biyografik dev eseri et-Târîhu’l-Kebîri kaleme aldı. Bu kitabmı önceden elde ettiği bilgileri yazdığı notlarından faydalanarak kısa denilebilecek bir zaman içinde bitirdi. Gündüzün yoğun çalışması ile yetinmeyip geceleri ay ışığında ve Hz. Pey- gamber’in mezarı başında çalışmasını sürdürüyordu. Böy- lesine sürekli ve yorucu bir çalışmanın ürünü olan bu eser bugün elimizde bulunan paha biçilmez hazine niteliğinde ölümsüz bir kaynaktır.
Bu çalışmasının yanında Buhârî, fırsat buldukça ismini ölümsüzleştiren asıl büyük eseri el-Câmi’us-Sahîhin
14
malzemelerini tamamlamakla meşgul oluyordu. Bu demektir kı, Medine’de kaldığı günler bir yandan önemli bir kuruyonJu^*^’ yandan ise benzersiz eserinin çatısını
^ X.. .^ “^^rî’nin bu ilk gelişinde Medine’de ne kadar kaldığı b^m em ekted ır. Hicaz yolculuğu için Buhârâ’dan ay- rdışmdan uç yü sonra 213 (828) de Şam’a geldi. Emevaerinv l İyas, Muhammed b.Yusuf el-Fıryabı gibi âlimlerin ders halkasına girdi. Şöhre-
^ o zamanlar her tarafa yayıhmş olmalı ki burada bir yandan ders alırken bir yandan da isteyenlere hadîs yazdırıyordu. Ebu Bekr b. Ayyâş’m söylediğine göre "henüz bı-
V olduğu çağda-hocası Mu-hammedb. Yusuf el-Fıryabî’nm kapısında bekleyenler Bu-
yazmışlardır. el-Firyâbî o günlerin tamnmış hadis alimlerinden bindir. Kapısında Bûhârfden hadîs yazılması onun hocası kadar olmasa bile beğenilen meşhurlar arasına girmeye başladığının açık belgesidir.
Mısır Yolculuğu
Hicaz yolculuğundan sonra Buhârî 217 ^3 2 ) yılmda Mısır’a geçti. 13 Mısır’a doğrudan Şam’dan' mı, yoksa tekrar Medine veya Mekke’ye giderek oradan m geçtiği bümmemektedir. Mısır’da da bir süre kalanAKH ıî Meryem, Ahmed b. İşkâb,R— ^ 1 ? gibi âlimlerden hadîs yazdı.Buyuk bir ıhtımaUe sahâbî Abdullah b. Abbas’tan gelen tets^ rivayetlerinin bir araya toplandığı Ali b. Ebî TalhaS I" • S î ' V v u l ^ '^ bulunan sonravısı Ebu Salih ten rıvâyet etti.^^
(13) Kebîr, 1-2/5.(14) Sezgin, 122.
15
Daha sonra yanında kitapları olduğu halde Mısır dan Basra’ya geldi. Bir rivâyete göre Basra’da beş yü gibi uzun bir müddet kaldı. Bu müddet içinde her yıl zamanı geldiğinde haccetmek için Mekke’ye gider; oradan Medine ye geçerek bir süre de orada kalır, sonra geri dönerdi.
Kaynaklarımızın verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre Buhârî, Basra’da kaldığı süre içinde bir yandan oradaki meşhur hadîs âlimlerinin derslerine devam ederek hadîs dinler; diğer taraftan isteyenlere hadîs yazdırırdı. Hâmıd b. İsmail ve bir arkadaşınm anlattıklarına göre bir an boş durmaz; hadîs âlimlerinin meclislerini dolaşırdı. O su*alar henüz gençlik çağlarındaydı. İşittiği hadîsleri yazmaz, sadece dinlerdi. Böyle birkaç gün geçince arkadaşları dinlediği hadîsleri niçin yazmadığını sordular. "Çok oldunuz ama, diye cevap verdi; siz bana yazdıklarınızı getirin" Olayı anlatanlar devam ederek diyorlar ki "Yazdığımız hadîsleri çıkardık. On beş binden fazlaydı. Hepsini ezberinden teker teker okudu. Sonra şunları söyledi: "Görüyorsunuz hadîs meclislerini boşuna gezmiyor; vaktimi boşa harcamıyorum. "O zaman anladık ki, onu kimse geçemez. Dahası, hadîs ilmini az çok bilenler ondan hadîs işitebilmek için arkasından koşarlardı. Kendisine yetiştiklerinde yolda bile olsa durur; oturduktan sonra etrafında toplananlara hadîs yazdırırdı. Bunların çoğunu daha önce kendisinden hadîs yazmış olanlar oluştururdu."^®
Yusuf b. Musa el-Mervezî anlatmıştır; Basra Ca- mi-i’nde bulunuyordum. Bir ara birinin ”Ey ilim ehli! Mu- hammed b. İsmail el-Buhârî Basra’ya geldi"diye bağırdığını duydum. Bu sözleri işitince camide ne kadar insan varsa hemen ayağa kalktılar. Ben de kalkanlar arasmdaydım. Derken gözüm bir direğin arkasında namaz kılmakta olan
(15> Şafi’iyye, 2/5.
Basra Yolculuğu
genç bir adama ilişti. Namazını bitirince etrafmı sardılar. Kendilerine hadîs yazdırması için meclis tertip etmesini istediler. Basralılann bu isteğini kabul etti. Ertesi gün kurulan hadîs meclisinde binlerce kişİ toplandı. Buhârî geİdi, kendisine ayrılan yere oturdu. "Basralılar, diye söze başladı; ben daha gencim. Oysa siz benden hadîs rivayet etme- rni istiyorsunuz. Size memleketinizden yetişmiş hadîsçile- rin hadîslerini rivayet edeceğim. Umarım hepsinden fay- daianırsmız. Bize hemşeriniz Abdullah b. Osman rivâyet etti... Enes’ten nakledildiğine göre çölden gelen bir bedevi Arap Hz. Peygamber’in yanma vardı. "Yâ Resûlallâh, dedi; adam olan milletini sever..." Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "İnsan sevdikleriyle beraberdir."l*^ Buhârî bu hadîsi naklettikten sonra sözlerine şöyle devam etti: "Bu hadîs sizde yoktur. Sizin bildiğiniz şekli başkadır. " Daha sonraki günler derslerine hep aynı şekilde devam etti ve Basralı hadîscilerin hadîslerini yazdırdı."^^
Şu hale göre Buhârî, Basra'dâ kaldığı süre içinde zamanını en verimli biçimde geçirmiş, her ânmı değerlendirmiştir. Durmadan çalışarak ilmine ilim kattığı gibi yetenek ve kıymetini anlayıp hadîs bilgisinden faydalanmak üzere her fırsatta etrafında toplanan binlerce kişiye ilim aktarmıştır. Onun bu tutumu zamanı iyi değerlendirmek gerektiği kadar bir işte başarı kazanmanın her şeyden önce azmetmeye ve gayret göstermeye bağU olduğunun ifâdesidir. Demek oluyor ki ilim, erbabının ayağına gidilerek, peşinden koşularak elde edilir. Alim olabilmenin ilk şartı ise ilim elde etmeye azmetmek; yolunda çile çekmek; güçlüklere katlanıp zoruklara göğüs germektir.
(16) Hadis için bk. Sahîh, 7/113.(17) Bağdâd, 2/16.
17
Buhârî’nin Buhârâ yakınlarından başlayan ve haccetmek maksadiyle annesi ve kardeşiyle birlikte Mekke’ye gitmesiyle devam eden ilim yolculukları yıllarca sürmüştür. O günlerin şartları içinde genellikle yaya yapılan bu çetin yolculuklar Hicaz’dan sonra Mısır,Şam-Irak ve Horasan beldelerine yapılanlarla tamamlanmıştır. O genellikle bu beldelerin en büyük yerleşim merkezlerinde bulunmuş; oraların en tanınmış âlimlerine öğrencilik yapmıştır. Onun ilim yolculuklarında uğradığı, kiminde kısa denilebilecek bir süre, kiminde ise uzun yülar kaldığı şehirlerle buralarda ders alıp hadîs işittiği âlimlerin anılmaya değer olanları yakın çevresinden başlamak üzere şöyle sıralanabilir;
Buhârâ’ya yakın çevrede Belh, Merv, Nişâbur ve Rey’de bulunmuştur. Zamanın en önemli ilim merkezleri arasında yer alan bu kentlerden,
Belh’te Mekkî b. İbrâhim-Hz. Peygamber’e en yakın isnâdını ondan rivayetleriyle elde etmiştir ve Yahyâ b. Bişr;
Merv’de Abdân (Abdullah) b. Osmân el-M ervezî, Ali İbnu’l-Hasen b. Şakîk ve Sadaka Îbnul-Fadi;
Nişâbur’da Yahya b.Yahya, Bişr Îbnu’l-Hakem ve îshâk b. Râhûye;
Rey’de ise İbrahim b. Musa.
Irak’ta bulunduğu ve hadîs işittiği şehirler arasında Bağdat, Basra ve Küfe en önemlileridir. Bizzat kendisi Bağdat’a sekiz kere gittiğini söylemiştir. Her gidişinde ister hadîs almak için, isterse sırf ziyaret maksadiyle olsun, Ahmed b. Hanbel’Je görüşmüştür. Burada ayrıca Muham- med b. îsâ Îbnu’t-Tabbâ’, Sureye İbnu’n-Nu’mân, Muham-
Diğer îlim Yolculukları ve Hocaları
med b- Sâbık, Affân b. Müslim, Ali İbnul-Medînî ve Yahya b. Ma în gibi devrin önde gelen hadîs âlimleriyle görüşerek derslar almış, hadîs yazmıştır.^*
Bağdat’ta İmtihan Edilmesi
Bağdat’a gelişlerinden birinde imtihana çe- keskin zekâsını, bildiklerini tam anlamıyla
büdığinı gösteren parlak bir başarıyla sonuçlanan imtihan şöyle olmuştur: Henüz genç yaşlarında buraya geldiğinde meclisler tertip ederek isteklilere hadîs yazdırmaktadır.Bu meclisler kimi zaman aşın derecede İcalabahk olmakta, gelenlerin sayısı bazı günler göz karanyla sayıldığında yirmi bin kişiye, hatta daha fazlasına ulaşmaktadır. Bir gün Bağdathlardan birkaç fıkıh âlimi onu denemek isterler, f a la n n d a karar vererek yüz hadîs seçerler. Sonra da bu hadîslerden herbirinin metnini bir başkasma, onun senedim diğerine ekleyerek birbirlerine iyice karıştırırlar. Böy- lece karıştırdıkları yüz hadîsi onar onar on kişiye dağıtırlar. Hepsine de hadîs meclisine geldiğinde Buhârî’ye sormalarını tenbih ederler: Derken meclis toplanır. Buhârî gelerek kendisine ayrılan yere oturur. Tam derse başlaya-
zaman bu on kişiden biri kalkar. Kendisine verilen hadîsleri teker teker sorar. Herbİr hadîs sorulduğunda Buhârî "bihniyorum" diye cevap verir. Neler olup bittiğinin larkma varanlar birbirlerine bakarak gözleriyle "durumu anladı derler. Anlamayanlar ise Buhârî’nİn aczine, bilgisizliğine ve anlayışsızlığına verirler. Daha sonra bir diğeri kalkar. Metni ve senedi birbirine karıştırılmış ilk hadîsini sorar. Buhârî ona da "bilmiyorum" cevabını verir. Diğerini sorar; tekrar "bümiyorum" cevabını alır. O da kendisine verilen on hadîsin sıra ile hepsini sorduğunda herbiri için aynı cevabını alır. Sonra üçüncü, dördüncü., kişiler kalkarak aynı şekilde hadîslerini sorarlar. Buhârî’nİn onlara
(18) Nubelâ, 394.
19
verdiği cevap da değişmez. Nihayet onuncu, sonuncu hadîsini sorduğunda da "bilmiyorum” dan başka cevap alamaz.
Buhârî, sorunun bittiğini anlaymca ilk adama döner. "İlk hadîsin şöyledir. İkincisi şöyledir. Üçüncü şöyle, dördüncü böyle, beşinci şu şekilde olacak.. ” diyerek sorduğu bütün hadîslerin doğrusunu söyler. Sonra İkinciye döner. Onun sorduğu bütün hadîsleri de teker teker düzeltir. Arkasından üçüncü, dördüncü, beşinci.. Onuncuya kadar adamların sordukları bütün hadîslerin birer birer doğrusunu söyler. Bunun üzerine herkez onun hadîs ilminde gerçek bir otorite olduğunu kabul etmek zorunda kalır.^®
Basra’ya birkaç kere giden Buhârî, yukarıda da değindiğimiz gibi, burada en uzun süre olarak beş yıl kalmıştır. Bu şehirde görüşüp ders aldığı ve hadîs yazdığı âlimler Ebu Asım en-Nebîl, Basra Kadısı Muhammed b. Abdillah el-Ensârî, Abdurrahmân b. Hammâd eş-Şu’aysî, Muhammed b. Ar’ara, Haccâc b. Minhâl, Bedl Ibnu’l-Muhabbir, Abdullah b. Recâ ve Bündâr lâkabıyle tanınmış Muhammed b. Beşşâr;
Kûfe’de UbeyduUah b, Musa, Ebu Nu’aym el-Fadl b. Dukeyn, Hâlid b. Mahled, Talk b. Gannâm, Halîd b. Yezîd el-Mukrî;
Hicaz bölgesinden Mekke’de Ebu Abdirrahmân el-Mukrî, Hallâd b. Yahya, Hassân b. Hassân el-Basrî, Ebu’l-Velid Ahmed b. Muhammed el-Ezrakî, el-Humeydî;
Medine’de, Abduîazîz el-Uveysî, Eyyûb b. Süley- mân, îsma’il b. Ebî Uveys;
(19) Bağdâd, 2/20,1,
20
- Ebu’l-Yemân, Adem b. Ebî îyâs, Ali b. Ayyaş, Bişr b. Şu’ayb, Muhammed b. Yusuf el-Firyâbî, Ebu Mushır; ^
AK l İ ^ ı î ^ u b . Ebî Meryem, Ahmed b. îşkâb, Abdullah b. Yusuf ve Esbağ.. 20
Hocaları
_ _ Buhârî’nin gittiği bu şehirler zamanmda İslâm âle- mmın ılım merkezleri, oralarda ders aldığı ve hadîs işittiöi alimler en tanmmış isimlerdir. Bunlar Hadîs Metodolojisi açısından genelde beş kısma ayrıimışlardıc:
‘ 1 1 kısım, Hz. Peygamber’den sonraki ikinci ne-b Tabiilerden hadîs almış olanlardır. Belh’te hadîs
pn M*'!-'! f L*’- Basra’da ders aldığı Ebu Asımf ^ ® halkalarına katıldığı Ebu Nu’aym
el-radl b. Dukeyn bu kısma girerler.
»•n kısım hocalarım Tabiîlerin büyüklerine yetiştikleri halde onlardan rivayeti olmayanlar teşkil ederler
c İyas, Mısır’da dersaldığı Sa ıd b. Ebı Meryem bunlardandır.
Üçüncü grubu, Tabiîlerden sonra gelen nesle yetişe- rek onlardan hadîs alanlar oluştururlar. Aralarında hicrî uçuncu, mUadı dokuzuncu yüzyılın başlarında büyük üne kavuşmuş alimlerin de bulunduğu Süleyman b. Harb, Ku-vJhv h v *’■ Ali İbnu’l-Medînî,Yahya b Sa ıd el-Kattan, Ahmet b. Hanbel, İshâk b. Râ-hûye; kardeş olan Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ve Osmân b. Ebî Şeybe bu gruba girerler.
(20) Nubelâ, 394,5.
Buhârî’nin hocaların dördüncü kısmını, akranları ol- makia birlikte kendisinden çok az önce hadîs işitmeye başlayanlar oluştururlar. Sonraları aralarmda soğukluk meydana gelen Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî, Ebu Hâtim er-Râzî ve Abd b. Humeyd bunlar arasında anılmaya değer olanlardır. Burada işaret etmek yerinde olur ki Buhârî bu âlimlerden yalnızca başka hadîscilerden elde edemediği hadîsleri yazmıştır.
Beşinci kısma gelince Abdullah b. Hammâd el-Ami- lî, Abdullah b. Ebî’I-As el-Harzemî gibi gerek yaşça, gerekse hadîs ilmindeki yerleri itibariyle kendisinden küçük olanlardan meydana gelir. Buhârî’nin, talebesi durumunda olan bu gibi âlimlerden hadîs almış olmasını garipsememek gerekir; zira böylelerinden rivâyet ettiği hadîsler birkaç taneyi geçmez. Şu da var ki, bu durumda olanlardan hadîs alması bir faydaya bağlıdır. Ayrıca bu konuda meşhur hadîs âlimlerinden el-Veki Îbnu’l-Cerrâh’ın bir sözünü* prensip olarak aldığı anlaşılmaktadır. el-Vekî’ye göre bir ilim yolcusu kendisinden üstün, kendi düzeyinde ve kendisinden aşağı seviyede olanlardan ilim almadıkça asla âlim olamaz. Hadîsçi de kendisinden büyük, kendi akranı ve kendisinden küçüklerden hadîs almadıkça olgun hadîsci haline gelemez. Anlaşılıyor ki Bûhârî, yaşça ve hadîs ili- mindeki yerleri itibariyle kendisinden aşağı seviyede bulunan birkaç hadîsçiden hadîs almakla bu prensibi uygulamış olmaktadır.
Az veya çok, Buhârî’ye ders okutmuş bütün âlimler, özellikle ilk dört gruptan olanlar Hadîs Metodoljisi kaidelerine göre tam anlamıyla güvenilir kimselerdir. İçlerinde rivâyet ettikleri hadîsleri reddetmeye sebep olacak şekil- de-günlük hayatta bile olsa-yalancüığı açığa çıkmış veya yalan söylemek ithamına maruz kalmış bir tek kişi bile yoktur.
Hepsi de özüne ve sözüne sadık, dürüst kimselerdir.
22
Buharı bu hocalarım genel olarak hadîs ilminde ehil kişilerve H Buhârî’nin ders aldığıve hadis ışıttığı ahmlerın hepsi, halk deyişiyle, çekirdekten yetişme hadıscılerdır. Hadîs iHmlerini geçimlerini sağladır gayesiyle ögrenmemişler-
hiçbirisi devrin iman konusundaki tartışma-^ * ^ ‘ 351 Buhârî’nin hocaları saf ve
ler H benliğinde yaşatan kimse-
t o . a rm la n d ı? .'
Horasan’a Dönüşü
Böylece zamanınm en büyük âlimlerinden parlak bir eğitim gören Buhârî, yıllarca Irak bölgesinde kaldıktan
eUenne döndü. Kendini hadîs öğretimine ve halkın alimlerden beklediği hizmetlere verdi. Bu hiz-^hİfpiTn t u ®Sitjm-öğretim geliyordu. Bunun yanısıra
yolunu kaybetmiş halkı aydm-irı-^v n j *’ yerine getirmekŞm yıllarca yorulmadan çalıştı. Gerek halkın eğitim^öğre-
aydınlatılması konularında üzerine düşeni hakkıyla yerine getirdi.
E|ıtım-öğretim görevini üstlendiği yıllarda onu Irak’r merkezlerin
de hadis mec islen kurarak yıllarca ders verdi. Eneİn ü-mınden yararlanmak üzere derslerine katılan binlerce ta- ffr. 1 ^^ha önce görüşmekvSmavı n r '-h tanmmış âlimlerinden hadîs
ihmal etmedi. Horasan yöresinden gelerek(Muhammed b.
Beşşar) bun ardandın Kendisinin anlattığına göre Bündâr’ m <^ersıne ilk gittiği gün bu büyük hadîsçi onu görünceZ c â °Fb "Buhârahyım" cevabmıeeld^^" (Buharî’yi) bırakıp buralara niyegeldin, dedi. Buharı sustu; bu soruya cevap vermedi.
23
Derstekilerden bazıları" Ebu AbdİUah odur” deyince Bün- dâr hemen kalktı. Yanına geldi. EUerini tutup onu kucakladı. "Yıllardır iftihar ettiğimiz kişi, merhaba" dedi. Bün- dar, daha sonraki derslerde de Buhârfye iyi davrandı. Ona olan sevgi ve takdirini çeşitli vesilelerle açıkça ortaya koydu. O zamana kadar Buhârî gibi bir ilim adamı görmediğini söyledi.^^
Buhârî 249 (863) yılına kadar Irak dolaylarında kal- d ıP Gittiği yerlerde hadîs okuttu.Bu arada zaman zaman Horasan ve Harezm bölgesine de geçti. Nişâbur, Belh, Se- merkant, Buhârâ ve Firebr (Farab) gibi şehirlere uğradı. Buralarda '^a yıllarca kalıp dersler verdi. Gittiği her yerde büyük saygı görüyor; takdir topluyordu. Ebu Bekir el-Me- dînî anlatmıştır: "îshâk b. Râhûye’nin yanında bulunuyorduk. Muhammed b. İsmail de vardı. İshak bir hadîs üzerin- -de duruyordu. Hadîsin isnadındaki sahâbî isminden önce Atâ’u’l-Keyharânî adında bir râvî ismi vardı. İshak Buhârî’ ye "Ebu AbdiUah (sen söyle) bu Keyharân nedir?" diye sordu. Buhârî bu soruya "Yemen’debir kasabadır. Mu’âvi- ye b. Ebî Sufyân, adı Ebu Bekr olan bir Sahâbîyi Yemen’e göndermişti. O sahâbînin yolu Keyharân’a uğradı. Atâ da orada ondan iki hadîs rivâyet etti" cevabını verdi. Bunun üzerine İshak ona "Onları sanki gözünle görmüş gibisin" demekten kendini alamadı."^'*
Gittiği yerlerde büyük sevgi ve saygı görmekle birlikte arada bir kıskançhktan kaynaklanan bazı olaylarla da karşılaşıyordu. Nitekim Nişâbur’da başmdan böyle olaylar geçmişti. Bunlardan birini kendisi şöyle anlatmıştır: "Nişâ-
(21) Bağdâd, 2/17.(22) Hedy, 483(23) Tezhîb, 9/51.(24) Bağdâd, 2/8.
24
bur’da Camide kalıyordum. Amr b. Zurâre ile Ishâk b. Râ- hûye Valiye ^derek benden söz etmiş (ügilenmesini istemiş) 1er. Vali onlara bana karşı gereken ilgiyi gösteremediğinden bahsetmiş, "Bizde usuldür, demiş; bilmediğimiz bir yabancıyı durumu açığa çıkıncaya kadar bir yere bırak- mayız." Bunun üzerine orada bulunanlardan biri Valiye Buhârî nin senin hakkında doğru dürüst namaz kılmaz"
j kulağımıza geldi. Bu durumda nasıl oturur (hakkında bir şeyler yapmaz) sın" diyerek beni Valiye şikâyet etmiş. Vah ona şu karşılığı vermiş: "Bu konuda bana bir şeyler söylenmiş olsaydı bu meclisten sadece namazla ilgili on beş bin hadîs rivayet etmeden kalkmazdım."^^ Bu olaydan anlıyoruz ki Nişabur’da BuhârîVe karşı kötü niyet besle- yenlef vardır. Fırsat buldukça onu Valiye şikâyet etmekten gen kalmamaktadırlar. Ancak Vali bu dedikodulara değer vermemektedir. Böylece bazı kötü niyetliler nivetlerini gerçekleştirme imkânı bulmamaktadırlar.
Yine Nişâbur’da bazıları da Buhârî’yi bir şey bilmemekle suçlayarak halkın gözünden düşürmeye çalışmışlardır. Recâ isimli birisinin yaptığı bundan başka bir şey değildir. Buhârî’nin yazıcısından dinleyelim:
. , Recâ Nişâbur’a geldi. Buhârî’nin ziyaretine^ttı. Ona geleceğimi duyduğun zaman bana neler hazırladın, neye baktın?" diye sordu. Buhârî "Ne bir şey hazırladım, ne de bir şeye b,aktım. Eğer bin şey sormak istersen sor cevabını verdi..Recâ onunla çeşitli konularda tartışmaya girdi. Nerede, kimin yânında olduğunu bilmeden bir sure tartışmayı devam ettirdi. Bir ara Buhârî sordu,
- Daha söyleyeceğin var mı? Recâ sıkılarak,
= Evet, dedi. Buhârî , . ■ İstediğini sor. Bunun üzerine Recâ Eyyûb’un isim
lerini saymaya başladı. On üç kadar isim saydı. Buhârî sus-
(25) Nubelâ, 412.
; 25
- İyi yaptın dedi. Recâ Buhârî’nin bu sözünden zannetti ki bir şeyler yaptı. Buhârî’ye dönerek
- Birçok şeyi kaçırmış, elde edememişsin., dedi.
Buhârî bu söz üzerine Recâ’nın söylediklerinin yedi ya da sekiz tanesinin yanlış olduğunu ortaya çıkardı. Üstelik doğru olanlarına altmıştan fazla isim ekledi. Daha sonra Recâ,
- Siyah sarık sarmak hakkında kaç hadîs rivayet ettin? diye sordu. Buhârî,
- Sen kaç tane rivayet ettin, getir bakahm dedi. Ar- kasmdan da ekledi:
- Biz o konuda kırka yakın hadîs rivâyet ediyoruz. Bunun üzerine Recâ mahcup oldu. Utancından ağzı kuru- du.^^
Buhârî, Semerkant’a geldiğinde Bağdat’ta geçirdiği imtihana benzer bir imtihanla karşılaştı. Bu târihî şehirdeo sıralar 400 kadar hadîs öğrenimi gören talebe vardı. Bunlar Buhârî’yi şaşırtmak için yedi gün bir araya geldiler. Uğraştılar; Şamlıların isnadlarını İraklıların isnadları- na, Yemenlilerinkileri Hicazlılannkine karıştırdılar. Ne var ki Buhârî’yi ne isnadlarda ne de metinlerde yanıltmayı başarabildiler.^^
Belh’e geldiğinde ise burah hadîscilere rivâyette bulunduğu bin ayrı şeyhten bin hadîs yazdırdı.^*
(26) Nubeiâ, 414.(27) A.g.e., 411.(28) A.g.e.414.
muş dinliyordu. Recâ sözünü bitirince,
26
C e ^ u n Nehrinin doğu kıyısında Buhârâ’ya yakın bir yer olan Fırebr (Farab) da da bir müddet kaldı. Burada kendi parasıyla hadîs okutmak üzere bir okul yaptırdı.
™ ^rca îrak Horasan ve Harezm eUerinde dolasan Buharı son olarak 249 (863) yine îrak bölgesindeydi.29 Bir yıJ sonra oradan Horasan bölgesine geçti. Önce Rey’e gitti. Burada fazla kalmadı, Nışâbur’a gitti. Nlşâbur’da görülme- ^ M . tarafından karşüandı. Beş yıl Nişâbur’dakaidı. Hadis okuttu, dersler verdi. Ne var ki kıskandık yü- zunden hocası ez-Zuhlı ile arası açıldı. Bir olay üzerine Ni- şabur u terketmek zorunda kaldı. Doğup büyüdüğü Buha- ra ya geçti. Ancak ne yazık ki Buhârâ’da da fazla kalama-
1 . Vali ile araları açıldığından sürgün edildi. Semerkant’a gitmek niyetiyle buradan da ayrıldı. Yol üzerinde bulunan Hartenk e vardığında oradaki akrabaları bırakmadılar. Bu yüzden Semerkant’a gitmekten vazgeçti. Hartenk’te kaldı.
ez-Zuhlî iîe İlişkisi ve Sonucu
. î^un^reE-öğ^enim devresinin ardından yıllarca çe- şıth yerföşım merkezlerinde hadîs dersleri veren Buhârî Nışabur da yıkarın birikiminin olgun meyvelerini verirken beklenmedik bir olayla karşılaştı. Bu olay görünüşte ilim adamının kıskançlığı sonucuydu. A ncak, birazdan görece-
Buhârî nin ez-Zuhlî ile ilişkilerine ve Nisâbur’da meydana gelen olaya geçmeden önce o devirlerin fikir hareketlen içinde önemli bir yeri olan ve Hilâfet maka- mından başîa5ap ilim adamlarını hatta halkı yıllarca tesiri altında tutan bir akıma kısaca değinmekte yarar görüyo-
(29) Şezerât, 2/134,5.
27
ruz. Buhârî’nin Nişâbur’da karşılaştığı üzüncü olayın temelinde yatan asıl sebep aslında bu akımın yol açtığı tartışmalar ve tartışmalarm saptırılmasmdan başka bir şey değildir.
Dört Halife Devrinin sonlarına doğru Arap Yarıma- dası’nm kuzeyinde Suriye ve Filistin; daha yukarılarda Azerbeycan İslâm orduları tarafmdan fethedilmiş, Anadolu içlerine kadar gelinmişti. Kuzey doğuda ise Mezopotamya Havzası baştan başa Müslümanların hâkimiyetine girmiş; Horasan içlerine kadar İslâm ülkelerine katılmıştı. Fethedilen yerlerde değişik inanç ve kültürlerde yaşayan insanlardan bir kısmı İslâm Dinini yürekten benimsemişti. Bir kısmı ise eski dininde kalmıştı. Bir üçüncü kısmı ise inanmış görünerek içindeki inaçsızhğını gizlemeyi başarmıştı. Böyleleri içinde çıkarı zedelendiği için yeni dine düşman kesilenler vardı ve sayılan hayli yekun tutuyordu. Zamanla değişik kütürlerin uyumsuzluğundan da kaynaklanan toplum çalkantıları bu düşmanlıkla birleşince fikir kıpırdanmaları başladı. Eski Yunan Felsefesinin izleri silinmeden başlayan bu kıpırdanmalar yerine göre birçok konuda İslâm inanç sistemine ters düşüyordu. Sonunda bu fikir hareketleri eyleme dönüştü. Hz. Osman’m, arkasından Hz. Ali’nin şehit edilmelerine ve toplum birliğinin parçalanmasına yol açtı. Siyâsî görüşlerin ağırlık kazandığı mezheplerle felsefi düşünceden kaynaklanan bazı mezhepler doğdu. Ortaya atılan kimi metafizik konuların tartışılması bu mezheplerin herbirinin diğerlerine karşı sert tavırlar almalarıyla; dahası, zaman zaman kaba kuvvete baş vurmalarıyla sonuçlandı. Pek çok kan aktı, can yandı. Bir hayli ocak söndü.
Buhârî’nin tahsil çağında olduğu sıralarda Allah’m sıfatları konusu en çok tartışılan metafizik konuların başında geliyordu. Zamanla bununla ve kulun işlediği fiilleri üe ilgili olarak ortaya Kur’ân-ı Kerim yaratılmış mıdır, değil midir? tartışması çıktı. Bahis konusu tartışma bazı Ab28
basî Halîfelerinden destek görünce şiddetlendi. İslâm aleminin her tarafmda bulunan âlimler resmî makamlarca bu konudaki görüş ve düşüncelerini bildirmeye zorlandılar, içlerinde hapse atılanlar, işkence görenler oldu. Sonunda bu âlimler üç grup oluşturdular. Özetle "Kur’ân-ı Kerim Allah sözüdür. Yaratılmamıştır. O sebeple ezelîdir. İnsanların onu okumaları, yazmaları, okurken kelime ve harflerini telaffuz etmeleri kendi fiilleridir. Dolayısiyle onlar yaratılmıştır" görüşünde olan çoğunluk; aksini söyleyenler ve nihayet ne o tarafta ne de bu tarafta bir görüş bildirmeyip tarafsız kalanlar..
Buhârî^nin Nişâbur’a geldiği 250 (S56) yılında bu tartışm alar ne bitmiş, ne de doğurduğu ürkeklik gitmişti.
ez- Zuhlî’ye gelince, asıl adı Muhammed b, Yahya dır. Nişâburluların şeyhi olup yalnız Nişâbur’da değil o yörede hatırı sayılır, ders verdiği ilim meclisleri dolup taşan bir hadîs âlimidir. Uzak-yakın bütün çevrede büyük itibarı vardır. Aynı zamanda Buhârî, ondan ders almış; hadis dinlemiştir. ölüm süz eseri el-Câm iVs-Sahîhe, ismini açıkça söylememekle birlikte, ondan rivayet ettiği 34 hadîs almıştır. ez-Zuhlî de Buhârî’yi takdir etmekte, fırsat buldukça onun^ ilminden faydalanmaktadır: Nitekim meşhur âlim Osmân b. Sa’id’in cenazesinde bir araya gelmişlerdir. ez-Zuhlî ayak üstü Buhârî’ye hadîs râvilerinin isimleri, künyeleri, bazı hadîslerde bulunan ve kimsenin anhyama- dığı illet denilen kusurlarla ilgili sorular sormuştur. Buhârî, hocasının sorduğu bütün sorular âdeta "kul huvarilâhu Ahad" Suresini okuyormuşçasına süratli ve doyurucu cevaplar yemiştir.
Buhârî Nişâbur’a girmeden önce ez-Zuhlî talebelerine karşılamalarını söylemiş, kendisi de şehir dışına giderek onu karşılamıştır. Böylece Buhârî’yi ne kadar takdir ettiğini göstermiştir.
29
ez- Zuhlî ile talebesi arasındaki böylesine sıcak ilişki ve yakınlık çok geçmeden soğukluğa dönmüştür. Bu soğulduk etraftan kışkırtmalarla birleşince hoca ile talebesinin arasına ayrılık girmesiyle sonuçlanmıştır. Bundan son> rasmı başlangıcından itibaren konuya yer veren bir rivayetten öğrenelim:
"Müslim anlatnııştır: Muhammed b. İsmail el-Buhâ- rî Nişâbur’a geldiği zaman öylesine içten saygı ve öylesine kalabalık bir halk kitlesi tarafından karşılandı ki, o zamana kadar böyle bir saygı ne başka bir âlime gösterilmişti ne de bir valiye. Şehre iki yahut üç fersah uzaklıkta kendisini karşıladılar. Bir gün önce o zamanların Nişâbur şeyhi olan Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî, dersinde talebelerine "Yarın Muhammed b. İsmail b. Nişâbur’a gelecekmiş. İsteyen gitsin, karşılasın*Ben de onu karşılamaya gideceğim" demişti. Aralarında ez-Zuhlî’nin de bulunduğu bütün Nişâbur âlimleri büyük bir kalabalık halinde şehrin dışma çıkarak Buhârî’yi karşıladılar. Buhârî şehre girdi. Doğruca bu- haralılann kaldığı semte gitti. Yanlarına indi.
ez-Zuhlî bir başka dersinde telebelerlne "Sakın ona kelâm konusunda bir şey sormayın. Olur ki, bizim görüşümüze ters düşen bir cevap verir. Onunla aramız açılır. Horasan yöresinde ne kadar Nâsibî, Râfızî, Mürci’î varsa bize karşı şamata çıkarır" diye sıkıca tenbih etmişti.
Çok geçmeden Buhârî’den bir şeyler öğrenmek isteyenler etrafında toplandılar. O kadar ki kaldığı ev çatısına kadar doldu. Nişâbur’a gelişinin ikinci ya da üçüncü günüydü. Kendisini dinlemeye gelenlerden biri kalkarak Kur’ân-ı Kerim okurken lâfızlarmı telaffuz etmenin yaratılmış olup olmadığını sordu. Bu soruya Buhârî "Fiillerimiz (yaptığımız işler) yaratılmıştır. Telâffuzumuz da fillerimizden biridir" diyerek cevap verdi. Onun bu cevabı üzerine orada bulunanlar arasında anlaşmazlık başgösterdi. Kimi Buhârî’nin "Kur’an okurken kelimelerini telâffuz edişimiz
30
yaratılmıştır" dediğini söyledi. Kimi de "Öyle demedi” dl- yerek aksini iddia etti. Derken münakaşaya tutuştular. O kadar kı tartışma kızıştı. İki taraf birbirlerine düştüler. Bunu gören ev halkı bir araya gelerek münakaşa edenleri dışarı attüar."30
■n yıllarca süren kısır tartışmalara sürükleyen, onları bir çıkmaza sokan, aralarmda uçurumlar açan, birbirlerine düşman hale getiren, yüzlerce günahsız
Kanını akıtmaya kadar varan bu tartışmalardan öuharı nın elbette haberi vardı. O, konuyu en ince noktaları kadar araştırmış, bir de kitap yazmıştı. Rivayete göre uç kere sorulması sonucu verdiği yukarıdaki cevap, kita- bmda savunduğu kanaatinin özüydü. Gayet açık ve net olduğu halde ilminden faydalanmak üzere gelenlerden bir k ™ ı tarafından yanlış anlaşılmıştı. Belliydi ki, verüen ce- vabı duyanlar onu j'a kafa yapılarına göre ve önceden taşıdıkları peşin fikir doğrultusunda anlamışlardı; ya da hiç bir şey anlamamışlardı.
Konu bu kadarla kalsaydı bir şey değildi. Ne yazık ki kalmadı. H er zaman, her yerde ve her arandığında yüzler- cesı bulunabilecek koğucular, laf taşıyıcılar, insanların arasını açmakta becerikli olanlar Nişâbur’da da vardı. Araya onların girmesi ve kışkırtmasıyla iş büyüdü. ez-Zuhlî’nin
ayağına kadar giderek karşıladığı; böylece takdir ettı^nı göstermiş olduğu seçkin talebesi aleyhine soylenmesıyle; hatta onu dine bir şeyler sokmakla suçla- masıyla sonuçlandı. Ebu Hâmid eş-Şarkî’nin "Kulağımla ışıttım kaydıyla anlattığına göre olaydan sonra ez-Zuhlî talebelerine şöyle demişti:
"Kur’an-ı Kerim Allah sözüdür. Yaratümış değildir. Onu okurken kelimelerini telâffuz edişimiz yaratılmıştır” diyenler dme aslından olmayan bir şeyler sokuşturan bid’
(30) Nubelâ, 12/458.
31
atçılardır. Böyleleriyle bir mecliste beraber oturulmaz. Onlarla asla konuşulmaz. Bundan böyle Muhammed b. Is- mâ’il el-Buhârî’nin ilim meclislerine gitmeyin; zira onun yanma sadece onunla aynı görüşte olanlar giderler.^^
ez-Zuhlî’nin Buhârî’yi kendisinden farklı düşündüğü için kötüleyerek düştüğü bir âlime yakışmayacak durumu bir yana bırakalım. Talebelerine karşılamalarmı söylediği, bizzat kendisi de giderek karşıladığı, hepsinden önemlisi ondan bir şeyler öğrenmek suretiyle değer verdiğini açıkça gösterdiği bir âlim hakkındaki görüşünü böylesine değiştiren sebep acaba neydi?
Kaynaklarımız bu soruya âlimin âlimi çekememesi cevabını veriyorlar. Bu cevabı haklı çıkaracak sebepler vardır. Nakledildiğine göre Buhârî, Nişâbur’a gelince halk onun derslerine rağbet göstererek etrafında toplanmıştır. Tabiatiyle ez-Zuhlî’nin meclisleri de boşalmıştır. Gerçekten içlerine Müslim ve Ahmet b. Seleme gibi sonraları hadîs ilminde en yüksek dereceleri almış âlimlerin de bulunduğu pek çok kişi yukarıda naklettiğimiz sözlerinden sonra ez-Zuhlî’nin meclisine uğramaz olmuşlardır. Hatta Müslim daha da ileri giderek ondan yazdığı hadîsleri bir hamalla geri göndermiştir.
İster âlim, isterse orta halli bir insan olsun, hased , kin ve nefret kimde varsa, o insan bir gün küçülmeye mahkûm demektir. ez-Zuhlî de önceleri öğdüğü talebesini bir başka gün yermek; üstelik Nişâbur’dan çıkmaya mecbur bırakmakla son derece küçülmüştür. Rivâyete bakılırsa arkasından Buhârî’ye tehdit edici haberler göndermiştir. Bilhassa Müslim’in, kendisinden yazdığı bütün hadîsleri geri göndermesi üzerine" Artık bu adamla bu şehirde beraber kalamam" demiştir. Böylesine açık bir tehdit üzerine Buhârî, Nişabur’da can güvenliğinin kalmadığını sezerek ora-
(31) Şâfi’lyye, 2/12.
32
dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bir talebesi ez-Zuhlî’nin Nişâbur ve çevresinde tutulan bir âlim olduğunu, nedense kendisine karşı çıktığını, halkın bu hale seyirci kalarak bir §ey yapamadığını, kimsenin sesini çıkaramadığmı belirtmesi üzerine o büyük âlim şunları söylemiştir:
"Ben işimi Allah’a bırakıyorum. Kuşkusuz Allah, kullarını görendir."^^ Ya Rabbi! Nişâbur’da bir makam ya da bir mevki istemediğimi biliyorsun. Yine biliyorsun ki ben liderlik de istemiyorum. Böyle iken bir hayli insan bana karşı çıktı. Onun için artık gönlüm vatanıma dönmek istiyor... Bu adam bana hased kastında. Sebebi Allah’m bana,başkasına vermediği ilmi ihsan etmesi.. Yarm buradan gidiyorum: Artık siz benim yüzümden onun ders meclislerinden ve hadîslerinden mahrum kalmayın."^^
Burada Buhârî’nin ne büyük bir insan, ne kadar engin bir ruh sahibi olduğunu söylemeden geçemiyeceğiz. Kuşkusuz büyük insan olmak göründüğü kadar kolay değildir. Bir de büyüklük, başkaları tarafmdan büyük sözlerle öğülmekle değil, biraz da tehlikeler karşısında metâneti ve soğukkanlılığı elden bırakmamakla, büyüklüğe yakışır biçimde hareket etmekle olur.
Buhârî’nin başına gelen bu beklenmedik olayın dikkatle üzerinde durulması gereken yönlerinden birisi, bizce toplumdaki fikir kargaşasının ne büyük çaİkîtntılara yol açabileceğidir. Bilinen bir gerçektir ki, toplum fertlerinin bügi ve kültür seviyesi düşükse, değil karmaşık; en basit konuları bile doğru olarak anlayabilmelerine imkân yoktun İyice anlaşılamayan konularda her zaman için yanhş yapma ihtimali doğar. Yanlışı savunmak kişileri olduğ^ı kadar toplumları da onarıirnası çok zor hatalara sürtikler. En basiti, böyle yanlışlara sürüklenmek sonucu toplumu
(32) M ü’min Suresi 44. ayetten alıntıdır.(33) Nubelâ, 459,60.
birleştirici değer ölçülerinde sapmalar meydana gelir. Bunun sonu ise kavram kargaşasma çıkar. Bir toplum kavram kargaşasına düşerse artık doğru ve yararlı olan anlaşılamaz; haklı ile haksız ayırt edilemez duruma gelir. Dolayı- siyle toplumda çözülme, fertler arasındaki bağların kopması gibi tehlikelere yol açıhr. Bundan ise fertlerin zarar gördüğü ölçüde toplum rahatsız olur.
Böylesine bir haksızlıkla karşılaşan Buhârî son derece üzgün; ancak soğukkanlılığını kaybetmeden Nişâbur’dan ayrılarak öz vatanı olan Buhârâ’ya geldi. Fakat, gerçek mânâda ilim adamlarmın çok kere yüzüne gülmeyen kötü talih burada da peşini bırakmadı. Yalnızca ilmin ve ilim adammın şerefini korumak istediğinden başı öz vatanmda da derde ^rdi. Buhârâ Emiri (Valisi) ile arası açıldı. Bu yüzden o güzel kentten de ayrılmak zorunda kaldı.
Buhârâ Valisi ile Başından Geçenler
Buhârî, öz vatanı Buhârâ’da buharalılann büyük sevgi gösterileriyle karşılandı. Geçtiği yollara para ve şeker saçıldı.^* Kimseye yük olmak istemediğinden kendisine şehrin dışında büyükçe bir özel ç&dır kuruldu. Oraya yerleşti. İlk ayrılışından kırk bu kadar yıl sonra kendisinden beklenen hizmetleri memleketi için vermeye başladı.
Aradan çok geçmedi. Tâhirî Hânedânına mensup Buhârâ Valisi Hâlid b. Ahmed ez-Zuhlî haber göndererek ondan değerli eserleri el-Câmi’u*s Sahîh ile et-Târîhu’l - Kebîri saraya getirerek kendisine okutmasmı istedi. Valinin bu isteği aslında Buhârî’nin ilminden faydalanmak, benzersiz eserlerini okumak üzere yalnızca kendisinin katılacağı özel dersler vermesini emretmekten başka bir anlama gelmiyordu. Buhârî ise kendisini ve ilmini toplum yararına adamıştı. Emirle iş görmeyecek kadar vekarma
(34) Nubelâ, 463.
34
u E’ ! -f aynealık-tamyarak özel dersilîm saygılıydı- Kısacası ümi korumaya
adamının haysıyefmi koUamaya kararlıydı. Valininara& M ^df t " a§a|ılayamam. Kimsenin
1 götüremem. Vaimm üme ihtiyacı varsa halka açık derslere katılmak üzere mescide gelsin. Yahutda evi-netid S a r a k T ' karışmak istemezse yö-" 1 ''®™ekten men eder. Bu da Kıya-S i h?n“ H •matında benim için bir mazeret olur; çün-
Peygamber’ın "ilmini gizleyenin ağzına &ya- me Gunu ateşten bir gem vurulur" buyurduğunu büe büeJm ı gızleyemem. "Buhârî’nin bu cevabı vah üe aralarmm açılmasına sebep oldu 35 ‘»^arının
kısa '^aldığı yurduna gelişindenbâskd Bnh«r- aralarmm açılması bu olaylabaşladı Buharı, verdiği cevabm o günlerin şartları içindeS d ? B e l k f b ü m e y e c e k i n s a n
A Belki de başma geleceklen büe bUe bu cevabı ver-S a f™ anlayışı va-
hM m . f “ Ç?'i5iP emek vererek elde ettiği baha ö n e ı^ f nl '’“ “’®S"’1 halka zaten açmıştı. İlim yolundara k ^ tla n m a k ı '^ v f^ l ''® ^orlukla-i;. t ; öğrenmek arzusu varsa gelme-öerenm ft derslere devam etmeliydi. İlme saygı üek S ı s Z k l n '^ T gerektirirdi. Eğer vali halk araşmae S 7 a T â r - vermekten menh S n , T ‘' “Çü*' düşürmehakkını kendisinde goremıyordu. Şu da vardı ki bövleözel dersler vermek bir anlamda idarecilerle yakın ilişküe- e lf r '^ ^ 7^ ^ bıtebUirdi Bunun sonunda ise az da olsa bir o ™ B nhârf “r - f ’ farketmeyebüirdi.mfsı g tw ^ in tL V n “
(35) Bagdâd, 2/33.
35
Bunun üzerine vaH, ikinci bir haber göndererek Bu- hârî’den saray d.şında en uygun yer olarak larma özel hİr zaman ayırarak ders vermesi isteğinde bu lundu Bu istek bir bakıma valinin yumuşaması anlamına geliyordu Kendisi ilmin ayağma gelmemişti ama çocuMa- L ı göndermeye razı olmuştu. Artık B'fhan a r i a y ı ^ meli küçük bir ayrıcalık tanıyarak valinin çocuklarına za man ayırmalı, onlara özel dersler vermeliydi.
Rııhârâ Emîri böyle düşünse de Hadîsçilerin EmîriB u h â r f S le ^ n m ü y o r d u . valinin bu teklifini de geriçevirdi. Onun vali çocuklarına bile olsa ayrıcalık tanımayan acık tutumu a d â le t anlayışımn ve ilim adamı haysiyetinin g l ^ i S e n başka bi^ şey değildi. Her ne k a to ^ deöerİni düşürmemek, üım adamlannm emirle ış gören, e S d â l I t s i z davramşlarda " a b to e k kışüer ^ dıklarmı i^östermek istegmden kaynaklanıyor idiyse de kuşkusuz valinin onuruna dokunmuşta buharı ye hadd™ bUdirmek için uygun fırsat kollamaya başladı. Aradan çok geçmeden aradığı fırsat eline geçti.
Nakledildiğine göre Buharî’nin Nişâbur’dan ayrıbp Buhârâ’va eeldiei günlerde ez-Zuhlî valiye bir mektup ya- S o b ü y f S n sünnete karşı tutumlar izlemekte olduğunu açıkça ortaya koyduğunu “ dı. Vali zam ^ ^ ^ betmeden dellâl çağırtarak bu mektubu ^alka duyurdu.Şu var ki, halkm büyük çoğunluğayürekten inanıyor, saygı gosterıyordu. Durumun gergın ^ ^ L z ik olmasma rağmen Buharı nmcaklarmı açıkça büdirdüer, O zaman vali, kal» kuvvete başvurdu. Buhârî’nin halka açık ilimistidiyse de başaramadı. Nihayet etrafındaküerm kışkırt-
Kay“ « S S S î sempozyumunda sunulan neşredilmem.»
S.2 vd.
(3?) Nuîjelâ, 463.
36
masiyle Buhâri’ye doğup büyüdüğü öz yurdundan çıkmasını emretti. Valinin bu emri üzerine Buhârî, çocukluk yıllarıyla gençlik devresine girdiği günlerin bir kısmını geçirdiği vatanından çıkmaya mecbur kaldı.
Burada yeri gelmişken olaym bazı önemli noktalan üzerinde kısaca durmak yerinde olacaktır. Buhârî gibi şöhreti dört bir yanı tutmuş bir âlim yakm bir şehre gelecek, orada bazı olaylarla karşılaşacak.. Buhârâ Valisinin o günün smırh imkânlarıyla da olsa bunları öğrenmemiş, olup bitenlerin iç yüzünü anlamamış olması imkân dışıdır. Öte yandan o, devrinin isim yapmış hadîs âlimlerinden biridir. Böyle olmakla birlikte bir rivâyete göre Mu’teziledendir. Bir diğerine göre ise harîcî görüşlüdür. Dolayısiyle bazı önemli konularda Buhârî ile arsmda önemsiz d6 olsa görüş ayrılıkları vardır. Buhârî’nin Nişâbur’dan ayrılmak zorunda bıraküışmda en önemli rolü oynadığı şüphe götürmeyen bir konuda da ondan farklı bir görüşe sahip olması son derece tabiîdir. Bununla beraber vali olarak halk arasmda kendi görüşünü yaymaya ve o görüşü yaymak uğruna her fırsatı değerlendirmeye çalışacağı gözden uzak tutulamaz. Şu hale göre söz konusu olayı, valinin Buhârî’yi sarayına davet ettiğinde gayesinin sadece eserlerini okumak olmayıp onu saraya bağlayarak yaygın şöhretinden ve halk üzerindeki tesirinden faydalanmak istemiş olacağı noktasmı dikkate almadan değerlendirmek noksan kalacaktır.
Öte yandan dikkat edilirse vali de zuhlîdir. Dolayı- siyle ez-Zuhlî ile aralarında en azından aynı kabileden ol- ınak Ş bi bir yakınlığın olması ihtimali vardır. Özellikle Buhârî Nişâbur’dan gittiği için her şeyin normale dönmesi; parlayan hased alevlerinin sönmesi beklenen bir zamanda ez-Zuhlî’nin Buhârâ Valisine mektup yazarak -sözler aynen onundur-'Bu adam sünnete aykırı tavrmı açıkça ortaya koymuştur” demesinin ayrı bİr mânâsı olmak gere- kjr. Bütün bunlardan şu sonuç çıkar ki ez-Zuhlî’nin Buhârî’yi Buhârâ Valisine şikâyet etmesi, yanızca kıskançlığı
37
eseri sayılamaz.Bizce olayda o devirlerin tabiî bir hali olan mezhep tutuculuğunun tesiri de vardır ve oldukça mühim derecededir. Valinin ez-Zuhlî’nin mektubunu halka duyurması kadar onları Buhârî’nin derslerinde bulunmaktan men etmeye çahşmasmm mezhep tutuculuğundan ayn düşünmek yanlış olur. Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda söylenebilir ki, Buhârâ Valisi Buhârî’yi, sadece isteklerini kabul etmediği, emirlerini dinlemeyip kendisini halkm gözünde küçük düşürdüğü, nihayet etrafmdakiler tarafından kışkırtıldığı için Buhârâ’dan sürgün etmemiştir. Onu yurdundan çıkarmasına başta kendi görüşlerinin aksini savunması, halk arasmda daha çok onun görüşlerini benimsenmesi sebep olmuştur.
Doğup büyüdüğü, yıUarmın geçtiği vatanından çıkarılmak Buhârî’ye Nişabur’dan çıkmaktafn daha ağır gelmişti. Nişâbur’dan çıkarken hiç değilse vatanına gitmek, orada yerleşerek aralarından yetiştiği insanlara hizmet götürmek umudu vardı. O zaman diUnden dökülen niyaz cümleleri arasmda bu umudunu açığa çıkarmıştı. Oysa şimdi öz yurdunda kalmak hakkından mahrum bırakılmıştı. Vatanmda kendisine bir yabancı gibi davranılmıştı. Bununla birlikte yüreğini ferahlatan önemli bir nokta vardı. İlmin ve ilim adamınm şerefini korumuş, inancından, fikirlerinden ve doğru bildiklerinden fedakârhk yapmamış; taviz vermemişti. Sürgün edilmek, çile çekmek pahasına da olsa bun- lan savunmuş, üzerlerine gölge düşmemişti. Kırılmıştı ama eğilmemişti. Şahsiyetini yoğuran bu tutumunu kendisi dile getirmiştir: "Buhârâ’ya ük geldiğin gün başından para ve şeker saçılmıştı. Oysa bu gün.. Buna ne dersin?" Diyen birine verdiği şu cevap ne kadar anlamlıdır: "Hiç önemi yok.. İnandığım şeylere zarar gelmesin yeter!"^®
Bununla birlikte inancı ne kadar sağlam, kişiliği ne derece güçlü olursa olsun, Buhârî de bir insandı. Etten ke-
(38) Nub^lâ, 463.
38
inikten yaratılmıştı. Hizmet aşkıyla geldiği vatanından sürgün edilmenin ezikliği içinde bir an karmaşık duygulara kapılmış, kendisini tutamayıp valiye ve etrafmdaki dalkavuk ruhlu yardakçılarına ilenmekten kendini alamamıştı: "Allah’ım! Bana yapmak istediklerini onlara da göster!""
Kaynaklarımızın kaydettiklerine göre aradan bir ay bile geçmeden vali, zahirîlerden gelen bir emir üzerine halk tarafmdan yuhalanmış ve semersiz bir katır sırtında Buhârâ’dan sürgün edilmiştir.^^ Daha sonraları ise bir hac yolculuğu sırasmda Bağdat’a geldiğinde tutuklanarak zindana atılmıştır. Ömrünün kalan kısmmı Bağdat zindanla- rmda geçirerek perişan bir şekilde öhnüştür. Onu Buhârî’ ye karşı kışkırtanlara gelince, herbiri ya ailesinden ya da çocuklarından bir zarar görmüştür.
Ölümü
Buhârî, vatanı olan Buhârâ’dan çıktıktan sonra, yukarıda da değindiğimiz gibi, semerkantlıların israrh davetlerine dayanamayıp Semerkant’a gitmek üzere yola düştü. Yol üzerinde Orta Asya’nın bu târihî şehrine üç mil uzaklıktaki Hartenk Kasabasında akrabaları-vardı. Oraya var- dığmda kendisini bırakmadılar. Yanlarına inmek zorunda kaldı. Bu arada Buhârî’nin Semerkant’a gideceğini işiten Buhârâ Valisi haber göndererek Semerkant’tan da çıkarıl- masmı emeretmişti. Haber Hartenk’e ulaştığında Buhârî’ nin üzüntüsü bir kat daha arttı. Öte yandan Hartenklilere, bilhassa burada yerleşmiş bulunan ve yanlarmda kaldığı a^abalarm a kendisi yüzünden bir zarar gelmesinden çekiniyordu. Bu yüzden artık orada kalamayacağmı düşündü. Yola çıkmak üzere binek ha)^anı hazırlanmasmı istedi. Hemen hazırladılar. Kaldığı yerden çıkıp hayvana binmek üzere yirmi-otuz adım kadar gitmişti ki birdenbire vücudundan soğuk bir ter boşandı. Anlaşılan hastalanmıştı. Ar-
(39) Bağdâd, 2/34.
39
tık bu durumda yola çıkamazdı. Çıksa bile kesinlikle yarı yolda kalırdı. Zaten günlerden Ramazandı. Oruç aymı burada tamamlamaya karar vererek yolculuktan vaz geçti.
Son yıllarda başından geçenler kendisini hayli yormuş, yıpratmıştı. Bir gece ellerini gökyüzüne kaldırmış, derin bir vecd içinde şöyle dua ettiği duyuldu; "Yâ Rabbi! Artık Dünya bana dar gelmeye başladı. Ruhumu yanma al!.." Aradan biraç gün geçti. Ramazanm son gecesi yatsı vaktinden az sonra hayata gözlerini yumdu."*®
Cenazesi Semerkant’a götürülerek orada toprağa verilmek istendiyse de son nefesini verdiği yerde gömülmesi daha uygun görüldü. Ramazan Bayramınm ilk gününe rastlayan ertesi 1 Şevvâl 256 hicrî, (1 Eylül 870 milâdî) Cuma günü Cuma namazı kılmdıktan sonra toprağa verildi.
Kaynaklarm çoğunda kaydedildiğine göre toprağa verilişi üzerinden çok geçmedi. Halk arasında mezarma bir ışık hüzmesinin indiği ve toprağından güzel bir kokunun yayıldığı söylentisi çıktı. Bunun üzerine gömüldüğü yer halkın hücumuna uğradı.Kadın-erkek demeden mezarını ziyarete gelenler dönüşlerinde avuç avuç mezar toprağı götürüyorlardı. Bu durum günlerce devam etti. Sonunda neredeyse mezarın üzerini örten toprak tükeneyazdı. Ceset açığa çıkacak hale gelmişti. Bu durumu gören Buhârî’ nin akrabaları mezara kimseyi yaklaştırmamak için bekçi tuttular. Ancak bu tedbirle de halkm hücumunun ve toprak götürmesinin önüne geçemediler. Nihayet mezar etrafma yüksekçe bir tahta perde yaptırdılar. Toprak ahnanm önüne ancak böyle geçebildiler.'*^
(40) Bağdâd, 2/7.(41) Şâfı’iyye, 2/15.
40
Buhârî’mn mezarı bugün Hartenk’le birlikte Sovyet- 1er Bırlı|ı_ sınırları içinde kalmıştır. Halen Hartenk Kasa- / mıaret avlusu içinde bulunmaktadır. 1394 hicrî
5 d a doğumunun hicrî takvim itibariyle yudönümü hâtırası olarak başucuna yüksekçe bir taş
dikilmiştir. Üzerinde Arapça şunlar yazılıdır:
"Rahman ve Râhîm olan Allah’m adıyla.."Her can olumu tadıcıdır." Ebediyet Bir Tek AUah’a mahsustur.
t AbdiUah Muhammed b.Isma ıl b İbrahim b. Berdızbeh el-Buhârî el-Cu’fî’nin me-
ilminde hüccettir. el-Câmi’u’s-Sahîh’in sahibidir. Hz. Peygamberin hadislerine yardımcı, ilim mi- rasınm nâşırıdir. Allah razı olsun, 194 yılı Şevvalinin 13. Cuma gunu Cuma Namazından sonra Buhârâ’da doğdu B uhyâh hocalardan ilim aldıktan sonra hadis ilmini öğ-. rendi. On altı yaşmı geçmeden anası ve kardeşi Ahmet’le bırükte hac yolculuğuna çıktı. Dört yü Mekke’de kaldıktan
şehirlere gitti. Ülkeler dolaştı. Büyük âHmlere mülaki oldu. Sonunda hocalarmm sayısı bini geçti. İmâm Musim, et-Tırmizî... ve el-Firebrî gibi birçok hadîs âHmi kendisinden hadîs aldılar. İlim yolculuklarını tamamladık- Un sonra vatanı Buhârâ’ya döndü. Burada bir süre kaldı. Hadis okuttu.....çıkmcaya kadar halk ondan sahih hadîsler aldüar....Yol üzerinde Hartenk’e ulaştı. Akrabalarmın yanına indi. Derken hastalandı. Çok geçmeden 256 yılı Ramazan Bayramı gecesi (ne rastlayan) Cumartesi gecesi
Yatsı Namazı esnasında vefat etti....Buhârî gibi hâfız vemuhaddıs...... Sahih hadîsleri topladı. Ömrü boyunca sevi»aÎÎ oldu). Yüce Allah’ın rahmet nuruna göçtü,^ a h ondan razı olsun. Kendisinden razı etsin ve onu Müslümanlarla birlikte hayırla ödüllendirsin. Amin.
1 1 ? olmalıdır; çünkü Buhari’nin Cuma gecesi öldüğü konusunda butun kaynaklar birleşmiştir. °
41
Bu mübarek ve bu değerli imaretle çevrili mezar îmâm Buhârî ’nin doğumunun 12. asrı (1200) yıldönümü münasebetiyle, sahibi üzerine selam ve saygı olsun, 1394 hicri yılmda............ "
Ayın görünüşü hesabma dayanan hicrî takvim itibariyle altmış iki yıldan on üç gün eksik, milâdî takvime göre ise altmış yıl, bir ay, on gün ömür sürmüş olan Buhârî, kaynaklarda zayıf ve ince yapılı, uzuna yakm orta boylu ve sağlam bünyeli biri olarak tanıtılmıştır.
Spor Sevgisi
Haklı şöhreti İslâm dünyasmm dört bir yanmı tutan Buhârî, ata binmekte, bilhassa ok atmakta son derece ustaydı. Kâtibi Ebu Ca’fer’in anlattığma göre ok atıcılığına uzun yıllar devam etmiştir. Bu sporda hiçbir zaman geçil- mediği gibi, attığı oklar sadece iki kere hedefini vurma- mıştır.**^
Buhârî’nin Türklere has ata sporu olan güreşi de çok sevdiği söylenmiştir. Tahsil hayatının başlamasından itibaren kendisini daha çok ilme verdiği; hemen bütün vaktini ilim aldığı; bunun yanı sıra uzun yıllarla spor olarak okçuluğu yeğlediği düşünülürse güreşe sadece gençlik yıllarmda merak ettiği söylenebilir.
Kaynaklarımızda Buhârî’nin Ahmet isimli bir oğlundan söz edilmiştir.
(43) Nubelâ, 437.
42
2. KİŞİLİĞİ VE FİKRÎ YAPISI
Ahlâkı
M â v rastlanan üstün bir kişüiee yüksek bir
tardid^sa s^ konuşur; az uyurdu
nduzlerı yufka ekmeği yemez; onun yerine bazen iki ücbahara, kİuan?
mazdı ^ y iy ip az uyumakla israftan kaçarak vaktini degerlendınrdı. Böylece hem kendi yed ik le rd en S a r îna da İkram etmek fırsatı bulur; hem de ü m ^ ^ M ah 'akulluk vazrfe erine daha fazla zaman ây ırab^M ^ konuşmakla birlikte hoş sohbetti. Sözlerini agır a&r tane ta-
Soyleı dı. Son derece doğru sözlüydü. "Müslümanın valüman? »htiyacı yoktur" derdi. Bu sözleriyle m L "umanların ozuyle sözüyle doğru ve dürüst o l S g ^ekf n arz^en -s M ü slü m an rk fn d tiıçm arzü e ttı|ı şeyleri toplum için de birlikte yasadık kar
^ ş le n n e de layık göreceğine, bir de mahnın iL to f y e r e "
(1) Nubelâ, 450.43
Başkaları hakkında daima yumuşak bir dil kullanır; kimsenin dedikodusunu yapmazdı. Gıybet denilen kötülüğe asla yanaşmazdı. "Allah’ın huzuruna ömür boyu kimsenin gıybetinde bulunmadan çıkmak istiyorum "diyordu.^ Bu sözüyle dedikodusuz hayatı benimsediğini vurgulamıştı. Bu hasletini o derece ileri götürmüştü ki, hadîs râvîleri hakkında yazdığı meşhur eserinde ağır tenkit ifadeleri kullanmaktan dikkatle kaçınmıştı. Bir gün etrafmda halka olmuş, söylediklerini can kullağıyla dinleyenlere "Kıyamet günü kimsenin bana hasım olacağını zannetmiyorum" dedi. Dinleyenler arasında bulunan kâtibi, "Bazıları et-Târî- hu’l-Kebîr de insanların gıybetinde bulunduğunu söylüyorlar. Onlar sana hasım olurlar" deyince şunları söyledi: "O kitapta hadîs râvileri hakkında söylediklerimizi kenjdiliği- mizden söylemedik. Sadece işittiklerimizi rivâyet ettik". Bu cevabı ile "gıybetin haram olduğunu öğrendiğimden bu yana kimsenin dedikodusunu yapmadım" sözü^ Buhârî’nin bu konudaki titiz tutumunu belgeler. Anlaşıldığına göre o, İslâm ahlakının gıybet, dedikodu, başkalarmı çekiştirmek gibi dil belâsı sayılan kötülükleri yasaklama prensibine hayatı boyunca uymuştur. ^
Buhârî’nin üstün ahlâkını oluşturan hasletlerinden birisi de onun sözünde olduğu kadar özünde de dürüst olmasıdır. Dürüstlük Buhârî’nin kişiliğini daha da yüceltmiş- tir. Nitekim kaynaklarımızın söz birliği etmişçesine bildirdiklerine göre o, ömrü boyunca gerçek dışı herhangi bir söz söylemediği gibi başkalarını kandırmak, iş ilişkilerinde verdiği sözden dönmek gibi hallere de düşmemiştir. Bu hasletinin bir görüntüsü olarak zarar görmek bahasma dahî olsa sözünden asla dışarı çıkmaz; söylediğinin aksini yapmazdı. Şu olay bunu açıkça belgeler:Buhârî Buhârâ ve Farab’da bulunduğu sıralarda babasmdan kalan toprakları
(2) Şâfı’iyye, 2/14.(3) Hedy, 481.
44
emek sermaye ortaklığı yoluyla işletirdi. Bir hasat mevsimi sonunda ortağı payına düşen çok miktarda ürün getirdi. Arkasından birkaç tüccar gelerek bu ürünü satm almak istediklerini söylediler. Pazarlık yapıldı. Buhârî tüccarların verdikleri beş bin dirhem kâra razı olarak malını sattı. Ancak vakit hayli ilerlemiş, karanlık basmıştı. Tüccarlara "Sabah ola, hayır ola. Şimdi gidin. Mahnızı sabahleyin götürün" dedi. Sabah olunca erkenden başka tüccarlar geldiler. Aynı mallan öncekilerin verdiğinin iki katı kârla almak istediler. Buhârî kabul etmedi. İsrar ettiler. "Bu mah dün gelenlere satmaya karar verdim. Kararımdan dönmek hoşuma gitmez" dedi. Malı da bir gün önce söz verdiği tüccarlara teslim etti.**
Sözüne sadık oluşunun yanında son derece dürüsttü. Rivayetlere bakıhrsa ölçü ve tartıda noksan yahut fazla ölçer tartarım; yahut bilmeden bir haksızlığa sebep olurum korkusuyla hayatı boyunca elini ne bir ölçü veya tartı aletine sürmüş, ne de bir şey satın almıştır. Kağıt kaleme kadar bütün ihtiyaçlarını rica ettiği tanıdıklannm veyahut hizmetçilerinin aldığını söylemiştir. îhtiyaçlarmı kendi adma alanların eksik veya fazla tartabileceklerini yahutta hile yaparak korktuğu haksızlığı onların yapabileceklerini söylediklerinde " Ben onlarla yetiniyorum" demiştir.^
İç dünyası böylesine temiz ve zengin olan Buhârî, dış dünyasmda da son derece temiz ve düzenli idi. Dilini yalandan dedikodu ve gıybetten temizlediği ölçüde bedenini, elbiselerini ve kaldığı yeri temiz tutar, eşyalarmın tertipli olmasına itina gösterirdi. Nakledildiğine göre ağızda kötü kokması yi^ünden soğan, sarmısak, pırasa ve sümüklü pancar denilen yiyecekleri hayatında bir kere bile olsun çiğ olarak yememiştir.^
(4) Hedy, 480.(5) Nubeiâ, 445.(6) Nubeiâ, 445.
•ı-s
Buhârî’nin ahlâkına yücelik veren bir önemli hasleti de herkesin iyiliğine çalışması; kimsenin kötülüğünü istememesidir. Başkalarına zarar vermekten son derece kaçı- nır; kimsenin zararına sebep olmak istemezdi. Nitekim Buhârâ Valisinin Semerkantlılara onu şehirlerine sokma- m al^ını emrettiği haberi Hartenk’e ulaştığında oradaki
diğer hartenklilere kendi yüzünden bir kötülük gelmesini istemediğinden hemen oradan ayrılmaya kalkışmıştı.
Kâtibi Ebu Cafer’in anlattığma göre bir keresinde bırme hayli miktarda mal vermişti. Bir gün Farab’da bulu- nuyorken Buhârî’ye borçlu olan adamm Amul’e geldiğini haber verdiler ve "Oraya kadar gitmen lâzım. Şayet kendin gidersen mahna karşılık adamı tutarsın” dediler. Buhârî b a c a k lı olduğumuz adamı korkutmak bize yakışmaz" dedi. Aradan zaman geçti. Borçlu Farab’daki dükkânma geldi. Ancak çok durmadı; Harzem’e gitti. Bu sefer Buhârî’ye Amul Valisine adamın tutuklanarak hakkının geri alm-
ması için Harzem’e mektup yazmasmı söylemelisin" dedi- 1er. Ben onlardan bu konuda bir yazı alırsam onlar da benden başka konularda yazı (fetva) almak isterler. Ben dünya malı karşılığı dinimi satamam" cevabıîıı verdi. Ne kadar uğraştılarsa da râzı olmadı. Nihayet onun izni olmadan valiye söylediler. Vali Harzem Valisine durumu bildiren bir mektup yazdı. Buhârî bunu duyunca çok kızdı. "Bana benden fazla şefkatli olmayın" dedi. Mecbur kalarak, bir ^ z ı da o yazdı. Yazısına gerekli belgeleri ekledi. Ayrıca Harzem’de bulunan bazı tanıdıklarına borçluya iyi davra- nıhnasını yazdı. Çok geçmeden borçlu Harzem’den Amul’e döndü ve Merv taraflarına gitmeye kalktı. Bunun üzerine Amul tüccarları bir araya geldüer. Valiye Buhârî’nin kendisine borcu olan adamı aramaya çıktığını haber verdiler. Vali adama karşı zor kullanılmasını emrettiyse de Buhârî buna razı olmadı. Borçlu ile her yıl on dirhem gibi az bir para vererek borcunu ödemek üzere anlaştı. Borcun tutarı yıımı beş bin dirhemdi. Sonunda ise Buhârî’nin eline bu borçtan bir kuruş bile geçmedi.^(7) Nubelâ, 446.
46
Buhârî kimseye zarar vermediği gibi kimseyi hor da görmezdi. Herkesin bir kıymet olduğuna ve değer taşıdığına inanırdı. însanlann ırk, soy, mevki gibi gelip geçici esaslara göre değil, Allah korkusundan kaynaklanan ahlâk ve faziletle yüceleceklerini inanç haline getirmişti. Bundan dolayı kimseyle alay etmez, kimseye karşı kibirlenmezdi. Bu hasletlerini belgeyen iki olay vardır: Anlatıldığma göre arkadaşı ve katibi Ebu Ca’fer ile birlikte bir gün Farab’da ok atmak maksadiyle şehirden oldukça uzak bir yere gittiler. Irmak kıyısında bulunan su arkma çıkan gedik üstüne çıktılar. Atışa başladılar. Derken Buhârfnin attığı oklardan biri ırmak üzerinde bulunan köprünün ayağma isabet etti veoyağı kırdı. Buhârî bunu görünce atından indi. Oku çıkardı. Atışa son verdi. Arkadaşına artık döneceklerini söyledi. Eve geldiklerinde ona,
-Bir isteğim var yapar mısm? diye sordu.
-Emrin itaat demektir. Buhârî ekledi,
-İsteğim kutlu kişileri rahatlatacak önemli bir istek.
Daha sonra oradakilere döndü,
- Ebu Ca’ferle birlikte siz de gidin. İsteğimi yerine getirmede ona yardım edin, dedi. Bunun üzerine Ebu Ca’fer,
•Hangi isteğin?diye sordu.
-Yerine getirecek misin?
-Tabii, emrin can baş üstüne!
- Köprünün sahibine git. Ona köprü ayaklarmdan birini kırdığımı; böylece ona zararım dokunduğunu haber ver. Yerine yenisini dikmek için izin istediğimi; ya da bedelini ödeyeceğimi söyle. Bana ve arkadaşlarıma hakkmı helâl etsin. ı
I4 7
Köprünün sahibi farablı birisiydi. Ebu Ca’fer Buhâ- ri’nin söylediklerini ulaştırınca şöyle dedi: - Buhârî’ye selam söyle. De ki, ben hakkımı helal ediyorum. Mahm mülküm sana fedâ olsun. Bunları nefsim için söylüyorsam yalan söylemiş olayım. Ancak değil bir köprü ayağı, bütün malım için bana değer vermesini de istemem.
Ebu Ca’fer "Bunları Buhârî’ye söylediğim zaman diyor; sevinçten gözleri parladı. Yüzünü belli bir aydınlık kapladı. Sevindiğini açıkça belli ediyordu. O gün sevincinden kimsesiz gariplere beş yüz hadis yazdırdı. Üç yüz dirhem sadaka verdi.
Bir gün doğuştan gözleri görmeyen Ebu Ma’şer’le aralarında şöyle bir konuşma geçti:
- Ebu Ma’şer! Bana hakkmı helâl et.
- Neden?
- Bir gün bir hadîs rivayet ettim. Sana baktım, hadîs çok hoşuna gitmiş olmalı ki durmadan başmı ve elini saUı- yordun. Bu halini görünce kendimi tutamayıp güldüm. Onun için...
-Allah iyiliğini verin (bunun için hak mı geçer). Benden yana bir hak varsa helâl olsun,®
Üstün ahlâkın bütün hasletlerini nefsinde yaşatan Buhârî son derece cömertti. Hadîs derslerinden ücret almazdı. Arazisinin geliri ve çahşarak kazandıklarıyla geçinirdi. Kazancının çok az bir kısmını kendi ihtiyaçları ve evi için ayırır; geri kalanını yoksullara, kimsesizlere ve hadîs öğrencilerine sadaka olarak verirdi. Farab’da Buhârâ yolu üzerinde kendi parasıyla rîbât denilen hadis okutacak bir okul yaptırmıştı. Bina yapıhrken imeceye gelenler arasmda
(S) Nubelâ, 443,4.
kendisi de çalışmış; kerpiç ve zenbü taşımıştı, b ir gün çalı- şanlara inek kesti, ikram etti. Yemekte Farâb’dan getirilen ekmeklerin hepsi yendi. Sadece bir tek has pide kaldı. O günlerde ekmeğin beş menni bir dirheme satılıyordu.^
Cömertliğinin yanı sıra kanaatkârdı. Hırs, tamah nedir bilmezdi. Varlığa fazla sevinmeyen; yokluğa yerinmeyen yaratılıştaydı. Bulduğuyla yetinir; bulamazsa sabreder- di. Kimseden bir şey istemezdi. Talebe olarak Basra’da bulunduğu sırada bir gün ortadan kayboldu. Birkaç gün görünmedi. Arkadaşları aradılar. Bir evde çıplak vaziyette buldular. Belki de günlerdir yiyecek bir şey bulamamış; sonunda elbise ve çamaşırlarını satmak zorunda kalmıştı. Arkadaşları para verdiler. Yeni elbise ahp giydirdiler.
İlmî Yeri ve Değeri
Bütün Doğu ve Batı ilim adamları Buhârî’nin tarihin kaydettiği en büyük hadîs âlimi olduğunda birleşmişlerdir. Gerçekten o, yalnız devfinin değil, devirlerin âlimidir. Yaygm şöhretine hadîs ilmindeki otoritesiyle birlikte İslâm Hukukundaki ayrı yeriyle ulaşmıştır. .
Hayat hikâyesini anlatırken çeşitli vesilelerle söz konusu edildiği gibi, olağanüstü bir hafızaya sahipti. Okuduğu bir kitabı hemen hafızasma alıyordu. Ebu Bekir el-Kelva- zânî şöyle demiştir: "Muhammed b. AbdiUah el-Buhârî gibisini görmedim. Alimlerden kitap alıyor, okuyordu. Okuduğu kitaptaki hadîsleri değişik rivayetleriye birlikte bir okuyuşta ezberliyordu.” ®
Denilir ki, ilim zor kazanılır, ancak kolay kaybedilir. Öyle görünüyor ki Buhârî bu sözün istisnasıdır; zira daha önce de görüldüğü üzere öğrendiklerini sağlam bir şekilde
(9) Aynı eser, 450. Bir men 257 dirhem tutan bir ağırlık ölçüsüdür. Dokuzuncu asırda Buhârâ ve çevresinde ekmek narhını gösteren bir belge olarak aynen almayı uygun gördük.(10) Nubelâ, 416. 49
öğrenmiştir. Bunu gerçekleştirebilmek için yılmadan çalışmış, yorulmak bilmez gayret göstermiştir. Buhâralı Mu- hammed b. Yusufun anlattıkları bunu gösterir:"Bir gece Buhârî’nin evinde kalmıştım. Saydım, bir şeylere bakmak ve notlar almak maksadiyle bir gecede tam on sekiz kere kalktı. Kandili yaktı, çalıştı." Kâtibi ve arkadaşı da aşağı yukan aynı şeyleri söylemiştir: "Buhârî ile beraber yolculuk yaptığımız zaman arada bir sıcak yaz günleri dışında hep aynı yerde kalırdık. Bakardım da bir gecede on beş, yirmi kere kalkar; çakmağını çakarak önce ateş yakar; sonra kandili ateşlerdi. Sonra da birkaç tane hadîs çıkarır, onları öğrenirdi.^^
Bununla birlikte Buhârî, öğrenimini yaparken öğrendiklerini tek yönlü olarak değil, daha iyi anlamasma yardımcı olacak şekilde detaylarıyla öğrenmişti. Daha küçük yaşlardan itibaren hadîsleri râvileri hakkındaki bilgilerin yanısıra sahih olup olmakdıklanyla birlikte öğrenmesi bunun görüntüsüdür. Bu yan bilgilerin daha iyi öğrenmeye yol açarak işini kolaylaştırdığma ve öğrendiklerini unutmamasında geniş ölçüde yardımcı olduğuna şüphe yoktur. Şu sözleri hadîsler üzerinde gösterdiği titizlik kadar onlan sağlam bir şekilde ve etraflıca öğrendiğinin ayrı bir belgesidir: "Öğrendiğim nice hadîsler vardır ki, Basra’da işittiğim halde Şam’da yazdım. Öyle hadîsler de var ki, Şam’da işittim; ancak Mısır’da yazdım."^
Şu hale göre Buhârî, bir hadîs meclisine gittiği zaman orada okutulan hadîsleri değerlendirerek ve unutul- mamasına yardımcı olacak şekilde etraflıca öğrenmiştir. Bu sağlam öğrenim metodunun ona çok şeyler kazandırdığı muhakkaktır.
(11) Bağdâd, 2/13.(12) Bağdâd, 1/11.
50
D u-' ^'astlanmayan bir kimse olanBuharı, bilgi yönünden de benzersizdi. Henüz gençlik yıllarında, hatta çocukluk günlerinde iken zaman zaman bil- gısme başvurulduğunun örnekleri yukarıda geçmişti. Kendisi de bunu söylemiştir: "Hadîs öğrenmek için hangi âU- mm yanına gittıysem, ondan faydalandığımdan çok o benden istifade etti." 3 Gerçekten daha ders aldığı yıllarda pek çok hocasmm hatasmı düzeltti. Hadîslerini gözden geçirip sahıhlermı sahih olmayanlardan ayırt etti. Söz gelişi hocası ismaü b. Ebı Uyeys onun inceleyip beğendiği hadîsleri kopya etmişti. Bir çok hadîs âlimi hadîslerini Buhârî’nin beğendiğim söyleyerek savunurlardı.
Buhârî nin olağanüstü hadîs bilgisi pek çok âlime korku vermiştir. Buhârâ’da iken derslerine katıldığı Mu- hammed b. Selâm bu konuda "Bu çocuk ne zaman dersime gelse ıçımı bir ürperti kaplıyor. Şaşırıyor, hadîsleri birbiri-
O dersten gidinceye kadar korkum bir turlu gitmiyor" demiştir.l^
Buhârî’nin hadîs ilmindeki otoritesini açıkça ortaya koyan pek çok olay vardır. Birkaçmı daha kaydetmeden geçemeyeceğiz. ’
fti- • Nişâbur’da hadîs okutuyordu. Meşhur hadîsâlımı Müslim de oradaydı. Derken mecliste bulunanlardan om Kalkarak dedikodu yapılan bir meclisten kalkarken dua edü^se yapüan dedikoduların keffâreti olacağı konusun» daia hadisi Ibn Cureyc-Musa b. Ukbe-Suheyl b. Ebî Sâ- üh-Babası-Ebu Hureyre isnadiyle rivayet etti ve Buhârî’ve
n ^konusundaki fikrini sordu. Müslim hemen atılarak Dünyada bundan sağlam isnad var mıdır? Baksana, Ibn Cureyc Musa b. Ukbe’den, o da Süheyl b. Ebî Sâlih’ten rivayet etmiş. Bu kadar kuvvetli bir isnatla gelen hiçbir
(13) Nubelâ, 211.(14) Nubelâ, 411.
51
hadîs gördün mü?" dedi. Fakat Buhârî Müslim’e katılmadı. "Güzel bir hadîstir. Ancak gizli bir kusuru vardır" demekle yetindi. Bunun üzerine Müslim’i bir titreme aldı. ”Sübhânâllâh! dedi; gizli kusuru neyse söyle de görelim." İsrar etti ama Buhârî o hadîsin taşıdığı gizli kusuru söylemek istemedi. Müslim İsrar etti. Kajktı, Buhârî’nin yanma gelerek başını öptü. Neredeyse ağlayacak hale geldi. Bu kadar İsrarı gören Buhârî dayanamadı, "öyleyse yaz, dedi, haddesenâ Musa b. İsmail; haddesenâ Vuheyb; Haddesa- nâ Mûsa b. Ukbe; an Avn b. Abdillâh kâle, kâle Resûlullâh (s.a) ...”15 ve aynı hadîsi rivayet etti. Buhârî’nin bu sözü üzerine Müslim, hadîsteki kimsenin farkedemediği sahâbî- nin atlanmasından ibaret kusuru ortaya konulduğundan kendisini tutamadı, "Sana kin besleyen ancak hasedinden besler. Dünyada senin bir benzerin olmadığma şehadet ederim" dedi.^^
Bir gün Abdullah b. Abdirrahmân ed-Dârimî’ye "Yalancı nefsi kendisine ihanet ettiği için yalan söyler" hadîsini sordular ve Buhârî’nin bu hadîse sahîh dediğini söylediler. Dârimî şöyle dedi; "Buhârî benden daha derin görüşlüdür; çünkü onun işi gücü hadîstir. Bense hastayım. Başka işlerim de var. O, Allah’tan (gelen kabiliyetle) Kur an’daki emir ve yasakları iyi anlamıştır. AUah’m Peygaın- berinin dilinden emredip yasakladıklarını da çok iyi bi-Ur..."17
Amr b. Ali el-Fellâs’ın talebelerinden biri Buhârî’ye bir gün bir hadîs sorar. Buhârî "bilmiyorum" cevabmı verir. el-Fellâs’ın adamları bunu duyunca "Demek Buharî’nin
(15) Bir hadisin rivayet yolunu böyle sözler kullanarak haber vermeye is- nad adı verilir. Buhârî burada o hadisin kendisine ulaşıncaya kadar takıp ettiği rivâyet yolunu vaber vermiş oluyor. Ondan sonra Avn. b. AbdiUah isimli râvînin tabunden olduğu halde "Hz. P(^gamber şöyle buyurdu diyerek hadisi naklettiğini bildiriyor.(16) Tecrîd Mukaddimesi, 177, 8.(17)NubeIâ, 427.
52
bilmediği hadîs de varmış" diyerek çok sevinirler. el-Fel- lâs’a giderek durumu haber verirler. Onun söylediği şu sözler Buhârî’nin hadîs ilmindeki otoritesinin en özlü ifadesinden başka bir şey değildir: "Buhârî’nin bilmediği hadîse hadîs denilmez.."
Metodu
Buhârî’yi hadîs ilminde eşsiz bir otorite haline getiren hususlar vardır. Bunlardan ilki ve en önemlisi kullandığı sağlam İlmî metotlarıdır. O seleflerinin yıllarca uyguladıkları metotları geliştirmiş, daha düzenli ve yaradı şekle getirmiştir. Bunun yanısıra getirdiği yeniliklerle hadîs metodolojisinin sağlam kaidelerini daha da sağlamlaştırmıştır. Söz gelimi, kendisinden önceki hadîs âlimleri eserlerine Hz. Peygamber’in hadîsleriyle birlikte sahâbilerin sözlerini, onlardan sonra gelen nesil olan Tâbi’îlerden gelen rivâyetleri de almışlardır. Bunun yanısıra Buhârî’den önce yazılan hadîs kitaplarında sahih hadîslerle birlikte hasen denilen ve sahihle zayıf arası hadîsler ve zayıf olanlar da vardır. Oysa Buhârî ölümsüz eseri el-Câm iVs-Sahîh’de sadece sahih olan hadîslere yer vermiştir. Bu kuşkusuz devrine göre önemli sayılabilecek bir yenilik olduğu gibi, sağlam bir ilmi metottur.
Bununla birlikte onun el-Câm iVs-Sahihe aldığı hadîsler hemen hemen bütünüyle rivayet zinciri kesiksiz olanlardır. Ayrıca rivayet zincirini oluşturan râvilerin hemen hepsi Hadîs Metodolojisi açısından rivayetini redde sebep olan yalancıhk, yalan söylemekle itham edilmiş olmak gibi kusurlarla tenkide uğramamış kimselerdir. Buhârî’nin, hakkında haklı veya haksız eleştiri olan râvilerden aldığı hadîsler son derece azdır. Sahihte şayet böyle kimselerden aldıp hadîse yer vermişse metot olarak aynı hadîsin başka rivayet kanahndan nakledilen şeklini de vererek onu kuvvetlendirmiştir.
Buhârî’nin Hadîs Metodolojisi ilmine getirdiği en53
önemli yenilik, kendisinin koymuş olduğu, bir hadîsin sahih sayılabilmesi için onu riyavet eden râvilerin birbirleriyle görüşmüş ve birbirlerinden hadîs almış kişiler olması şartıdır. Ona göre bir râvi, hadîs oldığı hocası ile görüşmüş ve ondan hadîs almışsa hadîsinde yalan olma ihtimali kalmaz. Ayrıca hadîsin sıhhatine engel teşkil eden rivayet zincirinde kopukluk olma ihtimali son derece azalır; hatta ortadan kalkar. Dolayısiyle hadîse güven hasıl olur. Bu metot onun kronolojiyi İlmî tenkitte kuUamşmın açık bir görüntüsüdür.
Özellikle el-Câm îVs-Sahîh’te kullandığı İlmî metotlardan birisi de bir hadîsi konusuna göre bölerek değişik yerlerde vermesidir. Onun bu metodu şöyle anlatılmıştır: "Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Buhârî, bazan bir hadîsi birkaç yerde verir. Her verdiği yerde o bölümün gerektirdiği mânâyı çıkaracak kısmını nakleder. Aynı isnad ve aynı metinle bir hadîsi iki yerde tekrar ettiği son derece nâdirdir. Bir hadîsi tekrar ettiğinde başka yoldan rivayet eduen şeklini verir ve bundan bazı faydalar gözetir. Söz gelişi bir hadîsi bir sahâbîden rivayet etmiş bulunursa maksadı o hadîsi meşhur hadîs haline getirmektir. Bu uygulamanın görünüşe göre tekrardan bir farkı da bazı râvîlerin tam olarak, diğer bazılarının ise kısaltarak rivayet ettikleri aynı hadîsin hangi lafızlarmın han^ râvîye ait olduğunu ayırt ederek göstermektir. Bunun için de her birinden nasıl nakledilmişse hadîsi öylece rivayet eder. Hadîsi nakleden râvide bir şüphe varsa böylece gidermiş olur..."^®
Diğer taraftan Buhârî, kendi zamanına kadar hiçbir hadîs âliminin uygulamadığı bir metot uygulayarak kitabının bölüm başlıklarına İslâm Hukuku’nun çeşitli meşelerini delilleriyle birlikte serpiştirmiştir. Bunu yaparken yerine göre delil olarak verdiği hadîsleri isnadsız olarak naklet- miştir.
(18 ) N ubelâ ,424.,
Bütün bunlar ya Buhârî tarafından ilk defa ortaya konulmuş, ya da daha önceden uygulanmakla birlikte onun tarafmdan daha tertipli ve sağlam bir şekle getirilmiş ümî metotlardır. Hepsi de pratikte faydah olduklarından sağlam İlmî metotlar olarak benimsenmişlerdir. Buhârî de bu metotları gerek geliştirerek, gerekse kullanarak büyük takdir toplamış, hadîs ilminde büyük bir otorite sayılmıştır. Ayn» ca böyece İlmî tenkidin bir koluna öncülük etmiştir.
Kısacası engin hadîs bilgisi, keskin zekâsı, güçlü hâ- fızası ve son derece sağlam ilmî metodu Buhârî’yi devirlerin eşsiz hadîs âlimi haline getirmiştir. Nitekim Basra, Şam, Hicaz, Küfe ve Bağdat gibi zamanının en büyük ilim merkezlerinde yaşayan isim yapmış âlimler onu bütün âlimlerden üstün tutmuşlardır. Onun sanki hadîs ilmi îçin yaratılmış olduğunu söyleyenler hiç de az değildir. Dahası var, hadîsle meşgul olup Buhârî’nin yanına gitmemeyi, ondan ders almamayı büyük kusur sayanlar da olmuştur. Bu konuda şöyle bir olay anlatılır: "Bir keresinde İbn Münîr isimli bir hadîs âliminin talebelerinden biri, bir iş için Bu- hârâ’ya gitmişti. Döndüğü zaman İbn Münîr ona Buhârî’yi görüp görmediğini sordu. Talebe görmediğini söyledi. Bunun üzerine "Buhârâ’ya gidiyorsun, Buhârî’nin yanma uğramadan geliyorsun. Artık senden hayır gelmez" diyerek yanından kovdu."^^
Her yönüyle olgun bir insan, benzeri görülmemiş büyük bir âlim olan Buhârî’yi İbn Sâ’id isimli bir âlim, sırf ilimdeki ciddi tutumunu, araştırıcı ve tenkitçi zihniyetini ve tuttuğunu koparan dirâyetini göz önünde tutarak oldukça garip görülebilecek şu sözlerle nitelemiştir: el-Keb§u’n- Nattâh, yâni inatçı keçi.. Ne var ki, bu sözlerin onu yermekten çok, azmini ve bilhassa ilim disiplinini öğen bir deyim olarak kabul edilmesi gerektiğine işaret etmeliyiz.
(19 Tecrîd Tercümesi, I/VII.
Bazı Görüşleri
Buhârî, zamanın siyasî ihtilâflarına karışmamış, mezhep kavgalarına girmemiştir. O, yerinde bir deyişle hasbî bir ilim adamıdır. İlmi her şeyin üstünde tutmuş; ilmin ve ilim adamının şerefini korumasını bilmiştir. Bunu sağlamak uğruna karşılaştığı bazı güçlüklerden yukarıda bir nebze söz edildi. O ilim hayatı boyunca aynı zamanda ilim adamının ilmini toplum yararına adaması gerektiğini de göstermiştir. Bu düşünce ile idarecilere yakın olmamaya dikkat etmiştir. Denilebilir ki bütün ömrünü ilme, özellikle hadîse ayırmıştır. Ona göre hadîs öğrenmek Allah’ın Son Elçisi Hz. Muhammed’le birlikte olmaktır.
Ahlâk yönünden yumuşak huylu oluşu birçok hususta kendini belli eder. Ancak dînî ve inancı konusunda son derece dikkatlidir. Bunlarda asla taviz vermemek taraftarıdır. Nitekim Hz. Peygamberin ağzından hadîs uydurarak dini kökünden sarsmaya varacak kadar ileri gidenlere merhamet edilmemesi görüşündedir. Ona göre böyleleri şiddetle dövülmeli, ömür boyu hapsedilmelidir. Böylesine sert ve acımasız davramiması gerektiği onun dinini uydurmalardan ve hurafelerden uzak asıl şekliyle korunması inancından kaynaklanır.
Buhârî’ye göre bir irtsan, bir işe girişeceği zaman iyi düşünmeli, önünü sonunu en küçük noktalarına kadar hesap ederek karar vermeli, karar verdikten sonra da azim ve cesaretle uygulamalı, karşılaşacağı güçlüklere göğüs germelidir. Onun bu görüşüne dair bir de rivayet vardır. Aynen nakledilmesinde fayda görüyoruz.
"... Buhârâh Ebu Muzaffer Muhammed b. Ahmet anlatmıştır: "Ebu’l-Abbâs el-Velîd b. İbrahim el-Hemedâ- nî Rey kadılığından alındığı zaman Buhârâ’ya geldi. Bir gün hocam İshâk b. İbrâhim el-Huttelî beni aldı, ziyaretine götürdü. "Sizden bu ,çocuğa hocalarınızdan işitti^niz hadîsleri öğretmenizi rica ediyorum" dedi. el-Velîd, "Benim
56
hadîs işitmişliğim yoktur" cevabını verdi. Ebu Muzaffer "Fıkıh bilginisiniz. Nasıl hadîs işitmiş olmazsınız?" deyince şunları anlattı: "Erginlik çağına henüz ulaştığım sıralarda iç ^ d e hadîs öğrenmek arzusu uyanmıştı. O sırada Buhâ- râ’da bulunan büyük hadîs âlimi Buhârî’nin yanına gittim. Ona hadîs öğrenmek istediğimi söyledim. Beni talebeliğe kabul etmesini rica ettim. Sözlerimi dikkatle dinledikten sonra bana,
- Bak oğlum dedi; önünü sonunu düşünmeden, bir de güçlüğünü göze almadan sakın bir işe girişme. Ben,
- Sizden istediğim şeyin önünü sonunu bana anlatın, dedim. Şunları söyledi;
- Şunu iyi bil ki insan şunları yapmadıkça olgun bir hadîsçi olamaz: Dört şeyle beraber dört şeyi yazmadıkça.. Tıpkı dört şey gibi; dört şeyi yazdığı gibi.. Dört halde; dört yerde.. Dört nesne üstüne; dört kişiden; dört şey için yazmadıkça...
Bu dört şeyin hepsi ancak dört şeyle olur; dört şeyle gerçekleşir. Bunların hepsİ tamamlanınca artık dört şeyin sırası gelmiştir. O zaman da dört belâ ile karşılaşır. Bunlara sabrederse Allah onu Dünyada dört nimetle yüceltir. Ahirette de yİne dört nimetle ödüllendirir. Ebu Muzzaffer bü sözler üzerine,
- İyi yürekli bir insan için bu dörtler nelerdir? Bunları yeterince açıklayın da içimiz ferahlasın, dedi. Buhârî,
- Peki, cevabını verdi ve açıklamaya başladı. Hadîsçi olacak kimsenin yazmak ihtiyacında, olduğu dört şey Hz. Peygamber’in hadîsleri; Yüce Allah tarafından getirdiği dine ait hükümler; sahabîler ve sayıları; tabiîler ve öteki âlimlerle herbirinin hayat hikâyeleri, halleri, doğum ve ölüm tarihleridir. Bunları hadîsleri rivayet edenlerin isimleri; künye veya lâkabları; yerleştikleri yerler ve yaşadıkları devirlerle birlikte yazmalıdır.
57
Hepsini, hatibin sözlerine Allah’a hamdederek başlaması, dua ederken kelimeleri tane tane söylemek; bir sureyi okumadan önce "Besmele" çekmek; tekbir aldıktan sonra Hz. Peygamber’e salavat getirmek gibi tabii bir şekilde yazıya geçirmelidir...
İsnadı tam olan hadîsleri yazdığı gibi, rivayet zincirinde sahâbinin atlandığı mürsel hadîsleri, sahâbi sözlerinden ibaret mevkuf; tabiîlerin sözlerinden oluşan maktu rivayetleri de yazmalıdır. Küçük yaşlarda; aklı erdiğinde; gençliğinde ve olgunluk çağında, bu dört halde yazmah...
Başka işi de olsa; boş zamanında; fakir de olsa; zengin de olsa yazmalıdır... Dağ başında bulunsa; karada yahut denizde olsa yazmalı; çölde gitse yine yazmalıdır. Kâğıda geçirinceye İcadar taş, deri, kemik, düz ve saykal ne bulduysa onun üstüne...
İlimde kendisinden üstün olandan; kendi akranm- dan; daha aşağı durumda olandan; babasının kitabı olduğunu kesinlikle bildiği kitaptan yazmalıdu*...
Sırf Allah rızasını kazanmak; Allah’ın kitabı Kur’ ân*ı Kerim’e uyanlarıyla amel etme; isteklileri arasında yayılmasını, bir de öldükten sonra isiminin yaşamasını sağlayacak eser vermek için yazmalıdır.
Bütün bunlar ancak okuma yazma bilmek; çok çalışmak; konuştuğu dili iyi bilmek, nihayet o dilin gramerini iyice öğrenmekle olur. Allah vergisi kabiliyet; sıhhat; azim ve gayret, son olarak da öğrendiklerini akılda tutmakla gerçekleşir.
İlim yolcusu bunları tamamlayınca artık evlenmek; çoluk çocuk sahibi olmak; helâlinden ihtiyacına yetecek kadar mal-mülk edinmek; bir yere yerleşip orayı vatan bilmek sırası gelmiş demektir. Şu var ki, bunları yaptığında düşmanlıkla; dostlarının acı sitemleriyle; cahil ayak takı-
minin dil uzzatmasıyla; dahası bilginlerin hasediyle karşılaşır. Bu sıkıntılara katlanırsa Allah onu Dünyada kanaatle itibar, ilim lezzeti ve isminin ebediyete kadar yaşaması nimetleriyle yüceltir. Ebedî hayatta ise Şefaat; Allah’ın kudretinden başka kudretin olmadığı hesap günü Arş’ın gölgesinde barınmak; Hz. Muhammed’in Kevser Havuzundan kana kana içmek; Peygamberlere, Sıddıklara, Allah yolunda ve vatan uğruna cari vermiş, kan akıtmış şehitlere yakın olmakla ödüllendirir.. İşte böyle yavrum! Sana hocalarımdan öğrendiklerimi özlüce aktardım. Benden istediğini bunları göz önüne alarak iyi düşün, öyle kabul et. Gözün kesmezse bırak."
Buhârî’nin bu sözleri beni endişelendirmişti. Bir şey diyemedim. Başım önümde düşünmeye başladım. Benim bu hâlimi görünce sözlerine şöyle devam etti.
- Bütün bu sıkıntılara gögüs geremezsen sana İslâm Hukuku öğrenmeni tavsiye ederim. O ilmi evinde de öğrenmek imkânın var. Ayrıca İslam Hukuku öğrenmek için uzak yerlere yolculuk yapmak, ülkeler dolaşmak, denizler aşmak ihtiyacı da duymazsın. O ilinj de Hadîs İlminin meyvesidir. Onu öğrenen âlimin Ahiretteki sevabı hadîs öğrenenin sevabından hiç de az değildir. Şerefi de hadîsle meşgul olanın sevabından aşağı kalmaz.
"Buhârî’nin bu sözlerini işitince içimdeki hadîs öğrenmek azmi kırıldı. Onun yerine gönlüme İslam Hukuku öğrenmek arzusu düştü. Bu ilme çalışmaya başladım. O yüzden bu çocuka öğretecek hadîsim yok.."^®
(20) el-İlmâ’, 30-34.
Buhârî’nin ismini ebediyete kadar ölümsüzleştiren hayli kıymetli eseri vardır. Uzun yılların ve yılmak yorul- fnak bilmez gayretlerin mahsulü olan bu eserlerini liste halinde sıralayıp herbiri hakkında kısa bilgiler veriyoruz.
1. el-Câmi’u’s-Sahîh: Bu büyük eserden ilerde ayrıca söz edilecektir.
2. et-Târîhu’l-Kebîn Zamanına gelinceye kadar ya- şanii§ hadîs râvileri hakkında çok değerli bir eserdir. Bu- hârî bu eserini henüz on sekiz yaşlarında iken Medine’de yazmıştır.
Hz. Peygamber’e saygı için olacak, Muhammed isiiTilüerden başlayıp daha sonra harf sırasına göre sıralan a n hadîs râvileri hakkında kısa bilgiler ve çok kere hadîs ilniinde güvenilir olup olmadıklarına dair verilmiş hükümlere yer veren benzersiz bir kaynak eserdir.
Yaklaşık on üç bin kadar râvî hakkında bilgiler veren, elimizdeki en eski kaynaklardan biri olan et-Târîhu’ ul-Kebîr’in İstanbul’da Süleymaniye Kütüphanesi Ayasof- ya Bölündü; Topkapı Sarayı Kütüphanesi 3. Ahmet Bölümü ve Köprülü Kütüphanelerinde kısımlar halinde kıymetli yazmaları vardır. 1941-1945 ve 1959-1963 tarihleri arasında iki kere basılmıştır.
Mısırh bir âlimden nakledildiğine göre Duhârî zamanında otuz kadar âlim Dünyada tek ihtiyaçlarının bu ki- tabı olduğunu söylerlermiş!^
3. et-Târîhu’I-Evsat: Adından et-Târîhu’l-Kebîr’in kısaltılmışı olduğu anlaşılmaktadır.
3 . e s e r l e r i
l^^Nubelâ, 426.
60
4. et-Târîhu’s-Sağîn Bu da değişik bir metotla e t- Târihu’l-Kebîr*den özetlenmiştir. Dolayısiyle o kitapta verilen bilgiler bu eserde daha da kısaltılarak ve tertipleri değiştirilerek verilmiştir.
Bu kitabını Buhârî şöyle tanıtmıştır: " Bu, Hz. Peygamber, Muhacirler, Ensâr, Tabiîn ve daha sonra gelenlerin tabakaları, ölüm tarihleri, nesebleri, künyeleri ile hadîsine rağbet edilen muhaddisler konularındaki muhtasar bir kitaptır..." Buradan anlaşılmaktadır ki Buhârî, bu eserinde Hz. Peygamber zamanından başlayıp Islâm Tarihinin yaklaşık ilk iki asrında yaşayan bazı önemli şahıslar hakkında kısa târihî bilgiler vermiştir.
et-Târîhu’s-Sagîr de iki kere basılmıştır. Bunlardan ilki 1325/1907 tarihli Hindistan; İkincisi ise 1397/1977 tarihini taşıyan Kâhire baskısıdır.
5. Kitabu’d-Du’afâ’rs-Sağîr: Hadîs Metodolojisi kaidelerine göre rivayetine güvenilemeyecek zayıf râvilere ayrılmış küçük hacimli bir eserdir. İstanbul Lâleli Kütüphanesinde bir yazma nüshası bulunmaktadır. Basılmıştır.
6. et-Târîh fî MaVifeti Ruvâtri-Hadis ve Nakaletf l-Asâr ve ’s-Sunen ve Temyizi Sikâtihim min Du^afâ’ihlm: Bu eser de admdan anlaşılacağı üzere bir kısım hadîs râvi- lerinin güvenilir olanları ile zayıflarına ve bazılarının ölüm tarihlerine dairdir. Topkapı Sarayı Kütüphanesi Medîne kısmında bir yazma nüshası bulunmaktadır.
7. et-Tevârîh ve’l>£nsâb: Bazı hadîsçilere dair faydalı tarihi bilgiler veren bu eser ne yazık ki tertipsizdir. Top- kapı Sarayı 3. Ahmet Kütüphanesinde yazma bir nüshası vardır. Henüz basılmamıştır.
(2 )S a g îr ,I /l .
8. KitâbuU-Kunâ; Daha çok künyeleriyle tanınan hadîsçilerin isinılerine dairdir. Künye veya lakablanyla bilinip isimleri bilinmeyen şahıslarm kim olduklarını bilmek bakımından son derece faydalı olan bu kitap önce 1360/194rde Haydarabat’ta, daha sonra ise et-Târîhu’ I-Kebîr’in dokuzuncu cildi olarak yine Haydarâbat’ta basılmıştır.
9. el-Edebu’I-Mufred: İslam ahlâk ilkelerine dair hadîsleri bir arada toplayan değerli bir kaynaktır. İstanbul’da Feyzullah Efendi, Topkapı 3. Ahmet Kütüphanelerinde birer yazması bulunmaktadır. İlk olarak 1306/1888 yılında İstanbul’da daha sonra Kâhire’de de basılmıştır. Türkçeye çevrilerek "Ahlâk Hadîsleri" başlığı altmda iki cilt halinde İstanbul’da yayınlanmıştır.
10. Reru’I-Yedeyn fi’s-Salat: Namaza başlarken elleri kaldırmak konusuyla ilgili küçük boyda bir risâledir. Orduca tercümesiyle birlikte 1256/ 1840’ta Kalküta’da basılmıştır. 1299/1881 tarihli Delhi baskısı da vardır.
11. Kitâbu4-Kırâ*ati Halfe’l-îmâm: Cemaatle namaz kılarken imamın arkasında okumak konusundadır ve risâle şeklindedir. 1299/1881 tarihfnde orduca tercümesiyle beraber "Haynı’l-Kelâm fiU-Kırâ’ati Halfe’l-îmâm" başlığıyla Delhi’de basılmıştır. 1320/1902 tarihli ayrı bir baskısı daha vardır.
12. Halku E fâiri-İbâd ve^r-Reddu ale’l-Cehmîyyes Kelâm ilminde önemli bir konu olarak görünmüş olan kulun fiillerinin yaratılmış olup olmadığı problemine ayrılmıştır. Ayrıca Ehli Sünnet dışı bir itikadı mezhep olan Cehmiyenin görüşlerine cevap mahiyetindedir. İstanbul’da Reisu’l-Küttâb kitaplığında bir yazma nüshası bulunmaktadır. 1306/1888 de Delhi’de basılmıştır. Bu kitap, Buharı’ nin aynı zamanda bir kelâmcı olduğunu ortaya koymaktadır.62
13. el-Akîde (veya) et*Tevhîd; Bir Allah’a inanmak konusunda kaleme alınmış ciddî bir çalışmadır.
14. Ahbâru^s-Sıfât^s İsminden Allah’ın sıfatları konusunda yazümış bir eser olduğu anlaşılmaktadır. Bu ve bundan önceki eser Kelâm ilmiyle ilgilidir.
Buhârî’ye nisbet edilen bunlardan başka bazı eserler daha vardır. Ancak bunların Buhârî’ye*"ait olduğu şüphelidir.
el-CâmiVs-Sahih
Muhammed b. İsmail veya Buhârî ismini ölümsüzleştiren eser, Sahîh-i Buhârî adıyla da bilinen el- Câmi’u’ s-Sahîh’tir.Tamamen sahîh hadîslerden meydana gelen bu eserine Buhârî, el-Câmru’s-Sahihu4-MusneduU-Muhta- sanı min Umûri Resûlillâh (s.a) ve Sunenihî ve Eyyâmihî adını vermiştir. Bu uzun isim kısa adiyle Sahîh’in bütün özelliklerini gösterecek nitelikte görülmüştür. Buna göre o isimdeki el-Cârnl’u kelimesi kitabın câmi türünde bir eser olduğunu ve belli başh konulardaki bütün hadîsleri bir araya topladığını ifade eder. es-Sahîhu sıfatından sadece sahîh hadîslere yer verdiği anlaşılır. el-Musnedu kelimesi, isnadı kesiksiz hadîslerden meydana geldiğini gösterir. el'Muhtasaru kelimesi de bütün hadîsleri değil, Buhârî’nin bu kitabını tertip ederken göz önünde tuttuğu şartlara uyan sahîh hadîslerden bir kısmını aldığını bildirir. Diğer kelimeler ise onu yalnızca hadislere değil, bu hadîslerin taşıdıkları dînî hükümlere de yer verdiğine delâlet eder. Bununla birlikte bu değerli eser Dünya literatüründe daha çok el-CâmiVs-Sahih, halk arasında ise Sahih-i Buhârî adiyle tanınır.
(3) Turâs. 1/204-206.
Yazılışı
Daha önce de kısaca söz konusu ettiğimiz gibi el Câ- m iV s-Sahıh’ten önce yazılan hadîs kitaplarında sahîh hadîslerle birlikte hasen denilen sahihle zayıf arasındakiler ve zayıf olanlar da vardı. Ayrıca Hz Peygamber’e ait olan hadîslerin yanısıra sahâbilere ve tâbiîlere ait olan rivayetler de bulunuyordu. Bu durumda sadece sahîh hadîslerin yer aldığı ayrı ve güvenilir bİr kitaba şiddetle ihtiyaç duyuluyordu. Buhârî, Sahîh’i işte bu ihtiyacı karşılamak üzere yazdı. Şu da var ki, Sahîh’i yazmasında hocası İshak b. Râ- hûye’nin teşvikinin mühim tesiri olduğu muhakkaktır. Bunu kendisinden öğreniyoruz: "İshak b. Râhûye’nin yanında idik. Bize "Hz. Peygamber (s.a) in sünnetinin sahih olanlarını bir kitapta toplasanız" dedi. Onun bu sözü üzerine gönlüme bu işi yapmak düştü. Sahîh hadîsleri toplamaya başladım. Bu kitaba sahîh olan hadîslerden başkasını yazmadım, Kitap uzamasın diye yazmadığım sahîh hadîsler, yazdıklarımdan çoktur. Yazdıklarımı altı yüz bin hadîs içinden seçtim. Sahihe, iki rekat namaz kılıp Allah’a istihare ettikten sonra sahîh olduğuna kesinlikle kanaat getirdiğim hadîslerden başkasını koymadım." ^
Buhârî Sahîh’ini on altı yılda yazmıştır. Ancak bu süre devamlı bir çalışmadan çok kitabın son şeklini almasına kadar geçen zaman olmalıdır. Nitekim ilim yolculukları sırasında Medine’de bulunuyorken bir yandan et-Târîhu’-l Kebir’i yazarken diğer taraftan Sahîh’in çatısını kurduğundan yukarıda söz etmiştik. Bunlardan malzemelerini uzun süre topladığı, sonra tasnif ettiği, fırsat buldukça kâğıda geçirdiği ve bu işin on altı yılda tamamlandığı söylenebilir. Rivayete göre Buhârî, eserini tamamladıktan sonra Yahya b. Ma’în, Ali İbnu’l-Medînî ve Ahmed b. Hanbel gibi devrin en büyük hadîs âlimlerine göstermiştir. Bu âlimlerin hepsi Sahîh’i beğenmişler; içinde bulunan bütün ha-
(4) Bağdâd, 2/8,9.
64
dişlerin sahîh olduğuna şahitlik edeceklerini söylemişlerdir. Bu âlimlerin öiüm tarihleri dikkate almdığmda Sahîh’ in 233 (847) yılmdan önce tamamlanmış olduğunu söylemek mümkündür.
Sahîh, Islâm âlimlerinin tamamma yakm çoğunluğu tarafmdan Kur’ân-ı Kerim’den sonra en sahîh kitap olarak kabul edilmiştir.
Ona böylesine itibar edilmesi elbette boşuna değildir. Bu görüşü haklı çıkaracak sebepler çoktur. Bir kere Buhârî, yukarıda da söz konusu edildiği gibi, gerçek bir hadîs otoritesidir. İsim disiplini her türlü takdirin üzerindedir. Bunun yanısıra hadîsler üzerinde kılı kırk yararcasına titizliUe duran bir âlimdir. Ayrıca kitabını hazırlarken kendisini maksadına en emin şekilde ulaştıracak sağlam bir İlmî metot kullanmıştır. Gerçekten eserini binlerce sahîh hadîs arasından seçtiklerinden meydana getirmiştir. Seçtiği hadîsler, Hadîs Metodolojisi açısından incelendiğinde hepsinin râvileri güvenilir, rivayet zinciri kesiksiz, herhangi bir gizli kusur taşımayan, benzeri başkaları tarafından da rivayet edildiklerinden hakkında sahîh hükmü verilmiş bulunan hadîslerdir. Bir başka deyişle İlmî tenkit sonucu Hz. Peygamber’e ait olduklarına kesin kanaat getirilenlerdir. Bizzat Buhârî’nin söylediği "Nice sahîh hadîsleri sırf râvisinin ufak bir kusuru yüzünden Sahîh’e almadım" sözü kitabına aldığı hadîsleri seçerken ne kadar titiz davrandığını, ne derece sağlam bir yol tuttuğunu göstermeye yeterlidir.
Bununla birlikte Buhârî, gibi metodu konusunda da söz konusu edildiği gibi kitabına aldıkları hadîsleri rivayet edenlerin birbirleriyle görüşmüş olmalarını şart koşmuştur. Onun bu şartı tarih bilgisini pratikte kullanmak demek olduğundan sağlam bir ilmî metot olarak görülmüştür.
Gerek Buhârî’nin hadîs ilmindeki otoritesi, gerekse aldığı hadîslerin Hadîs Metodolojisi açısmdan sahîh oluşu,
65
gerekse onu tertip ederken takip ettiği sağlam İlmî metot bu ölümsüz esere güneni sağlayan başlıca âmiller olmuştur.
Sahîh-i Buhârî’nin rivayeti de sağlam ve güvenilir bir şekilde yapılmıştır. Rivayetlere bakılırsa onu Buhârî’den doksan bir kişi dinlemiştir. Bunlar arasında beş kişi ilk râ- vileri olarak bilinenlerdir. Herbiri zamanın önde gelen âlimleri olan bu beş kişinin Buhârî’den dinleyip yazarak elde ettikleri Sahîh nüshaları içinde en yaygın olanı Fârâb- lı Muhammed b. Ebî Hâtim nüshasma dayanır. Muham- med b. Yusuf, bu nüshasını Buhârî’den 248 (862)’de Fâ- râb’da; 252 (866) da Buhârâ’da olmak üzere iki kere dinlemiştir. Sonradan bu nüsha çoğaltılmış ve yaygın hale gelmiştir.
Hicrî yedinci (milâdî on üçüncü) asır sonlarında Ali b. Abdullah el-Yûninî isimli bir âlim Fârâblı Muhammed b. Yusuf un söz konusu nüshasından çoğaltılan ve öna dayanan rivayetlerin arasım birleştirmiş; diğer meşhur nüshalarla karşılaştırarak Sahîh’in bugün elimizde bulunan nüshasını meydana getirmiştir. Diğer nüshalar bu arada unutulmuştur. İstanbul Kütüphanelerinden birinde bulunan ve yapılacak baskıya esas teşkil etmek üzere Sultan Abdülhamid’in emriyle Mısır’a gönderilen çok eski bir el- Yûninî nüshası, eser basıldıktan sonra ortadan kaybolmuş, bir daha geri gelmemiştir.
SahihUn Özellikleri
Sahîh-i Buhârî’nin en önemli özelliklerinden birisi mukaddimesinin olmayışıdır. Gerçekten Sahîh, "(İnsanların yaptıkları) işler (in kıymeti) ancak niyetlerine bağlıdır.." hadîsiyle başlar. Sahîh’e ilkönce bu hadîsin alınmasını, Buhârî’nin eserini yazarken niyetinin hâlisane olduğunu ifadesi olarak yorumlayanlar; dolayısiyie bu hadîsi önsöz yerine koyanlar vardır.
6 6
Buhârî, hadîsleri yerine göre bölerek konusuna, daha doğrusu taşıdığı hükme göre birkaç yerde vermiştir. Bu uygulaması da Sahîh’in önemli özelliklerinden birisi sayılır. Sahîh’in üzerinde durmaya değer diğer bir özelliği de bölüm başlıklarında görülür. Şöyle ki Buhârî’nin aynı konudaki hadîsleri bir arada topladığı bölümlere koyduğu te- râcüm denilen başlıklar çok kere çeşitli meselelerdeki hükümleri, bu hükümlerle birlikte kendi görüşlerini yansıtacak şekilde düzenlenmiştir. Bunun için "Buhârî’ntn fıkhı terâcümündedir" denilmiştir, ki bu meşhur sözün mânâsı, Islâm Hukuku’nun çeşitli meselelerine dair Buhârî’nin görüşleri Sahihin bölüm başlıklarmdadır, demektir.
Sahîh’in değer hadîs kitaplarından farklı bir özelliği de mu’allak hadîsleridir. Genelde isnadsız olarak nakledilen bu tür hadîslerin menşeinin Sahîh-i Buhârî olduğu söylenmiştir. Bu şekildeki rivayetler 1341 adettir ve yukarıda da değinildiği gibi daha çok bölüm başlıklarmdadır.
Son olarak Sahîh’i diğer hadîs kitaplarından ayıran mühim bir özelliğe de yer vermeden geçemiyeceğiz. Bu özellik Kur’ân-ı Kerîm ayetlerini açıklayan hadîslerle ayetlerin iniş sebeplerine yer veren rivayetlerin bir arada bulunduğu Kitâbu’t-Tefsîr bölümüdür. Burası Sahîh’te diğer hadîs kitaplarına, Mesela Müslim Sahihine nisbetle daha geniş hacinüıdir. Ayrıca burada ayetlerde geçen bazı kelimelerin mânâsına dair hayli mühim etimolojik bilgiler mevcuttur.
Ana batlarıyla bu gibi özelliklere sahip olan Sahîh-i Buhârî’de bulunan hadîsleri rivayet eden hadîsçiler içinde yalancılık, yalan ithamına maruz kalmak, sahibini dinden çıkaran bid’atlarla tenkit edilmiş olmak gibi kusurları bulunan kimse yoktur. Sahîh, bu yönüyle de Islâm âlimlerinin güvenini kazanmış ve yukarıda da bahis konusu ettiğimiz gibi, Kur’ân-ı Kerim’den sonra en sahîh kitap sayılmıştır'. Pek çok âlim tarafından şerhedilmiştir. Bundan başka hadîslerine, bölüm başhklarma, anlaşılmayan yerlerine, râvi-
67
lerine, insatsız verilen hadîslerine ve çeşitli konularına dair hayli kitap yazılmıştır. Denilebilir ki, îslâm âleminde etrafında geniş bir edebiyatın oluştuğu ikinci kitap Sahîh-i Bıı- hârrdir.
Sahîh üzerinde batılı ilim adamları da durmuşlardır. Bilhassa Fransız, İngiliz, Alman ve İtalyan müsteşriklerinin Sahîh’in çeşitli yönleriyle ilgili hayli araştırmaları vardır. Bu önemli eser ayrıca İngilizce ve Fransızcaya da tercüme edilerek yayınlanmıştır.
Birçok kere basılan Sahîh’in Sultan Abdulhamid’in emriyle basılan Mısır baskısı ile Mekteb-i Suhânî (Galatasaray Lisesi) Arapça Öğretmeni Hacı Zihni Efendi’nin kontrolü altında basılan 1315 (1897) tarihli Matbaa-yı Amire (Devlet Basımevi) baskısı tertip bakımından en güzel, İlmî açıdan en güvenilir baskılardır.
SahîhUn Türk Kültüründeki Yeri
Bütün ilim dallarına olduğu gibi hadîs ilmine de büyük ilgi gösteren Türklerin kültür hayatında Sahîh-i Buhâ- rî’nin özel bir yeri vardır. Bu yeri belirleyebilmek üzere önce şunu söylemek gerekir. Sahîh’in ilk defa ciddi bir şekilde basılmasına bir Türk hükümdarı önayak olmuştur. Bugün elde bulunan en güzel ve İlmî bakımdan güvenilir baskısını yapmak da yine Türklere nasip olmuştur. Bugün Türkiye’de küçük yerleşim birimlerine varıncaya kadar neresine gidilirse gidilsin gerek resmi, gerekse şahıslara ait hususî kütüphanelerde muhakkak bir Buharî nüshasına rastlamak zor değildir. Ayrıca kıymetli yazmaları bulunur. Yazmaları içinde öyleleri vardır ki, en usta hattatlar tarafından yazılmış; büyük sanatkârların mahir elleri ve göz nuru ile nefİs bir şekilde tezhip edilmiştir. Bunlar bir anlamda Sahîh’e gösterilen ilginin sonucu olduğu kadar tarihte kültür mirasına sahip çıkan milletimizin ona verdiği değerin önemli bir görüntüsüdür. Bu eserler kuşkusuz ne eşsiz bir sanat eseri olması, ne dolaplara kilitlenmesi, ne
de kitaplıkların tozlu raflarında veya karanlık mahzenlerinde durması için yazılmış ve basılmıştır. Öyle olduğu içindir ki, asırlar boyu okunmuş ve okutulmuştur. Bir başka deyişle bu değerli eser, Türklerin ilim ve eğitim haya- tmda önemli bir yer almıştır. Nitekim medreselerde, dâ- rülhadîs denilen ve sadece hadîs okunmak üzere açılan özel medreselerde, mescitlerde halka açık derslerde ve dergâhlarda asırlarca Sahîh okunmuştur. Hatta yalnızca Sahih okutmak gayesiyle vakıf kuranlar; kurduğu vakfa Sahîh okunması için imkân ayıran veya şartlar koyan hayırseverler görülmüştür. Bunlarm saj^arı bir hayli fazladır. Böyle bir himmetin sonunda zamanla Buhârihanlık yani Sahîh-i Buhârî okutmak görevi ortaya çıkmış ve âdeta bir meslek haline gelmiştir. Buhârihân adiyle anılan ve herhangi bir yerde Sahîh okutan âlimler her devirde toplum içinde büyük itibar görmüşlerdir.
Öte yandan tarih içinde bir de Türkler arasında Buhârî Hâfızlan görülmüştür. Bazı dönemlerde sayıları hayli fazla olan Buhârî hafızlan Sahîh’i baştan sona ezberlemişlerdir. Böyle bir tutumun her şeyden önce Sahîh’in kaybol- nraadan nesilden nesile geçmesini sağladığı gibi, ona gösterilen ilgiden ve verilen kıymetten kaynaklandığına şüphe yoktur.
Diğer taraftan kıtlık, zelzele, harp, salgın hastalık gibi kötü ve zor günlerde Sahîh-i Buhârî hatimleri okumak öteden beri Türkler arasında âdet olmuştur. Nitekim Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ^ r e s i (Bahkesir) Milletvekili olarak görev yapan Rahmetli Haşan Basri Çantay’tan duyduğumuza göre, 23 Nisan 1920’de Meclis açılmadan önce Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle Hacı- ba^am Camii ile Zincirli Cami’de Kur’ân-ı Kerim Hatimlerinin ardmdan Sahîh-i Buhârî hatimleri okunmuştur. Ayrıca Mustafa Kemal yayınladığı bir beyanname ile bütün Anadolu camilerinde bir hafta boyunca Sahîh okunmasını
69
emretmiş ve okutmuştur.^ Aynı şey Sakarya Meydan Mu- harebesi’nden önce de yapılmış, yİne Atatürk’ün emriyle Libyalı Şeyh Ahmet es-Sunûsi tarafından Sahîh hatmi okunmuştur. Bu da gösterir ki Türklüğün Anadolu daki ölüm kalım savaşı Kur’ân-ı Kerim ve Sahîh-i Buhârî hatimlerini manevi desteğiyle başlatılmıştır. Hem de Başku- mandanınm resmî emriyle...
Cumhuriyetin ilanı üzerinden çok geçmeden Rahmetli Atatürk Kur’ân-ı Kerim için bir tefsir yazdırmayı istiyordu. Zamanın Diyânet İşleri Reisliği bu arzuya Buhârî tercümesini de ilave etti. Kurtuluş Savaşı’nın ardından, yıllar süren harplerin sebep olduğu bakımsızlık ve yolduktan harabe haiine gelen vatan topraklarını îmara girişirken milletin mânevi hayatının esasmı oluşturan İki önemli kaynağın gözden uzak tutulmaması üzerinde dikkatle durulmaya değer bir teşebbüstür. Bununla ilgüi olarak İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir kanun teklifi verilmiş ve Meclis Kur’ân-ı Kerim ile Sahîh-i Buhârî nin Türkçeye tercüme edilmesini kabul etmiştir.^ Şu var ki bu karar Sahîh’in baştan sona değil, muhtasarının tercüme edilerek gerekli yerlerinde açıklamalar yapılması şeklinde uygulanmıştır. Böylece Türk Kültürüne büyük değer veren Atatürk’ün attığı yerinde bir adım kültürümüze ve kütüphanelerimize Ahmed Naim Bey ve Kâmil Miras’ın kalemlerinden Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-î Sarîh Tercümesi ve Şerhi isimli vazgeçemiyeceğımiz bir dinî ve sosyal kültür hâzinesi kazandırmıştır. Bu hayırlı işe emeği geçenleri minnet ve şükranla anmamak, hepsine Yüce Allah’tan rahmet dilememek ne mümkün?
(5) C.Kutay,Kunulu§un ve Cumhuriyetin Mânevi Mimarlan, 199 v.d. Ankara, 1973.(6) Mehmet Akif, 469.
70
Sahihle Emeği Geçen Bazı Türkler
'T - I Buhârî üzerinde çalışmalar yapmış haylil urk âlımı vardır. Bunlardan Antepli Bedrüddin Mahmud el-Aynî ile Muhammed b. Ahmed ez-Zehebî ilk akla ge- ^nlerdir. Onbeşinci asır âlimlerinden el-Aynî’nin Buhârî Şerhi Islânı Hukuku açısından son derece mühim bir kaynak niteliğindedir. ez-Zehebî’nin de Sahîh üzerine de^şik önemli çalışmaları vardır.
'7 ' ' başka Sahîh-i Buhârî’yi özetleyen ÖmerZıyaeddın Bey’i anmadan geçemeyeceğiz. Asnmızm başla» nnda yaşamış olan bu âlimin Zubdetu^-Buhâri isimli eseri Turkçeye de çevrilmiş ve birkaç kere basılmıştır.
Son yıllarda Sahîh’in tam bir Türkçe Tercümesinin neşrme başlanmıştır. Eski İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Tefsir Oğretİm Üyesi Rahmetli Mehmet Sofuoğlu tarafın- dan yapılan söz konusu tercümenin bu güne kadar on iki cüdı yayınlanmıştır.
* *
4. SAHİHTEN SEÇMELER
Sahîh’i Buhârî genelde iman, ibadet ve ahlâk konusundaki hadîslerden oluşur. Bununla birlikte bu kaynak eserde ilim, tarih, siyer ve meğâzî denilen Hz. Peygamber’ le ilgili olaylar gibi ikinci derecedeki konularla ilgili rivayetler de yer alır. Daha önce bir vesile ile değinmiştik, Sahih niyet hadîsi ile başlar. Daha sonra Hz. Peygamber’e ilk vahyin gelişini anlatan Hz. Aişe hadîsi gelir. Bu hadîste Son Peygamber’in İslam öncesi devrede yaşattığı ahlâkî hasletlerinden bir kısmına da kısa ve özlü bir biçimde yer verilir. Bu tarihi olayı anlatan hadîs söyledir.
İlk vahyin Gelişi
1 - "... Hz. Aişe anlatır; Hz. Peygamber (s.a) e iik vahiy uykuda sâlih rüyalar görmekle başladı. Öyle ki, gördüğü bütün rüyalar sabah aydınlığı berraklığıyla açığa çıkardı. On,dan sonra kalbine yalnızlık sevgisi konuldu. Artık Hıra (Dağın)’daki mağaraya çekilir; orada ailesini özleyip yanına dönünceye kadar birkaç gün (kalarak) tahannüs eder; - tahannüs, bir çeşit ibadet demektir- sonra döner mağarada geçireceği günler için azık alırdı. Sonra tekrar Hatice’nin yanına döner; bir o kadar zaman için azık tedarik ederdi. Sonunda bir gün Hıra Mağarası’nda bulunduğu sırada Hak (emir) geldi. Şöyle ki, Melek ona gelerek "oku” dedi. O, "ben okuma bilmem" cevabını verdi. (Olayın bundan sonrasını anlatan Hz. Peygamber) "O zaman demiştir; melek beni alıp takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra bırakıp tekrar " oku" dedi. Ben yine "okuma bilmem" dedim. Bu sefer de beni alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra bırakıp yine "oku" dedi. Ben yine "okuma bilmem” dedim. Nihayet beni alıp üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra bırakıp "yaratan Rabbinin adiyle oku. Oku.. Senin Rabbin keremine son olmayandır. O ki kalemle yaz- masmı öğretti. İnsana bilmediklerini de O öğretti" dedi.
72
Bu olay üzerine Hz. Peygamber (s.a) bu ayetler sebebiyle korkudan yüreği titreyerek eve döndü. Karısı Hatice’nin yanına girerek "beni örtün, beni örtün.." dedi. Korkusu gidinceye kadar bir örtüyle üstünü sarıp örttüler. Ondan sonra başından geçenleri Hz. Hatice’ye anlattı. "Kendimden korkuyorum" dedi. Hz. Hatice "Öyle deme. Allah’a yemin ederim ki AUah seni asla mahzun etmez; çünkü sen, akrabanı gözetir; âcizlerin yükünü yüklenirsin. Fakire verir (kimsenin kazandıramadığmı) kazandırırsın. Misafiri ağırlarsın. Hak yolunda karşılaşılan engelleri aşmada (halka) yardımcı olursun" diye cevap verdi.
Daha sonra Hz. Hatice Peygamber (s.a) i ahp amca- smın oğlu Varaka b. Nevfel’e götürdü. Varaka, Câhiliye devrinde Hristiyan olmuş biriydi. İbranice yazı bilir, İncilden Allah ne verdiyse yazardı. Gözleri görmeyen yaşh bir ihtiyardı. Hatice, yanına vardıklarmda Varaka’ya "Amca oğlu, dedi; dinle bak. Kardeşinin oğlu ne söylüyor?" Varaka "Ne var kardeşimin oğlu?" diye sordu. Hz. Peygamber cevap vererek gördüklerini bir bir anlattı. Bunun üzerine Varaka şunları söyledi: "Gördüğün Allah’m Hz. Musa’ya indirmiş olduğu Nâmûs-u Ekber (Gizli Sırlar Taşıyan En Büyük Melek)’tir. Ne olurdu, halkı dâvşt edeceğin günlerde genç olaydım. Keşki kavmin seni yurdundan çıkarırken sağ olabilsem." Bunun üzerine Hz. Peygamber "Beni yurdumdan çıkarırlar mı?" diye sordu. Varaka "Evet; zira senin gibi Allah’tan vahiy getirmiş olan hiçbir kimse yoktur ki düşmanhga uğramış olmasın. Eğer senin davet günlerine yetişirsem sana gücüm yettiği kadar yardım ederim" cevabını verdi. Ondan sonra çok geçmedi Varaka öldü. Vahiy de bir süre için kesildi." (Bed’u’I-Vahy, 1/3.)
Bizans Kiralının Hz. Peygamber Hakkında Düşünceleri
Sahîh-i Buhârî'de yerine göre altıncı miladi asrın başlarındaki Arap toplum hayatı, Arapların civar devletlerle ilişkileri gibi sosyal konularda târihî bilgilere de rast
73
lanır. Bu gibi bilgileri veren rivayetlerin birinde Hz. Peygamberin Peygamberliğini ilân etmesinin komşu devlet B izans İmparatoru Herakliyus üzerinde ne gibi tesirleri olduğu; Herakliyus’un Son Peygamber hakkmda bilgi almak istediği; Hz. Peygamber’in ona yolladığı mektup gibi önemli olaylar naldedilir.
Bu tarihî belgeyi aynen ahyoruz.
2"'’.. Ebu Süfyân b. Harb, Hz. Peygamber (s.a)’in gerek kendisiyle gerekse Kureyş kâfirleriyle Hudeybiye’de yaptığı barış anlaşması süresi içinde ticaret maksadiyle Şam’a giden Kureyş kervanmdaydı. Şam’da bulundukları sırada bir gün Bizans Kıralı Herakliyus tarafmdan saraya çağırıldı. Ebu Süfyan- ve birkaç arkadaşı a günlerde Kudüs’ te bulunan Herakliyus’un huzuruna çıktüar. Herakliyus, yanında Bizansh konulanların ve ileri gelenlerin bulunduğu bir toplantıda onları huzuruna kabul etti. Tercümanının da gelmesini emretti. Tercüman kralın huzuruna çıkan Ebu Süfyan ve arkadaşlarına "Peygamber olduğunu iddia eden kişiye en yakm olanınız kim?" diye sordu. Olayı anlatan Ebu Süfyan bundan sonrasmı şöyle nakletmiştir:
"Ona en yakm kişi benim dedim. Bunun üzerine Herakliyus" O bana yalan dursupz. Arkadaşlan da yanına gelerek arkasında dursunlar" emrini verdi. Sonra tercümana dönüp şunları söyledi: " Söyle onlara, Bu adama peygamber olduğunu ileri süren kişiye dair bazı sorular soracağım, Eğer bana yalan söylerse yalanını açığa vursunlar."
Ebu Süfyan sözün burasında," arkadaşlarımm ötede beride yalan söylediğimi anlatmalarında utanmasaydım onun hakkmda yalan yanlış şeyler söyleyecektim" dedi. Sonra devam etti, "Daha sonra kral bana ük soruyu yöneltti.
- Peygamber olduğunu iddia eden kimsenin ailesi nasıldır?74
- Asîl bir ailedendir,
- Ondan önce içinizden biri çıkıp böyle bir iddiada bulundu mu?
- Hayır bulunmadı.
- Atalarmdan melik olan var mı?
“ Hayır, yok»
“ Halkm ileri gelenleri mi peşinden gidiyor, yoksa alt tabakadan olanları mı?
“ Alt tabakalardan olanları.
“ Ona bağlananlar artıyor mu, eksiliyor mu?
“ Eksilmiyor; aksine gün geçtikçe artıyor.
“ Ona bağlandıktan sonra beğenmeyip dinini terke- den oluyor mu?
° Hayır, olmuyor.
- Söylediklerini söylemeden önce yalan söyler miydi.?
- Hayır söylemezdi. Yalan söylediğini görmedik.
“ Verdiği sözden döner mi?
“ Hayır. Ancak şu sıralar onunla bir süre için anlaşma yapmış durumdayız. Bu süre içinde ne yapacağmı bilmiyoruz.
Ebu Süfyan burada "sözlerime bunlardan başka kendiliğimden bir şeyler katmak imkânı olmadı" dedi ve şöyle devam etti. Herakliyus, y-
- Onunla hiç harbettiniz mi?
- Evet ettik.
- Sonucu nasıl oldu?
- Harp talihi aramızda nöbetledir. Kâh o bize üstünlük sağlar; kah biz ona.
- Peki, size neler emrediyor?
- Sadece Allah’a ibadet ediniz. O ’na hiçbir şeyi ortak koşmaymız. Atalarmızın inandığı putları bırakınız, diyor; namaz kılmayı, mahn zekâtmı vermeyi, doğru olmayı, haramdan kaçınmayı, akrabalarla ilişkileri kesmemeyi emre-
Bunun üzerine Herakliyus tercümana dönerek,
“ Ona söyle dedi; peygamber olduğunu ileri süren bu kişinin ailesini sordum. Asîl bir aileden geldiğini söyledin. Peygamberler öyledir; milleti içinde yüksek mevkiye sahip aileler arasından çıkar. *' Ondan önce içinizden böyle bir söz söyleyen oldu mu?" dedim. Olmadığmı belirttin. Ondan önce biri onun söylediklerine benzer bir söz söylemiş olsaydı bu da kendisinden önce söylenen sözleri tekrar ediyor derdim. "Ataları içinde melik olan var mıydı?" diye sordum. Olmadığmı söyledin. Şayet ataları içinde melik olan birisi olsaydı, hakkında babasının hükümdarhğmı geri almak istiyor, derdim. ” Böyle bir dâvâda bulunmadan önce yalan söyler miydi?" diye sordum; "Hayır, yalan söylediğini görmedik" dedin. İyi biliyorum ki, halka yalan söylemeyen biri sonradan Allah adına yalan söylemez. "Halkm ileri gelenleri mi ona tâbi oluyor, yoksa alt tabakalardan olanlar mı?" diye sordum. Ona bağlananlarm daha çok alt tabakalardan olduklarmı söyledin. Peygamberlere bağlananlar daha çok halkın alt tabakalardan olanlarıdır. "Ona bağlananlar çoğahyor mu, yoksa eksiliyor mu?" diye sor76
dum; eksilmedikleri, aksine gün geçtikçe arttıkları cevabını verdin. İman, tamam oluncaya kadar böyledir. "Ona inandıktan sonra dinini beğenmeyip terkeden oldu mu?" diye sordum; bu sorumu "olmadı" diye cevapladm. İmanm verdiği huzur kalbe yerleşip kökleşince böyle olur. "Verdiği sözden döner mi?" dedim; bu sorumu da "hayır dönmez" şeklinde cevaplandırdm. Bütün peygamberler öyledir. Bir söz verdikten sonra asla dönmezler. Size neler emrettiğini sordum; yalnızca Allah’a ibadet etmenizi; O’na hiçbir şeyi ortak tanımamanızı; putlara tapmayı bırakmanızı; namaz kılmayı; mahn zekâtmı vermeyi; doğru olmayı; haramdan kaçmmayı; akrabalarla ilişkileri kesmemeyi emrettiğini söyledin. Eğer bu dediklerin doğru ise o kişi peygamberdir. Yakında şu ayaklarımı bastığım yerlerde onun hükmü geçecektir. Bu peygamberin gelece^ni kesinlikle biliyordum. Ama sizden olacağını tahmin etmiyordum. Yanma varabileceğimi bilsem, onunla karşılaşabilmek için her zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım ona hizmet eder, saygı göstermek için ayaklarmı yıkardım.
Herakliyus bunları söyledikten sonra Dihye vasıtasıyla Basra Valisine gönderilen, onun da Herakliyus’a yolladığı Hz. Peygamber’in mektubunu istedi. Verdiler. Okutturdu. Mektupta şunlar yazılıydı:
" Rahman ve Rahim olan Allah’ın adiyle.. Allah’m kulu ve peygamberi MuhammedMen Bizans Krah Hiı'akl’ e.. Hidayete uyan; doğru yola girenlere selâm olsun... Bundan sonra asıl konuya geliyor ve seni İslam Dinine girmeye davet ediyorum. Müslüman ol ki kurtuluşa eresin. Allah da seni iki kat ödüllendirsin. Eğer yüz çevirirsen bU ki, fakir halkın günâhı senin boynunadır."
"Ey Kitap Ehli! Gelin, hem bizce; hem de sizce uygun ve makbul olan gerçek bir söz üzerinde birleşelim. Artık Allah’tan başkasma ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp birbirimizi rab
77
edinmeyelim. Eğer aldırmazlarsa onlara "öyle ise şahit olun, biz Müslümanlanz” deyiniz".
Ebu Süfyan bundan sonrasını şöyle anlatmıştır: "He- rakliyus diyeceğini dedikten, Hz. Peygamber’in mektubunu okumayı bitirdikten sonra etrafmdaki gürültü çoğaldı. Sesler yükseldi. Bizler de yanından çıkarıldık. Dışarı çıktığımızda arkadaşlarıma "İbn Ebî Kebşe’nin (Muhammed’in) işi iş dedim; baksanız a Beni Asfar (Rum) Meliki ondan korkuyor. "Bu hâdise üzerine Hz. Peygamberin zafere ulaşacağına olan inancım, Allah İslam Dinini kalbime yerleş- tirinceye kadar devam etti."
"İlya Sahibi (Valisi); Herakliyus’un arkadaşı olup Sam Hristiyanlarma piskopos tayin edilen İbnu’n-Nâtûr’un anlattığına göre Herakliyus İliya’ya geldiği sıralarda pek canı sıkılmış idi. Bu durumu gören devlet erkânmdan bazıları "doğrusu bu halini pek yadu*gadık" dediler. Îbnu’n-Nâ- tûr şöyle der: "Herakliyus yıldızlara bakan kâhin biriydi. Devlet erkânınm bu şekildeki soruları üzerine "Bu gece dedi; yıldızlara baktığımda "sünnetlilerin meliki"nin çıktığını gördüm. Bu ümmet içinde kimler sünnet olurlar?" Cevap verildi: "Yahudîlerden başka sünnet olan yoktur. Onlardan da endişelenme. Emrin altındaki şehirlere mektup yaz, oralarda bulunan Yahudîleri hemen öldürsünler."On- 1ar bu konuda konuşurlarken Herakliyus’un huzuruna Hz. Peygamber’e dair haberler vermek üzere Gassan Meliki tarafmdan gönderilen bir adam getirdiler. Herakliyus bu adamdan Hz. Peygamber hakkında yeteri kadar bilgi alm- ca adamlarma "gidin bakm, bu adam sünnetli mi, değil mi?" emrini verdi. (Adamı götürüp) baktılar ve Herakli- yus’a sünnetli olduğunu söylediler. Bunun üzerine Herakliyus adama Arapların (sünnet olup olmadıklarmı) sordu. Adam "Araplar sünnet olurlar" diye cevap verdi. Bunun üzerine "Bu ümmetin meliki artık çıkmıştır," dedi. Ondan sonra Roma’da (bulunan astroloji) ilminde kendisine denk78
olan bir dostuna mektup yazıp Humus’a gitti. Humus’tan ayrılmadan o dostundan Hz. Peygamber (s.a) in zuhur ettiğine kendisinin peygamber olduğuna dair Herakliyus’un görüşüne uygun bir mektup geldi.
Daha sonra Herakliyus Humus’ta bulunan köşküne Bizans ulularmı davet etti. Geldiklerinde kapıların kapatılmasını emretti. Sonra yüksekçe bir yere çıkıp davetlilere hitap etti. "Ey Rum topluluğu dedi; sizler bu Peygambere uyarak kurutuluşa ve yüceliğe ermeyi, mülkünüzün pâyi- dâr olmasını istemez misiniz? "Bu sözler üzerine davetliler yaban eşekleri gibi ürkerek kapılara koşuştular. Ne var ki kapıları kapanmış buldular. Herakliyus onların (bu derece) nefret ettiklerini görünce "yanuna getirin şunları" emrini verdi ve sonra onlara dönüp "Deminki sözlerimi dininize olan sıkı sıkıya bağblığmızı öğrenmek için söyledim. İstediğimi gözümle gördüm" dedi. Herakliyus’un bu sözleri üzerine davetlilerin hepsi de saygı için yere kapandılar ve kendisinden razı olduldarms belirttiler."
"Herakliyus^un (İslam’a davet) konusunun sonu işte budur." (BedVl-Vahy, 1/5-7.)
İslamcın Temelleri
"..Hz. Peygamber, "îslam Dini beş temel üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına; Muhammed’in O kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna (gözle görmüşçesine kesin bir şekilde) inanmak; namazı dosdoğru kılmak; maîın zekâtını vermek; Kabe’yi ziyaret etmek; Ramazan orucu tutmak "buyurdu." (t- man, 1/8.)
Münafığın Özellikleri
İslâm Dini insanları inanç yönünden üç gruba ayırır.
79
Bunlardan ilki müzminlerdir. İkincisi kâfir denilen inanmayanlardır. Üçücüsü ise dıştan inanır göründüğü halde içinden inanmayanlardır, Hz. Peygamber üçüncü grubun bazı özelliklerini Buhârî’nin naldettiği bir hadîste şöyle açıklamışlardır:
3- "Dört hal vardır ki, kimde varsa o kişi halis münafıktır. Bunlardan birisi veya ikisi kimde bulunursa onda onları terkedinceye kadar münafıklıktan bir iz var demektir: Kendisine bir şey emânet edildiğinde hiyânet eder; konuştuğunda yalan söyler; söz verdiğmde sözünden döner; düşmanhk ettiği zaman zulmeder.."(Iınan, 1/14).
tman ve İhsan nedir?
4- Ebu Hureyre anlatmıştır. "Hz. Peygamber bir gün müslümanlarm yanına varmıştı. Derken yanma bir adam geldi. "îman nedir?" diye sordu. Hz. Peygamber bu soruya inan Allah’a, meleklerine, Alîah’m huzuruna çıkacağma, AUah’m peygamberlerine ve öldükten sonra dirilip hesaba çekileceğine inanmaktır" cevabmı verdi. Adam (ikinci olarak) "îslam nedir?" diye sordu. Allah elçisi bu soruya da "İslam, sadece Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak tanımamak, namazı hakkını vererek kılman, mabnm farz olan zekatmı vermendir" şeklinde cevap verdi. Adam bu sefer de "ihsan nedir?" şeklinde bir soru sordu. Hz. Peygamber bu soruyu ise "Allah’a sanki O ’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O ’nu göremezsen de O seni görür" diyerek cevaplandırdı. Adam "Kıyamet ne zaman kopacak?"diye sorduğunda ise " o konuda kendisine soru sorulan kimse sorandan daha bilgili değildir" diyerek cevap verdi.." (İmân, 1/18).
Müslüman Neye Benzer?
5- "Hz. Ömer’in oğlu Abdullah anlatmıştır: "Hz. Peygamber bir gün etrafında halka olmuş oturan Müslüman- lara şöyle bir soru sordu: " Ağaçlar içinde öyle bir ağaç vardır ki yapraklan hiçbir şeküde dökülmez. O tıpkı bir müslümana benzer. Söyleyin bana, o ağaç hangisidir?"
Bu soru üzerine çölde yetişen ağaç isimleri söylediler. Abdullah diyor k i" benim aklıma bû ağacın hurma olabileceği geldi. (Ne var ki, orada bulunanların en küçüğü bendim. Utancımdan söyleyemedim). Bunun üzerine "Ya Resûlallah, dediler; siz söyleyin. Söylediğiniz ağaç hangisidir? Hz. Peygamber" O ağaç hurmadır" buyurdu"., (Ilm, 1/22^6).
İlk Resmi Mühür
6- "Enes b. Mâlik anlatmıştır; "Hz. Peygamper (komşu devlet başkanlarına İslam’a davet) mektupları yazr dırdı. Kendisine "mühürlü olmayınca bu mektupları okumazlar" dediler. Bunun üzerine kendisine üzerinde "Allah Elçisi Muhammed” kelimeleri kazınmış gümüş bir mühür yaptırdı." (İlm, 1/24).
İlim karşısmda İnsanlar
Öğrenmek ve öğrendiklerinden faydalanmak bir ilgi işi olduğu kadar dikkat ve itina işidir. Hz. Muhammed bunu basit bir misalle vurgulamıştır. Buhârî’nin bu konudaki rivayeti şöyledir;
7- "Hz. Peygamber buyurdular ki, "Ailah’ın benimle gönderdiği ilim ve hidâyet tıpkı bol yağmura benzer. Bu
81
yağmur bazen öyle bir toprağa düşer ki, bir kısmı suyu hemen tutar. Gür otlar ve çayırlar yetiştirir. Bir kısmı da vardır, kurak olur; suyu tutar. Allah insanları onunla faydalandırır. Ondan hem kendileri içer, hem hayvanlarmı suvarırlar. Ekin eker, mahsul alırlar. Aynı şekilde bu yağmur bir kısım toprağa daha düşer ki bu toprak düz ve kaygandır. Ne suyu yüzünde tutar ne de, üzerinde bitki yetiştirir, îşte Allah’m dinini anlayıp benim aracılığımla gönderdiği ilim ve hidayetten istifade eden ve bunları başkalarına bildiren kimse ile işittiği halde (kibirinden) başmı bile kaldırmayan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayetini kabul etmeyenlerin durumu böyledir." (îlm, 1/28).
Kadınların Eğitimi
Bir toplumun gelişme kaydedebilmesi için sadece erkeklerin değil kadınların da iyi eğitilmeleri gerekir. Bu gerçeği Hz.Peygamber bir tatbikatı ile göstermiştir. Ebu Saidi’l-Hudrî isimli sahâbîden dinleyelim.
8» Kadınlar Hz. Peygamber’e "Erkekler seninle bizden çok fazla beraber oluyorlar. Kendinden bize de bir gün ayır" dediler. Kadmlarm bu isteği üzerine Hz. Peygamber kadınlara da bir gün ayıracağına söz verdi. Gerçekten o gün gider, toplanan kadınlara va’z eder, öğütler verirdi. Onlara söyledikleri arasmda "üç çocuğu kendisinden önce ölen bir kadına (bu belaya sabrederse) o ölen çocukları Cehennem’e karşı siper olur" sözü de vardı. Onun bu sözünü işiten kadınlardan biri "iki tane çocuğu ölen öyle değil mi" diye sorunca "iki tane cocuğu ölen de öyledir" bu- yurdu."(İlm, 1/34).
Hadîslerin Toplanması
Yukarıda da değinmiştik, Sahîh-i Buhârî’de yalnızca Hz. Peygamber’e ait hadîsler yoktur; sahabilerle tabiilere,
bir başka deyişle Hz. Peygamberdin çevresini oluşturan müzminlerle onlardan sonra gelen nesle ait önemli olayları nakleden rivayetler de yer alır. Böyle rivayetlerden birisi Emevi Halifesi Ömer b. Abdilaziz’in hadîslerin toplanma- sma dair Mekke Valisine yazdığı mektuptur. İslam Tarihi= nin ilk devresine dair önemli bügilerin korunması için yazılan bu târihî m.ektüp hadîslerin derlenerek yazümasma yol açmıştır. Öteki ifadesiyle bu mektup Hz. Peygamberle ilgili bilgilerin toplanmasmı resmi şekle sokmuştur. Ayrıca kaybolmalarmı önlemiştir. Bu itibarla sadece Tefsir, Hadîs ve İslam Hukuku gibi Islami ilimler değil Tarih, Edebiyat Sosyoloji, Folklor ve benzer sosyal ilimler de Halifenin bu mektubu üzerine toplanan hadîsler arasmda zengin malze» me elde etmek imkanma kavuşmuşlardır. Sahih'teki bu mektupla ilgili rivayet şöyledir:
9- "..Halife Ömer b. Abdilaziz Mekke Valisi Ebube- kir b. Hazm’a şöyle bir mektup yazdı: "Hz. Peygamberdin hadîslerini araştır ve yazdır; çünkü ben, âlimlerin Dünya= dan çekilmeleriyle ümin yok olacağmdan korkuyorum.. B ilenler. bildiklerini halk arasmda yaysınlar. Bilmeyenlere öğretmek için otursun (ders versin) 1er; çünkü ilim gizli kalmadıkça yok olmaz.." (İlm, 1/36). '
ilmin Kalkması
10- "..Amr îbnu’İ-As’dan rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber "Allah kullarından ilmi sökerek almaz. Ancak âlimlerin ruhunu kabzederek ahr. O kadar ki. Yeryüzünde (gerçek anlamda) âlim kahnaz. Halk da birtakım cahil kimseleri âlim zannederek peşlerinden gider. Onlara sorular.sorar. Onlar da bilmeden cevap verirler. Böylece Kendileri sapıttıkları gibi soru soranları da sapıtırlar" buyur muştur." (İlm, 1/33,4).
83
Şehitlik ve Gâzilik
Hz. Peygamber’in hadîslerinde şehitlik ve gazilik en büyük mertebe olarak öğülmüştür. Bunlardan birisinde,
11- "..Müslümanın Allah yolunda (ve vatanı uğruna) savaşırken aldığı her yara Kıyamet Gününde vurulduğu andaki görünüşüyle kan fışkırıyor gibi görünür. Rengi kan rengi, fakat kokusu misk kokusu olarak.." buyuruhnuştur. (Vudû 67,1/64,5).
Ağız, Diş ve Vücut Temizliği
12" Huzeyfe b. el-Yemân’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: "Hz. Peygamber gece kalkmca ağzmı misvak ile oğarak temizlerdi." (Vudû 73,1/66).
13- "İnsanlara zorluk vereceğini bilmeseydim her namazdan önce misvakla dişlerini temizlemelerini emrederdim." (Cumu’a, 1/214).
14- "Hz. Peygamber "Her Müslümanm her yedi günde bir gün (haftada bir kere olsun) yıkanması gerekir. Yıkandığı gün başmı ve vücudunu yıkamalıdır" buyurdu." (Cumu’a, 11/216).
İnsanı Yücelten Bazı İşler
İnsanlar yaptıkları bazı işler yüzünden yüce mertebelere yükselirler. Sahih’te rivayet edilen bir hadîste böyle yüce mertebelere yükselecekler asasmda yedi kişiden bahsedilir.
15- Allah yedi kişiyi kendi gölgesinden başka gölgenin olmadığı (Kıyamet) Gün(ü) Arş’m gölgesinde barmdı- racaktır.. Bunlardan birincisi emrinde çalışanlara adaletli davranan yönetici; İkincisi Rabbine ibadetle yetişen genç; Üçüncüsü Allah için birbirini seven, bu sevgi ile bir araya gelen bu sevgi uğruna birbirinden ayrılan iki kişi; Dördüncüsü gönlü mescitlere bağh kişi; Beşincisi güzel ve mevki sahibi bir kadm kendisini davet ettiği halde "ben Allah’tan korkarım" diyerek (zinadan) kaçan İdşi; Altmcısı sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek derecede gizlice sadaka veren kişi; yedincisi ise gizlice Allah’ı anıp da gözleri yaşla dolup taşan kimse.." (Ezân, 1/161).
Sorumluluk
İnsan başıboş olarak yaratılmış bir varhk değildir. Yaratıldığı andan ölesiye kadar geçen zaman içinde belli yaşa geldiği andan itibaren bazı sorumluluklar yüklenir. Günlük hayattaki sorumluluklarmdan bir kısmmı Hz. Peygamber,
16- "..Hepiniz çobansmız ve elinizin altmdakilerden sorumlusunuz. Devlet Adamlan birer çobandır ve idare ettikleri halktan sorumludurlar. İnsan ailesi içinde bir çobandır ve ailesinden sorumludur. Kadm evinin çobanıdır, o da evinden sorumludur. Hizmetçi (işçi) efendisine (işverene) ait mahn çobanıdır. O da elinin altmdakilerden sorumludur" buyurarak açıklamıştır. (Cumu’a, 1/215).
Bayram Sevinci
17- Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: "Bir keresinde (Kurban Bayrammda) Hz» Peygamber yanıma geldi. Yanımda def çalarak "Bu’âs" ezgileri okuyan
85
iki kız vardı. O gitti yatağına uzandı. Derken Babam Ebu- bekir geldi. "Allah Elçisinin yanında Şeytan mizmarı mı çalınıyor? Bu ne hal?" diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona dönerek "onlara ilişme" buyurdu. (Babamın) zihni meşgulken ben kızlara işaret ettim, gittiler.
- Yine bir bayram günüydü. O gün habeşli zenciler kalkan-mızrak oyunu oynuyorlardı. (Aradan zaman geçti, kesinlikle hatırlamıyorm ama) ya Hz. Peygamber’den oyun oynayanları seyretmek için izin istedim (verdi) ya da (kendiliğinden) "oynayanlara bakmak istiyor musun" diye sordu? ben "Evet istiyorum” dedim. Bunun üzerine beni ^ana- ğuîi yanağma değecek şekilde arkasmda durdurdu. Oynayan Habeşlilere "devam edin" buyurdu. Nihayet seyretmekten usandığımda "artık yeter mı" diye sordu. "Evet" dedim. "Öyleyse eve git" buyurdu." (İdeyn 2, 2/3).
Güneş ve Ay Tutulması
18- Hz. Peygamberdin Oğlu İbrahim öldüğü gün Güneş tutuldu. Halk "Güneş İbrahim’in öknesi yüzünden tutuldu" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) "Güneşle ay ne kimsenin ölümü ne de hayatı yüzünden tutu- lur. Her ikisi de Allah’m (kudretine delalet eden) ayetlerden iki ayettir. Böyle Güneş veya Ay tutulduğunu gördü-' ğünüz zaman hemen namaza durup Allah’a dua edin" buyurdu." (Kusûf, 2/24,29).
« «
Şiir
19“ "..Ebu Hureyre arada bir dostlarma menkıbeler anlatırken Hz. Peygamber (s.a) i de anar; onun Şair Abdullah b. Revâhayı kasdederek "Kardeşiniz bâtıl söz söyle-86
mez" dediğini haber verir; sonra da Abdullah’ın bir şiirini naklederdi:
^Aramızda Allah Elçisi, ne mutlu bize,Tan yeri aığarırken kitabmı okuyor.
Gözlerimizin görmediği günlerden sonra, Bize hidayeti gösterdi. Artık gönüllerimiz
Ona inandı ki, bize neler duyurmuşsa Gerçektir ve olmuştur.,
O kutlu Peygamberin yanları Geceleri döşek görmez.»
cüd,2/49)
Allah’a şirk koşanların bedenleri Rahat döşeklerinde ağırlaşırken..." (Tehec-
Sakınılacak Şeylerden Bazıları
Bir edibimiz " Altından kendini gözet; zira zehri teneke kupa içinde sunmazlar" diyor. Çok doğru. însanm gözüne cazip görünen öyle şeyler vardır ki maddi zararı bir yana manevi hayatma da onarılması imkânsız zararlar verebilir. Bakın, aynı konuda Sahîh’teki bir hadîs neler buyuruluyor.
20- "Ebu Saidi’l-Hudri’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir gün Allah Elçisi minber üstünde oturuyordu. Biz de onun etrafmda oturuyorduk. Bu halde iken bize,
- Ben ebedi hayata kavuştuktan sonra dünya çiçeklerinin gözlerinizi kamaştırmasından korkuyorum, buvnrdu. Bu sözü üzerine sahâbilerden birisi,
87
“ Ey Allah’ın Resûlü! Hiç hayır ve nimet kötülük getirir mi? diye sordu. Hz. Peygamber sustu, cevap vermedi. Onun sustuğunu gören diğer sahâbiler soruyu sorana,
“ Sen kim oluyor da Hz. Peygamber’e soru soruyorsun? Görmüyor musun sana cevap bile vermiyor, dediler. O sırada biz Allah Elçisine vahiy gelmekte olduğunu anladık. Çok geçmedi Hz.Peygamber alnmdan akan terleri sildi ve
- O soruyu soran nerede? diye sordu. Sonra da “ Hakikaten hayır ve nimet kötülük getirmez (fakat
kötülüğe sebep olabilir. Bilirsiniz) baharm- bitirdiği otlar içinde zehirli olanları da vardır. Böyle otlar yiyeni öldürür, ya da ölüme yaklaştırır. Lakın yeşil ot böyle değildir. Onu otlayan hayvan ölüm tehlikesinden uzaktır. Bu hayvan o yeşil otu yer. Böğürleri şişer. Sonra güneşler; kolayca gübre çıkarır, su döker. Böylece semirir. Yine bol bol yer. işte bu dünya mah da tıpkı yeşil otlar gibi caziptir. Tath gelir. Bu nimetten fakire, yetime, yurdundan ayn düşmüş gariplere yardım eden zengin Müslüman ne hayırh kişidir. (Haksız kazanan), mal biriktiren, hırsh, kendinden başka- smı düşünmeyen pintiler ise bir türlü doymayan obura benzer. Kıyamet günü böyle mallar sahibinin cimri olduğuna şahitlik edecektir " buyurdu." (Zekât 47: 2/127).
ft « «
Çalışıp Alın Teri île Geçinmek
En büyük nimetlerden biri sıhhat içinde geçen ve faydah işler yapılan zamandır. En tath yiyecek ise insanm kendi el emeğiyle çalışarak kazandığıdır. Tembellik, hele çahşmaya gücü yettiği halde başkasmm sırtmdan geçinmek, başkalarma el avuç açmak asla doğru değildir. Nitekim Hz.Peygamber,
21- ”..Hayatım kudret ellerinde olan (Allah) a yemin ederim ki, sîzden birinizin urganmı alarak sırtmda odun 88
taşı (yıp geçimini Sağla) ması birine gelip de ondan dilenmesinden elbette daha hayırlıdır. (Kim bilir) o, ya verir (böylece minnet altına girersiniz); ya da vermez (horlanır- smız)" buyurmuştur." (Zekât 50, 2/129).
Yurt Hasreti
22- "Hz. Aişe anlatır: "Allah Elçisi Medine'ye hicret ettiğinde Babarn Ebubekir ile BilaPi sıtma tuttu. Ebubekir sıtma nöbeti gelip ateşlendikçe
'Tesrib diyarında herkesAilesi içinde mutlu sabahlarkenÖlüm ansızm yakalarAkşama sağ bırakmaz.»" diyerek şiir söylerdi. Bilal
de aynı şekilde sıtma nöbeti gelip de geçince gözlerini açar, o da şiir söylerdi:
"Bir daha Mekke vadisinde geceler miyim,Ah j)ir bilsem..
Etrafunda yemyeşil otlar..Gün gelir de Mecenne Pmarı başınaVarabilir miyim, ah bir bilsem..
Mekke’nin Şâme ve Tufeyl DağlarınıBir daha görebilir miyim,'ah bir bilsem.." Yi
ne Bilal, "Ya Rabbi! bizi ana yurdumuzdan çıkardıkları,veba yurduna gelmeye mecbur ettikleri iç in .... ı kahreyle!diye Mekkelilere beddua ederdi. Allah Elçisi (Muhacirlerin sıla hasreti çektiklerini) işitince, "Ya Rab! Bizlere Mekke’yi nasıl sevdirdinse Medîneyi de öyle sevdir. Hatta ondan daha fazla sevdir. Ya Rab! Sâ ile Müd ile ölçülen erzakımıza bereket ver. Ya Rabbi! Medine’nin havasmı hastahktan sâlim kıl. Hummasmı da, sıtmasmı da Mekke’ nin Cuhfesine naklet!" diye dua etti. (Hicret, 4/264).
RQ
Çalışıp Başkasına Muhtaç Olmamak
23- Abdurrahman b. Avftan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Biz hicret edip Medine’ye geldiğimiz zaman Hz. Peygamber (s.a) beni Sa’d b. Rebi ile kardeş yapmıştı. Sa’d bir gün,
- Ben Ensârm en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım. İstersen seni evlendireyim, dedi. Abdurrahman,
= Aliah malına bereket versin. Benim bunlara ihtiya- cim yoktur. Ticaret yaptığmız bir çarşınız yok mu? Sen bana pazar göster ticaret yapayım, dedi. Sa’d ,.
- Kaynuka Kabilesinin çarşısı var, dedi.
Abdurrahman bunu öğrenince Kaynuka Pazarma satmak için yağ ve keş götürdü. Ertesi gün yine gitti. Çok geçmeden Hz. Peygamber’i ziyarete gitti. Allah Elçisi ona,
-Evlendin mi? diye sordu. Abdurrahman,
- Evet evlendim, cevabını vardı.
- Kiminle evlendin?
- Ensârdan bir kadınla. Daha sonra Hz. Peygamber ne kadar mehir verdiğini sorunca Abdurrahman bir çekirdek ağırhğmda altm verdiğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
- Bir koyun keserek bile olsa düğün yap, buyurdu." (Buyû’68: 6/142).
Kadın Gözüyle Erkek
Sahîh-i Buhârî’de de rivayet edilen ve adma "Ummu
90
Zer Hadîsi" denilen bir edebî metin vardır. Arap halk edebiyatının şaheseri sayılan bu metin üzerinde çok durulmuştur. Özellikle mecaz, kinaye, teşbih gibi edebi sanatla- rm çokça kullanıldığı bu hadîs metni üzerine şerhler yapılmıştır. İnsan psikolojisinin görüntülerini sergileyen söz konusu metin şudur:
24- Hz. Aişe’den nakledilmiştir. Demiştir ki, "Bir zamanlar onbirkadm bir araya toplanmışlar konuşuyorlardı. Herbiri kendi eşinin kişiliğini açıkça anlatmak üzere söz- ieşmişlerdi. İlk kadm eşinin davranışlarmı şöyle dile getir-
" Benim kocam, dağ başındaki taşlık arazide bulunan arık deve etine benzer. Kolay çıkılmaz. Semiz ohnadığm- dan elde etmek güç gelir. Onunla uğraşmaya değmez."
İkinci kadın erkeğini şu sözlerle anlattı; "Ben, hayat arkadaşımm halini imkânı yok anlatamam; çünkü onun kötülüklerini saymaya kalkışsam gizli-açık her halini söylemek zorunda kahrım. Bu ise imkânsızdır."
Üçüncü kadm ise şöyle dedi: "Benim eşimin pek akh başmda değüdir. Ayıplarını söylesem beni başmdan atar. Sussam kendinden uzak tutar."
Söz sırası dördüncü kadma geldiğinde eşini şu sözlerle övdü: "O çölün gece hayatı gibidir. Ne sıcaktır ne de soğuk. Bu yüzden evimizin içinde ne korku vardır ne de keder; ne darıhnak vardır ne de kırgmiık.."
Sıra beşinci kadındadır. O da eşini Över, "Benim eşim evine geldiği zaman avdan gelen bir pars gibidir. Bulduğu- nu evine taşır. Evden çıktığında ise sanki aslandır. Geçimimizi sağlamak için aslan gibi gözüpek ve girgin çahşır. Evde yapılan masrafları hiç sormaz. Bilir ki, yerli yerine harcanmıştır" der.
91
Altıncı kadın eşinden şikâyetçidir. Şöyle anlatır hayat arkadaşını: "Benimki oburun tekidir. Yemekleri siler süpürür. Su içerken kabmı kurutur. Damla bile bırakmaz. Uykusu geldiğinde tek başma bir köşeye çekilir; uyur kalır. Bu durumun beni ne kadar üzdüğünü sormak büe istemez."
Yedinci kadm ise eşini anlatırken "Kocam der; işini bilmez biridir. Sanki her dert onun başına birikmiştir. Bunu düşünmez, benim başıma dert olur."
Sekizinci kadm ise eşinden yumuşak huylu biri olarak söz eder. Dokuzuncu ise eşinin cömertüğini dile getirerek evinin açık olduğundan, ocağında külün eksümedi- ğinden bahseder.
Onuncu kadına gelince o da eşinin cömertliğini över. "O der; her iyiliğe sahiptir. Develeri vardır; geniş alanlarda çöker. Ne var ki, yaylım yeri azdır. Bir konuk gelirse yayılmalarma zaman kalmaz. Hemen kesilir, konuğa ikram edilir. Öyle ki eve bir misafir gelse develeri kesileceklerini bilir; yayhma gitmezler."
On birinci kadm Ummu Z er’dir. O da eşini Överek şöyle der: "Benim eşim Ebu Zer’dir. Bilseniz ne kadar iyi; ne yüksek ahlak sahibidir. Evinin her ihtiyacını görür. B eni bir dağ eteğinde buldu. AÜan kişner, develeri böğürür, ekinleri sürülür, taneleri sapmdan ayrılır bir topluluk içine getirdi. Benim hiçbir sözümü kırmaz. Evinde sabahlara kadar uyurum kimse rahatsız etmez. Doyasıya yerim, ka- nasıya içerim, karışan olmaz. Anası da uslu kadındır. Onun da evi geniş, gönlü boldur. Misafirlerine yedireceği yiyeceklerin saklandığı ambarları, eşya koyduğu hararları büyüktür. Oğlum da nazik biridir. Tığ gibi delikarüıdır. Çok yemez. Kızım da öyledir. O da kibar ve terbiyeli bir çocuktur. Babasma itaatlidir. Anasının sözünden ç ıta a z . Çocuklarımız ailemizin süsüdür. Babasının da benim de göz- bebeğimizdir.
92
Yanımızda çalışanlar.. Onlar da son derece sadıktırlar. Aile sırlarımızı kimseye söylemezler. Evimize gelen yiyecekleri israf etmezler. Bozulmaya bırakmaz, pişirir sofraya getirirler. Evimizde çör çöp koymaz temizlerler. Aile namusuna leke getirecek en küçük bir halden kaçmırlar." (Nikâh, 6/146).
Ağaç Dikmek
25- "Enes b. Mâlik’ten Hz. Peygamber’in şöyje buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir Müslüman ağaç diker de onun mahsulünden bir insan ya da hayvan yerse yenilen şey ağacı diken için sadakadır." (Edeb, 7/78).
Hayvanlara Merhamet Etmek
îslâm Dini sadece insanlara karşı şefkat ve merhamet duygularıyla bağlı olmayı emir ve tavsiye etmez, hayvanlara karşı bile merhametli olunmasını öngörür. Bu konuda Sahîh’te mevcut bir hadîs şöyledir:
26- "..Adamın biri bir gün yolda jmrüyordu. Son derece susamış, susuzluk canma tak etmişti. Derken bir su kuyusu buldu. Kuyuya indi, kana kana içti. Sonra yukarı çıktı. Bir de baktı kı bir köpek susuzluktan dili sarkmış, nemli toprağı yalıyor. Kendi kendine, "susuzluktan benim başıma gelen anlaşılan bu köpeğin başma da gelmiş" diye mırıldandı. Sonra tekrar kuyuya indi. Su getirecek bir kabı olmadığı için meşini doldurdu. Sonra su dolu mesi ağzma aldı. Dişleriyle tutarak çıktı. Köpeği suladı. Allah da bu
' iyiliğinden dolayı onu bağışladı. Bunun üzerine sahabiier "Yâ Resulallah! Dediler; bizim için hayvanlara iyi davranmaktan da sevap var mıdu*? "Hz. Peygamber bu soruya "E- vet, herbir ciğeri yaş (can taşıyan) hayvana iyilik etmekte elbette sevap vardır" buyurdu." (Edeb; 7/77).
93
Çocuklara Şefkatli Davranmak
anlatmıştır: "Allah Elçisinin huzuruna havazınlı esirler getirilmişti. Bunlar içinde emzikli bir
vardı. Çocuğunu yitirmişti. Bu kadın göğsüne biriken sütü sağıyor, diğer çocuklara veriyor; yahut o S arı da emziriyordu. Derken esirler arasmda yavrusunu buldu. Onu öyle bir bağrma bastı ki.„ Sonra da emzirmeye başladı. Bu şefkat tablosunu görünce Hz. Peygamber,
" Şu kadının çocuğunu ateşe atacağmı zanneder misiniz, dedi. Biz,
yettiği sürece atmaz, dedik. Bu sözü- müz üzerine Hz. Peygamber,
- îşte Yüce Allah kuUarma bu kadınm şefkatinden daha çok rahmetlidir, buyurdu." (Edeb, 7/78).
28- "..Hz. Peygamber "Yüce Allah rahmetini 3 parça yaptı. Doksan dokuz parçasını kendi yüce katında tuttu. Bir parçasını Yer3âizüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün yaratıklar birbirlerine acırlar (a- cıkmadıkca saldırmazlar). Hatta kısrak yavrusunu emzirirken dokunur korkusuyla toynağını yukarı kaldırır" buyurdu." (Edeb).
iyilik Sadaka Gibidir
29- Hz. Peygamber 'İyilik sadakadır" buyurmuştur." (Edeb, 7/8). ^9 4
Koğuculuk
İslâm Dini insanlar arasındaki ilişkilere büyük önem vermiştir. Bundan dolayı bu ilişkileri bozacak her türlü kötü ve ahlâk dışı davranışı yasaklamıştır. Koğuculuk denilen insanların arasmı açmak için laf taşımak da böyledir. Nitekim Allah Elçisi bir hadîslerinde böylelerinin Cennet’ten mahrum kalacaklarma işaret etmiştir:
30- "Hz. Peygamber buyurdu ki, "İnsanlarm arasım açmak için koğuculuk edenler Cennet’e giremezler." (E- deb,7/86).
m Yüzlülük
31- "..Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber(s.a) "Kıyamet Günü Allah katında azabı en şiddetli olanlar, şuna bir yüzle buna bir yüzle gelen iki yüzlü münafıklardır. (Edeb, 7/87).
Düşmanlık
32- "Ebu Hüreyre’den Hz. Peygamber (s.a) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Zandan sakınm; zira zan, sözün yalanı en çok olanıdır. Birbirinizin ayıbmı araştırmayan. Birbirinizin özel hayatmm peşine düşmeyin. Birbirinize hased etmeyin. Birbirinizden yüz çevirip uzaklaşma- ym. Birbirinize karşı kin tutmaym. Ey Allah’m kulları! Kardeş olun. Bir Müslümamn din kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir." (Edeb, 7/88)o
95
■öfkelenmemek
Öfke aklı yok eder. Birçok kötülük kızgınlık halinde işlenir.Bu sebeple Hz. Peygamber her zaman kişinin kendisine hakim olmasmı öğütlemişlerdir. Bu konudaki bir hadîsleri şöyledir:
33- ",.Hz. Peygamber "Yiğit olan, onu bunu güreşte yenen değildir. Gerçek mânâda yiğit, öfkelendiği an kendisini tutabilendir" buyurdu." (Edeb, 7/99).
Hayâ (Utanma)
Güzel ahlâkın en önemli hasletlerinden birisi de hayâ yâni utanma duygusudur. Allah vergisi bu haslet insanm kendi kendisini kontrolde en etkili tesiri yapar. Sahîh’te böylesine mühim bu ahlâki hasletle ilgili hayli hadîs vardır. Bunlardan birisinde hayânm insana hayırdan bir diğer deyişle iyilikten başka bir şey getirmeyeceği, diğerinde ise bütün peygamberlerin insanlara bu hasleti tavsiye ettikleri belirtilir. Bu iki hadîs şöyledir; ^
34- "..Hz. Peygamber (s.a) "Hayâ ancak hayır getirir" buyurmuştur." (Edeb, 7/100).
35- "..Hz. Allah Elçisi şöyle buyurdu. "Utanmadıktan sonra dilediğini yap" sözü insanlara ulaşan ilk peygamberlik sözlerinden biridir." (Edeb, 7/101).
Allah İçin Sevmek
36- Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a) "Üç haslet vardır ki kimde olursa imanm tadmı bulur. Bunlardan birincisi Allah ve Resûlû kendisine96
her şeyden daha sevgili olmak; İkincisi, birini sırf Allah için sevmek; üçüncüsü ise Allah kurtardıktan sonra küfre dönmeyi ateşe atılmaktan daha kötü görmek" buyurmuştur" (im an , 1/11; Edeb, 7/83). "
Susmasını Bilmek
Konuşmak ne kadar önemli ise, yerine göre susma- smı bilmek de o derece önemlidir. İnsan ahlâkında bu iki hususun büyük yeri vardır. Nitekim Hz.Peygâmber güzel ahlakm dört önemli hasletini sayarken bu hususa da ver vermiştir. Şöyle ki, ^
"Ebu Şureyh el-Adevî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir; "Hz. Peygamber şu sözleri söylerken kula- ^ duydu, gözlerim onu gördü: "Kim Allah’a ve Ahiret Ounüne iman ederse komşusuna iyilik etsin. Allah’a ve A nır^ Gününe inanan kimse misafirine ikramda bulunsun. Kim de Allah’a ve Ahiret Gününe iman etmişse ya hayrı soylesm ya da sussun." (Edeb, 7/79).
Her İyilik Sadaka Gibidir
. . Musa el-Eş’arî’den rivayet edihniştir. De-mıştır kı, Hz. Peygamber şöyle dedi: "Her Müslümamn r j ^ bunca nimetin şükür borcunu ödemek için
elmden geldığmce) sadaka vermesi gerekir. "Bunun üzerine bu sözlerini dinleyenler" Eğer sadaka verecek bir sevi y ^ s a ne yapsm" diye sordular. Hz. Peygamber "Gücü yet- tığıjcadar çahşır. Kazandıklarıyla hem kendisi geçinir, hem de fazlasmı sadaka olarak verir" buyurdu. Tekrar sordular çalışamayacak durumda ise ne yapsm?" "Darda kahnısla-
ra yardımcı olur (böylece sadaka vermiş sayıhr)" cevabmı verdi. Onu da yapamazsa ne yapsm" diye sorduklarmda
97
ise "iyiliği emreder, iyiliğin yayılmasına çalışır. Bunu da yapamazsa kendisini kötülükten çeker. Bu da onun için bir sadaka sayıhr" diye cevap verdi." (Edeb, 7/79).
Kötülük Yapmamanın Mükâfatı Vardır
İnsanlığa gönderilmiş son din olan İslâm insanların yaptıkları işler konusunda son derece sağlam ölçüler getirmiştir. Bu ölçülerden birine göre iyilik yapıldığında sevabı kat kat olur. Buna karşılık iyiliğe niyet edilir de yapılamazsa yine sevap kazanılır. Ayrıca kötülüğe niyet ediÛr ve Allah korkusuyla o kötülükten vazgeçilirse karşılığında yine mükâfat olarak sevap vardır. Yapılmayan işten sevap ka» zanmak gibi bir ölçüyü koyan hadîsin Sahîh’teki metni şeyledir.
39- "..Hz. Peygamber Rabbi Yüce Allah’tan naklettiği bir hadiste şöyle demiştir: "Yüce Allah iyilik ile kötülüğü yazmış (ezelde takdir etmiş) tir. Sonra da bunları açıklamıştır. Buna göre kim bir iyilik yapmaya niyet eder, sonra da o niyetini yerine getirir (niyet ettiği iyiliği yapmaz) sa Yüce Allah onu Yüce katmda bir bütün iyilik sevabı olarak yazar. Eğer niyet eder de işlerse ona da Yüce Katında on iyilikten yediyüz katına kadar, hatta daha da fazlasıyla yazar. Her kim de bir kötülük yapmaya kalkışır; onu işlemezse, onu da Yüce Katında bir bütün iyilik olarak yazar." (Rikâk, 7/187).
Şüpheli Şeylerden Kaçınma
40- "..en-Nu’mân b. Beşîr’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir. "Hz. Peygamberi şöyle derken duydum: "Helal olan şeyler belli, haram olanlar da bellidir. İkisi ara- smda birtaîam şüpheli şeyler vardır ki insanlardan çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakmırsa dinini ve ırzmı korumuş olur.Kim de şüpheli şeylere dalarsa ha- 98
“PV yasaklanmış)S e v s e ‘'i>y. duşurup otlatma tehlikesi vardır Dikkat edın . Her malığın bir koruluğu olur. İyi bilin AUah’m '
Şeylerdir.Sakın gâfü olmaym' Vücut f P ° l” sa bütün vücut yi o Z
S v lE .“.7 S, ’ “ " '"■
99
Faydalanılan Eserler
Bağdâd: el-Hatîbu’l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd,l-14, Kahire.
Barthold: V .V Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Hz. Hakkı Dursun Yıldız, İst., 1981.
Buhârâ: Muhammed b. Ca’fer en-Ner§ahî, Târîhu Bubârâ, Arapçaya çevirenler, Dr. Emin Abdulmecid Bedevi ve NasruUah Mübeş§ir etTirâzî, Kahire.
Buldan: Y â’kût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, Mısır 1323/1906.
Dersler: V.V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Yayına hazırlayanlar, Dr. Kazım Yaşar Kopraman, Dr. Afşar İsmail Aka, Kültür Bakanhğı Kültür Yayınlan, Ank., 1975.
Hedy: İbn Haceri’l-A^alânî, Ahmed b. Ali, Hedyu’s-Sârî Mukaddimetu Fethi’i-Bârî, Mısu’ 1301.
eİ'İImâ: Kadı İyad b. Mûsâ el-Yahsubî, el-İlmâ ilâ M a’rifeti Usûli’r-Ri- vâye ve Takyîdl’s-Semâ’, Kahire 1389/1970.
İslâm Ansiklopedisi
Kebîn El-Buhârî, Muhammed b. İsmâ’il, et-Tarîhu’l-Kebîr, 1-9, Haydarâ- bâd.
Mehmet Akif. M. Emin Erişirgil, Mehmet Akif, İslâmcı B ir Şairin Romanı, Ank. 1956.
Nubelâ: ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Siyeru A lâm i’n-Nubelâ, (12.dlt), 2.Bs., Beyrut 1404/1984.
Tecrid: Sahîh-i Buhari M uhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercümesi,Tecrîd Mukaddimesi: Ahmed Naim, Sahîh-i Buhari M uhtasan Tecrîd-i Sarih Tercümesi ve Şerhi Mukaddimesi, Ank. 1970.
Tehzîb: İbn Haceri’l-Askalânî, Ahmed b. Aii,Tehzîhü’t-Tehzîb, 1-12 Hay- darâbâd.
Tezkire: ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Tezkiretu’NHuffâz, 1-4, Hay- darâbâd, 1956.
Turâs: Dr. Fuat Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, Arapçaya çevirenler Dr. Mahmûd Fehmi Hicâzî, Dr. Fehmi Ebu’l-Fadi, 1-2 Kahire 1977.
101
Türk Ansiklopedisi
Sağın el-Buhârî, Muhammed b. İsmail, et-Târîhu’s-Sağîr, 1-2, Kahire 1397/1977.
Salıîiı: el-Buhârî, Muhammed b. İsmail, el-Câmi’u’s-Sahîlı 1-8, İst. 1315.
S e ^ n : Dr. Fuat Sezgin, Buhârinia Kaynaklan Hakkında Araştınnalar, İst. 1956.
Şâfî’iyye: es-Subkî, Abdulvehâb b. Takiyyudin, et>Tabakâtu’ş>Şâfi*iyyeti’ 1-Kubrâ, 1-6, Kahire.
Sezerât: İbnu’l-İmâd el-Hanbeli, Şezerâtu’z-Zebeb, Kahire.
102
îsim ler Dizisi
-A -
Abd b. Humeyd (249/863)Abdân, AbduUah b. Osmân (221/835)Abduaziz el-üveyâ (?)Abdân, AbduUah b. Osmân (221/835)AduUah b. Ebi’l-As el-Harzemî (?)Abdullah b. Hammâd el-Amüî (273/886) Abdullah b. Muhammed el-Musnedî (229/843) Abdullah b. Ömer (73/692)AbduUah b. Recâ (220/835)AbduUah b. Revâha (8/629)AbduUah b. Yusuf (218/833)Abdurrahman b. Avf (32/652)Abdurrahman b. Hammâd eş Şu’aysî (212/827) Abdurrezzâk b. Hemmâm (116-211^34-826) Adem b. E bî lyâs (220/835)Affân b. MüsUm (220/835)Ahmed b. Hafs (258/871)Ahmed b. Hanbel (164-241/870-855)Ahmed b. I§kâb (218/833)Ahmed b. Muhammed el-Ezrakî (222/836) Ahmed b. Seleme (?)Ahmed es-Sunûsî (?)Ahmed Naim (1872-1934)Hz. Ai§e (57/876)Ali b. AbdiUah el-Yûninî (672/1273)AH b.Ayyâş (218/833)AU b. E bî TaUıa (143/760)Ali Ibnu’l-Hasen b. Şakîk (212/827)Ali Ibnu’l-Medmî (161-234/777-848)Amr b. AH el-fellâs (160-249/776-863)Amr b. Zurâre (238/852)Amr İbnu’l-As (43/663)Atatürk (1881-1938)Atâ’u’l-K^harânî (?)Avn b. AbdiUâh (124/741)
- B -
Bedl İbnu’l-Muhabbir (215/830)Bedruddin Mahmud el-Aynî (762-855/1360-1451) B işrb .Ş u ’ayb (213/828)Bi§r Ibnu’l-Hakem (238/852)Bündâr, Muhammed b. Beşşâr (167-252/783-866)
103
ed-Dâhüî (?)
. E -
Ebu Abdirrahmân el-Mukrî, Abdullah b. Yezîd (213/828) Ebu Asım en-Nebîl, Dahhâk b. Mahled (122-262/739>875) Hz. Ebu Bekir (13/634)Ebu Bekir b. Ayyâş (193/808)Ebu Bekir b. Ebî Şeybe (235/849)Ebu Bekir b. Hazm (1177/735)Ebu Bekir el-Kelvâzânî (?)Ebu Bekir el-Medîm (?)Ebu Dâvud et-Tayâlisî, Süleymân b. Dâvud (204/819)Ebu Hâmid e§-Şarkî, Muhammed İbnu’l-Hasen (325/936) Ebu Hatim er-Râzî (195-277/810-890)Ebu Hureyre (59/678)Ebu Mushir, Abdul’A’lâ b. Mushir (218/833) Ebu’l-Yemân, el-Hakem b. Nâfi’ (138-222/755-837) Ebu’z-Zubeyr, Muhammed b. Müslim (126/743)Esbağ İbnu’l-Ferec (225/839)Eyyub b. Süleymân (^ / 8 3 8 )
- G -
Guncâr, Muhammed b. Ahmed (412/1021)
- H -
H aa Zihni Efendi (1845-1914)Haccâc b. Minhâl (217/832)el-Hâkim, Muhammed b. Abdillah (321-405/933-1014)Halid b. Ahmed ez-Zuhlî (269/882)HaHd b. Mahled (213/828)Halid b. Yezîd, el-Mukrî (212/827)Hallâdb. Yahya (213/828)Hammâd b. Zeyd (98-179/716-795)Haşan Basri Çantay (1887-1964)Hassân b. H akân el-Basrî(213/828)Hz.Hatice ( Hicretten önce )Hâtim b. İsma’il (186/802)Heraküyus (?) . 'el-Huineydfi, Abdullah İbnu’z-Zubeyr (219/834) H u z ^ e b . el-Yemân (36/656)
-D-
104
İbn Cureyc. Abdulmelik (707-150/689-767)İbn Haceri’l-Askalânî, A lm ed b. Ali (773-852/1371-1448)İbn Munîr, Abdullah (243/857)İbn Sâ’id, Yahya b. Muhamraed (228-318/842-930)|bnu’n-Nâtûr (?)İbrahim.(Hz. Peygamber’in oğlu,?)İbrahim b. Mûsâ (220/835 den sonra) ftrahim İbnu’l-Eş’as (?)İmam Mâük: Bk. Malik b. Enes İshak b. İbrahim el-Huttelî (?)İshâkb. Râhûye (161-238/77-852)İsmail b. E bî U v^ s (216/831)İsmail b. İbrahim b. Mugîre (Buhârî’nin Babası, ?)
Kâmil Miras (1874-1957)K a t ib e b. Müslim (49-97/669-715)K u t^ be b. Said (240/854)Malik b: Enes (93-179/711-795)Mehmet Şofuoğlu (1923/-1987)Mekki b. İbrahim (214/829)Mualla b. Mansur er-Râzî (211/826)Muaviye b. E bî Süfyân (60/679)Muhaıiımed b. Abdillah el-Ensârî (215/830)Muhammed b. Ar’ara (213/828)Muhammet b. Ebî Hatim, Ebu Ca’fer (?)Muhammed b. İsa İbnu’t-Tabbâ’ (224/838)Muhammed b. Sabık (214/829)Muhammed b. Selam el-Bîkendî (215/830)Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî (258/871)Muhammed b. Yusuf el-Bîkendî (?)Muhammed b. Yusuf el-Firyâbî (120-212/738-827)Musa b. İsmail (223/837)Musa b .U k be (141/758)Müslim b. Haccâc el-Ku§eyrî (206-261/821-874)
-N~Narşahî, Muhammed b. Ca’fer (286-348/899-957)Nua’ym b. Hammâd (228/842)
-O -Osman b- E bî Şeybe (239/853)Osman b. Said, es-Sâ’iğ (?) 105
Hz. Ömer (23/643) Ömer.Adilaziz (101/71)
- R -Recâ (?)
- S - '
Sa’d b. Rebî’ (?)Sadaka İbnu’l-Fadi (226/840)Sa’idb. Ebî Meryem (144-224/761-838) Sufvân es-Sevrî (77-161/696-777)Süheyl b. Ebi Salih (138/755)Süleym b. Mücahid (?)Süleyman b. Harb (140-224/757-838) Süreye İbnu’n-Nu’mân (217/832)
- o -
Talkb. Gannâm (211/826)
Ubeydullah b. Musa (213/828)
• T -
- U -
- V -
Varaka b. Nevfel (?)Veki İbnu’l-Cerrâh (129-196/746-811) Vuheyb (?)
- Y -
Yahya b. Bişr (232/846)Yahya b. Ma’în (157-233/773-847)Yahya b. Sa’id el-Kattân (188/803)Yahya b. Yahya (223-847)Yezid b. Harun (117-206/735-821)Yusuf b. Musa el-Mervezî (253/867)
- Z -
ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed (673-748/1274-1347) Zubeyr b. Adî (131/748)
106
SOZLUK
- B -
Batın; Nesil.
Bid’atçı: Dine aslından olmayan şeyler ekleyen kimse.
Biyografi: B ir âlim v ^ a meşhur kimsenin hayat hikâyesi.
Biyografik; B ir âlim veya meşhur kimsenin hayat hikâyesiyle ilgili.
- D -
Dirâyet: Ele ahnan işi ba§anya ulaştırmak için gösterilen azim, akılhca davranmak ve beceriklilik.
- E -
Eosâr: Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde ona ve onunla birlikte gelen muhacirlere kucak açıp yardımcı olan Medineli Müslümanlar.
Emîr: Emreden, vali gibi yönetici.
Fâoî; Gelip geçici, yok olucu.
Hadîs: Hz. Peygamber’in sözlerini, fillerini ve onunla ilgih diğer konulan aktaran rivayet.
Hadîs meclisi: Bir âlimin isteyenlere hadîs yazdırarak öğrettiği ders oturumu.
Hadîs Metodolojisi: Hadîslerin sahîh olup olmadıklarım tesbite yarayacak kaide ve metotlar ilmi. Hadîs usulü.
Hafız: Ezberleyen. Hadîs ihnınde yüksek dereceleri olmış âlim.
Ilangâh: Toplu halde ders görülen tekke tipi kuruluş.
Haricî: Sıffîn Savaşmdan sonra Hz. AH safmdan aynlan Müslümanlann oluşturduğu mezhebe mensup olan.
107
Hasbî: İşini karşılık beklemeden sırf Allah rızası için yapan.
Hasen: Nakledende bulunan küçük bir kusur yüzünden sahîh kabul edilmeyen ancak zayıf da olmayan, sahihle zayıf arası hadîs.
Hüccet: Delil, belge. Hadîs İlminde yüksek dereceleri ahnış, görüşü tartışmasız kabuİ edilen âlim.
İhtilat: Görüş ayrılığı.
İhtilaf: Hastalık veya yaşhlık yüzünden bir kimsenin zihninin kanşması ve bildiklerini kanştırması.
İllet: Hastahk. Bazı hacüslerde bulunan ve dışandan farkedilmeyen, ancak büyük âlimlerin ortaya çıkarabildikleri gizli kusur.
îsoâd: Hadîsi çeşitli sözlerle Hz. Peygamber’e kadar ulaştıran rivâyet zinciri:
- K -
Kâtip: Yazıcı, sekreter.
Ketum: Ağzı sıkı. Bir şeyi gizleyen ve kim s^e haber vermeyen.
Kronolojik: Tarih sırasına göre.
= M’-
Maktû: Kesilmiş, kesik. Hadîs ilminde sahabeden sonra gelen ikinci nesil olan Tâbî’üerden birinin sözü veya görüşü, yahutta onunla ilgili haber.
Meskûn: Oturulan yer. içinde insan yaşayan arazi parçası.
Metânet: Sağlamlık, Dayanıkhiık, güç kuvvet.
Metin: Metânet sahibi, sağlam, dayanıklı, güçlü kuvvetli.
Mevkuf: Durduruhnuş; Hadîs İbîiinde Hz Peygamber’den sonra gelen sa- hâbe neslinden birine ait söz veya davramşı bildiren haber.
Muhaddis: Hadîs ilmiyle uğraşan, bu ilimde belli bir yere gelmiş âlim.
Mu’tezile: Akla fazla önem veren bir mezhep, bu mezhebe mensup olanlar.
108
Mü’eddib. Terbiye eden. Çok e ^ d e n okullarda öğrenciler arasında sükûneti sağlayan görevli.
Mülâld: Kavuşan, bir araya gelen.
Mttrci’î: Mürci’e denilen mezhebe mensup olan kişi.
Mürsel: Bağlanmış, ulaştırılmış. Ha<Ks İlminde Hz. Peygamber’den sonraki ikinci nesil olan tâbî’îlerden birinin, kendinden önceki sahabinin adı- m anmaksızm Hz. Peygamber şöyle de^ gibi bir ifade ile ondan duymadığı bir sözü nakletmesiyle oluşan hadîs.
Müsteşrik: Oryantalizm de denilen Doğubilimle meşgul olan batüı ilim adamı.
- N -
Nâsibî: Nâsibiyye denilen mezhebe mensup olan.
Nâ§ir: Neşreden, yayan, yaygm hale getiren.
Nesep: Soy, bir kimsenin atalanndan oluşan zincir.
- R -
Râfızî: İran’da çıkmış mezhebe mensup aşın taraftar.
Râvî: Rivâyet eden, nakleden, öğrenen kimse. .
Ribât: Hana benzer konaklama yeri.
Rivâyet: Nakletme. Ha<Msi bilenden alma veya bildiği hadîsi bir başkasma aktarma.
Sahabe: Sahâbî çoğulu. Hz. Peygamber’i gören müslümanlar.
Sahâbî: Hz. Peygamber’i gören, onunla konuşan müslüman.
Sahîh: Sağlam, sıhhatli. Gerekli şartlan taşıdığı için Hz. Peygamber’e ait olduğu anlaşılan hadîs.
Şayka: Cilalı, kaygan.
Selef: Önce gelen. Daha evvel yaşamış olan.
- T -
Tabaka: Bir devirde yaşayan âlimlerin oluşturduğu grup.
Tâbî: Tabi olan, bağlanan, izinden giden, görüşlerini benims^en.
Tâbi’îler: Sahâbilerle göriişüp onlardan ilim öğrenen Hz, Peygamber’den sonraki ikinci nesil.
Tahannüs: Bir çeşit ibadet. Issız, tenha yerlere çekilip düşünce yoluyla ibadet etmek.
Telkin: Birine bir şey anlatarak onu tesir altma alma, yönlendirme.
Terâcüm:Hadîs kitaplarmda belli konudaki hadîslerin b r araya toplandığı bölümlere konulan başlıklar.
- V -
Vasıf: Özellik, nitelik.
Vecd: Derin düşüncelere dalarak kendinden geçme.
- Z -
Zâhirî: Zâhiriye adındaki mezhebe bağlı olan kişi.
Şevval: Hicri takvimin onuncu ayı.
110
,{»İ;-.u<ot.';.?i;-:-‘'iü.
Sosyal ilimler tarihine ismini altın harflerle yaz- dırmış^büyük ilim adamı Buhârî, dokuzuncu asır Mâ- verâunnehir Türk Kültürü ortamında yetişmiş ender şahsiyetlerdendir. Gerek Hadîs gerekse İslâm Hukuku dallarında devirlerin otoritesidir. Bu ve diğer İslâmî ilimlerde sağlam metodu, engin bilgisi ve benzersiz eserleriyle büyük üne kavuşmuştur. Ölümsüz eseri Sahihi benzersiz bir kaynak eser oluşunun yanında geniş bir İlmî literatürün de konusu olmuştur. Dünya sosyal, ilimler tarihinde etrafında alabildiğince geniş bir ede- biyatm oluştuğu ikinci kitap olan Sahihin Türk ilim ve kültür tarihinde de son cfcrece önemli bir yeri vardır.
İlmi, irfanı, çaüşma disiplini, metodu ve eserleri göz önünde tutulduğunda asırların zor yetiştirdiği yüce bir şahsiyet olduğu kolayca söylenebilecek Buhârî’ nin uzun yıllar ötesinden de olsa günümüz insanına ulaştırdığı hayli önemli mesajları vardır.
Okuyucu, şu küçük çaph eserde bunlardan bir kısmmı bulacaktır.
!SBN 97S • 17 >0368 >9 F iyatı:! 100 TL