kitap aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi3.pdf · 2015-02-25 ·...

23
Aydınlık BU SAYIDA 33 KİTAP TANITILIYOR 16 Mart 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı:3 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . ÖYLECE ÖLÜP GİDEMEYİZ Beat Kuşağı Tahsin Yücel: İnsan yazdığı şeydir ARAPLAR, BATI MEDENİYETİNİ NASIL DÖNÜŞTÜRDÜ? “Hikmet Evi” Toplam: 96 BİR İSVEÇ POLİSİYESİ DAHA: Pekin’den Gelen Adam ARA KABLO Divan Şiiri Üstüne Çeşitlemeler BABİL BALIĞI Yıldızları Gördüm

Upload: others

Post on 24-Dec-2019

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

AydınlıkBU SAYIDA

33KİTAP

TANITILIYOR

16 Mart 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı:3

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP.

ÖYLECEÖLÜP

GİDEMEYİZBeat Kuşağı

Tahsin Yücel:

İnsanyazdığışeydir

ARAPLAR, BATIMEDENİYETİNİ NASIL

DÖNÜŞTÜRDÜ?“Hikmet Evi”

Toplam: 96

BİR İSVEÇPOLİSİYESİ DAHA:

Pekin’den Gelen Adam

ARA KABLODivan Şiiri

ÜstüneÇeşitlemeler

BABİL BALIĞIYıldızları Gördüm

Türkiye’de ulusal çapta günlük yayın yapan gazete sayısı 36 ve bunların yarıya yakını okur-

larına bir de kitap eki sunuyor. Bu eklerin nitelikleri, içerikleri ve hedefleri ayrı bir tartışma ko-

nusu olmakla birlikte 36 / 16 oranının, “az kitap okunan” bir ülkede hiç de fena olmadığını

söyleyebiliriz. Kitaplarla ilgili ek vermek, örneğin alışveriş eki vermekten, elbette ki çok daha

iyidir.

İnternette yayın yapan edebiyathaber.net sitesi, “Gazeteler hangi günlerde kitap eki veriyor?”

başlığı altında bir liste sunmuş durumda http://www.edebiyathaber.net/gazeteler-hangi-

gunler-kitap-eki-veriyor Sitenin alfabetik sıralamasına göre kitap ekleri ve periyotlar şöyle:

Agos Kitap Eki: Her ayın ikinci cuması

Aydınlık Kitap Eki: Her hafta cuma günü

Akşam Kitap Eki: Her ayın ikinci haftasının cuma günü

Cumhuriyet Kitap Eki: Her hafta perşembe günü

Dünya Kitap Eki: Her ayın ilk cuma günü

Evrensel Kitap Eki: Her ayın son cuması

Milliyet Kitap Eki: Her ayın ikinci haftası çarşamba günü

Radikal Kitap Eki: Her hafta cuma günü

Sabah Kitap Eki: Her ayın üçüncü haftası çarşamba günü

Star Kitap Eki: Her ayın ilk perşembe günü

Taraf Kitap Eki: Her ayın ilk cuma günü

Vatan Kitap Eki: Her ayın 15’inde

Yeniçağ Kitap Eki: Her ayın üçüncü haftası cumartesi günü

Yeni Şafak Kitap Eki: Her ayın ilk çarşamba günü

Zaman Kitap Eki: Her ayın ilk pazartesi günü

Bu listede yer almayan, Birgün gazetesininin 15 günde bir çıkan kitap ekini de biz ekleyelim.

Görüldüğü üzere ülkemizde toplam 16 gazete, haftalık, 15 günlük ya da aylık periyotlarla

kitap eki sunuyor okurlarına. Listeye bakıldığında hemen görülen bir şey daha var; yalnızca

üç gazetenin, yani Aydınlık, Cumhuriyet ve Radikal’in kitap ekleri haftalık…

İnternet medyasının güvenilir haber sitelerinden medyatava.net’te yer alan tiraj raporuna

http://www.medyatava.net/tiraj.asp göz atalım şimdi de… Sitede 27 Şubat 2012 – 4 Mart

2012 tarihleri arasında sunulan verilere göre haftalık kitap eki veren üç gazetenin satışları

şöyle:

Aydınlık: 52. 908

Cumhuriyet: 51. 003

Radikal: 26. 936

Aydınlık’la ilgili veriye, kitap ekimizin ilk sayısının çıktığı 2 Mart 2012’deki yaklaşık 7 bin

yeni okurun yansımamış olduğunu da not düşelim.

Elinizde 3. sayısını tutmakta olduğunuz Aydınlık Kitap Eki, üç hafta içinde en çok okunan,

en çok okura ulaşan kitap eki olma özelliğini taşımaya başladı. Aydınlık okurlarının kitap-

lar ve yazarlarla ilişkisi de düşünüldüğünde, Türkiye’de günlük satışı 200 bini geçen altı ga-

zete içinde yalnızca ikisinin (Zaman ve Sabah) aylık kitap eki verdiği de tekrar akla getirilirse,

tevazuyu da elden bırakmadan, tüm benzerlerimiz içinde zirvede olduğumuz rahatlıkla gö-

rülüyor.

Bizi zirveye taşıyan ve zirvede tutan Aydınlık okurlarına teşekkürlerimizle…

En çok okunan kitap ekiyiz

16 MART 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAPİÇİNDEKİLER SUNU

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat

Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Editör: Pınar AkkoçYazıişleri: Damla YazıcıReklam Müdürü: Saynur OkuroğluSayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

Haftanın Portresi ve Bekir YIldız’ın

“Harran”ı... s. 4

Alasdair Gray: “Zavallılar” s. 6

Öylece ölüp gidemeyiz... s. 7

Mecit Ünal: Gülden Terazi s. 9

Yıldızları gördüm! s. 10

Bir İsveç Polisiyesi daha: “Pekin’den Gelen

Adam” s. 11

Tahsin Yücel’le klasikler, çeviri ve “İnsan

Yazdığı Şeydir” üzerine söyleşi s. 12-14

Seyyit Nezir: Arakablo s. 15

Toplumcu gerçekçi şiirin efendi sesi:

Abdülkadir Meriçboyu s. 16

Bir kitap bir film s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuklar için s. 20

Sahaf ve Anadolu’dan Kitabevi s. 21

Alıntı test ve Bulmaca s. 22

Araplar, Batı Medeniyetininasıl dönüştürdü?:“Hikmet Evi” s. 5

İşçi sınıfı ve Kapitalizm üzerinebilimsel bir çalışma: Proleteryagenişliyor s. 8

Öneri-Yorum

Korkma Ben Varım, Murat Menteş, İletişim Yayın-evi, 424 s.Tarantino’vari sinemasal dil romana bazen çok yakıştığıiçin.

Aramızdaki Duvar, Ludmila Filipova, Doğan Kitap, 476s.Bulgaristan Türklerini ve komşularımızın öyküsünü bizehatırlattığı için.

Bir de Baktım Yoksun, Yekta Kopan, Can Yayınları, 164 s.

Zor olanı yapıp derin bir konuyu sadelikle ve duru bir şe-kilde anlattığı için.

Doğal Roman, Georgi Gospodinov, Apollon Yayıncılık,160 s.Neslimizin varoluşçusu ve Kundera’nın Bulgar mirasçısıolduğu için.

Akl-ı Kemal, Sinan Meydan, İnkılap Kitabevi, 2 CiltAtatürk’ün akıllı projelerini bize tarihçi titizliğiile hatırlattığı için.

Tuna Kiremitçi 1)

5)

16 MART 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Selma Lagerlöf (1858-1940)

Nobel Edebi-yat Ödülü ka-zanan ilkkadın yazarolan Selma La-gerlöf, 20 Kasım1858’de İsveç’tedoğdu. Babası subaydı.Yakalandığı bir hastalık ne-deniyle çocukluğunun büyük bö-lümünü tümüyle evde geçirdi veözel eğitim aldı. Babasının karşıçıkmasına rağmen 1882’deStockholm’deki öğretmen oku-luna girdi. Bu sırada ailenin eko-nomik durumu bozuldu,doğduğu çiftlik satıldı ve SelmaLagerlöf babasını kaybetti. Ünlü“Gösta Berling” romanını öğret-menlik yaparken yazdı. Lagerlöfbu romanda doğup büyüdüğüçevredeki küçük malikane ya-şamlarını, civardaki demir-döküm atölyelerindeki koşullarıanlatıyordu.

1890’larda İsveç edebiyatındaromantik akımın canlanışında roloynayan, mit ve efsanelere özelilgi duymaya başlayan Lagerlöf,“Görünmez Bağlar” adlı roma-nından sonra öğretmenliği bıra-karak dünyayı gezmeye başladıve yazmayı tek işi olarak kabuletti. İtalya seyahatinden sonrakaleme aldığı “Deccal’in Muci-

zeleri”ylesosyalizmesempatisini

ortaya koydu.“Malikane Öy-

küleri”, Mısır veFilistin’i gördükten

sonra yazdığı iki ciltlik“Kudüs”, “Bay Arnes’in

Hazinesi” gibi yapıtlarıyla bir-likte uluslararası çapta bir yazarhaline geldi.

Birinci Dünya Savaşı başla-yınca büyük bir karamsarlığa ka-pılan Lagerlöf, birkaç yıl süreylepek ürün vermedi. Daha sonra“Marbacka” (1922), “Bir Çocu-ğun Anıları” (1930) ve “SelmaLagerlöf’ün Günlüğü” (1932)adlı kitaplarında incelikli bir üs-lupla çocukluğunu anlattı.

1909’da Nobel’e değer görü-len Lagerlöf, bu ödülü kazananilk kadın, ilk İsveçli ve çocukedebiyatında da ürün veren ilkyazar olarak tarihe geçti. 16Mart 1940’ta doğduğu şehirdeyaşama veda etti.

“Mutluluğu Beklerken”,“Yemin”, “Gösta Beling”,“Morbacka”, “Nils Holgers-son’un Serüvenleri” gibi kitap-ları değişik yıllarda değişikyayınevlerince Türkçeye kazan-dırılmıştır.

Yakalandığı bir hastalık nedeniyleçocukluğunun büyük bölümünü

tümüyle evde geçiren ve özel eğitim alan, Nobel kazanan

ilk kadın olan Lagerlöf sonradan dünyayı gezdi

İstanbul’danHarran’a uzanan biryol hikayesiyapısındakurgulanan“Harran”, yineAnadolu insanınıbaşrole oturtuyor,işsizlik ve ölümmanzaralarıçizerek,Güneydoğuinsanınıkaçakçılığa ya dagöçe zorlayannedenlere elatıyor

1909’daNobel’e de�er

görülen Lagerlöf, bu

ödülü kazanan ilk kad�n,

ilk �sveçli ve çocuk

edebiyat�nda da ürün veren

ilk yazar olarak tarihegeçti. 16 Mart 1940’ta

do�du�u �ehirdeya�ama veda etti

HAFTANIN PORTRES�

REHA GÖNENÇEğer “acı ve acıtıcı gerçeklik” diye bir ka-tegoriden söz edilebilirse, bunun edebi-yatımızdaki en önemli temsilcilerindenbirinin Bekir Yıldız olduğu konusundafazla tartışmaya gerek yoktur. “ReşoAğa”, “Beyaz Türkü”, “Alman Ekmeği”,“Kara Vagon”, “Kaçakçı Şahan”, “Dün-yadan Bir Atlı Geçti”, “Mahşerin İnsan-ları”, “Demir Bebek”, “Halkalı Köle”,“Ölümsüz Kavak”, “Darbe” gibi yapıtla-rıyla, Orhan Kemal sonrasında gerçekçiakımda özgün ve seçkin bir kulvar oluş-turmuştur Yıldız.

1933 Urfa doğumlu yazar (ö: 1998),Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerindenfeodalizmi, işçi göçü ve bir süre kendisi-nin de çalıştığı Almanya üzerinden kapi-talizmi, kimi zaman insanın tüyleriniürperten bir gözlem gücüyle anlatır; aç-lıktan taş yiyen çocukları, tarlada doğumyapan kadınları, düğününde sıkılan kur-şunla ölen damatları, kan davalarını, ka-dının Türkiye ya da Almanya’dadeğişmeyen sömürülüşünü, evlilik ve cin-sellik sorunlarını ete kemiğe büründüre-rek karşımıza getirir. Doğu’nun veBatı’nın, köyün ve kentin, doğanın ve in-sanın eşsiz çarpıcılıktaki betimlemelerinigörürüz onun öykü ve romanlarında.

“Ben sosyalizmi başkaları gibi sonra-dan seçmiş biri değilim. Ben antiemper-yalist olduğum için sosyalizmi seçtim.Benim için sosyalizm, daha Marks olma-saydı, Lenin gelmeseydi, Ekim Devrimiyapılmasaydı, yüz yıl önce, bin yıl önce deben yaşamış olsaydım, o zamanki baskıdüzenine karşı bir alternatif arardım.Ama ben bugünde yaşıyorum. Fabrika-larda çalıştım. Şunu gördüm ki, emperya-lizm var olduğu sürece dünya yok oluyor.Ben onun karşısında bir alternatif aramak

zorundayım, bu alternatif sosyalizmdir.Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizm beni hiçilgilendirmiyor. Sosyalizm yaratılmamışbile olsa, ben bunu yapmak isterim.çünkü ben antiemperyalistim” diyenBekir Yıldız’ın tüm eserleri Everest Ya-yınları’nca yeniden okurla buluşturuluyor.Yayınevinin piyasaya sunduğu sekizinciBekir Yıldız kitabı, “Harran” oldu.

İstanbul’dan Harran’a uzanan bir yolhikayesi yapısında kurgulanan “Harran”,yine Anadolu insanını başrole oturtuyor,işsizlik ve ölüm manzaraları çizerek, Gü-neydoğu insanını kaçakçılığa ya da göçezorlayan nedenlere el atıyor. Evladınıkaybeden bir baba, satın aldığı kamyone-tin senetlerini ödeyebilmek için kaçağagitmekten başka çaresi olmayan bir gençadam, “Harran”daki anlatının temelinioluşturuyor.

“Yürüyorum kamyona doğru. Acaba-lar diyorum bu kez de. Ağanın hışmınauğrayıp kent kapılarına doluşanlar, dündağ yollarından sırtta gelirken, bugün mi-nibüslerle gelip hastane kapılarında bek-leye bekleye ölenler… Topraklakardeşken bile aç olanlar, toprak ağaları-nın kentlerde kurdukları yeni sömürü bi-çiminde de biçare olanlar, bacasızdumansız fabrikalardaki vidalardan, so-munlardan katbekat çok olanlar… Eee…Sonra?” diyerek umutları kendilerindenağır çeken insanlarımızın dünyasında sağ-lam adımlar atan Yıldız, ölümünün üze-rinden geçen 14 yılda “yalnızca iyiambalajlanmış” pek çok yazarın yanındada akıcı, rahat, hiçbir zorlama belirtisi gö-rülmeyen Türkçesiyle de bir yıldız gibi pa-rıldamayı sürdürüyor.

(Harran, Bekir Yıldız, Everest Yay., 96 s.)

BEK�R YILDIZ’IN “HARRAN”I…

Sarsıcı bir yolhikayesi

16 MART 2012 CUMA 5Aydınlık KİTAP

ARAPLAR, BATI MEDEN�YET�N� NASIL DÖNÜ�TÜRDÜ? / “H�KMET EV�”

Felsefe, Müslümanlardan alınmıştır!

TAYFUN AKKANArapların ve kültürlerinin küçüm-senmesi, daha doğrusu Arap halkla-rına “kültürsüz” muamelesiyapılması, yalnızca Batı dünyasın-daki ırkçılığa özgü bir anlayış değil,daha genel bir “hastalık” boyutunda.Arapların bir tarihi yokmuş, insanlıktarihine hiçbir katkıları olmamış,tüm serüvenleri “çölden” ibaretmişgibi düşünen “ilericilerimizin” sayısıda az değil. Arap ve Müslüman coğ-rafyasını bombalayan, insanları kat-leden Batı, zihinleri de iğdiş etmişdurumda.

Jonathan Lyons imzalı “HikmetEvi / Araplar Batı MedeniyetiniNasıl Dönüştürdü?”, en kısa yoldansöylersek bu sapkın anlayışı, Arap-larla ilgili hurafeleri tuzla buz edenbir inceleme. Yirmi yılı aşkın süreboyunca Reuters Haber Ajansı edi-törü ve muhabiri olarak Türkiye,İran, Endonezya’da çalışan Lyons,bilim ve felsefe alanlarında göz ka-maştırıcı buluşlara imza atan Orta-çağ Arap alimlerinin ve bu bilgileriBatı’ya götüren gezgin Avrupalılarınolağanüstü öyküsünü anlatıyor“Hikmet Evi”nde.

Ortaçağ İslam dünyasının karma-şık kültürel ortamına dalan yazar, buzaman ve mekandaki kültürel filiz-lenmenin çoğunun tümüyle etnikArapların ya da Müslümanlarıneseri olmadığını da en baştan vurgu-luyor: “İranlılar (Zerdüşti ve Hıris-tiyan olanlar dahil) Yahudiler,Yunanlılar, Süryani Hıristiyanlar,Türkler, Kürtler ve başkaları dabilim, teknoloji ve felsefenin tümalanlarında çok önemli roller oyna-mıştır.”

ADELARD’IN ARADI�I I�IK

Bu temel vurguya rağmen Lyons,söz ettiği çalışmaların neredeyse ta-mamının Arap dilinde ve en önemli-leri Şam ve Bağdat olmak üzereArap hükümdarların himayesindegerçekleştirildiğini belirterek, Arap-çanın dönemin evrensel ilim dili ol-

duğunun altını çiziyor ve ekliyor:“Enson bilgilere erişmek isteyen BatılıOrtaçağ alimlerinin de ya Arap diliniiyi bir şekilde öğrenmesi ya da Arap-çayı iyi bilenlerin yaptığı tercümelerüzerinden çalışmalarını yürütmesigerekiyordu.”

Bathlı Adelard, Hippolu Augusti-nus, Averroes, Boethius, Coperni-cus, Dalmaçyalı Hermann,Batlamyus, Roger Bacon ve daha birdizi ünlü ismin Arap ilminin Batı’dakabulü konusunda önemli rol oyna-dıklarını belirten Lyons, örneğinAdelard’ın, Haçlıların “kafir Müslü-manlarda” yalnızca kötülük gördüğübu topraklarda “Arap hikmetinin ışı-ğını aradığına” dikkat çekiyor. VeAdelard da Arap hocalarından öğ-renmiş olduğu gibi, “gökler düzenlive değişmez ritimlerle hareket edi-yorsa Kadir-i Mutlak Tanrı’ya hangirol kalıyor?” sorusunun peşine dü-şüyor.

BATI’NIN MUAZZAM BORCU

Jonathan Lyons’ın şu satırları,

kuşkusuz ki kendisi ve çoğu okuraçısından bir keşif sayılmaz amatekrarlamakta ve unutmamaktayarar var: “Arap ilmi ve felsefesi,Hıristiyan aleminin cehaletten kur-tulmasına yardım ederek bizzatBatı fikrini mümkün kılmıştır (...)Tarihin sayfalarını çevirdiğimizdeArap ilminin meyveleri olmadanBatı medeniyetini tahayyül etmeninimkansız olduğunu görürüz.” Ve birek daha, Roger Bacon’dan: “Fel-sefe, Müslümanlardan alınmıştır.”

“El-Mağrib / Akşam” başlıklıönsöz ve “El-İşâ / Yatsı”, “El-Fecr-Sabah”, “Ez-Zuhr / Öğle”, “El-Asr /İkindi” başlıklarını taşıyan dört anabölümden oluşan kitap, “Bugün kaçı-mız Araplara olan muazzam borcu-muzu ödemeye çalışmak bir yana,durup kabul ediyoruz ki” diyerek, 21.yüzyıldaki Haçlı saldırılarının gölgedüşürüp karanlığa boğmaya çalıştığıbir kültürel coğrafyadan çarpıcı man-zaralar sunuyor.

(Hikmet Evi, Jonathan Lyons,Doğan Kitap, Çev. Şaban Bıyıklı-Mehmet Savan, 278 s.)

“Arap ilmi ve felsefesi, Hıristiyanaleminin cehaletten kurtulmasınayardım ederek bizzat Batı fikrinimümkün kılmıştır (...) Tarihinsayfalarını çevirdiğimizde Arapilminin meyveleri olmadan Batımedeniyetini tahayyül etmeninimkansız olduğunu görürüz.”

“Kaç kişi azimuth‘tan zenith’e, algeb-ra’dan zero’ya dek modern teknik söz-lüğümüzden pek çok kelimenin onlarındeğerli bir mirası olduğunu kabul edi-yor? Veya yediğimiz bütün yiyecekler-den -birkaçını sayarsak kayısı, portakal,enginar- amiral, şalopa, muson gibi yay-gın denizcilik terimlerine kadar her

şeyde Arapların gündelik dil üzerindekietkisine ne demeli? Hatta özbeöz İngi-liz geleneği olan Morris halk dansı bileaslında Arap halk ozanlarının Müslü-man İspanya’nın soylularını eğlendir-diği bir devri anımsatan mağribi (İng.moorish) dansının bozulmuş bir şeklin-den ibarettir.”

KİTAPTAN

16 MART 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

MELİS YALÇINÜç yaşında bir beyine sahip genç ve güzelbir kadın, uslanmaz bir çapkınla Avrupa se-yahatine çıkarsa ne olur? Kendisinde anaç-lığı ve çocuk duyarlılığını bir aradagördüğümüz başkarakter Bella Baxter bizebunun cevabını veriyor, hem de ondan bek-lenmeyen bir olgunlukla. Sahi onu bu halegetiren neydi? Annesini ve babasını kaybet-tiği bir tren kazası mı? Godwin Baxter’a ka-lırsa onu yaratan God’ın (bundan sonra onaGod diyeceğiz) ta kendisi! Koca kafalı vekorkunç sesli ve iri küt parmaklı God, ba-bası ünlü cerrah Sir Colin’den öğrendiği tek-niklerle ölü bir bedeni kullanarak Bell’iyarattığını söylüyor. İnanması güç ama kararvermek de okuyucuya düşüyor.

Aslında God’ın güzel canavarı Bell (bundansonra ona Bell diyeceğiz), Dr. Frankenstein’ıncanavarından çok daha farklı. Başlangıçta be-bekler gibi emekleyen ve düzgün cümleler ku-ramayan Bell, kısa bir süre içerisinde iyiylekötüyü ayırmayı öğreniyor, karar mekanizma-sını geliştiriyor ve yazarın ifadesiyle, “Bundansonrasında bu düşünceler Doğulu bir bilgeninsezgileriyle David Hume ve Adam Smith’inanalitik zekâsını birbiriyle harmanlıyor.”

ONA DÜNYAYI GÖSTER�N“Bir fanusta karar verecek kadar olgun-

laştırılmış, ama dışarıdan hiçbir dayatmayıezberine almamış bir beyin ürettiğinizi dü-şünün. Hiç kirlenmemiş, gazete manşetle-rine, dayatılmış ahlak kurallarına, toplumsalkorkulara maruz kalmamış bu gencecikbeyni alın ve ona dünyayı gösterin. Acı çe-kenleri, zenginlik içinde yaşayanları, kadın-ları, erkekleri, çocukları, zulmedenleri,ezilenleri, ezenleri, mülkiyeti, baskıyı, özgür-lüğü gösterin ona. Dünyanın bütün köşele-rinden birer sahne gösterin yalnızca, hiçbirşey demeden. Ve sonra bırakın o karar versinkimden yana olacağına, kimi koruyacağına,nerede saf tutacağına.”

Hepimiz bunun cevabını merak ediyo-ruz aslında içten içe. Çünkü hepimiz biliyo-ruz ki, aklımızın içindeki her düşünce, enufak düşünceler bile anılarla sarılmış, baş-kalarından duyduklarımızla şekillenmiş,yani her şey öğretilmiş… “Özgür irade yok-tur da denilebilir tüm bunlardan yola çıkıpdaha popüler bir ifade kullanmak isteyecekolursak. Peki ya gerçekten özgür irade ol-saydı, ya gerçekten özgür irademizle birseçim yapmak mümkün olsaydı?”**

Yazar işte tam da bunu sorguluyor kita-bında. Ve şunu iç rahatlığıyla söyleyebili-riz ki, “zavallı” Bell’i diğer canavarlardanayıran en önemli özelliği özgür iradeyesahip olmasıdır.

YARIM �NSANBell hiç küçük olmamış, bu yüzden kor-

kuları yok ve toplumsal kaygılar taşımıyor.Hiç küçük olmamış, bu yüzden kendiniyarım hissediyor: “Ben ancak yarım bir ka-dınım Mum, yarım bile değil hatta çünkü ço-cukluğum yok; sürüklediğimiz övünçbulutlarıyla doldurduğumuz hayat parçasıdiyordu Bayan MacTavish, şeker-ve-baharat-ve-her-şey-hoş-küçük-kızlık falanyok, ilk aşkın-genç-düşleri-kadınlık falanyok. Hayatımın tam bir çeyrek yüzyılı kay-boldu kırıldı, gümledi, mahvoldu.”

Bell her şeye rağmen sürekli gülümse-meyi ve insanlarla konuşmayı ihmal et-miyor. Serüveni boyunca, sevgilisiDuncan’dan fırsat bulduğu anda tanıştığıherkesten yeni şeyler öğreniyor; örneğinDr. Hooker’dan dini ve Bay Astley’den si-yaseti. Ve dünyayı düzeltmeye karar veri-yor! Ne kadar çocukça ve Bell’e yakışanbir hareket, değil mi?

“Sosyalist nedir Duncan?” diye sor-dum.

“Dünyanın düzeltilmesi gerektiğinisanan aptallar.”

“Neden? Dünyada bir bozukluk muvar?”

“Sosyalistler dünyayla bozuk ve benimşeytanca şansımla.”

“Sen bir keresinde bana şans cehaletinciddileştirilmiş adıdır demiştin.”

“İşkence etme bana Bell.”Glasgow’a döner dönmez sadık koru-

yucusu God ve nişanlısı McCandless’labirlikte “dünyayı düzeltmenin” hayalle-rini kuruyor. Yeri gelmişken Bell’in fakirbir tıp öğrencisi olan nişanlısı Mum’dan(biz ona Mum diyeceğiz) bahsetmemekolmaz. Mum Bell’in gördüğü ikinci veâşık olduğu ilk erkek, aynı zamanda onuGod’ın yarattığını bilen de tek insan.

A�KIN EN MASUM HAL�İnanılmaz kurgusu ve şaşırtıcı dere-

cede inandırıcı haliyle “Zavallılar” klasikbir Frankenstein uyarlaması olmaktançok ötede. İskoç edebiyatının önemli ya-zarlarından biri olan Alasdair Gray’aWhitbread Roman Ödülü ve GuardianKurgu ödülü kazandıran bu kitap, SelYayıncılık tarafından dilimize kazandı-rıldı. Kitap özellikle Cervantesvari girişmetniyle ve yazarın kendisine ait ilginç çi-zimleriyle modern bir klasik olmayı hakediyor.

Yazar bir yandan akıcı bir dille hikâye-sine devam ederken bir yandan da ince-den inceye mesaj vermeyi unutmamış.Bize iyi ve kötünün, saflığın ve ahlakın ta-nımını yeniden yapmamız gerektiğini ha-tırlatmanın yanı sıra bilimsel etikanlayışına da farklı bir yorum sunmuş.Ayrıca belki de aşkın en masum halini birbilimkurgu eserde görmemizi sağladığıiçin yazara ne kadar teşekkür etsek azdır.

*God hem Tanrı anlamında, hem deGodwin’in kısaltması şeklinde kullanıl-mıştır.

**Alıntı. ( www.sabitfikir.com/elestiri/zavalli-

lar-ve-ozgur-bir-canavar”http://www.sa-bitfikir.com/elestiri/zavallilar-ve-ozgur-bir-canavar)

Bell her şeye rağmen sürekli gülümsemeyi ve insanlarla konuşmayıihmal etmiyor. Serüveni boyunca, sevgilisi Duncan’dan fırsat bulduğuanda tanıştığı herkesten yeni şeyler öğreniyor; örneğin Dr. Hooker’dandini ve Bay Astley’den siyaseti. Ve dünyayı düzeltmeye karar veriyor!

Bir zamanlar bir çocuğum olmuş. God,doğru mu bu?

Eğer doğruysa gerçekten o kız neoldu?

Çünkü nedense ben eminim onunkız olduğundan.

Bell’in düşünemeyeceği kadar büyükbir düşünce bu.

Yavaş yavaş, derece derece girmeli-yim içine.

God, okuyor musun içimdeki deği-şikliği?

Bir zamanlarki kadar bencil değilimartık ben.

Yanımda değilse de hissettimMum’u.

ve teselli etmeye çalıştım onu. Kork-maya başladım yitirdiğim küçük kızıçok düşünürsem içimde büyüyecekduygulardan.

Tuhaf bir şey bu, çatlamış ve bomboşkafalı Bell’e bu çocuk akıllı Wedder-burn’ün öğretmesi diğer insanlara karşıdaha duygusal olmayı.

Beni bakıcı hâline getirerek yaptıbunu

İsviçre’ye vardığımızda. Anlatacağımnasıl olduğunu.

KİTAPTAN

ALASDA�R GRAY / “ZAVALLILAR”

Ve God* Bella Baxter’ı yarattı!

(Zavallılar, AlasdairGray, Sel Yay., Çev. Süha

Sertabiboğlu, s. 312)

Aydınlık KİTAP

Öylece ölüpgidemeyiz...

DAMLA YAZICIBeat akımının isim babası ve enönemli temsilcilerinden olan Jack Ke-rouac’ın ölümünden 36 yıl sonra2005’te New Jersey’de bir depoda bu-lunan oyunu, yazarın 90. doğum günüdolayısıyla Siren Yayınları tarafındanokurlarımıza da sunuldu. “Beat Ku-şağı” Kerouac’ın ve arkadaşlarınınhayatını tüm gerçekliğiyle yansıtan biroyun. Daha önce hiç sahnelenmemişeserin, üçüncü perdesi “Pull MyDaisy” adıyla sinemaya uyarlanmıştı.Beat Kuşağı’nın tarihine ve Jack Ke-rouac’ın hayatına baktığımızda kita-bın nasıl bir felsefe üzerine kuruluolduğunu biraz daha iyi anlayabiliriz.

Beat Kuşağı ABD’nin İkinciDünya Savaşı sonrası kapalı bir top-lum yaratma çabası ve mekanikleş-meyle yönetenlerin bireymahremiyetini ellegeçirdiği dönemolan 1950’lerde or-taya çıktı. Biliminatom bombası şek-linde insanlarıntoplu katliamlarındakullanıldığının görül-düğü, hoşgörününortadan kalkarak po-litik hegemonyanın,tekbiçimliliğin arttığıyıllardı 50’ler ve sis-teme sıkı sıkı bağlan-mış insanlar yaratmaçabası tam tersini deyaratmıştı. Edebiyatta Beat Kuşağı,bu Ortodoks kültürden vazgeçmiş biravare sürüsü, konformist düşünceyeisyan ve kadınları, alkol, uyuşturucuve tüm küfürleriyle kendi yaşam bir-liklerini kurarak doğdu. Akımın enetkili üyeleri Allen Ginsberg, WilliamBurroughs ve Jack Kerouac idi. “BeatKuşağı” terimi Jack Kerouac tarafın-dan 1948 yılı civarında akımlarını ta-nımlamak için kullanıldı. En önemliBeat çalışmaları Jack Kerouac’ın“Yolda”sı (On the Road), AllenGinsberg’in “Uluma”sı (Uluma) veWilliam Burroughs’un “ÇıplakŞölen”i (Naked Lunch) idi.

OYUN DED���N BUDUR ��TE! Yaşam görüşlerinin radikal ro-

mantizm ve radikal idealizme dayan-dığını söylemek mümkün. SırasıylaWilliam Blake, Walt Whitman veHenry David Thoreau’dan etkilendi-ler. Budizmin “Zen” versiyonu ve ni-hilizm üzerinde engin bir bilgiyesahiptiler. “Hiçbir şey sonsuza deksürmez” cümlesini temel alırsak, JackKerouac’ın, kitabın arka kapağına dayansıyan “Oyun dediğin budur işte:özel bir konusu yok, özel bir ‘anlamı’yok, insanlar nasılsa aynen öyle. Yaz-dığım her şeyi, dünyaya inmiş ve onuhüzünlü gözlerle izleyen bir melek ol-

duğumu hayal eder ve öyle yazarım”sözünün anlamını ve bu insanlarınbakış açısını çok daha net anlarız.

Yazarın yaşamına baktığımızda,Kerouac; Fransız kökenli Kanadalıbir anne-babanın çocuğu olarak dün-yaya geldi. İngilizceyi altı yaşındaokula başladığında öğrendi. Dört ya-şındayken ağabeyini kaybetti. Annesidindar bir Katolikti ve babası içkiye,tütüne ve kumara düşkündü. Anne-sine bağlılığı konusundaki açıkla-ması “aşık olduğum tek kadın”diyecekti. Şizoid bir kişiliği olduğu ge-rekçesiyle, girdiği Donanma’danatıldı. Arkadaşının işlediği bir cina-yete adı karıştı, kefaletle serbest kaldı.1957’de yayımlanan “Yolda” kitabıdeğişik yazım üslubuyla ilgi çekti vebüyük satış oranına ulaştı. KitaptaKerouac “Öylece ölüp gidemeyiz, in-

sanın en azından şarapve şiire ihtiyacı var” de-miştir ve Beat Kuşa-ğı’nın yaşam algısınıortaya koymuştur. 47yaşında alkole bağlı si-rozdan ölmesi, yaşa-mıyla paralellik taşır veörtüşür. Yaşama bakış-ları çerçevesinde sıra-dan, ilkel bir yaşamısavunup sığ kalıplaş-maları eleştiren buadamlar, özelliklesonradan büyük birokuyucu kitlesine

hitap etmeyi başardılar.

ALI�ILMI�IN DI�INDA B�RAKI�

Bütün bunlara baktığımızda“Beat Kuşağı” kitabında spontaneve düzenden arınmış bir tarzladoğal bir aktarım oluşturuluyor. Budoğal ve yer yer sıkıcı, anlamsız ge-lebilecek akış bir eserde dramatikkurgular, entrikalar veya daha önceeşine benzerine rastlanılmayan hi-kayeler arayan okuyucuyu elbettetatmin etmeyecektir ama Jack Ke-rouac’ın toplumun öğüttüğü insan-lar tarafından beğeni almak gibi birderdi olduğunu hiç zannetmem.Kendi hayatlarımız ne kadar sıkı-cıysa veya ne kadar heyecanlıysaonların hayatı da öyleydi ve Kero-uac kitapta bu gerçeği değiştirmekiçin uğraşıp sırf egemen-orta sınıfinsanları beğenin diye yalan söyle-meyi tercih etmemiş elbetteki. Ke-rouac’ın ve arkadaşlarınınoluşturdukları, itilmiş değerleri ku-caklayan aylak hayatları “Beat Ku-şağı” kitabında tüm sadeliğiylekarşımıza çıkıyor ve bu sadeliğiniçinde altı çizilecek cümleler buldu-ruyor bize.

(Beat Kuşağı, Jack Kerouac, SirenYayınları, Çev. Garo Kargıcı, s. 115)

Herkesin kapılıp gittiği “Amerikanrüyası”nı reddeden bir kuşak...

16 MART 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP

MEHMET İNANÇ TURANHaluk Yurtsever’in “Kapitalizmin

Sınırları ve Toplumsal Proletarya”isimli çalışması Yordam Kitap’tan ya-yımlandı. Proletarya ve kapitalizm üze-rine zaten elde Marx’ın “Kapital”ininvar olduğunu düşünen okuyucununacele karar vermemesini öneririm.

Evet, Marx’ın “Kapital”i bütünüyleproletarya ve proletaryayı yaratan ka-pitalizmin işleyiş yasalarıyla ilgilidir.Ne var ki, Marx’ın yararlandığı kay-naklar doğal olarak kendi dönemiylesınırlıdır. Kapitalizmi anlamak için“Kapital” bize bilimsel bir zeminsunar.

“Kapitalizmin Sınırları ve Toplum-sal Proletarya” Marx’ın döşediği zeminüzerinde yükselen bir kitap. Önemi,Marx’ın kapitalizm ve proletarya ana-lizleriyle, günümüzün verilerini birleş-tirebilmesinden geliyor. ÖzellikleSovyetler Birliği’nin yıkılmasındansonra hızla kökleşen, kapitalizmin sı-nırsızlığına (sonsuzluğuna) duyulaninanca ve proletaryanın artık tarihselbir özne olmadığını savunan görüşlerebilimsel bir bakışla yanıt veren bir ki-taptır.

TOPLUMSAL PROLETERYA VE B�L�NÇ

Yazar, proletaryanın Marx’ın söyle-diği gibi “evrensel birsınıf olduğunu”, dev-rimci gücünü üretim-deki yerinden aldığını vedaha önemlisi kimi bur-juva ideologlarının iddiaettiklerinin tersine, prole-taryanın saflarının daral-mayıp genişlemişolduğunu kanıtlarıyla su-nuyor. Proletaryanın yokolduğunu ve yok olma sü-recine girdiğini söyleyenle-rin ileri sürdüğüargümanları tek tek çürütü-yor. Onların proletaryanıntükenişini gördüğü yerde,Haluk Yurtsever çoğalışınıve yeniden üretilişini görüyor. Sözge-limi hizmet sektörünün kapitalist bi-çimlerde örgütlenerek proletaryayısayıca büyüttüğünü gösteriyor.

Yazar, proletaryayı ekonomik ilişki-leri yanında toplumsal ilişkileri içindeele alıyor. Neredeyse toplumsal ilişki-lerin her alanını didik didik ediyor veproleter emeği gözle görünür hale ge-tiriyor.

Haluk Yurtsever’in “toplumsal pro-letarya” olarak soyutlama yöntemiyleulaştığı kategori, toplumun bütün işçi-leri, toplam proletarya oluyor. “Top-lumsal proletaryanın”tarihsel-toplumsal özne olmasını (top-lumu radikal biçimde değiştirecek güçolmasını) bilinç unsuruna bağlıyor.“Toplumsal proletarya” ancak bilinçle-nerek “politik proletarya” oluyor. Ka-

pitalizmin sınırlılığının (sonluğunun)ölüm fermanını “politik proletarya”imzalıyor.

DE�ER YASASI ��L�YORHaluk Yurtsever günümüz kapitaliz-

mini Marksist gözlükle otopsi masa-sına yatırıyor. Vardığı en önemlisonuçlardan birisi, “finans-kapitalin,tekelci sermayenin bir kesimi değil,kendisi” olduğudur. Yazar, bu kapita-lizmin sınırlarını araştırıyor. Güncelkapitalizmin özelliklerini sıralıyor:

Bilim ve tekniğin üretimle doğrudanbağı, hız ve uygulama olarak artıyor.

Maddi üretimde zihinsel emek ora-nının artmasının yanı sıra, maddi ol-mayan emek öne çıkıyor.

Maddi olmayan meta üretimi, ser-maye-emek-mülkiyet ilişkilerinde deği-şikliklere yol açıyor.

Bilgi iletişimindekiemekçiler arasında yenibir hiyerarşi oluşuyor.

Kapitalist-emperya-list ülkelerde otomatik-leşme-robotlaşmaimalat üretiminde canlıemek oranın düşme-sini getiriyor.

Yazarın vardığıdiğer bir önemlisonuç, günümüz kapi-talizminin bu özellik-lerinin, emek-değeryasasının varlığınıortadan kaldırma-dığı üzerinedir.Değer ya-

sası bugün de işliyor.Günümüz kapitalizmi,

serbest kullanılabilir za-manın arttığı koşullarasahiptir; ama bu za-manı burjuvazininkendisi, artık değersömürüsü için gaspediyor. İşte, yazarMarx gibi serbest kul-lanılabilir zamanın art-tığı üretim koşullarını,kapitalist üretim biçimi-nin sınırları olarak görü-yor.

EKONOM�ZM VEPOL�T�S�ZM

Haluk Yurtsever, proletaryanın gü-cünü ve kapitalizmin sınırlarını göster-dikten sonra, kapitalizmin

kendiliğinden yok olmayacağının altınıçiziyor. Sınıf mücadelesini ele alıp, çe-şitli yönleriyle irdelediği bölümde,Türkiye solunun iyi bildiği ekonomiz-min yanı sıra “politisizm”i de eleştiri-yor. Ekonomizm, bilindiği gibi,Marksizmi ve sınıf mücadelesini eko-nomiye, ekonomik mücadeleye indirgi-yor. Yurtsever, ekonomizmin aynızamanda bir sosyalizm anlayışı oldu-ğunu vurguluyor. Haluk Yurtsever,yeni bir kavram olarak önerdiği “poli-tisizm”i kitabında şöyle tanımlıyor:

“Politisizm, siyaseti, devlet etkinlik-leri alanına hapsederek emek ve üre-tim süreçlerinin işçi sınıfının çalışmave yaşam ortamının dışına taşıyan, eko-nomik sorunu işçi ile işverenin sözleş-meyle çözecekleri aldatmacasınadayanan burjuva yaklaşıma soldan des-tek verdiği için tersinden ekonomizm-dir. ..Geniş anlamıyla üretimden,maddi temelden uzaklaşmış ideoloji vesiyaset üretimi kaçınılmaz olarak poli-tisizme yol açmaktadır. Siyasal prag-matizm, radikal demokrasi, liberter vesivil toplumculuk aynı yaklaşımdanbesleniyorlar.”

Yurtsever, bu çözümlemeleri so-nunda, “ekonomik mücadeleyi sendi-kalar, siyasal mücadeleyi partileryürütür” biçimindeki klişenin artık birkenara atılmasını öneriyor. “Ekono-mizmin panzehiri, ekonomi/siyaset iki-liğini kaldıran sınıf siyasetidir” diyor.

ELE�T�R�LEMEZ B�R MET�N DE��L

“Kapitalizmin Sınırları ve Toplum-sal Proletarya”, gericilik dönemi dünyakoşullarını bilimsel ışıkla aydınlatmayıbaşarmış bir kitap. Türkiye solununelinde birçok yönüyle tartışılması gere-ken bir kitap. Yazar bize eleştirilemezbir metin sunmuyor; tartışmaya ışık ya-kacak fikirlerin olduğu bir çalışma su-nuyor; tartışmanın gizil gücünden

yararlanmamızı istiyor.Türkiye solunun rö-nesansa ihtiyaç duy-

duğu birdönemde, hem

özgür birdünya umu-dunu tazele-yen, hem debilgi akta-ran bu kita-bınokuyucu-

suyla buluş-ması

gerekiyor.Büyük emek

içeren bu kitabın,emeğinin karşılığını

bulması dileğiyle.

(“Kapitalizmin Sınırları ve Top-lumsal Proletarya”, Haluk Yurtsever,

Yordam Kitap, s. 408)

Proleterya genişliyor

Haluk Yurtsever

günümüz

kapitalizmini

Marksist

gözlükle otopsi

masasına

yatırıyor.

Vardığı en

önemli

sonuçlardan

birisi,

“finans-kapitalin,

tekelci

sermayenin bir

kesimi değil,

kendisi”

olduğudur

��Ç� SINIFI VE KAP�TAL�ZM ÜZER�NE B�L�MSEL B�R ÇALI�MA

Günümüzkapitalizmi,

serbest kullan�labilir

zaman�n artt���

ko�ullara sahiptir; ama

bu zaman� burjuvazinin

kendisi, art�k de�er

sömürüsü için gaspediyor

16 MART 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAP

-“Yakanlardan mısın yakılanlardan mı?”Sivas Madımak katliamından bu yana

nüfus kâğıdında Sivas yazan nice insanınmemleketi sorulduğunda karşılaştığı yaygınbir sorudur bu. Ancak sizinle tanış olmak, ya-kınlık kurmak ya da hısım akraba çıkmak is-

teyen bir kimsenin sorabileceği,bundan başka anlamlara da açık olanbu sorunun art anlamı, nüfus kâğı-dında Sivas yazan herkesi bu katli-amdan dolaylı bir biçimde sorumlututmakta; soruyu soranın kendisibaşta olmak üzere nüfus kağıdındaSivas’tan başka bir il yazan herkesibu katliamın manevi sorumluluğun-dan da kurtarmaktadır.

Doğum yeri ya da kökeni Sivasolan pek çok kişinin bu sorudan ne

denli muzdarip olduğunu, yine ancak nüfuskâğıdında Sivas yazanlar bilir. Soruya soruyla,“siz hangilerdensiniz” diye sormama inceli-ğini suçluluk kompleksine yoranlar da çıkmışolabilir mi, bilemeyiz, ama; bu soruyu soran-ların geçmişte atalarının yaptığı iddia edilenbenzer bir suçun manevi baskısı altında ol-duklarını ve buna yarı yarıya inandıklarınısöyleyebiliriz. Dünyanın en büyük aydın kat-liamlarından birini bu türden bayağı sorularlasulandıranlardır aslında gerçek sorumlular.Görmüş başlarını çevirmiş, duymuş kulakla-rını tıkamış, susmuş, ses çıkarmamışlardır!Hâlâ da öyledirler.

YERYÜZÜNDEK� EN BÜYÜK ACINobel ödüllü “Teneke Trampet” yazarı

Günter Grass’ın İkinci Dünya Savaşı’ndanyarım yüzyıl sonra “Soğanı Soyarken” adlıgençlik anılarını anlattığı kitabında itiraf et-tiği, binlerce, onbinlerce insanın ortağı ol-duğu suçluluk türü bu işte.

Hatırlarsak Grass, itirafı üzerine "Buncazaman bize ders vermeye nasıl cüret ettin?"yolundaki sorulara "Kendimi neyle suçladı-ğımı bilmek ister misiniz?” diyordu; “Dahaönce bazılarının söylediği gibi kırk yıl sus-makla değil... En çok canımı yakan (ve il-ginçtir kimse beni bu yüzden eleştirmedi) odönemde yapabilecek olduğum ve yapmadık-larımdır: Savaş yeni başladığında bir amcamıkurşuna dizdiklerinde, bir sınıf arkadaşımı vebir öğretmenimi alıp götürdüklerinde, Ye-hova şahidi bir asker eline silah almayı red-dedip ortadan kaybolduğunda... Ne tek birkişi için parmağımı oynattım, ne de soru sor-dum; görmek, bilmek istemiyordum. Tanıdı-ğım insanları öldürüyor, yahut kampa vecezaevine götürüyorlardı. Ve ben kafamı çe-viriyordum. Bunun yeryüzündeki en büyükacı olduğunun, beni hiçbir zaman terk etme-yeceğinin farkında mısınız?" (Nobelden deöte, Doğan Kitap, sayfa 78).

TÜRK �A�R�N�N FOTO�RAFIMetin Altıok’u, yanında Uğur Kaynar ve

Behçet Aysan ile Madımak Oteli’nin merdi-

venlerinde saldırganları karşı-lamaya hazır beklerken göste-ren bir fotoğraf var belleğimde.Gösterdiğinden çok daha faz-lasını içeren bu fotoğraftaMetin Altıok’un elinde bir yerfırçası bulunmaktadır. UğurKaynar’ın bir eli çenesinde,diğer eliyle dizinin üstündeki,yanından hiç ayırmadığı çanta-sını tutmaktadır. Bunun ken-dini savunmak için elinegeçirdiği her hangi bir şey ol-duğunu da düşünebiliriz(*).Çünkü fotoğraf bir kuşatma al-tında çekilmiştir. Oturduğu ba-samakta iki eliyle neolduğunu anlayamadığımızbir cisme belki de bir başka yer fırçasına da-yanan, Behçet Aysan’ın önünde ise bir yan-gın söndürücüsü vardır. Merdivenlerdedinlendikleri sırada çekilmiş bu fotoğrafın,fotoğrafçının “çekiyorum ha” dediği tür fo-toğraflardan olmadığı, fotoğraftaki kişile-rin karede yer alışlarından bellidir.Buldukları yere çökmüşlerdir. Fotoğraftahiçbir poz verme belirtisi de bulunma-makta, objektife bakmamaktadırlar. MetinAltıok içinde olduğu anı aşmış, sanki çokuzaklarda bir zamana bakmaktadır. UğurKaynar dalıp gitmiştir. Behçet Aysan iseyorgun bir halde gözlerini kapamış durum-dadır. Bu fotoğrafa Asaf Koçak’ı, HasretGültekin’i, Asım Bezirci’yi de ekleyebiliriz.Veya Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Mu-hibe Akarsu, Edibe Sulari, Erdal Ayrancı,Sehergül Ateş, Muammer Çiçek, GülenderAkça, Mehmet Atay, Sait Metin, Carina Jo-hanna, Gülsün Karababa, İnci Türk, HuriyeÖzkan, Murat Gündüz, Ahmet Özyurt,Handan Metin, Yeşim Özkan, YaseminSivri, Serpil Canik, Serkan Doğan, BelkısÇakır, Nurcan Şahin, Özlem Şahin, Asu-man Sivri, Menekşe Kaya, Koray Kaya’danoluşan ölüler lstesinden her hangi üçü ya dabeşini…

Gerçekten de, aynı yerde çekilmiş birçokbaşka fotoğraftan otelin iç merdivenlerinin ku-şatılanların mola yeri olduğunu, dönüşümlüolarak burada dinlendiklerini anlıyoruz.

“ODESA MERD�VENLER�”KADAR ÖNEML�MERD�VENLER

Türk şairinin portresidir bu fotoğraf.Türk şiirinin yüz akı üç yiğit ozan, salt, ogün orada kendilerini kuşatan gladyonunmaşalarına değil, gladyonun kendisine,Türkiye’yi kan gölünden bir yangın yerineçevirmeye uğraşan emperyalizme, onun fa-şist sömürü ve zulüm düzenine karşı diren-mektedirler.

Bir kitap olarak yayımlanmadıysa da,Sivas Madımak Katliamı sırasında oteliniçinde çekilen bu ve daha başka fotoğraflar

yapılan belgesel film-lerde kullanıldı.

“Odesa Merdiven-leri” kadar önemlidirbu merdivenler. SivasDavası’nda zaman aşı-mına saatlerin kaldığışu günlerde aklımadüşen bu fotoğrafın ori-jinali, diğer fotoğraf-larla birlikte Aydınlıkarşivinde bulunuyor. Birkısmı, EdebiyatçılarDerneği’nin 1994’te ya-yımladığı, derneğin,Özcan karabulut, AtillaAşut, Hidayet Karakuş,Öner Yağcı ve Gökhan

Cengizhan’dan oluşan çalışma grubuncahazırlanan “Sivas Kitabı/Bir Topluöldürü-mün Öyküsü” adlı kitapta da var. “Sivas Ki-tabı” bu katliam konusunda belli başlıkaynak kitaplardan biri. Kapsamlı bir çalış-manın ürünü olan ve yeni baskısı bulun-maya kitap, internette “nadir kitap”kategorinde yer alıyor.

Bu konudaki bir başka çalışma ise hemenaklıma geliveren Cumhuriyet Kitapları’nınyayımladığı Öner Yağcı’nın “Sivas’ı Unut-mak” adlı kitabı.

TAR�H ZAMAN A�IMI B�LMEZBu yazı yayımlandığında davanın yargı

süreci bitmiş olacak. Dünyanın belki de enbüyük aydın katliamı, hukuksal olarakzaman aşımına uğrayacak. O andan itiba-ren başlayacak olan artık başka bir süreçtir.Tarih olma süreci de diyebiliriz buna. Ta-rihte zaman aşımı yoktur!

Nesimi Çimen, Asım Bezirci, Metin Al-tıok, Muhlis Akarsu, Behçet Aysan, Mu-hibe Akarsu, Edibe Sulari, Uğur Kaynar,Asaf Koçak, Erdal Ayrancı, Sehergül Ateş,Hasret Gültekin, Muammer Çiçek, Gülen-der Akça, Mehmet Atay, Sait Metin, Ca-rina Johanna, Gülsün Karababa, İnci Türk,Huriye Özkan, Murat Gündüz, Ahmet Öz-yurt, Handan Metin, Yeşim Özkan, Yase-min Sivri, Serpil Canik, Serkan Doğan,Belkıs Çakır, Nurcan Şahin, Özlem Şahin,Asuman Sivri, Menekşe Kaya, Koray Kayahepsi de sağlar henüz, yaşıyorlar çünkü ara-mızda.

UNUTMAK ÖLÜMDÜR ASIL(*)1956 Sivas-Zara doğumlu Uğur Kay-

nar’ın çantası ondan kalan eşyalarla birlikteeşine teslim edildi. Ehliyet, biraz para, birpaket Bafra sigarası, kibrit, hediye alınmışişlemeli bir cüzdan ile bir peçeteye kara-lanmış şu dizeler çıktı o çantadan:

“öldüğümde doğduğum yere gidiyorum yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği işte böyle yeniyorum.”

Tarihte zaman aşımı olmazunutmak ölümdür asıl

MEC�T ÜNAL

[email protected]

Buldukları yere çökmüşlerdir. Fotoğrafta hiçbir poz verme belirtisi debulunmamakta, objektife bakmamaktadırlar. Metin Altıok içinde olduğu anı

aşmış, sanki çok uzaklarda bir zamana bakmaktadır. Uğur Kaynar dalıp gitmiştir.Behçet Aysan ise yorgun bir halde gözlerini kapamış durumdadır

GÜLDEN TERAZİ

16 MART 2012 CUMA Aydınlık KİTAP BABİL BALIĞI

M. SALİH [email protected]

“Bir teoriye göre, eğer biri evrenin neden veniçin burada olduğunu açıklayabilirse, evrenaniden yok olacak ve yok olan evrenin yerini,daha anlaşılmaz ve tuhaf bir şey alacaktır. Birbaşka teoriye göre ise bu zaten olmuştur.” (Douglas Adams, “Kuşkucu Somon”)

Aydınlık Kitap’ta iki haftada bir yayımlanacak buköşede, bilim-kurgu ağırlıklı olmak üzere, fantastikkurgu ve korku edebiyatını da alt türleriyle birlikte siz-lerle buluşturmaya gayret edeceğim. Bahsi geçen tür-lerin derin okuyucularının bulunduğu gerçeğinin defarkında olarak, aynı zamanda belirli önyargıların,yanlış veya yetersiz bilgilerin de mevcut olduğunu pe-şinen kabul ediyorum. Bu nedenle çok kısa da olsabahsi geçen türlerin kökenlerinden ve alt türlerindende bahsedeceğim. Bir şekilde, bu köşeyi okuma kıla-vuzu olarak kullanmak da mümkün.

Bilim-kurgu türünün ne zaman ortaya çıktığı tar-tışmaları hala sürüyorken, en azından, zaman içeri-sinde şekillenen alt türleri hakkında, kökenlerindendaha fazla bilgiye sahibiz. Kökenlerini araştırmadaakademisyenlerden bir kısmı Sümerlerin “Gılgamış”destanını apokaliptik bilim kurgu faktörleri çevre-sinde değerlendirirken, bir kısmı “Mahabharata”nınzaman yolculuğu temasını içerdiğini belirtir. Bir başkagrup bu mitolojik metinlerde bilim ve teknolojinin çokaz yer edindiği gerekçesiyle bilim-kurgu türünde değilfantastik kurgu türünde değerlendirilmesi gerektiğinisavunur. Bir başka grup, bilim-kurgunun Samsat’lı Lu-kianos’un “Gerçek Tarih”i ile başladığını savunurken,Japon öyküsü “Urashima Taro” ile başladığını savu-nandan, Arap bilim adamı İbn Nefis’in “er-Risaletü’l-Kâmiliyye fi’s-sîreti’n-nebeviyye” eserinin ilkbilim-kurgu romanı olduğunu savunana kadar genişbir yelpazeyi görmek mümkün. Kimi edebiyat tarih-çileri ise belirli isimlere kadar (Thomas More’un“Ütopya”sı, 1516; Francis Bacon’ın “Yeni Atlantis”i,1627; Johannes Kepler’in “Somnium”u, 1634, vb.) ya-zılmış olanların bilim-kurgu türünde değil, bilim-kur-guya hazırlayıcı metinler olarak değerlendirilmesigerektiğini savunmaktadır.

B�L�M-KURGU NED�R?Kökeni bir türlü paylaşılamayan bu türün, çağımızdaki

okuyucu adedindeki düşüklük hem acı ve-ricidir hem de komiktir. Bilim-kurgu ede-biyatının sadece ışın kılıçları, uzaygemileri, dünya dışı türler ve lazerlerledolu bol savaş sahnelerinden ibaret ol-duğu yanılsaması nedenlerden biri olabi-lir. Bilim-kurgunun alt türlerinden sadecebiri olan ve “Uzay Operası” olarak ad-landırılan bu alt türün, pazarlamaya dahauygun olması nedeniyle sürekli başımız-dan aşağı boca ediliyor oluşunu gözönüne alırsak, okuyuculara kızmak ye-rinde olmaz. Elbette bu kaçınılmaz ola-rak “o zaman bilim kurgu nedir?”sorusunu ortaya çıkaracaktır.

Bilim-kurgu için pek çok tanımlamaveya tanımsızlık mevcut iken, en sevdi-ğim tanım Vladimir Nabokov’un “Eğertanımlarımızda titiz davransaydık, Sha-kespeare’in ‘Fırtına’ oyunu, bilim-kurguolarak adlandırılırdı” iddiasının çağrış-tırdıklarıdır. Robert Heinlein ise bilim-kurguyu “Doğahakkında derinlemesine anlayış ve bilimsel metodunönemi ışığında, gerçek dünya ve tarih hakkında yeterlibilgi temelinde, gelecek olaylar hakkında mümkün vegerçekçi tahminler yürütmek” olarak tanımlar ve ekler:“Bu tanımlamanın bütün bilim-kurguyu kapsaması içinise sadece ‘gelecek’ kelimesinin üstünü çizmek yeterlidir.”

Elbette ki alt türlerin de çokluğu sebebi ile bilim-

kurgu ve fantastik kurgu arasındaki sınır çizgisi incel-mektedir. Karışıklığı engellemek için, tek yapılmasıgereken şeyin, bilim-kurgunun bilimin prensipleriyleyakın ilişkide olduğunu, kısmen yazıldığı dönemin bi-limsel gerçeklerini veya mümkün bilimsel gerçekleriiçermesinin zorunlu olduğunun bilinmesi yeterlidir.Rod Serling bu konuda “Fantastik kurgu olası kılınanimkânsızlıktır. Bilim-kurgu ise mümkün kılınan olası-lıktır” der. Arthur C. Clarke bu duruma daha eğlen-celi bir tanım getirir: “Bilim-kurgu genellikle olmasınıtercih etmeyeceğiniz, olabilecek bir şey hakkındadır.Fantastik kurgu ise genellikle sadece olmasını dileye-ceğiniz, olamayacak bir şey hakkındadır.”

GELECE��N �EK�LLEND�R�LMES�30 Ekim 1938’de ABD’de milyonlarca radyo dinle-

yicisi Marslıların dünyaya saldırdığı haberini duyuncaşok geçirdi! Bir kısmı evlerinden çığlıklar atarak ka-çarken bir kısmı panikle arabalarına atlamaya başladı.

Gerçekte radyodan dinledikleri ise H.G. Wells’in “Dünyaların Savaşı” ro-manının Orson Welles tarafından za-mana ve mekâna uyarlanmış halininbir bölümüydü. Bilim kurgu sadeceolabilecek koşullarla ilgilenmez, aynızamanda bu koşullarda insanlığın ye-rini ve tepkisini de araştırır. “Yaban Di-yarlardaki Yabancı” ilkyayımlandığında okurlarının, yazarınevinin önüne kamp kurmasının sırrı dabu inandırıcılıkta ve gerçekçi analiz-lerde gizlidir.

Kısaca örneklere devam edelim. “Si-berpunk” alt türünde göreceğimiz üzere,internet kültürünün henüz oluşmadığı,evlere bile girmediği dönemlerde yazar-larının dev ağlardan oluşan gelecekle-rinde, “hack”, “hacker” terimlerine,detaylı anlatımlarına kadar rastlarız. Bu

eserler işlediklerin konuların yanı sıra Silikon Vadisi’nekadar ilham kaynağı olmuş, bir bakıma geleceği şekil-lendirmişlerdir. “Distopya” alt türünün yarım yüzyıldanfazla zaman önce yazılmış eserlerinde, karanlık gelecekkurgularında rastladığımız (bkz. “1984”, “Cesur YeniDünya” vb.) sistem sorunları şu an yaşadığımız sistem-lerden ne kadar uzaktır? “1984”ün “Big Brother”ı artıkkurgu olmaktan çıkıp tamamen ete ve kemiğe bürün-

memiş midir?Bir başka “distopya” kült roman, 1953 yılında yayım-

lanan Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451”inde (İthakiYayınları, 2012, 3. baskı. Ayrıca Epsilon yayınevindençıkan Tim Hamilton uyarlaması çizgi romanına da ulaş-mak mümkün) kitabın kahramanı, okumanın yasaklan-dığı bir gelecekte, yaşlı bir kadının sakladığı kitaplarınıyakmak üzere görevli olarak evine gider. Kazara kitap-lardan birinden, bir satır okur: “Öğledensonra güneşialtında zaman uykuya dalmıştı.” Cümle kafasına kazı-nır ve bunun üzerine kitaplardan birini çalmaya kararverir. Kitaplarını ve evini terk etmek istemeyen yaşlıkadın, kendini yakmayı tercih eder. Bu eylem kahramanırahatsız eder ve kendisine şu soruyu sordurur, “Nedenbiri kitaplar için ölmeyi göze alır?” “Fahrenheit 451”,muhalif düşünceler içeren kitapların yakılmasına yöne-lik içeriğinin yanı sıra, sansür, televizyon ve diğer medyaaraçlarının kitap okuma alışkanlığını katli, bilgi ve algıdağarcığımızdaki çarpılmalar, yozlaşmalar veya başkadeyişle çarpıtılmalar ve yozlaştırılmalar hakkındadır.

Yazarı ününe kavuşturan romanının dışında RayBradbury’nin yazmış olduğu öykülerden oluşan derleme“Yakma Zevki,” (İthaki Yayınları, 2012, Çeviren: MuratÖzbank) “Fahrenheit 451”e öncü niteliğinde, romanınkahramanı Montag’ı da içeren iki öyküyü barındırıyor.Yine “Fahrenheit 451”deki gibi 1950 ABD’sinin ve sos-yal toplumun gelecek korkularını, hayal gücü kısıtlandı-ğında insanlığın çöküşünü ve beraberinde getireceğitehlikeleri barındıran öykülerle dolu. Öykülerde karşı-laştığımız korkuların günümüzle de yakın ilişki içindeolduğunu görüyoruz.

KE�KE…Bir kez daha günümüzü anlamak için, geçmişte ya-

zılan bilim kurgu eserlerine ihtiyaç duyuyoruz. İnsan“keşke” demeden edemiyor, “keşke, günümüzde ya-zılıp yayımlanan yerli-yabancı bilim-kurgu eserleriokunsa, zamanında tercüme edilse de gelecek kuşak-lar bulundukları çağı anlamak için şimdi yazılan eser-lere ihtiyaç duymasa, hiç olmazsa gelecek kuşaklar,kitap sansürü, kitap yasağı gibi kavramlarla sadecetarih kitaplarında karşılaşsa.”

Günümüzü, geleceğimizi, bazen geçmişimizi veözellikle de bütün bunların arasında insanlığımızın ye-rini anlayabilmek için bilim-kurgu edebiyatına ihtiyaçduyuyoruz. “Yıldızları gördüm,” diyebilmek için ihti-yaç duyuyoruz…

Yıldızları gördüm!

10

Aydınlık KİTAP

ELVAN BEŞİKÇİOĞLUSon 10 yıl içinde uluslararası yayınpiyasasında farklı bir ses olma yo-lunda adımlar atmış olan İskandi-navya kökenli polisiye romanlar,İsveçli yazar Stig Larson’un “Ej-derha Dövmeli Kız”ıyla birliktetavan yaptı bilindiği üzere. Öte ya1948 doğumlu Henning Mankell,vatandaşı Larson kadar şöhret sa-hibi olmasa da sıkı maceralara imzaatan, Altın Kitaplar aracılığıyla dahaönce dokuz kitabı okurlarımızla bu-luşmuş olan bir yazar. “Pekin’denGelen Adam” Mankell’in Türkçe-deki onuncu romanı.

Sürükleyici, düşündürücü ve kimizaman da ürpertici bir politik-poli-siye roman olan “Pekin’den GelenAdam”, dondurucu bir soğuğunhüküm sürdüğü 2006 kışında İs-veç’in kuzeyindeki unutulmuş birköyde başlıyor. Bir ihbar üzerineköye gelen polisler korkunç bir ci-nayetin kurbanını karlar içinde ya-tarken bulurlar. Köy, dikkat çekicibiçimde ürkütücü bir sessizliğe bü-rünmüştür ve ortalıkta hiç kimseyoktur. Cinayetle ilgili bir görgü ta-nığı olup olmadığını anlamak için evev dolaşan polisler, ülke tarihindeeşi benzeri görülmemiş bir katliamınizleriyle karşılaşırlar.

Yargıç Birgitta Roslin, gazeteleriokuduğunda maktullerden biriylearasında ailevi bağ olduğunu farkeder ve olayı araştırmaya karar verir.Yargıcın elinde 19. yüzyıldan kalma

bir günlük ve cinayet mahalli köyüncivarında bulunan kırmızı ipek kur-deladan başka hiçbir ipucu yoktur.Birgitta’nın araştırmaları onu ulus-lararası bir çürümüşlüğe ve çok eskibir intikam öyküsüne götürür.

“Yanlış Yol” adlı romanıyla2001’de Altın Hançer Ödülü’nedeğer görülen, Gazze’ye yardım gö-türen gemilerde yer almayı politik birkararlılığa dönüştürmüş olan Hen-ning Mankell, “gençliklerinde kızıldevrimin hayalini kuran”, yıllar sonraÇin’e gittiklerinde ülkeyi yeni bir de-ğişim sürecinde bulan karakterleriaracılığıyla bu uzak coğrafyanın gize-mini de serüvene dahil ediyor.

“Bahsi geçen insanların hiçbiriartık hayatta değil. Ama Hesjöval-len’de yaşananların altında yatangerçek, hepimizin düşündüğündenfarklıymış. Kökleri, tahmin edebile-ceğimizden çok daha derinlere uza-nıyormuş. Yazdığım her şeyinispatlanıp ispatlanamayacağını bil-miyorum. Çoğunun ispatlanabilece-ğini sanmıyorum. Aynen, kırmızıkurdelenin nasıl olup da Hesjöval-len’e gittiğinin asla ispatlanamaya-cak olması gibi. Onu oraya kimingetirdiğini biliyoruz ama hepsi bu”diyen? Mankell, ülkemizdeki tut-kunlarına şaşırtıcı ayrıntılarla süsle-nen tipik bir “soğuk duyarlık”örneğiyle sesleniyor bir kez daha.

(Pekin’den Gelen Adam, AltınKitaplar, Çev. Zeynep Heyzen Ateş,

510 s.)

B�R �SVEÇ POL�S�YES� DAHA: “PEK�N’DEN GELEN ADAM”

Yüz yıllık intikam öyküsü

Dondurucu bir soğuğun hükümsürdüğü 2006 kışında İsveç’in

kuzeyindeki unutulmuş bir köydebaşlayan sürprizlerle dolu serüven...

16 MART 2012 CUMA KAPAKAydınlık KİTAP12

DAMLA YAZICIKunduracı Ahmet Yücel ile Nuriye Mü-nevver Hanım’ın oğlu. Elbistan’da başla-yan hayatı İstanbul’da devam eder.Galatasaray Lisesi’ni parasız yatılı olarakokur. İÜEF Fransız Dili ve Edebiyatı bö-lümünü bitirir ve aldığı profesör ünva-nıyla emekli olur. 100’e yakın kitapçevirisi var. Toplam 40’a yakın roman,öykü, deneme, inceleme, anlatı kitabınınsahibi. Siz bütün bunları yapmış bir “Gö-rünmez Adam” tanıyor musunuz? Tanış-tırayım: Tahsin Yücel

Onunla konuşmaya başladığınız andanitibaren o sakinliğinin altında muzip birçocuk yattığını anlıyor ve 80 yaşındaki buyazarı çok seviyorsunuz.

Son olarak İş Bankası Kültür Yayınla-rı’ndan çıkan ve Tahsin Yücel’in Bal-zac’tan Flaubert’e, Camus’den Barthes’e26 yazarın 35 çeviri yapıtı için yazdığı ön-sözler “İnsan Yazdığı Şeydir” adlı kitapta,Mukadder Özgeç tarafından toplandı.Biz de bunu fırsat bilip Tahsin Yücel’legörüştük.

Sayın Yücel, bu kitabı oluşturma fikrinasıl doğdu? Hayatınız boyunca emekverdiğiniz ve Türk edebiyatına bir mirasolarak bıraktığınız çevirilerinizin önsöz-lerini “İnsan Yazdığı Şeydir”de bir aradagördüğünüzde - ki sadece sunulardanbile bir kitap oluşabilmesi sanırım birilk- ne hissettiniz?

İşin doğrusu, yazılarımı belli bir süregeçtikten sonra toplamayı düşünürüm vetoplamışımdır da. Hatta son olarak birkitap daha topladım, yayınevine de ver-dim. Henüz yayımlanmadı. Ama Mukad-der Hanım’ın hazırladığı “ İnsan YazdığıŞeydir” benim için hoş bir süpriz oldu.Çünkü yaptığım çevirilere yazdığım ön-sözleri bir kitapta toplama gibi bir dü-şünce hiçbir zaman geçmemiştiaklımdan. Böyle birden kitaplakarşılaşınca, kocaman da kitap,hoşuma gitti, çok sevindim.Kendisi hiç bahsetmemişti deböyle bir şey hazırlıyorum diye.O nedenle şaşırttı kitap beni.

“İnsan Yazdığı Şeydir”de,çoğunlukla klasik eserlerle il-gili yazı-sunuşlarınız yer alıyor.Bir “klasik”, yazıldığı dönemdehemen belli eder mi kendini?

Klasik deyince bugün çok çeşitli yapıtlargeliyor gözümüzün önüne. Birbirinden çokfarklı şeyler, örneğin Moliere’in bir kome-disi de klasik, ilk çağdan kalma bir destanda klasik. Hatta geçtiğimiz yüzyılın sonla-rına doğru yayımlanmış bir kitabın, klasikolmasa bile klasik olabileceğini düşünüyo-ruz, “çağdaş klasik” diyenler var. Yani ya-zıldığı dönemde klasik olabilecek kitaplar.Daha bir niteliği olan kitaplar, insan doğa-

sını incelemeleri bakımından yahut ekono-mik olsun siyasal olsun... Klasik deyincedaha çok eski çağları düşünüyoruz ama çokyakın dönemlerin yapıtlarına da klasik de-diğimiz oluyor. Eser kendini belli ediyor,yazıldığı dönemde klasik olarak adlandır-

masak da ilerde klasik sayıla-bilecek bir kitap diyebiliyoruz.

“ÖNSÖZ, AZALDI”Herkesin önsözü atlayıp

doğrudan ana metne başla-dığı olmuştur. Fakat sizin su-nularınızı okurken farkettimki aslında sunular esere dahada adapte olabilmemizi sağ-layan bilgilerle dolu. Sunula-

rın “gerçek okuyucular” tarafından mıokunduğunu düşünüyorsunuz?

Evet. Güncel yapıtlarda bir önsöz pekgörmeyiz. Deneme ve incelemelerdeönsöz oluyor da asıl edebiyat yapıtla-rında, yani romana kimse kolay kolayönsöz yazmıyor. Mesela André Gide’nin“Kalpazanlar”ı, orada bir önsöz var. Çağ-daş yapıta, hele ki romansa, şiirse önsözkoymuyoruz ya da yazarı koymuyor.

Çeviri eserlerde konmalı mı?Çeviri eserler tabii daha farklı.

Bir yabancı yazarın yapıtınıçeviriyorsunuz. Yani onutanıtmakta elbette yararvar. Yazarın özellik-leri,yazıldığı dönemfalan... Ama örne-ğin diyelim ki YaşarKemal’in bir ro-manı; Yaşar Ke-mal’i biliyorsunuz,yapıtlarını, ilgi ala-nını, dünya görü-şünü falanbiliyorsunuz. Önsözonun için ve onun çağ-daşları için pek gereklideğil. Tabii önsözden ön-söze de fark var. Öyle birönsöz olur ki genel olarak okurungörmediği ya da zor göreceği bir takımözellikleri de belirtir. Kimi zaman meselaFransızlar arasında birçok yazar yapıtla-rının doğru anlaşılması için bir takım ön-sözler koyarlar ama çağdaş yapıtlardaönsöz daha az karşımıza çıkıyor.

“HER YAPIT ÇEVR�L�R”Kitaba baktığımızda, hepi-mizin hayatında etkilene-

rek okuduğu, özelyerlere sahip olan

Fransız edebiyatınınpek çok devleşmişeserinin çevirile-rini sizin yaptığı-nızı görüyoruz.Çeviri, hayatınızınönemli bir unsuruve bu konuda oto-rite kabul ediliyor-

sunuz...Epey oldu çeviri

yapmayı bıraktım amaçok çeviri yaptım. Bu da

koşulların zorlamasıyla.Ben liseyi parasız yatılı okudum.

Liseyi bitirdiğim zaman da ancak çalışa-rak okuyabilirdim. Daha lisedeyken deben öykü falan yazmaya başlamıştım.Varlık Yayınları’nda çalışmaya başlamış-tım yarım gün. Bu kadar çeviriyi nasılyaptınız derler genelde. Kaç yıl ben ordaçalıştım ama sıkı bir çalışmaydı. Yarım

TAHS�N YÜCEL’LE KLAS�KLER, ÇEV�R� VE “�NSAN YAZDI�I �EYD�R” ÜZER�NE

“Çeviri, aslından daha güzel olabilir”

Türkçebugün bu

düzeye geldi, geridönü�ü de olamaz. Birzamanlar CHP iktidar�

dönemlerinde de buna kar��olanlar vard� ama �imdi Dil

Devrimi’ne, Türkçeninar�la�mas�na kar�� olanlarda bizim kulland���m�zdan

farkl� bir dilkullanm�yorlar

Ben arı Türkçeyle yazmayı yeğlerim, öbür türlüsünü belki ancak alay

olsun diye yaparım. Öyle alışmışım. Yani Ataç’ın dönemini yaşadık,

arı Türkçe için savaşım verilen dönemleri yaşadık. Bir de Anadolulu

olmanın da bu konuda bir katkısı var

Prof. Dr. Tahsin Yücel:Yaz�lar�m� belli bir süre

geçtikten sonra toplamay�dü�ünürüm ve

toplam���md�r da

gündü belki ama bir günlük çalışmadandaha fazlaydı. Patronla, Yaşar NabiBey’le uzun zaman aynı odada oturduk.O zamanlar sigara da içerdim, saatte birsigara içerdim, onun dışında hep çalışma.Günlük işler olurdu, dergi hazırlamafalan ve onun dışında da her zaman ma-samın üstünde çevrilecek bir kitapolurdu. Çok çevirimin olmasının neden-lerinden biri budur. Yani hiç boş dur-mazdım. Bir de evde de çeviri yapardımbütçeyi desteklemek için. Böylece 100’eyakın kitap çevirmiş oldum.

Çeviri biraz da cesaret mi gerektiri-yor? Yani kendi ülkesinde devleşmiş biryazarı Türkçeye aynı şekilde taşıyamamakorkusu duyar mısınız?

Tabii çeviride şöyle bir durum var; çe-virince belli bir değeri olan, belli bir özel-liği, kişiliği olan yazarların yapıtlarınıçeviriyorsunuz. İster istemez çeviride bazışeyler kaybeder yapıt ama ender olarakkazandığı şeyler de olabilir. Yani çevirisiaslından daha güzel de neden olmasın,olabilir. Dil olarak elbette, biçem olarak.“Çevirebilir miyim acaba?” sorusu varama dili bildiğiniz zaman, bir de edebi-yata yatkınlığınız olduğu zaman her yapıtbir şekilde çevirilir. Aslında kötü, başarı-sız yapıtlar daha zor çevirilir. Çünkü dilibozuktur, tutarsızlıklar vardır. Düzgün birkitabı, özgün olabilir o başka ama iyi ya-zılmış bir kitabı çevirmek, kötü yazılmışbir kitabı çevirmekten daha kolaydır.

“TÜRKÇE DÖNÜ�TÜ, GEL��T�,ARILA�TI”

Öz Türkçe kullanmadaki kararlılığı-nız nedeniyle çevirmenliğinizi eleştirenbir kesim de var. Buna nasıl bakıyorsu-nuz?

Edebiyat yapıtının dili zaten kendili-ğinden özel bir dil. Bir de ben arı Türk-çeyle yazmayı yeğlerim, öbür türlüsünübelki ancak alay olsun diye yaparım. Öylealışmışım. Yani Ataç’ın dönemini yaşa-dık, arı Türkçe için savaşım verilen dö-nemleri yaşadık. Bir de Anadoluluolmanın da bu konuda bir katkısı var. Birtakım öğretmenlerimin etkisini göz ardıedemem. Kulakları çınlasın, daha ha-zırlık sınıfında İstanbullu ama arıTürkçeyi çok seven bir öğret-menim oldu: Necdet Kurt.Yani böyle bir destek degördüm. Yaşadığınızyerin etkisiyle halkıniçindesiniz ve halkınetkisiyle yabancı söz-cük girmiyor dilinize.Yani ne bileyim İs-tanbul’da hukuk, ede-biyat okumuş insanlaryabancı kökenli, Arapkökenli, Fars kökenlisözcüklerle haşır neşiroluyorlardı. Benim doğdu-ğum yerde çok arı bir Türkçekonuşulurdu. Şimdi konuşurkenElbistan ağzıyla konuşmuyorum amao dil mantığını bir yerde sürdürdüğümüdüşünüyorum.

Eleştirenlerin, sizin arı Türkçe karar-lılığınızı “Kemalist dil inadı” şeklindeele almalarına ne diyorsunuz?

Şimdi bunu diyenler, kendileri de bir100-200 sözcüğü kenara bırakırsak, arıTürkçe konuşanların konuştuğunu, yaz-dığını yazıyorlar. Türkçe bugün bu dü-zeye geldi, geri dönüşü de olamaz. Birzamanlar CHP iktidarı dönemlerinde debuna karşı olanlar vardı ama şimdi DilDevrimi’ne, Türkçenin arılaşmasına karşıolanlar da bizim kullandığımızdan farklı

bir dil kullanmıyorlar.Türkçe dönüştü, gelişti,

arılaştı.Türkçe dönüştü ve arılaştı, fakat

sonra evrimine devam etti ve bugün ya-bancılaşan, yer yer bozulmalar gösterende bir hal aldı. Türkçenin bu gidişininasıl değerlendiriyorsunuz?

İster istemez, yani bana öyle gelir kidilin dışına çıkamazsınız. Bir ulus düşü-nün bir millet düşünün, niye kendi dilininsözcükleri varken başka dillerden sözcükalsın. Bu soruyu sormayan, Arapça,Farsça, Franszca, İngilizce gibi dillerdenpekala sözcük kullanmamız gerektiğinidüşünen veya bu tür sözcükler kullan-maktan hoşlanan yazarlar var. Ama birde Türkçe diye bir dil var. Yani biz

Türkçe konuşuyorsak doğru bir Türkçekullanmamız herhalde yeğlenmesi gere-ken şeydir.

“���R ÇEV�RMEK ZORDUR”Kitapta da sunumuna yer verilen iki

şiir kitabı çeviriniz var: Charles Baude-laire’den “Paris Sıkıntısı” ve RobertDesnos’dan “Hayır Aşk Ölmedi”. Bütünçeviri birikiminize bakıldığında şiir çevi-risinin azlığı görülüyor. Nedeni nedir?

Bir uğraş meselesi. Genellikle yazarlaryazmaya şiirle başlar, bizde en azındanböyle. Ben de eskiden şiir yazardım. İlk-okulda başladım,çok erken başladım ben.Sonra düz yazıya döndüm. Çeviride bir-çok şeyler kaybedilebilir şiir ama tersi dedoğru. Yani iyi bir çeviriyse, yani sözcük

hele ki soyut sözcükler söz konusu ol-duğu zaman o dilin sözcükleri belki o şiiridaha da bir zenginleştirir. Evet şiir çevir-mek zordur. Bir takım şeyler kaybedebi-lir şiirden ama kazandığı da olur. Ben pekyapmadım şiir çevirisi evet.

Son dönemde, özellikle de Fethi Na-ci’nin ölümü sonrasında, Türkiye’de ede-biyat eleştirisinin genel durumuhakkında söyleyecekleriniz nelerdir?

Eleştiri elbette gerekli bir etkinlik.Edebiyat eleştirmenliğinin edebiyatın ta-nınması sevilmesi, anlaşılması, yorum-lanması konusunda elbette büyükkatkıları olmuştur, oluyordur. Ben bellibir yaşa geldim, o kadar takip edemiyo-rum ama genç kuşakta da mutlaka vardır

16 MART 2012 CUMAAydınlık KİTAPKAPAK

Edebiyatalan�ndaki,

dü�ünce alan�ndakiyap�tlara yaz�lara,

kitaplara önem verilmesi,de�er verilmesi gerekir,

engellenmesi de�il. Elbettehepimizin

ho�lanmayaca�� yap�tlarda yay�mlan�yor,yay�mlanabilmeli

de

BenPamuk’un bütün

kitaplar�n� okumad�m,hele bu “Kara Kitap”tan

sonra hiçbir kitab�n�okumad�m ama Pamuk’u benbe�enmiyorum diye herkes

be�enmeyecek diye de bir �eyyok. �kincisi, Nobel

akademisinin üyeleri büyükihtimalle Türkçeden

okumad�lar kitab�n�

13

16 MART 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAPiyi eleştirmenler.

ORHAN PAMUK’UN TÜRKÇES�Siz, Orhan Pamuk’un Nobel kazan-

madan çok önce, 90’ların başında, çokkötü bir Türkçeyle yazdığını belirtmiş,onu örneklerle eleştirmiştiniz ve bu eleş-tiriniz büyük tartışma yaratmıştı.

Nobel ödülü çok değerli yazarlara ve-rilmiştir ama bunun tersi durumlar dadaha az olmakla birlikte var. Ödül veri-lirken neler göz önüne alınıyor onu tamolarak bilmiyorum ama dünya edebiya-tında en önemli ödül tabii ki Nobel. BenPamuk’un bütün kitaplarını okumadım,hele bu “Kara Kitap”tan sonra hiçbir ki-tabını okumadım ama Pamuk’u ben be-ğenmiyorum diye herkes beğenmeyecekdiye de bir şey yok. İkincisi, Nobel aka-demisinin üyeleri büyük ihtimalle Türk-çeden okumadılar kitabını. Pamuk’agelince bir tür olağandışı bir şey onun ka-zandığı başarı. Yani kutlamak gerekir. Odille, o yapıtlarla bu kadar başarıya ulaş-mak muazzam birşey.

Edebiyat dünyasında büyük yankıuyandırmış olan “Kara Kitap” eleştiri-nizde diyorsunuz ki “ ‘Peki, bunca baskıyapan, bunca eleştirmeni hayran bıra-kan bu kitapta tutarlı sayılabilecek hiç-bir şey yok mudur?’ diyeceksiniz. Olmazolur mu? Örneğin iki yarım tümcesi var-dır ki, kurgusuyla da, içeriğiyle de ger-çekten doğru görünür: ‘Ne tuhafokurlarsınız siz, ne tuhaf ülke burası?’ ”(s. 128). 1990’da kaleme alınmış bu ya-zıda bir iğneleme var okura tarafınızdan.Peki o günden bugüne baktığımızda oku-yucu hâlâ tuhaf mı?

Okur deyince ya da romancı, yazar de-yince, örneğin Yaşar Kemal de yazar,Pamuk da yazar, bu arada ben de birazyazar sayılabilirim ama işte hepsi aynı ol-muyor. Okurlar için reklamın da etkisivardır ama beğeneni de vardır. Neresininasıl beğenir orasını bilemiyorum.

Yazar kitabını kaleme alır, gerisi oku-yucuya kalır mı diyorsunuz?

Tabii, muhakkak. Bir de şöyle bir şeyvardır; genelde bakarsanız en çok satanyazarlar en iyi yazarlar olmamıştır herzaman. Türkiye’ye de bakın dünyaya dabakın durum budur. İstisnaları vardırtabii, gerçekten de değerli bir yazar de-ğerli bir yapıt üretip çok da satabilir amagenelde durum farklıdır.

Çevirilerinizin kendi yazarlığınızakatkısı ne olmuştur?

Kuşkusuz şöyle; kitap okuyoruz veçeviri de bir tür okumadır, hatta dahadikkatli ve daha ileri bir okumadır.Benim belli bir dönemde çok çeviri yap-mam kendi yazarlığımı daha geriye al-mıştır. Kendi yapıtlarımı ikinci planaatmış olabilirim. Yani daha az kitap yaz-mışımdır daha çok yazabilecekken amabir başka ya-zarı, birbaşka bi-çemi tanı-mak benizengin-leştirmiş-tir.

“YALAN”IN YER� AYRIKendi romancılığınıza, öykücülüğü-

nüze baktığınızda en iyi yapıtım diyebi-leceğiniz hangisidir?

Vallahi insan onu pek söyleyemiyor. Kişi-lere göre de değişebiliyor bu. Bir de yazdığınızsırada iyi bir şey olacağını düşünüyorsunuz kiyazıyorsunuz. Dönem dönem farklılıklar daolabiliyor. Yazdıkça deneyim kazanıyorsunuz.Genellikle en son yazılanlar ilk yazılanlaragöre daha nitelikli oluyor. Ama şimdi benimyaşım 80’e geliyor ve bu yaşımda yazdığım birromanı 1960’larda yazdığım bir romanla kar-şılaştırırsak sanki 60’lardaki kazançlı çıkar buişten diye de düşünüyorum. O nedenle az yaz-maya çalışıyorum.

“Yalan” en benimsenmiş olanı ga-liba...

“Yalan” kapsamlı bir romanevet. Yani benim de kendi ölçü-

lerim içinde değer verdiğim birkitabım.

Geçen yıl Chuck Palahni-uk’un “Ölüm Pornosu” kita-bının çevirmenine ve kitabıyayımlayan yayınevine Kü-çükleri Muzır NeşriyattanKoruma Kurulu tarafın-dan dava açıldı. 2011’in

Türkiyesinde edebi-yatta gerçekleşen

bu durumu birçevirmen ola-

rak nasıl yorumluyorsunuz?Edebiyat alanındaki, düşünce alanın-

daki yapıtlara, yazılara, kitaplara önemverilmesi, değer verilmesi gerekir, engel-lenmesi değil. Elbette hepimizin hoşlan-mayacağı yapıtlar da yayımlanıyor,yayımlanabilmeli de. Farklı düşünceleri,farklı görüşleri ki belki bizim katılmaya-cağımız görüşleri savunanlar olabilir,gene de herkes kendini yansıtabilmelidir.

GÖRÜNMEYEN ADAM! 1954 yılından beri çevirilerinizle

olsun, romanlarınızla ve öykülerinizleolsun Türk edebiyatında aktif birüretkenliğiniz oldu. Bu süreç içindeTürkiye’nin politik çalkantıları edebi-yat dünyasına içerik olarak ya da ya-saklarla etki etti. Siz bu süreçlerde negibi şeylerle karşılaştınız?

Valla bir kere bir çeviriden dolayı ka-rakola falan çağrıldım ama kendi yazdı-ğım romanlar, öyküler, denemelerdendolayı böyle bir şeyle pek karşılaşma-dım. Belki de o kadar ünlü olmadığımiçin, göze batmadığım, görünmediğimiçin! Hatta bir tane söyleşi kitabım var-dır “Görünmez Adam” diye. Ordan yırt-tım, görünmezlikten kurtardım.

İnternette sizin için şöyle yazılmış:“Yaza yaza, okuya okuya, bir romankahramanı gibi muzipleşmiş. Nitekimkendine ‘görünmez adam’ lakabını tak-mış, çünkü kuyrukta beklerken millethep ‘sen nerden kaynadın araya’ diye çı-kışırmış.” Öyle biri miydiniz hep?

Evet. Bu da göze batar bir adam ol-madığımı gösteriyor. Yani her kuyruktabaşıma gelmedi ama birkaç kuyrukta ba-şıma geldi, “kardeşim sen nerden geldinyahu” diye.

Teşekkür ederiz Tahsin Bey bu güzelsohbet için.

Ben teşekkür ederim.

KAPAK

Tahsin Yücel arkada��m�z Damla Yaz�c�’yla...

Yazd�kça deneyimkazan�yorsunuz. Genellikle enson yaz�lanlar ilk yaz�lanlaragöre daha nitelikli oluyor

16 MART 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAPARA KABLO

1940’larda Abdülbaki Gölp�narl� taraf�ndanDivan �iiri’nin Osmanl� saray kültürüyleyüklü ölü bir �iir oldu�u sav� geli�tirildi�indenberi, eski �iirimizin yüksek zümreye ait bu ko-lu üstüne kar��t ya da kesi�en görü�ler içe-ren tart��malar azalmak �öyle dursun, son y�l-larda daha bir yayg�nla��yor. Özellikle Tur-gut Uyar’�n “Divan” adl� �iir kitab� üstüne Ke-mal Tahir’in modern �iirimizin yüklenmesi ge-reken miras içinde as�l gövdeyi Divan �iiri’ninolu�turdu�u yönündeki o gürültüler koparande�erlendirmesi sonras�nda, hem tek tek �a-irler için yap�lan oylumlu çal��malar, hem deher biri yeni yakla��mlar, yeni saptama ve ke-�ifler de içeren bütünlüklü edebiyat tarihi veantoloji örnekleri sürekli ço�al�yor. 40 y�ld�ryürütülen tart��malarda, Divan �iiri tamla-mas�n�n sözcük olarak yeterince eski �iirimizikar��lamad���na da s�k s�k de�inildi.

ADLANDIRMA, ÖMERSEYFETT�N’DEN

Divan �iiri tart��malar�n�n oda��na AhmetNecdet’in çal��mas�n�n en sa�lam kaynak ola-rak oturdu�unu söylemek abartma olmaz.�öyle ki, onun antolojisi, Divan �iiri’nin seç-kin örneklerini merakl� okur için günümüzTürkçesiyle sunarken, tart��malar�n temel sav-lar�na yetkin kalemlerden ara�t�rma ve de-neme örnekleri getiriyor, bu ba�lamda anakaynak olmakla kalm�yor, olas� aç�l�mlar�n uç-lar�n� veriyor. Ahmet Hamdi Tanp�nar’danOrhan Okay’a, Agâh S�rr� Levend’ten HilmiYavuz’a, Cevdet Kudret’e, Nurullah Ataç’a,Melih Cevdet Anday’a kadar birçok ustan�nyakla��m ilkesini bu çal��mada bulabiliyoruz.

“Osmanl� �iir Antolojisi”nde, Cumhuri-yet’in Osmanl� kar��t� kültür politikas�n� ele�-tirerek* Divan �iiri tamlamas�n�n eski �iiri ek-sik anlatt��� yönünde Ahmet Atilla �en-türk’ün Ömer Faruk Akün’e dayanarak “Os-manl� �iiri” sözcüklerinin kullan�lma öneri (s.XII) ve tart��mas� da daha önce Ahmet Nec-det’in çal��mas�nda ele al�nm��t�. Asl�nda Di-van �iiri’nin ne olup ne olmad��� ve adlan-d�r�lmas� üstüne tart��malar elbette çok es-kilere gidiyor. Seyit Kemal Karaalio�lu’nunbelirlemelerine göre (s. 567-571) dîvanedebiyat� kavram�n� ilk olarak Ömer Seyfet-tin’de buluyoruz. Buna Ahmet Necdet de ka-t�l�yor. Ömer Faruk Akün’ün “türlü verileriylealt� yüzy�l sürmü� koca bir edebiyat�, birçokyaz�nsal türü d��ar�da b�rakan, düzyaz�y� ised��ar�da b�rakan divan edebiyat� adland�r���-n� yetersiz buldu�unu” an�msatmay� ise ihmaletmiyor (s. 11)

Kavramsal düzeydeki yetersizlikleri a�-mak üzere ara�t�rmay� yaln�zca türsel ba�-lamda b�rakmay�p divan mazmunlar�n� ve özelkavramlar� aç�klamal� örneklerle bütünlüklübir çal��mada ortaya koyan �skender Pala,“Ansiklopedik Divan �iiri Sözlü�ü”nde, “�a-irlerin manzumelerini toplad�klar� eserlere dî-van denmesinden ötürü” (s. 120) saptama-s�yla yetinir. �emsettin Kutlu ayn� nedenlerle

(s. 12) yerle�ik adland�rmay� seçer. Bu ara-da, belirtmek gerekir ki, Divan �iiri üstüneen zengin ve çapl� sözlük, kan�mca AhmetTalât Onay’�n “Eski Türk Edebiyat�nda Maz-munlar” kitab�d�r.

KAPANMI� B�R KÜLTÜRÜNÜRÜNÜ

Divan �iiri’yle ili�kisi zaman zaman ede-biyat söyle�ilerinde efsanevi biçimde dile ge-tirilen Hüseyin Cöntürk’ün “Divan �iiri Üs-tüne Denemeler” kitab�n�n Haluk Aker ta-raf�ndan yay�na haz�rlan�p bas�lmas�ndansonra tart��man�n tematik boyutu bamba�kaboyutlar kazand�. Kitab�n �çindekiler’i (s. 5-34), “Divan �iirinde Rakip” genel ba�l��� al-t�nda â��k, sevgili ve rakîp kavramlar�n�n yüzbinlerce beyitte nas�l çe�itlendi�ini gösterenve 30 sayfaya yay�lan alt ba�l�ktan olu�uyor.Cöntürk’ün alt� sayfal�k kaynakças�ndan an-la��ld���na göre, bu konuda M. Atilla �entürktaraf�ndan yap�lm�� bir çal��ma var: “KlasikOsmanl� Edebiyat� Tiplerinden Rakib’e Da-ir” (�stanbul, 1995).

Cöntürk’e göre, “Divan �iiri kapanm�� birOsmanl� kültürünün ürünüdür... Divan �iiri-ni tutanlar�n ço�u, o �iir ra�betten dü�tü�üiçin üzülürken daha çok o �iiri besleyen �s-lâm / Osmanl� kültüründen kopuklu�u içinüzülüyor.” (s. 40-41, 15.12.01) Cöntürk, bubelirlemesiyle, Cumhuriyet ideolojisine A. A.�entürk’ün getirdi�i suçlamay� da yan�tlam��oluyor**. Seçim ve de�erlendir-melerinde ahlaki ve edebî kayg�-lardan uzak kalmay� do�ru bulanCöntürk çal��mas�n�n niteli�ini�öyle tan�ml�yor: “Â��k, sevgili verakîp aras�ndaki, ‘�li�ki ve davra-n��lar’ as�l ilgi alan�m�zd�r. Bu birili�kiler ve tav�rlar çetelesidir (dö-kümüdür) denebilir.” (s. 37 /04.04.02) Çünkü ona göre “ya-�am, bir ili�kiler örgüsünden ba�-ka bir �ey de�ildir.” Yine deamaç, Divan �iiri’nden toplumsalveriler sa�lamak de�ildir. Cöntürk, “Metin-leri �airlerden ve ya�ad�klar� tarihlerden so-yundurma” niyetindedir.

Hilmi Yavuz, Divan �iiri’nin ya�amdan ko-puklu�u sav�n� Osmanl�y� olumsuzlama tu-tumunun yans�mas� olarak görüyordu. Yüz-y�llarca süren yinelemeleri, tam tersine,onun ya�ama s�k� s�k�ya ba�l�l���na dayand�-r�yor: “Bu sürekli yinelenmeyi, belki de, Os-manl� toplumunun kapal� ve kendi kendineyeterli köy ya�am�n�n, üretim tarz� içindekibelirleyici konumuna ba�lamak daha do�rugörünüyor.” (“Yaz�n Üzerine”, 1987 [bkz.:Ahmet Necdet, s. 93])

Cöntürk, amac�n� �öyle belirtiyor: “Bu ça-l��may� yapmam�zdaki amaç ne divan �iirinisevdirmek ne de ondan so�utmakt�r.” (s. 37/ 07.03.03)

Seçerken gözetti�i ilke ise genellemelereayk�r�l�k: “Metinlerde as�l ilgimiz gelene�e kar-

�� olanlarla / görünenlerledir.” (s. 38 /(07.11.00) Bu nedenle, ayr�nt� ve istisnala-r�n akademisyenlerce geçi�tirilmesini ele�ti-rerek önemli bir saptamada bulunur: “Divan�iirinde ayr�nt� ve istisnalar ba�l� ba��na bir �i-irdir, özgül bir gelenek olu�turur.” (s. 41,24.12.01)

BUGÜNÜN HATIRINA...Cöntürk, kendi tutumuyla akademisyen-

lerinki aras�na kesin bir s�n�r çizerken �öy-le diyor: “Türk dili ve edebiyat� akademis-yenleri için Osmanl� kültür miras�n� reddet-mek, onu yabanc� bir kültür saymak, söz ko-nusu de�il. Bu yüzden divan �iirini ona [mi-rasa] dayand�rarak aç�klamak, sevdirmek pe-�inde. (s. 39 / 13.12.00) ... Ben bugün di-van �iiriyle ilgileniyorsam bugünkü �iirin /edebiyat�n hat�r� için ilgileniyorum. Akade-misyenler ise divan edebiyat�n�n hat�r� içinbunu yap�yorlar.” (s. 46 / 13.04.01)

Okuru Cöntürk’ün çok farkl� yönelimleriçeren kitab�yla ba� ba�a b�rak�rken son sö-zü iki �airimize b�rakal�m:

Hem kadeh hem bâde hem bir �ûhsâkidir gönül / Nef’î

Bu dizede, Baudelaire’in insana “hem kur-ban hem cellat” deyi�ince derin bir gönül ta-n�m� verilmiyor mu?

Yahya Efendi’nin, “Neler çeker bu gönülsöylesem �ikâyet olur” dizesi ise günümüz�airini k�skand�racak bir duygu ve anlat�m ta-

zeli�i ta��m�yor mu?

* Divan �iiri adland�rmas�n�nCumhuriyet sonras�na ait ve Os-manl�’y� sözcük olarak bile unut-turmaya yönelik köklü bir kopu�ideolojisinin ürünü oldu�unu önesüren A. A. �entürk, bu sav�n saç-mal���n� görmek için Cumhuriyetdöneminde yaz�lm�� herhangi birtarih, toplumsal ara�t�rma ya daedebiyat kitab�na göz atsa bu bile

gerçe�i görmesine yetecekti.** �entürk, Divan �iiri’ni dinci - ahlakç�

bir yakla��mla yorumlama tutumunu öylesi-ne a��r� noktalara götürüyor ki, �smet ZekiEyubo�lu’nun elli y�l önce metinlere dayal�çözümlemelerini görmezden gelmekle kal-m�yor, okuru yanl�� yönlendiriyor. Divan �ii-ri’ndeki e�insel e�ilimlerin görünü�te oldu-�unu öne sürerken dokuz dereden su geti-riyor. Kitap boyunca süren bu tutuma en ti-pik örnek, Avnî’nin (Fatih Sultan Mehmet)gazelleri ve özellikle Veyis redifli olan ga-zelidir (s. 42):

Hüsn ile cânânlar içre cân-i cânândur Ve-yis

�erbet-i la’liyle dil derdine dermândur Ve-yis

(Veyis sevgililer içinde güzelli�i ile canla-r�n can�d�r. Veyis duda��n�n ilac� ile gönülderdine dermand�r.)

Divan Şiiri üstüne çeşitlemelerSEYY�T NEZ�R

[email protected]

Cöntürk’e göre, “Divan şiiri kapanmış bir Osmanlı kültürünün ürünüdür... Divan şiirini tutanların çoğu, o şiir rağbetten düştüğü için

üzülürken daha çok o şiiri besleyen İslâm / Osmanlı kültüründen kopukluğu için üzülüyor.” Cöntürk, bu belirlemesiyle, Cumhuriyet

ideolojisine A. A. Şentürk’ün getirdiği suçlamayı da yanıtlamış oluyor

16 MART 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP

CAFER YILDIRIM“Bir kitap okudum hayatım değişti.”

Bir roman kurgusu içinde söylenmiş bu sözün birşairimizin hayatında gerçek anlamına kavuştuğunukaç kişi bilir? Doğrusu ben de bilmiyordum. Size ta-rihin tozlu sayfalarına karışmış işte o hikayeyi anlata-cağım.

1936 yılında, Kara Harp Okulu öğrencisi bir gen-cin dolabı aranır. Gencin dolabında Maksim Gorkive Sabahattin Ali gibi yazarların kitaplarıyla birlikteNazım Hikmet’in “865 Satır”ı da bulunur. Arama ya-panlar muradına ermiştir. Ele geçirilen kitaplar Na-zım’ın Orduyu İsyana Teşvik Davası’yla Harp Okuluöğrencisi gencin ilişkilendirilmesi için yeterli olur. Bugenç daha sonra edebiyatımızda A. Kadir mahlasıylakendini gösterecek olan Abdülkadir Meriçboyu’ dur.Aynı operasyonda Abdülkadir ile birlikte yirmi bir ar-kadaşı daha tutuklanmıştır.

Şimdi bundan öncesine dönmek istiyorum. Ab-dülkadir aslında alaylı bir subayın çocuğu olarak dün-yaya gelmiştir. Varlığı Ekim Devrimi’ne düşmüştür.Ne güzel! Ne var ki Abdülkadir bir subay çocuğu ola-rak dünyaya gelmenin avantajını çok çabuk yitirir.Şans meleği onu çabucak terk etmiştir. Sekiz yaşındababasız, Kuleli Lisesi ikinci sınıfta ise annesiz kal-mıştır. Hayatına tesadüf eden olumluluklardan yega-nesi Ekim Devrimi’dir ve o ise kendisinden uzaktadır.Abdülkadir’in çocukluk yıllarında yanı başımızdakitopraklarda Sovyet Devrimi canhıraş ilerlerken Ha-lide Edip’in deyişiyle ülkemiz ateşle sınanmaktadır.Halkın payına en pespaye acıların düştüğü o günler-den Abdülkadir de hissesine düşeni alır: “Ben halkçocuğuyum. Babasız büyüdüm. Çocukluğum yoksullukve acılarla yoğruldu. Okul tatillerinde sepetçilik yaptım,kurabiye sattım. Karpuz sergilerinde çalıştım. Kendikitap defter paramı kendim kazandım hep. Mahalle-mizde oturan zengin çocuklarını da görürdüm. Bir kurufasülyeyi çoğu zaman bulamazdık.”

MAHKUM�YET�N TESELL�S�Abdülkadir Meriçboyu bu sözleri Nazım Hikmet da-

vasıyla ilgi olarak yargılandığı mahkemede söylemiştir.Bizim hakimlerimizin kalbi de taş değil ya! Bayağı birduygulanmışlar, hatta aralarında gözyaşını tutamayan-lar oluştur. O duygusal hava içinde karar vermek güç ol-duğundan mahkemeye bile ara verilmiştir. Yarım saatsonra ise mahkeme heyeti, Harp Okulu ikinci sınıf öğ-rencisi Abdülkadir Meriçboyu’nu beş yıl hapse mahkumetmek mecburiyetini aşamamış olarak salona dönecek-tir. Bu cezanın temyizden sonra miktarı azalmış, ceza onaya inmiştir.

Abdülkadir’in on aylık hapis cezasını Ankara’daNazım Hikmet’le birlikte tamamlamış olması yirmi ya-şında altüst olan hayatı açısından bir teselli olarak gö-rülebilir. Fakat hayattaki en güçlü dayanaklarını yitirmişbir genç için o günleri göğüslemenin o kadar kolay ol-madığı da bir gerçektir.

Hapis yata yata biter. Ne var ki artık ne askeri okulöğrencisi ne de eski Abdülkadir’dir. Hemen askere alı-nır. Askerliği boyunca il il dolaştırılır: Çorum, Diyarba-kır, Sapanca… Fakat artık hayatına şiir iyiden iyiyegirmiştir. Nazım’la geçirdiği günler ve bütün bu dolaş-malar esnasında yazdığı defter sayfaları gün gün çoğal-mıştır. Bir gün bir de bakar ki elinde bir kitaplık şiirvardır. Bu şiirlerin kimileri “Ses”, kimileri “Yeni Edebi-yat” dergilerinde yayımlanmıştır.İlk kitabının adını“Tebliğ” koyar.

Burada bir ekleme yapmak durumundayım. Abdül-kadir ilk şiirini annesini kaybettikten sonra (lise ikincisınıfta) ve annesinin ölümüyle ilgili olarak yazmıştır.Daha sonraki yıllarda da yazmayı sürdürmüştür. Bu ilkdönem şiirlerinde memleketçi şiirin temsilcilerindenFaruk Nafiz Çamlıbel ve öz şiirin ilk temcilcilerindenNecip Fazıl Kısakürek’in etki alanı içindedir. Nazım’ın

şiiriyle tanıştıktan sonra artık yeni, yepyeni bir mecra-nın yolcusu olur. Nazım onun hem hayatının hem desanat çizgisinin kökten değişmesine sebep olmuştur.Daha başka bir deyişle Abdülkadir doğup büyüdüğü oyoksul mahalleye, Eyüp’e Nazım’la birlikte geri dönm-üştür.

1941 yılında askerlik görevini tamamlamış ama ha-yatla ilgili bütün planlarından azade bırakılmış biri ola-rak gelmiştir İstanbul’a. Çeşitli gazetelerde düzeltmenlikyaparak hayatını kazanır. Bu arada Hukuk Fakültesi’neyazılır. Ayrıca “Yürüyüş” adlı toplumcu bir derginin çı-karılışı sürecinde yer alır. Dergide Nazım, İbrahim Sabriadını kullanmaktadır. Niyazi Akıncıoğlu, Cahit Saffet,Rıfat Ilgaz, Ömer Faruk Toprak ve Sait Faik dergide şi-irleri yayımlanan isimlerdir. A. Kadir’in “Tebliğ”indebulunan şiirlerin bir kısmı da bu dergide yayımlanmıştır.

BE� HECEC�LER�N HEDEF�NDEAbdülkadir artık A. Kadir olma aşamasına gelmiştir.

Gündelik bir keyif, sıradan bir merak ya da tutku ile baş-ladığı kitap okuma serüveni onu adım adım toplumcuşair kimliğine kavuşturmuştur.

A. Kadir’in ilk şiir kitabı olan “Tebliğ”in arka planıana çizgileriyle böyledir.

“Tebliğ”in yayımlanış tarihi 1943’tür. “Tebliğ”in çık-masıyla yasaklanması bir olur.

Beş Hececilerimizin iki siması Yusuf Ziya Ortaç veOrhan Seyfi Orhon “Çınaraltı” dergisinde hiç vakit kay-betmeden “Tebliğ” aleyhinde ihbar niteliğinde yazılaryazarlar. A. Kadir artık zaten rejimin sabıkalısıdır. Teb-liğ mi, al sana tebliğ denmiştir adeta. Şair tutuklanır,hücreye kapatılır. Bu arada “Tebliğ” toplatılır. A.Kadir’esürgünlük yolları yeniden görünmüştür. Kapatıldığı hüc-reden on yedi gün sonra çıkartılarak yollara düşürülür:Muğla, Balıkesir, Konya, Adana, Kırşehir….

Sürgünlüğün bir edebiyatçı için ne avantajlar içerdi-ğini Refik Halit Karay’dan biliyoruz. Refik Halit’i İttihatTerakki Sinop’a sürgün göndermeseydi eğer “Memle-ket Hikayeleri”nden yoksun kalacaktık.

Bu durum bir bakıma A.Kadir için de geçerlidir.Gitti ve Anadolu’yu tanıdı.

Zaten artık ideolojik olarak çilesiyle, teorisiyle hazır-

lık dönemini tamamlamıştır. Bu döneme ait şiir-lerini Ali Karasu adıyla da olsa yayımlar. O daartık hayatının altüst olmasına sebep olan ve ha-pishanede kendisine şiir dersleri veren adam gibikendi şiirlerini kendi adıyla yayımlayamayan birşairdir.

TOPLUMCU ���RDE B�REYA. Kadir çıktığı sürgünlükten doğup büyüdüğü

şehre ancak beş yıl sonra 1948 yılında dönebilir.“Tebliğ”den sonra yeni bir şiir kitabı yayımla-

ması için hayli uzun bir süre geçer. Bu durum bi-reysel üretimiyle ilgili olabileceği gibi rejimin onuhedef tahtasına yerleştirmesinin de bir sonucuolabilir.

A. Kadir’in üretim periyodu onun üretken birşair olmadığını göstermektedir:

İlk şiir kitabıyla ikincisi arasına tam on altı yılgirmiştir.Bu duruma işaret etmem hanesine birolumsuzluk olarak yazılmasına ima niteliğindedeğildir. A. Kadir’in dahil edildiği 40 Kuşağı diyeanılan şairler kuşağının genel özelliğidir bu.Enver Gökçe, Cahit Irgat, Ahmet Arif, MehmetKemal Niyazi Akıncıoğlu gibi şairlerle kıyasladı-ğımızda A. Kadir’in ortalamanın üstünde bir üre-time sahip olduğunu söyleyebiliriz. Öyleanlaşılıyor ki çeviri ve güncellemelere yönelmesişiir çalışmalarında aheste bir tutum içine girme-sine neden olmuştur. A. Kadir çevirileriyle de hiçeskimeyecek, üstelik tadını ilk ondan aldığımızeserlerle buluşturdu bizi.

Tam da burada İlhan Selçuk’un şairin ölü üze-rine yazdıklarından bir bölüm aktarmak isterim: “O günakşam haberlerinde TV’nin birkaç tümceyle olsunA.Kadir’in ölüm haberini Türk ulusuna duyurmasınıbekledim; ses çıkmadı. Gece haberlerinde de devletTRT’si yine bilinçli bir sessizlik içindeydi (…)

-Troya.Bizim yurdumuzun bir parçasıdır. Troya; ve Homeros

bu kentin çevresinde dönen bir savaşın destanını yazmışAnadolulu ozandır. Dünya klasikleri arasında geçen bubaşyapıtın 600 sayfalık Türkçe çevirisi, dilimizde bir gü-zellik anıtıdır. İlyada’nın kapağına baktığınızda iki adgörürüsünüz: Türkçesi: Azra Erhat- A. Kadir.”

27. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE... A. Kadir 1 Mart 1985 yılında, 68 yaşında “Mutlu

Olmak Varken” adı altında topladığı, hayatın hücrele-rinden damıtılmış şiirlerini ve onca dilden yaptığı çevi-rilerini bırakarak hayata gözlerini kapadı.

Bütün şiirlerini topladığı son kitabının adı, bana herzaman mevcut dünya düzenine bir eleştiri çağrışımıyapsa da kendi devrimci hayatına yönelik bir imayı daanımsatmıştır. Bu durum ona yakışır bir haldir. A.Kadirhiçbir zaman bağırıp çağıran biri olmamıştır. Toplumcugerçekçi şiirimizin “en efendi sesi” olmuştur. “ŞiirininTürkçesi orta bir şehirlinin konuştuğu dildir (DoğanHızlan).” O dille ve Behçet Necatigil’in deyişiyle “yenikhayatların acılığını yansıttı” bize. Yenik hayatların acılı-ğını yansıtırken de “gözü yaşlı ya da kükreyen bir tavırla”çıkmadı karşımıza. “İçten içe yürekten yüreğe yayılmakistenen bir duyguyu” o duygunun ruhuna uygun bir dilleiletmeye çabaladı. Sennur Sezer “Bence A.Kadir top-lumcu şiirimize bireyi getiren ozanlardandır” dedi, onuniçin. Hüseyin Ferhat ise “A.Kadir, şiirlerinde, özgül duy-gulanımlarla gerçekliği gösterir ve kanıtlar” belirleme-sinde bulundu. Paralel görüşlerdir ve tartışmaya açıktır.Tartışmaya açık olmayan ise Nazım Hikmet’in A.Kadiriçin söylediği ve bütün severlerinin hissiyatını ifade edensözlerdir: “A. Kadir’i pek severim. Yüreğimin başındaoturan insanlardan biridir. Ona ait bütün hatıralarım iyi,mert ve güzel…”

Biz de onu ölümünün yirmi yedinci yılında Nazım’ınona karşı beslediği aynı duygularla anıyoruz.

Yüreğimizin başında oturan şairTOPLUMCU GERÇEKÇ� ���R�N EFEND� SES�: A. KAD�R

TUNCA ARSLANIgnazio Silone’nin, yoksul bir İtalyanköyündeki yaşamı anlattığı ünlü romanı“Fontamara”da bir köylünün evreni ta-nımladığı bölüm unutulmazdır. Köylü,evrenin en yüksek katında tanrınınoturduğunu söyler. Onun altındakikatta, civardaki tüm toprakların ve in-sanların sahibi olan ağa gelmektedir.Ağanın bulunduğu katın altında, ağanınmuhafızları yer alır… Dördüncü basa-makta, ağanın muhafızlarının köpekleriyaşamaktadır… Sonra… “Sonra” derköylü, “hiçbir şey gelmez, boşluk var-dır”… “Sonra, gene boşluk vardır…En alt katta ise biz köylüler yer alırız.”

Carlo Levi’nin (1902-1975), “İsa BuKöye Uğramadı” adlı romanı da “Fon-tamara”ya çok benzeyen bir İtalyan kö-yünde, Eboli’de geçer. Köylüler deneredeyse aynıdır. Yazar, doktor, res-sam ve bir siyasi eylemci olan Levi, ül-kesinin az gelişmişlik sorununa sonderece yalın bir dille çarpıcı biçimde elattığı “İsa Bu Köye Uğramadı”da, pey-gamberin bile uğramaya gerek duyma-dığı bir dağ köyünde, Mussolini faşizmidöneminde yaşananları anlatır. Romalısosyal-demokrat bir doktor, anti-faşistgörüşleri nedeniyle bu köye sürgün edi-lir. Köyde, birbirleriyle ve köylülerle gö-rüşmeleri yasaklanmış iki de komünistsürgün vardır. Hemen belirtelim, romanotobiyografik özellikler gösterir; Levi,politik nedenlerle Güney İtalya’daki Lu-cania bölgesinde bulunan Eboli’de birsürgün olarak üç yıl geçirmiştir.

Kahramanımız, bu uzak güney kö-yünde, kentlere özgü tüm yaşam ve dü-şünce öğelerinin dışında bir süreçlekarşılaşır. Doktor, yerleştiği evden baş-layarak köy sakinlerini tanımaya, insan-cıl ilişkiler kurmaya çalışır. Mesleğinedeniyle köylüle-rin ondan yardımistemeye başla-ması da işini ko-laylaştırır. Amageleneksel hurafe-leri terk etme-mekte kararlıyoksul köylüler,ona da çevredekifaşistlere de bellibir mesafedenfazla yaklaşmazlar.Zaman geçtikçedoktor bu ilkel vetecrit edilmişköyün gerçekliğin-den, köylüler dedoktorun ilericili-ğinden etkilen-meye başlar.Doktorun etkilendiği bir diğer şey ise,her gün sırayla köy meydanına bir tabakyemek bırakıp yoldaşına uzaktan sesle-nerek haber veren komünist sürgün-lerde gördüğü sabır, disiplin ve azimdir.

“Biz Hıristiyan değiliz… İsa buköye uğramadı!” diyen köylüleri, “Hı-

ristiyan onların dilinde insan demek-tir” diyerek tanımlayan Carlo Le-vi’nin bu son derece alçakgönüllüama muazzam bir etkileyiciliğe sahipromanı, 1961’de Sabahattin Eyüboğluçevirisiyle Remzi Kitabevi tarafından205 sayfa olarak okurlarımıza sunul-muş.

İtalyan sinemasının büyük ustala-rından, “Ben filmlerimde her şeydençok ülkemi anlamaya ve onun öykü-sünü anlatmaya çalıştım” diyen Mark-sist sinemacı Francesco Rosi’nin eliyle1979’da “İsa Eboli’de Durdu” adıylabeyazperdeye aktarılan roman, sinematarihindeki en başarılı uyarlamalardanbiri olarak bulur karşılığını. “SalvatoreGiuliano” (1961), “Kentin ÜzerindekiEller” (1963), “Mattei Olayı” (1971),“Lucky Luciano” (1973), “MuhteşemCesetler” (1975), “Carmen” (1984),“Kırmızı Pazartesi” (1987), “Ateşkes”

(1997) gibi kla-sikleşmiş filmle-riyle tanınanRosi, filmografi-sindeki zirvenoktalardan bi-rine ulaşmıştır,Carlo Levi’ninromanından ha-reketle. GianMaria Volonte,Paolo Bonacelli,Lea Massari,Irene Papas,François Simongibi güçlü oyun-culardan oluşankadro, Piero Pic-cioni’nin dinginmüziği, Pasqua-lino De Santis’ingörüntü çalışma-

sıyla da kalplerimizde ve zihnimizdederin izler bırakan “İsa Eboli’deDurdu”, çorak topraklardaki hareket-siz gücü, Gramsci’nin çalışmalarınaparalel bir bakış açısıyla ve şairane an-latımla gözler önüne sermektedir.

Peybamberin bileuğramadığı İtalyan

köyü

Aydınlık KİTAP

BİR KİTAP BİR FİLM

16 MART 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Arthur Schopenhauer, Say Yay�nlar�,

Çev. Ahmet Aydo�an, 128 s.

Ölüm hayatın neresinde? Hayat ölü-mün neresinde?

Ölümü hayatın göbeğinden sürüpçıkarmanın ve başımızdan savuştur-manın en sofistike yollarını keşfetmekbize ve yaşadığımız dünyaya neye ma-loldu? Yaşadığımız hayatı kendi elleri-mizle cehenneme çevirdiğimizi artıken ayak direyiciler bile itiraf ederler-ken, bu cehennemde ölümü hayatıniçinde tuttuğu yerden ve o yere bağlıolarak haiz olduğu ağırlıktan etmeninfaturasını görmekte hâlâ ayak direye-cek miyiz? O halde ölümü yaptığımızhesaplarda sürekli göz önünde bulun-durmanın verimli yolu hangisidir?Kendi ölümümüzü büyük ve önemlibir hadiseye nasıl çevirebiliriz? Bir sonolarak değil, hayatın kurucu oluştu-rucu bir parçası olarak ölüme dair canlıbir kavrayışa nasıl sahip olabiliriz?...

Alman filozof Schopenhauer’in ça-lışması bu soruları irdeliyor.

Ölümün Anlamı

Hüseyin K�yar, �leti�im Yay�nlar�, 139 s.

Hisar’dan Ahmet, bir acayip adam.Bir baba adam, bir çocuk adam... Saf-lık yastığına yatmış, hinliği yorgan gibisarınmış... Aksiliği yalandan, heyhey-lenmesi yalandan - ve çok sahici biradam. Hisar’dan Ahmet, kelebektenbir hikâye. Eskiyip cızırdayan bir plakgibi bize Ahmet’i anlatıyor... Destur-suz bağa giren amca, telvesi faldök-meyen kahve, dervişin yevmiyesi,Ankara fıkrası, “ya yeter gözünü seve-yim” misali dirliği için yavuz olan gam-sızın türküsü, hayal mızrağı, resimsibir mahalle, tuvalden evler, yana yat-mış binalar, ucuz şaraplar, yerdeki kelhalılar, yıkılmış seneler, menekşelisaksılar, yenilginin neşesi, esneyendevlet dairesi, mübalağa ve matrağındüzmece hıçkırığı...Hüseyin Kıyar’ınbu ilk romanı edebiyat dünyanıza yenibir ses katıyor.

Hisar’dan Ahmet

Celal �lhan, Kanguru Yay�nlar�, 112 s.

Celal İlhan’ın anlatısından bir bölüm:“Deyişler- lerde, sohbetlerde sevgiyle,muhabbetle söz edilirdi onlardan.Dertli öter, dertleri deşerlerdi. Gur-betteki sevgililere selam göndermek,gurbete çıkanlara yol arkadaşlığıetmek için yardım umulurdu onlar-dan. Bir dilekten çok yalvarma gibi ge-lirdi bana ‘Eğlen turnam eğlenberaber gidek’, seslenişi.

Bizim oralarda turna kuşuyla gözgöze gelen ilk çocuktum belki de. Bel-kisi yok, kesindi bu. Arkadaşlarıma ohikâyeyi yüzüncü kez anlatırken duy-duğum gurur ve mutluluk doyum-suzdu. Eğer turnam kanatlanıphavalansa, gökyüzünde bulutlara ka-rışsaydı, gördüklerime kimseyi inandı-ramaz, yalancının biri olarakdamgalanabilirdim.”

Dili Yüreğinde

Bu kitabı okumaya normal birkitap gibi birinci sayfadan başla-yın. İlk bölümün sonunda, önünü-zebir yol ayrımı çıkacak.Kararınızı verin ve ilgili bölümegidin. Her bölümün sonunda se-çimlerinizle kaderinizi kontrol et-meye devam edeceksiniz. Kitabıokurken bazen hiç beklemediğinizbir yere ulaşacak, bazen de kendi-nizi daha önce olduğunuz yerdebulacaksınız. Hayatın size nelerhazırladığını asla bilemezsiniz.Ama şunu biliyorsunuz, iyiliklerher zaman ödüllendirilmiyor vebazen hatalı kararlar, şahane olay-ların başlangıcı olabiliyor. Heryolculuğun sonunda başa dönüptekrar başlayın, unutmayın, her-kes ikinci bir şansı hak eder.

Şahane Hatalar 2

Annie Thebaud-Mony, Ayr�nt� Yay�nlar�,

Çev. Ay�e Güren, 288 s.

Bu kitap, sanayi ve hizmet sektörleri-nin farklı iş kollarından toplanan çoksayıda tanıklığa ve amyantın aydınlatıcıörneğine dayanarak kamu sağlığının"kör nokta"sına ışık tutuyor: Çalışanla-rın hayatına, sağlığına ve onuruna yö-nelen saldırıları görünür kılıyor.Kendine Ceza Muhakemeleri UsulüKanunu'nu referans alan yazar, insanöldürme, başkasını tehlikeye atma,onura saldırı ya da tehlikedeki insanayardım etmeme suçlarında, sorumlula-rın nasıl bütünüyle cezasız bırakıldığınıgösteriyor. Ayrıca, etki altındaki bilim-sel araştırmaların tehlikeli sonuçlarınadikkat çekiyor. Bireysel ve kolektif di-renişe ve yurttaşları tetikte olmaya ça-ğıran sağduyulu bir kitap.

Çalışmak SağlığaZararlıdır

Ayd�n Boysan Burak Boysan,

Do�an Kitap, 220 s.

Narlıkapı Çıkmazı’nda geçen bir ço-cukluk... Tiyatroya giriş parası kazan-mak için Tahtakale’den alınıpmahallede satılan zıpzıplar... Denizhenüz İstanbul’dan “kaçırılmadan”önce mavinin tüm nimetlerinden fay-dalanan, denizle kucak kucağa yaşa-mayı bilen insanlar... At kuyruğundanolta, lakerda, torik, tuluat...

Aydın Boysan 90. yaşını bir İstanbulgüzellemesiyle kutluyor. Bu kutlamayıkendisi gibi mimar ve İstanbul merak-lısı oğlu Burak Boysan’ın “Bu İstanbulo İstanbul” çözümlemesi gerçekleştiri-yor. Burak Boysan, hektar, asfalt, Men-deres imarları derken bir taraftan dasizi gülümsetmeyi ihmal etmeyen, İs-tanbul’un öncesi-sonrası tahliliylebugün içinde yaşadığımız şehrin ışık hı-zıyla geçirdiği değişimi anlatıyor.

Kitap, Besim Dalgıç’ın hazırladığı,“Nereye gitti yaşadığım İstanbul?”DVD’si ile birlikte okurlarla buluşuyor.

İki Nesil Bir Şehir

Mihail Bulgakov, Everest Yay�nlar�,

Çev. Özdemir �nce, 225 s.

Ebeyle konuşurken, “Hiçbir kadınyüzyıllar boyunca bir benzerini dün-yaya getiremeyecek” diyor

“Molière Efendi”nin anlatıcısı,“düşünün ki, üç yüz yıl sonra, uzak birülkede, Bay Poquelin’in oğlunu elleri-nizde tuttuğunuz için anımsayacağımsizi.”

20. yüzyılın en büyük Rus yazarla-rından Mihail Bulgakov, 17. yüzyılınen büyük Fransız oyun yazarı Moliè-re’i, deneysel bir biyografi olarak nite-lendirilebilecek bu kitaplaonurlandırırken ayrıntı atlamıyor. Asıladı Jean-Baptiste Poquelin olan Mo-lière’in tiyatroya adanmış zorluklarladolu hayatını, ona duyduğu yakınlığında etkisiyle, büyük bir sıcaklıkla akta-rıyor Bulgakov. Böylece, aralarındakiyüzyıllara rağmen, kelimeler saye-sinde buluşuyor iki yazar. Bu buluşma,şair Özdemir İnce’nin Türkçesiyledaha da zenginleşiyor.

Moliere Efendi

Behçet Çelik’in yeni romanı“Soluk Bir An”, yazarın öncekikitaplarından izler taşıyor; bire-yin yalnızlığı, dış dünya ile za-manın insanın üzerinde yarattığıbaskı, iletişimsizlik ve hiç din-meyen boşunalık duygusuyla içiçe geçmiş, her durumda kendi-sine bir yol çizebilen yaşama is-teği... “Soluk Bir An”, sıradan,açık ve anlaşılır görünen hayat-larımızın gerçekte nasıl bir içkarmaşa taşıdığını anlatıyor.

Romanda, herkesin yürüdüğüyoldan yürümenin daha sorun-suz ve kolay olacağı umuduylahayati konulardaki seçimleriniyapmış olan Taner’in, hiç bekle-mediği bir anda, ummadığı birsolukla altüst olan dünyasını ta-nıyoruz. Behçet Çelik, Taner’inhikâyesinden yola çıkarak zama-nın ve aşkın uğultusuna kulakkabartıyor.

Soluk Bir An

Behçet Çelik, Can Yay�nlar�, 220 s.

Heather McElhatton,April Yay�nc�l�k, Çev. DilekBerilgen Cenkciler, 632 s.

16 MART 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

İslam AlemindeMasonluk

Erwin Piscator, Agora Kitapl���,

Çev. Mustafa Ünlü/SuaviGüney, 336 s.

"Politik Tiyatro", sınıfsız bir top-luma ulaşmak için savaşan ve busavaşta tiyatro sanatını kullananadam, Erwin Piscator ve onunyaratıcısı olduğu epik tiyatroyu,oyunlarıyla, dekorlarıyla, döne-min politik koşullarıyla anlatan,modern tiyatronun en önemlibelgelerinden biri.

Kitap, Piscator'un kendi haya-tını, tiyatrodaki gelişimini, sergi-lediği oyunlarla politiktiyatronun temellerini ortaya ko-yuşunu ve Almanya'nın çalkantılısiyasal tarihi içinde, faşizme karşımücadeleyle birlikte hangi en-gellerle karşılaşıp, onları nasıl aş-maya çalıştığını gösterir.

Politik Tiyatro

Marksist filozof Hans Heinz Holz,“Frankfurt Okulu Eleştirisi"nde, "saltteorik" olmayı hedefleyen, tarihsel ey-lemi görmeyen ve çalışmalarını "felsefe-nin gerçekleşmesi alanına” uzak tutanbir felsefeyi eleştirisinin hedefine koyu-yor. Horkheimer, Adorno, Lowenthal,Pollock gibi isimlerle anılan FrankfurtOkulu'nu karakterize eden, bir dogmayadönüştüğünü ileri sürdükleri Marksizmifelsefi-teorik bir zemin üzerinde yenidenkurma iddiasıdır. Pozitivizmle Mark-sizmi eşitleyen görüşün, günümüz Post-modern düşüncesinin tezlerinin temeltaşları Frankfurt Okulu tarafından dö-şenmiştir. Holz'un eleştirileri, yıllar ön-cesinde doğmuş ve bitmiş bir akımüzerine değil, bugün, etkisini sürdürenanti-Marksist bir akım üzerinedir.

Frankfurt OkuluEleştirisi

David Harvey, Sel Yay�nc�l�k,

Çev. Berna K�l�nçer, 480 s.

Göç, banliyöleşme, temaşa, alış-veriş, mutenalaştırma... Bari-katlarla olduğu kadarspekülasyon ve kiralarla daikiye bölünen bir kent. Hauss-mann’ın yeni Paris’i İkinci İm-paratorluğun gösteri salonumudur yoksa piyasanın fuhuşmerkezi mi? Harvey’in her yö-nüyle gözler önüne serdiği Pa-ris’in öyküsü, aynı zamandaiçinde yaşadığımız kentlerin öy-küsüne, örneğin İstanbul’un ‘80sonrası dönüşümüne dair çar-pıcı ve net bir fotoğraf koyuyor.Kenti; modern toplumun, haya-tın ve bireyin politik bedeninimasaya yatırıyor.

Paris, ModerniteninBaşkenti

Per Petterson, Metis Yay�nlar�,

Çev. Asl� Biçen, 184 s.

Hayatta aradığını bulamamış veya bul-duğunu kaybetmiş, hep tereddüt eden,hep bocalayan bir adamın, Arvid Jan-sen'in hikâyesini kendi anlatımındanöğreniyoruz bu romanda. Arvid geç-mişi parça parça hatırlarken, hayatıyavaş yavaş belirginleşiyor: İhtiyaçduyduğu sevgiden mahrum kaldığı ço-cukluğu, üniversiteyi bırakıp bir fabri-kada işçi olarak çalıştığı ve hep aradığısığınağı aşkta bulduğu gençliği, boşan-manın eşiğinde olduğu ve annesininmide kanserine yakalandığını öğren-diği buhranlı yetişkinlik yılları. Arvid'inhikâyesi, duyguların bastırıldığı ve iliş-kilerin mesafeli olduğu bir ortamdaiçindeki yoğun duyguları ifade etmeye,mesafeleri aşmaya çalışan bir adamınyaşadığı hüsranın hikâyesi.

Lanet OlsunZaman Nehrine

“Hayata Uyanış”, Leylâ’nınöyküsüdür. Leylâ, medya dün-yasının ünlü simalarından bi-ridir. Ve günün birindeyaşadığı peri masalı yıkılıverir.Çok kısa süren bir evlilik, te-petaklak olan bir iş hayatı,boşlukta geçen aylar, umut-suzluk…Ve Leylâ bütün bunları aş-ması için verilen ipuçlarınınpeşine düşer. Bu ipuçlarınınizinde özbenliğine dokunabi-lecek midir? Kalbe doğru yol-culuk mümkün müdür?Varoluştan öte bir mutlulukvar mıdır? Gerçek anlamdaözgürlük nedir? Arzu Zengin,Leylâ’nın öyküsünde bu soru-lara da yanıt arıyor.

Hayata Uyanış

Susan Hill, Yap� Kredi Yay�nlar�,

Çev. Erhun Yücesoy, 144 s.

İngiliz polisiye yazarı Susan Hill’inkitabı “Siyahlı Kadın”, ArthurKipps’in genç bir avukatken başınagelenleri anlatıyor.

Noel arifesi gecesiydi. ArthurKipps ve ailesi, şömine ateşinin ba-şında toplanmış, hayalet hikâyelerianlatarak eğleniyorlardı. Bu eski ge-leneği canlandırmak için ısrar edençocukların, Arthur’un herkesten giz-lediği trajik bir hikâyesi olduğundanhaberleri yoktu. “Genç bir avukat-ken iş için İngiltere’nin ücra bir kö-şesine gönderilen Arthur Kipps,ıssız bataklıklar ortasındaki karanlıkEel Marsh Evi’nde geçirdiği kor-kunç günleri şimdiye dek kimseyeanlatmadı. Anlatmak bir yana, yaşa-dıklarını anımsamak bile iste-mezdi…”

“Siyahlı Kadın”, Gotik edebiya-tın ölümsüzlüğüne şahitlik eden birhayalet hikâyesi.

Siyahlı Kadın

“Yabancıya Toprak Satışı”, “Cum-huriyet Toprakları ve Küreselİşgal”, “Anahtar Teslimi Türkiye”,“Yeni Cumhuriyet’in Altı Oku”gibi yapıtlarıyla Türkiye’ninmaden, vakıflar, petrol, endüstribölgeleri, serbest bölgeler, yabancısermaye, doğrudan yabancı ser-maye, kıyı, turizmi teşvik, bankalar,yabancılara gayrimenkul satışı ya-salarıyla teker teker elden çıkarı-lan kamu varlıklarının bireryabancılaştırmaya dönüşen özel-leştirmelerle geldiği noktayı anla-tarak yaşananları aydınlatan

Orhan Özkaya, elinizdeki yapı-tında emperyalizmin dünya politi-kalarına yöneliyor. Özkaya,yaşanan antiemperyalist savaşımıdüya coğrafyasında gezinerek özet-liyor.

Küreselleşme veUlusal Devletler

Arzu Zengin, Remzi Kitabevi,

255 s.Orhan Kolo�lu, K�rm�z� Kedi Yay�nevi, 296 s.

Masonluk, yaşadığımız coğrafyada yıl-lardır tartışılan bir kurum. TarihçiOrhan Koloğlu’nun hazırladığı buyeni eser, masonluğu ve tarihimizisaran sis perdesini aralıyor.

Amerikan ve Fransız devrimlerimasonların eseri mi?

Masonluğun gerek bizim tarihi-mizde gerekse diğer İslam ülkelerinintarihlerindeki yeri nedir?

İslamcılar arasındaki ünlü mason-lar kimlerdir?

II. Abdülhamid’in ve MustafaKemal Atatürk’ün masonluk hakkın-daki düşünceleri neydi?

1908 Devrimi’nde, Cumhuriyet’inkuruluşunda ve diğer büyük toplum-sal olaylarda masonluk nasıl bir rol oy-nadı?

Koloğlu, “İslam Âleminde Mason-luk” başlıklı çalışmasıyla bu sorularanesnel yanıtlar veriyor.

Hans Heinz Holz, EvrenselBas�m Yay�n, Çev. Mehmet

Çanl�/Olcay Geridönmez, 144 s.

Orhan Özkaya, Asya �afak Yay�nlar�,

240 s.

İREM HALIÇMimar, yazar ve karikatürist Behiç

Ak’ın çocuklara armağan ettiği şa-hane kitaplardan biri: “Güneşi BileTamir Eden Adam”. Kitapları İngi-lizce, Almanca, Rusça gibi birçok dil-lere çevrilen, karikatürleriAvrupa’da sergile-nen, Japonya’da ya-yımlanan çizgi romanve çocuk kitaplarıylaJapon çocukların kal-bine kadar ulaşabilen,“Kedilerin KaybolmaMevsimi”, “Akvar-yumdaki Tiyatro”,“Galata’nın TembelMartısı” gibi kitapla-rıyla bizi gülümsetenBehiç Ak, şimdi de tü-ketim çılgınlığını paylaş-mış çocuk okurlarıyla.Kendi çizimlerini de ek-lemiş, kırmızı yanaklı in-sanlarıyla kitaba cankatmış. Cümleleri oku-mayı yeni söken çocuklariçin yazmış, öykü ve çizimlerse hepi-miz için.

Kitabı okurken sürekli BehiçAk’la diyalog halinde oluyor çocuk-larınız. Çocuk okurunu yalnız bırak-mamak için cümle aralarındadevamlı okuruna sesleniyor ve ço-cuğunuzu da kitabın bir par-çası haline getiriyor.Behiç Ak’ın tümçocuk kitapları aynınitelikte. Kitaptakibiyografisinde“Kedilere düş-künlüğüyle tanı-nan sanatçının,İstanbul Kuledi-bi’ndeki atölye-siyle Moda’dakievi arasında gidipgelirken, vapurlardayeni yeni kitaplar dü-şündüğü” çocuklaramüjdelenmiş. Behiç Akyazdıkça çocuklarınız okusun.

Bir adada geçiyor hikayemiz. Buadada ciğerci Muammer Bey yaşıyor,inatçı, alıngan, kıskanç ve iddiacı.Kendisine hiç benzemeyen melek gibibir kardeşi var: Tamirci Kadir Bey, iyihuylu, hoşgörülü, alçakgönüllü. KadirBey her şeyi tamir ediyor, sadece eş-yaları değil insan ilişkilerini de: “Pa-niğe kapılmayın, ilişkiniz birazpaslanmış; biraz pas sökücü sizi mutluedecektir. Küçük bir lokantada bir-likte yenen güzel bir yemek, birkaçsevgi sözcüğü…” Çocuklar KadirBey’i çok seviyorlar, zaten böyle biradamı kim sevmez ki demeyin. Ada-nın beyaz eşya satıcısı, nalburu ve mo-bilyacısı ondan çok şikayetçi. Kadir

Bey’in tüm bozulan eşyaların üstesin-den gelebilmesi onların iş yapmasınıengelliyormuş. Ada sakinleri de so-murtuyorlar, Kadir Bey eşyalarınıtamir ettikçe, yeni şeyler alamıyorlar-mış. Kadir Bey öyle yetenekli ki nere-

deyse tepemizdekigüneşi bile tamiredecek. MuammerBey de nedeninikendi bile bilmedenküsmüş kardeşine,ama Kadir Bey’inhaberi bile yok.Yıllardır aynı eşya-ları kullanan adasakinleri artık buişe bir çare bul-mak istiyorlar. Ni-yetleri KadirBey’i adadanuzaklaştırıp deligibi alışveriş yap-mak.

Çocuklar buişe karşı, hiçbir

anısı olmayan eşyaları, üstünde şiir ya-zılmayan masaları, matematik profe-sörleri taşımayan koltukları istemiyoronlar: “Hikayesi olmayan hiçbir şeyinhafızası da olmaz”, “Nüfus kağıdı ol-mayan eşya istemiyoruz” diyorlar. Yenieşyalar eskilerinden daha kaliteli değil-ler, buna rağmen pahalılar. Çocukların

deyimiyle: “Cahil ve aptallar”,“pırıltılı ve çürükler”. Peki

bu durumda ada sakin-leri ne yapacak? Mo-

dern sandıklarıkalitesiz ve pahalıeşyaları alıp evle-rini yenileyecek-ler mi?Gerçekten ken-dimizi yenilen-miş hissetmek

için eşyalarımızıyenilememiz gere-

kir mi? Yoksa öncekendimizi yenileme-

miz her şeyin çözümüolabilir mi? Bu soruların ce-

vabını adanın kedisi Mestan’dan öğre-neceksiniz. Bu arada Muammer Beyde kardeşiyle barışmaya niyetlenmişama Kadir Bey’in küs olduklarındanhala haberi yok!

Okumayı yeni öğrenen çocukları-nıza toplum değerlerimiz, geçmişesaygı, üretim, tüketim, verimlilik, sağ-lık ve çevre konularında birçok ipucuveren, aynı zamanda eğlenceli vakitgeçirmelerini sağlayacak çok değerlibir kitap. İyi okumalar diliyorum…

(Güneşi Bile Tamir Eden AdamYazan ve resimleyen: Behiç Ak

Günışığı Kitaplığı, 67 s. 5-8 yaş, öykü kitabı)

GÜNEŞİ BİLETAMİR EDEN

ADAM

Gerçektenkendimiziyenilenmi�

hissetmek içine�yalar�m�z�

yenilememiz gerekir mi?Yoksa önce kendimizi

yenilememiz her �eyin çözümü

olabilir mi?

Bülent Habora Yar Yayınları’ndan çı-kardığı “Yeryüzü Masalları” kitabındaçeşitli ülkelerin geleneksel halk masalla-rını yazmış. Yazarın aynı yayınevindençıkan kitapları “Başmusahip SokağıAnıları”, “Uzunburun Dramı”, “Dün-den Sonra Yarından Önce”, “Ben Dün-yayım”, “İzmir’de Bir İstanbullu”,“Yeşilköy Anıları” ve “Recep Çelebi Se-yahatnamesi” çok beğenilmiş ve BülentHabora Türk ya-zarlar arasındahak ettiği yeri al-mıştır. Bu kitabında tamon altı ülkedenmasallar sunmuşçocuklara: Viet-nam, Burma, Ar-navutluk, Afrika,Arabistan, Hindis-tan, İran, Endo-nezya, Kore,

Moğolistan, Polonya, Macaristan, Yugos-lavya, Hırvatistan, Eskimo ve Küba Masal-ları. Açıkçası en beğendiğim ve güldüğümMoğolistan’ın Papaz ile Marangoz Masa-lıydı. Hepsinden farklı dersler çıkarabile-ceğimiz, kimi üzücü kimi komik masallarbunlar. Hırsın, tembelliğin, kibrin, yoksulzengin ayrımının, yalancılığın ne kadaryanlış olduğunu, kimi zaman insanlarınkimi zaman hayvanların yaşadığı ilginç

olaylar üzerinden, akıcıdiyaloglar ve ince espri-lerle donatarak yazmışBülent Habora. Zatenmasallar da halklarıngeleneklerini, yaşamla-rını yansıttığı kadarince zekalarını da yan-sıtır. Çocuklarınızın bueğlenceli masalları be-ğenerek okuyacağınaeminim.

(İ. H)

BÜLENTHABORA

Yar Yay�nlar�, 121 s. (3-8 ya�)

Çocuk ve gençlik edebiyatına arma-ğan ettiği sayısız yapıtla çocuklarınkalbinde taht kuran, bol ödüllü yazarMavisel Yener’den, benzersiz bir şiirkitabı: “Şiir Saldım Gökyüzüne” “Ya-ratıcı Okuma Projesi” kapsamındahazırlanan “Şiir Saldım Gökyüzüne”,“maviliklerle bezeli” sıra dışı bir şiirdeneyimi sunuyor okurlarına. MaviselYener’in içtenlikli kaleminden süzü-len şiirler, Deniz Üçbaşaran’ın özgünçizimleriyle buluşarak keyifli bir şiiroyununa dönüşüyor ve tüm çocuklarışiir yazmaya davet ediyor. Heyecanverici bu yolculukta hayal gücünüzünsınırlarını zorlamaya ve eleştiri göz-lüklerinizi çıkarmamaya gayret edin.

Şiir SaldımGökyüzüne

MAV�SEL YENER, Tudem Yay�nlar�, 112 s. (8-12 ya�)

İngiliz yazar Laura S. Matthews’un,insanoğlunun yarattığı en büyük fe-laket olan savaşı, küçük bir çocuğungözüyle yansıttığı romanı İngil-tere’de Fidler Ödülü’ne layık görü-lürken, ABD’de de AmerikanKütüphaneler Birliği’nin (ALA)“Dikkate Değer Çocuk Kitabı” ödü-lünü kazandı. Çocuğun, yaşatmayaçalıştığı minik balıkla umuda yaptığıyolculuğu sımsıcak bir dille anlatankitap, dünyayı karartan en acımasızgerçeklerden biri olan savaşa çocuk-ların yalın algılama gücüyle yaklaşı-yor.

Balık

LAURA S. MATTHEWS, Gün����� Kitapl���, Çev: MineKazmao�lu, 176 s. (8-12 ya�)

YERYÜZÜ MASALLARIFARKLI KÜLTÜRLERDEN GELENEKSEL MASALLAR

16 MART 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

16 MART 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

Herhangi bir futbol maçını, özellikle de dünyakupası maçlarını kim anlatsın diye bir anket ya-pılsa, Halit Kıvanç adı büyük farkla ilk sırayayerleşir eminiz ki... Okurlar, 2000’li yıllarda“Futbol! Bir Aşk...” (İletişim Yay.), “KupalarınKupası Dünya Kupası” (İş Kültür Yay.), “BirKoltukta Kaç Karpuz” (İş Kültür), “Telesafir”(Remzi), “Hadi Anlat Bakalım” (Yorum Yay.)gibi kitaplar aracılığıyla uzun yıllardır mikro-fon ve ekranlardan uzak duran Kıvanç’a yöne-lik özlemlerini gidermeye çalıştılar.Beyoğlu’nda bir sahafın en üst raflarında rast-ladığımız “Gool Diye Diye” ise bazıları sonra-dan yayımlanan kitaplara da alınan tadınadoyulmaz futbol anılarını bir araya getiren,1983 tarihli bir çalışma. Çok da başarılı oldu-ğunu söyleyemeyeceğimiz kapak tasarımı, HalitKıvanç’ın oğlu Ümit Kıvanç tarafından yapılan“Gool Diye Diye”, 1934 yılının 20 Tem-muz’unda Kadıköy’deki Fenerbahçe Sta-dı’ndan naklen yapılan ilk radyo yayınındanbaşlayarak, 22 Haziran 1983’te Ankara 19Mayıs Stadyumu’ndaki Fenerbahçe-Trabzons-

por maçındaki son anlatıma kadar, “Türkiyemikrofon tarihi”nden de çok ilginç kesitlersunan bir kitap. Hemen belirtelim, yüzde 100’üfutbol anlatımlarına dayanan bir toplam değilelimizdeki. Kıvanç, ara sıra güreş minderlerineve diğer spor branşlarına da uğruyor.

“Türkiye’de kimse onun kadar, tüm mikro-fonları çeyrek asır ‘Kıvanç Marka’ yapmadı, ya-pamadı” diyen İslam Çupi; “Halit Kıvanç’ı1953’te tanıdım. ‘Eğri oturup doğru yazma’ an-layışını spora getiren adamdı. Futbol topunaheyecan ve ses getiren adamdı” diyen Abdül-kadir Yücelman; “Halit Kıvanç’ın yakın çevre-sinin bildiği en belirgin özelliği, hassaslığıdır.Ay-yıldızlı forma ya da mayoların başarısındaağlar. Başarısızlığında ise daha çok ağlar. Fakirfukaraya ağlar, sorunlara ağlar” diyen MetinOktay... Dostları kadar, Kıvanç’ın da kendisinibüyük bir açık sözlülükle anlattığı “Gool DiyeDiye”, içerdiği fotoğraflarla da benzersizlik ka-zanan bir belgesel niteliğinde.

ANADOLU’DAN KİTABEVİ

İzmir Karşıyaka’nın çarşısında, Tiyatro Sokağı’ndabulunan Pan kitabevi İzmirlilerin vazgeçilmez adresi.

İstanbul dışındaki illerde sıkça yaşanan zaman so-runu Pan Kitabevi için bir sorun olmaktan çıkmış.Yeni çıkanlar hemen hemen İstanbul’la eşzamanlıolarak Pan Kitabevi’nin raflarında yerini buluyor.

Kitap başta olmak üzere; CD ve dergi satışı yapı-lan bu kitabevinde piyasada bulunmayan ilginç fan-zinlere de ulaşmak mümkün. Aynı zamanda yabancı

günlük gazetelerin de satışı yapılmakta. Özellikle fan-tezi/ bilim kurgu alanında iddialı olan Pan Kitabevimüşterilerine göre burası, çeşitliliğin en fazla olduğukitap mekanlarından biri. Kitabevini müşteriler açı-sından cazip kılan bir diğer unsur da oturma düzenisayesinde kitapları satın almadan inceleme imkanınıntanınması. Kitapseverler burada istedikleri gibizaman geçirebiliyorlar. İzmir’in bu gözde kitabevininsloganı ise “kitap panzehirdir.”

Pan Kitabevi/ �zmir “Kitap panzehirdir”

“Gool Diye Diye” Halit Kıvanç

Soldan sağa1. Resimdeki yazar - Akümülatör (k�sa)2. Otlar - Helyum’un simgesi - Baryum’un simgesi - Ayn�

ya�ta olanlar, ya��t3. Bir gayret ünlemi - Bir dilek �art eki - �ki parçal� kad�n

mayosu - �lgi eki4. Beyazla biraz k�rm�z�n�n kar���m�ndan olu�an bir renk -

Herhangi bir �eye göre daha ötede olan yer5. Da� keçisi - Yerine kullanma - �ki yan� a�açl�, do�rusal,

geni� yaya caddesi6. Mikroptan ar�nd�rma, sterilize etme - �amand�ralarda,

r�ht�mlarda halat ba�lamaya yarayan, sa�lam mapalarageçirilmi� demir halka - Büyük yolcu istasyonu

7. �ikar - Kabe’deki üç puttan biri - Resimdeki yazar�n bir roman�8. Dar ve hafif, düz dipli bir yar�� teknesi türü - Bir nota - Cet

- E�ek sesi9. Bir �eyin özünü meydana getiren en önemli madde,

ferment - Aras�na ya� sürülerek ve peynir, vb. kat�kkonularak özel makinesiyle k�zart�lm�� ekmek dilimi

10. Bir nota - Parlak, saydam k�rm�z� renkte de�erli bir ta� -Bir binek hayvan� -Akci�er

11. Ölüm zaman� - Devrinin sanat anlay��� içerisinde güzel bir esermeydana getirmek - Ortasulardaki küçük kabuklular�n yo�unhayvan planktonlar�yla olu�turdu�u popülasyon

12. Beniz kelimesi ile birlikte “yüz rengi” anlam�nda kullan�lan birsözcük - Letonya’n�n ba�kenti - C�va’n�n simgesi

13. Ba�, kafa - Geçici mü�terilerine günlük bir ücretkar��l���nda mobilyal� odalar kiralayan ticari kurulu� - Birgeçmi� zaman eki - �sviçre’de bir nehir

14. Trabzon’un bir ilçesi - Kar� ile kocadan her biri - Köpek - Rutubetli15. Umutsuzluktan do�an karamsarl�k, üzüntü – “…

kazan�rken” resimdeki yazar�n bir roman�

Yukarıdan aşağıya1. 1873 - 1936 y�llar� aras�nda ya�am�� ünlü bir �airimiz2. “... Güler” (foto�rafç�) - Bir resmi suland�r�lm�� renklerle boyama ya

da gölgeleme biçimi - Aktinyum’un simgesi - Zeybek3. Kiloamper (k�sa) - Dökme demir - Kilometre (k�sa) - Bulut4. Bekta�ilerin boyunlar�na takt�klar� bir ta� - �ki yan� a�açl�,

do�rusal, geni� yaya caddesi - Sahip5. Kuruntuya dü�ürme - Di�i koyun - S�k gözlü bir bal�k a�� türü6. Kuzu sesi - Bizmut’un simgesi - Yücelme, yüksek bir

dereceye ula�ma - Türk Standartlar� Enstitüsü (k�sa)7. Kal�c�l�k, ölümsüzlük - Bir seslenme sözü8. Kimononun üstüne tak�lan, biçimi ve boyutu cinsiyete,

ya�a, mevkiye ve bölgeye göre de�i�en, bir dü�ümlebirle�tirilen geni� ipek ku�ak - En k�sa zaman parças�,lahza - Uzunlamas�na kesilmi� veya ayr�lm�� parça

9. Üzerine yaz� yaz�lm�� ka��t, mektup - Gümü�’ün simgesi -Bir cetvel türü

10. A��r� dereceye varan al��kanl�klar - “... Gündüz Kutbay”(ney üstad�) - �sim

11. Yard�m paras� - Tanzanya’n�n plakas� - Tak�m (k�sa) - Kay�nbirader12. Bir �eyin bir bedel kar��l���nda bir süre için ba�kas�na

verilmesi, icar - “... KingCole” (Amerikal� caz piyanocusu ve �ark�c�) - Rodyum’un

simgesi - �laç, merhem13. Bir yüzölçümü birimi - Varl���n� ortadan kald�rma -

Geleneksel Japon ka��t katlama sanat�14. Elma, armut kurusu - Lantan’�n simgesi - Soylu -

Arnavutluk’un plakas�15. “Benim …” resimdeki yazar�n bir roman�

16 MART 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

Kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukaye-selerle dolu; Dede’yi, Wagner olmadığı için, Yu-nus’u, Verlaine, Baki’yi, Goethe ve Gideyapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz bucaksızAsya’nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyigiyinmiş milleti olduğumuz halde çırçıplak yaşıyo-ruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkipbekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz.Başka milletlerin tecrübesini yaşamağa çalışıyoruz.

... Halbuki o hiç fevkalade bir adam değildi. Hatta pekalelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafı-mızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz in-sanlardan biriydi. Hayatının bildiğimiz vebilemediğimiz taraflarında insana merak verecek bircihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğü-müz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: Acababunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar?Hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde do-laşıp nefes almalarını emrediyor?

Levy Pantolonları’ndaki şu kısacık meslek yaşamımdapek çok iş-kaytarma yöntemi geliştirdim. Çoğu memurolan ve bu özlü günceyi bir kahve molasında okuyan sizlerbirkaç buluşumdan yararlanabilirsiniz. Gözlemlerimi iş-verenlerin de yararlı bulacağından eminim. Büroya git-mem gereken saatten bir saat sonra gidiyorum. Böyleceoraya vardığımda kendimi dinlenmiş ve taze hissediyorum,üstelik her iş gününün o ilk sıkıcı saatinden de kurtulmuşoluyorum, aksi halde o bir saatin her anı henüz ayılamamışduyularım ve gövdem için bir işkence olabilirdi.

1 2 3

Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1- (a) 2- (e) 3- (b)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

a) Sabahattin Ali/ Kürk Mantolu Madonna

b) Reşat Nuri Güntekin/ Acımak

c) Yusuf Atılgan/ Aylak Adam

d) Hüseyin Rahmi Gürpınar/ Melek Sanmıştım Şeytanı

e) Oğuz Atay/ Tutunamayanlar

a) J.D. Salinger / Çavdar Tarlasında Çocuklar

b) Chuck Palahniuk / Dövüş Kulübü

c) John Kennedy Toole / Alıklar Birliği

d) Jack Kerouac / Yolda

e) Albert Camus / Yabancı

a) Mithat Cemal Kuntay/ Üç İstanbul

b) Ahmet Hamdi Tanpınar/ Huzur

c) Reşat Nuri Güntekin/ Çalıkuşu

d) Yakup Kadri Karaosmanoğlu/ Yaban

e) Halide Edip Adıvar/ Sinekli Bakkal