karıncasıeravsar.net/kutlu yolun bir karincasi.pdf · paşa'nın hayatını anlatan bir...

188
Kutlu Yolun Bir Karıncası -HATIRA- Hamza ERAVŞAR 2016

Upload: others

Post on 21-Feb-2020

17 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

Kutlu Yolun Bir

Karıncası -HATIRA-

Hamza ERAVŞAR

2016

Page 2: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

2

Kutlu Yolun Bir Karıncası -Hatıra-

Hamza ERAVŞAR

ISBN: 978-605-9965-47-7 I. Baskı Mart 2016

Yayına Hazırlayan Mehmet ÇELEBİ

İstasyon Cad. Fazlıoğlu İş Merkezi Kat: 3 Nu: 8/315 Kocasinan/KAYSERİ

Tel: 0537 770 73 78 E-posta: [email protected]

Yazarla İletişim: 0530 907 01 31

[email protected]

Baskı BizimBüro

Ankara

Eserin her hakkı yazarına aittir. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz.

Page 3: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

3

Kadim Dostlarım

Mustafa ÖZTÜRK

ve

Ali BATMAN'a

Takrizleri İçin Şükranlarımı

Arz Ederim.

Page 4: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

4

Dost bîvefâ, felek bîrahm, devran

bîsükûn,

Dert çok, hemdert yok, düşman

kâvî, tali'zebûn..

Fuzûlî

Page 5: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

5

KISA HAYAT HİKÂYEM Bir kış günü, Kayseri / Tomarza /

Güzelce Köyü'nde doğmuşum. İlkokulun

yarısını doğduğum köyde, kalan yarısını,

Kayseri / Hisarcık’ta okudum. Arkasından,

Pazarören Öğretmen Okulu (Mimar Sinan

İlköğretmen Okulu)'na girdim, altı sene

okuyarak öğretmen çıktım. Mardin, Erzincan ve Kayseri’nin çeşitli

yerlerinde vazife yaptıktan sonra, Türk çocuklarının eğitimi için

Almanya’ya gönderildim.

68’den beri “Ülkücü Hareket” içerisinde bulunduğumdan

olsa gerek, “12 Eylül Darbesi” ile yurt dışı görevime son verildi.

(Bu mübarek dâvâda benim payıma düşen şeref de budur.)

Dönmediğim için müstafi sayıldım ve hizmeti büyüklere

kaydırarak, kültür derneklerinde “eğitimci” oldum. Bu arada,

işletme dalında yüksek tahsilimi tamamladım. 1998’de yeniden

öğretmenliğe dönüp, emekli oldum. Daha sonra Almanya'dan da

emekli oldum.

İş olarak, öğretmenlikten sonra, pek dişe dokunur bir şey

yapamadım: 1981 Kasımı'nda verilen, sınır dışı kararını

durdurmak için, altı yıl Almanlarla uğraştım. Üç yıl bir finans

kurumunda pazarlama müdürlüğü yaptım. İki ayrı mobilya

mağazasında 15 ay çalıştım. Birkaç da ticarî denemem oldu;

Kayserilinin okuyanı olduğumdan olmalı, başarılı olamadım.

3 Kasım 2002 seçimlerinde Kayseri’den milletvekili aday

adayı olarak MHP saflarında siyasî çalışmalara katıldım.

Hizmet olarak, derneklerdeki eğitim çalışmalarımın

yanında, “AVRUPA TÜRKLERİNİN MUKADDERATI” adını

verdiğim kitabı bastırdım. (Bu kitabın, "Avrupa Türklerinin

Geleceği" adı ile ikinci baskısı yapıldı.) Aylık Yumak Dergisi’ni

çıkarttım. Almanya’da basılan Vatana Hasret, Anadolu, Birlik,

Aktüel ve Tercüman gazetelerine yazılar yazdım.

2005 yılından başlayarak kültür derneklerinde

"TARİHİMİZ, DİLİMİZ, DAVRANIŞLARIMIZ" adı altında, 10

yaşından 30 yaşına kadarki çocuklarımıza dersler verdim. Bu

Page 6: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

6

derslerde okutulmak üzere, "TÜRK TARİHİ, TÜRKÇEMİZ ve

TEŞKİLATÇILIK DERSLERİ" adı altında kitaplar hazırladım.

Öğretmen oluşum, eğitimci; geçmişimizi en doğru şekilde

öğrenme iştiyakı, tarihçi; kitap, dergi ve gazete çalışmalarım

sebebiyle yazar kabul edildim ve bu sıfatlarla tanındım. Bense,

umumî bir ismi hususileştirerek, kendimi bildim bileli, iyi bir

Müslüman Türk olma gayretindeyim.

Birazı da mecburiyetten, 37 yıldır yaşamakta olduğum

Almanya’dan Şubat 2014'te kesin dönüş yaparak Kayseri'ye

yerleştim.

Page 7: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

7

TAKDİM Dr. Ali BATMAN

İğneyle Kuyu Kazan Dâvâ Adamı

Yıllar önce İttihat ve Terakki liderlerinden Enver

Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede

bile günlük tutup, olanı biteni yazdığını gördüğümde,

hayret etmiş, kendimce eleştirmiştim. Öyle ya, koskoca

komutan işi gücü bırakmış, savaş meydanında hatıra

yazıyor diye…

Aradan yıllar geçti eleştiride ne kadar haksız

olduğumu anladım. Çünkü hayatın, tarihin bazı anları,

kahramanı olan kişilerce yazılıp, birebir millete ve insanlığa

aktarılmazsa o olayları tam anlayamıyorsunuz. Not tutmak,

hadiselerin içinde bulunanların ağzından olmazsa bol bol

spekülasyon yapıldığına şahit oluyorsunuz. Bu da gerçekleri

tam yansıtmayabiliyor. Onun için hatıraları günlük olarak

yazmak ve kitaplaştırmak çok önemli…

İşte bu yüzden muhterem hocam Hamza Eravşar

Bey'in hatıralarını kitap halinde yayınlamak istediğini

duyunca çok sevindim. Çünkü ülkücü camia Türkiye'nin en

iyi okumuş guruplarından biri olduğu halde maalesef

dâvâlarını ve mücadelelerini sonraki nesillere aktarmada en

zayıf guruptur desek yeri var.

Oysaki bir dâvâ, kahramanlarının ve mücadelelerinin

sonraki nesillere aktarılmasıyla doğru orantılı olarak

devamlılık kazanır. Bunu vaktinde yapmazsanız dâvânız

sönmeye yüz tutar. Bugün sinemada yoksanız, tiyatroda

yoksanız, basında, medyada yoksanız, şiirde, romanda,

biyografide v.s. yoksanız, siz de yarın unutulursunuz.

Dâvânız da söner.

Page 8: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

8

Çok az örneklerinin yanında (Lütfi Şehsuvaroğlu,

Prof. Dr. Turan Güven, Haşim Aktan gibi) bir de Hamza

Eravşar imzasıyla bir hatıra görmek sevindirici bir

husustur. Darısı benim gibi birçok olayın ve ülkücülük

tarihindeki birçok zamanın birebir şahidi olan kimselerin

başına…

Hamza Hoca'nın çalışması her birimizi kıpırdatır da

kendi çapında hareketimize, milletimize ve küçük çapta da

olsa insanlığa ışık tutarak hatıralarımızı kaleme almak nasip

olur inşallah.

Hamza Hoca'nın şahsına gelince! Ben O'na "İğneyle

Kuyu Kazan Dâvâ Adamı" demek istiyorum. Kendisini

yurt dışında, Almanya'da tanıdım. Hemşeriyiz. O

Tomarza'dan, ben Develi'den… Yıllarca yurt dışında yaptığı

çalışmaları; duyduğum, bildiğim - bazen de beraberce

planladığımız için - şahidi olduğum çalışmalarından dolayı

öyle diyorum O'na… Hayatını hiçbir zamanı boş

geçirmemiş, sürekli dâvâsına hizmet için didinmiş,

çırpınmış… Gerektiğinde nice kapıları aşındırmış. Gün

olmuş, birebir vatandaşla; gün olmuş çevresindeki ülkücü

derneklerle ve bu derneklerin genel merkezleriyle sürekli

irtibat halinde olmuş. İyi şartlarında, zor ve kötü şartlarında

hiç geri kalmamış ve daima hizmet aşkı taşımıştır. Bunun

böyle olduğunu bilen, O'nun çalışmalarından faydalanan

yüzlerce, hatta binlerce insan vardır. Buna dernek

yöneticileri ve bizzat kendim de şahidiz...

Üniversite yıllarımda Başbuğumuz merhum Alparslan

Türkeş'in özel seminerlerine katıldık. Birinde demişti ki:

"Evladım, siz zaten ailelerinizde ülkücü

yetişiyorsunuz; biz, farklı ve fazla bir şey

yapmıyoruz ki… Ailelerinizin verdiği bilgi, eğitim,

millî ve manevî şuur işin temeli… Biz bunları

işlemeye devam ediyoruz." İşte Hamza Hoca gurbette,

Page 9: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

9

yabancı milletlerin hâkim kültürlerinin asimile etme riski

altında çil yavrusu gibi dağılmış Türk insanının kimliğini

kazanıp, koruması dâvâsında iğneyle kuyu kazarcasına

çalıştı. Eline çocuk verildiyse çocuğu, genç verildiyse genci

sıfırdan başlayarak yetiştirdi de… Ana-babalara,

Avrupa'daki Türk toplumuna çok yardımcı oldu. Eve gelen

misafirin Türk ailelerinde nasıl karşılanacağından; Orta

Asya'dan Viyana'ya Türk tarihini, olaylar ve kahramanlarına

kadar akla ne gelirse her konuyu işledi. Türkiye'de yaşayan-

lar, beni şu satırları yazarken bile coşturan, heyecanlan-

dıran bu hizmetlerin önemini, oynadığı rolü yeteri kadar

kavrayamazlar. Çünkü 300 milyonluk hâkim Avrupalının

arasında üç milyonluk tüm Avrupa ya dağılmış çoğu gariban

Anadolu insanının karşı karşıya bulunduğu kimlik

tehlikesini yurt dışında yaşayanlar kadar idrak edemezler.

Bu iş, tabiatı gereği böyledir ve böyle bir "kültür açlığı"

ortamında Hamza Hoca ve O'nun gibi sayıları bir elin

parmaklarını geçmeyen eğitimci ve önderlerin kıymetini biz

iyi biliriz.

Hocam! Sohbetlerin, seminerlerin, konferansların,

derslerin - bazen beraberce düzenlediğimiz - dernekler arası

"bilgi yarışmaların" ile on yıllar boyu hizmetlerde bulundun.

İğne ile kuyu kazdın. Nakış işler gibi Türk Kültürü'nü

işledin. Gurbetteki Türklük âlemi sana minnettardır.

(Okuyucu bu sözleri hissiyatla abarttığımı sanmasın lütfen...

Bu değerlendirmelerle, yurt dışı şartlarının kültür ve kimlik

açısından ne kadar acımasız işleyen bir çark olduğunu

bildiğim için, yapılan hizmetlerin önemini kendimce idrak

ediyor ve vurguluyorum.) Keşke, artık bolca tecrübesi olan

az sayıda yetişmiş insanlar olarak yine el ele verip, çalışabil-

me ortamı bulsaydık da, sizin olgunlaşmış fikirlerinizden

Avrupa Türklüğü daha fazla faydalanabilseydi. Bunu,

yaşadığımız sürece diler ve temenni ederim.

Page 10: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

10

Hocam! Gözün arkada kalmasın. Avrupa'da binlerce

Türk sana şükran borçludur, minnettardır, duacındır.

Bıraktığın hatıralar ve yetiştirdiğin insanlar sayesinde on

yıllar boyu hayırla anılacağınıza inanıyorum. Allah

emeklerinizi zayi etmesin. Verdiğiniz hizmetler, yaptığınız

çalışmalar karşısında bir ülkücü dâvâ arkadaşınız olarak

saygı ile eğiliyor, sizi hayırla anıyorum.

Page 11: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

11

ÖNSÖZ Mustafa ÖZTÜRK

Bu kitapta hatıralarını okuyacağınız Hamza Eravşar

ile 1971’de tanıştık. Demek ki ülküdaşlık ve dostluğumuz 45

yıldır devam ediyor. Bu zaman zarfında küçük gönül

kırgınlıklarımız olmamış değildir ama birbirimizi daima

dinledik ve anlamaya çalıştık.

Hamza Bey, tanıştığımız günden itibaren bana enerji

veren bir ülküdaşımdır. Azim ve gayreti beni her zaman

etkilemiştir. Engeller ve zorluklar karşısında pes ettiğini

hatırlamıyorum. Okumanın ve öğrenmenin devamlı

peşindedir. Son günlerde Kur’an-ı Kerim tefsiri üzerinde

çalışmaktadır. Kütüphanesini Türk tarih ve kültürüne ait en

seçme kitaplarla süslemiştir.

Kitap okumayı da, okutmayı da çok sever. Akin’de

görev yaparken “oturma” düzenlemiş köyün gençlerine

kitap okumuş, onlara kitabı sevdirmeye gayret etmiştir.

Bana “Dede Korkut Kitabı’nı baştan sona okuduk.” demişti.

Bu, ne harika bir çalışmadır.

Almanya'ya gidene kadar Ülkücü Öğretim Üyeleri ve

Öğretmenler Derneği (Ülkü-Bir)’nde beraber çalıştık.

Başkanlık yaptığım yıllarda yardımcımdı. Ben genel merkez

tarafından bölge başkanlığına atanınca Hamza Bey şube

başkanlığına geçti, yani halef selef olduk.

1971-1980 arası, Kayseri'de Ülkü-Bir’in altın yıllarıdır.

Hem genel merkezle, hem diğer derneklerimizle, hem de

Kayseri İl Milli Eğitim Müdürlüğü'yle uyumlu çalışırdık. Bu

sayede birçok üyemizin etkili makamlara atanmalarını ve

yurt dışında görevlendirmelerini sağladık. Üye sayımızı

arttırdık. İlçelerde de şubeler açılmasına önayak olduk.

Bu başarıda; Ülkü-Bir genel merkezinde görev yapmış

olan, Prof. Dr. Recep Doksat, Prof. Dr. Haluk Karamağralı,

Page 12: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

12

Prof. Dr. Orhan Düzgüneş, Şevket Barutçu, İsmail Korkmaz

Açıkgöz ve öğretmen okulları genel müdürü Ayvaz

Gökdemir’in yardımları önemli rol oynamıştır.

Kayseri'de ise İl Milli Eğitim Müdürü Cemal Şeker

Bey ile müdür yardımcısı Zeynep Timur Bey'in büyük

hizmetlerini kadir şinaslık adına belirtmemiz gerekir.

Ülkü-Bir’in Kayseri'de kurulması ve gelişmesinde

emeği geçenleri unutmamalı ve unutturmamalıyız “Hatıra

yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmak” ise

hizmet ehlinin hakkını teslim, hatıra yazanın

sorumluluğudur. Bu sebeple Ülkü-Bir’e ve dolayısıyla Türk

milliyetçilik hareketine güç katmış isimleri yad etmek gibi

bir görevimiz vardır. İşte o öğretmenlerimiz:

Ülkü-Bir Kayseri Şubesi’nde: Asım Sancak (Bşk),

rahmetli Memduh Özarslan (Bşk), Mustafa Öztürk (Bşk),

Hamza Eravşar (Bşk), Bekir Bulut (Bşk), Rauf Göncü (Bşk),

Zeki Ceran, Rıdvan Uysal, Nafız Ağaca, rahmetli Nafiz

Bozoklu, rahmetli Ahmet Şenberber, rahmetli Mustafa

Özçelik, rahmetli Süleyman Ömür, Mustafa Özyurt, Mustafa

Boz, Şahsenem Boz, Mustafa İlhan, rahmetli Ahmet Vehbi

Ecer, rahmetli Mustafa Oğuzhan, rahmetli Şaban Kuzgun,

Emir Ali Susam, Kadir Yıldız, Ahmet Tanrıseven, İsmail

Bozkurt, rahmetli Halit Özdemir, Kadir Özdamarlar, Kadir

Keçebeş, Ahmet Gürek, Ali Güney, rahmetli Ali Tekeli,

Necati Gülin, rahmetli Ahmet Demirtaş, Ömer Hayvalıdağ,

Mehmet Turgut, Mehmet Peker, Kahraman Taştan, Mustafa

Dağlı, Yusuf Akbudak, Mustafa Şimşek, Mehmet Eroğlu

(ilköğretim müfettişi), Turan Berkok (ilköğretim müfettişi),

Osman Özdemir, İsmail Özdemir, Ercan Özet, Halil İbrahim

Açmaz, rahmetli Mehmet Düzgün, Bekir Söğütlü, İsmail

Çevgel, Mustafa Küçükoğlu, Hasan Avni Yüksel, Kemal

Göde, Hasan Hüseyin Uçar, Sezai Gençaslan, Ertuğrul

Seyhan…

Page 13: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

13

Bünyan’da: Ahmet Uğur, Veli Kılıç, Celal Duman,

rahmetli Şaban Hacıpaşaoğlu, rahmetli Osman Büyükkapı,

Salih Yörük, rahmetli Faik Özbey, rahmetli Süleyman

Yıldırım, Abdullah Karabulut, Atilla Dağaşan, Lütfü

Turasan, Arif Kılıç, Fazlı Topal, rahmetli Bekir Önder,

Memduh Gül, İsmail Özal.

Develi’de: Bekir Kılıçkaya, Salim Çeliker, Beşir

Büyükkılıç, Salim Gülbaz, rahmetli Cemal Mavi, rahmetli

Mahir Akdağ, Musa Ökmen, Yusuf Erbaş, Yaşar Kındıra,

Şahset Ceran, Mahmut Sakızlı.

Tomarza’da: Necati Eravşar, Erol Çetinkaya, rahmetli

Ömer Kara, Ruhi Güney, rahmetli Saim Sarıkaya. Fahrettin

Demirezen, Mahir Güngör, Sadık Tekkuş, Fikri Gençaslan,.

Yeşilhisar’da: Metin Cihan, Türkan Cihan, Hazım

Tanju, rahmetli Mehmet Yüksel, rahmetli Hüsnü Keskin,

Mehmet Manav, Mustafa Erdoğan, Ali Harmancı, Mehmet

Sarez, İbrahim İlter, Mehmet Gündüz (Taşköprülü).

Yahyalı’da: Ahmet Benli, Yücel Sandık, Erdal Sandık,

Osman Köşker,

Pınarbaşı’da: Dursun Berkok, Yılmaz Işık, Hacı Ali

Doğan, Mustafa Aydoğan.

Sarıoģlan’da: Rahmetli Seyit Ulutaş.

Felahiye’de: Hanifi Ünal, Yusuf Düzenli, rahmetli

Edip Ergöz, Güngör Tepeli

Ülkü-Bir’in milliyetçi-ülkücü kuruluşlar arasında çok

önemli ve ayrı bir yeri vardı: Dernek başkanlarının

katıldıkları bir toplantıda rahmetli Başbuğ: “Ülkü-Bir’in

sözüne kulak verin.” demişlerdi.

Ülkücü öğretmenler milliyetçi bir neslin yetişmesini

sağladı, Türk milliyetçiliğinin köylere kadar uzamasında

birinci sırada etkili oldu. Öyle ki bir köyde bir ülkücü

öğretmen varsa o köyde MHP birinci parti haline geldi.

Page 14: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

14

Öğretmenlerimiz millî bir görev yapmanın bilinci ve

sevinciyle çalışıyorlardı.

Biz 50 yıldır ülkücü olan ve ülkücü kalanlardanız.

Sevinçlerimizi ve eylemlerimizi paylaşa paylaşa bugünlere

geldik. Biz yolu da sevdik, yolun kahrını da… Bunları seven

ülküdaşını, yoldaşını sevmez mi?

“Ülkücünün hayatı çileden ibarettir.” desek yanlış bir

cümle kurmuş olmayız. Hepimiz de az veya çok bir sıkıntı ve

eziyet girdabında yaşadık. 1980 öncesinde sürgün, çok

sıradan bir olaydı. Hastane ve hapishane görevlerimiz de

hiç az değildi. Hamza Bey ülkü çilesini en çok tadan

arkadaşlarımız arasındadır. Vatandan uzakta Almanya'da

öğretmenlikten alınmasıyla başlayan zor yıllarını en iyi

bilenlerdenim. Bu zor yıllar kitapta sade bir Türkçe ile

anlatılmıştır.

Hatırat tarih değildir, ancak tarihçiye malzeme

olurlar. Bu kitap da Ülkücü Hareket’in tarihini yazacaklar

için esaslı ve önemli bir kaynak değerindedir.

Her hatırat bir savunmadır. Bunu da normal ve

doğal karşılamak gerekir. Elbette kişi kendisini

savunacaktır ama hataların itiraf edilmesi de hakikatin

ortaya konulması bakımından elzemdir. Jean-Jacques

Rousseau’nun İtiraflar'ı ve Babürnâme bu özelliği taşıdıkları

için çok okunmuşlardır.

Emek mahsulü her çalışma takdiri ve övgüyü hak

eder. Bu eser de hak ediyor ama Hamza Bey'in fırtınalı ve

mücadele dolu hayatını yeterince aksettirmekten uzaktır.

Bu, yazarın yazarlık kudretiyle ilgili bir husus olabilir.

Çünkü hiçbir kalem, bizim neslin içindeki fırtınaları tam

olarak kâğıda dökmek yeteneğine sahip değildir.

Page 15: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

15

KUTLU YOLUN BİR KARINCASI

- Fikrî-Siyasî Mücadelem -

Necip Fazıl'ın kaleminden bir Hadis-i Şerif meali:

"Zaman vurmadan silgiyi, yazıya dökün bilgiyi"

GİRİŞ

“Hayatı inceleyerek ve düşünerek yaşayanlar onu

yazmalıdır.” diye düşünmüşümdür hep…

İki sene önce, arşiv uzmanı bir dostum, “Yaşadıklarını

yaz! Onlar, bizden sonrakilerin çok işine yarayacaktır.” dedi.

“Gittiğin Antep, yediğin pekmez misali, benim yaşadığım ne

ki?” itirazıma da, “Böyle düşünme! Her insanın hayatında,

başka insanlar için ibretler bulunur. Arşivlerde öyle sade

insanların hatıralarına rastladım ki, bugün onlarla bir

köyün, bir bölgenin, bir şehrin kültürünü aydınlatıyoruz.

Onlar paha biçilmez hatıralardır. Sen de yaz! Dostluklarını,

düşmanlıklarını, sıkıntılarını, gördüklerini, bildiklerini,

sevgilerini, nefretlerini yaz!” demişti.

Bu sözler teşvik edici oldu; fikrî-siyasî mücadelemin

Türkiye'de başlayıp, Almanya'da devam eden tarafını;

inançsız, kaygısız, endişesiz, miras yedilerin türediği şu

yıllarda, ülküdaşlarım için yazıyorum. Bugünlere

nerelerden nasıl gelindiğinin bilinmesi lâzım... Ülkücülük;

duygu, düşünce, şuur ve bilgi işidir. Bunlardan mahrum her

insan, kim olursa olsun bulunduğu yere zarardır. Ömrünün

yarım asrını bu işe hasretmiş bir ülkücü olarak bu hâlden

ziyadesi ile üzüntü duyuyorum. Hareket emin ellerde değil...

Ne hizmete, ne hizmet edene, ne bilgiye, ne geçmişe saygı

var!..

Bu yolda kimler ne çileler çekti! Yeri geldikçe

onlardan, şahidi olduğum bazılarını da yazacağım. Benim

Page 16: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

16

yaşadıklarım aslında onlar yanında devede kulak kalır.

Ülkücü Hareket'in Türkiye tarafı hakkında çok şeyler

yazıldı; söylendi. Filimler çekildi. Ama Avrupa tarafı

hakkında derli toplu bir çalışma yapılmadı. Hâlbuki orada

da, bilhassa 12 Eylül'den sonraki beş yıl içinde, pek şanlı ve

netice alıcı bir mücadeleler yapıldı. "Bulgar Terörünü

Tel'in", "Ermeni Terörünü Tel'in" yürüyüş ve mitingleri,

başta olmak üzere, öyle toplu hareketler oldu ki, tam

destanlık bir iş… Bütün kuruluşlar Türk Federasyonu'nun

arkasında idi… Mitingleri el altından destekleyen büyük

elçilik mensupları Ozan Arif'in çıkartılmamasını istiyordu.

Buna rağmen Ozan çıktı ve mitingi hareketlendirdi. Herkes

onu çılgınca alkışlıyordu. Elçilik mensupları, "İyi ki

ülkücüler bizi dinlememiş." demek zorunda kaldı.

Ülkücüler arasında, ideal birliğinin yanında, duygu ve

düşünce birliği de oluşmuştu. Kitap okunuyordu. Hatta bilgi

yarışmaları sırasında Yılmaz Öztuna'nın 14 ciltlik "Büyük

Türkiye Tarihi"ni baştan sona okuyan gençlerimiz vardı.

Hafta sonlarında birbirleri ile buluşur, kaynaşırlardı. "Sen-

ben" ortadan kalkmış, "biz" olmuştuk. Ülküdaşlık,

kardeşlikten ileri idi. Fedakârlık ve feragat had safhadaydı.

Türkiye'den ayrılmak zorunda kalıp, Avrupa'ya gelen

ülküdaşlarımıza, okumak için gelen kardeşlerimize Türk

Federasyonu kucak açtı. Bazı zorlukları olsa da onları

mağdur etmemek için elinden geleni fazlası ile yaptı.

Alman Anayasa'yı Koruma Teşkilatı (Deutscher

Verfassungsschutz) yayınladığı yıllık raporlarında Türk

Federasyonu'nu "en büyük yabancı kuruluş" olarak

belirtirdi. Türklerle ilgili meselelerde görüşüne başvurulan

bir güç olmuştuk. Daha sonra gelen kifayetsiz yöneticiler

marifeti ile bu gücümüzü kaybettik. İç çekişmelerle ve dedi-

kodularla gün geçiren; ruhsuz, heyecansız, dâvânın özünden

uzak bir topluluk olduk. Ülkücülüğün sadece adı var; gerisi

Page 17: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

17

tiyatrodan ibaret…

Şimdi, Almanlar nezdinde esamesi okunmayan bir

kuruluş durumundayız. Türklerle ilgili bir mesele

görüşülürken Türk Federasyonu gözlemci olarak bile

toplantılara çağrılmıyor. Onlardan ayrılan küçük hacimli

ATİB bile bu hususta daha faal…

Konuşunca mangalda kül bırakmayan, büyüklerinin

gözüne girmekten başka bir gayeleri olmayan beyler, bir de

yaptıkları işin sonucuna baksalar; Federasyon'un kuruluş

gayesini okusalar, en azından isminin manası üzerinde

düşünseler, belki yıllardır havanda su dövdüklerini

anlayabilirlerdi. Yardımcı olayım: Son iki seçim… Rakip

partiler yurtdışında bizden daha fazla oy topladıkları için

kazandığımız milletvekillikleri onlara gitti. Peki, sen niçin

varsın? Yurt dışından gelen oyların oranlarına bakın:

AKP % 56, HDP %18, CHP %16, MHP %7

Utanılacak bir tablo… Bir zamanların en güçlü

kuruluşunu kimler bu hale düşürdü? Gecelerde,

kurultaylarda salonların dolmasının bir anlamı yok. Onu işe

yönlendirebiliyor musunuz? Ona bakın!

Hz. Ali derki: "Hak ve hakikati söyleyenlerin-

den öğrenme! Hak ve hakikati öğren, söyleyen-

lerini de öğrenirsin."

Ben, 1987'ye kadar, on yıl boyunca fiilî olarak

yönetimle iç içe bulunduğumdan, pek çok meseleye de

yakinen vâkıf oldum. Mücadelemiz unutulup gitmesin diye;

yaşadıklarımı, gördüklerimi, duyduklarımı hissettiklerimi

kalemimin gücü nispetinde yazmak istedim.

Belirttiğim tarihten sonra da iyi bir gözlemci olarak

hareketin seyrini takip ettim. 2002-2014 yılları arasında da

yirmiye yakın dernekte millî kültür ağırlıklı dersler ve

konferanslar verdim; anma günleri tertip ettim. Bu sebeple,

"Hareketimizin Avrupa tarafını yazacak kişi ben olmalıyım."

Page 18: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

18

diye düşünüp, kendi mücadelemin Türkiye tarafını da içine

katarak, kaleme sarıldım. Bu hususta şimdiye kadar bir şey

yazıldığını duymadım. Kimse yazmazsa o şanlı mücadele

unutulup gidecek…

Yazarken insan ve yer isimlerinin hepsini yazmadım;

yazdıklarım da gerçek isimlerdir. Özellikle Avrupa tarafı

için belki her şeyi yazamadım ama yazdıklarım tamamen

doğrudur. İsteyen herkesle yüzleşmeye hazırım.

Page 19: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

19

MÜCADELEMİN TÜRKİYE TARAFI

Kendim Olacağım Köye Gelişim

1967 yılında, çiçeği burnunda bir öğretmen iken,

askerliğimin son sekiz ayını geçirmek üzere, Uzun Yayla'nın

“kuş uçmaz, kervan geçmez” bir köyüne tayin edildim.

Burası orta büyüklükte bir yerleşim yeri idi. Böyle olmasına

rağmen öğrenci sayısı düşüktü. Hele kız öğrenciler yok

denecek kadar azdı. Kayıtlı öğrencilerin ancak yarısı okula

geliyordu. Yıllar önce okulda tatsız bir hadise olmuş, köylü

okuldan soğumuş. Çocuklarını bunun için

göndermiyorlarmış. Bir hayli uğraşarak, yaşı 14’ün altında

olanların tamamını okula aldım. Diğerlerinin de kaydını

sildim; defteri hafiflettim. Elde 57 öğrenci kaldı. Bunun da

10 kadarı kızdı.

Okulda tek öğretmendim. Sonra, aynı köyden, sanat

okulu mezunu birisini vekil öğretmen olarak gönderdiler. 2.

ve 3. sınıfları ona verdim; 1. 4. ve 5. sınıfları da ben aldım.

Okul, iki derslikli, yıkılacak gibi duran eski bir bina idi. İyice

eğilen tavan tahtalarına, ortadan boydan boya destek

verilmişti. Sık olan bu direkler derslikleri ikiye bölmekteydi.

Kapılar, çerçeveler, sadece adı ile kapı ve çerçeveydi. Vazife

yapacak halleri kalmamıştı. Tavan dersen bir kevgir… Tek

yaptığı iş, yağmuru, karı, yağar yağmaz içeri almamak; biraz

sonra süzerek vermek…

Bir de, aynı çatı altında öğretmen evi vardı. Girişi

dışarıdan olmakla beraber, içeriden de dersliklere

geçilebiliyordu. Kapısı, penceresi Allahlık… Girişin hemen

sağındaki kapısız oda(!) tezeklik olarak kullanılıyor.

Odunluk, kömürlük değil de tezeklik… Çünkü sobalarda

tezek, yapma, kerme veya kerpiç yakılıyor. Bunlar, garip

Anadolu köylüsünün yakacakları… Odun ve kömürün yolu

henüz bu köye düşmemiş…

Page 20: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

20

Okulun yakacak ihtiyacını köylüler karşılıyordu. Bu,

çocuk başına bir at arabası tezek veya kerpiç… Getirip,

tezekliğe boşaltır ve bana adını yazdırırlardı. Biz de onları

sac sobalarda yakarak, derslikleri ısıtmaya çalışırdık. Ben

kendi evimde, koyunu bol olanlardan satın aldığım

kermeleri yakardım. Koyun kermesi o yörenin taşkömürü;

hem iyi ısıtıyor, hem de iyi dayanıyordu.

İkinci senemde eski okul yıkılmış, yerine yenisi

yapılmıştı. Yeni okula da, şanına uygun yakacak lâzımdı.

Köy bütçesinden okula ayrılan pay ile kazadan odun

getirttim. Sobalar da, biz de tezekten ve onun o güzelim

kokusundan mahrum kaldık ama olsun…

Yeni okulun eksikleri bir türlü bitmiyordu. O hâli ile

müteahhide para nasıl ödendi, bilemiyorum. Adam,

tamamlamadan çekip gitti, belâsı bize, daha doğrusu bana

kaldı. Ne kazadaki ilköğretim müdürüne, ne de köyün

muhtarına lâf anlatabiliyordum. Kapı, pencere, çatı, baca

hatalarına ilaveten, eski okulun enkazı da dağ gibi

pencerelerin önünde dikiliyor, dersliklerin ışığını kesiyordu.

Okulun hem müdürü, hem öğretmeni, hem kâtibi,

hem de hademesiydim. Bir gün, enkazdan benim kadar

rahatsız olan yeni öğretmen Nermin Hanım’a dedim ki:

“Muhtardan ve köylülerden bize hayır yok! Gel bu yıkıntıyı

ikimiz, çocukların da yardımıyla, ilerideki kuru dereye

taşıyalım. Her gün dersten önce bir saat çalışsak, birkaç ay

sonra burası temizlenir.”

Kazmalarla, küreklerle, el arabaları ile işe koyulduk…

Yukarıdan da köylüler bize bakıyordu. Sonunda

dayanamayıp, at arabaları ile geldiler, kısa zamanda okulun

önü temizlendi. Orasını oyun alanı yaptık. Yağış olmadığı

zamanlarda işimize yarıyordu. Yağmurdan sonra ve

baharda ise, bataklık gibi oluyordu.

Kayseri’ye 180, kazaya 70 kilometre uzaklıktaki bu

Page 21: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

21

köye, öğretmenliğimin dördüncü yılında, askerlik görevimi

tamamlamak için, sekiz aylığına gelmiştim; dört sene

kaldım.

Köyün bir külüstür otobüsü vardı. Ulaşım, yazın

onunla, kışın kızaklarla yapılıyordu. Kızak işi bir macera…

Her gün olmaz. Olduğu zaman da, bir kızağın alacağı kadar

insan, yamçılara, battaniyelere, yorganlara sarılmış olarak,

sabahın köründe yola koyulur… At fışkıları, kar tozları,

bazen da çamurlar yüzüne gözüne sıçrayarak, sekiz saatte

Malatya yoluna çıkılır. Oradan geçen uzun yol otobüslerine

– şayet orada dururlarsa ve boş yerleri de varsa – binilip,

kazaya gelinecek… Dönüş gidişten daha zor: Yol üstündeki

köylerden birinin otobüsü ile oraya kadar, ondan sonra

birkaç aktarma ile yine kızak… Kar gevşemişse, sabahı

beklemek gerek. Bu durumda da meslektaşlardan birinin

evinde gecelemek var… Velhasıl mecbur kalmadıkça

katlanılacak bir işkence değil… Bu sebeple ben, kışın maaş

almaya gitmezdim. Ya, giden birine aldırır, ya da mutemette

bırakırdım.

Her şeye rağmen bu köyü de, köylüleri de sevdim.

Orada çok sağlam dostlarım oldu. Gece, “löküs” dediğimiz

aydınlanma aracı ile balığa çıkar, ertesi günü onları benim

evde pişirip, yerdik. Bazen de, herkes evinden bir şeyler

getirir, onlarla kendimize ziyafet çekerdik. Hepsini

minnetle, şükranla yadediyorum. Hele bir Hoca Efendi

vardı. Tam manası ile âlimdi. Ondan çok şey öğrendim.

Hocanın, benden on yaş büyük oğlu güngörmüş, çok değerli

bir insandı. Adam gibi adamdı. Sağlam muhakemesi ve

geniş tecrübesi ile bana rehberlik ederdi. Mükemmel bir

dosttu… Şimdi bile ona ihtiyaç duyuyorum. Ne çare ki,

ölmüş. Nur içinde yatsın; makamı cennet olsun!

Page 22: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

22

Şaşkınlık ve Bocalama

Bu köye geldiğimde 21 yaşımda idim; 25 yaşımda

ayrıldım. Hayat görüşüm de, dünya görüşüm de bu dört

sene içinde şekillendi. Öğretmen okulunda, Reşat Nuri,

Hüseyin Rahmi, Halide Edip, Refik Halit, Halit Ziya, Ömer

Seyfettin, Nihal Atsız, Peyami Safa, Abdullah Ziya

Kozanoğlu; hatta Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin,

Mahmut Makal, Fakir Baykurt gibi yazarların hikâye ve

romanlarını okumuştum. Ancak, fikir kitapları ile

tanışmamıştım. Yani Hanya’yı, Konya’yı bilmiyordum.

Okulun bizi, ileride “solcu” olacak şekilde hazırlamış

olduğunu sonradan fark ettim.

Bir hadise beni, farkına bile varamadan, “solcu”

yapıvermişti: Öğretmen okulunu bitirdiğim 1964 yılının

Temmuz'unda, çok sevdiğim bir arkadaşımla köylerine

gittik. Burası Çiçekdağı’na bağlı bir Kürt köyü idi. Orada bir

hafta kaldım. Çevrede daha başka arkadaşların köyleri de

vardı; oralara da gittim. Evlerinde kaldığım

arkadaşlarımdan birinin, İstanbul Hukuk’ta okuyan ağabeyi

ile tanıştım. Onun ağabeyi benim de ağabeyimdi. Öğrenmek

ve ona göre bir istikamet tutturmak için ona sordum:

“Kemal Abi, sağcılık-solculuk nedir?” Ağabey olarak

kabullendiğim bu bey bana şöyle dedi: “Demirel hükümetini

görüyor musun? İşte sağ budur. Solun ne olduğunu da şu

kitabı okuduktan sonra sen anlarsın.” Ve bana Fakir

Baykurt’un “Onuncu Köy” isimli romanını verdi. Orada

kaldığım üç gün içinde bu kitabı bitirdim. Köy öğretmeni

olacaktım. Burada da bir köy öğretmeni anlatılıyordu.

Ağabeye, “solculuk nedir?” diye tekrar sormama lüzum

kalmadı. Yerimi bulmuş, 18 yaşında tam bilgi sahibi

olmadan görüş sahibi oluvermiştim: Sol, halkının iyiliğini

istemek, haksızlıklara karşı direnmek, amirlere kafa

tutmak; kendini emsallerinden farklı görmekti. Sağı,

Page 23: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

23

Demirel hükümetini ve zihniyetini tasvip etmiyordum. Ben

iyi bir solcu olmalıydım.

Bu aşkla Mardin’in bir köyünde öğretmenliğe

başladım. “Sağ-sol” orada geçmiyordu. Radyo çekmiyor,

gazete yok; hatta Türkçe yok… İki yıl dünyadan uzak

yaşadım. Oradan askere gittim. Sivas’ta temel eğitimi

tamamladıktan sonra “er öğretmen” olarak Erzincan

Okuma-Yazma Okulu’na gönderildim. 57 öğretmendik.

Herkes “solcu” idi. Solculuğumu ilerletmek için bu da iyi bir

fırsattı. Ne var ki, bizim yoldaşlar oruç tutmuyor, cumaya

gitmiyor, içki içiyor, kumar oynuyor; karı-kız lâfı

ağızlarından düşmüyordu. Onlar bana benzemiyorlardı

yahut da ben onlara benzemiyordum.

Yoldaşlar “Cumhuriyet” ve “Akşam” okurlardı.

Birinde İlhan Selçuk, ötekinde Çetin Altan ahkâm

kesiyordu. Bizimkiler de, orada okuduklarını hemen

sahiplenir, onun ışığında paha biçilmez(!) yorumlar

yaparlar, Türkiye’yi kurtarırlardı. Çetin Altan’a “geleceğin

cumhurbaşkanı” diyorlardı. Hatırlayanlar olacağı gibi, bu

adam, 70’lerin başında “aman ölüyor” diye hapisten

kurtarılmıştı. Yazdıklarımı tekrar okuyup düzeltmeler

yaparken, nihayet 41 sene sonra öldü. Adam cumhuriyetin

başına geçemedi ama milletin başına “prof” etiketli iki belâ

sardı: Ahmet ve Mehmet Altan… Hani şu, Marks kılıklı biri

var ya, iki de bir de hükümet yanlısı kanallara çıkıp, bilgiçlik

taslayan… (İçtikleri ayrı gitmezken bozuşan Cemaat-

hükümet ayrışmasında “Cemaat” yanında saf tuttu.)

Mehmet olanı o işte… Öteki de, "vatanı bir kadın memesine

değişirim" diyen, başına getirildiği bir paçavrada, hempaları

ile Amerika hesabına ordu düşmanlığı yapmış olan Ahmet…

Adam hem solcu, hem çok uluslu şirketlerin, yani para

babalarının sözcülüğünü yapıyor.

Sadede gelelim. Askerdeki solcu arkadaşların inadına

Page 24: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

24

ben “Yeni İstanbul” okurdum. 1960’tan beri siyah başlıkla

çıkarmış. Orada, Osman Turan, Osman Yüksel Serdengeçti

ve daha başka yazarlar var. Türkeş’in de hatıraları

yayınlanıyor. Ama ben onu okumuyorum. Fikrine itibar

ettiğim yazarlar zamanında onu, “maceracı” diye zihnime

kazıdılar ya…

Okuduklarım hoşuma gidiyor ama bir terkibe

varamıyorum. Zihin selameti yok; taşlar yerine oturmamış.

İnadına okunan bir gazeteden de fazla bir şey alınmaz ki…

Bu tezatlar içinde, askerliğimin okuma-yazma

okulundaki kısmı Eylül 1967’de bitti. Geriye sekiz aylık bir

askerlik kaldı. Onu tamamlamak için millî eğitime

devredildim ve o ücra köye düştüm. Orada da bu toyun

karşısına yine İstanbul Hukuk’tan Metin diye birisi çıktı.

Dayısı bu köylü imiş, onu ziyarete gelmiş…

Metin’in dayısı, o köyde çok takdir ettiğim bir insan…

Yeğenine de saygıda kusur etmedim. Ama o bana çok etti!

Yerimi Bulduğumu Zannedişim

Metin’in köyde canı sıkılıyordu. Benden başka

konuşacağı kimse de yoktu. Bir gün, namaz kılarken üstüme

geldi; bir kenara ilişip, namazı bitirmemi bekledi. Elimi

yüzüme çalınca aramızda şöyle bir konuşma geçti:

- Çok hayret ettim; öğretmensin ve namaz kılıyorsun.

Hayret etme sırası bana gelmişti:

- Olamaz mı yani? Öğretmen olmak ibadet etmeye

mâni mi? dedim.

- Hayır da… Ben seni aydın, ilerici, ufku açık birisi

olarak düşüyordum. Namaz kıldığını görünce şaşırdım.

Demek ki, Adalet Partili’sin.

- Asla! dedim. Hiçbir zaman Adalet Partili olmadım,

olmam da...

Page 25: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

25

- Peki, nesin sen? dedi.

Metin’in konuşmasından bir şey anlamamıştım. Saf

saf yüzüne baktım. Ne demek istiyordu? “Aydın olmak”,

“ilerici olmak” ne idi? Ben mutlaka bunlardan birisi mi

olmalıydım? Değilse, yerim Adalet Partisi miydi? “Aydın ve

ilerici” olursam namaz kılmamalı mıydım? Namaz

kılıyorsam Adalet Partili olmam mı gerekiyordu? Namazla o

partinin alâkası neydi? Aklım karıştı.

Bu Metin benden epeyce büyüktü, çok bilgisi vardı.

Bir hayli kitap okumuştu. Hem İstanbul Hukuk

Fakültesi’nin üçüncü sınıfında idi. Böyle yüksek okullarda

okuyanlar boş konuşmazdı. İşin doğrusunu onlar bilirdi.

Ben ne idim ki? Aşk romanları okuyarak, “Tommiks ve

Teksas” ile heyecanlanarak 21 yaşıma gelmiştim. Daha,

ciddi bir kitabı eline almış kul değildim. Metin bendeki bu

eksikliği tamamlayabilirdi. Görüşmelerimiz sıklaştı. Ben

onun telkinlerinden ziyade kaynaklara ulaşmak istiyordum.

Benim iki vazgeçilmezim vardı: Dinim ve

Türklüğüm… Konu bunlara gelince Metin bana acıyan

gözlerle bakıyor, “Bu gerici düşünceleri kafandan at! Bir

kere dini bu işlere karıştırma! O vicdan işidir. Millet ise

toplumları birbirine düşürmek, onlar birbirleri ile

uğraşırken ceplerini doldurmak isteyenlerin uydurmasıdır.

Dünyadaki insanlar iki sınıftır: Sömürülenler, sömürenler,

yani işçiler ve patronlar… Sen yerini seç! Ezenden yana

mısın, ezilenden yana mı?” diyordu.

Ezenden yana olmak mümkün mü? Bu basit tasnife

göre benim yerim belliydi. Ezilenlerden yana idim. Ancak

hemen teslim olmadım. İbadetlerim hayatımın esası idi. 11

yaşımdan beri orucumu tutuyor, öğretmen olalı beri de

namazımı kılıyordum. Onlardan ayrılamazdım. Metin’in,

beni davet ettiği Türkiye İşçi Partisi (TİP)’nin ve onun

uzantısı olan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)’nın din

Page 26: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

26

görüşünü bilmek istiyordum.

Bu iki kuruluşu ziyaret edecek, tüzüklerine,

pırogramlarına bakacaktım. Metin, “Olur, Kayseri’ye

geldiğinde seni oralara götüreyim.” dedi. Kendisi, tahsiline

ara vermişti; SSK’da çalışıyordu. Okuluna da dışarıdan

devam etmekteydi. Daha doğrusu bana öyle söylemişti.

Ancak Metin’in bu “Hukuk Üçüncü Sınıf Talebesi” unvanı

hiç değişmedi; oradan emekli(!) oldu. Yani, ismini bir etiket

olarak kullandığı, bununla da karşıya ağırlık yansıttığı

okulu bitiremedi. İlk tanıştığımız günlerde bile meğer

okulla alakası kalmamışmış. Neyse… Metin macerasına

devam edelim.

O, dayısının yanındaki misafirliğini tamamlayıp,

şehre dönünce, birkaç defa yanına uğradım. “Haydi, partiye

gidelim.” teklifimi hep savsakladı. “Bana tüzük veya

pırogramlarını getir.” dediğimde de, “Canım onlar ne işine

yarayacak? Tüzük, partiye kayıt ve seçimlerini yazar;

pırogram da iktidara gelince, neyi nasıl yapacaklarını

anlatır. Sen işin temel felsefesine bak!” derdi. Velhasıl

onları temin edemedim. Partiye de götürmedi; götürmek

istemedi. Anlaşılan benim, göreceklerimle huylanmamı

istemiyordu.

Baktım Metin'de hayır yok. Kendim 1968 yılının karne

tatilinde TÖS’ün, Kayseri-Sahabiye’deki yerine gittim.

Oradakilerle tanıştım. Üye oldum. Altı aylık aidatı da peşin

ödedim. Bana bir kimlik düzenlediler. Kimlik kartının

köşesindeki turuncu güneş sanki içime doğuyordu. Birden,

aradığımı buldum gibi oldu. Kartı bir muska gibi okşayıp,

göğüs cebime yerleştirdim. Halkımın kurtuluşu için (neden

kurtulacaksa) ben de bir savaşçı olmuştum. Ne kadar eski

TÖS gazetesi varsa tomar yapıp, yanıma aldım. Onları

okuyup, devrimciliğimi bileyecektim. O aşkla öğretmenlik

yaptığım köye geldim ve “Kızıl Güneşli” gazetelere

yumuldum.

Page 27: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

27

Kayıt sırasında, benim gibi Avşar olup, oranın

büyükleri(!) durumundaki meslektaşım, bekâr olduğumu

öğrenince şaka yollu, "Sana bir de Alevî kız alırız." dedi.

Şimdi kim olduğunu hatırlayamadığım orta yaşlı birini de

göstererek, "Bu ağabeyin sana yardımcı olur." demişti. O

zaman bunun ne manaya geldiğini bilmem mümkün

değildi. Solcu, Alevici, Kürtçü Türkiyelilerin, Ermeni ve her

türlü gayri millî unsurlarla birleşip, Türk Devleti karşısında

cephe oluşturduğunu öğrenmem için daha birkaç fırın

ekmek yiyecektim.

Gazeteleri okudukça aydınlanacak yerde içim

kararıyordu. Vietnam’dan, Kamboçya’dan, Kızıl Kore’den,

Angola’dan, Şili’den, Küba’dan; oradaki gerici güçlerin

Amerika ile el ele verip, halkı ezdiğinden bahsediyordu.

Sonra, aynı konuları işleyen bir yığın kitap ismi… İçlerinde

birinin - ki ayıkmama vesile olandır - tanıtım yazısı aynen

şöyle idi: “Ya İstiklal Ya Ölüm! Girit kahraman-

larının Osmanlı emperyalistlerine karşı kazandık-

ları zaferin destanı...” Kitabı, Kazançakis adlı bir Yunan

komünisti yazmış; Kafkas kökenli Behice Boran’ın, yine

Kafkas kökenli kocası Nevzat Hatko Türkçeye çevirmiş.

O kış Metin köye bir daha geldi. Hemen gazeteyi

gösterdim. “Bu benim millî gururumu rencide ediyor.”

dedim. “Amma da gururun varmış ha! Bırak artık bu gerici

düşünceleri. Sen ilerici bir öğretmen olmak

mecburiyetindesin. Halkın ezilirken, bu basit duygulara

bağlanıp kalma!” diyerek zavallılığımı ortaya koydu.

Sustum. Cevaplayacak güçte değildim. Kendi kendime,

“Acaba öyle mi olmam lazım?” diye düşündüm. İstiklal

hevesine kapılmış, kendimi tanzim edemediğimden ve

silahlarım da yetersiz olduğundan, yine teslim olmuştum.

Kurt başlı sancağı dikmek başka bahara kaldı.

Page 28: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

28

Oldum! Başkaları da Olmalıydı

Bir fikir sahibi olmak güzeldi. Artık tescilli solcu

olmuştum. Kendimi emsallerimden farklı görmeye

başladım. Son tartışmamızdan sonra Metin beni, ustalıklı

manevralarla yumuşatmıştı. Metin’e karşı zayıf oluşumun

bir de hissî tarafı vardır: Onun akrabalarından bir kıza

gönül vermiştim. Metin’le beraber onun hayali de evime

geliyordu. Ben, değil onun akrabasını; ineklerini,

davarlarını, kedilerini, tavuklarını bile sevimli bulurdum.

TÖS'e şubat ayında üye olmuştum. Mayıs ortalarında

okullar yaz tatiline girdi. Ben, bu defa köyüme bir dâvâ

adamı(!) olarak geliyordum. Geçen üç aylık sürede biraz

okumuş, orta halli bir solcu olmuştum. Solculuğun bu ilk

basamağı bana kâfi gelmiyordu. Ben sıradan bir solcu

olamazdım. Olunca en iyisi, olmalıydım. O günlerde Akşam

gazetesi, “Akşam Kitap Kulübü” diye bir şey kurmuş, yarı

fiyatına kitap satıyordu. Onlardan epeycesini getirttim.

“Marks kimdir Marksizm nedir? Lenin Kimdir Leninizm

nedir? Hitler kimdir Nazizm nedir? Mussolini kimdir

Faşizm nedir?” cinsinden kitaplar…

Bunları okuyarak solculuğumu ilerlettim. Sıra,

kurtuluşa eremeyen zavallıları solcu yapmaya gelmişti. Bir

pikaplı radyo aldım. Mahzunî’nin, İhsanî’nin ne kadar pilağı

varsa topladım. Elime geçene onları dinletiyordum.

Mahzunî’nin anasını muhtar kaçırmış, en fazla da o türküyü

çalıyordum. Eğlenceli bir şeydi… Tatilde maaş almak için

Pınarbaşı'ya gelirken bile pikabımı yanıma alır,

otobüstekilere dinletirdim. İtiraz edenler olurdu. Onlara

acıyan gözlerle bakardım. Zavallılar! Gerçekleri kavrayamı-

yordu. Ama solcu olmaya pırogramlanmış meslektaşlarım

bayılmaktaydı. Onlardan bir haylisini solcu yaptım.

Üniversitede okuyan çocukluk arkadaşlarımla da iyi

anlaşıyordum. Fakat kendi kendime kalınca, vicdanım beni

Page 29: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

29

rahat bırakmıyordu. Huzurlu değildim. İki vazgeçilmezim,

dinim ve Türklüğüm, okuduğum ve dinlediğim yerlerde

yoktu. Hatta Mahzunî, “Mezarıma işaretler koymayın; ben

toprak olunca dua dinlemem” diyordu.

Peki ama sağcılık ve solculuk diye iki dünya görüşü

yok muydu? Ezilenlerin hakkını korumak demek olan

solculuğu bırakıp da, ezenlerin, yani kapitalistlerin yanında

mı yer almalıydım? O hiç olmazdı. Ya o, ya öteki… Çare yok,

solda kalacaktım.

Askerlik Şubesinde Gerçekler Önüme Seriliyor

23 Mayıs 1968’de terhis teskeremi almak için askerlik

şubesine gitmiştim. Orada o güne kadar hiç rastlamadığım

bir uygulama gördüm: Gelenler, küçük kartonlara yazılmış

sıra numaraları alıyor ve içeriye o sıra ile giriyordu. Bu usûl

çok hoşuma gitti. İçerideki yetkiliyi takdir ettim. Sıram

gelince girdim. Bir yüzbaşının karşısındaydım. Bana dedi

ki: “Hocam, bu günlerde 68/2. tertibin sevki ile meşgulüz;

işimiz çok. Sizin üç ay vaktiniz var. Mümkünse Ağustos

ayında gelin de teskerenizi o zaman verelim; korkmayın

cezalı duruma düşürmem." Ben de, “Peki yüzbaşım, ağustos

başında maaş almaya geleceğim, o zaman uğrarım.” deyip

ayrıldım.

1968 Ağustosu’nun ilk günü… Maaşımı almak ve

askerlik işlerini tamamlamak için Pınarbaşı‘ya geldim.

Maaşımı aldıktan sonra şubeye gittim. Yüzbaşı beni iyi

karşıladı ama kötü bir haber verdi: Askerliğim sekiz gün

eksik çıkmış...

Erzincan Okuma-Yazma Okulu’ndan 16 Eylül 1967’de

ayrılmış; memurluktaki 15 günlük “mehil müddeti”ni

düşünerek, 28 Eylül’de göreve başlamıştım. Askerlikte bu

süre altı günmüş. İşte o sekiz gün eksiklik buradan

geliyormuş.

Page 30: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

30

Yüzbaşı bir de soğuk şaka yaptı: “Seni tekrar kışlana

göndereceğim. Sekiz gün daha askerlik yapacaksın.” Bir an

bunun ne kadar zor olacağını düşündüm. Ceza almak da

varmış… Sonra, yumuşak bir ifadeyle, “Bunda senin suçun

yok, meseleyi başka türlü halledelim” dedi. Ve şu yolu

gösterdi: “Şimdi sen git, ilköğretim müdürlüğünden yeni bir

vazifeye başlama yazısı al! Onun tarihi 20 Eylül 1967 olsun.

Onu dosyana koyup, eskisini yırtayım."

Bu babacan tavırdan ziyadesi ile memnun olup,

ilköğretim müdürlüğünün yolunu tuttum. Ancak müdürü

ikna etmek mümkün olmadı. Dayanamayıp haykırdım:

"Ben sizin memurunuzum. Beni korumak size düşer. Başka

bir bakanlığın yetkilisi beni mağdur etmemeye çalışırken,

sizin bu tavrınızı anlayamıyorum.” Fayda etmedi. Tekrar

yüzbaşının yanına gittim. “Yüzbaşım! Ne gerekiyorsa yapın!

Ben kimseye minnet etmem!” dedim. Yüzbaşı, “Sen oraya

bir daha git ve bana telefon ettir. Gerisini ben hallederim.”

dedi.

Tekrar ilköğretim müdürlüğünün yolunu tuttum.

Şube ile arası da epeyce uzaktı. Bu defa müdür bey telefon

etmeye razı oldu. “Tamam efendim, peki efendim, olur

efendim; hemen yazayım efendim” gibi sözlerden ikna

olduğunu anladım.

20 Eylül 1967’de göreve başladığımı belirten yazı ile

askerlik şubesine geldim. Yüzbaşı’ya yazıyı verip, yardımları

ve anlayışı için teşekkür ettim. Bana, “Mesele halloldu;

şimdi sana bu meselenin dışında bir şey soracağım: Mini

etek hakkında ne düşünüyorsun? Yakınlarına giydirir

misin?” dedi. O gün de, bu gün de asla değişmeyecek olan

cevabımı verdim: “Mini etek büyük bir ahlaksızlıktır.

Yakınlarım asla giyemez!”

Bu cevabın, yüzbaşının hoşuna gittiğini gördüm. Bir

taraftan işini yaparken bir taraftan da bana Çerkezler ve

Page 31: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

31

Avşarlar hakkında bilgi veriyordu. Saat on iki olmuştu.

Yüzbaşı bana, öğleden sonra, mesai bitince gelmemi,

benimle başka hususları konuşmak istediğini söyledi. “Peki”

deyip, ayrıldım.

Saat, öğleden sonra beşte şubeye geldim. Tahir

yüzbaşının çıkmasını bekledim. Bahçedeki bir vişne

ağacının altında, hem vişne yiyip, hem de konuşarak, bir

saat geçirdik. Şimdi aklımda kaldığı kadarı ile söze o başladı

ve muhaveremiz şöyle cereyan etti:

- Avşarların yetiştirdiği bir büyük insan var. Sen Avşar

olduğuna göre, bilirsin. Kimdir bu insan?

- Tarihte Nadir Şah var. Günümüzde de Pınarbaşı

belediye başkanı var.

- Geç belediye başkanını. Türkeş ismini duydun mu?

- Duydum; maceracının biri…

- Nasıl vardın bu kanaate?

- Türkiye’nin güvenilir yazarları, Çetin Altan, İlhan

Selçuk, İlhami Soysal, Akşam Gazetesi, Cumhuriyet

Gazetesi hep öyle diyor.

- Senin kendi görüşün yok mu? Sen nesin?

- Ben milliyetçi solcuyum.

- Nasıl oluyor bu? Milliyetçilik ve solculuk birbirinin

tersi görüşler. Sen bunları nasıl birleştirdin?

- Neden olmasın? Millî değerlerimi seviyorum; onun

için milliyetçiyim. Halkın kurtuluşunu istiyorum; onun için

de solcuyum.

- Halk neden kurtulacak? Kastedilen, halkın

sıkıntılarından kurtulması ise, onun başka yolları da var.

Fakat solcuların “kurtuluş” dediği bu değil. Onlar, manevî

değerlerden ve devletten halkı kopartmaya “kurtuluş”

diyorlar. Bu yaldızlı laflara kanma! Kendi fikriyatını

oluşturmak için okuman lâzım. Kaç kitap okudun?

Page 32: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

32

- Her halde, roman ve hikâye dışında, 8-10 kitap…

- Benim kütüphanemde binlerce kitap var. Ben

onların ışığında konuşuyorum. Sen ise, okuduğun üç-beş

kitap ve hayranı olduğun birkaç solcu yazarın tesiri ile

konuşuyorsun. Sen anlattığın gibi değilsin. "Milliyetçi

Solculuk" diye de bir dünya görüşü yoktur. Ya milliyetçi

olursun, ya solcu…

Yüzbaşı ile konuşmamız bitince, onun sözlerini

zihnimde şekillendirdim. Bana demek istiyordu ki: "Sen

solcu değilsin, olamazsın da... Görüşüne itibar ettiğin

insanlar, okuduğun gazeteler, kitaplar seni iki dünya görüşü

olduğuna inandırmış. Sosyalizmin ve kapitalizmin dışında,

kendi milletimizin gerçekleri üzerine kurulu bir üçüncü yol

olamaz mı? Beni dinlersen Alparslan Türkeş’i araştır;

kendini onda bulursun. Onu ve fikirlerini öğrendikten sonra

hoşuna gitmezse, yine yoluna devam et."

Kulakların çınlasın yüzbaşım. Sen "solculukla

milliyetçilik bir arada olmaz" diyordun; iki binli yılların

başında bir kısım solcular kapitalist olurken önemli bir

kısmı da milliyetçi oldu, hem de solculuklarını bırakmadan.

Yalnız bir fark var; kendilerine “milliyetçi” yerine “ulusalcı”

diyorlar. Millet kelimesinin içinde din olduğundan, bizim

solculukta da din bulunmadığından, milletin alt birimi olan

ulus kelimesini kullanıyorlar. Dediğin gibi, solculukla

milliyetçilik olmuyor ama ulusalcılık pek âlâ oluyor. Eh,

buna da şükür.

Yüzbaşı ile konuşmamız devam ederken içimden,

“Bunun karşısına Metin’i çıkartsam, ne güzel bir tartışma

olurdu.” diye geçiriyordum. O, beni destekler; ben de bunun

karşısında yenik duruma düşmezdim. Yüzbaşı ağır basarsa,

Metin'den millî duygularımın intikamı alınmış olurdu. Ben,

boş olduğum için, Metin’in karşısında da zayıf kalıyordum;

yüzbaşının karşısında da…

Page 33: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

33

Gururum incinmiş, kendime güvenimi yitirmiştim.

Dört yıllık öğretmen olduğum halde neden, sağlam, tutarlı,

kimsenin karşı duramayacağı bir fikrim yoktu. Her

karşılaştığım böyle beni yere mi serecekti? Eksikliğimi

anladım: Okumam, çok okumam lâzımdı.

Bu ilk görüşmemizi, Ekim’de tekrar buluşmak üzere

bağladık. Ben o zamana kadar Türkeş’i araştıracaktım.

Askerlik şubesinden otobüs garajına sanki uçarak

geldim. Kendimi kuş gibi hafif hissediyordum. Üzerimden

dağlar kalkmış gibiydi. Galiba aradığımı bulmuş, kerhen

kabul ettiğim solculuktan kurtulmuştum. Demek bir üçüncü

yol olurmuş… Ben solculuğu, kapitalizmin yanında

olmamak için seçmiştim. Yoksa ondaki din ve milliyet

eksikliğinin, hatta düşmanlığının farkındaydım.

Farkındaydım da, ot gibi de olamazdım; bir görüşü

benimsemeliydim. Onun için solcu idim.

Daha Türkeş’i araştırmadan, anlayacağımı

anlamıştım. Buna rağmen, hemen aynı gün eve gelir gelmez

Türkeş’e bir mektup yazdım. Üçüncü yolun ne olduğunu,

fikirlerini hangi yayın organında, hangi kitaplarda

bulabileceğimi sordum; partisinin pırogramını istedim. Çok

çabuk cevap geldi; beraberinde de bir paket kitap… Bu

kitaplar kıymetli ve ebedî birer hatıra olarak hâlâ

kütüphanemi; mektup ise, ondan yirmi sene sonra, bizzat

kendi eli ile yazdığı, başka bir mektubu ve hatıra fotoğrafları

ile çalışma odamın duvarını süslemektedir. Burada bir şeye

de esef ediyorum: Türkeş’in bende, ileride yazacak

olduğum, çok önemli bir mektubu daha vardı; şimdi yok.

Neler vardı bu kitap paketinde?

Dokuz Işık'ın ilk baskısı (Sonradan genişletildi.)

Atsız’ın, Türk Tarihinde Meseleler kitabı

Atsız’ın, Türk Ülküsü kitabı

Page 34: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

34

CKMP Pırogramı (MHP’nin önceki adı bu idi.)

Türk Gençliği İçin kitapçığı

Temel İlkelerimiz, Ana Dâvâlarımız, İcraatımız

Türkeş’in, Dış Politika ve Kıbrıs kitapçığı

Türkeş’in, seçim konuşmalarını havi kitap…

Türkeş'in gönderdiği, beni kendime getiren mektup:

Page 35: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

35

Asla Değişmeyecek Olan Yerimi Buluşum

Türkeş’in mektubu ve gönderdiği kitaplar gözümü

açtı. Kendisine bir teşekkür mektubu yolladım. Hemen,

mektupta belirtilen “Millî Hareket” dergisine abone oldum.

Ellerindeki eski sayıları da istedim. Bu dergiler hâlâ

kütüphanemdedir.

Kitapları ve dergileri yutarcasına okudum. Bazı yerleri

birkaç defa okudum. Okudukça, ferahlıyordum. Dergide

yazısı bulunan insanları birer millî kahraman olarak

görüyordum. Türkeş’in arkadaşlarının adını bile

ezberlemiştim. Bunları, Ziya Gökalp’ın,

Bütün Türkler bir ordu, katılmayan kaçaktır.

Töremizde yazılı: Harpten kaçan alçaktır.

beyitindeki ordunun serdarları olarak görüyordum. Ne

mübarek insanlardı. O gün bu gündür bu isimlere saygım

eksilmedi; ancak daha sonra şahsen birçoğunu tanıdığım bu

insanların şahsına aynı saygıyı duyamadım. Bazı insanların

adı kendinden büyük oluyor.

Yerimi bulmuştum. Artık ülkücü, iyi bir ülkücü idim.

Sıra dâvâyı çevreme tanıtmaya gelmişti. Ertesi sene seçim

vardı. Kolları sıvadım. İşe babamdan başladım. Babamı

inandırmak pek kolay olmadı. “Bırak be oğlum o katili. O

Menderes’i astırdı.” diyordu. Eniştem de o görüşteydi. Daha

başkalarından da aynı sözleri duyunca, o hadisenin aslını

öğrenmem şart oldu. Türkeş’in Hindistan’dan, Cemal

Gürsel’e yazdığı mektubu temin ettim. O, havayı biraz

yumuşattı. Halkımızdaki Menderes sevgisi pek yüksekti. Bu

konu sürekli karşıma çıkıyordu. Aradan bunca zaman

geçmiş olmasına rağmen bugün bile Türkeş aleyhtarlığı için

kullanılan "Menderes'in asılması" meselesine ışık tutan bu

mektubu, o günleri yaşamayan genç kardeşlerimin bilgi

sahibi olması için kısaltarak buraya alıyorum.

Page 36: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

36

Yeni Delhi, 7 Eylül 1961

Orgeneralim,

Size asla yazmak niyetinde değildim. Fakat bugün

memleketin yüksek menfaatleri bakımından bazı

hususların dikkatinize sunulması zarurî oldu. Şöyle ki:

Yüksek Adalet Divanı birkaç güne kadar eski iktidar

mensupları hakkında hüküm verecektir. Adaletin hükmüne

müdahale etmemek ve daima hürmetkâr bulunmak şarttır.

Ancak hükümlerin infazı, yurtta mevcut durumun göz

önüne getirilince ayrıca incelenmeye değer görülmüştür.

Yüksek Adalet Divanı'nın vereceği cezalar içinde

idam hükümleri bulunduğu takdirde, bunların tâdil

edilerek hafifletilmesi cihetine gidilmesi çok faydalı

olacaktır. Çünkü:

a) İdam cezalarının infazı, 13 Kasım'dan beri atılan

çok hatalı adımlar dolayısıyla memlekette meydana gelmiş

olan huzursuzluğu daha çok arttıracaktır.

b) Ölüm cezalarının infazı, yurt dışında ve milletimiz

ve devletimiz aleyhinde tepkilere yol açacaktır.

c) Ölüm cezalarının infazı hâlinde, milletimizi bölen

kin ve garez duyguları şiddetlenecek ve 27 Mayıs'ın amacı

olan millî birlik ruhunun geliştirilmesi güçleşecektir.

ç) Yukarıda sıralanan mahzurlarına karşılık,

cezaların infazı ile memlekete sağlanacak hiç bir fayda

yoktur. Esasen siyasî suçlardan dolayı ölüm cezaları

verilmesi, bugünün insanlık duygularına uymamaktadır.

Aksi hâlde, millet ve tarih önünde sorumlu

olacağınızı hatırlatırım. Saygılarımla.

Alparslan Türkeş

Tanıtım konuşmalarım, tartışmalarım neticesinde,

henüz yeterince olmadığımı anladım. Eksiklerim çoktu.

Page 37: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

37

Okumalıydım. Yaşlılarla daha fazla uğraşmanın pek de

faydalı olmayacağını düşünerek, çalışmalarımı emsallerime,

daha çok da meslektaşlarıma kaydırmak istiyordum. Orası

münbit bir arazi idi.

Yine Metin ama Bu Defa Başka

En çok istediğim de, tahmin edileceği gibi, Metin’le

karşılaşmaktı. Artık onunla baş edebilir, rencide olan millî

duygumun, kırılan gururumun intikamını bizzat

alabilirdim. Onun silahlarını iyi biliyordum. Önümde

duramazdı. Ve Rabbim, onu hiç beklemediğim bir anda

karşıma çıkarttı:

1968’in 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlama

törenlerini, göğsümü kabartarak, şuurla ve millî bir zevkle

seyretmek için Kayseri’ye gelmiştim. Tören alanına

giderken Metin karşımda bitiverdi. Merhabalaştık. Artık

ondan üstündüm. Çünkü inanıyordum. Görüşmeyeli epey

olmuştu. Sordu:

– Nereye gidiyordun?

– Milletimin en büyük bayramının kutlamalarını

seyrederek Türklüğümün zevkini çıkartmaya...

– Ne yaptın o günden sonra?

– Ülkücü oldum.

– Nasıl?

– Türkeş’e mektup yazdım. Ondan kitaplar geldi.

Onları okudum. Gördüm ki, dünyada sadece iki görüş

yokmuş. Sen bana ölümü gösterip, sıtmaya razı ediyordun.

Bunu şimdi çok iyi anladım.

– Şu son “Çekoslovakya Hadisesi” beni de şaşırttı. Her

şeyi yeni baştan düşünmeye başladım. (20/21 Ağustos 1968

tarihinde Rusya, kendi tarafında olduğu halde, nefes almak

için biraz kıvışlayan Çekoslovakya’yı tankları ile çiğnemişti.)

Page 38: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

38

– Bu hadisenin, senin düşüncenle alakası ne ki? Sen

Rus hesabına mı çalışıyordun? O, ilericilik, aydınlık, hür

düşünce, sömürü, işçi hakları gibi cafcaflı lafların arkasında

Rusya mı vardı? Yani sen komünist idin de mihrabın mı

yıkıldı? Benim gibi saf, temiz bir Anadolu çocuğunu o kızıl

cehenneme mi davet ediyordun?

– Her şeyi tekrar düşünmem lazım. Bana yardım et!

– Sen şimdi, dine mi dönmek istiyorsun?

– Evet, namaz da kılmak istiyorum ama abdestli

olduğumu aklımda tutamıyorum. Bu iş abdestsiz olmaz mı?

– Abdestsiz namaz olmaz. Madem aklında

tutamıyorsun; her namaz için yeni abdest alırsın. Beni

dinlersen önce imandan başla, arkasına ibadeti ekle.

İmansız ibadet beyhude gayrettir.

– Seninle daha uzun görüşmek istiyorum. Bayramı

seyretmekten vazgeç! Şehir dışına çıkıp, dolaşalım.

Metin’in zavallılığı dokunmuştu. İntikamı falan

unuttum. Yeterince yüklenmiştim zaten. Çevre Yolu’na

çıktık. Şeker’e doğru yürüdük. Hep o konuşuyordu. Elinde

de, Sezai Karakoç’un şimdi adını hatırlayamadığım bir

kitabı vardı. Benden, Türkeş’in gönderdiği kitap ve dergileri

istedi. Kabul etmedim. Onlar benim her şeyimdi. “Sen de

yaz, sana da gelsin!” dedim.

Konuşa konuşa şehri terk ettik. Ben, İslam’ın,

insanlığı geçmişte mutlu ettiğini, hem şahıs olarak hem de

toplum olarak yine ona dönersek huzuru bulacağımızı

anlattım. Atalarımızın, “Ayıdan post, Moskof’tan dost

olmaz” dediklerini; her şeyin “Türk’e göre, Türk tarafından”

yapılmasının doğru olacağını; bizim, kendimize göre bir

kalkınma modeli geliştirmemiz gerektiğini söyledim. Hak

verdi. Köyde, bana hava atan, çokbilmiş Metin, uysal kediye

dönmüştü. “Keşke biraz dirense de sağını solunu

budasaydım” diye düşünmekten de kendimi alamıyordum.

Page 39: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

39

Duruma hâkimdim. Kendimi beğendim.

Geri döndüğümüzde tören çoktan bitmişti. Vedalaştık.

O evine gitti. Ben köyüme döndüm. Metin’le iki kere daha

karşılaştım. Bir de onu, bir arkadaşımla, bizim derneğin

avlusunda konuşurken gördüm. Bunları, yeri gelince

anlatacağım; onun hazin sonunu da…

Yüzbaşının Karşısına Ülkücü Olarak Çıkıyorum

Metin karşısındaki başarım cesaretimi artırmıştı. Bir

an önce Pınarbaşı'ya gidip yüzbaşı ile görüşmek istiyordum.

Ekimi bekleyemezdim. Eksiklerim için yüzbaşı bana

yardımcı olabilirdi. Eylül maaşımı almak için geldiğimde,

hemen ona uğradım. Artık o benim, daha doğrusu ben onun

ülküdaşı idim.

Yüzbaşıyı ziyaretim ona sürpriz oldu. Daha, kararlaş-

tırdığımız zamana bir ay vardı. Ama ben duramamıştım.

Müjdeyi vermem gerekiyordu. Sabah mesaisinin bitimine

doğru askerlik şubesine gittim. Yüzbaşı beni karşısında

görünce şaşırdı ve heyecanlandı. Olan biteni kısaca

özetledim. “Türkeş’in sana bu kadar kısa zamanda cevap

yazması, kitap göndermesi çok önemli; demek ki, sende bir

şeyler görmüş… Bu kadar iş arasında sana mektup

yazmasına ben de hayret ettim.” dedi.

Bu sözler gururumu okşadı. Önemli bir insan olmak,

Türkeş tarafından takdir edilmek hoştu. Kayseri’nin en uç

köyünde görev yaptığım için, kendimi bir uç beyi gibi

görüyordum.

Yüzbaşı geçmişteki halimden hiç bahsetmedi.

Türkiye’nin meselelerinden konuştuk. Artık her hususta

mutabıktık. O bana, Pınarbaşı’daki esnafın ve memurların

durumunu, kendinin şubedeki ağır işini anlattı. Şube albayı,

fikrinden dolayı her işi ona yaptırıyormuş. Sevk zamanında,

dosyaları evine götürüp, tamamlarmış. Bunun için de,

Page 40: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

40

hanımını memlekete gönderirmiş. Giresunlu idi.

Ayrılırken, yüzbaşı bana, kazaya her gelişte uğramamı

tembih etti. Ben de öyle yaptım, her gelişte ona uğrardım.

Bazen çevrede dolaşırdık, bazen de evine götürürdü. Aynı

dâvâya inanan birkaç esnafla da beni tanıştırdı. Onlarla çok

iyi dost olduk; özellikle de Ahmet Kayhan ve oğlu Ali ile…

Orada kaldığım üç yıl boyunca yüzbaşı ile çok

görüştük. Çalışmalarımdan ona bahsederdim. Memnun

kalırdı. Beni ilçe başkanının evine götürdü. Bu tanışma

biraz eğlencelidir, anlatayım:

Türkeş’in başında bulunduğu Cumhuriyetçi Köylü

Millet Partisi, 1969 başlarında Adana’da yaptığı büyük

kurultayda adını, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak

değiştirmiş, üç hilali de kendisine arma yapmıştı. Gençlik

de, Bozkurt’u kullanacaktı. Bu değişiklik büyük heyecan

uyandırmıştı. Yeni simalar ülkücü kafileye katılıyor, parti

büyüyordu. Pınarbaşı MHP ilçe başkanlığına da, yüzbaşının

delaletiyle, emekli bir başçavuş getirilmişti.

Yüzbaşı ile buluştuğumuz bir günün akşamında bu

yeni başkanı ziyarete gittik. Başkan bizi kapıda karşıladı. İlk

sözü şu oldu:

— Yüzbaşım size bir genç öğretmenden bahsedeceğim.

Bugün, o imansız kaymakamı rezil etmiş. İlk karşılaştı-

ğımda onu alnından öpeceğim.

— Kimmiş bu kahraman öğretmen?

— Hamza Eravşar

— O zaman hiç durma bu genci alnından öp. Çünkü

Hamza Eravşar budur.

Başçavuş şaşırıp kaldı. “Doğru mu söylüyorsun?” der

gibi yüzbaşıya bakıyordu. Onun başıyla ile evet işareti

yapması ayıktırdı ve bana sarıldı. Ben de elini öptüm.

Oturduk. İki de bir de, “demek o yiğit sendin” diyerek

omzuma vuruyordu.

Page 41: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

41

Kaymakam Meselesini de Anlatmalıyım:

Pınarbaşı'ya imansız bir kaymakam gelmişti.

Ramazanda pideyi alır, çarşıdan geçerken, ucundan

koparttığı parçayı inadına, herkesin gözü önünde ağzına

atardı; İslam’la, Müslüman’la alay eder gibi… O devir, bu

cins idarecilerle doluydu.

İşte, adını hatırlayamadığım bu kaymakam,

öğretmenleri, muhtarları, imamları birlikte toplantıya

çağırmıştı. Ramazan’ın ilk cuması kiliseden bozma sinema

salonunda toplandık. Konuşan konuşana… Ne cevherler

varmış meğer meslektaşlar arasında… Ne başarılı hizmetleri

olmuş meğer… Hele bunlardan Cemil adlı biri (haydi soyadı

kalsın) kükrüyor: “Ben köy öğretmeniyim! Köy çocuğuyum!

Köyde doğdum! Köyde yaşayacak, köyde öleceğim!” Daha

buna benzer bir sürü zırva... Kaymakam dâhil, herkes bu içi

boş lafları alkışlıyordu. Bu kadar ateşli savunucusu, fedaisi

olan köylerimizin perişanlığı ben garibin hâlâ anlayamadığı

hususlardandır.

Bu Cemil’i yıllar sonra Kayseri’de gördüm. Nakil

yaptırmış… “O gün kaymakamın ve senin gibi solcu

öğretmenlerin huzurunda kükrüyordun. Köy kalkındırma

işine ara mı verdin de şehre geldin?” diye sormadan

edemedim.

Mevzua geleyim: Bu, samimiyetsiz, ideolojik toplantı

hay huy içerisinde devam ederken, salâ verilmeye başladı.

El kaldırdım. Kaymakam, “buyurun hocam” diye söz verdi.

Şunları söyledim: “Kaymakam bey! Salâ veriliyor. Bugün üç

güzellik bir araya geldi; ramazan, cuma ve şehir… Bu

cumanın sevabı pek fazladır. Toplantıya biraz ara verip,

namazımızı kılalım, sonra devam ederiz.”

Bu sözleri duyan kaymakam öfkeden kıpkırmızı oldu.

Öğretmenler, muhtarlar (imamlardan katılan yoktu) hep

bana bakıyordu. Herkes şaşkındı. Bazılarının bakışı yiyecek

Page 42: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

42

gibiydi. Olur iş miydi? Bir öğretmen, solculuk gösterileri

için tertip edilmiş bir toplantıda, aşırı solcu bir idareciden

cuma izni istiyordu. Kaymakam, öfke sarası içinde,

sahneden atlayarak yanıma geldi. “Sen öğretmen misin,

muhtar mısın be adam?” dedi. Hâlbuki söz verirken,

"buyurun hocam" demişti. “Öğretmenim!” dedim. “Senin

bir meselen yok mu? Bu bizim yaptığımız çalışma da ibadet

değil mi? Daha konuşacak bir sürü meselemiz var.” diye

kükredi. "Elbette benim de dertlerim vardır. Çalışmak da

nafile ibadettir. Cuma farzdır. Ben, 'toplantıyı bitirelim,

demiyorum ki… Cumamızı kılıp, devam edelim' diyorum.”

dedim. Hızını alamayan kaymakam bir meslekî suç bulmaya

yeltendi: “Kaç öğrencin var senin ve ne kadarı kız, ne kadarı

erkek?"

“Siz”likten “sen”liğe inmiştim. Kaymakam, öğrenci

sayısından, kız mevcudunun azlığından bir meslekî suç

bulmaya çalışıyordu. Açık vermedim; gidip sayacak değildi

ya, "57 öğrencim var; 33’ü erkek, 24’ü kız!” dedim. Buradan

bir şey çıkartamadı. “Senin keyfin için toplantıya ara

veremem!" diye bağırarak sahneye çıktı. "Hepinize

soruyorum: Bu beyefendinin görüşüne katılan var mı?”

dedi.

Kimin ne haddine, “var!” demek? Bir tek el kalkmadı.

Bu gürültü patırtı sırasında salon boşalmaya başladı.

Muhtarlar el kaldıramadı ama fırsattan istifade cuma

kılmaya koştular. Ben de çıktım. Köyleri kalkındıramadan

toplantı sona erdi. Koşarak Karslı Camii’ne vardımsa da

namaza yetişemedim. Rabbimin rızasına uygun bir iş

yaptığımı düşünerek öğle namazını kıldım. Öyle

huzurluydum ki…

MHP ilçe başkanı başçavuşun takdir ettiği hadise

budur. El kaldıramamış olsa da, sonradan ilköğretim

müdürü olan bir meslektaşım, "Hayret ediyorum, bizler de

Page 43: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

43

cuma kılmak istiyorduk ama sendeki cesaret bizde olmadığı

için sesimizi çıkartamadık. Sen bu duygularında samimi

isen tebrik ediyorum" dedi. Çıkışıma aklı yatmamıştı.

Altında başka şey arıyor gibiydi. Ülkücülüğün aynı zamanda

bir delilik olduğunu nereden bilecekti? Benim böyle

deliliklerim çoktur.

Bu hikâyeye eklenecek bir husus daha var: Beni ve

fikirlerimi beğenmeyen Kafkas kökenli bir meslektaşım

vardı. Viranşehir nahiyesinde görev yapmaktaydı. O

toplantıya katılmamıştı. Bir vesile ile ziyaretine vardığımda

bana şöyle dedi: “Müslümanlığı, milliyetçiliği kimseye

bırakmazdın. Bu mu senin milliyetçiliğin? Neden toplantıda

cuma için izin isteyen Sermet Bey'e arka çıkmadın?” Beni

ona benzetmiş olmalılar. "Öyle mi olmuş?" demekle

yetindim.

İkinci karşılaşmamızda o meslektaşım özür dileme

nezaketini gösterdi. İyi ahbap olduk.

İlk İmtihanım

Milletlerin hayatında olduğu gibi, insanların

hayatında da dönüm noktaları vardır. Buna bazı hadiseler

sebep olur. Bunlar öyle hadiselerdir ki, o insanın, o andan

sonraki hayatına yepyeni bir şekil verir. İşte bu 1968’in

Ağustos’u, yani Türkeş’in, 8.8.1968 tarihli mektubu, benim

hayatımın dönüm noktası oldu.

İş, yeni yolumda derinleşmeye gelmişti. Bu hususta

Millî Hareket dergisi çok işime yarıyordu. Orada

okuduklarımı sahipleniyor, etrafımdakilere, daha çok da

meslektaşlarıma anlatıyordum. Dâvâyı tanıtmak için “9

Işık” en uygun kitaptı. Onu ve Türkeş’in seçim

konuşmalarını defalarca okudum. Türkiye ve dünya

meselelerini çevremdekilerden daha iyi biliyordum. Artık

yaşayışımla bütünleşen bir görüşüm vardı.

Page 44: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

44

1969 seçim yılıydı. Bu yaz tatilinde çok çalışmam

gerekti. İşe köyüm Güzelce ve çevresindeki köylerin

öğretmenlerinden başladım. Onlar henüz uyanmamışlardı.

Öğretmen okulunda ne öğrenmişlerse onunla amel

ediyorlardı. Bölge bakirdi. İşlenmeye muhtaçtı. “Bu işi ben

yapmalıyım” diye düşündüm ve gittim.

O yörede vazife yapan öğretmenler ya akrabam ya da

okuldan arkadaşlarımdı. Toplanınca 10-12 kişiyi

buluyorduk. Ama konuşmalar hep havadan sudan şeyler

oluyordu. Millî meselelerle ilgilenmiyorlardı. Onlar açılınca

da basit, tutarsız değerlendirmeler yapıyorlardı. Vakıa,

mesleklerinde başarılıydılar. Daha sonra, bunlardan biri

Türkiye birincisi, bir başkası Kayseri birincisi oldu. Ne var

ki, meslek çemberinin dışına çıkamıyorlardı. Halkı tenvir

etmekle vazifeli öğretmenlerin ışıkları yoktu; kendi yollarını

seçememişlerdi. Yolun başında “havlu atmış” gibiydiler.

Yeni bir şeyler öğrenmeye istekli değillerdi. Daha doğrusu,

bendeki farkı kabullenemiyor, bunun için de anlattıklarımı

dinlemek istemiyorlardı. Aynı kendileri gibi bir

öğretmenden bir şeyler öğrenmek zorlarına gidiyor

olmalıydı.

“Ev danası öküz olmaz” derler ya, galiba öyle oluyor.

Ne zaman ülkücülükten, Türkeş’ten bahsetsem, karşı

çıkıyorlar, “Senin konuşacak başka lafın yok mu?”

diyorlardı. Benim bunlardan başka lafım yoktu;

memleketim bu haldeyken de olamazdı. Bu derdi anlatmaya

çalışıyordum.

Okulu yeni bitirmiş bir meslektaşım, kendisine telkin

edilen materyalist görüşlerin tesiri ile bana dedi ki:

— Ağabey, sen bu Kur’an denilen kitaba inanıyor

musun?

— Bu ne biçim soru? Ona inanmayan kâfir olur.

Elbette inanıyorum.

Page 45: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

45

— Peki, onu kim yazmış? Bazı yerinde “Ben”, bazı

yerinde “Biz” diyor. Yazan bir kişi mi, çok mu?

— Önce, bir hususu düzeltelim. Kur’an kimse

tarafından yazılmadı. O hep var idi. Allah tarafından,

insanlara duyurulsun diye Peygamberimize gönderildi.

“Ben” ve “Biz” meselesine gelince, bu, Kur’an’ın bir

üslubudur. O sözlerin geçtiği yerleri daha dikkatli okursan,

ne zaman “Ben”, ne zaman “Biz” dendiğini ve neden öyle

söylendiğini anlarsın. Bizler de konuşurken kendimiz için

bazen çoğul ifadeler kullanmaz mıyız? Kısaca söylemem

gerekirse, “yaratmak” ile ilgili hususlarda “BEN”, yapmakla

ilgili hususlarda “BİZ” ifadesi kullanılmaktadır. Yapma

işinde melekler de görevlidir.

Bu öğretmen, yıllar sonra Almanya’da, bir ülkücü

olarak ziyaretime geldi. Epey bir müddet de ülkücülerin

içinde kaldı. 12 Eylül ile ülkücülük rüzgârı durunca,

“Türkiye’yi kâfir memleket sayan” Müslümanların safına

katıldı. Nereden nereye? Değil mi? Başta da Kitap’a inancı

sakattı, şimdi de sakat… Aramıza almış ama pek çokları gibi

onu da yetiştirememişiz. Açık yüreklilikle kabul edelim ki,

suç hep de gidenlerde değil…

Diğer öğretmenleri nasıl ikna ettiğimi de anlatayım.

Bunlardan, Ülkü-Bir başkanlığı, MHP il başkanlığı, MHP

belediye başkanlığı yapanlar var.

“Sabırla koruk helva olur.” Ben de sabırla anlatmaya

devam ediyordum. Yöre, Avşar olduğu için, oradan girdim.

Türkeş’in Avşarlığını kastederek, “İçimizden bir önder

çıkmış, peşinden gitmiyorsunuz; bu Avşarlığa yakışır mı?”

dedim. Bu söz tesirli oldu. Dediler ki:

- Türkeş, eğer Avşar olmayan bir muhitte Avşarlığını

söylerse, hepimiz ülkücü olacağız.

- Söz mü? dedim.

- Söz dediler.

Page 46: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

46

O günlerde Türkeş Develi’ye geliyordu. Onları oraya

götürecek ve Avşar'ın sevilmediği o yerde, Türkeş’e

Avşarları anlattıracaktım. Motorsikletlere ikişer, üçer

atlayıp, Develi’ye vardık. Türkeş’in konuşması bitmek

üzereydi. Dinledik. Bitince belediye bahçesine geçildi.

Kalabalıktan yanına varmamız zordu. O sırada, MHP

Kayseri adayı rahmetli Lütfi Önsoy’u gördüm. Ona, geliş

gayemizi anlattım. Onun yardımı ile Türkeş’in karşısına

dizildik. Dokuz Işık'a nazire, tam dokuz öğretmendik. Lütfi

Ağabey, “Efendim Hamza Bey'in bir talebi var” diye sözü

açtı. Dedim ki:

-Efendim öğretmen arkadaşlarımı sizinle tanıştırmak

için getirdim. Ve teker teker onları tanıttım. Dokuz kişiden

aklımda kalan isimler: Necati Eravşar, Ruhi Günay, İrfan

Atik…

- Memnun oldum, dedi Türkeş ve kısaca

öğretmenliğin önemini anlattı.

- Arkadaşlarımın bir de istekleri var Efendim, dedim.

- Buyurun, dedi.

- Öğretmen arkadaşlarımın çoğu Avşar… Sizin de

Avşar olduğunuzu bildikleri için, boyları hakkında sizden

bilgi almak istiyorlar, dedim nezaketle…

- Bir Avşar olarak bunu sen anlatabilirsin, dedi.

- Onlar sizden dinlemek istiyorlar Efendim, deyince

de anlatmaya başladı. Bir kâğıda da damgalarını çizdi.

Başarmıştım. Öğretmen arkadaşlarım Türkeş’in

yanından “ülkücü” olarak ayrıldılar. Onların önderi

durumundaki Necati, bindiği JAWA marka motorsikletinin

ön çamurluğunun sağına ve soluna Avşar damgasını işledi.

Meslektaşlarım Ülkücü Hareket'e katılmışlardı. Sıra,

onların vazife yaptığı köylerde MHP’nin tanıtımındaydı. Bu

öğretmenlerden dört tanesi, kazamız Tomarza’nın en büyük

Page 47: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

47

köylerinden birinde vazife yapıyordu. İşe oradan başladım.

Köyün ileri gelenlerini caminin üstündeki imam evine

topladık. Durmadan anlatıyordum. MHP’nin pırogramında

olup, olmadığına bakmadan İslâmî konulardan

bahsediyordum.

Kanunlarımızın Batı’dan alındığını, bu sebeple

bünyemize uymadığını, halkı da memnun etmediğini

söylüyordum. “Her şey gibi kanunlar da millî olmalı, örf,

âdet ve inançlarımıza uygun kanunlar yapılmalı” gibi şeyler

söylüyor; Cumhuriyet kurulurken bunların ihmal edildiği

belirtiyordum. Yanımdaki arkadaşım bunlardan memnun

kalmadı. Etimi çimdiklemeye başladı.

Sohbeti bitirip eve dönerken, o hep sokranıyordu:

“Ülkücülük bu ise, Türkeş de böyle düşünüyorsa ben

yoğum” diyordu. Konuşmalarımı beğenmemişti. Eve geldik.

Hâlâ öfkeli idi. Yatıştırmak için yanına vardım. Zayıf

tarafından yakalamak, dinin toplumdaki yerine ve önemine

dikkat çekmek için, “sen Müslüman değil misin?” dedim.

Oradan, “evet” cevabını aldıktan sonra, “Bak Rabbimiz ne

buyuruyor?” deyip, Kur’an’dan misaller verecektim. Ta

öğretmen okulundan beri tanıdığım, sevdiğim, okurken

bizim kafamızda kavak yelleri eserken öğretmenlerle millî

konularda tartışabilen sınıf arkadaşım, hiç beklemediğim

bir karşılık verdi. Avazı çıktığı kadar bağırarak, “Diyalim

lan!” dedi. Öfkeden sesi çatallaşmıştı. Ne kadar uğraştıysam

yumuşamadı. Saatler sonra kendine gelebildi.

Kulakları çınlasın. Bir dönem kasabasında MHP'den

belediye başkanlığı da yapan bu aziz dostumun, MHP aday

adayı olarak katıldığım 2002 seçimlerinde çok yardımını

gördüm. Sağ olsun!

Page 48: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

48

Görücüye Çıkıyorum

Seçim yılı olması sebebiyle, vazife yaptığım köyün ileri

gelenlerine de ülkücülüğü anlatıyordum. İlgi ile

dinliyorlardı. Ancak, o köyde ülkücülük mayası tutmazdı.

Halk kendini Türk kabul etmiyor; Türk’ü ayrı, kendini ayrı

bir millet olarak görüyordu. 1700’lerin sonunda Müslüman

olmalarını temin etmiş; yüz elli sene sonraki felaketlerinde

onlara kucak açmış mübarek Türk milletini, asırlarca

dünyaya hükmetmiş bir milleti, kendileri ile mukayeseye

kalkışır, seçtikleri kötü örneklerle onlardan üstünüz demeye

getirirlerdi. Bu hususta bir yığın da fıkra uydurmuşlardı. Bu

zihniyeti, sığınmanın getirdiği bir savunma olarak

görüyorum. Başka türlü demeye de dilim varmıyor, çünkü

aralarında – bir kısmı Hakk’ın rahmetine kavuşmuş – çok

değer verdiğim insanlar, gönlümden silemediğim dostlarım

var.

Bütün olumsuzluklara rağmen o köyde bir MHP

sevgisi uyandırmıştım. 1969 seçim yılı olduğu kadar benim

de imtihan yılım idi. Kendimi deneyecektim. Kapı kapı

dolaşıyor; erkek, kadın, genç demeden anlatıyordum. En iyi

kullandığım unsur da Üç Hilal idi. Onu Osmanlı bayrağı

olarak tanıtıyordum. Köye parti temsilcisi yaptırdığım,

dostum Emir Kardan, üç hilali üç ay olarak ele alıyor,

“Recep, Şaban, Ramazan” diyordu.

Türkeş’in yakınlarından Ahmet Er, “Muhammedî

düzen kuracağız” demişti de, hakkında dâvâ açılmıştı. Bu

söz de çok işime yaradı. En büyük ve vurucu malzemem ise

Türkeş’in şu sözleriydi:

“Ben sizi sokaklarda ıspanak fiyatına satılan

demokrasiye, rüşvet ve hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk

düzenlerine, ahlaktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe,

karaborsaya yer veren bir iktisadî yapıya çağırmıyorum.

Yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe,

Page 49: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

49

kısacası hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum.”

Vazife yaptığım köyün halkı dindar görünürdü. Bu

sebeple dâvâmızın İslamî yönünü öne çıkartıyordum. Şahsî

yaşayışım da söylediklerimi tamamlıyordu. Ancak iki

talihsizliğim vardı: Biri, o çevrenin insanı Şevket Doğan’ın

AP’den adaylığı, diğeri benim toyluğum…

AP adayı için yapacak bir şeyim yoktu. Aleyhinde

konuşmak ters tepebilirdi. Onun için o konuya fazla

girmedim. “Şevket Bey yanlış parti seçmiş, keşke MHP’den

aday olsaydı.” derdim.

Toyluğa gelince… İşte o benimdi. Mücadele hayatımın

başında onun cezasını çektim ama ilerideki yıllarımı

kurtardım. Anlatayım:

23 yaşımdaydım. Harekete dâhil olalı bir yıl olmuştu.

Eksiklerim çoktu. Yeterince donanmadan mücadeleye

atılmıştım. Tecrübem kıttı. Duygularımı ve heyecanlarımı

zapt edemiyor, itiraz edenlere sinirlendiğim oluyordu.

Seçime bir gün kala köyün ileri gelenlerini evime

davet ettim. Gündüz herkesi ziyaret ederek daveti bizzat

yapmıştım. Sayısını tam hatırlayamıyorum ama tek odalı

bekâr evim hınca hınç doluydu. Anlatmaya başladım. Birisi,

“Yahu hoca bırak şu Ermeni’yi de başka şeyler anlat!” dedi.

Bu, Türkeş hakkında hiç duymadığım bir yakıştırma idi.

“Sözlerine dikkat et! Dediklerin doğru değil” dedim ve

devam ettim. Biraz sonra bu boşboğaz adam, aynı sözleri

tekrar etti. “Bana bak!” dedim. “Türkeş’e söylediğin sözleri

kendim için söylenmiş kabul ediyorum. Bir daha

tekrarlayacak olursan, karşılığını alırsın.” Sanki bu sözleri

söylememişim gibi, adam gayet rahat, üçüncü defa aynı

sözleri sarf edince, dayanamadım; kalkıp, yakasından

tuttum; yerinden kaldırıp, kapıya kadar getirdim. “Ben sana

demedim mi, ‘Türkeş’e yapılan hakareti kendime yapılmış

kabul ederim’ diye?” dedim ve kapıyı açtığım gibi, “defol!”

Page 50: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

50

diyerek adamı dışarı fırlattım. Kapıyı kapatıp, cemaate

döndüğümde, odanın havasının değiştiğini gördüm. Herkes

başını öne indirmiş yere bakıyordu. Sinek uçsa, kanadının

sesi duyulacak gibiydi. Ne diyeceğimi, söze nereden

gireceğimi bilemedim. Güya haklılığımı anlatmak için bir

şeyler dedim ama faydası olmadı. Adamlar birer ikişer

evimi terk etti. Yanımda yalnız Hafız Efendi’nin oğlu

Hayreddin kaldı.

Burada Hafız Efendi’yi de biraz anlatmam lâzım. O,

köyün imamı, daha doğrusu “imam vekili” idi. İslam’ı

yutmuş bir şahsa, “diploması olmadığı için” asıl imamlık

verilmemişti. İslam’ı ondan öğrenen bir kişi de o sırada

Pınarbaşı müftüsüydü. Hocasına, bu muhterem âlime, bir

ilkokul diploması temin etmemiş olması, o gün bugündür

hazmedemediğim bir vefasızlıktır. Kafkas kökenli bu müftü

daha sonra, Erbakan tarafından Almanya’ya baş imam tayin

edildi. İslam’a yaslanarak, Türk milleti aleyhinde epey beyin

yıkadı.

Uzun Yayla’nın her yerinde “Hafız Efendi” olarak

tanınan ve büyük saygı gören muhterem Ali Albayrak Hoca

Efendi'nin hikâyesini tamamlayayım: O, Osmanlı’nın son

zamanlarında, genç bir delikanlı olarak Mısır’a gitmiş,

Ezher Üniversitesi’nde okumuş, sayısız konferanslara ve

kurslara katılmış; 18 sene sonra, Cumhuriyet’in ilk

yıllarında Türkiye’ye dönmüş bir âlimdi. Ben, ondan çok şey

öğrendim. Mısır’da tanıdığı bazı Türklerden bahsederken,

“o sizlerdendi; Turanî idi” diyerek, tebessümle dizime

vururdu. Dünya meselelerinde ortak yanlarımız da vardı:

İkimiz de Necip Fazıl hayranı idik. İmansızlığa ve Moskof

uşaklığına karşı, sağın en güçlü kalemi Necip Fazıl’ı ona ben

tanıtmıştım. Üstad’ı şahsen tanıma ve elini öpme

bahtiyarlığına erdiğim için, kendimi o sahada yetkili

sayardım. Kitaplarının bir kısmını da temin etmiştim. Hafız

Page 51: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

51

Efendi’ye onlardan, Büyük Doğu mecmuasından ve Şevket

Eygi’nin çıkarttığı “Bugün” gazetesindeki yazılarından

bölümler okurdum. Üstad, o gazetede, “Çerçeve” üst başlığı

altında yazardı. “Son Devrin Din Mazlumları” kitabı da o

sırada tefrika edilmekteydi.

İşte, evimden adam kovduğumda yanımda kalan

Hayreddin, bu Hafız Efendi’nin büyük oğluydu. Benden on

yaş büyüktü. Tahsili yoktu ama hayat mektebini iyi

okumuştu. O köyde edindiğim birkaç dosttan biri, hatta

birincisiydi. Ondan da çok şeyler öğrendim. Şimdi bile onun

dostluğuna ihtiyaç duyuyorum. Ne çare Hakk’ın rahmetine

kavuşmuş. Onun da, mübarek babasının da makamları

Cennet olsun.

Hayreddin’le iki ikiye kalınca şunları konuştuk:

— Hoca, gel seninle şu hareketini bir değerlendirelim.

— Buyur! Seni dinliyorum.

— Ne kazandın o adamı dışarı atmakla?

— Görmedin mi neler diyordu? Buna ben katlanabilir

miyim? Defalarca ikaz ettim. İnadına söyledi onları.

— Adamın söylediği yakışıksız şeylerdi. Ancak, sen bir

dâvâ adamısın. Dâvâna yeni insanlar kazanmak için hep

alttan almalısın. Sen herkesin gönlünü kazanmak

mecburiyetindesin. Dâvânla insanlar arasına kendini

sokma! O adamı evinden atmakla belki nefsin tatmin oldu,

fakat dâvân kaybetti. Hâlbuki odadaki adamların tamamı

fikirlerini kabul etmişti. Bu davranışınla o kadar insanı

kendinden soğuttun. Yeniden gönüllerini alman içinse vakit

yok. Seçim yarın…

— Haklısın Hayreddin, dedim. İkazların için teşekkür

ederim. Ne mutlu bana ki, yanlışlarımı ortaya koyacak senin

gibi bir dostum var.

Bu hadise ve Hayreddin’in ikazları bende yer etti. O

Page 52: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

52

gün bugündür sinirlenmeden, sakin sakin anlatıyorum.

Çünkü şuna inanıyorum: Her Türk ülkücüdür. Mesele ona

ülkücü olduğunu fark ettirmektir. Bunun için de

öfkelenmeden, kalp kırmadan konuşmak ama bilgi ile

konuşmak gerek. Öfke, bir dâvâ adamının asla düşmemesi

gereken bir şeytan tuzağıdır.

TÖS Nabız Yokluyor

Türkiye solculuğunun lokomotifi TÖS (Türkiye

Öğretmenler Sendikası), muhafazakâr muhitlerin

mukavemetini kırmak için kongrelerini öylesi yerlerde

yapıyordu. 1969 kongresi için de Kayseri seçilmişti… Sivas

Caddesi üzerinde Alemdar Sineması vardı. Kongre orada

yapılmaktaydı. Kim tahrik etti, nasıl hazırlandı, neden

yapıldı; bilemiyorum. Halk sinemayı bastı. “Kolay lokma

değiliz” demek istiyorlardı galiba.

Önceki kısımlarda belirttiğim gibi, TÖS ve benzeri

solcu kuruluşlar, Moskof ideolojisinin Türkiye ayağı idiler.

Şimdilerde “bağımsızlık kahramanı(!)” olarak yutturulmaya

çalışılan o “68 Kuşağı” denilen devlet düşmanları dini ve

milliyeti hedef almışlardı. 1990’larda Kâbeleri yıkılınca,

dine ve baş düşman(!) Amerika’ya dönenler olduysa da,

milliyete ve milliyetçiliğe düşmanlıkları hız kesmedi.

Benim vardığımda, içerdekiler kaçmış; kapılar,

pencereler kırılmış, koltuklar sökülmüş, yırtılmış durum-

daydı; içeriye son taşlar fırlatılıyordu.

Burada işini bitiren güruh, solcu yayınlar satan Tok

Kitabevi’ne saldırdı. İçeride sağlam bir nesne kalmadı.

Kazancılar Çarşısı’nın köşe başında Maarif Kitabevi vardı.

Onun sahibi de solcu idi; dükkânını harap olmaktan

kurtarmak için eline bir Kur’an-ı Kerim alıp, açarak kapının

önüne çıkmış…

Page 53: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

53

Yanımda, şimdi hatırlayamadığım bir arkadaşım

vardı. Ona dedim ki “Bu kalabalığın bundan sonra nereye

gideceğini biliyorum. Gel benimle...” Sahabiye’deki TÖS

binasına geldik. Yanılmamışım. Orası da öfkeden nasibini

aldı.

Tesadüfe bakın! Giderken yolda Metin’e rastladık.

Kızgın bir haldeydi: “Beğendin mi yaptığınızı?” dedi. “Biz

mi yapmışız?” demeye kalmadan, rüzgâr gibi geçip gitti.

Geçen senenin 30 Ağustos’undaki Metin yine eski Metin

olmuştu.

Birkaç gün sonra Metin’i Hisarcık’ta gördüm.

Arkadaşlarla geziyorduk. Birden karşıma çıktı. “Hayrola

Metin! Ne işin var senin burada?” dedim. “Nasıl?

Arkadaşlarına dövdürür müsün beni?” diye mantıksız bir

karşılık verdi.

Mezarlığın yakınında şehirlilerin bir konağı vardı.

Burası Metin’in ablasına aitmiş; zaman zaman oraya

gelirmiş.

Bu, Metin ile son konuşmamız oldu. 2004’te, eczacı

ablasından öğrendim, 16 Kasım 1992’de intihar etmiş…

Bunalımda imiş… Kimsenin bulunmadığı bir sırada,

sekizinci kattaki evlerinin balkonundan kendini atmış veya

düşmüş. Allah taksiratını affetsin. İnsan için en iyi sığınak

ve en iyi koruyucu olan Allah ve Ahiret inancını zamanında

alamayanların sonu böyle hüsran oluyor işte…

Fikrî-siyasî mücadelemle pek alâkası yok ama inancın

insan hayatındaki yerini anlatan bir hatıramı buraya

alayım:

Seksenli yılların sonunda bana bir saçkıran musallat

olmuştu. Bazen saçıma, bazen sakalıma vuruyordu.

Saçımdakini kıllar kapatıyor, sakalımdakini de tıraş olarak

gözlerden gizleyebiliyordum. Sonunda, üzerine titrediğim

bıyıklarıma vurdu. Gür oldukları için başlangıçta üzerini

Page 54: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

54

kapatmak mümkün oluyordu. Durmadan ilerlediğini ve

sarımsağın, sirkenin de kâr etmediğini görünce, cilt

doktoruna gittim. Doktor yaşlı bir Alman kadındı. Bana:

“Müslüman değil misin?” diye sordu. Şaşırdım. Saçkıranla

Müslümanlığın ne alâkası olabilirdi? “Müslüman’ım”

dedim, gururla… İnanmamış gibi başını salladı. “Öyle ise iyi

Müslüman değilsin.” dedi ve ilave etti: “Müslüman’da bu

hastalık olmaz. Onlar kadere ve takdire inanırlar.” Yine

alâkasını kuramamıştım. Meğer saçkıran sıkıntıdan

olurmuş. Müslüman da, başına gelenleri Allah’ın takdiri

olarak kabul ettiği için kendisine mesele yapıp, içine

atmazmış.

Türkiye’de bir doktor da, aynı dertten muzdarip bir

arkadaşıma, “Sıkıntıları içine atma; öyle durumlarda çık

yazılara, bağıra çağıra küfret!” demiş. İnsan böyle de

boşalırmış. Ne tuhaf bir durum: Hıristiyan, “dine sığın!”

diyor; Müslüman, “küfret!” diyor.

1960’lardan beri zaman zaman beni ziyaret eden

saçkıran 2010'larda bir daha ziyaret etti; bıyıklarım yine

gitti. Onu da bir özel hastanede ilaç ve iğne ile tedavi

ettirdim. Saçkıranın hangi hallerde ortaya çıktığını da

anladım. Sıkıntılar karşısında çaresiz kaldığım anlarda

oluyor. Üzüntüden değil, çaresizlikten…

Yükselmek İstiyorum

Benim bir hayalim var idi; yüksek tahsil… Öğretmen

okulunda okurken kafama müfettiş olmayı koymuştum.

Bunun için üç sene öğretmen olarak çalışmak lazımdı. İki

kere imtihana girdim. Birincisinde puanım tutmadı.

İkincisinde de mülakata çağıran yazı elime günü geçince

ulaştı. İlk bölümlerde, çalıştığım o kuş uçmaz, kervan

geçmez köyden bahsetmiştim. O köye posta da uğramazdı.

Kısmet değilmiş…

Page 55: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

55

1968’de yüksek tahsil hedefim değişti. Avukatlığı ister

oldum. Dâvâ adamlarının, polisle, mahkemeyle işleri çok

oluyordu. Onları savunacaktım. Müfettişlik için eğitim

enstitüsüne gitmem mümkündü ama avukat olmak için

hukuk fakültesini okumak gerekiyordu. Onun için de lise

diploması lazımdı. 1970 yılında lise bitirme imtihanlarına

girdim ve başardım. Ertesi yıl üniversite imtihanlarına

katıldım. Puanım hukuku tutmadı. Ankara İktisadî Ticarî

İlimler Akademisine kayıt oldum. Dışarıdan devam

edilebilecek okullardandı. Bir yıl orada okuduktan sonra

tekrar girdiğim imtihanda yüksek bir puan aldım ve Ankara

Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydımı yaptırdım.

İdealime kavuşmuştum. Ancak dışarıdan devam edenlere

şans tanınmıyordu. Ara imtihanlara katılmayanların bazı

hocalardan geçerli not alması çok zordu. Buna rağmen

birinci sınıfın, Roma Hukuku dışındaki derslerini verdim.

İkinci yıl denediğim bu dersi yine geçemedim. Öğretmenliği

bırakıp, Ankara’ya yerleşmem de mümkün değildi; şimdi

çalışma odamın duvarını süsleyen lise diplomamı geri

alarak okulu bıraktım.

1973 yılı, hayatımdaki önemli yıllardandır: Yaz

dönemi imtihanları bitmişti. Kayseri’ye dönüyordum.

Terminalde kimle karşılaşsam beğenirsiniz? Benim,

ülkücülüğüme vesile olan Tahir yüzbaşı ile… Binbaşı olmuş;

Gülhane’de vazifeli imiş. “Maşallah yüzbaşım! Omuzun

şekli değişmiş” diye takıldım. “Omuz değişse ne fark eder?

Türkiye’de bir şey değişmedi ki!” diye hüzünlü bir karşılık

verdi. Sonra da "Bahçelievler’e uğradın mı?" diye sordu.

MHP Genel Merkezi orada idi. Türkeş’i ziyaret edip

etmediğimi öğrenmek istiyordu. Uğramadığımı öğrenince,

“Buraya kadar gelip de Başbuğ’un elini öpmeden nasıl

gidersin?” diye çıkıştı. Sonra da biletimi tehir ettirip beni

partiye uğurladı.

Page 56: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

56

Başbuğumla gıyaben tanışırdık. Mektuplar yazmıştım.

Cevap vermiş, kitaplar yollamıştı. Dört sene önce

Develi'deki toplu görüşmemizden sonra da görüşmemiştik.

Genel Muhasip Mehmet Doğan ile bilişirdik. O, beni huzura

çıkarttı. Dakikalarca konuştuk. Yüzbaşının selamını

söyleyince heyecanlandı. “Nerden tanıyorsun onu?” dedi.

Ülkücü harekete onun delaleti ile girdiğimi ve çok samimi

görüştüğümüzü anlattım. Daha da sevindi. Benim ne

yaptığımı sordu. Okumaya çalıştığımı söyledim. Her

geldiğimde kendisine uğramamı tembih etti. Elini öperek

ayrıldım. Güz imtihanlarına geldiğimde de görüştük; daha

sonraki yıllarda da… Mehmet Ağabey haber verir, O da hiç

bekletmeden kabul ederdi. Çok iltifatlarına mazhar oldum.

Mademki Dâvâ Adamısın Katlanacaksın

Okumak nasip olmayınca, ağırlığı dernek çalışmala-

rına verdim. Ülkücü Öğretmenler Derneği Kayseri

Şubesi’nin yönetim kurulunda görev aldım. Başkan

yardımcısı oldum, başkan oldum. Heyetimiz beş kişi idi.

Ben, Mustafa İlhan, Emir Ali Susam, Süleyman Ömür ve

Ahmet Tanrıseven... Ahenkli bir çalışmamız vardı.

80 üyemiz varken MC hükümeti kurulunca 240'a

ulaştı. Neden böyle olduğu anlaşılmıştır. Üye arttı ama

külfet de arttı. Üyeye ihtiyacımız vardı. Biz bile bile lades

dedik. Ama bu sonradan gelenler bizi çok yordu. Tayin

istiyorlardı. İlk inhada 42 ismi Cemal Şeker'e verdim.

Liste asıldı. Aman Allah'ım! Karı-koca tayin istemiş,

birinin tayini yapılmış, öteki yerinde kalmış. Bazıları da ayrı

ayrı yerlere tayin edilmiş. İstemediği yere yollananlar da

var. Çık bu işin içinden şimdi. Telefonlar susmak bilmiyor;

arayan arayana… "Tayin istedi isek, eşimizden ayrılmamız

mı gerekiyordu?" gibi incitici, seviyesiz serzenişlere

muhatap oldum.

Page 57: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

57

Derhal müdürden randevu istedim. "Hemen gelin!"

dedi. "Konuşmamız biraz uzun sürebilir; mesai bitince

varalım." dedim; kabul etti. Yönetimden Rahmetli

Süleyman Ömür'ü ve Emir Ali Susam'ı yanıma aldım. Tam

17.30'da kapısını çaldık. Dairede kimse kalmamıştı. Özel

şoförüne de biz izin verdik. Niyetimiz bozuktu; oynanan

oyunun hesabını soracaktık. Ülkü-Bir'e bu yapılamazdı.

Girişimizden, yüz hatlarımızdan, kapıyı sırtımızla kapatıp

önünde dikilişimizden niyetimizi anladı. Hemen yerinden

kalkıp, kollarını açarak yanımıza kadar geldi. Bizim bir şey

dememize fırsat vermeden, "Yahu kardeşim, kendinizi bu

kadar özletmeseniz olmaz mı? Bunaldım. Bir tayin yaptık,

elimize yüzümüze bulaştırdık. Çok hata var mı? Hep o

Nuri'yi görüyor musunuz? Sizinle aramı açmak için böyle

yaptı. Ben, liste asılınca farkına vardım. İkinci inhada

hatamızı tamir edelim." dedi. Belki de doğru idi. Ben hemen

taktik değiştirdim. Mesele üzüm yemekti. "Müdür bey, biz

aslında size teşekkür etmeye geldik. Zor şartlar altında

çalışıyorsunuz. Bunun farkındayız. Tayinlerde ufak tefek

hatalar olmuş, ama bunu düzelteceğinizden emin

olduğumuz için yeni bir liste hazırladık." diyerek, cebimdeki

listeyi verdim. Dediği gibi, ikinci inhada hepsini düzeltti.

Önem verdiğimiz altı kişilik bir yeni listemiz daha

vardı. Onu da o sırada teftişte bulunan bakanlık müfettişi

İsmail Korkmaz Açıkgöz ağabeye verdim. "Benim

isteğimdir." diyerek müdürün önüne koymuş; onlar da

yapıldı.

Bu İsmail Abi, bazen "Korkmaz" bazen "Açıkgöz"

oluyor. Şimdi "Korkmaz" idi; daha sonra öğretmen olarak

Almanya'ya geldiğinde "Açıkgöz" oldu. Uzun yıllardır

tanıdığım, çok işimizde bize yardımcı olan bu abinin bir

tavsiyesini nasıl uyguladığımı anlatayım:

Bana sordu: "Dernekte kaç kadın üye var?" "5-6 kişi"

Page 58: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

58

dedim. "Olmaz; Kayseri için bu sayı yetersiz; daha fazla

olmalıydı." dedi ve sayıyı artırmak için de şu aklı verdi:

"Okulundaki kadın öğretmenlerin; ayakkabısını,

entarisini veya kazağını beğendiğini, güzel yakıştığını

söyleyecek, onunla ilgi kuracaksın. Sonra da derneğe davet

edeceksin."

Büyük lafı… Uymazsan olmaz. Hemen ertesi günü bu

taktiği uygulamaya koydum. Kocası ile tanıştığımız bir

hanım öğretmene, "Hocanım, entariniz size ne kadar güzel

yakışmış." deyince, "Sana ne benim entarimden. Ben bunu

bir haftadır giyiyorum. Yeni mi gördün?" diye bir azarladı

ki, feleğim şaştı. Anlayacağınız, İsmail Abi'nin taktiği

tutmadı. Bunu kendisine anlattığımda kahkaha ile güldü.

Ben okulda öğretmen, köy odalarında ve mahalle

kahvelerinde partici, sanayide sendikacı, rakip kuruluşlara

karşı tartışmacı, gençlik derneklerinde eğitimci idim. Gazi

Osman ve Yenişehir gençlerinin eğitimi bana verilmişti.

Böyle çalışan daha pek çok arkadaşım vardı. İdareciliğini

benim üstlendiğim “Ülkücü Öğretmen” adı ile bir de aylık

gazete çıkarttık.

Zaman zaman karşı guruplarla tartışmalarımız da

olurdu. Daha çok da sağ cenahtakiler karşımıza dikilirdi. O

zamanki solcuların bizimle tartışacak gücü yoktu.

"Yavuzlar" semtinde, "Nakşî" arkadaşlar bir kahve-

hane tutmuş; "İslam'da Cihat ve Günümüzdeki Tatbikatı"

konulu sohbetim için beni davet etmişlerdi. Bu sohbeti Türk

Kültür Derneği'nde dinlemiş ve pek beğenmişlerdi. Salona

girince, arka maslarda oturan üç kişi dikkatimi çekti. Sohbet

boyunca durmadan not aldılar. Sözümü tamamlayınca

"Soru var mı?" diye sorunca bunlardan ortada oturan el

kaldırdı. "Soru sormayacağım; açıklama yapacağım." dedi.

"Ben gerekli açıklamaları yaptım. Siz önce kendiniz tanıtın,

sonra sorunuz varsa sorun. Bu pırogram benimdir.

Page 59: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

59

Konuşmak istiyorsanız, bir gün de siz gelir konuşursunuz.

Ben de dinlemeye gelirim." dedim. Buna rağmen birkaç

cümle sarf ettiler ama ben dinlemeyip, cemaate teşekkür

edip, beni davet edenlerle birlikte salonu terk ettik; onların

evinde sohbete devam ettik.

Sonradan öğrendim. Konuşan Ali adında Develili bir

öğretmenmiş. "Millî Görüş" diye ortaya çıkanlar "Mefkûreci

Öğretmenler" adı ile bir dernek kurmuşlardı. Ali onun

başkanı imiş; yanındakiler de üye…

Biz çıkınca, "Müslümanları bırakıp bir kurtçunun

peşine takıldılar." diye Nakşî arkadaşlara çok kızmışlar.

70'li yıllarda, şimdilerde pek adı duyulmayan

"Mücadele Birliği" diye bir gurup türemişti. Dergileri de

vardı. Nereye gitsek karşımıza çıkıyorlardı.

Hâlâ devam ediyor mu, bilemiyorum; Kayseri

eşrafının akşam oturma toplulukları vardı. Biz, zaman

zaman bunlara katılır, yolumuzu anlatırdık. Mücadeleciler

de aynı şekilde yapıyordu. Rahmetli Süleyman Kıranartlı,

"İkiniz de aynı şeyleri söylüyorsunuz. Neden birlikte

değilsiniz?" diye bizi karşılaştırmak istedi. Kabul ettik.

Onlarda, sadece bir kişi konuşur. Çeşitli meseleleri ele

aldık. Tatmin edici cevapları olmadı. Sonunda şunu anlattı

başkanları: "Adana'da imamlık yaptığım camide, cemaat

arasında Türkeş de varmış. Namaz bitince benimle

tanışmak istemiş. Yanına vardım. 'Ah bizim gençler de sizin

gibi olsa' diyerek beni tebrik etti."

Binlerce gence önderlik eden Türkeş'in böyle bir söz

söylemesinin mümkün olup olmayacağını cemaate sorduk.

Kimse bu palavraya itibar etmedi ve onlara kapıyı

gösterdiler.

***

O yıllarda öğretmenlik yaptığım, köyden de biraz

bahsetmek yerinde olacaktır.

Page 60: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

60

Şimdi Kayseri’nin Mahallesi durumuna getirilen bu

köyde 1971 güzünden 1975 yazına kadar dört yıl okul

müdürü olarak görev yaptım. Mardin, Erzincan, Uzun

Yayla’dan sonra dördüncü yerimdi.

1950’lerde köyde imamlık yapan iki hoca(!) insanların

itikadını bozmuş… Köyün yarısı (Aşağı Mahalle) Aleviliğe

benzer bir inanç taşıyordu. Durumu Kayseri müftüsüne arz

ettim. O da bu iki hocadan hayatta olanını Adana'da

buldurdu ve görevine son verildi.

Ben bir gün Aşağı Mahalle’nin, bir gün Yukarı

Mahalle’nin oturmasına katılırdım. Aşağı Mahalle dinî

konulardan hoşlanmazdı; onlarla İslam öncesi Türk

tarihinden konuşurdum. Yukarı Mahalle’de ise

peygamberler tarihi okurdum; günde yüz sayfayı zevkle

dinlerlerdi. Her iki cemaatten de MHP’ye birer temsilci

seçtim. Onları il başkanı rahmetli İbrahim Özbekâr ile

tanıştırdım. Yetki belgeleri tanzim ettirdim. Bütün bu

işlerde başyardımcım, köyün otobüsünün sahibi Ahmet

Aydoğdu idi. Otobüsünü satınca, onu YSE Bölge

Müdürlüğü'ne aldırdım. Müdür dostum Metin Soylu, bu

dürüst insanı makam şoförü yaptı. O da yüzümü kara

çıkartmadı. Ahmet'le dostluğumuz, Fetullahçılık yaygın hale

gelinceye kadar da devam etti. Kendisi o cemaate

kapılanmış, üzüldüm. Ülkücülükten iyice soğumuş. Son

karşılaşmamızda onları övmeye başladı. Bana da orayı

tavsiye etti.

Hayat görüşünün şekillenmesinde büyük yardımlarım

olan, çok genç yaşta güzel bir işe yerleşmesine vesile

olduğum Ahmet bana akıl veriyor, yol gösteriyor. Eh, ne

diyeyim?

Şimdi mahalle olan bu merkez köyünde ve çevre

köylerde MHP için çok çalıştım. Bir misal vereyim:

1973 seçimleri arifesinde, dostum Mustafa Öztürk'ün

Page 61: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

61

köyüne gittim. Oradaki ülkücü arkadaşların gayretleri ile

köyün ileri gelenlerini büyük bir odada topladık. Gelenlerin

arasında, Demokratik Parti merkez ilçe başkanı Ali

Pehlivanoğlu'nu görünce şaşırdım. Kendisi ile bir hukukum

vardı; o köydendi. Partisinin pıropagandası için oradaydı.

Ona dedim ki: "Ağabey, sen buralısın; ne zaman olsa partini

anlatabilirsin. Şimdi müsaade edersen ben konuşmak

istiyorum." "Sen dur, Türkeş'i ben anlatayım." dedi.

Endişelendim. Sözü ona bırakınca ya aleyhte bir şeyler

söylerse diye, latife yollu "ama benim söz hakkım baki"

dedim; kabul etti ve Türkeş'i öyle güzel anlattı ki, benim

konuşmama gerek kalmadı. Buna rağmen, kendisine

teşekkür ederek, ben de onu takviye eden şeyler söyledim.

Tekrar bu itikadı bozulan köye döneyim. Yaşlılarla

işim tamamdı. Okuyor, anlatıyordum; itiraz yoktu. Her şey

kendi mecrasında ilerliyordu. Siyasî konuşmalar yadırgan-

maz olmuştu. Gençlerle de ilgilenmem gerekiyordu. Sayıları

18’i bulan bu gençlerle gündüz top oynuyor, gece ders

yapıyordum. Nihal Atsız’ın romanları çok etkili oluyordu.

Aynı romanları okuldaki öğrencilerime de okurdum. Ders

15.10’da biterdi. Ben onları bir saat daha okulda tutar, o

kitapları ve diğer tarihî romanları okurdum. Çalışma

kümelerinin isimleri hep bu roman kahramanlarının adı

olurdu: Bozkurt Kümesi, Deli Kurt Kümesi, Kürşat Kümesi,

Işpara Alp Kümesi, Almıla Kümesi, Bögü Alp Kümesi,

Ergenekon Kümesi, Oğuzhan Kümesi, Manas Kümesi,

Almambet Kümesi vb.

Çocuklar bu kahramanları öyle benimsemişler,

onlarla öyle bütünleşmişlerdi ki, gururlanmamak elde

değildi. Her çocuk aynı zamanda namazlıkları öğrenmişti.

Köyün kadrolu imamı olmadığı için camide ders

yapılmıyordu. Böyle olunca, namaz ve namazlık öğretme işi

de bana kalıyordu. Ayetelkürsi dâhil, Elemtere’den aşağı

Page 62: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

62

namazlıkları ve namaz dualarını öğrenmeyen sınıfını

geçemeyeceği için herkes onları ezberliyordu. Bu işte öyle

kararlı idim ki, yanımda okuyan kendi yeğenim son sınıfta

Ayetelkürsi’yi ezberleyemediği için yaz döneminde diploma

alamayacaktı. Evrakları paketleyip şehre indim. Teslim

edilmek için bir haftalık süre kalmıştı. Bu bir hafta

içerisinde ezberleyemezse, eylüle kalacaktı. Evlerinde

kaldığım halde bacımın ve eniştemin ısrarları da beni

yumuşatamıyordu. İlkokullarda ikmale kalmak pek olmaz

ama ben onu öyle korkutmuş, ezberlemesini temin

etmiştim.

Dinî ve millî duygularla donattığım öğrencilerim ve

köyün gençleri bana dua ediyorlardı. Hep namaza

başlamışlardı. Toplantılarımız akşam yapıldığı için yatsı

namazını beraber kılardık. Gençler bu namazı camide

kılmayı teklif ettiler. Gittik. Hocanın beş kişilik cemaati

birden bire artmıştı. Sesi iyi olan bir genç ezan okumak için

izin istedi. Hoca, "caiz değildir" diyerek mikrofonu çocuğun

elinden aldı. Namaz bitince hocaya yaptığı davranışın doğru

olmadığını söyledim. Cemaat de bana hak verdi. Buna

rağmen Eğimli Ali Hoca ezanı kimseye bırakmadı.

Bu işleri yaparken, zaman zaman vücudumuza gaza

oklarının isabet ettiği de oluyordu.

İki kere şikâyet edildim. Birincisini, Murat 124’üne

yazık olacağını müfettişe, makamında hatırlatarak

kapattırdım. Suçum(!), köyün gençleri ile camide topluca

namaz kılmak; talebelere millî marş söyletmek; cuma günü

onları camiye götürmek… Böyle suç mu olur? İkincisinden,

yakın köylüm olan müfettişin, Türkiye’deki fikrî-siyasî

mücadeleyi kavrayamaması sebebiyle üç gün maaş kesim

cezası aldım. Bunu anlatmalıyım:

25 Aralık 1973'te İsmet İnönü ölmüştü. Hükümet,

radyo aracılığıyla, resmî dairelerde bayrakların yarıya

Page 63: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

63

çekilmesini duyuruyordu. Tarihî şahsiyeti bir yana, bu insan

benim dâvâmın menfi kutbu idi. Günlük siyasetin tam

ortasındaydı. "Ortanın solu" ucubesi ile solculuğu

meşrulaştırmaya çalışıyordu. Deniz Gezmiş gibi devlet

düşmanlarının affı için çırpınıyordu. Hep millî ve dinî

değerlerin karşısında yer alırdı. Halkın vermediği iktidarı,

1960'ta askerleri kullanarak gasp etmişti. Saymakla

bitmez... O günleri yaşamayan bilemez. Çok çektik ondan,

avenesinden ve döküntülerinden...

Böyle birisi için şanlı Türk bayrağı yarıya indirile-

mezdi. Haberi kulak ardı ettim. Ama yanımdaki arkadaş,

kapmış bayrağı göndere gidiyor. "Hayrola Hoca, bu ne

telaş?" dedim. Heyecanlı heyecanlı: "Duymadın mı, İnönü

ölmüş! Bayraklar yarıya çekilecekmiş…" diye karşılık verdi.

"Duydum; toprağı bol olsun!" diyerek, varıp bayrağı elinden

aldım.

İşte, ikinci soruşturma bunun içindi. Yakın köylüm,

biraz da akrabam olan müfettiş: "Yahu sen deli misin?

Neden İnönü için bayrağın yarıya çekilmesine mâni oldun?"

diye sitemli ve biraz da koruyucu bir tavırla çıkıştı. Sonra

karşılıklı konuştuk:

- İnönü ölmüş mü?

- Duymadın mı?

- Nereden duyacağım? Günlerdir şehre indiğim yok.

- Radyo da mı dinlemedin?

- Radyom olduğunu nereden biliyorsunuz?

- Yok mu?

- Olsa bile radyo dinlemek mecburiyetinde miyim?

- Doğru söyle! Bu haberi duydun mu, duymadın mı?

- Şahsınız için mi, vazifeniz için mi soruyorsunuz?

- Şahsım için soruyorum. Ona göre, seni kurtaracak

bir soruşturma tutanağı hazırlayacağım.

- Teşekkür ederim. Ben kendimi suçlu görmüyorum

Page 64: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

64

- Çok dik başlısın. Mustafa da aynı senin gibi... Sizi

seviyor, takdir ediyorum. Ancak aşırı gidiyorsunuz. Her şeyi

abartıyorsunuz. Ayağınız biraz yere bassın! (Mustafa,

Ülkücü Öğretmenler Derneği'nde beraber çalıştığımız,

müfettişin ilkokuldan talebesi olan arkadaşım…)

Sonra oturup tutanağı hazırladık. Müfettişin, İnönü

için kullandığı "eşsiz insan, büyük devlet adamı" gibi övücü

ifadelerini kabul etmedim. "Atatürk'ün yakın silah arkadaşı,

İstiklâl Harbi kumandanlarından, ikinci cumhurbaşkanı

İsmet İnönü" şeklinde yazdık. Altına da, haberi

duymadığımı, duysam bayrağı yarıya çekeceğimi, üzüldüğü-

mü falan belirttik. Ayrılırken müfettiş, koruyucu bir eda ile

son ikazlarını yaptı:

- Bir daha böyle cahillik yapma!

- Bu cahillik değil, ülkücü tavırdır.

- Neyse yeniden başlamayalım; haydi hoşça kal!

- Güle güle müfettiş bey! Ben de size bir şey

söyleyeyim: Türkiye'deki mücadeleyi anlamıyorsunuz. Size

göre ben bu soruşturmadan cezasız kurtulurum. Böyle

dediniz.

- Evet, raporumu ben de öyle yazacağım.

- Yanılıyorsunuz müfettiş bey! Ben buradan ağır ceza

alırım. Ecevit'in başbakan, Mustafa Üstündağ'ın millî eğitim

bakanı, onun en güvendiği Fikri Bender'in millî eğitim

müdürü olduğu bir yerde, ellerine bir ülkücü geçer de, onu

cezasız bırakırlar mı?

- Bak yine abartıyorsun. Kendinize hayali bir cephe

oluşturmuşsunuz. Yel değirmenlerine hücum ediyorsunuz.

Korkma! Bir şey olmaz.

Ben, olacağını bildiğim için korkmuyordum. Bilmeyen

müfettişin kendisi idi. Üç günlük maaş kesim ceza aldığımı

söylediğimde şaşkınlıktan dilini yutacaktı. Yahut da öyle

göründü.

Page 65: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

65

Aldığım ceza, iki yıl sonra Almaya işi çıkınca tekrar

karşıma dikildi. İmtihanları kazandığım halde puanım

tutmadığı için geri kalıyordum. Allah'tan, millî eğitim

müdürü üzerinde ağırlığımız vardı da halloldu.

Bu güce nasıl ulaştığımızı da anlatayım:

Birinci Milliyetçi Cephe hükümeti kurulmuş, pek çok

daireye ülkücüler getirilmişti. Özellikle milli eğitimde çok

etkili idik… Öğretmen derneği olduğumuzdan, Kayseri

okullarına çeki düzen vermek için harekete geçtik.

Milli eğitim müdürlüğüne AP eliyle Cemal Şeker'in

getirileceğini öğrenmiştik. Kendisi hâlihazırda bakanlıkta

Personel İşleri Genel Müdürü idi. Gelmeden etrafını

doldurmalıydık. Mustafa Öztürk, Zeynel Timur ve ben

ziyaretine vardık. Zeynel Bey'in müdür yardımcılığı işini

orada hallettik.

Öğretmen okulları genel müdürü rahmetli Ayvaz

Gökdemir, eğitim enstitülerini ve öğretmen okullarını ehil

ellere teslim etti. Bu cümleden olarak, Merkez Eğitim

Enstitüsü'ne rahmetli Mustafa Oğuzhan'ı, Pazarören

Öğretmen Okulu'na İsmail Bozkurt'u tayin etti. Bunun

dışında Halk Eğitimi Başkanlığı'na Rıdvan Uysal, Fevzi

Çakmak Lisesi Müdürlüğü'ne Zeki Ceran getirildi.

Kazalarda da bazı idarî değişiklikler oldu. En önemlisi de,

Malatya millî eğitim müdür vekili iken, Ecevit zamanında,

Yeşilhisar ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak sürülen

Latif Oğuz ağabeyin Sivas Millî Eğitim Müdürlüğü'ne

getirilmesidir. Biz onun için, memleketi Elazığ'ı

düşünüyorduk. AP milletvekilleri ağır bastı; yaptıramadık.

Latif Ağabey'i Sivas'a götürüşümüzü de anlatayım:

Abimizin eşyalarını Yeşilhisar'dan kamyona yükledik.

Sivas'a doğru yola koyulduk. 5-6 arkadaş idik. Aklımda

kalan isimler, Metin Cihan, Zeynel Timur, Mustafa Öztürk

Page 66: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

66

ve ben.. Gelişi güzel giyinmiştik. Çünkü tutulan eve

eşyaların indirilmesini de biz yapacaktık.

Sivas eğitim camiası, yeni müdürlerini karşılamak için

kalabalık bir heyetle "Beş Tepeler" mevkiine gelmişler.

Bizim durumumuz merasime çıkmaya müsait değil. Latif

Abi'ye dedim ki: "Abi, biz arabada kalalım. Sen git

merasime katıl. Bizi soracak olurlarsa, eşyaları indirecek

işçiler olduğumuzu söylersin." "Olur mu öyle şey? Sizler

benim dostlarımsınız. İnin! Birlikte gideceğiz. Sizi de

karşılasınlar." dedi. Orada da bizi dostları olarak takdim

etti. Rahmetli böyle bir insandı; tam bir gönül eriydi.

Makamı cennet olsun.

Sivaslılar eşyaların indirilmesini bize bırakmadılar.

Doğruca lokantaya götürdüler. Önceden sipariş verdikleri

nefis yemekler geldi. Fazla yaptırmışlar; kalanını yanımıza

azık olarak aldık.

Millî eğitim müdürlüğünde çalışanların hepsi

ülkücü(!) imiş… Bunu da, yemekte yapılan konuşmalardan

anladık.

Dövülmekten Zor Kurtuldum

1975 yılı idi. Merkez köylerinde çalışan öğretmenlerin

toplantısı vardı. Herhalde 500 kişi gelmişti. Böyle

toplantılar tanıtım için çok elverişlidir. Müfettişlerden biri

toplantıyı açtı. Onlar konuşmalarını tamamlayınca bize söz

verdiler. Ben ortalarda bir direğin dibinde idim. El

kaldırdım. Başka bir yerden daha el kaldırılmış, onu

gördüler. Solcu bir öğretmendi. İdarecilere hakaret edici bir

şeyler söylerken sözü, azarlanarak kesildi ve bana söz

verildi. “Karşıya çıkayım” dedim; “orada söyle” dediler.

Toplantıyı idare eden o bizim tanıdık müfettiş idi.

Öğretmenlerin kendi aralarında iyi geçinemedikleri için

köylülerin gözünden düştüğünden falan bahsetmişti. Ben

Page 67: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

67

hazırlıklı gelmiştim. Bu kadar öğretmen bir araya gelmişken

dâvâmı anlatmadan olmazdı. Şunları söyledim:

"1973'te yürürlüğe giren Millî Eğitim Temel

Kanunu'nun 2. maddesinde şu hüküm var: 'Türk millî

eğitiminin temel amacı, Türk milletinin bütün fertlerini,

Türk milliyetçiliğine bağlı; Türk milletinin millî, ahlâkî,

insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan

ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima

yüceltmeye çalışan yurttaşlar olarak yetiştirmek...' Aynı

kanunun 17. maddesinde, 'Millî eğitimin amaçları yalnız

resmî ve özel eğitim kurumlarında değil, aynı zamanda

evde, çevrede, işyerlerinde, her yerde ve fırsatta

gerçekleştirilmeye çalışılır.' denmektedir."

Bu maddeleri okuduktan sonra, öğretmenlerin

sevilmeyiş sebebinin kendi aralarındaki geçimsizlikten

değil, halkın inançlarına ters düşüşlerinden olduğunu; her

öğretmenin milliyetçi olması lazım geldiğini; bunun için

Ülkücü Öğretmenler Derneği çatısı altında toplanmaları

icap ettiğini söyledim.

Ortalık karıştı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Hiç

destekçim yoktu. Yakınımdaki kadın öğretmenler hakaret

edici sözler sarf ediyordu. Küfür edenler bile vardı. Ben de

sert idim. Karşılık veriyordum. Müfettişler, ara vermek

zorunda kaldı. Bu da benim için iyi olmadı. Bahçede etrafım

sarıldı. Halka giderek daralıyordu. Yapayalnızdım.

Kimvurduya giderdi. Linç bile edilebilirdim. Hemen

Hisarcıklı (kendi kasabam) öğretmenlerin arasına katıldım.

Orası da kalabalıktı. Denge sağlanınca halka gevşedi.

O Vakitler Öğretmen Demek Solcu Demekti

O güne kadar, öğretmen demek solcu demekti. Temel

vasıfları da din ve milliyet aleyhtarlığı idi. Bir de, ne

olduğunu bilmedikleri kapitalizm düşmanlığı… Kapitalizmi

Page 68: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

68

de büyükleri ABD ideolojisi olarak öğretmişti. Ne garip

tezat, o zamanın sol fikir babaları, yukarıda da belirttiğim

gibi, şimdi Amerikancı oldu.

Bunlar hep kulaktan dolmadırlar. Bir takvim

yaprağını bile okumaya üşenirler ama konuşmaya gelince

bilmedikleri yoktur maşallah… Çeyrek sayfa malumatla,

bırakın Türkiye’yi, dünyayı kurtarırlar. Bilgi sahibi

olmadıkları halde görüş(!) sahibidirler. Bir de modaları

vardır: Cumhuriyet Gazetesi’ni alır, başlığı dışarı gelecek

şekilde büküp, ceketlerinin dış cebine sokarlar. Bu onların

ilerici ve aydın olduğunun göstergesidir. Bu aydınlardan üç

misal vereceğim:

Kardeşim Boğazlıyan belediyesinde fen memuru idi.

Yaz tatillerinde yanına giderdim. Yılını tam hatırlamıyorum,

solcu öğretmenlerin derneğine gitmiştim. Başkanları imiş,

bahçede otururken sordu: “Kayseri’nin duvarlarında, ‘Ne

Amerika, ne Rusya’ diye bir sılogan okudum. Altında

ülkücülerin adı yazılı idi. Dünyada bu iki görüş var. Siz her

ikisinden de değilseniz nesiniz?” Bu, başkanları… Gerisini

siz düşünün. Kölelik ruhlarına öyle sinmiş ki, bir yere

yaslanmadan edemiyorlar.

Diğer misal beraber çalıştığım, öğretmen okulundan

arkadaşım Mehmet'le ilgili...

1975'de Ülkü-Bir başkanlığına getirilince, şehre

taşınmak mecburiyetinde kaldım. Mehmet de, taksi olarak

kullandığı özel arabası ile her gün sabah gelip, akşam

dönüyordu. Birlikte gidip gelmeye başladık. Arkadaşımın

bana ilk sözü şu olmuştu: "Hoca, sen ülkücüsün, ben

solcuyum; birbirimize fikir telkin etmeye çalışmayalım.

Huzur içinde vazifemizi yapalım."

Teklifi kabul ettim; "Sen istemedikçe hiçbir

tartışmaya girmem" dedim. Gelip giderken yaptığımız

konuşmalardan onun, "solcuyum" demiş olmasına rağmen

Page 69: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

69

solu bilmediğini, hatta hiçbir ciddi fikre ve bilgiye sahip

olmadığını anladım.

Samimiyet ilerleyince bir gün bana dedi ki: "Hoca, biz

aydın kişiler olarak fikirlerimizi tartışabilmeliyiz." "Sen

bilirsin; ben hazırım." dedim. Bir de teklifte bulundum:

"Tartışmayalım da, fikirlerimizi anlatan kitapları

birbirimize verelim; onları okuduktan sonra konuşalım."

"Tamam" dedi ve bana bir gazetecinin Ecevit'i anlatan

küçük bir kitabını getirdi. Zamanında o kişi Ulus

Gazetesi'nde Ecevit'le birlikte çalışmış; Ecevit'i en iyi bilen

birisi imiş... Ben de ona "Allah Vardır" isimli bir kitap

verdim. Önce kâinatın Mutlak Hâkimi'ni tanımalı idi.

Bir hafta süre koymuştuk. Gün geldi. Hocada ses yok.

Okumamış. Biliyordum okumayacağını... "Ben okudum

Hoca, onun üzerine konuşalım" dedim. Kabul etti. İşi

sağlama almak istedim:

- Kitabı beğendim. Bana verdiğine göre sen de

beğeniyorsundur.

- Tabii, Ecevit benim liderimdir. Onun fikri benim

fikrimdir. Onu da en iyi bu gazeteci bilir.

- Ben burada yazılanları olduğu gibi kabul ediyorum.

Sen de ettiğine göre, aynı görüşte birleştik demektir.

- Memnun oldum, Artık aramızda ayrılık kalmamış

oldu.

- Tamam. Fikrimiz birleştiğine göre, yarın gel seni

Ülkü-Bir'e kayıt edeyim.

Şaşırdı. Hayretle yüzüme baktı. Meraktan kurtarmak

için kitabı açtım; işaretlediğim yerlerini okudum. Kitap

baştan sona Ecevit'in tutarsızlığını, kindarlığını,

vefasızlığını anlatıyordu. Yazarını unuttum ama galiba

Haluk Şahin idi.

Zavallı arkadaşım, "fikrimi anlatıyor" diye okumadığı

kitabı getirmiş. Sözü ile bağlandı, yine de dönmedi. Ülkücü

Page 70: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

70

olmaya şahsiyeti de müsait değildi. Bunu kendisine

söylerdim.

1975'te kısmî Senato seçimi yapılıyordu. O zaman,

450 kişilik Millet Meclisi'nin yanında 150 kişilik bir üst

meclis daha vardı ve her iki senede bir onların üçte biri

yenilenirdi. Senato adı verilen bu mecliste yirminin

üzerinde de - kaydıhayat şartıyla - oraya çöreklenmiş "Tabiî

Senatör" bulunuyordu. Bunlar Menderes'i indirip, iktidarı

milletin vermediği, İnönü'ye veren askerlerdi.

Bu seçimde bize de sık sık araba lazım oluyordu. Ben

de hep Mehmet'i çağırıyordum. Daha başka hadiselerin de

sebebi ile bize ilgisi artmış, Töb-Der'dekilerden nefret eder

olmuştu. Bir gün Ülkü-Bir'e üye olmak istediğini söyledi.

İnandırıcı olması, şahsiyetinin yaralanmaması için bir

şartım vardı; dedim ki:

- Hoca, seni doğrudan kayıt edemem. Önce Töb-Der

lokalinde, yollarının yanlış olduğunu, bunun için üyelikten

ayrıldığını söyleyeceksin. Ben onu oradaki adamlarım

vasıtası ile öğrenirim ve kaydını yaparım.

- Bunu yapamam, döverler beni.

- Ben de seni Ülkü-Bir'e alamam. Bizimkiler sana

inanmaz, şüphe ile bakar; onlar da seni döneklikle suçlar.

Her iki hal de senin için iyi değildir. Dostluğumuz devam

eder ama seni üye yapamam.

Almanya'ya gidinceye kadar Mehmet'le arkadaşlığımız

devam etti. Benim teşvikimle girdiği imtihan sonunda

hızlandırılmış eğitimden geçerek ortaokul öğretmeni

olduğunu duydum. Eğitimi sırasında adımızı kullanarak

Eskişehir'de yurda yerleşmiş. Dili ile ülkücü olduğunu

söylediği halde, hâli ile solcu olduğu fark edilince güzel de

bir dayak yemiş... Dövenler bana anlattı.

Bu arkadaşla ilgili ibretlik bir hatıram daha var, onu

da anlatmalıyım:

Page 71: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

71

Vazife yaptığımız köyden şehre geliyorduk. Yanımızda

ağabeyi de vardı. Piyasa taksisi olduğu için Yeşil Mahalle'de

bir vatandaş el kaldırdı. Hoca bana baktı; "al" dedim. El

kaldıran, bıyıkları ağzının içine giren kaba-saba bir adamdı.

Tipinden zihniyetini tahmin etmiştim. Seçim arifesiydi.

Hoca'ya ve onun gibi solcu olan ağabeyine bir şey ispat

etmek istiyordum. Adama sordum:

- Nerelisin?

- Sarız'lı (Köyünü de söylemişti.)

- Oyunu kime vereceksin?

- O da sorulur mu efendi? Tabii ki Ecevit'e vereceğim.

- Neden?

- O, Kürtlere ve Alevilere hakkını verecek.

- Verilmeyen bir hakkınız mı var? Nasıl hak bu?

- Siz bizleri adam yerine koymuyorsunuz.

- Sen, nereden Alevi ve Kürt olduğun için geri

çevrildin? Bu memlekette en yüksek makam olan

cumhurbaşkanlığına, başbakanlığa, bakanlığa çıkan Kürtler

ve Aleviler var. Kimseye kimlik sorulmadığı için, herkes

kabiliyetine ve imkânına göre yükselebiliyor. Sen hangi

haktan bahsediyorsun? Ecevit size özel bir kimlik kartı mı

verecek, "Bu Alevi ve Kürt'tür her istediği yapılsın" diye?

Eğer bir yerde insanlar sana iyi davranmamışsa senin

tavrından hoşlanmadıkları, tipinden korktukları içindir,

demem üzerine adam:

- Durun, ben burada ineceğim, dedi ve ücretini

ödeyip, indi.

Hocaya ve ağabeyine sordum: "Sizler oyunuzu kime

vereceksiniz?" Ses çıkmadı. Ben devam ettim: "Bu adamla

hangi ortak yanınız var? Ya o bilmiyor Ecevit'i, ya siz... Bana

kalırsa bilmeyen sizlersiniz. Ecevit ve adamları Tunceli'de

Kerbela'nın hesabını sormaktan bahsediyorlar. Hâlbuki o

Page 72: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

72

hadisenin olduğunda Türkler daha Müslüman bile

olmamıştı. Bu apaçık tahrik ve halkı birbirine düşürmektir.

Bölücülüktür.

Gariptir, 2009'un başbakanı da seçim arifesinde,

Doğulu vatandaşlara şirin görünmek için, "Muhalefet

liderleri Sivas'tan öteye gidemez" diyordu. Türkiye, idare

edenleri eliyle bölünüyor. "Memleketin dâhilinde iktidara

sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde

olabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini

müstevlilerin siyasî emelleri ile birleştirebilirler..." diyen

Gazi ne kadar haklı...

Üçüncü misal öğretmenlerin genel kültürleri ile

alâkalı…

Mehmet öğretmenle gelip giderken, yol üstündeki

köylerin öğretmenleri de bize katıldı. Bunlar üç hanımdı.

Üçü de "biz devrimciyiz" diyordu. Devrimci öğrenci,

devrimci işçi, devrimci sendika gibi lafları duyunca bunları

Atatürk'ün devrimlerinin savunucusu zannederlermiş.

Hani, iyileştirme demek olan inkılâp, devirmekten gelen

devrim ile yer değişirdi ya... Bir türlü anlatamadım genç

hanımlara, devrimin sol ağızlardaki karşılığının dinî-millî

değerleri devirmek olduğunu... "Ay, onlar Atatürk devrimle-

rinin savunucuları" diye bir çıkışırlardı ki...

Atatürk büyük bir milliyetçi idi, komünizmin her

görüldüğü yerde ezilmesini söylemişti. Tabii o zamanlar

TCK'nin 141 ve142. maddeleri vardı; sol, sosyalizm vesaire

lakırdıları gevelenirdi de komünizm (Moskofluk) denmezdi.

Bu da, böyle safları aldatıp uyutmaya yetiyordu. O günlerin

sol fikir babalarından olan Çetin Altan denen adamın şimdi,

"Vatan sevmekte ne demek? Vatanı seveceğine git karını

sev!" dediğini ve bu hızlı solcunun oğlu Ahmet Altan'ın

"Vatanı bir kadın memesine satarım." dediğini bilseler ne

Page 73: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

73

yaparlar acaba? Hele, o günlerin hızlı solcularının

Amerikancı olduğunu görseler...

Sevgili meslektaşlarım! Hâlâ devrimcilik Atatürkçülük

müdür? Ne dersiniz?

Çetin Altan denen adamın durumunu yukarıda

anlatmıştım. Şimdi, yeri gelmişken işin bir başka yönüne

temas etmek istiyorum:

"Türkiye Devleti'nin temeli kültürdür" diyor bu

devleti kuran. Bu temeli oyana da 85 sene sonra, bu devleti

idare eden "2008 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü" veriyor. Bir

ibret vesikası olarak Başbakan Erdoğan'ın bu törende

yaptığı konuşmadan birkaç cümle:

"Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki; Türkiye artık

ne Çetin Altan'ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve

düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye'dir, ne de Nazım

Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye'dir. O

alıngan, o vehimler üreten Türkiye, artık yerini öz güvene

bırakmıştır."

Peki, sayısız vatanseverin, yüzlerce kahraman

askerimizin, yazarların, yıllarca sorgusuz sualsiz içeride

tutuluşunu nasıl izah edeceğiz? Düşünce özgürlüğü sadece

Çetin Altan türü insanlara mı has?

Şu iki binli yıllarda, vehimlerinden kurtulan(!),

özgüvene kavuşan(!) Türkiye'nin, - Allah korusun -

parçalanmanın eşiğine getirildiğini de görüyoruz. Ne siyaset

amma!.. Uyu sen sevgili halkım uyu!...

Türkeş'ten Ders Alıyoruz

Fikrî-siyasî hareketimiz bir bütündü. Ancak içerisinde

meşreplere göre oluşmuş arkadaş toplulukları vardı. Ben

1971’de Kayseri’ye gelince, öğretmen ağırlıklı arkadaş

topluluğuna katıldım. Her hafta birimizin evinde,

Page 74: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

74

eşlerimizle birlikte toplanırdık; hanımlar bir odada, biz bir

odada… Topluluğumuzun başkanı Mustafa Öztürk idi.

Ülkücülükte en kıdemlimiz oydu. Bilgisi, tecrübesi ve

mücadelesi de hepimizden fazlaydı. Bu arkadaşlardan pek

dökülen olmadı. Bazıları ile irtibatı kaybettik. Hakk’ın

rahmetine kavuşanlar da oldu. Nur içinde yatsınlar.

Çalışmalarımızı Türkeş’e rapor ederdik. Memnun

olur, tavsiyelerde bulunurdu. Bize ders vermek lütfunda da

bulundu. Her ayın ilk pazarında saat 10.00 - 17.00 arasında

onun Ankara Gazi Osman Paşa’daki evinde hazır olurduk.

Dersler sohbet şeklinde geçerdi. Türk tarihi, Türkiye ve

dünya meseleleri, Türk siyaseti, teşkilatçılık belli başlı

konulardı. Selçuklunun yıkılışı, Osmanlı’nın kuruluşu

üzerinde çok dururdu. Bize de bu hususta çalışma

yapmamızı tavsiye ederdi. Önemli bir tavsiyesi de, “Arkadaş

seçerken soyuna-sopuna ve geçmişine dikkat edin!” derdi.

Bu hususta bir de hatıra anlatmıştı:

14’ler konuşuluyordu. “Neden gafil avlandınız?”

sorumuz üzerine “İçimizden birisi yamuk çıktı” dedi. İsim

vermedi ama biz tahmin ettik. “O adam gençliğinde

arkadaşının nişanlısını kaçırmış; bunu bilseydim onu

aramıza almazdım.” dedi. Bundan şu ders çıkıyor: Tıyneti

bozuk bir insan geçmişte yaptığı bir ahlaksızlığı, menfaati

için gelecekte de yapmaktan çekinmez.

“Milliyetçi Cephe” hükümetleri dönemi idi. Türkeş

başbakan yardımcısıydı. Ancak hükümetin işleyişinden

memnun değildi. Demirel’e güvenmiyordu. “Akşam

anlatıyorum, kabul ediyor. Sabah tam tersini yapıyor. Bu

şartlar altında hükümette kalıp kalmamayı düşünüyorum.

Bana bu hususta bir rapor hazırlayın.” demişti de, kalmanın

ve ayrılmanın fayda ve zararlarının neler olabileceğine dair

bir rapor takdim etmiştik.

Her ay yaptığımız bu Ankara yolculuğu ile ilgili bir de

Page 75: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

75

garip hatıram var. Daha doğrusu hatıramız var:

Derse zamanında yetişmek için iki araba ile geceden

yola çıkardık. Kaman, Keskin arasında bir kaza olmuş.

Şarampolden aşağıda ikiye ayrılmış bir tıraktör ve hasarlı

bir Murat 124 gördük. İlk fark eden arkadaş, “Bakın murat

tıraktörü ikiye bölmüş” dedi. Durduk. Arabalardan indik.

Bir müddet aşağıdaki manzaraya baktık. Birbirlerimizden

epeyce ayrı mesafelerden bakıyorduk. Karanlıktı. Ben ve

yanımdaki Emmoğlum en geride idik. Arabadan da biraz

geç inmiştik. Birden iki arabanın yürüyüp gittiğini gördük.

Karanlıkta kala kalmıştık. Önceleri şaka zannettik. Hayli

zaman geçip de dönen olmayınca, bize bir oyun oynandığı

zehabına kapıldık. Fakat nasıl olurdu? Bir mana

veremiyorduk. Hadise çok çirkindi. Yavaş yavaş yürümeye

başladık. Nasıl olsa geri döneceklerdi.

Keskin'de çorba içmek için durmuşlar. Herkes inip de

biz inmeyince, uyuduğumuzu zannedip, gelerek

uyandırmak istemişler. Arabada olmadığımızı da ancak o

zaman fark edebilmişler; gelip bizi aldılar.

Ben buna çok öfkelenmiştim. Kahvaltıda ağzıma

geleni söyledim. Bu dikkatsizlik ülkücüye yakışmazdı.

Ankara'ya kadar da hiçbiri ile konuşmadım.

Page 76: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

76

MÜCADELEMİN AVRUPA TARAFI

Türkeş Almanya'ya Gitmemi İstiyor

Aylık derslerin dışında da Türkeş’le görüşmelerimiz

olurdu. Daha ziyade Mustafa Öztürk, Zeynel Timur ve ben

giderdik. Bu görüşmelerin birinde arkadaşlarım, benim

Almanya’ya gitmemin hareketimiz için faydalı olacağını dile

getirdiler. Daha önceleri bana teklif ediyorlardı ama ben

kabul etmiyordum. Türkeş, “Git, orada sana önemli görevler

düşecek” dedi. Rahat çalışmam için bir de yetki belgesi

vereceğini söyledi. Ben, belgeye ihtiyaç olmadığını,

gayretimle kendimi kabul ettirebileceğimi söyledim.

Demirel, Erbakan, Türkeş ve Feyzioğlu’nun birlikte

kurdukları “Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti” zamanıydı.

1975 Eylülü’nde, daha rahat çalışmak için tayinimi merkez

Argıncık kasabasına aldırmıştım. Bir yıldır orada, yeni

açılan bir okulda öğretmen idim. Ertesi yıl yurt dışı

müracaatları açıldı. Başvurdum. Ancak, aldığım maaş kesim

cezası sebebiyle puanım tutmadı. Onu da, yukarıda

belirttiğim gibi arkadaşım Zeynel Bey halletti.

Türkiye'de Son Okuttuğum Erkek öğrenciler, Argıncık - 1976

Page 77: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

77

Teftiş için okula bir müfettiş gönderdiler. Almanya’ya

gideceğim için sınıf almamıştım. Bir arkadaşın sınıfında

ders verdim. Başarılı bulunarak puan meselesini aşmış

oldum. Yazılı ve sözlü imtihanlardan sonra yurt dışına

gidecek öğretmenler arasına katıldım.

Türkiye'de Son Okuttuğum Kız Öğrenciler, Argıncık - 1976

İlk postada Kayseri’den altı kişi seçilmiştik. Ben, Celal

Duman, Mahmut Sakızlı, Ahmet Benli, Mehmet Sarez ve

Sarız'dan bir arkadaş… Bizi Ankara’da kursa aldılar. On beş

gün süren kursta, “ja” ve “nein” demesini, yol sormayı,

adımızı ve nereden geldiğimizi söylemeyi öğrendik.

Pasaport için tekrar Ankara’ya çağrıldık. Ev halkına,

tanıdıklara veda ederek terminale geldim. Yüze yakın

ülküdaşım uğurlamaya gelmişti, gözlerim yaşardı. İşte biz

böyle tutkun bir topluluk idik...

İlk elde iki yüzün üzerinde öğretmen gönderiliyordu.

Biz Baden-Württemberg eyaletine verilmiştik. 2 Şubat

1977’de Almanya’ya gitmek üzere hava alanına geldim.

Page 78: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

78

O sırada gırev varmış… Uçaklar kalkmıyor. İki gün

hava alanında kaldık. Sonra, Stuttgart’ta çalışan bir

köylümün yardımı ile Köln’e giden uçakta yer bulduk. Köln-

Stuttgart dört yüz kilometre… O yolu da otobüsle aldık. O

köylümün yanında birkaç gün kaldım. Sonra konsolosluğa

giderek geldiğimi bildirdik. Vazife yapacağım şehirden

gelenlere beni teslim ettiler.

Kalacağım yer belli değil. Bir İtalyan kahvesine

oturttular. Akşam olmak üzere… Nerede yatacağımı

bilmiyorum. Saatler sonra Tırabzonlu bir arkadaş, Sezgin

Öztürk beni evine götürdü. Yerim yurdum belli olup eşyalar

dizilinceye kadar sekiz gün onda kaldım. Kulakları çınlasın.

Almanya'da İlk Günler

Ben, bulunduğum şehrin ikinci Türk öğretmeni idim.

Benden evvel Sivaslı bir meslektaşım çalışmış.

Cemiyet başkanı beni ders vereceğim okullara

götürdü. Bu okulların biri bulunduğum yerde, diğeri de dört

kilometre mesafede idi. Daha sonra ben yedi kilometre

mesafedeki bir okulda daha dershane aldım. Her iş günü

buralarda 14.00-17.00 arasında Türk çocuklarına, Türkçe,

sosyal bilgiler ve din dersi veriyordum. Bunlar kurs

mahiyetinde idi. Katılımın bir mecburiyeti yoktu. Öğrenciye

kendini sevdirememişsen gelmeyebiliyordu; buna karşı

yapılacak resmî bir işlem de yoktu. Çocuk gelmediği zaman

ona ailesinin de yapacağı bir şey yoktu. "Gelmek istemiyor

hoca! Ben ne yapabilirim?" diyen veliler oldu.

Bu üç yerde yüzün üzerinde çocuk okutuyordum.

Okulda muhatabım sadece "hausmeister" denilen ayniyat

görevlisiydi. Bana dershanelerin anahtarlarını vermişlerdi.

Gelip açıyor, giderken de kilitliyordum.

Derneğin başkanı beni ev bürosuna götürdü. Daha

Page 79: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

79

önceden öğretmen için onlardan bir ev sözü almışlar. O evi

gösterdiler ve kiraladık. Ben yalnız gelmiştim. Ailem de

gelmiş olsa burası bizi idare ederdi. Zaten bir çocuk ve bir eş

olarak üç kişilik bir aile idik. Onları Ağustos ayında

getirdim. Kira düşüktü; bize ödenen maaş da 1666 marktı.

Bir müddet sonra 2000 mark yapıldı. Almanya'nın o günkü

şartlarında bu para bir aileyi rahatça geçindirirdi.

***

Burada bir hataya da dikkat çekmek istiyorum.

Okullar Ağustos ayında açılıyor, öğretmen Şubat ayında

geliyor. Almanlar nezdinde utanılacak bir durum. Vazifesi

biten öğretmenin gideceği belli… Neden zamanında

hazırlanmaz yerine gelecek öğretmen de, sene ortasına

sarkıtılır? Anlaşılır gibi değil… Anahtarları teslim alırken

onların manalı bakışlarından utandım.

Dershane tamam, öğrenci tamam ama elde müfredat

yok. Kitap yok. Günler sonra Türkiye'de okutulan kitaplar

geldi. Seviye farkı sebebiyle onlarla ders yapmanın da

imkânı yok. Karşında yedi yaşından on dört yaşına kadar

öğrenci var. Tam bir birleştirilmiş sınıf… Türkçe

bilmeyenler bir hayli…

O zamanlar cami ve cemiyet işleri pek yaygın değildi.

Çocukların din eğitimi alacakları bir yer de yoktu. Ben

ağırlığı dine verdim. Kendi dinini yeterince bilmeyenlerin

kolayca avlanabileceklerini biliyordum. Din, dil, tarih

beraber götürülmeliydi. Ama öncelik orası için din idi.

Aileler bu hususta yetersizdi. Ben de, nazarî bilgiler yanında

Subhaneke'den Elemtere'ye kadar öğretme kararı aldım ve

uyguladım. Bu kararımı, sebepleri ile birlikte, velileri o

İtalyan kahvesinde toplayarak anlattım. Bu toplantıda Millî

Eğitim Temel Kanunu ve Türk millî eğitiminin amaçlarını

da okudum. "Benim ölçüm budur, yolum budur! Ben bu

istikamette çalışırken kim karşıma çıkarsa ezerim!" dedim.

Page 80: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

80

Bir iki sokranma oldu ama açıktan kimse itiraz edemedi.

Yukarıda da kısaca bahsettiğim o kanunun ilgili

maddeleri: (Bu kanun Kenan Evren cuntasınca kuşa

çevrildi, aslını kaybetti; AKP ise içini tamamen boşalttı.)

2. madde: "Türk millî eğitiminin temel amacı, Türk

milletinin bütün fertlerini, Türk milliyetçiliğine bağlı; Türk

milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel

değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini,

vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan

yurttaşlar olarak yetiştirmek..." Aynı kanunun 17.

maddesinde, "millî eğitimin amaçları yalnız resmî ve özel

eğitim kurumlarında değil, aynı zamanda evde, çevrede,

işyerlerinde, her yerde ve fırsatta gerçekleştirilmeye çalışılır'

denmektedir."

Millî eğitimin amaçlarını da okudum. İlgili husus şu

şekildedir: (AKP bunun da cılkını çıkarttı.)

"Milli Eğitim ülkümüz, Türk Milleti'nin bütün

fertlerini kaderde, kıvançta ve tasada ortak bölünmez bir

bütün halinde millî şuur etrafında toplamak; millî, ahlakî,

insanî değerlerini geliştirmektir."

Bu resmî belgelere kimse açıktan itiraz edemezdi;

edilemezdi de… Edenler çıksa çok ağır karşılık alırlardı.

Hitabet tarzımdan bunu anlamış olmalılar. Zira devlet beni

bu "bu amaçları gerçekleştirsin" diye yollamıştı.

Tabii bütün bunların bedelleri de oldu. Türkiye'de

olduğu gibi burada da pek çok defa şikâyet edildim;

soruşturma geçirdim.

CHP'nin utanç verici oyunları ile AP'den, başta

bakanlık olmak üzere, çeşitli vaatlerle 11 milletvekili istifa

ettirilerek Demirel başkanlığındaki 2. Milliyetçi Cephe

hükümeti düşürülmüş, yerine Ecevit hükümeti kurulmuş ve

memlekette milliyetçi avına çıkılmıştı. Binlerce ülkücü

maddî-manevî işkencelerden geçti. Sürülenler, tenzil-i rütbe

Page 81: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

81

cezası alanlar, meslekten atılanlar, uydurma suçlarla hapis

yatanlar oldu.

Yurt dışına gönderilenler de unutulmadı. İki posta

halinde o yıl 450 öğretmen gönderilmişti. Bunların da

çoğunluğu ülkücü idi. Benim bulunduğum bölgede 23

kişiydik. Birinden diğerini sorarak bütün Almanya'da 87

öğretmenle temas kurmuştum; her ay bir büyük merkezde

toplanır, durum değerlendirmesi yapardık. Toplantılarımıza

bir doktor ve bir mühendis arkadaş da katılırdı.

Öğretmenleri aidata da bağlamıştım. Toplanan paraları

Ülkü-Bir'e gönderirdim. Bazen de, Türkiye'deki

kampanyalara nazire olarak bir defalık yardımlar alır, onu

da MHP genel merkezine ulaştırırdım. Kayseri'deki

ülkücülere de epey yardımlarımız oldu.

Avrupa'da ülkücü dernekler bulunmakla beraber, bir

üst kuruluşları yoktu. Üst kuruluş, çok hatalı bir şekilde

Avrupa Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu

(Türk Federasyonu) adıyla, biz vardıktan bir buçuk sene

sonra kuruldu.

Almanya'da İlk Tespitlerim

Almanya'da iki çeşit Türk gördüm: Teşkilatlı olanlar,

kendi dünyasında yaşayanlar… Teşkilatlı olanlar,

Türkiye'deki dinî-siyasî cemaatlerin uzantısı gibiydiler.

Sağda Süleymancılar, Türkeşçiler, Erbakancılar, Nurcular

olarak adlandırılanlar… (Tarikatçılık, Fetullahcılık ve

DİTİB/Diyanet İşleri Türk İslam Birliği 12 Eylül'den sonra

ortaya çıkartıldı.) Ve ortanın solundan Maocusuna kadar

her renkte solcu… Kabul etmek gerekir ki, sol daha teşkilatlı

ve daha faaldi. Hepsinin de üst kuruluşları vardı; bir çatı

altında toplanmış durumdaydılar. Ortak yanları da Türkiye

düşmanlığı idi. Almanlar ve Yunanlılar da onlara yardım

ediyordu; özellikle de Alman işçi sendikaları…

Page 82: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

82

Kendi dünyasında yaşayanlara gelince, onlar bu fikrî-

siyasî çalışmalara uzak duran, hemşerilik ve iş arkadaşlığı

etrafında kümelenen, işçi yurtlarını ve işçi cemiyetlerini

mekân tutan, Türkiye ve dünya meselelerinden uzak,

rızıklarının peşinde koşan "sessiz çoğunluk" diyebileceğimiz

insanlardı.

***

Türkeş beni gönderirken, hareketimizin Almanya

tarafı hakkında bazı bilgiler vermişti. Bir çatı kuruluşumuz

olmadığı için gayri resmi olarak işi Enver Altaylı

götürmekte imiş. Necati Uygur ve diğer bazı kişiler de ona

destek oluyormuş.

İlk işim Enver Altaylı'yı bulmak oldu. Buldum,

görüştük, konuştuk. Bana güney Almanya'daki derneklerle

ilgilenmemi, üyelerine eğitim yaptırmamı söyledi. Ben de

zaten o iş için buradaydım. Meslekî çalışmaların dışındaki

bütün vaktimi buna ayırdım. Yakınımdaki öğretmen

arkadaşlar da bana yardımcı oluyordu. Gece gündüz

çalışıyordum. İdarecilere teşkilatçılık dersi veriyor, üyelere

ve derneğe gelen diğer insanlarla dinî-tarihî konularda

sohbet ediyordum. Bölgeye bir canlılık geldi. Türkeş,

ziyaretine gelen bir dostuma, "Çok hızlı girdi, kendini fazla

yıpratmasın" demiş. Durulacak zaman değildi. Dernek

mensupları dâvâyı yeterince bilmiyordu. Aynı zamanda o yıl

genel seçimler vardı. Partiye maddî ve fiilî yardım

zamanıydı.

Seminer, sohbet, konferans, anma günleri, bilgi

yarışmaları ile bölgede bir eğitim seferberliği başlattım.

Herkes memnun görünüyordu. Tam bir kardeşlik havası

hâkimdi. Ta ki Enver Altaylı Türkiye'ye dönünceye kadar…

O, Hergün Gazetesi'nin başına getirilerek Almanya'dan

ayrılmıştı. Ancak elini buradan çekmiyordu. Her izinden

dönen "Enver Abi şöyle dedi, Enver Abi şöyle yapılmasını

Page 83: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

83

istedi." gibi haberlerle geliyordu. Onlara dedim ki: "Enver

Beyi rahat bırakın. O çok önemli bir vazife yüklenmiş

durumdadır. Bana haber ve talimat getirecekseniz onun

kaynağı Başbuğumuz olsun."

Enver Bey'e bu bağlılığın sebebini öğrendim: Meğer

beyefendi onlara milletvekilliği vaat etmiş. Birine Kars,

birine Yozgat, birine Kırşehir milletvekilliği vermiş. Aynı

taktiği başka bölgelerde de yapmış olacağını düşündüm.

Enver Bey Avrupa'yı arka bahçesi olarak görüyor,

Türkiye'dekilere "çok önemli bir kişi" imiş havası

yansıtıyordu. Gazetenin başına da bu ağırlığını(!)

kullanarak oturmuştu.

Rahmetli Necdet Sevinç, Ahmet Kabaklı'nın Milliyetçi

Cephe hükümeti döneminde "Demirel Doktrini" diye bir

yazı yazması üzerine, "ismini sebze halinden hatırladığım

kişi" gibi bir ifade kullanmış, Türkeş de bundan rahatsızlık

duymuş, hükümet ortağı hakkında böyle ifadeler

kullanılmamasını tembih etmişti.

İdealist dâvâ adamı olan Necdet Bey, Türkeş

başkanlığında gazete ile ilgili yapılan toplantıda, "Ben bu

şartlar altında çalışamam" deyince Enver Bey hemen, "Ben

çalışırım" diye atılmış, Türkeş de genel yayın

yönetmenliğini ona vermiş. Benim bilgim böyle… Tam

Enver'ce bir atak…

Bu Enver Altaylı Türkiye'ye dönerken telefonda bana,

"Hamzacığım ben buradan ayrılıyorum. Güney bölgesinin

emaneti sana…" dedi. Birkaç da isim saydı: "Aman bunlara

dikkat et! İstihbarata çalışıyorlar." dedi. İşin garibi,

Almanya hakkında bilgi verirken Türkeş de o kişilere karşı

dikkatli olmamı istemişti. Bu bilginin de kaynağı Enver'di

tabii… Yıllar sonra yine Türkeş'ten öğrendim ki, asıl

istihbarata çalışan Enver'in kendisi imiş. Bunun yeri gelecek

ve yazacağım.

Page 84: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

84

"Enver Bey, sen gidiyorsun, yerine kim bakacak?" diye

sorduğumda o isimlerden birini söyledi. Şaşırdım. "Dâvâ bir

Mitçiye mi emanet ediliyor" demem üzerine, "Korkma

Hamzacığım! Hareket öyle büyüdü, öyle güçlendi ki artık

ona kimse zarar veremez." dedi.

Kendine pay çıkartarak, "Ben buraya öyle sağlam bir

yapı oluşturdum ki kimse onu yıkamaz!" demeye

getiriyordu.

Hâlbuki ortada yapı diye bir şey yoktu. Cuma ve

bayram namazı kıldırmak için yer kiralanıyor,

Süleymancılardan hoca getirtiliyordu.

Stuttgart derneğimiz yeni bir yere taşındığında ben ilk

olarak hoca ve mescit işine el attım. Derneğin en büyük

odasını mescit yaptırdım. Kendi içimizden de namaz

kıldıracak insanlar ayarladım. Bu da Enver'e ulaştırılmış;

bir görüşmemizde ortaya çıktı. Enver bana sordu; hani

Avrupa ondan sual edilir ya: "İşler nasıl gidiyor, neler

yapıyorsun?" Onun hiç de memnun olmayacağı şu gerçeği

haykırdım: "Sayende fitne fesat ocağı olan dernekleri ülkü

ocağı yapmaya çalışıyorum. Enver Bey, senin yükün çok

ağır, buralardan elini çek! Enerjini gazete için kullan!"

İşim zorlaşmıştı. Bir yandan dışa karşı mücadele

ederken, bir yandan da içe karşı mücadele ediyordum. Dışa

karşı mücadele ne kadar zevkli ise içe karşı mücadele de o

kadar huzur bozucu idi ve enerji israfıydı.

Belki fitneyi yatıştırır diye, Türkeş'in ilk gelişimde

vermek istediği, benim de "ihtiyacım olmaz" diye almadığım

yetki belgesini istedim. Partinin resmi kâğıdına yazıldı,

imzalandı. Metnin özü şu idi: "Hamza Eravşar,

Avrupa'daki işçi, öğrenci ve öğretmenler nezdinde

benim tam yetkili temsilcimdir."

Bu belgeyi, inandırıcı olsun diye Stuttgart, Münih ve

Nürnberg toplantılarında arkadaşlara gösterdim. Durum

Page 85: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

85

anında Enver'e bildirilmiş. Onun da kıskançlık damarları

kabarmış olmalı; bu belgenin Almanların eline geçmesi

halinde partinin zarar göreceğini Türkeş'e söylemiş.

Şöyle birkaç ay geriye, Enver'in Türkiye'ye döneceği

zamanlara gidelim. Burada şahidi olduğum bir kavga ve bir

sahtekârlık var. Aradan 40 seneye yakın bir zaman geçtiği

için yazılmasında bir mahzur görmüyorum. Tarihe not

düşeyim; zaten hatıralarımı da onun için yazıyorum.

Bir akşam Enver beni aradı ve Ulm'e gitmemi, Hasan

Oraltay'ın orasını karıştırmak istediğini söyledi. Bu Hasan

Oraltay, Münih'te, 1950'lerde CIA tarafından kurulan ve

komünizm karşıtı yayın yapan "Radyo Liberty"nin Türkçe

bölümü idarecilerinden, kaba saba bir adam… Babası Doğu

Türkistan'da Rus ve Çin işgaline karşı mücadele edenlerden

Ali Beg Hâkim'dir. Göç romanında ondan bahsedilir.

Enver'in gitmemi istediği Ulm, Güney Almanya'daki

en büyük derneğimizin bulunduğu, Tuna kıyısında bir

şehir… Gittim. Bahsedilen şahıs henüz gelmemişti. Öğle

namazı için dernek mescidine geçtim. Çıktığımda bir

gürültü, bağırma, çağırma, küfürler duydum. Enver ile

Hasan ağız dalaşındalar. Türkiye'ye gideceğini söyleyen

Enver, yanında birkaç kişi ile gelmiş ve cümbüş başlamış.

Cemaat de kulak kabartmış, onları dinliyor. Durum çok

vahim… Kavgayı yatıştıramıyorum. Enver, kemerinden

küçük bir silah çıkartmış, "vuracağım onu" diye bağırıyor.

Hasan durmadan küfür ediyor. Bereket versin, Enver ufak

tefek bir şey de, kolayca kucaklayıp dışarı çıkarttım. Bu hay

huy arasında kavganın sebebini bir türlü anlayamadım.

Hasan, "Sen nasıl milliyetçisin? Bir milliyetçi bacısını

Alman'a verir mi?" diye bağırıyordu. Durum sakinleşince

başkan İbrahim Kara'nın evine gittik. On kişi kadardık.

Enver'e kavganın sebebini sordum. Çantasından bir

mektup çıkarttı ve okumamı istedi. Dedim ki: "Enver Bey

Page 86: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

86

siz Başbuğumuzun buradaki vekilisiniz; ne diyorsanız biz

onu kabul ederiz. O mektubun okunmasına gerek yok."

Buna rağmen, ısrarla okunmasını istediği katlanmış

mektubu önüme bıraktı. Aldım. Açınca, "Bu size yazılmış

özel bir mektup, okuyamam" dedim. "Lütfen okuyun

Hamza Bey! Herkes gerçekleri öğrensin." dedi.

Mektubun altında, Türkeş'in, çok iyi tanıdığım imzası

vardı ve Enver'in kendisine yazılmıştı. Yüksek sesle

okudum. Ne yalan söyleyeyim, orada kullanılan ifadelerden

Enver'i kıskandım. Hepimiz Türkeş'in evlatları durumunda

idik ama hiçbirimiz öyle iltifatlara mazhar olmamıştık. En

azından ben olmamıştım.

Mektup, MHP'nin resmî yazışmalarda kullandığı A4

kâğıdına daktilo ile yazılmıştı. Ve özetle şöyle diyordu:

"Enver'im, yavrum, selam ve sevgi ile gözlerinden

öperim. Ülkücülük bir milliyetçi mücadele olduğu kadar,

aynı zamanda şeref ve haysiyeti koruma mücadelesidir de…

Sana iftira edenlere karşı yaptığın mücadelede haklısın. Ben

damadımızı araştırdım; ikinci dünya savaşından sonra

Almanya'ya yerleşmiş Türkistanlı özbeöz bir Türk

çocuğudur."

Mesele anlaşıldı. Hasan Oraltay'ın iddiasını Türkeş

yalanlamış oluyordu. O'nun şahadeti ile öğrendik ki,

Enver'in eniştesi Alman değil Türk'müş.

İyi de, sahtekârlık bunun neresinde, diye sorulabilir.

Aradan ne kadar zaman geçti, hatırlamıyorum. 1978

sonları olmalı… Türkeş, rahmetli Gün Sazak ile Almanya'ya

gelmişti. Beni çağırttı. Huzuruna girdim. Hal-hatır

sorduktan sonra dedi ki: "O sana verdiğimiz belgeyi Alman

istihbaratı öğrenmiş; başına bir hâl gelmesin. Hem o

Almanların eline geçerse partimiz için de iyi olmaz."

Yukarıda, yanımda bir kopyasının bulanmayışına esef

Page 87: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

87

ettiğim belge budur. Türkeş'e saygımdan, bu belgenin

kopyasını almayı aklımdan bile geçirmemiştim.

Böyle bir mesuliyeti yüklenemezdim. "O halde onu

iade edeyim efendim." diyerek şifreli çantamdan çıkardığım

belgeyi önüne bıraktım. (Çantanın şifreli oluşu Türkeş'in

takdirine mazhar olmuştu.) Bunun, Enver'in bir oyunu

olduğunu anlamam zor değildi. Ben de karşı atağa geçip,

Ulm'deki kavgayı anlattım.

Gün Sazak, Türkeş'e sordu: "Nedir bunların

arasındaki mesele?" Türkeş'in anlattıklarını dinleyince

şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım sanki…

Hasan ile Enver ortak deri ticareti yapmış. Pek çok

ortak gibi sonra birbirlerine düşmüşler; araları açılmış ve

birbirlerinin açığını aramaya başlamışlar. Hasan Kazak,

Enver Özbek… Bir de böyle bir çekişme varmış… "Bu

didişmelerle Türkistan'ı batırdılar, kavgaya burada da

devam ediyorlar." dedi Türkeş. Konuşmalarından, Enver'i

haklı bulur gibi bir hava çıkarttım. Onu, Hasan karşısında

şöyle savundu: "Enver'in kız kardeşi bir Alman'la evlenmiş;

bununla o suçlanamaz ki…"

Hemen aklıma Ulm'de okuduğum mektup geldi.

Anlattım. Türkeş, "terbiyesizlik etmiş" demekle yetindi.

Sonraları bazı arkadaşların elinde de Türkeş imzalı,

parti başlıklı mektuplar görünce meseleyi anladım. Partiye

yardım yapanlara yollanan mektuplardı bunlar. Hesap

Enver adına açılmış olduğu için, teşekkür de, onun

tarafından, kendisine Türkeş'in, önceden verdiği imzalı

kâğıtlara yazılıyor. İmza Türkeş'e ait olunca, teşekkürü

yapan da o olmuş oluyor. İşte Enver o kâğıtları, kendisini

temize çıkartmak için kullanmış; sahtekârlık buradadır.

Türkeş'in yanından çıkınca Enver'i kapıda bekler

buldum. "Hamzacığım, şunları bir tümler misin, cebimde

ağırlık yapıyor." diyerek bana bir avuç bozuk para uzattı.

Page 88: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

88

Parayla ilgilenmedim. Şunları söylemeden de edemedim:

"Ben burada dâvâma hizmet için varım. Şu kullandığın

zavallıları ayağımın altından çek de rahat çalışayım.

Avrupa'dan da uzak dur! Biz buraya yeteriz."

Bu Enver'in bir sahtekârlığını da Ali Batman'dan

dinledim. Kısaca onları da anlatayım:

Ali Bey, Frankfurt'ta büyük bir marketin devren satlık

olduğunu görüp, Türk Federasyonu adına oraya talip olması

için Enver'i görevlendirmiş. O da gidip işi kendi adına

bitirmiş. Bir arkadaşı ile alıp "1001 Çeşit" adı ile işletiyordu.

Ali Bey'le konuşuncaya kadar ben de oranın Federasyon

adına işletildiğini zannediyordum.

Bir büyük sahtekârlığı da arsa meselesi… Şöyle ki: Ben

1977'de Almanya'ya gelirken Türkeş, "Hayır sahibinin biri

bize Hadimköy'de büyük bir arsa bağışladı; onu parsellettik

ve yurt dışında satmaya çalışıyoruz. Bu işle Enver

görevlidir; ona yardımcı ol!" diye talimat vermişti. İşin

mahiyetini tam bilemediğim için bu ticarete uzak durdum.

Derneklerde bu arsanın kırokilerini de gördüm; ucuzdu,

alanlar oluyordu. Bana sorulduğunda, "Başbuğumuzun

bilgisi dâhilindedir." demekle yetiniyordum. Ancak, bu arsa

satışı hiç bitmiyordu. İkinci, üçüncü, dördüncü arsaların da

kırokileri asılır oldu. Meğer açıkgöz Enver, o ilk arsanın

yanındaki arsaları da kapatmış, özel parsel yaptırarak onları

satıyormuş. Arsasını görüp, tapusunu almak için

Hadimköy'e gidenler anlattı. Bu işten Türkeş'in haberdar

olmadığını da bir başka hadise ortaya çıkarttı. Mesele Ali

Batman'la ilgili olduğu için benim yazmam uygun olmaz.

Dâvâmızın temeli, "Türklük gurur ve şuuru, İslam

ahlâk ve fazileti" değil miydi? Ahlâk bunun neresinde,

fazilet neresinde? Bu menfaat yoluyla basitleşme Türklük

gururuna uyar mı? Biraz zor ama bir gün bu yazdıklarımdan

Enver haberdar olursa, yüzleşmeye hazırım. Ali Batman'ın

Page 89: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

89

görevden alınmasının sebepleri arasına giren, bu arsa ile

ilgili başka bir sahtekârlığını da anlatırım.

Ülkücülerin saf ve iyi niyetlerini kullanarak mübarek

dâvâmızın sırtından kese dolduran birkaç sahtekâr daha

tanıdım. Onları şimdilik yazmayacağım. Şunu söylemeden

de geçemiyorum: Allah'ın lâneti, aramıza karışan, aramızda

iken şeytana ve nefsine uyan ahlâksızların üzerine olsun!

Bu meyanda Galip Erdem'i de rahmetle anıyorum. 50

yıllık bir hareketin neden daha emekleme safhasında

olduğuna ışık tutan şu sözler ne kadar acı:

"Bizler dâvâyı Ağrı Dağı’nın zirvesine

çıkaracaktık. Yola koyulduk, bin zahmet ve

emekle, acılar çekerek dağa tırmandık.

Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama

küçük (!) bir noksanımız olduğunu fark ettik:

Dâvâyı dağın eteklerinde unutmuştuk! Meğer biz

dâvâyı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız."

Necip Fazıl'ı da analım; diyordu ki: "Dilber güzel

kadın demektir, ancak Dilber adını taşıyan her

kadın güzel demek değildir."

Seyit Ahmet Arvasî de bu hâli şöyle özetlemişti:

"Ülkücü var, ülkücü geçinen var, ülkücüden

geçinen var." Bu özlü söze şimdi şu ifade katıldı. Sahte

ülkücü var; ülkücülük tiyatrosu oynayan hokkabazlar var;

hem de sayıları azımsanmayacak kadar çok…

Yıllar önce bu ıstırabımı "ÜLKÜCÜLÜĞÜN

ÇÜRÜMEYE TERKİ" başlığı ile yazıya döküp özel sitemde

yayımlamıştım; onu buraya almakta fayda görüyorum:

Ülkücülük, “Lider-Teşkilât-Doktrin” uyutmacasına

demir attı. “Vira Bismillah!” diyerek buradan demir

almadıkça başarı mümkün değildir.

Page 90: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

90

Ülküdaş, ülkücülük tepende dondu kaldı; ne

kaldırabiliyorsun ne de içine girebiliyorsun. Ezildikçe

ezilmektesin. Sen buzun altında yassılaşırken birileri

tepende fırıldak çeviriyor.

Bakın! Nereden nereye geldik? (ülkücülük devirlerini

tasnif denemesi)

Zor ülkücülük / 1968–1971

Çok zor ülkücülük / 1971–1980

En zor ülkücülük / 1980–1984

Kolay ülkücülük / 1984–1997

En kolay ülkücülük / 1997–2002

Zahmetsiz, çilesiz, kaygısız ülkücülük / 2002–2016

Böyle giderse, bundan sonrası havadan ülkücülük...

Türk milletinin, millî kültür istikametinde yeniden

şekillenmesi için var olan ülkücülük, onun millî değerlerini

çiğniyor. Değiştirmek için uğrunda binlerce şehit

verdiğimiz düzene uyduk. Diliyle başka söyleyen, fiiliyle

başka eyleyen ülkücüler türedi. Maalesef inandığımız

dâvânın ölçülerine uygun insan yetiştiremedik.

“Yüz bin yıldız sönmeden şafak sökmez” denmiş.

Şafağımız söktü ama onun ışığı altında şahsî hedefler için

birbirimizi tepeliyoruz. Işık bizi çarptı.

Bu milletin dile getirilmemiş o kadar çok derdi

varken,

Türkiye’miz haraç-mezat satılırken,

Yeraltı ve yerüstü kaynaklarımıza, sanki işgale

uğramışız gibi, yabancılar el koyarken,

Halkımız “öz yurduna garip, öz vatanında parya”

haline getirilirken,

Türk halkının yarısı bu zillete “evet” deme gafletine

düşmüşken,

Page 91: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

91

Türk adı levhalardan ve zihinlerden silinmeye

çalışılırken,

Türk'ün kaderine, halkın gafletinden faydalanarak,

Türk olmayanlar hükmederken,

Tarih boyunca millet olamayan topluluklar, devlet

eliyle millet yapılırken,

Kan bedeli aziz vatanımızda, devlet içinde devlet

kurulurken,

İhtiyaç olduğu halde fikir üretilemediği, hazırlar da

imha edildiği için fikir borçlanması başlamışken,

Ve bu boşluk sebebiyle bir yığın bize ait olmayan fikir

ve usulün istilasına uğramışken,

“Lider” diye başımıza dikilenler tabanı “sürü” yerine

koyarken,

Yüce Kur’an'ın ifadesiyle: “Hâl böyle iken siz nereye

gidiyorsunuz?”

Ulu atamız Yusuf Has Hacip buyuruyor ki:

“Beyler işi, işin ehli, becerikli, doğru ve dürüst olan

kimseye vermelidir. Eğer işi, ehil olmayan birisine

verirlerse, kendisinin ehliyetsiz olduğu meydana çıkar.”

“Allah, bir yöneticiyi başarılı kılmak isterse, ona, ehil

ve dürüst yardımcılar verir. Eğer, başarısızlığa uğratmak

isterse ona, bilgisiz ve kötü yardımcılar verir.”

“Aslan köpeklere baş olursa, köpekler aslan kesilir.

Köpek aslanlara baş olursa, aslanlar köpek gibi yaltak

olurlar.”

Bunları yazarken Üstad’ın, “Bahset tarih, balığın

tırmandığı kavaktan!” deyişini de duyar gibiyim.

Dışa karşı mücadele ne kadar zevkli ve huzur verici

ise, içe karşı mücadele de o kadar can sıkıcı, huzur bozucu

ve başarıyı engelleyici bir durumdur. Bana göre, Ülkücü

Page 92: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

92

Hareket'in büyük meselesi iç çekişmelerdir. Dışa karşı

tavuklaşan insanlar içeride horozlaşıyorlar.

Şikâyetler-Soruşturmalar

Verdiğim dersler ve derneklerde yaptığım sohbetler

sebebiyle, gelişimin üzerinden daha birkaç ay geçmişken

soruşturma geçirdim. Ecevit dönemi idi...

Bakanlık başmüfettişi, yanında bir başka bakanlık

müfettişi ile çıkageldi. İsimleri kalsın. Sorulardan ikisi

aklımda:

"Türkiye'den beri bir siyasî partinin pıropagandasını

yapmak." Buna cevabım şu oldu: Önce bu hangi parti imiş,

onu yazın! İkinci olarak da Türkiye'de bu işi yaptığıma dair

elinizde bir belge var ise görmek isterim." Partinin adını

zikredince kendimi şöyle savundum:

"Siz Milliyetçi Hareket Partisi ile milliyetçiliği

karıştırıyorsunuz. Ben, Millî Eğitim Temel Kanunu ve Millî

Eğitim'in Amaçları istikametinde milliyetçilik yapıyorum.

Ve iftiharla söylüyorum ki, Türk milliyetçisiyim. Sonra,

burada yapılacak particiliğin ne buraya, ne de Türkiye'ye

faydası olur. Böyle lüzumsuz bir işle neden uğraşayım ki…"

İlgili maddeleri de hatırlatınca bu soru iflas etti.

Çünkü kanunlarımıza göre milliyetçilik suç değildi, aksine

teşvik ediliyordu.

İkici soru birincisinden de mantıksızdı: Sınıfta

çocukları, "sağcının çocuğu, solcunun çocuğu" diye ikiye

ayırıp, sağcıların çocuklarına ders verip, solcuların

çocuklarını dövermişim. İnanılır gibi değil ama soru aynıyla

bu… Soran adama dedim ki: "Siz öğretmenlik yaptınız mı?"

Yapmış. Devam ettim: "Peki bu dediğiniz şeyin bir mantığı

var mı? 10-12 yaşındaki çocukların sınıfta böyle ayrımı

mümkün mü? Bana, "bir dâvânın adamı" diyorsunuz. Öyle

Page 93: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

93

ise dâvâma adam kazanmak yerine neden insanları

kendimden soğutayım? Sonra, babalarının günahını

küçücük çocuktan sormak akılsızlık değil mi?"

Bu soru da iflas etti. Sıra yazılanları imzalamaya

gelmişti. Tek tek satırları saydım. 23 satırmış. Adam sordu:

- Ne yapıyorsun?

- Satırları saydım; altına şerh düşeceğim, dedim. Ve

yazdım: "İşbu ifadem 23 satırdan ibarettir."

- Buna neden gerek duydun?

-Size güvenmiyorum. Türkiye'de çok arkadaşım,

ifadelerinin arasına cümleler sokuşturularak cezalandırıldı.

- Hep böyle uyanık olmanı öneririm, dedi.

Teklif mi, tavsiye mi, temenni mi, talep mi, istek mi

olduğunu bir türlü anlayamadığım bu "öneri" ucubesini de

ilk defa ondan duydum. Alnıma silah dayasalar

kullanmayacağım lakırdılardandır.

Almanya'nın daha başka yerlerinde buna benzer

soruşturma geçiren arkadaşlarım da vardı. Bir şey çıkmadı.

Müfettişler de harcırahlı bir turistik gezi yapmış oldu.

***

Seçim yılı idi. Bir vesileyle ben ve birlikte hareket

ettiğimiz Celal Duman ve Mahmut Sakızlı ile eğitim

ataşesini ziyarete gelmiştik. Kendisi ülkücü görünürdü.

Kayınbiraderi MHP milletvekili idi; MC hükümetleri

zamanında bakanlık yapmıştı.

Ataşe bizi azarlarcasına, "Siz ne biçim ülkücüsünüz?

Seçimde partilerine destek için solcular akın akın Türkiye'ye

gidiyor. Sizde bir hareket yok." dedi. "Amirimiz sensin. İzin

ver gidelim." dedim. "Hepiniz birden dikkat çeker, içinizden

biriniz gidin." dedi. Arkadaşlar benim gitmemi uygun

buldu. İzin dilekçesini yazıp, teslim ettim. Hazırlıklarımı

yapıp, bilet için Stuttgart'a geleceğim gün ataşe beni aradı;

Page 94: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

94

görüşmemiz lazımmış. Gittim. Başkonsolosun bana izin

vermediğini, eğer bir başka arkadaş olursa izin alabileceğini

söyledi. Diğerleri benim kadar faydalı olamazdı. Velhasıl

gidemedim.

Seçim yapıldı, bitti. Ecevit'in CHP'si %41 oy oranı ile

450 milletvekilinden 213'ünü aldı. Hükümet kurmak için 13

eksiği vardı. DP'nin bir milletvekilini, CGP'nin üç

milletvekilinden ikisini alarak ve "Güneş Motel"

görüşmeleri ile AP'den koparttığı 11 milletvekilinden yeterli

sayıdakilere bakanlık vererek hükümeti kurmayı başardı.

Bu kısa siyasî bilginin buraya girmesinin sebebi şu:

Ecevit başbakan, Necdet Uğur millî eğitim bakanı,

Mısır büyük elçiliğini basan teröristleri, elçiliğin kapısında

kucaklayıp öpen ve "her suça bir ülkücü suçlu" sıloganının

mucidi Hasan Fehmi Güneş içişleri bakanı olunca,

kaçınılmaz olarak ülkücü avı başladı. Eh biz de ülkücüyüz

ya… İki müfettiş Stuttgart'a damladı. Eğitim ataşesi

telefonla beni davet etti. Malum olan suçumu(!) ve şikâyet

edeni de söyledi. Hiç tanımadığım, başka bir şehirde

oturan, Milliyet Gazetesi'nin bölge temsilcisi, Yozgatlı

Mehmet adında biri… Bizden korktuğu için ataşeliğe

gelemiyormuş, telefon numarası vermiş, ifadesini o yolla

almalarını rica etmiş…

İçeri girdim. Neler sorulduğunu pek hatırlamıyorum.

Onlara şunu söyledim: Beni şikâyet eden adamı çağırın.

Yanıma iki kişi koyun ve adama sorun: "Hamza Eravşar

bunların hangisi?" diye… "Eğer beni tespit edebilirse, bütün

iddialarını kabul ederim. Sonra bu ne biçim şikâyet? Adam

ortada yok. Bana 30 km uzaklıkta bir şehirde oturuyor, veli

değil, şahsen o beni tanımaz, ben onu…"

Böyle temelsiz bir soruşturma olamazdı; bıraktılar.

Çıktım. Salonda bir adam oturuyor. Ataşeye sordum.

Öğretmen olmadığını söyledi. Neden davet edilmiş

olduğunu da bilmiyormuş.

Page 95: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

95

Adam içeri girdi. Ben bekliyorum. Çıkınca peşine

düştüm. Ataşeliğin yüz metre kadar ilerisinde yakaladım.

Sordum:

- Arkadaş, bunlar beni de çağırmışlar. Ne soruyorlar?

- Hiç yahu! Bizim orda Tahir diye bir öğretmen var.

Arkadaşın biri onu şikâyet etmiş; beni de şahit göstermiş.

Onun için geldim.

Tahir, çok iyi tanıdığım, sevdiğim, samimi bir ülkücü

idi. Bodensee kıyısında bir şehirde öğretmendi. Beraber

gelmiştik. Aramız epey uzaktı ama ailece de görüşürdük.

Adama sordum:

- Bu Tahir'in suçu neymiş?

- Türkeşçi yahu!

- Ulan teres! Türkeşçi olmak ne zamandan beri suç

sayılıyor? Şimdi senin şurada pestilini çıkartırım. Öyle

vatansever bir öğretmen buldunuz da daha ne istiyorsunuz?

Tam o sırada dernekten iki genç geldi. Benim, biri ile

tartıştığımı görünce, "Hayrola Hocam, bir durum mu var?"

dediler ve adamda şafak attı. Ataşeliğe doğru koşmaya

başladı. Ben de arkasından vardım. Ataşe beni içeri çağırdı.

- Yahu sen deli misin? Adamı tehdit etmişsin. "İlle

ben müfettişleri görüp durumu anlatacağım" diye tutturdu.

Ben anlatırım, onlar şimdi meşgul. Seni yanlarına alamam,

dedim ve yolladım.

- Tahir Bey mesleğimizin ve dâvâmızın yüz akıdır.

Böyle edepsizlerin onunla uğraşmasına göz yumamam,

dedim.

Şu güzelliğe bakın! Yaz tatilinde bu adamı Kayseri'de

bir emlakçinin yazıhanesine girerken gördüm. Dernek

yakındı. Hemen oradan iki genç çağırdım. Adamı takip

edip, gözünü korkutmalarını söyledim.

Gençler peşinden giderek bindiği dolmuşa dalmışlar.

İkisi iki yanına oturmuş. Adam Fevzi Çakmak semtine

Page 96: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

96

gelince inmiş, bizimkiler de, "Sen Tahir öğretmenimizi

yalnız mı sandın?" diyerek peşinden inip üzerine

yürüyünce, zavallı bir fotoğrafçı dükkânına kendini zor

atmış. Aslında boşuna telaşlanmış. İş sadece korkutmaktı; o

da iyice korkarak bizi hedefimize ulaştırmış oldu.

İzinden dönünce Tahir'e sordum: "Nasıl senin adam

şimdi?" Gittiği yerde diyormuş ki: "Aman bunlara uymayın!

Onların her yerde kolları var. Ellerinden canımı zor

kurtardım."

***

Bu ikinci soruşturmadan da bir şey çıkmadı. Bu arada

birkaç da şikâyete muttali oldum. Onları da kısaca yazayım.

Bulunduğum şehirdeki işçi derneğinin, sol zihniyetli

eski ve yeni başkanı, yine kendileri gibi solcu olan okul-aile

birliği başkanını da alarak, topladıkları 42 imzalı dilekçe ile

Stuttgart Başkonsolosluğu'na gelmişler ve konsolosla bizzat

görüşerek, dilekçeyi elden teslim etmek istemişler. Kapıda

görevli polis, Türkiye'ye dönünce Turgut Özal'ın özel

koruması, daha sonra ANAP'tan milletvekili olan Musa

Öztürk, "Ne için geldiğinizi bilmeden sizi içeri alamam."

deyince, dilekçeyi göstermişler.

Gıyaben tanıdığım Musa Öztürk, "Bakın!

Başkonsolosumuz o öğretmeni çok sever. Siz şimdi onu

şikâyet etmek istiyorsunuz. Bundan bir şey çıkmaz, ancak

siz mimlenirsiniz; konsolosluğa her gelişinizde işiniz

aksar." diyerek heyeti geri çevirmiş.

Mahkemelik olduğum diğer bir şikâyetin belgesi de

arşivimdedir. "Nasıl olur?" diyeceksiniz. Anlatayım:

Ankara'dan, daha çok resmî yazışmalarda kullanılan

açık kahverengi bir zarf içinde el yazısı ile kaleme alınmış

bir mektup geldi. Mektubun kenarına daktilo ile şu ikaz

eklenmiş: "Bu mektup yanında çalışan bir vatan haini

arkadaşından MEB'na geliyor. Dikkatli ol, açık verme.

Selamlar."

Page 97: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

97

Okuyunca şaşkınlıktan donakaldım. Mektup, Millî

Eğitim Bakanı'na yazılmış, oradan da vicdanlı, vatansever

bir memurun eline geçmiş olmalı ki, mektup beni buldu.

Arkalı önlü iki tam sayfa olan mektupta şikâyet edilen

benim ama orada anlatılan şahıs ben değilim. Onun

zırvalarının burada yeri yok. Mektubu tercüme ettirip

avukatım aracılığı ile iftira dâvâsı açtım. Mahkemede,

sıkışınca Ağca'yı misafir ettiğimi zırvaladı. Üniversiteli

gençlerle evimde ders yapardık; onlardan birini benzetmiş

olmalı…

Bu iddiayı tutturamayınca, okuttuğum sırada

çocuğunu dövdüğümü iddia etti. Ondan da bir şey

çıkartamadı. Dâvâ ertelendi, sonra da kapandı.

Develi'nin Şıklı kasabasından adı değmez bu kişi ile

işim bitmedi. Görevden alınınca iş aramaya başlamıştım.

Dostların da yardımı ile bölgedeki bir metal fabrikasına

kontrolör olarak kabul edildim. 1 Eylül 1981'de işbaşı

edecekken, metal sendikasındaki beni tanıyan solcuları

durumdan haberdar etmiş; engellediler.

Çamur gibi bir adamdı. Solcu geçinirdi; onu da

bilmezdi. Ecevit iktidardan düşürülünce, "İki ay daha

kalsaydı Türkiye'yi tam Müslüman yapacaktı." demişti.

Böyle bir cahildi ama burnu iyi koku alırdı. Menfaati için

kulağını deldirecek cinstendi. "Bu size üçüncü mektubum"

diye beni şikâyet ettiği zırva-namesinde, yakalanmam

halinde mükâfatını istediğini yazmış.

Bir gece iş çıkışı onu bir güzel dövmüşler. Polise bunu

benim yaptırdığımı söylemiş. Karakola çağrıldım. Hadise ile

alakam yoktu. Polis bana inandı.

Bir seferinde de iki genç onu döve döve hastanelik

etmiş. Adi bir kavgaya ideolojik süs vererek, yine metal

sendikasını devreye sokmuş. Sendikanın bölge temsilcisi ve

eyaletin Yeşiller milletvekili gazetecilerle hastaneye gelmiş.

Onlara, kendisinin solcu, benim de faşist(!) olduğumu

Page 98: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

98

söyleyerek işi üstüme yıkmış. Bunu haber yapan o günün

mahallî gazetesi ve bizim tekzibimizi havi gazete

arşivimdedir.

Meğer, ahlak ve haysiyet yoksulu bu adam, yine kendi

gibi solcu bir kişinin, hamile karısına laf attığı için onun

çocukları tarafından dövülmüş. Kavganın ideolojik bir

yanının bulunmadığı çocukların babasının, "Ben hoca ile

180 derece zıt görüşteyim. Değil onun dediğini yapmak,

karşılaşınca bile yolumu değiştiririm." demesi üzerine polis

işi kapatmış.

Bu böyle gidemezdi. İşi kendi usulümle halletme-

liydim. Takip ettim. Çarşıdan evine gelirken, uygun bir

yerde araba ile yolunu kestim. "Bin şu arabaya!" dedim.

"Niçin?" dedi korkarak… "Seni ormana götüreceğim,

mademki bende hıncın var; kozumuzu orada paylaşalım."

dedim. "Sizinle dövüşülmez." diyerek uzaklaştı.

Soruşturmalar ve muttali olduğum şikâyetler

bunlardır. Kim bilir, daha ne kadar var bunlardan…

Istıraplar, Çaresizlikler, Karanlık Günler Bu şikâyetlerden mi, Türkeş'e yakınlığımdan mıdır,

bilemiyorum; 30 Mart 1981 tarihinde Ortak Kültür

Komisyonu yurtdışı görevime son vermiş. Hâlbuki sekiz

yıllığına gelmiştik.

Almanya'daki ve Türkiye'deki arkadaşlarımla

yaptığım istişare sonunda kalmamın faydalı olacağı

kanaatine vardık. Keşke varmasaydık. Durumu görüştüğüm

bir genel merkez yetkilisi, "Bir ekmeğimiz varsa yarısı

senindir Hocam." diyerek teselli etti ama bırakın yarısını bir

lokma bile gelmedi. O kalma kararının benim hayatımda

çok kötü sonuçları oldu.

Her insanın ömründe birçok keşkeler vardır.

Çağrıldığımda geri dönmemek başta olmak üzere benim de,

hayatımı derinden etkileyen üç büyük keşkem vardır. Diğeri

Page 99: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

99

Almanya'ya gitmek… (Üçüncüsü ailevîdir, yazmayayım.)

1977'de teslim edilmiş, borcu bitmiş, yeni, dayalı

döşeli bir evim vardı. Şimdi yok… İçki, sigara, kumar gibi

hiçbir kötü alışkanlığı olmayan ben, şimdi Vakıflar Bölge

Müdürlüğü'nden kiraladığım 60 metrekarelik eski bir evde

oturuyorum. Maaşımdan başka bir varlığım da yok.

Çocuklar da anaları ile beraber Almanya'da kaldı.

"Kalmam bir işe yaradı mı?" diye bazen kendime

sorarım. Dâvâm adına derneklerde yaptığım hizmetler,

seminerler, konferanslar, dergi ve gazetelere yazdığım

yazılar, bastırdığım kitaplar, çıkarttığım dergiler,

okuttuğum talebeler, edindiğim dostlar gözümün önüne

gelir ve bunlarla avunurum.

Hareketimizin bugünkü durumuna bakınca da, "Ben

ve bizler bunun için mi bu kadar sıkıntılara katlandık?" diye

hayıflanmaktan kendimi alamıyorum.

***

Türkiyeli komünistler adamlarını bilemek için sık sık

bize saldırırlardı. Stuttgart'ta Ozan Arif'in bir konseri

olacaktı. Hazırlık için gündüzden salona gelen

arkadaşlarımıza, kalabalık bir Maocu gurup saldırmış,

salona büyük hasar vermişlerdi. Polis marifeti ile

komünistler salondan çıkartıldı. Koku bombası patlattıkları

için konser boyunca bayağı rahatsız olduk. Baskın, bizim

arkadaşların da gözünü açtı ve saflarımızı sıklaştırdı.

Bu hadise üzerine, Karakoç'un bir şiirinden ilham

alarak, "Türkiyeli Dümbükler" başlığı ile bildiri yazdım ve

hafta sonunda Stuttgart'ın en büyük caddesi "König Strasse"

de dağıttırdım.

Dernek yöneticileri aynı bildirinin, iyi ses getirdiğini

belirterek, tekrar dağıtılmasını istediler. Pek razı olmadım

ama çok ısrar ettiler. Bunun üzerine, "Caddenin iki başına

iki bayrak dikseniz bile bunun dâvâmıza bir faydası olmaz."

dedim. Heyecanını yenemeyen arkadaşlarımız dağıtmışlar

Page 100: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

100

ama bedeli ağır oldu.

İlk dağıtıldığında Maocular gafil avlanmışlardı.

İkincisinde hazarlıklı gelmişler. Büyük kavga çıktı. Bir kaç

arkadaşımız bıçaklandı. Birinin durumu ağırdı; hastaneye

kaldırıldı ve beş gün yattı. Dernek başkanımız, kavgaya

sebep olmaktan tevkif edilerek hapishaneye kondu. Onu 14

bin mark kefaletle serbest bıraktırdık. Mahkemesi dışarıdan

devam etti. Yatırdığımız paranın sekiz binine el koyarak,

dâvâyı kapattılar.

***

Ben 12 Eylül’ü takip eden sekiz sene içerisinde

Türkiye’ye gelememiştim. Bu süre zarfında, Prof. Dr. Orhan

Türkdoğan, Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, Prof. Dr.

Necmettin Hacıeminoğlu, Galip Erdem, Şerafettin Yılmaz

ve Abdurrahim Karakoç gibi çok değerli insanları evimde

misafir etme bahtiyarlığına ulaştım. Şimdi onlarla ilgili

hatıralarımı yazmaya çalışacağım.

Dostlarımın sitemi üzerine zaruri bir

açıklama: Benim kaygım yurt, o yurt üzerindeki millet ve o

milletin kültür değerleridir. Uğrunda mücadele ettiğimiz,

canlar verdiğimiz, mağduriyetlere uğradığımız dâvâ budur.

Şahıslar ve makamlar bunun üstünde olamaz; onlar

vasıtalardır. Vasıtayı dâvânın önüne almak, Erol Güngör'ün

deyimi ile "arabayı atın önüne koşmak" olur.

Prof. Dr. Orhan Türkdoğan

12 Eylül 1980 günü Orhan Türkdoğan ailece misafirim

olmuştu. Sohbet halkası oluşturduğumuz Stuttgart

Üniversitesinde okuyan gençleri de davet ettim. Hoca’dan

istifade etmelerini istiyordum. Tedirginlik içindeydik.

Orhan Hoca - sonunda tam tersi çıkan - şu sözlerle

yüreğimize su serpti: “Çocuklar işin içinde Haydar Saltık

Page 101: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

101

var. Korkmayın! O paşanın bir konuşmasını dinledim; tam

bir vatanperverdir.” O günleri yaşayanlar bilir, darbecilerin

akıl hocası bu adam idi ve vatanperverlerin anasını ağlatan

da bu vatanperver(!) paşa oldu.

Orhan Hoca Almanya’ya “ikinci nesil Türk çocukları”

üzerinde incelemeler yapmak için gelmişti. Onun

çalışmalarında, anketlerinde ve ziyaretlerinde yardımcı

oldum. Kendisinden faydalanmak için yolculuklarımızda

sorular sorardım. “Ziya Gökalp’i fazla sevemedim.” demem

üzerine, “Efendim, kimi ıspanak sever, kimi pırasa;

kimsenin zevkine karışamayız.” dedikten sonra “Siz,

Demirel veya Erbakan hakkında hiç ciddi, ilmî bir çalışma

duydunuz mu? Gökalp hakkında sayısız makale ve doktora

çalışması var” diye ilave etti. Bir gün de ben sormadığım

halde dedi ki: “Efendim, ben anlamıyorum; bizim buradaki

ülkücü arkadaşlar Atatürk’ü sevmiyorlar. Ülkücülük Türk

milliyetçiliği değil mi? Atatürk de en büyük Türk milliyetçisi

değil mi?”

Ne yalan söyleyeyim, o güne kadar okuduğum

kişilerin ve yazıların tesiri ile Gökalp ve Atatürk’e biraz

soğuktum. Bu konuşmalar düşündürdü. Hoca belki de

bendeki bu tavrı fark ettiği için bunları söylemişti.

Evde yer sofrası kurdurdum. Yemekteyiz. Hanım

hizmet için oturmadı. “Gelin hanım sen de gel” dedi. “Biri

yer biri bakar, kıyamet ondan kopar, değil mi hocam?”

demem üzerine “O sözün eksiği var. Biri yer biri bakar,

kıyamet ondan kopar. Yiyen bir değil bin, kıyamet ondan

kopar.” dedi.

Ord. Prof. Dr. Raha Oğuz Türkkan

Kendisi ile Almanya’da tanışığım bir değerli kişi de,

1944’te görülen “Irkçılık-Turancılık Dâvâsı”nın önemli ismi,

merhum Reha Oğuz Türkkan’dır. O, Almanya’ya çok sık

Page 102: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

102

gelirdi. Her gelişinde de uzun uzun sohbet ederdik. Ondan

bir hayli istifade ettim.

Türkkan Hoca “44 Olayları”ndan sonra, biraz da

kaderine küsüp, Amerika’ya gitmiş. 25 sene orada yaşamış.

Orta Amerika’da kurulan medeniyetleri incelemiş.

Kızılderililer üzerinde araştırmalar yapmış… Orada, bizim

Ötüken Kitabeleri’ne benzer kaya yazıları ve resimler

görmüş… Onlarda, tepe, su, hava gibi yirmi beş kadar

kelimenin bugün kullandığımız Türkçede var olduğunu

tespit etmiş. Kayalara çizilen bir resmi de şöyle anlatmıştı:

“Ortada sakallı bir adam, etrafında onu dinleyen sakalsız

insanlar var. Altındaki yazıda da o sakallının Uzak Asya’dan

geldiği, kendilerine çok şey öğrettiği yazılıdır.” Hoca, bu

öğretici kişilerin Türk olduğunu, o medeniyetlerin

kurulmasında payları bulunduğunu söylerdi.

Almanya maceramı dinleyince de aramızda şöyle bir

konuşma geçti:

- Peki, şimdi ne yapıyorsun?

- Ülkücü gençlere dersler veriyorum.

- Nasıl bir ders?

- Tarihî şahsiyetleri inceliyoruz. Bazen gençleri o

zamana götürüyorum; bazen de o şahsiyetleri bugüne

getiriyorum. Ve soruyorum: “Siz o çağda, o kahramanın

yerinde olsanız veya onun askeri olsanız, hadiseler

karşısında tavrınız ne olurdu? Yapılan işin hangisi şahsı

için, hangisi milleti için olmuştur?” O kahramanı günümüze

getirdiğimde de diyorum ki: “Acaba o kişi, meselâ Bilge

Kağan, bugünün meselelerini nasıl çözerdi?” Tabii bu

değerlendirmeler için kuvvetli tarih şuuru ve bilgisi gerekir;

gücüm ölçüsünde gençlere onları da öğretiyorum.

Hoca beni dikkatlice dinledikten sonra tavsiyelerde

bulundu. “Buna şunları da kat: Biz hangi medeniyetlerle

karşılaştık? Onlardan neler aldık, neler verdik? Din ve

Page 103: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

103

alfabe değişiklikleri ne getirdi ne götürdü?"

Benim bu çalışmalarımı, takdirkâr ifadelerle,

“Almanya’da Bir Öğretmen Tanıdım” başlığı altında Bayrak

dergisine yazmış; bir kopyasını da bana yollamıştı.

Arşivimde muhafaza ediyorum. (Bu takdirkâr yazının bir

bölümünü ilerde aktaracağım.)

Türk tarihinin sınıflandırılması hususunda da

hocanın tavsiyesi oldu. Ben Türk tarihini Atsız’ın tasnifine

göre, Doğu Türklüğü, Batı Türklüğü ve “Anayurt dışında

kurulan Türk devletleri” olarak okutuyordum. Reha Hoca

dedi ki: “Sınıflandırmaya Kuzey Türklüğünü de kat! O

topraklar da anayurdun bir parçasıdır.”

Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu

1982 sonları… Yıllardır kitaplarını, yazılarını zevkle

okuduğum Necmettin Hacıeminoğlu'nu heyecanla

bekliyorum; akşam yemeğinde bizde olacaklar. Bir

arkadaşımla geldiler. "Önemli meseleler yemekten sonra

konuşulur." düşüncesiyle, havadan sudan konuşmalardan

sonra, kurduğumuz yer sofrasına oturduk. Evvela meşhur

Kayseri mantısı geldi sofraya… Hocamız zevkle yedi mantıyı

ve "elhamdülillah" diyerek sofradan çekildi. "Hayrola

Hocam, asıl yemek daha geride, lütfen çekilmeyin!" ısrarım

üzerine, "Mantı tek başına takım yemektir; onun getirildiği

sofraya başka yemek konmaz. Ben doydum. Teşekkür

ederim." dedi. Biz diğer arkadaşla yemeğe devam ettik; o

inmedi.

Çaylarımızı yudumlarken soru sağanağını başlattım.

Yaşayan en büyük Türkçe profesörü olduğu için sorularım

dil üzerine idi. Türk Federasyonu tarafından aylık olarak

yayınlanan Vatana Hasret dergisine tarihî yazılar

yazıyordum. İçinden çıkamadığım imla meseleleri vardı:

Dilimize giren Firenkçe kelimelerin yazılışı, yazıldığı gibi

Page 104: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

104

okunmayan Türkçe kelimeler ve tırnak içine alınan

cümlelerin durumu gibi…

Firenkçe kelimelerin imlası ile ilgili sorumu sitemkâr

bir eda ile sordum: "Hocam" dedim. "İmlasında takıldığım

kelimelerin yazılışı için sizin kitaplarınıza ve yazılarınıza

bakıyorum. Aradığımı bulamıyorum. Siz de tiren yerine

tren, pilan yerine plan, pırogram yerine program

yazıyorsunuz. Bunlar dil hanemize istenmeden giren

misafirlerdir. Misafir ev sahibine uymak zorunda değil mi?"

"Uzatma!" dedi merhum. "Ben de aynen öyle düşünüyorum.

Başta ona dikkat de ediyordum; ancak kâtip kız yazımı

temize çekerken onları düzeltiyor (!) Baş edemedim;

yakasını bıraktım." Benim yazımı da Türk Federasyonu

genel merkezinde bu işle ilgili arkadaş düzeltirdi (!)

Dil hanemizin bu acziyetine kendimce şöyle bir

mazeret buldum: Ev sahibinin dayandığı medeniyet,

istenmeden gelen misafirin dayandığı medeniyet karşısında

çaresiz kaldığı için dediğini yaptıramıyor. Yani gelenin

arkası kuvvetli olduğu için ev sahibinin dişi geçmiyor; ona

tâbi oluyor. Bu hırpalanmış, pörsümüş haliyle zaten

yaptırması da mümkün değil. Bugün durum daha da feci; ev

sahibi gelene uymuyor, yerini onlara bırakıp evi terk ediyor.

İkinci husus için de merhum şöyle dedi: "Türkçede

yüzde beş nispetinde yazıldığı gibi okunmayan kelimeler

vardır. Anbar yazılır, ambar okunur; canbaz yazılır, cambaz

okunur; kanbur yazılır, kambur okunur; künbet yazılır,

kümbet okunur; tenbih yazılır, tembih okunur. Fiillerin

şimdiki zaman ve gelecek zaman çekimlerinde de benzer

durumlar var. Dil farklı söylese de, kaidenin muhafazası için

bu kelimeler aslı ile yazılmalıdır.

Üçüncü meseleyi de şöyle bağladı: Tırnak içine alınan

cümle büyük harfle başlar, sonuna nokta konur. Tırnaktan

sonra, tırnak içine alınan cümle yokmuş gibi, asıl cümleye

devam edilir.

Page 105: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

105

Hocamızı bana getiren arkadaşım, aile içi ilişkiler

konuşulurken, "Hamza Bey çadıra tek girenlerdendir." dedi.

Bunun ne demek olduğunu sorduğumda merhum şu fıkrayı

anlattı: Memleketin birinde padişah ülkesindeki kazak ve

kılıbıkların sayısını merak etmiş. Biri beyaz, diğeri siyah iki

çadır kurdurmuş. "Kazaklar ak çadıra, kılıbıklar kara çadıra

girsin!" diye de emir vermiş. Kara çadır ağzına kadar

dolduğu halde, ak çadırda sadece bir kişi varmış. Padişah bu

ak çadır yiğidine merakla sormuş: "Bu memleketin bütün

erkekleri kılıbık iken sen nasıl kazak oldun?" Adam gayet

soğukkanlı şu karşılığı vermiş: "Padişahım ben, kazak nedir,

kılıbık nedir, bilmem. Evden çıkarken karım bana 'sakın

kalabalığa karışma' diye tenbih etti; onun için bu tenha yere

geldim."

1981 yılında dernekler arası bilgi yarışmasını

başlatmıştım. Hocamızın geldiği sırada ikincisini

yapacaktık. Rahmetliden genel kültür dalında birkaç soru

rica ettim. "Dur bakalım, önce ben seni bir imtihan edeyim

de millî kültürümüzün neresindesin, anlayalım." dedi ve

sordu: "Bulgur nasıl yapılır?" İmtihan heyecanı ile buğdayın

haşlanmasını unutmuşum. "Önce sen millî kültürümüzü

öğren, sonra başkalarını imtihan et!" diye takıldı.

Bu arada kapı çalındı; açtım; alt kattaki komşu…

Arkadaşım mersedesini yolun ortasına koymuş; arabalar

geçemiyormuş. Dostum anahtarı bana uzatarak, "Hamza

Bey, şunu uygun bir yere çek" dedi. "Benim mersedes

kültürüm de yok, in ve arabanı çek" dedim. Gülüştük.

Galip Erdem

Ülkücü hareketin büyüklerinden Rahmetli Galip

Erdem'i de evimde misafir etme şerefine nail oldum.

Dâvâmızla ilgili konuşmadık hiçbir husus bırakmadık.

Onun ana meselesi Mamak'ta yatan ülkücüler ve onların

Page 106: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

106

yakınları idi. Yeterince maddî destek bulamamaktan

yakınıyordu.

Çok temkinli konuşuyor olmasına rağmen Türkeş'e

kırgın olduğunu anladım.

Galip Ağabey çay ve kahve tiryakisi idi. Yemekten

sonra kahve istedi. Hanım yapmak için odadan çıktı. Biraz

sonra kapı aralığından beni çağırdı; evde Türk kahvesi

yokmuş. İçeri girip durumu anlattım. Merhum bana tatlı

sert bir azar çekti. "Bir ülkücünün evinde nasıl olur da

kahve bulunmaz? Seni ülkücülükten tart ediyorum." dedi.

Kahve alışkanlığım olmadığı için bulundurma ihtiyacı

duymadığımı söylemem de beni kurtaramadı. O günden

sonra, içmesem de evimde hep kahve bulundururum.

Şerafettin Yılmaz

MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Dâvâsı'nın gayretli,

fedakâr, cefakâr, efsanevî avukatı Şerafettin Yılmaz da evimi

şereflendirenlerdendir. Onunla da uzun uzun dâvânın

seyrini ve neticesini konuştuk. Her anlattığı beni hayretten

hayrete düşürüyordu. Onların tamamını yazmayacağım.

Yalnız şu kadarını anlatayım: O meşhur iddianamede Türk

milliyetçiliği suçlanıyordu. Şerafettin Bey ve yanındaki

birkaç avukat, son safhada iddiaların teker teker

çürütülmesi ve Türk milliyetçiliğinin suç olmadığının ispatı

için esaslı bir savunma hazırlamışlar. Türkeş, "Mesele

anlaşıldı; onun okunmasına gerek yok." demiş. Şerafettin

Bey'i de avukatlıktan azledip, yerine genç bir avukatı

görevlendirmiş, dâvânın adını da, "Türkeş ve Arkadaşları"

olarak değiştirtmiş.

Bir de arşiv meselesi var: Şerafettin Bey, yıllarca süren

dâvânın, yüz binlerce sayfa ve binlerce kılasörden oluşan

muazzam bir arşivi olduğunu, bunların muhafazası için,

kirasını cebinden karşılayarak bir daire tuttuğunu söyledi.

Page 107: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

107

Bir gece dairenin kapıları kırılarak evraklar kamyona

yükletilip götürülmüş. Bu hadisenin faillerini de söyledi

ama ben yazmayacağım. İsim vermek onun hakkıdır.

Hatıralarını yazarsa okuruz.

Abdurrahim Karakoç…

Abdurrahim Ağabey'i 1988 yılının Haziran ayında

evimde bir hafta misafir ettim. Türkeş, Avrupa'daki muhalif

sesleri susturması için yollamış. Stuttgart derneğimize

geldiğini öğrenince hemen onu oradan aldım, eve getirdim.

Geliş sebebini öğrendikten sonra dedim ki: "Bak Ağabey!

Sen buradaki hadiselerin iç yüzünü bilemezsin. Durum sana

anlatıldığı gibi değildir. Ülkücüler senin şiirlerinle yetişti.

Dâvâlarına bağlılıkları da senin şiirlerin sayesinde oldu. Sen

bir tarafın değil, Ülkücü Hareket'in tamamının şairisin.

Şimdi taraf gibi olacaksın. Beni dinlersen sen bu iç

meselelere girme!" Beni çok dikkatli dinliyordu; sonunda

hak verdi.

Avrupa kaynıyordu. İkiye bölünmüştük. Vatan, millet,

din, devlet düşmanlarını bir tarafa koymuş, birbirimizle

uğraşıyorduk. Avrupa'daki yabancı kuruluşların en güçlüsü

Türk Federasyonu iken gücümüzü kendimize karşı kullanır

olduk. Yangına, su yerine benzin taşıyanlar da epeyce vardı.

Medar-ı iftiharımız Abdurrahim Karakoç'un bu curcunanın

içine düşmesine gönlüm ve ülkücülüğüm el vermiyordu.

Kendisi için yapılan pırogramı almıştım. Oralara bizzat

götürüyordum. Kimsenin soru sormasına meydan

vermeden, şairin, hangi şiirinde ne demek istediğini, şiirin

yazılış sebebini falan soruyordum. "Karakoç bütün

Türkiye'nin şairidir. Onun sahasını daraltmayalım. Şairler

gönül erleridir, onları günlük siyasetin içine çekmek doğru

olmaz." diyordum.

Page 108: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

108

Merhum tabiat âşığı idi. Pırogramının olmadığı

zamanlarda ormanları, tepeleri, dereleri, parkları

dolaşırdık. Akşamları da çevre derneklerden gelen gençlerle

ev sohbeti yapardık. Velhasıl verimli oldu Karakoç'un

ziyareti. Ben Türkiye'ye geldikçe, o Almanya'ya geldikçe

daha çok konuştuk, halleştik, dertleştik.

Ve Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu

Çok yıllar sonra bir önemli şahsı daha misafir ettim:

Saygıdeğer dostum Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu Merhum…

Kendisini bir televizyon pırogramında tanıdım.

Konuştukça kafamdaki sorular bir bir cevap buluyordu.

Derhal sohbette bahsettikleri, iki arkadaşı ile birlikte

hazırladıkları meali temin ettim. O an elimde buluna sekiz

mealle karşılaştırarak iki kere okudum. Mükemmel bir

çalışma idi. Sekiz sene uğraşarak tamamlamışlar. Hemen

bir teşekkür mektubu yazıp yolladım. Dostluğumuz böyle

başladı; sonra, Kayseri'ye gelmişti, saatlerce görüştük.

Almanya'ya dönünce de irtibatımız kopmadı. "Kur'an'a

Göre Yaşamak" adı altında dersler yapıyorduk. Merhumu

defalarca telefonla misafir ettik. Bazen de görüntülü olarak

katılır, talebelerin sorularını cevaplardı. Takıldığımız

hususları da e-posta ile ona sorar, cevabını derste okurduk.

Hiçbir sorumuz cevapsız kalmadı.

Hocamızı 2013 yılında Almanya/Plochingen'e davet

ettim. Bir hafta evimde beraber kaldık. Her hususta

mutabıktık. Kütüphaneme bakınca, "Hep aynı kitapları

okumuşuz." diye iltifat etti.

Page 109: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

109

Merhum Sofuoğlu dernekte sohbet ediyor. Yıl 2013

Onu talebelerimle tanıştırdım. Dernekte defalarca

sohbet etti. Çevre derneklere de gittik ve konuştuk.

İsteğimiz üzerine beraber getirdiği küçük boy meallerin

tanıtımını yaptık. Kanal Avrupa'da, Oğuzhan Erkmen'in

sunduğu pırograma katıldık. Bir buçuk saat

sürdü.

Oğuzhan'ın pırogramındayız

Merhum hocamız da benim gibi, Türk halk müziği

aşığı idi. "Halkının musikisini sevmeyen hocalardan uzak

dur." demişti. Halkımızın dünyevî duygularının adı "türkü",

dinî duygularının adı "ilahi" idi. Bu hususta da mutabıktık.

Hocalarda bir yetersizlik görürse, "Bir of çeksem karşıki

Page 110: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

110

dağlar yıkılır." diye dert yanar; benim halimi görünce de

"Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana; bilmem

söylesem mi, söylemesem mi?" derdi. "Nerelisiniz?"

diye sorulan bir soruya, "Sürmeli'yi dinlerken Yozgatlıyım;

Gesi Bağları'nı dinlerken Kayseriliyim; Hüdayda'yı

dinlerken Ankaralıyım; Çarşamba'yı Sel Aldı'yı dinlerken

Samsunluyum. Kütahya'nın Pınarları türküsünü dinlerken

Kütahyalıyım." demişti. Aslen de oralı idi.

Telefon ettiğimde, "Hamza Bey bir şeyler yazmış olsa

da okusam, diyordum; aradın. Teşekkür ederim." derdi.

Cemal hocamızın son yazıştığı kişi benim. 30 Ağustos,

2013 gece, saat on iki… Telefonuma baktığımda, "Kendimi

iyi hissetmiyorum; bana bir şeyler söyle!" diye yazmış

olduğunu gördüm. O saatte telefon etmeyi uygun

bulmadım. "Şimdi rahatsız etmeyeyim. Yarın uzun uzun

konuşuruz muhterem hocam." diye kısa bir mesaj yazdım.

Sabah on sıralarında aradığımda, telefonun öbür

ucunda bir hanımefendi, "Bir saat önce babamı kaybettik."

deyince yıkıldım. Sırtımı dayadığım dağ devrilmişti.

Muhterem hocamızın, Prof. Dr. Abdulkadir Şener,

Prof. Dr. Mustafa Yıldırım ile birlikte hazırladıkları o

emsalsiz meal için bir yazı yazıp, sitemde yayımlamıştım.

Onu kısaltıp, hocamı da rahmetle anarak buraya alıyorum.

BİR MÜKEMMEL MEAL

Bu güzel meali kendi sitemde tanıtmak bana dinî ve

millî bir vazife olarak göründü. Meslekten ilahiyatçı

olmadığım için adımımı boyuma göre atarak, sözü meali

yazanlara bırakıyorum. Eseri en iyi sahipleri tanıtır. Türk

Yurdu dergisindeki mülakatlarını epeyce kısaltarak buraya

alıyorum.

Page 111: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

111

"Telif hakları kanununun sonucunda bir Elmalılı

furyası başlamış ve ona dayanarak amatör ilahiyatçılarımız

onlarca meal meydana getirmişlerdir. Bununla birlikte nice

unvanlı hocamızın da amatörler gibi mealler yazdıkları da

bir gerçektir. Bazı mealler o kadar çok ciddiyetten uzak

hazırlanmıştır ki, Elmalılı Hamdi Yazır’ın bazı yanlışları

hemen bütün meallerde tekrar edilegelmiştir. Bu mealler

incelendiğinde çok kere Kur’an’ın anlamlarını doğru

yansıtmadıkları görülmektedir. Manzara gerçekten ibret

vericidir, buna manzara gülünçtür de diyebilirsiniz. Bunun

birçok sebebi vardır. Kur’an-ı Kerim’in kendine özgü bir

üslûbu vardır. Kur’an sadece bugün Temel İslam Bilimleri

dediğimiz ilimleri bilmekle de tercüme edilemez. Kur’an’ı

anlamak için tarih, arkeoloji, antropoloji, sosyoloji, dinler

tarihi gibi birtakım ilim dallarıyla da meşgul olmak gerekir.

Biz bu konularda gücümüz nispetinde bazı kaynak eserleri

incelemeye çalıştık. Gücümüzü aşan yerlerde bu alanlardaki

ilim adamları ile sürekli görüştük.

Edebi bir metinde, bilhassa da Kur’an’da dil ve üslûp

son derecede önem arz etmektedir. Bu üslubu kavramadan

ayetleri doğru anlamak ve tercüme etmek mümkün değildir.

Türkçede meallerin çoğu Kur’an-ı Kerim’in anlamını

büyük ölçüde doğru yansıtmamaktadır. Bunu bildiğimiz için

Kur’an’ın ciddi bir tercümesinin yapılmasının şart olduğu

kanaatine vardık. Allah’a hamdolsun ki belli ölçülerde bunu

başardık. Zaten Kur’an-ı Kerim’i taşıdığı özellikler

dolayısıyla mükemmel bir şekilde tercüme etmek de

imkânsızdır.

Bu arada, şunu ifade etmeliyiz ki, müfessirlerin adları

ve şöhretleri ne kadar büyük olursa olsun, Kur’an-ı Kerim’in

tamamına aynı derinlikte nüfuz edemediklerini gördük.

Büyük bir müfessirin eserinde bulunmayan çok değerli bir

bilgi, başka bir müfessirin eserinde yer alabilmektedir. Bu

Page 112: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

112

bakımdan, geniş bir kaynaklar hazinesine sahip olmamız ve

onları iyi değerlendirmemiz meale birtakım farklı özellikler

kazandırmıştır diyebiliriz.

Birkaç örnek verelim: Bakara Suresi 189. ayette Hz.

Peygambere ayın evreleri hakkında soru soranlara cevap

verildikten sonra “Evlere arkalarından girmek iyilik,

güzellik değildir…” buyrulmakta ve asıl iyiliğin takva sahibi

olmak gerektiği belirtildikten sonra “Öyleyse evlere

kapılarından girin.” buyrulmaktadır. Genellikle mütercim-

lerimiz evlere arkadan girmenin Arapçada bir deyim

olduğunu dikkate almamakta ve lâfzî bir tercüme ile işi

geçiştirmektedir. Okuyucu da Kur’an’ın tuhaf ve anlamsız

ayetler içerdiğini sanmaktadır. Oysa ayette belirtilen Hz.

Peygambere onu ilgilendirmeyen sorular sorulmasının

anlamsızlığı vurgulanmaktadır. İşin gülünç yanı, bir deyim

olduğu bilinmediği için açıklama mahiyetinde tuhaf

yorumların yapılmasıdır. Bir başka örnek, Saffat Suresi’nin

88 ve 89. ayetlerinde görülmektedir. Burada Hz. İbrahim’in

putlara karşı duruşu anlatılmaktadır. Lütfen bu satırları

okuduktan sonra elinizdeki herhangi bir mealden

okuyunuz, ibretlik bir tercüme göreceksiniz. “İbrahim

yıldızlara baktı ve ben hastayım dedi”. Hemen bütün

meallerde buna benzer çeviriler göreceksiniz. Meal yazan

büyük âlimlerimiz de dâhil olmak üzere böyle çevirmek-

tedirler. Yıldızlara bakıp da ben hastayım demek ne

demektir Allah aşkına! Evet, bu da bir deyimdir, yıldızlara

bakmak kafasında bir plan yapmak, bir şeyler tasarlamaktır.

İbrahim (as) da kafasında putları nasıl kıracağı konusunda

bir şey tasarlamış ve ben hastayım diyerek ayrılmıştır.

Kıssanın devamı malumdur.

Başka bir örnek verelim: 73. Müzemmil ve 74.

Müddessir surelerinin başındaki kelimeler hemen bütün

mütercimlerce “Ey örtünüp bürünen peygamber!” şeklinde

Page 113: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

113

çevrilmiştir. Evet, kelimenin kökünde örtünmek, bürünmek

anlamları vardır. Ancak bu lâfzî (literal) anlamıdır. Asıl

kastedilen anlam şöyle olmalıdır: “Ey büyük bir iş yüklenen

kişi!” Ve “Ey peygamberlik gömleğini giyen kişi!” neden

böyle bir anlam verildiği dipnotlarda açıklanmıştır.

Burada önemli gördüğümüz bir meseleye temas

ederek konuyu bitirelim. Biz Türkler amelde Ebu

Hanife’nin, inançta ise İmam Maturidi’nin mezhebine

mensup olduğumuzu tereddütsüz söyleriz. Ancak çok

gariptir ki, Maturidi hakkında biz hocalar da dâhil olmak

üzere ciddi bir bilgiye sahip değiliz. Onun eserleri henüz

tam olarak ne basılabilmiş ne de dilimize çevrilebilmiştir.

Biz Maturidi’nin tefsirinin yazma nüshasından büyük

ölçüde yararlandık. Aslında Maturidi’nin fikirleri ve

düşünceleri onun yolundan gittiğini iddia eden Türkler

arasında bile gerçek manada yayılabilmiş değildir. Biz her

ne kadar inançta Maturidiyiz desek de gerçekte

düşüncelerimizin Eş’ari kökenli olduğu gözlenebilir.

Dolayısıyla Maturidi’nin görüşlerini yansıtan tercümemizle

hakiki anlamda onun görüşlerinin yaygınlaşacağını ve söz

konusu tezadın ortadan kalkacağını söyleyebiliriz.

Bütün bu açıklamalardan sonra şunu rahatlıkla

söyleyebiliriz. Bu meali okumadan, Kur’an’ın bazı ayetleri

yanlış anlaşılabilir. Bu meal, ezber bozan bir mealdir ve

taşıdığı özellikler itibariyle Türk mealcilik tarihinde bir ilk

ve bir inkılâptır. Dolayısıyla dini konularda yazan ve

konuşanların bu meali gözden geçirmelerinde büyük

faydalar vardır. Aksi takdirde yanlışlar sürüp gidecektir."

***

Şeref misafirlerimi uğurladım. Şimdi derdimle

dertleşeyim:

Sene ortasında okulun kapanması Almanlara karşı

bizi küçük düşürürdü. Dört yıl Almanya'da kalan bir ailenin

Page 114: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

114

hemen toparlanmasının zor olacağını da belirterek, Millî

Eğitim Bakanlığı'na, Stuttgart Başkonsolosluğu'na, Bonn

Büyükelçiliği'ne mektuplar yazıp sürenin ders yılı sonuna

kadar uzatılmasını istedim. Cevap bile verilmedi. Bu arada

bana tanınan 15 günlük süre de dolduğu için müstafi

addedildim. Buna rağmen durumdan kimseyi haberdar

etmeden sene sonuna kadar, ücretsiz olarak görevime

devam ettim.

Öğretmenlik vazifemin sona erdiğini, siyasî sebeplerle

Türkiye'ye gitmemin mümkün olmadığını, burada kalıp

kalamayacağımı Alman yetkililerine sordum, "İş

bulabilirsen kalabilirsin." demişlerdi. Yukarıda anlattığım

kontrolörlük işini bulmuştum. Onu da solcular engelleyince

sap gibi ortada kaldım. "Kalabilirsin" diyen Alman

makamları da yan çizdi ve beklenen akıbet geldi çattı. Dört

kişilik aile sınır dışı kararına muhatap olduk. En geç 31

Aralık 1981'de Almanya'yı terk etmemiz isteniyordu.

Dünyam karardı. Bu halde nasıl dönebilirdim?

Meslekten çıkartılmıştım. Askerî yönetimin beni tekrar

göreve getirmesi mümkün değildi. Türkiye'de ne

yapabilirdim? İşin içinde, en az 90 gün, belki daha fazla

hapis yatmak da vardı. Yakınlarım 12 Eylül günü belediye

hoparlöründen arandığımı, en yakın polis karakoluna teslim

olmamın istendiğini söylemişlerdi. Naçar, Almanya'da

kalmanın yollarını arayacaktım.

Avukatımla görüşerek, sınır dışı kararının iptali için

dâvâ açtım. Arka arkaya iki dâvâ da aleyhimde neticelenince

avukatım, sınır dışı veren makamdan, anayasa mahkemesi

nezdinde dâvâ açacağımızı, biraz süre tanınmasını istedi. O

dâvâ yürütmeyi durdurmazmış; "Gitsin; dâvâyı kazanırsa

geri gelsin." dediler. Önce asmak, sonra yargılamak gibi bir

durum…

Page 115: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

115

İlticadan Başka Yol Kalmamıştı Tam bir çaresizlik içindeydim. Epeyce düşündüm.

Madem anayasa mahkemesinin kararı beklenecek, iltica

dilekçesi vererek bu zamanı kazanabilirdik. Avukata bu

düşüncemi bildirince sordu: "Hangi sebeple?" Ülkücü

olduğumu, başta Türkeş olmak üzere, dâvâ arkadaşlarımın

siyasî sebeplerle içeride olduklarını anlattım. "Yani sen

Grauwolflerden (Bozkurtlardan) misin?" dedi. "Evet" der

demez ayağa kalkarak, "Senin o katillerden olduğunu

bilsem öteki dâvâlarını da almazdım. Lütfen burayı terk et!"

diye hiddetlendi.

Bu avukat CDU'lu idi ve onun için onu tutmuştum.

Bizi yanlış tanıdığını, Türkeş'in her gelişinde Bavyera'nın

CSU'lu başbakanı Straus'la görüştüğünü, gazete haberlerini

göstererek ispat ettim. İkna oldu ve beni, iltica işinde

uzmanlaşan Stuttgart'taki bir meslektaşına gönderdi.

Elimizdeki mevcut belgelerle dilekçemizi iltica

dairesine gönderdik. Bu defa da karşıma "kamp" meselesi

çıktı. İltica talebinde bulunanları dâvâ sonuçlanıncaya

kadar kampa alıyorlar. Kamp, başlı başına bir manevî

işkence… Bir dairenin her bir odasını bir aileye veriyorlar.

Banyo, tuvalet müşterek… Yemekler onlardan… Sabah, öğle,

akşam düzenli çıkıyor ama yiyebilirsen tabii…

Kampa götürülüşümüz de başlı başına bir işkence…

İltica talebinde bulunduktan sonra, dâvâ sonuçlanıncaya

kadar Almanya'da kalmak için mahkemeye çıktık.

"Kalabilirsiniz" dendi. Dâvâ süresince evimizde kalmamızı

talebettik; o da kabul edildi. Alman makamları bu karara

itiraz etmiş ve mahkeme onların isteğine uymuş. Avukatım

izinde idi; benim bu karardan haberim olmadı. Bir gün

sekiz polis birden evi bastı. Makineleşmiş Alman polisleri

pis ayakları ile içeri daldı. "Hazırlanın, sizi iltica kampına

götüreceğiz." dediler. Şaşırdık. Yer demir, gök bakır. İltica

işlerinde bana yardımcı olan bir arkadaşı aradım. Polislerle

Page 116: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

116

konuşturdum. Kâr etmedi. Makinede çamaşır yıkanıyor.

Onları ıslak ıslak torbalara doldurduk. Giyeceklerimizi

bavula koyduk. Evden çıktık. Polisler kapıyı mühürledi.

Aşağı indik. Çocuklarla arabamıza doğru giderken komiser,

"Çocuklar bizim arabada gidecek." dedi. Ricam kâr etmedi.

Biri üç, diğeri yedi yaşında iki çocuk… Polis arabasına

binmek istemiyor, ağlıyorlar. Bizim durumumuz da

çocuklardan farklı değil… Ben tekrar rica ediyorum; kabul

edilmiyor. Gözümden sakındığım, üzerlerine titrediğim

yavruları makineleşmiş polislere rehin verdim. Çok acı…

Elimden de bir şey gelmiyor. Karşıdaki insan değil,

söylediğim gibi makine, robot… Çocukları kendimden zorla

ayırarak, öfke ile polis aracının arka koltuğuna atıp, kapıyı

kapattım. Bir araç önde bir araç arkamızda 160 km.

mesafedeki iltica dağıtım merkezi Karlsruhe şehrine geldik.

Çocuklar hiç oturmadılar, hep bize baktılar. Biz de elimizle,

başımızla işaretler yaparak onları sakinleştirdik.

Akşamüstü varacağımız yere vardık. Bizi oranın

idarecilerine teslim ettiler. O gece, verdikleri geçici odada

kaldık. Ertesi sabah kalacağımız odaya taşındık.

Bu merkezde bir ay kaldık. Talebimizin hemen kabul

edileceğini ve evimize döneceğimizi ümidediyorduk.

Talebimiz reddedilince Horb şehrindeki kampa naklettik.

Orasını ben istemiştim. Yakınındaki Herrenberg şehrinde,

başta Cengiz Taşer ve ailesi olmak üzere, çok samimi

dostlarım vardı.

Kampta, aklıma geldikçe beni hüzünlendiren,

çaresizliğin ne yaman bir ıstırap olduğunu gösteren bir

hadiseyi daha yazayım:

Çocuklar fazla etkilenmesin, olup bitenleri normal

görsünler diye, kampta kaldığımız tek odalı yere "küçük

evimiz", yaşadığımız şehirdeki yere "büyük evimiz" derdik.

Bir gece, dört yaşındaki kızımız yatağında hıçkırarak,

Page 117: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

117

"N'olur Allah'ım bizi büyük evimize götür." diye dua

ediyordu. Bir baba olarak nasıl katlanılır buna?

1985 ortalarına kadar ailece orada kaldık. Sonra onlar

kamptan çıkartıldı. Yaşadığımız şehirde kiraladığımız bir

eve taşındı. Benim kamp hayatım, farklı farklı yerlerde iki

sene daha devam etti.

Kamp Hayatı

İltica dairesi bir ay içerisinde talebimizi reddedince

mahkemeye müracaat ettik. Biraz daha belge toplamıştım.

'84 yılında dâvâyı kazandım. Devlet savcısı itiraz etti. '85

yılında da bir üst mahkemeyi kazandım; idare yine itirazda

bulununca, durum Berlin Yüksek İdare Mahkemesi'ne

intikal etti. Orada uzlaşmaya gittik. Almanlar verdikleri

sınır dışı kararını kaldıracak, ben de iltica talebimi geri

çekecektim. İki taraf da bu karara uyduk. 81'in Mayısı'nda

başlayan kalma mücadelesi 87'nin Mayısı'nda lehime

sonuçlandı.

Kamptaki hayatımdan da biraz bahsedeyim: Kamp,

çoğunluğu Türk olan insanlarla dolu… Solun her çeşidi

orada… Ülkücü olarak ben tekim. Hepsi de bana ters

bakıyor.

Bir gün yakın derneklerimizden birine sohbete

gideceğim. Yanımda bölge başkanı arkadaşım var. Evden

çantamı aldım. Kapıyı açınca koridora bir yığın kadının

toplanmış olduğunu gördüm.

Bağırıyorlar: "Faşistler buraya giremez!" "Hanımlar!

Eğer kast ettiğiniz ben isem, zaten gönlümle buraya

gelmedim. İdareye söyleyin beni bıraksınlar. Siz de rahat

edin." dedim. İşim olduğunu, yolu açmalarını söyledim.

Çekilmediler. Koridor dar ve uzun… Aralarından geçmek

zor… Dedim ki: "Hanımlar sizin kocalarınız yok mu?

Onlarla konuşalım." "Buradayız" diyerek merdiven altından

5-6 kişi çıktı.

Page 118: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

118

Biz iki kişiyiz, onlar kadın erkek bir dizine insan…

Kavgayı kazanmanın imkânı yok. Başkanları durumundaki

adamın yanına yaklaştım. "Beri bak!" dedim. "Kavga bir

celselik değildir. Siz şimdi kalabalıksınız; bizi dövebilirsiniz

ama akşama hepinizin postu buraya serilir. Bizi iyi

tanırsınız."

Bu tehdit sonuç verdi ve dağıldılar. Buna rağmen,

haber vermem üzerine akşam, yakındaki derneğimizden

birkaç kişi gelip, kabadayıları dışarı çağırdı fakat kimse

çıkamadı. Orada kaldığım süre boyunca da bir şey diyen

olmadı.

***

1980 ortalarında bir arkadaşımla görüşmek için

arabamla 300 km mesafedeki Giesen şehrine gitmiştim.

İstasyonda, arkadaşımın evini bilen birisi ile buluşacaktık.

Bir anlaşmazlık oldu, buluşamadık. Telefon da şimdiki gibi

yaygın değil… Vakit gece… Şehirde dolanıp duruyorum.

Buluşacağımız arkadaş doktor. Hastane arıyorum. Yardım

almak için, ışığı yanan bir Alman'ın kapısını çaldım. Yaşlı

bir kadın… Hastaneleri arayarak, adamı buldu. Telefon

masrafları için para vermek istedim. Kabul etmedi ve bir

milliyetçi olarak, hayran kaldığım şu karşılıkta bulundu:

"Sen de bir Alman'a yardım edersin."

***

Almanya'da farklı iltica kamplarında kaldım. Bunların

birinde TİKKO'cuların arasına düştüm. Kim olduğum

bilinmediği için ilk gün beni çaya davet ettiler. Baktım,

masada farklı farklı bardaklar. Kendimi kabul ettirmek için,

bu farklılığı bahane ederek onlara çıkıştım: "Siz eşitlikten

yana olan bir hareketin mensuplarısınız. Kendi hayatınızda

bunu yaşamazsanız halkı nasıl yaşatacaksınız? Ne bu

bardakların hâli? Neden bir takım bardak alıp, herkese eşit

çay vermiyorsunuz? Örgüt sizin bu halinizi görse ne der?"

Özür dileyen dileyene… Bu çıkışla kendimi kabul ettirdim.

Page 119: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

119

Sabah çay hazırlamak için mutfakta çalışan Mardinli

birinin yanına vardım. "Sen ötekilere benzemiyorsun.

Onların arasında ne işin var?" diye sordum. Şunları anlattı:

"Hoca, ben onların gittiği yol hakkında hiçbir şey bilmem.

Benim bir tıraktörüm vardı. Köyün tarlalarını ücretle

sürerdim. Başka biri de tıraktör aldı ve rekabet başladı. Bir

gece benim tıraktörün deposuna kum doldurmuşlar. Bunu

haber alan TİKKO'cular geldi. Tıraktörümü bir mersedesin

arkasına bağlayıp, 'faşistler yoldaşımızın tıraktörünü

işlemez hâle getirdi; kahrolsunlar.' diye, ellerinde dövizlerle

Mardin'in ana caddesinde gezdirdiler. Sonra da bana: 'Sen

artık mimlendin; burada kalamazsın. Seni Almanya'ya

yollayalım.' dediler. Öyle geldim buraya."

"Peki, onların ne menfaati var, seni buraya

getirmekle?" demem üzerine, "Olmaz olur mu? Almanların

bize ödediği paranın yarısını her ay alırlar." dedi.

Ayda ödenen 160 marktı. Bu paranın alındığı gün

toplantı yapar, aralarında dolaşarak parayı toplarlarmış.

Katılmak da mecburmuş. Ellerinde liste var ya…

Yahovacılarla Tartışma

Kamp hayatı beni Yahovacılarla yüz yüze getirdi. Kapı

komşum onlardandı. Her salı evinde toplantı yapılıyordu.

Bazı günler dinleyici olarak ben de katılırdım. Saf saf

sorular sorarak onların açılmasına zemin hazırlıyordum.

"Alte Testament (Eski Ahit)" okutuluyor, açıklamalar

yapılıyordu. Beni kazanmak için iddialarına Kur'an'dan

deliller getiriyorlardı. "Kur'an'ın bu söylediklerini kabul

ediyorsunuz, demek." dedim. "Evet" demeleri üzerine,

"İşinize gelen kısmını kabul edip, gelmeyenleri

reddedemezsiniz. Kur'an'da Allah indinde dinin İslam

olduğunu ve Hz. Muhammed'in son peygamber olduğunu

anlatan ayetler var. Onları da kabul etmek zorundasınız."

dedim. "Bizler de sizin gibi Müslüman idik; hamdolsun

Page 120: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

120

şimdi hidayete erdik." diyerek konuyu değiştirdiler.

Başkanları durumundaki Hataylı Mustafa'ya sordum:

"Müslüman iken hangi mezhebe göre ibadet ederdiniz?"

"Yanlış anlama Kürt değilim." diye karşılık verdi. Bu cevap

üzerine onunla İslam ve Kur'an hakkında konuşmanın

faydasız olduğunu anladım. Kaldığı şehre yolum

düştüğünde sordum, soruşturdum; tanıyan çıkmadı. İsmi

gibi yeri de Yusuf adında birisi katılmaya başladı. Onunla da

"Yahova" adı üzerinde görüştük. Sordum: "Yahova'nın,

inandığınız ilahın has ismi olduğunu ve Hz. İbrahim'den

beri bilindiğini söylüyorsunuz. Doğru mu?" "Evet!" deyince,

kendilerinden aldığım "Eski Ahit" kitabının, Çıkış (Huruç)

kısmının 6. bölümünün 3. cümlesini gösterdim. Orada

deniyor ki: "İbrahim'e, İshak'a ve Yakub'a Kadir olan Allah

olarak göründüm; fakat onlara Yahova ismimle malum

olmadım." Sordum: "Buna ne dersiniz? Tutunduğunuz

bütün dallar çürüktür; Kitabınızda daha öyle tutarsızlıklar,

öyle ahlaksızlıklar var ki, saymakla bitmez." diyerek,

bazılarını gösterdim. Lut'un kızlarının babaları ile yatması;

Yakub'un Tanrı ile güreş tutup, onu yenmesi gibi…

Bu görüşme son oldu. Bir daha beni toplantılarına

almadılar.

Yeni Havaricilerle Tartışma

Bu meseleyi, haftalık yazı yazdığım Tercüman

gazetesinde ve kendi dergim Yumak'da yayımlamıştım.

Avrupa'da yaşayan gençlerimize faydalı olacağını

düşünüp, kısaltarak buraya da alıyorum.

Kader, bizi, bize benzemeyen, bizim de onlara

benzemeyeceğimiz bir toplum içerisinde yaşamaya mahkûm

etti. Birlikte yaşadığımız insanların adet, gelenek, inanç ve

kanunlarına saygılı olmak mecburiyetindeyiz ve elimizden

geldiği kadar da oluyoruz. Aslında, bu toplumun büyük

Page 121: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

121

ekseriyeti de aynı bizim gibi düşünüp; bizim adet, gelenek

ve inançlarımıza saygılı oluyorlar. Ama bir kısmı da var ki,

insanı canından bezdiriyor. Evden kovmaya, kapıyı

suratlarına çarpmaya, azarlamaya bizi mecbur ediyorlar.

Tartışarak görüş değiştirmek mümkün değildir; hele

inanç değiştirmek hiç mümkün değildir. Böyle olmasına

rağmen, bu yolu denediğimiz çok oluyor. Bazen mecbur

kalıyoruz. En azından, yanımızda bulunan ve bizim gibi

düşünen insanların faydasına olacağını düşünerek böylesi

tartışmalara gönüllü girdiğimiz de oluyor. İşte bu yazımla

ben, şahsen katıldığım ve yüze yakın Müslüman'ın da hazır

bulunduğu, ciddî, seviyeli, biraz da ilmi sayılabilecek bir

tartışmayı arz etmek istiyorum.

Muhataplarımız, Yeni Havaricilerin eyalet yetkilileri

idi. Hepsi de teoloji tahsili yapmış, doktor kimselerdi.

Başlarındaki de profesördü.

Dernek yöneticisinin "hoşgeldin" konuşmasından

sonra söz aldım ve dedim ki: "Bizi, dinler karsısında nötr

kabul ederek, dininizi anlatın. Anlattıklarınız bizi tatmin

ederse, sizden oluruz. Bu arada aklımıza takılan bir şey

olursa sorup, cevap isteyeceğiz. Sizi dinliyoruz; buyurun."

Özetle dediler ki:

"İsa'dan 4000 yıl önce Adem yaratıldı. O, Tanrı'nın

yasak ettiği bir işi yaparak SUÇ isledi. İNSANLAR o suç ile

İsa'ya kadar yaşadılar. Tanrı onlara acıdı ve OĞLU'nu

insanların kurtuluşu için kurban verdi. O, bizim için öldü ve

tekrar da bizim için GELECEK ve kendisine inananları

cennete götürecek. O gelinceye kadar, KUTSAL RUH

insanlara yol gösterecek; o, her an insana inmektedir."

Bu ifadeler, kalıptır; Hıristiyan olmanın

gerekçeleridir. Her pıropagandist işe buradan başlar.

Görüldüğü gibi altı husustur.

Page 122: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

122

Kendi kitaplarını kaynak göstererek işin öyle

olmadığını izah ettim:

1. İnsanlık 4000+2000=6000 yıllık mıdır?

Kitapları (Eski ve Yeni Ahit) insanlık tarihini 6000 yıl

olarak hesap ediyor. Gerçi, bu hususta birbirini tutmayan

tarihler veriliyor, ama ben, işin o yönüne temas etmeden

şöyle sordum: "Sizler üniversite bitirmiş insanlarsınız. Bu

seviyeye gelinceye kadar pek çok ilim öğrenmiş olmalısınız.

Yeryüzünde ne kadar zamandan beri insan yaşamaktadır?

Tarih, sosyoloji, coğrafya vb. ilimler ne diyor? Kitabınızın

verdiği sayı ilmi midir?" ilimle dinin aynı olması şart

değildir, gibi bir şeyler söylediler. Dedik ki: "Bu iş inançla

ilgili bir husus değildir, müspet ilimlerdendir, ilim; iki, iki

daha dört eder, derken, kitabınız, beş eder diyorsa, herhalde

buna inanmamızı isteyemezsiniz."

Bu birinci mesele, aslında pek önemli bir şey değildi.

Ancak, ilmi arkamıza alarak kitaplarındaki hatayı gösterip,

tartışmada pisikolojik üstünlük sağlamak istedim ve iyi de

oldu, diyecek bir şey bulamadılar.

2. "Âdem'in sucu (Aslî Suç meselesi) bağışlanmamış

mı idi ki, İsa, ta bize kadar uzanan bu suçu bağışlatmak için

canını verdi?"

Kitaplarının Almanca baskısından okudum:

- Tekvin 3/21: "Ve Rab Allah, Âdem için ve karısı için

deriden kaftan yaptı ve onlara giydirdi. Bu ifade aflarına

delil değil mi acaba?"

- Tekvin 3/17: "Toprak senin yüzünden lânetli oldu,

denmişken,"

- Tekvin 3/21: "Âdem'in yüzünden artık toprağı

lanetlemeyeceğim" diyor. "Lanetlenmiş, doğru; ama

affolmuş."

- Tekvin 9/3-17 Dikkatlice okunduğu zaman Allah'ın,

Page 123: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

123

insanları ve sair mahlûkatı affetmiş olduğu anlaşılmaktadır.

- Hazkıyal 18/4: "Suç işleyen can, cezasını kendi

çeker."

Hz. Âdem de bir candır; suç işlemişse cezası da

kendisine aittir. Ayrıca, İsa'nın gelerek başka insanların

suçunun cezasını çekmesi bu ifadelerin ruhuna aykırı

düşmektedir. En mühimi, "İsa'nın, dünyaya bu iş için

gönderildiğini nerden anlayacağız? Kitabınızda yerini

gösterin." dediğimde, "Biz hafız değiliz, ezbere bilemeyiz."

dediler.

3. İsa (Onların dilinde Yesus) bütün insanlığa mı

gönderilmiş idi? Yoksa bir kavim peygamberi miydi?

Bu soruyu soruş sebebini de şöyle izah ettim: "Bizi

İsa'nın sancağı altına davet ediyorsunuz ya, O acaba bizi

kabul eder mi? Sonra orada peygambersiz kalmayalım..."

Yine kitaplarına müracaat ettim:

-Matta 7/6: "Mukaddes olanı köpeklere vermeyin ve

incilerinizi domuzların önüne atmayın ki, onları ayakları

altında çiğnemesinler ve dönüp sizi parçalamasınlar. "

-Matta 15/22-28: "Ve, iste, Kenanlı bir kadın o

sınırlardan geldi; ve 'Ya Rab, bana merhamet eyle, sen, ey

Davud oğlu! Kızımı kötü bir halde cin tutmuştur.' diye

bağırdı. Fakat İsa ona bir söz cevap vermedi. Ve şakirtleri

gelip 'Onu uzaklaştır, çünkü arkamızdan bağırıyor.' diyerek

İsa'ya yalvardılar. Fakat İsa cevap verip dedi: 'BEN İSRAİL

EVİNİN KAYBOLMUŞ KOYUNLARINDAN BAŞKASINA

GÖNDERİLMEDİM;' Fakat kadın geldi ve: Ya Rab, bana

yardım et, diye ona tapındı ve İsa cevap verip dedi: Ço-

cukların ekmeğini alıp onu köpeklere atmak iyi değildir.

Fakat kadın dedi: 'Evet, ya Rab, zira köpekler de

efendilerinin sofrasından düşen kırıntılardan yerler.' O

zaman İsa cevap verip kadına dedi: 'Ey kadın imanın

büyüktür; istediğin gibi olsun.' Onun kızı o saatte iyi oldu."

Page 124: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

124

-Markos 7/25-30: "Fakat küçük kızında murdar ruh

olan bir kadın, İsa hakkında haber aldı ve hemen gelip

ayaklarına düştü. O kadın Yunanlı olup Suriyeli Fenike

ırkındandı. Kızından çini çıkarması için ona yalvardı. İsa

ona dedi: 'Bırak, önce çocuklar doysunlar; çünkü çocukların

ekmeğini alıp onu köpeklere atmak iyi değildir.' Kadın da

cevap verip ona dedi: 'Evet, ya Rab, köpekler de sofra

altında çocukların kırıntılarından yerler.' O da ona dedi: 'Bu

sözden dolayı git, cin senin kızından çıkmıştır.' Kadın evine

gidip cini çıkmış ve kızı yatakta yatar buldu."

Görüldüğü gibi, sizin İsa'nız indinde biz köpeğiz; o

halimizle Yahudi artıklarına razı olursak bizi lütfen kabul

edecek... Bu zillete siz ve atalarınız katlanmışsınız ama

Türkler'den Yahudi'ye kölelik bekleyemezsiniz. Bütün

bunlardan, İsa'nın, Yahudi kavmi için geldiği apaçık

anlaşılıyor." dedim.

Vakit hayli ilerlemişti. Muhataplarımız, biraz da alışık

olmadıkları bir biçimde yerde oturduklarından dolayı

sıkılmaya başladılar. Zaten köşeye de sıkışmış durumday-

dılar; bıraksak hemen gideceklerdi. Buna rağmen kısaca su

hususları da sorup, yine kendim izah ettim:

4. "İsa (Yesus) Tanrı'nın oğlu mu idi?

O halde Matta incilinin birinci ve Luka incilinin

üçüncü babında anlatılan şecere niçin? Bunların, birbirle-

rini tutmadığı bir yana, ikisi de Meryem'in kocası Yusuf'a

ait. Niye? İsa'nın şeceresidir, diye başlayıp, babası kabul

edilen Yusuf'a bağlanması, üzerinde düşünülmesi gereken

bir husus değil mi? Demek ki, başlangıçta 'Allah Oğlu' diye

bir husus yokmuş ve normal ataları sıralanmaya çalışılmış."

Bu meselenin İznik toplantısında, Bizans kıralının kılıç zoru

ile papazlara kabul ettirdiğini ve kaynağı hakkında da bilgi

vermek istedim, ama dinlemeye pek istekli görünmediler.

5. "İsa göğe çıktı mı ki, geri gelsin?

Page 125: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

125

Bu çok mühim mesele Matta ve Yohanna İncillerinde

yok!.. Luka İncili; "Dirildiği gün çıktı." derken, Markos

İncili tarih belirtmemiş. Sadece, Luka'ya ait olduğu kabul

edilen "Resullerin İşleri" kısmında, 40. günde deniliyor ki,

bu günkü uygulama da ona göredir. Hıristiyan inancının en

önemli rüknü olan "geri dönüş", kitabınıza kıl ipi ile bağlı...

Onun için, gittiği bile pek belli olmayan bir İsa'nın geri

geleceği ümidi bizi cezbetmiyor. Öyle olsa İncillerinizin

hepsi ve diğer bölümler bununla dolu olurdu." dedim,

itirazları olamadı. Yalnız, birisi, ellerine verdiğimiz Almanca

Kitabı Mukaddes'i evirip çevirdikten sonra: "Bu, bizim

kullandığımız kitap değil." dedi. "Her mezhebin ayrı bir

incili varsa, biz hangisine itibar edeceğiz?" demem, onları

iyice perişan etti ve son mesele olan "Kutsal Ruh" işini ele

alamadık. Kiliselerinde konuşma talebim de reddedildi.

"Dinlemeye gelebilirsiniz, ancak konuşamazsınız." dediler.

Toplantımızda bulunan Harun isimli Alman Müslüman'a, bunları İslam'a davet etmesi için sözü bıraktım. O, "Bunlar misafirdi; üzerlerine bu kadar sert gitmen yanlış oldu." diye önce beni azarladı. Sonra da papazlara, "Tutar dalınız kalmadı; mat oldunuz! Elinizdeki din kitabının asıl kitap olmadığını, bu tartışmadan sonra siz de anlamış olmalısınız. Israr ve inat din adamına yakışmaz. Birbirlerini tamamlayarak gelen dinlerin sonuncusu İslam'dır. Onun gelmesi ile diğer dinlerin hükümleri kaldırılmıştır. Sizi İslam'a davet ediyorum. Gelin ve benim gibi siz de kurtulun."

Muhataplarımız, ırkdaşlarının bu samimi davetini de

kabul etmediler.

Derneklerin Bir Çatı Altında Toplanması

Her gelişimde olduğu gibi 1978 yaz tatilinde de

Türkeş'i ziyaret edip, sözlü raporumu verdim. Bana sordu:

"Avrupa'dan gelen arkadaşlar derneklerin bir çatı altında

Page 126: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

126

toplanmasını, yani federasyona gidilmesini istiyorlar. Ne

dersin?"

Ben, henüz o seviyeye gelemediğimizi, kadrolarımızın

yetersizliğini, federasyona gidilirse, bizden daha güçlü olan

sol kuruluşlara boy hedefi olacağımızı söyledim. "Ben de

öyle düşünüyorum; federasyon bizim için erken." dedi.

Benim Türkiye'ye geleceğim sırada Necati Uygur

dernek yöneticilerini Köln'e davet etmişti. Benim de

katılmamı istedi. Ben, yerime arkadaşım Celal Duman'ın

katılmasını, beni aratmayacağını söyledim. Celâl'le de

oturup bir sıtrateji tespit ettik; beni tanıtacaktı. O, bu işi

hakkıyla yaptı. Ama özel hesabı olan birkaç kişi de benden

rahatsız olmaya başladı.

Bu çalışma, ileride mutlaka kurulması gereken

federasyonun ön hazırlığı olacaktı. Dernek yöneticileri

birbirlerini daha yakından tanımaya yönelik bir toplantı idi

bu…

Bu arada, ismi değmez bir fındık tüccarı derneklerde

ağabeyliğe soyunmuştu. Federasyon kurma zamanının

geldiğini söylüyor, bunun için toplantılar yapıyordu.

Türkeş'le görüşmemizde bunu anlattım. "Ben ona öyle bir

vazife vermedim. Onun derneklerde sohbet etmesi için izin

istendi, sadece ona müsaade ettim. Keşke kalıp, onun

çalışmalarına mâni olsaydın." dedi. Bu hadisenin altından

da Enver çıktı. İleride hainliği ortaya çıkacak olan o tüccar

sayesinde Avrupa'yı elinde tutmak istiyordu.

Aradan bir ay ya geçti ya geçmedi, Frankfurt'ta bir

toplantıya çağrıldım. Avrupa'nın her tarafından 600 kadar

ülküdaşımız gelmişti. Ahmet Er, Enver Altaylı, Necati Uygur

ve o malum fındıkçı, federasyon kurmak için gelmişler.

Toplantıyı idare eden Ahmet Er uzun bir nutuk çektikten

sonra, "Şimdi sıra federasyonumuzu kurmaya geldi."

deyince beynimden vurulmuşa döndüm ve "Bunu bir

Page 127: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

127

müzakere etsek" diyerek söz istedim. Federasyonun

faydalarını anlattığı konuşması bitince bana söz verdi.

Daha bir ay önce bana federasyon kurmanın

zamanının gelmediğini söyleyen Lider'e karşı bir oyun

oynandığı zehabına kapıldım. İşin içinde Enver olunca

mutlaka bir dalavere çevriliyordur diye düşündüm.

Ön sırada oturuyordum. Ayağa kalktım. Yüzümü

salona dönerek konuşmaya başladım. Aklımda kaldığı

kadarı ile konuşmamda, federasyon kurmanın dernekçiliğin

olmazsa olmazlarından olduğunu, ancak bu safhada buna

durumumuzun müsait olmadığını, bir müddet daha

beklemenin yerinde olacağını, "Başkalarının var, bizim de

olsun" anlayışının yanlışlığını anlattım. Konuşmam sık sık

alkışlarla kesiliyordu. Son cümle olarak da daha yüksek

sesle şöyle dedim: "Bu hususu bir de büyüğümüze

danışsak!"

Ahmet Er sahneden gürleyiverdi: "Otur! Sözünü

kesiyorum." Sahneye döndüm; başımla selam vererek

"emredersiniz" deyip yerime oturdum.

Bu şahsı gıyaben tanır; radyo konuşmalarından,

yazılarından, hele "Muhammedî düzen kuracağız" dediği

için yargılanmış olduğundan dolayı severdim. Ayrıca

"14'lerden" idi.

Yerime oturunca bana, başta bu Ahmet Er olmak

üzere, sahneden hücumlar başladı. Sırayla oradaki dört kişi

de öfkesini üzerime boşalttı. Sonunda Ahmet Bey şöyle

dedi: "Biz büyüğümüzden habersiz buraya gelmiş değiliz.

Federasyon kurulması için onun yazılı emri de var." Sonra

Enver'e dönerek Türkeş'in yazılı emrini okumasını istedi.

Enver bir çırpındı, ceplerini yokladı; çantasına baktı.

"Ağabey mektup otelde kalmış, toplantıdan sonra bazı

arkadaşlar bizimle otele gelsin, onlara gösterelim." dedi.

Toplantıdan sonra hayli kalabalık bir halde otele giden

Page 128: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

128

arkadaşlar o olmayan mektubu görememişler. Enver, onlara

bu defa da mektubun Türkiye'de kaldığını söylemiş.

Anlaşılmış olacağı gibi, bu izin işini de Enver

uydurmuş.

Mektup meselesi kafaları karıştırınca toplantıya ara

verildi. Ben, Ahmet Bey ile görüşmek için sahneye çıktım.

"Bu işte bir iş var; daha bir ay önce Türkeş, federasyonun

zamanı gelmediğini söylemişti. Her şey bu bir ayda mı

olgunlaştı?" deyince, adamın da kafası karıştı. "Stuttgart'a

geldiğimde sizinle bu hususu ve derneklerimizin durumunu

görüşeceğim." dedi ama gelmek kısmet olmadı; Enver,

oynadığı oyunun farkına varılmaması için, onu doğrudan

Münih'e uçurmuş, oradan da Türkiye'ye…

Federasyon kuruldu, başına da o fındıkçı getirildi.

Zavallı Necati Uygur kendisinin başkan olacağını

zannediyordu.

Aradan ne kadar zaman geçti, bilemiyorum. MHP

genel merkezinde, yanımda Mustafa Öztürk olduğu halde

bu Ahmet Er ile karşılaştık. Akşam Namık Kemal Zeybek

bizi yemeğe davet etmişti. Mustafa Bey'e, "Beni şimdi

tanıtma, eve varınca tanışalım." dedim.

Oturunca arkadaşım beni Ahmet Bey'e takdim etti.

Adam adımı duyar duymaz, "Seni iyi hatırladım. Bizim

federasyon kurmamıza karşı çıkmıştın." dedi.

Cevabım biraz sert oldu: "Yaptığınız hatanın tamiri,

Namık Kemal Bey'in delaleti ile Federasyon başına

gönderilen arkadaşın ve onun yardımcılığını yapan Ali

Batman Bey'in ve karınca kadarınca, bizlerin de desteği ile

aylarımızı aldı. Federasyonu kurunca başına getirdiğiniz

adamın, genel merkeze kadın getirdiğini, kahvehanelerde

içki içtiğini görenler bana anlattı. Bütün bu ahlaksızlığının,

ayyaşlığını yanında hain idi de…" dedim, söyleyecek söz

bulamadı. Arkadaşlar da lafı değişirdi.

Page 129: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

129

Fındıkçının hainliğinin belgesini de sunup, bu bahsi

kapatalım.

Bu belge, 30 Mart - 10 Nisan 1979 tarihlerinde

zamanın içişleri bakanı Hasan Fehmi Güneş ile bu adı

değmez kişi arasında geçen 3 saat 20 dakikalık bir

konuşmanın çözümüdür. Bir dâvâya ışık tutacağı düşüncesi

ile 12 Mayıs 1997'de "Cinayetlerden Türkeş'in Haberi

Var" üst başlığı altında, tam bir sayfa olarak, Hürriyet

gazetesinde yayımlandı. Konuşmanın habersizce kayıt

altına alındığı da belirtiliyor.

Tarihe dikkat edilecek olursa, o hak etmediği genel

başkanlıktan alındıktan sonra, kuyruk acısı ile zırvaladığı

neticesine varılmaktadır.

Rahmetli Türkeş aleyhine çok şeyler yazıldı, söylendi

ama hiç birisi bunun kadar seviyesiz değildi.

Sadece Türkeş değil, başta rahmetli Yazıcıoğlu olmak

üzere, hareketimizin önde gelenleri hakkında da bir yığın

iftiranın sıralandığı bu hezeyan-name için daha fazla

yazmak istemiyorum. İlgi duyan kardeşlerime gazetenin

kopyasını çıkartıp yollayabilirim.

Yalnız konu ile alakalı bir üzüntümü belirtmeden de

geçemeyeceğim. Bu artiste Türkeş tarafından böyle bir

vazife verilmiş olamayacağına kimseyi inandıramadım. Hoş,

inanmış olsalar ne yapabilirlerdi ki? "Gökten ne yağsa yer

kabul eder." misali, merkezden ne gönderilse "ülkücü

disiplin(!)" adına, ona döş düğmeleniyor. Avrupa

Ülkücülüğü"nde 40 yaşının altındaki insanlarda sorgulama

yok, muhakeme yok, körü körüne itaat var. Sığınakları da:

"Lider-Teşkilat-Doktrin tartışılmaz(!)." yutturmacası..

Görevli iken kıraldan fazla kıralcı oluyorlar; herhangi

bir sebeple görevleri sona erince de, suçlamalar, ahkâm

kesmeler, kırılmalar, kopmalar başlıyor. Seksen beşlerde

Avrupa'nın en güçlü teşkilatının seçimlerdeki halini gördük.

PKK'nın bile gerisinde kaldılar. Nereye gitti bunca ülkücü?

Page 130: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

130

Bir de yenilgiyi zafer gibi göstermezler mi, kahroluyor

insan…

Avrupa ülkücülüğü hakkında söyleyeceklerim

bunlarla sınırlı değil, yeri geldikçe başka değerlendirmeler

de yapacağım.

O güne kadar hareketin gayrı resmî başkanlığını

götüren Rahmetli Necati Uygur'a, "Ağabey, bu işte bir bit

yeniği var; atla Türkiye'ye git; büyüğümüzle konuş." demem

de bir işe yaramadı. "Ya gerçekten bu adamı Türkeş

görevlendirdi ise, o zaman büyüğümüze saygısızlık yapmış

olmaz mıyız?" diye çekindi.

Necati Bey gitmeye yanaşmadı. Yaz tatili dolayısı ile

ben Türkiye'ye gelmiştim. Arkadaşım Mustafa Bey'e

durumu anlattım. Birlikte Avrupa'daki vaziyetimizi anlatan

kısa bir rapor hazırladık. Genel merkezi ziyaret ederek,

raporu Türkeş'e takdim ettim. Şifahi bilgiler de verdim.

15. 06. 1978 tarihli dört maddelik raporun ilk iki

maddesi konumuzla alakalıdır. Arz edeyim:

Avrupa'daki hareketimizin başarıya ulaşması için;

1) Liderimizin yükünü hafifletmek ve işlerin daha

süratli yürütülmesi için Ankara'da "Yurtdışı Koordinasyon

Kurulu" teşkil edilmesi… Hizipleşmelere sebep olmaması

için bu kurula Enver Altaylı'nın alınmaması…

2) Federasyon çalışmalarını yürüten kişiler yetersiz

ve hizipleşmeleri körükleyici bir tutum içerisindedirler. Bu

durum ülkücü camiayı rahatsız etmekte ve karşı

guruplaşmalara yol açmaktadır. Federasyon'un başına

çekirdekten yetişme bir ülkücünün gönderilmesi…

***

Bu fındıkçı belasını, "Efsanevî(!) İstihbaratçı" Enver

başımıza sarmıştı; yedi sene sonra, parçalanmamıza sebep

olan daha büyük bir belayı da Muharrem Bey sardı. Yeri

gelince anlatacağım.

Page 131: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

131

Enver'in efsaneliği nereden çıktı? demeyin; öyle

imiş… Ben bu hatıraları yazarken bir televizyon kanalında

sürekli alt yazı geçiyordu: "Biraz sonra Efsanevî İstihbaratçı

Enver Altaylı açıklayacak." diye… Hangi hizmetinden dolayı

bu sıfatı kazandığı benim meçhulümdür. Bana kalsa ona,

yaptığı işle mütenasip daha uygun sıfatlar bulurdum.

Önüne geleni Mitçilikle suçlayan Enver'in kendisinin

MİT'e çalıştığını ta 1977'nin sonlarında rahmetli Türkeş'ten

duymuştum. Rahmetli Gün Sazak ile Almanya'ya gelmişti.

Yukarıda bahsettiğim belgenin teslimi sırasında Gün Bey,

Enver hakkında bilgi isteyince şöyle demişti: "Doğu Paşa

(Fuat Doğu, 1966-1971 MİT Müsteşarı) benden Rusça bilen

bir isim istedi. Yetiştirip, Türk illerinde vazife

vereceklermiş… Bu Enver'in babası Şakir Efendi Adana'da

komşumuzdu. Kendi halinde iyi bir adamdı. Rusça bildiği

için onun oğlunu tavsiye ettim."

Türk Federasyonu'nda Serdar Çelebi Dönemi

Ölü doğan Federasyon, Serdar Çelebi'nin gelmesi ile

canlandı. Onun ilk iki yılı, kiminle nasıl çalışacağını

bilemediği için bir bocalama, sınama-yanılma yolu ile geçti.

Kendinden önceki genel merkez kadrosunu ve bölge

yöneticilerini değiştiremedi.

Buradan kendime bir pay çıkartayım. İlk

karşılaşmamızda ona dedim ki: "Serdar Bey sana devredilen

insanlar milletvekilliği vaadi ile kandırılmış, çevrede

sevilmeyen insanlardır. Hele genel muhasipliğe getirdiğin

adam şaibelidir. Ben sana yardımcı olayım. Yeni ve temiz

insanlardan bir kadro kuralım."

Ben dedim, ben dinledim. Adam oralı olmadı. "Bir şey

yapamazlar." demekle yetindi. İstişareye kapalı, bildiğinden

şaşmaz bir adamdı. Kendine çok güveniyordu. Tek adam

olmak hevesindeydi. Her şeye hükmetmek istiyordu.

Ülkücülük onun tekelindeydi. İnsanlar ancak onun verdiği

Page 132: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

132

müsaade nispetinde "Türkeşçi" olabilirdi. Bu nefsanî güven

başına çok işler açtı. Seksen sonlarında Ali Batman ikinci

başkanlığa gelmemiş olsa, düzeni tutturamayacaktı. İkisi

ahenkli bir çalışma ile Türk Federasyonu'nu "Avrupa'nın en

büyük yabancı kuruluşu" yaptılar.

Ben, resmî görevli olduğumdan, ancak hafta

sonlarında çevre dernekleri ziyaret edip, sohbetler

yapıyordum. Serdar Çelebi ile mizacımız uyuşmadığı, onun

da benden rahatsız olduğunu hissettiğim için öğretmenlerle

ilgili görevimi, yine onun seçtiği üç kişiye devrettim.

Bu kanaate varmama sebep olan hadiseleri anlatayım:

1980 Mayısı'nda Türkeş Almanya'ya gelmişti.

Büyüğümüzü eli boş göndermeyelim diye "1000 mark

Kampanyası" açmıştık. Daha doğrusu Serdar Çelebi açmış,

bana da tebliğ etmişti. Ben de durumu öğretmenlere

mektupla duyurmuştum. 3 Mayıs dolayısı ile Münih'te

yürüyüş ve miting vardı. Öğretmenleri, hazırlık olarak

Münih Ülkü Ocağı'na gelmeleri için davet ettim. Dernek

salonunda elliye yakın öğretmenle toplandık. Ben,

hepimizin gelmesinin Ülkü-Bir sayesinde olduğunu, bizim

de vefa gösterip bir fedakârlıkta bulunmamız gerektiğini

anlattım. Daha sözümü tamamlamadan Serdar Çelebi içeri

girdi. Arkadaşlara onu tanıttım ve kürsüye davet ettim. Kısa

bir merhabalaşmasının faydalı olacağını düşündüm. O da,

hava atarcasına uzun bir konuşma yaptı. Sözü bitince de

"Haydin arkadaşlar! Büyüğümüzü karşılamak için toplantı

yerine gidelim! diye o kadar öğretmeni peşine taktı, gitti.

Öğretmenlerin de canına minnet, para vermemek için

hemen salonu boşalttılar.

İşte Serdar Çelebi bu… Biz niçin toplanmıştık?

Konuşmalar tamamlanmış mıydı? Paralar alınmış mıydı?

Efendi bunları düşünmeden, toplantıyı idare eden benden

müsaade alma gereği bile duymadan adamları aldı götürdü.

Onun nezaketi(!) bu işte… Ben oradan en az 25 bin mark

Page 133: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

133

toplardım. Herkes hazırlıklı gelmişti. Bin veremeyen beş

yüzü seve seve verirdi. Buna rağmen yine de 29 bin mark

tedarik ettim ve Serdar Çelebi'ye verdim. Doğrudan

Türkeş'e vermek ne haddimize… Yukarıda da belirttiğim

gibi Türkeş'e giden yol ondan geçiyordu. İşin başında

zıtlaşmamak için böyle yaptım.

Bu hadiseden sonra, öğretmenlerin yeni yöneticileri

Nürnberg'de bir toplantı tertip etmişler; ben de katıldım.

Toplantıyı Çelebi idare ediyordu. Konuşmasının bir yerinde

öğretmenlere "Kesin İnançlılar" kitabını ısrarla tavsiye etti.

Orada müdahale etmek olmazdı; akşam eve gelince onu

telefonla aradım. O kitabı okuyup okumadığını sordum.

"Okumadım, Kemal Abi tavsiye etmişti." dedi. "Okusaydın,

daha hareketin birinci basamağındaki o insanlara tavsiye

etmezdin. Onlar o kitabı okursa bizden kopar." dedim.

Çelebi'nin hiç de çelebice olmayan, bir davranışından

daha bahsedeyim:

Benim özel bir hesabım olmadığını ve çevreyi de iyi

bildiğimi anlamış olmalı ki, Güney Almanya bölge

başkanlığı için bir isim vermemi istedi. Mansur Yıldırım

isimli Kozaklılı bir ülküdaşımızı tavsiye ettim. Ağzı laf

yapan dürüstü bir insandı. Kendisi ile sık görüşürdüm.

Çalışmak arzusunda olduğunu da biliyordum.

Serdar Çelebi onu telefonla aramış, benim evde

buluşmak için sözleşmişler. Mansur Bey geldi. Arkasından

Serdar Çelebi geldi.

Evimin durumunu da anlatayım ki, çirkinlik iyice

anlaşılsın: İç içe iki odadan ibaret küçücük bir ev… İçerideki

odada hanım ve çocuk yatıyor. Biz ağızdaki odadayız. Onun

bir köşesi de mutfak… Durum bu iken Serdar Çelebi'nin

bana teklifi: "Hamza Bey, bizi biraz yalnız bırakır mısın?"

Neye uğradığımı, ne diyeceğimi şaşırdım. Adam beni

evimden kovuyor. Bu, anlaşılabilir bir densizlik değil…

Mansur Bey'i, yanında yer alacağımı söyleyerek ikna eden

Page 134: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

134

ve ona tavsiye eden benim. Benden habersiz onunla ne

konuşacaksın? İşin benden gizlenmesi gereken bir tarafı mı

var? O, sonra bana anlatmayacak mı konuşulanları? Benden

neyi gizliyorsun?

Çaresiz gecenin bir yarısında dışarı çıktım. Toplantıya

Konyalı bir arkadaş da davetli idi. Heyetimizde o da yer

alacaktı. Geldi. Beni yolda görünce şaşırdı. "Abi gelmediler

mi?" diye sordu. Durumu anlatınca, "Bu adamla çalışmak

çok zor." diyerek ağır biz söz söyledi.

Buna rağmen biz, Mansur Bey'in başkanlığında heyeti

oluşturduk. Beş kişi idik… İyi de çalıştık. O zaman daha

öğretmenliğim devam ediyordu.

Çelebi'nin karakterini aydınlatacak çok önemli bir

hadise daha: 1979 sonları… Arkadaşım Mahmut Sakızlı ile

onu görmeye gidiyoruz. Randevumuz var. Biz tam vaktinde

merkeze vardık. "Az önce çıktı." dediler. Epey bir müddet

bekledik; geldi. Yanımızdan geçerek odasına yöneldi.

"Gelin!" demedi. Kapı kapanırsa dışarıdan açılmazdı;

arkasından yürüdük. Onunla beraber odasına girdik.

Randevu saatine kadar durup da tam o saatte oradan

ayrılmak ve geleni bekletmek insanî bir davranış değildir.

Randevuyu veren sensin; çekip giden de sen… Bu ne demek

oluyor? Herhalde, "senin istediğin zaman değil, benim

istediğim zaman" demek istiyordur.

***

Gelişinden bir müddet sonra Serdar Çelebi, yanında

Atilla isimli birisi ile dernekleri dolaşmaya başladı. Onu

Başbuğumuzun özel ticarî müşaviri diye takdim ediyordu.

Türkiye'de "Tümpaş" adı ile bir anonim şirket kurulmuş…

Kurucuları arasında Serdar Çelebi, Abdullah Kılıç ve bu

Atilla var. Bu Atilla'nın başkanlığında "Donautal" adı ile bir

limitet şirket (GmbH) de Almanya'da kurmuşlar. Bu iki

şirket karşılıklı ticaret yapacaklar. Hamburg-Beyrut

arasında gemilerle mal taşıyacaklar. Almanya'da

Page 135: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

135

süpermarketler açacaklar. Türkiye'deki şirket buraya mal

gönderecek, bunlar da satacaklar. Vakıa Dortmund'da bir

market açıldı. Hepimiz sevindik. Ancak, Atilla Efendi'nin

lüks merakı ve keyfî harcamaları şirketi iflasa götürdü.

Yüzlerce insandan toplanan milyon marklar da yandı.

Benim bu bilgileri nasıl aldığıma gelince: Yukarıda

bahsettiğim Konyalı arkadaş benim ders verdiğim

üniversiteli gençlerdendi. Ona, Serdar Çelebi, marketin

müdürlüğünü teklif etmiş, o da benim müsaademle bu

vazifeyi kabul edip, Dortmund'a gitmişti. Orada beş ay

kaldı. Aynı şehirde yaşıyorduk. Hafta sonları evine gelir ve

bana şirketin gidişi hakkında bilgi verirdi. İlk haftalarda,

"Abi bu şirket bu adamla yürümez." derken, son haftalarda,

"Abi şirket batıyor." dedi. Durumu Serdar Çelebi'ye

bildirmesini söyledim, ondan aldığı cevap, "Aliciğim

korkma, Atilla bize yamukluk yapamaz." olmuş. İlk

karşılaşmamızda ben de üstü kapalı, "Serdar Bey, bu şirket

epey başınızı ağrıtıyordur herhalde…" dediğimde, "Asla!

Gönlüm de kafam da çok rahat…" dedi. Şirketin gerçek

durumunu öğrenince mide kanamasından hastaneye

kaldırıldı. Yukarıda dedim ya, o hırsının esiri bir adamdı.

Bize inanmadı, milyonları batırdı. Kimseden hesap da

sorulamadı. 12 Eylül onları kurtardı. "Eh ne yapalım? Her

şeyimize el kondu." mazeretine sığındılar.

Seksen Ağustosu'nda rahmetli Türkeş'i ziyarete

varmıştım. Bu mesele açıldığında çok kızdı. Belli ki, daha

önce bilgi almış. "Ben Federasyon'u, şirket kurtarsınlar diye

kurdurmadım; kendi başlarına iş yapmışlar. Sonra, kimmiş

bu Atilla? Ben ticaret mi yapıyorum ki, ticarî müşavirim

olsun?" demişti. Bu işlerin iç yüzünü daha iyi bilen bir

dostum da şöyle dedi: "Bu işten Türkeş'in haberi vardı.

Şirketin tüzüğü onun kasasında bulundu."

Aslında bu şirket işi yerinde ve zamanında düşünülüp

uygulamaya konmuştu. Seksen öncesi Türkler arasında

Page 136: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

136

marketleşme yoktu. Eğer başına, Atilla gibi beceriksiz,

menfaat ve gösteriş düşkünü biri değil de bu işten anlayan

samimi bir ülkücü getirilmiş olsa durum çok farklı olurdu.

Ali Batman Bey'in Abdullah Kılıç'a yazdığı uzun bir

mektuptan öğrendiğimize ve kendisinin de bizzat teyidine

göre şirketin hareketimize maliyeti 1 700 000 DM olmuş.

Federasyon'dan giden bu paradan hariç, üyelerden toplanan

milyonlar da var. Yazık değil mi? Bu ne istismar böyle...

12 Eylül 1980 Sonrası

Hareketimizin Türkiye tarafı işlemez duruma

gelmişti. Dişe dokunur bir faaliyet yapılamıyordu. Avrupa

tarafı sağlam kalmalı idi. Öyle de oldu. Serdar Çelebi ve Ali

Batman güzel bir kadro kurmuş, ahenk içinde çalışıyorlardı.

Avrupa için aylık "Vatana Hasret" dergisini, Türkiye için

"Yeni Hedef" gazetesini çıkartıyorlardı. Yazılarının bir kısmı

Türkiye'den gelen bu gazete çok önemli ve netice alıcı işler

yaptı. Türkiye'de her şey açıkça yazılıp söylenemiyordu.

Yeni Hedef ise pervasızca yazıyordu. Her sayı, başta darbeci

Millî Güvenlik Kurulu olmak üzere, pek çok makama ve

şahsa yollanıyor, ses getiriyordu.

Bunun yanında bir güzel iş daha yapılmıştı: Her

derneğe Türkiye'de ihtiyaç sahibi kişilerin isimleri

verilmişti; güçleri nispetinde her ay para yolluyorlardı.

Hangi derneğin, kime ne kadar para yollayacağını belirten

listenin bir kopyası arşivimdedir.

Benim resmî görevim sona erdirilmişti; öğretmenlik

yapmıyordum. Bu sebeple de Avrupa'nın, derneğimiz

bulunan her şehrine rahatlıkla gidebiliyor; dergimizdeki

tarihî yazılarıma devam ediyordum.

Fahrî olarak götürdüğüm eğitim çalışmalarını 1984

yılındaki Wiesbaden Kurultayı'nda resmîleştirdik. Serdar'ın

bir çiğliği de burada görüldü: Bana, ne ücret istediğimi

sordu. "Bunun pazarlığı olmaz. Bir evin asgarî geçim sınırı

Page 137: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

137

ne ise o yeter. Ama bir gün hanımımın kollarında bilezikler

görürseniz ücreti yeniden ayarlarsınız." dedim. Konuşmada

hazır bulunan Ramiz Bey de beni destekledi. "Serdar Bey,

bu teklif uygunsuz oldu. Burası bir ticarethane değil ki ücret

pazarlığı yapılsın. Almanya'nın şartlarını biliyorsunuz. Ona

göre bir ayarlama yaparsınız." dedi.

Bu ücret işini boşuna konuşmuşuz. Bana bir ödeme

yapılmadı. Kira bedeli olarak sadece bir defa 500 mark

verildi. Üstelik Sigmaringen derneğindeki Ülküdaşlar

durumumu öğrenince aralarında 2000 mark toplayıp, bana

ulaştırılması için Serdar Bey'e vermişler. O da "Hocamızın

şahsiyeti ile oynamayın! Onun ihtiyaçlarını biz

karşılıyoruz." diye paraları sahiplerine geri verdirmiş.

Ali Batman, bu '84 kurultayında bir dua hazırlamamı

istemişti. Hazırladım ve sundum. Dosyalar arasında sıkışıp

kalan bu duanın gün yüzüne çıkmasını istedim. Bir emek

mahsulüdür. Kısmen özetleyerek takdim ediyorum:

"Duaları kabul eden, dilekleri veren, vermeyi murat

edince el açtıran, ancak sevdiği kuluna dua ettiren,

sevmediklerinin elini, dilini bağlayan ve kendisine

yönelmekten alıkoyan Allah'ım! Yüzümüzü sana çevirdik,

işimizi sana bıraktık, sırtımızı sana dayadık."

Vatanından binlerce kilometre uzakta, onun hasreti,

çoluk-çocuğunun hasreti ile yanarak, dilini, dinini, kendini

bilmediği bir toplum içerisinde, her türlü sıkıntıya göğüs

gererek ve büyük fedakârlıklar yaparak çalışanların

emeklerini zayi etme Allah'ım!

Yüce Tanrı'm! Bin yıl önce "Türk burçlarından

yükselttiğin güneş" karardı. Bunu bizim elimizle yeniden

yükselt! Ve cihanı yeniden onunla aydınlat!

Yarabbi! Sen'in mukaddes emanetini koruyamaz

hâle gelenlerden alıp, milletimize verdiğin gibi, şu anda

yine korunamayan bu emaneti bizden de alma! Çünkü biz,

Page 138: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

138

"Emrolunduğumuz cihada elbirlik çıktık." Çünkü biz,

Müslüman milletler içerisinde vazifesini en iyi yapanların

torunları olduğumuzun şuurundayız. Çünkü biz:

"Bu topraklar ecdadımın ocağı;

Evim, köyüm hep bu yerin bucağı.

İşte vatan, işte Tanrı kucağı;

Ata yurdun evlat bozmaz, giderim!"

diyenlerdeniz.

Ey şanlı atalarımızla âleme yön vermiş olan

Allah'ım! Ey ceddimizi kendisine asker seçmiş olan

Allah'ım! Bu şerefli hizmete, bu şerefli makama, onların

torunları olarak, şimdi de bizler talibiz. Yine sevgili

Peygamber'inin övdüğü kumandan ve onun askeri

olmanın zevkini tatmak istiyoruz. Yine "bin atlı ile dev gibi

orduları yenerek, çocuklar gibi şenlenmek" istiyoruz, yine

"ardına çil çil kubbeler serpen ordu" olmak istiyoruz. Ve:

"Her kapını eşiğine,

Her sofranın kaşığına,

Bebeklerin beşiğine,

Hak yol İslâm yazmak"

istiyoruz. Fakat:

"Yüceler yücesi yaradan,

Azlığız, el uzat oradan,

Adına yükselen sancağı,

Yüz üstü döndürme buradan!"

Boyuna dileklerimize sığınak olan Allah'ım. Bir kere

daha yolu şaşırdık biz. Yolumuza nurundan saç; önümüz

aydınlansın! İki yüz senedir düşülen bir yol, boşluğa çıktı;

bir imkân daha ver! Ve bu imkânla, geçmişin

tecrübelerinden de bizi faydalandır ki ayağımız sürçmesin!

Page 139: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

139

İlâhi! Gaflete düşüp, Peygamber buyruğuna

uymakta ihmal gösterdiğinden dolayı, "iki gününün bile

denk olması ziyan" iken, her gelen günü bir öncekinden

kötü olan Müslümanlara, "yitik malı olup, her gördüğü

yerde alması" icap ederken, ilim ve hikmete yüz çeviren

Müslümanlara, "beşikten mezara kadar" okuması,

incelemesi, araştırma yapması gerekirken, uyuşup kalan

Müslümanlara basiret ver; ta ki, Yüce Peygamber'ine lâyık

ümmet olabilsin Allah'ım.

Yarab! İmansızlar, ahlâksızlar, cahiller, gafiller,

hainler güruhuna karşı yardımını esirgeme bizlerden.

Çünkü:

"Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yârabbî!

Senin uğrunda ölen ordu budur Yârabbî!

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın,

Gaalip et, çünkü son ordusudur İslâm'ın."

Âmin, âmin, âmin Allah'ım âmin. Vesselâmün

alelmürselin, Velhamdülillahi rabbilalemin, EL FATİHA!..

***

Sadede gelelim. Benim durumumu, yani perişanlığımı

dostum Zeynel Timur, Türkeş'e intikal ettirmiş. O da, bana

ayda 2000 mark verilmesi için Serdar Çelebi'ye talimat

vermiş. Bu haberi öğrenince ilk karşılaştığımızda ona,

"Büyüğümüz bana ayda iki bin mark verilmesini size

söylemiş…" dediğimde, oldukça mantıksız bir karşılık verdi:

"Evet, öyle dedi ama bu hususta bir emir almadım."

Beyefendi'nin Türkeş sevgisi ve bağlılığı da bu işte…

"Emrediyorum, vereceksin!" mi diyecekti?

Yıllar sonra öğrendim ki, ben sosyal yardım

kurumunun verdikleriyle kıt kanaat geçinir, bir taraftan da

borçlanırken; arkadaşlar, yol giderleri hariç - çünkü

Federasyon'un arabası ile giderlerdi - ayda 2300 mark

Page 140: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

140

alırmış. Merkezde çalışanların en az alanının aylığı da 1600

mark imiş…

Bütün günlerini dâvâya hizmetle geçirenlerin

geçinebilecekleri kadar bir ücret almaları gayet normal…

Merkezde olmamakla beraber ben de bütün günlerimi,

hatta gecelerimi bile, seminer, sohbet, konferans ve eğitim

çalışmaları yaparak derneklerde geçirmekte idim. Ziyaret

ettiğim yerlere tirenle gidersem bilet parasını, arabamla

gidersem benzin parasını cebimden karşılardım. Hiç

unutmam, Hamburg ve çevresindeki dernekleri ziyaret için

gittiğimde, gidiş-dönüş tiren biletine 240 mark vermiştim.

Beni istasyona getiren arkadaşlar, "Hocam dönüş biletiniz

var mı?" dediler. Biletimin gidiş-dönüş olduğunu söyledim.

"Güle güle Hocam" deyip uğurladılar. Buna benzer

uğurlamalar çoktur.

Ali Batman, dernek yöneticilerine yol masrafımın

karşılanmasını söylemesine rağmen, buna uyulmadı.

Burada bir minnet duygumu belirtmeden de

geçemeyeceğim. O dar günlerimde tek tük yardımcı olanlar

vardı; bunlardan bazılarını ismen zikretmek boynumun

borcudur.

Birisi dostum, yakın köylüm Emir Doğan, diğeri

rahmetli Dursun Balcı, oğulları ve yeğenleri… Bir diğeri de

emmimin oğlu Emin… Allah onlardan razı olsun.

Maddî durumum iyi değildi, geçim sıkıntısı

çekiyordum; ama bahaneler arkasına saklanarak dâvâma

hizmetten geri duramazdım. Bu yolda mesleğimi ve

istikbalimi feda etmiştim. Şartlar ne olursa olsun

çalışacaktım ve çalıştım. Yaptıklarımı ve niyetimi balık

bilmedi ama inşallah Hâlık bilmiştir. Yıllar sonra bununla

teselli buluyorum.

***

1982 sonlarında Serdar Çelebi, Papa dâvâsına adı

karıştırıldığı için tutuklanıp İtalya'ya götürüldü. İki buçuk

Page 141: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

141

yıl orada kaldı. Sonra delil yetersizliğinden bırakıldı. Bu

dâvâ Federasyon'a büyük malî külfet getirdi. Her

duruşmada Serdar Çelebi'ye destek için Avrupa'nın çeşitli

yerlerinden otobüslerle ülküdaşlarımız Roma'ya taşındı.

Burada iki fedakâr insanın adını zikretmek insanî bir

görevdir. Birisi, gidişleri organize eden Ali Batman, diğeri

mahkemeleri takip etmek, avukatlarla, savcılarla görüşmek

için çok gününü Roma'da geçiren, Serdar Çelebi zamanında

Türk Federasyonu'nun genel sekreterliğini yapmış bulunan

İhsan Öner…

Serdar Çelebi'nin gitmesi ile Federasyon başkanlığına,

önce vekâleten, sonra asaleten Ali Batman getirildi. Onun

zamanında da ben eğitim çalışmalarına ve dergi yazılarına

devam ettim. Güzel bir ahenk kurmuştuk. Hafta sonu ben

tirenle Frankfurt'a gelirdim. Nürnberg'den de rahmetli

Ahmet Söylemez gelirdi. Merkezden Ali Bey'i, Ramiz Bey'i

ve Türkmen Onur'u alır kuzeye yönelirdik. İçlerinde

ehliyetli olan yalnız ben olduğum için arabayı kullanmak

bana kalıyordu. Sırasıyla her bir arkadaşı bir derneğe

bırakır, ertesi gün akşama doğru hangi dernekten

alınacaklarını da kararlaştırarak yola devam ederdim.

Her hafta sonu bu beş kişi en az on beş dernek ziyaret

etmiş olurduk. Çok zevkli ve verimli bir çalışmaydı; ta '85

ortalarına kadar…

Ali Batman Görevden Alınıyor

1985 kurultayı yaklaşırken Ali Bey, Büyüğümüzden,

artık yorulduğunu, kendisini affetmesini, yerine de

Türkiye'den bir ilahiyatçının gönderilmesini istemiş; bu

olmazsa Almanya'dan, benim de adımın bulunduğu isimler

vermiş… Başbuğumuz bu teklifi kabul etmemiş… "Devam

et!" demiş.

Kurultay yapıldı. Yeni yönetim Ali Bey'in

başkanlığında teşkil edildi. Bölge başkanları belirtildi.

Page 142: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

142

Aradan iki ay geçmeden Feridun Süheyl Tuncay diye bir zat

çıkageldi. "Başbuğumuzun emri ile görevi senden

devralmaya geldim." diye Ali Bey'in karşısına dikilmiş.

Alışılmış bir usul değildi. Ali Bey, Türkeş'e ulaşmaya

çalışmış. Sonra şoförü Ali Bey'i arayarak, "Başbuğumuzun

emrini tebliğ ediyorum: Görevi, varan arkadaşa teslim

edeceksin!" demiş.

Bu bilgileri ben Ali Batman'dan aldım.

Adamın gönderilmesinde Muharrem Şemsek Bey'in

etkili olduğunu zannediyorum.

Ali Bey'in o anki ruh halini ve düştüğü durumu ben

anlatamam. Ama metanetini, vakarını ve soğukkanlılığını

kaybetmediğini tahmin ediyorum.

Ali Bey, tecrübeli bir teşkilatçı… Bir kopukluk

olmaması için, dernekleri birlikte gezmeyi ve kendisini

yöneticilere bizzat tanıtmasının yerinde olacağını

söyleyince, "Ben masal dinlemeye gelmedim. Derhal görevi

teslim edeceksin!" demiş.

Aklımda yanlış kalmadı ise, Ağustos ayında devir-

teslim kongresi yapıldı. İzin mevsimi olduğu için küçük bir

salon tutulmuş. Ben içeri girdiğimde ön sıranın ortasında

Ali Bey ve gelen adam yan yana oturuyordu. Ali Bey'in yanı

boydan boya tutulmuş, gelen adamdan sonraki bütün

sandalyeler boş… Ben hemen onun yanına oturdum.

Benden sonra, yine arada iki sandalye boş kalarak,

arkadaşlar oturdular.

Divanda Türkmen Onur vardı. İlk sözü Ali Bey'e verdi.

Konuşmalarını daima irticalen yapan Ali Batman,

yazdıklarını okuyordu. Arada bir de "Şunu iyi bilsinler ki!"

diye, görünmez muhataplarına parmağını uzatıyordu.

İnince sordum: "Sen hep irticalen konuşurdun. Bu defa

yazılı konuştun. Elini de kullanıyordun. Bir yerlere mesaj

mı vermekteydin? Belge olsun, diye mi konuşmanı yazıya

Page 143: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

143

döktün?" "Aynen düşündüğün gibi Hocam…" dedi. Kimin

Ali Bey'le ne meselesi vardı, bilemiyorum.

Böyle çalışkan, bilgili ve tecrübeli bir insanın neden

görevden, biraz da usulsüz olarak, alındığını o gün bu

gündür tam anlayabilmiş değilim. Tahminlerimi de yazmak

istemiyorum.

Ali Bey'den sonra Feridun geldi kürsüye… Benim de

ödüm ağzıma geldi. Şimdi dedim, bu adam Ali Bey'e cevap

vermeye kalkışırsa çok kötü durumlar çıkar ortaya…

Allah'tan o konulara hiç girmeden ve suya sabuna

dokunmadan sözünü bitirdi. Sıra dilek-temenni maddesine

geldi ve kıyamet koptu.

Her konuşan bu değişikliği kendi üslubunca pırotesto

ediyordu. "Başkanımızı ezdirmeyeceğiz, onun arkasındayız.

Bu yeni geleni kabul etmiyoruz." gibi sözler sarf ediliyordu.

Toplantı bu havada biterse, tamiri imkânsız yaralar açılırdı.

Divandan söz istedim. Akşemseddin'den, Osmanlının

cenaze merasimi değil, cülus merasimi yaptığından ve hep

ileriye baktığından bahsettim. Önceki arkadaşlarımızı

gönderen yer ile yeni arkadaşımızı gönderen yerin aynı

olduğundan, onlar nasıl çalışarak kendilerini kabul ettirip

gönüllere girmişse, yeni arkadaşımız da onları aratmayacak

hizmetler yapacağından emin olduğumu söyledim.

Bu zatın kısa bir süre de Ülkü-Bir genel başkanlığı

yapmış olduğuna işaret ederek "Siz, benim Türkiye'de de

başkanımdınız, burada da başkanımsınız; ele bir

söylerseniz, bana iki söyleyin; çalışmalarda yanınızdayım."

dedim. Salona dönerek, "Aklımızı başımıza alalım; asl'olan

şahıslar değil dâvâmızdır." diyerek sözümü tamamladım.

İndiğimde halef-selef başkanlar beni tebrik etti.

Bu hadiseden birkaç gün sonra yeni gelen beni aradı

ve beraber çalışabileceği isimler istedi. Ben ise "Gel beraber

çalışalım." demesini bekledim. Kongrede yanında olacağımı

Page 144: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

144

söylemiştim. O zaman sadece "Eğitim çalışmalarınıza

devam edin." demişti.

Merkezdeki arkadaşların insanları benden iyi

tanıdığını, onlara danışmasının daha faydalı olacağını

söyledim. "Ben senin isim vermeni istiyorum." dedi.

Bölgedeki bazı arkadaşların isimlerini verdim. Bana neden

teklif etmediğini de Enver Altaylı'ya bağladım. Akıl hocası o

ve Ozan Arif idi.

Sıkıntılarım Bitmiyor

Almanya'da kalmayı başarmıştım ama geçim işi ne

olacaktı? Bu altı yıl; avukat ücreti, mahkeme parası,

çocukların okul masrafları, arabanın vergi, sigorta ve yakıt

giderleri derken oldukça pahalıya mal olmuştu. Hemen

döneceğimizi zannettiğim için oturduğumuz evi de

boşaltmamıştık; aylarca onun kirasını da ödedik. Yukarıda

da bahsettiğim gibi Allah'tan, '85 yılında eşim ve çocuklarım

kamptan çıkartılmış ve avukatım aracılığı ile belediyeden

eski bir ev kiralamıştık. Kirası da oldukça ucuzdu. Orayı

biraz adam ettik. İkinci el mobilyalar satan bir yerden lazım

olanları aldık. İyi kötü ev eşyalarımız, mutfak malzemele-

rimiz de vardı zaten. Sosyal Yardım Kurumu (Sosyalamt)

da, kira başta olmak üzere, bir miktar yardım yapıyordu.

Bu arada biri kız, diğeri erkek iki evladımız daha oldu.

Türkiye'den üç kişi gelmiştik, altı olduk. Yüküm de epeyce

ağırlaştı. İş bulmam gerekiyordu ama nasıl? Kırk yaşını

aşmış bir insanın iş bulması kolay değildi. Sonra ben her işi

de yapamazdım. Eyaletlere öğretmenlik için müracaat

ettim, hepsinden de ret geldi.

Bir arkadaşım, "Sana göre değil ama hiç yoktan iyi bir

büro işi var; sabah açıp, akşam kapatacaksın" dedi. Gittim.

Görüştüm ve kabul ettim. Ayda 800 mark alacaktım.

Burası, halkın İslam Bankası dediği bir İslamî finans

kurumu idi… Müdürlük yapan arkadaşın başka işleri de

Page 145: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

145

vardı. Merkezden, ikaz edildi. Ya burada tam gün çalışacak,

ya da ayrılacaktı. O ayrılmayı tercih etti. Görev bana verildi.

Maaşım da 2000 mark oldu. Yol masraflarını da karşıla-

yacaklardı. Güney Almanya bana bağlıydı. Pazarlamacılık

yapıp, insanlarımızın tasarruflarını kurumumuza

yatırmalarını temin ediyordum. Kâr-zarar ortaklığı esasına

göre çalışılıyordu. Yani bana öyle denmişti, ben de

müşterilere öyle anlatıyordum ama esasını bir türlü

kavrayamadım. "Bu iş nasıl oluyor?" diye sordukça,

"anlatılması uzun" deyip kestiriyorlardı. Bu finans

kurumunun merkezi Cenevre'de, bizim genel müdürlük de

Lüksemburg'da idi. Her ay orada toplanırdık. Stuttgart,

Köln, Berlin ve Hollanda müdürleri olarak dört kişi idik...

Çok sayıda da temsilcilerimiz vardı.

Bu kurumda, Güney Almanya Bölge Müdürü olarak

1989, 90, 91 yıllarında çalıştım. Her toplantıda fazlaca soru

sorduğumdan, kurulurken yapılan, "faizsiz borç verme" gibi

taahhütleri kurcaladığımdan işime son verildi.

Bir yıl işsiz kaldım. Sonra, okuldan tanıdığım bir

öğretmen arkadaşın yardımıyla, Türklerin çalıştırdığı bir

mobilya mağazasına satış elemanı olarak girdim. İşyeri

sahibinin babası her işe burnunu sokuyor, çalışanları

azarlıyor, hakaretler ediyordu. Dayanamadım ve yaptığının

yanlış olduğunu söyleyince oradan da çıkartıldım.

Dernek faaliyetlerinden tanıdığım bir arkadaş, "Hoca,

senin gibi bir insan böyle yerlerde çalışır mı? Sermaye

vereyim de bir iş kur kendine" diyordu. Orada çalışan

arkadaşlar da, yüzer bin markla benim kuracağım işe

katılabileceklerini söylediler. Beni oraya aldıran arkadaş da

bana yüz bin mark borç verebileceğini söyleyince ortaya beş

yüz bin mark çıktı. Ve bu iş yerine 40 km mesafedeki bir

şehirde, benim müdürlüğümde, kendimiz mobilya dükkânı

açtık.

Page 146: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

146

İş tutmuştu. İlk ayın cirosu 240 bin mark oldu.

Ortalama 200 bin mark ile işi götürüyorduk. Bize yardım

etmesi ve muhasebemizi yapması için yanımıza aldığım

adamın çıkarttığı fitne sebebiyle, önce müdürlükten, sonra

da ortaklıktan ayrılmak mecburiyetinde kaldım.

Bu arada bir ticarî beceriksizliğimi daha anlatayım:

Genç arkadaşlar benim, önderlik ederek Türkiye'de

bir iş kurmamızı istediler. 30 arkadaş bir araya gelip, 870

bin mark tedarik ettik. Benden ders alan Malatyalı bir genç

Türkiye'ye dönmüştü; ona yetki verdik. "İslamî tatil köyü"

kurmak istiyorduk. Mersin-Aydıncık'ta, denize sıfır, 25

dönümlük bir yer aldık. Burada da o arkadaşın oyununa

geldik. 450 bin marka aldığı yeri, satıcı ile anlaşıp, ondan

imza alarak bize 650 bin marka aldığını söyledi. Durum

ortaya çıkınca yetkilerini aldık ama parayı alamadık.

Bu işin yöneticiliğini de ortaklardan üçüne devrederek

ayrıldım. Onlar da bir müteahhide, daire karşılığı verdiler.

Adam galiba bir oyun etmiş. Herkese iki katlı villa düşmüş

ama kimse memnun değildi. Ben hakkımdan feragat ettim.

Şimdi ne durumdadır, bilmiyorum.

Hani derler ya: "Kayserili ticaretten anlamayanı

okutur." diye… İşte ben okuyan Kayseriliyim.

Türkiye'ye Gelişim

1988 yılı hayatımın en hüzünlü yılıdır.

Benden üç yaş büyük kardeşim, dostum, ülküdaşım

Asım Eravşar'ı 25 Temmuz'da, henüz 45 yaşında iken

kaybettik. Sekiz yıldır gidemediğim Türkiye'ye gitmem şart

oldu. Artık pasaportum da oturma müsaadem de vardı.

Arandığım söylenmişti. Dikkatli olmalıydım.

Dostum Mustafa Öztürk'ü aradım. O da, rahmetli Muhsin

Yazıcıoğlu'nu durumdan haberdar etmiş; yanlarına küçük

kardeşimi de alarak Ankara hava alanına gelmişler.

Page 147: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

147

Uçağımız hava alanına inip, yolcular boşalırken

merdivenin iki başında iki polis dikilmiş, inenleri teker

teker süzmekteydiler. İki sivil daha geldi. Komiser imişler.

Ben yere basarken, "Hamza Eravşar siz misiniz?" diye

sordular. "Evet" demem üzerine, "Siz bizimle geleceksiniz."

diyerek beni alıp götürdüler. Dolanbaçlı yerlerden geçirip,

dışarıya çıkarttılar. Muhsin ve Mustafa beylerin karşısında

idim. Komiserler, "Başkanım, emanetinizi buyurun!"

diyerek beni teslim ettiler. Sevincim sonsuzdu.

Birbirlerimize sarıldık. İki dostuma da teşekkür ettim.

Sonra, komiserler gösterdiğim bavulumu getirdiler.

Bizim ülküdaşlığımız böyle idi işte!..

Muhsin Bey'e, arananlar listesinde adımın olup

olmadığını öğrenmek istediğimi söyledim. Komiserler o işi

de halletti. Aranmıyormuşum.

İşi sağlama almak için Kayseri'de karakola kendimi

ihbar ettim. Dosyalara baktılar. Adımı bulamadılar.

Anladım ki, hakkımda sadece idarî soruşturma açılmış, adlî

takibat yokmuş. Çıkışımda bir sıkıntı olmadı.

Benim gözümde kardeşim ülkü şehididir. Şöyle ki:

Kendisi, kasabamız Hisarcık Belediyesi'nde fen memuru

iken, fikrimizi sevmeyen birisi, biraz da hile ile, oraya reis

oldu ve bir bahane ile kardeşimi açığa aldırdı. Danıştay'da

açılan dâvâyı kazanmasına rağmen onu eski görevine iade

etmedi. Han Camii'nin yanındaki otobüs durağında, sac

barakada bilet satıcılığında görevlendirdi. Birader, ileri

derecede astım hastası idi. Yoğun eksoz dumanı, gaz

kokusu, soğuk hastalığı iyice azdırdı. Ve ülkücü kardeşim bu

havaya daha fazla dayanamadı. Nur içinde yatsın. Makamı

Cennet olsun.

Kardeşimin ölümüne bizim kadar üzülen Mustafa

Öztürk onun için bir ağıt yazmıştı. Onun da unutulmasını

istemedim.

Page 148: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

148

ASIM BEĞ’E AĞIT Bu yıl bayramımız karalı geçti, Kurban diye Mevla’m Asım’ı seçti. Yalan dünyamızdan bir yiğit göçtü. Asım gibi dostu nerde bulayım? Bulur isem ona kurban olayım. Gözleri yollarda; gelmez ki kardeş. Sabreder, dayanır; doğmaz ki güneş. Saat iki... Saat üç-dört... Saat beş... Ve sonra tahammül, ömür tükenir, Allah’ın emridir, buna ne denir. Artık HİSARCIK’a nasıl varayım? Asım Beğ yok, kimle sohbet edeyim? Beş yetim çocuğa neler diyeyim? Zalim “astım” sana çare yok mudur? Devirdiğin civanmertler çok mudur? Gençti, henüz daha, kırkbeşti yaşı; Erciyes Dağı’na gömüldü naşı. Nasıl gelsin Almanya’dan kardaşı? Karabulut ufukları sardı mı? Acı haber Hamza Beğ’e vardı mı? Acı haber, dağ-taş demez ulaşır, Ülke, şehir, köşe-bucak dolaşır, Hamza Beğ’e hemen gelmek yaraşır. Onun gibi kardeş bulunur mu hiç? Ecelin gelişi bilinir mi hiç? Yok sayıp içinde gizlenen derdi, Dört gözle Hamza’nın yolun beklerdi. “Bitsin bu ayrılık, hasretlik” derdi. Nasip değil imiş meğer buluşmak, Cennet-i Alâ’ya kaldı kavuşmak. Fatih, Hakan, Osman: üç yiğit oğlu. Oğuz Han soyundan ve Avşar boylu. Özü, sözü doğru, bulunmaz huylu. Dostum, ülküdaşım ASIM ERAVŞAR, Adın unutulmaz, kalplerde yaşar.

Page 149: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

149

Şerefü'l-mekân bi'l-mekîn

Federasyon tarihinde son otuz yılda idarecilik

yapanlar için bu söz öyle uygun düştü ki, sormayın!

Manasını yazayım da, mesele iyice anlaşılsın: Bir makamın

şerefi, orada oturandan gelir, yani bir makamı dolduran

kişi; bilgi, kabiliyet ve dirayetiyle o makama şeref verir,

demektir.

Bizimkiler hep makamla şeref bulmaya çalıştı. Böyle

kifayetsiz adamlar göreve gelince beklenen son

parçalanmaktı.

Mevzu Feridun… Oradan devam edeyim.

Adamın tuhaflıkları karşısında ben kabıma

çekilmiştim. Göreve gelişinin üstünden bir buçuk ay

geçmişti. Ev telefonum çaldı. Federasyon'un genel sekreteri

arıyordu. Başkan benimle konuşmak istiyormuş; bağladı;

konuştuk. Dediği şu: "Çok bunaldım, gel de bir görüşelim."

"Hocam, hafta sonu buralara geleceğinizi duydum; o zaman

görüşürüz." dedim. "Orada olmaz, lütfen buraya kadar gel

de rahatça görüşelim." Peşinen emrinde olduğumu

söylememin üzerinden altı koca hafta geçmiş, yeni

çağırıyor. Frankfurt bana 250 kilometre… Atladım tirene

vardım. Dört saat görüştük. Yanında kimse kalmamış. Bana

beraber çalışma teklifinde bulundu. Bu mümkün değildi.

Zira durmadan eskileri suçluyor ve küfrediyordu. Bu

mizaçtaki bir insanla çalışmak benim için mümkün değildi.

Gerek Serdar Çelebi ile gerekse Ali Batman'la her

hususta mutabık değildik ama bu hâl beraber çalışmamızda

bir engel teşkil etmiyordu. Meseleyi açık açık konuşurduk,

ağır tenkitlerim olduğu zamanlarda bile sabırla dinlerlerdi.

Öfkelenme, kızma, gücenme, darılma olmazdı. Bu adamın

ise tenkide tahammülü yoktu. Enver Altaylı'ya karşı dikkatli

olmasını, yanlış yönlendirmeler yapabileceğini söylediğim

zaman hemen itiraz etti. "O, Taha Akyol'u yetiştiren (!)

Page 150: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

150

adamdır. Kendisinden nasıl şüphe ederim?" Ozan Arif'in de

Ali Batman'a karşı hissî olabileceğini söylediğimde de

kabule yanaşmadı. Bu iki kişiye çok güveniyordu. Belli ki,

eskilere karşı iyi doldurulmuştu; peşin hükümlüydü.

Beyefendi, kendisini dev aynasında görüyordu. Bu

görev için çağrıldığında hayal kırıklığına uğramış… Onu da

anlattı. Türkeş, kendisine bir görev vereceğini söylediğinde,

"MÇP'nin başına geç!" demesini bekliyormuş. "Avrupa'ya

göndereceğim." deyince bayağı bozulmuş.

Kendisini övmeyi de pek seviyordu. Çok dindar

olduğunu, evinde her hafta dinî sohbetler yapıldığını, birkaç

sefer polis baskınına uğradığını söyleyen adam; daha

gelmeden, tanışmak için kendisini evinde ziyaret eden bir

dostumun anlattığına göre, namaz kılmak istediğinde

seccade bulamamışlar da, sandığın dibinden karısının

çeyizine konan, katlı yerlerinden kopacak hale gelmiş olan

seccadeyi çıkartmışlar. Seccade bulunmuş; bu defa da evin

kıblesini aramaya başlamışlar.

Türk Federasyonu'nda bir değişiklik gerekiyordu ama

böyle bir adam olmamalıydı.

1985'in Kasımı'nda arkadaşların, "Bir görüşün

Hocam!" diye ısrar etmeleri üzerine, bu defa da ben

ziyaretine vardım. İyice bunalmıştı. Yeniden bir dört saat

konuştuk. Şunları söyledim:

"Siz geldikten sonra dernekler karıştı, birliğimiz

bozuldu. Buna siz sebep oldunuz demek istemiyorum. Belki

Türkiye'den veya buradan güvendiğiniz birileri sizi yanlış

bilgilendirdi; siz de o yanlış bilgilerle yanlış işler yaptınız.

Ama iş işten geçmiş değil, yakında genel idare heyetini

toplayacaksınız. Onlar eteğinde taşlarla gelecekler. Zor

durumda kalacaksınız. Hiç kimse icraatınızdan memnun

değil. Şöyle deyin: 'Arkadaşlar, burayı yeterince

tanımadığımdan, bana verilen bilgilerin de pek sıhhatli

olmadığından geçen şu birkaç ay içerisinde ciddi

Page 151: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

151

yanlışlarım oldu. Sizlerin de yardımı ile bu hataları tamir

edeceğim. El birliği ile dâvâmızı daha ilerilere taşıyacağız.'

Böyle demeniz halinde kimse size bir söz söyleyemez. "

"İşte doğru söz bu; dostluk bu; tavsiye bu!" diyerek

kalktı, boynuma sarıldı.

Kendisine şu Hadis-i Şerifleri de, incinmesin ve itham

kabul etmesin diye birer cümlelik açıklamalarla okudum:

"Fesat ve fitnenin sebebi kötü kimselerin idareci

yapılmalarıdır." Siz kötü insan olmamalısınız.

"Halkın hoşnutluğunu çekecek daha üstün vasıfta

olanlar dururken, bir ehliyetsizi salâhiyet mevkiine getiren,

Allah'a, Peygamberi'ne ve bütün mü'minlere hıyanet

etmiştir." Başarı için ülküdaşlarımızın hoşnutluğunu

kazanmalısınız.

"Millet büyüğü halktan şüphe eder, suçlu görmek

isterse, onu fesada sürüklemiş olur." Elinizde kesin bilgiler

olmadıkça kimseyi suçlamamalısınız.

Kendisine pek güvenmediğim için 27 Kasım 1985'te

Başbuğumuza da durumu anlatan bir mektup yazıp, kurye

ile gönderdim. Adam, yapılan toplantıda tavsiyelere uyarsa

mektup verilmeyecekti. Uymadı ve mektup sahibini buldu.

Götüren gence, hemen çıkmamasını, Türkeş mektubu

okurken yüzüne dikkatlice bakmasını tenbih etmiştim. İki

kere okumuş, gencin, "Hocamıza ne diyeyim efendim."

demesine de, "Ben haber yollarım." demiş.

Haber, arkadaşım Zeynel Timur aracılığı ile geldi.

Büyüğümüz, Feridun'un yanında yer almamı istiyormuş.

Cevaben dedim ki: "Başbuğumuz bana, 'Sırtına 50 kiloluk

bir taş al, en yakın tepeye günde beş defa çıkart ve indir.'

desin seve seve yaparım ama bu adamın yanında yer

alamam, bu vebale ortak olamam. Büyüğümüz o şahsın

nasıl bir adam olduğunu bilmiyor. Onun lüzumsuz sözleri

ve hareketleri ile darmadağın olduk."

Page 152: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

152

Her şey yolunda iken, bu yükün altına niye

girdiğimizi, bunun dâvâmıza kazancının ne olduğunu hiç

anlayamadım. Ben zaten, oldubitti ağzında süt kokan

ülkücülerdenim.

Türkeş mektubuma itibar etmeyince çok üzüldüm.

Hâlbuki beni gönderirken, "Orada benim gözüm, kulağım

olacaksın." demişti. Durumu anlatan mektubu da onun için

yazdım. Ramiz Bey'e, "İşler düzelecek, Büyüğümüze

durumu anlatan uzunca bir mektup gönderdim."

dediğimde, "Hoca, Memet Ağa gibi konuşma! İki gün sonra

o mektup Feridun'un eline gelir." demişti.

Gerçekten de öyle oldu. Feridun gecelerde elindeki,

kâğıtları sallayarak, "Hakkımda mektup yazanlar, bundan

benim haberim olmayacağını mı zannettiniz?" diye

köpürüyor. Hâlâ onun yanında kalan Cevat Saraç, "Hoca, o

mektup senin. Ben senin yazını tanıyorum. Toplantıda

uzaktan bize gösterdi. El yazısı ile dört sayfa…" İnanmam

mümkün değil… Bu nasıl olur? Sonra şöyle yorumladım:

Başbuğumuzun bir bildiği vardır; şayet o benim mektubum

ise… Benimmiş…

'88 yılının yaz tatilinde Zeynel Bey ile ziyaretine

varmıştık. Konu Feridun'dan açılınca, "Ahlaksız çıktı, o

saygısız ve terbiyesiz adam…" dedi. Meğer görevden

alınınca, "Sen ne dedinse onu yaptım. Benim suçum ne?"

diyerek Türkeş'e dikleşmiş ve huzurdan kovulmuş. Taşı

gediğine koyma sırası gelmişti: "Efendim" dedim. "Ben

onun ahlaksız olduğunu, gelişinin üzerinden üç ay geçmiş

iken size yazmıştım. İşin garibi o mektup adamın eline

geçmiş." Türkeş'in kanımı donduran sözü: "İsmini

kapatmıştık; nasıl bilmiş senin olduğunu?" O gün bu

gündür aklımdan çıkmıyor bu söz. Ama buna bir izahat

getirdim. "Bak, hakkında şikâyetler var; ayağını denk al! Bu

hataları tamir et!" diyerek mektubun verilmiş olacağını

Page 153: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

153

düşündüm. İsmimin kapatılmış olması da bu düşüncemi

kuvvetlendirdi.

Başka şeyler de konuştuk bu ziyarette… Benim merak

ettiğim bir husus vardı. İçerde iken 24 defa tahliye talebinde

bulunmuştu. Neden bırakmadıklarını sordum. "Bizden

korkmadılar." dedi. "Korkutmak için ne yapılmalı idi?" diye

sorduğumda şunları söyledi: "Duruşma 19 Ağustos 1981'de

başladı. O gün Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden otobüslerle

mahkeme önüne gelip, 'Biz mahkemeyi takip etmek

istiyoruz.' diyeceklerdi. Kabul edilmezdi. İkinci ve daha

sonraki birkaç duruşmada bu tekrarlansa, 'Bunların arkada

daha güçleri var.' diye düşünür, üstümüze fazla

gelemezlerdi."

Buradan Türkeş'in, camiaya kırgın olduğunu anladım.

Hapisten çıktıktan sonraki günlerde manasını anlayama-

dığımız konuşmalarının ve hareketlerinin hikmetini buraya

bağladım.

***

Feridun Tuncay'ın marifetlerinin ve benim

değerlendirmemin bilinmesi için adı geçen mektubu biraz

kısaltıp buraya alıyorum. Bu mektuba itibar edilecek olsa

işler bozulmazdı.

B. Almanya, 27. 11. 1985

Muhterem Büyüğüm,

Önce selam ve hürmetle ellerinizden öperim.

Size, buradaki son değişiklik ve neticeleri hakkında

bir mektup yazmak zarureti hâsıl oldu; affınızı istirham

ederim. Bu durum, aziz dâvâmız ve buradaki vaziyetimiz

açısından bana çok mühim göründü.

Ben, şimdiye kadar olduğu gibi yine derneklerimizi

dolaşarak seminerler veriyor, sohbetler ediyor,

görüşmeler yapıyorum. Gördüklerim şunlardır:

Page 154: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

154

Her yerde ve herkeste büyük rahatsızlıklar var.

Kırılan, darılan, gücenen ve küsen kimseleri ikna ve tatmin

etmek mümkün olamıyor. Sorulara cevap bulmakta zorluk

çekiyoruz. Bunlara hep yeni gelen arkadaşımızın

konuşmaları, tavrı ve ilişkileri sebep oluyor. Bu

tedirginlikler her geçen gün de artıyor. Bundan, büyük

endişe duyuyorum. "Bizde bunlar olmaz." imajı yıkılıyor.

Yeni başkanın bu uygun olmayan tavırlarından

azılarını, müsamahanıza sığınarak ve yine affımı

dileyerek arz etmek istiyorum:

1) Bu arkadaşımız; parçalanma, dağılma, güçsüz

kalma gibi bir endişe taşımıyor. Herkesi kucaklaması,

dâvâyı bütünüyle ele alması icap ederken, bir gurup

sözcüsü gibi konuşuyor; hizip şuuru ile hareket ediyor.

Daha geleli birkaç ay olmasına rağmen, sevdiği ve

sevmediği insanlar var; birini diğerinin karşısına dikiyor.

Bunu da toplantıda, "Falanın karşısına falanı dikeyim de

görsün." diye ilan ediyor.

2) Konuşmalarında ana mesaj, içimizde hainler,

ajanlar olduğudur. "Efendim, bu sözler, bu tavır bizi

dağıtır." diyenlere, "Az olalım, temiz olalım." diyor ama o

tutmaya ısrarla kararlı göründüğü "azlar" da çoğunluk

tarafından temiz bulunmayanlardır.

3) Her türlü insanın geldiği, herkes açık eğlence

gecelerinde, "Benden öncekiler uzun konuşurmuş." diyerek,

8-10 dakika konuşuyor. Bu konuşmalarının bile temel

mesajı "ajanlar"dır. Herkes birbirinden, bazıları da yeni

başkanın ajanlığından şüphelenir oldu.

4) Bazı hadiseleri, her defasında farklı, bazen taban

tabana zıt ve her şahsa göre ayrı ayrı anlatıyor. Yüzleşme

halinde de inkâr ediyor. Bu hâl, "Başkanımız yalan

söylüyor." dedirtiyor.

5) Tarafından açıklık getirilmesi, zihinlerin

aydınlatılması, birliğin kuvvetlendirilmesi gereken husus-

Page 155: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

155

larda, meselenin içinden çıkamayınca, "Liderimiz'in

emri…" deyip, kestiriyor. Bazen, "Lider adına emrediyo-

rum." diyor. Bazı toplantılarda da, insanları hayrete

düşüren bir tuhaflıkla, adına "Lider'e bağlılık yemini"

diyerek, sağ yumrukları, üç kere "Başbuğ Türkeş!" narası

ile havaya kaldırttığı oluyor.

6) Buradaki ve Türkiye'deki bazı arkadaşlarımız için,

nezaket ve terbiye sınırlarını aşan ifadeler kullanıyor.

Hatta küfrediyor.

7) Buraya, sanki eskilerin açığını bulup, camiaya

ilan etmek; onları gözden düşürmek; onları sevmeyenleri

desteklemek ve vazife vermek, söz sahibi yapmak için

gelmişçesine hareket ediyor. Büyümek, tesir gücümüzü

artırmak, dışa açılmak gibi bir düşüncesi yok. Bir genel

başkandan ziyade, bir genel müdür havası taşıyor.

8) Camiamız, eski-yeni kucaklaşmasını görmek ve

yeninin etrafında kenetlenmek istiyor. Ama bu

arkadaşımız yanaşmıyor. Benim köprü olma gayretim de

adamın kollarını açmayışı karşısında tesirsiz kalıyor.

9) Bu arkadaşımızın tuttuğu, işe yaramadıkları için

kenara alınan az insanla, karşı olduğu çoğunluk

arasındaki zıtlaşma had safhadadır. Süratle bölünmeye

gidiyoruz. Bu tehlikeyi arkadaşımıza anlatamıyoruz.

Şu geçen dört ay içerisinde bende oluşan vicdanî

kanaat şudur:

Feridun Bey; gerek bilgi, gerek tecrübe ve gerekse

şahsiyet yapısı itibarı ile Avrupa'daki bu çok mühim

vazifeyi başarabilecek güç de değildir. Bu şahıs bir dönem

daha devam edecek olursa teşkilat bünyesinde tamiri

imkânsız yaralar açılır.

Durumu arz ediyor, emirlerinizi bekliyorum.

Tekrar selam ve saygılarla ellerinizden öperim.

Evladınız Hamza Eravşar

Page 156: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

156

Mektubu okuyunca "ağzımda süt kokuyor" dememe

hak vermişsinizdir. Adam iki koca yıl başkanlık yaptı,

insanları birbirine düşürdü ve biz dağıldık. Bir Türkeşçiler,

bir de karşı olanlar varmış… Hep bu işlendi. Ben,

Federasyon genel merkezinde, özellikle Ali Batman'da ve

camiada bir Türkeş aleyhtarlığı görmemiştim. Hepimiz

Türkeşçi idik. Bu nereden çıktı anlayamadım.

Adam bu mektubu alınca bana düşman oldu. Hâlbuki

genel başkandı; beni çağırıp hesap sormalı, yanlışlarım

varsa göstermeliydi. Bu yola gitmedi. Zaten böyle bir

kapasitesi de yoktu.

Ben bu fitne karşısında eli bağlı duramazdım.

Gençleri bu işin dışında tutmak ve dâvâmız için yetiştirmek

üzere her dernekten dokuzar veya on yedişer kişilik

guruplar halinde eğitim çalışmalarını başlattım. Derneği

olmayan ülkücülerle de evimde ders yapıyorduk. Oldukça

disiplinli bir çalışma idi. Ben de, ders alanlar da mutlu idik.

Bir gün telefonum çaldı. Feridun konuşmak

istiyormuş. Ümide kapıldım. Herhalde gerçekleri gördü;

benimle onu görüşmek istiyordur diye düşündüm. Öyle

değilmiş. O gün tuttuğum notu aynen buraya alacağım:

Vah Bize Vah!

27. 4. 86 Pazartesi günü 15.00 sularında Feridun

Tuncay telefonla bütün seminer çalışmalarını

durdurmamı Başbuğ adına(!) emretti. Bir Hamza Eravşar

sevgisi beliriyor; kendi ve Başbuğumuz aleyhine gelişmeler

oluyormuş. İleride bu yüzden başarısız olursa, sebep ben

olurmuşum… Türkeş'e de durumu böyle anlatırmış.

"Başarısız olduğunu anladın ya, bu da bir kazanç"

demekten kendimi alamadım.

Page 157: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

157

Yaptığım çalışmaların faydasını anlatmaya çalıştım.

Dinlemedi. İki yıldır Stuttgart derneğimizde her ayın ilk

Pazar'ında yatsı namazından sonra halka açık dinî-millî

konularda sohbet etmekte idim. Büyük ilgi görüyordu,

sabit cemaati oluşmuştu. Onun bari devam etmesini

istedim. Kabul etmedi.

Bir çekişmeye meydan vermemek için, sebep olarak

da kendisini göstererek, çalışmalarımı durdurup, evime

çekildim.

Feridun'un hiçbir inceleme, araştırma, soruşturma

yapmadan kestirdiği derslerde ben ne yapıyordum?

Verdiğim dersler, alışılagelmiş bir çalışma değildi. Bu

dersler hakkında rahmetli Reha Oğuz Türkkan ile bir

sohbetimiz olmuştu. Beni çok dikkatli dinlemiş, bazı

tavsiyelerde de bulunmuştu. Sonra bu hususta kaleme aldığı

bir yazıyı Bayrak dergisinde yayımlamış; bana da onun bir

kopyasını yollamıştı. Adı geçen yazıdan bazı iktibaslar

yapacağım, ta ki karşıma çıkanların dâvâmıza ne büyük

zararlar verdiği iyice anlaşılsın:

"Almanya'da gayretli - gayretli olduğu kadar da

bilgili ve millî hisleri kuvvetli - bir öğretmen tanıdım:

Hamza Eravşar

Orada beş ayrı yerde haftalık seminerler tertipliyor

ve Türk çocuklarına millî kültürlerini öğretiyor. Türk

tarihini verişine baktım ve hayran kaldım. Kuru olaylar

dizisi ve tarihler yerine, manalar üzerinde duruyordu. En

önemlisi, fikir ve ideolojiyi bile aşıp, davranışlar açısından

bakmayı öğretiyordu. Yalnız tarih kitaplarından değil,

edebî eserlerden de yararlanıyordu.

Ben oradayken, Atsız'ın 'Bozkurtların Ölümü' romanı

üzerinde duruyordu. Kahramanları tek tek alıyor,

davranışlarını sıralıyor, her bir davranışı bir münakaşa

konusu yapıyordu. Hangi davranış o gün gün için de,

Page 158: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

158

bugün için de geçerlidir? Hangi davranış o gün de, bugün

de zararlıdır ve tehlikelidir? Hangisi o gün için iyi ise de,

bugün faydasızdır? Davranışların hangisi vatan için en

iyisidir, hangisi fert için faydalıdır? v.b.

Çok kere fikirde milliyetçi, vatansever ve dinine bağlı

olan kişilerin, davranışlarında bunları uygulamadıklarını

hep bilir, görürüz. İnançlarla davranışlar arasındaki bu

kopukluğu gidermenin bir çaresi, en körpe yaşta 'davranış

eğitimi' vermekle olur. İşte gurbetteki bu öğretmen bunu

yapıyordu. Keşke yurt içindeki eğitimcilerimiz de bundan

örnek alsalar…

Hamza Eravşar'la seminerler konusunda uzun uzun

konuştuk. Tarihimizi olaylar ve rakamlar dizisi olarak

anlatmaya karşı olan görüşümü paylaşmanın sevinci ile

konuyu biraz daha açtım."

Reha hoca bundan sonra, din ve alfabe değişikliğinin

ne getirip, ne götürdüğünün; karşılaştığımız milletlerden

neler alıp, neler verdiğimizin de ele alınması gibi hususlarda

tavsiyelerde bulundu ki, önüm kesilmese onları da

işleyecektim.

Feridun'la bir de kavga denememiz var; onu da biraz

sonra anlatacağım.

Bu adamın gelmesi ile içine düştüğümüz durumu

tasvir eden bir hikâye denemem vardı. 1996'da yayınlamaya

başladığım, iki yılda 17 sayı ancak çıkabilen ve Türkiye'deki

evimi yiyen, Yumak dergimde "Güvendiğim Dağlara Kar

Yağınca" başlığı ile yayımladım. Hikâye biraz uzun Onun

giriş kısmını buraya alıyorum. "Efradını cami, ağyarını

mâni" olsun diye teşkilatı şirket gibi düşündüm.

Page 159: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

159

GÜVENDİĞİM DAĞLARA KAR YAĞINCA

Her şey güllük gülistanlıktı. Birden sam yeli esti ve

insanların yüzünü soğuk vurdu. Bazı çehreler değişmeye

başladı. Daha dün sırt-sırta, omuz-omuza, güle-oynaya

çalıştığımız, beraber ağlayıp, beraber güldüğümüz

insanlar gitti; yerlerine, vefasız, kararsız, dönek, hırslı,

öfkeli, bencil, menfaatperest bir güruh geldi. Selâmlar

kesildi. Suratlar asıldı. Sinirler gerildi. Yardımlaşma

durdu. Dostum dediğimiz insanlar can düşmanımız oldu.

Birbirlerimizi görmeye tahammül edemez hale geldik.

Alnımızın teri ile çoluk-çocuğumuzun rızkını kazandığımız,

düşüncelerimizde mübarekleşen iş yerimiz bir işkence hane

oldu. Çalışmaya sürüklenerek geliyorduk Yıkılası

hanede evlad-ı iyal vardı, bırakamıyorduk da...

Başımıza tayin edilen müdür hayatımızı zindana

çevirdi. Adam bir tuhaf; tavrı, konuşması, davranışı bize

benzemiyor; bir muhayyel düşmanı ve kimsenin

anlamadığı korkuları var; asıyor, kesiyor, ihraç ediyor...

İşten de, işçiden de anladığı yok; idarecilik dersen hak

getire... Herkese tepeden bakıyor. Yapılıp-

yapılamayacağını hesap etmeden emirler veriyor. İşine ve

patronuna bağlı kimselerin tasvip etmediği; haylaz,

kaytarıcı, ahlâk zafiyeti içerisinde olanları kendisine

müşavir yapıyor, kısım şefi yapıyor.

Bu adamın gelmesi ile işyerinde usul, kaide, teamül

bozuldu; arkadakiler, beceriksizler, dalavereciler,

üçkâğıtçılar, terlemeden kazanma meraklıları öne geçti;

liyakatli, dürüst, çalışkan, işin erbabı olanlar gerilere

atıldı; huzur, ahenk, dirlik, düzen diye bir şey kalmadı.

Kısacası, “sürü ters çevrildi ve topal koyun sürü başı oldu.”

Artık, katlan bu zillete katlanabilirsen.

Page 160: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

160

Ve 1987 Hamm Kurultayı

Bu kurultay hakkında söylenecek çok söz var. Onun,

yukarıda bahsettiğim hikâyemde birazını yazdım. Şimdi

sadece benimle alakalı kısmını yazacağım.

Türkeş'in de bizzat katıldığı bu kurultaya, bir

arkadaşımla geldim. Dış kapıdan girmeye hazırlanırken,

güzel giyinmiş iki delikanlı karşıma dikildi. "Efendim genel

başkanımızın emri var, siz kurultaya alınmayacaksınız."

dediler. Hırgür çıkartmadan yanımdaki arkadaşı başkanlığa

gelmesi beklenen Türkmen Onur'la görüşmesi ve durumu

anlatması için gönderdim. Ben neticeyi beklerken bir gurup

geldi, "Beyefendi burada duramazsınız." dedi. Kapının

önünden biraz daha geriye çekildim. Az sonra yakası bağrı

açık bir fedai topluluğu geldi. "Bizi zor kullanmaya mecbur

etme! Çek git buradan." diye tehdit etti. Hemen arkasından,

içlerinde tanıdıklarım olan bir heyet daha geldi. Biraz

yumuşak idiler. Başlarında Osman adında Develili biri

vardı. Tehdidi duymuştu. "Hocam, burada kimsenin eli size

kalkmaz ama genel başkan sıkıştırıyor; bizi müşkül

durumda bırakmayın; lütfen gidin buradan." dedi. "Bak

senin söylediklerin bir adam sözüne benziyor. Sınırınız nere

ise oraya kadar çekilip, Türkeş'in gelmesini bekleyeceğim."

dedim ve epey geriye çekildim.

Düşünüyordum ki, Türkeş buradan geçerken beni

görür ve yanına alır. Bunu hesap etmiş olacaklar ki, onu

arka kapıdan içeri almışlar. Ben boşuna beklemiş oldum.

Bu arada Türkmen Onur'a giden arkadaş geldi.

Buyurmuş ki: "İçeri alınmayacağını bilmiyor mu idi? Neden

gelmiş?"

Bazı insanlar isimleri kadar büyük olmuyor. Bu hadise

sebebiyle onu bir kere daha gördüm. Ne demek içeri

alınmamak? Neyi kimden koruyorsun. Biz, nerede faydalı

olacağını düşündüğümüz bir adam duysak, onu kazanmak

Page 161: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

161

için ayağına kadar giderdik. Ben 20 yıldır bu hareket için

çalışan, bu uğurda mağduriyetlere uğrayan bir ülkücüyüm.

Dâvâmın, herkese açık bir toplantısına katılmak en tabii

hakkım... İçeriye yığdığınız insanlardan kaçı dâvâmıza

benim kadar hizmet etti? Bu, hayatımda bana yapılan en

ağır hakaretti. Gözyaşlarımı tutamadım. Toplantıya gelenler

etrafımda toplanmış, meseleyi anlamaya çalışıyordu.

Kalabalık arttıkça da içeride rahatsızlık artıyordu. İki de bir

de gelip, uzaklaşmam bunun için isteniyordu.

Baktım girmenin mümkünü yok; gözlerim yaşlı

arabaya kadar gidip, oturdum. Arkamdan birkaç kişi gelip,

"Hocam, Türkmen Bey sizi bekliyor." dediler. Geri salonun

önüne dış kapıdan girince bir alay genç yolumu kesip,

"Giremezsin!" dediler. Türkmen Onur'un davet ettiğini

söylemem de kâr etmedi. Kendi bölgemin gençleri yolumu

kesenlere müdahale edecekti, müsaade etmedim.

Bu gürültüye, salonun yan kapısından Ozan Arif çıktı.

Göz göze geldik. "Hocam buyurun!" demesi lazımken, "Ne

bağrışıyorsunuz? İçeride Başbuğumuz konuşuyor; gidin

başka yerde çekişin!" dedi. Bu sırada iki genç gelerek,

"Hocam Türkmen Başkan sizi bekliyor." deyince yolumu

kesen Yeniçeriler çekildi. Bu sırada içeriden alkışlar

yükseldi. Türkeş konuşmasını tamamlamıştı; girmemin de

manası kalmadı.

Bu münasebetsiz ile, çok kötü bir kapı açıldı

teşkilatta: Tepeye çöreklenmek, derneklere; ismine,

cismine, hizmetine bakmadan, adam sokmamak;

konuşmasına müsaade etmemek…

Maalesef 30 yıldır bu keyfî uygulama değişmedi.

Türkiye'deki keyfîlik değişmeden de değişeceğe benzemiyor.

Page 162: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

162

Resimlerin hikâyesi: Hamm Kurultayı'ndan sonra Türkeş, konferans için

Stuttgart'a davet edilmişti. Çoğu talebem olan gençler beni Başbuğumuzun

masasına aldılar. Diğerleri: Necati Özen, Hasan Yıldızhan, rahmetli Ali Kızıltepe,

rahmetli Dursun Balcı Hoca…

Akşam yemeği bir yakın köylümün evinde idi. Biraz gecikerek geldim. Ev hınca

hınç dolu… Zorlukla içeri girdim. Oturacak yer yok. Feridun insanları aleyhimde

iyice doldurmuştu. Kimse yer vermedi. Durumu fark eden rahmetli Türkeş, tek

oturduğu ikili koltukta kenara çekilerek beni yanına davet etti. Yanımızda görülen

üçüncü kişi, emekli kurmay Albay Hasan Yıldızhan; Feridun'dan sonraki genel

başkan… Yıl: 1987

Feridun'un akıbetini de yazayım; Millî Görüş'e gitti.

"Türk Federasyonu Eski Genel Başkanı" diye gazetelerinde

ilan ederek bütün derneklerini gezdirdiler. Şöyle diyormuş:

"Türkeş'in 9 Işık kitabını dokuz kere okudum; bir şey

anlamadım. Hocamın 'Adil Düzen' kitabını bir okuyuşta

ufkum aydınlandı."

'91 seçimlerinde ittifak kurulmasa da MSP tek başına

seçime girse, adam o partiden İzmir adayı idi. Bereket MHP

ile ittifak yapınca engellenmiş oldu.

Benim saf ülküdaşım bu adama da döş düğmeledi.

Eksik kalmasın onun hakkında bir diyeceğim daha

var: Adam Millî Görüş saflarında dâvâmız aleyhine

çalışırken, tanıdığım bir genç ona beni sormuş. Eski ülkücü

ya… Ben de ülkücü olunca bu soru kendiliğinden geliyor.

Tanıdığını söyleyerek selam göndermiş ve bana haksızlık

ettiğini söyleyerek helallik istemiş…

Page 163: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

163

"O hataları yaparken çocuk değildi. Yaşı 50'ye

dayanmış bir insan bilerek ve inanarak işledi o cürümleri."

dedim ve görüşmeyi kabul etmedim. Şimdi diyorum ki,

keşke kabul etseydim. Ondan epey bilgi alabilirdim.

Federasyon Aracının Yedek Lastiği

Feridun'dan sonra başkanlık Hasan Yıldızhan adında

bir emekli albaya verildi. Ben onun yanında ikinci başkan

olarak vazife yaptım. Bunu ayrıca yazacağım. Adamın erken

dönmesi üzerine vekil olarak Türkmen Onur geri geldi.

Ondan sonra Yozgatlı birine verildi başkanlık. Ondan sonra

birkaç başkan daha değişti. '94 ortalarında tekrar Türkmen

Onur'a geçti genel başkanlık… İki binlere kadar kimler

geldi, kimler geçti hatırlamıyorum ama o tarihten sonra,

Cemal Çetin diye birinin arkasında Türkmen Onur'u gizli

başkan olarak görüyoruz.

Türkeş'in Almanya'da, sebebi bence meçhul,

vazgeçemediği iki kişiden biri Türkmen, diğeri Enver'dir.

Türkmen Onur, bilmem kaçıncı defa genel başkan

olduğu '94 yılında kendisine "beraber çalışalım" diye bir

mektup yazdım onu kısaltarak buraya alıyorum:

Sayın Türkmen Onur

Türk Federasyonu Başkanı

Allah'ın selamı üzerinize olsun.

Bundan iki yıl önce -şu anda ifa ettiğiniz - vazifeye

bir kerre daha tayin edildiğinizde- sizi telefonla aramış ve

"Avrupa pek geniş bir çalışma alanıdır; tek başınıza her

tarafa yetişemezsiniz; işin bir ucundan da ben tutmak

istiyorum; el ele verirsek 1979-85 arasındaki çok verimli

çalışmalara benzer bir çalışma da biz yapabiliriz." diyerek

Page 164: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

164

şahsen vazife talep etmiştim. Bana, "Buna ben bir şey

diyemem; Türkiye'ye sorayım." demiştiniz. Konuşma

üslubunuzdan buna sizin de pek taraftar olmadığınızı

anlamış olmama rağmen, "Peki sorun ve neticeyi bildirin."

demiştim. O iş orada öylece kaldı.

Şimdi, Muhterem Türkmen Bey, beraber çalışalım

diye bir daha teklif ediyorum. Çünkü:

1. Ayyıldızlı, üç hilalli, bozkurtlu rozet ve kolye takan

ve derneklerimizi dolduran yığınlar dâvâdan habersizdir;

yazık.

2. Seçmen yaşının 18'e inmesi ve yurtdışına oy hakkı

tanınması gündemde. Daha çok, daha etkili bir çalışmaya

ihtiyaç var.

3. Bir zamanlar milletin ümidi durumuna yükselen

hareketimiz, endişesiz ve mesuliyetsiz fertlerin hırs, kin ve

öfkesi yüzünden irtifa kaybediyor

Millî kültür ve İslâm düşmanı zümreler başını aldı

gidiyor. Etrafımız ateş çemberi...

Ve daha nice bunlara benzer mesele ve işler

halledilmeyi bekliyor. Sizin bütün bunlara yetişmeniz

mümkün değil, yetişemiyorsunuz. Zira kadronuz kâfi

gelmiyor. Bir de küsenler ve küstürülenler hesaba

katılınca, meseleleri bilen yeni yardımcılara ihtiyacınız

olduğu kesindir.

…….

Aslında bu hususları şahsen görüşerek azami

müşterekliğe ulaşabileceğimizi ümit ediyorum.

Saygılarımla.

Stuttgart derneğimizde bölge temsilcilerinin de

katıldığı bir toplantıda, Türkmen'le bu mektup üzerine

konuşurken Beyefendi şöyle bir ifade kullandı: "Hamza Bey,

her şeyi ben yaparım, diyorsunuz. Sizden başka işi bilen,

yapan olmaz mı?"

Page 165: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

165

Derhal mektubu çıkartıp, önüne uzattım. "Bu

dediklerini mektupta bana bir göstersen! Ben 'bir ucundan

tutayım, gövde sende kalsın' diyorum."

"Peki" dedi, nihayet. Bir kucaklaşma toplantısı

yapılacak işe başlayacaktım. Bir de yıllık pırogram istendi,

hazırlayıp hem kendine hem bölge başkanlarına yolladım.

Ancak o pırogram uygulanmadı. Ben de işe başlayamadım.

Zira toplantı fiyasko ile neticelendi. Kucaklaşmak için değil,

iyice kopmak için toplanılmış olduğu yapılan

konuşmalardan anlaşılıyordu. Yani müzmin genel

başkandan izin çıkmadı. Bana da, Fuzulî'nin

"Şikâyetname"sinde söylediği gibi bir kere daha köşeme

çekilmekten gayri yol kalmamıştı.

Evimde, okuyup yazarak ve bazı şahıslara, makamlara

mektuplar göndererek gün geçirdim. O mektuplar

dosyamdadır ama buraya alma gereği duymadım. Zira bir

ikisi dışında kimseden cevap gelmedi. '98 yılında çıkan

"Avrupa Türklerinin Mukadderatı" kitabımdan da

milletvekillerimize 50 tanesini verdirmiştim. Bir Allah kulu

ilgilenmedi.

Yıllar sonra bu yalnızlığım üzerine bir şiir denemem

oldu. Onu da buraya alayım; o da yazarı gibi garip kalmasın:

GARİPÇE BİR DERTLENME

Ne rüyalar gördüm ümit ile dolduran

Ne hayaller kurdum sonunda hep yok olan

Ne mektuplar yazdım okunmadan atılan

Ne dostlar edindim dar günümde kaybolan

Paylaşalım artık ortaklığın kârını

İyi görmüyorum zira senle yarını:

Page 166: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

166

Dâvâ benim makam senin

Kavga benim bucak senin

Külfet benim nimet senin

Düşmek benim çıkmak senin

Alçak benim yüksek senin

Ak kaz benim yolmak senin

Ölmek benim kalmak senin

Millet benim ezmek senin

Vatan benim mal-mülk senin

Devlet benim yemek senin

Böylece,

“Aslan payını aslan olmayan aldı” ( A. N. Asya)

Sonunda,

“Dostlarla da yollar bir bir ayrıldı” (C. S. Tarancı)

Çok önemli ve pek duyulmamış bir hususa daha temas

etmek istiyorum. Türkmen'den önce genel başkanlık bana

teklif edilmişti. "Nasıl?" diyeceksiniz. Anlatayım:

1994 baharında MHP'nin kongresi için uçak dolusu

bir heyetle Ankara'ya geldim. Hem de illegal olarak. Çünkü

elimdeki pasaporta göre girişim yasaktı. Kontrol eden

polisler, "Bununla Türkiye'ye gidersen ilgili kurumlara

bildiririz." dediler. Dönünce bildirmiş olduklarını gördüm.

Burası ayrı bir husus…

Kongreyi takip ettik. Sonra Türkeş'le konuşmak için

genel merkeze uğradık. Bizi sıraya dizdiler. Türkeş

önümüzden geçerek merhabalaşıyordu. Bana gelince durdu,

hâl hatır sordu. "Efendim" dedim. "Ben sizinle görüşmek

için burada kaldım. Yarın uğrasam görüşmemiz mümkün

olur mu?" Uygun buldu. Ve ertesi günü huzuruna çıktım.

Hal-hatır faslından sonra talebimi şöyle dile getirdim:

Page 167: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

167

"Efendim, özel durumum sebebiyle şimdiye kadar

hareketimizde ciddî bir vazife alamadım. Necati Uygur'dan

beri hep birilerine yardımcı oldum, seminerler verdim.

Şimdi işlerim yoluna girdi. Salâhiyeti de, mes'uliyeti de

bana ait bir vazife istiyorum." "Olur." dedi. "Avrupa'nın

idaresini sana verelim. Sen bundan kimseye bahsetme!

Kongreden önce ben varırım, kadroyu birlikte oluştururuz."

Huzurdan, elini öperek ve memnuniyetimi ifade

ederek ayrıldım. Çok sevinçli ve heyecanlı idim… Kimlerle

çalışabileceğimi düşünerek otele geldim. MHP Kayseri

milletvekili, köylüm Mustafa Dağcı aradı. Türkeş'le görüşüp

görüşmediğimi sordu. Görüştüğümü ve faydalı geçtiğini

söyledim.

Kongre zamanı Türkeş de Almanya'ya geldi. Kaldığı

yeri bir türlü öğrenemiyorum. O da aramıyor. Nihayet,

kongrenin yapılacağı gün Stuttgart'taki bir lokantada, Dağcı

vasıtası ile görüştüm. Bir emri olup olmadığını sordum. Hiç

o dallara basmadı. Salona da vardım. Seçimler yapılacağı

zaman heyecanla bekledim. Torbadan yine Türkmen çıktı.

Birkaç gün sonra MHP genel merkezinden Türkeş'i

aradım. Bana özel bir numara verdiler. Çevirdim. Konuştuk.

"Efendim, görevi bana verecektiniz; bir yanlışlığımı mı

gördünüz de vazgeçtiniz?" dedim. "O meselenin

üstündeyim, onu çözeceğim." diye karşılık verdi. Meselenin

ne olduğunu sordum. Cevabı aynı oldu. Hakkımda bir şeyler

duymuşsa, bir müfettiş göndererek soruşturmasını talep

ettim. Yukarıdaki sözü bir daha tekrar edince yapacak,

söyleyecek söz kalmadı.

Aylar sonra, Türkeş'i benden daha iyi tanıyan bir

dostuma bu hadiseyi anlatınca dedi ki: "Sana bu teklif

yapılınca sen ne yaptın?" "Hiç" dedim. "Teşekkür edip elini

öptüm ve çıktım." "Bu kadar mı?" dedi. Benim "evet"

cevabım üzerine, "Sen daha kapıdan çıkmadan

Page 168: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

168

kaybetmişsin." dedi ve bir şeyler daha anlattı. Ama "ağzında

süt kokan" benim aklım yatmadı.

Türkmen'den sonra, Kadir Baran, ondan sonra da

isimlerin hatırlamadığım birileri başkan oldu. Sonra da

Mehmet Erdoğan diye birisi genel başkan yapıldı. Hep

şaşırdık. Biz, Albay zamanında o tek başına bölge başkanı

olamaz, diye bölgeyi dörde bölmüştük. Bu adam şimdi genel

başkan… Bizim göremediğimiz bir vasfını rahmetli Türkeş

görmüş olmalı… Başkanlığının epeyce şaibeli geçtiğini işin

içinde olanlar anlattı.

Sıra tekrar Türkmen'e geldi ama o, perde arkasında

kalarak, nöbetini Cemal Çetin diye birine bıraktı. Bu kişi de

tıpkı Devlet Bahçeli gibi hareketimizin vazgeçilmezlerinden,

bulunmaz Bursa kumaşlarından oldu. Hareketin yolunu

tıkayan bu adamla alakalı söyleyeceklerimi biraz sonraya

bırakıyorum.

Federasyon 2. Başkanlığına Davet Edilişim

Türkmen Onur başkan olunca biraz ümitlenmiştim.

Ne de olsa Türkiye'den beri bir hukukumuz vardı.

Almanya'da da beraber dernek ziyaretlerine çıkmıştık.

Bunlar bir işe yaramadı. Türkmen Efendi, birlikte çalışmaya

yanaşmadı.

Yapacak bir şey kalmamıştı; evime çekildim. Evli ve

en büyüğü 12 yaşında üç çocuk babası idim… Vatanı

kurtarayım derken, ailemle fazla alakadar olamamıştım.

Bu düşüncemi uygulamaya fırsat verilmedi. Bölge

başkanı hemşerim aradı: "Hocam, genel başkanımızla seni

ziyarete geliyoruz; çayı hazırla!.." dedi. Geldiler. Albay 70

yaşlarında bir kişi…

Önce, Türkeş'in bu yaşta birisine, çok koşturulması

gereken bir işte neden vazife verdiğini düşündüm. Cevabını

Page 169: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

169

bulamadım. Karar onundu; kime dilerse vazife verirdi.

Hal-hatır sorma faslı bitince Albay geliş sebebini

anlattı:

"Seni Frankfurt'a götürmeye geldik. Yalnız kaldım.

Arkadaşlar ısrarla seni tavsiye ediyorlar. Beni kırma!" dedi.

Kongrede yönetim kuruluna seçilen Türkmen Onur

yönetim usulünü beğenmediğinden, Enver Altaylı kendisine

"oğlum" dediğinden, çekip gitmişler. Türkmen'in yerine 2.

başkan olarak beni istiyordu. Ben iç çekişmelerden

yılmıştım. Albay'da da bunların üstesinden gelecek bir yapı

göremedim. Bu sebeple teklifi kabul etmedim. Israrları

karşısında şunu sordum:

"Burada bir ihtilaf çıksa, Türkeş seni mi dinler,

Enver'i mi?" "Elbette beni dinler." dedi. Türkeş'le hukuku-

nun ne olduğunu sordum. Asker olduğu için resmî bir vazife

almadığını ancak Türkeş'i sevdiğini söyledi. Bu kadarı

benim için kâfi değildi.

"Mademki bu kadar ısrar ediyorsun. Benim

istemezlerim çoğaldı; onlara karşı durabilecek misin?" "Seni

kimseye ezdirmem." diye cevap verince dedim ki: "O halde

telefonla mı olur, yazılı mı olur, bu vazifeyi bana Türkeş

versin. Git, meseleyi Türkiye'de hallet."

O sene genel seçimler vardı. Albay sık sık Türkiye'ye

gidiyordu. Yine gitti ve birkaç gün sonra beni aradı ve

müjdeyi verdi, yazılı emri almış. O bunu görevlendirme

emri olarak değerlendiriyordu ama Türkeş'in el yazısı ile

yazılan mektup öyle demiyordu. Şimdi, 20 sene önce yazdığı

diğer mektupla beraber çalışma odamın duvarını süsleyen

bu kısa mektupta söyle yazıyordu:

Page 170: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

170

Sayın Hamza Eravşar

İslam Türk Ülküsünü ve 9 Işığın öğretim ve anlatımı

için seminerci olarak görevlendiniz.

Başarılar diler, gözlerinizden öperim.

1. 10. 1987

(imza)

Alparslan Türkeş

Albay'a, "Bu 2. başkanlık vazifesi değil ki" dediğimde,

Türkeş'in, "Şimdi buradan başlasın, bir müddet sonra 2.

başkan olarak ilan edersin." dediğini anlattı. İkna oldum.

Vazifeden kaçamazdım. Sonra bu, Feridun'un hakkımda

yaydığı fitnenin yatıştırılması için bir fırsat olurdu.

Stuttgart'taki gençlerden Ahmet Doğan, Cevat Şanlı,

Harun Yavuz ve bir de gazeteci beni Frankfurt'a götürdü. Ne

fedakâr gençlerdi; kulakları çınlasın. Merkezde bana küçük

bir oda verdiler. Açılır kapanır bir karyola ve bir de dolap

bulundu. Orada çalışacak, orada yatacaktım. İkinci

başkanlık odasını, Feridun'dan kalan ve kendini hâlâ 2.

başkan olarak gören adama boşalttıramadık. Bizler sıcak

yatağımızda yatarken o gece gündüz Başbuğumuz için

çalışmış(!) Başbuğ'a hizmet ediyorum, diye fitneye hizmet

ettiğini anlayacak kapasitede değildi. "Mademki bu kadar

hizmet(!) ettin, kal!" dedim.

Federasyon'da durum içler acısı… Aylık gider 30 000

mark. Seçim var; bir o kadar da Türkiye'ye çıkartılması

gereken para var. Gelir ise, sadece geceler, kitap satışları ve

dernek aidatları… Genel merkeze doğrudan üye olanlar da

var.

Krefeld diye bir şehirde gece yapılmış; merkeze

getirilen para 235 mark…

Albay köpürüyor: "Biz o kadar masraf ediyoruz. Her

Page 171: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

171

geceye iki araba gidiyor. Yolda lokantaya gitmişlerse onun

faturası da bize geliyor. Bu geceleri iptal edeceğim. Kimseye

de para vermeyeceğim. Âşıkların ne halleri varsa

görsünler." dedi.

Benim riyasetimde beş kişilik yönetim kurulunu

topladık. Hâl çaresi arayacağız. Son gecenin hâsılatının 235

mark olduğunu söyledikten sonra, konuşmama şöyle devam

ettim:

"Arkadaşlar gemi karaya oturdu. Yürütmenin iki yolu

var: Ya dışarıdan destek almak, ya içerisinin yükünü

hafifletmek… Destek imkânı şimdilik yok; bize yükü

hafifletmek düşüyor. Aldığınız ücretleri yeniden düşündüm.

Albayım sana ayda 800 mark vereceğiz. Kiranı zaten

Federasyon karşılıyor. Bir yere giderken de buranın

arabaları kullanılıyor. Günlük harcamalar için bu para size

yeter." Albay bunu kabul etti.

Biz sıcak yatağımızda yatarken Başbuğumuz için

çalışan ve bunun karşılığında ayda 2300 mark alan

arkadaşımıza da ayda 1200 mark vereceğimizi söyledim.

"Ben o para ile geçinemem." deyince, "Ayrıl o zaman, zaten

bir işe yaradığın yok." dedim, kabul etmedi. Merkeze saat

ikide gelirdi. Çalışma müsaadesi vardı. Öğleye kadar

kendisine bir iş bulmasını; olmadı, işsizlik yardımı, sosyal

yardım gibi yollara başvurmasını söyledim; ona da

yanaşmadı. Çocuk parası alıp almadığını sordum;

alıyormuş.

Bu bahsi şöyle kapattım: "Beyefendi, ister kabul et,

istersen etme! Sana verilecek para 1200 marktır."

Diğer iki kişi işsizlik parası almayı hak eden

insanlardı. Ona müracaat etmelerini, o zaman kadar onlara

da bir miktar ödeme yapılacağını söyledim. Kabul ettiler.

"Bana gelince, ben para falan istemiyorum. Gece

gündüz burada kaldığım için (Evimle buranın arası 250 km

Page 172: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

172

idi.) dernek mutfağından bir sabah kahvaltısı, bir de akşam

yemeği getirsinler yeter." dedim.

Mesele kapandı. Sıra âşıklara gelmişti. Ozan Arif'ten

başladım. Gece başına açıktan 450 mark alırdı. Sigortası da

Federasyon'a aitti. Şimdilik 50 eksik almasını rica ettim.

Kabul etmedi. O etmese de, diğerlerine bunu uygulaya-

caktım.

Geceye çıkanlardan birisi 350, diğerleri 250'şer mark

alıyorlardı. Hapsinden 50 mark kessek, gece başı 200 mark

ederdi. Ayda sekiz gece yapılacak olsa, 1600 mark

tasarrufumuz olur ki, hiç de fena değil…

Bu iki ayarlama bize ayda 4000 mark kazandırırdı.

Ancak bu kararları uygulamak nasip olmadı. Zira buna

ömrüm kâfi gelmedi. Sebebini biraz sonra yazacağım.

36 kişilik genel idare heyetinin toplantısı yapılıyor.

Toplantıyı ben idare ediyorum. Heyetin içinde Türkmen

dâhil, Feridun'un yönetiminin tamamı var. Herkes bana

öfkeyle bakıyor. Hele Türkmen'in terbiyesizce bir oturuşu

var ki, bütün hıncını aksettiriyor. Sandalyeye uzanmış,

yatmış demek daha doğru, bacak bacak üstüne atmış; kıçı

görünüyor.

Toplantıda adı değmez bir münafık konuşuyor:

"Şunları, şunları yapacaksınız. Arkadaşlar, yapmazlarsa

yakalarına yapışmaya var mısınız?" Şimdilerde suret-i

haktan görünen bu adamdan, tipinin numunesi olarak biraz

bahsetmek istedim.

Ben eğitim çalışmaları için onun bulunduğu Duisburg

şehrine vardığımda ülkücü falan değildi. Feridun vasıfsız

insanları toplarken bunu da almış. Hızlı Türkeşçi oldu.

Eskiler aleyhine bir yığın yalan uydurdu. Muhsin ayrılınca

onun tarafına geçti. Onun sayesinde genel müdür olacağını

hanımı bir toplantıda ağzından kaçırmış… Bir zaman sonra,

Serdar Çelebi'nin kurucu başkan olduğu ATİB (Avrupa Türk

Page 173: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

173

İslam Birliği) kampında gördüm ve şaşırdım. "Geçmişte

Türkeşçilik oynuyordun ve bunlara iftira ediyor,

söylenmedik söz bırakmıyordun. Sonra Muhsin Bey'in

safında yer aldın. Şimdi, haklarında etmediğin küfür

kalmayan bu adamların yanındasın. Ne işin var burada?

İnsanda biraz utanma olur." dediğimde pişkin pişkin

yılımsadı.

İşte bu adam bizim yakamızdan tutacak. Toplantıdan

sonra, kendi gibi münafık iki arkadaşını konuşmak için

odama davet ettim. "Sen istişareye açık değilsin dostum.

Hz. Ömer halife olunca, zayıf, çelimsiz bir sahabe, 'yanlış

yaparsan seni kılıçlarımızla düzeltiriz.' dediğinde Koca

Ömer bundan memnun olmuştu."

"Verdiğin şu misale bak! Sen kim o sahabe kim? Sen

onların samimiyetinde ol da ben senin ayağına türap

olayım." diye karşılık verdim. Çekip gitti.

Toplantıya döneyim. Orada konuşulan laflardan birisi

çok önemli… Feridun'un genel sekreterliğini yapan bir genç

dedi ki: "Bir de para almadan çalışmak çıktı." İşte her şeyi

anlatan bir söz…

Konuşmaların ağırlığını eskilerin yolsuzluğu teşkil

ediyordu. Bunu kabul edemezdim; günahtı. "Onlar para

yedi ise, Feridun para ile birlikte kasayı da yemiştir." dedim

ve Albay'a, Feridun'un iki yıllık görevi sırasında Türkiye'ye

ne kadar para göndermiş olduğunu sordum. 12.500 mark

gitmiş. Aya 500 mark düşüyor. Sorulduğunda da eskilerin

borcunu ödediğini söylüyormuş. Külliyen yalandır. Ödediği

bir borç falan yok.

Feridun zamanında kimin ne kadar aldığını genel

muhasiplik yapan gence sordum. Söylemedi. Yemin

ettirmiş. İkinci başkan olan kişinin 2300 demesi bir

kıyaslama imkânı veriyor. Kendisinin ne kadar aldığı ise

herkesin meçhulü…

Page 174: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

174

Vazifede kaldığım iki ay içerisinde dışa karşı bir

mücadeleye fırsat bulamadık. İstenilen ve beklenen olmuş,

ikiye bölünmüştük. Suçlanan ve hakaretlere maruz kalan

eskiler, başlarında Serdar Çelebi ve Ali Batman olduğu

halde Avrupa Türk İslam Birliği (ATİB) adı altında yeni bir

federasyon oluşturmuş; tabir caizse, hareketin kaymak

tabakasını da yanlarına almayı başarmışlardı. Kalanlar ise,

daha önce, işe yaramadıkları için kenara alınanlardı.

Kıymetlerini(!) takdir edemedikleri için eskilere öfke duyan

bu kişiler dâvânın gerçek temsilcisi olarak kendilerini

görüyor, karşı tarafı ihanetle suçluyordu.

Bu taşkın güruh, merkeze danışmadan toplantılar

yapıyor; önünü ardını hesap etmeden açıklamalarda

bulunuyorlardı. Şahıslara hücum edeyim derken,

Federasyon'u yıprattıklarını göremeyecek kadar sığ

düşünceli idiler. Hele bunlardan biri - daha sonra Türk

Federasyonu genel başkanlığına getirilen şahıs - bir salon

tutmuş, basını da davet ederek, Federasyon'da para

yendiğini anlatacakmış. Durumdan haberdar olunca,

yanımda Albay da olduğu halde, doğru o şehre vardım ve

açıklamaya müsaade etmedim.

Burada bir hususa daha temas etme gereği

duyuyorum: 1985'e kadar fevkalade başarılı hizmetler

yapan; başlarında tecrübeli, gayretli, teşkilatçılığı işi iyi

bilen insanların bulunduğu Türk Federasyonu'nda bir

değişikliğe neden gidildiğini ve bu curcunaya neden

müsaade edildiğini anlayabilmiş değilim. Sıradan insanlar

Türkeş'in avukatlığına soyundu. Yukarıda da söylediğim

gibi; başlar ayak, ayaklar baş kesildi. Yani sürü ters çevrildi;

topal koyun sürü başı oldu.

Page 175: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

175

Dernek Kapma Yarışları

Her iki taraf da birbirlerine hakaret etme

yarışındaydılar. Hınçlar, hırslar körüklenerek öfkeli bir

topluluk haline gelindi. Başta Türkeş'in oğlu ve damadı

olmak üzere, Türkiye'den de gelip, bu yarışa katılanlar

vardı. Federasyon'un MHP'liliğine karşı ATİB de ANAP'a

yaslanma gayretinde idi.

Ben ortada kaldım. Gidenler, kendilerine yapılanlar

karşısında "Başka çaremiz kalmadı." anlayışında idiler. Ama

haklı olmak ayrılmanın mazereti olamazdı. Bu sebeple

yanlarında yer almadım. Kalanlar, kendilerine anlatılanlara

inanıp, gidenleri ihanetle suçluyor, onların geçmişteki

hizmetlerini görmezlikten geliyordu. Feridun ve avenesinin

aleyhimde estirdiği hava sebebiyle bana da hoş

bakmıyorlardı. Merkeze gelmem havayı biraz yumuşattı,

lâkin o da uzun sürmedi.

Bu arada taraflar dernek kapma yarışına çıktılar.

Federasyon'un ağır topları Ozan Arif ve Türkmen Onur;

karşı tarafınkiler Ramiz Ongun, Serdar Çelebi ve Ali

Batman idi.

Şahidi olduğum bir-iki hadise aktarayım: Ozan Arif,

Würzburg derneğimize gidiyor. Daha kimsenin bir şey

bildiği yok… Salonda bağırıyor: "İçinizde hiç Türkeşçi yok

mu? Ayrı bir dernek kursunlar." İnsanlar şaşkın şaşkın

birbirlerine bakıyor. Zira onların hepsi Türkeşçi… Zihinler

bulandırılıyor.

Güney Almanya'nın güçlü derneklerinden,

kuruluşunda bir hayli emeğim olan Herrenberg'e Ramiz,

Serdar ve İhsan Öner gelmişler, orasını yanlarına çekmek

istiyorlar. Bunu haber alan Stuttgart derneğimizin hızlı

gençlerinden Ahmet Abaylı, Cevat Şanlı, Harun Yavuz,

Ahmet Doğan, Hasan Soylu geldi. Ben de oradayım ama

tartışmaya müdahil olmadım. Gelen gençlerin kararlı tavrı

Page 176: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

176

sebebiyle Serdargil netice alamadan gittiler.

Bu dernekte daha sonra seçim yapılmış, netice 32'ye

32 olmuş. Türkmen Onur beni aradı; yardım istedi. "Ben bu

çekişmelere katılmak istemiyorum. İşi kim bu hale getirdi

ise o çözsün." dedim. Bu çekişme orada ikinci bir derneğin

kurulmasına yol açtı.

Kuzey Almanya'dan da bir misal vereyim: Oberhausen

derneğimiz karışmış. Federasyon'dan ayrılmak isteyenler

çoğunlukta. Seçimleri var. Albay oraya gitmemi istedi.

Vardım. Seçim bitmiş, ayrılma ve ATİB'e geçme kararı

verilmiş. Başkanları Kazım, "Hocam biraz görüşelim.

Anlattıklarım sizi tatmin etmezse kongreyi yeniler,

Federasyon'da kalırız." dedi. Alt kattaki başkanlık odasına

çekildik. Duisburg'daki, bana da muhalif olan üç kişilik çete,

hani bir toplantıda yakamıza yapışmaktan bahseden, daha

sonra onu ATİB'in kış kampında görüp azarladığım adam

var ya işte onun çetesi, onlara yapmadığını bırakmamış.

Yapılan terbiyesizliği ve edilen küfürleri buraya yazamam.

Yukarı çıktık. "Arkadaşlar, kongreniz hayırlı olsun!"

diyerek oradan ayrıldım.

Sonuç olarak ATİB, yetmişe yakın derneği almayı

başardı. Ama elinde tutamadı. Şu anda ellerinde dernek

sayısı bütün Avrupa'da yirmi kadardır. Türk

Federasyonu'nun dernek sayısı ise iki yüzün üzerindedir.

Şu kavga denemesini de yazayım ve Feridun bahsi

kapansın.

Ben bazı hafta sonları evime giderdim. Orada iken

Feridun Federasyon'a gelip, hesap sormak için beni aramış.

Toplantıda yaptığım konuşma çok zoruna gitmiş de…

Bu haberi alınca hemen onu aradım. Enver'in yanında

imiş… Dedim ki: "Buraya gelip beni sormuşsun. Geldim.

Şimdi, sen mi gelirsin, yoksa ben mi oraya varayım?" Ne

geldi; ne çağırdı.

Page 177: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

177

Kendimi 2. başkan olarak tanıtmam bazılarını

rahatsız etmekteydi. Hani, onlar Başbuğumuz için

çalışırken ben sıcak yatağımda yatıyordum ya… İşte bu

çalışkan(!) arkadaşlar, sularının ısındığını fark edince fitne

kazanını kaynatmaya başladılar.

Bir gün Albay, Türkeş'in benden telefon beklediğini

söyledi. Mannheim derneğimizden aradım. Bana

söyledikleri şu: "Duisburg çevresinde senin, kendini 2.

başkan olarak takdim etmenden rahatsız olanlar var.

(Yukarıda bahsettiğim çete… Türkeş'in bunları neden

ciddiye aldığını yazmayayım.) Fitnenin yatışması için bir

müddet 2. başkanlık unvanını kullanma. Kendini kabul

ettirinceye kadar bir eğitimci olarak çalış." Cevabım:

"Efendim, ben bugüne kadarki çalışmalarımla kendimi

yeterince tanıttığımı zannediyorum. Bundan ileri bir gücüm

yok. Sizden öğrendiğimiz teşkilatçılığa bu hâl uygun

düşmüyor. Burada mes'uliyetim pek büyük. Salahiyetsiz

mes'uliyet insanı yıpratır. O halde beni affedin; evime

döneyim."

Telefonda kısa bir duraklama oldu. Belli ki

söylediklerimden Türkeş memnun kalmadı ve şöyle sitem

etti: "Sana verdiğim değeri anla! Ben, hiçbir kimseye el

yazımla mektup yollamadım. İlk sana yazdım o kısa

mektubu…" (Albay'ın getirdiği ve yukarıda bahsettiğim

mektup) Türkeş daha bir şeyler söylemiş ve beni ikna

etmişti. Ancak aradan uzun zaman geçtiği için nasıl ikna

olduğumu hatırlayamadım. O anda not da almamıştım.

"Peki efendim, emriniz istikametinde çalışacağım." dedim.

Ancak çalışmak nasip olmadı.

Albay Görevi Bırakıyor

Bazı zamanlar yaptığım gibi, yine evimdeyim. Albay

aradı. "Hamzam acele gel, ben gidiyorum." dedi. Şaşırdım

kaldım. Bu da nereden çıkmıştı… Daha yeni düzenimizi

Page 178: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

178

oturtmaya başlamıştık. Atladım, vardım. Albay dertli ve

öfkeli anlatmaya başladı:

"Ben bunca yıllık kurmay subayım. Bir tek gün karıma

hakaret ettirmedim. Burada iki küstah polis evime gelip

karımı karakola götürmüş ve sorguya çekmiş. Türkeş,

burada iken herkes 'tamam efendim' diyor, o gidince

unutuluyor. Benim oturum meselemi aylardır halletmediler.

Kaçak durumuna düştüm. Ben Feridun'un bıraktığı evde

oturuyorum. Bir araba meselesi için onu arayan polis evde

benim hanımı görünce kimlik sormuş. Sonra da alıp

karakola götürmüş. Ben buna dayanamam. Gidiyorum."

Adama hak verdim. Yerine kimin geleceğini sordum.

"Türkmen Bey" deyince içimde bir isyan dalgalanması oldu.

O merkezi terk ettiği için onun yerine ben getirilmiştim.

Şimdi vekâleten o çağrılıyordu. İkinci başkan ben olduğum

için hak benimdi. "Nasıl oldu bu iş?" diye sordum.

Türkeş, "yerine kimi bırakıyorsun? diye sormuş, o

mübarek de, "siz bilirsiniz efendim" demiş. Beni söylemeye

cesaret edememiş. Türkeş'in de her zaman olduğu gibi yine

Türkmen'i görevlendirmesi bana hakaretti. Benim

makamda mevkide gözüm yok; hizmet etmek istiyorum.

Ama bu hakarete katlanmam mümkün değildi. Sabah

toparlanıp evime dönme kararı verdim. Bu görevlendirme

hatalı idi, buna rağmen acaba birlikte çalışma imkânı olur

mu, diye düşünmekten de kendimi alamadım.

Akşama doğru Türkmen geldi. Tek tek yönetim kurulu

üyelerini odalarında ziyaret etti, konuştu. Benim yanıma

gelmedi. "Belki açıktan gelmeye çekinmiştir, gece gelebilir."

diye de boşuna bekledim. Aynı gece dönmüş.

Bu arada Ozan Arif'le karşılaştık. Bana, bundan

sonraki hayatım için başarılar diledi. Demek ki gözden

çıkartılmışım.

Ertesi günü Hasan Albay'ın karşısına dikildim.

Page 179: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

179

"Şimdi söyle! Ben ne olacağım? Evimden alırken ne

taahhüt etmiştin? Hani beni ezdirmeyecektin. Beni ne

duruma düşürdüğünün farkında mısın? Sana inanmış,

güvenmiştim. Yerine kimi bırakacağın sorulduğu zaman

neden benim adımı vermedin? Hayal kırıklığına uğrattın

beni. Askersin, disiplinli olursun dedim; disiplinin "D"sini

göremedim sende... İstihbaratta görev yapmışsın, teşkilatçı

olursun dedim; teşkilatın "T"sini göremedim. Tarikat

ehlisin, gönül adamı olursun dedim, onu da göremedim.

Şimdi beni ortada bırakmış gidiyorsun. Olmadı Albayım. Bu

kadar önemli bir vazifeyi bırakıp kaçmayacaktın."

Albay Hasan Yıldızhan, "Kusura bakma! Bunlar senin

kıymetini bilemedi. Bir gün mutlaka anlayacaklardır."

demekle yetindi. Ancak onun dediği o "bir gün" hiç gelmedi;

Namık Kemal'in beyti geldi:

Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten

Çekildik izzet ü ikbal ile bâb-ı hükûmetten

diyerek evime çekildim.

İnziva Yıllarım

Biraz kendimi ve ailemi düşünmek zorundaydım.

Yukarıda bahsettiğim o banka işini buldum. Sonra bir

mobilya mağazasında çalıştım. Kendim mobilya mağazası

açtım. 1994'de yine işsiz kaldım. İşsizlik yardımı, sosyal

yardım derken, 1998'e geldim. O tarihte temel eğitim sekiz

yıla çıktı. Türkiye'de sınıf öğretmenliğine müracaat ettim.

Dostlarımın da yardımı ile kendi kazamın bir köyüne

tayinim yapıldı. 17 yıl hizmetim vardı; sekiz yılını da

borçlanarak Ekim '98'de emekli oldum. Süresiz oturumum

vardı; tekrar Almanya'ya döndüm. Altmış yaşımı

doldurduğum 2006 yılında da düşük bir ücretle oradan

emekli oldum.

Page 180: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

180

Bu arada "Avrupa Türklerinin Mukadderatı" (İkinci

baskı: "Avrupa Türklerinin Geleceği") adı ile bir kitap

yazdım. İki yılda 17 sayı yayımlayabildiğim, Kayseri'deki

evimi yiyen Yumak dergisini çıkarttım.

2002 yılında MHP saflarında aday adayı olarak

Kayseri'den seçimlere katıldım. Aday arkadaşlarla Tomarza,

Pınarbaşı, Sarız, Bünyan köylerini dolaştım. Bir iddia

taşımıyordum ama safım belli olsun istedim.

Tam burada, "Bilge Lider Doktor Devlet Bahçeli" ile

yaptığım bir görüşmeyi anlatmak istiyorum. Kendisi ile ta

asistanlığı zamanından beri tanışırız. Zaman zaman da

görüşürdük.

Seçim bitti. Sebahattin Çakmakoğlu aracılığı ile

randevu aldım. Beraberimde o da olduğu halde huzura

girdik. Yurt dışı için, partiye faydalı olacak bazı tekliflerde

bulundum. "Ben yurt dışından bir şey beklemiyorum." dedi.

"Başbuğumuz böyle tekliflere sıcak bakardı." demem

üzerine hiddetlendi, boş bulundu ve öfke ile parmağını bana

doğrultarak aynen şöyle dedi: "Hamza Bey! Karşında

1997'den beri Yeni MHP var." Yorumu içi yananlara

kalsın. "Sanki birileri partinin büyümesini istemiyor."

diyerek, ilk yorumu, çıkınca merdiven başında Çakmakoğlu

yaptı. "Buradaki 'sanki' sözü fazla sayın bakanım."

demekten kendimi alamadım. Onunla da kendi odasında

biraz sohbet ettik. Çakmakoğlu ülkücü değildi ama dürüst

bir adamdı.

Yeni MHP'ye Uygun Yeni Federasyon

Dostlarımın yönetimde olduğu Türk Federasyonu

derneklerinden davet alıyordum. Reutlingen ve Waiblingen

derneklerinde ders ve sohbete başladım. Merkezde de

rahatsızlık başladı. Ben zannediyordum ki, MHP adaylığım

bazılarını yumuşatır. Olmadı. Kapılar yine açılmadı.

Page 181: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

181

Waiblingen derneğinde başkanlık yapan arkadaşların

ricası üzerine genel merkeze gittik. Şahsen görüşerek

meseleyi çözmek niyetinde idik… Benim ümidim yoktu ama

arkadaşları kıramadım. Gittik. Üç saatlik bir beklemeden

sonra huzura kabul edildik. Bu bekletmeyi kasten yapmış…

Daha sonra yakınlarına, "Üç saat kapımda beklettim ya…"

diye övündüğünü duydum. Bu derece kaygısız, endişesiz

basit bir adamın karşısında idik… Durmadan bıyık

kemiriyor, oturduğu koltuğu o yana bu yana çeviriyordu. Bu

genel başkan… Adı da Cemal Çetin… Gerisini siz hesap edin.

Beni, pastadan pay kapmaya gelen birisi zannederek, çok

soğuk karşıladı. Ben ise makamının hatırı için oldukça kibar

davrandım. Dedim ki:

"Biz, Waiblingen derneğimizde bir eğitim çalışması

başlattık. Durumdan sizin de haberiniz olsun diye bilgi

vermeye geldik."

Buyurdu ki: "Bu böyle olmaaaaaaaz!"

Nasıl olurmuş? Bakın!

Yapacağım çalışmayı bir yazı ile dernek başkanına

verecekmişim. O, bölge başkanına verecekmiş. Bölge

başkanı Federasyon genel başkanlığına gönderecekmiş O,

eğitim işleri masasına havale edecekmiş. Orada incelenip

uygun bulunursa, başkanlığa verilecek, o bölge başkanına,

bölge başkanı dernek başkanına, o da bana bildirecek ve

çalışmaya başlayacakmışız.

"Ne okuyorsun sen? Göle su gelinceye kadar

kurbağanın gözü patlayacak. İşte pırogram burada. Kime

göstereceksen göster." diyerek çantamdan çıkartıp önüne

attım. "Kurbağanın gözü çıksa da, patlasa da, çatlasa da

bunun yolu budur." buyurdu.

Beraberimdeki dört başkana, "İşte gördünüz!

Bunların eğitim diye, ülkücülük diye bir kaygıları yok."

dedim.

Page 182: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

182

Dönüp geldik. Başkanlar şaşkındı. Teşkilatçılığı körü

körüne itaat zannettikleri için, yapacakları bir şey de yoktu.

Aynı şehirde bir arkadaşın yazıhanesini kullanarak

eğitim çalışmalarına başladık. 20 genç katıldı.

Federasyon'un, ders yapabildiğim tek derneği kaldı

elimde; Reutlingen Türk Ocağı… Evime 70 km mesafede idi.

Oraya merkezin ve bölgenin dişi geçmedi. Çünkü orada,

eğitimsizliğin acısını duyan ve içi yanan, Samet Erdoğmuş

ve Mehmet Ali Karakaya gibi dişli dostlarım vardı. Dernek

yönetimi, özellikle Bahaeddin Cibo da yardımcı oldu ve

derslerimiz, haftada iki tam gün olmak üzere üç yıl devam

etti. Yine merkezin baskısına dayanamayan başkanın, bir

eğlence gecesinde şahsıma yaptığı saygısızlık sebebiyle

kendim kestim dersleri…

Buraya önemli bir mektubu hikâyesi ile eklemek

istiyorum.

Almanya'ya geldiğim 1977'den beri, buradaki

insanlarımızın meseleleri ve hâl çareleri ile ilgili olarak -

başta MHP genel başkanlığı, millî eğitim bakanları, kültür

bakanları, diyanet işleri başkanlığı olmak üzere - çok

mektuplar, raporlar yazıp yolladım, çok kişilerle konuştum.

Huzurlarından bir torba akılla çıktım.

Dostlarım, "Hocam arayı yumuşatın da eğitim

çalışmalarına başlayalım." diye ısrar ediyordu. İş yukarıdan

bitecekti. Hem tarihe not düşmek, hem de arkadaşları

kırmamak gayesi ile, genel başkanlık koltuğunda oturan

kaygısız, endişesiz adama 2 Mayıs 2002 tarihinde yazdığım

mektubu "Buluştururlar bizi elbet bir gün

hesapta" diye düşünerek ve önemine binaen, kısaltarak

buraya alıyorum:

Page 183: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

183

Sayın Başkan! Önce selâmlarımı sunarım.

Dâvâma, dolayısı ile milletime karşı mesuliyetimi

düşünerek, yaşımın ve kıdemimin verdiği hakla, bazı

hususlara dikkatinizi çekmek istiyorum:

Bir harekete başkan olan kişi, o hareketin her sahada

en iyisi demek değildir. Böyle olması da tabiîdir. Lider,

sevk ve idare kabiliyeti olan; kimden, nerede, nasıl

faydalanacağını bilen kişidir.

Koltuğunuz sizinle şereflensin, siz koltukla değil...

12 Eylül’e kadar sadece düşmanları olan bir hareket

iken; kırgınları, dargınları, küskünleri, hainleri (!) bol bir

hareket olduk. Ülkücülüğe getirilen bir yığın külfete karşı,

dâvâmız adına bir arpa boyu yol alınamadı. Bir dönem

başımızın tacı olanlar, sonra başımızın belâsı oldular.

Bütün bunların müsebbibi tabiî ki siz değilsiniz. Bu

sebeple de gidenleri kendinize dert edinmiyor olabilirsiniz.

Siz mevcudun başkanısınız ama inisiyatif kullanabilirseniz

dağılanları toplayabilirsiniz. Hayatınızda, Ülkücü

Hareket’e yapabileceğiniz unutulmaz hizmet de bu olur;

şükranla anılırsınız. Önce bir ülküdaş, sonra da

bir hemşeri olarak, ben, sizin bu başarıyı göstermenizi

arzu ediyorum. Bunun tahakkuku için elimden geleni de

yapacağımdan emin olun! Yeter ki isteyin ve samimi gelin!

Avrupa Türkleri arasında yeni bir kültür

şekilleniyor. Gerekli öncülük yapılamazsa bu bizim

kültürümüz olmayacak, bizden de izler taşıyan yoz bir

kültür olacaktır; öyle de olmaya başladı zaten. Kim bu

yozlaşmayı kültür zeminimize çekecek? Düğmeye siz

basacak ve siz yönlendireceksiniz. Bu sebeple size

yazıyorum. Bu arada şunu da merak ediyorum:

Page 184: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

184

Pek çok ülküdaşım derneklerde seminer çalışmaları

yapmamı sizden istediği halde, ben de bunu şahsen

defalarca dile getirdiğim halde bu kapı açılmıyor. Neden?

İflasa giden tüccarın veresiye defterlerini

karıştırması gibi, eski defterleri karıştırarak suçlu

aramayın! Kini, öfkeyi içinizde bu kadar büyütmeyin! O

duygular kabını çatlatır.

Unutmayın! Aynı hareketin içinde bulunan insanlar

arasında vefa kaybolmuşsa, o dâvâ özünü kaybetmiş

demektir ve ondan güzel şeyler sadır olmaz. Bir hareketin

mensupları o harekete emeği geçenleri hiçe sayıyorsa, bir

gün kendileri de hiçe sayılır.

Gidişat, mübârek hareketimizin iyice soğuduğunu

göstermektedir. Soğuyan hareketler özden ziyade şekle

sarılırlar. Kavramların mânâsı için değil, lâfzı için

insanlar birbirini yer. Bunun neticesi çöküştür.

Nefisperestliğin adı disiplin(!) olmuş...

Hareketimiz için hayırlı hizmetlere öncülük etmeniz

temennisi ile tekrar selâmlarımı sunuyorum.

Bu mektubun eline geçtiğini biliyordum. Ya okumadı,

ya da okuduğunu anlamdı. Aynı mektubu ikinci defa

yolladım. Yine ses çıkmayınca,"Okuduğunu anlamıyor

musun?" diye üçüncü bir mektup yazdım. Bunun üzerine

bölgedeki tosuncuklar, "Bir genel başkana böyle mektup

yazılır mı?" diye hesap sormaya kalktılar, ağızlarının payını

da aldılar.

ATİB'li Yıllar: 2005-2014

ATİB derneklerinde vazife yapan arkadaşlar geçmişte

benim ders ve sohbetlerime katılan kişilerdi. Faaliyetleri

oraya kaydırmam isteniyordu. Kabul ettim.

Page 185: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

185

Plochingen gençleri ile kır gezisi - Temmuz 2011

Bölgede yedi dernekleri vardı. Hepsine de

uğruyordum. Halka sohbet, gençlere ders şeklinde

gidiyordu. Herkes memnundu.

Genel merkezden gelenler tebrik üstüne tebrik

ediyordu. Hepsi ile ünsiyetimiz vardı. Hele ders verdiğim

derneklerin ortak çalışması ile 70 kişinin görev aldığı bir

"Fetih Günü" yaptık ki, anlatılmakla bitmez. Yılda üç

pırogram yapıyordum: Mart'ta "Kahramanlık Günü",

Mayıs'ta "Fetih Günü", Aralık'ta "Yolumuzu

Aydınlatanlar…" Bu pırogramlar ve verdiğim dersler kendi

özel sayfam olan eravsar.net adresinde kayıtlıdır.

Plochingen gençleri toplu halde -2013

Page 186: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

186

Çelebi'nin, MHP ve BBP'ten sonra AKP'ye yaslanması

ile, "Çelebi demek, ATİB demek" olduğu için camiada

Tayyip rüzgarı esmekteydi. Fetullahçılık ve tarikatçılık

hastalığına yakalanalar da vardı. Bir Türk milliyetçisi olarak

onlara sıcak bakamazdım. Bu tavrım anlaşılınca, halka

daraldı. Elimde sadece, ATİB'in en büyük en güçlü derneği

Plochingen kaldı. Burada sevgili dostum Ünal Göktaş'ı

söylemeden geçmek olmaz. Onun sayesinde oturttuk

dersleri. Dört gurup halinde 70'e yakın çocuk okutuyor,

velilerle sohbetler ediyor, annelere de ders veriyordum.

Plochinden kızları - 1013

Bu çalışmalar yedi yıl sürdü. Küçükler, kızlar, erkekler

olmak üzere dernekte hafta sonları, tarih, Türkçe, din

bilgisi, beşerî münasebetler dersi veriyordum. Hafta içinde

de yedi-sekiz genç evime gelirdi. Onlarla da "Kur'an'a Göre

Yaşamak" adını verdiğimiz meal çalışmamız vardı. Cemal

Sofuoğlu ve arkadaşlarının hazırladığı "Yüce Kur'an" isimli

meali takip ediyorduk. Takıldığım yerde bizzat Cemal Bey'i

arayarak bilgi alırdım. Bazen da telefonla derse katılırdı. Bir

seferinde de arkadaşı Mustafa Yıldırım telefonla misafirimiz

oldu. Çevre derneklerin hocalarını da davet ederdim.

Page 187: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

187

Plochingen derneğinde çok sağlam gençler yetişti.

Hepsini öz evladım gibi sevdim. Serdar Düzgün, Süleyman

Yıldırım, Uğur Göktaş, Selçuk Düzgün, Tarık Özyurt, Ali

Ekber Düzgün; kızlardan Şeyma Göktaş, Neşe Öner, Özlem

Özyurt, Zeynep, Burcu ve Tuba Yıldırım kardeşler, verilen

emekleri boşa çıkartmayan gençlerdir. Bunlardan Serdar,

Uğur, Süleyman genel merkezde de idarî görevlerde

bulundular; gençlere seminerler verdiler. Şu anda da

derneklerinin yöneticileridir.

ATİB Beni Merkeze Alıyor

Güney bölgesinde yaptığım başarılı çalışmalar genel

merkezin dikkatinden kaçmadı. Kırk yıla varan bir

dostluğumuz bulunan İhsan Öner, ATİB genel başkanı

olunca beni Köln merkezinde görevlendirdi. İkinci başkan

Tibyan Taşkın aylardır bu teklifi yapmaktaydı. Benimse

niyetim artık memlekete dönmekti.

Bana bir lojman verdiler. Yol masrafları dâhil, bütün

giderler onlara aitti. Huzurlu bir çalışma ortamı vardı. Köln

ve çevresindeki yedi dernekte derse başladım. Tayyipçilik,

tarikatçılık ve Fetullahçılık burada da yakamı bırakmadı;

Dortmund derneği havlu attı. Buna rağmen genel başkan ve

yardımcısı arkamda olduğu için diğer derneklerde devam

ediyordum. Yüze yakın talebem olmuştu.

ATİB Genel Merkezinde Talebelerimin Bir Kısmı,

Genel Bşk . İhsan Öner ve yardımcısı Tibyan Taşkın ile - 2013

Page 188: Karıncasıeravsar.net/KUTLU YOLUN BIR KARINCASI.pdf · Paşa'nın hayatını anlatan bir kitabı okurken; O'nun cephede ... Hasan Avni Yüksel, Kemal Göde, Hasan Hüseyin Uçar,

188

Sonunda beklenen oldu. Fitne galip geldi. Başkan, beni taşımakta zorlandığını ima etti. Şahıslar üzerinde Çelebi'nin ağırlığı pek fazla idi. Şubat 2014'te vazifeyi bırakarak Türkiye'ye döndüm. Köln'deki ATİB merkezinde bir buçuk yıl ancak kalabildim.

ATİB-Mülheim-Ruhr Derneğinde Küçük Kızlar - 2014

Büyük devlet adamı rahmetli Kâmran İnan diyordu ki: "Her çığlık bir çığ koparır, denmiş; ben yıllardır çığlık atıyorum ama bir kartopu bile yuvarlanmadı."

Bu ifadede kendimi buluyorum. Hatıralarımı yazmaya çalıştığım kitabımı, Remzi Oğuz

Arık'ın, her kelimesine gönülden katıldığım, şu ifadeleri ile bitireyim: “Ne türlü düşünsem görüyorum ki, bir idealin başı ıstıraba dayanıyor. Bir kütlenin kaderi önünde durup düşünmeyen, acı duymayan bir insanın ideali anlamasına da, ona kavuşmasına da imkân görmüyorum. Amma, ıstıraptan idealin doğması, onun şuuruna varmakla mümkündür. Çektiğinden habersiz bir kütle idealsizdir.”

Bu sözlerden ilham alarak ben de, mezar taşıma da yazılmasını istediğim, şu sözle içimi dökeyim:

Bir ömür dertlendim; halkımın, kendinin bile farkında olmadığı dertleri ile...

Kayseri, 18. 02. 2016