İlmİye teŞkİlatinda ayricalikli bİr kurum olarak payelİ
TRANSCRIPT
T.C
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANABİLİM DALI
YÖNETİM VE ORGANİZASYON BİLİM DALI
İLMİYE TEŞKİLATINDA AYRICALIKLI BİR KURUM
OLARAK PAYELİ TAYİNLERİN SÜRDÜRÜLMESİNE YÖNELİK
TARİHSEL BİR ARAŞTIRMA
Doktora Tezi
EBRU CAYMAZ
İstanbul, 2019
T.C
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANABİLİM DALI
YÖNETİM VE ORGANİZASYON BİLİM DALI
İLMİYE TEŞKİLATINDA AYRICALIKLI BİR KURUM
OLARAK PAYELİ TAYİNLERİN SÜRDÜRÜLMESİNE YÖNELİK
TARİHSEL BİR ARAŞTIRMA
Doktora Tezi
EBRU CAYMAZ
Danışman: PROF. DR. BİNALİ DOĞAN
İstanbul, 2019
iv
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
TABLO LİSTESİ………………………………………………..……………..……...iii
ŞEKİL LİSTESİ……………………………………………………..………..……….iv
KISALTMALAR……………………………………………………………………….v
ÖZET………………………………………………………………………….…...…...vi
ABSTRACT…………………………………………………………………….…......vii
TEŞEKKÜR……...…………………………………………………………….…......viii GİRİŞ……………………………………………………………………………………1
BÖLÜM I
YAZIN TARAMASI VE KURAMSAL ARKA PLAN
1. Örgüt Kuramları Perspektifinden Örgüt – Çevre İlişkisine Genel Bir Bakış…………4
1.1. Kurumsal Kuram ve Örgütsel Analize Katkıları .............................................. 6
1.1.1. Kurum Kavramı ve Kurumsallaşma ..................................................... 7
1.1.2. Eski Kurumsalcılık…………………………………………………..10
1.1.3. Yeni Kurumsal Kuram ........................................................................ 12
1.1.4. Yeni Kurumsal Kuramın Temel Argümanlarına Yönelik
Eleştiriler……………………………………...……………….…………..19
2. Yeni Kurumsal Kuram ve Kurumsal Değişim Olgusu ............................................... 19
2.1. Kurumsal Girişimcilik .................................................................................. 22
2.2. Kurumsal İş Kavramı ve Aktör İlişkisi ......................................................... 27
2.3. Kurumları Sürdürme ..................................................................................... 34
BÖLÜM II
1. Vakıf Sisteminin Tanımı ve Unsurları ........................................................................42
1.1. İlmiye Vakıfları ve Medreselerin Ortaya Çıkışı ............................................. 42
1.2. Selçuklu Medreseleri ...................................................................................... 44
2. Osmanlı Devleti’nde İlmiye Teşkilatı ve Medrese Eğitiminin İhtisaslaşması
Süreci…….……………………………………………………………….………….…45
2.1. Osmanlı Devleti’nde Bürokratik Yapı ......................................................... 49
2.2. İlmiye Teşkilatı’nda Dini Söylemin Temelleri ............................................ 50
2.3.Osmanlı Devleti’nde Dini Söylemin Bürokratik Kurumlarla
İlişkisi………………..……………………….……………………...………….56
2.4.Osmanlı Devleti’nde İlmiye Vakıflarına Bağlı Eğitimin
İhtisaslaşması………..…………..…….…………………………………….……….…60
2.5. Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı’nda Mülazemet (Atama-Yükseltme)
Sistemi……………………………………………………………………….…62
2.6. Mülazemet Yolları ………………………………………………...……..66
2.7. Ulema Sınıfı ................................................................................................. 68
v
2.7.1. Şeyhülislam ........................................................................... 68
2.7.2. Nakîbü’l-eşraf ....................................................................... 71
2.7.3. Kazasker ................................................................................ 71
2.7.4. Kadı…………………………….………………………………….72
2.7.5. Müderris ................................................................................ 73
2.7.6. Ulema Sınıfına Mensup Saray Memurları ............................ 75
2.8. Mülazemet Sisteminin Bozulması ve Payeli Tayinler.……..………….......75
2.9. Mülazemet Sistemi ve Medreselerin Islahına Yönelik Çalışmalar ............. 80
BÖLÜM III
ARAŞTIRMA YÖNTEMİ VE BULGULAR
1. Araştırma Sorusu ve Araştırmanın Amacı…….…………………………….………89
2. Araştırmanın Önemi…………………………………………………………………89
3. Araştırmada İzlenen Yöntem…………………..…………………………….……...90
4. Veri Toplama ve Analizi Süreçlerinde İzlenen Yöntemler……………….…………91
5. Araştırmanın Geçerlilik ve Güvenilirliği…………………..……………….………..94
6. Araştırma Bulguları………………………………………………………………….96
6.1. Bulguların Aktarımına İlişkin Açıklamalar………………..………………96
6.2. Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı’nda Payeli Tayinlerin Meşrulaşma
Süreci………………….…………………………...…………...........................97
6.3. Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı'nda Payeli Tayinlerin Sürdürülme Sürecine
Dair Tarihsel Bulgular……..………………………………………………….100
6.3.1. Yeni Rutinler Yaratma ve Yargılar Üretme…………….…...…….101
6.3.2. Teori Haline Getirilen Eğitim ve Öncü Gruplar Oluşturma……103
6.3.3. Yerleştirme ve Rutinleştirme………………………………………...106
6.3.4. Fırsat Verme………………………..…………………………...........113
6.3.5. Yenilikler için Cesaret Kırma…………………………….…………114
6.3.6. Şeytanlaştırma…………………………….……………….………….115
BÖLÜM IV
SONUÇ VE TARTIŞMA ........................................................................................... 117
KAYNAKÇA ............................................................................................................... 121
EKLER
ÖZGEÇMİŞ
vi
TABLO LİSTESİ
Sayfa No
Tablo 1. Kurumsal Uyumun Üç Mekanizması………………………………………….9
Tablo 2. Eski ve Yeni Kurumsalcılık Arasındaki Farklılıklar…………………………11
Tablo 3. Kurum Olarak Çevre ve Kurum Olarak Örgüt Yaklaşımlarının Farklı Bakış
Açıları…………………………………………………………………………………..17
Tablo 4. Toplumsal Düzeyde Merkezi Kurumlar……………………………………...21
Tablo 5. Kurumsal İş Biçimlerini İnceleyen Öncül Çalışmalar………………………..32
Tablo 6.Kurumları Sürdürme Kapsamında Kabul Edilen Öncül Çalışmalar………….37
Tablo 7. 16. Yüzyılın İlk Yarısında Verilen Mülazemet Türleri………………………65
Tablo 8. Medreselerde Öğrenim Süresi……………………………………………..…81
Tablo 9. İlmiye Teşkilatı’nın Islahına Yönelik Kanunname ve Fermanlar…………....87
Tablo 10. Kurumların Sürdürülmesi ile İlgili Başlıca Çalışmalar……………………100
Tablo 11. Ebussuud Efendi’nin Öne Çıkan Öğrencileri ve Payeli Olarak Atandıkları İlk
Medreseler…………………………………………………………………………….104
Tablo 12. 16. Yüzyılın İlk Yarısında İlmiye Mensuplarının İstihdam Usulleri………109
vii
ŞEKİL LİSTESİ
Sayfa No
Şekil 1: Kurumsal ve Teknik Çevreler Nezdinde Örgütlerin Konumları……………14
v
KISALTMALAR
YKK: Yeni Kurumsal Kuram
YKBK: Yapısal Koşul Bağımlılık Kuramı
TVA: Tennessee Valley Authority
vi
GENEL BİLGİLER
İsim ve Soyadı : Ebru Caymaz
Anabilim Dalı : İşletme
Programı : Yönetim ve Organizasyon
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Binali Doğan
Tez Türü ve Tarihi : Doktora – Haziran 2019
Anahtar Kelimeler :Kurumsal Kuram, Kurumsal Girişimcilik,
Kurumsal İş, Kurumların Sürdürülmesi.
ÖZET
İLMİYE TEŞKİLATINDA AYRICALIKLI BİR KURUM OLARAK
PAYELİ TAYİNLERİN SÜRDÜRÜLMESİNE YÖNELİK TARİHSEL BİR
ARAŞTIRMA
Örgüt araştırmalarında ilk olarak kurumları ve kurumsallaşmayı merkeze alan eski
kurumsal kuram ortaya çıkmış, daha sonra yerini kurumların aktör davranışlarını nasıl
şekillendirdiğini gözlemleyen yeni kurumsal kurama (YKK) bırakmıştır. Zaman
içerisinde aktörlerin kurumlar karşısında sınırlı da olsa hareket alanlarının bulunduğu
yönündeki tartışmalar sonucu kurumsal girişimcilik ve kurumsal iş yazını ortaya
çıkmıştır. Kurumsal girişimcilik ve kurumsal iş yazını ile birlikte daha önce aktörlerin
kurumlar karşısındaki tepkilerini inceleyen YKK, aktörlerin kurumların ortaya çıkması,
sürdürülmesi ve değiştirilmesindeki rollerini de incelemeye başlamıştır. Bu çalışmada
kurumsal kuramda yaşanan söz konusu gelişmelerin ışığında Osmanlı Devleti’nde uzun
yıllar faaliyet gösteren İlmiye Teşkilatı’nın Mülazemet (Atama-Yükseltme) Sistemi
mercek altına alınmıştır. Osmanlı Devleti’nde yargı ve eğitim öğretimin (kaza ve tedris)
esasını oluşturan katı şeriat hükümlerinin yanı sıra padişahlar tarafından
kanunnamelerle ortaya konan işleyiş usulleri ve fetvalarla desteklenen Mülazemet
Sistemi’nin neden olduğu zorlayıcı kurumsal baskılara rağmen, İlmiye Teşkilatı’nda bu
hükümlere ters düşen payeli tayinlerin kimi zaman farklı biçimlere bürünerek varlığını
sürdürmesi oldukça dikkat çekici bir husustur. Bu tez çalışmasında, kurumsal aktörlerin
payeli tayin kurumunun sürekliliğini sağlayabilmek amacıyla hangi kurumsal işlere
başvurdukları incelenmiştir. Çalışmanın en önemli bulgusu, aktörlerin söz konusu
kurumun sürekliliğini sağlamak üzere farklı dönemlerde farklı söylemler geliştirmeleri
ancak bu söylemlerin meşruiyet kaynağı olarak daima dinin temel alınmasıdır.
Böylelikle bu çalışmada kurumların sürdürülmesi sürecinde dini söylemin rolü
Mülazemet sistemi örneği üzerinden tarihi bağlam içerisinde ortaya konmaktadır.
vii
GENERAL KNOWLEDGE
Name and Surname : Ebru Caymaz
Field : Business Administration
Programme : Management and Organization
Supervisor : Prof. Dr. Binali Doğan
Degree Awarded and Date : PhD – June 2019
Keywords :Institutional Theory, Institutional
Entrepreneurship, Institutional Work,
Institutional Maintenance
ABSTRACT
A HISTORICAL RESEARCH ON MAINTENANCE OF HONORARY
DESIGNATIONS AS A PREFERENTIAL INSTITUTION WITHIN ILMIYE
ORGANIZATION
The old version of institutional theory, which is based on institutions and
institutionalism, emerged in organization studies at first. Later on, new institutional
theory that observes how institutions shape actor behaviours has taken its place.
Institutional entrepreneurship and institutional work literature emerged as a result of
discussions over time that although it is limited, actors have areas of action. Together
with institutional entrepreneurship and institutional work literature new institutional
theory, which previously examined actors’ reactions, also began to examine the roles of
actors in the processes of emergence, maintenance and change of institutions. In parallel
with this perspective, within the scope of this thesis, the Mulazemet (Appointment)
System of Ilmiye Organization, which has been active in the Ottoman Empire for many
years, is examined. Although coercive institutional pressures caused by various
practices established by the rulers’ code of laws and appointment system reinforced by
religious fetwas as well as the rigid sharia law which underlies the foundation of
jurisdiction and education system, existence of favourable appointments within Ilmiye
Institution contrary to these provisions is highly remarkable. In this study, which
institutional works were used to maintain favourable appointments as an institution is
examined. The most important finding of the study is that actors develop different
discourses in different periods in order to ensure the maintenance of an institution but
these discourses are always based on religion as a source of legitimacy. Thus, the role of
religious discourse is revealed within the historical context through the example of
Mulazemet System in this study.
viii
TEŞEKKÜR
Disiplinler arası bir araştırma olması nedeniyle daha uzun ve titiz bir araştırma
sürecinin sonucunda ortaya çıkan bu tez çalışması, farklı disiplinlerden araştırmacıların
aktif destek sağladığı kolektif bir çabanın ürünüdür. Uzun bir maratona benzettiğim bu
çetrefilli ama bir o kadar da keyifli öğrenme sürecinde beni her daim destekleyen,
bilhassa olguları meydana getiren yapı taşlarını anlamlandırma sürecinde değerli
geribildirimleriyle farklı bakış açılarının farkına varmamı sağlayan tez danışmanım
Prof. Dr. Binali Doğan’a ne kadar teşekkür etsem azdır. Çalışırken zahmetli ama
sonuçları itibarı ile beni çok mutlu eden bir tez yazım süreci geçirmeme büyük katkı
sağladı.
Çalışmamın arka planı ve araştırma sürecinde pek çok akademisyenin görüş ve
önerilerine başvurdum. Bu noktada Doç. Dr. Erkan Erdemir’e bilhassa kuram
konusunda bana kattıkları için çok teşekkür ederim. Her geribildirimi tez çalışmama
ayrı bir derinlik ve değer kattı. Ayrıca tezimin tarihsel araştırma kısmı için beni
yönlendiren Dr. Abdurrahman Atçıl hocama değerli geribildirimleri için çok teşekkür
ederim.
Tezimin son şeklini almasına büyük katkı sağlayan Doç. Dr. Eyüp Tayşir’in bu
çalışma için ayrı bir önemi var. Birçok katmandan oluşan bu çalışmanın arka planında
onun desteği sayesinde doğru kaynaklara erişme fırsatım oldu. Doç. Dr. Ata
Özdemirci’ye bilhassa yöntem bağlamında yaptığı geribildirimler ve pozitif enerjisi için
çok teşekkür ederim. Burada teker teker ismini anamadığım ancak bu satırları okurken
benimle gurur duyduklarını bildiğim tüm hocalarıma da ayrıca şükranlarımı iletiyorum.
Son olarak, bu süreçteki destekleri için aileme teşekkür ediyorum. Diğer yandan,
henüz küçük bir çocukken öğrenme tutkumu körükleyen rahmetli dedem Naim
Kayrav’a bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Henüz 20 aylık olmasına rağmen zekası
ve problem çözme becerileri ile her defasında beni hayran bırakan ve her stresli anımda
sükun bulmamı sağlayan yeğenim Öykü Çok’a ayrıca teşekkür ediyor ve onun için
doğru bir rol model olabilmek arzusu ile harika olacağını düşündüğüm akademik
hayatında şimdiden başarılar diliyorum.
GİRİŞ
Kurumsal kuram konusunda günümüze kadar yürütülen çalışmalar, kurumsal
baskılar karşısında örgütleri genellikle pasif aktörler olarak kabul etme eğilimindedir.
Ancak, özellikle son on yılda yapılan bazı araştırmaların bu temel varsayımla
uyuşmayan bulgular sunmasıyla birlikte yeni kurumsal kuram’a (YKK) pek çok eleştiri
yöneltilmiştir.
Bu eleştirilere cevap vermek ve örgütlerin kurumsal baskılara verdiği farklı
yanıtları açıklamak amacıyla yapılan çalışmalarda, makro bir bakış açısıyla aktör ve
aktörün stratejik tercihlerinin kurumsallaşma sürecindeki etkilerinin göz ardı edilerek,
örgütlerin kolektif olarak incelendiği görülmektedir. Bununla birlikte mikro bir bakış
açısıyla kurumların oluşum dönemine odaklanan ve kurumsallaşma sürecini daha küçük
analiz birimleri üzerinden açıklamaya çalışan güncel çalışmalarda ise aktör ve aktörün
stratejik tercihlerinin, kurumsallaşma ve kurumsal değişim sürecinde önemli etkileri
olabileceği ileri sürülmektedir. Bu tez çalışmasında da mikro bir bakış açısı ile Osmanlı
Devleti’nin kuruluş döneminden dağılma dönemine kadar geçen 600 yıllık süreçte
eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam eden İlmiye Teşkilatı’nın resmi atama-
yükseltme sistemi olan Mülazemet1 Sistemi’nde zamanla kurumsallaşan iltimaslı
tayinler mercek altına alınmıştır.
Osmanlı Devleti’nde İlmiye Teşkilatı ve medreselerin işlevi, farklı disiplinlerin
üzerinde durduğu ilgi çeken bir konudur. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin yönetim
sürecinde büyük rol oynayan İlmiye Teşkilatı’nı işletme yazını bağlamında ele alarak
inceleyen çalışmaların sayısı oldukça kısıtlıdır. Osmanlı’nın uzun süren hükümdarlık
sürecine rağmen yönetici sınıfların geçirdiği değişim, dönüşüm ve kurumları sürdürme
konusunu YKK bağlamında inceleyen herhangi bir çalışma ise bulunmamaktadır.
1Mülazemet: Medrese mezunlarının müderris ya da kadı olmak için isimlerinin deftere
kaydedilmesiyle başlayan kadı veya müderrislik adaylığı süreci ile fiili olarak kadı ve
müderrislik yaparken “müddet-i örfiye” olarak da adlandırılan belirli görev sürelerini dolduran
kadı ve müderrislerin yeni bir göreve atanıncaya kadar geçirdikleri mesleki gelişim ve eğitim
sürecidir: bknz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara: Türk Tarih
Kurumu 1984, s. 45-53.
2
Mülazemet Sistemi, Osmanlı Devleti’nde yargı ve eğitim öğretime (kaza ve
tedris) temel teşkil eden katı şeriat hükümlerinin yanı sıra padişahlar tarafından
kanunnamelerle ortaya konan işleyiş usulleri ve fetvalarla desteklenen resmi bir atama –
yükseltme sistemidir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde sistematik bir işleyişe sahip
olan Mülazemet Sistemi’ndeki müderris kadrolarına zaman içerisinde usül ve esaslara
aykırı olarak “paye” adı verilen ayrıcalıklı tayinlerin yapılması ve bu tayinlerin
kurumsallaşması söz konusudur. Yasal metinlerin neden olduğu zorlayıcı kurumsal
baskılara rağmen İlmiye Teşkilatı’nda bilhassa 17. yüzyıldan itibaren sıklıkla görülen
payeli tayinler, “hocazâde” ve “beşik ulemalığı” gibi ayrıcalıklı kurumlar ve bu
kurumlara ilişkin kurumsal pratiklerin ortaya çıkışı başlı başına bir araştırma konusudur.
Bu tez çalışması kapsamında İlmiye Teşkilatı Mülazemet Sistemi’nin geçirdiği
değişim, dönüşüm ve kurumları sürdürme olgusu yeni kurumsal kuram (YKK)
bağlamında incelenmiştir. YKK kapsamında yapılan çalışmalarda benzerlikleri
açıklamanın yanı sıra son dönemlerde örgütsel farklılıkları anlama konusu da öne
çıkmaktadır. Örgütsel farklılıkları anlama noktasında ise kurumsal değişim kavramına
büyük önem verilmektedir. Kurumsal değişimin örgütsel alan içindeki aktörlerin
etkileşimi ile ya da örgütsel alan dışından gelen etkilerle gerçekleşebileceği ifade
edilmektedir.
Bu bağlamda farklı çalışmalar, değişimle ilgili dinamikleri örgütsel alan,
kurumsal girişimciler, içsel ve dışsal değişim nedenleri veya yapı-aktör çelişkisi
temelinde ele almaya çalışmıştır. Bu kadar farklı kapsamda ele alınan kurumsal
değişim, Suddaby ve Greenwood (2009: 176 - 177) tarafından “kurumsallaşmış belirli
düzenlemelerin bir başkası ile yer değiştirmesi veya var olan düzenlemelerin varlıksal
olarak (düzenlemelerin kendisinin değişmesi) veya sembolik olarak (düzenlemelerin
değişimine atfedilen anlamların değişmesi) önemli düzeyde değiştirilmesi” olarak
tanımlanmaktadır.
Diğer yandan Osmanlı İlmiye Teşkilatı’nda kanun olarak kabul edilen padişah
fermanları gibi zorlayıcı kurumsal baskılara rağmen kurumsal değişime direnç ve
mevcut kurumları sürdürmeye yönelik birçok girişim söz konusudur. Bu tez
çalışmasında, Mülazemet Sistemi’nin geçirdiği değişim ve dönüşümler incelenirken
3
farklı dönemlerde görevli mülazımlar2 arasında öne çıkan ve kurumsal girişimci
özellikleri taşıyan aktörlerin, zorlayıcı kurumsal baskılara rağmen payeli tayinleri meşru
hale getirme ve sürdürme amacıyla ortaya koydukları kurumsal işler tarihsel bağlamda
incelenmiştir.
Söylemin örgüt çalışmalarında önem kazanmasıyla birlikte Sidani ve Showail
(2013), örgütsel değişimde ve yeni kurumların meşruiyetinin sağlanmasında dini
söylemin rolünü inceleyen bir çalışma gerçekleştirmiştir. Bununla birlikte kurumsal
aktörlerin, mevcut kurumların sürekliliğini sağlamak için dini söylemi kullanarak yeni
kurum ve kurumsal pratikler ortaya koymaları daha önce YKK yazınında incelenmemiş
bir konudur. Bu çalışmanın amacı kurumsal aktörlerin, payeli tayin kurumunun
sürekliliğini sağlamak amacıyla hangi kurumsal işlere başvurduklarını Osmanlı Devleti
İlmiye Teşkilatı örnekleminde ve tarihi bağlam içerisinde ortaya koymaktır.
Tez çalışmasının ilk iki bölümünde, kurumsal kuram ve kurumları sürdürme
olgusuna yönelik güncel çalışmaların yanı sıra İlmiye Teşkilatı ve bu teşkilatı
destekleyen vakıflarının yapı ve işlevine yönelik bilgileri de içeren bir literatür
taramasına yer verilmiştir. Kurumları sürdürme olgusu incelenirken, bu sürdürme
sürecinde aktif rol oynayan aktörlerin faaliyet gösterdikleri sosyal yapı ve hareket
alanlarından da bahsedilmiştir.
Tez çalışmasının üçüncü kısmında araştırma sorusu, amacı ve kurama
katkılarının yer aldığı araştırma tasarımına yer verilmiştir. Araştırma kapsamında elde
edilen bulgulara çalışmanın üçüncü kısmında yer verilirken, dördüncü kısımda ise
bulguların yorumlanması ve araştırmanın sonuç kısmı yer almaktadır.
2 Mülazım: Atanmak için sıra bekleyen müderris veya kadı adayı: Baltacı, 1976, s.35.
4
BÖLÜM I
YAZIN TARAMASI VE KURAMSAL ARKA PLAN
1. Örgüt Kuramları Perspektifinden Örgüt – Çevre İlişkisine Genel Bir
Bakış
1800’lü yılların sonlarından itibaren ilgi çekici bir çalışma alanı olarak ortaya
çıkan örgüt kuramları (Üsdiken ve Leblebici, 2001), yüzyılı aşan bu süre içerisinde
farklı evrelerden geçmiştir. 1950’li yıllara değin büyük ölçüde uygulamacıların
gayretleri ile farklı disiplinlerden beslenen bir alan iken, 1950- 1970 yılları arasında
koşul bağımlılık kuramının daha baskın olduğu bir disiplin halini almıştır. 1970 ve 1990
yılları arasındaki dönemde önemli bir çeşitlenmenin olduğu, 1990’lı yıllardan sonra ise
yeniden bütünleşme çabalarının öne çıktığı bir disiplin haline geldiği görülür (Sargut ve
Özen, 2007; Üsdiken ve Leblebici, 2001).
Örgütlerin etkinlik, verimlilik, büyüme, karlılık ve sürdürülebilirlik gibi temel
hedeflerine ulaşmak amacıyla uygulamaya koyacakları bilimsel yöntemleri irdeleyen ilk
çalışmalarda analiz birimi örgüt içi yapı ve süreçlerdir (Ataman, 2002, s.62). Literatürde
klasik ve neo-klasik örgüt kuramları olarak adlandırılan ilk dönem çalışmaları daha
yakından incelendiğinde, analiz biriminin örgüt içi yapı olması nedeniyle çevrenin örgüt
üzerindeki etkilerinin göz ardı edildiği ve sadece pazar olma bağlamında incelendiği
söylenebilir. Bununla birlikte sistem yaklaşımı bağlamında yapılan örgütsel analizler,
örgütün dış çevresi ve bu çevrede yer alan bazı unsurların da örgütlerin temel
amaçlarına ulaşabilmeleri açısından büyük öneme sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Örgütün yapı ve işleyişinde kritik öneme sahip olduğu anlaşılan bu unsurlarla birlikte
örgütsel analizde yeni bir eğilim ortaya çıkmıştır (Tayşir, 2010, s.4; Hatch, 1997, s.76).
Örgüt çevresinin örgütsel analizde önemli bir unsur olarak kabul edilmeye
başlanmasının ardından örgüt ve çevre ilişkisini inceleyen çalışmalar iki döneme ayrılır.
1950’li yıllarda sistem yaklaşımıyla birlikte çevre faktörünün de örgütsel analize dahil
olduğu ilk dönem çalışmalarında genel olarak çevre kavramı tanımlanır ve örgütler
açısından önemi açıklanır. 1970’li yıllardan günümüze kadar yapılan çalışmalarda ise
odak nokta örgüt-çevre etkileşimidir (Hatch, 1997, s.76).
5
Yapısal koşul bağımlılık kuramı (YKBK) ile birlikte her koşulda geçerli tek tip
(evrensel) bir örgüt yapısının farklı çevrelerde faaliyet gösteren örgütler için işlevsel
olamayacağı savı ortaya atılmıştır. Bu kuramı savunanlar, örgüt yapısının çevre, örgütün
boyutu, kullanılan teknoloji gibi farklı değişkenler tarafından biçimlendirildiğini ileri
sürerler (Sargut, 2007, ss.35-40). Bu kuram kapsamında yapılan çalışmalar, örgütün
faaliyet gösterdiği çevre ve gerekli teknolojinin örgüt yapısı üzerinde belirleyici bir
etkiye sahip olduğu varsayımına dayanır.
Yukarıda yer verilen bilgilere ek olarak, YKBK kapsamında çevre faktörünü
yapısal özelliklerine göre sınıflandıran ve bu şekilde tanımlayan çalışmaların büyük
çoğunluğu teknik unsurlara odaklanır. Bir diğer ifade ile bu kuram perspektifinden
yapılan ilk çalışmalarda dış çevrenin kültürel, normatif vb. yönlerinin göz ardı edilerek,
çevrenin talep değişim hızı, teknolojinin değişim hızı ve rekabetin ölçüsü vb. unsurlar
çerçevesinde irdelenmesi söz konusudur (Tayşir, 2010, s. 5).
Çevre faktörünün örgütsel analize dahil edilmesiyle birlikte çevrenin farklı
boyutlarının tanımlanması ve bu boyutlara uygun örgüt yapılarının araştırılmasını içeren
YKBK çalışmaları, daha sonraki dönemlerde geliştirilen birçok kurama temel teşkil
ettiği için örgütsel analizde önemli bir gelişme olarak öne çıkar (Ataman, 2002, s.182).
Örgüt yapılarının koşullara bağlı olarak seçildiği ve farklı koşullar altında farklı örgüt
yapılarının gerektiği düşüncesi ile başlayan bu dönem, birçok örgüt kuramının ortaya
çıkmasına öncüllük ettiği için örgüt kuramlarının tarihsel gelişimi açısından büyük
öneme sahiptir.
Daha sonraki dönemde ortaya çıkan kaynak bağımlılığı, kurumsal kuram,
örgütsel ekoloji, stratejik yönetim ve işlem maliyeti gibi kuramlar birbirinden farklı
varsayım ve savlara sahip olsalar da örgütlerin hayatta kalmasını çeşitli koşullarla
ilişkilendirmeleri sebebiyle YKBK çerçevesinden izler taşımaktadır. YKBK’dan önceki
dönemde örgütsel analizin yapıldığı kurumsal mantıkların tek tip olması sorunsalı,
YKBK’dan sonraki çalışmaların katkılarıyla yerini kuramsal çeşitliliğe bırakmıştır
(Sargut ve Özen, 2007, s.23).
6
Tez çalışmasının bundan sonraki bölümünde öncelikle kurumsal kuramın
örgütsel analize olan katkılarına yer verilecektir. Buna ek olarak, YKK başlığı altında
bilhassa son on yılda oldukça dikkat çeken kurumsal girişimci, kurumsal iş ve kurumları
sürdürme konularıyla ilgili araştırmalar detaylı bir biçimde aktarılacaktır.
1.1.Kurumsal Kuram ve Örgütsel Analize Katkıları
Örgütlerin hayatta kalma şanslarını arttırabilmek amacıyla çevreleriyle yakın
ilişkiler kurmaları ve çevresel beklentileri mümkün olduğunca karşılamaya çalışmaları
literatürde sıklıkla tartışılan bir husustur. Bununla birlikte çevreden gelen talepler daima
teknolojide yaşanan gelişmelere veya işin yöntemine paralel olmamakta, kimi zaman
toplumda yerleşik halde bulunan normatif kuralların bir uzantısı olarak da gündeme
gelebilmektedir. Bir diğer ifade ile günümüz örgütleri hayatta kalabilmek için teknik
açıdan yeterli olmanın yanı sıra meşruiyeti de sağlamak durumundadır. Bahsi geçen
meşruiyet kaygısının kaynağı ve bu kaygının paralelinde sergilenen örgütsel
davranışların yol açtığı sonuçlar, “kurumsalcı gelenek” adı altında gerçekleştirilen
çalışmalarda incelenmektedir (Özen, 2007).
Kurumsalcı gelenek, farklı disiplinlerde eski ve yeni bakış açıları ile
günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Her ne kadar eski – yeni tartışmasının
kurumsalcı geleneğin analiz gücünü azalttığı ve bu sebeple araştırmacıların her iki
geleneği de sentezleyen çalışmalar yapmaları gerektiği tavsiye edilse de bu ayrımın
kuramın gelişiminde belirleyici bir etkisi olmuştur (Hirsch ve Lounsbury, 1997).
Kurumsal kuram, 20. yüzyılın ikinci yarısı itibarı ile sosyal bilimlerde,
1980’lerden itibaren de örgüt kuramları içerisinde sıklıkla tartışılan önemli bir görüş
olarak karşımıza çıkar (Scott, 2014). Örgütsel analiz bağlamında ele alındığında
kurumsal kurama dair ilk çalışmalar Weber, Merton ve Selznick’e (Scott, 2001, s.21)
aittir. Selznick tarafından gerçekleştirilen “Tennessee Valley Authority” (TVA)
çalışması eski kurumsalcılığın temel çalışmalarından biridir. Bu çalışmasında Selznick,
kurumsallaşmayı bir süreç olarak tanımlamış ve kurumsallaşmanın, örgütün ayrıcalıklı
tarihini yansıtan bir unsur olduğunu ifade etmiştir. Örgütte yer alan kişiler, örgütün
çevre ile uyumu ve örgüt içi çıkar grupları gibi unsurlar tarih başlığı altında
7
incelenmiştir. Bu noktadan hareketle Selznick, TVA adlı örgütün çevreyle sosyal
etkileşimleri sonucunda hayatta kalabilmek için kuruluş amaçlarından nasıl saptığını
göstermiştir (Selznick, 2011).
İlerleyen yıllarda ise eski kurumsalcılık olarak bahsedilmeye başlanan bu görüş
birçok eleştiri almış ve yeni kurumsal kuram (YKK) olarak bilinen başka bir yaklaşım
kabul görmeye başlamıştır. Örgütsel analizde kurumsal kuram geleneğinin en önemli
çalışmalarından biri olarak kabul edilen 1991 tarihli “Örgütsel Analizde Yeni
Kurumsalcılık” (The New Institutionalism in Organizational Analysis) isimli eserde
Meyer ve Rowan’ın (1977) çalışması, kurama yönelik ilk çalışma olarak kabul edilir.
Öncü çalışmalarda yer alan düşünceler değerlendirildiğinde en nihayetinde kurumsal
kuramın diğer örgüt kuramlarından farklı olarak örgütlerin, faaliyet gösterdikleri
çevreye dair tanımlarının kapsamını teknik unsurlara ek olarak yasal, ekonomik, sosyal
ve kültürel unsurları da barındıran daha geniş ve kurumsal bir makro çevreye doğru
genişlettiği görülmektedir. Bu haliyle kurumsal kuram, örgütlerin yapı ve
uygulamalarının sadece iç (teknik) gereklilikler veya dar bir çevre perspektifi yerine
makro bir kurumsal çevre anlayışı ile değerlendirilmesi gerektiğini vurgular.
Tez çalışmasının bir sonraki bölümünde öncellikle kurumsal kuramın temel
yapı taşları olarak kabul edilen kurum ve kurumsallaşma ile ilgili tanımlara yer
verilerek, müteakip bölümde ise kurumsal kuramın örgütsel analize katkıları eski ve
yeni kurumsal kuram başlıkları altında detaylıca aktarılacaktır.
1.1.1. Kurum Kavramı ve Kurumsallaşma
Kurumsal kuramdan bahsedilirken öncelikle “kurum” kavramı ile ne
kastedildiğini açıklamak önemlidir. Özellikle yeni kurumsal kuramda “kurum” denildiği
zaman Türk Hava Kurumu örneğinde olduğu gibi bazı örgütler için kullanılan “kurum”
nitelemesi anlaşılmamalıdır. Bu kullanım eski kurumsal görüşün kurum kavramına daha
yakındır. Selznick (1949), eski kurumsal görüşte örgüt ve kurum kavramlarını
ayırmıştır. Örgüt, amaçlara ulaşmak için rasyonel bir araç iken kurum, araçsal değerin
ötesinde sembolik bir değer kazanmış örgüt olarak tanımlanmaktadır. Kurum olarak
kabul edilen örgütün, ortak değerlere adanması ve kendine özgü istikrarlı bir karakter
8
edinerek diğerlerinden farklılaşması söz konusudur. Dolayısıyla kurum haline gelen bir
örgütün başarısız olsa da hayatını sürdürebildiği belirtilmektedir çünkü çalışanlar ve
çeşitli toplumsal kesimler tarafından bu örgüte bir değer atfedildiği için başarısızlığı
genellikle sorgulanmamaktadır. Kurumsallaşma ise “düzensiz ve gevşek bir
örgütlenmeden veya teknik faaliyetlerden, düzenli, istikrarlı ve sosyal olarak bütünleşik
örüntülerin doğması” olarak tanımlanmıştır (Broom ve Selznick, 1955: 238). Bu
minvaldeki kurumsallaşma anlayışı günlük dilde kişilerin, özellikle yönetici veya şirket
sahiplerinin keyfi uygulamalarının geçersiz olduğu, oturmuş bir sisteme sahip örgütleri
nitelemek için kullanılan kurumsallaşma anlayışına oldukça yakındır. Örneğin aile
şirketlerinin kurumsallaşmasında kastedilen bu tür bir kurumsallaşma sürecidir. Ancak
YKK’da hem kurum hem de kurumsallaşma kavramı daha farklıdır.
Sosyolojiden beslenen YKK literatürde kurum kavramı, toplum içinde
bireylerin eylemlerini şekillendiren istikrarlı ve tekrarlayan davranış kalıpları olarak
tanımlanır. Kurumlar, örgütlerin uymak zorunda oldukları ve böylelikle kendilerini
meşru hale getirdikleri kurallar bütünüdür (Powell, 1991). Barley ve Tolbert (1997)’a
göre ise kurum, hem eylemi sınırlayan hem de eylem tarafından değiştirilen bir
unsurdur. Bir diğer ifade ile kurum, toplumsal olarak inşa edilen ve sürekli yeniden
üretilen davranış örüntüleri ya da kural sistemleridir.
Kurumsallaşma ise belirli davranış ve düşünce biçimlerinin “kural benzeri bir
statü kazanması” süreci olarak tanımlanmaktadır (Meyer ve Rowan, 1977; Jepperson,
1991). Belirli bir bağlam ve zaman boyutunda kurumları kodlayan eylem kalıplarının
nasıl oluşturulduğu, değiştirildiği ve yeniden üretildiğini incelemek için ardışık
aşamalardan oluşan bir “kurumsallaşma” modeli öne sürülmektedir (Barley ve Tolbert,
1997). Bu görüşe göre örneğin aile, evlilik, akademik unvan ve selamlaşma birer
kurumdur. Kurumlar, insanlar tarafından tarihsel olarak yaratılan ve zamanla
insanlardan bağımsız birer nesnel gerçeklik haline gelen kanıksanmış davranış biçimleri
veya kural sistemleridir. İnsanların hayatlarının önemli bir kısmını okulda geçirmeleri
tarihsel süreçte normalleşen bir davranış örüntüsüne örnektir. Zamanla normalleşen bu
örüntü doğru olarak kabul edilmiş, artık fazla sorgulanmadığı ve rutinleştiği için de
sürekli tekrarlanarak yeniden üretilmiştir.
9
Toplumsal davranışa anlam ve istikrar kazandırarak toplumsal düzeni sağlayan
kurumlar, bu istikrarı bilişsel, ahlaki ve kuralcı boyutları ile kazandırırlar. Scott’un 1995
tarihli Institutions and Organizations isimli çalışmasında konuyla ilgili detaylı bir
sınıflandırma yer almaktadır:
Tablo 1. Kurumsal Uyumun Üç Mekanizması
Kurumsal Boyut Bilişsel Ahlâki Kuralcı
Toplumsal Temelli Kanıksanmışlık Ahlâkilik Yaptırımlar
Taşıyıcı Mekanizma Görünürlük Eğitim,
meslekleşme,
belgelendirme
Yasalar,
yönetmelikler
sözleşmeler
Eşbiçimlilik Nedeni Belirsizlik Sorumluluk Bağımlılık
Eşbiçimlilik
Mekanizması
Taklitçi Ahlâki Zorlayıcı
Örnek Şirketlerde
departmanlaşma
Şirketlerin
toplam kalite
uygulaması
Standart
muhasebe
sisteminin
kurulması
Tabloda görülebileceği üzere kurumların bilişsel boyutunun temelinde
toplumsal olarak alışılagelmiş olması vardır. Bir kurumun toplumsal alanda görünür bir
biçimde yaygın olması, bu kurumun örgütler tarafından benimsenmesindeki en önemli
parametredir. Örneğin şirketlerdeki yaygın departmanlaşma uygulaması nedeniyle yeni
bir şirket kurulurken diğer şirketleri taklit yoluyla departmanlar oluşturulması
kurumların bilişsel boyutuna bir örnektir. Ahlâki boyutun temelinde o kurumun ahlaken
doğru ve uygun olması yer alır. Bu noktada eğitim, meslekleşme ve belgelendirme
sistemi önemlidir. Ahlâki bir değer yüklenen toplam kalite yönetimi gibi bir yönetim
uygulamasının ekonomik faydanın ötesinde ahlâki bir değer kazanması bu boyuta
örnektir. Kuralcı boyutun temelinde ise kurumlara iliştirilen yaptırımlar yer alır. Yasa,
yönetmelik ve sözleşmeler yoluyla desteklenen herhangi bir kuruma uyulmadığında
örgüt veya kişilerin cezalandırılması söz konusudur. Dolayısıyla örgütler bu
yaptırımlardan kaçınmak için kurumları benimsemek durumunda kalır. Yasal
10
uygulamalar tarafından zorunlu tutulan standart muhasebe sistemlerinin ilgili tüm
taraflarca uygulanması kuralcı boyutun toplumsal temeline bir örnektir. Bahsi geçen üç
boyutun nitelikleri farklı olsa da birbirlerini desteklemektedirler.
Diğer yandan Hasselbladh ve Kallinikos (2000) ise kurumsallaşmayı açıklamak
ve anlaşılır kılmak için tarihsel ve karşılaştırmalı bir biçimde “söylem”in analiz
edilmesi gerektiğini belirtirler. Bu noktada söylemden kasıt, gerçekliği tanımlamanın
farklı biçimleri olarak bilişsel araçlar, prosedürler ve toplumsal ilişkilerle geliştirilen ve
zamanla kurum haline gelen “idealler”dir. Dolayısıyla kurumsallaşma; ideallerin,
söylemlerin ve toplumsal kontrol biçimlerinin tarihsel bir süreç içerisinde karşılıklı
olarak etkileşimi sonucunda oluşmaktadır. Bu tez çalışmasının araştırma kısmı
kurgulanırken de bu görüşe paralel bir yaklaşım benimsenmiştir.
1.1.2. Eski Kurumsalcılık
Kurumsal kurama dair ilk çalışmalar Weber, Merton ve Selznick’e (Scott,
2001, s.21) aittir. Kurumsallaşma kavramı Selznick tarafından bir süreç olarak
tanımlanmış; örgütte yer alan kişiler, örgüt – çevre uyumu ve örgüt içi çıkar grupları
gibi konular incelendiği için örgüt tarihini yansıtan bir unsur olarak kabul edilmiştir. Bu
öncül çalışmalar, örgütlerin hayatta kalabilmek için kimi zaman kuruluş amaçlarından
bile sapabildiklerini göstermesi bakımından büyük öneme sahiptir (Selznick, 2011).
Eski kurumsalcı gelenek kapsamında önemli olarak kabul edilen diğer bir
çalışma ise Stinchcombe (1965) tarafından gerçekleştirilmiştir. Çalışmasında örgütlerin
tarihi yönünü öne çıkaran Stinchcombe, örgütlerin kuruldukları döneme ait bazı izler
taşıdığını ve kurumsallaşmış unsurların zaman içerisinde yaşanan tüm değişimlere
rağmen değişmediğini ileri sürmektedir. Bir başka çalışmasında ise kurum kavramını
güçlü aktörlerin kendi çıkarlarına paralel bir şekilde inşa ettiği yapılar olarak tanımlar
(1968).
Yukarıda yer verilen bilgilerden hareketle eski kurumsal kuramın özellikle
politik davranış ve çıkar çatışması gibi konuları analize dahil ettiği görülmektedir. Bu
nedenle bilhassa kurumsal değişimi açıklamaya yönelik yapılan çalışmalara konu
olmaktadır (Örn. Greenwood ve Hinings, 1996). DiMaggio ve Powell (1991, ss.11-15)
11
eski kurumsalcılık ve yeni kurumsalcılık arasındaki bezerlikleri ve farklılıkları
inceledikleri bir çalışma yayınlamıştır. Yaptıkları çalışmaya göre her iki yaklaşımda da
rasyonel aktör modeli şüphe uyandırmaktadır. Örgütlerin çevreyle ilişkilerinin yanı sıra
biçimsel yapıları ile uyumsuz unsurları da incelenmekte, teknik açıdan daha az rasyonel
hale getiren unsurlar ele alınarak kültürün, örgütsel gerçekliği biçimlendirdiği ileri
sürülür. İki yaklaşım arasındaki farklılıklar ise Tablo 2’de görülebilir.
Tablo 2. Eski ve Yeni Kurumsalcılık Arasındaki Farklılıklar
Farklılaşma Boyutu Eski
Kurumsalcılık
Yeni
Kurumsalcılık
Çıkar çatışması Ana mesele İkincil (tali) mesele
Eylemsizliğin
kaynağı
Kemikleşmiş
çıkarlar
Meşruiyet
zorunluluğu
Yapısal vurgu
Biçimsel olmayan,
rasyonellikten
sapan yapı
Rasyonel olmayan
biçimsel yapının
sembolik gücü
Örgütün yerleşikliği Yerel toplulukta Alanda, sektörde,
toplumda
Yerleşikliğin doğası Kooptasyon Oluşumsal
Kurumsallaşmanın
odağı
Örgüt (organik
bütün) Alan veya toplum
Örgütsel dinamikler Değişim Kalıcılık ve
benzeşme
Faydacılığa eleştiri
temeli
Çıkarların toplamı
kuramı
Sosyal inşa
(eylem) kuramı
Faydacılığa eleştiri
göstergesi
Beklenmedik
sonuçlar
Dönüşümsel
olmayan etkinlikler
Temel bilişsellik
biçimleri
Değerler, normlar,
tutumlar
Sınıflamalar,
rutinler, davranış
kalıpları, şemalar
Sosyal psikoloji Sosyalizasyon
kuramı
Bilişsel modeller,
yükleme
Düzenin bilişsel
temeli Adanma, bağlılık
Alışkanlık, pratik
eylem
Amaçlar Değişir, sürüklenir Bulanıktır
Gündem Politikalara katkı Disiplin
Kaynak: Özen, 2007, s.286.
12
Bu tez çalışmasının temel savı, YKK yazınında son dönemlerde öne çıkan
kurumsal iş yazını ile ilgili olduğu için çalışmanın bundan sonraki bölümünde YKK
konusuna ağırlık verilecektir.
1.1.3. Yeni Kurumsal Kuram
Meyer ve Rowan (1977), Zucker (1977) ile DiMaggio ve Powell’ın (1983)
öncül çalışmalarıyla birlikte 1970’li yılların sonunda ortaya çıkan yeni kurumsal kuram
(YKK), Powell ve DiMaggio’nun derlediği kitapla (1991) dikkatleri üzerine çeken bir
kuramdır. Büyük ölçüde sosyoloji temelli olarak gelişen YKK günümüzde üzerinde en
çok tartışılan örgüt kuramı haline gelmiştir (Özen, 2007).
Daha önce egemen konumda olan koşul-bağımlılık kuramı, çevresel koşullara
rasyonel olarak uyum sağlayan örgütlerin hayatta kalma olanağının daha yüksek
olduğunu savunmuştur. Bu kurama göre bir örgütün seçeceği yapı ve yönetim modeli,
faaliyet gösterdiği çevrenin belirsizlik derecesine, kullandığı teknolojinin
karmaşıklığına, büyüklüğüne ve seçtiği stratejiye bağlı olarak değişmektedir. Bu
nedenle örgütsel yapının, nesnel ve teknik bir unsur olarak belirtilen çevresel koşullar
tarafından belirlendiği ileri sürülmektedir. Bu savın temelinde ise çevresel koşulları
somut bir olgu olarak kabul eden ve verimlilik esasına göre rasyonel kararlar alabilen
yöneticiler olduğu varsayımı yer almaktadır.
Yukarıda yer verilen görüşe paralel bir şekilde YKK’da da çevreye uyum
düşüncesi benimsenmektedir. Bununla birlikte çevrenin niteliği ve çevreye uyumun
nasıl gerçekleşeceği konularında farklı tezleri vardır. Koşul bağımlılık kuramı her
örgütün kendine has yapı ve yönetim uygulamaları olması gerektiğini savunurken YKK
ise birbirleriyle etkileşen örgütlerin yapı ve yönetim açısından benzer olduklarını öne
sürer. Örgütlerin neden bu kadar benzer oldukları YKK’nın temel araştırma sorusudur
(Scott, 1995). Bu soruya verilen yanıt ise YKK’nın temel tezini oluşturmaktadır.
YKK’nın bakış açısına göre toplumsal düzen, insanların tarihsel süreçte
etkileşime girerek oluşturduğu kurumlarla (yasalar, inançlar vb.) sağlanmaktadır. Çift
yönlü bir etkileşimin söz konusu olduğu bu süreçte insanlar bir taraftan kurumları
oluştururken diğer taraftan da davranışları oluşturdukları kurumlarca yönlendirilir.
13
Dolayısıyla koşul bağımlılık kuramının aksine YKK, örgütün dışında nesnel ve teknik
bir çevre nitelemesi yerine örgütlerin hem etkilediği hem de etkilendiği ve sosyal olarak
inşa edilen kurumsal bir çevre tanımı yapar. Örgütler kurumlara uyma eğilimindedir
çünkü kurumlar örgütleri meşru hale getirir. Bir diğer ifade ile toplumsal olarak kabul
görmelerini sağlar. Bir örgütün meşruiyet elde etmesi, hayatını devam ettirebilmek için
gerekli kaynakların farklı toplumsal kesimlerce (örn. meslek kuruluşları veya
tedarikçiler) sağlanmasını daha kolay hale getirir. Sonuç itibarı ile kurumlara tabi olan
örgütler, bu kurumların dayattığı örgüt yapısı ve yönetim uygulamalarını benimseyerek,
kendilerine özgü koşullardan bağımsız bir şekilde yapısal ve yönetsel bakımdan benzer
hale gelir ve eşbiçimli olurlar (Meyer ve Scott, 1983; Powell ve DiMaggio, 1991;
Sargut ve Özen, 2007).
Meyer ve Rowan’ın 1977 tarihli “Institutionalized Organizations: Formal
Structure as Myth and Ceremony” başlıklı çalışması, yeni ve önemli açılımlar sağlaması
sebebiyle YKBK’ın temel tezlerini sınayan çalışmalar arasında öne çıkarak, yeni
kurumsal kuramın (YKK) öncül çalışması olarak kabul edilmektedir. Örgütsel analizde
kurumsal kuram geleneğinin en önemli çalışmalarından biri olarak kabul edilen 1991
tarihli “Örgütsel Analizde Yeni Kurumsalcılık” (The New Institutionalism in
Organizational Analysis) isimli eserde de Meyer ve Rowan’ın (1977) çalışması, kurama
yönelik ilk çalışma olarak kabul edilir. YKK alanındaki bu öncül çalışmaya göre birçok
örgütün biçimsel yapısı, iş çevresinin yanı sıra kurumsal çevredeki mitleri de
yansıtmaktadır (Meyer ve Rowan, 1977, s.341). Bu mitlere uyma gerekliliği, kimi
zaman işin yapılması için temel teşkil eden teknik usullerle çelişebilir.
Sosyal düzenin bir parçası haline gelen kurumsal inançların, örgüt yapısında
karşılık bulması düşüncesini vurgulaması nedeniyle Meyer ve Rowan’ın (1977)
çalışmasının oldukça önemli olduğu değerlendirilmektedir (Tayşir, 2010, s.7). Bu
düşünceye göre örgüt yapıları, örgütlerin faaliyet gösterdiği çevrenin sosyal düzenine
dair izler taşımaktadır ve ancak bu düzene uygun bir yapıyla hayatta kalabilir. Bu açıdan
bakıldığında, görev çevresi veya teknik çevre olarak adlandırılan çevrelerdeki taleplerin,
örgüt yapısının temel belirleyicisi olduğu görüşüne karşı çıkılır. Böylelikle örgütsel
14
analizde genel kabul gören “teknik çevre” faktörüne “kurumsal çevre” boyutu da
eklenmiştir.
Scott ve Meyer (1991, s.123) teknik çevreyi, örgütlerin üretim sistemlerinin
etkin ve verimli olması nedeniyle ödüllendirildiği ve pazar ekonomisinin geçerli olduğu
çevre türü olarak tanımlar. Diğer yandan kurumsal çevre ise örgütlerin meşruiyet
kazanma amacıyla uymakla yükümlü olduğu kural ve gerekliliklerin bulunduğu çevre
türü olarak tanımlanır. Kural ve gerekliliklerden kasıt, devlet, meslek örgütleri veya
yerleşik inanç sistemlerinden türeyen unsurlardır. Örgütler, kaynağı ne olursa olsun, bu
kural ve inançlara uyum sağladığı ölçüde meşruiyet kazanır ve hayatta kalır. Bununla
birlikte Scott ve Meyer (1991, s.123) tarafından da belirtildiği üzere teknik ve kurumsal
çevreler birbirilerine zıt olsalar da iç içe geçmiş durumdadır. Dolayısıyla farklı alanlarda
faaliyet gösteren örgütler, farklı seviyelerde de olsa hem kurumsal hem de teknik
çevrelerinin baskılarına maruz kalırlar.
Şekil 1: Kurumsal ve Teknik Çevreler Nezdinde Örgütlerin Konumları
Kurumsal Çevre
Güçlü
Zayıf
Tek
nik
Çev
re
Güçlü
Kamu Kurumları
Bankalar
Hastaneler
Üretim İşletmeleri
Zayıf
Ruh Sağlığı Klinikleri
Okullar – Hukuk Büroları
Dini Kurumlar
Restoranlar
Spor Kulüpleri
Kaynak: Teknik ve kurumsal çevre kavramlarının farklı örgütler üzerindeki etkisini açıklamak amacıyla
Scott ve Meyer, 1991 s.124’den uyarlayan Tayşir, 2010, s. 9.
Meyer ve Rowan’a (1977, s.347) göre örgütsel yapıları biçimlendiren
kurumsallaşmış mitlerin kaynakları arasında örgütler arası ilişkiler, ulus devlet etkisi ve
güçlü örgütlerin kendi çıkarları için kuramlar inşa etmeleri yer alır. Hayatta kalma
şanslarını arttırmak isteyen örgütler, bu kurumsal baskılar kimi zaman etkinlik ve
15
verimliliğe zarar verse de uyum sağlamak durumundadır. Bu noktada ise “örgütler bu
kurumsal baskılara farklı yanıtlar verebilirler mi?” sorusu bilhassa önemlidir.
Meyer ve Rowan’ın (1977) çalışmasına göre örgütler, kurumsal baskılara
geçici ve kalıcı çözümler olarak iki temel tepki verir. Geçici çözümler arasında
kurumsal baskılara uymayı reddetmek, teknik gerekliliklerden vazgeçmek, teknik ve
kurumsal baskıların çeliştiği noktada şikayet etmek, teknik çevrenin taleplerine uygun
olarak faaliyet gösterip daha sonraki süreçlerde kurumsal baskılara uyacağını beyan
etmek vardır. Kalıcı çözümler arasında ise ayırma (decoupling) ve güven oluşturma gibi
yöntemlerden bahsedilmiştir. Ayırmadan kasıt örgütlerin biçimsel yapılarının teknik
işlerden ayrılması; gerçekte öyle olmadığı halde kurumsal baskılara uyuyormuş gibi
görünmeleridir. Güven oluşturmadan kasıt ise örgütlerin iyi niyetli olduklarına dair
paydaşlarını ikna etmeleridir.
Örgütlerin, kurumsal çevreden gelen baskıların etkisiyle şekillendiği savını
ileri süren bir başka çalışma ise DiMaggio ve Powell’e (1983) aittir. Meyer ve Scott’un
(1977) çalışmasına paralel olarak araştırmacılar, bürokratikleşmenin artık rekabetçi
pazardan ziyade devlet ve meslekler aracılığıyla gerçekleştiğini savunurlar.
Bürokratikleşme Weber’e göre kapitalist firmalar arası ve devletlerarası rekabet ile
kanunlar bağlamında eşitlik talep eden şehir soyluları arasındaki anlaşmanın bir sonucu
olarak ortaya çıkar. Bununla birlikte DiMaggio ve Powell (1983), bürokrasinin bu
belirleyicilerinin değiştiğini ileri sürmüş ve rasyonalizasyonu sağlayan en etkili
aktörlerin devlet ve meslek örgütleri olduğunu ifade etmişlerdir. Bu bilgilere ek olarak,
DiMaggio ve Powell’a (1983) göre “neden bu kadar farklı türde örgüt var?” sorusu
yerine “neden örgütler bu denli benzer yapılar sergilemektedir?” sorusuna cevap
aranmalıdır. Örgüt yapıları arasındaki bu benzerliği açıklamak için ise “eşbiçimlilik”
(isomorphism) kavramını kullanmışlardır. Örgütsel hayatı analiz ederlerken DiMaggio
ve Powell (1983, s.150), geliştirdikleri örgütsel alan kavramını bir analiz birimi olarak
incelerler. Bu kavram, bir araya gelerek kurumsal yaşam alanı oluşturan örgütler için
kullanılmaktadır. Bu örgütsel alanda aynı iş kolunda faaliyet gösteren rakiplere ek
olarak tedarikçiler, tüketiciler, düzenleyici örgütler gibi farklı tipte örgütler de vardır.
Bu nedenle örgütsel alanlarda bir çeşitlilik söz konusu olsa da belirlilik arayışına paralel
16
olarak uygulamalar zaman içinde tüm örgütler tarafından benimsenmekte ve bu şekilde
benzerlikler ortaya çıkmaktadır.
DiMaggio ve Powell’ın (1983, s.150) “eşbiçimlilik” olarak adlandırdıkları bu
durumda belirsizlikleri azaltmak amacıyla oluşturulan kurallar, normlar, politikalar
zaman içinde teknik yararların da ötesinde değer kazanarak kurumsallaşır.
Eşbiçimliliğin iki türü bulunmaktadır: rekabetçi ve kurumsal eşbiçimlilik. Rekabetçi
eşbiçimlilikten kasıt, piyasa baskısıyla ortaya çıkan benzeşmelerdir. Çok beğenilen bir
ürünün diğer üreticiler tarafından taklit edilmesi bu durum için oldukça yerinde bir
örnektir.
Kurumsal eşbiçimlilikte ise rekabet üstünlüğü veya kaynakları elde etme
amacından ziyade politik güç ve meşruiyet kazanmaya çalışma durumu söz konusudur.
Bahsi geçen araştırmacılara göre eşbiçimlilik üç farklı mekanizma ile gerçekleşir:
Politik etkileşim ve meşruiyet arayışı sürecinde ortaya çıkan zorlayıcı
eşbiçimlilik,
Belirsizliği azaltmaya çalışırken ortaya çıkan taklitçi eşbiçimlilik,
Profesyonelleşme sürecinin neticesinde ortaya çıkan normatif
eşbiçimliliktir.
YKK’a ait ilk iki çalışmada ortak fikirler olması dikkat çekmektedir. Her iki
çalışmada da kurumsal baskıdan kasıt, örgütlerin dış çevrelerinde oluşan, devlet ve
meslek örgütleri gibi daha güçlü aktörlerin baskıları ile uyulması zorunlu olan
unsurlardır. YKK’ın bu savları, örgüt teorisi ve sosyolojisi alanında çalışmalar yapan
araştırmacılar için büyük öneme sahiptir (Tayşir, 2010, s.9). Bununla birlikte Zucker
(1977) tarafından aynı dönemde yayımlanan “Kültürel Devamlılıkta Kurumsallaşmanın
Rolü” başlıklı çalışmada ise örgütler ve kurumsal baskılar arasındaki ilişkilere farklı bir
perspektifle bakılmaktadır. Zucker’a (1977, s.728) göre kurumsallaşmış eylemler,
nesnel ve dışsal olmak durumundadır. Meyer ve Rowan ile DiMaggio ve Powell makro
kurumsal çevrenin meşruiyet kazanmak isteyen örgütlerin biçimlerini belirlediğini ileri
sürer. Zucker (1977, s.728) ise kurumsallaşma sürecinin örgütsel alanın içerisinde, hatta
bizzat örgütün içinde bulunan kültürel devamlılığın bir parçası olduğunu savunmaktadır.
17
Yukarıda bahsi geçen çalışmasında Zucker bu argümanlarını görgül olarak
sınamıştır. Kurumsallaşmanın farklı dereceleri olduğunu belirterek, bireylerin örgütün
beklentileri çerçevesinde davranma eğilimi bulunduğunu ve bu eğilimin yüksek oranda
kurumsallaşmaya neden olduğunu vurgular. Zucker’in çalışması (1977), güçlü aktörler
karşısında meşruiyet kazanmaktan ziyade bizzat örgütün içinde gerçekleşen kurumsal
uygulamaların oluşumu ve kurumsallaşma süreci ile diğer iki çalışmadan farklılık
göstermektedir.
Yukarıda verilen bilgiler ışığında YKK bağlamında iki farklı akımın oluştuğu
görülebilir. Zucker öncülüğünde gelişen akıma “kurum olarak örgüt” denirken, Meyer
ve Rowan öncülüğünde gelişen akıma “kurum olarak çevre” denilmiştir (Tayşir, 2010,
s.11). Kurum olarak çevre akımını benimseyen çalışmalar, genel itibarı ile sistem veya
sektör düzeyindeki sosyal gerçekliğin örgüt düzeyinde taklit edilmesini incelerken,
kurum olarak örgüt akımını benimseyen çalışmalar ise kurumların örgüt düzeyindeki
oluşum sürecine odaklanır. Sonuç olarak, örgüt yaklaşımında taklit/kopyalama
kurumsallaşma sürecinin sonucu iken, çevre yaklaşımında taklit/kopyalama
kurumsallaşmanın nedeni olarak kabul edilir (Zucker, 1987, s.444).
Tablo 3. Kurum Olarak Çevre ve Kurum Olarak Örgüt Yaklaşımlarının
Farklı Bakış Açıları
Kuramsal Yaklaşım Kurum Olarak Çevre Kurum Olarak Örgüt
Tema Yeniden üretme,
kopyalama Yaratma
Kaynak Devlet Küçük gruplar veya
diğer örgütler
Odaklandığı Alan Devletle ilişkili örgüt
dışı alanlar İçsel süreçler ve benzer
brgütler
Çıktılar
1.Teknik
gerekliliklerden ayrılma 1. Durağanlık
2.Verimsizlik 2.Alternatiflere bağlı
olarak verimlilik
Kaynak: Zucker, 1987, s.445.
18
Diğer yandan, kurum olarak çevre akımının altında yer alan her iki çalışmada
da ileri sürülen savlar görgül olarak sınanmamış, sonraki dönemde farklı araştırmacılar
tarafından bu savları sınamaya yönelik birçok görgül çalışma ortaya konmuştur (Scott,
2001, s.91). Genel olarak, makro kurumsal çevrede bulunan kurumlar bağımsız
değişkenler olarak kabul edilerek, bağımlı değişken bağlamında incelenen örgüt
yapılarına olan etkileri sınanmıştır. Örneğin, Rowan’ın (1982) çalışmasında, örgütsel ve
çevresel eşbiçimlilik tarihi gelişim içerisinde incelenerek, yapıların makro kurumsal
çevredeki aktörlerin etkisi ile biçimlendikleri ortaya konmuştur. Bu çalışmaya göre
düzenleyici örgütler, güçlü aktörler ve teknik gereksinimler gibi nedenlerle ortaya çıkan
yeni yapı zamanla diğer örgütlere de yayılmakta ve bu yayılımda durağanlık meydana
geldiği zaman ise kurumsallaşma en üst seviyeye çıkmaktadır. Bu süreçte meşruiyet
arayışında olan yeni örgütler, baskın yapıyı benimserler.
Baron vd. (1986, s.364) tarafından yapılan benzer argümanlara sahip bir başka
çalışmada ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında genel kabul gören Amerikan firmalarının
personel yönetimi uygulamaları incelenmiştir. Hem küçük hem de büyük ölçekli
firmaların benimsediği personel yönetimi uygulamalarının, düşünülenin aksine işgücü
devir oranı ve örgüt boyutu gibi teknik sebeplerden ziyade savaş sonrası devletin, ulus
devlet yapısını benimsemesi ve sendikaların etkisi ile açıklanmıştır.
1980’li yıllarda kurum olarak çevre yaklaşımının savlarının test edildiği bu
çalışmalar, makro kurumsal çevrede bulunan aktörlerin de birer örgüt olduğunun
unutularak, bu aktörler tarafından şekillendirilen kurumların tarihsel süreçteki
oluşumlarını göz ardı ettikleri gerekçesiyle eleştirilmektedir (Zucker, 1983, s.12).
Bununla birlikte YKK bağlamında yapılan çalışmalar, sadece kuramı test ederek
geliştirme çabalarıyla sınırlı değildir. Hem YKK bağlamında çalışan hem de alan dışı
araştırmacılar, kurama yönelik ciddi eleştirilerde bulunmuşlardır (Tayşir, 2010, s.14).
Bu eleştirilere bir sonraki başlıkta yer verilecektir.
19
1.1.4. Yeni Kurumsal Kuramın Temel Argümanlarına Yönelik
Eleştiriler
YKK’nın öne çıkan kuramsal ve görgül çalışmalarını incelediği araştırmasında
Donaldson (1995, ss.79-128) özellikle görgül çalışmaların yetersiz olduğunu
vurgulamaktadır. Örgüt yapısına biçim veren inanç, sembol, politika vb. unsurların
ölçülmesinin mümkün olmadığı savından hareketle 1987’de Scott tarafından yayınlanan
“Yeni Kurumsal Kuram’ın Yeniyetmeliği” isimli makaleye de atıfta bulunarak, kuramın
yetişkinliğe erişmesinin mümkün olmadığı görüşüyle eleştiride bulunmuştur. Kurama
yönelik yapılan eleştirilere aşağıda yer verilmiştir:
YKK, kurumların değişimini açıklamada yetersizdir (DiMaggio ve
Powell, 1991, s.1).
Kurumların oluşum, yayılım ve değişimlerinin ardında yatan çıkar ve
güç ilişkileri yeterince incelenmemiştir. Ayrıca kurumsal baskılara
kolaylıkla uyum sağlayan fazla sosyalleşmiş bireylerin kabulü sorun
teşkil etmektedir (Zucker, 1988, s.27; Perrow, 1986, s.266).
Eski Kurumsal Kuram’ın, YKK destekçileri tarafından dikkate
alınmaması da bir sorundur. Ayrıca devlet ve meslek örgütleri dışında
kalan aktörlerin kurumları yaratma ve yaşatma çabaları yeterince
irdelenmediği için eksiklikler vardır (DiMaggio ve Powell, 1991, s.27).
Takip eden yıllarda bu eksikliklerin giderilmesine yönelik yapılan çalışmalar
arasında “Örgütsel Analizde Yeni Kurumsalcılık” (1991), “Kurumsal Örüntüler ve
Örgütler” (1988) ile Academy of Management Dergisi’nin “Kurumsal Kuram ve
Kurumsal Değişim Özel Sayısı” (2002) önemli çalışmalar olarak bilhassa öne
çıkmaktadır.
2. Yeni Kurumsal Kuram ve Kurumsal Değişim Olgusu
Kurumlar, bilişsel, normatif ve düzenleyici yapıları ve faaliyetleri aracılığı ile
sosyal davranışa anlam yükleyen ve bu davranışı düzenleyen unsurlardır. Aynı zamanda
özellikle kültürel-bilişsel süreçler, kurumların altyapısını normlara ve kurallara dayalı
olarak oluşturmaktadır (Scott, 1995; Greenwood vd., 2008). YKK kuramının değişimi
20
açıklamakta yetersiz kaldığı (DiMaggio, 1988), örgütlerin ve kurumların nasıl ve neden
değiştiğini açıklamakta zorlandığı (Greenwood ve Hinings, 1996; DiMaggio ve Powell,
1991) belirtilse de, YKK kapsamında özellikle son dönemlerde örgütsel farklılıkları da
anlamak amacıyla kurumsal değişim kavramına büyük önem verilmektedir. Kurumsal
değişimin örgütsel alan içindeki aktörlerin etkileşimi ile (DiMaggio, 1991; Leblebici,
Salancik, Copay ve King, 1991) ya da örgütsel alan dışından gelen etkilerle
gerçekleşebileceği belirtilmektedir (Campbell, 2004; Clemens ve Cook, 1999).
Bu bağlamda alanda farklı çalışmalar, değişim ile ilgili dinamikleri örgütsel
alan, kurumsal girişimciler, içsel ve dışsal değişim nedenleri veya yapı-aktör çelişkisi
temelinde ele almaya çalışmıştır. Bu kadar farklı kapsamda ele alınan kurumsal
değişim, Suddaby ve Greenwood (2009: 176- 177) tarafından “kurumsallaşmış belirli
düzenlemelerin bir başkası ile yer değiştirmesi veya var olan düzenlemelerin varlıksal
olarak (düzenlemelerin kendisinin değişmesi) veya sembolik olarak (düzenlemelerin
değişimine atfedilen anlamların değişmesi) önemli düzeyde değiştirilmesi” olarak
tanımlanmaktadır. Kurumsal değişimin kurumun hangi boyutunda (kültürel-bilişsel,
normatif ve düzenleyici) meydana geldiği, evrimsel mi yoksa devrimsel mi olduğu ve
ne tür bir mekanizma (yayılım, tercüme ya da brikolaj) sonucunda ortaya çıktığı da
kuramda öne çıkan sorular olarak kabul edilmektedir (Campbell, 2004). Buna göre yeni
kurumsal uygulamaların aktörler tarafından çok az bir değişiklikle kabul edilmesi
“yayılım” olarak ifade edilirken, yeni fikirlerin var olan kurumsal uygulamalar ile
birleşmesi ve hem yeni hem de eski kurumsal uygulamalardan özellikler taşıması
“tercüme” olarak tanımlanmıştır (Czarniawska ve Sevon, 1996, s.55). “Brikolaj” ise
aynı örgütsel alanda iki eski ve farklı uygulamanın birbirinden bağımsız olarak var
olması anlamına gelmektedir (Cleaver, 2002).
Literatürde önemli ölçüde dikkat çeken “kurumsal mantık” konusu ise örgütsel
alanlarda gözlemlenen değişim ve aykırı uygulamaları toplumsal seviyedeki “kültürel
çelişiklikler ve karmaşıklıklar”la (Friedland ve Alford, 1991; Scott ve Meyer, 1991)
ilişkilendirerek açıklamaktadır. Aşağıda yer verilen Tablo 4, toplumsal açıdan merkezi
kurumlar ile bunlara ilişkin mantıkların kimlik ve meşruiyet kaynaklarına yönelik
özelliklerini özetlemektedir.
21
Tablo 4. Toplumsal Düzeyde Merkezi Kurumlar
Merkezi
Kurumlar
Piyasa Devlet Aile Din Demokrasi Şirketler Meslekler Cemaat
Kurumsal
Mantıklar
Birikim Normatif
Rasyonal
izm
Toplum Hakikat
(Dünyevi
veya
uhrevi)
Katılım Bilimsel
Rasyonal
izm
Teknokrasi Cemaat
Kimliğine
Sadakat
İnsan
aktivitesi
nin
metalaştı
rılması
İnsan
aktivitesi
nin
normatif
rasyonel
ilkelerle
düzenle
mmesi
İnsan
aktivitesi
nin
topluma
olan
koşulsuz
sadakat
ile
motive
edilmesi
İnsan
aktivitesi
nin
gerçekleş
tiği
sembolik
dünyanın
inşası
İnsan
aktivitesi
üzerindeki
kontrolün
tabanının
genişletilmes
i
İnsan
aktivitesi
nin
bilimsel
rasyonel
ilkelerle
düzenlen
mesi
İnsan
aktivitesini
n mesleki
teknik
gereklilikle
ri ön
planda
tutularak
düzenlenm
esi
İnsan
aktivitesinin
cemaat
aidiyetine
göre
düzenlenmes
i
Kimlik
Kaynakla
rı
Tüketim Vatandaş
lık
Aile İnanç ve
İtikat
Halk Şirket Meslek Cemaat
Meşruiyet
Kaynakla
rı
Marka ve
fiyat
Düzenle
meler
(hukuk
vb.)
Sadakat Ritüeller Katılım Şirketin
konumu
Mesleki
uzmanlık
Birliktelik
Kaynak: Friedland ve Alford (1991), Thornton (2004) ve Thornton vd. (2012) çalışmaları temel alınarak
oluşturulmuştur.
Kurumsal değişim çalışmalarında yöntem konusuna değinen Suddaby ve
Greenwood (2009: 178) kurumsal değişim sürecini anlayabilmek için çok değişkenli,
yorumsamacı, tarihsel ve diyalektik yöntemlerden bahsetmekte ve geçmişte yapılan
çalışmaların ağırlıklı olarak çok değişkenli ve bağlamdan bağımsız gerçekleştirildiğini
öne sürmektedir (detaylı karşılaştırma için bknz. Suddaby ve Greenwood, 2009).
Yazarlara göre kurumsal değişim önceki çalışmalarda ağırlıklı şekilde ele alınan
kurumsal kontrolü sağlayan yapılardan öte daha çok paylaşılan anlamlar, değerler,
normlar ve anlayışlar üzerine kuruludur ve bu nedenle de bu öğelerde meydana gelen
değişim incelenmelidir.
22
Bu perspektiften hareketle bu çalışmada da tarihsel bir bakış açısı ile özellikle
değişen değerler ve anlayışlar üzerinden değişim süreci izlenmeye çalışılmıştır. Bu
bakış açısına göre değişim çoklu politik ve ekonomik baskıların kesiştiği temelde
incelenmelidir ve günümüzde ortaya çıkan birçok kurum bu değişimlerin sonucunda
oluşmuştur (Suddaby ve Greenwood, 2009).
2.1. Kurumsal Girişimcilik
Kurumlar insanlar tarafından üretilen ve objektif olarak yapılandırılan sosyal
unsurlardır (Berger ve Luckman, 1967, s.60). Örgütsel alandaki çeşitlilik sadece
örgütlerin kurumsal baskılara karşı farklı tepkiler vermelerinden kaynaklanmamaktadır.
Belirli bir örgütsel alanda mevcut olan kurumlar birbirleriyle çelişebilir (Scott, 1991).
Bu nedenle aynı alandaki örgütler farklı kurumlara uymayı tercih edebilirler. Bu
çeşitliliğin temelinde ise genellikle çatışan kurumsal mantıklar yer alır. Friedland ve
Alford (1991) yaptıkları çalışmalarında modern toplumlarda insanların düşüncelerini ve
davranışlarını biçimlendiren, birbirini tamamlayan ancak aynı zamanda birbiriyle
çelişen kurumsal mantıklar olduğunu ifade ederler. Kurumsal mantıktan kasıt, sosyal
olarak inşa edilen ve tarihsel olarak kalıplaşan uygulama, varsayım, inanç, değer ve
kurallardır (Thornton ve Ocasio, 1999: 804). Aile, demokrasi ve din toplumca kabul
görmüş en temel kurumsal mantık örnekleridir.
Toplumsal düzeydeki kurumsal mantıklar örgütsel alandaki çeşitliliğin yanı
sıra çatışmaların da kaynağını oluşturur. Örneğin 2003 yılında gerçekleştirdiği
çalışmasında Üsdiken, Türkiye’de üniversitelerin işletme bölümlerindeki müfredat ve
eğitim yöntemlerinin bölümün kurulduğu zaman örnek olarak aldığı kurumsal
mantıklara paralel bir şekilde çeşitlendiğini belirtir. Diğer yandan kurumların hangi
nedenlerle, kimler tarafından ve nasıl değiştirildiği soruları da oldukça önemlidir.
Kurumsal değişimin nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı (kendiliğinden, dışsal
veya içsel kökenli) pek çok araştırmaya konu olmuştur. Kurumsal değişim, örgütsel
alanın içindeki veya dışındaki faktörlerden kaynaklanabilir. Dışsal faktörlerden kasıt,
örgütsel alanın içinde bulunduğu ekonomik, politik ve sosyal çevrede meydana gelen
değişimler ve krizlerdir. Makro değişimler, mevcut kurumların işlevini ortadan
23
kaldırabilir, gerekli kaynakları sınırlandırabilir, kurumların dayandığı değerleri ya da
başarı kriterlerini değiştirebilir (Oliver, 1992).
İçsel faktörlerin etkisi ise Leblebici vd.nin (1991) ABD’de radyo yayıncılığı
sektöründe gerçekleştirdikleri çalışmada gayet güzel bir şekilde açıklanmıştır. Bu
araştırma göre sektörde kurumsal değişime yol açan en önemli unsur küçük firmaların
baskın kurumsallaşmış uygulamalar için gerekli kaynaklara ulaşma zorluğudur.
Kaynaklara ulaşılamaması durumunda sürekli yenilikçi olunması gerekmektedir.
Yapılan yenilikler benimsenerek kurumsallaştığında ise küçük firmalar yine kaynaklara
ulaşmada sorun yaşarlar. Dolayısıyla örgütsel alan kendi dinamiklerine paralel bir
biçimde sürekli değişir.
Seo ve Creed’e (2002) göre ise örgütlerde değişim, kurumsal çelişkiler ve
eylemler arasındaki etkileşimden kaynaklanır. Yaptıkları araştırmaya göre dört
kurumsal çelişki değişime neden olmaktadır:
1. “Meşruiyeti kabul görmüş unsurların verimli olacağı ön kabulüne karşın
verimsizlik yaratma çelişkisi,
2. Aynı unsurların çevreye uyumu kolaylaştıracağına yönelik kabulüne rağmen
bu unsurların uyumsuzluğa da neden olabilmeleri,
3. Kurum içi uyumun kurumlar arasında uyumsuzluğa yol açabilmesi,
4. Eşbiçimliliğin, farklı çıkarların çatışmasına yol açabilmesidir” (2002).
Yukarıda yer verilen çelişkilerin değişime neden olabilmeleri için sosyal
kalıpların eleştirilmesi, alternatif kalıpların aranması, dönüşümsel olarak değişimin
kabulü ve kaynakların seferber edilmesi gerekmektedir (Saylam ve Leblebici, 2017,
s.96). İçsel çelişki veya dışsal değişimlerin tek başına örgütsel alanlardaki değişime
neden olduğunu söylemek mümkün değildir. Değişimin gerçekleşebilmesi için
aktörlerin mevcut kurumlara yönelik tatminsizliğinin olması ve bu tatminsizliği
gidermek istemesinin yanı sıra değişimi gerçekleştirebilmek için yeterli kaynaklara ve
güce sahip olması ve kolektif olarak eyleme geçmeleri gerekmektedir (Greenwood ve
Hinings, 1996; Seo ve Creed, 2002).
24
YKK yazınında son dönemlerde sıklıkla tartışma konusu yapılan “eyleyenlik”
kavramına göre, kurumsal işlerin başarımında bazı aktörlerin sahip oldukları kaynak ve
yetkinlikler ölçüsünde “eyleyen” haline geldikleri, mevcut ve olası kurumsal
düzenlemelere zıt veya bu düzenlemeleri destekleyen bilinçli mücadeleler verdikleri
belirtilmektedir. Sosyal inşacılığa paralel olarak gelişen YKK’da “bizim normlarımız ve
kolektif inanç sistemlerimiz kurumsal olarak belirleniyor ise insan eyleyenliği kurumsal
değişimde nasıl bir etken olarak ele alınabilir?” sorusuna yanıt aranmaktadır (Battilana
vd., 2009: 67). Battilana vd. (209: 72), mevcut kurumlar tarafından belirlenen eylem ve
inançlara sahip örgütlerin ve bireylerin bu kurumları nasıl zedeleyerek yeni kurumsal
düzenlemeler oluşturacağının paradoksal bir konu olduğunu ifade etmişlerdir.
Lounsbury (2003) tarafından da belirtildiği üzere eleştirel teorisyenler, düzensiz
dünyada eyleyen ve eyleme kapasitesini öne çıkarmayı amaçlarken kurumsalcılar
alternatif olarak aktörleri dayanıklı sosyal yapıların içine tarihsel olarak gömülü olarak
teorize eder. Bu noktada kurumsal iş konusuyla ilgili araştırmalar hem teorik hem de
düşünsel açıdan kurumsal ve eleştirel yaklaşımlar arasındaki bağları önemli ölçüde
güçlendirme potansiyeline sahiptir. Kavramsal bir açıdan bakıldığında yapı ve eyleyen
ilişkisi nedeniyle eleştirel ve kurumsalcı perspektifi bir araya getirme sorunsalı,
“düzensizlik” ve gizli seslere” (Cooper vd., 2008) vurgu ile birlikte çözümlenmeye
çalışılmıştır (Lawrence vd. 2011).
Literatürde yeni kurumların doğması, devamlılığının sağlanması ya da mevcut
kurumların ortadan kaldırılmasını sağlayan aktörler “kurumsal girişimci” olarak
isimlendirilmiştir (DiMaggio, 1988). İlk defa 1988 yılında DiMaggio (1988: 3)
tarafından kurumsal analiz yapılırken kullanılan kurumsal girişimcilik, esasen kurumsal
kuramda çıkar ve eyleyenliğinin rolünün bulanık olduğunu vurgulamak ve kurumsal
değişimin politik bir süreçte gerçekleştiğine işaret etmek amacıyla kullanılmıştır (Özen,
2010: 277). Meyer ve Rowan (1983: 30) bireysel ve kolektif aktörlerin kendi çıkarları
doğrultusunda kural ve ilkeleri kullanma eğilimlerinden bahsederken, DiMaggio ve
Powell (1983: 126) kurumsal gelişimin gerçekleşmesinde örgütsel alana kritik
müdahalelerde bulunan güçlü aktörlerin (elites) önemini vurgulamışlardır. Beckert
(1999: 781), bu görüşe paralel olarak kurumsal girişimci kavramının kurumsal kurama
net bir biçimde stratejik eyleyen unusurunu dahil ettiğini ve bu gelişmenin oldukça
25
umut verici olduğunu ifade eder. Meyer ve Scott da (1983: 201) özellikle devletle
ilişkisi bulunan aktörlerin çıkarlarını gerçekleştirme potansiyelleri üzerinde
durmuşlardır.
Kurumsal girişimcilik, kurumların değişmesi ve oluşumunun açıklanmasında
kullanılan içsel bir yöntemdir. Kurumsalcı yaklaşım örgüt kuramı çalışmalarına sembol,
din, mit, ayrılma, sosyal ve bilişsel süreçler, örgütsel alan etkisi, aktör ve grupların
kendi çevrelerini şekillendirmeleri, çevrenin aktör ve grup davranışlarını şekillendirmesi
gibi birçok anlam kazandırarak katkı sağlamıştır. Kurumsal girişimcilik ise bu anlamları
göz önünde bulundurarak aktör eylemleri ve kurumlar arasındaki ilişkileri vurgular
(Lawrence vd., 2009, s.2). Kurumların yaratımında aktörün öneminin öne çıkması ile
birlikte (Leca vd., 2008) kurumsal girişimci sadece YKK ile ilgili strateji ve gücün
yeniden açıklanmasından ziyade aktörün kurumlar üzerindeki etkisini de
göstermektedir. Bu noktada kurumsal girişimciler var olan kurumları bilinçli ve amaçlı
olarak değiştiren veya yeni kurumlar yaratan temsilcilerdir. Kurumsal girişimci daha
önce oluşmuş alanlara kıyasla bilhassa yeni oluşan alanlarda daha aktif bir rol oynar ve
kurumsal düzendeki belirsizlikler, kurumsal girişimcilerin daha baskın ve stratejik
davranmalarına yol açarak, örgütsel alandaki kişiler için daha fazla fırsat yaratılmasını
sağlar (Perkmann ve Spicer, 2008, s.816).
Kurumsal girişimci örgütsel alandaki herhangi bir aktör ya da aktör grubu
olabilir. YKK’da devlet ve meslek kuruluşlarının mevcut yasaları ve yönetmelikleri
değiştirerek veya destekleyerek kurumları değiştirebilen kurumsal girişimci örneklerinin
incelendiği birçok çalışma vardır. Örneğin Greenwood vd.nin (2002) çalışmasında mali
müşavirlik alanında Kanada’da faaliyet gösteren büyük ve seçkin firmaların, meslek
kuruluşlarını da kullanarak mali müşavirlik kimliğini nasıl “yönetim danışmanlığına”
dönüştürebildikleri incelenmiştir. Bununla birlikte değişim her zaman en başarılı
firmalar tarafından gerçekleştirilmemektedir. Daha önce bahsi geçen Leblebici vd.
(1991) tarafından yapılan bir çalışmada ABD’de radyo yayıncılığı sektöründe faaliyet
gösteren ve örgütsel alanın merkezinde yer almayan küçük ama yenilikçi firmaların yeni
programlar üreterek alandaki örgütsel değişimi nasıl tetikledikleri ortaya konmuştur.
26
Kurumsal girişimciler yeni kurumları yaratırken politik destek sağlar, örgütsel
alandaki kimlikleri, statüyü, kuralları ve normları yeniden tanımlayarak yeni kurumları
meşru hale getirmek için mevcut normlarla ilişkilendirirler. Örneğin Kalite Derneği
(Kalder) üyeleri toplam kalite yönetimini meşru hale getirmek ve yaymak amacıyla
kültürümüzdeki mevcut normlarla ilişkilendirmişlerdir (Özen, 2002). Diğer yandan
kurumsal girişimciler mevcut kurumları devam ettirmek için örgütlerin bu kurumlara
uymalarını sağlayacak sosyal mekanizmaları destekler, onarır veya yeniden düzenlerler
(Lawrence ve Suddaby, 2006: 230 - 235). Mevcut kurumları ortadan kaldırmak için ise
bu kurumlara uyumu destekleyen mekanizmaları zayıflatmaya ve ortadan kadırmaya
çalışırlar. Bu süreçte devletle işbirliği yaparak mevcut kurumu destekleyen yaptırım ve
teşvikleri ortadan kaldırarak kurum ve destekleyen normlar arasındaki bağı
zayıflatabilirler veya söz konusu normları zayıflatarak yenilik yaratma ve farklı olmanın
riskini azaltırlar. Örneğin Leblecibi vd.nin (1991) çalışmasında küçük radyo
istasyonlarının program aralarında spot reklam almayı başlatarak daha önce yaygın olan
programa sponsor olma geleneğini zayıflattıkları görülmektedir.
Seo ve Creed (2002, s.224) “aktörler, kurumlar tarafından şekillendirildiğine
göre kurumsal baskılara rağmen nasıl kurumsal girişimci olabilirler?” sorusuna
“değişim ve oluşuma izin veren durumların yaratılması gerekmektedir” şeklinde yanıt
verirler (Saylam ve Leblebici, 2017, s.96). Greenwood ve arkadaşlarına göre (2008, s.
28) büyük çaplı ve ani değişimler, sosyal olarak yapılandırılan alanların etkilenmesine
neden olarak kurumsal girişimcilerin yeni fikirler üretmelerini sağlar.
Leca ve Naccache’a göre ise (2006, s.628) kurumsal girişimciler, kanıksanan
düzenlemelerin dışına çıkarak yeni kurumların oluşumuna ve değişimine katkıda
bulunabilirler. Ancak bu durumun gerçekleşmesi için mevcut kurumsal düzenlemelerle
ilgili krizlerin yaşanması gerekir. Barley ve Tolbert (1997, s.102), aktörlerin kasıtlı
olarak kurumsal değişime yol açabileceklerini ancak bunun için örgütsel alanın
kaynaklarının toplanmaya uygun olması ve mevcut kalıpların rasyonel bir şekilde
sorgulanması gerektiğini ifade ederler. Diğer yandan kurumsal işlerin başarımında
eyleyenler tarafından özellikle politik, kültürel ve teknik görevlerin yürütülmesi ve bu
kapsamda yürütülecek görevlerde eyleyenlerin sosyal, politik, kültürel ve analitik
27
becerilere sahip olmaları da ayrı gereklilikler olarak kabul edilmektedir (Fligstein, 1997;
Perkmann ve Spicer, 2008). Bu görüşe paralel bir biçimde Maguire vd. (2004: 657)
kurumsal girişimciliği “kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederek kaynakları yeni
kurumlar ortaya koymak veya var olan kurumları dönüştürmek amacıyla harekete geçen
aktörlerin faaliyetleri” olarak tanımlarlar. Bu doğrultuda kurumsal girişimciler
kanıksanmış davranış kalıplarından sıyrılabilen; kurumları şekillendirme ve geliştirme
stratejileri için çabalayan aktörler olarak kabul edilmiş ve örgütler, bireyler, meslekler
ve sosyal hareketler gibi birçok farklı şekilde ortaya çıkabileceği ifade edilmiştir (Hardy
ve Maguire, 2008: 200).
2.2. Kurumsal İş Kavramı ve Aktör İlişkisi
Daha önceki bölümlerde de bahsedildiği üzere öncü çalışmalarında Meyer ve
Rowan (1977), örgütlerin ekonomik performans için teknik standartları yakalamaya
çalışırken aynı zamanda kurumsal çevrelerinden gelen yoğun sosyal baskılara da maruz
kaldıklarını ileri sürmüştür. Maruz kalınan baskılar nedeniyle ortaya çıkan istikrar ve
örgütlerin eşbiçimliliği konusu makro bir bakış açısıyla birçok kez çalışılmıştır
(DiMaggio ve Powell, 1983). Bu noktada YKK’nın makro örgüt kuramları açısından en
önemli katkısının istikrarı açıklaması olduğu söylenebilir.
Bununla birlikte sonraki dönem çalışmalarında ise örgüt ve bireylerin sadece
kurumlara uyum sağlayan pasif aktörler olarak kabul edildiği (Battilana ve D’Aunno,
2009, s.36) ve bu haliyle bireyin rolünün tamamen göz ardı edildiğine dair eleştiriler
ortaya atılmıştır (Hallet ve Ventresca, 2006; Aldrich, 2010). DiMaggio (1988, s.12) da
bu eksikliğin farkına vararak kuramı eleştirmiş ve kuramın, sadece kurumsallaşmış
örgüt biçimleriyle uygulamaların yeniden üretimi ve yayılmasından ibaret kaldığını
vurgulamıştır. DiMaggio çalışmasında (1988, ss.12-14) “çıkar ve eyleyenlik”
olgularının, kuramda daha merkezi bir konumda yerleştirilmesi gerektiğini; yeni
kurumların yaratımı sürecinde çıkarlarını elde etmeye yönelik fırsatları kollayan ve
yeterli kaynağa sahip donanımlı aktörlerin “kurumsal girişimci”3 olarak farklılaşacağına
dair görüş bildirmiştir.
3 Battilana vd. (2009: 37) DiMaggio’nun bu kavramı Eisenstadt’tan ödünç aldığını ileri sürer.
28
Örgütsel analizde “kurumsal mantık” konusuna ek olarak “kurumsal iş”
(institutional work) kavramı da büyük dikkat çekmiştir (Lawrence vd., 2013; Weik,
2011). İlk olarak Lawrence ve Suddaby (2006: 215) tarafından “bireylerin ve örgütlerin
kurumları yaratmak, sürdürmek ve sona erdirmek amacıyla yöneldikleri amaçlı
eylemler” olarak ifade edilen kurumsal iş kavramının kurumsal analizde yeni bir olguyu
ortaya koymaktan ziyade kurumsal girişimcilik (institutional entrepreneurship)
(Einstadt, 1980; DiMaggio, 1988) ve kurumların çözülmesi (deinstitutionalization)
(Oliver, 1991; 1992) kavramlarına yönelik yazını şemsiye bir kavram altında inceleyen
bir çaba olarak ortaya çıktığı belirtilmektedir (Lawrence ve Suddaby, 2006). Lawrence
ve Suddaby 2006’da yaptıkları çalışmalarında kurumsal analiz araştırmacılarının yapı-
eyleyen kıskacındaki aktörleri ya “hiçbir şeyin farkında olmayan kültürel ahmaklar
(cultural dopes)” (Garfinkel, 1967; Hirsch ve Lounsbury, 1997) ya da “tek başına
kurumları değiştirme gücüne sahip olağanüstü kahramanlar” (Zucker, 1988) olarak
görme eğiliminde olduklarını öne sürerler. Bu eğilime sahip kurumsal analiz
araştırmacılarını sosyolojide pratik eylemler yazınının (sociology of practice)
(Bourdieu, 1977; 1990; de Certeau, 1984; Giddens, 1984) ortaya koyduğu yeni bir
perspektife davet etmişlerdir. Nitekim pratik eylemler yazını süreçlerden ziyade
süreçlerin içeriklerine odaklanır (Brown ve Duguid, 2000). “Gündelik yaşamın
unsurlarının aktörlerden talep ettikleri karşısında onların verebildikleri karşılıkları” (de
Certeau, 1984) irdeyelerek Berger ve Luckmann (1967) tarafından “gündelik hayatın
gerçekliği” olarak adlandırılan ve aktörler tarafından inşa edilen bilgi birikimine paralel
bir inceleme olgusu üzerinde geliştiği bilinmektedir (Dobbin, 2010).
Heugens ve Lander (2009, s.61) da kurumsal kuram araştırmacılarını iki gruba
ayırmıştır:
Örgüt popülasyonlarının meşruiyet arayışı neticesinde kurumsal çevredeki
şablonlara uyum sağlayarak zamana eşbiçimliliğin sağlanacağını savunan
geleneksel yapısalcılar,
29
Örgütlerin, kurumsal baskılara cevap verirken birbirlerinden farklı
değerlendirmelerde bulundukları ve kurumsallaşma sürecindeki sapmaların
kurumsal girişimciliği teşvik edebileceğini savunan eyleyenciler.
Sonuç itibarı ile güncel çalışmalarda da görülebileceği üzere YKK’nın
eyleyenlik, bireysel çıkar ve kurumsal girişimci kapsamında özellikle bireysel aktörlere
daha fazla yer verdiği söylenebilir (Koç ve Vurgun, 2012, s.408). Kurumsal eyleyen ve
aktörlere yer verilmesiyle birlikte “gömülü eyleyenlik” (Garud vd., 2002) ve Aldrich’in
(2010, s.329) ifadesi ile “gömülü otonomluk” gibi yeni konu başlıkları ortaya çıkmıştır.
Literatürde bu konu başlıklarıyla ilgili giderek artan sayıda araştırma yapılması mikro
düzey ve süreçlerde aktör olarak yer alan bireylerin daha fazla ilgi çektiğini
göstermektedir.
Diğer yandan Suddaby ve Viale (2011), bu denli öne çıkan “eyleyenlik”
olgusunun kurumsal kuramın temel savlarıyla tutarlı olmadığını ve eyleyenliğin hali
hazırda açıklayıcı bir değişken olarak kullanıldığını belirterek, sorgulanmaksızın
uygulanan kuramsal düzenlemelerin aktörleri kontrol altında tutması düşüncesinden
sapan değerlendirmeler konusuna dikkati çekmiştir. Bu uyarıdan hareketle Lawrence
vd. (2011, s.1) kurumsal iş tasarımını, kurumsal girişimci, kurumsal değişim ve
inovasyon ile kurumsal çözülmeye yönelik uygulamaları ilişkilendirip genişleterek
kurumların yaratılması, sürdürülmesi ve sona erdirilmesini sağlayan fiili eylemler
üzerinden açıklamaya çalışır. Bu görüşe ek olarak Suddaby (2010, s.17), kurumsal işin
fiili olarak bireyler tarafından yürütüldüğünü ve kurumsal kuram araştırmalarında
bireyin göz ardı edilmesinin kendisini de şaşırttığını dile getirmektedir. Bu açıdan
bakıldığında ilk olarak DiMaggio’nun (1988) kurumların yaratılması sürecinde
kurumsal girişimciler olarak dikkati çektiği aktif eyleyenler olarak bireylerin, özellikle
kurumsal işlerin gerçekleştirilmesinde merkezi bir konuma sahip hale geldikleri
savunulmaktadır.
Genel olarak bakıldığında YKK’nın temel savlarıyla çelişiyor izlenimi veren
bu tür görüşlerin, DiMaggio’nun (1998) kurumsal girişimcilik kavramından yola çıkan
Lawrence ve Suddaby (2006) tarafından birey ve örgütlere daha aktif bir rol verilerek
tasarlandığı ve kurumsal düzenlemelerin yaratılması, sürdürülmesi ve bozulmasına
30
dönük kasıtlı (niyet içeren) eylem ve faaliyetleri kapsadığı öne sürülmektedir. Kurumsal
girişimcilik ve kurumsal iş yazını, eyleyenlik kavramını çoğunlukla elinde yeterli
kaynağa ve bu kaynakları seferber etmek için yeterli motivasyon ve beceriye sahip
aktörler üzerinden okumaya eğilimlidir ancak eyleyen kapasiteleri, kurumları
dönüştürme veya dönüştürme gücü bulunan aktörlerle sınırlandırılmaktadır. Kurumsal
kuramın açıklayıcılığı sadece kurumların oluşumu, değişimi veya yok oluşlarıyla ilgili
değil, aynı zamanda sürdürülmeleriyle de ilgilidir. Bununla birlikte amaçlı eylemlerin
sonuçlarına yönelen çalışmalar büyük ölçüde oluşum, değişim ve yok oluş temaları
üzerinde yoğunlaşırken kurumları sürdürme olgusu göz ardı edilmiştir.
Literatürde oluşum, değişim ve yok oluş temaları “ani” ve “gözle görülür
ölçüde büyük” hamleler üzerinden okunmaya çalışıldığı için “istikrarlı süreçler”
genellikle inceleme dışında kalmaktadır. İstikrarlı süreçler mutlaka amaçlı eylemleri
gerektirmeyebilir; bireysel veya kolektif aktörler, doğrudan kurumlara yönelik amaçlara
sahip olmasalar da kurumların dönüşümüne, değişimine ya da sürdürülmesine katkı
sağlayabilecek eylemlerde bulunabilir. Bu türden eylemler Lawrence ve Suddaby’ın
(2006) çizdiği çerçeveye göre “kurumsal iş” olarak tanımlanmasa da uzun vadede
beklenmedik sonuçlara, istikrara, değişim ve dönüşümlere neden olabilir. Ayrıca amaçlı
eylemlerin beklenmedik sonuçları konusunda kurumsal boşluklara sahip olan kuramın,
amaçsız görünen küçük boyuttaki eylemlerin etki ve sonuçları bağlamında da boşlukları
bulunmaktadır. Bu nedenle gelecek çalışmaların, özellikle kurumları sürdürme
açısından eksik kabul edilen alanlarda yoğunlaşmaları, örnek olay analizleri üzerinden
çeşitli türlerde kurumsal işlerin gerçekleştirilmesine dönük koşulların belirlenmesi,
tasnif edilmesi ve ilgili eyleyenlerin de bu kapsamda yetkinlikleri açısından irdelenmesi
tavsiye edilmiştir (Lawrence ve Suddaby, 2006).
Lawrence ve Suddaby’ın (2006) Administrative Science Quarterly, Academy of
Management Journal ve Organization Studies isimli kurumsal çalışmaların yer aldığı
dergilerde 1990 ve 2006 yılları arasında yayımlanan çalışmalardan yola çıkarak
yaptıkları tanıma göre kurumsal iş; birey ve örgütlerin, kurumları yaratmak, sürdürme
ve sona erdirmek amacıyla kasıtlı olarak gerçekleştirdikleri eylemlerdir. Araştırmacılar
bu kavramı tanımlarken, özellikle “iş” sözcüğünün sözlük karşılığını vererek, kurum
31
kavramından ziyade iş kavramına vurgu yapmışlardır. Bu çalışma, kurumların çıkış
noktası olarak ele alınıp, aktör ve kurumların etkileşiminin nasıl olduğunu ortaya
koyması bakımından oldukça önemlidir (Lawrence vd., 2009, s. 6).
YKK’nın öncül çalışmaları yaptıkları alan ve örgüt düzeyindeki incelemelerde
kurumsal baskılar karşısında bireyleri pasif bir konuma indirgemişken (Aldrich, 2010),
kurumsal iş yazınıyla birlikte bireyin aktif, eyleyen aktör olarak kabul edilmeye
başlanması önemli bir yeniliktir. Ayrıca yine kurumsal iş yazınıyla birlikte hem örgütler
kurumsal işlerin başarımında çaba gösteren dinamik yapılar olarak kabul edilmekte hem
de örgüt altı düzeye yönelik yapılan irdelemelerde bireyin rolünü vurgulanarak, daha
fazla görev yüklendiğine dair gönderme yapılmaktadır.
Lawrence ve Suddaby’ın (2006, s.215) yer verdiği bir başka önemli husus ise
YKK’nın geleneksel kabulleri arasında yer alan kurumların yaratılması, sona erdirilmesi
ve kurumsal değişime yönelik savların yanı sıra kurumların sürdürülmesidir. Yazarlara
göre diğerlerinden daha az çalışılan kurumları sürdürme konusu olağan bir aktör
faaliyeti olarak kabul edilerek şimdiye dikkat çekmemiş olabilir çünkü kurumları
sürdürme konusu, ancak bireysel aktörlerin faaliyetleri üzerinden mümkün
görünmektedir (Meyer vd., 1994, s.10). Ancak kurumların sona ermesi ve yeniden
yaratılmasının barındırdığı güçlüklerin yanı sıra mevcut kurumları sürdürme de oldukça
zor eylemler ve kurumsal savaşımları (Özen ve Özen, 2009) gerektirebilir. Aşağıda yer
verilen Tablo 5’te kurumların yaratım ve sona erdirilmelerine yönelik öncül çalışmalara
yer verilmiştir. Kurumları sürdürmeye yönelik kurumsal işlere ise ilgili konu başlığında
detaylıca yer verilecektir.
32
Tablo 5. Kurumsal İş Biçimlerini İnceleyen Öncül Çalışmalar
Kurumsal İş Kurumsal İş Formu Öncül Çalışmalar
Müdafaa Elsbach ve Sutton (1992);
Galvin, (2002)
Tanımlama Fox-Wolfgramm vd. (1988)
Bahşetme Russo (2001)
Yaratım Kimlik inşası Lounsbury (2001); Oakes vd.
(1998)
(Creation) Normatif düzenlerin
değiştirilmesi
Townley (1997); Zilber
(2002)
Normatif ağların inşası Lawrence vd. (2002); Orsato
vd. (2002)
Benzeme Hargadon ve Douglas (2001);
Jones (2001)
Kuramsallaştırma Kitchener (2002); Orsato vd.
(2002)
Eğitme Lounsbury (2001); Woywode
(2002)
Yaptırımlardan yoksun
bırakma
Jones (2001); Leblebici vd.
(1991)
Sona Erdirme Manevi temellerden yoksun
bırakma
Ahmadjian ve Robinson
(2001)
Kabul ve inanışların içini
boşaltma
Leblebici vd. (1991); Wicks
(2001)
Kaynak: Lawrence ve Suddaby (2006).
Kurumsal iş bağlamında gerçekleştirilen “kasıtlı” eylemler ve Lawrence ve
Suddaby ile DiMaggio’nun (1988) kurumsal girişimcileri tanımlarken kullandıkları
“çıkar” sözcüğünün, kurumsal baskılara karşı bireye aktif eyleyen olarak yeni bir kimlik
yüklediği belirtilmektedir. Kurumsal iş kavramının ortaya atılmasından üç yıl sonra
Lawrence, Suddaby ve Leca’nın (2009) editörlüğünü yaptığı kavramsal ve görgül
çalışmaları derleyen “Kurumsal İş: Örgütlerin Kurumsal Analizinde Aktörler ve
Eyleyenlik” başlıklı bir çalışmanın yayımlandığı görülmektedir. Editörler, kurumsal
33
analiz alanında kurumsal iş kavramının yüklendiği role dikkat çekerek özellikle
1970’lerden 1990’ların başlarına dek kurumsal kuram çalışmalarına hakim olan
kurumların eylemleri nasıl şekillendirdiğine odaklanan geleneksel perspektifin aksine
kurumsal iş yazınının yeni bir bakış açısıyla eylemlerin kurumlar üzerindeki etkilerine
yoğunlaştığını belirtirler.
Hwang ve Colyvas (2011)’a göre hangi tür kurumsal işlerin hangi tür aktörler
tarafından yaratılacağı kurumsal bağlamlar tarafından belirlenmekte ve bu yolla
kurumsal düzenlemelerin gücüne işaret edilmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında
aktörler, kurumsal güçlerin bir ürünü veya yaratımı değil; kurumları yaratan,
sürdürülmelerini sağlayan ve kurumları ortadan kaldıran aktif eyleyenlerdir. Hwang ve
Colyvas’ın (2011) bu savı, Meyer vd. nin (1994, s.9) topluma ait kurumsal yapının
aktörleri yaratarak onları meşrulaştırdığı varsayımının da ötesine geçerek, Lawrence
vd.’ne (2011, s.54) ait kurumsal baskılara direnen ve karşı gelen bireyler varsayımı ile
tutarlılık göstermektedir.
2013 yılında Lawrence, Leca ve Zilber’in editörlüğünde yayımlanan
“Organization Studies” dergisinin “Kurumsal İş Özel Sayısı”nın giriş yazısında
kurumsal işin kavramsallaştırılmasına yönelik mevcut çalışmalar, yeni yönelimler ve
gözden kaçırılan noktalar incelenirken özellikle sosyal kuramda son on yılda egemen
hale gelen “iş (work)” kavramını bir inceleme nesnesi olarak yeniden ortaya çıkaran
değişime (Barley ve Kunda, 2001; Phillips ve Lawrence, 2012) işaret edilmektedir.
Özellikle bilişim teknolojileri alanında meydana gelen gelişmelerin ortaya çıkardığı
yeni kültürel durumlar, sosyal kuramın oluşumuna büyük katkı sağlasa da bilhassa
bireysel kimlikler ve sosyal yapıların ortaya çıkışında “inşacıl kurmacı” (Berger ve
Luckman, 1967) ve düşünümsel (reflexive) (Bourdieu, 1977; Emirbayer, 1997;
Emirbayer ve Johnson, 2008; Emirbayer ve Mische, 1998) bir kuramsal perspektife
vurgu yapar. “Aktörlerin, yaşamlarını sürdürmekte oldukları sosyal – sembolik bağlamı
biçimlendirmeye yönelik çabaları” (Phillips ve Lawrence, 2012) olarak ifsade
edilebilecek olan iş kavramının sosyal kurama ve örgüt çalışmalarına geri dönüşünün
(Barley ve Kunda, 2001) kurumsal kuramdaki yansıması kurumsal iş yazını olmuştur
(Lawrence vd., 2013; Phillips ve Lawrence, 2012). Dolayısıyla sosyal kuramın diğer
34
alanlarındaki kavramsallaştırmalara benzer şekilde ortaya çıkan kurumsal iş yazını da
aktörleri hem amaç yönelimli hem de düşünümsel bir çerçeveye oturtarak yapı-eyleyen
ikiliğini daha anlaşılır kılmaya yönelik bir meta-kuramsal çabaya işaret eder (Battilana
vd., 2009; Battilana ve D’Aunno, 2009; Lawrence vd., 2013).
Sonuç itibarı ile kurumsal iş çalışmalarında pasif aktör yerine kurumları
değiştirmeye veya sürdürmeye çalışan bireylerin de aktif aktörler olarak ortaya
çıkmaları söz konusudur. Çalışmanın bundan sonraki başlığında ise bu tez çalışmasının
merkezinde yer alan kurumları sürdürme konusuna yönelik çalışmalara yer verilecektir.
2.3. Kurumları Sürdürme
Kurumların değişime dirençli (Zucker, 1977) ve yeniden üretme potansiyeline
sahip yapılar oldukları (Jepperson, 1991) ve bu yapıların, pasif olarak kabul edilen
aktörlerin eylemlerine yön vereceği varsayımı (Meyer ve Rowan, 1977) karşısında
güncel YKK çalışmalarında özellikle bilinçli aktörlerin kasıtlı eylemleriyle kurumları
etkileyebilecekleri ve kurumlardan etkilenebilecekleri (Lawrence ve Suddaby, 2006)
görüşü önem kazanmıştır.
Kurumsal iş kavramının analiz düzeyinin mikro (birey odaklı) olması
(Battilana ve D’Aunno, 2009; Lawrence vd., 2009) ve YKK içerisinde etkisi göz ardı
edilen aktörün eylemlerine (Suddaby, 2010: 17) odaklanması açısından önemlidir.
Lawrence vd. (2011, ss.8-9) kurumsal işleri incelerken, kurumların yaratımıyla ilgili
işlerin daha çok kurumsal girişimcilik kavramı temelinde irdelendiğini öne sürer.
Bununla birlikte kurumların kendi kendilerini yeniden üretebilen mekanizmalar
olmalarına rağmen hayatta kalabilmelerini sağlamak adına sürdürmeye yönelik işlerin
de gerekli olduğunu vurgulamışlardır. Mevcut kurumsal düzeni sağlamak için
sürdürmeye yönelik herhangi bir eylemde bulunulmadığında ise entropi nedeniyle
kurumların sona ereceği ifade edilmektedir (Lockett vd., 2012).
Lawrence ve Suddaby’ın (2006) alanın önde gelen üç dergisinde 1990 itibarı
ile yayımlanmış görgül araştırmalara dair yaptıkları incelemede üç temel kurumsal iş
kategorisi belirlenmiştir:
35
1. Kurumların yaratılması ile ilgili işler kategorisinde “aktörlerin, maddi
kaynaklara erişim sınırlarını, mülkiyet haklarını ve kuralları yeniden
yapılandırdığı faaliyetler ve anlam sistemlerinin sınırlarının değiştirildiği
soyut kategorileri değiştirmek üzere tasarlanan faaliyetlere” yer verilir.
2. Kurumların sona erdirilmesine ilişkin kategoride “devletle ilişkili olan veya
olmayan aktörlerin bazı uygulamalar, teknoloji ve kurallar kümesinden
ödül ve cezaları ayırmaya dönük olarak devlet aygıtı vasıtasıyla yaptığı
işler; uygulama, kural veya teknolojiyi ahlaki kökeninden ayırarak
kurumları bozmaya dönük girişimler; kurumlara istikrar sağlayan temel
inanç ve varsayımların altını oyma” yer alır.
3. Kurumları sürdürme kategorisinde ise “kurumların sürdürülmesini
öncelikle kurallar sistemine bağlılık yoluyla ele alma; çabaları, mevcut
normlar ve inanç sistemlerini yeniden üretme bağlamında kurumları
sürdürmeye odaklanma”ya yönelik işlere yer verilmiştir (Lawrence ve
Suddaby, 2006, s.30). Bir diğer ifade ile kurumları sürdürme, uyumu
sağlayan sosyal mekanizmaların desteklenmesi, onarılması ve yeniden
yaratılması sürecinde yapılan kurumsal işleri kapsar.
İşletme literatüründe kurumları sürdürme (institutional maintenance) kavramı
en temel ifade ile çeşitli biçimlerde temsil edilen mitlerin (Zilber, 2009), rasyonelliğin
(Townley, 2002) veya bilişsel çerçevelerin (Suddaby ve Greenwood, 2005)
içselleştirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Bununla birlikte örgütlerde kimi zaman
birbiriyle çatışır durumda bulunan kurumsal mantıkların varlığı nedeniyle içselleştirme
süreci her zaman kolay olmayabilir. Birbiriyle çatışan kurumsal mantıkların birlikte
nasıl var olabildikleri araştırmacıların da dikkatini çeken önemli bir husustur (Denis vd.,
2007; Stark, 2009; Jagd, 2011). Huault ve Rainelli (2011) farklı dünya görüşlerinin bir
arada bulunabilmelerinin “uzlaşı” (compromise) ile mümkün olduğunu savunmuştur.
Uzlaşı sağlamanın farklı ilgi ve düşünce biçimlerinin huzur içerisinde var olabilmesine
olanak sağladığı ifade edilmiştir (Nachi, 2004). Patriotta vd. (2011) tarafından
gerçekleştirilen bir başka çalışmada aktörlerin ahlak duygusuyla desteklenen gerekçe ve
36
uyuşmazlıklardan oluşan bir süreç olarak tanımlanmıştır. Maguire ve Hardy (2009) ise
kurumların sürdürülmesini bazı aktörlerin mevcut durumu (status quo) korumak
isterken diğer aktörlerin onlara karşı çıkma süreci olarak ifade eder.
Kurumları devam ettirmek / sonlandırmak isteyen aktör ikilemine yönelik
görüşe meydan okuyan güncel çalışmalar da bulunmaktadır. Bu çalışmalarda sürdürme
kavramı konuyla ilgili tüm paydaşları kapsayan bir süreç olarak ifade edilmiştir. Bu
çalışmalarda kurumsal süreçler diğerlerinden ayrı duran küçük bir grup aktörden ziyade
kolektif bir çalışmanın ürünü olarak öne çıkar (Garud ve Karnoe, 2003; Reay ve
Hinings, 2005; Battilana vd., 2009; Delacour ve Leca, 2011).
Son yıllarda kurumları sürdürme biçimlerini derlemeye yönelik birçok çalışma
yapılmıştır. Daha önce gerçekleştirilen çalışmaları kurumsal iş perspektifinden
inceleyen Lawrence ve Suddaby (2006, s.36) kurumları sürdürme kapsamında kabul
edilebilecek işleri iki ana grup ve altı başlık şeklinde sınıflandırılmıştır. Birinci grupta
yer alan işler, kurallar koyup fırsat vererek kurumları güçlendiren işlerin yanı sıra
denetleme ve yenilikler için cesaret kırmaya yönelik işleri kapsamaktadır. Böylelikle
kural sistemine bağlanan aktörlerin, kurumları sürdürmeye devam edecekleri
düşünülmektedir. İkinci grupta ise kahramanlaştırma / şeytanlaştırma, efsaneleştirme ile
yerleştirme ve rutinleştirme yer alır. Dolayısıyla ikinci grupta var olan kural ve inanç
sistemlerin yeniden üretilmesi yoluyla kurumları sürdürmeye yönelik çabalara
odaklanılmaktadır.
Currie vd. (2012), Lawrence ve Suddaby’ın (2006) sınıflandırmasını daha da
genişletse de kurumları sürdürmeye yönelik mevcut çalışmaların disiplin ve baskı odaklı
işler olduğu ve bilhassa daha az rasyonellik barındıran mekanizmaların da incelemeye
dahil edildiği çalışmaların yapılması gerektiği belirtilmektedir (Siebert vd., 2017).
37
Tablo 6. Kurumları Sürdürme Kapsamında Kabul Edilen Öncül
Çalışmalar
Kurumsal İş Kurumsal İş Formu Başlıca Çalışmalar
Fırsat verme Leblebici vd. (1991)
Denetleme
Fox-Wolfgramm vd.
(1988); Schuler
(1996)
Sürdürme Yenilikler için
cesaret kırma
Holm (1995);
Townley (2002)
(Maintaining) Kahramanlaştırma /
şeytanlaştırma Angus (1993)
Efsaneleştirme Angus (1993)
Yerleştirme ve
rutinleştirme
Townley (1997);
Zilber (2002)
Yukarıda verilen tüm faaliyetlerin, örgütsel veya bireysel aktörlerin meşruiyet
elde etme çabalarıyla temellendiği ileri sürülebilir. Trank ve Washington (2009: 238),
“örgütler bir yandan kendi meşruiyetlerini garanti altına almak isterlerken, diğer yandan
da koruyucusu oldukları kurumsal düzenlemelerin meşruiyetlerini de sürdürmeye
odaklanırlar” görüşüyle kurumları sürdürme endişesini vurgulamaktadır. Bir başka
görüşe göre ise kurumları sürdürme, kurumsal düzenlemeleri sorgulamadan uygulamaya
dönük niteliklerin devam etmesi veya bozulmasının önüne geçme amaçlı faaliyetlerin
gerçekleştirilmesini gerektirir. Bu bilgilerden hareketle kurumların sürdürülmesinin
öncelikle kurallar sistemine bağlılık yoluyla ele alma; çabaları, mevcut normlar ve inanç
sistemlerini yeniden üretmeye yönelik işleri kapsadığı söylenebilir (Lawrence ve
Suddaby, 2006, s.30). Bir diğer ifade ile kurumları sürdürme, uyumu sağlayan sosyal
mekanizmaların desteklenmesi, onarılması ve yeniden yaratılması sürecinde yapılan
kurumsal işleri kapsar.
Kurumsal işlerin başarımında ve sürdürülmesinde özellikle kültürel, politik ve
teknik görevlerin başarıyla yürütülmesi ve bu görevleri yürüten eyleyenlerin sosyal,
kültürel, analitik ve politik becerilere sahip olmaları önemli bir gerekliliktir. Kurumları
sürdürmede ilgili aktörlerin eylem ve faaliyetleri farklılaşabilir. Bununla birlikte içsel ve
38
dışsal öğelerin harekete geçirilmesi hayati öneme sahiptir (Holm, 1995). Perkmann ve
Spicer’a (2008: 817-818) göre yerine getirilmesi gereken görevler aşağıdaki gibidir:
- Politik görevler, kurumların yerleşmesine yönelik kuralları, mülkiyet
haklarını ve sınırları oluşturmaya yönelik faaliyetleri,
- Teknik görevler, kurumların bilişsel ve kültürel kısımlarını içeren, zihinsel
modeller ve ortak dünya görüşlerini kapsayan faaliyetleri (Scott, 1995),
- Kültürel görevler, geniş kitlelerin kurumsal düzenlemeye tabi olmalarını
sağlayacak faaliyetlerini kapsar.
Bir mesleğin değerleri açısından önemli çıkarımlara sahip olan uzmanlaşma
olgusu, kıyaslanabilir veya onaylanabilir mevcut davranış ve yapılara dair standartların
inşası ile birlikte tercih edilen veya arzu edilebilir kavramlar olarak tanımlanmaktadır
(Scott, 2008, s.54). Kurumsalcı bakış meslekleri de kurumlar olarak
kavramsallaştırmakta ve mesleki değerleri de kurumun normatif sütunlarının bir parçası
olarak kabul etmektedir. Bir kurum olarak meslek; sahada, örgütte ve bireysel düzeyde
çalışarak mesleğin yasal, normatif ve kültürel-bilişsel sütunlarını destekleyen bireysel
veya kolektif aktörlerin bilinçli eylemleri ile sürdürülmektedir (Lawrence vd., 2006). Bu
noktada bir meslekte uzmanlaşanların günlük işlerinde mesleki değerleri sürdürmek için
kurumsal işleri kullanarak uzmanlaşmaya yönelik zorlukları aştıkları ifade edilmektedir.
Kurum olarak meslekleri ve diğer kurumları sürdürmek için kullanılan kurumsal işler
kendi içinde sınıflandırılmıştır (Wright vd., 2017).
Sahada görev yapan profesyoneller, herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında
uzmanlıklarını teori haline getirdikleri eğitim ve uygulamaya koydukları üyelik kuralları
ile sürdürmektedirler (Durand ve Mcguire, 2005; Dunn ve Jones, 2010; Goodrick ve
Reay, 2011; Greenwood vd., 2002; Micelotta ve Washington, 2013). Örneğin, Quinn-
Trank ve Washington’un (2009) eğitim alanında ünlü akreditasyon kurumu Association
to Advance Collegiate Schools of Business (AACSB)’yi inceledikleri çalışmalarında
AACSB’nin mevcut akreditasyon kriterlerini değiştirerek üyelik kurallarını yeniden
düzenleme, üyelik kapsamını genişletme ve görev odaklı yeni bir sisteme geçiş süreci
ile bir kurum olarak akreditasyonu devam ettirme çabasını net bir şekilde ortaya
koymuştur.
39
Kurumları sürdürmeye yönelik çalışmalarda aktörlerin teorize etme, eğitme,
yeni rutinler yaratma (Currie vd. 2012), yargılar üretme (Anteby, 2010), retorik
taktikler ve sözlü anlatım kullanma (Daudigeos, 2013; Kellogg, 2012; Zilber, 2009),
uluslararasılaşma stratejisi uygulama (Bouty vd., 2009) yöntemleriyle temel mesleki
bilgi ve statüyü devam ettirdikleri belirtilmektedir.
Anteby, 2010 yılında oldukça tartışmalı bir konu hakkında çalışma
gerçekleştirmiştir. Tıbbi kurumlar için kadavra tedariği, dini hassasiyetler nedeniyle
birçok ülkede olduğu gibi ABD’de de tartışmalı bir konudur. Farklı inanç sistemlerinde
konuyla ilgili hassasiyetler ve bu hassasiyetlere dayalı yargılar bulunmaktadır.
Anteby’ın çalışmasında (2010) tıbbi kurumların gerekçeler sunarak kadavra tedariğinin
devam ettirilebilmesi için dini liderlerden bu tedariği meşru kılacak “yargılar üretme”
talepleri ve yolla tedariği devam ettirme süreçleri incelenmiştir.
“Retorik taktikler ve sözlü anlatım kullanma” literatürde son dönemlerde
dikkat çeken konulardandır. Kurumların paylaşılan anlamlar üzerine kurulu olduğu
(Phillips vd., 2004) varsayımı ile gerçekleştirilen kurumları sürdürmeye yönelik
çalışmalarda paylaşılan anlamlar ve söylemlerin, spesifik bağlamlarda ve güç
ilişkilerinde gömülü olan sözlü, yazılı, edimsel ve uzamsal metinlerden oluştuğu ileri
sürülmektedir (Hardy ve Phillips, 2004; Daudigeos, 2013). Daudigeos (2013) tarafından
gerçekleştirilen çalışmada insan kaynaklarında çalışan uzmanların hem örgüt içi hem de
örgüt dışında çeşitli, esnek ve aynı zamanda beklenmedik ilişkiler kurarak söylemin
gücüyle kendilerini etkili aktörler olarak yansıtmaları ve örgütteki konumlarını koruma
çabaları ortaya konmaktadır.
Bouty vd. (2009) tarafından gerçekleştirilen güncel bir çalışmada ise
gastronomi ve mutfak sanatları alanında “Michelin kırmızı rehberi ve uluslararasılaşma
stratejisi” vasıtasıyla üstün nitelikli yemek konseptinin nasıl devam ettirildiği
irdelenmiştir.
Müteakip yıllarda yapılan çalışmalarla birlikte kurumları sürdürme
kategorisine bilişsel demirleme (referans noktası alma – cognitive anchoring) (Palmer
vd., 2014), cazibe yaratma (Siebert vd., 2017), aslına uygunluğunu kanıtlama
40
(authentication) (Colombero ve Boxenbraum, 2019); suni kamuoyu oluşturma
(astroturfing) (Leitzinger, 2014), öncü gruplar oluşturma (Walker, 2009), brikolaj
(Colombero, 2014) ve taviz verme (Nachi, 2004) başlıkları da eklenmiştir. Diğer yandan
profesyonel olmayan alanlara yönelik yapılan çalışmalarda ise sürdürmeye yönelik işler
sosyal ritüeller sergileme (Kulkarni, 2018; Dacin vd., 2010), ortamı yumuşatma ve
hatalı uygulamaları düzeltme (Lok ve De Rond, 2013) şeklinde ifade edilmiştir.
Bir birey, karmaşık bir durumla karşılaştığında veya problem çözerken bir
referans noktası belirleme ihtiyacı duyar. Daha sonra bu referans noktasını göz önünde
bulundurarak çeşitli tahminlerde bulunur. Sonradan eklenen bilgilerin ardından
başlangıç değeri çıpalanarak düzeltilir. Bu duruma “bilişsel demirleme” denir.
Genellikle geçmiş deneyimler baz alınarak belirlenen bu referans noktası problemin
küçük bir formülasyonudur (Şenkesen, 2009). Palmer vd.nin (2014) Retail Co. isimli bir
şirketi inceledikleri çalışmalarında, dominant bir aktörün inisiyatif kullanarak “bilişsel
demirleme” yoluyla nasıl geleceği öngördüğü (örn. satışlar, müşteri ihtiyaç ve talepleri)
ve bu şekilde vekilin interaktif rolü ile gücünü nasıl devam ettirdiği ortaya konmuştur.
Colombero (2014) tarafından gerçekleştirilen güncel bir çalışmada, aynı
örgütsel alanda iki eski ve farklı uygulamanın birbirinden bağımsız olarak var olması
anlamına gelen “brikolaj” kavramının kurumların sürdürülmesindeki rolü irdelenmiştir.
İskandinavya’da gerçekleştirilen bu özgün çalışmada, koruma altına alınmış yapıların
restorasyon sorununun brikolaj vasıtasıyla nasıl aşılabildiği oldukça dikkat çekicidir.
Eski binaları satın alan / kiralayan müşteriler modernlik ve rahatlık talep etmekte ancak
mimarlar, koruma altına alınmış yapılar üzerinde “kültürel miras” nedeniyle kısıtlı
ölçüde restorasyon yapabilmektedir. Bu noktada yaratıcı çözümler üreten mimarlar yeni
ve eski malzemeyi birlikte kullanarak yaptıkları kombinasyonlarla yapılara hem modern
ve konforlu bir özellik kazandırmış hem de yapıların “kültürel miras” olarak
sürekliliğinin sağlanmasına katkıda bulunmuşlardır.
Alkol endüstrisinde yapılan ilgi çekici güncel araştırmalarda ise kamu nezdinde
negatif bir imaja sahip olan alkol tüketimi ve sektörde faaliyet gösteren şirketlerin
kolektif bir şekilde hareket ederek bu sorunu nasıl aştıkları konusu incelenmektedir.
Şirketler, öncelikle alkol tüketmeyi tercih eden kitleden “suni bir kamuoyu” ve “öncü
41
gruplar” oluşturmuş ve bu yolla “sorumlu içici” konseptini yaratarak alkol tüketimininin
kamu nezdinde kabul görmesini, dolayısıyla tüketimin devam etmesini sağlamışlardır
(Leitzinger, 2014; Walker, 2009).
Kulkarni tarafından 2010’da gerçekleştirilen bir çalışmada ilk olarak 16.
yüzyılda İngiltere’de gerçekleştirilen ve İngilizlerin desteği ile 1959’da Hindistan’da da
sergilenmeye başlanan “Beating Retreat” isimli günlük ritüelin, “milliyetçiliğin
görkemli tiyatrosu” haline gelerek Hindistan ve Pakistan müşterek birliklerinde farklı
kimlik ve inançların devam ettirilmesine (Menon, 2013: 23) katkı sağladığı
belirtilmektedir. Dacin vd. tarafından 2010’da gerçekleştirilen çalışmada ise İngiliz sınıf
sisteminin Cambridge Üniversitesi yemek salonundaki yemek ritüeli vasıtasıyla nasıl
devam ettirildiği ortaya konmuştur.
Literatür taramasının buraya kadar olan bölümünde kurumsal kurama yönelik
araştırma ve argümanlara yer verilmiştir. Bilhassa kurumsal iş başlığının altında yer
alan kurumları sürdürme hususu, bu tez çalışmasının kuramsal özünü oluşturmaktadır.
Tez çalışmasının bundan sonraki bölümünde ise Osmanlı Devleti’nde bürokratik yapı,
vakıf sistemi, İlmiye Teşkilatı ve dini söylemin toplumsal temellerine yönelik bilgilere
yer verilecektir.
42
BÖLÜM II
YAZIN TARAMASI VE KURAMSAL ARKA PLAN
1. Vakıf Sisteminin Tanımı ve Unsurları
Günümüzde kamu hizmeti olarak kabul edilen eğitim, sağlık, sosyal
yardımlaşma gibi hizmetleri karşılamak amacıyla kurulan ve bağışlarla faaliyetlerini
devam ettiren kurumlara vakıf denilmiştir (Akgündüz, 2004). Osmanlı yönetimi,
vakıfların kuruluşlarına izin verirken hukuki şartların yerine getirilmesi hususuna
bilhassa büyük önem vermiştir. Ayrıca vakıfların kuruluş amacına uygun bir şekilde
idare edilmesi, kaynakların israf edilmemesi ve kötü amaçlar için kullanılmaması için
kadılara denetim yetkisi verilmiştir. Bizzat halka ait olan vakıflara halkın da sahip
çıkarak destek olması beklenmiş, bu haliyle vakıflar birer sivil toplum kuruluşu işlevi
göstermişlerdir (Saydam, 2003, s.186).
Vakıflar, iskân işlerinden ordunun silahlandırılmasına, esnafın
desteklenmesinden hayvanların beslenmesine kadar hemen her alanda faaliyet göstermiş
kurumlardır. Osmanlı Devleti, vakıfların yaygınlığı ve toplum hayatına etkisi nedeniyle
“vakıf medeniyeti” olarak adlandırılır (Yediyıldız, 1999, s.17).
1.1. İlmiye Vakıfları ve Medreselerin Ortaya Çıkışı
İslam eğitim tarihinde ilk medresenin nerede ve ne zaman kurulduğuna dair net
bir bilgi yoktur. Şii mezhebine bağlı olanlar Dar’ül İlimleri kurarlarken, Sünni
mezhebine bağlı olanlar da medreseleri kurmuştur. Kendi içinde dört mezhebe ayrılan
Sünniler, her mezhep için ayrı medreseler kurduğu gibi birkaç mezhebin bir arada
olduğu medreseler de vardır (Çelebi, 1976).
Yaygın olarak kabul gören görüşe göre medreseler dokuzuncu yüzyılın
sonlarında Horasan ve Türkistan bölgelerinde ortaya çıkmıştır. İlk olarak Türkistan’da
Karahanlılar tarafından kurulan medreseler, Gazneliler ve Samanoğulları tarafından
geliştirilmiş ve fıkıh eğitimi verilmiştir (Taşdemirci, 1989).
43
Selçuklularda medreselerin ortaya çıkış nedenleri arasında ilmin gelişmesini
sağlamak ve ilmiye mensuplarına maaş ödeyerek devlete bağlılık yaratmak, o dönemde
yoğun olarak yapılan Şii propagandasına karşılık Sünni mezhebin daha da gelişmesini
sağlamak ve Şiiliğin Türkler arasında yayılmasını engellemek sayılabilir (Büyük İslam
Tarihi, 1989).
Selçuklu döneminde bilhassa Sultan Alparslan’ın yaptığı yenilikler dikkati
çeker. Medreselerin kurulması da bu döneme denk gelmektedir (Köymen, 1992).
Selçuklular’dan önceki dönemlerde medreseler özel şahıslar tarafından inşa edilirken,
Selçuklular zamanında bizzat sultanlar ve devlet adamları tarafından inşa edilmiştir.
Ortaçağ’da Anadolu bölgesi Selçuklu Devleti ve Beylikler döneminde eğitim
ve öğretim kurumları üç ana başlık altında incelenmektedir: cami, tekke ve zaviyeler ile
medreseler (Aktaş, 2002; Ünan, 2006). Selçuklu döneminde ilkokul düzeyinde
mekteplerin yanı sıra çok sayıda üniversite düzeyinde medreseler de inşa edilmiştir.
Selçuklu döneminin eğitim ve sağlık yapılarının ilk örnekleri Anadolu dışında kalan
İslam coğrafyasında görülmektedir. Tarih araştırmacıları tarafından yaygın olarak kabul
edilen bir görüşe göre ise ilk medreseler Gazneliler (963-1187) ve Büyük Selçuklu
Devleti sultanı Melikşah’ın veziri Nizam’ül – Mülk tarafından (1067) inşa edilmiştir
(Baltacı, 1976; Sayılı, 1948; Kuran, 1969).
Anadolu medreselerinin ilk örnekleri ise Artuklu ve Danişmentliler tarafından
inşa edilmiştir (Kuran, 1969; Altun, 1978). Farklı coğrafi özellikler medreselerin yapı
tipini de etkilemektedir. Örneğin Mardin, Diyarbakır gibi sıcak kentlerde inşa edilen
medreselerin büyük ve açık avluları varken, Konya ve Tokat gibi karasal iklimin hakim
olduğu yerlerde kapalı avluya sahip medreselerin bulunduğu görülmektedir (Doğan,
2013).
Medreselerin öğretim kadrosunu ilmiye sınıfı oluşturur. Medreselerdeki üst
düzey öğretim kadrosuna ise müderris denir. Müderris, medresede ders veren kişi
demektir (Ergin 1977). Müderrislere maaşın yanı sıra barınma ve yemek desteği de
verilmekteydi. Medreselerin tüm ihtiyaçları vakıflar tarafından karşılanmaktadır.
44
Medreselerin işleyişi, tüzük niteliği taşıyan vakfiyelerle belirli düzenlemelere tabi
kılınmıştır (Yüksel, 2006).
Vakfiyeler aracılığıyla medresenin eğitim programı ve işleyişi, öğrenim süresi
ve öğrenci sayısı, öğretim kadrosu, diğer görevliler, görevlilere ödenen ücretler, gıda
tüketimi, vakfın gelirleri ve geleceği hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür.
Medreseyi yaptıran kişinin din ve dünya görüşü, medreseye atanan müderris ve öğrenci
seçiminde oldukça etkilidir. Selçuklu medreselerinin çoğunda Hanefi mezhebinden
müderris ve öğrenci seçimi hususunda katı davranıldığı söylenebilir (Aktaş, 2002).
1.2. Selçuklu Medreseleri
Karahanlılar’dan sonra en fazla öne çıkan medreseler Selçuklu Devleti’ne
aittir. Selçuklular döneminin sistematik bir teşkilata sahip ilk medresesi 1040 yılında
Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey tarafından kurulmuştur (Akyüz, 2005).
Selçuklu veziri Nizam’ül-Mülk tarafından 1057 yılında Bağdat’ta kurulan
Nizamiye Medresesi ise İslam tarihinde daha sonra kurulacak olan medreseler için
sistem, teşkilat, yönetim, vakıf ve program açısından model teşkil etmektedir. Nizamiye
medreselerinin kuruluşu İslam dünyasında ‘eğitimin devlet sorumluluğunda’ olmasının
başlangıcıdır. Devletin eğitim sorumluluğunu yüklenmesinde ise siyasi çekişmelerin
yanı sıra iktidar mücadelesinde halkı etkisi altında bırakan Sünni-Şii rekabeti de
önemlidir (Ünan, 1997).
Bu medreselerde sadece ders verilmemekte, aynı zamanda öğrenim gören
öğrencilerin yeme, içme ve barınma ihtiyaçları da karşılanmaktadır. Bizzat Nizam’ül-
Mülk tarafından bu öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Dicle kıyısında yer
alan çarşı, han, hamam ve çiftlikler vakfedilmiştir (Özaydın, 1990). Nizamiye
medreseleri için vakıflar kurulmuş; vakıfları sevk ve idare için de mütevelliler
atanmıştır. Nizamiye vakıfları bina yapmak, müderris ve talebelerin maaşlarını ödemek,
hadis, fıkıh, vaaz ve tasavvufla uğraşanlara destek olarak yardımda bulunmak, imam,
müezzin, hademe, yabancı ve yardıma muhtaç kimselere yarım etmek gibi görevler
üstlenmiştir (Büyük İslam Tarihi, 1989). Böylelikle ülke çapında medrese geleneğinin
yaygınlaşması için gerekli önlemler alınmıştır.
45
Anadolu Selçuklu medreselerinde ihtisaslaşma konusuna özen gösterilmiştir.
Medreseler ihtisas konularına göre “darülhadis” (hadis öğrenimi yapmak), “darülkurra”
(Kur’an öğretmek ve kıraat talimi yapmak), “darülhüffaz” (hafız yetiştirmek) gibi çeşitli
alanlarda dini eğitimler vermiştir (Fazlıoğlu, 2001). Selçuklu medreselerinde yoğun
olarak dini eğitim verilmesine rağmen Nizamiye medreselerinde sarf ve nahiv gibi
Arapça dil eğitimine ek olarak felsefe, mantık, kozmoloji, fıkıh, matematik, astronomi,
kozmoloji, geometri, kimya ve cebir eğitimleri de verilmiştir (Akyüz, 2005). Bu
medreselerde devletin çeşitli kademelerinde görev alacak bürokratik sınıfa personeller
yetiştirilmiştir (Ünan, 2006). Medreselerde özellikle başarılı ama maddi durumu kötü
olan öğrencilerin eğitilerek topluma kazandırılması, bilgi sahibi din adamlarının
yetiştirilmesi, alanında uzman ve yetkin personelin görevlendirilmesi amaçlanmıştır.
Osmanlılarda medreseler, müderrislerin aldığı maaşa göre konumlandırılırken
Selçuklularda böyle bir sınıflandırma yoktur.
2. Osmanlı Devleti’nde İlmiye Teşkilatı ve Medrese Eğitiminin
İhtisaslaşması Süreci
Eğitim ve öğretim kurumlarına verilen genel isim olarak medrese sözcüğü,
“okutmak”, “bir metni öğrenmek için tekrarlamak” gibi anlamlara gelen “derase”
kökünden gelir (Bozkurt, 2013). “Talebenin ilim öğrendiği yer” anlamına da gelen
medreseler, o dönemde sıbyan mektebinden daha üst düzeyde eğitim ve öğretim sunan
kurumlardır (Baltacı, 1976).
İlerleyen yıllarda ise “İslam ülkelerinde görenekçi yöntemlerle yürütülen
eğitim kurumu” anlamını kazanmış ve sıbyan mektebinden mezun olan öğrenciler,
istedikleri takdirde medreselerde öğrenimlerine devam edebilmiştir (Demiralp, 1999).
Medrese sözcüğü ayrıca “Arapça ders okutulacak yerle beraber talebenin içinde oturup
ders okuduğu bina” (Pakalın, 1983) ve “ders yapılan veya ders çalışılan yer”
anlamlarına da gelir (Kütükoğlu, 2000).
Medreselerin kesin kuruluş tarihi bilinmemektedir. Adıvar’ın da açık bir dille
aktardığı üzere: “İlim, bir harbin ilanı, bir sulhün akti yahut istiklal gibi muayyen bir
günde asla başlamış değildir” (Adıvar, 1943). Birçok araştırmacı eğitim sisteminin
46
başlangıcını Hz. Peygamber zamanına dayandırmaktadır. İlk toplu eğitim Hz.
Muhammed döneminde Erkam bin Ebu’l Erkam isimli sahabenin evinde yapılmıştır
(Atçeken, 1998).
Medreseler ilk dönemde camilerin bünyesinde yer almıştır ancak eğitim ve
ibadetin birlikte yürütülmesi ilerleyen zamanda ibadetin aksamasına neden olduğu için
camilerden ayrılmıştır (Güven, 2018).
Medreselerin üç temel kuruluş amacı vardır:
1. Müderris yetiştirmek,
2. Devlet adamı yetiştirmek,
3. Adalet mensuplarını yetiştirmektir (Bozkurt, 2003).
Osmanlı Devleti’nde saray bünyesinde yer alan Enderun mektebi hariç, eğitim-
öğretim kurumlarının hepsi medrese adıyla anılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş
döneminde kendine ait bir ilmiye sınıfı olmadığı için padişahlar çeşitli Türk ve İslam
ülkelerinden bilim insanlarını davet ederek, yeni kurulan medreselerde ders vermelerini
sağlamıştır (İslam Ansiklopedisi, 1997)4.
Selçuklu Medreseleri kendinden sonraki dönemlerde yapılan medreseler için
temel teşkil etmektedir. Bu nedenle Osmanlı medreseleri, Selçuklu medreselerinin bir
devamı olarak kabul edilir. Osmanlılarda ilk medrese 1330 yılında Orhan Gazi
tarafından İznik’te kurulmuştur. Medreseye atanan ilk müderris ise Şerefüddin Davud-i
Kayseri’dir (Akyüz, 1999).
Selçuklu dönemi medrese öğretim usulleri kullanılarak bilhassa Bursa ve
Edirne’de medreselerin açılması, bir önceki medresenin önem kaybetmesine neden
olmuştur. İlk kurulan İznik medresesi, devlet merkezinin Bursa’ya taşınması ve
Bursa’da Sultan Medresesi’nin açılması ile ikinci plana düşmüştür. Benzer şekilde
Edirne devlet merkezi olduktan sonra II. Murad’ın talimatıyla yaptırılan Dar’ül Hadis,
medreseler arasında en yüksek mevkiye konumlanmıştır (Uzunçarşılı, 2014, s.4).
4 Detaylı bilgi için bknz. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c28/c280190.pdf.
47
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’da Sahn-ı Seman medreselerini inşa ettirerek,
Fatih Kanunnamesi ile öğretim kurumlarına da bir düzen getirmiştir (Uzunçarşılı, 1949).
Bununla birlikte Sahn-ı Seman medreselerinin faaliyete geçmesinden sonra bile Dar’ül
Hadis bir süreliğine konumunu muhafaza etmiştir (Sarıbıyık, 2013).
İlk etapta Fatih medreselerinin inşası iki minare ve bir şerefeli cami ile iki
tarafında yükseköğrenim için sekiz medreseyle başlamıştır. Bu medreselerin arka
tarafına talebe ihtiyacını karşılamak amacıyla “tetimme” adı verilen sekiz medrese daha
inşa edilmiştir (Akgündüz, 2004).
Fatih, medresede konaklayacak misafirlerin hayvanları için ahırların yanı sıra
imaret, taâmhâne5, darüşşifa, Kur’an-Kerim okumak için bir muallimhane, medrese
öğrencileri için bir kütüphane, ders vermek için darüttalim ve hamamlar yaptırmıştır
(Uzunçarşılı, 2014).
Caminin doğu ve batı taraflarına yaptırılan sekiz medreseye Medaris-i
Semaniye ismi verilmiştir. Bu isim daha sonra Sahn Medreselerine çevrilir (Uzunçarşılı
2014). Sahn-ı Seman Medreselerine geçildikten sonra medreseler için yeni bir teşkilat
düzeni belirlenir. Bu düzene göre medreseler aşağıdan yukarıya göre Hâşiye-i Tecrid,
Miftah, Kırklı, Hâriç, Dâhil ve Sahn-ı Seman olarak beş sınıfa ayrılır.
Müderrise verilen günlük ücret miktarı, medrese hiyerarşisini ortaya koyan en
temel kriter olarak kabul edilir. Sahn-ı Seman medreselerindeki müderrisin günlüğü 50
akçedir ve bu haliyle en üst seviyedeki medrese olarak kabul edilir. Molla Zeyrek, Ali
Tusi, Molla Abdülkerim, Hocazade, Muhyiddin, Müfti Ahmet Paşa, Kadızade Kasım
gibi dönemin öne çıkan ünlü hocaları bu medreselerde ders vermişlerdir (Güven, 2018).
Hâşiye-i Tecrid medreseleri, müderrisin günlüğü 20-25 akçe olan
medreselerdir. Arapça, Gramer, Sentaks (Sarf ve Nahiv), Mantık, Teoloji, Astronomi,
Geometri (Hendese), Belagat gibi dersler okutulmaktaydı. Bu medreselerde Nasreddin
5 Taâmhane: Yemek salonu.
48
Tusi’nin Tecrit adlı kitabını yorumlayan bir ana ders kitabı okutulduğu için bu
medreselere “Tecrit Medreseleri” adı verildi6.
Miftah medreseleri, günlük olarak 30-35 akçe alan müderrislerin görev yaptığı
Haşiye-i Tecrid medreselerinin bir üst seviyesinde konumlanmış medreselerdir. Otuzluk
medreseler de denilmektedir. Miftah ismi, bu medreselerde Sekkâki isimli ünlü bir
belagat hocasının yazdığı “Miftah-ül-ulûm” isimli kitabının şerhi okutulduğu için
kullanılmaktadır. Miftah sözcüğü Arapça kökenlidir ve “anahtar-şifre” anlamına gelir
(Boy, 2017).
Telvih (Kırklı) medreselerinde müderrislerin aldığı günlük ücret 40 akçedir ve
kırklı ismi buradan gelir. Telvih ismi ise Usul-ı Fıkıh dersinde okutulan “Telvih”
başlıklı kitaptan gelir. Bu medreselerde dersler fıkıh ve İslam hukuku odaklıdır.
Hariç Ellili medrese, müderrislik maaşının günlük 50 akçe olduğu
medreselerdir. Osmanlı Devleti’nden önce Anadolu Beylerinin, Selçuklu sultanlarının,
sultanların vezir ve sancakbeyleri ile ümeranın yaptırdığı medreseler bu kapsamdadır.
“Tetimme” veya “Musikeyi Sahn” isimleriyle de anılmışlardır. Musikeyi Sahn, Sahn’a
götüren anlamına gelir ve başarılı öğrenciler Sahn-ı Seman medreselerine devam
ederler.
Dahil Ellili Medreseler de müderrislere günlük olarak 50 akçe ödenen
medreselerdir ancak bu medreseler genel olarak Osmanlı padişahları, şehzade anneleri,
şehzadeler veya padişah kızları tarafından yaptırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet
zamanında Sahn medreselerinin faaliyete geçmesiyle birlikte öğretim programlarında
güncelleme yapılarak, ilahiyat ve İslam hukuku odaklı pek çok ders eklenmiştir (Güven,
2018).
6Tus’lu Nasreddin 1201-1274 yılları arasında yaşamış, Ahlak Felsefesi, Matematik ve
Astronomide ün yapmış çok sayıda eseri olan bir bilim adamıdır. “İptidai Hariç” medreseleri ilk
basamak olduğu ve buralara yevmiyesi 20 akçe olan müderrisler atanmış olduğu için bunlara
“Yirmili Medreseler” de denmiştir.
49
2.1. Osmanlı Devleti’nde Bürokratik Yapı
Literatüre bakıldığında Osmanlı Devleti’ndeki bürokratik yapıya yönelik
birçok sınıflandırmanın mevcut olduğu görülür. Lybyer (2011), kamu yönetimi
perspektifinden yaptığı çalışmasında Osmanlı Devleti’ndeki bürokratik yapıyı “yönetim
kurumu” ve “din kurumu” olmak üzere iki üst kademeye ayırarak incelemiştir. Bu
gruplandırmaya göre yönetim kurumu padişah, saray erkanı ve asker - sivil
bürokratlardan oluşurken, dini kurum dini bürokrasiyi içermektedir.
Lybyer’e göre seyfiye ve kalemiye sınıfı yönetim kurumunun içerisindedir.
Bürokratik yapının işlevsel ayrılması açısından bakıldığında askeri – sivil bürokrasi
yürütme işlevinden sorumluyken, dini bürokrasi yargı işlerinden sorumludur. İnalcık’ın
sınıflandırması da bu yöndedir. İnalcık’a (2004, s.78) göre ilmiye sınıfı hukuki ve mali
konuların yönetimi, denetimi ve kanunların uygulanmasından sorumludur. “Sultanın
kulları” ise icra yetkisine sahiptir. Her iki kesim de merkezi hükümete bağlı ancak
birbirinden bağımsızdır. Osmanlı Devleti’nde bürokratik yapı konusunda öne çıkan bir
diğer araştırmacı olan Heper’in (1974, s.78) düşüncesine göre bürokrasi, asker-sivil ve
dini bürokrasileri içerir, padişah ve saray erkanı ise bunun dışındadır. Akşin (1977,
s.31), Osmanlı bürokrasisini ilmiye ve seyfiye (askeri) olarak ikiye ayırır ancak ulema
sınıfının da askeri sınıfın ayrıcalıklarından yararlandıklarını öne sürer. Danişmend
(1948, s.448) çalışmasında merkez bürokrasiyi seyfiye, ilmiye, kalemiye ve mülkiye
olarak dört sınıfa ayırırken Shaw (1992, s.170) saray, kalemiye, seyfiye ve ilmiye
şeklinde bir sınıflandırma yapmıştır.
İlmiye sınıfı, siyasal iktidara meşruiyet üreten sınıftır ve şeyhülislam, kadı,
müderris gibi memurlar bu sınıfa mensuptur. Seyfiye sınıfı savaşçı ve idareci sınıftır.
Sadrazam, beylerbeyi ve kaptan-ı derya gibi memurlar bu sınıfa mensuptur. Kalemiye
sınıfı ise kendi içerisinde iki gruba ayrılır: mülki idari kalem (bu grupta nişancı ve
reisü’l kuttab vardır) ve mali idari kalem (bu grupta defterdar ve haznedar vardır)
(Reyhan, 1999, s.77; Reyhan, 1998, s.12).
1. İlmiye sınıfı Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde devleti örgütlendiren
sınıftır ve etkisi zaman içerisinde giderek azalmıştır. 1656 yılında Babıâli
50
kurulduktan sonra ilmiye mensuplarından hiç kimse vezir-i azamlık
konumuna çıkamamıştır.
2. Seyfiye sınıfı, Fatih Sultan Mehmed ile Babıâli’nin kurulduğu dönem
arasında siyasal iktidar üzerinde etkili olmuştur.
3. 18. yüzyıl itibarı ile kalemiye sınıfı giderek güç kazanan sınıf olmuştur
(Reyhan, 1998).
Mülkiye terimi ise 1830’lu yıllardan sonra ortaya çıkmıştır ve Osmanlı
Devleti’ndeki reform dönemi esnasında (1789-1922) kalemiye sınıfı mülkiyeye
dönüşmüştür (Findley, 1996, s.221).
2.2. İlmiye Teşkilatı’nda Dini Söylemin Temelleri
Osmanlı Devleti, kendinden önceki İslam devletleri gibi dini temelli bir
yönetim anlayışına sahiptir. Çoğunluğu Müslüman halktan oluşan ve dini kaidelere göre
yönetilen Osmanlı toplumunda, yapılan tüm icraatların meşruiyetini sağlamak için
İslamiyet dininin temel kurallarına uygunluk aranmıştır. Osmanlı Devleti’nin ekonomik
ve sosyal yapısı ile eğitim sistemi İslam inanç ve düşüncesiyle bütünleşmiş durumdadır.
Bu nedenle siyasi iktidarın da bu kimliğe paralel hareket etmesi söz konusudur
(Karatepe, 1993, s.161).
Bu tez çalışması kapsamında ulemanın, padişah fermanları gibi zorlayıcı
kurumsal baskılara rağmen iltimaslı tayinleri nasıl devam ettirebildiği konusu kapsamlı
bir şekilde araştırılmış ve bu tayinlerin, dini söylem aracılığıyla meşru hale getirilerek
sürdürüldüğü savı ileri sürülerek, desteklenmeye çalışılmıştır. Dini söylem ifadesiyle
tam olarak ne kastedildiği ise bu bölümde ayrıntılı bir biçimde açıklanacaktır.
Öncelikle “söylem” kavramının ne amaçla kullanıldığını açıklamak ifade
netliği açısından önemlidir. Literatürde söylem kavramı, “gerçeğin farklı biçimlerde
tanımlanmasını sağlamak amacıyla bilişsel araçlar, prosedürler ve toplumsal ilişkilerle
geliştirilen ve kurum haline gelen idealler” şeklinde tanımlanır (Hasselbladh ve
Kallinikos, 2000). Bir meta eylem olarak öne çıkan söylem; ideoloji, diyalog, anlatım,
ifade tarzı, müzakere, güç ve gücün değişimiyle eyleme dönüşen dil pratiklerine ilişkin
51
süreçleri kapsar. Bu süreçler kültürel, siyasi, ekonomik ve sosyal hayatın tüm
boyutlarıyla ilgilidir (Sözen, 1999).
Bireyler tek başına söylem yaratamaz; söylemler, sosyal düzende mevcut
haldedirler. Foucault’a (2001) göre anlamı inşa eden bizzat söylemin kendisidir ve
toplumlar, söylem aracılığıyla mevcut semboller ve anlamlar arasında bağ kurar. Bu
bağlamda kurumsallaşmanın idealler, söylemler ve toplumsal kontrol biçimlerinin
tarihsel süreç içinde karşılıklı etkileşimi ile oluştuğu söylenebilir. Sosyal yapılar güç
elde etmek ve elde ettiği gücü sürdürebilmek için söyleme ihtiyaç duyar (Potter, 1996).
Toplumun yapı taşları arasında kabul edilen din kavramı ise farklı dönemlerde,
farklı disiplinlerden pek çok araştırmacının dikkatini çeken bir araştırma konusudur.
Örneğin Erich Fromm (1991), “Psikanaliz ve Din” başlıklı ünlü eserinde din kavramını,
bir topluluğun bireyleri tarafından paylaşılan ve onlara belli bir yöneliş, bağlanma amacı
sağlayan her türlü düşünce ve eylemler olarak tanımlar. Freud’a göre dini inançlar,
insanın kendi dışındaki doğa güçlerine ve kendi içindeki içgüdülerine karşı çaresizliğini
aşmaya yönelik bulduğu çözümlerden kaynaklanır (2000). Psikoloji ve Din başlıklı
eserinde Jung, dinsel yaşantının arka planında insanların kendilerini, kendilerinden daha
üstün gördüğü bazı güçlere tevekkülle teslim etme düşüncesinden bahseder (1976).
Hume (2009) da Jung’a paralel bir görüşle, tek bir biçimde olmasa da
görünmeyen, zeki bir güce inanmanın her yerde ve her dönemde insanlar arasında
yaygın olduğunu belirtir. Bu açıdan bakıldığında din kavramının hem bireysel hem de
toplumsal bir yönü olduğu rahatlıkla görülebilir. Dini düşünce ve eylemler, insanlığın
ilk çağlarından bu yana insanın yaşamı anlamlandırma sürecinde belirleyici bir role
sahip olmuştur.
Yukarıda verilen açıklamalardan hareketle dini söylem, genellikle din adamları
tarafından Tanrı’ya ve onun insanlar için getirdiğine inanılan hükümlerine ilişkin
bilgileri içeren ifadeler olarak tanımlanabilir. Osmanlı toplumunda dini söylemleri
besleyen temel kaynaklar Kur’an-ı Kerim, hadis olarak nakledilen rivayetler ve
ulemanın yazdığı eserlerdir. Kur’an-ı Kerim, Osmanlı ulemasının dini söylemlerine
52
meşruiyet sağlayan en önemli kaynaktır. Nisa Suresi 59. Ayette “Ey iman edenler!
Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre de” şeklindeki emir
cümlesinde yer alan “ulu’l-emr” ifadesiyle ne kastedildiği, fıkıh (İslam hukuku)
alanındaki pek çok araştırmaya konu olmuştur.
Abdullah b. Abbas ulu’l-emri “nerede ve ne zamanda olurlarsa olsunlar fıkıh,
ilim ve din sahipleri, Allah’a itaat eden, insanlara dinlerinin anlamlarını öğreten, onlara
marufu emredip münkeri yasaklayanlar” şeklinde açıklar (Taberi Tefsiri, 2018). Cabir b.
Abdullah’a göre “ulu’l emr”, “fıkıh ve hayır sahipleri”dir (Ensari, 1980). Katade’ye
göre ise alim sınıfıdır (Abduh, 1905). Ata b. Ebu Rebah, Hasan‐ ı Basri ve Ata b. es-
Saib “âlim ve fakihler” olarak açıklarken (Muranyi, 2003), İmam Ahmed b. Hanbel’den
“ümera” veya “ulema” olduğu yönünde iki görüş nakledilir (Arnaut vd., 2001). Bu
görüşlerin ortak yönü “ulu’l emr” denildiğinde öncelikli olarak akla gelenlerden birinin
ilim insanları olduğudur. Ulemaya itaat etmek ise bizzat ayetin kendisi ile farz (zorunlu)
kılınmıştır.
Kuran-ı Kerim’den sonra en fazla başvurulan kaynak ise hadislerdir. Hz.
Muhammed’e ait sözlerin derlemesi olan kimi hadislerde bilhassa alimlere yönelik
ifadeler oldukça dikkat çekicidir ve ilmiye mensuplarının eylemlerine meşruiyet
sağlamaktadır (Okumuş, 2005). Örn. “Şüphesiz âlim adamın âbid kişiden üstünlüğü,
ayın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Muhakkak, âlimler peygamberlerin
vârisleridir. Peygamberler miras olarak ancak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim
peygamberlerin mirası olan ilmi elde ederse tam bir hisse almış olur”7 hadisi, her ne
kadar kaynağı tartışmalı olsa da ulema ailelerine mensup kişilerin payeli tayinlerini
meşrulaştıran dini söylemlerden birisidir. Taşköprülüzade, önde gelen ulemanın
biyografisine yer verdiği ünlü eseri Şakayık-ı Numaniye’de alimin ne denli önemli ve
öncelikli olduğunu bu minvalde ortaya koyabilmek için birçok ayet, hadis ve görüşe yer
vermiştir (Mecdi Efendi’den aktaran Özcan, 1989).
7 Bu hadis, Veki’ b. el-Cerrâh, İbn Ebî Şeybe, Ahmed b. Hanbel, Buhârî (muaallak olarak),
Dârimî, İbn Mâce, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve birçok müellif tarafından rivayet edilmiştir. Bu
konuda geniş bilgi için bkz. Hüseyin Akyüz, “Âlimler Peygamberlerin Varisleridir” Hadisinin
İsnad Açısından Tenkid ve Tahlili”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2012/2, cilt: XI,
sayı: 22, s. 159–190.
53
Osmanlı Devleti’nin kuruluş, yükselme ve gerileme dönemlerinde dinî
hareketler ve ulemaya yönelik tutumunda farkılıklar söz konusudur. Kuruluş döneminde
Osman Gazî zamanında Tursun Fakıh’den beri Osmanlı ulemâsı, İslâm hukuku ve fıkıh
uzmanı olarak önemli devlet işlerinde görüşlerini sultana bildirirdi. Şeyhülislamlık
görevini yürüten kişi, devlet işlerinde müşavir rolünü üstlenmiştir.
Kuruluş döneminin önde gelen alimlerinden olan Tursun Beg, ulema ve
padişahların hangi konularda hüküm verebileceğine bir düzen getirmesi açısından
önemlidir. Eserlerinde yer alan fıkıh anlayışına göre insan, medenî bi't-tab’âıc, yani
tâbiatı itibarıyle toplum halinde yaşar. İnsanlar kendi hallerine bırakılırsa çatışma ve
düşmanlık çıkacağı için “tedbir” zorunludur. Karşılıklı yardımlaşma ve nizam (düzen)
için alınan tedbire “siyaset”, eğer tedbir “hikmet” esasına göre alınmışsa “siyaset-i
ilahi” denir. Siyaset-i ilahi, Peygamber tarafından konulan Şerîat kurallarından ibarettir.
Fıkıh alanına giren konularda şeriat kurallarına göre hüküm verme yetkisi ise
Peygamber’in varisleri olan ulemadadır. Eğer tedbir “akıl” esasına dayanırsa “siyaset-i
sultani ve yasag-i padişah” denir. Bu anlayışa göre Tanrı, nizamın devamı için padişaha
itaati herkese farz kılmıştır. “Vacibü’l-vücudun” olarak bilinen Tanrı’ya ait sıfatlar
padişahta tezahür eder ve padişahın temel vazifesi İslam dinini korumaktır (İnalcık,
2009).
Tursun Beg’in fikirlerine esas teşkil eden Farabi ve Nasireddin Tûsî de benzer
düşünceleri desteklemiştir; sosyal düzeni korumak için bir hükümdarın varlığı
zorunludur ve o kişi mutlak otoriteye sahip olmalıdır. Şerîat ise bu süreçte padişah
otoritesinin en büyük meşruiyet kaynağı olarak öne çıkar8. Şerîat’ın tayin ve tespit
edemediği cezalarda ise padişahın kanunname adı altında örfi prensibe dayalı birtakım
kurallar koyduğu ve uyguladığı görülmektedir.
Orhan Gazi’nin ilk yıllarında medrese yönetiminde tasavvuf kökenli Davud-i
Kayseri’yi görevlendirilmesine karşılık son yıllarında Çandarlı Halil ve ailesinin idarede
söz sahibi olmasıyla birlikte Sünni din anlayışı eğitim ve yargı sisteminin temelini
8 Farâbî’nin Siyâsatu’l-Madîna ile Arâ’u ahl’ul-Madinat‘il-Fâdtla adlı eserleriyle Nasîreddin
Tûsî’nin Ahlâk-i Nâsırî’sinde Yunan felsefesinden intikal eden bu fikirler için bkz. Dwight M.
Donaldson, Studies in Müslim Ethics, Londra: S. P. C. K., 1953.
54
oluşturmaya başlar. Öğrenimini Mısır’da tamamlayan ulemanın önde gelenlerinin Sünni
din anlayışına daha fazla yer vererek, daha mutaassıp hale gelmeleri nedeniyle II.
Bayezid döneminde nispeten serbest bir düşünce anlayışına sahip Molla Lütfi’nin
“kâfir” ilan edilip, idam edilmesi dahi söz konusudur. Kuruluş döneminden sonraki
süreçlerde tasavvuf anlayışına dayalı tarikatlar sultan ve vezirlerin himayesinde kalsa da
eğitim ve yargıda katı şer’î hükümlerin uygulandığı görülür (İnalcık, 2016).
Tüm bu bilgilerden hareketle hem padişaha hem de ulemaya itaat dinen farz
kılınmıştır. Bununla birlikte padişah ve ulema her zaman paralel hareket etmemekte,
kimi zaman fikir ayrılığına düşmektedir. Fikir ayrılığının yaşandığı en önemli
konulardan biri de İlmiye Teşkilatı’na yapılan atamalardır. İlmiye Teşkilatı, hem eğitim
hem de yargıda görev alacak kişileri yetiştirmesi nedeniyle Osmanlı Devleti’nde sosyal
düzenin temelini oluşturur.
İlmiye Teşkilatı’ndaki atamalarda mevcut tayin uygulaması, başlangıçta liyakat
esasına dayalı iken, ilerleyen dönemlerde devlet adamları ve müderrislerin önde
gelenlerinin sahip olduğu ilmiye payelerinin babadan oğula geçmesiyle birlikte
bozulmaya başlar. Normalde eğitimini tamamladıktan sonra en alt medrese
kademesinde işe başlayan bir müderris, kazaskerin de bulunduğu bir ilim heyeti önünde
sınav olur ve başarılı olursa bir üst medresede göreve başlayarak Sahn müderrisliğine
kadar yükselirdi. Ancak, yüksek ilmi payelere sahip ulemanın ilmiye sınıfındaki
oğulları, bilhassa XVII. yüzyılın başlarından itibaren giderek yaygınlaşan bir biçimde
bu uygulamaya tabi olmadan ve babalarının mevkisine paralel olarak doğrudan Miftah,
Kırıklı, Hariç veya Dahil medreselerine müderris olarak atanmaya başlamıştır. Örneğin
Hocazadeler, ergenlik çağına geldiğinde "Dâhil elli", müftüzadeler “Hariç”, kadıasker
oğulları "ibtidai kırklı”, İstanbul kadılarının oğulları da “yirmibeşli” veya “otuzlu”
medrese kademesinde müderris olarak işe başlamıştır. “Beşik ulemalığı” olarak da
bilinen bu iltimaslı tayin uygulaması, Osmanlı toplumunda kısa zamanda üst rütbelere
yükselebilen ayrıcalıklı bir ilmiye sınıfının ortaya çıkışına sebebiyet vermiştir
(Fleischer, 1986).
Ulema ailelerinden gelen genç Hocazadelerin, II. Murad tarafından Molla
Fenari ailesi için çıkartılan “Mevalizade Kanunu” ile elde ettikleri imtiyazlar nedeniyle
55
mülazemet sırası beklemeden daha yüksek medreselerde müderris olarak işe başlamaları
yasal bir uygulamaya dönüşmüştür. İlmiye rütbeleri, ulemâ-i kiram (büyük ulema)
çocukları için “mülk-i mevrus” (miras) hükmü kazanmıştır. Giderek yaygınlaşan bu
iltimaslı tayin uygulaması tepki çekmesine rağmen “şeriat-i hakikat” vasıtasıyla
topluma can verdiği ifade edilen (Hüseyin Efendi’den aktaran İlgürel, 1998) ulemâ-i
kirâmın:
“ Alimin oğlu alimdir”,
“ Bir alimi en iyi alim yetiştirir”,
Tafra (sıçrama) ve tehille (hızlandırma) ile rüûs ve mansıba sahip
olamasalar da kanuna uygun olarak “rûh-i İslamiye”ye vakıftır”9
şeklindeki söylemleri ile Şer’î açıdan da meşruluk kazanır.
II. Selim, III. Mehmed, I. Mahmud gibi padişahların bu uygulamayı kaldırma
teşebbüslerine rağmen payeli tayinlerin, ulemanın önde gelenleri tarafından devam
ettirildiği görülmektedir (İpşirli, 2000).
Yukarıda verilen bilgilere ek olarak, bazı şeyhülislamların kimi zaman kendi
yakınlarını hali hazırda dolu olan bir kadroya getirmek istedikleri zaman da dini
söyleme başvurmaları söz konusudur. Münferit olarak kabul edilebilecek bu
örneklerden en ünlüsü Şair Bâki’nin kadılara şikayet edilmesi meselesidir. Osmanlı
Devleti’nin 20. şeyhülislamı olarak görev yapan Bostanzade Mehmed Efendi, İstanbul
kadısı olarak görev yapan kardeşi Mustafa Efendi’yi Anadolu kazaskerliğine
getirebilmek için Anadolu kazaskerliği görevinde bulunan Şair Bâki’nin bazı şiirlerinin
“küfrü mucip” (küfre neden olan)10
olduğunu belirterek azledilmesi için kadılara
başvurur.
9 A. Sayılı'nın The Madrasa'sinden başka Bk. Mehmet Ali Ayni, Dar ul-Fünun Tarihi, İstanbul,
1927, Yeni Mtb.: Osmanlı Dar’ ul-Fünunu, D.E.F. Mecmuası, I, 1 Mart p32; Ali Aslan, Dar ul-
Fünundan Üniversiteye, 1995, Kitapevi Mtb.; Ekmelüddin Ihsanoğlu, Dar ul-Fünun Tarihçesine
Giriş, İlk Iki Teşebbüs, Belleten, 54, 209; Krş. Aydın Sayılı, The Madrasa. 10
Küfür kavramı, İslam Ansikopledisi’nde “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda
peygamberi tasdik etmemek, ona inanmamak / inkâr etmek” şeklinde açıklanmaktadır
https://islamansiklopedisi.org.tr/kufur.
56
2.3. Osmanlı Devleti’nde Dini Söylemin Bürokratik Kurumlarla İlişkisi
Osmanlı Devleti’nin ekonomik ve sosyal yapısı ile eğitim sistemi, İslami inanç
ve düşünce ile bütünleşmiş haldedir. İslami inanç ve düşüncesinden kasıt, Sünni kökenli
dini pratiklerdir. Siyasi iktidar da Sünni kimliğe paralel hareket etmiş ve Sünni
pratiklerin toplum tabanına yayılması için yoğun çaba sarf etmiştir (Karatepe, 1993,
s.161; Atçıl, 2017).
Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında büyük rol oynayan Osman Gazi, hem
dünya hem de ahiret beklentisi nedeniyle güç ve geçim kaynaklarını gaza ederek elde
eden ve bu şekilde kayıtlara geçen ilk padişahtır11
. Neşrî’den (1949) aktarıldığına göre
Osman Gazi ve oğlu Orhan Gazi’ye “gazi” ünvanı verilmesinin nedeni halkın Bilecik’in
fethi ile ilgili “kafirlerden ne feth ederse ona helal olsun” söylemidir. O dönemdeki
genel kanı Osmanoğulları’nı diğer hükümdarlardan ayıran temel hususun, müminlerin
topraklarına dokunmayacağı, gaza ve cihatla gayr-i Müslim beldeleri fethedecekleri ve
bu yolla halkın refahını arttıracakları yönündedir. Nitekim Osman Gazi, Germiyan’dan
Çavdarlı oğlunun esir düşmesi olayında “bu zalimler Müslümanlardır, öldürmek olmaz”
diyerek düşmanların Müslüman olmaları nedeniyle serbest bırakır (Neşrî, 1949, s.123).
Bununla birlikte Orhan Gazi şehzade iken Çavdarlı’nın yine isyan etmesi
nedeniyle Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye gaza görevini verir. Bu seferi meşru kılmak
için Orhan Gazi o dönemki dini inançtan destek almış ve beline “dua kılıcı” bağlayarak
ilk seferine çıkmıştır (Neşrî, 1949, s 125). Yine Neşrî’den (1949) aktarıldığı üzere
Orhan Gazi, askerlerini Rumeli seferlerine ikna etmek için dini söylemden destek
alarak, “İslamiyet için ölene kadar savaşanların gazi olduğu”nu dile getirir.
Sultan Murad Gazi döneminde ise daha farklı bir uygulama söz konusudur.
Osmanlı yönetimi Rumeli’ye seferler düzenlemek istemektedir ancak Ankara
bölgesindeki Müslümanlar, çevre bölgelerdeki Müslümanlar tarafından baskı ve eziyet
görmektedir. Bu noktada ulemaya danışılmış, ulema da kafire karşı gazanın “farz-ı
11
“Mahzâ etmeği (ekmeği) gazâdan çıkarayın ve hiçbir melike ihtiyaç göstermiyeyin; hem
dünya ve hem âhiret elüme girsün”, Neşrî, Kitâb-ı Cihan-nümâ, I, 53.
57
kifaye”12
olduğunu, müminler üzerindeki eziyeti kaldırmanın ise “farz-ı ayn”13
olduğunu belirtince Sultan Murad Gazi gazayı erteleyerek, “müfsid” (fesat) ilan edilen
Müslümanlara sefer düzenlemiştir (Neşrî, 1949, s.191). Buna benzer uygulamaları
nedeniyle Sultan Murad Han’a “sultanü’l guzzat ve’l mücahidin” (gazilerin ve
mücahitlerin sultanı) denmiştir (Neşrî, 1949, s.217).
Bununla birlikte Müslümanların üzerine gaza düzenlenmesi dinen kabul
edilemezdir. Murad Han’ın damadı Karamanoğlu Alaaddin Bey kendisine meydan
okuyunca “gazaya engel olana karşı gaza en büyük cihaddır” diyerek, “gaza-yı ekber”
(büyük gaza) terimini ortaya atan ve bu dini söylemden destek alarak Müslüman
ülkelere sefer düzenlenebileceğini söyleyen ilk padişahtır (Neşrî, 1949, s.219). Murad
Han, düşmanlık kendi şahsına yapılmışsa affetmiş ancak İslamiyete ve Müslümanlara
yapıldığında ise “İslam kılıcının gücü”nü gösterme amacı gütmüştür. Sefere çıkmadan
önce “Allah’ın yardımı ve Hz. Muhammed’in ruhaniyeti” için dua ve niyazda
bulunmayı bir uygulama geleneği haline getirmiştir (Neşrî, 1949, s.269).
Yine bizzat Murad Han tarafından sefer öncesinde askerlerin motivasyonunu
arttırmak amacıyla savaşta ölen Müslümanın şehit düşeceği, Bakara suresi 249. ayete
referansla sayıca az toplulukların Allah’ın izni ve dilemesi ile sayıca çok topluluklara
üstün geldikleri, Hz. Peygamber’den rivayetle “burnuna gaza tozu girenlerin
cehennemin koku ve buharını hissetmeyecekleri” ifade edilmiştir (Neşrî, 1949, s.279).
Bu inanış biçiminin Osmanlı Devleti’nin diğer devirlerinde de devam ettiği
görülmektedir. Fatih Sultan Mehmed, Hz Peygamber’den nakledilen bir hadisten de
destek alarak, gaza-yı ekber adı altında İstanbul’a sefer düzenleyeceğini ilan eder. Bu
açıklamadan sonra dervişler, tekkelerdeki abdallar ve halktan birçok genç ve yaşlı
gönüllüler sefere katılmış ve gönüllü savaşanların sayısı mevcut asker sayısını geçmiştir
(Neşrî, 1949, s.689).
İlerleyen dönemlerde gaza ve cihat öncesinde fetva alınması uygulaması
giderek yerleşir. Osmanlı Devleti’nin diğer İslam devletlerinden temel farkı eğitim –
12
Başka Müslümanlar tarafından yapıldığında diğer Müslümanların sorumluluktan kurtulduğu
farzlar – örn. cenaze namazı. 13
Müslümanın kendisinin yapmakla mükellef olduğu farzlar- örn. Ramazan ayı orucu.
58
öğretim faaliyetleri ile din hizmetlerinin kurumsallaşmasıdır. Devlet bürokrasisinde
yargı, eğitim vb. birçok hizmet şeyhülislamlığa bağlı kurumlar aracılığıyla
yürütülmüştür (Bulut, 1999, s.101).
Osmanlı Devleti’nde devlet işlerinin görüşüldüğü Divan-ı Hümayun üç
bölümden oluşan bir örgüt yapısına sahiptir: örfi-askeri yapı, mali yapı ve kazai-şer’i
yapı (Dursun, 1992). Kazai-şer’i yapı altında şeyhülislamlık adı altında kurumsallaşan
dini teşkilatlanma, diğer bölümler için de meşruiyet üreten bir yapıdır. Şeyhülislamlık
XI. yüzyıldan beri İslam dünyasında var olan bir mevkidir. İlk kez Osmanlı Devleti’nde
resmi bir nitelik kazanarak İlmiye Teşkilatı’nın başında olan kişilere verilmiş bir
ünvandır. Fatih Kanunnamesi’nde “ulemanın başı” olarak yer almasıyla birlikte zaman
içerisinde büyük önem kazanmıştır (Karatepe, 1993, s.149). Şeyhülislamların en temel
görevi, Sünni temelli İslamiyet inancı ve ibadet pratiklerin yayılımı ile şeriat kurallarına
uygun bir yargı sürecinin sağlanması ve kontrol edilmesidir (Atçıl, 2017).
Şeyhülislamlığa bağlı olarak çalışan İlmiye Teşkilatı, Osmanlı Devleti’nin
merkezi idare örgütünün önemli bir bölümünü oluşturur. İlmiye Teşkilatı eğitim,
öğretim, yargılama, hukuki ve dini danışmanlık, şehirlerin yönetimi gibi önemli
görevleri yerine getiren örgütleri bünyesinde toplamıştır. Hukuki ve dini danışmanlık
hizmetleri şeyhülislam ve müftüler, eğitim ve öğretim hizmetleri müderrisler, yargılama
ve yönetim hizmetleri ise kadılar tarafından yerine getirilmekteydi (Dursun, 1992,
s.152).
Müftülük, dini soruların yanıtlanması (ifta) amacıyla Osmanlı Devleti’nde
ortaya çıkan idari bir kurumdur. Osmanlılar fetva vermeyi kamu hizmeti olarak kabul
etmiş ve fetvaları bu idari birim üzerinden verdirtmiştir (Dursun, 1992, s.116). Bu
haliyle müftülük, ilmiyenin hizmet kollarından biridir. Devletin kuruluş döneminde ifta,
kadılık ve müderrislik tek kişinin yetki ve sorumluluğunda iken ülke sınırlarının
genişlemesi nedeniyle bu üç görev birbirinden bağımsız hale getirilmiştir. İlk
dönemlerde dini faaliyetleri icra eden müftülerin tayini vezir-i azama aitken, daha
sonraki dönemlerde imam, hatip, müezzin ve müftülerin tayini şeyhülislama verilmiştir
(Uzunçarşılı, 1988, s.179).
59
İslam hukukuna göre fetva “fakihin hüküm mahiyetinde olmaksızın sorulan bir
soruya verdiği cevap” anlamına gelmektedir. Fetvaların amacı, dini konulara ait
soruların yanıtlanarak açıklığa kavuşturulmasıdır (Mardin, 1964, s.583). Müftüler
tarafından verilen fetvalar siyasi, sosyal ve hukuki açılardan önemli oldukları gibi din
konusunda da bilgi vermeleri ve yaygın din eğitimi bakımından büyük önem taşır
(Bulut, 1999, s.104).
Yukarıda yer verilen bilgiler ışığında Osmanlı Devleti’nde bürokratik kurum
ve uygulamalar için meşruiyet sağlayan temel dayanağın dini söylem olduğu
söylenebilir. Kurumsal iş yazınına bakıldığında ise pasif aktör yerine kurumları
değiştirmeye veya sürdürmeye çalışan bireylerin de “eyleyen” aktörler olarak ortaya
çıktıkları görülmektedir. Bu süreçte Osmanlı Devleti’nin çeşitli dönemlerinde öne çıkan
kurumsal aktörler, Sünni temelli dini söylem ve pratikleri halk tabanına yaymak ve dini
söylemi araç olarak kullanarak kurumları sürdürmek için yoğun çaba sarf etmişlerdir.
Lawrence ve Suddaby (2006) tarafından yapılan gruplandırmada, sürdürme
başlığı altında “fırsat verme” (Leblebici vd., 1991), “denetleme” (Fox-Wolfgramm vd.,
1998; Schuler, 1996), “yenilikler için cesaret kırma” (Holm, 1995; Townley, 2002),
“kahramanlaştırma-şeytanlaştırma” (Angus, 1993), “efsaneleştirme” (Angus, 1993) ve
“yenileştirme- rutinleştirme” (Townley, 1997; Zilber, 2002) başlıklarına yer verilmiştir.
Bu başlıklar arasında, dini söylem aracılığıyla kurumların ve istikrarlı süreçlerin
sürdürülmesine yönelik herhangi bir görüş yer almamaktadır.
Medreselerin olgunlaşma dönemini yaşadığı Kanuni Sultan döneminde devlet
işleriyle ilgili önemli kararlar öncesinde fetva alma geleneği tamamen yerleşik hale
gelmiş ve bu uygulama Osmanlıların son dönemlerine kadar devam etmiştir. Verilen
fetvaların hepsi Sünni temelli dini pratikleri içerir (Atçıl, 2017). Milli mücadeleyi
başlatan Atatürk ve arkadaşları hakkında dönemin şeyhülislamı Dürrizade Abdullah
Efendi’den alınan ve son padişah Vahdettin tarafından uygulamaya konmak istenen
idam fetvası da bu uygulamanın son örneği olarak uygulamanın Osmanlı Devleti’nin
yıkılma dönemine kadar devam ettiğini göstermektedir.
60
2.4. Osmanlı Devleti’nde İlmiye Vakıflarına Bağlı Eğitimin İhtisaslaşması
Medreselerin ihtisaslaşması uzun bir süreci kapsar. Medreselerdeki ders
programları, sınıflara ayırma, yıllara göre öğretim programı oluşturma ve hocaların terfi
durumları resmi ve resmi olmayan kaynaklardan öğrenilmektedir (Atay, 1982).
İhtisas medreseleri olarak kabul edilen medreselerde edebiyat, ilahiyat, tıp,
matematik ve tabiat bilimleri gibi branşların eğitiminde ihtisaslaşma durumu söz
konusudur. Bu kapsamda Kur'an-ı Kerim’in okutulduğu, öğretildiği ve ezberletildiği
Dâr’ül Kurralar ile Hz. Peygamberin söz, eylem ve takrirlerinden oluşan hadis
araştırmalarının yapıldığı Dâr’ül Hadisler açılmıştır. Bu medreselere ek olarak halk,
ordu ve saray mensupları için bimaristan, bimarhâne, şifahâne, tımarhâne veya Dâr’üş
şifa denilen hastaneler ve hekim yetiştirmek amacıyla Dar’üt Tıplar açılmıştır
(Ergin,1977) .
Medreselerin ihtisaslaşma süreci Fatih Sultan Mehmet döneminde hız
kazanmıştır. İstanbul’un fethi ve Fatih tarafından Sahn-ı Seman medreselerinin
kurulmalarıyla birlikte medreseler yeniden yapılandırılmış ve dönemin önde gelen
hocalarıyla yaptığı görüşmelerin ardından seçilen dersler bizzat Fatih tarafından verilen
talimatla vakfiyeye konmuştur. Bununla birlikte Sahn-ı Seman Medreseleri’nde fen
bilimlerine yönelik herhangi bir fakülte bulunmamaktaydı. Tıp ve matematik gibi
konulardaki eksiklikleri gidermek amacıyla Kanuni Sultan Süleyman’ın talimatıyla
Süleymaniye Medreseleri inşa edilmiştir. Böylelikle Kanuni devrinde yükseköğrenim
sunan medreseler ikiye ayrılır (Uzunçarşılı, 2014). Süleymaniye Medreseleri faaliyete
geçtikten sonra öğrencilere iki medrese arasında tercih hakkı tanınmıştır. Süleymaniye
Medreselerinin inşasından sonra müderrislik hiyerarşisi değiştirilerek, Sahn-ı Seman,
ibtida-altmışlı, hareketi altmışlı, Musıla-i Süleymaniye, Hamise-i Süleymaniye,
Süleymaniye, Darül Hadis-i Süleymaniye müderrisliği şeklinde artan derecelerle
yeniden konumlandırılmıştır.
Süleymaniye Medreselerinin ilk derecesi olan ibtida-i altmışlıda müderrislere
ödenen günlük akçe miktarı altmış ve toplam müderris sayısı kırk sekizdir. Bu
konumdaki bir müderris terfi ettiğinde hareket-i altmışlı olur. Aldığı günlük ücret aynı
61
olsa da mevki itibarı ile ibtida-i altmışlıya kıyasla bir üst konumdadır. Hareket-i
altmışlıda görev yapan otuz iki müderris bulunur ve terfi ettiklerinde Musıla-i
Süleymaniye konumuna yükselir. Musıla-i Süleymaniye müderrisliğini müteakiben
Hamise-i Süleymaniye müderrisliği, Süleymaniye’nin dört müderrisinden biri ve en son
olarak Süleymaniye Dârül Hadis müderrisliği gelmektedir. Sahn-ı Seman ve
Süleymaniye Medreselerini tamamlayan danişmendler, başka medreselerde müderris
olabileceklerine dair “icazet” alır. İcazetini alan danişmendler, müderris veya kadı
olarak atanabilmek için “nevbet” olarak adlandırılan sıra bekleme dönemine girer
(Uzunçarşılı, 2014). Ünlü müderris Taşköprülüzade Ahmet tarafından 1495-1561 yılları
arasında Osmanlı medreselerindeki bilim dalları aşağıdaki şekilde tasnif edilmiştir:
Kaligrafi ve yazı şekilleri gibi konuları öğreten yazı bilimleri,
Arap dili ve fonetiği, Arap edebiyatı, Arapça sözlük, etimoloji, şiir,
kompozisyon ve diğer edebi bilimler,
Mantık ve cedel gibi akli bilimler,
Manevi bilimler ve teoloji,
Doğa bilimleri ve matematik gibi akli bilimler,
Ahlak ve siyaset gibi rasyonel bilimler,
Kuran, Hadis, Tefsir, Fıkıh ve Fıkıh usulü gibi teorik ve uygulamalı dini
ilimler (Güven, 2018).
2.5. Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı’nda Mülazemet (Atama –
Yükseltme) Sistemi
Mülazemet, “lüzum” mastarından gelen, bir yere veya kimseye bağlanmak ve
bir işi devam ettirmek gibi anlamları olan bir sözcüktür. Mesleki kariyere başlangıç ve
ilerleme aşamalarını ifade eden bir ilmiye terimi olarak, medrese mezunlarının müderris
veya kadı olmak için isimlerinin deftere kaydedilmesiyle başlayan bir süreçtir.
Mülazemet süreci kadı veya müderrislik adaylığı sürecini kapsadığı gibi fiili
olarak kadı ve müderrislik yaparken “müddet-i örfiye”yi (görev süresi) dolduran kadı ve
müderrislerin yeni bir göreve atanıncaya kadar İstanbul’da geçirdikleri mesleki gelişim
ve eğitim sürecini de kapsar (İpşirli, 1981). Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı’nı
inceleyen araştırmalarda mülâzemet sisteminin ortaya çıkışı ilgili çeşitli görüşler
belirtilse de döneme ait belgeler temel alınarak konunun detaylı bir analizi
62
yapılmamıştır. İlmiye Teşkilatı ile ilgili araştırmalarıyla öne çıkan Uzunçarşılı’dan
(1984) İnalcık’a (2007) kadar birçok tarihçi, ya mülazemet sisteminin ortaya çıkışı
hususunda fikir beyan etmemiş ya da bazı ipuçlarını göz önünde bulundurarak
tahminlerde bulunmuştur.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı (1984) mülâzemet sistemi hakkındaki ilk bilgileri
sunan kişidir. Uzunçarşılı, mülazemet uygulamasının Kanuni döneminde şeyhülislam
olan Ebussuud Efendi’nin sistemselleştirme girişimlerinden önce de var olduğunu
belirtir ancak ortaya çıkışı hakkında net bir bilgi vermez. Bu görüşü Halil İnalcık da
destekler. Osmanlı Devleti’nde kadılık sistemini incelediği bir çalışmasında İnalcık
(2007), Mustafa Cezar tarafından yayınlanan bir belgeye atfen mülazemet
uygulamasının Ebussuud Efendi’den önce de var olduğunu ileri sürer. Mehmet İpşirli
(1982), “Osmanlı Devleti’nde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)” isimli doçentlik
tezinde mülazım atama usullerini detaylı olarak incelemiş olmakla birlikte mülazemet
sisteminin ortaya çıkışıyla ilgili bir değerlendirme yapmamıştır. Mülâzemet sistemi
konusundaki güncel çalışmalardan biri de Yasemin Beyazıt’a aittir. Beyazıt (2014),
Fatih Kanunnamesi baz alınarak, XV. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ilmiye sınıfına
giriş için mülazemet uygulamasının getirildiğini belirtir. Ayrıca Mecdi’nin Hadaiku’ş-
Şakaik isimli kitabındaki kayıtları inceleyerek, mülazemet uygulamasının I. Selim
döneminde de yürürlükte olduğunu ortaya koymuştur.
Mülâzemet ve mülâzım sözcüklerinin ilk defa Fatih Kanunnamesi’nde yer
aldığı görülmektedir. Kanunname’nin, “Bâb-ı Evvel Merâtib-i A‘yân ü Ekâbir
Beyânındadur” bölümünde ilmiye mesleğiyle ilgili düzenlemelerden bahsedilirken
mülazımlar hakkında “ve ibtidâ yeni mülâzım yirmi akça medreseye, andan yirmi beş,
andan otuz, andan otuz beş, andan kırk, andan kırk beş, andan elli akçaya vâsıl olurlar.
Elli akça müderris cümle ağaların üstüne oturur. Sahn’a vardukdan sonra beşyüz akça
kadı olup, andan kadı‘asker olurlar” ifadeleri yer alır (Özcan, 2013). Bu ifadeler, ilmiye
mesleğindeki mülazemet uygulamasının Fatih döneminden itibaren var olduğunu
göstermektedir. Müderris olmak isteyen kişi, medreselerdeki eğitimini sırasıyla
tamamladıktan sonra Sahn-ı Seman veya Süleymaniye Medreselerinden birine devam
etmeli ve icazet (diploma) almalıdır. Daha sonra göreve başlamak istediği yerin bağlı
63
olduğu kazaskerinin belli günlerdeki meclislerine katılarak “matlab” olarak da bilinen
ruznamçe defterine mülazım olarak kaydedildikten sonra sıra beklemeye başlar. Sıra
beklerken müderrislerden birine asistanlık yapar ve bir yandan da kendini geliştirir.
Müderrislik kadroları boşaldıkça sırası gelen mülazımlar arasından atama yapılır
(Akyüz, 2010). Defter kayıtlarına bakıldığında sırası gelen mülazımın en aşağı
derecedeki medreseye tayin edildiği ve zamanla yükseldiği görülmektedir (Baltacı,
2005). Bir müderris, ilk rütbeden son rütbeye kadarki ilmiye yolunu yirmi beş ila otuz
yılda tamamlamaktadır. Bu sürece “kat-ı meratib” denir. Müderrisin zamanla aşağıdan
yukarıya doğru tayin edilerek yükselmesine de “devr-i medaris” denir. Bir diğer ifade
ile kat-ı meratib, devr-i medaris ile yapılmaktadır (İzgi, 1997).
Elde edilen veriler ışığında mülazemet sisteminin sadece ilmiye sınıfına has bir
uygulama olarak Fatih döneminde başlayan ve Kanuni döneminde kurumsallaşan bir
sistem olduğu söylenebilir. Kanuna aykırı ve iltimaslı bir şekilde ilmiye mesleğine
girişleri engellemek amacıyla Kanuni Sultan Süleyman 1538 yılında bir ferman
çıkartarak mülazemet sistemini düzenlemesi için Ebussuud Efendi’yi görevlendirir.
Ebussuud Efendi tarafından yapılan düzenlemede, ulemanın sahip olduğu payeye
(derece) göre mülazım vermesi, bu kişilerin ayrı bir deftere kaydedilerek yedi yılda bir
“nevbet”14
uygulanması kanunlaştırılır (Atai’den aktaran Özcan, 1989).
Medrese mezunlarının mülazım olduktan sonra göreve başlamak için sıra
beklemelerine “nevbet” (nöbet) denir. Bu süreyi 7 yıl olarak belirleyen ilk kişi
Ebussuud Efendi olmuştur (Uzunçarşılı, 2014). Böylelikle ilmiye mesleğine yeni giren
mülazımların ayrı bir deftere kaydedilmeleri (ruznamçe) ve bekleme süreleri ile hangi
payedeki (derece) ulemanın ne kadar mülazım verebileceği uygulaması bir düzene
oturtulmuştur. Mülazımlar için ruznamçe tutulması ile mülazımlar resmi olarak kayıt
altına alınmaya başlanmıştır15
. Ebussuud Efendi’den sonra tutulan defterlerin hepsinde
sadece mesleğe yeni giren mülazımlar kaydedilmiştir. Ancak bir medrese veya kazadaki
görevinden ayrıldıktan sonra mülâzemette bulunan kadı ve müderrislerin kayıtlarının
14 Müderrislik veya kadılık için sıra bekleme. Bknz. Uzunçarşılı, 1988: 35. 15 Kanuni dönemi düzenlemelerini yansıtan ilk mülâzemet defteri 951-959 (1544-1556) tarihli olup sırasıyla
Ebussuud, Çivizade Şeyh Muhyiddin Mehmed ve Bostan Efendi dönemlerine ait mülâzım kayıtlarını içermektedir.
64
yapıldığı defterler ayrı bir seri olarak tutulmuştur. Ayrı defterler tutulmasına yönelik
uygulama yine Kanuni döneminde başlar (Alan, 2017).
İlmiye mesleğine girenlere dair ilk mülazemet kayıtları Rumeli kazaskerliği
tarafından tutulurken, bir kaza veya medresedeki görevinden ayrılarak İstanbul’a gelen
kişilerin kayıtları eğer görev yeri Anadolu kazaskerliği sınırlarında ise Anadolu
kazaskeri tarafından yürütülür. Rumeli kazaskerliği sınırlarında ise Rumeli kazaskeri
tarafından yürütülür. Görevden ayrılma ve yeni göreve tayin edilme işlemleri de
ruznamçe defterine kaydedilir. Dönemin eserleri ve arşiv belgeleri incelendiğinde
mülazımların iş takibinden genel olarak Rumeli kazaskerinin sorumlu olduğu
görülmektedir (Alan, 2017). III. Mehmed’in tahta çıktıktan sonra 1595 yılında Rumeli
kazaskerine gönderdiği ferman bu duruma örnek bir arşiv belgesidir. Bu fermanda
mülazım alınması için Rumeli kazaskeri görevlendirilmektedir16
. Aynı fermanda
mülazımların kayıtlarının tutulduğu defterden “mülazemet defteri” olarak
bahsedilmiştir17
.
Yukarıda verilen bilgilere ek olarak, mülâzemet kayıtlarını içeren ruznamçe
defterlerinin hepsinde Rumeli kazaskerliğini yapmış kişilerin mührünün bulunması
mülazemetten sorumlu kişilerin Rumeli kazaskerleri olduğu görüşünü desteklemektedir.
Bilinen ilk mülâzemet defteri Kanuni döneminde günümüze gelen 1544-1556 tarihli
defterdir. Bu defterden 43 yıl önce düzenlenen başka bir defter de mülazemet sisteminin
II. Bayezid dönemindeki durumunu ortaya koyduğu için son dönemde tarihçilerin
yoğun ilgisini çekmektedir. Topkapı Sarayı arşivinde 5065 / 1 numarada kayıtlı olan bu
defterin 1501- 1506 yılları arasında kayıtları içerdiği ve mülazemet uygulamasının ilk
sistemli örneği olduğu ileri sürülmektedir (Alan ve Atçıl, 2018).
16 Bu durum Gelibolulu Mustafa Âli tarafından “bir dânişmend mülâzım olup Rumili Kadıaskeri’nin defterine lâhık
…” şeklinde açıklanmaktadır. Gelibolulu Mustafa Âlî, Künhü’l-Ahbâr Fatih Sultan Mehmed Devri 1451-1481, haz.
M. Hüdai Şentürk (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2003), II, s. 74. Ayrıca Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-Beyân fî
Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 202 ve Nimeti Efendi Kanunnamesi’nden nakille Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilatı, s. 48 bu
bilgiyi teyid etmektedirler. 17 BOA, Mühimme Defteri, No: 73, Hüküm: 740.
65
Tablo 7. 16. Yüzyılın İlk Yarısında Verilen Mülazemet Türleri
Mevali
18
Vefat Eden
Mevalinin Mevalinin Müderris Vezir Askeri
Dilekçe
ile Fetih Bilinmeyen
Yıl Vasıtasıyla Öğrencileri Çocukları Asistanları 19Vasıtasıyla20
Kadronun Bizzat Seferleri Nedenlerle
Vasıtasıyla20
Başvuru Nedeniyle21
1506
23 65 10 3 5 4 1 - 2
113
Mülazemet22
1523
43 50 - 13 - - - 6 -
112
Mülazemet23
2.6. Mülazemet Yolları
Osmanlı Devleti’nde mülazemet yolları 7’ye ayrılır:
Nevbet (nöbet) yoluyla mülazemet, yüksek mevkilerde görev yapan kadı ve
müderrislerin belirli aralıklarla mülazım vermeleri usulüdür. Ebussuud Efendi 1537
yılında mülazemet usulünü düzenlerken, ilmiye mensuplarının yedi yılda bir kendilerine
tanınan kontenjanlara göre mülazım vermelerini sistemleştirmiştir (Atai, 1989, s.184).
Mülazemet sistemine yönelik bilinen ilk düzenleme nevbet usulüdür.
İadeden mülazemet, yüksek mevkilerde görev yapan müderrislerin muid ve
öğrencilerden hak edeni mülazım kaydetmeleri usulüdür. Muid (iade), günümüzdeki
karşılığı araştırma görevliliği olan müderris yardımcılarına verilen ünvandır (Baltacı,
18 Osmanlı Devlet Teşkîlâtı’nda mevleviyet pâyesine erişmiş üst seviyedeki ilim adamları, mollalar, büyük kadılar.
20 Vezir tarafından Divan’a arz ile (Arz-ı Paşayan).
21İskender Paşa, Yakup Paşa ve Yeniçeri Ağası Hüseyin Ağa yakınlarını mülazım olarak kaydettirmiştir.
221621 ve 1622 tarihli Belgrad ve Rodos seferleri esnasında verilen mülazemetler.
23Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA) Defter No: 5605/1.
24Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA) Defter No: 8823/1.
.
66
1976, s.33). Mevali olarak adlandırılan büyük kadılar da müderrislikten kadılığa
geçtiklerinde ayrıldıkları medreselerdeki muidleri iadeden mülazım vermiştir. Ayrıca
kadılar, görev yaptıkları şehrin medreselerinde ders veriyorlarsa mülazım vermeleri
gerektiğinde ders verdikleri muidlerini mülazım verme yetkisine sahipti (İpşirli, 109).
Muidlerin dışında muzaf denen muid yardımcılarının da mülazım alındığına
dair örnekler vardır. Ancak bir müderrisin muidini mülazım yapabilmesi için belirli
şartlar vardır. Bir müderrisin muidini mülazım olarak kayıt ettirebilmesi için en az
Musila-ı Sahn Medresesi’nde görev yapması gerekir (Yancı, 2017, s.43). Mülazım
olmaya hak kazanamayan bir muidin yerine başka bir muid mülazım olarak
kaydedilebilir (Evsen, 2009, s.26).
Teşrif yoluyla mülazemet, önemli ilmiye mensuplarının (büyük şehir
müftüleri, mevali ve yüksek kademeli medrese müderrisleri) atanması, görev
değişiklikleri veya sefere katılmaları nedeniyle mülazım vermeleri usulüdür.
Mülazemetle ilgili fermanlarda bu usulün detaylarına sık sık değinilmiştir (İpşirli, 2006,
s.538). Teşrif kurallarını belirlemek ve kimi zaman kısıtlamak için fermanlar
yayınlanmış; III. Mehmed 1598 yılında yayınladığı fermanda Haremeyn (Mekke ve
Medine) dışında teşrif olmamasını emretmiştir (Akgündüz, 2004). Uzunçarşılı’dan
(1988, s.244) aktarılan bilgiye göre bu usul, 1715 yılında sadrazam tarafından
sınırlandırılmıştır.
Müstakil arz yoluyla mülazemet, ilmiye mensubu olmayanların mülazemet
verebildikleri tek usuldür. Yeteneği, çalışkanlığı veya herhangi bir hizmette yararlılığı
ile öne çıkan danişmendlerin, üst düzey bir yetkilinin aracılığı ile müstakil olarak arz
edilip mülazım olmaları söz konusudur (İpşirli, s.538). Baltacı’nın aktardığına göre
müstakil arz ile mülazım olanlar genellikle şeyhülislam veya padişah hocalarının
çocuklarıdır (Baltacı, 1976, s.35). Kayıtlarda, mülazemete tavsiye edilen kişilerin ne
sebeple tavsiye edildiklerine yönelik pek bilgi yoktur. Bu nedenle bu usulün esasen
usulsüzlüklere yol açtığı belirtilerek, bizzat III. Mehmed bu yolla mülazım olunmasına
rıza göstermediğini belirtmiştir (Uzunçarşılı, 1988, s. 246).
67
Ölüm sebebiyle (mevtadan) mülazemet, ulema sınıfından vefat eden kişilerin
danişmendlerinin belirli şartlara bağlı olarak mülazım olmaları usulüdür. Öğrenci
sayısının fazla olduğu durumlarda öğrenciler arasında sınav yapılarak mülazımlar
seçilmiştir (İpşirli, 2006, s.538). Hangi öğrencilerin mülazemete alınacağı Süleymaniye
ve Sahn müderrisleri arasından görevlendirilen bir mümeyyiz aracılığıyla tespit edilirdi
(Beyazıt, 2014, s.76). 1598 yılında yayınlanan fermanında III. Mehmed, mevtadan iki
nöbetlik mülazım alınmasını, geri kalan öğrencilerin ise müderrislere dağıtılmalarını
kurala bağlamıştır (Uzunçarşılı, 1988, s.244). İnalcık (2015, s. 142) da ölen mevalinin
sadece iki öğrencisinin mülazemete alındığını belirtir.
Tezkire hizmetinden mülazemet, görev yapan kazaskerlerin altı ayda bir
tezkirecisini mülazım olarak vermeleri usulüdür (İpşirli, 2006, s.538). Hem Anadolu
hem de Rumeli kazaskerleri altı ayda bir tezkirecilerini mülazemet defterine
yazdırmışlardır.
Fetva emanetinden mülazemet, görev yapan şeyhülislamların altı ayda bir
fetva eminlerini mülazım olarak yazdırmalarıdır (İpşirli, 2006, s.224). Şeyhülislam
dairesinde fetvaları yazarak halka ulaştırmakla görevli memurların amirine “fetva
emini” denmiştir (Uzunçarşılı, 1988, s.197).
2.7. Ulema Sınıfı
Osmanlı Devleti’nde İlmiye Teşkilatı’na bağlı olarak faaliyet gösteren ulema
sınıfı, medrese eğitimini tamamladıktan sonra icazetle mezun olan ve eğitim, fetva,
hukuk ve merkezi bürokrasi alanlarında önemli mevkilerde görev yapan Müslüman ve
çoğunlukla Türklerden oluşan bir meslek grubudur (İpşirli, 1994, s.247).
Geleneklerini, yetki ve ayrıcalıklarını uzun yıllar boyunca korumuş olan ulema
sınıfı şeyhülislam, nakibüleşraf, kazasker, kadı, müderris, padişah hoca ve imamları ile
ulema sınıfına mensup çeşitli saray memurları gibi büyük bir grubu içermektedir.
Ulemalığın en yüksek derecesi ise şeyhülislamlıktır.
68
2.7.1. Şeyhülislam
10. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan şeyhülislam tabiri, fıkıh ilmindeki dini
bilgisi ile insanlar arasındaki anlaşmazlıkları şer’i hukuka göre çözebilen ve bulunduğu
yerdeki fetva görevini yürüten ilmiye mensupları için kullanılır. Osmanlı Devleti’nin
kurulduğu ilk dönemlerde de bu anlamda kullanılmaya devam edilmiştir. II. Murad
döneminde ise devletin içinde bulunduğu dini ve siyasi karışıklıkların üstesinden
gelebilmek amacıyla fetvanın, devlet kontrolündeki tek merkezden ve tüm insanların
itibar ettiği bir kişi tarafından verilmesi düşüncesiyle şeyhülislamlık kurumu resmi bir
makam haline getirilmiştir. Bu resmi makama atanan ilk şeyhülislam Molla Fenari’dir
(Kaydu, 1977, s.2).
Şeyhülislam tabiri resmi kayıtlarda ilk olarak Fatih Sultan Mehmed’in Teşkilat
Kanunnamesi’nde yer almaktadır. Bu kanunnamede, şeyhülislamın ulemanın reisi
olduğu, padişah hocalarının ise “serdar-ı ulema” oldukları ve sadrazamların da üstünde
oturmaları gerektiği ifade edilse de şeyhülislamlar, Osmanlı Devleti’nin ilk
dönemlerinde resmi devlet protokolünde kazaskerden sonra gelmektedir (Kaydu, 1977).
XVI. yüzyılda Zenbilli Ali Cemali Efendi, İbn-i Kemal ve Ebussuud Efendi
gibi kişilerin şeyhülislam olmalarıyla birlikte şeyhülislamlık makamının hem ilmiye
hem de devlet teşkilatındaki önem ve itibarı artmıştır. XVII. yüzyılın başından itibaren
Divan-ı Hümayun toplantılarında bulunmasalar bile önemli devlet işlerinde
şeyhülislamların fikirleri alınmıştır. XVIII. yüzyılda ise savaş ilanı veya barış
antlaşmaları gibi önemli kararlar şeyhülislam fetvasıyla verilmektedir (Uzunçarşılı,
2014).
Ebussuud Efendi’nin şeyhülislamlığı dönemine kadar şeyhülislamlık ataması
için yerleşik bir usul bulunmamaktadır. Ebussuud Efendi’den önce kazaskerlik,
mevleviyet kadılığı veya müderrislik yapan kişiler arasından uygun olan bir kişinin
şeyhülislam olarak atanması söz konusudur. Ebussuud Efendi ile birlikte atamalara bir
düzen getirilmiş; şeyhülislamlık genellikle Rumeli kazaskerine, kimi zaman Anadolu
kazaskerine, nadiren de payelilere verilmiştir (Uzunçarşılı, 2014).
69
Ebussuud Efendi’den itibaren ilmiye kademelerindeki en üst konum
şeyhülislamlık haline gelmiştir. Şeyhülislam tayinlerinde sadrazamın rolü büyüktür.
Ancak kimi zaman padişahlar sadrazamın görüşünü almadan bu konuma istedikleri
kişiyi tayin etmiştir (Uzunçarşılı, 2014).
Başlangıçta görevi sadece şer’i konularda fetva vermek olan şeyhülislamların
zaman içerisinde görevleri genişleyerek, devlet yönetimini yakından ilgilendiren
konularda da fetva vermeye başladıkları görülmektedir. Ayrıca kanunnameler
hazırlanırken kanunların şeriata uygunluğunun kontrol görevi de şeyhülislama aittir. Bu
görevlere ek olarak II. Bayezid, dönemin şeyhülislamı Zenbilli Ali Efendi’ye vakıflara
nezaret etme görevini vermiştir (Akgündüz, 2004).
Şeyhülislamların ilmiye sınıfındaki en önemli görevi müderris sınav ve
tayinleridir. 1574 yılına kadar müderrislerin tayinlerinden sadrazam ve kazaskerler
sorumluyken, bu tarih itibarı ile kırklı ve daha yüksek medreselerde görev yapacak
müderrislerin tayinleri sadrazamın izni alınarak şeyhülislama bırakılmıştır. XVI.
yüzyıldan itibaren mevali (yüksek kadı) ve yüksek müderrislerin tayinleri de
şeyhülislama bırakılmıştır (İpşirli, 1982, s.127).
XVII. yüzyıldan itibaren kazasker ve nakibüleşrafın tayinleri de şeyhülislamın
belirlediği kişinin padişaha arz edilmesi ve padişah tarafından tayin edilmesi usulüyle
uygulanmıştır (Uzunçarşılı, 1965, s.159). Hem saraydaki doktorların hem de ülkedeki
tüm doktorlardan sorumlu kişi olan hekimbaşının tayin yetkisi de şeyhülislamın
elindedir.
Şeyhülislamın en önemli yetkilerinden biri olan mülazemet sisteminde
medreseden mezun olanlar, ilmiye teşkilatında görev alabilmenin ilk adımı olan
mülazemeti şeyhülislamın arzı ile almaktaydı. Şeyhülislamların ayrıca II. Bayezid
Medresesi’nde ders verme ve 1759 yılı itibarı ile her yıl Ramazan ayında Osmanlı
padişahının huzurunda Kadı Beyzâvi tefsirinin okunduğu huzur derslerine katılacak
ulemayı seçme görevleri de vardır (Ebu’l-Ulâ Mardin, 1956, s. 100).
Şeyhülislamların görev süreleri ise farklılık göstermektedir. Kanuni döneminde
Çivizâde Muhyiddin Efendi azledilene kadar şeyhülislamlar azledilmedikleri için görev
70
süreleri ölümlerine kadar devam etmiştir (Ahmed Rıfat Efendi, 1876, s.20). Uzun yıllar
görev yapan son şeyhülislam Ebussuud Efendi’dir ve 1545-1574 yıllar arasında 30 yıl
görev yapmıştır. Ebussuud Efendi’den sonra ise şeyhülislamların ortalama görev
süreleri 3-4 yıla düşmüştür ve kimi zaman aynı kişi birkaç defa bu makama atanmıştır
(Kramers, 1979, s.487).
İlmiye Teşkilatı’nda sıklıkla rastlanan “paye” uygulaması şeyhülislamlık
makamında da yer edinmiştir. “Paye-i fetva” denilen şeyhülislamlık payesi XVII.
yüzyılda Rumeli kazaskeri olan Kara Çelebizade Abdülaziz Efendi ile XVIII. yüzyıl
başında şeyhülislam olan Seyyid Feyzullah Efendi’nin oğlu Seyyid Fethullah Efendi’ye
verilmiştir (Uzunçarşılı, 1965, s. 209).
XVI. yüzyıla kadar oldukça düşük ücretler alan şeyhülislamlar, XVI. yüzyılda
Ebussuud Efendi’nin göreve gelişi ile birlikte önce kazaskerlerle aynı maaşa almaya
başlamış, ardından kazaskerlerden de fazla maaş almaya başlamıştır. Ayrıca Bostanzade
Mehmed Efendi’den itibaren arpalık24
verilmeye de başlanmıştır (Kazıcı, 2016).
2.7.2. Nakîbü’l-eşraf
Osmanlı Devleti’nde Hz. Muhammed’in soyundan gelen seyyid ve şeriflerle
ilgili işlerle ilgilenen görevliye nakibü’l-eşraf denir. Nakibü’l-eşraflar bu soydan
gelenlerin kökenlerini, doğumlarını ve ölümlerini kayıt altına alarak bir tür kimlik
(temessük) vermenin yanı sıra bu kişilerin haklarını koruyarak, ganimetten kendilerine
ait hisseyi dağıtmış ve yine bu soydan gelen kadınların konum olarak kendilerinden
daha düşük mevkide bulunanlarla evlenmelerine mani olmuşlardır (Pakalın, 1983).
Nakibü’l-eşraflık makamı ilk kez Yıldırım Bayezid döneminde uygulamaya
konmuştur ve bu makama ilk atanan kişi Seyyid Ali Natta b. Muhammed’dir. Bu
makam ilk ortaya çıktığı andan itibaren ulema sınıfından sayılmakla birlikte XVII.
yüzyıldan sonra yüksek ulema sınıfı arasına katılmış ve maka atanacak kişi İstanbul
kadısı veya kazasker emeklileri arasından seçilmeye başlanmıştır. Ataması şeyhülislam
tarafından yapılmıştır. Aynı anda iki farklı görev yapan ulema kayıtları da vardır.
24
Osmanlılarda devlet memurlarına görevleri sırasında maaşlarına ilaveten, görevden
ayrıldıktan sonra ise emeklilik veya ma’zuliyyet maaşı olarak tahsis edilen gelir.
71
Örneğin Seyyid Mehmed Efendi hem İstanbul kadılığı hem de nakibü’l eşraflık görevini
yapmıştır (Uzunçarşılı, 2014).
2.7.3. Kazasker
Osmanlıya ait dokümanlarda “sadreyn efendiler, sadr-ı Rumeli, sadr-ı
Anadolu” ifadeleriyle de yer alan kazaskerler, uzunca bir dönem İlmiye Teşkilatı’nın en
üst makamında yer almıştır. Kazaskerliğin makam olarak ortaya çıkışı I. Murad
devrindedir ve ilk kazasker Çandarlı Kara Halil Hayreddin Efendi’dir. Kazaskerlerin
asli görevi Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında orduda olan askeri-hukuki ihtilafları
çözüme ulaştırmak ve seferlere katılıp davalara bakmaktır. Fatih Sultan Mehmed’in son
yıllarına kadar bir tane olan kazaskerlik makamı, bu dönemden sonra Rumeli ve
Anadolu olarak ikiye ayrılmıştır. Paye ve derece bakımından Rumeli kazaskerliği
Anadolu kazaskerliğinden daha üst bir konumdadır (İpşirli, 2002, s.40).
Rumeli kazaskeri Rumeli ve Adalar’da, Anadolu kazaskeri ise Anadolu ve
Arabistan’da görev yapan ilmiye mensuplarının tayin ve terfi, nakil ve azilleri gibi
işlemleri yürütmekten sorumludur (Kazıcı, 2016). XVI. yüzyılın ilk yarısına kadar
kazasker tayinlerinde yerleşik bir uygulama bulunmamaktadır. Daha sonraki
dönemlerde ise Anadolu payesiyle İstanbul kadılığı yapma, Rumeli kazaskerliği içinse
önce Anadolu kazaskeri olma şartı aranmıştır. XVII. yüzyıla kadar kazasker tayinleri
sadrazamın arzı ile yapılmaktayken, bu görev sadrazamın onayı almak şartıyla
şeyhülislama bırakılmıştır (Uzunçarşılı, 2014).
Paye uygulaması kazaskerlik makamında da söz konusudur; tayin edilecek
kişinin önce tayin edileceği makamın payesini alması gerekir. Anadolu kazaskerleri
arasında Rumeli kazaskerliğini hak eden kimse yoksa daha önce Rumeli kazaskerliği
yapmış birinin bu makama yeniden tayin edilmesi mümkündür. Kazaskerliğin görev
süresi diğer mevleviyetlerde olduğu gibi bir yıldır ve görevi sona eren kişi ”ma’zul”
kabul edilerek yerine başka biri atanır. XVI. yüzyıldan sonra Rumeli kazaskerleri
şeyhülislam olabilirlerken, kimi zaman Anadolu kazaskerliğinden doğruca
şeyhülislamlığa tayin edilen kişiler olduğu da görülmektedir. Divan-ı Hümayun üyesi
olan kazaskerler Fatih dönemine kadar hasılat-ı şer’iyyeden beş yüz akçe alırken, Fatih
72
tarafından düzenlenen kanunname ile hazineden beş yüz akçe yevmiye almaya devam
etmişlerdir (Uzunçarşılı, 2014).
2.7.4. Kadı
Arapça “kazâ” kökünden gelen kadı terimi, insanlar arasındaki anlaşmazlıkları
şer’i hükümlere göre çözmek amacıyla görevlendirilen kişi anlamına gelir. Osmanlı
Devleti’nde mülki, idari, mali, askeri ve adli alanlardaki görevleriyle görev alanı en
geniş olan memurlar kadılardır. Şer’i hukukla ilgili olan ilmiye mensupları olmalarının
yanı sıra mülkî erkan25
içerisinde de yer alırlar (Ortaylı, 2001, s.69).
Kadı olmak isteyen kişi öncelikle medrese eğitimini bitirir ve başvuruda
bulunur. Ardından mülazemet dönemini tamamlaması için mevleviyet derecesindeki
büyük kadıların yanına gönderilirler. Ortalama üç ile beş yıl süren mülazemet
döneminin ardından İstanbul’a gelir ve sınavı geçenler en alt kademedeki görev
yerlerinden birine tayin olarak göreve başlar (Ortaylı, 2001).
XVI. yüzyıl ortalarına kadar bütün kadıların tayinleri kazaskerler tarafından
padişah beratı ile yapılırken, yevmiyesi 150 akçeden fazla olan mevleviyet kadılarının
tayinleri ise sadrazamın padişaha arzı ile yapılmıştır. XVI. yüzyılın ortalarından itibaren
şeyhülislamın görev ve yetkilerinin genişlemesi ile birlikte mevleviyet kadılarının
tayinleri sadrazam yerine şeyhülislam tarafından yapılmıştır. Kadılarla ilgili tüm
işlemler kazasker tarafından ruznamçe ismi verilen defterlere kaydedilmiştir
(Uzunçarşılı, 2014).
Kadılık makamı, kaza kadılıkları ile sancak ve eyalet kadılıkları olarak ikiye
ayrılır. Sancak ve eyalet kadılıkları mevleviyet konumundadır ve mevleviyetler
aşağıdan başlayarak “devriyye”, “mahreç”, “bilad-ı hamse” ve “Haremeyn” şeklinde
yükselir. Mevleviyetlerin en yüksek konumunda bulunan İstanbul kadılığının bir üst
makamı Anadolu kazaskerliğidir. Mevleviyetlerin görev sırası bir yıldır ve “müddet-i
örfiyye”sini tamamlayanlar bir sonraki mevleviyetin payesini alarak sıra beklemiştir
(İpşirli, 1994, s.266).
25
Genelde il, ilçe yönetimi gibi kademelerde görev alan memurlar.
73
Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı’nda eğitim ve yargı kurumları arasında geçiş
imkanı vardır ve kadılar, pozisyonlarına uygun müderrisliklere geçiş yapabilirler. Örn.
devriyye mevleviyeti, ibtida-i hariç müderrisliğine, mahreç mevleviyeti ise Darü’l-hadis
ve Süleymaniye müderrisliğine geçiş yapabilir (Pakalın, 1983).
2.7.5. Müderris
Osmanlı Devleti’nde medreselerde verilen belirli bir eğitimin ardından sırasıyla
icazet, mülazemet ve beratla medreselerde ders veren kişilere müderris denir.
Öğrencilerin hangi müderristen icazet aldıkları oldukça önemlidir ve icazetlerde hoca
silsilesine yer verildiği için medresenin ana unsuru müderrislerdir. Müderris olmak
isteyen kişi, medrese eğitimlerini sırasıyla tamamladıktan sonra Sahn-ı Seman veya
Süleymaniye Medreselerinden birindeki derslere devam ederek icazet alır ve görev
yapmak istediği bölgenin kazaskerinin meclislerine devam ederek “matlab” (ruznamçe)
isimli deftere kendini mülazım olarak kaydettirip sıra beklemeye başlar. Mülazemet
sırası geldiğinde ise en alt konumda yer alan Haşiye-i Tecrid medreselerinden birine
tayin edilerek müderrisliğe başlar (Baltacı, 2005, s.108).
Osmanlı Devleti’nde ilk dönemde müderris tayinleri kazaskerlerin padişaha
arzı ile yapılırken XVI. yüzyılın ortalarından itibaren haşiye-i tecrid, miftah ve kırklı
medreselerde görev yapan müderrislerin tayinleri kazaskerler, daha yüksek konumda
yer alan müderrislerin tayinleri ise şeyhülislam tarafından yapılmıştır (Uzunçarşılı,
2014). Aynı kadroya birden fazla başvuru olması durumunda müderrislere bir konu
verilerek bu konu hakkında risale yazmaları istenir ve halkın önünde kazaskerin de
katılımıyla bir sınav yapılarak başarılı olan seçilirdi (İpşirli, 2006, s.469).
Müderrislerin görev süresi XV. ve XVI. yüzyılda ortalama üç yıl iken daha
kısa sürede paye alan kişilerin yaygınlaşması ile görev süreleri kısalmıştır (Baltacı,
2005, s.109). Müderrisler, medreselerin vakfiyelerindeki şartlara göre tayin edildiği için
maaşları da vakfiyede belirtilen ücrete mukabil düzenlenmiştir. Medrese payesinin
yükselmesi ile birlikte müderrisin artan maaşı vakfın gelirinden, gelir yeterli değilse
başka vakıflardan veya devlet hazinesinden karşılanmıştır (Baltacı, 2005, s.110).
74
Müderrislerin kimi zaman da görevden alınmaları söz konusudur. İlmi açıdan
yetersiz bulunan, danişmend tutamayan, derse devam etmediği anlaşılan, medrese
odalarını kiraya veren, muidlik ve mülazımlık seçimlerinde adaletsizlik yapan bazı
müderrisler görevden alınmıştır. Kadıların, görev yaptıkları yerdeki medreselerin
vakıflarını kontrol etme ve müderrisin görevden alınmasını isteme yetkisi vardır (İpşirli,
2006).
Müderrislerin derslerini tekrarlayarak açıklayan müderris yardımcılarına
“muid” denmiştir (Berki, 1966, s.38). Muidler, ders tekrarı yapmanın yanı sıra
öğrencilerin disiplininden de sorumludur. Müderris ve öğrenci arasında konumlanan
muidler, günümüzdeki asistan konumundadırlar (Kazıcı, 2016). Muid seçimi derse
devam eden danişmendler arasından ve bizzat müderris tarafından yapılır. Muidlere
günlük olarak 5 akçe yevmiye verilmiştir. Muidler, elli akçeli medreselerden aşağı
konumdaki medreselerde bulunur ve müderrisler gibi tayin edilmeleri de söz konusudur.
Bir muidin görev süresi kesin olarak bilinememekle birlikte mevcut kayıtlara göre en az
iki senedir (Baltacı, 2005, s.114).
Ayrıca muidlere yardımcı olan ve “muzaf” olarak adlandırılan muid
yardımcıları da vardır ancak nasıl seçildikleri veya herhangi bir ücret alıp almadıklarına
dair net bir bilgi yoktur. Bazı mülazemet defterlerinde medreselerden mülazım alınırken
muidlerin yanı sıra muzafların isimlerine de yer verilmiştir (Baltacı, 2005).
Medreselerde bulunan öğrenciler için çeşitli isimler kullanılmaktadır. Sıbyan
mektebi öğrencilerine “talebe” denirken, aşağı konumdaki medreselerin öğrencilerine
“suhte”, yüksek konumdaki medreselerin öğrencilerine de “danişmend” denilmiştir.
Mülazımlar danişmedler arasından seçilmiştir (İpşirli, 2006).
2.7.6. Ulema Sınıfına Mensup Saray Memurları
Osmanlı Devleti’nde ulema sınıfı içerisinde şeyhülislam, nakibü’l-eşraf,
kazasker, kadı ve müderrislerin yanı sıra bu sınıfa mensup saray memurları da vardır.
Padişah hocaları, hünkar imamları, hekimbaşı, cerrah başı, kehhal başı (göz
hekimlerinin başı) da ilmiye sınıfına mensup saray memurlarıdır (Uzunçarşılı, 2014).
75
Ancak bu tez çalışmasında odak nokta mülazemetle tayin edilen ilmiye mensupları
olduğu için bu sınıfa dair daha fazla detay verilmemiştir.
2.8. Mülazemet Sisteminin Bozulması ve Payeli Tayinler
Mülazemet sistemi, Osmanlı İlmiye Teşkilatı’nda liyakata dayalı bir atama
sistemidir. Medreselerin, Fatih Sultan Mehmed tarafından belirli bir düzene göre
yeniden yapılandırıldığı 1470 yılından 1598 yılına kadar öğrenciler, belirli dersleri
aldıktan sonra mezun olup, mülazemetle müderris ve kadı olmak için matlab defterine
kaydedilerek sıra beklemekteydi. Bu tarihten sonra ise daha önce münferit olarak
gözlemlenen iltimaslı tayinlerin giderek arttığı ve mülazemetin parayla satın alınmaya
başlandığı; on bin akçe karşılığında mülazemet satın alarak yükseköğrenim görmeden
kadı olarak atanan kişiler olduğu görülür (Uzunçarşılı, 2014).
Mülazemet sistemine aykırı ilk atamalar, II. Bayezid ve Kanuni Sultan
Süleyman gibi padişahlar tarafından yürürlükte olan kanunlara aykırı olarak yapılmıştır.
Bizzat II. Bayezid’in müdahalesi ile Zamirî mahlaslı Hamza Nureddin’in atamasıyla
başlayan iltimaslı tayinler, ortaya çıktığı ilk dönemde sadece padişahlar tarafından ve
onların kontrolünde gerçekleştirilir. Molla Fenari ailesi, imtiyaz sahibi olan ilk ailedir.
Mülazemet Sistemi’ni sistematik bir yapıya kavuşturan Ebussuud Efendi dönemine
kadar geçen dönemde payeli tayin atamaları daha ziyade münferit hadiseler olarak öne
çıkar (Mecdî; Atayî; Akyüz, 1999; Uzunçarşılı, 2014).
“Müftilenâm”26
, şeyhülislâm ve Kur’an-ı Kerim’in hepsini tercüme ettiği için
“sultânü’l-müfessirîn”27
ünvanları ile anılan Ebussuud Efendi, Kanuni Sultan
Süleyman’ın görevlendirmesi ile İlmiye Teşkilatı ve Mülazemet Sistemi’ne bir düzen
getirir; her payede görev yapan alimlerin ne kadar mülazım vereceklerini belirleyerek,
yedi yılda bir mülazemet usulünü kanunlaştırır. İlmî rütbe, mevki ve kademeler,
Ebussuud Efendi’nin şeyhülislamlığı döneminde sistematik bir düzene
kavuşturulmuştur. Bununla birlikte padişah harici iltimaslı atamalar da yine Ebuussuud
Efendi döneminde ve bizzat kendisi tarafından yürürlüğe konan kanunlara aykırı bir
26
Baş âlim, bknz. https://islamansiklopedisi.org.tr/muftilenam. 27
Kur’an-ı Kerim’i yorumlayan kimselerin başı, bknz Osmanlıca Sözlük.
76
biçimde gerçekleştirilir. Örneğin, büyük kadılıklar olarak kabul edilen İstanbul, Edirne
ve Bursa kadılarının oğulları mezun olur olmaz doğrudan 30 akçeli Miftah
müderrisliklerine atanmıştır (https://islamansiklopedisi.org.tr/ebussuud-efendi). Buna ek
olarak ayrıcalıklı bir sınıf olan “zadegan” sınıfı ortaya çıkmış; şeyhülislam, kazasker,
padişah hocası ve büyük mevleviyet (taht) kadıları ile vezir ve beylerbeyi çocuklarını 15
yaşına girdikleri zaman İstanbul rüusu28
verilmesi kanun olarak resmileşmiştir.
Zadegân sınıfının ortaya çıkışına Kanuni Sultan Süleyman’ın hocası Dalaylı
Hayreddin b. Evhad tarafından hazırlanan Hocazadeler Kanunu neden olur (1543). Bu
kanunla Hayreddin Efendi iki uygulamayı resmi hale getirir:
1. Padişah hocalarının çocukları doğrudan Dahil (50 akçeli) medreselere tayin
edilmeleri esastır. Bir süre sonra mevali (yüksek kademe kadıların) ve
alimlerin çocuklarının da sıra beklemeden bu medreselere tayin edilmeleri
uygulamaya konmuştur (Baltacı, 2005).
2. Padişah hocalarının mülazımlarının doğrudan 25 akçe ile müderris olarak
tayin edilmeleri uygulamaya konmuştur (Uzunçarşılı, 2014).
Zadegân sınıfının ortaya çıkışı, payeli tayinlerin kurumsallaşması sürecine hız
kazandırmıştır. Örneğin şeyhülislamların çocuklarının mülazemet ve nevbete girmeden,
deneyimli müderrislerin tayin edildiği Hariç medreselerine, kısa bir süre sonra da Dahil
medreselerine tayin edilmelerine karar verilir. Padişah hocalarının oğullarının da
doğrudan Dahil medresesine atanması uygun görülürken, kazasker oğulları kırk akçeli,
İstanbul kadılarının oğulları da yirmi beş ve otuz akçelik medreselere atanmaya
başlanır. Rumeli ve Anadolu kazaskerlerinin fiili görevde bulunduğu her altı ayda bir
mülazemet vermeleri birçok iltimaslı tayine olanak sağlar (Raşid, 1865).
28
Müderrisliğe tayin olunacak “mülazımlar”, mülazım olduktan yedi yıl sonra “rüus” sınavına
girer, başarılı olanlara “ders-i âmlık” payesi ve İptida-i Hariç medreselerinde ders verme
yetkisini veren “İstanbul rüusu” adlı bir diploma verilirdi. Detaylı bilgi için bknz. Şanal, M.
(2003). “Osmanlı Devleti’nde Medreselere Ders Programları, Öğretim Metodu, Ölçme ve
Değerlendirme, Öğretimde İhtisaslaşma Bakımından Genel Bir Bakış”, Erciyes Ü. Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:14 / 1, s. 158.
77
Her ikisi de Kanuni Sultan Süleyman döneminde görev yapan Ebussuud Efendi
ve Dalaylı Hayreddin b. Evhad, en yüksek ilmî payelere ulaşan ve Kanuni gibi güçlü bir
padişaha yakın konumları nedeniyle elinde yeterli güç ve kaynağı bulunduran güçlü
tarihi aktörlerdir. YKK yazınında son dönemin en popüler konularından biri olan
“eyleyenlik” kavramı; kurumsal işlerin başarımında, bazı aktörlerin sahip oldukları
kaynak ve yetkinlikler ölçüsünde “eyleyen” haline geldiklerini öne sürer. Bu noktada
mevcut ve olası kurumsal düzenlemelere karşı veya destek amacıyla bilinçli
mücadeleler verdikleri belirtilmektedir. YKK’nın temel savlarıyla çelişiyor izlenimi
veren bu görüşler, DiMaggio’nun (1998) ‘kurumsal girişimcilik’ yazınından yola çıkan
Lawrence ve Suddaby (2006) tarafından birey ve örgütlere daha aktif rol verilerek
tasarlanmıştır. Bu haliyle kurumsal düzenlemelerin yaratılması, sürdürülmesi ve
bozulmasına dönük kasıtlı (niyet içeren) eylem ve faaliyetleri kapsamaktadır. Bu bakış
açısından değerlendirildiğinde hem Ebussuud Efendi hem de Dalaylı Hayreddin b.
Evhad’ın kurumsal girişimci özelliklerini taşıdıkları ve yaptıkları yasal düzenlemelerle
payeli tayinlerin kurumsallaşması sürecine aktif katkı sağladıkları söylenebilir.
Paye sözcüğü Farsça kökenli olup, “rütbe”, “derece”, “aşama” gibi anlamlara
gelmektedir (www.tdk.gov.tr). 16. yüzyılın sonlarında İlmiye Teşkilatı’ndaki yağılma
yüksek dereceli ulemayı da etkilemiş ve medreselerde yeni uygulamalar ortaya çıkmış;
müderris ve kadılar için biri “mansıb”, diğeri “paye” olmak üzere iki statü
belirlenmiştir. Burada “mansıb”dan kasıt, bir makamın bir şahsa fiilin verilmesidir.
“Paye”den kasıt ise kadro azlığı vb. sebepler nedeniyle aynı makamın fiilin işgal
edilmeden sadece ünvanının kullanılmasıdır (Ünan, 2004).
Mansıbların yetersiz gelmesi nedeniyle bilhassa yüksek dereceli ulemaların
atamalarında payeli tayinlere sıklıkla rastlanır. Payeli tayin uygulaması ile birlikte
ilmiye sınıfındakilerin yükseltilebilmesi için üst medreselerde boş kadro bulunmasına
gerek kalmamış, ilmiye mensupları yükselecekleri göreve fiilen gelemeseler de payesini
alarak göreve devam etmişlerdir. 16. yüzyılda nispeten daha az görülen payeli tayin
uygulaması 17. yüzyılın ortalarında hız kazanmış ve 18. yüzyılda yaygın bir uygulama
haline gelmiştir (Ünan, 1998, ss.49-50).
78
Müderrislerin atamaları esnasında (yer değiştirme veya terfi) “tevkit” adı
verilen ve üç ila yedi aya kadar uzayabilen bir bekleme süreleri vardır (Hızlı, 1987).
Müderrisler, bu sürenin dolmasına müteakiben bir üst düzeye yükselebilir (ma’zuliyet)
veya kendi istekleriyle görevden ayrılabilirdi (infisal). Bu uygulamanın dışına çıkılarak
birkaç payeye bedel terfilere “tahille tariki” denmiştir (Baltacı, 1976, s.28).
Payeli tayinlerin sıklığı Cevdet Paşa’nın da dikkatini çekmiştir. Osmanlı
tarihini yazdığı külliyatında aşağıdaki ifadelerle bu duruma açıkça değinmektedir:
“Bu suretle Tarık-i ilmiyede ehliyet ve istihkak usulü terk edildiğinden
kıdeme itibar edildi; fakat himaye ve iltimas veyahut Mollazade olmak
imtiyazına mazhar olanlar kıdemlilere tevafuk ettirildi ve bu imtiyaza
müderrisler ıstılahınca ‘tafra’ denildi” (Cevdet Paşa’dan aktaran TTK, 2016).
Fahri Ünan 1998 yılında yayınlanan “Osmanlı İlmiye Tarikinde ‘Payeli’
Tayinler Yahut Devlette Kazanç Kapısı” isimli çalışmasında paye sözcüğünün sözlük
anlamlarına yer vermiş, hemen akabinde de yüklendiği yeni anlamları açıklamıştır.
Ünan’a göre payeli tayin kavramının altında bugüne kadar ulaşan bir mantık ve anlayış
bulunmaktadır. Bu anlayışı “işe göre adam bulmak değil, adam için iş veya kazanç
kapısı bulmak” şeklinde açıklar.
XVIII. yüzyıl başlarında vezir-i azam Damad (Şehit) Ali Paşa payeli tayinler
ve mülazemet satın alınmasına yönelik uyarı mahiyetinde hatt-ı hümayun yayınlanmış
olmakla birlikte ulema oğullarıyla ilgili uygulamada olan kanuna dokunulmaması
nedeniyle bu durumun önüne geçilememiştir. Sadece ulemadan kimin oğlu olduğu
sorularak, öğrenim durumu ve yaşının sorulmaması imtiyazlı sınıfın atamalara devam
etmesine neden olmuştur.
Bu hatt-ı hümayuna ek olarak mülazemetlerin sadece medrese mezunlarına
verilmesine dair yazılan diğer hatt-ı hümayunu müteakip dönemde her müderrisin bir
üst medreseye terfi etmesiyle dörder mülazım yazma hakkı tanınır. Edirne ve Bursa
medreselerindeki mülazemetler ise kaldırılır.
79
I. Mahmud, ilmiye sınıfının ıslahı için Seyyid Mürteza Efendi’yi
şeyhülislamlık görevine getirse de zadegan sınıfının eğitim almadan müderris olması
uygulamasının önüne geçememiştir. Gelibolulu Ali Mustafa b. Ahmed’in aktardığına
göre ayrıcalıklı ailelerin çocukları herhangi bir medrese eğitimi görmeden beşikte
mülazım, konuşmaya başladığında müderris, ergenlik çağına ulaştığında ise molla
(büyük kadı) olur, gençlik döneminde ise beş yüz akçe günlüklü mevleviyete ulaşır
(Âli’den aktaran Şentürk, 2003).
İlmiyeye yönelik farklı padişah ve sadrazamlar tarafından hazırlanan hiçbir
ıslahat ve fermanda Hocazadeler Kanunu’nun yeniden düzenlenmesine yönelik herhangi
bir maddeye yer verilmemesi, iltimaslı ve payeli tayinlerin önüne geçilemeyerek bu
ıslahatların başarısız olmasındaki en temel etkendir. Bu nedenle mülazemet sistemi
bilhassa 16. yüzyıldan sonra hızla bozularak, medreselerin gözden düşmesine ve çağın
gerisinde kalmasına neden olmuştur29
(Binbaşıoğlu, 2014).
16. yüzyılın ikinci yarısında medreseleri tasnif ve derecelendirme yapılması,
medrese sayısı ve ders veren ulema sayısının artışıyla yakından ilgilidir. Müderrislerin,
kadro yetersizliği nedeniyle terfi imkanlarının bulunmadığı zamanlarda devreye sokulan
payeli tayin uygulaması ile herhangi bir medresede kadro bulunmaması durumunda
“hükmen farz edilerek” terfi ettirilmiştir. Müderrisin görev yaptığı medresenin kademesi
düşük olsa bile “hükmen” bir veya birkaç üst basamak medresedeki bir mevkiye
atanmasının yolu açılmıştır (Uzunçarşılı, 2014).
17. yüzyıla gelindiğinde ise payeli tayin uygulaması oldukça yaygın hale
gelerek tüm medreselere yayılmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda “hariç” kademesindeki
medreselere hükmen Sahn, İbtida-i Altmışlı, Musıla-i Süleymaniye sayılmasıyla birlikte
müderrislerin birkaç basamak atlanarak tayin edilmeleri bu duruma örnektir (Ünan,
1998). Bu durum, mülazemet sisteminde de ciddi aksaklıklara yol açmıştır. Herhangi bir
ilmî yetkinliğe sahip olmayan müderrislerin, yaygın hale gelen tayinleri ile birlikte,
eğitim ve öğretimi ciddi ölçüde bozulan İlmiye Teşkilatı’nı ıslah amacıyla farklı
padişahlar tarafından fermanlar hazırlanmıştır. Çalışmanın bundan sonraki bölümünde
medreselerin ıslahına yönelik yapılan çalışmalara yer verilecektir.
29
Şeyh Alizade Havace Muhyiddin (26 Şaban 1314), Medreselerin Islahı, No K/3372.
80
2.9. Mülazemet Sistemi ve Medreselerin Islahına Yönelik Çalışmalar
Osmanlı Devleti’nde medreselerin genel kuruluş amacı, devlet ve toplum
hayatına yön veren ilmiye sınıfı mensuplarını başarı ve yeteneklerine uygun branşlarda
çağın gereklerine göre yetiştirmektir (Akyüz, 2005). Bu haliyle medrese eğitimi
hukukçu, din görevlisi, müderris ve sonraki yıllarda hekim ve mühendislerin
yükleneceği işlevler için gerekli bilgi, beceri, değer ve normları üretip, aktaran bir
seçkinler eğitimidir.
Medreselerin en olgun dönemine ulaştığı Kanuni Sultan Süleyman devrinde
(Koçer, 1991; Uzunçarşılı, 2014) branşlaşmaya elverişli yapısı ile medrese ve
medreseye bağlı birimler, öğrenciye verdiği genel eğitimin ardından başarı, beceri ve
yeteneklerine uygun bir seçim hakkı tanıyarak başarıyla mezun olan öğrencilere toplum
hizmeti için olanak sağlıyordu. Medrese vakfiyeleri, ilmiye kanunnameleri ve
uygulamaya dönük dokümanlar, bu süreçte medreselerin akademik yapısı ve eğitim
kademelerindeki işleyişi hakkında bize detaylı fikir vermektedir.
Kuruluş döneminde medresede yükselmek ancak beceri, çalışkanlık ve
başarıya bağlı iken zaman içerisinde ilme ve ilmi düşünceye değer verilmemesi ve
iltimas ile liyakatsizliğin yaygın hale gelmesi (Baltacı, 1976; Faroghi, 1973) nedeniyle
medreselerde ıslahata ihtiyaç duyulmuştur. Medreselere yönelik ilk ıslahatın ne zaman
yapıldığı konusunda literatürde farklı görüşler vardır. Kanuni’ye atfedilen bir
kanunnamede ıslahattan bahsedilse de bu kanunnamenin Kanuni’ye ait olup olmadığı
kesin olarak ispatlanamamıştır. Islahat ve kanunnamelerin tarih olarak belirli olan ve
tüm kesimler tarafından kabul edilen ilk örneği III. Murad zamanına kadar gider (Atay,
1982). Kanuni Sultan Süleyman (1526 – 1540) tarafından yaptırılan ve Osmanlı
Devleti’nde eğitimde varılan en yüksek noktayı temsil eden Süleymaniye
Medreseleri’ne başlayabilmek için gerekli olan öğrenim süresi aşağıdaki gibidir:
81
Tablo 8. Medreselerde Öğrenim Süresi
Medrese İsmi Öğrenim Süresi (yıl)
20 akçeli medrese 2
30 akçeli medrese 2
40 akçeli medrese 2 - 3
50 akçeli Hariç
medrese
(Sahn-ı Seman)
1
50 akçeli Dahil
medrese
(Sahn-ı Seman)
1
Kaynak: Baltacı, 1976.
Daha önceki bölümlerde medreselerdeki öğrenim devrinden ayrıntılı bir şekilde
bahsedilmişti. Bir mülazım, müderrislik yapmak istiyorsa öncelikle Sahn-ı Seman
medresesinden mezun olmalıdır. Yukarıdaki tabloda da görülebileceği üzere Kanuni
döneminde Sahn-ı Seman’dan önceki minimum öğrenim süresi sekiz ila dokuz yıl
arasında değişmektedir. Ancak Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra gelen padişah II.
Selim’in (1566-1574) yayınladığı fermanda:
“Bundan sonra emrim odur ki, böyle bir mustaid (istidatlı kimse) çıkıp
tamamen tayin edilmiş sistem ve yürürlükte olan kanun üzere bütün
payeleri (sınıfları) geçip okunagelen kitapları okuyup ihtiyacını
gördükten sonra beş yılda Semaniye'ye varıp girsin, beş yıldan az bir
zamanda bir talebe Semaniye'ye girmesin.
Bütün müderrisler bu emrime riayet etsin ve buna muhalif olana cevap
vermesinler.
Bu emrimi, müderrislerin tutup tutmadığı, ihmal edip gevşek tuttukları
araştırılacaktır.
Bu ferman-ı hümayunuma aykırı hareket eden müderris kendini
azledilmiş bilmelidir.
82
Bu suretle hükümdarlığım günlerinde faziletli ilim sahipleri çoğalsın ve
şerefli ilme tam bir riayet ve ilim ehline her türlü yücelik gösterme ve
hürmet etme hâsıl olsun” (Veliyuddin Efendi, 1970) ifadelerine yer
verilerek iltimaslı tayinler için gerekli uyarılar yapılmakla birlikte
öğrenim süresi de resmi olarak beş yıla düşürülmüştür.
II. Selim’den sonra tahta geçen III. Murad (1574-1595) tarafından 1 Şubat
1576 tarihinde yayınlanan kanunnamede öğrenim süresi yine güncellenir ve bu sürenin
üç yılın altında olamayacağı belirtilir. III. Murad tarafından 1577’de çıkarılan fermana
göre:
Fatih Sultan Mehmed tarafından uygulamaya konan kanunnameye
uygun bir şekilde öğrenim yapılmamakta,
Haksız yere iltimaslı olarak müderrisler tayin edilmekte,
Danişmendler derslere devam etmemektedir (Atay, 1982).
Yapılan tüm uyarılara rağmen bu uygulamalara devam edenlerin
cezalandırılacağı da ayrıca belirtilir. 27 Mart 1579 tarihinde yine III. Murad tarafından
yayınlanan bir Hümayunname ile medreselerde iltimaslı tayinlere ve ders
devamsızlığına yönelik ilave hüküm ve cezalar getirilir (Uzunçarşılı, 2014). III. Murad
döneminde medreselerin ıslahatına yönelik üç defa kanun ve ferman-ı hümayun
çıkarılmasına ve cezalar kesin bir dille belirtilmesine rağmen hedeflenen başarı
sağlanamamıştır.
Bu dönemdeki ıslahat ve kanunnamelerin ortak noktaları:
1. Öğrencinin öğrenim süresi ve derse devamı,
2. Müderrislerin derse devamı,
3. Belirlenen kitapların derslerde eksiksiz işlenmesi ve
4. Derslerde başarılı olamayan öğrencilere icazet verilmemesidir (Atay,
1982).
Bu ıslahatlara ek olarak görevden alınan şeyhülislam sayısının giderek artması,
kimi zaman azledilen şeyhülislamların göreve yeniden dönmeleri ve idam edilen
83
şeyhülislamlarla birlikte ilmiye sınıfı ve medreseler ciddi bir prestij kaybına uğramıştır
(Kazıcı, 1979).
III. Murad dönemindeki medrese ıslahına yönelik çalışmaların akabinde III.
Mehmed (1595-1603) döneminde bu konudaki en geniş kapsamlı ve ciddi kanunname
hazırlanmıştır. III. Murad’dan sonra tahta çıkan III. Mehmed’in henüz tahta çıktığı ilk
yıllarda oldukça detaylı bir kanunname hazırlatması, daha önceki ferman ve
kanunnamelerin hedeflenen başarıyı sağlayamadığı düşüncesini desteklemektedir (Atay,
1982). Tüm bunlara ek olarak III. Mehmed döneminde ilmiye sınıfının baskısıyla
öğrenim süresi daha da kısaltılır.
Nisan 1598 tarihli Kanunname’de aşağıdaki konulara değinilmiştir:
Sahn-ı Seman’dan önceki medrese öğrenim devri en az iki yıldır.
Artık kadılar meslek değiştirerek Edirne, İstanbul gibi büyük şehirlerde
müderris olamayacaktır.
Tafra (sıçrama yaparak tayin olma) kaldırılmıştır.
Para ile mevki satın alanlar tespit edilmeleri durumunda
azledileceklerdir.
III. Mehmed’den sonra tahta çıkan I. Ahmed (1603-1617) medreselerin ıslahı
yerine kadı kaynaklı adalet sorunlarına odaklanmış ve oldukça detaylı bir adalet fermanı
hazırlatarak kadıların yolsuzluklarını engellemek istemiştir (Uzunçarşılı, 2014).
Yapılan literatür taraması kapsamında tahttan indirilen I.Mustafa (1617-1618)
döneminde medreselere yönelik ıslah çalışmalarına rastlanmamıştır. I. Mustafa’nın akli
zafiyeti bulunduğu gerekçesi ile “şer’an” (şeriata uygun) padişahlık yapamayacağı
hükmüne varılarak dönemin şeyhülislamı Esad Efendi ve Sofu Mehmed Paşa’nın
girişimiyle tahttan indirilmiştir30
.
I. Mustafa tahtan indirildikten sonra yerine getirilen II. (Genç) Osman (1618-
1622) ise Batı karşısında güç kaybeden gelenekçi Osmanlı toplumunda değişim ve
yenileşmeyi hedef olarak belirleyen ilk padişahtır. Öztuna’ya (1977) göre Osmanlı
30
Detaylı bilgi için bknz. (http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c31/c310185.pdf
84
yenileşme hareketi Genç Osman ile başlar. Uygulamaya koymaya çalıştığı ıslahat
çalışmaları, yenilikler ve Yeniçeri Ocağı’nı kaldırma düşüncesi nedeniyle Osmanlı
tarihinde ilk defa büyük bir ihtilal hareketi meydana gelir 31
ve padişah tahtından
indirilerek öldürülür (Öztuna, 1977; Banarlı, 1998).
Padişah Genç Osman dönemiyle ilgili kaynaklar oldukça sınırlı olmakla
birlikte olaya bizzat şahit olan Tûgî Hüseyin Çelebi (2010) tarafından hazırlanan
risalenin son kısmında ülkeyi ihtilale sürükleyen sebepler arasında yer verdiği ilmiyeyle
ilgili madde bilhassa dikkat çekicidir:
“Ulema sınıfı rencide olmuştur. Genç Osman’ın hocası Ömer Efendi kendi
halinde bir vaiz iken hocalığa terfi ettirilince kendisine şeyhülislamı bile aşan yetkiler
verildi; ulema sınıfının atama, tayin ve terfi işleri kendisine tayin edildi. Şeyhülislamın
fetva dışındaki tüm yetkileri alınmıştır. Hem yetki gaspı hem de yetki aşımı söz
konusudur. Hem padişah hem de Hoca Efendi yetkilerini aşmışlardır”.
Konuyla ilgili Nihat Sami Banarlı’nın (1998: 644) analizi de oldukça dikkat
çekicidir: “Eğer hadise Genç Osman’ın zaman ve hayatı çerçevesinde kalıp sirayet
etmeseydi o derece vahim neticeler doğurmayacaktı. Fakat bu bir başlangıç oldu.
Bundan sonra ve bilhassa gelecek asırlarda memlekette Avrupai yenilik ve ıslahat
yapmak isteyen bütün büyük hükümdarlar ve vezirler bu yenilik hareketleri uğruna ya
tahtlarını yahut başlarını vermişlerdir”.
Tekrar tahta çıkarılan I. Mustafa (1622-1623) sadece bir yıl tahtta kalabilmiştir.
Daha sonra akli dengesinin yerinde olmadığı ileri sürülerek yerine IV. Murad getirilir32
.
IV. Murad (1623-1640) tahta geçtikten sonra sert tedbirler alarak geçici bir sükunet
sağlamayı başarır. Koçi Bey’i de devlet teşkilatındaki bozulmaların nedenini araştırması
için görevlendirir (Kurt, 1998).
Koçi Bey yaptığı kapsamlı araştırmaların sonucunda 1631 yılında IV. Murad’a,
1640 yılında Sultan İbrahim’e sunduğu risalelerinde devlet teşkilatında yaşanan
31
Tarih kitaplarına, haile-i Osmaniye diye geçen Genç Osman olayı çağdaş Tarihçi Yılmaz
Öztuna, tarafından Osmanlının kerbelası diye nitelendirmiştir. Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye
Tarihi, Ötüken Yayınevi 1977, V, 18. 32
Detaylı bilgi için bknz. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c31/c310185.pdf.
85
bozulmaların nedenlerinin “haseb”, “neseb”, “yaşlılık” ve “rüşvet” olduğunu belirtir.
Koçi Bey’e göre bilhassa yüksek mevkilere yapılan payeli tayinler sistemin yapı ve
işleyişini bozmaktadır. Koçi Bey’in risalesinde yer alan hususlara göre devlet
yönetimindeki bozulmanın sebepleri:
Bozulmaların en temel sebebi rüşvettir. Rüşvet, devletin tüm
kademelerinde yaygınlaşmıştır.
İdari düzende bozulma medyana gelmiştir. 1594 yılından itibaren idari
düzen bozulmuş ve üst yönetim kadrolarındaki devlet adamlarının
başarıları göz ardı edilerek, iftiraların aslı araştırılmaksızın kolaylıkla
görevden alınmışlardır.
İlmiye atamalarında liyakate bakılmaksızın iltimas yapılmasıdır. Soy
bilgisi (haseb ve neseb) ve yaş durumuna göre iltimaslı atamalar
yapılmaktadır.
Mülazemet hak sahiplerine verilmemekte, rüşvetle dağıtılmaktadır33
.
Medreselerdeki eğitim kalitesiyle birlikte bozulan kadılık sistemi, Osmanlı
yönetiminin temel esaslarını sarsan bir etki yaratır. “Ehl-i Örf denilen idareciler ve
askerler, ehl-i şeriat denilen kadılar ve halkın bozguncu takımı olan başıboş leventler,
Anadolu'yu soyup soğana çevirmek, halka zulmetmek, mal ve can emniyetini hiçe
indirmekte köşe kapmaca oynuyorlardı” ifadesi XVII. yüzyılda ülkenin içerisinde
bulunduğu durumu gözler önüne sermektedir (Akdağ, 1975, s.115). IV. Murad’ın tütün
ve kahveyi yasaklamasındaki en büyük etkenin bu durum olduğu belirtilir (Balcı, 2012).
IV. Murad’dan sonra tahta çıkan Sultan İbrahim (1640-1648), tahttan indirilen
bir başka padişahtır. Sekiz yıllık saltanatı devrinde yaptığı çalışmalara dair çok az
kaynak bulunmaktadır. Tahttan indirildikten sonra yerine IV. Mehmed getirilir ancak
tahtta hak iddia etmeye devam ettiği için dönemin şeyhülislamı Abdurrahim Efendi’nin
“iki halife müctemi oldukta biri katledilmek lazımdır” fetvasına müteakip öldürülmüştür
(Mehmet Nuri Paşa, 1987).
33
Detaylı bilgi için bknz. http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/belgeler/643.pdf.
86
IV. Mehmed’in (1648-1687) tahta geçmesinin ardından ülke içerisinde birlik
ve düzeni sağlayacak çalışmalar yapması amacıyla Köprülü Mehmed Paşa sadrazam
yapılır ve Köprülü ailesinin iktidara ortak olduğu bir dönem başlar. Bu dönemde ilmiye
ıslahatından ziyade siyasi karışıklık ve isyanlarla mücadeleye odaklanılır (Çabuk,
1988).
Tahttan indirilen IV. Mehmed’in ardından sırasıyla II. Süleyman (1687-1691),
II. Ahmed (1691-1695), II.Mustafa (1695-1703) ve III. Ahmed (1703-1730) tahta
geçmiştir. III. Ahmed ve kendisinden sonra tahta çıkan I. Mahmud (1730-1754)
medreselerin ıslahı ile yakından ilgilenmeye başlar.
I. Mahmud 1750 yılında dönemin şeyhülislamı Murteza Efendi’ye “Allah’ın
size verdiği görevleri ehline verin” ayetini eklediği hattı hümayunu göndererek ehil
olmayanlara mülazemet verilmemesi ve iltimaslı tayinlerin önüne geçilmesini açıkça
emreder (Uzunçarşılı, 2014). Bu dönem, medreselerin eğitim ve öğretim alanında çağın
gerisinde kaldığının ve mevcut haliyle yeterli donanıma sahip personelin
yetiştirilemeyeceğinin kabul edildiği dönemdir. Bu nedenle I. Mahmud ıslahat
çalışmalarına ek olarak pratik mühendislik eğitimi veren bir okul, 1775 yılında I.
Abdülhamid ise daha sonra Mühendishane-i Bahri Hümayun olarak adlandırılacak olan
Hendesehane’yi açar.
I. Abdülhamid’den sonra tahta çıkan III. Selim (1789-1807) tarafından 1789,
1793, 1795 ve 1798 yıllarında düzenlenen kanunname ve fermanlarda da ilmiye sınıfına
yönelik ıslahat çabaları görülmektedir (Heyd, 1961).
III. Selim’in hazırlattığı 1789 yılı kanunnamesinin 3. maddesinde "kadılıklara
hizmetkâr, cahil kimselerden (cehele mekulesinden) hiç kimsenin tayin edilmeyerek
sınavsız kadı tayini yapılmaması”, 1793 yılında hazırlattığı hattı hümayundaki I.
maddede gerek Rumeli ve gerek Anadolu kadılarının “cahil (cehele) güruhundan
olmaları” nedeniyle şer’i kurallar konusunda bilgisizliklerinden dolayı verdikleri
hükümlerin “şeriata aykırı” (gayri şer’i) olduğunun belirtilmesi medreselerdeki
bozulmanın boyutunu gözler önüne sermesi bakımından oldukça önemlidir
(Uzunçarşılı, 2014). 1794 yılında hazırlattığı ilmiye ıslahatında da daha önceki
87
ıslahatlara uyulması ve imtiyazlı tayinlerin yasaklanması konusunda uyarıda
bulunmuştur. İlmiye Teşkilatı’ndaki bozulmaların ıslahına yönelik farklı padişahlar
tarafından yürürlüğe konulan yasal dokümanlara aşağıdaki tabloda kronolojik olarak yer
verilmiştir:
Tablo 9. İlmiye Teşkilatı’nın Islahına Yönelik Kanunname ve Fermanlar
ISLAHAT METNİNİ HAZIRLATAN
PADİŞAH
YÜRÜRLÜĞE GİRDİĞİ TARİH
II. Selim 1575 – 1576 Tarihli Ferman
III. Murad 1 Şubat 1576 Tarihli Kanunname
III. Murad 15 Ekim 1577 Tarihli Hatt-ı Humayun
III. Murad 27 Mart 1579 Tarihli Hümayunname
III. Mehmed Nisan 1598 Tarihli Kanunname
IV. Murad Koçi Bey’e Hazırlattığı 1631 Tarihli Risale
Sonrası Fermanlar
İbrahim Koçi Bey’e Hazırlattığı 1640 Tarihli Risale
Sonrası Fermanlar
I.Mahmud 1750 Tarihli Hatt-ı Humayun
III. Selim 1789 Tarihli Kanunname
III. Selim 1793 Tarihli Hatt-ı Humayun
III. Selim 1795 Tarihli Ferman
III. Selim 1798 Tarihli Ferman
II. Mahmud 1838 Tarihli Tarik-i İlmiyeye Dair Ceza
Kanunname-i Humayun
Medreselerin olgunlaşarak son şeklini aldığı 1557 yılından 1840 yılındaki
Tanzimat Fermanı’na kadar kanunname ve fetvalarla desteklenen ıslahatlar başarılı
olamamış ve medreselerdeki bozulma ve payeli tayinlerin önüne geçememiştir.
Islahatlara bakıldığında hepsinin ortak noktasının, resmi kanun ve fermanları
uygulamak yerine iltimaslı tayin geleneğini devam ettirmek olduğu açıkça görülebilir.
Medreselerdeki bu kötüye gidişin önüne geçilemediği için subay, mühendis ve hekim
88
yetiştirmek amacıyla Batı’yı örnek alarak Mühendishane-i Berri Hümayun, Tıphane-i
Amire gibi muhtelif yükseköğretim kurumları açılmaya devam etmiştir. Kaymakam,
müdür, kadı gibi memurları yetiştirmek için 1859 yılında Mülkiye Mektebi, 1874
yılında Hukuk Mektebi’nin açılması ile medreseler iyice gözden düşerek, idari
kadrolarda görev alacak personel artık burada eğitim görmeye başlar. Bu durum
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına kadar aynı şekilde devam etmiştir.
89
BÖLÜM III
ARAŞTIRMA YÖNTEMİ VE BULGULAR
1. Araştırma Sorusu ve Araştırmanın Amacı
Bu tez çalışması, temelde işletme yazınına yönelik bir çalışma olmakla birlikte
seçilen konu itibarı ile disiplinler arası bir araştırma özelliği taşımaktadır. Bu çalışmanın
temel araştırma sorusu, “kurumların sürdürülmesi amacıyla kurumsal girişimci
özellikleri taşıyan aktörler hangi tür kurumsal işlere başvurmuşlardır?”şeklinde ifade
edilebilir.
Literatür taramasında detaylı olarak aktarıldığı üzere Osmanlı Devleti’nin
yükseköğrenimi İlmiye Teşkilatı tarafından sağlanmaktadır. İlmiye Teşkilatı’nın resmi
atama sistemine Mülazemet Sistemi denmiştir. İlk başta sistematik bir işleyişe sahip
olan Mülazemet Sistemi’ndeki müderris kadrolarına zaman içerisinde usül ve esaslara
aykırı olarak “paye” adı verilen ayrıcalıklı tayinlerin yapılması ve bu tür tayinlerin
kurumsallaşması söz konusudur. Bu araştırmanın amacı kurumsal aktörlerin, kurumları
sürdürme sürecinde başvurdukları kurumsal işleri Osmanlı İlmiye Teşkilatı’nın
Mülazemet Sistemi örnekleminde ve tarihi bağlam içerisinde ortaya koymaktır.
2. Araştırmanın Önemi
Araştırmanın öncelikle yeni kurumsal kuram (YKK) kapsamında bugüne kadar
gerçekleştirilen pek çok çalışmada ihmal edilen “kurumları sürdürme” konusuna
odaklanması ve bu alana katkı yapma potansiyeli taşıması nedeniyle önem taşıdığı
düşünülmektedir.
Kurumsal girişimcilik ve kurumsal iş yazını, eyleyenlik kavramını elinde
yeterli kaynağa ve bu kaynakları kullanmak için yeterli motivasyon ve beceriye sahip
aktörler üzerinden açıklamaya eğilimlidir. Bu noktada eyleyen kapasiteleri, kurumları
dönüştürme veya dönüştürme gücü bulunan aktörlerle sınırlandırılmaktadır. Amaçlı
eylemlerin sonuçlarına yönelen çalışmalar büyük ölçüde oluşum, değişim ve yok oluş
temaları üzerinde yoğunlaşırken sürdürülme olgusu göz ardı edilmiştir. Bununla birlikte
kurumsal kuramın açıklayıcılığı sadece kurumların oluşumu, değişimi veya yok
90
oluşlarıyla ilgili değil, aynı zamanda sürdürülmeleriyle de ilgilidir. (Dacin vd., 2010;
Dover ve Lawrence, 2010; Riaz vd., 2010; Trank ve Washington, 2009; Voronov ve
Vince, 2012; Zilber 2009). Kurumları sürdürme ile ilgili çalışmalarda yer verilen
başlıklarda da görülebileceği üzere kurumları sürdürme sürecinde toplumun geneli
tarafından kabul gören dini inanç ve bu inancın ürettiği söylemlerin rolüne odaklanan
herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Ayrıca bu çalışmanın, Amerika ve Avrupa
örneklemlerinden farklı bir bölge ve inanç sisteminin kabul gördüğü bir toplumda
gerçekleştirilmesi, özgün sonuçlar elde etmek açısından önemlidir.
Bu araştırma ayrıca son dönemlerde yazında sıklıkla işaret edilen önemli bir
eksikliğe katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Kurumsal kuramla ilgili öne çıkan
çalışmaların, yapıldığı bölge itibarı ile genelleme açısından kapsamının sınırlı olduğu
değerlendirilmektedir. Örgütlerin zorlayıcı kurumsal baskılara rağmen mevcut
kurumları devam ettirme sürecinde hangi kurumsal işlere başvurulduğu İslamiyet dini
özelinde incelenecektir. Bu nedenle farklı bir bölge ve din özelinde yapılacak bu
çalışmanın özgün sonuçlara ulaşacağı da düşünülmektedir.
3. Araştırmada İzlenen Yöntem
İncelendiği dönem itibarı ile tarihsel bir boyutu olan bu tez çalışması, örnek bir
kurum olarak seçilen payeli tayinlerin meşruiyet ve sürdürülme sürecini inceleyen
tarihsel bir araştırma olarak kurgulanmıştır. Bu noktada tarihsel araştırma ile ne
kastedildiğini açıklamak önemlidir çünkü tarihsel araştırma ve tarih araştırmaları
sıklıkla birbirleri ile karıştırılan ancak esasen farklı olan araştırma türleridir. Tarihsel
araştırma, toplumsal olgu ve olayların geçmişteki durumunu incelemeye dönük özel bir
araştırma yöntemidir. Tarihsel araştırmada bugünkü olay ve olguların geçmişteki
durumlarının ya da geçmişte meydana gelen olaylar arasındaki ilişkilerinin incelenmesi
söz konusudur (Ercan, 2017).
Bilimsel araştırmanın genel kuralları ile tarihsel araştırma yönteminin kuralları
büyük ölçüde çatışmaktadır. İç içe geçmiş durumdaki birçok sosyal olguyu belirli bir
zaman diliminde inceleme olanağı sunan tarihsel araştırma yöntemi, herhangi bir
bilimsel yöntemle kıyaslanamayacak ölçüde karmaşıktır. Kronoloji, arşiv ve arşivcilik
91
konuları yeterince bilinmeden yapılan araştırmaların eksik ve yanlışlarla dolu olma riski
nedeniyle tarihsel bir süreci aktarırken izlenecek yol ve uyulması gereken kurallar
bulunmaktadır. Tarihsel araştırmanın teknik yanı olarak kabul edilen bu kurallar, seçilen
konunun araştırmacının koşullarına uygun olarak sınırlarının çizilmesi, ortaya konan
savların mümkünse farklı kaynaklardan desteklenmesi ve seçilen kaynakların iç ve dış
eleştirilerinin yapılmasını içerir (Ercan, 2017).
Çalışma kapsamında tarihsel incelemeye konu olan Osmanlı Devleti İlmiye
Teşkilatı iki nedenle seçilmiştir. Öncelikle, 600 yıllık oldukça uzun bir süre zarfında
faaliyet gösteren İlmiye Teşkilatı’na yönelik farklı disiplinlerden çok sayıda araştırma
bulunmakla birlikte teşkilat bünyesindeki kurumların ortaya çıkışı, sürdürülme ve sona
erme süreci daha önce hiç çalışılmamış bir konudur ve özgün sonuçlar sunma
potansiyeli bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nde yer alan kurumlar arasında İlmiye
Teşkilatı’nın seçilmesinin ikinci nedeni ise sistematik bir şekilde atama –
yükseltmelerin kayıtlarının tutulduğu mülazım defterlerinin araştırmacılar için doğrudan
birincil kaynaklardan veriler sunmasıdır.
Yukarıda yer verilen bilgilerden hareketle bu tez çalışmasında nitel araştırma
yöntemlerinden doküman inceleme yöntemi kullanılarak Osmanlı Devleti Mülazemet
(Atama – Yükseltme) Sistemine yönelik arşiv araştırması yapılmıştır.
4. Veri Toplama ve Analizi Süreçlerinde İzlenen Yöntemler
Tarihsel araştırmalarda iki tür veri kaynağı vardır:
Birincil Kaynaklar: Bu kaynaklar araştırma probleminin
cevaplanmasında kullanılır ve toplantı notları, tarihi resim ve paralar,
özel günlük ve mektupların yanı sıra devlet ve özel arşivleri içerir.
İkincil Kaynaklar: Araştırmanın bir bağlam içine oturtulması,
potansiyel veri kaynaklarının tespiti ve araştırma yaklaşımlarının
seçilmesini sağlar. Problemlerin analizinde birincil kaynaklar olduğu
sürece ikincil kaynaklar pek tercih edilmez (Ercan, 2017).
92
Bu tez çalışmasında Osmanlı Devleti İlmiye Teşkiları ile ilgili yürürlüğüne
konan kanunname, hatt-ı humayun, ferman, fetva ve yazılan ulema biyografileri
şeklindeki birincil kaynaklara ek olarak bu dokümanları konu eden ikincil kaynaklar da
taranmıştır. Tez çalışması kapsamında veri toplama tekniklerinden arşiv kayıtları ve
dokümantasyon analizinden faydalanılmıştır. Çalışma kapsamında izlenen veri
toplamaya yönelik adımlar sırasıyla aşağıdaki gibidir:
1. Öncelikle doküman inceleme yöntemi kullanılarak Osmanlı Devleti İlmiye
Teşkilatı’nda Mülazemet (Atama-Yükseltme) Sistemine yönelik
Osmanlıca, Türkçe ve İngilizce dillerinde yayınlanan kitap, tez, makale,
araştırma raporu, biyografik kayıtlar vb. dokümanlar taranmıştır.
2. Padişahların emri ile tutulmaya başlanan ve medreselerde görev yapan tüm
müderrislerin atama-yükseltme kayıtlarını içeren mülazım defterleri
çalışma kapsamında incelenen en önemli tarihi kaynaklardır. İltimaslı
tayinlerin sürdürülme süreci incelendiği için mülazım defterlerinde yasal
eğitim ve / veya atama bekleme süresini doldurmadan atanan müderris
kayıtlarına bakılmıştır.
3. İncelenen mülazım defterleri II. Bayezid döneminden başlamaktadır. Arşiv
kayıtlarındaki mülazım defterlerinin en eskileri Topkapı Sarayı Müzesi
Arşivi’nde bulunan D. 9555, D. 5605.1, ve D. 5605.2 numaralı defterlerdir.
II. Bayezid döneminin başlarına ait kayıtlarla başlaması ve Mülazemet
Sisteminin XV. yüzyılın sonlarında II. Bayezid döneminde şekillendiğine
dair ayrıntılı bilgiler vermesi nedeniyle (Alan ve Atçıl, 2018, s. 16) bu
dönem ve müteakip dönemlerde tutulan resmi mülazım defterleri
araştırmaya dahil edilmiştir.
4. Araştırma kapsamında incelenen tarihi kayıtlar arasında İlmiye Teşkilatı’na
yönelik düzenlemeler içeren padişah kanunname ve fermanları ile
şeyhülislam fetvaları diğer önemli kaynaklardır. Padişahlar tarafından
kaleme alınan tüm yasal dokümanlar, İlmiye Teşkilatı ve medreselere ilk
93
kez düzen getiren bir yasal çerçeve sunması nedeniyle Fatih Sultan Mehmet
döneminden başlanarak kronolojik bir sıra ile incelenmiştir:
a. İlmiye Teşkilatı’na dair bilgiler içeren ilk yasal doküman olması
nedeniyle 1451-1481 tarihli Kanunname-i Âli Osman,
b. II. Selim döneminde yürürlüğe konan 1575- 1576 tarihli Ferman,
c. III. Murad döneminde yürürlüğe konan 1576 tarihli Kanunname,
1577 tarihli Hatt- ı Hümayun ve 1579 tarihli Hümayunname,
d. III. Mehmed döneminde yürürlüğe konan 1598 tarihli Kanunname,
e. IV Murad ve İbrahim dönemlerinde hazırlatılan 1631 ve 1640
tarihli Koçi Bey Risaleleri,
f. I. Mahmud döneminde yürürlüğe konan 1750 tarihli Hatt-ı
Hümayun,
g. III. Selim döneminde yürürlüğe konan 1789 tarihli Kanunname,
1793 tarihli Hatt-ı Hümayun ile 1795 ve 1798 tarihli Fermanlar,
h. II. Mahmud döneminde yürürlüğe konan 1838 tarihli Kanunname.
İlmiye Teşkilatı’nın ıslahatı ile ilgili hükümler içermesi nedeniyle
yukarıda yer verilen yasal dokümanlar analize dahil edilmiştir.
5. Analize dahil edilen kaynaklar arasında nüfus defterleri ve biyografik
kaynaklar da bulunmaktadır. Osman Gazi döneminden başlayarak İlmiye
Teşkilatı’nda görev yapan yüksek dereceli ulemaya dair detaylı bilgiler
veren Taşköprüzade Ahmed Efendi’nin Eş-Şakâiku’n-Nu’maniye fî
Ulemâi’d-Devleti’l-Osmaniyye isimli eseri en önemli biyografik kaynaktır.
Arap tabakat34
geleneğine göre hazırlanan bu eser örnek metin olarak kabul
edilmektedir. Aşık Çelebi tarafından 42 ulemanın biyografisi eklenerek
Türkçe’ye çevrilmiştir. Daha sonra hazırlanan ulema biyografileri de
Şakâik’ın zeyli olarak kaleme alınmıştır (Özcan, 2014, s.831). Bu
kaynaklarda yer alan kayıtlar, İlmiye Teşkilatı’nda bir kurum olarak payeli
34
İslam geleneğinde sahabe, ulema, şair, sanatkâr ve düşünürler gibi ayırıcı niteliklere sahip
olan kişilerden bahseden telif ürünleri (Detaylı bilgi için bknz. www.islamansiklopedisi.org.tr)
94
tayinlerin ortaya çıkış sürecini net bir biçimde gözler önüne serdiği için
seçilmiştir.
Tez çalışması kapsamında incelenen Mülazemet Sistemi’ne yönelik Osmanlıca
dilindeki arşiv kayıtlarının hepsi Türk Tarih Kurumu (TTK), Türkiye Bilimler
Akademisi (TÜBA), İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) gibi araştırma kuruluşlarının
yanı sıra İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Halil İnalcık gibi Osmanlı çalışmaları konusunda
alanın önde gelen araştırmacıları tarafından bizzat Türkçe’ye çevrilmiştir
Tarihsel araştırmalarda verilerin analizi ve yorumlanması için üç yöntem
kullanılır:
Betimleyici Anlatım: Tarih olgularını açıklayan anlatım türüdür. Bu
yöntemde seçilen araştırma konusunun ayrıntılı bir tasviri yapılır.
Yorumlayıcı Anlatım: Bir olguyu içinde bulunduğu tarihi bağlamda
tartışan anlatım türüdür. Süreçleri belirleyen neden – sonuç ilişkileri
hakkında bir tartışma yapılır.
Karşılaştırmalı Anlatım: İncelenen olgular eş zamanlı veya farklı
zamanlardaki bağlamlarına göre kıyaslanır (Demir ve Kalaycıoğulları,
2017; Ercan, 2017).
Bu tez çalışmasının tarihsel araştırma kısmında elde edilen veriler analiz
edilirken betimleyici ve kısmen yorumlayıcı anlatım yöntemleri kullanılmıştır. Ayrıca
arşiv kayıtları ve dokümantasyon analizi yöntemlerinden faydalanarak, dini söylemin
Osmanlı toplum hayatındaki yeri ve önemi ile payeli tayinler arasındaki ilişkiye yer
verilmiştir. Bir diğer ifade ile padişah fermanlarının zorlayıcı kurumsal baskılarına
rağmen payeli tayinlerin hangi kurumsal işlerle nasıl sürdürülebildiği ortaya konmaya
çalışılmıştır.
5. Araştırmanın Geçerlilik ve Güvenilirliği
Tarihsel araştırmalarda seçilen kaynakların doğruluğu da iki şekilde sağlanır:
95
Dış Geçerlilik: Orijinal kaynaklar ve devlet arşivleri genellikle daha
doğru olarak kabul edilir.
İç Geçerlilik: Kaynakta yer alan bilgiler kanıtlanabilir mi, kaynağı
aktaran kişiler güvenli mi, kaynakta yer alan bilgiler o dönemin
bağlamına uygun mu vb. sorularla iç geçerlilik sorgulanır (Demir ve
Kalaycıoğulları, 2017; Ercan, 2017).
Tez çalışması kapsamında seçilen kaynakların tamamına yakını Osmanlı
Devleti’ne ait devlet arşivinde bulunan resmi yasal dokümanlardır. Bu nedenle
kaynakların hem iç hem de dış geçerliliğe sahip olduğu söylenebilir.
Seçilen kaynakların tutarlılığı ise birden fazla kaynak kullanılarak
sağlanmaktadır. Bu tez çalışması kapsamında da payeli tayinlere yönelik farklı
dönemlerde uygulamaya konan yasal dokümanların yanı sıra bu konuyla ilgili bilgiler
içeren ulema biyografileri ve farklı kaynaklardan metin tercümelerine yer verilmiştir.
Araştırma kapsamında geleneksel istatistikî yöntemlerin kullanılmaması
nedeniyle geçerlilik ve güvenilirlik değerlendirmesinde de klasik değerlendirme
yöntemleri kullanılmamıştır. Bununla birlikte, kullanılan yöntemler farklı olsa da
değerlendirilen unsur aynıdır. Çalışma geçerlilik ve güvenilirlik bağlamında
değerlendirilirken Yin (1994) tarafından önerilen hususlar dikkate alınmıştır. Nitel
çalışmalarda ölçüm araçları genellikle öznel yargılardan etkilendiği, kimi zaman ise
direkt olarak bu yargılardan oluşturulduğu için önemli eleştiriler yapılmıştır. Bu sorunu
ortadan kaldırmak amacıyla Yin (1994) üç yöntem önerir. Bunlar:
1. Verileri farklı yöntemler ile farklı kaynaklardan toplamak,
2. Elde edilen verileri sırasıyla sunarak bir kanıt zinciri oluşturmak,
3. Toplanan verilerden oluşturulan taslak yorumu bu bilgileri temin eden
kişilerin görüşlerine sunmaktır.
Bu üç tekniğin hepsi araştırmanın farklı aşamalarında ayrı ayrı veya bir arada
kullanılmıştır. Örneğin, arşiv kayıtları ve dokümantasyon analizi ile elde edilen veriler,
konuyla ilgili çalışan araştırmacılarla periyodik olarak görüşülerek hem onaylarına
sunulmuş hem de bir sonraki aşama için fikirleri alınmıştır. Verilerin, bir kanıt zinciri
96
oluşturacak şekilde sıralanarak analiz edilmesi ile ilgili yorumlara ise araştırma
bulguları kısmında yer verilmiştir.
Bir araştırmanın güvenilirliği ise aynı örneklemin bir başka araştırmacı
tarafından aynı yöntemle incelediği takdirde aynı sonuçlara ulaşıp ulaşamayacağı ile
ilgilidir. Bunu sağlamak amacıyla çalışma kapsamında taranan tüm kaynaklar
kronolojik sıralamaya uygun olarak aktarılmış, izlenen tüm adımlar açık ve detaylı bir
biçimde aktarılmıştır. Ayrıca, taranan kaynakların mülazım defterleri gibi sadece kişi,
atandığı yer ve atanma tarihi gibi kayıtlar barındıran arşiv belgeleri olması nedeniyle
çeviren kişinin yorumuna açık olmayan belgelerdir ve daha sonraki araştırmalarda aynı
verilere ulaşmayı mümkün kılmaktadır.
6. Araştırma Bulguları
6.1. Bulguların Aktarımına İlişkin Açıklamalar
Araştırma bulgularının aktarılması aşamasında Academy of Management
Dergisi editörlerinin, nitel araştırmalar gerçekleştirilirken sıklıkla yapılan hatalar olarak
dikkat çektikleri hususlar göz önünde bulundurulmuştur (From the Editors, 2009,
ss.856-861). Bu hatalar; veriden bahsederken veriyi sunmamak, verileri sunmak ancak
yorumlamamak, kalitatif verilerden kantitatif verilermiş gibi bahsetmek, kalitatif
verilere kantitatif analiz yapmak, tümevarım ve tümdengelim yöntemlerini araştırmaya
uygun olmadıkları halde bir arada kullanmak olarak belirtilmiştir. Tez çalışmasının
bulguları aktarılırken söz konusu hatalardan kaçınılmaya çalışılmıştır.
97
6.2. Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı’nda Payeli Tayinlerin Meşrulaşma
Süreci
Mülazemet Sistemi, Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı’nda müderris tayinlerinin
usul ve esaslarını belirleyen resmi atama-yükseltme sistemidir. Bununla birlikte
ilerleyen dönemlerde ulema ailelerine sağlanan imtiyazların arttığı ve Mülazemet
Sistemi’ni yok sayan müderris atamalarının yaygın bir uygulama haline geldiği
görülmektedir. Mülazemet Sistemi’nin temelini teşkil eden “ehliyet” ve “istihkak”
yöntemlerinin terk edilerek himaye, iltimas veya imtiyaza sahip olanlara kıdem
verilmesine müderris ıslahatınca “tafra” denir. Bu yöntem, daha sonra “paye” adını
alarak kurumsallaşmıştır (Uzunçarşılı, 2014).
Osmanlılarda ailelere verilen ilk ilmi imtiyaz, Yıldırım Bayezid ve I. Mehmed
dönemlerinde Molla Fenâri Şemseddin Muhammed b. Hamza’nın (1431) ailesine
verilmiştir. Bu imtiyaza göre Molla Fenâri ailesinden bir birey, müderrisliğe başladığı
zaman doğrudan 40 akçeli yüksek bir medresede göreve başlardı (Özcan, 1989). İlk
Osmanlı şeyhülislamı Molla Fenâri’nin kaleme aldığı birçok eser arasında bilhassa
tefsirle ilgili öne çıkan eserleri ve 10.000 ciltlik bir kütüphaneye sahip olması kendisine
henüz hayatta iken büyük bir ün kazandırmıştır. Yaşadığı dönemin en büyük
alimlerinden biri olarak kabul edilen Molla Fenâri öldükten sonra, soyundan gelen
kişilere de büyük saygı duyulmuştur. Bu aile, en yüksek ilmi birikime sahip olduklarına
inanılması hasebiyle, Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar doğrudan yüksek kademeli
medreselerde işe başlama imtiyazına sahip olan tek ulema ailesidir (Çoruh, 1972;
Taşköprizade). Taranan kaynaklarda bu dönem aralığında bu aile dışında payeli tayinle
atanan başka bir müderrise rastlanmamıştır.
II. Bayezid döneminde padişah müdahalesi ile müderris tayinlerinde kanunlara
aykırı bir şekilde iltimas yapıldığı ilk defa kaynaklara geçer. II. Bayezid, kullarından
biri olan Zamirî mahlaslı Hamza Nureddin’i yüksek bir medreseye müderris olarak
tayin etmek ister. Dönemin kazaskeri Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi, Zamirî’nin
ilmi açıdan bu tayin için yetersiz olduğunu belirterek itiraz etse de II. Bayezid: “Fünûn-i
âliyeden okutmaya kadir değilse kâfiyenin (nahivden) şerhlerinden muvassıt nam
98
kitaptan ders vermeye kadirdir35
” diyerek Zamirî’yi tayin ettirir (Mecdi’den aktaran
Özcan, 1989).
Aynı dönemden bir başka örnek ise Müeyyedzade Abdurrahman Efendi’nin
destekçilerinden olan İbn Kemal’dir. İbn Kemal şeyhülislam iken, kazasker
Abdurrahman Efendi’nin oğlunun (Abdulvehhab Efendi) doğrudan kırk akçeli
medreseye tayini için sadrazam Muhyiddin Efendi’ye ricada bulunur. Ancak o dönemde
müderrislik görevine doğrudan 40 akçeli medreseden başlamak sadece Fenârizâde
ailesinin çocuklarına özel bir payeli tayin uygulamasıdır. Bu nedenle Abdulvehhab
Efendi pozisyon olarak daha aşağı bir konumda bulunan otuz akçeli Çandarlızâde
İbrahim Paşa Medresesi’nde göreve başlar (Özcan, 1989).
Fatih Sultan Mehmet dönemine gelindiğinde ise payeli tayin uygulamasının
bizzat Fatih tarafından hazırlanan bir kanunname ile resmi ve meşru hale gelerek,
Avrupadakine benzer bir sınıfsal yapının temellerinin atıldığı görülmektedir
(Uzunçarşılı, 2014). Fatih Kanunnamesi ile birlikte babası yüksek kademelerde
müderris olan çocukların doğuştan bazı haklar elde etmesinin resmi olarak önü açılır.
Kanunname’nin 26. maddesinde yer alan “Vezir-i azam oğulları altmış akçe
müteferrika olalar ve sair vüzera oğullan elli akçe müteferrika olalar. Ve nişancı oğulları
dahi kezalik kırkbeş akçe ile müteferrika olalar. Ve beğlerbeği oğullan dahi kırkbeş
akçe müteferrika olalar. Ve sancak beği oğulları otuzbin akçe zeamat ala. Ve çavuş
oğullarına onbin akçe tımar verile. Ve ebna-i mevall izamdan müfti efendi ve hoca
efendi oğulları altmış akçe şehr emininden ulufeye mutasarrıf olalar. Ve kadıasker
oğulları kırıkbeş akçe ulufeye mutasarrıf olalar. Ve taht kadısı oğulları otuz akçe
ulufeye mutasarrıf olalar. Ve şahzade hocası oğlu dahi otuz akçe ulufeye mutasarrıf
olalar. Ve sahn mollası oğlu yirmi akçeye mutasarrıf ola. Ve yeni mülazım, zeamet
35
Fünûn-ı âliyeden (yüksek konularla ilgili derslerden) okutmağa kâdir (yeterli) değilse,
Kâfiye’nin şerhlerinden Mutavassıt nâm kitaptan ders vermeğe yeterlidir, ondan okutsun’ (bkz.
Mecdî, a.g.e., s. 347). Oysa Sahn medreseleri, ülkenin en yüksek medreseleriydi ve burada ilke
olarak ileri seviyede ilmî konular (fünûn-ı ‘âliye) okutulmaktaydı. Kâfiye ise, ulûm-ı cüz’iyye
veya mukaddemât da denilen başlangıç seviyesindeki ilimlerden sayılan Arapça dilbilgisiyle
ilgiliydi (bkz. Bilge, a.g.e., s. 62). Bu bir tarafa, Zamîrî’nin kitabın aslını değil, orta seviyedeki
şerhlerinden birisini okutması yeterli görülmüştür.
99
istese yirmibin akçe zeamet verile” ifadeleri ile daha sonra “beşik ulemalığı” adı verilen
ayrıcalıklı kurumun temelleri atılmıştır (İnalcık, 1958).
Beşik ulemalığı kurumunun temelinde “Bir alimi en iyi alim yetiştirir” görüşü
yer almaktadır (Hüseyin Efendi’den aktaran İlgürel, 1998). Bahsi geçen devlet
görevlilerinin çocukları tüm eğitim hayatları boyunca desteklenerek, İlmiye
Teşkilatı’ndaki kadroları garanti altına alınmış ancak farklı bir meslek seçtikleri zaman
devlet desteği kesilmiştir. Medreselerden mezun olan diğer mülazımlar, uzun süre sıra
beklerken ve göreve en alt kademedeki medreselerden başlayarak hiyerarşiye uygun
şekilde yükselirken, devlet görevlilerinin çocuklarına mezun olur olmaz üst kademe
medreselere atanma fırsatı verilmesi, iltimaslı tayin pratiğinin bizzat padişah
kontrolünde yasal olarak devam ettirildiğini göstermektedir. Fatih Sultan Mehmed, bu
yolla iltimaslı tayin pratiğinin yerleştirilmesine de büyük katkı sağlamıştır.
Payeli tayin uygulamalarının Kanuni zamanında da önemli örnekleri vardır.
Örneğin asıl adı Mahmud Abdülbâki olan ve “sultânü’ş-şuara”36
(Çavuşoğlu, 1991)
olarak anılan büyük divan şairi Bâki (1526-1600), yazdığı güzel kasideler nedeniyle
Mülâzemet Kanunu’na aykırı olarak Kanuni Sultan Süleyman tarafından sıra
beklemeden 25 akçe ile Hâşiye’i Tecrid müderrisliğine tayin edilmiştir. Dönemin
Rumeli kazaskeri Hamid Efendi, Ruznamçe-i Hümayun’da kayıtlı olarak nevbet
bekleyen mülâzımlar varken bir medrese talebesinin iki sene içerisinde mülâzım ve
müderris olmasının doğru olmadığını arz etse de padişahın kesin emri ile üstelik bu
sefer bir üst medreseye atanarak müderrislik görevine başlamıştır (Uzunçarşılı, 2014).
Bu noktada “şairlerin sultanı” olarak büyük üne kavuşan Bâki’nin, hem toplum hem de
yönetim kademesi nazarında kazandığı itibar ile iltimaslı tayin uygulaması söz
konusudur. Bununla birlikte II. Selim’in tahta çıkışına müteakip 1566 yılında Murad
Paşa müderrisliği görevinden alınmıştır. 1569 yılında şöhretini kullanarak yine
müderrisliğe başlayan Bâki, Süleymaniye medreselerinde müderrisliğin yanı sıra
Rumeli kazaskerliğine kadar yükselmiştir (Tanpınar, 1969).
Buraya kadar aktarılan örneklerde bizzat padişahlar tarafından ortaya konan ve
zamanla meşru hale getirilen payeli tayinlerden bahsedilmiştir. Payeli tayinlerin ortaya
36
Şairlerin Sultanı.
100
çıkış sürecinde İlmiye Teşkilatı’daki aktörlerin imtiyaz elde etmeye yönelik herhangi bir
girişimi olmamıştır. Kuruluş döneminde padişahların, daimi olarak Osmanlı sınırları
içerisinde ikamet eden bir ulema sınıfı yaratmak amacıyla sadece belirli bir zümre ile
sınırlı kalması arzusuyla gerçekleştirdikleri imtiyazlı tayin kapsamının sonraki
dönemlerde İlmiye Teşkilatı’nda göreve gelen çeşitli aktörler tarafından genişletilmesi
ve yasal dokümanlarla yasaklanmasına rağmen sürdürülmesi söz konusudur. Payeli
tayinlerin ulema öncülüğünde kapsamının genişletilerek, sürdürülmesine yönelik en
önemli adım Kanuni döneminde şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin girişimiyle
zadegânlık sınıfının ortaya çıkışıdır. Tez çalışmasının en önemli bulgularını içeren bu
bölüm, bir sonraki başlıkta daha detaylı bir biçimde işlenecektir.
6.3. Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı’nda Payeli Tayinlerin İltimaslı Bir
Kurum Olarak Sürdürülme Sürecine Dair Tarihsel Bulgular
Bu tez çalışmasının kuramsal arka planını oluşturan kurumsal iş yazınıyla ilgili
detaylı bilgi verilirken, kurumları sürdürme bağlamında öncül çalışmalarla birlikte
aşağıdaki başlıklara yer verilmişti:
Tablo 10. Kurumların Sürdürülmesi ile İlgili Başlıca Çalışmalar
Kurumsal İş Formu Başlıca Çalışmalar
Fırsat verme Leblebici vd. 1991
Denetleme Fox- Wolfgramm vd. 1988; Schuler,
1996
Yenilikler için cesaret kırma Holm, 1995; Townley, 2002
Kahramanlaştırma ve şeytanlaştırma Angus, 1993
Efsaneleştirme Angus, 1993
Yerleştirme ve rutinleştirme Townley, 1997; Zilber, 2002
Sözlü anlatıma başvurma (Zilber, 2009
Öncü gruplar oluşturma Walker, 2009
Uluslararasılaşma stratejisi uygulama Bouty vd., 2009
Yargılar üretme Anteby, 2010
Teori haline getirilen eğitim Dunn ve Jones, 2010; Goodrick ve Reay,
2011
101
Üyelik kuralları Dunn ve Jones, 2010; Micelotta ve
Washington, 2013
Yeni rutinler yaratma Currie vd., 2012
Retorik taktikler kullanma Daudigeos, 2013; Kellogg, 2012
Ortamı yumuşatma ve hatalı
uygulamaları düzeltme
Lok ve DeRond, 2013
Bilişsel demirleme (cognitive anchoring) Palmer vd, 2014
Suni kamuoyu oluşturma (astroturfing) Leitzinger, 2014
Brikolaj Colombero, 2014
Cazibe yaratma Siebert vd., 2017
Sosyal ritüeller oluşturma Kulkarni, 2018; Dacin vd., 2010
Aslına uygunluğunu kanıtlama
(authentication)
Colombero ve Boxenbraum, 2019
Tez çalışması kapsamında incelenen sürenin uzunluğu nedeniyle bu başlıkların
hepsine yönelik tarihten örnekler vermek mümkündür. Ayrıca Sünni temelli dini
söylemin kimi zaman bu işleri, kimi zaman da nepotizm kavramını çağrıştıran kurumsal
pratikleri desteklemekte bir araç olarak kullanılması söz konusudur. Daha önce bu
konuyla ilgili herhangi bir çalışmaya rastlanmadığı ve özgün sonuçlara ulaşılabileceği
düşüncesi ile tez çalışmasının bulgular kısmında Sünni temelli dini söylem kullanılarak
desteklenen kurumları sürdürmeye yönelik işlere odaklanılmıştır.
6.3.1. Yeni Rutinler Yaratma ve Yargılar Üretme
İltimaslı tayinler, Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar olan süreçte bizzat
padişahlar tarafından Mülazemet Sistemi’ne aykırı olarak gerçekleştirilen istisnai
uygulamalardır. Kanuni dönemiyle birlikte hem özlük hakları hem de makam itibarı ile
en yüksek payeye ulaşan şeyhülislamlık kurumuna atanan din görevlileri, iltimaslı
tayinlerin kapsamını genişletmek amacıyla birçok girişimde bulunmuştur. Kurumsal
girişimci özellikleri taşıyan bu aktörlerin kurumları sürdürme bağlamında yer alan “yeni
rutinler yaratma” ve “yargılar üretme” başlıklarına örnek olarak verilebilecek kurumsal
işleri gerçekleştirmeleri söz konusudur.
102
Bu kapsamdaki ilk ve en önemli örneklerden biri Kanuni döneminde
şeyhülislam olan Feyzullah Efendi’nin çabalarıyla zadegânlık sınıfınının ortaya
çıkışıdır. Bu sınıfın ortaya çıkışı ile birlikte Mülazemet Sistemi’ne aykırı bir şekilde
ilmî rütbeler babadan oğula geçmeye başlamıştır. Feyzullah Efendi, en az beş sene
olması gereken medrese öğrenim süresini kendi oğlu Mustafa Efendi’ye iki senede
tamamlattırarak, sırasıyla Selanik kadılığı ve ardından Anadolu kazaskerliğine tayin
ettirmiştir. Üçüncü oğlunu Bursa kadılığına, en küçük oğluna da henüz 10 yaşında iken
Rumeli payesi ile Yenişehir kadılığına tayin ettirmiştir. İlerleyen zaman içerisinde
ortaya çıkan mehadim37
sınıfı ile birlikte payeli tayin uygulaması hız kazanmıştır.
Köprülü Mehmed Paşa (1575-1661), istikrar ve düzeni sağlamak amacıyla
göreve getirildiğinde dönemin müftüsü Müftüsü Hakkı Efendi’yi azlederek, yerine
Bâlizâde Efendi’yi tayin eder. Ancak Bâlizâde Efendi de ulemanın merâtip silsilesine38
riayet etmeyerek çevresinde bulunan delikanlılara, sakalara ve hatta odun yarıcılara dahi
müderrislik görevi dağıttığı kayıtlara geçer.
Bâlizâde Efendi, daha dikkatli davranması gerektiğini tavsiye edenlere ise
“Memuriyetim zamanında bana en sadık olanları, tanıdıklarımı elimden geldiği kadar
memnun etmeye çalışırım. Halkın söylediği benim için önemsizdir, halk ne derse
desin!” diyerek reddeder. Bâlizâde Efendi’nin bu beyanı, Mülazemet Sistemi’nin özünü
oluşturan liyakat yerine daha önce örneği görülmemiş ve nepotizmi çağrıştıran iltimaslı
atamalar ile “yeni rutinler yaratma” başlığına verilebilecek en güzel örneklerden biridir.
Bu usulsüzlüklerinden dolayı azledilerek yerine o dönemde ilmiye sınıfında en büyük
mansıba sahip olan Anadolu kazaskeri Bolulu Mustafa Efendi tayin edilir (Hammer,
1908).
1647 yılına gelindiğinde Sadrazam Hazerpare Ahmet Paşa’nın (1647-1648)
memuriyetleri para karşılığında satmaya başladığı kayıtlara geçmiştir (Uzunçarşılı,
2014). İlmi kadroların para karşılığı satılması “yeni rutinler yaratma” başlığı için önemli
bir örnektir. Ahmed Çelebi (1651) ise, Çivizade Mehmed Efendi’ye damat olduktan
sonra otuz akçe günlüklü Hacı Hasanzade Medresesi’ne tayin edilir (Atayi’den aktaran
37
Büyüklerin oğlu. Bknz. Mustafa Nuri Paşa, 1877, s.145. 38
Hiyerarşi.
103
Özcan, 1989). Bu noktada akrabalık bağlarının kapsamının genişletilerek, diğer aile
üyelerinin de iltimaslı bir şekilde atanabilmeleri dikkat çekici bir husustur. Bu tür
tayinler yeni bir rutin yaratılmasına örnek olmakla birlikte meşruiyetin nasıl
sağlanabildiği hususu başka bir yazının araştırma konusu olduğu için detaylı bilgi
verilmemiştir.
İlerleyen zamanlarda ilmiye rütbeleri, ulemâ-i kiramın (büyük ulema) “rûh-i
İslamiye’ye vakıf” olarak, “şeriat-i hakikat” vasıtasıyla topluma can verdiği düşüncesi
ile ulemâ-i kiram çocukları için “mülk-i mevrus” (miras) uygulaması haline
getirilmiştir. Ulemâ-i kiramın çocuklarının da babalarından miras kalan ilim nedeniyle
âlim oldukları ileri sürülmüş ve daha yüksek kademelere atanmaları yeni bir rutin olarak
uygulamaya konmuştur (Hüseyin Efendi’den aktaran İlgürel, 1998; İpşirli, 2000).
Böylece hem mevcut şeriat hükümleri yeniden yorumlanarak yeni yargılar üretilmiş
hem de üretilen bu yeni yargılara uygun düşen yeni atama - yükseltme rutinleri ortaya
konmuştur. Bu noktada dini söylemin kurumsal işlerin meşruluğunun sağlanmasında bir
araç olarak kullanılmaya başlanması söz konusudur.
6.3.2. Teori Haline Getirilen Eğitim ve Öncü Gruplar Oluşturma
Kanuni döneminde görev yapan Ebussuud Efendi göreve gelir gelmez ilmî
rütbe, mevki ve kademeleri sistematik bir düzene kavuşturmaya çalışarak Mülazemet
Sistemi’ne bir düzen getirmiştir. Medreselerden mezun olan müderris adaylarının
matlab”39
ve “rûznâme”40
isimli defterlere kaydolarak sıra beklemeleri şartını getirir ve
yedi yıllık resmi bir mülazemet süresi belirlenir. Buraya kadar yaptığı çalışmalar,
devletin resmi atama-yükseltme sistemini güçlendirmeye yönelik çalışmalardır.
Diğer yandan Ebussuud Efendi, iltimaslı tayinlerin sürdürülmesine yönelik en
fazla çabayı sarfeden şeyhülislam olarak öne çıkar. Müderrislik yaptığı süreçte birçok
öğrenci ve mülazım yetiştirmiştir. Yetiştirdiği öğrenciler arasında II. Selim, III. Murad
ve III. Mehmed dönemlerinde (1595 – 1603) yüksek kademelerde görev yapan önemli
ilim insanları bulunmaktadır. Ebussuud Efendi, “teori haline getirilen eğitim” başlığına
39
Mülazımların kaydedildiği mülazım defteri. 40
Tarihi gelişmelerin gün belirtilerek kaydedildiği defterler. Detaylı bilgi için bknz.
https://islamansiklopedisi.org.tr/ruzname.
104
uygun düşecek şekilde medrese hiyerarşisini ve atama-yükseltme süreçlerini sistematik
hale getirerek, bu hiyerarşiye göre eğitim programlarını yeniden düzenlemiştir. İlk
kademe medreselerde göreve başlayarak yükselen bir müderris adayının bu eğitimleri
sırasıyla alması ve yükselmeye devam edebilmesi için her birinde başarılı olması şartı
vardır. Diğer yandan gerçekleştirdiği iltimaslı tayinlerle “öncü gruplar oluşturma”
başlığına örnek olarak verilebilecek ayrıcalıklı bir öğrenci zümresi yaratması ve bu
öğrencilerin diğerlerine kıyasla bu eğitimleri çok daha kısa sürelerde tamamlayarak
yüksek kademelerde sıra beklemeden göreve başlamaları söz konusudur. Bu nedenle
Ebussuûd Efendi’nin Osmanlı ilim ve kültür hayatındaki etkisi uzun yıllar boyunca
devam etmiştir. Uygulamaya koyduğu yeni rutinlerle kendi çocuklarının yanı sıra
akrabalarının ve yetiştirdiği öğrencilerin de payeli tayinlerden faydalanmasının önünü
açmış ve sistematik hale getirdiği mülazemet usulüne aykırı atamalar yapan yine kendisi
olmuştur. Payeli tayinlerin yaygın hale gelmesi sonraki dönemlerde tahta çıkan
padişahları rahatsız etse de iltimaslı tayinler dini söylemle desteklenerek çeşitli isimler
altında Osmanlı Devleti’nin yıkılma dönemine kadar devam ettirilmiştir.
Tablo 11. Ebussuud Efendi’nin Öne Çıkan Öğrencileri ve Payeli Olarak
Atandıkları İlk Medreseler
MÜDERRİSİN İSMİ
PAYE İLE İLK ATANDIĞI
MEDRESE
Malûlzâde Seyyid Mehmed (ö. 1585) 30 Akçeli Kasımpaşa Medresesi
Abdülkadir Şeyhî (ö. 1593) 50 Akçeli Bursa Yıldırım Medresesi
Hoca Sadeddin Efendi (ö. 1599) 30 Akçeli İstanbul Murat Paşa Medresesi
Sun’ullah Efendi (ö. 1612) 40 Akçeli Barbaros Hayreddin Paşa
Medresesi
Şair Baki (ö. 1599) 30 Akçeli Pirî Paşa Medresesi
Fudayl Efendi (ö. 1583) 40 Akçeli Yıldırım Han Medresesi
Ebussuud Efendi’nin göreve geliş süreci de dikkat çekicidir. Peçevî’den
nakledildiğine göre Çivizâde Muhyiddin Efendi Şeyhülislam iken Rumeli Kazaskeri
105
olan Ebussuud Efendi, Çivizâde’nin bazı fetvalarının şeriat hükümlerine aykırı
olduğunu ileri sürer. Bu durum Rüstem Paşa tarafından padişaha aktarılınca fetva görevi
Ebussuûd Efendi’ye, kazaskerlik görevi de Çivizâde’ye verilir (Peçevî’den aktaran
Uraz, 1968).
Fetva, en kısa ifade ile Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te yer alan dinî hükümlerin
açıklanması ve kapsamının belirlenmesi anlamına gelmektedir. Fetvalar, şer’i hüküm ve
meselelerin tamamını kapsadığı için dini hukuk kurallarının yanı sıra ibadet usullerini
de ortaya koyması bakımından önemlidir ). Rumeli kazaskeri Ebussuud Efendi,
bürokratik olarak şeyhülislamdan daha aşağıda bir mevkiye sahiptir. Bununla birlikte
kendisine tayin edilen yetki sınırlarını aşarak şeyhülislamın fetvalarını şer’i açıdan
incelemiş ve fetvaların “gayri şer’i” (şeriat hükümlerine aykırı) olduğu iddiası ile İlmiye
Teşkilatının en tepe konumunda şeyhülislam olarak görev yapan Çivizâde’nin görevden
alınmasına neden olmuştur Peçevî’den aktaran Uraz, 1968). Bu noktada bir araç olarak
kullanılan dini söylemin, en yüksek konumda görev yapan ulemayı dahi yerinden
edebilecek kadar büyük bir güce sahip olduğu ifade edilebilir.
Ebussuûd Efendi’nin şeyhülislam olmasıyla birlikte şeyhülislamlık maaşı beş
yüz elli akçeye yükseltilir. Fetva eminliğinin kurulması gibi değişikliklerle birlikte
şeyhülislamlık kurumu sistem, uygulama ve özlük hakları açısından en üst düzeye
çıkarılır (Hezarfen Hüseyin Efendi’den aktaran İlgürel, 1988). Bu dönemde ortaya
konan maruzat ve kanunname gibi hukuki uygulamalar, sonraki dönemlere örnek teşkil
etmektedir.
Ebussuûd Efendi’nin kendi ailesi ve öğrencilerine sağladığı ve nepotizmi akla
getiren payeli tayinler kayıtlarda yerini almıştır. Yeğeni ve damadı olan Abdülkadir
Şeyhî Efendi (1514 – 1594) Sahn-ı Seman, Ayasofya ve Süleymaniye medreselerinde
müderrislik yaptıktan sonra Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerinde de bulunmuş
ve 1587 yılında Osmanlı Devleti’nin 19. şeyhülislamı olmuştur (İpşirli, 2000) .
Ebussuûd Efendi’nin damadı olan Fudayl Efendi (1514-1583), kendisine
verilen Eyüp payesinin akabinde yüksek medreselerde müderrislik görevlerinin
ardından kadı olarak hizmete devam etmiş ve Mekke kadılığına kadar yükselmiştir. III.
106
Murad tarafından kazaskerlik ve şeyhülislamlık görevleri teklif edilse de kabul etmemiş
ve başta Sun’ullah Efendi olmak üzere sonraki dönemlerde öne çıkacak birçok öğrenci
yetiştirmiştir (İpşirli, 2000).
Ebussuud Efendi’nin oğlu Mustafa (1574) müderrislik kariyerine en yüksek
noktadan başlayarak Sahn medreselerine atanmıştır. Mehmed Paşa’nın oğlu Osman
Bey, Paşaoğullarına yönelik “Kanun-ı Kadim-i Osmaniyan” (Mehadim-i Alişan)
nedeniyle (1576) elli akçe günlükle Davud Paşa Medresesi’ne atanmıştır41
. Hoca
Sadeddin’in oğlu Abdülaziz ise henüz 19 yaşında iken (1594) Hocazadeler Kanunu
sayesinde 50 akçe günlüklü Dahil kadrosuyla Gazanfer Ağa Medresesi’ne atanmıştır.
Ebussuûd Efendi’nin damadı olan Malûlzâde Seyyid Mehmed Efendi (1533 –
1585) Sahn-ı Seman müderrisliği, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerinden sonra
1580 yılında Osmanlı Devleti’nin 17. şeyhülislamı olmuştur. Hoca Sadeddin Efendi,
bazı fetvalarının yanlış bilgiler içerdiğini ileri sürerek 1582’de azline neden olmuştur
(Parmaksızoğlu, 1992).
Ebussuud Efendi’nin ailesinden olup da medreselere payeli tayini
gerçekleştirilmeyen müderris olmaması, kendisi öldükten sonra da etkisinin uzun süre
devam ettiğini gösteren önemli bir bulgudur. Şeyhülislamlık görevine geldikten sonra
hayatının sonuna kadar bu görevde kalması padişaha olan yakınlığını ve sahip olduğu
gücü göstermesi açısından önemlidir. Fetva eminliği kurumunu kurarak kendisine
bağlaması ise ihtiyaç duyduğu dini söylemi üretmesi ve ortaya koyduğu kurumsal
pratiklerin bu söylemler aracılığıyla desteklenerek meşruiyetinin sağlanmasına katkı
sağlamıştır.
6.3.3. Yerleştirme ve Rutinleştirme
Kanuni Sultan Süleyman’ın hocası Dalaylı Hayreddin b. Evhad tarafından
hazırlanan Hocazadeler Kanunu, zadegan sınıfının payeli tayinlerinin meşruiyetini
41
Babası Mehmed Paşa, annesi II. Beyazıd'ın kızı Gevher Melekşah Sultan’dır. Ebussuud
Efendi'nin mülazemetini elde etmiştir. l072 (1603) de vefat etmiştir (Atayi, 460,I.H.U. İlmiye,
2014)
107
sağlayan en önemli yasal dayanaktır (1543). Hayreddin Efendi iki uygulamayı resmi
olarak yürürlüğe koymuştur:
1. Padişah hocalarının çocukları doğrudan Dahil (50 akçeli)
medreselere tayin edilecektir. Sonraki dönemlerde Mevali (yüksek kademe
kadıların) ve ulemanın çocukları da bu medreselere tayin edileceklerdir (Baltacı,
1976).
2. Padişah hocalarının mülazımları 25 akçeli medreselere müderris
olarak tayin edileceklerdir (Uzunçarşılı, 2014).
Sahn müderrisliği ve padişah hocalığı görevlerinde bulunan Hoca Sadeddin
Efendi (1536 – 1599), Osmanlı Devleti’nin 22. şeyhülislamıdır. Padişah nezdinde itibar
görmesi ve Ebusuud Efendi’nin mülâzımı (1555) olması42
nedeniyle henüz 20 yaşında
iken 30 akçe maaşla İstanbul Murat Paşa Medresesi’ne (1556), 1564 yılında ise “erbaîn”
payesi ile Bursa Yıldırım Bayezid Medresesi’ne müderris olarak atanmıştır (Ersoy,
1981). III. Mehmed tarafından vezirlik ve ilmiye makamlarına tayin için kendisine
danışılması emri verilmiştir.
Bostanzâde Mehmed Efendi Osmanlı Devleti’nde görevden alındıktan sonra
ikinci kez şeyhülislamlığa getirilen ilk kişidir. Şeyhülislamlara “arpalık”43
verilmesi
geleneği onun zamanında başlamıştır (İpşirli, 1996). Ayrıca III. Mehmed’in takdirini
kazandığı için kendisine 30 mülazım kontenjanı tanınmış ve bu uygulama daha sonraki
şeyhülislamlar döneminde de devam etmiştir. Payeli tayinlerin ulema arasında giderek
yaygın hale gelmesi, III. Mehmed tarafından aşağıdaki cümlelerle açık bir biçimde
eleştirilmektedir:
42
Osmanlı Devleti’nde mülazım olma geleneği, medreselerde mezun olan öğrencilerin kadılık veya
müderrislik gibi makamlara ataması yapılırken herhangi bir sıra gözetilmeksizin tayin edilmesi şeklinde
bir uygulamadır. Bu uygulama, Ebûsuud Efendi’nin Şeyhü’l-İslâm oluşundan sonra, medrese mezunları,
mezuniyetleri sırasına göre defterlere kayıtları yapılmış ve buradaki sıraya göre atamaları yapılmaya
başlanmıştır. Bu defterlere adı yazılanlara mülâzım denmiştir. Bkz. Mithat Sertoğlu, Osmanlı Tarih
Lûgatı, İstanbul, 1986, s. 232-233; Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara,
1970, s. 859. 43
Arpalık, Osmanlı Devleti tarafından belli başlı idare ve saray adamlarına ve bir kısım yüksek rütbeli
ilmiye ricaline muhtelif zaman ve şekillerde vazifelerinde iken maaşlarına ilâveten, vazifelerinden
ayrıldıktan sonra ise tekaüt veya mâzûliyet maaşı olarak tahsis edilen bir gelirdir bknz. T. Gökbilgin,
“Arpalık”, İslam Ansiklopedisi, C. 1, s. 592.
108
“...Dünyada doğru sözlü kimseyi bulamadım” diye hoşnutsuzluğunu izhar
etmesi üzerine, “Evvelâ Şeyhu’l-İslâm olan Bostanzâde’ye iltifat eyledüm. O acele
olarak cahil bir kardeşini Rumeli kazaskeri tayin ettirdi. Bir oğluna da Selânik Kazasını
rica etti. Daha sonra babamın Hocası mevlânâ Sadeddin’e rağbet etdüm. O dahi hemen
genç bir oğlunu Anadolu kazaskerliğine ve çocuk yaşta bir oğlunu da Edirne kazasına
uygun görüşle bana arz etti. Böylece hem halk arasında benim adımı kötüye çıkardı ve
hem de halk arasında kendisini ve evlâdını rüsvay etti (Vr nr. 584b)”(Çerçi, 2000).
Payeli tayin uygulamalarının rutin hale gelmesi nedeniyle ilerleyen zamanda
Hocazadelerin44
ergenlik çağına geldiğinde "Dâhil elli", müftüzadelerin 45
"Hariç",
kazasker oğullarının "İbtidai Kırklı", İstanbul kadılarının oğullarının "Yirmibeşli" ve
"Otuzlu" medreselere atanmaları kanun haline getirilir. Rutinleşmeye yönelik yapılan
kurumsal pratikler nedeniyle ortaya çıkan bu kanuna göre:
Padişah hocalarının çocukları on dört ve/veya on bir yaşına basınca
doğrudan elli akçeli Dahil müderrisliği,
Şeyhülislam çocuklarına yine aynı yaşlarda elli akçeli Hariç
müderrisliği,
Kazasker çocuklarına kırk akçeli medrese müderrisliği,
Taht (eyalet) kadılarının çocukları ise yirmi beşli ve otuzlu medreselere
mülazemet sırası beklemeden tayin olabilirdi (Uzunçarşılı, 2014).
Yukarıdakilere ek olarak, Katipzade Zeynelâbidin Efendi’nin 1598 yılında
kazaskerler gibi 10 mülazım vermesi ferman olunmuştur (Atayi’den aktaran Özcan,
1989). Yapılan tüm ıslahat çalışmalarına ve padişah fermanlarının kesin hükümlerine
rağmen “alimin oğlu alimdir”, “bir alimi en iyi bir alim yetiştirir” ve “rûh-i İslamiye”ye
vakıftır” minvalindeki dini söylemlerle payeli tayinler desteklenmeye devam edilmiştir.
Bu payeli tayinleri devam ettiren aktörlerin genellikle şeyhülislam ve / veya üst kademe
bürokratlar olmaları ve şeyhülislamların tayinleri destekleyici nitelikteki fetvaları
nedeniyle meşruiyet sorununun nisbeten rahat bir şekilde aşıldığı görülmektedir.
Aşağıda yer verilen Tablo 12’de 16. yüzyılın ilk yarısında ilmiye mensuplarının
istihdam usulleri ve tayin dağılımına yer verilmiştir. Bu tabloda en dikkat çeken husus,
44
Önde gelen ulemanın çocukları. 45
Müftü çocukları.
109
resmi atama sistemi olan mülazemet usulüyle istihdam edilen müderris sayısının genel
toplamın sadece %37’sini oluşturmasıdır.
Tablo 12. 16. Yüzyılın İlk Yarısında İlmiye Mensuplarının İstihdam
Usulleri 46
Mülazemet
Yoluyla Fetih Hiyerarşinin Şefaat Osmanlı
Şehzade
veya Vakıf İlmi Bilinmeyen
İstihdam Seferleri Dışında (Aracılık) Topraklarının Vezirler Aracılığıyla Çalışmalar Nedenlerle
Edilenler Esnasında
İstihdam
Alt
Kademelerden Yoluyla Dışında Tarafından İstihdam Nedeniyle İstihdam
Edilenler Terfi İstihdam Eğitim Atananlar Edilenler İstihdam
Edilenler Edilenler
Edenler Edilenler Görenler
Tüm İlim
Adamları 264 68 150 172 23
10 7 1
25
(720 kişi)47
48
37% 9% 20% 23% 3% 3%
Ana
Topraklarda
Görevli İlim
Adamları
241 43 121 139 8
5 5 1
6
(569 kişi)49
1%
42% 8% 21% 24% 1%
Yeni Feth
Edilen
Topraklarda
Görevli İlim
Adamları
23 25 29 33 15
5 2 -
19
(151
Kişi)49
15% 17% 19% 22% 10% 13%
16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise payeli tayinlerin sayısında ciddi bir
artış söz konusudur. Bu dönemi müteakip dönemlerde imtiyazlı ulema ailelerine ek
46
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA) Defter No: 5605/1’deki veriler baz alınarak
uyarlanmıştır. 47
TSMA D.8823/1. 49
Batı, Orta ve Kuzey Anadolu. 50
1514 sonrası Anadolu, Suriye ve Mısır’dan fethedilen yerler.
110
olarak başka müderrislerin de payeli tayin uygulamasından yararlandığı görülmektedir.
Payeli tayinler ve iltimasın 18. yüzyıldan itibaren yaygın bir uygulamaya dönüştüğü
yabancı kaynaklarda da yer almıştır. Madeline (1977) tarafından ortaya konan “The
Diary of A Muderris” isimli eserde herhangi bir sınava girmeden müderris olarak atanan
kimselerden bahsedilmektedir. Örneğin 1795 tarihli bir dokümanda mevâli çocuğu olan
biri için müderrislik istendiği aktarılmıştır (Madeline, 1977). 1806 tarihli bir başka
dokümanda ise müderrislik sınavı sonrasında “15 nefere istikaken ve 10 nefer zâdeana
merhameten” müderrislik verilmesi istenmiştir. 1806 yılında şeyhülislam olan Ataullah
Efendi 12, 1832’de şeyhülislam olan Mekkizâde Mustafa Asım Efendi ise 13 yaşında
müderrisliğe başlamıştır. Her ikisinin de ortak noktası ulema çocuğu olmalarıdır (Ahmet
Lütfi Efendi, 1989; Cevdet Paşa, 1858).
18. yüzyıla gelindiğinde ise payeli tayinlerin tamamen kurumsallaştığını
görmekteyiz. Payeli tayinlerin kapsamı daha da genişletilerek aşağıdaki uygulamalar da
yürürlüğe girer:
- “Teşrif” adı verilen şeyhülislam tayinlerinde 16,
- Şehzade doğumlarında (velâdet-i hümayun) 16,
- Rumeli kazaskerinin tayininde 8,
- Anadolu kazaskeri ve nakibü’l-eşraf tayinlerinde 6,
- Mekke ve Kudüs kadılarının tayininde 5,
- Hekimbaşı ve padişah imamının tayinlerinde 4 mülazım verilmesine karar
verilmiştir.
Mirzazâde Mehmed Sâlim b. Şeyhülislâm Mirza Mustafa (ö. 1722) b.
Abdurraûf b. Kenân el-Batûmî er-Rûmî, ilmiye sınıfına mensup bir ailenin çocuğu
olması nedeniyle zâdegân sınıfının ayrıcalıklarından yararlanarak, 1693 yılında daha beş
yaşında iken Ebû Saîdzâde Feyzullah Efendi’den mülazım olur. 1704’te direkt İbtida-i
Hariç medresesine müderris olarak atanarak yükselmeye devam eder ve 1713 yılında
Süleymaniye Medresesi müderrisliğine atanır (Erdem, 1994).
111
Memurluk kariyeri boyunca zâdegân sınıfının ayrıcalıklarından yararlanan
Sâlim Efendi, uzun süre icra ettiği müderrislik kariyerinin ardından kadılık mesleğini
tercih ederek Rumeli kazaskerliğine kadar yükselebilmiş ancak babası gibi Şeyhülislâm
olamamıştır (Akün, 1979; Robinson, 2002).
Şehid Ali Paşa vezir-i azam olunca (1715) suiistimal edilen mülazemet usulüne
yeni bir düzen getirir. Yeni uygulamaya göre şeyhülislam tayinlerinde üçer, kazasker
tayinlerinde ise ikişer mülazım verilmesi kanun olur (Halil Nuri Efendi’den aktaran
Toprak, 2015). Sadaret kaymakamı Mehmed Paşa, Şeyhülislam Menteşzade
Abdürrahim Efendi’ye rica ederek 10 yaşındaki oğlu için Dahil müderrisliği aldırmış
ancak Damad Ali Paşa bu tayini iptal ettirmiştir.
III. Selim medrese eğitiminde niteliğin artması ve payeli tayin uygulamasının
sınırlandırılması için önemli tedbirler alır. Sınavdan geçemeyen kişilerin ruûs ve
mülazemet almalarını yasaklayarak, “zâdegân”, “mevâlîzâde”, “mehâdimzâde” gibi
ayrıcalıklı sınıflara ruûs verilmesinde düzenlemeler yapmıştır. III. Selim’in beşik
ulemalığı kurumunu kaldırması bu kapsamdaki en önemli ıslahatı olarak öne
çıkmaktadır. Donanımsız kişilere “rica ve şefaatle” paye verilmesini engelleyerek,
boşalan müderrisliklere donanımlı kişilerin atanmasını sağlamıştır.
III. Selim’den sonra tahta çıkan II. Mahmud da bu tutumu devam ettirmiştir.
Örneğin, 1812 yılında yapılan sınavda 15 kişi müderris olmaya hak kazanır. İstihkaken
kazanan 15 müderrise ek olarak sınava giren 10 zâdegâna da “merhameten” ruûs
verilmesi arz edilmiş; sınavı kazanan 15 kişinin derhal tayin edilmesini, “bigayr-i
istihkak” gördüğü ve “tâciz edici” bulduğu diğerlerinin tayinini ise ertelemiştir. Daha
sonraki yıllarda da ruûs alabilmek için herkesin sınavdan geçmesini zorunlu hale getirir
(Yurdakul, 2010).
II. Mahmud’un 31 yıllık saltanatı boyunca İstanbul’da 1214 müderrisin görev
yaptığı tespit edilmiştir. Bu dönemde görev yapan müderrisler dört gruba ayrılır:
112
1. İlmiye kökenli müderrislerdir ve sayıları 421’dir. 421 müderrisin
170’i Dürrizâde, Arapzâde, Paşmakçızâde gibi meşhur ulema ailelerine
mensuptur.
2. Padişahın gözüne giren taşralı müderrislerdir ve sayıları 23’tür. Bu
grupta yer alan müderrisler daha sonra kendi akrabalarını ilmiye
sınıfına sokar ve 23 müderrisin toplamda 53 akrabası ilmiye sınıfına
girer.
3. Genelde şeyhülislam akrabalarıdır. Aşirefendizâde ve Şeyhizâde
ailelerine mensup müderrisler bu gruptadır.
4. Yüksek devlet ricalinin akrabalarıdır ve 34 farklı aileye mensup 97
müderris bu gruptadır. Halil Hamit Paşa ve Çelebi Mustafa Paşa
ailelerine mensup müderrisler bu grupta yer alır (Güldöşüren, 2014).
Beşik ulemalığı kurumu III. Selim tarafından kesin olarak kaldırılmasına
rağmen ilerleyen dönemlerde yine bu uygulamaya yönelik örneklere rastlanmaktadır.
1830 yılına ait nüfus defteri kayıtlarına göre Bursa'da müderris bulunmaktadır. Bu
bölgede yaşayan müderrislerin çocukları da ya müderris ya da öğrenci olarak
kaydedilmiştir. Örneğin müderris-i kiramdan Seyyid Mehmet Said Efendinin 15
yaşındaki oğlu Seyyid Mehmet Raif Efendi “müderris” payesine sahipken bir yaşındaki
diğer oğlu “molla” ünvanı almıştır. Bir diğer örnek müderris ve muhasebe başkâtibi
Taharizade Seyyid Hacı Mustafa Efendi'nin oğullarıdır. 25 yaşındaki büyük oğlu Ahmet
Nazif “müderris”, 12 yaşındaki ortanca oğlu “kâtip”, en küçük oğlu ise “molla”
payelerine sahiptir (Kaplanoğlu, 2013).
Yine 1830 yılında İbrahim Efendizade Mustafa Efendi'nin 16 yaşındaki oğlu
Ataullah Efendi müderrislik kadrosuna atanmış, 3 yaşındaki diğer oğlu Mehmet
Nurullah ise molla ünvanıyla öğrenci olarak kaydedilmiştir. 12 yaşındaki Seyyid
Mehmet Esat müderris olarak atanırken, 28 yaşındaki ağabeyi Seyyid İbrahim Ethem ise
Harameyn mahkeme kâtibi ve müderrisi olarak kayıtlıdır.
Aynı dönemde Seyyid ünvanına sahip bir diğer müderris örneği ise henüz 12
yaşındaki Mehmet Celaleddin Efendi’dir. Müderris Abdullah Mollazade Hacı Esat
113
Efendi'nin 13 yaşındaki oğlu Seyyid Ali Rıza’ya da müderrislik payesi verilmiş, 4
yaşındaki kardeşi Seyyid Mehmet Arif ise molla unvanı almıştır.
1854 yılındaki bir başka kanunnameye göre ise vezirlerden biri sadrazam
olduğunda kendisine hürmeten 40 mülazım verilmesi kabul edilmiştir50
.
1876 yılına gelindiğinde ilmiye teşkilatındaki bozulma hususu padişah
Abdülhamid tarafından Osmanlı meclisinde dile getirilmiştir. Bu konuşma esnasında
ilmiye atamalarındaki suistimaller gündeme getirilmiş, Aydın milletvekili
Menekşelizade Emin Efendi beşikte olan ulema çocuklarına bile “ruus” verilerek payeli
atamaların devam ettiğini, ilmiyenin yemlik haline geldiğini ve şer’i bilgilerin tamamen
ihmal edildiği eleştirisinde bulunmuştur (Karal, 1983).
6.3.4. Fırsat Verme
Kanuni döneminde Şair Bakî’nin terfisine müteakip, Sinanzade Hüseyin
Çelebi, babasının vasıtasıyla 40 akçeli Kalenderhane’ye tayin olmuştur (Baltacı, 1976).
Beyzade Ahmed Efendi (1569) babası Yavuz Sultan’ın sadırlarından olduğu için
mülazemet sırası beklemeden 40 akçe günlükle Kızıl Musluk müderrisi olarak tayin
edilmiştir. Ulemanın padişaha yakınlığı, hem kendisi hem de çocuğu için “fırsat verme”
bağlamında birçok payeli tayine sebebiyet vermiştir.
“Fırsat verme” başlığı altında öne çıkan diğer payeli tayin örnekleri ise
aşağıdaki gibidir:
Anadolu Kazaskeri Cafer Efendi’nin oğlu Sun’ullah Efendi henüz 16
yaşında iken mülazım olmuş, 17 yaşında (1570) ise 40 akçe günlükle
Barbaros Hayreddin Paşa Medresesi’ne tayin edilmiştir. Sun’ullah
Efendi çeşitli dönemlerde dört kez şeyhülislamlık görevine atanmıştır.
Sun’ullah Efendi’nin oğlu Derviş Mehmed Efendi ise müderrislik
kariyerine doğrudan 50 akçeli Zal Paşa Medresesi’nde başlamıştır.
Şeyhülislam oğulları müderrislik hayatına mülazemet sırası beklemeden
50
Nimeti Efendi Kanunnamesi, s.47
114
iltimaslı olarak Musıla-ı Sahn müderrisi olarak başladıkları için
Şeyhülislam Seyyid Feyzullah Efendi, oğlu Fethullah Efendi’nin
Sahn’dan daha düşük bir konumda olan Hariç medresesine atanmasına
itiraz etmiştir51
.
6.3.5. Yenilikler için Cesaret Kırma
Payeli tayinlerin yaygın hale gelerek Mülazemet Sistemi’nin bozulması
nedeniyle çeşitli padişahlar İlmiye Teşkilatı’nda ıslahat çalışmalarında bulunur. III.
Mehmed, annesi Safiye Sultan’ın da etkisiyle 1597 yılında Sadeddin Efendi’yi
hocalıktan azlederek, ulema tayinleri ve devlet işlerine karışmasını yasaklar. 1598
yılında ise yeni sadrazam Hadım Hasan Paşa’nın muhalif görüşüne rağmen (Turan,
2003) III. Mehmed tarafından “hâce-i sultânî” unvanı ve “ulûfesi bâki kalmak” şartıyla
şeyhülislâmlığa getirilen Sadeddin Efendi, padişah hocalığı ile şeyhülislâmlığı aynı
anda yürüttüğü için “câmiu’r-riyâseteyn” unvanıyla anılmaya başlanmıştır (Uzunçarşılı,
2014).
İltimaslı tayinleri destekleyen ve “yenilikler için cesaret kırma” başlığına
uygun düşebilecek nitelikteki dini fetvaları nedeniyle azledilen Sadeddin Efendi, hem
padişah hocası hem de şeyhülislam olması nedeniyle azledildiği halde tekrar görevine
dönebilen güçlü bir kurumsal girişimcidir. Görevde olduğu süre boyunca önemli siyasi
olaylarında aktif rol oynaması birçok muhalifinin ortaya çıkmasına neden olmuş ve bazı
suistimallere karıştığına dair ithamlarda bulunulmuştur. Oğullarını ve yakınlarını eğitim
ve mesleki yetkinliklerine bakılmaksızın önemli mevkilere getirmesi ve mevcut
uygulamaları bu yolla devam ettirme çabası ulemâ mesleğindeki bozulmaya sebep
olarak gösterilmektedir. İlmiye kadrolarını ellerinde tutan büyük ulema ailelerinin
ortaya çıkışı da bu döneme dayandırılır. Atanmak için sırada bekleyen müderrisler
olmasına ve atama – yükseltme sistemine yönelik yapılan ıslahat çalışmalarına rağmen
Sadeddin Efendi öncelikle oğullarını Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerine getirterek
51
25 yaşında iken bahası tarafından Selanik Kadılığına tayin edildi. Yine babası Feyzullah
Efendi oğlu FethulIahı kendi yerine Şeyhülislam yapmak üzere ona Şeyhülislam payesi verdirdi.
(T.R.U. O.T.32/484) Edirne yakasında Fethullah birçok kimse ile zincire vurularak İstanbul'a
Yedikule zindanlarına getirilmiş ve yalnız Fethullah öldürülmüştür "(T.R.U. O.T. 4/40 n).
115
Hocazâdeler ailesinin ulemâ arasında nüfuzlu bir yer elde etmesini sağlamıştır. Hoca
Sâdeddin’in beş oğlu da ilmiye sınıfına girmiş; Mehmed ve Esad efendiler
şeyhülislâmlığa kadar yükselirken, Abdülaziz ve Sâlih efendiler ise kazaskerlik
görevlerini yerine getirmiştir. Torunlarından Ebûsaid Mehmed, Bahâî Mehmed ve
Ebûsaid’in oğlu Feyzullah Efendiler de şeyhülislâmlık görevlerinde bulunmuştur52
.
Şeyhülislam olmak için sırada bekleyen diğer müderrislerin ise fetvalar ve yersiz
atamalarla cesaretleri kırılmıştır.
6.3.6. Şeytanlaştırma
Kazasker Bostan Mustafa Efendi’nin oğlu olan Bostanzâde Mehmed Efendi
(1535 – 1598), sırasıyla yüksek medreselerde müderrislik, Anadolu ve Rumeli
kazaskerliği görevlerinden sonra Osmanlı Devleti’nin yirminci şeyhülislamı olmuştur.
İstanbul kadısı olan kardeşi Mustafa Efendi’yi Anadolu kazaskerliğine getirebilmek
amacıyla o dönemde Anadolu kazaskerliği görevinde bulunan ünlü şair Bâki’nin bazı
beyitlerinin “küfrü mucip” (küfre neden olan) olduğunu ileri sürerek kadılara şikayet
etmiştir. Kardeşinin payeli tayinini gerçekleştirebilmek adına Bâki’yi
“şeytanlaştırma”ya yönelik girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bâki görevden
alınmadığı takdirde görevini bırakacağını belirtmesi üzerine III. Murad tarafından hem
kendisi hem de kardeşi görevden alınır. Bu örnek, her ne kadar başarısız bir girişim
olarak kalsa da iltimaslı olarak atanmak için gerektiğinde dine söyleme hiç çekinmeden
başvurulması açısından önemli bir örnek olduğu için yer verilmiştir.
52
Bkz. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi III/ dip nr. 2’de “ Şeyhülislâm ve mollazadelerin rahm-i
maderde tahsil edip! On yaşında müderris, yirmi yaşında İstanbul kadısı ve daha sonra kazasker
ve şeyhulislâm olmaları, bizde bin bir sıkıntı içinde medreselerde ders okutan ulemanın ve
ilmiye hayatının ne cahil ellerde kaldığını gösterir.”
116
BÖLÜM IV
SONUÇ ve TARTIŞMA
Örgütleri anlama çabalarına yönelik güncel işletme literatürü incelendiğinde
kurumsal kuram, hem yapılan çalışma sayısı hem de içerik bakımından baskın kuramsal
yaklaşım olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte yeni kurumsal kuramı merkeze
oturtan incelemelerde bireylerin, kurumsal baskılar karşısında “pasif aktör”ler olarak
kabul edilmeleri; örgütsel alanda var olan aktörlerin yaşanmışlıkları ve bu
yaşanmışlıklar aracılığıyla yapılan ve sürdürülen kurumların ihmal edilmesi ciddi
biçimde eleştirilmektedir (Greenwood vd., 2008).
YKK ve kurumsal değişim çalışmalarında yöntem konusuna değinen Suddaby
ve Greenwood (2009: 178), mevcut çalışmalar arasında detaylı kıyaslama yaptıkları
makalelerinde, önceki çalışmaların ağırlıklı olarak bağlamdan bağımsız
gerçekleştirildiğini öne sürer. Bu noktada, kurumsallaşma ve kurumsal değişim sürecini
daha iyi anlamak ve açıklayabilmek için çok değişkenli, yorumsamacı, tarihsel ve
diyalektik yöntemlerin kullanılması gerektiğinden bahsederler. Bir başka ifade ile
örgütleri anlama uğraşında kurumsal kontrolü sağlayan yapılardan ziyade paylaşılan
anlamlar, değerler, normlar ve anlayışların daha önemli olduğu ileri sürülmektedir. Bu
tez çalışması kapsamında da benzer çıkarımlara ulaşılmıştır. İlmiye Teşkilatı’nda farklı
dönemlerde göreve gelen ve kurumsal girşimci özellikleri taşıyan aktörlerin, paylaşılan
değer ve normlar üzerinden din temelli söylemler aracılığıyla eylemlerinin meşruluğunu
sağlamaları söz konusudur.
Hasselbladh ve Kallinikos (2000), kurumsallaşma sürecini açıklamak ve
anlaşılır kılmak için tarihsel ve kıyaslamalı bir biçimde söylemin analiz edilmesinin
önemine dikkat çekmiştir. Söylemden kasıt, gerçekliği tanımlamak amacıyla kullanılan
bilişsel araçlar, prosedürler ve toplumsal ilişkilerle gerçekleştirilen ve zamanla kurum
haline gelen ideallerdir. Dolayısıyla kurumsallaştırma ideallerin, söylemlerin ve
toplumsal kontrol biçimlerinin tarihsel bir süreç içerisinde karşılıklı olarak
etkileşimlerinin sonucudur. Bu tez çalışmasının araştırma kısmı kurgulanırken de bu
görüşe paralel bir yaklaşımla payeli tayinlerin kurumsallaşma sürecinde söylemin
117
önemine dikkat çekilmiştir. Bununla birlikte Özen ve Özen (2009) tarafından da
belirtildiği üzere kurumların sona ermesi ve yeniden yaratılmasının barındırdığı
güçlüklerin yanı sıra mevcut kurumları sürdürme de oldukça zor eylemler ve kurumsal
savaşımları gerektirebilir. Kurumsal iş yazını ile birlikte öne çıkan “kasıtlı” eylemler ve
“çıkar” konusu, kurumsal baskılara karşı bireye “aktif eyleyen” olarak yeni bir kimlik
kazandırmıştır.
Bu kapsamda YKK kapsamında ihmal edilen konularla ilgili önemli açılımlar
sağlama potansiyeli nedeniyle kurumsal girişimci ve kurumsal iş kavramlarına yönelik
çalışma sayısı her geçen gün artmaktadır (Lawrence ve Suddaby, 2006). Kurumsal iş
çalışmalarında pasif aktör yerine kurumları değiştirmeye veya sürdürmeye çalışan
bireylerin de aktör olarak ortaya çıkışları söz konusudur. Bu tez çalışmasında da
kurumsal iş literatürünü temel alan bir bakış açısıyla İlmiye Teşkilatı bünyesinde
kurumsal girişimci özellikleri taşıyan aktörlerin, her türlü yasal ve zorlayıcı baskıya
rağmen payeli tayin uygulamasının sürdürülmesine yönelik çabaları tarihsel bir süreç
içerisinde ele alınmıştır.
İncelenen dönemin uzunluğu, çalışma açısından önemli bir zorluk oluşturmakla
birlikte farklı dönemlerde İlmiye Teşkilatı’nda görev yapan aktörlerin, kurumsallaşan
payeli tayin uygulamasını uzun bir süre boyunca devam ettirme çabalarını gözler önüne
sermesi açısından önemlidir. Bulgular bölümünde detaylı bir biçimde yer verildiği üzere
ilk olarak padişah kontrolünde başlayan payeli tayinler, yine padişah kontrolünde
“yerleştirme ve rutinleştirme”ye yönelik pratiklerle meşru hale getirilmiştir. Bilhassa
Fatih Sultan Mehmed tarafından üst düzey bürokrat çocuklarının iltimaslı tayinlerinin
kanun haline getirilmesi, daha sonraki dönemde göreve gelen üst düzey ulemanın da
aynı ayrıcalıklara sahip olabilmelerinin önünü açmıştır. Payeli tayinlerin meşrulaşma
sürecini ortaya koyması bakımından bulgular bölümünde bu kısma da yer verilmekle
birlikte bu tez çalışmasının asıl amacı yapıdan ziyade kurumsal girişimci özellikleri
taşıyan aktörlerin, mevcut yapıya ters düşmek suretiyle payeli tayinleri hangi kurumsal
işlerle sürdürdüklerini tarihsel bağlamda ortaya koymaya çalışmaktır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde sistematik bir hale getirilen Mülazemet
Sistemi, yine aynı dönemde Ebussuud Efendi’nin de katkılarıyla, açık bir biçimde ihlal
118
edilmeye başlanmıştır. Kanunla koruma altına alınan Mülazemet Sistemi’nin, fetvalar
ve daha sonra kanunlaşan pratiklerle bizzat İlmiye Teşkilatı’nın en yüksek kademesinde
görev yapan ulema tarafından ihlal edilmesi oldukça şaşırtıcıdır. Bu noktada şeriat
kurallarını aktaran söylemlerde de bir yenilik söz konusudur. Bu tez çalışması
kapsamında payeli tayin uygulamasının uzun yıllar boyunca sürdürülebilmesinin
ardında yatan en büyük etkenin, üst kademede görev yapan ulema tarafından üretilen
Sünni temelli dini söylem olduğu söylenebilir. Bu noktada payeli tayinlerin dini
söylemle desteklenen “yeni rutinler yaratma”, “yargılar üretme”, “teori haline getirilen
eğitim”, “öncü gruplar oluşturma”, “yerleştirme ve rutinleştirme”, “fırsat verme”, ve
“yenilikler için cesaret kırma” gibi kurumsal işler aracılığıyla başarıyla sürdürüldüğü
sonucuna ulaşılmıştır.
YKK yazının ortaya çıktığı bölgeden hem coğrafi hem de sosyal açıdan farklı
bir bölgede gerçekleştirilen bu araştırma esnasında elde edilen tarihsel bulguların, YKK
yazınının bilhassa kurumsal girişimci ve kurumsal iş alanlarına katkı sağlayacağı
değerlendirilmektedir. Oldukça uzun yılları kapsayan inceleme sürecinde, kurumsal
girişimci özellikleri taşıyan ve konumu nedeniyle gücü elinde bulunduran aktörlerin,
toplumsal meşruiyet kaynağı olan Sünni temelli dini söylemle destekledikleri çeşitli
kurumsal işleri kasıtlı olarak ortaya koyarak kendilerine ayrıcalık sağlayan kurumların
devamlılığını sağlamaları, aktörlerin işlevini göstermesi bakımından önemli bir katkı
olarak değerlendirilmektedir.
Osmanlı Devleti’nin ilk şeyhülislamı Molla Fenari ve ailesine bizzat II. Murad
tarafından sağlanan ilmi imtiyazlar, zamanla İlmiye Teşkilatı’nın resmi atama
kurumunun bozulmasına giden süreçteki ilk somut adımdır. Her ne kadar ulemanın
devlete bağlılığını sağlamak amacıyla yapılmış olsa da iltimaslı tayin uygulamasının bir
kez uygulanmaya başlanması, daha sonra üst kademelerde göreve gelen ulemanın
dikkatini celbetmiş ve bu yönde çalışmalar yapmalarına neden olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme dönemlerinde padişah kontrolünde
ortaya çıkan iltimaslı tayin ve bu tayinleri destekleyen kurumsal işler, ilerleyen
dönemlerde ayrıcalıklı sınıfların ortaya çıkışına paralel olarak yüksek kademelerde
görev yapan devlet adamlarının kendi inisiyatifleri ile bireysel çıkarlarını korumak
119
amacıyla ve yine dini söylem vasıtasıyla devam ettirilmeye çalışılmıştır. Bu tez
çalışmasının YKK yazının ortaya çıktığı toplumdan farklı bir bölgede, farklı bir inanç
sistemi ve teamüllere sahip bir toplumda gerçekleştirilmesinin, bilhassa özgün sonuçlara
ulaşmak açısından önemli olduğu değerlendirilmektedir.
Bununla birlikte devlet ricalinin iltimaslı tayinleri sürdürme sürecinde
meşruiyet kaynağı olarak Sünni temelli dini söylemi kullanmaları, başarıya ulaşmalarını
sağlayan parametrelerden sadece bir tanesidir. Başta Ebussuud Efendi olmak üzere
farklı dönemlerde göreve gelen çeşitli aktörler, kendi çocukları ve tanıdıklarını
kayırarak, iltimaslı bir şekilde tayin edilmelerini sağlamıştır. Bundan sonraki
çalışmalarda nepotizmi çağrıştıran bu tür tayin uygulamalarının, nepotizm literatürü
bağlamında incelenmesi nepotizmin yanı sıra YKK ve kurumları sürdürmeye yönelik
literatüre katkı sağlama potansiyeline sahiptir.
Bu tez çalışmasının iki önemli kısıtı bulunmaktadır:
1. Çalışma kapsamında incelenen birincil kaynaklar Osmanlıca dilinde
yayımlanmıştır. Bununla birlikte incelenen kaynakların devlet arşivinde yer alması ve
resmi yasal dokümanlar olması nedeniyle tercümelerinin, yasal metin çevirisinin bir
gereği olarak, çevirenin yorumdan uzak ve titizlikle yapıldığı ifade edilebilir.
2. İncelenen dönem oldukça uzundur. Bu nedenle kaynaklar taranırken tüm
kaynaklarda yer alan Molla Fenâri gibi önemli aktörler seçilerek, bu kişilerin hayatına
daha fazla odaklanılmıştır. Gelecek çalışmaların, dönemler halinde kurgulanarak daha
detaylı analizler yapılması, kurumları sürdürme konusunda başka parametrelerin de
belirlenebilmesi açısından önemlidir.
120
KAYNAKÇA
A. Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet IX. İstanbul 1292, s.296.
Abduh, M. (1905). Urvet’ül-Vüskâ Dergisi.
Adıvar, A. A. (1943). Osmanlı Türklerinde İlim. İstanbul Maarif Vekaleti Yayınları.
Ahmed b. Hanbel (2001) El-Müsned, thk. Şuayb el-Arnaût vd., I-XLV, Beyrut.
Ahmet Lütfi, Tarih-i Lütfi VIII. İstanbul 1280-1328, s.124.
Akdağ, M. (1975). Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası. Bilgi Yay. s. 115.
Akgündüz, M. (2004). Osmanlı Medreseleri. İstanbul: Beyan Yayınları.
Akşin, S. (1977). Osmanlı Türk Toplumundaki Sınıf Yapısı Üzerine Bir Deneme.
Toplum Ve Bilim, Sayı: 2, Yaz, S. 31-46.
Aktaş, Y. A. (2002). 13. Yüzyıl Selçuklu Konya’sında Eğitim Kurumları, Düşünen
Siyaset Bilim Tarihi, 16, 117-131.
Akün, Ö. F. (1979). Sâlim Mehmed Emin, İA, c. X, s. 130- 131.
Akyüz, Y. (2005). Türk Eğitim Tarihi (M.Ö.1000-M.S.2004). Pegem Akademi
Yayıncılık, Ankara.
Akyüz, H. (2012). “Âlimler Peygamberlerin Varisleridir” Hadisinin İsnad Açısından
Tenkid ve Tahlili”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2012/2, cilt: XI,
sayı: 22, s. 159–190.
Alan, E. (2017). Yeni Bir Belgeye Göre XVI. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı
Mülazemet Sistemi, The Journal of Ottoman Studies, XLIX.
Alan, E., Atçıl, A. (2018). XVI. Yüzyıl Osmanlı Ulema Defterleri, Türk-İslam Bilim
Kültür Dizisi, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Yayınları, Ankara.
Aldrich, D. P. (2010). Fixing Recovery, Social Capital in Post-Crisis Resilience.
Journal of Homeland Security, 6, 1-10.
Altun, A. (1978). Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi. İstanbul:
Kültür Bakanlığı Yayınları.
Angus, L. B. (1993). Masculinity and Women Teachers at Christian Brothers College.
Organization Studies, 14 (2), 235-260.
Anteby, M. (2010). Markets, Morals, and Practices of Trade: Jurisdictional Disputes in
The US Commerce in Cadavers. Administrative Science Quarterly, 55: 606–638.
121
Ataman, G. (2002). İşletme Yönetimi: Temel Kavramlar Yeni Yaklaşımlar. İstanbul:
Türkmen Kitabevi.
Atayî Nev’îzâde (1989). Hadâikü’l-Hakâik fî Tekmiletü’ş-Şakâik, haz. Abdülkadir
Özcan İstanbul: Çağrı Yayınları.
Atay, H. (1982). Medreselerin Islahatı. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi
Sayı:25, Ankara.
Atçeken, Z. (1998). Konya’daki Selçuklu Yapılarının Osmanlı Devrinde Bakımı ve
Kullanılması. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Atçıl, A. (2017). Scholars and Sultans in the Early Modern Ottoman Empire. Cambridge
University Press.
Aynî. A. M. (1927). Darül-Fünun Tarihi, Osmanlı Dar’ul-Fünunu. D.E.F. Mecmuası
İstanbul.
Balcı, R. (2012). Medreselerin Islahı Konusunda Sultan II. Abdülhamid’in Hazırlattığı
bir Layihanın Tahlili. Tarih Okulu, Ocak – Nisan, Sayı XII.
Baltacı, C. (1976). XV- XVI. Asırlar Osmanlı Medreseleri. İstanbul: İrfan Matbaası.
Baltacı, C. (2005). XV- XVI. Asırlar Osmanlı Medreseleri. İstanbul: Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.
Banarlı, N. S. (1998). Resimli Türk Edebiyatı Târihi. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,
Cilt, 2, s. 644.
Barley, S. R.; Kunda, G. (2001). Bringing Work Back in, Organization Science, 12 (1),
76-95.
Barley, R. B.; Tolbert, B. S. (1997). Institutionalization and Structuration: Studying the
Links between Action and Institution, Organization Studies, 18(1), 93- 117.
Baron, J. N., Dobbin, F. R., Jennings, P.D. (1986). War and Peace: The Evolution of
Modern Personnel Administration in U.S. Industry, The American Journal of
Sociology, Vol. 92. No.2
Başvekâlet Arşivi, Sandık 23, Evr. No 1, Vekanuvis Halil Bey Tarihi.
Battilana, J., D’aunno, T. (2009), “Institutional Work And The Paradox Of Embedded
Agency”, İçinde T.B. Lawrence, R. Suddaby ve B. Leca, (Ed.), Institutional
Work: Actors And Agency In Institutional Studies Of Organizations.
Cambridge, UK: University Of Cambridge Press, 31-58.
122
Battilana, J.; Leca, B.; Boxenbaum, E. (2009), “How Actors Change Institutions:
Towards A Theory Of Institutional Entrepreneurship”. The Academy Of
Management Annals, Cilt: 3, Sayı: 1, 65-107.
Beckert, J. (1999). Agency, Entrepreneurs, and Institutional Change. The Role of Strate-
gic Choice and Institutionalized Practices in Organizations. Organization Stu-
dies, 20(5), 777-799.
Berger, P.; Luckmann, T. (1967). The Social Construction of Reality: A Treatise in the
Sociology of Knowledge. New York: Doubleday.
Beyazıt, Y. (2014). Osmanlı İlmiye Mesleğinde İstihdam. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları.
Beyazıt, Y. (2009). Osmanlı İlmiye Bürokrasisinde Şeyhülislamlığın Değişen Rolü ve
Mülazemet Sistemi (XVI.-XVIII. Yüzyıllar), Belleten, CLXXIII, s. 423-441.
Binbaşıoğlu, C. (2014). Başlangıçtan Günümüze Türk Eğitim Tarihi. Ankara: Anı.
BOA, Mühimme Defteri, No: 73, Hüküm: 740.
Bourdieu, P. (1977). Outline of A Theory of Practice. UK: Cambridge University Press.
Bourdieu, P. (1990). The Logic of Practice. CA: Stanford University Press.
Bouty, I.; Gomez, M., L.; Drucker-Godard, C. (2013). Maintaining an Institution: The
Institutional Work of Michelin in Haute Cuisine Around the World. ESSEC
Working Paper No. 1302.
Boy, A. (2017) Medreselerin Kısa Bir Geçmişi ve Kayseri Medreseleri. Adnan
Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:4, Sayı:1.
Bozkurt, N. (2003). Medrese. DİA, C. XXVIII, Ankara.
Broom, L.; Selznick, P. (1955). Sociology. Evanston, Row & Peterson.
Brown, J. S.; Duguid, P. (2000). The Social Life of Information. MA: Harvard Business
Press.
Bulut, M. (1999). Osmanlı Devleti’nde Dini Teşkilatlanma ve Yaygın Din Eğitimi,
Diyanet İlmi Dergi, Cilt: 35, Sayı:2
Büyük İslam Tarihi (Doğuştan Günümüze) (1989). Cilt 14, İstanbul, Çağ Yayınları.
Campbell, J. L. (2004). Institutional Change and Globalization. Princeton: Princeton
University Press.
123
Cleaver, F. (2002). Reinventing Institutions: Bricolage and the Social Embeddedness of
Natural Resources Management. The European Journal of Development
Research, 14 (2), 11-30.
Cooper, D. J., Ezzamel, M.; Willmott, H. (2008). Examining “Institutionalization”: A
Critical Theoretic Perspective. In R. Greenwood, C. Oliver, K. Sahlin, & R.
Suddaby (Eds.), Sage Handbook Of Organizational Institutionalism (Pp. 673-
701), London, UK: SAGE.
Clemens, E. S., Cook, J. M. (1999). Politics and Institutionalism: Explaining Durability
and Change. Annual Review of Sociology 25: 441- 466.
Colombero, S.; Boxenbraum, E. (2019). Authentication as Institutional Maintenance
Work, Journal of Management Studies, 56:2.
Colombero, S. (2014). Bricolage as Institutional Maintenance Work: Integrating New
Construction Materials into Heritage Buildings, Architecture, Urbanism and
Sustainable Construction, May, Vienna.
Currie, G.; Lockett, A.; Finn, R.; Martin, G.; Waring, J. (2012). Institutional Work to
Maintain Professional Power: Recreating the Model of Medical Professionalism.
Organization Studies, 33: 937–962.
Czarniawska, B.; Sevon, G. (1996). Translating Organizational Change. De Gruyter
Studies in Organization, Walter de Gruyter & Co, Berlin.
Çabuk, V. (1988). Köprülüler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Çavuşoğlu, M. (1991). Baki, DİA, İSAM İstanbul 1991, IV.
Çelebi, A. (1976). İslam Eğitim Öğretim Tarihi, (Çev: Ali Yardım.1983), İstanbul:
Damla Yayınevi.
Çerçi, F. (2000). Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü’l-Âhbâr’ında II. Selim, III. Murat
ve III. Mehmed Devirleri C. I-III. Kayseri, s. 134.
Çoruh, H. Ş. (1972). Türk Anadolu’da İlim Tarihinin İlk Büyük Siması İlk Osmanlı
Şeyhül-İslâmı Molla Fenârî, TK, X/120 (1972), s. 1265-1276.
Dacin, M. T., Munir, K., Tracey, P. (2010). Formal Dining At Cambridge Colleges:
Linking Ritual Performance And İnstitutional Maintenance, Academy Of
Management Journal, 53, 1393–1418.
Dacin, T.; Goodrich, J. Scott, R.W. (2002). Institutional Change: Introduction to Special
Issue of the Academy of Management Journal, February.
124
Danişmend, İ. H. (1948). İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. I-IV, İstanbul.
Daudigeos, T. (2013). In Their Profession’s Service: How Staff Professionals Exert
Influence in Their Organization, Journal of Management Studies, 50: 722–749.
De Certeau, M. (1984). The Practice of Everyday Life. CA: University of California
Press.
Delacour, H.; Leca, B. L. (2011). The Decline and Fall of the Paris Salon: A Study of
the Deinstitutionalization Process of A Field Configuring Event in the Cultural
Activities, Management, Vol.14, No.1, ss. 47-78.
Demiralp, Y. (1999). Erken Dönem Osmanlı Medreseleri (1300–1500), Ankara: Kültür
Bakanlığı.
Denis, J.-L.; Langley, A.; Rouleau, L. (2007). Strategizing in Pluralistic Contexts:
Rethinking Theoretical Frames. Human Relations, 60 (1), ss. 179–215.
DiMaggio, P. (1998). The New Institutionalisms: Avenues of Collaboration, Journal of
Institutional and Theoreticaş Economics, Vol: 154, Issue: 4.
DiMaggio, P. J., Powell, W. W. (1983). The Iron Cage Revisited: Institutional
Isomorphism and Collective Rationality in Organizational Fields, American
Sociological Review, 48.
DiMaggio, P. J. (1988). Interest and Agency in Institutional Theory, Institutional
Patterns and Organizations: Culture and Environment (içinde), Ed. Lynne G.
Zucker, Massachusetts: Ballinger Publishing Company.
DiMaggio, P.J., Powell, W. W. (1991) Introduction, The New Institutionalism in
Organizational Analysis (içinde), Ed. Walter W. Powell ve Paul J. DiMaggio,
Chicago: The University of Chicago Press.
Doğan N. Ş. (2013). Ortaçağ’da Anadolu’nun Eğitim Mekanları: Selçuklu Medreseleri
– Darüşşifalarından Örnekler, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,
28 (2).
Donaldson, L. (1995). American Anti-Management Theories of Organization: A
Critique of Paradigm Proliferation, Cambridge: Cambridge University Press.
Dover, G., Lawrence, T. B. (2010). Technology, İnstitutions And Entropy:
Understanding The Critical And Creative Role Of Maintenance Work. In
Technology And Organization: Essays In Honour Of Joan Woodward (Vol. 29,
Pp. 259–264). Bingley, UK: Emerald Group.
125
Dwight M. Donaldson (1953). Studies in Müslim Ethics, Londra: S. P. C. K.
Dunn, M. B.; Jones, C. (2010). Institutional Logics And Institutional Pluralism: The
Contestation of Care And Science Logics in Medical Education. 1967–2005.
Administrative Science Quarterly, 55: 114–149.
Durand, R.; Mcguire, J. (2005). Legitimating Agencies in The Face Of Selection: The
Case Of AACSB. Organization Studies, 26(2): 165-196.
Dursun, D. (1992). Osmanlı Devleti’nde Siyaset ve Din, İşaret Yayınları, İstanbul.
Eisenhardt, K. M. (1991). Better Stories And Better Constructs: The Case For Rigor and
Comparative Logic. The Academy Of Management Review, 16(3), 620-627.
Eisenstadt, S.N. (1964), “Social Change, Differentiation and Evolution”, American
Sociological Review, S.375-386.
Emirbayer, M. (1997). Manifesto for A Relational Sociology. American Journal of
Sociology, 103, 281–317.
Emirbayer, M.; Mische, A. (1998). What is Agency? American Journal of Sociology,
103, 962–1023.
Emirbayer, M.; Johnson, V. (2008). Bourdieu and Organizational Analysis, Theory and
Society, 37 (1), ss. 1-44.
Erdem, S. (1994). Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ’sı, Ankara, s. 152.
Ergin, O. (1977). Türk Maarif Tarihi, İstanbul: Eser Matbaası.
Ergin, F. (1977). Atatürk Zamanında Türk Ekonomisi, Duran Ofset Matbaası.
Ersoy, H. (1981). Hoca Saadeddin Efendi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,
İstanbul, C. IV, s. 248.
Evsen, E. (2009). Osmanlı İlmiye Teşkilatında Mülâzemet Sistemi, Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, MÜSBE, İstanbul.
Fatih Sultan Mehmed (2013), Atam Dedem Kanunu Kanunnâme-i Âl-i Osman, haz.
Abdülkadir Özcan, İstanbul: Yitik Hazine Yayınları.
Faroghi, S. (1973). “Social Mobility among the Ottoman Ulema in the Late Sixteenth
Century”, International Journal of Middle East Studies, Cilt 4, 1973, s. 204-218.
Fazlıoğlu, Ş. (2001). Mekkeli Şair İbnu’l-Uleyf’in Sultan II. Bayezid’e Yazdığı Kasîde.
Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, (11), 163-181.
Findley, Carter V. (1996). Kalemiyeden Mülkiyeye. (Çeviren: Gül Çağalı Güven). Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
126
Fleischer, C. H. (1986). Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire, The
Historian Mustafa Ali 1541-1600, Princeton University.
Freud, S. (2000). Bir Yanılsamanın Geleceği Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları, (çev.:Aziz
Yardımlı), İdea Yayınları, İstanbul.
Friedland, R.; Alford, R. R. (1991). Bringing Society Back In: Symbols, Practices and
Institutional Contradictions. W. W. Powell ve P. J. DiMaggio (Der.), The New
Institutionalism in Organizational Analysis. 232-263. Chicago: University of
Chicago Press.
From the Editors (2009). For the Lack of a Boilerplate: Tips on Writing Up (and
Reviewing) Qualitative Research), Academy of Management Journal, 2009,
Vol.52, No.5.
Fromm, E. (1991). Psikanaliz ve Din. Çev.:Aydın Antan, Antan Yayınları, İstanbul.
Foucault, M. (2001). Yapısalcılık ve Postyapısalcılık. Çev.. Ümit Umaç- Ali Utku,
İstanbul: Birey Yayıncılık.
Fox-Wolfgramm, Susan J., Kimberly B. Boal, Hunt, J. G. (1998). Organizational
Adaptation To Institutional Change: A Comparative Study Of First-Order
Change in Prospector and Defender Banks, Administrative Science Quarterly, 43
(1), 87-126.
Garfinkel, H. (1967). Studies in Ethnomethodology. NJ: Prentice Hall.
Garud, R.; Jain, S.; Kumaraswamy, A. (2002), “Institutional Entrepreneurship in The
Sponsorship Of Common Technological Standards: The Case Of Sun
Microsystems And Java”, The Academy Of Management Journal, Cilt: 45, Sayı:
1, 196-214.
Garud, R.; Karnoe, P. (2003). Bricolage versus Breakthrough: Distributed and
Embedded Agency in Technology Entrepreneurship. Research Policy 32(2),
277–300.
Gelibolulu Mustafa Âlî (2003). Künhü’l-Ahbâr Fatih Sultan Mehmed Devri 1451-1481,
haz. M. Hüdai Şentürk, Ankara: Türk Tarih Kurumu, II.
Giddens, A. (1984). The Constitution of Society. Berkeley: University of California
Press.
Goodrick, E., Reay, T. (2011). Constellations Of Institutional Logics: Changes in The
Professional Work Of Pharmacists, Work And Occupations, 38: 372–416.
127
Gökbilgin, T. “Arpalık”, İslam Ansiklopedisi, C. 1, s. 592:
http://tayyibgokbilgin.info/ansiklopedisi/ (son erişim 01.03.2019).
Greenwood, R., Hinings, C. R. (1996). Understanding Radical Organizational Change:
Bringing Together the Old and The New Institutionalism, Academy of
Management Review, 21, 4.
Greenwood, R., Suddaby, R., Hinings, C. R. (2002). Theorizing Change: The Role Of
Professional Associations in The Transformation of Institutionalized Fields.
Academy of Management Journal, 45: 58–80.
Greenwood, R., Oliver, C., Sahlin, K., Suddaby, R. (Ed.) (2008), The Sage Handbook
Of Organizational Institutionalism, Los Angeles: Sage.
Güldöşüren, A. (2014). İkinci Mahmut Dönemi İstanbul Müderrisleri: Sosyal Kökenleri
ve Aile Bağları, Modernleşme Dönemi Osmanlısında Ulema Aileleri ve
Elitleşme Paneli, BSV TAM, Şubat, İstanbul.
Güven, İ. (2018). Türk Eğitim Tarihi, Ankara: Pegem Akademi.
Hallet, T., Ventresca J. M. (2006). “Inhabited institutions: Social Interactions and
Organizational Forms in Gouldner’s Patterns of Industrial Bureaucracy”. Theory
and Society, Vol:3. pp.213–236.
Hammer, J. Büyük Osmanlı Tarihi:
https://hacikaanonaran1.files.wordpress.com/2014/12/cilt18.pdf
(son erişim 08.04.2019).
Hardy, C.; Maguire, S. (2008). Institutional Entrepreneurship. R. Greenwood, C. Oliver,
K. Sahlin ve R. Suddaby (Ed.). The Sage Handbook of Organizational Institutio-
nalism: 198-217. Los Angeles: Sage.
Hardy, C.; Phillips, N. W. (2004). Discourse and Power. The Sage Handbook of
Organizational Discourse, Edited by Grant, Hardy, Oswick and Putnam, Sage.
Hasselbladh, H., Kallinikos, J. (2000). The Project of Rationalization: A Critique and
Reappraisal of Neo-Institutionalism in Organization Studies. Organization
Studies, 21 (4) 697-720.
Hatch, M. J. (1997). Organization Theory: Modern Symbolic and Postmodern
Perspectives, Oxford: Oxford University Press.
Hatîb el-Bağdâdî, el-Faḳīh Ve’l-Mütefaḳḳih, Köprülü Ktp., Nr. 392; a.e. (nşr. İsmâil el-
Ensârî), Beyrut 1400/1980.
128
Heper, M. (1974), Bürokratik Yönetim Geleneği, Ankara, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi
Yayını.
Heugens, P.M.A.R.; Lander, W. M. (2009). Structure! Agency! (And other Quarrels): A
Meta-Analysis of Institutional Theories of Organization, Academy of
Management Journal, Vol. 52(1), pp. 61–85.
Heyd, U. (1961). Studies in Islamic History and Civilization, Jerusalem: Magness Press.
Hezarfen Hüseyin Efendi (1998), Telhîs’ul-Beyan fi Kavânin-i Al-i Osman, Hazırlayan
Sevim İlgürel, TTK Mtb. Lütfi Paşa, Âsafname ekiyle.
Hızlı, Mefail. (1987) "Kuruluşundan Osmanlılara Kadar Medreseler", U.U. İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı:2, Cilt:2, Yıl:2, s.273-281.
Hirsch, P.; Lounsbury, M. (1997). Putting the Organization Back into Organization
Theory: Action, Change, and the “New” Institutionalism. Journal of
Management Inquiry, 6(1), 79-88.
Hoca Sadeddin Efendi (1992). Tâcü’t-Tevârih, Hazırlayan İsmet Parmaksızoğlu, C.IV,
Ankara.
Holm, P. (1995). The Dynamics of Institutionalization: Transformation Processes in
Norwegian Fisheries, Administrative Science Quarterly, 40, 3.
Hwang, H., Colyvas, J. A. (2011). Problematizing Actors and Institutions in
Institutional Work, Journal of Management Inquiry, 20 (1), 62-66.
Huault, I.; Rainelli, H. W. (2011). A Market for Weather Risk? Conflicting Metrics,
Attempts at Compromise and Limits to Commensuration, Organization Studies,
32 (10), ss. 1395-1419.
Hume, D. (2009). İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme. Çev. Ergün Baylan, İstanbul:
Bilgesu Yayıncılık.
İbn Vehb, El-Cami, II, 9; Abdürrezzak b. Hemmam Es-San’ani (211/826), Tefsir, nşr.
Mahmud Muhammed Abduh (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1419), I, 464;
Taberi, Tefsir, VII, 181.
İbn Vehb, El-Cami, II, 9; Abdürrezzak, Tefsir, I, 464; Taberi, Tefsir, VII, 180, 181; El-
Hatib El-Bağdadi, El-Fakih Ve’l-Mütefakkih, I, 130, 131; Süyuti, Ed-Dürrü’l-
Mensur, II, 573.
İbrahim Efendi, Peçevi. (1982). Peçevi Tarihi. (B. Sıtkı Baykal, Haz.). Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
129
İhsanoğlu, E. (1990) “Darülfünun Tarihçesine Giriş I (İlk İki Teşebbüs)”, Belleten, Sy.
210, Ankara, s. 699-738.
İnalcık, H. (2016). Osmanlı Ucunda Ahiler, Fakılar, Kalenderi Dervişler, Osmanlı
Tarihinde İslamiyet ve Devlet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
İnalcık, H. (2009). Devlet-i Aliyye — Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar 1,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
İnalcık, H. (1958). Osmanlı Hukukuna Giriş Örfî Sultanî Hukuk ve Fatih’in Kanunları,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, XIII / 2, Ankara.
İpşirli, M. (2000). Osmanlı Uleması. Yeni Türkiye, 33, 512- 520.
İpşirli, M. (1992). Bostânzâde Mehmed Efendi, DİA, İstanbul 1992, s.311.
İslam Ansiklopedisi (1997). MEB Basımı, Eskişehir. (Ayrıca
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c28/c280190.pdf son erişim 0.06.2019).
İzgi, C. (1987). Taşköprîzâde’nin Miftâh as-Sa‘āde’sinin Dil ve Edebiyatla İlgili
Bölümünün Tenkitli Metin Neşri (Yüksek Lisans Tezi), İÜ Sosyal Bilimler
Enstitüsü, s. 1-79.
Jagd, S. (2011). Pragmatic Sociology and Competing Orders of Worth in Organizations,
European Journal of Social Theory, 14 (3), ss. 343-359.
Jepperson, R. L. (1991). Institutions, Institutional Effects and Institutionalism, The New
Institutionalism in Organizational Analysis (içinde), Ed. Walter W. Powel ve
Paul J. DiMaggio, Chicago: The University of Chicago Press.
Jung, C. G. (1976). Dört Arketip. İstanbul, Metis Yayınları.
Kanunname-i (Sultan Süleyman Han) Veliyuddin, Efendi No 1970 (122 b. 123 h.).
Kaplanoğlu, R. (2013). 1830 Yılı Nüfus Sayımına Göre Bursa’da Sosyal Yapı ve
Kölelik Kurumu”, Journal of Turkish Studies, Vol:40, December.
Karatepe, Ş. (1993). Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme. İstanbul: İz Yayıncılık.
Kaydu, E. (1977). Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık Müessesinin Ortaya Çıkışı,
Atatürk Ünv. İİA. Dergisi, Erzurum, II/201.
Kazıcı, Z. (2016). Anahatlarıyla İslam Eğitim Tarihi, İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi
Yayınları.
Kazıcı, Z. (1979). Osmanlılarda Şeyhülislamlık Müessesesi:
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1979_c18/1979_c18_5/1979_c18_5_KAZI
CIZ.pdf (son erişim tarihi 04.04.2019).
130
Kellogg, K. C. (2012). Making The Cut: Using Status-Based Countertactics To Block
Social Movement Implementation And Microinstitutional Change in Surgery.
Organization Science, 23: 1546–1570.
Kramers, J.H., (1979), Şeyhülislamlık, İA, C. 11, s. 485.
Koç, O., Vurgun, L. (2012). Aktörden Eyleyene ‘Kurumsal İş’ Tasarımı: Yeni
Kurumsal Kuram Kapsamında Bir Değerlendirme, The Journal of Economics
and Administrative Sciences, Vol.17, No.2
Koçer, H.A. (1991). Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu, MEB Basımevi, İstanbul.
Köymen, M. A. (1992). Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi Cilt III. Alp Arslan ve
Zamanı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
Kulkarni, M. (2018). Rituals and Institutional Maintenance: The Case of the Beating
Retreat Ceremony, Journal of Management Inquiry, 1 – 15.
Kuran, A. (1969). Anadolu Medreseleri I, Ankara: Orta Doğu teknik Üniversitesi
Yayınları.
Kur’an-ı Kerim Nisa Suresi: https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/4-nisa-suresi (son
erişim 13.02.2019)
Kurt, Y. (1998). Koçi Bey Risalesi, Akçağ Yayınları, Ankara.
Kütükoğlu, M. S. (2000). XX. Asra Erişen Osmanlı Medreseleri, Ankara: TTK.
Lawrence, T. B.; Leca, B.; Zilber, T. B. (2013). Institutional Work: Current Research,
New Directions and Overlooked Issues, Organization Studies, 34 (8), ss. 1023-
1033.
Lawrence, T. B.; Suddaby, R.; Leca, B. (2009). Instutional Work. New York:
Cambridge University Press.
Lawrence, T. B.; Suddaby, R. (2006). Institutions and Institutional Work. S. R. Clegg,
C. Hardy, T. B. Lawrence and W. R. Nord (Ed.). Handbook of Organization
Studies (ss. 215–254). London: Sage Publications.
Lawrence, T.; Suddaby, R.; Leca, B. (2011), “Institutional Work: Refocusing
Institutional Studies Of Organization”, Journal Of Management Inquiry, Cilt: 20,
Sayı: 1, 52-58.
Leblebici, H.; Salancik G. R.; Copay, A.; King, T (1991). Institutional Change and The
Transformation of Interorganizational Fields: An Organization History of the
U.S. Radio Broadcasting Industry, Administrative Science Quarterly, 36.
131
Leca, B., Naccache, P. (2006). A Critical Realist Approach to Institutional
Entrepreneurship, Organization, 13(5), 627- 651.
Leitzinger, Jocelyn M. (2014). A Look Behind the Curtain: Firms’ Use of
Extrainstitutional Non-market Strategies. Diss. The University of Wisconsin-
Madison.
Lockett, A., Currie, G.; Waring, J.; Finn, R.; Martin, G. (2012). The Role of
Institutional Entrepreneurs in Reforming Healthcare, Social Science&Medicine,
74, ss. 356–363.
Lok, J.; De Rond, M. (2013). On The Plasticity of Institutions: Containing And
Restoring Practice Breakdowns At The Cambridge University Boat Club,
Academy Of Management Journal, 56: 185–207.
Lounsbury, M. (2003). The Problem of Order Revisited: Towards A More Critical
Institutional Perspective. In R. Westwood & S. R. Clegg (Eds.),
Point/Counterpoint: Central Debates in Organisation Theory (Pp. 210-219).
Oxford, UK: Blackwell
Lybyer, A. H. (2011). Kanuni Sultan Süleyman Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun
Yönetimi, Sarmal Yayınevi.
Maguire, S., Hardy, C.; Lawrence, T. B. (2004). Institutional Entrepreneurship in Emer-
ging Fields: HIV/AIDS Treatment Advocacy in Canada. Academy of
Management Journal, 47(5), 657-679.
Mardin, Ş. (1964). Jön Türklerin Siyasi Fikirler 1895-1908. İletişim Yayınları.
Mecdî, M. Şekâik Tercümesi, s. 9-13, 331, 373-374, 385, 486, 503, 526, 527;
Taşköprizâde, eş-Şeḳâʾiḳ, tür.yer., Ayrıca bk. neşredenin önsözü, s. IX; Âşık
Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 117.
Mehmet Nuri Paşa (1987) Netayicü’l-Vukuat, Ankara, I, II, s.248.
Menon, J. (2013). The Performance of Nationalism: India, Pakistan, and the Memory of
Partition. New Delhi, India: Cambridge University Press.
Meyer, J.W., B. Rowan. B. (1977). Institutionalized Organizations: Formal Structure as
Myth and Ceremony, The American Journal of Sociology, 83, 2.
Meyer, J. (1994). Rationalized Environments, W. R. Scott ve J. Meyer (Ed.).
Institutional Environments and Organizations (ss. 28-54). CA: Sage.
132
Meyer W. J., Boli J., George T.M. (1994). Ontology and Rationalization in the Western
Cultural Account, Edt: W. Richard W. Scott ve John W. Meyer, Institutional
Environments and Organizations, Sage, Thousand Oaks.
Meyer, J. W., Rowan. B. (1991). Institutionalized Organizations: Formal Structure as
Myth and Ceremony. W.W.Powell ve P.J.DiMaggio (Ed). The New
Institutionalism in Organizational Analysis (içinde). Chicago: University of
Chicago Press. 41-62.
Meyer, J. W.; Rowan, B. (1983). The Structure of Educational Organizations. J. Meyer
ve R. Scott (Ed.). Organizational Environments: Ritual and Rationality:71-98.
Beverly Hills, CA: Sage.
Meyer, J. W.; Scott, W. R. (1983). Organizational Environments Rituals and Rationa-
lity. Beverly Hills, CA: Sage.
Micelotta, E. R., Washington, M. (2013). Institutions and Maintenance: The Repair
Work Of Italian Professions, Organization Studies, 34: 1137–1170.
Muranyi, M. (2003). El-Cami’ (Ebu Muhammed Abdullah b. Vehb. b. Müslim El-
Misrî), Dar’ül Garbi’l-İslami, Beyrut.
Nachi, M. (2004). The Morality in / of Compromise: Some Theoretical Reflections,
Social Science Information, Vol. 43, No.2.
Neşri (1969). Kitab-ı Cihan-Nüma Neşrî Tarihi, Çev. Köymen M. A. ve Unat F. R.,
Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Nimeti Efendi Kanunnamesinden aktaran Uzunçarşılı, İ.H. (2014). İlmiye Teşkilatı
içinde, Ankara: TTK Yayınevi.
Okumuş, E. (2005). Dinin Meşrulaştırma Gücü. İstanbul: Ark Kitapları
Oliver, C. (1991). Strategic Responses to Institutional Processes, Academy of
Management Review, 16 (1), ss. 145-179.
Oliver, C. (1992). The Antecedents of Deinstitutionalization, Organization Studies, 13
(4), ss. 563-588.
Ortaylı, İ. (2001). Gelenekten Geleceğe, Timaş Yayınları.
Osmanzâde Taib (1996). Hadikatü’l-Büzera, İstanbul, 1271, Mehmed Süreyya, Sicil-i
Osmanî, (Haz. Nuri Akbayar), (Eski yazıdan aktaran: Seyit Ali Kahraman),
İstanbul.
133
Özaydın, A. (1990). Selçuklu Tarihi, Sultan Muhammet Tapar Devri. Ankara: TTK
Yayınları..
Özen, Ş. (2007). Yeni Kurumsal Kuram: Örgütleri Çözümlemede Yeni Ufuklar ve
Yeni Sorunlar, Örgüt Kuramları (içinde), Ed. A. Selami Sargut ve Şükrü Özen,
Ankara: İmge.
Özen, Ş., Özen, H. (2009), “Peasants Against Mncs And The State: The Role Of The
Bergama Struggle in The Institutional Construction Of The Gold-Mining Field
in Turkey”, Organization, Cilt: 16, Sayı: 4, 547-573.
Öztuna, Y. (1977). Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi.
Pakalın, M. Z. (1983). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, İstanbul:
MEB.
Palmer, M.; Simmons, G.; Robinson, P. K.; Fearne, A. (2014). Institutional
Maintenance Work And Power Preservation in Business Exchanges: Insights
From Industrial Supplier Workshops, Industrial Marketing Management, 48,
ss.214-225.
Patriotta, G.; Gond, J. P.; Schultz, F. (2011). Maintaining Legitimacy: Controversies,
Orders of Worth and Public Justifications, Journal of Management Studies,
48(8), 1804-1836.
Peçevî Tarihi 355B-364B, Zeyl 365A-393A.
Perkmann, M.; Spicer, A. (2008). How are Management Fashions Institutionalized? The
Role of Institutional Work, Human Relations, 61, 811–844.
Perrow, C. (1986). Complex Organizations: A Critical Essay, 3. Baskı, New York:
Random House.
Phillips, N.; Lawrence, T. B. (2012). The Turn to Work in Organization and
Management Theory: Some Implications for Strategic Organization. Strategic
Organization, 10, 223–230.
Phillips, N.; Lawrence, T. B.; Hardy, C. (2004). Discourse and Institutions, The
Academy of Management Review, 29, 635.
Potter, W., J. (1996). An Analysis of Thinking and Research About Qualitative
Methods. Lawrence Erlbaum Associates.
134
Powell, W. W. (1991). Expanding the Scope of Institutional Analysis, İçinde P.J.
DiMaggio ve W.W. Powell (Eds.) The New Institutionalism in Organizational
Analysis, Chicago, IL: University of Chicago Press.
Quinn-Trank, C.; Washington, M. (2009). Maintaining an Institution in A Contested
Organizational Field: The Work Of The AACSB And Its Constituents. In T. B.
Lawrence, R. Suddaby & B. Leca (Eds) Institutional Work: Actors And Agency
İn İnstitutional Studies Of Organization: 236-261. Cambridge: Cambridge
University Press.
Raşid, M. (1865/1282), (2013) Tarih-i Raşid ve Zeyli, Çev. Halit Özkan ve Hakkı
Uygur. İstanbul: Klasik Yayınları.
Reay, T.; Hinings, C. R. (2005). The Recomposition of An Organizational Field:
Healthcare in Alberta, Organization Studies, ‘6 / 3, ss. 349-382.
Reyhan, C. (1999), Osmanlı Devletinde Siyasal İktidar ve İlmiye, Amme İdaresi
Dergisi, C.32, s. 3.
Reyhan, C. (1998). Türkiye’de Modernleşmenin Kökenleri: Kalemiyye Sınıfı, Amme
İdaresi Dergisi, c. 31, Sayı: 4, 1998, s. 3-16
Riaz, S.; Buchanan, S.; Bapuji, H. (2010). Institutional Work amidst the Financial
Crisis: Emerging Positions of Elite Actors, Organization, 18 (2).
Robinson, J. S. (1979-2002), Salim, The Encyclopedia of Islam (New Edition), Leiden,
v. IX, p. 991.
Sargut A. S., Özen, Ş. (2007). Örgüt Kuramlarına Genel Bakış: Karşılaştırmalı Bir
Çözümleme, Örgüt Kuramları (içinde), Ed. A. Selami Sargut ve Şükrü Özen,
Ankara: İmge.
Sargut A. S. (2007). Yapısal Koşul Bağımlılık Kuramının Örgütsel Çevre Kuramları
Bağlamındaki Yeri, Örgüt Kuramları (içinde), Ed. A. Selami Sargut ve Şükrü
Özen, Ankara: İmge.
Sayılı, A. (1948). Higher Education in Medieval Islam, The Madrasa, Ankara
Üniversitesi Yıllığı. Ankara Üniversitesi Yayınları.
Saylam, A., Leblebici, D. (2017). Kurumsal Kuram ve Kurumsal Girişimci, Dumlupınar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:53.
Sarıbıyık, M. (2003). İlk Osmanlı Medreseleri, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, S.3.
135
Schuler, D. A. (1996) Corporate Political Strategy and Foreign Competition: The Case
of the Steel Industry, Academy of Management Journal, 39 (3).
Scott, W. R. (1991). Unpacking Institutional Arguments. W. W. Powell ve P. J.
DiMaggio (Der.), The New Institutionalism in Organizational Analysis, 164-
182. Chicago: The University of Chicago Press.
Scott, W. R. (1995). Institution and Organizations, Ideas, Interests and Identities,
London: Sage.
Scott, W. R. (2001). Institutions and Organizations, 2. Basım, London: Sage.
Scott, W. R. (2004). Institutions and Organization, London: Sage.
Scott, W. R. (2008). Institutions and Organizations: Ideas and Interests. Thousand Oaks,
CA: Sage.
Scott W. R.; Meyer, J. W. (1991). The Organization of Societal Sectors: Propositions
and Early Evidence. W. W. Powell ve P. J. Dimaggio (Ed.). The New
Institutionalism in Organization Analysis: 108-140. Chicago: University Of
Chicago Press.
Selznick, P. (2011). TVA and the Grass Roots, A Study of Politics and Organization.
Quid Pro, LLC.
Selznick, P. (1949). TVA and the Grass Roots: A Study of Politics and Organization
(Vol. 3). Berkeley, CA: University of California Press.
Seo, M., Creed, W.E. D. (2002). Institutional Contradictions, Praxis, and Institutional
Changes: A Dialectical Perspective, Academy of Management Review, 27, 2.
Sertoğlu, M. (1970). Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul, 1986, s. 232-233.
Shaw, S. (1992). Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye: Gaziler İmparatorluğu
Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü, 1280-1808, (Çev. Mehmet
Harmancı), İstanbul, c. I.
Sidani, Y.; Showail, S. (2013). Religious Discourse and Organizational Change, Journal
of Organizational Change Management, Vol.26, No.6, ss. 931-947.
Siebert, S.; Wilson, F.; Hamilton, J. R. A. (2017). “Devils May Sit Here”: The Role Of
Enchantment in Institutional Maintenance, Academy Of Management Journal,
Vol. 60, No.4, ss.1607-1632.
136
Sözen, E. (1999). Söylem: Belirsizlik, Mübadele, Bilgi, Güç ve Refleksivite. İstanbul:
Paradigma Yayınları.
Stark, D. (2009). The Sense of Dissonance: Accounts of Worth in Economic Life,
Princeton, Princeton University Press.
Stinchombe, A. L. (1965). Social Structures and Organizations, Handbook of
Organizations (içinde), Ed. J.G. March, Chicago: Rand McNally and Company.
Stinchombe, A. L. (1968). Constructing Social Theories, Chicago: University of
Chicago Press.
Suddaby, R. (2010). Challenges for Institutional Theory, Journal of Management
Inquiry, Vol:19, pp. 14-20.
Suddaby, R., Greenwood, R. (2009). Methodological Issues in Researching Institutional
Change, Handbook of Organizational Research Methods, Sage.
Suddaby, R., ve Viale, T. (2011). Professionals and Field-Level Change: Institutional
Work and the Professional Project, Current Sociology, 59(4), 423–442.
Şanal, M. (2003). Osmanlı Devleti’nde Medreselere Ders Programları, Öğretim Metodu,
Ölçme ve Değerlendirme, Öğretimde İhtisaslaşma Bakımından Genel Bir Bakış,
Erciyes Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:14 / 1, s. 158.
Şenkesen, E. (2009). Davranışsal Finans ve Yatırımcı Duyarlılığının Tahvil Verimi
Üzerindeki Etkisi: İMKB Tahvil Ve Bono Piyasasında Bir Uygulama.
Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, İşletme Anabilim Dalı,
İstanbul.
Şeyh Alizade Havace Muhyiddin (26 Şaban 1314). Medreselerin Islahı, No K/3372.
Taberî, Tefsir, VII, 180; El-Hatib El-Bağdadi, El-Fakih Ve’l-Mütefakkih, I, 126; Süyuti,
Ed-Dürrü’l-Mensur, II, 575.
Tarih-i Selânikî, C. 2 (1989). Ankara: TTK Yayınevi.
Tarih-i Cevdet, Ahmet Cevdet Paşa, 1822-1895, İstanbul Dârüṭ-Tibâ’at ül-’amire
Matbaası, 1858-83.
Tanpınar, A. H. (1969). Fuzulî ve Bâkî, Edebiyat Üzerine Makaleler (haz. Zeynep
Kerman), İstanbul, s. 152-156.
Taşdemirci, E. (1989). Nuriye Medreselerinin Türk ve İslam Eğitim Tarihindeki Yeri,
Kayseri: E.Ü. Sos. Bil. Dergisi, Sayı: 2.
137
Taşköprülüzade Ahmet Efendi, Şakayık-ı Numaniye:
https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/handle/11543/1729 (son erişim
12.05.2019).
Tayşir, E. (2010). Kritik Karar Alıcıların Kurumsal Baskıya İlişkin Tehdit-Fırsat
Algısının Kurumsal Baskıya Verilen Örgütsel Yanıt Üzerindeki Etkisi, M.Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
The Academy of Management Journal (2002). Institutional Theory And Institutional
Change: Introduction To The Special Research Forum.
Thornton, P.; Ocasio, W. (1999). Institutional Logics and the Historical Contingency of
Power in Organizations: Executive Succession in the Higher Education
Publishing Industry, 1958-1990. American Journal of Sociology, (105), 801-843.
Thornton, P. (2004). Markets from Culture: Institutional Logics and Organizational
Decisions in Higher Education Publishing. CA: Stanford University Press.
Thornton, P.; Ocasio, W.; Lounsbury, M. (2012). The Institutional Logics Perspective:
A New Approach to Culture, Structure, and Process. Oxford: Oxford University
Press.
Trank, C. Q., Washington, M. (2009). Maintaining An Institution In A Contested
Organizational Field: The Work Of AACSB And İts Constituents. In T. B.
Lawrence, R. Suddaby, & B. Leca (Eds.), Institutional Work: Actors And
Agency In Institutional Studies Of Organizations (Pp. 236–261). Cambridge,
UK: Cambridge University Press.
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA) Defter No: 5605/1.
Townley, B. (1997). The Institutional Logic of Performance Appraisal, Organization
Studies, 18 (2), 261-285.
Townley, B. (2002). The Role of Competing Rationalities in Institutional Change,
Academy of Management Journal, 45, 1.
TSMA D.8823/1.
Tugi Hüseyin Çelebi (2010), Musîbetnâme (Tahlil-Metin ve İndeks), haz: Şevki Nezihi
Aykut, Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara.
Turan, O. (2003). Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, Türk Dünya Nizamının
Milli, İslami ve İnsani Esasları, 18. Basım, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Uraz, M. (1968). Peçevî Tarihi, Son Telgraf Matbaası, İstanbul, C. I, II.
138
Uriel, H. (1961) “The Ottoman Ulema and Westernization in the Time of Selim III and
Mahmud II”, Scripta Hierosol Mitana, sy. 9 (1961), s. 63-96. [Türkçesi: “III.
Selim ve II. Mahmut Dönemlerinde Batılılaşma ve Osmanlı Uleması”, çev. Sami
Erdem, Türk Hukuk ve Kültür Tarihi Üzerine, haz. Ferhat Koca, Ankara 2002, s.
99-136].
Uzunçarşılı, İ.H. (1949). Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları. XII. Seri,
Ankara, C. II.
Uzunçarşılı, İ. H. (1988). Osmanlı Tarihi II. Cilt, Ankara: TTK Yayınevi.
Uzunçarşılı, İ. H. (2014). Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara: TTK Yayınları.
Ünan, F. (1997). Türk Dünyasında Bilim ve Eğitim, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:15.
Ünan, F. (2006). Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde Eğitim, A. Y. Ocak
(Ed.), Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 1. Ankara: Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları.
Ünan, F. (2004). Mevleviyet, DİA, XXIX, Ankara, 2004.
Ünan, F. (1998). Osmanlı İlmiyye Tarîkinde Pâye”li Tâyinler Yâhut Devlette Kazânç
Kapısı, Belleten LXII(233): 41-64.
Üsdiken, B. (2003). Plurality in Institutional Environments and Educational Content:
The Undergraduate Business Degree in Turkey. R. P. Amdam, R. Kvalshaugen
ve E. Larsen (Der.), Inside the Business Schools: The Content of European
Business Education, 87-109. Abstrakt, Liber: Copenhagen Business School
Press.
Üsdiken, B.; Leblebici, H. (2001). Organization Theory. Anderson, N., Ones, D. S.,
Sinangil, H. K., & Viswesvaran, C. (Eds.). Handbook of Industrial, Work &
Organizational Psychology içinde (s. 377-397) Newbury Park, CA: Sage.
Vak’a-Nüvis Halil Bey Tarihi (2015). Vekâyi’nâme, TTK Yayınevi.
Veliyüddin Efendi (1970). VR.51b. Beyazıt Kütüphanesi, Nadir Eserler Kısmı.
Voronov, M., Vince, R. (2012). Integrating Emotions into the Analysis of Institutional
Work, Academy of Management Review, Vol. 37, No.1.
Walker, E.T. (2009). Privatizing Participation: Civic Change and the Organizational
Dynamics of Grassroots Lobbying Firms, American Sociological Review, 74(1),
pp.83–105.
139
Weik, E. (2011). Institutional Entrepreneurship and Agency, Journal for the Theory of
Social Behaviour, 41 (4), ss. 466-481.
Wright, A. L.; Zammuto, R. F.; Liesch, P. W. (2017). Maintaining The Values Of A
Profession: Institutional Work And Moral Emotions in the Emergency
Department, Academy Of Management Journal, Vol.60, No.1, ss. 200-237.
Yancı, Ü. (2017). Osmanlı İlmiye Teşkilatında Mülâzemet Yolları (RKR 97, RKR 107
ve RKR 134 Numaralı Mülâzemet Defterleri’ne Göre), I. Uluslararası Türklerin
Dünyası Sosyal Bilimler Sempozyumu, Antalya.
Yediyıldız, B. (1999). “Yerleşimler”, Osmanlı Devleti Tarihi. (Ed.: Ekmeleddin
İhsanoğlu). C.II, İstanbul: IRCICA Yayınları.
Yin, Robert K. (1994). Case Study Research: Design and Methods, 2. Basım, London:
Sage.
Yurdakul, İ. (2010). Osmanlı İlmiye Merkez Teşkilâtı’nda Reform (1826-1876),
İstanbul: İletişim Yayınları.
Zilber, T.B. (2002). Institutionalization As an Interplay Between Actions, Meanings,
and Actors: The Case of a Rape Crisis Center in Israel, Academy of
Management Journal. 45, 1.
Zilber, T. B. (2009). Institutional Maintenance As Narrative Acts. In T. B. Lawrence, R.
Suddaby & B. Leca (Eds.), Institutional Work: Actors And Agency in
Institutional Studies Of Organizations: 205–235. Cambridge, U.K.: Cambridge
University Press.
Zucker, L.G. (1977). The Role of Institutionalization in Cultural Persistence, American
Sociological Review, 42.
Zucker, L.G. (1987). Institutional Theories of Organization, Annual Review of
Sociology, 13.
Zucker, L. G. (1988). Where Do Institutional Patterns Come From? Organizations as
Actors in Social Systems, Institutional Patterns and Organizations: Culture and
Environment (içinde), Ed. Lynne G. Zucker, Massachusetts: Ballinger
Publishing Company.
140
141
EKLER
İncelenen Mülazemet Defterlerine Yönelik Örnekler
1. TSA 5065 / 1
142
2. D.05605
143
ÖZGEÇMİŞ
Adı Soyadı : Ebru Caymaz
Doğum Tarihi : 02.12.1985
Öğrenim Durumu:
Derece Alan Üniversite Mezuniyet
Doktora İşletme
Yönetim ve
Organizasyon
Marmara
Üniversitesi
2019
Yüksek Lisans Savunma
Kaynakları
Yönetimi
Milli Savunma
Üniversitesi
ATASAREN
2012
Lisans Amerikan Kültürü
ve Edebiyatı
İstanbul
Üniversitesi
2009
Akademik Deneyim:
Görev Ünvanı Görev Yeri Süre
Öğr. Gör. İstanbul Aydın Üniversitesi 2014 – Halen
İdari Deneyim:
Görev Ünvanı Görev Yeri Süre
Dış İlişkiler Birim
Sorumlusu
AKUT Arama Kurtarma
Derneği
2010 - 2019
Yönetim Kurulu Üyesi
(Sayman)
AKUT Vakfı 2018 – Halen
Yabancı Diller:
İngilizce (İleri Seviyede ) YDS 92 / 100
Japonca (Orta Seviyede)
144
CV
Name and Surname : Ebru Caymaz
Date of Birth : 02.12.1985
Education:
Degree Field University Year
PhD Management and
Organization
Marmara
University
2019
MA Defense Resources
Management
National Defense
University
ATASAREN
2012
Bachelor American Culture
and Literature
Istanbul University 2009
Academic Experience:
Position Institution Duration
Lecturer İstanbul Aydın University 2014 – Still
Managerial Experience:
Position Institution Duration
Head of External Relations
Department
AKUT Search and Rescue
Association
2010 - 2019
Board Member
(Treasurer)
AKUT Foundation 2018 – Still
Foreign Languages:
English (Advanced ) YDS 92 / 100
Japanese (Intermediate)