ilim · “al-lah sizin için kolaylığı diler, o size zorluğu dilemez” (ba-kara, 2/185)....

48
ilim 25. SAYI KASIM-ARALIK 2017 25 د العد1439 ولربيع ا- صفرISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Nurlu Bir Yolculukta Hadislerin Rolü Kur’an’ın Anlaşılmasında Arap Kültürünün Önemi Kur’an’ı Neden Anlamıyoruz? Beş Soruda Kur’an’ı Anlamak Kısa Soruşturma: Bugün Kur’an’ı Anlamak İçin İhtiyaç Duyduğumuz Şey Nedir? Madde Madde Kur’an Nasıl Anlaşılmaz? Modern Kur’an Yorumları İslam İktisat Sistemi ve Faizsiz Bankacılık Teklifleri KUR'AN'I ANLAMAK ilimdergisi.org

Upload: others

Post on 24-Aug-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim25. SAYI KASIM-ARALIK 2017صفر -ربيع األول 1439 العدد 25

ISSN:2146-7781

DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

Nurlu Bir Yolculukta Hadislerin Rolü

Kur’an’ın Anlaşılmasında Arap

Kültürünün ÖnemiKur’an’ı Neden Anlamıyoruz?

Beş Soruda Kur’an’ı Anlamak

Kısa Soruşturma: Bugün Kur’an’ı Anlamak İçin İhtiyaç Duyduğumuz Şey Nedir?

Madde Madde Kur’an Nasıl Anlaşılmaz?Modern Kur’an Yorumları İslam İktisat Sistemi ve Faizsiz Bankacılık Teklifleri

KUR'AN'IANLAMAK

ilimdergisi.org

Page 2: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

AKADEMİSYENLERİMİZE SORDUK: BUGÜN KUR’AN’I ANLAMAK İÇİN İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ ŞEY NEDİR? 6

ilimDİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı

Editör: Mustafa Alp

İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi ve İlimevleri hocaları tarafından yayına hazırlanmaktadır.

Derginin tüm sayılarını online okumak için: ilimdergisi.org

Görüş ve makale gönderimi: [email protected]

Dâru’l-İlim web adresi: darulilim.com

İlimevleri web adresi: ilimevleri.com

KUR’ÂN’IANLAMAK

DİNİ VE DÜNYAYI YORUMLAMA ŞEKLİMİZ

Page 3: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

SERBEST YAZILAR

İSLAM İKTİSAT SİSTEMİ VE FAİZSİZ BANKACILIK TEKLİFLERİ} ABDULLAH KÜSKÜ

GENÇLİK EĞİTİMİNDEN ÖĞRENDİĞİM 3 ŞEY} RECEP SEMİH TOPUZ

DOSYA YAZILARI

NURLU BİR YOLCULUKTA HADİSLERİN ROLÜ} HÜSEYİN GÜNEŞ

KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ARAP KÜLTÜRÜNÜN ÖNEMİ} EMRE GÜNDOĞDU

KUR’AN’I NEDEN ANLAMIYORUZ?} FATİH YAZICI

BEŞ SORUDA KUR’AN’I ANLAMAK} MUHAMMED YAZICI

MADDE MADDE KUR’AN NASIL ANLAŞILMAZ } MUSTAFA ALP

MODERN KUR’AN YORUMLARI} İBRAHİM TÜRKAN

43

47

15

18

20

22

28

36

Gelecek sayı konusu:

“İlim Evleri & İlim Erleri.”

Yazılarınızı değerlendirilmek üzere

[email protected]

adresine mail atabilirsiniz.

Page 4: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 254

EDİT

ÖR بسم اهلل الرمحن الرحيم

Kıymetli okurlar, Allah’ın selamı üzerinize olsun. Yeni sayıyı sizlerle buluşturmanın heyecanını yaşıyoruz. Dosya konumuz, Kur’an’ı anlamak... En kısa ifadesiyle, dini ve dünyayı yorum-lama şeklimiz bu kıstasa bağlı. Kur’an’ı nasıl anlamlandırıyor, hayatımızda onu nasıl konumlandırıyorsak, her şeye bu zaviye-den bir yargı yüklüyoruz. Kimimiz akıl ve vicdan dışı tutumunu Kur’an’a refere edebilirken, kimimiz Kur’an’ın ruhuna ters dav-ranışları yine Kur’an ayetleriyle destekleme gayretine düşüyor. Dolayısıyla en az Kur’an’ın önemi kadar öneme sahip diğer bir konu, Kur’an’a nasıl yaklaştığımızdır.

Aynı kitap, tarih boyu birbirine sırt çeviren, hatta kılıç çekme cüretini gösteren onca zıt kutbun ilham kaynağı olarak ilan edi-liyorsa, burada ciddi bir hata var demektir. Diğer milletlere karşı kutsal kitaplarının tahrif ve tağyire uğramadığıyla övünen Müs-lümanlar için, onlarca birbirini dışlayan yorum ortadayken ki-taplarının bir tane olması hangi faydayı sağlar? Eski ümmetlerde tahrifin yol açtığı derin çatışmalar, bizde teville gündeme gel-mektedir. Aradaki fark nedir? Sonuçta tevhidimiz uğruna nazil olan ayetler, tefrikamıza hizmet ettirilmektedir.

Page 5: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم5 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

25. sayıdan

merhaba

Peki, Kur’an’ın anlaşılmasında sağlıklı yol nedir? Hangi faktörler, nassı sahih biçim-de yorumlamamıza, dahası hayata aktarmamıza yardımcı olur? Anlamak ve yaşa-mak arasındaki ayrım, bizzat Kur’an’ın diliyle nasıl dengelenmektedir? İşte İlim der-gisinin bu sayısı, bütün bu soruları masaya yatırarak doğru cevapları bulmaya gayret ediyor.

Kısa soruşturmalar serimiz, bu sayı altı ilahiyat hocamızın özverili cevaplarıyla devam ediyor. Bu çağda Kur’an’ı anlamak için ihtiyaç duyduklarımız noktasında soruşturmanın ufkunuzu hayli zenginleştireceğini düşünüyoruz. Yeri gelmişken, bugüne kadarki soruşturma cevaplarını kitaplaştırdığımızın müjdesini verelim. Aka-demisyenlerin 15 soruya verdiği 105 cevabı içeren eseri Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi’nden temin edebilirsiniz. Beş Soruda köşemiz, kısa bir aradan sonra tekrar orta sayfa okurlarını bekliyor. Muhammed Yazıcı hocamız, özellikle bağlam faktörü-nün Kur’an’ın anlaşılmasındaki hayati önemine dikkat çekiyor.

Dosya dışı yazılarda bu sayı iki hocamızı ağırlıyoruz: Abdullah Küskü ve Recep Se-mih Topuz. Biri faizsiz bankacılık üzerinden İslam iktisadının mümeyyiz vasıflarını ele alırken, diğeri gençlik eğitiminde edindiği üç tecrübeyi paylaşıyor bizimle. Genç kardeşlerimize ve eğitmenlerimize derginin bu son yazısını bahusus tavsiye ediyo-ruz. Editör mail adresinden veya genel dergi sitesinden her tür talep ve önerilerinizi yazabilirsiniz. İyi okumalar efendim.

[email protected] ilimdergisi.org

Page 6: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 256

Prof. Dr. Musa BİLGİZ Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı

Kur’an, ısrarla kendisinin bütün insanlar ve inananlar için “kolaylaştırılmış” bir ki-tap olduğunu söyleyip dururken; O’nun “zorlaştırılmış”, “kapalı”, “şifrelerle dolu”

veya “sadece bazı uzmanların çözüp anlayabileceği” bir kitap olduğunu söylemek, ya cehalet ya gaflet ya da ihanettir. Müslümanların içinde bulundukları dü-şünce tembelliği, zihin bulanıklığı, karamsarlık, bil-gi üretememe, bağnazlık, parçalanmışlık ve sefalet bu zihniyetin bir sonucu olarak Kur’an’ın hayattan uzaklaştırılmasına yol açtı.

Aslında Kur’an’da sıkça vurgulanan mubîn, beyan, tebyin, tafsil, teysir yani açık, açıklayıcı, anlaşılır, iyi-ce izah edilmiş ve kolaylaştırılmış gibi kelimeler, ade-ta mucizevî bir ihbar niteliğindedir. “Biz Kur’an’ı an-layamayız”, “Kur’an bu güne kadar anlaşılmadı ki bu gün anlaşılsın!” gibi ifadelerin yanlışlığını belirtmek üzere Cenab-ı Hak yeminle: “Andolsun ki, Biz Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Yok mu öğüt alan?” (Kamer, 54/17) buyurmaktadır. Kur’an’ın kolaylaştırılma-sı, onun lafzının, manasının, onu düşünmenin, ibret ve öğüt almanın, hüküm ve hikmetlerinin, örnek ve kıssalarının ve onu yaşamanın kolay olduğudur.

Allah, aynı sûre içinde bu ayeti dört kez tekrar et-mektedir. Bu yemini, peygamber, melek veya insan değil, bizzat Allah yapmaktadır. Bundaki temel gaye, Kur’an’ın kolaylaştırılmış bir kitap olduğu konusunda

zihinlerinde şüphe olanları, bu anlayışlarından uzak-laştırmaktır. Öyleyse biz bu konuda Allah’ın dedikle-rine mi yoksa insanların taklit ve taassuba dayanan kanaatlerine mi itibar edeceğiz? Allah’ın defalarca yeminiyle ve birçok ayette vurgu üzerine vurgularla anlaşılır olduğu bildirilen bir kitabı, anlaşılmaz diye-rek insanlığı bu kitaptan uzaklaştıranlar bu hesabı nasıl verecekler?

Kur’an’ı anlamak, Allah’ın özelde mü’min, genelde tüm insanlık üzerindeki hakkıdır. Buna göre Kur’an’ı anlamak için gayret edenler, Allah’ın ve Kur’an’ın hakkına riayet ediyorlar demektir. Kur’an’ın anla-şılmazlığını iddia edenler ise, Allah’ın ve Kur’an’ın hakkını görmezden geliyorlar. Kur’an kendisine iman edene, onu anlamayı dini bir sorumluluk ola-rak yüklemektedir. Kur’an’ın sık sık mubîn sıfatıyla anılması, muhatabına verdiği “Ben açık ve anlaşılır bir kitabım” mesajıdır. Kur’an vahyini ilk olarak “oku” emriyle başlatan Allah, anlamı olmayan bir okumayı emretmiş değildir. Zira Kur’an, akletmeyenleri, dü-şünmeyenleri, “varlıkların en şerlisi” olarak nitelen-dirmektedir (Enfal, 8/22).

Kur’an’ın kapağını açıp da birkaç sayfa okuyan bir Müslüman, Allah’ın Kitabı’nın ne kadar kolay anlaşı-lır, ne kadar çekici ve ne kadar kuşatıcı bir kitap oldu-ğunu hemen fark edecektir. O okunmayı ve üzerinde düşünmeyi özendiren bir çekiciliğe, doğru ve sade olmanın güzelliğine sahiptir. İnsan fıtratı ile uyum-ludur. Ruhu coşturur, duyguları harekete geçirir.

Bugün Kur’an’ı Anlamak İçin İhtiyaç Duyduğumuz Şey Nedir?

İLİM DERGİSİ 25. SAYI KISA SORUŞTURMASI

Page 7: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم7 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

İbretli açıklamaları bitmez. İstediği kadar reddedilsin, bu yüzden yıpranmaz, değerini yitirmez. İnsan ruhu, onunla ne kadar kaynaşırsa samimiyet ve dostluğu daha da artar.

Kur’an’ın kolaylıkla anlaşılabileceğini söylerken onun bütün ayetlerinin, herkes tarafından aynı sevi-yede anlaşılabilir olduğunu kastetmiyoruz. Kur’an’ın elbette anlam derinlikleri, anlaşılması daha fazla me-sai gerektiren ayetleri vardır. Fakat bunlar özel ve is-tisnai durumlardır. Bunlar, Kur’an’la birlikteliğimiz, tefekkür ve tedebbürümüz arttıkça azalacak husus-lardır. Bir takım konular da vardır ki onu, işin uzman-larına sormak gerekir. Kur’an bütün mü’minler için gönderilmiş bir kitap olmakla birlikte, bugün Kur’an’ı anlamak nedense bir ‘uzmanlık alanı’ gibi sunulur veya algılanır olmuştur.

Kur’an’ı anlamak için mutlaka Arapça bilmek gerek-mez, Arapçayı öğrenmek ve bilmek en iyisidir. Fakat herkesin buna imkân ve kabiliyeti yoktur. İnandı-ğı halde ömründe bir kez olsun bir tefsir veya meali kendi ana dilinde bile okumayanlara Arapçasını nasıl öğreteceksiniz? Kaldı ki Arapça bilmekle Kur’an’ı an-lamak ve yaşamak ayrı şeylerdir. Nice Arapça bilen-ler vardır ki Kur’an’ın mana ve ruhundan habersizdir. Hatta bunların bir kısmı Kur’an’a savaş açmışlardır.

Dolayısıyla Arapçayı bilmeyen bir insanın da Kur’an’ın manasını anlamaya çalışmaması ve bunu bir mazeret olarak ileri sürmesi kabul edilemez. Arapça bilmeyen bir insan da rahatlıkla Kur’an’ı

öncelikle kendi dilindeki meal ve tefsirler aracılığı sonra da çok istisnai konularda anlamadığı yerleri de işin uzmanlarından sorup öğrenebilir. Esefle ifade etmek gerekir ki Kur’an’ın anlaşılır olmadığını savu-nanların gaflet ve cehaleti burada kalmamış, meal ya da tefsir okumanın yanlış bir iş olduğunu söylemeye kadar vardırılmıştır.

Kur’an’da Yüce Allah, hak ve hakikati o kadar güzel bir üslupla açıklamaktadır ki, Kur’an’ı anlayarak oku-duktan sonra ondaki hakikatlerden ibret almamak mümkün değildir. Yüce Mevlâ bize gizemli ve şifreli bir kitap gönderseydi hiçbirimiz sorumlu olmazdık. Bazı ayet veya konular hakkında anlamsız ve uzun tartışmalara girenler içinse Kur’an açık ve net bir duyuruda bulunuyor: “Andolsun Biz bu Kur’an’da, insanlar için her türlü misal ve öğüdü, farklı üslup-larla tekrar tekrar ifade ettik. Fakat birçoğu bunları anlamadı. Zira bütün varlıklar içinde tartışmaya en düşkün olan, insandır” (Kehf, 18/54; En’am, 6/105). Allah’ın ayetleri ne kadar açık ve ne kadar anlaşılır bir dil ve üslûp ile gelmiş ve anlatılmış olursa olsun, onlar, yine de anlamaya yanaşmazlar; inat ve inkârlarından ötü-rü maksatsız ve boş tartışmayı sürdürmek isterler.

“Biz bu Kur’an’ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Yalnızca, (Allah’tan) sakınanlara bir öğüt, bir uyarı olsun diye indirdik” (Taha, 20/2-3). Bu ayette de Kur’an’ın indiriliş amacı açıkça belirtilmektedir. Kur’an’ın öğ-retileriyle insana teklif edilen ahlakî disiplin, insa-nın sevincini daraltmak ya da söndürmek amacını

Bugün Kur’an’ı Anlamak İçin İhtiyaç Duyduğumuz Şey Nedir?

Page 8: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 258

taşımamaktadır. Aksine, insanın doğru ve eğrinin ne olduğu konusundaki bilincini derinleştirmek suretiy-le bu duyguyu pekiştirmesi amacına dayanmaktadır. Bu kitap zorluk çekmeden okunabilen, rahat anlaşı-lır, akıcı ifadeli bir kitaptır. Getirdiği yükümlülükler de insan gücünü aşmaz. Kur’an, insanın Allah’a bağ-lı olmasının hoşnutluk ve birliktelik bilincini sağlar. Zaten “Allah kullarına rahmet etmeyi kendi zatına bir yasa olarak belirlemiştir” (Maide, 5/12). Bu nedenle yüce Allah, asla kullarının sıkıntıya girmesini istemez. “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-

kara, 2/185).

Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir: “Ey Müminler! Allah’a karşı saygıyla tam bir sorumluluk bilinci içinde olursanız, O da size neyin doğru neyin yanlış olduğu-nu anlayıp kavrama kabiliyeti bahşeder; üstelik geç-mişteki hata ve günahlarınızı yok sayıp sizi bağışlar. Şüphesiz Allah çok lütufkârdır” (Enfal, 8/29). İnsanın akıl ve vicdanının işlevini engelleyen maddî ve özellikle mânevî faktörlere karşı takvâ ilâcının tavsiye edil-mesi, müminler için eşi bulunmaz bir fırsat ve imkân teşkil etmektedir. “Kim Allah’a gönülden saygı duyar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, Allah, zorluklar karşısında ona bir çıkış kapısı açar” (Talak, 65/2).

Peygamberimiz bu ayeti, uykusu gelinceye kadar tek-rar tekrar okumuştur (Ahmed, Kitabü’z-Zühd, I, 77). Hayatın problemleri ve Kur’an’ı anlama konusunda elinden geleni yaptıktan sonra gücünü aşan konularda sami-mi olan inananlar için, bu ilahi yardım her zaman ge-çerlidir. Kur’an-ı Kerîm’de takvânın, insana problem-lerden çıkış yolu sunduğu, hayat yolunda yürürken önünü aydınlatan bir nur oluşturduğu başka ayetler-de de ifade buyurulmuştur (Hadîd, 57/28).

Kur’an’ı anlamaya çalışmak, ayetleri üzerinde düşün-mek her şeyden önce bizzat Allah’ın emridir. Kur’an’ı kutsallaştırıyorum iddiasıyla inananlarla Kur’an ara-sında perde çekenler ve Kur’an’ı anlamaya çalışanları neredeyse din dışı ilan edecek kadar ileri gidenler var. Bunlar acaba Müslümanları, müşrikler kadar yete-nekli saymıyorlar mı? Çünkü Yüce Allah, müşrikleri de Kur’an’ı anlamaya ve üzerinde düşünmeye davet etmektedir. Şu halde, Müslümanların Kur’an’ı anla-mayacaklarını iddia edenler, onların müşrikler kadar bile anlamadan yoksun olduğunu söylemiş olmazlar mı? Bunlar için “Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik” (Nahl, 16/89) gibi onlarca ayetin hiçbir anlamı yoktur.

Bütün bu bilgilerden sonra şunu söyleyebiliriz: Her insan, yeteneklerine, bilgi birikimine, ilgi yoğunlu-ğuna bağlı olarak Kur’an’ı anlamaya çalışmalıdır. Kur’an’ı anlamak, herkesin hakkı ve anlatmak da doğru bilenlerin vazifesidir. Bilmeyenler, her zaman onu anlama gayretinde olmalı, bilenler de bütün ça-balarını onu doğru yorumlayıp doğru ifade etmede kullanmalı ve onun anlaşılmasını yaygınlaştırmalı-dır. Zira o, anlaşılmak ve anlatılmak için Allah’ın rah-metinin insan akıl ve idrakine sunulmuş en büyük armağanıdır. Onu anlamak hem bir vazife hem de bir kadirşinaslık, anlatmaksa onun nuruna muhtaç gö-nüllere saygı ve vefanın ifadesidir.

Bir başka ifadeyle birilerinin sıkça dile getirdiği gibi Kur’an’ın, anlaşılma problemi yoktur, onu yaşamama problemimiz vardır. Hayatlarını Kur’an’a uydurma-yanlar, Kur’an’ı kendilerine uydurma gayretine gir-mektedirler. İşte asıl problem burada başlamaktadır. Biz Kur’an’ın temel esaslarını samimiyetle uygulayan

Page 9: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم9 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

örnek bir ümmet olabilseydik, insanlar bölük bölük İslam’a koşarak gelirlerdi. Bir diğer husus da Kur’an’ın verdiği bilgilerle yetinmememiz, gereksiz ve teferruat meselelere, temel konulardan daha fazla değer ver-memizdir. Bütün bunlar bizim Kur’an’ı anlamamızın önündeki kendi ihdas ettiğimiz engellerdir.

T

Prof. Dr. Murat SÜLÜN Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Tefsir Anabilim Dalı

Kur’an’da 1-) herkesin anlayabileceği net / muhkem basit konular, 2-) ancak o konunun uzmanlarınca anlaşılabilecek

zor, çetrefil hususular vardır. Kur’an’ı doğru anlayıp yorumlamak da herkesten evvel Tefsir alimlerine yüklenmiş bir vazifedir.

Tefsirci, yani Kur’ān yorumcusu, bağımsız bir tefsir usulünün var olduğu bilinciyle; Fıkıh usulünün elfâz bahisleri ile sınırlı kalmaksızın, Dilbilim, Anlambi-lim, Yorumbilim ilkelerini iyi öğrenip, bunların gere-ğine inanıp, onlardan kaçmayıp, korkmayıp, bunla-rı Kur’ān yorumuna uyarlamalı ve Tefsir esnasında bunları mutlaka uygulamalıyız. Aksi takdirde, ‘anla-mada keyfîlik’ ya da öznellik meselesi gündeme gele-cek; ihtilâfların önü alınamayacak ve her kafadan bir ses çıkması ‘rahmet’ sanılmaya devam edecektir. İlim denilen şeyin; doğrulanabilir ve yanlışlanabilir olması gerekirken, bu durumda herkes her ayete kendi indî (istediği) anlayışlarını kutsal bir iş yapıyormuş eda-sıyla tefsir eserlerine doldurmaya devam edecektir.

Kur’ān yorumcusu, ele aldığı metnin boşluğa inzâl edilmediğini, kendisine de indirilmediğini; 610-632 yılları arasında Mekke-Medine çevresinde nazil

olduğunu, Hazret-i Muhammed aracılığı ile o çağın insanına ulaştırıldığını, ilk muhataplarının Arap top-lumu olduğunu dikkate alan; kelime ve cümlelere bu çerçevede anlam yükleyen ve o ayetten −aslî anlamı-nı yok etmeden− günümüz sorunlarına ışık tutacak/çözüm üretecek sonuçlar çıkaran kişidir.

İyi bir yorumcu, çok sayıda anlamı zenginlik olarak değil, bir tür keşmekeş, anlamsızlık ya da ifade zaa-fı olarak değerlendirir; muhtemel anlamları ciddi bir araştırma ile teke indirmeye çalışır; ayetin nazil oldu-ğu ortamda henüz ilgili ilim dallarındaki anlamları ile daralmamış bulunan salât, zekât, zulm, ittikā, kur’ān, feth, sure, secde, fitne, huşû’ gibi kelimeleri öncelikle, kök mânaları ile anlar ve şer’î mânalarını buna göre belirler. Çünkü herhangi bir ayeti gördüğümüzde, okuduğumuzda ya da dinlediğimizde, gördüğümüz kalıp ya da işittiğimiz veya çıkardığımız ses, −sa-dece o− inzâl edilmiş değildir. Bu kalıp/ses, taşıdığı anlamla birlikte inzal edilmiştir. O da Hazret-i Pey-gamber ve ilk muhatapların üzerinde uzlaşabildikleri anlamdır. “Bir anlamın ilkin vahyedilen aslî anlamın dışında kalıp kalmadığı nasıl tespit edilecek?” soru-suna ise “Kur’ān’ın inzâl edildiği döneme giderek; Hazret-i Peygamber ve çağdaşlarına başvurarak; Kur’ān bütünlüğü içerisinde anlayarak” şeklinde ce-vap verilebilir.

(a) Bunu mecburen selbî bir yaklaşımla, yani neyin olamayacağını belirterek, anlatmak durumundayız: Bir Kur’ān cümlesine yakıştırılan herhangi bir anlam Hazret-i Peygamber’e ve çağdaşlarına yabancı ise Kur’ān’ın inzâl edildiği dönem insanı için bir anlam ifade etmiyorsa, yani ilk muhatapların gerek dünya algıları gerekse bilgi ve idrak kapasiteleri itibarıy-la metinden öyle bir anlam çıkartmaları mümkün

Page 10: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2510

değilse, o anlam/lar Kur’ān değildir. Kur’ān’ın çağ-rışımı olabilir, belki Kur’ānî de olabilir, fakat Kur’ān olamaz.

(b) Hazret-i Peygamber’e inzal edilen mânaya ulaş-mamızı sağlayan bir başka ilke de, verilen anlamın Kur’ān bütünlüğüne uyup uymadığının tespitidir.

O halde, her şeyden önce bu anlam yakalanmaya çalışılmalı; ayeti yeni/farklı durumlara uyarlanırken bu temelden hareket edilmelidir. Yani, önce objektif olarak anlaşılmalı; ondan sonra yeni olay ve olgularla irtibatlandırılmalıdır. Evrensel bir nur olarak aydın-latıcılığı Kıyamete kadar sürecek olan Kur’ān, sadece Arapları ilgilendiren tarihsel bir metin olmadığı için, bu irtibatlandırma son derece gereklidir, önemlidir. Ama bu irtibatlandırmada daima vahyedilen reel an-lam esas alınmalıdır. Aksi takdirde, evrenselliği sağla-ma adına tefsir diye yapılan şey ayakları yere sağlam basmayan hevaî yorumlardan öte gidemez… Yorum gerçek anlamı kovmamalı, onun yerini almamalıdır. Oysa makām-ı mahmūd ve nefs-i mutmainne terim-lerinde yaşandığı gibi, yorumlar zamanla gerçek an-lamı ortadan kaldırarak onun yerini alabilmektedir.

T

Prof. Dr. Zülfikar DURMUŞ Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Dekan Vekili

İşbu “Kur’an’ı anlamak” meselesi son za-manlarda ortaya çıkmış bir olgudur. Ön-ceden Müslümanların Kur’an’ı anlama

gibi bir sorunlarının olmadığını söylemeliyiz. Çünkü Müslümanların Kur’an’la aralarında mesafe yoktu; emirlerine, yasaklarına ve ahlaki ilkelerine titizlik-le riayet edilirdi. Bir başka ifadeyle Kur’an’ın dünya

görüşünün İslam toplumlarında bir karşılığı vardı.

Günümüze geldiğimizde, Kur’an’ın sosyolojik olarak bir karşılığının bulunduğunu söylememiz oldukça zor görünmektedir. Bugün Müslümanların Kur’an’a dair çok bilgileri var ama Kur’an’ın ahlakı Müslümanlar-da tezahür etmiyor. Nerden biliniyor derseniz, buna cevabımız şudur: Müslüman coğrafyadaki yaşanan-lardır. Ayrıca şu hususa da dikkat çekmek isteriz: Son yıllarda Türkiye’de hiç görülmedik bir nicelikte Kur’an hatimleri yapılmakta fakat beş vakit namaz kılan, oruç tutan, hacca giden, kurban kesen… Müs-lümanların ahlaki yapılarında olumlu tutum ve dav-ranışlar pek gözükmemektedir.

Buna göre Kur’an okuyuş biçimimizi değiştirmemiz gerektiğini söyleyebiliriz. Her şeyden önce Kur’an neden lütfedildi? Hangi vasatta indirildi ve ilk mu-hataplarına ne dedi, onların sırasıyla hangi düşün-ce, tutum ve davranışlarını ıslah etti? Hangi çözüm yolları gösterdi? Gibi sorulara cevap aramamız ge-rekmektedir. İkinci olarak Kur’an’ın bizim için anla-mı nedir? Kur’an benim neyim olur? Onunla ilişkim nasıl olmalıdır? Zihinsel olarak böyle bir donanıma sahip olduktan sonra zaten Kur’an’la aramızdaki me-safeyi kaldırıyoruz demektir. Artık yapılacak iş oku-duğumuz ayetlerde “Rabbim bana ne diyor, benden ne gibi bir talebi var” diye ilahi kelamla sıcak bir diya-log içine gireriz. Ayetler artık bizi yönlendirecektir.

Sonuç olarak bugün Kur’an’ı anlamak için şu merha-leleri takip etmekte fayda var: Yaşamak için Kur’an’ı okumalıyız. Yaşamak için de anlamaya çalışmalıyız. Anlamak için de okumalıyız. Bunu tersinden de şöy-le ifade edebiliriz: Okumak, anlamak ve yaşamak.

T

Page 11: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم11 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Karakuş Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Tefsir Anabilim Dalı

Ülkemizde Kur’an üzerine yapılan ça-lışmalar eskiye göre hayli çoğalmasına rağmen Kur’an’ı anlamak ile ilgili prob-

lemler de aynı oranda büyümekte ve karmaşık hale gelmektedir. Öncelikle bu işle uğraşan ilim erbabı arasında gruplaşma ve ayrışma hat safhadadır. Her-kesin birbirini rahatlıkla en ağır şekilde itham ettiği bir ortamda, Kur’an’ın anlaşılması bağlamında elde edilen değerler, yapılan kavgaların arasında kaybol-maktadır.

Aslında her grubun veya fikir sahibinin Kur’an’ı an-lamaya yönelik faaliyetleri ve ürettiği fikirler değer-lidir. Yeter ki herkes birbirinden öğreneceği şeyler olduğunu kavrasın… Dört koldan Kur’an’ı anlamak adına elde edilen bilgiler, ilim erbabının ortak malı haline gelsin… Yeni şeyler söylemeye çalışanlar en ağır şartlarda taciz edilmesin... İlmin ve irfanın ge-lişmesi için düşünmenin ve düşünceleri söylemenin önünde engel olmasın…

Önemli bir husus da, bu işle uğraşan ilim erbabının, özellikle bu günlerde Kur’an’a bir müsteşrik edasıyla yaklaşmaya başlamasıdır. Müslüman ilim adamları olarak, her türlü ilmî faaliyetlerimizde samimi ve ih-laslı olmak gerektiği ve öğrendiklerimizi yaşamamız gerektiği gerçeğini unutmaya başladık. Kur’an’ı anla-yarak, iyi Müslüman olmayı başarmak fikrinden, salt ilmi kutsayarak, anlamayı ve öğrenmeyi nihai hedef haline getirdik. Allah’tan, bereketli sonuçlara ulaşma talebimiz zayıflamaya yüz tuttu ve herkes kendini en yeterli görme eğilimine girmeye başladı.

Sonuç olarak, samimiyeti ve her alanda ahlaklı birey-ler olmayı önceleyen bir anlayışla, geleneği kutsama-dan ama oradan ilham alarak çağımız problemlerine derman üretecek bir gayretle ve farklı düşünenleri ve onların düşüncelerini, onlara katılmasak ve onayla-masak dahi zenginliğimiz görerek, Kur’an’ı anlama adına daha bereketli bir yola girebiliriz.

T

Yrd. Doç. Dr. Zeki TAN Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Tefsir Anabilim Dalı

Kur’ânı anlamadaki problemlerin-den birisi fertlerdeki eksik “Kur’ân tasavvurudur.” İnsanlardaki Kur’ân

tasavvuru sadece “metni tekrarlamaktan” ibarettir. Bu da muhtemelen geçmiş kültürlerden bize nakle-dildi. Çünkü başka inançlarda kutsal kitap metinle-rini anlama zorunluluğu yoktur. Zorunluluk varsa da bu sadece “din adamlarına” mahsustur. Fertler metni anladığında “din adamlarının” karizması çizileceğin-den, insanlara “siz anlamasanız da olur” derler. Me-tin tekrarı üzerinden yapılan bir okumada anlam ger-çekleşmez. Halbuki hiçbir metin sadece tekrar edilip “anlaşılmamak” üzere gönderilmez.

İnsanlara şunu sorun “size “en sevdiğinizden” gelen metni veya mektubu anlamadan sadece tekrar ede-rek okur musunuz? İkincisi: Topluma pompalanan fikir “ilahi metni okuyun anlamasanız da olur.” Bu rahatı gören insanlar niçin emek sarfetsin ki. Beleş ve emeksiz bir Müslümanlık her zaman tercih ediliyor. Uğrunda gözlerini yorduğu, dirsek çürüttüğü, alın teri döktüğü bir inanca talip fazla olmaz. Meşhur sözde geçtiği üzere “Cennet ucuz değil”, beleş hiç değil. T

Page 12: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2512

Yrd. Doç. Dr. İlhami GÜNAY Dumlupınar Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

Tefsir Anabilim Dalı

Bütün ilahi kitaplar, muhataplarını terbiye etmek ve kemale erdirmek maksadıyla in-dirilmiştir. Aslında bütün beşeri kitaplar da

genellikle ilgililerine önemli bilgileri sunmak için kaleme alınmıştır. Hadiseye bu açıdan bakıldığın-da bütün kitaplar, hitap kitlesine giren kimselere, sahibinin meramını iletmeyi amaçlamaktadır. Bu-rada en önemli nokta, sözün sahibinin kastıyla, muhatabın anladığının birbiriyle tam örtüşmesi-dir.

Allah (cc), insanlığı kendi ilkeleri çerçevesinde hayat sürmelerini sağlayacak ilahi kitapları, bir açıklayıcı rehberliğinde göndermiştir. Bunların sonuncusu, önceki milletlerin bilgileri dahil olmak üzere beşeriyete kıyamete değin lazım gelen bilgi, hikmet ve değerleri ihtiva eden Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu son ilahi beyan her ne kadar çok açık olsa da Allah (cc), Rasûlullah (sav)’i içeriğini açıklayıcı ve büyük bir dikkat ve hassasiyetle hayatına uygula-yıcı olarak tayin etmiştir (Nahl, 16/44, 64). Zira insanın anlayış seviyesindeki farklılık, sözdeki mecaz, ha-kikat eş anlamlılık vb. dil inceliklerinin bulunması gibi sebepler, âyetlerin maksadının dışında anla-şılabilmesinin unsurlarını oluşturmaktadır. Buna bir de Kur’ân-ı Kerîm’in indiği ortam ve şartların, kültürel unsurların bilinmemesi eklendiğinde, âyetlerin amacının dışında anlaşılması neredey-se kaçınılmaz olacaktır. Bu ve benzeri sebepler

dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm ilimleri ve tefsir usulü ortaya konulmuş ve bu ikisinin ölçüleriyle tefsirler telif edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’in nüzulüyle birlikte şifahi ve ki-tabi tefsirlerin ortaya çıkması, onun muhatabına zorluk çıkarmak değil, maksat ve meramı doğru anlamasını sağlamak içindir. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması, sadece mealinden okumakla asla mümkün görünmemektedir. O, uzun, dikkatli ve aşamalı okuma sürecine tabi tutulmalıdır (İsrâ,

17/106). Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in her yeni okuyuşu, sahibine daha basiretli ve derin anlayış kazandı-racaktır. Bu yüzden O; heyecan verici, yeni ufuk kazandırıcı, sade, akıcı, anlaşılır, eğitici, düşündü-rücü üslubundan olabildiğince istifade edebilmek amacıyla okunmalıdır. Zaten onun emri de, mu-hatabı olan insana ağır ağır, tedebbür, tezekkür, tefekkür, taakkul ederek okuması, böylece mana ve maksadını idrak ve fehm etmesidir. Dünya ve ahiret mutluluğuna arzulu bir Müslümanın, on-dan anladıklarıyla ve çıkardığı değerlerle hayatını düzenlemesi gerektiğini hatırlatmaya bile gerek yoktur.

Bir mümin önce, Kur’ân-ı Kerîm’i anlayabilecek seviyede onun temel kavramlarına ve ilimlerine aşinalık kazanmalıdır. Sonrasındaki ilk merhale-de, Meal-tefsir hacmindeki bir tefsiri okumakla başlamalıdır. Anlamakta zorlandığı kısımlarda ya biraz daha geniş yorum yapan tefsirlere veya işin uzmanlarına müracaat etmelidir. Bu ilk aşamadan sonra daha geniş bir tefsirden okuma yapılabilir.

Page 13: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم13 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Ancak her iki merhalede de Kur’ân-ı Kerîm’den değerler çıkararak okuma dikkati daima korunma-lıdır.

Değerler çıkarmaktan kastımız, Mesela Duhâ su-resini okurken onun muhtevasındaki Rasûlullah (sav) yönelik; Rabbinden daima ümitvar olması, yetimin, fakirin gözetilmesi emrini kendi üzerine almasıdır.

Aynı şekilde Zilzal suresini okurken sevap ve gü-nahın en küçüğünün kayda geçirildiği bilgisini okurken kendisini muhasebe edebilmesidir. Mü-nafıklardan, inkarcılardan ve müşriklerden bah-seden yerlerde, onların taşıdıkları olumsuz özel-liklerinden arınması gerektiğini düşünebilmesi ve kendisini değiştirebilmesidir.

Hülasa Kur’ân-ı Kerîm’i hava, su ve diğer maddi ve ruhi gıdalar kadar önemli günlük ve hatta anlık nimet olarak görerek okumak ve ilkelerine har-fiyen uymak, her Allah’ın kulunun ama bilhassa Müslümanların en asli vazifesidir.

T

Yrd. Doç. Dr. Mehmet ÇİÇEK Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Tefsir Anabilim Dalı

Cevap vermeden önce sorunun ken-disine odaklanmak gerekiyor sanırım.

Anlamak deyince ilk bakışta aklımıza bilme (epis-temoloji) geliyor. Hâlbuki Kur’an bağlamındaki bir

anlama, bilmeyle birlikte yaşamayı da içine alan genel bir süreçtir. Bu hususu göz önüne aldığı-mızda soruya vereceğimiz cevabın odak noktası, yaşamayla bütünleşmiş bir anlamada en çok neye ihtiyacımız olacağıdır. Kur’an’ı anlamada en çok ihtiyaç duyulan şeyin “samimiyet/ihlas” olduğu-nu söyleyebilirim.

Bununla birlikte sadece “samimiyetin/ihlasın” ye-terli olmadığını da hatırda tutmak gerekir. Kur’an’ı tebliğ ve tebyin etmekle görevli Peygamberimizi, indirildiği ortamı ve Kur’an’ın indiği dil olan Arap-çayı da bilmemiz gerekir. Devamında bugünkü ya-şadığımız dünya ile irtibatı sağlayacak bir birikim ve ferasetle donanmalıyız. Bunun hazır bir reçete-sinin olmadığını hatırlatmalıyız.

Kanımca günümüzün dünyasında Kur’an’ı anla-mayla ilgili ilimlerde bir sınırlamaya gitme doğru bir tavır olmayacaktır. Zira yaşadığımız dünya-daki bilginin çeşitlenmesiyle oluşmuş birçok ilim dallarının varlığı, anlama eyleminde kişinin haz-nesindeki birikimin çeşitliliğini sınırlandırmaktan ziyade meseleye nereden bakacağını öncelemeyi daha kıymetli hale getiriyor.

Page 14: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2414

Dosy

a Yaz

ıları

Page 15: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم15 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

Nurlu Bir Yolculukta Hadislerin RolüHüseyin Güneş

Sessizliğe sığınan çılgın bir deli! Herkesten ve her şeyden kaçıp beyninden çıkan sesleri sükûnete erdir-meye çalışır ve aradığı o sessizlikte umduğunu bula-mayıp kendisine ve etrafa saldırır…

Zifiri gecede yol gösteren ay misali! Etraf ne kadar karanlık dahi olsa yolunu gösteren aya gölge eden-leri at! Etraftan gelen karartmaların, sana fayda ve-ren ışığı engellemesine izin verme! Yola çıkmak için engelleri kaldırmak gerek. En büyük engelimiz ise en sevgilinin gönderdiği mektuba, doğru yoldan ulaşa-mamamız. Ya çılgın bir deli gibi etrafa saldırmaktan kaçıp, kendini heba edip doğru yolu bilemiyoruz ya-hut düşük ay ışığıyla bile olsa doğru yolu bulur haya-tımızı idame ederiz. Peki, nasıl yönelmeliyiz o nurlu yolculuğa? Nasıl anlamalıyız o nurlu dili? Nasıl haya-tımıza geçirmeliyiz o mukaddes eseri?

Kısa bir sürede ilahi mesajı kendilerine öncü edinmeleri sebebiyle küçücük bir topluluk dünyaya meydan okudu. Yumuşak kalpli, ince düşünceli bir topluluk haline geldiler. Yobazlığı, gericiliği, taassubu arkalarına atarak, korkusuzluğu şiar edindiler. Şöyle yaparsam ne kadar zarar ederim değil de, kârlarının peşine düştüler. İşte kendisine kitap ve hikmet öğre-tilen1 o mümtaz şahıslar Kuran’ı anlayan, hayatlarına akıtan büyük insanlar oldular.

Kur’an-ı Kerim’i Nasıl Anlamalıyız?

Efendimizin: “Kur’an dışında bir şey yazmayın! Kim benden Kuran dışında bir şey yazmışsa onu yok etsin.”2 hadisi, bize hadislerle Kur’an’ın anlaşıl-masına bir set çekmektedir. Yani Kur’an’ı anlamada

hadislerin bir rolü olmaması gerektiğine dair Efendi-mizin bir mesajı karşımıza çıkmaktadır. Buna benzer birçok hadis vardır. Mesela: Ebu Davut’ta rivayet edi-len bir hadiste Zeyd b. Sabit hadis yazdıran bir kim-seye şunu söyler: “Resulullah bize hadis yazmayı ya-sakladı ve yazanların ise imha etmesini istedi.”3

Ebu Davut, ilim bahsinde bu hadisin peşi sıra tam zıt olan Abdullah b. Amr’ın hadisini4 rivayet eder. Bunun üzerine ilk hadis şarihi ve Türk olan Hattabî, Me’âlimu’s- Sünen’de, ilk zamanlarda hadislerin Kur’an’la karışma ihtimali bulunduğundan dolayı ya-zılmasının yasaklanmış olduğunu bildirmiştir.5 Yani yasak bildiren ifadeler, sonradan nesh edilmiş bir hadis durumundadır. Böyle bir yargı için ince araş-tırmalar yapılması gerekmektedir. Ayetlerin nasıl bir sebebi nüzulü var ise hadislerin de sebebi vurudu bu-lunmaktadır. Nasıl, ne zaman ve niçin söylendiği en ince bir şekilde araştırılmakta ve ona göre yargı veril-mektedir.

Hadisleri yazma işleminin yasak olmadığı konu-sunda kısa bir inceleme yapmak gerekirse, en çok hadis rivayet eden Ebu Hureyre’nin şu hadisinden başlayabiliriz. “Efendimizden, benden daha fazla ha-dis rivayet eden Abdullah b. Amr’dır. Ben yazmazdım o ise yazardı.”6 Başka bir rivayette “Mekke fethedil-diği zaman Resulullah ayağa kalktı, fetih hutbesini îrâd etti. Yemenli olan ve Ebu Şah denilen birisi ‘Ey Allah’ın Resulü! Bu hutbeyi bana yazın.’ dedi. Bunun üzerine Allah Resulü ‘Hutbeyi Ebu Şah’a yazınız.’ buyurdu.”7

Page 16: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2516

Hattabî’nin söylemiyle ilk dönem ayet ve hadis-lerin birbirine karıştırılmaması için hadislerin yazımı yasaklansa da sonradan Efendimizin fiil ve kavli ile yazılmasına izin verilmiştir.

Efendimizin vefatı üzerine Hz. Aişe’ye Efendi-mizden bahseder misin, denilince şunu söylemiştir: ‘Siz Kur’an okumaz mısınız? Onun hayatı Kur’an’dır.’ Hz. Aişe bu sözü bizlere Peygamberimizi anlamamızın Kur’an’la; Kuran’ı anlamamızın ise Resulü Ekrem ve onun sözleriyle mümkün olduğunu belirtmiştir.

Kuran’ı Anlamada Efendimizin Rolü

Kuran’ı anlamada Efendimizin rolünü hadislerin rolü olarak da anlamamız yanlış olmaz. Biz Efendimizi kendi sözü, takriri, fiili ve etrafındaki güzide arkadaş-larının sözleriyle biliriz ki bunlar da hadis teriminin içine girmektedir. Alt başlıklar halinde incelemek ge-rekirse Efendimizin hadislerinde:

Kur’an-ı Kerim’de geçen kelimeler beyan I. edilir,

Kur’an-ı Kerim’de bulunan kapalılıklar ve II.

genel ifadeler açıklanır,

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssalar detaylı bir III. şekilde izah edilir.

Kur’an-ı Kerim’de Geçen Kelimelerin Hadislerle Açıklanması

Efendimizin Allah tarafından aldığı vahyi insanla-ra tebliğ etme gibi bir görevi bulunmakla beraber bir öğretmen gibi anlaşılmayan ya da kapalı kalan bazı ke-limeleri de açıklama görevi vardır. Öncelikle açıklama görevinin kendisine kim tarafından verildiğine ayet-lerle bir göz atalım.

“Biz, her peygamberi mutlaka kendi kavminin di-liyle gönderdik ki onlara (emredildikleri şeyleri) açıkla-sınlar.” (İbrahim, 14/4)

“Sana bu zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, kendilerine in-dirileni insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt al-sınlar.” (Nahl, 16/ 44)

“Biz sana Kitabı indirdik ki, hakkında ayrılığa düş-tükleri şeyi onlara açıklayasın ve inanan bir kavim için, (o kitap) yol gösterici ve rahmet olsun.” (Nahl, 16/64)

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki Kur’an’ı açıklama göre-vi Efendimize bırakılmıştır. Bununla birlikte akla gelen ilk soru ise neye göre açıklama yapılmasıdır. Kur’an-ı Kerim dışında Efendimizin aldığı bir bilgi mi var yoksa yorumu kendisine mi aittir?

“Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür. “ (Nisa 4/113)

“Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi oku-yan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikme-ti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir pey-gamber gönderdik.” (Bakara 2/151)

Bu ayetlerden anlıyoruz ki Peygamberimize Kur’an dışında bir şey daha verilmiştir. Bu da hikmettir. Hik-meti açıklarken müfessirlerin bir kısmı buna sünnet8 derken diğer bir kısmı ise hikmeti ilim-amel dengesi

Page 17: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم17 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

olarak anlar. Bunların dışında daha birçok manaya gel-diğini söyleyenler de vardır.

Hadislerin Kur’an- Kerim’in kelimelerini açıkladı-ğına dair bir örnek verelim.

هتدون الذين آمنوا ولم يلبسوا إيمانهم بظلم أولئك لهم األمن وهم م“İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırma-

yanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.” (En’am 6/82)

Buhari’de geçen bir hadiste: «İman edip de iman-larına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da on-lardır. « (En’am 6/82) ayeti indiği zaman Müslümanlara çok ağır geldi ve: “Hangimiz nefsine zulmetmiyor ki?” dediler. Resulullah (sav): “Burada kastedilen şirktir. Lokman’ın oğluna söylediği sözü işitmediniz mi? “Oğ-lum, Allah’a şirk koşma, zira şirk büyük zulümdür.” 9 Efendimiz burada zulüm kavramını şirk kelimesi ile tefsir etmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de Bulunan Kapalı

ve Genel İfadelerin Hadislerle Açıklanması

Yukarıdaki konuya yakın olsa da daha çok kapalı bir kelimenin ilk manasının dışında kullanılmasıdır. Salât, zekât gibi kelimelerin asıl manasında değil de ikinci bir terim manada kullanılmasıdır. Umum bildiren bazı ke-limelerin ise tahsis edilmesi gibi genel bir açıklama da diyebiliriz. Örnek vermek gerekirse şu ayeti gösterebi-liriz:

“Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikle-riniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üze-rinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı.” (Mâide 5/3)

Efendimiz, “denizin suyu temizleyici, ölüsü ise helaldir.”10 diyerek genel olarak bakıldığında yasak ol-ması lazımken Efendimiz bunun alanını daraltmış ve

deniz canlıları hakkında farklı bir yol göstermiştir.

Kur’an-ı Kerim’de Anlatılan Kıssaların Detaylı Bir Şekilde Hadislerde Anlatımı

Peygamber Efendimiz Kur’an-ı Kerim’in bazı keli-me veya konularının açıklamaları yanında Kur’an’da geçen bazı olayları detaylı bir şekilde kendisi anlatır. Bu başlıkta sadece kıssa desem de genel olarak Kur’an’da bulunan birçok şeyi bize detaylandırır. Bunlar; kıssa-ların detayı, nesh edilmiş ayetlerin haberi ve yerine hangisinin geldiğini îrâd eden hadislerdir. Genellikle İsrail oğullarından bahseden ayetlerle birlikte bir kıs-sadan bahseder. Bunlardan biri de Ashab-ı Uhdud’dur. Efendimizde bunların detaylı hallerini anlatıp ibret al-mamızı sağlar. Buruç suresindeki Ashab-ı Uhdud en sahih kaynak olan Müslim’in zühd bahsinde detaylıca anlatılmıştır.

Sonuç olarak Efendimiz Kur’an’ın her zerresini için-de yaşayan ve bütün benliğinde hisseden bir yapıya sa-hip ki ‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!’ ayeti indiğinde “bu ayet beni yaşlandırdı,” buyuruyor. Kur’an ve Efen-dimiz öyle bütünleşmiş ki hayat arkadaşının deyimine göre onun ahlakı Kur’an’dır. Kur’an’ı anlamak istiyorsak Efendimizi okumak ve sözlerini bilmek gerekir.

SON NOTLAR *مكم الكتاب والحكمة .1 يكم ويعل نكم يتلو عليكم آياتنا ويزك كما أرسلنا فيكم رسوال م

ا لم تكونوا تعلمون مكم م ويعلNitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten

arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik. (Bakara 2/151)

2. Müslim: Zühd, c:2, s:1366, Daru’t-Tayba3. Ebu Davut: İlim, c:5 s:490, Risaletu’l- Alemiyye 4. Abdullah b. Amr (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:“Ben Resulullah’tan işittiğim her şeyi ezberlemek için yazıyordum.

Kureyş benim bundan uzak durmamı isteyerek: ‘Resulullah bir insandır. Sinirli ve neşeli olduğu halde de konuşabilir. O halde de yazacak mısın?’ diyerek beni engellediler. Ben de Efendimize söyledim. Resulullah ağzını işaret ederek ‘Yaz ey Abdullah! Nefsim elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki bu ağızdan haktan gayrı bir şey çıkmaz.’ buyurdular.

5. Me’âlimu’s-Sünen: İlim, c:4, s:170, Daru’l- Kutubu’l-İlmiyye6. Buhari: İlim, c:1, s:60, Risaletu’l- Alemiyye7. Buhari: c:5, s:43, Risaletu’l- Alemiyye8. Razi, İmam-ı Şafii, Taberi9. Buhari: c:5, s:67, Risaletu’l- Alemiyye10. Süneni Ebu Davut: Taharet, c:1, s:62; Süneni Tirmizi

Page 18: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

Kur’an’ın Anlaşılmasında Arap Kültürünün ÖnemiEmre Gündoğdu

İnsanlık tarihinde kendilerini kabul ettirmiş, asırlar geçmesine rağmen kendilerinden bahsedilen, isimleri anılan kişileri daha iyi anlamak için, onların yetiştikleri ortamı, toplum yapısını iyi tanımak gerekir. Hz. Mu-hammed (s.a.v.)’i, onun tebliğ ettiği İslam dinini ve ema-net olarak bıraktığı Kur’an’ı daha iyi anlayabilmek için, İslam öncesi Mekke’yi, orada yaşayan toplumun sosyal yapısını ve dini inancını tanımak gerekir. İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem (a.s.), Allah’ın emri üzerine Mekke’de Kâbe’yi inşa etmiş ve İslam dini, onunla yer-yüzüne yayılmaya başlamıştır. Son peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.av.) de Mekke şehrinde doğmuş, büyümüş, kendisine peygamberlik verilmiş ve orada ilk tebliğ mücadelesine başlamıştır.

Kur’an’ın iniş sürecini ele aldığımızda genelde Pey-gamberimiz Kur’an’dan bir adım önde ilerlemiştir. Şöyle ki Peygamberimiz bir olay karşısında yapması gerekeni uyguluyor. Bu merhaleden sonra da Kur’an onu tasdikliyor veya engelliyor. Peygamberimizin bu davranışlarının o zamanda yaşayan Arapları tatmin edecek şekilde olması gerekir. Dolayısıyla Mekke şeh-rinin o zamanki sosyal-siyasi yapısını ve dini inancını bilmemiz, Kur’an’ı anlamamız açısından büyük önem arz etmektedir.

Siyasi Konum

Arabistan Asya kıtasının güney-batı ucunda yer alan büyük bir yarımadadır. Genellikle çöllerle kaplı bir alandır. Arabistan’da İslamiyet’ten önce Main, Himyer,

Nabati, Gassani gibi birçok devlet kurulmuştur. Fakat İslam’ın yeşerdiği Mekke topraklarında herhangi bir devletin varlığından söz edilemez. Çünkü hicaz böl-gesindeki şehirler kendi içlerinden bir lider seçerler ve bir istişare ortamı hazırlarlar. Şehir hakkında herhangi bir karar alınacağı zaman istişare edilir ve en iyi karar alınmaya çalışılır. Nikâh, düğün gibi sosyal hizmetlerin yanı sıra orduların tanzimi ve komutanların tayini bu kişiler tarafından yapılırdı.

Dini Yaşam ve İbadetler

Cahiliyye döneminde evlilik, kızı istemekle başlardı. Mehir kızın ailesine verilirdi. Kız evlendirilirken kızın rızasına bakılmazdı. Kocası ölen veya boşanan kadınlar iddet beklerdi. Boşanmalar üç talak ile yapılırdı.

Yeni doğan çocuğun damağına çiğnenmiş hurma konul-ması adettendi. Rasûlullah (s.a.v.) Abdullah b. Zübeyr’in doğumunda damağına çiğnem koymuştu. Çocuğun sünnet ettirilmesi ve sütanneye verilmesi adettendi.

Namaz kılmak, gusül abdesti almak ve namaz abdesti almak vardı. Ebu Zer’in (r.a.) İslam’a girmeden önce 3 yıl boyunca namaz kıldığı bilinir. Oruç ibadeti de bili-nirdi. Bunlarla beraber zekat, sadaka, sıla-ı rahim, ce-naze namazı, kefenleme gibi ibadetler de bilinirdi. Ceza hukuku ile ilgili olarak ise hırsızlığın cezası el kesmey-le, eşkıyalığın cezası idamla olduğu malumdu.

Sosyal ve Ekonomik Hayat

Arapların birçoğu yerleşik şehir düzeni biçiminde ya-şarlardı. Göçebe yaşayan Araplara bedevi denirdi. Top-lumsal yaşamları kabile örgütlenmesine dayanmıştı. Her kabilenin bir reisi olur ve bu reis onların şehirdeki konumunu belirlerdi. Kabileler arasında rekabet ve kan davaları yaygındı. Çöl yaşamının zorluğu, su kaynakla-rının azlığı, yiyecek sıkıntısı bu rekabet ve kavgaların başlıca sebeplerindendir. Kölelik çok yaygındı. Çok eşli evlilikler yaygındı. Talak hakkı erkeğindi. Üç talak ile boşama âdeti de vardı. Erkeğin egemen olduğu bir aile yapısı vardı. Kadınların miras hakkı yoktu.

Arap Yarımadası’nda ekonomiyi genellikle tabiat şart-ları etkilemiştir. Yarımadada İslam öncesi ekonomi; tarım, hayvancılık ve ticarete dayanıyordu. Tarım

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2518

Page 19: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

genellikle sulak bölgelerde, hayvancılık ise otlağı bol olan bölgelerde yapılıyordu. Hem tarıma hem de hay-vancılığa elverişli olmayan bölgelerde ise ticaretle uğra-şılıyordu. Mekke, tarım ve hayvancılığa elverişli olma-dığı için insanlar ticarete yönelmişti. Ancak Mekke’nin ekonomisi yarımadanın diğer bölgelerinden bağımsız düşünülemezdi. Çünkü Mekke güneyle kuzeyi bağla-yan bir kavşak noktasıydı.

Tarımın, geçim kaynakları arasında önemli bir yeri var-dı. Fakat tarım yağışa bağlıydı. Bu nedenle düzenli yağış alan Yemen toprakları çok verimliydi. Bu bölgede sulu tarımdan yararlanmak üzere barajlar yapılmıştı. Ayrıca Yemen, buğday üretimiyle de meşhurdu. Yemen’in dı-şında Taif, Medine, Necit, Hayber ve Basra bölgeleri de tarım yapılabilen önemli yerlerdi.

Hayvancılık, özellikle bedevi Arapların tek serveti ve geçim kaynağı idi. Onların zenginliği sahip oldukları koyun, keçi, sığır ve deve sürüleriyle ölçülürdü. Besle-dikleri hayvanların et, süt, kıl, yün ve derisinden fay-dalanırlardı. İhtiyaç fazlasını satarak diğer ihtiyaçlarını karşılarlardı. Yerleşik hayata geçenler, tarım ve ticaret-le uğraşmalarına rağmen, kervan taşımacılığı için deve, akınlarda kullanmak üzere at beslerlerdi.

Arapların Toplumsal Yapısı Işığında Kur’an’ın Bazı Hükümleri

Bu bölümde Kur’an’da geçen bazı ayetleri, Arapların sosyal ve kültürel hayatını göz önünde tutarak anla-maya çalışalım.

a- Çok eşlilik (Teaddüd-i zevcât)

Çok eşlilik İslam öncesi Arap toplumunda oldukça yay-gındı. Cahiliye döneminde ve İslam’ın Mekke döne-minde gençler arasında tek evlilik yaygındı. Fakat yaş ilerledikçe, kabilesindeki konumu ile endeksli olarak aldığı eş sayısı da artıyordu. Genelde ikinci, üçüncü ev-lilikler dul kadınlarla yapılırdı. Bu evliliklerin bir kısmı kabileler arasındaki sorunları gidermek için yapılıyor-du. Bundan ötürü genç bir kızla yaşlı bir erkeğin evlen-diği de oluyordu. “Eğer yetim kızlar hakkında adâlete riayet edemeyeceğinizden korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer veya dörder evlenin.

Ve eğer adâleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız ar-tık bir zevce ile veya malik olduğunuz cariye ile (iktifa ediniz). Çünkü bu sizin için adâletten sapmamanıza daha yakındır.” (Nisa, 3) Bu ayet her ne kadar bizim örfü-müze göre pek yaygın olmasa da Araplar indinde her-hangi olumsuz mana içermemektedir.

b- Erken evlilik

Arapların diğer bir âdeti de kızların on iki yaşına bas-madan evlendirilmesiydi. Nitekim Peygamberimizle nikâhının kıyıldığı sırada Hz. Aişe’nin 6-9 yaşlarında olduğu rivayet edilir. Bu evlilik türü Peygamberimize mahsus değildi. Hz. Ömer’in, Hz. Ali’nin kızı Ümmü Külsüm’le evliliği de bu tür erken evliliklerdendi. Ta-lak suresi 4. ayette geçen “hayız görmemiş kadınlar” ifadesi klasik tefsirlerde ‘çocuk denecek yaşta evlenip dul kalan ve halen adet görme çağına ulaşmamış olan küçükler’ şeklinde izah edilmiştir.1 Nüzul sebebi ola-rak, Übey b. Ka’b’ın Peygamberimize hayızdan kesilen, küçük yaşta dul kalan, fakat henüz adet görme çağına ulaşmayan ve bunun dışında hamile olan kadınların iddet süreleri hakkında soru sorduğuna dair bir rivayet nakledilmiştir.2

c- Miras

İslam öncesi Arap toplumunda miras hukuku iki şe-kilde yapılırdı. Bunlardan ilki nesep yoluyla yapılan, diğeri ise anlaşma yoluyla yapılan mirastı. Kadın ve ço-cuklar nesep yoluyla olan miras hakkından mahrumdu. Miras sadece savaşabilecek kadar büyük erkeklere ve-rilirdi. Mekke döneminde hukuki bir ayet inmediği için vasiyet hukuku cahiliyede olduğu gibi uygulanmıştır. Medine dönemine gelindiğinde “Allah size, çocukları-nız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder.” (Nisa,11) ayeti indi. Ayete yalın bir halde baktığımızda kadının hakkının yendiğini düşün-sek de Arap kültürünü işin içine dâhil ettiğimizde as-lında o dönem için kadına değer verildiğini anlıyoruz.

SON NOTLAR *1. Zemahşeri, Keşşaf, Talak, 4; Tefsir-i İbn Kesir, Talak, 42. Tefsir-i İbn Kesir, Talak, 4

العلم صفر- ربيع األول 1439 العدد:25 19

Page 20: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2520

Kur’an’ı kerim bir taslaktır. İslam dininin ana um-delerinden bahseder. Bir binanın kolonlarıdır. Binayı ayakta tutar. Peygamberimiz ise kolonlar ile duvarları birbirine birleştirir. Arasındaki ahengi açıklar.

Kur’an’ı Kerim müthiş bir belağata sahiptir. İn-sanları bir benzerini getirmekten aciz bırakacak gü-zelliğe sahiptir. İnsanları hayretlere düşüren bu mu-cizevi Kur’an’ı her göz göremez, her kulak duyamaz, her dil okuyamaz.

Kur’an’da her şey açıkça yazılsaydı, onu okuma-ya hiçbir ömür yetmezdi. Zira Allah Kehf suresinin 109. ayetinde; “De ki, Rabbimin sözleri için, denizler mürekkep olsa, bir o kadar daha deniz ilave edilse, denizler tükenir, Rabbimin sözleri tükenmez.” bu-yurmaktadır. Bunun için Allah bizlere kısa, öz ve mükemmel bir kitap indirip, hadisi şerifler ile des-tekledi. Allah bizlere böyle kolaylıklar sunarken bizler ise Kur’an’dan kaçtıkça kaçmaya çalışıyoruz. Kaçsak da kurtulamayacağımızı bildiğimiz halde. Bu yazıda Kur’an’ın anlaşılmasına engel olan birkaç hususu dikkatinize sunmaya gayret edeceğiz.

Dil bilmemek

Kur’an’ı anlamak için Arapça öğrenmek yeterli değildir ki, Arap olanlar bile anlamakta zorluk çe-ker. Sahabe efendilerimiz bile bazı ayetlerin ma-nasını Peygamber Efendimize sormadan ne kaste-dildiğini anlamıyorlardı. (Tirmizi, Ebvâbu Tefsîri’l-Kur’an,

Yunus suresi) Zira Kur’an’da geçen bir kelime bazen iki, üç manaya denk düşebiliyor. Hangi manada kulla-nıldığını anlamak ise oldukça zorlaşıyor. İşte burada Peygamber Efendimizin sözlerine ihtiyaç duyuyoruz. Buna binaen Allah Peygamberimize Nahl suresinin 44. ayetinde “İnsanlara açıkla diye Kur’an’ı sana in-dirdik.” buyurmaktadır.

Bir dili konuşmak o dili bilmek anlamına gelmez. Arapçayı ne kadar öğrenirsek öğrenelim o dilin sahi-bi gibi olamayız. Aynı dili paylaşanlar aynı zamanda aynı örfü, aynı âdeti, aynı geleneği de paylaşmak-tadırlar. İki Arap’ın arasındaki duyguyu bir Türk’ün hissedebilmesi oldukça zordur. Bir dilin yüzde yüz öğrenilmesi zaten mümkün değildir.

Sarftan nahive, belağattan yöresel adetlerine ka-dar Arapça ile ilgili her şeyi öğrensek bile Kur’an’ı Kerim’e sağlıklı bir mana veremeyiz. Hangi dil olur-sa olsun bir dil tercüme edilirken, aynı manayı karşı tarafa aktaramaz. Hele konu Kur’an Kerim ise o keli-melere tercümanlık edecek kelimeler bile kendilerini imha etmiş. Yerine kelime bulamıyoruz. Buldukları-mız zaten utancından okunmak bile istemiyor. Peki, bu durumda ne yapılmalı? Bir görevi de Kur’an’ı açık-lamak olan Peygamberimizin sözlerine ve Kur’an’ın ilk muhatabı olan sahabeye başvuracağız. Zira ayet-lerin iniş sebeplerine baktığımızda sahabelerin büyük bir payı olduğunu görüyoruz.

Kur’an’ı Neden Anlamıyoruz?Fatih Yazıcı

Page 21: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم21 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

Genelde müsteşrikler, bizi dinden soğutmak için kullandıkları ve bizim de kandığımız bir soruyu çıka-rıp önümüze koyuyorlar; Kur’an neden Arapça indi-rildi? Bunun üzerine birçok araştırma yapılmış, konu netliğe kavuşturulmaya çalışılmış ve başarılmıştır. Benim buradaki asıl anlatmak istediğim sorun dille alakalı değil. Kur’an neden indirildi? Ne anlatıyor? Bizlere ne emrediyor? Sorularının yerine “Neden Arapça indirildi?” sorusunu takıntı yapmamız asıl büyük sorundur. Neden Arapça indirildi? sorusu ke-lime israfından başka bir şey değildir.

Peki, dil konusunda yeterli değilsek ne yapma-lıyız? Tek başına meal okumak Kur’an’ı anlamaya yeterli değildir. Bire bir kelime manası verilemez. Bundan dolayı tefsir kitaplarını yardımcı destek ola-rak kullanmak gerekir. Günümüzde birçok tefsir ki-tabı bulunmaktadır. Bu tefsir kitaplarından bazıları Peygamber Efendimiz, sahabeler, tabiin gibi bizlere örnek olmuş, Kur’an’a vukufiyetleri oldukça yüksek kişilerin sözlerini bir araya toplamaktadır. Bazıları ise almış oldukları sağlam bir tedrisattan sonra Peygam-berimizi öncü edinerek kendileri yorumlamaya çalış-mıştır. Bunlara en güzel örnekler ise Muhammed bin Cerir et-Taberi’nin Camiül Beyan fi Tefsir’ül Kur’an’ı, İbn Kesir’in Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim’i, Zemahşeri’nin el-Keşşâf an-Hakâik’i ve Fahruddin Er-Razi’nin Mefatihu’l Gayb’ı dır. Türkçe tefsir konusunda ise Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili, Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük Tefsir Kitabı örnek olarak verilebilir. Sadece bir tefsir kitabına bağlı kalmak ye-rine birçok tefsir kitabı okumak, anlatılanı daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

İnanç zayıflığı

En temel sorunlarımızdan birisi Allah’a ve ahiret gününe inanç zayıflığımızdan kaynaklanıyor. Her geçen gün dünyaya bağlılığımız biraz daha artıyor.

Dünyaya çaktığımız kazıkları bir türlü çıkarmayı ba-şaramıyoruz. Zengin malını kaybetmekten korkuyor; elindeki her şey ona aitmiş gibi. Fakir ise sürekli is-yanda, zenginlik hayalleri ile hayallerini kirletmekte. Zenginlik uğruna heba ettiğimiz şu beden bile bize ait değilken neden endişe ediyoruz?

Kur’an’ı anlamak istemiyoruz, çünkü Allah “Sev-diğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz” (Ali İmran, 92) buyuruyor. Korkuyo-ruz. Ahiret inancı olan birinin dünya ile ne kadar bağı olabilir? Biz Kur’an’ı anlamaya ne kadar gayretli olursak, Allah da bize o kadar yakın olur. Biz kaçar-sak, Allah da kendisine yaklaşacağımız şeyleri orta-dan kaldırır.

Yanlış algı

Kur’an duvardaki bir süs eşyası değildir. Sadece ramazandan ramazana veya özel gecelerde okunan bir kitapta değildir. Kur’an, okunmaktan çok uygu-lanması gereken bir kitaptır. Kur’an; Allah’ın rızasını kazanmada ve cennete gitmedeki haritamızdır. Ha-ritaya öyle masum masum bakarak bu yolun sonuna varamayız. Öncelikle haritadaki yolları iyi tespit ede-bilmek gerekir. Sonra gayret gerek, çaba gerek. Alın teri, emek gerek. Bunları yaptıktan sonra yolun yarı-sına bile gelsek, yolu bitirmiş sayılırız.

Salih niyet

Şayet Kur’an’ı anlamak istiyorsak salih bir niye-te, samimi bir kalbe, Allah’ın rızasını isteyen bir gönle ihtiyaç vardır. Yukarıda sayılan sebeplerin hepsi işin teknik kısmını yansıtmakta. Yukarıda saydığımız şey-lerin çözümü kolay. Ama salih bir niyet, samimi bir kalp ve sadece rıza peşinde koşan bir gönül oluştur-mak oldukça zordur. Yukarıdaki maddelerin zeminini bunlar oluşturmaktadır. Bu üç güce sahip olduktan sonra onlar kendiliğinden hallolacaktır.

Page 22: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

k

Muhammed Yazıcı Hoca ile Kapak Konusu Sorular ve Düzenleme: Adem Özçelik

1. Genel olarak nassın bağlamının Kuran’ı anlamadaki önemi ve bu sadette sahabenin merkezi rolü üzerine konuşalım istiyorum. Öncesinde Kuran’ın kimliği ve mesajının içeriği üzerine kısa bir girizgâh yapsak mı? Asıl mevzular için bir zemin oluştursun.

Hayhay. Kuran esasında bir milletin inanç, irade ve düşünce özgürlüğü uğrunda vermiş olduğu mücadelenin destanı. Dolayısıyla onu ancak ayağa kalkanlar anlar. Kuran pratikle tefsir edilir. Bir eylem kitabıdır o. Masa başında ondan faydalanılmaz. Sözgelimi, dünyanın bir yerinde özgürlük, ahlak ve adalet için bir araya gelmiş ve bu değerler uğrunda hayatlarını vak-fetmeye azmetmiş bir topluluğun dini kaygıları ve amaçları olmasa bile, Kuran’dan faydaları, bir entelektüelin masa başında elde ettiği fay-dadan çok fazla olacaktır. Kur’an metni, tıpkı bir senaryonun ancak çekildiğinde anlamını gerçekleştirebilmesi gibi, hayata aktarıldıkça semeresini verecektir. Kuran’ın bir eylem planı olduğunu gösteren en önemli delillerden biri, secde ayetleri okunduğunda, namazın içinde dahi okumayı yarıda kesip secde yapılmasıdır. Secde söz ve eylemin kesiştiği prizmadır.

Altı çizilmesi gereken diğer nokta şudur: Kuran olgunun önünde değil, arkasında yer almıştır daima. Önce bir hadise meydana gel-miş ve ardından Kuran, müntesiplerinin o ha-dise karşısındaki duruşlarını belirlemiş, onlara rehberlik etmiştir. Anlıyoruz ki nüzul dönemi, ayetlerin belirli sorulara uygun cevapların ve-rilmesi sürecidir. Soruları olmayan cevaplar ne kadar anlamsız durursa, Kuran’ın indiği dönemin şartlarını; inişine direk ya da dolay-lı sebep olmuş olan olayları bilmeden Kuran’ı anlamaya çalışmak o kadar imkânsız olacaktır. Tam bu noktada Kuran’ı indiği devrin şartları-nı göz önünde bulundurarak okumayı Kuran’ı indiği döneme hasretmek, sınırsız anlam dün-yasını kelimelere mahkûm etmek ve en önem-lisi modern dönem İslam dünyası mağlubiye-tinin sonucu olarak kabul etmek konformist bir yaklaşımdır. Tefsir tarihi boyunca ayetlerin indiği şartları ve sebepleri göz önünde tuta-rak Kuran’daki birçok ayeti nüzul dönemine münhasır olduğunu açık yüreklilikle söyleyen onlarca tefsir âlimine rağmen, bugün böyle bir okumaya karşı çıkmak, en hafif tabirle modern dönem kompleksinin bir gereği olsa gerektir.

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2522

Page 23: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

Bu durum elbette Kuran’ının zaman ve mekân üstü evrensel mesajlar içermesine mani bir durum değildir. Kuranî hitabın tarihselliği hitap sahibi Allah’ın değil, muhatap olan insa-nın tarihselliğinden kaynaklanır. Hiçbir tarih-sel varlık/muhatap tarih üstü bir sözü anlaya-maz. Kuran birçok yerde kendisinin o günkü Arapların lisanıyla indirildiğini vurgular. Kaldı ki lisan sadece sözlükteki kelimelerden ibaret değil. O daha genelde bir toplumun zihin arşivi-dir, kültürüdür. Bu, Kuran’ın belli bir toplumun zihin ve kültür realitesini muhatap aldığını, hatta onu bir yere kadar referans kabul ettiğini gösterir. En açık örneği “Allah arşa istiva etti” vb. teşbih ve tecsim yanılgısına düşürebilecek edebî metafor sadedindeki naslardır.

Meselenin temeline inerseniz, evrensellik ve tarihsellik olgusunu zamansal ve mekânsal anlamda düşünmenin yeterli olmadığını far-kedersiniz. Aynı zamanda, aynı şartlar altında yaşayan insanların eğitim, kültür, meslek, yaş vb. gibi farklılıkları bile, aynı söze muhatap ol-malarına rağmen birbiriyle hiç alakası olmayan anlayışlarında etkili olabilir. İlkesel olarak be-lirtelim ki Kuran’ın dili yerel, mesajı tarih üs-tüdür. Dili tarihsel olmak zorundadır. Çünkü dil bir toplumun kültür mahsulüdür. Bir top-lumun dilini o toplumun tarihinden, kültürel yapısından, hatta gündelik yaşam tarzından bağımsız düşünemeyiz. Toplumun yaşam tarzı dilini, dil de toplumun bilincini oluştur. Şu hal-de Kuran’ın dilsel/sözlü ve dahi yazılı bir me-tin olduğunu hesaba katarsak, onun ancak bir dilde vücut bulabileceğini söylemekten başka çaremiz kalmaz.

2. Bu doğrultuda sahih bir anlayış için ge-rekli koşullara geçmeden, sizce günümüzde

Kur’an’ın anlaşılması probleminden söz ede-bilir miyiz? Yoksa Kuran doğru anlaşıldığı halde sorun başka yerde midir? Belki biraz Kuran’ı anlamlandırmanın anlamı üzerine konuşmamız gerekecek.

Bu soru önemli. Öncelikle bir anlama prob-leminin olduğu kesin, fakat bu günümüze mah-sus bir sorun değil. Sahabeden yani Kuran’ın ilk muhataplarından sonra Kuran’ı anlama proble-minin ortaya çıktığı, indiği dönemin şartların-dan uzaklaştıkça bu sorunun kademe kademe arttığı ve bir yerden sonra İslam toplumunun en büyük problemine dönüştüğü bir gerçek. Evet, her gün afakı biraz daha kararan ümmeti Muhammed’in bugün içinde bulunduğu du-rumun en önemli sebeplerinden bir tanesinin, Kuran’ı anlama problemi olduğunu söyleyebi-liriz. Âcizane bugün Müslümanların Kuran’ın emir ve yasaklarına iman etme problemlerinin olduğunu düşünmüyorum. Ben Müslümanım diyen kişi Kuran’ın emir ve yasaklarına amade, onun getirdiği yasalar çerçevesinde yaşayaca-ğına ahdüpeyman eylemiş demektir. Bu gerçe-ği az çok teslim ederiz.

Asıl inançsal keskinlik, nüzul döneminin bir realitesiydi. Bugün ise daha karmaşık inanç adresiyle karşı karşıyayız. Kuran’ın ilk muha-taplarının Kuran’la ilişkisi sadece inanç üze-rindendi. O gün Kuran’a inanmak (mümin) ya da inanmamak (küfür) veya inanıyor gibi görün-mek (nifak) geçerliydi. Günümüze geldiğimize, Kuran’a inanma ya da inanmama değil, ayrı-ca neye inanıp neyi inkâr edeceğini bilme gibi bir problem zuhur etti. Adeta ilk neslin imanı ilme, küfrü cehalete; sonrakilerin imanı ise bilmezliğe dayanıyor. İlk dönem muhataplar, anlama değil, inanma ve hayat edinmeyle yüz

23 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25العلم

Page 24: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

yüzeydiler. Onların tefsire ihtiyaçları yoktu. İçinde yaşadıkları çağın sorunlarını yine o çağ insanının gündelik dil, deyim ve söylemleriyle açık bir şekilde kendilerine izah ediyordu va-hiy.

Belirtilen tabiî kültürel donanım dışında teknik bir malumat elzem değildi. Bu mev-zuda zayıf da olsa Hz. Aişe’den “Hz. Peygam-ber Cebrail’in bildirdiği birkaç ayetin dışında Kuran’dan hiçbir şeyi tefsir etmedi” sözü Taberî tarafından nakledilir. Yine bu hususla alakalı İbni Mesud’un talebelerinden Abide b. Kays, kendisine bir ayetle ilgili soru soran İbni Sîrin’e ibretlik bir cevap veriyor: “Sana Allah’tan sa-kınmayı (takva) ve dilini tutmayı tavsiye ede-rim. Zira Kuran’ın indiği dönemin hadiselerinin şahitleri bu dünyadan göçüp gittiler.” (Tefsîru İbni

Kesir)

Gözenin kaynağından uzaklaştıkça suyun berraklığı nasıl azalıyorsa, vahyin indiği ve yaşandığı çağdan uzaklaştıkça Kuran’ın anla-şılması bir problem halini almaya başlamıştır. Vahiyle muhatap arasındaki zaman uzadıkça vahyi anlamak, cevabı olduğu soru ve sorun-ları anlamaya bağlı oldu. Böylelikle ayetlerin inişine direk ya da dolaylı yoldan sebep olmuş olaylara şahit olan sahabe ve özellikle İbni Ab-bas gibi Kuran’la fazlaca meşgul olmuş saha-be tek otorite halini aldı. Ayetlerin tefsirindeki kritik rollerinden dolayı ilk dönemlerde hadis uydurma faaliyetlerinden daha fazla sahabe-lere bazı ayetlerin tefsiri sadedinde rivayetler nisbet edilmeye başlamıştı. İmamı Şafi’nin “İbni Abbas’tan sadece yüz kadar ayet tefsiri nakledilmiştir” sözünden de bu alandaki istis-marın düzeyini anlayabiliyoruz.

Bütün bunları göz önünde bulundurunca, irtihâl-i Nebî sonrası yaşanan kimi çekince-leri anlayabiliyoruz. Belki de Kuran’ın Mus-haflaşma sürecindeki tereddüt ve tepkilerin temelinde böyle sezgisel bir bilinçaltı korkusu vardı. Sözün bağlam içinde kazandığı varlığın/anlamın yazıya dökülmesiyle buharlaşacağı korkusu. Gerçekten söz yazıya döküldüğün-de zamandan kopar. Bir nesnenin fotoğrafı-nın çekilmesi gibi o an o nesne zaman içinde varlığını sürdürürken, sanki siz o nesnenin bir anını zamanın içinden çekip almış olursunuz. Böylelikle canlı olan nesne fotoğrafla cansızla-şır. Nihayetinde zaman “şey”in ruhudur. Sözün yazıya dönüşmesi de adeta kelimelerin ruhunu yok eden, onları matlaştıran bir şeydir. Söz ile zamanın çok derin ilişkisi var. Kelimelerin an-lamları “şimdi” ile kaimdir. Anlam kelime be-denine sirayet eden ruh gibidir.

3. Üstadım, burada makas değiştirip bağ-lam meselesini şöyle bir temel soru etrafında ele alırsak, belki dil faktörüne ve tabi saha-benin merkezi rolüne değinebiliriz. Bir met-ni anlamak için temel gereklilikler nelerdir ve sahabe bu noktada nasıl bir avantaja sa-hipti?

Metin sözcüğünüzü kitap olarak küllîleştirip şöyle başlayalım o halde. Bir kitabı anlamanın ilk şartı o kitabın dilini bilmektir. Lügavî açıdan ne dediğini anlamadığımız bir kitabı idrak edip hayata rehber edinmekten sorumlu olmamız düşünülemez. Bundan dolayı Kuran “(Allah’ın emirlerini) Onlara iyice açıklasın diye her pey-gamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönder-dik.” (İbrahim, 4) buyurur. Başka bir ayet şöyledir: “Eğer Biz onu (vahyi) yabancı dille okunan bir

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2524

Page 25: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

kitap kılsaydık, kesinlikle ‘Neden onun ayetleri açık ve anlaşılır değil; ne yani, bir Arap’a dili ya-bancı bir (hitap) mı?’ derlerdi.” (Fussılet, 44) Burada da Kuran kavminin dilinden başka bir lisanla gönderilmiş olsaydı, kavminin onu anlamama gibi bir mazereti ileri sürebileceklerini söylüyor ve bu mazereti yadırgamıyor. Böylelikle dilini anlamadıkları bir kitaptan sorumlu olamaya-caklarını zımnen ifade etmiş oluyor.

Söz konusu ayetlerden hareketle vahyin ilk muhataplarının Kuran’ı dil/lügat düzeyin-de anlama problemi yaşamadıklarını çok açık biçimde görebiliyoruz. Az önce bu hususa kıs-men değinmiştik. Bundan dolayı onlar Kuran’ı tedebbür, (bir şeyin arkasını bilmek) tefekkür (derinlemesine bilmek) ve tefakkuh (maksadını bilme) etmeye davet edilmişlerdir. Yoksa teal-lüm ve tefehhüm düzeyinde anlama sorunları yoktu. Bu sadece Kuran’ın ilk muhatapları-na mahsus bir durum değil üstelik. Ayetin de mimlediği gibi vahye muhatap olmuş bütün topluluklar için geçerli sayılacak bir husustu. Örnek verecek olursak; “Ey Şuayb, biz senin söylediğin çoğu şeyi anlamıyoruz (fıkhedemi-yoruz).” (Hûd, 91) Bu ayette kavmi Şuayb’a adeta “açıkça söylediklerinin ne anlama geldiğini dil/lügat açısından anlıyoruz, fakat neden bunları söylediğini idrak edemiyoruz” demiş oluyor.

Kuran’ın dilsel yönüne dair haksız bir ithama belki burada temas etmek gerekiyor. Kuran’da bazı cümle düşüklükleri, anlatım bozukluğu olduğu yönünde kötü niyetli ve oryantalizm kaynaklı iddialar, ona dilsel bir hitap değil de yazılı bir kitap olarak bakmanın getirdiği bir problemdir. Kuran bilgi aktarım amacıyla kale-me alınmış bir metin değildir. O muhataplarını

bilgilendirmeyi değil, etkilemeyi ve yönlendir-meyi amaçlar. Kuran’ın masa başında yazılmış bir kitap olmayışı, hatta öz itibariyle bir kitap olmayışı sonraki nesiller tarafından göz ardı edildi. Kuran’ın kitaplaşması, sonraki nesiller tarafından sıradan kitap olarak algılanmasına sebep oldu. Oysa o yirmi üç yıl gibi uzun bir za-manda ve peyderpey indirilmiş ve en önemlisi sonradan kitap halini almış bir metindir.

4. Peki, ikinci şarta gelecek olursak, na-sıl bütünlüklü Kuran anlayışından mahrum kalma riskiyle karşı karşıya kalıyoruz?

Evet, ona gelelim. Bir kitabı anlamanın ikinci şartı bağlama dair bilgidir. Dikkat edin, İslam tarihinde ilk ciddi vahyi anlama prob-lemi, Kuran’la arasına zamanın girmesiyle bağlamdan kopmuş olan yeni nesilde ortaya çıkmıştır. Bu yeni nesil sahabe gibi Kuran’ın inişine sebep olan, hatta kendilerinin de bir parçası oldukları olay ve hadiseleri bilmedikle-rinden dolayı bazı ayetleri anlamakta zorluklar yaşamaya başladılar. Bakara suresi 158. Ayeti, sahabenin çocuklarının bağlamı bilmemekten kaynaklı anlama problemi yaşamaları açısın-dan ilginç bir örnektir. Ayetin meali şu şekilde: “Safa ve Merve Allah’ın şiarlarındandır. Kim hac ya da umre yaparsa o ikisini tavaf (say) yapmasında bir beis yoktur.” Bir hac esnasında Hz. Esma’nın oğlu teyzesi Hz. Aişe’ye gelerek bu ayeti soruyor. Safa ile Merve arasında say yapmak haccın da umrenin de şartlarından biridir. Şu halde “bir beis yoktur” tarzında an-latımın sebebi nedir? Bu hadisede Kuran’ın anlaşılmasında bağlamın bilinmesinin ne denli önemli, hatta anlamın bağlama bağlı olduğunu çok net görüyoruz.

العلم25 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

Page 26: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

Gerçekte ayetin bağlamı şudur: Mekke fethedilmeden önce Kâbe’de olduğu gibi hac menâsikinin icra edildiği bütün mekânlarda putlar vardı. Safa ve Merve de bunlardan biriy-di. Kâbe ve Safa ile Merve’deki putlar yıkılınca sahabe bir an için tereddüt etti. Acaba Safa ile Merve’yi putlardan dolayı mı tavaf etmiyoruz, yoksa bunlar şirk şiarı oluşturan şeyler midir? O dönemin müminleri putlardan arınmış olsa da şirk dini için mukaddes sayılabilir düşün-cesiyle Safa ve Merve noktasında bir tereddüt yaşadılar. Bunun üzerine inen ayet, Safa ve Merve’de say yapmanın şirk uygulamalarıyla bir alakası olmadığını ifade ediyor. Şimdi aye-tin söylemiş olduğu şeyi insan lügat açısından çok net anlamış olsa da bağlamı bilmeyince ayet anlamını yitiriyor. Aslında bugün Kuran’ı anlamada en çok problem yaşadığımız yer, işte burasıdır. İndiği şartların bilinmemesi Kuran metnini anlaşılmaz kılıyor veya yanlış anlaşıl-masına sebep olabiliyor.

Meselenin çok daha vahim tarihî tezahürle-ri var, itiraf etmeliyiz. Daha ilk neslin dünyayı terk etmesiyle Kuran’ın tefsiri üzerinden baş gösteren ihtilaflar kan dökmeye varacak sevi-yeye gelmişti. İlk dönemde mızrakların ucuna Kuran takma hadisesi farklı format ve şekiller-de her dönemde varlığını sürdürdü. Meşrepler mezhebe, mezhepler fırkaya, fırkalar hiziplere; en nihayetinde birbirlerini heretik kabul eden düşman Kuran cemaatlerine dönüştü. Daha ilk devirlerde Mülk suresinin “Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şim-di) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!” şeklindeki 10. ayetini “eğer ashab-ı

hadis veya ashab-ı rey mezhebi üzere olsaydık, o çılgın ateşe girenler içerisinde olmazdık” diye tefsir etmekten hiç çekinmemişlerdir. Nere-deyse her ayeti kendi mezheplerini bir şekilde destekleyecek, üzerinde oldukları yolu doğru-layacak şekilde yorumlama faaliyeti, öyle bir hal aldı ki artık bu durum, her hizipçe muteber kabul edilen bir usule dönüştü.

Şu noktaya da ilmî sadakat adına temas etmek gerekiyor. Kuran’dan, Kuran’ın indiği sosyolojiden bağımsız gelişmiş olan ve birço-ğunun temelinde siyasî çekişmelerin yattığı fıkhî ve kelamî tartışmalarda maalesef ayetler nüzul ortamındaki karşılığı dikkate alınmaksı-zın tarafların anlamak istediklerine uygun bir vaziyette yorumlanmış, adeta mezhebin inanç esasları Kuran’a söylettirilmeye çalışılmıştır. Hâlbuki Kuran bir kitap değil, hitaptır. Son-radan yazılı hale getirilmiş bir metindir. Diya-lojik yapısı dikkate alınmadan elde edilen her anlam, anakronik bir okumayı netice verir ki bugünkü Kuran’ı yorumlama problemlerinin temelinde yatan sorun kısmen buradan kay-naklanıyor.

5. Sahabe, anlam ilişkisi ve bağlam faktör-leri etrafında hayli aydınlatıcı şeyler söyle-diğinizi düşünüyorum. Son olarak, bunları örneklendirebilir miyiz? Hangi saiklar hangi ayetlerin hatalı anlaşılmasına sebep olmuş?

Bizzat sahabenin yadırgadığını gördüğü-müz bir rivayeti ele alalım dilerseniz. Tirmizi kaynaklı bir hadisi şerif, Kuran’ın bağlamın-dan kopuk okunmasının -her defasında yan-lış anlamaya sebebiyet vermese de- sahabe

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2526

Page 27: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

tarafından mahzurlu görüldüğünü gösterir. Eş-lem bin İmran anlatıyor: Bizans ile savaş ha-lindeyken Müslümanların saflarından biri tek başına düşman saflarına dalınca, bazı Müslü-manlar “kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye at-mayın” (Bakara, 195) ayetini okuyarak bu davranı-şı yadırgarlar. Orada bulunun Eyyüb el-Ensari onları şu şekilde düzeltiyor: “Siz bu ayeti yanlış bağlamda okuyorsunuz. Bu ayet biz ensarın İslam güçlendikten sonra ‘artık kendi dünyalık işlerimize bakabiliriz’ minvalinde konuşmalar yaptığımızda nazil oldu. Şöyle demiş oluyordu bizim için ayet: ‘Cihattan geri durarak kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.’ Oysa siz burada farklı bir bağlamda okuyarak ayeti tahrif ediyorsunuz.”

Elbette en çok rastlanan okuma hataların-dan birisi -belki buna hata değil, Kuran’a ihanet demek daha doğru- ayetlerin içinde bulunduk-ları pasajlardan çıkarılarak okunmasıdır. Bu anlamı yok eden, hatta direk ayeti tahrif eden bir okuma biçimidir. Muarızları tarafından red-dedilen birinin Şûra suresinin 19. ayetini oku-yarak iman elçisi olan Hz. Musa’nın Firavun’u imana davet ederken bile tekfire maruz kalışını öne sürmesi örneğin. Hâlbuki ayeti kerimeyi biraz gerisinden okuyan, hemen oradaki “ente minelkafirîn” sözünün nankörlükle suçlama anlamına geldiğini anlayacaktır.

Diğer örnekte Saffât suresinin “sanki onlar şeytan başları gibidir” şeklindeki 37. ayetinde cehennemdeki ağaçların şeytana benzetildiği zannedilerek uzun uzun yorumlar yapılmış-tır. Hâlbuki vahyin indiği sosyal çevreyi ve o bölgenin coğrafik durumunu bilen bir kimse,

burada zikredilen şeytanın başlarıyla Mekke civarında yetişen ve görüntüsü oldukça çir-kin bir ağacın kastedildiğini anlayacaktır. Keza Haricilerin “hüküm ancak Allah’ındır” (Yusuf, 40)

ayetinden yola çıkarak bozgunculuk çıkarma-ları, Kuran’ı iç bütünlüğüne dikkat edilmeden, indiği dönemdeki metin dışı unsurlardan ba-ğımsız olarak okumanın tarihteki en içler acısı örneğidir. Nitekim Hz. Ali bu hadise karşısında “hak sözle batıl anlam kast ediliyor” şeklinde mukabelede bulunmuştur.

Müsaadenizle bir de son dönem tahrifine değinmek istiyorum. Modern dönemde çokça rastlanıldığı şekliyle, bilimsel bir gerçeği ifade etmek ya da sosyolojik ve psikolojik bir esası zikretmek için Kuran’dan bu anlama yakın ya da bir şekilde lafız itibarıyla söz konusu mak-satla kesişecek ortak yönleri ihtiva eden ayet-lerle söze başlamanın ne gibi bir anlamı olabi-lir?

Sözgelimi demokrasinin faziletlerinden bahsederken, istişareyi emreden ayetlerle is-tişhat etmek veya astronomi ile ilgili bir hadi-seyi uzun uzun dile getirmeden önce yerlerin ve göklerin yaratıcısının Allah olduğunu ifade eden ayetle söze başlamak ya da bu ayetlerde-ki kelimelerin arasından söz hokkabazlığıyla maksada uygun anlamlar devşirmek ve bunu da “nitekim Kuran böyle buyuruyor” gibi cüm-lelerle ayetlere payanda muamelesi yapmanın, en sonunda birbirleriyle hiçbir alakası olmayan binlerce yaşam tarzının kendisini Kuran’la re-ferans etmesine sebep olmaktan başka neye faydası olmuştur?

العلم صفر- ربيع األول 1439 العدد:25 27

Page 28: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2528

Bir itirafla başlayayım. Birçok yazı, ilgili olduğu ko-nuda son sözü söyleme iddiası taşır. Bu onlardan biri değil. Daha niye zamanımızı alıyorsun demeyin. Kur’an’a dair yorumlarımız belki bir ömür değişken-lik gösterecek. Kulak yerine beynini kullananlar, ha-yat boyu vahiyle zihinsel bir gerilim içinde olacaklar. Kur’an’ın farklı yönlerine ilişkin gizli sorular, sorgu-lamalar, meraklar ve tevakkuflar…

Birçok kişi gibi bu kardeşiniz de yıllarca Kur’an’ın her lafzının bütün zaman ve kesimlere hitap ettiği-ne, ideal hayat için onun hükümlerinin birebir uygu-lanması gerektiğine, onu anlama noktasında her tür problemin bireylerin ya da çağın takvadan uzaklığın-dan kaynaklandığına filan inandı. Kur’an’la aramız-daki duygusal soğukluk, onun inançlar arası keskin ayrımının 21. yüzyılın dünyasında bağnazlık olarak algılanması, tehditsel ifadelerinden şiddet dilini be-nimsediğine dair kanaatler bizim iman eksikliğimiz-den mütevellit hususlardı. Öyle ya imanı daha muh-kem olan ilk Müslüman nesillerin bu tür problemleri yoktu.

Neden sonra, yeni yeni anlamaya başladım ki sorun aslında ne bütünüyle bizde ne de Kur’an’da. Onunla kurduğumuz ilişkide, onu anlayış şeklimizde, onun bize yanlış tanıtılmasında…

Elbette yozlaşmanın fıtrata, teknolojinin doğaya set vuruşunun vahiyden istifade edemeyişimizde rolü var; lakin tek başına bunlar meseleyi izaha kabil değil. Şurası doğaldır: Kutsal kitap da olsa her yazı-lı metin, yüzyılların siyasi, kültürel, sosyal değişimi altında zayıflar. Toplumu silkeleyen gücü, çok cüzi bireylere feyz vermeye geriler. Geçen yüzyıllarla bir-likte, kitabın gerçekte demek istedikleriyle onun ne dediğine dair yapılan yorumların arasındaki makas açılır. Bu durumda yapılması gereken, o mesajla ara-mızda oluşan her tür tozu, sisi dağıtacak bir temizlik operasyonu, bir ayıklama işlemidir. Başka ifadeyle, Kur’an’ın ilk muhataplarına dönüş hamlesidir. Neyin su neyin serap, neyin duvar neyin sis olduğunu ay-rıştıracak bir hamle…

Bugün Kur’an’la tam da yapamadığımız şey bu. Kur’an’ı her sözcüğüyle her açıdan öylesine bütün za-man ve zeminlere şamil addediyoruz ki ona dokuna-mıyoruz bile. Ona el atıp da bize hayat verecek ruhsal gıdayı seçip çıkaramıyoruz. Belki Kur’an diyerek ya-kın mesafede durmaktan çekindiğimiz mesaj bütün-lüğünün bir kısmı beşerin yorumu, insanî katkı, onu da bilmiyoruz. Yaşantının dışına atmak için bir şeyi tabulaştırmanın güzel örneğidir bu. Evde tavan ara-sında kaldırılan çok değerli eski eşyalar gibi. Hatıra doludurlar, ata yadigârıdırlar; diğer yandan günün birinde kolilenip çöpe atılmayı bekliyorlardır. Neden? Çünkü işlevsizdirler. Kalpteki yerleri bir türlü pratiğe taşamaz. Nihayetinde zamanın kullanılmayan şey-leri çürüğe çıkarma kanununa karşı direnemezler. Bugün ve yoğun olarak gelecek nesiller için Kur’an böyle bir hale gelecek. Estetik ya da mistik tatminden öte, somut yaşantımıza faydası olmayan çok değerli bir vitrin eşyası…

Madde Madde Kur’an Nasıl Anlaşılmaz?

Mustafa Alp

Page 29: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم29 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

Kur’an’a dair bugün neden yeni şeyler söylemek lazım?

Birazdan okuyacağınız maddelerin ekserisi, gele-neksel Kur’an metodolojisinde yer almaz. Daha doğ-rusu geçmiş dönemlerin konjonktüründe bunlara yer verilmesine ihtiyaç yoktur. Kur’an’ın nâsih ve mensûhunu bilmek, Arapçanın dil inceliklerine; me-caz ve kalıp deyişlerine vakıf olmak, Cahiliye Arap-larının örf ve adetlerinden haberdarlık, nüzül döne-mi siyasi ilişkilerinin araştırılması, ayetlerin hususî sebeb-i nüzüllerinin incelenmesi, ayetleri Hazreti Peygamberin (s.a.v) fiilî örnekliğiyle birlikte değer-lendirmek.., bütün bunlar klasik tefsir usulü külli-yatında Kur’an’ı anlamak için gerekli donanımlardır. Yüzyıllar boyunca, özellikle Araplar bu şartlara aşağı yukarı haiz olduklarında vahiy membaından istifade etmekteydiler.

Bugüne geldiğimizde aynı istifadeyi sağlamak için söz konusu şartlardan öte, daha küllî yönlendirme-ye, daha cesur teşebbüslere ihtiyacımız var. Neden? Çünkü İslamî yaşantıyla toplumsal bağımız koparıl-dı. Yazılı kaynaklar dışında nesilden nesile sözlü ve fiilî olarak aktarılan vahiy müktesebatı, Müslümanlık hissiyatı, toplumsal reaksiyonlar bir asırdan fazla bir süredir kesintiye uğradı. Kur’an’ın canlı geleneğiy-le millet olarak irtibatımız koparılınca, bu geleneğin vahyî hissiyatından, kutsalla duygusal bağının verdi-ği bereketten mahrum kaldık. Şimdi yapmaya çalış-tığımız şey, tüm bu imkânlardan yoksun şekilde te-orik düzlemde Kur’an’la sahih bir ilişki tesis etmeye yeltenmek. Ve tabi o bağı koruyan önceki dönemlerin şartları uyarınca, Kur’an’ı anlamaya dair eski usuller-le…

Dolayısıyla güzel insanlar, yeni şartların söz konusu olduğu bugün yeni açılımlar getirmeliyiz ki Kur’an’la arzuladığımız manevî hissiyata kavuşalım. Bu nokta-da Kur’an’ın ilk muhataplarını oluşturan sahabelerle aynı pozisyonda konumlanmalıyız; zira onlarla çok ortak yanımız var. İki kuşağın Kur’an’dan ihtiyacı bil-giden çok his, nakilden çok özdeneyim, kendi içinde olanca çeşitliliğine karşın dış dünyaya karşı tek vü-cutluk… Sanılanın aksine Kur’an’ın ilk muhatapları olan ideal müminler, vahyin meramını, kabukla özü-nü çok iyi ayrıştırarak ruhlarına yarayacak besine dönüştürdüler. Bugün modernist yaftası yiyen birçok ayet yorumu ya da hukukî kanaat onlara göre dik-kat çekmeyen sıradan kişisel görüşlerdi. Bugün asıl olanla teferruatı birbirine karıştırdığımız için fikrî ya da kültürel çeşitlilik en büyük tehlike haline geliver-miştir.

Bu noktada kim onları yüreklendirdi? Yolu ilk açan kuşkusuz Peygamber Efendimiz. Nassın akan hayatı engellemesine, müminlerin sürecin gerisine düşme-lerine izin vermedi. Kur’an’ın özüne değindiği islamî vecibeleri şartlara göre düzenledi. Namaz vakitlerini çoğalttı, zekâta mal ve nisap sınırı belirledi, yeni had cezaları tenfiz etti, savaşta farklı stratejiler geliştirdi, muhalif güçlerle değişik diplomasiler denedi. Bunları günümüzde birebir o devirdeki sayı ve şekilde sür-dürmek, ibadeti, en büyük tuzağı olan âdete evir-mektir; içlerini boşaltmaktır. Peygamberimiz elbette bunları yine vahiyle yaptı, vahiy bunu ön görüyordu zaten. Karşılaştığınız problemleri tevhid mayasında; akl-ı selimle, temiz vicdanla yoğurun diyordu. İşte size örnek Kur’an. Buna göre ölçün biçin, mezurayı buradan tutun diye emrediyordu.

Page 30: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2530

Dediğinizi duyar gibiyim: Ama o peygamber! Hayır, doğru cevap bu değil! Doğrusu, bunların işin özü ol-madığı, Müslümanların yararına göre değişkenlik arz edecekleri gerçeği. Peygamberin bir şeyi yapıyor ol-ması, onun örnekliğinin bir zorunluluğu olarak peşin-den giden ilim ve hikmet sahibi Müslüman öncülerin de o inisiyatifi pekâlâ kullanabileceği anlamına gelir. Bütün bunlar vahyi, nassın dar boğazına hapsetme-den ya da nassı motomot manasına hasretmeden ön açıcı ve işlevsel bir bakış açısıyla değerlendirmenin sonucudur. Yoksa bugün yaşadığımız süreçte oldu-ğu gibi, hareket ivmesi kazandıran nas, Müslüman zihnini felç eden bir kısıtlamaya dönüşür. Az sonraki maddeler, işin özüne dönmeye cesaretlendirme gay-reti olarak okunmalı. Bunlar diğer taraftan Kur’an’ın ilk muhataplarının da yaklaşım tarzıdır. Müsaade-nizle önce iki soruyu aydınlığa kavuşturalım.

Kur’an nedir ve niçin indirilmiştir?

Bütün yazı boyunca üzerinde konuşacağımız için Kur’an’ın ne olduğu üzerine küllî bir kanaate varmak durumundayız. “Kur’an, 23 yıl zarfında Allah Teâlâ ta-rafından Peygamber Efendimize harfi harfine vahye-dilen ve tevatür yoluyla bize nakledilen son kitaptır” minvalindeki tanımlar, vahyi ötekileştirmekten öte bir şeye yaramaz. Gerçekte Kur’an, hak ve adaletin küllendiği bir dünyada akla ve vicdana üflenen ilahî bir soluktur. Zaten özümüzde kodlanmış değerlerin bir kez daha ve en yüksek makamca onaylanmasıdır. Kur’an, içlerde gitgide cılızlaşan seslerin, bütün bir kâinat korosuyla yeniden gür bir seda kazanmasıdır. Allah adına güçsüzün linç edildiği, Allah adına birile-rinin birilerini ekonomik ve zihinsel haraca bağladığı bir vasatta, Allah’ın “hayır, bugün ve kıyamete dek benim adıma işler yapacaksanız, işte bunları yapın” dediği ulvî ahlak manzumesidir. Kur’an, insanlığın derdiyle pişip kabarmış bir yüreğin en yüce mimar ve

mühendisten getirdiği insanlık projesidir.

Kur’an’ın indiriliş gayesine gelirsek, burada altı çizi-len hususlardan başkası olamaz. Onun özü, yeni şey-ler bildirmek değil, zaten fıtratça bilinen güzellikleri hatırlatmaktır (zikr). Kutsal kitaptaki hukukî düzen-lemeler, içerdiği ahlakî öğütlerin ve bunları örnek-lendiren kıssaların yanında çok cüzi kalır. Kaldı ki zulmetmemek-zulme uğramamak ilkesi muvacehe-sinde toplumdan topluma değişkenlik gösterecek ma-hiyete sahiptirler. Bütün ilahî kitaplar, insanların bin bir vahşetin dehşetiyle vicdanın sesinden ümit kesti-ği, o temiz gönüllerin bile ara sokaklarda kaybolduğu bir zaman diliminde ilahî nurun insanlık semasını aydınlatmasıdır. Bu sonsuz ışık, bir taraftan arayışta-ki ruhlara doğru adresi işaret ederken, diğer yandan vicdan sahiplerini teskin eder. Onlara gittikleri zorlu yolun sonunda huzur ve selamete çıkacağı müjdesini verir. Kur’an’ın indiriliş gayesi, içerdiği sınırlı ayetle, insanın enfüsindeki ve afakındaki namütenahi ayete bir köprü kurmaktır. Bu nedenle eldeki Kur’an araç, kâinattaki (afakî) ve kalpteki (enfüsî) amaçtır. Vahyin bütün işlevi ruhu, ona üfüren sahibiyle buluşturmak-tır, gerisini ikisi yapar zaten.

Kur’an’ı anlamak derken ne anlamalıyız?

Maddelere geçmeden son olarak Kur’an’ı anlamanın neyi anlattığına kafa yoralım. Çoğumuz vahyi anla-mayı, sıradan bir gazete yazısını anlamaktan farksız görür. Kelimelerin sözlüksel ve deyimsel karşılıkları, bir bütün olarak cümlenin neye tekabül ettiği bilindi mi iş tamam demektir. Oysa Kur’an’ı anlamak böyle-si bilişten çok daha başka bir şeyi, bizzat yaşamayı, iç tecrübeyi ve özümlemeyi tazammun eder. Yoksa nassın ne dediğini çok iyi bilen ve fakat davranışla-rına yansıtacak derecede, iliklerine kadar bunu tas-dik etmeyen inkârcılar, Kur’an’a göre onu anlamamış

Page 31: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم31 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

kişilerdir. Mesela Kur’an müteaddit pasajda “Allah yolunda cihad edin” diyor. Bunun ayetin bağlamın-da savaş anlamına geldiğini farz ederek konuşalım. Cihadın ne olduğunu, şartlarını, faziletini vs. gayet iyi biliyorsun; ne var ki aileni ve mülkünü geride bı-rakıp cenk meydanında ölümle burun buruna kılıç sallamaya yanaşmıyorsun. Cihad ayetini anlamadın işte. Onun senin için ne kadar hayati ve kazanç geti-rici olduğunu fark edemedin. Yine örneğin Kur’an’ın “namazı hakkıyla kılın” emrini biliyorsun. Ne zaman, nasıl eda edilmesi gerektiğine dair detaylı maluma-tın var ve fakat her tür kötülükten uzak tutan, huşû dolu bir namazın yoksa onu anlamamışsın demektir. E peki, insan her zaman böyle namaz kılabilir mi, bu yakaza halini canlı tutabilir mi? Hayır. O zaman ikin-ci nüansa geliyoruz:

Demek ki Kur’an-ı anlamak sabit değil, dinamik bir süreçtir. Ayetler bir kez anlaşılıp pasifleşmez, müte-madiyen hissedilmeye ihtiyaç duyarak anlaşılırlığı-nı taze tutar. Bir metafor üzerinden gidersek, ayetin sözcük ve cümle boyutu bir kapıdır ve esas hidayet ve bereket içine girince yaşanır. Okur ayetin başın-da kapıyı her çaldığında ilahî izin çıkması gerekir. Bu, ruhla ona üfüren sahibinin ünsiyeti, tabiri caizse iki kablonun; kulun niyazıyla Rabbin teveccühünün birbirine değmesidir. Elbette kulun samimi kalple yö-nelişine bağlı olarak gelişen ilahî izin sonrası ayetin sözcük ve cümle ötesi gerçek boyutuna intikal edilir. İşte Kur’an’ı anlamak her defasında böylesi aşamalı bir hissiyatı ihtiva eder. Bunun için her anlama işle-mi, birbirinden farklı derinlikler yaşatır insana; çün-kü o sınırsız buluşmadır. Ezcümle, mezkûr anlama, adeta korku ya da heyecandan insanın elinin aya-ğının titremesi gibi davranış biçimlerine yansıyacak kadar ayetin içselleştirilmesi demektir. Bu kısmın da aydınlandığını varsayarak Kur’an’ı böylesi ideal

veçhede anlamanın yollarını tersten göstermeye ge-çiyorum. Madde madde Kur’an nasıl anlaşılmaz?

Kur’an’ın metin dışında üç şey daha olduğu anlaşılmadan Kur’an anlaşılmaz

Genelde Kur’an’ı 6616 ayet ve 114 sure ile mahdut bir metin olarak algılarız. Bu kaçınılmaz biçimde bizi nassı tüm dış faktörlerden soyutlayarak yorumlama darlığına düşürür. Hâlbuki Kur’an ayetler dışında üç şeyi daha ihtiva eder: Okur, muhatap kitle, nüzul or-tamı… Okur Kur’an’ı asr-ı saadet sonrasından bugü-ne açıp okuyan her birey, muhatap kitle Peygamber, sahabe, müşrik ve ehl-i kitaptan oluşan dörtlü kesim, nüzul ortamı ise vahyin indiği 7. yüzyıl Hicaz toprak-larıdır. Bir ayeti dilsel muhtevası dışında ancak bu üç harici unsurla anlam bütünlüğüne kavuşturabiliriz. Örneğin karşımıza “kuşkusuz küfre sapanları uyarıp uyarmaman bir şeyi değiştirmez; onlar iman etmez-ler” ayeti çıktığında, kelimelerin lafzî karşılıklarını bulduktan hemen sonra üç soruyu sormamız gerekir: Ayete karşı ben hangi niyet ve arayışla konumlanıyo-rum? (okur faktörü) Bu ayet indiği dönemde doğru-dan hangi kesimi, hangi yönleriyle baz almış? (muha-tap kitle faktörü) Gerek o devrin toplumsal yapısında ve gerekse ayetin bağlamında bahsedilen (burada) küfür ve iman, nasıl bir tavra tekabül ediyor? (nüzul ortamı faktörü)

Peki, Kur’an’ı böylesi zengin delalet noktalarıyla bir-likte değerlendirmezsek ne olur? Yine maddelerle gidelim. Okur faktörü ihmal edildiğinde, sahih niyet ve amaçla donanmamış zihnin Kur’an okudukça hi-dayet yerine sapıklık kazandığını görürüz. Sahabeyle aynı derecede vahiyden istifade imkânı olan yüzler-ce azılı müşrik ve kâfir bunun en bariz delilidir. Az önce değinildiği gibi eldeki vahyin bütün gücü, in-sanın içindeki vahye köprü olması mesabesindedir.

Page 32: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2532

Okuduğun ayete ne kadar açıksın? Neyini ne kadar onun istediği şekilde değiştirebilirsin? Bunlar okurun Kur’an’dan nasibini doğrudan etkileyen kıstaslardır. Muhatap kitle faktörü saf dışı bırakıldığında, mesela bugün sıkça yapıldığı üzere, Tevrat’ın gayr-i muhar-ref hükümlerini uygulamayan Yahudilere dönük inen “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kâfirlerin/ …zalimlerin/ …fâsıkların ta kendileridir” minvalindeki ayetleri bugün partiye oy verenlere, devlet kademe-sinde çalışanlara vs. uyarlama hatasına düşeriz.

Son olarak, nüzul ortamı faktörü dikkate alınmazsa, mesela “İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan (ve öl-çülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapıların-dan girin” ayeti anlamsız ve gereksiz söz gibi algılanır; oysa burada bahsedilen husus, Medineli Müslüman-ların hac dönüşü evlerine normal kapılarından değil, arka taraftan girmeyi gerekli ibadet görmeleriyle ve günün birinde aksini yapan adamı kınamalarıyla il-gilidir. (Tefsîru’t-Taberî, Bakara 189. ayetin izahı) Ayet bu cahilî âdeti kaldırmaya dönüktür. Nüzul ortamı bu şekilde hem ayetin değindiği toplumsal olguyu hem de bir-çok kıtal ayetindeki gibi hükmün geçerli olduğu dö-nemsel kesiti ifade eder.

Çağ anlaşılmadan Kur’an anlaşılmaz

Önceki maddede değinilen nüzul ortamı faktörü, Kur’an’ın indiği dönemle alakalıydı ve zaten o günkü bağlamında sahih anlaşılmasının bir koşuluydu. Bu madde ise ayeti günümüze sağlıklı taşıyabilmemiz için gereklidir. Çağdaş dünyanın koşullarında nastan istifade etmek, ancak modern paradigmaya vuku-fiyetle mümkündür. Aksi halde kendi dönemimize söyleyecek esaslı şeyler çıkaramadığımız ayetleri an-lamamışız demektir. Bu, yazının girizgâhında bah-sedilen ayıklama işlemini gerekli kılar. Ayetin hangi

detayı 7. yüzyıl Araplarıyla ilgili, hangi öz fikri tüm zamanları bağlayıcıdır? Evet evet, bu biraz Kur’an’ın evrenselliğinin kurcalanması demek.

Şu gerçeği cesaretle teslim etmeliyiz: Kur’an her de-diğiyle bugüne konuşmaz. Eski putperest dünyala-rından sıyırıp âlemlere timsal muvahhid bir cemaat kılmak istediği muhatap kitle, o yüzyılın Arapları ve onların ulaşabildiği milletlerdir. Kullandığı dilsel inceliklerden getirdiği hukukî normlara, kıssa ettiği peygamberlerden atıf yaptığı tarihî hadiselere kadar vahiy 7. yüzyıl Mekke ve Medinelilerinin duygu ve düşünüş atmosferini, millî muhayyilelerini kendine esas almıştır. Daha açık ifadeyle, aynı Kur’an mesela 21. yüzyıl Türkiyesi’nde nazil olsaydı, kesinlikle bam-başka üslup ve gündeme sahip olacaktı. O halde bu çağda Kur’an’ı anlamak, Kur’an’dan bağımsız olarak bu çağı anlama mecburiyetini beraberinde getirir.

Eski zamanlarda bir karşılığı olan “Kur’an ve sünnet bize yeter” prensibi bugün boş slogandır. Sahabeler kendi dönemlerinin kültürel mirasına yaslanarak, süregelen medeniyet perspektifleriyle vahyi özümse-diler. Kendi çağından kopuk olarak sen nereden vah-ye bakacaksın? Daha önemlisi, vahyin sunduğu ilacı çağın hangi yarasına, nasıl merhem yapacaksın? De-vayı bilsen de hastayı tanımadığın için dozu ve terki-bi nasıl ayarlayacaksın? Bu şekilde yapabileceğin tek şey, egona göre asr-ı saadetten bugüne kesip parçalar yapıştırmak, gitgide ucubeye dönüşmektir. Diş fırça-sını reddedip misvağı alırsan, “Çarık varken niye İtal-yan marka ayakkabı giyiyorsun?” dediklerinde “işime öyle geliyor”dan başka hiçbir dürüst cevabın olamaz. Keza Kur’an ve sünnetin hangi nassına bakıp da ta-rikata mensup oldun veya tarikat muhalifi kesildin? Hangi ayet ya da hadis bir mezhebe bağlanmanı, filan cemaate dahil olmanı, falan vakfın faaliyetlerine des-tek vermeni sana salık verdi? Hiçbiri! Elbette bunları

Page 33: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم33 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

birebir naslara bağlı kalarak değil, onların ruhundan anladığın kadarıyla yaptın. Doğrusu da bu. Ya deva-mı, ya sair alanlar?

Öyleyse, keyfe keder bir sünnet-bidat, haram-helal uyarlaması yerine gel, bu çağı tanıyalım. Kur’an Kur’an’ı anlamamıza engel olmasın. Bilgisizliğimiz-den kaynaklı bağnazlığımızın faturasını vahye kes-meyelim. Ötekilerle iletişimsizliğimizin doğurduğu ön yargıların bedelini Allah ve Rasülüne ödetmeye kalkmayalım. Antropolojiden modern psikolojik ve-rilere, uluslararası siyasetten küresel ekonomik iliş-kilere kadar özelde yaşadığımız Türkiye’nin, umumi manada dünyanın birikiminden nasiplenmeye çalı-şalım. Ardından Kur’an’a tekrar bakalım. Vahiy dö-nemi şirk olgusu bugün neye tekabül ediyor? Müslü-manlar milletler arenasına “onları enselediğiniz yerde katledin” ayetiyle mi çıkacak yoksa “en güzel şekilde onlarla mücadele et” ile mi? İkisi de Kur’an ve fakat hangisini baz alacağımız bu çağı yorumlamakla ala-kalı.

Vahiy “namazı hakkıyla kılın” diyor. O çağ Müslü-manlarının ihtiyaçlarına dönük olarak değişik uygu-lamalardan sonra namaz beş vakit olarak ve bildiği-miz şekliyle eda edilmiş. Peki, bu çağda aynı namaz, Müslümanlar için en iyi birlik ve dayanışmayı ifade ediyor mu? Yine “zekâtı verin” emri, o gün için kırk-ta bir olarak belirli mallara tahsis edilmiş. Bugün için aynı mallardan aynı miktar zengin-fakir dengesini sağlıyor mu? İşçi-işveren münasebetlerinde modern Müslümanların çözüm önerisi “çalışanlarınızın üc-retini alın terleri kurumadan verin”den mi ibarettir? Ehl-i kitap hala dinlerine tabi olmadıkça bizden razı olmayacak kindar hasmımız mıdır? Günümüz Yahu-di ve Hristiyanları 1400 yıl önceki lanetli ataların-dan farksız mıdır? Ya talak sayısı meselesinin, köle-lere özgürlüğün, ülülemre itaatin vs. günümüzdeki

pratikleri?.. Kısacası, tıpkı 7. yüzyıl Hicaz’ında olduğu gibi Kur’an’ın bizim çağımıza istikamet kazandırması için çağın da Kur’an’a olumlu baskı yapması gereki-yor. Biz hangi donanımla bu etkileşimi yöneteceğiz?

Herkesin fırça yemediği yerde Kur’an anlaşılmaz

Bakara suresi ağırlıklı olmak üzere, Kur’an’ın muh-telif yerinde İsrailoğullarının tevhid emanetini de-ruhte edemeyişleri, kendilerine verilen nimetlere ve âlemlere faziletli kılınmalarına karşın hak davaya ihanet ettikleri tarihî örnekleriyle bir bir anlatılır. Hz. Peygamber dönemi Medine Yahudilerinin hukukî ka-takullilerinden sıkça anlaşıldığı üzere, onlar bir taraf-tan dinde bir baronlar takımı (ahbar) oluşturmuşlar ve nefislerine ağır gelen kutsal buyrukları ancak alt dindar kesimlere reva görmüşlerdir. Rabbin olanca ihtar ve gazabı onların bu seçkinci din tasavvurunu, bu kaymak takım konforunu bozmamıştır. Diğer ta-raftan onlar, sığır kurban edilmesi, cumartesi yasağı, hınzır etinin haram oluşu örneklerinde olduğu gibi ilahî yasakları yerleşik toplumsal teamülleri bozul-mayacak şekilde sapkınca yorumlamaya kaçmışlar-dır. Benzer durum günümüzde maalesef Müslüman-lar için de söz konusudur.

Yaşadığımız süreçte, birincisi Kur’an’ın etlisine süt-lüsüne dokunmağı bir ekâbir tayfa var; ikincisi Kur’an’ın girmesine izin vermediğimiz hurafe dehliz-lerimiz mevcut. İlkine vahyin fırça atamadığı kişiler, ikincisine vahyin sızamadığı alanlar diyebiliriz. Fırça yemek, üstelik böylesi sert adlandırma seçimiyle ne-den önemli? Kur’an’ın takdire şayan yönlerinden biri, Peygamber Efendimiz bile yanlışa saptığında kimse-ye arka çıkmayacağı gerçeğidir. Bedir Savaşı esirleri için verilen karardan Tebük Seferi’nden geri kalanla-ra izin verişine, münafığın cenaze namazını kılma-sından Zeyneb validemizle evliliğini anlatan ayete,

Page 34: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2534

Abdullah Ümmü Mektum’a gerekli nezaketi göster-mediği hadiseden çevresindeki müstezaf müminleri uzaklaştırmasına ilişkin Kureyş aristokratlarının is-teğine neredeyse meyledecek oluşuna kadar müte-addit mevzuda inen vahiyler Peygamber Efendimizi ihtar etmiş, böylelikle tüm kamuoyuna hakikat kar-şısında kimsenin kayırılmayacağı deklare edilmiştir. Bu safhadan sonra insanlar artık vahyin adaletinden şüphe edebilirler mi? Böylece cemiyetin her ferdini karşısında emre amade bulan vahiy, ideal ıslah proje-sini hayata geçirmekten sakınır mı? Elbette hayır!

Ya bugünkü durum? Ya vahyi tekellerine almışçası-na poz veren kimi hocalar, akademisyenler, İslamcı işadamları ve siyasetçiler? Ayetler karşısında bir kez yüzlerinin kızardığı, milletin içinde vahyin fırçasını yedikleri, o sahte karizmalarının çizildiği vaki değil. Kur’an bir kişi ya da bir yapının sırtını sıvazladığı mik-tarın en az üçte biri kadar kulağını çekmiyorsa, orada vahiy değil, şeytan konuşuyordur. Yine Peygamberî yaşantının pek çok safhasında görüldüğü üzere, lider ve öncüler, kendilerine uyanların karşısında tevazu, yakarış ve arayışlarıyla değer kazanırlar. Aksine fa-zilet değil, fezahat denir. Orada saygı yok, sindirme vardır. Tanrısal mesaja kulak vermenin tüm zaman-lar için ilk kuralı, apoletleri, rozetleri çıkarmaktır. Bu ayartıcı apolet bazen sakal, bazen türban, bazen cüz-dan, bazen unvan, bazen bizzat bildiklerindir.

Diğer husus, vahyin girmesine izin vermediğimiz ya-sak bölgelerimiz de esasen aynı kapıya çıkıyor. Top-lum bireylerini, bireyler dünyalarını ne kadar vahye açarlarsa, vahiy o denli tesir icra eder. Evlenirken mehir diyen Kur’an’a yaslanacaksın; ama boşanır-ken tazminat ve nafaka diyen laik mahkemeye ko-şacaksın. Sosyal medya mesajlarında yer alan ayet-lerin hiçbiri, eft ve havale açıklamalarında koltuk bulamayacak. Muhalifine atıp tutmada ilahî pasajları didik didik ederken, araba modelini seçerken lüks

katalogları tarayacaksın. Cenazende kulakları çınla-tan ayetlerin kızının odasında sesi soluğu çıkmaya-cak. Allah’ın adalet ve liyakat emrini, şahsi yetkilen-dirmelerine ve terfi isteğine hiç bulaştırmayacaksın. Kur’an kürsülerden, sahneden her daim arka safta-kilere, uzak koltuklara ayar verecek. Protokoldekiler, ön saftakiler, özel davetliler pişkin pişkin oturacaklar. Öyle mi? İşte sahabenin neden ve nasıl kısa surede vahiyle ihya olduklarının diğer cevabı.

Doğanın hissedilmediği yerde Kur’an anlaşılmaz

Tabiatın canlı atmosferinden uzaklaşmasının insanın başına neler açtığını sık vurgularım. Gökyüzünün dönüşümlerine, ekinlerin yeşermesine, yaralanan ağaçların tedavisine şahitlik etmemiş kişiler, pren-sip olarak Allah’tan kork(a)mazlar; çünkü kendileri-ni çevreleyen kâinatın azamet ve düzenini keşfede-mezler. Kusursuz ve karşı konulamaz sistem içinde ne kadar aciz olduklarını fark etmekten yoksundular. Bütün bu eksilerle Kur’an’ı anlamak mümkün değil-dir. Öyle ya, ayetler genetiğiyle oynanmamış hangi duygularımıza işleyecek? İkaz ve uyarılar, hangi kor-ku hâssalarımızı harekete geçirecek? Doğaya referans edilen onca delil, beton istilasındaki çağdaş bilinci nasıl ikna edecek? Doğadan uzaklaştıkça insanî ac-ziyetten uzaklaşırız. Acziyetten uzaklaştıkça Rable aramızdaki mesafe -algımızda- gitgide kapanmaya başlar ve artık kendimizi ya da bağımlı olduğumuz modern aygıtları tanrılaştırmaya başlarız.

Sığınma ihtiyacı, anlamlandırma güdüsü, aşkın dü-zene insicamlı yaşama refleksi.., bütün bunlar çok tabiî motivasyonlardır ve ancak bunlarla örülü olan doğal hayatta karşılık bulabilirler. Bilgisayarlar ne-fes almaz; ama toprak alır. Arabalar sizi seçemez; ama atlar sahiplerini tanıyıp seçerler. Gökdelenler yorulup uyumaz; ama gökyüzü uyur dinlenir. Aynı model fabrikasyon ürünlerin birbirinden hiç farkı

Page 35: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم35 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

yoktur; ama tabiatta hiçbir şey birbirinin aynısı değil-dir. Bankalarda, ekranlarda her şey sınırlı sayısal ve-riye dayanır; ama ne ağaçları ne çiçekleri say say bi-tiremezsiniz. Teknoloji transfer edilir, paranın sahtesi basılır; ama mümkün değil bir gün doğumunu kop-yalayamazsınız. Şu da var ki artık modernleşmeden geri dönülemeyeceğinin farkındayım. Makinadan ve sanallıktan külliyen kurtulamayız. Yine de canlı do-ğayı soluyacak aralıklar oluşturmalı, elden geldiğince bize faniliği, acizliği hatırlatacak sade bir yaşam stili seçmeliyiz.

Her şeyi ayet görmedikçe Kur’an anlaşılmaz

Vahyin esas muradının içimize kodlanmış vahye köprü kurmak olduğundan kısaca bahsetmiştim. Bu kaçınılmaz şekilde Kur’an’ın muhatabını her şeye te-fekkür ve tehayyur nazarıyla bakmaya itecektir. Bil-diğimiz Kur’anî naslardan daha umumi muhtevada ayet, ilahî kudreti gösteren bütün işaretlerdir. İmanın bize kazandırmak istediği hususiyet budur. Başa ge-len olumlu-olumsuz her şeyi Allah’ın bir sınavı olarak değerlendirip onunla Allah’ın razı olacağı veçhede bir münasebet geliştirmek. Karşılaştığımız her canlıya, gördüğümüz her varlığa, tefekkür bağından demet-ler sunan birer ibret olarak yaklaşmak. Sonuçta dün-yadaki her şey, Kur’an’ın ideal muhatabı için yerine göre bir sabır, şükür ve dua vesilesi olarak ondaki bir kulluk damarına kan pompalıyor. İki kapak arasın-daki sınırlı ayet, böylelikle kâinat kitabındaki sınır-sız ayeti anlamasına bir aracıdır. Yok, eğer Kur’an’la hemhâlken bürünülen manevî neşve, cadde pazarda yerini dünya hırsına terk ediyorsa, demek ki biz bir film seyrettik, şarkı dinledik, roman okuduk; Kur’an okumadık.

Feraset ve hikmet kavramları burada devreye girer. Allah’ın nuruyla yürümek, inşirah bulmuş bir göğüs-le yaşamı kucaklamak böyle bir olgunlaşmadır. Bizi

caminin dışına hazırlayan bir namaz, yılın her günü yoksula yardıma iten bir zekât, her tür sofrada ema-netçi olduğumuzu, her tatminin geçici olduğunu bel-leten bir oruç, tıpkı Kâbe’deki gibi bizi yurdumuzda omuz omuza ve eşit müminler kılan bir hac… Kur’an Allah’ın kelamı da yağmurlar, hastalıklar neyi? İra-demiz dışında gelişen hadise ve sıkıntılar, dahası kâinatın envaı çeşit canlısı Rabbin sonsuz esmâ ve evsâfının bir tecellisi değil mi? Hani “Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsa, denizler ve o denizlerin yedi mislisi daha mürekkep olsalar, Allah’ın kelime-leri tükenmez” hakikati? Kur’an ayetleri aracılığıyla sağladığımız rahmanî ünsiyet, bize günün her saf-hasında eşlik eder. Otobüs beklerken, merdiven çı-karken, sokakta yürürken, masa başında çalışırken, yastığa başımızı koyduğumuzda… Böylesi insandan doğru, yararlı ve hikmetli söz ve davranıştan başkası sadır olabilir mi?

Yazının sonuna geldik. Meramımı anlattığımı düşü-nüyorum. Not aldığım başkaca başlıklar vardı: Kur’an anadilimiz ve yerel kültürümüz dışında anlaşılmaz... Kur’an bir kitap olarak anlaşılmaz... Kur’an’ın ne de-mek istediği, dedikleri aşılmadan anlaşılmaz... Şeklin ve sayının tartışıldığı yerde Kur’an anlaşılmaz vs… Ne var ki konu edindiğim maddelerde bunları da kapsayacak noktalara temas ettim sanıyorum. Ayrı-ca yoruldum. Girişte dediğim gibi, bu hazineyi ömür boyu eşeleyeceğiz. Kulağı tutanla karna dokunanın fili farklı tarif etmeleri gibi. Herkesin kaygısı fark-lı belki de. Korkusu, acısı… Bazı şeyler çok değerli-dir. O kadar ki kırılır, bozulur diye dokunamazsınız bile. Kur’an böyle olmasın dedim aslında. Dokunun, kurcalayın onu. Size güç verecek besine dönüştü-rün. Hem amaç o değil ki! Enikonu bir kapı o; içini-zin sonsuzundan Rabbinize çıkan. Esas güzellik içeri girince, içinize girince...

Page 36: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2536

Modernizm

Tarih öznenin özgürleşim sürecidir diyor Hegel. Özne tarih içerisinde kendisini daha fazla gerçekleş-tirmekte ve daha fazla özgürleşmektedir. Hegel bu-nunla dünya tarihini açıklama iddiasındaydı. Fakat bakıldığında daha çok Batı’nın ortaçağdan bugüne olan serüvenini açıklamaya çalışıyormuş gibi gö-rünüyor. Reform hareketleri, Aydınlanma felsefesi, Fransız İhtilali bunların hepsi Batı’nın aydınlanma, ilerleme ve gelişme yolunda kat ettiği kilometre taş-ları olarak biliniyor. Yani Batı tarih içerisinde kendi-ni geliştiriyor ve geliştikçe özgürleşiyor. Peki Doğu? Doğu olduğu yerde sayıyor. Doğu durağan. Onu bir ileri taşıyacak dinamiklerden yoksun. Hal böyle olunca gelişimden yoksun Doğu kendini özgürleşti-remiyor ve Batı medeniyetinin hegemonyası altında kalmaktan başka çare bulamıyor. Kendi tarihini ya-ratamıyor. Dolayısıyla Hegel’e göre tarihin dışında bir yerlerde yaşıyor.

Ortaçağ Batı Medeniyeti için tam anlamıyla ka-ranlık bir çağdı. Bilim, siyaset, iktisat ve ticarette dünyanın parlayan güneşi İslam Medeniyetinin ya-nında sesi pek kısık kalıyordu. Mitlerle ve masallarla bezenip efsaneleşmiş Hristiyanlık, Batı’yı kendi koyu karanlığında boğuyor ve nefes aldırmıyordu. Devlet ve millet kiliseye bağlıydı. Kilise için çalışmalıydı. Aforoz edilen kimse dinden çıkmakla kalmıyor ha-yattan da soyutlanıyordu. Vatandaş muamelesi gör-müyordu. Ticareti de bilimi de sosyal hayatı da din denetliyor ve kota koyuyordu. Kilise olmadan krallık, papa olmadan kral anlam ifade etmiyordu.

İşte öyle bir an geldi ki Batı zincirleri kırma

vaktinin geldiğini anladı. Zaten çiftçiye sınırlı üretim hakkı verdiği yetmiyormuş gibi bir de tüccarın ticaret yapmasını engelleyerek ülke iktisadına zarar verme-si de fazlaydı doğrusu. Bir şeyler yapılmalı ve kilise susturulmalıydı. Sürekli özgürlükleri kısıtlayan ve gelişimi engelleyen kilisenin egemenliği son bulma-lıydı. Kutsal kitaplar raflara kaldırılmalı ve toplumu gerçekleştirecek, özgürleştirecek başka bir kaynak bulunmalıydı.

Reform Hareketlerinin patlak verdiği dönem işte bu dönemdi. Akıl insanın sahip olduğu en muhte-şem yetiydi. Aklın aydınlığının önüne geçecek bir şey yoktu. Hayatın her alnında söz sahibi olabilirdi. Akıldan sudur edecek evrensel kural ve kaideler kut-sal kitapların yerini alabilir ve hayatın her alanında işlerlik kazanabilirdi. Tanrıya artık gerek yoktu. Tanrı ölmeliydi.

İşte Batı kilisenin baskıcı rejiminin etkisiyle Tan-rıyı öldürdü. Metafiziği ve mistisizmi buruşturup çöpe attı. Gelişti, özgürleşti. Aydınlanma Çağını, Akıl ve İdeoloji Çağını yaşadı. Fransız İhtilalini gördü ve bugüne geldi. Yeni bir hayat, yeni bir yaşam mode-li üretti. İçerisinde doğaüstüne yerin olmadığı, kut-sal yerine egonun, Tanrı yerine bilimin, kitap yeri-ne teknolojinin olduğu bir yaşam modeli. Marshall Berman’a göre “artık dünyanın her tarafındaki insan-ların paylaştığı hayati bir deneyim tarzı”1yarattı.

Bu deneyim tarzı “modernizm” olarak tanımlanı-yor. Modernizm kavramı farklı kimseler tarafından farklı şekillerde tanımlanan bir kavram. Fakat olabil-diğine geniş bir şekilde tanımlayacak olursak şunları söyleyebiliriz: “Batı uygarlığının Aydınlanma çağı ile

Batı Modernizmi ve İslam’da Klasik Modernizm Dönemi Bağlamında Modern Kur’an Yorumları Kişiler, Düşünceler // İbrahim Türkan

Page 37: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم37 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

gelen zihinsel dönüşümünün ortaya çıkardığı ideoloji ve yaşam biçimi. Hümanizm, sekülerizm ve demok-rasi sacayağı üzerine kurulu; insanı hakikatin tek öl-çüsü kılan ve vahye dünya görüşünde fonksiyonel bir yer vermeyen, aklı Tanrıdan ve kutsal prensiplerden bağımsız gören, kurtuluşu dinde değil, bilimde ara-yan, insan biçimci, insan merkezci dünya görüşü.”2

Yine Marshall Berman’a göre modernliğin tarihi evresi kısaca üç aşamada incelenebilir; insanların modern hayatı algılamaya yeni başladıkları, el yor-damıyla kendilerine çarpan şeyi anlamlandırmaya çalıştırdıkları ve 16. yüzyılın başlarından 18. yüzyılın sonlarına kadar geçen süreyi kapsayan birinci evre; 1790’ların “devrimci dalgası”sıyla başlayan ve büyük, modern bir kamunun doğduğu ikinci evre; gelişmekte olan modernist dünya kültürünün sanat ve düşünce alanlarında göz alıcı başarılar sağladığı ve modernleş-me sürecinin nerdeyse tüm dünyayı kapladığı üçün-cü evre.3

Modernizm Batı’nın zihinsel dönüşümünün bir ürünüdür. Bugün dünyanın dört bir yanına yayılan ve kitleleri etkileyen, celbeden bu dünya görüşünün ne kadar yeterli olduğu tartışma konusu. Çünkü çok sa-yıda modernizm eleştirmeni modernitenin insanlığın tüm ihtiyaçlarını karşılamadığını bilakis onun dün-yayı bilimsel açıdan maddileştirdiğini ve hatta insan merkezli bir meta haline getirdiğini söylemektedir.4

Aklı ve dolaysıyla insanı merkeze oturtan moder-nizmin hayatın her alanına etki ettiği ve her alanda farklı şekillerde tezahür ettiği aşikâr. İktisatta kapita-lizmi, politikada demokrasiyi, sosyal hayatta marka-cılığı, bilimde deney ve gözlemi modernizmin farklı

yüzleri olarak yorumlayabiliriz. Antony Giddens modernliği, dört ana boyutu; sanayicilik, kapitalizm, savaşın sanayileştirilmesi ve toplumsal yaşamın tüm veçhelerinin gözetimi olan tümel bir üretim ve dene-tim çabası olarak görür ve dolayısıyla güçlü biçimde bütünleşmiş bir modernlik imajı sunar.5

Bugün yaşayan ve modernizmden etkilenmemiş medeniyet sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bir zamanlar her alanda söz sahibi olan bizim medeni-yetimiz de modernizm girdabına kapılmış durumda. Hatta belki de dünya üzerinde Batı’yı bu kadar iyi taklit edebilen ve Batı’nın çizdiği yoldan yürüyebilen tek medeniyet biziz. Hal böyle olunca “İslam Moder-nizmi” diye bir kavram ortaya çıktı. Şimdi bu kavra-mın doğuş serüvenine bakalım.

İslam ve Modernizm

Modernizm Müslüman ilim adamı ve aydınlarını yaklaşık üç yüz yıldan beri meşgul eden bir kavram. Batı, bilim ve teknolojide yapmış olduğu yeniliklerle parlamaya, kolonyalist zihniyeti ile zenginleşmeye başlayınca başka medeniyetleri de etkilemeye başla-dı. Gerek iktisadi gerek kültürel kolonyalizmi ile po-litikası, ahlaki yapısı ve hayat görüşüyle birçok me-deniyetin iliklerine işledi. İşlemeye de devam ediyor. Hal böyle olunca Osmanlı, İran, Hint Alt kıtası, Mısır, Kuzey Afrika, Güneydoğu Asya, Kafkaslar ve bunlar gibi İslam bölgelerinde gerek açtıkları okullar gerek uyguladıkları endüstriyel hegemonya ile kültürlerini bu bölgelerin yerel kültürlerine enjekte etmeyi başar-mışlardır.

Batı’nın gerisinde olmanın getirdiği altta kalmışlık

Page 38: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2538

ve ezilmişlik psikolojisi Müslüman aydınlarını bu so-runa çareler üretmeye sevk etti. İslam ülkelerinde as-keri, siyasi, ilmi, iktisadi her alanda yenilikler yapıl-maya başlandı. III. Selim döneminde farklı ırklardan mühendislerin istihdam edilmesi aynı uygulamanın Mehmet Ali Paşa Mısır’ında olması, Tanzimat, Islahat fermanları ve en önemlisi de dinde reform hareketleri bu yeniliklere örnek olarak verilebilir.

Batı’nın aydınlanma faaliyetlerinin altında yatan temel neden bilindiği üzere din yani kilise. Kilisenin baskıcı ve zorba siyaseti aydınları dinden uzaklaşma-ya ve aklı temel alıp insanı tanrılaştırmaya yöneltti. Dolayısıyla aydınlanma faaliyetleri ve modernizm dinden ayrı bir şekilde okunup, incelenemez. Yazı-mızın asıl konusu dinde reform hareketleri ile bera-ber oluşmaya başlayan modern Kuran okumaları ve bu okumaları başlatan ilim adamlarının kısaca hayat serüvenleri.

Bu farklı Kuran okuma stilleri ilk olarak Hint Alt Kıtası’nda ortaya çıktı. 1600’lü yıllarda İngiltere’nin Hindistan’a Doğu Ticaret Şirketini açması bu bölge-nin yoğun bir şekilde Batı emperyalizmine maruz kalmasına sebep oldu. Bunun yanında bölgede artan misyonerlik faaliyetleri bölge halkının yeni neslini dejenere olmak gibi bir tehlike ile yüz yüze getirdi. Bölgede açılan yabancı uyruklu okullar kültür komp-radorları yetiştirdi.

Tüm bunlar olurken İslam’ın bir şekilde yeniden dirilmesi ve tüm dünyaya hitap etmesi gerekiyordu. Durağanlığından kurtulup tekrardan canlanması ve raftan inip insanları hidayete ve doğruluğa ça-ğırması lazımdı. İslami ilimlere, şerhlere, haşiyelere dalıp Kuran’ı unutan ulemanın tekrardan içtihat ka-pısını aralayıp Kuran’ı ellerine almaları gerekiyor-du. İşte tam bu dönemde Seyyid Ahmet Han, Sey-yid Emir Ali, Muhammed Ebu Zeyd, Muhammed Abduh gibi isimler ortaya çıktı ve gelenekten farklı bir metot ve anlayışta Kuran okumalarına başladı-lar. Bu farklı Kuran okumalarını Klasik ve Çağdaş Modernizm diye ikiye ayırabiliriz. Bu yazıda Klasik Modernizmde Kuran’a yaklaşımları inceleyeceğiz.

SEYYİD AHMED HAN

Hayatı

1817 yılında Delhi’de doğar hazret. Seyyid Muhammed Müttaki Han’ın oğlu. Aile soyunun Hz. Hüseyin’e nispet edilmesi hasebiyle “seyyid” lakabını alır. İlk tahsilini annesinden görür. Farsça, Arapça, matematik ve geometri çalışır. Bir süre şiir ve edebiyatla meşgul

olur. Babasının vefatından sonra Delhi Ceza Mahke-mesinde zabit kâtipliği yapmaya başlar. 1841 yılında Manipur’a stajyer hâkim olarak gider, bir yıl sonra Fetihpur Sikriye’ye giden Ahmed Han 1846 yılında tekrar Delhi’ye döner.

1855 yılında yüksek hâkimlik derecesi olan “sadr-ı emin” unvanı ile Dicnor’a tayin olur. Dicnor’daki meşhur “sipahi ayaklanmasında” halka çok yardım-ları dokunur. 1857’den sonra ise daha üst bir hâkimlik unvanı olan “sadrü’s sadr” unvanı ile Muradabad’ta görevine devam eder.

Seyyid Ahmed Han’ın hayatının bundan sonraki evresi muhtemelen bir dönüm noktası niteliğinde. 1869 yılında iki oğlu ile İngiltere’ye gider. 17 ay gibi bir süre orada kalır. Bu süre içerisinde kendi görevini yerine getirirken aynı zamanda İngiltere üniversite teşkilatını inceler. Bu seyahatin dönüşünde Tehzibü’l Ahlak adlı aylık bir gazete çıkarmaya başlar. Bu gaze-te ile Müslümanları Batı ve İngiliz hükümetine ısın-dırmaya çalışır. Ve gelenekten farklı düşüncelerini bu gazetede yayınlamaya başlar. Bu düşüncelerden biri; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.

1875’te en büyük eseri sayılan Aligarh’taki Moham-medan Anglo-Oriental Collega’i kurar. 1876’da kurdu-ğu okulla daha fazla ilgilenebilmek için hâkimlikten istifa eder ve Aligarh’a yerleşir. 1877’de kraliyet naibi Lord Lytton yeni kolej binasının temelini atar. 1886 yı-lında ülke Müslümanlarını eğitim-öğretim ve siyaset alanlarında aydınlatmak için her yıl toplanmak üzere “İslam Eğitim Konferansı”nı başlatır. 1887 yılında İs-lam Eğitim Konferansında İngiltere’nin aleyhine olan

Page 39: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم39 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

Milli Kongre’yi kınar. Bu kınama ve zaman içersinde İngiltere’ye yapmış olduğu hizmetlerden ötürü “Sir” lakabıyla taltif edilir. 1898 yılında da Aligarh’ta ölür.

Düşünce yapısı

Seyyid Ahmet Han’nın düşünce yapısı incelendi-ğinde bu yapıda çok net bir şekilde 19. yüzyıl akılcılık ve tabiat felsefesinin etkileri görülür. İlk olarak Ah-med Han ortaçağ skolastik felsefesinde olduğu gibi Allah’ı “ilk sebep” olarak niteler ve tabiatın sebep-sonuç prensipleri ile yönetildiğini kabul eder. Ona göre inanç sistemleri değerlendirilirken “tabiata uy-gunluk” kriterine dikkat edilmeli. Bu kritere en fazla uygunluk gösteren din ise akılla uzlaşan, içerisinde akla ters hiçbir kural ve kaide bulunmayan İslam’dır.

Ahmed Han başta da söylediğimiz gibi tabiat fel-sefesi ve materyalizme yakın bir çizgidedir. Peygam-berlere ait mucizeleri ve velilere ait kerametleri kabul etmez. Bunları daha çok tabiata uygun şekilde tevil etme yolunu seçer.

Ahmed Han’ın düşüncesinde bizi en çok ilgilen-diren kısım Kuran’dır. Ona göre peygamberlik istidat meselesidir. Ama bu istidadı Hz. Muhammed’den sonra kimse gösterememiştir ve gösteremeyecek-tir. Kuran değiştirilemez. O tek başına bir bütündür. Hadisler kitaplara son ravilerin lafızlarıyla girdiği ve muhaddisler tarafından metin tenkidine tabi tu-tulmadığı için Kuran gibi mevsuk değildir. Hadislere saygı duyulmalı fakat hadisler Peygamberin hayatta-ki fonksiyonunu ifa edecek kadar güvenilir değildir. Ahmet Han bu görüşüyle hadisin otoritesini kabul et-meyip Kuran’la yetinen telakkiyi kabul etmiş oluyor.

Ona göre âlimlerin görüşleri dinin yerini almış durumda. Bu yüzden bu görüşler bir kenara bırakılıp Kuran ele alınmalı ve içtihat yapılmalı. Ahmed Han’a göre Kuran’da yaklaşık 500 tane dini hüküm bulun-makta. Ve bu hükümler akide-ibadet, sosyal adetler (yeme, içme, diğer muaşeret) diye ikiye ayrılmakta. Fakat o Kuran’ın sosyal adetler ile ilgili koymuş ol-duğu ahkâmı dinden saymamakta yani geçersiz kıl-maktadır.

Bunun yanında İslam’ın siyasi ve hukuki prob-lemlere çözüm bulma dinamizminden yoksun ol-duğunu iddia ediyor Ahmed Han. Dini siyasetten

ayırıyor. Ki zaten tarihin hiçbir devrinde Müslüman-lar vahyin ışığında siyaset yapıp devlet kurmamışlar-dır. Peygamberin ashab ile yaptığı istişareleri ve bazı uygulamaları dikkate almışlardır.

Seyyid Ahmed Han kurduğu okullar ve bu okullar-da istihdam ettiği İngiliz hocalar, yeni nesli Batı kül-türüne uygun tarzda yetiştirme çabaları ve İngilizler için yapmış olduğu hizmetler sebebiyle bir çok alim ve aydın tarafından sert eleştirilere maruz kalmıştır. Bu eleştirilerin en katılarından birini çağdaşı Afgani ve Abduh yapmıştır. Onlar Ahmed Han’ı İngilizlerin sömürgecilik emellerine hizmet eden bir materyalist ve Hint halkına zarar veren bir Batı sempatizanı ola-rak tanımlamışlardır.

SEYYİD EMİR ALİ

Hayatı

1849 yılında Hindistan’ın Orissia eyaletinin Cutta-cak şehrinde doğar Emir Ali. Horasanlı şii bir aileye mensuptur. Soyunun Hz. Fatıma’ya nispet edilmesi hasebiyle “seyyid” lakabını alır. Seyyid Saadettin Ali

Han’ın dördüncü ve sonuncu çocuğudur. 1856 yılın-da babasının ölümünden sonra evde annesinin des-teğiyle özel ders alır. Urduca, Arapça, Farsça öğrenir. 1867 yılında Kalküta Üniversitesinden mezun olur.

Daha sonra hukuk tahsili için İngiltere’ye gider. Bu sırada oğullarıyla beraber orada bir görev için bulunan Seyyid Ahmed Han ile irtibat kurar. 1873 yılında eğitimini tamamlayan Emir Ali İngiltere’de Baro’ya kabul edilir. Aynı yıl İngiltere’den dönüş yaparak Kalküta’da İslam hukuku dersleri vermeye başlar. 1877 yılında siyasi eğitim vermeyi amaçlayan ve İngiltere’ye bağlılık prensibine dayanan National Mohammedan Association’u kurdu. Bu kurumun toplamda 53 şubesi kuruldu.

1881-1883 yılları arasında Bengal yasama meclisi üyeliği görevini yürütür ve çalışmaları sebebiyle Ge-nel Valilik Meclisine tayin edilir. 1884’te hukuk pro-fesörü olur ve hukuk fakültesi dekanlığına getirilir. 1890 yılında Kalküta Yüksek Mahkemesi baş hâkimi

Page 40: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2540

oldu ve emekliliğine yani 1904 yılına kadar bu görev-de kaldı. Emekliliğinden sonra İngiltere’ye yerleşti. 1908 yılında Hindistan Müslüman Birliğinin Londra şubesini açtı. 1909 yılında Devlet Danışma Meclisi üyeliğine seçilen ilk Hintli oldu. 3 Ağustos 1928’de Sussex’teki evinde hayata gözlerini yumdu.

Düşünce Yapısı

Seyyid Emir Ali İslam’da klasik modernizm olarak tanımlanan dönemin önemli aktörlerinden birisidir. Her türlü modern düşünceye açık bir düşünce yapısı vardır. Şii bir aileye mensup olması sebebiyle şiidir. Fakat ehl-i sünnete oldukça ılımlıdır.

İslam’ı tam anlamıyla rasyonel bir din olarak gö-rür. Ve Agust Comte’un pozitivizminin aslında İslam’ı tanımladığını iddia eder. Gelenekten farklı olarak çok evlilik hükmünün kaldırılmasını ister. Maddi anlam-da miracı inkâr eder. Miracın rüyada gerçekleştiğini kabul eder. İslam’ın aslında devlet sistemi olarak de-mokrasiyi getirdiğini iddia eder.

MUHAMMED ABDUH

Hayatı

İslam modernizminin, İslam’ı çağdaşlaştırma çabalarının ilk olarak görüldüğü yerlerden biri de Mısır’dır. Bu çalışma-lar dönemin yargıç ve eğitim-ci konumundaki Muhammed Abduh tarafından başlatılır. Öyle ki bugün Abduh İslam’ı çağdaşlaştırma çalışmaları-nın başlatıcısı olarak bilinir.

1849 yılında Mısır’ın Buhayre eyaletine bağlı Ma-halletünnasr köyünde doğar Abduh. 1862’de babası-nın teşvikiyle Tanta’ya ilim okumaya gider. Kısa süre sonra geri döner. Okumak istemediği için 1865 yılın-da evlenir.

Evlendikten bir süre sonra yine babasının teşvi-kiyle Tanta’ya ilim tahsili için gitmeye karar verir. Yol üstünde Küneyse kasabasında babasının yakınla-rından olan Şeyh Derviş Hızır’la görüşür. Hatıratın-da belirttiği üzere bu görüşme hayatında bir dönüm noktası teşkil eder. Çünkü hayatının sonuna kadar sönmeyecek olan ilim ateşi ilk olarak o görüşmede kıvılcımlanır.

Tanta’da ilim faaliyetlerine başlar. Daha sonra Kahire’ye giderek Ezher Medresesine kayıt olur. Bu dönemde okuldaki hocalarını yetersiz bulur ve ken-di okumalar yapmaya başlar. Aradığı her şeyi onda bulduğunu söylediği Efgani 1871’de Mısır’a gelir ve ondan kelam, felsefe, riyaziye dersleri almaya başlar. Yine onun yönlendirmesi ile sosyal ve siyasal mese-lelerle uğraşmaya karar verir. 1878’de Ezher’de öğre-tim üyeliğine başlar. Tevfik Paşa döneminde eğitim faaliyetlerini denetlemek üzere kurulan yüksek mec-lise üye tayin edilir.

1882’de bazı siyasi gerekçelerle üç yıl sürgün cezasına çarptırılır ve Beyrut’a gönderilir. 1883’te Efgani’nin daveti üzerine Paris’e gider. Onunla be-raber “Urvetü’l-Vuska”yı çıkarmaya başlar. 1884’te Tunus’a geçer ve Efgani’den farklı bir yol izlemeye karar verir. Oradan tekrar Beyrut’a döner. Burada daha çok eğitim, kültür, düşünce konularına vurgu yapmaya ve diyalog meselelerine eğilmeye başlar. Sultaniye Medresesini ıslah eder ve orada hocalık yapmaya başlar.

1889’da Mısır’a döner. Siyasi faaliyetlerden el etek çeker. Hükümete karşı yumuşak bir tavır takınır. Ya-bancı hukuk kitaplarını okumak için Fransızca öğre-nir. Yılsonlarında yurt dışına yaptığı gezilerle dilini geliştirir. 1895 yılında Ezher İdare Meclisine üye ta-yin edilir. 1899’da Mısır müftüsü olur. Birçok ıslahat ve reform çalışmalarında bulunur. Hidiv Abbas’ın Ezher ıslahat programını sekteye uğratan faaliyetle-rinden ötürü Ezher idare Meclisi üyeliğinden istifa eder. Aynı yıl hastalanır ve hava değişimi içi gittiği İskenderiye’de vefat eder.

Page 41: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم41 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

Düşünce Yapısı

Abduh’un en temel düşüncelerinden birisi; dinin taklit zincirinden kurtarılması ve henüz ihtilafların çıkmadığı dönemde Selef’in anladığı metotla ve ilk kaynaklarından hareketle anlaşılması gerektiğidir. İtikadı asr-ı saadette olduğu gibi saf hale getirmenin yanı sıra akıl ve ilimle ilişkisini güçlendirerek değişen dünya şartlarında dinin rolünü tekrar etkinleştirmeyi amaçlayan Abduh kelam ekolleri arasındaki teolojik ihtilafları ve teorik tartışmalar üzerinde durmayı ge-reksiz bulur.

Allah’ın zatı yerine mahlûkatı üzerine düşünme-nin dinin emrine ve insanlığın ihtiyaçlarına daha uy-gun olduğunu düşünür. Duyular dışında başka bilgi kaynağının olduğuna inanmayan kişi ve akımları eleştirir. Ona göre dine inanmak sorumluluk gerekti-rir. Çünkü din kişinin nefsani arzularını ve iradesini kısıtlar. Böyle bir sorumluluğu yüklenmek istemeyen kimse de dinin gerekliliğine inanmaz. Hâlbuki din toplumun büyük bir ihtiyacını karşılamaktadır. Bir başka ifade toplumun dine oldukça fazla ihtiyacı var-dır.

Abduh’a göre kader üzerinde tartışmaya gerek yoktur. Ona göre fiiller kesb ve ihtiyar ile gerçekleşir. Bazıları onu bu görüşünden ötürü Neo-Mutezileciğin kurucusu olarak tanımlar.

Ona göre tefsirlerde Kuran’ın ruhuna uymayan yorumlar ve yanlış bilgiler mevcuttur. Vahiy mesajı gramer kaideleri ve müfessirlerin yorumları altında kaybolmuş durumdadır. Ölülere ve hastalara okunan bir kitap haline getirilmiştir. Hâlbuki Kuran halkın ilmi ve ahlaki seviyesini yükseltmek içtimai durum-larını düzeltmek için nüzul olmuştur.

Abduh günün ihtiyaçlarına göre kısmi tefsirlerin yazılması gerektiğini düşünür. O Kuran ve bilim ara-sını uzlaştırmaya çalışır. Dönemin bilimsel verilerini tefsir yaparken sıklıkla kullanır. Tabiatüstü varlıkları ve olayları akıl süzgecinden geçirir. Örneğin cinleri bir çeşit mikrop olarak anlar. Ebrehe ordusunu yok

eden ebabil kuşlarının virüs taşıyan sinekler olduğu-nu iddia eder. İnsanlığın sadece Hz. Âdem’den değil farklı insan türlerinden türemiş olabileceğini ve Hz. Meryem’in İsa’yı babasız doğurmasını ilahi müjdenin onun üzerinde oluşturduğu psikolojiyle ilişkili oldu-ğunu düşünür.

Müteşabih ayetlerin insanın düşünce alanını ge-nişletmek gayesine matuf oluğunu düşünür ve gay-bi konuların tevilinde bir problem görmez. Ona göre tekrardan içtihat kapısının aralanması ve kolektif çalışmalar yapılması gerekmektedir. Tek bir mezhebe bağlı kalmayı tutarlı görmemektedir. Müftülüğü dö-neminde mezhepler üstü fetvalar verdiği için döne-min uleması tarafından tenkit edilmiştir.

Kendisi Şazeliye tarikatına müntesiptir. Fakat ta-rikatların cehri zikir, şeyhten el alma gibi ayin ve uy-gulamalarını tevessül, hulul gibi aykırı düşüncelerini tenkide tabi tutar. Basın yayın sorumlusu olduğu yıl-larda İbnü’l Arabi’nin Futuhatü’l-Mekkiyye’sini sa-dece alanla ilgili kimselerin anlayabileceği düşüncesi ile basımına izin vermemiştir. Filozofların kâinatı an-lama ve anlamlandırma çabalarını takdir etmesinin yanı sıra Aristo ve Platon felsefesiyle çok meşgul ol-malarını tenkide tabi tutmuştur.

Muhammed Abduh, İslam toplumunu çağdaşlaş-tıracak ve geleceğe taşıyacak hem iyi din eğitimi al-mış hem de dönemin bilimsel verileri ile donanmış yeni bir neslin yetişeceğine her zaman inanmıştır.

SON NOTLAR *1. Modernleşme Kuramı, Fahrettin Altun, Küre Yayınları,

Basım 1, 2005, syf. 112. Klasik Modernizmde Kur’an’a Yaklaşımlar, Ensar

Yayınları, Basım 1, 2004, syf. 163. Modernleşme Kuramı, Fahrettin Altun, Küre Yayınları,

Basım 1, 2005, syf. 104. Klasik Modernizmde Kur’an’a Yaklaşımlar, Ensar

Yayınları, Basım 1, 2004, syf. 225. Modernliğin Eleştirisi, Alain Touraine, Yapı Kredi

Yayınları, Baskı 7, syf. 49

Page 42: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2542

Serb

est Y

azıla

r

Page 43: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم43 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

İslam İktisat Sistemi ve Faizsiz Bankacılık TeklifleriAbdullah Küskü

GirişSon dönem Müslüman iktisatçılar paranın anlamı,

sermayenin korunması ve artırılması ve devlet merkez ban-kası üzerine bir dizi çalışmalar yapmıştır. İletişim araçları-nın yaygınlığı ve bu sayede çağı dizayn eden iktisadi ve fikri akımların iletişim araçlarıyla herkese ortak tesirleri sayesin-de İslam dünyasının muhtelif yerlerinde Müslüman iktisat-çılar tarafından neredeyse her konuda benzeri sesler yük-selmiştir. İslam iktisadına yönelik Pakistan, Mısır, Malezya ve Türkiye’de eş değer zamanlı, faizden arındırılmış devlet iktisat sisteminin kurulması gerektiği, ivedi bir şekilde fa-izsiz bankacılık teklifleri gündeme getirilmiştir. Bu yazıda bir gurup Müslüman iktisatçının paraya bakış açılarını ve Faizsiz bankacılık tekliflerini sunmaya çalışacağız.

Genel olarak İslami iktisat sistemi ve faizsiz bankacı-lık başlığı altında görüşlerini inceleyebileceğimiz kişilerden Mahmud Ebussuud İslam’ın zengin olan Müslümanlara ta-yin ettiği mali bir ibadet olan zekâtı İslam iktisadının esası görür ve bir müessese olarak zekâtı Müslümanların fakirlik ve işsizlik sıkıntılarına çare sayar.1 Her ne kadar insanın, maddi ve manevi bir merkeze bağlı yaşayan canlı bir varlık olması hasebiyle, insanlar arasında sağlam ve gerçekçi bir kalkınmanın mümkün oluşunu en temelde insan psiko-lojisine ve insanın ruhi dinamiklerine bağlasa da Neccar2, kimileri ısrarla kalkınmanın maddi sebeplere ve Müslüman-ların “gerilemesini” nedenini dünyevi imkânlara bağlamış-tır. Bu “gerileme” problemini aşmanın çaresi olarak teklif edilen iktisadi sistemler ve modern para bankaları vardır. Geneli itibariyle Müslüman iktisatçıların teklif ettikleri

banka bir devlet bankası modelidir. Önerdikleri bankayı Müslümanların Beytü’l-mal kavramına teşbih ederler. Ve iş-letim sistemine yönelik serdettikleri şeyler ise teklif ettikleri modelin modern bir devlet merkez bankası olduğunu gös-termektedir. Yönetimin ve paranın kontrol mekanizması-nın devlete ait olmasının yanı sıra özel iktisadi teşebbüslere engel olunamayacağını ifade ederler. Fakat bu işletmelerde faiz uygulamasına asla izin verilmeyeceğinden kurumun za-rar etmemesi ve kâr devamlılığını sağlamak amacıyla kuru-luş ve işletme masraflarının devlet tarafından karşılanması gerektiğini söylerler.3 Modern çağın para merkezleri sayılan faizli ve faizsiz bankanın tarihi ve işlettiği paranın asli göre-vi konusunda Müslüman iktisatçıların fikirlerinin bir kesi-tini şöyle sunabiliriz.

Bankacılık TarihiFaizli bankacılıkBu yazarlar tarihi olarak modern faizli bankaların

aşağı yukarı tefeciler devrinde ödünç para vermeyi mes-lek haline getirmiş olanların işlevlerini sürdürdüğünü izah etmektedir.4 Ve piyasadaki parayı kendi matbaalarında basan bankaların mütedavil paranın 98/100’inin maliki olduğunu söylerler.5 Özelikle vurgulamak gerekir ki para siyasetindeki sistem sebebiyle paranın bir emtia karşılığı değil de borç karşılığı basılması ve güdülen para stratejisi ve pratiği sebebiyle para, zamanla mübadele aracı olmak-tan çıkmış murabaha esaslı ve faiz maksadıyla kullanılmaya başlanmıştır.6

Page 44: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2544

Faizsiz bankacılık Faizsiz bankacılığa geçişte ilk

teşebbüs Birleşik Arap Emirlikleri’nde 25 Şubat 1963’de kurulan ve başkanlı-ğını en-Neccar’ın yaptığı İslam bankası örnek olarak verilmektedir.7 Bu teşeb-büsün çalışmasına her ne kadar kısa bir süre sonra son verildiyse de faizsiz ban-kacılıkta eldeki veriler ışığında başarılı olduğu kabul edilmektedir. Eş dönemli olarak henüz yeni kurulan Pakistan dev-letinde ise Pakistan İslami bankacılık sistemlerinde bir hayli çaba sarf edilmiş-tir. Müslüman iktisatçılar bu bakımdan Pakistan tecrübesinden yararlanılmasını özellikle tavsiye etmektedir. Eserlerin-den alınan intibaa göre bu müelliflerin bankacılık teklifle-rinin Pakistan bankacılık tecrübeleri etkisi altında kaldığı görülmektedir.

Paranın Asli GöreviParanın asli görevi insanların ihtiyacını

temin etmektirİkbal Kureşi paranın asli görevinin mübadelede

(takas-trampa vb. usulü alış verişler) vasıta olması ve diğer eşyaya (değer biçilmesi konusunda) ölçü olması olduğunu söyler.8 Mahmut Ahmed ise malların mübadelesiyle insanın ihtiyaçlarını sağlamak paranın işletilme anlamı olduğu hal-de kapitalist sistemin bu varlık yasasını tepe taklak çevir-diğini, sosyal ve kültürel bir intihar olması pahasına insanı paranın hizmetinde kullandığını belirtmektedir.9

Para basım işi devletin tekelinde olmalıdırÖzel teşebbüslerin tükenmez bir hırs ve sonsuz para

biriktirme arzusunda olacağı muhakkaktır. Bu sebeple ar-zularının temininde eşyaya ve insana adalet ilkesini yok saymaları pek muhtemeldir. İslami ve insani hassasiyetle-ri dolayısıyla olsa gerek Müslüman iktisatçılar para basım işinin tamamıyla devlete bırakılmasını ve bu hususta tüm salahiyeti devletin eline alması gerektiğini söylerler.10

Para depolamak ticarette kriz yaratır

Piyasa şartlarında istihsal için gerekli olan şey mü-badeledir ve depolanan paranın ise ticaret ile ekonomide kesin bir surette zararı söz konusudur. Nitekim hakikatte paraya olan talebin arz edilen mala talepten kaynaklandığı, paranın görevinin tamamen malların mübadelesinde aracı olmak olduğu ve üzerinden zamanın geçmesiyle paranın da değer kaybetmesi gerektiği belirtilmiştir.11 Faizsiz bankala-rın para üzerinden kâr elde etmek yerine mudarebe ve mü-şarekette bulunmaları onların modern bankalara alternatif olmalarında yegâne unsurdur.

Faizsiz Bankacılık İşletim Sistemi ve TekliflerFaizsiz bankacılık işlemlerinde mevduat sahiple-

riyle ilişkiler, bankalarla iş adamları arasında ortaklık/müşareket-mudarebe uygulamaları, kredi işlemleri, banka işletim masrafları ve bankacılık harici ek hizmetler alanında sosyal hizmetler yatırımı gibi birçok konu gündeme taşın-mış ve tartışılmıştır. İslami banka modelinin kendine ait en bariz vasfı faizsiz olmasıdır. Kanaatimizce alternatif banka-cılık olma özelliğini de bu vasfıyla kazanmıştır. Müslüman iktisatçılar iktisadi buhranların genelde faizden kaynaklan-dığı görüşünde olduklarından12 ve faizin Kur’an ayetlerinde yasaklanması sebebiyle gerek merkez bankasının ve gerek-se özel işletme bankalarının faizsiz bir şekilde işletilmesi gerektiğinde ittifak halindeler. Müslüman iktisatçıların

Page 45: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

العلم45 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

faizsiz bankacılık tekliflerinde özel banka ve devlet bankası gibi net bir ayırıma gitmemeleri sebebiyle kanaatimizce or-taya koymaya çalıştıkları şey devlet olarak kalkınabilmenin yollarını aramak ve İslami iktisat sistemini bulmaya doğru bir çaba ortaya koymaktır. Bu sebeple uygulamaya sürmek istedikleri şeyler bazen sadece devlet eliyle yapılabilmekte-dir. Mesela “Malda zekât dışında hak vardır” hadisinin ge-reği olarak zenginlerden zekât harici ekstra bir ücretin talep edilmesi gerektiğini ifade eden Mahmud Ebussuud zımnen devlet iktisadi sistemine yönelik bir teklif sunmuş olmak-tadır. Ayrıca bu teklifin tartışılma gereği söz konusudur. Sünnette bu konuda net bir ücret belirtilmemiştir. Üstelik hüküm kesinlik bildiren bir sığa ile ifade edilmediğinden bu uygulamanın zorunlu dini bir emir olarak telakki edil-mesi kanaatimizce doğru değildir.

Faizsiz bankacılık işlemlerinden Müşareket, Mu-darebe ve Karzı hasen

Örnek kabilinden bu eserlerden birinde İslami ban-kacılığın genellikle benimsenen müşareket/ortaklık esasları üzerine olması gerektiği ve bu esaslardan birinin de muda-rebe olduğu belirtilmektedir. Bu mudarebe usulüyle banka mevduatlarının sadece yerli sermaye ile değil uluslararası sermaye ile de iştirakinin sağlanabileceği söylenmektedir. Ayrıca bu kurumların karzı hasen/faizsiz borç hizmetinde

bulunmasının gerekliliği üzerinde duru-lup bu sebeple işletim ücretlerinin dev-lete fatura edilmesi teklif edilmektedir. Bankacılık sisteminde yatırım gücüyle finansman gücünün dengede olması şar-tı, bankaların eğitime katkı sağlama ve sosyal hizmetlerde bulunma mecburiyeti, Müslüman ülkelerin zengin kaynakları-nın kullanımı için bu bankalar tarafından ciddi kredi desteklerinin gerektiği de söz konusu edilmiştir. Bu sebeple bu banka sisteminin zorunlu olduğu da zımnen vurgulanmış olmaktadır.13 Konular ara-sında dış sermayeden gerektiğinde faizli istikrazın cevazı gündeme getirilmiştir ki bu görüşün ne derece isabet kaydettiği

ayrıca tartışılmalıdır. Faizsiz bankacılık tekliflerinde mesela faizin, ban-kaların sermayelerini gayri müstahsil sahalarda işletmeleri-ne sebebiyet verdiği, bu suretle istihsal maksatlı kullanılacak sermeye kıtlığı yaşandığı, üstelik bankaların mudilerinin parasını doğrudan sanayi ve ticarete yatırmalarına engel olma temayülü taşıdığını belirterek İslam iktisat sisteminde senetlerin ücretsiz tahsil edilmesi ve faizin kesinlikle uygu-lamadan kaldırılması Mahmud Ahmed tarafından günde-me getirilmiştir.14 Aynı müellif İslam devletinin âmme hiz-metlerinde finansman sağlanması için iki şeyi uygulamaya geçirmesini teklif eder. Bunların ilki gelire geçici iştirak esasına dayanan ikinci bir şahsı ortak yapmak, diğeri dev-letin para basma hakkını kullanmak. İlk hususta yapılacak ortaklıktan elde edilen gelirlerin üçte birinin mukrizlere ödenerek zamanla bu kaynakları yüzde yüz devlete ait kıl-ma stratejisi güdülmesi gerektiğini kaydeder. İkinci hususta yatırım alanında sermaye temini için basılan paranın -gö-revini ifa ettikten sonra- tedavülden toplanarak doğal du-ruma geçişin sağlanması gerektiğini söyler. Fakat bu ikinci hususta paranın çoğalması sebebiyle eşyanın pahalanması tehlikesini de göz önünde bulundurmak gerekir. Sonuçta bu iki husus sayesinde amaçlanan şey modern İslam devleti-nin sermaye ihtiyaçlarını kendinden temin etmek ve bunları

Page 46: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2546

faizsiz bir sistemle uygulamaya sokabilmektir.15 Müslüman iktisatçılardan bir diğeri kişi olarak bize pratik kurallar su-nan ve İlk faizsiz bankayı uygulamaya sokan en-Neccar’ın faizsiz banka için Müslümanlara teklifleri ve olması gereken standartları maddeler halinde şunlardır:

Modern ekonomik meseleler üzerine teknik I. mütehassıs eleman yetiştirilmesi gereklidir.

Maslahat, faiz-kazanç farkı konuları üzerine II. İslam’ın ana kaynaklarından araştırılma yapılmalıdır.

Geleneksel ulemanın eksikleri, takıntıları ve III. çözümlerindeki hatalarına son vermeleri gerekmektedir.

Kurulacak banka sistemi ülke, kültür, inanç, tarih IV. ve sosyal yapımıza uygunluk arz etmelidir.

Batı’da kilise baskılarına karşı tepkisel doğan V. girişimleri taklit etmek veya benzerlerini çıkarmak doğru değildir.

Bankanın Yahudi tüccarların paraya egemenlik VI. kurmak için kurdukları bir sistem olduğu bilinciyle hareket edilmelidir.

Kurucuların her şeyden önce ülke ve milletlerini VII. seven şahıslardan oluşması gerekmektedir.

Kişisel olarak ferdi bencillik ve para toplayıcılığa VIII. sevk ettiği, ferdi toplumdan uzaklaştırdığı, tembellik ve hazır yiyiciliğe alıştırdığı, İslam’ın zekât emrine aykırı davranmaya ittiği, cemiyette adaletsizlik ve eşitsizliğe götürdüğü, azının ve çoğunun haram olduğu farkındalığıyla faizin, her türlüsünün bankanın uygulamalarından uzak tutulması gerekmektedir.

Kazanç için mal ve parayı değil iş ve emeği kaynak IX. olarak almalıdır.

Sabit bir faiz ya da yüzde bir kar garantisi yerine X. kâr ve zarar ortaklığını esas almalıdır.

Kapitali topluma egemen olmak için değil XI. toplumun hizmetinde, çıkarları doğrultusunda yatırım alanında kullanmalıdır.

Cari hesaplarda diğer bankalar gibi çalışmalıdır.XII. Tasarruf hesaplarını faizsiz kar zarar ortaklığında XIII.

çalıştırmalıdır.Vadeli hesapları faizsiz kar zarar ortaklığında XIV.

kullanmalıdır.

Kambiyolara ücret almalı ve çek işlemlerini cari XV. hesap üzerinden yapmalıdır.XVI.

Faizsiz Bankacılık Modelinin Getirisi ve SonuçMüslüman iktisatçıların faizsiz banka tekliflerinin

uygulanması halinde teorik olarak bu bankalar muhtemel şu sonuçları verecektir: Finans ve sanayi arasındaki iş birli-ğini sağlamak amacıyla banka gibi para ve krediyle uğraşan teşekküllerin sanayilerle kesin bir surette iş birliği sağlana-cak16 ve bankalardaki bütün mevduat ve kredi balansları ver-giye tabi tutulacağından hızlı bir kalkınma yaşanacaktır.17 Para yerine mala mukabil mal mübadelesi yapmak suretiy-le dâhili istihsalde çeşitlilik ve kalite elde edilecek, ticaret teşvik edilecek, sanayi gelişme sağlayacak, fiyat yükselmesi yaşanmayacak, nakit ve para işlemlerinde yegâne salahiyet devletin olacak, bankalarda artmış, birikmiş mala vergi is-miyle % 2,5 nispetinde zekât tahakkuk ettirilecek, toplanan vergi zekât sarf yerlerinde istimal edilecektir.18

SON NOTLAR * 1. Mahmud Ebussuud, İslami İktisadın Esasları.2. Ahmed en- Neccar, İslam Ekonomisine Giriş.3. Anwar Iqbal Qureshi, Faiz Nazariyesi ve İslam.4. Anwar Iqbal Qureshi, Faiz Nazariyesi ve İslam.5. Anwar Iqbal Qureshi, Faiz Nazariyesi ve İslam. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 87. maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu belirtilen para basma yetkisi ilk olarak, Merkez Bankasının kuruluşuna esas teşkil eden 11 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı Kanun ile Merkez Bankasına devredilmiştir. Bknz: http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Banknotlar/Banknotlarla+ilgili+Genel+Bilgiler/Para+Basma+Yetkisi6. Anwar Iqbal Qureshi, Faiz Nazariyesi ve İslam.7. M. A. Mannan, İslam Ekonomisi, Teori ve Pratik.8. Ahmed en- Neccar, İslam Ekonomisine Giriş.9. Mahmud Ahmed, İslam İktisadı, Mukayeseli Bir Tedkik.10. Anwar Iqbal Qureshi, Faiz Nazariyesi ve İslam.11. Mahmud Ebussuud, İslami İktisadın Esasları.12. Mahmud Ahmed, İslam İktisadı, Mukayeseli Bir Tedkik.13. M. A. Mannan, İslam Ekonomisi, Teori ve Pratik.14. Mahmud Ahmed, İslam İktisadı, Mukayeseli Bir Tedkik.15. Mahmud Ahmed, İslam İktisadı, Mukayeseli Bir Tedkik.16. Anwar Iqbal Qureshi, Faiz Nazariyesi ve İslam.17. Anwar Iqbal Qureshi, Faiz Nazariyesi ve İslam.18. Anwar Iqbal Qureshi, Faiz Nazariyesi ve İslam.

Page 47: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

Gençlik EğitimindenÖğrendiğim 3 ŞeyRecep Semih Topuz

Gen

çler

in R

ecep

Abi

si

Her çağın kendine has ve birbirinden farklı prob-lemleri olmuştur. Problemin çeşidine göre çözüm üretilmiş-tir. Aynı zamanda toplumların ortak problemleri olmuş ve bunlara küresel çapta çözümler aranmıştır. Konusuna göre halkı bilinçlendirmek için platformlar kurulup, sempoz-yumlar yapılmıştır. Bizim konu edeceğimiz husus benzer bir mesele olan gençlik eğitimi olacak. İyi yetişmiş bir genç dinamizmi, bilgi ve birikimi sayesinde insanlığın hayatını kolaylaştıracak ve insanlara nasıl daha iyi yaşayabileceğini öğretecek en önemli figürdür.

Evvela iyi yetiştirilmiş bir genç; genelde insanlık için, özelde ise memleketi için bir umuttur. Finlandiya’nın tarihi-ni değiştiren Snelman ve arkadaşlarına kulak verelim. Der-ler ki “Taşradaki çiftçiden devlet kademelerinde görev alan-lara her birey, milli iradeyi güçlendirmek için çalışmalıdır.” Edindiğimiz bilgilere göre bu yola girdiklerinde sayıları 5 kişi idi ve tamamı genç sayılabilecek bir yaşta idiler. Çabala-rı sayesinde bugün Finlandiya eğitim noktasında dünyanın en iyileri arasında gösterilmektedir. Çünkü gençlikleri ve iyi yetişmiş olmaları sayesinde yeni fikirlere açıktılar. Dertleri tam olarak toplumun kendisini ilgilendiriyordu ve başarı kaçınılmazdı.

Tabiî ki toplumsal yapı olarak çok farklı ülkeleriz. Bizim memleketimizde eğitimin önünde ideoloji durmak-tadır. Teorik bilgi direk insanla ilişkilendirilmekten ziya-de, bizzat ideoloji potasından geçirilerek öğretilmektedir.

Bunun neticesinde farklı ideolojiye mensup insanların yan yana gelmeleri zorlaşmakta ve toplumun ilerleyişi ciddi ma-nada engellenmektedir. Genç, küresel çapta bir bilim ada-mını örnek alırken ne yazık ki dini veya siyasi bir ideoloji süzgecine takılmaktan kurtulamıyor ve bence en vahimi, insan yetiştirmek yerine, asker yetiştirmeye devam ediyo-ruz.

Kısa eğitim hayatımda tecrübe ettiğim önemli mese-leleri şöyle bir derleyip topladığım zaman şunları gördüm:

1-) Evrensel düşünce, evrensel eğitimle ilgilidir.2-) İyi yetişmiş bir genç, iyi bir ailede yetişmiştir.3-) Çocukluk döneminde, fedakâr bir öğretmenden

eğitim alınmalıdır.Bu üç tespit üzerinden devam etmek gerekirse;1-) İnsan öğrendiği her bilgiyi insanlık için öğrendi-

ğinin farkında olmalı. Her bilginin bir tespit edeni olsa da, bilgi ölümlü değil, en az insanlık kadar diridir. Bu sebeple bilgi kimsenin değildir veya hiçbir cemiyet, ideoloji vs.nin tahakkümü altında değildir. Bilginin evrensel olduğu dü-şüncesine vakıf olan bir genç de bilginin kölesi değil, insan-lığın hizmetkârı konumundadır. Evrensel girdileri olan bir insanın evrensel çıktıları olur. İnsan için yaşayan, insanlığı sever. Dünyanın neresinde, hangi durumda ve neye mensup olursa olsun, insanlık için sevinir, insanlık için üzülür. Me-sela herhangi bir dine mensup olan bir insan düşünelim. Bu

العلم47 صفر- ربيع األول 1439 العدد:25

Page 48: ilim · “Al-lah sizin için kolaylığı diler, O size zorluğu dilemez” (Ba-kara, 2/185). Allah, Kur’an’ı anlama konusunda da bizim samimi-yetimize göre muamele etmektedir:

kişi başka dinlere mensup insanlar tarafından sevgiden uzak ve öteki olmaya iteklenmek yerine, şefkat duygusuyla ve öğ-retilerin negatif taraflarından zarar görmesin diye kazanıl-ma gayretiyle karşılanmalıdır. Hz. Peygamber’in “bilselerdi yapmazdı” sözü bunun en önemli delili konumundadır.

Fakat günümüzde din, insanlık için en olumlu ayrım olmasına rağmen, yine insanın elinde bir tehdit silahı hali-ne gelmiş durumda. Buradan hareketle bilginin evrenselli-ğini kaybettiğinin, insanoğlunun çıktılarının hep bir tarafı temsil etmek zorundaymış gibi hazırlandığını göstermekte-dir. Yine bir misal verecek olursak; yakın zamanda dünyada yeni bir para birimi çıkarıldı. Adı bitcoin olan ve evrensel para birimi diye piyasaya sürülen bu para, Japonlar tarafın-dan üretildi ve insanlığın hizmetine sunuldu. Söylenenler doğru ise hiçbir devlet gücünün arkasında olmadığı, dola-yısıyla bir gücün temsilinde olmadığı için uluslararası baskı aracı olarak kullanılamayacak bir para birimi. Üreten insan-lar bunu insanlığın hizmetine hediye ettiler ve yavaş yavaş bütün ülkeler varlığını hissetmeye başlıyor. Şimdi bu para hiçbir gücün değilse kimin olmuş oluyor? İnsanlığın. Bunu yapan kafa evrensel bir anlayışa sahip olmasa, böyle bir icadı insanlığa hediye edemez. Böyle olunca biz de bu icatları için kendilerine teşekkür edemeyiz. Hele bir de doların yerini alsa tadından doyum olmaz.

2-) Bir gencin iyi yetişmesi için, iyi bir ailede yetiş-mesi gerekir. Ufku insanlık olan bir ailenin çocuğu da bu öğreti ile hayata başlayacak ve sürekli ideal insanın hayalini kuracaktır. Hangi alanda olursa olsun işinin en iyisini in-sanlığa hediye etmeye çalışacaktır. Peki, iyi aile nasıl olur? Az önce söylediğimiz ufuk meselesi ailenin kimliği olacak. Ufak yaştan itibaren eşya ile münasebetine izin verilecek. Maddi, manevi şiddetten uzak tutulacak ve en etkin zamanı ailesi ile geçirecek. Arkadaşları ile mükemmel vakit geçiren babalaradır evvela sözüm. Bırakın “ne derleri?” ve çağın gerektirdiği her şeyi çocuklarınızla yapın. Çocuklara keşfe-debilecekleri alanları gösterin. Maddi imkânlar nispetinde seyahat edin. Eğer rahatsız değillerse arkadaşları ile oyunla-rına dâhil olun. Baş başa doğa kampına çıkın. Sinemaya gi-din. Bu şekilde çocuk kendisi için en değerli olanların ailesi

olduğunun farkına varacak ve gençlik yaşlarında, ailesini hiçbir şeye değişmeyecektir.

İşim gereği çok fazla veli ile görüşüyorum. Aşağı yukarı hepsinin ortak problemi, çocukların çok başka bir dünyada yaşadıklarını söylüyorlar. Bilgisayardan başını kal-dırmadığından şikâyetçi oluyorlar. Aslında ben çocukların normal olanı yaptığını düşünüyorum. Çocuk kendini nere-de anlamlandırıyorsa orada olmaya devam ediyor. Şöyle bir düşünelim: Hz Peygamber, ufak yaşta olan torunları ile mü-nasebetlerinde hep tahammüllü davranıyor. Kimi hadisede mübarek elini tutan torunu onu istediği yere götürüyor ve Peygamber o bırakmadan bırakmıyor elini. Çok önemli bir meclise torunu geldiği zaman, engellenmeye çalışıldığında “bırakın onu, o çocuktur” diye karşılık veriyor. Mükemmel örnekler sunuyor insanlığa. Bakın sadece Müslümanlara de-ğil, insanlığa sunuyor.

3-) Özellikle eğitim döneminde, teorik bilgi ile bu-luşacak çocuğun hayatında bu bilginin kullanım alanları bizzat kendi üzerinde gördüğü fedakâr öğretmendir. Benim iyi eğitmen anlayışım, eğitmenin ne kadar fedakâr olduğu ile ilgili. Çünkü teknik manada iyi olmanın, eğer öğretil-memiş ise pratikte pek bir işe yarayacağını düşünmüyorum. Fakat teknik olarak iyi olmasa da bir eğitmen, fedakârlığı sayesinde kişiye en önemli insani özellikleri hatırlatacaktır. Öğrencilerinin iyi gününde, kötü gününde yanında olacak, başarılarında onları tebrik edecek, başarısızlıklarında onla-rı motive edecek, sürekli öğrencilerine misyon yükleyeceği hayaller kurduracak. Negatiflerden bahsederek biraz daha somutlaştırmak gerekirse: Tatil zamanlarını iple çekmeye-cek, maaşa alacağı zamdan daha önemli işleri olduğunu bi-lecek, fazladan mesai yapmayı enayilik saymayacak, başarılı olanı sadece kendine mal etmeyecek ve Muhammet Yazıcı hocamızın sürekli vurguladığı gibi; övgünün ve yerginin kendinde hiçbir değişikliğe sebep vermediği kişi olacak.

Peygamberin dediği gibi; bu sözler dilde kolay, pa-hada çok ağır sözler. Bu sözlere layık olduğum için değil, layık olmak için yazdım. Bunun böyle bilinmesini isterim. Doğrular Allah’tan, yanlışlar bendendir.

ilim Kasım-Aralık 2017 Sayı: 2548